Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 572

Jeremy Black

İngiltere Tarihi

Çeviren: Aytaç Yıldız

DOGUBATI
©Tüm hakları Doğu Batı Yayınları'na aittir.

© Macmillan, Palgrave, 2017.

İngilizce Özgün Metin


A Histoıy of the British lsles

İngilizceden Çeviren
Aytaç Yıldız

Yayına Hazırlayan
Taşkın Takış

Kapak Tasarımı
Harun Ak

Baskı
Tarcan Matbaacılık
1. Basım: Ocak 2020
2. Basım: Ekim 2020

Doğu Batı Yayınlan


Kültür Malı. BecerikliSok.
No: 20/5 Kızılay/Ankara
Tel: O (312) 425 68 64 - 425 68 65

www.dogubati.com

ISBN: 978-625-7030-02-1 /Sertifika No: 15036

Doğu Batı Yayınları-250 Tarih-32

Kapak Resmi: Jean Froissart, Kral il. Richard ve


1381 tarihli Köylü Ayaklanması.
Jeremy Black
1954 yılında dünyaya geldi. Cambridge Üniversitesi ile Oxford Üniversi­
tesi'nde tamamladığı lisansüstü eğitimin ardından, 1980 yılında Durham
Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak göreve başladı. Farklı yıllarda önde
gelen Avrupa ve Amerika üniversitelerinde dersler verdi. lOO'ün üzerinde
kitap kaleme almış olan Black'in temel çalışma alanları İngiltere tarihi, İn­
giltere-Avrupa ilişkileri ve savaş tarihidir. Halen Exeter Üniversitesi Tarih
Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Önde gelen eserleri
arasında Military Strategy: A Global History (2020); Naval Power: A History
of Warfare and the Sea from 1500 onwards (2009); British Foreign Policy in
an Age of Revolutions (1994); War and the World: Military Power and the
Fate of the Continents 1450-2000 (2008); London: A History (2013); Eighte­
enth Century Europe 1700-1789 (1999) ve Historiography: Contesting the Past
Claiming the Future (2011) yer almaktadır.

Aytaç Yıldız
Lisans ve lisanüstü eğitimini Ankara Üniversitesi'nde tamamladı. Farklı
yıllarda Londra Üniversitesi ve Berlin Freie Üniversitesi'nde misafir araş­
tırmacı olarak bulundu. 2007 yılında Doğu Batı Yayınlarından yayımlanan
Oryantalizm: Tartışma Metinleri kitabının editörü olan Yıldız, Ankara Yıl­
dırım Beyazıt Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğretim üyesidir.
İÇİNDEKİLER

Önsöz ................................................................................................ 15

Giriş .................................................................................................. 21

I.Bölüm
Roma Öncesi ve Roma Döneminde İngiltere
Roma Fetihleri. . 51
.................................................................. ...............

İngiltere'de Roma Döneminin Sona Ermesi.. .................................... 5 6

il.Bölüm
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400 - 1066
Anglosakson İşgalleri .
...................................... .................................. 58
İskoçya ve İrlanda .
.................. ........................... ................................ 63
Galler .
........ ........................................................................................ 65
Hıristiyanlığın Yayılışı . .
.......... .... ................ ....................................... 66
Büyük Krallıkların Yükselişi . ....... .............. ........... ............................. 69
Toplum . . .
... .................................. ........................................... ....... ... . 73
Viking Akınları . .
. . . .......................................... .............................. ..... 78
Wessex'in Yükselişi . .
........................................... ...................... ......... 81
İrlanda . .
..... ............... ............................... ....... ................................... 87
İskoçya .
............................................. ......... ........................................ 88
Galler ................................................................................................. 89
İşgal Yüzyılı . .
......... ..... ......................................... ............... ........... ... . 92

ili.Bölüm
Ortaçağ
Giriş . .
................... ............................. ........................ . ....................... 99
Normanlaşma .................................................................................. 101
Norman İngilteresi'nin Politikası ..................................................... 106
Normanlar ve Galler ..
............ . 1 13
......... ...................... ..........................

İskoçya 116
.............................................................................................

Ekonomi 1 100-1350 ....................................................................... 1 1 8


Angevin Krallığı . . 124
................................................... ........... ..............

İrlanda' nın İşgali . 126


.... .........................................................................

II. Henry ve Oğulları . . 128


....... ...................... ........................................

Magna Carta, 1215 .......................................................................... 133


Gal Bağımsızlığının Sonu . . . . 1 37
..... ....... ..................................... ......... .

Fetih Sonrası Galler . . . . 140


............................... .. ....................... ........ .....

1 3. Yüzyılda İskoçya . . . . . 143


............. ... ..... .............. ......... .. .....................

İngiliz-İskoç Mücadelesi . .. . . . 1 45
..... ....... . .............................. ...... .... ......

Geç Ortaçağda İrlanda . . . 150


........... ................ ................. .....................

Bölünmüş Adalar . . . 151


.................... ......................... ...................... .......

II. Edward, 1307-1327 .................................................................... 153


III. Edward, 1327-1377 ................................................................... 154
Parlamentoların Gelişimi . . .. 156
........... ....... ........ ....................... . ..........

İngiltere'de 14. Yüzyılda Yaşanan Krizler . . . 158


.. ................................... .

II. Richard, 1377- 1399 .................................................................... 1 62


Geç Ortaçağda Galler . . . . . 1 65
......................... ........ .. ...... ...... .................

Geç Ortaçağda İskoçya . 167


.............................................. .....................

İngiltere'de 15. Yüzyılda Ekonomi ve Toplum . 172


.......... ......................

Ortaçağ Ingiliz Kültürü . . . . 174


...... ..................... ................. .............. .....

Ortaçağ İngilteresi'nde Din 175


.............................................................

IV. Henry, 1399-1413 ...................................................................... 179


V. Henry, 1413-1422 ....................................................................... 1 8 1
VI. Henry, 1422- 146 1/1470- 147 1 ................................................... 1 8 3
Güller Savaşı, 1450- 1487 ................................................................ 1 8 4
VII. Henry, 1485- 1509 .................................................................... 190
"Yeni Monarşi" Meselesi . 190
....................................... ..........................

iV.Bölüm
16.Yüzyıl
Sosyal ve Ekonomik Gelişmeler .
............................. ........................ 1 92
VIII. Henry ( 1509- 1547) ve Reformasyon .
....................... .............. 201
Anglo-İskoç Savaşları .
...................... .................................. . . . ......... . 211
İrlanda ..
......................... .. ..
..... . ....... . ........................................... .... . 213
Galler ............................................................................................... 213
Yüzyıl Ortası Krizi .
................................... ....................................... 215
VI . Edward Döneminde İngiltere, 1547-1553 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 216
Mary, 1553-1558 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 219
İskoçya'da Yüzyıl Ortası Krizi . . ........................................................ 221
1. Elizabeth, 1558-1603 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 223
İspanyol Donanması . .
...................... ........................ ........... ............ . 227
Elizabeth'in Son Yıllarındaki Sorunlar . .
..... ........................ ............. 229
İrlanda'nın Dize Getirilişi . ... ............................................................ 231
Okyanus Ötesi Yayılma .
............................ ..................................... 234
Erken Modern Dönemde Kadın . . . . . . . . . . ................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 236

V.Bölürn
1603-1688
I. / VI .James Dönemi . .
.............................. ............. ......................... 244
1. Charles'ın "Şahsi İdaresi", 1629-1640 .................. . . . . . . .. . . . . . . . . . ....... 248
İç Savaş: Nedenleri ve Gelişimi .
........................... ........................... 250
Galler ve İskoçya'da Savaş .
.............................. ................................. 256
İrlanda'da İç Savaş, 1641-1649 . . . . . . . . . . . . . . ................ . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 257
İkinci İç Savaş, 1648 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . 258
Cumhuriyet İngilteresi ......................................................... .. ......... 260
Cromwell'in İrlanda'yı Fethedişi, 1649-1652 . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 261
İskoçya'nın Fethi . .
................ .............. ............................. ............... . 262
Commonwealth ............................................................................... 263
Oliver Cromwell . .
. ............... ............................................ .......... .... . . 264
Restorasyon Monarşisi .
....................... ............................................. 268
Katolik Komplosu .
................................................. ......................... 272
Dışlama Krizi, 1679-1681 . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 273
II. James, 1685-1688 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . 275
Şanlı Devrim: 1688 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . 277
VI.Bölüm
1689-1815
İrlanda için Mücadele . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 282
18. Yüzyılda İrlanda . . . .
.... ... ........................ ..... ............. ...... ... . ...... . . .. 283
Britanya Adalarında İngiliz Hakimiyeti . ..
............... . . ...... . ............... 285
18. Yüzyılda Toplum .. . .......... .
. ............. ............................................ 287
18. Yüzyılda Kadın .
.......................... .................... ................ ........... . 295
Avrupa'nın Parçası Olarak İngiltere ...................... ........................... 298
Siyasal İdeolojiler .. . .
......... ................ ........................ ....... ................ . 307
Jacobizm .......................................................................................... 308
1715'in J acobist Ayaklanmaları . . .
............... ......... .......... ................... 309
Walpolyan Yönetimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 311
Fransa'yla Savaş . .
........... .......... ...................................... ................. . 313
1745 Olayı ..
..................................... . . . .
.................. ..... .. .... ............... 314
1745 Olayından Sonra İskoçya .
..................... ........... .. .
......... ........... 315
İmparatorluğun Yükselişi . . . ... .
. ............... ........ . . ... . . ....... ....... ........... . . 318
Yedi Yıl Savaşları (1756-1763) . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 320
Ekonomik Büyüme . .
........... ........... . ... ......... .. .
...................... ............ 321
Sanayileşme .. . ...................................................... .. .
............... .......... 326
Ulaşım ve Değişimin Hızı . . .
.. ..... .................... ..................... ............ 328
III. George, 1760-1820 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 329
Amerika'nın Kaybedilmesi . .
...................................... ...................... . 330
Genç William Pitt Hükümetleri, 1783-1801; 1804-1806 . . . . . . . . . . . . . . . 332
Fransa'yla Savaş . . ..
.......................... .... ... .
......... ...................... ......... . 334
İrlanda'yla Birleşme .. .. . ...... ..... ..
..... ............ ............................ ......... . 336
İmparatorluğun Genişlemesi . ..
............. .. . .
...... ................ ................. 340

VIl.Bölüm
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1815-1914
Sanayi Devrimi . .. . .
. ................................ . ......... .. ......... .... .............. . . . 342
Ulaşım Devrimi .. . .
..................... ..... .................. ................. ............. . 345
Teknoloji . . . .
........................... .......... ..... .......... ................................. 348
Sosyo-Ekonomik Değişim . .
.................. ..................... ..................... 350
Girişimciler Çağı .. ...
........................... . .......... . . ........................ . ..... .. 352
Ekonomik Bağlantılar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... . . . .. . . . . . . . . . .. . . . . . . . . 354
İ mparatorluk. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . ............... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 356
Avrupa ve İngiltere . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 360
İngiltere ve Amerika . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 363
Radikalizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................... . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . 365
İlk Reform Yasası, 1832 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............. . . . . . . .. . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . 368
Chartism . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . . ......... 370
Halkın Durumu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... 372
Victoria Döneminin Toplumsal Değerleri ............. . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 376
Emperyal Devletler ve E konomik Rekabet . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . . . . . . . ......... 378
Victoria Dönemi Basını . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................ . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 382
Reform . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ............ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . 385
19. Yüzyılda İrlanda . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 390
İrlandalı Göçü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 393
Gladstone ve Disraeli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . 395
19. Yüzyılda Galler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . ................... . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 400
19. Yüzyılda İskoçya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................ . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . ........ 405
19. Yüzyılda Kadın . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..................... . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 410
Sendikacılığın Yükselişi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................... . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... 415
Geç Dönem Victoria Toplumu . . . . . . . . . . . ................... . . . . . . .. . . . . . . . . . . ........ 416
Liberal Hükümet, 1905-1915 . . . . . . . . . . . . . . ................... . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ 422
Hiyerarşinin Sürekliliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ................. . . . . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . . . 426
Din .................................................................................................. 428
Toplumsal Değişim ve Boş Zaman Faaliyetleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 430

VIIl.Bölüm
20.Yüzyıl: Teknoloji, Değişim ve Toplum
Ekonomik Sorunlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . ................... . . . . .. . . . . . . . . . . ........ 459
Siyasal Kültürün Görünümleri . . . . . . . . . . . . .. . ................ . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . 464
İrlanda'nın Bağımsızlığı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... 469
1. Dünya Savaşı, 1914-1918 . . . . . . . . . . . . . . . . . ......... . . . . . . . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . ......... 474
1920'lerde Siyasi Gelişmeler . . . . . . . . . . . . . . . . ................... . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . 476
1920'li ve 1930'lu Yıllarda İmparatorluk ............... . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . 480
II. Dünya Savaşı, 1939-1945 . . . . . . . . . . . . . . .................. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . ........ 482
İmparatorluğun Dağılması . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 485
1945'ten Sonra İngiltere ve Dünya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 489
İngiltere ve Amerika . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 492
1945'ten Sonra İngiltere ve Avrupa . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 493
Toplumsal Değişim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 497
Göç .................................................................................................. 499
İngiltere ve Avrupa Birliği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 503
Günümüzde İrlanda . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 504
Günümüzde İskoçya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 506
Günümüzde Galler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 509
Demokratikleşme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 510
Kadın Özgürleşmesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 511
Toplumsal Dönüşümler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 516

IX.Bölüm
21.YüzyılınBaşlarında İngiltere
Siyaset . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 533
Genel Bir Değerlendirme . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 537

X.Bölüm
Sonuç . . .. . . .
...... ................. .............. ............ ............... ......... . . .. .......... 540

İleri Okumalar için Seçilmiş Kaynakça . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 545


Dizin . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . .. ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 551

Haritalar
Roma Döneminde Britanya . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 29
Anglosaksonlar Döneminde Britanya . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31
Ortaçağda Britanya Adaları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 33
16. Yüzyıl . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35
İç Savaşlar 1638-1691 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 37
Britanya 1750-1900 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 39
1914 Yılında Britanya İmparatorluğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 40
]enny Lea için
ÖN SÖZ

Elinizdeki çalışma, bazı açılardan bugüne kadar yazdığım


kitaplar arasında en ilginç ve en zor olanıydı. İlginçti çün­
kü muazzam genişlikte bir okuma yapmam gerekti; zorluğu
ise çalışmanın daha baştan belirli bir izleğe ve sayfa sayısına
göre tasarlanmış olmasından kaynaklanıyordu. Okumalarım
esnasında aldığım ancak kitaba dahil edemediğim notlardan
hareketle birkaç kitap daha yazılabilirdi. Bu da hem Britanya
Adaları tarihinin zenginliğini ve çeşitliliğini hem de konuyu
farklı bakış açılarıyla ele almanın her zaman mümkün oldu­
ğunu göstermektedir. Neticede her tarih çalışması kaçınılmaz
olarak farklı yaklaşımlara, zıt argümanlara ve ayrı sonuçla­
ra dayanır. Britanya Adaları tarihi, İngiliz, İskoç, İrlandalı ve
Gallilerin tarihidir. Birleşik bir devlet olarak Britanya'nın tari­
hi ise görece yeni sayılır ve bu nedenle tarihyazımını, ağırlığını
hissettirmiş ayrı ve çeşitli ulusal gelenekler üzerine inşa etmek
önemlidir.
Bir nebze anakronizme düşme pahasına da olsa, günümüz
okurlarına kolaylık olsun diye metin boyunca İngiltere, Doğu
Anglia, İskoçya, Fransa, Galler ve İrlanda gibi adlar kullanıldı.
16 İngiltere Tarihi

Böylece okur, bugünden geriye baktığında tarihsel süreç içinde


bu bölgelerin neye karşılık geldiğini daha iyi kavrama imkanı
elde edecektir. 1800 yılında İrlanda ile İngiltere'nin birleşme­
sini öngören Birlik Yasası'nın hemen ardından 1 801'de devle­
tin resmi adı Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı olarak
belirlendi. Fakat 1921'deki İngiltere-İrlanda Antlaşması'nı ta­
kiben Güney İrlanda'da İrlanda Serbest Cumhuriyeti (1937)
adıyla yeni bir devlet kurulması ile birlikte Birleşik Krallık bu
kez Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı adını aldı.
Buradaki Büyük Britanya ibaresiyle İngiltere, İskoçya ve Gal­
ler kastediliyordu. Gelgelelim ne Birleşik Krallık ne de Büyük
Britanya ibareleri kendi başlarına tanımlayıcı kavram olarak
tercih edilmedi ve genellikle ikisini de içerecek şekilde Britan­
ya terimi kullanıldı. Bu kitapta Britanya terimiyle bir devletin
mevcudiyeti veya tarihin böyle bir devlete doğru aktığı teleo­
lojik bir süreç değil, tarihinin büyük kısmında benzer bir süreç
yaşayan İtalya örneğinde olduğu gibi, sadece coğrafi bir varlık
kastedilmektedir. ı
Maalesef bu meseleyi ele almanın basit bir yolu bulunma­
maktadır. Ancak şurası da bir gerçek ki Britanya'yı oluşturan
ülkelerin kendi aralarındaki ve aslında bir bütün olarak Bri­
tanya Adaları'ndaki ilişkilere dair sorular sormanın son derece
büyük faydaları vardır. Her şeyden önce böyle bir sorgulama,
söz konusu ilişkilerin tesadüfi doğasını gözler önüne serer ve
Britanya'nın oluşumuna dair herhangi bir teleolojik bakışın
mesnetsizliğini ortaya koyar. Keza aynı sorgulama Britanya

1 Yazar kitapta genel olarak "Britanya" tabirini kullanmış olmakla


birlikte yerine göre bazen "Britanya Adaları" bazen "Birleşik Krallık"
bazen de "Büyük Britanya" gibi farklı adlandırmalara da başvurmuş­
tur. Çeviride "Britanya" yerine Türkçede yaygın olarak kullanıldığı
biçimiyle genel olarak "İ ngiltere" tabiri tercih edilmiştir. Fakat İ ngil­
tere, İ skoçya, İrlanda ve Galler'in bir bütünün parçaları olarak ele
alındığı yahut her birinin kendi özgünlüğünün öne çıktığı yerlerde
"Britanya" ibaresi tercih edilmiştir. (ç.n.)
Önsöz 1 7

Adaları'nı oluşturan parçaların tarihini, dünyanın başka yc;rle­


rinde olup bitenlerle analitik bir bağlam ve anlatı içinde mu­
kayese eden teleolojik yaklaşıma oranla daha anlamlı bir yere
oturtmamızı sağlar. Britanya Adaları tarihinin, görece ancak
yakın bir zamanda bir devlet çatısı altında bir araya gelmiş olan
farklı halkların ve yönetimlerin tarihi olduğu her zaman hatır­
da tutulmalıdır. Bu nedenle de çalışma boyunca bu farklılık
meselesine gereken önem verilmiş ve Britanya tarihi yazılırken
farklılıkları mümkün olduğunca önemsizleştirmek gerektiği
şeklindeki yaklaşımlardan uzak durulmuştur. Öte yandan Bri­
tanya'nın hem en kalabalık nüfusunu barındıran hem de en
güçlü ülkesi olan İngiltere'ye hak ettiği önemi verme noktasın­
da açık bir çaba gösterilmiştir. Britanyalılık perspektifini öne
çıkaran bazı çalışmalarda, İngiltere'nin önemine ve ağırlığına
yeterince dikkat çekilmediği bir gerçektir. Altı çizilmesi gere­
ken son bir husus, İngiliz tarihinin büyük kısmına damgasını
vurmuş olan bölgecilik olgusunun görmezden gelinmemesi
gerektiğidir.
Bir yazar olarak bu çalışmada mutlak bir tarafsızlık sergi­
lemediğim gibi her şeyi bilen Delfı kahini olduğumu da iddia
edecek değilim. Coğrafi, tematik ve kronolojik bölümlemeler
ve bunlar içinde öne çıkarılan unsurlar kişisel bir tercihi yan­
sıtmaktadır. Bunlar, böylesine devasa bir konunun üstesinden
gelmek gibi zor bir işe soyunmuş bir tarihçi olarak benim bakış
açımı göstermektedir. O nedenle okur, çalışmaya nelerin dahil
edildiğini ve edilmediğini; meselelerin nasıl ele alındığını ve
nasıl bir tasnif yapıldığını düşünürken, bunun uzun bir okuma
ve tercih sürecinin ürünü olduğunu hatırda tutmalıdır. Geçmiş,
farklı yorumcular tarafından son derece farklı bakış açılarıyla
ele alınır ve bu farklılıkların insanları, tartışılmakta olan konu­
lara ve tarihyazımı sürecine dair yeni sorulara ve araştırmalara
sevk etmesi beklenir. O yüzden okuyucu, bir tarih kitabını na­
sıl organize edeceğini kendi de düşünmelidir.
1 8 İngiltere Tarihi

Bu konuyu vurgulamamamın nedeni, okur hakkında sahip


olduğum genel kanaattir. Bana göre ister ticari kaygıyla ister
akademik saikle yazılmış olsun hiçbir kitap, okuyucuya üstten
bakan küçümseyici bir yaklaşım taşımamalı ve onu hoşça vakit
geçirmek isteyen pasif bir alıcı olarak telakki etmemelidir. Ben
bu kitabı yazarken okuyucularımı, böyle bir çalışma yapma­
ya yetecek kadar zamanı olmayan ve fakat siyasi tarih vs. gibi
geleneksel anlatı ve yaklaşımların avutuculuğuyla da yetinmek
istemeyen zeki insanlar olarak tasavvur ettim. Çalışmaya han­
gi konuları dahil etmem ve nasıl ele almam gerektiğini düşü­
nürken aklımda hep okura bir ufuk sunabilme kaygısı vardı ve
umarım bu çabam hak ettiği karşılığı bulur.
Kitabın 2012'deki son basımından bu yana geçen süre
içinde alana dair yeni bilgiler sunan çalışmalar yayımlandı ve
ayrıca ulusal tarih eğitimi ve içeriği hakkında yürütülen tar­
tışmalar da ivme kazandı. Buna ek olarak, güncel yönelimleri
en iyi nasıl anlamak gerekir sorusu da varlığını sürdürüyor. Bu
bağlamda kitabın özellikle başlangıç ve sonuç bölümleri yeni
baştan kaleme alındı ve toplumsal gelişmelere biraz daha fazla
yer verildi. Genel olarak ise bütün metin yeniden gözden geçi-
. rildi ve kelime limiti yazarı zorlayan bir disiplin olsa dahi yeni
çalışmalar ışığında edinilen bilgiler kitapla bütünleştirildi.
Bu çalışmayı Exeter Üniversitesi Tarih Bölümü sekreter­
liğini büyük bir özveriyle yürüten sevgili Jenny Lea' ya ada­
maktan büyük bir mutluluk duyuyorum. Kitabın yeni basımını
hazırladığım son üç yıl içinde Britanya'da geniş bir seyahat
yapma imkanım oldu. Bu seyahatim esnasında Chester, Lin­
coln, Malvern, Newcastle, She:ffield, Shrewsbury ve Stockport
gibi şehir ve kasabaları yeniden dolaşmanın yanısıra daha önce
görmediğim bazı tarihi mekanları da ilk kez görme imkanım
oldu.
Tarih birikerek ilerleyen bir süreçtir ve bu bağlamda baş­
ka insanlara ne kadar çok şey borçlu olduğumun farkındayım.
Kitabın tashihinde kılı kırk yaran bir titizlikle çalışan B. Go-
Önsöz 1 9

gulanathan'a minnettarım. Kitabın son versiyonunu yahut ön­


ceki baskıları okuyan Jonathan Barry, Michael Bennett, Bili
Gibson, David Griffiths, Bob Higham, Keith Laybourn, Mur­
ray Pittock, Michael Prestwich, Bili Purdue ve Nigel Saul'a
özellikle teşekkür etmek isterim, keza yorumlarından istifade
ettiğim üç isimsiz okura da katkılarından ötürü müteşekkirim.
Tarihçinin yaptığı işin, kendinden önceki tarihçilerle ve mes­
lektaşlarıyla yürüttüğü tartışmalara dayalı bir faaliyet olduğu
her zaman altı çizilmesi gereken bir hakikattir.

Jeremy Black
GİRİŞ

Geçmişin birbirinden çok farklı bakış açılarıyla ele alınabilir


olması onu iyiden iyiye ilginç kılar. Söz konusu olan sadece
nelerin tartışılacağı değil, aynı zamanda bu tartışmanın en iyi
nasıl yapılacağı meselesidir. Uzun erimli bir tarih anlatısı kur­
mak kendi başına zaten meşakkatli bir uğraşken, buna bir de
olay ve olguların nedenlerini açıklama ve bazı karmaşık du­
rumları açığa kavuşturma görevinin eklenmesiyle tarihçinin işi
daha da zorlaşır. Konu ölçeği bu denli geniş bir tarih kitabı
olduğunda birçok derin mesele de beraberinde gelir. İki bin
yıldan daha fazla bir süreye yayılan bir tarihi kaleme alırken,
geçmişi sadece belirli örüntüler etrafında inceleme ve meydana
gelen değişimlerin faydalı yanlarını vurgulama yönünde güçlü
bir eğilim vardır. İngiltere tarihine dönük bu Whigci yaklaşım,
19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında tarihyazımına egemen
durumdaydı. Söz konusu yaklaşım özgürlüğü ve düzeni güvene
almanın bir yolu olarak ulusun Protestan kimliğine, mülkiye­
te saygıya, hukukun üstünlüğüne ve parlamenter demokrasiye
vurgu yapmıştır. Keza bu yaklaşım ulusun biricikliğine dönük
bir vatanseverlik duygusu ile başta Katolikler olmak üzere öte-
22 İngiltere Tarihi

kilere dönük bir yabancı düşmanlığını bir araya getiren milli­


yetçi bir özgüveni öne çıkarmıştır. Protestanlığın ve özgürlü­
ğün toplumsal gelişmeye ve refaha yaptığı olumlu katkıların
altı çizilirken, bilhassa toplumsal gelişme konusunda güçlü bir
orta sınıfın yükselişine odaklanan son derece tarafgir bir anlatı
inşa edilmiştir.
Görünen o ki son altmış yılda yapılan bilimsel çalışmalar
neticesinde modern akademik çevrelerde Whigci tarih anla­
yışı ortadan kalkmış durumdadır. Gelgelelim popüler düzeyde
bakıldığında, geleneksel tarih ve tarihsel imgeler hala kabul
görmeye devam etmektedir. Genellikle Whigci kavramlara
yaslanan bu geleneksel kabulün, İngiltere tarihine ve bu ülke­
de yaşayan insanların çeşitliliğine ilişkin anlayışımızı zengin­
leştiren akademik çalışmalarla teması neredeyse yok denecek
kadardır. Geleneksel yaklaşımı besleyen çalışmaların başında
biyografiler ve öyküleyici tarih kitapları gelmektedir. Özellikle
öyküleyici tarih büyük bir popülerliğe sahiptir. Başta aile tarihi
çalışmalarına olan ilgi olmak üzere, çocuk, genç ve yetişkinle­
rin okuma örüntülerine bakıldığında bunu görmek mümkün­
dür. Aynı durum edebiyat için de geçerlidir. İyi tasarlanmış
bir anlatı içinde bireyin ve talihin rolüne vurgu yapan ve çoğu
kez güçlü bir ahlaki unsur da içeren dedektif romanlarının her
daim revaçta olması dikkat çekicidir. Heyecan verici -ve sık­
lıkla da ibretlik- hikayeler anlatan bu eserler, çoğu tarih me­
raklısının tam da aradığı şeyi vermektedir. Dolayısıyla öyküle­
yici tarih ile Whigci yaklaşım, insanlık tarihi gibi son derece
karmaşık bir olgunun basit bir biçimde açıklanması yolunda
çarçabuk ulaşılabilecek araçlar sunarlar.
Fakat öyküleyici tarih ile Whigci yaklaşım birlikteliğin­
den doğan tarihsel anlatı yanıltıcıdır. Bunun nedeni, özellikle
Whigci yaklaşımın tarihten zorunlu ve kaçınılmazmış gibi gö­
rünen sonuçlar çıkartmaya meyilli olmasıdır. Elinizdeki kitap
ise tam aksine, kaçınılmazlıkları vurgulama gibi bir eğilimden
özenle kaçınmaktadır. Tarihsel süreçte seçeneklerin her zaman
Giriş 23

var olduğunu; siyasetin ekonomik "yapılar" veya diğer şartlar


tarafından peşinen belirlenmiş olmadığını ve olumsallıkların
ve bireylerin düşüncelerinin muazzam sonuçlara yol açtığı­
nı fark etmek son derece önemlidir. O nedenle de geçmişin
belirsizliklerini, talihin ve algının oynadığı rolü tekrar tekrar
kavramaya çalışmak ve gayrişahsi güçlerin fazlasıyla egemen
olduğu tarihsel imgeleme beşeri bir perspektif kazandırmak
gerekir. Şayet bu yaklaşımın, kısa ve uzun vadede değişim ve
süreklilik arasındaki ilişkilerden kaynaklanan soruların tespiti
ve cevaplanması noktasında daha büyük zorluklara yol açabi­
leceği düşünülüyorsa, o zaman tarihin bizim düşüncelerimizi
yansıtan paslanmaz ve sağlam bir ayna değil, kimi parçaları
kaybolup gitmiş kimi parçalarıysa sis bulutunun ardında belli
belirsiz gözüken, rüzgarın evirip çevirdiği kırık bir cam parça­
sı olduğunu bir kere daha hatırlamamız gerekmektedir. Tarih,
onu oluşturan parçaların tek tek ayırdına varmayı ve herkesi
tatmin edecek bir izah getirmeyi imkansız kılan bir yapıya sa­
hiptir.
Bu sebeple kitaptaki merkezi temaların seçimi, geçmişin bu
çok katmanlı yapısına verilmiş kişisel bir yanıt olarak kabul
edilmelidir. Bununla birlikte genel açıdan bakıldığında, çalış­
ma boyunca iki temanın açık biçimde öne çıktığı söylenebilir:
Birincisi, hem Britanya'yı oluşturan ülkelerin kendi aralarında
hem de onlar ile Avrupa'nın diğer devletleri arasında yaşanan
siyasi ilişkiler; ikincisiyse teknolojinin etkisidir. İkinci tema
özellikle önemlidir ve her geçen gün önemi daha da artmak­
tadır. İnsanoğlunun çevre üzerindeki etkisi, endüstrileşme ve
modern kentleşmenin başladığı dönemlerden günümüze ka­
dar geçen sürede çok daha kalıcı hale gelmiştir. Görülmemiş
bir biçimde hızla büyüyen nüfus, ülke için ciddi problemlere
yol açmaktadır. Bu süreçlerle birlikte yaşamın doğası da deği­
şime uğradı. İnsanların çoğu artık fiziksel emek gerektiren iş­
lerde çalışmak gibi bir mecburiyetin çok uzağında bulunuyor:
ister hizmet ve finans sektöründe isterse imalat sanayiinde ça-
24 İngiltere Tarihi

lışsın, çoğu insan masabaşı bir iş bulup önlerindeki elektronik


aletlerle meşgul olmaya daha meyilli. İnsanlar zaman zaman
hastalansalar bile artık açlıktan ölme diye bir sorunları yok ve
üstelik atalarının hayal bile edemeyeceği kadar uzun bir ya­
şamı, yüksek refah seviyesini ve zengin olma hakkını çoktan
kanıksamış vaziyetteler.
Bu süreçte bizatihi insanın kendisi de değişime uğradı.
Hastalıkları önleme amacıyla geliştirilen aşılar, günümüz dün­
yasında her yere yayılmış durumdadır. Önceki yılların cinsellik
ve doğurganlık örüntülerinin yerini doğum kontrolünde ge­
liştirilen mekanik ve kimyasal yöntemler aldı. Tıp alanında ve
teknolojide görülen ilerlemeler, diz, diş, kalça ve kalp gibi or­
ganların başarılı biçimde nakledilmesinin yolunu açtı. İnsan­
ların görünüşü de değişti: Geçmişe kıyasla insanlar daha uzun
ve daha şişman bir fiziksel görünüme kavuşurken, dişlerine
de dolgu ve kaplama yapılmakta veya protez kullanılmakta ve
içme suları florlanmaktadır. Giyilen kıyafetler sentetik veya ge­
lişmiş elyaftan yapılmaktadır. Modern bilim ile kitlesel üretim
tekniklerinin birleşmesinin bir sonucu olarak, renklendirilmiş,
uzun ömürlü ve işlenmiş gıdalar her yeri sarmış durumdadır.
Doğal olarak obezite de ciddi bir problem haline gelmiştir.
Bütün bu gelişmeleri kitapta 20. yüzyılı ele aldığım bölüm­
de anlattım fakat yüzyıl boyunca daha dolaysız bir "kitle kül­
türü"nün doğmasına yol açan uzun erimli başka bir değişim
de yaşandı. 19. yüzyılda büyük ilerleme gösteren okuryazarlığı
20. yüzyılda yeni medyanın yayılması izledi ve bu da bilgi ve
görüntü üretenler ile bunları tüketenler arasında sürekli yeni­
lenen dinamik bir ilişkiye yol açtı. Bu gelişme, fikirlerin yayıl­
ması ve insanlara telkin edilmesinde o zamana dek kullanılan
araçları tahrip edici bir etki yarattı. Fakat muazzam biçimde
büyüyen yazılı basın ve ardından radyo, televizyon ve elekt­
ronik medyanın gelişimi, zorunlu olarak radikal fikirlerin ya­
yılması gibi bir sonuca yol açmadı; çünkü bu iletişim araçları
muhafazakar fikirlerin pekiştirilmesine de eşit derecede hiz-
Giriş 25

met edebiliyordu. Gene de düzenli biçimde bilgi aktaran ve


bir tür uyarıcı işlevi gören medya, son yüz elli yıla damgasını
vuran "toplumun demokratikleşmesi" meselesinde ciddi bir rol
oynadı. Toplumsal, siyasal, ekonomik ve dini anlaşmazlıkların
daha barışçıl bir şekilde ele alınması ve kamusal alanda müza­
kere edilmesine katkı yapan gazeteler, daha 19. yüzyılda ülke
sorunlarının çözümünde kimsenin görmezden gelemediği bir
güç haline gelmişti.
Demokratikleşme, demokrasi ile bir ve aynı şey demek de­
ğildi, zira siyasetin kamusal doğasını bütünüyle kapsayan bir
özelliği yoktu. Fakat 20. yüzyılda, kamuoyuna iletilen bilginin
hem kapsamı ve hem de etkisi arttı. VIII. Edward'ın sonra­
dan Windsor Düşesi olan Wallis Simpson'la 1930'larda yaşa­
dığı ilişki çok sınırlı bir çevre tarafından bilinirken, aynı şeyi
Edward'ın yeğeninin oğlu Prens Charles için söylemek müm­
kün değildir. Mahremiyet ile ilgili ciddi endişeleri olsa da, gü­
nümüzde siyasetçiler televizyonda eşit oranda görünebilmek
için büyük bir gayret sarf etmektedir.
Esasen elinizdeki kitabın bizatihi kendisi, yaşanan deği­
şimlerin tanığıdır. Her yere nüfuz etmiş durumda olan tekno­
loji, metin üretme süreçlerini de doğrudan etkilemiştir. Örne­
ğin, bilgisayardaki kelime işlemcisi sayesinde, kitap üzerinde
tekrar tekrar ve hızlı biçimde düzenleme yapmak mümkün
hale gelmiştir. Öte yandan, geniş bir okuyucu kitlesine hitap
edecek tarzda eserler üretmenin bir zorunluluk haline geldi­
ği de açık bir şekilde görülmektedir. Tüketici tercihi büyük
önem taşımaktadır ve "belirli bir siyasi çizgiyi izleme" ihtiyacı
yahut sansür gibi unsurların artık bu süreçte belirleyici bir et­
kisi kalmamıştır. Bu çalışmanın belki de en umut verici yanı,
onun yazılabilmesini mümkün kılan bir özgürlüğün varlığına
işaret etmiş olmasıdır. Britanya'da böyle bir kitabı, dünyanın
pek çok yerinde bu türden kitaplar yazanların yaşayabileceği
korkular ve sorunlar olmaksızın yazmak ve yayımlamak müm­
kündür. Fakat bu duruma bakıp gereksiz bir iftihar duygusuna
26 İngiltere Tarihi

kapılmak doğru değildir, zira mevcut durum hep böyle devam


etmeyebilir. Bununla birlikte günümüzün huzursuzluk dolu
ortamı içinde, ulusal mitlere dönme ihtiyacı duymadan veya
rehavete kapılmadan kendisine ve geçmişine bakabilmek, Bri­
tanya toplumunun büyük bir kesiminin sahip olduğu kudretin
bir parçasıdır. En büyük temennim, bunun daha geniş bir top­
lumsal zemine kavuşmasıdır.
Haritalar
ROMA DÖNEMİNDE BRİTANYA

• Yerleşim Yerleri

1 London 6 York 11 lnchtuthil


2 Chester 7 Lincoln 12 Batlı
3 St Albans 8 Wroxeter 13 Halkyn
4 Gloucester 9 Colchester 14 Dolaucothi
5 Caerleon 10 Exeter 15 Stonehenge
16 Avebury

Bölgeler

A Suffolk E Wales 1 Shropshire


B Kent F Anglesey J Hereford
c Cumbria G Glamorgan K East Anglia
D Yorkshire H Clwyd

D Farklı zamanlarda inşa edilen Lejyoner kaleleri

+HHH+ Antonine Surları


1 1 1 1 1 Hadrianus Duvarı
---ı•� Caesar'ın MÖ 54 ve 55 tarihlerindeki saldırı güzergahı
---• Claudius'un MS 43'teki saldırı güzergahı
- 200 metreden yüksek
- 500 metreden yüksek
.f9
.
?
�·
ANGLOSAKSONLAR DÖNEMİNDE BRİTANYA

• Yerleşim Yerleri

A Dorchester- H London P Wexford x Catterick


on-Thames I Southampton Q Cork y Caerleon
B Carmarthen J Lindisfame R Armagh z Degannwy
c Chester K Jarrow s Derby AA Athelney
D Canterbury L Iona T Leicester BB Pevensey
E Whitby M Limerick U Batlı cc South Cadbury
F York N Dublin v Clonmacois
G Ipswich o Waterford w Winchester

Bölgeler

1 Hampshire 13 Cheshire 25 Wirral 37 Wessex


2 Kent 14 Powys 26 Antrim 38 Sheppey
3 Isle ofWight 15 Northumbria 27 Lancashire 39 Thanet
4 Cornwall 16 Strathclyde 28 Munster 40 Gower
5 East Anglia 17 Sussex 29 Leinster 41 Gwent
6 Mercia 18 Lindsey 30 Meath 42 Gwynedd
7 Deira 19 Essex 31 Ulster 43 Ceredigion
8 Bernicia 20 Surrey 32 Lothian 44 Builth
9 Argyll 21 Norfolk 33 Elmet 45 Brycheiniog
10 Cumbria 22 Orkney 34 Rheged 46 Glywysing
11 Dyfed 23 Caithness 35 Hwicce 47 Ergyng
12 Gododdin 24 Anglesey 36 Magonsaetan

o Savaşlar

1 Stamford Bridge 6 Repton


2 Hastings 7 Edington
3 Maldon 8 Tara
4 Clontarf 9 Wroughton
5 Nechtansmere

800'de Mercia Sınırı


830'daWessex Sınırı
650'de Northumbria Sınırı
1018'te İskoç Krallığı
Offa Hendeği
ORTAÇAGDA BRİTANYAADALARI

Yerleşim Yerleri

A York p Camarthen 6 Chester 21 StAsaph


B Durham Q Bangor 7 Aberystwyth 22 Beaumaris
c Ely R Tenby 8 Caernarfon 23 St Davids
D Newcastle s Boston 9 Conwy 24 Llandaff
E Norwich T Wexford 10 Herlech 25 Roxburgh
F Lincoln u Waterford 11 Denbigh 26 Hadleigh
G Stamford v Dublin 12 Berwick 27 Long Melford
H Carlisle w Carrickfergus 13 Edinburgh 28 Holt
1 Kendal x Dundalk 14 Glasgow 29 Rhuddlan
J Canterbury y Coleraine 15 Perth 30 Lavenham
K Winchester z Newry 16 Elgin 31 Degannwy
L Dorchester 1 Athlone 17 lnverness 32 Hawarden
-on-Thames 2 Kildare 18 Cambridge
M Tintern 3 Dover 19 Great Yarmouth
N Peterborough 4 Montgomery 20 Builth
o Shrewsbury 5 Filint

Bölgeler

A Cheshire L Antrim w Hampshire 8 Thomond


B Anglesey M Sussex x Herefordshire 9 Powys
c Galloway N Cornwall y Wiltshire 10 Deheubarth
D Caithness o Somerset z Glamorgan 11 Kidwelly
E Orkney p Ross 1 Ceredigion 12 Gwent
F Argyll Q Dorset 2 Gower 13 Moray
G Western lsles R Norfolk 3 Leinster 14 Clwyd
H Yorkshire s Suffolk 4 Connacht 15 Dyfed
1 Lothian T Lincolnshire 5 Gwynedd
J Ulster u Northumbria 6 Pembrokeshire
K Down v Kent 7 Desmond

o Savaşlar Nehirler .......

1 Lewes 8 Barnet 15 Sevenoaks 1 Solway Firth (bay)


2 Evesham 9 Wakefıeld 16 Tewkesbury 2 Tees
3 Dunlar 10 Northampton 17 Bannockburn 3 Liddel
4 Stirling 11 Stoke 18 Faughart 4 Conway
5 Falkirk 12 Bosworth 19 Largs
6 Neville's Cross 13 Towton
7 St Albans 14 Boroughbridge

• I. \Yilliam'ın öldüğü 1087 yılı itibarıy- 1189 yılı itibarıyla bu alana dahil
la, lngiliz tacının ve ona tabi olanların edilmiş olan bölgeler
etkin bir biçimde kontrol ettiği alanlar

1100 senesi itibarıyla bu alana dahil • 1290 yılı itibarıyla bu alana dahil
edilmiş bölgeler edilmiş bölgeler
ScoUand

13

B
o
1569

•8
H
16.YÜZVIL

.
Yerleşim Yerleri

1 Aberdeen 6 Bangor 11 Calais


2 London 7 Llandaff 12 Edinburgh
3 Swansea 8 Cambridge 13 Durham
4 Canterbury 9 Oxford
5 St Asaph 10 Norwich

Kontluklar

A Cardiganshire H Bedfordshire o Antrim


B Durham 1 Cornwall pDown
c Derbyshire J Kildare Q Wexford
D Yorkshire K Flintshire R Leitrim
E Lincolnshire L Sligo s Longford
F Norfolk M Fermanagh T Westmeath
G Devon N Monaghan
Kontluklardan daha
o Savaşlar
büyük olan bölgeler
1 Solway Moss 6 Clontibret 1 Connacht
2 Flodden 7 Yellow Ford 2 Munster
3 Pinkie 8 Kinsale
3 Ulster
4 Ancrum Moor 9 Moyry Pass
5 Dussindale

Ü İngiltere'de Ayaklanmaların Yaşandığı Yerler

� Yaklaşık 1550 civarında Pale

ITIIIlIJ 1603'ten önce kurulan plantasyonlar

� İskoç yerleşimleri

� 1603-1649 yılları arasında kurulan plantasyonlar


ov

oO

•22
e 19
24
25• . 23·-
38
- �-
İÇ SAVAŞLAR 1638-1691

• Yerleşim Yerleri

1 Derby 11 Aberdeen 21 Limerick 31 Bradford


2 London 12 Elgin 22 Ross 32 Llandaff
3 Manchester 13 Dundee 23 Carrick 33 Lyme Regis
4 Nottingham 14 lnverness 24 Clonmel 34 Salisbury
5 Oxford 15 Edinburgh 25 Galway 35 Derry
6 York 16 Glasgow 26 Stirling 36 Belfast
7 Tenby 17 Dublin 27 Perth 37 Cork
8 Haverfordwest 18 Carrickfergus 28 Wigan 38 Kinsale
9 Shrewsbury 19 Kilkenny 29 Warwick
10 Chester 20 Dundalk 30 Leeds

o Savaşlar

A Hopton Heath 1643 I Philiphaugh 1645 Q Dunbar 1650


B Edgehill 1642 J Benburb 1646 R Worcester 1654
c Marston Moor 1644 K Julianstown 1641 s Sedgemoor 1685
D Naseby 1645 L Dungan Hill 1647 T Boyne 1690
E Tippermuir 1644 M Baggot-rath 1649 U Aughrim 1691
F Auldearn 1645 N St Fagan's 1648 V Killieckankie 1689
G lnverlochy 1645 o Preston 1648
H Alford 1645 p Scarrifhollis 1650
Kuşatma Altına Alınan
o Bölgeler
Yerler
39 Bristol 1643 A Derbyshire H Yorkshire
40 Gloucester 1643 B Pembrokeshire I Kent
41 Harlech 1647 c Cardiganshire
42 Colchester 1648 D Carmarthenshire Diğer Alanlar
43 Pembroke 1648 E Ulster
44 Drogheda 1649 F Isle of Man l Glencoe
45 Wexford 1649 G Cumberland 2 Torbay

• 1 Mayıs 1643 tarihinde İngiltere ve Galler'de


Kraliyet yanlılarını destekleyen bölgeler

Askeri Seferler

---• Cromwell'in 1649'daki sefer esnasında izlediği güzergah


---ı•� Orangelı William'ın 1688'deki sefer güzergahı
BRİTANYA 1750-1900

• Yerleşim Yerleri

A London o Truro 1 Troon F Darlington


AA Dublin p Doncaster J Tintem G Exeter
B Edinburgh Q Brighton K Stockton H Holyhead
BB Wimborne R Bradford L Plymouth 1 Crewe
c Batlı s Scunthorpe M Forth Bridge J Gateshead
cc Wilton T Birmingham N Swindon K Burton-on-
D Grantham u Sunderland o Workington Trent
DD Wolverton uu Dewsbury p Bambrugh L Huddersfıeld
E Glasgow v Dunfermline Q Merthyr Tydfıl ivl Nottingham
EE Sleaford vv Batley R Halifax N Leicester
F Bristol w Newcastle s EbbwVale o Leeds
G Dumfries x Carrickfergus T Spalding p Cardiff
GG Battle y Penrith u Stamford Q Rhondda
H Bruton z Lincoln v Gainsborough R Brecon
1 Stornoway A Louth w Boston s Dundee
J Lancaster B Liverpool x Whitehaven T Fort William

JJ Stoneleigh c Perth y Braemar u Bolton


K Shrewsbury D Carlisle A Inverness v Devizes
KK Aberdovey E Montrose B Manchester w Berwick
L Oxford F Derby c York x Cambridge
M Southampton G Aberdeen D Aberystwyth y Launceston
N Norwich H Carmarthen E Swansea

Bölgeler
1 Devon 12 Renfrew 23 Montgomeryshire
2 Cornwall 13 Skye 24 Cardiganshire
3 Norfolk 14 Lake District 25 Pembrokeshire
4 Durham 15 Black Country 26 Northamptonshire
5 Essex 16 Sussex 27 Sutherland
6 Strathclyde 17 Selkirk 28 Hempshire
7 Lanarkshire 18 Dumfries 29 Wexford
8 Glamorgan 19 Roxburghshire 30 Ulster
9 Monmouthshire 20 Lancashire 31 Connacht
10 Merioneth 21 East Anglia 32 Leinster
11 Midhothia 22 Orkney lslands

D Savaşlar Önemli Kömür Havzası Bölgeleri

1 Sheriffmuir 1715 @ North-East @ Midlands


2
3
Culloden 1746
Preston 1746
@ South Wales @ Lancashire
4 Glenshiel 1719 {§) Fife (f) Nottinghamshire I
5 Prestonpans 1745 @ Strathclyde Yorkshire
6 Falkirk 1746
7 V inegar Hill 1798
1914 YILINDA BRİTANYA İMPARATORLUGU

...

Ana Deniz Üsleri

1 Falkland Islands 13 Halifax


2 St Helena 14 Bombay
3 Ascension 15 Calcutta
4 CapeTown 16 Lagos
5 Mauritius 17 Gibraltar
6 Trincomalee 18 Malta
7 Singapore 19 Aden
8 HongKong 20 Sydney
9 Alexandria 21 Bahamas
10 Labuan 22 Bermuda
11 Fiji 23 Adelaide
12 Esquimalt 24 Seychelles
. ..
·'

·t
..
..
\

...
"
�\ "i t

4
},.e
o

A Australia I India Q Nigeria


B New Zealand J Cyprus R Gold Coast
c Tasmania K Sudan S Sierra Leone
D Malaya L Egypt T Gambia
E New Guinea M Uganda U Canada
F Kenya N S. Africa V Newfoundland
G Ceylon o N. Rhodesia W British West Indies
H Burma p S. Rhodesia X British Guiana
1. Bölüm

ROMA ÖNCESİ VE
ROMA DÖNEMİNDE İNGİLTERE

İngiltere'nin güneybatısında bulunan Devon Torbay'deki et­


kileyici mağara sistemi ile güneydoğudaki Kent'in büyük ve
derin mağarasının sarkıt ve dikitlerle dolu boşluklarında önce
insansılar, sonra Neandarteller ve ardından Taş Devri insanları
yaşadı. Bu mağaralar onları güneybatıdan esen rüzgarlara karşı
korurken ışık doğudan içeri girerek mağarayı aydınlatmaktay­
dı. Bir zamanlar karanlık girintilerinde rahat bir kış uykusu
geçirmek isteyen ayılar tarafından mesken tutulmuş olan bu
mağaralar, günümüzde turistler için ilham verici bir gezi, sa­
natçılar içinse yaratıcı bir meydan okuma mekanı haline gel­
miştir. Fakat gene de uzun insanlık tarihi düşünüldüğünde
bu mağaralar insanoğlunun, tıpkı diğer canlılar gibi, karaya
başarılı bir şekilde uyum sağlamak için verdiği mücadeleyi ve
bu süreçte ortaya çıkan imkanları ve sorunları yansıtmaktadır.
İngiltere'nin uzun ve karmaşık tarihi, son derece değişken bir
doğal çevre ile insan etkileşiminin hikayesidir.
Bu doğal çevre, konuya başlamak için uygun bir çıkış nok­
tasıdır çünkü İngiltere'de hayatın şekillenmesine büyük kat-
44 İngiltere Tarihi

kıda bulunmuştur ve bugün de önemini korumaya devam et­


mektedir. Britanya adaları, her ne kadar MÖ 6500 civarında
Mezolitik çağda bir denizle Avrupa kıtasından ayrılmışsa da,
hem Avrupa'nın bir parçasıdır hem de milli tarihin ve kimliğin
kurucu bir unsurudur. Bu adalar zengin çeşitlilikte bir jeolojik
ve coğrafi yapıya, iklime ve bitki örtüsüne sahiptir. Bugün için­
de olduğumuz modern çevreden hareketle geçmişe yaklaşırken
dikkatli olmamız gerekiyor çünkü iklim ve suyun akımının ya­
nısıra kıyı şeridi çizgisi ve suların seviyesi bile bugünkünden
farklıydı. Gene de basitçe belirtmek gerekirse İngiltere'nin
batısı ile kuzeyinin büyük kısmı daha yüksek ve daha nemliy­
di, toprağı pek verimli değildi ve ekilebilir bir araziden ziyade
kırsal bir yapı söz konusuydu. Bu nederıle de tarım değil daha
çok hayvancılık yapılıyordu. İrlanda'nın büyük kısmı da her ne
kadar daha düşük rakımlı topraklara sahip olsa da İngiltere'nin
batısı ve kuzeyine benziyordu. Bunurıla birlikte, İngiltere'ye
ilişkin bu tanımlamanın, büyük iklimsel değişimler ve oldukça
karmaşık jeolojik tarihin bir neticesi olarak çok sayıda istisnası
da olduğunu belirtmek gerekir. Nitekim adanın kuzeyi ve ba­
tısı, Cumbria'daki Eden vadisi, Yorkshire'daki York vadisi ve
İskoçya'nın orta kısmındaki düz araziler gibi verimli ovalara
sahipken, adanın güneyi ve doğusu, Kent'teki dağlık Weald
bölgesi ya da Suffolk'taki kıraç Breckland toprakları gibi pek
verimli olmayan alarıları barındırmaktadır.
Fakat İngiltere'deki asıl zıtlık daha soğuk ve dağlık olan ku­
zey ile daha alçaktaki ılıman güney; ve daha nemli batı ile daha
kuru olan doğu arasındadır. Geçmişteki iklim değişikliğinin
etkilerine rağmen bu zıtlıklar devam etmektedir ve üstelik bu
durumun bazı siyasi sonuçları olmuştur. Kuzey İngiltere'nin
omurgası konumundaki bir dağ silsilesi olan Pennine gibi
yüksek bölgeler genel arılamıyla bir güç merkezi olma hüvi­
yeti elde edememiştir. Buna karşılık, Roma işgalinden önce
İngiltere'nin güneyi ve batısında yüksek tepelere kurulmuş çok
daha fazla sayıda muhkem kale vardı. Bu tip yapılar, kuzeyde
Roma Öncesi ve Roma Döneminde İngiltere 45

ve doğuda görece daha azdı. İskoçya'nın güneyindeki Cheviot


ve Lothians'ta bu kalelerden birkaçına rastlamak mümkünse
de, gerçekte Pennine bölgesinde bu yapılar yok denecek kadar
azdı. İskoçya ve İngiltere tarihi genel olarak ele alındığında,
refahın ve nüfusun orantısız bir biçimde her iki ülkenin güney
bölgelerinde temerküz ettiğini ve doğu kısımlarının da batıya
nazaran genellikle daha fazla önem kazanmış olduğunu söyle­
mek gerekir.
Galler, iklimin ve arazinin ne gibi sonuçlara yol açabileceği­
ni açıkça gösterir. Burası büyük ölçüde dağlık bir alandır ve yü­
zölçümünün yüzde 60'ı iki yüz metrenin üzerindedir. 1 9. yüz­
yılda köprü ve tünel inşaatları başlayana kadar, bu arazi yapısı,
ulaşım güzergahları için ciddi bir engeldi. Galler'deki doğal
güzergahlar kuzey-güney değil doğu-batı yönünde uzanıyor­
du ve bu durumun yüzyıllar boyunca tarihi ve siyasi sonuçları
olmuştur. Yalçın dağları aşmak için yükselmek zorunda olan
etkili batı rüzgarlarına maruz kalan Galler, tıpkı İrlanda, İs­
koçya'nın batısı, kuzeybatı ve güneybatı İngiltere gibi sağanak
yağmurlar altında kalır. Bu, arazinin yüksek tepelerden akıp
gelen sular ile yıkanmasında temel bir rol oynar. Bundan do­
layı, dağlık arazide tarım yapmanın doğasına içkin zorlukların
yanında, İngiltere'nin dağlık bölgelerinin büyük bölümü, çoğu
asitli olan görece verimsiz topraklarla kaplıdır ve bu topraklar
sürekli ya da yoğun bir tarımsal faaliyet için uygun değildir. Bu
durum, hayvan yetiştiriciliğine olan bağımlılığı teşvik etmekte
ve kalabalık bir nüfusu beslemek için elverişli bir tarıma uygun
olmayan ve dağınık yerleşimi özendiren bir tarım biçimini öne
çıkarmaktadır.
Avrupa içerisinde ilk insanlar, başlangıçta güneyin daha ılı­
man bölgelerinde yaşamaktaydı ama buzulların ilerlemesi ile
beraber iklimin izin verdiği ölçüde buradan Kuzey Avrupa'ya
doğru yayıldılar. İlkel insandan geriye kalanlar ve çeşitli alet­
lerin kullanımına dair bulgular, Londra'daki Stoke Newing­
ton'ın da içinde olduğu Güney İngiltere'deki pek çok yerleşim
46 İngiltere Tarihi

alanında yapılan kazılarda gün yüzüne çıkartılmıştır. Nean­


dartel avcılar da burada izlerini bırakmışlardır, ancak bunların
sayısı Fransa'da, özellikle de Güneybatı Fransa ve Almanya'da
kurulanlardan çok daha azdır. Neandarteller, İleri Paleolitik
Çağ (yaklaşık MÖ 40.000 ile 10.000) boyunca anatomik açı­
dan günümüz insanın şeklini aldı. Bu uzun çağ, her ne kadar
kendisini izleyen dönemde meydana gelen aşınma, bozunma,
toprağın sabanla işlenmesi ve diğer faaliyetlerden ötürü geriye
sınırlı sayıda delil bırakmış olsa da, toplumsal yapıların ve yont­
ma-taş teknolojisinin gelişimine tanıklık etti. İnsanlar zanaat­
karlardaki simetri düşüncesi sayesinde gelecekte kullanacakları
faydalı nesnelerin yapımını sürdürdüler ve işbölümü gerektiren
görevler icra ettiler. Bununla birlikte bu yerleşim alanları, ça­
lışmayı imkansız kılan Buzul Çağı boyunca ve bilhassa İngil­
tere'nin Orta Buzul Çağı'nda buzulların ilerlemesi nedeniyle
hiçbir zaman insan yerleşimine uygun yerler olamadı.
MÖ 10.000 civarında son buzul çağının sona ermesinden
sonra, İngiltere'yi da içerecek olan Kuzey Avrupa düzlükle­
ri boyunca ormanlık alanlar ve vahşi yaşam bölgeleri kuzeye
doğru yayıldı. Neticede iklimi giderek ılımanlaşan İngiltere'de
MÖ 7500 ile 5000 arasında huş, çam ve fındık ağacı gibi soğuk
iklim ağaçlarının yerini meşe, karaağaç, alıç ve ıhlamur gibi
bitki türleri aldı. Kışın yapraklarını döken bu ağaçları barın­
dıran ormanlar, bitki türü ve vahşi yaşam bakımından oldukça
zengindi. Ilıman iklim, yaban domuzu, alageyik ve karaca gibi
hayvanların güneyden buraya doğru gelmesini sağladı ve bu da
Mezolitik çağda (MÖ 8300-4500) avcı-toplayıcıların sayısı­
nın artmasında önemli bir rol oynadı. Örneğin Thames vadi­
sinin sık ağaçlı yapısı, ileride avcıların dikkatini çekecek olan
geyik gibi hayvanlar için bir sığınak işlevi gördü. Bu avcılar,
bir kemik ya da tahta parçası üstüne monte edilen çok küçük
yontma taşlardan oluşan aletlere sahipti ve bunlar aynı zaman­
da bıçak ve ok ucu olarak da kullanılmaktaydı.
Roma Öncesi ve Roma Döneminde İngiltere 47

Yerleşim alanları özellikle nehir vadilerinde dikkate değer


biçimde genişleyerek kalıcı hale gelmeye başladı ve ticaret ge­
lişti. Alet yapımı ciddi oranda arttı. Buzulların erimesi sonucu
deniz seviyesi yükseldi ve yaklaşık olarak MÖ 6500'de Kuzey
Denizi boyunca İngiltere ile kıtayı birbirine bağlayan kara par­
çası suların altında kaldı. İngiltere'nin böylece ada haline gel­
diği bu tarihte, Britanya'daki insanlık tarihinin yarısından fazla
kısmı zaten geçip gitmiş durumdaydı.
Ama bu kopuş, kıtadan adaya doğru aktarılan tarımsal ge­
lişmenin önünde bir engel teşkil etmedi. Avcılık, balıkçılık ve
yabani bitki toplayıcılığı dev�m etmekle birlikte, MÖ 5000'de
yerli ürünler ve tarım bütün Ingiltere'ye yayıldı. Çiftçiliğe dair
ilk işaretler MÖ 4500 civarında İskoçya'da göründü. MÖ
3500'lerde Güney İngiltere'de kullanılmakta olan karasaban,
tarımsal üretimin artmasını sağladı ve ağaçların kesilmesi su­
retiyle -ki bunun kanıtı ağaç polenlerinde görülen azalma­
dır- ormanlık alanların tarıma açılmasını teşvik etti. Erken
Neolitik Çağdan itibaren koyun, keçi, sığır ve domuz gibi evcil
hayvancılığın yayılması, beraberinde süt, yün ve sabana hayvan
koşarak sürme tekniğini getirdi ve nihayet bütün bunları te­
kerlekli araçlar takip etti. Hayvanlar ekonomi, kültür ve dinde
temel bir rol oynadı. Hayvan motifleri sanata dahil edildi ve
dinsel sembolizm bağlamında hayvanlar belirli tanrısal varlık­
larla ilişkilendirildi. Bugün elimizde o dönemin çiftliklerine
dair arkeolojik kalıntıların yanısıra İskoçya Orkney'deki Skara
Brae örneğinde görüldüğü üzere, tarihi MÖ 3000 yılına kadar
uzanan köylere ilişkin somut deliller vardır.
Nüfus çoğaldığı ve yarı göçebelikten yerleşik hayata geçiş
hızlandığı zaman, doğada kalıcı insan varlığına ilişkin kanıt da
artar. Bu kanıtlar, Neolitik Çağ boyunca (MÖ 4000 ile 2000
arası) törensel anıtlar, geçiş yolu kampları ve oldukça uzun ve
yuvarlak höyüklerden oluşan defin odaları şeklinde karşımıza
çıkar. Taşın belirli bir hizada dizilmesi ve dairevi yapılar için
kullanılmasına dair ilk örnekler İngiltere, İrlanda, İskoçya ve
48 İngiltere Tarihi

Galler'de görülür. MÖ 3200'den 1500 yılına kadar geçen sü­


rede bu kullanım tarzı, dini ve belki siyasi bir merkezileşme
eğilimine işaret edercesine, gittikçe daha karmaşık bir hal aldı.
İ nsanların hayatında astronomik bilgi açık biçimde önemli bir
rol oynamakla birlikte (mesela yaz ortasında güneşin Stone­
henge1 ekseni boyunca yükselmesi) gene de halkın dini pra­
tiklerine dair bilgimiz bulunmamaktadır. İngiltere'nin güne­
yindeki Avebury ve Stonehenge gibi tören merkezleri ya da
İrlanda'daki Boyne Vadisi'nde bulunan devasa büyüklükteki
mezarların her birinin inşası en azından binlerce insanın emek
harcamasını gerektirir ve bu da geniş ölçekli bir toplu faaliyet
ve organizasyonun varlığına işaret etmektedir.
Tarım aletleri ve baltalar için gerekli olan çakmak taşının
çıkarılarak takas edilmesi, ticareti geliştirdi. Kıyılar boyunca ve
denizler üzerinden ticaret yapılması çok önemli bir gelişmeydi.
MÖ 3000'de bakır üretimi Güney İngiltere'nin içlerine yayıl­
mış durumdaydı. Maddi kültürdeki bu gelişmeyi, MÖ 2000
civarlarında "geniş ağızlı kap" olarak bilinen ve mezarlardaki
özgün kap-kacaklarda görülen yeni defin örüntüleri takip etti.
Bunlar, zengin mezar eşyalarıyla gömülmüş ve tabakalaşmış
bir topluma işaret eden bireysel defınlerdi. Söz konusu geliş­
me, erken Neolitik Dönemden ziyade Geç Neolitik Dönem'e
ait kabul edilir.
Bakır Çağı' nı, M Ö 2200 ile 800 yılları arasını kapsayan, alet
ve silah yapımında çok daha etkili olan ve bakırın daha sert bir
alaşımından üretilen Bronz Çağı izledi. Bronz yalnızca bakırın
değil, sert taşın ve çakmaktaşının da yerini aldı. Bronz Çağı'n­
da toplumsal tabakalaşma çok daha belirginlik kazanmış gibi
görünür. Günümüze kadar ulaşmış geniş ve çok sayıdaki hö­
yük ve tümsek muhtemelen ticaretten faydalanmış bölgelerle
1 İ ngiltere'nin güneyindeki Salisbury düzlüğünde Neolotik dönem­
den kalma büyük taşlardan oluşan bir yapıt. Bu yapının ekseni, yaz
dönencesindeki (21 Haziran) gündoğumuna doğru konumlandırıl­
mıştır. (ç.n.)
Roma Öncesi ve Roma Döneminde İngiltere 49

ilişkilidir ve bu da toplumsal bir elitin varlığına delalet etmek­


tedir. Ticaretin yanında, nüfus artışına paralel olarak tarım da
gelişti ve özellikle MÖ 1500 ile 1000 yılından itibaren toprak
sınırları ve yerleşim alanları genişledi. Arkeolojik çalışmalar­
da, göçebelikten yerleşik hayata geçişin ve çiftçiliğin özellikle
MÖ 2000 civarlarında Bronz Çağı'nda ortaya çıktığı ileri sü­
rülmektedir. Bu geçiş muhtemelen, yeni tarım alanları açmak
için ağaçların geniş ölçekte kesilmesine yol açtı ama gene de
özellikle kereste üretimi ve avlanma açısından ormanlar temel
bir ekonomik kaynak olmayı sürdürdü.
Yerleşimler daha kalıcı hale gelerek, Thames nehri bölgesi
gibi ticari rotaların gelişimiyle iç içe geçti ve ticaret ağlarıyla
bağlantılı bir nitelik kazandı. Dahası dış bölgeler gitgide ağaç­
lardan arındırılarak tarıma kazandırıldı. Bronz Çağı insanının
daha savaşçı olduğu öne sürülmüştür. Gerçekten de her ge­
çen gün, özellikle savunma amaçlı olarak tepelere inşa edilmiş
istihkam yapıları; toprak sahipliğinin gittikçe tartışmalı hale
geldiğini gösteren toprak bölünmeleri ve silahlarla ilgili yeni
yeni deliller ortaya çıkmaktadır; bu da o dönemki topluma sa­
vaşçıların hükmettiği iddiasını gündeme getirmektedir.
O dönemin insanları, MÖ 800 ile 43 arası zaman dilimini
kapsayan Demir Çağı'nda bu yeni metalin kullanımının getir­
diği zorluklarla karşılaştılar. Demirin eritilerek dövülmesi Batı
Asya'dan yayılarak MÖ 700'lerde İngiltere'ye ulaştı ve MÖ
500'lerde demirden yapılmış aletler ağaç kesiminde kullanıl­
maya başlandı. Demir çapa ve çivinin kullanımı tarıma ve in­
şaatlara yeni bir esneklik kazandırdı. Yanısıra demire karbon
eklenerek çelik üretilmesi, daha iyi silah yapımını beraberinde
getirdi.
İngiltere, MÖ 800 civarlarında Almanya'nın güneyinde or­
taya çıkan ve ardından Fransa'nın büyük bölümüne yayılan bir
kültür olan Keltlerin baskısına maruz kaldı. İngiltere'deki Kelt
etkisinin boyutları tartışmalı bir konudur. Kelt hayatı, kültürü
ve uygarlığına dair izler İngiltere'nin güneyinde bulunmuştur,
50 İngiltere Tarihi

fakat daha sonraki gelişmelerle ilgili yapılan tartışmalardan


hareket edildiğinde, bu olayın kapsamlı bir nüfus hareketi mi,
daha sınırlı bir göç mü, yoksa bir ticaret olayı olarak mı vuku
bulmuş olduğu açık değildir. Muhtemelen her üçü de belirli
bir rol oynadı. Kaldı ki MÖ 1. yüzyıl itibarıyla Keltler, İrlanda
gibi uzak bir bölgeye bile hükmeder durumdaydı.
Böylelikle MÖ 1000 yılında İngiltere'nin nüfusu arttı ve
tarımı gelişti. İngiltere halkının tarihinin büyük kısmına bakıl­
dığında buradaki iktidar haritasını belirleyen şeyin, çok büyük
oranda tarımsal coğrafya ve tarıma dayalı bir sistem olduğu gö­
rülür ve bu Roma-öncesi dönem için bilhassa doğrudur: Gü­
ney İngiltere'de üzerine ilk yazılı kelimelerin basıldığı madeni
paralar, daha geniş ve kompleks yerleşim alanı olan kasabalar,
reislerin önderliğinde kabile yapılanmaları ve on binlerce nü­
fusu ile kabile "devletleri" vardı. Keza yumuşak toprağa sahip
ormanlık alanlardaki ağaçların çoğu kesildi ve böylece tarım
hem çeşitlendi hem de genişledi.
Her ne kadar Demir Çağı'nda İskoç nüfusuna dönük tah­
minler bir nebze çelişse de Güney İngiltere ile kıyaslandığında
kuzeyde İskoçya, İrlanda ve Galler'de durum farklıydı. Görece
düşük nüfus oranları ve cılız biçimde gelişen tarımsal yapı, bu
bölgelerde vergilendirme için az miktarda bir servet fazlalığı
olduğunu ve bundan ötürü de siyasi ve idari aktiviteleri des­
teklemede sadece sınırlı bir güç bulunduğunu ortaya koyar.
Örneğin Galler'in Geç Demir Çağı'nın büyük kısmı, bazı na­
rin metal yapımlar olmakla birlikte, çanak-çömlek yapımına
dair geride hiçbir iz bırakmamıştır. Oysa Güney İngiltere bu
dönemde Fransa'nın kuzeyi, Hollanda ve Belçika gibi kıtanın
adaya yakın bölgeleriyle bağlantı halindeydi.
Kısacası İngiltere, Roma fetihleri arifesinde oldukça hare­
ketliydi. Mevcut kabilevi yapılar gelişmiş bir yönetim sistemi
anlamına gelmese de İngiltere yerleşik bir toplum, elit bir aris­
tokrasi ve artan bir nüfusa ev sahipliği yapmaktaydı. Nüfus
tahminen iki milyon kadardı ve demir üretimi yapıldığına dair
Roma Öncesi ve Roma Döneminde İngiltere 51

de hayli kanıt bulunmakta. Yaşamak için görece pek de matah


sayılamayac�k alanlarda da yerleşimlerin başlaması, hem İngil­
tere hem de Iskoçya'daki nüfus artışından kaynaklı baskıya işa­
ret etmektedir. Dahası arkeolojik çalışmalar, bilinen yerleşim
alanlarının sayısında önemli bir artışa yol açmıştır ve bu süreç
muhtemelen devam edecektir.

Roma Fetihleri
Roma İmparatorluğu'nun Gaul'deki (Fransa) askeri lideri Iu­
lius Caesar, bu bölgeyi aldıktan sonra, hala direnmekte olan
Keltlere İngiltere'nin sağladığı desteğe bir son vermenin elzem
olduğunu düşündü. Gerçekten de o yıllarda İngiltere'ye yakın
olan Venetilere1 bir İngiliz yardımı söz konusu olabilir fakat
Caesar'ın motivasyonunun gerisinde muhtemelen şan-şöhret
ve ganimet arzusu ile askerlerini sefere çıkarma isteği vardı.
Ceaser MÖ 55 ve 54'te İngiltere'nin güneyine yönelik seferle­
re girişti, ancak hiç beklemediği bir mukavemet ile karşılaştı.
Sonuçta Gaul'e geri dönebildiği için mutluydu.
Caesar'ın halefleri döneminde İngiltere ile Roma arasında­
ki ticaret ağları gelişti, diplomatik temaslar kuruldu ve İmpa­
rator Claudius'un MS 43 yılındaki işgaline kadar da herhangi
bir askeri faaliyet yaşanmadı. Claudius, Roma'daki konumunu
güçlendirmek için askeri bir zafere ihtiyaç duyuyordu ve niha­
yet Güney İngiltere'de Roma'nın himayesi altında bulunanlar
burada denetimi yitirince istila hareketi başladı. Roma fetih­
leri hiç yaşanmamış olsaydı ülkenin nasıl bir seyir izleyeceğini
kestirmek pek mümkün değildir. Geçmişe nazaran bugün ak­
sini savunanlar daha fazla olsa da İskoçya'nın Roma fetihlerine
maruz kalmamış bölgelerinde birleşik bir Pictavia olup olma­
dığı hala tartışılmaya devam etmektedir. Almanya'nın Roma
1 Venetiler, Kelt topluluklardan olan Belgae kabilesine bağlı bir grup­
tur. Bu dönemde Kuzey Avrupa'da boy göstermiş ve pek çok yeri işgal
etmişlerdir. (ç.n.)
52 İngiltere Tarihi

tarafından . fethedilmeyen kısmı, tıpkı İrlanda'da olduğu gibi


çiftçiliğe yoğunlaşan ama ticaret de yapan bir dizi küçük kral­
lıklar halinde gelişti. Glasgow ve Hamburg'un sonraki tarihle­
ri Roma fetihlerinin bu şehirlerin ileride kazanacakları önem
için kaçınılmaz olduğu yönünde cılız bazı işaretler sunmuş olsa
da, Roma dünyası dışında kentsel gelişim oldukça sınırlıydı.
MÖ 40'lı ve 50'li yıllarda Romalılar İngiltere'nin aşağı kıs­
mındaki toprakları hızla ele geçirdi. Onlara karşı Catuvellani
kabilesinin ve özellikle liderleri Caratacus'un -o dönemle ilgili
bilgilerimizin neredeyse tamamı Roma yazılı kaynakları oldu­
ğu için, kaçınılmaz olarak bu isimleri ancak Roma dilindeki
okunuşu ile bilebiliyoruz- başlattığı ciddi bir direniş oldu. Gü­
neydoğu İngiltere'deki zaferlerinin ardından Romalılar Gal­
ler'i istila etti ve Güney İngiltere boyunca eşzamanlı olarak
birçok hatta ilerleme gösterdi.
İlk olarak belli bölgeler, özellikle Surrey, Sussex ve Hamp­
shire, Atrebates kabilesinin; Doğu Anglia ise Iceni kabilesinin
kontrolüne bırakıldı. Vali Gaius Suetonius Paulinus 60 yılında
Roma-karşıtı keşişler ve onların destekçilerinden oluşan Dru­
idlere karşı Galler'in kuzeyine bir sefere çıktığı sırada, Iceni
kabilesi de kraliçeleri Boudicca'nın (sonradan Boadicea olarak
adlandırılacaktır) emrinde büyük bir ayaklanma başlattı. Ice­
niler, Boudicca'nın kırbaçlanması ve kızlarına tecavüz edilmesi
dahil Romalıların kraliyet ailesine reva gördüğü muameleye ve
katı yönetimlerine karşı öfkeyle dolmuştu. Ayaklanma sırasın­
da büyük Roma yerleşimleri ve ardından Colchester, St. Al­
bans ve Londra yerle bir edildi, ama Iceniler savaş meydanında
Paulinus' a karşı çok ağır bir yenilgi aldılar ve ardından vahşice
"yola getirildiler". Boudicca da muhtemelen intihar ederek ha­
yatına son verdi.
70'li yıllarda Roma tekrar baskısını arttırdı. 71 ile 74 yıl­
ları arasında Kuzey İngiltere'deki Briganteslere, ardından da
Galler'e boyun eğdirildi. 78 yılına gelindiğinde İngiltere'nin
tamamı ve Galler Roma kontrolüne geçmişti ve bu durum
Roma Öncesi ve Roma Döneminde İngiltere 53

Roma'nın 409'daki çöküşüne kadar devam edecekti. Bununla


birlikte İngiltere büsbütün fethedilmiş değildi ve sınır bölge­
si olarak devam eden durumu, koruma amaçlı olarak Roma
askeri harcamalarının görece yüksek bir kısmını kendine çek­
mesine ve nispeten geniş bir askeri varlığa sahip olmasına yol
açmıştı. Bu askeri varlığın bir sonucu olarak İngiltere, Roma
İmparatorluğu'nda kontrolü sağlama girişimleri esnasında
önemli bir rol oynadı ve ayrıca kasabalar için temel teşkil ede­
cek olan bir dizi kaleye sahip oldu.
İskoçya'nın yüksek kesimleri hiçbir zaman Romalılar tara­
fından fethedilemedi. Buralar işgalci bir güç için Britanya'nın
aşağı kesimlerine nazaran çok daha zor yerlerdi ve fevkalade
iyi korunmaktaydı. 77 ile 83 yılları arası valilik görevini ifa
eden Agricola, Mons Graipus'ta önemli bir zafer kazanarak
İskoçya'yı işgal etse de, kısa süre içinde ordusunun bir kısmını
kıtaya aktarmak durumunda kaldığı için sadece Forth-Clyde
hattının güneyindeki aşağı İ skoçya topraklarını fethedebildi.
Romalılar, Agricola ve Severus'un yapmış olduğu gibi Aber­
deenshire'da zaferlere imza atabilirlerdi, ama bir yeri aldıktan
sonra elde tutmak başlı başına bir meseleydi. Romalılar, her
zaman Angus vadilerinden gelebilecek saldırılara açık olan
doğu kıyıları boyunca ilerlediler, ama ileride I. Edward'ın ya­
pacağı şeyi, yani Stirling Carse'ın içlerine nüfuz edip egemen­
lik kurmayı başaramadılar. İrlanda, her ne kadar Agricola orayı
ele geçirmeyi düşünse de, Roma saldırılarına maruz kalmadı
ve üstelik küçük oranlarda ama sürekli biçimde Roma madeni
paralarının ve öteki önemli materyallerin aktığı bir yer oldu.
Kuvvetle muhtemeldir ki bunların tamamı, paralı asker faali­
yetinin ve İngiltere'nin batısında yer alan Chester gibi İrlanda
denizine kıyısı olan garnizon limanlarından kaynaklı ticaretin
bir sonucuydu.
Böylelikle Roma fetihleri, tarihinde ilk kez Güney İngilte­
re'yi birleştirdiğinde bile, esasen İngiliz tarihinin merkezi bir
özelliğini de ortaya koyuyordu: Bütünlüklü bir siyasetin eksik-
54 İngiltere Tarihi

liği. Bu eksiklik bir dereceye kadar, adanın fiziksel çeşitliliğin­


den kaynaklanan yerel sosyo-çevresel sistemlerin farklılığını
yansıtmaktaydı. Buna ek olarak, hem İrlanda'da hem de İskoç­
ya tarihinin büyük kısmında, Romalılarla temasın bir sonucu
olsun ya da olmasın, değişimler kadar Demir Çağı'ndan kalına
süreklilikler olduğuna da dikkat etmek gerekir. Gene de her iki
bölge üzerinde de bir Roma etkisi olduğu çok açıktır.
Sınır hattı, 122 yılında Ada'yı ziyaret eden İmparator Had­
rianus tarafından inşa ettirilen ve "Hadrianus Duvarı" olarak
bilinen yapı ile birlikte belirgin olarak çizilmiş oldu. Duvar,
kuzeyden gelebilecek saldırılara karşı koymak ve yukarı ke­
simlerde serbest hareketleri önleyerek kontrol altında turmak
amacıyla doğu-batı ekseninde Tyne nehri ile Solway arasın­
da adanın coğrafi olarak daralan kısmı boyunca inşa edilmişti.
Güney kesimlerde ise Roma toplumunun genel olarak barış­
çı olan doğasından kaynaklı bir Romalılaşma süreci başladı.
Roma yurttaşlığı, ne Romalılar ne de İtalyanlarla sınırlanmıştı.
Hadrianus'tan doksan sene sonra da olsa, İmparator Caracalla
Roma yurttaşlığını resmi olarak evrenselleştiren ilk kişi oldu.
Romalı olmayanlar iktidarın tepesine kadar yükselebilirdi.
Aynı şekilde Roma fetihleri, bütün bir mülkün gaspedilmesi
veya iktidara el konulması anlamına gelmiyordu.
Roma'nın dini inançları yayıldı ama aynı zamanda yerli
Kelt inanışlarıyla bir asimilasyon süreci de yaşandı. 4. yüzyılda
Hıristiyanlığın devletin resmi dini haline gelmesi, İngiltere ile
kıta arasında daha sistematik kültürel bağlar meydana getirir­
ken, Roma egemenliği dışındaki İskoçya bu bağların uzağında
kaldı. Hıristiyanlığın aksine, hem Romalıların ortadan kaldır­
dığı Kelt keşişliği hem de adaya getirdikleri Olympos tanrıla­
rı kültü, piskoposluk yapısı ve doktrine! düzenlemeden azade
kaldı. Gene de Olimpos kültleri, İngiltere'nin kıtaya bağlan­
masında Hıristiyanlığın bir ön-habercisi olma işlevi görmüş­
tür. Gelgelelim kasabaların dışında kalan yerlerde Roma-ön­
cesi pagan pratikler var olmaya devam ettiler.
Roma Öncesi ve Roma Döneminde İngiltere 55

İngiltere, imparatorluğun başka eyaletleri gibi bütünüyle


Romalılaşmadı, fakat gene de Ermine, Stane ve Watling cad­
deleri ile Fosse gibi yollara kavuştu ve bu yolların birbirine bağ­
ladığı bir şehir sistemine sahip oldu. Roma mühendisliğinin
özelliğini yansıtan bu yollar, taşla döşenmiş zeminin üzerine
çakıllı kum dökülmek suretiyle yapılmış yüksek standartlara
sahip yapılardı. Londonium (Londra), Verulamium (St. Al­
bans), Lindum (Lincoln) ve Eboracum (York) gibi kasabalar
yönetimin, tüketimin ve son kertede Hıristiyanlığı da içeren
Roma kültürünün merkezleriydi. Bazı kasabalar, isimlerine de
yansıdığı üzere, Roma kalelerinin yanıbaşında ortaya çıkarken,
diğerleri Roma kültürü ve maddi yaşamına uyum sağlamaya
hevesli yerel elitlerin ön ayak olmasının bir sonucu olarak ge­
lişti.
Şehirleşme takas ağlarının geliştirilmesiyle sağlanan eko­
nomik ihtisas ihtimallerini getirirken, kıta ile bağlantılar arttı
ve ekonomik gelişmeler ortaya çıktı. İ ngiltere özellikle demir,
altın, gümüş ve kurşun gibi madenlerin ihraç edildiği çok de­
ğerli bir kaynak sunuyordu ve bu nedenle imparatorluk eko­
nomisi ve maliyesine çok büyük katkıda bulunuyordu. Diğer
ihracat ürünleri tahıl, yünlü ürünler ve av köpekleriydi. İ thalat
ise şarap, cam, çömlek, mermer, zeytinyağı ile Roma mutfağı­
nın vazgeçilmezi olan konserve balık sosu gibi tüketim malla­
rına dayanıyordu.
Çoğunluğu Roma tarzı çiftlik ve konaklar etrafında yoğun­
laşmış olan tarım önemliydi ve nüfusun büyük kısmı kırsal
bölgelerde yaşıyordu. Bu arada çiftçilik de gelişti. 3 . yüzyılın
sonu ile 4. yüzyılda, geniş sabanlar kullanılmaya başlandı ve bu
sabanların ucuna bıçak eklenmesi ile toprağın daha derinden
sürülmesi kolaylaşırken daha zor arazilerde çalışmak mümkün
hale geldi. İki elle birden kullanılabilen tırpanın devreye gir­
mesi otların daha hızlı biçilmesini ve böylece kış boyu hayvan­
lar için kullanmak üzere daha çok ot ve saman depolanmasını
sağladı. Hayvanlar kışı geçirmek üzere kışlaklara bırakılırken,
56 İngiltere Tarihi

tahıl kurutma ocakları inşa edildi ve nadas yöntemi uygula­


maya kondu. Hayvan veya su gücüyle dönen değirmenler de
büyük önem taşıyordu.
Roma döneminden geriye kalan çok sayıdaki arkeolojik
buluntu, Demir Çağı'ndaki atalarına kıyasla şimdi daha fazla
mal üretip daha çok ticaret yapan bir toplumun varlığını ortaya
koymaktadır. Kırsal ekonominin sağladığı zenginlik, çok sayı­
da büyük konut ve köşk yapımını rahatlıkla finanse ediyordu:
Ülkede, soylulara ait alttan ısıtmalı sisteme sahip geniş evler
Roma tarzında inşa edildi. Ama insanoğlunun damgasını vur­
duğu başka bir olay daha vardı: İngiltere'de Roma döneminin
sonlarında ayıların nesli tükendi. Baskın olan tür, insandı. Ve
tabii İngiltere'nin aşağı kesimlerinde el değmemiş ormanlık
alanlarda ağaçların kesilmesine de hızla devam edildi.

İngiltere'de Roma Döneminin Sona Ermesi


Tıpkı Roma İmparatorluğu'nun diğer toprakları gibi, Britan­
ya da sadece isyanlardan -mesela 286'daki veya 287-296 ara­
sındaki isyanlar- değil aynı zamanda gittikçe artan "barbar"
akınlarından da mustaripti: İskoçya tarafından Pictler, Kuzey
Almanya ve Danimarka yönünden ise Angllar, }utlar ve Sak­
sonlar saldırıyordu. 270 yılında, on kaleden oluşan bir zincire
sahip olan Sakson kıyısının bir ucu Norfolk'taki Brancaster'da
iken, diğer ucu Hampshire'deki Portchester'a kadar uzanıyor­
du. Saldırılar 340'larda yoğunlaştı ve 367 senesinde başarıya
ulaşan bir saldırı büyük çaplı bir tahribata yol açtı. İrlanda
Denizi'ndeki yağmacıların neden olduğu tehdide karşı, Car­
diff'ten Lancaster'a kadar batı kıyısı boyunca yeni kaleler inşa
edildi. 368-69'da Theodosius tekrar düzeni sağladı. Gelgelelim
"barbar" akınları, ticaretin çökmesinde ve Britanya'yı 4. yüz­
yılda etkileyen kentsel durgunlukta büyük rol oynadı. Mesela
Verulamium'da (St. Albans) kentsel çöküş, tiyatronun çöplük
olarak kullanımına yol açtı.
Roma Öncesi ve Roma Döneminde İngiltere 57

İmparatorluğun bu saldırılara direnme gücü gün geçtikçe


azalıyordu ve üstelik Magnus Maximus (383-388 arası İngil­
tere'yi yönetmiştir) gibi İngiltere'deki zorba yöneticiler yüzün­
den Roma ile olan bağlar daha da zayıflıyordu. 406'da Gaul
(Fransa), Ren Nehri üzerinden saldıran "barbarlar" tarafından
ele geçirilince, III. Konstantin İngiltere'deki yönetimi eline
alarak, adadaki askeri varlığın önemlice bir kısmını Gaul'e sevk
etti. Fakat gidenler bir daha geri dönmedi. Romano-Britonlar
409 senesinde başlarındaki yöneticileri kovarak, meşru düze­
nin yeniden tesisi için gerçek imparator Honorius' a çağrıda
bulundular. O esnada Vizigotların lideri Alarik'in -410'da Ro­
ma'da yakalanacaktır- İtalya'da yol açtığı ağır sorunlarla bo­
ğUşmakta olan Honorius'un Britanyalıların daveti karşısında
"kendi başınızın çaresine bakın" demekten başka yapacak bir
şeyi yoktu.
Bu, Roma Britanyası'nın olmasa da, Britanya'daki Roma
İmparatorluğu'nun sonuydu. Bununla birlikte, Roma Bri­
tanyası'nın sonraki dönemlerde kendi içinde bir dizi krallığa
bölünerek parçalanmış olması, onun içsel bütünlüğünün abar­
tılmaması gerektiğini de göstermektedir. Dahası Romalılar
özellikle 4. yüzyılda büyük oranda paralı asker olarak orduya
alınan Cermen birliklerine bel bağlamıştı. İlk günah doktrini­
ni reddeden heretik Pelagianlarla mücadele etmek üzere 429
yılında adaya gelen Auxerre piskoposu St. Germanus da, kent­
lerin hayatta kalabilmeleri için gerekli olan savunmanın Roma
birliklerinden ziyade bölge halkının kendisi tarafından yapıl­
ması gerektiğini belirtmişti. Yüzyılın ortası itibarıyla, "barbar"
akınlarının neticesinde kötüleşmeye yüz tutmuş bir ortam söz
konusuydu. 446'da bir kez daha Roma'dan yardım istendi ama
Roma yardım gönderebilecek bir durumda değildi.
II. Bölüm

BRİTONLAR, İNGİLİZLER VE
İSKANDİNAVLAR
400-1066

Anglosakson İşgalleri
Adanın tarihinde 5. yüzyıl özellikle karanlık bir dönemdir. Ço­
ğunluğu istilacı olan bir kısmı ise geç Roma döneminde paralı
asker olarak istihdam edilenlerin ve yerleşimcilerin soyundan
gelenlerden oluşan erken dönem Cermen nüfusu, geride her­
hangi bir yazılı kaynak bırakmamıştır. İlk İngiliz tarihçisi Bede
( 6 7213-735) ve diğer geç dönem yazılı kaynaklar, arkeolojik
bulguların ortaya koyduğundan farklı bir anlatım sunar. Arke­
olojik veriler ele alınırken her halükarda dikkatli olmak gerekir
çünkü kazı yapmanın ve alanda çalışmanın değişken örüntü­
lerine yansıdığı üzere tarihsel bir kanıtı ve onun düzensiz ya­
yılımını yorumlamak zordur. Roma dönemi ile Roma-sonrası
dönemi Britanyası arasında ne ölçüde bir süreklillik ve kopuş­
tan bahsedilmesi gerektiği meselesi, vuzuha ermiş olmanın çok
uzağındadır. Keza emperyal Roma yönetiminin sona ermesi­
nin neden olduğu sonuçlar ile adada Cermenleşmeyi başlatan
istilacıların yol açtığı sonuçları birbirinden ayırmak da kolay
değildir. Üzerinde hala canlı tartışma yürütülen konulardan
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1 066 59

biri de, küçük savaşçı grupların yol açtığı geniş ölçekli nüfus
hareketleri veya istilalardan ne ölçüde bahsedilebileceğidir. Bu
konuda geleneksel olarak, yer adları ve dilden hareketle, kit­
lesel bir göç hareketi yaşandığı düşünülmüştü. Oysa 1970 ve
80'lerde revaçta olan görüş, bunun küçük bir elit istilası olduğu
yönündeydi. Günümüzdeyse DNA analizleri, ibrenin tekrar
kitlesel göç hipotezine dönmesine yol açmış görünmektedir.
B ütün bir Roma dünyasına yayılan "barbar" akınlarının
p arçası olan bir grup, Doğu ve Güney İngiltere'ye saldırdı. Jut­
lar, Hampshire'ın belirli bir kısmı ile Wight adası ve Kent'i
ele geçirirken, Saksonlar Güney İngiltere'nin diğer kısımları­
nı (Sussex'te Güney Saksonlar, Essex'te Doğu Saksonları ve
Middlesex Orta Saksonlar); Angllar ise daha kuzeydeki top­
rakları istila etti. Bununla birlikte belirtmek gerekir ki, İngi­
liz kabile adları ve onların dağılımı büyük oranda, Bede'nin
73 1'de kaleme aldığı İngiliz Halkının Dini Tarihi adlı kitabın­
daki anlatının bir ürünüdür ve bu sebeple de 5. yüzyıla dair
bildiklerimiz aslında tam olarak doğrulanabilmiş değildir.
Bu istilacı grupların ilerleyişi, Fransa, İspanya ve İtalya'da­
kine kıyasla daha başarılı ve uzun erimli bir direnişle karşılaştı,
ancak direnişçilerin en büyük handikapı kendi içlerindeki bö­
lünmelerdi. Gene de söz konusu direnişin daha büyük çaplı
olması beklenebilirdi, çünkü adada tehlike altında olan bir Ro­
mano-İngiliz elit topluluğu vardı ve bunlar istilacılarla Fran­
sa'da yaşandığı türden bir asimilasyon süreci yaşamamıştı. 500
yılı civarında Britonlar -belki de Kral Arthur'un liderliğinde­
Mons Badonicus'ta Saksonlara karşı muhtemelen büyük bir
zafer kazandı ve gene muhtemeldir ki Arthur'un Sarayı efsa­
nesinde anlatıldığı şekliyle Güney Cadbury'de bulunan yüksek
kaledeki büyük salon, dönemin savaşçılarının kutlama ve şölen
mekanıydı. Roma sonrası dönemde savunma amaçlı yapılan ve
bu tip salonları bulunan Güney Cadbury'deki gibi yüksek ka­
leler, batı ve kuzey taraflarında yer alan kimi yerlerdeki İngiliz
gücüne temel teşkil etmiş olmalıdır.
60 İngiltere Tarihi

Bununla birlikte İngiltere tedricen istilacılar tarafından ele


geçirildi ve Roma Britanyası'nın büyük kısmı ya yıkıldı ya da
yıkılmaya yüz tuttu. Gene de Romalılaşmış kent ve konak ha­
yatı ile Hıristiyanlık ani bir kesintiye uğramadı. Canterbury
gibi bazı büyük kasabalardaki site yaşamının (kentsel kurum­
lar olmasa bile) devam etmiş olduğu, arkeolojik çalışmalarla
ortaya konmaktadır. Kentsel yapı formları Wroxeter'da 6. yüz­
yıla kadar devam ederken, Birdoswald'daki kimi kışlalar Roma
idaresi sona erdikten sonra yeniden inşa edildi. Dahası, fethe­
dilen bölgelerde pek çok Romano-Briton, köle ve köylü olarak
yaşamaya devam etti. Roma Britanyası'nı karakterize eden üst
tabakadaki nüfus, antik dünyanın büyük kısmını yakıp yıkan
hıyarcık vebasının ortaya çıktığı 6. yüzyıl ortalarına kadar var­
lığını sürdürmüş görünmektedir.
Öte yandan adadaki yerli nüfusun, askeri olarak baskın du­
rumda olan istilacı elitlerle yaşadığı kültürel eklemlenmenin
haricinde, büyük çoğunluğu itibarıyla İngiliz olarak kalmaya
devam ettiği de öne sürülmektedir. Arkeolojik veriler göster­
mektedir ki, yeni gelen yerleşimciler çamurlu araziye sahip
çok sayıda Roma yerleşimini terk etmiş olsa da, daha yumuşak
ve kolay sürülebilen arazileri daima çakıllı ve kireçli arazile­
re tercih etmek şeklinde tezahür etmiş olan Romano-İngiliz
geleneğini devam ettirmişlerdir. Sonuç olarak Anglosakson­
lar, zaten üst düzeyde işletilmekte olan bir toprağa gelip kon­
muştu. Yakın dönem arkeolojik çalışmalar da Romano-İngiliz
kırsalının sağlam bir iskan yapısına sahip olduğunu ve erken
dönem İngiliz yerleşimcilerin bu yapıların içine ve çevresi­
ne yerleştiğini vurgulama eğilimindedir. Yer adlarının büyük
çoğunluğu, daha sonra yayımlanan toprak sözleşmelerine ve
hatta Kıyamet Günü Kitabı'na (1086) gelene dek herhangi bir
yazılı belgede görülmez. O nedenle de erken dönemde adlan­
dırmaların ne olduğu ve nasıl meydana geldiğini bilmemiz çok
zordur. Gene de mesela yaygın yer adlarından olan ve ağaçlık
arazilerin açılması ya da yerleşim olan bir yerin çevresinin te-
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 61

mizlenmesi anlamına gelen "ley" (eski İngilizcede leah) takısı,


ormanlık alanlara doğru bir genişleme süreci yaşandığı esnada
yahut o sebeple ortaya çıkmış olabilir. Bir diğer anahtar sözcük
olan tun da bir yerin etrafını çevirme ve yerleşim anlamlarına
gelmektedir.
Lakin devamlılığı gösteren bu verilerin yanına, Roma Bri­
tanyası'nın dil ve kültürünün büyük oranda kaybolduğu ger­
çeğini de eklemek gerekmektedir. Ayrıca ticaret çöktüğü için,
bu eski Roma eyaleti, şimdi geçim ekonomisine mahk:Um bir
şiddet toplumu haline geldi ve ondan geriye sadece birkaç se­
ramik eşya ile madeni para kaldı. Keza, 5. ve 6. yüzyıldan geriye
kalan kalıntılarda mezarlıkların meskun mahallere kıyasla çok
daha fazla olması, aynı olgunun yansımalarıdır. Anglosakson
yerleşimciler sadece tarıma odaklanmamıştı, belki ondan fazla
kendi kendine yetmeye özen göstermişti. Bu sebeple belirli bir
yerdeki ortalama nüfus yoğunluğu, Roma dönemine nazaran
daha azdı. Anglosakson ekonomisi için ticaretin taşıdığı önem
ise sınırlıydı. Roma Londinium'u (Londra) kaderine terk
edilmişti ancak erken Sakson dönemi esnasında ana yerleşim
merkezi Thames kıyılan boyunca şehrin batısına doğru kaydı
ve tarihi 550 ile 700 arasına denk gelen buradaki Ludenwic
kasabasına ait bulgular, 1990'larda Sakson dönemi arkeolojik
çalışmaları ile gün yüzüne çıkartıldı.
İstilacıların tamamı pagandı ve Hıristiyanlık her ne kadar
batı bölgelerinde varlığını sürdürse de İngilizlerin yeniden ele
geçirdiği ilk topraklar olan doğu kesimlerinde kaybolmaya yüz
tutmuştu. Ancak zaten Romalılar döneminde de din bütün
Britanya'ya yayılmamıştı ve en azından toplumun daha üst
kesimlerinde görülen Hıristiyanlığın ne ölçüde Roma mirası
olduğu meselesi tartışmalı bir mevzudur. Hatta bazı akade­
misyenler Romano-İngiliz elitlerinin pagan olduğunu iddia
etmektedir.
Angllar ve Saksonlar 6. yüzyılda hatırı sayılır ölçüde iler­
leme gösterdi. En önemli Sakson krallıklarından biri olan ve
62 İngiltere Tarihi

Thames nehri hattındaki Dorchester ile Hampshire'a yerleş­


miş bulunan Batı Saksonlarının kurduğu Wessex krallığı batı
yönünde ilerledi ve 7. yüzyılda Dorset'i, 838'deyse Cornwall'ı
ele geçirdi. Angllar ise krallıklarını Doğu Anglia, Midlands
(Mercia), Yorkshire (Deira) ve Tees'in kuzeyini (Bernicia) içe­
ren bölgede kurmuşlardı. Deira ile Bernicia daha sonra bir­
leşerek Northumbria krallığını kurdu ve Kuzey İngiltere'ye
egemen olmak amacıyla İngiliz Elmet ve Rheged krallıklarını
ele geçirdi.
Bu dönemi basitçe Karanlık Çağlar olarak görmek ve sa­
dece şiddetin, huzursuzluğun ve vebanın hükümferma olduğu
yüzyıllar olarak tanımlamak yanıltıcı olur. Romalılaşmayı, yer­
leşim, toprak kullanımı ve ticaret gibi alanlardaki sürekliliği
yansıtan daha derindeki "nabız atışlarının" üzerini örten bir
tabaka olarak telakki edersek, Karanlık Çağları anlamak için
Roma-öncesi koşullarda bulunabilecek uzun erimli bir yak­
laşıma içkin potansiyeli görmek mümkündür. Gerçekten de
Britanya, kendi tarımsal köklerine büyük oranda bağlı kalmış
bir toplumdur ve Fransa ve İspanya gibi imparatorluğun diğer
eyaletlerine kıyasla daha az Romalılaşmıştır. Şehirlerin dışın­
da kalan yerlerde, Roma Britanyası üzerindeki İngiliz etkisini
görmemek imkansızdır.
Erken dönem Anglosakson toplumunun görünümlerine
dair pozitif bir değerlendirme yapmak da pekala mümkün­
dür. Mezarlıklar, Anglosakson çömlekçiliği ve metal-işçiliği­
nin niteliğini gözler önüne serer. Bir kısmı Suttan Hoo'daki
batık gemi enkazlarında bir kısmı ise Snape ve Kentish'teki
mezarlıklarda bulunan, çoğunluğu Kıta Avrupası ve Bizans'a
ait zengin ve gösterişli mallar hem Doğu Anglia ve Kent hane­
danlarının sahip olduğu zenginliğe hem de Kıta ile kurdukları
bağlantıların önemine işaret etmektedir. Suffolk Woodbridge
yakınlarındaki Suttan Hoo'daki alan, muhtemelen Doğu Ang­
lia kralı Raedwald'ın naaşına ev sahipliği yapmaktadır. Gene
müstesna bir dekoratif işçilik örneği olan başka bir mezarlık,
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1 066 63

7. yüzyıl toplumunun zenginliğinin ve belli noktalarda ulaştığı


ihti şamının ispatıdır. Maddi kültürün yüksek statüsüne işaret
eden zenginliğin bir diğer göstergesi, 2009 yılında S taffords­
hire'daki Hammerwich yakınlarında keşfedilen bir depodan
çıkartılan eşyalardır. Bütün bunlar, Anglosakson uygarlığının
kayb olmuş olan zenginliğine ilişkin spekülasyonlara hız ka­
zandırmış durumdadır. Suttan Hoo'daki gibi bir mezarlığın
bir önceki yüzyılda olabilmesi ihtimali zayıf olduğu için, bu
zenginlik olsa olsa bir yeniden yükseliş vakası olarak değer­
lendirilebilir. Aynı zamanda çetrefılli bir yeni siyasal duruma
ve Kıta Avrupası'yla kurulan daha güçlü bağlara da işaret et­
mektedir.

İskoçya ve İrlanda
Hadrianus duvarı ile Antonine duvarı arasında kalan Güney
İskoçya'nın orta ve batı kısımları, güneybatıda Rheged kral­
lıklarını kuran İngiliz kabileleri tarafından işgal edildi. Bun­
lar çok kısa süre sonra bugünkü Anglo-İskoç sınırına tekabül
eden hat üzerinde Cumbria/Strathclyde krallığını da kuracak­
lardı. Angllara bağlı bir grup kuzeydeki Forth körfezine kadar
doğu kıyısındaki bölgeleri ele geçirdi. Körfezin kuzey tarafla­
rını işgal eden Pictler ise geride muhtemelen kendi asaletlerini
göstermek üzere yaptıkları özellikle kıvrımlı taşlara yansıyan
üst düzeyde bir sanat bıraktılar. Pict kralları, cesaret ve kahra­
manlıklarını savaşlarda ve avcılıkta sergilerken, bir yandan da
toplum içinde kralların statüsünü vurgulayan sihirbaz ya da
şaman gibi kutsallık atfedilen kişileri de koruma altına almıştı.
İskoçlar sonraki tarih yazarları tarafından 4. yüzyıl gibi er­
ken bir tarihten itibaren Argyll'e yerleşmiş İrlandaca konuşan
insanlar olarak tanımlanmıştı, ancak bu görüş İrlanda etkisi­
ne muhtemelen gereğinden fazla önem atfetmiştir: Toptan ve
kapsamlı bir göç yerine, muhtemelen siyasal gelişmelerin de
etkilediği çok daha küçük ölçekli bir göç hareketi yaşanmış
64 İngiltere Tarihi

olmalıdır. Dahası işgallerle ilgili 19. yüzyılda ortaya atılan tez­


ler yeniden değerlendirildikçe, uzun zamandan beri -en azın­
dan MS 500 yılından çok önce- İskoçların Batı İskoçya ve
adalar bölgesinde bulunduklarını savunan görüşler geçerlilik
kazanmaktadır. Neticede iktidarını büyük ölçüde Dunadd'da
tesis etmiş olan İskoç Dal Riata krallığı Hıristiyanlıkla kurdu­
ğu ilişkiden de yararlanmak suretiyle Pict krallığını bünyesi­
ne alıp 9. yüzyılda yeni Alba ( Gal dilinden kalma bir sözcük)
krallığını kurdu.
Körfezin kuzeyindeki İskoçya'da olduğu gibi İrlanda da
Roma yönetiminden kalma bir devamlılık söz konusu değil­
di. 4. yüzyılda İngiltere'nin batısındaki topraklardan Güney
İrlanda'ya giren Hıristiyanlık 5. yüzyılda İrlanda'da yayıldı.
İrlanda'nın İspanya ve Batı Fransa ile de kültürel bağlantıları
vardı. Bu nedenle İrlanda, doğrudan Roma'nın kültürel etkisi­
ne maruz kalmadan Hıristiyanlığın etkisi altına girdi. İrlanda
kültürü pek çok unsurun iç içe geçtiği bir karışımdan müte­
şekkildi: Pagan ve Hıristiyan, sözlü ve yazılı, yerli ve yabancı.
Daha genel olarak bakıldığında, Kelt Hıristiyanlığının ge­
nişleyen bir kültürel dünyanın dinamik unsuru olduğu görülür.
Tüccarlar Kelt Hıristiyanlığını İrlanda ve Cornwall' ın yanısıra
muhtemelen Faroe Adaları ve İskoçya gibi en kuzeydeki yer­
lere kadar yaydı ve bilhassa Patrick, David, Columba, Brendan
ve Columbanus gibi büyük Kelt azizleri 5. yüzyıldan itibaren
aktif olarak benzer bir işlevi yerine getirmekteydi. Başlangıç­
ta İrlanda Hıristiyanlığı, piskoposların idare ettiği bir yapıy­
dı, ancak kısa süre sonra gelen etkileyici manastırlar bunları
gölgede bıraktı. Kelt Hıristiyanlığının çerçevesini, manastır
hayatı, mistisizm ve bazı pagan unsurlar belirledi. Kelt sanatı
Hıristiyanlıkla etkileşime girdi: Haçlar üst düzey bir tezyinle
yapılırken taş oymacılığında çok sayıda eser ortaya kondu ve
üstelik bu döneme ait Kelt ilahilerine dair kanıtlar da vardır.
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 65

Galler
Galler, İngiltere'ye kıyasla daha az "Romalılaşmış" olsa da
Roma hem kültürel hem de siyasal açıdan Galler üzerine
gölgesini yansıtmaya devam etti, ancak idari anlamda Roma
sistemi çöktü. Galler, Anglosakson fetihlerine direnen yerel
olarak güçlü kabile savaçılarının liderlik ettiği siyasi birimle­
rin bir karışımı haline geldi. Deniz üzerinden kurulmuş ticaret
bağlantıları Roma-sonrası Galler'de önemini muhafaza etti ve
bazı rotalar hem burada Hıristiyanlığın yayılmasına hizmet
etti hem de İrlanda'dan yerleşimcilerin gelmesini sağladı. Bu
dönemin Galler tarihine dair sağlıklı denebilecek bilgiler çok
az olduğundan, İngiltere'nin büyük bölümü ile kıyaslandığın­
da Galler'in kültürel ve siyasal gelişmeden görece yoksun oldu­
ğu şeklinde bir fotoğraf ortaya çıksa b ile �ene de bazı olguların
açık varlığından sözetmek mümkündür. Orneğin Hıristiyanlık
çok açık biçimde büyük ve yükselen bir güçtü. Manastırlar,
kiliseler ve keşişlerin inzivaya çekildiği yapılara benzer dini
mekanların Galler'in her yerine yayıldığını gösteren delillerin
yanısıra kültürel konularda kilisenin önemli bir rol oynadığı
da apaçık olarak görülür. Bunun yanında Roma-öncesinin ve
Roma döneminin Kelt dili, aktif biçimde anadil olma hüviye­
tini sürdürdü ve Galceye doğru evrilecek yolculuğuna başladı.
Galler -kelimenin kendisi belirli bir coğrafyanın adı ol­
makla birlikte- kültürel açıdan son derece sorunlu bir yerdi:
Anglosaksonların gelip yerini aldığı eski bir uygarlıktan geriye
neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. İstilacılar arasındaki mücade­
leler uzun süre devam etti. Nihayet Mercia kralı Offa'nın (yak­
laşık olarak 757-796 yılları) yaptırdığı Offa Duvarı'yla birlikte
Galli Powys krallığı ile Mercia krallığını ayıran bir sınır hattı
oluştu. Duvarın kuzeye ve güneye doğru ilerleyen bölümleri
muhtemelen Offa'nın işi değildi ve farklı tarihlerde yapıldı.
Britanya adalarının başka hiçbir yerinde bir sınır, önce Ang­
losaksonların daha sonra Normanların ilerleyişinde görüldüğü
66 İngiltere Tarihi

üzere, Galler tarihinin oluşumunda olduğu kadar belirleyici bir


rol oynamamıştır. Gerçekte, Galler (İngilizcede Wales) kelime­
sini -"öteki" anlamında- ilk kullanan İngilizlerdi: S aksonlar,
Britonları tanımlamak için Walas veya Wealas kelimesini kul­
landı ki bu, hem "köleler" hem de "yabancılar" anlamına geli­
yordu. Galcede "Galler" kelimesini karşılamak için kullanılan
ve muhtemelen bu dönemde ortaya çıkan sözcük Cymru idi ve
İngilizcede "hemşehri" anlamına geliyordu.
Anglosaksonlar batı yönünde ilerlerken, bölgede yaşamak­
ta olan Roman o-İngiliz toplumlar arasında toprak için verilen
mücadele çok keskindi: Cumbria/Strathclyde, Galler ve Corn­
wall müşterek en ufak bir amaç için bile bir araya gelemiyordu.
Özellikle Kuzey İngiltere'nin kontrolü için verilen mücadele,
İngiltere'nin gelecekte alacağı siyasal formun belirlenmesine
zemin hazırladı. 6 1 6'da Northumbria kralı Ethelfrith, Ches­
ter'da vuku bulan savaşta Powys kralını öldürüp Cheshire'ı
ele geçirdi ve Galler'i Cumbria'dan ayırdı. Onun halefi Edwin
629'da Gwynedd kralı Cadwallon'u bozguna uğratmak sure­
tiyle Northumbrialıların Galliler üstündeki baskısını devam
ettirdi. Ama Hıristiyan Cadwallon daha sonra Mercia'nın
(yaklaşık olarak 632-54 tarihlerinde) pagan kralı Penda ile
bir ittifak kurarak 633 yılında Heatfıeld'daki savaşta Edwin'i
mağlup edip öldürdükten sonra Northumbria'yı işgal etti. Gel­
gelelim Cadwallon'un kendisi de bir yıl sonra Edwin'in yeğeni
Oswald tarafından öldürüldü ve böylelikle Galliler, Cumbria­
lılarla olan kara bağlantılarını yitirmiş oldu. Güneybatı Keltleri
ile olan kara bağlantıları zaten 5 70'lerde Gloucestershire fet­
hedildiğinde kesilmişti. Böylece Galler yaşayan Romano-İngi­
liz uygarlığının en önemli mecrası haline geldi.

Hıristiyanlığın Yayılışı
Roma dönemi ve sonrası İngiltere'sinde egemen olan dini ço­
ğulculuğun yerini Hıristiyanlığın alması, İngiltere'yi kültürel
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 6 7

açıd an Kıta Avrupası'yla çok daha yakın bir düzleme taşıdı.


Papa Gregory tarafından yollanan rahip Augustine'in öncü­
lüğün deki bir heyet, 597 senesinde Kent bölgesinin başken­
ti olan Canterbury'ye geldi ve güneydoğu kesimlerinde bazı
muvaffakiyetler elde etti. Ama gerçekte İngiltere'nin büyük
kısmının Hıristiyanlığa geçiş sürecinin arkasında İrlanda Kili­
se si'nin çabaları yatmaktaydı. İrlanda'dan yola çıkıp İskoçya'ya
ulaşan Hıristiyan misyoner ekibinin içinde İskoçlar da vardı.
İrlanda Kilisesi bir tür piskoposluk sistemine sahip olmakla
birlikte, Armagh ve Clonmacnois gibi büyük manastırlar daha
önemliydi. Söz konusu manastırlar, dindarlığın, misyonerliğin
ve yazı yazmayı da içeren kültürel aktivitelerin merkezi konu­
mundaydı.
Günümüz İskoçyası'nın batı sahilinde yer alan lona Kilise­
si, 563'te İrlandalı bir rahip olan Columba tarafından inşa et­
tirildi ve Pictler 8. yüzyılın başlarında Hıristiyanlığı kabul etti.
Gene Aidian'ın rehberliğindeki bir diğer misyoner grubu 635
yılında Northumbria'da Lindisfarne Manastırı'nı tesis etti ve
bu manastır Mercia'nın Hıristiyanlığa geçişinde kilit rol oyna­
dı. İrlanda Kilisesi'nin Anglosakson İngilteresi'nde büyük bir
kültürel etkisi de vardı. Ancak hem Papalığın otoritesi hem de
Paskalya yortusunun tarihinin doğru olarak hesaplanması ko­
nularında bir görüş ayrılığı ve gerilim yaşanıyordu. Northumb­
ria Kralı Oswy'nin çabalarının sonucunda 664'te Whitby'de
toplanan kilise meclisindeki tartışmada baskın çıkan Roma
gelenekleri oldu: lona'nın Northumbrian Kilisesi üzerindeki
otoritesi kırıldı ve Papa tarafından Canterbury Başpiskoposu
olarak atanan Tarsuslu Theodore'un öncülüğünde İngiliz K.i­
lisesi'nin oluşumuna giden yol açıldı. İrlandalı rahipler, Batı
Avrupa'nın tamamında hem öğretim hem de misyonerlik faa­
liyetlerinde temel bir rol oynadılar ama özellikle Charlemag­
ne' ın sarayında ve Hıristiyanlığın Almanya'da yayılmasında
hatırı sayılır bir konumları vardı. Günden güne gelişme gös­
teren İrlanda kültürel ve entelektüel hayatı, Viking saldırıları
68 İngiltere Tarihi

ile birlikte kesintiye uğradı. Roma-sonrası Avrupa'nın bir yerel


dilde kaleme alınmış ilk yazınının ortaya çıktığı yer de İrlan­
da'ydı.
Böylece İngiltere, Aşağı Ülkeler'de, ı Almanya'da ve ardın­
dan İskandivanya'da Hıristiyanlığın yayılmasını sağlayan mis­
yonerlik faaliyetlerinin ana üssü haline geldi. İngiltere'deki
pagan kültleri ve pratikleri ise tedricen yok edildi yahut Kilise
tarafından aşındırıldı. 7. yüzyılın sonlarından itibaren önem­
li merkezlerde kiliseler ve katedraller inşa edilmeye başlandı.
Bunlar çok büyük alanlarda dini hizmetler sunmaya imkan
tanıyordu ama daha sonra bu büyük mabedler, bölge kiliseleri
eksenli küçük yerel kiliselere bölündü. İngiltere'de bu küçük
yerel kiliselerin büyük kısmı muhtemelen 10. ve 1 1 . yüzyıla ge­
linceye kadar henüz inşa edilmemişti; 12. yüzyılda ise bu tarz
yapıların kurulmaya başlandığı görülür. Bunların çoğu seküler
toprak sahiplerinin özel kiliseleri hüviyetini haizdi.2
Hıristiyanlık, eğitim ve okur-yazarlığın yayılması anlamı­
na geliyordu ve özellikle din adamları ve onların mülkiyeti­
ni korumak amacıyla üretilen yazılı hukukun doğmasında da
rolü belirgindi. Yazılı belgeler, belli bir bölgedeki cari hakların
ne olduğunun insanlara bildirilmesine hizmet ediyordu. Böy­
lelikle toplum en azından belirli bir ölçüde kurumsallaşmaya
başlamıştı. Kilise, okuma ve yazmayı da içeren Roma teknoloji
ve pratiklerine başka yerlerde hayatiyet kazandırmanın yanısı­
ra esas olarak bunları yitirmiş olan erken Ortaçağ Avrupası'nı
bu pratiklerle yeniden buluşturuyordu. Kilise, Britanya adaları
arasında köprü işlevi gören tek kurum olarak, ticaretin geliş­
mesi ile madeni para basımının tedavüle sokulup yayılmasında

1 İ ngilizcede "low countries" ibaresi ile Belçika, Lüksemburg ve Hol­


landa ülkeleri kastedilir. (ç.n.)
2 İ ngiltere'de 12. yüzyılda kişiye ait özel mülk üzerinde inşa edilmiş

küçük kiliseler vardı ve bunlar toprak sahibinin mülkiyeti olarak ka­


l
bu edilirdi. Toprak sahibi bu kilisenin görevlilerini kendisi tayin eder
ve "kendi" kilisesinden vergi toplardı. (ç.n.)
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 69

da çok temel bir rol oynadı. Başlangıçta bir kralın vaftiz olması
bütü n bir kabilenin veya krallığın "ihtidası" için yeterli olmakla
birlikte daha sonraki dönemde inananların tamamının vaftiz
edilmeye başlanması, Hıristiyanlığın artık herkesin kişisel ve
kolektif kimliğinin bir parçası haline geldiğini güçlü bir biçim­
de ortaya koyuyordu.
Hıristiyanlık, Anglosakson sanatkarlar için taş oymacılığı
ve tezhipli elyazması formlarında yeni bir ortam hazırladı. Bu
yazmalardan biri, 689 ile 72 1 yılları arasında kağıda aktarılmış
ve muhtemelen Nortumbrialıların inanç dünyasını yansıtan o
harika eserlerin en güzeli olan "Lindisfarne İncili"dir. Kitabın
hem yazı kısmında hem de tezhiplerinde İrlanda etkisi ken­
dini açığa vurur. Süslemede kullanılan çok sayıdaki motifin
kaynağı pagan Sakson sanatı olmakla beraber, öteki motifi.er
Hıristiyan Akdeniz sanatının bir ürünüdür. Bu kültürün mi­
raslarından biri, Bewcastle ve Ruthwell Haçı gibi Anglosak­
son haçlarıydı. Bunlar muhtemelen mabetlerin nişanesi ya da
cenaze merasimlerinin bir parçası olarak kullanıldı. Haçın asıl
oymalı dekorasyon kısmı, bir dizi karmaşık ve edebi sahneyi
yansıtır. Bu bağlamda Ruthwell Haçı'nda, haçın dile getirdiği
güçlü bir çarmıha gerilme düşüncesi ile bezeli Haç Hayali baş­
lıklı Anglosakson şiirin runik alfabesinde yazılmış bir uyarla­
ması bulunmaktadır.

Büyük Krallıkların Yükselişi


6. ve 7. yüzyıl İngilteresi'ndeki en önemli siyasi gelişme, iri­
li ufaklı çok sayıdaki küçük krallığın zamanla Northumbria,
Mercia ve Wessex olmak üzere üç büyük krallığın çatısı altın­
da toplanmaları oldu. Süreci açıklamak için hücre yapısını bir
metafor olarak kullanacak olursak, muhtemelen kendi bölge­
lerinde başarılı bir savaşçı olarak yaşayan küçük üniteler, daha
geniş birimlerle kaynaşarak birleşti. Özellikle yöneticilerin ki­
şilik özellikleri ve savaşların sonuçları gibi unsurlar göz önüne
70 İngiltere Tarihi

alındığında, bazı bölgelerdeki krallıkların artık bağımsız ola­


rak kalmak istemezken neden diğer bazı krallıkların genişle­
yerek büyümeye devam ettiğini açıklamak için talih kavramına
başvurmak zorunda kalırız. B aşlangıçta Kelt ve Doğu Anglia
önemliydi, ancak hiçbiri Anglosakson sınırının ilerlemesin­
den istifade edecek bir güçte değildi, oysa sınırdaki krallıklar
bu durumdan yararlanmışlardı. B atı Midland'deki Hwicce ve
Magonsaetan krallıkları Mercia krallığına dahil oldu; Mercia
ayrıca 654'ten itibaren -gerçekte belki 630'lardan beri- Doğu
Anglia'ya da hükmediyordu. Mercia kralı Penda 630'larda
Doğu Anglia kralını savaşta mağlup edip öldürmüştü. Dahası
önceleri Saksonlara ait olan Oxfordshire da artık Mercia'nın
bir parçası haline geldi. Özellikle 700 yılından sonra, zamanla
yönetici aileler gitgide toprak sahibi ailelerden ayrışmaya baş­
ladı ve kan davası, fidye ve akrabalık bağları gibi unsurların
belirleyegeldiği mevcut yapıdan farklılaşan bir kraliyet mah­
kemesi biçimlenmeye başladı. Benzer bir süreç G aller'de de
ortaya çıktı.
Krallar arasındaki ilişki değişken bir yapı arz ediyordu. Dai­
mi bir hegemonya tesis etmek çok zordu. Kent kralı Aethelbert
590'larda üstün-kral (bretwalda)1 olarak hareket edebiliyordu,
ki bu durum Augustine'in Canterbury'deki başarısının neden
önemli bir başarı olduğunu açıklamaktadır. Kent'in etkisi, 604
senesinde Londra'da bir piskoposluk kurulmasını da kolaylaş­
tırdı. Gelgelelim müteakip yüzyılın büyük kısmında bretwalda
unvanı sırasıyla Oswald (634-64 1 ) , Oswy (641 -670) ve Egf­
rith (670-685) adlı Northumbria kralları tarafından kullanıldı.
Onlar Doğu Britanya'da Humber ile Forth arasındaki; batıda
ise Mersey ile Ayr arasındaki bölgeyi yönetti ve zaman za­
man Mercia, Wessex, Strathclyde, Pict ve İskoç topraklarının

1 Anglosakson krallarına verilen bir unvan olan bretwalda, üstünlüğü


öteki krallar tarafından da tanınan daha üstün konumdaki bir kral
için kullanılmıştır. (ç.n.)
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 71

yöneticileri tarafından üstün-efendiler olarak kabul edildiler.


Ancak Northumbria'nın iktidarı, Mercia kralı Penda'nın (632-
65 4) meydan okuyuşuyla karşılaştı.
6 78'de Mercia ve 685'te Pictler karşısında uğradığı bozgun
ile birlikte Northumbria'nın hakimiyeti sona erdi. Pictlerin
kralı Bridei 685 yılında Forfar yakınlarındaki Nechtansme­
re'de yaşanan savaşta kral Egfrith'i mağlup edip öldürdü. İz­
leyen dönemde Northumbria'nın tekrar ayağa kalkmasına dair
herhangi bir emarenin zuhur etmediğini akılda tutarak, söz
konusu savaşın, uzun yıllar sonra İngiltere ve İskoçya olarak
adlandırılacak olan ülkeler arasındaki coğrafi ve siyasi ilişkinin
tesisi bağlamında bir dönüm noktası teşkil ettiğini belirtmek
gerekir.
Northumbria'nın egemenliğinin yerini, özellikle kral Offa
(75 7-796) döneminde Mercia hakimiyeti altı. Etkili bir yöne­
tici olan Offa, Londra'nın yanısıra Kent, Sussex, Doğu Anglia
ve Essex gibi eskiden bağımsız olan krallıkları kontrolü altına
aldı. Her ne kadar Mercia'nın kalbi konumundaki Kuzeybatı
Midlands toprakları gerektiği oranda bir maddi refah görmese
de, neticede Offa bol parayla zengin bir bölgeyi yönetti. Wes­
sex 786 yılında Mercia'nın himayesine girmeyi kabul eder­
ken, bu olay esnasında yayımlanan resmi belgelerde, bir sefere
mahsus bile olsa, Offa için "İngilizlerin Kralı" ifadesi kullanıl­
dı. Ama Offa tarihte en çok, Galli Powys krallığı ile Mercia
arasında sınır hattı işlevi gören ve savunma amaçlı kazdırdığı
uzun hendek ile bilinir. Hiç tartışmasız ciddi bir organizasyon
gerektiren bu hendek olayı, beraberinde madeni para basımı­
nın yeniden düzenlenmesini getirmesinin yanısıra, asıl Mercia
dönemi İngilteresi'nin yönetim kapasitesine dair bir kanıttır.
İleride İngiliz para birimine temel teşkil edecek olan, üzerinde
kralın kafa resminin basılı olduğu ve daha bir standart hale
gelmiş olan gümüş paranın ortaya çıkmasını sağlayan da Of­
fa'ydı. Erken dönem kralların çoğu para basmıştı ve yaptıkları
kanunlarda da para kullanımına her zaman göndermede bulu-
72 İngiltere Tarihi

nuyorlardı, ancak Offa döneminden itibarendir ki dolaşımdaki


para miktarında ciddi bir artış görülmeye başlandı.
Offa Hendeği Mercia'nın genişlemesinin durması anla­
mına gelmiyordu ve fakat İngiltere'nin doğusundan kaynaklı
bir baskının Galler'in sınırlarının biçimlenmesinde ne dere­
ce etkili olduğunu yansıtmaktaydı. Aynı dönemde İskoçya ve
İrlanda için benzer bir durum söz konusu dahi değildi. Bu­
nunla birlikte İngiltere'nin büyük kısmında kalıcı ve etkili bir
kontrol tesis etmek, mevcut krallıklarının tümünün kapasite­
sini aşan bir işti. Mercia kralı Cenwulf (796-821) 798 yılında
Kent'te patlak veren bir isyanı acımasızca bastırsa da, Wessex
802 senesinde Mercia'nın himayesini artık tanımayacağını ilan
etti. Dahası Mercia, Galler'deki çatışmalar ve aileler arasında
bitmek bilmeyen husumetlerden ötürü 820'lerde güç kaybetti
ve nihayet 825'te Mercialıları Ellandun'da yenen Wessex kralı
Egbert Kent, Essex, Surrey ve Sussex'i ele geçirdi. Mercia 829
yılında sessizliğe gömülse de kısa süre sonra tekrar bağımsız
bir devlet olacaktı. Görünen o ki siyasal birlikteliğe dair ortada
neredeyse hiçbir emare bulunmamaktaydı. Ulusal bir kimlik
anlamındaysa çok cılız bazı belirtiler göze çarpıyordu: 6 72'de
toplanan Hertford Kilise Meclisi toplantısında alınan kararlar
bütün İngiliz Kiliseleri için geçerli kabul edilerek uygulamaya
kondu ve Northumbrialı rahip Bede 73 1 yılında ünlü İngiliz
Halkının Dini Tarihi adlı kitabını kaleme aldı. Siyasi değil ta­
mamen dini bir amaç gütmüş olsa da, Bede'nin kitapta İngiliz
krallıklarına dair serdettiği görüşler onun İngiliz tarihini "inşa
eden" bir isim olarak tanınmasını sağladı. 829'da Northumbria,
Egbert'in üstün liderliğini de tanıdı, ancak henüz Wessex'in
bir İngiliz devletinin merkezi olarak belirmekte olduğuna dair
güçlü bir duygu oluşmamıştı.
İktidarı genişletme yönündeki çabalar, ileride İskoçya ola­
rak adlandırılacak olan bölgenin büyük kısmında değişken ve
belirsiz bir kaynaşma ve birleşme durumu yarattı. 8. yüzyılın
ortalarında Pictlerin kralı Angus mac Fergus (ö. 76 1), İngi-
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 73

liz Strathclyde krallığını dize getirmeyi başaramamıştı fakat


İskoç Dal Riata krallığına üstünlüğünü kabul ettirecek kadar
da bir güce sahipti. Bu üstün liderlik pratiği ve "yüce krallar"
yaklaşı mı, geniş toprakları idare etmenin zor olduğu şeklinde­
ki bir varsayıma dayanıyordu. Angus'un ölümünün ardından
Pict ülkesi ciddi sıkıntılar yaşadı: Dal Riata yeniden özerkli­
ğini ilan etti ve 789 yılına gelindiğinde hem Dal Riata krallığı
hem de Pict ülkesi önde gelen bir Dal Riatalı ismin, Cons­
tantin'in kontrolü altına girdi. Böylelikle ortaya çıkan bu yeni
siyasi yapı, yakl�şık olarak 900 yılından itibaren önce Alba ve
en sonunda da Iskoçya olarak adlandırıldı. Bu adlandırmanın
kendisi, Dal Riata kavminin yahut İskoç olanın kadimliğine
işaret etmektedir. Öte yandan tarihçiler, Pict kimliğinin bu
yeni siyasi yapıya ne oranda barışçıl bir biçimde ve ne oranda
şiddet yoluyla aktarılmış olduğunu tartışmaya devam ediyorlar.

Toplum
Britanya Adaları toplumuna dair öne sürülecek herhangi bir
fikir, elimizdeki kaynakların doğası gereği kesinlik arz et­
mekten uzak olmak durumundadır. Arkeolojik araştırmaların,
özellikle nüfusun büyük çoğunluğunun yaşamıyla ilgili ortaya
koydukları bellidir ve maalesef yazılı kaynaklar da oldukça sı­
nırlıdır. Bununla birlikte yeni arkeolojik yöntemler bu konuda
pek çok yeni bakış açısı sunmaktadır. Mesela fosilleşmiş insan
dışkıları üzerine yapılan çalışmalar, 95 0 yılı civarında York'taki
insanların nasıl da sağlıksız bir yaşam sürdüklerini gözler önü­
ne sermektedir.
Öne çıkan birkaç tema üzerinden hareket edelim. Önce­
likle, iktidarın temeli ve yönetim mantığı şiddete dayanıyordu.
Kraliyet aileleri ve kabileler arasındaki kan davaları, toplumu
daimi bir şiddet sarmalı içinde tuttu; dövüşerek kazanılmış
şanlı zaferlerden birini anlatan destansı Beowuif şiirinde ken­
dini gösteren kahramanlık ethosu da aynı olgunun bir tezahü-
74 İngiltere Tarihi

rüdür. Toplum çok açık biçimde eşitsizlik üzerine kuruluydu.


Krallıkların tümünde, yönetici grubun altında ve ona tabi olan
toplum, İrlanda Denizi'nin her iki yakasında da özgür olanlar
ve olmayanlar şeklinde ikiye bölünmüştü; toprakta çalışanlar
ikinci gruptakilerdi. Modern toplumda, egemen güç (devleti
hükümet) ile eşit hak ve statülerden yararlanan vatandaşlar
arasında açık bir ayırım vardır; oysa modern-öncesi toplum,
belirli bir mesafe ve gayrişahsilik arz etmek yerine bilinçli
biçimde kişiselleştirilmiş bir yöneten-yönetilen ilişkisinin ve
farklı ayrıcalıkların her yere sirayet eden etkisi ile tavsif edil­
miştir. Savaşçı bir toplumun ethosu buydu. Toplumdaki statü­
nün ölçütü, ödenen fidye bedeliydi: Bir kişiyi öldürmenin kar­
şılığı olarak ödenen bu para, farklı toplumsal gruplarda farklı
meblağlarda olabilirdi. Wessex kralı Ine'nin 688-694 yılları
arası yayınladığı kanunlar, fidye için ödenecek bedelleri aynı
toplumda Britanyalılar için ayrı; İngiliz (Anglosakson) olanlar
için ayrı olacak şekilde belirledi; Britanyahlar ikinci sınıf yurt­
taşlardı. Daha genel bir açıdan bakıldığında, özgür olmayan­
lar sınıfında hem köleler (slave) hem de toprağa bağlı köylüler
(serf) olduğu görülür ancak bu iki grubun statüleri birbirinden
farklıydı.
Yaşa ve otoriteye, dini ve dünyevi olana, yasal ve hukuki
yaptırımlara gösterilen saygı önemli olmakla birlikte, toplum
sadece hiyerarşik değil aynı zamanda erkek-egemen, itaatkar
ve ataerkildi de. Temel ayırım cinsiyetler arasındaydı. Kadınlar
erkeklere tabiydi ve onlardan beklenen şey erkeklere itaat et­
meleriydi. Mahkemede kadın, kocası tarafından temsil edilirdi.
Cinsiyet rolleri, Bakire Meryem ve azizler gibi dini örnekler­
de de tecessüm etmiştir. Buna rağmen kadın gene de ekono­
mi için hayati bir rol oynuyordu. Ekonomik birimler, kadının
özellikle elbise yaparak ve besinleri işleyerek büyük katkıda
bulunduğu meskenlerdi. Diğer taraftan kadınların hakları da
yok değildi. Anglosaksonların geç dönemine bakıldığında, evli
bir kadının müstakil bir mülkiyetin kontrolünü ele alabildi-
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 75

ği ve arazi üzerinde miras alma ve miras bırakma gibi hakları


olduğuna dair kanıtlar mevcuttur. Hatta rahibe manastırının
"dı şa kapalı" dünyasını bir yana bırakırsak, bir kadının sivrilip
isim yapması dahi mümkündü. Bu bazen, 9 1 1 - 9 1 8 yılları arası
M erci a'yı yöneten Aethelflaed örneğinde olduğu gibi kraliyet
ailesi nin bir mensubu olmaktan kaynaklanabilirdi, bazense
önce Aethelred ardından K.nut ile evlenen Emma örneğinde
görüldüğü üzere kral üzerinde hayli etkili olmuş bir eş olarak
tezahür edebilirdi. Pictlerdeki kraliyet zinciri, anne tarafından
gelen soya dayanmaktaydı. Üstelik erkeklerin hakları ve üstün
statüleri ne olursa olsun, evlilikteki ilişkiler hem kişilik gücünü
hem de sevgiyi yansıtıyordu, ki bu ebeveyn-çocuk ilişkileri için
de geçerli bir örüntüydü.
Gene de bu kişilik ve sevgi meseleleri, esas olarak farklılığa
dayalı bir güç ve otorite bağlamında gerçekleşmiştir. Statüle­
rin miras yoluyla intikal ettiği bir toplumda, kadınların bir tür
menkul eşya yahut politik bir çıktı olarak telakki edilmeleri
kaçınılmazdı. Ağırlık hep askeri faaliyetler ve savaşçı ethosun­
da olduğu için kadınların bağımsız hareket edebilecekleri alan
sınırlıydı. Dahası dişil davranış ve tutum, dini referansa göre
tasnif edilip basmakalıp yargılarla örülmüştü. Kadının gelin, eş
ve anne gibi olumlu imajlarının yanında, onu kahpe ve fahişe
olarak tavsif eden güçlü bir olumsuz gelenek de söz konusuydu.
Çevrenin ve insan ekosisteminin rolü, teknolojiden sade­
ce çok az bir oranda etkilendi. Gerçekten de doğum ve ölüm
örüntülerinin şekillenmesinde başat rol mevsimlere aitti. Öte
yandan fiziksel güç ve endam fevkalade önemliydi ve bilgelik
de yaşa bağlıydı. Toplumda bir gençlik kültü ya da yeniliğe at­
fedilen bir anlam ve değer söz konusu değildi. Bu tip gelişme­
ler zaten son 250 yılda, hatta daha da daraltmak gerekirse son
95 yılda ortaya çıkmıştır. Bunun yerine toplum, geçmişe büyük
bir saygı ile bağlıydı ve onunla yaşıyordu. Eşitlikçi olmayan
toplumsal pratikler ve kurumlar sorgusuz sualsiz kabul ediliyor
ve toplumsal elitlerle sınırlı bir aktivite olan "siyaset" için bun-
76 İngiltere Tarihi

lar merkezi önem taşıyordu. Akrabalık grupları, lordlukların ve


krallığın yükselişi neticesinde eskisine nazaran daha yumuşak
bir karaktere evrilmiş olsa da, hala büyük bir öneme sahipti ve
veraset konusu ile grup üyelerinin maruz kaldığı haksızlıkların
intikamının alınması meselesinde icap eden meşru rol ve po­
zisyonları belirliyordu. Akrabalık bağları, kan davası olayların­
da belirleyici bir yer tutuyordu.
İnsanların büyük çoğunluğu çiftliklerde ve küçük köylerde
yaşıyordu. Bununla birlikte, Yüksek Ortaçağ dönemi ile ilişki­
lendirilen açık-arazi sistemi ve küme tipi köyler 8. yüzyıldan
itibaren gelişmeye başladı. Bu iki olgu, sonraki Anglosakson
toplumsal gelişiminin en temel özelliğiydi. Çiftçilik ve tarım
düzeni yerli yerine oturmaya başladıkça yerel malikane lordlu­
ğu (feodal beyler) ortaya çıktı. Miras olarak intikal eden top­
rak mülkiyeti, şimdi daha da önemli hale gelmişti ve soyluların
(thegns) statü, hak ve görevlerinin tanımlanması noktasında
daha net bir durum ortaya çıkmıştı. Ekonomik sistemin do­
ğası gereği, miras, sosyal ve siyasal ilişkilerin belirlenmesinde
çok büyük önem kazanmıştı. Asıl olan toprak ve onu işleyen
emekti ve toprak sahipliği önemli ölçüde eşitsiz bir yapıdaydı.
Britanya adaları, yerleşim, ekonomi, siyaset ve toplumsal
değerler bağlamında ağırlıklı olarak kırsal bir karakter arz edi­
yordu ve Roma dönemi Britanyası'na kıyasla bu durum daha
da artmıştı. Büyük limanlar arasından birkaçı -Ipswich, Lond­
ra, Sandwich, Southampton ve York- 8. yüzyılda göz alıcı bir
şekilde gelişti; deniz aşırı ticaret ve kıyı ticareti daha düzenli
hale geldi. 730 yılında tarihçi Bede Londra'yı "pek çok insanın
alışveriş yaptığı bir pazar" olarak tanımlıyordu. Londra'daki
Roma köprüsü muhtemelen 9. yüzyılın ortalarında yeniden
inşa edildi. Büyük olasılıkla Wessex kralı Ine'nin (yaklaşık
688-726 yılları arası yaşadı ve Taunton'u da o inşa etti) tasar­
ladığı Southampton ise, her ne kadar 8 . yüzyıldan 10. yüzyıla
kadar tedrici olarak ilk kurulduğundaki yerleşim bölgesinden
uzaklaşmışsa da, tahminen 4.500 metrekarelik bir alana ya-
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 77

yılmış önemli bir tic �et ve para basım merkeziydi. 7. yüzyılın


sonu ile 8. yüzyılda lngiltere'de madeni para basımı gelişme
gös terdi. Günümüzde geniş meta1: dedektörlerle yapılan arazi
taramaları, 8. yüzyılın başlarında lngiltere'nin doğusu ile gü­
neyinde tedavülde olan madeni para sayısı ı:ıın bir hayli yüksek
olduğunu ortaya koymuştur. Bu zenginlik, lngiltere ekonomisi
için büyük önem taşıyan yün ihracatının hacmini ve önemini
gözler önüne serer. 10. yüzyıla gelindiğinde kral Alfred ve ha­
lefi.eri tarafından kurulan çok sayıdaki burh (ya da burg;. tahkim
edilmiş kasabalar) ile birlikte, İngiltere'de çok daha yoğun bir
kentsel ağ söz konusuydu. Alfred'in ve takipçilerinin tesis etti­
ği burhların bir kısmı eski Roma kasabalarının yeniden inşası­
na dayanmakta, bir kısmıysa özgün ve orijinal mekanlar olarak
ortaya çıkmaktaydı.
İç ve dış ticaret daha önemli hale gelmiş olsa da tarım, her
şeye rağmen ülke için merkezi olma özelliğini korudu. Güç
kaynakları ve mahsulatın taşınması ile ürünler ve hayvanların
seçici çoğaltılması1 için gereken bilgi ve teknolojiden yoksun­
lardı. Ciddi bir suni gübre kıtlığı yaşandığı için, tarım arazileri
verimliliğini korusun diye nadasa bırakılırdı. Besi hayvanı sa­
yısı Roma döneminde yaşayan atalarınınkine göre daha azdı,
hele modern zamanla karşılaştırıldığında çok daha azdı ve üs­
telik et ve sütten alınan verim de günümüze nazaran oldukça
düşüktü. Yapılan işlerin büyük kısmı elle yapılan, tekrara daya -

lı, genelde meşakkatli ve tekdüze faaliyetlerdi.


Ulaşım meselesi hem eşyalar hem de insanlar için görece il­
kel bir nitelikteydi. Uzun mesafeli yük taşımacılığının tek eko­
nomik yolu, sudan faydalanmaktı. Başlangıçta iki ana su yolu
vardı: ilki Wash ve Humber, ikincisi Severn ve Avon arası ta­
şımacılıkta kullanılıyordu. Ama bu ikinci yol, onunla bağlantılı

1 Seçici çoğaltma, tarım ve hayvancılıkta düzgün ırk ve tohumları


birleştirip daha iyi neticeler almak ve verimliliği arttırma amacıyla
uygulanan bir yöntemdir. (ç.n.)
78 İngiltere Tarihi

olan ticaret yolunun -İspanya ve Fransa üzerinden Cornwall'a


uzanan yol- çökmeye başlaması ile birlikte 6. yüzyılın sonla­
rından itibaren işlevsizleşerek önemini kaybetti. Onun yerine
Londra çevresinde yoğunlaşan Thames nehrinin önemi arttı.
Gelgelelim nehirler, donma, kuraklık, çamurlaşma ve su bent­
lerinden olumsuz olarak etkileniyordu; keza deniz seyahati de
rüzgar, dalga ve gelgit olayına bağlıydı. Karadaysa önemli olan
tepe ve bayırlardaki güzergahlardı. Çünkü vadiler hem sel ve
taşkına yatkındı hem de zemini çok ağırlaştığı için içinden ge­
çip gitmek hayli zordu. Yüksek güzergahlara kadar ulaşabilen
köprü ve iskeleler kilit önemdeki su rotalarını birbirine bağla­
mak suretiyle ulaşım sisteminin en önemli unsuru haline gel­
mişti. Köprülerin daha önemli bir rolünün, 740'lardan itibaren
köprü yapım ve onarımında kullanılan işgücünün yükselerek
değer kazanması olduğu şeklindeki yaklaşım da yabana atılır
bir düşünce değil. Atlar, askeri ya da eğlence amaçlı kulla­
nımlarının yanısıra, gücünden ötürü taşımacılıkta yük hayvanı
olarak da kullanıldı. Bütün bu sınırlamalara rağmen, yerleşim
alanları bu dönem boyunca genişledi. Mesela Norfolk'ta erken
dönem yerleşim örüntülerinin, 7. ve 8. yüzyıllarda dikkat çeke­
cek ölçüde geliştiği görülmüştür. Görece refah içinde yaşayan
bu toplum, yağmacı Vikinglerin gözünden kaçmayacaktı.

Viking Akınları
Avrupa'nın büyük kısmı 8, 9 ve 10. yüzyıl boyunca etkili ola­
cak olan ikinci dalga bir "barbar" akınına maruz kaldı: Doğu­
dan Magyarlar, güneyden Araplar ve İskandinavya tarafından
Vikingler (Danlar, Norveçliler ve İsveçliler) saldırıya geçmişti.
Tüccar, sömürgeci ve savaşçı bir topluluk olan Vikingler doğu­
da Rusya'ya batıda ise İzlanda, Grönland ve Kuzey Amerika
kıyılarına dek yayıldı. Ama 9. yüzyıl itibarıyla Viking akınla­
rının esas yoğunlaştığı yerler İngiltere, Fransa'nın kuzeyi ve
Aşağı Ülkeler'd i. İngiltere 980 ile 1075 yılları arasında yeni bir
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 79

saldırı dalgasının daha hedefi haline gelecekti. Viking akın­


larının arkasındaki sebep muhtemelen İskandinavya'da sö­
mürülebilecekleri toprağın çok sınırlı olmasıydı. Bu nedenle
Vikingler, hem karada hem de denizde hareket etme kabili­
yetine sahip İskandinavların saldır_ıları karşısında korumasız
durumda kalması mukadder olan lngiltere gibi daha zengin
ve verimli toprakları ele geçirip yerleşmeye karar verdi. Büyük
Viking gemileri, dümen kürekleri, yelkenleri, kademeli direk­
leri ve sağlam omurgaları ile Atlas Okyanusu'na açılacak ka­
dar etkili okyanus gemileriydi; ayrıca sığ sulara uygun yapıları
nedeniyle, suyun derinliği yalnızca 1 metre bile olsa, kıyıda ve
nehirde yol alabilmekteydi.
Aslına bakılırsa İngiltere iki yüzyıldan beri kıtadan gelen
herhangi bir saldırıya uğramamıştı. Ancak ilk kez 789 senesin­
de Darıların (Danimarkalı) gemileri İngiliz sularında görüldü
ve ardından 793 ve 794'te pagan Norveçliler, Northumbrialıla­
rın önde gelen kültür ve inanç merkezi olan Lindisfarne Ma­
nastırı'nı vahşice yağmaladı. Viking baskıları 830 ve 840'larda
arttı ve Britanya adalarının bütün kıyı kesimleri bu olaydan
etkilendi. Norveçliler önlerine çıkanı yakıp yıkarak Orkneys,
Shetlands, İskoçya'nın kuzeyi ile batı kıyılarını ve İrlanda'nın
kıyı bölgelerini istila etti. Northern adaları ile kuzeydoğuda­
ki Caithness'ta yeni istilacı yerleşimcilerin yoğunluğu o kadar
fazlaydı ki, bölgedeki yerel dil bir Norveç lehçesine dönüştü ve
ancak 16. yüzyıl ile 1 8 . yüzyıl arasında yeniden İskoçça ege­
men duruma gelebildi. Iona Manastırı 795 yılında saldırıya
uğradı ve 802'de yağmalandı.
Norveçliler aynı zamanda İrlanda üzerinde de büyük bir
etki yarattı. Buraya ilk kez 794'te gelen Norveçliler Rechru'yu
(Rathlin Adası) yağmalamakla işe başladı. İhtişamlı İrlanda
manastırları istilacıları cezbediyordu ve çok sayıda nehir ve göl
olması Vikinglere rahat ve hızlı hareket etme imkanı sağlıyor­
du. İrlanda'da kışı geçirmek üzere yerleşen geniş birlikler ve
daimi kıyı üslerinin inşası ile beraber, 840'lardan itibaren Vi-
80 İngiltere Tarihi

kinglerin askeri varlığı daha da güçlendi. 841 yılında kurulan


Dublin'i Limerick, Wexford, Waterford ve Cork'un kuruluşu
izledi. Erken dönem yerleşim üsleri 902 yılında yıkıldı ancak
daha sonra yeniden oluşturuldu: "Beş kasaba"nın 9 17'den son­
ra kurulmuş oldukları kabul edilir. Bu tip üsleri garnizon ola­
rak ele alan Norveçliler, İrlanda Denizi'ni ve onun ticaretini
kontrolü altında tutarken bir yandan da Galler'in Man adasına
-ki 9. yüzyılın son çeyreğinde ele geçireceklerdir- ve İngilte­
re' nin batı kıyısına müdahalelerde bulunmaktaydı. İrlanda'daki
Viking baskısı 10. yüzyılın başlarından itibaren arttı.
Diğer yandan Norveçliler 850'lerde Kuzey Gal kıyılarında
-bilhassa Anglesey üzerinde- baskı kurmaya başladı ve nihayet
968'de önde gelen Galli krallıklardan olan Gwynedd krallığı­
nın merkezini yağmaladı. Ayrıca 870 yılında Dublin'in Norveç
kökenli kralı O laf, Strathclyde krallığı için hayati bir konumda
bulunan Dumbarton kalesini zaptetti. 10. yüzyılın ilk çeyreğin­
de Norveçliler Dublin'den harekete geçip Wirral yarımadasını
902 senesinde işgal ederek, Kuzeybatı İngiltere'nin kıyı şeridi­
nin tamamını kendi kolonileri haline getirmiş oldu. Bölgedeki
İskandinav yerleşimlere ait ve genelde -by, -scale ve -thwaite
son eki ile biten yer adları Cumbria ve Lancashire'de oldukça
yaygındır. Diğer İskandinav yer adları Doğu Antrim'de olduğu
üzere İrlanda'nın değişik yerlerinde bulunur.
Dan baskısı İngiltere'nin güneyinde ve doğusunda da ken­
dini gösterdi. 9. yüzyılın ortalarında buralara ulaşan Vikinglerin
amacı yağmalamak değil, fethedip yerleşmekti. Danlı istilacı­
lar, İngiltere'nin güneybatısındaki Thanet (850) ve Sheppey'de
(854) kışı geçirecekleri yapılar inşa etmeye koyuldu. Darıların
"Büyük Ordu"su Fransa'nın kuzeyine, Doğu Anglia'ya (865)
ve Yorkshire'a (866-7) seferler düzenledi ve York şehri 866'da
talan edildi. Wessex krallığı 838 ve 85 1 yıllarında Dan saldırı­
larını püskürtmeyi başardı, ancak Kral Alfred (871-899) 871
yılındaki savaşta canını zar zor kurtardı ve Danlara haraç ver­
meyi kabul etti.
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 8 1

Danların bir sonraki hedefi Mercia'ydı. Mercia kralı Burg­


red, Rep ton'daki savaşta yenildi ve Roma'ya kaçtı. Halefi olan
Ceowulf, Batı Mercia için haraç vermeyi kabul etti ama -ile­
ride Danelaw adını alacak olan- Watling caddesinin doğusu
ile kuzeyine tekabül eden ve Mercia'nın ana gövdesini teşkil
eden yerler Dan egemenliğine girdi. Danlar 8 77'de kral Alf­
red'e karşi ani bir saldırı gerçekleştirdi ve Alfred Athelney'deki
Somerset'e kaçmak zorunda kaldı ancak kral kısa sürede bir­
liklerini yeniden toparlayarak 878 yılında Edington'ta D an­
ları bozguna uğrattı. Bu galibiyetin ardından 879'da yapılan
Wedmore Antlaşması ile Danlar Danelaw bölgesiyle yetinmek
durumunda kaldı. Dan ilerleyişi nihayet durdurulmuştu.
Danelaw'da hatırı sayılır ölçüde Dan yerleşimleri vardı. Da­
nelaw'un toplam nüfusunun ne kadarının Danlı olduğu konu­
sunda bir fikir birliği olmasa da, özellikle sonu -by ve -thorp ile
biten yer adları ve çeşitli belgelerde kayıtlı insan adlarına ba­
kıldığında ciddi ölçüde bir varlık gösterdikleri anlaşılmaktadır.
Daha önceki Anglosakson istilaları ile mukayese edildiği bazı
yorumlarda Dan olayı, büyük ve esaslı bir göç olarak vurgula­
nırken bazılarındaysa bir siyasal kontrol transferi olarak görül­
mektedir. Danca yer adlarının Danelaw'un belirli kesimlerinde
temerküz etmiş olması, genel bir melezleşmeyle neticelenen
sürecin arka planında büyük fakat düzensiz bir göç hareketi
olduğunu akla getirmektedir.

Wessex'in Yükselişi
Darıların ilerleyişini durduran Alfred, daha sonra taarruza ge­
çip 886'da Londra'yı alarak Wessex'i güçlendirmeye çalıştı. Ön­
ce bir donanma kurdu, ardından daha etkili bir asker toplama
sistemini devreye soktu ve son olarak her biri bir kaleyle güç­
lendirilmiş olan kasabalar (burh/burg sistemi) oluşturdu. Uy­
guladığı bu politika, 892-896 yıllarında gerçekleşen yeni Dan
ataklarını bertaraf etmesini sağladı. Aynı dönemde İrlanda'da
82 İngiltere Tarihi

da Norveçlilere karşı artan bir direniş söz konusuydu. Alfred


ayrıca topluma istikrar kazandırmayı ve daha etkili bir Hıristi­
yanlık siyaseti izlemeyi amaçlamaktaydı. Dan tehlikesini ebe­
diyyen ortadan kaldırıp kendi krallığını genişletme çabalarının
yanısıra, Alfred mevcut kanunları gözden geçirip iyileştirdi,
köklü bir krallığın alamet-i farikası olan nitelikli metal para
basımını başlattı ve ayrıca ülkesinin bir Hıristiyan krallığı ol­
duğu imajını besledi. Keza öğrenmeyi teşvik ederek hem rahip
yetiştirmek hem de liderlik ve idarecilik yapacak bilge insanları
eğitmek maksadıyla okullar açtı. Bütün bu ideal ve yaklaşımla­
rının unutulmaması için, piskopos Asser' ı biyografisini yazma­
sı için görevlendirdi. 893'te tamamlanan Kral Alfred'in Hayatı
adlı bu kitap, kralın çileli hayatını ve kararlı duruşunu, büyük
ölçüde Hıristiyanlık nokta-i nazarından takdim etmekteydi.
Alfred'in politikaları, halefleri tarafından devam ettirildi.
Nasıl ki Vikinglerin İskoçya'yı istila etmeleri İskoç krallığının
yükselen gücünde önemli bir unsur olduysa, aynı şekilde İngi­
liz devletinin gelişiminde Vikinglerle yaşanan mücadeleler ha­
yati bir rol oynadı. Ülkede söz sahibi olan diğer Anglosakson
krallıkların çok daha erken dağılıp ortadan kalkması, Alfred ve
onun haleflerinin sadece bir "Batı Sakson" krallığı olarak değil,
bir "İngiliz" krallığı olarak tanınmalarına zemin hazırladı. Alf­
red kendisini, pagan Danlara karşı bütün Anglosaksonların ve
Hıristiyanlığın savunucusu olarak ilan etti ve bu hattın yeni bir
siyasete ve yeni bir ülkeye doğru dönmesinde çok önemli bir
isim oldu. Gelgelelim Danları ve Norveçlileri püskürten Alf­
red'in mirasçılarının yönetimi altında yaşanan ilerleyiş döne­
mi, bir yeniden-fetih olarak görülmüş [ve günümüzde de öyle
görülmeye devam ediyor] olmakla birlikte, Wessexli kralların
modern İngiltere'yi kendi otoriteleri altına almaları da aslında
bir fetih olarak görülebilir.
Birbiri ardına ülkeyi idare eden nitelikli yöneticilerin başa­
rısı büyük önem teşkil ediyordu. Yaşlı Edward (iktidarı yakla­
şık 899-924 arası) ve Mercialıları yöneten kız kardeşi Aethel-
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 83

flaed (91 1-918) ile Athelstan (924-939) ve Edmund'un (939-


946) önderliğinde Wessex krallığı, Doğu Anglia'nın yanısıra
D arıların kontrolündeki Mercia ve Northumbria'yı ele geçirdi.
918'de Batı (İngiliz) Mercia da Wessex'e dahil edildi ve böy­
lece bir zamanlar buradaki en önemli bağımsız güçlerden biri
olan Mercia krallığı tarihe karıştı. Aethelflaed, Derby'yi aldık­
tan so nra Leichester'ın kontrolünü ele geçirdi ve Anglosakson
Yıllıkları'nda belirtildiği üzere burayı kardeşi Edward'a tahsis
etti. Ağır yenilgi alan Danlara topraklarında kalma izni verildi
ve Danelaw, kendi hukuk sistemine sahip olmayı da içeren bir
dizi ayırt edici özelliğini korudu. Bu arada Danlar, yaşadıkları
bölgenin halkından etkilenerek görünüşe göre ciddi hiçbir di­
reniş sergilemeksizin Hıristiyanlığı kabul etti.
Kuzeyin fethi meselesi orta bölgelerin (Midlands) fethiyle
kıyaslandığında daha netameli bir konuydu. York'taki Viking
krallığı, Wessex'in ilerleyişine karşı sergilediği direnişte Dub­
lin'deki Vikinglerden ciddi destek alıyordu. Batı Saksonlarına
liderleri, bütün Britanya'nın üstün-yöneticileri olduklarını da
iddia ediyorlardı. Batı Saksonlarına ait kaynaklarda, İskoçya,
York, İngiliz Northumbriası (Tees'in kuzeyindeki bu bölge,
Vikinglere karşı başarılı bir direniş sergilemişti) ile Strathcly­
de Britonlarının kral Edward'ın üstünlüğünü 920'lerde kabul
ettikleri söylenir. Edward'ın halefi Athelstan York'u 927'de ele
geçirdikten sonra 934'te İskoçya'yı işgal etti ve üç sene sonra
Brunanburh'ta meydana gelen savaşta Strathclyde Britonları,
İskoçlar ve İrlandalı Norseların güç birliği ederek kurdukları
orduyu 937'de bozguna uğrattı. Ayrıca kıtanın önemli güçle­
riye ittifak kurmaya da çalıştı. Athelstan kendisini bir kral ya­
hut üstün-kral ve hatta Britanya imparatoru olarak görüyordu.
Yayınladığı fermanlarda ve bastırdığı paralarda tezahür eden
bu durum, kral ve kraliyet kavramlarına dair yeni bir kavrayışı
yansıtmaktaydı. Krallığının ilk dönemlerinde babası Edward
ve büyükbabası Alfred'in kullandığı gibi o da "Anglosaksonla­
rın kralı" unvanını kullandı, fakat 927'de Northumbria'yı fet-
84 İngiltere Tarihi

hettikten sonra artık kendisini rexAnglorum (İngilizlerin kralı)


olarak nitelendirmeye başladı. Athelstan kendi bastırdığı para­
larda kullanılmak üzere yeni bir resim belirledi: Başında bir taç
ve hemen altında rex totius Britanniae (bütün Britanyalıların
kralı) ifadesi ile tanımlanan ilk Anglosakson kralı görülüyordu.
Yayınladığı fermanlardaki uzun şahitlik listelerini, 1 gelecekte
parlamentoya dönüşecek olan önemli ulusal toplantılar olarak
nitelendirmek pekala mümkündür.
Ancak Athelstan'ın ölümünün ardından Dublin Kralı II.
Olaf, yerel nüfusun da desteğiyle York'u ve Kuzey Midlands'i
ele geçirdi. York şehri, son Norveçli kralları olan Eric Bloo­
daxe'nin 954'te bir suikast sonucu öldürülmesine kadar, uzun
süre Batı Saksonları'na karşı direnç gösterdi. Ama 954 yılında
yeniden Eadred (946-955) liderliğindeki Batı Saksonlarının
yönetimine geçti ve bu olay Batı Saksonlarını, İngiltere'nin tek
hakim gücü haline getirdi. 973 yılında Kral Edgar (959-975)
ilk İngiliz kralı olarak taç giydiği Bath şehrinde gösterişli bir
taç takma töreni düzenledi. İngiliz kralı unvanını daha evvel
Athelstan ve Offa kullanmış olsa da ilk kez bu unvanla taç gi­
yen Edgar'dı ve bu olay birleşik bir İngiliz ulusunun oluşumu
sürecinde çok önemli bir aşamayı temsil ediyordu. Orleans­
lı Jo nas ve Reimsli Hincmar tarafından dile getirilen ve At­
helstan ile Edgar'ı da etkileyen "bir Hıristiyan İmparatorluk''
düşüncesinde tecessüm etmiş olan Karolenj (Frenk Haneda­
nı) ideolojisinin sonucu olarak, Wessex krallığı, Olfa dönemi
Mercia örneğindeki gibi bir krallıklar karışımı olmaktan uzak­
laşıp farklı yeni bir krallık düşüncesine doğru dönüşüm yaşa­
dı. Alfred'den Edgar'a kadar geçen zaman dilimi, ne belirli bir
etnik, kabilevi veya coğrafi sınıra ihtiyaç duyan ne de bunlar

1 İ ngiltere'de Ortaçağlarda yayınlanan resmi belge veya fermanlar an­

cak belirli sayıda kişinin imzası ve şahitliği ile geçerlilik kazanabili­


yordu. Bu şahitlik listesi genelde önde gelen din adamları yahut yerel
elitlerden oluşmaktaydı. (ç.n.)
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 85

tarafından sınırlanan bir İngiliz devletinin apaçık belirdiği bir


dönem oldu.
Dışarıda topraklarını genişleten Batı Sakson devleti, içeri­
de de çeşitli gelişmeler kaydediyordu. Her şeyden önce kont­
luk veya bölgesel yönetim sistemi güçlendirildi ve genişletildi.
B ölgesel yönetimler, adına yüzlükler yahut wapentakes1 denen
ve bulunduğu yerde hukukun ve düzenin devamından sorumlu
olan küçük alt birimlere bölündü. Bu, Dan fetihlerinden sonra
baş gösteren hukuksuzluğa bir son vermek isteyen Athelstan
gibi yöneticiler için bir öncelik meselesiydi. Yöneticiler ile öz­
gür-insanlar arasındaki temas noktasını büyük şehirlerde ka­
musal mahkemeler sağlarken, taşrada ve diğer yerlerde yöne­
tici ile halk arasında bağlantıyı kurmak amacıyla tesis edilmiş
ve ealdormen,2 şerif, kahyalar ve yüzlükler gibi görevlilerden
oluşan bir memuriyet sistemi vardı. Bölgesel yönetim sistemi
ademimerkeziyetçi bir düzen getirdi getirmesine ama ferman­
lar ve talimatlar aracılığıyla ülke çapında çok yönlü bir kont­
rol sistemi de işlemekteydi. Krala hizmet, toprak ve statü elde
etmeyi beraberinde getiriyordu: Savaş zamanında sergilenen
kişisel sadakatle, giderek artan bir düzenlilik ve süreklilik sağ­
lanırken aristokrasiyi meydana getiren ve merkezinde toprak
olan bir sistem oluşmaya başlıyordu.
Bunların yanısıra askerlik hizmeti ile vergilendirmeyi dü­
zenleyen bir sistem vardı. Para basımı gelişti ve Edgar zama­
nında ortalama her altı yılda bir yeniden para basıldı ki bu,
sadece yüzyıl önce bile gerçekleştirilmesi mümkün olmayan
bir yönetim başarısıydı. Bir ülkede para basmanın düzeyi, hem
gelişmiş bir nakit ekonomisinin hem de vergilendirme ve har­
camanın temel unsur olduğu başarılı bir yönetim sisteminin
1 Bu dönem İ ngilteresi'nde uygulamaya konmuş ve esas olarak 100

aileyi ya da 100 özgür-insanı barındırdığı varsayılan yerleşim birimi­


ne verilen ad. (ç.n.)
2 D evletin farklı bölgelerinde adaleti ve düzeni tesis etmek amacıyla,

bizzat Kral tarafından atanmış resmi görevli. (ç.n.)


86 İngiltere Tarihi

göstergesiydi. Athelstan döneminde, pek çok kasabada yalnız­


ca bir tek darphaneci bulunmasına karşın Londra, Canterbury
ve Winchester'ın her birine sekiz darphaneci tahsis edilmişti.
Günah Çıkartan Edward (1042-1066) zamanında, darplama
kalıbında elliden fazla kez dövülen metal paralar her iki yahut
üç yılda bir tekrar basıldı. Tekrar tekrar para basmak bir ulusal
güç ve otorite gösterisiydi. Bu durum, Man adasında 1 1 . yüz­
yılda görüldüğü üzere, Britanya adalarının başka yerlerinde de
yayılmış durumdaydı.
İngiltere'de karmaşık ve mekana bağlı olarak tanımlanmış
bir yönetim sisteminin gelişimi, Viking istilası ve yerleşimle­
riyle ağır yara almış olan Kilisenin yeniden canlanması ile aynı
zamana denk geldi. Yeni manastırlar inşa edildi ve manastır
hayatı tekrar canlandırıldı. Bu süreç, Kral Alfred'in önayak ol­
masıyla başlamıştı ama halefleri zamanında da devam ettirildi.
909 senesinde Wells, Ramsbury ve Crediton'da yeni pisko­
posluklar ihdas edildi. Bilhassa Athelstan, kilise ile yakın bir
temas halinde olmuş ve onun samimi bir destekçisi olduğunu
kanıtlamıştı. Bu yeniden toparlanma süreci, 10. yüzyılın sonla­
rında başlayan etkileyici bir dizi faaliyetle zirveye ulaştı. 960-
968 yılları arası Canterbury Başpiskoposu olarak görev yapan
Dunstan zamanında, 9. yüzyıldaki çöküşe tepki olarak bir ma­
nastır reformu başlatıldı. Canterbury, Sherbone, Winchester
ve Worchester'ın hepsi, manastır tarzında katedraller haline
getirildi. Alba'da (İskoçya) olduğu üzere, Kilise krala ideolojik
ve yönetimsel desteğini sunmakla kalmadı, ayrıca taş oymacı­
lığı ve yaldızlı elyazmaları (çizimler) da dahil çeşitli kültürel
faaliyetler için gereken ortamı da temin etti.
1000 yılına gelindiğinde, merkezi olarak kontrol altında
bulunan fakat kendi toprağında para basabilen; yasal bir sis­
teme sahip; kral ile kilisenin her ikisiyle de yakın bağlantıları
olan ve belirgin bir ayrılıkçı siyaset izlemeyen bölgesel yönetim
birimleri ve kasabaların oluşturduğu İngiltere, kendi merkezi
ve yerel yönetim ağıyla dönemin Avrupa standartlarında fev-
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 87

kalade gelişmiş bir devlet durumundaydı. İçinde bulunduğu


ekono mik refah göz önüne alındığında, İngiltere'nin bir süre
sonra neden Dan ve Norman savaşçılarını cezbettiğini anla­
mak zor olmasa gerek. Keza Normanların, geldiklerinde bul­
dukları sistemi büyük oranda koruduklarını, hatta geliştirdik­
lerini görmek de şaşırtıcı değildir.

İrlanda
Viking işgallerine karşı gösterilen direniş, Kelt topraklarında
bir nebze de olsa siyasal birliğin doğmasını sağladı: Britanya
adalarının tarihi bu aşamada, tam da en uygun olanın ya da en
azından en talihli olanın hayatta kaldığı bir arenayı andırır. I.
Mael Sechnaill (ö. 862) İrlanda'nın büyük kesiminde otorite
kuran ilk yöneticiydi. İrlanda'nın yüce kralı il. Mael Sechna­
ill , 980 yılında meydana gelen Tara savaşında Dublin güçle­
rini mağlup ederek Vikingleri ciddi biçimde zayıflattı. Genç
bir İrlanda kralının oğlu Brian B6rama (926-1 014) Sulcoit'te
968'de yaşanan savaşta Limerick Norselarını bozguna uğratıp
ardından Munster'ın kontrolünü sağladı ve nihayet 1000 yılın­
da Dublin'i ele geçirdikten sonra il. Mael Sechnaill'i tahtın­
dan indirdi ve böylece 1002 senesinde yüce kral olarak kabul
edildi. B6rama'nın, İrlandalı rakibi olan Leinster kralı Mael
M6rda'yı ve ona Dublin, Orkney ve İskandinavya'd an destek
veren Vikingli müttefiklerini Clontarf'ta 1014'te yenilgiye uğ­
ratmasıyla, İrlanda'daki Viking varlığı bariz biçimde zayıfladı.
Ancak B6rama da bu savaşta hayatını kaybetti. O, İngiltere'd e­
ki "Tedariksiz" Aethelred'in1 başına gelen türden bir zorlukla
hiçbir zaman karşılaşmadı. Brian B6rama'nın yerine tekrar II.
Mael Sechnaill geldi, ancak onun da ölümünden sonra, tahta

1 Kral Alfred'in torunu olan Aethelred, 10 yaşında tahta çıktığında,


önünde birikmiş birçok sorun vardı. Bu sorunlar karşısında önceden
hiçbir hazırlığı, tedariki olmadığı için, kendisine "unready" lakabı
verilmiştir. (ç.n.)
88 İngiltere Tarihi

geçen kralların hiçbiri ciddi bir muhalefetle karşılaşmaksızın


hükümdarlık yapamayacaktı.
Gerçekten de İrlanda'da, İngiltere'yle mukayese edilecek
derecede güçlü bir devlet oluşumu yaşanmadı. Ülkenin siya­
sal olarak ulaştığı en önemli aşamada söz konusu olan bir dizi
taşra krallıklarıydı: Connacht, Leinster, Meath, Munster ve
Ulster. Her biri, özellikle sonuncusu, esas olarak kendi kabile
topraklarında konumlanmış bağımsız lordluklara bölünmüştü.
Munsterlı Turloch O'Brien (ö. 1086), onun oğlu Muircertach
(1086-1 1 19) ve Connachtlı Turloch O'Connor ( 1 1 19-1 156)
ve onun oğlu Rory (1 166- 1 1 83) acı dolu mücadeleler netice­
sinde yüce krallığı elde edip ülkeyi sırayla yönettiler. Buna ek
olarak ülkede Norveç etkisi varlığını sürdürdü ve pek çok önde
gelen isim iki dile de hakimdi; hem İrlandaca hem de Norveç­
çe konuşuyordu.

İskoçya
Viking akınları, Pictland'i uzun süredir egemenliği altında tu­
tan Dal Riatan hanedanını zayıflattı ve takriben 843 yılında
onun yerini Kenneth MacAlphin alarak İskoçların ve Pictle­
rin yöneticisi oldu. Gelgelelim MacAlphin ve varisleri bugün­
kü İskoçya'ya tekabül eden bölgenin tamamını kontrol altı­
na alamadı. Merkezinde Moray körfezinin olduğu bölge, 12.
yüzyılın başlarına kadar baskılara direndi. Keza Batı adaları
ve kıyı kesimi de bağımsızdı. Güneye doğru gidildiğindeyse,
burada Lothian'ı yöneten Strathclyde ve Northumbria krallık­
ları bulunuyordu. MacAlphin'in varisleri, kuzeye doğru değil
daha çok güneye doğru genişleme eğilimindeydi. Bu amaçla
10. yüzyılın başlarında Strathclyde'a, yüzyılın sonlarına doğ­
ruysa Lothian'a saldırdılar. 1018'de Carham'da alınan galibiyet,
ileride kazanılacak Lothian zaferine zemin hazırladı. Tweet
nehri, Cheviot tepeleri ve Solway körfezi, İskoçya ile İngiltere
arasında bir coğrafi ayırım çizgisi oluşturmaktaydı ancak bun-
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 89

lar arasındaki sınırlar sabit değildi ve burada yekpare bir etnik


yapı da bulunmamaktaydı. Son kertede adına İskoçya denen
yer, etn�k, coğrafi, ekonomik ve kültürel açılardan bölünmüş ve
içinde Iskoçların, Pictlerin, Strathclyde Britonları ve Lothian
Anglların� n yaşadığı bir ülkeydi. 12. yüzyılın ortalarına dek,
bugünkü Ingiltere'nin kuzeyinde ?zellikle Cumbri_a ile Nort­
humberland'ı içine alan bölgenin Ingiltere'nin mi, Iskoçya'nın
mı bir parçası olduğu meselesi belirsizliğini sürdürmüştür.
Üstelik Hebrides ve Man adaları 1266'ya kadar; Orkney ve
Shetland ise 1468'e kadar Norveç'e bağlı ayrı lordluklar olarak
kalmıştır.
Daha önce Wessex özelinde gözlediğimiz gelişim süreçleri,
İskoçya'da da yaşandı. Belirli kiliseler, azizler, kutsal emanetler
ve rahiplerle ilişki içinde bulunan Kilise, bilhassa yerel ölçek­
te etkili olan ideolojik yaptırım ve propaganda gücü ile idari
destek ve kollama mekanizmalarını devreye soktu. Soyluluk,
tevarüs edilen bir özellik olarak gelişti ve gittikçe artan istikrar,
ulaşılan askeri seviye ile birlikte bir idari güç temerküzünü be­
raberinde getirdi, bu da netice olarak kralın iktidarını tahkim
etti. Bu dönemde İskoçya, para ekonomisi -ki kendi bastırdığı
bir parası yoktu- ile toplumsal ve siyasal bir sistem bağlamında
İngiltere'nin çok gerisinde olmakla birlikte, gene de bölgesel
gücü elinde tutan mormaerler gibi ve kral adına yerelde vergi
toplayıp nizamı tesis eden thane gibi birimler kurmak suretiyle
idari örgütlenmesini geliştirdi.

Galler
Galler, Britanya adalarının kendi içinden kaynaklı baskıdan
en fazla etkilenen yer olmasına rağmen, adadaki dört "ülke"
arasında Viking akınlarından en az etkilenen yer oldu. İngiliz
baskısı göz ardı edilemeyecek derecede önemli olmakla bir­
likte, Gallilik ve İngilizlik gibi kendilerine gereğinden fazla
tutarlılık atfedilen gerçeklikleri yan yana dizmek, yahut Gal
90 İngiltere Tarihi

siyasi gelişiminin İngilizler tarafından sekteye uğratıldığını id­


dia etmek ve böylece özellikle hanedanlar arasında vuku bulan
yıkıcı mücadelelerin etkisini görmemek elbette yanlış olurdu .
Sözgelimi, Galler'in merkezindeki Deheubarth ve Gwrtheyr­
nion krallıklarının hayatta kalma mücadelesinde başarısız ol­
malarının sebebi, daha büyük bir güce sahip olan Gwynedd ve
Dyfed krallıklarıydı.
Krallık, en azından teoride, bölünmez bir bütün olarak ka­
bul edilmiş olsa bile, Gallilerin tevarüs ettiği gelenekler -mül­
kün erkek çocuklar arasında pay edilmesi-, toprak kazanım­
larının birleşik bir devlet olmaya tahvil edilmesini zorlaştır­
mış olmalıdır. Gwynedd kralı Rhodri Mawr gibi yöneticiler
örneğinde yaşanan olay muhtemelen şuydu: Bu yöneticiler,
yedi krallığı bir araya getirebilmişti ancak onların ölümünün
ardından bu krallıklar çocukları arasında paylaşıldı ve her biri
kendi başına bir krallık olarak yönetilmeye başlandı. Fakat
gene de, Rhodri'nin torunu Hywel Dda -diğer adıyla Howel
the Good- (ö. 950) son kertede Galler'in büyük kısmında oto­
riteyi tesis etmeyi başardı. Hywel çok önemli bir isimdi: kendi
adına para bastıran ilk Galli kral oldu ve 928 civarında Ro­
ma'ya hacca gitti. Keza her ne kadar 12. yüzyıla ait bir tarihsel
olgu olarak görünse de, Gal kanunlarını ilk derleyen kişi olma
başarısı da onun hanesine yazılmıştır. Kendisine atfedilen ka­
nunlar, düzenli bir soydaş toplumun temelleri olarak Galler'de
bazı yönleriyle 1284'e bazı yönleriyle de 1536'ya kadar etkisini
sürdürmüştür.
Hywel'ın ölümünün ardından ülkede yıkıcı çatışmalar ya­
şanırken, İngiliz karşıtı eylemlerde de artış görüldü. Bunun ne­
ticesinde, Britanya'da üstün-idarecilik unvanı konusunda hak
iddiasını gittikçe daha fazla dillendiren İngiliz devleti, bölgeye
dönük müdahalelerini arttırdı. Güney Galler 886 yılında, Vi­
king saldırıları karşısında kendisinden yardım istedikleri kral
Alfred'e tabiri caizse boyun eğip itaat etti ve 10. yüzyılın başla­
rına kadar bu durum devam etti. Galli idareciler, Athelstan'ın
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1 066 9 1

sarayında hazır bulundukları sırada, Athelstan onları emrin­


deki insanlar olarak takdim etti. Günah Çıkartan Edward dö­
neminde (1042-1066) gerek İngiliz gerekse Britanyalı kraliyet
unvanları aralarında bir ayırım gözetilmeksizin kullanıldı ve
İrlanda tamamen bağımsız olsa da Galler ve İskoçya bir dere­
ceye kadar tabi durumdaydı. .
Galler'in siyasi coğrafyası, Ingiltere'ninki ile mukayese edi­
lebilir. Galler'de krallık, münferit krallıklar içinde mirasla inti­
kal ediyordu, fakat ortada bir Galler krallığı yoktu. Ancak Gal­
ler ile İngiltere arasındaki en önemli fark, İngiltere'de siyasi
birliğin , biri hariç (Wessex) bütün krallıkların Vikingler tara­
fından yıkılmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış olmasına
karşın, Galler'de benzer bir olayın vuku bulmamış olmasıdır.
Dış saldırılar karşısında, İngiltere'dekine benzer bir bütünleş­
me sürecini görmek için, Anglo-Normanların Galler'in büyük
kısmını fethettikleri dönemi beklemek gerekecektir.
Dönemin Galli idarecileri zamanlarının büyük çoğunlu­
ğunu savaş meydanlarında harcadı. Norman öncesi dönemde
Galler'deki en önemli gelişme, Llywelyn ap Seisyll (ö. 1023) ve
oğlu Gruffudd ap Llywelyn (ö. 1063) yönetimi altında Gwy­
neddlerin yükselişi ile yaşandı. Bölgesel bütünleşme, yabancı
müdahaleler yüzünden zora girdi: Dublin N orse krallığı, Gruf­
fudd' ın rakiplerine yardım etti. Oysa Gruffudd da dahil olmak
üzere Galli yöneticilerin böyle bir desteğin kendilerine veril­
mesini çok arzu ederlerdi. Gruffud, İngilizlerle ve özellikle de
Wessexli Harold Godwineson ile ciddi bir kavgaya tutuşmuş­
tu . 1063 yılında Harold, Gruffudd'un birkaç adamı tarafından

öldürüldüğü ana kadar karadan ve denizden Galler'i yoğun bir


saldırı altında tuttu ve nihayet Gruffudd'ın kesik başı, karısı­
nı çalan Harold' a yollandı, ayakları altına serildi. Gruffudd' ın
üvey kardeşlerine, sadakat yemini etmeleri şartıyla, Gwynedd
ve Powys'in varisi olma hakkı tanındı.
10. ve 1 1 . yüzyıllarda Wessex'in sergilediği gelişime benzer
biçimde, Gwynedd'in de bir Galler devletine temel teşkil ede-
92 İngiltere Tarihi

cek derecede gelişme gösterip göstermediği muallakta kalmış


bir meseledir. İngiltere'nin aksine Galler'de yönetimsel geliş­
mişlik düzeyine işaret eden çok az belirti vardır ve hatta bu be­
lirtiler İskoçya'da daha fazladır. İskoçya, Galler ve İrlanda'nın
bir parçasının bir başka hükümdar tarafından "ele geçirilmesi",
idari kontrolün veya bütünlüğün kaybedilmesinden ziyade ki­
şisel bir bağlılık arzı ve esirlerin takas edilmesi anlamına geli­
yordu. Açık olan şey şu ki, Gwynedd ve İskoçya yöneticileri ile
İrlanda'nın yüce-krallarının gücü, askeri başarıya dayanıyordu.
İngiltere'nin Normanlar tarafından ele geçirilmesinden sonra,
bu yöneticiler üzerindeki askeri baskı hissedilir derecede art­
maya başladı.

İşgal Yüzyılı
Wessexlilerin kurduğu, Britanya'daki en büyük devlet olan İn­
giliz krallığı 1 1 . yüzyılda iki kez dış saldırılar sonucu yıkıldı.
Her iki saldırıda da İngiltere, aslına bakılırsa Kıta'dan kaynaklı
bir siyasi arayış ve mücadelenin nesnesi haline gelmişti. Nor­
manların gerçekleştirdiği ikinci işgal hareketi, İngiltere'yi top­
lumsal açıdan yeniden biçimlendirecek kadar önemliyken, ilki
için böyle bir durum söz konusu değildir.
İlk işgal hareketi, güçlerini arttırmış ve zindelik kazanmış
olan Danların tekrar harekete geçmesiyle başladı. Fakat bu se­
ferki Danlar, öncekinde olduğu gibi bağımsız savaşçılar değil,
oldukça gelişmiş bir başka krallığın birlikleriydi. Ekonomik
gelişmişlik, parasal ekonomi ve gümüş bolluğu içindeki İngil­
tere, cezbedici bir hedef haline gelmişti. Danlar 980 yılında
yeniden İngiltere' nin kıyı kesimlerine akınlar düzenlemeye
başladı ve Maldon'da Essex ordusunu bozguna uğrattıkları 991
tarihinden itibaren bu akınlar daha büyük saldırılara dönüş­
tü. İngiltere'nin saldırılar karşısındaki direnişini, Edgar'ın çok
genç yaştaki oğlu "Tedariksiz" Aethelred yönetiyordu. Aethel­
red, ağabeyi kendisini destekleyenler tarafından öldürüldükten
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1 066 93

sonra tahta çıkmak durumunda kalmıştı. Tıpkı Kral John gibi,


ülkeyi yaklaşık kırk sene idare edecek olan Aethelred de hep
küçümsenmiştir. Aslında Danlara karşı etkili bir mukavemet
gös terebilmek için büyük çaba harcadı, ama görünüşe bakılırsa
0 da tıpkı John -ve daha sonra I. Charles- gibi, aristokratik

bir toplumda krallığın olmazsa olmaz icaplarından olan güveni


tesis etmek ve emredebilmek gibi iki temel nitelikten yoksun­
du.
Aethelred'in mücadele etmek durumunda kaldığı Danlı or­
dular sayıca, Alfred'in Wessexi'ne saldıranlardan bazen daha
fazlaydı. Aethelred Danlılara yüklü miktarda para (haraç) öde­
mek suretiyle başından savmaya çalıştı. Ödenen miktar en az
240 bin pounddu, hatta daha fazlası İskandinavya'da ortaya çı­
karılan sikke defınelerinde bulundu. Anglosakson Yıllıkları'nda
verilen rakamlar abartılı bile olsa, bu paranın varlığı, İngiliz
devletinin zenginliğine ve örgütlenme kapasitesine delil teşkil
eder. Ancak netice değişmedi ve izlenen siyaset, uzun vadede
başarısız oldu. Direniş uzun yıllar devam etmekle birlikte, Da­
nimarka Kralı Swein 1 003, 1 006 ve 1013 yıllarında üç büyük
saldırı daha gerçekleştirdi. Son saldırı, Aethelred'in Norman­
diya'ya kaçmasına neden oldu ve bir süre sonra yapılan Alney
Antlaşması (1016) ile İngiltere, Swein'in oğlu Knut ile Aethel­
red'in en büyük oğlu Edmund lronside arasında paylaştırıldı.
Edmund kısa süre sonra hayatını kaybedince, Knut, önceden
varılan anlaşmanın şartları gereği bütün İngiltere'nin kralı
oldu. Knut bu makama, yüce krallık konseyi Witan tarafından
"seçilmiş" yahut konseyce tanınmıştı.
1019 yılında Knut'un Danimarka'yı kardeşinden tevarüs
etmesiyle birlikte İngiltere, Danimarka krallığının bir parçası
haline geldi. Knut, rakiplerini ya idam etti yahut sürdü; bazı
Danları aristokrasiye soktu ve krallığını birkaç kontluğa böl­
dü. Aynı zamanda akıllı bir biçimde, muzaffer bir fatih olarak
davranmak yerine hem Danların hem de Dan olmayanların
kralı olarak kabul görmenin yollarını aradı. O, tek bir krallığı
94 İngiltere Tarihi

genişletmek arayışında olan bir monark değil, birkaç krallıktan


oluşan bir ülkenin tek kralıydı. Knut etkili bir idari yönetim
kurdu: Bir İngiliz kral olarak yapıp ettiklerinin, devletin baş ı
olarak yerine getirdiğine inanıldı ve Normandiyalı Fatih Wil­
liam'ın aksine, iktidarı döneminde isyanlarla başı derde girme­
di. Seleflerinin yapmış olduğu kanunları 1018 yılında gözden
geçirip sağlamlaştırdı. Knut Kiliseyi bir kenara atmadı, aksine
önde gelen birçok İngiliz manastırını maddi açıdan himaye
etti ve neticede kültürel açıdan Anglosakson dünyasına yaban­
cılaşmamış oldu. Londra'yı da kendisinin İngiltere'deki askeri
ve idari merkezi yaptı.
Knut'un imparatorluğu onun ölümünden sonra dağıldı.
Danimarka'nın varisi ve İngiltere üzerinde de hak iddiası olan
oğlu Harthacnut, bir süre sonra üvey kardeşi Harold Harefo­
ot'un meydan okumasıyla karşılaştı. Mercia kontları ile Wes­
sex'in güçlü desteğini arkasına alan Harold, 1037 yılında im­
paratorluğunun tamamını kontrolü altına aldı. Ancak 1039'da
Harold'un ani ölümü üzerine tahta yeniden Harthacnut çıktı.
Üvey kardeşine olan nefreti o kadar büyüktü ki, Harold'un na­
aşını mezardan çıkarttırıp Thames nehrine attı. Harthacnut üç
sene sonra öldüğünde, geride mirasını sürdürecek bir çocuğu
bulunmuyordu. 1016 ve 1035'teki anlaşmalarda bölünme yö­
nünde bir mutabakata varılmış olması dikkate değer olmakla
birlikte, neticede her iki anlaşmanın kısa ömürlü olduğunu da
unutmamak gerekir.
Böylece Norveçliler, İrlanda Denizi ile Kuzey ve Batı İs­
koçya taraflarında önemli bir unsur olmaya devam etse de, İn­
giltere'de Viking çağı artık sona ermişti. Daha sonraları bazı
yeni akınlar -Norveçli Harald Hardrada'nın 1066'da; Danların
1069-70 ve 1075'te- gerçekleşti ama bunların hiçbiri başarılı
olamadı. İngiltere artık gözlerini İskandinavya'ya dikmek zo­
runda değildi, fakat çok yakında kendisini bu kez Fransız siya­
setinin tam ortasında bulacaktı.
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 95

Aethelred'in hayattaki tek oğlu olan "Günah Çıkartan"


Edward' ın (1042-1066) yönetimi altında Wessex hanedanı
tekrar canlandırıldı. 10. ve 1 1 . yüzyıllarda meydana gelen nü­
fus artışı, tarımsal gelişme ve ticari büyümede onun idaresinin
büyük payı vardı. Kar ve kazancın arttığını gösteren çarpıcı bir
örnek, özel mülkiyet alanlarının gittikçe daha belirgin sınır­
larla birbirinden ayrılmaya başlamasıdır. Bu dönemde Thames
nehri gibi ticaret yolları daha da geliştirildi. Ağılları kullan­
mak suretiyle koyun yetiştiriciliği ve çiftçilikte iyileştirmelere
gidildi ve buna paralel olarak Flanders'a (Belçika) yapılan yün
ihracatının kıymeti her geçen gün arttı. Bol yün veren ko­
yun yetiştiriciliği gelişti. Buna ek olarak, değirmen taşı ve ça­
nak-çömlek ithal edilen Rhineland1 ile de ciddi bir ticari ilişki
söz konusuydu. Bu arada baharat ve mühür mumu karşılığın­
da yün ve muhtemelen köle ihraç edilen İspanya ve İtalya'yla
uzun-mesafeli ticarette artış görüldü.
Gelgelelim krallığın önündeki asıl sorun, halef-selef me­
selesiydi. Çocuğu olmayan Edward, uzun yıllardan beri ken­
disine kol kanat germiş olan annesi Emma'nın dük unvanına
sahip Norman kökenli ailesine ayrıcalık tanıyarak tercihini
onlardan yana yaptı. Ancak Edward'ın kayınpederi Wessex
Kontu Godwine, Norman nüfuzuna karşı çıktı. 105 1 yılında
başkaldıran Godwine, sürgünle cezalandırıldı. Bir süre son­
ra geri döndüğündeyse sadece iadei itibarla kalmadı, kralı da
çevresindeki Normanlı arkadaşlarını kovmaya mecbur bıraktı.
Godwine 1052'de ölünce yerine en büyük oğlu Harold geç­
ti ve Edward'ın saltanatının kalan kısmı boyunca İngiltere'ye
h ükmetti. Edward bütün mesaisini, hem yeniden inşa ettiği
manastır hem de ilk kez yaptırdığı kraliyet sarayının bulundu­
ğu Westminster'e ayırmıştı. Manastır, içindeki küçük kilise ile
birlikte geniş bir saray kompleksinin parçası haline geldi ve İn­
giltere'deki ilk büyük Romanesk yapı olma özelliğine kavuştu.

1 Almanya'da Ren nehrinin batısında kalan bölge. (ç.n.)


96 İngiltere Tarihi

Edward'ın 5 Ocak 1066'da ölmesini müteakip, Harold yüce


krallık konseyi Witan tarafından kral olarak seçildi yahut ta­
nındı. Harold, Edward'ın ölüm döşeğindeyken krallığı ken­
disine emanet ettiğini söyledi, ancak Normandiya dükü Wil­
liam da 105 1 yılında İngiltere'yi ziyaret ettiğinde görüştüğü
Edward'ın tahtı kendisine bırakmaya söz verdiğini ve üstelik
Harold'un da bunu 1064'te bizzat kabul ettiğini belirtti.
Muhtemel bir Norman saldırısından çekinen Harold, or­
dusunu güney kıyılarına sevk etti ancak William ters esen şid­
detli rüzgarlardan ötürü seferini ertelemek durumunda kalın­
ca, bu kez Harold Eylül 1066'da kuzeye yöneldi. Sürgündeki
kardeşi Tostig'in desteklediği Harald Hardrada önderliğindeki
bir Norveç saldırısını bertaraf etmek amacındaydı. Norveçliler
yerel güçleri mağlup edip 20 Eylül'de York'u kuşattı. Ancak
Harold sürpriz bir biçimde 25 Eylül'de Stamford Köprüsü'n­
deki düşman kamplarına saldırdı; Tostig ve Harald burada öl­
dürüldü.
Ama üç gün sonra William, güney sahilindeki Pevensey'e
çıkarma yaptı. Harold, henüz Normanlar bölgeye tam olarak
yerleşmeden önce hızla güneye inip William' a saldırmak istedi.
Fakat İngiliz ordusu Stamford Bridge'deki zaiyatlardan sonra
zayıflamıştı ve uzun süre yol yürüdükleri için de yorgun düş­
müştü. Bu nedenle ordu 14 Ekim'de Hastings'e ulaştığında ön­
ceden yaklaşık 7.000 olan asker sayısı şimdi 5.000'e düşmüştü.
Harold, Norman şövalyelerine karşı korunabilmek amacıyla
bir tepenin yamacında güçlü bir savunma hattı kurmayı tercih
etti. Tam olarak ne olup bittiğini bilmek zor olsa da çok çetin
bir savaş yaşandığını tahmin etmek güç değil. İngiliz muhafız­
larının oluşturduğu savunma duvarı, bazen gerçek bazen taktik
gereği geri çekilip yeniden saldıran ve tamamen kazanmaya
odaklanmış Normanların kararlı ilerleyişi karşısında daha faz­
la dayanamayarak yıkıldı. Böylece İngilizlerin savunma mev­
zileri de kırıldı. Gözüne bir ok isabet eden Harold ise bir atlı
tarafından devrildi ve öldürüldü.
Britonlar, İngilizler ve İskandinavlar 400-1066 97

William daha sonra hızla kazandığı zaferin nimetlerinden


yararlanmaya yöneldi. Morali bozulmuş rakipleri, ona karşı
kararlı bir liderlik sergilemekten yoksun durumdaydı: Liderlik
yapabilecek pek çok kişi Hastings'te hayatını kaybetmişti ve
taht üzerinde hak iddia edebilecek olan Edmund Ironside' ın
torunu Edgar Atheling de güçsüzdü ve bir totem figüründen
başka bir şey değildi. Londra Köprüsü'ne saldırmayı göze ala­
mayan William, Thames nehrinden karşıya geçerek moralle­
rin altüst olduğu Londra'nın batısına ulaştı. B erkhamsted'te
toplanmış olan rakipleri William'a boyun eğdiler. İngilizler,
kendisine bağlılıklarını bildirdi. 1066 senesinin Noel'inde
Westminster Abbey'de yapılan törenle Willi am kral olarak
ilan edildi. William kilisede İngilizlerin elinden kraliyet tacını
taktığı sırada, dışarıdaki Norman askerlerinin korku dolu bek­
leyişi, o gün şehirdeki tansiyonun derecesini göstermektedir.
Gergin askerler birkaç binayı ateşe verip, dışarıda olayı takip
etmek için toplanmış gruptan bazılarını öldürerek karşılık ver­
diler.
Britanya adalarındaki devletlerin en güçlüsü, bu yeni du­
ruma beklenmedik bir hızla uyum gösterdi. Bunun bir nedeni
kısmen, İngiltere'nin Wessex hanedanı sayesinde yekvücut bir
yapıya sahip olmasıydı. Böylece İngiltere şimdi yeni siyasi, kül­
türel ve toplumsal saiklerin topyekıln baskısına maruz kalmaya
başlıyordu ve büyük oranda Anglo-Normanların -yahut daha
sonraki adlandırmayla "İngilizler"- aracılığıyla devreye giren
bu saikler, Britanya adalarının bundan sonraki tarihini değişti­
recek veya etkileyecekti.
1 1 . yüzyılda İskoçya'da da keskin bir kırılma yaşanıyordu.
Lakin bunun, Viking ya da Norman fetihleriyle bir alakası
yoktu. Tahtın nasıl el değiştireceği hususunda yerleşik bir ka­
idenin olmayışından kaynaklanan karmaşık bir ilişkiler ağı ve
güçlü bölgesel otoritelerin varlığı, Moray bölgesini yöneten
kraliyet ailesi mensubu Macbeth'in 1034 yılından beri taht­
ta oturan Duncan'a meydan okumasına yol açtı. Duncan, II.
98 İngiltere Tarihi

Malcolm'ın kızının oğluydu ve bu ana soyuna dayalı miras, taht


kavgasında babadan tevarüs etmiş mirasa sahip olan Macbeth
karşısında, Duncan' ın en büyük handikapıydı. Macbeth 1040
yılında Orkney Kontu Torfınn'in yardımıyla Duncan'ı mağlup
edip yerine geçti ve Duncan'ın oğlu III. Malcolm tarafından
1057'de tahttan indirilene kadar ülkeyi idare etti. Bu olayda
Malcolm'a Northumberland Kontu Sigurd da yardım etmişti.
İlk bakışta doğal olarak İskoçya'ya yapılmış bir dış müdahale
olarak yorumlanabilecek olan bu olay, aynı bağlamda İngilte­
re'ye dışarıdan müdahale eden 1. William vakası ile mukayese
dahi kabul etmez. Çünkü 1. William'ın İngiltere'de yol açtığı
değişimler muazzam oldu. Oysa aynı dönemde III. Malcolm
İskoçya'da kendi hanedanının durumunu daha da güçlendir­
miştir. Dolayısıyla her ne kadar İngiltere ve İskoçya'nın ikisi
de bazı müşterek yönelimlerden -özellikle feodalizmden- et­
kilenmişlerse de, 1066'dan sonra iki ülkeyi karakterize eden
siyasal miras birbirinden çok farklıydı.
111. Bölüm

ORTAÇAG

Giriş
İngiltere'de Ortaçağ 1066 ve 1485 arası dönem olarak kabul
edilir. Fatih William'ın 1066'da Hastings'te elde ettiği zafer,
İngiltere tahtına Normanların oturmasını sağladı ve tabii Bri­
tanya adalarının İskandinav dünyasından koparak merkezinde
Fransa'nın bulunduğu yeni bir alana doğru kaymasında esas
amil de bu olmuştur. 111. Richard'ın Bosworth S avaşı'nda
Henry Tudor'a yenildiği 1485 yılı ise, genelde Ortaçağın bit­
tiği tarih olarak görülür. Bu iki tarihe -özellikle 1485'e- hak
ettiğinden fazla bir değer atfetmek doğru olmaz, ancak her
ikisinin belirli derecede bir özgünlük taşıdığı da bir gerçektir.
Neticede bu iki tarih de İngiltere ile ilgilidir ve yönetici hane­
danda bir değişime yol açmıştır. Elimizde nüfus sayısına iliş­
kin güvenilir veri olmamakla birlikte -ilk nüfus sayımı 1 801'de
yapılacaktır- Ortaçağ İngilteresi'nde daha fazla sayıda insa­
nın daha müreffeh bir hayat yaşadığını söylemek mümkündür.
Keza İrlanda, İskoçya ve Galler'e nazaran İngiltere'nin Avrupa
siyasetinde daha önemli roller oynadığı da aşikardır.
100 İngiltere Tarihi

İrlanda ve Galler için siyaseti belirleyen ana unsur idareciler


iken, İskoçya ve İngiltere örneğinde hükümdar olmuştur. Bir
hükümranlığın niteliğini belirleyen şey, monarkın kişiliğiydi
ve ülkenin istikrarı için bu büyük önem taşıyordu. Monark
ile büyük soylular (aristokratlar) arasındaki kişisel münase­
bet, siyasal düzen için hayati bir önem taşıyordu. Bu nedenle,
merkezinde hükümdarların olduğu bir Ortaçağ tarihi yazmak
pekala mümkündür ve oluşturulacak anlatının belkemiğini,
kronolojik düzen içinde hükümdarlık dönemlerinin hikayesi
oluşturur. Böyle bir yaklaşım, dönemin yüksek siyasetine ait
gerçekliklerin büyük kısmını kavrama fırsatı sunar, ama bazı
gelişmelerin ihmal edilmesi gibi bir duruma da yol açabilir. İh­
male uğrayabilecek iki önemli husus, toplumsal tarih ve dini
boyuttur. Dolayısıyla dönemin yüksek siyaset eksenli tarihine
bu iki husus da eklenmek zorundadır.
Bu dönem İngilteresi hakkındaki bilgi kaynaklarının ba­
şında Kıyamet Günü Kitabı gelir. Fatih William'ın isteği üzeri­
ne kaleme alınmış olan ve ülke hakkında genel bilgiler sunan
kitabın içeriği bugün bile hala bir ihtilaf konusu olmakla be­
raber, bu kitap William'a kendi kaynaklarının geçerliliğini ve
orada ikamet etmekte olanların verdiği bilgilerin doğruluğunu
test edebilme imkanı sundu. Aynı dönemde İrlanda, İskoçya
yahut Galler'de bu kitabın muadili bir esere rastlanmaz. Kı­
yamet Günü, İngiliz toprak sahiplerinin ne ölçüde Normanlar
tarafından yerinden edildiğini ve dolayısıyla toprak sahipli­
ğinde yaşanan değişimin boyutlarını gözler önüne serer. Hem
1066'daki savaşın hem de peş peşe yaşanan isyanlardan sonra
uygulanan baskıların neticesinde, ülkede elitler düzeyinde bir
toplumsal devrim meydana geldi.
Nüfusun büyük kısmına bakıldığında, yaşanan gelişmeler­
den çok az etkilendikleri görülür. Geniş kitlelerin hayatı, yok­
sullukla çevrili katı bir demografik rejimin ritmik akışı ve ta­
rımsal yaşamın baskıları ile belirlenmeye devam etti. Kıyamet
Günü, yerel çevrenin ayrıntılı doğasının, yerleşim örüntülerini
Ortaçağ 101

ve ekonomik faaliyetleri ne oranda etkilediğini gözler önüne


serer. Bu yüzden Lincolnshire'ın güneydoğusuna düşen batak­
lık düzlükleri, yerleşim için çok az tercih edilmiştir: Bataklık
bölgesi, tuz üreticileri hariç, diğer insanların pek de ilgisini
çekmemiştir. Keza Norfolk'un bereketli ve suya doymuş nehir
vadileri, iki vadi arasındaki kuru ve yüksek tepelere nazaran
insanlar tarafından çok daha fazla mesken tutulmuştur. Ayrıca
sabanın kullanımında, susuz ve sert topraklar yerine kolaylıkla
işlenebilecek yumuşak toprakların sunduğu avantaj da belirle­
yici olmuştur.
Normanlar döneminde en temel ekonomik birim malilci­
nelerdi. Bu yapılar, yasallığı elinde tutan mülk sahibi lordun
doğrudan yönetiminde olan bir çiftlik evi ile bu evin etrafında
bulunan ve gündelik çalışma, kira ve adalet gibi süreçlerin lord
tarafından belirlendiği mülklerden oluşmaktaydı. Günümüzde
adalet sistemi bir kamusal düzen olarak tesis edilmiştir ancak
Ortaçağlar bu işin çok sayıda özel mahkeme tarafından yürü­
tüldüğü bir dönemdi. Vergi toplama ve ırgat çalıştırma, Ang­
losaksonlar döneminde de vardı, fakat Normanların askerlik
hizmeti karşılığında malikanelerin vassallara bırakıldığı bir
toplumsal sistem olarak feodalizmi benimsemelerinin netice­
sinde çok daha ağır çalışma şartları ortaya çıktı. Köylüler daha
yakın bir gözetim ve denetime maruz kalırken, diğer bazı hür
insanların hakları ve statüleri de yeni gelen efendiler tarafın­
dan kısıtlandı. Kısacası Norman fethi, sadece yüksek siyasetin
dünyasını değil, ondan çok daha fazlasını değiştirdi.

Normanlaşma
Dan Kralı Knut'un 101 6'da İngiltere tahtını ele geçirmesi ola­
yıyla William'ın tahta geçişi arasındaki en çarpıcı fark, ikin­
cisinin bir toplumsal devrime yol açmış olmasıdır. Günah
Çıkartan Edward'ın meşru halefi olduğu iddiasında bulunan
William, belki de böyle bir niyeti olmasa da, krallığına boyun
102 İngiltere Tarihi

eğen İngiliz asillerinin kendi topraklarını ellerinde tutmalarına


müsaade etti ve bunlardan ikisini sırayla Northumbria kontlu­
ğuna atadı. Gelgelelim adadaki yayılma isteğine ve Norman
idaresini tahkim etme yönündeki çabalarına karşı gösterilen
direnişin boyutları, William'ı daha katı bir tutum takınmaya
sevk etti. Tıpkı 9. yüzyılda ve 1 1 . yüzyılın başlarında Anglo­
saksonların Danlara karşı sergilediği direniş gibi bu seferki de
mühim bir olaydı ve üstelik ilave bir unsur olarak Danimar­
ka (1069-70) ve İskoçya ( 1070) kaynaklı bir dış destek de söz
konusuydu şimdi. Kent ve Herefordshire ile kuzey ve güney­
batıda 1067- 1068'de baş gösteren ayaklanmaları, bir yıl sonra
kuzeyde West Country ve Batı Midlands'deki isyanları içeren
daha büyük krizler takip etti; üstelik aynı anda Dan ve İskoç
saldırıları da başlamıştı. Wakeli Hereward'un liderliğinde Ely
adası da yerel bir direniş gösteriyordu. William'ın krallığını
1066'da kabul eden Günah Çıkartan Edward'ın büyük yeğeni
Edgar ile Northumbria dükü Gospatric'in birleşerek 1068'de
ayaklanmaları, William'ı York ve Durham'da garnizonlar kur­
maya itti. Fakat William, Durham'da 1069'da bir katliam ger­
çekleştirdi ve isyanın yayılması karşısında 1069 ve 1070 yıl­
larında (kuzeyin acımasızca talan edilmesiyle) nüfusun yola
getirilmesine çalıştı.
İsyancılar arasında yaşanan koordinasyon eksikliği ve İs­
kandinavya tarafından gelen yardımın süreklilik arz etmek­
ten uzak oluşu, William'ın yeni düzeni tahkim etmesinde çok
önemli bir rol oynadı. Ancak söz konusu sürecin kapsadığı za­
man dilimi göz önüne alındığında, Norman fethinin 1066'da
tamamlanmamış olduğu rahatlıkla görülebilir. William'ın İs­
koç kralı Ill. Malcolm üzerine yürüyerek, onu, Northumbria
dükü olarak kendisinin atadığı bölgedeki yerli bir ailenin men­
subu olan Waltheof'a itaat etmeye zorladığı ve Durham'da bir
kale inşa ettiği 1072 yılına kadar, Tees nehrinin kuzeyinde he­
nüz gerçek anlamda bir Norman otoritesi kurulmamıştı. 1075
yılında bu kez hoşnutsuz Normanlar, İngiliz ve Danlarla birlik
Ortaçağ 1 03

kurarak ayaklandı ama bu da başarısızlıkla sonuçlandı. Fakat


bu isyan, Waltheof'un idaresindeki topraklarda cereyan ettiği
içi n, o da ihanet ettiği gerekçesiyle William tarafından idam
edildi. Yerine, Durham'ın yeni piskoposu olarak Kont ilan edi­
le n Lorranier atandı, ancak 1080'd e patlak veren yeni bir isyan
esnasında öldürüldü ve William bir kez daha düzeni sağlamak
için ordusunu kuzeye yolladı. Daha sonra adına Newcastle de­
necek olan yeni bir kale inşa edildi ve böylece etkili N orman
gücü, Tyne nehrine dek ulaştı. Durham piskoposu olarak bu
sefer bir Norman atandı. Gene de Northumberland, 1. Hen­
ry'nin krallığına (1 100- 1 135) gelene kadar Normanlaştırıla­
madı.
Bu çatışma ortamının yol açtığı tahribat ve altüst oluş, sa­
vaşçı bir halk olan Normanların kurduğu yeni düzenin arka
planında, askeri bir mantık ve yapı olduğunu kavramamızı
kolaylaştırır. Bu yapı en açık biçimde Normanların inşa ettiği
çok sayıdaki kalede tezahür eder. Geç dönem S akson İngilte­
resi'nin tahkim edilmiş kasabaları ve Roma dönemi Britanya­
sı'nın yolları ve kaleleri gibi, bu kaleler de Norman gücünün
alamet-i farikasıdır. Kaleler için seçilen mevkiiler, işin içinde
sadece askeri emir ve uygulamaların değil yerel kaynaklar ve
yerel dinamikler gibi farklı unsurların da olduğunu gösterir.
Erken dönem Norman kaleleri, genelde kereste ve toprak
kullanılarak yapılmıştır, böylece hem kısa zaman içinde inşa
edilmiş hem de esnek savunma araçları olmuştur. 1075'te inşa
edilen Norwich kalesi gibi yapılar, yerden yukarıya doğru yük­
seltilmiş topraktan tümseğin üzerine kerestelerden oluşan ana
gövdenin dikilmesiyle inşa edilmişlerdi. Romalılarda olduğu
gibi, bunların güçlendirilmesi süreci de daha gösterişli ve kalıcı
yapıları beraberinde getirdi. 1 125'te Norwich kalesinin tümsek
kısmı, güçlü kesme taşlarla kaplandı.
Norman İngilteresi'nden günümüze kadar ulaşmış en kalıcı
yapıların, Londra Kulesi'nin ortasında bulunan Beyaz Kule ve
Durham Katedrali gibi taşla inşa edilmiş yapılar olduğu rahat-
104 İngiltere Tarihi

lıkla söylenebilir. Bunlar idari, siyasi ve dini merkezler olmanın


yanında gücün ve kontrolün dışavurumuydu. Liricolnshire'da
yapılan ilk kaleler Lincoln ve Stamford kaleleriydi. Bu bir dizi
kalelerin yapılmasının arkasında yatan nedenler büyük oranda
belirsizliğini korumakla birlikte, muhtemelen hem kasabaları
hem de geçiş güzergahlarını kontrol etmek amacıyla inşa edil­
mişlerdi.
Fakat bu bağlamda en uygun tema, güç meselesidir. Erken
Norman döneminde gerçekleşen istimlak ve müsadereler, İn­
giltere tarihi boyunca bir benzerine pek rastlanılmayacak ölçü­
de kapsamlı bir değişime yol açtı: Boyutları itibarıyla bu olayın
mukayese edilebileceği tek vaka, 17. yüzyıl sonu İrlandası'nda
Katolikliğin yıkılması ve bütün topraklarına el konulmasıdır.
Cambridge, Chester ve Wallingford gibi çok sayıda kale, mev­
cut şehirlerin üzerine, onların geleneksel dokularını tahrip et­
mek suretiyle kuruldu. Norman fethiyle birleşen bu yıkımlar,
ekonomiye de sert bir darbe indirdi.
1069'daki isyan, hem Kilisenin hem de ülkenin Normanlaş­
ması sürecini hızlandırdı. Ülke topraklarından en çok faydala­
nanlar, Normanların egemenliğinin tesisinde yardımcı olan­
lardı. Dini alanda en önemli mevkiiler (bu aynı zamanda Kilise
topraklarının kontrolü anlamına geliyordu) büyük oranda ya­
bancılara tahsis edilirken, İngiliz toprak sahiplerinin çoğunlu­
ğunun mülküne el kondu. Yerel toprakların çoğu Normanlar
tarafından yönetiliyor olsa da, Kuzey Fransa'daki yöneticiler
de bundan faydalandı. İngiltere ile Normandiya'yı birbirine
bağlayan bir yönetici hanedanın yanısıra, tek bir aristokrasi
yaratıldı. Aynı zamanda Norman manastırlarına ait "daughter
house"ların1 kurulması ile birlikte Kilise içinde yeni bağlantı
biçimleri tesis edildi, bu yeni bağlantıların bir neticesi olarak
İ talyan Lanfranc (1070- 1089) ve Anselm (1093 - 1 109) gibi

1 Bu dönemde rahibelerin eğitim gördüğü ve yaşadığı manastır tarzı


yapılara verilen isim. (ç.n.)
Ortaçağ 105

yabancı din adamları Canterbury Başpiskoposu olarak atandı.


Pap a Norman istilasını destekledi. 1070'lerde resmi belgelerde
Anglos akson dilinin yerini Latince aldı. Dolayısıyla William,
basitçe Günah Çıkartan Edward'ın varisi olmanın çok ötesine
uzanan işler yaptı.
Kalelerin bazısı kraliyete ait, bazıları ise özeldi. Onlar gü­
cün, kraliyet yönetiminin ve feodal sistem olarak adlandırılan
düze nin merkezi unsurlarıydı. Her ne kadar feodalizm genel­
likle Norman fethi ile ilişkilendirilse de, aslında feodalizmin
çeşitli görünümleri Anglosakson İngilteresi'nde zaten mevcut­
tu ve hatta fetih olayı hiç yaşanmasaydı bile feodalizm muhte­

melen güçlenerek gelişmeye devam edecekti. Feodal sistemin


temel özelliği, lord ile vassal arasında bir bağlılık bildirme ey­
lemi ile sıkı sıkıya belirlenmiş kişisel bir ilişki olmasıdır. Bu
ilişkide lord, hizmet -öncelikle askerlik hizmeti- karşılığında
vassala destek ve koruma taahhüdünde bulunmakta ve gene
hizmet karşılığı olarak vassalın toprağı kullanma ve miras ola­
rak devretme hakkını garanti altına almayı vaad etmektedir.
Aslında bu sistemi tanımlarken feodalizm kavramını kullan­
mak bir ihtilaf mevzuudur. Çünkü Kari Marx'tan devşirilen
kavramın yaygın tanımı ve kullanımında, askerlik hizmetinden
ziyade toprak ve emek üzerindeki kontrole odaklanan, daha
geniş anlamıyla bir ekonomik kavrama göndermede bulunulur.
Oysa burada odak noktasının, lord ile vassal arasında sözleş­
me üzerinden kurulan bağ olduğuna dikkat etmek son derece
önemlidir; çünkü bu bağ, içinde vassala/tebaaya haklar verildi­
ği bir siyasal ilişkiler sisteminin gelişimi için merkezi bir önem
taşımaktadır. Şayet bir lord sorumluluklarını yerine getirmezse,
toprağı işleyen bir köylü veya vassalın da kendi yükümlülükle­
rinden vazgeçme hakkı vardır; halbuki bir kutsal monarşide bir
köylü veya vassal bir tebaa olarak kendi başına, sorumlulukla­
rından vazgeçebilme hakkına sahip değildir. İşte feodalizme
içkin bu sorumluluklar meselesi, ileride Magna Carta gibi bir
belgenin ortaya çıkışını mümkün kılacaktır.
106 İngiltere Tarihi

Narman lordları mülkiyetlerini, mülkün büyüklüğü ile


orantılı sayıda şövalyeyi savaş esnasında temin etme yüküm­
lülüğünü içeren bir askeri kullanım hakkı sayesinde ellerinde
tutmaktaydı. Ama lordlar çoğu zaman, asker toplayıp yolla­
mak yerine ellerindeki toprağın bir kısmını tımar bırakmak
suretiyle yükümlülüklerini ifa etmeyi yeğliyordu. Gelgelelim
kralın özel askeri birliği olanfamilia regis daimi ve profesyonel
bir birimdi ve bu nedenle feodal birliklerinden daha önem­
liydi. Narman krallarının ilk üçü aynı zamanda askeri liderlik
kapasitesine de sahipti ve bu onların konumlarına güç katan
önemli bir etkendi.

Norman İngilteresi'nin Politikası


Başlangıçta ülkede Narman egemenliğinin pekişmesini sağla­
mak amacıyla inşa edilen kaleler, yerli İngiliz nüfusunu baskı
altında tutma işlevini kısa zamanda yitirdi, çünkü İngilizler son
derece süratli bir şekilde mazbut bir topluma dönüştürüldü.
Her ne kadar ciddi bir asimilasyon yaşansa da bu, Roma'nın
asimilasyon girişimi ve yerel elitleri Romalılaştırma çabaları­
nın yanında hafif kalır. Normanlar fazlasıyla toprağa susamış
insanlardı ve Romalılardan çok farklı bir anlayışa sahiplerdi.
İlaveten Narman İngilteresi'nin enerjisi ve gücü, sınırları geri­
ye doğru itme kararlılığında kendini göstermekteydi ve kaleler
bu süreçte kritik bir rol oynadı. Fakat kalelerin başka önemli
bir fonksiyonu daha vardı: Narman elitleri arasındaki anlaş­
mazlıkları yoluna koymak.
Narman elitlerinin rekabeti, soylular arasındaki mücade­
leyi, soylular ile krallar arasındaki ihtilafları ve en önemlisi
Narman tahtındaki veraset sorununu yansıtır. Bölünmezlik
(bölünmemiş miras) meselesi, her bir üyesinin hak iddiasında
bulunduğu bir aile gerçeği ile sarmalanmış durumdaydı. En
yaşlı erkeğin tahta geçmesi uygulamaya konulduğunda, tahtın
diğer adaylarının direnişiyle karşılaştı. Bir sınır anlaşmazlığı
Ortaçağ 107

z yerle bir ettiği Fransız Mantes kasabasında attan


yü ünden
düş erek ciddi biçimde yaralanan 1. William ( 1 066- 1087) kısa
süre so nra hayatını kaybetti. William ölüm döşeğindeyken
kendi sine karşı isyan başlatmış olan en büyük oğlu Robert'a
sadece Normandiya bölgesinin idaresini bırakırken, İngiltere
tahtını ise Rufus lakaplı oğlu il. William'a (1087- 1 1 00) bırak­
tı. Rufus babasından miras kalan toprakları yeniden birleştir­
meye çalıştı ve kısa süreli bir mücadelenin ardından Robert, 1.
H açlı Seferi için ihtiyaç duyduğu maddi kaynak karşılığında
Normandiya'yı William'a rehin olarak verdi. Siyasi ve askeri
açıdan başarılı olan Rufus, Kiliseye karşı olumsuz tavrı yü­
zünden gözden düştü. Rufus piskoposlukları başıboş bıraka­
rak onların gelirlerinin tadını çıkarabildi. Dini alanda ihtiyaç
duyulan düzenlemelere gereken desteği vermeyen ve papalığın
otoritesine karşı düşmanca bir tutum takınan Rufus'un tavırla­
rı, Canterbury başpiskopusu Anselm'in 1097 senesinde ülkeyi

terk etmesine neden oldu.


Bununla birlikte Rufus'un özellikle şövalye çevrelerinde
hatırı sayılır bir saygınlığı ve şöhreti vardı. Rufus 1092'de or­
dusuyla Cumbria'ya girdi. Bu bölge uzun yıllar Northumbria
kontları ile İskoç kralları arasında süregiden bir çekişmenin
mekanı olmuş ve nihayet 1058'de İskoç III. Malcolm'un ege­
menlik sağlamasıyla bir istikrara kavuşmuştu. Rufus Cumb­
ria'd a yeni bir kasaba kurdu, Carlisle'de yeni bir kale inşa ettir­
di. Ardından Kendal'da bir Norman birliği tesis ederek Solway
ile Liddel'i krallığın kuzey sınırı olarak belirledi. Ayrıca Nor­
man ve Fransız ayaklanmaları karşısında da oldukça başarılıy­
dı. Rufus'un 1 100 yılında New Forest'ta ölümü muhtemelen
bir av kazası sebebiyle gerçekleşmiş olsa da, bunun bir cinayet
olduğunu savunanlar da vardır.
Rufus'un ardından İngiltere tahtına kardeşi 1. Henry ( 1 100-
1 1 35) çıktı. Kudüs'ün Haçlılar tarafından ele geçirildiği sefere
katılmış olan Robert 1 100 yılında Normandiya'ya geri döndü
ve bir yıl sonra İngiltere'yi işgal etmeye girişti. Fakat Henry,
108 İngiltere Tarihi

taht iddiasından vazgeçmesi noktasında Robert'ı ikna etti. İki


kardeş arasındaki ilişkiler bir süre kendi halinde devam etse de
Henry 1 105'te Normadiya'ya saldırdı. Tinchebrai'de 1 106'da
Robert'ı mağlup edip Normandiya'yı ele geçirdi ve kardeşi­
ni hapse attı. Robert 1 134'te hapishanede hayatını kaybetti.
İngiltere ile Normandiya'yı bir arada tutmak önemliydi çün­
kü pek çok baronun her iki tarafta da toprakları bulunuyor­
du. Şayet İngiltere ile Normandiya birbiriyle rekabet eden iki
ayrı hükümdar arasında ayrılmış olsaydı, aristokrasinin talihsiz
mensupları ikisi arasında bir tercih yapmaya mecbur bırakıla­
bilirdi. Anglo-N orman devleti içindeki bu önemli gerilim kar­
şısında yapılacak tek şey, birliği yeniden tesis ederek istikrarı
sağlamaktı.
Gelgelelim devletin sınırları çok genişti ve üstelik Fran­
sa kralları ve Anjou kontları gibi saldırgan komşuları vardı.
Dahası, bir Anglo-Norman politikasının yaratılması demek
Kuzey Fransa'daki politik durumun altüst olması anlamına
geliyordu. Bir zamanlar Knut'un bütün dikkatini İskandinav­
ya'ya yöneltmesi gibi, çoğu kez gaddarca hareket eden I. Henry
de savaşı ve diplomasiyi kullanmak suretiyle bütün enerjisini
Kuzey Fransa'daki konumunu güçlendirmeye harcadı. Komşu
prenslikler Maine ve Britanny'yi kontrol altına alan ve Fransa
kralı VI. Louis'yi Bremule'de bozguna uğratan Norman ordu­
su böylece hakimiyet alanını genişletti. I. Henry gerçekten de
etkileyici bir askeri liderdi.
I. Henry'nin uzun erimli mücadelelerinin yol açtığı mali­
yeti büyük oranda İngiltere karşılıyordu. Kraliyet gelirlerinin
düzenli ve sistemli bir şekilde toplanmasını sağlayan ve harca­
maları kontrol eden Kraliyet hazinesi bu bağlamda önemli bir
yönetim birimiydi. İngiltere'nin vaktinden önce inkişaf etmiş
görünen idari gelişiminde, I. Henry'nin Normandiya üzerine
yoğunlaşmış olmasının kısmen de olsa bir payı vardır. Kralın
yokluğunda İngiltere'yi etkin bir biçimde yönetmenin araç­
ları bulunmak zorundaydı. Anglosakson krallığının gelenek-
Ortaçağ 109

sel idare mekanizması büyük oranda devam etse de, özellikle


H azinenin hesaplama yöntemi için bir temel teşkil eden he­
sap tahtasının kullanımı gibi yeni düşünceler ve araçlar uy­
gulamaya kondu. Eski kurumlar, adalet ve yönetim gibi belirli
kavramlarla birlikte yeni yöneticiler için rehber olma özelliği­
ni sürdürürken, özellikle Norman unsurundan kaynaklı yeni
proble mlerin çözümüne de katkıda bulundu. Böylelikle hem
kraliyet yönetimi hem de dini yönetim kurumları gözle gö­
rülür de recede değişime uğradı. I. Henry zamanında kraliyet
mahkemelerinin yaygınlaşması ve gene kral tarafından yerel ve
gezgin yargıçların atanması, ülkenin her yerine uzanan daha
karmaşık ve yerleşik bir yönetim sisteminin varlığına işaret
eder. Her ne kadar Anglosakson Yıllıkları'nda zalim ve yağma­
cı bir yönetici olarak tasvir edilmiş olsa da, etkili yönetimini
gaddarlığının yanında soyluları himaye edip on�arla istişarede
bulunmak gibi becerilere borçlu olan 1. Henry lngiltere'de is­
tikrarı korudu.
Ama bu istikrar onun haleflerinin elinde tehlikeye girdi. I.
Henry bir kralın belki de en önemli görevi olan halefini açıkça
belirleme işini yapamadı. Yirminin üzerinde gayrimeşru ço­
cuğu olan Henry'nin tek meşru oğlu olan William da içinde
bulunduğu Beyaz Gemi'nin nehri geçerken kaza yapıp batma­
sı sonucunda 1 120'de ölmüştü. Henry yeniden evlense de bir
daha erkek çocuğu olmadı. Bu nedenle de umudunu kızı Ma­
tilda'ya bağladı. Matilda Fransa'daki Anjou kontunun varisi
olan Geoffrey Plantagenet ile 1 128 yılında evlenmişti. Ancak
I. Henry 1 135'te ölünce I. William'ın kızı Adela'nın oğlu olan
Blois kontu Step hen ( 1 135- 1 1 54) tahtı ele geçirdi. Matilda
dört yıl sonra 1 139'da harekete geçerek yeğeni Stephen'a sal­
dırdı ve Lincoln Savaşı'nda ( 1 141) onu mağlup edip hapse attı.
Ama Matilda kibirli tavırlarının bedelini ödemede gecikmedi.
Kendisiyle aynı isme sahip olan Stephen'ın karısı Matilda onu
Winchester'da yenince Matilda Londra'yı kaybetti. Sonuç ola­
rak I. Henry'nin kızı Matilda, elinde rehin tuttuğu Stephen'ı
1 10 İngiltere Tarihi

diğer Matilda'nın rehinesi olan üvey kardeşi Gloucesterlı Ro­


bert ile takas etmek zorunda kaldı.
Stephen'ın hükümranlığının yol açtığı krizler, yeni feodal
düzende taht veraseti etrafındaki belirsizlikleri yansıttığı kadar
bu belirsizliklerin neden olduğu sorunların alevlenmesine de
yol açtı. Wiltshire ve Hampshire'daki John Marshal gibi önde
gelen soylular, iç savaşı kendi çıkarlarını korumak ve konum­
larını güçlendirmek amacıyla kullandı. Yerel yönetim bu tip
soylular tarafından ele geçirildi ve I. Henry'nin kurmuş olduğu
idari sistem çöktü. Bu nedenle Stephen'ın hükümranlık yılları,
bir anarşi dönemi; Anglosakson Yıllıkları'na yansıdığı şekliyle
"İsa ve azizlerin uykuda olduğu" bir dönem olarak nam salmış­
tır. İskoç I. David Cumbria ve Northumberland'ı ele geçirdi.
1 144'te Geoffrey Plantagenet Normandiya'nın fethini tamam­
ladı ve varisi II. Henry 1 152'de İngiltere'yi işgal etti. Kanalın
her iki yanında da toprakları olan soylular barış istiyordu ve bu
isteklerine 1 153'teki Westminster Antlaşması ile kavuştular.
Stephen kral olarak kalmaya devam ederken, II. Henry'yi de
meşru varisi olarak kabul etti. Stephen kısa süre sonra öldü ve
II. Henry Angevin (Plantagenet) Hanedanı'nın ilk mensubu
olarak tahta oturdu.
Böylece savaşla başlamış olan İngiltere'deki Norman dö­
nemi gene bir savaşla kapanmış oldu. Gerçekten de çatışma,
bütün bu dönemin baskın unsuruydu: İngiltere'nin fethi, Gal­
lilere ve İskoçlara yönelik seferler, Fransa'daki diğer yöneticile­
re karşı sergilenen husumet ve Fatih William'ın ölümünün ar­
dından Norman elitleri arasında -bilhassa yönetici hanedanlar
arasında- süregiden iç savaş! Bu nedenle askeri yükümlülüğün
sosyal yapı içinde bu kadar belirleyici bir rol oynamış olması
ya da bağlılık yemini, sadakat ve himayenin politik bağlantılar
için hayati derecede önemli olması veya benzer şekilde kalele­
rin inşası ve onarımının merkezi önem taşıması şaşırtıcı değil­
dir. Kalelerin hepsi taştan yapılmış değildi, yapılmış olanların
da toprak zemin üzerine tahtalarla inşa edilmiş çok sayıdaki
Ortaçağ 1 1 1

geleneksel kaleye nazaran daha dayanıklı olduğu kuşku götür­


mez. Ama bu kaleler asıl olarak kaynak meselesi için iyi bir
örnek teşkil etmektedir. Görece yoksul ve pek de verimli olma­
yan bir tarım ekonomisinden devşirilip savaşa ve askeri işlere
hasredilen hatırı sayılır oranda para, emek ve yeteneğin oluş­
turduğu bir kaynaktı bu. Dönemin katedralleri ve kiliselerine
bakıldığında benzer bir durumun Kilise harcamaları için de
geçerli olduğu görülür. Örneğin S tephen'ın Winchester pisko­
posu olan kardeşi Henry'nin altı tane kale yaptırmaya başladığı
bilinm ektedir. Bazı açılardan, bu daimi harcamaların, Norman
İ ngiltere'sindeki insanların hayatına dönemin tek tek savaşla­
rından çok daha ciddi etkileri oldu. Söz konusu savaşlardan en
önemlisi olan Stephen dönemindeki mücadeleler, geleneksel
olarak tahrip edici olarak görülür. Hatta son zamanlarda tarih­
çiler, Güller Savaşı gibi adlandırmalar kullanarak, bu savaşların
yıkıcılığına ilişkin erken dönem değerlendirmeleri yumuşat­
ma eğilimine girmişlerdir. Gene de bu uzun iç savaşların, I.
Henry'nin krallığı döneminde otuz yıldan fazla bir süre barış
içinde yaşamış olan insanlarda yol açtığı ani değişimin etkisini
ve bunun psikolojik maliyetini hesaba katmak gerekmektedir.
Dahası bu savaşlar, toplumda zaten güçlü olan askeri değerleri
daha da muteber hale getirdi. Hiç kuşkusuz bu salt İngilte­
re'ye ait bir olgu değildi belki ama gene de toplumun temel bir
özelliğiydi.
Toplumun diğer temel özellikleri çevre, teknolojik düzey
ve sosyo-kültürel miras tarafından belirlenmişti. Yahudi-Hı­
ristiyan miras Kilise kanunları ve öğretilerinde açıkça yansı­
maktaydı. Bu öğretiler tek eşliliği emrediyor; çok eşliliği, yakın
akraba evliliğini, ensesti, eşcinselliği, kürtajı, yeni doğan bebeği
öldürmeyi, zinayı, sübyancılığı ve hayvanlarla ilişkiye girmeyi
yasaklıyordu. Doğurmak, evli olmak şartına bağlanmıştı, bu­
nun dışındaki doğumlar cezaya çarptırılıyordu. Boşanma son
derece zordu ve soylular ile kraliyet ailesini koruyup kollayan
bir işleve sahipti. Bu ahlaki "gündem", 9. yüzyıl ile 1 1 . yüzyılın
112 İngiltere Tarihi

ilk döneminde vuku bulan Viking istilalarının neden olduğu


karmaşadan sonra daha büyük bir coşkuyla savunuldu ve zorla
tatbik edildi. Narman fetihlerinden sonra ise bu tablo daha
da ağırlaştı. Bununla birlikte 12. yüzyılın bürokratik gelişme­
lerine kadar, muhtemelen bu uygulamaların etkililiği sınırlı
kaldı. Narman fethi, piskoposluk otoritesinin yeniden tesi s
edilmesine yol açarak katedral tarzı büyük kiliselerden oluşan
bir ağ yerine yerel kiliselerin daha da genişlemesine dayanan
bir sistemi, manastarların canlanmasını ve tamamen Kuzey
Fransa'daki gelişmelerle ilişkili olan yeni bir manastır yapısını
beraberinde getirdi.
Yeni kurumsal gelişmeler, "yabancı" yaklaşımların kendini
dayatmasıyla ilgili olduğu kadar Canterbury başpiskoposları
Lanfranc ve Anselm'in desteklediği ve geç 1 1 . yüzyıla ren­
gini vermiş olan Kilise reformunu hedefleyen geniş ölçekli
bir hareketi de yansıtıyordu. Lanfranc, Canterbury'nin York
üzerinde; başpiskoposların da piskoposlar üzerinde üstünlü­
ğünü ilan etti. Piskoposlukların bölgesel örgütlenme sistemi
yeniden düzenlenerek bazı piskoposluklar daha büyük mer­
kezlere (mesela Dorchester'dan Lincoln'a nakledildi ve Ely
ile Carlisle'da yeni piskoposluklar ihdas edildi. Yeni manastır
tarikatları özellikle, 1 154 yılı itibarıyla Rievaulx, Fountains ve
Rufford'u da içeren kırk civarında manastır kurmuş olan Sis­
tersiyenler1 arasında hızla yayıldı. Reform güdüsü, rahiplerin
evlenmemesine dönük kabul ile özellikle yerel kiliselerde son
derece önemli bir unsur olan dini hanedan geleneğine bir son
verilmesi yönündeki teşebbüsleri hızlandırdı. Yabancı pisko­
poslar esas olarak daha az din adamı ve daha çok İngiliz olan
bir disiplin arayışına yöneldi. Aşar vergisi almak yasaklandı.
Modern döneme dek kırsal İngiltere'de büyük ölçüde varlığını

1 Sistersiyenler (Cistercians) 1098'de kurulmuş ve kendilerini dünya


işlerinden uzaklaştırmış keşiş ve rahibelerden oluşan bir Hıristiyan
tarikatıdır. 12. yüzyılda İ ngiltere, İ rlanda, İ talya, İ spanya ve Portekiz
dahil geniş bir alana yayılmıştır. (ç.n.)
Ortaçağ 1 13

sürdürecek olan bölgesel kilise sistemi, 1200 yılı itibarıyla yerel


kilise sayısındaki büyük artış sayesinde müesses bir nizama ka­
vuş muş tu. Ortaçağdan kalma bölgesel kiliselerin büyük kısmı
ya 1 1 . ya da 12. yüzyıla aittir. .
B u dönemde Romanesk mimari tarzı da lngiltere'nin ta­
mamına yayıldı. Kalın duvarlar, uzun ve görece dar olan orta
kısım ile Durham, Ely ve Peterborough'daki örneklerde görül­
düğü üzere devasa kolonlar ve kemerlerle karakterize olan bü­
yük kiliselerin doğuşu, bu yeni mi1!1ari anlayışla ilgilidir. Ancak
geniş ölçekli Romanesk mimari Ingiltere'ye ilk kez 10. yüz­
yılın sonlarında girmişti. Günah Çıkartan Edward, Norman
modellerini takip ederek 1050'lerde kendi yeni Westminster
Kilisesi'ni inşa ettirmişti. Gelgelelim söz konusu mimari tar­
zın asıl etkili gelişim dönemi, fetihten sonra başladı. 1066'daki
Norman fethinden sonra adanın kültürel bağlarının kurulduğu
yer artık Kuzey Fra�sa'ydı. Fetih, Fransızca konuşan bir elit
doğurdu ve kadim lngilizce bir kenara itildi. Mevcut Ang­
losakson kişi adları yerini William, Robert, Richard, John ve
Thomas gibi Norman ve genel Hıristiyan isimlerini içeren yeni
bir adlandırma dizgesine bıraktı. Üst sınıflar arasında İngiliz­
cenin yeniden itibar kazanması, ancak 14. yüzyılın sonlarından
itibaren başlayacaktı.

Normanlar ve Galle r
İngiltere'nin Normanlar tarafından fethedilmesinin, zaman
içerisinde İrlanda, İskoçya ve Galler üzerinde büyük etkisi oldu.
Galler her ne kadar İngiltere'nin çok hızlı biçimde Norman­
ların egemenliği altına girmesine benzer bir süreci 1 1 . yüzyıl
ve hatta 12. yüzyılda yaşamasa da, Norman fethinden doğru­
dan en fazla o etkilendi. Gerçekte Galler'in durumu daha çok
Romalılar dönemindeki İskoçya'nın durumunu andırıyordu:
Sadece kısmen fethedilmiş olmak. Fatih William, İskoçya'nın
aksine tekil bir siyasal varlık görünümü arz etmeyen Galler'in
1 1 4 İngiltere Tarihi

fethiyle ilgilenmedi. Willi am kendisini, Batı Sakson haneda­


nının meşru varisi ve dolayısıyla bu hanedanın Galli ve İskoç
komşularıyla olan ilişkisinin de mirasçısı olarak görüyordu.
Muhtemelen William'ın ve haleflerinin Galler'de aradıkları
şey istikrardı. Galler'e dönük icra edilen kraliyet seferlerini n
amacı fetih değildi, her zaman daha spesifik ve sınırlı amaçlar
söz konusuydu.
Galler'de fetih, bazı Narman maceraperestlerin ellerindeki
şahsi krallıklarının veya siyasi birliklerin uhdesindeydi. Roger
de Montgomery ve William Osbern gibi ilk dönem Norman­
ların en önemli isimleri, oldukça nüfuz sahibi olmalarına rağ­
men, Galler bölgesi toprağa susamış daha genç erkekler için
fırsattan istifade edecekleri bir yerdi. Bu Normanlar İngilte­
re'nin dışındaki yerlere yönelmişti ve doğrudan kralın gözetim
ve himayesinde değillerdi. Ama gene de kralla resmi bir anlaş­
ma yapmış olan herhangi bir egemene dokunamazlardı. Daha
çok taht üzerinde bir anlaşmazlık ortaya çıktığında ve boşluk
yaşandığı zamanlarda harekete geçiyorlardı. Normanların
Gallilere dönük tutumları, barbar ve ahlaksız olarak gördükleri
Kelt toplumuna ilişkin daha genel bir aşağılamayı yansıtıyordu
ki bu, cehalet ile önyargının birleşiminden başka bir şey de­
ğildi. Başlangıçta Normanlar, güney ve kuzey kıyılarına yakın
alt bölgeler boyunca ve ardından yukarıdaki nehir vadilerine
doğru büyük bir hızla ilerledi. Gelgelelim Galliler, yalnızca
büyük kısmı Narman şövalyeleri için dezavantajlı olan coğrafi
yapıdan değil, aynı zamanda askeri yetenekleri ve bu dönem
boyunca sürüp gidecek olan kendi aralarındaki çatışmalardan
edindikleri tecrübelerden de yararlandı.
Normanlar ilerleyişlerini kaleler inşa edip yerleşim yerleri
kurmak suretiyle sağlamlaştırmaya girişti. Fakat yerleşim alan­
ları özellikle Galler'in güney kıyılarındaki alanlarla sınırlandı-
Ortaçağ 1 15

rıldı. Norman fetihlerinin yol açtığı bu "sınır harekatı"1 İngil­


tere ile Galler arasında uzanan başıboş topraklarda değil, sade­
ce Galler'in belirli bölgelerinde kalıcı oldu. Marcher lordluğu
genellikle, Anglo-Norman lordların fetih hakkına dayanarak
te sis ettiği ve Gal kraliyet haklarının baronlar tarafından kulla­
nıldığı bir Galli siyasal otorite olarak görülmüştür. Ama yakın
zamanda yapılan çalışmalarda Marcher lordluğunun, erken
dönem Norman İngilteresi'nin "kale kumandanlığı" ve Kuzey
Fransa'daki (lordların savaş ve barış yaptığı ve "üst düzey bir
adalet" uyguladıkları) lordluk sistemi ile pek çok ortak yanı
olan sıkı bir feodal lordluk sistemi olduğu öne sürülmüştür.
Bununla birlikte Marcher lordluğu, İngiltere'de zamanla mer­
kezile şen yönetim ve gelişen hukuk sisteminin etki alanının
dışında kaldığı için gitgide tuhaf bir yapı olarak görünmeye
başlamıştır.
Canterbury başpiskoposluğunun otoritesi St. David's ve
Landaff piskoposluklarının üstünde olacak şekilde genişletildi.
Roma'nın otoritesi, Narman fethinden çok önce 768'd e ilk kez
Bangor Kilisesince onaylanmasının ardından zaten Kelt Kili­
sesi'nde yayılmıştı ama İngiltere'de olduğu gibi dini hanedan­
lar fetihten sonrasına kadar önemini muhafaza etti. Fetihten
sonra piskoposluk ve bölgesel kilise yapısı ortaya çıktı: 1 107'de
Llandaff, 1 1 15'te St. David's, 1 120'de Bangor ve 1 143'te St.
Asaph piskoposlukları kuruldu. İngiltere'de olduğu gibi Sister­
siyen manastır tarikatı yeni bir canlılık getirdi. Büyük Sister­
siyen manastırları hem Normanlar tarafından ( 1 129'da Neath,
1131'de Tintern, 1 147'de Margam) hem de Galli lordlar tara­
fından ( 1 1 43'te Whitland, 1 164'te Strata Florida) inşa edildi.

1 Metinde "march" olarak geçen ve "sınır" anlamına gelen ifade, Nar­


man fethinin ardından Galler ile İ ngiltere arasındaki sınır bölgesinde
güvenliği sağlamak üzere gönderilen Anglo-N orman lordlarını nite­
lemek üzere kullanılmaktadır. Bölgeye gelerek toprak edinen ve ka­
lıcı olarak buraya yerleşen bu lordlar "marcher lordu" ve idari sistem
içindeki yerleri de "marcher lordluğu" olarak tanımlanmıştır. (ç.n.)
1 1 6 İngiltere Tarihi

İskoçya
İngiltere'nin Normanlar tarafından ele geçirilmesini takip
eden yüzyılda, siyasal birlik sağlama ve yönetimsel gelişim an­
lamında ne Galler ne de İrlanda hiçbir kayda değer hareket
ortaya koyamamış, İskoçya krallığı ise bu süreçte daha güçlü
hale gelmişti. Kralların otoritesi, kendi krallıklarının büyük
kısmının -özellikle Galloway ve Highlands- üzerinde sınırlı
bir etkiye sahipti. Norveç'in Western Isles'ı kontrolünde tutu­
yor olması, İskoçya için burnunun dibinde bir tehdit anlamına
geliyordu. 1 164 senesinde Western Isles kralı Somerled, Glas­
gow'un batısında -İskoç krallarına sadık bir aile olan Stewart­
ların elindeki- Renfrew kasabasına saldırdı ama nihai muha­
rebede hayatını kaybetti.
Ülkenin bereketli orta kesimi İskoç tahtının kontrolü al­
tındaydı ve etnik çeşitliliğe sahip olsa da liyakat sahibi idare­
ciler eliyle İskoçya siyasal bir düzen tesis etmişti. Nihayet 12.
yüzyılda Norman asilzadelerinin -büyük kısmı İngiltere'den
olmak üzere- tedricen İskoçya'ya gelmeleri ve ardından İs­
koçya tarihinde büyük yeri olan Barclay, Bruce, Hay, Menzies,
Lindsay, Montgomery ve Wallace gibi ailelerin ortaya çıkması,
başlangıçta Galler ve İrlanda'da olduğu gibi savunmasız top­
rakların yavaş yavaş fethedilmesi gibi bir olay olmaktan çok
kralların desteğini ve himayesini yansıtan bir göç hareketiydi.
Bu, Norman yönetim metotlarının ve Fransız seküler kültürü­
nün III. Malcolm'ın en küçük oğlu I. David (1 124- 1 153) eliyle
ülkeye taşınması ile ilgiliydi. David kayınbiraderi olan I. Hen­
ry'nin sarayında eğitim görmüştü ve İngiltere'de Huntington
konduğunu elinde tutuyordu. Bu durum, sadakat yemininin,
birbirine bağlantılı yapısına iyi bir örnektir. İskoç kralının elde
ettiği kontluk için İngiltere kralına feodal sadakat yemini et­
mesine benzer biçimde, İngiltere kralı da Normandiya ve -
daha sonra- Angevin'deki topraklar karşılığında Fransa kralına
sadakat yemininde bulunmuştu.
Ortaçağ 1 1 7

David kral olduktan sonra, ilk İskoç madeni parasını bas­


tırdı, feodal sistemi yerleştirdi ve -eski Kelt tarzı toplumsal ör­
gütlenmeler devam etmekle birlikte- Anglo-Norman usulleri­
ne dayanan merkezi bir yönetim oluşturdu. Normanlaşmanın,
sosyal tabakalaşma ve yönetimsel gelişimin daha uzun erimli
süreçleri içinde sadece bir aşamayı temsil ettiğini gözden ka­
çırmamak gerekir. Yönetimsel gelişim, ekonomik, sosyal ve si­
yasal süreçleri aydınlatan belgelerin üretimini mümkün kıldı
ama bu yeni başlangıçlara dair yanıltıcı bir izlenim yaratabilir.
Normanlaşma, İskoç Kilisesi'ni de etkileyerek, yeni manas­
tır kurumlarının ortaya çıkmasına ve Kıta Avrupası'yla daha
güçlü bağlar kurulmasına yol açtı. David, manastır tarikatları­
nın yeni baştan düzenlenmesinde son derece cömert bir hayır­
sever olarak öne çıktı, inşa ettirdiği geniş manastırlar krallığın
etkisinin genişlemesine de yaradı. Bununla birlikte İskoçya'da
Normanlaşma süreci, 1066'dan sonra İngiltere'de vuku buldu­
ğu şekil�� bir toplu müsadere ve parçalanma şeklinde cereyan
etmedi. Üte yandan hem Kilise hem de devlet bağlamında (bu
ikisi birbirinden ayrılabildiği ölçüde), daha genel bir Avrupa­
Waşma sürecini görebilmek için -Kıta Avrupası'nın etkisinin
daha kalıcı hale geldiği gerçeği de hesaba katıldığında- Nor­
manlaşmanın etkisi hakkındaki tartışmanın ötesine geçmek
gerekmektedir. Bu bilhassa genel Britanya tarihi içinde İngi­
liz tarihin mahkum eden bir dar görüşlülükten kaçınmak için
önem taşımaktadır.
12. ve 1 3 . yüzyılların İskoç krallıkları güçlüydü. Şövalye ile
kalelerden müteşekkil askeri yapının yanısıra Norman yayılma
tarzı ve feodalizm pratikleri, yönetim mekanizmalarının ge­
lişmesini sağladı. Özellikle 12. yüzyılın başlarında şerifüklerin
ihdas edilmesi, yöneticilerin marifetli olması ve aynı dönem­
deki ekonomik büyüme kraliyet otoritesinin genişlemesine ze­
min hazırladı. İngiliz ve Flaman göçmenler, ekonomik gelişme
için büyük önem arz eden kentsel faaliyetlerin artmasında bü­
yük bir rol oynadı. Keza özellikle sınır bölgelerindeki manas-
1 1 8 İngiltere Tarihi

tır tarikatlarının Berwick kasabası üzerinden yaptıkları yün ve


deri ihracatı da ekonomide önemli bir paya sahipti.
Avrupa'nın tamamında bu yüzyıllar, erken Ortaçağdaki çö­
küşün ardından gerçek bir demografik ve ekonomik büyüme­
nin yaşandığı bir iyileşme dönemiydi. Bu durumun arkasında,
devletlerin gelişmesi ve kendi mücadelelerini vermelerinin
yanısıra eğitimin yaygınlaşması, Hıristiyan kurumlarının hızla
büyümesi ve Gotik tarz gibi olguları içeren bir kültürel geliş­
me vardı. Britanya adalarında bütün bu süreçlerin en bariz gö­
rüldüğü yer İngiltere'ydi, fakat İskoçya da önemli bir gelişme
kaydetmişti.

Ekonomi 1100-1350
Beşeri faaliyetlerdeki artış, 1 1 . yüzyılda İngiltere ve İskoçya'nın
alçak kesimlerinde daha fazla yerleşim alanlarının kurulmasını
beraberinde getirdi. Özellikle, çitle çevrilmemiş geniş arazile­
rin müşterek bir denetleme sistemi altında köylülerin kulla­
nımına uygun biçimde daha küçük parçalara taksim edildiği
açık-arazi sisteminin yaygınlaşması fevkalade önemliydi. Bu
sistem bazılarınca Ortaçağ İngiltere ve İskoçyası için yaygın
ve standart tarım biçimi olarak görülse de gerçekte sadece İn­
giltere'nin orta kesimleri ve İskoçya'nın alçak bölgeleri için ge­
çerliydi. İskoçya'nın yukarı kesimleri ile İngiltere'nin -Kent de
dahil- kuzeyi ve batısı için aynı şey söylenemez. Bu bölgelerde
bir miktar zirai faaliyet görülse bile asıl uğraş alanı mera hay­
vancılığıydı.
Her yerde ağır ve zor bir çalışma döngüsü olduğu gerçek
olsa da Ortaçağın tarımsal yaşamının teknolojik altyapısı de­
ğişmez değildi. Alet-edevatlar, makineler ve güç kaynaklarının
her biri önemli roller oynadı. İskoçya'da 9. yüzyılda saban bı­
çağının kullanılmaya başlanması, ağırlaşmış arazilerin tarıma
açılmasını sağladı. Dahası toprağı sürmek için öküz yerine
daha hızlı ve daha uyumlu -ama daha maliyetli- olan atlar
Ortaçağ 1 19

devreye sokuldu. Fakat bu dönüşümün tamamlanması 15. yüz­


yıla değin sürecektir.
Tarımsal ürünlerde yaşanan değişim de önemliydi. Top­
rağı kuvvetlendirip verimini arttıran ba�a tohumunun geniş
ölçekli arazilerde ekilmesi 13. yüzyılda Ingiltere'de başladı ve
bilinen ilk baklagiller 1268'de elde edildi ve ayrıca doğal gübre
de tarıma eklendi. Böylece sözgelimi Norfolk'un bu dönem­
deki ürün rekoltesi, 18. yüzyıla kadar aşılamayacak düzeylere
yükseldi. Bu durum büyük ölçüde, hem ekilebilir arazilerden
he m de kırsal tarımdan aynı anda faydalanma imkanı sunan
entegre bir tarım sisteminin gelişmiş olmasından kaynaklanı­
yordu.
Verimliliği arttıran etkenlerden birisi de doğal güç kaynak­
larının kullanılmasıydı. İngiltere yeldeğirmenleriyle 12. yüzyı­
lın ortalarına doğru tanıştı ve bilhassa ülkenin doğu kesiminde
1180'lerde hızla yayıldı. Su değirmenlerinin devreye girme­
siyle bir yandan tahıllar değirmende öğütülmeye başlanırken
diğer yandan dokuma sanayii için önem arz eden dinkleme1
işlemi de mümkün hale geldi. Ekilebilir arazilerin ve tarımsal
üretimin artması, Anglosakson yerleşimlerin başladığı yüz­
yıldan 1 1 . yüzyıla kadar olan dönemde İngiliz nüfusunun ol­
dukça istikrarlı bir biçimde artmasını sağladı ve 12. yüzyılın
sonu ile 14. yüzyıl başlarını kapsayan dönemde ise nüfus artışı
hızlandı. 1 1 80 ile 1330 yılları arasında İngiliz nüfusunun iki­
ye katlanarak 6 milyona çıkmış olması kuvvetle muhtemeldir.
Tarım dışı mesleklerde çalışanların oranında görülen net bir
yükseliş geç Ortaçağa ait bir olgu olmakla birlikte, 14. yüzyıl
başları itibarıyla de tarım dışı işlerle meşgul olan nüfusta dik­
kat çekici bir artış meydana gelmiştir. 1334 yılında ödedikleri
vergi miktarına bakıldığında en zengin beş bölgenin, sırasıyla

1 Yündeki pullu tabakanın belirli işlemlerden geçirilerek keçe haline


getirilmesi. (ç.n.)
120 İngiltere Tarihi

Middles�x, Oxfordshire, Norfolk, Bedfordshire ve Berkshire


olduğu görülmektedir.
Çalışan nüfusun niteliği de değişti. Anglosakson tarzı vahşi
kölelik uygulaması, 12. yüzyıl başlarına gelindiğinde ortadan
kalkmış durumdaydı. Bunun nedenleri, Lordların kendilerine
tabi köylüler ya da köleleri üzerindeki iktidarının yanısıra Ki­
lisenin baskısı ve işgücüne kolaylıkla ulaşabilmenin mümkün
hale gelmesiydi. Köylüler, lordlar için hem gelir hem de ik­
tidar kaynağı olan değirmenlerin işletilmesi gibi görevleri ifa
etmenin yanında esas olarak ağır bir emek gerektiren işlerle
mükellef insanlardı. Lordların gücü, sahip oldukları hakları
tabiyetleri üzerinde tatbik edebilmelerini sağlıyordu. Mevcut
ekilebilir alanların sunduğu üretkenlik sınırlı bir kapasitede
olduğundan, artan nüfus, doğal olarak ekilebilir arazilerin yü­
zölçümünde de bir büyümeyi zorunlu kıldı ve bu amaçla Lake
Bölgesi başta olmak üzere çok sayıda ormanlık alan, ağaçlar­
dan temizlenerek tarıma açıldı. Ancak toprağın bozulması ve
düşen hasılat, özellikle çok az bir toprağa sahip olup tarımsal
emekle geçinen kesimin yaşam standartları üzerinde bir baskı
oluşturdu. İngiltere'nin alçak kesimlerinde 14. yüzyılın başla­
rında aşırı bir nüfus yoğunluğu görülmeye başlandı. Bu dö­
nemden kalma iskelet kalıntıları üzerinde yapılan çalışmalar,
yaşam standartlarında çok açık bir gerilemeyi gözler önüne
sermektedir. İnsanlar toprak sahibi ya da aileyi geçindirecek
bir gelire sahip olana kadar evlenmeyi erteledikleri için, bu
yıllarda evlilik yaşı ortalamasında da bir artış meydana geldi.
Ama bu artış, çocuk sayısını azaltmak için bilinçli olarak yapı­
lan bir şey değildi.
12. ve 13. yüzyıllarda planlı ve plansız olmak üzere kasa­
baların sayısında önemli bir artış meydana geldi. Halihazırda
mevcut olan kasabalarda, kasaba savunmasının gelişmesi daha
yoğun meşguliyetlere yol açarken, 12. yüzyıldan itibaren du­
varların dışında kenar mahalleler göründü. Mali hareketlerde
ve para dolaşımında yaşanan artış ile ekonomik çeşitlenme ve
Ortaçağ 121

iç ve dış ticaretteki yükselişin yanısıra servet dağılımının ge­


nişlemesinin sonucunda çok daha karmaşık bir toplumsal yapı
ortaya çıktı. Ayrıca mesleklerde daha büyük bir uzmanlaşma,
artan sosyal hareketlilik ve okuryazarlık ile sanayinin bazı kır­
sal alanlara doğru yayılması da dikkat çekici olgulardı. Me­
sela 1 3. yüzyıl itibarıyla Lincolnshire'da bir pazar yerine olan
uzaklığı beş mili geçen yerlerin sayısı çok azdı. Kıyamet Günü
Kitabı'nda belirtildiği üzere 1086'da Lincolnshire'da yedi pa­
zar vardı ve sadece 1250 ile 1299 yılları arasında elli beş yeni
pazar daha kurulacaktı. Bu pazarlar içlerinde malların, taleple­
rin, bilgi ve yeniliklerin dolaştığı daha geniş yerel ticari ağlara
bağlanıyordu. .
1375 tarihinde çizilmiş olan Gough Haritası, lngiltere'de
ilkel nehir geçitlerinin yerini alan köprüler ve bu köprülerden
sağlanan geçiş ücreti ile finanse edilen bir ulaşım ağının da da­
hil olduğu yaklaşık 3.000 mil uzunluğundaki ticaret yolunun
varlığını göstermektedir. 1 1 . yüzyılın sonlarında Oxford'da
yapılan geniş taş köprü ve yükseltilmiş yol hem Thames neh­
ri h em de onun taşkın yatağının üzerinden karşıya geçmeyi
mümkün kıldı. Bu güzergah, ticari malların, özellikle yünün,
Southampton Limanı'na sevkine yardımcı oldu. Hem deniz
hem de nehir güzergahları bilhassa hacimli malların sevkiya­
tı için çok önemliydi. Henly ambarından Londra'ya hububat
nakli Thames nehri üstünden gerçekleştiriliyordu. Lea nehri
ise Doğu Anglia'dan Londra'ya gıda sevkinde kullanılıyordu.
İngiltere'nin önde gelen yün ihracatçısı olan Lincolnshire'daki
Boston gibi limanların hızla gelişmesi sayesinde yerel ticaret
Avrupa pazarlarına bağlandı. 14. yüzyılın başı itibarıyla muh­
temelen İngiliz nüfusunun beşte biri, ticaretle ve ticari hizmet­
lerle iştigal etmekteydi. Ekonomi çok yönlü ve karmaşık bir
hale gelmişti. İngiltere'de dolaşımda olan sikkenin değeri 1 1 80
yılında kişi başına yaklaşık bir şilinken 1467'de kişi başına altı
şiline yükselmişti.
122 İngiltere Tarihi

Britanya ekonomisinde paranın -dolayısıyla gelirin ve ver­


gilendirmenin- yükselen rolü, sosyo-ekonomik değişimlerin
doğrudan idari ve siyasi sonuçları olduğunu açık biçimde gös­
termişti. 1. William tarafından kurulmuş feodal yapılar toprak
temelliydi fakat vassalların yükümlülükleri hızlı biçimde nakit
paraya tahvil edildi. Bu gelişmenin nedenlerinden biri paraya
ve esnekliğe duyulan ihtiyaçtı; diğer nedense evvelden askerlik
hizmeti karşılığında belirli miktarda toprak verilen şövalyelere
12. yüzyılın başından itibaren artık toprak yerine para öden­
meye başlanmasıydı. Keza bazı lordlar, askeri yükümlülükleri­
ni yerine getirmek için bir yandan daimi şövalyeler istihdam
etmeye başlarken öte yandan tabiyetindekilerin de askerlik
hizmeti yerine para vermeleri beklentisine girdi.
Başlangıçta toprağı bölüştürme esasına göre kurulmuş
olan ilişki, miras olarak devreden mülkiyet haklarının etkisiyle
gevşedi. Bu durum, uzun süre basitçe lord ile ona tabi olan
adamlar arasında kurulmuş olan ilişki biçimini değiştirerek
toprak sahibi ile kiracı, lord ile vassal ve diğerleri arasında yeni
türden ilişkilere yol açtı. Ülkede gerilimin artmasına yol açan
bu değişim, 11. Henry'nin hükümranlığı (1 154-1189) boyunca
hukuki ihtilafların gözle görülür biçimde artmasının da temel
nedeniydi. Daha yakından bakıldığında bu ihtilafların, toprak
üzerindeki miras hakkı noktasında yaşanan belirsizliklerden
kaynaklandığı görülür. Özellikle Stephen döneminde (1135-
1 154) yaşanan müsadereler ve yapılan arazi düzenlemelerin­
den kaynaklı bir karışıklık söz konusuydu. Kısacası aristokratik
toplum hiçbir zaman durağan bir yapıda kalmadı ve kendi­
ne yeni yollar açtı. Genellikle Geç Ortaçağla ilişkilendirilen
ve literatürde Bastard feodalizmi olarak bilinen sistemin ilk
nüveleri, 1200'lerde görülmeye başlandı: Aristokratlar, sadece
toprağa bağlı tabiyetler ile yetinmeyip doğrudan maaş vermek
suretiyle kendilerine bağlı yeni bir zümre oluşturdu. Bunların
maaşını da hem Kraliyet üzerinden elde ettikleri kazançtan
hem de topraktan kazandıkları gelirden karşılıyorlardı.
Ortaçağ 123

Ortaçağ toplumu durağan veya değişimi sadece yavaşça ve


gönülsüzce kabullenen bir toplum olmanın çok uzağındaydı
ve yeni eko nomik ve politik şartları gayet dinamik bir biçimde
karşılıyordu. 1 130 �ılı itibarıyla nakdi ödeme usulü, kraliyete
bağlı tımarlarda ve lngiltere'deki diğer geniş arazilerde olduk­
ça yayılmış durumdaydı. Takip eden yüz elli yıl boyunca, hü­
kümetin vergilendirmeden kaynaklanan gelirlerinin miktarı ve
oranı ciddi bir artış gösterdi. Bunun en önemli sonuçlarından
biri, kral ile soylular arasındaki kadim kişisel bağlantılar ile hem
Anglo sakson hem de Normanların 11. yüzyıldan beri uygula­
dıkları himaye ve koruma politikasının, odağında vergilendir­
menin olduğu daha insicamlı bir milli siyasal kimlik duygusu
altında bir araya gelerek kaynaşması ve böylece ülkede siyasal
bir dönüşüme yol açması oldu. Böylelikle belirli bir bölgesel
topluluğu temsil eden insanlar (yani çoğunlukla soylular), 13.
yüzyılın sonlarından itibaren fikirlerini Parlementoda da dile
getirmeye başladı. Siyasal faaliyet ve hak iddiaları için yeni bir
alan açan Parlementodaki tartışmalar, ulusal maddi taleplerin
ve siyasal sorunların 13. yüzyılda ne kadar merkezi önem taşı­
dığını gözler önüne sermektedir. Gene de bu deneyimin birkaç
aşamadan geçtiğini ilerleyen sayfalarda göreceğiz.
Ekonomik ve kurumsal değişimler bölgesel toplulukların
gelişimi için hayati derecede önemliydi, fakat en az bunun ka­
dar ö nemli bir diğer unsur Norman fethinin mirasıydı. Nor­
man fetihlerinden sonra komşu krallıklarla sürekli karşı karşı­
ya gelmekten kaynaklanan savaşın etkisi göz ardı edilemez.
Galliler ve İskoçların faaliyeti sadece kendi sınır bölgeleriyle
sınırlıydı; oysa İngiltere 1066'dan sonra sınırları Manş' ın karşı
kıyılarına kadar uzanan ve başta Fransa krallığı olmak üzere
genişleme eğilimi sergileyen diğer ülkelerle mücadele içine gi­
ren bir devletti. Bu durumun neden olduğu askeri seferberlik
hali, Stephen'ın 1 154'deki ölümünü izleyen üç yüzyıla damga­
sını vuran en temel olguydu. Gerçekten de Roma fetihlerinden
itibaren İ ngiltere, siyasal açıdan Kıtanın bir parçasıydı ve Kıta
124 İngiltere Tarihi

ile yakın bir ilişki içindeydi: Romalılar (78-409) ve ardından


Knut ve oğulları (1016-1042) döneminde; keza Ortaçağda
(1066-1453) ve sonra Ill. William (1689-1702) ve Hannover
Hanedanı ( 1714-183 7) dönemlerinde bunu müşahede etmek
güç değildir. Şüphesiz bu ilişkinin değişmeyen sabit bir doğası
yoktu ve yaşanan siyasal gerginlikler Ortaçağlarda çok daha
aşikardı.

Angevin Krallığı
Modern dönem Alman veya Kutsal Roma için kullanılan anla­
mıyla "imparatorluk" kavramından bu aşamada henüz söz edi­
lemese de, 1 154 ile 1453 yılları arasında İ ngiltere'yi yönetenler
ve aristokrasinin büyük kısmı, hem Britanya adalarında hem
de Fransa'da toprak elde etme ve kontrol sağlama peşine düş­
tüler. il. Henry (1 154-1189) bütünlüklü bir sistem kurmaya
girişmemiş, aksine geniş lordluklardan oluşan grupları kendi
oğulları arasında paylaştırmayı tasarlamıştı. Henry'nin halefi.e­
ri böylesi bir paylaşıma daha az ilgi gösterdi. Toprak hevesinin
ardındaki güdü, İngiltere yöneticilerinin kendilerini basitçe
İngiltere kralları olarak değil aynı zamanda il. Henry'nin daha
geniş mirası ve ardından Fransız tahtı üzerinde hak sahibi ola­
rak görme tutkularından kaynaklanmaktaydı. Angevinler dö­
neminde, Britanya'yı Avrupalı yöneticiler perspektifinden gör­
me şeklindeki Norman yaklaşımı devam ettirildi.
Kendisinden önceki Norman hükümdarların aksine Hen­
ry'nin İngiltere tahtına çıkışı bir komplo ve çatışma alameti
değildi: Taht için verilen savaş Stephen'ın hükümranlığı es­
nasında zaten vuku bulmuştu. Henry'nin en önemli hamlesi,
Cumbria ve Northumbria'yı İskoç kralı iV. Malcolm'dan geri
almasıydı. İngiliz-İskoç sınırını oluşturan bu bölge adeta kimin
güçlü olduğunu gösteriyordu ve 1 138'de Stephen döneminde
gerçekleşen Standard Savaşı'ndaki İngiliz zaferine rağmen, İs­
koç Kralı 1. David Carlisle ve Cumbria'yı kontrolü altına almış
Ortaçağ 125

ve İngilizleri güneye doğru itmişti. Gün�müzde İngilt�re'nin


kuzeyini oluşturan söz konusu bölgenin lngiltere'ye mi Iskoç­
ya'ya mı ait olduğu 12. yüzyıl ortala:ına kadar belirsizliğini ko­
rumuştu. II. Henry 1 157'de burayı lngiltere'ye dahil etti ancak
nihai statü 1237'deki York Antlaşması ile mümkün olacaktı.
Fransa'daki durum pek iç açıcı sayılmazdı. Henry 1 152'de,
Fransa kralı VII. Louis'nin eski zorba karısı Akitanyalı Ele­
anor ile evlendi ve böylece Güneybatı Fransa'nın büyük kıs­
mını içeren Aquitaine düklüğünün de kontrolünü eline almış
oldu. 1151 senesinde elde ettiği Norman ve Angevin'e (Anjou)
şimdi Aquitaine'in de eklenmesi, Henry'i Fransa'daki en güç­
lü yönetici konumuna yükseltti: Fransa kralından daha fazla
toprağa ve güce sahipti. Dahası, hükümranlığının ilk on iki
yılında Henry, Fransa'nın güneyinde ve Brittany'de kontro­
lü sağlayarak elde ettiği gücü, tartışmalı veraset meselelerini
kendi lehine çözmede kullandı. Toulouse kontunun kendisine
biat etmesini sağladı ve Auvergne üzerinde egemenliğini te­
sis etti. Gelgelelim Fransa kralları Henry'ye karşı düşmanlık
besliyordu. Henry'nin ailesi miras konusunda bölündüğünde
(Fatih William gibi II . Henry'nin de çok sayıda erkek çocu­
ğu vardı) ve Henry 1173-74'te genel bir isyanla karşılaştığında
VII. Louis'nin durumdan vazife çıkarıp müdahaleye yelten­
mesi, bu düşmanlığın açık bir göstergesiydi. Şüphesiz böyle
bir müdahale, Henry'nin kıtasal imparatorluğu için bir sorun
teşkil ederdi ama aynı şey Britanya adalarındaki egemenliği
için söz konusu değildi. Çünkü burada Henry son derece di­
namik bir güce sahipti. 1 157, 1 163 ve 1165 yıllarında yapılan
seferlerin Galler üstünde oldukça sınırlı bir etkisi oldu ama bu
Stephen'ın hükümranlığından bu yana geçen sürede durumun
değiştiğinin bir işaretiydi.
126 İngiltere Tarihi

İrlanda'nın İşgali
Anglo-Norman sömürgeciliği İngiltere'nin içinde ve yakının­
da olan istikrarsız sınır bölgeler ile yetinmedi. 1-2 Mayıs
1 169'da 600 kişilik bir askeri birlik, Wexford ile Waterford
arasındaki Bannow Bay'e konuşlandırıldı. Bazı İrlandalılar ve
Norseların desteğiyle Anglo-Normanlar We.xford ve civarını
kuşattı. Oldukça yetenekli süvari ve okçulardan müteşekkil
ordu, İrlandalılar karşısında askeri olarak avantajlı durumday­
dı. Galler'deki Anglo-Normanların önde gelen isimlerinden
"Strongbow" lakaplı Clarelı Richard'ın da içinde bulunduğu
Anglo-Norman destek kuwetleri de 1 169 ve 1 170'te bölge­
ye ulaştı. 1 170'te Strongbow önce Waterford'u ve ardından
Leinster kralı Dermot MacMurrough'un desteğiyle Dublin'i
kuşattı. Yaklaşık bir yıl sonra Strongbow, Dublin'in Norselu
kralı Asgall'i ve İrlanda kralı Rory O'Connor'ı bozguna uğrat­
tı. 1 171 'in sonlarına doğru II. Henry, tarihteki tek İngiliz Papa
olan IV. Adrian'ın 1 155'te yayınlamış olduğu fermanı arkasına
alarak, kendi egemenliğini tesis etmek üzere İrlanda'ya geldi.
Sahihliği hala tartışılmaya devam etmekle birlikte, söz konusu
fermanda Papa, İrlanda'da kilise reformunun ilerletilmesi ge­
rektiği gerekçesiyle ülkenin işgaline onay veriyordu. II. Henry
otoritesini baronlarına hissettirdi; Leinster'ı Strongbow'a bıra­
kırken Waterford, Wexford ve Dublin'in kontrolünü ise kendi
üzerine aldı. Ayrıca İrlanda krallarının büyük çoğunluğunun
ve İngiliz pratiklerine uyacağı sözünü veren İrlanda Kilise­
si'nin bağlılığını temin etti. 1 1 75 tarihli Windsor Antlaşması
ile Henry İrlanda lordu olarak tanındı ki bu unvan ona ikincil
önemdeki küçük kralların üzerinde bir üst-yönetici olma hüvi­
yeti kazandırdı. İrlanda kralı O'Connor sadece Connacht kralı
ve ülkenin -henüz- fethedilmemiş kesimlerinin lordu olarak
kaldı. İngiltere kralları ancak 16. yüzyılda aynı zamanda İrlan­
da kralları haline gelecekti.
Ortaçağ 127

Direnişi örgütleyecek güçlü bir devletin yokluğu, İrlan­


da'nın büyük kısmının hızlı biçimde ele geçirilmesinin te­
mel nedeniydi. Anglo-Norman ilerleyişi beraberinde Kilda­
re Trim, Coleraine, Dundalk ve Carrickfergus gibi kalelerin
' . .

inşasını getirdi. Iskoçya ve Ingiltere'nin tersine, tıpkı Galler


gibi İrlanda da bir birlik ve bütünlük arz etmekten uzaktı ve
bu durum Anglo-Norman aristokrasisi ve kraliyet çevresi için
ye ni fırsatlar anlamına geliyordu. Kraliyetin kontro�ü altında
D ublin merkezli bir lordluk sistemi tesis edilerek Irlanda'da
yeni bir düzen hayata geçirildi ve böylece İngiliz yönetim pra­
tikleri buraya aktarılmaya başlandı. Canterbury ile olan bağ­
lantısı, Dublin'in metropolitan bir piskoposluk olarak ortaya
ç�asını sağla�ı. Başpiskoposları ise İngiliz kökenliJ-:di.
Irlanda'daki Ingiliz kraliyet düzeninin 1315'teki Iskoç iş­
al
g iyle ortadan kaldırılması? o zamana dek. hiçbir dış müda­
haleyle karşılaşmamış olan Irlanda'daki ilk Ingiliz yöneticileri
için kıymetli bir ders sayılabilirdi. 1180-1223 arası dönemde
Fransa kralı olan Merhametsiz Philip Augustus için, Fran­
sa'daki Angevin imparatorluğunun Fransa'daki ayağını çökert­
mek -özellikle John'un Normandiya üzerindeki kontrolüne bir
son vermek- onun Britanya adalarındaki ayağını hedef almak­
tan çok daha önemli, faydalı ve makuldü. Ancak daha sonraki
Fransız kralları, Fransa'daki İngiliz etkisini kırmanın ve daha
genel anlamda İngiliz dış politikasını zayıflatmanın en iyi yo­
lunun İngiltere krallarına bizzat kendi topraklarında meydan
okumaktan geçtiğini düşünecekti [Bu da İrlanda meselesinde
dış müdahaleyi tekrar gündeme getirecekti] .
Anglo-Norman hakimiyeti, Connacht'taki Shannon neh­
rinin karşı kıyısındaki yerlere kadar 13. yüzyılda yavaş yavaş
genişledi. 1210'da İrlandalı Yüksek Hakim John de Gray, Ath­
ione'a bir birlik yolladı ve Shannon nehri üzerinde bir taş köp­
rü ile taştan bir kale inşa ettirdi. Bu yapılar, kasabanın İngiliz
etkisinin öne çıktığı bir merkez olarak gelişmesini mümkün
kılan bir güvenlik duvarı işlevi gördü. Gelgelelim 1280'lerden
128 İngiltere Tarihi

itibaren baş göstermeye başlayan direniş hareketleri, İrlanda­


lıların İngilizleşmediğinin İngiliz yerleşimcilerin de İrlandalı­
laşmamış olduğunun açık bir göstergesiydi.
Tıpkı Galler gibi Anglo-Norman İrlandası da kralın emir­
lerinin etkili biçimde uygulamaya konduğu -15. yüzyıldaki
ifadesiyle adına Pale denen- [Dublin ve çevresini kapsayan)
bir ana bölge ile kendi mahkemesine ve yönetim anlayışına sa­
hip feodal lordların kontrolü altındaki diğer bölgeler şeklinde
taksim edildi. Doğu tarafındaki düz ovalar gibi İrlanda'nın en
verimli kesimleri kasabalardan örülü bir ağa kavuşurken çok
sayıda yeni köy fılizlenmeye başladı.

il. Henry ve Oğulları


Yetenekli olduğu kadar inatçı bir kişiliğe de sahip olan II .
Henry en çok Canterbury Başpiskoposu Thomas Becket ile
yaşadığı tartışma ile hatırlanır ki, 1 170'te Becket' ın öldürül­
mesi ile sonuçlanmıştır. Tıpkı kendisinden sonra başhakim
olacak ve dönemin güçlü ve muhteris kralı VIII. Henry ile ters
düşecek Sir Thomas More gibi Becket da giriştiği kavganın
ölümcül sonuçlarından kaçamadı. Becket ilk başlarda kralın
yakın bir arkadaşıydı ama başpiskopos olarak atandıktan son­
ra, din adamlarının, din adamı olmayanlar tarafından mahke­
melerde yargılanmasına karşı çıkarak bunların ancak Kilise
mahkemelerinde yargılanabileceğini savundu. Becket, Papaya
ulaşma ve başvurma özgürlüğünü savunuyordu ki bu, tam da
Papalık Mahkemesinin (hükümetinin), hukukçu papaların
birbiri ardına papalık makamına oturması ile birlikte, etkili bir
biçimde Hıristiyanlığın meşru/hukuksal merkezi ve böylece
önemli bir otorite ve para kaynağı haline geldiği bir zamanda
oluyordu. Roma'ya başvurma özgürlüğü, dini yargılamaları ve
hemen hemen bütün Kilise yaşamını belirleyen bir unsur h a­
line gelecekti.
Ortaçağ 129

He nry kraliyete bağlı hukuk merciilerini Becket'a karşı


hareke te geçirince Becket da 1 164'te ülkeden kaçtı. Ancak
kendi aile içi anlaşmazlıklarında olduğu gibi Henry bir kere
daha bir dış gücün -bu olayda Papalığın- fikirlerini dikkate
almak zorunda kaldı. Papalık çevresi Henry'ye uzlaşma yö­
nünde telkinlerde bulundu. Böylece Becket 1 1 70 yılında geri
geldi am a varılan uzlaşmanın ruhuna uyma noktasında pek
de istekli davranmadı. Oysa hem ülkeye geri gelişinin hem
de daha genel açıdan kraliyet-papalık ve Kilise-devlet ilişki­
lerinin yolunda gitmesi için onun da anlaşmaya riayet etmesi
gerekiyordu. Bunun üzerine öfkeden deliye dönen Henry'nin
"yok mu beni bu şamatacı rahipten kurtaracak kimse?" diye
serzenişini işitip kendilerine vazife çıkaran dört şövalye, ertesi
gün Becket' ı kendi katedralinde öldürdü . Maktul Becket daha
sonra aziz ilan edildi ve Canterbury'deki kabri, VIII. Henry
dönemine kadar temel hac merkezlerinden biri haline geldi.
Gelgelelim onun ölümü aslında çok az şeyi değiştirdi: Her ne
kadar Roma'ya başvurma hakkı üzerindeki kısıtlamalar kaldı­
rılarak, suça bulaşmış din adamlarının normal mahkemelerde
yargılanmama muafiyeti onaylansa da, uzlaşı dengesinde pek
bir değişiklik yaşanmadı.
Böylesi tatsızlıkların, Henry'nin hükümranlığı boyunca son
derece önemli olan ve hem mali hem de adli alanları kapsayan
idari gelişim süreci üzerinde herhangi bir etkisi olmadı. Belirli
bir standarda kavuşturulmuş olan ortak hukuk düzeni1 (com­
mon law) güç kazandı. Danelaw'a sağlanmış bazı özel ayrıca­
lıkları bir kenara bırakacak olursak, Norman fethinden önceki
krallar tebaanın tümü için kanunlar çıkarmıştı ve bu nedenle
II. Henry'nin düzenlemeleri sağlam temeller üzerinde yüksel­
di. İngiliz genel hukuku, İngiltere'nin Avrupa standartlarında

1 Metinde "Common Law" olarak geçen kavram, İ ngiltere'de krali­


yet mahkemeleri hakimleri tarafından oluşturulan örf ve adete dayalı
hukuk sistemidir. Bundan sonra metin içinde "ortak hukuk" olarak
karşılanacaktır. (ç.n.)
130 İngiltere Tarihi

önemli ölçüde bir homojen devlet olarak güçlenip gelişmesine


yardım etti ve 13. yüzyılda ortak bir İngilizlik hissiyatının ge­
lişmesinde büyük rol oynadı, ki bugün de hala önemini muha­
faza etmektedir. Genel hukukun yükselişi, kraliyet adaletinin
topluma yayılması ve "taht"ın, kralın şahsından ayrı bir varlık
olarak anlam kazanması gibi unsurların tümü birden, kralın
etrafında kenetlenmiş bir topluluk duygusunu pekiştirdi.
Hükümet faaliyetlerinin genişlemesi, sayıları gittikçe artan
profesyonel yöneticileri gerekli kıldı ve bir grup olarak bunlar
esasen ilk kez 1. Henry döneminde ortaya çıkmıştı. Curiales
denen bu görevlilerin büyük kısmı, köklü asiller tarafından
istihdam edilen "yeni adamlar"dı. Kısmen curialeler sayesin­
dedir ki, adaletin tesisi ve kraliyet gelirlerinin toplanması ge­
lişme kaydetti ve idari süreçleri daha etkili ve sistematik hale
geldi. Düzenli tutulan kayıtlarda bunu görmek mümkündür:
İlk sırada, il. Henry'nin krallığının ilk döneminden itibaren
istikrarlı biçimde devam eden devlet hazinesine ait kayıt ru­
loları bulunur; bunları, 1200'den hemen sonraya ait yüksek
mahkemenin verdiği patentleri içeren rulo desteleri takip eder.
Adaletin gelişmesi, bizzat kraliyetin önayak olduğu bir süreçti:
Arazi düzenlemeleri kraliyet fermanlarıyla başlatıldı ve kanun
ve nizamı sağlayanlar da krallığın gezgin hukukçularıydı. Çe­
şitli meselelerde hangi yol ve yöntemin izleneceği noktasında
da kralın eylemleri yol göstericiydi. Bu dönemde yönetim sü­
reçleri, Normanlar döneminde olduğundan farklı olarak, kra­
lın kişisel müdahalelerine daha az açık hale geldi. Bu durum,
yerine vekalet edecek bir yüksek idareci bırakıp, krallığının bü­
yük kısmında Kıta'da geçirmiş olan il. Henry için de geçerlidir.
Öte yandan bu süreçte topraktan kaynaklı gelirlerinde
azalma meydana gelen Taht, hesapta olmayan maddi gelirlere
daha bağımlı hale geldi. Adli sistemde kaydedilen ilerlemeler
ile Taht cenahından yansıyan keyfilik bir arada hüküm sür­
meye başladı. Söz konusu keyfilik bütün topluma yayıldı ve
üstelik feodal beyler de kralın istediği gibi hareket ediyordu.
Ortaçağ 1 3 1

D ahası hem kraliyet ormanı olarak nitelendirilen bölge hem


de buna ilişkin mevzuat, insanları mümkün mertebe bu böl­
genin dışında kalabilmek için ödeme yapmaya mecbur kılacak
ölçüde genişletildi. Orman mevzuatı, ortak hukuk usulüne ve
standartlarına göre değil kralın keyfi isteğine göre şekille n­
mişti . Feodal hakları ve adalet sistemi Angevinler tarafından
ihlal ve istismar edilen baronlar ve diğerlerleri, kraliyete karşı
müşterek bir zeminde buluşmuş oluyordu. Yönetimin gittikçe
artan baskısı ile iktidar gücü artık bir tür zorbalık aracı haline
geldi. Kraliyetin gücüne karşı direnen Becket' ın -bazı bölge­
lerdeki- popülaritesi ile John dönemindeki kraliyet yönetimi­
ne duyulan büyük hıncın ardında yatan sebeplerden biri buydu.
Tarafsız bir yönetimin bürokratik ilkelerinin gelişimi oldukça
yavaştı. 1207-1208'de John "önümüzde duran yalın gerçek şu
ki , bize karşı olanlardan ziyade bizim safımızda olanlarla bir­
likte daha iyisini yapmaya çalışmalıyız" diye yazmıştı. Kralın
b akış açısı ve çıkarları, yönetim süreçleri için de hayati önem
taşıyordu. Ortaçağ, İngiltere'de devlet idaresinin değişen örün­
tülerine şahitlik etmiştir: Yönetim ya Kraliyet Hanesi eksenli
ya da Hazine ile Yüksek Mahkeme eksenli bir yapı arz edi­
yordu. John, Ill. Henry ve 1. Edward dönemlerinde Kraliyet
Hanesi -başlangıçta Kamara daha sonra ise Gardrop1 olmak
üzere- son derece baskınken, III. Edward döneminde Hazi­
ne'nin gözle görülür bir ağırlığı vardı. Güç dengelerindeki bu
değişim Tudor dönemi boyunca devam etti ve aslında Ortaçağ
İngiliz monarşisi zaten -Saray hamiliğinin ve Tahtın gölgesi
altında bir mevki edinmenin boyutları düşünüldüğünde- pek
çok açıdan Tudor yönetiminin bir ön habercisiydi.

1 Kamara (Chamber), Kralın sarayda devlet işlerini görüştüğü bir


odadır. Bu odanın bitişiğinde olan ve içinde kralın elbiseleri ile mü­
cevheratının bulunduğu Gardrop (Wardrobe) odası da 13. ve 14.
yüzyıllar boyunca devlet meselelerinin konuşulduğu ve önemli ka­
rarların alındığı bir mekan haline gelmiştir. (ç.n.)
132 İngiltere Tarihi

Henry'nin beş meşru çocuğundan üçü Henry'den önce


ölmüştü ve yerine oğlu 1. Richard (1189-1 1 99) geçti. Ric­
hard'ın kardeşleri 1 173-1174 yıllarında II. Henry'ye karşı
Fransa destekli bir isyan hareketi başlatmış ve o da kısa süre
sonra kardeşlerine katılmıştı. Bu olay vesilesiyle Richard, an­
nesinden miras kalan Aquitaine düklüğündeki ayaklanmanın
bastırılması esnasında ciddi bir askeri tecrübe edinmişti. Kral
olarak Henry'ye kıyasla zamanının çok daha büyük bir bölü­
münü İ ngiltere dışında geçirdi. Ortadoğu'da Müslümanlara
karşı başlatılan üçüncü Haçlı Seferi'ne katılan Richard, Akka
Kalesi'ni ele geçirip Arsuf Savaşı'nda (1 191) İslam hükümdarı
Selahaddin'i mağlup etse de Kudüs'ü almayı başaramadı. Dö­
nüş yolunda Almanya'da yakalanıp hapse atılınca (1192-94)
kardeşi John ve esasen Philip Augustus bu durumdan istifade
etmeye yeltendi. Richard 150.000 Mark fidye karşılığında ser­
best bırakıldı ki bu muazzam bir rakamdı (1 Mark 1 Poundun
üçte ikisiydi) fakat bu aynı zamanda hem İngiliz refah düze­
yini hem de böyle bir parayı toplayabilen hükümetin gücünü
gösteriyordu.
Richard hükümranlığının geri kalan kısmını da büyük
oranda Kıta Avrupası'ndaki topraklarında geçirdi. Yokluğun­
da kaybedilmiş olan toprakları geri alma çabası ile geçen bu
süreç, bir kuşatma sırasındaki ölümü ile neticelendi. Geriye
borç, Fransa ile çatışma ve halefinin kim olacağı konusundaki
tavrıyla öfkeli baronlar bıraktı. Bu negatif değerlendirmelerin
yanında, bir süvariyi andıran imgesi içinde Angevin ve İngiliz
krallığının yeniden şekillenmesinde oldukça etkili olduğunu
da belirtmek gerekir. Richard, Robin Hood efsanelerinde bir
kahraman olarak görülmesinin yanısıra, sonraki krallar için
hep bir rol-model olarak kendine yer bulmuştur.
Meşru çocuğu olmayan Richard'ın yerine kardeşi Joh n
(1199-1216) tahta oturdu. John daha en başta Fransız vasal­
ların çıkardığı sorunlarla uğraşayım derken elini epeyce zayıf­
lattı. Bu sorunlar, birden ortaya çıkan bir söylenti ile iyice
Ortaçağ 1 3 3

alevlendi: Fransız vasallar, John'un ağabeyi Geoffrey'nin oğlu


ve dolayısıyla John'un yeğeni olan Britanny dükü Arthur'un
1203'teki ölümünden John'un sorumlu olduğunu düşünüyor­
du. Philip Augustus'un kararlılığı ve askeri başarılarının sonu­
cunda John, 1203 ve 1204 yıllarında Normandiya ve Anjou da
dahil olmak üzere babasından miras kalan kıtadaki toprakların
büyük kısmını kaybetti. Yapısı gereği kuşkucu ve hırslı olan
John daha önce hayatta zorluklar ile hiç sınanmamıştı. Kaba
ve saygısızdı, insan idare etme becerisinden yoksundu. Mü­
dahaleci ve saldırgan idaresinin neticelerini yumuşatmayı da
başaramadı. John'un kaybedilen toprakları geri alabilmek için
kaynak toplamaya girişmesi ve kraliyetin imkanlarını ısrarla
suiistimal etmeye devam etmesi kendisine muhalif olanları
hareketlendirdi. Canterbury başpiskoposluğu seçimine ilişkin
yaşanan bir anlaşmazlık kısa sürede John'u son derece etkili bir
hasmı ile çatışmaya sürükledi: Papa III. lnnocent. 1208 yılında
Papa İngiltere'ye bir tür ambargo uygulamaya başladı, adadaki
bütün kilise hizmetlerini askıya aldı ve 1209'da da John'u afo­
roz etti.

Magna Carta, 1215


Kral John icabında İngiltere'yi Papalığa ait bir yurtluk/tımar
h aline getirip Papa lnnocent ile arasındaki sorunu pekala çö­
zebilirdi, fakat öteki hasımlarıyla herh angi bir anlaşma zemi­
ni bulması neredeyse imkansızdı. Jo h n'un kıtadaki durumunu
iyileştirip yeniden güçlenme yönündeki girişimleri, kurmuş
olduğu ve bir İngiliz seferi kuvveti tarafından da desteklenen
ittifakın 1214'te Bouvines'de Fransızlar tarafından bozguna
uğratılması sonucu başarısızlıkla neticelendi. Bu yenilgi, onun
içerideki muhalifi.erini harekete geçirdi ve emrindeki İskoç or­
dusu ile Dover' a kadar bütün İngiltere'yi baştan başa kat eden
II. Alexander' ın desteklediği bir ayaklanma patlak verdi. Böy­
lece 1215 yılında John, baronların kendisine dayattığı ve adı-
134 İngiltere Tarihi

na sonraları Magna Carta denecek olan belgeyi kabul etmek


zorunda kaldı. Bu özgürlükler belgesi, John'un feodal, yasal ve
diğer idari yetkilerini kullanış biçimini kınayan bir özellik arz
ediyordu, çünkü bu belgede kralın hakları tanımlanıyor ve sı­
nırlandırılıyordu. Aslında Magna Carta, John'un idaresindeki
hükümetin uygulamalarıyla çatışan her şeyi içeren muazzam
bir listeydi. Pratikte neredeyse her şeyi kapsıyordu ve bir son­
raki adım onaylanıp hayata geçirilmesiydi. Belgede baronla­
rın hakları korunuyor ve kralın keyfi uygulamaları karşısında
özgür vatandaşlara bazı güvenceler temin ediliyordu. Krallık
artık kendi haklarını ve yetkilerini tek başına tanımlayama­
yacaktı. Bunun yerine Magna Carta, kralın gücünün hukukla
sınırlandığı; yasal olarak sorumlu ve bu nedenle de yerinde ve
meşru bir yönetim ilkesinin önemine işaret ediyordu. 15 Ha­
ziran 1215'te Windsor yakınındaki Runnymede'de gerçekle­
şen buluşma, monarşinin uygulaması ile hayata geçecek olan
yeni bir siyasal güç dağılımı ve yeni bir hukuksal çerçevenin
tesis edildiği barışa yönelik bir toplantıydı. Kralın yasaya bağlı
olduğu hususunu açıkça ortaya koyarak kral ile yasa arasında
yeni bir ilişki yaratan bu belge, gerçekte İngiltere'nin ilk ana­
yasasıydı. 40. Maddede hiç kimsenin adaleti satın alamayaca­
ğı, yok sayamayacağı ve geciktiremeyeceği belirtilmişti. Sonuç
olarak Magna Carta neredeyse kutsallık derecesinde bir önem
kazandı ve İngiltere tarihinde anahtar bir anayasal belge ve an­
laşma olarak görülmesinin yanında, 13. ve 17. yüzyılda İngil­
tere'de, 18. yüzyılda ise Kuzey Amerika'da keyfi bir yönetime
muhalefet edenler tarafından temel bir referans olarak kabul
edildi. O hem capcanlı bir fikir hem de özgürlüğün sembolüy­
dü ve adalet peşinde olanlara -özellikle çok güçlü bir yönetim­
den- adalet talep edenlere ilham kaynağı olacak derecede bir
etki alanı oluşturdu.
Gelgelelim böyle bir belgenin hayata geçirilmesi, ya mo­
narkın gönüllü olarak davranışlarını ve siyasetini değiştirmesi­
ne ya da onu buna uymaya zorlayacak yeni bir kurumun ihdas
Ortaçağ 135

edilme sine bağlı olduğu için, monarkları belirli sınırlamaları


kabul etmeye zorlamak tarihte daima sıkıntılı bir süreç olmuş­
tur. John'un anlaşmayı uygulama noktasındaki isteksizliği -ki
çarçabuk reddetmişti- aşikar hale gelince muhalifler �hilip
Augustus'un oğlu Louis'ye tahta çıkmasını teklif ettiler. lngil­
tere ciddi bir iç savaşa sürüklendi ve yanında taşıdığı hazine­
sinin önemli bir kısmı Wash körfezinin bataklıklarına gömül­
dükten kısa bir süre sonra John 1216 yılında öldü.
John'un oğlu III. Henry (1216-1272) hem destekçileri hem
de muhalifleri için oldukça makbul bir kraldı: Zira henüz do­
kuz yaşındaydı ve herhangi bir tehdit oluşturmuyordu. 121 7
yılında vuku bulan iki savaşta -Lincoln Savaşı ile Hubert de
Burgh'un Dover açıklarında kazandığı deniz savaşı- elde edi­
len zaferlerin verdiği güçle Henry taraftarları Lambeth An­
laşması'yla Louis'yi savaşa bir son vermeye ikna etti. Henry
1 232'ye kadar gerçek anlamda iktidar sahibi olamadı, fakat ne
Henry'nin reşit olmadığı bu yıllarda ne de sonrasında Fransa'yı
kıtada mağlup etmek ve John döneminde elden çıkan toprak­
ları geri almak mümkün olmadı. 1242 tarihli Poitevin seferi
sırasında yaşanan felaket, kralın hem saygınlığına zarar verdi
hem de onu mali açıdan krize soktu ve çabaları birkaç yıl daha
sürse de Henry 1259'da yapılan Paris Antlaşması'yla sonunda
yenildiğini kabul etti. Elinde sadece Gascony ile merkezi Bor­
deaux şehri olan Aquitaine düklüğünün bazı bölgeleri kaldı.
Henry'nin henüz reşit olmadığı dönem boyunca, yazılı ku­
rallarla bir yöneticiyi sınırlama fikri ve yöneticinin asillerin
tavsiyelerini dikkat alması gerektiği düşüncesi gelişme göster­
di. Bu dönemde Magna Carta yasalaştı, ama yasalaşan belge
12 15'te kaleme alınan orijinal metin değil, 121 ?'de gözden ge­
çirilen (ve Magna Carta olarak adlandırılan) 1225'te ise tekrar
yayımlanan metindi. Magna Cartanın Kral John'a dayatılmış
olan ilk versiyonunda yer alan ve büyük kısmı John'un şahsına
dönük olarak kaleme alınmış saldırgan maddelerin çoğu çıkar­
tıldıktan sonra metin yeniden yazıldı. "Büyük Meclisler" ha-
136 İngiltere Tarihi

ronların rızasını, dolayısıyla da işbirliğini gerektiren bir özel­


likteydi. Müzakere kavramı üzerindeki vurgu, Parlamentonun
gelişiminin habercisiydi. Her ne kadar Parlamento kelime si
Magna Carta'da 1230'lara kadar kendine yer bulamamış olsa
da, bir monark tarafından yapılan düzenlemelerden çok daha
etkili olan Anayasal bir yönetim anlamına gelen Parlamento­
nun gelişme sürecinde Magna Carta önemli bir aşamayı temsil
ediyordu. Belgenin bilhassa 12. ve 14. maddeleri dikkat çeki­
ciydi. "Herkesi ilgilendiren şey, herkes tarafından onaylanma­
lıdır" şeklindeki Roma hukuk düsturunu yansıtan 12. maddeye
göre mecliste genel oylama olmadan hiçbir bedel (şövalyeler­
den askerlik hizmet bedeli olarak alınan para) ve yardım (ver­
gi) toplanamayacaktı. 14. maddeye göre ise yardım veya vergi,
bölgenin ileri gelenlerinden ve şerifler aracılığıyla toplantıya
davet edilecek olan daha küçük toprak sahiplerinden topla­
nacaktı. Her iki maddede açık olan husus, temsiliyet olmak­
sızın vergilendirmenin yapılamayacağıydı. "Rıza" düşüncesi,
böylece ilk kez tam olarak siyasal sistemin bir parçası haline
geldi. Magna Carta ilerleyen zamanlarda sık sık gözden geçi­
rilip yeniden kaleme alındı ve her seferinde J ohn'un halefleri,
ülkeyi belgede yazılı kurallara göre yönetmeyi bir ilke haline
getirdiler.
III. Henry sadece İngiliz elitleri çevresi ile kurması bekle­
nen toplumsal ve kültürel ilişkileri başka topraklarda doğmuş
ve bu çevreden olmayan kişilerle de kurmaya başlayınca za­
manla popülerliğini yitirdi. Babası gibi Henry de toplumun
önde gelenleriyle uzun soluklu ve makul bir ilişki tarzı geliştir­
meyi beceremedi ve baronlar, kafalarındaki iyi krallık biçimini
Henry'ye dayatıp elindeki yetkileri almak için Oxford (1258 )
ve Westminster (1259) Şartları olarak bilinen reform belgele­
rini hazırladı. Siyaset, kişilerle ilgili olduğu kadar ilkelerle de
ilgili bir gerçeklikti.
1264'te, beklenen savaş patlak verdi ve kralın kayınbiraderi
olan Leicester kontu Fransa-doğumlu Simon de Montfort'un
Ortaçağ 1 3 7

liderliği altında birleşen pek çok baron Henry'yi Lewes'taki


savaşta mağlup etti. Simon'un zaferiyle Montfortlar krallı­
ğın ve yönetimin kontrolünü ele geçirse de Henry'nin oğlu
E dward 1265'te gözaltında tutulduğu hapishaneden kaçmayı
baş ararak yeni bir ordu teşkil edip Simon'a Evesham'da acı bir
m ağlubiyet tattırdı. Simon öldürüldü ve Henry yeniden tahta
geçti. Baronların bir kısmı Montfort tarafından ikna edilmiş
olsa bile büyük çoğunluğu krallığa sadakatlerini göstermişti.
B u zaferle birlikte Kraliyet otoritesi yeniden tesis edildi ve
hatalarından ders çıkaran Henry hükümranlığının geri kalan
yıllarını çok daha dikkatli bir tutum takınarak geçirdi.
Gal Bağımsızlığının Sonu
Brecon'un Norman-Gal Piskoposu Galli Gerald (1145-1223),
Canterbury başpiskoposunun III. Haçlı Seferi'ne ( 1 188) des­
tek amacıyla halka vaazlar verdiği gezisinde kendisine eşlik
etmişti ve bu geziye dair izlenimlerini Gaf/er Boyunca Bir Gezi
adlı kitapta anlattı; ayrıca Galler'in Tasviri adlı bir başka kitap
da kaleme aldı. Gerald mutlak anlamda güvenilir bir kaynak
sayılmaz ve diğer pek çok gezi kitabında olduğu gibi o da çok
sayıda genelleme yapar: "Galliler vücudun aşağı taraflarının
traş edilmesine bilhassa özen gösterir. . . Galliler kendi gele­
neksel şarkılarını hep bir ağızdan tek seferde değil; parça parça
ve farklı ton ve biçimlerde söyler. . . Hem kadınlar hem de er­
kekler diş bakımına büyük önem verir. . . Gallinin cömertliği ve
misafirperverliği bütün erdemlerin en yücesidir." Gerald'ın bir
Gallilik duygusu taşıdığı çok açıktır: Gwynedd ve Deheubarth
h akkında -sanki buraların halkı farklıymış gibi- hiçbir şey
söylemez. Bu, hemşehri anlamına gelen Cymryı olarak Gal­
li düşüncesini yansıtıyordu: Müşterek bir kültür, mitoloji, dil,
gelenek ve kaideye sahip yekvücut bir topluluk! Siyasal yapıları
1 G al dilinde "Galli"nin karşılığı olarak kullanılan sözcük. Aynı
memleketten, hemşehri olmak gibi manalara gelmektedir. (ç.n.)
1 3 8 İngiltere Tarihi

bir bütünlükten yoksun olmasına ve konuştukları dil lehçeli


olup bölgenin güneyi ile kuzeyi arasında ciddi farklılıklar gös­
termesine rağmen, Galliler kendilerini belirli bir ülkede yaşa­
yan bir halk olarak görüyordu. Ne var ki iktidarın parçalılığı ve
mirasın pay edilmesi pratiği, güçlü bir dış tehditle karşılaşan
bir siyasal yapı için ölümcül bir zayıflık anlamına geliyordu.
Cymru mefkuresinin politikaya tahvil edilmesine en fazla
yaklaşıldığı dönem Büyük Lylwelyn (ö. 1240) ile torunu Gruf­
fuld'un (ö. 1282) hükümranlık yıllarıydı. İkisinin çabalarıyla
yerli Galliler birlik oldu (pura Wallia). 1 3 . yüzyılda nihayet
Gwynedd'in baskın güç olarak ortaya çıkması ile birlikte dede
ve torun Lylwelynler, daha önce bu topraklarda hiç olmamış
bir şeyi, bir Gal siyasi birliği ile tek elde toplanmış bir siyasi
otoriteyi kurmaya girişti. Bu fikrin ilk kimden çıktığı bilinme­
mekle birlikte, bu yeni gelişme, 13. yüzyılda yazıya dökülmüş
yönetim biçimi ve temsili siyasetin genel yükselişi ile ilişki­
lendirilmiştir. Galler'de yerli şairler ve bilginler tarafından icat
edilip yaygınlaştırılan "ulusal" tarih ve kimliğe ait gelenekler,
"yenilikçi" prensler eliyle daha siyasi bir hüviyet kazandı. Bu
prensler, kaleler inşa ediyor, hak ve imkanları geliştiriyor, ma­
nastırlar kuruyor, şehirle ilgili düzenlemeler yapıyor ve arala­
rında Galler dışında eğitim görmüş din adamlarının da oldu­
ğu küçük bir yönetici çevreyi maiyetlerinde bulunduruyordu.
Böylece aslında prensler, İngilizlerin taleplerine mukavemet
etmek için onların yöntemlerini taklit ediyordu. Dede ve to­
run Lylwelynlerin amacı, üst-yöneticiliği diğer yerli yöneticiler
üzerinde hakim kılacak düzeyde genişletmek ve aynı zamanda
İngiltere kralını Gwynedd prensini bütün yerli Gallilerin yö­
neticisi olarak tanımaya ikna etmekti. Bunu hayata geçirmek
için ihtiyaç duyulan şey, İngiliz Sarayı ile yapılacak bir antlaş ­
maydı.
Muhtemelen iki taraf da savaşa pek sıcak bakmamasına
rağmen, 1272 ile 1277 yılları arasında İngiliz-Galler ilişkisin­
de krizler birbirini takip etti. Lywelyn, I. Edward'a bağlılık bil-
Ortaçağ 139

dirmeyi reddederek muhtemel bir uzlaşının da kapılarını ka­


patmış oldu. 1277'de Edward ilişkileri tamamen bitirme kararı
alarak büyük bir askeri kuvvetin yanısıra diğer Galli yöneticiler
ile sürgündeki Gallilerin de desteğini temin edip saldırıya geç­
ti . De stek kuvvetleri Orta ve Güney Galler'e ulaşır ulaşmaz
E dward, donanmasını devreye sokup Gwynedd'in en önemli
erzak kaynağı Anglesey ile olan bağlantısını kestikten sonra
doğrudan Gwynedd'e saldırdı. Lylwelyn'i Snowdonia'da kapa­
na kıstıran Edward, Aberconwy Antlaşması'nın (1277) şart­
larını kabul edene kadar erzak giriş-çıkışını engelleyerek onu
burada kuşatma altında tuttu. Lylwelyn sonunda Edward'a
bağlılık yemini etmeyi ve Conwy nehrinin doğusundaki top­
rakları bırakmayı kabul etti. Lylwelyn'in Galli muhaliflerinin
arazileri ve varlıkları antlaşmayla garanti altına alınırken, Gal­
li liderlerin büyük kısmının sadakati de krala doğru döndü.
Böylelikle Galli Galler'in Gwynedd çatısı altında birleşmesi
çabası akim kaldı. Üstelik Gal prensliği artık Snowdonia ve
Anglesey'den ibaretti.
Barışın ardından Galler'de -ileride problemlere yol açacak
olan- idarenin ve Kilisenin İngilizleştirilmesi süreci başladı.
Canterbury Başpiskoposu Peckham, Lylwelyn'e Gal adet ve
töreleri içinde sadece makul ve mantıklı olanların icra edi­
lebileceğini söyledi. 1282 yılında Lywelyn'in kardeşi Dafydd
ayaklandı ve Lywelyn de olaya dahil oldu. Edward 1277 yılı
stratejisini tekrarladı. Zorlu kış şartlarından ötürü açlığın baş
gö sterdiği Snowdonia'dan dışarı çıkan Lywelyn 1 1 Aralık'ta
Builth yakınlarında öldürüldü, isyanın asıl müsebbibi olan
Dafydd ise Snowdania'da kaldı, ama bir firari olarak yaşadı.
Bir yıl sonra ise yakalanıp Shrewsbury'e getirildi: Önce asıldı
ardından iç organları deşildi ve nihayet kafası kesilerek vücudu
dört parçaya ayrıldı.
Galler ve İskoçya'nın birbiriyle çelişen askeri kaderleri,
Galliler arasındaki bölünmüşlüğe ya da İngilizlerin aldığı Gal
desteğine atfedilemez; aynı şey İskoçya için de geçerlidir. Er-
140 İngiltere Tarihi

ken dönem İngiliz seferlerinin başarısızlığı Gallilerin kolay


lokma olmadığını göstermişti ve bu sebeple hiç şüphe yoktur
ki Gwynedd'in kendine has yapısı, özellikle Chester ve Sh­
rewsbury'nin birbirine benzeyen sosyal dokusu, deniz gücü­
nün yanısıra insan, erzak ve para açısından İngilizlerin açık
ara üstünlüğü ve Llywelyn'in bir dış destekten mahrum kalışı
Galler'in fethinde İngilizlerin işini bir hayli kolaylaştırmıştır.
Galler'e Fransa yahut İskoçya'dan hiçbir yardım gelmedi ve dı­
şarıdan yapılan tek müdahale de İrlanda'nın İngilizlere destek
olmak üzere askerlerini bölgeye yollamasıydı.

Fetih Sonrası Galler


Galler'in fethi, yeni bir askeri düzen ve yeni bir siyasi yapı­
lanma ile pekiştirildi. Galler'deki Anglo-Norman varlığının
uzun süredir en açık tezahür ettiği yer kalelerdi ve 1277 ile
1282'de gerçekleşen seferlerin ikisinde de daha geniş yapılar
inşa edildi. 1277'deki ilk seferin ardından Aberystwyth, Bu­
ilth, Flint ve Rhuddlan'da kale inşası çalışmaları eskisi gibi
ilerlerken 1282'den sonra istihkam için yeni alanlar ve yeni
stratejik hamleler devreye girdi: Ne de olsa Gwynedd artık
İngiltere tahtının malıydı. Kraliyetin buradaki merkezi olması
düşünülen Caernarfon ile Conwy, Harlech ve Beaumaris gibi
kalelerin tamamı kıyı şeridindeydi ve deniz yoluyla ikmalleri
yapılabilirdi. Erken dönem toprak ve tahta kalelerin aksine bü­
tünüyle taştan yapılan bu devasa yapıların inşası çok çetin bir
işti. Maliyetleri en az 93.000 pound gibi yüksek bir meblağa
erişen bu kalelerin yapımında binlerce işçi kullanılmıştı. Chirk,
Denbigh ve Holt'ta lordlara ait kaleler de yapıldı. 13. yüzyılda
yerli Galli yöneticiler kendileri için Dolbadarn ve Bere gibi
kaleler yaptırmıştı, ancak şimdi kale yapımı İngiliz kraliyetinin
denetimine tabiydi. İşin aslına bakılırsa bu denetim, İngilte­
re'de de geçerliydi: Stephen'ın hükümdarlığından itibaren kale
yapabilmek için kraldan izin alınması şartı getirilmişti.
Ortaçağ 141

Gwynedd'i yönetenlerin siyasal ve yasal kazanımları I.


Edward ve haleflerince ihlal edilmeyerek gözetilmiş olsa da,
fetihten sonraki yeni siyasal yapılanma Galler'in bağımsızlığı­
nı sona erdirdi. 1277'de tanınmış olan prenslik statüsü devam
etti ama 1284'ten itibaren İngiltere'ye tabi kılındı ve 1301 yı­
lında Edward' ın en büyük oğluna verildi; o da Galler prensi
olarak anılmaya başlandı. Prenslik ancak 1536'd a İngiltere ta­
rafından ilhak edilecekti ama 1284'ten itibaren artık bağımsız
değildi. I. Edward feodal hukuku uyguladı ve kendisini Lly­
welyn'in mülkünün varisi olarak gördü; böylece krallık Gwy­
nedd'in tamamı dahil olmak üzere Galler'in büyük kısmını ele
geçirdi. Böylelikle aradaki "sınır" kapatıldı ve Kraliyet toprak­
ları için yeni idari ve adli bir yapının oluşturulması kaçınılmaz
ve mümkün hale geldi. 1284'te yayınlanan Galler'in Statüsü
Fermanı ile buranın yeniden organizasyonu tamamlandı: İngi­
liz kontluk idaresi sistemi Anglesey, Caernarfon, Flint ve Me­
rioneth'in yanısıra 13. yüzyıl başlarında ortaya çıkan Cardigan
ve Carmarthen gibi kasabaları da içerecek şekilde genişletildi.
Medeni kanunu ilgilendiren alanlarda geleneksel Gal hukuku
devam etmekle birlikte, ceza hukuku alanında Kraliyet yasa­
ları uygulamaya kondu. Caernarfon ve Carmarthen kraliyet
yö netim merkezleri haline gelirken, Aberystwyth, Beaumaris,
Caernarfon, Conwy, Denbigh, Flint ve Rhuddlan'daki yeni ka­
leler İngiliz zanaatkar ve tüccarların yerleşimi için kurulmuş
yeni ya da dönüştürülmüş kasabalar ile bağlantılandırıldı. Her
ne kadar 1305 yılı itibarıyla Beaumaris'teki en zengin kişi bir
Galli olsa da, bu yeni yerleşim merkezleri açıkça İngiliz etkisi
ve kültürünün merkezleri olarak görünüyordu.
I. Edward için en büyük kazanım Gwynedd'in alınmış ol­
masıydı. Sınır durumu açısından Cornwall, Londra ile "me­
safesi kapatılan'' ilk bölge olmuş olsa da, hiçbir zaman Galler
ile mukayese edilebilecek bir meydan okumaya girişmemişti.
Edward'ın zaferinin ardından, Cheshire ve Shropshire'da daha
geniş savunma hattı oluşturmak amacıyla bazı kaleler yapılsa
142 İngiltere Tarihi

da bunların çoğu ileride kaderine terk edilecek ve bir harabe­


ye dönüşecekti. Edward'ı harekete geçiren saiklerden biri de
babası (llI. Henry) ile büyükbabasının (John), Galler prob­
leminin aslında İngiliz iç siyasetiyle ne derece iç içe geçmiş
olduğunu bir türlü kavrayamamış olmalarıydı. Zira Llywelyn ,
Simon de Montfort'un kızıyla evliydi.
1283'ten sonra İngilizlere karşı direniş genişledi, 1287 ve
bilhassa 1294-95 yıllarında ciddi ayaklanmalar patlak verdi.
Fakat Gallilerin kendilerini ne ölçüde fethedilmiş bir halk
olarak gördükleri açık değildir. Başında İ ngilizlerin olduğu bir
Kilise ve yönetim sistemine karşı duyulan hınç kadar, yeni ka­
sabaların yeni sakinlerine verilen ticari ayrıcalıklara karşı da
bir öfke söz konusuydu. Gwynedd'in fethi İngiltere'nin Nor­
manlar tarafından fethiyle kıyaslanırsa, ülke topraklarının top ­
yekun temellük edilmesi gibi bir sürecin burada yaşanmadığı
görülür. Keza Galler'de Kilise açıkça İngiliz usullerine göre
hareket ediyor olmasına rağmen, Fatih William döneminde
bu bağlamda İngiltere'de meydana gelenlerle mukayese edi­
lemez. Yerel düzeyde ise neredeyse hiçbir değişim yaşanmadı:
Toplumun geleneksel olarak liderliğini yürüten aileler, mevcut
konumlarını ve itibarlarını muhafaza ettiler.
Başta Güney Galler olmak üzere Galler'in büyük kesimi,
hala buraları ele geçirmiş olan Anglo-Norman kökenli ailele­
rin kontrolündeydi. Bir bütün olarak adına Welsh March1 de­
nen gruba mensup olan bu lordluklar, kontluklarla birleşme­
yerek özerkliklerini devam ettirdiler. Lordlar idari ve hukuki
düzenin sağlanmasında son derece etkiliydi. March Lordluk­
ların çoğu, zaman içinde evlilik ya da miras yoluyla nüfuz sahi­
bi aileler haline geldi. En önemli lordluklar Glamoran (Clare
ailesine mensup), Maelienydd ve Radnor (Mortimer ailesi),
Brecon (Bohun ailesi), Abergavenny (Hastings ailesi), Ruthin
(Grey ailesi) ve Pembroke (Valence ailesi) idi. Bu nedenle I.

1 Kavramın açıklaması için bkz. s. 1 15'teki dipnot. (ç.n.)


Ortaçağ 143

E dward Galler'de bütünleşik bir devlet kurmaya girişmek ye­


rine vaktini doğrudan Gwynedd ile ilgilenmekle geçirdi. Gene
de lordların elindeki büyük güç, Krallığın istikrarı için potansi­
yel bir tehditti ve Edward onlara da egemenin kendisi olduğu­
nu zaman zaman gösterme gereği duydu. Yönetim sahasındaki
bu tezat varlığını sürdürdüğü müddet içinde, kraliyet otoritesi
parçalı bir görünüm aldı; Galler ulusuna bürokratik bir şekil
verebilecek bir yönetim organı mevcut değildi. Kısacası mo­
dern-ö ncesi Britanya adalarının büyük kısmı için geçerli olan
çeşitlilik, burada da anahtar kelimeydi.
Fetihe dair söylenebilecek başka şeylerin yanında, 12. ve 13.
yüzyıllarda � ritanya adalarının İn�iz-olmayan kısımlarında
gerçekleşen lngiliz egemenliğinin, Ingiliz pazarlarına erişimi
mümkün kılan -özellikle büyükbaş hayvan ticareti gibi- bir
dizi ekonomik aktivitenin harekete geçirilmesi ve yeni yerle­
şim ler de dahil ne kadar barışçıl yollarla kurulmuş olduğunu
kaydetmek önemlidir.

13. Yüzyılda İskoçya

13. yüzyılda Britanya adalarında iki güçlü devlet vardı: İn­


giltere ve İskoçya. İkisi de benzer bir idari ve askeri mirasa
dayanıyordu. İkisi de ciddi iç meseleler yaşamıştı ama İngiliz
monarşisi, iç savaş ve anayasal mücadeleler olmaksızın kendi
içinde bir siyasi rota çizmekte daha başarısızdı. İskoç kralları
egemenlik alanlarını merkezdeki topraklarının ötesine doğru
genişletmekteydi. I. David'in torunu Aslan William (1165-
1214) bir yandan Galloway'de hükümranlığını güçlendirmeye
çalışırken, öte yandan 1 1 87'deki Mamgarvy Savaşı ile Mo­
ray'da baş göstermiş ciddi bir kalkışmayı engellemişti. Dahası
Viking diasporasından kalma Orkney Kontu Harald'ın Mo­
ray'e yaptığı saldırıyı bertaraf ettikten sonra Harald kontlu­
ğunun bir parçası olan Caithness' ın üstüne yürüyerek kısmen
lskoç krallığına tabi hale getirdi. William' ın oğlu II. Alexander
144 İngiltere Tarihi

(1214-1249) Argyll ve Caithness'ı tamamen ele geçirmek su­


retiyle devletin sınırlarını genişletti ve 1230'da bir Norse sadı­
rısını da püskürttü. Alexander, Hebridleri Norveç'ten almak
üzere başlattığı bir sefer esnasında hayatını kaybetti. Oğlu III.
Alexander (1249-1286) daha güçlü ve merkezi bir devlet ya­
ratma yolunda çabalarını hızlandırdı, fakat bu çabaları Norveç
kralı IV. Hakon'un direnciyle karşılaştı. 1263'teki Largs Sava­
şı -hafif bir muharebe olarak da kabul edilir- ertesinde Ha­
kon'un karada ve denizde savaşma yeteneğine sahip birliği eve
dönüş yolunda fırtınaya yakalanarak tahribata uğradı. Bütün
bir Norveç mihverinin uğradığı genel başarısızlık, İskoçya'nın
1266'daki Perth Antlaşması ile Western adalarını ele geçirme­
sini sağladı.
Egemenliklerini etnik olarak melez bir yapıya sahip olan İs­
koçya topraklarında genişletmeye çalışan krallar direnişle kar­
şılaştı. Mesela Galloway çok uzun süre İskoç tahtına neredeyse
hiçbir yakınlık duymamıştı ve 1174'de Galowayli Gilbert ve
Uhtred'in başlattığı yabancı-karşıtı ayaklanmada insanlar, böl­
geyi denetlemek üzere yollanmış olan resmi görevWeri acıma­
sızca katletmiş ve Anglo-Norman lordlara saldırmıştı. Mesela
monarklar genellikle başarılıydı. Sözgelimi krallığın Caith­
ness'taki konumu 1 150 ile 1266 yılları arasında önemli ölçüde
ilerleme kaydetti. Dahası özgün bir İskoç K.ilisesi'nin oluşumu
ulusal kimlik diyebileceğimiz bir hissiyatın gelişmesine katkı­
da bulundu ve bu da İskoç kralına sadakatle bağlı olan bütün
bölgeleri tek bir kelime ile adlandırmak üzere "İskoçya" ibare­
sinin doğuşunu beraberinde getirdi. 1 192'de Papa II. Celesti­
ne Aslan William'ın talebi üzerine yayınladığı Cum Universi
başlıklı bildiriyle dokuz İskoç piskoposunu doğrudan doğruya
Roma piskoposluğuna bağladığını ilan etmiş ve böylece (her
ne kadar Galloway, York otoritesi alhnda kalmaya devam etse
de) pratikte İngiliz York ve Canterbury başpiskoposluklarının
genel yargılama yetkisini geçersiz kılarak, yıllardan beri süre­
gelen bir ihtilafa da son noktayı koymuştur. Papanın bildirisi,
Ortaçağ 145

yargılama yetkisi üzerindeki bir tar�ışmayı sonlandırmış olabi­


lirdi, ancak bu gene de adada bir Ingiliz Kilisesi emperyaliz­
minin gelişmeyeceği anlamına gelmiyordu ve bu durum İskoç
krallığının otoritesinin arttırdı. İ ster kraliyet ister kilise otori­
tesi olsun, herhangi bir otoritenin empoze edilmesine dönük
vurgu ne kadar yararlıysa, geniş sosyal, ekonomik ve kültürel
gelişmelerin bir dayanışma duygusunun oluşumuna ne ölçüde
katkıda bulunduklarını vurgulamak da bir o kadar yararlıdır.
İskoçya ibaresi, kraliyetin kalbinin attığı yer ile ilintili davranış
örüntülerinin diğer bölgelerin içlerine doğru genişlemesiyle
beraber daha da güçlü hale geldi.

İngiliz-İskoç Mücadelesi
İskoçya'daki Canmore hanedanının gücü, III. Alexander dev­
rinde en üst seviyeye çıktı. İngilizlerin İskoçya'daki üst-yöneti­
cilik iddiaları, Papalığın tac giydirme ve tacı kutsama hakkını
engellese bile, Papalık İskoçya K.ilisesi'ne "special daughter"
statüsü vererek onun dini bağımsızlığını temin etti. Ama sık
sık yaşanan hanedan değişimi, zayıflık ve çatışmaya yol açı­
yordu. Alexander 1286'da ölünce, Norveçli Bakire olarak da
bilinen üç yaşındaki Margaret onun halefi olarak ilan edildi. I.
Edward kendi ailesinin gücünü arttırmak için bunu bir fırsat
olarak gördü ve 1289 tarihli Salisbury Antlaşması ile Marga­
ret ile tahtın gelecekteki varisi olan II. Edward'ın evlilliklerini
onayladı. Antlaşmada İskoçların hakları ve hukukları muha -
faza edilmişti edilmesine ama gerçekte ancak 1603'de vuku
bulacak olan Tahtların birleşmesi, 1289'da bile belli belirsiz
görünmeye başlamıştı. Bugünden geriye dönüp bakıldığında,
iki ülkenin nereye kadar birleşik tek bir ülke olarak kalabi­
leceğini ve şayet böyle bir şey olmuş olsaydı ne ölçüde siyasi,
idari ve kültürel bir yakınlaşma sürecinin doğmuş olabileceğini
düşünmek ilginçtir.
146 İngiltere Tarihi

Margaret, arkasında taht üzerinde hak iddia eden bir dizi


insan bırakarak, 1290'da İskoçya'ya giderken yolda hayatını
kaybetti. 1. Edward'ın hükmünü bildirmesi istendi, o da taht
adaylarından kendisinin İskoçya Tahtı üzerindeki yönetme
hakkının tanınmasını talep etti. Nihayet 1292'de John Balliol'ı
kral olarak seçti ve Balliol, Edward'a bağlılık yemini etti: B ri­
tanya adalarındaki İngiliz hegemonyası kurulmuş görünüyor­
du. Gelgelelim Edward'ın sonu gelmez müdahaleciliği -özel­
like temyiz makamı olarak İskoçlara İngiliz mahkemelerini
göstermesi- pek çok İskoç için kabul edilebilir bir şey değildi
ve bütün bunlara 1294'te Gascony'yi kuşatan Fransa kralı IV.
Philip ile İskoçlar arasındaki bağlantı da eklenince tansiyon
iyice yükseldi ve 1. Edward 1296'da İskoçya'yı işgal etti. Biz­
zat Edward'ın başında bulunduğu Berwick saldırısında bin­
lerce İskoç acımasızca kılıçtan geçirildi. İskoçların Dunbar'da
bozguna uğratıldığı başarılı bir seferin ardından Balliol, Banff
şehri gibi en kuzeydeki yerlere kadar ilerlemiş olan Edward'a
sadakatini bildirip krallık hakkından feragat etti. Edward İs­
koçya krallığına yeniden birini seçmeyerek, Balliol'a İskoç
Lordu unvanını verdi.
Edward'ın zaferi kısa sürdü: 1297'de William Wallace
ayaklanıp İngilizleri Stirling'de yenerken, Andrew de Moray
de Inverness yakınlarındaki Black Isle bölgesinde yeni bir is­
yanın ateşini yaktı. İşin aslına bakılırsa, Bağımsızlık Savaşı'na
Highlands'den gelen bariz destek, yükselmekte olan İskoç
birliğinin önemli bir göstergesiydi. Wallace, Northumbria'yı
yağmalayarak düşman bir İskoçya tehlikesini açığa vurmuştu.
Edward, Fransız hasmı ve onun müttefiklerini dert ettiği için
Flanders'ta bulunuyordu: Kıta ile yaşanan sorunlar bir kere
daha İngiliz tahtının Britanya'daki pozisyonunu zayıflatıyordu.
Fransa ile yapılan ateşkes Edward'ın 1298'de kuzeye doğru
sefere çıkmasına imkan sağladı. Wallace'a Falkirk'te saldıran
Edward, karşısında İngiliz süvarilerini alt edebilecek ölçüde
sıkı savunma yapan İskoç mızraklı askerlerini buldu, ancak
Ortaçağ 147

Edward'ın okçuları ve süvarileri bu savunmayı kırmayı başardı.


Devam eden seferler bazı toprak kazanımlarını getirse de, Wal­
lace ' ın 1305'te yakalanıp idam edilmesine rağmen Edward'ın
birlikleri yorgun düşünce direniş büsbütün kırılamadı. Sonraki
yıl Robert Bruce isyan ederek kendisini I. Robert u�vanıyla
İskoç kralı ilan etti, yeniden sefere çıkan I. Edward Iskoçya
yolundayken hayatını kaybetti.
il. Edward (1307- 1327) babasının askeri yeteneği ve tut­
kusundan hiçbir iz taşımıyordu ve İngiliz askeri baskısının
hafiflemesi ile Bruce'un İskoçya'daki konumu daha da güç­
lendi. Bruce İskoç rakiplerini sırayla saf dışı bıraktıktan son­
ra 130 9'da İskoçya'da kendi liderliğinde ilk meclisi topladı.
13 14'te Edinburgh Bruce'un kontrolüne geçti ve Stirling'deki
askeri birlik de teslim olmayı kabul etti. Edward'ın yönetimin­
de eski günlerinden çok uzak bir görünüm arz eden İngiliz or­
dusu Bannockburn'de İskoç ordusu tarafından mağlup edildi.
İskoç mızraklı askerleri İngiliz süvarilerinin geçiş güzergahı
üzerinde iyi planlanmış bir pusu harekatı gerçekleştirirken,
İngilizler okçularını bile etkili kullanamamıştı. Edward kaçtı
ve Stirling'in de düşmesinin ardından İngilizlerin İrlanda'daki
durumu da tehlikeye girdi ve Bruce'un kardeşi Edward Bruce
1 315'te İrlanda'ya saldırdı. Benzer bir durum İngiltere'nin ku­
zeyinde de yaşanıyordu: Berwick 1 3 1 8'te ele geçirilirken, 1 3 1 9
ve 1322'de Yorkshire İskoçlar tarafından yağmalandı. 1 320'deki
Arbroath Deklarasyonu ile bağımsızlık bir kere daha ilan edil­
di, ki bu belli belirsiz bir milliyet duygusunun da teyit edil­
mesi anlamına geliyordu. İngilizlerin karşı saldırıları bir sonuç
vermeyince 1328 tarihinde yapılan Northampton-Edinburgh
Antlaşması ile İskoç bağımsızlığı ve Bruce'un krallığı tanındı.
İskoç kimliğinin öne çıkması sadece İngiltere ile olan kültürel
ilişkiler açısından değil, İrlanda ile bağlantı -İrlanda toprakla­
rının İskoçlar için bir yurt olacağı inancı- açısından da çeşitli
zorlukları beraberinde getirdi.
148 İngiltere Tarihi

Bu, İskoç bağımsızlık mücadelesinin bittiği anlamına gel­


miyordu. Northampton-Edinburgh Antlaşması'na İngiltere 'de
ve hatta İskoç saldırılarından en çok çekmiş olan kuzeydeki
kontluklarda bile olumlu bir bakış yoktu ve bu nedenle sanki
savaş yeniden başlayacakmış gibi bir hava esiyordu. İskoç tahtı
üzerinde hak iddia eden Edward Balliol 1332'de III. Edward'a
bağlılığını ilan etti. Ama Bruce'un henüz reşit yaşta olmayan
oğlu II. David'in (1329-1371) taraftarları Balliol'un üstüne
yürüyüp onu kaçmak zorunda bıraktı. Ertesi yıl III. Edward ' ın
komutasındaki İngiliz okçuları Halidon Hill'de İskoçları ye­
nerek Berwick'i ele geçirdi ve Edward 1334'te Balliol'u yeni­
den yetkilendirdi ama elinden Lothian'ı aldı. Ancak güçsüz
durumdaki Balliol bir kere daha İskoçların baskısı sonucu kaç­
mak durumunda kaldı ve bunun üzerine İngiltere İskoçya'yı
1335, 1336 ve 1341'de düzenlediği seferlerle tekrar işgal etti.
Ülkenin büyük bir kısmını bir süreliğine kontrol altına almayı
başaran Edward, kuwetlerinin önemlice bir kısmını Fransa ile
başlayan savaşa kaydırmak zorunda kaldı. Fransız müttefikle­
rinin arka çıktığı David, 1346'd a İngiltere'yi işgal etmeye te­
şebbüs etse de Durham yakınlarında Neville's Cross'ta gerçek­
leşen muharebede yenilince yakalanıp hapse atıldı ve 1357'ye
kadar hapiste tutuldu. III. Edward 1356'da bir kez daha İskoç­
ya'yı işgal etti, ama 1357'de barış sağlandı.
İngiltere İskoçya'dan çok daha güçlüydü ve eğer İngilte­
re'nin dikkati ve gücü Fransa ile yaşanan ve adına Yüz Yıl Sa­
vaşı denen mücadeleye yönelmemiş olsaydı, İskoçya'nın fethi­
nin mümkün olup olamayacağı düşünmeye değerdir. İskoçlar­
la olan husumet 1296 yılında, 1. Edward ile Fransa Kralı iV.
Philip arasında 1293'ten beri süregelen -daha sonra İskoçların
da müdahil olduğu- ihtilaf nedeniyle başladı. Bu ilk aşamada
Edward, Balliol'u daha gevşek bir yönetici olarak tutabilir ve
İskoçlar da daha ihtiyatlı hareket edebilirlerdi. 1330'lu yıllara
gelindiğinde İskoçya bir kere daha sorun haline geldi: Tıpkı
Ortaçağ 1 49

Aşağı Ülkeler1 gibi İskoçya da 111. Edward ile VI. Philip'in


rekabet sahası haline geldi. il. David, Philip'in himayesinde
13 32 - 13 41 yılları arasında Fransa'da sürgündeydi. Fransa ile
olan savaş dahi İngiltere'nin İskoçya'ya -1346 ve 1 356'daki
gibi- saldırmasın� engelleyemedi. Bu sald�rıların dikkat çekici
yanlarından biri, lngiliz işgali karşısında lskoçların iktidar ve
ekonomi merkezlerinin savunmasızlığıydı. Gerçekten de 111.
Edward 1335'te Glasgow ve Perth'i, 1336'daysa Kuzeydoğu İs­
koçya'yı işgal ederken neredeyse hiçbir zorluk yaşamadı. Keza
Lancesterlı Henry de 1356 senesinde Perth, Elgin ve lnver­
ness'ı çok rahat bir biçimde ele geçirdi.
İngilizler, İskoçya'nın aşağı bölgelerinde daimi ve güçlü bir
as varlık bulundurabilir ve böl-yönet siyasetiyle İ skoç kral­
keri
lığınıı:ı güçlü bir rakip olarak yükselmesinin ö�üne set çekebi­
lirdi. Ingilizlere hayli faydası dokunmuş olan lskoç asillerinin
ke ndi aralarındaki çekişmelerden yararlanarak, kendisinin ya­
hut kendi himayesindeki birinin İskoçya Tahtı üstünde daha
etkili bir hak talebinde bulunmasına giden yolu açmak suretiy­
le İngiltere kralının gücünü genişletebilirdi. Ancak İskoçya'nın
1330'ların sonundan itibaren İ ngiltere'nin askeri önceliklerin­
de ikinci sıraya gerilemesi, buradaki seferlerin gerektirdiği lo­
jistik sorunları içinden çıkılmaz hale getirdi ve sabit birliklere
gönderilen destek yetersiz kalmaya başladı. Bu da askeri inisi­
yatifin İskoçların eline geçmesine neden oldu ve İngilizler için
son derece tehlikeli bir durum oluştu. İngilizler saldırdığında
İskoçlar doğrudan doğruya savaşmaktan kaçabiliyor ve İngiliz
güçlerini rahatsız edecek eylemlere odaklanıp erzaktan mah­
rum bırakabiliyordu. Edward'ın Lothian'ı 1356'd a ele geçir­
mesini engelleyen de işte bu taktikti. Ayrıca İskoçya'da daimi
bir İngiliz askeri garnizonu bulundurmanın, altından kalkı­
lamayacak bir maliyeti vardı; İskoçya'nın kendi kaynakları ve
ekonomisi, bu işi finanse edecek kadar zengin olmadığından

1 Belçika, Lüksemburg ve Hollanda. (ç.n.)


150 İngiltere Tarihi

bütün yük İngiltere'nin sırtında kalacaktı. Aksine, Fransa ile


yürütülen başarılı savaşın giderlerini İngiltere kendisi finans e
etmişti.

Geç Ortaçağda İrlanda


İngilizlerin İ skoçya'daki mağlubiyeti, İrlanda'da yaşadıkları ba­
şarısızlık ile birleşti. Edward Bruce 13 15'te İrlanda'yı ele ge­
çirdi. Bruce'un İrlanda'yı işgal ederken, Galler'le de muhtemel
bir ittifakı hesaplayarak, İngiltere'ye karşı toplu bir Pan-Kelt
hareket başlatmayı arzuladığı iddia edilir. Edward Bruce 'un
Ortaçağların en önemli savaşlarından biri olan 1318'deki Fo­
chart Muharebesinde yenilip öldürülmesine kadar, İskoçlar
Anglo-İrlandalılar karşısında sürekli galip gelmişti. Bu savaşla,
İrlanda'nın İskoçlar tarafından fethedilme ihtimali kökünden
sökülüp atıldı. Gene de İrlanda'daki İngiliz lordluğu ciddi bi­
çimde zayıflamıştı ve Bruce'un işgali, hem İngilizlerin fetih
umutlarını bitiren hem de İrlanda Hazinesinden İngiliz Hazi­
nesine aktarılan geliri sona erdiren bir Gaelic1 dirilişine cesaret
verdi. İngiltere'nin 1360, 1370 ve 1390'lar boyunca giriştiği
seferlere rağmen, bölgedeki durum gittikçe kötüleşti.
Savaşlar İrlanda toplumuna ciddi bir darbe vurdu. Sözge­
limi Athlone 1218 ile 1315 tarihleri arasında birkaç kez ya­
kıldı, kasabanın köprüsü 1272'deki saldırıda yıkıldı ve nihayet
13 15'teki çatışma esnasında bir kere daha yakılan kasabaya
artık bir Ortaçağ beldesi demek mümkün değildi. Dublin
yönetimi, Anglo-İrlandalıların kalenin geleneksel yöneticile­
ri olarak hareket etmelerine izin vermek suretiyle bölge üze­
rinde sadece göstermelik bir denetim sahibiydi. Kaldı ki bu
yöneticiler sık sık Ui Maine kralı Gaelic O'Kellys tarafından
istifaya zorlanıyor/tehdit ediliyordu. Sonraki yüzyıla gelindi-

1 Gaelic, İ skoçya ve İrlanda'nın eski halkları olan Gaellerin konuştu­


ğu eski Kelt dillerinin ortak adıdır. Sözcük burada, tarihsel bağlamıy­
la bir İ skoç kimliği bilincine atfen kullanılmaktadır. (ç.n.)
Ortaçağ 151

ğinde İngiltere'nin doğrudan kontrolünde olan tek yer Dublin


yakınlaı:ındaki Pale adası idi. Adanın büyük kısmı, yan-özerk
Anglo-Irlandalı �ordların ve bağımsız aşiret_ liderlerinin dene­
timi altındaydı. lngiliz yöneticiler, Anglo-lrlandalıların . yerli
gibi davranıp hareket edeceğinden çekinerek İngiliz lordlarını
desteklediler. Gelgelelim il. Richard'ın 1399'd a yaptığı sefer,
HL William'ın İrlanda'yı işgal ettiği 1690 yılına gelinceye dek,
İrlanda üzerine yapılan son seferdi. Her ne kadar 16. ve 1 7.
yüzyıllarda İngi�zlerin İrlar:da üzerine önemli seferleri olsa
da, 15. yüzyılda lngilizlerin lrlanda'ya yönelik ilgisi en düşük
seviyedeydi.
Bölünmüş Adalar
Ortaçağların geride bıraktığı en önemli miraslardan biri siya­
sal bölünmüşlüktü. Britanya adaları, 16. yüzyıldaki Reformas­
yondan kaynaklanan dini bölünmelerden önce siyasal olarak
bir birlik kuramamıştı ve bu tarihten sonra ulusal bilincin git­
tikçe güçlenmesi, böylesi bir birliğin oluşumunu pek de kolay­
laştırmadı. Geriye dönüp bakıldığında, bunun ne kadar zor bir
iş olduğunu vurgulamak gerekir. İngilizler İskoçya'da sömür­
geciliğe değil işbirliğine dayalı bir yaklaşım sergilediler, ancak
bunu istenen bir seviyede tutmanın imkansızlığı da ortadaydı.
İngiliz gücünün merkezi, İskoçya ve İrlanda'nın çok uzağın­
da İngiltere'nin güney kısmındaydı. Savaş her iki ülkede de,
kendilerine yönelmiş bir askeri varlığın çok çetin lojistik zor­
luklarla haşhaşa kalması anlamına geliyordu. Kudretli Roma
Devleti İskoçya'yı ele geçirmeyi başaramamıştı. 1290 yılına
gelindiğinde İskoçya epey bir zamandan beri etkili bir monarşi
tesis etmiş ve "modern'' askeri teknikleri edinmiş durumday­
�ı. Gene de fetihler aracılığıyla İngiltere'nin yanısıra Güney
ltalya'da da bir krallık kuran Normanların sıradışı enerjisi ve
Kıta Avrupası'ndaki sınırların değişkenliği, mevcut ihtimalle­
rin neler olabileceğine dair bir uyarı işlevi görmekteydi. Orta-
152 İngiltere Tarihi

çağ boyunca, evlilikler veya fetihler yoluyla İngiltere krallığını


genişletip böylelikle bir Britanyalı kimliği ve aristokrat eliti ile
bir Britanya devletinin temellerini atmayı mümkün kılacak
açık fırsatlar doğmuştu. Ancak bu dönemin uluslararası siya­
setini belirleyen siyasal koşullar ve şans gibi iki unsurun ina­
nılmaz değişkenliği ile birlikte hanedan değişimi, doğumlar,
evlilikler ve monarkların ölümü gibi faktörlerin altüst ettiği bir
ortam, böylesi bir kazanımın önüne dikilen en büyük engeldi.
Bir Britanya birliği sağlanmış olsaydı bile, bunun 15. yüzyılın
iç çatışma ve komplo teorilerinden kurtulup hayatta kalmayı
başarabilmesi düşük bir ihtimal gibi görünmektedir.
Eğer Ortaçağdan tevarüs etmiş en önemli siyasal miras­
lardan biri Britanya adalarındaki bölünmüşlük ise, diğeri İn­
giltere krallarının Kıta Avrupası'ndaki topraklarını -C alais
hariç- kaybetmesiydi. John ve III. Henry'nin hükümranlık
dönemlerinden sonra, bir zamanlar II. Henry'nin ele geçirdiği
yerlerden geriye görece çok az toprak kalmıştı. Fakat I. Edward
Fransa'nın göz diktiği Gascony'yi korumaya kararlıydı. Bunu
yapabilme imkanı, başta ağır vergiler olmak üzere bizatihi
kendisinin uyguladığı siyasetten kaynaklanan iç gerilimlerle
zayıfladı. Bu durum Edward'ın 1275-1290 arası bir dizi kanun
çıkararak uygulamaya koyduğu geniş kapsamlı hukuk ve idare
reformuna yönelik tepkileri belirledi. Finansal faktörlerin yol
açtığı bir diğer olay, 1290 yılında Yahudilerin Edward tarafın­
dan İngiltere'den sürgün edilmesiydi. 1290'larda Edward ile
asiller arasında gergin bir ilişki vardı ve gerilimin ana nedeni
yeni vergilendirmeydi ve bu sıkıntılar büyük etki yarattı. Din
adamları ve tüccarlar da durumdan hoşnut değildi. Asillerin
yüksek savaş vergisine karşı çıkmalarıyla başlayan 1297 krizin­
de ülkedeki siyasal kaos en üst seviyesine ulaştı ve bu durum
devam eden yüzyılda da iyileşmek yerine daha da kötüleşti.
Ortaçağ 153

ı ı . Edward, 1307-1327
n. Edward tahta geçtiğinde, İskoçya'daki savaş dahil, önem­
li sorunları kucağında buldu ama hem karakteri hem de si­
yasi becerik_sizliği yüzünden bu sorunları daha kronikleştirdi.
Edward'ın Iskoçlarla baş etmekte yetersiz kalmasının neden­
lerinden biri, soylularla yaşadığı çekişmeydi ve çekişmenin
merkezinde Edward'ın gözdesi Piers Gaveston bulunuyordu.
I. Edward uğursuzluk kaynağı olarak gördüğü Gaveston'ı sa­
raydan kovmuştu fakat II. Edward tahta geçer geçmez Ga­
veston'ı geri çağırıp para ve güçle donatarak Cornwall kontu
ilan etti. Beklenebileceği üzere bu ciddi bir siyasal krize yol
açtı. 13 1 1'de Edward yetkilerini kısıtlayan yönetmelikleri ka­
bul etmek zorunda kaldı ve 1312'de Gaveston kendisine düş­
man soylular tarafından öldürüldü. Yönetmelikleri destekleyen
ve Kralın kuzeni olan Lancaster kontu Thomas bir süre yö­
netimi kontrolü altına aldıysa da, 1322'deki Boroughbridge'de
Edward'a yenilerek idam edildi. Bu olayın ardından yönetme­
likler yürürlükten kaldırıldı, fakat Edward bilhassa yeni müt­
tefikleri olan baba oğul Despenserlar yüzünden sevilmeyen
biri olarak kaldı. Kurdukları rejim, miras yoluyla geçen hakları
yok sayan açgözlü bir düzendi.
II. Edward savaş meydanında askerlerine liderlik edecek bir
yönetici değildi. Dahası, kendi zamanı için geçerli olan kraliyet
gereklerine de ayak uyduramadı: Asaletten yoksun bir tavırla,
kayıkçılık ve hendek kazma gibi kraliyete uymayacak meşgale­
ler edindi. Gaveston ve Despenser ile olan yakın ilişkisi, eşcin­
sel olduğuna dair dedikodulara yol açtı, ancak biri gayrimeşru
dördü meşru toplam beş çocuğu olduğu dikkate alınırsa, yakın
arkadaşlarıyla olan ilişkisinin cinsel bir boyutu olduğu pek de
ihtimal dahilinde değildir.
Gelgelelim Edward' ın patronaj ilişkileri ve yakınlarına geç­
tiği iltimasların yarattığı hoşnutsuzluk, en sonunda başını IV.
Philip'in kızı, Edward'ın da karısı olan Isabella'nın çektiği bir
154 İngiltere Tarihi

saray oyunu ile neticelendi. Isabella, aşığı Roger Mortimer ile


bir olup 1326 yılında Edward'ı hapse attırmayı başardı. Ardın­
dan kendi oğlu lehine tahttan el çektirilen Edward, Berkeley
Kalesi'ne götürüldü ve muhtemelen anüsüne kızgın bir demir
çubuk sokulmak suretiyle 1327'de öldürüldü. 1 100 yılında II.
William'ın kazara öldüğünü kabul edecek olursak, 978'den b eri
ilk kez bir kral öldürülüyordu. Bunu 1400'de 11. Richard' ın;
1471'de VI. Henry'nin ve 1483'te V. Edward'ın öldürülmesi
izleyecekti ki tümü birden hem dönemin istikrarsızlığına hem
de monarşinin süregiden önemine işaret etmektedir.

111. Edward, 1327-1377


Isabella ile Mortimer, III. Edward'ın hükümranlığının ilk yıl­
larında kontrolü ellerinde tuttuysa da 1330 yılında Edward ve
yakın dostları, Mortimer' ı tutuklayıp astırdı ve Isabella'yı da
hapse attı. III. Edward, babasının dönemindeki kaostan sonra
kaybolan kraliyet otoritesi ve prestijini yeniden sağladı ve bil­
hassa baronların desteğini almada başarılı oldu. Haksızlığa ve
iltimasa meydan vermeden pek çok baronu 1348'de kurduğu
Garter Birliği'nin şövalyeliğine dahil edip kendi çevresinde
topladı.
Edward dönemine damgasını vuran gelişme, Fransa ile
girişilen ve adına Yüz Yıl Savaşı denilen çatışmanın başlamış
olmasıydı. Savaşın kökenlerini ilkin Gascony'de (Aquitaine);
ikinci olarak da Aşağı Ülkeler'deki İngiliz-Fransız rekabetinde
aramak gerekir. Fransız donanması 1340'ta Sluys'ta gerçekle­
şen ve gemilerin belirleyici rol oynadığı savaşta ağır bir yenilgi
aldı. Fransa işgal edildi ve İngiliz orduları Crecy (1346) ve Po­
itiers'de (1356) uzun yay kullanan yetenekli okçuları sayesinde
önemli başarılar elde etti. 1360'ta yapılan Bretigny Antlaşması
ile -her ne kadar antlaşmayla kendisinin Fransa tahtı üstünde
yönetim hakkının tanınmasını talep etse de- Edward 1347'de
alınmış olan Calais'nin hükümdarı olurken Aqutaine'de dük
Ortaçağ 155

olarak tanındı. Edward'ın en büyük oğlu olan ve "Kara Prens"


lakabını taşıyan Edward tarafından Poitiers'de yakalanan
Fransa kralı II. John, kendisinin İngiltere'nin kıtadaki toprak­
ları üzerindeki haklarından feragat edeceği sözünü verdi ama
anlaş ma hiçbir zaman onaylanmadı. .
Şayet anlaşma yürürlüğe girmiş olsaydı bu Ingili� monar­
şisinin Ortaçağdaki doruk noktasını teşkil edecekti: Ingilizler,
B atı Avrupa'nın en kudretli yöneticileri olacaklardı. Gelgele­
lim zafer bir hayal olarak kaldı ve onu korumaya dönük te­
şebbüslerin ağır siyasi maliyetleri oldu. Savaş 1369'da tekrar
başladı çünkü Fransa, Aquitaine'i yöneten Kara Prens'e karşı
muh alif unsurları alttan alta destekleyip cesaretlendiriyordu.
III. Edward bir kez daha Fransa tahtı üzerindeki hak iddiasını
dillendirdi, fakat onun için savaş hem denizde hem de Aquita­
ine'de kötü sonuçlandı. 1369- 1373 yılları arasında Poitou kay­
bedildi. 1375'te Bruges Ateşkesi imzalandığında Edward'ın
elinde sadece Bordeaux, Bayonne ve Calais'nin kıyı kesimleri
kalmıştı.
İşlerin yolunda ilerlediği ilk dönemin başarıları bile savaşın
maliyeti ve yönetim tarzı hakkında sert eleştirilerin yapılması­
nı engelleyememişti. 1343, 1344, 1 346, 1348 ve 1 352'd e savaş
giderleri için Parlamento gündemine getirilen ek vergiler de
eleştirilerin odağı haline geldi. Edward'ın uzun saltanat dev­
rinin ikinci yarısında bu eleştiriler daha da çoğaldı. Savaşlarda
artık başarı elde edilemiyordu ve Edward siyasi kontrolü yi­
tirmişti. Onun müsrif ve halk tarafından sevilmeyen metre­
si Alice Perrers'in tavırları da gerilime tuz biber ekmekteydi.
Hükümet, papalığın talepleri karşısında ülke çıkarlarını koru­
yamamakla itham ediliyordu. Ek vergi talebi, 1372 ve 1373'te
Parlementoda ciddi tartışmalara neden oldu ve 1376'da son­
raları İyi Parlamento ( Good Parliament) olarak anılacak olan
meclis, hükümete yönelik en büyük saldırıya sahne oldu. Avam
Kamarası inisiyatifi ele alarak, kendilerini temsil edecek ilk
sözcüyü seçtikten sonra üst düzey iki memur hakkında yol-
156 İngiltere Tarihi

suzluk suçlamasıyla tahkikat başlattı ve hükümetin vergilerin


arttırılması yönündeki talebini reddetti. Yeni tahkikat süreci,
kralın atadığı siyasilerin Parlamentoya hesap vermesinin yo­
lunu açtı.

Parlamentoların Gelişimi
13. yüzyılın başlarından itibaren hem İskoçya hem de İ ngil­
tere'de, ulusal bir siyasi odak olarak işlev görecek politik bir
kurumun önemine ve gerekliliğine dair yükselen bir hissiyat
söz konusuydu. İngiltere'de bu süreç, kökenleri 10. yüzyıl Ang­
losakson yöneticilerinin ulusal meclislerine kadar geri götürü­
lebilecek olan ve yakın zamanlarda baronlar meclisi olarak var­
lığını sürdüren bir kurumsal yapının genişletilmesine yol açtı.
III. Henry döneminde kontluk şövalyeleri Parlamentoya seçil­
meye başladı: Bu, daha düşük gelirli toprak sahiplerinin önce
yerel meclislere, 1215'ten itibaren de Parlamentoya katılmaya
başlamalarına eklemlenen, onun devamı niteliğinde bir geliş ­
meydi. Parlamento, ülkedeki ilk ve en önemli mahkemeydi ve
bu özelliği onun kurumsal devamlılık sağlayabilmesinde diğer
her şeyden daha fazla pay sahibiydi. Gelgelelim savaş vergisi
toplanmasına ilişkin talepler, Parlamentonun siyasi rolünü öne
çıkardı. Parliamentum veya parlament adı ilk olarak 13. yüz­
yılda kullanıldı. Temsille ilgili bu yeni kavram din adamlarını,
kontları ve kasaba yöneticilerini 1295'te Parlamentoda toplan­
maya davet eden kraliyet fermanlarında kullanıldı. Fermanda
bu üç grup, temsil ettikleri topluluklar adına öneride bulunma
ve gelen teklifleri kabul etme yetkisine sahip kimseler olarak
tavsif edilmişti; asiller ise sadece kendilerini temsilen toplantı­
ya iştirak ediyordu.
14. yüzyıl boyunca kurumsal pratikler ve parlamentonun
yapısı dikkatlice gözden geçirildi ve kurumsallaşma yolunda
adımlar atıldı. III. Edward döneminde kontlukların ve kasa­
baların temsilcileri Parlamentonun sabit üyeleri haline gelerek
Ortaçağ 157

kendi aralarında ayrı bir mecliste buluşmaya başladılar ki bu


ileride Avam Kamarası adını alacaktı. Başlangıç aşamasında
Parlamento, Kıtadaki muadillerinden çok da farklı değildi, an­
cak savaş nedeniyle sık sık vergileri arttırmaya dönük girişim­
ler İngiltere'de Parlamentoyu daha önemli hale getirdi. Özel­
likle hükümet, ihtiyaç duyduğu askeri, feodal yükümlülükten
doğan hakları aracılığıyla değil de paralı askerlerle karşıladığı
için savaş ekstra mali yükler getiriyordu. Bunun yerine vergi­
lendirme için parlamentonun rızası gerekli hale gelince, kont­
luk ve ka saba temsilcilerine vergilendirmeye rıza göstermeleri
noktasında anahtar bir rol verilmiş oluyordu.
Benzer şekilde İskoçya'da da Parlamento, kralın pisko­
pos ve kontlardan oluşturduğu meclisin zaman içinde siyasi
ve adli roller yüklenen bir kurum halini alması ile gelişti. 1 4.
yüzyılın başlarında meclis, şövalyelerin ve toprak sahiplerinin
ve 1326'd an itibaren de kasabalardaki resmi görevlilerin ka­
tılımıyla zenginleşti. Vergilerin toplanması ihtiyacı -özellikle
İngilizlerin elinde tutsak olan II. David'in kefaretle serbest
kalması için 1357'de toplanan vergi- kasaba temsilcilerinin
Parlamentoya düzenli katılım hakkı elde etmesini sağladı. İn­
giltere'nin aksine İskoçya'da Lordlar ve Avam Kamarası gibi
iki ayrı birim değil, tek bir kamara bulunuyordu.
Hem İngiltere'de hem de İskoçya'da Parlamento gelişmekte
olan bir kurumdu ve onun siyasal boyutları henüz bir düzen­
lilik arz etmekten çok uzaktı. Mesela Parlamento İngiltere'de
1377'de olduğu gibi, bir önceki sene İyi Parlamento tarafından
reddedilen vergilendirmeyi yeniden tahakkuk ettirmek ama -
cıyla kraliyet politikalarına destek vermenin bir aracı olarak
hizmet edebiliyordu. Keza hükümetin oluşumunu ve gidişatını
etkilemek amacıyla parlamenter talepleri öne sürmek de di­
ğer bir siyasi boyuttu. Parlamentonun devamlılığı ve kurumsal
kimliğinin gelişmesi, kraliyetin siyasi manevra alanını sınırlan­
�ırdı. 1362'de Parlamento tarafından kabul edilen bir yasada,
Ingiltere'nin en önemli ihracat ürünü olan yünle alakalı bütün
158 İngiltere Tarihi

vergilendirmelerin mutlak surette Parlementoda onaylanması


gerektiği ifade edilmekteydi. Kraliyet gelirlerinde topraktan
gelen pay düşerken vergilendirmenin payının artıyor olm ası,
Parlementonun önemini daha da artırdı ve bu konu siyas al
hareketliliğin odağı ve kaynağı halini aldı. Parlamento aynı
zamanda yerel çıkarların korunmasına da el atarak 1425 tari­
hinde Lea Nehri Yasası'nı yayınladı. Bu, bir nehrin ulaşımda
kullanılmak amacıyla geliştirilmesini öngören ilk yasal düzen­
lemeydi.

İngiltere'de 14. Yüzyılda Yaşanan Krizler


Siyasal sistemlerin pek çoğunda -yoğunluğu ve derecesi değiş­
se bile- her zaman dönemsel krizler yaşanır ve şayet belirli bir
dönemde bir kriz yaşanmamışsa bunun özgün bir açıklaması
olmalıdır. Gelgelelim 14. yüzyıl söz konusu olduğunda, Bri­
tanya adalarının tamamında -hatta Avrupa'da- 10. yüzyıldan
beri görülen toplumsal gelişime zemin teşkil eden uzun eko­
nomik ve demografik büyüme döneminin sona ermesinden
kaynaklı ilave sosyo-ekonomik krizler ortaya çıktı. Nüfustaki
artış, yeni ekonomik faaliyetler ile sosyal dokunun genişlemesi
gibi neticeler doğurmuştu: Yeni kasabalar ve köyler, yeni yollar
ve pazarlar. Gelişmiş haberleşme teknikleri, ekonomik geliş­
meyi tetikleyen bir ticarileşme için önem arz ediyordu.
Bu yükseliş trendi 14. yüzyılda durdu ve kriz yılları başladı.
Krizlerin en acı verici olanı Kara Ölüm denen -muhtemelen
hıyarcıklı veba- salgındı. 1348 ile 135 1 yılları arasında İngilte­
re nüfusunun üçte birinden fazlasını öldüren bu salgın, ekono­
miyi ciddi biçimde sarsmakla kalmadı, insanların hayata dönük
müspet algılarını da altüst etti. Orta Asya'da ortaya çıkan Kara
Ölüm 1347'de ilk defa İtalya'da görüldükten sonra ticaret yol­
ları aracılığıyla İngiltere'ye (ilk olarak Melcombe Regis) ulaştı
ve ardından 1348'de İrlanda'da, 1349'd a Galler'de ve 1350'de
İskoçya'da yayıldı. İskoçya'nın nüfus yoğunluğu oranı daha
Ortaçağ 159

düşük olduğundan muhtemelen İngiltere'ye nazaran vebadan


daha az etkilendi. 1361, 1369, 1379-1383, 1389-1393, 1432-
1 433, 147 1 ve 1479 yıllarında yeniden b �ş gösteren veba, 1 7.
yüzyıla kadar (son büyük salgın 1649'da Iskoçya'da ve 1665'te
i ngiltere'de görüldü) etkisini devam ettirdi ve takriben 1500
yılına dek nüfus oranını baskıladı. Doğum oranları ölüm oran­
larını karşılamaktan uzaktı. Yapılan çalışmaların sunduğu veri­
lere göre 1307 ile 1377 yılları arasında Hertfordshire'ın nüfu­
sunun yüzde 47'si yok olmuşken; 1 300 ile 1500 arası dönemde
İngiliz nüfusunun yaklaşı�_ yarısı yeryüzünden silinmiştir.
Bununla birlikte Kara Olüm esasen 14. yüzyıldaki daha ge­
nel krizlerin yalnızca en dikkat çeken örneğiydi. 1315-131 7
arası kuraklık nedeniyle hasat yapılamaması sonucu yaşanan
Büyük Kıtlık gibi, veba da eskiden beri belirli bir döngüde ya­
şamaya alışmış toplum katmanlarını etkiledi: Nüfustaki artış,
yiyecek üretimindeki artıştan daha fazlaydı ve bu nedenle her
geçen gün tesirini arttıran yetersiz beslenme, 1473'teki büyük
dizanteri salgınında olduğu gibi muhtemelen hastalıklara karşı
direnci zayıflatmıştı. Yeterli gübre alamayan ve aşırı bir ekim
faaliyetine maruz kalan toprağın yorgunluğu, yaşanan krizin
bir diğer ciddi yönüne işaret etmekteydi. 14. yüzyılın erken dö­
neminde tekstil sanayiinde de ciddi kriz vardı. Küresel soğuma
tarımsal imkanları ve verimliliği vurmuş ve daha spesifik kriz­
lere de yol açarak kıyı şeridinden içeriye doğru gelen kumların
kapladığı Orkneys'teki arazi artık ekim yapılamayacak bir hale
dönüşmüştü.
Kara Ölüm'ün doğrudan siyasi yankıları uzun süre mini­
mum düzeyde kalmıştı ancak biriken sosyo-ekonomik krizler
en sonunda 1381'de Köylü Ayaklanmasına yol açtı. Bu ayak­
lanma genellikle sanılanın aksine çok daha kapsamlıydı ve daha
uzun soluklu bir huzursuzluğun dışavurumuydu. Kırsal kesi­
min sıkıntıları, pazarın taleplerine paralel olarak artan tarımsal
üretimden ve toprak sahiplerinin doymak bilmez kazanç hırs­
larından kaynaklanmıştı. Bir yandan ellerindeki feodal gücü
1 60 İngiltere Tarihi

kullanan, öte yandan Parlementodan Labourers Yasası'nın t


çıkmasını sağlayan toprak sahiplerinin amacı, Kara Ölüm'de n
kaynaklanan işgücü kıtlığının, ırgatlar tarafından daha yüksek
ücret talep etmek yahut yeni fırsat arayışları için başka yerlere
göç etmek suretiyle suiistimal edilmesini engellemekti.
Toprak sahiplerine karşı başlayan direniş yayıldı ve gittikçe
şiddet içeren bir yöne doğru evrildi. Durumun daha da kö­
tüleşmemesi için bir neden yoktu: Fransa ile yapılan Yüz YıI
Savaşları başarısızlıkla sonuçlanmış; Doğu Anglia'nın fevkala­
de mühim olan kumaş imalatında problemler baş göstermiş;
otoriteye duyulan saygıyı zayıflatan bir tür kilise-karşıtlığı her
tarafta yayılmaya başlamıştı. Demografik ve toplumsal krizin
göstergelerinden biri, ağırlıklı olarak ülkenin iç bölgelerinde
ve kısmen de Kuzeydoğu İngiltere ile Doğu Anglia'da çöle
dönmüş metruk köylerdi ki bu kırsal nüfustaki muazzam dü­
şüşe işaret ediyordu. Söz konusu yerlerdeki 2000 İngiliz köyü
tamamen yok oldu. İrlanda'da nüfustaki azalma tarımsal faa­
liyetlerde düşüşe; kır hayvancılığında ise artışa neden oldu ve
bu da yün üretiminin ağırlık kazanmasını beraberinde getirdi.
Bu yıllarda ayrıca ticarette de bir durgunluk yaşanıyordu. De­
von'da bulunan çarşı-pazarların yarısı 1350'den sonra silinip
gitti.
Fransa ile süren savaşın giderlerini karşılamak üzere yeni
bir kelle vergisinin getirilmesi, zaten zorluklar içinde yaşayan
kırsal kesimin hissettiği baskıyı dayanılmaz hale getirdi ve bu
da 1381 tarihli Köylü Ayaklanmasına giden yolu açtı. İlkin
Essex'te başlayan, ardından Güney İngiltere boyunca dalga
dalga yayılan ayaklanma özellikle Kent ve Doğu Anglia'da yo­
ğunlaştı. Fakat Sussex, Winchester, Somerset, Cambridge ve
1 111. Edward devrinde Parlamentoda kabul edilen yasa, işgücü kıt­
lığına bir tepki olarak doğmuştur. Yasayla, ücretlerde artış yapılması
yasaklanmış ve ırgatların kendi bölgelerinin dışında bir başka yere
gidip çalışmaları engellenmiştir. Fakat neticede düzenleme, beklenen
sonuçları verememiştir. (ç.n.)
Ortaçağ 161

York'ta da ciddi olaylar meydana geldi. Bazı yerlerde feodal


mukavele kayıtların imha edilmesi, köylülerin baronların yetki
gücüne dönük nefretini göstermektedir. Toprakta çalışan geniş
kitlelerin ücretlerini, veba öncesinde aldıkları düşük oranlara
sabitleyen 1351 tarihli Labourers Yasası'nın mimarlarından
olan B aşyargıç Sir John Cavendish, Suffolk'ta öldürüldü. Wat
Tyler ile rahip John Ball'un liderliğindeki isyancılar, epeydir
hoş nutsuz durumdaki Londralıların da yardımıyla Londra'yı
işgal etti. Londra Kulesi ele geçirildi ve aralarında Canterbury
başpiskoposu -ve kelle vergisinin arkasındaki isimlerden biri
olan- Sudburyli Simon'ın da olduğu pek çok tanınmış kişi öl­
dürüldü. Bu tam da iktidarın kalbinde gerçekleşen bir krizdi.
Bununla birlikte isyancıların yeni bir yönetim sistemi ya­
ratmak gibi bir arzuları yoktu; tek istedikleri genç kral II.
Richard üzerinde, istedikleri değişiklikleri ve düzenlemeleri
yapması için bir baskı kurabilmekti. 15 Haziran 1381'de kral
Richard, isyancıların elebaşı Tyler'ın liderlik ettiği bir heyet ile
Londra yakınlarındaki Smithfıeld'da buluştu. Toplantı esna­
sında, Tyler'ın Richard'ı tehdit ettiğini düşünen Londra Bele­
diye Başkanı William Walworth, Tyler'ı bıçaklayarak öldürdü.
Richard son derece akıllı davranarak, olayların büyümemesi
için isyancılara liderlik edeceğini bildirdi. Tyler'ın ölümü ve
Richard'ın isyancıları affeden fermanı ile birlikte, isyan ateşi
büyük oranda söndü. Fakat köylüler evlerine döner dönmez
Richard yayınladığı fermanı geri alıp isyanın elebaşlarını tek
tek bulup cezalandırdı.
Köylü Ayaklanması 1640'lara gelinceye dek, İngiltere'de
kurulu düzenin karşılaştığı en ciddi meydan okumaydı. Gerçi
1536'da meydana gelen Pilgrimage of Grace1 ayaklanması da
önemli bir isyandı, ancak devletin merkezinde değil kuzeyde

1 VIII. Henry yönetimine karşı başlayan halk ayaklanması, kısa sü­


rede özellikle İ ngiltere'nin kuzeyinde yayılmış, 1537'nin başlarında
bastırılmıştır. İ syancılardan 250'si idam edilmiştir. (ç.n.)
1 62 İngiltere Tarihi

Yorkshire'da cereyan etmişti. Köylü Ayaklanması, hayatlarına


ve düşüncelerine cehaletin damga vurduğu geniş bir toplum
kesiminin, sosyal ve ideolojik anlamda huzur ve sükune tten
mahrum kaldığının işaretiydi. Gelgelelim halktaki yabancılaş­
manın doğasını, 1381'de meydana gelen olaylardan hareketle
kavramak mümkündür: Norfolk'ta isyancılar bütün kasab ala­
rın kontrolünü ele geçirdikten sonra yağma hareketlerine baş­
lamış, özellikle yerel yargılama yetkisini de haiz olan top rak
sahipleri başta olmak üzere önde gelen kişileri öldürmüş, mah­
keme kayıtlarını yakmış ve yabancı yerleşimcilere (Flam anlar)
saldırmıştı. Buradaki ayaklanma, Norwich'in cengaver pisko­
posu Despenser tarafından bir ay içinde bastırıldı ve böylece
şehirde liderlik ve üstünlük yeniden seçkinlere geçti. Toplum­
sal ilişkilerin böylesi bir karşıtlık ve uyumsuzluktan azade bu­
lunduğu İskoçya'da -ve Galler'de- benzer bir ayaklanma mey­
dana gelmedi. Kaldı ki İngiltere'deki de düzensizdi ve diğer
pek çok bölgeyi etkilemedi.

II. Richard, 1377-1399


Kara Prens babasından önce hayatını kaybettiği için, III. Ed­
ward' ın yerine torunu 1367 doğumlu II. Richard geçti. Cen­
gaverlikten uzak ve inatçı Richard, kişisel saygınlık ve cesa­
retten yoksundu ve yaşı ilerledikçe çevresini saran lordların
kendisinin reşit olmayışından yararlanmak için çabaladıklarını
fark etti. Özellikle lordlar Richard' ın çocuk yaşta olduğu için
yönetme ehliyetine sahip olamamasını kendi çıkarları için kul­
lanıyordu. 1386'da "Harika Parlamento"da (Wonderful Parlia­
ment) Richard'ın yakın çevresi, ama özellikle hem Bakan hem
de Suffolk Kontu yaptığı Michael de la Pole eleştiri oklarının
hedefi oldu. Pole, mahkeme huzuruna çıkarılıp yargılandı ve
kraliyet hanesini denetlemek üzere de bir kurul teşkil edildi.
Richard 1387'de Parlementonun taleplerinin yasadışı olduğu­
nu ilan eden bir bildiri yayınladı ve lordlara karşı kendisine
Ortaçağ 1 6 3

yardım etmesi için yakın dostu Robert de Vere'ye başvurdu.


Topladığı orduyla yola çıkan Oxford kontu Robert de Vere,
Radcot B ridge'deki savaşı kaybetti. Bunun üzerine önde gelen
bazı lordlar Richard' ın en yakın destekçilerini ihanetle suçladı
ve 1 38 8'in ''Acımasız Parlamentosu" bu destekçilerin idamına
karar verdi.
13 90'lara girildiğinde Richard yönetim tarzını yumuşa­
tıp dah a ılımlı bir tavır takınmaya başladı, ancak ok bir kere
yaydan çıkmıştı ve tansiyon düşmüyordu. 1394'te Appellant
Lordlarından1 biri olan Arundel kontu, Kraliçe Anne'in ce­
naze törenine geç geldiği için öfkelenen Richard görevliler­
den birinin sopasıyla ona vurdu. 1 397'de önceki Appellantla­
ra karşı aniden saldırıya geçti. Ne de olsa Parlamento şimdi,
"Acımasız Parlamento"nun çıkardığı yasaları fesheden kendi
yandaşlarıyla dolmuş durumdaydı. İhanetle suçlanan Arundel
idam edilirken, Richard'ın amcası Gloucester dükü Thomas
da öldürüldü. Richard son derece desp otça bir tarzla bildiği
gibi davranmaya devam etti. İnsanlar mecburi istikraza maruz
bırakıldı ve Richard Cheshire bölgesinden elde ettiği gelirleri
muhaliflerini sindirmek amacıyla kullandı. Giriştiği eylemler,
Richard'ın görünürde muktedir ve şaşaalı olan krallığının tah­
ripkar doğasını açığa çıkarmıştı.
İzlediği siyaset, sonunda tepkilere yol açtı. Richard 1399
yılında, eski bir Appellant olan sürgündeki kuzeni Henry Bo­
lingbroke'u her türlü mirastan mahrum bırakan bir ferman ya­
yınladı ve bu adımla sözümona kraliyetin teminatı altında olan
mirasa dayalı mülkiyet haklarının aslında ne kadar da keyfi
davranışlara açık bir biçimde ihlal edilebileceğini gösterdi. Ar-
1 Appelant Lordları, II. Richard'ın keyfi ve despot yönetimine tepki
olarak bir araya gelen ve ilk iş olarak da kralın yakın çevresinden bazı
isimleri suçlayıp yargılanmalarını sağlayan beş önemli lorda verilen
isimdir. Grup Gloucester dükü Thomas, Arundel kontu Richard,
Warwick kontu Thomas, Derby kontu Henry ve Nottingham Kontu
Thomas Mowbray'den oluşmaktaydı. (ç.n.)
164 İngiltere Tarihi

dından İrlanda'da kraliyetin gücünü yeniden tesis etmek üzere


ikinci bir sefere çıktı : Richard, Londra'd an uzakta seferde iken,
kuzeni Bolingbroke Ingiltere'yi işgal etti. Hem beceriksiz hem
de halk tarafından sevilmeyen biri olduğu için işgal karşısın­
da aradığı desteği bulamayan Richard, İrlanda'd an döndükten
hemen sonra köşeye sıkıştırıldı ve yakalanarak hapse atıldı.
Yaklaşık bir sene sonra, muhtemelen muhalifler için bir umut
kaynağı olmasının önüne geçmek için öldürüldü ancak ona ve­
rilen tüm yemekleri reddettiği için de ölmüş olabilir.
Richard'ın hükümranlığı, monarşik sisteme içkin potan­
siyel istikrarsızlığı gözler önüne sermişti sermesine ama kral
da sürdürülemez bir durumdan kaynaklı zorluklarla yüz yüze
gelmişti. Her bir monark, kraliyetten beklenen tutum ve dav­
ranışları yeniden yorumladı ve kendi taraftarlarını memnun
etmek amacıyla himaye sistemini tekrar düzenledi. Bu tablo,
kral tarafından -özellikle de himaye sistemi ile ilgili düzenle­
meler yapılırken- kendilerine danışılmasını bekleyen soylular
(büyük lordlar) için zor bir durumdu. Ekonomik güçlükler ile
toplumsal, siyasal ve askeri ilişkilerde paranın oynadığı rol, hi­
maye meselesinin, belki de hiç olmadığı kadar önemli olduğu­
nu herkese gösterdi. Böylelikle "Bastard Feodalizm''1 daha da
önemli hale geldi: Lordlar toprak yerine, bahşiş dağıtmak ve
yıllık para ödemek suretiyle kendilerine bağlı bir hizmetliler
zümresi kurdu. Bu sistem, siyasal durumu daha da kırılgan bir
hale getirdi ve gerektiğinde küçük bir ordu gibi hareket edebi­
len kendine sadık kalabalık bir topluluğu besleyecek bir zen­
ginliğe sahip soyluların lehine işledi. Ayrıca bu sistem lordlara,
maddi krizlerin siyasi sonuçları karşısında daha geniş bir hare­
ket sahası açtı. II. Richard' ın tahttan indirilmesi, hem lordların
1 19. yüzyıl tarihçileri tarafından üretilen Bastard Feodalizm kavra­
mı, lord ve vassal arasındaki sözleşmenin esas olduğu toprağa dayalı
klasik feodal düzenin yerine, lordların merkezi otoritenin kontrolü
dışına çıkarak para yoluyla kendilerine bağlı bir zümre oluşturmala­
rını ifade etmektedir. (ç.n.)
Ortaçağ 1 65

kendi istedikleri tarzda bir himaye sistemini monarka dayatma


girişimlerinin bir yansıması olarak hem de onu hızlandıran bir
gelişme olarak kabul edilmelidir.

Geç Ortaçağda Galler


İngiliz Tahtının 14. yüzyıldaki en önemli destekçilerinden biri
Galler'di. Yüz Yıl Savaşı'nda Galler'in dört bir yanından koşup
gelen çok sayıda okçu ve mızraklı asker, saflardaki yerini almış­
tı. Her ne kadar Owain Glyndwr'ın 1401-1408 yılları arasın­
daki (Shakespeare'in eserinde Owen Glendower ismiyle geçen
karakter) isyanı Galler'de ayrılıkçı duyguların devam ettiğine
ve yaygın bir muhalefetin varlığına işaret etse de, onun erken
dönemlerdeki faaliyetleri bir tür uzlaşma arayışı içinde oldu­
ğunu gösterir. Arundel kontuna bağlı önemli toprak s ahiple­
_
rinden biri olan genç Glyndwr, 1385'te II. Richard'ın Iskoçya
seferine de iştirak etmişti. Glyndwr'ın başkaldırısı, 1350- 1450
arası Avrupa'da cereyan eden ayaklanma dalgasının bir par­
çası olarak görülebilir. Öte yandan bu isyan bir ölçüde Kara
Ölüm'ün de dahil olduğu birbiri ardına yaşanan 14. yüzyıl
krizlerine bir tepki olduğu kadar, yerli toplumun liderlerinin
bölgedeki yöneticiler tarafından ihmal edilmiş olmasının bir
sonucuydu da. 1400 yılında kendini Galler Prensi ilan eden
Glyndwr, İngiliz toprak sahiplerinin mali taleplerinden bık­
mış olan insanların da desteğiyle Kuzey Galler'de harekete
geçti. 1403'te Carmarthen ve Güney Galler'in büyük kısmı­
nı; 1404'te de Cardiff, Harlech ve Aberystwyth'i ele geçiren
Glyndwr kendisine destek sözü veren Fransızlarla ittifak yaptı.
Ardından bağımsız bir Kilise ve eğitim kurumlarının yanısıra
örgütlü bir hükümet de kurmaya yöneldi. Bazı İngiliz toprak
sahipleri Gallilerin saldırılarından kurtulabilmek için onlarla
ateşkes yaptıkları sırada, bir Galler Parlamentosu oluşturuldu.
1405 yılında Glyndwr, Northumberland Kontu Henry Percy
ve Edmund Mortimer ile Tripartire Identure denilen anlaş-
166 İngiltere Tarihi

mayı yaptı: Buna göre IV. Henry'yi tahttan indirecek ve İngil­


tere'yi aralarında bölüşeceklerdi. Glyndwr'ın payına Galler'in
yanısıra Mersey'den Trent nehri boyunca uzanan İngiltere'nin
batısı ile Severn'den Worchester'ın kuzeyine kadar olan kı ­
sım düşmüştü. Glyndwr 1405'te Fransızların da yardımıyla
Worchester'a kadar ilerledi ancak sonra geri döndü. IV. Hen­
ry'nin oğlu Prens Hal -gelecekteki V. Henry- harekete geçe­
rek birbiri ardına önemli başarılar kazandı. 1408'te Harlech ve
Aberystwyth ve güneydeki bölgeler geri alındı. İsyana destek
zayıfladıkça İngilizlerin başarısı da artıyordu.
Glyndwr 1415'te ortadan kayboldu. Yakın zamanlara dek
Galler milliyetçiliği için kilit bir isim olma özelliğini koruyan
Glyndwr, böyle bir konumu, enerjilerinin büyük kısmını kendi
kendileriyle yahut diğer Galli yöneticilerle mücadele ederek
harcayan soylu Gwynedd hanesi üyelerinden daha fazla hak
etmektedir. Gelgelelim bazı yerli soylular arasında Glyndwr'a
karşı güçlü bir muhalefet de vardı; çünkü ayrıcalıklarını sür­
dürmenin en iyi yolunun İngiltere Tahtı ile ittifak yapmak ol­
duğunu görüyorlardı. Kaldı ki Glyndwr kendi döneminin bir
savaşçısıydı ve ortalığı yakıp yıkarken hiç de vicdan azabı çek­
miyordu; Cardiff ve Carmarten'ı tahrip etmekle kalmadı, St.
Asaph ve Bangor katedrallerini de yaktı, ancak Prens Hal da
ondan geri kalmayarak İngilizlerin eskiden beri uyguladıkları
yöntemi takip edip bölgeye büyük bir yıkım getirdi. Evlerin ve
tarım araçlarının yakılması ve çiftlik hayvanlarına el konulma­
sı, pek çok insan için -özellikle yoksullar için- ölüme yahut en
azından kötü beslenmeye mahkum olmak anlamına geliyor­
du. Glyndwr sayıca üstün olmasına karşın açıkgözlülük yapıp
çoğu kez göğüs göğüse çarpışmaktan kaçındı ve bu sebeple bir
asker olarak onu geleneksel kahramanlık kategorisine dahil et­
mek zordur.
Daha da önemlisi Glyndwr, etrafında toplanmış olanları
çıkmaza doğru sürüklüyordu. Eğer İngiliz ordusu, 1403'teki
Percy Ayaklanması gibi bir tür iç savaş döneminde bulunu-
Ortaçağ 167

yor olsaydı, gücünü büyük ölçüde heba etmiş olacaktı ve bu da


Galli isyancılara mükemmel bir fırsat sunacaktı. Oysa durum
böyle değildi ve İngiliz ordusunun ve kaynaklarının normal za­
m andaki gücü ortadaydı. Glyndwr daha başarılı olsaydı, Gal­
ler'i yıllarca bitmeyecek bir çatışma ortamına itecek ve Galliler
arasında derin bölünmelere neden olacaktı. Pek çok lider gibi
0 da so nraki kuşaklar için bir ölü sembol olarak kalmaya çok

daha uygundu.
14. yüzyıldan itibaren yaşanan toplumsal değişimler Galli
bir elit sınıfın doğuşuna zemin hazırladı. Kara Ö lüm , toprak
sahipliğine endeksli eski yapının kökten dönüşümüne etki etti.
S öz konusu yapının en önemli iki özelliği olan akrabalık iliş­
kileri (gwelyau) ve statülerin eşitliği güç kaybederken, bireysel
mülkiyet artmaya başladı. Miras ve kullanım hakkı ile ilgili ge­
lişmeler, özellikle de toprağı kullanmada daha geniş özgürlük
ve ekb eriyet hakkının (ilk doğan hakkının) yayılması, sınırsız/
kayıtsız mülk edinme sürecini kolaylaştırdı ve ayrıca toprak
sahipleri askeri veya idari hizmetler veya evlilikler yoluyla bü­
yük bir zenginlik elde ettiler. Kraliyete ait toprakları aldılar ve
.
buralarda kalıcı yapılar inşa ettiler; ayrıca Ingilizlerin yönettiği
bir Galler modeli çerçevesinde siyasi hak talepleri geliştirdiler.
Ozanlar, Güney Pembrokeshire ve Gower gibi İngilizleşmiş
bölgeler haricinde, genel olarak bir Gal kimliği duygusu ya­
şatmaya devam ettiler, ancak devrin önemli siyasi figürleri bu
kimliği, bağımsızlık düşüncesi ile yan yana getirmediler. Kabi­
levi yapılanma ortadan kalkınca, kimlik örüntüleri de değişti.
Hukuk ve düzenin sürdürülmesinde eskiden kabilenin yüklen­
diği işlevi artık prenslik unvanı altında kraliyet otoritesi yerine
getirmekteydi.

Geç Ortaçağda İskoçya


Bağımsızlık için 1296-1357 yılları arası savaşlarda verilen mü­
cadeleler, İskoçya'nın bölgesel bütünlüğünü ve bağımsızlığını
168 İngiltere Tarihi

sağlamlaştırdı ve bu da bir ulusal bilinç duygusunun gelişimi­


ne yardım etti. Müstakil bir İskoç Kilisesi'nin teşkili 121 5'te
Lateran Konsili tarafından gerçekleştirildi. John Barbour'un
1375'te yazdığı ve Robert Bruce ile İskoçya'nın "özgürlüğü"­
nü konu alan şiiri Brus, İngiliz-karşıtı milli bir destandı. Di­
ğer Geç Ortaçağ İskoç tarihleri -John Ford'un İskoç Halkı nın
Tarihçesi (1380'ler), Andrew Wyntoun'un Orgynale Cronikifı
(1410'lar), Walter Bower'ın Scotichronicon'u (1440'lar)- İ skoç­
ya'nın kendi tarihi olan farklı bir devlet olduğunu göstermek
maksadıyla yazılmış metinlerdi. İskoçya'nın kimliği, İ ngiltere
karşıtlığı üzerinden tanımlanmaktaydı.
İskoçya da tıpkı İngiltere gibi siyasi istikrarını baltalayan
ciddi problemlerle boğuşsa da görece başarılı bir devletti. Asıl
etkisi 1600'den sonra görülecek olan "Küçük Buzul Çağı"nda
yaşanan iklim değişikliğinin bir sonucu olarak İskoçya İngilte­
re'den daha yoksuldu ve nüfusu daha azdı; tarımı da daha ge­
riydi ve İngiliz yün ve kumaşı ile mukayese edilebilecek çapta
bir ihracat ürünü yoktu. İskoç yönetim aygıtı İ ngiltere'deki yö­
netim sistemine nazaran daha basitti ve etki alanı daha dardı.
Her ne kadar 15. yüzyılda bazı önemli gelişmeler kaydetse de,
14. yüzyıl itibarıyla İskoç yönetim sistemi, en iyimser yorumla
gelişmekte olan bir devlet olarak nitelendirilebilir.
İngiltere kralı il. Richard'dan daha muktedir olan ve amca­
sı il. David'in ardından 1371'de İskoçya tahtına çıkan Robert
Stewart, soylularla olan ilişkilerinde basiretli davrandı. Bunun
muhtemel nedenleri arasında, kendisinin de bir soylu olma­
sının payı olsa gerektir. II. Robert kendi çocuklarını, Adalar
lordu MacDonald da dahil olmak üzere etkili isimlerle hı­
sımlık bağları kurmak için kullandı. Oğlu 111. Robert (1390-
1406) ise kraliyet ailesi içinde yaşanan anlaşmazlıklardan ötü­
rü pek de mesut olamadı. Bu anlaşmazlıklar bir iç savaşa yol
açmadı. Kaldı ki taht meselesi İngiltere'ye nazaran İskoçya'da
daha önemsiz bir konuydu. Gene de hanedan içinde iki rakip
grup, II. Robert'ın ülkeyi yönetemeyecek derecede hastalandı-
Ortaçağ 169

ğı 1 384'ten itibaren bir tür rekabete tutuştu. Bu da büyük bir


istikrarsızlık ve şiddete yol açtı. Çocuk yaştaki I. J ames ( 1406-
143 7) Fransa'ya doğru yola çıktığında İngilizler tarafından
yakalandı ve 1424'te tekrar İskoçya'ya dönene kadar tam on
dokuz yıl esir tutuldu. 1425'te ise II. Albany Dükü ve kral nai­
bi olan Murdac'i alaşağı ederek tahta oturdu. Murdac bilhas­
sa III . Robert' ın son yıllarında saray çevresinde etkili olmuş
bir isimdi. Albany ve yakınları gözaltına alındıktan kısa sü­
re sonra kafaları kesilerek idam edildiler. Ardından I. James
Highlands'de kraliyetin otoritesini tahkim ederek Inverness'ta
1 42 7'de bir parlamento tertip etti; itaat etmemekte direnen
bazı üst düzey isimlerin kellesini vurdurdu ve kraliyet iktidarı­
nı güçle ndirdi. Gene de ülkede mutlak bir düzen tesisi kolay

değildi ve bu nedenle I. James 1429 ve 1431'de Highlands'de


bulunan Adalar lordunun üzerine yürümek durumunda kaldı.
James 1437'de bir darbe girişimi esnasında yatak odasında öl­
dürüldü.
il. James ( 143 7-1460) kendisini 1440'lı yıllar boyunca aris­
tokratik hizipler arasında yaşanan iç savaşın ortasında buldu.
Adam kaçırma ve rakiplerini infaz etme olayları yaygınlaşmış­
tı. İngiltere gibi İskoçya da kan davalarının belirleyici rol oy­
nadığı bir şiddet toplumuydu. Bölgenin önemli kabilelerinden
birinin 1457'den 1493'e kadar liderliğini yapan Alexander lr­
vine önce Aberdeen şerifliğinden azledildi, daha sonra hapse
gönderildi. Hapisten çıktıktan sonra, önce iki kişiyi pusuya dü­
şürüp öldürdü, sonra Drum kalesinde Edward Macdowall adlı
bir din görevlisinin organlarını deşmek suretiyle katletti. Yerel
yönetim ve adalet, soyluların insafına terk edilmişti. Borders
civarındaki Douglas kontları gibi nüfuz sahibi soylular, İskoç­
ya'nın bağımsızlık için mücadele verdiği yıllarda hem mülki­
yetlerini hem de güçlerini arttırdı ve bu da kraliyetin buralar­
daki otoritesini zayıflattı. Ross kontları ve Adalar lordlarından
müteşekkil MacDonaldlar da İskoçya'nın batı kıyılarında ya­
şayan güçlü bir topluluktu. Sahip oldukları Ross konduğunu
170 İngiltere Tarihi

zor kullanarak kurmuşlardı: 1411'de Inverurie yakınlarında


gerçekleşen Harlaw Savaşı'nda Mar kontuna mağlup olmuş­
ken, aynı gün içinde 10.000 bin kişi toplayıp akabinde kontlu­
ğu elde etmiş ve sonra Ross kontluğunu hayata geçirmişlerdi.
Gene de il James 1452-1455 arası dönemde Douglasla­
rın kalbine hançer saplamayı başarabildi. VIII. Douglas kontu
William'ı 1452'de bizzat James bıçaklayarak öldürdü; 1455'te
Threave'deki Douglas kalesi ise büyük bir "bombardıman''a
(top atışı) maruz kaldı. 1476 yılında 111. James (1460-1488)
Ross'u ele geçirdi ve nihayet 1493'te iV. James (1488-15 13 )
MacDonaldların son direnişini de kırıp hükümranlığını Heb­
ridelere kadar genişletti. Bütün bu başarıların gerisinde, kral­
ları kendi konumları için bir tehdit olarak görmeyen soyluların
büyük kısmının verdiği destek vardı.
İskoç kralları için İngiltere bir sorun olarak kalmaya devam
etti. Bunun en önemli sebebi, Fransa ile kurdukları ittifaktı,
çünkü bu kaçınılmaz olarak onları İngiltere ile karşı karşıya
getiriyordu. 1. James 1406 ile 1424 yılları arasında İ ngilizle­
rin elinde bir tutsak olarak kaldı; il. J ames, 1460'ta İngilizlere
ait Roxburgh Kalesi'nin ateş altına alındığı esnada fırlayan bir
şarapnel parçası ile hayatını kaybetti. İngiltere kralı VI. Hen­
ry'nin 1461'de Towton Savaşı'nı kaybedince canını kurtarmak
için İskoçya'ya sığınmasının ardından, iV. Edward 1462'de
XI. Ross Kontu John'u isyana teşvik etti; ayrıca iV. Edward
1482-1483'te İskoç tahtında oturan 111. J ames'i devirip yerine
Albany'yi getirmeye çalıştı. iV. James da İngiltere'yi işgal et­
mek amacıyla girdiği 1513'teki Flodden Savaşı'nda öldürüldü.
Erken 16. yüzyılın deniz rekabetinde yaşandığı üzere, İngilte­
re ile yaşanan mücadele ve çatışmanın bedeli ağırdı. Gelgele­
lim Viking varlığı sonunda ortadan kalktı: 111. James 1469'da
Danimarkalı Margaret ile yaptığı evlilik sayesinde Orkney ve
Shetlands'ı aldı; üstelik Margaret'ın babası vaadettiği düğün
hediyesini ödeyemeyince 111.James bu iki bölgeyi 1472'de mü­
sadere etti.
Ortaçağ 1 7 1

İskoçya'nın siyasi başarısını abartmak yanlış olurdu. Kral­


lar ciddi siyasal tehdit ve tehlikelerle yüz yüze geldi. III. Ja­
rnes, Parlamentodan yükselen ciddi eleştiri dalgasının yanı­
sıra 1 479'dan itibaren başını kardeşlerinin çektiği aristokrat
muhalefeti ile karşılaştı. Albany dükü olan kardeşi Alexander
1479'da Fransa'ya kaçmak zorunda kaldı ve 1482'de İngiliz­
lerin desteğini alıp VI. Alexander unvanıyla tahta çıkma yö­
nündeki çabaları akim kaldı. Gelgelelim III. James, soyluların
desteğini almayı yahut gönüllerini hoş tutmayı başaramadı ve
1488'de Sauchieburn'deki savaşı kaybettikten kısa süre sonra,
hala çocuk sayılacak yaşta olan öz oğlunun da desteklediği is­
yancı bir grup tarafından öldürüldü. İsyancılar önce yönetimi
ele geçirip ardından 1489'daki ayaklanmayla yüzleşmek zorun­
da kaldılar. Devletin merkezinde cereyan eden bu sorunlara
karşın yereldeki yönetim meseleleri daha tedbirli bir biçimde
yürütülüyordu. . .
Gene de tıpkı Ingiltere'de olduğu gibi Iskoçya'da da şid­
det dolu 15. yüzyılın en dikkat çekici özelliği, genellikle bir
monarkın şahsında tecessüm eden merkezi bir yönetim tesis
edebilme yönündeki girişimlerdi. Her iki ülkede de önemli bir
diğer olgu, monarkın yeteneğinin ve siyasal bir durumu başa­
rılı biçimde sürdürebilme kapasitesinin birbiriyle rekabet ha­
lindeki grupların varlığından ötürü karmaşık bir görünüm arz
etmesiydi. Siyasi istikrarsızlığın esas nedeni, devlet otoritesine
dönük dış tehdit ve meydan okumalardan ziyade, kraliyet ai­
lesine mensup iki rakip grubun kendi aralarındaki çekişmeler­
di. Bütünleşik bir devlet kurmanın gerekliliğine dair ortak bir
kanaat vardı ve bu ulusal politik bilinç İskoçya'da Parlemen­
tonun toplanma sıklığı arttıkça güç kazanmaktaydı. Kraliyet
gelirlerini hatırı sayılır ölçüde arttıran ve halk tarafından sevi­
len IV. James İskoç siyasetine ciddi bir denge ve uyum getirdi.
Ama o da bu konumunu, uluslararası alanda itibarını artırmak
gibi, son kertede başarısızlığa mahkum olan bir girişim için
kullandı. IV. James ve V. James dönemlerinde bir İskoç saray
1 72 İngiltere Tarihi

rönesans.ı da yaşandı. Edinburgh'da büyük malikane olarak


tasarladığı Holyrood Sarayı'nın yapımı için iV. James büyük
çaba harcadı.

İngiltere'de 15. Yüzyılda Ekonomi ve Toplum


Kara Ölüm'ü müteakip tarıma dayalı ekonomide baş gösteren
zorluklar, ciddi iklimsel değişikliklerin ortaya çıktığı 1470'lere
kadar pek çok toprak sahibi için en önemli sorundu. Kiralar
düştü, kölelik zayıfladı, köyler terk edildi ve topraklar, dik ya­
maçlarda bile tarım yapmayı mümkün kılan kalkerlerden yok­
sun kaldı. Çarşı ve pazarların çoğu ortadan kalktığı için, kısa
bir süreliğine geçimlik tarım öne çıktı. Ekonomik sorunlar,
pek çok bölgenin vergi yükümlülüklerinde indirim yapılması­
na yol açtı. Gelgelelim vebanın neden olduğu işgücü kıtlığına
bir de köleliğin zayıflaması eklenince, köylüler bu durumdan
istifade ederek emek ihtiyacını karşılamak üzere öne çıktı. Öz­
gür olmayan köylülere, emekleri karşılığında nakit para öden­
di ve bu insanlar daha sonra doğrudan doğruya para ekono­
misiyle bütünleşti. İşgücü kıtlığı, çok daha az işçi gerektiren
kırsal tarıma doğru bir yönelimi teşvik etti. Toprak sahipleri
koyun yetiştirmek amacıyla ellerindeki toprakları çitle çevirdi
ve bu da Lincolnshire gibi bölgelerde kırsal nüfusun azalma­
sını beraberinde getirdi. Durum o kadar vahimdi ki, ekilebilir
arazilerin hayvanların otlatılacağı meralara dönüşmesi 1489'da
Parlementoda acı bir dille eleştirilmişti.
Meracılığın yayılması yün üretimini ve ardından kumaş ih­
racatını arttırdı. İngilizler özellikle kaliteli yün ile beraber ko­
yun yetiştiriciliğini de ilerletmiş ve pek çoğu Flanders'taki ku­
maş-üretim merkezleri gibi geniş ve nitelikli üretim yapmanın
peşine düşmüştü. Yün ticareti 13. yüzyıl boyunca büyümeye
devam etmiş ve Shrewsbury başta olmak üzere birçok kasaba­
ya refah getirmişti. Bununla birlikte 14. yüzyıldan itibaren yün
ihracatına konan vergi yükseldiği için, yün gitgide hammadde
Ortaçağ 1 73

olarak değil de kumaş olarak ihraç edilmeye başlandı. Bu İngi­


liz kum aş sanayisinin gelişimi için bir tür vergi kolaylığından
kaynaklı bir avantaj sunuyordu: Yün ihraç edilmeyip içeride
işlendikçe sanayi ilerledi. Sözü edilen sanayinin en önemli
merkezi Doğu Anglia'ydı. Great Yarmouth bölgesi, ülkenin
yünlü kumaş ihracatının dörtte üçünü tek başına karşılıyordu
ve res mi kayıtlara göre burada 1400-1401 yıllarında 12.000
yünlü kumaş üretilmişti. Yün ve kumaş ihracatındaki yükseliş
H adleigh, Lavenham ve Long Melford gibi Doğu Anglia'daki
üretim merkezlerine refah getirdi ve kiliseleri de bundan payını
aldı. Ekonomik gelişmeler toplumsal farklılaşmanın boyutları­
nı daha da belirgin hale getirdi: 1327 yılında Suffolk'ta toplam
verginin kişi başına yüzde 30'u veya daha fazlasını karşılayan
28 mahalle varken bu rakam 1524'e gelindiğinde 180'i geçe­
cekti. Güneybatıdaki West Country [Corwall, Devan, Dorset,
Somerset, Bristol ve Gloucestershire'ı içeren bölge] kumaş sa-
nayinin bir diğer önemli merkeziydi. .
Yün ve kumaş ihracatı aynı zamanda lngiltere'nin ticaret
dengesini korumasına yardım etti ki hem yönetim masrafları­
nın hem de İngilizlerin Yüz Yıl Savaşı'nda ihtiyaç duydukları
mali desteğin karşılanması noktasında son derece önemliydi.
Keza gittikçe iktidarın merkezi haline gelen Güneydoğu İn­
giltere'nin görece refaha kavuşmasında da bu ihracatlar etkili
oldu. Benzer bir durum İskoçya'da da yaşandı. Kıta Avrupası'na
erişimi mümkün kılan büyük limanlar dikkat çekiciydi. 1500
senesi itibarıyla Edinburgh, İskoçya'nın ihracatının yüzde 60'a
yakınını tek başına karşılıyordu. Ülkenin önde gelen şehirle­
rinden biri olan Edinburgh aynı zamanda önemli ekonomik ve
siyasal dinamiklere sahip bir merkezdi. Edinburgh'un önemi,
gittikçe İngiliz kontrolüne giren Berwick'in yerini almasıyla
pekişti.
1 74 İngiltere Tarihi

Ortaçağ İngiliz Kültürü


1066 yılından sonra İngiltere'nin kültürel bağlarının kurul­
duğu ülke büyük oranda Fransa'ydı. Norman fethi İngiltere'yi
İskandinav kültür yörüngesinden alıp Kıta Avrupa kültürü yö­
rüngesine soktu. Ama bu gerçek, Normanların farklı durum­
larda sergilediği uyumluluğu görmemize engel olmamalıdır.
Mesela 1066-1 100 arası dönemde -çok az sayıda Anglosakson
dekoratif geleneği varlığını sürdürürken- inşa edilen yapılarda
açık bir Norman üslubu görülmekteydi, ancak 1 100'den sorıra
Anglosakson boyama tarzı yeniden hayat bulunca bu durum
değişmiş ve canlı renklerin ağırlıkta olduğu yeni bir Ang­
lo-Norman tarzı ortaya çıkmıştır.
14. yüzyıla gelinceye kadar İngiltere'de ne İngiliz ve İ skoç
ne de Fransız veya Latin edebiyatı önemli bir gelişim gösterdi.
14. yüzyılda ise bazı büyük eserler İngilizce kaleme alınm a­
ya başlandı: Anonim bir kitap olan Sir Gawain ve Yeşil Şö­
valye; Geoffrey Chaucher'ın Canterbury Hikayeleri (1387);
William Langland'ın Piers Plowman'ı (1362-1392); Thomas
Malory'nin Arthur'un Ölümü'nün yanısıra pek çok halk ezgisi,
ilahi ve dini içerikli piyes İngiliz dilinde yayımlandı. İskoç şair
Robert Henryson Cresseid'in Vasiyeti adlı kitabının da içinde
olduğu yerel dilde kaleme alınmış bir dizi nitelikli çalışmaya
imza attı. Fakat gene de bu yüzyılda, II. Richard ve çevresinin
yayınlanmasına destek verdiği çok sayıda kitap da dahil, edebi
eserlerin büyük kısmı Latince veya Fransızca yazılmaya devam
etti. İngilizce ve Fransızcanın çoklu lehçeye sahip bir yapıda
olduğu göz önüne alındığında, İngiltere'de bu dönemde geçer­
li iki lehçe olduğu rahatlıkla söylenebilir: Anglo-Fransızca ve
Ortaçağ İngilizcesi. Anglo-Fransızca 15. yüzyılda da etkisini
ve önemini korudu.
Kültürel yapının diğer bir unsuru mimariydi. Ortaçağ İngi­
liz mimarisi pek çok açıdan Fransız tarzı mimariden esinlenen
ve onu izleyen bir görünüm arz eder. Durham ve Canterbury
Ortaçağ 1 75

katedralleri gibi çok sayıdaki özbeöz "İngiliz" yapı, Norman


yahut Angevinlerin emrinde çalışan Fransız mimarlar tarafın­
dan yapılı:rııştır. Gelgelelim tıpkı yöneticilerin zamanla_ belir­
li ölçüde Ingilizleşmeleri gibi, mimaride de özgün bir Ingiliz
Gotik geleneği gelişti. Başta Wells Katedrali olmak üzere pek
çok yapıda bu geleneğin çarpıcı yansımalarını görmek müm­
kündür. Süsleme sanatının zirve noktasıysa 14. yüzyılın ilk ya­
rısıydı. Ayrıca belirtmek gerekir ki, yerli bir mimari tarz olan
dikey üslup da 1370'ten 1500'lerin ortalarına kadar etkisini
devam ettirdi: Cambridge'deki K.ing's College binasına yan­
sıdığı gibi, geniş pencereler ve yelpaze tonozlar ile göğe doğru
yükselen bu tarzın amacı bir ihtişam duygusu oluşturmaktır.
William Cornish, John Dunstable ve Walter Frye gibi bes­
tecilerin öncülük ettiği kendine has İngiliz müziği, kıtasal il­
giye mazhar oldu. Ayrıca ozanların seslendirdiği halk ezgileri
ve gezgin grupların dört bir yanda dolaşıp sergilediği oyunlar,
dini içerikli piyeslere karşı seküler bir biçemin öncüsü oldular.
Dini içerikli piyeslerin bilinen ilk örneği 1352-1353'd e Lan­
cashire'da sahnelenmiştir.
İngiltere 15. yüzyılda neredeyse bütünüyle uluslararası bir
kültür dünyasının parçası durumundaydı ve her ne kadar İngi­
liz resim sanatı gelişmediği için insanlar portrelerini yaptırmak
amacıyla Flanders' a gidip Memling gibi ressamların önünde
poz vermek durumunda kalıyorlarsa da İngiltere bu dönemde
içinde bulunduğu . kültürel dünyada daha aktif rol oynamaya
başlamıştı. Flaman kökenli ya da Flanders'ta eğitim almış res­
samların çizdiği Eton Koleji Şapeli'nin duvarlarını süsleyen
resimler, geç 15. yüzyıl İngiliz resim sanatının en önemli ör­
neklerinden biridir.

Ortaçağ İngilteresi'nde Din


Narman fethi, yeni tarikatların doğuşu ve Haçlı Seferleri gibi
dini saikler aracılığıyla, İngiltere'yi ana akım B atılı Hıristi-
176 İngiltere Tarihi

yanlığın içine çekti. İngiliz Kilisesi hukuken -ve geniş ölçü­


de pratikte de- Papalığa bağlıydı. Din adamlarının sadakatle
boyun eğdiği iki efendi vardı: Kral ve Papa. Uluslararası dini
bağlantılar sayesinde İngiltere'den din adamları meslek hayat­
larına başka ülkelerde devam ederken aynı şekilde oralardan
da Britanya adalarına gelenler oluyordu. Yeni tarikatların ve
rahiplerin dört bir yana yayılması İngiltere'yi etkiledi.
Manastır hayatının yeniden canlanmasına Britanya'nın en
önemli katkısı 1098'de Sistersiyen tarikatının kurulması oldu.
İlk İngiliz Sistersiyen manastırı olan Rievaulx 1 132'de ibade­
te açıldı ve takip eden yirmi yıl içinde tarikat, Fountains ve
Buckfast gibi manastırların yapımı ile birlikte hızla yayıldı.
Kısa sürede Galler'de Tintern; İskoçya'da Melrose, Newbatt­
le ve Kinloss manastırları inşa edildi. Sistersiyenler özellikle
yün üretiminden kar elde etmedeki hünerlerini ortaya koydu­
lar. Dominiken ve Fransisken tarikatına mensup rahipler de
1220'lerde İngiltere'ye geldiler.
Batı Hıristiyanlığı içinde Britanya'nın rolünün daha az ilgi
çeken boyutu, 1090'lardan itibaren Kıta Avrupası'nda serpilen
antisemitizm meselesi ile ilgilidir. İngiltere'de Yahudilerin var­
lığından ilk defa 12. yüzyılın başlarında söz edilir ama hemen
sonrasında antisemitizm İngiliz yaşamının bir özelliği haline
gelmiştir ve bu durum 1290'da I. Edward döneminde Yahudi­
lerin sürülmesi ile zirve noktasına ulaşmıştır. 1 144'te hayatını
kaybeden Norwichli William, ölümünden -hatalı biçimde­
Yahudilerin sorumlu tutulduğu belki de ilk vakadır. Antise­
mitizm, Ortaçağ toplumunun en belirgin özelliği haline gelen
yabancı düşmanlığını yansıtmaktadır ve aslında Haçlı seferle­
rinin içerideki muadilidir.
Toplumda bu dönemde daha eski ve kasvetli korkular da
hüküm sürüyordu. Muhayyilede karanlığa -insanın kavrayışı­
nın ve kontrolünün dışında kalan dünyaya- atfedilen rol, daha
genelleşmiş bir korku hissinin hem nedeni hem de sonucuydu.
Bu kötülüğün türlü türlü şekillere bürünerek kol gezdiği; şey-
Ortaçağ 1 77

tan ve cadıların gerçek kabul edildiği bir dünyaydı. Bu hurafe­


lerin büyük çoğunluğunun arkasında Kilise vardı. 1479'da İs­
koçya kralı .III. James, Mar Kontu olan kardeşini cadı olmakla
itham etti. lngiltere'nin 16. ve 17. yüzyıllarda şahit olacağı cadı
avı çılgınlığı ile kıyas kabul etmese de, İskoçya'da birkaç cadı,
nı. James'in balmumundan yapılmış heykelini eritmekle suç-
lanıp yakıldı. .
Daha dünyevi meselelere bakıldığında, lngiltere'nin papa­
lığın ve kilisenin hak iddiaları ve talepleri ile çatışan bir süreç
yaşadığı görülür. Kral John'un, Canterbury � aşpiskoposluğu
için Papa'nın yaptığı atamayı reddetmesi ile Ingiltere bir tür
yaptırımla . karşılaştı ve 1208'de ülkedeki bütün ayinler askı­
ya alındı. Ingiltere'de dış kaynaklı mali desteğe ve dışarıdan
yönlendirilen din alanındaki yargılamalara karşı bir muhale­
fet vardı ve bu muhalefet 14. yüzyılda papalık haklarına sı­
nır koyan bir dizi düzenlemeye yol açtı: 1351 tarihli Provisors
(Vekilharç) Yasası1 ile 1351 ve 1393'te çıkarılan Praemunire
Yasası2 bu düzenlemelerin en önemlisidir. Kilise karşıtlığı, Ox­
fordlu radikal bir teolog olan ve Papanın dünyevi otoritesi ile
töz-dönüşümü doktrinini3 reddedip, rahibin de Tanrı ile insan

1 Papa gerekli gördüğünde bir toprak sahibinin mülkiyet haklarını


geçici olarak askıya alarak yerine kendisi bir isim atayabiliyor ve bu
kişi aracılığıyla mülkün gelirini topluyordu. Papaya vekalet eden bu
kişilere "provisor" deniyordu.(ç.n.)
2 II. Richard devrinde kabul edilen bu yasaya göre, bir İ ngiliz mah­
kemesinin verdiği karara eğer kral itiraz etmişse, bir üst merci olarak
davayı papalığa götürmek yasaklanıyordu. Böyle hareket edecek olan
kişi, papanın otoritesini kralın otoritesinden üstün tutmuş sayılaca­
ğından cezaya çarptırılıyordu. (ç.n.)
3 İ ngilizcede "transubstantiation" olarak geçen kavram, Hıristiyan

teolojisinin önemli konularından biridir. İlk defa St. Augustinus ta­


rafından geliştirilen bu yaklaşıma göre, kutsal ayin sırasında rahibin
Hz. İ sa'nın sözlerini tekrarlaması ve Kutsal Ruh'un etkinliği sayesin­
de, ayinde kullanılan şarap ve ekmek gerçekten İsa Mesih'in kanına
178 İngiltere Tarihi

arasına giremeyeceğini savunan John Wycli:ff 'ten (ö. 1384) il­


ham alan Lollard hareketi ile belirdi. Wycli:ff İncil'i İngilizceye
de tercüme etti ancak Kilise tarafından onaylanmadı. Wycliff
kutsal kitabın otoritesini vurgulayıp dini tarikatların bolluk
içinde yaşamalarını eleştirdi. Hem Papa hem de İngiliz Kilise­
si tarafından suçlandı. Lollardlar1 Wycli:ff'in ölümünün ardın­
dan ve bilhassa 1414'teki başarısızlıkla neticelenen bir Lollard
komplosundan sonra ağır işkencelere maruz kaldılar.
Geç Ortaçağ İ ngiliz Kilisesi'nin ne kadar popüler ve etkili
olduğu hala tartışma konusudur. Bazı tarihçiler, Kilisenin ol­
dukça popüler ve etkin olduğunu öne sürüp Reformasyon ha­
reketinin bu nedenle İngiltere'de geniş bir taban bulamadığını
iddia ederken, diğerleri bu konuda farklı düşüncelere sahiptir.
Kimisi, hayatlarına bir anlam ve güzellik katan dini ayinleri
insanların yaşamını belirleyen merkezi bir olgu olarak görebilir
ama bir başkası da kilise-karşıtlığına dikkat çekebilir. Keza bir
yanda topluca yapılan ibadetin -Özellikle ekmek ve şarap ayini­
nin- müşterek doğasının altını çizmek pekala mümkünken öte
yandan ibadetin rahip tarafından yönetilen Latince ayinlerden
koparak gittikçe daha kişisel bir hal aldığını iddia etmek de
mümkündür. Ve gerçeği söylemek gerekirse, bu yaklaşımların
tümünün gerçeğe tekabül ettiği de rahatlıkla söylenebilir. Geç
Ortaçağ Katolikliğini yoz ve bayağı olarak görüp yaygın kilise
karşıtlığına dikkat çekenler ne kadar haklıysa, pek çok insanın
dini ve Kiliseyi her şeye rağmen bir huzur ve teselli kaynağı
olarak gördüğünü öne sürenler de o kadar haklıdır.
Ne olursa olsun netice itibarıyla rahiplerin büyük çoğun­
luğu vicdanlı ve dürüst insanlardı ve cemaatle olan ilişkileri
genellikle iyiydi. Başta eğitim, sağlık ve toplumsal refah gibi
(şarap) ve bedenine (ekmek) dönüşür. Görüntü, tat ve koku olarak
ekmek ile şarap aynı kalsa dahi "öz"ü tamamen Mesih İ sa'ya dönüşür.
İ şte buna teolojide töz-dönüşümü denmektedir. (ç.n.)
1 Lollard kelimesi, Ortaçağ Almancasında sessizce mırıldanarak dua

eden anlamına gelen "lollaert" sözcüğünden gelmektedir. (ç.n.)


Ortaçağ 179

alanlarda oynadığı roller olmak üzere Kilise toplumda son de­


rece merkezi bir yere sahipti. Mesela tıbbi bir tedaviden ziyade
sıcak bir yuva, yiyecek ve barınma sunan Ortaçağ hastaneleri
öncelikle dini kurumlardı. Bu kurumlar, toplum dışına itilerek
yokluğa mahkum edilmesi mukadder olan cüzzamlılar ve diğer
b azı kesimlerin sığınacakları bir barınak işlevi görmüştür.
Geleneksel dini pratikler ve inançları besleyen ilahiler, dini
piy ler, vitraylar, heykeller ve duvar resimleri gibi çok sayıda
es
sözel ve görsel anlatı mevcuttu. Daha sonraki yıllarda Refor­
m asyo n boyunca, bu anlatılan kaldırma ve yok etme yönündeki
büyük çabayı anlayabilmek için, bu�arın �eleneksel dünyada­
ki önem ini hatırda tutmak gerekir. Ozetle Ingiliz Hıristiyanlı­
ğı 15. yüzyılda hala güçlü bir biçimde uluslararası Kilisenin bir
parçasıydı ve kilisenin toplumsal konumu ile Lollard hareke­
tinin neden olduğu bazı endişeler, döneme sinen huzursuzluk
hissinin giderek artmasına yol açtı.

ıv. Henry, 1399-1413

IV. Henry tahtı cesurca ele geçirdi, fakat II. Richard'ı yerin­
den edip öldürdükten hemen sonra önünde çözüm bekleyen
ciddi ve acil sorunlar olduğunu fark etti. Öncelikle en önemli
mesele, Owain Glyndwr'ın Galler'de başlattığı ayaklanmaydı
ama başka sorunlar da vardı: İrlanda'da İngilizlerin konumu
sarsılmakta; Fransa Aquitaine'de bulunan İngiliz topraklarına
saldırmakta; İskoçya ile sıkıntılar yaşanmakta ve İngiltere'de
ciddi bir muhalefet bulunmaktaydı. Henry'nin başa geçmesini
kolaylaştıran en büyük neden 11. Richard'ın bir erkek çocu­
ğunun olmamasıydı ancak onun taht üzerindeki hak iddiası
oldukça tartışmalıydı ve 1327'de 11. Edward'ın lll. Edward'ın
yerine tahta geçmesi ile karşılaştırıldığında çok daha vahim bir
olaydı.
Henry'nin İngiltere içinde karşılaştığı en önemli meydan
okuma, kuzeyde büyük bir güce sahip ve önde gelen soylu
180 İngiltere Tarihi

ailelerden olan Percylerden geldi. Percyler tahta çıkması için


Henry'yi desteklemişti ama kendilerine verilen sözlerin yerin e
getirilmemesine öfkelenip 1403'te isyan ederek Glynwdr ile it­
tifak kurdular. Henry'nin yanıtı sert oldu: Shrewsbury'deki sa­
vaşta "delifişek'' genç Percy'yi -Sir Henry Percy- mağlup edip
öldürdü ve Northumberland kontu olan babasını da elindeki
kuvvetleri tasfiye etmeye zorladı. Krallığın buradaki hamisi
bundan böyle Westmorland Kontu olan Ralph Neville oldu.
İki yıl sonra Northumberland, York başpiskoposu Scrope,
Glyndwr ve March kontu Edmund Mortimer ile birlik olup
yeni bir isyan başlattı. Mortimer'ın taht üzerindeki hak id­
diası Henry'ye nazaran daha meşruydu çünkü Mortimer, III.
Edward' ın üçüncü oğlu olan Lionel'ın torunu iken Henry,
III. Edward'ın dördüncü oğlu olan John'un torunuydu ve do­
layısıyla öncelik Mortimer'ındı. Başpiskopos Scrope, üst düzey
din adamlarının kraliyetin gözetleyicisi olarak tarihsel bir rol
üstlendikleri iddiasından hareketle, krallığın sorumluluğuyla
ilgili fikirler geliştirmişti. Glyndwr, Northumberland ve March
İngiltere'yi üçe bölme konusunda anlaştı ama isyan kısa sürede
bastırıldı. Westmorland, Scrope'u yakaladı ve ihanet suçlama­
sıyla idam etti. Böylece bir zamanlar Becket olayında yaşandığı
gibi şimdi de Scrope'u, York'un Becket'ı haline getiren bir şe­
hitlik kültü ortaya çıktı.
1408'de Northumberland kontunun başını çektiği bir başka
ayaklanma daha çıktı ama Bramham Moor'daki muharebede
Kont mağlup oldu ve öldürüldü. Bütün bu ayaklanma ve hu­
zursuzluklar, Henry'nin tahtı ele geçirmesinin neden olduğu
sorunlara işaret ediyordu: Bir kralın zorla indirilmesi tehlikeli
bir gelenek haline gelirken, kraliyetin prestiji de ağır bir darbe
almış durumdaydı.
Geç Ortaçağ İngiliz siyasetinde Parlementonun rolünün
ilerici bir biçimde genişlik kazandığını düşünmek yanıltıcı
olur. Gerçekte 15. yüzyılda Parlamentonun önemi, aristokratik
gruplaşmalara göre çok daha azdı. Gene de 1407'de Henry,
Ortaçağ 1 8 1

Lordların ve Avam Kamarası'nın kralın yokluğunda ülkenin


dunımunu tartışabilme özgürlüklerini teyit etti. Ayrıca Avam
Kamarası'nın, toplanacak vergi miktarının belirlenmesi süre­
cindeki söz hakkını da yeniden onayladı.
V. H enry, 1413-1422

Shakespeare'in oyunlarında Prens Hal olarak geçen, IV. Hen­


ry'nin_ en büyük oğlu V. Henry, babasının hükümranlığında
hem Ingiltere hem de Galler'de verilen mücadelelerde öncü
bir rol oynamıştı. Bir yönetici olarak V. Henry savaşçı bir
kraldı. 1414'te Sir John Oldcastle'ın organize ettiği bir Lol­
lard komplosu ile 1415'te kendisini March Kontu ilan eden
Cambridge kontunun girişimini kolaylıkla bertaraf etmişti.
İrlanda ve İskoçya'd aki İngiliz egemenliğini tahkim etmek ye­
rine Henry daha cazip bir yol izleyerek, Bretigny Antlaşması
ile ili . Edward'a bırakılan Fransa'daki toprakları geri alma­
ya yöneldi. Kapsamlı bir hazırlık sürecinin ardından 1415'te
Normandiya'yı işgal eden Henry, Harfleur limanını aldıktan
sonra rotayı Calais'ye doğru çevirdi. Sayıca üstün olan Fransız
ordusu İngilizleri Agincourt'ta durdurmayı ümit etse de, tıpkı
1346'da Crecy'de olduğu gibi, İngiliz ordusu bu sefer de okçu­
ları sayesinde ağır zayiat verdiği Fransız ordusunun ilerleyişini
durdurdu.
Agincourt Savaşı İngiltere tarihinde daima önemli bir yere
sahip olagelmiştir. Bunun bir nedeni, bir ordunun sayıca kendi­
sinden çok üstün olan bir başka orduyu yenebileceğini göster­
miş olmasıdır. Diğer bir neden ise iki ülke (İngiltere ve Fransa)
arasındaki düşmanlığa dair ulusal efsaneye katkıda bulunmuş
olmasıdır. il. Dünya Savaşı'nda bu yaklaşım, Almanya'ya karşı
verilen mücadelede kullanıldı. Gelgelelim 20. yüzyılda İngi­
liz imparatorluğunun dağılması ve askeri tutumlarda yaşanan
değişiklik nedeniyle son dönemde Agincourt Savaşı'nın top­
lumsal bellekteki yankısının azaldığı da bir gerçektir. Gene de
182 İngiltere Tarihi

Agincourt'un tarihsel anlamına dair iki hususa değinmek ge­


rekmektedir. Öncelikle bu savaş, V. Henry'nin şahsında -Nar­
man ya da Fransızlaşmış olanın ötesinde- özbilinçli bir İngi­
liz sarayının doğmasında bir dönüm noktası teşkil etti. D aha
ileri bir aşamada ise İngiltere ve Fransa'yı tek bir krallık çatısı
altında birleştirmeye dönük nafile arayışın simgesi olan Yüz
Yıl Savaşı'nın seyrini etkiledi. Bu arayış son kertede tamamen
başarısızlığa uğradı ve İngiliz kralları uzun süre ellerinde tut­
tukları Bordeaux gibi topraklardan bile kovuldu. Gene de Yüz
Yıl Savaşı, İngiliz ve Fransızların ayrı ayrı kendi içlerinde bir
milliyet duygusu geliştirmelerini pekiştirdi ve savaş boyunca
ihtiyaç duyulan para, erzak ve insan gücü gibi etkenler İngil­
tere'de merkezileşmiş ve etkili bir yönetim anlayışının görece
erken bir tarihte şekillenmesine katkıda bulundu.
Agincourt Savaşı İngiltere'de hem savaşın hem de Hen­
ry'nin popülerlik kazanmasına yol açtı ve bu rüzgarı arkası­
na alan Henry 1417-1419'da Normandiya'yı fethetti. Bu da
onu Fransız tahtı üzerindeki hak iddialarını tekrar gündeme
getirmeye sevk etti. Fransa içine düştüğü iç savaşla meşguldü
ve 1419'da güçlü Burgundy kontu da Henry'nin safına geçti.
Henry kazandığı zaferleri, sonraki yıl Fransa kralı VI. Char­
les'ın kızı Catherine ile nişanlanarak taçlandırdı. 1420'de im­
zalanan Troyes Antlaşması'yla Charles, Henry'yi yasal varisi
olarak tanıdı ve kendisi hayatta olduğu süre boyunca da kral
naibi ilan etti. Gerçekte Henry, Fransızların gözünde toprakla­
rını ele geçirmiş bir fatih olarak değil onların yöneticisi olarak
görülmeyi arzu ediyordu. Gelgelelim Charles'ın oğlu Dauphin
bu duruma karşı çıktı ve hiçbir zaman boyun eğmedi. Henry
1422 yılında Paris yakınlarında seferdeyken -muhtemelen ya­
kalandığı dizanteriden- hayatını kaybetti.
Henry daha uzun yaşasaydı neler olabileceğini tahmin et­
mek belki kolay değildir ama her halükarda Henry'nin ihtiras­
larının, Batı Avrupa'nın gelecekteki yapısını kökten etkileye­
bilecek bir potansiyel taşıdığı açıktır. Aslında Parlamento iki
Ortaçağ 183

ülke arasındaki ilişkilere dönü� kaygılarını dile getirmişti ve


lfenry'nin Fransa kralı olarak Ingiltere'de hiçbir zaman hak­
kıyla bir yönetim sergileme kudretini haiz olamayacağını dü­
şünüy?rdu. Henry dönemi başarı, şan ve şeref bağlamında Or­
taçağ Ingiliz krallığının ulaştığı en ileri noktayı temsil ediyor­
du. Başarısı sadece askeri liderlikte değil, soylular ve din adam­
ları ile olan ilişkilerinde ve Parlamentonun yöneticisi ve aktif
bir idareci olarak kamu düzeninin yeniden tesis edilmesindeki
rolünde de görülür. Babası ile kıyaslandığında Parlamento ile
yaşadığı sorunlar yok denecek kadar azdı. Bütün dikkatini dü­
zenin ve adaletin korunmasına yöneltmiş ve kendisini Kiliseye
adamıştı. Lollardlara çok sert tepki göstererek onları derhal
sapkın ve müfsit olarak nitelendirmişti. İsmi etrafında oluşmuş
kahramanlık halesinin kaynağı sadece savaşçı karakteri ve as­
keri başarıları değildir, o aynı zamanda İngiliz milliyetinin öne
çıkmasına da ciddi katkıda bulunmuştur: İngiltere'nin tarihini
ve tarihteki rolünü sürekli vurgulamanın yanısıra, İngiliz aziz­
leri kültünün oluşumunu destekledi ve İngilizcenin resmi dil
olarak kullanımını teşvik etti. Ve elbette bütün bunları, Fran­
sa'ya dönük ihtiraslarıyla bağdaştırmak hiç de kolay değildir.

VI. Henry, 1422-1461/1470-1471


Henry'nin ölümünün ardından henüz dokuz aylık oğlu, V.
Henry unvanıyla tahta çıktı. 1422'nin sonlarında, anne tara­
fından dedesi olan Fransa kralı VI. Charles'ın hayatını kaybet­
mesiyle -Troyes Anlaşması gereği- Fransa'nın da kralı olduğu
öne sürüldü. Amcası Humphrey "protector" sıfatıyla İngil­
tere'de yönetimi ele elırken, diğer amcası Beford dükü John
ise Fransa'da kral naibi olarak görevlendirildi. John'un ilk işi
V. Henry'nin Fransa'daki etkinliğini sürdürüp VI. Charles'ın
tahta rakip olabilecek oğlu -üçüncü amca konumundaki- VII.
Charles'ı etkisizleştirmek oldu. Her şey tam da İngilizlerin
istediği gibi giderken karizmatik bir köylü kız olan Jeanne
184 İngiltere Tarihi

d'Arc'ın ortaya çıkmasıyla Fransız direnişi yeniden canlandı.


1429'da Jeanne d'Arc'ın liderlik ettiği ordu, stratejik önemde­
ki Orleans kalesindeki İngiliz kuşatmasını kaldırdıktan sonra
Reims şehrinde Charles'a krallık tacı takıldı. Karşılık vermekte
gecikmeyen İngiltere, VI. Henry'yi 1430'da Paris'te tahta çı­
kardı ve yaklaşık bir sene sonra Jeanne d'Arc ele geçirildi ve
cadılık isnadıyla yakıldı. Ama iş işten geçmişti. İngilizler bir
kere hızını kaybedip bocalayınca İngiltere'de savaş karşıtı mu­
halefet yükselmiş; Fransa'daki ittifaklar sallanmaya başlamıştı.
Burgundianlar, Jeanne d'Arc'ı yakalayıp teslim ederek İngiliz­
lerin Paris'te kontrolü ele geçirmelerine yardım etmişti, ancak
1435'te onlar da VI. Henry'den uzaklaşma kararı aldı. Bir yıl
sonra İngilizler Paris'i kaybetti. 1449 ve 145 1'de Normandiya
ve Gascony tereddüt bile etmeden -özellikle etkileyici topçu
birliğine sahip- VII. Charles'ın güçlü ordusuna dahil oldu.
Bu birliktelik 1450'de Formingy'de İngiliz okçuları karşısında
Fransa'ya zafer getirdi ve muhkem mevkilerin birer birer düş­
mesine yol açtı. 1453'te İngilizlerin başlattığı bir karşı saldırı,
Castillon'da Fransızlar tarafından püskürtüldü.
Fransa kaybedilmişti. Calais bölgesi 1558'e kadar İngil­
tere'nin elinde kalırken Manş adaları ise halihazırda İngilte­
re'nin elindedir. Fransa tahtı üzerinde hak iddiası ise ancak
III. George (daha gerçekçi bir adlandırmayla 'Amerika'daki
son kral') döneminde terk edildi ama bunun yüzyıllara uza­
nan belli belirsiz yankıları hep varolageldi. Britanya adalarının
modern tarihinin oluşumundaki en önemli olgu, İngiltere'nin
1453'ten sonra çok daha fazla bir ada ülkesi hüviyetine bürün­
müş olmasıdır. İlerleyen yıllarda yaşayacağı iç ve dış gelişme­
lerde bu özellik kilit bir rol oynayacaktır.

Güller Savaşı, 1450-1487


İngiltere'nin 15. yüzyıl sonlarında yaşadığı iç çatışmalar yanıl­
tıcı bir adlandırmayla Güller Savaşı diye nitelendirilir. D oğ-
Ortaçağ 1 85

rusu bu kavram hiç de anlamlı ve kullanışlı değildir: Yaşanan


olaylar, Lancaster'ın "kırmızı gülü" ve York'un "beyaz gülü"n­
den ibaret olmadığı gibi, taht için Lancasterlı ve Yorklu aile­
lerin yürüttüğü kavga da dönemin çatışma yaratan meselele­
rinden sadece birisiydi. Çatışma, 22 Mayıs 1455'te York dükü
Rich ard'ın VI. Henry ve karısı Anjoulu Margaret'a yakın olan
soylulara karşı St. Albans'ta saldırmasıyla başlamadı. Aksine
beş yıl önce, yönetimde son derece etkili olan 1. � uffolk Dükü
William' ın, Kent şehrinde patlak veren Cade'in Isyanı'nın ar­
dından parlamentoda yargılanıp sürgün edilmesinden sonra
Manş Denizi açıklarında bir kayıkta öldürülmesi ile başlamış­
tı. William saraya yaltaklanan bir tipti ve kraliyetin kendisine

sunduğu himayeyi bir tür kişisel çıkara dönüştürdüğü için de


pek sevilmiyordu.
VI. Henry yönetiminin yaşadığı krizin temelde iki boyutu
vardı: İlki, Fransa ile yapılan savaşta yaşanan başarısızlıktan
kaynaklanan siyasal krizdi; diğeri ise uzun süren ekonomik
kriz ile devlet hazinesinin iflasın eşiğine gelmiş olmasıydı.
1 450'de baş gösteren Cade'in isyanı, içeride yozlaşmış dışarıda
ise başarısız görülen bir hükümete karşı geniş memnuniyetsiz­
liği yansıtıyordu. Bastırılmadan önce isyancılar Sevenoaks'ta
bir kraliyet birliğini bozguna uğratmış, Londra'yı ele geçirip
hedeflerindeki üst düzey yöneticileri idam etmişti. Aynı dö­
nemde Güney ve Batı İngiltere'de de ciddi karışıklıklar yaşa-
nıyordu. Bu olaylar VI. Henry'nin iktidarının altını oyarken,
kendisine meydan okumaya hevesli soylulara da bekledikleri
fırsatı sundu.
VI. Henry güçsüz, liyakatsiz ve etkisiz bir liderdi ve zaten
sonunda da çıldıracaktı. Selefi olan iki kralın, Lancesterların
ve York Dükü Richard'ın haddi aşan taleplerinin üstesinden
gelmesini sağlayan güç ve başarı duygusu Henry'de bulunmu­
yordu ve o yüzden şimdi III. Edward'ın ardından tahtın ken­
disinde olması gerektiğini kararlılıkla savunan bir rakiple karşı
karşıya kalmıştı: Edward'ın ikinci oğlu olan Clarence dükü Li-
186 İngiltere Tarihi

onel'dan miras kalan York şehri taht iddiasını dillendiriyordu.


Henry'nin soylular arasındaki anlaşmazlıklardaki tarafgirliği,
krallığın soylular arasında bir birlik sağlamaktan ve dolayısıyla
istikrarı ve barışı temin etmekten aciz olduğu intibamı uyan­
dırdı ve bu da kraliyetin konumuna gölge düşürdü. Üstelik
Henry'nin karısı Margaret bu hizipleşme ortamının hararetli
bir destekçisiydi.
Şiddet hareketleri, elitler arasındaki güven bunalımını de­
rinleştirdi ve Beaufort ile York haneleri arasında St. Albans
Savaşı'nda yaşandığı üzere karşıt gruplar arasında kanlı çatış­
malar meydana geldi. Kuzeydeki Nevillelar ile Percyler arasın­
da cereyan eden egemenlik mücadelesi de ciddiydi. Başarısızlı­
ğın bedeli çoğu zaman ölümdü. 1460'taki Wakefıeld Savaşı'ru
kaybeden Yorklu Richard'ın kellesi, halk görsün diye York
şehrinin kapısına asıldı. VI. Henry'nin tek çocuğu olan Gal­
ler Prensi Edward da bu kez 147l'deki Tewkesbury Savaşı'nda
Yorklar tarafından öldürülecekti. İskoçya'da Kara Douglas ka­
bilesinin 1455'te kral II. James önünde bozguna uğramasında
da görüldüğü üzere, başarısızlık demek iktidarın, mülkiyetin,
etkinin ve ayrıcalığın da yok olması demekti. Bu nedenden
ötürü, iktidarı ele geçirmenin önemine ve kazanmak dışında
bir seçenek olmadığına herkes kesinkes inanmış durumdaydı.
Şüphesiz bu durum, "iktidarları değiştirecek kadar güçlü" ola­
rak adlandırılan Warwick kontu Richard Neville gibi kudretli
soyluların yanısıra tahta talip olan diğer kişileri de etkiledi. Fa­
kat gene de savaşın dışında durmayı başaran gruplar da vardı
ve hatta III. Richard ile Henry Tudor 1485'te taht kavgasına
tutuştuğu sırada, genel çatışma ortamının dışında kalan grup­
lar sayıca daha fazlaydı.
1450'lerde başlayan çatışmalar, Yorkların Northampton
Savaşı'nı kazanıp taht iddiasını daha yüksek perdeden dillen­
dirdikleri 1460'larda daha da alevlendi. 1460'taki Northamp­
ton Savaşı'nı Yorklar kazandı: VI. Henry esir düşmüştü ama
karısı Margaret ve Prens Edward kayıptı. Yorklar ikisini de
Ortaçağ 1 8 7

öldürmek için son bir hamle yapmak istediler ama Wake­


tield'deki muharebe Yorkluların aleyhinde neticelendi ve lider­
leri Richard öldürüldü. Ardından Richard'ın en büyük oğlu
olan Yorklu Edward, Margaret ile uzlaşmanın imkansız oldu­
ğunu anlayınca tahtın kendisine ait olduğunu ilan etti. Bunun
üzerine Margaret harekete geçerek Yorkshire Wakefıeld'da bir
kere daha galip geldi ve 1461'de II. St. Albans muharebesini
de kazanıp hapisteki VI. Henry'yi kurtardı ama Londra'dan
beklediği desteği göremeyince kocası ve oğlu ile birlikte İs­
koçya taraflarına kaçtı. Bu dönemde iki taraf arasında yaşanan
en şiddetli savaş 1461'de Towton'da meydana geldi. Bu kanlı
karşılaş mada İngiliz toprakları deyim yerindeyse kana doydu.
Margaret'ın liderliğindeki Lancasterlar Yorklular karşısında
ağır bir mağlubiyet aldı ve Yorklu Edward -IV. Edward un­
vanıyla- kral oldu. Warwick'le arası bozulana kadar ufak tefek
sorunlarla birlikte Edward 1469'a kadar tahtta kaldı.
Edward'ın hem dış politikada izlediği yol hem de Wood­
villelerden olan karısına açmış olduğu geniş kredi, Warwick
ile ihtilaf yaşamasına neden oldu. 1450 ve 60'larda Henry'ye
karşı esen muhalif rüzgarlar şimdi de Edward'a karşı esiyor­
du. Nihayet ilk hamleyi yapan Warwick Edgecote'taki savaşta
Edward'ı yenip iktidarı ele geçirdi ama tahtta sadece bir sene
kalıp tekrar Fransa'ya kaçmak zorunda kaldı. Burada, eski düş­
manı Margaret ile görüşerek anlaştı ve VI. Henry'yi elbirliğiy­
le tekrar tahta çıkarma sözü verdi. Warwick ile I V. Edward'ın
kırgın kardeşi Clarence dükü George, Fransa'nın yardımıyla
1470'te saldırıya geçti. Edward kaçarak canını zor kurtardı ve
ardından Henry yeniden tahta oturdu. Ancak sürgünde gü­
cünü toparlayan Edward bir yıl sonra Londra'ya saldırdı; ye­
teneğinin ve yoğun sisin de yardımıyla Barnet'ta Warwick'i;
Tewkesbury'de de Margaret'ı mağlup etti. Warwick öldürüldü.
VI. Henry'nin esir tutulduğu Londra kulesinde öldürülmesi
ile Edward'ın eli iyice rahatladı. Edward'ın 1483'e kadar de­
vam eden iktidarında İngiltere, Henry dönemine nazaran çok
188 İngiltere Tarihi

daha istikrarlı bir dönem yaşadı. Maliye iyileştirildi ve ekon o­


mi gelişti, fakat 14 75'teki Fransa seferinin başarısızlıkla neti­
celenmesi, Edward'ın popülaritesini sınırlandırdı.
Gerek kraliyet içerisinden gerekse Lancaster destekçile­
rinden kaynaklanan sorunlar Edward'ı meşgul etmeye devam
ediyordu. 1471'de Warwick'e ihanet eden Clarence 147 8'de
krala karşı tertiplenen bir komplonun içinde olduğu gerekçe­
siyle Londra Kulesi'nde idam edildi. Çağdaş kaynaklar, şarap
dolu bir fıçıda boğdurulduğunu söylemektedir. Edward 40 ya­
şında öldüğünde, oğlu V. Edward tahta çıkmak için henüz çok
küçüktü. Bunun üzerine IV. Edward'ın hayatta olan kardeşi
Gloucester dükü Richard (1483-1485) yeni kral oldu. 12 ya­
şındaki V. Edward ve kardeşlerini piç olarak nitelendiren Ric­
hard onları Kule'ye gönderdi ve kendilerinden bir daha haber
alınamadı; muhtemelen orada öldürüldüler. Richard oldukça
yetenekliydi, ama son derece de güvenilmez bir insandı. İ kti­
darı ele geçirmek suretiyle Yorkların kurduğu düzeni dağıttı
ama kendisi de son derece sınırlı bir desteğe sahipti ve etrafı­
na da güvenmiyordu. Richard'ın tahtı ele geçirmesinde büyük
rolü olan Buckingham dükü Henry 1483'te başkaldırdı ama
yakalanıp idam edilmesi uzun sürmedi.
1485'te İngiltere tahtında III. Richard bulunuyordu, fakat
bu yıl içinde yaşanan bir dizi olay, Henry Tudor'un İngiltere
tahtına çıkmasıyla neticelendi. Henry'nin babası Edmund, es­
kiden Gwyneddlı yöneticilerin hizmetinde bulunmuş ve yakın
zamanda da içinden üst düzey memurlar çıkmış önde gelen
bir Galli aile olan Penmynyddli Tudorlardandı ve Lancester­
lılar soyundan gelen Margaret Beaufort ile evlenmişti. Akra­
balık bağları, VI. Henry ve oğlu Edward'ın ölümüyle kesintiye
uğramıştı ve bu nedenle Henry Tudor, York hanedanına karşı
Lancesterların umutlarının pek de güçlü olmayan taşıyıcısı
konumundaydı.
1485 yılında Henry Fransız askerlerinin de yardımıyla ha­
rekete geçti. Halkın sevmediği III. Richard sadece birkaç soy-
Ortaçağ 1 89

ludan destek bulabildi ve Bosworth Savaşı esnasında uğradı­


ğı ağır ihanetler sonucu savaşı kaybetti; böylece Henry tahta
çıktı. Doğrusu Henry'nin ark�sındaki aristokrasi desteği Ric­
hard' ınkinden bile daha azdı. Ilgisizliğin ve korkunun hüküm
sürdüğü, iç savaşlardan yorgun düşmüş bir ülkede heyecan ve
coşku neredeyse unutulmuş duygulardı. Eğer Richard galip
gelmiş olsaydı, iktidarını tahkim etmesi pekala mümkündü:
Sevilmeyen biri olsa da, en azından güçlü bir Lancasterlı mu­
halefeti ve rekabeti ile karşılaşmayacaktı. Ancak Bosworth'taki
savaşta, çocuğu olmayan Richard'ın ölümü ve daha önce Cla­
rence dükü George ile iV. Edward'ın çocuklarının da kulede
öldürülmüş olması, York hanedanının varlığına ölümcül bir
darbe indirdi. Artık Henry'nin yeni Tudor hanedanını kurma­
sı için bütün şartlar hazırdı.
Bununla birlikte Bosworth'taki muharebe, Güller Sava­
şı'nın bittiği anlamına gelmiyordu. Yorklu iV. Edward'ın kar­
deşi olan -Kule'de uzun yıllar tutulduktan sonra öldürülen­
Clarence dükü George'un oğlu Edward'ın çocukları olduğunu
iddia eden Lambert Simnel ve Perkin Warbeck yeni bir ha­
reket başlattı. Tahtı elinde tutmak için mücadele veren Hen­
ry'nin içerideki ve dışarıdaki hasımları, bu harekete destek ver­
di ama Simnel'ın ordusu 1487'de Stoke'ta gerçekleşen savaşta
yenildi: Bu, Güller Savaşı devrinin de son çatışmasıydı. Geriye
kalan memnuniyetsiz muhalifleri çevresine toplayan Perkin
Warbeck de 1497'de yakalanarak asıldı. Bu olaydan sonra de la
Pole ailesi etrafından kümelenen Yorkların entrikaları devam
etse de ülke çok uzun zamandan beri hiç olmadığı kadar süku­
nete kavuştu. Henry'nin 1486'da iV. Edward'ın kızı Yorklu
Elizabeth'le evlenmesi de iki rakip hanedanın yakınlaşmasına
yardımcı oldu. Lancaster ve York güllerinin yerini Tudor'un
gülünün alması, bu yakınlaşma sürecinin simgesi oldu.
1 90 İngiltere Tarihi

VII. Henry, 1485-1509


Tıpkı 1660-1685 yılları arasında İngiliz tahtına oturacak olan
Charles gibi Henry'nin de öncelikli hedefi, dengeleri dikkat­
le gözetleyip sürgün gibi bir olayla karşılaşmaktan özenle sa­
kınmaktı. İçeride ve dışarıda son derece akıllı biçimde hareket
eden Henry, mevcut yönetim mekanizmasını daha etkili bir
hale getirdi. Siyasette aktif bir rol oynayarak bizzat yönetimle
ilgilenmenin yanında soylular üzerinde kraliyetin kontrol gü­
cünü de yeniden tesis etti. İskoçya'da IV. James (1488-1513)
döneminde olduğu gibi, İngiltere'de de bilhassa yereldeki fe­
odal haklar ve yargı kurumu iyileştirildi. Henry, isyancılara ait
mülkleri kamulaştıracak kadar cesur ve kararlı bir liderdi. İkti­
darını başkalarıyla paylaşabilecek yapıda değildi ama insanlara
iyi davranmayı bir ilke haline getirmişti. IV. J ames dönemi gibi
Henry'nin hükümranlığı döneminde de devletin mali durumu
çarpıcı biçimde düzeldi ve Henry öldüğünde geride hatırı sa­
yılır bir servet bıraktı. Ayrıca genel olarak ülkede hukuk ve ni­
zam da güçlendi. Soyluların elindeki askeri birliklere sınırlama
getirildi. Bunların yanında Henry, ülke dışında sonu gelmez
uzun düşmanlıklara yol açacak çatışmalara girmemeye özen
gösterdi. Fransa'yla yapılan kısa süreli savaş da, 1492'de tatmin
edici şartlar içeren bir anlaşmayla bitirildi. Bundan sonra Hen­
ry'nin hedefi, İngiltere'yi Avrupa diplomasisinde önemli bir
ülke konumuna yükseltecek bir siyaset izlemekti.

"Yeni Monarşi" Meselesi


Bir süre Yorkların ardından VII . Henry'nin hükümran olduğu
İngiltere, XI. Louis dönemi Fransası için de söylendiği gibi,
sıklıkla "yeni monarşiler" olarak nitelendirilmiştir. Fakat bu
"yeni" denen monarşinin gerçekten ne kadar yeni olduğu, daha
güçlü bir kraliyet otoritesi tesis etmek gibi bir planının olup
olmadığı veya soyluların gücünü kırarak daha etkili bir mer­
kezi yönetim sistemini isteyip istemediği oldukça tartışmalıdır.
Ortaçağ 191

Her şey bir yana, söz konusu dönemin, esasında bir inhitat
devrinin ardından kraliyet iktidarını yeniden kurma mesele­
siyle bir ilgisi olup olmadığı bile açık değild�r. Ne de olsa, Gül­
ler Savaşı ile aynı zaman diliminde Fransa, Iskoçya, Aragon ve
Kastilya'da iç savaşlar yaşanmıştı. Kır, kasaba ve kentlerdeki ve
elbette kraliyet merkezindeki resmi görevlilerin, otoritelerini
arttırıp daha etkili bir toplumsal kontrol mekanizması kurma­
larını sağlayan süreç, kesinlikle çok uzun erimli bir süreçti ve
kökenleri yönetimin istikrarlı bir yörüngeye oturtulduğu 11.
Henry dönemine kadar uzanmaktaydı. İskoçya'da da benzer
bir durum vardı. Babasının öldürülmesinin ardından tahta ge­
çen IV. James ( 1488-1513) kraliyetin gücünü ve saygınlığını
yeniden tesis etti. Britanya'daki "yeni monarklar"ın kendileri
de soyluluğa gerek duyuyordu: Belki zaman zaman ferdi ola-
rak soylularla kanlı bıçaklı oldular ama -Kraliyet kurumları ve
diğer araçları devreye sokup bir bütün olarak soyluluğu kont­
rol altına alma gibi ayrıksı bir tutum takınan Stuart hanedanı
hariç- hiçbir zaman aristokrasi-karşıtı bir siyaset gütmediler.
Her ne kadar IV. James 1509'dan sonra bir daha toplantıya
çağrılmamış olsa da, soylulukla ilgili durum Parlamentolar için
de geçerliydi. Özetlemek gerekirse, galiba bu tartışmada alına­
cak en makul pozisyon, Reformasyon krizinin hemen öncesine
tekabül eden 1460-15 60 arası dönemde meydana gelen deği­
şimi, gereğinden fazla büyütmeyerek onun yerine söz konusu
krizin yarattığı siyasal sorunlara ve bunlara karşı geliştirilen
yanıtlara odaklanmaktır.
IV. Bölüm

16. YÜZYIL

16. yüzyılın belirgin özelliği, dini ayrışmaların öne çıktığı bir


dönem olmasıdır. Bu konu içeride ve dışarıda ciddi sorunlar
yaratmakla kalmadı aynı zamanda Britanya adalarının farklı
bölgeleri arasındaki ilişkileri de derinden etkiledi. Daha uzun
erimli bakıldığındaysa, İngiltere'nin Okyanus ötesine -özel­
likle de Yeni Dünya'ya- dönük ilgileri ve tutkularını da belirle­
yen bir unsur oldu. Bu yüzyılın dikkat çeken diğer bir özelliği,
bazı olguların süreklilik arz etmesidir: 16. yüzyılda Papalık ile
bağların kopması ve Protestan Reformu'nun yol açtığı yeni bir
kargaşadan beslenen dini çatışmalarla iç içe geçmiş hanedan
ve taht meseleleri, eskiden olduğu gibi bu yüzyılda da devam
etti. Ancak bunlara geçmeden önce dönemin genel toplumsal
ve ekonomik durumuna değinmek gerekir.

Sosyal ve Ekonomik Gelişmeler


16. yüzyıl ile 17. yüzyılın erken döneminde İ ngiltere'nin top­
lumsal ve ekonomik yaşamındaki en önemli olgu nüfus artı-
1 6. Yüzyıl 193

şıydı . Mesela 1540'larda 226.- 000 olan Galler'in nüfusu 16 70'te


yaklaşık 342.000'e çıkmıştı; Iskoçya'nın nüfusu da 14. yüzyılda
yaklaşık 500.000 iken 1650'de 1 milyona dayanmışt�. En büyük
sıçrama ise nüfusun iki kattan daha fazla arttığı lngiltere'de
meydana geldi: 1500 yılı itibarıyla 2.5 milyonun altında olan
insan sayısı, 1651'e gelindiğinde yaklaşık 5 milyonu bulmuştu.
Bu arada İrlanda nüfusunun 1600'de takriben 1 milyona ulaş­
ması, İngilizlerin gözünde bir tehdit olarak daha fazla öne çık­
malarına neden oldu ve 19. yüzyıl ortasına kadar da bu bakış
ve ondan kaynaklı sorunlar devam etti. Britanya adalarındaki
nüfus patlamasının nedenlerinden biri, günümüz standartları­
na göre hala yüksek görünmekle birlikte, ölüm oranlarındaki
düşüştü. Veba zaman zaman etkisini göstermeye devam etti:
1587'de Norwich nüfusunun yüzde 30 ila 33'ü; 1644-1649 ara­
sı ise Edinburgh ve çevresinde 12.000 kişi salgın sonucu öldü.
H astalığın bulaştığı evler işaretlendi ve bir anlamda karanti­
naya alındı. Hastalığın pireler ve fareler aracılığıyla taşındığı
bilgisinden -doğal olarak- yoksun bulunan insarıların bundan
başka yapacak bir şeyleri yoktu. Ölüm oranlarındaki gerileyişin
yanısıra, ortalama evlenme yaşının düşmesiyle beraber doğum
oranlarında bir artış olması da muhtemelen önemli bir etkendi.
Nüfustaki artış, ekonomik talep ve faaliyetlerde de büyü­
meye yol açtı: Bir yönüyle Tudor yönetiminin elini kolaylaştı­
ran fakat diğer yönüyle çeşitli toplumsal sorunlar doğuran bir
büyümeydi bu. Ekonomik büyüme, yaşam standartları üstünde
baskı kurdu. Tarım yapılabilir alarılar genişlerken, uzun süre
müşterek kullanılan topraklar çit ile çevrilmeye başlandı ve bu
da ayaklanmaları beraberinde getirdi. Geç Ortaçağın emek
kıtlığı, yüksek ücret ve düşük kiradan oluşan yapısının yerini
özellikle -1540-1553 yılları arasında- para enflasyonu aldı;
bundan önceki yılların düşük enflasyonla geçen bir dönem ol­
duğu hatırlanırsa, şimdiki fiyat enflasyonunun ne kadar büyük
bir etkiye yol açtığı daha iyi anlaşılabilir. Köylülerin büyük kıs­
mı statülerini yitirerek karın tokluğuna çalışan ücretli işçiler
1 94 İngiltere Tarihi

haline geldi. Toprakların çitle çevrilmesi sadece kapitalist fır­


satçılığa değil toprak sahiplerinin geleneksel pederşahi sorum­
luluklarının da ortadan kalkmaya başladığına işaret ediyordu.
Örneğin Norfolk'ta, Townshendler gibi önde gelen koyun ye­
tiştiricisi bir aile, çiftlikte çalışanların ve daha küçük çiftçilerin
aleyhine olacak şekilde kendi karlarını arttırmaya koyulmuştu .
Toprağı çitle kapatmanın etkileri bölgeden bölgeye farklılık
gösterse de, her halükarda bunun 16. yüzyılda tarla tarımı ye­
rine kırsal tarımın gelişmesini desteklemek üzere tasarlanmış
olduğu açıktır.
Tedavüldeki madeni paranın hacimce büyütülerek değeri­
nin düşürülmesi, İngiltere'de enflasyon ateşini körükledi. Ki­
ralar ve gıda fiyatları, gelirlerden daha fazla arttı. Bu çelişki,
toprağı kiralamış olanlar, çok az toprağı olanlar, yahut hiçbir
toprağı olmayanlar üstünde ağır bir baskı yarattı. İskoç poun­
du İngiliz sterlini karşısında büyük bir değer kaybı yaşamış ol­
makla birlikte, İskoçya'nın bu dönemki ekonomisine dair eli­
mizde çok sınırlı veri bulunmaktadır. Toprak sahiplerinin işine
gelen yüksek fiyat ekonomisi, yoksulları ise perişan etti: Başı­
boş gezinenler ile fakirlerin sayısındaki artış Tudorları ciddi
biçimde endişelendiriyordu. 1495 tarihli ''Aylaklar ve Dilen­
ciler Yasası"nı,1 ileride çıkartılacak olan bir dizi fakirleri koru­
ma kanunu izleyecekti (1531, 1536, 1572, 1598 ve 1601'de bu
minvalde kanunlar çıkartılmıştır). Her bir mahalledeki mülki­
yet başına alınan zorunlu fakirlik vergisi 1572'de uygulanmaya
başladı; 1597'de "kalıcı ve yaşanabilir ev" edinmeyi özendiren
yasa yayımlandı ve 1598'de ise her mahallenin kendi bölgesin­
deki yoksullukla mücadeleden sorumlu olduğunu bildiren ka­
nun ilan edildi ama işler pek de beklendiği gibi gitmedi. Özel­
likle eli ayağı tuttuğu halde çalışacak bir iş bulamayan kişiler,
1 1494'te VII. Henry döneminde Parlamentoda kabul edilen bu yasa­
ya göre, aylaklar, dilenciler ve şüpheli şahıslar belirli bir yerde topla­
nacak ve üç gün üç gece ekmekle su verildikten sonra en son geldiği
veya doğduğu yere geri gönderilecektir. (ç.n.)
16. Yüzyıl 1 95

bu sefer de mahalle halkı tarafından sahtekar ve serseri olarak


görülüp dışlandı. 1662 tarihli Yoksulları Koruma Kanunu, bir
yoksula yardım edilmesini, o kişinin ilgili mahalde ikamet edi­
yor olması şartına bağladı fakat bu da çözüm olmadı. Çünkü
halk, kendi bölgelerinde gezinen yoksulların aslında burada
ikamet etmediğini öne sürüp, onları kovmaya başladı. Bu du­
rum , 18 34'te bir Düşkünler Evi kurulmasını öngören yoksul­

luk yasasının çıkartılmasına kadar devam etti. Iskoçya'da ise


dilencilik farklı bir düzene oturtulmuş ve izin belgesine bağ­
lanmıştı. Bu bağlamda yakasında mavi bir rozet taşıyan birisi,
kendi yaşadığı bölgede dilenme hakkına sahipti. Gelgelelim
burada da sahtekarlar konusunda kuşkular vardı: 1504'te İskoç
Parlamentosu, eli ayağı tutan, çalışabilecek durumda olan kim­
selerin dilenmesini yasakladı.
Ekonomik zorluklar, toplumun yoksul kesimleri arasında
yaygın bir beslenme yetersizliğine ve bir nebze de açlık ya­
şanmasına neden oldu. Köylülerin fakirliğini anlatan pek çok
halk hikayesinde ana tema, insanların muhtaciyeti ve hiç bit­
meyecek kadar yiyeceğe sahip olma hayalleriydi. Ekonomik
sorunlar, toplumun daha zayıf kesimleri ile en marjinal ola­
rak görülen gruplar üzerindeki baskıyı da arttırdı: Gayrimeşru
ilişkilere ve gerdek öncesi hamileliklere karşı, meşru evliliğin
kaynağı olarak resmi Kilise nikahı öne çıktı ve ayrıca bazı böl­
gelerde yoksulların evlenmeleri engellendi. Kilise görevlileri ve
Kilise mahkemeleri, zina ve ayin sırasında alkol satmak gibi
eylemleri engelleyerek bir ahlak polisi gibi hareket etmeye
başladı. Özellikle bu olgu, İskoçya'da İngiltere'd en daha yoğun
biçimde yaşandı. Ancak bunların, bu dönemde çok yaygın olan
-sözümona- cadılığın yayılacağı gibi bir endişenin eşlik ettiği
toplumsal gerilim ve baskı ortamında cereyan ettiğini hatırda
tutmak gerekir.
İnsan ve doğa, sanki yoksulları ezmek üzere anlaşmış gibiy-
di. Yoksullar toplumun daha varlıklı kesimlerine göre hem daha
az hem de kötü beslenmekle kalmadı, en pis ve izbe yerlerde
196 İngiltere Tarihi

yaşamak zorunda bırakıldı. Dört bir yanda kol gezen kötü bes­
lenme ve açlık, onları hastalıklar karşısında dirençsiz bıraktı.
Zenginler, birbirleriyle olan anlaşmazlıklarında bir araya gelip
çözüm bulurken, kendilerinden aşağıda olanların yaşadığı bu
toplumsal yara söz konusu olduğunda genellikle görmezden
gelmeyi tercih ettiler. Ekonomik, siyasal, toplumsal ve ahlaki
tehdit olarak görülenler genelde yoksullardı. Yoksulların payı­
na düşen hizmet etmek, suç işlemek yahut birinin merhameti­
ne sığınmaktı ve gittikçe artan refahtan nasiplenmeleri, güzel
kıyafetlere ve daha geniş evlere sahip olmaları söz konusu hile
değildi. Varlıklı ailelerin kamusal alandaki görünürlüğü, sahip
oldukları zenginliği yoksullar için daha görülebilir hale getirdi:
Toplumsal düzenin doğası hakkında verilmiş güçlü bir mesajdı
bu.
Seçkinler, hem istihdamın hem de himayenin en önemli
kaynağıydı ve zenginlik -küçük toprak sahipleri gibi- top­
lumsal düzenin diğer ayaklarına doğru yayılmaya başladı. Bir
önceki yüzyıla kıyasla artık daha fazla kıyafet, mobilya, müzik
aletleri ve daha fazla ilaç bulunuyordu. Refahın artmasının el­
bette kültürel ve toplumsal sonuçları oldu: İngiltere'de özel­
likle tuğladan yeni binalar inşa edildi. İskoçya'da 16. yüzyılda
daha çok taştan yapılmış büyük yapılar ortaya çıktı; tuğla ise
sadece liman yapımında kullanıldı. Aşağı Ülkeler'le yapılan
ticaretin merkezi konumundaki Aberdeen'de özellikle limana
yakın yerlerde yapılan evlerde taş ile birlikte tuğla da kullanıl­
dı. Suç oranlarının kaygı verici derecede yükselmesinin temel
nedeni, maddi tüketimin artması olarak görülüyordu.
Misafirlerini gönüllerince ağırladıkları prestijli konutlar
inşa ettiren aristokratlar ve soylular, zaman zaman soyağacı
çalışmalarına büyük ilgi göstermenin yanısıra bir aristokra­
tik davranış kodu geliştirmeye çalıştılar. Asaletlerini teminat
altına alan, çeşitli alanlarda kendilerine yetenek kazandıran
ve toplumun geri kalanından farklılaşmalarını sağlayan eği­
tim meselesine büyük önem verdiler. Yeni tarzda inşa edilen
16. Yüzyıl 197

görkemli yapıl:ır refahı ve toplumsal durumu yansıttığı ka­


dar -özellikle Ingiltere'de- devletin daha barışçıl hale gelmiş
doğasını da yansıtmaktaydı. İngiliz, Gal yahut İskoç aristok­
rasisinin yaşadığı evler artık kale gibi yapılmıyordu. Aksine,
günümüz sanat tarihçilerinin "duvardan fazla cam" şeklinde
nitelediği Hardwick Hali gibi malikanelerin ve Batlı şehrin­
deki Longleat'in son derece büyük pencereleri vardı. 16. yüzyıl
İskoç aristokrasisinin evlerini kaleye benzer tarzda yaptırma­
ları, savunma amaçlı bir tasarımdan değil, savaşçı bir ulusun
yiğitliğini hatırlatma ve daha çok da yapıya bir görkem kat­
ma çabasından kaynaklanıyordu. Bu evlerde hendek, siper ve
gözetleme kulesi yoktu, üstelik dışarıyı gözetlemeye yarayan
kısımlar bile yapının önemli bir parçası olamayacak kadar az
ve ateş etme imkanı vermeyecek kadar dardı.
Park ve bahçelerdeki çevre düzenlemesi, bir düzen ve hiye­
rarşi düşüncesini yansıttığı kadar bu düşüncenin güçlenmesini
de sağladı. Hiyerarşi ve kırsal çevre üzerinde kontrol kurma
düşüncesi, avlanma hakkını sınırlandıran 1485 ve 1604'te ya­
yınlanan yasalara yansımıştır. Hatta 1604'teki yasadan sonra
özgür mülk sahipleri, kendilerine mülklerinde dilediklerince
avlanma imkanı veren geleneksel haklarını yitirdi. İskoç top­
lumsal örgütlenme biçimi ise geleneksel feodal yapısını sür­
dürdü.
Matbaa, tarihsel bilgilerimize zemin teşkil eden özel ve
resmi belgelerin artmasını sağlamakla kalmadı, gösteriş amaçlı
tüketimin, sarayın ihtişamının, abidevi yapıların belirlediği bir
kültürün yerine daha özel ve bireysel bir kültürün gelişimini
mümkün kılan kitap basımı ve yayımını getirdi. İngiltere'de ilk
kitap William Caxton tarafından 14 74'te basılırken, İskoçya'da
ilk matbaa 1508'de faaliyete başladı. Yeni doğan bir okur kit­
lesi, dini eserler de dahil farklı kitaplar satın alarak okuryazar­
lığın artmasında öncü bir rol oynadı. İncil tercümelerinin ba­
sımı, Britanya'nın dini kültürünü dönüştürdü ve eski düzenin
olduğu gibi sürmesini imkansız kıldı. Benzer biçimde eğitim
198 İngiltere Tarihi

alanındaki gelişmeler de -özellikle okulların kuruluşu- kamu­


sal kültürün içine girdiği değişime ivme kazandırdı.
Reformasyon'dan kaynaklı kültürel değişimlerden başka,
kültürel faaliyetler ve boş zaman uğraşıları için kullanılabilecek
fazladan bir para da mevcuttu. İngiltere'de halk açık gösteri
sunmak amacıyla yapılan ilk tiyatro The Theatre adıyla 1576'da
Londra'da açıldı; onu 1577'de Curtain ve 1599'da yapılan Glo­
be tiyatrosu izledi. Shakespeare'in de bir dönem yazar kadro ­
sunda yer aldığı "Lord Chamberlain'in Adamları" adlı şirketin
bünyesinde hazırlanan oyunlar, Theatre ve Globe tiyatroların­
da sahneye kondu. Tiyatro şirketlerinin Essex Kontu ve L ord
Chamberlain gibi aristokratlardan destek ve himaye görmüş
olması, soyluların toplumsal alandaki öncülüğünü gözler önü­
ne sermektedir, ancak ticari piyasanın imkanları ve zorlukları
hayati bir önemi haizdi. Shakespeare'in oyunları bir yandan
doğmakta olan ulus-devletin gerilimlerini ve özlemlerini yan­
sıtırken, oyunlarında kullandığı sözcükler ve ifadeler de İn­
gilizcede büyük bir yer tutacak ve belirleyici bir etkiye sahip
olacaktı. İskoçya'da da tiyatro sadece sarayda oynanan ve Sir
David Lindsay gibi isimlerin yazdığı oyunlarla sınırlı değildi;
halka açık gösteriler de gerçekleştirildi.
Shakespeare'in kendisi de ekonomik gelişimin sunduğu
imkanlara kayıtsız kalmadı: Şehir dışından ev aldı, kendisine
borçlu olanları mahkemeye verdi ve muhtemelen hububat fi­
yatları üzerinde spekülasyon bile yaptı. Her ne kadar bu dö­
nem tiyatrosu denince akla Shakespeare'in oyunları gelse de
aslında Londra pazarı diğer pek çok oyun yazarını da kaldıra­
cak büyüklükteydi. 16. yüzyıl sonunda Thomas Dekker, Robert
Greene, Thomas Kidd ve Christopher Marlowe ile 17. yüzyı­
lın ilk yarısında Francis Beaumont, John Fletcher, Ben Jon­
son, Philip Massinger, Thomas Middleton, William Rowley ve
John Webster gibi yazarlar Londra'da tiyatro yazarlığı yapan
isimlerdi. İçinde yaşadıkları toplumun canlılığı ve zindeliği,
halkın geçim sıkıntıları, istekleri ve kaygıları oyunlarının ana
1 6. Yüzyıl 1 99

temasını oluşturuyordu. William Rowley, Thomas Dekker ve


Jo hn Ford'un 1621'de kaleme aldığı Edmonton Cadısı'nın kah­
ramanı Elizabeth Sawyer, Şeytanla anlaşma yaparak bir cadı
haline geliyordu. Aynı oyunda, mirastan mahrum kalmamak
için, gizlice aşk yaşadığı hizmetçisi Winiferd yerine, babasının
uygun bulduğu Susan Carter'ı ikinci eş olarak alan ama daha
so nra onu öldüren Frank Thorney'nin hikayesine de yer veri­
liyordu.
Hem doğal nedenlerle hem de kırsal kesimden gelen göçler
so nucu 16. yüzyılda yaşanan nüfus artışınının en çarpıcı gös­
tergesi kentsel büyümeydi. 1665'te İngiliz nüfusunun yaklaşık
yüzde 20-25'i kentliydi. Bu oranda aslan payı Londra'ya aitti:
1500 yılında 50.000-60.000 arası bir nüfusa sahip olan Lond­
ra'da 1700'de yaklaşık olarak 500.000 ile 600.000 arası insan
yaşıyordu. Gene de 17. yüzyılın ortalarına kadar şehirde ciddi
bir huzursuzluk ve kargaşa yaşanmadı. Bunda, kentin seçkin­
lerinin birbirine kenetlenmiş olmasının ve karşılıklı haklar ve
yükümlülükler gibi toplumsal fikirlere karşı duyarlı olmala­
rının payı vardı. Sınırlı dahi olsa yoksullara yapılan yardım,
Londra'da sosyal kontrolün sağlanmasına katkıda bulundu.
Bu arada sürmekte olan büyümeden kent kültürü de payına
düşeni aldı: Tiyatrolar gittikçe yayıldı ve belediye binalarının
önemi ve sayısı arttı.
Kasabalara el atılmasıyla, bu kez ülkenin bir başka kesimin­
de ekonomik faaliyetler yükselişe geçti. Taze sebze meyve tale­
bi nakliyat sorunuyla birleşince, bostancılık faaliyetleri Lond­
ra'ya yakın yerlere doğru kaydı. Kırsal hayvancılık da taze süt
sağlamak ve ihtiyaç anında hayvanları kasabaya kolayca götü­
rüp kestirebilmek amacıyla şehirlere yakın alanlarda yapılma­
ya başlandı. Son derece farklı bir gelişme olarak, 16. yüzyılın
sonlarında İngiltere'nin kuzeydoğusunda kömür sanayii geliş­
ti. 15. yüzyılda yıllık 15.000 ton kömür Tyne nehri üzerinden
gemilerle sevk edilirken, 1625'te bu rakam 400.000 tona çıktı.
Ekonomik faaliyetleri yeni bir boyuta taşıyan iki borsa, Gres-
200 İngiltere Tarihi

ham' ın Borsası ile The Bourse, Londra'da kuruldu. Şüphes iz


diğer şehirler de bir büyüme içindeydi, ama hiçbiri Londra
ile kıyaslanamazdı. Edinburgh'un nüfusu 1700'e gelindiğinde
30.000-35.000'e yükselmişti ve Londra ile Dublin'den s onra
üçüncü büyük şehirdi.
En belirgin biçimde İngiltere ve Galler'de olmak üzere,
Britanya adalarının tamamında pazar ekonomisinin rolü gitgi­
de daha kalıcı ve etkili hale geldi. Gelgelelim, manastır düzeni
bozuldukça, ekonomik faaliyetlerin yürüyebilmesinde hayati
işlevi olan yollar ve diğer ulaşım sistemleri de aksamaya baş­
ladı ve insanlar yaşadıkları bölgelerdeki ana yolların bakımı
ve idamesinden sorumluyken, artık bu görevini ihmal etmeye
başladı. Parlamentonun, sorunların çözümünde yeniden ö ne
çıkmaya başladığının göstergesi olarak, ilgili boşluğu doldur­
mak üzere 1555'te bir yasa çıkarıldı ve bölge halkının yolların
bakımından sorumlu olduğu güçlü ifadelerle dile getirildi. Pa­
zar ekonomisi, önceden geçimlik tarım ve yoksullukla özdeş
hale gelmiş olan yerleri her geçen gün etkisi altına almaya baş­
ladı. Galler'in sığır ve koyunları, ekonominin lokomotifi haline
gelen Londra şehri başta olmak üzere artık İngiliz pazarları­
na geliyordu. Londra'ya ulaşan gıda ve kömürün miktarında
önemli artış yaşanmaktaydı. Nihai durağı Londra olan düzenli
ulaşım hatları, ulusal bir nakliye sisteminin gelişmesine yar­
dımcı oldu.
İskoçya'da aşağı kesimler ile yukarıdaki dağlık bölge arasın­
daki ekonomik mübadelenin ana kaynağı olan sığır sayısı ciddi
biçimde arttı. Her ne kadar 16. yüzyılda İskoç ekonomisinin
hala İngiltere'den ayrı, özerk bir yapıda olduğu öne sürülebilir­
se de, her geçen gün artan sayıda hayvanın İskoçya'dan İngil­
tere'ye getirildiği de bir gerçektir. İskoç ekonomisi, hem artan
nüfustan hem de öteki pazar fırsatlarından faydalanan dinamik
bir ekonomiydi. Gerçekten de İskoçya'nın orta kesiminde ya­
pılan kömür üretiminin artması ülkeye mali kaynak sağlama-
1 6. Yüzyıl 201

nın y anında tuz üretimi gibi farklı sanayilerin gelişmesine de


yaradı. Girişimci insanlar, yeniliklerden yararlanmayı bildiler.
Britanya adalarında bölgeler arası fiyat farklılığı Ortaçağa
nazaran azaldı ama gene de 18. yüzyıla kadar sürdü. Tabii bu
arada bütün bu ekonomik gelişmeler nüfusun ve pazar fırsat­
larının arttığını gösteriyordu. Pazar fırsatı hem yerel hem de
ulusal ölçekte gelişti. Böylelikle daha kolay tarım yapmak ve
yeni tarımsal teknikleri kullanabilmek maksadıyla Durham'da
1 7. yüzyıl boyunca toprakların çitle çevrilmesi, kurşun ve kö­
mür madenciliği ile bağlantılı olan nüfus artışına karşı verilen
bir tepkiydi. Aynı şekilde Derbyshire'da da kurşun madenciliği
ciddi bir gelişme kaydetmişti.
VIII. Henry (1509-1547) ve Refonnasyon
İngiltere ve Galler'de ortaya çıkan bu gelişen ulusal ekonomi­
nin arkasında, İngiltere'nin refah içinde yaşayan güneydoğu
bölgesinin yarattığı talep vardı ve bu bölgenin uygulamaya
koyduğu daha büyük siyasi kontrol ile söz konusu ekonomik
dinamizm hem İngiltere'de hem de Britanya adalarında atbaşı
gidiyordu. Bu genişleyen kontrol de büyük ölçüde Reformas­
yon krizinin siyasal boyutlariyla ilişkiliydi. Kişisel yeteneği ve
siyasi becerisinin yanında gerektiğinde baskı kuran ve makul
bir alternatifi olmayan VIII. Henry, devleti hatırı sayılır oran­
da güçlendirdi. O kadar ki kendisinden sonra tahta önce reşit
olmayan bir kralın (VI. Edward); sonra iki kadının (Mary ve I.
Elizabeth) çıkması ve ardından yeni ve yabancı bir hanedanın
(İskoçya'dan gelen Stuartlar) krallığı ele geçirmesi gibi birbi­
rini takip eden olaylar zincirine rağmen, devlet sapasağlam
ayakta kaldı. VIII. Henry gerçekten de hem otoriteyi ele almış
hem de hakkıyla uygulamıştı.
Henry tahta çıktığında, hükümranlığının dini meselele­
rin belirlediği bir çerçevede ilerleyeceğine dair ortada pek bir
emare yoktu. Lollard sapkınlığının etkisi neredeyse ortadan
202 İngiltere Tarihi

kalkmıştı ve Kilisenin zenginliği ve ayrıcalıklarına dair ele şti­


riler epeyce yayılmış olmakla birlikte, halk dindarlığının geniş­
lediğine dair de çok sayıda işaret vardı: Pek çok yeni kilise inşa
edilmişti ve azizlere karşı derin bir hürmet duyuluyordu. Kili­
seler, daha ayrıntılı aidiyet bağlarının oluşmasına yardım etti.
Kiliseler, içinde belirli ilişkilerin geliştiği bir kimlik merkezi
işlevi görmenin yanısıra, fakirlere yardım edilmesi ile diğer
sosyal ve kültürel faaliyetlerin organizasyonunda da temel bir
kurum haline geldi. Kilise çanının sesinde yankılanan ve ar­
dından sık sık gerçekleşen -vaftiz, evlilik ve cenaze gibi- dini
törenlerle beslenen yerel kimlik duygusu, kuşaklar arası bir bağ
kurdu. Bir aile bütünlüğü duygusunun rehberlik ettiği belleğin
odak noktası kiliselerdi ve kilisenin oynadığı bu rolün önemi,
Protestan Reformu'nun neden olduğu bozulmanın açıklanma­
sına yardım etmektedir.
VII. Henry tahta, 1485'te bir savaş kazanarak çıkmış ama
sonrasında kişisel olarak savaştan mümkün mertebe uzak dur­
muştu. VIII. Henry ise tam tersine tahta 1509'da barışçıl bir
ortamda çıkmış ve sonrasında savaşçı bir kral olarak yaşamış­
tır. Henry ilk yıllarında enerjisini, ulusal çıkardan ziyade bir
tür dikkatleri üstüne çekme ve hanedan gururunun etkisi al­
tında, dönemin rekabet dolu uluslararası ilişkilerine harcadı.
1513 ve 1523'te Fransa'ya karşı sefer düzenledi ve 15 13'teki ilk
seferinde Spurs Savaşı'nı kazandı. Ipswichli bir kasabın oğlu
olan Thomas Wolsey önde gelen bakanlardan biriydi ve Henry
sayesinde hem kilise hem de devlet nezdinde itibar elde edip
1514'te York Başpiskoposu; 1515'te kardinal oldu ve ardından
1515-1529 arasında Lordlar Kamarası'nın başkanı ve kralın
başdanışmanı olarak görev yaptı. Wolsey, Henry'nin maliyetli
dış politikası için kaynak temin etti ama yeni tarz kaleler, savaş
gemileri ve daha bir dizi başka unsur bir süre sonra ciddi mali
sorunlara yol açtı. 1525'te Henry'nin dış politikayı gerekçe
gösterip, "dostane bir yardım" vergisi çıkartması isyana neden
oldu ve bu karardan derhal vazgeçildi.
16. Yüzyıl 203

Henry'nin karşılaştığı zorluklar, aşağıdan gelen bir popüler


dü şmanlıktan ziyade hanedan içi meselelerden kaynaklandı.
M eşru bir erkek ço �uk sahibi olamaması, hanedanın devam­
lılığını riske soktu. ilk karısı Aragonlu Catherine'den beş ço­
cuğu olmuş ama ? adece Mary adlı kızı hayatta kalabilmişti.
Fransa'nın aksine lngiltere'de bir kadın tarafından yönetilmek
meşru kabul ediliyordu ancak yönetimde başarılı olup olama­
yacağı bir endişe kaynağıydı. Henry, Anne Boleyn'e aşık olma­
dan önce de evliliğini bitirmeye çabalıyordu çünkü Boleyn'in
metresi değil karısı olmasını istiyordu. Gelgelelim Catherine,
İtalya'daki en güçlü yönetici olan V. Charles'ın yeğeni oldu­
ğu için, Papalık, He �ry'nin evliliğin feshi yönündeki talebine
rıza göstermiyordu. içine düştüğü öfke krizi ile önce Wolsey'i
1 529'da azletti, sonra da papalığın İngiliz Kilisesi üzerindeki
yargılama yetkisini reddettiğini duyurdu.
1533 tarihli "Roma'ya Başvurunun Sınırlandırılması" adlı
kanunun giriş bölümünde "İngiltere bir imparatorluktur ve
dünya üzerinde kabul edildiği üzere, yüce imparatorluk ta­
cının ve onun mülkünün yegane sahibi olan tek bir egemen
yönetici-kral tarafından yönetilmektedir" deniyordu. Ülkeden
bahsedilirken ilk kez Taç'tan ziyade imparatorluk statüsüne
vurgu yapılmaktaydı. Bir imparatorluk olduğunu beyan eden
İngiltere, böylece yargılama yetkisini bütünüyle kendi bünye­
sinde toplamış oluyordu. Benzer biçimde İskoç Kralı V. James
da iktidarını, kapalı kemerli taç1 sembolüyle ilişkilendirmeyi
düşünse de 1530'ların İngilteresi'nde olduğu gibi Parlamento­
yu geliştirme yönünde bir teşebbüste bulunmadı.
Parlamento eliyle hukukun egemen kılınması, VIII. Henry
tarafından hayata geçirildi. 1534'te ilk defa yasalarda ve resmi

1 İmparator tacı olarak da bilinen kapalı kemerli taç 15. yüzyılda ne­
redeyse Avrupa'nın tamamında, egemen bir yönetimin yaygın sem­
bolü olarak öne çıkmıştır. Kralın kendi topraklarındaki tek mutlak
güç olduğunu ve başka hiçbir dünyevi güce boyun eğmeyeceğinin
simgesi olarak görülmüştür. (ç.n.)
204 İngiltere Tarihi

yazışmalarda "majesteleri" terimi kullanılmaya başlandı ve aynı


yıl kabul edilen Üstünlük Yasası ile Henry İngiliz Kilisesi'nin
en üst yöneticisi haline geldi. Bu durumu meşrulaştırmaya ça­
lışan danışmanları, Eski Ahit'teki İsrail krallarının hayatını bir
model olarak kullandı. Bu üstünlük, Tudor yönetiminin ita at
üzerine vurgu yaparak elini güçlendirmesini ve aziz türbeleri
ve hac yolculuğu gibi düşmanca yahut kabul edilemez olarak
görülen dini yapılar ve pratiklere müdahale edebilmesini müm ­
kün kıldı. Kraliyet otoritesine karşı çıkmanın sembol ismi olan
Becket'ın Canterbury'deki türbesi yıkıldı. Evlilik konusunda
da bir İngiliz mahkemesi 1533'te Henry'nin evliliğinin feshi
talebini onaylayarak Anne ile evlenmesinin yolunu açtı ve bu
evlilikten Elizabeth adlı bir kız çocuğu dünyaya geldi. 1534 ta­
rihli Veraset Yasası ile diğer kızı Mary ikinci plana itilerek tah­
ta çıkış önceliği şimdiki evliliğinden olan çocuklarına verildi.
Ama Anne'in bir erkek evlat verememesi mevcut pozisyonunu
zora soktu ve nihayet etrafında kümelenmiş ittifaklar ve siyasi
hesapların tetiklediği düşmanlık duygusuna yenik düştü. Anne
yargılandı ve 1536'da muhtemelen uydurma bir zina suçlama­
sıyla idam edildi; kralın bu evliliği hükümsüz kılınarak kızı
Elizabeth de gayrimeşru ilan edildi. Daha sonra Henry, Jane
Seymour ile evlendi; 1537'de Edward adını verdikleri bir erkek
çocuk dünyaya geldi ama o da birkaç ay sonra öldü.
Ülkedeki dini durumla etkileşim halinde gerçekleşen bu
gelişmeler, 1517'de Martin Luther'in Almanya'da papalık
otoritesine meydan okumasıyla ortaya çıkan Protestan Refor­
mu'nun başlamasıyla birlikte belirsiz ve değişken bir hal aldı.
Başlangıçta, İngiltere'nin bu harekete bir tepki vereceğine
dair pek bir işaret yoktu. Luther'in İncil'i tercüme etmesin­
den cesaret alan William Tyndale'in Yunancadan İngilizceye
çevirdiği Eski Ahit, 1525-26'da Almanya'da basılmış ve sonra
gizlice İngiltere'ye sokulmuştu. Ama Henry doktriner bir mu­
hafazakardı. 1521'de Luther'e karşı Assertio Septem Sacramen­
torum adlı bir kitap kaleme aldı: Papa X. Leo bu kitaba başlık
16. Yüzyıl 205

olarak "İmanın Savunucusu" ibaresini uygun görmüştü. Benzer


biçimde İskoçya kralı IV. James, Whithorn, Tain ile diğer dini
ınabed ve türbelerin olduğu şehirleri kapsayan yıllık hac vazi­
fesini yerine getirdi. V. James de Musselburgh yakınlarındaki
kutsal "Our Lady of Loretto"ya1 sık sık ziyaretler düzenledi.
VIII. Henry Roma ile ipleri koparıp, geleneksel otoriteyi
ıayıfl.at�ak ülkesinde Protestanlığı teşvik etmeden önce, İn­
giltere'de çok az sayıda Protestan vardı. Şayet Henry Roma
ile bağları kesmeseydi ülkede neler olabileceğine dair yorum
yapmak, spekülasyondan öteye bir anlam taşımaz. Kilisenin .
iddialarına karşı çıkmanın kabul edilebilirliğine işaret eden
bir geliş me olarak, kilisenin iktisadi ayrıcalıklarına karşı 1529-
1530'da Parlementodan bir yasanın geçirilebilmiş olmasına
rağm en, yükselen Protestanlık hala büyük oranda sııyrlı siyasi
etkiye sahip bir azınlık düşüncesi durumundaydı. Iskoçya'da
152 0'lerde özellikle ülkenin doğu yakasındaki liman kentle­
rinde önemli bir Lutherci etki söz konusuydu. Bu bölgenin
ilerleyen dönemde Episkoposluk2'tan ziyade Kalvinist Presbi­
teryenizme yönelmesi, belki bu özelliğinden kaynaklanmıştır.
Henry Protestan değildi ve Katolik inancının terk edildiği­
ni görmeyi hiçbir zaman arzu etmezdi. Ama İngiltere'nin
Papalık ile bağları koparması ve 1530'larda kraliyete yakın
çevrelerde Protestanlığın revaç bulmaya başlaması, Henry'yi
Luthercilik yönünde hareket etmeye sevk etti. Dahası kralın

1 Katolik inanışına göre, Hz. Meryem'in Nasıra'da çocukluğunu ge­


çirdiği ev, Haçlıların 1294'te kutsal topraklardan çıkartılmasının
hemen ardından melekler tarafından mucizevi bir şekilde İ talya'nın
Loreto kasabasına nakledilmiştir. 1530 yılında İ skoç Thomas D uthy
Loreto'dan aldığı bir heykelciği Musselburgh'a getirince burada da
"Our Lady of Loreto" adıyla bir kilise yapılmış ve kısa sürede hac
merkezlerinden biri haline gelmiştir. (ç.n.)
2 Episkoposluk, bir kilisenin psikoposlar tarafından yönetilmesine;
Presbiteryenizm ise bir kilisenin o yöredeki yaşlılardan teşkil edilmiş
bir kurul tarafından idare edilmesine işaret etmektedir. (ç.n.)
206 İngiltere Tarihi

üstünlüğü ilkesinin (kilisenin de başı olması) bir sonucu olarak


bütün dini sorunlar aynı zamanda siyasi sorunlara dönüştü ve
dini bir konuda muhalefet, doğal olarak krala karşı da muha­
lefet anlamına geldi. 1534'te kabul edilen Vatana İhanet Ka­
nunu (The Treason Act) ihanetin tanımını, kralın üstünlüğünü
inkar etmeyi ve (sadece eylemleri değil) konuşma ve yazıları
da kapsayacak ölçüde genişletti. Protestanlara büyük sıkıntı­
lar yaşatan hümanist entelektüel Sir Thomas More, Henry'nin
boşanma olayını protesto ederek 1532'de bulunduğu hakanlık
görevinden istifa etti. Daha sonra tutuklanan More, Veraset
Yasası ile getirilen yeminine sadık kalmadığı gerekçesiyle şa­
ibeli bir yargılamanın ardından ihanet suçlamasına çarptırılıp
1535'te idam edildi. Krala ve onun Tanrı katındaki konumuna
itaat etme görevi, ağır sonuçlara yol açabiliyordu.
1530'larda İngiliz siyaseti, Henry'nin başbakanı Thomas
Cromwell'in etkisi ile daha Protestan bir yöne evrildi. Pek
de hakkaniyetli olmayan bir biçimde Yönetimde Tudor Dev­
rimi olarak adlandırılan idari değişimlerin mimarı aslında
Cromwell'di. 1535'te Miles Covardale'ın yaptığı, İngilizcede
ilk defa basılan tam metin İncil çevirisi Henry'ye ithaf edildi.
Henry, "Tanrının Sözü"nün kraliyetin üstünlüğünü destek­
lediğini öne sürdü ve bu yaklaşım, ülkede İncil çevirilerinin
önünü açtı. 1537'de resmi bir İngilizce İncil basıldı ve kısa süre
sonra bir kopyasının bütün kiliseler tarafından satın alınması
emri yayınlandı. İncil'in, Papalığın boyunduruğundan kurtul­
manın temel taşı olarak görüldüğü bu yıllarda Magna Carta da
seküler bir alternatif olarak öne çıktı. İlk matbu basımı 1508'de
yapılan Magna Carta, 1534 yılında ilk kez İngilizceye tercüme
edildi.
İngilizce İncillerin artması ve ulaşılabilir olması, dilin stan­
dartlaşmasına katkıda bulunarak okuma alışkanlıklarını de­
ğiştirdi ve azizlerin yaşamı ve şefaati yerine kişisel dindarlığa
daha fazla vurgu yapılmasının önünü açtı. Katolik din anla­
yışının en önemli parçası ve en görünür sembollerinden biri
16. Yüzyıl 207

olan -Protestan reformcularının saldırdığı ve uzun zamandan


beri yaygın ruhban-karşıtlığının da beslendiği- manastır haya­
tı, 1 53 6 ile 1540 yılları arasında ortadan kaldırıldı. Küçük ma­
nastırların kapatılıp mülklerinin devlete aktarılmasını öngören
t 53 6'daki yasanın ardından, geriye kalan kurumlar da birkaç
yıl içinde tasfiye edildi.
Ama gene de manastırların ortadan kaldırılması halk nez­
dinde hiç de hoş karşılanmadı. Yaşanan münferit suiistimallere
rağmen manastırlar hala toplumun manevi hayatında büyük
bir rol oynuyordu ve ayrıca yerel ekonomiye de önemli katkı
sağlıyordu. Daha da ötesi, bu tip radikal adımlar, değişimden
hoşlanmayan ve onu güvenle benimsemekte zorlanan bir top­
lum için endişe vericiydi ve abartılı dedikodulara yol açması
işten bile değildi: Söylenenlere göre Henry, Lincolnshire'daki
yerel kiliseleri talan etmeyi ve sığır ve koyun sahiplerine yeni
vergiler getirmeyi tasarlıyordu. Henry'nin politikalarının halk­
ta yarattığı hoşnutsuzluğun neticesinde, 1536'd a Lincolnshi­
re ve Yorkshire'da; 1537'deyse Norfolk'ta büyük ayaklanmalar
meydana geldi. Gelgelelim ayaklanmalar, kralı devirmek üzere
yola çıkmış insanların çoğunun bu niyetlerini gerçekleştirme
noktasında gösterdiği isteksizlik nedeniyle hedefinden uzak­
laştı ve güç kaybetti. 1536'da Lincolnshire'daki isyancılar ken­
dilerini sadece "göstericiler" olarak nitelendirdi: Onlar bağlılık
yemini etmiş ve Henry'ye sadakatlerini ilan etmiş kişilerdi ve
kralın, başta Cromwell olmak üzere çevresini sarmış kötü ba­
kanlar tarafından kandırıldığını iddia ediyorlardı. İkna olma­
yan Henry, Suffolk dükünün emrine verdiği bir askeri birliği,
hareketi bastırması amacıyla bölgeye sevk etti. Yorkshire'da ise
Pilgrimage of Grace1 hareketini başlatan Robert Aske'in lider­
liğindeki 30.000'i aşkın isyancı, manastırların kapatılmasına
bir son verilmesini, Cromwell'in görevden uzaklaştırılmasını,
papalık otoritesinin yeniden tanınmasını ve Mary Tudor'un

1 Açıklama için bkz. s . 16l'deki dipnot. (ç.n.)


208 İngiltere Tarihi

tahtın meşru varisi ilan edilmesini talep ediyordu. Henry'nin


isyancıların taleplerini yerine getireceğine dair söz vermesi ve
isyancıları affedeceğine dair beyanının ardından isyancılar da­
ğıldı, ancak verilen sözler hiçbir zaman tutulmadı ve isyan ın
elebaşları 1537'de idam edildi. 1541'deki Wakefield Komplosu
Kuzey'deki muhalefetin hala güçlü biçimde varlığını sürdür­
düğünü ortaya koydu ve bunun üzerine Henry büyük bir or­
duyla Yorkshire'a doğru harekete geçti. Amaç kontrolü sağla­
yıp bölgenin sadakatini tekrar tesis etmekti.
İlk bakışta manastırlara ait geniş araziler ve mülklerin daimi
bir kazanç kapısı anlamına geldiği ve bu nedenle de krallığın
gücüne güç katabileceği öne sürülebilir. Oysa gerçekte durum
bunun tersiydi: Bu arazi ve mülkler, aristokrasinin ve elitlerin
nüfuz alanı haline gelmişti çünkü Henry'nin Fransa ve İskoç­
ya'ya karşı yürüttüğü askeri hazırlıkları ve -son kertede başarı­
sızlıkla neticelenen- savaşı finanse etmek için satılmışlardı. Za­
ten arazilerin büyük kısmı yerleşik ailelere satıldı ama Kraliyet
önemli destekçilerini ödüllendirip kendisi için "yeni adamlar"
yaratmak kudretine de sahipti. Sözgelimi diplomat, danışman,
amiral ve general olarak Henry'ye farklı zamanlarda hizmet
etmiş olan John Russell, Devon'daki Tavistock manastırına ait
toprakları Henry'den; Bedfordshire'daki Woburn manastırını
ise Henry'nin halefinden satın almış ve ardından 1550'de Bed­
ford konduğunu kurmuştu. Bu tahsisatların bir sonucu olarak,
Russell'ın varisleri, 1694'den günümüze gelinceye kadar hem
Devon hem de Bedfordshire'da siyasal gücü büyük bir ustalıkla
ellerinde tuttu. Böylece, aristokrasinin gücünün zayıflayacağı
19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başı arasındaki döneme gelin­
ceye dek mevcudiyetini koruyacak olan, yeni bir siyasi coğrafya
şekillendi ve icap eden değişiklikleri savunmak üzere, elitlerin
en güçlü ve en yeteneklilerinden oluşan bir çıkar grubu tebarüz
etti. Manastırların ortadan kaldırılması, toplumu dünyevi bir
mekanizmanın içine doğru itecek olan Reformasyon sürecini
sembolize eden önemli bir gelişmeydi.
1 6. Yüzyıl 209

Yönetim katında meydana gelen değişimler bir yana, Pro­


testanlık -büyük bir desteğe sahip olmamakla beraber- halk
nezdinde cezbedici bir etki oluşturmaya başlamıştı. Reform' a
en şiddetle karşı çıkıldığı yerler Yorkshire ve Cornwall'd ı.
Protestan reformu, kiliselerdeki vitray ve duvar resimleri gibi
sanatsal unsurlar dahil olmak üzere Ortaçağ Katolikliğinin
kurumları ve kamusal pratiklerinin yıkılması yahut değişti­
rilmesine ve hac yolculuklarının engellenmesine giden yolu
açacağını ortaya koymuş ve bunların yerine yeni, istikrarlı bir
ulusal din düzeni veya Protestanlık çatısı altında ulusal bir
heyecan dalgası yaratabileceğini göstermişti. Bununla birlikte
Protestanlığın, Tanrıyla bir aracı olmaksızın doğrudan iletişim
kurulabileceği yollu yaklaşımı insanların bağlılığını ve şevkini
arttırdı ve bu bağlılık, İngiltere ile İskoçya'da önemli bir rol
oynadı. Eğitimsizlikten dolayı İncil çevirilerinin halk tarafın­
dan okunamaması, nitelikli Protestan rahiplerin sayıca azlığı
ve eski mezhebi (Katoliklik) terk etmede gösterilen isteksizlik
gibi temel bazı etkenler, Protestanlığın yayılmasını sınırladı.
Gene de bu yeni mezhebin Londra'da ve Henry'nin sarayın­
da oluşturduğu etki, ona niceliksel olanın ötesinde bir mevki
kazandırmış durumdaydı. Catherine ile yaşadığı boşanma kri­
zinde Henry'ye yardımcı olan ve şimdi gizlice bir reformcu ile
evlenen Thomas Cranmer, kral tarafından 1533'te Canterbury
başpiskoposluğuna getirilerek taltif edildi ve Cranmer her fır­
satta Protestan öğretilerini aktif biçimde destekledi.
Sonraki yıllarda Henry çaresizce bir din birliği dayatmaya
girişti ve 1546'da yakılan Anne Askew gibi çok sayıda sap­
kın öldürüldü, ancak asıl mesele, krallığın halihazırda hangi
tarafı tuttuğunun tam olarak anlaşılamıyor olmasıydı. Özel­
likle 1539'da çıkan Altı Madde Yasası'nda Katolik doktrini­
ne tekrar yer verilmesi gibi Protestanlık karşıtı gelişmeler ve
Henry'nin 1540'ta dördüncü karısı Clavesli Anne'i birden bo­
şaması olayını aynı yıl Cromwell'in düşüşü ve ardından idam
edilmesi izledi. Anne hiçbir zaman Protestan olmamıştı ama
210 İngiltere Tarihi

kardeşi yenilik yanlısı bir Katolikti ve Henry'nin kendisiyle


evlenmesinde bu durumun büyük rolü vardı. Anne'den son­
ra Henry muhafazakar Howard grubuna mensup Catherine
Howard ile evlendi, fakat Catherine de 1542'de zina suçlam a­
sıyla idam edildi. Son karısı, reforma sempatiyle bakan bir dul
olan Katherine Parr'dı. Hayatının son günlerinde Henry ha.la
pek çok açıdan Katolikliğe bağlı olmakla birlikte, muhafazakar
Howardların onurlarını zedelemişti ve artık yerini tek erkek
çocuğu olan VI. Edward'a bırakmak üzereydi. VI. Edward he­
nüz çok genç olduğu için iktidar amcası olan Hertford kontu
-Jane Seymour'un kardeşi- Edward'ın kontrolüne geçti. İkisi
birlikte, İngiltere'nin yönünü Protestanlığa doğru çevirdi.
VIII. Henry'nin gerçekleştirdiği değişiklikler hem içeride
hem de dışarıda kimi sonuçlara yol açtı. İngiltere içinde uzak
bölgelerin özerkliğini azaltarak merkezi otoriteyi güçlendirdi.
Tudorlar 1536-1569 arası patlak veren bir dizi ayaklanmayı
bastırdı. Bu ayaklanmalardan ikisi -1549'daki Norfolk Kett
ve 1554'teki Wyatt Kent isyanı- kraliyet otoritesinin en güçlü
olduğu ve en büyük refahın yaşandığı güneydoğu bölgesinde
meydana geldi. Diğerleri ise kuzeyde veya Cornwall gibi uzak
yerlerde vuku buldu. Bu ayaklanmalar, Tudor yönetiminin ulu­
sal politikaları uygulama yönündeki kararlılığının ve yeteneği­
nin bir göstergesiydi. Reform hareketi, güvenlik ve hukuksuz­
luk bağlamında daha büyük bir endişeye yol açtı ve Güneydo­
ğu İngiltere'de bulunan iktidar merkezine uzak düşen yerlerde
yönetimin doğasına ilişkin çok daha keskin bir hassasiyet oluş­
masına neden oldu. Manastırların kapatılması ve yeni dua ki­
taplarının yayınlanması gibi dini yapıya dokunan değişiklikler,
bütün bir ülke sathında uygulanmak durumundaydı ve bu da
tahta oturan kişi üzerinde büyük bir baskı unsuruna dönüştü.
Şayet Reform hareketinin, en azından başlangıç aşama­
sında, pek de rağbet bulmadığı iddia ediliyorsa -ki bu tartış­
malı bir iddiadır- o zaman bunun Tudor yönetiminin gücü
açısından bir anlamı olsa gerektir. Yerel kiliselerde değişiklik
1 6. Yüzyıl 2 1 1

yapmak, ancak burada yaşayanlar ve bu kurumları idare eden


elitler üzerinde kraliyetin varlığını hissettirmesi ile mümkün
olabildi. Ayinlerde değişiklik yapılmasını emreden resmi tali­
matlar hoşnutsuzlukla karşılansa bile, tam bir itaatkarlık inti­
b aı veren bölge halkı bu emirlere uydu ve bu da yerel elitlerin
bu değişiklikleri uygulanabilir olarak gördüğü anlamına gelir.
Bu da demektir ki kraliyet, sadece elitlerinin itaat etmeye ya­
naşmadığı yerlerde zorluklarla baş başa kaldı.
Anglo-İskoç Savaşları
İngiliz tahtı aynı dönemde Britanya adalarında da ciddi mey­
dan okumalarla karşılaştı. Bu durum belli açılardan eski duru­
mun devam ettiğini gösteriyordu: İngilizlerin önderliğini ka­
bul etmeyip bağımsız bir İskoçya kurma yönünde devam eden
kararlılık ve İrlanda'nın büyük kısmında İngiliz kontrolünün
bulunmayışı. Bunlardan ilki, VIII. Henry devrinde iki kez sa­
vaşa yol açtı. İskoçya İngiltere'nin en önemli rakibi olan ve bu
sebeple de İskoçya'nın bağımsızlığı için varını yoğunu ortaya
koyan Fransa'ya bel bağladı. İskoç birlikleri, 15. yüzyılın baş­
larında İngiltere ile savaşan Fransa'ya çok büyük yardımlarda
bulunmuştu. İskoç-Fransız ittifakı 1512'de yeniden kuruldu ve
İngiltere ile Fransa arasında düşmanlığın ayyuka çıktığı 1513
yılında İskoçya'yı İngiltere ile savaşa itti. Sınır boyunca zaman
zaman yaşanan baskınlar üzerinde yaşadıkları anlaşmazlık gibi
bir dizi sebepten ötürü eniştesi VIII. Henry'den pek hazzet­
meyen iV. James, Fransa'ya verdiği söze sadık kalarak, yeni
askeri tekniklerin kullanımında yardımcı olacak bir Fransız
birliğinin de dahil olduğu 26.000 kişilik ordusuyla İngiltere'yi
işgal etmek için harekete geçti. Surrey kontunun komutasın­
daki 20.000 İngiliz askeri Flodden'da İskoç ilerleyişini dur­
durdu. İskoç ordusunun mızraklı askerleri, sırık kullanan daha
hareketli İngiliz askerleri karşısında bozguna uğradı. Flodden,
212 İngiltere Tarihi

İskoçya için çok önemli bir savaştı: iV. James ve en az 5.000


İskoç bu savaşta öldürüldü.
Halefi V. James (1513-1542), 1530'da Borders'a ve 15 40'ta
Western adalarına seferler düzenleyerek iktidarını tesis ettik­
ten sonra, ülkedeki aristokratik muhalefeti ezdi. Şimdiye ka­
dar zayıf bir idare ile yönetilegelmiş yerlerde kraliyetin gücü�
nü etkili biçimde uygulamak, VIII. Henry'nin de izlediği bir
yöntemdi. Her iki kral da krallığın otoritesini yeniden tesis
etmenin peşindeydi. 1541'de Parlementoda Katolikliği koru­
maya girişen James, Protestanlığa karşı koydu. Aslında belirli
ölçülerde kalmak kaydıyla o da değişime sıcak bakıyordu ve
Kilise karşısında elini daha da güçlendirmek için Papalığın
kaygılarını kullandı. James 1542'de Fransa ile ittifak yapınca,
Fransa'ya yakında bir sefer düzenlemeyi planlayan ve bu ne ­
denle arkasını sağlama almak isteyen Henry'nin karşı saldırısı
ile karşılaştı. İngiltere'yi ele geçirmeyi amaçlayan İskoçların
saldırısı, 1542'nin Kasım ayında Solway Moss'taki çatışmada
bertaraf edildi ve James, tahtını henüz yeni doğmuş -İ skoç
kraliçesi- Mary'ye bırakıp birkaç ay sonra öldü. Henry 1547'de
öldüğünde hem İngiltere hem de İskoçya belirsizlikle dolu bir
durumdaydı: İki ülkenin de başına zayıf ve genç monarklar
geçmişti.
Fransa'nın İskoçya'daki etkisini kırıp, burada hem İngiliz
etkisini arttır�ak hem de Protestanlığı yaymak isteyen Somer­
set dükünün İskoçya'yı işgale giriştiği 1547 yılından itibaren,
İskoçya üzerindeki İngiliz baskısı arttı. Pinkie Savaşı'nda İs­
koç ordusu, İngiliz topçusu ve okçusu karşısında ağır bir yenil­
gi aldı. Somerset dükü kazandığı zaferden sonra pek çok yerde
yeni İngiliz garnizonu oluşturdu ama izlediği bu siyaset, ağır
masraflara neden olmasının yanısıra İngiliz idaresinin rağbet
görmesine de hiçbir katkı sunmadı ve nihayet 1549'da Fransız
müdahalesinin ortaya çıkmasıyla tümden terk edildi. İskoçya
1650-1652 senesine kadar fethedilemedi. Ama 1560'ta İskoç
Reformasyon Parlamentosunun kurulup ardından İskoçya'nın
1 6. Yüzyıl 213

Reformu kabul etmesi ve 1603'te iki ülkenin tek bir taç altın­
da birleşmesinin bir neticesi olarak, aslında 1650'den çok önce
İskoçya ve İngiltere tarihi zaten iç içe geçmiş durumdaydı.
irianda
İskoçya ve Galler'in Reform'u kabul etmesi, bu iki ülkenin bir
B ritanya bilinci ve siyasasına entegre olması noktasında hayati
derecede önemliydi. Fakat İrlanda reformu reddetti ve bunun
en önemli sonucu da İrlanda'nın genel bir Britanya gelişim
modelinin dışına düşmesi oldu. VIII. Henry büyük teşebbüs­
lere girişmeden, babası döneminde oluşmuş olan İrlanda'daki
Tudor kontrolünü sürdürmekle yetindi ancak Reform hareketi
durumu değiştirdi. 1534'te Kildare kontu Thomas ayaklanarak,
Pap a veya İmparator V. Charles'a karşı İrlanda'nın üstünlüğü­
nü öne sürdü ama kısa süre sonra Henry'nin gönderdiği birli­
ğe yenildi. 1536-1537'de Reformasyon Parlamentosu Henry'yi
İrlanda Kilisesi'nin baş yöneticisi olarak tanıyarak, onun Anne
B oleyn ile olan evliliğinden doğan çocuklarını tahtın meşru
varisi olarak tanıyacağını ilan etti. Bir süre sonra da manas­
tırların kapatılmasını onayladı. 1541'de İrlanda Parlamentosu,
Henry'yi sadece lordları olarak değil "İrlanda Kralı" olarak da
kabul etti. Gaelic soylularına kendi topraklarında İngiliz ka­
nun ve sözleşmelerini uygulamaları telkin edildi: Amaç, onları
barışçıl biçimde idari kontrol yapısı içine dahil etmekti. Uzlaş­
maya dayalı bu iyi niyetli siyaset, Henry'nin ölümünden sonra
terk edildi, fakat zaten adanın büyük kısmı üzerindeki İngiliz
kontrolünün belirsizliğinden kaynaklı sıkıntılar hiçbir zaman
eksik olmamıştı.

Galler
Galler'de Reform ufak tefek itirazlarla birlikte kabul edildi ki
bu itirazlar da bazı değişikliklerin kolaylıkla yapılmasına yar­
dım etti. 1536-1543 arası dönemde Henry'nin çıkardığı ve
214 İngiltere Tarihi

Birlik Kanunu olarak bilinen yasal düzenlemeler ile Galler'in


tamamı İngiliz yönetim sistemi bünyesine alındı. 1536'daki
yasa, bütün Galler'e siyasal temsil hakkı tanıdı. Kanun dili
İngilizce olmakla birlikte, Galliler kanun önünde İngilizler
ile eşit kılındı. Son derece kötü yönetildiğine kanaat getirilen
Marcher lordlukları, kontluklara dönüştürüldü ve bu haliyle
Parlementoda temsil edildi. Geleneksel İ ngiliz uygulamaları
ile adli ve idari kurumların tamamı Galler'de hayata geçiril­
di. Gal arazi kanunları 1543'te yürürlükten kaldırıldı. 153 6'da
Galler'de güvenlik ve asayişten sorumlu yerel mahkemelerin
kurulması, özyönetim noktasında Galli seçkinler için bir mo­
del teşkil etti.
Galler 1542'den beri Büyük Mahkeme adı verilen -18 30'a
kadar ayakta kalan- kendi mahkeme sistemine sahipti ama
sınırda bulunan Marches'taki Meclis devam ettiği için tam
olarak İngiltere gibi de yönetilmiyordu. Gene de son kertede
Marcher bağımsızlığı çökertilerek Galler'de yekvücut bir yö­
netim sistemi kuruldu. Galliler kendilerini, geleneksel hukuk
da denebilecek olan örf ve adetleriyle özdeşleştirmiş insanlar­
dı ve bu hukuk yürürlükten kaldırıldığı zaman, halk ozanları
"Gallilik''in zeval bulmasına acı dolu ağıtlar yaktı. Gelgelelim
Galli seçkinler ile yönetim arasında karşılıklı çıkara dayalı
daha güçlü ilişkilerin var olabilmesi için statülerin eşitliğinin
sağlanması şarttı. 1536 tarihli Birlik Kanunu'nun dibacesinde,
bu kanunun amacının İngiltere ile Galler arasında farklılıklara
neden olan "kötü adet ve gelenekler"in kökünü kazımak oldu ­
ğu belirtilmekte ve gene hiçbir Gallinin İngilizler nezdinde de
karşılığı olmayan bir makam ve konumu kullanamayacağı dile
getirilmekteydi. Böylece Galler'de iktidarın, İngilizler ile teş­
riki mesai yapabilecek -ve buna uygun bir eğitim almış- olan
seçkinler ve din adamlarının elinde toplanması hedefleniyor­
du. Toplumsal skalada yukarıya doğru hareket eden Galliler,
uzun zamandan beri Oxbridge'de veya Londra'daki avukatlık
eğitimi veren kurumlarda eğitim görmüş kişilerdi.
1 6. Yüzyıl 215

Yol açtığı yönetimsel değişikliklerin yanında, Reformun


diğer bir önemli etkisi Galler nüfusu üzerinde görüldü. Bu
dönemde ciddi bir güç kaybına uğramış olsalar da, manastır­
ların tasfiye edilmesi -yerel seçkinlerin lehine olacak biçim­
de- toprak sahipliğini etkiledi ve toplumsal dokuyu tahrip etti.
Eğitim ve yoksulların bakımı bu durumdan olumsuz etkilendi.
Reforma dönük heveslerin sınırlı kaldığı ve Katolikliğin gü­
cünü muhafaza etmeyi sürdürdüğü İrlanda'da, gene de dini de­
ğişime karşı İngiltere, İskoçya ve İrlanda'da yaşa�anlara denk
bir direniş ve muhalefet yaşanmadı. Gerçekten de lncil'in Gal­
ceye tercüme edilmesi ulusal bir kimlik duygusu sağladı. Yeni
Ahit'in ve Dua Kitabı'nın çevirileri 1567'de yayımlandı ve
Richard Morgan'ın kapsamlı tam metin İncil çevirisi 1588'd e
basıldı. Britanya başkentinin egemen konumu burada da öne
çıktı ve Morgan' ın çevirisi Londra'da basılabildi: Artık İncil
sadece yasal izne tabi belirli matbaalar tarafından basılmaktay­
dı. Çeviriler sayesinde Galce, ibadetin ve genel anlamda dini
yaşamın resmi dili oldu: Din adamları artık sohbet ve vaazları­
nı İngilizce yapmak zorunda değildi. Gal dili şimdi, Ortaçağın
elyazması ve sözlü kültüründen yazılı kültüre doğru akan bir
gelişim dinamiği yakalayabilirdi.

Yüzyıl Ortası Krizi


Reform'dan kaynaklı sorunlar, zayıf monarklar, taht verase­
tine dair problemler, aristokratik ayrışmalar, bölgecilik ve dış
müdahale İngiltere ve İskoçya'yı 1542 ile 1568 yılları arasında
ciddi krizlere soktu. Tıpkı 1562- 1598 arasında cereyan eden
Fransız Din Savaşları gibi, bu gelişmeler de "yeni monarşi­
ler"in kazanımlarının istikrarsızlıkla örülü doğasına işaret et­
mektedir. Öte yandan dış müdahalelere karşı direnen; itaat et­
meyi zayıflatıp muhalefet etmeyi güçlendiren dini ihtilaflarla
başa çıkmaya çalışan ve tekdüze bir anlayış dayatan Reform
216 İngiltere Tarihi

Hareketi, yeni ve daha önce görülmemiş zorlukların doğması­


na neden oldu.

VI. Edward Döneminde İngiltere, 1547-1553


Edward'ın hükümranlığı süresince İngiltere, Kıta Protes tan­
lığının etkisine açık hale geldi. Edward, amcazadeleri olan
Seymourların Protestanlığından ciddi biçimde etkilenmişti.
Ülkede bir Protestan yayın furyası baş göstermişti ve 1553 yılı
itibarıyla Londra ve civarında çoğu Protestan olan 10.000'e
yakın yabancı vardı. Dahası, geleceğin din adamlarını Pro­
testanlığa göre yetiştirmeye kararlı bir eğitim anlayışı gelişti.
Oxford ve Cambridge'te bu amaçla kurulan kürsülere Peter
Martyr Vermigli ve Martin Bucer tayin edildi. Başpiskopos
Cranmer'ın desteğini arkasına alan Somerset dükü, Protestan
ibadetini tanımlamak üzere, her türlü dini etkinlik için geçerli
olacak ibadet ve dua formlarını içeren Ortak İbadet Kitabı'nı
(1549) yayınladı. Parlamentoda kabul edilen Uyumlaştırma
Yasası, kiliselerdeki ayinlerde sadece İbadet Kitabı'nın kulla­
nılması ve ayinlerin İngilizce yapılması şartını getirdi.
Bununla birlikte, söz konusu değişimlerden pek memnun
olmayanlar da vardı ve bu durum İngiltere'nin güneyinde -
özellikle güneybatısında- patlak veren geniş ayaklanmaların
en önemli sebebiydi. Yereldeki soylular ayaklanmaları bastıra­
mayınca, hükümet bölgeye asker sevk etmek zorunda kaldı.
İddia edildiğine göre, şiddetli çatışmalar ve ardından yaşanan
idamlar neticesinde, bölgedeki erkek nüfusu büyük oranda
azalmıştır. Aynı günlerde Oxfordshire'da patlak veren daha
küçük boyutlu bir diğer başkaldırı da bastırıldı.
Norfolk'taki isyan ise sadece dini saiklerden değil, toprak­
ları çitle çeviren ve yüksek kira isteyen toprak sahiplerine ve
baskıcı yerel idareye duyulan öfkeden de kaynaklanmıştı. İs­
yancıların yayınladığı bildiride geçen "bütün kölelerin özgür
olabilmesi için dua ediyoruz" ifadesi, toplumsal sistemin acı-
1 6. Yüzyıl 217

ınasız doğasına karşı bir başkaldırıydı. Çit usulüne itiraz eden


bir toprak sahibi olan Robert Kett'in liderliğindeki isyancılar
Norwich'i kuşattı ve Norfolk'u iki bölgeye ayırıp kendi yöne­
ticilerini seçti. Hükümet isyancılardan eylemi bırakıp nedamet
getirmelerini istediyse de bu talep reddedildi. Bunun üzeri­
ne bölgeye asker gönderildi. 1549'da gerçekleşen Dussindale
Savaşı'nda, Warwick kontu John Dudley'nin komuta ettiği ve
içinde p aralı Alman askerlerinin de bulunduğu profesyonel
ordu, isyancıları hezimete uğrattı.
Tudor idaresine karşı ortaya konan protestolar ve ayaklan­
maların, önemli siyasi ve askeri dezavantajları da vardı. Barışçıl
bir gösteri bazen isyan olarak telakki ediliyordu. Siyasi açıdan
bakıldığında, ortada ölümcül potansiyel taşıyan bir amaç kar­
gaşası bulunuyordu ve bu da ayaklanma kavramına atfedi­
len anlamdan kaynaklanıyordu. Askeri açıdan ise isyan eden
am atör ve eğitimsiz birlikler, karşılarında hükümetin eğitimli
birliklerini buluyordu. Ayaklanmalar bir süvari grubu, ateşli
silahlar veya top gibi unsurlardan yoksundu fakat eğer hükü­
met sağlam bir liderlik sergileyip bir de toplumsal seçkinlerin
önemli bir kesiminin desteğini almışsa, bu tip silahlara sahip
olmak bile isyancılar için yeterli değildi. İskoçya'da ise durum
farklıydı: 1550'lerde kurulan Protestan Lordlar Topluluğu et­
rafında gelişen Protestan cemaati, monarşi karşıtı askeri yapı­
lanmanın İngiltere'ye nazaran çok daha yoğun olacağının ha­
bercisiydi. Bu nedenle, zayıf ve itibarsız İskoç Kraliçesi Mary,
1560'larda bir grup güçlü Protestan aristokratının muhalefeti
ile karşılaştığında, çaresiz kaldı ve onların üstesinden gelemedi.
1549 İngiliz ayaklanmalarının nedenlerinden biri, Somerset
dükünün çit uygulamasına karşı sergilediği muhalefet olarak
gösterildi ve aynı yıl içinde meclis, dükü azletti. Meclisin en
etkili isimlerinden olan John Dudley 1550'de meclis başkanı
ve 1551'de de Northumberland dükü oldu ve 1552'de Somer­
set dükünün idamında rol aldı. Dudley, tıpkı III. Richard gibi,
çok yetenekli ve azimli fakat gene onun gibi bencil ve çevresine
2 1 8 İngiltere Tarihi

güven vermeyen bir kişilikti. Başarılı olduğu müddetçe aslında


bu özelliklere sahip olması bir sorun teşkil etmeyecek ve yö­
netim katındaki konumunun keyfini çıkaracaktı. Bunun en iyi
örneği, gaddar, bencil ve hırsları olmasına rağmen tahtta uzun
süre oturan VIII. Henry'ydi. Ama Richard gibi Dudley'nin de
hataları onu başarıdan mahrum etti. Dudley gittikçe sınırları
zorlamaya ve sanki krallığı kendisi yönetiyormuş gibi hareket
etmeye başladı. Oysa yaşadığı ülkenin siyasi kültüründe bu pe k
de hoş karşılanmazdı. Üstelik arkasında, böyle davranm asını
mümkün kılacak bir kraliyet desteği olmadığı gibi, elini güç­
lendirmesi için gerekli zamana da sahip değildi.
Somerset dükünün gitmesiyle ülkede daha muhafazakar bir
ortamın oluşacağı beklentisi içinde olanların ümitlerini yerle
bir eden John Dudley, düşüncesizce apar topar Protestanlı­
ğa odaklandı. Bu yüzden, radikal Kıta Protestanlığının etki­
si, özellikle İkinci İbadet Kitabı (1552) ve Kırk İki Düsturdaki
(1553) itikada ilişkin bölümlerde kendisini güçlü bir biçimde
hissettirmiştir. İkinci İbadet Kitabı, Katolik doktrini ve pratik­
lerinden geriye kalanları da temizledi: Ekmek ve şarap ayin­
lerinde (Eucharist) İsa'nın bedeniyle var olduğunu öne süren
doktrin tamamen reddedildi. Din adamlarının kıyafetleri, ki ­
liselerinde bulunan eşya ve parçalar, yıl boyunca festivallerde
sergiledikleri dini ritüeller de dahil Katolikliğin bütün gele­
neksel unsur ve uygulamaları kaldırıldı.
VI. Edward'ın sağlığı gittikçe kötüleşmeye başlayınca, tah­
ta kimin çıkacağı meselesi aciliyet kazandı. Edward, üvey kız
kardeşleri Mary ve Elizabeth'i gayrimeşru ilan ederek, kendin­
den sonra tahta VII. Henry'nin torunu olan Lady Jane Grey'in
geçeceğini duyurdu. Jane Grey, Northumberland kontunun
ailesinden biriyle evlendirildi ve Edward ölünce kraliçeliği
ilan edildi. Ancak Mary tacın kendisine ait olduğunu söyleyip
Norfolk'ta ayaklanma başlattı. John Dudley onu mağlup et­
mek için harekete geçse de, Londra'nın ve Lordlar Konseyi'nin
desteğini arkasına alan Mary karşısında tutunamayarak teslim
1 6. Yüzyıl 2 1 9

oldu. D udley ve Lady Jane idam edildi. Şayet John Dudley,


ı560' larda İskoç kraliçesi Mary'ye karşı çıkan İskoç soyluları­
nın sahip olduğu güce benzer bir desteği sağlayabilmiş olsaydı,
muhtemelen 1553'te İ ngiltere de başarılı bir Protestan direni­
şine sahne olacaktı.
Mary, 1553-1558
Aragonlu Catherine ve VIII. Henry'nin kızı olan Mary, inanç­
lı bir Katolikti. Süratle Katolik pratiklerini ve papalık otori­
tesini tekrar tesis etmeye girişti. El konulan eski mülklerinin
Kiliseye iadesi yönünde bir Papalık bildirgesi yayınlandı ancak
söz konusu mülkler epey zamandır zengin ve varlıklı kişile­
rin eline geçmişti. Mary taht verasetini garantiye almak için
1 554'te V. Charles'ın oğlu olan genç kuzeni İspanyol Kato­
lik Philip ile evlenme kararı aldı. Ancak ortada bir de evlilik
sözleşmesi vardı: Buna göre ikisinin bu evliliğinden doğacak
çocuğu, İ ngiltere ve Hollanda tahtının doğal varisi olacaktı ve
eğer Philip'in önceki evliliğinden doğmuş oğlu ölürse, o vakit
İngiltere ve Hollanda'nın yanında tüm İsp anya krallığının da
başına ikisinin çocuğu geçecekti. Böylece Ingiltere iyiden iyiye
Kıta Avrupası ile bağlantılı bir hale gelecekti. Mary, Philip'e
"Eş Kral" unvanı verdi.
Evlilik ülkede iyi karşılanmadı ve bir süre sonra Sir Thomas
Wyatt, Kent şehrinde ayaklanma başlattı. Evliliği bozmayı
amaçlayan Wyatt'ın kafasında belki de Elizabeth'i de kraliçe
yapma düşüncesi vardı. Ama Londra ayaklanmayı reddetti ve
isyancılar yenildi. Bu olay, Yeniden Katolikleşme programının
bir an önce hayata geçirilmesi gerektiği yönünde bir uyarıcı
işlevi gördü. 1555 yılında aralarında Cranmer, Latimer, Ridley
gibi tanınmış simaların ve sıradan insanların da olduğu 284
Protestan yakılarak öldürüldü. Kıta Avrupa Protestanlığına en
yakın konumdaki Londra, Kent ve Sussex şehirleri en fazla
Protestan şehit veren ve kraliyetin baskısına en çok maruz ka-
220 İngiltere Tarihi

lan yerlerdi. Protestan şehitliği, ileride kendisini Protestan bir


ulus olarak tanımlayacak olan İngiltere için önemli bir olguy­
du. Kısa süre sonra siyasal iklim değiştiğinde, John Foxe'un
kaleme alacağı ve halk arasında Şehitler Kitabı olarak bilinen
Acts and Monuments ofthe Church (1563) adlı kitapta bile söz
konusu olgunun yansımaları görülmekteydi. Pek çok Protestan
Avrupa'ya kaçtı ve burada bir araya gelip "Tanrının isteğine
uymayan bir yöneticinin tahttan indirilebileceği" yönündeki
düşünceyi geliştirdi.
Gelgelelim İspanyol evliliği, Fransa ile 1557'de başlayan ve
1558'de Fransa topraklarındaki son İngiliz mülkü olan Cala­
is'nin elden çıkmasıyla neticelenen maliyeti yüksek ve başarısız
bir savaşa neden oldu. Daha önemlisi, karnı sık sık su topladığı
için bazen hamileymiş izlenimi uyandırsa da Mary'nin çocu­
ğu olmamış, hatta aslında bu durumdan ötürü hayatını kay­
betmişti. Henüz hayattayken eşi Philip, Aşağı Ülkeler'e sefere
çıkıp kendisini terk ettiğinde, Mary bir tirandan ziyade trajik
bir figürü andırıyordu. Yeniden-Katolikleşme girişimi kökle ­
rini derine salacak fırsatı bulamadan, Mary'nin yerine tahta
üvey-kardeşi Protestan Elizabeth geçti. Fakat unutmamak ge­
rekir ki Mary tahta çıktığında, Protestanlığın halk nezdindeki
itibarı hala çok sınırlıydı ve bu nedenle Mary Parlementoda
dinle ilgili yasal düzenlemeler yaptığında yahut çok sayıda
Protestanı ölüme gönderdiğinde neredeyse hiçbir direniş ve
muhalefetle karşılaşmamıştı. Yeniden-Katolikleşme girişimin­
de işlerin beklendiği gibi gitmemesinde, ülkenin ilk Protestan
reformcularının eski Katolik kurumları ve biçimleri yıkmış
olmasının hayati derecede etkisi vardı. Ama eğer Mary ken­
disinden sonra tahta çıkacak kadar uzun yaşayan bir Katolik
varis bırakabilmiş olsaydı, İngiltere çok büyük ihtimalle kar­
şı-Reforın'un zaferine sahne olacaktı. VI. Edward döneminde
yıkılan kilise mihraplarını ve heykelleri geri getirmek kolay
değildi, ama gene de Mary döneminde tekrar pek çok kilise
1 6. Yüzyıl 221

rnihrabı yapıldı ve toplu ayin kitabı gibi Kilise literatürüne ait


kitaplar basıldı. Kıta'da ise alabildiğine zulüm ve baskı vardı.

iskoçya'da Yüzyıl Ortası Krizi


Taht veraseti konusu İskoçya'da da ciddi sorunlara yol açtı. V.
Jam es'in 1538'de evlendiği ikinci eşi Guise-Lorrainli Mary'den
bir kızı olmuştu ve James 1542'de öldüğünde, yerine kızı Iskoç
kraliçesi Mary tahta oturdu. James'in ölümü ile bekledikleri
fırsatı yakalayan Protestanlar harekete geçti ve içlerinde John
J(nox'un da olduğu gizli bir grup, 1546'da Kardinal Beaton'ı
öldürüp St. Andrews Kalesi'ni ele geçirdi. Fakat hem İngil­
tere'yle savaş hem Fransız etkisi ve askeri varlığı (ki Fransız
birlikleri St. Andrews'u 1547'de geri aldı) hem de 1554'ten
sonra kraliçe naibesi olarak Guise-Lorrainli Mary'nin devreye
girmesiyle ülkede Protestanlığa karşı bir rüzgar oluştu. Zaten
Protestan sayısı da azdı. 1548'd e Kraliçe Mary Fransa'ya gön­
derildi ve burada 1559'da Fransız tahtının varisi (geleceğin II.
Francis'i) Francis ile evlendi. Böylece İskoçya çok daha sıkı
biçimde Fransa'ya yaklaşmış oldu.
1560'ta durum değişti. 1558'de İngiltere'de Elizabeth'in başa
gelmesi, İskoç Protestanları için -özellikle Protestan Lordlar
Topluluğu- bir umut kaynağı oldu. Fransız etkisine bir tepki
olarak İngiltere de Kraliçe naibesini görevden uzaklaştırdı ve
Protestanlığın vatanseverlikle ilişkilendirilmesi yolunda çaba
harcadı. 1560'taki İngiliz askeri müdahalesi ile buradaki Fran­
sız garnizonlarının varlığı sona erdirildi. Bu arada II. Francis,
Mary'yi çocuksuz bir dul halinde bırakıp 1560'ta öldü. Protes­
tanların hükmettiği Parlamento, papalık otoritesini ve Katolik
ayinini yürürlükten kaldırıp yerine Protestan inancına uygun
bir düzen getirdi.
156l'de İskoçya'ya dönen Mary, Elizabeth'e göre daha ih­
tiyatsızca davranıp, yokluğunda cereyan eden değişiklikleri
onaylamaya yanaşmadı. Ama önceki düzeni geri getirecek bir
222 İngiltere Tarihi

siyaset izleme becerisinden ve karmaşık ve zorlu İskoç baron­


ları dünyasında kendisine güçlü bir destek sağlama yeteneğin­
den mahrumdu. Bir yandan Protestan Lordlar Topluluğu ve
halefleri, Katolik bir monarka ve Fransız ittifakına karşı bir­
leşmiş, diğer yandan Mary, evlilik ile ilgili çıkardığı mes eleler
yüzünden iyice gözden düşmüştü. Kuzeni Lord Darnley ile
1565'te ikinci evliliğini yapan Mary'nin bahtı gene gülmedi.
Lord Darnley, Mary'nin yakın dostu olan David Rizzio'nun
öldürülmesi olayına bulaştı. Bunun üzerine Mary, muhteme­
len Botwell kontu acımasız James ile işbirliği yapıp Darnley'i
öldürttü ve akabinde de Kont James ile 1567'de evlendi. Fakat
bu hareketi geniş bir hoşnutsuzluk yarattı ve aynı yıl içinde
Mary, Protestan lordlara boyun eğmek ve Darnley'den olma
oğlu VI. James lehine tahttan feragat etmek mecburiyetinde
kaldı. Protestan Kilisesi artık yerini iyice sağlamlaştırmıştı.
Katolik bir monark, Protestan bir muhalefet tarafından
tahttan indirilmişti. Sonraki sene Mary ülkeden kaçtı ve Lang­
side'da verdiği mücadeleyi de kaybedince, çareyi Elizabeth'e sı­
ğınmakta buldu. Mary'nin tahttan feragat etmesi, kralın halka
karşı sorumluluğuna dair fikirlerin dillendirilmesinin önünü
açtı ve bu da halkın yüklendiği sorumluluklara ilişkin herhangi
bir otoriteryan vurguyu sınırlandırdı. Sözleşmeye dayalı kral­
lık teorisinin gelişmesinde, başta VI. James'i yetiştiren hocası
George Buchanan olmak üzere, Kilise ileri gelenlerinin katkısı
büyüktü.
Milliyet fikri de farklı yollarla gelişmekteydi. Haritacılık
sayesinde, ülkelerin şekilleri ve konumları daha iyi anlaşılmaya
başladı ve bu da insanların ülkeleriyle kurdukları bağı gide­
rek kuvvetlendirdi. İngiltere'dekine kıyasla daha az olsa da 1 6 .
ve 17. yüzyıllarda İskoç'yanın haritalanması da büyük gelişme
kaydetti. Highlands taraflarının haritalandırılması için bir süre
daha beklemek gerekecekti ama şu aşamada en azından kıyı
bölgelerinin artık eğri büğrü olmayan ve doğruya çok daha ya-
1 6. Yüzyıl 223

kın çizimleri vardı. 16. yüzyıl ortalarında İskoçya'nın ilk hari­


taları John Elder ve Lawrence Nowell tarafından çizildi.
{. Elizabeth, 1558-1603

1 327- 13 77 arasında İngiltere kralı olan 111. Edward'dan sonra


tahtta en uzun kalan ikinci isim, ülkeyi 44 yıl aralıksız idare
eden 1. Elizabeth'ti. Onun uzun ömürlülüğü ve kişiliği, Tudor
dönemi İngilteresi'nin siyasi ve dini karakterinin belirlenmesi­
ne damgasını vurdu. Ayrıca 18. yüzyılda il. George tarafından
aşılana dek, en uzun yaşayan monark rekoru da 1533 doğumlu
olan Elizabeth'e aitti. Şüphesiz bunda, hiç evlenmemesinin ve
böylece doğum risklerind�n uzak kalmış olmasının payı vardı
am a insan 71 yıl yaşayan Iskoç kralı Aslan William ve 74 yıl
yaşayan 11. Robert gibi örneklere rağmen gene de Elizabeth'in
uzun ömürlülüğüne şaşırmaktan kendini alamıyor. Eğer sade­
ce üvey kardeşi VI. Edward kadar uzun yaşamış olsaydı, hiç­
bir zaman bir kraliçe olamayacaktı; keza üvey kardeşi Mary
yahut büyükbabası VII. Henry kadar yaşasay�ı bu kez de -
şayet 1587'den önce idam edilmemiş olsaydı- Iskoç Kraliçesi
Mary'den önce hayattan göçmüş olacaktı.
Elizabeth'in uzun ömürlülüğü, ihtiyatlı tutumu ve politik
yeteneği, yüzyıl ortasında kargaşanın ardından ülkenin tekrar
siyasal bir istik.far kazanmasında büyük rol oynadı. Hem vera­
set konusu hem de dinsel meseleler yeni bir yapılanma içine
girdi ve ayrıca yeni para basımı gerçekleştirilmek suretiyle mali
bir disiplin sağlandı. Elizabeth'in evlenmemesinin, ileride bir
taht veraseti sorununa yol açacağı düşünülmekteydi. Ancak
İskoç Kraliçesi Mary'nin 1587'de idam edilmesiyle, maktu­
lün 1566 doğumlu ve VII. Henry'nin büyük kızı Margaret'tan
olma oğlu James'in, İskoç VI. James unvanıyla taht adayı ol­
ması ve böylece Protestan bir veraset usulünün kabulü yönün­
de genel bir uzlaşı ortaya çıktı. Elizabeth, gönülden olmasa da
buna kabul edilebilir bir çözüm olarak yaklaştı.
224 İngiltere Tarihi

Elizabeth, iki farklı rejim altında yaşamaya uyum sağlayacak


tarzda hümanist bir eğitimle yetiştirilmiş ve talih rüzgarının
farklı yönlerden esebileceğini görmüştü. O nedenle fanatik b iri
değildi. Üvey kardeşi Edward ya da Mary'nin aksine dini duy­
guları güçlü biri de değildi ve bu yüzden dini ihtilaflarda uzlaş­
macı bir tutum takınabilirdi ki bu da en iyi ihtimalle Papa'nın,
rahiplerin ve bazı hurafelerin olmadığı -babasının anladığı
şekliyle- bir Katoliklik olabilirdi. Ancak bunun için gereken
güçlü bir siyasi destekten yoksun olması, onu daha ileri adım­
lar atmaya yöneltti. Gene de farklı farklı görüşlere sahip halkın
tamamını kucaklayacak kadar geniş bir ulusal Kilise kurmanın
yollarını arayan Elizabeth, Northumberland'dan daha muha­
fazakar olan bir Protestan yapılanması meydana getirdi. Ama
onun Protestanlığının sınırları vardı: Törenler ve dini kıyafetler
ile dini pratikler noktasında durduğu yeri herkese göstermişti.
Protestan inancı ve pratikleri arasında, düzenin devamı için
gerekli olanları kabul edip, bu amaca hizmet etmeyenleri ise
reddetti. Bu yaklaşım, hala eski dini gelenekleri hatırlayanların
bulunduğu bir toplum için en uygun seçenekti. Elizabeth, öz
olarak Protestanlık doktrini içinde yer alıp halkın davranışla­
rını etkileyen kimi "harici" unsurlara ses çıkarmadı. Eski dinin,
tamamen olmasa da İngiltere'nin büyük kesimi için artık bir
ölüden farksız hale geldiği 1580'li yıllara kadar Protestanlık
genel bir kabule mazhar olamadı ama bu tarihten sonra, ulusal
beka duygusuyla ve 1585'te başlayan İspanya Savaşı'nda yük­
selen İngiliz ulusal bilinciyle özdeş hale geldi.
Daha sonra İngiliz nüfusunun çoğunluğu, Kilisenin üye­
leri haline gelmeye başladı. Bu insanlar, rahibin öğrettiği her
şeyle ayrıntılı olarak ilgilenmek zorunda değildi; muhtemelen
onların ilgisi, Tanrı korkusu ve iyi bir Hıristiyan olarak yaşa­
ma ve özellikle kurtuluşa erenlerden biri olup sonsuz hayata
kavuşabilme gibi konulara dönüktü. Kilise ulusu, devleti ve
yerel unsurları kapsayan bir yapı arz ediyordu. Başında Kralın
bulunduğu kilise, yerel ve ailevi kimlik için bir zemin sundu.
1 6. Yüzyıl 225

Yerelde yaşayan insanlar, kendi mahalleri ve kendi kiliseleriyle;


bir zamanlar yakılan cetlerinin yattığı ve kendilerinin de vara­
cağı son menzil olan kilise mezarlığıyla ve değerleri ve adetleri
J(ilise tarafından tasdik edilmiş olan cemaatle özdeşleşti.
Elizabeth piskoposları, dini doktrini ve ayinleri dahil Kili­
se üzerinde kraliyetin denetim gücünü korumaya kararlıydı ve
bir kere Elizabethçi Kilise düzeni ortaya çıkınca, daha ileri re­
formlar yapması yönündeki talepleri karşılamada isteksiz dav­
randı. Bu, daha radikal Protestanlarla bir gerilime neden oldu.
Püritanizm, mevcut Kilise düzeni içinde, sert bir Kalvinist te­
oloji ve organizasyon için daha r_adikal bir reform isteyen bir
eğilimi temsil ediyordu. 1585'te Iskoçya'da yönetimi üstlenen
VI. James de benzer biçimde Genel Presbiteryen Meclisi'nin
muhalefeti ile karşılaştı ve o da Elizabeth gibi iktidarına ve
otoritesine halel getirmeden, Kiliseye destek olmak üzere bir
piskoposluk bürosu tesis etti.
Kraliyetin egemen ayrıcalığını sürdürmeye kararlı ama ne
zaman geri adım atacağını da bilen; zayıflık intibaı uyandır­
madan ödün verebilen ve aralarından bakanlarını seçtiği saray
çevresini büyük bir ustalıkla çekip çeviren Elizabeth, başında
bulunduğu krallığın en tecrübeli siyasetçisi olmuştu. Her ne
kadar tuttuğu bazı isimler olsa da, siyasi çıkarı söz konusu ol­
duğunda onları da feda etmeye hazırdı. Elizabeth döneminin
genel bir özelliği olan, erkeğe itaat eden kadın tipini kınamadı;
kendisinin ise bir aracı olarak Tanrı tarafından seçilmiş müs­
tesna bir kadın olduğunu öne sürdü. Sivil yöneticiler arasında
yaşanan uzlaşmazlıkların üstesinden gelmede oldukça başarı­
lıydı, ancak aynı şeyi ordu komutanları ile yaşadığı sorunlar
için söylemek güçtür. Zeki ve genelde pragmatikti ama gene
de değişime adapte olma noktasında zorlanabiliyordu.
Elizabeth'in Protestan yapılanması, ülkedeki Katolikleri
telaşlandırdı. Yaklaşık 500 civarında Katolik, bu düzenleme­
�eri reddetti ve bir kısmı Kıta Avrupası'na göç etti. Gidenler,
Ingiltere'de insanları tekrar Katolikliğe döndürmek amacıyla
226 İngiltere Tarihi

misyonerler yetiştirmeye başladı. Misyoner kurumlarının en


ünlüsü, bu dönemde henüz İspanya kralı II. Felipe'nin ege ­
menliği altındaki Hollanda'da 1568'de kurulmuş olan D ouai
idi. Aynı yıl, tahta çıkma sırası kendisinde olan İskoç kraliçesi
Mary İngiltere'ye kaçmış ve hapse atılmıştı ve Mary'nin varlı­
ğı, bir tedirginlik kaynağı haline gelmişti.
1569'da İngiltere, Elizabeth'in önde gelen bakanlarından
William Cecil'i görevden uzaklaştırmayı ve tahtın meşru
varisi olarak İskoç kraliçesi Mary'yi gören Norfolk dükü ile
Mary'nin evlenmesini amaçlayan bir komploya sahne oldu.
Komplo boşa çıkarıldı ancak kuzeyde bir isyan başlamasına
yol açtı. İsyan özellikle, kraliyetten sıcak bir ilgi göremeyen ve
bu nedenle yerel iktidarlarının potansiyel bir tehdit altında ol­
duğunu düşünen Northumberland ve Westmorland kontları
tarafından destekleniyordu. İsyan ateşi, Durham Katedrali'nin
işgal edilmesiyle yakıldı. İsyancılar pek çok kilisede yeniden
Roma Katolik ayinini uygulamaya koydu. Gelgelelim güneye
yönelen kontların, Mary'ye ulaşıp onu serbest bıraktırma im ­
kanı bulunmuyordu ve zaten güçlü bir ordunun yola çıktığını
duyan her iki kont da çareyi kaçmakta buldu. Northumber­
land Kontu idam edilirken, Westmorland ailesine ait Neville
Kontluğu'nun unvanları ellerinden alındı. İsyana katılan iki
yüzden fazla yoksul ve sıradan insan, Elizabeth'in emri üzerine
Durham'da asıldı ve evleri de talan edildi. Daha zengin olanlar,
daha iyi bir muamele görüyordu ve bir yorumcunun deyimiyle
"garibanlar hem yağmaya hem idama maruz kalırken, soylu ve
zengin olanlar kaçmıştı".
Kuzeydeki isyanın ardından 1570 yılında Papa bir bildiri
yayımlayarak Elizabeth'i aforoz ettiğini ve tahttan uzaklaştır­
dığını duyurdu. Bu bildirinin ardından, Mary namına 1572'de
Ridolfı, 1582'de Throckmorton ve 1586'da Babington komp­
loları tertiplendi. Aslında Elizabeth, akrabası ve hemcinsi olan
Mary'yi öldürmeye hevesli değildi. Fakat 1586'da Babing­
ton'da gerçekleşen Elizabeth'e dönük suikast olayı ile ilgili ele
1 6. Yüzyıl 227

geçirilen bir mektupta, Mary'nin suikasti onayladığının ortaya


çıkmasıyla yolun sonu görünmüş oldu. Mary ihanet suçla­
masıyla 1587'de Fotheringay Kalesi'nde idam edildi. Elbette
suçlam anın kendisi tartışmaya açıktı: Çünkü Mary'nin Eliza­
beth'e sadakatle itaat etme gibi bir mecburiyeti yoktu. Eliza­
beth , James'i tahtın varisi olarak ilan etme konusunda isteksiz
davranmayı sürdürse de ona belirli oranda yıllık tahsisat bağ­
lamayı ihmal etme.di.
Bir süre sonra lngiltere kendisini büyük bir savaşın içinde
buldu. Elizabeth, İspanya kralı il. Felipe'ye karşı nüfusunun
büyük kısmı Protestan olan Hollanda'da başlayan ayaklanma­
yı destekleme kararı alıp, 1585'te isyancılarla yaptığı Nonsuch
Antlaşması gereği bölgeye Leicester kontu Robert'ın komuta­
sında bir birlik sevk edince, İspanya ile savaş da resmen başla­
mış oldu.

İspanyol Donanması
İngiltere'nin birliklerini yollaması, Hollanda'daki çatışmanın
seyrini pek de değiştirmedi ancak bu gelişmenin hemen ar­
dından bu kez Philip İngiltere'ye karşı büyük bir saldırı baş­
lattı. Gelgelelim Philip tasarladığı iki ayaklı planını tam olarak
uygulayamadı: Bir yandan İspanya üzerinden (1580'd.en beri
Portekiz kralı aynı zamanda Ispanya'nın da kralıydı) Ingilte­
re'ye çıkartma yapmayı; öte yandan Parma dükü Alessandro
Farnese'nin komutasında Hollanda'da konuşlanmış İspanyol
birliklerini Dover geçidinden karşıya geçirmeyi planlamıştı.
Ama başarısızlığın tek nedeni bu değildi. İspanyolların ge­
rekli savaş hazırlıklarını bir türlü tamamlayamamaları ve Sir
Francis Drake'in Cadiz'de bulunan İspanyol deniz üssüne
15 87'de yaptığı başarılı baskını da eklemek gerekir. Sonraki yıl
1 30 gemi ve 19.000 askerden müteşekkil İspanyol donanması
Lizbon'dan ayrılıp Manş Denizi'ne gitmek üzere yola çıktı ve
ardından Farnese'nin donanmasıyla birleşti. Fırtınanın neden
228 İngiltere Tarihi

olduğu hasarı gidermek için Corunna'da bir süre bekleyen do­


nanma, Temmuz'da harekete geçti ve Manş'ın girişine kadar
geldi. Burad.an Calais yönüne doğru seyreden İspanyol savaş
gemilerine lngilizler, uzun-mesafeli atış kapasitesine sahip
toplarıyla atışlar yapsa da donanma bu saldırıdan zarar görme­
di ve dokuz gün süren çatışmalar boyunca İspanyollar düzen­
lerini muhafaza etmeyi başardı. Ancak avantajlı konumda olan
İngilizlerdi. İngilizler hem daha üstün gemicilik tekniğine sa­
hipti hem de ellerindeki dört tekerlekli mühimmat taşıyıcıları
sayesinde, çok seri biçimde hareket edebiliyordu. İspanyollar
ise bunlardan yoksundu.
İspanyol donanması Calais kıyılarında demirlemiş haldey­
ken, gece yarısı ani bir İngiliz saldırısına maruz kaldı ve daha
sonra Gravelines Savaşı'nda da İngiliz fılosu İspanyollara ciddi
bir darbe vurdu ve donanma ağır hasar aldı. Güçlü fırtınanın
etkisiyle İspanyol fılosu Kuzey Denizi'ne kadar sürüklendi ve
gerek fırtınadan gerekse çatışmadan ötürü ağır kayıplar veren
İspanyol donanması, İskoçya'nın kuzeyi ve İrlanda'nın batı kı­
yıları boyunca ilerledikten sonra İspanya'ya güçlükle geri dö­
nebildi. Bu fırtına, İngiltere'ye ve Elizabeth'e Tanrıdan gelen
bir lütuf olarak yorumlandı.
Çok sayıda yetişmiş ve tecrübeli insanın bu savaşta kaybe­
dilmiş olması elbette İngiltere donanması için ciddi bir darbe
demekti. Kısa sürede donanma yeniden kuruldu kurulmasına
ama İngilizlerin kendisi de denizlerde kalıcı bir zafere inanma­
maktaydı. 1589'da Drake, Corunna'ya başarılı bir sefer düzen­
leyip İspanyol savaş gemilerini tahrip etse de, seferin sonraki
aşaması başarısızlıkla neticelendi. Drake zayıf bir stratejistti,
bu nedenle ne Lizbon'u alabildi ne de Yeni Dünya ile İspan­
ya arasındaki geçiş güzergahlarını kontrol etmeyi başarabildi.
Fırtınalar önünde savrulan İ ngiliz donanması, dönüş yolunda
epeyce hasar gördü. Gerek İspanyol gerek İ ngiliz donanması,
bu dönemdeki deniz gücünün sınırlılıklarını gözler önüne se­
rer: Özellikle fırtınalar karşısında yaşanan dayanıksızlık, seyir
1 6. Yüzyıl 229

esnasında organize olamama ve büyük filoların erzak tedari­


kinde görülen zorluklar bu duruma işaret etmekteydi.
Elizabeth'in Son Yıllarındaki Sorunlar
İspanyol donanmasının bozguna uğratılması, İngiliz ulusu­
nun mukadderatı gibi bir hissiyatın öne çıkmasını sağladı ve
bu da dönemin politik diline ve oyunlarına yansıdı. İngilte­
re'ye yardım eden rüzgarlar, ilahi bir lütuf olarak telakki edil­
di. 1605'teki Barut Komplosu'nun1 engellenmesi ve 1 688'deki
Şanlı Devrim gibi iki olayla birlikte bu başarı da İngiltere'nin
Tanrı tarafından korunan bir devlet olduğu algısının doğma­
sına neden oldu. Gelgelelim uzun süren savaştan kaynaklı
ekonomik kriz de kendini açığa vurmuştu. Üretim sektörünün
belirli alanlarında yahut belirli malların satışında krallık tara­
fından imtiyaz beratı verilmesi ve ek vergiler getirilmesi gibi
mili tedbirler, 1597 ve 1601 senelerinde Parlementoda çok
sert tartışmaların yaşanmasına yol açtı. Ayrıca savaş için gere­
ken kaynakların temini noktasında da açık bir başarısızlık söz
konusuydu. Kraliyetten imtiyaz belgesi almış olanlar bunları
üretim veya ticaret amacıyla diğer insanlara sattı ve böylelikle
de bu imtiyaz belgeleri ikinci bir vergilendirme formu olarak
tezahür etti.
Püritanizm, bilhassa bazı meclis üyeleri Presbiteryen bir
kilise örgütlenmesi için yasal girişimde bulundukları 1587 yı­
lında, Parlamentoda hararetli tartışmalara sebebiyet verdi. Bu
girişim başarısızlıkla neticelense de, dini konularda değişime
karşı olan Elizabeth ile bazı üyeler arasında öfke tonu yüksek
bir sürtüşmeye neden oldu. Elizabeth kendisine uzun zaman­
dan beri hizmet eden William Cecil (Lord Burghley), Francis

1Robert Catesby liderliğindeki Katolik bir grubun, 1 605'te I. James'i


öldürmek için Parlamentoyu havaya uçurmayı tasarladıkları girişim.
Eylem gerçekleşmeden birkaç gün önce açığa çıkartılmıştı. (ç.n.)
230 İngiltere Tarihi

Walshingham ve Robert Dudley gibi bakanlarının ölümünde n


sonra istikrarlı bir hükümet kurmakta zorlanmaya başladı.
Ülkedeki yiyecek kıtlığı, fiyatlarda ani yükselişe yol açmış ,
kötü beslenme oranlarını yükseltmiş ve bu nedenle de h asta­
lıklar karşısında direnci zayıflatmıştı. Bütün bunlar toplum­
da bir kriz duygusu yarattı. Çünkü ölüm oranları 1590'larda
-özellikle 1597'de- yükselişe geçmişti. Ancak toplumsal hu­
zursuzluğun politik boyutları da vardı: Bunların en önde ge­
leni, müşterek arazinin büyük lordlar tarafından çitle çevril­
mek suretiyle kapatılmasıydı. Bu atmosfer içinde yavaş yavaş
ayaklanma söylentileri yayılmaya başladı; gerçekten de 1597'de
Oxfordshire'da ayaklanmaya dönük bir hazırlık söz konusuy­
du. Kriz anlarında uygulanan, başıboş gezen insanlara karşı
tedbir alma ve depolarda saklanmış ürünü paylaştırma gibi ge­
leneksel çözümlere, yeni depolar inşa etmek, yoksulluk yasası
çıkartmak ve arazi kapatmalarına karşı hukuku devreye sok­
mak gibi yeni çözümler eklenerek durumu iyileştirme yönünde
girişimlerde bulunuldu. Londra'da izlenen sosyal politikanın
münhasıran sert ve haşin bir yanı yoktu, ancak şehrin ölçeği
kolaylıkla iç-karartıcı senaryolara ilham kaynağı olabiliyordu.
Bunlar arasında en ünlüsü Thomas Dekker'ın 1606'da yayınla­
dığı Londra'nın Yedi Ölümcül Günahı adlı kitapçıktı.
İspanya kralı II. Felipe ile yaşanan sorunlar, Elizabeth'in
1589-1597 arasında cereyan eden Fransa Din Savaşları'nda
İspanya karşıtı grupları desteklemek amacıyla bölgeye asker
göndermesiyle yeniden alevlendi. Brittany'e ve Normandi­
ya'ya dönük seferler cılız kalsa da, bu seferlerin etkisiyle IV.
Henry -Elizabeth'in arzuladığı şekilde- artık Fransız tahtına
daha fazla ilgi göstermeye başladı. Felipe de boş durmayarak,
bir yandan İskoçya'daki Katolik aristokrasiyle işbirliğine giri­
şirken öte yandan İrlanda'da da etkili olmaya çalıştı.
1 6. Yüzyıl 231

irlanda'nın Dize Getirilişi


vnı. Henry zamanında İrlanda'da yürütülen asimilasyon si­
yas eti , haleflerinin elinde baş1? bir yöne evrildi. İngiltere'ı:ıin
kontrolü altındaki bölgelere lngiliz yerleşimciler ('Yeni ln­
gilizler') sevkedilerek buradaki toprakların tarımsal faaliyete
açm ak suretiyle "temellük edilmesi" siyaseti uygulamaya kon­
du. Yeni tarım arazileri Kraliyetin konumunu daha da güçlen­
dirdi, ancak bölge halkı ve İrlandalı toprak sahipleri elbette
bu durumdan hoşnut değildi. İlk defa VI. Edward'ın ortaya
koyduğu söz konusu siyaset, Mary'nin hükümranlığı sırasında
genişledi. 1560'ların sonundan itibaren bölgedeki lngiliz ida­
resi gittikçe askeri yüzünü daha fazla göstermeye başlayarak
kontrolü arttırma ve tahkim etme amacıyla yeni girişimlerde
bulundu. Connaht (1569) ve Munster'da (1571) bölgesel mec­
lisler kuruldu ve isyanlar çıktığında da her zamanki gibi güç
kullanımına başvuruldu. Kraliyet otoritesi, Sligo, Fermanagh
ve Monaghan gibi merkeze oldukça uzak yerleri kapsayacak
kadar genişletildi.
Bu siyasetin münhasıran Protestanlığın yayılmasına zemin
hazırlayıcı bir yanı yoktu ancak gene de Katoliklerin Karşı-Re­
formasyon ile yeniden canlanması ile beraber, dinsel farklılık
İrlanda'daki en önemli unsur haline geldi. Politik bir çatlağı
sembolize eden ve güçlendiren bu farklılık, gitgide istilacı ola­
rak görülen bir kesim ile bunlara boyun eğen bir nüfus arasında
bir nefret duygusunu da beraberinde getirdi. "Yeni İngilizler"
devletin desteğini arkalarına almış olmanın rahatlığı içindey­
ken, Katolik "Eski İngilizler" kendilerini dışlanmış ve Kraliye­
tin gözünden düşmüş gibi hissetti; Gael'ler (köken itibarıyla
İngiliz olmayan yerli halk) ise karşılarında merhametsiz ve
kötü bir yönetim buldu. Elizabeth İrlanda meselesine gerek­
tiği kadar özen göstermedi ve İngiltere söz konusu olsa asla
kabul etmeyeceği vurdumduymaz bir politikanın İrlanda'da
hüküm sürmesine göz yumdu. Dahası Protestan Kilisesi de,
232 İngiltere Tarihi

burada zor şartlar altında gönüllü olarak çalışacak nitelikli din


adamı bulmakta zorlandığı için bu bağlamda halka bir hizmet
sunamadı. 1607 tarihli bir resmi raporda, Cashel Başpiskopos ­
luğu'ndaki bazı din görevlilerinin "Kilisede hizmet etmektens e
çiftliklerinde domuz yetiştirmeyi tercih ettiği" belirtiliyordu.
İrlanda'daki Gaelic direnişi 1580'lerde Desmond ayaklan­
masıyla yeni bir boyut kazandı; 1594'te Tyrone �ontu Hugh
O'Neill'ın başlattığı büyük isyan ile de genişledi. Irlandalılar­
dan oluşan 10.000 kişilik bir ordu ile ayaklanan O'Neill daha
sonra kuzey hattından Munster'a doğru ilerledi ve Katolik
"Eski İngilizler"in desteğini aradı. Ateşli silahlar, yüzyılın or­
talarından itibaren İrlanda'da büyük ölçüde kullanılmaktaydı
ve bu nederıle O'Neill'ın adamları en az İngilizler kadar iyi
silahlanmış durumdaydı. Pekçoğu İspanya Savaşı'na katılmış
son derece profesyonel askerlerdi ve O'Neill adamlarını tama­
men ateşli silah ve mızrak kullanma tekniğine göre eğitmişti.
Ulster'in ormanlarla kaplı ve bataklıklara sahip arazisi, vurkaç
taktiği ve pusu kurma için son derece uygun bir yerdi ve 1595
yılında O'Neill İngiliz ordusunu Clontibret'te pusuya düşüre­
rek ağır bir zayiat verdirdi. Üç yıl sonra Yellow Ford'da İrlan­
dalılara karşı harekete geçen bir başka İngiliz birliği de mağlup
oldu.
Elizabeth'in yakın çevresinden Essex Kontu kibirli Robert
da 1599'da çıktığı seferde O'Neill'ı yenmeyi başaramadı. Bu,
Robert'ın artık kraliyetin lütfundan mahrum kalıp gözden
düşmesine neden oldu. Kraliçenin daha önceden vermiş oldu­
ğu ekonomik ayrıcalıklarını yitirerek büyük bir borç batağına
saplanan Essex Kontu Robert, Elizabeth'i tutuklayıp en büyük
rakibi olan Sir Robert Cecil'i de ortadan kaldırmak maksadıyla
1601 yılının Ocak ayında bir darbe yapmaya niyetlendi. Essex
Kontu, asalet ve onur elde etmek için güçlü olması gerektiği­
nin farkındaydı ve "sıradan bir memur yahut köle gibi hizmet
etmek istemiyordu". Cecil bu acemice plarılanmış girişimi kur­
nazca boşa çıkardı; darbe girişimi başarısızlıkla neticelendi ve
1 6. Yüzyıl 233

Essex kontunun kellesi alındı. Bir kez daha, İrlanda'daki ge­


lişmeler ülkenin genel siyasetini etkileyen ciddi sonuçlar üret­
mişti ve bu son olm_ayacaktı.
1 600 senesinde Ingilizler kraliyeti temsilen adaya daha et­
kili bir yönetici olan Mountjoy kontu Charles'ı atadı. Charles,
O'Neill'ın lojistik sistemini çökertmek için kışın sefere çıkma­
yı planladı ve ayrıca İrlanda ordusunu besleyen göçebe hayvan
sürülerinin de önünü kesmeyi düşündü. Sayıca üstünlüğüne
�venen Charles, süregiden çatışmayı yeni bir evreye taşıdı.
Ingilizlerin en büyük korkusu, bir �ış müdahale ihtimaliydi
ve 1 601'de korku gerçeğe dönüştü. Ispanya kralı III. Felipe,
O'Neill'a destek amacıyla 3.500 kişilik bir askeri birliği Kin­
sale'e yolladı. Elinin güçlendiğini hisseden O'Neill, Charles'ı
abluka altına almak yerine doğrudan saldırmaya karar verdi.
Gelgelelim İrlandalıların gecenin karanlığında Charles'ın ka­
rargahına doğru başlattıkları harekat son derece kötü yönetildi
ve 24 Aralık sabahı O'Neill taktik üstünlüğü kaybedince ilk
defa Charles'a karşı saldırı için gün doğmuş oldu. İngiliz sü­
varileri İrlandalı muadillerini bölgenin dışına doğru sürükledi;
İrlandalı piyadeler de geri çekilince yenilgi kaçınılmaz oldu.
İrlanda sadece 1.200 adamını kaybetmekle kalmadı, mutlak
zafer duygusu da yara aldı. İspanyollar daha sonra ek bir des­
tek gücü göndermeyince, O'Neill 1603 yılında teslim olmak
zorunda kaldı.
Böylece ilk kez adanın tamamı İngiliz kontrolü altına gir­
miş oldu. Sonrasında İrlanda'nın birliği meselesi hep bir çe­
kişme unsuru olarak kaldı ve bir bütünlük arayışı olarak eksik
parçanın tekrar yerine konması gerektiği varsayıldı. Romalı­
larda ve İngiltere'de olduğu gibi, İrlanda'nın bir dış güç tara­
fından ele geçirilmesi de yeni bir birlik anlayışını beraberin­
de getirdi. Öncelikle İngilizlerin zaferinin hemen ardından,
toprakların temellük edilmesi politikası yeniden ve kapsamlı
biçimde devreye sokuldu. O'Neill ve O'Donnel 1 603'te teslim
olduklarında, kişisel arazileri kendilerine iade edilmişti. Fakat
234 İngiltere Tarihi

Ulster'de İngiliz hukuku ve geleneğinin dayatılmaya başlan­


dığını gören O'Neill ve O'Donnell beraberlerinde çok sayıda
destekçileri ile birlikte 1607'de İtalya'ya kaçtı. Bunun üzerine
1. James (namı diğer İskoç VI. James) ikisinin de topraklarını
müsadere etti: 20.000 km2 genişliğindeki Ulster kraliyet hazi­
nesine geçti. Daha verimsiz olan bazı araziler yerli İrlandalılara
bırakılırken, geriye kalan toprakların bir kısmı İngiliz ve İ skoç
yerleşimciler ile kraliyet görevlileri ve kilise arasında pay edil­
di diğer kısmı da tarımsal faaliyet için gereken maddi desteği
sunması karşılığında Londra'ya bırakıldı. Ayrıca Ulster'deki
Antrim ve Down kasabaları özel arazi statüsüne alınıp İ skoç
yerleşimcilere tahsis edildi. 1618 yılı itibarıyla Ulster'de 40.000
İskoç yaşıyordu. Diğer yerleşim faaliyetleri Wexford, Leitrim,
Westmeath ve Longford gibi güneydeki bölgelere doğru yayıl­
dı. Buralarda çok az sayıda Protestan yerleşimci bulunuyordu.
İrlanda'nın pek çok bölgesinde, yerli toprak sahiplerinin mü1-
küne el konmuş ve son kertede Protestanlara tahsis edilmiş ­
ti. Ulster'deki yerli nüfus, çok sayıda Protestan yerleşimcinin
şehre getirildiğini görünce, bir bütün olarak buradaki konum­
larının bozulup kötüleşmeye başladığını görüyordu. Toprak,
din ve siyasal meseleler etrafında yoğunlaşan hoşnutsuzluklar,
nihayet 1641'de isyanın fitilini ateşleyecekti.

Okyanus Ötesi Yayılma


İngiliz gücünün yükselişi sadece İrlanda'yla sınırlı bir gelişme
değildi. Esasen İngilizler, Fransa'daki topraklarının neredeyse
tamamını kaybettikten sonra gözlerini yeni yerlere, okyanus
ötesine doğru çevirmede gereğince hızlı davranamadı. Bunun
nedeni iki hususta eksiklik hissetmesiydi: Birincisi, Azores,
Madeira ve Kanarya adalarının Portekizliler ve İspanyollara
(tıpkı bir zamanlar Faroe Adaları'nın ve İzlanda'nın Viking­
lere) sağladığı türden, denizde seyretme imkan ve kapasitesi­
ni kolaylaştıracak "sıçrama tahtaları"ndan yoksun olmasıydı.
16. Yüzyıl 235

İkincisi ise gene Portekizliler ve İspanyolların, Müslümanlar


ile olan uzun mücadeleleri esnasında elde etmiş oldukları bir
yayılmacılık geleneğiydi. Gene de İ?gilizler bir süre sonra de­
nizlerdeki yerlerini almaya başladı: ilk deniz seferinde boydan
boya Atlantik'i geçtiler, daha sonra ise dümeni Güney Asya'ya
doğru kırdılar. Balık yakalamak amacıyla Bristol'den okyanusa
açılan insanlar muhtemelen 1480'ler veya 1490'larda Kuzey
Amerika'ya ulaşmıştı fakat yeni kıtaya dair ilk kesin bilgiyi
İtalyan John Cabot'un verdiği kabul edilir. 1497'de Bristol'den
denize yelken açan Cabot'un amacı zengin Doğu Hint Ada­
ları'na ulaşabilmekti ancak bunun yerine muhtemelen New­
foundland'a vardı. Bu güzergah kısa sürede çok sayıda İngiliz
balıkçısının mutat yolu haline geldi. Öteki kaşifler ise kuzey-­
batıdaki buzlu denizler üzerinden, Doğu Hint Adaları'na gi­
debilmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu. Martin Frobisher,
John Davis ve Henry Hudson kuzeyden bir geçiş güzergahı
bulduklarını düşünmüştü ancak 1610'larda William Baffin ve
Thomas James bahsedilen güzergahın okyanusa değil sadece
daha uzaktaki kıyılara çıktığını fark edecekti.
Kuzeydoğu hattı boyunca bir geçiş güzergahı bulmak da
cazip bir düşünceydi. Sir Hugh Willoughby 1553'te Lapland
kıyılarında böyle bir güzergah arayışındayken hayatını kaybet­
mişti ama daha sonra Richard Chancellor Beyaz Denizi keş­
fedip, ardından Moskova'ya doğru seyahat etti. Böylece Chan­
cellor zayıf da olsa bir ticaret yolu yaratmakla kalmadı, onun
izinden giden Anthony Jenkinson aynı rotayı takip ederek
1558-1562 yıllarında Orta Asya ve oradan da İran'a gitti.
Güney Asya'ya uzanan bir ticaret yolu kurmak daha iyi bir
girişim olarak görüldü ve bu amaçla 1 600 yılında Doğu Hint
Kumpanyası kuruldu. Bu, Britanya'nın Asya'daki egemenliği­
nin temellerini atan bir teşebbüstü. Şirket, bir dizi yatırımcının
uzun mesafeli ticaretin ciddi risklerini göze alarak krallık be­
ratıyla kurdukları imtiyazlı bir ticari organdı ve gücünü Lond­
ra'nın zengin ticaret kaynaklarından alıyordu. İngiltere'nin
236 İngiltere Tarihi

Güney Asya ticaretine girmesi, önce Portekiz'in ardından İ s­


panya'nın kontrolüne geçmiş olan Hint ticaret yolları üzerinde
yeni rekabet ve çatışma anlamına geliyordu. İngiltere'nin eski
yıllarda kurduğu planlar başarısızlıkla neticelenmişti: 155 0'ler­
de Portekiz'in Batı Afrika ticaretini sekteye uğratmak am acıy­
la yapılan girişim başarısızlığa uğramış ve 1560'larda Afrika
ile İspanya kontrolündeki Yeni Dünya arasındaki karlı köle
ticaretinden pay alma çabaları akamete uğramıştı. Tansiyonun
yeniden yükseldiği 1570'lerde, Yeni Dünya'ya giden İ sp anyol
ticaret gemilerine ve yerleşimcilere yönelik korsan saldırıları
yaygın hale geldi. Francis Drake 1566-68 ve 1570-73 tarih­
lerinde bir dizi saldırı gerçekleştirdi ve sonra 1577 ile 1580
arasında dünyanın etrafını gemiyle dolaşan ilk İ ngiliz oldu . Bu
yolculuğu sırasında California kıyılarında bir ay boyunca de­
mirleyen Drake, henüz bir yerleşim alanı olmasa da, Califor­
nia'yı Kraliçenin "Nova Albion''u olarak nitelendirmişti.
İngilizler ayrıca Yeni Amerika'nın doğu kıyısında bir kolo­
ni daha kurup, hiç evlenmemiş olan bakire Elizabeth'in onu­
runa buraya Virginia dediler. 1585 yılında 108 müstemlekeci
-bugünkü Kuzey Carolina sınırları içinde bulunan- Roanoke
adasına yerleşmeye karar verdi, ancak burada yiyecek temini
noktasında sıkıntı yaşadılar ve sonraki yıl adayı terk etmek
zorunda kaldılar. 1588'de bir başka grup geldi fakat 1590'da
buraya ulaşan yardım gemisi, iki yıl önce gelenlerden geriye sa­
dece terk edilmiş bir köy kaldığını gördü: Hastalık, açlık yahut
yerliler müstemlekecileri yok etmiş olabilirdi. Virginia'da kalıcı
bir koloni, ancak 1607'de kurulabilecekti.

Erken Modern Dönemde Kadın


Erken modern dönemde kadının durumunu ele almak için
1603'te ölen Elizabeth'in durumu iyi bir başlangıç zemini su­
nar. Genel olarak bakıldığında, en yüksek toplumsal düzey­
de kadının konumunun esasen bir şahsiyet ve siyaset meselesi
16. Yüzyıl 237

bağlamında tezahür ettiği görülür. Söz konusu bağlamı belir­


leyen unsur, kadın düşmanı olmasa da erkek-egemen bir kültü­
rün varlığıdır. Elizabeth'in sarayında görev yapan din adamları,
geleneksel "kadının zayıflığı" sterotipini daima vurgulayarak,
Kraliçeyi savaşçı bir kraliçe olarak değil Tanrının koruyup kol­
ladığı bir kadın olarak nitelendirdi. Tanrıya erkeksi nitelikler
atfedildiği bir ortamda, bütün din adamlarının erkek olması
şaşırtıcı değildir. Elizabeth şahsen bu tip fikirlerin pasif bir alı­
cısı değildi ama büyük büyükannesi Margaret Beaufort kadar
da ayrıksı biri değildi. Henüz 12 yaşındayken ikinci kocasın­
dan gebe kalan; oğlu VII. Henry'yi tahta oturtmak için zeki­
ce dolaplar çeviren ve ardından 1485'te alışılmadık bir adım
atarak kendisine Parlamento kararıyla femme sote (bağımsız
kadın) sıfatını alan; mülkiyet sahibi olabilen ve dördüncü ko­
cası kendisinden yirmi yıl sonra ölmesine rağmen dul bir kadın
gibi yaşayan Beaufort'un öyküsü, İngiltere tarihinde özel bir
yer tutar.
Bununla birlikte böylesi bağımsız davranışlar, kültürel bas­
kı ile karşılaşıyor ve bu da en açık biçimde hukuk sistemine
yansıyordu. İlgili hukukun büyük kısmı gelenekseldi: Örneğin
evlilik öncesi ve evlilik dışı cinsel ilişki söz konusu olduğunda
erkeğe ve kadına farklı standartlar uygulanmaktaydı. Bizatihi
Elizabeth bile, yakın çevresine topladığı erkekler hakkında ya­
yılan karalayıcı ve siyasi açıdan tehlikeli dedikodular ile epeyce
uğraşmak zorunda kalmıştı. Bu dönemde kadınların toplumsal
konumu ve serveti, kocalarına ve babalarına bağlı kalmaya de­
vam etti ve onlar tarafından belirlendi. 1578'de The Mirrour of
Knighthoodu İspanyolcadan tercüme eden Margaret Tyler, ge­
leneksel görücü usulü evliliği eleştirip artık etkisini yitirdiğini
dile getirdi. Drama yazarları, Middleton ve Dekker'ın The Ro­
aring Gir! (1610) adlı oyununda olduğu gibi, evlilik meselesini
ele alırken sıklıkla partnerin seçiminde anne-babanın oynadı­
ğı rolün karşısına bizzat sevginin kendisini çıkaran temaları
tercih etti. Francis Beaumont'un The Knight of Burning Pestle
238 İngiltere Tarihi

(1607) oyununda Jasper adlı çırak, ustasının rızası hilafına


onun kızı Luce ile evlenir. Ancak usta, kızı için başka bir erke­
ği münasip bulduğunda, buna direnen Luce'un payına düşen
ailesi tarafından evde bir odaya hapsedilmek olur. Ölü taklidi
yapan Jasper ise, bir tabut içinde götürüldüğü evde birden ta­
buttan çıkınca ustasının ödü kopar ve nihayet Luce ile evlen­
melerini kabul eder. Philip Massinger'ın A New Way to Pay
Old Debts (1622) oyununda ise insanların kanını emen tefeci
Sir Giles Overreach'in aileler arası evlilikler yoluyla toplums al
avantaj elde etme macerası anlatılır. İstediğine kavuşamayan
Overreach sonunda delirir.
Evli kadınlar her istediklerini gönüllerine göre yapamaz­
lardı, çünkü hukuken, kocalarınınkinden ayrı bir mülkiyet ve
servete sahip olamıyorlardı. Ancak hiç evlenmemiş ve yaşı bi­
raz geçmiş olan zengin kadınlar ile dullar için, kısmen özgür
davranabildikleri alanlar söz konusu olabiliyordu. Bunların ba­
şında, Oxbridge Koleji gibi çeşitli eğitim kurumlarına ve dini
kurumlara bağış yapabilmeleri geliyordu. İskoçya'da kadınla­
rın konumunun İngiltere'ye nazaran daha bağımsız olduğunu
gösteren çok sayıda kanıt vardır; özellikle karısına şiddet uygu­
layanlara karşı hukukun devreye girmiş olması dikkat çekicidir.
Erken modern dönemde kadının konumuna ilişkin başka
gelişmeler de yaşandı. Elitler arasında miras konusunda yaşa­
nan değişiklik sonucunda, daha uzak erkek akrabalar lehine,
kız çocuklarının ve dul kadınların mirastan aldığı pay azaldı.
Reformasyon hareketi kadın ve din ilişkisine dair yeni açılım­
lar sundu ve kadınlar dini meseleleri kendi iradeleriyle bilinçli
biçimde anlama ve tartışma imkanı buldu. Ancak elbette bu
açılımlar cinsiyetçi sınırlamaları tamamen aşamadı. Protestan
mezhebinin tutumu, geleneksel toplumsal fikir ve pratikleri
yansıtıyordu ve çok az sayıda kadın onların içinde muteber ko­
numlara yükselebildi. Uzun süre kadınlara az da olsa özerk bir
alan sunmuş olan rahibe manastırları kaybolup gitti. Muhte­
melen Reformasyon'un en büyük kaybedeni rahibelerdi.
16. Yüzyıl 239

Reformasyon hareketi, evliliğe ve evlilik içi cinsel aşka


yönelik daha olumlu bir yaklaşımın doğmasını sağladı. Din
adamlarının artık evlenebilecek olması, bu yeni durumu yan­
sıtan ve aynı zamanda güçlendiren bir gelişmeydi. Gene de
cinsel arzunun yıkıcı doğasına ilişkin kaygının okları bekar ve
zina yapan kadına doğrultuldu. Bu bağlamda dikkat çekici bir
gelişme, ahlak suçu olarak görülen davaların Kilise mahkemesi
tarafından görülmesi gerektiği anlayışından uzaklaşılıp bu ko­
nuların seküler mahkemelere devredilmeye başlanması oldu.
B öylece fahişeler ve adı kötüye çıkmış kadınlarla ilgili mese­
leler gittikçe sulh hakimliği tarafından ele alınmaya başlandı.
Reformasyon'dan önce başlayan bu süreç daha sonra ilerleme
kaydederek, başıboşluğa karşı tedbir arayışlarına yansıyan bir
toplumsal kontrol kaygısıyla bir arada gelişti. Gelgelelim hem
kadınların hem de erkeklerin görüşlerine sinmiş olan dönemin
cinsellik standartlarına göre kadınlar, ataerkilliğin devamını
belirli ölçüde destekliyordu. Reformasyon'dan sonra, Kilisenin
aile müessesesi üzerindeki sıkı kontrolünü gevşeten İç Savaş'a
kadar geçen sürede ciddi bir değişiklik yaşanmadı. 1653'te yeni
sivil nikah törenleri yapılmaya başlansa da geleneksel dini ri­
tüeller ve toplumsal kabuller ağırlığını hissettirmeye devam
ediyordu ve hatta 1660'taki Restorasyon'dan sonra eski ritüel­
leri yeniden dayatma yönünde bir eğilim ortaya çıktı. Bu or­
tamda Margaret Fell'in 1666'da kiliselerde kadın özgürlüğünü
savunan konuşmalar yapması, her şeyden önce bir zamanlama
hatasıydı.
Kadınlar bazen de erkek-egemen bir hukuk sistemi tarafın­
dan cadı olmakla itham edilip korkunç biçimde cezalandırıldı.
Ancak kadınlar sadece cadı avının basit birer kurbanı değil­
di; pek çok kişinin cadılığına delalet eden işaretler gördüğünü
söyleyip çok sayıda insan aleyhinde gönüllü şahitlik eden ve
cezalandırma sürecine bizzat müdahil olan kadınlar da vardı.
Elbette az da olsa erkek cadılara da rastlamak mümkündü.
Genel olarak kadınlar yasal süreçler söz konusu olduğunda er-
240 İngiltere Tarihi

keklerden daha aktifti ve kendi hayatları üzerindeki kontrolle­


ri ataerkil zihniyetin varsaymış olabileceğinden daha fazlaydı.
Dikkat çekici bir gelişme de veraset işlemlerinde kadınların
söz hakkının artmasıydı. Sudbury Başdiyakozluğu'nun kayıt­
larına göre 1636-1638 tarihleri arasında beyan edilen vasiyet­
namelerin yüzde 55'inde kocalar, veraset işlemlerinin yürütül­
mesinde karılarını tek yetkili kişi olarak bildirmişti. Bu tavır,
bir yandan erkeklerin vesayetle ilgili olarak eşlerine duydukları
güveni gösterirken, öte yandan kendilerinden sonra eşlerinin
dünyada huzur ve esenlik içinde yaşamalarına dönük bir kaygı
taşıdıklarına işaret eder ki bu da evliliklerin belirli derecede
sevgi temelli olduğuna delalet eder. Gene de kişisel şartları ve
yasal durumları ne olursa olsun, ağır ve zor işler kadınların ço­
ğunluğu için adeta bir alınyazısıydı.
V. Bölüm
1603 - 1 688

1603 senesinde ilk defa bütün Britanya adaları tek bir kişi­
nin egemenliği altına girdi: İskoçya Kralı VI. J ames ve diğer
adıyla İngiltere, Galler ve İrlanda Kralı 1. James. 1 Gelgelelim
kralın soyunun dayandığı Stuartlar, bu yüzyıl boyunca iki kez
İngiltere'den kovulacaktı. Bunların ilki 1640'lar ve 1650'lerin
başlarında yaşanan iç savaşta; diğeri ise 1688'd eki Şanlı Dev­
rim ile başlayan olaylar sırasında meydana geldi ve bu olaylar
169l'de İrlanda'daki Stuart meselesi çözüldüğünde sona erdi.
Geriye dönüp bakıldığında bu döneme damgasını vuran olay
olarak nedenleri ve sonuçları itibarıyla 1642-1646 İngiliz İç
Savaşı'nın öne çıkarıldığı görülür. Ancak hem savaşın hem de
sonuçlarının kaçınılmaz olup olmadığına dair açık bir hükme
varmak kolay değildir. Söz konusu savaş kesinlikle çok büyük
bir mücadeleydi: İngiliz toprakları üzerinde meydana gelen
1 1567-1603 tarihleri arasında İ skoçya'yı yöneten VI. James, Eliza­
beth'in ölümü ile birlikte I. James unvanıyla İ ngiltere kralı da olmuş
ve böylece 1603-1625 arası dönemde bütün Britanya adalarını tek
başına yönetmiştir. (ç.n.)
242 İngiltere Tarihi

ve 5.000'den daha fazla savaşçının katıldığı toplam muhare ­


belerin yarısından fazlası 1642 ile 165 1 yılları arasında vuku
buldu. Dahası yaklaşık 1 .5 milyonluk İngiliz erkek nüfusunun
80.000'i çatışmalarda ölürken yaklaşık 100.000'i ise başta has ­
talıklar olmak üzere savaşla bağlantılı diğer nedenlerden ötürü
hayatını kaybetti. Muhtemelen erkek nüfusun dörtte biri şu
veya bu ölçüde savaşa dahil olmuştu.
İrlanda ve İskoçya'da 1638-1651 arası dönemi kapsayan ça­
tışmaların bilançosu ise dah� ağırdı. Pek çok mahkumun savaş
meydanlarında can verdiği lskoçya'da toplam nüfusun yüzde
6'sı ortadan kalktı. İrlanda'daki kayıplar ise daha yüksek oran­
daydı ve hatta 1 840'lardaki kıtlık esnasında yaşanacak can ka­
yıplarından bile fazlaydı. İç Savaş, İngiltere'ye kıyasla İskoçya
ve İrlanda'da daha şiddetli bir biçimde yaşandı.
Bu amansız İç Savaş tarihte eşine rastlanmamış bir olay
değildi şüphesiz; Güller Savaşı esnasında 1461'de Towton'da­
ki savaşa katılanların sayısı İç Savaş'takilerden daha fazlaydı.
Yeni ve farklı olan ise, süregiden düşmanlıkların düzeyi, çatış­
maların Britanya ölçeğine yayılması, halkın savaşa dahil olma
derecesi ve siyasallaşmaydı. Sergilenen davranışlar korkunçtu.
1648'deki Colchester kuşatması boyunca Kraliyet taraftarı as­
kerler, karşı tarafın askerlerinde kangrene �önüşecek yaralar
açsın diye, bilinçli olarak mermileri ağızlarında çiğneyip kuma
batırıyor, ondan sonra ateş ediyordu. Büyük bir yağma ve soy­
gun vardı ve hatta Shakespeare'in torununun kırmızı etek içliği
bile çalınmıştı.1 Ticaret durma noktasına gelmiş; hayırseverlik
faaliyetleri çökmüştü. Ayrıca savaş, İngiltere'nin büyük kısmı­
nın -özellikle zengin güney bölgesinin- huzur içinde yaşadığı
uzun bir sükunet döneminin ardından gelmişti. Bu uzun sü-

1 Shakespeare'in torunu Elizabeth, iç çamaşırlarının, 1645'te Parla­


mento yanlısı askerler tarafından çalındığını üzüntüyle belirtmiştir.
(ç.n.)
1 603-1 688 243

reçte, kasaba duvarları tamire muhtaç olacak kadar yıpranmış;


kaleler ise neredeyse atıl bir halde kaderine terk edilmişti.
17 . yüzyıl ortalarında patlak veren bu krizlerin, monarşik
krallığın Britanya adalarının tamamında yeniden egemen hale
geldiği 1660 yılından sonraki yüz elli yılda ortaya çıkacak olan
değerler, ideolojiler ve korkular üzerinde muazzam etkisi oldu.
Restorasyondan sonra ortada bir aciliyet duygusu ve dünya­
nın bir kere daha altüst olmasından duyulan korku vardı. En
önemli mesele, İç Savaş'ı ve onun yıkıcı miiasını bütünüyle
izale edip düşünce alışkanlıklarını ve geçmişin örüntülerini ye­
niden yaratmaktı.
Tıpkı Fransız ve Rus Devrimleri gibi esas olarak sonuçları
açısından önem taşıyan İç Savaş'a neden olan gelişmeler ka­
çınılmaz şeyler değildi. Hem I. J ames döneminde hem de I.
Charles'ın ilk yıllarında ciddi siyasal anlaşmazlıklar belirmiş
ancak burılar barışçıl biçimde ele alınmıştı. Sadece bazı mar­
jinal kişiler şiddete yönelmişti. Küçük bir Katolik grup, Parla­
mentonun bodrumunu barutla doldurmuş ve 5 Kasım 1605'te
Kral 1. James oturumu yönetmek için geldiğinde binayı havaya
uçurmayı tasarlamıştı. Orılara göre Kraliyet ailesi ve protestan
elitlerin ölümüyle isyan patlak verecek, bu da Katolik bir İn­
giltere'ye giden yolu hazırlayacaktı. Ancak Katolik lordlardan
William Parker'a gönderilen bir mektup ile birlikte komplo
deşifre oldu ve olayda dahli olanlar tutuklanıp ağır biçimde
cezalandırıldı. Guy Fawkes, bu işte kendisine yardım eden ele­
başlarının ismini vermesi için işkenceye tabi tutuldu ve sonra
da idam edildi. Bir başka olay, yirmi üç yıl sonra vuku buldu: 1.
Charles'ın önde gelen danışmarılarından ve yakın çevresinden
Buckingham dükü George suikaste uğradı. George'un suikast­
çisi John Felton idam edildi. Neticede zaman zaman bu tip
şiddete dayalı olaylar cereyan etse de bunların sayıca çok az
olduğunu belirtmek gerekir.
244 İngiltere Tarihi

1. / VI.James Dönemi
İskoçya Kralı VI. James (1567-1625) olarak da bilinen İ ngil­
tere Kralı I. James (1603-1625) İngiltere tahtına oturduğunda
sarayda hizipçilik ve dini meseleler etrafında yaşanan gerilim
ile karşılaştı. Dahası İspanya yanlısı bir eğilime sahip olmasın­
dan kaynaklı hoşnutsuzluklar da söz konusuydu ve bütün bun­
lara bir de sarayın ağır harcama tablosu ve mali disiplinsizliği
eklenmişti. J ames'in çalışmak için tercih ettiği isimler ve onları
kullanma biçimi sorgulanıyordu. Bir krala yaraşır haşmet ve
heybetten yoksun olmasına rağmen, son kertede bulunduğu
konumu ve buradan doğan haklarını yüceltecek ve bunu çev­
resine kabul ettirecek derecede akıllı olan J ames, Elizabeth'in
son yıllarında karşılaştığına benzer sorunlarla yüz yüze geldi.
Gelgelelim İspanya ile 1604'te Londra Antlaşması'nı yapması
ve -1624'teki İngiltere-İspanya Savaşı' na değin- çok mecbur
kalmadıkça savaştan kaçınmaya dikkat etmesi ve İskoçya ile İr­
landa'da da hiçbir çatışma yaşanmaması, onun siyasal manevra
alanını alabildiğine genişletti. James pragmatik davranabildi­
ğini ve gerektiğinde hatalı kararlardan geri adım atabildiğini
gösterdi. İngiltere tahtına çıktığında, Elizabeth döneminden
kalan kimi saray geleneklerine bir son vermeye azmetmiş olan
J ames sadece bir iki sene içinde, söz konusu değerleri kaldır­
mak bir yana daha da sahiplendi. Mesela bir cilt rahatsızlığı
olan sıraca hastalığının, kraliyet "dokunuşu" ile tedavi edilme­
si geleneği, kraliyetin ulviliğinin çarpıcı bir işaretiydi. 1603'te
buna bir son veren J ames, iki yıl sonra aynı uygulamayı tekrar
hayata geçirdi. 1604'te İncil'in yeni bir İngilizce tercümesinin
yapılması talimatını verdi ve Kral James İncil'i olarak da bili­
nen bu çeviri 1611'de tamamlandı. Söz konusu metin, İngiliz
dilinin gelişiminde önemli bir merhaleyi temsil ediyordu.
1614'teki kısa süreli Parlamento faaliyeti hariç, James 1610
ile 1621 arası dönemde ülkeyi Parlamentosuz yönetti. Çün­
kü Parlamento, alacağı kararlarda meclisin onayını araması
1 603-1688 245

gerektiği hususunda Kral üzerinde bir etki oluşturamamıştı.


Parlamentonun iki kanadı arasında çekişme yaşanıyordu: B azı
politikacıların kendilerini kraliyetin idaresine bağımlı kılmala -
rından korkan Avam Kamarası üyeleri, bağımsızlıkları ve ay­
rıcalıkları noktasında ciddi bir endişe taşıyordu ve endişeleri
dikkate alınana dek yönetime destek olma hususunda istek­
sizlik sergiliyordu. Parlamentonun bütün meseleleri tartışa­
bilmesi gerektiğine dair talebe karşılık James bu talebi içeren
dilekçeyi yırtıp Parlementoyu da feshetti. Ancak oğlu ve da­
nış manları onu bu kararından geri döndürmeye muvaffak oldu
ve 1624'teki İspanya Savaşı için James yeniden Parlemento­
nun kapısını çaldı. Bu kez sorunları belirli ölçüde halledilmiş
olan Parlamento, hem kralın istediği bütçeyi onayladı hem de
savaşa dair popüler coşku ile siyasal şevk arasında bir köprü
kurmak suretiyle mücadelenin etkin hale gelmesini sağladı.
James kendisini bir Avrupalı yönetici olarak görüyordu: Kızı
Elizabeth'i Almanya'nın önde gelen Kalvinist yöneticisi Fre­
derick'le; oğlunu da bir Fransız prensesiyle evlendirmiş olması
bunun en açık göstergesiydi.
James'in oğlu olan ve 1 625'te tahta geçen I. Charles'ın ilk
yıllarında da siyasal sistem, ciddi sıkıntılar yaşamaya devam
etti. Charles'ın pek de sevilmeyen Buckhingham dükü ile olan
yakınlığının yol açtığı rahatsızlığın yanında, 1 624- 1 630 yılla­
rı arası İspanya'yla ve 1 627- 1629 arasında ise Fransa'yla gi­
rişilen başarısız savaşların getirdiği mali yükler, halk arasında
huzursuzluğa ve parlamentoda protestolara yol açtı. Ö zellikle
1 626'da Kral'ın keyfi biçimde ticarete ek vergiler getirdiğini
ilan etmesi Parlamento tarafından açıkça eleştirildi. 1628'de
açıklanan Haklar Bildirisi ile de kraliyetin keyfi davranışları
protesto edilmekle kalmadı, Parlementonun rızası olmadan
vergi toplanması yasadışı bir eylem olarak nitelendirildi. İngi­
liz Haklar Bildirisi, özgürlükler konusunda yol gösterici bir te­
mel sağlayan Magna Carta'ya dayanıyordu. Bir zamanlar Kral
John'a karşı verilen mücadelenin bir benzeri şimdi I. Charles'a
246 İngiltere Tarihi

karşı veriliyordu. Yasal prosedürlerin, Kraliyet topraklarını ge­


nişletmek maksadıyla kullanılması, suiistimalin örneklerinden
biriydi ve elitler üzerinde ciddi bir baskı oluşturmuştu. Parla­
mentonun iki kanadı içinde sayıca daha fazla olan Avam Ka­
marası'nın patronaj ilişkileri aracılığıyla bir etkide bulunması
zordu ve bu nedenle kraliyetin kontrol gücüne karşı özellikle
Avam Kamarası direnişe geçti.
Söz konusu gerilim, I. Elizabeth'in tahta çıkışının yıldö­
nümü kutlamalarının her zamankinden çok daha büyük bir
coşkuyla yapılmasında kendini gösterdi. Esasen bu, ulusal çı­
karları her şeyin önüne koyup bu hedefe doğru kararlı ve baş a­
rılı biçimde yürümekle özdeşleştirilmiş bir monarkın şahsında
geçmiş zamanların hatırlatılması anlamına geliyordu. Gene de
Britanya adalarındaki hiçbir kriz 1638-1642 yıllarında yaşa­
nan krizle boy ölçüşemez; keza 1610'lar ve 1620'ler boyun­
ca Habsburgları ve Fransa'yı etkileyen ciddi problemler ile bu
kriz arasında bir benzerlik kurmak da mümkün değildir. l. Ja­
mes ve iktidarının ilk yıllarında I. Charles, XIII. Louis ve II.
Ferdinand'ın yaptığı gibi, kendi halkına karşı bir savaşa giriş ­
mek zorunda değildi. James sadece 1603'te kan dökülmeden
barışçıl biçimde tahta çıkmakla kalmamış, onun hükümranlığı
boyunca Tahtların birliği de son derece başarılı biçimde uygu­
lanmıştı. Gelgelelim James'in iki taht arasında bir "gönül bir­
liği" -yahut en azından İngiltere ile İskoçya arasında idari ve
ekonomik bir birlik- kurma yönünde beslediği umuda karşın,
birlik esasen kişisel düzeyin ötesine geçemedi. İngiltere'de ya­
sal ve anayasal uygulamalar ve bunların yansımaları noktasında
bir korku söz konusuydu ve bu nedenle Westminster Parla­
mentosu İskoçya ile parlamento düzeyinde veya yasal düzlem­
de bir bağ kurulmasını kabul etmedi.
Bu arada İskoçya'daki durum da değişti. James 1 603'te ay­
rıldığı İskoçya'yı sadece bir kez o da 1618'de ziyaret etmişti. Bu
nedenle seleflerine nazaran, İskoç baronlarının kendi araların­
daki çekişmelerden ve kraliyet otoritesi karşısındaki muhalif
1 603-1688 247

tavırlarından neşet eden olumsuzluklara daha az maruz kal­


m ıştı. İskoçya'yı Kraliyet Danışma Meclisi yönetiyordu ve kra­
lın sürekli biçimde ülke dışında bulunuyor olması, Danışma
Meclisi'nin başarılı bir yönetim sergilemesinin temel nedeniy­
di. Presbiteryenler tadil edilmiş bir piskoposluk sistemini kabul
etm eleri için ikna edildi. James'in İngiliz tahtına çıkışının he­
m en ardından, sınır bölgelerindeki yağmacılara veya sınırdaki
toprakları elinde bulunduran gruplara karşı sert bir bastırma
harekatı başladı. Bunların pek çoğu öldürülürken, en dirençli
ve en sorunlu klanlardan biri olan Grahamlar ise 1606'da İr­
landa'ya zorunlu göçe tabi tutuldu. Highlands bölgesi eskisine
göre daha fazla Edinburgh'un kontrolüne girdiyse de genel
anlamda sıkıntılı bir yer olmaya devam etti. Bilhassa, toprak
sahibi olmayanlar tarafından ekilip biçilen Highland sınırın­
daki araziler çatışmalara neden oluyordu. 1630'larda Aberde­
enshire'da yaşayan Sir William Forbes ve Corse'taki akrabaları,
Highnland'de Gilderoylara bağlı bir yağmacı grubun saldırı­
larına maruz kalınca, 1636'da liderleri dahil olmak üzere bu
gruptan on iki kişi yakalanıp idam edildi ve ibret olsun diye
kelleleri meydana asıldı. İngiltere'de bu türden huzursuzluklar
daha az yaşanmaktaydı.
James'in hükümranlığı döneminde Kuzey Amerika'da ilk
İngiliz kolonileri kuruldu. 1606'da kurulan Virginia Şirketi, bir
yıl sonra Chesapeake bölgesinde bir koloni kurarken, May­
fiower Şirketi de ileride Massachusetts olarak adlandırılacak
olan Cape Cod civarında bir koloni tesis etti. Virginia'daki yer­
leşimcilerin büyük kısmı, dinsel açıdan tam anlamıyla gelenek­
sel insanlar olmasına karşın, Massachusetts'e gelenlerin büyük
çoğunluğu Püriten mezhebine bağlıydı. 1640 yılı itibarıyla
Virginia ve New England'daki toplam İ ngiliz sayısı 26.000'i
bulmuştu. Daha kuzeyde ise Henry Hudson -ileride Hudson
Körfezi denecek olan- bölgeye 1610'da ulaşmıştı. İngilizler ay­
rıca 1613'te Bermuda'yı, 1624'te Batı Hint Adaları'ndaki St.
Kitts'i, 1627'de Barbados'u ve 1628'de Nevis'i koloni haline
248 İngiltere Tarihi

getirdi. Trans-Atlantik ticaret ve balıkçılık gelişti ve Bristol ve


Kuzey Devon gibi batı kıyısındaki limanlara yeni bir hareketli­
lik kazandırdı. Magna Carta'nın yeni siyasal rolünün keşfe dil­
mesinde büyük pay sahibi olan Sir Edward Coke gibi hukuk­
çular, Kuzey Amerika'da kurulmakta olan kolonilerin sözleşme
ve yetki belgelerinin hazırlanması sürecine ciddi biçimde dahil
oldular.

1. Charles'ın "Şahsi İdaresi", 1629-1640


1630'ların başlarında İngiltere'de genel bir sükunet ve hu­
zur havası hakimdi. 1628'de Buckhingham dükünün ölmesi,
1629'da Charles'ın ülkeyi Parlamentosuz yönetmeye karar ver­
mesi ve aynı yıl Fransa'yla, bir yıl sonra da İspanya'yla barış
yapılması gibi olaylar, bir bütün olarak ülkedeki tansiyonun
düşmesini sağladı. Pek çok Avrupa ülkesi Otuz Yıl Savaşla­
rı'nda birbirleriyle çatışırken, İngiltere'nin bu savaşa bulaşma­
mış olması ona belirli ölçüde bir refah getirmişti. Gelgelelim
tansiyon azalsa da büsbütün bitmiş değildi. Mevcut gerilim­
lerden biri, Charles' ın içine düştüğü ciddi ekonomik sorunları
çözmek amacıyla yeni mali taleplerde bulunmasından kaynak­
lanıyordu. 1635'te donanmayı güçlendirmek amacıyla yapılan
yeni gemiler için tasarlanan bütçeyi arttırma girişimi bilhas­
sa rahatsızlığa neden olmuştu ama gene de çoğunluk John
Hampden gibi para talebini reddetme cesaretini gösteremedi.
Fransız kökenli kraliçe Henrietta Maria'nın Katolik olması
nedeniyle saray çevrelerinde Katoliklere karşı gösterilen hoş­
görü daha ciddi bir sorundu. İngiltere Kilisesi içindeki Armini­
usçu eğilimler, Charles tarafından 1633'te Canterbury Başpis-
ı

1 Arminiusçuluk, Leiden Üniversitesi'nde ilahiyatçı Jacobus Armi­


nius tarafından 17. yüzyıl başlarında geliştirilen bir dini harekettir.
Temel özelliği Kalvinizmin katılığına karşı daha liberal bir Hıristi­
yanlık yorumu sunmasıdır. Sonraki dönemde çıkacak olan Metodist
hareket üzerinde de ciddi etkisi olmuştur. (ç.n.)
1 603-1 688 249

koposluğuna atanan William Laud ile belirgin hale geldi. Laud


İ ngiltere Kilisesi'ni püritanizm ve Kalvinizmden soyutladı fa­
kat Arminiusçuluk özellikle ayinlere ağırlık verdiğinden ve ki­
lise faaliyetlerinde vurguyu cemaatten ziyade din adamlarına
kaydırdığından dolayı, pek çok kişi tarafından kripto-Katolik
bir hareket olarak görüldü. Mesela Komünyon ayini esnasın­
da kullanılan tahta sehpaların yerinin değiştirilmesi ve sonra
kaldırılıp yerlerine taştan sehpalar konulması, Protestan uygu­
lam alarından uzaklaşma olarak telakki edildi. Uzun zamandır
pek çok açıdan ayrışmalar yaşayan Kilisenin birliği ve bütünlü­
ğünü güçlendirmek isteyen Laud'un bu amaçla sergilediği oto­
riter tavırlar da bir başka önemli meseleydi. Laud, Püriten din
adamlarının getirilen kurallara bazen uysalar da çoğu zaman
görmezden gelen tavırları karşısında esneklik göstermiyordu.
Sağduyudan yoksun olan Charles çevresine güven veren biri
değildi ve eleştiriler karşısında acımasızlaşabiliyordu. Krallığın
itibarını sürdürmek kaygısıyla düzene büyük önem veriyor ve
Laud'un din siyasetini sıkı biçimde destekliyordu. Charles' ın
bu desteği bazen gereksiz provakatif girişimlere zemin hazır­
ladı: Örneğin Laud tarafından 1 630'da yayımlanan Talimat­
lar'da, din adamlarının soylular tarafından şapel papazı olarak
atanması geleneğine -şayet 1530 tarihli yasayla çizilmiş çerçe­
veye birebir uymuyorsa- son verildi. Gerçekte talimatın uygu­
lanması mümkün değildi ve netice olarak sadece Püritenlerin
tahrik olmasına yol açtı. Charles aynı zamanda hoşgörüsüz,
otoriter ve uzlaşmayı bilmeyen biriydi. Kraliyetin kontrolünde
bulunan imtiyazlı mahkemeler -özellikle Yıldızlı Oda (Star
Chamber)1 ve Yüksek Komisyon- acımasız kararlara imza ata­
biliyordu. Charles'ın tavırları ve izlediği siyaset, ülkede geniş
bir kutuplaşmaya yol açmış durumdaydı.

1 S tar Chamber, 15. yüzyıl sonlarında kurulmuş ve 1 641'e kadar fa­


aliyet göstermiş bir kraliyet mahkemesiydi. Odanın tavan süslemesi
yıldızlardan oluştuğu için bu isimle anılmıştır. (ç.n.)
250 İngiltere Tarihi

Monark ile kanun arasındaki ilişkinin niteliği gibi bazı ana­


yasal meselelerde yaşanan görüş farklılıklarına rağmen gene de
İngiltere'de çok az insan Charles'ın devrilmesini arzuluyordu .
Halk, Parlamenter vergilendirme prensibine ve Parlemento­
nun rolüne sıkı biçimde bağlıydı ama yönetim sisteminin Tan­
rı tarafından tesis edilmiş ilahi bir yapı olduğuna inanılıyordu
ve bu nedenle eğer Charles kötü bir yöneticiyse, cezasının bu
dünyada insanlar tarafından değil öte dünyada Tanrı tarafın­
dan verilmesi gerektiği düşünülüyordu. Benzer biçimde her ne
kadar bazıları dini, yönetime karşı direniş göstermenin meşru­
iyet zemini olarak görse de, çoğu insan ayaklanma ve iç savaşı
ulusal bünyeyi harap eden bulaşıcı hastalıklara benzetiyordu
ve 1630'ların ortalarında henüz ufukta böyle bir tehlike görül­
müyordu.

İç Savaş: Nedenleri ve Gelişimi


İngiltere'de iç savaşın patlak vermesi, doğrudan doğruya 1638'
de İskoçya'da ve 1641'de İrlanda'da baş gösteren ayaklanmala­
rın neden olduğu siyasal krizlerin sonucuydu. I. Charles'ın gir­
dabına düştüğü kriz, Stuartların çok uluslu bir krallığı yöneti­
yor olması gibi bir gerçekle doğrudan ilgiliydi (Ancak gene de
mesela Hannover hanedanına mensup krallar 1715-16, 1745-
46 ve 1798 tarihlerinde benzer sebeplerden kaynaklı krizlerin
üstesinden gelmeyi başaracaktı). Galler'de 1620'ler ve 1630'lar
boyunca Charles' ın yönetimine ve özellikle de Marches Mec­
lisi' nin faaliyetlerine karşı eleştiriler başlamıştı. Fakat durum,
ülkenin başka yerlerine kıyasla görece daha iyiydi. Uzun yıllar­
dır fiilen İskoçya'da olmayan Charles' ın bu ülkede daha güçlü
bir piskoposluk sisteminin ve yeni türden ayinlerin yerleşmesi
için verdiği destek ve bilhassa 1633'teki ziyareti esnasında dü­
şüncesizce iltimaslar yapması ve İ skoç çıkarlarını otokratik bir
tavırla ele alması, sonunda 1638'de Presbiteryen ve ulusal bir
tepkiye yol açtı. Aynı yıl toplanan İskoçlar bir Ulusal Bildirge
1 603-1 688 25 1

yayımlayarak, kiliseyle ilgili yeniliklerin İskoç Genel Meclisi


tarafından da onaylanmadıkça yok hükmünde olacağını belirt­
ti. Charles bu durum karşısında bir uzlaşı aramak yerine, tutu­
munu daha da sertleştirdi. Piskoposluklar Savaşı'nın başladığı
1639 senesinde şiddete başvuracağı yolunda akılsızca tehditler
savuran Charles, bir yıl sonra tehdidini hayata geçirmek istedi
ancak bunun için gereken araçlardan mahrumdu. Ordu komu­
tanları noktasında hatalı tercihler yapmanın yanısıra ekonomik
kaynakların yetersiz oluşu da kısa süre�e lojistiği çökertmişti.
Gereken hazırlığı yapmadan yola çıkan lngiliz ordusu, geniş ve
profe syonelce donatılmış İskoç ordusu karşısında 1640 yılında
kelimenin tam anlamıyla bozguna uğradı.
1620'lerde İspanya ve Fransa ile yapılan savaşların ardından
Charles'ın giriştiği son askeri macera olan Piskoposlar Savaşı,
ekonomik kaynakları iyiden iyiye kurutmuş ve başarısız olan
Charles'ın konumunu zayıflatmıştı. Bu dönemde İngiltere'de
Saray ile Parlamento arasındaki ilişki de değişmişti. Charles'ın
"şahsi idaresi" akamete uğramıştı. İngiltere'de krallar, şayet
Parlementoya başvurmazlarsa, eninde sonunda ihtiyaç duy­
dukları kaynaktan yoksun kalırdı. Savaş bütçesini arttırmak
isteyen Charles 1640'ta "Kısa Parlamento"yu topladı, ancak
meclis üyeleri şikayetleri dikkate alınana dek bu talebe onay
vermeyeceklerini belirtince Charles Parlamentoyu tekrar ka­
pattı. Bu arada imzalanan Ripon Antlaşması İskoçların, savaş
esnasında işgal etmiş oldukları Kuzey İngiltere topraklarında
kalmalarını ve nihai anlaşmaya varılana kadar Charles'ın ken­
dilerine günlük belirli bir meblağ ödemesini öngörmekteydi.
Bu sebeple Charles yeniden Parlamentonun kapısını çaldı ve
Kasım 1640'ta toplanan "Uzun Parlamento" -pek çok kez ke­
sintiye uğrayıp, üyeleri de kısmen değişmiş olsa bile- 1 660 yı­
lına kadar açık kaldı.
Ö ncelikle Parlamento kendisinin kale alınması hususunda
kararlılığını göstererek ulusal kimlik ve çıkarları temsil ettiği
intibamı uyandırdı ki bunun karşısında Kralın görüşleri ka-
252 İngiltere Tarihi

bul edilemez bir konuma düştü. Ardından Parlamento en fazla


korktuğu bakanlara karşı, görevi kötüye kullanma silahını dev­
reye soktu. Kralın sağ kolu olan İrlandalı Strafford Kontu 1ho­
mas gözaltına alındı ve Charles'ın İrlanda'daki ordusunu gizli­
ce İngiltere'ye getirmeyi planladığı gerekçesiyle 1 641'de idam
edildi. Charles tarafından kaderine terk edilen Laud da hapse
konulduktan bir süre sonra 1645'te idam edildi. Kralın iktidarı
üzerindeki kısıtlamalar daha önemli bir konuydu ve Charles 'ın
muhalifleri de dikkatlerini b�raya yoğunlaştırmış durum daydı.
Nihayet Lord Saye ve Sele Ingiltere Parlamentosunu ortadan
kaldırmaya kararlı olan Charles'a karşı direnmenin zorunlu bir
görev olduğunu belirten bir metin kaleme aldılar. Muhaliflerin
niyeti, 1. Elizabeth dönemi yönetim anlayışını tekrar hayata
geçirebilmekti: Ülke içinde ve dışında açık bir Protestanlı­
ğa dayanan; hem Parlamento hem de aristokrasinin Kraliyet
Danışma Meclisi aracılığıyla ülkede söz sahibi olduğu bir sis­
temdi bu. 1641'de kabul edilen bir yasa ile Parlementonun en
az üç yılda bir kere toplanması kararlaştırıldı. Ayrıca "Uzun
Parlamento"nun kendi rızası ve onayı alınmadan feshedilme­
yeceği ilan edildi. Dahası Yıldızlı Oda ve Yüksek Komisyon
gibi kurumlar ile Donanma Vergisi gibi uygulamalar lağvedi­
lerek Saray'ın maddi gücü sınırlandırıldı. En yakın adamı olan
Strafford'un idamından ötürü Charles'ın düşmanlık hisleriyle
dolduğu bir ortamda söz konusu düzenlemeler belirli ölçüde
ihtilaflara yol açsa da, 1641'in son günlerinde dini meselelerin
neden olduğu tarzda bir bölünmeye maruz kalmaksızın ba­
şarıyla hayata geçirildi. Zira piskoposluk sistemini, Kilise'deki
geleneksel düzen ve disiplini olduğu gibi devam ettirme çaba­
sının ne kadar ayrıştırıcı olabileceği açığa çıkmıştı ve bu son
kertede Charles'a olan desteğin artmasına yol açmıştı. En bü­
yük ihtilaf konusu, piskoposlukların ilgası meselesiydi. Fakat
1 641'de İrlanda'da patlak veren büyük Katolik ayaklanmasını
bastırmak amacıyla teşekkül ettirilecek yeni birliklerin kimin
kontrolü altında olacağı konusu bile büyük bir anlaşmazlığa
1 603-1 688 253

dönüşmüştü. Yükselen kriz ortamında Charles tekrar şiddete


yönelerek 4 Ocak 1642'de Parlementoyu kuşattı. Aralarında
John Pym'in de olduğu muhalefetin elebaşlarından altısının
kendisine teslim edilmesini istiyordu ancak aradığı isimler
çoktan kaçmış ve Londra'da krala düşman olan bir çevre tara­
fından korumaya alınmışlardı. Her iki taraf da artık savaşmaya
hazırlanırken, Charles ek kuvvet toplamak amacıyla 10 Ocak
1 642'de Londra'dan ayrıldı. Charles'ın şehri terk edişi, can alıcı
bir gelişmeydi: İç savaş esnasında, başkentteki meşru kurumla­
rın ve kaynakların kontrolünün hayati derecede önemli olduğu
ortaya çıkmıştı.
16 42'de pek çok insan barış yollarını aradı ve yerel düzeyde
çeşitli tarafsızlık müzakereleri yürütüldü ama her iki tarafta
da savaşmayı kafaya koymuş bir azınlık grubun tavırları yü­
zünden bir bütün olarak ülke kutuplaştı. !. Charles'ın yarattığı
gerilim ve korku siyasetinin ve aşikar niyetlerinin sonucun�a,
bir müzakere ve uzlaşma ihtimalinin kalmadığı görüldü. Iki
taraf arasındaki ayrışmayı açıklarken, düz bir sosyo-ekonomik
veya coğrafi bir determinizme başvurmak tehlikeli bir yöntem
olmasına rağmen ve her iki tarafın da ülkenin her yerinde ve
her toplumsal grupta destekçileri olsa bile, Parlamentoculara
en büyük desteğin Londra ve Bristol başta olmak üzere ülke­
nin güney ve doğu kesimine yayılan ekonomik olarak en ge­
lişmiş yerlerden ve sanayi bölgelerinden geldiği; Charles'ı ise
kuzey ve batı bölgeleri ile Galler gibi daha az gelişmiş yerlerin
desteklediği de bir gerçekti. Dolayısıyla dinsel ve siyasal farklı­
lıklar, sosyo-ekonomik durumlara bağlı olmasa bile onlarla ya­
kından ilişkiliydi. Örneğin Derbyshire'daki kurşun madencileri
kendi aralarında bölünmüş durumdaydı. Bu çatışma boyunca
Ch arles'ı destekleyenler dini, toplumsal ve siyasal değişimden
korkuyordu ve şeref, onur, sadakat gibi kavramların etkisi al­
tındaydı. Parlamenter güçlerin radikal hareketliliği ve 1 642 yılı
Haziran ayında yayımladıkları 19 Öneri Bildirgesi'nde Kilise
reformundan söz etmeleri ülkedeki pek çok ılımlı insan tara-
254 İngiltere Tarihi

fından aşırılık olarak telakki edilmişti.


Herhangi bir askeri tecrübesi olmayan Charles, Temmuz
1 642'de Manchester'da ve bir ay sonra Nottingham'daki ça­
tışmalardan sonra hedef yükseltti ve Londra'ya doğru hare­
kete geçti. 23 Ekim'de Edgehill'de yaşanan ilk büyük ölçekli
muharebeyi güç bela kazanan Charles, mücadelenin devamı­
nı getirmekte başarısız oldu ve 1 3 Kasım 1 642'de Londra'nın
hemen batısındaki Turnham Green'de konuşlandı. Londra'da­
kilere göre daha avantajlı bir konumda bulunmasına rağmen
bu avantajını değerlendirip saldırmak yerine, karargah olarak
seçtiği Oxford' a çekildi. Böylece aslında kendisini mutlak za­
fere götürebilecek en büyük fırsatı da heba etmiş oldu. 1643 'te
kraliyet güçleri, ülkenin pek çok yerinde ve özellikle Bristol'ün
de bulunduğu batı kesimlerinde önemli kazanımlar elde etti.
Bu arada Charles, İrlandalı isyancılarla bir barış anlaşması ya­
parak, buradaki kraliyet kuwetlerinin serbest kalmasını sağladı
ki bu İskoçlar ile parlamento yanlıları arasında yapılan Resmi
Birlik ve Sözleşme'ye1 bir cevap olmanın çok daha ötesinde
bir hamleydi. Kraliyet güçleri kısa sürede iyi subaylar ve güçlü
piyadelerden müteşekkil etkileyici bir birlik haline gelmişti ve
Charles için kabul edilebilir bir barış imkanı 1 644 yılı itiba­
rıyla pek de uzak bir ihtimal gibi görünmüyordu. Gelgelelim
İskoçların devreye girmesi bütün denklemleri altüst etti. Ha­
ziran 1644'te İngiltere'ye giren İskoç güçleri Temmuz ayında
Sir Thomas Fairfax ve Oliver Cromwell komutasındaki par­
lamento yanlısı kuwetlerle birleşerek, Prens Rupert ve New­
castle dükünün liderlik ettiği kraliyet güçlerini bozguna uğ­
rattı. Ülkenin kuzeyi artık Charles'ın kontrolünde değildi. Bu
mağlubiyetin ardından birbirleriyle bağlantısı kopan kraliyet
garnizonları da hızla ele geçirildi.
1 Resmi Birlik ve Sözleşme (Solemn League and Covenant) adı ve­
rilen anlaşma 1643'te iç savaş sürerken İ skoçlar ile Parlamento yanlı­
ları arasında yapılmıştır. Bu anlaşmayla İ skoçlar, Charles'a karşı Par­
lamentocuları destekleme sözü vermiştir. (ç.n.)
1 603-1 688 255

Sonraki sene, yerel güçlerin güvenilirliği noktasında ya­


şanan sıkıntılara karşılık olarak, parlamento yanlısı birlikler
Yeni O rdu adı ile tek bir çatı altında bir araya geldi. Bu, Fa­
irfax'in komutası altında yekvücut olmuş ulusal bir orduydu;
süvari birliğinin başına ise Cromwell getirildi. Yeni ordu çok
daha uyumlu ve profesyoneldi ve diğer kuvvetlere göre daha
iyi imkanlara sahipti. Bu ordunun kurulması ve tam anlamıyla
düzenli bir ordu haline gelmesi iki yıldan fazla sürmüştü ve
gösterdiği etkinin gerisinde bu hazırlık süreci vardı. Yeni ordu
1645 'te kraliyet yanlısı birlikleri yenmeyi başardı; özellikle 1 4
Tem muz'da Naseby Savaşı'nda alınan zafer bir dönüm nokta­
sıydı. Charles'ın 7.600 kişilik ordusuna karşı Fairfax'in elinde
14. 000 kişilik bir güç vardı. Prens Rupert, parlamento ordusu­
na meydanın sol tarafından saldırmış, sonra levazım birliğine
doğru saldırıya geçmişti. Tam bu esnada Cromwell komuta­
sındaki ana birlik, kraliyet süvari birliğine saldırarak ağır zayiat
verdirdi ve ardından meydanın orta kısmında bulunan kraliyet
piyadelerine yöneldi. Piyadeler, karşılaştıkları hücumun ağırlı­
ğına daha fazla direnemeyerek dağıldı. Zafer, Parlamento yan­
Warının olmuştu. Galibiyette en büyük pay hiç şüphesiz bü­
yük bir disiplinle hareket eden Parlamento ordusunun süvari
birliğine aitti. Yıl sonuna doğru gelindiğinde kraliyet birlikleri
ancak sığınabildikleri bazı şehirlerde tutunmaya çalışan az sa­
yıda birlikten ibaretti. Mayıs 1 646'da ise Kral Charles İskoç­
lara teslim oldu.
Parlamento yanlılarının zaferinin çeşitli nedenleri vardı:
Ülkenin en zengin kesimlerinin; İskoçların, Londra'nın, büyük
limanların ve donanmanın ve dini coşkuyla hareket eden belir­
li bir kesimin desteğini arkalarına almışlardı. Cromwell bu ya­
şananların Tanrı vergisi olduğuna inanıyor; dini ve siyasi tiran­
lığı ortadan kaldırması için Tanrı tarafından görevlendirildi­
ğine dair güçlü bir inanç besliyordu. Öte yandan parlamento
yanlıları, 1 642- 1643 arası orduda generallik yapan Essex ve
Manchester kontları ve Sir Willi am Waller gibi heyecandan
256 İngiltere Tarihi

yoksun ve başarısız komutanlar elinde mustarip olmuştu . Da­


hası parlamento yanlılarının, başlangıçta kraliyet birliklerine
kıyasla çok daha az süvari birliği vardı. Parlamentonun yeni
vergiler getirmesi de düşmanlığı arttırmıştı. Kraliyet tarafının
en büyük handikapı ise kaynak noktasında yaşadığı eksiklikti.
Dahası kendi içinde yaşadığı ciddi ayrışmalar, tek bir merkez­
den yönetilmemiş olması ve elinde bulundurduğu bölgelerden
sadece sınırlı bir destek görmesi de olumsuzluklar listesi ne ek­
lenebilir.
1639-1640 yıllarında kraliyet iktidarının çökmesi ve aka­
binde I. Charles'ın mağlup edilmesi sürecinde İskoçların rolü
büyüktü. Bu nedenle ne 1 640: ların sonlarında İskoçların siya­
setin göbeğinde olması ne de lngiltere'nin ancak Comm onwe­
alth1 yönetiminin 1650'lerin başında İskoçya'yı da kaps ayacak
biçimde genişletilmesinden sonra gerçek anlamda bir istikrara
kavuşması şaşırtıcı değildir. Tahtların birliği, iki ülkenin siyasi
kaderinin birbirinden ayrılamayacağını gözler önüne sermişti .
İrlanda ve İskoçya'nın Cromwell tarafından fethedilmesi sade­
ce bir sonuçtu ve bu fetihler 1 660'ta Britanya adalarının tama­
mına yayılacak olan Stuart dönemi restorasyonu için gereken
zemini oluşturma işlevi gördü. Söz konusu restorasyon İrlan­
da ve İskoçya'nın, İngiltere'nin siyasal yörüngesinden kopup
farklı bir siyasal yörüngeye evrilme yönündeki teşebbüslerinin
akıbetini göstermesi bakımından ayrıca önem taşıyordu.

Galler ve İskoçya'da Savaş


Kraliyet yanlısı güçler Galler ve İskoçya'da da yenilgiye uğratıl­
dı. İç savaş patlak verdiğinde, Gallilerin büyük çoğunluğu Kra­
lın yanında saf tutmuşken, Parlamentoculara en büyük de stek

1 Commonwealth kavramı günümüzde " İ ngiliz Milletler Topluluğu"


anlamına gelse de, 17. yüzyılda Cromwell yönetimi sırasında ortak iyi
ve kamusal yarar etrafında örgütlenmiş bir politik birliği nitelemek
amacıyla kullanılmaktaydı. (ç.n.)
1 603-1 688 257

bir İngiliz bölgesi olan Pembrokeshire'dan gelmişti. Esasında


G aller'de, Parlamentoya ve püritanizme dönük bir ilginin ge­
lişme gösterebileceği geniş bir kentsel ortam bulunmuyordu.
B aşlangıçta Galler Charles' a para ve asker desteği verdi ama
1645 yılı Şubat'ın.dan 1646 yılı Şubatı'na kadar geçen sürede
kraliyet yanlıları lngiltere'de ciddi darbeler alıp zemin kay­
bedince, Galler'de kraliyete olan güven de sarsılmaya başladı.
Nihayet 1645 yılı sonbaharına gelindiğinde Galler'in güneyin­
deki kraliyet nüfuzu çökmüş durumdaydı. Kraliyet güçlerinin
eline bırakılmış olan kaleler, üstün parlamento askerlerinin
am ansız baskısı sonucu birer birer düştü; 1647 yılının Mart
ayıı�da son kale olan Harle�h de ele geçirildi.
Iskoçlar Ocak 1644'te lngiltere'ye girince, Charles yakın
çevresinden J ames Graham' a İskoçya'yı işgal etme emri verdi.
Grah am küçük bir orduyla Nisan 1644'te ülkeyi işgal etmeye
başladı ve Eylül 1644 ile Ağustos 1645 tarihleri arasında bir
dizi önemli zaferlere imza attı. Bunun üzerine General Da­
vid Leslie komutasında İngiltere'de bulunan İskoç ordusu geri
gelerek 13 Eylül 1645'te Philiphaugh'daki savaşta Graham'ın
kuvvetlerini mağlup etti. Highlands'e doğru kaçan Graham'ın
prestiji yerle bir olmuştu. Charles 1646'da İngiltere'de İskoç­
lara teslim olduktan hemen sonra askerlerine silah bırakma
talimatı verdi ve böylece İskoçya'daki kraliyet birlikleri de da­
ğılmış oldu.

İrlanda'da İç Savaş, 1641-1649


Protestan toprak sahipleri ve yerleşimcilerle anlaşma yapan
İrlanda'daki Anglo-İskoçlara öfkelenen ve ekonomik bir bas­
kı altında bulunan Katolik İrlandalılar, 1 641'de ayaklanarak
çok sayıda Anglo-İskoç yerleşimciyi öldürdü. Liderleri Rory
O'More 29 Kasım 164 l'de Julianstown'da hükümet kuvvetleri­
ni bozguna uğrattı ve ardından Pale'ın "Eski İngilizler"i ile ge­
niş bir ittifak kurdu. Ulster şehri isyancılar tarafından ele geçi-
258 İngiltere Tarihi

rildi. İskoçlar Protestan yönetimi tekrar tesis etmek için N is an


1642'de buraya bir ordu yolladı ve gelen birlik Carrickfergus'ta
konuşlandı. Mücadelenin üç tarafı vardı: İskoçlar/Parlam ento
yanlıları, Ormonde kontu James Butler'ın kontrolündeki kra­
liyet yanlıları ve Katolik İrlandalı isyancılar. Owen Roe O'Ne­
ill'ın liderlik ettiği sonuncu grup, 1646'da Benburb'de İskoç
ordusunu mağlup etti. 1647'de 1. Charles hapse atılınca, James
Butler Dublin'i Parlamento yanlısı gruptan Albay Michael Jo­
nes'a bırakmak zorunda kaldı. Gelgelelim Thomas Preston li­
derliğindeki Katolikler,Jones'a karşı direnme kararı aldı. Fakat
8 Ağustos 1647'de Dungan Hill'de gerçekleşen savaşta Pres­
ton' ın güçleri Jones'un ordusu karşısında hezimete uğradı ve
bütün ağır silahlarına da el konuldu. Parlamentocuların kur­
duğu düzen, II. İç Savaş esnasında James Butler'ın İskoçya'dan
geri gelmesiyle bozulmaya başladı. Butler 1 649'da Drogheda
ve Dundalk'ı ele geçirdikten sonra Jones'u Dublin'de kuşatma
altına aldı. Bu da Cromwell'e harekete geçmesi için gereken
fırsatı sundu.

İkinci İç Savaş, 1648


Sıklıkla yaşandığı üzere, zaferin hemen ardından ihtilaflar or­
taya çıktı. 1. Charles' ın mağlup edilmesinden sonra Parlame n­
to, ordu ve İskoçlar bölündü. Kilise idaresinin nasıl olacağı
üzerinde ciddi ayrışmalar söz konusuydu . İskoçlar Presbiter­
yen bir sistemin kurulmasını talep ederken, pek çok İngiliz
parlamenter ve ordu bu talebe karşı çıkıyordu. Ayrıca 1647'den
beri İskoçların elinde tutsak olan 1. Charles'la yeniden bir mü­
zakere yapılıp yapılmaması gerektiği hususunda da bir fikir
birliği yoktu. Ordu cenahında belirli miktarda desteğe sahip
olan Düzleyiciler1 (Levellers) ise radikal sosyal ve siyasal deği-

1 Düzleyiciler, İ ngiliz İ ç Savaşı sırasında 1640'ların sonlarına doğru


ortaya çıkan siyasi bir harekettir. Genel oy hakkının tüm erkeklere
tanınması, seçim sisteminin değiştirilmesi, seçimlerin iki yılda bir ya-
1 603-1 688 259

şikliklerin sözcüsü konumundaydı. Düzleyiciler din ve vicdan


özgürlüğünü savunmakta ve ayrıca erkekler için oy hakkı ta­
lep etmekteydi. Parlamentonun tutumundan rahatsız olan
ve geriye dönük ödenmemiş maaşlarını bir türlü alamayan
ordu ise gittikçe daha fazla politik alana girmeye başlamıştı.
Charles 1647'den beri ordunun elinde tutsaktı ama gene de
Cromwell'in dini ve siyasi farklılıkları bir uzlaşı noktasına çek­
me yönündeki önerisini reddetmişti.
Parlementodaki Presbiteryenlere de Düzleyicilere de olan
inancını yitiren Cromwell, il. İç Savaş'ın sona ermesinde bü­
yük rol oynadı. Savaşın nedeni, ülkede Presbiteryen bir sist�m
kurulması karşılığında Charles ile anlaşma yapan bir grup Is­
koç'un ayaklanma başlatması ve akabinde kraliyet yanlılarının
da bu durumdan cesaret alıp isyan etmesiydi. Bu olay Char­
les'ın ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermişti.
Ayaklanmalar sert biçimde bastırıldı. Güney Galler'e doğ­
ru harekete geçen Cromwell, St. Fagan's'ta muhalifleri mağlup
ederken; Fairfax de Kent'e giderek buradaki kraliyet yanlılarını
Haziran ayında bozguna uğrattı. Geriye kalan kraliyet yanlıları
C olchester'da yeniden bir araya gelerek bir yandan Fairfax'in
taarruzlarına karşı direnmeye öte yandan 8 Temmuz'da Cum­
berland' a giren İskoçlardan gelecek hayırlı haberleri bekleme­
ye başladı. Ancak Cromwell İskoçları durdurmak için harekete
geçti ve Preston civarında ilerlemekte olan muhaliflere ağır bir
darbe indirdi.
Muzaffer ordu, Charles'ın defterini dürmeye kararlıydı.
u
K tsal krala karşı çıkmak gibi bir muhtemel itiraza karşı en iyi
yanıt, kendisi de güçlü bir dini motivasyona sahip olan ordu­
nu n liderliğiydi. Parlamentonun Charles ile müzakere yapma­
sını engellemek için, ordu 6 Aralık 1648'de Pride Temizliği adı
verilen bir girişimle Parlementoyu tasfiye etti. Albay Thomas

pılması ve din özgürlüğü gibi talepleri dile getiren hareket, Cromwell


tarafından bastırılmıştır. (ç.n.)
260 İngiltere Tarihi

Pride'ın feshettiği meclisten geriye kalan üyeler Rump Parla­


mentosu adı verilen yeni bir yapı altında faaliyete başladıktan
hemen sonra, halka karşı ihanetle suçlanan Charles'ı yargıla­
mak üzere bir mahkeme kurdu. Parlamentoya göre Ch arles ,
bir daha savaş çıkarmayacağına dair verdiği şeref sözünü, II. İç
Savaşı başlatmak suretiyle ihlal etmişti. Charles ise tebaanın
kralının yargılama gibi bir hakkı olamayacağını ve kendisinin
her zaman halkın özgürlüğü için mücadele ettiğini öne süre­
rek suçlamaları reddetti. Yargılama sonucunda Charles suçlu
bulundu ve 30 Ocak 1649'da kraliyet gücünün merkezi olan
Whitehall'daki Banqueting Hall'un önünde kafası kesildi.

Cumhuriyet İngilteresi
I. Charles'ın resmi olarak yargılanması ve sonra halka açık bir
meydanda idam edilmesi, daha önceki Ortaçağ krallarının öl­
dürülme biçimlerinden farklıydı ve öldürerılerin niyeti, esasen
monarşinin artık sona erdiğini göstermekti. Kralın öldürülme­
sinin ardından İngiltere'de Commonwealth adıyla bir cumhu­
riyet ilan edildi. Lordlar Kamarası lağvedilirken, kraliyet ar­
ması ve diğer semboller kaldırıldı ve I. Charles'ın heykelleri
parçalandı. Feodal haklar zaten 1 645'te Parlamento tarafından
kaldırılmıştı. İngiltere Kilisesi resmi mevkiinden indirilerek
yerine Presbiteryen bir kilise sistemi ikame edildi.
Gelgelelim İngiltere'deki cumhuriyetçi rejim, İrlanda ve
İskoçya'da çok farklı yönetim biçimleriyle karşı karşıyaydı ve
bu yönetimleri devirmedikçe kendini güvende hissetmeye­
cekti. Muazzam bir askeri güç sergileyen cumhuriyetçi ordu,
o güne değin pek çok İngiliz monarkının yapamadığını yapıp
İskoçya'yı fethetmekle kalmadı, yanısıra İrlanda, Sicilya adası,
Man adası ve Manş Denizi'ndeki adacıkları da kontrolü altı­
na aldı. Bu tarihten, Britanya'nın İrlanda'nın büyük kısmını
kaybettiği 1922 yılına kadar geçen sürede, İngiltere, İskoçya
ve İrlanda arasındaki askeri ve siyasal dengede çok büyük bir
1 603-1688 261

kırılma meydana gelmedi. 1689'da İngiltere ile İrlanda; 1 745


sonlarında da İngiltere ile İskoçya arasında yaşanan kısa süreli
ayrışmalar da kalıcı olmadı ve önceden var olan dengeye geri
dönüldü. Böylece, aralarında daha önce var olan anayasal iliş­
kilere bakılmaksızın, artık İngiltere, İskoçya ve İrlanda askeri
bir gücün hükmettiği bir coğrafyada birbirine bağlı bir birlik
haline gelmişti.

Cromwell'in İrlanda'yı Fethedişi, 1649-1652


1649'da İrlanda'ya giren Cromwell, kısa sürede ülkenin doğu
ve güney kesimlerini ele geçirdi, fakat bir bütün olarak fethi,
1653 yılı ortalarında tamamlanacaktı . Cromwell'in bu seferi
ve özellikle 1 649'da Drogheda ve Wexford'u ele geçirişi, o ta­
rihten beri dillere destan bir zalimlik olarak anlatılmış ve İn­
giliz-karşıtı İrlanda halk inanışının oluşum1;1 nda merkezi rol
oynam ıştır. Oysa aynı dönemlerde pek çok lrlandalının kral­
cılara karşı da mücadele verdiği hatırlanacak olursa, gerçekte
olup bitenin bir İngiliz işgali kadar bir İrlanda İç S avaşı ol­
duğu da görülür. Kaldı ki İrlanda yahut Kıta Avrupası'ndaki
çatış m alarda katliamlar yaşanması, yeni bir olgu değildi. Me­
sela 1641'de İrlanda Katolik ayaklanması esnasında yüzlerce
Protestan kılıçtan geçirilmişti; Drogheda ve Wexford'a giren
Cromwellciler ise en azından kadın ve çocuklara dokunmadı.
Fakat gene de Cromwell Drogheda'yı kuşattığında elindeki et­
kileyici ağır silahları kullanmaktan çekinmemiş ve sadece bir
günde 200 top atışı yaparak yaklaşık 2.500 İrlanda askerini
katletmiştir; sağ kalanları da çalışmak üzere şeker kamışı tar­
lalarına yolladı. Böylesi bir acımasızlık sadece Katolik karşıtlı­
ğından değil, 1641'de gerçekleştirilen mezalimin unutulmamış
olmasından da kaynaklanmıştı.
Wexford'u alan Cromwell Londra'ya dönmeden önce
Ross, Carrick, Clonmel ve Kilkenny'yi de ele geçirdi. Halefi
konumundaki damadı Henry lreton 1650'de Scarrifhollis'te
262 İngiltere Tarihi

rakiplerini bozguna uğratıp 1 65 1 'de Limerick'i aldı. Sonraki


sene ise Galway şehri düştü. Göç, salgın hastalık ve açlığın
da etkisiyle fetih boyunca İrlanda nüfusunun yaklaşık yüzde
40'ı yok oldu. 1 654 ve 1655 yıllarında, gücünü ve statüsünü yi­
tirmiş olan Anglo-İrlandalılara ait Katolik topraklar İngilizler
tarafından gasp edildi. Bunla:ın yanısıra yerli kültürel gele neğe
büyük bir darbe vurularak Irlanda halk ozanlarının yetiştiği
Gaelic okullar kapatıldı ve böylece ada bütünüyle Westminster
Parlamentosuna tabi kılındı.

İskoçya'mn Fethi
Bütün bu olaylar yaşandığı esnada İskoçya'nın sergilemiş ol­
duğu sükunet, İrlanda'nın fethinin erken aşamaları için hayati
derecede önemliydi. Ama 1 650 senesinde I. Charles'ın en bü­
yük oğlu il. Charles İskoçlarla anlaşma yaptı. Bunun üzerine
Cromwell, 22 Temmuz 1650'de İskoçya'yı işgal etti. Edinburgh
çevresine kurulmuş güçlü İskoç savunma hattını kırmayı ba­
şaramayınca, taktik değiştirerek birliklerini Dunbar'a çekti .
Rakibinden iki kat fazla sayıda askere sahip olan Cromwell,
Londra'ya geri dönmek yerine sürpriz bir saldırı gerçekleştirip
İskoç süvari birliğini yenilgiye uğrattı ve ardından piyadelerin
büyük kısmını da teslim olmaya zorladı. Böylece Edinburgh
ele geçirildi.
Sonraki yaz deniz gücünü devreye sokan Cromwell, Stir­
ling'de İskoçları mağlup edip ardından Perth'i işgal etti. Bunun
üzerine Charles, kraliyet yanlısı bir isyan başlatma ümidiyle
İngiltere'nin güneyine doğru yöneldi. 15 Ağustos'ta Wigan'a
varan Charles, umduğu kadar bir birlik toplayamayınca doğru­
dan Londra'nın üzerine yürümek yerine Galler sınırına doğru
gitmeye karar verdi. Ancak Shrewsbury kasabası ona direndi
ve Charles 22 Ağustos'ta Worcester'a vardığında çok az sayı­
da ek kuvvet toplayabilmişti. Yaklaşık 30.000 kişilik bir güce
sahip olan Cromwell liderliğindeki Parlamento yanlıları, 3
1 603-1688 263

Eylül'de birkaç farklı hat üzerinden Worcester'a doğru hare­


kete geçti. Toplamda 12.000 kişiden oluşan kraliyet yanlıları
b aşlangıçta Cromwell'e doğrudan saldırılar düzenleyip kısmi
b aş arı sağlasa da, son sözü söyleyen sayılar oldu ve doğal ola­
rak kraliyet yanlıları ağır bir hezimet yaşadı. S avaştan sonra
kaçtığı kasabada, bir meşe ağacına çıkıp ertesi güne kadar sak­
lanan 21 yaşındaki genç Charles, daha sonra destekçilerinin de
yardımıyla Fransa'ya kaçtı. Fakat her halükarda kraliyet yanlısı
hareket bastırılmıştı.
1652'nin yaz aylarında İskoçya'nın tamamı ele geçiril-
di. İskoçya artık İngiltere'deki gelişmelere karşı alternatif bir
model olma işlevi göremeyecekti. Fetih tamamlanınca İskoç
Parlamentosu ve yürütme organı ortadan kaldırıldı. 1654'te
İskoçya'dan Londra Parlamentosu için üye göndermesi talep
edildi ve ülkede İngiliz hukukunu yerleştirmek üzere çeşitli
düzenlemeler yapıldı. İçinde çok sayıda garnizon kurulan ve
İngiltere' nin gönderdiği bir temsilciler heyeti tarafından yöne­
tilen İskoçya 1 650'lerde pek çok zorlukla karşılaştı: Soyluların
tevarüs ettikleri yargılama güçleri ve hakları ellerinden alındı
ve halk ağır bir vergiye bağlandı.

Commonwealth
Commonwealth yönetiminin gücü, dinamizmi ve kararlılığı,
bir sonraki aşamada yabancı ülkelere karşı saldırgan bir siya­
sete dönüştü. Parlamento, izleyeceği siyasetin temel taşı olarak
ticari korumacılığa yöneldi ve bu amaçla bir donanma kuruldu.
1650 ve 1651'de çıkarılan Seyrüsefer Kanunu ile diğer ülkeler
İngiliz sömürge ticaretinden dışlanarak İngiltere, Galler ve İr­
landa'nın ticareti büyük oranda ulusal iç pazarla sınırlandırıldı.
Hollanda ile olan ticari rekabet ve onların siyasal niyetlerine
dair duyulan kuşku, 1652'de I. İngiltere-Hollanda Savaşı' na yol
açtı. Donanmanın gücü ve Robert Blake gibi marifetli amiral­
ler sayesinde -savaşın maliyeti ağır olmakla birlikte- denizde
264 İngiltere Tarihi

zaferler elde edildi. Askeri gücü ve başarıları, Cumhuriyetin


uluslararası arenada tanınmasını sağladı. Açık olan şey şuydu
ki, Reformasyon İngilteresi'nin aksine Cumhuriyet hüküme­
tinde herhangi bir dış müdahale korkusu bulunmuyordu; asıl
tehlike içerideydi.
Gerçekten de Cumhuriyetçiler arasında ciddi ayrışm alar
yaşanıyordu. Dini meseleler üzerindeki uyuşmazlık, ordunun
pozisyonu ve anayasanın yapısı gibi konularla ilişkilendirilmiş
durumdaydı. Anayasa konusu güç kullanılmak suretiyle halle­
dilmiş olduğu için, daha büyük bir değişime duyulan arzuyu
engellemek ve güce başvurmak zordu. Geniş bir tabana sahip
olmasa da dini ve toplumsal radikalizm emareleri Common­
wealth'i destekleyen insanları ciddi biçimde rahatsız ediyordu.
Muggletonianlar, Diggerlar, Qyakerlar ve Ranterlar gibi fark­
lı eğilimdeki hizip ve gruplaşmalar, ekilmemiş boş arazilerin
halka dağıtılması ve Kilisenin kapatılması gibi radikal değişik­
likler talep ediyor; kişiye ilhamla gelen duyguların kutsal me­
tinlerden daha üstün olduğunu öne sürüyor; Hz. İsa'nın ikinci
kez dünyaya teşrifinin an meselesi olduğunu belirtiyordu. Özel
mülkiyeti, Adem ile Havva'nın cennetten kovulmasının bir
sonucu olarak gören Diggerlar (Kazıcılar), ortak mülkiyetin
temel bir insanlık hakkı olduğunu vurgulamaktaydı. 1649'da
Aziz George tepesinde bulunan kamu arazisini kazmaya kalk­
tılar ama ordu ve öfkeli yerel halk tarafından dağıtıldılar.

Oliver Cromwell
Tartışmalar ve çekişmeler arasında Cromwell, tıpkı ordu gibi
toplumda sadece belirli bir azınlığı temsil eden Rump Parla­
mentosunu Nisan 1653'te kapatmaya karar verdi. Bunun ye­
rine, ülkeyi yönetmek üzere atanmış bir "Parlamento" niteli­
ğinde olan ve ezici biçimde askeri karaktere sahip bir meclis
tesis edildi (Radikal bir isim olan Praise-God Barebone'un
atanmasından sonra bu meclis Barebone Parlamentosu olarak
1 603-1688 265

isim yapacaktır). 1832'deki I. Reform Yasası'na değin seçim


sisteminde yapılan yegane reform bu Parlamento tarafından
gerçekleştirilerek, çok az sayıda seçmenin bulunduğu seçim
bölgelerinin ağırlığı azaltılıp daha fazla bölgeye temsiliyet
h akkı verilmesinin yanısıra Bradford, Leeds ve Manchester
gibi büyümekte olan sanayii kasabalar için de farklı bir tem­
siliyet düzeni getirildi. 9Y hakkı g�nişletildi. Bu Parlamento
aynı zamanda ilk kez Iskoçya ve_ Irlanda'dan temsilcilerin -
bunların çoğu o bölgede yaşayan lngilizler olsa da- yer aldığı
ilk meclisti. Meclisin çoğunluğunu geleneksel yönetici elitler
değil küçük eşraf ve elitler oluşturmaktaydı. Bunlar halkın da­
hil olduğu bir seçim süreci sonucunda değil başkentteki bir
kons eyin kararıyla seçildikleri için, alışılmış parlamenterlere
kıyasla daha zayıf bir temsiliyet gücüne sahipti. Arka planıyla,
izlediği siyaset ve takındığı tutumla -gerek avam gerekse seç­
kin- nüfusun büyük kısmıyla bir bağı kalmamış olan rejim, bu
durumdan çıkmak için neredeyse hiçbir adım atmıyordu.
Barebone Parlamentosu, öşür vergisinin kaldırılmasını ve
bir mülkiyet hakkı ve soylular için bir nüfuz kaynağı olan, din
adamlarının hamileri tarafından atanması usulünü ortadan
kaldırmayı isteyecek kadar radikal olanlar ile daha az radikal
olanlar arasında ikiye bölünmüş durumdaydı. Bu bölünme
1 653'te Parlamentonun dağılmasına yol açtı ve ortaya çıkan
boşluğu doldurmak üzere başkomutan sıfatıyla Cromwell
tekrar sahneye çıktı. Kendisine Koruyucu Lord unvanı veril­
di. Huntingdonshire gibi bir bölgede doğmuş, hiçbir zaman
kiraya verebileceği bir toprağı olmamış ve geçimini sağlamak
için çalışmak durumunda kalmış Cromwell gibi birinin geldi­
ği bu aşama -ülke tarihinin en köklü siyasal devriminin yan
etkilerinden biri olsa bile- Britanya tarihindeki yukarı yönlü
toplumsal hareketliliğin muhtemelen en etkileyici örneğiydi.
1 657'de vekillere yaptığı konuşmada, vazifesinin "milletin üze­
rine bir kabus gibi çökmek üzere olan fenalıkları engelleme ar­
zusu"ndan ibaret olmadığını söylemişti. Bu ifadeleri kullandığı
266 İngiltere Tarihi

günlerde, bir kral olabileceği düşüncesine kendisini kaptırs a da


daha sonra tahta çıkma önerisini kabullenmekten imtina etti.
Cromwell'in derin tutkusu ve politikasını belirleyen en ö nemli
unsurlardan biri sahip olduğu güçlü dini inançtı ve 1648'de
Galler'de geniş topraklar elde ettiğinde de diğer işlerinde de
inancının tesiri altındaydı.
1658'deki ölümüne kadar Cromwell hükümdarlık yapm asa
bile ülkeyi idare etti ve bu süre içinde toplanan Parlamento­
lar ile anlaşmazlıklar yaşadı. Üstelik 1655'te alınan bir karar­
la, taşrada güvenliği sağlayarak dindar ve liyakatli bir yönetim
tesis etmeleri için tümgeneral seviyesindeki askerlerin görev­
lendirilmesi de hoşnutsuzluk yaratmıştı. İstikrarın sürmesinde
rejimin askeri niteliğinin önemli payı olsa da, bu tür adım­
lar son kertede rejimin sivilleşmesini daha da zora sokuyordu.
Cromwell'in ülkedeki anayasal ve kurumsal sürekliliği gözden
çıkarmaya hevesli olması ve dışsal formlara güvenmemesi ge­
nel anlamıyla hüsnü kabul görmedi. Keza resmi nikahın ka­
bulü, kadınların doğum yaptıktan sonra kutsanması geleneği­
ne itiraz edilmesi, baptist pratiklerde değişiklikler yapılması,
1290'da 1. Edward tarafından sürülen Yahudilerin 1656'da tek­
rar ülkeye kabul edilmesi ve pek çok kişinin gözünde aslında
aforoz edilmesi gereken çeşitli tarikat ve itikatların hoşgörül­
mesi gibi Cromwell dönemi İngilteresi'nin dini "reformlar"ı
da iyi karşılanmadı. Hatta Parlamento 1646'dan .beri Noel'de
üzümlü tart ve puding yenmesini yasaklamıştı.
Rejim siyasal, toplumsal ve dini açıdan son derece muhafa­
zakardı ve 1650'lerde yaşananlar bu durumu iyice kuvvetlen­
dirmişti. Tiyatronun yanısıra, Noel kutlaması ve bahar bayramı
direği etrafında dans etmek gibi hurafe görülen veya Katolik­
lere has ve dünyevi addedilen popüler adet ve gelenekler üze­
rindeki baskı, antipatiye yol açtı. 1660'taki il. Charles'ın Res­
torasyonu'na gösterilen genel teveccühün arkasında, bu muha­
fazakarlığa dönük tepki yatıyordu . Daniel Defoe daha sonra­
ları, 1665 yılına kadar 6.325 yeni bayram direğinin dikildiğini
1 603-1 688 267

belirtir. 1650'lerde Püritenliğe karşı gelişen düşmanlık, bir süre


sonra baskıcı, radikal ve illegal rejime dönük hınç duygusuyla
birleşti. 1655-1659 yılları arasında İspanya'yla yapılan savaşta
Jamaika ele geçirilse dahi, Küba ve Haiti'nin de alınacağına
ilişkin beklentilerin aşırı bir iyimserlikten kaynaklandığı kısa
sürede anlaşıldı ve savaşın maliyeti ekonomik bir krize yol açtı.
Cro mwell 1658'de tam da Dunbar ve Worchester'da ka­
zandığı büyük zaferlerin yıldönümü kutlanırken öldü, fakat
gücünün zirvesindeyken ölen bir Büyük İskender değildi o.
Ölümünün hemen ardından, oluşturduğu rejime yönelen
hoş nutsuzluklar ve bölünmeler çabucak görünür hale geldi;
üstelik rejim II. Charles gibi tahtın meşru varisi olan birinin
tehdidi altındaydı. Cromwell ne dörtbaşı mamur huzurlu bir
ülke kurabildi ne de elde ettiği kazanımları devam ettirip daha
da ileriye taşıyacak istikrarlı bir yönetim. Gelgelelim hukuk
ve eğitim reformuna verdiği önem kesinlikle ileri görüşlü biri
olduğunu gösterir. Kendisinden sonra Koruyucu sıfatını alan
oğlu Richard, bir otorite tesis etme kudretine sahip değildi
ama doğrusunu söylemek gerekirse Oliver Cromwell'in lider­
liği de zaten iktidarının son aylarında yalpalamaya başlamıştı.
Richard'ın liderliği, mali problemlerin yanısıra Parlamento
ve ordudan kaynaklı sorunlar nedeniyle, daha ilk günlerinde
zayıfladı ve 1659'da bir askeri darbe ile görevden alındı. Ardın­
dan ülkede Rump Parlamentosu ve Commonwealth'i restoras­
yon girişimleri başladı ancak Parlamento bu kez de ordunun
hedefi haline geldi. Karmaşanın artması ve ordunun bölünme­
si üzerine İskoçya'daki komutanlardan George Monk, Lond­
ra'ya doğru harekete geçerek düzeni tekrar sağladı ve ılımlı
bir Parlamento kurdu. Hükümet politikalarının neden olduğu
gerginlik ile birleşen siyasi istikrarsızlık, nihayet 1660'ta mo­
narşiye geri dönülmesine yol açtı. John Evelyn'in "Lordların
işi" olarak nitelendirdiği bir girişimle II. Charles sürgünden
geri çağrıldı ve Mayıs ayında ülkeye döndü. Böylece Püritenle­
rin toplumu ve ibadet şekillerini reforme etme çabaları ve ken-
268 İngiltere Tarihi

di ahlaki kabullerini topluma dayatma girişimleri başarısızlıkla


sonuçlanmış oldu. Ancak son kertede Britanya toplumu daha
muhafazakar hale gelmişti.

Restorasyon Monarşisi
Restorasyon Yapılanması il. Charles'ın (1660-1685) İngilte­
re, İskoçya ve İrlanda'nın kralı olarak tahta geçmesini s ağladı .
Charles varılan uzlaşı gereği ülkeyi yönetmek ve daha önemlisi
1640'lar ve 1650'lerdeki fırtınalı yılların ardından ihtiyaç du­
yulan istikrarı temin etmek için uygun bir isimdi. Hakları nok­
tasında bilinçli ve kararlı olan Charles gene de esnekti ve güçlü
bir monarşi kurma peşinde koşmaktan ziyade mevcut pozis­
yonunu muhafaza etmekle yetinen bir tutuma sahipti. 16 61'de
Fransa'da şahsi gücüne dayalı iktidar kuran kuzeni XIV. Lou­
is'nin aksine, Charles baskıcı bir yönetim tarzına sahip değildi.
Her ne kadar Charles'ın 1669'da en güvendiği kişileri önemli
mevkilere getirdiği ve bu kişilerin mutlakiyetçi bir monarşiye
geçmeyi planladıkları iddia edilse de, şayet İngiltere'de kraliyet
yanlısı bir hareket patlak verecek olursa bunun müsebbibinin
Charles olmayacağı gayet açıktı. Charles'ın en önemli husu­
siyetlerinden biri de nezaketi ve cana yakınlığıydı ve herke­
sin güvendiği biri değildiyse de -çünkü bazıları onu bir tiran
ve hovarda olarak görüyordu- babası I. Charles ve kardeşi II.
James'in başına gelen talihsizliklerden kaçınabilme kudretine
sahipti.
I. Charles'ı idama götüren belgede imzası olanlar hariç, bü­
tün parlamenterler ve Cromwellciler affedildi. Kraliyet birlik­
leri sayıca 1640'a nazaran daha az; 1641 ve sonrasına göreyse
daha fazlaydı. il. Charles'a ciddi bir gelir bağlandı ve ordu üze­
rinde kontrol imkanı sağlandı, fakat donanma vergisi benzeri
ayrıcalıklı vergilendirmeler ve Yıldızlı Oda gibi yargı kurum­
ları yeniden canlandırılmadı. Sarayın kontrolüne bırakılan ara­
zi miktarı bir monarkın kendi finansal bağımsızlığını sürdür-
1 603-1 688 269

ınesine olanak sağlayacak büyüklükte değildi. 1 650'lerde Par­


lamentonun, hukuk sisteminin ve üniversitelerin reformu için
geliştirilen öneriler, 1660'ların muhafazakar ikliminde hiçbir
şekilde hoş karşılanamazdı. Bu dönemde Bradford, Leeds ve
Manchester daha önce kendilerine verilen vekil yollama hak­
kını kaybettiler.
Monarkın egemenlik hakkı eskiden olduğu gibi -ama
Cromwell'in iddia ettiği türden bir kutsallıktan çok farklı bir
kutsal hak olarak görülse de artık bu hakkı Parlamento sa­
yesinde kullanacaktı. Bu da parlamenter monarşiye doğru bir
yönelime işaret ediyordu. Ayrıcalıklı yetkilerin kaybolması
ve parlamentoya dayalı bir vergilendirmeye duyulan ihtiyaç,
Charles'ın ülkeyi Parlamento aracılığıyla yönetmek duru­
ınunda kalacağını göstermekteydi. Gerçekten de kralın, 1661-
1662'de mümkün olduğunca çok sayıda Protestanı bünyesinde
barındıran (ötekilere karşı da hoşgörülü olan) geniş-tabanlı
bir Kilise kurma yönündeki çabası, Anglikanlar ile Presbiter­
yenler arasında bir uzlaşının arandığı 166l'deki Savoy Kon­
feransı'nın başarısızlıkla neticelenmesinin hemen ardından
Cavalier Parlamentosu (1661-1679) tarafından boşa çıkarıldı.
166l'de kabul edilen Korporasyon Kanunu ile şehir ve kasaba­
larda görevli memurlara Anglikanizmi1 kabul etme zorunlulu­
ğu getirildi ki amaç Protestan Uyumsuzlar' ı2 dışlayabilmekti.
Zaten 1673 ve 1678'de çıkarılan ve adına Test Yasası denilen
düzenlemeyle de Katoliklerin devlet kadrolarına alınması ve
Parlamentoya girmesi yasaklanırken aynı şekilde Uyumsuz­
lar da kamu kurumlarından dışlandı. Homojen bir ideolojik
yapı kurma çabası, yeni baskı biçimlerini beraberinde getirdi.
1 662'de Parlamentoda kabul edilen Birlik Yasası ile Presbiter-
1
İ ngiltere'nin resmi kilisesi olan İ ngiltere Kilisesi'ne özgü ilke, dokt­
rin ve kurumlar bütününe Anglikanizm denir. Kral VIII. Henry ta­
rafından 16. yüzyılın ilk yarısında kurulmuştur. (ç.n.)
2 Anglikan Kilisesi'nin kurumlarını ve uygulamalarını reddeden Pro­
testanlar "nonconformity" (uyumsuz) olarak nitelenmiştir. (ç.n.)
270 İngiltere Tarihi

yen din adamları görev yaptıkları kiliselerden uzaklaştırılırken,


Anglikan ibadet şekillerini benimsemeyen insanlar toplu bi-
çimde ayin yapacakları zaman, sayılarının beşi geçemeyeceği
ilan edildi. 130 papazın Galler'deki mülklerine el konulurken,
Baptist rahip John Bunyan da izinsiz yasadışı ayinler yaptığı
gerekçesiyle hapse atıldı. Bunyan hapisteyken Hac Yolunda adlı
kitabı kaleme aldı.
Matbaa ve yayıncılık da elden geçirilen alanlardan biriydi.
1662 tarihli düzenleme ile matbu yayın yetkisi sıkı biçimde
Londra Stationers Şirketi bünyesindeki matbaacılar ve üniver­
site matbaaları ile sınırlandırıldı. Mevcut matbaalardan sade­
ce yirmisine kitap basma izni verilmişti. Bu sınırlandırmadan
kaynaklanan boşluğu ise Londra Piskoposluğu ve Canterbury
Başpiskoposluğu kapatmaya girişti. Fakat onları harekete ge­
çiren şey, matbaa üzerindeki kontrolü bir nebze de olsa gevşet­
mek değil sapkın fikirlerin kitaplar aracılığıyla yayılmasından
duydukları derin endişeydi.
Restorasyon Yapılanması'nı belirleyen iki temel unsurdan
biri korku, diğeri intikamdı. Özellikle cumhuriyetçilerin bir
komplo tezgahlayabileceğine -ki gerçekten de bu oldu- dair
korkuların belirlediği bir tehdit algısı, ihanetleri ve milis ör­
gütlenmeleri beraberinde getirdi. Gene de mevcut kanun ve
nizamın altını oyan asıl etken, Püriten elitlerin kanunları ihlal
etmeleri oldu. Bu elit gruba mensup sulh hakimleri kanun ih­
lallerine göz yumdu. Kiliselerden kovulmuş olan Püriten din
adamları, Püriten elitlere ait özel şapellerde görev yapmaya
başladı ve ayrıca özel hoca olarak istihdam edildi.
İrlanda'da Cromwell zamanında kurulmuş olan düzen üze­
rinde çok küçük ölçekli oynamalar yapılırken, İ skoçya'da Parla­
mento, kilise ve aristokratik gücün tamamı birden restorasyona
tabi tutuldu. Gelgelelim İskoç din adamlarının yaklaşık üçte
biri, yeni dini düzenlemeleri kabul etme noktasında isteksiz­
di ve bu nedenle Presbiteryenlerin toplandığı mekanlar adeta
muhalefetin merkezi haline gelmişti. Hükümetin Presbiter-
1 603-1688 271

yenler üzerinde kurduğu baskı -özellikle 1679'da- başarısız­


lıkla sonuçlanan bir dizi ayaklanmaya yol açtı. [il. Charles' ın
en güvendiği isimlerden olan] İskoç devlet adamı 1:-aunderdale
dükü John, askeri güce dayalı kraliyet iktidarının lskoçya'daki
temsilcisiydi.
il. Charles dini alanda yapılan düzenlemelerden ve ken­
di manevra alanının daraltılmasından rahatsızdı. Bu tutum,
Charle s'ın açık Katolik temayüller sergilemesi neticesinde
çok daha ciddi bir hal aldı. Dinsel hoşgörüden büyük oranda
yoksun olan bir toplumda böyle bir kral, ulusal bağımsızlığı,
Kilisenin ve toplumun varlığını tehlikeye sokan biri olarak al­
gılanmaya başlandı. Katolik-karşıtlığı ve keyfi bir yönetimden
duyulan korku, yüzyılın ilk yarısında olduğu gibi ikinci yarı­
sında da önemli bir olguydu. Gene de ileride 111. George ör­
neğinde görüleceği gibi, krala dönük memnuniyetsizliği abart­
mak akılsızca atılmış bir adım olurdu . Ne de olsa çok sayıda
insan, sarıca hastalığından kurtulabilmek ümidiyle Charles'ın
"dokunuşu"na mazhar oluyordu ve bu da insanların kraliyetin
iyileştirici gücüne duydukları inancı ve bu yöndeki taleplerini
gö steriyordu.
İkinci İngiliz-Hollanda Savaşı'nda ( 1665- 166 7) yaşanan
başarısızlığın, özellikle 1667'de Medway'de İngiliz filosunun
son derece küçük düşürücü bir saldırıya maruz kalmasının
ardından Charles ile Katolik alemin en güçlü monarkı olan
XIV. Louis arasında 1670'de Gizli Dover Antlaşması yapıldı.
Charles en geniş ifadesiyle Katolikliğe döneceğine ve İngil­
tere'de buna göre yeni bir düzen kuracağına söz vermişti. İki
monark da, dönemin önde gelen Protestan devletlerinden olan
Hollanda'ya saldırma konusunda mutabık kaldı. Bu gerçek bir
Katolik Komplosu'ydu ve Charles'ın niyetleri etrafında olu­
şan kuşku sadece onun hükümdarlığının geriye kalan kısmını
etkilemekle kalmadı, halefi olarak tahta geçecek olan Katolik
kardeşi il. James'in kaderini de belirledi. James 1685'te tahta
çıktığında, hem Katoliklere dair kuşku artmış hem de bu kuş-
272 İngiltere Tarihi

ku Nantes Fermanı'nı feshederek Fransa'da Protestanlara karşı


harekete geçen XIV. Louis ile kritik biçimde irtibatlandırıl­
mış durumdaydı. Bütün bunlar, Katolik yöneticilerin güvenilir
insanlar olmadığı ve daima keskin bir Protestan-karşıtlığına
dayandıkları hususunda açık bir uyarıcıydı.

Katolik Komplosu
III. İngiliz-Hollanda Savaşı'nda (1672-1674) istenilen sonu­
cun alınamaması, Charles'ın Cabal olarak adlandırılan kabi­
nesinin düşmesine yol açtı. Charles, böylesi siyasal fırtınala­
rı ustalıkla idare etmiş ve kendi konumunu muhafaza etmek
uğruna bakanlarını her zaman kolaylıkla gözden çıkarmıştı.
Ancak 1678'in Katolik Komplosu krizi onu en zayıf nokta­
sından vurdu: Tümü de gayrimeşru en az on dört erkek çocu­
ğu bulunan Charles' ın ardından tahta kimin çıkacağı meselesi
büyük bir sorundu. Portekizli prenses Catherine ile olan ev­
liliğinden meşru bir çocuğu olmadığı için, doğal olarak York
dükü olan kardeşi J ames varisi konumundaydı. Katolik Komp­
losu, Charles'ı suikastle öldürüp yerine kardeşi James'i geçir­
meyi hedefleyen bir Katolik tertip olduğu yönünde dalavereci
Titus Oates'ın ortaya attığı düzmece iddialara dayanıyordu.
Bu, siyasetin çılgın komplo hikayeleri aracılığıyla yürütüldüğü
sürecin görünümlerinden biriydi. Olayla ilgili delil toplayan
yüksek yargıç Sir Edmund Barry Godfrey'in öldürülmesi ve
ardından J ames'in eski sekreteri Edward Coleman' ın evinde
kuşku uyandırıcı bazı mektupların ele geçirilmesi, şüphe ate­
şini iyiden iyiye alevlendirdi ve paranoyanın hüküm sürdüğü
bir siyasi ortam doğurdu. Kısa süren bir dizi yargılamanın ar­
dından suçlu bulunan Katolikler idam edildi. Charles'ın önde
gelen bakanlarından Danby kontu Thomas Osborne'un XIV.
Louis ile gizli kapaklı görüşmeler yürüttüğünün siyasi rakip­
leri tarafından ifşa edilmesi, yangını iyice körükledi. Osborne
1 603-1688 273

görevinden azledilip 1679'da Londra Kulesi'ne hapsedildi. Bu


aslında iktidarın çöküşünün başlangıcıydı.
Dışlama Krizi, 1679-1681
Katolik Komplosu, tarihe Dışlama Krizi olarak geçen ve Char­
les'ın elini zayıflatıp James'in de tahta çıkmasını engellemek
için Parlamentoyu devreye sokma amacını taşıyan bir girişime
zemin hazırladı. Girişime öncülük eden Shaftesbury kontu
Anthony, tarihteki ilk İngiliz siyasal partisi olarak kabul edi­
len "Whigler" (Whigs) adlı bir grup oluşturdu. Whig kelimesi
esasen İskoç Presbiteryen isyancıları nitelemek üzere kullanı­
lan pejoratif bir ifadeydi ve bu yeni gruba Whig ismini veren
de muhaliflerdi. Belirli bir parti disiplini ve merkezi kontrol
ile değil gayriresmi bir bağlılık ve ideoloji ile bir araya gelmiş
olan Whigler yoğun bir propagandaya giriştiler. Resmi yayın
izni alınmadan çıkarılan ilk gazetenin başlığı ve birinci sayfası,
hareketin didaktik doğasını gözler önüne seriyordu: "Hafta­
lık Roma Postası yahut Katolikliğin Tarihi. . . Katolik iddiaları
cevaplandırılır, yanlış düşünceleri ortaya konulur, zalimlikleri
gö sterilir, ihanetleri ve müfsit öğretileri ifşa edilir."James'in ik­
tidarını sınırlandırma yolunda belki dışlama yerine daha iyi bir
alternatif çıkabilirdi ama Saray'a duyulan güvensizlik daha işin
başında buna mani oldu.
Katoliklik karşıtlığı, Whiglerin fırsattan istifade edecekleri
bir krizin doğmasına yardımcı olabilir ve bir kişinin yargılan­
madan hapse atılmasını zorlaştıran 1679 tarihli Habeas Cor­
pus Yasası'nda olduğu gibi kralın yetkilerinin zayıflatılmasını
sağlayabilirdi. Bu yasal ilke, İngiliz siyasal kültürü ve Britan­
ya'nın liberal değerler dünyasına katkısı açısından fevkalade
önemliydi.
Gelgelelim Dışlama Krizi boyunca Whigler bir dizi zorluk
ve engelle baş başa kaldı. Öncelikle İç Savaş'ın yarattığı ka­
osu hatırlayan halk, yeni bir ayaklanmaya girişmekten ısrarla
274 İngiltere Tarihi

kaçınıyordu. Öte yandan Charles'ın Lordlar Kamarası üze­


rinde güçlü bir etkisinin olması ve gerekli gördüğü hallerde
Parlamentoyu toplama ve kapama yetkisini haiz olması, dışla­
manın yasal bir çerçevede yürütülmesini engelliyordu. D ahası
James'in yerine kimin tahta çıkabileceği noktasında b ir fikir
birliği yoktu ve üstelik Charles da yerini korumakta kararlı
görünüyordu. 1679'da patlak veren ayaklanmayı bastırıp, İs­
koçya ve İrlanda'da kontrolü kesin olarak sağlayan Charles, bu
olay dışında 1638-1642 dönemi krizleri ile mukayese edilebilir
herhangi bir kriz yaşamadı ve 1642'de beş muhalif adam için
Parlamentoyu kuşatan babasının yaptığı gibi ahmakça hare­
ketlerden özenle kaçındı.
Whiglere tepki olarak "Toryler" denilen ikinci bir hareket
doğdu. Kelimenin kökeninde, İ ngiliz yerleşimcilerin toprakla­
rına el koyup yerlerinden ettiği İrlandalı köylülerin bu yerle­
şimcileri nitelemek üzere kullandığı ve eşkıya, gaspçı, haydut
anlamına gelen İrlandaca "toraidhe" sözcüğü vardı. Toryler, İn­
giltere Kilisesi'ni ve Kralı destekleyen muhafazakar bir grup­
tu. Whiglerin dışlama krizinde başarısız olmaları 1681'de bir
tepkinin doğmasına yol açtı ve işin aslına bakılırsa söz konusu
tepkinin gelişmesi, aynı günlerde XIV. Louis'den maddi destek
sözü alan Charles'ın artık ülkeyi Parlamentosuz yönetebilecek
olmasıyla yakından ilgiliydi. Tepkinin ilk neticesi Whigler­
den olan memurların işten çıkarılması oldu. Ardından Whig
liderlerinin bir kısmı kaçtı, bir kısmı da Charles'ı ve James'i
öldürmek amacıyla düzenlendiği iddia edilen 1683'teki Rye
House Komplosu'na bulaştı. Bu olay bir dizi idama ve ayrı­
ca Whiglerle ilgili başka olumsuzlukların yaşanmasına neden
oldu. Mesela Londra'daki ticari şirketlerin tüzük ve sözleşme­
leri, Saray'ın etkisini arttıracak şekilde yeniden yapılandırıla­
rak Uyumsuzlar (İngiltere Kilisesi'ne üye olmayı reddeden ve
çoğunluğu Whig olan Protestanlar) dışlandı ve gadre uğradı .
1681 tarihli Test Yasası ile İskoçya'daki bütün yöneticiler ve
memurlar, daha önce altına imza attıkları taahhütler ve sözleş-
1 603-1688 275

ınelerden vazgeçmeye mecbur bırakıldılar. James 1 679- 1 682


yılları arası Edinburgh'da ikamet etti ve bu şehirdeki Holyrood
Saray'ı elden geçirilip krallığın kuzeydeki merkezi haline ge­
tirildi.

U . James, 1685-1688
Dışlama Krizi' ne dönük tepkiler, İngiltere'de II. James'in (İs­
koçya'daki unvanıyla VII. James) fazla bir zorlukla �rşılaş­
ınadan kardeşinin yerine tahta geçmesini sağladı. lngiltere
l(ilisesi'ni koruma sözü veren James başlangıçta teskin edici
bir tutum sergiledi. Tahta oturduğu yıl İskoçya ve İngilte­
re'deki ayaklanmaları bastırması, gücüne güç katmıştı. Ayak­
lanmaların ilki, il. Charles' ın gayrimeşru çocukları arasında
en karizmatiği olan ve Dışlama Krizi esnasında taht üzerinde
h ak iddiasında bulunan J ames'in harekete geçmesiyle başladı.
Charles'ın, annesi Lucy Walter ile gerçek bir evlilik yaptığını
iddia eden James 1685'te Lyme Regis'e gelerek II. James'e karşı
girişeceği hareketin hazırlıklarına başladı. Kısa sürede Dorset
ve Somerset'te hatırı sayılır bir destek gördü ve 5-6 Temmuz
gecesi kraliyet ordusuna Sedgemoor'da sürpriz bir saldırı ger­
çekleştirdi. Neredeyse kazanmak üzereyken, ağır kayıplar ve­
ren birlikleri daha fazla dayanamayıp dağıldı ve savaşı kaybetti.
James idam edilirken destekçilerinin bir kısmı kolonilere yol­
landı bir kısmı ise yargıç George Jeffreys'in başkanlık ettiği
"Kanlı Mahkemeler"de yargılanıp idam edildi. İskoçya'da Ar­
gyle dükünün öncülük ettiği bir başka ayaklanma da bastırıldı
ve dük idam edildi.
Tıpkı Cromwell gibi James de kazandığı bu ilk zaferleri
Tanrının iradesinin tecellisi olarak yorumladı. Ayaklanmaları
gören J ames hızla asker sayısını arttırmaya yöneldi, fakat Par­
lamento ne bundan ne de Katolik memurların devlet kademe­
lerine atanmaya başlanmasından memnundu. James 1 685 yılı
Kasım ayında Parlamentoyu tatil ettiğini duyurdu ve hüküm-
276 İngiltere Tarihi

darlığı boyunca bir daha toplamadı. Hareket alanı genişleyen


J ames daha sonra yönetimi Katolikleştirme işine soyundu ve
halk nezdinde popülerliğini kaybetmesinde bu teşebbüsün bü­
yük etkisi oldu. Katolikler için tam bir dini ve toplumsal eşitlik
tesis etmek demek yerleşik İngiltere Kilisesi'nin imtiyazlarının
ortadan kaldırılması demekti. Katoliklerin önemli mevkilere
atanması siyaseti, istisnai yetki kullanımının bir kaide haline
getirilmesi ve kukla bir Parlamento kurma yönünde hazırlık
yapılması öfkeye ve kuşkulara neden oldu. Üstüne üstlük Ja­
mes, sadece kendisine karşı sorumlu olacak profesyonel bir
ordu kurma yönünde adımlar atmaya başladı. Bütün bunlara
rağmen Britanya adalarında henüz bir devrim kokusu yoktu .
1638-1642 döneminin aksine Stuart hanedanı şimdi, içeride n
gelecek meydan okumalar karşısında kendini koruyabilecek
güçteydi ve İskoçya ile İrlanda'da da herhangi bir sorun görün­
müyordu.
10 Temmuz 1688'de kralın bir erkek çocuğunun (Galler
Prensi) dünyaya gelmesi, onun izlediği siyasetten memnun
olmayanlar üzerinde tam bir şok etkisi yarattı. Geleceğin pis­
koposu Atterbury günlüğüne düştüğü notta "şayet bu bebek
Charing Cross'ta dünyaya gelmiş olsaydı, herhalde ancak bu
kadar gündem yaratabilirdi" der. Fakat durumdan memnun ol­
mayanlar, yeni doğmuş bir bebeğin kaçırıldıktan sonra getirilip
Kraliçe'nin yatağına bırakıldığı şeklinde bir söylenti yaymaya
başladı. II. James'in Katolik ikinci eşiyle on beş yıla yaklaşan
evliliğinden olan çocuklarının hiçbiri hayatta değildi. Sadece
ilk (Protestan) karısından olma iki kızı vardı: Mary ve Anne.
Mary, James'in yeğeni olan tanınmış Protestan Hollandalı po ­
litikacı III. William ile evlendirildi. Hanedan soyundan gelen
William, I. Charles'ın kızı Mary'nin oğluydu ve Hollanda ge­
nel valiliği görevini yürütüyordu. Bu evlilik muhalifler nezdin­
de, ileride ne de olsa tahta William'ın geçeceği ve dolayısıyla
James'in yürürlüğe koyduğu değişikliklerin geçici olduğu yö ­
nünde bir iyimserlik doğurdu.
1 603-1 688 277

Fakat Katolik bir erkek varisin varlığı, James'in başlattığı


değişikliklerin kalıcı hale gelmesi gibi bir risk içeriyordu. Ö te
taraftan 30 Temmuz'da alınan bir kararla, James tarafından
yayımlanan ve bütün Hıristiyanlara �ini pratiklerini yapmada
tam bir eşitlik getiren -ve bu yönüyle lngiltere Kilisesi'nin ayrı­
calıklarına meydan okuyan- düzenlemeye karşı çıkıp kışkırtıcı
eylemlerde bulundukları gerekçesiyle yargılanan Canterbury
b aşpiskoposu Sancroft ve altı piskoposun suçsuz bulunarak
beraat etmeleri ülkede geniş bir sevinç dalgası yarattı. Şenlik
ateşleri yakılıp kutlamalar bile yapıldı. Bu tip olaylar hakkında
gerek James'i destekleyenlerin gerekse muhalif olanların kitap
ve broşürler yayınlamaları, kamuoyu [denen olgunun] önemi­
nin anlaşıldığını gösterir. Westminster Sarayı 1834'teki yan­
gının ardından restore edildiği vakit, binanın duvarına çizilen
resimlerden birinin yukarıda değinilen beraat olayı ile ilgili
olması, bu olayın milli geleneğin bir parçası olarak belleklerde
yer ettiğine delalet etmektedir.

Şanlı Devrim: 1688


Ülkenin içinde bulunduğu kırılgan ve belirsiz durum, sonun­
da yedi politikacının Protestanlığı ve geleneksel özgürlükleri
koruması için III. William'a müdahale çağrısında bulunma­
larına neden oldu. Esasen William çoktan harekete geçmeye
karar vermişti ve asıl gayesi Britanya adalarını Fransa Kralı
XIV. Louis'nin etki alanının dışına çıkarmaktı. Fakat gerçekte
girişeceği müdahale pek çok bakımdan bir kumardı. Çünkü
bu müdahalenin kaderi, XIV. Louis'nin Hollanda'ya saldırıp
saldırmayacağı, diğer devletlerin tavrı, Kuzey Denizi ve Manş
Denizi'ndeki rüzgarlar ve İngiliz ordusu ve donanmasının tep­
kisi gibi farklı olgulara bağlıydı. Başlangıçtaki planı fırtınanın
azizliğine uğrayan William, 5 Kasım 1688'de kendisini bek­
leyen çetin bir savaş için topladığı güçlü ordusuyla Torbay'e
yerleşti. James'in ordusu William'ınkinin sayıca iki katı olsa da
278 İngiltere Tarihi

askerlerde ciddi bir isteksizliğin olması William' ın lehine bir


durum yarattı. Yaşamının erken döneminde cesur bir komutan
olan James'in azim ve kararlılığından 1688'de neredeyse es er
yoktu ve üstelik kendisini bitap düşüren burun kanamalarıyla
cebelleşiyordu. Bu nedenle ordusunun başında savaşa gideme­
di. İlaveten askeri açıdan da önemli kayıplar yaşadı: General­
lerinden John Churchill, Salisbury'deki ordu karargahından
kaçıp William'ın safi.arına katıldı. Hatta Prenses Anne hile
Londra'dan kaçarak William'a sığındı. Dolayısıyla William ,
Tory liderlerinin (ki Whiglere nazaran il. James'e daha yakın
olan bir gruptu) müzakerelerin devam edebilmesi için Lond­
ra'ya ordusunu sokmayıp beklemesi yönündeki taleplerini
reddetti. James, İngiltere Kraliyet Mührü'nü Thames nehrine
attıktan sonra Londra'dan kaçtı. Londra'daki ahalinin yaşadığı
korku ve büyük bir iç karışıklık yaşanacağı endişesi, nihayet
Canterbury Başpiskoposunu harekete geçirdi ve asilzadelerle
birlikte şehrin kontrolünü ele aldılar. James yakalanıp Lond­
ra'ya getirildi ancak onun varlığı, yeni bir siyasal ve anayasal
düzen kurulması önünde bir engeldi ve o nedenle kısa süre
sonra Hollanda'nın baskısıyla yurtdışına sürgüne gönderildi.
Ortaya çıkan iktidar boşluğu, İngiltere'nin Hollanda tara­
fından işgal edilmesi gibi bir ihtimali gündeme getirdi ve işin
aslı bu seçeneğin İngilizler nezdinde hatırı sayılır destekçisi
vardı. Pek çok kişi, veraset usulüne dayalı kraliyet sisteminin
ihlal edilmesini istemiyordu ve hanedanın devamından yanay­
dı. William ilk başlarda tahta çıkmak gibi bir düşüncesi olma­
dığını dile getirse de, özellikle James'in sürgüne gönderilmesi­
nin ardından, durumun kendi lehine döndüğünü görünce taht
arzusunu açıkça belirtti. Bir varis olmadığı için, tahtın münhal
olduğu ilan edilip, 1689'da William ve Mary'nin ülkeyi ortak­
laşa yönetmelerinde karar kılındı. Katoliklerin tamamı, taht
üzerinde veraset hakkından mahrum edildi.
VI. Bölüm
1 689- 1 8 15

Tarihe Şanlı Devrim olarak geçen olay, İngiltere'de -büyük


oranda kan dökülmeden-meydana gelen son başarılı girişimdi.
Mevcut kral, yeğeni ve damadı tarafından alaşağı edildi ancak
III . William'ın başa geçmesinde kendisi lehine toplumda var
olan belirli ölçüdeki istek kadar, gönülsüzce bir boyun eğiş ve
ilgisizlikten kaynaklanan yaygın bir muhalefet yokluğunun da
payı vardı. Kralın değişmesi, II. James'e kol kanat geren Fransa
kralı XIV. Louis ile savaşa yol açtı ve Batı Avrupa'nın bu güçlü
ülkesi ile mücadelenin gerektirdiği yüksek maliyeti karşılamak
için Parlamentonun onayına ihtiyaç duyulması, parlamenter
monarşi kavramını iyiden iyiye güçlendirdi. Finansal yapılan­
ma ve mali konular, William'ı her sene Parlamentoyu toplamak
mecburiyetinde bıraktı. 1694'te kabul edilen Triennial Yasası,
Parlamentonun düzenli aralıklarla toplanmasını ve seçimlerin
üç yılda bir yapılmasını hükme bağladı. Seçimlerin üç yılda bir
yapılmasındaki amaç, Parlamentonun potansiyel yozlaşma ve
bozulmasının önüne geçmek, bu yöndeki muhtemel bir geliş-
280 İngiltere Tarihi

meyi sınırlayabilmekti. III. William gerçek anlamıyla sınırlan­


mış bir kraldı.
Özgürlükçü ve hoşgörülü ruhun zaferi ve İngilizlere uygun
bir siyasal hayatın doğuşunun simgesi olarak görülen ve bu
nedenle İngiliz toplumsal belleğinde önemli yere sahip olan
Şanlı Devrim, tarihin Whigci yorumuna da temel teşkil et­
miştir. Ancak bu yorum, İskoç veya İrlanda perspektifinden
yahut işçi sınıfı açısından bakıldığında hiçbir zaman benzeri
bir öneme sahip olmamış ve daima ciddi itirazlarla karşılaş­
mıştır. Uzun süre Britanya toplumunun özgürlük ve ilerlemeye
dair karşı konulamaz arzusunun tezahürü olarak gösterilen bu
süreç, bazı çağdaşları nezdinde olduğu gibi bugün de ideolojik,
siyasi ve diplomatik bir kriz ve keskin bir kopuş olarak görüle­
bilir. William'ın tahta çıkması, İrlanda ve İskoçya'nın çok kötü
biçimde etkilendiği bir iç savaşa yol açmakla kalmadı aynı za­
manda bir dış savaşı da beraberinde getirdi. Söz konusu savaş,
Fransa'nın tutkularını dizginlemekte başarılı olsa da Britanya
içinde ciddi bir gerilim kaynağı oldu. Aynı savaş İngiltere'yi,
Parlamentonun denetiminde iç borçlanmaya dayalı yeni bir
kamu maliyesi modeli ile tanıştırdı.
1688 yılından itibaren Britanya, ortak Avrupa yörünge­
sinden ayrıldı. Bunun tek nedeni en azından İngiltere ve İs­
koçya'da daha özgürlükçü bir anayasal rejimin ortaya çıkması
değildi; tahta çıkma usulündeki değişikliğin yol açtığı sonuç­
lar ve İrlanda ile İskoçya'da yaşanan iç savaş ve istikrarsızlık
gibi gelişmeler de önemliydi. Çoğu Avrupa devletinin kendi
iç siyasi ve dini düzenlerini yeniden kurdukları bir zamanda,
Britanya Protestan Reformu'nun neden olduğu bölünmelerle
uğraşıyordu. Gelgelelim farklı bir perspektiften bakıldığında,
Şanlı Devrim'in havası kaybolmaya başladıktan sonra Britan­
ya, dönemin Avrupası'nın genel bir özelliği olan Saray ile top­
lumsal elitler arasında uzlaşıya dayalı bir siyaset benimseyerek
Avrupa ile müşterek bir çizgiye geldi.
1 6 89-1815 281

Sürgündeki II. James tahta geri dönmeyi aklına koymuş­


tu ve bu arayışı Jacobizm adlı bir hareketin doğmasına neden
oldu. "James"in Latincedeki karşılığı olan "Jacobus"tan türe­
yen Jacobizm, sürgündeki Stuartların etrafında gelişen bir
tepki harek�tiydi. Fransa'nın desteğini arkasına alan James
başlangıçta Irlanda'nın büyük kısmını kontrolü altına aldı ve
iskoçya'da hatırı sayılır bir destek buldu. Bu tablo, Stuartların
tahtının sallandığı İngiliz iç savaşlarının son dönemine geri
dönüldüğü gibi bir hava yarattı ve J ames'in 1660'ta kardeşi II.
Charles'ın yapmış olduğu gibi düzeni yeniden tesis etmeme­
si için hiçbir neden görünmüyordu. Jacobistleri umutlandıran
şey tarihin tekerrür edebileceği inancıydı. Ancak William tıpkı
kendinden önceki Cromwell gibi Stuartları ve destekçilerini
İ skoçya ve İrlanda'dan çıkarmayı başaracak ve böylece onları
diplomatik ve askeri bir gündem ve zamanlamaya uygun bi­
çimde bir dış desteğe dayanmak zorunda bırakacaktı.
Bölgenin güçlü isimlerinden olan ve arkasına piskoposların
kontrolündeki İskoç Kilisesi yanlısı Episkopalyanların deste­
ğini almış olan Highlandli John Graham'ın, Nisan 1689'da Ja­
mes'e katılmasıyla birlikte James'in eli güçlendi. Episkopasya­
nizm, Stuartlar döneminde kurulmuş yerleşik Kilise idare şek­
lini temsil ediyordu, fakat Şanlı Devrim, bu yapının Protestan
rakibi olan Presbiteryenizmin İskoçya'da hayata geçirilmesini
beraberinde getirdi ve nüfusun yaklaşık yarısı bunu destek­
liyordu . 27 Temmuz'da Killiecrankie'de gerçekleşen savaşta,
Graham' ın öncülük ettiği kuvvetler Highland tarzı bir hücum
ile rakiplerine üstünlük kurmak üzereyken liderlerinin öldü­
rülmesi üzerine dağılıp savaşı kaybettiler. 1691'in sonlarında
Highlandli çok sayıda kabile lideri, William'a bağlılık yemini
etti. Sonraki yıl, Jacobistlerin ayaklanmasına bir son vermek
isteyen William'ın Highland'deki Glen Coe'da yaptığı katliam,
yeni düzende son sözün güce ait olacağının işaretçisiydi.
282 İngiltere Tarihi

İrlanda için Mücadele


İrlanda'daki duruma nihai bir şekil verecek olan savaşlar da bu
dönemde yaşandı. William güçlü ve düzenli ordusuyl�, düş ­
manlık besley�nlerin üstesinden gelebildiğini gösterdi. Iskoç­
ya'ya nazaran Irlanda, Brest'te demirlemiş büyük Fransız do­
nanması için daha rahat ulaşılabilir bir konumdaydı. 16 89'da
İrlanda'nın büyük kısmı James taraftarlarının kontrolündeydi.
Katoliklerin bir katliam yapmasından korkan Derry kenti ku­
şatmaya direnmiş ve aynı yılın Temmuz ayında İngiliz filosu­
nun bölgeye gelmesi ile rahat bir nefes almıştı. Ağırlıklı olarak
Danimarkalı ve Hollandalı askerlerden oluşan William' ın or­
dusu, kısa süre sonra İrlanda'ya ulaşarak Belfast ve Carrick­
fergus'u ele geçirdi. Deniz gücü William'a askeri bir esneklik
sağlamış ve İrlanda'nın tamamen James'in kontrolüne girme­
sini engellemişti.
Temmuz 1690'da İrlanda'ya ulaşan William Dublin'e doğru
yürüyüşe geçtiğinde,Jacobistler ve Fransızlardan oluşan 21 bin
kişilik büyük bir ordunun (William'ın ordusu 35-40 bin asker­
den oluşuyordu) Boyne nehrinin güney şeridinde konuşlan­
dığını gördü. William, savaşan tarafların ihtiyaç anında kay­
naklara ulaşabilmesi anlamında İrlanda'nın ne kadar kritik bir
önem taşıdığının farkındaydı ve stratejisini buna göre oluştur­
muştu; oysa aynı şeyi XIV. Louis için söylemek mümkün de­
ğildi. 1 Temmuz'da Jacobistleri Boyne'da mağlup eden Willi­
am Dublin'i zorlanmadan ele geçirdi ancak Limerick'e girmeyi
başaramadı. Marlborough Kontu John Churchill Eylül ayında
Cork'u, iki hafta sonra da Kinsale'i aldı. 12 Temmuz 1691'de
Aughrim'deki son büyük çarpışmada İskoç general Hugh Ma­
ckay muazzam bir taktikle süvarilerini bataklık içinden karşı
kıyıya geçirerek J acobistlere darbe indirdi. Hezimete uğrayan
piyadeler ağır kayıp verdi. Ardından Galway kenti düştü ve
nihayet 3 Ekim'de Limerick'in de teslim bayrağını çekmesiyle
J acobist direnişi tamamen sona erdi.
1 689-1815 283

ıs. Yüzyılda İrlanda

169 1 'de imzalanan Limerick Antlaşması'yla İrlanda'daki J aco­


bistler boyun eğmek durumunda kaldı ve "Wild Geese" de­
nen bir grup da Fransa'da bulunan James'e hizmet etmek üzere
oraya gitti.1 Bu tarihten itibaren İrlanda, Protestan egemenliği
altına girdi ve bu da ülkede Protestanlığın kökleşmesi süre­
cini başlattı. Katoliklere ait topraklar 1641'de yüzde 59 iken
1 68 8'de bu oran yüzde 22'ye; 1 703'te yüzde 14'e ve 1778'de
yüzde 5'e kadar geriledi. Katolik memurlar ve toprak sahipleri
tasfiye edildi ve Parlementodan Katolik-karşıtı bir yasa geçi­
rildi. 1704 yılında kabul edilen yasa ile Katoliklerin serbestçe
arazi veya mülkiyet edinmeleri ve bunları miras olarak devret­
meleri yasaklandı. Ayrıca oy kullanma hakları ellerinden alındı
ve bütü n askeri, siyasi ve idari birimlere ve Parlamentoya gir­
mekten men edildi. Aynı yasa ile karma evlilikler ve Katolik
okullar yasaklanırken, Katoliklerin silah bulundurmaları ve
taşımaları da suç haline getirildi. Ancak bütün bunlar Katolik
nüfusu azaltmadı, çünkü görünürdeki ciddi baskı kalıcı değil
konjonktüreldi. Dini kıyafet yerine normal kıyafetler giyen
ve böylece dikkatleri üzerine çekmeyen Katolik din adamları,
el altından ayinlerini yapmayı ve diğer vazifelerini ifa etmeyi
sürdürdü. Ayrıca bir ulusal kimlik duygusu etrafında kenetlen­
meyi sağlayan güçlü bir sözlü kültürün ve Katolikliğin esasla­
rının çocuklara öğretildiği yeraltına inmiş -hükümetin de bir
dereceye kadar göz yumduğu- okulların varlığı ve Avnıpa'nın
Katolik ülkelerinin verdiği destek de önemliydi.
İrlanda'da toprak sahipliğinin el değiştirmesinin sonucunda
toprak sahiplerinin niteliği de değişti. Kiraya verdiği toprak­
lardan uzakta yaşayan ve kırsal kesimden akan parayla yaşayan
toprak sahiplerinin sayısı arttı. Dönemin önde gelen yazarla-
1 Wild Geese, 169l'deki Limerick Anlaşması'nın ardından İrlan­

da'dan Fransa'ya gemiyle giden Patrick Sarsfıeld liderliğindeki Jaco­


bist askerleri nitelemek üzere kullanılan bir deyimdir. (ç.n.)
284 İngiltere Tarihi

rından olan ve Protestan İrlanda Kilisesi'ne mensup Jonathan


Swift, 1720'de kaleme aldığı İrlanda Mamullerinin Genel Kul­
lanımı ve İngiltere'den Gelen Giyilebilir Her şeyin Reddedilmesi
İçin Bir Öneri başlığını taşıyan risalede "yoksul insanları, Fran­
sa'daki köylülerden bile daha kötü şartlarda yaşamak zorun da
bırakan'' toprak sahiplerini ağır bir dille eleştirdi. Hüküm et
risaleyi ortadan kaldırmaya ve gizlemeye çalıştı. Swift, 1728'de
yayınlanan İrlanda Devleti'ne Dair Kısa Bir İnceleme adlı kita­
bında da İngiliz egemenliğinin İrlanda ekonomisi üzerindeki
etkisini keskin bir eleştiriye tabi tuttu. Ona göre, ülkede eko ­
nomik bir canlılığın olmayışı yoksulluğu arttırmış ve toprakta
çalışan insanları "İngiliz dilencilerinden bile daha kötü" bir ha­
yata mahkılm etmişti. Aynı yıl içinde yazdığı Muhbir adlı ese­
rindeyse İrlanda'daki sefaletin, Amerika'ya doğru bir göç dal­
gasına yol açabileceğini belirtti. Swift yoksulluğun dayanılmaz
boyutlara ulaştığını ve bu nedenle insanların ölmeyi yaşamaya
yeğ tutar hale geldiğini dile getirmekteydi.
İrlanda ekonomisinin büyük kısmı esas olarak sanayi-önce­
si bir yapıda kalmaya devam etti. Gelgelelim ülke ekonomisi
tam anlamıyla piyasa ekonomisine dahil olduğunda, İrlan­
da'nın tarım sektörü artan bir çeşitlenme ve ticarileşme yaşa­
maya başladı. Tekstil üretimi dikkat çekici bir biçimde gelişir­
ken, yollar ve su kanalları gibi ulaşım ağları da ilerleme göster­
di. Yakın zamanda yapılan çalışmalar, dönemin Katoliklerinin
sadece mağduriyet yaşamış mazlum bir kitle olarak değil; hem
toplumsal maluliyetlerle hem de yükselen bir ekonomiyle et­
kileşim halinde olan esnek bir grup olarak görülmesi gerek­
tiğini vurgulamaktadır. Bununla beraber, toplumsal gerginlik
ve tarımsal alandaki sıkıntıların birleşmesi sonutu 18. yüzyılın
sonlarına doğru İrlanda'nın belirli bölgelerinde örgütlü şiddet
olayları yaşandı: 1761 ve 1765 ile 1769 ve 1776'da Whiteboy­
lar; 1763'te Oakboylar; 1769 ve 1772'de Steelboylar ve 1785
ve 1788'de de Rightboylar denen gruplar çeşitli eylemlerde
bulundu. Amerikan Bağımsızlık Savaşı (1775-1783), İrlandalı
1 689-1815 285

Protes tan milliyetçilerin öncülük ettiği bir refom hareketine


yol açarak mevcut hükümetin konumunu zayıflattı. Nihayet
Protestan bir organ olan Dublin Parlamentosu 1782 yılında
yasama bağımsızlığını Westminster Parlamentosu'na kabul et­
tirdi.

Britanya Adalarında İngiliz Hakimiyeti


Şanlı Devrim'in Britanya adalarındaki yönetim örüntüleri
üzerinde -istemeden bile olsa- derin etkileri oldu. Bunlar
içinde en önemlisi, Britanya adalarında İngiliz hakiU?-iyetinin
kurumsallaşması oldu. Fakat söz konusu hakimiyet, Irlandalı
Anglikanlar ve İskoç Presbiteryenler gibi her iki ülkede de
toplumun önemli bir kesimini oluşturanların yardımıyla ve
onlarla birlikte sağlandı. Buna alternatif oluşturabilecek bir
durum, Dublin'de II.James'in kontrolündeki Parlamento 1689
yılında Westminster Parlamentosu'nun otoritesine karşı çıktı­
ğı zaman görünür gibi olmuş an� ak bunun � nü alınmıştı. Aka­
binde ortaya çıkan Jacobizm ve Iskoçya ile Irlanda'nın bağım -
sızlığı ekseninde gelişen stratejik tehdit, buna karşı olan her üç
ülkedeki politikacıları birleştirdi. İngiltere ile İskoçya arasında
1707'de kurulan Birlik, esas olarak İskoçya'nın -bağımsızlığı
bir yana- özerkliğinin dahi yaratabileceği muhtemel riskle­
re dair İngiltere'nin duyduğu endişelerden doğmuştu, ancak
İ skoç politikacıların verdiği destek de son derece önemliydi.
Birlik'in hemfikir olduğu en can alıcı mesele, Katolikliğin bu
topraklardan uzak tutulması gerektiğiydi. Dahası İngiltere'de
gerçekleşen Şanlı Devrirn'in sonuçları, bazılarının gözünde
Birlik'i daha da cazip hale getirdi: Dini ve siyasi özgürlükleri
destekleyen devrim, ekonomik faydalar sağlamanın yanında
Presbiteryenizm için de güvenli bir alan açıyordu. Gelgelelim
yeni düzene İskoçya'da verilen destek gene de sınırlıydı. Birlik
Yasası'nın İskoç Parlamentosu'nda onaylanması bile bir ölçüde
ancak rüşvet ile mümkün olabildi. Londra'da bulunan kralların
286 İngiltere Tarihi

17. yüzyılda İskoçya'yı uzaktan yönetirken kullandıkları temel


araç olan İskoç Danışma Meclisi 1708'de lağvedildi. Amaç, İ s­
koç siyaseti üzerinde daha büyük bir baskı kurup, yönetim me­
kanizmasını sağlamlaştırmaktı. Fakat bu adım, İskoçya'ya ih a­
net olarak yorumlandı ve Jacobist hareket içinde İskoçya- en­
deksli bir gündemin gittikçe kök salmasına zemin hazırladı.
18. yüzyılın erken dönemlerinde İrlandalı Protestanlar ara­
sında İngiltere ile birlik olmayı savunan belirli bir kesim var­
dı ama bu arayışları başarıya ulaşamadı. Yasa çıkarma yetkisi
olmasa da, Dublin'de bir Parlementonun varolması İrlandalı
Protestan siyasetçilerin belirli ölçüde bağımsızlıklarını ve s ay­
gınlıklarını sürdürmelerine yaradı. Fakat İngiltere'nin İ ngi­
liz çıkarlarını öne alan korumacı bir tavır takınması, İrlanda
ürünlerinin İngiliz pazarına ve sömürge pazarlarına girişine
ket vurdu. Buna mukabil İrlanda arazilerinin bir kısmının
Londra'daki nüfuzlu insanlara verilmesi ve bazı saray mensup­
larına İrlanda'daki gelirler üzerinden yüksek emeklilik bağla n­
ması, uzakta yaşayıp sadece gelirlere el koyan toprak sahipliği
sorununu iyice kötüleştirdi. Neticede ülkenin serveti büsbütün
dışarıya akıyordu.
İngiltere 1691'den sonra Britanya adalarında apaçık biçim­
de hakimiyetini tesis etti, fakat İskoçya ve İrlanda'da -Galler'de
ise daha düşük yoğunlukta- özellikle siyasal angajmana sahip
gruplar nezdinde, ayrı bir kimlik duygusu ve ulusal öncelikler
meselesi önemini muhafaza etti. Westminster'daki Parlamen­
to İrlanda üzerinde egemenlik iddiasında bulunsa da, İrlanda
kendi Parlamentosunu 1 800 yılındaki Birlik Yasası'na kadar
açık tuttu. İskoçya ise 1689'da ülkede Presbiteryenizmin kabul
edilmesinden bu yana farklı bir ulusal Kiliseye sahip olması­
nın yanısıra farklı bir hukuk ve eğitim sistemine de sahipti.
İskoçya, İskoçlar tarafından yönetilmeye devam etti ve Gaelic
ve yerli İskoç dillerinin çöküşüne paralel olarak özellikle elitler
arasında "ayrı bir kimlik" duygusu zayıflamaya başladı ve İngi­
liz kültürel değerleri ve gelenekleri ile İngiliz eğitim sistemine
1689-1815 287

-e n azından elitler arasında- gittikçe artan bir yönelim belirdi.


Galliler, İrlandalılar ve İskoçlar İngiltere ile olan bağlantıdan
istifade etmenin yollarını aradılar. Birlik, çok geniş bir patro­
naj ağını herkes için ulaşılabilir hale getirdi. Özellikle. orduda
ve Doğu Hint Kumpanyası bünyesinde görev yapan Iskoçlar,
imparatorluğun genişlemesinde büyük rol oynadılar. Protes­
tanlık, Fransa ile olan savaş ve imparatorluğun çıkarları bir
tür Britanya yurttaşlığının oluşmasına yardım etti. Elbette bu
yurttaşlık, hala son derece güçlü olan İngiliz, İskoç, İrlandalı ve
Galli kimliği ile yan yana yürüyen bir olguydu.
ıs. Yüzyılda Toplum

B ritanya'da 1689-1815 arası dönemin toplumsal yapısı, bazı


açılardan hala tartışılan bir meseledir. Genel arılamda bu dö­
nemi modernite başlığı altında ele almak makuldür: Yükselen
bir orta sınıf ve bir akıl çağı, nezaket sahibi ve tüccarlaşmış
bir topluluk, aristokratik zarafet ve rahatlık, kentsel carılılık ve
uyum; Londra, Batlı, Dublin ve Edinburgh'da kent meydanları
ve görkemli malikanelerle örülü bir ülke. Nicholas Hawksmo­
or'un Londra'nın doğusunda inşa ettiği şaheser gibi çok sayı­
da muhteşem kilisenin yapıldığı kraliçe Anne'in hükümrarılık
(1702-1714) dönemi, Tory Anglikanizminin de doruk noktası
olarak kabul edilir. Yeni yapılan "Georgian tarzı binalar", bu
dönemde genişleyen kasabalara farklı bir renk kattı. İngilte­
re'de tuğla İskoçya'da ise taş kullanılarak yapılan, klasik tarz­
da geniş pencereli muntazam binalar yeni bulvarları ve mey­
danları doldurdu. Pek çok yerleşim yerinde parklar, tiyatrolar,
toplantı salonları, kütüphaneler, hipodromlar ve dinlenme
mekarıları açıldı. Başka yerlerde olduğu gibi Newcastle'da da
şehrin eskimiş duvarları ve giriş kapıları yıkılarak, 1776'da yeni
toplantı salonları ve 1788'de yeni bir tiyatro binası inşa edildi.
Bu gelişmeler kentli nüfusun hızla artmasını beraberinde ge­
tirdi: 1500'de yaklaşık yüzde 5.25 olan kentli nüfus oranı 1800
288 İngiltere Tarihi

yılında -büyük kısmı Londra'da olmak üzere- yüzde 27. 5'e


yükseldi.
Yeni yapılaşma sadece İngiltere ile sınırlı değildi. 1740'ta
İrlanda'nın Ulster kentindeki ahşap köprü yıkılıp yerine taş­
tan bir köprü yapıldı, 1775'te yeni bir pazar yeri kuruldu ve
1 779'd a yeni bir mahkeme binası ve hapishane inşa edildi.
Ulster'de bulunan eski yapıların karakteristik özelliği savun ma
amaçlıydı, fakat kentin yeni silüetinde korku ve tehdit yansıtan
bir mimari artık görülmüyordu. Ulster kumaş sanayiinin geli­
şimi civardaki kasabaları da olumlu yönde etkiledi ve pek çok
zanaatkar tuğla veya taş kullanarak evlerini yenilediler.
Gelgelelim toplumsal yapının başka görünümleri ve husu­
siyetleri de vardı. Toplum çok büyük oranda "aydınlanmamış"
ve muhafazakardı ve insanlar üzerinde hakim olan ana güçler
batıl inançlar, toprak sahibi elitler ve Tanrının inayetiyle ya­
şadığı düşünülen bir krallıktı. Bu dönemde öne çıkan önemli
bir unsur salgın hastalıklardı. İngiltere'de görülen son büyük
veba salgını ( 1906-1919 yılları arasında Suffolk'ta patlak veren
küçük çağlı salgını saymazsak) 1665-1666'd a yaşandı ve sadece
Londra'da 70.000'den fazla (ülke genelindeyse belki 100.000'e
yakın) insanın canına mal oldu. İnsanlar, halk sağlığına yönelik
düzensizce işleyen tedbirleri bir yana bırakıp, toprak zemin­
li yerlerden uzaklaşıp, kiremit, tuğla ve taştan yapılar yaparak
ellerinden geldiği ölçüde bir çözüm bulmaya çalıştılar. Ancak
yaşanılan ortamla ilgili yapılan bu değişikliklerden çok daha
önemli olan bir olgu vardı: O da hastalığın fareler ve pireler
üzerinden mutasyona uğramasıydı. Fakat veba, dönemin tek
hastalığı değildi. Çiçek hastalığı, tifüs, gribal enfeksiyon, tifo
ve kızamık gibi günümüzde büyük oranda tehdit olmaktan
çıkmış olan ama o dönemde hala büyük can kayıplarına yol
açan ciddi hastalıklar vardı. Penrith'te 1650-1 700 arası doğan
çocukların yüzde 38'i, altı yaşına gelmeden hayatını kaybet­
mişti. Modern zamanlarda yapılan bilimsel çalışmalar, 18. yüz­
yıldaki çiçek hastalığına bağlı çocuk ölümleri ile tahıl fiyatları
1 689-1 815 289

arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştur. Tahıl fiyatlarındaki dal­


galanmalar ile çocukların çiçek hastalığına yakalanma oranları
arasında bir bağlantı görülmüş ve çocuk ölüm oranlarındaki
dalgalanmanın fiyat artışlarından kötü yönde etkilendiği so­
nucuna varılmıştır. Fakat dediğimiz gibi, bu modern bir ana­
lizdir ve böyle bir bilgiden yoksun olan o dönemin insanları
için hastalık, bir kaygı ve şaşkınlık konusu olmanın ötesinde
bir anlam taşımıyordu.
Hastalıkların ortaya çıkma periyotlarına bakıldığında, yılın
ilkbahar ve yaz aylarında çiçek hastalığı; sonbahar ve ilkba­
harda ise dizanterinin öne çıktığı görülmektedir. İlkel sağlık
hizmetleri ve iyi beslenememeden dolayı hastalıklar daha da
şiddetle seyredebiliyordu. Glasgow'da 1790'a gelene kadar bir
merkezi kanalizasyon sistemi bulunmuyordu ve daha uzun
yıllar boyunca da o�ması gerekenden çok uzak bir yapıda var
olmaya devam etti. ihtiyaçları karşılayacak sayıda konut olma­
dığı için, insanlar çoğu zaman yataklarını paylaşmak zorunda
kaldı ve solunum yoluyla bulaşan hastalıkların hızla yayılma­
sında bu yakın temasın büyük etkisi oldu. Londra'da nüfusun
büyük kısmının yararlanabildiği konut stoğu, yapıların zaman
içinde çürümesi ve bozulmaya yüz tutmasıyla birlikte 1720-
1 750 arası dönemde nicelik olarak azalıp nitelik açısından da
kötüleşmesine rağmen, çok az sayıda yeni ev yapıldı. Dolayı­
sıyla bu şartlarda bir de nüfus yoğunluğunun hızla arttığı düşü­
nüldüğünde, hastalıklara davetiye çıkarılması şaşırtıcı değildi.
Londra'nın salgın hastalık rejiminde görülen en temel coğrafi
değişkenlik, doğrudan zenginlik ile alakalıydı.
Gıda depolama ve yüksek fiyatlar gibi sorunlar, yeterli yi­
yeceğe sahip oldukları zaman bile İngiltere nüfusunun geniş
kesiminin dengeli bir beslenmeden mahrum kalmasına neden
oldu. Yoksulluk ciddi bir sorun olarak kalmaya devam etti.
1 723 tarihinde çıkarılan Düşkünler Evi Yasası, hali vakti ye­
rinde olan mahalle sakinlerini, yoksullara çalışma ve barınma
imkanı sağlayacak evler kurmaları için teşvik etse de, özellikle
290 İngiltere Tarihi

yüzyılın ikinci yarısından sonra yaşanan nüfus artışından ötürü


bu proje de yürümedi ve sadece birkaç ev kurulabildi. 1 7 82
tarihli Gilbert Yasası, yeni kurulan sanayi merkezlerinde ön­
celikle yaşlı ve yardıma muhtaç kimselerin işe alınması koşu­
lunu getirdi ve sulh hakimlerini bu iş için yetkilendirdi. Ancak
düşkünler ve yoksullar için açılan evler, yoksullara doğrudan
yiyecek ve elbise yardımının yapıldığı iane uygulamasının ge­
risinde kaldı. 1 795'teki Berkshire Ekmek Kanunu ile başlatı­
lan yardım sistemi -hiçbir zaman tam olarak uygulanamasa
da- hem işsizlere ve hem de yevmiyeyle çalışan işçilere, ekmek
fiyatı baz alınmak suretiyle hane halkı sayısı üzerinden belirli
bir ödeme yapılmasını sağladı. Ödemeler, doğrudan ailenin er­
kek üyelerine yapılıyordu.
Bu dönemde çocukların büyük kısmı okulda eğitim gör­
medi. Okulların bölgelere dağılımı eşitsizdi ve pek çoğunda
müfredat çok sınırlı ve basitti. Eğitim, toplumsal statüleri yan­
sıtan ve mevcut düzenin devamını sağlayan bir olgu olarak
görüldüğü için, yoksulların eğitim gibi alanlara heves etme ­
meleri gerektiği düşünülüyordu. Kadınlar için eğitim imkan ­
ları da neredeyse yok denecek kadardı. Cehalet diz boyuydu
ve okuma-yazma bilmeme oranı erkeklere nazaran kadınlarda
ve kentlere nazaran kırsal bölgelerde daha fazlaydı. Buna rağ­
men -ufak tefek bir iki vaka dışında- cadılığa olan inanç ciddi
biçimde azaldı. Lloyd's Evening and British Chronicle dergisi 2
Ocak 1761 tarihli sayısında, marjinal ve ücra sayılamayacak bir
yer olan Wiltshire'dan Wilton'ın gönderdiği notu okuyucula­
rıyla paylaşıyordu:
Bir çiftçinin hizmetçisine büyü yaptığı ve bir mum üre­
ticisinin sabununu efsunladığı iddiasıyla yargılanan Saralı
Jellicoat adlı kadın, iyi niyetli bazı centilmenlerin müdaha­
lesi ve iş daha ileri bir noktaya gitmeden yargılama sürecini
durduran sağduyulu yargıcın dikkati sayesinde maruz kal­
dığı merhametsiz, kaba ve aşağılayıcı muameleden nihayet
tamamen yakasını kurtardı. Yargıç, daha önceleri başka-
1 689-1815 291

!arını da sözüm ona cadılık kanunu gereğince yargılama­


ya kalkan saldırganların, savunmalarını yapmak üzere bir
so raki mahkemede hazır bulunmalarını karara bağladı.
n
Aberfoyle Perthshire'da görev yapan din adamı Robert Kirk
1691'de Gizli Commonwealth ya da -tıpkı altıncı hisse sahip in­
sanların tanımlarında olduğu gibi İskoçya'nın Aşağı Bölgeleri'nde
yaşayanlar arasında da şimdiye dek kır perisi, kır tanrısı yahut
peri olarak adlandırılmış o�r:- n- Yeraltındaki Görünmez Insan­
/ar'ın Doğası ve Eylemleri Uzerine Bir Deneme adlı kitabını ya­
yımladı. Bu bilgiyi açığa vurduğu için, 1692'de ölen Kirk'ün
aslında "periler" tarafından kaçırıldığına inanıldı. 1
Doğaüstü ve bilinmeyen karşısında duyulan korku kadar,
özellikle şehirlerde farklı formlarda tezahür eden korkular da
vardı. Ressam William Hogarth (1697-1764), alkol, suç, fa­
hişelik ve sefaletin kol gezdiği Londra'nın hareketli yüzünü
resimlerine yansıttı. Bu büyüyen metropolde insanlar, en çok
zührevi hastalıklara yakalanmaktan ve yoksulluktan korkuyor­
du. Suç işleme ile hayat şartları arasında doğrudan ilişki var­
dı. Sözgelimi 1 741 yılında kış mevsiminin çok sert yaşandığı
Lincolnshire'da hırsızlık sayısı bir önceki yıla göre iki kat artış
göstermişti. Ceza kanuna ölüm cezası eklendi, suçlular zorla
çalıştırılmak üzere Britanya kolonilerine yollandı ve çıkarılan
Avlanma Yasası ile yasadışı avlanmaya ağır cezalar getirilirken
toprak sahiplerinin de yaylı tüfek dışında silah kullanması ya­
saklandı. Güvenliğin baştan savma biçimde sağlandığı Lond­
ra'da artan suçla baş etmek için 1 71 8'de çıkartılan Sürgün Yasa­
sı ile 1775 yılına kadar İngiltere ve Galler'den 50.000 civarında
hükümlü, yedi veya on dört yıllığına yahut ömür boyu kalmak

1 Robert K.irk her gün görev yaptığı kiliseden çıkıp yakınlardaki

Doon tepesine tırmanırdı. Burada perilerle konuştuğunu söyleyen


Kirk 14 Mayıs 1692'de yürüyüş yolunda hayatını kaybetti. Muhte­
melen kalp krizi sonucu ölmüştü, ancak yöre halkı bunun perilerin
işi olduğuna inandı. (ç.n.)
292 İngiltere Tarihi

üzere Amerika kıtasına gönderildi. Amerika'nın kaybedilme ­


sinden sonra suçlular bu kez Afrika'ya ve 1788'den itibare n
de Avustralya'ya yollanmaya başlandı. İskoçlar ise Amerika'ya
doğru ilk sürgün kafilesini 1766'da yola çıkardı. Pek çok kişi bu
uzun yolculuklar esnasında ağır şartlardan ötürü hayatını kay­
betti. Aynı kötü muameleye Afrikalılar da maruz kaldı: Köle
olarak İngilizler tarafından Yeni Dünya'ya nakledilen yüzlerce
Afrikalı gemi ambarlarında açlıktan yahut havasızlıktan öldü .
Ülkede aristokratik ve yerleşik bir kültürel ve siyasal hege­
monya olduğu dikkate alınırsa, toplumdaki mevcut güvensiz­
liğin hissiyatının kesin ve baskın bir olgudan ziyade elitlerin
kaygılarından beslenen bir durum olduğu görülebilir. Aristok­
ratların görkemli evleri ve yaptırdıkları portreler, muhtemeldir
ki geleneği ve üstünlüğü gösterme ve kendi konumlarını zora
sokacak herhangi bir potansiyel tehdide karşı kendilerine olan
güveni yansıtma ihtiyacı duymalarından kaynaklanıyordu.
Britanya adalarında kesinlikle çok keskin siyasal ve dinsel
anlaşmazlıklar yaşanıyordu. II. James'in torunu olan "Sevimli
Prens Charlie" lakaplı Charles Edward Stuart'ın 1746'da Cul­
loden Savaşı'nda yenildiği tarihe kadar, tahta kimin çıkacağı
meselesi istikrarsızlık ve ihtilaf nedeni olarak kaldı. İskoçya'da
Şanlı Devrimden hemen sonra Episkopalyanizmin kaldı­
rılması ve İngiltere ile Galler'de de Whigler ve Muhaliflerin
(Dissenters)1 "dinin tehlikede olduğu" duygusuna kapılması
gerilimi besleyen unsurlardı. 1689 tarihli Hoşgörü Yasası, İn­
giltere ve Galler'deki Teslisçi Muhaliflere2 (ama Katoliklere ve

1 Muhalif yahut Ayrılıkçı anlamına gelen Dissenters, İ ngiltere'de


Anglikan Devlet Kilisesi'ne karşı olan ve bunun dışında kendi dini
anlayışlarını geliştiren grupların ortak adıdır. Bu ad altında çok sayı­
da irili ufaklı dini tarikat ve cemaat ortaya çıkmıştır. (ç.n.)
2 Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'tan oluşan üçlemeye (Teslis) inanan kim­

seler. (ç.n.)
1689-1815 293

Üniteryenlere1 değil) resmi olarak tanınmış binalarda ibadet


etme özgürlüğü verdi. Bu yasayı çıkaran III. William (1689-
1702) ile Hannover hanedanına mensup ilk iki kral I. Geor­
ge (1714-1727) ve II. George (1727-1760) ağırlıklı olarak
Whiglerin desteğini arkasına alarak hüküm sürse de, popüler
ve etkin bir Tory ekibinin süregiden varlığı, şehirdeki siyasal
etkinliğin normlarını belirleyen baskın İngiliz geleneklerinin
varlığına muhalif olduğu kadar Whig oligarşisinin yöntemle­
rine de meydan okur vaziyetteydi.
Siyasal bölünmüşlük kültüre de sirayet etmiş durumday­
dı: Erken 18. yüzyıldaki Augustus edebiyatıyla2 ortaya konan
inceliğin hemen yanında Alexander Pope ve Jonathan Swift
gibi eserlerinin büyük kısmında karamsarlık ve tenkit ile örülü
olan eleştirel yazarlar da vardı. Dönemin egemen motifi olan
düzen tutkusu, sadece siyasal ve toplumsal gerçekliklerin basit
bir yansıması olarak görülmemelidir. Devrin yazarları, sanat­
çıları ve eleştirmenlerinin düzen vurgusunun gerisinde, onları
çepeçevre saran düzene dönük tehditleri derinlemesine görü­
yor olmaları yatıyordu.
Benzer biçimde, zaman zaman ifade edildiği gibi bu dönem
seküler bir çağ olmaktan çok uzaktı. 18. yüzyıl dini kaygıla­
rın, kültürel faaliyetlerin çoğunun içeriğini etkilediği ve sınır­
landırdığı bir yüzyıldı. Kırılgan ve değişken olan bu kültürel
dünya içinde, din ve siyaset henüz yerli yerine oturmadığı gibi
bugün bize akıldışı görünen pek çok şey de hala hayatın olağan
unsurları olarak görünüyordu. Hiçbir surette mükemmel bir
akıl çağı olarak nitelendirilemeyecek olan bu yüzyıl, Metodizm
tarikatının doğuşuna yol açan dinsel bir coşkunun yanısıra ast­
rolojik almanaklara, milenyumcu ve ilahi eksenli kavramların
1 Üniteryanizm (Unitarianism) Teslis'i reddedenlerin oluşturduğu
dini grup. (ç.n.)
2 İngiliz edebiyatında 18. yüzyılın ilk yarısında eski Roma yazarları­
na, özellikle Augustus dönemine duyulan ilginin canlanması nede­
niyle bu dönem Augustus dönemi olarak adlandırılır. (ç.n.)
294 İngiltere Tarihi

yükselişine şahitlik etti, ki bütün bunlar batıl inançlara s ahip


bir azınlıkla sınırlı değildi. Keza simyacılığa da oldukça ge niş
bir ilgi vardı.
Metodizm başlangıçta İngiltere Kilisesi'nin içinde kalmak
suretiyle girişilen bir canlanma hareketi olarak ortaya çıktı, an­
cak kurucusu John Wesley'nin 1791'deki ölümünün ardından
oradan ayrılıp tamamen bağımsız bir hüviyet kazandı. Ancak
daha 1784'te Wesley kendi görevlil<:rini kendisinin atayacağını
duyurduğunda zaten Metodizm ile lngiltere Kilisesi'nin yolları
ayrılmaya başlamıştı. Bu dönemdeki entelektüel ilerlemeler de
dinin etkisi altında şekilleniyordu. Bilimsel araştırmaları teşvik
etmek üzere 1660'ta kurulan Kraliyet Topluluğu'nun 1703 'ten
itibaren başkanlığını yürüten Isaac Newton (1642-1727) kal­
külüsü, evrensel yerçekimini ve hareket yasalarını keşfetti.
Ama aynı Newton, İsa' �ın bir gün tekrar dünyaya döneceği
inancını sembolize eden ikinci Geliş'in tarihini de araştırdı ve
Nuh Tufanı'nı açıklamak için meslektaşı Edmund Halley ile
keşfettikleri kuyrukluyıldızları kullandı. Ona göre Tanrı, gök­
yüzündeki yıldızları, ayı ve gezegenleri kendi konumlarında
tutan asıl güçtü ve Tanrının eyleme biçimleri normal fizik ku­
rallarına uygun bir tarzda gerçekleşiyordu. Bu nedenle bilim,
ilahi tasarım ile çatışma içinde olamazdı.
Daha genel bir açıdan bakıldığında, toplumun doğasına
ilişkin derin bir endişe ve tedirginlik hissi hüküm sürmektey­
di ve radikallerden ziyade, etik ve ahlaki değerler konusunda
endişe duyan din adamları, doktorlar ve yazarlarca gündeme
getiriliyordu. Gerçekte ahlak, dönemin en önemli kültürel
meselesiydi ve Hogarth'ın ahlak eksenli hicivleri büyük sükse
yapmıştı. Bir dizi gravür ve resimden oluşan Harlot'un İlerle­
yişi, bin takımdan fazla sattı ve bir o kadar da korsan baskısı
yapıldı. Benzer şekilde Colley Gibber, George Colman, Ge­
orge Lillo ve memleketi İrlanda'nın sokak kültürünü çok iyi
bilen Oliver Goldsmith'in kaleme aldığı oyunlarda, ahlaksızlık
ve düşkünlüğe karşı ahlaki olanın üstünlüğü gösterildi. Döne-
1 689-1815 295

11ıin adabımuaşeret kuralları gereği, paspallık ve sünepelik ayıp


kabul ediliyor ve nazik kalıcı bir kültürün oluşması için insan­
lar uygun tarzda konuşup davranmaya zorlanıyordu. 1740'ta
yayımlanan ve duygusal romanların ilki kabul edilen Samuel
Richardson'ın Pamela adlı romanının merkezinde erdemli ve
basiretli olma vardı ve kitap büyük popülerlik kazanmıştı.
Bu dönemdeki insanların pek azı -ileride tarihçilerin öne
süreceği gibi- yaşadıkları devrin bir istikrar çağı olduğunu
düşünüyordu. Onlar için kültürde ve siyasette istikrar, muhte­
melen geçmişte yaşanmış ve şimdi gittikçe kaybolan veya elde
edilmesi için çaba gösterilmesi gereken bir şey demekti. Yaşa­
dıkları dönemde elde ettikleri bir şey olmayan istikrar, şayet
elde edilse bile ancak daimi bir dikkat ve ihtiyat ile sürdürüle­
bilecek bir süreçti. Bu noktada eğitim, bir kurtarıcı olarak öne
çıkmaya başladı ve yüzyılın sonlarında bir Hıristiyan Aydın­
lanması bağlamı içerisinde ilerlemeci bir ışık sundu. Gençliği,
toplumun ıslahı ve bekası için bir araç olarak gören Hıristiyan
cemaatlerin yaklaşımı, çocukluğun önemini ve taşıdığı potan­
siyeli fark eden güçlü bir vizyonunun oluşmasına zemin ha­
zırladı.

18. Yüzyılda Kadın


Toplumdaki herhangi bir grubun konumunu anlamada kulla­
nılabilecek ölçütlerden biri suç ve cezaydı. Örneğin 1 8 . yüzyıl
sonlarında Dublin'de suça en çok maruz kalan ve en büyük
mağduriyeti yaşayan kadınlardı. Genç kızlar tecavüze uğru­
yor; evli kadınlar dövülüyor ve katlediliyordu ve çoğu durum­
da adli merciler harekete geçmiyordu. Ciddi oranlarda idamla
cezalandırılan hırsızlık suçu ile mukayese edildiğinde, tecavüz
vakaları için çok az sayıda mahkılmiyet kararı verildiği görül­
mektedir. Kadınların bir kısmı çare olarak suç duyurusunda
bulunmayı yeğledi. Öte yandan bazı kadınlar ise doğrudan şid­
dete bulaşmasalar dahi, dükkan hırsızlığı ve çalıntı mal ticareti
296 İngiltere Tarihi

yapma gibi faaliyetlerde bulunmak suretiyle suç dünyasın ın


aktif katılımcıları haline geldi.
Toplumsal suç, hem insan etkileşiminin temel dinamikleri­
ni hem de daha spesifik durumları yansıtıyordu. Suça bulaşan
kadırılar, bu davranışlarıyla aslında toplumda artan refahın ya­
rattığı fırsatlara kendilerince bir karşılık vermekteydi. Bu artan
refah kadırıların yaşamı için genel bir ortam sağladı. Özellikle
ekonomik büyümenin çeperinde kalan bölgelerde hala cid­
di bir yoksulluk söz konusuydu ve yüzyılın ikinci yarısından
itibaren artan nüfus, ulaşılabilir kaynaklara dönük talebi çok
daha fazla arttırdı. Gene de ortada daha fazla mal ve ürün var­
dı ve yaşamın maddi dokusu yavaş yavaş değişmekteydi. Bu
durum özellikle şehirlerde açık biçimde görülmekteydi, fakat
sadece oralarla sınırlı da değildi.
Bu süreç, kökerıleri 16. yüzyıla kadar geri giden uzun erim­
li bir süreçti. Warwickshire'daki Stoneleigh köyüne ait 1500-
1800 arası veraset kayıtları, istikrarlı bir biçimde maddi refahı­
nı arttıran ve zaman zaman binalarını yenileyen bir topluluğun
varlığını gözler önüne sermektedir. 1600'den itibaren İngilte­
re'de konut yapımında ciddi bir artış göze çarpar. Bu tarihten
sonra büyük çiftliklerdeki hanelerin oda sayısı hızla arttı. Re­
fahın artması ve mahremiyetin yükselişi, daha fazla sayıda in­
sanı kendi şahsi yatağına sahip olmaya sevk etmiş olmalı. 1700
yılı civarında, kitlesel dağıtım için üretilmiş eşya ve mallar gö­
rünmeye başladı: sütçü düklcirıları için Ticknall yapımı bak­
raçlar ve fırınlar için kalaydan yapılmış fırın tepsileri. Ayrıca
ev içinde farklı işlevlere sahip ayrı odalar ortaya çıktı: oturma
odası, yemek odası vb. Böylece içinde esas olarak kadırıların
zaman geçirdiği bu ailevi mekan değişti ve kadınlar gittikçe
kendi amaçları için farklılaşmış mekarılar elde etmeye başladı.
Kadırılar, 18. yüzyıl toplumunun "kamusal mekanları"nda
da aktif bir rol oynadı. Bayan Siddon gibi aktristler, Londra
sahnelerinin aranan oyuncularından biriydi. İskoçya'nın ay­
dırılanmış toplulukları içinde sayıca daha az olmalarına karşı-
1 689-1815 297

lık, kadınlar Londra'da 1770'lerin sonlarında gelişen tartışma


topluluklarının önemli bir parçası konumundaydılar. Ancak
kaba olaylar da yaşanmıyor değildi. Lloyd's Evening Post and
British Chronicle'ın 5 Eylül 1759 tarihli sayısında şöyle bir ha­
bere yer veriliyordu:
Pazartesi gecesi Londra Stoke-Newington'da dört meşhur
dövüşçü arasında en sert ve kanlı dövüşlerden biri yaşandı.
Dövüşten önce, iki kadın iki erkekten oluşan dövüşçüler
için verilen bahisler, 2'ye 1 erkekler lehine idi. Ancak ka­
dınlar öyle bir cesaret ve kararlılıkla mücadele ettiler ki en
so nunda dövüş kadınların lehine sonuçlandı.
D uygusal açıdan çoğu kadının durumu iç açıcı değildi. Evlilik­
te sevginin her zaman belirleyici bir yeri yoktu. Thomas Sout­
herne'nin Zevce/erin Mazereti (1691) adlı oyununda, duygusuz
bir koca ile yapılmış evliliğin bir mahpusluk olarak tasvir edil­
mesi kesinlikle hayal ürünü değildi. Oyunun başkahramanı
zeki ve mağdur Bayan Friendall ''Ama ben evliyim; bana ancak
acınır" diye feryat ediyordu. Öte yandan bütün Kilise mahke­
melerinde, kadının aşağılanması yönünde artan bir eğilim göze
çarpmaktaydı ve bunun kadının toplumsal alanda artan önemi
ile doğrudan ilişkisi vardı. 1750'den önce Londra Kilise Mah­
kemesi'nde görülen boşanma davalarının büyük kısmı, koca­
larının zulmüne maruz kalmış kadınlar tarafından açılmıştı.
Fakat 1750'den sonra özellikle zenginler arasında romantik
evlilik ve uyumlu birliktelik nosyonları egemen hale gelmeye
başladı ve aile içi anlaşmazlık durumlarında boşanmaya gitme
fıkri yükselişe geçti. Gelgelelim bu çok uzun ve meşakkatli bir
süreçti ve kadınların baş başa kaldığı zorluklar bitmiş değil­
di. Mesela çocukların velayeti genelde babaya veriliyordu ve
böylece ayrılmış yahut boşanmış kadının onlarla temas imkanı
ortadan kalkıyordu. Ülkedeki gelecek perspektifiyle bağlantı­
lı biçimde, toplumun her katmanından daha fazla genç erkek
eğitim kurumlarına gitmeye başladı.
298 İngiltere Tarihi

Avrupa'nın Parçası Olarak İngiltere


Şanlı Devrim, İngiltere tarihinin Whigci yorumu için son de­
rece önemlidir ve bu yorum İ ngiltere'nin biricikliği kavramı
için merkezi bir önem taşır. Ancak bu kavramın, hem işlevsel
hem de ideolojik açıdan 1688 sonrası Kıta Avrupası ile İ ngil­
tere'yi . �ukayese etmek suretiyle te�ar gözden geçirilmesi ge­
rekir. Oncelikle işlevsel açıdan hem Ingiltere hem de Kıta Av­
rupası'nda geçerli olan temel form, merkezi hükümet ile yöne ­
tici elit arasındaki ilişkiydi. İngiltere'de "elit" sınıf, asilzadeler
(dük, kont, baron vb.), geniş toprak sahibi soylular, üst düzey
din adamları ve eşraftan oluşmaktaydı. Bu elit grup Kıta Avru­
pası'ndaki herhangi bir ülkeye nazaran toplumsal hareketliliğe
daha açık bir yapıdaydı. Toprağın büyük kısmını elinde tutan
ün ve saygınlık sahibi elitler, yerel düzeyde etkili bir idari kont­
rol sistemi kurmuştu ve sahip oldukları sosyal prestijin keyfini
sürüyordu. Merkezi hükümet, yerel elitlerin desteği olmaksızın
taşrada etkili ve kalıcı bir müdahale mekanizması tesis edemi­
yordu. Pek çok ülkede merkezi hükümet, bir monark ile küçük
bir danışmanlar ve memurlar grubu demekti ve bunun modern
bir devletin temellerini atma kapasitesi taşıdığını düşünmek
yanıltıcı olurdu. Buna ek olarak büyük oranda henüz istatisti­
ğin kullanılmadığı bir zaman dilimi olduğunu düşünürsek, bu
dönemde geniş bir sahaya hükmeden bir merkezi hükümetin
değişim ve ilerleme için temel teşkil edecek tutarlı yerel poli­
tikalar üretmesi mümkün değildi. Nüfusa, gelirlere, ekonomik
faaliyetlere ve mülkiyete ilişkin güvenilir bilgiler elde edeme­
yen; arazi etüdü ve detaylı ve güvenilir haritalara sahip olma­
yan hükümetler, modern standartlarla mukayese edildiğinde
adeta bir enformasyon yokluğu içinde hareket ediyordu.
Modern idare mekanizmalarından henüz uzak olan ve pek
çok işlevi yerine getirmek için diğer kurumlara ve şahıslara
dayanan bu erken modern dönem yönetimlerinin yerini artık
merkezi hükümet alıyordu ve bu da toplumsal elitlerin çıkar-
1689-1 815 299

ları, ideolojisi ve kadrolarının toplamını yansıtıyordu. Oto­


ritenin söylemi ve yapısı ne olursa olsun, iktidar denen olgu
ademimerkeziyetçiydi ve konsensüse dayalıydı. Din, eğitim,
yoksulların bakımı ve sağlık gibi meseleler yerel ve bölgesel ki­
liselere bırakılmıştı ki bu durum yerel düzeyde devlet ile kilise
arasındaki ilişkiselliği gösteriyordu. Söz konusu kiliseler ma­
halle halkı ve o yörenin soyluları tarafından destekleniyordu.
Toplumsal refah ve eğitim geniş oranda dini müesseselerin
veya dini bağlantıları olan kuruluşların sorumluluğundaydı.
B unlardan biri olan Hıristiyanlığı Yayma Cemiyeti 1698'de
kurulmuş ve 18. yüzyılın başlarında yetim ve yoksul çocuklar
için bir dizi okulun kurulmasına önayak olmuştu. İngiltere'de
çocuğun eğitim masrafı ya ailesi tarafından -çoğunlukla 16.
yüzyıldaki gramer okulları 1 için geçerliydi- ya da bir hayırse­
ver tarafından karşılanıyordu. Bazı bölgelerde ücretsiz eğitim
veren okullar olsa da, genel anlamda eğitim kurumları vergi­
den muaf değildi. İskoçya'da ise daha güçlü bir yükümlülük
geleneği vardı: 1496'da Parlamentoda kabul edilen bir yasa ile,
"muteber ailelerin" en büyük erkek çocuğu için eğitim zorun­
lu hale getirildi. Kraliyet Danışma Meclisi'nin 1616 yılında
yayınladığı bildirgede, her bölgede bir okul olması gerektiği
belirtilmekteydi. İskoçya'da okullar ve üniversiteler Reformas­
yon'dan sonra yerel otoritelerin kontrolü altına girdi.
Britanya'da kentsel ticaret ve imalat sektörünün düzenlen­
mesi büyük oranda o şehrin idarecilerine bırakılmıştı. Her böl­
genin askeri komutanı kendi adamlarını toplamak ve onlara
bakmakla yükümlüydü. Britanya donanması ise hem idari hem
de askeri açıdan etkileyiciydi. Belki de en önemli husus, taşra
idaresinin, özellikle adaletin tesisi ile kanun ve düzenin idamesi
gibi konuların gerek Britanya'da gerekse Avrupa'nın herhangi

1 16. yüzyılda İ ngiltere'de öne çıkan bu okullarda Latince gramerin


yanısıra genel okuma ve mantık üzerine dersler veriliyor, bazı klasik
metinler analiz ediliyordu. (ç.n.)
300 İngiltere Tarihi

bir yerinde benzer biçimde -biçimsel mekanizmaları ve ku­


rumlarına bakılmaksızın- yerel soylulara ve elitlere bırakılmış
olmasıydı. Bu anlamda Britanya aristokratik bir toplumdu ve
bu öyle kolaylıkla bir tarafa bırakılacak bir sistem değildi. Vakti
zamanında 11.James, Katolikleri kraliyeti temsilen önemli böl­
gelere görevlendirdiğinde bu ona pek de fayda sağlamamıştı,
çünkü atadığı kişiler gittikleri bölgenin geleneksel aristokrasi­
sinin sahip olduğu itibara ve bağlantılara sahip değildi.
Britanya adaları ile Kıta Avrupası arasında anayasal farklı­
lıklar olmakla birlikte, ikisinin de paylaştığı bir gerçeklik vardı:
Yerel düzeyde soylular ve onları destekleyenlerin kontrolünde
bir özerk yönetim; ulusal düzeyde ise büyük oranda elitler ta­
rafından sürdürülen bir siyasal sistem söz konusuydu. Fakat
bu hakimiyet tarzının, politika ve parlamenter yönetimle ilgili
meseleler söz konusu olduğunda, özellikle büyük şehirlerdeki
güçlü halk bağımsızlığı geleneği karşısında sınırlı bir egemen­
liğe tekabül ettiğini unutmamak gerekir. Romantik şair Lord
George Byron (1788-1824) ironik şiiri Don ]uan'ın on altıncı
kantosunda, teoride aralarındaki siyasal farklılıklar ne olursa
olsun elitlerin seçim sürecini tahakküm altına almalarına de­
ğinirken "öteki çıkarlar" deyimini kullanır. Byron'a göre seçile­
cek olan şahsın bu yahut şu kişi olması mühim değildi, çün­
kü her halükarda "bunun anlamı/farklı eğilimlere sahip olsa
bile benzer bir çıkarcılıkla hareket edenler" demekti. Bir diğer
tanınmış isim, radikal Thomas Spence 1800 yılında "Vekille ­
rimizin tümü toprak sahipleri değil mi?" sorusunu sorduktan
sonra şöyle devam ediyordu: "Toprak mülkiyetine dayalı mev­
cut sistemi tamamen ortadan kaldırmadıkça, bir daha küçük
çiftlikleri göreceğimizi yahut son kertede yoksulun ezilmesi ve
ırzına geçilmesinden başka bir düzende tekrar yaşayacağımızı
ümit etmek çocuksu bir beklentiden başka bir şey değildir."
Kentsel ve endüstriyel mülkün büyük kısmı da aristokratların
elindeydi. Örneğin K.ildare kasabasının neredeyse tamamı Kil­
dare kontuna aitti.
1 689-1815 301

İngiltere'de ve Kıta Avrupası'nda istikrarlı bir yönetimin


an ahtarı, yerel yönetimlerin merkezin arzusuna uygun biçimde
hareket etmelerini güvence altına almaktı ama bu esasen onla­
ra istedikleri talimatların verilmesi ile gerçekleşmekteydi. Yerel
soylular için hem istedikleri talimatları almaları hem de hü­
kümetin desteğinden kayda değer bir pay sahibi olmaları son
derece önemliydi. Söz konusu sistem kusursuz biçimde olmasa
da belirli bir tutarlılıkla başarılı biçimde uygulandı. Sistemin
devamını sağlayan unsur resmi bürokratik mekanizmalar değil,
yerel soyluların ülke çapında etkili olan ve sarayla yakın temas­
ta olan insanlarla kurdukları patronaj ve kişisel ilişki ağlarıydı.
1 6 88 sonrası dünyada İngiliz aristokrasisinin gücü ve dina­
mizm i gözle görülür derecede ortadaydı. Aristokratlar ile çoğu
arazi sahibi olan ve Avam Kamarası'nı oluşturan diğer zengin­
ler arasında herhangi bir ciddi ayrışma ve bölünme yoktu.
Yerel düzeyde sulh hakimliği görevini yürüten seçkinler
baskın konumdaydı. Bunlar 14. yüzyıldan beri taşrada merkezi
hükümete ait işlerin pek çoğunu yerine getiriyordu ve Lond­
ra'da kim başa geçerse geçsin sulh hakimleri kendi görevlerini
ifa etmeye devam ediyordu. Hukuk ve düzen sulh hak.imlerine
bağlıydı, hatta Hannover İngilteresi'nde yerel toprak vergi­
si tahsisatında bu hakimler son derece önemli rol oynamıştı.
Galler özellikle elitlerin tahakkümü altındaydı, çünkü İngil­
tere ve İskoçya ile kıyaslandığında Galler'de asilzadelik yay­
gın bir olgu değildi ve görece önemsiz görülüyordu. İskoçya'da
sulh hakimlerinin ağırlığı daha azdı. 1 747'ye kadar tevarüs
edilebilir bir yargıçlık sisteminin hüküm sürdüğü İskoçya'da,
bu tarihten sonra İskoç şerif mahkemeleri değişmeye ve git­
tikçe profesyonel hukukçuların denetimine girmeye başladı.
Orkney ve Shetland gibi uzak bölgeler, buraların lordu olan
Morton kontu ile yerli toprak sahiplerinin mülküne el koyarak
onları toprak üzerinde kiracılara dönüştürmek isteyen elitler
tarafından yönetiliyordu.
302 İngiltere Tarihi

Aristokratlar ile elitlerin kontrolünde olan ve patronaj ve


kişisel ilişkiler sayesinde uyumlu bir biçimde yürüyen sistemin
doğasına ilişkin, önde gelen siyasetçilerin özel yazışmalarında
açığa çıkan çok sayıda belge bulunmaktadır. Bunlar arasında
1 724-1754 arası Dışişleri Bakanlığı ve ilki 1754-1756 ara­
sı ikincisi 1757-1762 yılları arası olmak üzere iki sefer H a­
zine Müsteşarlığı görevini yürüten Newcastle dükü Thomas
Pelham'ın notları özellikle dikkate değerdir. Britanya ile Kıta
Avrupası arasında bu "işlevsel" benzerliğin yanısıra, hukukun
üstünlüğüne olan inanç ve kanuna tabi kılınmış bir hükümet
anlamında müşterek "ideolojik" bir yakınlık da vardı. Her ne
kadar anayasal mekanizmaların yapısı ve işletilmesi hususunda
farklılıklar görünse de, son kertede hem Britanya hem de Kıta
Avrupası'nda ortak bir despotizm karşıtlığı bulunuyordu.
Böylelikle, Whigci bakışın (1770'lere kadar siyasetçilerin
büyük çoğunluğu kendilerini Whig olarak görüyordu) kal­
binde yer alan İngiltere'nin biricikliği şeklindeki kabulün yu­
muşatılması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki Whiglerin
17. yüzyıl sonlarında sahip oldukları radikal görüşleri zamanla
terk ettikleri ve Britanya'daki sistemin Avrupa'nın geri kala­
nından farklı ve üstün olduğu gibi bir yaklaşımı reddettik­
lerine ilişkin değerlendirmeler zaten -haklı olarak- içeriden
de dillendirilmişti. Dikkatlerin özellikle yoğunlaştığı husus,
"yürütme"nin yahut merkezi hükümetin yolsuzluk ve rüşve­
ti kullanarak Parlamentonun özgürlüğünü ortadan kaldırdığı
iddiasıydı. Oysa gerçekte yaşanan şey, yeni konsensüsler oluş­
turmak suretiyle Britanya'da belirli ölçüde yeniden istikrarlı bir
yönetim kurabilmekti. Söz konusu süreç, patronajın ve radikal
değişikliklerden kaçınma arzusunun egemen olduğu ve öngö­
rülemez gelişmeler yaşanması ihtimalini azaltan çeşitli uygu­
lamaların devreye sokulduğu yumuşak bir süreçti. Bu nedenle
kalıcı ve oldukça etkili bir Parlamentonun varlığına rağmen,
bu dönemde yürütme makamında bulunan Whigler istikrarlı
bir durum yaratmayı başaran siyasetçiler olarak görülebilir, ki
1 689-1 815 303

bu hem Kıta Avrupası'nın güçlü krallıkları ile hem de Stuart­


ların bu yöndeki girişimleriyle karşılaştırmaya değer bir olgu­
dur. 1714-1760 yılları arası döneme damgasını vuran Whig
yönetimi boyunca dile getirilmiş olan bu tip karşılaştırmalar,
dah a sonra 1760'ların sonu ve 1 770'lerin başında III. George
zamanında da yapıldı. 1. Georges ve il. Georges dönemlerinde
siyasete yön veren "Eski Tüfek'' Whiglerle yollarını ayıran III.
G eorge'un (1760-1820) daha güçlü bir monarşi kurabilmenin
yollarını aradığı iddia edildi. Dönemin aydınları İngiltere'de
yaşananlar ile Fransa'da 1771'd e . vuku bulan saray-destek­
li Maupeou "devrimi" ve 1772'de lsveç'te meydana gelen III.
G ustavus'un darbesi arasında paralellikler kurmaya çalışıyor­
du. Çünkü bu dış olayların her ikisi de "ara kurumları" Kraliyet
otoritesine tabi kılma yönünde atılmış adımlar olarak görülü­
yordu.
Toprak sahibi elitlerin rolünün başka bir alandaki muadili
d ö nemin görkemli malikaneleriydi. Bu evler kısmen zenginli­
ğin ve güvenin tezahürü; bir ölçüde de II. Charles'ın restoras­
yonu sonrası görülen tarımsal gelişimin, siyasal ve toplumsal
istikrarın simgesiydi. Bu tip binalara olan ilgi Restorasyondan
sonra tekrar canlandı ve 18. yüzyılda Sir Robert Walpole'un
Houghton'daki konağı gibi pek çok konak inşa edildi. İngiliz
Barok tarzının ustalarından Sir John Vanbrugh, bu yeteneğini
Blenheim Sarayı ile Castle Howard malikanesi ve Seaton De­
leval binasında gözler önüne serdi. Walpole'un binalara yansıt­
tığı mekansal yaklaşım ile Kıta Avrupası'nda prensler için ya­
pılan sarayların mimarlarının tarzı arasında benzerlikler vardı.
Iskoç Robert Adam (1728-1792), aralarında Syon Malikanesi,
Mellerstain Malikanesi, Luton Hoo, Kenwood ve Culzean'nın
da olduğu pek çok yapıyı yeniden tasarladı veya tekrar inşa etti.
Adam' ın ince işçiliği klasik temalarla doluydu.
Zengin arazilere sahip olanların öncülük ettiği bahçe dü­
zenlemeleri, sadece ülke içinde yayılmakla kalmadı aynı za­
manda başka ülkelerde de ilgi uyandırdı. Mimar William Kent
304 İngiltere Tarihi

(1684-1748), binalara uygun bir ortam oluşturmak maksadıy­


la evlere nazır parklar tasarlayıp süsledi. "Yetenekli" Lancelot
Brown (1716-1783) Kıta Avrupası'yla özdeşlemiş katı biçim ­
ciliği reddederek, doğal görünmesi amaçlanan ancak gene de
detaylı bir biçimde tasarlanmış bir yaşam alanı planlama gay­
retindeydi. Onun peyzajını yansıtan yılan gibi kıvrımlı göller,
hafif yokuşlar ve dört bir yana yayılan yeni dikilmiş ağaçlar,
insanın doğa üzerindeki tahakkümünün görece daha ılımlı bir
temsiliydi. Zenginliklerinin kendilerine yeni tarzları fark edip
onları geliştirme imkanı tanıdığı az sayıdaki hami ve onların
yeni sanatsal biçimlerin gelişmesindeki ilgilerinin belirleyici
olduğu bir dünyada, Brown'un getirdiği yenilik kı sa sürede bir
moda haline geldi. Onun fikirleri daha sonra, pitoresk akımına
uygun olarak Humphry Repton (1752-1818) tarafından ileri­
ye taşındı. Pitoreskte her bir manzaranın tekil karakterini öne
çıkarmak ve bu karakteriyle kalmasını sağlamak esas olmak­
la birlikte, gerektiğinde kusur ve engel olarak değerlendirilen
unsurların temizlenmesi suretiyle iyileştirmeler yapılabilmekte
ve yeni seçenekler hesaba katılmaktaydı. Çevre düzerılemeleri
yapılan mülklerin ortaya çıkmasında mahremiyete olan ihtiya­
cın artması temel bir unsurdu çünkü bu mülkler aristokrasinin
kırsal kesimden gitgide daha çok ayrıştığını yansıtmaktaydı.
Kıta Avrupası ile Britanya toplumu arasında apaçık farklı­
lıklar vardı. Başkent Londra ekonomik ve demografik özellik­
leriyle öne çıkıyordu ve İngiliz işgücü yüksek oranda tarım-dı­
şı alarılarda faaliyet gösteriyordu. Genel yasal haklar ve cezalar,
Avrupa'nın pek çok ülkesine göre Britanya'da çok daha yay­
gınlık kazanmıştı ve imtiyazların niteliği yasal sistem içerisin­
de daha iyi tanımlanmış durumdaydı. Gittikçe Doğu Anglia
tarımının karakterini oluşturan ürün rotasyonu (bir tarlada her
dönem farklı bir ürünün yetiştirilmesi) ve bakla tohumlarının
kullanımı ile kömür kullanımındaki büyük artış gibi gelişme­
lerin Avrupa'nın çoğu ülkesinde muadili yoktu. Keza kentsel
ölçekli ticari çıkarlar, diğer Avrupa ülkelerine nazaran İngilte-
1 689-1815 305

re'de politik açıdan daha önemliydi. Gelgelelim bu ve benzeri


farklılıklara bakarak, Britanya'yı Avrupa bağlamı içinde değer­
lendirmenin nafile bir çaba olacağını öne sürmek doğru bir
yaklaşım değildir. Britanya tarımı ve sa��yiinin "ilerici" özel­
likleri, başka yerlerde de görülüyordu. Orneğin Doğu . Ang­
lia'nın tarım teknolojisi, gelişimini büyük oranda Hollanda
eyaletindeki teknik gelişmelere borçluydu. Keza başta Ruhr ve
Pays de Liege olmak üzere Kıta Avrupası'nın çeşitli bölgele­
rindeki sanayi alanlarında kömür zaten kullanılmaktaydı. En­
düstriyel gelişme sadece Britanya ile sınırlı bir durum değildi,
aksine Avrupa'da Bohemya ve Silezya gibi yerlerde de sanayi
önemli bir yere sahipti. Britanya adalarında -yakın zamanlar­
da da görüldüğü gibi- genel temayül ada ile kıta arasındaki
müşterek yanları öne çıkarma yönünde olmuştur. Kısacası sos­
yoekonomik bağlamda, özellikle yüzyılın ilk yarısında Avrupa
ile İngiltere arasında farklılıklardan ziyade benzerliklerin öne
çıktığını söylemek mümkündür.
Gelgelelim siyasal-anayasal boyutlar söz konusu olduğun­
da, bu durum biraz daha karmaşık bir hal almaktadır. "Şanlı
Devrim'', İ ngiltere'nin biricikliğini vurgulayan bir bakış açısı
doğurdu ve o tarihten sonra da hatırı sayılır ölçüde bir etki
alanı oluşturdu. Whig geleneği, devlet borcu finansmanının
kurulması, basın özgürlüğü, Parlamentonun her yıl toplanma­
sı, seçimlerin üç yılda bir yapılması gibi parlamenter monarşi­
nin yeniden tanımlanmasını içeren unsurlardan oluşmaktaydı.
1688-1701 yılları arasında meydana gelen anayasal ve siyasal
değişiklikleri nitelemek üzere kullanılan Devrim Yapılanması
kavramı, Britanya'nın Kıta Avrupası'nın genel gelişim çizgi­
sinden kesin olarak ayrılmasının nişanesi olarak görüldü. İ şin
doğrusu, modern bir kavramla ifade etmek gerekirse, sanki ta­
rihin sonu gelmiş gibiydi. Şayet tarihe, anayasanın tesis edildiği
ve savunulduğu bir süreç nazarıyla bakılacaksa, o halde Dev­
rim Yapılanması açık ve kesin bir anayasal düzenleme olarak
takdim edilebilir ve Şanlı Devrim'in Britanya'yı, Avrupa'nın
306 İngiltere Tarihi

mutlakiyetçiliğe ve belirli ölçüde de Katolikliğe doğru akan


nehrine kapılmaktan kurtardığı iddia edilebilirdi. Voltaire
gibi Avrupa'nın önde gelen entelektüelleri, bir önceki yüzyılın
cezbedici modeli olan Hollanda'nın yerini alan Britanya'nın
-eleştirilecek bazı yanları olmakla birlikte- ilerici bir toplum
modeli sunduğunu belirtiyordu. 18. ve 19. yüzyılda pek çok
Alman ve Fransız tarihçi ve hukukçu Britanya'yı (aslında İn­
giltere'yi ima ederek) kültürel ve anayasal açıdan üstün kabul
ediyor ve bu nedenle de taklit edilmesi gereken bir model ola­
rak görüyordu. Zaman içinde Britanya ekonomik bir model ve
teknolojik yeniliklerin kaynağı olarak da önem kazandı.
Yabancı gözlemcilerin çoğu Britanya toplumunun 18. yüz­
yılda yaşadığı ayrışmaları pek de önemsememiştir. Gerçekte
birbirinden ayrılamaz olan siyaset, din, kültür ve ahlak ihti­
laf ve polemiklerin nedeni ve kaynağı olmuştur. Aynı durum ,
yalnızca Devrim Yapılanması'na ilişkin yakın dönem tarihya­
zımında serdedilen görüşler için değil, Kıta Avrupası ile Bri­
tanya arasındaki ilişki meselesi için de geçerlidir. Şanlı Dev­
rimden kaynaklı ve onun içine yerleşmiş haldeki biriciklik
kavramının yanında, özellikle muhalif çevrelerde dış dünyayla
paralellikler kurma yönünde bir eğilim de vardı. Önde gelen
Tory yayın organı Fog's Weekly ]ournal 1 732'de, Fransa'nın ana
temyiz mahkemesi olan Paris Parlemenlinin Westminster'a
kıyasla daha bağımsız davranabildiğini yazıyordu. Bu eğilim, I.
ve II. George'un tahtta olduğu Hannover hanedanı dönemin­
de daha belirgin hale geldi. Alman kökenli olan bu hanedan
dolayımıyla, Britanya'nın ne ölçüde kralın dış bağlantıları ve
çıkarlarıyla uyum içinde yönetilebileceği ve ne ölçüde diğer
unsurların -özellikle kültürün- yönetimde hesaba katılması
gerektiğine ilişkin uzun süreli bir politik söylem gelişti. Fran­
sa'dan göç eden Protestanlara ve Hollanda'ya karşı Torylerin
sergilediği düşmanlık benzeri farklı tutumların nedeni ise iç
siyasal ayrışmalardı.
1 689-1 815 307

Siyasal İdeolojiler
Şanlı Devrim idari düzenlemeler anlamında büyük intibak so­
runlarına yol açtı ve bu hem Britanya adalarının kendi içindeki
durumunu hem de yabancı devletlerle olan ilişkilerini etkiledi.
1 694'teki yasadan sonra muntazam yapılmaya başlanan se­
çimler, yeni bir politik dünyaya doğru açılmaya yardımcı oldu.
Devletin daha önce görülmemiş oranda ulusal bir borç yükü
altına girdiği bir zamanda sağlam bir finansal sistemi sürdür­
mesi için Parlamentoya verilen kurucu rol sayesinde hüküme­
tin hesap verebilirliği de şeffaf bir yapıya evrildi. Siyasi partiler,
parlamento yanlılarını bir araya getirmek, seçim kampanyala­
rını organize etmek ve seçmenleri harekete geçirmek suretiyle
ortaya çıkan sistemin şekille nmesi için gereken zemini hazır­
ladı.
Ancak parti yönetimi, politik bir yapının içerisindeki ay­
rışmaları körükleyen bir hizipleşmeyi yansıtan pek çok yanlışa
da bulaştı. Böylesi ayrışmalar hem genel olarak ülke yönetimi
için hem de Şanlı Devrimin ardından tesis edilen özgün yeni
yönetim sistemi için vahim bir gelişme olarak görülüyordu.
İdeoloji ve siyaset pratiği açık bir gerilime şahit oluyordu: Bir
yanda siyasal bir kurum olarak partiler ve onlara dönük vurgu
diğer yandaysa daha geniş birliği, vatanseverliği ve krala hiz­
met etmeyi vurgulayan ve geniş tabanlı bir yönetim anlayışını
öne çıkaran bir bakış açısı söz konusuydu. Esasen bu, siyasi
kurumlar ile hükümet arasındaki bir gerilimdi. Bir başka de­
yişle, seçimlerin yarattığı fırsatları maksimize etmek için ha­
reket eden siyasal partiler ile ülkenin idaresini kolaylaştırmak
için geniş-tabanlı bir yönetim isteyenler ayrılmış durumdaydı.
Kraliyet siyasete dair düşünce ve tartışmaların merkezinde bu­
lunduğu için, Kralın yaklaşımı özellikle önem taşıyordu.
308 İngiltere Tarihi

Jacobizrn
III. George'un hükümranlığı (1760-1 820) sırasında, kimin
kral olması gerektiğine ilişkin bir sorun yoktu; tek mesele kra­
lın yetkileriyle ilgiliydi. Gerçekten de bu durum, 18. yüzyılın
ilk dönemlerine göre çok farklıydı. Yüzyılın ortasına dek, ülke ­
deki Protestan yönetim ve Whig sistemine karşı temel politik
tehdidin Jacobizm olduğu ve Fransa'dan geldiği görülüyordu .
II. James'in sürgüne gidişi, yönetimde kraliyet ailesi silsilesi­
nin ortadan kalktığı anlamına geliyordu. J ames'in kızları Mary
ve Anne'in ölümü ve uzak akrabası (fakat Protestan) olan I.
George'un 1714'te taç giymesiyle Britanya adalarında, özel­
likle de İskoçya'da pek çok insanı etkisi altına alan hakiki bir
vicdani kriz ortaya çıktı. İlk önce II. J ames'e, sonra oğlu 111.
James'e (1701-1766) ve en sonunda torunu III. Charles'a du­
yulan sempati, 18. yüzyıl İngilteresi'nde ciddi asayiş krizlerine
yol açtı. II. James'in ardından 1701'de taht üzerinde hak id­
diasında bulunan oğlu III. James'in Fransa'yla işbirliği yapıp
1708'de İskoçya'yı işgal etme girişimi başarısızlıkla neticelense
de, taht üzerinde iddiada bulunması gene de Hannover ha­
nedanı için bir tehditti. Meşru bir çocuğu olmayan III. Wil­
liam'ın (1689-1702) yerine baldızı Kraliçe Anne tahta (1702-
1714) geçti. Anne, son Stuart hanedanı mensubuydu. Ama
onun da çocuklarının tümü yetişkinlik çağına ermeden öldü.
Bir varisi kalmayan Anne, 1701 tarihinde çıkarılan taç giyme
yasası ile kendisinden sonra tahta, 1. James'ın kızı Elizabeth'in
soyundan gelen Alman kökenli Hannover hanedanı mensup­
larının geçmesini kabul etmek durumunda kaldı. İskoçya Par­
lamentosu kabul ettiği Güvenlik Yasasıyla, Hannoverlerin tah­
tın müstakbel adayı olarak ilan edilmesine sıcak bakmadığını
gösterince, İngiltere harekete geçip İskoçya ile Birlik (Union)
tesis etmek suretiyle kendi kararını cebren orada da kabul et­
tirdi. 1. George'un 1714'te beklenmedik ölçüde hiçbir sorun
yaşamadan tahta çıkması, J ames için büyük bir hayal kırıklığı
1689-1 815 309

oldu. Ama gelişmeler, James'in umduğu kadar kötü olmadı:


G eorge'un Whiglere verdiği sınırsız destek, 1 710-1 714 ara­
sında Kraliçe Anne tarafından desteklenmiş olan Torylerin ya­
b ancılaşmasına ve böylece J acobizmin yeniden canlanmasına
hizmet etti. George'un başa geçmesiyle Toryler silahlı kuvvet­
ler, yargı kurumları, Kilise ve üst düzey memuriyetlerden uzak­
laştırıldı; taşra idaresindeki yetkileri de ciddi oranda azaldı.
t 715'in Jacobist Ayaklanmaları

1 71.5 yılı içinde Jacobistler üç kez ayaklanma girişiminde bu­


lundu. llI. William'ın stratejisini taklit eden III. James İngil­
tere'nin güneybatısında konuşlanarak, burada büyük bir isyan
başlatmayı tasarladı. Amacı daha sonra Londra'nın üzerine
yürümekti. Aynı anda İngiltere'nin kuzey sınırındaki Borders
ile Highlands'te de ayaklanmalar meydana gelecekti. Güney­
batıdaki ilk ayaklanma, hükümetin bölgeden aldığı istihbaratı
iyi değerlendirip elini çabuk tutması ve Jacobistlerin kararsızlı­
ğı nedeniyle, henüz başlangıç aşamasındayken bastırıldı. Fakat
Stuartları destekleyen Mar Kontu John Erskine'in 6 Eylül'de
İskoçya'nın Braemar kentinde başlattığı ayaklanma, daha yeni
kurulan Hannover yönetimi için ciddi bir tehdit haline gel­
di. Perth şehrini kuşatan Erskine'in güçleri, Argyll dükü ko­
mutasında bölgede bulunan kraliyet güçlerinden sayıca daha
fazlaydı. Fakat Erskine'in kararsızlığı, saldırması halinde elde
edeceği avantajın elinden kayıp gitmesine neden oldu. İskoç­
ya'nın, İngiltere'nin kuzeyindeki ve sınır bölgelerindeki isyan­
lara yardım etmek amacıyla bir destek üssü olarak kullanıla­
bilmesi için, Erskine'in mümkün olan en kısa sürede Argyll
düküne saldırması ve onu bertaraf etmesi gerekiyordu. Fakat
Erskine kasım ayına kadar Edinburgh' a saldırmadı. Nihayet
13 Kasım'da harekete geçti ve iki ordu Stirling'in kuzeyindeki
Sheriffmuir'de karşılaştı. Birbirlerinin aldığı tedbirlerden ha­
bersiz olan her iki komutanının verdiği talimatla, askeri bir-
310 İngiltere Tarihi

likler sağ kanat üzerinden birbirlerinin sol kanadını kuş atmak


üzere harekete geçti. Böylece iki ordunun da sol kanadı hezi­
mete uğradı. Ancak Erskine, bir kere daha sayıca üstün olma­
nın avantajını kullanamadı. Nihai bir sonuçla neticelenmeyen
savaşın iki tarafı da kendisinin galip geldiğini iddia etti. E rski­
ne'in sınır boylarındaki Jacobistlere yardım etmek ve ordusunu
bir arada tutabilmek için bir zafere ihtiyacı vardı.
Bir diğer Jacobist ayaklanma ekim ayında başlamıştı.
Dumfries, Newcastle ve Carlisle'ın saldırmak için fazla güçlü
yerler olduğuna kanaat getiren Jacobistler, onun yerine Lan­
cashire'a saldırmaya karar verdi. Burada yaşayan çok sayıda
Katoliğin kendilerine destek olup isyana katılacağını ümit edi­
yorlardı. Gelgelelim zayıf bir liderlik sergilenmesinin yanın da,
ayaklanmanın Katoliklerin desteğine bağlanmış olması büyük
bir handikaptı. 1715 ayaklanmalarına katılan İngiliz Jacobisti
yaklaşık 1 . 100 kadardı. Cumbria askeri birliği bir direniş gös­
termeyince Jacobistler Preston'a girdi. [Ancak kaderin cilvesi
olsa gerek ki, 1648'de Cromwell'in asi İskoçları sıkıştırıp mağ­
lup ettiği yer de Preston'dı]. Tarih tekerrür etti ve etrafı kuşa­
tılan Jacobistler 14 Kasım'da teslim olmak zorunda kaldı. Bu
arada Başpiskopos Wake ve diğer piskoposlar, bütün kiliseler­
de I. George lehine beyanatta bulunulması talimatı verdi. III.
James 22 Aralık 1715'te İskoçya'nın Peterhead şehrine ulaştı.
Preston savaşı J acobist ayaklanmanın sonuna gelindiğini gös­
terdiği için İngiltere'ye dönük tehdit de artık azalmıştı ve bu
sebeple şimdi Argyll dükünün emrine öncekine kıyasla 5.000
Felemenk askerinin de dahil olduğu çok daha büyük bir ordu
verildi. Jacobistler hem moral düşüklüğü yaşıyordu hem de peş
peşe firarlar yaşanıyordu. Nihayet James de Perth'i terk etti .
J ames'in 4 Şubat'ta deniz yoluyla Fransa'ya kaçmasıyla başıboş
kalan ordusu da dağıldı.
I. George ve kabineyi oluşturan Whig bakanları, gelecek­
teki muhtemel bir isyanı şimdiden engellemek amacıyla in­
sanların gözünü korkutmanın en doğru yol olacağını düşündü.
1 689-1815 311

Öç alma duygusunun tetiklediği bu yaklaşım, özellikle Kuzey


İngiltere'de kanlı infazlara neden oldu. Buradaki savaşa karış­
tığı düşünülen yüzlerce kişi idam edildi ve Prestonda teslim
olan bütün mahkumlar da sömürge topraklarına yollandı. Gel­
gelelim İskoçya'da 17 � 5 Ayaklanmaları'ndan sonraki sürgün
ve idamların yanısıra, Iskoç elitleri ile Londra'daki yeni rejim
arasında da bir tür yakınlaşma oldu. Bu nedenle 17 45'te büyük
bir isyan patlak verdiğinde, 1715'teki ayaklanmalara destek ve­
ren Jacobist elitlerin çoğu artık etkisizleştirilmiş ve tarafsızlaş­
tırılmış olduğu için isyana katılmayacak ve böylece isyancılar
kendileri için hayati derecede önem taşıyan elit sınıfın etkili
üyelerinin desteğinden mahrum kalacaktı.

Walpolyan Yönetimi
1722'de Londra'yı kuşatma planı içeren Atterbury Komplosu
Hyde Park'ta geniş bir askeri karargah kuran ve etkili bir istih­
barat ağını devreye sokan hükümetin çabalarıyla boşa çıkarıldı.
1720'ler ve 30'lar Stuartlar için umutsuz yıllardı. Önde gelen
bakanlardan olan rüşvetçi fakat aynı zamanda muktedir Sir
Robert Walpole, kendinden öncekilere nazaran daha az saldır­
gan ve daha makul bir siyaset izlemekle kalmıyor; Britanya'da
oluşturduğu uzun süreli barış iklimi sayesinde Jacobistlere
dönük muhtemel bir dış desteğin de önüne geçmiş oluyordu.
Walpole, ülkedeki Muhaliflerin (Dissenters) hukuksal duru­
munu iyileştirebilecek hiçbir gelişmeyi destekleme yanlısı de­
ğildi. İngiltere Kilisesi'nin konumunu ve onun yereldeki Tory
mensubu destekçilerini tehdit eden bir önlemdi bu. Walpole
kesinlikle rüşvetçinin tekiydi ve bir Whigci iktidar tekeli kur­
muştu. Mücadele ettiği kesim, özellikle topraktan alınan vergi­
yi azaltma yönündeki şahsi ve kararlı çabaları sonucu durum­
ları iyileşen geniş siyasal toplum değil, çıkarları için siyasetle
yakından ilgilenen dar bir kesimdi. Bu siyaset Walpole'un ba­
rış ortamını korumasına yardım etti. Ama 1733'te topraktan
312 İngiltere Tarihi

alınan vergi oranını azaltıp eşya ve malların vergisini arttırma


yönündeki çabası Vergi Krizi (Excise Crises) adı verilen büyük
bir krize yol açtı ve oluşan baskı Walpole'u mali plandan vaz­
geçmeye zorladı. Gelgelelim Walpole hem Parlamento hem
de saray üzerindeki baskısını sürdürdü ve [eski gücü azalsa da]
1734 genel seçimlerini kazandı.
Ancak ilerleyen yıllarda Walpolecu sistem iyiden iyiye za­
yıfladı. İspanya, İngiltere'nin Karayipler'deki kendine ait sö­
mürge bölgeleriyle yasadışı ticaret yaptığını iddia edince iki
ülke arasındaki ilişkiler bozulma sürecine girdi ve 1739'da İs­
panya-İngiltere savaşının başlamasıyla zirveye çıktı. Jenkins'in
Kulağı Savaşı olarak bilinen ve 1739-1 748 yılları arası dönem­
de yaşanan bu savaşın fitilini ateşleyen olay, önde gelen İn­
giliz tüccarlardan Robert Jenkins'ın Avam Kamarası'nda bir
komisyonunu önüne çıkarak kendisine ait sözde kesik bir ku­
lak göstermesi oldu. Jenkins kulağının Batı Hint Adaları'nda
gemisine saldıran İspanyollar tarafından kesildiğini iddia edi­
yordu. Parlementoda Walpole'a karşı olan muhalifi.er, bu olayı
bahane ederek İspanya'ya savaş ilan edilmesi için bastırdı. An­
cak Walpole buna karşı çıktı ve çatışmadan kaçındı. Walpo­
le 1741 seçimlerinde Parlementodaki çoğunluğu kaybetti .
Bunun önemli bir nedeni, il. George'un oğlu Galler Prensi
Frederick'in muhalefete verdiği açık destekti. Nasıl ki il. Geo­
rge 1717-1720 yıllarında kendisi de Galler Prensi'yken babası
1. George ile ters düştüyse de, şimdi de oğlu kendisine karşı
bir tutum sergiliyordu. Walpole seçimin ardından konumunu
muhafaza etmeye çalışsa da Avam Kamarası'nda çoğunluğu
kaybetmiş olması 1741-42 kışında bir güven krizine yol açtı ve
Walpole 1742'de istifa etti. Hizmetlerini karşılıksız bırakmak
istemeyen il. George onu Orford kontu ilan etti ve aleyhinde
yürütülen yolsuzluk kampanyasının da önüne geçti. Walpo­
le'un yerine geçen Lord Carteret (namı diğer dinamik John)
yönetimi, Fransa'nın ilerleyişini durdurarak Avusturya'ya des-
1 689-1815 313

tek olmak amacıyla 1742'de İngiliz birliklerini kıtaya gönder­


me kararı aldı.

fransa'yla Savaş

İngiltere daha önce Fransa'yl� 1689-1697'de (Dokuz Yıl Sava­


şı) ve 1702-1713 yıllarında (ispanya tahtı için) savaşmıştı. Bu
savaşlar XIV. Louis'nin Batı Avrupa'daki egemenlik sahasını
kırmak ve İngiltere'deki Protestan yönetimin bekası için ya­
pılmıştı. İlk savaşta 111. William'ın amacı Fransa'nın İspanya
Hollandası'nı (günümüzdeki Belçika) ele geçirmesini engelle­
mek olduğundan, sadece sınırlı bir haşarı elde edilmişti. Fakat
ikinci savaşta, Kraliçe Anne'in favorilerinden Sarah Churc­
hill'in kocası Marlborough dükü John (1704'de Blenheim.'da;
1 706'da Ramillies'de; 1708'de Oudenaarde'da) ciddi zaferler
kazanmış ve Fransız güçlerini Almanya'dan ve Aşağı Ülke­
ler'den (Belçika, Hollanda, Lüksemburg) çıkarmayı başarmıştı.
Ama John, Fransa'yla barış yapma yanlısı olan Tory yönetimi
tarafından 1714'te görevinden alındı. Oysa yönetimin 1713'te
Fransa'yla iyi şartlar altında masaya oturup Utrecht Antlaşma­
sı'nı yapabilmesini mümkün kılan,John'un elde ettiği zaferler­
di. Anlaşmayla İngiltere'nin Newfoundland, Nova Scotia ve
Hudson Bay'deki egemenliği tanındı ve ayrıca 1 704'te ele ge­
çirilen Gilbert ve 1708'de alınan Minorca da İngiltere'ye bıra­
kıldı. Ayrıca XIV. Louis'nin Batı Avrupa'da bölgesel bir düzeni
kabul etmesiyle Fransa, İngiltere'deki Protestan yönetimini de
tanımış oldu. Bu da bir süreliğine Fransız hegemonyası korku­
sunun ortadan kalkmasını sağladı.
1. George, XIV. Louis'nin ardından Fransa'da idareyi alan
naiplik yönetimiyle 1716-173 1 yılları arasında müttefiklik im­
kanlarını yoklayarak Fransa'nın Hannover hanedanına deste­
ğini temin etmişti ve Walpole da Fransa ile olan barışı koruyan
bir siyaset izlemişti. Ama 1. George'un halefleri bu siyaseti terk
edince Fransa da yeniden Jacobistleri desteklemeye başladı.
314 İngiltere Tarihi

Cartered Fransa'nın Almanya'daki kazanımlarına karşı ko nul­


ması gerektiğini düşünüyordu ve 1743'te Dettingen'de yapılan
savaşta İngiltere, Fransa'yı bozguna uğrattı. Savaş meydanın­
da ordusunun başında bulunan il. George, fiilen muharebe­
ye katılan son İngiltere kralıydı. Bir yıl sonra bu kez Frans a
Jacobistler adına İngiltere'yi işgal etme girişiminde bulun du
ancak teşebbüs, Manş Denizi'ndeki büyük fırtınalar neden iyle
sonuçsuz kaldı. Ardından İngiltere, Avusturya tahtı için Av­
rupa devletleri arasında patlak veren savaşa resmen dahil oldu.

1745 Olayı
111. James'in en büyük oğlu Charles Edward (Sevimli Prens
Charlie) Fransa'dan iki gemiyle yola çıkıp Britanya savaş ge­
milerini atlatarak 17 45'te İskoçya'ya ulaştı. J acobistlerin bir
kısmının, beraberinde hiçbir asker getirmemiş olan bir Prense
katılmada tereddüt yaşamaları ve Jacobist olmayan çok sayıda
İskoç'un da antipati duymasına rağmen, Prens Charles kısa
sürede İskoçya'da etkinlik kazandı. Yerel halktan neredeyse
hiçbir destek göremeyen İskoçya'daki İngiliz birliği, 21 Ey­
lül 1745'te Edinburgh'un yakınındaki Prestonpans'ta uğradığı
saldırıda kayıplar verdi. 8 Kasım 1745'te İngiltere'ye doğru ha­
rekete geçen Charles, kısa bir kuşatmanın ardından Carlisle'ı
aldıktan sonra hiçbir direnişle karşılaşmadan Lancaster, Pres­
ton, fyianchester'ı alarak 4 Aralık.'ta da Derby'ye girdi. Böl�e­
deki lngiliz kuvvetleri bekleme pozisyonundaydı ve eğer ln­
giliz J acobistler bu anda Prense tam destek verselerdi, zafere
ulaşılması işten bile değildi. Ancak Charles'ın savaştan önce
vaat ettiği Fransız ve İngiliz yardımının bir türlü gelmemesin­
den ötürü bütün yükü sırtlanmış olan İskoçlar fikir değiştirdi
ve J acobist Konseyi 5 Aralık'ta Derby'den geri çekilme kararı
aldı. Oysa Charles İngilizlerin üzerindeki baskıyı sürdürmek
için Derby'den kesinlikle çıkılmaması gerektiğini belirtmişti.
Neticede söz verdiği yardımın bir türlü gelmemesi, destekçi-
1 689-1 815 315

!erinin Charles'a duyduğu güvenin de kırılmasına neden oldu.


İskoçlar kendilerinin oyuna getirildiğini ve tehlikeli bir mace­
ranın içine çekildiğini düşünüyordu.
Şayet Jacobistler farklı davranıp Derby'de kalarak baskıyı
devam ettirseydi, kuwetle muhtemeldir ki Londra'yı da ele ge­
çirecek ve rakiplerinin lojistik ve finansal altyapılarını çöker­
teceklerdi. Ama geri çekilerek bir anlamda mağlubiyete giden
yolu da hazırlamış oldul.ar. Çünkü onların geri çekildiğini öğ­
renen Fransa da Güney lngiltere'nin işgali için hazır beklettiği
destek planını rafa kaldırdı. Bu gelişmelere bir de kötü hava
koşulları ve Britanya donanmasının gücü eklenince, olayların
gidişatı değişti. Derby'den İskoçya'ya . geri dönen Charles'ın
birlikleri 17 Ocak 1746'da Falkirk'te lngiliz ordusunu yense
de, kısa süre sonra il. George'un ikinci oğlu Cumberland dü­
kü William muzzam bir ordu toplayıp kuzeye doğru yola çıktı
ve 16 Nisan'da Culloden Moor'da yaşanan savaşta üstün ateş­
gücü sayesi�de J acobistleri mağlup etti. William' ın ordusunda
çok sayıda lskoç asker de bulunuyordu. William savaş esna-
sında J acobistlerin halini "öfkeden deliye dönmelerine rağmen,
hiçbir saldırı yapamadılar; bir iki dakika askerlere taş fırlat­
tıktan sonra da hezimete uğradılar" sözleriyle dile getirecekti.
B öylece yıllar önce 111. William'ın İskoçya'da kurduğu Protes­
tan yönetim tekrar tesis edilmiş oldu.

1745 Olayından Sonra İskoçya


İsyandan sonra sert ve acımasız bir tedip dalgası başladı. İskoç­
ya'da Hannover rejimi yıkılmış, kraliyet ordusu aşağılanmıştı
ve şimdi Londra, 1745'in bir daha yaşanmaması için gerekli
tedbirleri almaya kararlıydı. Dağlık bölgelerde yaşayan İskoç­
lar barbar olarak nitelendirildi ve bulundukları Highlands'in
"etkisizleştirilmesi" projesi uygulamaya kondu: İnsanlar öldü­
rüldü, tecavüze uğradı ve sistematik bir yıkıma maruz bırakıldı
ve Highlands'in siyasal, toplumsal ve stratejik yapısını değiş-
3 1 6 İngiltere Tarihi

tirmek için kararlı adımlar atıldı. Bölgedeki kabileler silahsız­


landırıldı, kabile sistemi ortadan kaldırıldı ve ayrıca yeni yollar
yapmak ve kaleler inşa etmek suretiyle Highlands yeniden inş a
edildi. Tevarüs edilebilen yargıçlık sistemine son verilirke n,
geleneksel Highlands kıyafetlerinin giyilmesi de yasaklandı.
Westminster Parlamentosu'nda bulunan İskoç vekiller bu po­
litikayı onaylamasalar da, muhalefet etmek için dayanacakları
ulusal veya özerk bir güç-merkezi olmadığı için, söz konusu
uygulamalara boyun eğmek dışında fazla bir şey yapamadılar.
Böylece isyan ve isyanın bastırılması süreci, mirasa dayalı -
özellikle bölgesel ve aristokratik- ayrıcalıklar karşısında devlet
destekli bir tür radikal tutumun doğması için gereken zemini
ve fırsatı da sunmuş oldu.
Bu dönemde yaşanan daha uzun-erimli siyasal değişiklikler
de önem taşıyordu. Federal devletlerin yahut çoklu yapıdaki
krallıkların içinde bulunan bağlı-devletlerin çoğu gibi, İ skoçya
da gerçekte bağımsız siyasi inisiyatifi.er alabilme kapasitesini
yitiriyordu. Bu durum sadece Highlands için değil İskoçya'nın
tamamı için geçerliydi. Gene de bu süreç, insanlar istemediği
halde İngilizlerin onları zorla sürüklediği bir durum değildi.
Çünkü ülkedeki siyasal değişikliklerden yararlanan ve hatta
kısmen bu değişiklikleri biçimlendirenler de oradaki yerel si­
yasetçilerdi. Pek çok İskoç -bilhassa Presbiteryenler- Stuart­
ların sıkı muhalifi ve Protestan düzenin destekçisiydi. Londra
İskoçya'yı yönetirken İngilizlere değil, 3. Argyll dükü Archi­
bald ve Henry Dundas gibi İskoç politikacılara dayanıyordu.
Dahası din adamları, kasaba sakinleri ve şehir eşrafı büyük bir
uyum içinde yerel idarenin işleyişini yürütüyordu. İ skoç mes­
lek grupları ve küçük toprak sahipleri de ülkelerinin yönetimi­
ne ve gelişimine büyük katkı sağlıyordu. -
1745 olayı Hannover rejiminin kırılganlığını gözler önüne
sermişti ama aynı zamanda rejimin kökleşmesinin de yolunu
açmıştı. Ayaklanmanın bastırılmasıyla uzun süren bir istikrar­
sızlık dönemi sona ermekle kalmadı, İngiliz siyaseti de radikal
1689-1815 317

biçimde yeniden yapılanma sürecine girdi. Bu süreçte Tory­


lerdeki Jacobist yan bütünüyle kayboldu ve bu da Whig-Tory
ayrışm asının .�akip eden 17 yıl boyunca ortadan kalkmasına
hizmet etti. Ulkedeki muhalifleri uzlaştırma ve onları yöne­
tim kademelerinde bir arada istihdam etme girişimleri öne
çıktı. 1751'de Galler Prensi Frederick öldükten sonra, tahtın
gelecekteki varisi etrafındaki beklentiler de değişime uğradı.
1760'ta tahta çıkan III. George, Tory kimliği ve birlikteliği­
ne karşı ılımlı bir tavır sergileyerek onlardan bazılarına hükü­
mette görev verdi. Ayrıca İngiltere ve İskoçya arasındaki iliş­
ki, güçlü İskoçların himaye sistemi aracılığıyla gönüllü olarak
seçilmesine im.kan tanıyan temel bir hal aldı. J acobizm ya da
milliyetçilik artık alternatif bir bağlılık odağı değildi ve İngi­
lizlerin baskısı söylemi de gücünü yitirmekteydi.
Bu sürece 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren İskoçya'nın
-özellikle Glasgow çevresinin- büyük bir ekonomik büyüme
yaşaması da katkı sağladı. İskoçya'daki kentleşme İngiltere'den
daha yoğundu. 1750 ile 1800 arasında İskoçya'nın kentli nüfus
oranı yüzde 132 arttı. Aberdeen, Edinburgh ve Glasgow İskoç
Aydınlanması olarak bilinen büyük entelektüel patlamanın
merkezleri haline geldi. Hükümet, toplum ve bilime dair pek
çok yeni düşünce geliştirildi. Dönemin en önemli bireysel ça­
lışması Adam Smith'in serbest-piyasa ekonomisinin çığır açıcı
bir analizini sunduğu Ulusların Zenginliği (1776) adlı kitabıy­
dı. Benzer biçimde James Hutton da Yerküre Kuramı (1785)
isimli çalışmasıyla modern jeolojinin temellerini attı. Sir Gil­
bert Elliot ve Lord Provost Drummond'un önerdiği yeni imar
planları da Edinburgh'u Kuzey Britanya'nın metropolü yap­
mayı hedefliyordu.
İskoçya 1707'deki Birlik'ten sonra olduğu gibi Jacobizm
bastırıldıktan sonra da farklı bir hukuk sistemi, farklı bir K.i­
�se ve kendine has yerel yönetim yapısını muhafaza etti ama
Iskoçlar imparatorluğun yayılmasında da büyük rol oynamaya
başladı. Özellikle değişik dönemlerde İçişleri Bakanlığı, Dı-
3 1 8 İngiltere Tarihi

şişleri Bakanlığı, Hindistan idaresi için kurulan konseyin baş­


kanlığı ve Amirallik görevlerinde bulunan Henry Dundas ve
gene savaş esnasında Dışişleri Bakanlığı'nı yürüten Viscount
Melville gibi isimler önemli katkılarda bulundu. İngiltere ve
İskoçya'nın siyasi elitleri, Fransız Devrimi'nden esinlenen ra­
dikalizme karşı kol kola mücadele verdi ve bunun neticesi ola­
rak 1793'ten itibaren ülkede daha demokratik bir siyasal sis­
tem yönündeki talepler bastırıldı. Ancak İskoçya'da devrimden
kaçınma, sadece talepleri bastırma ile ilgili değildi. Paternalist
İskoç yönetiminin üreticiye destek amacıyla yüksek fiyattan
hububat alımı yapması ve esnek bir hukuk sisteminin varlı­
ğı radikal duyguları sınırlandırmış ve bu da ülkede gerilimin
artmasını önlemişti. İskoç Aydınlanması siyasal olarak mu­
hafazalclrdı ve toplum üzerindeki aristokratik hakimiyet hala
güçlüydü ve bu durumun gerisinde İskoçya'nın ağırlıklı olarak
bir tarım toplumu olmasının payı vardı.

İmparatorluğun Yükselişi
Donanmasının gücü ve sömürge topraklarının sayısı 17. yüz­
yılın ortalarından itibaren hatırı sayılır oranda artsa da, İngil­
tere Avrupa'daki yegane deniz-kuvveti ve tek okyanus-ötesi
emperyal güç değildi. Daha önceden ele geçirdiği Florida'nın
kuzeyi ile Kuzey Amerika' nın doğu kıyılarına ilave olarak,
Hollandalılardan 1664'te New York'u alıp ayrıca Maryland
(1634), Pennsylvania (1681), Carolina (1663) ve Georgia'yı da
(1732) kendi kolonisi haline getirdi. Keza 1713'te Fransa ile
yapılan Utrecht Antlaşması ile Nova Scotia, Newfoundland
ve Hudson Bay İngiltere'nin toprağı olarak kabul edildi. 17.
yüzyıl boyunca muhtemelen 200.000 kişi Britanya adaların­
dan Kuzey Amerika'ya göç etti ki bu sayı Fransa'dan Kanada'ya
ve Louisiana'ya gidenlerin sayısından katbekat fazlaydı. Ayrıca
Charleston (1672), Philadelphia (1682), Baltimore (1729) ve
Savannah'ta (1733) yeni yerleşim bölgeleri kuruldu. İngilizler,
1689-1815 319

köle işgücüne dayalı bir şeker ticareti geliştirdikleri Batı Hint


Adaları'nda da faal durumdaydı. Batı Afrika'da Accra gibi
yerlerde sahil üsleri kuran İngilizler, topladıkları köleleri B atı
Hint Adaları'nda şeker üretiminde çalıştırıyordu. .
1600'de kurulan Doğu Hint Kumpanyası İngiltere'nin Hint
Okyanusu'ndaki ticari -ve sonra siyasi- faaliyetleri için temel
teşkil etti. Bu bağlamda 1661'de Bombay; 1698'd e Kalküta ele
geçirildi. İskoçya'nın 1698-1703 yıllarında Orta Amerika'da
bir koloni kurma yönündeki -başarısızlıkla sonuçlanan- giri­
şimi, İngiltere ve İskoçya arasında 1707'�e tesis edilen Birlik'in
arka planındaki gelişmelerden biriydi. Iki ülke arasındaki iş­
birliğine bağlı olarak, İskoçya için daha geniş sömürge fırsat­
ları da doğabilirdi.
İngiltere ekonomisi için gittikçe ö nemli hale gelen Avru­
pa dışı bölgelerle ticaret, Liverpool, Glasgow, Bristol ve Whi­
tehaven gibi liman kentlerinin gelişiminde büyük rol oynadı.
Kuzey Amerika kolonileri ile ticaret 17. yüzyılın ortalarından
itibaren büyük artış gösterdi. 1695'te deniz yoluyla taşınan yük
miktarı 280.000 ton iken bu oran 1760'da 609.000 tona yük­
seldi. Sayıları artan tecrübeli denizciler, Kraliyet Donanması­
na istediği zaman istediği sayıda gemi personeli temin edecek
durumdaydı. Bu donanma, 1689'dan 1815'e kadar Fransa ile
yaşanan mücadelede hayati bir rol oynadı.
18. yüzyıldaki Atlantik köle ticaretinde en büyük pay İngil­
tere'nindi. 1691 ile 1779 yılları arasında Afrika limanlarından
2.141. 900 köle Britanya gemileriyle taşınırken, diğer İngiliz
sömürgelerinden de 124.000 köle getirildi. İngiltere'nin tica­
retine 1710'lara kadar Londra hakimken, bu üstünlük daha
sonra 1740'lara kadar Bristol'e ve sonra da 1710'lardan itiba­
ren Londra dışında liman doku (yüzer havuz) bulunan tek şe­
hir olan Liverpool'a geçti. 1750'lerden itibaren Liverpool'daki
yükleme-boşaltma havuzlarının sayısı hızla arttı. Gemilerle
taşınan kölelerin büyük bir kısmı Batı Hint Adaları'na getiri­
lirken, bir kısmı da İngiltere'nin Kuzey Amerika'daki toprak-
320 İngiltere Tarihi

larına nakledildi. Ticari ekonomi ve Britanya Atlantiği'nde ki


nakliyatçılığın hayati bir parçası olan köle ticareti, İngiltere'de­
ki yatırım çevreleri ve finans dünyası için büyük önem taşıyor­
du. Ayrıca tekstil ve diğer ürünlerin ihracatı bağlamında bir
dizi başka ekonomik etkileri de söz konusuydu. Fakat şüphesiz
köle ticareti aynı zamanda büyük bir acımasızlık ve zalimlik
de içeriyordu. Bu suça Afrikalı yöneticilerin de iştirak etmiş
olması ve Afrikalı olmayan diğer devletlerin de aynı ticareti
yapması, bu olayın Britanya tarihinin yüz kızartıcı bir parçası
olduğu gerçeğini hafifletmez.

Yedi Yıl Savaşları (1756-1763)


Britanya'nın kendi içinde birliği sağlaması, Fransa'yla yaşanan
uzun mücadele için önemliydi. İki ülke arasındaki kritik olay
tarihe Yedi Yıl Savaşları olarak geçen savaştı. Savaşı kazanan
İngiltere, Kuzey Amerika'nın doğu kıyısındaki 13 koloninin
ve Hindistan'daki topraklarının güvenliğini garantiye almanın
yanısıra, Fransızların Kanada'daki ve İspanyolların Florida'd aki
topraklarını ve Karayipler'deki pek çok adayı elde ederek dün­
yanın önde gelen deniz gücü haline geldi. Elde edilen zafer,
Thomas Arne ve James Thomson'un "Hükmet Britanya" adlı
lirik şiirinde Britanya'nın kaderinin tecellisi olarak betimlendi:
"Hükmet Britanya, dalgalara hükmet/Britanyalılar hiçbir za­
man köle olmayacak." Bu başarı, William Pitt'in liderliğindeki
hükümete; Newcastle dükü Thomas'a ve aralarında Wolfe, Cli­
ve, Hawke ve Boscawen'nin de olduğu bir dizi yetenekli askere
aitti. Robert Clive'nin, Bengal hükümdarı Sirac Ud Daulah'ın
kalabalık ordusuna karşı 1757'de Plassey'de kazandığı zafer,
Bengal, Bihar ve Orissa'nın ilk kez gerçek anlamıyla 1765'ten
itibaren Doğu Hint Kumpanyası'nın kontrolüne girmesine
giden yolu açtı. 1760 ve 61'deki çatışmalardan sonra Hindis­
tan'daki Fransız güçlerine boyun eğdirildi ve böylece İngiltere
Hint alt kıtasındaki en güçlü Avrupa devleti haline geldi.
1 689-1 815 321

Yedi Yıl Savaşları esnasında Fransa'nın Jacobistler namına


İngiltere'yi işgal girişimi, İngilizlerin 1759'da Lagos ve Qyi­
beron Körfezi'nde elde ettikleri deniz zaferleriyle boşa çıka­
rıldı . Aynı yıl içinde İngiliz birlikleri Fransızlara Almanya'nın
Minden kasabasında da darbe indirdi. Bu arada Qyebec ya­
kınlarında sarp kayalıkların olduğu bir bölgede mücadele ve­
ren General James Wolfe, büyük bir zafer elde edip Qyebec'i
aldığı çatışmada hayatını kaybetti. Galibiyet haberleri üzeri­
ne İngiltere'nin her yerinde zafer çanları duyulmaya başladı:
York Manastırı'nın zangoçları Minden'le başlayıp Qyebec'le
biten zaferleri kutlamak için 21 Ağustos ile 22 Ekim arasında
günde dört kez çanları çaldı. Zaferler aynı zamanda J acobiz­
min ortadan kaldırılmasının ardından gelişen ulusal birliğin
de bir nişanesiydi: İskoçlar alınan neticede önemli rol oyna-
mıştı. 1762 yılı itibarıyla Britanya ordusu düyanın dört bir
tarafında sefer halindeydi: İspanyol işgaline karşı başarılı bir
direniş sergileyen Portekizlilere yardım etmenin yanısıra Al­
manya'da savaştığı Fransa'nın elinden Martinik'i alan Britanya,
İspanyollardan da Havan ve Manila gibi Küba ve Filipinler'in
önemli şehirlerini aldı. Bütün burılar, başta Kraliyet Donan­
ması olmak üzere Britanya güçlerinin küresel ölçekli hareket
kabiliyetinin ve Britanya devletinin gücünün en açık kanıtıydı.
Ancak Britanya 18. yüzyılın ortalarından itibaren elde ettiği
denizlerdeki hakimiyetini ve sömürgeci pozisyonunu, 1775-
1 815 arası dönemde gelişen bir dizi tehdide karşı savunmak
durumunda kaldı. Bunlar arasında en önemlileri Amerika ve
İrlanda'da çıkan ayaklanma ve devrim sonrası Napoleon Fran­
sası'yla yapılan savaştı.

Ekonomik Büyüme
Toplum, ekonomik ve toplumsal olarak değişim halindeydi.
Ekonomik dönüşümle ilişkilendirilen sosyal değişimlerin ço­
ğu, zaten yaygınlık kazanmış durumdaydı. Hiçbir zaman kırsal
322 İngiltere Tarihi

bir yaşam cenneti olmamış olan İngiltere'de 15. ve 16. yüz­


yıllarda toprak ve iş gücü büyük çaplı bir parçalanma ve bo ­
zulma süreci yaşamıştı. Ne toprağın çitle çevrilmesi, toprağın
kullanımında yaşanan köklü değişiklikler ve kırsal emeğin pro ­
leterleşmesi, ne sanayileşme ve teknolojiden etkilenen sosyal
ve ekonomik değişiklikler ne de belirli alanlarda ve eko no mik
faaliyetlerdeki yükseliş ve düşüş trendi yeniydi. Yeni olan şey,
18. yüzyılın sonlarından itibaren bütün bu olgularda ölçek ve
gelişim hızı bağlamında yaşanan -ve o günden sonra da hiçbir
zaman durmayan- artıştı. Bu kesintisiz değişim süreci aslında
modern zamanların doğuşuna işaret ediyordu.
Tam olarak bir durağanlık dönemi olmasa da sınırlı bir bü­
yümenin yaşandığı koca bir asrın ardından artış gösteren İn­
giltere ve Galler nüfusu, 18. yüzyılda hızlı bir yükseliş trendine
girdi: 1695'te 5.18 milyon; 1711'de 5.51; 1731'de 5.59; 1751'de
6.20 ve 1771'te 6.97 milyon olan nüfus 1791'de 8.21 milyo na
yükseldi. En büyük artış, nüfusun yıllık ortalama yüzde 0.83
büyüdüğü 1781 ile 1791 yılları arası dönemdi. İskoçya'nın
nüfusu ise 1757'de 1.26 milyon iken 1 801'e gelindiğinde 1. 6
milyona ulaşmıştı. İngiltere işgücü sayısındaki hızlı yükselişle
birlikte artan gıda talebini karşılamak için tahıl ithal etmek
zorunda kaldı. İşçilerin reel ücretleri 1790'lara kadar sabit
kalsa da gerçekte olması gerekenin altındaydı. Ülke nüfusu ve
yüksek büyüme oranları hızlı yükselişini sürdürdü. Bu durum
ölüm oranındaki düşüşten çok, 1780'lerden 1 820'lere dek sü­
ren doğum oranındaki artıştan kaynaklanmaktaydı. Üstelik
kırsal kesimdeki doğum oranı kentlerdeki ölüm oranının üze­
rine çıktı. Hastalıkların yayılmasının çok daha kolay olduğu
kentlerin nüfusunda görülen yegane artış, kırsal alanlardan
yapılan göçlerdi. Kentlerdeki bu duruma rağmen, Londra'da
yenidoğan bakımı ve beslemesine dair farklı yöntemler uygu­
landığından bebek ölüm oranları düşmüştü.
Tarımsal kalkınma, daha nitelikli yol ve kanal yapımı ile
sanayi ve ticaretin büyümesi, ulusal zenginlikte bir artışa ve
1 689-1 815 323

farklı bir ekonominin ortaya çıkmasına yol açtı. İngiltere ve


Galler'de 1700 ile 1800 arası dönemde sanayi alanında istih­
dam edilen erkek işgücü oranı yüzde 19'dan yüzde 30' a çık­
mışken, gübre olarak kirecin kullanılması sayesinde tarımsal
verimliliğin artmasına rağmen, aynı dönemde tarım sektörün­
deki erkek işgücü oranı yüzde 60'tan yüzde 40'a geriledi. Kireç
fırınlarında kömürün kullanılması, ekonomik büyüme ile ve­
rimlilik arasındaki çoklu bağlantıları gösteriyordu.
Başta kömür olmak üzere büyük ve ağır yüklerin taşınması
işi kolaylaştırmada kanallar büyük rol oynadı. Worsley'deki
ni
B ridgewaters dükünün madeninden Manchester'a kömür ta­
şımak amacıyla 1761'de açılan Bridgewater Kanalı en önem­
lilerinden biriydi. Joseph Banks 1 767'de kanalla ilgili duygu­
larını şöyle açıklıyordu: "Ülkeye fayda sağlayan teşebbüsler
her zaman çok değerlidir. . . Büyük sıkıntılar altında çalışmaya
gerek kalmadan, iki büyük şehir (Manchester ve Liverpool)
arasındaki ticaret yolu açıldı. . . daha önce yapılamaz addedilen
şey şimdi başarıyla yürüyor ve krallığın farklı bölgeleri de aynı
yolu takip ediyor." 1790'da Oxford ile Midlands'i birbirine
bağlayan Oxford Kanalı yapıldı ve böylece Thames, Trent ve
Mersey nehirleri arasındaki nihai ağ bağlantısı da sağlanmış
oldu. Ulaşım kapasitesini daha da arttırma yönündeki arayışlar,
Londra-Birmingham yolunun yeni bir kanal kazmak suretiyle
geliştirilmesiyle sonuçlandı. Büyük Bağlantı Kanalı adı verilen
bu yeni kanal, Thames nehrini Londra civarında açılan bir yol­
la Oxford Kanalı'na bağlıyordu. 1 793'te kabul edilen yasa ve
aynı yıl içinde açılan Monkland Kanalı, hızla büyüyen Glas­
gow pazarının talebini karşılamak isteyen Lanarkshire kömür
havzalarındaki üretimi ikiye katladı.
Bilgi, hem ekonomik büyümeye katkısı hem de taşıdığı
daha büyük potansiyel açısından önemliydi. Pek çok alanda bi­
limsel ilerlemeler kaydedildi. William Brownrigg ( 171 1 -1800)
kimyasal olarak ayrıştırılabilir gazların çoklu yapısı görüşünü
ortaya koydu. Glasgow ve daha sonra Edinburgh'da kimya
324 İngiltere Tarihi

profesörü olan Joseph Black (1728-1799) gizli ve özgül ısıyı


keşfedip, ilk defa karbondioksit gazını tanımladı. Sayısal ana­
lizlerde oldukça yetenekli olan Henry Cavendish (1731- 18 10)
17 66 yılında havadaki hidrojeni ayırarak bu gazı ilk defa ta­
nımladı. 1781'de ise mühürlü bir kapta yaptığı deney sayesinde
suyun bir element değil oksijen ve hidrojenin birleşmesinde n
oluşan bir madde olduğunu gösterdi. Joseph Priestley (173 3-
1804) ise elektriğin yanısıra başka bir dizi gaz ve oksit keşfetti.
Yonca, kolza ve turp gibi yem bitkilerinin yaygınlaşm ası,
toğrağın nadasa bırakılmak zorunda kalmamasına ve daha faz­
la hayvan beslemek suretiyle kırsal ekonominin kapasitesinin
artmasına yardım etti. Artan hayvan besiciliği, nitelikli gübre
ve yünlü kumaş elde etmenin yanısıra "kadim İngiliz bifteği"
için de ana kaynak konumundaydı. Bu arada çitle çevrilen ara­
zilerin oranı da hızla arttı. 18. yüzyıl boyunca İngiltere toprak­
larının yüzde 21'i çitle çevrilmiş hale geldi. Özellikle Midlands
bölgesinin ağır killi toprakları 1760 ve 1770'lerde kapalı arazi­
lere dönüştürüldü. Ekilebilir arazilerin yaygın biçimde mera­
lara dönüştürüldüğü bu süreç içerisinde, 1793-1815 arasında
Fransa'yla yapılan uzun savaş esnasında olduğu gibi, yükselen
fiyatlardan ötürü kullanılmayan ya da az kullanılan topraklar­
da tarımsal faaliyetin zaman zaman genişlediği de oldu. Gene
de çitle çevirme olayı, Britanya düzlüklerinin temel özelliği
olarak öne çıktı.
Arazilerin çitle çevrilmesi zorunlu olarak verimliliğin art­
ması gibi bir sonuç doğurmadı hatta belirli ölçüde düşüşe bile
neden oldu. Tarımsal faaliyet büyük işgücü gerektiren bir alan
olarak kalmaya devam etti ve çitle çevrilmemiş bazı alanlarda
tarımsal ilerlemeler yaşandı. Gelgelelim kira kontratları aracı­
lığıyla arazinin kontrolünü daha kolay hale getiren çitle çevir­
me olayı, sık sık yeni gelişmelere göre biçimleniyor ve büyük
oranda tarımsal gelirin kiracı çiftçiden toprak sahibine doğru
aktığı bir yeniden dağıtım sistemi içinde işliyordu. İlerici top­
rak sahiplerinin, geleneksel hakları ve beklentileri bir tarafa
1689-1 815 325

bırakması ve müşterek arazilerin çitle çevrilmesi, kayda değer


bir sertliğe ve tatsızlığa yol açtı.
Kıta Avrupası'nda yaşananların aksine, İngiltere'de arazinin
çitle çevrİlı?esi sonucu toprak sahibi olan köylü sayısı çok sı­
nırlı kaldı. lngiltere'deki toprak mülkiyeti sistemi, toprak sahi­
binin mülkiyet üzerindeki kontrolünü sürekli kılan bir yapıydı.
Bununla birlikte, bölgesel çeşitlilik olgusu göz önüne alındı­
ğında, çitle çevirmenin toplumsal bağlamının da çeşitlilik arz
ettiği belirtilmelidir: Northamptonshire gibi bazı bölgelerde,
toprak sahipleri kendi çıkarlarını korumak adına Parlamento­
nun kararlarına yaslanırken, Hampshire ve Sussex gibi başka
yerlerde çitle çevirme, özel bir sözleşmeye dayanıyor ve bu ne­
denle daha az gerilime yol açıyordu. Nüfustaki artış Fransa ile
olan savaşla birleşince, 1790'lardan 1810'lara değin tarımsal
faaliyetlerde tam anlamıyla bir patlama yaşandı. Bu daha fazla
kira geliri demekti, ki bunun en açık yansıması toprak sahip­
lerinin yeni ve büyük binalar yaptırmalarıydı. Ö zellikle İngil­
tere'nin kırsal kesimlerinde inşa edilen bu Georgian tarzı evler
sayesinde, İngiltere'nin kırsal kesiminin hatırı sayılır bir kısmı
hala revaçtadır. Görkemli büyük yapılar İrlanda'da (lnveraray
Ş atosu) ve İskoçya'da da (Culzean Kalesi) yapıldı.
Öte yandan tarımsal değişimden olumsuz anlamda etki­
lenenler de az değildi. 1790'ların başından itibaren İskoçya
Highlands'deki insanların zorla yerlerinden edilmesi, toprak
sahiplerinin dayattığı - ve çok daha az insan gerektiren - yeni
bir tarımsal sisteme geçişi yansıtıyordu. [Bu toprakların in­
san yerleşiminden ziyade koyun yetiştiriciliği için daha uygun
olduğuna kanaat getirilmişti] . Sutherland kontesi Elizabeth,
1814 ile 1 820 arasında yaklaşık 321 bin hektarlık bir alanda
yaşayan insanları zorla tahliye ettirdi. İrlanda'da ise tam tersine
yoğun patates ekimine girişilmiş ve bu da nüfusun genişleme­
sine katkıda bulunmuştu.
326 İngiltere Tarihi

Sanayileşme
Bu devirdeki sanayileşme oranı zannedildiğinin aksine daha az
ve sadece belirli bölgelere ve sektörlere has olsa bile, ekonomik
değişimin somut etkileri dönemin insanları için apaçık orta­
daydı. 18. yüzyıl sonlarında yaşayan insanlar, ekonomik deği­
�im ve ilerlemenin olanaklarına dair güçlü bir hissiyata sahipti.
Iş yoğunluğu, emeğin örgütlenmesi ve maddi şartlarda önemli
değişiklikler meydana geldi. Dönemin havasını yansıtan Zin­
cire Vurulmuş Prometheus'ta1 anlatıldığı gibi, teknolojik yeni­
likler sıradışı fırsatlar sunuyordu. John Kay'in 1733'te geliştir­
diği (ve 1780'lerde Yorkshire'da yaygın olarak kullanılan) atkı
mekiği sayesinde, kumaşlar daha hızlı dokunmaya başladı ve
bu da üretimi arttırdı. Gene aynı alanda J ames Hargreaves'in
1 765'te icat ettiği iplik eğirme makinesi; Richard Arkwright'ın
1769'da geliştirdiği su çerçevesi ve Samuel Crompton'un eğir­
me katırı, tekstil sektöründe devrim yaptı.
1769'da James Watt enerjiyi daha tasarruflu kullanan buhar
makinesini tescilledi. Derin kömür ocaklarındaki suyu dışarı
atabilen buhar pompasının yanısıra, buharla çalışan ihraç ma­
kineleri de 1790'ların başından itibaren kömür madenlerinde
kullanılmaya başlandı. 1754'te Coalbrookdale'i ziyaret eden
Reinhold Angerstein "Burada demir dökme sanatının bu ka­
dar ilerlemiş olduğunu görmek insanı hayrete düşürüyor" diye
not edecekti. Swansea yakınlarındaki White Rock'ta 1737'de
kurulan bakır eritme şantiyesini ziyaret eden Jabez Fisher da
1776'da şunları kaydetmişti:
Burada aralıksız yanan 43 Fırın var, 150 işçi harıl harıl ça­
lışıyor ve ortam cehennemi andırıyor. Fakat gene de ina­
nılmaz bir nezaket ve uyum var: Herkes adeta bir Makine
gib i hareket e diyor.

1 Percy Shelley'in 1820'de yayımladığı eseridir. Shelley dört perdelik


bu oyunda, ilerlemeye ve bilime duyduğu inancı şiirsel bir dille ortaya
koyar. (ç.n.)
1 689-1815 327

D aha az önemli olmakla birlikte, 1798'den sonra buhar gücü


tarımda da - biçerdöverlerde - kullanılmaya başlandı.
Ekonomik büyüme, değişen yabancı ihracat pazarları ve iç
taleple bağlantılı olduğu kadar Britanya'nın savaşları ve im­
paratorluğun yükselen talepleriyle de doğrudan ilişkiliydi. Ti­
caretle gelen zenginlik, iç talebin önemini de arttırdı. Mevcut
iç talep, pazarlama yöntemlerinin yardımıyla tüketimciliğin
(co msumerism) teşvik edildiği bir zemine kaydı. Talebi etkile­
yen unsurlardan biri de savaştı: Kısmen savaşın etkisiyle me­
talürji sanayii --özellikle silah sanayi- gelişti. Demirci ustaları,
yeni teknolojik gelişmelere uyum sağlama konusunda istekliy-
di. Kömür ve demir, en önemli iki madendi.
Kömür nakliyatını sağlamak üzere kanallar ve taşıma yolları
yapıldı. iV. Portland Dükü 1 808'de İskoçya'nın batı kıyısında­
ki Troon'da yeni bir liman inşa ettirdi ve bu limanı karayoluyla
Kilmarnock'taki kendi kömür ocaklarına bağladı. 1 839'da bu
hat üzerinden 130.000 tondan fazla kömür taşındı. 1812 ve
1813'te Manchester bölgesinde ilk lokomotifler kullanılmaya
başlandı. Demir çubuklarla tutturulan dişli ana tekerleğin de­
mir raylar üzerinde hareket ettiği bu yeni araçla, madenden çı­
kartılan kömür Leeds'e ve Liverpool Kanalı' na taşındı. 1 8 1 6'da
S t. Helena'da İngiltere'nin tutsağı olarak hapiste bulunan Na­
poleon yanındaki İngiliz subayına "Kömür size, bizim Fran­
sa'da sahip olmadığımız bir avantaj sağlıyor" demiştir.
Bu arada savaşta alınan başarı da önemliydi. Fransız Devri­
mi'nin ardından 1792'de başlayıp 1815'e dek süren savaşın İn­
giltere'nin zaferiyle sonuçlanmasıyla Fransa, İngiliz ekonomik
üstünlüğü karşısında görece güçlü bir tehdit olma konumunu
kaybetti. Üstelik İngiltere'nin askeri açıdan üstün olduğu al­
gısı, savaş borçlarının geri ödenmesi noktasında bir esneklik
doğmasını sağladı ve bu da ülkedeki büyümenin kendi ken­
dini finanse etme özelliğinin kökleşmesine katkıda bulundu.
Finans, sadece bir kaynak olarak değil, kurumsal bir pratik ve
politik bir ürün olması hasebiyle de önemliydi. İngiliz finans
328 İngiltere Tarihi

sistemi, iç · içe geçmiş finans piyasaları ağına sahip olmas ı ve


değişik finans kurumlarının zengin bir karışımı olması ne de­
niyle, Fransız ve Hollanda finans sistemine nazaran şo klara
karşı daha dirençliydi. Bu durum İngiltere'nin hammaddeleri­
ni ve dış ticareti diğer devletlerden daha iyi değerlendirmesine
imkan tanıdı.

Ulaşım ve Değişimin Hızı


İletişim imkanlarının genişlemesi, değişim halindeki İngiltere
için önemliydi ve bu sadece ekonomik nedenlerle ilgili değildi.
İletişimin daha rahat hale gelmesi, haberlerin ve yeni yaşam
örüntülerinin yayılması elitlerin bütünleşmesine yardım etti.
Ayrıca eğitimin olanakları, sosyalleşme ve ticari veya siyasi ne­
denlerle yapılan seyahatler arttı. 1 8 . yüzyılın son döneminde
pek çok Paralı Yol Kanunu çıkartıldı. Kökenleri 1 660'lara ka­
dar giden bu düzenlemeyle, yolların bakımı ve güvenliğini sağ­
lamak için teşkil edilen birimlerin finansmanı, alınan geçiş üc­
retleriyle karşılanıyordu. Edinburgh-Glasgow yolu 1780'lerde
paralı yol statüsüne geçirildi. Bu yıllarda yol yapımında kırma
taş kullanılmaya başlanması ve su birikintisini engellemek için
yollara kavis verilmesi ile ortaya çıkan daha sert ve kuru ze­
min, atlı yük arabalarının hızını da arttırdı. Basit geçitler ve
sal üzerinde ulaşımın yerini yeni yapılan köprüler aldı. Posta
arabaları, güzergahları üzerindeki hanlarda mola verip atlarını
değiştirdikten sonra yollarına süratle devam ediyordu. Lond­
ra'da çıkan gazeteler diğer şehirlere gittikçe daha fazla yollan­
maya başladı ve posta hizmetleri de ciddi bir gelişim gösterdi.
1784'te kurulan Kraliyet Posta Servisi, gittikçe büyüyen ban­
kacılık sektörüne sağladığı faydanın yanısıra, mektup, roman
ve mecmua gibi dönemin hızla gelişen yazınsal araçlarının
dağıtımı ve dolaşımına da hizmet etti. 1 835 yılı itibarıyla her
gece Londra'dan yola çıkan 28 posta arabasının yanısıra, 75
1 689-1815 329

araba da taşradaki kasabalar arasında mekik dokuyordu. Bir


kısmı da bu güzergahların tersi yönde çalışıyordu.

I II. (}eorge, 1760-1820


Gelgelelim bütün bu gelişmelerle birlikte, iktidarı elinde bu­
lunduran az sayıdaki insan için en önemli şey gene de siyasal
meselelerdi. Yüzyılın başından bu yana önemli bir rol oynayan
Whig ve Tory şeklindeki iki partili düzen, 1760'larda yerini si­
yasi liderler arasında rekabete, özünde şahsi olan siyasal grup­
laşmalara ve III. George'un istikrarsızlığı besleyen tercihlerine
bıraktı. Güçlü bir temsili kurumla baş başa kalmak istemeyen
Kıta Avrupası'ndaki herhangi bir yönetici gibi III. George da
(İngiltere'de dünyaya gelen ilk Hannover kralıydı) hizipleşme
siyaseti olarak gördüğü şeye karşı direnmekte ve siyasetçilerin
kendi anlayışlarını yönetime empoze etme çabalarını boşa çı­
karmakta kararlıydı.
Tıpkı diğer yöneticiler gibi George'un da en zorlandığı me­
sele, saraydaki etkili ve kıdemli siyasetçilerle kabul edilebilir bir
ilişki tarzı geliştirmekti. Tahta çıktığında, kendisinden önceki
krallarla iyi ilişkiler kurmuş olan ve şimdi köklü değişiklikler
bekleyen bu insanları kendi isteklerine göre hizaya getireceği­
ni düşündü ama işler umduğu gibi gitmedi. George 176 1 'de
Yaşlı Willi am Pitt ile ve 1762'de de Newcastle dükü Thomas'la
yollarını ayırdı ve yakın çevresinden III. Bute Kontu John'u
Hazine Bakanı olarak atadı. Fakat güçlü bir iradesi olmayan
John içeriden sert eleştiriler alınca 1763'te istifa etti. George
1763'te Fransız elçiye "İngiltere'de egemen olan huzursuzluk
havası ve özgürlüğün sürekli kötüye kullanılması"ndan dert
yanarak, "bu ortamı kontrol altında tutmak için sürekli uyanık
olmak gerektiğini" söylüyordu. III. George kendi anladığı tarz­
da Devrim Yapılanması'nı sürdürmeye kararlıydı fakat kralın
atayacağı bakanların aynı zamanda Parlamentonun güvenine
sahip kişiler olup olmaması gerektiği ve Kabine'nin kolektif
330 İngiltere Tarihi

sorumluluğu gibi anayasal açıdan muğlak hususlar durum u


daha da kötüleştirdi ve Londra'da kırılgan bir politik atmosfer
oluştu. Kısmen Yedi Yıl Savaşları'nın neden olduğu ekono mik
zorluklardan da kaynaklanan bu tatminsizlik, işi gücü hizip­
çilik olan sefahat düşkünü bir milletvekili olan J ohn Wilkes
tarafından istismar edildi ve sahibi olduğu North Briton adlı
gazetede sert eleştiriler yönelttiği George ile başı derde girdi.
George uzun süre Parlementoyu kontrol altına alacak yetenek­
li ve güveneceği bir başbakan bulamadı. Ta ki 1 770'te Frederi­
ck North siyaset sahnesine çıkana dek . . .

Arnerika'nın Kaybedilmesi
Amerika ile sömürge ilişkilerinin çökmesi tehlikesi baş göste­
rince, III. George'un kendi keyfine göre bakan seçmesinden
kaynaklanan huzursuzluk ve ayrışmalar gündemin ikinci sıra­
sına düştü. Çatışmanın fitilini ateşleyen gelişme, sömürgelere
(hiçbiri Parlamentoda temsil edilmiyordu) kendi toprakların­
daki savunma giderlerinin bir kısmını ödetme yönündeki giri­
şim oldu. Ancak mesele sadece bununla sınırlı değildi: Ame­
rikan toplumunda yükselen demokratikleşme dalgası, İngiliz
otoritesini reddeden kararlı bir duruş, İngiltere'nin Kanada'da
izlediği politikalardan duyulan endişe ve III. George'un sözde
otokratik niyetleri hakkında üretilen komplo teorilerinin alıcı
bulması gibi etkenler de söz konusuydu.
Yedi Yıl Savaşları İngiliz hükümetini daha önce görülme­
miş derecede yüksek bir borç içine sürüklemişti ve bu yükün
bir kısmını Amerika'nın sırtına yıkmak makul bir yol olarak
görüldü. Ancak savaştan sonra Fransa'nın Kanada'daki üslerini
yitirmesinden ötürü kendilerini artık tehdit altında hissetme­
yen Amerikalılar, bu sebeple İngiliz askerlerine de kurtarıcı
gözüyle bakmak niyetinde değildi. 1 7 65 tarihli Pul Vergisi
Yasası ile getirilen ek vergi talebini Amerikalıların reddetmesi
krize yol açtı ve ardından anayasal konular üzerindeki temel
1 689-1815 331

anlaşmazlıklar-la ilişkiler iyice gerildi. İngiltere'nin en önemli


kolonilerinin bulunduğu -Batı Hint Adaları'nı da içeren- batı
yarımküresindeki sömürgelerin elitlerinin anayasal ilkeler ko­
nusundaki hassasiyetine rağmen, bu yerlerde bir ayaklanma
çıkmaması gerçeği, krizin zorunlu olarak İngiliz emperyal sis­
teminin kendisinden değil, aksine Amerikan kolonilerine özgü
etkenlerden kaynaklandığını gösterir. Aynı şekilde İrlanda'da
da hiçbir ayaklanma yoktu.
Frederick North hükümetinin güç kullanmayı tercih etmesi
ve Amerikalıların da benzer bir yönteme başvurması sonucun­
da 1 775'te Boston yakınlarında çatışmalar başladı. İngilizlerin
bölgedeki yasadışı cephanelikleri ortaya çıkarmak için başlat­
tığı hatalı girişim, Lexington ve Concord'da başka çatışmalara
yol açtı ve İngilizler kısa süre sonra Boston'da karadan ablu­
ka altına alındı. Ablukayı yarmak için başlatılan karşı harekat
esnasında yaşanan Bunker Hill S avaşı'nda İngiliz birliği ağır
kayıplar verdi.
İngilizler 1 775'te ve 1 776'nın başında New Hampshi­
re'dan Georgia'ya kadar sahip olduğu On Üç Koloni'yi kay­
betti; Amerikalılar da Temmuz 1 776'da bağımsızlıklarını ilan
etti. İngiltere New York'u tekrar ele geçirmek için 1776'da
yeni bir saldırı başlatmadan önce, Amerikahların işgaline karşı
Kanada'yı elinde tutmayı sürdürdü. Sonraki yıl İngilizler Phi­
ladelphia'yı kuşattı ancak Saratoga'daki muharebeyi kaybetti.
Fransa'nın 1778'de savaşa dahil olmasının ardından İngiltere,
Amerika'da verdiği mücadele için elzem olan kaynaklardan
yoksun kalmaya başladı ve bu da onu bir dünya savaşı içinde
savunmacı bir pozisyon almaya itti. İngiltere'nin düşmanları
listesine 1 779'da İspanya ve 1 780 yılı sonunda da Hollanda
eklendi. Böylece savaş, küresel bir çatışmaya dönüştü.
İspanyol-Fransız ittifakının 1 779'da İngiltere'yi işgal girişi­
minin başarısızlıkla sonuçlanmasına ve İngiltere'nin h:lla Hin­
distan, Jamaika ve Cebelitarık'ı elinde bulundurmasına rağ­
men, 1781'de Virginia'daki Yorktown Savaşı'nın kaybedilmesi
332 İngiltere Tarihi

savaşma iradesinin çökmesine ve Amerikan bağımsızlığının


kabul edilmesine neden oldu. Bu olay, İngilizce konuşan dün­
yanın birliğini ortadan kaldırdı. Olağanüstü bir canlılığa sahip
bağımsız bir halkın mesken tuttuğu Amerika, Batı yarımküre­
deki bağımsız devletlerin en dinamik olanı ve bağımsızlığını
kazanan ilk ve en önemli ülkeydi. Amerikan halkı artık, Av­
rupa mirası, bağımsızlık, genişleme ve büyüme imkanları gibi
unsurların birleşmesinden neşet eden büyük avantajlara sahip
bir ülkenin �rttaşlarıydı. Amerika yıllar sonra I. ve il. D ünya
savaşlarında lngiltere'nin de dahil olduğu müttefik kuvvetlerin
zaferlerinde pay sahibi olarak hayati bir rol oynayacaktı. Ay­
rıca Britanya imparatorluğunun varlığından bağımsız olarak,
İngiliz kültürü, toplumu ve ideolojisinin -farklı formlarda da
olsa- Amerikan toplumu üzerinde büyük etkileri olmuştur.

Genç William Pitt Hükümetleri, 1783-1801; 1804-1806


İngiltere tarihinde sıklıkla görüldüğü üzere, savaşın kaybedil­
mesi hükümetin düşmesine yol açtı. Bir dizi idari ve anayasal
sorunun yaşandığı bir dönemin ardından Başbakan Frederick
North 1782'de istifasını sundu. Kral llI. George, başta il. Roc­
kingham Marki Charles olmak üzere hoşlanmadığı bazı isim­
lerin bakanlığını kabul etmesi için kendisine baskı yapanları,
tahttan çekilmekle tehdit etti. 1783'te birçok yerleşik siyasal
teamülü ihlal edip Fox-North koalisyonunu1 çökmesi için

1 1782'nin Mart ayında Frederick North'un istifasının ardından Baş­


bakan olan Lord Rockingham birkaç ay sonra hayatını kaybedince,
İçişleri Bakanı Lord Shelburne yeni hükümeti kurmakla görevlen­
dirildi. Fakat James Fox ve diğer bazı önemli isimler, Shelburne'ün
emrinde çalışmayı reddedip muhalefet yapmaya başladı. Whigci Fox
ile Toryci Frederick North Avam Kamarası'ndaki güçlerini birleşti­
rip Selburne hükümetini devirerek, bir koalisyon hükümeti kurdu. 2
Nisan 1783'te kurulan ve adına Fox-North koalisyonu denen hükü­
metin ömrü de sadece yedi ay oldu. (ç.n.)
1 689-1 815 333

çabalayan George, sonunda muradına erdi ve ardından yeni


kabineyi kurma görevini henüz 24 yaşında olan -Yaşlı Pitt'in
ikinci oğlu, haşin ama bazen de sarhoş- Genç William Pitt'e
. tevdi etti. Yeni hükümet Avam Kamarası'nda çoğunluğa sa­
hip değildi ama Pitt 1 784'te girdiği ilk seçimden büyük zaferle
çıktı. Bu aynı zamanda George için de bir zaferdi, çünkü bu
seçimle birlikte -Pitt'in istifa edeceği 1 801 yılına kadar- ülke­
de büyük ölçüde istikrarlı bir dönem başlamış oldu. Walpole
ve North gibi Pitt de ekonominin ne kadar önemli olduğu­
nun farkındaydı. Bir ara seçim sisteminde reform konusu ile
ilgilense de 1785'te Parlementoda ağır bir hücuma uğrayın­
ca bu riskli meseleden vazgeçti. Amerikan Bağımsızlık Savaşı
İngiltere'nin borç yükünü iki katına çıkarmıştı, ancak Pitt'in
izlediği ihtiyatlı mali politika ve reformlar ve özellikle Ameri­
ka ile çarpıcı biçimde artan ticaret hacmi sayesinde ekonomi
yeniden düzlüğe çıktı.
Monarşilerde her daim yaşandığı üzere, düzenin devamı­
na yönelik en büyük tehdit halef-selef meselesinden geliyor­
du. Galler Prensi (geleceğin IV. George'u) babasının tutumlu,
erdemli ve görev bilincine dayalı yönetim anlayışına olduğu
kadar Başbakan Pitt'e de karşıydı ve bu nedenle de tercihini
Pitt'in en büyük rakibi olan James Fox'la işbirliğinden yana
kullandı. Prensin aksine Fox yetenekli biriyidi, ama tıpkı Prens
gibi o da basiretten yoksundu. 1 788'in sonlarına doğru Kral
George bir tür kan hastalığı olan porfıriaya yakalanınca, akli
melekelerini yitireceği ve yakın zamanda öleceği söylentileri
arttı ve bu da neredeyse hükümetin düşmesine yol açacak olan
Regency Krizi'ne neden oldu. Fakat 1789'un başlarında Geor­
ge iyileşince Pitt derin bir nefes aldı.
Amerika kıtasında alınan mağlubiyet, başta Kraliyet Do­
nanması olmak üzere önemli askeri reformlara zemin hazırladı
ve İngiltere'nin yakında karşılaşacağı daha ciddi meydan oku­
malarda alınan bu dersin büyük etkisi olacaktı. Amerika'daki
on üç kolonisini ve 1783'teki Versailles Antlaşması'yla da Flo-
334 İngiltere Tarihi

rida ve Karayipler'deki bazı adaları kaybetmiş olan İngiltere,


güçlenerek geri döndü ve yeni sömürgeler peşine düştü. B u
bağlamda 1 786'da Malezya'ya ilk defa ayak basan İngiliz güç­
leri, 1 788'de de Avustralya'da ilk kolonisini kurdu. Bu Avust­
ralya'ya ulaşan ilk Avrupalı sömürge gücüydü. Ayrıca İsp an­
ya'nın modern Kanada'nın batı kıyılarında yerleşim alanları
kurma ve bu bölgeyle ticaret yapma teşebbüsleri de engelle ndi.

Fransa'yla Savaş
Devrim dönemi ve ardından Napoleon dönemi Fransa'sıyla
uzun bir savaşa giren İngiltere, 1 798'de patlak veren İrlan­
da'daki endişe verici ayaklanmayla boğuşmuş ve 1 803'ten itiba­
ren de Napoleon'un ülkeyi işgal etme tehdidiyle karşılaşmıştı.
Bütün bunlar ciddi bir örselenmeye yol açtı, ancak gene de
1 805'te Trafalgar'da Amiral Nelson'un aldığı galibiyetle taçla­
nan bir dizi deniz zaferi sayesinde ülke ayakta kalmayı başardı.
Fransa ile olan savaş, İngiltere'nin Aşağı Ülkeleri savunmakta
yetersiz kaldığını gözler önüne sermişti: III. George'un oğlu,
York dükü Frederick'in 1799'da Hollanda'ya asker çıkarması
ve 1 809'da Walcheren'e yapılan saldırı gibi askeri teşebbüsler
başarısızlıkla sonuçlandı.
Fransa ile 1793-1 802; 1 803- 1 8 1 4 tarihleri arasında ve son
olarak 1815 yılında yapılan savaş, ülke kaynaklarını büyük bir
tazyik altına aldı. Dahası, alınan mağlubiyetler içeride yeni si­
yasal sorunlara ya da zaten varolan sorunların alevlenmesine
yol açtı. Genç Pitt, savaş zamanında liderlik yapmanın, göre­
ve yeni başladığı zamanki reform ve toparlanma dönemlerine
göre çok daha zor olduğunu gördü ve 1 806'da yorgun ve bitap
bir halde makam odasında hayatını kaybetti. Savaşın maliye­
tini ve neden olduğu ekonomik tahribatı, toplum gitgide daha
fazla hissetmeye başladı: İngiltere Bankası'nın nakit paranın
değerini belirlemek için kullandığı Altın standardı sisteminin
1797'de çökmesiyle birlikte enflasyon yükseldi, reel ücretler
1 689-1815 335

düştü ve 1799'da yeni bir gelir vergisi ihdas edildi. Özellikle


1 79 5-96 ve 1799- 1801'deki kıtlık yıllarında büyük zorluklar
yaş andı. Lancashire'daki pamuk dokumacılarının reel ücret­
leri, 1792-93'te yarıdan daha fazla düştü. Radikal kesimlerin
eyle mlerine sınırlama getirilip hatta bazen faaliyetleri yasak­
lanırken, işçi sendikalarının da önü alındı. 1 799 ve 1800'de
çıkarılan Dernekleşme Yasası ile ücretlerinin ve çalışma ko­
şullarının iyileştirilmesini isteyen işçilerin bir a�aya gelerek
kurduğu birlikler yasadışı ilan edildi. Bu yıllarda Irlanda'da ve
dah a sınırlı olarak da İskoçya'da radikalizme doğru milliyetçi
bir yönelim görünmeye başladı.
İngiltere'nin çıkarlarına yönelik en büyük tehdit, 1 806'dan
1813'e kadar Avrupa'nın büyük bir kısmına hükmeden Na­
poleon'dan geliyordu. Kasım1 806'da Kıta Avrupa Sistemi'ni
resmen ilan eden Napoleon, ekonomik araçları devreye sok­
mak suretiyle İngiltere'ye diz çöktürmek istiyordu. Berlin Ka­
rarları ile İngiltere'yle ticaret yapmayı yasaklayan Napoleon,
ekonomik ambargo başlattı. Ekonomiyi zora sokan bir diğer
gelişme, İngiltere'nin tarafsız ticaret düzenlemesini uygulama­
ya sokmasından kaynaklanan 1 8 12-1815 yılları arasındaki İn­
giltere-ABD savaşıydı. İngiliz ordusu Kanada'yı Amerikalıla­
rın saldırılarına karşı başarıyla korudu ve 1 8 1 4'te Washington'ı
ateşe verdi. Fakat 1 815'te Amerika New Orleans yakınlarında
İngiltere'yi mağlup etti.
1783'ten sonra Amerika ile İngiltere arasında yaşanan tek
çatışma olan bu savaş, esasen Napoleon'a karşı verilen mücade­
lenin renginin belli olmasıyla başlamıştı. İngiltere, Fransız
donanmasının bozguna uğraması ve 1 8 12'de Rusya'yı işgal
girişimi başarısızlıkla sonuçlananan Napoleon'un sisteminin
çökmeye başlamasından sonra Amerika ile savaş yapmaya ka­
rar vermişti. Napoleon'a son darbe, İngiltere ve müttefikleri­
nin ortak yürüttüğü ve İngiltere'nin müttefiklerine 66 milyon
sternlik silah ve para yardımı yaptığı savaşla indirildi. Bu sa­
vaşta Wellington dükü Arthur, Portekiz ve İspanya'da Vimeiro
336 İngiltere Tarihi

(1 808), Talavera (1 809), Salamanca ( 1 812) ve Vitoria ( 18 13)


gibi cephelerde cereyan eden Yarımada Savaşlarında ö nemli
zaferler elde etti. İngiliz piyadelerinin disiplini ve ateş gücü bu
zaferlerde büyük pay sahibiydi. Wellington'ın emrindeki asker
sayısı hiçbir zaman 60 bini geçmemişti ve üstelik süvari s ayı­
sı ve topçu birliği de rakiplerinden daha azdı, fakat mıntıka
analiı:inde ve savunma taktiğinde ustaydı. Vimerio'da olduğu
gibi, Ingiliz birliğinin aldığı savaş düzeni Fransızları bertaraf
etmelerinde rol oynadı.
İngiltere'nin bu davaya olan bağlılığı 1 8 1 4 ve 1 8 15'te Vi­
yana'daki barış görüşmelerinde ve Wellington'ın 1 8 Haziran
1 8 15'te Waterloo harp meydanında üstlendiği önemli roller
neticesinde doruk noktasına ulaştı. İngiliz-Alınan-Hollanda
askerlerinden oluşan Wellington komutasındaki orduda İngi­
liz askerlerinin sayısı yarıdan daha az olsa da, Fransız süvari
ve piyadelerinin ilerleyişini başarıyla durdurdular ve sonunda
Napoleon'un ordusunu geri çekilmeye zorladılar. Waterloo'da­
ki başarının ardından İngiltere Highlanders' ın ıslahına yo­
ğunlaştı ve epey mesafe de katetti: Bu sayede İskoçlar 1 822'de
Edinburgh'u ziyaret eden IV. George için karşılama töreni dü­
zenledi.

İrlanda'yla Birleşme
1 800 yılında Parlamentoda onaylanan Birlik Yasası, 1798'de
İrlanda'da çıkan ayaklanmaya bir cevap niteliğindeydi. 1 8.
yüzyılın ikinci yarısında Katoliklerin refah düzeyinin gitgide
artması ve Protestanların kendi aralarında bölünmesi, İrlan­
da'da Katoliklerin siyasette daha merkezi bir yer tutmaya ve
toplumda daha aktif bir rol oynamaya başladığı uzun erimli
süreci anlamak için önem arz etmektedir. Fransa ile yapılan
savaşta İrlandalılardan yararlanılmış olması da, ülkedeki Kato­
liklerin durumlarının iyileştirilmesi yönündeki baskıyı arttıran
unsurlar arasındaydı. Dahası Fransız Devrimi'nin muhtemel
1 689-1 815 337

etkilerinden duyulan kaygı, Londra'daki hükümeti Katolikle­


rin hukuki durumlarını iyileştirmeye sevk etti. Fransız Devri­
mi, İrlanda'daki huzursuzluğu radikalleştirmiş ve böylece dış
destekli bir ayaklanma için gereken zemini hazırlamıştı. Wol­
fe Tone 1791'de Birleşik İrlandalılar Topluluğu'nu kurduktan
sonra siyasi bir program hazırladı. Programın içeriğinde sa­
dece erkeklerin oy kullanabilmesi, seçim bölgelerinin adilce
b elirlenmesi ve Parlamentonun her yıl yenilenmesi gerektiği
savunuluyordu. Bu taleplerin hayata geçirilmesi, D ublin'deki
mevcut oligarşik rejimin yıkılması demekti. Başbakan Pitt,
İrlanda'da Kraliyet Temsilcisi olan Westmorland kontu Jo­
hn'u görevden aldı ve Protestan Egemenliğinin tesis edilmesi
yönündeki istekleri geri çevirerek, Katolik kışkırtmanın önü­
nü almak için daha varlıklı Katoliklere 1793'te oy hakkı ta­
nıdı. Çıkarılan bir dizi kanunla, Katoliklerin silah taşımasına,
mahkeme jürilerine üye olmasına ve sivil ve askeri bazı küçük
kadrolara atanmalarına izin verildi. Pitt ayrıca İngiltere ve İr­
landa'nın tek bir parlamento çatısı altında birlik olabilmesinin
imkanları üzerine de kafa yoruyordu. Katolik Kilisesi'ne olan
düşmanlıktan çekinen ve Fransız ihtilalcilerinin ateizminden
kaygı duyan İrlanda Katolik Kilisesi, III. George yönetimine
itaat etmenin dini bir görev olduğu yönünde vaazlar verdi.
Gelgelelim bazı önemli girişimler de engellendi. 1 794-95'te
İrlanda'da Kraliyet Temsilciliği görevini yürüten il. Fitzwilliam
kontu William'ın, Katoliklerin Parlamentoya ve diğer kamu
kurumlarına girmelerinin önündeki son engelleri de kaldırma
teşebbüsü, Londra tarafından engellendi. Devrimci duyguların
yayılmasını önlemek için bazı tavizler vermenin kaçınılmaz
olduğuna inanan William'ın gayretlerinin karşılıksız kalması,
Katolik kamuoyunda karamsar bir hava yarattı ve hedeflerine
ulaşmanın tek yolunun devrim olduğuna inanan radikallerin
eline koz verdi. 1794'te yasaklanan Birleşik İrlandalılar, yeral­
tına inip gizli bir örgüt haline geldi ve açıkça cumhuriyetçi
ve Katolik bir renge büründü. Çoktandır bir ayaklanma planı
338 İngiltere Tarihi

üzerinde çalışmaya başlayan Wolfe Tone, Amerika ve Frans a'ya


giderek destek aradı. 1796'da büyük bir saldırı düzenle me leri
için Fransızları ikna etmeyi başardı ancak kötü hava şartları
yüzünden bu girişim başarısızlıkla neticelendi. Aralık 17 96 'da
Bantry Bay'e ulaşan Fransız filosu, fırtına yüzünden 12.000
askerinden bir tanesini bile karaya çıkartamadan geri dö nm ek
zorunda kaldı. Birleşi� İrlandılılar Topluluğu askeri bir örgüt­
lenme içine girse de Ingiliz ordusu 1797'de Ulster'deki hücre
yapılanmasını çökertti. Topluluk gittikçe sadece Katolik des­
teğini arkasına almaya odaklandığı için, Protestan desteğinden
mahrum kaldı.
Mezhep şiddeti 1 798'deki ayaklanmayla zirveye ulaştı. Bir­
leşik İrlandalıların Leinster bölge komitesi üyelerinin ve Dub­
lin'de bir isyan planlayan elemanlarının tutuklanması, isyan­
cılar için büyük bir handikap demekti. Ciddi bir silahlı ayak­
lanma başlatabilecekleri tek yer, yerel garnizonun zayıf olduğu
Wexford'dı. Ancak isyancılar Temmuz 1 798'de Vinegar Hill
Savaşı'nda hezimete uğradı. Connacht'ı ele geçirmeye çalı­
şan -fakat başaramayan- Fransızların da desteklediği isyan,
178 1'de Yorktown Savaşı'nda Amerikan ve Fransız askerlerin­
den oluşan ittifakın yenmiş olduğu Lord Cornwallis tarafın­
dan kesin olarak bastırıldı.
İsyanla birlikte Protestan Egemenliğinin İrlanda'da istikra­
rı temin edemediği açıkça ortaya çıkmıştı ve bu nedenle İngi­
liz hükümeti, birliği destekleme yönünde bir siyaset izlemenin
daha doğru olacağını düşündü. 1 800 yılında çıkarılan Birlik
Yasası, o güne kadar açık kalan İrlanda Parlamentosunu lağ­
vederek, onun yerine Westminster'da İrlanda'nın kendi vekil­
leriyle temsil edilmesi yolunu açtı. Birkaç "çürük'' İrlanda şehri
Parlamentoda temsil edilme hakkını yitirse de, Avam Kama­
rası'nda yeni 100 milletvekili için yer ihdas edildi. Aynı şekil-
1 6 89-1815 339

de Lordlar Kamarası için de Ruhani Lordlar1 için 4; Dünyevi


L ordlar2 için de 28 olmak üzere ek kontenjan getirildi. Mevcut
kiliseler Protestan Episkopal Kilisesi çatısı altında birleştiril­
dikten sonra ortaya çıkan yeni yapılanma İngiltere ve İrlan­
da Birleşik Kilisesi olarak adlandırıldı. Fakat bu hiçbir zaman
bekle nen ölçüde bir etki oluşturmadı.
Gelgelelim Başbakan Pitt'in Katolikleri Parlementoya ve
devlet kadrolarına almak suretiyle Birlik'i tesis etme yönün­
deki teşebbüsü, III. George'a takıldı. George, İngiltere Kilise­
si'nin konumunu her daim koruyacağına dair taç giyme töre­
ninde ettiği yemine sadık kalmak zorunda olduğunu belirtti.
Orta vadede (yahut en azından 1 820'lere kadar) Protestanlık
ile yurttaşlık haklarını bir arada götürme ısrarı, belki Birlik'in
altını oyabilirdi, fakat meseleye daha adil bir pencereden bakan
siyasi yaklaşımlar artık bu noktanın aşılması gerektiğini düşü­
nüyordu. Katolikler 1 829'daki seçimlere kadar Parlementoya
giremedi. Katoliklerin dışlanması İrlanda'nın inanç haritasına
yansıdı. Örneğin nüfusu ağırlıklı olarak Katoliklerden oluşan
K.ildare kasabasındaki tek Katolik ibadethanesi, kasabanın
hayli dışında bulunan bir şapeldi. Gene de Katolikler genel
anlamda daha önce hiç sahip olmadıkları kadar hak elde etmiş
durumdaydı.

1 İngilizcede "Lord Spiritual" denen Ruhani Lordlar, Canterbury ve


York Başpiskoposları ile bazı diğer önemli piskoposluklara verilen
bir unvandır. (ç.n.)
2 İngilizcede "Lord Temporal" denen bu grup, isminden de anlaşı­
lacağı üzere piskoposların dışında kalan, dini bir görevi ve konumu
olmayan üyeleri nitelemek üzere kullanılmaktadır. Lordlar Kama­
rası'ndaki en kalabalık grup budur. Dünyevi Lordların bir kısmı bu
hakkı miras olarak devralıp ömür boyu kullanırken, bir kısmı ise kral
tarafından dışarıdan atanmaktadır. (ç.n.)
340 İngiltere Tarihi

İmparatorluğun Genişlemesi
Sahip olduğu deniz gücü sayesinde İngiltere, Napoleon sa­
vaşları boyunca okyanus-ötesi Avrupa dünyasında ege menlik
kurabilmişti. Danimarka, Hollanda, Fransa ve İspanya deniz
kuvvetleri, özellikle 2 1 Ekim 1 805'te Amiral Nelson'ı n Tra­
falgar'da Fransız-İspanyol filosunu mağlup etmesiyle birlikte ,
.
kelimenin tam anlamıyla felce uğratılmıştı. Artık lngiltere
için, diğer Avrupa devletlerinden yalıtılmış bölgelere saldır­
manın ve Avrupalı-olmayan halkların topraklarına daha rahat
el koyabilmenin yolu açılmıştı. Bu bağlamda önce Hindistan
yolunun güvenliği sağlandı: 1795'te (ve 1 802 ve 1 806'da tek­
rar) Cape Town, 1794'te Doğu Afrika'daki Seyşel Adaları ve
1 8 10'da Reunion ve Mauritius ele geçirildi. 1 8 14-15 tarihinde
yapılan Viyana Kongresi'nde Sri Lanka, Seyşel Adaları, Mau­
ritius, Trinidad ve Tobago, St. Lucia, Malta, Cape Colony ve
Guyana İngiltere'ye bırakıldı ve böylece İngiltere'nin Hindis­
tan ve Güneydoğu Asya'daki pozisyonu güçlendi. "İspanyol
gölü" olarak adlandırılan Pasifik, artık bir "İngiliz gölü" haline
geldi. Hindistan da İngiltere'nin Hint Okyanusu ve civarında­
ki etki ve faaliyetleri için temel bir üs olma işlevi gördü. İngi­
liz imparatorluğunun o günkü konumunu elde etmesi büyük
ölçüde savaşlarda alınan zaferler sayesindeydi; o nedenle 19 .
yüzyıldaki ulusal kahramanlar anıtının Horatio Nelson ben­
zeri askerlerin isimleriyle dolu olmasına şaşırmamak gerekir.
1 828-1 830 arası dönemde başbakanlık yapan Wellington, İn­
giltere tarihinde bu makama getirilen tek emekli askerdi.
İngiltere'nin ve Avrupa dünyasının yapısı 1 775 ile 1 8 15 yıl­
ları arasında çarpıcı biçimde değişti. 1 775'te İngiltere dışında
yaşayan Britanya tebaası beyaz (bir tek Batı Hint Adaları'n­
dakiler çoğunlukla siyah kölelerden müteşekkildi), Hıristiyan,
çoğunlukla da Britanya yahut Avrupa kökenliydi ve bulunduk­
ları yerde bir tür öz-yönetim sistemi ile yaşıyorlardı. 1815 yılı­
na gelindiğinde artık bunların hiçbiri geçerli değildi. Öte yan-
1 689-1 815 341

dan 1 8 15'e kadar Amerika kıtası hariç, okyanus-ötesi Avrupa


dünyası demek Britanya demekti. Hatta 1 830 yılı itibarıyla,
Batılılara ait dışarıdaki toprakların neredeyse tamamı Britan­
ya İmparatorluğu'nun elindeydi. Fakat 1 830'dan itibare n bu
durum yavaş yavaş değişmeye başladı: Fransa'nın 1 830'da Ce­
zayir'i işgal etmesi, daha sonra Kuzey Afrika'da kuracağı em­
peryalist düzenin işaret fişeğiydi. Gene de Fransız Devrimi,
N apoleon dönemi ve sonrasında Britanya'nın sahip olduğu eş­
siz okyanus ötesi emperyal konum, 19. yüzyıl boyunca ülkenin
yaşayacağı ekonomik ve kültürel gelişmede başlıca amil oldu.
Bu dönemde Fransa büyük bir emperyalist güç olarak yeniden
canlanıyor; Portekiz ve Hollanda çeşitli kazanımlar elde edi­
yor; Almanya, İtalya, Belçika ve ABD emperyal güç haline ge­
liyordu. Fakat bunların hiçbiri için imparatorluk, geç Victoria
ve Edward dönemi İngilteresi'ndeki kadar önemli olmadı veya
kamusal kültürün merkezi bir özelliği haline gelmedi.
İmparatorluğun yükselişinin, ülkenin ekonomisi, kamu­
sal kültürü ve yeni bir rol ve misyon yüklenmiş olan elitleri
üzerinde büyük etkisi oldu. Başta Hindistan olmak üzere, sö­
mürgelerde görev yapmak bir prestij halini aldı ki Fransa ve
Almanya da -aynı düzeyde olmasa da- benzer bir süreci yaşa­
yacaktı. Sir Walter Scott askeri, ticari ve idari kariyer peşinde
koşan çok sayıda İskoç'un gittiği Hindistan'ı mecazen "İskoç­
ya'nın tahıl ambarı" olarak görüyordu. Ana özelliği XIV. Louis,
Fransız Devrimi ve Napoleon karşıtlığı olan Avrupa sistemine
yönelik tehditlerin yok edilmesinde büyük rol oynayan Britan­
ya algısı, özellikle 1 870'lerin ortalarından itibaren zayıflamaya
başladı. İmparatorluk onun yerine, Britanya'nın kimliği ve gö­
revi temalarını öne çıkardı. Bu süreç, belirli kolonilere yapılan
kapsamlı göç hareketiyle birlikte ilerlemeye devam etti. B ri­
tanya'nın alınyazısı olarak görülen "dünyanın en büyük impa­
ratorluğu olma" mefkuresi, sonunda gerçekleşmişti.
VII. Bölüm

REFORM ÇAGI VE İMPARATORLUK,


1 8 15 - 1 9 14

1 801'den itibaren resmi adı Britanya ve İrlanda Birleşik Kral­


lığı olan Britanya adalarını 19. yüzyılda etkileyen en önemli
olgular Sanayi Devrimi olarak adlandırılan ekonomik değişim,
siyasal bir dönüşüm süreci ve dünyanın en önemli imparator­
luğu olarak sahip olduğu mevkiiydi. Bu süreçte ortaya çıkan
yeni problemlerin yanında, özellikle "İrlanda Sorunu" gittikçe
İngiliz siyasetinin en netameli konusu haline gelecekti.

Sanayi Devrimi
İngiltere ile diğer Avupa devletleri arasında meydana gelen -ve
o devrin insarılarının apaçık farkında oldukları - büyük farklı­
laşmanın tek nedeni İngiltere'nin tarihteki en büyük emperyal
güç haline gelmesi değildi. Ekonomik gelişme ve milliyetçili­
ğin yükselişi de zaten var olan bu farklılaşma sürecini tahkim
edip iyice belirgirıleştirdi. Özellikle Sanayi Devrimi, Britanya
adalarının yapısını radikal bir biçimde değiştirdi.
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 343

Tarihçiler Sanayi Devrimi'nin hızı konusunda derin bir ay­


rış ma içindedir. Uzun bir süre bu, çok hızlı bir gelişme olarak
görüldü, fakat sonra sürecin devrimsel değil evrimsel yönlerini
vurgulayan yaklaşım baskın hale geldi. Ancak günümüzde ibre
b ir kere daha devrimsel gelişim yaklaşımına dönmüş görünü­
yor. Teknolojik değişimin devreye girme �_iyle, ülke ekonomi­
si ciddi bir dönüşüm yaşamaya başladı. Ozellikle sermaye ve
işgücüne erişimin kolaylaşması ve ülke içinde, dışında ve sö­
mürgelerde yeni pazar olanaklarının gelişmeye başlaması söz
konusu dönüşümün kilit unsurlarıydı. Kuzeybatı kıyısında yer
alan Cumbria gibi daha önceden "az gelişmiş" ve ulaşılamaz
olan bölgeler, zengin kömür yataklarına sahip olduğunun orta­
ya çıkmasıyla şaşırtıcı biçimde hareketlenip canlandı. Kömür,
enerji üretimi (buhar gücü), nakliye (demiryolları) ve yeni en­
düstriyel alanlar (örneğin demir dökümü) için hayati öneme
sahipti ve İngiltere dünyanın en büyük kömür üreticisi konu­
mundaydı.
Enerji kullanımı insanların hayatında büyük bir farklılık
yarattı. Birmingham'da yenilikçi Matthew Boulton ve James
Watt ortaklığıyla 1790'da üretilen ve buhar gücüyle çalışan
Wheal Virgin adlı lokomotif, 953 atın yapacağı işe denk bir iş
yapıyordu. Zengin ve kolaylıkla işlenebilen kömür rezervleri­
nin mekanik güç kaynağı olarak yaygın biçimde kullanılmasıy­
la, ısı enerjisinden yararlanma imkanı arttı ve maliyetler düştü
ve böylece önceki dönemlerde ekonomiyi frenleyen enerji kıt­
lığı ortadan kalktı. Bu potansiyel, sabun üretimi, kumaş ağart­
ma ve camcılık gibi bazı yerli sınai alanlarını hareketlendirdi.
Mobil enerji kaynağı olarak buhar makinesi, endüstriyel üre­
timin kasabalarda yoğunlaşmasını mümkün kılmanın yanısıra
hem işçilere hem de yükselen orta sınıfa yönelik ürün çeşitlili­
ğinde bir artışa da neden oldu.
Fakat büyük değişiklikler kadar, Sanayi Devrimi'nin tedrici
ve evrimsel olan katmanlı yapısına da değinmek gerekir. Yüz­
yılın erken döneminde teknolojik değişim genellikle yavaştı
344 İngiltere Tarihi

ve sanayi dalları kendi içinde büyük bir çeşitlilik sergiliyordu .


Sözgelimi Lancashire'daki el dokuma tezgahları 1 840'lara ka­
dar kayda değer ölçekte üretim yapmaya devam etti. Lon dra
ve Birmingham, fabrikalardan ziyade atölyelerin yoğunlukta
olduğu şehirlerdi ve 1851'de Londra'daki işverenlerin yüzde
? 6'sının, on kişiden daha az çalışanı vardı. 1 830'a gelene dek,
lskoç sanayiinin temel enerji kaynağı hala kömür değil suydu .
Keza demiryollarına rağmen, İngiliz toplumu gündelik yaş am ­
da büyük oranda at arabası kullanmaya devam etti. Ayrıca bu ­
har makinesinin kullanımındaki artış ile kentsel nüfusun artışı
kronolojik olarak birbiriyle örtüşmüyordu.
Gene de Sanayi Devrimi gibi bir kavramı haklı çıkaracak
değişimler meydana geldiği de muhakkaktır. Bu dönemde İn­
giltere sanayiinin büyük kısmı, potansiyel ve nitelik açısından
çarpıcı bir değişim yaşadı. 19. yüzyıl başlarında çok hızlı bir
biçimde büyüyen Bradford, Dundee ve Merthyr Tydfıl gibi
şehirler, aynı zamanda sanayii faaliyet merkezleriydi. Dahası
Sanayi Devrimi, İngiltere'ye farklı bir ekonomik düzey sağladı.
1 820-24 yılları arasında yıllık ortalama kömür ve linyit üreti­
mi İngiltere'de 1 8 milyon ton iken, Fransa, Almanya, Belçika
ve Rusya'da ise toplam 2 milyon tondu. Bu rakamlar 1855-59
arası dönemde İngiltere için 68 diğerleri için 32 milyon ton;
1880-84 yıllarında ise İngiltere için 159, diğerleri için toplam
108 milyon ton olarak gerçekleşti. 1850'de üretimde kullanı­
lan ham pamuk oranı İngiltere'de 267 bin ton iken Avrupa'nın
geriye kalanında 162 bin tondu; 1880'deyse bu rakamlar İn­
giltere için 617, Avrupa devletleri toplamı için 503 bin ton ci­
varındaydı. Aynı şekilde 1 820'de İngiltere'de yıllık 0.4 milyon
ton olan pik demiri üretimi, Avrupa'nın tamamındaki üreti­
me denkti. Ancak daha sonra makas iyice açılmaya başladı:
1850'de İngiltere'de dökme demir üretimi yıllık 2.3 milyona
ulaşırken, Avrupa'da O. 9 milyon ton ve 1 880'de İngiltere'de 7.9
milyon ton olmasına karşılık diğer Avrupa devletlerinin topla­
mı 5.4 milyon tondu. Çelik üretimindeyse 1 880 yılı itibarıyla
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 345

İ ngiltere yıllık 1 . 3 milyon tonluk bir üretime sahipken, Avru-


p a'da bu oran toplam 1.5 milyon tondu. .
1750'de 7.4 milyon olan Britanya adalarının (Irlanda hariç)
nüfusu 1 8 8 1 'de 29.7 milyona; 1801'de 8.9 milyon olan İngil­
tere ve Galler'in toplam nüfusu da 1901'de 32.5 milyona ulaş­
tı. Bu artan nüfusun büyük kısmı kentlerde değirmen, maden

ve fabrikanın gölgesinde yaşadı. 1 801'de İngiltere ve Galler'de


insanların sadece üçte biri nüfusu 2.500'ün üzerinde olan yer­
lerde yaşarken, bu oran 1901'de yüzde 80'e çıktı ve bu artış
özellikle büyük şehirlerde yoğunlaştı. Örneğin Manchester ve
Salford şehirlerinin nüfusu, 1 801 ile 1891 arasında tam beş
kat büyüdü. 1851 nüfus sayımında, İngiltere'de ilk defa kent­
sel nüfusun kırsal nüfusu geçtiği görüldü. İçeride ve dışarıda
yükselen nüfus, yakıt talebinin de artması anlamına geliyordu.

Ulaşım Devrimi
1851'deki Büyük Sergi'de, sabit motorlarla başlayıp oradan
buharlı lokomotife ve nihayet demiryolu devrimine uzanan
üretimdeki ustalık ve yetenek büyük takdir gördü. Stockton
ile Darlington arasındaki demiryolu 1825'te açılmıştı; bunu
1830'da Liverpool ile Manchester arasında yapılan demiryolu
izledi. Stockton-Darlington arasında hizmet vermeye başlayan
lokomotif saatte yaklaşık 20-25 km'lik bir hıza sahipti. An­
cak 1829'da Goldsworthy Gurney'in buharlı hava enjektörü­
nü monte ettiği George Stephenson'un Rocket adlı lokomotifi
saatte yaklaşık 46 km'lik hıza ulaştı. Bu tarihten sonraki yirmi
yıl, rekabet halindeki şirketler tarafından kurulan ve işletilen
ulusal bir ulaşım sisteminin gelişimine tanıklık etti. Lond­
ra'dan ilk tren seferi Birmingham'a 1838'de, Southampton'a
1840'ta, Bristol'e 1 841'de, yolculuk süresinin 21 saatten 6 saate
indiği Exeter'a 1 844'te, Norwich'e 1 845'te, Lincoln'a 1 846'da,
Plymouth'a 1 847'de gerçekleştirildi. 1850'de İngiltere-İrlanda
arası posta yolu olan Londra ile Holyhead arasındaki demir-
346 İngiltere Tarihi

yolu hizmete sokuldu ve böylece iki kent arasındaki mes afe 40


saatten 9.5 saate indi. 1 859'da da Londra'dan Truro'ya ilk sefer
başarıyla yapıldı. 1830'lardan itibaren İskoçya'nın ayrı bir ula­
şım ağı vardı: yolcular önce denizy<?luyla Liverpool' a geliyor,
oradan trenle Londra'ya gidiyordu. lskoçya 1 849'da Carstairs
üzerinden Londra'ya uzanan Caledonian Ana Hattı'nı açarak
İngilte �e'ye ulaşacak yeni rotalara hız verdi. 1 850 yılı itib arıyla
Kuzey lskoçya, Cornwall ve Galler'in büyük kısmı hariç, ülke­
nin geriye kalanı demir ağlarla örülmüş durumdaydı.
Birbiri ardına Britanya adalarının her yerini saran demir­
yolu ağı, kanallardan çok daha genişti. Söz konusu ağ, sadece
küçük ve ara hatları değil 1 868'de Londra-Bedford ve 1899'da
Londra-Nottingham arasında yapılan büyük ana hatları da
içeriyordu. Ancak demiryollarının yayılması, kanalların işlevini
ortadan kaldırmadı. Özellikle çok hızlı biçimde sevk edilmesi
gerekmeyen ağır malların taşınmasında, trene göre daha ucuz
olan kanallar cazibesini korumaya devam etti ve bu yönüyle
demiryollarını tamamlayan bir işlev gördü. Fakat zaman iler­
ledikçe, kanallar demiryolu karşısında bir ulaşım vasıtası olma
niteliğini tümüyle yitirecekti.
Ülkenin dört bir yanına mal ve insan taşıyan demiryolları,
gündelik hayata yeni sesler ve kokular katmakla kalmadı, Isam­
bard Kingdom Brunel'in 1 859'da Tamar nehri üzerinde inşa
ettiği köprü ve 1 890'da yaptığı Forth Bridge gibi çarpıcı köprü
mühendisliği örneklerini; 1 8 86'da açılan Severn Tüneli ben­
zeri tünel ve viyadük yapımını da beraberinde getirdi. 1850'de
insanların bir yılda trenle ülke içinde gerçekleştirdiği yolcu­
luğun toplamı 96.560. 640 km iken, 1 870'de bu 482.803 .2 00
km'ye ulaştı. Bu arada trenlerin üretimi ve bakımı, Britanya
Sanayii'nin önemli bir kolu haline geldi ve Crewe, Doncaster,
Swindon, Wolverton gibi kasabalarda bu işe bakan büyük atöl­
yeler kuruldu veya var olanlar geliştirildi. Hatta bazı kasabalar
artık demiryolu işçiliği ile iştigal etmemelerine rağmen, gene
de büyük oranda ona bağımlı durumda kalabiliyordu. Örne-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 347

ğin Brighton ve Gateshead'de demiryolları, en büyük istihdam


merkeziydi.
Bir ölçüde ulaşımdaki gelişmeler sayesinde, pazarlamanın
do ğası başta olmak üzere, ekonomik örüntüler değişti. Küçük
pazar merkezleri çöktü ve kent hiyerarşisi içinde kasabaların
konumu değişti. Kıyı taşımacılığı ile rekabet eden demiryo­
lu taşımacılığı, ülkenin kuzeydoğusundaki kömürü Londra'ya
ve D oğu Anglia'ya nakletme gibi fevkalade önemli bir avantaj
sayesinde kıyı taşımacılığının yerini almaya başladı. Trenlerin
hızı, çabuk bozulabilen meyve, süt, çiçek gibi malları büyük
şehirlere göndermek için en uygun vasıtanın onlar olduğu­
nu göstermişti: Londra'ya 1900'de yıllık 15.000 tondan fazla
Cornwall brokolisi trenle gönderildi; keza II. Dünya Savaşı
öncesinde, soğuk hava deposuna sahip yük vagonları Devon'da
kesilmiş tavşan etlerini Londra'ya taşıdı. 1 840'lardan itibaren
demiryollarının kullanımı Burton-upon-Trent'teki bira üreti­
cilerinin büyük bir bira imparatorluğu oluşturmalarına imkan
sağladı. Mandıracılık yapan çiftçiler, çiftlik-yapımı peynir ye­
rine "demiryolu sütü"1 üretmeye başladı. Tren yolculuğu aynı
zamanda yerli turizmin yaygınlaşmasına da hizmet etti. Özel­
likle Newquay, Ramsgate, Bournemouth, Hove, Eastbourne,
Margate, Southend, Yarmouth, Skegness, Cleethorpes, Brid­
lington, Scarborough, Morecambe, Blackpool ve Largs gibi
sayfiyeler, İngiltere'nin kıyı şeridinin önemli bir kısmının çeh­
resini değiştirdi.
Kilit bir değişim aracı olarak demiryolları, düşük maliyetli
ve hızlı bir toplu ulaşım sistemi olmasının yanısıra, yeni sos­
yal ve ekonomik ilişkiler; yeni boş zaman ve seyahat fırsatları
yarattı. Demiryollarının yapımı sürecinde Berwick ve New­
castle kaleleri ve Launceston Manastırı gibi çok sayıda tarihi
eser ya yıkıldı ya da zarar gördü ve kanal sistemi tahrip oldu.

1 H ayvancılığın yaygın olduğu kırsal alanlardan uzaktaki şehirlere


taze süt gönderilmesi anlamına gelmektedir. (ç.n.)
348 İngiltere Tarihi

Keza Londra şehrinin manzarası ve coğrafi yapısı da trenle


birlikte değişti: tramvay ve yeraltı metrosu inşasının yanısıra
Kingsway ve Northumberland Bulvarı gibi yeni yollar açıldı.
Özellikle yeni bulvar, buradaki genelev mahallesini yıkm akla
kalmadı, Northumbarland'ın geleneksel parıltısını da söndür­
dü. Mayıs 1 862'de Londra metrosunda ilk tren seferi denemesi
yapıldığında, dönemin Maliye bakanı Gladstone, Metropoli­
tan Demiryolu'nun yönetici ve mühendisleriyle birlikte yeral­
tı metrosundaki tüm güzergahı ziyaret edecek olan ilk ve en
uzun seferdeki yerini almıştı. İskoçya'da da ilk metro, 189 6'da
Glasgow'da hizmete girecekti.

Teknoloji
Sürekli biçimde yenilikler ve gelişmeler sunan teknoloji, ade­
ta şişeden çıkmış bir cindi. Demiryolu ve telgrafı, otomobil,
telefon, elektrik ve radyo izledi. 19. yüzyılın ikinci yarısında
"bilimkurgu" edebiyatında görülen yükseliş, insani potansiye­
lin teknoloji aracılığıyla görünürdeki önlenemez ilerleyişine
duyulan inancın deliliydi. Dönemin önde gelen aydınların­
dan, sömürgelerden sorumlu eski sekreter Sir Edward Bulwer
Lytton'un 1 871'de yayınlanan 1he Coming Race adlı bilimkur­
gu romanında, bir maden mühendisinin, yeraltında 'Vril' adlı
(daha sonra bu ismin mirasını İngiliz bir şirket gıda sektöründe
marka olarak değerlendirecekti) sınırsız güç sunan bir kinetik
enerjiyi kontrol eden bir toplulukla karşılaşması ve ardından
gelişen gizemli olaylar anlatılmaktaydı. Bilimkurgu tarzı, H.
G. Wells'in ( 1 866-1 946) çalışmalarında daha belirleyici bir rol
oynadı. Charles Darwin'in tezlerinin hararetli destekçilerin­
den T. H. Huxley'nin öğrencisi olan H. G. Wells'in kendisine
dert ettiği temel mesele, insanoğlunun zaman ve mekandaki
mukadderatıydı. Türlerin Kökenı"'nde Darwin tarafından orta­
ya konan evrim kuramının yol açtığı düşünsel genişlik ve he­
yecan, Wells'i de etkisi altına almıştı. Diğer bir ilgi alanıysa
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 349

dünya-ötesi varlıklardı. İlk büyük romanı Zaman Makinesi'ni


t 89 5'te yayımlayan Wells, üç yıl sonra çıkan Dünyalar Sava­
şı'nda İngiltere'nin Marslılar tarafından ele geçirilmesini konu
alıyordu.
Yaşanan gelişmeler gerçekte Wells'in sunduğu kadar korku­
tucu olmamakla birlikte, gene de insani tecrübeye pek çok yeni
boyut kazandırdı. İlk elekrikli aydınlatma uygulaması 1882'de
B irmingham'da gerçekleştirildi; yedi yıl sonra da Birmingham
Elektrik Şebekesi Limited Şirketi kuruldu. Elektrikli aydınlat­
ma sanayii gelişti ve hızla yayıldı: 1 896'da İskoçya'da kullanılan
toplam 6.332 kilowattlık enerji kapasitesi 1910'a gelindiğinde
84.936 kilowatta yükselmişti. Elektrik aynı zamanda sosyal
çevreyi geliştirmenin bir aracı olarak da görüldü. İngiltere'de
tam boyutlu ilk benzinli otomobil 1895'te üretildi ve ilk ticari
otomobil şirketi 1896'da Coventry'de faaliyete başladı; 1 898'de
de ilk otobüsler piyasaya çıktı. Bu arada Sinematograf Salon­
larında film gösterimleri başladı: 1914'e gelindiğinde Lond­
ra'da 500; Manchester'daysa 1 1 1 lisanslı sinema salonu vardı.
1909'da uçakla Manş Denizi üzerinden Kıtaya doğru ilk başa­
rılı uçuş yapıldığında Baron Lord Northcliffe "İngiltere artık
bir ada değil" demişti.
Bu arada 1903'te çıkarılan Motorlu Taşıt Kanunu ile şoför­
lerin hakları genişletildi. 1905'te ilk otobüsler Londra cadde­
lerinde seyretmeye başladıktan dört yıl sonra, yolları aydın­
latmak ve yol yapım ve onarım işlerini düzenlemek amacıyla
ulusal Karayolu Komisyonu teşkil edildi. 1900'lerin başında
yolların geniş biçimde asfaltlanmasına başlandı, bu da büyük
bir görsel farklılık ve çevresel değişim getirdi. Fakat şair Ge­
rard Manley Hopkins'in deyimiyle teknolojik ve ekonomik
değişimlerin yarattığı "kargaşanın çığlıkları"ndan endişe du­
yan çevreler de vardı. Söz konusu endişeler Matthew Arnold,
William Morris ve John Ruskin gibi edebiyatçılar tarafından
da dile getirilmekteydi. Gelişmelerin henüz etkilemediği açık
alanları koruma yönünde çabalar sergileniyordu.
350 İngiltere Tarihi

1914 yılı itibarıyla, kayıtlı 132 bin özel araç vardı. Ayrıc a
124 bin motosiklet ve 5 1 bin 167 adet otobüs ve taksi yollarda
seyrediyordu. 1 8 85'te icat edilen rahat ve güvenli bisikletten
sonra patlama yaşayan bisiklet kullanımı, arabaların artm asıyla
birlikte azaldı ve daha makul bir seviyeye indi. Kendine ait
özgün altyapısıyla, yeni bir hız ve hareketlilik dünyası ortaya
çıkıyordu. Araba sahibi olmak hala lüks bir şey olsa da, bu ve
benzeri her yenilik, önceki düzenin çözülmesinde belki de en
önemli unsur olan "güçlü bir değişim duygusu"na katkıda bu ­
lunuyordu.
Demiryollarının genişlemesiyle, bütün İngiltere kırsalında
hareket halinde bir göçmen işçi ordusu ortaya çıktı ve bu da
yerel toplumsal örüntüleri ve beklentileri altüst etti. Ulaştırma
alanında yaşanan değişimin kültürel etkileri de dikkat çeki­
ciydi. Haberler, yeni davranış kalıpları ve moda çok daha hızlı
yayılmaya başladı; yerel tarzlar, eğilimler ve kasabalar metro­
poldeki gelişmelerin gölgesinde kaldı. Öte yandan demiryolu
şirketleri tren yolculuklarını daha düzenli hale getirmek için
seferlerinde standart bir zaman dilimine ihtiyaç duyuyordu .
Böylece trenlerin İngiltere'de doğudan batıya farklı saatlerde
kalkması yerine, Greenwich Gözlemevi'nin belirlediği stan­
darda göre "tren saatleri" belirlendi ve uygulanmaya başlan­
dı. Telgraf Şirketi'nin Strand Bulvarı'nda bulunan ofisleri
1 852'den itibaren Greenwich saatine göre çalışmaya başladı:
Saatler demiryoluna paralel olarak döşenen elektrikli telgraf
hatlarına bağlıydı ve ayarlamaları buna göre yapılıyordu. Tren,
Londra merkezli posta hizmetlerini de dönüştürdü ve 1840'ta
dünyanın ilk posta pulu Penny Black basıldı.

Sosyo-Ekonomik Değişim
19. yüzyıl İngiltere'de çarpıcı ekonomik değişimlerin yaşandı­
ğı bir çağ oldu. Muhtemelen bu değişimden en çok etkilenen
yer, nüfusu 1 8 10'da 16.012 iken 1 850'de 103 bin 778'e fırla-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 351

yan Bradford'du. Keza Yorkshire bölgesi de yün iplik üretimi


ve ticaretinde küresel bir merkez haline geldi. Bradford'daki
fabrika üretimi 1 8 10 ile 1 830 arasında yüzde 718 artmıştı.
Makineleşme buraya daha büyük fabrikalar, artan kar ve bir
de göç dalgası getirdi. Gelişmeler birbiri ardına devam ediyor­
du: Pamuk ipliği eğirme işinin makineleşmesini 1 826'da, bazı
öfkeli ve muhalif işçilerin başkaldırılarına rağmen, yün eğir­
menin makineleşmesi takip etti. Bradford'da önceden bölge
çap ına yayılmış binlerce işçinin dokuma tezgahlarında yaptığı
işi, 1850'de fabrikalardaki 1 7.642 otomatik dokuma makinesi
yapıyor ve kadın elbiseleri için gerekli kumaşın seri üretimini
yapıyordu.
Makineleşme, düşük maliyetli ve belirli bir standarda sa­
hip mal üreterek, üretime bir ölçü ve bütünlük getirdi. Sonuç
olarak, seri üretilen malların markaları -özellikle çikolata ve
sabunda- ulusal ölçekte tanıtılabilir ve tüketilebilir hale gel­
di. Her ne kadar yüzyılın ortasına gelene dek fabrika yapımı
ürünler piyasaya egemen değildiyse de, sanayi ve ticaret insan­
ların yaşamını ve ülkenin çehresini değiştirmişti. 1 820 yılında
yayımlanan Isabella şiirinde John Keats'e "bitap düşmüş peri­
şan halde nice eller/loş kömür ocaklarında ve gürültülü fabri­
kalarda" dizelerini yazdıran da bu değişimdi.
Ekonomik gelişmenin sonuçları farklılık arz ediyordu. Çe­
lik sanayii gibi ücreti az iş yükü ağır sektörlerde çalışan işçiler,
şirkete ait birahanede vakit geçirip dinleniyor ve sonra tekrar
işinin başına geçiyordu; bazı zamanlar şirket sahibi işçilere bira
da ısmarlıyordu. En ciddi meselelerden biri, yeni endüstriyel
kentlerdeki aşırı nüfus yoğurıluğuydu. Bradford Sağlık Komi­
tesi 1 845'te 300 haneyi ziyaret etmiş ve buralarda üç kişinin bir
yatağı paylaştığını rapor etmişti.
Britanya adalarında tek bir ulusal ekonomi değil, bir dizi
bölgesel ekonomiler olduğu için, endüstriyel gelişme ülkenin
her yerinde benzer bir süreç izlemedi. Endüstrinin yoğunlaş­
tığı alanlar North-East, Midlands, Güney Lancashire, B atı
352 İngiltere Tarihi

Yorkshire, Galler'in güneyi, Fife ve Strathclyde gibi kömürün


olduğu bölgelerdi. 1 9 10 yılı, Güney Galler'de kömür madeni
sahalarının sayısının 688 ile zirve yaptığı yıldı. Demir ve çelik
gibi ağır endüstriler ile mühendislik ve gemi yapım sanayii ,
kömür madeni ve demir cevheri bölgeleri ile etkileşim halin­
deydi. Bu nedenle Cumbrian kıyısındaki Workington kas ab ası
1 857'den itibaren büyük bir demir-çelik üretim merkezi olarak
öne çıktı. Workington'da 1 840 ve 1 850'lerde inşa edile n de­
miryolları, civardaki demir cevheri ocaklarına ve Durham'd aki
kok kömürü madenine hızlı biçimde ulaşma imkanı getirdi .
Bu kasabaya göç eden işçilerin büyük kısmı İrlandalıydı.
Bu yeni endüstrilere hizmet sağlamak üzere, muhaseb eci
gibi yeni orta-sınıf meslekleri doğarken, aynı zamanda tatil
ve turizm gibi yeni "endüstriler" de ortaya çıktı. Buna karşı­
lık, Doğu Anglia ve Güneybatı İngiltere gibi evvelce önemli
olan bölgeler, kömür madenlerine sahip olmadıkları için en­
düstrileşemedi ve bu nedenle hızla nüfus kaybetti. Bir zaman­
lar önemli bir tekstil merkezi olan Norfolk da, fabrika-yapımı
pamuklu kumaşlarla rekabet edemeyince 1790'lardan itibaren
aynı kaderi paylaştı. Diss ve Swaflham gibi Norfolk'taki küçük
pazar kasabaları çok az bir ilerleme gösterse de, 1960'lardan
sonra yeniden canlanacakları döneme kadar hiçbir ciddi geli­
şim sergileyemedi.

Girişimciler Çağı
Sanayi Devrimi ve kapitalist ekonomik sistem, İngiltere'de
zenginliğin doğasını ve yapısını sadece kısmi olarak değiştir­
di. Londra elitlerinin değerleri, kuzeyli fabrika sahiplerinin
değerlerinden farklıydı ve geleneksel toprak sahiplerinin aris­
tokratik yaşam tarzına daha yakındı. Bununla birlikte sana­
yi bölgelerindeki zengin işadamları da toprak satın aldı, sa­
natçıları himaye etti ve gittikçe siyasal ve toplumsal bir etki
oluşturma arayışına girdi. Bunlar arasında en dikkat çekeni
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 353

William Armstrong'du (18 10-1900). Onun iş hayatı, Victo­


ria döneminde iç içe geçmiş olan teknoloji ve sanayi gücünün
sunduğu fırsatların bir özeti gibidir. Northumberlandlı bir
çiftçinin torunu ve Newcastlelı bir mısır tüccarının oğlu olan
Armstrong bir avukat; fakat aynı zamanda hidroelektriğe özel
ilgisi olan amatör bir bilim adamıydı. Kendi çabalarıyla geliş­
tirdiği hidrolik vinç sayesinde 1 846'da Elswick'te mühendislik
işleri yapmaya başladı. Armstrong daha sonra silah üretimi ve
gemi yapımı sektörlerine girerek işi büyüttü ve sahibi olduğu
Elswick Teçhizat Şirketi, mühendislik ve silah yapımı işlerinde
dünyanın en büyük firmalarından biri haline geldi. Şirketin,
18 87'de denize indirilen İngiltere kraliyet gemisi HMS Victo­
ria için ürettiği 1 10 ton ağırlığa ve yaklaşık 14 metre uzunluğa
sahip yivli ve namludan dolan toplar, dünyadaki en büyük ve
en güçlü silahlardı. Armstrong ayrıca Japonya, İtalya, Arjantin
ve Şili gibi yabancı ülkeler için de savaş gemileri yaptı. 1 9 00 yı­
lında öldüğünde, şirketlerinde yaklaşık 25 bin kişi çalışıyordu.
Armstrong teknolojik uygulama alanında da ön saflardaydı:
D ünyanın ilk hidroelektrik santralinin montaj ve donanım işi­
ni üstlenmiş ve ayrıca 1 8 80'de Cragside'da inşa ettiği Baronial
mimari tarzı yansıtan heybetli malikane, dünyada tamamı am­
pulle aydınlatılmış ilk konut olma özelliğini elde etmişti. Öte
yandan Armstrong imparatorluğun sembolü olan ve 1 894'te
açılan Londra'daki Tower Bridge'in yapımında hidrolik bir
kaldırma düzeneği de kullanmıştı. Keza Londra metrosu daha
derinlere kurulacak istasyonlar aracılığıyla gelişecektiyse bun­
da Armstrong'un geliştirdiği hidrolik asansörler büyük önem
taşıyacaktı. Memleketi Newcastle'da içme suyu şebekesi kuran,
buradaki eğitim ve sağlık hizmetlerine destek veren hayırse­
ver Armstrong büyük bir servet elde etti ve 1 887'de "baron''
unvanı aldı. Güzel Sanatlar Derneği'nin başkanlığını da yürü­
ten Armstrong, Dante Gabriel Rosetti gibi çağdaş İngiliz res­
samlarının tablolarının daimi müşterisiydi. Bunlara ek olarak
Victoria Dönemi'nin en önde gelen isimlerinden ve şüphesiz
354 İngiltere Tarihi

çağdaş bir Britanyalı olan Armstrong, Anglosaksonlar devrin ­


de Northumbria'nın önemli güç merkezleri arasında yer alan
-Ortaçağlardan kalma en güzel yapılardan - Bamburgh Kale­
si' ni 1 894'te satın alıp restore ettirdi.
Armstrong'dan daha az başarıya imza atsa da Isambard
Kingdom Brunel (1806-1859) teknolojik yenilikleri uygula­
ma konusunda onunla benzer bir tutkuya sahipti. Clifton asma
köprüsü gibi hayranlık verici mühendislik çalışmaları, Batı De­
miryolları Hattı başmühendisi olarak görev yaptığı 1 833- 1846
yılları arası elde ettiği başarılar ve yaptığı üç adet zırhlı gemi
( Great Western, 1838; Great Britain, 1 845; Great Eastern, 185 8)
ve gemilerde kullandığı pervane, Brunel'in teknolojik yenilik­
lerdeki müstesna yerini gösterir. Great Western su üzerindeki
en büyük buharlı gemiydi ve düzenli aralıklarla Amerika'ya
gidip gelen ilk gemi olma özelliğini haizdi. Keza Great Britain
de pervane ile çalışan ilk büyük gemiydi. Bu dönemde İskoç­
ya da yenilikler ve girişimcilikte önemli bir rol üstlendi: Hava
basılmış otomobil lastiğini geliştiren Dunlop; ilk elektrikli lo­
komotifi icat eden Davidson; film çekme makinesini geliştiren
William Dickson; pedallı bisikletin mucidi Macmillan; su ge­
çirmeyen yağmurluğun patentini alan Macintosh; buhar çeki­
cini üreten Nasmyth; kloroformun insan üzerindeki etkisini
ilk defa ortaya koyan Simpson ve termosu icat eden Dewar
önde gelen İskoç mucitlerdi. Mucitler ve girişimciler, çok geniş
bir skalada beşeri faaliyetin imkan ve kabiliyetlerinin doğasını
genişletmek için müşterek bir gayret içindeydi. Örneğin kimya
sanayiin gelişmesi, ürün yelpazesinin fevkalade çeşitlenmesine
neden oldu. Bu da kumaş renklendirmeden gıdaya kadar pek
çok alanda maddi yaşamı geniş biçimde etkiledi.

Ekonomik Bağlantılar
İngiltere'nin sadece ekonomik gelişmesi ölçeği değil, aynı za­
manda oluşturduğu bağlantılar ve etki sahası da önemliydi .
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 355

t 844'te kabul edilen Bankacılık Kanunu, para biriminin eko­


nomik istikrarını sağlayarak İngiltere'ye finansal kontrolü ge­
nişletme imkanı sundu. İngiliz yatırımı bütün dünyada ekono­
ınik gelişmeler için merkezi önemdeydi.
İngiliz tarımının korunması politikası 1846 tarihli Tahıl
Yasası ile sona erdi. Eskiden beri var olan tahılla ilgili yasalar,
İngiliz tarımının lehine olmak üzere ürün fiyatlarını yüksek tu­
tuyordu, fakat bu durum gıda maliyetlerinin işçilerin aleyhine
artm asına yol açmıştı. Global bir tarım sisteminin gelişiminde
teknolojik yenilikler de önemli yer tutuyordu: Buharlı gemiler,
tel örgüler, uzun mesafeler kateden demiryolları ve 1 8 80'de de
daha sıcak iklime sahip ülkelerde tarımsal üretimin artmasına
ve gıdaların bozulmadan hızla sevk edilmesine imkan veren
soğuk hava depoları. İngiltere resmi ve gayriresmi şekilde im­
paratorluğun besin ihtiyacını kendisi karşılamaya çalışıyordu.
Almanya, Polonya ve Rusya'dan sadece bazı yıllarda yüksek
miktarda tahıl alındı. Kıta Avrupası'nın bazı tarım ürünleri,
Almanya'nın şeker pancarı gibi sebze ve meyveler önemli it­
halat kalemlerindendi; yüzyılın sonuna doğru Danimarka'dan
gelen domuz pastırması ve yumurta da İngiliz kahvaltısının
vazgeçilmezleri arasındaydı. Bunun yanısıra Kuzey Amerika
tahılı, Arjantin sığırı ve Güneydoğu Asya kuzu ve koyunları
önemli gıda kaynaklarıydı ve bütün bunlar İngiliz teknolojisi,
özellikle demiryolları sayesinde ve İngiltere'nin finansal deste­
ğiyle mümkün olmuştu.
Bir bütün olarak ele alındığında, bu ithalat dalgası İngilte­
re'de "yüksek tarım''ın altın çağının sona ermesine ve 1 870'ler­
den itibaren uzun erimli sert bir tarımsal buhranın başlamasına
neden oldu. Söz konusu buhran, tarım işçilerini ve kırsaldaki
küçük zanaatkarları vurduğu için, yüzyılın sonuna gelindiğin­
de kırsal nüfus gözle görülür biçimde azaldı. Aynı dönemde,
toprak sahiplerinin yaptırdığı köşk ve konak sayısında da ge­
nel bir azalma yaşandı. Ekini biçme ile ayıklama işlemini aynı
anda yapan biçerdöver gibi yeni teknolojilerin yayılması, kırsal
356 İngiltere Tarihi

işgücünü de doğal olarak etkiledi. İngiltere'd e tarıma ayrılan


toplam arazi miktarı, 1 870 ile 1914 arası dönemde yaklaşık
200 bin hektarlık bir düşüş yaşadı.
Kuzeydeki sanayi bölgelerinin yükselen işgücünü beslem ek
için ucuz gıda ithalatı yapılması, ülkenin tarıma dayalı güney
kesiminin tamamında uzun erimli bir krizin başlamasına n e ­
den oldu. Bu, sonraki yüzyılda tam tersi yaşanacak olan böl­
geler-arası bir dengesizlik durumuna işaret ediyordu. Örneğin
bugün pek çok kentsel sorunla boğuşan Sunderland 1 85 0'de
gemi yapımında dünyada ilk sırada yer alan bir kasabaydı; ça­
lışma ücretleri ve kendisine ait bir evi olanların sayısı yüksek­
ti. Daha ucuz gıda sayesinde, sanayi işçileri artık maaşların ın
daha az bir kısmını gıdaya ayırmaya ve ellerinde daha fazla
para tutmaya başladı. Böylece işçiler, hem piyasadaki malların
üreticisi hem de artık önde gelen tüketicisiydi.

İmparatorluk
19. yüzyılda dünyanın en büyük imparatorluğu İngiltere'ydi.
Yüzyıl sonunda dünya nüfusunun dörtte biri (büyük oranda
Hindistan nüfusu sayesinde) ve yeryüzünün beşte biri (10 mil­
yon km'lik Kanada sayesinde) İngiltere'nin egemenliği altın­
daydı. Emperyal birliğin dayandığı temel, çift yönlü bir ya­
pıydı: Bazen yanıltıcı da olabilen ilki, ortak Britanyalı/İngiliz
kökenlere, geleneklere, ırka, dile ve hukuka dönük bir vurgu­
ya yaslanırken, ikinci yön imparatorluğun her bir parçasının
belirli bir dereceye kadar -özellikle ekonomik olarak- diğer
parçaları tamamladığı vurgusuna müstenitti. Böylece Do­
minyonlar1 ve Kraliyet sömürgeleri, ellerindeki hammaddeyi
İngiltere'nin sanayi ürünü mallarıyla değiş-tokuş edebiliyor-

1 İ ngiliz Uluslar Topluluğu' na (Commonwealth) üye olmalarının ve

İ ngiliz kralına bağlı bulunmalarının yanısıra kendi kendilerini yö­


neten ülkelere verilen genel ad. 19. yüzyıl sonu itibarıyla bu ülkeler
Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda'ydı. (ç.n.)
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 357

du; tümünün ortak çıkarı, imparatorluk toprakları arasındaki


farklılıklara dayanıyordu. Ayrıca Güney Amerika gibi, impa­
ratorluğun parçası olmayan okyanus-ötesi ticari ortaklarla da
ilişkiler benzer temellerde ilerliyordu. Ortak köken temasının
kapsama alanına ise, imparatorluğun yerel düzlemde bütünle­
yici parçaları olan İngiltere, İskoçya ve İrlanda giriyordu.
1860 ve 1914 arası dönemde tüm dünyada ağır tonajlı ge­
milerin üçte biri İngiltere'ye aitti. 1898'de dünyadaki telgraf
kablolarının yaklaşık yüzde 60'ı da İngiltere'nindi. Bu olgular
emperyal yönetim ve savunma planlamaları bağlamında kritik
bir öneme sahipti. 1890-1914 arasında dünyadaki gemilerin
yaklaşık üçte ikisi İngiltere'de denize indirildi ve dünyadaki
tüm deniz ticaretinin yarısını üstlendi. John Masefield Yükler
(1903) adlı şiirine serpiştirdiği "Ninova'nın beş kürekli kadır­
gası", "görkemli İspanyol kalyonu" � İngiliz ihracat ürünü olan
"ucuz teneke tepsiler" taşıyan "kirli lngiliz gemisi" gibi ifadeler­
le, gemi ticaretinin üç asırlık macerasını betimliyordu. Sanayi
ürünlerinin ihracı kadar, yatırım ve sevkiyatın da dahil olduğu
finansal bağlantılar, İngiliz emperyal sisteminin yayılmasın­
da büyük rol oynadı. Denizaşırı ticaretten elde edilen gelirin
gayrisafi yurt içi hasıla içindeki payı 1872'de yüzde 2 iken bu
oran 1913'te yüzde 7'ye yükseldi. Başta Arjantin olmak üzere
Güney Amerika ülkelerinde İngiltere'nin ekonomik pozisyo­
nunun sağlam kalmasında yatırım ve finansın katkısı büyüktü.
Dünya finans ve sevkiyat merkezi olarak Londra'nın ekono­
mik önemi ciddi biçimde arttı.
İngiltere'nin güç ve etki sahası okyanuslar üzerinden geniş­
lemeye devam etti. Halihazırda elinde tuttuğu adalara ilaveten
1850 ile 1914 yılları arasında Andaman, Nicobar, Gilbert ve
Ellice, Kuria Muria, Güney Orkney, Güney Shetland, Cook
adaları, Maiden, Starbuck, Caroline, Pitcairn, Christmas,
Phoenix, Washington, Fanning ve Jarvis adaları, Fiji, Rotuna,
Solomon adaları, Tonga, Socotra ve Güney Georgia gibi irili
ufaklı adaları ele geçirdi. Bu, dünya tarihinde eşi benzeri gö-
358 İngiltere Tarihi

rülmemiş bir gelişmeydi. Öte yandan İngiliz deniz gücü, dev­


letin küresel ölçekte ulaştığı noktayı gösteren ve donanmayı
her daim destekleyen dünyanın farklı yerlerine dağılmış çok
sayıda deniz üssüne sahipti. 1898'de söz konusu deniz üsleri
Wellington, Fiji, Sydney, Melbourne, Adelaide, Albany, Cape
York (Avustralya), Labuan (Kuzey Borneo), Singapur, Hong
Kong, Weihaiwei (Çin), Kalküta, Bombay, Trincomalee, Co­
lombo, Seychelles, Mauritius, Zanzibar, Mombasa, Aden,
Cape Town, St. Helena, Ascension, Lagos, Malta, Cebelitarık,
Halifax (Nova Scotia), Bermuda, Jamaika, Antigua, St. Lucia,
Trinidad, Esquimalt (Kanada) ve Falklands'dan oluşmaktaydı.
Hindistan ahalisinden oluşturulan kalabalık Hint ordusu ile
birlikte genel anlamda İngiliz ordusunun askeri kapasitesi de
genişledi. Hint ordusu, Victoria döneminde Güney Asya'daki
lngiliz gücünün yayılmasında kritik rol oynadı. Büyük bir şok
etkisi yaratan Hint Ayaklanması (1857-58) ve İngiliz işgaline
karşı Afgan kabilelerinin 1838-1 842 ve 1 878-1 879 arasındaki
savaşlarda sergilediği ciddi direniş İngiltere'yi zorlasa da, yerel
beylerle ve toprak sahipleriyle yapılan işbirliği sayesinde İngil­
tere, Hindistan' ı başarıyla yönetmeye muvaffak oldu.
19. yüzyılın sonlarına yaklaşılırken, İngiltere hala yeni top­
raklar peşindeydi. Ülkedeki siyasetçiler arasında ciddi bir tar­
tışma yaşanıyordu: Bazıları ülkenin dış politikada daha ihti­
yatlı davranması ve yeni maceralara atılmaktan imtina edilme­
si gerektiğini düşünüyordu. Buna rağmen İngiltere harekete
geçerek, biri Afrika'nın paylaşılması diğeri henüz hiçbir dev­
letin ele geçirmediği bazı adaların bölüşülmesi olan dönemin
en önemli sömürge meselelerinde büyük kazançlar sağladı.
1 882'de başarılı ancak biraz da isteksiz bir şekilde Mısır'ı işgal
eden ve 1898'de Sudan'daki Mehdi hareketini bastıran İngil­
tere, Afrika'nın doğu ve güney kesiminde en büyük güç haline
geldi. Genç Winston Churchill'in de katıldığı Sudan'daki sa­
vaştan sonra Somali, Kenya, Uganda, Zambiya, Malawi, Zim­
babwe İngiltere'nin kontrolüne girdi. Ardından 1 899-1902
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 359

yılları arasında gerçekleşen B ��r Savaşı'nda, Hollanda kökenli


Güney Afrikalıların kurduğu Ozgür Orange Devleti ile Trans­
vaal Cumhuriyeti mağlup edilip her ikisinin de varlığına son
verildi. Boer Savaşı tahmin edilenden çok daha çetin geçmişti
ancak İngiltere, Güney Afrika limanlarını rahatça kullanarak
sevk ettiği 400 bin asker ve savaşa harcadığı 250 milyon ster­
linle ekonomik ve emperyal gücünü bir kere daha gözler önü­
ne sermişti. Öte yandan ordunun performansını eleştiren ve
kaygı duyanlar da yok değildi. Üstelik savaşın ardından ciddi
bir bütçe krizi baş gösterdi.
Tarihçiler, 19. yüzyılın sonlarındaki bu Yeni Emperyaliz­
min yükselişinde ekonomik, siyasi veya stratejik unsurlardan
hangisinin daha belirleyici olduğu hususunda farklı kanaat­
ler sergilemiştir. Marksist ekonomik sömürü yaklaşımı, artık
emperyalizmi açıklayan en önemli yaklaşım değil. Gelgelelim
imparatorluk basitçe bir güç siyaseti, askeri çıkarlar ve bir elit
uğraşısı konusu olmadığı gibi; zenginlere ve dini misyonerlik
yapmak isteyenlere cazip gelen bir görev ve amaç ideolojisi de
değildi. O aynı zamanda, popüler emperyalist duyguların yük­
selişinden etkilenen bir toplumu baştanbaşa sarmış bir ilişki ve
anlam ağıydı. Bu etki dönemin popüler kültürünün şovenist
eserlerine yansıdı: Müzikhollerde söylenen şarkılar ve ürün ta­
nıtımı için hazırlanan ilanlarda kullanılan resimler bu şoveniz­
mi açığa vuruyordu. Öte yandan işçilerin çoğu, gitgide emper­
yalizme karşı ilgisiz ve kayıtsızmış gibi bir izlenim veriyordu.
İmparatorluk çok yaygın biçimde ırkçı dayatmalar ve ka­
buller sergiledi ve bunları besledi. Dönemin basını ve edebi­
yatı bu ırkçılığın örnekleriyle doludur. Ayrıca ortaya Wolse­
ley, Gordon, Roberts ve Kitchener gibi askeri kahramanlara
odaklanan, emsal niteliğinde yeni bir erkeklik mefhumu çıktı:
askeri kahramanlık, Protestanca bir tutku ve fazilet timsali er­
kekliğin bir karışımı olan bu isimler ulusal semboller olarak
görüldü. Hint İsyanı (1857-1 858) ve 11. Boer Savaşı (1899-
1902) sırasında yaşananlar bütün ülkede sergilenen tiyatro
360 İngiltere Tarihi

oyunlarına ilham verdi. İmparatorluğun girdiği çatışmalar, açık


hava piyeslerinde yeniden canlandırıldı. Savaşı yansıtan tablo­
lar ve gösteri alayları, bir sanat formu haline geldi. Gazeteler,
imparatorluğun girdiği çatışmaların haberlerini getiren telg­
raf ağlarına çuvalla para döktü. Dahası askerlik hizmeti, kenar
mahallelerde sefalet içinde yaşayan pek çok işçi sınıfı mensubu
için kurtuluşa giden şanlı bir yoldu. İngiltere'nin Protestan ve
Katolik kiliseleri de kaynaklarını ve enerjilerini, Avrupa dı­
şındaki yerlerde misyonerlik yapmaya harcadı. Misyonerliğin
yoğunlaştığı yer -sadece bununla sınırlı olmamakla birlikte­
özellikle imparatorluğun elindeki topraklardı. Buralarda faali­
yetlerini çok daha rahat biçimde ifa edebiliyorlardı.
İmparatorluk, özellikle yüzyılın sonuna doğru İngiliz mil­
liyetçiliğinin çok önemli bir tamamlayıcı parçasıydı. İktidar ve
yönetim imgelerini besleyen değişik unsurlar vardı: Çoğunluk­
la Hindulardan oluşan bir ülkenin Hıristiyan yöneticisi olan
Victoria'nın 1 876'da Hindistan İmparatoriçesi ilan edilmesi;
dönemin etkili dergilerinden Punch'ın yayımladığı karikatür­
lerle imparatorluk imgesini yaygınlaştırması ve resmi binala­
rın duvarlarının imparatorluğun sembolleriyle süslenmesi gibi.
İmparatorluğun genişlemesi Hıristiyanlığı, hukuk düzenini ve
liberal bir yönetimi yayma şeklindeki milli ve ahlaki hedeflerin
daha ileriye taşınması olarak görülüyordu.

Avrupa ve İngiltere
Kral IV. William 1837'de ölünce yerine 1 8 yaşındaki yeğeni
Victoria geçti. Hannover teamüllerine göre hiçbir kadın tahta
varis olamayacağı için, Victoria'nın başa geçmesiyle Hannover
ile hanedan bağlantıları koptu. Victoria'nın amcası Cumber­
land dükü Ernest de Almanya'ya giderek Hannover kralı oldu.
Yeni kraliçenin karşısında, İngiltere'nin küresel sorumlulukları
bağlamında Avrupa'nın adeta tek bir parça olarak gözüktüğü
bir dünya manzarası vardı. 1 807 ve 1 822- 1 827 arasında dışiş-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 361

leri bakanlığı ve 1827'de başbakanlık yapan George Canning


ile 1 830-1 841/1846-1 851 yılları arasında dışişleri bakanlığı
ve 1 855-1 858/1859-1865 yıllarında da başbakanlık görevini
üstlenen Henry Palmerston, Avrupa'nın Yunanistan, İberya ve
Yakın Doğu'daki uluslararası meseleleriyle çok yakından ilgi­
lendi. Buna ilave olarak, Osmanlı Devleti'nin çökmeye baş­
lamasıyla birlikte Rusya'nın Balkanlardaki etki ve ihtirasının
artmasından kaynaklanan "Doğu Sorunu" gibi meseleler söz
konusu olduğunda, İngiltere'nin emperyal gündemi Avrupai
bir boyut kazanabiliyordu. Dahası Kıta Avrupası'nda İngil­
tere'ye karşı koyabilecek bir mücadele gücünün eksikliği, İn­
giltere'ye kendi emperyal ihtiraslarının peşinden koşmak için
serbest bir hareket alanı da sağlayabilirdi.
İngiliz hükümetleri Avrupa devletlerinin planları ve eylem­
lerinden zaman zaman kaygılanmıştı. Fransa'nın Manş Denizi
altından bir tünelle İngiltere'yi işgal edeceği korkusu 1 847-48,
1851-52 ve 1859-60 yıllarında ciddi bir kaygıya yol açarken,
Rusya'nın Balkanlarda güttüğü siyaset de İngiltere'yi Kırım
Savaşı'nın (1854-56) içine çekmişti. Bu savaş, 1914'te patlak
veren I. Dünya Savaşı'na kadar İngiltere'nin bir Avrupa devle­
tiyle yaptığı son savaştı. I. Dünya Savaşı'na kadar savaşsız geçen
böylesi uzun bir dönem, imparatorluk tarihinde görülmemişti.
Kırım Savaşı'nda görülen sevk ve idarede aksaklıkları, askeri
bir reforma duyulan ihtiyacı açık hale getirdi. Bir dizi yanlış
askeri kararlar sonucunda, özellikle Balaclava Muharebesi'nde
(1854) Rus topçu birliğine karşı girişilen Light Brigade Taar­
ruzu esnasında İngiliz piyadeleri ağır kayıplar verdi. Gene de
savaş, İngiltere'nin dünya üzerindeki askeri güç ve kapasitesini
h ala muhafaza ettiğini ortaya koydu: Teknolojik yeniliklerin de
kullanıldığı gemiler Rusya'nın Pasifık'teki Kamçatka gibi çok
uzak topraklarına bile saldırı düzenledi. 1 854'te Baltık Deni­
zi'ne gönderilen savaş gemilerinin tamamı pistonlu buhar mo­
toruyla ve Brunel'in geliştirdiği top arabalarıyla donatılmıştı.
362 İngiltere Tarihi

Daha genel bir açıdan bakıldığında, Victoria çağının eği­


timli insanları Yunan-Roma mirası ile Hıristiyanlığa dayanan
ortak bir kültür anlamında, Avrupa'nın diğer toplumlarıyla
neyi paylaştıkları noktasında keskin bir bilince sahipti. Döne­
min önde gelen siyasetçilerinden Başbakan William Gladsto­
ne klasik Yunan yazarı Homeros hakkında üç kitap yazmış ve
piskopos Joseph Butler'ın (1692- 1752) vaazlarını derlemişti.
Klasikler gitgide artan devlet okullarındaki müfredatın teme­
lini oluşturmaya başladı. Öte yandan imkanı olanlar, Alman
müziği dinleyip Fransız romanlarını okudu ve İtalyan sanat ga­
lerilerini ziyaret etti. İngiltere yüzyılın büyük kısmında, fikren
ve bazen de fiilen Kıta'da olup bitenlere bir biçimde müdahil
olmuştu. Bu, İngiltere'nin Napoleon ve Kırım savaşlarına ka­
tılmasında apaçık görüleceği gibi, Yunan Bağımsızlık Savaşı ve
Risorgimento1 (İtalya'nın Birliği) hareketi de İngiltere'nin ye ni
sömürgeler elde etmesinden ve sömürgelerde yürüttüğü kü­
çük savaşlardan çok daha fazla ilgiye mazhar olmuştu. 1864'te
İngiltere'yi ziyaret eden Garibaldi' nin2 kalabalık bir işçi sınıfı
grubu tarafından karşılanma biçimi, Victoria çağındaki bütün
toplumsal sınıfların, Avrupa'nın başka yerlerinde meydana ge­
len olayları kendi mücadeleleri ve amaçlarıyla kendi tarzların­
da ilişkilendirebildiğine işaret etmekteydi: Southampton'daki
okulların öğrenci yoklama listeleri, Garibaldi şehre indiği gün

1 İ talyancada "yeniden doğuş" anlamına gelen Risorgimento, 19. yüz­


yılda İ talyan halkı arasında bir millet bilincinin uyanmasını sağlayan
ideolojik ve edebi harekettir. 1 861'de İ talyan krallığının kurulmasıyla
sonuçlanan bu hareket İ talya'nın siyasi birliğini tamamlamasının itici
gücü olmuştur. (ç.n.)
2 Giuseppe Garibaldi (1807-1882) İ talyan general, siyasetçi ve fi­

kir adamıdır. Risorgimento hareketinin başarıya ulaşmasındaki en


önemli isimler arasındadır. Garibaldi 1828- 1831 tarihleri arasında
üç yıl İ stanbul'da da yaşamıştır. 1864'te İ stanbul'da kurulan İ talyan
İ şçi Yardımlaşma Cemiyeti bugün Casa Garibaldi İstanbul adıyla hala
yaşamaya devam etmektedir. (ç.n.)
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 363

öğrencilerin toplu biçimde dersleri astığını gösteriyordu. Öte


yandan Gladstone, 1 876'da Bulgarların Türkler tarafından
katledilmesine gerekli tepkiyi vermediği gerekçesiyle Disraeli
hükümetini ağır biçimde eleştirdi. İngiltere basını 1 870'lerden
itibaren sayfalarını daha çok imparatorluk meselelerine ayırsa
da, gene de Avrupa ile ilgili haberlere her zaman yer ayırıyor­
du. 1901'de muhtemelen pek çok Britanyalı kendilerini Do­
minyonlar ve İmparatorluktan oluşan "milletler topluluğu"nun
bir üyesi görüyordu.
19. yüzyıl ortası itibarıyla İngiltere ile diğer Avrupa dev­
letleri arasındaki en temel fark, İngiltere'nin çok daha yaygın
ve etkili bir dış ticarete sahip olmasıydı. Kıta Avrupası eko­
nomileri kendi kendine yeter bir yapıdaydı ve yaptıkları dış
ticaret de büyük oranda kendi aralarındaki alışverişten ibaret­
ti. Dolayısıyla İngiltere, diğer devletlere nazaran dış ticarete
ve Avrupa dışındaki dünyaya daha geniş bir biçimde bağlıydı.
Ada ile Kıta arasındaki bu temel olgudan kaynaklanan bazı
farklılıklara değinmek gerekirse, bunların ilki İngiltere'nin dışa
dönük bir perspektife ve enternasyonalizme1 sahip olmasıydı.
İkinci olarak İngiltere ticaret için en uygun şartların ancak ba­
rış zamanlarında oluştuğuna inandığı için genellikle barışı ön­
celeyen bir siyaset izledi. Pahalı ve büyük bir orduya karşı olan
İngiltere, Kırım Savaşı hariç Avrupa'nın yürüttüğü savaşlara
bulaşmamaya dikkat etti ve bu da onun K.ıtadan diplomatik
olarak yalıtılmışlığını beraberinde getirdi.

İ ngiltere ve Amerika
Amerika ve İngiltere'nin birbirlerine karşı tutumları ikircik­
liydi ve kısasa kısas şeklindeydi. Eserlerinde bu temayı işleyen
Charles Dickens, Anthony Trollope ve James Bryce gibi Vic-

1 Enternasyonalizm (internationalism), sosyalist ideolojideki kavram­


sal içeriği ile değil, sözlükteki birincil anlamıyla kullanılmaktadır.
(ç.n.)
364 İngiltere Tarihi

toria çağı yazarları Amerika'da tanınan isimlerdi ve onun di­


namizminden ve atmosferinden etkilenmişlerdi. Buna rağmen
"kaba" (popülist) Amerikan siyaseti karşısında sıklıkla şaşkın ­
lığa düşmekten de kurtulamıyorlardı. İngiltere'de bir politika­
cıyı eleştirmenin standart yolu, onu İngiliz siyasetini ''Ameri­
kanlaştırmakla" suçlamaktı. Gladstone ve Joseph Chamberlain
bu suçlamaya fazlasıyla maruz kalmıştı. İki devlet arasında
aleni düşmanlığın öne çıktığı pek çok olay yaşandı: Kırım
Savaşı esnasında 1 855'te acil ek kuvvete ihtiyaç duyan İ ngil­
tere, Amerikalı paralı askerleri silah altına almak istediğinde;
Amerikan İç Savaşı'nda İngiltere, Güney'in büyük ilgi ve te­
veccühüne mazhar olduğunda veya İngiltere'nin Amerika kı­
tasına hiçbir biçimde müdahale etmeyeceğini kayıt altına alan
Monroe Doktrini'ni (1823) imzalamasına rağmen, 1890'lar­
da Venezuela örneğinde olduğu gibi Amerika K.ıtası ve Pasi­
fık'te yeniden Birleşik Devletler çıkar çatışmasına girdiğinde ,
iki ülke birbirine düşmanca bir tavır takındı. Kuzey ve Güney
arasında cereyan eden Amerikan İç Savaşı (1861-1865) İngiliz
kamuoyunu derin bir fikir ayrılığına sürükledi. Güney, diplo­
matik tanınmayı sağlamaya çalışıyordu; eğer bunu başarabilir­
se, meşru bir ayrılmaya giden sürecin kapısı aralanmış olacaktı.
Dışişleri Bakanı Lord John Russell ve hatta Gladstone bu işe
sempatiyle yaklaşıyordu, fakat Güney'i tanımanın Kuzey'le
(Birlik taraftarları) bir savaşa neden olabileceği korkusu, onları
bu adımı atmaktan menetti. İki ülke arasındaki düşmanlığın
tek nedeni güç siyaseti değildi. 1 850'lerde telif hakları yasası
vesilesiyle yaşandığı üzere, kültürel ve ekonomik bir rekabet
de vardı.
Öte yandan Maine sınırına dair anlaşmazlıklar ve daha ciddi
olarak da Kanada'daki Britanya Columbia'sının geleceğine dair
yaşanan gerilime rağmen, İngiltere ve Amerika savaşa gerek
kalmadan uzun Kanada sınırının tanzimi konusunda bir uzla­
şıya vardı. Benzer şekilde Fenianların Kanada'ya düzenlediği
sınır ötesi saldırılar ile Amerikan kökenli İrlandalı teröristler
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 365

de uzun bir süre ilişkileri bozmayı başaramadı. Başta demir­


yolları olmak üzere İngiltere Amerika'ya muazzam yatırımlar
.
yaptı; Ingiliz teknolojisi buraya transfer edildi ve önemli sosyal
ve kültürel bağlantılar kuruldu. Bazı Amerikalı kadınlar 1 8 70
ile 1914 yılları arasında İngiliz lordları veya onların varisleriy­
le evlilikler yaptı ve 1 895'te IX. Marlborough dükü Charles
Churchill ile hayatını birleştiren "dolar prensesi" lakaplı Con­
suelo Vanderbilt örneğinde olduğu gibi, bazıları kendileriyle
birlikte kişisel servetlerini de İngiltere'ye taşıdı.

Radikalizm
Amerikan ve Fransız devrimleri toplumun büyük kesiminin
siyasallaşmasının önünü açan bir politik ideolojinin yayılması­
na neden oldu ve bunun bir uzantısı olarak başlangıçta İngilte­
re'de de Fransız Devrimi'nden esinlenen bir radikalizm belirdi.
Ancak yükselen şiddet ve Devrim radikalizmi daha sonra -
özellikle 1792'ten itibaren - Kilise, Saray ve ulusu hedef alan
bir tepkinin gelişmesine yol açtı. Tepkinin arka planındaki kilit
isim, siyasetçi ve polemikçi Edmund Burke'tü. Burke her ne
kadar İngiltere'nin Amerika, Hindistan ve İrlanda'da izlediği
siyasete ve köleliğe ilişkin daha özgürlükçü fikirlere sahip olsa
da, Fransız Devrimi'ne karşı tutumu sertti. Bu muhafazakar
dalga, 1 8 15'e değin süren savaş yılları boyunca İngiltere'yi
Fransa'nın boyunduruğu altında görmeye yol açtı.
Gelgelelim savaşın bitmesi, ciddi ekonomik zorlukların ve
toplumsal huzursuzluğun sonunu getirmedi; aksine 1 8 15'ten
sonra söz konusu sıkıntılar savaş sonrası yaşanan bunalım ve
tasfiyeler nedeniyle daha da arttı. Nüfus artışı, düşük istihda­
ma ve işsizliğe yol açtı; böylece ücretlerin düşüklüğü ve yoksul­
luk gibi iki temel etken çalışanları da işsizleri de derinden et­
kiledi. Belirli ölçüde yeni teknolojinin de neden olduğu işsizlik
( 181 1-12'de Ludditeler olarak adlandırılan bir grup, Yorkshi­
re'da yeni sanayi makinelerine saldırıp parçaladı) ile endüstri-
366 İngiltere Tarihi

yel değişimin dengesiz doğası ve yol açtığı ekonomik so runlara


bir de siyasal reform yönündeki tahrikler eklenince, ülke savaş
sonrası kırılgan bir atmosfer içine girdi.
Toprak sahiplerinin çıkarlarının belirleyici olduğu Parla­
mento, 1815 yılında kabul ettiği Tahıl Yasası ile İngiltere'de
üretilen buğdayın kilo fiyatı iç-pazarda 7 şilini geçmediği
müddetçe dışarıdan buğday ithal edilmesini yasakladı. B öylece
nüfusun büyük kesiminin en önemli tüketim maddesinin fiyatı
göz göre göre yüksek tutuldu. Bir süre sonra aç tarım işçileri
arasında isyanlar patlak verdi: Çiftçilere ve un değirmenleri­
ne saldıran işçiler, maaşlarının yükseltilmesini talep ediyordu .
Daha önce elle yapılan harmanlama işleminin yerini biçerdö­
ver makinelerin alması da öfkeye yol açtı ve 1 822'de Norfolk'ta
yaşandığı gibi makinelerin tahrip edilmesiyle sonuçlandı.
Buna karşılık, savaş zamanında acil durumlarda ek gelir vergisi
koyma uygulaması 1816'da yürürlükten kaldırıldı. Dönemin
önemli politika yazarlarından William Cobbett (1762-1835)
ülkenin içine düştüğü bunalımdan -kendi deyimiyle- "Şey"i
( 1he 1hing) sorumlu tutuyordu: Himaye ve iltimas ilişkileriyle
eğitime, topluma, dine ve siyasete hükmeden yerleşik Angli­
kan-aristokratik düzeni.
Luddizm1 sadece makineleri tahrip etme ile ilgili bir hare­
ket değildi. O aynı zamanda Nottinghamshire gibi bölgelerde
ücret zammı görüşmelerini yürüten sendikaların pazarlık gü­
cünü arttırmayı da amaçlıyordu. Ancak 1810'larda hükümetin
böylesi girişimler karşısında tavrı oldukça sertti ve aklı başında
"sadakatli" eylemler dışındaki hareketlere karşı müsamaha­
sı yoktu. Şiddet ve huzursuzluk, en ünlüsü 1819 tarihli Altı
Kanun olan baskıcı yasal düzenlemeleri beraberinde getirdi
1 19. yüzyıl başlarında İ ngiltere'de yeni teknoloji ve makinelerin, ken­
di mesleklerini öldürdüğünü düşünen işçilerin başlattığı hareket. İş­
çiler farklı şehirlerde makinelere saldırıp kırıyordu. Hareketin adını,
makinelere saldıran ilk isimlerden biri olan Ned Lud'dan aldığı yö­
nünde yorumlar yapılmıştır. (ç.n.)
Re.form Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 367

ancak bu, modern totaliter rejimler ölçeğinde bir polis devleti


anlamına gelmiyordu. 1 8 19'da Henry Hunt'ın liderlik ettiği
kalabalık bir grup parlamentcı reformu taleplerini dile getir­
rn ek üzere Manchester'da bir yürüyüş düzenledi. Gereksiz bir
endişeye kapılan şehir yargıcının talimatıyla harekete geçen
süvari alayı kalabalığa saldırdı. Tarihe Peterloo Katliamı olarak
geçen olayda 1 1 kişi ölürken çok sayıda insan da yaralandı.
Olay ülke çapında infiale yol açtı. Radikal şair Percy Shelley
(1 792-1822) Anarşinin Maskesi adlı kitabında katliamı, "Çiğ­
nenip geçildi kandan bataklık / Tapınılan kalabalık'' dizeleriyle
betimlerken "Siz çoğurıluksunuz - onlarsa bir avuç" diyerek de
isyan çağrısında bulundu.
Radikaller kendi içinde bölündü ve Hunt'ın da dahil oldu­
ğu bir kesim, sıradışı bir olay olduğu için büyük dikkat çe­
ken Peterloo vakasından sonra artık güç kullanmayı reddetti.
Henry Hunt, Peterloo olayındaki dahli yüzünden hapse atıldı,
L ondra devrimcileri arasında Arthur Thistlewood'un liderlik
ettiği küçük bir grup, bütün kabine üyelerini öldürüp yeni bir
hükümet kurmayı planladı ama hepsi 1 820'de Cato Street'te
polis tarafından yakalandı. İhanetle suçlanıp idam edilen
Thistlewood, duruşmasının son arılarında "İngiltere hala köle­
liğin esareti altındadır" diye bağırdı. 1820'de Huddersfıeld'da
başarısız bir ayaklanma girişimi daha yaşandı.
Aynı yıllarda İskoçya'da yükselen gerilim, 1 820'de adına
sonraları "Radikal Savaş" denecek çatışmayla doruk noktasına
ulaştı. 1 8 17'de bünyesine 700 yeni polis memuru ilave eden
Glasgow Polis Komitesi, müteakip iki yıl boyunca muhtemel
bir ayaklanmaya karşı tetikte bekledi. Radikaller "Özgür İs­
koçya yahut Çöl" şeklinde slogan atarken, yaklaşık 60 bin kişi
de Glasgow ve Strathclyde'da greve gitti. Britanya'nın her ye­
rinde özellikle kırsal kesimde kundaklama ve hayvarıları telef
etme olayları yaşanıyordu. 1 826'da kimyacı John Walker'ın
sürtünerek yanan kibriti icat etmesi ve ardından seri üretimi­
nin başlamasıyla kundaklamalar da yaygınlaştı.
368 İngiltere Tarihi

Babası III. George'un rahatsızlığı sırasında 1 8 1 1-1820 ara­


sı kral naibi olan ve 1 820-1 830 yıllarında da kral olarak başa
geçen iV. George, dengesiz tavırları ve kısmen de muhafa­
zakarlığı yüzünden pek sevilmeyen biriydi. Öyle ki Manches­
ter'daki yöneticileri, Peterloo olayında sergiledikleri tutumdan
dolayı tebrik etmişti. 1 820 yılında ayrı yaşadığı eşi Caroline'i
boşayıp kraliyet ailesi mensubu olmasından gelen statü sünü
elinden almaya teşebbüs etmesi, George'un olumsuz imajını
ikiye katladı. Kamuoyu güçlü bir şekilde Caroline'in arkasında
durunca yönetim de -Caroline'i tacı kullanmaktan men etse
de- boşanma yönündeki ısrarından vazgeçmek zorunda kaldı.
George'un, 17. yüzyıldan beri hiçbir kralın gitmediği İrlanda
ve İskoçya'ya yaptığı ziyaret başarılı geçmiş olmasına rağmen,
7he Times 1830'da ziyaretle ilgili haberinde "Buralarda hiçbir
zaman bu son kraldan daha az saygı gören kimse olmamıştı. . .
Ne acınası bir durum!" ifadelerine yer veriliyordu.

İlk Reform Yasası, 1832


Daha ılımlı bir yönetim ve yüksek refah seviyesi sayesinde
1 820'lerin başında düşen tansiyon, birkaç yıl sonra yeniden
arttı. Sanayide yaşanan kriz ve ekmek fiyatlarının yüksekliği
ülke çapında ayaklanmaları yeniden başlattı. "Swing" adı veri ­
len ayaklanmalar İngiltere'nin güney ve doğu bölgelerinde ge­
niş bir alana yayıldı. Makineleri kırma, kundaklama ve benzeri
saldırılardan sonra genellikle "Swing" imzalı tehdit mektupları
yollanıyor ve mesleklerini elinden alan ve işçi sayısını azaltan
makineler kaldırılmazsa saldırıların devam edeceği bildirili­
yordu. Wiltshire'da 90'dan fazla biçerdöver parçalanmış; Lin­
colnshire'da da en az 29 kundaklama vakası meydana gelmiş­
ti. Protestocuların lakap olarak kullandığı "Yüzbaşı Swing"in
kimliği açık değildi ve muhtemelen isyanlar belirli bir mer­
kezin yönlendirmesiyle değil kendiliğinden gelişip yayılıyor­
du. Sadece tarım makineleri değil, bazı endüstriyel makineler
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 369

de saldırılardan nasibini aldı. Düşük ücret ve vergi isyanları,


1 830'ların kriz atmosferine katkıda bulundu. Bunlar kırsal İn­
giltere'nin büyük kesiminde, 1870'lerdeki sendikal eylemlere
kadar görülen son isyan dalgasıydı.
Torylerin radikal buldukları Whiglere dönük eleştirilerinin
sürüp gittiği 1 830 yılında, toplumun daha geniş biçimde temsil
edildiği bir Parlamento reformu için de ciddi baskı vardı. 1 830
seçimlerinin ardından hükümeti kuran II. Grey kontu Whig­
ci Charles, öngörülebilir bir gelecek için bu reformun zorun­
lu olduğuna inanıyordu. Ancak Torylerin çoğunlukta olduğu
Lordlar Kamarası reforma karşıydı. Charles' a göre durum
"Devrim öncesi Fransa'daki ortama çok benziyordu". Avam
Kamarası'nın reformda ısrar etmesi ve Nottingham, Merthyr
Tydfıl ve Bristol'da baş gösteren ayaklanmaların neden oldu­
ğu çalkantı, sonunda siyasal bir krize dönüştü. IV. George'un
yerine tahta geçen -eski bir deniz subayı olarak savaşlara ka­
tılmış olan- IV. William, reformcu bir çoğunluk oluşması için
Lordlar Kamarası'na yeni üyeler atanması yönünde kendisine
yapılan teklifi nihayet kabul etti ve böylece reform önündeki
Lordların direnişi aşılmış oldu.
İlk Reform Yasası (1832) (ve yasayı kaleme alanların beya­
nına göre "son" olması düşünülen reform yasası), "orta sınıflara"
oy hakkı getirerek daha bütüncül bir seçim sistemi belirledi
ve nüfusu az olan yerlerin temsilci sayısı azaltılırken Birming­
ham, Bradford ve Manchester gibi büyük şehirlerinki arttırıldı.
Aslında siyasal temsil gücü hala eksik olmakla birlikte, seçmen
sayısı yüzde 50 oranında yükseldi. İskoçya'da aynı yıl çıkartı­
lan Reform Yasası ile İskoç seçmenlerinin sayısında görülen
artış çok daha çarpıcıydı: Önceden her 125 yetişkin erkekten
sadece biri oy hakkına sahipken yasadan sonra her 8 yetişkin
erkekten biri bu hakka kavuştu ve temsil mekanizması Pais­
ley gibi sanayi merkezlerini kapsayacak ölçüde genişletildi. Bu
dönemde siyasi haklarda da genişleme görüldü ancak eşitsiz­
lik muhafaza edildi: Erkeklerin çoğu hala oy kullanamıyor ve
370 İngiltere Tarihi

oy verme kuralları hala şehirler ve kasabalar arasında farklılık


arz ediyordu. Ayrıca seçmen sayısının bölgelere göre dağılımı
adaletli olmaktan uzaktı ve kadınlar henüz oy kullanamıyordu.
Fakat tek gelişme 1 832'deki Reform Yasaları değildi. Çün­
kü bu yasalar, kesintisiz bir reform sürecinin de önünü açtı.
1 835 tarihli Yerel Yönetimler Yasası, İngiltere ve Galler'deki
yerel yönetimleri yeniden düzenleyerek belirli standartlar ge­
tirdi. Vergi yükümlülerinin oylarıyla seçilen belediye meclisle­
rine yerel polisi, pazarları ve sokak aydınlatması işini kontrol
etme yetkisi verildi. Şehir yönetimlerini orta sınıfa karşı so­
rumlu kılan bu düzenleme, kent ölçeğinde toplumsal hareket­
lerin ve sosyal çevrenin -yavaş da olsa- dönüşmesi için gereken
zemini hazırladı ancak bu yavaş ilerleyen bir süreçti. Üstüne
üstlük 1 835'ten önce de bu bağlamda dikkate değer ilerlemeler
olduğunu unutmamak gerekir.

Chartism
Reform, karışık duygular uyandırdı. Başbakan Charles Grey
1837'de, Reform Yasası'nın "şehirlerin demokrasisi meselesi­
ni, devletin diğer tüm çıkarlarının önüne geçirmiş olmasın­
dan" yakınıyordu. Bu Grey'in amaçladığı bir şey değildi, çünkü
Whiglerin radikalizm için çok az zamanları vardı. Gelgelelim
başkaları da reformun sınırlı kalmış olmasından şikayetçiydi.
Radikaller uzun süre Whigleri oligarşinin temsilcisi olarak
görmüşlerdi. Peterloo'da şiddet olaylarını başlatan konuşmayı
yapan ve evrensel oy hakkını savunan Henry Hunt İlk Reform
Yasası'na karşı çıktı, çünkü yasanın, orta ve üst sınıfları toplu­
mun geri kalan kesimine karşı birleştirmesinden korkuyordu.
Genel tatminsizlik 1830'ların sonunda bir işçi-sınıfı protesto­
su olan Chartism hareketinin doğmasına yol açtı. Chartistler
evrensel (tabii ki erkekler için) oy hakkı, yılda bir kere seçim
ve gizli oy istiyordu. 1 838'de ilan edilen Altı Maddelik Halk
Bildirgesi seçim bölgelerinin belirlenmesinde eşitlik, seçme ve
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 371

se çilme için mülkiyetin bir kriter olmaktan çıkarılarak zengin


yahut fakir herkesin bu hakka sahip olması ve milletvekillerine
maaş verilmemesi gibi teklifler içeriyordu. Son iki madde, top­
lumsal elitlerin seçim sistemi üzerindeki kontrollerinin kalk­
ması için tasarlanmıştı. Chartistler nasıl bir taktik izleyecekleri
hususunda fikir ayrılıkları yaşasa da, barışçıl bir gösteri yapıla­
bileceği hususunda müşterek bir kanaat oluştu. Pek çok Char­
tist ise otoritelerin yasadışı olarak gördükleri eylemlerine karşı
güç kullanmak gerektiğini düşünmekteydi ama aslında şiddete
başvurma konusunda büyük bir isteksizlik söz konusuydu.
1 839'da Birmingham'da toplanan genel Chartist Kurultay,
Parlementonun Chartist Ulusal Dilekçesi'ni reddedeceğini
öngörerek, halka vergiye tabi malları tüketmekten kaçınması
ve böylece vergi gelirlerine bir darbe indirmesi çağrısında bu­
lundu. Amaç, hükümet ve orta sınıflar üzerinde bir baskı kur­
mak ve ayrıca insanları silahlanma hakkını kullanmaları yö­
nünde harekete geçirebilmekti. Bu genel bir greve veya Halk
Bildirgesi için "kutsal ay" a hazırlık olarak görüldü ancak tasar­
lanan grev, uygun eylem tarzı belirlenemediği ve gerekli hazır­
lıklar tamamlanamadığı için pratiğe aktarılamadı. Sonuçta
Parlamento Chartistlerin 1 839, 1 842 ve 1848'd e verdiği toplu
dilekçeleri her seferinde reddetti ve İskoçya'da küçük çaplı bazı
eylemler olsa da Avrupa'yı kasıp kavuran 1848 devrimleri İn­
giltere'de yaşanmadı.
Chartizmin neden başarısız olduğu tartışmaya açık bir ko­
nudur. Devletin demir yumruğundan dolayı mı, hükümetin
bazı talepleri karşılayarak Chartistlerin elini zayıflattığı için
mi, başta belirlediği hedeflere ulaşamadığından dolayı mı yok­
sa toplumsal refah yükselişe geçtiği için mi (Chartizme en bü­
yük destek ekonomik durgunluk zamanlarında verilmişti) ha­
reketin başarısız olduğu meselesi açık değildir. Benzer şekilde,
ağır kira şartları ve aşar vergisine karşı yerel ölçekte görülen
protesto hareketleri de kırsal kesimde herhangi bir değişikliğe
yol açmadı.
372 İngiltere Tarihi

Hallan Durumu
Ekonomik şartların nüfusun çoğunluğu üzerinde oluşturduğu
baskı, yüzyılın ikinci çeyreğinde silahaltına alınanların b oy or­
talamasında görülen düşüşte kendini gösteriyordu. Bu düşüş
bir bütün olarak halkın yaşadığı fiziksel çöküşün sadece bir
boyutuna işaret etmekteydi. 19. yüzyılın başlarında sanayileş­
menin getirdiği zorluklar çok açık biçimde pek çok sosyal ve
siyasal gerilime yol açtı. Pamuklu tekstil sanayi dışındaki diğer
sanayi dallarının yaşanan teknolojik dönüşüm yavaş bir geli­
şim seyri izledi ve genel yaşam standartları ancak yüzyılın or­
tasından itibaren dikkate değer bir oranda yükseldi. Çalışma
koşulları kötüydü ve maden kazalarında yaşanan ölümler gibi
ciddi tehlikeler içeriyordu. Diğer alanlarda da çeşitli tehlikeler
söz konusuydu: Sarı fosforun kullanıldığı kibrit üretimi sarılık,
sedef hastalığı, kronik ishal ve fosfor çenesi diye bilinen rahat­
sızlığa neden oluyordu. Tekstil sanayiinde çalışma koşullarını
düzenleyen Fabrika Kanunları hem uzun hem de ağır olan ça­
lışma şartlarını pek etkilemedi. 1833 tarihli yasa ile bir fabrika
denetçiliği birimi kuruldu ve 9 yaşından küçüklerin çalıştırıl­
ması yasaklandı fakat gene de 9-10 yaşında çocuklar (1836'da
bu sınır 13 yaşa yükseltildi) fabrikalarda günde sekiz saat ve
1 1-17 yaş arasındakiler ise 12 saat çalıştırılıyordu. 1 844'te çı­
karılan yasa, 13 yaş altında olanların en fazla 6.5 saat; 13-18
yaş arası erkekler ve bütün kadınların da en fazla 12 saat ça­
lıştırılabileceğini hükme bağladı. 1 847 ve 1850'de yapılan dü­
zenlemelerle 18 yaş altında olanlar ile kadınların çalışma sü­
resi günlük 10 saatle sınırlandırıldı. Fakat hala 1 907'de Brad­
ford'da giyim sanayiinde yarım gün çalışan 13 yaş altı 5.000
çocuk vardı. Çalışan nüfusun büyük kısmının içinde bulun­
duğu zor şartlar, mevcut ekonomi çarkının "kenarında" olanlar
için çok daha kötüydü. Doğu Anglia'daki yoksulların durumu­
nu gözlemleyen Henry Stuart 1 834'teki raporunda, buradaki
düşkünler evinin üç grup insan tarafından paylaşıldığını belir-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 373

tiyordu: Hasta ve yaşlılar; yetim ve gayrimeşru çocuklar ve evli


olmadığı halde hamile kalmış kadınlar. En nahoş görülenler
sonuncu gruptakilerdi ve kendilerini hamile bırakan erkek­
lerden çok daha fazla aşağılamaya maruz kalıyorlardı. 1 834'te
çıkartılan Yeni Yoksulluk Yasası, önceki mahalli kilise-temelli
sistemi kaldırıp yerine ulusal ölçekte geçerli esaslara dayalı bir
düzenleme getirdi ama oluşturulmak istenen düşkünler evi sis­
temi, yoksul ve kimsesizler için büyük bir iyileşmeye yol açma­
dı. Bedenen sağlıklı olan ihtiyaç sahiplerine -kendi evlerinde­
yiyecek ve elbise yardımı yapılması şeklindeki eski düzenleme
kaldırıldı ve eli ayağı tutanlar düşkünler evine gitmek zorunda
bırakıldı. Ama yeni geldikleri mekan, kendilerini topluma bir
yük olarak görmelerine neden olan şartları ortadan kaldırma­
dı. Gayrimeşru ilişkilerin ve evlilik dışı çocuk sahibi olmanın
önüne geçilmeye çalışıldı. Yeni ulusal sistemin denetimini,
Londra'daki Yoksulluk Yasası Komisyonu yapacaktı. Dorset
Wimborne'daki düşkünler evinde kalanlar yatakları paylaşı­
yor ve haftada sadece bir kez et yiyebiliyordu; 1 849' a kadar da
sebze olarak yedikleri tek şey patatesti. Ayrıca buradaki kadın
ve erkekler tecrit edilmişti ve evli olmadığı halde çocuğu olan
kadınlar bu durumlarını gösteren farklı bir kıyafet giymek zo­
rundaydı. Harcamalar sıkı bir kontrole tabiydi ve içeride katı
bir disiplin uygulanıyor; yoksullukları adeta insanların yüzüne
vuruluyordu.
Bu arada düşkün evlerine halk arasında karşı çıkanlar da
vardı. 1837'de Lincolnshire Gainsborough'da henüz yapım
aşamasında olan evlerden biri, çevre sakinleri tarafından yı­
kıldı. Gene Yorkshire'daki tek İngiliz Yoksulluk Yasası Birliği
olarak uzun yıllardır faaliyet gösteren Todmorden'deki kurum
da öfkeden nasibini aldı. Söz konusu hareketlerin en büyük
destekçisi radikal bir milletvekili ve zengin bir pamuk üreticisi
olan John Fielden'dı. Bununla beraber pek çok yerde yoksullara
gıda ve giyecek yardımı dışarıda yapılmaya devam etti.
374 İngiltere Tarihi

Bu dönemde toplumsal kabuller ve gelenekler kadınlar


üzerinde erkeklere kıyasla daha ağır bir baskı oluşturmuştu .
Erkekler değil ama kadınlar, cinsel yolla bulaşan hastalıkların
yayılmasından sorumlu tutuluyordu. Özellikle ordu me nsup­
larının sağlığından duyulan endişe nedeniyle 1864, 186 6 ve
1869'd a çıkartılan Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele Kanunla­
rı'nda fahişe olduğu düşünülen kadınlar -halbuki erkekler de
pekala hastalığı yayıyor olabilirdi- sağlık muayeneden geçirilip,
eğer hastalık tespit edilirse uzak kasabalara ve limanlara gön­
deriliyordu. Bir süre sonra Ulusal Kadınlar Birliği çatısı altın­
da bir araya gelen ve politik deneyim elde eden kadınlar, ilgili
kanunların iptali için mücadele başlattı ve bunun sonucunda
1886'd a Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele Kanunu yürürlükten
kaldırıldı.
Toplumsal sıkıntıların hafifletilmesi açısından hayırseverlik
müssesesi etkili olabilirdi, ancak o da genellikle el uzattığı in­
sanları -bağlılığa olmasa bile- bir tür itaate zorluyordu. Yetim
çocukları okutmak maksadıyla 1 8 13'te Andrew Reed'in tesis
ettiği kurum, önce Clapton'da ardından Watford'da (her za­
manki gibi kızların ve erkeklerin ayrı okuduğu) okulların ku­
rulmasına öncülük etti. Kuruma bağışta bulunanlar seçimlerde
oy kullanmakla ödüllendirilirken, dul kadınlar da çocukları
okula kabul edilsin diye lobi faaliyetleri yürütmek durumun­
da kalıyordu. Parlamento eğitim faaliyetlerine ilk defa 1833'te
mali destek vermeye başladı, fakat Newcastle Eğitim Komis­
yonu'nun 1858'deki raporu, burada yaşayan her sekiz çocuktan
sadece birinin ilkokula gidebildiğini gösteriyordu.
Şair Percy Shelley'in 1 8 19'da yayımladığı Üçüncü Peter Beli
adlı kitabındaki, "Fena halde Londra'ya benzeyen I Dumanlı
ve kalabalık bir kentmiş cehennem'' dizeleri, yüzyıl ilerledikçe
gerçeğe dönüşüyordu. Hızla büyüyen şehirler kalabalıklaşmış,
kirlenmiş ve adeta salgın hastalıklara davetiye çıkarır bir hal
almıştı: 1 852 yılında Newcastle'da 9.453 hanenin 8.032'sinde
tuvalet bulunmuyordu. Aşı sayesinde çiçek hastalığına yaka-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 375

lanma oranı düşse de genel ölüm oranları hala yüksekti. Hem


şehirlerde hem de kırsal kesimde bilhassa bebek ölümleri ol­
dukça fazlaydı. 1813-1830 arası dönemde Norfolk'un kırsal
kesimlerinde meydana gelen tüm ölüm vakalarının dörtte bi­
rini 1 yaş altı bebekler oluşturmaktaydı. Kanalizasyon sistemi
çok yetersizdi; büyük miktarlardaki atık su, hiçbir arıtma iş­
lemine tabi tutulmaksızın nehirlere ve içme suyu kaynakları­
na yakın alanlara boşaltılıyordu. İnsan dışkısıyla kirlenmiş su
aracılığıyla yayılan bir bakteriyel enfeksiyon olan kolera İngil­
tere'de ilk defa 1 831'de görüldü ve Sunderland'ın doğusundaki
kalabalık gecekondu mahallelerinde olduğu gibi pek çok yeri
kasıp kavurdu. 1 855'te 1he Times gazetesindeki yazısında Mic­
hael Faraday, Thames nehri kıyısınca uzanan Londra ve Hun­
gerford köprüleri arasındaki bölgeyi "bakterinin ürediği lağım
alanı" olarak tanımladı. 1 866'ya gelindiğinde yaklaşık 140 bin
kişi koleradan hayatını kaybetmişti. Hastalık en çok kalabalık
halde yaşayan yoksulları ve kentlerde sağlıksız ortamlarda bu­
lunanları etkilemekle birlikte, zenginleri de tehdit ediyordu.
Hatta devlet bu yüzden alarma geçmiş ve toplu taşıma araçla­
rında uyulması gereken sağlık kuralları yayınlamıştı.
Ülke hastalıklar karşısında, kelimenin tam anlamıyla aciz
ve korumasızdı. 1871'de Galler Prensi Edward, su yoluyla bu­
laşan bir diğer hastalık olan tifodan neredeyse ölüyordu; babası
-Kraliçe Victoria'nın eşi- Prens Albert ise 1861'de aynı hasta­
lıktan hayatını kaybetmişti. Dizanteri, ishal, difteri, boğmaca,
kızıl, kızamık ve tifo en önemli sorunlardı ve sıklıkla ölümle­
re sebebiyet veriyordu. Aile reisinin ölmesi veya hastalanması,
yoksulluğa yahut mevcut yoksulluğun daha da artmasına yol
açarak aile ekonomilerini çökertiyor ve bu da beraberinde baş­
ka sosyal problemler doğuruyordu.
Gelgelelim bütün bu hastalıklara, yokluğa ve yaşanan siya­
si gerilimlere rağmen 1 848 devrimleri İngiltere'ye yansımadı.
1848'de Genç İrlanda milliyetçi hareketinin başarısızlıkla so­
nuçlanan isyan girişiminin kıtadaki isyanlara benzer bir tarafı
376 İngiltere Tarihi

yoktu. Hükümet özellikle sağlık alanında ülkede tedrici bir de­


ğişim süreci başlattı. 1 848'de çıkartılan Kamu Sağlığı Yasası ile
Genel Sağlık Kurulu oluşturuldu ve başta su kaynakları olm ak
üzere ilgili alanlarda gerekli sağlık önlemlerinin alındığı ida­
ri bir yapılanmaya gidildi. Yeni yasa, yerel sağlık kurulların ın
kurulmasına da imkan tanıyordu ve bunlardan biri, 18 49'da
Leicester'da oluşturuldu. Söz konusu kuruluş, bölgede bir ka­
nalizasyon sisteminin yapılmasına ön ayak olmanın yanında
mezbahalar ve hava kirliliği gibi kent ölçeğinde çevre sorunla­
rına yol açan diğer meselelere de el attı. Yapılan bazı itirazlara
ve sınırlı imkanlara rağmen Sağlık Yasası, halk sağlığına dair
açık bir bilincin oluşmasını sağlayan önemli bir düzenlemeydi.

Victoria Döneminin Toplumsal Değerleri


Kıta Avrupası'ndaki şiddet yüklü siyasal gelişmelerin adaya
uzanmaması, beraberinde belirli bir rahatlama duygusu ge­
tirdi. İngiltere'nin sömürgecilik ve denizcilikteki rakipleri,
179 1 - 1 825 arası savaşlar ve sömürge isyanlarıyla boğuşmak
durumunda kalmıştı; sonraki elli yıl boyunca da tüm dikkat­
lerini kendi iç meselelerine ve Kıta'daki güç siyaseti oyununa
çevirdiler. İngiliz teamüllerinin güçlü olduğuna ilişkin duygu,
ülkedeki milliyetçiliğin temel özelliklerinden biriydi. Siyasi re­
formun ayrıntılarına bakıldığında politik tedbirler, uzlaşılar ve
kısa vadeli çözüm arayışları dikkat çekmekle birlikte, bütün
sürece etki eden bir idealizm duygusunun varlığı da önemliydi.
Köleliğe, alkole ve hayvanlara yapılan kötü muameleye karşı
başlatılan ahlaki mücadele, Victoria çağının karakteristik özel­
liği olan gönüllü toplulukların sayısında görülen büyük artışla
birlikte geniş bir taban elde etti. Bu arada, aynı dönemde nere­
deyse sayısız denecek kadar çok ilahinin yazılıp bestelenmesi,
Hıristiyan bir toplum tasavvurunun ağırlığını gösteriyordu:
İnanç, salt bir kişisel kurtuluş meselesi olmanın çok uzağın­
daydı. Öte yandan İngiliz emperyal gücünün dünya ölçeğinde
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 3 77

yayılmasının sonucu olarak, Parlamentoda iki önemli yasal dü­


zenleme yapıldı. Bunların ilki bazı yerlere özerklik verilmesi­
ni içeriyordu. Diğeri ise Dominyonların statüsüne ilişkindi ve
yeni yasada Dominyonlar "beyaz sömürgeler" olarak tanımlan­
dı . Yeni Zelanda 1852'd e; Güney Avustralya, Newfoundland,
Tazmanya, Victoria ve New South Wales 1 855'te ve Qıeens­
land ise 1859'da özerklik elde etti. 1867'de ise yeni bir idari
birim olarak Kanada Dominyonu oluşturuldu.
Bu dönemde İngiltere tarihine ilişkin algının büyük oranda
iyimser ve olumlu bir yaklaşım ile çerçevelenmiş olması şaşırtı­
cı değildir. 1215'teki Magna Carta ile başlayan, sonra Ortaçağ
İngilteresi'nde baronların anayasal mücadeleleri ile süren ve
nihayet 19. yüzyılda hakların genişlemesi ile zirve noktasına
çıkan bir gelişim çizgisi, ülke tarihinin özgürlüğe doğru ile­
rici bir hareket olduğu fikrini zihinlere kazımıştı. Dolayısıyla
şimdi içinde bulundukları durum, bu tarihsel gelişimin tabii
bir neticesi olarak görülüyordu. Tarihin Whigci yorumu olan
bu bakış açısı, dünyanın büyük kısmına hükmetmekte olan bir
devlet imgesiyle uyum içinde rahatlatıcı ve gururlandırıcı bir
düşünce sunuyordu: İngiltere kendi anayasal düzenlemelerini
dünyanın diğer kısımlarına ihraç ediyor ve Kıta Avrupası'nda
yaşanan karışıklıkları o toplumların siyasal geriliğinin -İngil­
tere'nin de üstünlüğünün- bir delili olarak görüyordu. Köle
ticaretinin yasaklanması ve kölelerin özgürlüğüne kavuşması
sürecinde İngiltere'nin oynadığı öncü rol, bir kez daha kendini
beğenme ve bir ahlaki üstünlük duygusuna yol açtı. Ancak aynı
ahlaki kaygının, ülkedeki yoksulların durumu söz konusu ol­
duğunda genellikle retorikten öteye geçmediği de bir gerçekti.
1828'de o güne dek dini cemaat ve kurumların statüsünü
belirleyen yasayı yürürlükten kaldırmak ve ardından 1 829'd a
Katoliklere Serbestlik Yasası'nın Parlementodan geçirmek su­
retiyle yerleşik İngiltere Kilisesi'nin dışında kalanların yurttaş­
lı k haklarının genişletilmesi, İngiliz aklının ve üstünlüğünün
bir diğer veçhesi olarak görüldü. Öte yandan bu yüzyıl, yükse-
378 İngiltere Tarihi

len dini hoşgörünün yanında dini evanjelizmin de öne çıktığı


bir dönemdi. Hiçbir biçimde orta sınıfla sınırlı olmayan evan­
jelizm, zaman içinde ulusal bir misyon ve farkındalık duygusu­
nu besleyen bir işlev gördü.
Toplumsal refaha dönük kolektivist çözümlere katkıda bu­
lunan Evanjelizm 20. yüzyıl ortalarına değin etkisini sürdürdü ,
ancak daha sonra 1960'ların sosyal liberalizmi ve devletin ar­
tan rolü ile birlikte gözden düştü.
Victoria dönemi insanları özgürlüklerin korunduğu, refa­
hın arttığı ve ilerlemenin sürdüğü hukukun üstünlüğüne daya­
lı sağlam bir kamusal düzen içinde yaşayabilmenin peşindeydi.
Bu beklenti duygusalcılığın kontrol altına alındığı, sorumlu ve
rasyonel bir yönetim tesisi anlamına geliyordu. Insanlar yaşa­
dıkları ana güveniyor ve geleceğe dönük büyük bir inanç besli­
yordu. Ressam William Beli Scott 1 857'de "En iyi olan, en son
olandır. . . 19. yüzyıla inanmayan biriyle bir çocuğun gelişip bir
gün yetişkin olacağına inanmayan biri arasında fark yoktur"
diyor ve ekliyordu: "Zaman' a duyduğumuz inanç olmasaydı,
hayata dair seküler bir kurguda başka ne dayanağımız olabi­
lirdi ki?" Scott'ın 1861 yılında tamamladığı 1 9. Yüzyıl, Demir
ve Kömür adlı tablosu, büyük endüstri merkezlerinden olan
Newcastle'da yaşanan bir sahneyi tuvale aktarıyordu ve ken­
di deyimiyle "ortak emeğe, hayata ve günün teknolojisine dair
her şeyi" bu resimde bir araya getirmişti. Robert Stephenson'a
ait dünyanın en büyük demiryolu mühendislik atölyelerinden
birindeki işçilerin çalışma anına odaklanan resimde bir .AI­
mstrong topunun yanısıra telgraf hatları gibi modern iletişim
araçları da yerini almıştı.

Emperyal Devletler ve Ekonomik Rekabet


Geç Victoria dönemindeki genişleme süreci, Avrupa devletle­
riyle olan rekabet bağlamında gerçekleşti. Söz konusu rekabet
ortamı, zaman zaman kaygılara yol açtığı üzere 1 815-1870
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1815-1 914 3 79

arası döneme kıyasla çok daha ciddi ve tedirgin ediciydi ve


1 8 50 ve 60'lardaki sıradışı zenginlik ve refah evresinin sona
erdiğine işaret ediyordu. İngiltere ekonomisi Victoria dönemi
boyunca gücünü muhafaza etti ve mühendislik alanının yanın­
da otomobil üretimi gibi yeni endüstri alanları gelişti. Bilimsel
ilerleme ve teknolojik değişim hız azaltmadan yoluna devam
ediyordu. Britanyalı bilim adamları pek çok alanda öncü sa­
yılabilecek çalışmalara imza attı. Surreyli bir demir ustasının
oğlu olan Michael Faraday (1791-1 867) 1 831 yılında elektro­
manyetik indüksiyonu keşfederek kesintisiz elektrik üretimini
mümkün hale getirdi. Faraday'ın icadı, Cambridge Üniversi­
tesi'nin ilk deneysel fizik profesörü olan James Clerk Maxwell
ve Lord Kelvin adlı iki İskoç tarafından ileriye taşındı. Özel­
likle elektromanyetik alan ve dalga kavramlarını ortaya koyan
Maxwell'in katkısı büyüktü. Ticari jeneratörlerin geliştirilme­
siyle birlikte elektrik kullanımı da arttı. Başta mağaza zincir­
leri ve şubeler olmak üzere gelişen yeni dağıtım ve pazarlama
yöntemleri, ulusal ürün çeşitliliğinin artmasına yardımcı oldu.
Gelgelelim uluslararası ortam pek de iç açıcı bir görünüm
sunmuyordu. Kıtadaki devletler ekonomik olarak eskisine
göre güçlenmiş, yeni teknolojik imkanlardan faydalanmaya
başlamış ve artık kendi "üzerinde güneş batmayan imparator­
luk''larını kurma arzusuyla sömürge arayışına yönelmişti. Bu
gelişmeler, yüzyılın ikinci yarısında İngiltere'nin gücünde gö­
rece bir düşüşe yol açmış ve bu da İngiliz yönetim çevrelerinde
tedirginlik doğurmuştu. Özellikle Almanya'nın bir ekonomik
güç olarak ortaya çıkışı, yüzyılın başı ile sonu arasındaki teza­
tın en çarpıcı örneğiydi. 1870-1874 yılları arasında yıllık or­
talama kömür ve linyit üretimi İngiltere'de 123 milyon ton ve
Almanya'da 41 milyon ton iken; 1910-1914 arası dönemde bu
oran İngiltere için 274 milyon ton, Almanya içinse 24 7 milyon
ton olarak gerçekleşti. 1 880'de dökme-demirde yıllık rakam
İngiltere'de 7.9 milyon ton, Almanya'da 2.7 milyon tondu, fa­
kat 1910'a gelindiğinde İngiltere 10.2 milyon ton, Almanya
3 80 İngiltere Tarihi

ise 14.8 milyon ton üretir hale geldi. Keza çelik için de benzer
bir durum söz konusuydu: 1 890'da İngiltere 3.6 . milyon ton,
Almanya 2.2 milyon ton çelik üretirken, 1910'da Ingiltere 6. 5
milyon, Almanya 13.7 milyon tonluk bir üretimi yakalamıştı.
Almanya'nın üstünlüğü sadece sanayi ve madenle sınırlı değil­
di: İngiltere 1 840'ta toplam 2.41 1 kilometrelik demiryoluna
sahipti. Bu rakam 1 880'de 28.846'ya; 1914'teyse 38.1 14 kilo ­
metreye çıktı. Almanya ise 1840'larda 469 km; 1880'de 33.8 38
km ve 1914'te 63.378 kilometrelik bir demiryolu ağı kurmuş
durumdaydı. 1900 yılında Almanya'nın nüfusu 56.4 milyon ­
ken İngiltere'nin nüfusu -İrlanda hariç- 37 milyon; İrlanda ile
birlikte 41.5 milyon civarındaydı. 1901-1910 arası tahtta olan
VII. Edward döneminde İngiltere'nin Hindistan'dan sonraki
en önemli ihracat pazarı Almanya idi.
Almanya'nın muazzam bir güç olarak yükselişi, daha önce
Alman birliğinin sağlanmasını hararetle desteklemiş olan Bri­
tanya için ciddi bir meydan okuma anlamına geliyordu ve üs­
telik İngiliz yönetim çevreleri bu durumun muhtemel sonuç­
larını öngörmede başarısız olmuştu. Bu dönemde Fransa ve
Rusya güçlü ekonomiye sahip devlet olarak öne çıkarken,
Amerikan gücü de Pasifık'te ve Yeni Dünya'da gitgide görü­
nürlüğünü arttırıyordu. İdari, siyasi ve toplumsal düşüncede
emperyal tahayyüllerin önemi göz önüne alındığında, İngil­
tere'nin Avrupa devletleriyle olan ilişkisinin ve taşıdığı endi­
şelerin, sadece Avrupa meseleleriyle sınırlı olmayıp; Nil Nehri
civarındaki Fashoda'd an Pasifık'in batısındaki adalara kadar
dünyanın uzak noktalarında yaşanan anlaşmazlık ve çatışma­
ları da içerdiğini görmek şaşırtıcı değildir. Fransa ve Alman­
ya'nın Afrika'da sergilediği yayılmacılık, İngiltere'yi karşı ted­
birler almaya sevk etti. Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğu
üzerindeki emelleri ve Fransa'nın Kuzey Afrika'daki planlarına
karşılık İngiltere de Hindistan yolunu güvenceye almak için
Mısır'ı işgal etti. Gene Fransa ile yaşanan rekabetin sonucu
olarak İngiltere 1885'te Mandalay'ı ve Yukarı Burma'yı ele
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 3 8 1

geçirirken, Rusya'nın Asya'da izlediği yayılmacılığa karşı ken­


di pozisyonunu güçlendirmek için de Hindistan'ın kuzeybatı
sınırlarında ve İran'ın güneyinde etkinliğini arttırdı. 1 870'le­
rin sonundan itibaren İngilizleri askeri olarak en fazla meşgul
eden konu Rus yayılmacılığıydı ve bu kaygılar ancak Rusların
1905'te Japonlara yenilmesiyle duruldu.
Sömürge rekabeti, daha genel bir emperyal kaygıyla iç içe
geçmişti. İlerlemeye içkin doğal bir mücadele olduğu ve bunu
en uygun olanların kazanacağı şeklindeki Sosyal Darwinizm
düşüncesi, devletlerin uluslararası ilişkileri okuma biçimini
derinden etkiledi. Kafası emperyal üstünlük fikirleriyle dolu
olan Joseph Chamberlain 1903'te yaptığı bir konuşmada, ser­
best ticaretin İngiltere'nin ekonomik durumunu tehdit ettiğini
ö ne sürdü. "Şeker ve ipek sektörü krizde; demir ve yün tehdit
altında ve muhtemelen pamuk da aynı akıbete maruz kalacak"
diyen Chamberlain, bunun sorumlusu olarak serbest ithalat ve
ticareti gösteriyordu. 1880'lerde İngiltere'nin deniz gücünün
zayıfladığına ilişkin kaygılar da dillendiriliyordu. Kamuoyu­
nun artan baskısı sonucu hükümet 1 889'da çıkardığı Donan­
ma Yasası ile yeni bir gemi inşa hamlesi başlattı ve bu iş için
2 1.500.000 sterlinlik bir bütçe tahsis edildi. Denizlerdeki üs­
tünlüğün önemini herkes kavramıştı. Oxford Üniversitesi Mo­
dern Tarih profesörü Montagu Burrows 1 895'te yayımladığı
Büyük Britanya'nın Dış Politika Tarihi adlı kitabının girişinde
"etrafı adeta doğal bir siper işlevi gören fırtınalı denizlerle kaplı
olan, Kıta'ya meydan okuyan ve sonrasında onu donanmasıy­
la neredeyse kuşatma altına alan Britanya denen bu yıkılmaz
kale, canı isterse Avrupa'nın bir parçası olur istemezse olmaz"
diyordu. İngiltere'nin kendi kendine yeterli olduğu düşüncesi
bu yıllarda doruğa çıkmış durumdaydı. Böylesi bir ülkü güven
için donanmanın güçlü olması adeta bir önkoşuldu. Aynı yıllar,
dumansız barutun kullanıldığı büyük silahları taşıma kapasite­
sine sahip olan -ismiyle müsemma Magn ifıcient gibi- ilk savaş
gemilerinin de inşa edildiği dönemdi.
382 İngiltere Tarihi

20. yüzyılın ilk yıllarında İngiltere için birinci tehdit, büyük


ekonomik gücü olan ve yayılmacı politika izleyen Almanya idi.
İki ülkenin deniz gücü rekabeti bir süreden beri aşikar hale
gelmişti: Almanya 1 890'ların ortalarından itibaren yeni ve
güçlü bir deniz fılosu kurmaya çalışırken, İngiltere de aynı şe­
kilde donanmasını güçlendirmeye başlamış ve 1906'da Dread­
nought adlı büyük savaş gemisini denize indirmişti. Yeni kuş ak
savaş gemilerinin ilki olan Dreadnought, 1 884'te Sir Charles
Parsons'ın geliştirdiği buhar türbini motoruyla çalışan dün­
yadaki ilk gemiydi. Erskine Childers'ın 1897'de tasarlam aya
başladığı ve 1903'te yayımladığı The Riddle of the Sands adlı
romanı, İngiltere'nin muhtemel bir Alman işgaline uğraması­
nı konu alıyordu. Gerçekten de Almanlar 1897'de İngiltere'yi
işgal etmeye dönük bir planı tartışmıştı. Fransa ile yaşanan as­
keri çekişmeye son veren 1904'teki İngiliz-Fransız anlaşması,
İngiltere'nin I. Dünya Savaşı'na doğru giden yola girmesinde
çok belirleyici bir rol oynadı. 1905'ten başlamak üzere İngiltere
artık Almanya ile yapılacak savaş için ciddi planlar yapmaya
başladı. Almanya sadece ticari açıdan bir tehdit yahut impara­
torluğun yayılmasını engelleyen bir baş ağrısı olarak değil, İn­
giltere'nin bütün bir geleceğini tehdit eden en büyük düşman
olarak görülüyordu.

Victoria Dönemi Basını


Almanya ile her geçen gün yaklaşmakta olan çatışmaya ha­
zırlanan İngiltere, Kraliçe Victoria'nın tahta çıktığı zamanki
devlet değildi. Geçen sürede İngiltere daha şehirli ve daha
endüstriyel bir ülke haline gelmiş; nüfusun okur-yazarlık ora­
nı ile eğitimi artmış ve modern iletişim araçları ve ulusal bir
basın gelişmişti. Ülkenin modernleşme sürecinde basının yeri
ve önemi, özellikle bu dönemde belirgin biçimde öne çıktı. Vi­
ctoria çağı Londrası'nın hem imparatorluğun hem de İngiliz
yaşamının merkezine oturmasında basının rolü büyüktü. Dör-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 383

düncü kuwet olduğunu iddia eden basın aracılığıyla Londra,


imparatorluk imajı ve söylemini inşa etmenin yanısıra impa­
ratorluğun kanaatlerinin şekillenmesini de sağladı. Bu siyasal
işlevinin yanında basın, şirket ilanlarından tiyatro eleştirisine
ve yeni modaların yaratılıp yayılmasına kadar geniş bir sahada
ekonomik, toplumsal ve kültürel dönüşümü etkiledi. Gittikçe
kar odaklı olan bir toplumda basın, yaptığı yayınlarla insan­
ların farklı şeylere öykünmesine yol açtı, toplumsal ve kültü­
rel gündemi tayin etti ve anonim bir kitlesel okuyucunun en
önemli ihtiyaçlarını karşılamaya girişti. Bu arada ilk "magazin
basını" da 1880'lerde yavaş yavaş görünmeye başladı.
Basın değişime yol açarken aslında kendisi de ticarileşti ve
yeni teknolojilerden kaynaklı bir değişime maruz kaldı. Victo­
ria döneminde basının büyük bir sıçrama kaydetmesinin geri­
sinde, hukuki düzenlemeler ve teknolojik ilerleme bulunuyor­
du. 18. yüzyıl boyunca tedricen arttırılan damga vergisi, gazete
fiyatlarında da ciddi bir artışa yol açmıştı. Fakat 19. yüzyılda
"bilgiye konmuş vergiler" olarak eleştirilen bu uygulamalar bir­
biri ardına kaldırıldı: 1 853'te reklamdan alınan vergi; 1855'te
damga vergisi ve 1861'de kağıt vergisi kaldırıldı. Bu adımlar
gazete fiyatlarının düşmesini beraberinde getirdi ve bu da yeni
baskı makineleri ve sürekli haddeleme veya tomar kağıdın kul­
lanımı gibi yeni teknolojik araçlardan istifade edilebilmesi fır­
satını sağladı. Buharla çalışan baskı makinesi ilk defa 1814'te
1he Times'ın basımında kullanılırken, 1860'ların sonlarından
itibaren de rotatifbaskı makineleri kullanılmaya başlandı. Me­
kanik baskının kullanılmaya başlanması da yüzyılın sonlarına
doğru gerçekleşti.
Yeni teknoloji pahalı bir yatırımdı ancak basın üzerindeki
vergilerin kaldırılmasından sonra geniş kitleler artık bir kere
ucuz fiyata gazete almaya başlamıştı ve bu durumun tersine
dönmesi zordu. Gerçekten de netice itibarıyla hem gazetelerin
sayısı arttı hem de fiyatları makul bir düzeyde kaldı. 1 856'da
Londra'da sabah çıkan günlük sekiz gazete vardı; 1900'e gelin-
384 İngiltere Tarihi

diğinde bu sayı 2l'e yükseldi. Aynı şekilde akşam çıkan gazete


sayısı bu dönemde 7'den 1 l'e çıktı. Şehir merkezlerine yakın
banliyölerde de irili ufaklı çok sayıda gazete yayınlanmaktaydı.
Vergilerin kaldırılmasının bir diğer sonucu, "1 penny" lik
gazetelerin doğuşu oldu. Bu alanın öncüsü, 1 855'te yayın ha­
yatına başlayan The Daily Telegraph'tı. Fiyatı 1 Penny olan ga­
zete 1888'de 300 bin basılıyordu. 1 868'de bu kez fiyatını ya­
rım penny olarak belirleyen The Echo gazetesi çıkmaya başladı.
Yarım penny'lik basın 1 892'de Morning Leader gazetesinin ve
1 896'd a yazı stili ve tasarımıyla büyük bir başarı yakalayan Da­
ily Mailin ortaya çıkmasıyla genişledi. The Echo 1 870'de 200
bin adet basılmaktaydı. Daha basit bir içerikle geniş kesimle­
ri hedef kitle olarak seçenler ise Lloyd's WCekly News, News of
the World ve Reynold's Newspaper gibi haftada bir Pazar günü
çıkan gazetelerdi. Günde 100 bin baskının üstüne çıkan ilk
İngiliz gazetesi Lloyd, 1879 yılına gelindiğinde haftalık 600 bi­
nin üzerinde satıyordu. Bu sayı 1 896'da bir milyonu aştı. Pazar
gazeteleri, büyük oranda mahkemelere ve polis raporlarına da­
yanan gerilim ve heyecan dozu yüksek haberler yayımlıyordu.
18. yüzyılda Londra'da basılan bir gazetenin, haftada on bin
adet satması (dönemin en etkili gazeteleri haftalıktı) büyük bir
başarı addediliyordu. Haftada iki bin adet satan bir gazete ma­
kul sayıda satış yapmış sayılıyordu. Ancak 19. yüzyılda büyük
göç alarak genişleyen bir imparatorluk başkentinin canlılığıyla
mütenasip biçimde, basında muazzam bir büyüme yaşandı ve
daha iyi yolların yapımı ve demiryolu gibi ulaşım devrimleri
sayesinde basın gittikçe ülke sathında kamuoyu-oluşturan bir
güç haline geldi. Demiryollannın gelişimi, Londra gazetele­
rine İngiliz basın dünyası üzerindeki hakimiyetlerini arttırma
olanağı sağladı. Taşra basını hala gücünü korumakla birlikte,
Londra gazeteleri tren sayesinde basıldıktan birkaç saat sonra
taşradaki en ücra yerlere ulaşmaya başladı. Demiryollan aynca
günübirlik çalışmak üzere civar yerlerden Londra'ya geniş bir
kitlenin gelmesine yol açtı ki bu da gazetelerin satışının art-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 385

rnasına yaradı. Aynı dönemde Londra basını dışında ayrı bir


İskoç basını da bulunuyordu.

Reform
Charles Dickens da (1812-1870) iş hayatına ilkin gazeteci
olarak başlamıştı. Peş peşe yayımlanan romanlarında, erken
dö nem Victoria toplumunun kaygılarını ele alıyordu. Başta
hapishane koşulları olmak üzere önemli toplumsal sorunlara
dair eleştiriler, İngiltere'nin Durumu1 adı verilen hareket aracı­
lığıyla yayılıyordu ve bu hareket 1 840'ların sonundan itibaren
bir hayli ses getiren kült romanlarla yakın bir ilişki içerisindey­
di. Kişisel olarak Dickens idam, hapishaneler, fahişelik ve ev­
sizlik gibi alanlarda reform yapılması taraftarıydı. Kasvetli Ev
(1852-1 853) adlı romanında, papaz Mr. Chadband'ın kendini
beğenmiş ahlakçılığını, geç gelen adaleti ve Kilise ile hukukun
soğuk yüzünü mahkum ediyordu. Küçük Dorrilte (1855-1857)
ise aristokratik seçkinciliği, borç yüzünden insanların hapse
atılmasını, iş dünyasındaki düzenbazlıkları ve Laf Kalabalığı
Ofisi adını verdiği müessese üzerinden hantal bürokrasiyi he­
def alıyordu. Şair Algernon Swinburne, Dickens' ın yakın ar­
kadaşı olan dönemin romancılarından Wilkie Collins'i (1824-
1889) yeteneklerini bir misyon uğruna heba ettiği gerekçesiyle
eleştiriyordu. Collins'in romanları boşanma, hayvanların de­
nek olarak kullanılması, kalıtım ve çevrenin etkisi gibi konu­
ları işliyordu. Özellikle sonuncusu, Charles Darwin'in evrimci
görüşlerinden etkilenen bir toplumu saran büyük bir endişeyi
ve bu bağlamda yaşam standartlarına dair yükselen kaygıları

1 Victoria dönemi felsefecilerinden Thomas Cariyle tarafından ilk

defa 1843'te kullanılan İ ngiltere'nin Durumu deyimi, ülkenin ahlaki,


siyasi ve iktisadi değişimini ve bunun kimi olumsuz etkilerini nite­
lemek üzere kullanılmıştır. İyi yaşam, insani kaygılar, suçluların ve
işçi sınıfının durumu gibi farklı sosyal meselelere el atan bir hareket
olarak öne çıkmıştır. (ç.n.)
386 İngiltere Tarihi

yansıtmaktaydı. Darwin'in evrim kuramını ortaya koyduğu


Türlerin Kökeni (1859) büyük bir yankı uyandırmıştı.
Toplumsal durumun değişmesi gerektiğine dair üç aş ağı
beş yukarı herkeste bir kanaat oluşmuştu ve reform mes elesi
farklı öneriler eşliğinde öne çıkmaya başladı. Ahlak politikaları
büyük önem taşıyordu. Toplumun genel ahvali ve gidişatından
duyulan kaygı, halkın boş zaman uğraşıları ve eğlence anlayı­
şına dair kararlı bir reformu -yani değişimi- gündeme getir­
di. Boş zaman faaliyetleri daha faydalı bir şekle sokulm alıydı:
Örneğin alkol kullanmak yerine insanlar spor yapmaya teşvik
edilebilirdi. İçki-karşıtı hareket 1 833'lerde gelişmeye başladı
ve boş zaman gezileri gibi yeni bir endüstrinin temelini atan
Güney Midland Alkol-Karşıtları Derneği Sekreteri Thomas
Cook, 1 841'den itibaren içki servisi olmayan kısa gemi seya­
hatleri düzenlemeye başladı.
19. yüzyılın ortalarında, en önemli ayrışma meselesi re­
formdu: Korumacı sistemin değişmesi gerektiğini savunanlar
ile imtiyazların değişmesi gerektiğini savunanlar arasında gö­
rüş ayrılıkları vardı. 1834-35 ve 1 841-46 yıllarında başbakan­
lık görevini yürüten Torylerden Sir Robert Peel'in öncülüğün­
de 1 846'da Tahıl Yasaları'nın yürürlükten kaldırılmış olması,
Toryleri ciddi bir ayrışmaya sürüklemişti. Birkaç yıl sonra bu
sefer 1 849'da Seyrüsefer Kanunu ilga edildi ve 1 860'ta Fran­
sa'yla yapılan Cobden Antlaşması'yla da gümrük vergilerinin
indirilmesine karar verildi. Aynı yıl içerisinde Gladstone hü­
kümeti Parlementoya vergi gelirlerinin de düzenlendiği ser­
best-ticaret bütçesini sundu ve serbest ticaret İngiliz siyaseti­
nin en temel konusu haline geldi.
Reform, Newcastle ve Leeds gibi kuzeydeki büyük şehir­
lerde yükselen orta sınıf kültürü ve bilinciyle bağlantılıydı. B u
şehirlerde inşa edilen görkemli belediye binaları, yeni kent
kimliğinin mimari açıdan dışavurumuydu. Manchester'daki
belediye binası da 1 877'de açıldı. Bu tip şehirlerde otoritenin
kaynağı, büyük ölçüde geleneksel olandan yenilikçi olana doğ-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 387

ru kaymıştı. Reform yönünde güçlü bir iradenin belirmesinde


yerel basının büyük rolü vardı. Başbakan Robert Peel'in muha­
fazakarlığı orta sınıfın önemli bir kesimine cazip görünse bile,
orta sınıf tepkisinin sembolü Tahıl Yasası Karşıtı Birliği'ydi ve
1 8 54-56'daki Kırım Savaşı'nda askeri anlamda sergilenen kötü
yönetimin ardından, siyasette orta sınıf değerlerinin ağırlığı
aristokrasinin ağırlığının önüne geçmeye başladı. Bu gidişat
1850'ler ve 1 860'larda Whigciliğin liberalizme doğru kayma­
sıyla sonuçlandı; orta sınıfların desteğini kazanmak isteyen
Whigler, reformist orta sınıfın sözcülüğünü üstlenen bir parti
haline geldi. Artık gündemlerinde sadece reform vardı.
Daha aktif bir yerel yönetim, reformlar için önemli bir araç
ve kaynaktı. 1 840'lardan itibaren halk sağlığına el atan, parklar
inşa eden ve işçiler için -pek çoğu halkın maddi desteğiyle ku­
rulsa da- kütüphaneler ve sanat galerileri açan belediyeler bu
bağlamda öne çıktı. Temiz hava imkanı sunan park ve benzeri
açık mekanlar, halk sağlığı için hayati gereklilikte görülüyordu.
Batı Yorkshire'daki halı fabrikalarının sahibi ve aynı zamanda
milletvekili olan Sir Francis Crossley'nin desteğiyle 1 857'de
Halifax'ta Halk Parkı açıldı. Liverpool Derneği de kraliyet ai­
lesine mensup Connaught dükünün yardımıyla Sefton Kon­
tu'ndan satın aldığı 1072 dönümlük arazi üzerinde 1 872'de
Sefüm Parkı'nı yaptırdı. 1862'de çıkarılan Karayolları Yasası
ile mahallelerin yolları geliştirildi ve anayollarla bütünleşme­
leri sağlandı.
Bu dönemdeki diğer bir önemli gelişme, gönüllü kolluk
kuvvetlerinin ve yetersiz kalan amatör polis birimlerinin ye­
rine profesyonel polis teşkilatının kurulmasıydı. Yeni teşkilat
sayesinde işçi sınıfının adabımuaşerete aykırı davranış ve tu­
tumları çok daha etkili bir şekilde kontrol edilebilir hale geldi
ve bu da orta sınıfın kültürel egemenliğinin artmasını sağladı.
İskoçya'da ilk polis memurları 1617'de atanmıştı ve 1 778'de
Glasgow'da kısa ömürlü bir profesyonel polis teşkilatı kurul­
muş olsa da genel olarak İskoçya'da 19. yüzyıla gelene kadar
388 İngiltere Tarihi

şehir ve kasabalarda düzenli bir polis teşkilatı kurulmamıştı.


1 800'de çıkan Glasgow Polis Yasası, Birleşik Krallık'taki ilk
polis yasasıydı ve Robert Peel döneminde Metropolitan Polis
Teşkilatı kurulmadan önce diğer on bir İskoç şehir ve kas ab ası
da münferit kanunlarla kendi yerel p olis teşkilatlarını kurdu.
1822-1827 ve 1 828-1830 yıllarında içişleri Bakanı olarak gö­
rev yapan Sir Robert Peel, toplumun zor zamanlarda ayakta
kalabilmesinin ancak güçlü bir seküler otoritenin tesis edil­
mesiyle mümkün olacağına inanıyordu ve idam cezasının ha­
raretli bir savunucusuydu. Londra'da güvenliği sağlayacak olan
profesyonel, tek tip ve maaşlı personelden müteşekkil Metro­
politan Polis Teşkilatı da onun zamanında 1 829'da kuruldu.
Bu süreç 1 835 ve 1839'da çıkarılan bir dizi kanunla genişletildi
ve ardından 1856 tarihli Polis Yasası ile her şehirde zorun­
lu olarak maaşlı bir polis biriminin kurulmasına karar verildi.
Böylece polis, İngiltere ve Galler'deki adli vakalarda savcı gibi
görev yapan bireylerin yerini aldı.
Öte yandan Hannoverler döneminde çıkartılan bazı yasa­
lar da dönüştürüldü. 1830'lardan itibaren idam cezası, sadece
cinayet ve ihanet suçlarıyla sınırlandırılırken, mahkumların
Avustralya'daki atık alanlarında çalıştırılmak üzere nakle­
dilmesi uygulamasına da 1 860'ta son verildi. Onun yerin e
yeni hapishaneler yapıldı ve ıslah edici önlemler geliştirildi.
1 868'den sonra halka açık idam cezası bir daha uygulanmadı.
Polis ve adliye teşkilatları, toplumun disiplin altına alınma­
sının aracı olarak hizmet gördü. Kamuya açık alanda sarhoş
olarak dolaşmak gibi kabul edilemez bulunan hareketler, idari
yahut cezai düzenlemeye tabi kılındı. Mahkemeler, büyücülük
gibi kabul edilemez inançlarla ilgili davalarla ilgilenmek zo­
runda kaldı ve 1860'larda Birmingham ve Black Country'de
bu türden sekiz adli vaka görüldü.
Toplumun bilgi ile olan ilişkisi ise ümit vericiydi. Okuma
oranlarında büyük bir artış yaşanırken, büyüyen orta sınıf da
sanatın, şiirin ve müziğin hamisi olarak daha fazla öne çıkı-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 3 89

yordu. Bu gelişme William Holman Hunt, John Millais ve


Dante Gabriel Rosetti'nin kurduğu ve 1 850'lerin ortalarından
itibaren büyük bir popülerlik kazanan Raphael-öncesi Kar­
deşliği (Pre-Raphaelit Brotherhood)1 gibi sanat hareketlerinin
yolunu açtı. Glasgow, Liverpool, Manchester, Leeds, New­
castle ve Birmingham gibi şehirlerde oluşturulan büyük sanat
koleksiyonlarının yanısıra Manchester'daki Halle Orkestrası
(1857) gibi müzikal kurumlar tesis edildi. Eğitim kurumları
da bu süreçten etkilendi ve belirli şehirlerde mesleki eğitim
veren yüksekokullar kuruldu. Bunlardan biri 1 880 yılında Sir
Josiah Martin tarafından kurulan -1900'de Birmingham Üni­
versitesi'ne bağlanacak olan- Mason Science College'tı. Josiah
Martin kendi kendini yetiştirmiş, küçük halka ve çelik kalem
ucu imalatı ile iştigal eden biriydi. Servetinin bir kısmını ye­
timlerin bakımına; bir kısmını ise yerel endüstri için yararı
olacağını düşündüğü için kurduğu Mason College' a harcadı.
Martin gibi adamlar Victoria dönemi İngilteresi'nin karakte­
rinin şekillenmesinde son derece etkiliydi. Onların fikirleri ve
serveti, kökenleri 18. yüzyıla uzanan ve reform hareketi için
merkezi bir önem taşıyan medeni ve ahlaki bir gelişim süreci
içinde muazzam bir işlev gördü.
Gelgelelim reform yalnızca orta sınıflarla başlamış bir ha­
reket değildi. Chartism hareketinin başarısızlıkla neticelenme­
sinden ve işçi sınıfı için siyasi yurttaşlık elde etme umutlarının
ortadan kalkmasından sonra, çalışan sınıflar bu kez koopera­
tifi.er ve (hasta ya da vefat eden arkadaşları için gerekeni yap­
mayı amaçlayan) yardımlaşma cemiyetleri gibi farklı formlarda
kendi kurumlarını inşa etmeye yöneldi ve işçi sınıfının ahlaki
ve fiziki gelişimine katkıda bulunmak amacıyla başta eğitim
1 1 848'de Londra'da bir grup genç sanatçının temellerini attığı hare­
ket, Kraliyet Akademisi'nin Raffaello'nun çalışmalarını Rönesans'ın
ideal bir örneği olarak sunmasına karşı çıkıyordu. Sanatçılara tabiata
dönmelerini salık veren John Ruskin'in görüşlerinden etkilenen gru­
bun üyeleri sanatta realizmi savunuyordu. (ç.n.)
390 İngiltere Tarihi

olmak üzere · bir dizi aktivite hayata geçirildi. Victoria çağı ay­
rıca İngiltere Kilisesi'nden okullara kadar çok sayıda kurumun
reforma tabi olduğu bir dönem oldu. Bütün bu reformların te­
mel amacı, ahlakın rehberliğinde rasyonel bir örgütlenme ve
liyakate dayalı bir idare tesis edebilmekti.

19. Yüzyılda İrlanda


1 801'de tesis edilen Birlik, İrlanda'yla ilgili siyaseti o güne ka­
dar olduğundan çok daha yoğun bir biçimde Britanya siyaseti
ile bağlantılı hale getirdi. Bu dönemde İrlanda ile yaşanan so­
runların gerisinde iki olayın yattığını söylemek mümkündür:
1 845- 1 848 yılları arası yaşanan patates kıtlığı ve İrlanda'nın
siyasi özerkliği için verilen mücadele. Şüphesiz bu olayların
ikisi de büyük öneme sahipti. Ancak bunların dışında daha
genel temaları dikkate alan bir değerlendirme yapmak da ge­
rekir. 19. yüzyıl boyunca İrlanda imparatorluk içinde -çoğun­
luğu İngilizce konuşan bir millet olarak- kalmaya devam etti
ve anarşi veya iç savaş gibi yıkıcı deneyimler yaşamadı. Kanal
ağı ve demiryolu sistemi Britanya' nın geneline kıyasla geride
kalmış olsa da, İrlanda ekonomisi büyüyen imparatorluk eko­
nomisinin bir parçası olarak gelişme kaydetti. Tersaneleri, tü­
tün ve ketene dayalı imalat sanayii ile birlikte Belfast büyük bir
liman olarak öne çıktı. Fakat şehrin büyümesi aynı zamanda
din temelli bir ayrışmanın emarelerini de beraberinde getirdi.
Yüzyılın sonuna gelindiğinde ticarileşme, toprak sahipleri­
nin gücünün dağılması ve İngiliz kültür asimilasyonu gibi un­
surları içeren sosyal ve ekonomik bir değişim geçirmiş olan İr­
landa, 1914 yılı itibarıyla kendi ekonomik bağımsızlığını geniş
ölçüde sağlamış durumdaydı. 1 860, 1 870, 1881, 1885, 1891 ve
1903'te çıkarılan yasalarla toprak sahipleri, toprağı kiraladıkla­
rı insanların şartlarına ve durumlarına uygun biçimde bir dü ­
zenleme yapmak zorunda bırakıldı ve böylece çiftçiler kiracısı
oldukları arazinin gitgide sahibi haline gelmeye başladı. Ka-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 391

tolik Kilisesi'nin pozisyonu da bu yıllarda güçlendi. Kildare'de


yapılan manastıra kısa süre sonra bir kilise ve çok sayıda okul
eklendi ve 1889'da kulesiyle kasabaya hakim olan gotik tarzda
görkemli bir Katolik Kilisesi yapıldı. İrlanda ekonomik bağ­
lar ve tren ile buharlı gemi gibi hızlı ulaşım araçları sayesinde
İngiltere ile çok daha bağlantılı hale geldi, fakat bu gelişmeye
paralel biçimde ülkenin Katolik bölgeleri de kültürel ve sosyal
açıdan daha ayrıksı bir yapıya doğru evrildi.
Britanya'nın genelini etkileyen reform süreci doğal olarak
İrlanda'ya da sirayet etti. 1 843'te çıkarılan İrlanda Yerel Yö­
netim Yasası sayesinde, sıklıkla oligarşi ve yolsuzlukla nitelen­
dirilen geleneksel şehir yönetimlerinin yerini seçilmiş yöneti­
ciler almaya başladı. İngiltere'nin daha önce 1888 ve 1894'te
çıkardığı yasalara benzer biçimde İrlanda da 1898'de kabul
ettiği yasa ile seçim yoluyla kurulan yerel meclisler ihdas etti.
Böylece yeni toprak düzenlemesinden kaynaklı köylünün git­
tikçe daha fazla mülk sahibi olması olgusuna ek olarak, yerel
yönetim de büyük oranda nüfusun Katolik kesiminin kontro­
lü altına girdi. Toprak sahipleri ekonomik ve toplumsal olarak
kan kaybediyordu.
Toprak sahiplerinin gücünü yitirdiği yerlerden biri de Uls­
ter'dı, fakat şehirdeki Birlik Yanlılarının1 (İrlanda'nın güneyi­
ne nazaran Ulster gibi kuzey bölgelerinde oldukça etkililerdi)
gücü sayesinde toprak sahipleri siyasetteki ağırlıklarını sürdür­
meye devam etti. Gelgelelim bu geçici bir durumdu. 1905'te
Ulster Birlik Yanlısı Konseyi'nin kurulmasından sonra Belfast
ve Doğu Ulster'deki Birlik Yanlılarının liderliği iş ve ticaret
çevrelerinin eline geçti ve böylece toprak sahipleri hala belirli
bir etkiye sahip olsalar da artık geleneksel güçlerini yitirmiş
oldu.

1 İ ngiltere ile İrlanda arasında 1 801'd e kurulan birliği destekleyenlere


"Unionists" (Birlik Yanlıları) deniyordu. (ç.n.)
392 İngiltere Tarihi

19. yüzyıl İrlandası önemli bir milliyetçilik hareketine de


sahne oldu. Söz konusu hareket bir yanıyla şiddet içeriyordu
ve İngiltere, İrlanda ve diğer bazı yerlerde gerçekleştirilen or­
ganize terör saldırıları bunun en açık göstergesiydi. 1 858'de
kurulan bir yeraltı örgütü olan Fenians, 1867'de İrlanda'da bir
ayaklanma girişimine öncülük etti. Ayrıca Britanya'daki terör
eylemlerinin ve ABD üzerinden Kanada'yı işgal etme girişimi­
nin perde gerisinde de aynı örgüt bulunuyordu. 1 873'te adını
İrlanda Cumhuriyetçi Kardeşliği olarak değiştiren örgüt, terör
eylemlerine devam etti. Bir diğer yeraltı örgütü olan lnvin­
cibles ise 1 882'de Dublin Phoenix Park'ta tanınmış politika­
cılardan Lord Frederick Cavendish'i öldürdü ve bu da ülke­
de düzeni tesis etmek için bazı tedbirler alınması sonucunu
doğurdu. Bu arada bazı İrlandalılar Güney Afrika'ya giderek
Boerlerin safında İngiliz ordusuna karşı savaştı.
Bu örneklere rağmen, İrlanda milliyetçiliği genel olarak
aslında şiddet içermeyen bir hareketti. Daniel O'Connell'ın
kurduğu parti 1 830'lar ve 1 840'lar boyunca Birlik Yasası'nın
kaldırılması için mücadele verdi. Buna karşılık hükümet, re­
form yoluyla nüfusun büyük kısmının durumunu iyileştirme
yönünde girişimlerde bulundu ve parlamento dışında da ör­
gütlenen tahrik ve kışkırtmaları sınırlamak için kararlı adım­
lar attı. 1 867 ve 1 884'te oy verme hakkının genişletilmesi,
Katolik seçmen sayısında büyük bir artış yaşanmasını sağladı.
Seçmenlerin büyük kısmı, savunma ve dış politikayı kontrol
edecek bir yerel yönetim ile İrlandalılara ait bir parlamento­
nun da olacağı Özerk Yönetim modelini destekledi. 1870'te
tesis edilen Özerk Yönetimi Destekleme Birliği'nin ardından
bu sefer 1873'te Özerk Yönetim Derneği kuruldu. Özerklik
için bastıran milletvekilleri 1 879'da Protestan bir milletvekili
olan Charles Parnell'in (1 846-1891) liderliği altında bir araya
gelerek Parlementoda örgütlü ve etkili bir grup oluşturdu ve
1 880 genel seçimlerinde 61; 1885'teki seçimlerdeyse 86 mil­
letvekili çıkardı. Bu grubun Parlementodaki varlığı, Özerk Yö-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 393

netim meselesinin siyasi gündemin en temel konularından biri


olacağına işaret ediyordu.

İrlandalı Göçü
İrlanda Denizi üzerinden Kuzey Amerika'ya doğru ilk göç
dalgası, halkın temel besin kaynağı olan patatesin bozulmasın­
dan ötürüı 1 840'ların ortalarında gerçekleşmişti. Küçük İrlan­
da çiftliklerinde hayvan besiciliği yapmak pek de ekonomik bir
girişim olmadığı için, 19. yüzyıl başlarında hızla artan nüfusun
doyurulmasında en önemli besin kaynağı patatesti. Sadece tek
bir mahsule dayalı tarım ve artan nüfus ülkede kırılgan bir du­
ruma yol açmış durumdaydı. 1 845'te başlayan patatesteki bo­
zulma 1 846 ve 1 848'de daha da arttı ve netice tam bir felaket
oldu. Yaklaşık 800 bin kişi açlıktan yahut yetersiz beslenmeden
kaynaklı hastalıklardan ötürü hayatını kaybetti. Hükümetin
yardım çabaları ise çok sınırlı kaldı. Buna bir de Amerika'ya
yapılan göç eklenince, İrlanda nüfusu yaklaşık olarak 2 milyon
kişi azaldı. İlerleyen yıllarda buharlı gemilerin devreye girme­
siyle göç daha da kolaylaştı: 1850'lerde İngiltere'den Ameri­
ka'ya 6 hafta süren deniz yolculuğu 1914 yılına gelindiğinde 1
haftaya düşmüştü.
İrlandalılar sadece Amerika'ya değil Britanya'nın farklı yer­
lerine de göç etti. İngiltere ve Galler'de İrlanda doğumlula­
rın sayısı 1 861'de 602.000'e çıktı ki bu toplam nüfusun yüzde
3'üne tekabül ediyordu. Benzer şekilde İskoçya'da İrlandalıla­
rın sayısı 1 851'de 207.000'e yükselmişti ve bu İskoçya nüfusu­
nun yüzde 7'sine denk geliyordu. Göç özellikle belirli şehir­
lerde yoğunluk kazanmıştı: 1 851'de Glasgow'un yetişkin nü-

1 O dönem İrlandalıların tek besin kaynağı olan patates, 1845'te


Amerika'dan gelen zehirli bir mikroskobik mantar olan Phytophte­
ra infestans'tan etkilendi ve patatesin 1/3'ü kullanılamaz hale geldi.
Ancak bir sene sonra bu oran yüzde 80'e çıktı ve böylece derin bir
kıtlık baş gösterdi. (ç.n.)
394 İngiltere Tarihi

füsunun yüzde 23.3'ü; 1861 yılı itibarıyla Londra nüfusunun


yüzde 5'i ve Liverpool'un yaklaşık olarak yüzde 25'i İrlanda
doğumlulardan oluşmaktaydı. Portsmouth v� Plymouth gibi
diğer liman şehirleri de ciddi oranda göç aldı. lrlanda göçünün
bütün Britanya'da tavan yaptığı yıl 1 860'tı. Son derece yoksul
olan ve ucuz işgücü olarak görüldüğü için çok düşük ücretlerle
çalıştırılan göçmenler, kiraların en düşük olduğu ve haliyle en
kalabalık ve sağlık koşulları açısından en uygunsuz bölgeler­
de yaşamak zorunda kaldı. Newcastle'da İrlanda doğumlular
1 841'de nüfusun yüzde 5.73'ünü oluştururken göç sonucunda
bu oran 1851'de yüzde 8.2'ye yükselmişti ve yeni gelenlerin
büyük bir kısmı Sandgate gibi kötü yaşam koşullarının oldu­
ğu bölgelere yerleştirilmişti. Göçmen erkekler fiziksel emek
gerektiren alanlarda yahut geçici işlerde çalışırken, kadınlar
çamaşır yıkama ve çiçek satma gibi getirisi az olan işlerle işti­
gal etti. Glasgow'daki İrlandalı göçmenlerin büyük çoğunluğu
makul şartları ve makul bir maaşı olan herhangi bir iş bulama­
dı ve bu nedenle de durumları aynı şehirde çalışan Highlands
kökenli İskoçlarla tezat halindeydi. Gene de göçmenlerin kay­
da değer bir kısmı, zaman içinde orta sınıf içinde kendilerine
yer bulabildi.
İrlandalı göçmenler Katolik-karşıtı duyguların alevlenme­
sine yol açtı ve zaman zaman da yerli işçilerin aleyhine olacak
durumlar yarattı. Örneğin İskoçya'nın Lanarkshire bölgesin­
de, grevleri kırmak ve düşük ücrete dayalı çalışma koşullarını
korumak isteyen işverenler, bu amaçla İrlandalıları kullandı.
Dunfermline'daki çapalama işi, yerli kadınlardan alınıp daha
düşük ücretle çalışmaya razı olan göçmen İrlandalılara verildi
ve bu da 1 850'de İrlandalı karşıtı bir ayaklanmaya neden oldu;
göçmenler döve sövüle bölgeden kovuldu. Gene de belirtmek
gerekir ki Lancashire hariç, diğer yerlerde göçmenlere dönük
şiddet olayları yaşanmadı. Dahası çok sayıda göçmen getto­
larda yaşamak yerine işçi sınıfının mesken tuttuğu daha geniş
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 395

alanlara yayıldı ve bazıları da İrlandalı olmayan kadınlarla ev­


lilikler yaptı.

Gladstone ve Disraeli
Politika-yapım sürecinde aristokratik etkiler hala güçlü olsa
da, 19. yüzyıl sonunda İngiltere'de yasama gündemini gitgide
orta sınıfların çıkarları ve fikirleri belirliyordu. Azınlık Tory
hükümeti tarafından 1 867'de çıkarılan İkinci Reform Yasası,
seçmen sayısını neredeyse ikiye katladı ve mülk sahibi olan­
lara seçme hakkı tanıyarak, yetişkin erkeklerin yaklaşık yüzde
60'ına oy kullanabilme imkanı getirdi.
Liberallerin zaferi ile neticelenen 1868 seçimlerinin ardın­
dan ilk William Gladstone hükümeti kuruldu. Gladstone'un
hayata geçirdiği reformlar arasında (Katolik) İrlanda Kilise­
si'nin lağvedilmesi, (Protestan) İrlanda Kilisesi'nin konumun­
da değişiklik yapılması (1869), kamu hizmetinde açık reka­
betin başlaması (1870), gizli oy usulüne geçilmesi (1872) gibi
düzenlemeler bulunuyordu. Özellikle son iki madde, patronaj
ilişkilerini bitirmeyi amaçlayan adımlardı. 1871'd e ilk resmi ta­
til uygulaması başlatıldı. Böylece insanlar maaşlarında herhan­
gi bir kesinti olmadan tatil yapabilme imkanı buldu; çalışan
sınıflar için bu daha fazla boş zaman anlamına geliyordu. Daha
önceleri farklı kişilerle yapılmış olan yol geçiş ücreti sözleşme­
leri 1 872'de iptal edilerek, yolların denetimi, ücretlendirilmesi
ve bakımı bütünüyle devletin kontrolü altına alındı. Eğitim
alanında da özel sektör desteği ve himaye usulü, yerini pater­
nalist devletin kontrolüne bıraktı. 1870'te çıkarılan Eğitim
Yasası'yla ülke okul merkezli bölgelere ayrıldı ve bu uygula­
mayla mahalli kurum ve kaynakların yetersiz kaldığı bölgeler­
de eğitim olanaklarının belirli bir seviyeye getirilmesi zorunlu
tutuldu.1 Ancak yeni düzenlemeye dönük tepkiler de ortaya

1 Yasayla İ ngiltere ve Galler'de yaşı 5 ile 13 arası olan her çocuğa il­
köğretim zorunluluğu getirildi. Mevcut eğitim kurumlarına, eğitime
396 İngiltere Tarihi

çıktı: Ealing'de aktif olan İngiltere Kilisesi devlet okullarını


engellemek ve gönüllü eğitimi korumak için büyük bir ç aba
içine girdi. Hızla yükselen nüfus gerçeğini ve bunun sonuç­
larını görmezden gelen Kilise, yasanın çıkmasını takip eden
25 yılda 500 çocuğu okul eğitiminden mahrum bıraktı. Köklü
ayırımların, farklılıkların ve ayrıcalıkların sona ermesi, reform
sürecinde büyük rol oynadı. 1 870'te tesis edilen Vakıf Okulları
Komisyonu 1 bağışla elde edilen gelirleri yeniden dağıttı ve ay­
rıca bu tip kurumların yönetim yapılarını yeni baştan düzen­
ledi. İngiltere Kilisesi de benzer bir değişim sürecinden geçti.
Bu görev için adeta Tanrı tarafından seçilmiş olduğu hissiy­
le hareket eden Gladstone, erdemli, ahlakı bütün ve kararlılık
sahibi çok yönlü bir kişilikti. 20 bin kitaplık şahsi kütüphanesi
olan Gladstone, klasiklere düşkün ve teolojik meselelerde sıkı
bir polemikçiydi. Robert Peel hükümetinde 1 843'te bakanlık
görevi üstlenen Gladstone daha sonra dönemin önde gelen
liberal siyasetçilerinden biri olarak öne çıktı. Yönetimde ve si­
yasette anahtar unsurun din olduğuna inanan Gladstone, bu
bağlamda kendisini ülke içinde reform; ülke dışındaysa ahla­
ki bir duruş sergilemeye adamıştı. Kilise ile İlişkileri Açısından
Devlet ve Sonuçları İtibariyle Kilise Prensipleri adlı kitaplarında
dini görüşlerini ortaya koydu. Siyasi yeteneği sayesinde Parla­
mento ile halk arasında bir köprü vazifesi gören Gladstone'un
liderliği altında Liberalizm geniş kitlelerin desteğini kazanan
bir hareket haline geldi. Muhatap olarak Parlementodan zi-

devam edebilmeleri için bir dizi zorunlu standart getirildi ve ayrıca


okul idaresi ve teşkilatları da yeni bir örgütlenme modeli içine alındı.
Yasaya göre ebeveynler istedikleri zaman çocuklarını kilise okulların­
dan alıp yeni açılan okullara verebilecekti. (ç.n.)
1 İ ngilizcede "endowed schools" olarak geçen kavramla, yardım ve
bağışlarla kurulan ve bir yönüyle kilise ile de irtibatı olan okullar
kastedilmektedir. Gene de "vakıf" kavramının Osmanlı- İ slam dün­
yasındaki kullanımı göz önüne alındığında, ikisi arasındaki anlam
farkına dikkat etmek gerekir. (ç.n.)
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 397

yade halka yönelen Gladstone, böylece tasarladığı reform ve


eylem planı için kitlelerin desteğini kazanmaya çalıştı.
Toryler (ya da günümüzdeki adıyla Muhafazakarlar)
18 74'te Benjamin Disraeli'nin önderliğinde tekrar iktidara
geldi. Keskin zekasını oportünizme ve siyasi taktikler geliştir­
m eye hasreden Disraeli alternatif bir siyasal kültür yaratmaya
girişerek, toplumsal dayanışma, ulusal onur ve kimlik gibi kav­
ramlar üzerinden Liberallerin katı ve kırmızı çizgileri olan ah­
laki tutumlarına meydan okudu. 1 874'te fabrikalarla ilgili çıka­
rılan yasalar ile 1875'te halk sağlığı, sendikalar, konut yapımı,
sağlıklı yiyecek ve ilaç alanlarında yapılan düzenlemeler sosyal
refahla ilgili önemli konuları sistematikleştirdi ve düzenleme­
leri daha kapsamlı hale getirdi. 1874 ve 1 878'de çıkan Fabrika
Yasaları, kadın ve çocukların fabrikalarda çalışma saatlerini sı­
nırlandırdı. 1 877'deki Cezaevi Yasasıyla da merkezi hüküme­
tin buralardaki kontrolü tesis edildi. Gelgelelim Disraeli için
bütün bunlar, dış politikanın yanında daha az önem taşıyan
konulardı. Süveyş Kanalı'nın bazı hisselerinin satın alınması
(1875); İngiltere'nin Hindistan yolunun yeni ve daha kısa bir
güzergahtan sağlanması; Victoria için "Hindistan Kraliçesi"
unvanının verilmesi (1876); Kıbrıs'ın ilhakı (1878); Afganlar
(1878-79) ve Zulularla (1879) yapılan savaşlar Disraeli döne­
minin önemli dış politik gelişmeleriydi.
Liberallerin lideri Gladstone, tarımsal durgunluktan ve ti­
caretteki düşüşten kaynaklanan ekonomik sorunlar ile siyasi
sorunları yaklaşan seçimler öncesi zekice kullanmayı bildi ve
1880 genel seçimini Liberal Parti kazandı. Ancak imparator­
lukla ve İrlanda'yla ilgili bir dizi sorun, ikinci Gladstone hükü­
metini (1880-1885) ciddi biçimde etkiledi: Güney Afrika'daki
I. Boer Savaşı (1880-81), Mısır'ın işgali (1882-83), General
G ordon ve ona bağlı birliklerin Sudan'da katledilmesi (1885)
ve İrlanda'da düzeni yeniden tesis etmek üzere çıkarılan ve
Baskı Yasası (1881) olarak adlandırılan düzenleme bu sorun­
lardan bazılarıydı. 1 884'te çıkarılan Üçüncü Reform Yasası ile
398 İngiltere Tarihi

1 86 7'de düzenlenen oy kullanma hakkı daha da genişletildi.


Artık ülkedeki bütün yetişkin erkeklerin yüzde 63'ü seçimler­
de oy kullanabilecekti. Tıpkı 1 868 seçimlerinde olduğu gibi
1 885 genel seçimlerinde de kaybeden Muhafazakarlar oldu :
Yeni yasayla oy hakkı kazananların ilk defa sandığa gittiği bu
seçimde, kırsal kesimdeki seçmen kendi toprak sahiplerinin
aleyhine oy kullanmıştı.
Reform süreci siyasal ve toplumsal bağlamıyla bazı yeni ge­
lişmeler eşliğinde devam etti. Ülkenin seçim haritasını yeniden
düzenleyen yasa 1 885'te kabul edildi. Doğrudan seçimle gelen
üyelerden oluşan İl ve İlçe Genel Meclislerinin kurulmasını
içeren Yerel Yönetim Yasası 1 888'de çıkarıldı. 1 897'de kabul
edilen İşyeri Tazminat Yasası ile de endüstriyel alanda yaşana­
cak kazalarda işçiye işveren tarafından tazminat ödeme zorun­
luluğu getirildi. Yavaş yavaş gelişen bu kolektivist devlet, bazı
yönleriyle ileride ortaya çıkacak olan refah devletinin erken
habercisi gibiydi. Devletin eğitime el atmasıyla, okuma-yaz­
ma bilmeyenlerin oranı hızla düşmeye başladı. Daha kapsamlı
sosyal müdahaleye imkan tanıyan yeni yerel yönetim mekaniz­
maları, devletin eğitim, sağlık ve konut gibi önemli meselelere
el atması yönünde toplumsal bir beklentiye yol açtı.
Ancak 1 870'lerden itibaren ekonomide yaşanan darboğaz,
seçmen sayısının artmasından kaynaklı belirsizlik ve bir kang­
rene dönüşmeye başlayan İrlanda sorunu yüzünden siyasal
ortam karmaşık bir hal aldı. Bir yandan Fenian terörizmi İr­
landa, İngiltere ve Kanada'da kanlı eylemler sergilerken, diğer
yandan toprak reformu yapılması ve İrlanda'ya özerklik veril­
mesi yönünde baskı vardı. Gladstone'un Özerk Yönetim tek­
lifini içeren önergeleri 1 886 ve 1 893'te iki kez Parlementoda
reddedildi ve bu da politikacılar arasında ihtilaflara yol açtı.
Direnişe geçmeye karar veren Muhafazakar Partililer 1886'da
partilerinin adını Birlik Partisi ( Unionist Party) olarak değiş­
tirdi. 1 886'daki Birinci Özerk Yönetim Tasarısı'nın oylaması
sırasında Gladstone'un partisinden 93 "liberal birlik yanlısı"
Re.form Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 399

milletvekili, tasarının aleyhinde oy kullandı. Özerklik mesele­


si liberalleri ikiye bölmüştü ve Britanya politikası için İrlanda
büyük önem taşıdığı için bu bölünme ne ilk ne de sondu. Bu
gelişmeler üzerine istifa eden Başbakan Gladstone 1 887'de
günlüğüne, "Bugünlerde dilimde tek bir yakarış var: İrlanda,
İrlanda, İrlanda!" diye not düşecekti.
Liberallerin siyasal hegemonyası fazla uzun sürmedi. III.
Salisbury Markisi Robert Cecil'in liderliğindeki muhafazakar­
lar 1 8 87'de genel seçimi kazandı. Her ne kadar Liberaller, artık
iyi göremeyen ve duyamayan yaşlı Gladstone'un liderliğinde
1892 seçimlerini kazansa da, gerçekte 1886-1905 arasında si­
yaseti yönlendiren grup -Birlik yanlısı liberallerin de desteği­
ni alan- Muhafazakarlardı. 1885-86, 1886-92 ve 1895-1902
yıllarında başbakan olan Robert Cecil gibi, 1902-1905 yılla­
rında aynı görevi yürüten Cecil'in yeğeni Arthur Balfour da
Özerklik Yasası'na karşı durdu ve reform konusunda temkinli
bir tutum izledi. Liberalizmin kültürel temelleri tehdit altın­
daydı ve muhafazakar siyaset, tutum ve yaklaşım seçmenlere
daha çekici geliyordu. 1900 yılında yapılan seçimlerde liberal­
ler, 1 832'den beri ilk defa İskoçya seçim bölgesinde çoğunluğu
kaybetti. İngiltere'nin "görkemli malikaneleri"nden biri olan
Hatfıeld House'un sahibi Marki Robert Cecil, net gelirinin
büyük bir kısmını Londra'nın kenar mahalleleri de dahil ol­
mak üzere şehirdeki taşınmazlarından elde ediyordu. Kabine­
sinin üçte ikisi lordlardan oluşuyordu fakat bu durum, 1 894'te
liberallerin çıkardığı ve veraset vergisini arttıran yasa benzeri
düzenlemeleri onaylamama dışında, toprak sahiplerinin doğ­
rudan çıkarlarına hizmet eden bir ortam doğurmadı. Robert
Cecil'in hükümetinde Cecil ailesinden çok sayıda kişi olduğu
için, hükümete "Cecil Hoteli" lakabı takılmıştı ve kendisinden
sonra yeğeni Arthur Balfour İrlanda Genel Sekreteri olunca bu
kez ''Amcasının yeğeni!" ifadesi dillere pelesenk oldu. 1 894'te
Gladstone'un yerine liberallerin başına V. Rosebery Kontu
Archibald Primrose geçti. Geniş toprakları olan Archibald'ın
400 İngiltere Tarihi

serveti, Rothschildlerin varisi ile yaptığı evlilik sonrası kayda


değer bir artış gösterdi.
Bütün bunların yanısıra ülkede daha radikal siyasal ve top­
lumsal talepler etrafında yükselen bir baskı da vardı. Siyas al
kamuoyu gittikçe bir bütün haline geliyor ve kendi içinde sı­
nıfsal ve toplumsal hatlar üzerinden kutuplaşıyordu. Toprak
sahipleri 1 886'dan sonra liberall erle büyük oranda köprüleri
atmıştı. Joseph Chamberlain'in toprak reformunu içeren (ve
fakat onaylanmayan) 1 885 tarihli liberal programını, 1 891'de
Gladstone'un Newcastle Programı izledi. Gladstone'un prog­
ramı işçilerin çalışma saatlerinin azaltılmasından parasız eği­
time; Lordlar Kamarası'nın lağvedilmesi yahut reforma tabi
tutulmasından seçim sisteminin değişmesine ve Özerklik Ya­
sası'na kadar uzanan düzenlemeler içeriyordu. Aynı yıl İskoç
liberalleri de oy hakkının genişletilmesi, madenlerde çalışma
saatlerinin sekiz saatle sınırlandırılması ve Highlands'te top­
rak reformu yapılması için bastırmaya başladı. Sosyal düzen,
eşitsizlikçi olduğu kadar acımasız da olabiliyordu: 1 89l'de
Northamptonshire'da bir çiftlikte çalışan 13 yaşındaki Tom
Masters adlı çocuk, saygısızlık ettiği gerekçesiyle işveren tara­
fından kırbaçla dövüldü. Gelgelelim Liberallerin daha radikal
özgürlükler için yaptığı girişimler, Liberalizmin gittikçe istik­
rara dönük bir tehdit ve çeşitli kesimlerin çıkarlarının bir ürü­
nü olarak görülmesi sonucunu doğurdu. Bu baskı, mülkiyeti ve
düzeni savunma yönünde bir kamuoyunun oluşmasına yol açtı
ve bu da Muhafazalcirların işine yaradı. 1 880 tarihli İşveren
Yükümlülüğü Yasası'nda somutlaşan Gladstone'un mülkiyete
karşı takındığı bu saldırgan tutum, önde gelen sağcı Liberalle­
rin Muhafazakarlara katılmasına ön ayak oldu.

19. Yüzyılda Galler


19. yüzyılda Galler'de meydana gelen gelişmeler, Britanya'da
olup bitenleri daha geniş bir açıdan anlama imkanı sunmak-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 181 5-1 914 401

tadır. 1790'lardan başlamak üzere istikrarlı bir büyüme çizgisi


yakalayan Galler'de bilhassa kömür ve demir madeni yatakları
açısından zengin olan Güney Galler bölgesi gelişme gösterdi.
1720'de 5.000 ton olan dökme-demir üretimi 1 840'a gelin­
diğinde 525.000 tona yükseldi ve bu Adadaki toplam üreti­
min yüzde 36'sı demekti. Ebbw Vale ve Merthyr Tydfıl ka­
sabalarının bulunduğu Doğu Glamorgan ve Monmouthshire
bölgelerindeki muazzam endüstriyel büyüme, hem geniş bir
istihdam sağladı hem de kalıcı bir demografik değişime yol
açtı. Keza Güney Galler'deki kömür yatakları bölgesinde gö­
rülen büyüme de dikkat çekiciydi. Gal kömürü, demir fırınları
ve buharlı gemilerde kullanılan yüksek kalitede bir kömürdü;
özellikle burada çıkarılan taşkömürü, demirin eritildiği ba­
sınçlı sıcak hava işlemi ve çelik endüstrisi için idealdi. 1 80l'd e
1.2 milyon ton olan demir üretimi 1 870'te 13.6'ya, 1913'teyse
57 milyon tona çıktı. Bunun büyük kısmı ihraç ediliyordu ve
kömür endüstrisi Galler'in erkek işgücünün 1/3'ünün çalıştığı
bir sektör haline geldi. Marki Bute zamanında Cardiff limanı­
nın açılması ve özellikle Cardiff ile Merthyr Tydfıl'i birbirine
bağlayan Taff Vale demiryolu hattının devreye girmesiyle bir­
likte daha fazla kömür nakli mümkün hale geldi. Cardiff'in
1841'de 10.000 olan nüfusu 1921'de 200.000'e ulaşacaktı. Keza
kömür yataklarına sahip Rhondda'nın nüfusu 1 851'de sadece
1.000 iken 1911'de 153.000'e fırlayacaktı. 1 801'de Glamorgan
ve Monmouthshire'ın nüfusu 1 801'de Galler'in toplam nüfu­
sunun yüzde 20'sine tekabül ederken, bu oran 1 901'de yüzde
57.5'e ve 1921'de yüzde 60.5'e yükselecekti.
Endüstri bölgelerindeki ekonomik ve demografik büyüme,
Galler'in tarımsal ve kırsal önemini ikinci plana attı ve Galli
olmanın standart görünümlerinin yeni bir yöne doğru kay­
masında büyük rol oynadı. Anglikanlar sayıca üstünlüklerini
kaybederken, Muhaliflerin (Dissent) artması da Galler'in kül­
türel ve siyasal olarak yeniden biçimlenmesine büyük etki etti.
Muhafazakar Anglikan soyluları yerine, sisteme muhalif olan
402 İngiltere Tarihi

Uyumsuzlara {Nonconformity) dayanan Liberal Parti, 1 86 8-


1918 arası dönemde Galler'de baskın olan siyasal partiydi.
Elbette endüstrileşme, beraberinde travmatik bir değişimi
de getirdi: İnsanların çalıştığı işler yıpratıcı ve tehlikeliydi; ya­
bancılaşmaya yol açan bir yapısı vardı. Buna rağmen bu dö­
nüşüm süreci boyunca, endüstrileşme karşıtı şiddet içeren bir
direniş görece pek yaşanmadı. Gene de erken endüstrileşme­
nin merkezi olan Merthyr Tydfıl'de yüzyılın ilk dönemlerinde
-özellikle 183 1'deki acı olaylar esnasında- endüstri bağlamın­
da geniş tartışmalar ve ihtilaflar yaşandı. 1 831'deki Merthyr
İsyanı alınan askeri tedbirlerle ve kendi içindeki bölünmeler
nedeniyle kısa sürede bastırılsa da olaylar sırasında en az 20
isyancı hayatını kaybetti. 1 839'daki Chartist ayaklanmasında
Newport'a toplanan 5 .000 kişilik kalabalığın önce önü kesildi,
ardından bazı askerler ateş açtıktan sonra kalabalık dağıldı.
1839'da baş gösteren diğer bir ayaklanma güneybatı Gal­
ler'deki Rebecca Ayaklanmaları'ydı. İsyancıların hedefinde,
kırsal ekonominin belini büken paralı yollar ve köprüler vardı.
1 844'e kadar süren isyanlar, daha sonra hedef büyüterek ada­
letsiz kira ücretleri ve düşkünler için kurulan evlere de yöneldi.
Protestocular kendilerine "Rebecca ve Kızları" adını takmıştı;ı
bu, İncil'de geçen "Zürriyetinden gelenler, kendilerinden nefret
edenlerin kapılarını miras alsınlar" şeklindeki ifadeye dayan­
maktaydı.2 1838-1844 arası dönemde paralı yol ve köprülere
yapılan 293 toplu saldırı, bu geçiş ücreti kadar 1 839-1842 yıl­
larında yaşanan endüstriyel durgunluğun; Napoleon Savaşları

1 Ayaklanmalar boyunca erkekler, kadın kılığına girip ücretli yollara


ve köprülere saldırmıştı. Mahsulünü ve hayvanını satmak üzere pa­
zara götürmek zorunda olan köylüler için, yol geçiş ücreti oldukça
pahalıydı. (ç.n.)
2 İ ncil'de Hz. Yakub'un annesi olarak geçen Rebeka (Rebecca), bu­

lunduğu şehirden ayrılacağı zaman, onu yolcu etmeye gelenler "Ey


kızkardeşimiz, on binlerin anası ol ve zürriyetin kendilerinden nefret
edenlerin kapılarını miras alsınlar" der. (ç.n.)
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 403

esnasında büyük artış gösteren kira ücretlerinin; toprak sahip­


lerine, öşür vergisine ve 1750-1815 arası dönemde yaygınlaşan
toprağın çitle çevrilmesine duyulan derin öfkenin de sonucu
olan ciddi bir toplumsal yabancılaşmaya işaret ediyordu. Düş­
manlığın boyutları izinsiz avlanma ve hatta kundaklama olay­
larına kadar genişledi.
1 844'te çıkarılan bir yasa ile ücretli yol uygulaması kaldırı­
lıp yerine karayollarından sorumlu yeni kurullar oluşturulma­
sıyla birlikte Rebecca Ayaklanmaları'nın ateşi dindi. Fakat bu
sefer Glamorgan'da kömür işçilerinin başlattığı bir dizi ciddi
grev patlak verdi. Ancak bu olayları kendi bağlamı içinde yerli
yerine oturtarak değerlendirmek gerekir. Söz konusu grevler,
büyük oranda henüz bir düzene kavuşmamış olan endüstri ala­
nına yönelmiş doğal bir tepkiydi. Daha açık olan bir gerçek ise,
var olan devrimci duygunun dört başı mamur, gerçek bir dev­
rime yol açmamış olmasıdır. Bu olaylarda, Kıta Avrupası'ndaki
1848 Devrimleri ile mukayese edilebilecek hiçbir şey yoktu.
Ayaklanmaların bastırılmasında Brecon'daki garnizondan ge­
len askerler önemli bir rol oynasa da, 1839'da Güney Galler'de­
ki düzenli birliklerin sayısı sadece 1000 asker kadar arttırılmış­
tı ki bu olgu Macaristan ve İtalya'daki Habsburg (Avusturyalı)
kuvvetlerinin sayısı ile kıyas bile kabul etmez. Bırakın Güney
Galler'in "kurtarılmış bölge" haline gelmesini, devrimci duy­
gunun kendisi bile son derece sınırlıydı ve ihtilafların büyük
kısmı spesifik şikayetlerle sınırlıydı. Keza Galler'deki olaylarda
sınırlı derecede bir işçi dayanışması söz konusuydu ve bu çal­
kantıların geniş çaplı olaylara evrilmesi pek görülmüş bir şey
değildi. Sendikacılık da henüz yeni yeni doğmaktaydı.
Gelgelelim siyasi baskılar sadece şiddet yoluyla açığa vurul­
maz. Endüstrileşmenin getirdiği yeni sosyoekonomik düzen,
geleneksel hiyerarşiler, bağlılıklar ve pratiklerle çatışan bir ol­
guydu. Dahası endüstrileşme, özellikle ülkenin güney ve ku­
zeydoğusunda yoğunlaşan madencilik sektöründe çalışacak bir
işgücü talebi yarattı. İhtiyaç duyulan işgücünün büyük kısmı
404 İngiltere Tarihi

başlangıçta Galler'in yoksulluktan bunalmış durumdaki kırsal


kesiminden geldi. Fakat Merthyr Tydfıl, Swansea ve Cardiff'e
hatırı sayılır oranda İrlandalı da ulaşmıştı. Böylece Güney
Galler'de Katolik Kilisesi önemli hale geldi. 1 850'lerden itiba­
ren çok sayıda İngiliz göçmen Güney Galler'e yerleşti; 1 86 1'de
Swansea'nın nüfusunun yüzde l l'ini güneybatı İngiltere do­
ğumlular teşkil ediyordu. Dahası Galler, 19. yüzyılda Avrupa
sınırları içinde net göç oranı açısından da olağandışı bir ör­
nekti. Göçmenlerin, özellikle ülkenin hızla endüstrileşen böl­
gelerinde bir zamandan beri dönüşüm geçirmekte olan Galler
kültürü ile herhangi bir bağlantıları yoktu. Her ne kadar Galler
nüfusunun yüzde 50'sinden fazlası 1901'de hala Galce konu­
şuyor olsa da, göçlerden sonra Galce bilhassa ülkenin gittikçe
siyasal ve ekonomik güç merkezleri haline gelen bölgelerinde
daha az konuşulan bir dil oldu. Gene de 19. yüzyıl boyunca
Gal kültürünün en önemli merkezleri Merthyr ve Swansea
gibi endüstrinin yoğun olduğu kasabalardı.
Gal dilinin gittikçe daha az kullanılmaya başlanmasının
tek nedeni göç değildi. Yükselen orta sınıf mensuplarının İn­
gilizceyi tercih etmesi de diğer bir etkendi. Toprak sahibi seç ­
kinler yaygın biçimde İngilizce konuşuyordu fakat onların dil
üzerindeki etkisi, hayvan satıcıları, tüccarlar, çarşı esnafı, gemi
kaptanları gibi Galler'in dört bir yanında ekonomik büyüme
ve bütünleşme sonucunda ortaya çıkan gruplara nazaran daha
azdı. Ticaretin dili İngilizceydi: Mali kayıtlar ve hesap defter­
leri İngilizce tutuluyordu. Ayrıca elitlerin eğitim dili de İngi­
lizceydi. Gittikçe daha yaygın kullanılmaya başlayan İngilizce,
kısmen toplumsal eğitimin doğası ve işlevi hakkındaki tartış ­
maların da etkisiyle daha politik bir içerik kazanmaya başla­
dı. Dahası 19. yüzyılın ikinci yarısında İngilizce, gerçek Galli
olarak görülen Liberalizm ve Uyumsuzlar hareketi saflarında
Anglikan Kilisesi ve Muhafazakar toprak sahiplerine karşı yö ­
neltilen güçlü siyasal eleştiride büyük bir rol oynamaya baş ­
ladı. Bu arada, İrlanda Özerklik hareketi ile Gal kültürünün
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 405

19 . yüzyıl sonunda yeniden canlanması arasında da paralellik


vardı.
Bu dönemde Gal kültürü ve kimliğine dönük daha geniş
bir ilgi uyandı. Gal şiirinde ilerlemeler yaşandı ve koro halinde
icra edilen eserler gelişim kaydetti. Gal milli marşı bestelen -
dikten iki sene sonra, 1 858'd e, eisteddfad1 geleneği de yeniden
doğdu. St. David's Koleji'nden (1 822) Aberystwyth Üniver­
sitesi'ne (1872) kadar uzanan çeşitli yeni kurumlar, güçlü bir
ulusal kimlik duygusunun güçlenmesine katkıda bulundu ve
Gal kimliğini ön planda tutmak isteyenler için hayati önemde
platformlar olarak hizmet gördü. Ayrıca 1907'd e kraliyet fer­
manıyla, Milli Kütüphane ve Milli Müze kuruldu.
Gal kimliğini öne çıkaran yaklaşım, siyasette liberalizm ta­
rafından temsil ediliyordu. 1908-1915 yıllarında Hazine B a­
kanı ve 1916-1922 arası dönemde başbakan olarak görev yapan
David Lloyd George sayesinde Gal liberalizmi siyasal gücünün
zirvesine ulaştı fakat daha sonra başbakan olan İşçi Partili İs­
koç Ramsay MacDonald dönemi ile birlikte düşünüldüğünde
bu gelişme esasen Britanya'nın siyasal bilincinin bir parçasıydı.
Toprak reformu, eğitim ve kilisenin konumu gibi Galler'de 19.
yüzyıl sonunda öne çıkan temel meseleler, radikal liberal kav­
ramlarla temsil edildi ve bu şekliyle İngiltere genel siyasetine
dahil oldu. Toprak kiraları ve öşür vergisi konusundaki tahrik­
ler, özellikle 1887'de çeşitli ayaklanmalara sebebiyet verdi, fakat
olaylar esnasında toprak sahipleri hedef alınmadı: Görünen o
ki Galliler kendilerini, aynı dönemde daha büyük çalkantıların
yaşandığı İrlanda örneğinden ayrıştırmak istiyordu.

19. Yüzyılda İskoçya


Avrupa'nın büyük kısmı 19.yüzyılda -kişinin durduğu yere
göre ister olumlu ister olumsuz bir değer atfedilesin- milliyet­
çiliğin etkisi altına girdi. Özellikle Avusturya-Macaristan ve
1 Kökenleri 12. yüzyıla kadar uzanan geleneksel halk festivali. (ç.n.)
406 İngiltere Tarihi

Rusya gibi çok-uluslu imparatorluklar, yükselen milliyetçilik


politikalarının yol açtığı meydan okumalarla karşı karşıya kal­
mıştı. İrlanda ve Hindistan'da benzer bir meydan okum ayla
karşılaşan İngiltere için de aynı durum geçerliydi. İngiliz İm ­
paratorluğunun nimetlerinden faydalanan ve kendisini B ri­
tanya düşüncesiyle daha fazla özdeşleştirmiş olan İskoçya'da
ise milliyetçiliğin dozu daha düşüktü. Aynı zamanda İskoç ol- •

manın ayırt edici özellikleri İngiltere'nin bütünleştirici yakla­


şımı içerisinde kaybolmaya yüz tutmuştur. Teknolojik yenilik,
eğitim politikaları ve polis teşkilatı alanları başta olmak üzere,
pek çok açıdan İskoçya kendi yolunu kendis� çiziyordu.
Genel olarak bakıldığında Iskoçya, tıpkı lngiltere ve Galler
gibi, yeni buhar teknolojisinin ve kömür-merkezli endüstriyel
gelişimin bir sonucu olan kentleşme, göç ve sanayileşmeden
ciddi biçimde etkilendi. Kömür rezervinin olmadığı Güney­
batı İskoçya gibi bölgeler sadece sınırlı bir gelişim kaydetse de,
buharlı gemiler ve demiryolunun gelişiyle yüzyıllardır sürege­
len (hayvan gücüne dayalı) pratikler ortadan kalkmaya başla­
dı. 1861 yılı itibarıyla nüfusunun büyük kısmının şehirlerde
yaşadığı İskoçya, yenilik ve girişimciliğin merkezlerinden biri
haline geldi.
Özellikle 1 830'lardan itibaren hız kazanan endüstriyel bü­
yüme, Strathclyde'da1 yoğunlaşmış durumdaydı ve bu durum
Strathclyde'ın nüfusunun ülkenin dört bir yanından gelen
göçler neticesinde aniden artmasına yol açtı. 1 835-1839 arası
dönemde her 1 .000 kişiden 33'nün hayatını kaybettiği Glas­
gow, İskoçya'da bu dönemde en yüksek yıllık ölüm oranları­
nın görüldüğü şehir olmasına rağmen, şehrin nüfusu 1801'de
77.385 iken 1 841'de 274.533'e yükselmişti. İskoçya'nın orta
kesimlerinin genel nüfusa oranı, endüstrileşme sayesinde art-

1 Strathclyde İ skoçya'da idari bir bölge adıdır ve Glasgow, Ayr, Bute,


Dunbarton, Lanark, Renfrew şehirlerinin tümünü ve Argyll ile Stir­
ling şehirlerinin bir kısmını içermektedir. (ç.n.)
Re.form Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 407

mıştır: Bu oran 1755'te yaklaşık yüzde 40 ve 1 821'de yaklaşık


yüzde 50 iken, günümüzde yüzde 80'e ulaşmıştır.
1 841'de Edinburgh ile Glasgow arasında açılan demiryolu
İskoçya'ya kıyı taşımacılığına denk hızlı bir karayolu taşımacı­
lığı imkanı sundu. Büyük bir finans merkezi olarak öne çıkan
Edinburgh'da bankacılık ve hayat sigortası gibi hizmet sektör­
leri de gelişti. 19. yüzyılın ortası itibarıyla, Renfrewshire, Mid­
lothian, Lanarkshire gibi ülkenin orta kesimlerinde çalışan
nüfusun yüzde lO'nundan daha azı ziraat, ormancılık ve balık­
çılık ile geçiniyordu. Büyük göç vermesine rağmen, uzun erim­
li süreçte İskoçya'nın nüfusu artış gösterdi: 1755'te 1 .265.380
olan ülke nüfusu, 1 801'de 1.608.000'e; 1901'de ise 4.472.103'e
çıktı. Ekonomik gelişme, büyük çoğunluğu İrlanda'dan olmak
üzere çok sayıda göçmeni İskoçya'ya çekmişti.
İngiltere'de olduğu gibi İskoçya'da da kentleşme ve yok­
sulluk ciddi sosyal problemler yarattı. Örneğin Hindistan'dan
getirilen hammaddelerin ulaştığı ana limanlardan ve dünyada
jüt işçiliğinin1 yapıldığı en önemli şehirlerden biri olan Dun­
dee, yoksulluk, hastalık ve yüksek ölüm oranlarının pençesinde
kıvranıyordu. Glasgow'da da 1 832'de kolera; 1 8 1 7 ve 1 837 yıl­
larında ise tifüs görülmüş ve her ikisi de ciddi can kayıplarıyla
sonuçlanmıştı.
Yaşanan değişimin etkileri daha uzak bölgelerde de hisse­
dilmekteydi. Highlands ve Islands nüfusunun büyük çoğunlu­
ğu İngilizce ve İskoç Galcesi olmak üzere iki dilli bir toplum
haline geldi. Sadece Galceyi konuşanlar, kuzeybatı ve kuzey
Hebrides'teki az sayıda insandı. Highlands'in gerçek İskoç
kültürünün yaşadığı kadim topraklar olarak takdim edilmesi,
dış dünyanın burayı merak etmesine yol açtı ve bu da turizmin
gelişmesini tetikledi. 1 864'te İngiliz turistlerin Highlands'e

1 Hindistan ve Bangladeş'te yetişen, lifleri ip ve çuval yapımında kul­


lanılan jüt bitkisi, dokuma sanayinin önemli hammaddeleri arasın­
dadır. ( ç.n. )
408 İngiltere Tarihi

ulaşabilmeleri için Fort William'daki orijinal kalenin bir kı s­


mı yıkıldı ve yerine tren istasyonu yapıldı. Esasen toplumsal
açıdan bölgede zaten büyük değişiklikler yaşanmıştı. 18. yüzyıl
boyunca klan sistemi çökmüş ve yerini toprak kiralama, sos­
yal ilişkiler ve ekonomik faaliye?er üzerinden işleyen saldırgan
bir ticari tutuma bırakmıştı ki Iskoçya'nın göç vermesinde bu
gelişmenin büyük payı vardı. Napoleon Savaşları'ndan sonra
balıkçılık, askerlik ve yasadışı viski imalatı gibi alanlarda teces­
süm eden emek-yoğun ekonominin yerini büyük koyun çiftlik­
leri gibi daha az emek gerektiren, sermaye-yoğun bir ekonomi
aldı. Highlands nüfusunun büyük kısmı, toprak üzerinde uzun
erimli yasal haklara ve güvenceye sahip değildi ve bu yüzden
de "yerinden edilme"1 olayı esnasında kolaylıkla toprakların­
dan sürülebildiler. Tıpkı İrlanda'da olduğu gibi İskoçya'da da
1 840'ların ikinci yarısında ciddi bir patates kıtlığı yaşandı ve
Highlands ve Islands'daki insanlar bu sebeple göç etmek zo­
runda kaldı. Yoksullara yardım etmek istemeyen toprak sahip­
lerinin tutumu da göçü arttıran bir unsurdu. Yaklaşık 2 milyon
İskoç, İngiltere'nin iç kesimlerinin yanısıra Kuzey Amerika ve
Güneydoğu Asya'ya göç etti.
Geride kalanlar, yaşanan değişimin yol açtığı kötü durum
karşısında tepki göstermeye başladı. İnsanların yerinden edil­
mesi, kısmen sınırlı bir kesimin boş zaman eğlenceleri ile de
ilgiliydi: 1 884'te İskoçya topraklarının yüzde lO'u, zengin bir
azınlığın avlanma tutkularına istinaden geyikler için doğal ya­
şam alanı olarak tahsis edilmişti. Yerinden edilme siyasetine
karşı çıkan küçük çiftlik sahipleri, 1 880'lerde Kuzey İskoçya'da
parlamentoya beş milletvekili sokmayı başarırken, Skye'da ya­
şanan "Braes Çatışması"2 gerginliği iyice arttırdı. İskoçlar, ye-
1 19. yüzyıl başında İ skoçya'da yaşanan dönüşüm için, bkz. s. 325.
(ç.n.)
2 1882'de Skye yakınlarındaki Braes kasabası sakinleri, yeniden hay­

vanlarını otlatma hakkı verilene dek, Lord MacDonald'a kira öde­


meyi reddedince, yasaları uygulamak üzere bölgeye polis sevk edil-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 409

rinden edilmeye karşı İrlanda tarzı bir direniş ortaya koydu:


İrlanda Toprak Derneği'nden esinlenerek kurulan İskoç Top­
rak Derneği'nin üye sayısı 1 884'te 15.000'i buldu. Krizi çöz­
m ek için 1886'da bir yasa çıkarılarak küçük çiftlik sahiplerinin
hakları güvence altına alındı ve böylece yerinden etme büyük
oranda sona erdi. Olaylarla ilgili dikilen anıt ve heykeller sa­
yesinde bu direniş İskoç halkının- belleğindeki yerini hala mu­
hafaza etmektedir.
19. yüzyıl, yeniden doğan bir kültürel kimlik ekseninde bir
İskoçluk algısının gelişimine şahitlik etti. Geleneksel İskoç
eteği (kilt) ve edebi bilinç gibi kültürel unsurlara yaslanan bu
hareket, bağımsızlık yönünde geniş çaplı herhangi bir talep
içermemekteydi. Ne bir Özerk Yönetim arayışı vardı ne de
İrlanda'da olduğu gibi dini bir boyut söz konusuydu. Üstelik
Highlands bölgesi köylülerini zorla topraklarından sürenler de
uzakta yaşayan İngilizler değil bizatihi kendi kabile şefi.eriydi.
1853'te kurulan İskoç Haklarını Koruma Ulusal Cemiyeti'nin
Edinburgh'taki ilk toplantısına 2 bin kişi; Glasgow'daki top­
lantıya ise 5 bin kişi katılmıştı. Londra'da kabine düzeyinde
temsil ve bakanlık ve bazı konularda yetki devri yapılması gibi
talepler eşliğinde İskoç haklarını güçlü biçimde savunmayı şiar
edinen Cemiyet, açıkça milliyetçi bir çizgi izlemiyordu. An­
cak bir süre sonra Theodore N apier gibi bazı İskoç milliyet­
çileri kendilerini Boerler ile özdeşleştirerek, Boerlerin kaderi
ile İskoçların kaderi arasında paralellikler kurmaya girişti. Bu
milliyetçilerin kurduğu İskoç Yurtseverlik Cemiyeti, İskoçya
İ çin Özerklik Derneği ve benzeri kuruluşların tümü birden
güçlü bir siyasi ayrılıkçılık duygusunun güçlenmesine neden
oldu. Özerklik yanlıları ayrı bir parti kurmak yerine, en sem­
patik buldukları siyasi parti üzerinde baskı kurmanın en iyi
miş ve bu esnada direnen kasaba sakinleri ile polis arasında çatışma
yaşanmıştır. Sonraki dönemde dilden dile yayılan bu direniş ülkede
büyük sempati toplamış ve hatta İ skoç halk türkülerinde kendine yer
bulmuştur. (ç.n.)
410 İngiltere Tarihi

strateji olacağına kanaat getirdi. İskoçya'yı nitelemek üzere


"Kuzey Britanya" tabirinin 19. yüzyıl sonlarında reddedilme­
siyle birlikte İskoçya tabiri yeniden öne çıktı. Fakat İskoçya bu
dönefil:de gitgide daha fazla İngilizleş�iş bir yer haline gel­
mişti. Idari örgütlenme yapısı içindeki Iskoçya Sekreteryalığı
da 1 885'te gözden geçirilip yenilendi.

19. Yüzyılda Kadın


Ortaya çıkan kentli endüstri toplumunda kadının konumu,
önceki dönemin kırsal toplumuyla kıyaslandığında çok az bir
iyileşme gösterdi. Erkekler gibi kadınlar da çeşitli sosyal ve
çevresel zorluklarla karşılaştı ancak kadınların önünde başka
ilave sorunlar vardı. Pek çok erkek gibi pek çok kadın da me­
şakkatli işlerde çalışmak ve elden ayaktan düşüren hastalıklarla
mücadele etmek durumundaydı, fakat erkek-egemen bir kül­
türde kadınların hukuksal durumu erkeklerden daha kötüydü
ve liyakat ve başarılarını gösterebilecekleri bir alan neredeyse
yok denecek kadar azdı. Kadınların çalışabilmesinin önündeki
engeller ile aile ve sosyal yaşamın dayattığı kısıtlamalar, kadın­
ların çok büyük bir kesiminin varoluş tarzını belirledi.
İşçi sınıfının genişçe bir kesimi, nikahsız bir birliktelik yaşı­
yordu. Sosyal ve ekonomik baskılar pek çok kadını evliliğe ya­
hut birileriyle nikahsız da olsa bir arada yaşamaya itti ve keza
ister evli ister bekar olsun kadınlar ekonomik zorluk karşısında
çalışma hayatının içine sürüklendi. Nikahsız birliktelik yahut
evlilik, çoğu kadın için hayatın az ya da çok bir istikrara ka­
vuşması anlamına geliyordu. İlk evliliğinden çocuğu olan ve
özellikle belirli oranda mülke de sahip dul kadınlar istisna ol­
mak üzere, evlilik dışı çocuk sahibi olmuş kadınların durumu
ve gelecek beklentisi oldukça zayıftı. Bekar kadınlar -hem suç
hem de sağlığa tehdit olarak görülse de- sık sık kürtaja baş­
vururken, evlilik dışı çocuk sahibi olmuş kadınlar ise ya kötü
yola düşüyor ya da o yolun yolcusu olarak görülüyordu. Etkili
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1815-1914 41 1

bir sosyal refah sisteminin olmayışı ve kadınların düşük ma­


aşla çalışmak zorunda kalması, onları ister istemez fahişelik
yap maya sürüklüyordu. Kısacası bu olgu ekonomik şartlarla
doğrudan doğruya ilişkiliydi.
İster bekar ister evli olsun, kadınlar doğum kontrol yön­
temlerinin sınırlı ve ilkel doğasından kaynaklanan sıkıntılarla
boğuştu. Peş peşe çocuk doğurmak zaten yıpratıcıydı ve pek
çok kadın doğum esnasında hayatını kaybediyordu ki bu da
çok sayıda çocuğun üvey anne tarafından büyütülmesi demek­
ti. Toplumsal tabakanın neredeyse en üst noktasında bulunan
Joseph Chamberlain gibi birinin bile ilk iki karısı doğum sıra­
sında ölmüş ve onu altı çocukla baş başa bırakmıştı. Çocukluk
ç ağındaki yetersiz beslenmeden kaynaklanan kemik hastalık­
ları hamilelik esnasında kadınlarda öne çıkmakta ve ebelik
ile ilgili de yeterli bir eğitim verilmemekteydi. Sonuç olarak
doğum anında kanamayı durdurmaya yönelik cerrahi girişim­
ler yetersiz kalıyor ve bu da ölümlere neden oluyordu. 1936'da
antibaktariyel sülfonamidlerin kullanılmaya başlanmasından
sonra ölüm oranlarında gözle görülür bir azalma gerçekle­
şecekti. Fakat bu arada doğum kontrolü de hızlı bir gelişim
gösterdi: 1881 ile 1901 yılları arasında İskoçya'da evli çiftler
arasında çocuk yapma oranı kayda değer ölçüde düşmüştü.
Kadınlar sıklıkla madenlerde kömür taşıma veya tarlada
çalışma gibi zorlu işlerle meşguldü. 1 85l'de tarım sektöründe
229.000 kadın istihdam edilmekteyken, yüzyılın ikinci yarı­
sında görülen tarımsal durgunluk sebebiyle bu oran 1 90l'de
6 7.000'e kadar geriledi. 1911'd e Galler'de en geniş kadın is­
tihdam kategorisi olan hizmetçilik, aslında İngiltere'nin ge­
nelinde kadınların çalıştığı en yaygın sektör konumundaydı.
Kadınlar, hali vakti yerinde olan birinin evinde temizlik, el­
bise yıkama vb. gibi gündelik görevleri yerine getiriyordu. Fa­
kat hizmetçilik herhangi bir özel yetenek gerektirmediği gibi,
kendi başına bir kariyer de sayılmazdı. Üstelik ücreti az ve
çoğunlukla da ayni olarak ödeniyordu ve bu da bir an önce
412 İngiltere Tarihi

evlenip hizmetçiliği bırakmayı arzulayan kadınlar için hayatı


katlanılmaz hale getiriyordu. Gene de her şeye rağmen ç alışma
şartları genellikle iyiydi ve dönemin fabrikalarına kıyasla daha
az tehlike arz ediyordu.
Elit tabakaya mensup kadınlar bu dönemde daha fazla
imkan ve fırsatlara kavuştu. 1 796'da Glasgow'daki Anderson
Enstitüsü kapılarını kız öğrencilere açmaya karar vermişti.
Enstitü'nün sahibi John Anderson'ın etrafına toplanan bir
grup, kızların üniversitede eğitim görmelerinin güçlü bir sa­
vunucusu olarak öne çıktı. Daha sonraları hem Cambridge
hem de Oxford'da kızlar yükseköğrenim görmeye başladı,
ancak uzun yıllar boyunca diploma almalarına izin verilmedi.
1 892'de Aberdeen Üniversitesi'nde kızların tüm fakültelerde
okuyabilmesinin resmi olarak önü açıldı ancak hiçbiri hukuk
ve ilahiyat fakültesinde eğitim görmedi. Kız öğrenciler, tıp eği­
timinde eşitsiz şartlarda öğrenim görmelerinin yanısıra burs
başvurularında da dezavantajlı bir konumdaydı. Kız öğrenci­
ler üniversitede herhangi bir etkili pozisyona gelemiyordu ve
okulun öğrenci gazetesi olan Alma Mater'da çıkan yazılarda kız
öğrencilere dönük düşmanca bir tavır sergileniyor ve onlardan
aptal, aklı havada ve erkek fatma olarak bahsediliyordu. Açık­
çası erkekler kızların varlığına ayak uydurmakta zorlanıyordu.
Ama ne olursa olsun kız öğrencilerin sayısı ve etkisi 1900'lerde
-özellikle I. Dünya Savaşı boyunca- artış gösterdi. Gerçekten
de 1939 yılı itibarıyla İngiltere'deki üniversitelerde okuyanla­
rın yaklaşık yüzde 25'i kız öğrenciydi.
Genel eşitlik nosyonu her cinsin kendi işlevleri bağlamında
ele alınmaktaydı ve ideal kadınlığın kendine has doğasının ta­
nımlanması kesinlikle modern anlamda eşitlikçi bir yaklaşım
gerektirmemekteydi. Kadınların ev ve aile ile tanımlanan öz­
gün rolü, diğer alanlardan dışlanmalarını meşrulaştırmak ama­
cıyla kullanıldı. Bu tür konular kadınlar için belirli bir derece­
ye kadar anlamsız şeylerdi çünkü içinde bulundukları ekono-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 181 5-1 914 413

mik şartlar ve diğer olgulara baktıklarında kendi durumlarını


umutsuz ve iç karartıcı buluyorlardı.
Fakat aynı anda ince nüanslara ve değişikliklere de dikkat
etmek gerekir: Victoria çağı toplumsal kültürünün yekpare bir
yapıda olduğunu düşünmek yanıltıcı bir bakış açısıdır. Örne­
ğin yakın dönemde yapılan bazı çalışmalar, bizatihi Kraliçe
Victoria'nın kendi cinsel haz dünyasına odaklanmak suretiyle,
Victoria döneminde cinselliğin bastırılmış olduğu yönündeki
kanının yanıltıcı olduğunu öne sürmüştür. Gelgelelim makbul
cinsel zevk, sadece evlilik içerisinde olmak kaydıyla onaylan­
makta ve bunun dışında kalanı -özellikle kadınlar söz konusu
olduğunda- tasvip edilmemekteydi. Bu nedenle yoksulların
barınması için kurulan bakım evlerinin bazıları, "ahlaksız ve
günahkar" olarak nitelediği kadınların bu kimliklerini yansıt­
mak üzere sadece sarı renkte kıyafetler giymelerini zorunlu
tutmuştu. Fakat bu uygulamaya 1840'larda son verildi. Kim­
sesiz çocuklara el atmak üzere 1741'de Londra'da kurulan Ye­
timhane, 19. yüzyılda sadece kucağındaki bebeğin kendi rızası
dışında gerçekleşen bir ilişkiden doğduğunu yahut evlilik va­
adiyle kandırılmış olmasının bir neticesi olduğunu ispatlaya­
bilen kadınların çocuklarını kabul etmekteydi. Amaç, sayıları
büyük artış gösteren fahişeler ile diğer kadınları birbirinden
ayırmaktı.
Endüstrileşme her ne kadar iplik eğirme vb. gibi kırsal alan­
daki çalışma imkanlarını azaltsa da gerçekte daha fazla -ve ço­
ğunlukla bekar- kadının fabrikalarda iş bulmasını sağladı. Yeni
teknolojilere erişimleri engellendiği için kadınlar, genellikle
düşük ücretli ve vasıf gerektirmeyen sektörlerde iş bulabilmek­
teydi. Kadın fabrika işçileri genel olarak erkeklerden daha kötü
bir muameleye maruz kalıyordu ve sadece erkek üyelerden olu­
şan sendikaların fabrika yönetimiyle işbirliği yapabilmesinin
gerisinde bu olgu yatıyordu. 1 875'te Batley ve Dewsbury'de
kadın işçiler, yaşanan bir ihtilaf nedeniyle haklarını savunmak
için örgütlü hareket edip bir araya geldiğinde, hem sendika
414 İngiltere Tarihi

hem de fabrika yönetimi tarafından şiddetle kınandı. Alınacak


maaşı doğrudan etkileyen beceri ve vasıfların tanımlanması
erkeklerin kontrolü altındaydı ve onları kayıracak şekilde be­
lirleniyordu. Preston ya da Bolton'daki yün işçileri gibi bece­
rikli kadınlar nadiren hak ettikleri değeri görebiliyordu. O ys a
çömlek endüstrisinde çalışan kadınlar, erkeklerin muhalefetine
rağmen statülerini sürdürebilmekte ve hak ettikleri maaşı ala­
bilmekteydi.
Potansiyel olarak büyük önem taşıyan değişikliklerde n biri
1 857'de boşanma işlemlerine dair yapılan düzenlemeydi. Bu
tarihten önce, boşanmak için parlamentodan özel bir yasa çık­
ması gerekiyordu ve bu süreç sadece varlıklı olanların başvu­
rabildiği çok zorlu bir süreçti. Ayrılıklar için bir diğer seçenek
de Kilise mahkemeleriydi ancak bu yöntem de tekrar evlenme­
ye imkan tanımıyordu. Yasayla birlikte boşanma davaları dini
mahkemelerden alınıp sivil mahkemelerin uhdesine verildi,
ancak yasadan sonra bile boşanma maddi açıdan külfetli bir
süreç olmaya devam ettiğinden yoksullar gene istifade edeme­
di ve böylece "eski usul" boşanmalar varlığını sürdürdü. Nikah
kıymadan aynı evi paylaşmak, bir diğer seçenek olarak yay­
gınlık kazanıyordu ama bu da kadınlara ekonomik bir güven­
ce sunmuyordu. Ciddi problemler yaşandığında evi terk etme
hakkı genellikle erkeklerin tekelinde olduğu için, çocuklara
bakma yükü kadınlara kalıyor ve bu da kadınları büyük sıkıntı­
lara sokuyordu: Yoksulluk bazı erkekleri, Victoria Çağı'nın aile
ve patriyarki kültüne karşı kayıtsız kılmıştı. Ahlakiliği yaşat­
manın en önemli unsurunun ev olduğu şeklindeki inanç, söz
konusu kültü besleyen temel bir yaklaşımdı. Bu arada oy kul­
lanma hakkı peş peşe yapılan düzenlemelerle genişletilmesine
karşın, hala kadınlara oy hakkı verilmemişti. Gene de kadınlar
sosyal açıdan genel olarak varsayılandan daha az bağımlıydı
ama yasaların kadını konumlandırdığı yer de kadının toplum ­
sal hayattaki yerini gerçekten yansıtmıyordu.
Reförm Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 415

Sendikacılığın Yükselişi
Liberal Parti tarafından uzun zamandır dillendirilen sosyal bir
reform yapılması yönündeki talepler, 19. yüzyılın sonunda hem
siyasal hem de endüstriyel alanda işçi sınıfı hareketlerinin daha
görünür hale gelmesiyle birlikte güç kazandı. Erken dönem
sendikalar, vasıflı işçilik gerektiren meslekler ekseninde belir­
li sektörlere odaklanma eğiliminde olmuştu. Kendi üyelerinin
hakkını ötekilere karşı koruma uğraşında olan sendikaların bir
birlik haline gelmesi yavaş ilerleyen bir süreçti ve yarı vasıflı
yahut vasıfsız olanlarla yaşanan belirli bir gerilim vardı.
Gene de sendikaların yükselişi, büyüyen endüstrileşmeyi
ve yeni ekonomik durumu yansıtmaktaydı: Daha fazla sayıda
insanın istihdamı başlı başına bir sorun olarak öne çıkarken,
yüzyılın sonuna gelindiğinde yeni, daha hasmane ve daha mü­
cadeleci bir işçi sınıfı bilinci söz konusuydu. Her ne kadar pek
çok sendikacı siyasal aktivist olmasa da, son kertede sendikacı -
lık, emekçi sınıfın geniş bir kesiminin politikleşmesine katkıda
bulundu. Sendikaları bir federasyon çatısı altında bir araya ge-;­
tiren İşçi Sendikaları Kurultayı 1 868'de toplandı. Bu tarihten
sonra sendikacılık, vasıflı işçilerin yanında yarı-vasıflı ve vasıf­
sız işçileri kapsayacak şekilde genişledi ve 1888-89 yıllarında
Londra'daki havagazı fabrikasında ve limanlarda büyük grevler
yapıldı.
1890'lar "kitlesel" sendikacılığın ortaya çıktığı dönem oldu.
İ skoç Maden İşçileri Federasyonu başkanı Keir Hardie önce
İ skoç İşçi Partisi'ni (1888) daha sonra da Bağımsız İşçi Par­
tisi'ni (1893) kurdu. Bu parti, çalışma saatlerinin sekiz saatle
sınırlandırılması gerektiğini ve "üretim araçlarının, dağıtımın
ve mübadelenin ortak mülkiyeti"ni savunuyordu. Altı yıl sonra
İ şçi Sendikaları Kurultayı'nda işçi sınıfının bağımsız bir siyasal
örgütlenmeye gitmesine karar verildi ve böylece 1900 yılın­
da -ileride İşçi Partisi adını alacak olan- İşçi Temsil Komitesi
oluşturuldu. Bazı işçi sınıfı mensupları ise yüzünü Marksist
416 İngiltere Tarihi

geleneğe döndü: 1 880'lerde ülkede sosyalizmin gelişmesinin


öncülüğünü yapan Sosyal Demokratik Birlik, İngiltere'nin ilk
Marksist partisiydi. Gelgelelim İşçi Sendikaları Kurultayı'nı n
gelişimi görece yavaştı ve üye sendikalara bağlı işçileri greve
çağırma yetkisiyle donatılan Genel Konsey'in oluşturulduğu
1921 yılına dek hiçbir zaman yekvücut bir kurum olarak var­
lık gösteremedi. Aynı dönemde işçi sınıfının sosyalizme geniş
çaplı bir muhalefet sergilediğini de hatırlatmak gerekir.

Geç Dönem Victoria Toplumu


Sendikaların yükselişi, geç dönem Victoria toplumunda adı­
na güven krizi diyemesek de bir tür mevcut durumdan şüphe
duyma olarak nitelendirilebilecek atmosferi yansıtan gelişme­
lerden biriydi. Toplumun gidişatı, oy hakkı elde eden ve gittik­
çe politik bir bilinç kazanan insanlara pek de hayırlı gözükmü­
yordu. Üstelik pek çok gözlemci, Kıta Avrupası devletleriyle
karşılaştırıldığında İngiltere'nin ekonomik ve siyasal açıdan
görece zayıfladığını düşünüyor ve bundan endişe duyuyordu.
Britanya endüstrisi artık ucuz hammadde, enerji ve işgücün­
den eskisi gibi fayda sağlayamıyordu. Fabrikaların kapanma­
sının nedeni de dış piyasadaki rekabetti. İngiliz kurumlarının
ve uygulamalarının dünyada en iyi olduğu yönündeki inanç
zayıflamıştı. 1890'larda ve 1900'lerin başında Alman eğitim
sistemine büyük bir ilgi uyanmış ve onun "uygulamalı" nite­
liğine gıpta edilmeye başlanmıştı. Dolayısıyla imparatorluğun
geleceği hakkında kötümser bir kanıya sahip olan sadece Baş­
bakan Robert Cecil değildi. Zincirin halkaları gibi yan yana
dizilen bütün bu endişeler, I. Dünya Savaşı öncesi dönemde
reforma dönük daha güçlü taleplere ve yeni siyasal ayrışmalara
zemin hazırladı.
İngilizler Kraliçe Victoria'nın tahta çıkışının 1887'de ellin­
ci (altın jübile); 1 897'de altmışıncı (elmas jübile) yıl dönümü
kutlamalarındaki zafer havasıyla ve dört bir yana uzanan im-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1815-1 914 417

paratorluğun varlığı ile gurur duyabilirdi ancak 19. yüzyılın ilk


yarısında görülen -ve 1 850 ile 1875 arası müreffeh dönemde
ortadan kalkmış olan- iç bölünme ve ayrışmalar şimdi bir kere
daha ama bu kez yeni formlar ve yeni gerilim hatları üzerin­
den yükselmeye başlıyordu. Toplumsal karmaşanın en önemli
nedeni şüphesiz ekonomik değişimdi. Ancak ortada "ulusun
durumu"na dair ciddi ve makul kaygılar da vardı. Mesela be­
bek ölüm oranları hayli yüksekti: Madencilikle iştigal eden
Kuzeydoğu İngiltere toplumunda görülen toplam ölümlerin
yarısı 0-5 yaş aralığına aitti; onu 5-15 yaş aralığındakilerin
ölüm oranı takip ediyordu. Pek çok aile tek odalı bir evde yaşı­
yordu: 1854'te Newcastle'daki 20.000 evin 7.840'ı bu şekildey­
di. 1866'd a Newcastle nüfusunun yüzde 43'ü; 1 8 85'teyse yüz­
de 30.6'sı hala bir veya iki odalı bir hanede kalıyordu. Dahası
endüstriyel kirlilik hem Newcastle'da hem de diğer şehirlerde
ciddi bir sorun haline gelmişti. Bradford'da fevkalade yüksek
oranlarda seyreden bebek ölümlerinin temel nedeni, içme suyu
ve kanalizasyon sisteminin yetersizliğiyle doğrudan ilişkili olan
sindirim sistemi hastalıklarıydı. Öte yandan şehirlerin günlük
süt ihtiyacını karşılamak üzere taşradan tedarik edilen inek
sütüne mikrop bulaşması sonucu sıcak havalarda ishal vakala­
rında ciddi artış görüldü ve bilhassa anne sütüyle beslenmenin
de azalmasıyla birlikte 1 890'larda bebek ölümleri arttı. İrlan­
da'nın Kildare kasabası 1 886'da içme suyu tesisatına kavuşmuş
olmakla birlikte, 1900'e gelene kadar yeterli bir kanalizasyon
sisteminden yoksun kaldı. Kasaba nüfusunun büyük kısmı, sa­
man çatısı olan tek odalı barakalarda, çer-çöp içinde ve mahre­
miyetten uzak biçimde iç içe yaşamak zorunda kaldı.
Şehirlerdeki yetersiz sağlık ve konut hizmetleri ile yetersiz
beslenme, nüfusun büyük kısmında görülen fiziksel zayıflığın
müsebbibi olarak telakki edildi. Ordu bunun ne kadar ciddi bir
mesele olduğunu Boer Savaşı ile I. Dünya Savaşı'nda fark et­
mişti ve Metropolitan Polis teşkilatı da Londra'daki personelin
fıziken zayıf olduğunu dile getiriyordu. 1905 yılında Londra'ya
418 İngiltere Tarihi

gelen Yeni Zelanda ragbi takımı karşısında İngiliz takımının


tel tel dökülmesi, ülkenin şehirli ve endüstriyel yapısından
kaynaklandığı düşünülen fiziki ve ahlaki bir çöküş tartışma­
sını beraberinde getirdi. Charles Booth'un 1 8 80'lerde Doğu
Londra'da ve Seebohm Rowntree'nin 1 899'd a York'ta yaptığı
saha çalışmaları, nüfusun dörtte birinden fazlasının yoksulluk
sınırı olarak belirlenen çizginin altında yaşadığını ortaya koy­
du. Öte yandan kentli işçi sınıfı arasında ateizmin gözle görü ­
lür biçimde artması bir diğer kaygı yaratan durum olarak öne
çıkarken, Winston Churchill gibi siyasetçiler İngiltere içinde
yaşanan toplumsal huzursuzluğun imparatorluğun istikrarını
tehdit ettiğini ve bunun karşısında en iyi savunma aracının
reform olduğunu öne sürmekteydi. 1 865'te Metodist rahip
William Booth tarafından kurulmuş olan Doğu Londra Di­
riliş Topluluğu, 1878'de Kurtuluş Ordusu adını alarak yeni bir
örgütlenmeye gitti. Ülke gençliğinin savaşçı ruhunu diri tut­
mayı amaçlayan Boy Scout hareketi de Robert Baden-Powell
tarafından 1908'de kuruldu ve kısa süre içinde ulusal bir kuru­
ma dönüştü.
Gelişmeler karşısında hükümet de harekete geçmişti. Ha­
zine Bakanı liberal Sir William Harcourt 1 895'te Mansion
House'da yaptığı konuşmada "Bugünlerde hepimiz Sosyalis­
tiz" diyordu. Kastettiği şey, kamu hizmetleri bağlamında "gaz
ve su sosyalizmi"ydi ve geç dönem Victoria toplumunun en
belirgin özelliklerinden olan ve bulaşıcı hastalıklarla mücadele
başta olmak üzere yaşam şartlarının iyileştirilmesinde önemli
rol oynayan sosyal refah nosyonuna gönderme yapıyordu. Ka­
nalizasyon ve yolların bakımından merkez ve taşradaki sağlık
kuruluşlarının yetkilileri sorumluydu ve 1871'de hazırladıkları
raporlarda sundukları önerilerin ardından 1 872'de İngiltere ve
Galler'de Kamu Sağlığı Yasası çıkartıldı. Yereldeki sağlık işle­
rini kasaba meclisleri; şehirlerde ise sağlık komisyonları yürü­
tüyordu. 1871 tarihli Yerel Yönetim Yasası yeni bir mekanizma
oluşturmak yoluyla sağlık işlerini merkezi bir düzene soktu ve
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1815-1 914 419

1875'teki Kamu Sağlığı Yasası'yla beraber merkez ve taşrada


sağlıkla ilgilenen kurumların tek bir çatı altında koordinasyo­
nu sağlandı. İskoçya'da 1 867'de çıkarılan Kamu S ağlığı Yasası
ise sağlık denetçisi sistemi getirmişti.
Bu arada temiz su rezervlerinin temini ilerleme gösterdi ve
Londra, bir imparatorluk başkentine uygun bir kanalizasyon
sistemine sonunda kavuştu. 1 859'dan beri Belediye Kanalizas­
yon İşleri Başmühendisi Joseph Bazalgette'in sorumluluğunda
yürütülmekte olan çalışma sonucunda, nihayet etkili bir tahli­
ye sistemi kurulabildi. 1 875'te tamamlanan bu sistem, toplam
uzunluğu 132 km'yi bulan ana tahliye hattıyla bir yeraltı la­
birentini andırıyordu. Bu hat ile atık sular, döşenen borularla
Thames Nehri yakınına geliyor, burada depolama tanklarına
aktarılıyor ve ardından nehrin akıntısı Kuzey Denizi'ne doğ­
ru yöneldiği esnada nehre pompalanıyordu. Buharla çalışan

çok sayıda pompalama istasyonu vardı. 1880'ler boyunca daha


güçlü nakliye ve pompalama sistemi geliştirildi. Bu önleyici
sistem bir ölçüde Londra'nın Thames dışında kalan nehirleri
üzerinden işliyordu ve bu sayede bazı nehir yatakları yeraltına
yönlendirilmişti. Nehirlerin bu şekilde gizlenmiş olması, atık
su tahliyesinde bu yataklardan istifade edilebilmesini kabul
edilebilir kıldı. Ayrıca 1 852'de Belediye Su Yasası uyarınca,
Londra'daki şu şirketlerine, tedarik ettikleri su kaynaklarını
Thames Nehri'nin gel-git esnasında ulaştığı seviyenin üzerine
taşıma zorunluluğu getirilmişti. Su kaynaklarının korunma­
sındaki bu gelişmeyle birlikte ölüm oranlarında ciddi bir düşüş
yaşandı.
Glasgow'daki yerel yönetim de temiz su tedarikine öncelik
veriyordu. Yeterli temiz su kaynağı tedariki, sadece bir mühen­
dislik ve yönetim başarısı değil aynı zamanda kırsal kesimin
gittikçe şehirlere bağlanması sürecinin parçasıydı. Örneğin
Manchester şehrinin su tedariki için ülkenin kuzeybatısında
Pennines sıradağları yakınında bulunan Göller B ölgesi'ne ka­
dar gidilmişti. Su Şirketi, Wythburn'deki arazileri satın almış ve
420 İngiltere Tarihi

suyun kirlenmesini engellemek için buradaki kurşun fabrikası­


nı kapatmıştı. Keza bölge halkının büyük itirazlarına rağmen
Thirlmere vadisinin suyla doldurularak buradan Manchester'a
su naklinin yapılması 1877'de Parlementoda kabul edilmişti.
1 890'lı yıllarda tifüs vakaları ülke sathında neredeyse tama­
men ortadan kalkarken, tifo da kısmen kontrol altına alındı ve
tüberküloz ile kızıl hastalığından ölenlerin sayısı azaldı. 1900
yılı itibarıyla yetişkinleri ciddi biçimde etkileyen tek bulaşıcı
hastalık tüberkülozdu, fakat çocuk ölümleri hala yüksekti. Kin­
gston'daki Bonner Hill mezarlığı kayıtları, 1 855 ile 1 9 1 1 arası
dönemde ölenlerin üçte birinin 4 yaş ve altı çocuklar olduğunu
göstermektedir. Ölüm nedenlerinin başında gelen difteri ve
kızamık için henüz etkili bir tedavi yöntemi bulunamamıştı ve
rutubetli evlerin sayısı arttıkça can kayıpları da artıyordu.
Gıda fiyatlarındaki düşüş sayesinde beslenme düzeninde
görülen iyileşmeyle birlikte, ölüm oranlarında kayda değer bir
azalma meydana geldi. Sözgelimi Newcastle'da 1872 ile 1900
yılları arasında bu oran binde 30. l'den 19.l'e geriledi. Tıp­
taki ilerlemelerin -özellikle de hastalıkların nedeninin hava
kirliliği değil mikroplar olduğunun anlaşılmasının- kaydedi­
len bu iyileşmede önemli bir rolü vardı. Ancak buna rağmen
ölüm oranları bölgeden bölgeye farklılık gösteriyordu: 1 881'de
Newcastle'da bu fark yer yer binde 17.l'den binde 41.5'e ka­
dar çıkabiliyordu. Ortalama yaşam süresi ile nüfus yoğunluğu
ve yoksulluk arasında -mutlak olmasa da- açık bir ilişki var­
dı: Liverpool gibi kalabalık şehirlerde ölüm oranları çok daha
yüksekti.
Gelgelelim halk sağlığı ile ilgili problemler küçük kasaba­
larda ve kırsalda da mevcuttu. Edward Cresy, Sussex'in küçük
bir kasabası olan Battle hakkında Genel Sağlık Komisyonu'na
1 850'de sunduğu raporda, "Ağır koku yayan çöpler yoksul ke­
simlerin oturduğu mahallelere çok yakın olduğu için, bu bölge­
lerde tifo ve diğer hastalıklar artıyor. İhtiyaç duyulan şey temiz
bir su kaynağı ve havalandırma . . . Kasaba şu anda uygun bir
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1815-1 914 421

kanalizasyon sisteminden bütünüyle mahrum durumda" diye


yazıyordu. Somerset'e bağlı Bruton kasabasına ilişkin 1 870'ler
ve 1880'lerde hazırlanan raporlarda da yetersiz ve işlevi bozuk
tuvaletler, yetersiz kanalizasyon sistemi ve temiz su eksikliği
vurgulanıyordu. Hükümet para harcamakta gönülsüz davra­
nınca -yüzyılın ortalarında Londra'da olduğu gibi- buralarda
durumu iyileştirme planları ertelenmiş oldu ve Bruton yıllar
sonra bir kanalizasyon sistemine kavuşsa bile Victoria dönemi
boyunca hiçbir zaman bir içme suyu tesisatına sahip olamadı.
Sosyal refah bu dönemde okul, yetimhane ve düşkünevle­
rinin yapılmasında tecessüm eden toplumun kurumsallaşması
olgusu ile yakından ilintiliydi. 1914'te ülke sathında bebek ve
çocuk sağlığı merkezleri tesis edildi. Önleyici sağlık tedbirleri
yayılmaya başladı. Okula giden çocukların sağlık tetkikleri ve
bunların takibi görevi, her yörede eğitimden sorumlu yetkili­
lere verildi. Yerel makamlar tarafından karantina, tüberküloz,
çiçek hastalığı ve gebelik ile ilgili hastaneler ve sanatoryumlar
kuruldu. Bütün bunlar sınırsız ve başıboş bir kapitalist toplu­
ma değil, gittikçe düzene giren bir topluma işaret ediyordu.
1888'de il meclisleri, paralı yolların büyük kısmının sorumlu­
luğunu kendi Üzerlerine alarak mevcut anlaşmaları yürürlük­
ten kaldırdı.
Aynı dönemde, İngiltere'nin siyasal sisteminin doğası, sen­
dikalarla ilişkiler ve İrlanda meselesi gibi başlıklarda yoğunla­
ş an ciddi uyuşmazlıklar ve politik farklılaşmalar da söz konu­
suydu. 1910'dan itibaren en büyük tehdit konusu İrlanda'ydı
ve Ulster Protestanlarının Özerk Yönetim'e karşı olduklarını
açıklamalarıyla birlikte ülke 1914'de bir iç savaşın eşiğine gel­
di. Ulster Birlik Konseyi (1905) ve Ulster Gönüllü Birliği'nin
(1913) kurulması, Ulster Protestanlarının kendi kimlik duy­
gularını İrlanda milliyetçiliğinin boyunduruğu altına sokmak
istemediklerinin göstergesiydi. Ulster Protestanlarına en bü­
yük destek (1912'de adını Muhafazakar ve Birlik Partisi ola­
rak değiştiren) Muhafazakarlardan geldi ve 1912'de Liberal
422 İngiltere Tarihi

hükümetin parlamentoya sunduğu Özerk Yönetim Yas a Ta­


sarısı'na karşı, birlikte başarılı bir direniş sergilediler. Lordlar
Kamarası'nda iki kez reddedilen yasa tasarısı sonunda bazı dü­
zeltmelerle birlikte 1914'te kabul edildi; ancak yasaya eklenen
bir maddeyle I. Dünya Savaşı bitene kadar yasanın uygulana­
mayacağı hükme bağlandı. Bu kriz İrlanda'daki siyasal güçleri
iyiden iyiye tanımlarken, Ulster Protestanlarının bilincinde de
güçlü bir etki yaptı. İngiltere şimdi Hint Ayaklanması ve Bo er
Savaşı'na kıyasla daha ciddi ve daha tehditkar bir mes eleyle
baş başaydı.

Liberal Hükümet, 1905-1915


Yaklaşık yirmi yıldır iktidarda olan Muhafazakarların yerine,
iktidara 1903'ten beri yeni İşçi Partisi ile ittifak ilişkisi için­
de olan Liberaller geldi. 1906 seçimlerinde Muhafazakarlar
karşısında büyük başarı yakalayan ve fakat ardından serbest
ticaret konusundaki anlaşmazlıklardan ötürü kendi içinde
bölünen Liberaller, 1 9 15'te savaş döneminde bir koalisyon
hükümeti kuruluncaya kadar tek başlarına iktidarda kaldılar.
Esasen Liberal Parti daha 1910 seçimlerinde meclis çoğun­
luğunu kaybetmişti, ancak İşçi Partisi ve İrlanda milliyetçile­
rinin desteklediği bir azınlık hükümeti olarak birkaç yıl daha
iktidarını sürdürebildi. 1908- 1915 arası Hazine Bakanlığı gö­
revini yürüten David Lloyd George gibi bazı liberaller, eski
toprak zengini elitlerin gücünü kırmaya kararlıydı ve bu se­
beple sendikalara ve İşçi Partililere de göz kırpmaktaydı. 1906
yılında Liberaller, Ticari Anlaşmazlık Yasası adını verdikleri
bir düzenlemeyi Parlementodan geçirerek, sendikalara do­
kunulmazlık sağladı. Yasa, sendikaların gerçekleştirdikleri bir
eylem sonucunda doğan zararlardan hiçbir şartta sorumlu tu­
tulamayacaklarını ve dolayısıyla bu konuda kendilerine dava
açılamayacağını belirtiyordu. 1901'de yaşanan Taff Vale davası
buna örnektir ve bu dava, sendikaların işçi Temsil Komiteleri-
Reform Çağı ve İmparatorluk, 181 5-1 914 423

nin eline düşmesi konusunda çok belirleyici oldu. 1 908 tarihli


Madencilik Yasası'yla da madencilerin yeraltında geçirecekleri
sürenin sınırlandırılması koşulu getirildi.
Liberalleri sola yaklaştırmayı arzulayan Lloyd George
1909'da zenginlere yeni vergiler getiren bir halk bütçesi ilan
etti. Bütçe arazi vergisi, ek gelir vergisi ve veraset vergisini kap­
sıyordu. Lloyd George, aristokrasinin pek de yaygın olmadığı
Newcastle'da yaptığı konuşmada "dört başı mamur yaşayan bir
dükün yaptığı harcamalar, iki büyük savaş gemisinin fiyatına
denktir" diyor ve Lordlar Kamarası'nı "işsizler arasından te­
sadüfen seçilmiş sıradan beş yüz kişi" olarak tavsif ediyordu.
Kendisinden önceki liberallerin hiçbiri bu kadar eleştirel bir
tavır sergilememişti. Muhafazakarların ağırlıkta olduğu Lord­
lar Kamarası söz konusu bütçeyi reddederek, bu kadar radikal
bir bütçenin akıbetine halkın karar vermesi gerektiğini ileri
sürdü. Bunun üzerine 1 9 10'da genel seçime gidildi ve ardın­
dan bütçe onaylandı. 1 9 1 1 tarihinde yayımlanan Parlamento
Yasası lordların bazı önemli haklarını elinden alsa da lordların
parlamentoya gelen herhangi bir yasa önerisini veto edip halka
götürme ve ayrıca ikincil yasaları (kanun hükmünde kararna­
me) doğrudan veto etme hakkını olduğu gibi korudu. Lordlar
Kamarası'nın bu hakları günümüzde hala yürürlüktedir. Gene
de 191 1 tarihli yasa, aristokrasinin özgüvenini zayıflattı. Aynı
yıl Lloyd George ilk genel demiryolu grevinden ötürü yükse­
len gerilimin düşmesinde önemli rol oynadı. Lloyd George'un
bütçesinin savunucuları arasında olan dönemin Ticaret Mec­
lisi Kurulu Başkanı (1908- 1 9 1 0) Winston Churchill , çalışma
koşullarının ağır olduğu alanlarda işçi ücretlerinin iyileştiril­
mesi ve işsizlik sigortasının getirilmesi için çaba gösterdi. Bu
görevinin ardından 1910'da İçişleri B akanlığı koltuğuna otu­
ran Churchill, işçi grevlerine ve oy hakkı için gösteri düzen­
leyen kadınlara karşı güç kullanma yanlısı olsa da, en azından
hafif suçlar için öngörülen cezaları azaltma yönünde girişimde
bulundu.
424 İngiltere Tarihi

1. Dünya Savaşı öncesinin liberal yönetiminden geriye ka­


lan en önemli miras sosyal reform bağlamında alınan refah
tedbirleriydi. Söz konusu tedbirler, yoksulluk yasalarının h er
geçen gün artan yüküne karşı bir çözüm bulmak amacıyla
oluşturulan Kraliyet Komisyonu'nun başarısızlığının ardından
gündeme geldi.1 Çoğunluk Raporu mevcut sistemin devamını
ve bu konular için daha fazla bütçe ayrılması gerektiğini be­
lirtirken, Azınlık Raporu mevcut sistemin tamamen ortadan
kaldırılmasını ve çocuk ile yaşlıların sorunlarını ele alacak yeni
idari birimler kurulmasını önermekteydi. Neticede Yoksulluk
Yasası üzerindeki yükü hafifletmek için, yasada yer alan işçi­
lerle ilgili bazı bölümlerin çıkartılmasına ve onun yerine sağlık,
emekli aylığı ve sigorta gibi yeni tedbirlerin hayata geçirilme­
sine karar verildi. Lloyd George'un 1911 'de meclisten geçirdiği
Ulusal Sigorta Yasası, sigortalanmaya elverişli her erkek birey
için bir doktor atanmasını ve bu doktorun verilen sağlık hiz­
metinin içeriğinden bağımsız olarak sadece hasta başına ücret
almasını kararlaştırıyordu. Ayrıca işsizlik yardımı ile ilgili de
hükümler vardı. Bir diğer liberal Herbert Samuel ise hükümeti
sadece yoksul veya şiddet mağduru olan değil bütün çocukla­
rın sağlığı ve güvenliğinden sorumlu kılan yasal düzenleme­
nin öncülüğünü yaptı. Genç erkeklerin sopayla dövülmesine
kısıtlama getirilirken, çocukların işledikleri suçtan ötürü hapse
atılmalarına son verildi ve ülke çapında çocuk mahkemeleri
ihdas edildi.
191O-1912 yıllarında bir yandan madencilik, ulaşım ve gemi
yapımı sektörlerinde büyük grevler yaşanırken, öte yandan
sendikaların üye sayısı her geçen gün artmakta ve çoğu orta
sınıf mensubu sesi gür çıkan kadınların oy hakkı mücadelesi
1 1905 yılında yoksulluk yasaları v� işsizlikle ilgili bir kraliyet ko­
misyonu kurulmuştur. Çalışmalarını tamamlayan komisyon iki ra­
por sunmuştur. Komisyonun 14 üyesinin sunduğu rapora Çoğunluk
Raporu (Majority Report), 4 üyenin hazırladığı rapora ise Azınlık
Raporu (Minority Report) denilmiştir. (ç.n.)
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 425

hızla büyümekteydi. Siyasal ve Toplumsal Kadın Birliği mili­


tanca taktiklerle kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışıyordu.
Kadın hareketi liderleriyle yakın bir ilişki içinde olan İşçi Par­
ti si 1912'de kadınlara oy hakkı verilmesini resmen destekledi.
D urum gitgide kırılgan bir hal alıyordu. 1906 genel seçim­
lerinde 29; 1910 seçimlerindeyse 40 milletvekili çıkaran İşçi
Partisi henüz yeterince güçlü değildi ancak 1922'de yapılacak
seçimlerde ülkenin ikinci büyük partisi olarak Parlementoya
girecekti. İşçi Partisi yükselmekte olan sınıf bilincinin rüzga­
rını arkasına almasına rağmen, devlet eliyle bir sosyal reform
gerçekleştiren ve vergi aracılığıyla gelirin yeniden dağıtımına
vurgu yapan Liberallerin radikal "Yeni Liberalizm'' programı,
İşçi Partisi'ne sadık çekirdek bir kitle dışında kalan geniş ke­
simlere daha cazip geliyordu.
Ulster'de yaklaşan çatışmanın ayak sesleri duyulurken, İn­
giltere'nin pek çok yerinde de grevler nedeniyle şiddet ortamı
oluşmuş durumdaydı. Grevler yakın tarihte yaşanmış çalışma
hayatı sorunlarına karşı gelişen tepkilerdi. İşçiler ekonomik
durgunluk dönemlerinde maaşlarının düşmesinin doğal ol­
duğu yolundaki düşünceyi artık kabullenmiyor ve istedikleri­
nin "sadece" geçinmelerini sağlayacak adil bir ücret olduğunu
ifade ederek bunun için kavgaya hazırlanıyordu. Sendikalarda
yükselen sosyalist düşünce, liman ve gaz işçileri başta olmak
üzere çalışan nüfus arasında militan eğilimlerin artmasına yol
açmıştı.
Bununla birlikte 1914 yılı itibarıyla İngiltere'de Liberal
Parti, İşçi Partisi'yle yaptığı ittifaka rağmen hala düşüş sinyal­
leri veriyordu. Çalışan nüfusun yüzde 75'inden fazlası herhan­
gi bir sendikaya üye değildi ve üstelik emekçi sınıf kendi içinde
vasıflı olan ile vasıfsız olanlar; Protestan olanlar ile İrlandalı
göçmenler ve farklı bölgesel ekonomiler arasında bölünmüş
durumdaydı. Black Country ve İskoçya'da olduğu gibi işçi sı­
nıfının büyük bir kesimi Liberallere yahut Muhafazakarlara oy
vermeyi yeğliyordu. Etnik, dini, bölgesel ve mesleki ayrışmalar
426 İngiltere Tarihi

en az sınıf meseleleri kadar önemliydi. Nitekim pamuk sana­


yiinde çalışan seçkin ustabaşılar ile karın tokluğuna çalış an
kastarcılar arasında neredeyse hiçbir ortak yan bulunmuyordu.

Hiyerarşinin Sürekliliği
1. Dünya Savaşı arifesinde İngiltere pek çok açıdan hala hiye­
rarşik bir toplumdu. V. George (1910-1936) 1 . Dünya Savaşı
esnasında halka "Benim sadık yurttaşlarım" diye seslenmişti.
Geleneksel gücünü büyük ölçüde yitirmiş olmakla birlikte, ve­
rasete dayalı monarşi hala önemliydi. Kraliçe Victoria siyaseti
kontrol edemese de hala etkileyebiliyordu. İngiliz Anayasası
(1 867) adlı önemli eserinde "Bir cumhuriyet, monarşinin ka­
natları altında gemisini sessiz sedasız yürütür" diyen Walter
Bagehot'un gözünde monarşi, bir otorite kaynağı olarak değil
bir sembol olarak önem taşımaktaydı. Monarşi "hüküm sü­
ren ama hükmetmeyen bir gölge gibi hareket ederek, sıradan
insanların farkına varamayacağı bir şekilde bizim gerçek yö­
neticilerimizi değişim için harekete geçirir" diyen Bagehot'a
göre monarşinin -emredici niteliği olmayan- üç hakkı vardı:
"Danışılma (haberdar edilme) hakkı, yüreklendirme (doğru
gördüğünü destekleme) hakkı, uyarma (sorumluları ikaz etme)
hakkı".
Toplum eşitlikçi olmaktan çok uzaktı. 1 8 82 senesine ge­
lene dek üçüncü sınıf yolcuların Büyük Batı Demiryolları
trenlerinde seyahat etmeleri yasaktı. 1 8 80'de verimli Norfolk
arazilerinin yarısından fazlası, her biri 4000 dönümden fazla
arazi sahibi olan toprak sahiplerinin elindeydi. Keza 17.400
hektarlık bir araziyi elinde bulunduran Leicester Kontu örne.:.
ğinde olduğu üzere, aristokrasi mensupları da bu açıdan hayli
zengindi. 1 874'te Buccleuch Dükü, Selkirk ve Dumfries'deki
toprakların yüzde 37'sine; Roxburghshire'dakilerin ise yüzde
25'ine sahipti. 1888 tarihli Yerel Yönetim Yasası'nın ardından
göreve başlayan seçilmiş yerel meclisler, sulh hakimlerinin ve
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 427

yerel toprak sahiplerinin kurduğu oligarşiye son vererek yol­


ların kontrolü, mesken yapımı ve diğer işlevleri kendi üzerine
aldı. Ancak bir yıl sonra, yeni şehir meclisi için yapılan seçim­
ler, Richmond dükünün Batı Sussex; Lord Monk Bretton' ın
ise Doğu Sussex yerel meclis başkanı olmasıyla sonuçlandı.
19. yüzyılın sonuna gelene kadar aristokrasi, siyasette ve
toplumsal hayatta ana aktör olma özelliğini muhafaza etti an -
cak bu tarihten sonra ciddi darbeler almaya başladı. 1894'te ve­
raset vergisinin büyük oranlara çıkartılmasının yanısıra, tarım­
da yaşanan ekonomik sorunlar neticesinde aristokratların borç
yükü arttı. Liyakat temelinde büyük bir genişleme gösteren -
okullar, ordu, üniversiteler, meslek grupları ve devlet memurlu­
ğu gibi- unsurlar, 19. yüzyıl sonunda aristokrasinin yerini ala­
cak yeni sosyal ve kültürel düzenin oluşması sürecinde büyük
önem taşıyordu. Söz konusu süreç, İskoçya'da çok daha erken
bir dönemde başlamıştı. Silahlı güçlerin mevcut aristokrasinin
dayanak noktası olarak iş görmeye devam ettiği Kıta Avrupası
ile karşılaştırıldığında, Victoria İngilteresi'nde silahlı kuvvet­
lerin önemi ve etkisi çok daha azalmış durumdaydı. Özellikle
ordu, siyasetçiler nezdinde pek sevilen bir kurum değildi. Top­
rak sahibi siyasi elitlerin seçim süreçlerindeki egemen konu­
mu ilk kez 1 832'de meydan okumayla karşılaşmış ve ardından
Parlementodaki sayıları yüzyıl içinde giderek azalmıştı. Char­
les Dickens'ın Küçük Dorrit ( 1 855-57) adlı romanında ''Avam
Kamarası'nın tamamını satın alabilecek kadar" muazzam bir
serveti olan tanınmış fınansör Bay Merdle "ülkedeki yeni güç"
olarak nitelendirilmişti.
Bir nebze abartı payı olsa da Bay Merdle örneği, yeni ekono­
mik güçlere ve siyasi çıkarlara dair bir şeyler söylüyordu. Vida
imalatı yapan ve 1 870'lerde fabrikasında 2.500 işçinin çalıştığı
Birmingham'ın önemli sanayicilerinden Joseph Chamberlain
(1836- 1 914) 1 873'te Birmingham'a belediye başkanı olduk­
tan sonra aile şirketindeki hisselerini elden çıkarıp profesyo­
nel olarak siyasete adım attı ve nihayet 1876'da Parlementoya
428 İngiltere Tarihi

girdi. Chaınberlain, 1875-1 8 80 yılları arasında Liberallerin


lideri olan Harrington markisi Spencer Cavendish ile çalış­
mak zorunda kalmıştı ancak babadan oğula geçen aristokratik
ayrıcalıkları ve amatörlüğü küçümsüyordu. Öte yandan kırs al
kesimde avlanma haklarını elitlerin kontrolü altına sokan Av­
lanma Yasasına karşı baş gösteren hareketler, esasen onların
mevcut konumlarına karşı yükselen itirazları yansıtmaktaydı.
1880'de çıkarılan Avlanma Yasası, 1 828 ve 1831'de çıkarılmış
olan avlanma yasalarından bu yana geçen zaman zarfında ah­
laki ve sosyo-politik açıdan farklı bir dünyanın zuhur etmiş
olduğunu gösteriyordu.
Siyasal pozisyonlarını korumak isteyen aristokratlar, 1900'
lerin başında Liberal Parti'ye muhalifti. İrlanda ile kurulmuş
birliği yıkmayı, kolektivizmi ve devlet iktidarını genişletme­
yi hedefleyen büyük değişim rüzgarından Liberalleri sorumlu
tutuyor ve buna karşı direniyorlardı. Demokrasinin, yoksulun
zengini talan etmesi ile sonuçlanabilecek (destekçilerinin ifa­
desiyle 'toplumsal gelir adaleti' denen) bir tehlike içerdiğini
düşünüyorlardı. Toplumsal ve siyasal değişim birbirine bağlı
olarak gelişmekteydi. Eski başbakanlardan Benjamin Disra­
eli 1 848'de Hughendon Malikanesi gibi pahalı ve görkemli
bir binayı mülkiyetine geçirmişti, ama bir avukat olan liberal
Herbert Asquith 1908'de başbakan olduğunda, bu makamda
bulunup da malikanesi olmayan ilk kişi olmasıyla dikkat çekti;
ancak Asquith de daha sonraları "kontluk" mertebesini elde
etti. Kurduğu kabinedeki bakanların büyük kısmı eski üst sı­
nıflardan gelmiş olsa da, Asquith devletin yüksek makamlarına
aristokratların gelmesi gerektiği hususuna seleflerinden daha
tereddütle yaklaşıyordu.

Din
Bu dönemde konumu sarsılan kurumlardan biri de İngiltere
Kilisesi'ydi. Kilise'nin siyasal, dini, entelektüel alandaki konu-
Re.form Çağı ve İmparatorluk, 1815-1 914 429

mu ve eğitim alanındaki otoritesi ciddi meydan okumalarla


karşılaştı. Yeni idari kurumlar geliştikçe, kilisenin toplumsal
refah ve eğitimde oynadığı rol azalmaya başladı. Yerel makam­
lar ve belediyeler, toplumun değişim ve denetim yönündeki
arzu ve isteklerini karşılamada K.ilise'den daha etkiliydi ve pek
çok şehirde papazın inhisarındaki prestij ve otorite, yavaş yavaş
belediye başkanının eline geçti. O güne kadar Anglikan gele­
neği içinde bütün eğitim faaliyetlerinin din adamları tarafın­
dan yürütüldüğü Oxford ve Cambridge üniversiteleri, 1854 ve
1 856'da yapılan yasal düzenlemenin ardından kapılarını Ang­
likan olmayanlara da açtı. İrlanda Kilisesi 1869'da Başbakan
Gladstone tarafından ilga edildi. Gene de İngiltere Kilisesi,
ahl:lki ilkelerinin hala büyük oranda Hıristiyanlığa dayandı­
ğı bir toplumda doğal olarak önemli bir rol oynamaya devam
edecekti. Çok sayıda din adamının bağlı bulunduğu Kilise
hem yapısını ve gelirlerini rasyonelleştirerek hem de insanlara
manevi destek olma özelliğini daha da geliştirerek bir tür ken­
dini yenileme sürecine girdi. Sözgelimi 1780'lerden 1 860'lara
dek Pretyman ailesinin idaresinde nepotizme bulaşmış ve yol­
suzluğa batmış olan Lincoln Katedrali, uzun bir aradan sonra
kendini tekrar ayin hizmetlerine, yoksulların bakımına ve eği­
time adamaya başladı.
İngiltere Kilisesi için esas tehdit ateizm değil sayıları hızla
artan Uyumsuzlar hareketiydi. Uyumsuzlar hareketinin dina­
mizmi çok sayıda yeni dini cemaatin doğmasına yol açtı. Yer­
leşik bir Kilise otoritesi olmadığında, ayrışmaların önüne geç­
mek kolay değildi. Böylece 1 8 1 1'de Primitive Methodistler ve
1849'da da Wesleyan Reform Methodistleri kuruldu. 1843'te
bir bölünme yaşayan İskoç K.ilisesi'nden kopan bir grup, milli­
yetçi bir saikle kendi kiliselerini kurmuştu.
İngiltere'de Katolik hiyerarşinin 1851'de yasal olarak yeni­
den tesis edilmesi ile birlikte tekrar oluşan "resmi" Katoliklik
ve aynı dönemde yaşanan İrlandalı göçü, ülkede gerginlik ya­
rattı. 1 850 ile 1910 yılları arasında büyük çoğunluğu Londra
430 İngiltere Tarihi

ve Lancashire şehirlerinde olmak üzere İngiltere ve Galler'de


toplam 1 . 173 yeni Katolik Kilisesi açıldı. Kilise hiyerarşisini n
1 878'de yeni baştan kurulduğu İskoçya'da Katoliklerin sayısı
1 85 1 'de 146.000 iken bu rakam 1 878'de -İrlandalı göçünün
etkisiyle- 332.000'e ulaşmıştı. Katoliklik böylece ülkede ikinci
yaygın din olarak kabul edilir hale geldi, fakat açık biçimde
hala Protestanlık baskındı. Katoliklik, İngiltere Kilisesi içinde
ortaya çıkan ve "Oxford Hareketi" olarak bilinen Anglo-Kato­
lik hareketle birlikte mevzi kazanmaya başladı.
19. yüzyılda ülkeye büyük bir Yahudi göçü yaşanmış olsa da
Hıristiyanlık ezici üstünlüğünü muhafaza etti. Dış dünyayla il­
gili algının biçimlenmesinde din önemli bir pencere işlevi gö­
rüyordu. Ayrıca mensup olunan ırktan ötürü gurur duyma id­
diası da büyük önem taşımaktaydı. İngilizlerin dünyanın diğer
halklarına hükmetmesinin tabii bir hak olduğuna inanılıyor ve
doğal ayıklanmaya yaptığı vurguyla Darwinizm de bu telakkiyi
güçlendiriyordu. Sosyal Darwinizm, bir organik varlık olarak
ulus-devlet fikrine zemin hazırladı: Çöküşten kaçmanın tek
yolu sürekli büyümekti ve bu yolda gerektiğinde saldırganca
bir tutum takınmaktan imtina edilmemeliydi.

Toplumsal Değişim ve Boş Zaman Faaliyetleri


Artan kentleşme ve sanayileşme, genel zorunlu ilköğretim ve
yeni seçmen kitlesi gibi olgulardan kaynaklı büyük bir toplum­
sal değişim söz konusuydu. Bu gelişmeler toplumsal normların
altüst olmasını, istikrarsızlığı ve endişe halini de beraberinde
getirdi. Artık geleneksel sosyal örüntüler zayıflamış ve yerini
eski dünyanın değerlerinin ve rolünün çok daha az olduğu yeni
şehir ve kasabalarda ortaya çıkan farklı bir hayata bırakmış­
tı. 1890'larda İngiltere'deki toplam iş-gücünün sadece yüzde
10.4'ü tarım sektörüne aitken, aynı dönemde Fransa'da bu ora­
nın yüzde 40.3 olması, sözü edilen değişimin en açık göster­
gelerinden biriydi.
Reform Çağı ve İmparatorluk, 1 815-1 914 43 1

Değişimin bir parçası olarak düzenli spor faaliyetleri de


yayılmaya başladı. Bu yayılma endüstriyel ve şehirli bir top­
lumda boş zamanın daha net biçimde tanımlanması; çalışma
saatlerinin azaltılması; 19. yüzyılın son çeyreğinde reel gelirin
artması ve orta sınıfların yükselen "rasyonel eğlence" anlayışları
ile yakından ilgiliydi. Fakat aynı zamanda değişen dini davra­
nışlarla da alakası vardı. Sözgelimi, Methodist cemaatinin 1 8 .
yüzyıldaki lideri John Wesley vaazlarında boş zaman ve eğlen­
cenin, yoksulları günaha sevk edeceğini belirtmişken, Victoria
Çağı'nda bu tutum değişti ve dini tatil günü olan Pazarın an­
lam ve önemine saygılı olmak kaydıyla boş zaman faaliyetle­
rine karşı daha müsamahakar bir tavır sergilendi. Bu süreçte
gelişen profesyonel futbol kısa sürede yaygınlaştı ve İskoçya'da
kriketin yerini almaya başladı. Futbolun kurallarını bir sisteme
bağlamak için 1 863'te kurulan Futbol Federasyonu'nun çaba­
larıyla birlikte, 1880'lerden itibaren futbol organizasyonları
geniş çaplı biçimde düzenlenmeye başlandı. 1895-1914 yılları
arası İngiltere'de FA Cup finallerine ev sahipliği yapan Crys­
tal Palace stadında 1901'de Tottenham ile Sheffield United
takımları arasında oynanan müsabakayı 1 1 1 .000 kişi izledi.
1913'te Aston Villa'nın Sunderland'ı mağlup ettiği final ma­
çındaki 121.919 taraftarın bir kısmı uzak şehirlerden bu maçı
izlemek üzere Londra'ya gelmişti.
Futbol dışında, 1874'te kuralları belirlenmiş olan golf ve
çim zeminde oynanan tenis gibi orta sınıfın oynadığı diğer
sporlarda da büyük bir patlama yaşanıyordu. 1850'lerde New­
castle'da kurulmuş olan Northumberland Kriket Kulübü'nün
yanısıra, 1 890'lardan itibaren Newcastle Golf Kulübü de faa­
liyetlerini genişletti. 1 895 yılında Daily News gazetesinin say­
falarında binicilik, yat yarışı, kürek çekme, hokey, futbol, balık
avlama, bilardo, atletizm, bisiklet yarışı ve satrançla ilgili ha­
berlere yer veriliyordu. Horoz dövüşü, fare yakalama, İngiliz
halk oyunu gibi geleneksel eğlence ve sporlar gözden düştü ya
da baskılandı. Bu arada turistik tatil de aynı dönemde gelişme-
432 İngiltere Tarihi

ye başladı. Fakat tıpkı spor dallarında olduğu gibi burada da


tatilin şekli, niteliği ve seçilen tatil beldeleri toplumsal ayırımı
yansıtmaktaydı: İşçi sınıfı mensupları arasında golf oynamaya
hevesli pek kimse bulunmazken, zenginler de nadiren futb ol
izlemeye gidiyordu.
VIII. Bölüm

20. YÜZYIL: TEKNOLOJİ,


DEÔİŞİM VE TOPLUM

I. Dünya Savaşı'ndan 1960'lara kadar uzanan sürede İngilte­


re'nin siyasi atmosferini belirleyen iki olgudan söz edilebilir:
savaş ve imp aratorluğun dağılması. Fakat bir bütün olarak ba­
kıldığında lngiliz hayatının sosyal, ekonomik, çevre ve sağlık
gibi unsurları, tamamen teknolojik yenilik ve uygulamaların
bir sonucu olarak bu dönemde büyük bir dönüşüm geçirdi.
19. yüzyıl büyük değişikliklere sahne olmuş ve her geçen gün
artan daimi bir değişim duygusu uyandırmıştı. 20. yüzyıl ise
gerek ulaşım, tıp, doğum kontrolü, enerji üretimi ve dağıtımı
ile tarımsal verimlilik gibi, gerekse de enformasyonun toplan­
ması, depolanması ve kullanılması gibi farklı alanları kapsayan
teorik ve uygulamalı bilimlerde ve teknolojide devrimsel dö­
nüşümlere şahitlik etti.
Bütün bu değişimler sonucunda yaratılan refah ve elde edi­
len araçlar, insanın yeryüzündeki durumunun büyük ölçüde
iyileştirilebileceği yönündeki düşünceyi müşahhas kıldı. Fakat
değişimin, çevre üzerinde ve bizzat insanın kendisinde kalıcı
tahribatlara yol açtığı korkusu -daha erken dönemlerde dile
434 İngiltere Tarihi

getirenler olmakla birlikte- 1960'lardan itibaren en temel me­


selelerden biri haline gelecekti. Bu cesur ve tekinsiz yeni dün­
yada, insanların daha önce eşi benzeri görülmemiş bir biçi m de
seyahat etmeleri ve fikir alışverişi yapmaları; o güne dek ancak
hayali bir kurgu içinde kavranabilecek ölçekte yeni tarzlar ya­
ratması ve yok etmesi; yeni maddeler, dokular, tatlar ve se s­
ler üretmesi ve bunları birbiriyle sentezlemesi ve tek referans
noktasının yalnızca insanın arzuları, ihtiyaçları ve hayallerinin
olduğu bir dünya yaratması mümkün görünüyordu.
20. yüzyılın sonlarında yaşayan yaşlı bir insan için atom
enerjisinden doğum kontrol hapına, televizyondan mikroçip e,
jet motordan bilgisayara ve biyoteknolojiden yapay kalçaya ka­
dar hayatı boyunca şahit olduğu yenilikler, sadece tek başına
büyük teknolojik icatlar olmaktan ibaret değildi. Kuşkusuz bü ­
tün bunlar doğrudan ya da dolaylı, kalıcı yahut dönemsel olsun
bir biçimde insanların hayatına etki etti, ancak daha önemli
bir olgu, yaşanan değişimin kümülatif etkisiydi. Mazi, bugün
için değer üreten, hayata anlam katan bir referans kaynağı
ve ulaşılabilir bir dünya olmaktan büsbütün çıkarak, nostal­
ji, hüzün ve merak duygusunun üşüştüğü biçimsiz bir eğlence
parkını andıran kayıp bir dünyaya dönüştü. Bu nedenledir ki
Ralph Vaughan Williams'ın müziği ile Thomas Hardy'nin şiir
ve romanlarının elde ettiği popülerlikte ve sokak müzisyenleri
ile gençlik kulüplerinin yakaladığı başarıda kendini ele veren
romantik bir tahayyül, 20. yüzyıl İngiliz yaşamının adeta sap­
lantısı haline geldi.
Değişim, her şeyden önce bir yer değişikliği meselesiydi.
Göç İngiltere tarihinde her zaman önemli bir olgu olmuştu
ve 19. yüzyılda yeni endüstri bölgelerine ve sömürge toprakla­
rına yapılan kitlesel göçler bu süreçte yaşandı. Gelgelelim 20.
yüzyılda bu beşeri yapı, 5 ila 1 1 . yüzyıllar arasında yaşanmış
olan istila dönemlerine kıyasla çok daha radikal ve bazı açı­
lardan çok daha derin bir değişikliğe uğradı. Ülkenin kırsal
bölgeleri, adeta bir iskelete dönüştü ve gittikçe burada yaşayan
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 435

fakat başka bir yerde çalışan insanlardan müteşekkil hale gel­


di. 192 1 - 1 939 arası dönemde tarımsal işgücünde görülen 1/4
oranındaki düşüş, il. Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda daha
da hızlandı. Atların yerini traktörler alırken, rüzgar veya su
gücüyle çalışan değirmenler de elektriğin devreye girmesiyle
kullanım dışı kaldı. Elle süt sağımının yerine makineler geçti.
Tarım artık müştereken yapılan bir faaliyet olmaktan uzakla­
şıp gitgide - bazı faydaları da olan - münferit bir uğraş halini
almaya başladı. Bu arada çok sayıda İskoç tarım işçisinin sağ­
lıksız koşullarda yaşamak zorunda kaldığı barakalar (tek odalı
kulübe) 1960'larda tamamen ortadan kalktı.
Ormancılık, madencilik ve taş işçiliği gibi diğer kent dışı
faaliyetler ya geriledi ya da büyük bir işgücü kaybı yaşadı. Bu
değişiklikler Kuzey Norfolk ve Lincolnshire Wolds ile Corn­
wall ve Galler'in geniş bir kısmının dahil olduğu dağlık ke­
simlerde ve kasaba merkezlerine gidiş-geliş mesafesinin çok
olduğu yerlerde büyük bir nüfus azalmasına yol açtı. Taşrada
çok sayıda küçük okul kapanmak durumunda kaldı. Bütün
bunlar, eski yaşam tarzlarının çökmesi meselesi değildi, çünkü
1900'ün kırsal dünyası pek çok açıdan 1500 ile 1 900 arasında
meydana gelen büyük değişikliklerin bir neticesiydi. Kaldı ki
kırsal bölgelerde görülen nüfus kaybı, Tudor İngilteresi ve hat­
ta daha öncesinde de yaşanmış büyük problemlerden biriydi.
Değişim her zaman vardı fakat gene de İngiltere halkının
mekan ve kimlik algısı bağlamında bu yüzyılda yaşanan de­
ğişimin boyutları devrim niteliğinde görünüyordu. Ülkenin
kırsal kesimi, burada yaşayanların çoğu için bir çalışma meka­
nı olmaktan ziyade ikamet yeri ve boş zaman değerlendirme
mekanı haline geldi; kent yaşamının pratikleri kırsala doğru
taşındı. Başta tilki ve geyik olmak üzere vahşi hayvan avcılığı
gibi faaliyetler yaygınlık kazandı. Hem çiftlik hayvanlarının
yaydığı hem de avlanma sırasında çıkan gürültü, yoğun şika­
yetleri de beraberinde getirdi. Buna mukabil 1998'de kurulan
Countryside Alliance adlı sivil toplum kuruluşu, Parlementoya
436 İngiltere Tarihi

sunulan ve tilki avına yasak getiren kanuna karşı Londra'da


yaklaşık 250 bin kişinin katıldığı bir yürüyüş düzenledi. İngil­
tere'nin kırsal kesiminin genelinde uygun bir ev bulmak, artan
nüfus etkeninin haricinde kırsalda oturup kentte çalışanların
çoğunlukla kırsaldaki evleri satın alması yahut ikinci evini sa­
tın alanlar sebebiyle gitgide daha zor ve maliyetli hale geldi.
Ayrıca tarım ekonomisinde yaşanan problemlerden ötürü, kır­
sal kesimde ikamet eden mesken sahibi pek çok insan yoksul­
luk sınırının altında bir gelirle yaşamak durumunda kaldı.
Öte yandan 1947 tarihli Tarım Yasası gereği devletin üre­
timi teşvik ve tarımsal faaliyetleri sübvanse etmesi çiftçilere ve
toprak sahiplerine bir nebze yardımcı olsa bile, gerçekte Lloyd
George'un 1909 ve 1910'da yaptığı vergi düzenlemeleri ve bir
süre sonra da ucuz işgücünün ortadan kalmasıyla birlikte kır
yaşamı zaten ağır bir darbe almış durumdaydı ve çok sayıda
kır evi ya yok olmuş ya da başka amaçlar için kullanılmaya
başlanmıştı. 1918-1975 yılları arasında 1200'den fazla kır evi
metruk hale geldi, pek çoğu da kültür ve çevre değerlerini ko­
rumak için kurulmuş olan National Trust'a devredilerek turis­
tik amaçlı kullanıma açıldı ve bazıları da okul binasına dönüş­
türüldü. Britanya adalarındaki kırsal yaşamın büyükçe bir kıs­
mına damgasını vuran aristokratik mülkiyet varlığı, özellikle
İngiltere ve İrlanda'da artık mazide kalmış bir şey haline geldi.
Söz konusu mülklerin varislerinin çoğunun hayatını kaybettiği
1. Dünya Savaşı'nın ertesinde baş gösteren toplu arazi satışla­
rı, geleneksel toprak sahibi-kiracı ilişkisinin çökmesine neden
oldu. Örneğin Yarborough kontlarının Lincolnshire'daki top­
rak arazileri 1885'te 25 bin hektar iken 1919, 1925, 1933, 1944
ve 1948 yıllarındaki arazi satışları sonrasında -Kuzey Lincol­
nshire'daki kiracılarla yakın ve geniş ilişkileri sürmekle birlik­
te- bu oran yarı yarıya düştü. 1918'den sonra arazinin o araziyi
işleyen çiftçilerin mülkiyetine geçişinin hızla artması, toprak
sahibinin kontrolündeki kiracılık mekanizmasının önemini
yitirmeye başladığının göstergesiydi: Tarım politikalarının be-
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 437

lirlenmesinde geleneksel toprak sahiplerinin nüfuzunun yerini


artık çiftçilerin nüfuzu almaya başlıyordu. Bu gelişmenin arka­
sında, iki dünya savaşı arası dönem boyunca tarım sektörünü
vuran kötü ekonomik koşullar yatıyordu. Yeni yapılan kır evleri
artık toprak sahibi ailelere değil, geniş topraklara sahibi olmak
veya yerel yönetim ve siyasette bir rol oynamak gibi amaçlar
taşımayan zengin işadamlarına veya yabancılara aitti.
Bazı aileler, kendi mülkleri üzerindeki kontrolü devam et­
tirme yönünde çaba gösterse de genellikle süreç içinde küçül­
mek durumunda kaldılar: Yorkshire'daki büyük toprak sahip­
lerinin yarısından fazlası topraklarının çoğunu yahut tamamını
zaman içerisinde sattı. Aristokratlar sadece kırdaki toprakları­
nı değil, kasabalardaki konaklarını da satışa çıkardı. Onların
elden çıkardığı bu konakların bir kısmı yıkılırken diğer bir
kısmı daha önce bahsedildiği üzere çeşitli kurum ve kuruluşlar
tarafından devralındı. İskoçya'daysa geleneksel toprak sahipliği
belirli ölçüde yaşamaya devam etti. Buccleuch ve Sutherland
dükleri ile Lochiel bölgesinden Cameron ailesinin her biri
yüzyılın sonuna gelindiğinde geniş toprakları ellerinde tut­
maktaydı fakat belirtmek gerekir ki geleneksel toprak sahipliği
devam etse bile, toprağın miktarı, ölçeği ve toprak sahipliğinin
anlamı artık geçmişteki gibi değildi. Bu arada Anglo-İrlandalı
toprak sahiplerinin konumu da yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan
iç savaş ve toprak reformu sonucunda büsbütün değişti.
Britanya adalarının kırsal bölgeleri, görsel ve çevresel olarak
da büyük bir değişim geçirdi. Yeni bitki tohumlarının etkisi,
en bariz olarak 1990'larda göz alıcı renkteki sarı kolza tohumu
ve Avrupa Birliği destekli soluk mavi ketende kendini göste­
riyordu. İhtiyaç fazlası çiftlik binaları yıkıldı yahut kaderine
terk edildi. Doğal yaşam alanlarını kullanan ve yaşatan mera­
cılık gibi geleneksel faaliyet ve uğraşılar çöküş sürecine girdi.
Arazilerin birleştirilmesi ve yoğun çalılıkla kaplı alanların bul­
dozerle düzleştirilmesi 1950'lerden itibaren ivme kazandı ve
yeni ekilebilir araziler genellikle tel örgülerle çevrelendi. Bu
438 İngiltere Tarihi

değişikliklerin ciddi çevresel sonuçları oldu. En önemlisi, kıyı­


da köşede kalmış topraklar kullanılmaya başlandı ve bu amaç­
la bataklık araziler kurutularak yoğun tarımsal faaliyete açıldı.
Dağlık kesimlerdeki vadiler suyla doldurulup North Tyne ve
Durham Derwent başta olmak üzere çeşitli barajlar inşa edil­
di. N orfolk ve Suffolk Breckland gibi yüksek yaylalara sahip
yerlerde geniş iğne yapraklı ağaç plantasyonları oluşturuldu.
Britanya adalarının her yerinde tarımda böcek ilacı kullanıl­
maya başlandı ve doğal olarak bu kimyasallar yeraltı sularına
da bulaştı. Kısacası doğanın fethi, hiç olmadığı kadar kapsamlı
ve kalıcı bir hal almıştı.
İnsanlar sadece topraktan değil, çöküş içerisindeki endüstri
bölgelerinden de uzaklaştı. 19. yüzyılda "dünyanın atölyeleri"
olarak nam salmış olan bölgeler, endüstri müzeleri ve sosyal
olarak ihmal edilmiş bölgeler haline geldi. Hükümet 1934'te
çıkardığı Özel Bölgeler Yasası ile işsizliğin tavan yaptığı bu
yerlere maddi destek programı başlatsa da bu oldukça sınırlı bir
düzeyde kaldı. 1930'ların ekonomik bunalımı sırasında, Sun­
derland'de gemi inşaatı sektöründe işsizlik oranı yüzde 75'e;
çalışan nüfusun genelindeyse yüzde 50'ye ulaştı ve buna bir
de yüksek orandaki sağlık sorunları eklendi. Gemi inşaatçılığı
ile ayakta duran kuzeydoğu İngiltere'deki J arrow kasabasında
da işsizlik yüzde 70'in üzerindeydi. İnsanlar bu tip yerlerden
uzaklaşıp, Midlands ve İngiltere'nin güneydoğusu gibi daha
büyük ekonomik fırsatlar sunan bölgelere göç etti.
Yüzyılın başlarında -ama özellikle II. Dünya Savaşı'ndan
sonra- yoksul kesimlerin yoğun biçimde yaşadığı şehir mer­
kezlerindeki gecekondu mahallelerinin yıkılması, yeni bir nü­
fus hareketliliğine neden oldu. İnsanlar, kırsaldaki gelişmemiş
bölgelere veya daha eski yerleşim alanlarının yakınlarına taşı­
nıp yeni bir yaşam alanı kurmaya girişti. Eskinin gelişmemiş
bölgeleri yeni kasabalar haline geldi ve ilk bahçeşehir proje­
si olan Letchworth kasabası 1 903'te kuruldu. Eski yerleşim
alanlarının çevresi ise nüfusun çok daha fazla bir kısmının
20. Yüzyıl- Teknoloji, Değişim ve Toplum 439

yaşamaya başladığı banliyölere dönüştü. Bu durum, 1 920'ler


ve 1930'larda hızla büyüyen Londra başta olmak üzere, büyük
şehirlerin etrafında ortaya çıktı. Kasaba ve şehirlerin dağınık
ve gelişigüzel biçimde yayılması karşısında 1935'te çıkartılan
bir yasayla, başta Londra çevresi olmak üzere, yeni veya büyük
yolların kenarlarında görülen nahoş ve kontrolsüz yapılaşma­
nın önüne geçilmeye çalışıldı.
1930'ların sonunda Yeşil Kuşak adı altında yapılan yasal
düzenleme ile birlikte söz konusu gelişigüzel yayılma sınır­
landırıldı. Yeni yerleşim alanları, Yeşil Kuşak' ın tamamlayıcı
parçası olacak şekilde tasarlanmaya başlandı. Londra şehri söz
konusu kuşağın içine alınırken, yeni mahalleler bu hattın dı­
şında konumlandırıldı. Bunun ilk örneği 1946'da kurulan Ste­
venage beldesiydi, onu 194 7 tarihli Planlama Yasası ile kurulan
yeni yerleşim birimleri izledi. 19 3 8'deki yasal düzenlemenin
ilham kaynağı olan Londra Yeşil Kuşağı son olarak 1 959'daki
kanunla birlikte kalıcı bir çerçeveye kavuşabildi. Gelgelelim
Cumbernauld, Crawley, Peterlee ve Basingstoke gibi yeni ve
geniş kasabalar, mevcut toplumsal sorunlarını genellikle zayıf
bir planlamayla kurulmuş bu yeni ortama aktarmakla kalmadı,
"eski topluluk yapılarını" yok etmek suretiyle sorunları daha da
içinden çıkılmaz hale getirdi.
Gelişen orta sınıfın kazanç sağlama potansiyelinin farkına
varmasını sağlamak, şehrin kalabalık ve kirli ortamından kaçıp
kurtulmak ve yaygınlık kazanan amatör bahçeciliğe ilgiyi ar­
tırmak gibi amaçlara matuf olan yeni iskan ve konut politikası,
muazzam bir artış gösteren ulaşım sorunlarının hem nedeni
hem de sonucuydu. İnsanların uzak yerlerden işe gidiş-geliş­
leri, ilkin tren sonra da araba kullanımında bir artışa yol açtı.
1920'li ve 30'lu yıllarda Londra metrosuna pek çok yeni hat
eklenmesiyle şehir kuzeye doğru büyük bir genişleme göste­
rirken, özel araç sahipliği de bu dönemde on kat birden arttı
ve sadece 1 937'de trafiğe 300 binin üzerinde yeni araç eklendi.
T. S. Elliot'ın Çorak Ülke şiirinde geçen "korna ve motor sesle-
440 İngiltere Tarihi

ri", artık kalıcı hale geliyor ve egemen bir kitle kültürüne dö­
nüşüyordu. Yük ve yolcu taşımacılığında uzun süre üstünlüğü
elinde tutan demiryolları, 1920'lerden itibaren kendini artan
rekabet ortamının içinde buldu. 1938 yılı Eylül ayı itibarıyla
ülke genelinde 53 bin şehiriçi ve şehirlerarası otobüs, 500 bin
civarında yük taşıtı ve yaklaşık 2 milyon kadar otomobil bulu­
nuyordu.
Trafikteki bu artış doğal olarak demiryolu taşımacılığında
yaşanan krizi de arttırdı. Dört büyük demiryolu şirketi arasın­
da, sadece Southem Demiryolu -o da 1948'de millileştirilene
kadar- hissedarlarına düzenli şekilde kar payı ödeyebiliyordu.
İki savaş arası dönemde 385 km'lik demiryolu hattı ve 35 0
istasyon tamamen kapatılırken, 1.600 km'yi bulan demiryolu
hattı ve 380 istasyon da yolcu taşımacılığına kapatıldı. Ken­
disine ait arabası olanların sayısı II. Dünya Savaşı süresince
düşüş yaşasa da, savaş sonrasında ve özellikle 1953'te benzinin
karneyle dağıtımının sona ermesinden sonra yeniden yükselişe
geçti ve 1 954 ile 1974 arasında karayollarındaki araçlar için­
de otomobil oranı yüzde 39'dan yüzde 79'a sıçradı. Karayolu­
nu kullanan ticari araçlarının oranı da 1952'de yüzde 37'den
1964'te yüzde 58.3'e yükseldi.
Demiryolları 1950'lerin sonlarından itibaren zarar etmeye
başladı ve 1963'teki Beeching Raporu1 ile çok sayıda tren hattı
ve istasyon kapatıldı. Yük ve yolcu taşımacılığında geniş kı­
sıtlamalara gidilirken, çok sayıda insan işten çıkarıldı ve pek
çok istasyon kuş uçmaz kervan geçmez yerlere döndü. Böylece
İngiltere'nin en önemli "kamusal alanlarından" biri olan de­
miryolları, daha fazla "bireysel" araç lehine gözden çıkarılmış
oluyordu. Gene de 1991'de Edinburgh ile Londra arası ula-
1 B ritanya Demiryolları'nın başındaki isim olan Richard Beeching,
1963'te bir rapor hazırlayarak zarar eden demiryollarının ve sistemin
yeniden yapılanmasını önerdi. Getirdiği teklif doğrultusunda ülke
genelinde yaklaşık 8 bin km'lik hat ve 300 istasyonun kapatılmasına
karar verildi. (ç.n.)
20. Yüzyıl: Teknoloji, Değişim ve Toplum 441

şımda kullanıldığı gibi elektrik gücüyle çalışan trenler hizmete


sokuldu. 1997'de demiryolları özelleştirildi. Bu, muhafazakar
hükümetlerin 1979-1997 arası dönemde izledikleri özelleş­
tirme politikasının son halkasıydı. Bununla birlikte, Amerika
ile kıyaslandığında demiryolu taşımacılığı Britanya adalarında
hala önemli bir rol oynamaktaydı. Özellikle büyük şehirlerde
ve civar yerlerden büyük şehirlere geliş-gidişlerde tren yolcu­
luğu tercih ediliyordu. Bu nedenle 2000'lerin sonu ve 2010'la­
rın başında yolcu trafiği artış gösterdi. Paradoksal bir biçimde,
trenle seyahatte görece bir düşüş yaşanmasına rağmen trenin
popüler imgelemdeki yeri -ilgi odağı, artık ıskartaya çıkmış
buharlı trenler olsa da- varlığını sürdürdü. Bazı muhafazakar
gruplar ve diğer ilgililer birkaç eski tren hattını ve istasyonu
yeniden açarken, nostaljik bir çocuk hikayesinin "Lokomotif
Thomas" adlı karakteri, hem çocuklar hem de bazı yetişkinler
nezdinde sevilen bir figür olarak kalmaya devam etti. Boş za­
man faaliyetlerinin artması ile beraber, pek çok eski tren yolu
uzun mesafeli yürüyüş parkurlarına dönüştürüldü.
İngiltere'de 1970 yılında 12.2 milyon olan araç sayısı,
1990'da 21.9 milyona çıktı. 1971'de her 1.000 kişiden 22 4'ü
araba sahibiyken, 1994'te bu oran 3 80'e yükseldi. 1 971 yılında
Newcastle'da çalışan insanların sadece yüzde 42'si şehirde ika­
met ediyordu; geriye kalanlar ise şehir dışından kendi arabala­
rıyla işe gelip gidiyordu. Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nin
ülkedeki sosyal davranış örüntüleri üzerine 1999'd a yaptığı bir
araştırma, büyük şehirlerde oturan insanların yer değiştirme­
ye en yatkın grup olduğunu, yani şehir ortamından uzaklaşma
yönünde güçlü bir eğilim taşıdıklarını ortaya koymuştu.
Araç sayısının artışı beraberinde daha fazla yol yapımını
getirdi. Yol kullanımı arttıkça, mevcut yollara ilave yeni yol­
lar yapılması bir zorunluluk olarak belirdi ve ayrıca her şehir
kendi çevre yoluna ihtiyaç duydu. 1960'larda inşa edilen New­
bury anayolu, bir süre sonra aşırı yoğunluk yaşamaya başla­
yınca, yeni bir yol yapımına daha başlandı. Ayrıca çift şeritli
442 İngiltere Tarihi

başka anayollar ve otobanlar yapıldı. İlk otoban, Aralık 1958'de


dönemin Muhafazakar Partili Başbakanı Harold MacMilli an
tarafından açılışı yapılan M6 Preston otobanıydı. Londra'yı bir
çember gibi saran M25 ise 1986'd a tamamlandı ve o tarih ten
sonra ülkenin en yoğun otobanı haline geldi.
Değişim geçiren alanlardan biri de çalışma örüntüleriydi.
Yoğun işgücüne dayalı fabrika veya maden ocaklarının aksine,
yeni modern endüstrinin çoğunluğu daha az işgücüne dayanan,
sermaye-yoğun bir yapıdaydı. Modern işletmeler genellikle şe­
hir merkezlerinin uzağında, ulaşım güzergahlarına yakın göre­
ce açık ve düz alanlara kurulmuştu. Nüfus içerisinde oranı her
geçen gün artan emekliler, şehirleri terk ederek Colwyn Bay ve
Worthing gibi kıyı şeridindeki kasabalara veya diğer kırsal böl­
gelere gidiyordu. Bu arada 1 950'lerde ortaya çıkan -genellikle
şehir dışına kurulmuş olan- süpermarket ve hipermarketlerin
sayısının 1980'lerde artmasıyla birlikte, yeni alışveriş tarzla­
rı gelişti. 1 992'de İngiltere'deki bütün alışveriş mekanlarının
yüzde 16'sını Londra'nın kuzeyindeki Brent Cross, Essex'teki
Lakeside Thurrock, Kent'teki Glades ve Sheffield'daki Mea­
dowhall gibi büyük alışveriş merkezleri (AVM) oluşturuyordu.
Gateshead'deki Metro Centre ise 1979-1990 arası dönemde
ülkeyi yöneten Margaret Thatcher' ın her daim teveccühüne
mazhar olmuştu. Alışveriş merkezleri hazları ve zevkleri bi­
çimlendiren, tüketim toplumunun merkezine kurulmuş para
harcama mekanlarıydı. Müşterileri ise biraz yürüyüş yaptıktan
sonra ulaştıkları cadde üzerindeki küçük dükkanlardan alışve­
riş etme geleneğini terk eden ve arabasına atlayıp gelen insan­
lardı.
Mekanla ilgili değişikliklerin, eğitim ve sağlık gibi alanlara
da önemli yansımaları oldu. 1971'de ilkokulda okuyan öğrenci­
lerin yüzde 14'ü okula vasıtayla götürülüyordu; oysa 1 990' a ge­
lindiğinde bu oran yüzde 65'e ulaştı. Yürüyerek yahut otobüsle
okula gitmek ciddi biçimde azalmıştı. Tekrar etmek gerekirse
bu durum öncelikle "kamusal alan"ın kulla nımındaki düşüş e
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 443

işaret ediyordu fakat çocuklar arasında adeta patlama yapan


obezitenin sebebini de açıklıyordu. Şehirlerdeki en önemli
sorunlardan biri de otopark sorunuydu. Çok-katlı otoparklar,
şehrin görünümünü çirkinleştiriyordu. Sıkıntının giderileme­
mesi nedeniyle, otopark meselesi en önemli gündem maddele­
rinden biri haline geldi.
Nüfusun tümü olmasa bile büyük kısmının yaşadığı hare­
ketlilik, mekansal ayrışmayı daha da belirginleştirdi. Nüfusun,
farklı refah düzeyi, farklı beklenti ve imkanlara göre tabakalara
bölünmüş olması aslında pek de yeni bir olgu değildi. Pek çok
şehirde bu yapı, daha 1 8 . yüzyılda ortaya çıkmış durumdaydı.
Ancak 20. yüzyıl boyunca bu durum hem şehirlerde hem de
taşrada çok daha bariz hale geldi. B ilhassa "alt sınıf" kavra­
mıyla nitelendirilen yoksul ve işsizlerin temel özelliği tam da
toplumsal hareketlilikten görece yoksun olmalarıydı.
Tüketim ve teknoloji, bu yüzyıla damgasını vuran birbiriyle
yakından ilişkili iki olguydu. Fakat yarattıkları etki son derece
değişken bir niteliğe sahipti. Örneğin 1930'larda, motoru ar­
tık elle çalıştırmayı gerektirmeyen otomatik marş-motoruna
sahip ekonomik arabaların yaygınlaşması, teknolojinin sağla­
dığı avantajdan yararlanan bir suç dayanışması olarak kapkaç
olaylarının yükselmesine yol açtı. Artan hareketlilik, suç örün­
tülerini büsbütün değiştirdi. Buna karşılık Londra Polis Teşki­
latı da suçla mücadelede daha çevik olabilmek amacıyla polis
arabalarına radyo yerleştirdi ve oldukça donanımlı Wolseley
model arabalardan oluşan yeni bir araç fılosu oluşturdu. Daha
genel bir açıdan bakılırsa, bir teknoloji olarak araba polisliğin
doğasını bile değişikliğe uğrattı. 1900 yılında, yargılama ve tu­
tuklanma ile sonuçlanan olayların sadece yüzde 3 'ü ulaşım ve
araçlarla ilgiliyken, 1930'da bu oran yüzde 5 O' nin üzerine çıktı.
1930'ların başında, sayısı yarım milyonu aşan motorlu taşıt­
ların neden olduğu ölümlü kazalarda can kaybı yılda yaklaşık
7.000'e yükselmişti ve bunların yüzde 70'ine yakını çocuklardı.
İki savaş arası dönemde sayısı neredeyse hiç artmayan polis
444 İngiltere Tarihi

teşkilatı, taşıtlarla yayaları birbirinden uzak tutabilmek için


büyük gayret içine girdi. Ölümle sonuçlanan trafik kazalarının
hayli artması, yol güvenliği, planlaması ve düzenlemesi yönün­
deki talepleri öne çıkardı.
II. Dünya Savaşı sonrası dönem bilgisayar korsanlığına ol­
duğu kadar, polisin bilgisayara kayıtlı bilgileri ve sofistike adli
teknikleri kullanmasına da şahitlik etti. Trafik suçları, orta sınıf
mensuplarını polis ve mahkemelerle daha fazla yüz yüze getir­
di. "Uçan gözcüler" (sendikaların mobilize grupları), 1984'teki
kömür madeni grevi ve 1978'deki "Huzursuz Kış" adı verilen
grevde olduğu gibi eylemlerin yayılması için otomobilleri kul­
landılar. 1990'ların başında yaşları 5 ile 15 arasında değişen
45 bin çocuk, her yıl taşıtların neden olduğu kazalarda yara­
lanıyordu ve yaşanan ölümlerin üçte ikisi trafik kazalarından
kaynaklanıyordu. l 992'de 4.681 kişi trafik kazalarında hayatını
kaybederken, aynı yıl içerisinde cinayete kurban gidenlerin sa­
yısı ise 499'du. Hakkında telaş ve korku uyandırıcı raporlar ya­
yınlanan cinayetler, toplumun suça dair algısını diri tutuyordu.
Fakat trafik kazalarının neden olduğu ölümler ve yaralanma­
lar kamuoyunun daha az ilgisini çekiyor ve hayatın bir gerçeği
olarak kabul ediliyordu.
Elektrikli süpürge, çamaşır ve bulaşık makinesi gibi tasar­
ruf sağlayıcı ev aletlerinin de toplum üzerinde büyük bir etkisi
oldu. Kir ve hastalıkla mücadeleyi kolaylaştıran bu aletler ev
işlerinin yükünü hafifletip hizmetçilerin yerini almaya başladı,
ancak hanebaşı su tüketimini de ciddi biçimde arttırdı. Neti­
cede yaşamın görünüşleri ve kokuları değişmişti. John Rode
1 938'de kaleme aldığı Görünmez Silahlar adlı romanında, de­
ğişen toplumsal formlar arasındaki bağlantıyı yakalamıştı:
Burada her şey tastamam olarak içinde bulunduğumuz za­
manla uyum içinde. Bu küçük kır evinin eski halini andıran
hiçbir şey yok artık. Bir zamanlar burada bahçıvan ile karısı
yaşıyordu ve ikisinin de zevahiri kurtarma gibi bir derdi
yoktu. B ir süre sonra satılığa çıkarılan evi B ay Whiteway
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 445

aldı ve ilk yaptığı şey de kendi zevkine uygun biçimde bu­


rayı dayayıp döşemek oldu. Üstelik bu iş için ciddi paralar
harcadı. Banyo duvarlarını fayansla döşettikten sonra, evin
içini son model ev aletleriyle doldurdu: en son çıkan gaz­
lı fırın, buzdolabı, 24 saat sıcak su sağlayan termosifon ve
aklınıza gelebilecek başka her türlü eşya . . . Bütün bunlar,
Bayan Whiteway'in deyimiyle tasarruflu bir ev için gerekli
şeyler ve belki haklı da. Ama kesinlikle bana hitap etmiyor;
soğuk kış geceleri koltuğumu önüne çekip de oturacağım
bir kömür ateşinden yoksun böyle bir evin bende uyandıra­
cağı bir zevk olamaz. Hele bir de bu odun kömürüyse, değ­
me keyfime! Benim konfordan anladığım şey işte budur.
(John Rhode, Görünmez Silahlar [Londra, 1938], s. 145)
Teknolojik gelişmeler, iletişim alanında bir devrim yaşanması­
na yol açtı. Sabit telefon sahibi olanların sayısı hızla artarken,
fax ve cep telefonu da 1980'lerden itibaren öne çıkmaya başla­
dı. Özel bilgisayar ve şirket bilgisayarlarının yaygınlaşmasıyla,
adeta e-posta patlaması yaşandı. 2001 yılında ingiltere'de tek
bir günde 40 milyon mesaj gönderilmişti.
Radyo ve televizyon kanalları zaman içerisinde çeşitlendi.
Radyo yayıncılığı 1922'de başlamıştı. "Ulusal çıkarlar"ı temsi­
len yayın tekelini elinde tutan, kısa adı BBC olan İngiliz Yayın
Kuruluşu (British Broadcasting Corporation) ise 1 926'da ku­
ruldu. Evinde bir radyo veya televizyonu olan vatandaşlardan
alınan lisans ücretiyle finanse edilen BBC, 1936'd a Alexandra
Palace'tan televizyon yayınına başladı. Fakat reklam geliri ile
ayakta duran ticari televizyonların kurulması ancak 1955'te
gerçekleşebildi; ilk özel radyo olan Classic FM ise 1992'de
yayın hayatına başladı. Televizyon satışları 1950'lerde birden
yükselişe geçti; 1955'te nüfusun yüzde 38'inin evinde televiz­
yon varken, 1959'da bu oran yüzde 75'e çıktı. Televizyonun
neden olduğu sonuçlardan biri, sinemanın popülaritesini yi­
tirmesi oldu: 1 966 yılına gelindiğinde İngiltere'nin kuzeybatı
kesimindeki sinema salonlarının yarısından fazlası kapanmak
446 İngiltere Tarihi

zorunda kalmıştı. 1946'da gişe rekoru kıran Hertfordshire Sa­


lonu, 1986'da tüm zamanların en düşük gişesini yaptı. Fakat
gene de 1 990'lı yıllarda multiplex salonların devreye girme siy­
le sinemalar bir yeniden doğuş dönemi yaşamaya başladı.
1994 yılı itibarıyla İngiltere'de hane başına televizyon sayısı
yüzde 99'a ulaşmıştı ve bunun yüzde 96'sı renkli televizyon­
lardı. 1990'larda çok sayıdaki düzenli yayın yapan kanalı n ya­
nında uydudan yayın yapan kanallar eklendi ve daha önceleri
basit televizyon antenlerinin yerini çanak antenler aldı. Ayrıca
ülke nüfusunun yüzde 70'i, izlemek istedikleri şeyler üzerinde
kendilerine daha geniş kontrol imkanı sunan video teyp ciha­
zına sahipti.
Televizyon, radyonun yerini aldı: Uzun yıllar sohbet ve tar­
tışma kaynağı olarak fikirleri ve bakış açılarını biçimlendiren,
aile içinde dayanışmaya yahut ihtilafa yol açan ve her evin ol­
mazsa olmazı konumundaki radyonun yerine, çoğu insan için
en önemli boş zaman aracı artık televizyon olmuştu. Büyük bir
değiştirme gücü olan, "tüketim toplumunun'' oluşmasına mu­
azzam katkı yapan ve her yere girip istediği her şeyi yayınlama
hakkı ve iddiasıyla "dünyaya açılan pencere" olarak nitelendiri­
len televizyon, gitgide popüler zevk ve beğeninin aynası haline
geldi. Nasıl ki radyo, 1932'de V. George'un yeni yıl mesajını;
1936'd a Kral VIII. Edward'ın tahttan feragat ettiğini duyur­
duğu konuşmayı ve Winston Churchill'in savaşa ilişkin ko­
nuşmalarını (I. Dünya Savaşı'nda Lloyd George'un böyle bir
imkanı olmamıştı) milyonlara ulaştırarak toplumun müşterek
tecrübelerine aracı olduysa, televizyon da benzer bir görevi ye­
rine getirip, görüntü ve mesaj üzerinden ulusal bir platform
işlevi gördü. 1980'lerde BBC-1 kanalında Morecambe ve
Wise'ın sunduğu yılbaşı programlarını yirmi milyonun üzerin­
de kişi izledi.
Bu süreç aslında 1952'de Kraliçe il. Elizabeth'in taç giyme
töreninin yayınlanmasıyla başladı. Pek çok insan töreni izle­
mek için televizyon satın aldı ve televizyon sayesinde kraliyet
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 44 7

mensupları, adeta geniş bir izleyici kitlesi ailenin bir parçası


haline geldi. Kraliyet ailesi, tabiri caizse pembe dizi yıldızla­
rına gösterilen türden bir ilginin odağı oldu. 1969'da yayınla­
nan Kraliyet Ailesi adlı belgesel, kraliyeti iyiden iyiye televizyon
dünyasının içine çekti. Gerçekte, 1952'de tahta 11. Elizabeth'in
geçeceğinin resmen duyurulmasının ardından ortaya çıkan
iyimser havada da, 1990'larda bazı kraliyet ailesi mensupları­
nın davranışlarına dair oluşan hoşnutsuzlukta da basının bü­
yük rolü vardı. Benzer bir durumu, 1 860 ve 1870'lerde Kraliçe
Victoria da yaşamıştı.
Televizyon kuşkusuz başka pek çok açıdan önem taşıyordu:
örneğin tüketim toplumu için hayati önemi haiz olan reklam­
cılıkta ve yeni trendler yaratmada veya seçim kampanyalarının
oluşturulması ve yürütülmesi sürecinde televizyon kritik bir yer
tutuyordu. Bu arada Parlamento tartışmaları da televizyona ta­
şındı ve pek çok siyasi mesele, akşamki haber bültenlerinde kı­
saca değinilip geçilen konulara dönüştü. Televizyonun dikkat
çekici etkilerinden biri de özel ve kamusal yaşamda yeni üslup
ve ifade biçimlerini dolaşıma sokmasıydı. Sözgelimi B aşbakan
Margaret Thatcher, 14 Temmuz 1989'da İşçi Partisi lideri De­
nis Healey'i ''Alf Garnett'ın diplomasisi ile Arthur Daley'nin
ekonomi anlayışını birleştirmeye çabalamak''la eleştirdiğinde,
popüler televizyon karakteri olan bu iki ismin izleyicide karşı­
lığı olduğunun elbette farkındaydı.
Teknolojik değişim, ekonomik duruma da katkı yaptı. Yüz­
yılın büyük kısmında yıllık meta üretimi kayda değer oranda
artarken, ülke nüfusunda görülen artışa paralel biçimde boş
zaman, tüketim ve beşeri sermaye oranı da aynı şekilde yük­
seldi. 193 1'de -Kuzey İrlanda dahil- 44.9 milyon olan genel
nüfus, 1997'de 58.6 milyona ulaştı.
1 929 ekonomik buhranına rağmen, 1 930'larda tüketici ter­
cihlerinin genişlemesi, daha kaliteli bir yaşam ve konut bağla­
mında olumlu gelişmeler yaşandı. Bu dönem, radyo, televizyon,
otomobil ve sesli sinemanın toplumla geniş biçimde buluştuğu
448 İngiltere Tarihi

yıllardı. Aynı dönemde çok sayıda sinema salonu açıldı: Gö­


rece az nüfusa sahip olmalarına rağmen 1937'de Suffolk'ta 40 ;
Lincolnshire'daysa 58 sinema salonu bulunuyordu.
1929 buhranı ekseninde görülen bu tezatın bir benzeri,
1980'lerin başında ve 1990'larda yaşanan ekonomik durgun­
luk döneminde de görüldü. Şehirlerde ciddi protesto gösteri­
lerine ve suç oranlarında artışa neden olan yüksek işsizlik ve
toplumsal gerginlik atmosferinde, çalışan kesimin hatırı sayılır
bir kesimi yüksek yaşam standartlarında hayatlarını sürdü­
rüyordu. 1 982-1992 yılları arasında ülkede kişibaşı ortalama
net gelir yüzde 37 oranında artmıştı. Fakat diğer açıdan ba­
kıldığında, nüfusun reel gelir açısından en altta yer alan yüzde
lO'luk kesiminin net geliri 1973-1991 arası dönemde yüzde
10 oranında artarken, aynı periyotta en tepedeki zengin ke­
simin geliri yüzde 55 oranında artmıştı. Yani toplumun farklı
kesimleri arasında gelir uçurumu hayli yüksekti. Bu dönemde
bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, otomobil, telefon ve video
teyp sahibi olanların sayısı da artış gösterdi. 1996'da evlerin
yaklaşık yüzde 90'nında derin dondurucu ve yüzde 20'sinde
bulaşık makinesi vardı.
Ekonomik büyüme ve değişen siyasal ve toplumsal yapı
karşısında, daha erken dönemlerden başlamak üzere ulusal
güvenlik, eğitim ve 1948'd en sonra da ulusal sağlık hizmeti
alanlarında çeşitli politikalar geliştirilerek, yoksulluk ve hasta­
lık kapsamlı bir güvenlik ağı içine alınmış ve bazı hizmetler
de herkese parasız olarak sunulmaya başlanmıştı. O kullarda
ücretsiz yemek dağıtımı (1906), çalışanlara prim ödemeksi­
zin emekli aylığı bağlanması (1908), iş ve işçi bulma kurumu­
nun kurulması (1909), Ulusal Sağlık Sigortası'na başlanması
(191 1), okulu bırakma yaşını en erken 14 olarak belirleyen
Eğitim Yasası (1918) ve İşsizlik Yardım Fonu (1934) gibi dü­
zenlemeler belki sınırlıydı, ancak gene de erken bir tarihte ülke
için iyileştirici adımlardı ve özellikle 1920'lerde doğum ön­
cesi kontrol muayenelerine başlanmış olması dikkate değerdi.
20. Yüzyıl- Teknoloji, Değişim ve Toplum 449

1929'da çıkarılan Yerel Yönetim Yasası ile 1834'ten beri yürür­


lükte olan yoksulları koruma dernekleri kapatılarak, yerlerine
yerel makamların oluşturacağı komiteler kurulmasına karar
verildi ve ıslahevlerinin hastaneye dönüştürülmesi için yerel
otoriteler teşvik edildi. Bununla birlikte hayırseverlik, karşılıklı
yardımlaşma ve gönüllü faaliyetlerin tümü pratikte etkisini ve
önemini devam ettirdi.
Bu süreç, II. Dünya Savaşı'nı izleyen otuz yıl içinde daha
da genişlik kazandı. 1945 sonrasında "tek-ulus muhafazakar­
lığı" (diğer adıyla Tory demokrasisi) ve Butskellism gibi siyasi
gelişmeler, bir dereceye kadar Muhafazakarlar ile İşçi Partisi
arasındaki uzlaşıyı yansıtıyordu.1 Muhafazakarlar 1951'de ye­
niden iktidara geldikten sonra, Ulusal Sağlık Hizmetleri'ne
(NHS) dokunmadı. Her iki parti de, para arzı ve tam istihda­
ma dayalı Keynesçi ekonomi yaklaşımını benimsedi.
Refah devletinin yükselişi, ekonomik büyüme ile toplum­
sal ilerlemenin bir arada var olabileceği kanaatini yansıtmak­
taydı. Esasen ekonomik büyümenin temel amacı toplumsal
ilerlemeyi sağlayabilmekti. 1942 tarihli Beveridge Raporu
refah devletini, yoksulluk, hastalık, cehalet, sefalet ve işsizlik
gibi "beş büyük devi" alt edebilen devlet olarak tanımlamıştı.
1944'te çıkartılan Eğitim Yasası, her bir yerel eğitim makamını

1 "Tek-millet muhafazakarlığı" kavramı, mevcut kurumların ve gele­


neksel ilkelerin siyasal demokrasi çatısı altında korunmasını ve her
yurttaşın yararlanabileceği sosyal ve ekonomik bir programın hayata
geçirilmesini savunan pederşahi (paternalistic) yeni İ ngiliz siyasi mu­
hafazakarlığına işaret etmektedir. Esasen 19. yüzyılda " İ ngiltere'de
zengin ve yoksul şeklinde iki millet vardır" şeklinde dile getirilen
görüşlere karşılık, II. Dünya Savaşı sonrasındaki yeni siyasi yakla­
şıma tekabül etmektedir. İ kinci kavram olan "Butskellism" ise Mu­
hafazakar Partili Maliye Bakanı Ruh Buttler ile İ şçi Partili Hugh
Gaitskell'in soyisimlerinin birleştirilmesinden türetilmiş ve iki parti
arasında belirli bir uzlaşı ve yakınlığa işaret etmek amacıyla kullanıl­
mıştır. (ç.n.)
450 İngiltere Tarihi

"eğitim amaçları için bir gelişim planı" hazırlamakla yükümlü


kıldı ve Eğitim Bakanlığı da okulların büyüklüğü, ölçeği ve
düzeni gibi konularda uyulması gereken yeni asgari standartlar
getirdi. Okulu bırakma yaşı minumum 15 olarak belirlenir­
ken, devlet destekli ortaokullarda ücret alınmasına son verildi.
1947'de yeni bir yasal düzenleme daha yapılarak, yeni eğitim
planlamaları İskoçya ve Kuzey İrlanda'da da uygulanmaya baş­
landı. Sürdürülebilir bir istihdam ve sosyal güvenlik, en önemli
hedefler olarak belirlenmişti.
Ciddi değişimlerin yaşandığı alanlardan biri de iskan poli­
tikalarıydı. Glasgow Clydeside'd a baş gösteren kira protestola­
rının hemen ardından 1915'te çıkartılan Kira Bedeli ve İpotek
Faizlerinin Sınırlandırılması Yasası ile birlikte, evini kiraya
vermek daha az karlı bir yatırıma dönüşürken, kiracı hakları
daha güçlü bir yasal güvenceye kavuştu ve belediyelerin yaptır­
dığı sosyal konutlardan faydalanmak önem kazandı. Kiracıyı
açgözlü ev sahiplerinden koruyacağı varsayımıyla, resmi yet­
kililere, kira fiyatlarını piyasa düzeyinin altında sabitleme izni
veren "adil kira" sistemi sayesinde, 1940'larda İngiltere konut
piyasasında yüzde 80'lik bir paya sahip olan özel mülk kira­
lama sektörünün payı 1988'e gelindiğinde yüzde 8'e geriledi.
Bu da konut piyasasının esnekliğini geniş ölçüde azaltan ve
kirada değil kendi evinde oturma yönündeki talepleri arttıran
bir etken oldu.
Bu arada 1930'da yayımlanan İskan Yasası, yerel makamla­
ra kendi bölgelerindeki gecekonduvari (kalabalık ve gelişigüzel
yayılmış evlerden oluşan) yerleşim birimlerini düzenleme yet­
kisi verdi ve 1945'ten sonra bu yerleşim alanları boşaltılmaya
başlandı. Halihazırdaki bölge sakinleri de kamuya ait yeni sos­
yal konutlara geçmeye başladı. Sosyal konutlar, devletin önce­
liğinin geniş kitlelere başlarını sokabilecekleri yeni bir mesken
sunmak ve makul bir yaşam alanı sağlamak olduğuna işaret
ediyordu. Prefabrik konut gibi inşaat alanındaki yeni yöntem­
ler, kısa süre içinde çok katlı apartmanlar kurmayı mümkün
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 45 1

kıldı ve 1960'larda Glasgow, Gateshead ve Newcastle gibi hızlı


bir yapılaşma içinde olan şehirlerin belediye meclisleri, yaptır­
dıkları binaların sayısı, boyutu ve görünürlüğü ile gurur duyar
hale geldi. Üstelik belediyelerin konut politikası, Clydeside ve
Londra'da görüldüğü üzere, işçi sınıfına yaslanan İşçi Parti­
si'nin güç kazanmasını sağladı. İlk dönemde övgüyle karşıla­
nan ve 1960'ların el kitaplarında kaleler ve katedrallerle yan
yana gururla resmedilen belediyelerin bu çok katlı konutları,
daha sonra ağır eleştirilerin odağı haline geldi: mevcut kent
dokusuna ayak uyduramayan, beşeri ilişkileri öldüren, kalitesiz
ve çirkin olarak nitelenen konutların yabancılaşma ve suç üre­
ten mekanlar olduğu öne sürüldü. 1960'larda çok sayıda itici
ve düşük nitelikli belediye konutlarının yanısıra, Birmingham,
Manchester ve Newcastle örneklerinde olduğu gibi kaba saba
biçimde yeniden inşa edilen şehir merkezleri de vardı.
Fakat 1979'da iktidara gelen Muhafazakar Parti'nin kamu
konutlarına yaklaşımı farklıydı. 1980 tarihli İskan Yasası ile ge­
tirilen "satın alma hakkı" ile devlet, belediye konutlarını kira­
cılara satma politikası izlemeye başladı. Bu şüphesiz ev sahibi
olma yönünde sunulmuş geniş bir fırsattı ancak aynı zamanda
kamu konut stokunun da bitmesi anlamına geliyordu. 1984'te
İngiltere ve Galler'de belediyelerce 29.290 konut yaptırılmış­
ken, 1994'te sadece 528 adet yaptırıldı. 1950'lerde kiralar üze­
rinde bir kontrol mekanizması kurulmuştu ama 1979'dan sonra
"adil kira" sistemi kaldırıldı. Böylece 1989-1993 arası dönemde
özel mülk kiralama oranı yüzde 22'lik bir artış gösterdi.
1 1 yaşına gelmiş her çocuğun bir genel yetenek sınavına
girerek kabiliyetine göre farklı okullara dağıtılması usulünün
1950'lerde ama özellikle 1965'ten sonra terk edilmesinin ar­
dından, İngiliz eğitim sisteminin daha müşterek ve kapsayıcı
bir yapıya doğru evrilmesinin toplumsal sonuçlarına dair ciddi
452 İngiltere Tarihi

ihtilaflar söz konusudur. Gramer okulları1 ile diğer orta-öğre­


tim kurumlarının yerini çok-amaçlı okulların (comprehensive
schools) almaya başlaması, 1964-1970 arası iktidarda olan İş çi
Partisi' nce aktif biçimde desteklenirken, 1970-1974 yıllarında
ülkeyi yöneten Muhafazakar hükümet bu uygulamayı daha da
ileriye taşıdı. Gramer okullarını düpedüz orta sınıflara hizmet
eden seçkinci kurumlar olarak gören İşçi Partili siyasetçiler,
daha eşitlikçi bir yaklaşımı savunuyordu. Uygulamada hayli
çeşitlilik gösteren çok-amaçlı okullar, genellikle bulundukla­
rı bölgenin toplumsal yapısını yansıtıyordu. Bir diğer önemli
değişiklik, cinsiyete göre ayrılmış eğitimden karma eğitime
doğru yaşanan geçişti; 1990'larda devlet okullarında ezici bir
oranda karma eğitim verilmekteydi. Özel okullar bazıları tara­
fından sınıfsal ayrışmanın hem nedeni hem de sonucu olarak
görülürken, devlet okullarındaki eğitim standartları da kendi
içinde ayrı bir tartışma konusuydu.
1960, 1990 ve 2000'li yıllarda yükseköğrenimde yaşanan
büyük atılım, tam zamanlı eğitim gören kişi sayısını ve dola­
yısıyla ülkenin eğitimli nüfus oranını çarpıcı biçimde artırdı.
Okullarda düşük gelirli ailelerinin çocuklarının sayısı gözle
görülür oranda yükseldi. 19 5 8-1966 arası dönemde dokuz yeni
üniversite kurulurken, 1960'ların sonundan itibaren de teknik
meslek okulları öne çıkmaya başladı. Eğitime dair 1963'te ha­
zırlanan Robbins Raporu, uygun niteliklere sahip herkesin
yükseköğrenim görebilmesine yetecek mekanların hazırlan­
masını tavsiye etti ve hükümet de bu tavsiyeyi dikkate aldı.
Ayrıca öğrencilere öğrenim harcı desteği ve aile gelir durum­
larına göre burs verilmeye başlandı. İngiltere'de üniversiteye
kayıt yaptıran 18 yaş grubundaki gençlerin oranı 1961 yılında
yüzde 4.6 iken, bu oran 1990'larda yüzde 30'un üstüne çıktı.
1 Grammar Schools olarak nitelendirilen bu kurumlar, öğrencileri
akademik başarılarına göre kabul eden okullardır. Bu okullarda, başta
İ ngilizce olmak üzere önde gelen dillerin yanısıra, bilim, matematik,
tarih ve coğrafya dersleri öğretilir. (ç.n.)
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 453

Teknik meslek okulları ile diğer pek çok kolej de 1990'larda


üniversiteye dönüştü.
1948'de İşçi Partisi hükümeti tarafından kurulan Ulusal
Sağlık Hizmetleri (NHS), genel olarak ülkenin sağlık koşul­
larında ciddi bir değişime yol açtı ve uzun bir süre sosyal re­
fah politikalarının en büyük kazanımlarından biri olarak ka­
bul gördü. Ulusal Sağlık Hizmetleri kurumu, 1948'den önce
özellikle kadın ve çocukların neredeyse hiçbir biçimde yarar­
lanamadığı sağlık imkanları ve buna içkin eşitsizliklere neşter
vurarak önemli bir dönüşüm yarattı. Gelgelelim kurum daha
başından itibaren siyasi müdahale, katı ulusal politikalar, fi­
nansman sorunu, kötü yönetim ve işçi-işveren ilişkileri gibi her
ulusal teşekkülün karşılaştığı problemler nedeniyle zor zaman­
lar geçirdi. Keza kurum, başta doktorlar ve diş hekimleri olmak
üzere belirli çıkar gruplarının rızasını kazanmaya matuf kriter­
ler getirmekle de itham edildi. Yaşlanmakta olan bir nüfustan
kaynaklanan maddi külfet, tıbbi tedavi maliyetlerinin gitgide
artması ve sağlık hizmeti taleplerinin yükselmesi de kurumun
yaşadığı zorluklar arasındaydı. 1950'den 2010'a kadar geçen
sürede Ulusal Sağlık Kurumu'nun bütçesi iki kat artmıştı.
Bazı alanlarda yetersiz kalmasına rağmen, Ulusal Sağlık
Hizmetleri kurumu gene de ücretsiz sağlık hizmeti alınabil­
mesini kalıcı hale getirdi ki tıbbi tedavi görebilme ve ameliyat
masraflarını karşılayabilme noktasında yüzyılın erken döne­
minde yoksul kesimlerin yaşadığı derin kaygılar düşünüldü­
ğünde bu fevkalade önemli bir gelişmeydi. Bu nedenle NHS,
yapılan kamuoyu araştırmalarında en muteber kurum olarak
hep zirvede olmuştur. Kurum ayrıca günümüze kadar varlığını
sürdüren, kaynaklara ulaşmada coğrafi ve toplumsal açıdan çok
daha hakkaniyetli bir sistem kurmanın yanısıra, tıp eğitimi­
nin gelişmesine de katkıda bulundu ve önceleri Londra gibi
önemli birkaç şehirde yoğunlaşmış olan uzmanlık hizmetleri­
nin ülke sathına yayılmasına öncülük etti.
454 İngiltere Tarihi

NHS aracılığıyla getirilen düzenli sağlık hizmetleri, hal­


kın genel sağlık durumunda yaşanan çarpıcı değişimde büyük
bir rol oynadı ve beslenme rejiminin iyileştirilmesi gibi diğer
mühim gelişmelerle birlikte yüzyıla damgasını vurdu. İngil­
tere tıbbi araştırma ve geliştirme alanında yüzyıl boyunca en
ön safta yer aldı ve tıbbi bilginin ilerlemesine paralel biçimde
hastalıkların teşhis ve tedavisinde de hızlı gelişmeler kaydedil­
di. Bütün bunlar milyonlarca insanın hayatına dokunan ve ya­
şamlarını değiştiren gelişmelerdi. Örneğin Norfolk'ta 1 851'de
ölüm oranı her 1.000 kişide 22 iken; 1951'e gelindiğinde bu
sayı 12'ye düşmüştü. İnsülinin 1922'de bulunması ve 1920'le­
rin ortalarından itibaren tedavide kullanılmaya başlanması,
şeker hastalarını ciddi biçimde etkiledi. Yanısıra İngiltere psi­
kolojik rahatsızlıkların teşhis ve tedavisi sürecinde de hatırı sa­
yılır bir rol oynadı. Psikolojik ve zihinsel süreçlerin öneminin
anlaşılmasıyla birlikte psikolojik hastalıkların tanımlanarak
tedavi edilmeye başlanması, gerçekten de bir devrim sayılır­
dı. 1940'lardan itibaren geliştirilen güvenilir ve etkili ilaçlar,
majör psikolojik rahatsızlıkların ve depresyonun tedavisine
yardımcı oldu ve başarılı sonuçlar alınmasını sağladı. Keza pe­
nisilinin mucidi olan Sir Alexander Fleming gibi İngiliz bilim
adamları, antibiyotiklerin geliştirilmesinde kilit bir rol oynadı.
Antibiyotikler, yüzyılın ilk yarısında en yaygın ölüm nedenleri
arasında olan bulaşıcı hastalıkların önlenmesinde oldukça et­
kili oldu. Erken teşhis, sağlıklı beslenme ve kitlesel aşı prog­
ramı gibi faktörlerin yanısıra Streptomycin adlı bir Amerikan
antibiyotiğinin de 1940'lardan itibaren kullanılmaya başlan­
masıyla, nihayet tüberkülozun üstesinden gelinebildi. Yüzyılın
başında her sekiz yetişkinden birinin katili olan tüberküloz,
1930'lu yıllarda özellikle yoksul bölgelerde hala ciddi bir teh­
ditti. 1930'da D. H. Lawrence'ı henüz 44 yaşındayken, 1950'de
de George Orwell'ı 47 yaşında hayattan koparan tüberkülozdu.
Antibiyotikler, cinsel yolla bulaşan hastalıklar gibi bakte­
riyel enfeksiyonların tedavisinde de kullanılıyordu. Yüzyılın
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 455

ortalarından sonra ishal vakaları azalırken, idrar yolu hasta­


lıklarının tedavisinde de ilerlemeler kaydedildi. Kızamık, boğ­
maca, çocuk felci, difteri ve kabakulak gibi yüzyılın başlarında
çocuklardaki yüksek ölüm oranı ve marazın müsebbibi olan
hastalıklar, II. Dünya Savaşı sonrasında ülkedeki bütün çocuk­
ları kapsayan aşı programlarının başlatılmasıyla gözle görülür
oranda azaldı. Gelgelelim kızamık ve kabakulak aşısının, ço­
cuklarda otizme yol açtığı şeklindeki doğrulanamayan şüpheli
bir iddia nedeniyle, ilerleyen yıllarda çocuk aşısında ciddi bir
düşüş meydana geldi: 1996'da bütün çocuklar içinde yüzde 92
olan aşı oranı 2003'te yüzde 80'in altına geriledi ve bu da has­
talıkların bariz biçimde artmasıyla sonuçlandı. Fakat 201 1 yı­
lında çocuklarda aşı oranı yeniden yüzde 90' ın üzerine çıkınca
hastalık vakalarında da azalma görüldü.
1970'li yıllardan itibaren meme kanseri ve rahim ağzı kan­
seri benzeri diğer hastalıkların erken teşhis edilebilmesi için
genel nüfus taraması sistemi hayata geçirildi. 1980'lerde vi­
rüsten kaynaklı hastalıkların tedavisinde kullanılmak üzere vi­
rüs-önleyici etkin maddeler geliştirildi. Sağlık eğitimi ilerledi
ve daha önemli hale geldi.
Bir diğer gelişme de ameliyat alanında yaşandı. İki dünya
savaşı -ama özellikle ikincisi- boyunca plastik cerrahi başta ol­
mak üzere ameliyat tekniklerinde ciddi bir ilerleme kaydedildi.
Tıp bilgisinin genişlemesi ve gittikçe daha sofistike ilaçların
yapılmasının bir sonucu olarak anestezi tekniklerinde büyük
gelişmeler görüldü ki bu da zor ve karmaşık ameliyatların ya­
pılabileceği anlamına geliyordu. Artık apandisit ameliyatı gibi
operasyonlar rutin ve sıradan hale geldi. Kalp hastalıkları, by­
pass ve organ nakli ameliyatlarında kat edilen büyük mesafe­
nin tamamı II. Dünya Savaşı sonrasının ürünüydü. Gene bu
yıllarda laparoskopik cerrahi de (ufak bir yarık açılarak yapılan
ameliyat) yaygınlık kazanmaya başladı.
Tıpta yaşanan ilerleme, ölüm nedenleri skalasında ciddi bir
farklılaşmaya yol açtı, ancak bu durumun oluşmasında halk
456 İngiltere Tarihi

sağlığı alanındaki diğer gelişmelerin de payı vardı. Yoksul, sağ­


lıksız ve aşırı kalabalık yerleşim birimleri ve gene gereğinden
fazla bir yükle boğuşan doğumevleri gibi faktörler, 1930'ların
sonu gibi geç bir tarihte bile çocuk ölüm oranlarında artışa ve
yoksul ve işsiz kesimlerde dengesiz beslenmeye yol açan cid­
di problemlerdi. Ancak bu problemler, il. Dünya Savaşı son­
rasının sosyal refah politikalarıyla birlikte azalmaya başladı.
Temiz Hava Yasası ve diğer çevresel tedbirler; İş Yeri Sağlığı
ve Güvenliği Yasası; insanların çalışma ortamlarına dair far­
kındalığının artması ve dumanla dolu bir odada bulunmanın
sağlığa dönük potansiyel tehdidine karşı bilinçlenmesi gibi
unsurların tümü birden, sağlıkta yaşanan değişime katkıda
bulundu ve özellikle göğüs hastalıklarının azalmasına yardım
etti. 1949'dan sonra piyasada satılan bütün sütlerin pastorize
olması şartı getirildi. Sigarayı fazla içmenin tehlikelerine dair
müşterek bir kanaat hasıl olmuştu ve hükümet de bu yönde
bazı adımlar attı, ancak sınırlı bir başarı yakalanabildi.
20. yüzyılın ilk yarısında en dikkat çekici olgulardan biri,
çocuk ölüm oranlarıydı. Her ne kadar yüzyılın başlarından iti­
baren tedrici bir azalma görülse de, İngiltere'de 1937'de bile
hala her 1 .000 çocuktan 58'i hayatını kaybediyordu ve ülke
çapında da -çocuk veya yetişkin- yaşanan ölümlerin birinci
nedeni enfeksiyon hastalıklarıydı. Fakat yüzyılın sonuna ge­
lindiğinde bu tablo değişti: Eskiden daha az görülen kanser ve
kalp hastalıkları, artık ölüm nedenleri arasında birinci sıraya
yerleşmişti. Enfeksiyon hastalıkları ise genellikle sadece bunu
besleyecek bir yan hastalığı olanlar veya aşırı yaşlı insanlar için
ölümcül olabiliyordu. Hastanede doğum yapmak neredeyse
bir kural halini aldı: 1993 yılında İngiltere ve Galler'de her
63 doğumdan sadece l'i evde gerçekleşmişti. 1971-1994 arası
dönemde bebek ölümleri de yaklaşık üçte iki oranında azaldı.
Yüzyıl boyunca ortalama yaşam süresi beklentisi, bütün
yaş gruplarında sürekli olarak artmıştı; bunun tek büyük is­
tisnası 1980'lerde 15 ile 44 yaş arasında olanlardı. Ortalama
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 457

yaşam süresi, 1960'lardan 1990'lara her on senede iki yıl uza­


mıştı. Ortalama ömür süresindeki artış, doğal olarak emekli
insan sayısının her geçen gün artmasını beraberinde getirdi ve
bu da ülkede yeni bir yaş grubu yapısı oluşturdu. 85 yaş üstü
hayli geniş bir kesimin varlığı, hayatta birinin desteğine ba­
ğımlı olanların da arttığı anlamına geliyordu. 195 1 'de Norfolk
nüfusu içinde 65 yaş ve üzeri olanların oranı yüzde 12.6'ydı;
halbuki bir yüzyıl kadar önce bu oran yüzde 9 .2'ydi. 1990' a ge­
lindiğindeyse bu oran yüzde 1 9.6'ya çıktı. İngiltere'de çalışma
yaşından emeklilik yaşına değin bütün nüfus dikkate alınarak,
bağımlılık/muhtaciyet oranınının 2050'de yüzde 2.4 olması
öngörülmektedir. .
Yukarıda bahsedilen tıbbi gelişmelere rağmen, gene de bü­
tün hastalıklar tam olarak önlenemedi. Muhtemelen, artan
araç egzoz emisyonlarının da etkisiyle, astım gibi solunum yolu
hastalıkları keskin bir yükseliş yaşadı. Tüberküloz da 1 9 87'den
sonra tekrar sahneye çıktı. Tüberkülozun yeniden görülmesi,
kısmen bu hastalığın yaygın olduğu ülkelerden gelen göçmen­
ler ve sığınmacılardan kısmen de HIV virüsü, evsizler ve ilaca
dirençli virüslerin ortaya çıkması gibi nedenlerden kaynaklan­
mıştı. Obezitenin artması, tip 2 diyabet ve kalp rahatsızlıkları­
nın da nedenini açıklıyordu. Özellikle kalp hastalıkları İskoç­
ya'da yaygındı. İngiltere'deyse özellikle Midlands'te ve yüksek
rakımlı kuzey kesimlerinde yüksek tansiyon görülmekteydi.
İnsanların sigarayı bırakma oranı yükseldikçe akciğer kan­
serleri de azaldı. Ama prostat kanseri artış gösterdi: 1 979'dan
2008'e dek geçen sürede her 1 00 bin kişinin 7.7'sinde görülen
prostat kanseri 51'e çıktı. Güneşe daha fazla maruz kalma da
cilt kanseri sayısını arttırdı. Genel olarak bakıldığında, 1979-
2008 arası dönemde kanser oranları her 100 bin kişide 329'd an
388'e çıktı. Fakat kanser vakalarının özellikle kadınlar arasında
daha yaygın olması dikkate değerdir: Artan alkol tüketimi, geç
çocuk doğurma ve obezite gibi faktörler bu durumun gerisinde
458 İngiltere Tarihi

yatan sebepler arasındadır. Bu arada kanser tedavisinde baş arı


oranı da 1979-2008 yılları arasında iki katına çıktı.
Nasıl ki tıptaki gelişmelerin sonucunda nüfusun yaş grubu
yapısı bir bütün olarak dönüştüyse, aynı şey insanların hayat­
larının farklı veçhelerinde de yaşandı. Gebelik önleyici ilaç­
ların kullanılmaya başlanması, kadınlara kendi doğurganlık­
larını kontrol edebilme yönünde büyük bir imkanı sağlarken,
1960'lardan itibaren genel cinsellik normlarında yaşanan deği­
şime eşlik eden "cinsel devrim"in yanısıra kadınların özgürleş­
mesinde de büyük rol oynadı. Marie Stopes'in 1921'de kurdu­
ğu Doğum Kontrol Cemiyeti ile birlikte, kadınların kendi do­
ğurganlıkları üzerinde kontrol sahibi olması, toplum nezdinde
her geçen gün daha fazla karşılık bulmaya başladı. Doğum
kontrol haplarına ulaşmak daha kolay hale geldi. Sadece 1990
yılında İngiltere'de 1 84.000 yasal kürtaj gerçekleşti. Doğal
yollardan çocuk sahibi olamayan çiftlerin yaklaşık yüzde 20'si,
yapay döllenme gibi yeni teknikler neticesinde muradına erdi.
Yeni bir tehdit olarak, 1980'lerde "güvenli seks"e sürekli vurgu
yapılmasına neden olan AIDS ortaya çıksa da, cinsel ilişki yo­
luyla bulaşan diğer pek çok hastalığın üstesinden antibiyotik­
ler sayesinde gelinebildi. Daha genel olarak bakıldığında, acı,
çok daha etkili ve seçici tedaviler sayesinde insanlardan uzak
tutuldu ve kireçlenme ve eklem rahatsızlıkları gibi milyonlar­
ca insanı acıyla kıvrandıran hastalıklar daha etkili tedavi edilir
oldu. Kısacası halkın sağlık durumu gerçekten de değişmişti
ve daha sağlıklı ve uzun-ömürlü bir hayat ortaya çıkmıştı. Ni­
telikli ve dengeli beslenme neticesinde, hem erkeklerde hem
de kadınlarda ortalama boy uzunluğu arttı. Bu arada sağlığa
dair bilincin yükselmesiyle, aşırı kilo sorunlarına dair algılar da
haklı olarak öne çıkmaya başladı.
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 459

Ekonomik Sorunlar
Modern çağ aynı zamanda, geleneksel ve yeni rakiplerle kı­
yaslandığında İngiltere'nin görece ekonomik performansının
hissedilir derecede düştüğü bir zaman dilimine tekabül etmek­
teydi. 1 870'lerden itibaren uzun erimli bir ekonomik gerileyiş
süreci yaşanmıştı, fakat 1960 ile 1980 arası dönemde de İngil­
tere'nin gayrisafi milli hasılasındaki yıllık artış, OECD üyesi
diğer on sekiz ülkenin gerisinde kaldı. 1960 sonrası dönemde
ortalama yaşam standardı, Almanya, Fransa, Japonya ve İtal­
ya'nın altına düştü. En önemli sorunlar yetersiz yatırım, dü­
şük endüstriyel üretim, sınırlı yenilik ve üretim yönetimindeki
başarısızlık ile pek çok meselede zorluk çıkaran sendikalardı.
Zaman zaman her yanı kaplayan bir çöküş duygusu, özellikle
1970'lerde çok belirgindi. O kadar ki, Private Eye adlı mizah
dergisinin 10 Ocak 1975 tarihli sayısının kapağında, o gün­
lerde Londra'yı ziyaret eden petrol zengini Suudi Kralı'nın
Kraliçe Elizabeth ile arabada yan yana oturduğu bir fotoğrafa
yer verilmiş ve altına "Saray' ın Yeni Sahibi" ibaresi düşülmüştü.
1970 yılında Kuzey Denizi'nde petrol bulunması ve ardından
1975'te üretime başlanmasıyla, İngiltere'nin ödemeler denge­
sinde bir nebze iyileşme oldu ama petrol sahibi olmayan diğer
rakip devletlerle karşılaştırıldığında bu da İngiltere'yi ekono­
mik darboğazdan çıkartamadı. Böylece petrol, nüfusun büyük
bir kısmı için yaşanan ekonomik çöküşün sonuçlarını maske­
leme işlevi gördü fakat aynı zamanda tehlikeli bir bağımlılığın
da zeminini hazırladı.
İngiltere ekonomisinde ve diğer dünya ekonomilerinde gö­
rülen uzun-dönemli yapısal değişimler, özefükle 1980'ler ve
1990'ların başında geniş çaplı bir işsizlik dalgasına; başta ağır
sanayi olmak üzere imalat endüstrisinde krize ve kur politika­
larında ciddi sorunlara neden oldu. Her iki durgunluk döne­
minde de emtia sahipliğindeki yükseliş, kısmen artan ithalatla
dengelenirken; enflasyonu düşürme kararlılığındaki hüküme-
460 İngiltere Tarihi

tin finans politikası nedeniyle yüksek seyreden sterlin kuru,


İngiliz endüstrisini olumsuz etkiledi. Savaş sonrası dönemin
tam istihdam hedefi tutturulamadı ve gittikçe bunun gerçekçi
bir hedef olmadığı kanaati baskın hale geldi. İmalat sanayiin­
deki düşüş hızlı bir biçimde devam etti. İmalat sanayiin ülke
ekonomisindeki payı 1990'ların başında yüzde 50 civarında
iken, 2010 yılında yüzde 12'ye kadar geriledi.
Şüphesiz bu sorunlar ekonomi-politik bir bağlam içinde
gelişti. Her zaman öncelikle kendi davalarının derdine düşen
sendikaların gücünün artması ve ekonomiyi düzeltmek için
bir dizi müdahaleci politika uygulamaları gerektiğini düşünen
siyasetçilerin yaklaşımları, ekonomi-politiğin en önemli görü­
nümleriydi. 1 895'te toplam 1 .5 milyon olan sendika üye sayısı,
1979' a gelindiğinde 13 milyonu aşmıştı. 192 1 - 1940 yılları ara­
sında Genel İşçi Sendikaları ve Ulaştırma Birimi başkanı olan
Ernest Bevin, Walter Citrine, 1 968- 1 978 arası dönemde Bir­
leşik İşçi Sendikaları'nın genel başkanlığını yapan Jack Jones
ve mühendisler Birliği'nin başkanı Hugh Scanlon gibi sendika
liderleri, 1930'ların sonlarından itibaren büyük bir gücü kont­
rol etmeye başladı ve bu durum Muhafazakarların iktidara
geldiği 1979 senesine kadar devam etti. Sendikalar, korporatist
bir siyasal düzen içinde kritik görevler ifa etti. Çeşitli grevler
yaşansa da II. Dünya Savaşı boyunca işçi-işveren ilişkileri, I.
Dünya Savaşı zamanına kıyasla daha iyiydi. Bu yıllarda sen­
dikaların kurumsal özgürlüğüne dokunulmazken, sabit ücret
ve merkezi planlama gibi unsurlar da hayata geçirildi. Savaş
sonrası iktidara gelen İşçi Partisi, kömür, çelik, demiryolları,
elektrik santrali ve gaz sektörlerinin millileştirilmesi, sosyal
hizmetlerin yasal güvenceye kavuşturulması ve tam istihdamın
hedeflenmesi de dahil, sendikaların siyasi isteklerinin çoğunu
hayata geçirirken, 1 950'ye kadar da belirli bir ücret politikası
uyguladı. Fakat 1950'de sendikaların, mevcut ücret politikasını
kabul etmediklerini ilan etmelerinin ardından 195 1 'de yapılan
genel seçimleri İşçi Partisi kaybetti. Seçim sisteminden ötü-
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 461

rü, İşçi Partisi daha fazla oy almasına rağmen, Muhafazakar


Parti daha fazla milletvekili çıkarmıştı. 1974'te J ack J on es, İşçi
Partili hükümetin lideri (1 964-70 ve 1974-76 yılları arasında
Başbakan olan) Harold Wilson'la (genellikle toplumsal söz­
leşme olarak bilinen) bir anlaşma yaptı. Buna göre sendikalar,
yasama süreçlerinde kendi görüşlerinin kabul edilmesi karşılı­
ğında, ücret taleplerini makul bir düzeye çekecekti.
Sendikalar ile Muhafazakar hükümetler arasındaki ilişki
ise daha sertti: ortak kabullerin, ortak deneyimlerin ve tarihin
yokluğuyla biçimlenmiş siyasal farklılıkların etkisi çok açıktı.
Gene de Muhafazakar Parti ve . kurduğu hükümetler -Buts­
kellismin de bir yansıması olarak- 1 946 ile 1964 arası dönem­
de sendikalarla iyi ilişkiler kurmaya gayret etti. Buna karşılık,
liderlerinden bazılarının siyasi bir düşmanlıkla hareket ettiği
Maden İşçileri Konfederasyonu'nun başlattığı grevler, 1 972 ve
1974 tarihlerinde Muhafazakar hükümetleri iki kez çok zor
durumda bıraktı. 1 970'li yıllarda insanlar, televizyon sayesinde
grevleri; elektrik kesintileri nedeniyle de karanlıkta banyo yap­
mayı hayatlarının olağan bir parçası gibi görmeye başlamıştı.
İşçi sendikalarının gücü ve yaşanan ekonomik sorunlar, baş­
ta planlama nosyonu ve korporatist düzen olmak üzere, savaş
sonrası dönemin toplumsal-demokratik uzlaşılarının gözden
düşmesine ve bir tepki olarak "Thatcherism''in1 doğmasına yol
açtı. Sendikalar anlamsız yetki tartışmalarıyla meşgul olurken,
pek çok sendika temsilcisi ekonomik çatışma ve sınıf savaşı
söylemini ve tavrını benimsedi. "Huzursuz Kış" denen 1978-
1979 yıllarında, hastane görevlileri ile ambulans şoförlerinin
katıldığı grevler ve diğer "dolaylı boykotlar" büyük ve yıkıcı
bir etkiye yol açarak, 1979'd a Thatcher'ın iktidara gelmesinin
zeminini hazırladı. Thatcher'ın, ekonomik sıkıntıda çok geniş

1 1979- 1990 yılları arasında ülkeyi yöneten Margaret Thatcher' ın

temsil ettiği ideolojiyi ve uyguladığı politikaları nitelemek için kul­


lanılan genel bir kavram. (ç.n.)
462 İngiltere Tarihi

ve tahripkar bir rolleri olduğuna inandığı sendika liderleriyle


tartışmaya ayıracak zamanı yoktu ve ilk işi sendikaların yet­
kilerini kısıtlayan yasal bir düzenleme yapmak oldu. Benzer
bir amaçla 1969'da Başbakan Wilson'ın Parlamentoya sundu­
ğu ancak sendikaların ve İşçi Partisi'nin muhalefeti nedeniyle
geri çekmek zorunda kaldığı kanun teklifinin üzerinden on yıl
kadar bir süre geçtikten sonra, şimdi Thatcher bunu başarmıştı.
Bu arada 1984-85'te madencilerin yürüttüğü grev de uzun bir
mücadelenin ardından başarısızlıkla neticelendi. Bunun geri­
sinde, işçilerin kendi aralarında bölünmelerinin ve ülkedeki
genel yumuşama havasının da etkisi vardı.
Ekonomik büyümeyi ve bireysel özgürlükleri genişletme
amacında olan Thatcher'ın hedefinde işçi sendikaları vardı:
Grev sırasında çalışmak isteyen işçilere engel olma ve dolaylı
boykot eylemleri büyük ölçüde sınırlandırılırken, sadece sen­
dika üyesi olan işçileri çalıştıran "kapalı dükkan'' uygulama­
sı büyük oranda ortadan kaldırıldı ve sendikalar grev çağrısı
yapmadan önce, üyelerinin kararlarını yansıtan oyları posta
yoluyla almak zorunda bırakıldı. İşçilerle, süresi belirli sözleş­
meler yapma usulü yaygınlaşmaya başladı. Yakın tarihte çok
ciddi problemlere yol açan sendika militanlığı 1980'lerin son­
larında gücünü yitirmeye başlarken, iş yavaşlatma eylemleri
de 1990'ların başında azaldı. 1990'da sendikaya kayıtlı çalışan
oranı sadece yüzde 48'di; "kapalı dükkan" usulü altında çalışan­
ların sayısı da 500 bine geriledi ki on yıl önce bu sayının 4.5
milyon olduğu düşünüldüğünde ciddi bir dönüşüm yaşandığı
görülmektedir. Bu arada İşçi Sendikaları Kurultayı'nın üye sa­
yısı da 1994 yılı Ocak ayı itibarıyla 7.3 milyona geriledi. Fakat
ülke çapında sendikaların toplam üye sayısı hala 8 milyonun
üzerindeydi. Ücret görüşmelerinin önemlice bir kısmı artık ye­
rel düzeyde gerçekleştiriliyordu ve genel anlaşma yerine her bir
sektör için sadece ilgili tek sendikayla anlaşma yapılması yay­
gınlaştıkça, gerilimler de azaldı. l 980'ler ve 1990'ların başında
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 463

yapılan özelleştirmeler sayesinde, kamu iktisadi teşekküllerin­


de artık daha az sendika üyesi personel çalışıyordu.
Sendikalarla yaşanan zorlukların dışında bir diğer mesele
de ekonomi politikalarında -örneğin bölgesel yardımlar konu­
sunda- görülen süreksizlikti. 1949'da millileştirilmiş olan çelik
endüstrisi 1953'te özelleştirilmiş; 1967'de yeniden millileşti­
rilmesine karşın 1979'da bir kere daha özelleştirilmişti. Gaz,
elektrik, telefon, su, tren ve diğer pek çok sektörün özelleşti­
rildiği 1979 sonrası dönemin iki Muhafazakar lideri (Thatc­
her ve 1990'dan itibaren John Major), devletin ekonomideki
rolünü azaltmaya ve ekonomik liberalizmi yeniden canlandır­
maya çabaladı. Fakat elde ettikleri başarı sınırlıydı: 1 995 yılın­
da İngiltere'deki işgücünün beşte biri hala kamu sektöründe
çalışıyordu.
il. Dünya Savaşı'ndan bu yana bir dizi farklı ekonomik
politikalar izlenmesine rağmen, ekonomik büyüme siyasi
beklentileri karşılamadı ve son kertede harcama önceliklerine
dair ihtilaflar öne çıktı. Hükümet harcamaları ve istihdamda
1914'den beri yaşanan büyük artış, söz konusu ihtilafların öne­
mini daha da arttırdı. Başta sosyal refah ve savunma olmak
üzere, önemli alanlarda siyasetçilerin planlarını ve isteklerini
tatbik etmelerine yetecek bir ulusal bütçe oluşturulamadı. Böy­
lece 1949'da pound yüzde 30.5 devalüe edilirken, kamu harca­
malarında kesintiye gitme kararı alındı. Kararı göstermelik bir
adım ve dayatma olarak nitelendiren, kabinenin İşçi Partisi'ne
mensup sol görüşlü bakanları Aneurin Bevan, Harold Wilson
ve John Freeman istifa etti. Wilson hükümetinin 1967'de aldı­
ğı gecikmiş devalüasyon kararına gelene dek, ülkede gerçekten
de kötü bir ekonomi yönetimi uygulandı. Bunun en çarpıcı
örneği 1963-64 yıllarında başbakanlık yapan Muhafazakar Sir
464 İngiltere Tarihi

Alec Douglas-Home'un belleklerde "kibrit kutusu" ile yer et­


miş olan ekonomi anlayışıydı. ı
Yüksek enflasyonun iki müsebbibi, kötü ekonomi yöneti­
mi ve işsizlik ile düşük enflasyon arasındaki ilişkiyi ısrarla yok
sayan sendikaların tavrıydı. Gerçekten de 1972 ile 1975 ara­
sı dönemde enflasyon yıllık yüzde 15.8 çıktı ve ardından dış
mali yardım için IMF'ye gidilerek 1976'da 3.9 milyon dolar
borç alındı. Savaş-sonrası dönemin bütün başbakanları (1976-
1979 yıllarının İşçi Partili başbakanı James Callaghan hariç),
İngiltere'yi büyük bir uluslararası güç olarak görme alışkan­
lığını terk etmekte zorlandığı için dış politikaya gereğinden
fazla zaman harcadı. Bedeli ağır olan bu alışkanlık, Tony Blair
(1997-2007) ve David Cameron (2010-2016) hükümetleri za­
manında da sürdürüldü.

Siyasal Kültürün Görünümleri


Kötü tecrübeler yaşayan ve beklentileri boşa çıkanlar için tek
ümit kaynağı, daha yüksek hayat standartlarına ve düşük de
olsa ekonomik bir büyümeye kavuşmaktı. İngiltere'nin karşı­
laştığı iç ve dış sorunların dikkat çekici bir özelliği, bu sorun­
ların İngiliz siyasetini kalıcı veya kitlesel bir radikalleşmeye
doğru itmemiş olmasıdır. Tabii bazı istisnalar da yok değildi:
I. Dünya Savaşı esnasında İskoçya'da sendikaların başlattığı
yürüyüşler daha sonra şiddet olaylarına dönüşmüş ve tarihe
"Kanlı Cuma" olarak geçen olaylar neticesinde 1919'da Glas­
gow caddelerinde tanklar yürümüştü. Sertlik tonu daha düşük
olan diğer bir olay da gene grevle ilgiliydi. Britanya Komünist
Partisi 1920'de kurulmuştu. Gelgelelim işten çıkartılan maden

1 Kısa başbakanlığında kötü bir yönetim sergileyen Douglas-Home,


bir keresinde ekonomik yaklaşımını anlatırken "önüme ekonomi ra­
porları geldiğinde, mutlaka yanımda bir kibrit kutusu olur; onu aça­
rım ve hesaplamalarımı kibrit çöpleriyle yaparım" dediği için ciddi
eleştirilere uğramıştı. (ç.n.)
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 465

kömürü işçilerine (maaş kesintisini kabul ederlerse yeniden iş­


başı yapabileceklerdi) destek olmak amacıyla İşçi Sendikaları
Kurultayı'nın organize ettiği 1926'daki Genel Grev, Baldwin
hükümetinin kararlı duruşu sayesinde hızlı bir biçimde son­
landırıldı ve sendika liderleri daha fazla ileri gitmedi. Geliş­
melerin uzun boylu bir krize dönüşmesini istemeyen İşçi Sen­
dikaları Kurultayı, madencileri yalnız bırakmıştı.
1930'ların ilginç gelişmelerinden biri Oswald Mosley'in
kurduğu -ve daha sonraları İngiliz Faşistleri Birliği'ne dönü­
şecek olan- Yeni Parti'ydi. Önce Muhafazakar, sonra Bağımsız
en sonunda da İşçi Partisi milletvekili olarak parlamentoya gi­
ren Mosley, kıymeti kendinden menkul değişken fikirlere sa­
hip bir diktatör heveslisiydi. Yahudileri tahrik etmek amacıyla,
onların yoğun olarak yaşadığı Londra'nın East End bölgesinde
ve Manchester'da kendisine bağlı paramiliter Blackshirts güç­
lerine bilinçli bir şekilde yürüyüşler yaptırtıyordu. Tahrik ve
şiddet eğiliminin yanısıra Nazi Almanyası'yla da bağları olan
Mosley sonunda itibarını yitirdi ve il. Dünya Savaşı boyunca
hapiste kaldı.
Dönemin bazı yazarları, gerçeklik ihtimali oldukça sınır­
lı olmakla birlikte, siyasi ve endüstriyel sorunların gerisinde
bazı tehditkar komploların yattığı korkusunu dile getiriyordu.
Herman MacNeile'nin 1921'd e yazdığı popüler macera ro­
manı Bulldog Drummond bu temayı işliyordu. I. Dünya Savaşı
yıllarında İngiliz istihbarat elemanı olarak görev yapan İskoç
yazar John Buchan (1875-1940), milletvekili ve sonra Kana­
da Genel Valisi olmadan önceki döneminde kaleme aldığı 1he
1hree Hostages (1924) romanında, "büyük çapta tahribata yol
açan yıkıcı tipler, kötümserlik tacirleri, toplum ne zaman belini
doğrultacak gibi olsa derhal bir tekmeyle onu gerisin geri te­
peden aşağı yuvarlarlar ve ardından kendi ceplerini doldurmak
için . . . bütün sermayeleri sebepli sebepsiz her şeye karşı derin
bir nefret yahut anarşiye iman etmek olan fanatikleri kullanır­
lar" diye yazıyordu. Tüm zamanların en çok satan yazarı unva-
466 İngiltere Tarihi

nını elinde tutan Agatha Christie (1890-1976) de 1he Big Four


( 1927) adlı romanında "Her şeyin, dünyadaki huzursuzluğun ,
her yeri saran işçi sorunlarının ve bazı yerlerde patlak veren
ihtilallerin . . . tümünün arkasında, uygarlığı parçalama dışın­
da bir amaç taşımayan bir güç var" diyordu. Teknoloji de bu
güce hizmet ediyordu: " . . . şimdiye kadar denenmiş olanların
hepsinden daha yoğun bir enerji kaynağı; çok yoğun bir ışığın
belirli bir hedefe yöneltilebileceği . . . atom enerjisi" sayesinde
Büyük Dörtler "dünyanın diktatörleri" haline gelebilirdi. İn­
giltere'nin baş başa kaldığı böylesi uğursuz tehditler, 1953'te
James Bond serisinin ilk kitabı olan Casino Royafı yayımlayan
lan Fleming ( 1908-1964) gibi polisiye roman yazarları için
verimli bir malzeme deposu demekti. Macera romanları, yeni
teknolojinin muhayyile üzerindeki etkisinin en açık kanıtıy­
dı. Fleming'in gerilim dolu James Bond hikayeleri ise ülkenin
karşı karşıya bulunduğu zorlukların muhayyel bir biçimde ge­
nişlemesiyle ortaya çıkan, tehdit altında bir ulus duygusunu
açığa vurmaktaydı.
Her şeye rağmen, İngiltere'de siyasal sistemi alaşağı etmeye
yönelmiş bir radikalizmin etkisi çok sınırlı kaldı ve parlamen­
ter sistem güçlü bir şekilde varlığını sürdürdü. Değişim için
mücadele verenlerin en başarılı olanları, muhtemelen kadın­
lara oy hakkı talep edenlerdi ve 1918'de istediklerini elde et­
mişlerdi. Ülkede komünist ve faşistlerin ikisinin birden toplam
üye sayısı hiçbir zaman 70 bini aşmadı ve 1934'teki ekonomik
toparlanma da Mosley'ye verilen desteği frenledi. 1930'larda
Cambridge Üniversitesi'nde okuyan öğrenciler, komünist ey­
lemlerden ziyade sporla çok daha fazla ilgileniyordu. 1918'de
kadınlara oy hakkı verilmesi ve İşçi Partisi'nin yükselişi ve ge­
nel duruşu gibi faktörler, radikalizmin sınırlı bir düıeyde kal­
masında önemli rol oynadı.
Radikalizmin sınırlılığı, II. Dünya Savaşı sonrasında da
görüldü. Nazilerin faaliyetleri ülkedeki aşırı sağ görüşleri iti­
barsızlaştırırken, Sovyetler Birliği'nin politikaları ve nihai ha-
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 46 7

şansızlığı da aşırı solun inandırıcılığına darbe üstüne darbe


indirdi. Komünist Parti'nin 1929-1939 ve 1941- 1956 yılları
arasında genel sekreteri olan Harry Pollitt, Kruşçev'in Sta­
linizmin gerçek doğasını gözler önüne sermesinin ardından,
bir zamanlar gönülden bağlandığı Stalinist ideolojiyi büyük
bir hayal kırıklığı içinde terk etti. Büyük Britanya Komünist
Partisi de Sovyetler'in 1968'de Çekoslovakya'yı işgalini sert
bir dille kınadı. İşçi Partisi 1970'lerde sola doğru kaydı ve aşı­
rı sol grupların Troçki'den mülhem uyguladığı "içeri sızma"1
taktiğinden etkilendi. Dolayısıyla 1980'lerde, bazı İşçi Partili
milletvekillerinin görüşleri ile Batı Avrupa komünistlerinin
yaklaşımları arasında neredeyse hiçbir fark kalmadı. Fakat bu
durum, İşçi Partisi'nin 1979, 1983, 1987 ve 1992 genel seçim­
lerini kaybetmesine yol açtı. Bu, 1. Dünya Savaşı ertesinde Li­
berallerin yaşadığı çöküşten bu yana büyük bir siyasi partinin
karşılaştığı en büyük yenilgiydi ve üstelik 1980'lerin başında ve
1992 seçimlerinden hemen önce iktidarda olan Muhafazakar
hükümetlerin ciddi ekonomik sorunlarla boğuştuğu dönem­
lerde gerçekleşmişti.
Sosyalist ilkelerle uyum içinde yeni-tip bir toplum kurma,
yani devlet eliyle kolektivist bir toplum inşa etme girişimi sa­
dece seçmenler tarafından değil; 1980'ler ve 1990'larda Neil
Kinnock (1983-1992), John Smith ( 1 992-1994) ve Tony Bla­
ir'in (1994-2007) liderliği altındaki İşçi Partisi tarafından da
reddedildi. Parti'nin Tony Blair döneminde yükselen popülari­
tesinin gerisinde doğrudan doğruya ılımlı bir yaklaşım sergile­
mesi yatıyordu ve bu nedenle de Blair, 1997 seçimlerinde John
Major'ı kolaylıkla mağlup etti ve 2001 ile 2005 seçimlerinden
de güçlü bir biçimde çıkmayı başardı. Fakat bu tarihten son­
ra merkez partisi görüntüsünden uzaklaşıp, daha sol eğilimli
1 "Entryism'' olarak geçen "içeri sızma" kavramı, Troçkistlerin geliştir­

diği taktiklerden biriydi. Belirli bir ideolojiye mensup olan insanların,


gizli bir biçimde bir başka partiye sızarak o partinin ilkelerini ve
planlarını değiştirme girişimi anlamına gelmektedir. (ç.n.)
468 İngiltere Tarihi

politikalara meyledince, 2010 ve 2015 seçimlerini kaybetti.


Benzer bir biçimde, 1980'lerde ve 1990'ların başında peş peşe
yapılan kamuoyu araştırmaları, özgüvene ve devletin sınırlı ro­
lüne vurgu yapan "yeni sağ"ın halkta sınırlı bir karşılık buldu­
ğunu ortaya koymuştu. İnsanlar, başta Ulusal Sağlık Hizmet­
leri uygulaması olmak üzere, refah devleti politikalarını açık
biçimde destekliyordu. Aynı şekilde, 1980'lerin ve 1990'ların
başlarında yaşanan ekonomik durgunluk, sol eğilimli bir ra­
dikalizmin yeniden canlanmasına yol açmadı. Büyük Britanya
Komünist Partisi'nin, Demokratik Sol Parti adı altında yeni
bir yapılanmaya gitmesine karşı çıkan partinin radikal kanadı,
1992 seçimlerinde dört aday çıkarmış ve her biri ortalama 150
oy alabilmişti.
Bir ülkenin girdiği savaşları hep kazanmış olması ile o ül­
kenin siyasal sistemine karşı içeride ciddi bir meydan okuma­
nın olmayışı -yahut sistemin büyük bir dönüşüm yaşamama­
sı- arasında bir ilişki olduğu öne sürülebilir. Almanya, Fransa,
Japonya, İtalya ve Avusturya gibi devletler, 1. ve/veya il. Dünya
Savaşı'nda ciddi bir mağlubiyet yaşadı ve bu mağlubiyet bu
toplumların ekonomik sistemlerini yeniden inşa etmelerini
sağlayan siyasi ve kurumsal bir dönüşüme yol açtı. Oysa böyle
bir süreç İngiltere'de yaşanmadı. Keza pek çok Avrupa ülkesi
için 20. yüzyıl tarihi bir utanç, hüsran veya baskı anlamına ge­
lirken, İngiltere için böyle bir şey söz konusu değildi.
Aslına bakılırsa, İngiltere'de mesela 1997 yılında varolan
siyasal sistem, temel özellikleri bakımından hala 1914 yılı ön­
cesine aitti: yetkileri sınırlanmış ve bir istişare makamı konu­
muna indirgenmiş -1917'de Windsor adını alan-1 bir monar­
şi; seçimle oluşan Avam Kamarası ile Lordlar Kamarası'ndan
müteşekkil iki yapılı Parlamento; nisbi temsile dayanmayan,

1 V. George aslen Alınan Saxe-Coburg ve Gotha adlı hanedanın so­


yundan geliyordu. I. Dünya Savaşı sırasında Kral George, ait olduğu
sülalenin adını "Windsor Hanedanı" olarak değiştirdi. (ç.n.)
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 469

büyük oranda iki partili bir sistem etkin olmakla birlikte, gene
de farklı bölgesel ve sosyal temelleri olan pek çok siyasi par­
ti; bölgesel meclislerin olmadığı, sadece yetkilendirilmiş veya
kısmen bağımsız işleyen İskoçya ve Galler parlamentolarını
da kapsayan merkezileşmiş bir İngiltere devleti. Hem yürüt­
menin başı hem de yasama organındaki en önemli partinin
-ulusal çapta da- lideri olma vasfıyla tek başına büyük bir güce
hükmeden Başbakanın konumu dikkate alındığında, İngilte­
re'nin bazı açılardan seçimle yönetilen bir diktatörlük olmayı
sürdürdüğü söylenebilir. Toplumsal sistem büyük ölçüde hala
eşitlikçi olmayan bir yapıdaydı ve siyasal sisteme, kamu hiz­
metlerine, silahlı kuvvetlere, bankacılık sistemine, büyük şir­
ketlere ve üniversitelere hükmedenler, geçmişleri ve konumları
itibarıyla işçi sınıfından olmayan kimselerdi. Muhafazakarlar,
1990-1997 arası dönemin Başbakanı John Major'ın nasıl da
zorluklar içinde büyüdüğünden dem vurup mütevazı geçmişi­
ni vurguladıysalar da, ne Major'ın kabinesinin ve milletvekil­
lerinin büyük çoğunluğu ne de 2010'da Başbakan olan Muha­
fazakar David Cameron için benzer bir durum söz konusuydu .

İrlanda'nın Bağımsızlığı
Demokratikleşme, kitlesel göç, İrlanda sorunu, Avrupa, im­
paratorluk ve dağılan birlik . . . Bu başlıklar, İngiltere'nin yir­
minci yüzyılda karşılaştığı temel siyasi sorunlardı. Yaşanan sa­
vaşlar İngiltere'yi de etkilemiş; kaynaklarını ve moral gücünü
zayıflatmıştı. İlk büyük kayıp İrlanda oldu. Belki anlamlı bir
mukayese olmayacak ama gene de şu ibretlik notu düşmekte
fayda var ki, I. Dünya Savaşı'nda yaklaşık yarım milyon İr­
landa kökenli insan (ister Katolik ister Protestan olsun) Kral
V. George adına gönüllü olarak savaşa katılmışken, Sir Roger
Casement'in Almanlara esir düşmüş İrlandalılardan bir İrlan­
da Taburu kurup bağımsızlık için ayaklanma başlatma girişimi
470 İngiltere Tarihi

başarısızlıkla sonuçlandı. ı Dahası aynı yıl içerisinde, bağım­


sız bir İrlanda Cumhuriyeti kurma amacıyla Dublin'de Easter
Ayaklanması'nı başlatan ve sayıları iki binden az olan grubun
girişimi de sonuçsuz kaldı. Bunda ayaklanma karşıtı bir bildiri
yayımlayarak çatışmanın önüne geçmek isteyen Eoin O'Ne­
ill'in çağrısının karşılık bulmasının da payı vardı. İsyancıların
dağıttıkları bildiride, kurulacak bir cumhuriyetin seferberlik
ödeneklerinin artık biteceği anlamına geldiğini söylemeleri,
Dublinli çok sayıda asker karısında milliyetçi bir coşkuya de­
ğil, sadece öfkeye yol açtı. 2 Dublin hariç, planlanan milliyetçi
ayaklanmaların hiçbiri hayata geçirilemedi.
İngiltere'nin bu isyana yanıtı sert oldu; ülke dört bir cep­
hede savaşta olduğu için bu anlaşılabilirdi. Fakat sertlik, İr­
landa kamuoyunun radikalleşmesine hizmet etti. Olağanüstü
hal ilanı ve ardından gelen yargılamalar, gözaltılar ve idamlar
milliyetçi duyguları iyice keskinleştirdi. 1 9 1 8 genel seçimlerin­
de, Parlementoda İrlanda'ya ait 105 kişilik kontenjanın 73'ünü
milliyetçi Eamonn de Valera'nın lideri olduğu Sinn Fein Par­
tisi kazandı. Bağımsızlık talep eden Volera, Westminster'a

1 Roger Casement, yüzyılın başlarında görevli olarak gittiği Afrika'da


yerlilere karşı sergilenen acımasız muameleleri görünce sömürgeci­
lik karşıtı bir tutum takınmaya başlamış ve İ ngiltere'nin İrlanda'da
yürüttüğü propagandanın bundan pek de farklı olmadığı kanaatine
varmıştı. 1. Dünya Savaşı başladığında önce Amerika'ya, ardından
1916'da da Almanya'ya giden Casement, savaşta Almanlara esir düş­
müş İrlandalılardan bir askeri birlik kurarak İrlanda'nın bağımsızlığı
için harekete geçmek üzere Almanlarla görüşmüştü. Henüz ayaklan­
ma başlamadan önce Almanya'dan İ rlanda'ya geçen Casement, geliş­
melerden haberdar olan İ ngilizler tarafından yakalanmış ve 1916'da
idam edilmiştir. (ç.n.)
2 1. Dünya Savaşı'nda İ ngiliz ordusunda görev alan Dublinli asker

eşlerine İ ngiltere tarafından düzenli bir gelir bağlanmıştı. 1916 is­


yanında, kocaları askerde olan kadınlar, Dublin'de isyancılara karşı
direndi. (ç.n.)
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 471

gelmeyi de reddetti. O ve arkadaşları, savaş öncesi dönemin


önde gelen İrlandalı politikacılarından John Redmond'un
(1856-1918) desteklediği ve 1914'teki Özerk Yönetim Yasa­
sı'na zemin teşkil eden "imparatorluk içinde özerk yönetim"
politikasını reddediyordu. Redmond'un kardeşlerinden biri, I.
Dünya Savaşı esnasında Kral V. George için savaşırken ölmüş­
tü. Sinn Fein, özerk yönetimi bir yana bırakıp odağına İrlanda
milliyetçiliğini oturttu.
Nihayet 1919 yılı Ocak ayında, "Dail Eireann'' adı verilen
yeni bir ulusal meclis kuruldu ve tek taraflı bağımsızlık ilan
edildi. Hemen ardından da, ileride İrlanda Cumhuriyet Or­
dusu (IRA) adını alacak olan milliyetçi İrlanda Gönüllüleri,
ilk ölümcül tuzağını sahneye koydu. İngiltere'nin bağımsızlık
ilanını tanımamasıyla birlikte 1919-1921 yılları arasında kanlı
bir savaş yaşandı. 1921'de varılan anlaşmayla İrlanda'nın bü­
yük bir kısmını yönetmek üzere yeni Serbest İrlanda Devleti
kuruldu. Yeni devlet, Britanya İmparatorluğu içinde özyöne­
time sahip bir Dominyon ülke statüsündeydi ve Kraliyet tara­
fından buraya bir genel vali tayin edildi (1930'lardan itibaren
genel vali, İrlanda Başbakanı'nın teklifi ile atanmaya başladı).
Fakat İrlanda'nın kuzeyindeki Birlik Yanlısı Protestanlar bu
anlaşmayı kabul etmedi ve Ulster'deki dokuz idari bölgenin
altısı bir araya gelip Kuzey İrlanda'yı kurdu. O günden beri
Birleşik Krallık'a bağlı olan Kuzey İrlanda, Westminster'da 12
( 1979'dan sonra 17) milletvekiliyle temsil edildi. Yetkileri kı­
sıtlı da olsa özyönetimle idare edilen Kuzey İrlanda katı bir
Protestan devlet haline geldi ve Katolik azınlık ayırımcılığa
maruz kaldı. Bununla birlikte Katoliklerin ayırımcılığa uğra­
dığı iddiasının bir ölçüde tartışmalı bir mevzu olduğu da belir­
tilmelidir; özellikle sosyal konutlardan yararlanma noktasında
ayırımcılığa maruz kaldıkları iddiası ciddi eleştiriler almıştır.
Bu bölünmeye karşı IRA, 1921'de Ulster'de terör eylemlerine
başlarken aynı zamanda güneyde henüz kurulmuş olan Ser­
best İrlanda Devleti'yle de 1922 ve 1923'te çatışmaya girdi.
472 İngiltere Tarihi

Bu çatışmalar, Bağımsızlık Savaşı'ndan çok daha kanlı olaylara


neden oldu. IRA .
hem kuzeyde hem de güneyde mağlup edildi·'
IRA terörüne Irlanda hükümetinin yanıtı da çok sert oldu: 77
kişi idam edilirken örgütün 12.000 üyesi de tutuklandı. Bun­
dan sonra 1960'ların sonuna gelene dek IRA terörü kuzeyde
ve güneyde küçük bir tahrik unsuru olarak varlığını sürdürdü .
1921 tarihli anlaşmayı reddeden ve 1917-1926 yılları ara­
sında Sinn Fein'in liderliğini yapan De Valera, 1926'd a kurduğu
Fianna Fail adlı yeni partiyle girdiği 1932 seçimlerini kazan­
dı ve o tarihten sonra İrlanda Cumhuriyeti'nde sırasıyla İcra
Konseyi Başkanı (1932-1937), Başbakan (1937-1948/19 51-
1954/1957-1959) ve Devlet Başkanı (1959-1973) olarak hiz­
met etti. IRA'nın büyük bir kesimi Valera'nın liderliğini kabul
etmeye hazırdı ve gerçekten de De Valera hem hükümette hem
de polis teşkilatında bazı IRA mensuplarına görev verdi. Fakat
IRA'nın bir kısmı da ne olursa olsun birleşik bir İrlanda için
savaşmakta ısrarcıydı ve bu da onları De Valera'yla çatışmaya
götürdü. Bilhassa IRA silah temini için bazı ordu karargahla­
rına ani baskınlar düzenlediği ve ayrıca Hitler'den para ve silah
yardımı almaya başladığı dönemde çatışmalar şiddetlendi. Bu
ortamda De Valera'nın emriyle IRA mensupları tutuklanmaya
ve bazıları da idam edilmeye başlandı. Bu gelişmeler üzerine,
tıpkı 1980'lerin başında Kuzey İrlanda'da İngiliz hükümetinin
başına geldiği gibi, Valera hükümeti de IRA'nın açlık grev­
leriyle karşılaştı. 1937'de İrlanda kendi Yeni Anayasa'sını ilan
etti. Bu anayasayla, İrlanda'nın Birleşik Krallık'tan ayrılma is­
teğinin, Kuzey ile birlik olmanın ve Katolik kimliğinin altı çi­
ziliyordu. Böylece 1921'de imzalanan anlaşma da yürürlükten
kalkmış oldu. 1948'de İrlanda Britanya Milletler Topluluğu'n­
dan ayrılıp bağımsız bir devlet oldu. 1937 Anayasası'nda kuzey
ile birleşme eğilimi dile getirilmiş olsa bile, De Valera bunun
için bir savaş yapma yanlısı değildi.
IRA'nın 1958-1962 yılları arası Kuzey İrlanda'da gerçek­
leştirdiği terör saldırılarının herhangi bir siyasi etkisi olmadı,
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 473

fakat ne zaman ki temelde Katoliklerin haklarını savunma


iddiasında olan bir sivil haklar hareketinin 1969'd a başlattığı
eylemler sert ve acımasız bir karşılık gördü, işte o zaman İngi­
liz ordusunun müdahalesi geldi. Birlik Yanlısı mevcut bölge­
sel yönetim askıya alındı ve Kuzey İrlanda 1972'de doğrudan
Londra'ya bağlandı. Bu tarihten 1992 yılına gelene dek geçen
(ve "Sıkıntılı Yıllar" olarak adlandırılan) sürede 3.000 kişi ça­
tışmalarda hayatını kaybetti: Ölenlerin büyük kısmı IRA terö­
rünün kurbanlarıydı ama hiç de azımsanmayacak sayıda insan
da Ulster'in Birleşik Krallık' ın parçası olarak kalmasını isteyen
paramiliter Protestan gruplar tarafından katledilmişti. IRA
terörünün İrlanda topraklarından çıkıp İngiltere'ye uzanması
1972 senesinde başladı: 1984'de Brightondaki Muhafazakar
Parti kongresinde bombalı saldırı düzenlenirken, 1991'de de
Kabine hedef alındı ve saldırıda Muhafazakar Parti'den üç
milletvekili öldü. İngiltere ile İrlanda hükümetleri arasında
başlayan görüşmeler neticesinde 15 Aralık 1993'te Downing
Street Deklarasyonu yayınlandı. Deklarasyonda İrlanda'nın
sadece İrlandalılara ve onların ortak egemenliğine ait oldu­
ğu belirtilirken, Kuzey ve Güney'in karşılıklı rızaya dayana­
rak kendi geleceklerini kurma hakkı olduğu ifade ediliyordu.
Dolayısıyla, kuzeydeki Birlik Yanlıları'na -rızaları olmadan­
birleşik bir İrlanda devleti dayatması da yapılmayacaktı. IRA
1994'te askeri faaliyetlerini durdururken diğer paramiliter
gruplar da aynı yıl ateşkes ilan etti ve 1995'te müzakereler baş­
ladı. 1996'da IRNnın elindeki silahları teslim etmesi nokta­
sında yaşanan krizden ötürü ateşkes bozuldu, fakat 1997 ve
1998'de tekrar anlaşmaya varıldı. 10 Nisan 1998'de yapılan
Hayırlı Cuma ( Good Friday) Anlaşması ile Kuzey İrlanda'nın
bölgesel özerk yönetimi yeniden hayata geçirildi. Halkoyuna
sunulan anlaşma Kuzey İrlanda'da yüzde 71; güneyde de yüzde
94 oranında bir oyla kabul edildi. Kuzey İrlanda Meclisi ve
İcra Organı tesis edilmesini müteakip Temmuz 1 998'de Mec­
lis ilk toplantısını yaptı.
474 İngiltere Tarihi

1 . Dünya Savaşı, 1914-1918


Başlangıçta bir süreliğine Dominyon ülke statüsünde İmpara­
torluğa bağlı kalmaya devam etse de İrlanda'nın 1922'de kay­
bedilmesi, Britanya İmparatorluğu'nun güçlü milliyetçi ha­
reketlerle karşılaştığında ne derece güçsüz kaldığını gözler
önüne serdi. 1. Dünya Savaşı'nda hem beşeri hem de maddi
kaynaklarını daha önce görülmedik biçimde seferber ederek,
müttefiklerin zaferinde büyük pay sahibi olan İngiltere'nin
imparatorluk sınırları, savaş bittiğinde en geniş sınırlarına
ulaşmıştı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliaht prensi
Franz Ferdinand'ın Sırp teröristler tarafından Saraybosna'da
öldürülmesiyle başlayan savaşta, İngiltere, Fransa, Rusya, İtal­
ya ve -1917'den itibaren- Amerika'nın oluşturduğu cephenin
karşısında Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve
Türkiye'nin kurduğu birlik vardı.
Fransız kuvvetlerini arkadan çevirmek isteyen Almanya'nın,
önceden tarafsızlığını ilan etmiş olan Belçika'yı işgal etmesiyle
İngiltere 4 Ağustos 1914'te savaşa girdi. Alman güçleri önce
Paris'ten ardından Manş kıyısındaki limanlardan püskürtüldü
ve 1914 sonlarında İngiltere ile Fransa birlikte, Fransa'nın ku­
zeydoğusu boyunca Almanya'nın "batı cephesi"ne karşı mevzi­
lendi. Büyük kuvvetlerin görece küçük bir alanda yoğunlaşma­
sı, özellikle makineli tüfekler sayesinde güçlü savunma siper­
lerinin olması ve düşman hatlarında gedikler açılsa bile büyük
çaplı kazanımlar elde etmenin zorluğu gibi nedenlerden ötürü,
1918'in son haftalarında Almanya teslim bayrağı çekene kadar
aslında savaşın akıbeti belirsizdi. İngiltere'nin 1915'te Neuve­
Chapelle ve Loos'da, 1916'da Somme'de ve 1917'de Arras ve
Passchendaele'da gerçekleştirdiği saldırılar, küçük bir toprak
kazanımı karşılığında öngörülmemiş oranda asker kaybıyla so­
nuçlandı. Bu çatışmalarda İskoçların kaybı da hayli yüksekti:
Yaşı 16 ila 50 arası olan İskoç erkeklerinin yüzde lü'u hayatını
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 475

kaybetmişti. Gene de halkın savaşa olan desteği güçlü bir şe­


kilde devam etti.
Fransa'nın ne kadar dayanabileceğini kestiremeyen İngilte­
re, bu nedenle Batı Cephesi'nde kendi kurduğu stratejiyi uygu­
ladı ve bu cephede iki ülkenin yaklaşık 750 bin askeri can ver­
di. Zaferin kazanılmasında, Almanların 1914, 1916 ve 1918'de
buraya yaptıkları saldırıların püskürtülmesinin hayati derece­
de etkisi oldu. Keza İngiltere'nin 1918'de muharebe meyda­
nında aldığı galibiyetin de önemi büyüktü. Öte yandan daha
zayıf cepheler açarak, Almanya'nın müttefiklerine saldırma
arayışı gündemdeydi. Bunlardan biri olan Çanakkale cephesi
(1915) tam bir felaketle sonuçlandı. Çanakkale'de bir cephe
açma fikrinin en güçlü savunucusu olan Winston Churchill
istifa etmek zorunda kaldı. Yeni cephelerde verilen mücade­
le lrak'ta (1916) ve Selanik'te (1916) başarısızlıkla; Filistin'de
(1917-1918) ise başarıyla neticelendi. Jutland'daki çatışmalar­
da Almanların yüzeydeki filosunun önü alındı ancak Alman
denizaltıları İngiliz deniz taşımacılığına ciddi zararlar verdi.
Ticaret gemilerine askeri konvoyun eşlik etmeye başlaması ve
Amerika'nın savaşa girmesiyle bu durum değişti.
Savaşın boyutları ve süresi, ülkenin ulusal kaynaklarının o
güne hiç görülmemiş bir biçimde seferber edilmesine yol açtı:
iki milyondan fazla kişi zaten gönüllü olarak ülkesi ve kralı
için cepheye koşmuştu; fakat 1916'da ilaveten mecburi asker­
lik çağrısı yayınlandı ve ekonomini büyük bir kısmı da devlet
kontrolüne girdi. Savaş nedeniyle devletin ve hükümet aygı­
tının rolü ve önemi muazzam bir yükseliş yaşadı. 1916'da bir
Savaş Kabinesi kuruldu. Yeni teşkil olunan Gıda Bakanlığı'nın
yürüttüğü kaynak tahsisatı, sivil halkın yaşam standartlarında
bir artışa yol açmanın yanısıra, savaş-öncesi işçi sınıfı içinde en
yoksul ve en kötü koşullarda yaşayan -ve askerlik hizmetinden
muaf tutulan- kesimlerin hayat şartlarında da iyileşme sağla­
dı. Devletin düzenleyici müdahalesi bütün alanlarda öylesine
hissedilmeye başlandı ki kırsaldaki sosyoekonomik ilişkilerin
476 İngiltere Tarihi

yapısı bile değişime uğradı: 1917'de resmi tarımsal ücret ku­


rulları oluşturuldu ve tarımsal kiralamalar kontrol altına alındı.
Almanya'nın Batı Cephesi'nde yenilgiye uğratılması, müt­
tefiklerin kazandığı zaferde çok önemli bir yere sahipti. Bu­
nunla birlikte Avusturya-Macaristan'ın dağılması ve İngiliz
deniz kuşatması sayesinde Almanların askeri, ekonomik ve
diğer iç sorunlarının içinden çıkılamaz bir hal almasının on­
lardaki savaşma isteğini yok etmesinin de payı büyüktü. Sava­
şın ardından Almanya'nın sömürgeleri, galip devletler arasında
paylaşıldı. İngiltere Afrika'daki topraklardan Tanganyika'yı ile
Kamerun ve Togo'nun bir kısmını; Pasifık'teyse Nauru ada­
sını aldı. Ayrıca İngiltere 1914'te Mısır'ı ilhak ederken, savaş
sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasıyla birlikte Fi­
listin, Ürdün ve Irak'ta da kendisine bağlı manda yönetimleri
kurdu. Lord Milner ve Leo Armery gibi ateşli emperyalistler,
İngiltere'nin asla bir kez daha Kıta Avrupası bataklığına sap­
lanıp kalmaması için bir fırsat doğduğunu düşünerek, impara­
torluğun genişletilmesi yönünde baskı yaptı. Bu dönemde İn­
giltere' nin hem İran hem de Türkiye'deki etkisi arttı. 1917'deki
devrimden sonra Rus İç Savaşı esnasında Komünistlere karşı
faaliyet yürüten İngiliz güçleri, daha sonra Kafkasya'ya, Orta
Asya'ya ve Beyaz Deniz bölgesine kadar gitti ve Karadeniz ve
Baltık Denizi'nde konuşlandı. 1919'da Dışişleri Bakanı Geor­
ge Curzon, Rusya İmparatorluğu'na ait toprakların ilhak edil­
mesini teklif etti.

1920'lerde Siyasi Gelişmeler


İmparatorluğun savaş sonrası ulaştığı bu zirveden inişi çok
hızlı oldu. Savaşın getirdiği zorluklar, yaşanan büyük can ka­
yıpları, harcanan para ve sarf edilen aşırı enerjinin neden oldu­
ğu tükenmişlik İngiltere'yi uluslararası emellerini kovalamada
mecalsiz kılarken, buna bir de iç siyasette yaşanan ayrışmalar
eklendi. Lloyd George, daha etkili bir savaş liderliği yürütmek
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 4 77

ve bir ölçüde de kişisel tutkularını gerçekleştirebilmek için


1916'da Asquith'in yerine Başbakanlık koltuğuna oturduğu
zaman zaten Liberal Parti'de bölünmeye yol açmıştı. Ancak
George aynı zamanda Muhafazakarların desteğine de muh­
taçtı ve bu savaş-sonrası Muhafazakar birliği zorlayan bir ge­
lişme oldu. Versaille s Barış Antlaşması'nın (1919) yapılmasın­
da İngiltere'nin oynadığı büyük role ve toplantıda ülkeyi temsil
eden Lloyd George'un dünya sahnesindeki ağırlığına rağmen,
gene de iç siyasette bir liderlik boşluğu yaşanıyordu. ı
1922 yılına gelindiğinde, alt düzey bakanlar ve bazı millet­
vekillerinden oluşan parti içi muhalefet Muhafazakar partide
tabandan gelen bir hareket başlattı. Carlton Club'da yapılan
Muhafazakar Parti toplantısında koalisyondan ayrılma kararı
çıktı. Bunun sonucunda hem başbakan Lloyd George hem de
koalisyonu destekleyen Muhafazakar Parti'nin lideri Austen
Chamberlain koltuğunu terk etmek zorunda kaldı. Chamber­
lain'in yerine Andrew Bonar Law partinin yeni genel başkanı
oldu ve 1922 genel seçimlerini açık ara kazandı. Liberal Lloyd
George kendisini siyasi bir boşluğun içinde buldu. Lloyd Ge­
orge başbakan iken, Liberallerin 1920'lerde (ve günümüzde
de) pekala işine yarayabilecek nisbi temsil sistemine geçilmesi
çağrılarına kulak asmadı ve iktidardan düştükten sonra da eli­
ne bir daha böyle bir fırsat geçmedi.
Liberallerin yaşadığı bölünmüşlük ve liberal meselelerin
gündemden düşmesi, en çok İşçi Partisi'ne yaradı. 1922 se­
çimlerinden ana muhalefet partisi olarak çıkan İşçi Partisi'nin
1906'd a parlamentoda 29 milletvekili varken, 1929'da bu sayı
288'e yükseldi. Sendikalarla olan ittifakı sayesinde, işçi sınıfı-
1 İ ngiltere'de 1915'te Liberal Parti lideri Asquith başkanlığında Mu­
hafazakar Parti ile İ şçi Partisi'nin de katıldığı bir koalisyon hükümeti
kurulmuştu. Fakat Aralık 1916'da bu kez Lloyd George liderliğinde
diğer iki partinin de iştirak ettiği yeni bir koalisyon hükümeti kurul­
du ve bu hükümet 1922 yılına kadar görevini sürdürdü. 1922'de ya­
pılan genel seçimleri ise tek başına Muhafazakar Parti kazandı. (ç.n.)
478 İngiltere Tarihi

nın tabii partisi olarak görülüyordu. Dolayısıyla hem oy verme


hakkının genişletilmesi hem de 1914'te 4 milyon olan sendi­
kalı işçi sayısının 1920'de 8 milyona çıkması İşçi Partisi'ne ya­
radı. 1918'deki parti tüzüğünde, sendikaların İşçi Partisi'nde­
ki nüfuzu teyit edilip pekiştirildi. Liberalizm ise sendikaların
zayıf olduğu Cornwall gibi bölgelerde öne çıktı ve bugün de
buralarda ağırlığını korumaktadır. 1918 tarihli Halkın Temsili
Yasası, belirli bir yerde altı ay ve üzeri süreyle ikamet etme şar­
tını haiz 21 yaş üstü bütün erkeklere ve bazı önemli toplumsal
kısıtlamalarla birlikte 30 yaş üstü kadınlara oy kullanma hakkı
getirdi. Seçmen sayısını 8 milyondan 21 milyona çıkaran bu
düzenleme İşçi Partisi'ne güçlü bir seçmen tabanı kazandırdı.
Parlamento seçimlerinde eşit oy hakkı ilkesini esas alan yeni
bir seçmen dağılımı yasası çıkartıldı ancak nisbi temsil sistemi
için gene herhangi bir adım atılmadı.
İngiltere Kilisesi'nin devletten ayrılması, alkol yasağı hare­
keti ve kilise okulları gibi Liberal Protestanların savaş-öncesi
meselelerine ilgi göstermeyen yeni seçmen kitlesi, potansiyel
olarak değişken bir karaktere sahipti. Oy hakkının genişletil­
diği Victoria döneminde Disraeli ve Gladstone'un başına ge­
lenin benzeri şimdi de yaşanıyordu: Yeni seçmenlerin desteğini
almak, siyasetçileri oldukça zorlayan bir konuydu. Bu nedenle
1920'lerde siyaset, seçmen odaklı daha profesyonel bir meslek
haline gelirken, siyasi partiler de tam zamanlı mesai isteyen bir
kurumsallığa doğru evrildi. Muhafazakar Parti lideri {ve 1923-
24; 1924-29 ve 1935-37 yıllarında da Başbakan) olan Stanley
Baldwin, seçmen kitlesi için bir siyasal imaj yaratmak amacıyla
medya gücünü kullanmaya başladı. Seçmen karşısına yeni bir
imajla çıkan Baldwin, 1926'daki Genel Grev esnasında da hü­
kümetin görüşlerini yaymak için kendisinin kurduğu British
Gazette'yi kullandı.
1920'li yıllarda İngiliz hükümetleri ekonomide ihtiyatlı bir
politikaya yöneldi. Geddes Komitesi'nin (1922) hazırladığı ra­
pora istinaden başta eğitim, konut ve silahlı kuvvetler olmak
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 4 79

üzere çeşitli alanlarda kesintilere gidildi. Hazinenin içinde


bulunduğu mali krizden ötürü, I. Dünya Savaşı'nda Somme
ve Passchendaele'de üstün başarı gösteren "kahramanlar" a ve
Batı Cephesi'nde çarpışan diğer askerlere vaat edilen konut­
ların hepsi yapılamadı. 1924-1929 yıllarının Maliye Bakanı
Churchill vergi kesintilerine gitmenin yanısıra, 1925'te Altın
Standardı uygulamasına geri dönüp İngiliz sterlinini altına
bağladı. Bu kemer sıkma politikası sonucunda sterlinin aşırı
değer kazanması, ihracatı ve imalat sanayiini olumsuz etkiledi.
Nihayet 193 1 'de Altın Standardı'ndan vazgeçilince, sterlin do­
lar karşısında hızla değer kaybetti.
Üç partinin sergilediği karmaşık manevralardan ötürü,
1924 yılı ile 1929-1931 yılları arasında ülkeyi Ramsay Mac­
Donald liderliğindeki azınlık İşçi Partisi hükümetleri yönet­
ti. MacDonald'ın kurduğu ikinci hükümet, 1929'da başlayan
dünya ekonomik krizinden ciddi biçimde etkilendi. Hükümet,
tasarruf tedbirleri ve kesintiler konusunda ikiye bölündü. Hü­
kümetin bir kanadı, Avrupa bankalarının içinde bulunduğu
bu kriz ortamında sterline olan güveni tesis etmek için bütçe
dengesinin sağlanmasının zorunlu olduğunu ve bu nedenle de
başta işsizlik ödeneği olmak üzere çeşitli kalemlerde kesintiye
gidilmesi gerektiğine inanıyordu. Özellikle işsizlik maaşında
kesintiye sıcak bakmayan diğer kanadın tepkisiyle, İşçi Par­
tisi hükümeti 23 Ağustos 193 1 'de istifa etti. Ertesi gün Mac­
Donald önderliğinde partiler-arası yeni bir Ulusal Hükümet
kuruldu. Çoğunluğunu Muhafazakarların oluşturduğu ve bir­
kaç İşçi Partili ve Liberal milletvekilinin de yer aldığı Ulusal
Hükümet, 1940'ta bir savaş hükümeti kurulana dek iş başın­
da kaldı. Fakat kendi içinde bazı görev değişimleri yaşandı:
1935'te MacDonald yerine Baldwin ve 1937'de de Baldwin
yerine Neville Chamberlain başbakan oldu. Hükümet 1931 ve
1935 genel seçimlerini kazandı. Muhafazakarlar hem 1 934'te
görülen kısmi ekonomik toparlanmanın hem de zenginler ile
480 İngiltere Tarihi

iş dünyasını anti-sosyalist bir parti olarak bünyesinde toplamış


olmanın avantajından yararlandı.
Teknolojik aletlerle daha renklenen hayata ve insanları bir
süreliğine gerçeklerden uzaklaştıran sinemaya rağmen, ortada
işsizlik denen ciddi bir mesele vardı: 1932 yılı sonlarında yak­
laşık 3 milyonu bulan işsiz sayısı, 1934-1937 arasında ciddi
bir düşüş yaşasa bile 1941'de hala 1 milyonun üzerindeydi. I.
Dünya Savaşı sonrasında ciddi sorunlarla karşılaşmış olan ağır
sanayi endüstrisi, 1929 krizinden de kötü etkilendi: 1913'te
Tyne'deki tersaneden yapılan 238 bin tonluk gemi sevkiyatı,
1933'te 7 bin tonun altına düşmüştü. 1931-1933 yılları ara­
sında İskoç işgücünün yaklaşık 1/4'ü işsizdi ve bunun 1/3 'ünü
Derbyshire'daki madenciler oluşturuyordu. 1933'te Derbyshi­
re'da bir yürüyüş gerçekleştiren Ulusal İşsizler Hareketi men­
supları "Ses çıkarmadan açlık içinde ölümü beklemeyi kabul
etmiyoruz . . . Bir iş istiyoruz!" diye haykırıyordu. Redruth'taki
kalay endüstrisinin çöküşüyle buradaki işsizlik oranı 1939'da
yüzde 25'e ulaşırken, Cornwall'in genelinde de yüzde 18-20
civarına yükselmişti. Pek çok insan bu dönemde düşük ücretle
yaşamak zorunda kaldı ve bu nedenle yaşam standartları, har­
camaları değiştiği kadar, yetersiz gıda ve barınma gibi sorun­
larla boğuştu. Fakat başka pek çok insan için ise 1930'lar bir
zenginlik dönemiydi ve Muhafazakar ağırlıklı Ulusal Hükü­
met'in 1935 seçimlerini ezici bir çoğunlukla kazanmasının ge­
risinde bu yatıyordu. 1931 ve 1935 seçimlerinde işçi sınıfının
yarıya yakını Muhafazakar Parti'ye oy verdi; özellikle işçi sınıfı
mensubu kadınlarda bu yönelim göze çarpıyordu.

1920'li ve 1930'lu Yıllarda İmparatorluk


1917'de devrimle başa geçen Komünistlere karşı Rusya için­
de faaliyetlerde bulunan İngiltere, sonunda başarısız oldu ve
bu stratejiyi terk etti. Ortadoğu'daysa Mısır (1919) ve Irak'ta
(1920) baş gösteren ayaklanmalar, İngiltere'yi bu ülkelerin ba-
20. Yüzyıl: Teknoloji, Değişim ve Toplum 48 1

ğımsızlığını temin etme yönünde bir politika izlemeye yönelt­


ti. Bu arada İran'daki nüfuzu 1921'de tamamen çöken İngiltere,
Türkiye ile de 1922 ve 1923'te anlaşma yolunu seçerek önceki
taleplerinden vazgeçti. Özellikle Türkiye konusu, Lloyd Geor­
ge'un iktidardan düşmesinde kilit bir unsur oldu. Bu başarısız­
lıklar, I. Dünya Savaşı öncesi dönemde başlamış olan açık bir
sürecin sonucuydu: İngiltere'nin küresel ölçekte izlediği siyaset
ile diğer devletlerin yükselişinin yarattığı sorunlar bir noktada
çatışmaya doğru evrildi ve bu çatışma da bir dizi başka sorunu
beraberinde getirdi. Ortada ulaşılması gereken kaynaklar ile
emperyal yayılımı idame ettirme arzusu bulunuyordu. Bunun­
la birlikte, İngiliz imparatorluğu iki savaş arası dönemde hala
yaşayan bir gerçeklik olarak dimdik ayaktaydı. 1921 'de yapılan
anlaşmayla İrlanda'nın büyük bir kısmı elden çıksa da o yıllar­
da Britanya adalarında imparatorluğun bütünlüğünü bozacak
başka bir ciddi olay yaşanmadı. 1924'de İşçi Partisi'nin İskoç­
ya'ya özerklik tanınması için parlamentoya sunduğu yasa tasa­
rısı neticesiz kalınca, İskoç Özerk Yönetim Cemiyeti üyeleri
bir ulusal parti kurmanın daha iyi bir yol olacağını düşünmeye
başladı. Böylece 1928'de İskoçya Ulusal Partisi, 1932'de de İs­
koç Özyönetim Partisi kuruldu ve bu iki parti 1934'te İskoç
Ulusal Partisi adı altında birleşti. Fakat 1945'e gelene kadar
Parlementoya milletvekili göndermeyi başaramadı.
Birçok hususta emperyal bağlantılar daha ileri bir düzeye
taşındı. Bunun en somut örneklerinden biri, Sir Edwin Lut­
yens ile Sir Herbert Baker'ın Yeni Delhi'de yaptığı görkemli
yapılardı. 1930'larda tamamlanan bu kompleks, Hindistan'daki
İngiliz yönetim merkezi olarak kullanıldı. İngiltere ile impara­
torluğun diğer parçaları arasında daha yakın ekonomik ilişkiler
tesis edilirken, ulaştırma alanında da gelişmeler yaşandı. Hü­
kümet desteğiyle 1924'te kurulan Imperial Airways sayesinde
imparatorluk yeni güzergahlara kavuştu. 1932'de Cape Town'a,
1934'te Brisbane'e ve 1936'd a Hong Kong'a haftalık uçak se­
ferleri başladı; fakat Atlantik'teki uçuş sorunları nedeniyle
482 İngiltere Tarihi

Amerika'ya ilk sefer ancak 1946'da yapılabildi. 1936'da Lond­


ra'dan Cape Town'a uçakla dokuz günde; Adelaide'ye ise on
dört günde gidilebiliyordu fakat gene de gemi yolculuğundan
daha kısaydı. İmparatorluğun bir diğer girişimi, Singapur'da
kurulan yeni deniz üssüydü. Her yıl mart ayında kutlanan İm­
paratorluk Günü, 1920 ve 30'larda önemli bir etkinlikti.
İmparatorluk 1930'larda ciddi sorunlarla karşılaşmaya baş­
ladı: Bir yanda Yahudi göçüne karşı çıkan Arapların Filistin'de
neden olduğu huzursuzluklar, diğer yanda Hindistan Ulusal
Kongresi'nden kaynaklı baskılar söz konusuydu. O günden
beri zihin kurcalayıcı şu soru hep sorulmuştur: Eğer il. D ün­
ya Savaşı çıkmasaydı, Hindistan'daki gelişmeler nasıl olurdu?
Aynı soru pekala 1914 yılı itibarıyla İrlanda için de sorulabilir.
1935'te çıkartılan Hindistan Hükümet Yasası, özellikle Chur­
chill gibi Muhafazakarların sert muhalefetiyle karşılaş m ıştı.
Onlara göre özerk yönetim yolunu açan bu yasa, Hindistan'ın
imparatorluktan kopmasıyla sonuçlanabilecek bir süreci te­
tikleyebilirdi. Gerçekte yasanın amacı, İngiltere'nin buradaki
egemenliğini sürdürmesine yarayacak bir düzen oluşturmaktı.
Fakat 1937'deki bölgesel seçimlerde Hindistan Ulusal Kong­
resi'nin elde ettiği başarı, bir anlamda yaşanacakların haberci­
siydi. Dünya savaşı sonunda İngiltere, eski İtalyan sömürgeleri
olan Somali ve Libya'yı işgal edip, hatta Libya'yı resmen ilhak
etmeye niyetlense bile (ki bu plan Amerikan engeline takıldı),
son kertede il. Dünya Savaşı aslında İmparatorluğun çöküşü­
ne giden süreci de başlattı.

il. Dünya Savaşı, 1939-1945


il. Dünya Savaşı'nda İngiltere'nin can kayıpları ilk savaşa göre
daha azdı ve İngiliz ordusu yıkıcı siper savaşlarından bile ka­
çınmıştı, fakat buna rağmen bu savaşta yenilme korkusunu
daha fazla yaşadı. 1914'te olduğu gibi, 1939'da da İngiltere sa­
vaşa Alman saldırganlığını engellemek ve dahil olduğu mütte-
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 483

fıklik siyasetinin gereğini yerine getirmek için girdi ama bu se­


fer Bitler Almanyası İngiliz ittifak sistemini çökertti. Sadece
birkaç hafta içinde Polonya'nın teslim olmasıyla Doğu cephesi
yıkılırken, Almanya ile anlaşan Stalin Rusyası da kendi payını
almak için Polonya'ya saldırdı. Keza Almanların 1 940'ta yıldı-
rım savaşı (blitzkrieg) ile Hollanda, Belçika ve Fransa'ya saldır­
masıyla açılan Batı cephesi de İngiliz-Fransız ittifakının aldığı
ağır yenilgiyle birlikte dağıldı. Dunkirk'te Almanların kıskaca
aldığı 300 bin civarında askerini tahliye edecek cesaret ve ye­
teneğe sahip olduğunu gösterse de, neticede İngiltere kıtanın
dışına itilmişti. Gene de elinde iki kozu vardı: İmparatorluk
unsurlarının sağlayacağı destek ve denizde kontrolü elinde
tutma. Ancak bunlardan ilki İtalya ve Japonya'nın tehdidi al­
tındaydı; denizde ise Alman hava kuvvetleri ve denizaltılarının
saldırıları söz konusuydu.
Bu koşullar altında İngiltere savaşı kaybedecek gibi görü­
nüyordu ve o nedenle bazı önemli siyasetçilerin, güvenilmez
biri olduğunu bilseler dahi Hitler'le barış görüşmesi yapmak
istemesine şaşırmamak gerekir. Britanya'nın çaresiz bekleyişi,
1940'ta yaşanan Başbakan değişikliğiyle sona erdi: 1930'ların
sonunda Almanya karşısında bir tür yatıştırma politikası izle­
yen ve şimdi de savaşta başarısız olan Başbakan Neville Cham­
berlain'ın koltuğuna bencil ama etkili bir figür olan Churchill
oturdu. İngiltere'nin yüzde yüz haklı olduğuna inanan ve Hit­
ler'in güvenilmez biri olduğunu dile getiren Churchill, durum
biraz umutsuz görünse de savaşı sürdürmeye kararlıydı. Chur­
chill umutlarını Amerika'yı savaşın içine çekebilmeye bağla­
mıştı. Britanya Savaşı olarak adlandırılan 1940'taki muhare­
bede Alman hava gücünün darbe almasıyla Bitler, İngiltere'yi
işgal planı olan Denizaslanı Operasyonu'nu iptal etmek zo­
runda kaldı. Bu arada Kuzey Afrika'da İngiltere'nin'İtalyanlar
karşısındaki başarıları Hitler'in dikkatini bu bölgeye yöneltti
ve 1941'de Almanya Yugoslavya ve Yunanistan'ı ele geçirerek,
484 İngiltere Tarihi

Yunanistan ve Girit adasındaki İngiliz birliklerini geri çekil­


meye zorladı.
Mayıs 1941'de Girit adasının elden çıkması, tek başına sa­
vaşan İngiltere'nin savaşta yaşadığı son büyük kayıp oldu . O
güne kadar, İngiltere'nin Avrupalı müttefikleri çok az şey yapa­
bilmişti ve Londra yenilen hükümetlerin buluştuğu bir sürgün
yeri haline gelmişti. Haziran 1941'de Almanya'nın Rusya'ya
savaş ilan etmesi, ardından Aralık ayında Japonya'nın Ameri­
ka ve İngiltere'ye saldırması ve Japonların müttefiki olan Al­
manya'nın da Amerika'ya savaş ilan etmesiyle bütün de ngeler
değişti. İngiltere nihayet şimdi güçlü bir koalisyonun üyesiydi.
1942'nin başlarında hala ciddi saldırılar yaşanıyordu ve Atlan­
tik'te cereyan eden denizaltı savaşları�da 1943 sonuna değin
kesin bir başarı elde edilemedi. Fakat lngiltere artık, dünyanın
en güçlü ekonomik ve finansal gücüyle birlikte kurulan bir itti­
fakın parçasıydı. İngiltere ve yeni müttefikleri, 1942 sonlarında
Alman ve Japon saldırılarını başarılı bir biçimde etkisizleştir­
di. Zafere gidecek uzun ve meşakkatli yol, bir süre sonra daha
belirgin hale geldi: Amerika'nın Haziran 1942'de Midway'de
Japon donanmasını yok etmesi ve 1942-1943 kışında Sov­
yetler'in Stalingrad'da Almanları yenmesi fevkalade önem­
liydi. Mayıs 1943'te Kuzey Afrika'daki Alman güçleri, İngiliz
ve Amerikan birliklerine teslim oldu; ardından Eylül 1943'te
İtalya'daki güçler de koşulsuz şartsız silah bıraktı. Sonraki yı­
lın Haziran ayında İngiliz-Amerikan birlikleri Normandiya'ya
çıkarma yaptı ve nihayet Mayıs 1945'te Almanlar teslim oldu.
Tıpkı 19. yüzyılda Napoleon Savaşları'nda olduğu gibi, bu
savaşta da Rus direnişi hayati derecede bir rol oynadı. Fakat
İngiliz-Amerikan ortak gücünün başarısı da çok önemliydi:
Almanya'ya karşı deniz ve hava savaşlarından sorumlu olan
müttefik güçler, Batı Avrupa'da Almanları yenmenin yanısıra
Sovyetler'e de önemli oranda ikmal desteği sağladı ve ayrıca
Japonya'yla savaşın asıl yükünü de onlar üstlendi. II. Dünya
Savaşı, Amerika'nın atom bombası kullanmasından birkaç
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 485

gün sonra Ağustos 1945'te Japonların teslim olmasıyla sona


erdi. Nükleer silahlar, şüphesiz teknolojinin savaşlarda kulla­
nılışının en çarpıcı örneğiydi. Fakat İngiliz teknolojisi her iki
savaşta da, özellikle metalurji ve elektronik alanında, silah tek­
nolojisinin ilerlemesine büyük katkı yaptı. I. Dünya Savaşı'nda
tankları, ikincisindeyse radar sistemini kullanan İngiltere öncü
bir rol üstlenmişti.

İmparatorluğun Dağılması
Savaş kaçınılmaz bir biçimde imparatorluğu zayıflatmış; İngil­
tere hem kaynaklarını hem de prestijini yitirmişti. Kraliyetin
Dominyon ülkeleri,1 özellikle de Avustralya Japonya tarafın­
dan tehdit edildiğinde Amerika'nın desteğine bel bağlamıştı.
Geçmişin mirası bağlamında Britanya ciddi bir güven kaybı
yaşıyordu. Malaya'da sergilenen küçük bir direnişin ardından
"zapt edilemez" denilen Singapur'un 15 Şubat 1942'de Japon­
ya'ya teslim olması ve Prince of Wales ile Repulse adlı kraliyet sa­
vaş gemilerinin Malaya kıyılarında Japonlar tarafından batırıl­
ması, modern İngiltere tarihindeki en onur kırıcı veya 178 1 'de
Cornwallis'in York'ta teslim oluşuna denk bir hezimetti. Sin­
gapur'un teslim olması, İngiltere'nin Asya'daki prestijine ağır
bir darbe indirdi. Singapur olayı, ilerlemekte olan Japon güç­
lerini durdurabilmek için Hindistan' ın desteğine başvurulması
ile bir arada düşünüldüğünde, İngiliz emperyal düzeninin kal­
bi olan Hint alt kıtasında imparatorluğun sonunun geldiğine
işaret ediyordu.
Gallup'un 1942'den itibaren yaptırdığı anketlere paralel bi­
çimde, İşçi Partisi ilk defa 1945'te tek başına iktidar oldu. Bu
sonuç büyük oranda, savaş öncesi bölünme yaşayan, ayrıcalık­
lıların partisi Muhafazakar Parti'ye dönük tepkiden ve İşçi
Partisi'nin vaat ettiği sosyal refah ve kolektivizme dönük top-

1 İ ngiliz Milletler Topluluğu' na dahil olup, krallığa bağlı bulunmakla


birlikte kendi kendilerini yöneten ülkelere verilen ad. (ç.n.)
486 İngiltere Tarihi

lumsal teveccühten kaynaklanmıştı. İşçi Partisi, Hindistan'ın


bağımsızlığını tanıyacağını taahhüt etmişti ve ülkenin Hindis­
tan ve Pakistan olarak iki devlete bölünmesi ve Hindu-Müs­
lüman çatışmalarında çok sayıda insanın hayatını kaybetmesi
pahasına da olsa, Hindistan 1947'de bağımsızlığına kavuştu.
1 947'de Hindistan'ın, 1948'de Burma ve Seylan'ın bağımsız­
lığına kavuşması ve 1948'de de Filistin'deki manda yönetiminin
sona ermesine karşın, İngiltere hala güçlü bir imparatorluktu.
İşçi Partisi hükümeti, özellikle Dışişleri Bakanı (1945-1 95 1)
Ernest Bevin İngiltere ekonomisini güçlendirmek ve böylece
İngiliz-Amerikan işbirliğinde daha dengeli bir ortaklık tesis
etmek için, başta Afrika olmak üzere emperyal kaynakların
kullanımına hala büyük umutlar bağlamaktaydı. Savaş zamanı
çıkartılan zorunlu askerlik uygulamasına devam edildi. Be­
vin Ortadoğu'da hala kibirli ve gururlu bir tarzda arzı endam
ediyordu, fakat imparatorluk, yükselen Arap milliyetçiliğinin
toz bulutları içinde gitgide görünmez hale geliyordu. Üstelik
yaşanan kaynak sıkıntısı, 1947'de sterlinin konvertibilite soru­
nu1 üzerinden başlayan ve sonra zincirleme bir biçimde devam
eden krizlere yol açtı. İmparatorluk, 1950'ler boyunca önemli
sorunlarla karşılaştı. Komünist bir ayaklanma olan Malay Krizi
fazla uzamadan halledildi ama Mısır'da Cemal Abdili Nasır'ın
saldırgan Arap milliyetçisi rejimini istikrarsızlaştırma girişimi
olan Süveyş Krizi (1956) imparatorluğun güçsüzlüğünü açıkça
gözler önüne serdi.
1930'larda yükselişe geçen diktatörlere karşı sergilenen ta­
vizkar tutumun yankıları, 1982'de Arjantinliler Falkland adala­
rını işgal ettiğinde ortaya çıkacak ve İngiliz hükümetinin buna
bir yanıt vermeyeceğini düşünenler yanılacaktı. Fakat bunun
öncesinde benzer bir gelişme Süveyş Krizi' nde yaşandı. 1938'de
1 Bir ülke parasının, kur ya da parite denilen bir ölçü çerçevesinde,
altına veya diğer ülke paralarına dönüştürülebilmesi demektir. Bu
dönüştürme işleminin yapılabilmesi, o ülkenin parasının konvertibl
olduğunu gösterir. (ç.n.)
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 487

Dışişleri Bakanı iken ülkenin tavizlcir siyasetini protesto edip


istifa eden Anthony Eden, 1956'da Başbakanlık koltuğunda
oturuyordu ve geçmişteki hataları yinelememeye kararlıydı.
Nasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirme çabalarını kabul et­
meyen İngiltere, Fransa ve İsrail ile gizli bir anlaşma yaparak
Kanal bölgesini işgal etmek için ordu birliklerini yolladı. İşgal
planı aceleye getirilmiş zayıf bir plandı, ancak operasyonu asıl
köstekleyen Amerika oldu. Gelişmelerden haberdar edilmeyen
Amerika, İngiltere'nin kendisini devre dışı bırakmasına öfke­
lenmişti. Amerika, İngiltere'yi sterlin bonolarını satmakla teh­
dit edince, İngiltere geri çekilme kararı aldı. Bu imparatorluk
için oldukça aşağılayıcı bir geri çekilme olmuştu.
Bazı tarihçiler, II. Dünya Savaşı'ndan beri imparatorluğun
yaşadığı sorunların asıl nedeni olarak, Amerikan desteğinden
yoksun olmayı görmüşlerdir. 1956'daki Amerikan öfkesi, İn­
giltere'nin bağımlı durumunu apaçık göstermişti. Gelgelelim,
Sovyetler ile "Soğuk Savaş" başlar başlamaz, Amerikalılar bir
dünya gücü olarak Britanya'nın rolünün sürmesi için çabaladı.
Ya bir müttefik olarak İngiltere'den yararlanmayı sürdürmek
yahut ihtiyaç anında Amerika'nın kullanımına hazır halde tut­
mak için, Amerika İngiltere'nin denizaşırı üslerinin pek çoğu­
nun korunmasıyla yakından ilgilendi. Keza Amerika, doğmak­
ta olan sömürge bağımsızlık hareketlerinin bir kaosa yol açma­
sını ve Komünizme yarayacak muhtemel bir seyir izlemesini
istemiyordu. Amerikalılar ayrıca İngiltere'nin 1960'larda Sü­
veyş'in doğusunda özellikle Aden'de ve Basra Körfezi ile Ma­
lezya'da devam eden askeri varlığını destekledi. Kaldı ki iki
ülke daha sonra Süveyş Krizi'nin, bir dostun diğer dostunu
kapıldığı bir çılgınlıktan kurtarması olduğunu idrak etti. İki
ülke birlikte Arap, Asya ve Afrika kamuoyunu, Amerika'nın
Sovyetler'in Süveyş Krizi'ni suiistimal etmesinden kaynaklı
tehlikeleri bertaraf etmek isteyen anti-emperyalist bir ülke ol­
duğuna ikna etmeye çalışarak, Afrika-Asya bloğunun Batı'dan
daha fazla ayrışmasını engellemeye çabaladı.
488 İngiltere Tarihi

Süveyş Krizi'ni takip eden on dört yıl, Britanya İmparator­


luğu'nun geride kalan parçalarının da büyük bir hızla kopuşu­
na şahitlik etti. İngiliz halkı 1950'den sonra belki Avrupalı bir
akılla hareket etmiyor olabilirdi, fakat kesinlikle emperyal bir
akılla da davranmıyordu. Süveyş Krizi'nden sonra başta Baş­
bakan (1957-1963) Harold Macmillian ve sömürge bakanlığı
görevine atadığı lain Macleod olmak üzere, önde gelen pek
çok Muhafazakar siyasetçi imparatorluktan ümidini kesmişti
ve onu dağıtmaya hazırdı. Ancak buna karşı çıkan bazı aşırı
Muhafazakarlar da vardı. Dahası anti-kolonyalizm görüşünü
savunanlar da azınlıktaydı.
Gelgelelim imparatorluk, çok sıkıntılı, çok külfetli ve diğer
güçlerin provakasyonuna fazlasıyla açık bir yapıydı. Bağımsız­
lık hareketleri, başta Gana olmak üzere sömürgelerde baş gös­
teren güçlü milliyetçi hareketlerle hızlandığında, imparator­
luğun siyaset-yapıcıları buna nasıl bir yanıt vereceklerini bile­
medi: rızaya dayalı bir yönetim mi esas alınmalıydı yoksa doğ­
rudan güce mi başvurulmalıydı? Amerikan yönetimi bu süreci
teşvik ederken, İngiltere de kendi emperyal misyon mantığı
(yani dünyanın geri kalmış bölgelerine medeniyet götürmek)
içerisinde, sömürgelere kendi kendilerini yönetme hakkı ver­
menin imparatorluğun nihai amacı olarak takdim edilebile­
ceğini düşündü. 1957'de Gana ve Malay; 1960'ta Nijerya ve
Kıbrıs; 196l'de Sierra Leone ve Tanganyika; 1962'de Jamaica
ve Uganda ve 1963'te Kenya bağımsızlığına kavuştu. Başba­
kan Harold Wilson 1964'te hala "Biz ya sözü geçen bir dünya
gücüyüz yahut hiçbir şeyiz" gibi ahmakça açıklamalar yapıyor­
du, oysa 1969 yılına gelindiğinde Afrika'da İngiliz yönetimi
altında hiçbir ülke kalmamıştı; üstelik hem İşçi partililer hem
de Muhafazakarların desteklediği "Süveyş'in Doğusu"nu ko­
ruma politikası da 1967'de yaşanan sterlin devalüasyonunun
sonuçlarına kurban gitmişti. İngiliz güçleri 196 7'de Aden'den,
197l'de Basra Körfezi'nden ve 1974'te de Singapur'dan tama­
men çekildi. Malay, Kenya ve Aden gibi bölgelerde bazı zor-
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 489

luklar yaşansa da, sömürgelerin bağımsızlaşması büyük oranda


barışçıl bir süreç olarak gerçekleşti. Sömürgelerdeki impara­
torluk mirası, onların imparatorluğun saygınlığı ile mütenasip
bir uzlaşı göstermelerine yardımcı oldu. Pratikteyse Britanya
İmparatorluğu'nun dağılması Fransa, Hollanda, Portekiz ve
Belçika imparatorluklarının dağılma süreçlerine kıyasla daha
az travmaya yol açtı.

1945'ten Sonra İngiltere ve Dünya


İngiltere'nin büyük bir devlet olarak öncelikli konumu artık
ekonomik gücüne, imparatorluğuna ve bölgesel bir hüküm­
ranlığa dayanmıyordu. Yeni konumunu belirleyen unsurlar
değişmişti: 1952'den itibaren nükleer enerjiye sahip az sayı­
daki devletten biri olan İngiltere, Amerika'nın öncülüğündeki
uluslararası kuruluşlardan NATO'nun 1949'da kurucu üyesi
olmanın yanısıra, 1973'te de daha sonra Avrupa Birliği adını
alacak olan Avrupa Ekonomik Topluluğu' na (AET) katıldı. il
Dünya Savaşı'nda Almanya'nın yenilmesinin ardından bu se­
fer Rusya'nın gizli planlarına dair korkular öne çıktı ve bu da
1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasına kadar sürecek olan
soğuk savaşa yol açtı. NATO işte böyle bir ortamda Sovyet
tehdidine karşı Batı Avrupa'yı korumak üzere tasarlanmıştı.
Gerçi daha 1944 yılı ortalarında bile müttefik devletler, Doğu
Avrupa'da emelleri olan Sovyetler'e karşı bir rol oynayabile­
cekleri düşüncesiyle Almanya ve Japonya için savaş sonrası bir
reform programı ortaya koymuştu. 14 Mart 1946'd a İngilte­
re' nin Moskova büyükelçisi Frank Roberts, dünya egemenliği
için bir yanda Batı Avrupa sosyal demokrasileri ve Amerikan
kapitalizmi öte yanda bunlara karşı mücadele veren Sovyet ko­
münizmine atfen, "dünyanın bugün 16. yüzyıldaki din savaş­
larının modern bir versiyonunu yaşama tehlikesiyle yüz yüze
olup olmadığını" soruyordu.
490 İngiltere Tarihi

Amerikan yardımı İngiltere için kilit bir mesele haline geldi.


Her ne kadar 1945-195 1 arası dönemin İşçi Partili Başbakanı
Clement Attlee, Amerika'nın desteğini reddedip İngiltere 'nin
kendi atom bombasını üretmesi kararını almış ve ilk de neme
de 1952'de yapılmışsa da, 1947'de muhabere istihbaratı alanın­
da imzalanan gizli işbirliği anlaşmasının gösterdiği üzere iki
ülke gerçekte yakın bir ilişki içindeydi. 1948'deki Berlin Krizi
(Sovyetler Birliği'nin başarısızlıkla sonuçlanan Berlin'i kuş at­
ma girişimi), Batı Avrupa'nın savunmasızlığını iyiden iyiye
açığa vurdu ve bu da Amerika'ya olan bağımlılığı kaçınılm az
hale getirdi. İngiltere'ye Amerikan B-29 bombardıman uçak­
larının konuşlandırılması da bu dönemde oldu.
Uzakdoğu'daysa Kore Savaşı'nda (1950-53) Birleşmiş Mil­
letler'in bir parçası olarak görev yapan İngiliz güçleri, Komü­
nist saldırganlığa karşı sergilenen direnişte önemli rol oynadı.
1951'de askeri yetkililer, Batılı devletlerin yeniden silahlanma­
sının Sovyetler Birliği'ni tahrik edip harekete geçirebileceği
uyarısını yaptı. Amerika'nın baskısı altında İngiltere, 1951'de
maliyeti yüksek bir yeniden silahlanma programı başlattı. B u
program 1948'den beri sağlanan ekonomik kazanımların çoğu­
nun yok olmasına neden olurken, ülkeyi de askeri yükümlülük­
lerini yerine getirme pahasına hayli ağır bir mali yükün altına
soktu. Gayrisafi milli hasıla içinde savunma harcamalarına ay­
rılan pay, diğer Avrupa devletlerinden daha fazlaydı. Sovyetler
Birliği'nin dağıldığı ve soğuk savaşın bittiği 199l'e gelene dek
İngiltere'de işbaşında ister Muhafazakar (1951-1964/1970-
1974/1979-1997) ister İşçi Partili ( 1964-1970/1974-1979)
hükümetler olsun tümü de Sovyet-karşıtı politikalara ve stra­
tejik işbirliğine bağlı kaldı. 1960'tan sonra Amerikan denizal­
tıları, nükleer başlıklı füzelerle donatıldı ve İskoçya'daki Holy
Loch yarımadasında konuşlandırıldı. 1962'deki N assasu Ant­
laşması'yla Başbakan MacMillan Amerikan Başkanı Ken­
nedy'i İngiliz denizaltılarının da nükleer başlıkla donatılması
konusunda ikna etti. Böylece İngiltere küçük ama kalıcılığı
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 491

olan (bu nedenle önemsiz sayılamayacak) stratejik bir nükleer


güç elde etti. Aynı yıl gösterime giren James Bond serisinin
ilki olan Dr.No fılminde de başroldeki İngiliz istihbarat aja­
nı, Amerikalıların füze denemelerinin başarıyla gerçekleşmesi
için büyük çaba harcıyordu. Nükleer Silahsızlanma Kampan­
yası ile başlayan protestolara rağmen, 1980'lerde Amerikan
Cruz füzeleri İngiltere'ye yerleştirildi ve Libya'yı bombalayan
Amerikan uçakları İngiliz üslerinden havalandı.
İmparatorluğun yerini artık NATO, Avrupa ve İngiliz
Uluslar Birliği ( Commonwealth) almıştı. "Beyaz" kolonilere
Dominyon statüsü verilmesi, 1931'de eşit ve müstakil ortaklar
birliği olarak tesis edilen İngiliz Milletler Topluluğu' na giden
yolda bir başlangıçtı. 1949'da topluluğun adındaki "İngiliz"
kelimesi atıldı ve Hindistan'ın birlik içinde kalmasını sağla­
yıcı bir tedbir olarak, cumhuriyetlerin de üye olarak kalmaya
devam etmesi kararlaştırıldı. Commonwealth bir süre İngiliz
etkisinin sürmesine yarayan bir kaynak veya birinci ve üçüncü
dünya ve siyah ve beyaz olarak ayrışmış bir uluslararası top­
luluğun müşterek zemini olarak görüldü. Hatta birlik ruhu­
nu güçlendirmek amacıyla 1965'te bir sekreterya teşkil edildi
ve hükümet başkanları düzeyinde çeşitli toplantılar yapıldı.
Fakat azınlıktaki beyazların yönettiği Güney Afrika ile olan
ilişkilere, göç politikalarına ve İngiltere'nin yüzünü Avrupa'ya
dönmesinin sonuçlarına dair yaşanan ihtilaflar, İngiltere ile
birliğin diğer ortakları arasında ciddi farklılaşmalara yol açtı.
Birlik içinde ortak bakış açısı ve müşterek çıkarların olmayışı
ise meselenin daha önemli olan boyutunu teşkil ediyordu.
İmparatorluğun eski toprakları ile olan askeri ve siyasi bağ­
ları daha önemsiz hale geldi. Yeni Zelanda ve asıl önemlisi
Avustralya ekonomik ortaklık için önce Japonya'ya sonra da
Çin'e yanaşırken, Kanada da Amerika ve Meksika ile birlikte
serbest ticaret bölgesinin bir parçası haline geldi. Amerika Bir­
leşik Devletleri il. Dünya Savaşı'nın ardından İngiltere yerine
en büyük ihracat pazarı olarak ve 1920'lerden itibaren de en
492 İngiltere Tarihi

büyük dış yatırım . kaynağı olarak Kanada'ya yöneldi. İngilte­


re' nin bu yatırımdaki payı 1900 yılında yüzde 85 iken 19 60'ta
bu oran yüzde 15'e düştü; Amerika'nın payı ise aynı periyodda
yüzde 14'ten yüzde 75'e yükseldi. Avustralya ve Kanada nüfu ­
sundaki Britanya kökenlilerin oranı 1945'ten sonra gözle gö­
rülür derecede azaldı. Pasifik artık bir Amerikan gölü haline
geldiği için İngiltere'nin burada oynayabileceği rol de azaldı
ve 1951'de Avustralya ve Yeni Zelanda, Amerika ile ortak bir
savunma paktı kurdu. Eski sterlin bölgesi ülkeleri, 1970'lerin
ortalarında dış rezervlerini büyük oranda sterlinden dolara çe­
virmeye başladı. Bu da sterlin üzerindeki baskının artmasına
yol açtı.

İngiltere ve Amerika
Son derece önemli askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel bağlar
sayesinde Amerika bir yönüyle İngiltere için imparatorluğun
boşluğunu dolduran bir ülke ve önemli bir model olma işlevi
gördü. Modellik meselesi ideolojikti: Amerika'nın serbest piya­
sa vurgusu, daha devletçi ve bürokratik olan Kıta Avrupa top­
lumlarına nazaran İngiltere toplumuna özellikle ticari çıkarlar
bağlamında daha çekici geldi. İngiltere ile Amerika arasındaki
bağlar bilhassa İngiliz hayranlığının Amerika'da daha önemsiz
hale gelmeye başladığı 1970'lerden itibaren gevşemeye başla­
dı ve doğrusu İngiltere'nin de bu ilişki bağlamında sunacağı
yeni bir şey yoktu. Fakat öte yandan İngiliz televizyonlarındaki
Amerikan programlarının ve İngiliz tüketim toplumunu saran
Amerikan veya Amerika menşeli ürünlerin etkisiyle ve İngil­
tere ekonomisinde Amerika'nın varlığı ve dahası bir bolluk ve
heyecan ülkesi olarak gittikçe yayılan esrarı nedeniyle Ame­
rika, İngiltere için -özellikle de kelimenin en geniş anlamıyla
İngiliz kültürü için- çok önemli bir ülke olmaya devam etti.
İngilizce gibi ortak bir dilden ve kısmen de ticari nedenler­
den ötürü, savaş sonrası dönemde Amerika'nın kültürel "hege-
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 493

manyası" Avrupa'nın geri kalanına kıyasla İngiltere'de daha


güçlüydü ve bu da Kıta Avrupası ile İngiltere arasındaki farklı­
lıkları daha belirgin kıldı. 1960'ların etkili Atlantikçilik akımı,
Doğu Anglia ve Sussex gibi üniversitelerde Avrupa Çalışma­
ları'ndan ayrı olarak İngiliz ve Amerikan Çalışmaları adı al­
tında yeni bölümlerin kurulmasını sağladı. Herhalde çok az
Victoria Çağı insanı, böyle bir bağlam içinde kendi edebiyat
ve tarihlerinin çalışılmasını anlamlı bulurdu. İngiliz sinema
seyircisi ciddi biçimde Hollywood'un etkisi altındaydı ve keza
televizyondaki Amerika etkisi de dikkate değerdi. BBC haber
bülteninde, dönemin en çok izlenen dizisi Dallas'ın önde ge­
len oyuncularından J. R.'ın vurulduğu haberi yayınlandığında,
kurgusal olanın daha az heyecan verici olan gerçeğin yerini
alabildiği gözler önüne serilmişti. 20. yüzyılın son çeyreğinde
uçakla seyahat etmek lüks olmaktan çıkıp biraz ucuzladığında
ve yeni uçuş güzergahları eklendiğinde, daha çok sayıda İngiliz
başta Florida olmak üzere Amerika'nın farklı şehirlerine seya­
hat etmeye başladı. Ayrıca Amerika, İngiltere'de hayli yaygın
olan popüler müzik sektörünün en büyük pazarı konumunday­
dı. Son olarak Amerika, özellikle sondaj ve rafinaj, elektronik
ve otomobil üretimi alanları olmak üzere İngiltere ekonomi­
sinde büyük bir yere sahipti. Örneğin 1986'da ülkede faaliyet
gösteren yabancı firmaların yüzde 58'i Amerikan şirketleriydi.

1945'ten Sonra İngiltere ve Avrupa


Batı Avrupa birliğini sağlamak üzere savaş sonrası ortaya çı­
kan yönelim, katılımcı devletlerin kendi özgün çıkarlarını yan­
sıtıyordu. İngiltere ne yeni bir demokratik rejim tesis etme sü­
recinde olan Almanya ve İtalya'nın kaygılarını paylaşıyordu ne
de Alman bağımsızlığını kısıtlama namına kendi egemenlik
hakkından feragat etmeye yanaşmayan Fransa'yla hemfikirdi.
O nedenle ileride Avrupa Birliği'ne dönüşecek olan Avrupa
Ekonomik Topluluğu'nun (AET) kurucu üyeleri arasında İn-
494 İngiltere Tarihi

giltere yoktu. Ayrıca İngiliz ticaret ve yatırım dünyasının farklı


yapısı da önem taşıyordu. AET'ye katılması diğer üye ülkelere
kıyasla İngiltere için çok daha yıkıcı olabilirdi çünkü öteki ül­
kelerin ticareti ağırlıklı olarak Avrupa-merkezliydi, yani büyük
ölçüde kıta içinde dönen bir ticaret söz konusuydu. Aynı şe­
kilde İngiltere'nin Avrupa ile olan ticareti, toplam ticaretinin
yarısından daha azdı. Dış ticaretin ekonomisinde hayati bir
yere sahip olduğu İngiltere gibi bir ülkenin birliğe katılması
demek, ekonominin ana yörüngesinin kayması demekti ve bu
da birliğe üyeliğin zor olduğu yönündeki kanaatleri besleyen
bir işlev görüyordu.
Gelgelelim kısa süre sonra, AET'nin en azından ekonomik
büyüme anlamında başarılı olacağı anlaşılmaya başlandı ve
böylece birliğin dışında kalmanın bedelinin, birliğe dahil ol­
maktan daha fazla olacağı görüldü. Sonuçta hem Muhafazakar
hem de İşçi Partili hükümetler döneminde, 1961 ve 1967'de
birliğe katılım başvurusu yapıldı ancak ikisi de Fransa'nın ve­
tosuna takıldı. Fransa devlet başkanı Charles de Gaulle, İn­
giltere'nin ABD'yle olan yakın bağlantılarının Avrupa kimliği
ruhuna ters düştüğünü iddia ediyordu. İngiltere ile birlikte
adaylık başvurusu yapmayı planlayan İrlanda da, bu gelişmeler
üzerine üyelikte ısrarcı olmadı. 1969'da de Gaulle istifa edince
İngiltere 1 970'de dönemin Muhafazakar başbakanı Edward
Heath eliyle yeni bir başvuruda bulundu ve bu sefer üyelik mü­
zakereleri başladı. Nihayet İngiltere (ve İrlanda) Ocak 1973'te
resmen birliğe dahil oldu.
Ancak üyeliğe dair tartışmaların 1974'te iktidarı devralan
İşçi Partisi döneminde devam etmesi üzerine, konu 1975'te
halkoylamasına sunuldu: Seçmenin yüzde 67.2'si birlik içinde
kalma yönünde oy kullandı. Fakat seçmenin, üyelik ve onun­
la ilgili yürütülen tartışmalara ilgisi ve bu konulardaki bilgisi
sınırlıydı ve açıkçası AET'nin siyasi amaçları hakkında yan­
lış yönlendirilmişti. Ayrıca insanlar, büyük çoğunluğu üyelik
lehinde olan politikacıların yoğun propagandasının etkisi al-
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 495

tında kalmıştı. Ekseriyetle üyeliğe karşı oy kullanan sadece iki


yer vardı: Shetlands ile Western Isles. İskoçların yüzde 59'u
da birlik içinde kalmayı destekledi. Seçimin üyelik lehine so­
nuçlandığı Kuzey İrlanda'nın Ulster şehrinde, destek oylarının
görece düşük olması, muhtemelen Kıta Avrupa Katolikliğine
karşı duyulan Protestan kuşkudan kaynaklanmıştı.
AET'yi kuran siyasetçilerin çoğunun sınırlı hedefleri, çok
daha kapsamlı amaçlara doğru evrilmeye başlayınca, bu durum
topluluğun yapısı ve boyutlarıyla ilgili kaygıları arttırdı. Yeni
yapılanma sürecinde, daha güçlü kurumların oluşturulması ve
ulus-devletlerden ciddi bir yetki aktarımına gidilmesi (dolayı­
sıyla egemenliğin devri) hedefleniyordu. Değişen terminoloji
yeni yönelimi yansıtıyordu: Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun
adı, içerdiği çok geniş siyasi iddialarla birlikte Avrupa Birliği
olarak değiştirildi. Bunun üzerine ulusal egemenliğin yapısı ve
savunusu en önemli mesele haline geldi ve özellikle 1 990'larda
egemenliğin anlamına dair pek çok tartışma yaşandı.
İngiltere'nin kıtayla olan etkileşimi elbette siyaset alanıy­
la sınırlı değildi. Nüfusun daha geniş bir kesiminin tatil için
harcayabileceği bir bütçesinin oluşması, paket tatil programla­
rının gelişmesi, jet uçakların kullanılmaya başlanması ve araç
sahipliğinin artmasından ötürü, o güne dek hiç görülmemiş
sayıda İngiliz vatandaşı Avrupa'yı ziyaret etti ve üstelik bu bir
alışkanlık haline gelerek ilerleyen yıllarda da sürdü. 1 930'larda
bir evi olan, şehirli orta sınıfa mensup çoğu kişinin 1 990'larda
Fransa'da ikinci bir evi vardı. 1he Times gazetesi bu tip evlerin
nerede olduğuna ve iyi bir pazarlığın nasıl yapılacağına ilişkin
düzenli şekilde yazılar yayımlıyordu.
Bunun yanısıra bütün öğrencilere en az bir yabancı dil öğ­
renme fırsatı sunuldu. Fakat hem dil öğrenme hem de tatil
gibi faaliyetlerde, toplumsal farklılıkların belirleyici etkisi var­
dı. 1990'ların ortalarına gelindiğinde İngilizlerin dörtte birin­
den fazlası, hiç yurtdışına tatile gitmemişti çünkü bunu lüks
bir şey olarak görüyorlardı. 1993'te gerçekleşen tatil amaçlı 56
496 İngiltere Tarihi

milyon seyahatin 32.5 milyonu ülke içine yapılmıştı. Seyahat


örüntüleri toplumsal farkın olduğu kadar gitgide teknoloji­
_
nin de izlerini taşımaya başlıyordu. lnternet üzerinden kiş isel
rezervasyon yapılabilmesi, 2000'li ve 2010'lu yıllarda turizm
sektöründe patlamaya yol açtı ve ucuz bilet imkanı sunan yeni
havayolu firmalarının sayıca artması bu süreci hızlandırdı.
İngilizler yabancı dil öğrenme konusunda da isteksizdi.
1991-1992 yıllarında öğrenci başına düşen yabancı dil dersi
ortalaması sadece yüzde O. 9'du, ki bu Portekiz'den sonra Av­
rupa Birliği içindeki en düşük ortalamaydı. Orta-öğretim ku­
rumlarında en çok tercih edilen yabancı dil Fransızca olmasına
rağmen, 1991-1992 eğitim yılında öğrencilerin yalnızca yüzde
59'u Fransızca dersi görüyordu; onu yüzde 20 ile Almanca ta­
kip ediyordu. İrlanda'da ise öğrencilerin yüzde 69'u Fransızca;
yüzde 24'ü Almanca dersi alıyordu. Bir süre sonra İspanyolca
İngiltere'deki okullarda Almancayı geride bırakıp en çok ter­
cih edilen ikinci yabancı dil haline geldi. İngilizlerin en büyük
şansı, Avrupa Birliği içerisinde en yaygın dilin İngilizce ol­
masıydı. 1991-1992 eğitim yılı itibarıyla Avrupa Birliği üyesi
ülkelerdeki orta öğretim kurumu öğrencilerinin yüzde 82'si
yabancı dil olarak İngilizce öğreniyordu; bunu yüzde 32 ile
Fransızca takip ediyordu.
İmparatorluk sonrası İngiltere, yüzyılın ikinci yarısında
ekonomik ve politik olarak Kıta Avrupasıyla çok daha yakın
bir ilişki içerisine girdi. Batı Avrupa toplumları bir yanda Sov­
yet tehdidini hissederken, öte yanda Doğu Asya kaplanları­
nın şaşırtıcı ilerlemeleri karşısında ekonomik olarak da yeni
bir meydan okumayla karşılaştı. İngiltere, Avrupa pazarı ve
tedarikçileriyle 1973'te olduğundan çok daha yakın bağlantılar
kurdu ve Amerika, Japonya ve diğer AB ülkelerinden yatırımcı
çekmeye başlaması da kısmen içine girdiği bu yeni ticaret ağı­
nın bir sonucuydu. Bununla birlikte söz konusu ilişkide zaman
zaman önemli zorluklar da yaşanıyordu.
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 497

Toplumsal Değişim
İngiltere'nin ne ölçüde "gerçekten" Avnıpa'nın bir parçası ol­
duğu meselesi, il. Dünya Savaşı'ndan sonra uzun tartışmalara
konu olmuştur. Belli bir noktadan bakıldığında, İngiltere ve
İrlanda ile diğer Batı Avrupa toplumlarının birbirlerine daha
benzer hale geldiği doğruydu. Bu benzerlik büyük oranda, se­
külerleşme, kadın özgürleşmesi ve kırsal yaşam alanlarından
uzaklaşma gibi bazı ortak yönelimlerin bir sonucuydu. Cin­
sel özgürlük, yükselen boşanma oranları, artan coğrafi hare­
ketlilik, toplumdaki geleneksel ayırımların ortadan kalkması
ve gençlik kültürünün doğması gibi olguların tümü müşterek
özelliklerdi. Hem sermaye hem de gelir anlamında zengin ile
fakir arasındaki farklılık büyük oranda devam etmekle birlikte,
itaat kültürü, aristokrasiler ve sosyal tabakalaşmanın katı görü­
nümleri tamamen ortadan kalkmıştı.
Toplumun daha az tabakalaşmış ve daha az muhafaza­
kar bir yapıya evrilmiş olduğunun önemli göstergelerinden
biri, Lordlar Kamarası'nın siyasetteki rolünün gerilemesiydi.
1947'de İşçi Partili hüküm etin çelik endüstrisini özelleştirme
girişimi Lordlar Kamarası tarafından engellenmişti. Bunun
üzerine harekete geçen Başbakan Attlee, 1949'd a parlamen­
todan geçirdiği bir yasayla Lordlar Kamarası'nın önüne gelen
bir yasa teklifini iki sene boyunca bekletme hakkını bir seneye
indirirken, Avam Kamarası'ndan geçen bir yasa teklifini Lord­
lar Kamarası' nın üst üste üç kez veto etme hakkını da ikiye
indirdi. Değişim sürecinden aristokrasi de payına düşeni aldı.
1958'de çıkartılan Hayat Boyu Soyluluk Yasası, aristokrasinin
mirasa/soya dayalı olma prensibini bozarak, tevarüs edilmemiş
yeni soyluluklar ihdas etti. Başbakanın teklifi üzerine Kraliçe
tarafından atanan yeni soylular, yaşadıkları müddetçe Lord­
lar Kamarası üyeliğinde bulunabilmektedir. 1963'teki yasal
düzenlemeyle birlikte, Lordlar Kamarası'nın kadın üyeleri­
nin yetkileri arttırıldı ve diğer soya dayalı üyelerin görüşlerine
498 İngiltere Tarihi

itiraz etme hakkı tanındı. 1999'da Tony Blair'in başbakanlığı


dönemindeyse, Lordlar Kamarası' nın soya dayalı üyelerinin
büyük çoğunluğunun üyeliği sona erdirildi.
1 829'da çıkartılan Katoliklere Serbestlik Yasası ile başlayan
Anglikan Kilisesi'nin zayıflaması süreci, 20. yüzyılın sonların­
da hızlandı. İki savaş arası dönemin en etkili din adamı olan
York (1929-1942) ve Canterbury ( 1942-1944) Başpiskoposu
William Temple, örgütlü dinin gerileyişini durdurmanın ve
İngiltere'yi yeniden bir Anglikan ulusu yapmanın yollarını
aradı ve bu nedenle de Kilisenin bu hedefler doğrultusunda
konuşması gerektiğini savundu. Temple, Kiliseyi güçlendirse
de, İngiltere'ye daha belirgin bir Hıristiyan karakter kazan­
dırmayı başaramadı. Temple'ın Kilisenin toplumsal eleştiri ve
kaygının sesi olarak gelişen rolüne dönük vurgusu, meselenin
gitgide sekülarizm ışığı altında görülmesine yol açtı. 1990'lar­
da halkın üçte ikisi dini bir inanca sahip olduğunu belirtirken,
her yedi kişiden sadece biri herhangi bir Hıristiyan kilisesinin
aktif üyesiydi. Fakat hem inançlı olanlar için hem de daha az
inançlı yahut inançsız olanlar için, din gittikçe önemsiz hale
gelmeye başladı ve sadece yaşamın genel dokusu için değil,
özellikle doğum, evlilik ve ölüm gibi insan hayatındaki dönüm
noktaları için de taşıdığı anlamı yitirmeye başladı. İngiltere
Kilisesi ve İskoç Episcopal Kilisesi bu süreçten çok kötü bir
biçimde etkilendi. Britanya adalarındaki yerleşik Kiliseler -
bilhassa İngiltere Kilisesi-, Amerika kökenli "fundamentalist"
Hıristiyanlık ve "new age" dinler gibi yeni meydan okumalarla
da karşı karşıya kaldı. Bu arada azımsanmayacak sayıda Hıris­
tiyan, ihtida edip Buddhizme geçti.
İngiltere, İrlanda ve Kıta Avrupası'nda toplumsal paterna­
lizm, ataerkil otorite, yaşça büyük olana hürmet, geleneksel
çekirdek aile ve gayrimeşrulukla damgalanma gibi olguların
önemi azalırken; doğum kontrolü, boşanma ve kürtaj hakkı
gibi gelişmeler Batı Avrupa'nın neredeyse tamamında hayata
geçirildi (Böylece evlat edinilmesi gereken kimsesiz çocukların
20. Yüzyıl- Teknoloji, Değişim ve Toplum 499

sayısında belirli bir düşüş yaşandı). İngiltere'de kürtaj, 1967'de


çıkartılan Kürtaj Kanunu ile yasal güvenceye kavuştu. Kısmen
eşcinselliği kontrol etmek için tasarlanmış olan 196 7 tarihli
Cinsi Münasebet Suçları Yasası ile de yetişkinlerin özel hayat­
larında kendi rızalarıyla yaşadıkları eşcinsel ilişki, suç olmak­
tan çıkartıldı. İskoçya'da bu yasa, 1981'e gelene dek uygulan­
madı. Cinsel özgürlük daha bariz hale geldikçe, toplum içinde
eşcinsel ve lezbiyenlerin görünürlüğü de ciddi biçimde arttı.
Evlenmeden aynı evi paylaşma ve tek ebeveynli aile gibi olgu­
lar daha yaygın hale gelirken, hiç evlenmemiş olanların sayısı
da zaman içerisinde azaldı. 1994'te İskoçya'da doğum yapan
kadınların yüzde 31'i nilcihsızdı.
Britanya adalarının tamamında çalışma saatleri ve doğum
oranları azaldı. Ülkedeki ortalama nüfus artış oranı, nüfusun
kendini yenileme düzeyinin de altında bir artışın görüldüğü
iki savaş arası dönemde en düşük seviyeye inmişti. Bir önce­
ki yüzyılla mukayese edildiğinde bu ciddi bir düşüş demekti.
1910'da her aile ortalama üç çocuk sahibiyken, 1940'ta bu iki­
ye düştü. Savaş sonrası ortamın etkisiyle 1947'de -ve bir de
1962'de- bir "doğum patlaması" yaşanmasına rağmen, nüfus
artış oranı 1950 ve 1960'larda azalmaya devam etti, 1970'ler­
de ve 1980'lerin başında ise neredeyse durma noktasına geldi.
Fakat 1980'lerin sonunda ve daha çok da 1990'larda nüfus ar­
tışı belirli bir istikrara kavuştuktan sonra, 1990'ların sonun­
dan itibaren tekrar yükselişe geçti ve 2000'ler ile 2010'larda
da yukarıya doğru seyrini sürdürdü. Bu arada nüfus yoğunluğu
haritası da değişti. Kenar mahallelerin, banliyölerin ve Güney
İngiltere'nin nüfusu, Londra, İskoçya ve Kuzey İngiltere'den
çok daha hızlı biçimde arttı.

Göç
19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında İngiltere'ye yapılan
göçlerin büyük kısmı Avrupa'dandı: Önce 1847-1848'deki aç-
500 İngiltere Tarihi

lık krizi esnasında İrlandalılar geldi, onları 1 880'lerden itib a­


ren (1905'te Yabancılar Yasası çıkana kadar) Rus ve Polo nya
Yahudileri izledi, ardından 1930'larda soykırımdan kaçan Al­
man ve Avusturya Yahudileri ve son olarak da II. Dünya Savaşı
bitince 1940'larda Polonyalılar ve Ukraynalılar geldi. II. D ün­
ya Savaşı boyunca ve savaş bittikten sonra, İrlandalılar kitleler
halinde İngiltere'ye göç etti. Fakat 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl
başında, özellikle Londra ve Tyneside gibi liman kentlerine
çok sayıda Çinli göçmen de yerleşti. Ülkeye birbiri ardına akın
eden bütün bu göçmenler özellikle barınma ve iş bulma soru­
nuyla karşılaştı ve pek çoğu cazip olmayan işlerde çalıştı: El­
bise tadilat ve dikişi gibi getirisi az işler yaparak ve limanlarda
yahut inşaat alanında yevmiye ile çalışan gündelikçiler olarak
geçimlerini temin etmeye çabaladılar. Bankacılık alanında ta­
nınmış zengin bir Yahudi aileden gelen Hannah Rothschild,
farklı dinden biriyle yapılan evliliklere karşı çıkan]ewish Chro­
nicle dergisinin eleştiri oklarına hedef olma pahasına, geleceğin
Başbakanı Archibald Primrose ile 1 878'de evlendi. Bankacılık
geçmişi olan diğer bir isim Herbert Samuel, 1909'da İngiliz
kabinesine giren ilk Yahudi bakan oldu. Köken itibarıyla İtal­
yan Yahudisi olan Başbakan Benjamin Disraeli'nin ailesi ise
19. yüzyıl başlarında Hıristiyanlığa geçmişti. Fakat gene de
Yahudilerin çoğu, Londra'nın kalabalık East End bölgesinde
ağır şartlar altında yaşamak durumunda kaldı.
1950'lerden itibaren ağırlıklı olarak Batı Hint Adaları ve
Hindistan alt kıtası olmak üzere "Milletler Topluluğu"ndan
(Commonwealth) yoğun bir göç dalgası yaşandı. Ulaşım, dö­
küm işçiliği ve hastabakıcılık gibi cazibesi yüksek olmayan
alanlarda ortaya çıkan geçici işgücü kıtlığı ise Milletler Top­
luluğu'nun idealizmiyle mütenasip biçimde etkin bir göçmen
destek politikasına yol açtı, fakat ülke içinde bu yaklaşım iyi
karşılanmadı. Göçmenler ve diğer siyahiler, başlarını soka­
cakları bir ev ararken maruz kaldıkları ayırımcılığın yanısıra
sokaktaki sıradan insanın da düşmanca tavırlarıyla karşılaştı.
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 501

"İmparatorluk ailesinin" uzak fertleri, İngiltere sokaklarında


hiç de iyi karşılanmamıştı.
Göçmenlerin sayıca artması ve işsizlik ile kamu konutu im­
kanlarından faydalanma gibi hassas meseleler etrafında her ge­
çen gün artan etnik gerilim, sonunda hükümeti harekete geçir­
di ve Milletler Topluluğu' na dahil olan ülkelerden İngiltere'ye
yapılan göçü aşama aşama azaltan bir dizi Göç Yasası (1962,
1968 ve 1971'de) çıkartıldı. 1968 tarihli Commonwealth Göç­
men Yasası, Doğu Afrikalı ve Asyalıların Birleşik Krallık'a
otomatik giriş hakkını yürürlükten kaldırdı.
1965'te yapılan bir düzenlemeyle etnik ayırımcılık yapmak
yasa-dışı bir fiil olarak tanımlanmasına rağmen, 1 960'lar ve
1970'ler boyunca aleni olarak ırkçılık yapılmaya devam etti ve
bu büyük bir sorun haline geldi. Muhafazakar Parti milletve­
kili Enoch Powell 1968 yılı Nisan ayında yaptığı bir konuş­
mada, göçün etnik bir şiddete (kendi deyimiyle "kan gölüne")
yol açabileceğini ve bu nedenle de acilen sınırlandırılması ge­
rektiğini söylüyordu. Gallup'un bu konuşmadan sadece bir ay
sonra yaptığı kamuoyu araştırması, İngilizlerin yüzde 74'ünün
Powell' ın fikirlerini desteklediğini ortaya koydu. Irkçı eğilime
sahip Ulusal Cephe Partisi İngiliz siyasetinde potansiyel bir
güç olarak 1970'lerden sonra ortaya çıktı fakat nispi temsil
sistemi olmadığı için parlamentoya hiçbir zaman milletvekili
gönderemedi.
20. yüzyıldaki göçlerin coğrafi etkisi de büyük bir çeşitliliğe
sahipti. Batı Hint Adaları, Güney Asya ve Afrika'dan gelen­
ler çoğunlukla Londra'ya, Midlands'in batısına ve Yorkshire'ın
güneyine yerleşirken, çok azı da İskoçya, Galler ve Ulster ile
Ingiltere'nin kuzeydoğusundaki kırsal alanlara gitmeyi tercih
etti. Göçmenlerin 1971 yılı itibarıyla Bradford nüfusu içindeki
oranı yüzde 7 . 1 ve Birmingham'da yüzde 6. 7 iken, N ewcastle'da
sadece yüzde 1 .3'tü. Ayırımcılıktan mustarip olan göçmenler,
bir yandan da önlerine çıkan fırsatları değerlendirip her şe­
hirde belirli iş alanlarına yoğunlaştılar. Bazıları ise geldikleri
502 İngiltere Tarihi

yere geri döndü. 1950'ler ve 1960'larda Karayipler'den gelen


göçmenlerin büyük kısmı, Batı Hint Adaları'ndan bir ev ala­
cak kadar para biriktirip sonra ülkelerine dönmeyi planlamış­
tı ancak İngiltere'de sadece düşük gelirli işlerde çalışabilen bu
insanlar hiçbir zaman arzuladıkları parayı kazanamadılar. Ne­
ticede bu grubun sadece yüzde lO'u 1980'lerde geri dönebildi.
Bazı göçmenler bir asimilasyon süreci yaşadı. Örneğin 19.
yüzyılda Doğu Avrupa ülkelerinden göç eden kadim Yiddish
dilini konuşan Yahudiler, Yahudileri Koruma Cemiyeti ve di­
ğer kurumlar tarafından bir İngilizleştirme sürecine tabi tutul­
dular. Böylece geleneksel dil ve kültürlerini bir yana bırakıp İn­
giliz değerlerini benimsemeleri amaçlandı. Gelgelelim pek çok
başka göçmen grubu ise kendi özgün kimliğini ortaya koyma
ve/veya kendi kimliğini koruma mücadelesi içine girdi. 1964'te
ilk defa yapılan Nothing Hill Karnavalı'nda beyazların ırkçılı­
ğına karşı kendi Karayip mirasını yücelten insanların tutumu
bunun örneklerinden biriydi. Bazı durumlarda özgün bir kim­
lik vurgusu, toplumun genel olarak kabul edilmiş değerlerine
karşı bariz bir anlayış ve ilgi eksikliğiyle bağlantılıydı ve Asyalı
Müslüman kızların karma sınıflarda eğitim görmesine karşı
sergilenen muhalefet vb. gibi tutumlar, bazı idari ve hukuki
sorunlar doğmasına yol açtı. İngiltere hem "çokkültürlülüğe"
hem de belirli ölçüde etnik gerilime sahip bir ülkedir. 1977
tarihli Etnik İlişkiler Yasası gereği etnik ayırımcılık yapmak
kanunen suç teşkil etmesine rağmen, "siyahlar" ve "beyazlar"
arasındaki sorunlarda etnik şiddet önemli bir rol oynamıştır.
Suça yatkınlık, her iki kesim için de temel bir meseleydi.
Yüzyılın ilk çeyreğinde ülkenin en temel olgularından biri,
dışarıya doğru yaşanan göçtü. 1930'lara kadar (ve 1950'lerde
bir kez daha) İngiltere'nin verdiği net göç, aldığı net göçten
daha fazlaydı. Fakat 1960'lardan sonra durum değişti. Aldığı
göçün etkileri artık basit bir mesele olmanın ötesine geçtiğin­
de, verdiği göç de düşmeye başladı.
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 503

İngiltere ve Avrupa Birliği


Avrupa Birliği'nin genişlemesi, 2000'lerde özellikle Polon­
ya'dan İngiltere'ye büyük bir göç yaşanmasına neden oldu. Da­
hası imparatorluk dönemi ile kıyaslandığında Avrupa Birli­
ği'nin İngiltere ekonomisi için pek de uygun bir yapı olmadığı
görülmeye başlandı. Bunun temel nedeni İngiltere ile kom­
şuları arasındaki benzerliklerdi ve bu da Avrupa Birliği'ni, bir
ortaklar kulübü olmak yerine birbiriyle yarışan rakipler birliği
haline getirdi. İngiltere 1984'ten itibaren AB'nin geri kalanıy­
la ciddi bir ticaret açığı yaşamaya başladı ve söz konusu açık
2000 yılından sonra çarpıcı bir yükseliş göstererek 2009'da 27
milyon 957 bin sterline ulaştı.
AB ile ilişkileri etkileyen önemli siyasi sorunlar da vardı.
Tek bir "süper devlet" olarak Avrupa fikri ve "Eurofederalizm"
kavramına dair kuşkular, 1980'lerden itibaren arttı. Üstelik
1980'lerde bazı siyasilerin ortak bir Avrupa idealine verdikleri
açık destek, esasında günü kurtarmaya dönük taktiksel manev­
ralardı ve gerçek amaç Margaret Thatcher' a hücum etmekti.
Thatcher 1986'da üye devletlerin ulusal yetkilerini kısıtlayan
Avrupa Tek Senedi'ne1 imza atmıştı atmasına ama doğrusu
Avrupa'nın birlik olmasının ateşli bir savunucusu da değildi.
Avrupa Birliği bayrağının İngiltere'de çok da güçlü dal­
galanmadığının, birbirinden çok farklı iki göstergesinden söz
edilebilir. Bunlardan ilki savaşla ilgiliydi. 1982'deki Falkland
Krizi'nde İngiliz kuvvetleri işgalci Arjantin birliklerine sal­
dırıp onları bölgeden çıkardığında, İngiliz kamuoyunun kri­
ze gösterdiği çok büyük vatansever tepkiye karşın, aynı ka­
muoyunun Avrupa için ölmek yahut öldürmek söz konusu

1 Single European Act (Avrupa Tek Senedi), iç pazarın oluşturul­


masıyla ilgili en önemli belgedir ve 1987'de yürürlüğe girmiştir. Tek
Senet ile ortak pazar hedefi yeniden tanımlanmış, Avrupa Parlamen­
tosu'nun yetkileri arttırılmış ve nitelikli oy çokluğu ile karar alma
mekanizması getirilmiştir. (ç.n.)
504 İngiltere Tarihi

olduğunda güçlü bir arzu sergilediğini söylemek zordu. Bu


nedenle, 1990'larda Balkanlardaki çatışmalara müdahale et­
mek için İngiliz askerlerinin gönderilmesi, kamuoyunda çok
cılız bir ilgiyle karşılandı. Keza İngiltere'nin önemli bir güç
olarak yer aldığı 1990-91 ve 2003 yıllarındaki Körfez Sava­
şı, bölünmüş Avrupa meselesiyle alakası olmayan bir gelişme
olarak görüldü. Ülkenin politik kimliği hala bariz bir biçimde
uluslararası değil ulusaldı. İkinci gösterge ise bazı düzenle­
melerle ilgiliydi. 1990'ların sonunda Tony Blair'in aksi yönde
girişimlerine rağmen, İngiltere Euro'ya geçmedi ve böylelikle
2001'de Euro-bölgesini kasıp kavuran mali kriz ülkeyi teğet
geçti. İngiltere ayrıca vizesiz seyahat hakkı getiren Schengen
Antlaşması'na da dahil olmadı.

Günümüzde İrlanda
1985'te yapılan İngiliz-İrlanda anlaşmasının Kuzey İrlanda
sorununun çözümü için müşterek bir zemin işlevi göremeye­
ceği, 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında açık hale geldi. Si­
yasal ortam ve güvenlik durumu kötüleşmeye devam etti. Şid­
det siyasal alanın ötesine geçip, bazen ekonomik bir meselede
bile kendini gösteriyordu: İnşaat sektörü, haraç isteyen çeşitli
paramiliter örgütlerin tehdidi altındaydı. Ayrıca IRA'.nın ön­
cülüğündeki milliyetçi terörizm ile Ulster Savunma Gücü'nün
yürüttüğü "loyalist/unionist" (Kuzey İrlanda'nın İngiltere için­
de kalmasını isteyen Protestanlar) terörizme ek olarak, Ulster
Özgürlük Savaşçıları ve benzeri örgütler de ortaya çıkmıştı.
Belirli bir hedefe yönelik spesifik terör eylemlerin yanında, "kı­
sasa kısas" türü cinayetler de işleniyordu: Her iki grup, karşı ta­
raftan rastgele insanlar öldürerek terörü körüklüyordu. 1992'de
Protestanlardan daha fazla Katolik öldürüldü fakat öldürülen
Katoliklerin hepsinin faili Protestanlar değildi. Aynı yıllarda
Yugoslavya'daki kanlı iç çatışmada yaşanan "etnik temizlik",
Kuzey İrlanda'nın geleceği hakkında yeni korkulara yol açtı.
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 505

Ama işin aslına bakılırsa Ulster epey bir zamandır zaten fiilen
etnik bir ayrışma süreci içindeydi: Protestanlar şehrin doğusu­
na taşınırken Katolikler ise batısına doğru hareket ediyordu.
IRA'.nın silahlı eylemlerini durdurarak ateşkes ilan etme­
siyle birlikte, barış süreci 1997'den itibaren yeniden canlandı.
Amerika'nın Sinn Fein üzerinde baskı kurmasının da yardı­
mıyla 1998'te Hayırlı Cuma adı verilen antlaşma imzalandı ve
ardından yeni bir hükümet tesis edildi. Yeni hükümette iktidar
gücü, Milliyetçiler ile Birlik Yanlıları arasında pay edildi. Bu
arada Kuzey İrlanda'daki durumu dönüştüren başka etkenler
de vardı: Birleşik Krallık'ın başka herhangi bir yerinde görüle­
ceği gibi, Kuzey İrlanda'nın da en büyük problemlerinden biri
endüstrinin yaşadığı krizdi. Söz konusu kriz, gemi yapımı ve
ağır makine mühendisliği gibi geleneksel sanayi dallarının ya­
nısıra, daha yeni olan hafif sanayi sektörünü de derinden etki­
lemişti. Örneğin 1960'larda sentetik iplik üretimi için kurulan
imalathaneler 1980'lerin başında kapanmak durumunda kaldı.
Oysa aynı dönemde İrlanda Cumhuriyeti, 1973'te AB'ye
girmiş olmasının etkisi de dahil olmak üzere bir dizi unsurun
yardımıyla ekonomide bir patlama yaşadı. Kalkınma yardımı,
1960'lardan sonra geniş ölçekli bir sanayileşmenin yaşanma­
sında büyük rol oynadı. İhracatın artması sayesinde, 1990-
1994 yılları arasında İrlanda'nın yıllık büyüme oranı yüzde 5'in
üzerine çıkarak, AB ülkeleri içinde en yüksek seviyeyi yakaladı.
İngiltere ise bu dönemde yüzde O. 7 ile İsveç'ten sonra en az
büyüyen ekonomiydi. Bu büyüme İrlanda'da ciddi enflasyonist
baskıların doğmasına neden oldu ve 2000'lerdeki ekonomik
balonların1 ardından 2010'ların başında ekonomi büyük bir
borç batağına saplandı.

1 Orijinal metinde ''Asset Bubble" olarak geçen kavram, uzun süren


yukarı doğru bir fiyat hareketinin ardından içe doğru yaşanan çöküşü
anlatmak için kullanılan bir ekonomi terimidir. (ç.n.)
506 İngiltere Tarihi

İrlanda Cumhuriyeti ciddi ölçüde bir sekülerleşme süreci


de geçirdi. Kilise otoritesinin gittikçe tartışmalı hale geldiği
ülkede, boşanma, eşcinsellik, kürtaj ve doğum kontrolü gibi
konular hakkında hukuki ve siyasi mücadeleler yaşandı. İr­
landa toplumu İngiltere'ye kıyasla hala daha tutucu olsa da,
Kilise'nin siyaset, toplum ve kültür üzerindeki kontrolünün
çökmesinin sonuçları kolaylıkla görülebilmektedir. Dini otori­
tenin gerileyişinde, Mary Robinson'ın 1990 seçimlerinde dev­
let başkanı olarak seçilmesiyle zirve noktasına varan kadının
özgürleşme serüveninin az yahut çok bir payı olduğu da mu­
hakkaktır. Tam tersine Kuzey İrlanda'da ise ne Milliyetçilerin
ne de Birlik Yanlılarının feminizme ayıracakları fazla bir za­
manları yoktu. Oysa IRA'nın aktif üyeleri arasında her zaman
kadınlar vardı ve dahası İrlanda ve İskoç milliyetçilik mücade­
lelerine kadınlar daima güçlü bir biçimde dahil olmuştu.
İrlanda tarihinin büyük kısmına damgasını vuran -fetih,
gasp, kolonicilik, ayırımcılık, yoksulluk ve şiddet gibi- yıkıcı
olaylar göz önüne alındığında, bu mirasın etkisinin Kuzey İr­
landa'da ekonomik büyüme, sekülerleşme ve toplumsal deği­
şim ile azaltılıp azaltılamayacağı belirsizliğini korumaktadır.
2010'ların başındaki ekonomik durgunluk ve büyük oranda
kamu kaynaklarıyla yürüyen bir bölgesel ekonomide kamu
harcamaları üzerinde oluşan baskı ile birlikte mezhepsel ger­
ginliğin artması, bu iki olgu arasındaki bağlantıyı göstermek­
teydi. Ekonomik durgunluğa karşı gösterilen siyasal tepki
anlamında, İrlanda Cumhuriyeti'nin durumu çok daha umut
vericiydi.

Günümüzde İskoçya
İskoçya son yirmi yılda, Birleşik Krallık'ın genelinde görülen
ekonomik ve sosyal yönelimlere benzer bir süreç yaşamaktadır.
Fakat ülkenin siyasi yörüngesi, 1959'da İskoç muhafazakarlığı­
nın çökmesinden beri farklı bir rotaya girmiştir. Eski adı Birlik
20. Yüzyıl- Teknoloji, Değişim ve Toplum 507

Yanlısı (Unionist) olan parti, 1 965'te İskoç Muhafazakar Par­


tisi adını aldı. Bu isim değişikliği, o tarihten beri İskoç Birlik
Yanlılarının İngilizleşmesi olarak görülmüştür. Tıpkı İngiltere
ve Galler'de olduğu gibi, İskoçya'da da "bacası dumanlı" gele­
neksel ağır sanayide ciddi bir çöküş yaşandı. Kömürün hac­
minde ve ekonomik öneminde, ağır makine mühendisliğinde,
gemi yapımında, çelik ve tekstil sanayiinde toplu bir düşüş
meydana geldi. Ekonomik çöküş özellikle Strathclyde'i vurdu
ve kentsel yenilenmeye rağmen mevcut kent dokusu ciddi bir
tehditle karşılaştı.
Yeni teknoloji, açık deniz petrol sahaları gibi yeni endüst­
ri ve istihdam alanları yarattı ancak işgücü yapısı, 19. yüzyı­
lın kasaba-ölçekli endüstriyel çöküşünde görülenden oldukça
farklıydı. Yeni çalışma alanları, artık kol gücüne ya da kuşaktan
kuşağa aktarılan geleneksel becerilere dayanmıyordu ve Glen­
rothes gibi bölgelerde kadın işçi sayısının erkeklerden daha
fazla olduğu bir çalışma ortamı doğmuştu. Edinburgh'da uzun
bir geçmişi olan finansal hizmetler endüstrisinin; ''Avrupa kül­
tür şehri" Glasgow'da ise hizmet sektörü istihdamının başarılı
biçimde ilerlemesi, ülkeye belirli bir refah kazandırdı. Fakat
dış yatırımcının Galler'i daha cazip bulmuş olması dikkate
değerdir. 2013 yılı itibarıyla İskoçya'da önde gelen istihdam
alanları sağlık, toptan ve perakende ticaret ve yöneticilikti.
İskoçya sosyal açıdan İngiltere'dekine benzer değişimler
yaşadı. Kiliselerin toplumsal rolü azalmaya devam ederken,
çekirdek aile yapısı sarsılmaya başladı ve orta sınıf daha da
genişledi. Kalp hastalıkları oranı yüksek kalmaya devam etti.
Edinburgh madde bağımlılığı ve AIDS'in adeta merkezi hali­
ne geldi. İki ülke arasında en büyük fark nüfus artışında ortaya
çıktı: İngiltere'nin yüksek nüfus artışının aksine İskoçya nüfu­
su dönemsel olarak azaldı. İskoçya yüzyıl boyunca göç vermiş­
ti: 1900-1990 yılları arasında sadece tek bir yıl (1932-1 933)
ülkeye gelenler, gidenlerden daha fazla oldu. Doğum oranının,
İngiltere ve Galler'den daha düşük seviyede seyretmesi, nüfus-
508 İngiltere Tarihi

ta bir düşüşe yol açtı: 1976-1986 arası dönemde İskoçya nü­


fusu 152.000 kişi azaldı. İngiltere'ye 2000'lerde ve 2010'larda
yaşanan büyük ölçekli göçün bir benzeri İskoçya'da yaşanma­
ması, iki toplum arasındaki farklılığın oluşmasında son dere ce
önemli bir yere sahipti: Zira İskoçya, İngiltere'ye kıyasla çok
daha homojen bir toplum olarak kaldı. Bu arada İskoçya beyin
göçü vermeye de devam etti. 1988-1989 yıllarında İskoçya'da
bir üniversiteyi bitiren İskoç gençlerin yüzde 30'u ilk iş tec­
rübesini İngiltere ve Galler'de yaşarken, İngiltere ve Galler'de
üniversite okuyan İngiliz ve Gallilerin sadece yüzde 0.3'ü İs­
koçya'da iş hayatına atılmıştı.
2014'te yapılan bağımsızlık referandumunda halkın çoğun­
luğu Birleşik Krallık içinde kalma yönünde oy kullandı. İskoç
Milliyetçi Partisi'nin bağımsızlık girişimi başarısızlıkla sonuç­
lanmıştı, fakat gene de bağımsızlık için referanduma gidilmesi
ve ayrılma yönünde yüzde 40 civarında bir oy çıkması, tarihsel
açıdan bakıldığında bu meselede epeyce bir mesafe alındığını
da gösteriyordu. Bağımsız bir İskoçya, Avrupa Birliği'nin fede­
ralizmi ve çokulusluluğu ile sınırlandırılmış olacaktı. Fakat her
halükarda bağımsızlık büyük bir değişim anlamına gelirdi. Üs­
telik bağımsızlık, İskoçya'nın önüne yeni ekonomik zorluklar
da çıkartabilir: İskoçya AB'ye üye olsa bile Avrupa pazarlarına
uzak bir çevre ülke olarak, İrlanda Cumhuriyeti'ni 2010'ların
başında yaşadığı krize benzer sorunlarla karşılaşabilir ve "Kelt
Kaplanı"nın1 durumuna düşebilir. Hem İngiltere'ye hem de
Britanya nosyonuna karşı sergilenen muhalefet, muhtemelen
İskoçya'nın kendi içindeki ayrışmaları daha da belirginleştir­
mekten başka bir işe yaramayacaktır. Bölgesel ekonomik fark­
lılıkların büyüklüğüne ve etkisine odaklanan pek çok yorumcu,
bölgesel siyasi ve kültürel tecrübeyi ise gereğince dikkate al-
ı 1990'ların ortalarından 2000'lerin sonuna kadar hızlı bir ekonomik

büyüme yaşayan İrlanda Cumhuriyeti'ne o dönemde "Kelt Kaplanı"


lakabı takılmıştı. Fakat ülke 2010'dan itibaren ciddi bir ekonomik
çöküş sürecine girmişti. (ç.n.)
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 509

mamaktadır. Bugün İskoçya'nın ve İskoçların dinamizminin


yanında dikkat çeken bir durum da, Strathclyde ile Shetland
arasında veya Ayr ile Aberdeen arasında muazzam farklılıklar
olduğu gerçeğidir. Siyasetçiler ve diğerleri, gittikçe bağımsız
bir devlet görüntüsü veren İskoçya'nın geleceğini planlarken
ulusun kendi içindeki bu çeşitlilik ve farklılaşmayla ilgilenmek
durumunda kalacaktır.

Günümüzde Galler
Galler yüzyılın son çeyreğinde önemli toplumsal değişimler
yaşadı. Bunların içinde en önemlisi, geleneksel yapılara ve iliş­
kilere çok az ilgi gösteren yeni bir beyaz-yakalı işgücünün ge­
lişmesi oldu. Yeni işgücü artık vadilerde değil, kuzey ve güney
kıyılarında ve Cardiff şehir merkezinde ikamet eden insan­
lardan oluşuyordu. Hizmet sektöründeki . büyümenin yanısıra,
1955'te Parlamento kararıyla Galler'in başkenti ilan edilen
Cardiff'te kurulan resmi kurumlar sayesinde ciddi bir istih­
dam alanı oluştu ve bu arada başta Japonya olmak üzere hatırı
sayılır sanayi yatırımları yapıldı. Bütün bunlar ülkenin güney
kesiminde yoğunlaştı. 1966'da Severn Köprüsü'nün açılması
ve ardından M4 otoyolunun güneye dek ulaştırılmasıyla pa­
zar ulaşım ağları genişleyen ve böylece ekonomik bir canlanma
yaşamaya başlayan güney Galler'de artan refah ve istihdamdan
en çok Cardiff ve daha az olarak da Bridgend, Newport, Swan­
sea ve Wrexham kentleri yararlandı. Buna karşılık kömür ve
çelik sanayi büyük bir çöküş yaşadı. Bu sektörlerin 1 940'ların
sonunda yaşadığı büyümeye ve özellikle de 1951'de Port Tab­
lot'ta çelik fabrikası açılmasına rağmen, bir süre sonra fabri­
kalar kapandı ve toplu işten çıkarmalar yaşandı. Alınan sosyal
güvenlik tedbirleriyle krizin etkileri azaltılmaya çalışılsa da,
ekonomik sorunlar toplumsal sistem üzerinde ciddi etkilere
yol açtı.
5 1 0 İngiltere Tarihi

Galler'in her daim ayırt edici özelliği olan ve ekonomik


gelişme ile birlikte daha da önem kazanan ülke içindeki bü­
yük coğrafi farklılıklar, kültürel ve siyasal açıdan hala etkisini
hissettirmeye devam etmektedir. 1997'de ilk kez Galler Milli
Meclisi'nin açılmasıyla, Galler içindeki bölgesel sıkıntıların
dile getirilebileceği bir platform doğmuş oldu. Toplumsal fark­
lılıklar, Nonconformity/Uyumsuzlar (Galler'deki en yaygın
dini hareket) ve rugby futbolu gibi müşterek uğraşılar potasın­
da eriyip azalmış olsa da, özellikle dil meselesi ve onunla bağ­
lantılı diğer unsurlardan ötürü Galler'de bölgesel farklılıklar
belirgindir. Dil sayesinde Gallilerin bir kısmı, İngilizlerden net
biçimde ayrılmaktadır; hatta bu açıdan bakıldığında onların
İngilizlerden farkı, İskoçların büyük çoğunluğunun İngiliz­
lerle olan farkından çok daha belirgindir. Fakat gel gör ki bir
bütün olarak Galliler İskoçlara kıyasla bağımsızlığa daha az
ilgi göstermektedir.

Demokratikleşme
20. yüzyıl boyunca Britanya adalarında toplumun demokra­
tikleşmesi yönünde güçlü talepler oluştu. Kuşkusuz bunlar
içinde en önemlisi kadının özgürleşmesi meselesiydi. Fakat
aynı zamanda toplumun demokratikleşmesine dönük ikircik­
li tavırlar da söz konusuydu. Demokratik sorumluluğa karşı,
halkın kanaatlerini ve uğraşılarını kıymetli ve anlamlı bulma
hususunda yargıçlar ve planlamacılar gibi elitlerin -açıktan
olmasa da örtük bir biçimde- sergilediği isteksizlikte kendini
açığa vuran bir muhalefet göze çarpıyordu. Bu elitler, kendi­
lerine toplumsal değerleri tanımlamak ve toplumu yönetmek
gibi bir görev yüklendiğine inanıyordu. Bu sosyal ve kültürel
kibir, idam cezası, göç vb. konularda halkın görüşlerini kale
almama şeklinde tezahür etmekteydi. Pek çok kurum nahoş
baskılara karşı direnirken, siyasi partiler ise üzerine oturdukları
ideolojik mirası sürdürebilmek adına halkın desteğine dönük
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 5 1 1

arzularını bir nebze hafifletme çabasına girdiler. Fakat b u alan­


da da değişim meydana geldi. Örneğin parti liderinin sadece
milletvekilleri tarafından seçilebildiği Muhafazakar Parti'de
bu teamüle son verilerek, liderin (nihai seçimde) bütün parti
mensuplarının oylarıyla seçilmesine karar verildi. 1990 yılında
parti liderliği için yarışan üç isimden biri olan Douglas Hurd,
Eton Kolejli olmasının kendisi aleyhinde bir koz olarak kulla­
nılmasından fena halde yakınıyordu. Adaylar arasından müte­
vazı bir geçmişe sahip olan John Major parti liderliğine seçildi,
ancak kendisinden sonra partinin başına geçecek olan David
Cameron da eski bir Etonlıydı.

Kadın Özgürleşmesi
Yüzyılın başlarında kadının hukuksal ve toplumsal konumu
oldukça kısıtlı vaziyetteydi. Bunun temel nedeni, yetişkin ka­
dınların çoğunun bağımsız bir gelirinin olmamasıydı. Genel
anlamda kadınlar nitelikli mesleklere sahip değildi ve modern
standartlar açısından bakıldığında çocuk sahibi kadınlar ara­
sında istihdam oranı da düşüktü. Fakat yüzyıl ilerledikçe, bu
durum ekonomik ve sosyal bağlamda dönüşüme uğradı.
I. Dünya Savaşı öncesi başlayan oy hakkı protestoları, top­
lumsal bir destek bulamasa da dikkatlerin bu konuya çekilme­
sine vesile oldu. Kısa adı Pankhurstler olan, 1903'te Emmeli­
ne Pankhurst'ün kurduğu Siyasal ve Toplumsal Kadın Birliği,
üyelerini hak arayışı için şiddet eylemlerine başvurmaya teşvik
ediyordu. Fakat toplumun topyekun seferberlik haline girdi­
ği I. Dünya Savaşı'nda, kadın işgücü ciddi bir yükselişe geçti.
Erkekler cephede savaşmaya gittiği için, pek çok alan kadın
istihdamına açılmak zorunda kaldı. 1918 başlarında yaklaşık
5 milyon kadın, erkeklere kıyasla daha az ücret alsalar da çe­
şitli sektörlerde çalışıyordu. Aynı yıl yapılan düzenlemeyle oy
hakkı, belirli bir yerde 6 aydan fazla ikamet eden 21 yaş üstü
erkekleri ve 30 yaş ve üzeri kadınları kapsayacak şekilde ge-
5 12 İngiltere Tarihi

nişletildi. Ancak kadın seçmenler için bazı kısıtlamalar kon­


muştu: Oy kullanabilmek için ev sahibi olmak yahut evi olan
birinin karısı olmak; yıllık değeri 5 pound üzeri olan bir mülke
sahip olmak veya İngiltere'deki bir üniversiteden mezun olmuş
olmak şartları getirilmişti. Yaklaşık on yıl sonra kadınların seç­
me yaşı 21'e düşürüldü ve mezklir kısıtlamalar da kaldırıldı.
Daha sonra yapılan yasal düzenlemelerle, ayırımcılığa da­
yalı eski yapı ortadan kaldırıldı. 1970'te çıkartılan Eşit Ücret
Yasası, kadın işgücünün 1940'lardan itibaren büyük bir artış
göstermesinden sonra yapılan önemli bir düzenlemeydi. 1.
Dünya Savaşı esnasında kadın istihdamında yaşanan artış, sa­
vaştan sonra erkeklerin dönmesiyle kesilmiş ve kadınlar ev iş­
lerine dönmüştü ama il. Dünya Savaşı'ndan sonra aynı ölçekte
bir gelişme yaşanmadı: Pek çok kadın, savaş sonrası ortamda
evine bağlılığa ve anneliğe yapılan vurguları hoş görüp kabul­
lense bile, gene de çalışmaya devam etti.
Ekonominin imalat sanayiinden hizmet sektörüne doğru
kayması, kadın işçiler için yeni çalışma fırsatları yarattı. Ön­
celeri pek çok kadın evlendiği zaman çalıştığı işi bırakmak
durumunda kalıyordu, oysa 1940'lardan itibaren çok sayıda
kadın, çocuğu okulu bitirir bitirmez büro elemanı olarak iş
hayatına girmeye başladı. Öte yandan Londra Şehir Mecli­
si daha 1 935'te cinsiyet ayırımcılığına karşı önemli bir adım
atmış ve evli kadınların öğretmenlik yapmasının önündeki
engeli kaldırmıştı. Bunun yanısıra evli kadınların çalışma ha­
yatına katılması, 1960'lardan sonra iyice hızlandı. Büro hiz­
metleri kadınların çalıştığı en büyük sektör olarak öne çıktı,
fakat hem aldıkları ücretler düşüktü hem de yeni ofis malze­
meleri ve pratiğine alışmaları zaman alıyordu. Öte yandan çok
sayıda kadın istihdam eden bankacılık sektöründe 1989-1990,
1993-1995 ve 2010'lu yıllarda yaygın bir işten çıkarma furyası
yaşandı. Ayrıca kadın istihdamı gittikçe artan oranda part-ti­
me işlerde yoğunlaşmaya başladı ve bunların geneli vasıfsız ve
geliri düşük işlerdi. Bununla birlikte başta ağır sanayi olmak
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 5 1 3

üzere endüstride yaşanan çöküşün, erkek işgücünde de büyük


bir krize yol açtığını belirtmek gerekir.
Kadın istihdamı sayesinde (1994 yılı itibarıyla toplam işgü­
cünün yüzde 53'ünü oluşturuyordu) 1920'lerden bu yana çalı­
şan nüfus oranı düzenli biçimde arttı. Kız çocukları arasında
eğitim görenlerin sayısının artmasında da muhtemelen yük­
selen kadın istihdamının etkisi vardı: 1987'den sonra kadın ve
erkek öğrenci sayıları arasındaki uçurum artmış olmasına rağ­
men, gene de GCSE sınavlarına (ortaokulu bitiren 15-16 yaş
arası öğrencilerin girdiği sınav) katılan kız öğrenci sayısında
gözle görülür bir artış yaşandı. Siyasi partilere üyelik gibi bazı
gönüllü faaliyetler, işgücü piyasasındaki kadın çalışan oranını
bir nebze de olsa ketlemiştir. Bununla birlikte kadınların ço­
cuk sahibi olmayı ertelemesinde ve daha az çocuk yapmasında,
iş hayatına atılmalarının kısmen payı olduğu da belirtilmelidir.
Öte yandan kadınlar için daha fazla fırsat eşitliğine karşı
çıkanlar da vardı. 1922'de bir grup erkek öğretmen tarafından
kurulan Ulusal Öğretmenler Derneği, kadın ve erkek öğret­
mene eşit ücret verilmesini talep eden Ulusal Öğretmenler
Sendikası'nın teklifine karşı çıktı ve gerçekten de il. Dünya
Savaşı sonrasına kadar bu düzenleme yapılamadı. Eşit ücrete
itiraz eden dernek tarafından 1927'de yayımlanan broşürlerde
"Erkek Çocuklarımızın Kadınsılaşması" gibi başlıklara yer ve­
riliyordu. il. Dünya Savaşı esnasında kadınların imalat sanayi­
ine girmesi sonucunda 1940'lı yıllarda dökmecilik işinde yak­
laşık 50 bin kadın bulunmasına rağmen, Ulusal Döküm İşçile­
ri Sendikası tarihi ( 1920-1946) boyunca işçiler, sadece erkekler
tarafından temsil edildi. Hatta daha genel olarak bakıldığında
İşçi Partisi ve sendikal hareket de doğum kontrolü ve aile yar­
dımı gibi kadınların ısrarcı olduğu meselelere el atma konu­
sunda isteksiz davrandı. 1920'lerde İşçi Partisi'ndeki kadın üye
sayısı, Muhafazakar Parti üyesi kadınların dörtte biri kadardı.
Kadınların konumunda meydana gelen değişim, diğer top­
lumsal sorunlardan ayrı olarak ele alınamaz. Mesela sınıf mev-
514 İngiltere Tarihi

zuu, her iki dünya savaşında da cephede görev yapan kadınla­


rı etkilemiştir. I. Dünya Savaşı boyunca -propaganda amaçlı
söylenen- cephelerdeki sınıf kaynaşması çok kısıtlıydı. Aynı
şekilde II. Dünya Savaşı'nda da -propaganda fılmlerindeki id­
diaların aksine- fabrikalarda sınıflararası bir kaynaşma azdı ve
toplumsal ayırımlar muhafaza ediliyordu. İşe alımlarda kadın­
lara öncelik verilmesi ve kadınların teşvik edilmesi bağlamında
1980'lerden itibaren dolaşıma giren "pozitif ayırımcılık'' yak­
laşımından da en çok orta sınıf kadınları istifade etti. Dahası,
erkek doktorların kadın doktorlarla evlenmesi gibi aynı sosyal
gruptan olanların birbiriyle evlilik yapmaları, toplumsal farklı­
lıkları pekiştiren bir işlev görmüş olabilir.
Merkezi bir yapılanmadan yoksun olan diğer toplumsal ha­
reketler gibi, 1960'lar ve 70'lerin "kadın özgürlüğü" hareketi de
parçalı bir görünüme sahipti. Hareketin esas amacı, yaşam tar­
zında ve sosyal ilişkilerde kadınların ihtiyaç ve beklentilerinin
öne alındığı bir değişim sürecini başlatmaktı. 196 ?'deki Kürtaj
Yasasının ardından, talep üzerine kürtaj yapılmasına yakın bir
durum oluştu. Evin ve ailenin yerini almak yerine onları ta­
mamlayıcı bir işlev gören meslekler ve yaşam tarzları, kadınla­
rın en önemli ilham kaynağı haline geldi. Bu arada kadın faali­
yetlerinin skalası da genişledi: 1983'te ilk Kadın Rugby Futbol
Takımı kurulurken, uzaya giden ilk İngiliz de Helen Sharman
oldu. 1987'de Kraliçe II. Elizabeth en önemli İngiliz şövalye
nişanı olan Garter Nişanı'nın mevzuatında değişiklik yaparak,
erkeklerin yanında kadınların da bu nişanla onurlandırabilme­
sini sağladı. Yaşanan ciddi ihtilaflardan sonra, 1994'te ilk kez
kadınlar, rahiplik statüsü alarak İngiltere Kilisesi' ne atandı. İs­
koçya Kilisesi'nde bu uygulamaya 1960'ların sonundan itiba­
ren geçilmişti. İngiliz Congregationistleri 1 de 1919 gibi erken
1 16. yüzyılda Protestanlık içinden gelişen Congregationalism tarika­
tı, herhangi bir beşeri otoriteyi tanımaksızın Tanrıyla doğrudan ilişki
kurmayı esas alan dini bir yapılanmadır. Bu tarikat, her bir kiliseyi
bağımsız ve özerk olarak tanımlar. (ç.n.)
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 515

bir tarihte kendi kiliselerinde kadınları görevlendirmiş ve II.


Dünya Savaşı sırasında da sayıları az da olsa kadın yöneticiler
atamıştı.
Son derece sıradışı bir biçimde Margaret Thatcher' ın
1975'te parti lideri ve 1979'da Başbakan olması, İngiltere top­
lumunda yükselen eşitliğin bir göstergesiydi ve aslında kadın­
lar için fırsat kapılarının ardına kadar açık olduğunu ortaya ko­
yuyordu. Bir muhafazakar olarak Thatcher'ın azmi ve başarısı,
bir kadının istediğinde her mesleği kolaylıkla yapabileceğinin
ispatıydı. Girdiği hiçbir seçimi kaybetmeyen Thatcher' ı ancak
kendi partisi yerinden edebildi. Hükümetin halk nezdinde
popülaritesini yitirdiği için yaklaşan seçimlerde bir bozgun
yaşama endişesi taşıyan, çoğu erkek Muhafazakar milletvekil­
leri, 1990'da Thatcher'ı devirdi. Böylece yüzyılın en uzun süre
görev yapan başbakanı ve Liverpool Kontu Charles'ın ( 1 812-
1827) zamanından bu yana bu makamı aralıksız en uzun süre
işgal eden Margaret Thatcher, siyaset sahnesinden çekilmiş
oldu. 1992 genel seçimlerinde seçilen milletvekilleri içinde
kadın oranı sadece yüzde 9.2'ydi ve sistemin daha yukarı ba­
samaklarındaki kadın oranı da düşüktü. Aksine 1997 seçimle­
rini kazanan İşçi Partisi'nde kadın vekil sayısı hayli yüksekti ve
Muhafazakarlar bozulan dengeyi yeniden kurmak için 2000'li
yıllarda İşçi Partisi'nin izinden giderek kadın kotasını arttırdı.
Ama 2000'lerde kadın seçmenlerin daha fazla desteğini alan
gene İşçi Partisi oldu.
Kadının sosyal konumunun gelişiminde yasal değişiklikler
önemli bir yere sahipti. Evlilik Davaları Yasası (1923), Boşan­
ma Yasası (1937), Adli Müzaheret Yasası (1949) ve Boşanma
Reform Yasası (1969) gibi düzenlemeler sayesinde boşanmak
daha kolay hale geldi. 1971-1972'de boşanmalar önceki dö­
neme göre iki katına çıkarken, 1992'de her iki evlillikten biri
boşanmayla sonuçlandı ve bu tablo 2010'lara doğru da devam
etti. 1976'd a çıkartılan Cinsel Ayırımcılık Yasası gibi hukuki
tedbirlerin, hem kadın istihdamına hem de kadına yönelik
5 1 6 İngiltere Tarihi

davranışlara büyük bir etkisi oldu. Benzer şekilde, genel top­


lumsal yönelimler de önemliydi. Marie Stopes'in 1918'de ya­
yımladığı Aşk Evliliği adlı başarılı kitabıyla önünü açtığı ero tik
evlilik anlayışının yanında, cinsel zevk tekniklerine ve cins ellik
eğitimine dönük artan bir vurgu da söz konusuydu. İlki büyük
bir ticari faaliyet halini aldıysa da, bir eğitim politikası olan
ikinci olgu, yüzyılın erken dönemlerinde özellikle kadınların
-ama erkeklerin de- cahili oldukları bir alanda atılmış önemli
bir adımdı.

Toplumsal Dönüşümler
Kapitalizm toplumun demokratikleşmesine yön veren önemli
etkenlerden biriydi. Zaman içinde bireylerin farklılaşan refah
ve gelir düzeyi, onların satın alma güçlerinin de çeşitlendiği
anlamına geliyordu: kapitalist düzende her bir kadın yahut er­
kek, kendi satın alma tercihi olan birer tüketiciydi. Bu tercih
unsuru ve onu biçimlendirme ve yönlendirme arayışı, ileride
daha büyük bir toplumsal dönüşüm yelpazesiyle iç içe girdi.
Bunların içinde en dikkat çekeni, 1950'lerden itibaren genç
bir tüketici kitlesinin ortaya çıkması ve içinde bulundukları
piyasanın canlılığını ve uçuculuğunu yansıtan yeni tüketim
ve kültür biçimlerinin gelişmesiydi. Beatles gibi rock veya Sex
Pistols gibi punk gruplarından yola çıkıp gençlerin popa, rock
müziğine ve uyuşturucu kültürüne yöneldiklerinden bahset­
mek kolaydır, ancak meselenin çok daha önemli olan boyu­
tu, gençlerin ilkin -büyüklerinin basit bir kopyası olmak ye­
rine- kendilerine ait bir ergen kimliği yaratma; ikinci olarak
da kendi ebeveynlerinin fikirlerini reddetme yönünde ortaya
koydukları arzu ve yetenekti: Pop kültür, bu arzunun dışa­
vurumundan başka bir şey değildi. Farklı yiyecekler tatmaya,
farklı yerlere tatile gitmeye, anne-babanın dini tercihlerinden
uzaklaşmaya dönük temayüller; üniversite okuma yahut onun
yerine bir mülk satın alıp onunla uğraşma gibi istekler ilginç ve
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 5 1 7

belki ilginç olduğu kadar önemliydi de. 1968 yılında oy verme


yaşı da 18'e indirildi.
Gençliğin yönelimleri ile sosyoekonomik değişim arasında­
ki ilişkisellik, bu dönemin -özellikle 1960'lardan itibaren- en
dikkat çekici özelliği olan orta sınıfın büyük bir genişliğe ulaş­
masında kesinlikle önemli bir rol oynadı. 1900 yılında toplam
işgücünün yüzde 75'i işçi sınıfına mensup el işçilerinden olu­
şuyordu. Bu oran 1974'te yüzde 47'ye; 1991'deyse yüzde 36'ya
geriledi. İmalata dayalı ekonomi çökerken, hizmet sektörü
yükseldi. İşçi Partisi' nin geleneksel tabanı olan işçi sınıfındaki
düşüşü simgelercesine mavi-yakalıların yerine beyaz-yakalı­
lar geçmeye başladı ve çalışan kesimin ortalama geliri hatırı
sayılır oranda arttı: Hanebaşı harcanabilir reel gelir, 1971 ile
1992 yılları arasında yüzde 46 oranında arttı. Başbakan Ha­
rold Wilson döneminde yüzde 98'le en yüksek seviyeyi gören
vergi oranları, daha sonra aşama aşama azaltıldı. 1960'lar ve
70'lerde doğrudan vergilendirmede ciddi bir artış yaşansa da,
Thatcher döneminde gelir vergisinde yapılan büyük kesintile­
rin bir sonucu olarak 1980'lerde tekrar dolaylı vergilendirme
yoluna gidildi.
Son 20-30 yılda yaşanan toplumsal dönüşümün uzun erim­
li etkileri, henüz tam bir görünürlüğe kavuşmuş değildir. Söz
konusu dönüşümün çok önemli boyutlarından biri, sendikala­
rın üye sayısı düşerken (1979'da 13 milyonu aşan İşçi Sendika­
ları üye sayısı, 1992'de 8 milyonun altına düştü), ev sahibi olan
işçi sayısının artmış olmasıdır (1980'lerin sonunda sendikalı
işçilerin dörtte üçünün kendi evi vardı). Fiyat enflasyonunun
müsebbibinin büyük oranda sendikalar olduğuna dönük ka­
naatler ile ev sahibi olmanın toplumsal bir fayda sağladığına
dair kabullerin ikisi birden kamu politikalarını geniş biçim­
de etkiledi. Gelgelelim 20. yüzyılın sonu itibarıyla (ve aslında
öngörülebilir bir gelecek için de) bakıldığında, toplumun esas
olarak kapitalist, tüketimci, bireyci, devingen, baskın biçimde
seküler ve kentli, mülkiyet hakkı odaklı demokrasiye inanan
5 1 8 İngiltere Tarihi

ve önemli oranda alt sınıf barındıran bir yapıda olduğu gö­


rülüyordu. 1992'de 18-25 yaş arasında olanların yüzde 20'den
fazlası sandığa gitmedi. Yükselen ev fiyatları nedeniyle, ilk kez
ev sahibi olacak olanların yaş ortalaması 201 1'de 40'a yaklaştı;
2016'da yaptığı açıklamada ev sahibi olabilmeyi kolaylaştıraca­
ğını vaat eden Başbakan David Cameron'ın canını sıkan konu­
lardan biri buydu. Daha genel bir açıdan bakıldığındaysa orta­
ya çıkan refahın ve toplumsal akışkanlığın, büyüme ve fırsatlar
karşısında genellikle müphem bir hal alan kaynaşma, birleşme
ve kolektivizm gibi kavramları zora soktuğu görülmekteydi.
1 940'lı yılların aksine, 1990'ların ortalarında merkezi plan­
lamaya duyulan güven çok azalmış, devlet-merkezli kolekti­
vizme olan destek de -Ulusal Sağlık Hizmeti istisna olmak
kaydıyla- oldukça sınırlı bir düzeye inmişti. Pek çok insan
pazar günleri kiliseye gitmek yerine alışverişe gitmeyi tercih
ediyordu ve dini vecibelerini mevcut kiliseler aracılığıyla ya­
panların sayısı o güne dek hiç görülmemiş oranda azalmıştı.
Üstelik geleneksel coğrafi bağlılıklar, "rasyonalizasyon'' uğruna
İngiltere'de yerel yönetimi sil baştan düzenleyen 1972 tarihli
Yerel Yönetimler Yasası ile ciddi bir darbe almıştı. İlçe ve ka­
sabaların sınırlarını büyük oranda değiştiren söz konusu yasa,
Yorkshire'a bağlı kimi yerleşim birimleri dahil bazı coğrafi
bölgeleri ilga etmişti. İskoçya ve Galler'in yerel yönetim yapısı
İngiltere'ye nazaran çok daha radikal değişimler geçirdi.
"İngiltere'yi Kim Yönetiyor: Sendikalar mı Hükümet mi?"
sorusu, Muhafazakar Edward Heath'in başbakanken aldığı
erken seçim kararı sonrası meydanlarda kullandığı slogandı.
1974 Şubat ayında yapılan seçimde İşçi Partisi'nden daha fazla
oy alsa da, sonuçlar çoğunluğu yitiren Heath için mağlubiyet
anlamına geliyordu. Thatcher' ın 1984-85'teki maden işçileri
grevinin üstesinden gelmesi, bir açıdan Heath' ın sorusunun da
cevabıydı. Thatcher yönetiminin ilk birkaç yılında ekonomide
canlanma ve buna bağlı bir iyimserlik havası oluştu. Fakat mali
sistemin liberalizasyonu ve hükümetin mülk edinmeyi yoğun
20. Yüzyıl· Teknoloji, Değişim ve Toplum 519

biçimde teşvik etmesinin neticesi olarak 1980'lerde şirket ve


şahıs borçlarında büyük bir artış yaşandı. Yapısal ekonomik
sorunlarla birleşen bu gelişme, alt sınıftan olmayan çok sayı­
da insanı oldukça kırılgan bir duruma soktu. Yükselen konut
fiyatları ile gittikçe artan bireysel krediler karşılıklı olarak bir­
birini beslediği için, 1980-1989 yılları arasında hanebaşı borç­
ları 16 milyar sterlinden 47 milyar sterline ve mortgage kredisi
borçları da 43 milyar sterlinden 235 milyar sterline çıktı. 1992
yılında, konut kredisi vermiş olan kuruluşlar borcu ödenmeyen
yaklaşık 75 bin konuta el koyarken, mortgage kredisi kulla­
nan 300 bin kişi ise vadesi geldiği halde altı ay veya daha fazla
zamandan beri borcunu ödeyemiyordu. Bu durum özellikle
2000'lerde bir kere daha yaşandı ve hem şahıs hem de kamu
borçları 2010'larda son derece yüksek oranlarda seyretmeye
devam etti. 2015 yılında bütçe açığının Gayri Safı Yurtiçi Ha­
sıla'ya oranı -4.4. olarak gerçekleşti.
Toplumsal farklılıklar Avrupa'nın pek çok ülkesine göre
İngiltere'de daha güçlü biçimde varlığını sürdürdü. İşçi sınıfı
orta sınıfa nazaran daha yetersiz beslendi, daha ucuz evlerde
ve daha fazla sayıda çocukla yaşadı ve yaşam beklentisi daha
düşüktü; hakeza yükseköğrenim görme noktasında da orta sı­
nıfın gerisinde kaldı. Gerçekten de ücretsiz okul yemeği alma
hakkı olan öğrencilerin, okuldan daimi uzaklaştırma cezası
alma oranı diğer öğrencilerden dört kat daha fazlaydı. İlginç
bir biçimde, sınıflar bazında ölüm oranları arasındaki fark da
1950'lerden sonra açılmaya başlamıştı. Bunların yanısıra böl­
geler arasında yahut bir bölgenin kendi içinde evlenme oranı,
doğum oranı, suç örüntüleri, ev sahibi olma oranı ve politik
tercihler vb. gibi başlıklarda bariz farklılıklar söz konusuydu.
Gene de bu farklılıklar, geçmişe kıyasla daha az göze çarpı­
yordu. Ulusal yayıncılık, devlet eğitimi ve istihdam, dernekler,
ulusal ölçekli firmalar, ürünler ve uğraşılar gibi olguların tümü
birden, belirgin bölgesel pratikleri ve farklılıkları kaynaştıran
bir yakınsama sürecinin başlamasını sağladı. Gelgelelim İngil-
520 İngiltere Tarihi

tere içinde farklılıkların azalma eğilimine girmesinin, İskoçya


ve Galler'de milliyetçiliğin yükselişini, Kuzey İrlanda'daki İn­
gilizleşmenin zayıflığını ve süregiden geniş-ölçekli göçün ve
sosyoekonomik çelişkilerin İngiltere'deki etkisini azaltıcı bir
işlevinin olması gerekmektedir.
IX. Bölüm

2 1 . YÜZYILIN BAŞLARINDA İNGİLTERE

Kitap boyunca sürekli olarak önemi vurgulanan fiziksel çev­


renin kendisi de insanoğlunun eylemlerinden geniş biçimde
etkilendi. Kesilen ağaçlar yüzünden, Hampshire'daki Bere
Ormanı dışında geriye neredeyse hiçbir bakir orman kalma­
dı. Gerçekten de 1945'ten bu yana, Birleşik Krallık'taki yarı
doğal ormanlık alanların yaklaşık yüzde 45'i ya yok edildi ya
da ciddi zarar gördü. Nehirler derinleştirilip düzeltilirken, kıyı
şeritleri de değişime uğradı. Elbette bu oldukça uzun bir sü­
rede gerçekleşti. Örneğin İngiltere'nin doğusundaki Fens böl­
gesinin bataklık arazileri, Roma döneminden günümüze kadar
(17. yüzyılda yapılan çalışmalar ve 1820'lerde buhar pompa­
larının devreye girmesi dahil) aşama aşama kurutuldu. Gene
de ülkenin hiçbir döneminde modern dönemde olduğu kadar
çevre üzerinde bir tahakküm kurulmamıştı. Öteki canlılar in­
san eylemleri yüzünden yok olmaktadır: İngiltere yollarında
araba çarpması sonucu her yıl 3 bin ila 5 bin arasında peçeli
baykuş can vermektedir. Öte yandan bazı olumlu gelişmeler
de görüldü: Soyu tükenme tehlikesiyle yüz yüze kalan Kızıl
522 İngiltere Tarihi

Gal Çaylağı sayısı alınan tedbirlerle yeniden artarken, önce­


leri suyu kirli olan Taff, Thames, Tyne, Wandle ve Wear gibi
nehirlerin endüstri faaliyetlerinin azalması ve iyi bir yönetim
sayesinde temizlenmesi sonucu balıklar buralara tekrar dö nüş
yaptı. Bölgesel açıdan bakıldığında, İngiltere'nin kalabalık gü­
ney kesiminin doğal yaşam için daha az elverişli bir ortam sun­
duğu söylenebilir.
İklim değişikliğinin yol açtığı korkular nedeniyle, çevreye
gösterilen duyarlılık hiç olmadığı kadar arttı. Bu amaçla yüzyıl
içinde çeşitli adımlar atıldı: 1949'da İngiltere ve Galler'de milli
parklar yapıldı, göz alıcı doğal güzellik alanları tasarlandı ve
1968'de Kırsal Bölgeler Komisyonu kuruldu. Kasaba ve şehir­
lerde arkeolojik sit alanlarını ve tarihi yapıları içeren koruma
altına alınmış bölgeler teşkil edildi. Çevreyi koruma amacıyla,
daha önce görülmemiş oranlarda paralar harcandı: 1981'de çı­
kan Kırsal ve Vahşi Yaşam Yasası uyarınca 1994'te çiftçilere
topraklarında tarıma ara vermeleri yahut da daha az yoğunluk­
lu tarım yöntemlerini kabul etmeleri karşılığında 900 milyon
sterlin ödeme yapıldı. Ancak 1980'lerdeki çevre hareketlerinin
başlamasına neden olan saiklerden bazıları, sürdürülebilir ta­
rım ve enerji tasarrufundan ziyade kişisel sağlık kaygılarından
kaynaklanan organik gıda benzeri daha bencil yaklaşımlara
doğru yön değiştirdi. Ana-akım siyaset, Yeşiller Partisi'nin
çevreyle ilgili çeşitli söylemlerini rahatlıkla benimsese de,
çevre üzerindeki baskının temel nedenlerinden biri olan bazı
toplumsal durumlara el atmakta gönülsüz davrandı. Sözgelimi
çocuklu ailelere yapılan maddi yardım ve vergi indirimleri, ilk
iki çocukla sınırlandırılabilirdi ama bu yapılmadı.
Çevre üzerinde büyük baskı oluşturan faktörlerden biri de
nüfus artışıydı. 1981'de 56.4 milyon olan ülke nüfusu 2010'da
62.3 milyona çıktı ve 2025 yılı itibarıyla 70 milyona ulaşaca­
ğı tahmin edilmektedir. Nüfus artışının temel nedeni yaşanan
büyük göçtü: Hem Avrupa Birliği'ne üye ülkelerden hem de
Avrupa dışından İngiltere'ye ciddi bir göç dalgası yaşandı.
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 523

2015 yılı Haziran ayı itibarıyla net göç1 336 bin olarak gerçek­
leşti. 1984 ile 1995 yılları arasında İngiltere'deki çalışma ça­
ğında olan yabancı nüfus oranı ortalama yüzde 8 iken, 2014'e
gelindiğinde bu oran neredeyse yüzde 20'ye ulaşmıştı. Keza
eğitim kurumlarında göçmen çocukların sayısı da her geçen
gün artmaktadır.
Göçmenlere, Britanya adalarının her yerinde rastlamak
mümkündür. Örneğin Doğu Aglia'da tarım sektöründe çalışan
binlerce göçmen bulunmaktadır. Fakat gene de bütün şehir­
ler içinde en fazla göçmen barındıran yer Londra'd ır: 2010'lu
yılların ortası itibarıyla Londra nüfusunun en az yüzde 55'ini
İngiltere doğumlu olmayan insanlar oluştururken, yüzde 5 ci­
varında da kaçak göçmen yaşamaktaydı. 1971 ile 201 1 yılla­
rı arasında geçen sürede Londra'nın beyaz İngiliz nüfusunun
oranı yüzde 86'dan yüzde 45'e düşmüştür. Bu durum, şehrin
kozmopolit karakterini beslemiş olmakla birlikte, Londra'nın
sanki bir İngiliz şehri olmadığı gibi bir hissiyata da yol açmıştır.
Nüfusun artmasındaki bir diğer etken, ortalama yaşam sü­
resinin uzamasıydı. Bu emekli insan sayısının da artması anla­
mına geliyordu. 2001 yılında Hertfordshire nüfusunun yüzde
19.6'sını emekliler teşkil ediyordu. Dahası, 100 yaşını devirmiş
kişi sayısı da kayda değer bir artış göstermekteydi. Önemli
sağlık ve sosyal hizmet problemlerini beraberinde getiren bu
durumun, önümüzdeki dönemde artarak devam edeceği ön­
görülmektedir.
Nüfus artışının en net etkisi, kurumlar, altyapı, sosyal ser­
maye, yaşam standartları ve çevre üzerinde oluşan ağır bas­
kıydı. Yaşam standartları üzerinde oluşan baskı, daha dar ve
küçük modern konut yapımında görülmektedir. Keza söz ko­
nusu ulusal ölçekli durumun, bölgeden bölgeye değişen daha
ayrıntılı sonuçlarını da müşahede etmek mümkündür. En bü-

1 Net göç, bir ülkeye göç edenler ile o ülkeden göç edenler arasındaki
sayısal farktır. (ç.n.)
524 İngiltere Tarihi

yük nüfus artışı ülkenin güneyinde gerçekleşirken, en düşük


artış ise kuzey bölgelerinde yaşandı.
Bir yanda hızla yükselen nüfus ve kontrolsüz, bencil bir tü­
ketim kültürü, diğer yanda ise zamanımızın en önemli mesele­
lerinden biri olarak çevre üzerinde varılan geniş kültürel kon­
sensüs . . . Bu iki olgunun bir arada var olması aslında bir para­
dokstur. 2001'deki şap hastalığı krizi sırasında, ülkedeki canlı
hayvan stokunun 1/8'ine tekabül eden altı milyon hayvanın
itlaf edilmesi, genetiğiyle oynanmış ürünler hakkında olduğu
gibi, doğaya ve çevreye dair yükselen endişeleri öne çıkardı.
Yaşam standartlarındaki değişimin ve satın alma gücünün
artmasının da çevre üzerinde olumsuz etkileri oldu. Bulaşık
makinesi benzeri ev aletleri nedeniyle artan su kullanımı, su
rezervleri üzerinde baskı oluşturdu ve bu da doğal su kaynak­
larının tükenmesine ve su kullanımına kısıtlama getirilmesine
neden oldu. Her ne kadar enerji güvenliği ve verimliliği artsa
da, neticede daha fazla teknolojik ürün daha çok enerji tü­
ketimi demekti. Enerji kaynakları ve altyapı üzerinde oluşan
basınç, enerji üretim kapasitesi ve iletiminin arttırılması ihti­
yacını doğurdu. Mevcut tüketim toplumu, muazzam miktarda
çöp üretmeye devam etmekte ve bu da hayvan dünyasını etki­
lemektedir. Martılar, tilkiler ve diğer hayvanlar, kendi ortamla­
rındaki doğal gıdalar yerine uzun zamandan beri çöplüklerde
insanoğlunun artıklarıyla beslenmektedir. Teknolojik gelişme­
nin diğer bir sonucu da gürültüdür.
Teknik cihazların kullanımı hem genişlemekte hem de de­
ğişime uğramaktadır. Örneğin mobil telefon teknolojisi, tele­
fon kullanımını arttırırken, sabit telefonların hakimiyetine de
son verdi. Ayrıca mobil telefonlar, hem suç hem de tehlikeli bir
davranış olan direksiyon başındayken telefonla konuşmak gibi,
polisin bir türlü başedemediği yeni problemler yarattı. Telefon
bağımlılığı ve sürekli birileriyle iletişim halinde olma, çalışma
zamanı ile dinlenme zamanı arasındaki sınırları bulanıklaştır­
dı. Hayatın her alanında metalaşma eğilimi arttı: Günümüz-
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 525

de yaşam-tarzı nosyonu, metalar aracılığıyla yaşanan ya da en


azından metaların sunduğu zevk etrafında dönen bir hayata
tekabül etmektedir.
Hem kırsal kesimde hem de kent merkezlerinde terk edil­
miş yahut dönüştürülmüş olan kiliselerin ve Cornwall'daki
Methodist şapeller gibi ibadethanelerin içinde bulunduğu
durum, değerler dünyasında meydana gelen değişimi simge­
lemektedir. Bir zamanlar düzen, hiyerarşi, mekan ve topluluk
duygusu için hayati derecede önemli olan kiliseler, 1950'lerden
beri her geçen gün daha fazla gereksiz kurumlar olarak görül­
müş veya çürümeye terk edilmiştir. Bomboş kiliseler, esasen
iletişim ve ulaşım imkanlarının artması sonucu kırdan ken­
te doğru yaşanan hareketi sembolize etmektedir. Keza kırsal
kesimdeki pek çok okul, dükkan, bar ve pastahanenin kapan­
ması da aynı sürecin bir sonucudur. 2001 yılı itibarıyla taşra­
daki bazı küçük yerleşim birimlerinin yüzde 30'unda alışveriş
yapılabilecek bir dükkan bile yoktu. Bu arada kırsal nüfus da
değişime uğradı. İdealize edilmiş bir kır imajının çekiciliğini
yansıtır biçimde taşradan pek çok insan her gün kent merkez­
lerine işe gelip akşam evine geri dönmektedir. Fakat bu durum,
kırsal yaşamın doğasında bir değişimi ve kır ile kent toplumu
arasında anlamlı olabilecek bütün sınır çizgilerinin aşınmasını
da beraberinde getirmektedir.
Çağdaş İngiltere'nin dikkat çekici özelliklerinden biri de
büyük şehirlerin değişen rolüdür. Londra örneğinde apaçık
görüleceği üzere, büyük şehirlerin endüstriyel temelleri büyük
oranda yıkıma uğramıştır. Bu şehirler zorluklarla dolu bir yıp­
ranma sürecinin ardından, günümüzde yeniden yapılanmayı
ve turizmi teşvik eden bir kentsel yenilenme sürecinin içine
girmiş durumdadır ve içinde yaşayanların gurur duyacağı bir
yer haline getirilmeye çalışılmaktadır. Uzun yıllar boyunca
sağlıksız çalışma ortamının ve şiddetin egemen olduğu tipik
bir endüstri şehri olarak görülen Glasgow, devam eden yüksek
işsizlik oranına rağmen bugün kendisini güzel ve dinamik bir
526 İngiltere Tarihi

Avrupa şehri olarak kabul ettirmiş durumdadır.


Kaderine terk edilmiş kiliseler, toplumun gittikçe artan
oranda kuşkucu ve seküler hale gelen yapısını da yansıtmakta­
dır ve bu sekülerleşme sürecinden Yahudiler, Müslümanlar ve
Sihler de etkilenmiştir. Fakat gene de göç sayesinde İslami­
yet ülkedeki en etkin din konumuna yükselmiş durumdadır.
Keza 2000'lerde yaşanan göçlerden sonra Katoliklerin sayı­
sında da ciddi bir artış meydana geldi. Sekülarizm kendini
farklı şekillerde göstermektedir. Örneğin 1950'lerde yeni do­
ğan her 1 .000 bebekten vaftiz edilenlerin oranı yüzde 67 iken,
1980'lerde bu oran yüzde 41'e ; 2010'lu yıllardaysa yüzde 15.3'e
kadar gerilemiştir. Artık kilise çanı sesi duymaktan hazzetme­
yen insanların gürültü şikayetleri, yerel makamlar tarafından
dikkate alınmakta ve gerekli ayarlamalar yapılmaktadır.
Ulusal geleneklerde yaşanan farklı bir değişim de beslenme
rejimi ile ilgilidir. Toplumun beslenme alışkanlığı 1960'lardan
bu yana yabancı ülkelerden gelen yeni malzeme ve yemeklerin
etkisi altına girmiştir. Çin, Hint ve İtalyan mutfağı restoran
menülerine hakim duruma gelirken, 1 990'larda ve 2000'lerde
Tayland,Japonya, Vietnam ve Fas yemeklerinin sunulduğu çok
sayıda yeni lokanta açılmıştır.
Süpermarket raflarını gittikçe artan bir biçimde yabancı
ülke ürünleri doldurmaktadır. 1990'larda Kıta Avrupası ekmek
çeşitlerinin tüketimi arttı. 1960'larda İngiltere'de tanınmayan
avokado, çarkıfelek, karambola, kiwi ve mango gibi meyveler,
bugün bütün süpermarketlerde bulunmaktadır. Genellikle
mikrodalga fırında hızlıca ısıtılan hazır yemek tüketiminin
artması, bu türden yemek çeşitleri sunan büyük bir sektörün
doğmasını sağladı. Yabancı marka şarap ve biralar çok daha
önemli hale geldi: süpermarketlerde alkollü içecek satışlarına
başlanması ve kutu bira satışlarında görülen artış, yaşanan tek­
nolojik ve ticari dönüşüme işaret ediyordu. Söz konusu satışlar
ile alkolizmin yükselişi arasında doğrudan bir ilişki vardı. Öte
yandan küçük dükkanların yürüttüğü bağımsız ticaretin çök-
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 527

mesinde de süpermarketlerin büyük etkisi oldu. Büyük cadde­


ler birbirine benzer mağazalardan oluşan tek tip bir görünüme
bürünürken, perakende dükkanlar ise gitgide daha küçük sayı­
da tedarikçiye bağımlı hale geldi. Büyük süpermarketler ülke­
nin farklı noktalarında ana yolların yakınlarına kuruldu.
Ulusal ölçekte yaşanan müşterek temayüllere karşın gene de
bölgesel farklılıklar önemini korumaya devam etmektedir. En
zengin bölgeler, en hızlı büyüyen bölgelerdir. Muhafazakar­
ların uyguladığı para politikası, deregülasyon, özelleştirme ve
tam istihdam hedefinden vazgeçilmesi, bölgesel ekonomik
farklılıkları daha da belirginleştirdi. Keza yönetim, araştırma
ve kalkınmaya dönük mesleklerin üretim süreçlerinden gittik­
çe ayrıldığı daha geniş bir bölgesel uzmanlaşma eğilimi ortaya
çıktı. Söz konusu eğilim daha çok İngiltere'nin güneydoğu ke­
siminde yoğunlaşmış durumdadır.
Tüketicilerin harcama ve borçlanma oranları geçmişte de
şimdi de yüksek olduğu için, bölgelerarası gelir farklılığı doğru­
dan doğruya yerel ekonomiyi etkilemiştir. Ulusal ekonominin
diğer alanları çöküş sürecine girerken, Londra'nın ve güneydo­
ğu bölgesinin ekonomideki rolü arttı. 1986'da finans piyasası­
nın deregülasyonundan sonra Londra'nın iş ve finans dünya­
sındaki küresel önemi 1990'larda ve 2000'lerde de devam etti.
Londra, uluslararası bankacılık ve deniz taşımacılığı sigortası
alanında dünyanın önde gelen merkezlerinden biridir.
Londra'nın finansal rolü sadece mevcut refahı ile değil, güç­
lü bir özel sektörün varlığı ile de ilgilidir. Tersine İngiltere'nin
kuzeyi, İskoçya ve Kuzey İrlanda'da görece kamu sektörünün
ağırlığı daha fazladır, fakat kamu harcamalarında yapılan ke­
sintiler bu bölgeleri olumsuz etkilemektedir. Bölgeler arasında
geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli tezatlar vardır:
Newcastle, Preston, Manchester ve Wakefield gibi kuzeydeki
şehirler, güneydeki Sunderland, Blackbum, Burnley ve Hull'a
kıyasla daha iyi durumdadır. Londra'daki işsizlik oranı şehrin
farklı bölgelerine göre değişiklik göstermektedir: 2009 yılı
528 İngiltere Tarihi

Haziran ayı itibarıyla Chelsea ve Wimbeldon'da işsizlik oranı


yüzde 1.8; Hackney ve Shoreditch'te 7.4 olarak gerçekleşmiş­
tir. Fakat ülke genelinde bakıldığında, yaşam giderleri ve işsiz­
lik bağlamında bölgeler arası tezatların daha belirgin olduğu
görülmektedir. Haziran 2009-Temmuz 2010 arası dönemde
istihdam oranı Liverpool'da yüzde 62. 7 ve Sunderland'de yüz­
de 64.9 iken, aynı dönemde Milton Keynes'te 72.5, Bristol'de
ise yüzde 74.2 olmuştur.
Aksan söz konusu olduğunda bölgesel farklılıklar çok daha
kolay göze çarpar. Elbette bölgesel aksanların uzun tarihsel
kökleri vardır, ama genellikle göçle ilişkili olarak burada da
bazı değişiklikler meydana gelmiştir. Örneğin İngiltere'nin
kuzeybatısındaki Merseyside bölgesinin kendine has "Scouse"
(Liverpoollu) şivesi, varlığını büyük oranda 19. yüzyılda iş ara­
mak için yola çıkan ve gelip buraya yerleşen İskoçlar, Galliler ve
İrlandalılara borçludur. Son zamanlarda yerli Londralılar baş­
kenti terk edip başka yerlere gittiği için, güneydoğu İngiltere
boyunca Estuary (Nehir Kenarı) İngilizcesi1 çok daha baskın
hale gelmiştir. Keza Batı Hintli gençlerin şivesine de Lond­
ra'nın pek çok yerinde rastlamak mümkündür. Öte yandan
kendi özgün kimliğini ve lehçesini koruma mücadelesi veren
daha küçük yerel topluluklar sayesinde, şehirler dışındaki yer­
leşim alanlarında kimi bölgesel aksanlar tebarüz etmiştir. Yerel
okulların yerine, daha geniş bir alanı içine alan liselerin kurul­
ması gibi idari tasarruflar bu bağlamda belirli bir rol oynamıştır.
1970'lere gelene dek, ister vasıflı, ister yarı-vasıflı, isterse
vasıfsız olsun pek çok insanın çalışabileceği güçlü bir iş-gücü
piyasası vardı. Fakat endüstri alanında yaşanan büyük çöküş­
ten sonra, 2010'larda ekonominin üçte ikisini oluşturacak ka­
dar hızla büyüyen hizmet sektöründe çalışanlar hariç, vasıfsız
işgücünün çalışma olanakları azaldı. 1980'de yüzde 25 .5 olan
1 Daha çok İ ngiltere'nin güneyinde Thames Nehri' ne yakın bölgeler­
de konuşulduğu için, bu aksandaki İ ngilizceye "nehir ağzı" anlamına
gelen Estuary English denilmektedir. (ç.n.)
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 529

imalat sanayiinin GSYH içindeki payı, 2010'da yüzde 1 l .4'e


geriledi ki bu gelişmiş ülkelerin tamamında imalat sektörünün
ucuz-işgücüne dayalı ekonomilere doğru kayma sürecinin bir
parçasıydı. İşgücü niteliğine bağlı olarak yaşanan farklılaşma
daha da genişledi ve bunun önemli bölgesel sonuçları oldu:
Pek çok insan kuzey bölgelerinden güneydeki şehirlere doğru
göç etti. Görece ucuz ev kiralarına ve esnek sosyal konut po­
litikalarına rağmen, gene de kuzeyden güneye doğru yaşanan
hareketlilik engellenemedi ve 2010'lu yıllarda da devam etti.
Yükselen konut fiyatları sayesinde 2012-2014 yılları arası
dönemde ülkenin güneydoğu kesimindeki yaşayan nüfusun
yüzde 22'sinin toplam serveti, 1 milyar sterlini aşmış durum­
daydı ki bu da onları ülkenin en zengin yüzde lO'luk dilimi
içine yerleştirdi. Aynı dönemde kuzeyde ve Galler'de bu di­
limin içine girenlerin oranı sadece yüzde 2'ydi. Genel olarak
ülkedeki toplam hanebaşı gelirinin yüzde 45'i en zengin yüzde
lO'luk kesimin elindeyken, yoksul kesimin payı ise yüzde 9'du.
2013'te bir işçinin ortalama yıllık kazancı kuzeyde 24.000 ster­
lin; Londra'daysa yaklaşık 28.000 sterlindi. Sonraki yıl Yerel
Yönetimler Birliği'nce hazırlanan bir raporda 16-24 yaş arası
nüfusta görülen işsizlik ve memnuniyetsizlik oranının, özellik­
le Sheffıeld, Leeds, Newcastle ve Manchester gibi kuzey şehir­
lerinde ciddi boyutlara ulaştığı belirtilmekteydi.
Dolayısıyla Galler ve İskoçya'da olduğu gibi İngiltere için­
de de bölgesel farklılaşma, bütün çıplaklığıyla görünür haldey­
di. Ülkenin güneydoğu kesimindeki kentlerde ve Londra'da ise
bu farklılaşma, gittikçe kent ile o kentin banliyöleri arasında
belirginlik kazanmaya başlamıştır.
Sosyo-ekonomik değişim, istikrar ve rahatlık peşinde olan
pek çok insanı tedirgin etti. Fakat böylesi bir korunmacı ta­
vır takınmak, ekonomik gerilemenin toplumsal yapıda neden
olduğu kırılganlıklarla ve küresel ekonomik ve finansal dönü­
şümlerin etkileriyle baş etmeyi güçleştirir. Kaldı ki söz konusu
değişim, önemli sosyo-ekonomik faydalar da sağlamıştır: işgü-
530 İngiltere Tarihi

cü daha esnek ve yeni rollere uyum sağlamaya daha yatkın hale


gelirken, Thatcher yıllarının düzenleyici reformları semeresini
vererek Batı Avrupa'nın diğer ülkelerine kıyasla ticaret ve ya­
tırım için daha elverişli bir işgücü piyasası oluşmasını sağla­
dı. Keza işsizlik oranları da yakın dönemde düşme eğilimine
girmiştir. Bununla birlikte tüketim oranlarında da muazzam
bir artış meydana gelmiştir: 2015 yılı sonu itibarıyla zamanın­
da geri ödemesi yapılmamış bireysel kredi miktarı 179 milyar
sterlindi ki bu da ekonominin borç-bağımlı yapısına işaret et­
mektedir.
Toplumsal hiyerarşiler daima ilk bakışta görüldüğünden
daha değişken/akışkan olagelmiştir; evlilik, aşağı ve yukarı
yöndeki hareketlilik ve tasnif problemleri gibi etkenler, hiye­
rarşileri her zaman karmaşıklaştırmış ve yumuşatmıştır. Fakat
son 20-30 yılda, belirsiz ve akışkan bir zenginlik etrafında ya­
pılanan bir toplumsal yapı ortaya çıktığı için söz konusu hi­
yerarşiler çok daha değişken bir nitelik kazanmıştır. Korpo­
ratizm-sonrası ve endüstri-sonrası {endüstrinin ekonomideki
yerinin daha marjinal hale geldiği) bir toplum olarak İngilte­
re'de, ekonomik ve toplumsal sınıflar hakkında konuşabilme­
nin anlaşılabilir ve makul bir yolu ortaya konamamıştır. Mesela
bugün "orta sınıf" kavramı gerçekte oldukça muğlak ve büyük
oranda kısıtlı bir değere sahiptir, ancak paradoksal bir biçim­
de pek çok insan için ise hala büyük bir anlam taşımaktadır.
Toplumda kalıcı ve yapısal eşitsizlikler varlığını sürdürmekle
birlikte, davranış örüntülerinden tutun da mensubiyet ilişki­
lerine ve kurumlara varıncaya kadar her yerde geleneksel sınıf
"göstergeleri"nin azaldığı görülmektedir. Sınıf, artık geçmişte
olduğu şekliyle bireysel ve toplumsal anlam üreten bir nosyon
değildir veya daha farklı ifade biçimleri kazanabilmektedir.
Gelgelelim, 2010'da batma riski taşıyan bankalara devlet tara­
fından yapılan ödemeler üzerine yaşanan tartışmalar, "zengin­
lere" yönelik geleneksel düşmanlığı hatırlatan ve sınıfsallığın
bu gibi durumlar söz konusu olduğunda hala canlı olabildiğini
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 531

gösteren bir gelişmeydi.


Davranış örüntülerindeki değişiklik hükümeti de etkiledi.
Bireysel müşterilerin ve tüketicilerin önemine yapılan vurgu,
sadece ticarette değil genel anlamda bütün yönetim alanların­
da kamu ve özel sektörü içerecek biçimde bir duyarlılık vurgu­
suyla bütünleşti. Toplumun her alanında hizmet alan insanla­
ra karşı etkin ve duyarlı bir tutum sergilenmesinin gerekliliği
öne çıkarılmaktaydı. Söz konusu duyarlılığın yansımalarını,
1990'larda hasta hakları, öğrenci hakları vb. gibi başlıklarda
yayımlanan "yönetmelikler"de ve işletmelere sorumluluklarını
hatırlatan düzenlemelerde görmek mümkündür. Bu süreç daha
sonraları adına "nitelik devrimi" denen ve hem kamu sektörün­
de hem de özel sektörde yönetim ve işletme bağlamında bir
ilerleme yaşandığını öne süren yaklaşımla ilişkilendirildi; oysa
gerçekçi olmak gerekirse mevzubahis nitelik devrimi sadece
kamu sektöründe ve o da kısmi olarak gerçekleşmişti. 1960 ve
70'lere damgasını vuran bu sorun, daha iyi bir staj ve eğitim
süreci sayesinde kısmen çözüldü, ama 2000 Yılı Milenyum Te­
pesi, yeni yapılacak demiryolu hatları ve savunma projelerinde
olduğu gibi yönetim ve planlamada büyük başarısızlıklar ya­
şanmaya devam etti. Dahası uluslararası standartlar açısından
bakıldığında, işgücü verimliliği ve kalifiye eleman anlamında
İngiltere ciddi bir zafiyet sergilemeyi sürdürdü. Yetersiz eği­
timin sonucu olan bu durum, Mesleki Eğitim Programlarının
Thatcher tarafından kaldırılmasıyla doğrudan ilişkiliydi.
Gerçekte yüzyıllardan beri toplumun ticari kesimleriyle
kurduğu ilişkilerden de fayda sağlayan eski toprak sahibi ke­
simler, akışkan hale gelen yeni toplumsal yapı içinde kimi ge­
leneksel ayrıcalıklarının ellerinden kayıp gittiğini gördü. 2004
yılında çıkartılan Köpekle Avlanma Yasası'yla tilki avı yasak­
landı. Lordların itirazı ve direnişine rağmen parlamento yasayı
onayladı. 2015'te yasanın biraz yumuşatılacağı lafları ortalıkta
dolansa da herhangi bir değişikliğe gidilmedi. Kendisi de dö­
nüşmüş ve daha varlıklı hale gelmiş olan İngiltere toplumunun
532 İngiltere Tarihi

uzun süreden beri artık geleneksel büyük toprak sahiplerine


daha az ihtiyaç duyduğu görülüyordu. Bu nedenle aristokrasi
gitgide, tıpkı kraliyet ve kilise gibi, devlet içinde bir güç değil
de geleneğin bir parçası ve ülke turizmine katkıda bulunan bir
unsur olarak telakki edilmeye başlandı. Tilki avı yasağı, top­
lumsal ayrıcalık olarak görülen bir duruma karşı sergilenen
antipatiyi yansıtıyordu. Toprak sahipleriyle uzlaşmak suretiyle
daha fazla araziyi kamusal kullanıma açan 2000 yılındaki Kır­
sal Bölge ve Geçiş Hakkı Yasası gibi düzenlemeler sayesinde,
geleneksel örüntüler aşınmaya devam etti.
Hiyerarşik toplumu savunan ve aynı zamanda onun bir
ürünü olan Kraliyet ve diğer geleneksel kurumlar gibi aristok­
rasi de il. Dünya Savaşı sonrası dönemde itaat ve saygı nos­
yonlarında görülen düşüşten etkilendi. 1960'larda güçlenmeye
başlayan bu durum, özellikle Muhafazakar Parti'ye, İngiltere
Kilisesi' ne ve Kraliyet'e dönük belirli bir güven krizinin yaşan­
dığı 1990'ların başında iyice görünür hale geldi. 2008-201 1
yılları arasında patlak veren bir diğer kriz dalgası ise milletve­
killerini, bankacıları ve popüler basını vurdu. İtaat ve saygıdaki
hızlı düşüş sadece sınıfsal düzlemle sınırlı kalmayarak, bütün
meslek alanlarını, işçi sendikalarını ve siyasetçileri kapsayacak
ölçüde genişledi. Bu durum, meslek alanlarının kendi kendini
düzenleme ve denetleme işlevini zayıflatarak, merkezi hükü­
metin buralara müdahale edebilmesini kolaylaştırdı. Bütün
bu spesifik meseleler, toplumsal bir değişim duygusuyla bü­
tünleşti. Evliliğin ve ailenin çöküşü, gittikçe daha fazla sayıda
çocuğun anne babasının olduğu bir aile yaşantısından mahrum
kalması anlamına geliyordu.
Kanunen suç sayılan eylemlerde görülen artış, saygı mef­
humunda meydana gelen düşüşün hem nedeni hem de so­
nucudur. Uyuşturucu kullanımı yasaklanmasına rağmen gene
de kontrol altına alınamadı. Fakat bu olayın asıl önemli yanı,
hukuka olan saygıyı ciddi biçimde zayıflatmış olmasıdır. 2001
yılında 16-19 yaş arası gençlerin tahminen yüzde 44'ü esrar
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 533

kullanıyordu. Uyuşturucu kullanımı İngiltere'yi dışarısı ıçın


yeni bir çekici pazar ve uluslararası ağın bir parçası kılmakla
kalmadı, önceleri daha mütevazı bir yapıda örgütlenmiş olan
İngiltere'deki suç kartellerinin de büyük çıkarlar sağlayarak
büyümesine yol açtı. Buradan elde edilen kazanç, insan ka­
çakçılığı ve bilgisayar dolandırıcılığı gibi daha farklı suçların
yayılmasında kullanıldı. Eski endüstriyel düzenin çöküşünün
hızla büyümeye devam eden tüketimcilikle birleşmesi ve hu­
kuka olan saygının azalması, "gizli ekonomi"nin balon misali
şişmesine yol açtı. Resmi verilere göre 2001'de İngiltere'de sa­
tılan her üç sigara paketinden biri kaçaktı ve üstelik barlarda,
cafelerde, marketlerde ve sokaklarda rahatlıkla satılabiliyordu.
Çalıntı olduğunu bildiği halde bir mal veya ürünü satın almak­
ta bir beis görmeyen insan sayısı gün geçtikçe hızla artmakta­
dır. 201 l'deki protesto gösterileri, pek çok insanın yağmacılığa
meyilli olduğunu gözler önüne serdi. Bütün siyasi partilerin
paylaştığı "suça müsamaha göstermeme" yaklaşımı, bazı bölge­
lerde polisin hafif suçlarla mücadele etmeyi neredeyse bırak­
mış olduğu gerçeğinin üzerini örtmektedir. İçişleri Bakanlığı
istatistikleri suç oranının 1990'ların sonlarından itibaren dü­
şüş eğilimi içine girdiğini gösteriyor, fakat kayda 'geçmemiş va­
kaların bir düşüş yanılsamasına yol açmış olması muhtemeldir.
İngiltere ve Galler emniyetinin Nisan 201 1 raporlarına göre,
bir yıl içinde gerçekleşen toplam 4. 16 milyon suç olayından
sadece 1 .6 milyonu çözüme kavuşturulmuştur.

Siyaset
1997 genel seçimleri siyasi arenada büyük bir dönüşüme yol
açtı. Halk desteğini yitiren Muhafazakar Parti kısmen de tak­
tik oyların 1 etkisiyle seçimde ağır bir yenilgi alırken, İşçi Partisi

1 Seçmenlerin gerçekten destekledikleri partiye değil, istemedikleri


bir rakip adayı seçtirmemek için kazanması daha muhtemel başka bir
partiye oy vermesi. (ç.n.)
534 İngiltere Tarihi

yarattığı heyecan dalgası eşliğinde 418 milletvekili çıkartarak


Parlementoda büyük bir çoğunluk elde etti. İşçi Partisi sadece
geleneksel seçmen kitlesinin değil, Exeter gibi Güney İngilte­
re'nin daha zengin şehirlerindeki insanların da oyunu almıştı.
Seçimi kazanan Tony Blair, "Yeni İşçi Partisi" sloganı etrafında
bir hareket başlattı: Sosyal demokrat bir sistem yaratabilmek
adına sosyalizmi ve devletçi bakışı bir yana bırakan Blair, başta
serbest piyasa ve makul vergi oranları olmak üzere Thatcheriz­
min bazı özelliklerini kucaklayan fakat toplumsal dayanışma­
ya tehdit olabilecek unsurlarını dışarıda bırakan bir yaklaşım
benimsedi. "Üçüncü Yol" olarak takdim edilen bu yaklaşım,
ekonominin kamu ve özel sektör olarak ayrılmasına karşı olan
ve ikisi arasında işbirliğini içeren bir siyasetti. İşçi Partisi'nin
tüzüğüne 191 8'de eklenen "Parti, üretim araçlarının, dağıtımın
ve mübadelenin kolektif sahipliği ilkesine bağlıdır" şeklindeki
4. madde, Blair'in önerisi üzerine parti mensubu milletvekille­
rinin oylarıyla kaldırıldı. Bu İngiliz siyasi tarihinde bir devrin
kapanışı olarak görüldü. 1959'd a benzer bir teşebbüste bulu­
nan dönemin İşçi Partisi lideri Hugh Gaitskell arzuladığı ne­
ticeyi elde edememişti.
Gelgelelim Muhafazakarlık ile Yeni İşçi Partisi arasında
gene de önemli farklılıklar vardı ve Tony Blair'in Thatchercı
olmakla itham edilmesi, aslında Blair'in dünya görüşü ve si­
yasi anlayışından ziyade İşçi Partisi içinde yaşanan gerilime
işaret ediyordu. Pratikte İşçi Partisi'nin 1950'lerdeki lideri
Hugh Gaitskell ve 1960'lardaki lideri Tony Crosland'a karşı
sergilenen tutum ile Tony Blair'e karşı alınan tavırlar arasın­
da ciddi bir devamlılık söz konusuydu. 1997'de dillere düşen,
Blair'in "Tory'lerin B Planı olduğu"1 esprisi, yasama gücüne
sahip meclislere sahip olan İskoçya ve Galler'de pek bir anlam

1 Tony Blair'in isminden hareketle yapılmış bir benzetme olan bu


espri şöyledir: "Did you know that Tony Blair MP is an anagram of
'I anı Tory Plan B?"'. (ç.n.)
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 535

ifade etmiyordu. Öte yandan hükümetin Britanya "markasını"


yeni baştan yaratma ve İşçi Partisi'nin hegemonyasını güven­
ce altına alma siyasetinin bir uzantısı olarak, 1999'd a Lordlar
Kamarası soya dayalı üyelerinin çoğunun üyeliğini iptal etti.
Muhafazakar Parti halk nezdinde eski popülerliğini yitir­
miş olduğundan, Blair 2001 ve 2005 seçimlerini zorlanmadan
kazandı. Fakat Parti'nin niyetleri, dürüstlüğü ve liyakatine
duyulan güven, hükümetin görev yaptığı yıllar boyunca cid­
di şekilde zedelendi. Blair döneminde imaj en önemli mesele
haline geldi ve Yeni İşçi Partisi adının hakkını verircesine "akıl
hocaları" ve odak grupları partide ön plana çıktı. Vergilendir­
me arttı, ama kamu hizmetlerinde bu artışa denk bir iyileş­
me sağlanamadı. Aksine eğitim, sağlık, ulaştırma alanlarının
durumuna dair gitgide yükselen bir kaygı söz konusuydu ve
hükümetin bu sorunları çözemeyeceği hissiyatı da güçleni­
yordu. Bu durumun siyasal süreçlere de etkisi oldu ve 2001
seçimlerine katılım oranı 1918'den bu yana en düşük seviye­
ye gerileyerek yüzde 60'ta kaldı. Seçmenin bu tavrı, hükümete
duyulan güvensizlikten ziyade genel olarak siyasetçilere dönük
memnuniyetsizliği yansıtıyordu. Akaryakıttan alınan verginin
arttırılmasını protesto etmek amacıyla yapılan gösteriler karşı­
sında hükümet kötü bir yönetim sergiledi ve hatta bir yönetim
zaafı ortaya çıktı. Petrol rafinerilerinin göstericiler tarafından
işgal edilmesi, kamu düzenine dair derin kaygılara yol açtı.
İşçi Partisi'nin yoksullara yardım harcamalarını genişletmesi
kamu maliyesi üzerinde bir baskıya neden olurken, belirlenen
hedefi.ere de ulaşılamadı. Çalışma teşvik ödemeleri, pek çok
aileyi çalışma tecrübesinden yoksun bırakarak beklenenin aksi
bir netice doğurdu. Bu dönemde daha bariz hale gelen yardım
bağımlılığı, bazı yorumcular tarafından çok sayıda ailenin par­
çalanmasının yanısıra toplumsal bir bozulmanın işareti olarak
da görüldü.
2003'te Ortadoğu'da patlak veren savaşta lrak'a saldıran
Amerika Birleşik Devletleri'ni destekleme kararı alınması,
536 İngiltere Tarihi

Tony Blair'in popülaritesini ve hükümete duyulan güveni


azalttı. Hükümet içinde ciddi anlaşmazlıklar yaşanması üzeri­
ne, Blair 2007'de istifa etti. Ortadoğu meselesinin, 2005'te bir­
kaç Müslüman tarafından gerçekleştirilen Londra'daki terör
saldırısında olduğu gibi İngiltere'ye daha doğrudan etkileri de
oldu.
Blair'den sonra hükümetin başına geçen ve daha sönük bir
profil çizen İşçi Partili Gordon Brown, ekonomi alanında fev­
kalade zayıf bir yönetim sergiledi. 1997-2007 arasında Maliye
Bakanı; 2007-2010 yılları arasında da Başbakan olarak görev
yapan Brown'ın izlediği siyaset -her ne kadar kendisi aksini
iddia etse de- İngiltere'nin dünya geneline yayılan mali kriz
rüzgarına yakalanmasında ve 2008-2010 arasında diğer geliş­
miş ülkelere kıyasla daha büyük bir ekonomik durgunluk yaşa­
masında büyük pay sahibiydi. Gerçekten de 2008'in ilk çeyreği
ile 2009'un son çeyreği arasındaki dönemde ekonomi yüzde
6.4 küçüldü. Yeni İşçi Partisi'nin savunduğu ve hayli pahalıya
mal olan sosyal demokrasinin daha fazla sürdürülemeyece­
ği anlaşılmıştı. Küresel ekonomik kriz sonrası İngiltere, hızla
artmakta olan kamu ve özel sektör borcu ve geniş bir bütçe
açığının yanısıra zayıf bir ekonomi ve beklentilerin üzerinde
seyreden bir enflasyonla baş başa kaldı.
Halk nezdinde bir karşılığı olmayan Gordon Brown
2010'daki genel seçimi kaybetti. Seçimde Liberal Demokrat­
lar 57, Muhafazakarlar 307 ve İşçi Partisi ise 258 milletvekili
çıkarmıştı. Seçimin ardından Muhafazakar Parti ile Liberal
Demokratlar Partisi bir araya gelerek bir koalisyon hükümeti
kurdu: 2006'dan beri Muhafazakar Parti'nin liderliğini yürü­
ten David Cameron yeni kabinede Başbakanlık görevini; Li­
beral Demokratların lideri Nick Clegg ise Başbakan Yardım­
cılığı görevini üstlendi. Ekonominin içinde bulunduğu kötü
durum ve hükümetin milli gelirin yarısına yakınını harcaması,
Cameron'ı iki tedbir almaya sevk etti: İlki kamu harcamaların­
da kesintiye gidilmesi diğeriyse Cameron'ın "büyük toplum"
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 537

dediği ve hükümetin sosyal refah işlevlerinden bazılarının hal­


ka ve gönüllü birliklere aktarılmasıydı. Koalisyon hükümetinin
uğraşmak zorunda kaldığı bir dizi başka sorun da vardı: Orta­
lama yaşam süresinin uzamasıyla sayısı artan kamu emeklileri­
nin emeklilik maaşlarının finansmanı ve bilhassa aşırı bir ihti­
rasla Afganistan' a yapılan -maliyeti yüksek- askeri müdahale
bu sorunlar arasındaydı.
Muhalefetin zayıflığı ve ekonomide görece bir büyüme
sağlanması nedeniyle, Muhafazakar Parti 2015 genel seçimin­
de de parlamento çoğunluğunu elde etti. 2014'de İskoçya'nın
bağımsızlığı için yapılan referandumda İskoçların çoğunluğu
bağımsızlığı reddetmişti, fakat 2015 seçimlerinin İskoçya'daki
sonuçları, İskoç Milliyetçi Partisi'nin güçlendiğini gösteriyor­
du: İskoç Milliyetçi Partisi, 59 milletvekilinden 50'sini kazana­
rak İskoçya'da eskiden beri güçlü bir tabanı olan İşçi Partisi'ne
ağır bir darbe indirdi. Milliyetçi partinin başarısı, Britanya
adalarında İrlanda Serbest Devleti'nin kurulduğu 1921'den
bugüne gelinceye dek yürütülen siyasetin sona erdiğine işaret
ediyordu. İngiltere içinde bir devalüasyona gidilmesi ihtima­
li ve İngiltere ile Birleşik Krallık' ın diğer parçaları arasındaki
ilişkinin test edildiği Haziran 2016'da yapılan Avrupa Birliği
referandumunun sonuçları, ülkenin karşı karşıya bulunduğu
zorluklar arasındadır.

Genel Bir Değerlendirme


İngiltere bugün bir yandan dünyanın her tarafında gözlenen
genel gidişatı ve yönelimleri paylaşmakta, diğer yandaysa sade­
ce belirli kategorideki ülkelere has meselelerle uğraşmaktadır.
Dünya ölçeğinde bakıldığında öne çıkan iki başlık, çevrenin
değişimi ve hızlı nüfus artışıdır. Çevresel değişimin en önemli
yansıması olan küresel ısınma ile İngiltere'de son yıllarda gö­
rülen iklim değişikliği arasında doğrudan bir ilişki vardır: Ar­
tık yazlar daha sıcak; kış ayları ise daha fırtınalı geçmektedir.
538 İngiltere Tarihi

Çevre üzerinde nüfus artışının da etkisi söz konusudur. Özel­


likle su kaynaklarına ulaşma, enerji ihtiyacı, konut alanları ve
gıda gibi unsurların her biri çevreyi etkilemektedir. Başta top­
rak olmak üzere mevcut kaynakların çok daha yoğun biçimde
kullanılması ve arazilerdeki diğer değişiklikler önemli sonuçlar
doğurmuştur. Kaynak ve nüfus baskısı, kurum ve kuruluşların
yükünü daha belirginleştirmekte ve rekabet halindeki çıkarları
uzlaştırmayı iyice zorlaştırmaktadır. Toplumsal yapının baskı
altına girmesiyle sonuçlanan bu durumun, topluma ve siyaset
kurumuna keseceği fatura son derece önemlidir.
Hükümetler, yaşam standartları ve tarzları konusunda son
derece gerçekdışı beklentileri olan kırılgan ve değişken bir
toplumda, çoğu insanın hayatın zorluklarını kabullenmede
gösterdiği mükerrer isteksizlikle yüz yüze gelmektedir. Bunlar,
adına İnsan Hakları denilen ve hem hukukta hem de halkın
zihninde kendine yer bulan bir olgunun etkisiyle güç kazanmış
olan genel sorunlardır. İnsan Hakları İngiltere'de 1998'de çı­
kartılan bir yasayla hukuki bir çerçeveye oturtulmuş ve böylece
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de iç hukuka girmiştir. Bu
genel sorunların ötesinde İngiltere'nin kendine özgü problem­
leri de bulunmaktadır. Bunların başında endüstrinin çökmesi,
güçlü rekabete dayalı ekonomilerin yükselmesi, eski impara­
torluk bakiyesi meseleleri, kitlesel göç ve gider kontrolü ile
borç yönetiminde sergilenen başarısızlıktan ötürü ağır bir bor­
cun altına giren kamu ve özel sektörün durumu gelmektedir.
Özellikle Batı Avrupa'nın genel karakteristiği olan sorunlar,
Avrupa Birliği'nden kaynaklı bazı hatalardan ötürü ve Avrupa
Birliği'nin federalist istekleri ile İngiltere halkının çoğunlu­
ğunun ulusal ve demokratik kabulleri arasındaki uyumsuzluk
nedeniyle İngiltere'de de bir sorun haline gelmeye başladı. Bu
nedenle pek çok insan Avrupa Birliği'ni, çözüm mercii olmak
şöyle dursun bizatihi sorunun bir parçası olarak görmeye baş­
ladı. 2016 referandumu bu konuda yaşanan ihtilafın boyutları­
nı gözler önüne serdi.
21. Yüzyılın Başlarında İngiltere 539

Referandumda çok küçük bir farkla AB'den ayrılma kararı


çıktı ve hemen ardından Başbakan David Cameron istifa etti.
Fakat İskoçya ve Kuzey İrlanda'da halkın çoğunluğunun AB
üyeliğinin devamı yönünde oy kullanması, Britanya adalarının
geleceğine dair kafalarda soru işaretleri yarattı. Siyasal sistemin
karşı karşıya olduğu güçlükler, özellikle Britanya adaları için­
de ilişkilerin nasıl yürütüleceği konusu önemli hale gelmiştir.
Keza toplumun nasıl örgütleneceği ve nasıl bir sosyal düzen
olması gerektiğine ilişkin kabuller etrafında da bir başka tar­
tışma yürümektedir. Söz konusu kabullerin odağında, bireyle­
rin yetki ve hak talepleri ile bunu dengeleyecek bir yaklaşıma
duyulan inanç arasındaki çetrefılli ilişki bulunmaktadır. Söz
konusu ilişki, kaynakların kullanımı ve borçlanma dinamik­
leri için merkezi önemde olan gelecek planlamasında hassas
bir yere sahiptir. Bu ilişki pek çok alanda rasyonel bir çözüm
ihtimalini riske atmakta; veya başka bir açıdan bakıldığında,
herhangi bir çözümün rasyonelliği ancak tartışmalı siyasi ze­
minlerde ve ayrıştırıcı toplumsal taleplerde
- kendini açığa vur-
maktadır.
Öte yandan son 20-30 yıldır, toplumda heyecan ve coşkuyu
değilse de en azından güven duygusunu tekrar canlandırmak
amacıyla siyasi yelpazenin her kanadında ortaya konulan gi­
rişimler, sadece sınırlı düzeyde bir başarı yakalayabildi. Son
kertede ortaya çıkan tablo, az çok yorgun bir ülkede genellikle
kaygılı ve huzursuz olan bir kamuoyu resmidir. Bu durum, bi­
reysel sorumluluğa, kamusal bilince ve kolektif eyleme meydan
okuyan önemli bir sınavdır ve ulusal tarihin sürekliliği için­
de kendi durumumuzu kavrama yönünde ortaya konacak bir
çabanın bu sınavdan başarıyla çıkılmasına önemli bir katkısı
olacaktır.
X. Bölüm

SONUÇ

Tarih bir seyahate benzer: Geçmişe doğru bir yolculuğa çık­


mak ve ardından farklı ülkeleri, çeşitli eyleme biçimlerini ve
farklı değer yargılarını gördükten sonra tekrar geri dönmek.
Seyyah gördüğü şeyleri mükemmelen kıymetlendirecek ölçü­
de yeterli zamana veya kaynağa sahip olmayabilir ancak o gene
de farklılığın ve değişimin apaçık farkındadır. Geçmişten çı­
kıp günümüze geldiğindeyse karşısına zayıfve güçlü yanlarıyla
Britanya Adaları ve onun sakinleri çıkar. Britanya Adaları'nın
tarihini ele alan bu çalışmayı, "süreklilik'' kavramının altını çi­
zerek ve köklü kurumları ve kültürü olan, kendi kendini ye­
nileme kapasitesine sahip, bütünleşik ve organik bir toplumu
sarıp sarmalayan derin bir tarih duygusuna vurgu yaparak so­
nuçlandırmak mümkündür. Geleneklerin devamlılığı iktidarın
niteliğinde meydana gelen kırılmaları genelde maskeleme iş­
levi görse de, Britanya halkı sürekliliği sergileme noktasında
kesinlikle üstün bir yeteneğe sahiptir. Bununla bağlantılı ola­
rak, gerek halkın yaşantısında gerekse doğa ve çevre ölçeğinde
meydana gelen değişim de açık biçimde görülmektedir.
Sonuç 54 1

İngiltere tarihi sözkonusu olduğunda vurgulanması gere­


ken hususlardan biri de talihin rolüdür. İngiltere 20. yüzyıldaki
görece istikrarını sadece derinlere kök salmış güçlü değerlere
ve temayüllere değil, her iki dünya savaşında aldığı zafere de
borçludur. Avrupa ülkelerinin çoğu bu savaşlarda yenilip işga­
le uğradı ve ardından büyük sıkıntılar yaşadı. Sağ çizgide yer
alan pek çok siyasi grup kirli işbirlikleri yaparken, sol çizgideki
muadilleri de Komünizm tarafından yutuldu ya da yükselişinin
gölgesinde kaldı, en azından etkilendi. İngiltere ise ( 1940-45
yıllarında Manş Adaları hariç) ne bir yabancı devletin işgaline
uğradı ne de ülkedeki siyasal iktidar sağdan veya soldan de­
mokratik olmayan güçlerin tasallutu altına girdi.
Benzer şekilde, daha geriye gidilirse İngiltere'nin 1 8 . yüz­
yılda ve Napoleon döneminde Fransa'nın saldırgan yayılma­
cılığından sağ salim çıkmasında da talihin rolü vardı. Ayrıca
kesin bir neticeye bağlanmamış dahili krizler ve iç savaşlar da
yaşandı ki bunların nihai anlamı ve sonuçları, dönemin insan­
ları için mutlak bir görünüm arz etmekten uzaktı. KralJohn'un
ve 111. Henry'nin savaşları, 17. yüzyıl ortasındaki iç savaşlar ve
1745-46'daki Jacobist ayaklanmalar bu durumu yansıtan açık
örneklerdir.
Değişim olgusunun altını çizerken, aynı zamanda geçmişte
yaşanan başarısızlıklara da dikkat çekilmelidir. Bu yönüyle İn­
giltere toplumu hem bütünlüklü hem de parçalı bir görünüm
arz eder. Sözgelimi 1688'deki Şanlı Devrim toplumun kamusal
belleğinde hala önemli bir yere sahip olsa bile, özellikle İrlan­
dalılar başta olmak üzere pek çok kesimin bu Whigci uzlaşıya
dahil edilmediğini ve dahası Devrim Yapılanması ve Hanno­
ver rejiminin de ancak zor kullanmak suretiyle tesis edildiğini
unutmamak gerekir. Öte yandan iki büyük siyasi parti, İngil­
tere siyasetinin asli unsurunun kendileri olduğu yönünde ko­
nuşup dursa da Muhafazakar Parti ya da İşçi Partisi 20. yüzyıl
boyunca seçimlerde sadece üç kez yüzde 50'nin üstünde oy
alabilmiştir ve dolayısıyla İngiltere siyasal sistemi bir partinin
542 İngiltere Tarihi

bu kadar yüksek bir oy oranına ulaşmasına da genellikle imkan


tanımamıştır. Buna karşın 2010 seçimlerinden çıkan ve bu tarz
büyük bir çoğunluğa ulaşan Muhafazakar Parti-Liberal D e­
mokrat Parti koalisyonuna yöneltilen karmaşık tepkiler, böy­
le bir sonucu anlamlandırmaktan yoksun olunduğunu gözler
önüne koymuştur.
Geçmişe dair elbette farklı değerlendirmeler olabilir anc ak
bu bağlamda deterministik yaklaşımlara şüpheyle yaklaşılma­
lıdır. Bugünden bakıldığında kaçınılmaz görülsün ya da görül­
mesin, geçmişteki temel örüntüleri analiz ederken talihin ve
olumsallığın rolünü mutlaka vurgulamak gerekmektedir. Söz­
konusu vurgu, doğrudan doğruya bugünle de ilgilidir. Haliha­
zırda tartışılmakta olan geleceğe dönük ya da muhtemel mese­
lelerin ve yaşanan değişimin ileride Birleşik Krallık' ı topyekun
bir çöküş ile yüz yüze getirip getirmeyeceği yahut Britanya
Adaları ve Avrupa içerisinde öngörülen yeniden yapılanma­
ların 21. yüzyılın taleplerine ve özellikle de İrlandalı, İskoç ve
Gal milliyetçiliklerinden ve küreselleşmeden kaynaklı sorunla­
ra cevap veren zorunlu bir modernizasyon anlamına gelip gel­
mediği belli değildir. Sadece Birleşik Krallık'ın bütünlüğünün
ve egemenliğinin değil bizatihi İngiltere'nin karakterinin de
modernite adına yeniden biçimlendirildiği - yahut "yok edil­
diği" mi demeli? - bir süreç yaşanmaktadır. Okuyucular bu ko­
nuyla alakalı kendi görüşlerini oluşturacaklardır.
Okuyucunun kolaylıkla fark ettiği gibi bu kitabın merke­
zinde başından sonuna kadar değişim olgusu bulunmaktadır.
Fakat değişim süreci içinde geleneklerin geçmişte de bugün de
biçimlendirildiğini ve hatta icat edildiğini söylemek, onların
değerden yoksun olduğu anlamına gelmez. Keza bu biçimlen­
dirme ve icat etme süreci, insanlara süreklilik, değer ve kimlik
duygusu veren mevcut düşünce ve pratikleri değiştirmeyi ko­
şulsuz olarak meşrulaştırmaz. Kraliçe Victoria 1901'de ölmesi­
ne rağmen başta pek çok toplumsal kabul olmak üzere Victoria
çağı değerleri, 20. yüzyılın ilk dönemlerindeki Modernizme ve
Sonuç 543

iki büyük dünya savaşının etkisine rağmen 1960'lardaki top­


lumsal devrime gelene dek var olmaya devam etti. 1 960'larda
yaşanan toplumsal çözülmenin sonuçları ise hala hissedilmek­
te ve insanlarda karışık duygulara yol açmaktadır. Bu durum,
ulusal kimlik için geniş kesimlerce kabul görecek yeni (veya
eski) bir zemin arayışında yaşanan zorlukları daha da belir­
ginleştirmektedir. Her ne kadar Britanyalılık mütemadiyen
tanımlanmakta ve yeniden tanımlanmaktaysa da, 1970'lerden
itibaren gelenekler ve o güne dek ulusal kimlik tanımında ku­
rucu bir rolü olan parlamenter egemenlik, kraliyet, yerleşik ki­
liseler, ulusal bağımsızlık ve siyasi otoriteye makul alternatifler
sunan liberal kültür gibi temel unsurlar ortadan kalkmış yahut
zayıflamıştır. Bütün bu gelişmeler neticesinde, ulusal kimlik
daha belirsiz ve daha kırılgan bir renge bürünmüştür. Dola­
yısıyla İngiltere özelinde her kesimden politikacıların ulusal
çıkarlara ve geleceğe yönelik tatmin edici fikir ve öneri gelişti­
rebilmesi artık daha da zorlaşmıştır.
Belirsizliği ve çözülmeyi bu kadar vurguladıktan sonra,
sözü popüler tarih çalışmalarının sıklıkla yaptığı gibi ulusal
karaktere ve ulusal başarılara getirip kitabı "iyimser" bir so­
nuçla bitirmek doğru olmaz. Böyle bir şeye yeltenmek, daha
önce eşi benzeri görülmemiş bir belirsizlik döneminde yaşa­
dığımızın apaçık farkında olan okurlara hakaret anlamına ge­
lirdi. Öte yandan bir tarihçi pekala uyarılarda da bulunabilir.
Bu bağlamda geçmişe dönük herhangi bir okuma, değişimin
öngörülemez olduğunu, politikacıların vaatlerinin genelde laf­
ta kaldığını ve insanların gelecekle ilgili beklentilerinin basit­
liğini kavramamıza imkan vermektedir. Geleceğe matuf birta­
kım farazi çıkarlar ve beklentiler uğruna, tarihimizi ve özellikle
de toplumsal değerlerin sürekliliğini sağlayan ve insanlara bir
kimlik duygusu veren tarihsel zaman ve mekan algımızı bir
kenara atma tehlikesi hemen yanı başımızda durmaktadır.
İLERİ OKUMALAR İÇİN
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

Bu kaynakça, sadece yakın dönemde yayımlanmış olan çalışma­


lardan hareketle oluşturulmuş seçici bir listedir. Diğer kitap ve
makalelere ulaşmak için, bu listedeki kitapların kaynakçasından
yararlanılabilir.

Genel Çalışmalar
The Penguin Atlas ofBritish and Irish History (2001).
T. Bartlett, Ireland: A History (2010).
C. G. Brown ve W. H. Fraser, Britain Since 1 707 (2010).
T. M. Charles-Edwards, Wales and the Britons, 350-1064 (2013).
T. M. Devine, The Scottish Nation, 1 700-2000 (1999).
F. N. Forman ve N. D. J. Baldwin, Mastering British Politics ( 1996).
M. G ilbert, Atlas ofBritish History (2011).
B. J. Graham ve L. J. Proudfoot, Historical Geography of Ireland
(1993).
P. Jenkins, A History ofModern Wales, 1536-1990 (1992).
H. Jewell, The North-South Divide: The Origins ofNorthern Conscious­
ness (1994).
C. Jones (ed.) , A Short History ofParliament (2009).
R. Kain ve W. Ravenhill (eds), The Historical Atlas of the South West
(1999).
546 İngiltere Tarihi

H. Kearney, The British Is/es: A History ofFour Nations (1989).


M. Lynch, Scotland: A New History (1992).
M. Lynch (ed.), The Oxfard Companion to Scottish History (2011).
J. Oakland, British Civilisation. An Introduction (201 1).
N . J. G. Pounds, The Culture ofthe English People (1994).
F. Pryor, The Birth ofModern Britain: A ]ourney into Britain's Archae-
ological Past, 1550 to the Present (2011).
D. Short (ed.), An Historica!Atlas ofHertfardshire (2011).
1. G. Simmons, An Environmental History ofGreat Britain (2001).
T. C. Smout, Nature Contested: Environmental History in Scotland
and Northern England since 1600 (2000).
M. Storry ve P. Childs, British Cultural Identities (2013).
K. Tiller ve G. Darkes (eds),An Historica!Atlas ofOxfardshire (201 0).

Britonlar ve Romalılar
K. J. Edwards ve 1. B. M. Ralston (eds), Scotland: Environment and
Archaeology, 8000 BC-AD 1000 (1997).
B. Finlayson, Wild Harvesters: The First People in Scotland (1998).
S. Foot, Aethelstan: The First King ofEngland (2011).
B. Goldring, Conquest and Colonisation: The Normans in Britain,
1066-1100 (2012).
D. Griffiths, Vikings ofthe Irish Sea (2010).
H. Hamerow ve diğ. (ed.), Oxfard Handbook ofAnglo-Saxon Archaeo­
logy (2011}.
R. Hingley, Settlement and Sacrifice: The Later Prehistoric People of
Scotland (1998).
B. Jones ve D. Mattingly, An Atlas ofRoman Britain (1990).
D. Kirby, The Earliest English Kings (1990).
G. Maxwell, A Gathering of Eagles: Scenes /rom Roman Scotland
(1998).
O. Owen, The Sea Road:A Viking Voyage through Scotland (1999).
B. Smith (ed.), Britain and Ireland, 900-1300: Insular Responses to
Medieval European Change (1999).
A. Woolf, From Pictland to Alba (2007).
İleri Okumalar için Seçilmiş Kaynakça 547

Ortaçağda İ ngiltere
G. W. S. Barrow, Robert Bruce and the Community of the Realm of
Scotland ( 1998).
R. H. Britnell, The Commercialisation of English Society, 1000-1500
(1992).
A. D. Carr, Medieval Wales (1995).
E. J. Cowan ve R. A. McDonald (eds), Alba: Celtic Scotland in the
Medieval Era (2000).
A. Curry, The Hundred Years War (1993).
R. R. Davies, The First English Empire: Power and Identities in the
British Is/es, 1093-1343 (1998).
C. Fletcher, Richard IL Manhood, Youth and Politics, 13 77-99 (2010).
B. Golding, Conquest and Colonisation: The Normans in Britain, 1066-
1100 (2. basım, 2012).
M. Hicks, The Wars ofthe Roses (2010).
R. A. MacDonald, The Kingdom of the Is/es: Scotland's Western Sea­
board, c. 1100-c. 1336 (1997).
W. M. Ormrod, Political Lifi in Medieval England, 1300-1450
(1995).
M. Prestwich, English Politics in the Thirteenth Century (1990).
R. L. Storey, The End ofthe House ofLancaster (1999).
N. Vincent, The Birth ofthe Nation: 1066-1485 (2012).

Onaltıncı Yüzyılda İ ngiltere


G. Burgess, British Political Thought, 1500-1660 (2009).
S. Doran, England and Europe in the Sixteenth Century (1998).
S. Gunn, Early Tudor Government, 1485-1558 (1995).
R. Hutton, The Tudor and Stuart Dynasties, 1485-1660 (2012).
S. Jack, Towns in Tudor and Stuart Britain (1996).
H. Jewell, Education in Early Modern England (1998).
]. G. Jones, Early Modern Wales, c. 1525-1640 ( 1994).
D. Loades, The Mid-Tudor Crisis, 1545-1565 (1992).
D. MacCulloch, The Later Reformation in England, 1547-1603
(1990).
R. Rex, Henry VIII and the English Refarmation (1992).
548 İngiltere Tarihi

A. Walsham, 7he Refarmation ofthe Landscape: Religion, Iden tity and


Memory in Early Modern Britain and Ireland (2011).
I. Whyte, Scotland's Scotland and Economy in Transition, c. 1500-c.
1 760 (1997).

Stuartlar, FetretYılları ve Onsekizinci Yüzyılda İ ngiltere


J. Black, Eighteenth-Century Britain (2. basım, 2008).
K. M. Brown, Kingdom ar Province? Scotland and the Regal Union,
1603-1 715 (1992).
S. J. Connolly, Divided Kingdom: Ireland, 1630-1800 (2010).
E. Cruickshanks, 7he Glorious Revolution (2000).
1. Gentles, Oliver Cromwell (2011).
W. Gibson, 7he Making ofthe Nation, 1 660-1851 (2012).
R. Harding, 7he Evolution ofthe Sailing Navy, 1509-1815 (1995).
A. Hughes, 7he Causes ofthe English Civil War (2. basım, 1998).
R. Hutton, 7he British Republic, 1 649-1660 (2. basım, 1999).
L. L. Knoppers (ed.), 7he Cambridge Companion ta Early Modern
Women's Writing (2009).
J. Mokyr, 7he Enlightened Economy: An Economic History ofBritain,
1 700-1850 (2009).
A. Murdoch, British History, 1600-1832: National Identity and Loca/
Culture (1998).
M. Pittock.,]acobitism (1998).
J. Spurr, English Puritanism, 1603-89 (1998).
C. A. Whatley, Scottish Society, 1 707-1830: Beyond ]acobitism, to­
wards Industrialisation (2000).
M. Young, Charles 1 (1997).

Reform Çağı ve İ mparatorluk, 1815- 1914


R. Barker, Politics, Peoples and Government: 7hemes in British Political
7hought since the Nineteenth Century (1994).
J. Belchem, Popular Radicalism in Nineteenth-Century Britain (1995).
E. Biagini, Gladstone (1999).
P. Buckner (ed.), Canada and the British Empire (2010) .
J . Davis, A History ofBritain, 1885-1939 (1999).
İleri Okumalar için Seçilmiş Kaynakça 549

S. Dentith, Society and Cultural Forms in Nineteenth-Century Eng­


land (1999).
J. Garrard, Democratisation in Britain: Elites, Civil Society and Reform
since 1800 (2002).
T. A. Jenkins, 1he LiberalAscendancy, 1830-1886 (1994).
T. A. Jenkins, Sir Robert Peel (1999).
A. Kidd, Society and the Poor in Nineteenth-Century England (1999).
I. Machin, 1he Rise ofDemocracy in Britain, 1830-1 918 (2001).
J. McCaffrey, Scotland in the Nineteenth Century (1998).
A. Mclvor, A History ofWork in Britain, 1880-1950 (2001).
H. McLeod, Religion and Society in England, 1850-1 914 ( 1996).
D. Schreuder ve S. Ward (eds), Australia's Empire (2010).
G. R. Searle, 1he Liberal Party: Triumph and Disintegration, 1886-
1 929 (1992).
W. D. Stephens, Education in Britain, 1 750-1 914 (1999).

Yirminci Yüzyıl
C. J. Bartlett,. British Foreign Policy in the Twentieth Century (1989).
J. Black, Britain Since the Seventies (2004).
D. G. Boyce, 1he Irish Question and British Politics, 1868-1 996 (1996 ).
C. Brown, Religion and Society in Twentieth-Century Britain (2006).
S. Bruley, Women in Britain since 1 900 (1999).
D. Childs, Britain since 1 939 (2. basım, 2002).
W. H. Fraser,A History ofBritish Trade Unionism, 1 700-1998 (1999).
D. Gladstone, 1he Twentieth-Century We!fare State (1999).
H. Goulbourne, Race Relations in Britain since 1945 (1998).
D. Harkness, Ireland in the Twentieth Century (1995).
B. Harrison, Seeking a Role: 1he United Kingdom, 1951-1970 (201 1 ) .
D. Hirst, We!fare and Society, 1832-1991 (1999).
I. G. C. Hutchison, Scottish Politics in the Twentieth Century (1999).
B. Jackson ve R. Saunders {eds), Making 1hatcher's Britain (2012).
K. Jefferys, Retreat from New ]erusalem: British Politics, 1 951-64
(1997).
R. McKibbin, Parties and People: England, 1 914-1951 (20 1 1 ) .
I. Packer, Lloyd George (1998).
M. Pittock, 1he Road to Independence? Scotland Since the Sixties (1986 ) .
550 İngiltere Tarihi

D. Powell, The Edwardian Crisis: Britain, 1901-1914 (1996).


K. Robbins, England, Ireland, Scotland, Wales: The Christian Church,
1 900-2000 (2010).
N. Smart, The National Government, 1 931-40 (1999).
M. Thatcher, The Downing Street Years (1993).
A. Thorpe, A History ofthe British Labour Party (2001).
N. L. Tranter, British Population in the Twentieth Century (199 5).
1. Wood, Churchill (1999).
J. Young, Britain and European Unity, 1 945-1 999 (2000).
DİZİN

A
ABD (Amerika Birleşik Devlet­ Alexandra Palace 445
teri/Birleşik Devletler) 335, Alfred (kral) 77, 80, 81, 82, 83,
341, 364, 491, 392, 494, 535 84, 86, 87, 90, 93
Aberdeenshire 53, 247 Alfred Athelney 81
Abergavenny 142 Almanya 46, 49, 51, 56, 67, 68,
Adam, Robert 303 95, 132, 181, 204, 245, 313,
Adela 109 314, 321, 341, 344, 355, 360,
Adrian, iV. 126 379, 380, 382, 459, 468, 470,
Aethelbert (Kent kralı) 70 474, 475, 476, 483, 484, 489,
Aethelfl.aed 75, 82 493
Aethelred (Tedariksiz) 75, 87, Alney Antlaşması 93
92, 93, 95 Altın standardı 334
Afrika 236, 292, 319, 340, 341, Amerika 78, 134, 184, 235, 236,
358, 359, 380, 392, 397, 470, 247, 248, 284, 292, 318-321,
476, 483, 484, 486, 487, 488, 330-333, 335, 338, 341, 354,
491, 501 355, 357, 363, 364, 365, 393,
Agincourt Savaşı 181, 182 408, 441, 470, 474, 475, 482-
Alba 64, 73, 86 485, 487, 489-493, 496, 498,
Alexander, il. 133, 143 505, 535
Alexander, 111. 144, 145 Amerikan Bağımsızlık S avaşı
Alexander, VI. 171 284, 333
552 İngiltere Tarihi

Amerikan İç Savaşı 364 asiller 102, 130, 135, 149, 152,


Angevin/Angevinler 110, 116, 156
124, 125, 127, 131, 132, 175 Aslan William (İskoç kralı) 143,
Anglikan/ Anglikanlar 269, 270, 144, 223
285, 292, 366, 401, 404, 429, Asser (piskopos) 82
498 Aşağı Ülkeler 68, 78, 149, 154,
Anglikanizm 269 196, 220, 313
Angllar 56, 59, 61, 62, 63, 89 Athelstan 83-86, 90, 91
Anglo-İrlandalı/Anglo-İrlandalı- Athlone 33, 127, 150
lar 150, 151, 262, 437 Atlantik köle ticareti 319
Anglosakson/Anglosaksonlar 31, Atlas Okyanusu 79
58, 60-63, 65, 66, 67, 69, 70, Atrebates kabilesi 52
74, 76, 81-84, 93, 94, 101, Atterbury Komplosu 311
102, 105, 108, 109, 110, 113, Attlee, Clement 490
119, 120, 123, 156, 174, 354 Augustine 67, 70
Anglosakson İngilteresi 67, 105 Augustus, Philip 127, 132, 133,
Anglosakson Yıllıkları 83, 93, 135
109, 110 / Auvergne 125
Angus vadileri 5 3 Avlanma Yasası 291, 428, 531
Anjoulu Margaret 185 Avrupa Birliği 437, 489, 493,
Anne, Kraliçe 163, 308, 309, 313 . 495, 496, 503 , 508, 522, 537,
Anselm 104, 107, 112 538
antibiyotikler 454, 458 Avrupa Ekonomik Topluluğu
Arbroath Deklarasyonu 147 489, 493, 495
Archibald (3. Argyll dükü) 316 Avustralya 292, 334, 356, 358,
Archibald Primrose (V. Rosebery 377, 388, 485, 491, 492
Kontu) Avusturya-Macaristan 405, 474,
Argyll 31, 33, 63 , 144, 309, 310, 476
316, 406
Arjantin 353, 355, 357, 503 B
Armagh 31 Bakır Çağı 48
Armagh manastırı 67 Baldwin, Stanley 465, 478, 479
Armstrong, William 353, 354, Balfour, Arthur 399
378 Balliol, John 146, 148
Arsuf Savaşı 132 Baltık Denizi 361, 476
Arthur (Britanny dükü) 133 Bannow Bay 126
Arthur (Kral) 59 barbar akınları 56, 57, 59, 78
Arthur (Wellington dükü) 335 barbarlar 57
Barbour, John 168
Dizin 553

Basingstoke 439 Boyne nehri 282


Bastard Feodalizm 164 Boyne Vadisi 48
Batı Asya 49 bölgecilik 17, 215
BBC 445, 493 Bramham Moor 180
BBC-1 446 Breckland 44, 438
Beatles 516 Brecon 39, 137, 142, 403
Beaufort, Margaret 186, 188, 237 Brendan 64
Beaumaris 33, 140, 141 Bridei 71
Becket, Thomas 128, 129, 131, Bridgewater Kanalı 323
180, 204 Brigantesler 52
Bede 58, 59, 72, 76 Bristol 37, 39, 173, 235, 248, 253,
Beeching Raporu 440 254, 319, 345, 369, 528
Belçika 50, 68, 95, 149, 313, 341, Britanya 15-18, 23, 25, 26, 29,
344, 474, 483, 489 31, 33, 39, 40, 44, 47, 53, 56,
Beowu!f 73 57, 61, 62, 65, 68, 70, 73, 76,
Berlin Kararları 335 79, 83, 86, 87, 89, 90, 92, 97,
Bevan, Aneurin 463 99, 117, 118, 122, 124, 125,
Beveridge Raporu 449 127, 143, 146, 151, 152, 158,
Bevin, Emest 460, 486 176, 184, 191, 192, 193, 197,
Bewcastle Haçı 69 200, 201, 211, 213, 215, 235,
bilgisayar 25, 434, 444, 445, 533 241, 242, 243, 246, 256, 260,
Birlik Yasası 16, 269, 285, 286, 265, 268, 273, 276, 277, 280,
336, 338, 392 285, 286, 287, 291, 292, 299,
Birmingham 39, 323, 343, 344, 300, 302, 304-308, 311, 314,
345, 349, 369, 371, 388, 389, 315, 317-321, 324, 327, 332,
427, 451, 501 340, 341, 342, 345, 346, 351,
Black, Joseph 324 364, 367, 380, 381, 390-394,
Blair, Tony 464, 467, 498, 504, 399, 400, 405, 406, 410, 416,
534, 535, 536 436, 437, 438, 440, 441, 464,
Bloodaxe, Eric 84 467, 468, 471, 472, 474, 481,
Bolton 39, 414 483, 485, 487, 488, 489, 492,
Borama, Brian 87 498, 499, 508, 510, 523, 535,
Bosworth Savaşı 99, 189 537, 539, 540, 542
Boşanma Yasası 515 Britanya adaları 15, 16, 17, 44,
boş zaman 198, 347, 386, 395, 65, 68, 73, 76, 79, 86, 87, 89,
408, 431, 435, 446, 447 97, 99, 118, 124, 125, 127,
Boudicca 52 143, 146, 151, 152, 158, 176,
Bower, Walter 168 184, 192, 193, 200, 201, 211,
Boyne 37, 282 241, 243, 246, 256, 276, 277,
554 İngiltere Tarihi

285, 286, 292, 300, 305, 307, Callaghan, James 464


308, 318, 342, 345, 346, 351, Cameron, David 464, 469, 511,
436-438, 441, 481, 489, 499, 518, 536, 539
510, 523, 537, 539, 540, 542 Canterbury 31, 33, 35, 60, 67, 70,
Britanya Komünist Partisi 464, 86, 105, 107, 112, 115, 127,
467, 468 128, 129, 133, 137, 139, 144,
British Gazette 478 161, 174, 177, 204, 209, 248,
Britonlar 57, 58, 59, 66, 83, 89 270, 277, 278, 339, 498
Bronz Çağı 48, 49 Canterbury Hikayeleri 174
Brown, Gordon 536 Cape Colony 340
Brown (Yetenekli Lancelot) 304 Cape Town 40, 340, 358, 481,
Brownrigg, William 323 482
Bruce, Edward 147, 150 Caracalla (imparator) 54
Bruce, Robert 147, 168 Caratacus 52
Bruges Ateşkesi 155 Cardiff 39, 56, 165, 166, 401,
Brunanburh 83 404, 509
Brunel, Isambard Kingdom 346, Carlton Club 477
354, 361 Carrickfergus 33, 37, 39, 127,
Brus 168 258, 282
Bryce, James 363 Carteret (lord) 312
Buchan, John 465 Casement, Sir Roger 469, 470
Bulldog Drummond 465 Casino Royal 466
Bunker Hill savaşı 331 Castle Howard 303
Burgred (Mercia kralı) 81 Catuvellani 52
Burke, Edmund 365 Cavendish, Henry 324
Burma 41, 380, 486 Cavendish, Lord Frederick 392
Butskellism 491, 461 Cavendish, Sir John 161
Buzul Çağı 46, 168 Cavendish, Spencer 428
Büyük İskender 267 Cecil, Robert 232, 399, 416
Büyük Kıtlık 159 Cecil, William 226, 229
Büyük Meclisler 135 Celestine, II. 144
Büyük Ordu 80 Cenwulf (Mercia kralı) 72
Byron, George 300 Ceowulf 81
Cermenleşme 58
c Chamberlain, Austen 477
Cade'in İsyanı 185 Chamberlain, Joseph 364, 381,
Cadwallon (Gwtnedd kralı) 66 400, 411, 427, 428
Caernarfon 33, 140, 141 Chamberlain (Lord) 198
Caesar, Iulius 29, 51 Chamberlain, Neville 479, 483
Dizin 555

Charlemagne 67 Coventry 349


Charles, 1. 93, 243, 245, 246, 248, Crawley 439
250, 253, 256, 258, 260, 262, Cresseid'in Vasiyeti 174
268, 276 Cromwell, Oliver 37, 254, 255,
Charles, VI. 182, 183 256, 258, 259, 261-267, 269,
Charles (Prens) 25, 314 270, 275, 281, 310
Chartism 370, 389 Cromwell, Thomas 206
Chaucher, Geoffrey 174 Cromwell dönemi İngilteresi 266
Chelsea 528 Crystal Palace 431
Chester 18, 29, 31, 33, 37, 53, 66, Cumbernauld 439
104, 140 Cumbria 29, 31, 44, 63, 66, 80,
Cheviot tepeleri 88 89, 107, 110, 124, 310, 343
Christie, Agatha 466 Cumbria/Strathclyde 63, 66
Churchill, Charles 475 Cymry 137
Churchill , John 278, 282
Churchill, Sarah 313 ç
Churchill, Winston 358, 418,
çelik 49, 352, 380, 389, 401, 460,
423, 446, 475, 482, 483 463, 497, 507, 509
Citrine, Walter 460 Çin 358, 491, 526
Claudius (imparator) 29, 51
Clegg, Nick 536 D
Clonmacnois manastırı 67
Colchester 29, 37, 52, 242, 259 Dafydd 139
Coleraine 33, 127 Daley, Arthur 447
Collins, Wilkie 385 Dallas 493
Columba 64, 67 Dal Riata 64, 73
Columbanus 64 Dal Riatan 88
Commonwealth (İngiliz Uluslar Danelaw 81, 83, 129
Birliği) 256, 260, 263, 264, Danimarka 56, 93, 94, 102, 340,
267, 291, 356, 491, 500, 501 355
Connacht 33, 35, 39, 88, 126, Danimarkalı Margaret 170
127, 338 Darwin, Charles 348, 385, 386
Conwy 33, 139, 140, 141 David, 1. 110, 116, 124, 143
Cork 31, 37, 80, 282 David, 11. 148, 149, 157, 168
Cornish, William 175 Dda, Hywel 90
Cornwall 31, 35, 39, 62, 64, 66, Deheubarth 33, 90, 137
78, 141, 153, 209, 210, 346, demir 50, 55, 154, 326, 327, 343,
347, 435, 478, 480, 525 344, 346, 352, 371, 379, 381,
Countryside Alliance 435 401
556 İngiltere Tarihi

Demir Çağı 49, 50, 54, 56 Durham 33, 35, 39, 102, 103,
demiryolları 343, 346, 347, 352, 113, 148, 174, 201, 226, 352,
355, 365, 440, 441, 460 438
demokratikleşme 25, 330, 469, Durham Katedrali 103, 226
510, 516 Dünya Savaşı, I. 361, 382, 412,
Derby 31, 37, 39, 83, 163, 314, 416, 417, 422, 424, 426, 433,
315 436, 446, 460, 464-471, 474,
De Valera 472 479, 480, 481, 485, 511, 512,
Devon Torbay 43 514
dış saldırılar 91, 92 Dünya Savaşı, II. 181, 347, 435,
dış ticaret 77, 121, 328, 363, 494 438, 440, 444, 449, 455, 456,
Dickens, Charles 363, 385, 427 460, 463, 465, 466, 468, 482,
Disraeli, Benjamin 363, 395, 397, 484, 487, 489, 491, 497, 500,
428, 478, 500 512-515, 532
Doğu Anglia 15, 52, 62, 70, 71, Dyfed 31, 33, 90
80, 83, 121, 160, 173, 305,
347, 352, 493 E
Doğu Antrim 80
Eadred 84
Doğu Hint Kumpanyası 235,
Easter Ayaklanması 470
287, 319, 320
Eden, Anthony 487
Doğu Sorunu 361
Eden vadisi 44
Dokuz Yıl Savaşı 313
Edgar (kral) 84, 85, 92, 97, 102
Dominyonlar 356, 363, 377
Edinburgh 33, 35, 37, 39, 147,
Dorchester 31, 33, 62, 112
148, 172, 173, 193, 200, 247,
Douglas-Home, Sir Alec 464
262, 275, 287, 309, 314, 317,
Druidler 52
323, 328, 336, 407, 409, 440,
Drum kalesi 169
507
Drummond, Lord Provost 317
Edinburgh-Glasgow yolu 328
Dublin 31, 33, 37, 39, 80, 83,
Edmund 83
84, 87, 91, 126, 127, 128, 150,
Edmund Ironside 83, 97
151, 200, 258, 282, 285, 286,
Edward (Giinah Çıkartan) 86,
287, 295, 337, 338, 392, 470
91, 95, 101, 102, 105, 113
Dumbarton kalesi 80
Edward, 1. 53, 131, 138, 141,
Dunadd 64
142, 145-148, 152, 153, 176,
Duncan 97, 98
266
Dundalk 33, 37, 127, 258
Edward, II. 145, 147, 153, 179
Dundas, Henry 316, 318
Dunstable, John 175
Dizin 557

Edward, III. 131, 148, 149, 154, ekonomik durgunluk 371, 425,
155, 156, 160, 162, 179, 180, 448, 468, 506, 536
181, 185, 223 ekonomik rekabet 378
Edward, V. 154, 188 Eleanor (Akitanyalı) 125
Edward, VI. 201, 210, 216, 218, Elizabeth, I. 201, 204, 218-232,
220, 223, 231 236, 237, 244, 246, 252
Edwin 66 Elizabeth, II. 446, 447, 514
Egbert Kent (Wessex kralı) 72 Ellandun 72
Egfrith (kral) 70, 71 Elliot, Sir Gilbert 317
eğitim 68, 104, 116, 138, 165, Elliot, T. S. 439
175, 178, 196, 197, 214, 216, Elmet krallığı 31, 62
238, 267, 286, 290, 295, 297, Ely adası 102
299, 353, 374, 389, 395, 398, Emma 75, 95
404, 405, 406, 411, 412, 416, emperyal 58, 318, 331, 341, 342,
429, 442, 448-452, 478, 496, 356, 357, 359, 361, 376, 378,
502, 513, 516, 523, 531, 535 380, 381, 481, 485, 486, 488
Eğitim Bakanlığı 450 emperyalizm 145, 359
Eğitim Yasası 395, 448, 449 Eric Bloodaxe 84
ekonomi 23, 25, 47, 55, 56, 61, Erskine, John 309, 310
74, 76, 77, 85, 87, 89, 92, 101, Essex 31, 39, 59, 71, 72, 92, 160,
104, 105, 111, 117, 118, 120- 198, 232, 233, 255, 442
123, 143, 145, 149, 158, 164, Ethelfrith (Northumbria kralı)
172, 173, 185, 188, 192-196, 66
198-201, 207, 229, 232, 246, Eton Koleji Şapeli 175
248, 251, 253, 257, 267, 284,
285, 296, 298, 304, 317, 319- F
324, 326, 327, 328, 330, 333, Falkland Krizi 503
334, 341-344, 347, 349-352, Faraday, Michael 375, 379
354-357, 359, 363-366, 371, Faroe Adaları 64, 234
372, 375, 378-382, 385, 390, Fas 526
391, 393, 397, 398, 401-404, Fatih William 94, 99, 100, 110,
407, 408, 410, 411, 414-417, 113, 125, 142
425, 427, 433, 436, 437, 438, Felipe, II. (İspanya kralı) 226,
443, 447, 448, 449, 459-464, 227, 230
466, 467, 468, 475, 476, 478, Fell, Margaret 239
479, 481, 484, 486, 489-496, feodalizm 98, 101, 105, 117, 122,
503-512, 517-520, 527-530, 164
533, 534, 536, 537, 538 Ferdinand, II. 246
Ferdinand, Franz 474
558 İngiltere Tarihi

Fergus, Angus mac 72 100, 113-116, 125-128, 137 -


Filistin 475, 476, 482, 486 143, 150, 158, 162, 165, l66,
Fisher, J abez 326 167, 176, 179, 181, 186, 193,
Flanders 95, 146, 172, 175 200, 201, 213, 214, 215, 241,
Fleming, lan 466 250, 253, 256, 257, 259, 262,
Fleming, Sir Ale:xander 454 263, 266, 270, 276, 286, 291,
Florida 115, 318, 320, 333, 493 292, 301, 312, 317, 322, 323,
Fog's T#ekly ]ournal 306 333, 345, 346, 352, 370, 375,
Ford, John 168, 199 388, 393, 395, 400-406, 411,
Forth körfezi 63 418, 430, 435, 451, 456, 469,
Fransa 15, 46, 49, 50, 51, 57, 59, 501, 507-510, 518, 520, 522,
62, 64, 78, 80, 99, 104, 108, 529, 533, 534
109, 110, 112, 113, 115, 116, Galler Milli Meclisi 510
123, 124, 125, 127, 132, 135, Galli Powys krallığı 65, 71
136, 140, 146, 148, 149, 150, Gallup 485, 501
152, 154, 155, 160, 169, 170, Garter Nişanı 514
171, 174, 179, 181-185, 187, Gaulle, Charles de 494
188, 190, 191, 202, 203, 208, Gaveston, Piers 153
211, 212, 220, 221, 230, 234, Geddes Komitesi 478
245, 246, 248, 251, 263, 268, George, I. 293, 308, 310, 312,
272, 277, 279, 280, 281, 283, 313
284, 287, 303, 306, 308, 310, George, II. 223, 293, 306, 312,
312-315, 318-321, 324, 325, 314, 315
327, 330, 331, 334, 336, 338, George, III. 184, 271, 303, 308,
340, 341, 344, 361, 365, 369, 317, 329, 330, 332, 334, 337,
380, 382, 386, 430, 459, 468, 339, 368
474, 475, 483, 487, 489, 493, George, iV. 333, 336, 368, 369
494, 495, 541 George, V. 426, 446, 469, 471
Fransız Devrimi 318, 327, 336, George (Buckingham dükü) 243
337, 341, 365 George (Clarence dükü) 187,
Freeman, John 463 189
Frye, John 175 George, David Lloyd 405, 422,
futbol 431, 432, 510, 514 423, 424, 436, 446, 476, 477,
481
G Gerald (Galli) 137
Gaelic O'Kellys (Ui Maine kralı) Gıda Bakanlığı 475
150 Gibber, Colley 294
Galler 15, 16, 37, 45, 48, 50, 52, Girişimciler Çağı 352
65, 66, 70, 72, 80, 89-92, 99, Girit 484
Dizin 559

Gladstone, William 348, 362, Gustavus, III. 303


363, 364, 386, 395-400, 429, Guyana 340
478 Güller Savaşı 111, 184, 189, 191,
Glamorgan 29, 33, 39, 401, 403 242
Glasgow 33, 37, 39, 52, 116, 149, Güney Galler 90, 139, 142, 165,
289, 317, 319, 323, 328, 348, 259, 352, 401, 403, 404
367, 387, 388, 389, 393, 394, Güney İrlanda 16, 64
406, 407, 409, 412, 419, 450, Gwrtheyrnion 90
451, 464, 507, 525 Gwynedd 31, 33, 66, 80, 90, 91,
Gloucestershire 66, 173 92, 137-143, 166
Glyndwr, Owain 165, 166, 167,
179, 180 H
Godwine, E arl 95 Haç Hayali (The dream of the
Godwineson, Harold 91 Rood) 69
Goldsmith, Oliver 294 Haçlı Seferi, I. 107
golf 431, 432 Haçlı Seferi, III. 132, 137
Gospatric 102 Hadrianus (İmparator) 54
Gough Haritası 121 Hadrianus Duvarı 54, 63
göç/göçler/göçmen/göçebelik 47, Hal (Prens) 166, 181
49, 50, 59, 63, 81, 116, 117, Hamburg 52
160, 199, 225, 233, 247, 262, Hammerwich 63
284, 306, 318, 322, 341, 350, Hampshire 31, 33, 56, 59, 62,
351, 352, 384, 393, 394, 404, 110, 325, 331, 521
406, 407, 408, 425, 429, 430, Hampshire kabilesi 52
434, 438, 457, 469, 482, 491, Hannover hanedanı 124, 250,
499, 500-503, 507, 508, 510, 293, 306, 308, 313
520, 522, 523, 526, 528, 529, Harald (Orkney Kontu) 143
538 Harald Hardrada 94, 96
Görünmez Silahlar (Invisible Harcourt, Sir William 418
Weapons) 444, 445 Hardy, Thomas 434
Graham, James 257 Harefoot, Harold 94
Graham, John 281 Harlech 37, 140, 165, 166, 257
Great Yarmouth 33, 173 Harlot'un İlerleyişi (Harlot's Prog-
grev/grevler 367, 371, 394, 403, ress) 294
415, 416, 423, 424, 425, 444, Harold Godwineson 91
460, 461, 462, 464, 465, 472, Harthacnut 94
478, 518 Heath, Edward 494, 518
Grönland 78 Hebrides 89, 407
Gruffudd, ap Llywelyn 91 Henry, I. 103, 107-111, 116, 130
560 İngiltere Tarihi

Henry, II. 110, 122, 124, 125, Hunt, Henry 367, 370
126, 128, 129, 130, 132, 152, Hunt, William Holman 289
191 Hutton, James 317
Henry, III. 131, 135, 136, 142, Hwicce 31
152, 156, 541 Hwicce krallığı 70
Henry, IV. 166, 179, 181, 230
Henry, V. 166, 181, 182, 183 I
Henry, VI. 154, 170, 183-188 lceni kabilesi 52
Henry, VII. 190, 194, 202, 218, IMF 464
223, 237 Ine (Wessex kralı) 74, 76
Henry, VIII. 128, 129, 161, 201, Iona 31
202, 203, 205, 210-213, 218, lona Kilisesi 67
219, 231, 269 lona Manastırı 79
Henry (Buckingham dükü) 188 Irak 475, 476, 480, 535
Henryson, Robert 174 lrvine, Alexander 169
Hertford Kilise Meclisi 72 Isabella 153, 154
Hıristiyanlık 54, 55, 60, 61, 64-
69, 82, 83, 128, 176, 179, 248, i
299, 360, 362, 429, 430, 498,
500 İç Savaş 241, 242, 243, 250, 253,
Hincmar (Reimsli) 84 256, 257, 273
Hindistan 318, 320, 331, 340, İç Savaş, II. 258, 259, 260
341, 356, 358, 360, 365, 380, �lk Reform Yasası 368, 369, 370
381, 397, 406, 407, 481, 482, lngiliz hukuku 234, 263
485, 486, 491, 500 İngiliz Kilisesi 67, 145, 176, 178,
Hindistan Hükümet Yasası 482 203, 204
Hint İsyanı 359 İngiliz kültürü 174, 332 , 492
.

Hint Okyanusu 319, 340 Ingiltere Bankası 334


Hitler, Adolf 472, 483 İngiltere Kilisesi 248, 249, 260,
Hogarth, William 291, 294 269, 274, 276, 277, 294, 311,
Hollanda 50, 68, 149, 219, 226, 337, 339, 377, 390, 396, 428,
227, 263, 271, 272, 276, 277, 429, 430, 478, 498, 514, 532
278, 305, 306, 313, 328, 331, insan ekosistemi 75
334, 336, 340, 341, 359, 483, � nsan Hakları Sözleşmesi 538
489 Iran 235, 381, 476, 481
Hong Kong 40, 358, 481 İrlanda 15, 16, 44, 45, 47, 48, 50,
Honorius (imparator) 57 52, 53, 54, 56, 63, 64, 65, 67,
Hoo, Sutton 62, 63 68, 69, 72, 74, 79, 80, 81, 87,
Hoşgörü Yasası 292 88, 91, 92, 94, 99, 100, 112,
Dizin 561

113, 116, 126, 127, 128, 140, 179, 181, 186, 187, 190, 191,
147, 150, 151, 158, 160, 164, 193-198, 200, 201, 205, 208,
179, 181, 193, 211, 213, 215, 209, 211, 212, 213, 215, 217,
228, 230-234, 241, 242, 244, 221, 223, 225, 228, 230, 238,
247, 250, 252, 256, 257, 260- 241, 242, 244, 246, 247, 250,
263, 265, 268, 270, 274, 276, 256, 257, 258, 260-263, 265,
280-286, 288, 294, 321, 325, 267, 268, 270, 271, 274, 275,
331, 334-339, 342, 345, 357, 276, 280, 281, 282, 285, 286,
365, 368, 375, 380, 390-395, 287, 291, 292, 296, 299, 301,
397, 398, 399, 404-409, 417, 308-311, 314-319, 322, 325,
421, 422, 428, 429, 436, 447, 327, 335, 341, 346, 348, 349,
450, 469-474, 481, 482, 494- 354, 357, 367, 368, 369, 371,
498, 504, 505, 506, 508, 520, 387, 393, 394, 399, 405-411,
527, 537, 539 419, 425, 427, 430, 431, 437,
İrlanda Birleşik Kilisesi 339 450, 457, 464, 469, 481, 490,
İrlanda Birleşik Krallığı 16, 342 499, 501, 506-509, 514, 518,
İrlanda Cumhuriyet Ordusu 520, 527, 529, 534, 537, 539
(IRA) 471, 472, 473, 504, İskoçya Ulusal Partisi 481
505, 506 İspanya 59, 62, 64, 78, 95, 112,
İrlanda Denizi 53, 56, 74, 80, 94, 219, 224, 226, 227, 228, 230,
393 232, 233, 236, 244, 245, 248,
İrlanda Kilisesi 67, 126, 213, 284, 251, 267, 312, 313, 331, 334,
395, 429 335, 340
İrlanda Serbest Devleti 537 İşçi Partisi 415, 422, 425, 447,
İskandinavya 78, 79, 87, 93, 94, 449, 451, 452, 453, 460-463,
102, 108 465, 466, 467, 477, 478, 479,
İskoç Aydınlanması 317, 318 481, 485, 486, 494, 513, 515,
İskoç Episcopal Kilisesi 498 517, 518, 533-537, 541
İskoç Özerk Yönetim Cemiyeti İtalya 16, 57, 59, 95, ı ı2, 151,
481 158, 203, 205, 234, 341, 353,
İskoç Özyönetim Partisi 481 362, 403, 459, 468, 474, 483,
İskoç Ulusal Partisi 481 484, 493
İskoçya 15, 16, 44, 45, 47 , 50, 51,
53, 54, 56, 63, 64, 67, 71, 72, J
73, 79, 82, 83, 86, 88, 89, 91, Jacobist Konseyi 314
92, 94, 97-100, 102, 113, 116, Jacobizm 281, 285, 308, 309,
117, 118, 125, 127, 139, 140, 317, 321
143-151, 153, 156-159, 162, James, 1. 169, 170, 229, 234, 241,
165, 167-171, 173, 176, 177, 243, 244, 246, 308
562 İngiltere Tarihi

James, il. 169, 170, 186, 268, Kelt/Keltler 49, 50, 51, 54, 64,
271, 275-279, 281, 285, 292, 65, 66, 70, 87, 114, 115, 117,
300, 308 150, 508
James, 111. 170, 171, 177, 308, Kent, William 303
309, 310, 314 Kentish 62
James, iV. 170, 171, 172, 190, Kenya 41, 358, 488
191, 205, 211, 212 kereste 49, 103
James, V. 171, 203, 205, 212, 221 Kıbrıs 397, 488
James, VI. 222, 223, 225, 234, Kırım 361-364, 387
241, 244 Kıyamet Günü Kitabı (Domesday
James, VII. 275 Book) 60, 100, 121
Japonya 353, 459, 468, 483, 484, Kildare 33, 35, 127, 213, 300,
485, 489, 491, 496, 509, 526 339, 391, 417
Jenkins, Robert 312 Killiecrankie Savaşı 281
Jenny Lea 13, 18 King's College (Cambridge) 175
jewish Chronicle 500 Kinnock, Neil 467
John (Kral) 93, 133, 135, 177, Kirk, Robert 291
245, 541 Knut 75, 93, 94, 101, 108, 124
Jones, Albay Michael 258 Komünist Parti 467
Jones, Jack 460, 461 Konstantin, 111. 57
}utlar 56, 59 Kore Savaşı 490
Köylü Ayaklanması 159-162
K Kral Alfred'in Hayatı ( Ihe L ife of
Kadın özgürleşmesi 497, 511 King Alfred) 82
Kamçatka 361 kraliyet ailesi 52, 75, 97, 111,
Kamu Sağlığı Yasası 376, 418, 168, 171, 243, 308, 368, 387,
419 447
Karanlık Çağlar 62 Kraliyet Ailesi 447
Kara Ölüm 158, 159, 160, 165, Kuzey Afrika 341, 380, 483, 484
167, 172 Kuzeybatı Midlands 71
Kara Prens 155, 162 Kuzey İrlanda 16, 447, 450, 471,
Katolik Komplosu 271, 272, 273 472, 473, 495, 504, 505, 506,
Katoliklere Serbestlik Yasası 377, 520, 527, 539
498 Kuzey İskoçya 346, 408
Katoliklik 104, 209, 210, 212, kültür/kültürel 24, 47, 48, 49, 55,
215, 218, 224, 225, 271, 273, 61, 63-67, 69, 79, 86, 89, 97,
283, 285, 306, 429, 430 111, 113, 116, 118, 136, 137,
Kay, John 326 141, 145, 147, 174, 175, 196-
199, 202, 215, 218, 237, 262,
Dizin 5 63

273, 283, 286, 292-295, 306, Liverpool 39, 3 1 9, 323 , 327, 345,
332, 341, 350, 359, 362, 364, 346, 387, 389, 394, 420, 5 1 5 ,
365, 383, 386, 3 87, 3 90, 3 9 1 , 528
397, 399, 401 , 404, 405, 407, Llandaff 33, 35, 37, 1 15
409, 410, 413, 427, 436, 440, Lloyd's Evening and British Chro­
464, 492, 497, 502, 506, 507, nicle 290
508, 5 10, 5 1 6, 524, 540, 543 Llywelyn, Gruffudd ap 91
Londra 45, 52, 55, 61, 70, 7 1 , 76,
L 78, 8 1 , 86, 94, 97, 103, 109,

Lake Bölgesi 120 1 2 1 , 141, 1 6 1 , 1 64, 1 85, 1 87,

Lambeth Anlaşması 135 1 8 8 , 198, 199, 200, 209, 2 14,

Lancashire 3 1 , 39, 80, 1 75, 3 10, 2 1 5 , 216, 2 1 8 , 2 1 9 , 230, 234,

335, 344, 35 1 , 3 94, 430 235, 244, 253, 254, 255, 2 6 1 ,

Lanfranc 104, 1 12 262, 263, 267, 270, 273, 274,

Lateran Konsili 168 278, 285-289, 29 1 , 296, 297,

Law, Andrew Bonar 477 3 0 1 , 304, 309, 3 1 1 , 3 15, 3 1 6,

Lawrence, D. H. 454 3 1 9 , 322, 323, 328, 330, 3 3 7,

Lea Nehri Yasası 158 344-350, 352, 353, 357, 367,

Leinster 31, 33, 39, 87, 88, 126, 373, 374, 375, 3 8 3 , 3 84, 3 85,

338 3 8 8 , 389, 394, 399, 409, 4 1 3 ,

liberaVliberaller/liberalizm 248, 415, 417, 418, 4 1 9 , 42 1 , 429,

273 , 360, 378, 387, 395-400, 43 1 , 436, 439, 440, 442, 443 ,

404, 405 , 4 1 8 , 42 1 -425, 428, 445, 45 1, 453, 459 , 465, 473,

463, 467, 477, 478 , 479, 543 482, 484, 499, 500, 501, 5 12,

Liberal Demokrat Parti 536, 542 523, 525, 527, 528, 529, 536

Liberal Hükümet 422 Londra Antlaşması 244


Liberal Parti 397, 402, 415, 422, Londra Kilise Mahkemesi 297
425 , 428, 477 Londra Köprüsü 97
Lillo, George 294 Londra Kulesi 103, 1 6 1 , 1 8 8 , 273
Limerick 3 1 , 37, 80, 87, 262, 282, Londra Parlamentosu 263
283 Londra Piskoposluğu 270
Limerick Antlaşması 283 Londra Yeşil Kuşağı 439
Lincoln 18, 29, 39, 55, 104, 109, Lordlar Kamarası 202, 260, 274,
1 12, 135, 345, 429 339, 369, 400, 422, 423 , 468,

Lincoln Savaşı 109, 135 497, 498, 535

Lindisfarne İncili 69 Lordlar Konseyi 2 1 8


Lindisfarne Manastırı 6 7, 79 Lothian 31, 3 3 , 8 8 , 148, 149
Lionel (Clarence dükü) 185 Lothian Anglları 89
Louis, VI. 108
564 İngiltere Tarihi

Louis, VII. 125 Mary (İskoç Kraliçesi) 212, 2 1 7,


Louis, XI. 1 90 2 1 9 , 221 , 223 , 226
Louis, XIII. 246 Matilda 109, 1 1 0
Louis, XIV. 268, 271, 272, 274, Maupeou "devrimi" 303
277, 279, 282, 3 1 3 , 341 Mawr, Rhodri 90
Ludenwic 61 Maximus, Magnus 57
Meath 3 1 , 88
M Mercia 3 1 , 62, 65, 66, 67, 69-72,
MacAlphin, Kenneth 88 75, 8 1 , 83, 84, 94

Macbeth 97, 98 Merthyr Tydfıl 39, 344, 369, 401 ,

Macdowall, Sir Edward 169 402, 404

Mackay, Hugh 282 Mezolitik çağ 44, 46


Macmillan, Harold 354 Mısır 358, 3 80, 397, 476, 480,
MacMurrough, Dermot 126 486

madeni paralar 50, 53 Midlands 39, 62, 71, 83, 84, 102,

Maelienydd 142 323, 324, 3 5 1 , 438, 457, 501

Magna Carta 105, 133- 136, 206, mizah 459


245, 248, 377 monarşi 105, 1 3 1 , 134, 143, 1 5 1 ,

Magonsaetan 3 1 154, 155, 1 64, 1 90, 2 1 5 , 2 1 7,

Magonsaetan krallıkları 70 243 , 260, 267, 268, 269, 279,

Majo� John 463, 467, 469, 5 1 1 303 , 305, 333, 426, 468

Malawi 358 Mons Badonicus 59


Malay Krizi 486 Mons Graipus 53
Malcolm, II. 98 Montfort, Simone de 136, 137,

Malcolm, III. 98, 1 02, 1 07, 1 1 6 142

Malcolm, iV. 124 Montgomery, Roger de 1 14


Malezya 334, 487 Moray 33, 97, 1 43
Malory, Thomas 174 Moray, Andrew de 146
Malta 40, 3 40, 358 Moray körfezi 88
Mamgarvy Savaşı 143 Morda, Mael 87
Man adası 80, 86, 260 More, Sir Thomas 128, 206
Manchester 3 7, 39, 254, 255, Morecambe 347, 446
265, 269, 3 14, 323, 327, 345, Mortimer, Edmund 165, 1 80
349, 367, 368, 369, 386, 389, Mortimer, Roger 154
4 1 9, 420, 45 1 , 465 , 527, 529 Mosley, Sir Oswald 465, 466
Manş Denizi 185, 227, 260, 277, Muhafazakarlık 266, 368, 387,
3 14, 349, 3 6 1 449, 506, 534

Margam 1 1 5 Muhafazakar Parti 45 1 , 46 1 , 473,

Mary (Guise-Lorrainli) 221 477, 478, 480, 485, 5 0 1 , 5 1 1 ,


Dizin 5 65

5 1 3 , 532, 533, 535, 536, 537, Northampton-Edinburgh Ant-


541, 542 laşması 147, 148
Muhbir ( 1he Intelligencer) 284 Northamptonshire 39, 325, 400
Muircertach 88 Northern adaları 79
Munster 31, 35, 87, 88, 2 3 1 , 232 Northumbria 3 1 , 33, 62, 66, 67,
Murdac (II. Albany dükü) 169 69-72, 83, 88, 102, 1 07, 124,
146, 354
N Norveç 79, 80, 88, 89, 96, 1 1 6 ,

Napier, Theodore 409 144

Napolfon, Bonaparte 32 1 , 327, Norwich kalesi 103


334, 335, 336, 340, 341, 362, ' Nothing Hill Karnavalı 502
402, 408, 484, 541 nüfi.ıs 1 7, 23, 45, 47, 49, 50, 5 1 ,
Napolfon Savaşları 340, 402, 55, 58-61, 73 , 8 1 , 84, 95, 99,

408, 484 100, 102, 106, 1 1 9, 1 20, 1 2 1 ,

Nasır, Cemal Abdül 486, 487 158, 159, 160, 168, 1 72, 1 92,

Nassasu Antlaşması 490 193, 199, 200, 201 , 2 1 5 , 2 1 6 ,

NATO 489, 491 224, 227, 23 1 , 234, 242, 262,

Neandarteller 43 , 46 265, 281, 285, 287, 289, 290,

,Neath 1 1 5 296, 298, 3 1 7, 322, 325, 339,

Neolitik Çağ 47 344, 345, 350, 3 5 1 , 352, 355,

Neville, Ralph 180 356, 365, 366, 369, 3 72, 3 80,

Neville, Richard 186 382, 391-394, 396, 401 , 404,

Neville's Cross 33, 148 406 , 407, 408, 417, 418, 420,

Newcastle 18, 33, 39, 103, 254, 425 , 435, 436, 43 8 , 442, 443 ,

287, 302, 3 10, 320, 329, 347, 445-448, 452, 453 , 455, 45 7,

353, 3 74, 378, 386, 389, 394, 45 8, 459, 492, 495 , 499, 5 0 1 ,

400, 417, 420, 423 , 43 1 , 441 , 507, 508, 5 1 3 , 522-525, 529,

45 1 , 5 0 1 , 527, 529 537, 538

New Forest 107


o
Newton, Isaac 294
Norfolk 3 1 , 33, 35, 39, 56, 78, obezite 24, 443 , 457
101, 1 19, 120, 1 62, 1 94, 207, O'Brien, Turloch 88
210, 216, 217, 2 1 8 , 226, 352, O'Connor, Rory 126
366, 375, 426, 435, 438, 454, O'Connor, Turloch 88
457 O'Neill, Eoin 470
Normanlar 65, 87, 9 1 , 92, 96, 99- O'Neill, Hugh 232, 233
104, 106, 1 13 - 1 16, 123, 126, O'Neill, Owen Roe 258
130, 142, 1 5 1 , 1 74 Offa (Mercia kralı) 65, 71
Offa Duvarı 65
566 İngiltere Tarihi

Olaf, il. (Dublin kralı) 84 Percy, Henry 165, 166, 1 80


Oldcastle, Sir John 1 8 1 Perth 33, 37, 39, 144, 149, 262,
Orgynale Cronikil 1 6 8 309, 3 1 0
Orkney 3 1 , 3 3 , 39, 47, 87, 89, 98, Perth Antlaşması 144
143, 1 70, 3 0 1 , 357 Peterlee 439
Orkneys 79, 159 Philip, iV. 146, 148, 153
Orleanslı Jonas 84 Philip, VI . 149
Ortaçağ 33, 68, 76, 99, 100, 1 13 , Pictavia 5 1
1 1 8 , 1 1 9, 122, 123, 124, 1 3 1 , Pictland 8 8
150, 1 5 1 , 152, 155, 167, 168, Pictler 5 6 , 6 3 , 67, 7 1 , 72, 75, 88,
1 74, 1 75, 1 76, 178, 1 79, 1 80, 89
183, 193, 201, 209, 215, 260, Piers Plowman 1 74
354, 377 Pitt, William 320, 329, 332, 333,
Ortadoğu 132, 480, 486, 535, 334, 337, 339
536 Planlama Yasası 439
Orwell, George 454 Plantagenet, Geoffrey 109, 1 10
Osbern, William 1 1 4 Pole, Michael de la 1 62
Osmanlı Devleti 3 6 1 Polis Yasası 388
Osmanlı İmparatorluğu 3 80, 476 Pollitt, Harry 467
Oswald 66, 70 Polonya 355, 483, 500, 503
Oswy (Northumbria kralı) 67, 70 Pope, .Alexander 293
otomobil 349, 349, 354, 379, 440, Portekiz 1 12, 227, 236, 335, 341,
444, 447, 448, 493 489, 496
Oxford 35, 37, 39, 1 2 1 , 136, 163, Powell, Enoch 501
216, 254, 323, 3 8 1 , 412, 429, Powys 3 1 , 33, 65, 66, 7 1 , 9 1
430 Praemunire Yasası 1 77
Oxford Kanalı 323 Preston 37, 39, 258, 259, 3 10,
3 1 1 , 3 14, 414, 442, 527
p Priestley, Joseph 324
pagan pratikler 54 Prince oJWales 485
Pamela 295 Private Eye 459
Papa Gregory 6 7 Protestan Episkopal Kilisesi 339
Papa Innocent 133 Protestanlık 22, 205 , 209, 210,
Paskalya 67 212, 216, 2 1 8-22 1 , 224, 23 1 ,

Patrick 64 252, 283, 287, 339, 430, 5 1 4

Paulinus, Gaius Suetonius 52 Provisors (Vekilharç) Yasası 177

Pelham, Thomas 302


Pembroke 37, 142
Penda (Mercia kralı) 66, 70, 71
Dizin 567

R Roberts, Frank 489


Robinson, Mary 506
radikalizm 264, 3 1 8 , 335, 365,
Roma 29, 43 , 44, 50-62, 64-68,
370, 466, 468
76, 77, 8 1 , 90, 103, 106, l l5,
Radnor 142 123, 124, 128, 129, 136, 144,
radyo 24, 348, 443 , 445, 446, 447 1 5 1 , 203, 205, 226, 273 , 293,
Raedwald (Doğu Anglia kralı) 362, 521
62
Roma Britanyası 57, 60, 6 1 , 62
Rathlin Adası 79 Romalılar 52, 53, 54, 57, 6 1 , 103,
Rebecca Ayaklanmaları 402, 403 1 06, 113, 124, 233
Redmond, John 471 Romalılaşma 54, 62
Reformasyon 1 5 1 , 178, 179, 1 9 1 , Rothschildler 400
198, 201, 208, 212, 213, 23 1 ,
Roxburgh Kalesi 1 70
23 8, 239, 264, 299 Rusya 78, 335, 344, 355, 3 6 1 ,
Reform Yasası, I. 265 380, 381, 406, 474, 476, 480,
Renfrew 39, 1 1 6, 406 484, 489
Ren Nehri 5 7 Ruthin 142
Repton, 3 1 , 8 1 Ruthwell Haçı 69
Repton, Humphry 304
Repulse 485 s
Restorasyon 239, 243, 256, 266,
267, 268, 270, 303
Sakson/Saksonlar 5 6 , 59, 6 1 , 62,
66, 69, 70, 82-8 5 , 103, 1 14
Rheged krallıkları 3 1 , 62, 63
Richard, I. 132 Sakson sanatı 69
Richard, II. 1 5 1 , 154, 1 6 1 - 165, Samuel, Herbert 424, 500
168, 1 74, 1 77, 1 79
Sanayi Devrimi 342, 343 , 344,
352
Richard, III. 99, 186, 188, 2 1 7
Richard (Clarelı) 126 sanayileşme 322, 326, 372 ' 406 '
430, 505
Richard (Gloucester dükü) 1 8 8
Richard (York dükü) 185, 186 Schengen Antlaşması 504
Richardson, Samuel 295 Scotichronicon 168
Rievaulx 1 12, 176 Scott, Sir Walter 341
Rightboylar 284 Scott, William Beli 3 78
Robert, I. 147 Seaton Deleval 303
Robert, II. 168, 223 Sechnaill, I. Mael 8 7
Robert, III. 168, 169 Sechnaill, I I . Mael 8 7
Robert (Essex kontu) 232 Seisyll, Llywlyn ap 9 1
Robert (Leicester kontu) 227 Selahaddin 132
Robert (Gloucesterlı) 1 10 Selanik 475
568 İngiltere Tarihi

sendika/sendikalar 335, 336, 397, Somali 358, 482


4 1 3 , 415, 416, 42 1 , 422, 424, Somerled (Isles kralı) 1 1 6
425, 444, 459-465, 478, 5 1 3 , Sosyal Darwinizm 3 8 1 , 430
5 1 7, 5 1 8 , 532 Southampton 3 1 , 39, 76, 1 2 1 ,
Severn 77, 166 345, 362
Severn Köprüsü 509 Sovyetler Birliği 466, 489, 490
Severn Tüneli 346 soylular 56, 76, 100, 106, 109,
Severus 53 1 10, 1 1 1 , 123, 153, 164, 166,
Seylan 486 168-171, 1 83 , 185, 1 86, 1 90,
Seyşel Adaları 340 1 9 1 , 196, 198, 2 1 3 , 216, 2 1 9,
Shakespeare, William 165, 1 8 1 , 249, 263, 265, 298-301 , 40 1 ,
198, 242 497
Sheffield 1 8 , 43 1 , 442, 529 Spence, Thomas 300
Shelley, Percy 326, 367, 3 74 Sri Lanka 340
Shetland 89, 301, 357, 509 Staffordshire 63
Shetlands 79, 1 70, 495 St. Albans 52, 55, 56, 185, 186,
Sierra Leone 4 1 , 488 187
Sigurd (Northumberland Kontu) St. Albans Savaşı 186
98 Stamford 3 1 , 33, 39, 96, 104
silah/silahlar 48, 49, 217, 232, Stamford Köprüsü 96
252, 257, 258, 2 6 1 , 283, 29 1 , St. Asaph 115, 166
327, 335, 337, 353, 364, 3 8 1 , Stephen (Blois kontu) 109, 1 10,
472, 473 , 484, 485 1 1 1 , 122- 125, 140
Simnel, Lambert 189 Stewart, Robert 168
sinema 349, 445-448, 480, 493 St. Germanus 5 7
Sinn Fein Partisi 470, 471 , 472, Stirling Carse 53
505 St. Lucia 340, 358
Sir Gawain ve Yeşil Şövalye (Sir Stoke Newington 45
Gawain and the Green Knight) Stonehenge 29, 48
1 74 Stopes, Marie 45 8, 5 1 6
Sistersiyen/Sistersiyenler 1 12, Strata Florida 1 15
1 1 5, 1 76 Strathclyde 3 1 , 39, 63, 66, 70, 73,
sivil toplum 435 80, 83, 88, 89, 352, 367, 406,
Skara Brae 47 507, 509
Smith, Adam 3 1 7 Strathclyde Britonları 83, 89
Smith, John 467 Stuart, Charles Edward 292
Snowdonia 139 Stuart, Henry 3 72
Soğuk Savaş 487, 489, 490 Stuartlar 241, 250, 2 8 1 , 303, 309,
Solway 33, 35, 54, 88, 107, 212 311, 316
Dizin 569

Suffolk 29, 33, 44, 62, 1 6 1 , 162, Tees nehri 102


173, 185, 207, 288, 43 8, 448 teknoloji 23, 24, 25, 46, 68, 75,
Suffolk Woodbridge 62 1 1 1 , 1 1 8, 305, 306, 322, 326,
Sulcoit 87 327, 343, 348, 349, 353, 354,
Surrey 3 1 , 72, 2 1 1 355 , 361, 365, 366, 3 72, 3 79,
Surrey kabilesi 52 383, 406, 413, 433 , 434, 443 ,
Sussex 3 1 , 33, 39, 59, 71, 72, 160, 445 , 466, 480, 485 , 496, 507,
219, 325, 420, 427, 493 524, 526
Sussex kabilesi 52 televizyon 24, 25, 434, 445, 446,
Sutton Hoo 62, 63 447, 46 1, 492, 493
Süveyş Kanalı 3 97, 487 Temiz Hava Yasası 456
Süveyş Krizi 486, 487, 488 Temple, William 498
Swein (Danimarka Kralı) 93 Tewkesbury Savaşı 1 8 6
Swift, Jonathan 284, 293 Thames nehri 49, 62, 78, 94, 95,
Swinburne, Algernon 3 85 97, 121, 278, 323 , 3 75, 4 1 9
Thames vadisi 46
ş Thatcher, Margaret 442, 447, 46 1,
462, 463, 503, 5 1 5 , 5 1 7, 5 1 8,
Şanlı Devrim 229, 241, 277, 279,
530, 531
280, 2 8 1 , 285, 298, 305 , 306,
Thatcherizm 46 1, 534
307, 541
1he Big Four 466
T Theodore (Tarsuslu) 6 7
Theodosius 5 6
Taff Vale davası 422 · Thistlewood, Arthur 367
Tahıl Yasası 355, 366, 387 Thomas (Gloucester dükü) 1 63
Tanganyika 476, 488 Thomas (Lancaster kontu) 153
Tara savaşı 87 ticaret 47-53, 56, 6 1 , 62, 65, 68,
tarım 44, 45, 47-50, 55, 6 1 , 62, 76, 77, 78, 80, 95, 1 2 1 , 143,
76, 77, 95, 100, 1 1 1 , 1 1 8, 1 1 9, 158, 160, 1 72, 173, 196, 229,
120, 159, 1 60, 166, 168, 1 72, 235, 236, 245, 248 , 263, 295,
193, 1 94, 200, 201 , 23 1 , 234, 299, 312, 3 1 9, 320, 322, 323,
284, 303, 304, 305, 3 1 8, 322- 327, 328, 333, 334, 335, 3 5 1 ,
325, 327, 355, 356, 366, 368, 357, 363, 377, 3 8 1 , 386, 3 9 1 ,
393, 397, 401 , 4 1 1 , 427, 430, 397, 404, 422, 423 , 475, 49 1 ,
433, 435-43 8 , 476, 522, 523 494, 496, 503, 507, 526, 5 30,
Taş Devri 43 53 1
taşımacılık 77, 78, 347, 407, 440, Times 368, 375, 383, 495
441 , 475, 527 Tintern 33, 39, 1 15 , 1 76
Tees 33, 62, 83
570 İngiltere Tarihi

tiyatro 56, 198, 199, 266, 287, Ulusal Sigorta Yasası 424
339, 3 8 3 Ulusların Zenginliği ( Wealth of
Torfınn (Orkney Kontu) 9 8 Nations) 3 1 7
Tostig 9 6
Trafalgar 3 3 4 , 340 v
Triennial Yasası 279 Vere, Robert de 163
Trim 127 Vergi Krizi 3 12
Trinidad ve Tobago 340 vergilendirme 50, 85, 122, 123 ,
Trollope, Anthony 363 136, 152, 157, 158, 229, 250,
Troyes Antlaşması 1 82 268, 269, 5 1 7, 535
Tudor, Henry 99, 186, 188, 189 Versailles Barış Antlaşması 333,
Tudor, Mary 207 477
Tudor Devrimi 206 Verulamium (St. Albans) 55, 56
Tudorlar 1 88, 1 94, 210 Victoria (Kraliçe) 375, 3 82, 4 1 3 ,
Tudor yönetimi/dönemi 1 3 1 , 416, 426, 447, 542
193, 204, 210, 233 Victoria çağı/dönemi 341, 353,
tüketim 55, 196, 327, 366, 442, 358, 362, 376, 378, 3 79, 3 82,
443 , 444, 446, 447, 457, 492, 383, 389, 390, 4 1 3 , 42 1 , 478,
5 1 6 , 5 1 7, 524, 526, 530 493 , 542
tüketim kültürü 524 Victoria toplumu 385, 416, 4 1 8
tüketim toplumu 442, 446, 447, Vietnam 526
492, 524 VikingNikingler 67, 78, 79, 80,
Türkiye 474, 476, 481 82, 83, 86-91 , 94, 97, 1 12,
Türkler 363 143, 1 70, 234
Tyler, Margaret 237 Viking saldırıları 6 7, 90
Tyler, Wat 1 6 1 Vitoria 336
Tyne nehri 5 4 , 1 0 3 , 1 9 9 Vizigotlar 57
u w
Uganda 41, 358, 488 Wakeli Hereward 102
Ulaşım Devrimi 10, 345 Wallace, Willi am 146, 147
Ulster 3 1 , 33, 35, 37, 39, 88, 232, Wallingford 104
234, 257, 288, 338, 3 9 1 , 421 , Walpole, Sir Robert 303, 3 1 1 ,
422, 425 , 471 , 473, 495, 501, 3 12, 3 13, 333
504, 505 Walpolyan Yönetimi 3 1 1
Ulster Birlik Yanlısı Konseyi 391 Waltheof 102, 1 03
Ulster Özgürlük Savaşçıları 504 Warbeck, Perkin 189
Ulusal Cephe Partisi 501 Waterford 31, 33, 80, 126
Ulusal Sağlık Hizmeti 5 1 8
Dizin 571

Waterloo 336 y
Watt, James 326, 343
Weald bölgesi 44 Yarımada Savaşları 3 3 6
Wedmore Antlaşması 8 1 Yaşlı Edward 82
Wells, H. G. 3 4 8 , 349 Yedi Yıl Savaşları 320, 32 1 , 330
Wells Katedrali 1 75 Yeni Delhi 48 1
Welsh March 142 yeni monarşiler 190, 2 1 5
Wessex 3 1 , 62, 69-72 ' 74 , 76 ' 80 , Yeni Zelanda 3 5 6 , 3 77, 4 1 8 , 49 1,
492
8 1 , 83, 84, 89, 9 1 , 94, 95, 97
Wessex krallığı 62, 80, 83, 84 Yeşil Kuşak 439
Westminster 95, 97, 1 10, 1 13 , York 29, 3 1 , 33, 37, 3 9 , 44, 55,
73 , 76, 80, 83, 84, 96, 102,
136, 246, 262, 277, 285, 286,
1 12, 125, 144, 1 6 1 , 180, 1 85,
306, 3 16, 338, 470, 471
1 86, 188, 189, 202, 272, 321,
Westminster Abbey 97
334, 339, 358, 4 1 8 , 485 , 498
Westminster Antlaşması 1 10
Wexford 3 1 , 33, 35, 37, 39, 80, Yorkshire 33, 35, 37, 39, 44, 62,
80, 147, 1 62, 187, 207, 208,
126, 234, 26 1 , 3 3 8
209, 326, 3 5 1 , 352, 365, 3 73,
Whigler 2 7 3 , 292, 302, 387
3 87, 437, 501, 5 1 8
Whitland 1 15
Wight adası 59 York vadisi 44
William, I. 33, 98, 107, 109, 122 Yunanistan 3 6 1 , 483 , 484
Willi am, II. 1 07, 154 Yüksek Ortaçağ 76
William, III. 124, 151, 276-280, Yüz Yıl Savaşı 148, 1 54, 165,
1 73 , 182
293 , 308, 309, 3 1 3 , 3 1 5
William, iV. 360, 369 z
Williams, Ralph Vaughan 434
William vakası, I. 98 Zambiya 358
Wilson, Harold 46 1 , 462, 463, Zimbabwe 358
488, 5 1 7
Wimbeldon 528
Winchester 3 1 , 33, 86, 109, 1 1 1 ,
1 60
Wirral 3 1 , 80
Witan 93, 96
Wolfe, James 321
Wolfe Tone 337, 338
Worchester 86, 166, 267
Wycliff, John 178
Wyntoun, Andrew 168

You might also like