Professional Documents
Culture Documents
Osmanlı'dan İkibinli Yıllara Türkiye'nin Politik Tarihi: İç Ve Dış Politika, Beşinci (Son) Baskı, 2014, Savaş Yayınları
Osmanlı'dan İkibinli Yıllara Türkiye'nin Politik Tarihi: İç Ve Dış Politika, Beşinci (Son) Baskı, 2014, Savaş Yayınları
Osmanlı'dan İkibinli Yıllara Türkiye'nin Politik Tarihi: İç Ve Dış Politika, Beşinci (Son) Baskı, 2014, Savaş Yayınları
TÜRKĐYE’NĐN
POLĐTĐK TARĐHĐ
(ĐÇ ve DIŞ POLĐTĐKA)
EDİTÖRLER
SAVAŞ YAYINEVĐ®
i
Osmanlı’dan Đkibinli
Yıllara TÜRKĐYE’NĐN POLĐTĐK TARĐHĐ
(Đç ve Dış Politika)
Merkez
©Bu kitabın her hakkı saklıdır.
Zafer Çarşısı No. 17
Tamamen veya herhangi bir bölümü yazarın ve yayınevi-
Kızılay / ANKARA
nin yazılı izni alınmadan basılamaz, kopyası çıkarılamaz,
Tel: 0.312 434 35 97
fotokopi alınamaz veya kopya anlamı taşıyabilecek hiçbir
Fax: 0.312 431 95 69
işlem yapılamaz.
Doç.Dr.AdemÇAYLAK
Şube Prof.Dr.MehmetDĐKKAYA
Cemal Gürsel Caddesi
Prof.Dr.CihatGÖKTEPE
Fakülteler Mah.
Cebeci / ANKARA Doç.Dr.HüsnüKAPU
Ankara Ünv. Hukuk Fak.
Öğrenci Girişi
Tel:0.312 319 83 33
Baskı Yılı : Temmuz 2014
Baskı Sayısı : 1. Baskı Nisan 2009
2. Baskı Mart 2010
Dağıtım ve Yayınevi
Fevzi Çakmak Sok. 17/C 3. Baskı Ekim 2011
Kızılay / ANKARA
4. Baskı Aralık 2012
Tel:0.312 432 44 29
Fax: 0 312 432 44 28 5. Baskı Temmuz 2014
Ebadı : 16x24
www.savaskitap.com
Kağıt : 70 gr 1. Hamur
Cilt : Amerikan Bristol
Sayfa Sayısı : 782
ISBN : 978-605-5343-46-0
Dizgi & Tasarım : Savaş Dizgi
Baskı : Özbaran Ofset
ii
Anne
ve
Babalarımıza…
iii
iv
KATKIDA BULUNANLAR
(Alfabetik Sıraya Göre)
v
EDİTÖRLER ÖZGEÇMİŞ
Doç. Dr. Adem ÇAYLAK
1970’te Kaman’da doğdu. 1992’de AÜ SBF’den mezun oldu. Yüksek lisan-
sını Kırıkkale Üniversitesi’nde, doktorasını AÜ SBF’de tamamladı. Ankara
ve Kırıkkale Üniversitelerinde araştırma görevliliği ve Kafkas Üniversite-
si’nde öğretim üyeliği yaptı. 2010-2011 yılları arasında Florida State Uni-
versity’de visiting scholar olarak, ABD’de liberal ve toplulukçu çok kültürlü
yurttaşlık üzerine Türkiye ile karşılaştırmalı çalışma yaptı.
2011 yılından itibaren Yıldırım Beyazıt Üniversitesi SBF Siyaset Bilimi ve
Kamu Yönetimi bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Ayrıca Mi-
lat gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Siyaset felsefesi, doğu siyasal
düşünceler tarihi, iktidar-muhalefet ilişkileri, muhalefet kültürü, kimlik,
yurttaşlık, toplulukçu çokkültürlü yurttaşlık, Türkiye’de devlet felsefesi ve
siyasal hayat ve sivil toplum dinamikleri konularında çalışan yazarın,
“Osmanlı’da Yöneten-Yönetilen Đlişkisi: Bir Şerif Mardin Çözümlemesi”
(Ankara: Kadim, 2005) ve Đktidar-Muhalefet Đlişkileri Bağlamında Türki-
ye’nin Siyasal Hayatında Osman Bölükbaşı Hareketi (Ankara: Atatürk
Araştırma Merkezi, 2010) adlı kitapları yanında gazete ve dergilerde ulu-
sal/uluslararası bilimsel makaleleri yayınlandı. Evli ve üç çocuk babasıdır.
E-posta: ademcaylak@gmail.com
vi
Prof. Dr. Cihat GÖKTEPE
1967 Kozaklı’da (Nevşehir) doğdu. Lisans ve yüksek lisansını Selçuk Ünive-
sitesi’nde tamamladı. Birmingham Üniversitesi’nde doktora (1998) yaptı.
1998-2011 yılları arasında Kafkas Üniversitesi ve TOBB Ekonomi ve Tek-
noloji Üniversitesi’nde çalıştı.
2003’te yayınlanmış “British Foreign Policy Towards Turkey: 1959-65”
(Frank Cass, London, 2003) adlı bir kitabı ile Cumhuriyet dönemi Türk-
Đngiliz Đlişkileri, Kıbrıs, Ortadoğu, Ermeni Meselesi ile Birinci Dünya Har-
bi ve Milli Mücadele’de şehitlerle ilgili makaleleri bulunan yazar evli ve üç
çocuk babasıdır. Halen Uluslararası Antalya Üniversitesi’nde görev yap-
maktadır.
E-posta: cgoktepe@gmail.com
vii
viii
ĐÇĐNDEKĐLER
BİRİNCİ BÖLÜM
ix
İKİNCİ BÖLÜM
x
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
xi
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
xii
BEŞİNCİ BÖLÜM
xiii
KISALTMALAR
AB : Avrupa Birliği
ABD : Amerika Birleşik Devletleri
ADD : Atatürkçü Düşünce Derneği
AET : Avrupa Ekonomik Topluluğu
AGĐT : Avrupa Güvenlik ve Đşbirliği Teşkilatı
AKP/Ak Parti : Adalet ve Kalkınma Partisi
AKPM : Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi
ANAP : Anavatan Partisi
AP : Adalet Partisi
A-RMHC : Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
ASAM : Avrasya Stratejik Araştırma Merkezi
AT : Avrupa Topluluğu
BBP : Büyük Birlik Partisi
BBYSP : Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı
BDDK : Bankacılık Düzenleme Ve Denetleme Kurumu
BM : Birleşmiş Milletler
BMM : Büyük Millet Meclisi
CENTO : Merkezi Anlaşma Örgütü
CHF : Cumhuriyet Halk Fırkası
CHP : Cumhuriyet Halk Partisi
CKMP : Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi
CMP : Cumhuriyetçi Millet Partisi
ÇP : Çalışanlar Partisi
ÇYDD : Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
DB : Dünya Bankası
DÇM : Dövize Çevrilebilir Mevduat
DM : Danışma Meclisi
DP : Demokrat Parti
DPT : Devlet Planlama Teşkilatı
DSP : Demokratik Sol Parti
DTH : Döviz Tevdiat Hesapları
DUĐ : Duyun-u Umumiye Đdaresi
DYP : Doğru Yol Partisi
FKÖ : Filistin Kurtuluş Örgütü
FP : Fazilet Partisi
GEGP : Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
GP : Güven Partisi
GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla
xiv
HP : Halkçı Parti
HP : Hürriyet Partisi
HT : Heyet-i Temsiliye
IDP : Islahatçı Demokrasi Partisi
IMF : Uluslar arası Para Fonu
ĐBYSP : Đkinci Beş Yıllık Sanayi Planı
ĐKÖ : Đslam Konferans Örgütü
ĐSO : Đstanbul Sanayi Odası
ĐTC : Đttihat ve Terakki Cemiyeti
ĐTF : Đttihat ve Terakki Fırkası
KDV : Katma Değer Vergisi
KĐT : Kamı Đktisadi Teşekkülleri
KKBG : Kamu Kesimi Borçlanma Gereği
KM : Kurucu Meclis
KMD : Komünizmle Mücadele Derneği
KOBĐ : Küçük ve Orta Büyüklükteki Đşletmeler
MBK : Milli Birlik Komitesi
MÇP : Milliyetçi Çalışma Partisi
MDP : Milliyetçi Demokrasi Partisi
MGK : Milli Güvenlik Kurumu
MHP : Milliyetçi Hareket Partisi
MĐT : Milli Đstihbarat Teşkilatı
MLF : Çok Taraflı Nükleer Güç
MNP : Milli Nizam Partisi
MP : Millet Partisi
MSP : Milli Selamet Partisi
MTA : Maden Tetkik Arama Enstitüsü
NATO : Kuzey Atlantik Paktı
OECD : Ekonomik Đşbirliği ve Kalkınma Örgütü
OSĐA : Ortak Savunma ve Đşbirliği Anlaşması
PKK : Kürdistan Đşçi Partisi
RP : Refah Partisi
SCF : Serbest Cumhuriyet Fırkası
SHP : Sosyal Demokrat Halkçı Parti
SKB : Silahlı Kuvvetler Birliği
SODEP : Sosyal Demokrasi Partisi
SP : Saadet Partisi
SPK : Sermaye Piyasa Kurulu
SSCB : Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
SSK : Sosyal Sigortalar Kurumu
ŞAMHC : Şark-i Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi
xv
TBP : Türkiye Birlik Partisi
TCF : Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
TCK : Türk Ceza Kanunu
TCMB : Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
TEFE : Toptan Eşya Fiyatları Endeksi
TEMA : Türkiye Erozyonla Mücadele ve Araştırma Vakfı
TESK : Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Sendikası
TĐKA : Türk Đşbirliği ve Kalkınma Ajansı
TĐP : Türkiye Đşçi Partisi
TM : Teşkilat-ı Mahsusa
TMHMC : Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti
TMSF : Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu
TMVK : Toprak Mahsulleri Vergi Kanunu
TSKB : Türkiye Sına-i Kalkınma Bankası
UNFIYCP : Kıbrıs Đçin Birleşmiş Milletler Barış Gücü
ÜBYSP : Üçüncü Beş Yıllık Sanayi Planı
VŞMHMC : Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-i Milliye Cem.
YAŞ : Yüksek Askeri Şura
YÖK : Yüksek Öğretim Kurulu
YSK : Yüksek Seçim Kurulu
YTP : Yeniden Türkiye Partisi
YTP : Yeni Türkiye Partisi
xvi
xvii
DÖRDÜNCÜ BASKI ĐÇĐN ÖNSÖZ
Akademik içeriği bakımından özgün ve çoğu makaleleriyle Türkiye’nin siyasi
hayatında yerleşik kalıpların ötesinde bir araştırma ve kavrayışa sahip olduğu iddiasıy-
la vitrine çıkan ve Türkiye’nin seçkin bilim insanlarının ürünü olan elinizdeki eserin
ilk baskısı 2009 yılında yapılmıştı. Eleştirel ve hacimli böylesi bir eserin 3 yılda 4 baskı
yapması ve her esere nasip olmayacak denli iltifata tabi olması editör ve yazarlar olarak
bizleri hayli mutlu etti. Bu bakımdan, Türkiye’nin iç ve dış siyasi ve iktisadi hayatının
derinlikli ve eleştirel okunmasına ciddi ihtiyacın olduğu ortaya çıkmaktadır.
Tarih, bir bakıma belirli sembol, kavram ya da sayılarla kimi zaman mitleştirilip
yüceleştirilen, kimi zaman da “sapmalar”la izahı çalışılan simgelere bürünmüş olayla-
rın içinde sessizce aktığı bir su yatağına benzer. Önemli olan, mitleştirme ve sapma-
lardan uzak bir tarihin su yatağına nüfuz edebilmeye cesaret etmektir. Bunun üstesin-
den gelinmesi zor bir ameliye olduğunun bilincinde olunmakla birlikte, farklı tarihi
görüşlerin birbiriyle agonistik bir müzakereden geçirilmesine imkan tanınması bile
başlı başına değer olsa gerektir. Bu eser, birçok makalesi ile hem kültüralist/sosyolojik
hem de sınıfsal kavramsallaştırma temelinde su yatağına nüfuz etmeye yönelik eleştirel
bir girişime kapı aralayabilirse, eserin yazılış amacının ortaya çıkacağı ümidindeyiz.
Üçüncü baskı esnasında editörlerin çeşitli projeler çerçevesinde yurt dışında ol-
maları nedeniyle bir önsöz yazılamamış ve ilgili baskıda bir öncekine göre hemen he-
men hiç bir değişiklik yapılamamıştı.
Dördüncü baskı vesilesiyle de kitabın genel muhtevasına ilişkin radikal bir deği-
şim yapılmamıştır. Bir önceki baskıya göre gözle görülür en önemli değişiklik, hem
editörlerin hem de yazarların akademik ünvanlarında ve çalış-tıkları yüksek öğretim
kurumlarında ortaya çıkan farklılıklardır. Bu değişimin kitabın özü ile ilgili bir deği-
şim anlamı taşıyamayacağı gerçeği altında beşinci baskı için öngördüğümüz bazı he-
deflerimiz bulunmaktadır. Bu hedefin en önemli sacayağını kitapta yapılacak bütüncül
bir revizyon ve güncelleştirme oluşturacaktır. Bu eksende beşinci baskıda kimi makale-
ler güncellenecek ve bazı bölümlerde eksikliği baştan beri hissedilen yeni yazılarla zen-
ginleştirilecektir. Bu durumun, eserin bundan sonraki baskılarına yeni bir bakış açısı
ve heyecan getireceği umulmaktadır. Böylesi bir planlamada, kuşkusuz şimdiye kadar 3
yılda 4 baskı yapmasına vesile olan siz değerli okuyucuların eleştirilerinin büyük payı
olduğu gibi, Savaş Yayınları’nın değerli sahibi Barış Gezerkaya’nın bizleri yüreklendi-
ren ısrarlı talebi de çok etkili olmuştur.
“Okurun Ruhu”ndan “derinlik” kaçmaz…
Editörler
xviii
ĐKĐNCĐ BASKI ĐÇĐN ÖNSÖZ
Editörler
xix
BĐRĐNCĐ BASKI ĐÇĐN ÖNSÖZ
xx
ve belgeler ışığında hem resmi/ideolojik tarih anlayışlarından hem de yerleşik mu-
halif söylemlerden uzak bir biçimde çözümlemelerinin, Türkiye’de son yıllarda
tıkanan siyasal gerçekliği anlamada/aşmada büyük katkısının olabileceği öngörül-
dü.
Üçüncüsü, Türkiye’de Osmanlı’yı da içine alabilecek şekilde yazılan Cum-
huriyet tarihine ilişkin siyasi tarih çalışmalarının bir çoğu, “gerçek” tarihi döne-
mecin, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basışı ile başladığı ve
29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile devam ettiği yanılgısı ile
malül olmalarıdır. Oysa Türk-Đslam devlet/imparatorluk geleneğinden neşvünema
bulan güçlü, kutsal ve “uğruna feda olunan” Türk devlet geleneğinin “özü”, Os-
manlı modernleşmesinde “kısmen” devam ettirilmiş, Cumhuriyet modernleşme-
sinde kapsayıcı/keskin farklı bir “form”a bürünmüş olmasına rağmen, aynen ko-
runmuş ve günümüze kadar etkisini sürdüre gelmiştir.
Bu bakımdan Cumhuriyet Türkiyesi’nin, bir imparatorluk bakiyesi olarak,
devletin tüm toplumsallıklar/farklılıklar karşısında seküler aşkınlıkla (kutsallıkla)
üstünlüğünü devam ettirdiği, hatta ulus-devletçi eritici bir güce tevarüs ettiği
gerçektir. Bunu anlamanın yolu, tarihi, özsel süreklilik ve biçimsel kopuşların iç içe
geçtiği ve dönemsel “değerler”in dışında belirli epistemolojik “öz” çerçevesinde
değiştiği bir bağlamsallık temelinde okumaktan geçmektedir. Bu da, verili tarihsel
gerçekliğe sosyolojik ve siyasi bir tahayyül dünyası ile yaklaşmakla imkan dahiline
girebilecektir.
Bu bağlamda, günümüz Türkiye’sinde birey-toplum-devlet ilişkilerinin ku-
rulduğu toplumsal, iktisadi ve siyasi yaşam alanlarında cereyan eden pek çok geri-
lim alanının (din-laiklik, Türk-Kürt, alevi-sünni, özelleştirme-devletleştirme, dev-
let-sermaye-medya ilişkisi gibi) tarihi arka plan unsurlarına bakılmalıdır. Buradan
yola çıkılarak, Türk-Đslam devlet/imparatorluk geleneğinin tabakalara dayalı “ni-
zam-ı alem” düşüncesinin pek çok unsuru ile örtüşen Batılı aydınlanma felsefesi
üzerine oturan pozitivist/korporatist cumhuriyet modernleşmesi anlaşılabilir.
Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet Türkiyesi’ne ilişkin yazılan/öğretilen
tarihin, belirli hegemonik bir resmi ideoloji ile bütünleşen devletin, halklar katında
kendisini meşrulaştırma işlevine dönük ele alınması, çalışmanın dördüncü gerek-
çesini teşkil etmektedir. Kemalist resmi ideoloji üzerine oturan resmi tarih çalışma-
ları, böylesi bir niteliği haizdir. Ancak, farklı ideolojilere mensup tarih yazarlarının
bir kısmının, halihazırda statüko eksenli bir dil ve üslup kullanması, Türkiye’de
farklı ideolojilerin çıkarlarına uygun bir karakter çizen Kemalizm’in kendisini ye-
niden üretmesini temin ettiği gibi, eleştirel bir tarih yazıcılığının/felsefesinin eksik-
liğini de gün ışığına çıkarmaktadır. Bu bakımdan, birbirinden farklı dünya görüş-
lerine yaslandığını iddia eden bir çok sosyalist, liberal, milliyetçi, Đslamcı, muhafa-
zakar bakış açılarının bazılarının, resmi Türk tarih tezi üzerine oturan Kemalizm
etrafında nüvelendiği (eklemlendiği) ve bir şekilde Kemalist resmi ideolojinin epis-
xxi
temolojik önceliğinden paradigmadik bir kopuşu gerçekleştir(e)mediği gözlemlen-
mektedir. Bu açıdan elinizdeki çalışma, her yazısıyla olmasa da, genel olarak resmi
tarih tezi ve yerleşik anlayışların dışında, “Orada bir dünya var, başka bir dünya”
diyerek Kemalist resmi tarih tezinden paradigmadik bir kopuşu gerçekleştirmeye
küçük bir kapı aralamaktadır.
Beşincisi, mevcut siyasi tarih çalışmalarında genellikle iç ve dış politika
arasında kesin bir ayrım yapılmaya çalışılmasına yönelik eğilimler, bu kitap ekse-
ninde her iki yönelimin de birlikte ele alınmasının okuyucu açısından daha yararlı
olacağı düşüncesi ile yer değiştirdi. Başka bir deyişle, Türkiye’nin politik tarihi,
sadece iç siyasi gelişmelerin dış politikaya, uluslararası ilişkilerin iç siyasi gelişme-
lere etkisi bağlamında ele alınmadı. Aksine, her iki sürecin karşılıklı olarak birbiriy-
le etkileşim içine girdiği ve sürecin çok boyutluluk çerçevesinde işlediği düşünüle-
rek bu çalışmada iç ve dış dinamikler bir arada ele alındı.
Osmanlı’dan Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı dönemine kadar Türki-
ye’nin siyasal hayatının iç ve dış dinamiklerinin ele alındığı bu kitapta, her bir
akademisyen/araştırmacı, kronolojik olgucu tarihçilik anlayışı ile hareket etmeye-
rek, uzmanı olduğu dönemle ilgili toplumsal ve siyasi olayları olabildiğince belgele-
re dayalı olarak eleştirel bir biçimde çözümlemeye çalıştı. Farklı tarihi dilimleri,
değişik bilim insanlarının yazacak olmasının kitabın bütünselliğine gölge düşür-
memesi için, ilgili akademisyenlerin dönemleri dışına taşacak bilgi ve çözümleme-
lerden olabildiğince kaçınmaları sağlandı. Kitapta, yazarların tercihlerine bağlı
kalınarak hem paragraf içi ve hem de son not sistemi benimsendi.
Kitaba katkıda bulunan akademisyenler/araştırmacılar için fazla söze hacet
olmamasına rağmen, kısaca şunu belirtmekte yarar var: Her bir bölümün, kendi
alanında özgün çalışmalara imza atmış, bu konularda yüksek lisans, doktora ve
doktora sonrası çalışmalar/araştırmalar yapmış uzmanlara yazdırılmasına özen
gösterildi. Yazarlar kadrosunun, “18 farklı üniversite” ile bağımsız “2 bağımsız
araştırmacı”dan oluşmuş olması, bu çalışmanın kapsamını ve zenginliğini göster-
mektedir.
xxii
BÖLÜMLERLE ĐLGĐLĐ AÇIKLAMALAR
Birinci Bölüm
Kitap altı temel ayrımdan oluşmaktadır. Đlk temel ayrımı
“OSMANLI’DAN MODERN CUMHURĐYET’E GEÇĐŞ VE GENEL
ANALĐZLER” oluşturmaktadır. Bu bölümdeki yazılar genel değerlendirmeler
içermekte ve bütüncül bir perspektifle tarihsel süreci analiz etmektedir. Bu ana
başlık ekseninde beş yazı kaleme alınmıştır.
Đlk yazıyı, Đstanbul Bilgi Üniversitesi’nden değerli bilim adamı ve usta ka-
lem Prof. Dr. Murat Belge hazırladı. Yazının başlığı “Türkiye’nin Politik Tarihine
Eleştirel Bir Giriş” adını taşımakta olup tarih çalışmalarının neden geçmişi ve bu
günü açıklamada yaşamsal bir öneme sahip olduğunu tartışmakta ve güncel örnek-
lerle bunu ispatlamaya çalışmaktadır.
Đkinci yazıyı, Türkiye’nin yetiştirdiği özgün akademisyen ve sosyal bilim-
cilerden birisi olan Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. E. Fuat Keyman
hazırladı. “Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme” başlığını taşıyan çalışma-
sında Keyman, Türkiye tarihini, süreklilik veya kırılma karşıtlığı içerisinde olma-
dan, değişim-dönüşüm süreci ekseninde analiz etmektedir. Keyman bu dönüşüm
sürecini, modernleşme, demokratikleşme, küreselleşme ve Avrupalılaşma eksenle-
rinde analiz etmeye çalışmaktadır. Sosyal ve siyasal dönüşümü kavram bilimsel ve
sosyolojik açıdan değerlendirdiği yazısı, modern Türkiye’nin tarihsel sürecine yö-
nelik orijinal bir açıklama denemesidir.
Üçüncü yazı, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Adem
Çaylak tarafından hazırlanmıştır. Çaylak, “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de
Đktidar-Muhalefet Đlişkileri” adını taşıyan çalışmasında, Klasik Osmanlı dönemin-
den modern Türkiye’ye uzanan tarihsel süreçte, merkez-çevre ekseninde beliren
iktidar-muhalefet ilişkilerinin çarpık ve cepheleşmeci boyutunu incelemektedir. Bu
çerçevede Türkiye’nin siyasal hayatında iktidarın muhalefete “öteki” olarak bakma-
sını ve muhalefetin de iktidarı “yok edilmeye müstahak” bir unsur olarak algılama-
sını tarihsel/teorik bir perspektifle analiz etmektedir.
Dördüncü yazıyı Atatürk Üniversitesi’nden Doç. Dr. Şükrü Nişancı ka-
leme aldı ve “Osmanlı’dan Cumhuriyete Önemli Siyasal Akımlar ya da Türkiye’de
Siyasetin Üç/Đç Yüzü” başlığını taşımakta. Bu çalışmada vurgulanan akımlar,
temelde Batıcılık, Đslamcılık ve Türkçülük ekseninde ele alınmış bulunmakta ve
milliyetçilik/Türkçülük ekseni özellikle orijinal kaynaklarına başvurularak değer-
lendirilmeye çalışılmaktadır.
xxiii
Birinci temel ayırımın son yazısı yine Doç. Dr. Adem Çaylak ve Kocaeli
Üniversitesi’nden Arş. Gör. Adem Çelik tarafından kaleme alındı. “Osmanlı ve
Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı” başlığına sahip
yazıda, Osmanlı ve Cumhuriyet modernleş(tir)mesini Türk-Đslam imparatorlukla-
rı/devletleri geleneğinin, devleti önceleyen felsefesinin bir devamı niteliğinde oku-
maktadır. Bu tarihsel bağlamdan hareketle, keskin ve radikal cumhuriyetçi Kema-
listlerin ulus-devlet paradigmasına bağlı siyasal örgütlenmesinde, milli bir etnik
kimlik ve din yaratmak için özellikle devleti önceledikleri birincil kaynaklara inile-
rek tahlil edilmektedir.
Đkinci Bölüm
Đkinci temel ayırımı oluşturan ve “1919–1950 DÖNEMĐ TÜRKĐYE’DE
ĐÇ VE DIŞ POLĐTĐK GELĐŞMELER” ana başlığı altında dokuz değerli çalışma
bulunmaktadır. Bu dönemsel ayırımın temel nedeni, 1919-1950 arasının milli mü-
cadeleden başlayarak tek parti iktidarı ile süreklilik arz eden bir tarihsel dilimi ifade
etmesidir.
Bu bölümde ilk yazıyı, Aksaray Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Đsmail
Akbal ve duayen araştırmacı-yazar Đsmail Hacıfettahoğlu kaleme aldı. “Milli Mü-
cadele Dönemi-I [1919-1920]” başlıklı yazı, Milli Mücadele’nin temel dinamikle-
rinin, Sivas Kongresi’ne kadar Teşkilat-ı Mahsusa ve Đttihad ve Terakki geleneğine
mensup kişiler tarafından yönlendirildiğini, tarihsel süreç içerisinde değerlendir-
mektedir.
Đkinci yazı, Doç. Dr. Đsmail Akbal tarafından hazırlanmış olup “Milli Mü-
cadele Dönemi-II [1920-1923]” başlığını taşımaktadır. Bu çalışmada, tarihsel sü-
reçte, yukarıda belirtilen kadrolarla Mustafa Kemal ve ekibi arasında, askeri olmak-
tan ziyade siyasal bir iktidar mücadelesinin gerçekleştiğini, söz konusu kadroların
Mustafa Kemal tarafından nasıl devre dışı bırakıldığını incelemektedir.
Đkinci temel ayırımın üçüncü yazısı, Güvenlik Bilimleri Akademisi’nden
Yrd. Doç. Dr. Faruk Çakır tarafından kaleme alınmış olup “Milli Mücadele’nin
Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika” başlığına sahiptir. Bu
çalışmada, Mondros sonrası meydana gelen gelişmelerden Lozan’a kadar milli mü-
cadeleyi yönlendiren kadroların dış politik yaklaşımları kritik edilmektedir.
Dördüncü yazı, “1923–1929 Dönemi Türkiye’de Đç Politika” adını taşı-
makta ve Güvenlik Bilimleri Akademisi’nden Prof. Dr. Yılmaz Çolak tarafından
hazırlanmıştır. Çolak bu yazısında Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte, özellikle
Takrir-i Sükun döneminden itibaren otoriter bir yönelime giren siyasal kadroların
ülkedeki her türlü muhalefet hareketini tasfiye sürecini incelemektedir.
xxiv
Beşinci yazı, değerli araştırmacı Dr. Murat Yılmaz tarafından kaleme
alınmış olup “1930- 1938 Döneminde Türkiye’de Siyasi Hayat” başlığını taşımak-
tadır. Bu çalışmasında Yılmaz, Atatürk’ün ölümüne kadar devam eden süreçte
“vesayetçi” ve “terbiye edici diktatörlük” ekseninde ortaya çıkan tarihsel dilimi
analiz etmektedir.
Altıncı yazıyı, Güvenlik Bilimleri Akademisi’nden Prof. Dr. Mustafa
Çufalı hazırlamış olup “Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası [1923-
1938]” başlığını taşımaktadır. Bu çalışmada Çufalı, Lozan Anlaşması sonrası re-
vizyonist olmayan Türk dış politikasının genel analizini yapmaktadır. Đngiltere,
SSCB, Fransa, Yunanistan, Đtalya ve Almanya ile gelişen ilişkiler, Montrö Sözleş-
mesi ve Balkan Antantı gibi yaşamsal kıvrılma noktaları da bu yazının ilgi alanına
girmektedir.
Yedinci yazı, “1939–1945 Dönemi Đç ve Dış Politika” konusunu değerlen-
dirmiş olup Süleyman Demirel Üniversitesi’nden Prof. Dr. Süleyman Seydi tara-
fından hazırlanmıştır. Bu çalışma dönemin iç ve dış politik gelişmelerini günümü-
ze uzanan etkilerini de dikkate alarak yorumlamaktadır. Yazar, II. Dünya Savaşı
yıllarının oldukça hararetli iç ve dış siyasetini özgün kaynaklardan yararlanarak
analiz etmektedir.
Đkinci temel ayrımın sekizinci yazısını Doç. Dr. Adem Çaylak ve Doç. Dr.
Şükrü Nişancı birlikte hazırlamış ve “Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş
Demokrasiye Geçiş mi Siyasal Rejimin Restorasyonu mu [1946-1950]” başlığı ile
günümüz de bile çokça tartışılan bir geçiş dönemini yorumlamıştır. Yazarlar, çok
partili siyasal hayata geçişin, “biçimsel” anlamda bile demokrasiye geçiş olmadığı-
nı, özellikle DP’nin “Yeter! Söz milletindir” sloganının ve 1946 Ruhu’nun bir
“mit”ten ibaret olduğunu, bu tezin 1946-1950 arasında hem iktidar, hem muhale-
fet içinde siyasal rejimle uyuşmayan siyasal aktörlerin tasfiye edilmesiyle geçerlilik
kazandığını birincil kaynaklarla vurgulamaktadır.
Bu temel ayırımın dokuzuncu ve son yazısını ise Gazi Üniversite’sinden
Doç. Dr. M. Seyfettin Erol hazırlamış olup “1946–1950 Dönemi Türk Dış Politi-
kası” başlığını taşımaktadır. Savaş sonrası dönemde çok kesin bir dış politik tercih
yapma konusunda büyük bir dönemece girmiş olan Türk dış politikasının eğilimle-
rini ve yeni yönelimini etkileyen faktörler bu çalışma ekseninde incelenmektedir.
Üçüncü Bölüm
Elinizdeki kitabın üçüncü temel ayırımı olan “1950–1980 DÖNEMĐ
TÜRKĐYE’DE ĐÇ VE DIŞ POLĐTĐK GELĐŞMELER”, Demokrat Parti ile baş-
layıp 12 Eylül 1980 darbesi ile sonuçlanan ve Türkiye’nin politik tarihi açısından
çok tartışmaların yaşandığı bir dönem olarak altı çalışma ile incelenmiştir.
xxv
Bu bölümde ilk yazı, Uluslararası Antalya Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ci-
hat Göktepe tarafından hazırlanmıştır. “Demokrat Parti Dönemi Đç ve Dış Siyasi
Gelişmeler [1950-1960]” başlığını taşıyan bu çalışma, DP Đktidarını üç ayrımda
incelemiş ve partinin ikinci döneminde prestij kaybetmesinin önemli nedenlerini
vurgulayarak dönemi iç ve dış politik dinamiklere bağlı olarak değerlendirmiştir.
Đkinci yazı, yine aynı yazar tarafından “Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Son-
rası Đç ve Dış Siyasi Gelişmeler [1961–1964]” başlığı ile hazırlanmıştır. Bu çalış-
mada Göktepe, DP sonrası 1960 darbesi ile gelişen olayları ve Türkiye’nin demok-
ratikleşmesinin tıkanma sürecine girme evresini iç ve dış politik etkiler ekseninde
kaleme almıştır.
Üçüncü yazı Doç. Dr. Adem Çaylak ve Ankara Üniversitesi SBF’den Arş.
Gör. Hüseyin Baran tarafından birlikte kaleme alınmış olup “Türkiye’de Kemalist
Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem [1960–1970]”
başlığını taşımaktadır. Bu çalışmada yazarlar, 1960 sonrası siyasal zeminin darbeci
kadrolar tarafından inşa edildiğini ve rayından koptuğu düşünülen Kemalist I.
Cumhuriyetin, II. Cumhuriyet’le tekrar aynı rotaya sürüklendiğini vurgulayarak
Demirel’in iç ve dış politik güçlerin etkisiyle DP mirasını kontrol etmek için
AP’nin başına nasıl getirildiğini analiz etmektedir. Ayrıca yazarlar, dönemin
önemli sosyal olaylarını karşılaştırmalı bir perspektiften okuyucuya duyurmaya
çalışmıştır.
Dördüncü yazı, Kırıkkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nasuh Uslu tarafın-
dan hazırlanmış olup “1965–1970 Dönemi Dış Politika” başlığına sahiptir. Bu
çalışmasında Uslu, özellikle bu dönemde en önemli dış politik sorunlar olan Kıbrıs
meselesi ve ABD ile kriz bağlamında gelişen ilişkileri derinlemesine ele almaktadır.
Beşinci yazı ise, yine Kırıkkale Üniversitesi’nden Doç. Dr. Cemal Fedayi
tarafından kaleme alınmış olup “Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi
[1971–1980]: Nam-ı Diğer Yetmişli Yıllar” başlığı altında dönemin iç politik ge-
lişmelerini vurgulamaktadır. Bu çalışmada Fedayi, 1971 muhtırası ile bir kaos
ortamına sürüklenen siyasal ve sosyolojik olayların arka planına inerek ülkenin
1980 darbesine doğru evrilmesinde etkili olan temel unsurları irdelemektedir.
Bu bölümün son yazısı ise, Doç. Dr. M. Seyfettin Erol tarafından “1971–
1980 Dönemi Türk Dış Politikası” başlığı altında incelenmiştir. Bu çalışma 12
Mart muhtırası sonrası dönemde en önemli dış politik sorunları, Kıbrıs, ABD,
AET, SSCB ve Orta Doğu ile ilişkiler bağlamında değerlendirmekte ve dış politik
sonuçları üzerine vurgu yapmaktadır.
xxvi
Dördüncü Bölüm
Kitabın dördüncü temel ayırımı “1980–2007 DÖNEMĐ TÜRKĐYE’DE ĐÇ
VE DIŞ POLĐTĐK GELĐŞMELER” adı altında incelenmiştir ve altı değerli yazar
tarafından geliştirilmiştir.
Bu yazıların ilki Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nden Prof. Dr. Birol Akgün
tarafından kaleme alınmış ve “12 Eylül Döneminde Đç ve Dış Politika [1980–1983]”
başlığı altında dönemin iç ve dış politik gelişmelerini değerlendirmektedir. Bu çalış-
mada Akgün, 12 Eylül darbesine giden süreci inceleyerek, darbe sonucu oluşan olan
iç ve dış politik ortamı değerlendirmekte ve bir ölçüde darbelerin sosyolojik arka planı
ile ilgili çarpıcı değerlendirmeler yapmaktadır.
Đkinci yazı ise Türkiye’de, sosyal bilimlerde ufuk açıcı pek çok değerli çalış-
masının yanında, özellikle sivil toplum çalışmalarında uluslararası bir otorite olarak
kabul edilen Prof. Dr. Ömer Çaha tarafından “Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokra-
si [1983–1991]” başlığı ile incelenmiştir. Bu çalışmada Çaha, 1980 darbesinden
sonra Türkiye’nin sosyolojik dönüşümünü sivil toplum ve demokratikleşme olguları
ekseninde orijinal bir bakış açısı ile yorumlamaktadır. Özellikle bu dönemde “sivil
kadın”ın ortaya çıkış sürecini eril düzlem bağlamından soyutlayarak “cumhuriyetin
başından beri adı olmayan” kadının sesini ve etkinliğini analiz etmektedir.
Üçüncü yazı, 1983-1991 döneminde Türkiye’nin iç politik sahnesinde var
olan ve sahne arkası sayılabilecek önemli gelişmeleri inceleyen “1983-1991 Döne-
minde Đç Politika: Özal’lı Yıllar” adlı çalışmadır. Abant Đzzet Baysal Üniversite-
si’nden Prof. Dr. Muhittin Ataman tarafından kaleme alınan bu yazı, 1980 sonrası
Türkiye’nin dönüşümünü, Turgut Özal faktörü düzleminde özgün değerlendirmeler
eşliğinde yapmaktadır. Özellikle günümüze kadar uzanan siyasal tartışmaların teme-
linde yatan unsurların o dönemde de temel tartışma noktaları olarak gündeme gelmiş
olmasının, Özal sonrası Türkiye’nin büyük bir “zaman kaybı” yaşadığını vurgula-
maktadır.
Dördüncü temel ayırımın dördüncü yazısı ise, Çanakkale Üniversitesi Rek-
törü ve değerli bilim insanı Prof. Dr. Sedat Laçiner tarafından, “Turgut Özal Dö-
nemi Türk Dış Politikası [1983–1993]” başlığı ile kaleme alınmıştır. Laçiner bu
çalışmasında, 1980 sonrası Türkiye’de yeni bir medeniyet anlayışı düzleminde, eko-
nomi merkezli ve anti-bürokratik bir dış politika yönelimine giren Özal’ın temel pa-
radigmalarını analiz etmektedir.
Beşinci yazıyı, Đpek Üniversitesi’nden Prof. Dr. Gökhan Bacık ve Zirve
Ünivresitesinden Doç. Dr. B. Balamir Coşkun, “Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Poli-
tikası [1991-2001]” başlıklı çalışma ile kaleme almıştır. Bu çalışma, Soğuk Savaş
sonrası dönemde Türkiye’nin dış politikada karşısına çıkan fırsatları, iç politik istik-
rarsızlıklar nedeniyle değerlendirememesinin arka planını masaya yatırmaktadır.
xxvii
Altıncı yazıyı, Necmettin Erbakan Üniversitesi’nden Prof. Dr. Murat Çem-
rek, “1980-2000’de Türkiye Ekonomi Politiği: Çalkantılı Bir Ekonomide Đslamcı
Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü” başlığı altında incelemiştir. Bu konuda aynı zaman-
da doktora tezi çalışması da yapmış olan Çemrek, bu değerlendirmesinde 1980 sonra-
sında ivme kazanan muhafazakar sağ siyasal yönelimlere koşut olarak açığa çıkan
Đslamcı siyasetin ekonomi-politiğini çarpıcı sonuçlarla incelemektedir.
Dördüncü temel ayırımın son yazısını ise Đstanbul Ticaret Üniversitesi’nden
Prof. Dr. B. Berat Özipek hazırlamıştır. “Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi
[2002-…]” başlıklı çalışmasında Özipek, 28 Şubat Postmodern muhtırasının ortaya
çıkardığı çalkantılı siyasal ve iktisadi ortamın bir ürünü olan Ak Parti’nin, Türki-
ye’nin klasikleşmiş iç ve dış politikasından büyük oranda farklı siyasal yönelimlerini
çözümlemektedir. Bu çerçevede Özipek, Ak Parti dönemini ikiye ayırarak, 2005 son-
rasında bu siyasal hareketin özellikle iç politikada statüko eksenli bir yönelime doğru
evrilmesinin arka plan unsurlarına temas etmektedir. Ergenekon davası gibi büyük
bir kırılma noktası sayılan siyasal olayı da eleştirel bir biçimde değerlendirmektedir.
Beşinci Bölüm
Elinizdeki kitabın beşinci ve son temel ayırımını, “TÜRKĐYE
CUMHURĐYETĐNĐN EKONOMĐ-POLĐTĐĞĐ” oluşturmaktadır. Cumhuriyet
döneminin genel iktisadi performansı ve sermaye-devlet ilişkilerini inceleyen bu bö-
lüme üç yazı dahil edilmiştir.
Bunların ilki “Türkiye’de Đktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları [1923–
2007]” adını taşımakta olup Kafkas Üniversitesi’nden Doç. Dr. Adem Üzümcü,
Kırıkkale Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Dikkaya ve yine Kafkas Üniversite-
si’nden Yard. Doç. Dr. Deniz Özyakışır tarafından kaleme alınmıştır. Türkiye’nin
ekonomi politiği konusunda 2008 yılı içerisinde bir kitap da kaleme almış olan yazar-
lar bu çalışmada, Cumhuriyet dönemindeki iktisadi gelişmeleri ve bu gelişmeleri
etkileyen siyasal faktörleri analiz etmektedir. Kitabın tarihsel ayırımlarına paralel
olacak şekilde dönemsel incelemeler yapan bu çalışma, Cumhuriyet dönemi Türkiye
ekonomisi konularına ilgi duyanlar için “tek kalemde bir okuma” niteliği taşımakta-
dır.
Đkinci yazı yine Prof. Dr. Mehmet Dikkaya ve Yard. Doç. Dr. Deniz Özya-
kışır tarafından yapılan bir çalışma olup “Türkiye Ekonomisinde Kayıp Yıllar
[1991–2001]” başlığını taşımaktadır. Bu özgül çalışma 1991-2001 yılları arasında
Türkiye’nin ekonomi-politiğine özel bir atıfta bulunarak bu dönemde Türkiye eko-
nomisinin içine düştüğü ekonomik darboğazın kökenleri açıklamaya çalışmaktadır.
Son temel ayırımın son yazısı ise Kafkas Üniversitesi’nden Doç. Dr. Hüsnü
Kapu tarafından kaleme alınmıştır. “Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi” başlığı-
nı taşıyan bu çalışma, Türkiye’de sermaye kesiminin, devlet aygıtına “göbekten”
xxviii
bağ(ım)lı olduğunu, Đttihat ve Terakki döneminden başlayarak Cumhuriyet’le devam
eden devlet eksenli yapay bir girişimci sınıf oluşturma çabalarını çözümlemektedir.
Bunun son yıllardaki en önemli istisnasının, bir bölümü fiyaskoyla sonuçlanmasına
rağmen, 1980’lerden itibaren Anadolu’da yeşeren, daha bağımsız, daha yerli ve daha
fazla dünya ile eklemlenme potansiyeli taşıyan yeni girişimci sınıflar olduğunun
altını çizmektedir.
Bu kapsamlı kitapta yer alan yazıların akademik ve hukuki sorumluluğunun
tamamen yazarlarına ait olduğunu vurgulamak isteriz. Kitabın bölümlerinin okun-
masında ve tashihlerinde değerli katkılarından ötürü Kafkas Üniversitesi ĐĐBF araş-
tırma görevlileri Deniz Özyakışır, Adem Çelik ve Meryem Aybas’a, değerli düşünce-
leri ile değerlendirmelerimize katkıda bulunan Doç. Dr. Hüseyin Tutar’a ve yüksek
lisans öğrencileri Cem Yıldırım, Mustafa Korkat ve Gökhan Şentürk’e teşekkürleri-
mizi sunarız. Uzun bir zamandır üzerinde çalıştığımız bu kitabın hazırlanma süre-
cinde, kendilerine ayırmamız gereken değerli zamanlarından “çaldığımız” eş ve ço-
cuklarımıza da göstermiş oldukları erdemli sabırdan ötürü minnettarız.
Kısa bir zaman içerisinde kitabı baskıya hazır hale getiren Savaş Yayınevi’nin
tüm çalışanlarına da teşekkür ediyoruz. Kitapta rastlanabilecek bazı teknik ve akade-
mik hatalardan dolayı peşinen özür dilemeyi bir borç biliyoruz. Okuyucu tarafından
tespit edilen her türlü teknik ve akademik eleştirinin, editörlere e-posta aracılığıyla
iletilmesini hararetle temenni eder, bir sonraki baskı için bu eleştirilerin yol gösterici
olmasını dileriz.
Editörler
xxix
xxx
1. Bölüm: Türkiye’nin Politik Tarihine Eleştirel Bir Giriş / Murat Belge
BĐRĐNCĐ BÖLÜM
OSMANLI’DAN MODERN
CUMHURĐYET’E GEÇĐŞ VE
GENEL ANALĐZLER
1
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
2
1. Bölüm: Türkiye’nin Politik Tarihine Eleştirel Bir Giriş / Murat Belge
BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKİYE’NİN POLİTİK TARİHİNE ELEŞTİREL BİR GİRİŞ
Murat BELGE∗
Türkiye’de tarih her zaman günceldir. Böyle bir cümle size anlamlı geliyor
mu? Ne demek, tarihin “güncel” olması?
Şöyle açayım: Bir haftalık haber dergisi, bugün, yani 2009 yılında, “1977
Bir Mayıs’ında perde arkası” diye bir haber dosyası hazırlasa, böyle yayımlan-
sa, o sayı kimbilir ne kadar çok satar, ne çok konuşulur. Yani bir olay ki, 32 yıl
sonra “güncel”! Nasıl oluyor böyle bir şey? Oluyor, çünkü olaylar olurken na-
sıl olduklarını bilmiyoruz. “Resmî tarih” denilen bir şey var, o kendi mantığı
içinde neyin neden ve nasıl olduğunu açıklıyor. Buna normal olarak kimse
inanmıyor. Ama onun yerine bir alternatif açıklama da pek koyamıyor kimse,
çünkü, yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi, bunu yapacak bilgiye sahip
değil.
Böyle olayların dökümünü yapmaya kalkışırsak, 31 Mart’ı aslında kimin
düzenlediğinden Mahmut Şevket Paşa’yı aslında kimin vurdurttuğuna,
1977’nin “1 Mayıs’ından bugünkü Hırant Dink cinayetine, ortaya akıllara dur-
gunluk veren bir liste çıkıyor.
Bu nasıl bir şey ve neden böyle?
Modern bir Türk devletinin oluşumu güçlüklerle dolu bir süreç olduğu
için böyle diye bir cevap verebiliriz belki. 19. yüzyılda dünya “Ulus devletler”
çağına girince, kendini bir “ulus” olarak tanımlamaya başlayan bir halkın, söz-
gelişi Yunanlar’ın, Bulgarlar’ın, Macarlar’ın v.b. o zamana kadar bir parçası
oldukları imparatorluğun elinden bağımsızlıklarını söküp almaları, kolay bir
şey değildi- zorluğu ve kolaylığı, daha çok o bağımsızlığı vermek istemeyen
devletin gücüne bağlıydı. Bu çerçevede yüzyılın ilk yarısında Yunanistan, so-
nuna doğru da Sırbistan ve Bulgaristan Osmanlı imparatorluğundan kopmayı
başarmış, ama bu yolda birden fazla önemli girişimi olan Macarlar Avusturya
karşısında aynı başarıya ulaşamamıştı.
Verdiğim örnekler ilk bakışta, “zayıf”ın “kuvvetli”ye karşı mücadelesi
olarak görülür. Birçok bakımdan gerçekten de böyledir. Ama çağ bir “ulus-
devlet çağı” ise, söz konusu somut birimlerden bir bakıma bağımsız, ama bir
∗
Prof. Dr., İstanbul Bilgi Üniversitesi.
3
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
4
1. Bölüm: Türkiye’nin Politik Tarihine Eleştirel Bir Giriş / Murat Belge
5
2. Bölüm: Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme / E. Fuat Keyman
2. BÖLÜM
TÜRKİYE SİYASİ TARİHİ VE DEMOKRATİKLEŞME
E. Fuat KEYMAN∗
∗
Prof. Dr., Sabancı Üniversitesi.
7
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
8
2. Bölüm: Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme / E. Fuat Keyman
9
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
temelli siyaset anlayışından gelen bir partinin yeni bir merkez partisi
olma sürecini de niteliyor ve siyasal alanın aktör, söylem ve siyaset
yapma anlayışının boyutları içinde geçirmeye başladığı ciddi bir dönü-
şümü de simgeliyor. Bu bağlamda, merkez sağ ve merkez sol partilerin,
güven sorunu, toplumsal sorunlara çözüm bulmada yaşadıkları kapasi-
te eksiklikleri ve liderlik sultası gibi sorunların sonucunda giderek za-
yıflamalarına ek olarak, 1994–2007 yılları arasında yaşanan İslami kim-
liğin yeniden canlanması sürecinin siyasal boyutunun ürettiği, genel
seçimlerde ve yerel seçimlerde yaşanan bu başarının ve daha da önem-
lisi, bu başarının aynı zamanda ürettiği “kimlik-temelli bir hareketin
merkeze yerleşerek siyasal alanı dönüştürme kapasitesi”nin de altı çi-
zilmelidir.4
Tüm bu tezahürler, siyasi alanın meşruiyet, temsiliyet ve yönetebilirlik kri-
zini ve aynı zamanda dönüşümünü oluşturan önemli nedenler olmakla birlikte,
bu krizin daha derin tarihsel, sosyolojik ve siyasal ekonomik bir kaynağı oldu-
ğunu düşünüyorum. Bu kaynak, Türkiye’nin 1980’den bu yana yaşadığı deği-
şim ve dönüşüm sürecinin devlet-toplum-birey ilişkileri üzerinde yarattığı çok-
boyutlu ve çok-katmanlı etkiler ve bu etkiler sonucu Türkiye’nin giderek karma-
şıklaşan toplumsal yapısıdır. Bu değişim ve dönüşüm süreci, Türkiye modern-
leşmesinin iç alanının hem aktör, hem kurum, hem de söylem düzeyinde çok-
boyutlu, çok-katmanlı ve çok-nedenselli genişlemesini niteleyen “Türkiye’nin
karmaşık bir topluma dönüşmesi süreci” olarak adlandırabilir.5 Bu süreç, bir
taraftan Türkiye modernleşmesinin devlet-merkezci, yukarıdan aşağıya toplum
dönüştürücü, siyasal alanı devlet seçkini ve siyasal parti temelli kuran hareket
tarzının krizini ortaya çıkartırken, diğer taraftan da toplumsal ilişkilerin siyasal,
ekonomik, kültürel ve günlük yaşamda içinden geçtiği değişim ve dönüş sonucu
Türkiye’nin “karmaşık bir toplumsal yapıya” dönüşmesini yaratmaktadır. Bu-
gün Türkiye, karmaşık bir toplumdur ve siyasal alan da “karmaşık toplumun iyi
yönetimi sorusu”yla karşı karşıyadır. Bu bağlamda da, siyasi alanın bugün ya-
şadığı kriz ve dönüşüm durumu, en genelde, bir taraftan bu alan içinde yer alan
siyasi partilerin ve bu partilerin siyaset yapma anlayış ve söylemlerinin bir kar-
maşık toplum olarak Türkiye’nin iyi yönetimini sağlama kapasitesi ve iyeliğini
giderek kaybetmesi sonucunda ortaya çıkmaktadır, diğer taraftan da bu karma-
şıklığı kavrama ve yönetme iddiasında olan AKP’nin seçim başarılarını ve mer-
kez sağın tek ve güçlü siyasi aktörü olma konumuna yükselişini de sahne olmak-
tadır.
Bu bağlamda, Türkiye’de bugünün doğasını tanımlayan bir ikilemle karşı
karşıyayız: Bir taraftan Türkiye’nin içinden geçtiği ciddi değişim ve dönüşüm
sürecin sonucunda karmaşık bir toplum olma niteliği kazandığı görülüyor ve bu
da “iyi, adaletli, etkin ve verimli yönetim” olgusunu gerekli kılıyor, diğer taraf-
tan da bu yönetimi sağlamada başarısız olan siyasi alanın aktörlerinin, siyaset
anlayışının ve siyasi söylemlerinin yaşadıkları meşruiyet, temsiliyet ve yönetim
krizi gözlemleniyor, bu da İslami kimliğin siyasallaşma süreci içinde yaşadığı iç
değişim sonucunda bir merkez sağ partisi” olma iddiasıyla çıkan AKP’nin son
yıllarda artan seçim başarısını, toplum içinde yaygınlaşmasını ve siyasi iktidarını
10
2. Bölüm: Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme / E. Fuat Keyman
11
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
Bu süreçlerin hem her birinin kendi özgül ve özgün yapıları ve hareket tarz-
ları içinde, hem de hepsinin birbirleriyle karşılıklı-etkileşim/etki ilişkisi içinde
kesiştiği bir noktada, Türkiye toplumsal oluşumu, “Modernleşme + Demokra-
tikleşme + Küreselleşme + Avrupalılaşma” ekseni ve denkleminde hareket edi-
yor ve kendi yeniden-üretimimi yaşıyor. Bu anlamda da, bugün Türkiye, 1923–
1950 erken cumhuriyet ve tek parti dönemlerini tanımlayan basit sanayi mo-
dernleşmesi döneminin gerisine gitmiş, demokrasiye geçiş dönemini tamamla-
mış ve özellikle de 1980’den bugüne yaşadığı küreselleşme ve Avrupalılaşma
süreçleriyle de birlikte, “karmaşık bir toplum niteliği” kazanmış bir toplumsal
oluşumdur. Basit sanayi modern toplumunun aktör-kurum-söylem temelinde iç
hareket mekânının genişlemesi anlamında kullanılabilecek karmaşık toplum
kavramı, Türkiye’nin bugününün doğasını tanımlamaktadır. Türkiye’nin bugü-
nü, modernleşme, demokratikleşme, küreselleşme ve Avrupalılaşma süreçleri-
nin kesiştiği bir toplumsal ilişkiler kümesini ortaya çıkartmaktadır ki bu birbirle-
rinden tarihsel oluşum ve içerik temelinde ayrışabilecek bu süreçlerin birbirleriy-
le ilişkili ve eş-zamanlı varlığı ve etkileşimi Türkiye’nin “karmaşık bir toplum”
olarak nitelenmesine anlam vermektedir. Bu çalışmanın odağı olan siyasal alan
sorusu temelinde bu niteliksel dönüşüm şu anlama gelmektedir: Türkiye’nin
1923’den bugüne karmaşık topluma değişme ve dönüşme süreci, en ciddi etkisi-
ni siyasi alan üzerinde yaratmış ve bu değişim ve dönüşümü gerek anlamada,
gerekse yönetmede ciddi sıkıntı çeken bu alan, bu alan içinde hareket eden siyasi
aktörler ve siyaset yapma biçimi, sonuçla meşruiyet, temsiliyet ve yönetebilirlik
kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Şimdi bu dönüşümün siyasal alana bu etkisini
açımlayalım.
Siyasi alanın Türkiye’nin karmaşık topluma dönüşme sürecini anlama ya da
yakalama da karşılaştığı sıkıntı, birinci olarak, 1923-bugün modernleşme tarihi-
ni, siyasi düzeyde çözümlemede kullanılan “merkez-çevre ekseni”nin ve ikinci
olarak, 1950-bugün demokratikleşme tarihini çözümlemede kullanılan “sağ-sol
ekseni”nin, 1980’den bugüne yaşanan küreselleşme ve Avrupalılaşma tarihlerini
çözümlemede yetersiz ve sınırlı kalmasıdır. Küreselleşme ve Avrupalılaşma
tarihleri, siyasi düzeyde, karmaşık topluma dönüşme sürecinin çözümlenmesine
“küresel-ulusal-yerel ekseni” ve “vatandaşlık-kimlik ekseni”ni ortaya çıkartmış-
tır. Tüm bu eksenler, her biri ve hepsi birbirleriyle girdiği karşılıklı etkileşim ve
etki ilişkisi içinde, Türkiye’nin hem değişim ve dönüşümünü ortaya çıkartan
toplumsal süreçlere, sorunlara ve taleplere anlam vermektedirler, hem de iyi
toplum yönetimini çok zor ve çapraşık bir konuma getirmektedirler. Türkiye
bugün, “merkez-çevre ekseni + sağ-sol ekseni + küresel-ulusal eksen + vatan-
daşlık-kimlik ekseni” denkleminde ortaya çıkan toplumsal süreçlere, taleple-
re ve sorunlara sahne olmaktadır ve bu denklemde ortaya çıkan siyasal söy-
lem ve stratejilerin birbirleriyle girdiği karmaşık ve çok-boyutlu, çok-
nedenselli ittifak ve çatışmaları yaşamaktadır. Siyasal alan ve siyaset tüm bu
karmaşıklığa yanıt vermede zorlanmaktadır. Bu zorlanma, bir taraftan siyasal
alanın, siyasal aktörlerin ve siyaset yapma eyleminin yeniden-yapılanmasını
gerekli kılarken, diğer taraftan da bu alanın hem bugün yaşadı krizi, işlevsizliği
ve güven sorununu yaratmıştır, hem de bu eksenlere yanıtı diğer siyasi partilere
12
2. Bölüm: Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme / E. Fuat Keyman
göre daha fazla üreten AKP’nin çoğunluk iktidarını ve merkez sağa sahip olma-
sını ortaya çıkartmıştır.
Bu saptamanın temellendirilmesi için, bu eksenlerin nasıl hareket ettiği ve
neyi içerdiği sorularına kısaca yanıt arayalım.
MODERNLEŞME VE MERKEZ-ÇEVRE EKSENİ
Bu çalışmanın başında gördüğümüz modern Türkiye tarihini süreklilik-
kırılma ilişkisi içinde inceleme girişimi içinde, daha somut olarak da Cumhuri-
yet ile Osmanlı imparatorluğu arasındaki süreklilik ve kopukluk ilişkisini çö-
zümlemede kullanılan belki de en önemli kavram, “merkez-çevre ilişkisi”dir. Bu
bağlamda, Şerif Mardin’in Türk modernleşme tarihini çözümlemesi üzerine
çalışmaları ön plana çıkmaktadır. Mardin’in çözümlemesi genelde sosyolojik bir
çözümleme gibi gözükse de, Max Weber’e dayanan yanıyla da, aynı zamanda
bir siyasal tarih, bir siyasal modernite çözümlemesidir.7 Mardin, Weberci kav-
ramlarla, modernleşme tarihini “toplum yönetimi sorunsalı” içinde okur ve yö-
netim olgusunu kendi özgüllüğü ve tarihselliği içinde ele alır.8
“Toplumun bir merkezi vardır”, ve bu merkez güçlülüğü ve tarihsel olu-
şumu temelinde toplumdan topluma farklılık gösterir: Bu saptamayla başlayan
Mardin, merkez kavramının temelini, Hobbes siyasal kuramında devleti tanım-
layan “Leviathan”da görür.9 Avrupa’da ulus-devlet ekseninde gelişen merkez
kavramı modernleşme tarihimizi tanımlayan temel kavramlardan birisidir. Fakat
Avrupa’dan farklı olarak, merkez-çevre ilişkisi Türk modernleşmesinde bir
“karşı karşıya gelme, bir çatışma” ilişkisi şeklinde üretilmiş ve yeniden-
üretilmiştir. “Yakın zamana kadar, merkez ile çevrenin karşı karşıya gelmesi,
Türk siyasasının temelinde yatan en önemli toplumsal kopukluktu ve yüz yıldan
fazla süren modernleşmeden sonra da varlığını sürdürmüş gibi gözüküyordu”.10
Bu süreç Cumhuriyet’le de birlikte devam etmiştir ve moderniteye “Türkiye
Cumhuriyeti’nin tam bir ulus-devlet olarak kavramsallaştırılması” tanımını
vermiştir. Mardin’e göre süreklilik merkez anlayışında ve merkez-çevre çatış-
masındadır, kırılma ise bu ilişkinin “ulus-devlet” ekseninde yaşanmasıdır.
Ulus-devlet eksenli merkez anlayışı, modernitenin çevreyi modern benliğe
dönüştürmekle olasılık kazanacağını varsayar ve bunu yaparken de çevreyi
oluşturan kültürel biçimleri ve sembolik kimlik kurgularını tanımak yerine, on-
ların varlığını reddeder. Bu noktada, “tam bir ulus-devlet” anlayışı modern dev-
let oluşumuna özdeşleşecek “organik ve homojen ulus” anlayışıyla beraber ha-
reket eder. Bu nedenle, merkez endeksli toplum yönetimi, kamusal yararı ve
genel iradeyi devletle özdeş siyasal alanda belirlerken, çevreyi de “modernleşe-
cek, rasyonelleşecek ve çağdaşlaşacak modern ulus” olarak tanımlama eğilimin-
dedir.11 Çevre farklılıkları içermemeli, aksine “homojen ve organik bir toplum-
sal bütünlük” olarak varlığını sürdürmelidir. Mardin’e göre, bu anlayış farklılık-
ların ontolojik varlığını yadsıdığı sürece, merkez-çevre uyumunu ancak ideoloji
yoluyla gerçekleştirebilir. Fakat bu “İdeolojiye aktarılan çok ağır bir yük”tür ve
başarıya ulaşması çok zordur”.12
Gerçekten de ideolojiye aktarılan bu yük çok ağırdır, çünkü farklı kimlikleri
ve anlayışları içeren çevre anlaşılmadan, merkez eksenli yönetim tarzını ideolo-
13
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
14
2. Bölüm: Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme / E. Fuat Keyman
15
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
malara yol açan da bir süreçtir. Küreselleşmenin bu özelliği, bir süreç bir tarih-
sel/toplumsal gerçeklik olarak toplumsal ilişkiler, ulus devlet, ulusal kimlik ve
değerler üzerindeki yarattığı etkilerinin nasıl anlaşılacağı ve bu etkilere yanıt
olarak ne tür düzenlemelerin ve siyasaların üretilmesi gerektiği sorularında or-
taya çıkıyor. Bu temelde de, küreselleşeme söylemini çoğul kullanmak gerek-
mektedir. Bugün, küreselleşme temelinde toplumsal değişim üzerine tartışmak
yalnızca sosyolojik ve yöntemsel bir tartışma değildir, aynı zamanda tartışma
farklı küreselleşeme söylemlerini ve bu söylemlerin eklemlendiği farklı siyasal
stratejiler üzerine konuşmayı ve eleştirel bakışı da içermektedir. Diğer bir deyiş-
le, bugün küreselleşme tartışması içinde egemen gündem, küreselleşmenin ulu-
sal devlet, ulusal ekonomi ve ulusal kimlik üzerinde yarattığı etkilerinin tarihsel
ve eleştirel çözümlenmesi kadar, bu süreçler karşısında geliştirilen siyasal strate-
jiler arası söylemsel mücadele, ya da ünlü İtalyan düşünür Antonio Gramsci’nin
terminolojisi içinde “pozisyonlar arası savaş”tır.16
Türkiye’de bu tartışmalara baktığımızda, egemen küreselleşme söylemleri
olarak, neo-liberal “hiper-globalizmi” ve “milliyetçi-devletçi şüpheciliği” görü-
yoruz ve bu yaklaşımların siyasal kutuplaşma ve tali karşıtlıklar yoluyla birbirle-
riyle yaptığı pozisyonlar-arası savaşın tartışmanın birincil gündemini oluştur-
duğuna şahit oluyoruz. Bu pozisyonlar-arası savaş siyasi alanda ana bir çatışma
ekseni olarak, “küresel-ulusal ekseni” yaratıyor. Bu savaşın, ana gündem mad-
desi de, küreselleşeme süreçleri içinde ulusal devlet, ekonomi ve kimliği nasıl
düşünmeliyiz sorusuna verilen yanıt oluyor. Küreselleşme tartışmasının çerçe-
vesinin ve sınırlarının, bu temelde, son yıllarda giderek ve hissedilen bir şekilde
bu söylemler arası pozisyonlar savaşı tarafından belirlendiği söyleyebilir. Böyle-
ce, siyasal alanda, küreselleşme sorusu, modernleşme ve demokratikleşme gibi
ana gündem maddelerinden biri oluyor ve merkez-çevre, sağ-sol eksenlerinin
yanında “küresel-ulusal eksen” de ciddi bir ayrışma ve çatışma alanı olarak bu
alanda yerini alıyor.
AVRUPALILAŞMA VE KİMLİK-VATANDAŞLIK EKSENİ
Uluslararası ilişkiler ve dünya siyaseti içinde, küreselleşme süreçlerinin et-
kilerini somut olarak gözleme mekânlarının başında, “bölgesel bütünleşme”
geliyor. Avrupa Birliği süreci de, bu bağlamda, dünya bugüne kadar geliştirilmiş
en derin, en katmanlı ve kapsamlı bir bölgesel bütünleşme alanı ve uygulaması.
Türkiye’de bu sürecin içinde, bir taraftan uzun yıllardır yer alsa da, diğer taraf-
tan son yıllarda tam üyelik müzakere sürecine aday ülke konumuyla, tüm muğ-
lâklıklara, gerilimlere ve belirsizliklere rağmen, giderek derinleşen bir ilişki için-
de yer alıyor. Bu derinleşmeyi, AB sürecine içsel Türkiye’de son dönemde yapı-
lan demokratikleşme reformlarında, AB’nin siyasi alanın dış değil iç aktörü ko-
numuna gelmesinde, kimlik temelli milliyetçiliğin hem AB hem de Türkiye için-
de gelişmesinde ve kimlik-vatandaşlık ekseninin giderek önemli bir siyasi mü-
zakere ve çatışma ekseni konumuna yükselmesinde görüyoruz.
Bu bağlamda, 2000’li yıllarda, ilk önce Türkiye’nin 1999 Aralık ayında
“aday statüsü” almasıyla, başlayan Türkiye-AB ilişkilerinde derinleşme süreci,
2002 yıllında tam üyelik müzakerelerinin başlamasına “koşullu evet” kararının
alınmasıyla devam etti, 2004 yılında 3 Ekim 2005 de tam üyelik müzakerelerinin
16
2. Bölüm: Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme / E. Fuat Keyman
17
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
leyici bir unsur olarak hareket etmiştir. Tüm bu boyutlar içinde, İslami kimlik bir
taraftan kendisi değişirken, diğer taraftan da Türkiye siyasetinin temel aktörle-
rinden biri, dahası Türkiye’nin yönetimini üstlenmiş siyasi aktör konumunda
hareket etmektedir.
Bu iki ana kimlik ekseninin yanı sıra, Türkiye’nin son yıllardaki değişim ve
dönüşüm sürecine, kadın kimliği-temelli talepler, Aleviler ve gayri-Müslim azın-
lıklar örneklerinde gördüğümüz dinsel kimlik-temelli ve dinsel azınlıklar-temelli
kimlik talepleri ve gençlik de damgasını vurmuştur. Tüm bu kimlik gönderim
noktaları içinde, kimlik-temelli taleplerin ve çatışmaların, bugünün Türki-
ye’sinde hem siyasi alanda, hem de kamusal ve akademik söylem içinde önemli
bir tartışma noktası olduğunu görüyoruz. Ama tüm bu talepler, aynı zamanda
vatandaşlık-temelli hak ve özgürlük talepleridir de. Kimlik talepleri ve çatışma-
ları, harekete geçirdikleri hak ve özgürlük mücadeleleri içinde, Türkiye’de va-
tandaşlık sorusunu, ya da sorununu da, giderek siyasi gündemin odak noktası
yapmaya başlamışlardır. Aynı zamanda, kimlik taleplerinin vatandaşlık sorusu-
nu gündeme getirmesine, özellikle son yıllarda Türkiye’de yaşanan küreselleşme
ve Avrupalılaşma süreçlerinin de önemli bir katkı verdiğini gözlemlenmektedir.
Bu süreçlerden Küreselleşen, bir taraftan, birey temelli özgürlük ve adalet anla-
yışına “farklılık” ve “ötekilik” kavramlarını ekleyerek, kimlik-vatandaşlık ilişki-
sinin gelişmesine katkıda bulunurken, diğer taraftan da, ünlü siyasal kuramcı
Seyla Benhabib’in vurguladığı gibi, vatandaşlığın “evi”ni ulus-devlet ötesi ve
ulus-devlet altı bölgeselleşme ve yerelleşme süreçlerine açarak, vatandaşlık hak
ve özgürlük alanının tanınma talebinde olan grup ya da kültürel kimlik siyaset-
leriyle genişlemesine katkı vermiştir.19 Avrupalılaşma süreciyse, demokratik
yönetim kavramının içeriğini siyasal partilerden sivil topluma, temsili demokra-
siden katılımcı demokrasiye doğru genişleterek, kimlik-vatandaşlık ilişkisinin
siyasetin önemli bir gündem maddesi konumuna gelmesine katkı vermiştir.20
Tüm bu süreçler içinde ortak nokta şu sorudur: Kimlik taleplerine ve tanınma
siyasetine, farklılıklar içinde birlik ve beraber yaşama içinde nasıl yanıt verilebi-
lir ve bu yanıt içinde vatandaşlık kavramı ne rol oynayabilir? Bu sorunun yanıtı
giderek önem kazanmakta, vatandaşlığı, modernleşme, demokratikleşme, küre-
selleşeme ve Avrupalılaşma süreçleri içinde yeniden-düşünme gerekliliğini or-
taya çıkartmaktadır.
MODERNLEŞME-DEMOKRATİKLEŞME İKİLEMİ
Eğer değişim-dönüşüm süreci içinde, küreselleşme ve Avrupalılaşma süreç-
lerini, kendi içlerinde taşıdıkları özgünlükleri tanımak koşuluyla, modernleşme
sürecine “içsel”, bu süreçle “ilişkili ve bağlantılı”, hatta bu sürecin son dönem de
aldığı yeni formalar olarak düşünürsek, esasında Türkiye’nin değişimini ve
karmaşık topluma dönüşümünü, çok-katmanlı, çok-boyutlu ve çok-aktörlü ya-
pısı içinde “modernleşme-demokratikleşme tarihi” olarak düşünebiliriz. Bu
tarih 1923’den bugüne karmaşıklaşarak devam etmektedir. Ve bu süreç içinde
de, siyasal alanın krizini ve dönüşümü yaratan önemli bir ikilem içermektedir.
Türkiye’nin iyi ve adaletli yönetimi de esasında bu ikilemin çözüme bağlıdır.
Çalışmanın son kısmında, şimdiye kadar yaptığım tematik modern Türkiye ve
siyasal alan çözümlemesi ışığında, bu ikilem üzerinde durayım.
18
2. Bölüm: Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme / E. Fuat Keyman
1923’den bugüne Türkiye siyasi tarihini incelediğimiz zaman, ilginç bir du-
rumla karşılaşıyoruz. Bu tarih içinde Türkiye’de yukarıdan-aşağıya ve devlet-
merkezci bir tarzda gelişen modernleşme, özellikle siyasi modernleşme süreci,
ulus-devlet oluşturan bürokrasi, anayasa, yargı ve parlamento v.b. modern ku-
rumları kurmada başarılı oluyor. Andrew Mango’nun Atatürk kitabında belirtti-
ği gibi, ulus-devlet kurma olarak tanımlayacağımız siyasi modernleşme teme-
linde gerçekleştirilen bu başarı küçümsenmemelidir. Gerçekten de, bugün bile,
Orta Doğu (özellikle bugün Irak örneği), Kafkaslar ve Balkan modernleşme sevi-
yesiyle Türkiye’yi karşılaştırdığımız zaman, bu başarıyı daha iyi anlıyoruz.21
Fakat Türk modernleşmesi kendisini topluma yaygınlaştırmada, bireysel hak ve
özgürlüklere dayalı liberal ve çoğulcu bir yapıya kendisini dönüştürmede ve
demokratik bir nitelik kazanmakta da başarısız kalıyor. 1980’lerden bugüne
kadar olan değişim sürecinde, modernleşmenin kendisini dönüştürmesi bir ge-
rekliliğe haline geliyor. Bu gereklilik, modernleşmenin liberalleşmesini ve de-
mokratikleşmesini talep eden ve toplumsal hayattan gelen ekonomik istikrar
talepleriyle, sosyal adalet çağrılarıyla, siyasal katılım ve kültürel kimlik hareket-
leriyle ortaya çıkıyor. Bu bağlamda, 1980’ler ve 1990’lar Türkiye’sini tanımlayan
toplumsal olgulardan birisi de, “modernite krizi” denilen olgudur. Bu krize
çözüm de, toplumsal yaşamın değişimini kapsayamayan modernleşme sürecinin
bireysel haklar ve özgürlükler temelinde yeniden-kurulmasını gerekli kılıyor.
Benzer bir durum demokratikleşme sürecinde de yaşanmaktadır. 1945–50
döneminden bugüne Türkiye’de çok-partili parlamenter bir demokratik sistem
var. Bu sistem, askeri darbeler ve müdahalelerle belli dönemlerde kesintiye uğ-
rasa da devam ediyor. Türkiye’de demokratikleşme üzerine çok önemli çalışma-
lar üretmiş Ergun Özbudun’un belirttiği gibi, 1923–1945 arasındaki tek parti
döneminden Türkiye, Latin Amerika ve Güney Avrupa örneklerinden farklı
olarak, siyasi bir kırılma ya da kesinti yaşamadan, CHP içindeki belli bir “re-
form” hareketiyle çok-partili demokrasiye geçişini yapıyor.22 Bu anlamda da,
demokrasiye geçişte, yine küçümsememiz gereken bir başarı yaşanıyor.
Fakat bu başarı, demokrasiyi toplumsal yaşamda yerleşikleştirme (demok-
ratik konsolidasyon) ve derinleştirme için geçerli değil. Demokrasiye geçişte
başarılı olan Türkiye, demokrasiyi toplumsal ilişkiler içine, anayasallığa, siyasal
kültüre yerleşikleştirmede ve derinleştirmede başarısız oluyor. 1950–80 arası bu
sorun üç askeri darbe ve demokrasinin kesintiye uğraması ve 1980’den, ama
özellikle 1990’lardan bugüne de “demokrasi eksiği” temelinde yaşanıyor. 1990’lı
yıllarda yaşanan demokrasi eksiği kendisini, siyasi partilerin giderek toplumdan
kopmasında, merkez sağ ve sol partilerin giderek zayıflamalarında, dinsel ve
etnik kimlik siyasetlerinin güçlenmesinde, devletin yolsuzluk ve rüşvet sorunla-
rıyla girdiği meşruiyet krizinde, siyasal alanın giderek daralmasında, giderek
artan siyasal istikrasızlık sorununda ve bireysel hak ve özgürlükler üzerine em-
poze edilen anti-demokratik kısıtlamalarda kendisini gösteriyor. Bu anlamda
da, demokrasiye geçişte yaşanan başarının, demokrasiyi toplumsal yaşamda
yerleşikleştirme ve derinleştirmede ciddi bir başarısızlığa dönüşmesinin,
Türkiye’de siyasal alanının temel sorununu yarattığı söyleyebilir.
19
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
20
2. Bölüm: Türkiye Siyasi Tarihi ve Demokratikleşme / E. Fuat Keyman
SONNOT
1 Bu krizi ayrıntılı olarak bkz. E.Fuat Keyman, Türkiye ve Radikal Demokrasi, Alfa, İstanbul, 2000;
E. Fuat Keyman, Dünyanın Değişimi, Türkiye’nin Dönüşümü, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstan-
bul, 2006.
2 Yönetemeyen demokrasi kavramı için bkz. J. Grugel, Democratization, Palgrave, New York,
2002.
3 Siyasi partilerin güven sorunu için çok önemli bir çözümleme için bkz. İ. Sunar, State, Society
and Democracy in Turkey, Bahçeşehir Üniversitesi, İstanbul, 2004.
4
Ki, İslami kimliğin bu başarısını ve dönüştürme kapasitesini anlamak, Türkiye modernleşme
tarihini süreklilik-kırılma ilişkisinden daha çok, değişim-dönüşüm süreci temelinde çözüm-
lemeyi gerekli kılmaktadır.
5 Karmaşık toplum, İngilizce literatürde “complex society” olarak kullanılıyor ve 1970’ler
sonra, özellikle 1980’lerden bugüne modern toplumların, “sanayi-sonrası toplum”, “küresel-
leşme”, postmodernizasyon, “maddi değerler-sonrası kültürel ilişkiler” süreçleri sonucunda
geçirdikleri dönüşümü niteliyor.
6
Bu değişim ve dönüşüm sürecinin ve ortaya çıkarttığı ikilemin ayrıntılı bir çözümlemesi için
bkz. E. F. Keyman ve Z. Öniş, Turkish Politics in a Changing World: Global Dynamics, Domestic
Transformations, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2007.
7
Mardin’in Türkiye modernleşmesi için çözümlerini, E. F. Keyman, “Şerif Mardin’i Okumak:
Modernleşme, Yorumbilgisel Yaklaşım ve Türkiye”, A. Öncü ve O. Tekelioğlu (der) Şerif Mar-
din’e Armağan, İletişim, İstanbul, 2005.
8 M. Weber, Economy and Society, University of California Press, Berkeley, 1978.
9 T. Hobbes, Leviathan, Penguin Books, London, 1972.
10 Ş.Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, İletişim, İstanbul, 1999, s. 37.
11 Bu bağlamda, “merkez-çevre” anlayışı Türkiye’de devlet-sivil toplum ilişkilerini çözümleme-
de de önemli bir araçtır. Mardin’in sivil toplum üzerine çalışması, bu bağlamda, çok önemli
bir noktayı ortaya çıkartmaktadır. Mardin Türkiye’de sivil toplumun Batı anlamında geliş-
mediğini önerdiği çalışmasında, oryantalizm tuzağına düşmemektedir ve sivil toplumun ek-
sikliğini yaratan nedenleri Türk modernleşme sürecinin tarihsel ve söylemsel çelişkilerinde
aramaktadır. Bu çelişkiler, (a) merkez anlayışının “milli çıkar” söyleminin kişisel hak ve öz-
gürlükler temelinde değil, fakat “kollektif bir anlam” taşımasından, (b) Bu kolektivist anlayı-
şın “devlete bağlı meşruiyet” kurgusunun temeli olmasından ve (c) demokratik geleneğimizin
‘Batı ‘kamuoyu’nun tarihsel temeli olmadan gelişen ‘biçimi’ne ve İslami popülizme” dayan-
masından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda, sivil toplum “merkez-çevre anlayışı” temelinde
gelişen toplum yönetim tarzı içinde, “bir boşluğu, bir eksikliği” simgelemektedir. Bu bağ-
lamda ayrıntılı bilgi için bkz. Ş. Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, ss. 9–19.
12 Ş.Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, s. 64.
13
Ş.Mardin, Türkiye’de Toplum ve Siyaset, s. 75.
14
Bu süreçlerin kapsamlı bir irdelemesi için bkz. E. Özbudun, Contemporary Turkish Politics,
Lynee Reinner, Boulder, 2000.
15 Bu konuda önemli bir kaynak, D. Held, The Globalization Debate, Polity, London, 2005.
16
Pozisyonlar-arası savaşı kavramının geniş bir çözümlemesini, Globalleşme, Devlet, Kimlik/Fark:
Uluslararası İlişkiler Kuramını Yeniden-Düşünmek, Alfa, İstanbul, Ekim 2000, kitabımda yaptım.
17
Bu sürecin ayrıntılı bir anlatımı ve çözümlemesi için, bkz. E.F. Keyman ve Z. Öniş, Turkish
Politics in a Changing World: Global Dynamics, Domestic Transformations, Bölüm: II.
18
Kürt sorunu ile İslami kimliğin yükselişi arasındaki farkları değerlendirdiğim çalışmam, E. F.
Keyman, “Türkiye’de Kürt sorunu ve Demokratik Çözüm Olasılığı”, Birikim, sayı: 209, 2006.
19 S. Benhabib, The Rights of Others, Cambridge University Press, Cambridge, 2004.
21
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
20 Bu süreçlerin ayrıntılı bir açılımı için, E.F. Keyman (der) Remaking Turkey, Lexington, Oxford,
Ekim, 2007. Avrupalılaşma sürecinin kimlik-vatandaşlık ilişkisine etkisinin ayrıntılı bir ince-
lemesi için bkz. A. Kaya ve T. Tarhanlı (der) Türkiye’de Çoğunluk ve Azınlık Politikaları: AB Sü-
recinde Yurttaşlık Tartışmaları, TESEV Yayınları, İstanbul, 2005.
21 A. Mango, Atatürk, John Murray, London, 1999.
22
E. Özbudun, Contemporary Turkish Politics, Bölüm. 4.
22
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
3. BÖLÜM
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E TÜRKİYE’DE
İKTİDAR-MUHALEFET İLİŞKİLERİ
Adem ÇAYLAK∗
GİRİŞ
Tarihsel süreç içinde Türkiye’de iktidar-muhalefet ilişkileri, hem toplumsal
hem de siyasal boyutlarıyla “çarpık” ve o derece de “cepheci” bir hal almıştır.
Kültürel/toplumsal ve siyasal kutuplaşmaların zemin oluşturduğu iktidar-
muhalefet ilişkilerinin almış olduğu içerik ve biçimi anlamanın yolu tarihsel ve
toplumsal koşulları ile Türkiye’de iktidar-muhalefet ilişkilerinin kurumsal-
laş(ama)masını anlamaktan geçmektedir. İktidar ya da muhalefet almaşıklarının
Türkiye’nin siyasal ve toplumsal hayatında edinmiş olduğu yeri, Türkiye’de
demokrasisinin pekiş(eme)mesi1 sürecinde incelemeyi amaç edinen bu çalışma-
nın siyasal ve toplumsal tarihe ilişkin bir tür temellendirilmesinin yapılması,
konunun daha derinlikli boyutuyla anlaşılabilmesini sağlayacaktır. Bu amaçla,
Türkiye’de siyasal iktidar-muhalefet ilişkisi ve demokratikleşme süreci genel
hatları ile çözümlenmeye çalışılacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’ni hazırlayan ge-
lişmeleri ve bugünkü siyasal ve toplumsal yapıyı gereği gibi kavrayabilmek için
öncelikle Osmanlı toplumsal ve siyasal yapısının çok kısa da olsa gözden geçi-
rilmesi yararlı olabilecektir. Cumhuriyetle birlikte zihniyet ve kurumsal olarak
çok köklü bir değişim sürecine girilmişse de, özellikle devlet-toplum ilişkisi ve
toplumun davranış kalıbı hızlı bir şekilde bu sürece eşlik edememiş ve her top-
lumda olduğu gibi Türkiye de kendi öz aşamasından etkilenmiştir.
Aslında bu, iktidar ve muhalefeti de kapsayacak şekilde Türkiye’nin tarihi
ve sosyal damarlarından gelen yerleşik siyasal kültürüyle ilintilidir. Siyasal kül-
tür, bir ülke üzerinde yaşayan bireylerin ve grupların, toplumsala ve siyasala
ilişkin duruş, tavır ve davranışlarını şekillendiren tutumlar, değerler, ritüeller,
semboller ve inançlar bütünü ve kamu kurumlarına yön veren siyasal gelenekler
olarak ele alındığında,2 farklı kesimleriyle Türkiye’nin toplumsal/siyasal kültü-
rünün bir bütün olarak toplulukçu/kamusal bir ruha sahip olduğunu söylemek
gereklidir. Devlet mitosu ve bürokratik yönetim geleneğinin3 yön verdiği bu
∗
Doç. Dr. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü.
23
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
siyasal kültürde, tüm toplum kesimleri hem kendi içlerinde hem de “öteki” ile
kurduğu ilişkide “topluluğun genel uyumunu gözeten organik bir bütüne” (ör-
neğin ümmet, millet, devlet ya da halk gibi) dayanmış ve kendisini genel bütün-
den “ayrıştıran” farklılıklara pek tahammül göstermemiştir. Başka bir deyişle,
Türkiye’nin siyasal kültürü, siyasi ortodoksiden en küçük sapmaya karşı büyük
bir tahammülsüzlük göstermiş, bu tür hareketler “fitne” ya da “bölücülük” suç-
lamasıyla toplum ve siyaset dışına itilmiştir. Bunun nedeni, toplum ve devlet
katında “tek bir hakikat” bulunduğu fikrinin yaygınlık kazanmasıdır.4 Toplu-
lukçu bir ruha sahip olan Türkiye’nin siyasal kültüründe, topluluğun ruhu bö-
lünemez bir nitelik göstermiştir. Türkiye’de farklı dünya görüşlerine sahip top-
lum kesimlerinin dile getirdiği “ümmet”, “millet”, “halk”, “emekçiler”, “inanan-
lar”, “milli irade”, “devlet” ya da kuvay-i milliye ruhu” gibi bölünemez toplum-
sallıklar çerçevesinde işleyen bir toplumsal/siyasi kültürün varlığı5, hem devlet
hem seçkinler hem de toplum/mahalle çapında Türkiye’de olması gerekene iliş-
kin düşünce üreten ve eyleyenlere karşı yaygın bir denetim ağı kurmuştur. Tür-
kiye’de muhalefete ve muhalif hareketlere bu şekilde yaklaşılmasının nedeni, ilk
Türk-İslam imparatorluklarından Osmanlı’ya ve oradan da Türkiye Cumhuriye-
ti’ne intikal eden siyasal kültürde, devlete topluluğun genel uyumunu sağla-
makla görevli bir araç olarak bakılmasından ve devletin vesayetçi bir biçimde
toplumu gütmek istemesinden kaynaklanmıştır. Bu açıdan yeni Türk devletiyle
Osmanlı geçmişi arasında pek fark yoktur. Kemalist devrimlerin esin verdiği
yeni Türk devleti, toplumu İslami/geleneksel Osmanlı geçmişinden uzaklaştıra-
rak felsefi olarak Aydınlanma yüzyılı, Fransız devrimi ve pozitivist-
solidarist/korporatist anlayışın biçimlendirdiği ulusçuluk ve laiklikle topluma
yeni bir kültürel temel inşa etme istemesine rağmen, siyasal değişimde -
meşruiyet içeriği değişse de- devlete ve seçkinci anlayışa öncelik tanıdığından
yapısal, davranışsal ve özellikle de zihniyet olarak tevarüs ettiği Osmanlı’nın bir
devamı niteliğindedir.6 Böylesi bir kavramlaştırmada devletin “İslami” ya da
“seküler/laik” karakteri önemli değildir. Bu açıdan Cumhuriyet dönemi siyasal
kültürü de aynı geleneğin ve zihni yapının başka bir formatta devamından baş-
ka bir şey olmayan devlet kavramlaştırmasından nasibini almıştır ve almaya
devam etmektedir.7 1946 yılında çok partili siyasal hayata girilmesine ve 1980
sonrası yaşanan kimlik eksenli farklılaşma ve çoğulculaşmaya rağmen, Türki-
ye’de demokrasinin pekişmesini hızlandıracak olgun bir demokratik kültürün
yerleşikleşmemesi, demokrasi ve siyasal özgürlükler bağlamında Türkiye’de
siyasal iktidar-muhalefet ilişkisinin tarihsel arka planının verilmesini gerektir-
mektedir. Burada öncelikle, siyasal muhalefet açısından, demokrasinin ne anla-
ma geldiği ele alınacak, ardından siyasal muhalefet ve Osmanlı’dan Cumhuri-
yet’e siyasal iktidar-muhalefet ilişkisi, başka bir deyişle “yöneten-yönetilen”8 iliş-
kisinin kimi ana hatları tahlil edilmeye çalışılacaktır.
Bilindiği gibi, demokrasi, her şeyden önce kendisinden başkasının varlığını
tanıma kültürüdür. Başka bir deyişle, aynı bütünün içinde birbirinden farklı,
hatta birbirine karşıt olan, kısacası aynı zamanda hem birbirlerine benzeyen hem
de birbirinden ayrılan birey ve öbekleri bir arada yaşatmak iradesidir.9 Bu anla-
mıyla siyasal muhalefetsiz bir demokrasinin düşünülemeyeceği bir gerçektir.
Demokrasinin çok sağlam toplumsal temellere dayanabilmesi için toplumsal
24
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
isteklerle siyasal sunular, başka bir deyişle toplum ile siyasal partiler arasında bir
uyuma ulaşmak gerekir. İşte bu nedenle en güçlü bir demokrasi siyasal özgürlü-
ğü tanımış, genel kapsamlı bir toplumsal karşıtlığa dayanan demokrasidir.10
Demokratik rejimlerin, partilerin toplumsal kesimleri hakkıyla temsil etmeleri
için gerekli hukuksal ve siyasal zemini kurmaları, buna karşılık siyasal partilerin
de vücut buldukları bu zemini tahrip etmeden hareket etmeleri, demokratik
kültürün oluşumunda asgari bir gereklilik halini almıştır.11
Öte yandan Türkiye’de siyasal partilerin doğuşundaki farklılık, Türkiye’nin
siyasal ve toplumsal yapısının dayandığı temeli açıklayacak olması açısından da
dikkate değerdir. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de siyasal partilerin, Ba-
tı’da olduğu gibi işlevsel eksen etrafında toplanan çatışmalardan doğmadığı,
aksine yerel (teritorial) eksen etrafında toplanan çatışmalardan doğduğu belir-
tilmelidir.12 Bununla anlatılmak istenen, gerek Osmanlı, gerek Cumhuriyet dö-
neminde siyasal iktidarın icrası ile ilgili mücadeleler, yönetici elitin temsil ettiği
“merkez” ile yönetilenlerin oluşturduğu “çevre” arasında vuku bulmuş, partiler
de bu çatışmaların bir ürünü olarak vücut bulmuşlardır.13 Bu durum, Türkiye’de
siyasal partilerin tabakalaşması14 ile ilgilidir. Ancak bu tabakalaşma, başlangıçta
belirli bir rol oynayan her toplumsal kesimin bir sınıf teşkil etmesi ve partilerin
de, yalnızca bu sınıflara tekabül etmesi anlamında değildir. Osmanlı İmparator-
luğu ve Cumhuriyet Türkiyesi’nde siyasal partiler, sosyo-ekonomik bir tabaka-
laşma sonucu meydana gelen bir mücadelenin kadrosu olarak görülemez. Tür-
kiye’nin imparatorluk ve cumhuriyet dönemi partileri, bir siyasi tabakalaşmanın
ifadesi olmuşlardır. Başka bir deyişle, Türkiye’de siyasal partiler, toplumda var
olan siyasi tabakalaşmadan doğmuş ve onun mücadele alanı olmuştur. Siyasi
tabakalaşma ise, toplumu katı bir şekilde “yöneten” ve “yönetilen”15 olarak ikiye
ayırmıştır. Başka bir deyişle, Türk siyasal yaşamının Osmanlılardan beri iki ge-
nel cephe arasındaki etkileşimlerle belirlendiği bir durum ortaya çıkmıştır. Kon-
gar’ın ifadelendirdiği gibi, bunlardan birincisine, “devletçi-seçkinci” cephe, ikinci-
sine de “gelenekçi-liberal” cephe denmiştir.16 İşte Türkiye’de Osmanlı’dan Cum-
huriyet’e görülen siyasi teşekküller, her şeyden önce idare edenlere karşı bir
direnmenin, idarenin iktidarını sınırlandırmanın, bu iktidara ortak olmanın ve
bu iktidarı cumhura geçirmenin ifadesidir.17 Türkiye’de siyasal iktidar-siyasal
muhalefet ilişkisinin kurumlaşma biçimi de, Osmanlı’nın son dönemlerinden
Cumhuriyet’in çok partili siyasal hayatına kadar geçen sürede Türk demokrasi-
sinin yönünü tayin ettiği söylenebilir.
Demokratik bir rejimde muhalefet belki iktidardan daha önemli bir siyasal
mekanizma iken Türk siyasal kültüründe muhalefetin iktidar karşısında kurum-
sallaşma biçimi sorunludur. Türk siyasal kültüründe siyasal muhalefet, toplum-
sal yapının her bir yönünü (ekonomik, sosyal ve kültürel boyutlarıyla) temelli
bir tartışma konusu yapmaktan ve iktidarı aşıp ona yol gösterici olmaktan azade
kalmıştır. Muhalefet, sadece devleti kontrol eden ya da siyasal iktidarı elinde
bulunduran kişi, grup veya hanedana karşı direnmek ve onun meşruluğunu
kabul etmemek18 çerçevesinde cereyan ettiği sürece, Türkiye’de siyasal ve top-
lumsal yapının demokrasi yönünde evrilmesi sorunlu olacaktır. Osmanlı İmpa-
ratorluğu’nun son dönemleri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en azından 1960’lı
25
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
yıllarına kadar -bazı yönleri ile günümüze kadar- siyasal muhalefetin söylemi bu
çerçevenin dışına çok az çıkmıştır.
I. KLASİK OSMANLI DÖNEMİNDE İKTİDAR-MUHALEFET
Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde19 monarşinin temsilcisi mer-
keziyetçi bir devlet vardı. Bu haliyle Osmanlı toplumu bir “statü toplumu”20 gö-
rüntüsü içindeydi. Bir tarafta ayrıcalıklı tabaka olarak askeri tabaka (yönetenler),
öbür tarafta reaya tabaka (yönetilenler) vardı. Bu tabakalardan ilki, saltanat bera-
tı ile padişahın kendilerine dini ya da idari etki tanıdığı kimseleri, yani saray
memurlarını, mülki memurları ve ulemayı içine alan “askeri tabakayı”, ikincisi
ise, vergi ödeyen, fakat idareye katılmayan bütün Müslim ve gayr-i Müslim
zümrelerden oluşan “reaya tabakası”nı oluşturmaktaydı.21 Böylesi bir tabaka-
laşma her ne kadar ideal bir tipi yansıtıyor ve sistemde kural dışı unsurlar yer
alıyorsa da,22 nihayetinde Osmanlı Devleti, Weber’in geleneksel otorite tipleş-
tirmesinden birisi olan patrimonyal yönetim geleneğinin23 tipik bir örneği ola-
rak, meşruiyetini gelenek ve dinden alan hükümdarın tüm ülke ve ülke üzerinde
yaşayanlar üzerinde mülk sahibi olduğu yasallık zemininde işleyen bir siyasal
mekanizmaya sahipti. Bu demek değildir ki, Osmanlı’da kul statüsünde hayatını
sürdürmekte olan sade “vatandaş” hukuktan yoksundu. Aksine Kanunnameler
hukuki bir çerçevede “kul”un statüsünü belirttiği ve bundan da önemlisi, şeriat
gereğince sultanın şahsen refahlarından sorumlu olduğu “sade vatandaş”ın gün-
lük hayatı emniyet içinde korunduğu bir çerçeve24, patrimonyal yönetimin sınır-
larını belirlemekteydi. Ne var ki, geleneksel otorite ideal-tipine eş düşen patri-
monyal bürokrasi yaklaşımı çerçevesinde birçok yazar,25 Osmanlı toplumunu
çözümlemiştir.
A. PATRİMONYAL SİYASAL YAPI
Otoritenin geleneksel niteliği (devlet-sultan özdeşliği), merkez-kenar karşıt-
lığı ve merkezde, sultanın, ülkenin sahibi olarak ortaya çıkması gibi etkenler,
Osmanlı-Türk siyasal-yönetsel kurumlaşmasında patrimonyalizmin derin izleri-
nin olduğunu göstermektedir.26 Bu özelliklerinin yanında, Osmanlı rejiminin en
önemli yanının, dinsellikten çok geleneksellik olduğu ve bu gelenekselliğin Tan-
rı tarafından olduğu gibi konulan, nizam-ı alem ve kanun-u kadim27 (daha ön-
ceden konulmuş, kimin koyduğunu asla göstermeye gerek duyulmayan, devle-
tin/düzenin meşruluğunun temeli olan bir ilke olarak, rejimi siyasal bakımdan
ayakta tutmaya yarar) gibi ilkelerle ifade edildiği, padişahın Tanrı tarafından
yeryüzünde düzeni temin için görevlendirildiği, padişahlık makamının bir mülk
gibi tevarüs edildiği ve buna karşı çıkmanın asla mümkün olmadığı28 türden
anlayışların egemen olması da, patrimonyal siyasal yapının varlığına işaret et-
mektedir. Saltanatın, son çözümlemede bir büyük aile olarak görülmesi, yönetici
zümrelerin, aile reisinin (padişahın) kulları ve büyük evin (saltanatın) işlerini
gören hizmetkarları olarak düşünülmesi de, sözü edilen siyasal yapıya patri-
monyalizm denmesine neden olmuştur.29 Yine, tüm siyasal otoritenin padişahın
kişiliğinde toplanması, şeriattan bağımsız karar verme mekanizması olan örf-î
hukukun son derece gelişmiş bulunması,30 devlet ile uyruklar arasında yer ala-
cak her türden siyasal-iktisadi güce izin verilmemesi,31 toplumun her bir parça-
sının padişah tarafından kendi sınıfı içinde dengede tutulması, sıkı bir sınıflar
26
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
27
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
28
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
29
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
30
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
31
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
gerçekleştirecek olan da, nizam sağlayacak olan padişahtır. Padişah, içtimai dü-
zen ve nizamı tesis edebilmek için, şeriat dışında kanunlar ve nizamlar
vaz’edebilme yetkisine sahip olmalıdır.72
Öte yandan Osmanlı hükümdarının mutlak gücü ve korumakla yükümlü
olduğu değerler adalete dayanan bir içtimai düzen ve emniyettir. Osmanlı yöne-
tim felsefesinin temelinde olan ve hükümdarın mutlak gücünü meşrulaştıran
Eski Doğu’ya özgü bir özdeyiş, Kutadgu Bilig’den Tanzimat Fermanı’na kadar
tekrarlana gelmiştir. Kısaca “Daire-i Adalet” diye bilinen meşhur özdeyişte “ada-
let olmazsa reâyâ, reâyâ olmazsa para, para olmazsa asker, asker olmazsa devlet,
devlet olmazsa adalet olmaz”73 anlayışı devleti adaleti temin eden bir kurum
olarak güçlü kılmıştır. Aynı şekilde yönetilenler gözünde devleti ön planda tu-
tan bir başka faktör, Osmanlı’da “din ü devlet” anlayışıdır. Osmanlılar din ve
devleti “tev’em” (ikiz) saymış olmalarına rağmen, devlet, Osmanlılar arasında
hiç bir İslami devlette kazanmadığı bir öneme sahip olmuştur. Burada din başta
gelmesine rağmen, asıl korunmaya çalışılan devlettir. Bunun da Müslümanlığa
sığan bir savunması vardır. Güçlü bir devletin koruyucu gücünden yararlana-
mayan dinin, sürekliliği de sağlanamaz.74
5. KUL SİSTEMİ
Osmanlı toplumunda tabakalaşma düzenini etkilemiş ve merkezin çevreye
karşı tutumunu belirlemiş beşinci özellik, Osmanlıların yürütme görevinde
“kul”lardan yararlanmasıdır. Bu “kul”lar, ömür boyu devlet hizmetinde görev-
lendirilmek üzere Müslüman olmayan ailelerin çocuklarından devşirilirdi. Bun-
lar, saray erkânını, bürokrasiyi, devamlı orduyu ve tımarlı sipahileri oluşturur-
du. “Kul”lar, hanedana kayıtsız-koşulsuz bağlı ve hanedanı aşarak devletin sü-
rekliliğini sağlayan bir yönetici/yürütme mekanizması olarak, Osmanlı’dan ön-
ceki Türk devletlerini, siyasal gücün babadan oğula geçmesi özelliği nedeniyle
yıpratan bir sorunu aşmada, Osmanlılara ayrıcalık sağlamıştır.75 Osmanlı top-
lumunda yönetenler sınıfının ikinci kolu olarak bilinen ulema ve ulemanın de-
ğerleri ile örtüşen Müslüman kesim, devletin icrai işlerinde görevli bu devşirme-
kul bürokratlara karşı hoşnutsuzluk içerisinde olmuştur. Özellikle ulemanın
yetiştirildiği medreselerle, devşirilen kulların yetiştirildiği Enderun Mektebi
karşılaştırılırken, birincisinin Türkü alıp Türk olmayan haline getirdiği, ikincisi-
nin ise Türk olmayanı alıp Türk yaptığı şeklinde eleştirilmiştir. Devletin dini
İslam olan bir ülkede Müslüman olanların askerlik ve yönetim işlerine karıştı-
rılmaması, Müslüman çevrenin, özellikle ulemanın tepkisine neden olmuş ve
ileriki dönemlerde devamlı acı ve öfkeyle hatırlanıp durmuştur.76
6. DEVLETİN İKTİSAT SİYASETİ
Osmanlı İmparatorluğu’nda seçkin resmi görevliler ile çevre arasındaki ayı-
rımın ve toplum yapısının iki katmanlı (genel hatlarıyla) “yöneten yönetilen”
biçimini almasına etken olan altıncı husus, Osmanlı Devleti’nin uyguladığı ikti-
sadi siyasette de görülebilir. Osmanlı Devleti, kısaca belirtmek gerekirse “mali”
bir devletti. Bununla anlatılmak istenen, başlıca iktisadi siyasetin, kırsal ekono-
miden vergi alımını azamileştirme çabasından oluştuğudur.77 Bunu temin eden
de, toprağın tasarruf biçimine ilişkin düzendi. Ekilebilir bütün arazi padişaha ait
32
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
olup, reâyâ ancak intifa hakkına sahipti. Toprak, sipahilere dağıtılıyor, onlar da
dirliklerindeki köylülerden vergileri toplayıp savaş zamanında asker sağlıyordu.
Böylece devlet, iktisadi hayat üzerinde kontrol sağlamış oluyordu. Burada göze
çarpan bir husus vardır ki, devlet ile toplum arasında özerk aracı bir gövdenin
oluşumuna ve meşruluk kazanmasına olanak tanımamaktaydı. Bu ise hüküm-
darın tebaasının refahlarından şahsen sorumlu olduğu yolundaki ana ilke idi.
Şehirliler konusunda bu sorumluluk, bütün İslam dünyasında daha önce sözü
edilen hisbe ödevi diye bilinmekteydi.78 Vakıf kurumu dışında tüzel kişilik kav-
ramının başka kurum ve kuruluşlara tanınmaması da bu durumu destekler nite-
likteydi. Bu ilkeye istinaden devlet, memurları aracılığı ile loncaları tüccarların
tekelci davranışlarına karşı koruduğu gibi, daha da önemlisi, şehirlerde tüzel
kişilik ve bağımsız hükümet tanımayarak tüccar kapitalist oligarşilerinin kurul-
masının önüne geçiyordu.79
Öte yandan Osmanlı toplumunda, Batılı kapitalist toplumlarda olduğunun
aksine statü, gelirin ilk belirleyicisiydi.80 Başka bir deyişle, ülkenin en önde gelen
yurttaşları tüccarlar değil, siyasal iktidarı elinde tutanlardı. Bu durum, Osmanlı
İmparatorluğu’nda siyasanın öncelikli oluşuna işaret etmektedir81. Etkileri
günümüze uzanan bu sistemin belirleyici vasfı, devletin iktisadi hayat üzerinde
kurmuş olduğu kontrolden ziyade, iktidarla ilgilenmenin piyasa işlemlerinden
daha merkezi bir role sahip olduğudur. Mardin, “iktidar ticareti”nin Osmanlı
sisteminin ayırt edici bir özelliği olduğunun altını çizerek82 toplum yararına dev-
letin sınırlandırılmadığını belirtmiştir. Diğer taraftan klasik Osmanlı toplumun-
da zenginlik, ancak devletin tanıması halinde meşruluk kazanmıştır. Her ne
kadar prebendal (arpalık) ödüller, zenginliğin ana kaynağını oluşturuyor ve
iktidarı ellerinde tutan askeri-sivil bürokrat kesime büyük gelirler sağlanıyorsa
da, bunların kul statüsünde olmaları, servetin büyümesinin önüne geçerek sis-
temin devamlılığına katkıda bulunmuştur. Görüldüğü gibi, böylesi bir iktisadi
siyaset, beraberinde merkez ile çevrenin karşı karşıya gelmesinin tek boyutta
cereyan etmesine yol açmakla kalmayıp, toplumsal kopukluğun nesnel boyutla-
rını da ortaya koymaktadır.
7. İKİ AYRI KÜLTÜR AYRIŞMASI
Osmanlı’da merkezin siyasal ve ekonomik konulardaki denetim iddiası,
merkez ile çevrenin iki ayrı kültür ortamında yer almaları ile de kendisine destek
sağlamıştır. İki ayrı kültür ortamından kaynaklı ayrışma, merkez-çevre oluşu-
munu temin eden yedinci faktördür. Osmanlı devletinin kuruluşuyla beraber
yönetim ve askerlik mevkiinde bulunan seçkin tabaka, amaçları için (merkezi ve
etkili bir devlet kurma düşüncesi) aşiret yapısından kaynaklanan Türk kültürü
sembolik kaynaklarının, fonksiyonel olamayacağını düşünmüşler, daha evrensel
kültürel kaynaklar edinmenin yollarını aramışlardır. Böylece yönetim ve askerlik
işinden sorumlu seçkinler, kırsal kültürün dar kalıplarından çıkarak, daha ev-
rensel olan şehir kültürünün içine girmişlerdir. Şehir uygarlığının yapısından
kaynaklanan etmenlerle perçinlenen bu kültürel ayrılık, giderek daha da bariz
bir ayrışmayı beraberinde getirmiştir. Daha ilk zamanlardan beri Osmanlı’da
“Türk” sözü, aşiretten olmak anlamını taşıdığı için, kötüleyici bir anlamda kul-
lanılmıştır.83 Osmanlı’nın imparatorluk boyutunu kazanması ile de, devletin
33
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
örgütlenme tarzı bakımından hiç bir anlam ifade etmez olmuştur. Çünkü Os-
manlı Devleti, siyasal ve yönetsel örgütlenme bakımından egemenliği altına
aldıkları toplulukları, dil ve etnik esasa göre değil, din, mezhep ve cemaat ekse-
ninde örgütlemiş ve yönetmiştir. Adına “millet sistemi”84 ya da “özerk milletler
modeli” de denilen bu örgütlenme tarzı, merkezin çevreyi kontrol etmesinde her
dini grubun liderini kendisine sorumlu kılması yoluyla, etkin bir işleve sahip
olmuştur. Bu, aynı zamanda çevrenin kültürel ayrışıklığını da beraberinde ge-
tirmiştir. Dolayısıyla Osmanlı toplumunda, bir tarafta “şehirli seçkin” kültürü,
diğer tarafta “kırsal aşağı tabaka” kültürü apaçık bir gerçeklik halini almıştır.
Osmanlı toplumunda merkez-çevre ikiliği ile ilgili olarak bu kültürel tasnif, Os-
manlı kültürünün iki katmanlı olduğu, bir yanda “yüksek” ya da “saray” kültü-
rü, başka bir deyişle seçkinlerin ve “seçkin” kimliği kazanabilmek için, bu kültü-
re göz dikenlerin (eşraf, tüccar kesimi gibi) kültürü, diğer yanda ise “aşağı” ya
da “halk” kültüründen meydana geldiği doğrultusundadır. Saray kültürü hak-
kındaki hâkim fikir, onun hem dili, hem de konusu bakımından bir gruba has
(esoteric) olduğu, sadece seçkin azınlık tarafından anlaşılabildiği ve halkın gün-
delik hayatında olan bitenle alakasız bir niteliğe sahip olduğudur. Öte yandan
halk kültürü ise dil bakımından gündelik hayatta konuşulan Türkçenin har-
cıâlem kelimeleriyle inşa edilmiştir ve en önemlisi de halkın gündelik meşgalele-
riyle daha içli dışlı bir karaktere sahiptir.85 Kişilerarası ilişkiler üzerine kurulu bu
kültürel atmosferde, bir tarafta süslü dil ve değerleriyle “yönetenler”in diğer
tarafta taşraya mahsus kültürü, duygulu hali ve canlı bir dili ile “yönetilenler”in
oluşturduğu bir siyasal yapı bariz bir şekilde ortaya çıkmıştır.86
Osmanlı toplumunda da "yüksek" kültür ile "alçak" kültür arasında aracılık
yapması beklenilen mahalli eşraf ve tüccarın, seçkinler kültürünün çekiciliğine
meydan okuyacak siyasal ya da ekonomik güçleri olmamıştır. Dolayısıyla bun-
lar, kültürün köylü kaynaklarını küçümsemekle kalmamışlar, nüfuzlu ilişkiler
uğruna saray kültürüne ulaşmaya, onu taklit etmeye yönelmişlerdir. Ne eşraf ne
de esnaf, "aşağı" kültürü dönüştürebilecek yeni edebi biçimler (roman gibi) orta-
ya çıkaramamışlardır. Müzikte, köylü temalarını işleyen Osmanlı Beethoven'la-
rına ya da Schubert'lerine rastlanmamıştır.87
Görüldüğü gibi Osmanlı kültürel yapısı çok zayıf bağlarla birbirine bağlı ve
semboller alanında birbirinden ayrılmış iki gruptan oluşmuştur. Bağlantı ku-
rumlarından biri tekkelerdi. İkincisi de, üst tabaka çocuklarının kültürel hayata
halk edebiyatının yaygınlaşmış hikâyelerini okuyarak girmeleriydi. Ancak tüm
bunlara rağmen, kitleler halk kültürünü küçümseyen insanlar tarafından yöne-
tildiklerinin farkında olmuşlardır. Kitleler, yöneticilerin kendilerini küçümseme-
sine, onlarla alay ederek karşılık vermişlerdir. "Aşağı" kültür insanları, yöneten-
leri, sözü edilen iki kültür arasındaki farktan yararlanarak bilgiçlik taslayan, alt
sınıfları aldatmaya çalışan kimseler olarak lanse etmede gayet başarılı olmuşlar-
dır. Türk gölge oyununda bu şarlatanları Hacivat canlandırmıştır. Onun karşı-
sında ise, sokaktaki adamı temsil eden Karagöz vardır. Hacivat aslında, kendisi-
ni yönetici sınıftan biri olarak gösterebilmek için çapraşık ve anlaşılmaz bir dil
kullanan biri olarak sunulmuştur.88 Bütün bunlar, Osmanlı toplumunda merke-
zin siyasal ve ekonomik konulardaki üstünlük iddiasının kültür üstünlüğü iddi-
34
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
35
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
36
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
37
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
38
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
39
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
40
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
41
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
yeni bir sisteme doğru gitmiş ve bu amaca ulaşmak için milli bağımsızlık sava-
şımı vermiştir. Başka bir deyişle, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiye-
ti sadece yıkıcı olarak kalmamış, aynı zamanda yapıcı olmuştur. Ancak bu üçün-
cü geçici ittifak da, yine birbirinden farklı, geniş ve türdeş olmayan bir topluluk
olarak belirmiştir. Ortak amaç olan ulusal bağımsızlık kazanıldıktan sonra, yıkı-
lanın yerine konacak rejimin ne olduğu tartışılmaya başladığı anda, yine görüş
ayrılıkları belirmiş, gruplaşma ve hizipleşmeler ortaya çıkmıştır.146
Ulusal bağımsızlığı sağlayan Milli Mücadele hareketi, 23 Nisan 1920’de
Ankara’da ilk Meclis’i açmıştır. İşte bu tarihten itibaren, Milli Mücadelenin öncü
kadrolarını oluşturan asker-sivil yönetici bürokratlar arasında, zaferin kazanıl-
masından sonra yapılması gerekenler konusunda esaslı görüş ayrılıkları belir-
miştir. Çünkü Meclis’te bulunan üyeler, birbirlerinden çok farklı düşünce, inanç
ve görüşlere sahiptiler.147 Bu durum, bağımsızlık sonrası siyasi iktidar sorunu
olarak, askeri zaferden sonra merkezi otoriteyi sağlayacak olan siyasi iktidarın
kim/kimler tarafından ele geçirileceği konusunda, Milli Mücadeleyi birlikte
yapmış öncü kadrolar arasında ilerde bir ayrışmayı getirmesi doğaldı.148 Başlan-
gıçta Milli Mücadele hareketi, Anadolu’nun Avrupalı güçler tarafından bölün-
mesine karşı direnen güçlerin bir tür gayr-i resmi ittifakı olarak doğmuştur.
Kentli orta sınıf ve aydınlar (hukukçu, gazeteci ve öğretmenler gibi), ordu ve
devlet görevlileri ile Anadolu eşrafından (toprak ağaları ve tüccarlar gibi) oluşan
bu zımni ittifak, bağımsızlık sonrası yeni rejimin niteliği konusunda fazlaca bir
fikir birliği içinde olmamışlardır. Dolayısıyla ilerde bu ittifakın içinde belli geri-
limler yaşanmıştır.149 Bundan sonraki süreçte, siyasal iktidar mücadelesi yapan
sınıf ve zümreler, İstanbul kökenli büyük ticaret burjuvazisi, Anadolu küçük
burjuvazisi, büyük toprak sahipleri ve asker-sivil devrimci aydınlar olarak be-
lirmiştir.150
Böylece çok farklı görüş ve tabakaları tek bir neden altında bir araya getiren
sözü edilen gayr-i resmi ittifakın, ortak amaca ulaşıldıktan sonra ortaya çıkacak
başlıca muhalefet hareketlerine temel oluşturması son derece beklenebilir bir
sonuç olmuştur. Nitekim bu ittifakın ilk temsil edildiği yer olan TBMM açılır
açılmaz farklı görüşler ortaya atılmış, her biri kendine göre programlar yapan
çeşitli gruplaşmalar oluşmuştur.
Bu konuya değinen Mustafa Kemal Paşa da, I. Meclis’te zaman geçtikçe bir-
lik olarak çalışmanın güçsüzleştiğini anlatmıştır. Anayasa çalışmaları boyunca I.
Meclis’te birbirinden farklı Tesanüt Grubu (Dayanışma Grubu), İstiklal Grubu,
Müdafaa-i Hukuk Zümresi, Halk Grubu ve Islahat Grubu gibi bir takım grupla-
rın oluştuğunu belirten Mustafa Kemal, Misak-ı Milli ile saptanmış olan ilkeler-
de her bakımdan görüş ve amaç birliği olduğu halde, Anayasa ile konulan ilkeler
üzerinde tam bir birlik sağlanamadığını, sonunda işe el koyarak Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adıyla bir grup kurarak, yeni devletin dayan-
ması gereken esasları bu grup çatısı altında şekillendirdiğini dile getirmiştir.151
Mustafa Kemal’in Büyük Millet Meclisi’ne bir Anayasa projesiyle meclisin mahi-
yetini ve görevlerini açıklayan bir milli siyaset programını (Halkçılık Programı)
sunması Mecliste çatışmalara yol açmıştır. “Muhafazakârlar” olarak adlandırılan
grubun, ilerde saltanatın kaldırılmasıyla sonuçlanacak yeni bir siyasal yapının
42
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
43
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
gevşek bağlarla bir araya gelmiş bir muhalefet koalisyonu idi. Bütün olarak ba-
kıldığında, Mustafa Kemal Paşa grubundan daha tutucu oldukları doğruysa da,
üyelerinin hepsi dinsel gericilerden ibaret değildi. Temelde onları bir araya geti-
ren, Mustafa Kemal Paşa’nın gittikçe daha fazla kendini gösteren şahsi otokrasi-
ye kayacağı yönündeki endişeleri idi.163 Başka bir deyişle, bu grubun teşekkülü
ve çalışmasında da, geçmişte örnekleri görülen muhalefet hareketlerine temel
olan, baştaki yönetici kadroya şahsi karşı duruşlarının egemen olmasıdır.
Meclis’in bu döneminde gruplaşmaların varlığına ve hükümet karşısında
muhalifleri bir araya toplama girişimlerine rağmen, gerçek anlamda plan ve
programa dayalı örgütlenmiş bir muhalefetin varlığından söz edilemez. Dolayı-
sıyla muhalefet, genelde şahsi çatışmalar ve kırgınlıklar temelinde, Hilafet ve
Saltanatın korunması ve Meclis’le hükümetin görev ve yetkilerinin sınırları gibi
konularda odaklanmıştır. Muhalefetin dağınık, karmaşık ve belirsiz oluşunda,
İkinci Grubun bileşimi ve kökenleri açısından Birinci Gruptan pek farklı olmayı-
şı ve bunun bir sonucu olarak bir gruptan diğerine geçme olaylarıyla sık sık kar-
şılaşılmasının rolü olmuştur. Bu arada, I. Meclis döneminde görülen muhalefet,
Milli Mücadeleyi birlikte yapmış öncü kadrolar arası siyasi iktidar mücadelesi
(İttihatçıların muhalefeti de bu çerçevede ele alınmalıdır) olduğu kadar, muhale-
fetin İslamcı-Muhafazakâr niteliğinin ağır bastığını da belirtmek yerinde olsa
gerektir.
D. CUMHURİYET DÖNEMİNDE İKTİDAR-MUHALEFET
I. Meclis döneminde görülen Birinci Grup ve İkinci Grup biçiminde görülen
siyasal bölünme ve ayrışma, 1923’te yenilenen seçimde İkinci Grup üyelerinin
pek çoğunun mebus seçilmelerinin engellenmesi sonucu ortadan kalkmış gibi
görünse de, II. Meclis’in açılması ve 1924 Anayasası’nın kabulü ile birlikte mü-
cadele yeniden başlamıştır. Özellikle daha I. Meclis zamanında Saltanatın kaldı-
rılması (1 Kasım 1922) ve daha sonra Cumhuriyetin ilanı (29 Ekim 1923) ve en
önemlisi de Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924) ile birlikte ülkedeki siyasal
iktidar mücadelesi, bir tür rejim kavgasına dönüşmeye yüz tutmuştur. Cumhu-
riyetin ilanından sonra iki büyük gruplaşmanın memleketteki ve Meclis’teki
vaziyetleri daha açıkça belli olmaya başlamıştır. Meclis’in ikinci dönemi ile bir-
likte Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin sonu-
nu bildiren Dokuz Umde’lik164 bir beyanname ilan ederek, Cumhuriyet Halk
Fırkası’nı kurmuştur.165 Böylece siyasal kutuplaşmanın bir kanadı, siyasal bir
parti olarak açığa çıkmıştır. Siyasal gücü elinde tutan ve laik reformları bir biri
ardı sıra gerçekleştiren iktidara karşı artan yakınmalar, Cumhuriyet’in ilanı ve
halifeliğin kaldırılması sırasında iyice kendini göstermeye başlamış ve CHP
içinde ayrılıkların baş göstermesine ve nihayet ayrılanların yeni bir parti kurma-
larına yol açmıştır.166
İşte bu şartlar içinde Cumhuriyet döneminin ilk örgütlü muhalefet partisi
olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF) kurulmuştur.167 Yeni fırkanın ku-
rucuları Meclis içinde Mustafa Kemal’e karşı birleşen eski İttihatçılar ve Gazi’nin
yakın silah arkadaşlarıdır.168 Cumhuriyet Halk Fırkası içinde bir siyasi bunalıma
yol açarak, TCF’nin kurulmasını sağlayan en önemli etmenlerden birisi de Cum-
huriyetin ilanı olduğu kadar, bunun yapılış tarzıydı. Milli Mücadelenin öncü
44
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
kadroları içinde bulunan bazı kimseler (Rauf Bey, Refet Paşa, Ali Fuat Paşa ve
Kazım Paşa gibi), Cumhuriyet ilan edilirken kendilerine danışılmadığını, gerekli
hazırlıkların ve görüşmelerin yapılmadığını, durumdan haberdar edilip kendile-
ri Ankara’da yok iken böyle bir kararın verildiğini düşünerek, Mustafa Kemal
Paşa’ya bir tür kırgınlık içinde olmuşlardır.169 Kazım Karabekir Paşa’nın Milli
Mücadeleye ilk atılanlardan biri olduğu ve yaptıkları karşısında kendisine hak
ettiği değer ve mevkiin verilmemesinden ve memleketin ilerlemesi bakımından
arzu ettiği sonuçların alınmamasından şikâyetçi olduğunu belirten Tekin Erer,
meşru yollardan giderek Paşa’nın hükümeti elde etmek için siyasal mücadeleye
atılıp TCF’nin kurulumunu sağladığını belirtmektedir.170
Yeni partinin kurucuları Mustafa Kemal Paşa ile temas ederek hareketleri-
nin kendisine karşı olmadığını beyan etseler ve Mecliste hücumlarını Başvekil
İsmet Paşa Hükümeti’ne yöneltseler de, asıl muhalefetin Mustafa Kemal Paşa’ya
olduğu belirtilmiştir.171 TCF’nin dayandığı esas, muhalefet kontrolü olmaksızın
bütün kuvvetlerin Millet Meclisi’nde toplanmasının otoriter bir idare doğuracağı
düşüncesiydi. Parti kuruluş beyannamesinde172, ne bir kişinin ne de birkaç kişi-
nin tahakkümüne yol açacak “Oligarşik meramlara” karşı koyarak ferdi hürriyet-
leri korumak amacı zikredilirken, hiç şüphesiz Mustafa Kemal Paşa ve grubu
kastedilmiştir. Zürcher, TCF’nin dayandığı esasların, teorik anlamda partinin
beyannamesinde ve programında belirtildiği gibi, iktidarın köktenci ve otoriter
eğilimlerine direnişin damgasını taşıyan siyasal liberalizmin ve demokrasinin
klasik bir ifadesi olarak yorumlanacağını ve TCF’nin kurulmasının nedenlerini
anlatan beyannamenin, on dokuzuncu yüzyıl liberal siyaset kuramının ortodoks
bir metniymişçesine okunabileceğini belirtse de173, demokrasi ve hürriyet özlem-
lerinin sosyal bir tabana dayanmayışı, Mustafa Kemal Paşa çevresindeki iktidar
rekabetinin bir ürünü olmaları ve iktidarı elinde bulunduran gruba direnmek ve
meşruluğunu kabul etmemek yönündeki eğilimleri nedeniyle, TCF’nin de, ken-
dinden önceki çarpık muhalefet geleneğinin bir devamı görünümünde olduğu
zikredilmelidir.
Ayrıca TCF muhalefetinin kurumlaşmasının kişisel çekişmelerden mi yoksa
belirli bir siyasal programa sahip ideolojik farklılaşmadan mı doğduğu yolunda
tartışmalar vardır. Suna Kili, TCF için, “Kuruluşunda bu parti ile CHP arasında bazı
konularda görüş ayrılığı yanında her iki partinin üyelerinin bazıları arasında da, kaynağı
Milli Mücadele dönemlerinden gelen bir ‘şahsiyet mücadelesi’ de vardı”174 demektedir.
Samet Ağaoğlu’nun görüşü ise, bu partinin, “geniş ölçüde Atatürk çevresindeki
iktidar rekabetinin sonucunda doğduğu”175 yolundadır. Ayrıca Mustafa Kemal, ol-
dukça erken bir tarihte The Times muhabirine 21 Kasım 1924’de verdiği beya-
natta, CHP ile TCF arasındaki siyasal farklılıkların, ihmal edilebilecek kadar
küçük olduğunu ve bölünmenin yalnızca kişisel düşmanlıklardan kaynaklandı-
ğını dile getirmiştir.176 Tunaya da, her iki partinin ilişkisini “Tipik bir tarzda ger-
gin, şahsiyatla memzuç bir mücadele halinde cereyan ettiğini”, ancak Halkçılarla Te-
rakkiperverlerin anlaşamadıkları noktaların, Meclis hükümet sistemi ile (kuvvet-
ler ayrılığı) parlamentarizm (mutedil bir kuvvetler ayrılığı) sistemleri arasındaki
farklarda mündemiç olduğunu anlatmıştır.177 Öte yandan TCF, Cumhuriyetin ilk
yılının karışık döneminde Mustafa Kemal Paşa’yı frenlemek isteyen “ılımlı yeni-
likçilerin” oluşturdukları siyasal bir hareket ve “Kemalist rejimin radikal otoriter
45
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
46
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Türk siyasal tarihinde yaşanan somut olayların da gösterdiği gibi, Cumhu-
riyet döneminde de karşılaşılan siyasal iktidar-muhalefet ilişkisi ve bunların
birbirlerine bakış açılarına hakim olan siyasal kültür açısından İkinci Meşrutiyet
ve öncesinde görülenden büyük farklılık görülmemiştir. Osmanlı İmparatorlu-
ğu’nda batılılaşma süreci ile birlikte, özellikle Meşrutiyet dönemlerinde daha
sonraki toplumsal ve siyasal süreçte de tekrarlanarak gelenekselleşen bazı tutum
ve anlayışların tohumları atılmıştır. Bu tohumların atılmasında başrolü, anayasa-
lı bir yönetime kavuşmaya yönelik bir muhalefet başlatan ve Batılı değerlerle
yetişmiş genç aydınlar oynamıştır. Bu aydınların, muhalefetlerinde belirli bir
sosyal tabana dayanmayışları, halkla iletişim kurmayışları ve en önemlisi de
baskıcı yönetimlere karşı yürüttükleri “hürriyet” mücadelesinde, hürriyetin an-
lamını “kolektivist”, biçimsel ve içeriği doldurulmamış bir tarzda ele almaları,
yukardan aşağıya doğru gerçekleştirilen toplumsal ve siyasal yaşamı dönüştür-
me çabalarının ve çarpık ve yapıcı olmayan iktidar-muhalefet ilişkisinin başlan-
gıcını oluşturmuştur.187 Böylece sosyo-ekonomik yapısı iç etkileşim yoluyla du-
rağanlıktan kopamayan toplum, bundan sonra hep yukardan yapılan hukuksal
ve siyasal düzenlemelerle değiştirilmeye çalışılmıştır. Hâlbuki Batıda toplumla-
rın kendi iç dinamikleri neticesinde ortaya çıkan değişmeler sonucu, yeni güçler
devletin karşısına birey ve grup özgürlüğünü/özerkliğini korumak amacıyla
dikilmişler ve siyasal iktidar-muhalefet ilişkisinin sağlıklı bir toplumsal zeminde
yükselmesinin yolunu açmışlardır. Batı’daki “kamuoyu” ve “milli çıkar” kavram-
larının arkasında, topluluğun iktisadi kesimlerinin oluşturdukları bir kişi ve
grup özerkliği fikri vardır. Bundan dolayı Batı’da “milli çıkar” dendiği zaman
“kişi” ve “grup” özerkliği akla gelir. Türkiye’de ise siyasal iktidar-muhalefet iliş-
kisinde temel tartışma konusu olan “milli çıkar”ın kişi ve grup özelliklerine bağlı
olmayan kolektif bir anlamı oluşmuştur.188 Bundan dolayı da Türkiye’de siyasal
iktidar ve muhalefetiyle, “hürriyet” fikri etrafındaki tartışmalar genellikle, bir
varlık mücadelesi halini almıştır.
Öte yandan, Küçükömer’in belirttiği gibi, bizdeki batı(lı)laşma, mevcut üre-
tim ilişkilerinden kopuk, iktisadi temeli olmayan, sadece Batı’nın geçirdiği aşa-
maların bir ürünü bir takım kurumların (askeri, eğitim, siyasi ve hukuki kurum-
lar), üst yapısal bir biçimde ülkemize aktarılması ameliyesi şeklinde tezahür
etmiştir.189 Durum böyle olunca, daha sonraki dönemlerde de, siyasal süreçte yer
alan güçler, muhalefet konusuna da belirli ve tutarlı bir politika ile değil de, yine
biçimsel açıdan yaklaşmışlar ve bazı somut hesapları göz önünde tutmuşlardır.
Başka bir deyişle, muhalefetin anlam ve işlevi hem iktidar, hem de muhalefet
partilerince yeterince kavranılamadığı gibi çarpık ve yozlaşmaya eğilimli bir
siyasal iktidar-muhalefet ilişkisi oluşmaya başlamıştır. Muhalefet, iktidarın poli-
tikasını ve uygulamalarını eleştirerek onun üzerinde etki yapmak ve kendi görüş
ve seçeneklerini de ortaya koymak gibi bir yaklaşımı esas almamış, ilk iş olarak
iktidarı ve başında bulunan kişiyi düşürmeyi planlamış ve bu yönde bazen
normal usullerin bile dışına çıkmıştır. İktidar ise, muhalefeti kendisinin bir alter-
natifi olarak değil de, kendisine zarar vermeyecek, sadece eleştirilerde bulunacak
ve iktidarını düşürmeye çalışmayacak bir güç olarak düşünmüştür. Ayrıca bu
47
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
48
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
SONNOT
1
Burada demokrasinin pekişmesinden ya da konsolidasyonundan, katılımcı demokrasiyi
harekete geçirecek hem kendi içinde hem de kendi dışında demokrasiyi hâkim kılan güçlü si-
vil toplum temeline sahip, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlandığı, rekabete
dayalı serbest ve adil seçimlerle zalim ve diktatör yöneticilerin iktidara geçmesini engelleyen,
demokratik meşruiyeti haiz evrensel hukuk normlarının geçerli olduğu bir hukuk devletinin
cari olduğu, insan hakları ve özgürlüklerin en geniş biçimde korunduğu ve gelişmeye açık
bulunduğu, her biri diğerine ve devlete karşı görece özerk önemli sayıda toplumsal grup ve
örgütlenmeyi ifade eden poliarşinin hâkim olduğu bir siyasal yönetim anlayışı kastedilmek-
tedir. Bkz. Robert A. Dahl, Demokrasi ve Eleştirileri, Çev. Levent Köker (Ankara: Yetkin,
1996), s. 278; Robert A. Dahl, Demokrasi Üstüne, Çev. Betül Kadıoğlu (Ankara: Phoenix,
2001), s. 63; Arend Lijphart, Çağdaş Demokrasiler, Çev. Ergun Ozbudun-Ersin Onulduran
(Ankara: Türk Demokrasi Vakfı ve Siyasi İlimler Derneği, Yayın Tarihi Belirtilmemiş), s. 2. Bu
anlamda Türkiye’de çok partili dizgeye geçiş, biçimsel anlamda bile demokrasiye geçiş değil-
dir. Türk demokrasisinin kurumlaşması ile genel olarak Türkiye’de II. Meşrutiyet’le girilen
siyasal süreçte, demokratik anlamda ne oranda bir gelişme kaydedilip kaydedilmediği kaste-
dilmektedir. Burada, Türkiye’de demokrasisinin genel gelişim çizgisi içinde iktidar-muhalefet
ilişkilerinin almış olduğu içeriksel boyut anlatılacaktır.
2
Mümtaz’er Türköne, Siyaset (Ankara: Lotus, 2007), s. 223; Ali Yaşar Sarıbay, Siyasal Sosyolo-
ji (İstanbul: Der, 1994), s 73.
3 Türkiye’de bürokratik yönetim geleneğinin kurumsallaşmasının ayrıntılı bir analizi için, bkz.
Metin Heper, Bürokratik Yönetim Geleneği (Ankara: ODTÜ İdari Bilimler Fak, 1973).
4 Şerif Mardin, “Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol”, Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi (İstan-
bul: İletişim, 1991) içinde, s. 180–183.
5
Süleyman Seyfi Öğün, Türk Politik Kültürü (İstanbul: Alfa, 2004), s. 36, 46, 57–61.
49
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
6 Ali Kazancıgil, “Türkiye’de Modern Devletin Oluşumu ve Kemalizm”, Derl. Ersin Kalaycıoğ-
lu-Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Politik Değişim ve Modernleşme (Bursa: Alfa Aktüel, 2007)
içinde, s. 172.
7
Adem Çaylak, “Türkiye’de Siyasal Muhalefet Kültürü”, Türkiye Günlüğü 89 (Yaz 2007), s.
143.
8
Teorik olarak siyasal iktidar-muhalefet ilişkisi, “yöneten-yönetilen” ilişkisinden farklı iki siyasal
kategori olmasına rağmen, Türkiye’nin siyasal tarihinde siyasal iktidar ile muhalefetin ilişkisi,
bir tür “yöneten-yöneten” ilişkisine benzer bir nitelik göstermiştir. Bunun nedeni Türkiye’de si-
yasetin cepheleşmesi ile ilgili olsa gerektir. Aşağıda da göreceğimiz gibi Türkiye’nin siyasal
tarihinde, bir siyasal tabakalaşma olgusu, beraberinde idare eden ile idare edilen arasında,
belki de demokrasinin kurumlaşmasının da önüne geçen bir nitelik göstermiştir. Bunun da,
yapıcı bir siyasal iktidar-muhalefet ilişkisinin önüne geçerek, iktidar ile muhalefet arasında
bir tür ölüm-kalım mücadelesinin oluşmasına yol açtığı düşünülmektedir. Bunun değişik
yöndeki uygulamalarına aşağıda değinilmiştir.
9
Alain Touraine, Demokrasi Nedir, Çev., Olcay Kunal (İstanbul:Yapı Kredi, 1997), s. 277.
10
Touraine, Demokrasi Nedir, s. 81.
11
Ali Yaşar Sarıbay, Türkiye’de Demokrasi ve Siyasal Partiler (İstanbul: Alfa, 2000), s. 1.
12
Siyasal partilerin doğuşu ile ilgili bkz., Ergun Özbudun, Siyasal Partiler (Ankara: AÜHFY,
1983). Burada işlevsel eksen, ekonomik ve ideolojik değer çatışmalarını anlatır. Yerel eksen
ise, devlet yönetiminde merkeziyetçi eğilimlere karşı tepki olarak doğan çeşitli etnik, dinsel,
dilsel ya da kültürel azınlıkların kendi çıkarlarını ve özelliklerini devlet içinde kabul ettirme
isteklerini ifade eder. Yerel eksene, “merkez-kenar ekseni” (center-periphery axis) de denmek-
tedir. Bkz., Özbudun, Siyasal Partiler, s. 37-38.
13 Sarıbay, Türkiye’de Demokrasi ve Politik Partiler, s. 34.
14 Tabaka, tabaka farkındalığı ve bunların değişik anlam ve kullanımları için bkz., Mardin,
“Tabakalaşmanın Tarihsel Belirleyicileri: Türkiye’de Toplumsal Sınıf ve Sınıf Bilinci”, Çev., N.
Yavuz, Türkiye’de Toplum ve Siyaset (İstanbul: İletişim, 1992) içinde, s. 78-79.
15
Türkiye’de kökleri Osmanlı’da saklı katı “yöneten-yönetilen” ilişkisinin kurumlaşma biçimi
için, bkz., Adem Çaylak, Osmanlı’da Yöneten ve Yönetilen: Bir Şerif Mardin Çözümlemesi
(Ankara: Vadi, 1998).
16
Emre Kongar, İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, C. 1-2 (İstanbul:
Remzi, 1993), s. 143.
17 Bahri Savcı, “Partilerimizde Tabakalaşmanın Gerçek Mahiyeti ve Sosyal Muhtevalı Politika
Meyli”, AÜSBFD, C. 13, S. 1 (1958), s. 42–43.
18 Nükhet Turgut, Siyasal Muhalefet (Ankara: Birey ve Toplum, 1984), s. 7.
19 Klasik dönem derken, Osmanlı Devleti’nin güç açısından zirvede olduğu dönem, İstanbul’un
fethini kapsayacak şekilde, özellikle Kanuni dönemini (1520-1566) içine alan bir zaman dilimi
kastedilmektedir. Sina Akşin, “Osmanlı-Türk Toplumundaki Sınıf Yapısı Üzerine Bir Dene-
me”, Toplum ve Bilim 1 (Yaz 1977), s. 31.
20 Max Weber, Sosyoloji Yazıları, Çev., Taha Parla (İstanbul: Hürriyet Vakfı, 3. Baskı, 1993),
182-183. Weber’in statü düzeni tasvirinin, Osmanlı durumuna çok uygun düştüğü, Osmanlı
toplumunda piyasanın yerini, büyük ölçüde devlet ayrıcalıkları (statü imtiyazları) sağlayacak
nüfuzlu ilişkiler uğrunda rekabetin aldığı dile getirilmiştir. Bkz., Şerif Mardin, Din ve İdeolo-
ji (İstanbul: İletişim, 6. Baskı, 1993), s. 113.
21 Halil İnalcık, “The Nature of Traditional Society: Turkey”, (Eds.) R. E. Ward and D. Rustow,
Political Modernization in Japan and Turkey (Princeton University, 1968) in, s. 44.
22 Osmanlı klasik tabakalaşma örüntüsünde Selçuklulardan kalma beylikler, İmparatorluğun
belirli bölgelerinde yer edinmiş feodal yapılar, her zaman bir aristokrasi oluşturma potansiye-
lini içinde barındıran yönetici kesimin kendi içindeki parçalanma, klasik örüntünün bozul-
maya yüz tuttuğu devrede ortaya çıkan yeniçeri-esnaf birlikteliği ve en önemlisi de taşrada
idareyi, kazayı ve eğitimi ellerinde tutan ulema taifesi gibi unsurlar tabakalaşmada kural dışı
50
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
unsurlar olarak süreç içinde Osmanlı bürokratik merkezi ile devamlı bir mücadele içinde ol-
muşlarsa da, hukuksal ve siyasal bir özerklik elde edememiştir. Bkz., Mardin, “Tabakalaşma-
nın Tarihsel Belirleyicileri Türkiye’de Toplumsal Sınıf ve Sınıf Bilinci”, s. 89-92.
23
Weber, Sosyoloji Yazıları, s. 81.
24 Şerif Mardin, "Türk Toplumunu İnceleme Aracı Olarak 'Sivil Toplum'", Türkiye'de Toplum
ve Siyaset Makaleler 1 (İstanbul: İletişim, 1992) içinde, s. 22-23.
25
Örnek olarak bkz., Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, Çev. Nalan Soyarık (Ankara:
Doğu Batı, 2006). Şerif Mardin, “Power, Civil Society and Culture in the Ottoman Empire”,
Comparative Studies in Society and History, 11/13 (Haziran 1969); İlkay Sunar, State and
Society in the Politics of Turkey’s Development (Ankara: Ankara Üniversity Faculty of Poli-
tical Science, 1974); Metin Heper, “Osmanlı Siyasi Hayatında Merkez-Kenar İlişkisi”, Toplum
ve Bilim 9-10 (Bahar-Yaz 1980). Şerif Mardin, Din ve İdeoloji. Metin Heper, Bürokratik Yö-
netim Geleneği (Ankara: ODTÜ İdari İlimler Fakültesi, 1973). Metin Heper, “Osmanlı-Türk
Siyasal ve Özellikle Yönetsel Hayatında Patrimonyalizm”, Toplumcu Düşün 7 (1979); Metin
Heper, “Osmanlı-Türk Bürokrasisinde ‘Modernleşme’ Saf Patrimonyalizmden Patrimonyal
Yasallığa Gelişim”, (yay. hazl.) Metin Heper-Ömer Bozkurt, Yönetim Sosyolojisi (Ankara:
TODAİE, 1977) içinde.
26 Heper, “Osmanlı-Türk Siyasal ve Özellikle…, s. 111-112.
27 “Kadim oldur ki, anın evvelin kimesne bilmeye” Süleyman Kanunnamesi, Milli Tetebbular
Mecmuası, C. I, s. 98’den aktaran, Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma (İstanbul: Doğu-
Batı Yay., 1978), s. 29.
28 Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s. 29.
29 Metin Heper, “Osmanlı’da Devlet Geleneği”, Türkiye Günlüğü, 13 (Kış 1990), s. 142.
30 Bu konu ile ilgili olarak bkz. Halil İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş”, AÜSBFD, C. XIII, N. 2
(Haziran 1958), s. 107-111.
31 Patrimonyalizmin bu boyuttan ele alındığı bir kaynak için, bkz. Heper, “Osmanlı Siyasal
Hayatında Merkez-Kenar İlişkisi”, ss. 3-35.
32
Osmanlı toplumunun siyasal yapısının bu doğrultuda anlatımı için, bkz. Halil İnalcık, “Os-
manlı Padişahı”, AÜSBFD, C. XIII (Aralık 1958), ss. 68–79.
33
“Hisbe kurumu”, kamu ahlakı, kadınların ve gayr-i müslimlerin tavırları, dini yükümlülükler
ve mesleki ahlak kuralları ile ilgili her meseleye müdahalede bulunarak iyiliği emretmek ve
kötülükten nehyetmekle görevli bir kurumdur. Osmanlı’da ihtisap ağası memuriyeti olarak
karşımıza çıkan bu İslami kurumun sorumlusuna muhtesip denirdi. Bkz. Şerif Mardin, “Os-
manlı Bakış Açısından Hürriyet”, Türk Modernleşmesi (İstanbul: İletişim Yay.,1991) içinde, s.
114. Buna ek olarak, Osmanlı Devleti, hisbe kurumu sayesinde iktisadi hayat üzerinde de
kontrol sağlıyordu. Buna yol açan ise, hükümdarın teb’asının refahlarından şahsen sorumlu
olduğu ve onları keyfi vergilendirmeden uzak tutmak noktasında bir kurtarıcı rolüne bürün-
düğüdür. Bkz., Mardin, Din ve İdeoloji, s. 108-109.
34 Bu konularla ilgili özlü ve ayrıntılı değerlendirmeler İnalcık, Mardin ve Heper gibi bilim
adamları tarafından ele alınmıştır. Örnek olarak, bkz. Mardin, Din ve İdeoloji, s. 108–109.
Ancak bunlardan mülhem bir çalışma, yukarıda saydıklarımızı dile getirmektedir. Bkz. Mus-
tafa Çalık, “Batılılaşma, Bürokratik Modernleşme Münasebeti Üzerine Bazı Düşünceler”,
Türkiye Günlüğü, S. 2 (Mayıs 1989). s. 8.
35
Yeni-patrimonyalizm hakkında bkz. S. N. Eisenstadt, “Traditional Patrimonialism and Mo-
dern Neo-patrimonialism”, Sage research Papers in the Social Sciencers, Studies in Compa-
rative Modernization Series, Vol. 1 (Beverly, Hills and Londra: 1973).
36 Şerif Mardin, “Türkiye: Bir Ekonomik Kodun Dönüşümü”, Çev. Levent Köker, Türk Modern-
leşmesi (İstanbul: İletişim, 1991), içinde, s. 199.
37
Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, s. 55–56.
38
Mardin, Din ve İdeoloji, s. 127–129.
51
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
39 Şerif Mardin, “Modern Türkiye’de Din ve Siyaset”, Türkiye’de Din ve Siyaset (İstanbul:
İletişim, 1993) içinde, s. 118.
40 Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, s. 89.
41 Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, s. 61–74.
42 Osmanlı’nın Tanzimat döneminde kurulan (1859) ve temel amacı devlete yönetici yetiştirmek
olan Mülkiye Mektebi’nin de siyasal egemenliği “akıl” ve “bilim” eksenli kurmanın bir aracı
olarak örgütlendirilmesi ve isminin de toprak egemenliği yanında siyasal egemenlik anlamına
gelen mülkiye olarak adlandırılması da manidardır.
43
Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, s. 114–116.
44 Mardin, “Türkiye: Bir Ekonomik Kodun Dönüşümü”, s. 79.
45
Şerif Mardin, “Türk Toplumunu İnceleme Aracı Olarak Sivil Toplum”, s. 22.
46 Şerif Mardin, “Türkiye’de Gençlik ve Şiddet”, Çev., Mustafa Erdoğan, Türk Modernleşmesi
(İstanbul: İletişim, 1991) içinde, s. 275.
47
Şerif Mardin, “Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri”, Türki-
ye’de Toplum ve Siyaset (İstanbul: İletişim Yay., 3. Baskı, 1992) içinde, s. 45.
48
Osmanlı’nın kuruluşuyla ilgili “gazi” geleneğine ağırlık tanıyan bir çalışma için, bkz. Paul
Wittek, The Rise of the Ottoman Empire (Londra, 1965).
49
Şerif Mardin, “Türk Devriminde İdeoloji ve Din”, çev. Gülşat Aygen Tosun, Türkiye’de Din
ve Siyaset Makaleler 3 (İstanbul: İletişim, 1993) içinde, s. 156.
50 Osmanlı’dan bağımsız olarak göçebelikten yerleşikliğe geçiş süreci ve devletleşmeye paralel
olarak asabiyenin dağılışına ilişkin için, bkz. İbn Haldun, Mukaddime, çev. Zakir Kadiri
Ugan (İstanbul: MEB Yay., 1989), C. 1, s. 352, 436, 460.
51 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 127.
52 Mardin, “Tabakalaşmanın Tarihsel Belirleyicileri..., s. 84.
53 Şerif Mardin, “Türkiye’de Dini Sembollerin Dönüşümü Üstüne Bir Not”, çev. Gülşat Aygen
Tosun, Türkiye”de Din ve Siyaset Makaleler 3 (İstanbul: İletişim, 1993) içinde, s. 200-201.
54 Robert A. Nisbet, “Kinship and Political Power in First Century Rome”, Werner J. Cahman ve
Alvin Boskoff (der.), Sociology and History (New York, 1964), in, s. 268’den aktaran, Mar-
din, Din ve İdeoloji, s. 128.
55 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 128-129.
56
Şerif Mardin, “Türkiye’de Irkçılık”, Türk Modernleşmesi, Makaleler 4 (İstanbul: İletişim
Yay., 1991) içinde, s. 351.
57 Şerif Mardin, “XIX. Yüzyılda Düşünce Akımları ve Osmanlı Devleti”, Türk Modernleşmesi
(İstanbul: İletişim, 1991) içinde, s. 82-83.
58
Alaeddin Şenel, Siyasal Düşünceler Tarihi, (Ankara: AÜ SBF, 1982), s. 187 ve ayrıca bkz.
Mehmet Ali Ağaoğulları, Eski Yunan’da Siyaset Felsefesi (Ankara: Verso Yay., 1989), s. 137-
155 ve 169-190. Platon’un “Devlet” adlı yapıtı için, bkz. Eflatun, Devlet, çev. S. Eyüboğlu ve
M. A. Cimcoz (İstanbul: Remzi Kit., 1975).
59 Farabi, El-Medinetü’l Fâzıla, çev. N. Danışman (İstanbul: MEB Yay., 1989), s. 87-90.
60
Levent Köker, Demokrasi Üzerine Yazılar (Ankara: İmge Kit., 1992), s. 170.
61 Mardin, “XIX. Yüzyılda Düşünce Akımları..., s. 83.
62 Nizamülmülk, Siyasetnâme, çev. Nurettin Bayburtlugil (İstanbul: Dergah Yay., İkinci Baskı,
1987), s. 28-90.
63
Metin Kunt, “Siyasal Tarih (1300–1600)”, (yay. haz.) Sina Akşin, Türkiye Tarihi 2 Osmanlı
Devleti 1300-1600 (İstanbul: Cem Yay., 1988) içinde, s. 130-131.
64 Mardin, “Modern Türkiye’de Din”, çev. Hasan Ünal, Türkiye’de Din ve Siyaset (İstanbul:
İletişim, 1993) içinde, s. 85.
65
Mardin, “Modern Türkiye’de Din”, s. 86-88;.
52
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
66 Şerif Mardin, “Türkiye’de Din ve Laiklik,” çev. Fahri Unan, Türkiye’de Din ve Siyaset (İs-
tanbul: İletişim, 1993) içinde, s. 41–42.
67 Şerif Mardin, “The Just and the Unjust”, Daedalus, Journal of The American Acedemy of
Arts and Sciences, Vol. 120, Number 3 (Summer 1991), s. 114–115.
68 Halil İnalcık, “Osmanlı Hukukuna Giriş”, s. 106-107.
69
Halil İnalcık, “Osmanlı İmparatorluğu’nda İslam”, çev. Mustafa Özel, Tarih Risaleleri (İstan-
bul: İz Yay., 1995), s. 20-21.
70
Nur Vergin, “Din ve Devlet İlişkileri: Düşüncenin ‘Bitmeyen Senfoni’si”, Türkiye Günlüğü 29
(Temmuz-Ağustos 1994), s. 8.
71 Şerif Mardin, “Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve Atatürk”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset
(İstanbul: İletişim, 1992) içinde, s. 207.
72 Halil İnalcık, “The Nature Of Traditional Society: Turkey”, (eds.) R. E. Ward and D. Rustow,
Political Modernization in Japon and Turkey (Princeton: Princeton University Press, 1968)
in, s. 42.
73
İnalcık, “The Nature of Traditional Society..., s. 42.
74
Mardin, “XIX. Yüzyılda Düşünce Akımları..., s. 83; Mardin, “Yenileşme Dinamiğinin Temelle-
ri..., s. 210.
75 Mardin, “Tabakalaşmanın Tarihsel Belirleyicileri..., s. 85-86.
76 Akşin, “Osmanlı-Türk Toplumundaki Sınıf Yapısı Üzerine Bir Deneme, s. 32.
77 Mardin, “Türkiye: Bir Ekonomik Kodun Dönüşümü”, s. 206.
78 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 108–112.
79 Mardin, Din ve İdeoloji, s. 109.
80 Mardin, “Türkiye: Bir Ekonomik Kodun Dönüşümü..., s. 197.
81 Mardin, “Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri”, s. 40–41.
82 Mardin, “Türkiye: Bir Ekonomik Kodun Dönüşümü..., s. 209.
83 Mardin, “XIX. Yüzyılda Düşünce Akımları..., s. 96; Mardin, Din ve İdeoloji, s. 126-127.
84
“Millet sistemi” ya da “özerk milletler modeli”nde millet, aynı dine inanan insan topluluğunu
ifade etmektedir. Bkz. Bilal Eryılmaz “Birlikte Yaşama Düzeni: Millet Sistemi” Bilgi ve Hik-
met 5 (Kış 1994), ss. 91–97. Findley, Osmanlı’nın millet sistemini hayata geçirmesinde ve İs-
lam hakimiyeti altında dini ayrılığı tanzim etmesinde, İslam’ın Hıristiyanlık ve Yahudilikle
aynı nebevi gelenek (İbrahimi gelenek) ten gelmesinin çok önemli bir rolü olduğunu anlatır.
Bkz. Carter V. Findley, Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Reform, çev. L. Boyacı-İ. Akyol (İs-
tanbul: İz Yay., 1994), s. 18. Ayrıca millet sistemi ve bunun Osmanlı toplumundaki uygulama-
sı için, bkz. Cevdet Küçük, “Osmanlılarda ‘Millet Sistemi’ ve Tanzimat”, TCTA, C. 4, ss. 1007–
24; İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet”, TCTA, C. 4, ss. 996–1001.
85 Mardin, “The Just and the Unjust”, s. 114.
86 Mardin, “Türkiye’de Muhalefet ve Kontrol”, s. 186.
87
Mardin, Din ve İdeoloji, s. 130–132.
88
Şerif Mardin, "Tanzimattan Sonra Aşırı Batılılaşma", Türk Modernleşmesi (İstanbul: İletişim,
1991) içinde, s. 58–59.
89 Mardin, "Türk Siyasasını Açıklayabilecek..., s. 43.
90
Ali Yaşar Sarıbay, Siyasal Sosyoloji (İstanbul: Der, 1994), s. 85.
91 Mardin, "Türkiye'de Muhalefet ve Kontrol", s. 185–186.
92 F. W. Frey, "Patterns of Elite Politics in Turkey", Political Elite In the Middle East, (ed.) G.
Lenczowski (Washington, 1975), s. 45'ten aktaran, Sarıbay, Siyasal Sosyoloji, s. 86.
93 Mardin, "Türkiye'de Muhalefet ve Kontrol", s. 180–188
94 Mardin, "Türk Siyasetinin Açıklayabilecek..., s. 45.
95
Mardin, Din ve İdeoloji, s. 76–77.
53
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
54
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
127 II. Meşrutiyet’in bu şekilde nitelendirilişi için, bkz., Tarık Zafer Tunaya, Amme Hukukumuz
Bakımından İkinci Meşrutiyet’in Fikir Cereyanları (İstanbul: Teksir Baskı, 1948), s. 189.
128 Sina Akşin, “Önsöz”, Yay. Yön. Sina Akşin, Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye 1908–1980
(İstanbul: Cem, 1990) içinde, s. 11–12.
129 Mehmet Kabasakal, Türkiye’de Siyasal Parti Örgütlenmesi (İstanbul: Tekin Yayınevi, 1991),
s. 47.
130 Tarık Zafer Tunaya, “Doğuran Partiler”, Vatan, 15 Mayıs 1949. Tunaya, bu yazısında Türk
siyasal hayatında partilerin kendi içinde yaşadığı bölünme ve hizipleşme sonucu kuruldukla-
rını anlatmaktadır. Gerçekten de daha sonra görüleceği gibi Demokrat Parti, Cumhuriyet
Halk Partisi içinde bulunanlarca kurulmuş ve Demokrat Parti de kendi içinden Millet Parti-
si’ni doğurmuştur.
131 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki Bir Çağın Bir Kuşağın
Bir Partinin Tarihi, C. 3 (İstanbul: İletişim Yayınları, 2000), s. 487.
132 Ali Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1990), s. 51–54.
133 Hüseyin Cahit Yalçın, Fırka’nın “yönetim kurulu ve kurucuları diye duyurulan sayın kişiler arasın-
da öylelerini yan yana görüyoruz ki kazanda yirmi yıl birlikte kaynatılsalar uyuşmaları olasılığı bu-
lunmadığını herkes kabul eder... Bu kişiler, yapmak için değil yıkmak için birleşmişlerdir... Hürriye ve
İtilaf Partisi, ülkede iş görmek üzere kurulmuş sürekli ve verimli bir parti değildir, olumlu bir güç de-
ğildir. Anca İttihat ve Terakki’yi yıkma ve kırıp dökme için işe yarayabilir bir güç olmak üzere ana
rahmine düşmüştür...” diyerek Türkiye’de siyasi parti oluşumlarındaki çarpıklığa, Hürriyet ve
İtilaf Fırkası özelinde bir ölçüde işaret etmektedir. Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar (İs-
tanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2000), s. 230.
134
Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İkinci Meşrutiyet Dönemi, C. I, s. 296.
135
Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki, C. 3, s. 489.
136
Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859–1952, s. 752.
137
Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, s. 97.
138
İttihat ve Terakki’nin “artçı” kabinesi İzzet Paşa Hükümeti (14 Ekim 1918 – 11 Kasım 1918) ve
Mondros Mütarekesi’nden sonra kurulan İstanbul Hükümetleri ile Anadolu’da Mustafa Ke-
mal Paşa önderliğinde başlayan Müdafaa-i Hukuk hareketi arasındaki mücadele ve ilişkilerin
ayrıntılı çözümlemesi için, bkz., Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, 2 Cilt
(Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1998).
139
Bunlar için, bkz., Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Mütareke Dönemi, C. II
(İstanbul: İletişim, 1999).
140 Bahri Savcı, “Partilerimizde Tabakalaşmanın Gerçek Mahiyeti”, s. 54.
141 Mondros Mütarekesi’nin ardından Anadolu ve Trakya’da kurulan bu örgütlerlerle ilgili ola-
rak, bkz., Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859-1952, s. 478-533. Bu cemiyetler, yurdun
kurtarılmasını tek amaç olarak gördükleri için, her ne kadar fırkacılıkla ve İttihatçılıkla bir il-
gilerinin olmadığını belirtseler de, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin büyük çoğunluğu İtti-
hatçı idiler. Bkz., Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali (İstanbul: Örgün Yay., Beşinci Baskı,
1981), s. 94. 1918 Mütarekesi’nden sonra Anadolu’da gelişen milli direniş hareketlerinde İtti-
hatçılar gerek birey ve grup olarak, gerekse bazı örgütlenmeler yoluyla etkili oldukları için,
ilerde Milli Mücadele kazanıldıktan sonra iktidar savaşı, eski İttihatçılar ile bu hareketi başa-
rıya ulaştıran ve daha çok İttihatçılarla ilgileri oldukları halde organik bir bağı bulunmayan
daha genç subayları örgütleyen Mustafa Kemal Paşa arasında olacaktır. Milli Mücadele sırası
ve sonrasında bu iktidar savaşının ayrıntılı çözümlemesi için bkz., Erık Jan Zürcher, Terakki-
perver Cumhuriyet Fırkası, Çev. Gül Çağalı Güven (İstanbul: Bağlam Yay., 1992), s. 11-47.
142 Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859–1952, s. 472–473.
143
Mütareke dönemindeki Saray-İttihatçı çekişmesi için, bkz. Akşin, İstanbul Hükümetleri ve
Milli Mücadele, s. 34-40, 78-81.
144 Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, Mütareke Dönemi, C. II, s. 33.
55
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
56
3. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de İktidar-Muhalefet İlişkileri / Adem Çaylak
166 Mete Tunçay, Türkiye’de Tek Parti İktidarının Kurulması (İstanbul: Cem, 1992), s. 90–97.
167 TCF, 17 Kasım 1924 tarihinde Halk Fırkası içinde Hükümete ve özellikle Başvekil İsmet Pa-
şa’ya muhalefetle başlayan gelişmelerin sonucunda kurulmuştur. Mecliste önce dörtler teşek-
kül etmiştir. Bunlar da Milli Mücadele kahramanları, eski Birinci Grup üyeleri ve Müdafaa-i
Hukukçulardır. Rauf, Canbulat, Adnan Beyler ve Refet Paşa’nın girişimleri sonucu Halk Fır-
kası içinde istifalar başlamış ve ordudan ayrılan Ali Fuat ve Kazım Paşa (Karabekir)’nın lider-
liğinde TCF kurulmuştur. Bkz., Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859-1952, s. 606-608.
168 Erdoğan Teziç, Siyasal Partiler – Partilerin Hukuki Rejimi ve Türkiye’de Partiler (İstanbul:
Gerçek Yayınevi, 1976), s. 243–244.
169 Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, s. 49.
170 Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları (İstanbul: Ticaret Postası Matbaası, Basım Yılı Belir-
tilmemiş), s. 28.
171 Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, 1859–1952, s. 606–607.
172
Parti programından önce yayınlanan beyannamenin tam metni için, bkz., Tunaya, Türkiye’de
Siyasal Partiler 1859-1952, s. 615. Ayrıca partinin nizamnamesi için, bkz., Türkiye’de Siyasal
Dernekler, C. II (Ankara: İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Neşriyatı, 1950). s. 63–
71.
173 Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, s. 128.
174 Suna Kili, 1960–1975 Döneminde Cumhuriyet Halk Partisinde Gelişmeler, -Siyaset Bilimi
Açısından Bir İnceleme- (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, Çağlayan Basımevi, 1976),
s. 77.
175
Samet Ağaoğlu, Demokrat Partinin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri Bir Soru (İstanbul: Baha
Matbaası, 1972), s. 20.
176
Bu beyanatı, Zürcher aynen kitabına almıştır. Bkz., Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası, s. 182-185.
177 Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859–1952, s. 611.
178 Nevin Yurdsever Ateş, Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşu ve Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası (İstanbul: Sarmal Yayınevi, 1994), s. 308–323.
179
Kongar, İmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, s. 151.
180
Bkz., Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859-1952, s. 618.
181
Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859–1952, s. 614.
182 Mardin, “Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri”, s. 49.
183 Zürcher, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, s. 124.
184
A. g. e., s. 98.
185
Türkiye’de Siyasal Dernekler II, s. 73.
186 Fırka lideri Ali Fethi Bey’in 15 Kasım 1930 tarihinde müzakere edilen, “Belediye intihabına
karıştırılan fesad ve yolsuzluklar hakkında Dahiliye Vekili’nden istizahta bulunulmasına dair” öner-
gesi Fırkanın fesih kararı almasına sebebiyet vermiştir. Burada, siyasi tarihimiz içinde çok
önemli yeri olan ciddi tartışmalar yapılmıştır. Müzakerelerin tam metni için, bkz., TBMM
Zabıt Ceridesi, Devre: 3, İçtima: 4, s. 319 vd.
187 Türk siyasal düşüncesinde “hürriyet” fikrinin toplumsal temelden yoksunluğunun ve siyasal
muhalefet hareketlerinin sadece başta bulunan iktidarı yıkmak olarak algılandığının anlatımı
için, bkz., Şerif Mardin, “Atatürk Devrimlerini Hazırlayan Faktörler (Siyasi Batılılaşmamızda
Üç Engel)”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset (İstanbul: İletişim, 1992) içinde, s. 174-179.
188 Şerif Mardin, “Sivil Toplum”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset (İstanbul: İletişim, 1991) içinde,
s. 16.
189
İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması (İstanbul: Bağlam, 1994), s. 55, 68, 83.
190 Turgut, Siyasal Muhalefet, s. 254–255.
57
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
191 1946-50 arasında DP içinde yapılan tasfiye için, bkz., Adem Çaylak, İktidar-Muhalefet İlişki-
leri Bağlamında Türk Siyasal Hayatında Osman Bölükbaşı Hareketi”, (Ankara: AÜSBF, Ya-
yınlanmamış Doktora Tezi, 2004).
192
İlkay Sunar, “Demokrat Parti ve Popülizm”, CDTA, C. 8 (İstanbul: İletişim Yayınları), s. 2076–
86.
193
Nilüfer Göle, Mühendisler ve İdeoloji (Öncü Devrimcilerden Yenilikçi Seçkinlere), Çev., Eli
Levi (İstanbul: İletişim Yayıncılık, 1986), s. 70.
194 Cem Eroğul, Demokrat Parti, Tarihi ve İdeolojisi (Ankara: İmge Yay., 2003), s. 20-21.
195
Bu konuda Eroğul, çok partili düzende sol kanatın öngörülmediği, hatta sağın tüm eğilimleri-
nin (Osmanlı düzenine geri dönmek isteyen gericiler, laikliğe karşı olan şeriatçılar, Nazilere
özenen faşistler gibi) temsilinin asla söz konu edilmediği bir “demokrasi” yaratılmaya çalışıldı-
ğını ve meşru olarak kabul edilen tek muhalefetin, iktidarın ideolojisinden pek farklı olmaya-
cak bir tür yarı-liberal bir sağcı muhalefet olduğunu dile getirir. Bkz., Cem Eroğul, “Çok Parti-
li Düzenin Kuruluşu: 1945-71”, Derl., İrvin Cemil Schick – Ertuğrul Ahmet Tonak, Geçiş Sü-
recinde Türkiye (İstanbul: Belge Yayınları, 1992) içinde, s. 115.
196 Nihal Kara, Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş Kararı, 1945 (AÜSBF, Yayınlanmamış
Doktora Tezi, 1982), s. 344, 394, 400.
197
Nihal Kara-İncioğlu, “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş ve Demokrasi Sorunları”, Tarih ve
Demokrasi/Tarık Zafer Tunaya’ya Armağan (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyeleri
Derneği, 1992) içinde, s. 69-86.
58
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
4. BÖLÜM
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E ÖNEMLİ SİYASAL
AKIMLAR YA DA TÜRKİYE’DE SİYASETİN ÜÇ/İÇ YÜZÜ
Şükrü NİŞANCI∗
GİRİŞ
İkinci Meşrutiyet Türk fikir hayatına çok önemli değişimler getirmiştir.
Bunlardan biri de, Osmanlı ıslahatına ait toplumun değişik katlarında satıh
altında duran çeşitli siyasi fikir cereyanlarının bu dönemde satıh üstüne çıkmış
olmasıdır. İkinci Meşrutiyet’in açtığı özgürlük ortamından kuvvet alarak beli-
ren fikir odakları çeşitli imkânlardan yararlanarak sosyal hayata tesir ederek
kitleleri yönlendirmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda İkinci Meşrutiyet’in en
ilginç yönü Osmanlı tarihinde ilk kez düşünen bir toplum manzarası göster-
mesidir. Her kesimden aydınlar ve yönetimin değişik kademelerinde görev
yapan bürokratlar yüksek bir görev bilinciyle “Bu devlet nasıl kurtulur?” soru-
suna cevap bulmaya/üretmeye çalışmışlardır.1 Ortaya çıkan akımların tezleri-
nin önemli bir kısmını, bekleneceği gibi, siyasal konular teşkil etmiştir. Bu
meyanda, İkinci Meşrutiyet döneminde, devletin kurtuluşuna ideolojik reçete-
ler sunan siyasal akımlar olarak, “Batıcılık, , “İslamcılık”, “Türkçülük”, “Osmanlı-
cılık”, “Meslek-i İçtimai Akımı”, “Sosyalizm Akımı”, Türk fikir hayatında belli
yerler edinmiş olsalar da bunlardan ilk üçünün diğerlerine göre çok daha etkili
olduğu söylenebilir.
II. Meşrutiyet ortamında Türkiye’deki fikir akımları ve bunların etkisi
üzerine derli toplu ilk fikir yürüten Yusuf Akçura’nın “Üç Tarzı Siyaset” adlı
eseri ve bundan yaklaşık on yıl sonra Ziya Gökalp’in 1913’te “Üç Cereyan”
başlığı altında yazdığı daha sonra “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak”
adıyla kitaplaştırdığı çalışma bu konuya ışık tutan çalışmaların ilk akla gelen-
leridir.
Denilebilir ki 1908–1918 yılları arasındaki tartışma iki asırdan beri birikmiş
“Batılılaşma” sorunlarının tümünü kapsayan bir tartışma olmuştur. Fikir akım-
ları, Batı’nın bir uygarlık olarak meydan okumasına karşı doğrudan ya da do-
∗
Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü.
59
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
laylı tavır/konum alışın ifadesi olmaktadır. Kısaca, aralarında bazen derin ayrı-
lıklar gözükse de, Batı’yı hangi yönüyle ve ne kadar iktisap etmek gerektiği,
tüm fikir akımlarının çıkış noktasını oluşturmuştur. Dönemin en etkili akımları
olarak birazdan inceleyeceğimiz gibi, Batıcılık, İslamcılık ve Türkçülük, Ba-
tı’nın bir medeniyet odağı olduğunda birleşmektedir. Uzlaşılamayan nokta,
batıcılığın yöntemi ve dozuyla ilgilidir. Dolayısıyla, bu akımlar içinde en eskisi
olan batıcılığın “gülü ve dikeni ile birlikte istislac etmeliyiz” retoriğindeki “gül”
ve “diken” metaforunu kullanarak diğer ikisini de anlamak mümkün hale ge-
liyor.
GARPÇILIK/BATICILIK AKIMI: GÜLÜ SEVEN DİKENİNE
KATLANIR
Garplılaşma (Batılılaşma), daha öncede belirtildiği gibi II. Meşrutiyetten
çok önce, devletin yıkılışına çare arandığı dönemlerden beri var olduğu cihetle,
diğer akımlara göre daha uzun bir geçmişe sahiptir.
Ancak Türk siyasal düşüncesi açısından bakıldığında Batılılaşma, en kar-
maşık kavramların başında gelir. Çoğu zaman modernleşme ile aynı anlamı
ifade etmek için kullanılan batılılaşma, modernleşme tarihi denebilecek sürecin
içinde, hemen hiçbir dönem durağan bir özellik göstermediği gibi, savunucula-
rı arasında da bir uzlaşmadan söz etmek mümkün değildir. Türkiye tarihi açı-
sından, başlangıçta nötr ve teknoloji ile sınırlı bir anlamda kullanılan batılılaş-
ma, bu haliyle en geniş anlamda kabul görmüştür. Bununla birlikte, batılılaşma
siyasallaşmaya başlamıştır. Siyasal batılılaşma teknolojik algılamaya tepki ola-
rak başlar ve kültürel ve toplumsal açılımları amaçlar.2 Türkiye’de batılılaşma
hareketlerinin ilk evresi, devletin korunması ve güçlendirilmesine yönelik pra-
tik bir amaca dönükken, daha sonra giderek topyekûn bir batılılaşma hamlesi-
ne dönüşmüştür. Bu süreç, “batılılaşmaktan” “batıcılık”a, bir “yöntem” olarak
batıcılıktan bir “program” olarak batıcılığa geçiş olarak da adlandırılabilir.3
Her akım içinde az çok bulunmakla birlikte, “pür” (siyasal ideoloji) an-
lamda Garplılaşmak fikri, 20. yüzyılın başlarından itibaren savunulmaya baş-
lanmıştır. Bu anlamdaki garpçılığın başlaması ve yayılmasında Abdullah Cev-
det ve onun çıkardığı “İçtihat Dergisi”nin önemli bir rolü vardır. 1904 yılında
Cenevre’de yayınlanmaya başlayan İçtihat Dergisi’nin ilk sayısında, “Müslü-
manları bu durumdan kurtarmak için önlemler nelerdir?” şeklinde bir anket sorusu
bulunmaktaydı.4 Batılılaşmanın kapsamlı bir iş olduğu fikri, artık uyanmaya
başlamıştı.
Tanzimat’tan beri “medeniyetçilik” gibi sabit klişelerle yürütülen ve istib-
dadın ortadan kaldırılmasıyla ulaşılacak bir hedef olarak görülen batılılaşma,
20. Yüzyılla birlikte, özellikle meşrutiyetin ilanından sonra, farklı bir aşamaya
girdi. İstibdat devrine son veren “hürriyet”in bir vasıtadan başka bir değerinin
olmadığı anlaşılmıştı, zira eski problemler yerli yerinde duruyordu. İmparator-
luğun farklı milletleri arasında birlik nasıl temin edilecekti? Azınlıklar karşı-
sında iktisadi açıdan hiçbir varlığı olmayan hakim milletin kalkınması nasıl
sağlanacaktı? Eğitimde, idarede hangi yöntemler kullanılacaktı ve bu konuda
batı milletlerinin hangisi örnek alınacaktı? Eski kanunlarla çözülmesi mümkün
60
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
61
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
62
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
ran bir içeriğe sahiptir. Garpçılar hukuksal bakımdan derli toplu bir millet ve
devlet doktrini vermemiş olsalar bile yine de bu konuda üzerinde durulması
gereken fikirler ileri sürmüşlerdir. 1908 Devrimiyle birlikte memlekette yapıla-
cak en büyük işlerden birisi de “İttihat” tır, yani Müslim, gayri-Müslim bütün
vatandaşların kardeş olmalarıdır.15
Balkan Harbi’nin sonuna kadar kabul gören fikir budur. Ancak, 1908 son-
rası durum değişmiştir. Artık iç siyaseti ayakta tutan sehpanın iki ayağa daha
ihtiyaç gösterdiği anlaşılmıştır. Değerini önemli ölçüde kaybetse de “Osmanlı-
lık”, “İslamlık” ve “Türklük” kuvvetlerinin istikrarlı dengesinin huzur ve asa-
yişi temin edeceğine inanılmaktadır. İçtihat dergisi yazarları içerisinde İslamcı
yönüyle garpçı-İslamcılığın bir temsilcisi olarak görülebilecek olan Celal Nuri,
çağımızın milliyet asrı olduğunu ifrata kaçmayacak şekilde yani din politikası-
nı geriye tepip İslam kavimleri arasında ayrılık hareketlerini uyandırmayacak
seviyede Türklük düşüncesine yer açmakta16, böylece İslamcıların milliyet ko-
nusundaki düşüncelerine bir hayli yaklaşmaktadır. Ancak, burada Celal Nu-
ri’nin İslamcılığı kendi ifadesiyle, İslamiyet’in dini değil, siyasi yönüyle ilgili-
dir.17
Genel olarak denebilir ki, garpçılık akımında Türklük ve Türkçülük kav-
ramı pek aydınlatılmamış ve ciddi araştırmalara konu olmamıştır. Abdullah
Cevdet’in fikirlerinden izlenebileceği gibi, garpçılıkta, Türkçülerin ileri sürdü-
ğü vatan ve millet kavramları gerçekleştirilmesi mümkün olmayan bir ütopya
gibi görülmüştür. Dolayısıyla, Türkçülerin “Turan”ı, garpçıları heyecanlan-
dırmaz. Onların fikirlerinde, her şeyden önce memleket, nüfus öğelerinden
önce, ilim ve irfan temeli aranmaktadır. Yani, onların vatanı, aydınlığın kendisi
olan “irfan”dır. Abdullah Cevdet, Ziya Gökalp’ın şiirindeki “Turan”ı bu mak-
satla değiştirmiş ve yerine “irfan”ı koymuştur:18
Vatan ne Türkiye’dir, Türklere ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: İrfan
İrfandan ne kastediliyordu? Abdullah Cevdet’in “Pek Uyanık Bir Uyku”
adındaki makalesinden anlaşıldığına göre “irfan”, tepeden tırnağa Avrupa
tarzında bir birey ve toplum hayatını inşa etmeye dönük aydınlanma sürecidir.
Buna göre, Sultanın bir karısı olacak ve hiçbir cariyesi olmayacaktı, fes kaldırı-
lacak ve yeni bir başlık kabul edilecekti, mevcut kumaş fabrikaları genişletile-
cek, padişah, milletvekilleri, subaylar, memurlar bunların imalatını giymek
zorunda kalacaklardı; bütün medreseler kapatılacak yeni ve modern, edebi ve
teknik kurumlar kurulacaktı; evliya adak ve hediyeleri yasaklanacak, muskacı-
lar, üfürükçüler ortadan kaldırılacaktı, yaşlılar için ameli okullar açılacaktı.
Dilciler ve edebiyatçılardan oluşan bir komisyon tarafından sadeleştirilmiş bir
Osmanlıca Türkçesi sözlüğü ve Grameri yapılacaktı. Osmanlılar, yabancılar-
dan hiçbir şey beklemeksizin yollarını köprülerini, limanlarını, demiryollarını,
kanallarını, fabrikalarını kendi teşebbüs ve çabalarıyla meydana getirecekler-
di.19
Söz konusu hedeflerde, batılılaşmanın oldukça uzun geçmişi göz önüne
alındığında Abdullah Cevdet’in bilimin tüm kolları anlamında kullandığı an-
63
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
64
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
65
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
bir yaratıcılık geliştirme kapasitesinden yoksun olarak, daima taklit ettiği top-
lumun makine yapımı maddelerini geliştirmeye mahkûm olacağıdır. Zealot,
ölmüş bir medeniyetin fosili haline gelirken, ondan daha doğru bir tercih ya-
pan Herodian, kaybolmaktan kurtulduğu halde taklit ettiği toplumun içinde
eriyip gitmektedir.27 Toynbee’nin yaptığı tahlil de Herodian veya Zealotçu
yollardan birini seçerken, Türk Batılılaşma hareketlerinin birincide karar kıl-
malarının doğruluğuna ancak bunun da yeterli bir çözüm olmadığına işaret
ediyor.
İSLAMCILIK AKIMI: GÜLÜNÜ ALALIM, DİKENİNE
KATLANMAYALIM
Bu akımın doğuş sürecini Yeni Osmanlı’ların fikirlerinde ve hatta şekilsiz
bir düşünce olarak 1840’larda bulmak mümkünse de genel eğilim İslamcılığın
II. Meşrutiyetin sonrasında doğmuş bir ideoloji olarak incelenmesi istikame-
tindedir.28
Geriye doğru yaklaşık yarım yüzyılı ihmal etmemek kaydıyla bu tarihlen-
dirme oldukça tutarlı bir yaklaşıma dayanmaktadır. Hareket, Abdülhamit’in
tüm yönetimi boyunca sahip çıktığı Pan-İslamizm ve Yeni Osmanlıların İslam-
cılığından önemli ölçüde ayrılmaktadır. Çünkü bunlarda - hatta daha önceki
tüm düşünce ekollerinde- İslam, sorunların çözümünde en başta gelen referans
noktasına yerleştirilse bile kapsayıcı bir ideolojik bütünlük içinde düşünülme-
miştir.
Gerek Abdülhamit’in Panislamizm’inin, gerekse Batı düşüncesiyle İslam’ı
uzlaştırmayı deneyen, İslam’ın terakkiye mani olmadığını ortaya koymaya
çalışan 1867 sonrası sentezci İslamcılığının aksine II. Meşrutiyet İslamcılığı
ideoloji kavramının içini tam dolduran bir anlayış içinde savunulmuştur. “Sı-
rat-ı Müstakim”, “Sebilürreşad”, “Ceride-i İlmiye”, “Beyanül’hak” gibi yayın or-
ganlarında görüşlerini dile getiren Cemaleddin Afgani, Prens Halim Paşa,
Mehmet Akif, Babanzade Ahmet Naim, Şemsettin Günaltay gibi önemli isimle-
rin öncülüğünde gelişen İslamcılık akımı kendi içindeki bazı metot ve düşünce
ayrılıkları taşımaktaysa da29 her halükarda ideolojik yönü ağır basan bir akım
olarak fark edilir. Bununla birlikte, 1908 sonrası İslamcıların farklı düşüncele-
rini bir birine bağlayan temel nokta, toplumun geri kalmışlık unsurlarının tü-
münden kurtulması ve terakkisi için İslam’ı kuşatıcı bir inanç bütünü olarak
rehber edinmektir. İslam(laşmak), en özlü tanımlarından birini II. Meşruti-
yet’in önemli İslamcı simalarından Sait Halim Paşanın, Yeni Osmanlılar tara-
fından savunulan İslamcılığın sentezci yönüne de dokundurma yapıldığı anla-
şılan, şu tarifinde ifadesini bulmaktadır:30
İslamlaşmak demek, İslam’ın itikadiyatını (inanç esaslarını), ahlakiyatını, içtimaiyatını, si-
yasiyatını daima zaman ve muhitin ihtiyacına en muvafık bir surette tefsir ederek bunlara
gereği gibi tevfik-i hareket etmekten ibarettir. Kendisinin Müslüman olduğunu söyleyen bir
adam kabul etmiş olduğu bir dinin mebadiye-i esasiyesine göre his etmedikçe, ona göre dü-
şünüp ona göre hareket etmedikçe, yani İslam’ın ahlakiyatına, içtimaiyatına, siyasiyatına
tamamıyla kendini uydurmadıkça yalnız Müslümanlığı itiraf etmekle bir şey kazanmaz,
hiçbir saadet elde edemez. Bir Kant’ın yahut bir Spencer’ın ahlakiyatına inanan… Bir Müs-
lüman ne kadar mütenebbih olursa olsun, ne yaptığını bilmeyen bir kimseden başka bir şey
değildir.
66
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
67
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
dı.35 Böylece, din ile meşrutiyet arasında bir zıtlığın bulunmadığını hatta “din
meşrutiyeti, meşrutiyet dini gerektirir” şeklinde bir anlayışı kamuoyunda yerleş-
tirmek istemişlerdir. İslamcı düşünürlerin, ittihat ve terakkiyi, “mübarek cemi-
yet”, “fırka-i muhtereme”, “ cemiyet-i celile”; onun temsilcilerini “İslamiyet
fedaileri”, “zevat-ı şerife”, “Hızır (gibi)”, “müceddidin”, “kahraman”, “dilave-
ran”, “fetih erbabı”; yaptıkları mücadeleyi ise “cihad-ı hürriyet”, “cihad-ı mu-
kaddes” gibi dini kavramlarla tabir yerindeyse göklere çıkartmalarının36 arka-
sında meşrutiyete karşı duyulan sevginin payı olduğu kadar, onu İslami kav-
ramlarla aynileştirme çabasının da etkisi vardır.
Meşrutiyetle İslamiyet arasında doğrudan kurulan ilişki yüzünden, meş-
rutiyeti getiren İttihat ve Terakki liderlerinin bireysel hataları, İslamcılar tara-
fından büyük bir hoşgörüyle karşılanmıştır. Özellikle meşrutiyetin ilk dönem-
lerinde muhalif odaklarca İttihat ve Terakkinin ileri gelen temsilcilerinin dini
konularda hafif, gevşek oldukları söz konusu edildiği zaman hemen savunma-
ya geçerek bu kişilerin İslam’a bağlı olduklarını göstermeye çalışmışlardır.
Örneğin Manastırlı İbrahim Hakkı, başı açık resim çektirdi diye “din batıyor”
gibi beyanlarda bulunan ulemaya karşı Ahmet Rızayı savunmuş ve onun gibi-
lerin büyük ve hamiyetli zatlar olduğunu “Ramazanda Paris’te oruç tuttukla-
rı”ndan hareketle ortaya koymaya çalışmıştır.37 Bu tür ifadelere bakıldığında,
İslamcıların bu dönemde, İttihatçıların dinsiz ve ya dine lakayt kimseler olarak
tanıtılmalarından aşırı rahatsızlık duydukları, hatta bu tür tenkitlerin yaygın-
laşması halinde Meşrutiyet’in derin yararlar alacağından endişe ettikleri sezil-
mektedir. Genel olarak, “İttihat ve Terakki cemiyet ve fırka-i muhteremesi herkesten
ziyade Müslümanlara lazımdır”38 fikrini savunup yayma gayretinde olan İslamcı-
lar, yönetimdeki İttihatçıların gittikçe sertleşen, hürriyetleri kısıcı politika ve
eylemleri karşısında desteklerini çekmişlerdir. İslamcılığın önemli bir kesimini
teşkil eden özellikle “Beyanü’l Hak” çevresi İttihat Terakki cemiyetinden kısa
süre içinde uzaklaşmıştır.39 Her ne kadar İttihat ve Terakki idaresi, 1911–1917
arasında programında gittikçe artan ideolojik İslami ifadeler sokmaya çalışsa
da bu stratejik çaba İslamcıları ikna etmeye yetmemiştir.40
İslamcılar bir parti olarak İttihat ve Terakkinin siyasi politikalarından da-
ha çok kendilerine rakip gibi görünen fikir akımlarıyla alakadar olmuşlardır.
Bu çerçevede, İslamcıların, Batıcılık ve Türkçülük akımlarıyla, temel ayrılık
noktaları yanında uzlaştığı noktalar vardır. Bu ideal kesişmesi “İslamcı-Garpçı”
ve “İslamcı-Türkçü” denilebilecek akımları ortaya çıkarmıştır. İslamcılık akımı-
nın rasyonalistleri olarak nitelendirilebilecek İslamcı garpçılar, gerileyişin ne-
denini hurafelerde, batıl itikatlarda görmekte, ilerlemek için asabiyet-i milliyet-
i uyandırma, iç sanayiyi canlandırma, ilim ve teknikte Avrupa’yı takip etme
gibi konulara yoğunlaşmıştır.41 Bu konularda rasyonalizme verdikleri değerle,
İslam’ın tasavvuf-tarikat yorumundan ayrılıp garpçılara oldukça yaklaşan
İslamcı düşünce, birçok konuda ise bu akımı şiddetle eleştirmekte ve onunla
kendi arasına tavizsiz bir mesafe koymaktadır. Batıyı bir bütün olarak kavra-
yan batıcıların , “bir ikinci medeniyet yoktur, medeniyet batıdır”42 şeklindeki
toptancı kabulü İslamcılar tarafından “taklitçilik” hastalığı olarak tanımlanıp
şiddetle eleştirilmiştir. Batının ahlaki özünü teşkil eden değerlere İslam muhtaç
68
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
69
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
70
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
milliyet”, onlara göre İslam’ın birlik ruhunu örselemeyen yani dinin yasakladı-
ğı ırkçılığı reddeden milliyettir ki, din buna cevaz vermektedir. “Sizi kabile,
kabile; millet millet yarattım” ayetiyle desteklenen “müspet milliyet” sosyal yaşa-
mın ihtiyacı olan tanışma ve yardımlaşmaya neden olan bir duygu hali olarak
tanımlanmakta ve kanaatimize göre asırlar önce İbn Haldun’un ileri sürdüğü
“nesep asabiyeti” kavramına yakın bir anlamı ifade edecek şekilde kullanılmak-
tadır. Ancak, İslamiyet öncesi kavmiyetçilik benzeri ırk üstünlüğüne dayalı
Fransız milliyetçiliği etkisinde gelişen menfi milliyet fikrine karşı kesin bir
tavır alınmaktadır. İnsanlığın adeta “ego hastalığı” gibi görülen milliyetçiliğin
bu şekli, pek çok İslamcı düşünür açısından, dini naslara aykırıdır ve pratik
olarak da faydasızdır. Sünni geleneğin temsilcisi olmalarına rağmen, Osman-
lı’daki İslamcıların Emevi ırkçılığının kötü mirasından ürktükleri anlaşılıyor.
Zira İslamcılara göre, Emeviler milliyet fikrini siyasetlerine bulaştırdıkları için
hem İslam âlemini küstürmüşler hem de kendileri çok felaketler çekmişlerdir.
Şimdiki asır da ise Avrupa zalimleri milliyet fikrini İslamlar içinde uyandır-
maya çalışıyorlar; ta ki onları kolay yutabilsinler. Avrupa’nın ırkçı milliyetçili-
ğinin kendilerine sağladığı zenginlik ezilen milletlerin felaketi üzerine kurul-
muştur ki, bu vahşet eninde sonunda kendi başlarını da yiyecektir. Birinci
Dünya Savaşı’nı doğuran nedenler, Avrupa ırkçılığının sahte maskesini dü-
şürmüştür. Şu halde, milliyet fikri, dine yardımcı olmalı, zırhı olmalı, onun
yerine geçmemelidir.52
Bir inanç sisteminden yola çıktıkları için, diğer akımlara göre, daha tutarlı
denebilecek bir teori bütünlüğüne ve özgüvene sahip İslamcıların düşünceleri
ihmal edilmiş birçok nokta, “çelişkileri” zaman içinde fark edilmiş bir o kadar
kırılganlık taşımaktadır. Onların fikirlerindeki düşünce boşlukları bu fikirlere
teşne olanların zihnin de bile çok kritik sorular uyandırmış olmalıdır. Örnek
vermek gerekirse, “asabiyet-i milliye” gibi ödünç kavramlar İslam ile nasıl bağ-
daştırılmaktadır? Her konuda olduğu gibi bu konuda da Japonya örneğine
sarılmak İslamcılara cazip gelmiştir ama bu ilgi temelde bir savunma meka-
nizması olan sublimasyon psikolojisinin ötesine geçmez. İslam toplumlarıyla
Japonya arasında her ikisinin de doğulu ülke olması dışındaki (Japonya bile
oldukça uzak doğudur), benzeşim noktalarını İslamcıların neye göre ya da
hangi açıdan kurdukları pek bilinmez ama muhtemelen İslamcı düşüncenin o
günkü temsilcilerinden hiç biri Japonya’yı yaşamlarında bir kez olsun görme-
mişti. İktisadi gelişme ve milliyetçilik birbirini tamamlayan kavramlardır, öy-
leyse, Avrupa’nın sosyal, siyasal, iktisadi yapısında ortaya çıkan ulusçuluk
psikolojisine denk gelen “asabiyet-i milliye”, yalnızca soyut bir Japonya örne-
ğinden yola çıkılarak bu tarihselliği yaşamamış Müslüman toplumlarda nasıl
uyandırılacaktır? Meiji Restorasyonu, Japonya’da ki feodal yapıların maddi
bağlarını çözerek ekonomik gelişmeyi kamçıladı. İslam Dünyasında, örneğin
Türkiye’de bundan daha fazlasına ihtiyaç olduğunu Sabri Ülgener yaptığı ça-
lışmalarla göstermiştir. Tarikat ve tasavvuf kültürünün yanlış kader anlayışıy-
la şekillenen Müslüman kütleyi “maddeden uzak tutan” bir çeşit Ortaçağ zih-
niyetinin yıkılması kolay bir şey değildi. Buna bağlı olarak İslamcıların “maddi
terakki” hedeflerinde yüzyıllar içinde tarihin önlerine getirip koyduğu bu çok
önemli “sosyal realiteyi” gözden kaçırdıkları söylenebilir.
71
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
72
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
73
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
74
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
75
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
76
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
77
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
78
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
ğil miyiz! Bunların hilkat-i asliye-i zatiyelerinde bizden ziyade hasletleri yok iken, yine on-
ların imal-i yed-i sanatlarına muhtaç olarak halka kibr ve gurur ve nahveti bırakıyoruz. …
Biz hala ne kadar frengistandan gelen şekerin şerbetiyle lezzet-yab olmak ve düğün ve bay-
ramlarımızda giyinip kuşandığımız elbise ve tezyinatın kâffesinde Frengistan emtiasına
mecbur ve muhtaç kalmak arına mı katlanacağız. Bizim memleketimiz yani Türkistanımız-
da çuha imaline yarar tiftik ve yapağı mı yoktur. Yoksa akmişe-i nefise nesc ve nakşına el-
verişli pamuk ve yapağı mı yoktur. Yahut şeker istihsaline yarar nebat mı yetişmez. Acaba
cenab-ı Hak teala bizim memalikimizden hisb ve bereketi mi kaldırdı. Maadin-i nefise ve
galiye ile memlu dağları delip, hazine-i menfaatini ahz ve istimalden bizi kim menetmiş-
tir… Her gün nice yüzlercesi bir defada yanmış ahşap hanelerin yerine aynı ahşap hane in-
şasına meyletmek adet-i kabihasından ne zaman kurtulup da, Avrupalılar gibi temeddün ve
tavattun halini gösteren kargir haneler inşasına ne zaman başlanacaktır. ... efrad-ı beşerin
çalışıp çabalaması kendi zatının devamı ve bekası için olmayıp, akab ve ahfadın asayiş ve
istirahatleri esbabını tedarik ve ihzar arasında kendisi dahi müstefid olmaktan ibarettir. …
Ve senin milletin olan Türkler ve dindaşın bulunan Araplar kendi namlarını ibka edecek ni-
ce nice asar-ı nafiaya muvaffak olmuşlardır. Yine olurlar. … Senin medeniyet ile mamur
gördüğün yerlerin daire-i temeddüne girmesi ve sanayi ve hirefin ilerlemesi iki yüz elli se-
nelik telehuk-u efkârın hulasa ve semeresi olduğundan, onların hepsini birden yapıp mec-
mu’nun netice-i menfaatlerini görmeye bir ömr-ü insaninin muhtemel olmayacağını bilme-
lisin .
Türkçülüğün bir siyasi akım haline gelmesinde ve kuvvet kazanmasında
İttihat ve Terakkinin kendi içindeki fikri ve siyasi düşüncelerinin dönüşümü
de etkili oldu. Bilindiği gibi İttihat Terakki cemiyeti, imparatorluğun içinde yer
alan hemen her etnik, dini, kültürel gruplardan örnekleri bünyesinde toplamış-
tı. Bu yüzden, cemiyetin ilk oluşumunda uzun süren tartışmaların sonunda
benimsediği siyaset tarzı, imparatorluğun parçalı yapısına uygun olarak “itti-
had-ı anasır”/“Osmanlıcılık” fikridir. 1908 sonrası çeşitlenen siyasal hayat için-
de belirginleşen Türkçü akım, Jön Türklerin görmezden geldiği ulusçuluk tar-
tışmalarını alevlendirdi. Türkçülerin yayın organı olan Türk Dergisi’nde Türk-
çülüğü savunan Ahmet Ağaoğlu ve “ittihad-ı anasır”ı savunan Jön-Türk Sü-
leyman Nazif arasındaki yaşanan polemik, çok geçmeden Türkçülerin düşün-
celerine haklılık kazandıran gelişmelerle yeni boyutlar kazandı.
Balkan Savaşı’nın acı mağlubiyeti ve şoku bu politikayı derinden sarstı.
Savaş ve sonundaki hezimet “ittihad-ı anasır” politikası olan “Osmanlıcılık”
özlemlerinin de suya düşmesi demekti. Bundan böyle dışarıya karşı tüm mil-
letlerin temsilcisi görünümü verilmişse de, İttihat Terakki giderek Anadolu’ya
ve Anadolu’daki Müslüman-Türk unsuruna sahip çıkmıştır. Daha doğrusu,
ideolojik bütünü oluşturan üç öğeden (Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük)
biri, belki de en önemlisi görülen Osmanlıcılık yerine İslamcılığın asla ihmal
edilmediği bir Türkçülük, “kurtuluş”un anahtarı haline gelmiştir. Ancak bunu
destekleyen bir ekonomik yapı yoktu. II. Meşrutiyetle açılan liberal dönemde
Osmanlının Müslüman-Türk unsuru ekonomik açıdan hiçbir önemli gelişme
gösterememişti. İttihat Terakki, sorunun aşılmasında, “Alman Tarihçi Eko-
lü”nün “her ülkenin kendi gerçekliğinde ekonomi politikaları geliştirmesi,
kendi dinamiklerine dayanması ve ekonominin bir bütünlük içinde ele alınma-
79
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
80
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
81
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
82
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
lisan olmasına Kur’an’ın Arabi oluşu ve adem-i tercemesi cebretmiştir” diyerek açık-
lamaya çalıştığı bu düşüncesini Ebu Hanife’nin bir fetvasına dayandırmıştır.93
Bugünkü dilimize kısmen çevirmek için bile hayli zorluk çektiğimiz her iki
düşünürün, özelikle Şemsettin Sami’nin neredeyse tamamı Arapça ve Farsça
kelimeler kullanarak ileri sürdüğü bu fikirler kendi içinde çelişik gibi gözükse
bile, sonraki dönemlerin dil politikalarının adeta bir “leit motif”i haline gelmiş-
tir. Ziya Gökalp’ın bütün kalbiyle inandığı dilin sadeleşmesi konusunda, kendi
yazılarında görüldüğü gibi kısa sürede önemli bir mesafe kat edilmiş, “Yeni
Lisan Hareketi” misyonunu üstlenen “Genç Kalemler Dergisi” yazarlarından Re-
fik Halit, Yakup Kadri, Celal Sahir, Ali Canip ve Ömer Seyfettin gibi şair ve
hikâyeciler ise söz konusu idealin gerçeğe dönüşen yüzünü temsil etmişler-
dir.94
Gökalp, “milliyet fikrinin uyanmasından fayda mı zarar mı doğdu?” sorusuna
da cevap aramakta ve bunun cevabını şöyle vermektedir: Türklerde milliyet
duygusu uyanmasının hiçbir zararı olmadığı gibi faydaları sayılamayacak ka-
dar çoktur. Türkçenin sadeleşmesi, milli iktisat, milli ahlakın gelişmesi, her fert
tarafından milli sorumluluk hissedilmesi ve deruhte edilmesi… Görülüyor ki
“Türk kavmi ‘ben varım’ dedikten sonra sorumluluğunu daha iyi takdir ediyor”.95
Osmanlı Milleti projesinin başarı şansı olmadığını savunan Ağaoğlu Ahmet ise
milliyetçiliğin ayrılıkçı bir hareket olmadığını tarihi, sosyal gerçeklikle haklı-
laştırmaya çalışmıştır. Ona göre Türk milliyetçilerinin istediği şey, her kavmin
haklı olarak talep ettiği milli dil, milli bir edebiyat ve milli mekteplerdir. Üste-
lik bu memlekette hareket-i milliyetperverane ilk önce Türkler içinde mi teza-
hür etmiştir? Yoksa Türkler bu vadide en son kalanlar mıdır? Başkalarına mü-
saadeli olan bir şey, neden Türklere memnu olsun?96
Hal bu ki gayet haklı bir talep olarak gözükse de sorun, düz bir mantığın
meşrulaştırmasının ötesinde daha etraflıca boyutlar içeriyordu. İşte bu noktada
Gökalp, Türk ulusu gibi diğer ulusların özgürlüğünü kabul etmekle birlikte
çağdaş dünyada ulusların kendilerinden daha geniş iki çevreden biri içinde
kaldığını fark etmişti ki, bu, ya bir kültür çevresi ya da bir uygarlık çevresidir.
Şu halde özgür Türk ulusu, uygarlığı ile İslam Uygarlığı’na mı yoksa Batı Uy-
garlığı’na mı dâhil olacaktı? Bu sorunun çözümünü ise, “Türkleşmek” formülü
yanında “İslamlaşmak” ve “muasırlaşmak” formülüyle açıklamaya çalıştı. Ona
göre, Türkçülerin millet mefkûresi Türklükse, ümmet mefkûresi İslamlık, bey-
nelmileliyet (enternasyonalizm=uluslararasıcılık) mefkûresi muasırlaşmaktır.
Türkleşmek ile İslamlaşmak mefkûreleri arasında bir çatışma olmadığı gibi, bu
ikisiyle muasırlaşmak arasında da bir çelişme yoktur. Türklük ile İslamlık ara-
sında bir çatışma olamaz. Çünkü Türklük bir milliyet, İslamlık ise bir “beynel-
mileliyet” mahiyetindedir. Türklük akımı İslamlığın karşıtı olmak şöyle dursun,
“kozmopolitlik”e karşı onun gerçek dayanağıdır. Bu ikisiyle de “muasırlaşma”
arasında bir çelişki olamaz, çünkü muasırlaşma şekilce ve mahiyetçe Avrupalı-
lara benzemek değildir. Onlar gibi otomobiller, uçaklar yapıp kullanabilmek
demektir ki, bu ise Avrupa’dan yalnız bilimsel ve pratik aletlerle fenlerin alın-
masını emretmektedir. O halde her birinin etki dairelerini belirleyerek bu üç
amacın üçünü de kabul etmeliyiz. Bunların bir ihtiyacın üç değişik noktadan
83
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
84
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
ğı sonuç şudur: 101 “Biz Türkler asri(çağdaş) medeniyetin akıl ve ilmiyle donanmış
olduğumuz halde bir “Türk- İslam” harsı meydana getirmeliyiz.
Şu halde Gökalp’a göre, kültürle uygarlık, bir ulusla başka bir ulus, ya da
milliyetçilik, din ve uluslararası topluluk arasında özde bir çelişki yoktur. Bun-
lar birbirinden ayırt edilmeleri gerekmekle birlikte, ulusal yaşamdaki fonksi-
yon, konum ve düzeyleri karıştırılmadıkça savunulması gereken değerler ola-
rak bir arada bulunabilirler. Eskiden Türkler ve İslam toplumları için dinden
kaynaklanan, ümmet olarak somutlaşan uluslararası uygarlığın yerini şimdi
pozitif bilimler almıştır.102 Din, bundan böyle milli harsın gerek koruyucusu
gerek destekleyicisi olarak yine büyük bir role sahip olacaktır. Milli (ulusal)
kültür, birlik ve dayanışma duygusunu güçlendirir, duygusal düzeyi oluşturan
kültür çevresi olarak hars, bilişsel düzeyi oluşturan medeniyet çevresinin de-
ğerler dünyasına tabi olmamalıdır, bunun için de anlaşılmalı, benimsenmeli ve
yaşanmalıdır. Uygarlığın kültür şeklindeki yayılmasına karşı çare harsla do-
nanmış olmaktır. Hemen belirtmek gerekir ki, Gökalp’ın batılılaşma amacın-
daki milliyetçiliğin maddi ve dışsal değerler ile manevi ve içsel değerleri ara-
sında kurduğu uyum retoriği bu iki dünyanın özde hep aynı kalacağı inancına
dayanır. Türk milliyetçiliği ve İslamcılığın ortak paydası da budur. Bu mey-
danda, Ziya Gökalp’ın manevi medeniyet olarak “harsla donanmış toplumu”
İslamcılıkta, Mehmet Akif’in dile getirdiği “afakı çelik zırhlı duvarla” çevrilmiş
olan Batı karşısında “iman dolu göğüs” retoriğine karşılık gelir.
“Hars”ın meydana gelmesinde Gökalp, terbiyenin rolüne dikkat çeker ve
bunun üzerinde önemle durur. Bu yüzden uluslaşmayı dar anlamda “akli-
rasyonel bir süreç” olarak değil “vicdani bir süreç” olarak da görülür.103 Ona gö-
re, öğretimin hedefi modernlik ise terbiyenin amacı da milli olmalıdır. Terbiye;
Türklük, İslamlık, Çağdaşlık ideallerinin her biriyle ilgili olarak düşünülürse o
zaman “Türklük terbiyesi”, “İslamlık terbiyesi” ve “çağdaşlık terbiyesi”nden söz
etmek mümkün hale gelir. Gökalp, bu üç terbiyenin gerekli olduğuna sosyolo-
jik bir tespit neticesinde varmaktadır. Ona göre, “Bir Türk babası çocuğunun
Türkçe konuşmamasına, Türkçe okuyup, Türkçe yazmamasına rıza gösteremez, aynı
zamanda İslam tarihinden habersiz olmasını da onaylamaz. Bu baba çocuğunun Türk
ve İslam olarak büyümesini istediği gibi çağdaş bir insan olarak yetişmesini de arzu
eder. Şu halde bizim için tam bir terbiye üç kısımdan oluşmaktadır: Türk terbiyesi,
İslam terbiyesi, asır terbiyesi. Bu üç terbiye birbirinin yardımcısı ve tamamlayıcısı
olmak durumundadır. Her üç terbiyenin alanları, sınırları makul bir şekilde ve dikkat-
lice belirlenmelidir. Aksi halde birbirlerine karşı düşman olabilirler. Asır terbiyesi
maddiyat alanında kalmayarak değerler dünyasına tecavüz ettiği dakikada İslam ve
Türk terbiyelerinin hukukuna taarruz etmiş olur.104 Gökalp, yaşamının son yılla-
rında öğrencisi Enver Behnan Şapolyon’un Avrupa’ya giderek tarih çalışması
yapması isteğine şiddetle karşı koymuştur. Ona göre genç Türkler batıdan
yalnızca doğa bilimlerini ve teknik konuları öğrenmelidir.105 Milli ve dini ter-
biyenin sınırlarını tespit etmek daha zordur. İslam geleneklerinin hangileri
doğrudan doğruya İslam’a, hangileri Arap, Acem ya da Türk’e aittir? Ancak
hakiki İslam geleneklerini başlangıçtaki Arap kavminin geleneklerinden ve
sonradan başka kavimlerden alınan adetlerden ayırmak da bir gerekliliktir.
85
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
Kendi içinde belli bir tutarlılığa sahip “eğitim” görüşüyle dikkat çeken
Gökalp yine de orijinal bir fikrin sahibi olarak görülemez. Zira insanın var ol-
ma amacını “siyasi toplum”, “vatan” kavramlarıyla özdeşleştiren Durkeim’in
sadık bir izleyicisi durumundaki Gökalp’ın eğitim konusundaki görüşleri ne-
redeyse tamamen bu kavramların mihverinde gelişmiştir.106 Durkheim’in dü-
şüncesinde eğitime atfedilen rol ve Fransız siyasetinin pragmatizmi ve sosyolo-
jinin ilkeleri Gökalp’ın görüşlerine hep yansıdı. Gökalp, Durkheim’e dayana-
rak milli terbiyenin vasati tipler değil temsil edici fertler yetiştirmek olduğunu
ileri sürmekte bundan da, milletin temsilcilerinin yalnız dahiler ile kahraman-
lar olabileceği sonucuna varmaktadır.107 Çünkü tarihi “ruhsuz kalabalıklar değil
kahramanlar yapar”. Daha sonra bu ilkeler Cumhuriyet Halk Partisi programın-
da kalıcı yerlerini aldılar.
SONUÇ
Garpçılık (Batıcılık), İslamcılık ve Türkçülük siyasi kültürümüzün maya-
sını teşkil eden üç önemli fikir akımıdır. Tarihsel olarak bakıldığında bu akım-
lardan en eskisi garpçılıktır, bunu İslamcılık ve Türkçülük takip eder108 ama
İkinci Meşrutiyetin başlarında bu akımların en etkili görüneni İslamcılıktır.109
Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyete geçiş sürecinde, sonraki dönemlere
de yaptığı etki açısından, bahse konu akımlarla ilgili önemli birkaç noktayı
tespit etmek mümkündür.
İlk olarak, Osmanlıcılığın mutlak bir irtifa kaybettiği ve bir süre sonra terk
edildiği Cumhuriyete doğru ilerleyen bu süreçte, Türkçülük ve Garpçılık dev-
let politikalarında yükselen bir değer haline gelirken, İslamcılık geri planda
kalmış hatta tamamıyla unutulmuştur. Konuyu daha geniş tarih perspektifin-
den bakıldığında, Tanzimatçılardan daha hızlı batılılaşma yolunun tutulduğu
bu süreçte, İslam ve Batı unsurlarının birlikteliğinden doğan ikili yapının, İs-
lami unsurları tasfiye edilip yalnızca batıya ait olanlar ayakta bırakılmıştır.
Diploması diliyle ifade etmek gerekirse, devlet ve iktidar seçkinleri tarafından
Türkçülük ve Batıcılık “en çok müsaadeye mazhar akım” iltifatına tabi tutulurken
“İslamcılık” “persona non grata” ilan edilmiştir. Gökalp’ın, meşhur üçlemesi,
İslamcılığın dışarıda tutulmasıyla, yerini bu sefer “Türkçülük, Laiklik, Çağdaş-
lık” terkibine bırakmıştır.
İkinci olarak, söz konusu akımların Türk toplumunda belli bir karşılık
bulmaları, her üçünün de toplumsal ihtiyacın bir yönüne hitap etmesinden
geliyor. Bir başka deyişle, herhangi birinin, dışlanması ciddi gerilimlere, top-
lumsal reaksiyonlara neden olabilir. Günümüzde bile laiklik konusundaki so-
nu gelmez tartışmaların ve gerilimlerin temelinde biraz da İslamcılığın tüm
nefes alma kanallarını tıkayan uygulamaların olup olmadığı sorusunu akla
getiriyor. Çünkü Osmanlı toplumunun çok milletli yapısının bir ölçüde imkân
verdiği laiklik anlayışından farklı olarak, burada, laikliğin dini, siyasi yaşamla
birlikte toplumsal yaşamdan da tecrit eden uygulamaları dikkat çekmektedir.
Laiklik uygulamaları, aynı zamanda İslamcılığın da talihsizliği olmuştur dene-
bilir. Sert ve zecri politikalar, İslam adına radikal/bağnaz hareketlere sosyolojik
zemin hazırladığı gibi, bir “siyasal hareket olan İslamcılığı” köksüzleştirip
fakirliğe ve her türlü yozlaşmaya açık hale getirmiştir. Tam yüz yıl önce, hatta
86
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
çok daha önceden beri mutlakıyetçi padişaha karşı İslam adına parlamento ve
cumhuriyet mücadelesi veren İslamcılardan sonra, günümüzde bile İslamcı
olarak itibar gören bazı aydınlar tarafından “demokrasi ancak çoğunluğun yöne-
timine izin verir” ya da “İslam’da hâkimiyet Allah’ındır, hâlbuki demokrasi buna
aykırı olarak halkın egemenliğine dayanır” gibi gerçeklikle uyuşmayan değerlen-
dirmelerin ortaya konulması ve bunların İslamcı kesimlerde ciddi karşılık
bulması gerçekten düşündürücüdür.
Son olarak, Türk siyasi hareketleri, dün olduğu gibi bu gün de itici gücü-
nü bu cereyanlardan almaktadır. Batıcı, İslamcı ya da Milliyetçi hareketleri,
ister siyasi oluşumlar ister diğer sivil girişimler olsun, hala II. Meşrutiyet dö-
neminin dip akıntılarının sürüklediğini söylemek mümkündür. II. Meşrutiyet
ve fikir akımları sonraki siyasi, toplumsal tarih üzerinde kesif bir etki bırakmış-
tır. “İlericilik”, “gericilik”, “bölücülük” kavramları hala siyasi jargonun en
vazgeçilmez kavramlarıdır ve hepsinin içi, bir asır önceki anlayışa bağlı olarak
doldurulmaktadır. Ancak bunun çoğunlukla olumlu bir etki olmadığını da
biliyoruz. Bir cümle ile ilericiliğin ve gericiliğin mücadelesi şeklinde süregelen
mücadele II. Meşrutiyet dönemi akımlarının iflah olmaz kalıplarının dışına bir
türlü çıkamıyor. Bunun bir nedeni belki de bir asırlık süre içinde söz konusu
akımların serbest rekabet içinde gelişememeleridir.
SONNOT
1
TUNAYA Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, C. I, 2. b., ( İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayın-
ları, 1988), s. 9.
2
KAHRAMAN Hasan Bülent, “Bir Zihniyet, Kurum ve Kimlik Kurucusu Olarak Batılılaşma”,
Modernleşme ve Batıcılık, C. III., 3. b., (İstanbul: İletişim Yayınları, 2004) , s. 125.
3 TOKER Nilgün, TEKİN Serdar, “Batıcı Siyasi Düşüncenin Karakteristik Evreleri: ‘Kamusuz
Cumhuriyetten Kamusuz Demokrasiye’ Geçiş”, Modernleşme ve Batıcılık, C. 3, 3.b, (İstan-
bul: İletişim Yayınları, 2004), s. 82.
4 BERKES Niyazi, Türkiye’de Çağdaşlaşma, (İstanbul: Doğu- Batı Yayınları, Basım Yılı Belir-
tilmemiş) s. 406.
5 TUNAYA Tarık Zafer, “Amme Hukukumuz Bakımından İkinci Meşrutiyetin Siyasi Tefekkü-
ründe ‘Garpçılık’ Cereyanı”, İstanbul Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1948, C: XVI, s. 589.
6 ABDULLAH CEVDET, “Şime-i Muhabbet”, İçtihat, 1329, No: 89. ss. 1890-1984.
7 TOKER Nilgün, TEKİN Serdar, “Batıcı Siyasi Düşüncenin Karakteristikleri ve Evreleri: ‘Ka-
musuz Cumhuriyetten Kamusuz Demokrasiye’ ”, Modernleşme ve Batıcılık İçinde, Cilt 3,
(İstanbul: İletişim Yayınları, 2004), s. 83.
8
ÜLKEN, Hilmi Ziya, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 3. b., (İstanbul: Ülken Yay., 1992), s.
207
9 ABDULLAH CEVDET, “Mevlana’nın Rubaileri”, İçtihat, 1932, No: 339, s. 5661.
10 ÜLKEN, a.g.e., s. 206.
11 BERKES, a.g.e., ss. 376-378.
12
KAVCAR Cahit, Batılılaşma Açısından Servet-i Fünun Romanı, (Ankara: Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yayınları, 1985), ss. 50-51.
13 BERKES, a.g.e., s. 380.
14
KARACA Nuray, Pozitivizmin Erken Cumhuriyet Dönemine Etkisi, (Ankara: Anı Yayıncı-
lık, 2008), s. 81.
87
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
88
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
89
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
Türkleştirme, Günümüz Yazı ve Diline Aktaran, Özer Ozankaya, (Ankara: Kültür Bak. Yay.,
2001), s. 75.
66 AKÇURA Yusuf, Yeni Türk Devletinin Öncüleri, (Ankara: Kültür Bak. Yay., 1981), ss. 18–30.
67
KUSHNER David, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, Çev. Şevket Serdar Türet vd., (İstanbul:
Kervan Yayınları, 1979), s. 13–14.
68
HEYD Uriel, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, 2. b., Çev. Kadir Günay, (Ankara: Kültür Ba-
kanlığı Yayınları, 2002), s. 13.
69 KUSHNER, a.g.e., s. 46.
70
ŞEMSETTİN SAMİ, “Lisan-ı Türkî- Osmanî”, Hafta Dergisi, Sayı: 12, 10 Zilhicce 1298 (1880);
Aktaran, Agâh Sırrı Levend, Şemsettin Sami, (Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1969), ss.
153–156.
71 KUSHNER, a.g.e., s. 63–64.
72 SHAW Stanford ve SHAW Ezel Kural, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C. II, 2.
b., Çev. Mehmet Harmancı, (İstanbul: e Yayınları, 1994), s. 317–318.
73
KUSHNER, a.g.e., s. 17.
74
KARAKAŞ Mehmet, “Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği”, Doğu Batı, S. 38, Ekim 2006, ss. 64–
67.
75 HAYRULLAH EFENDİ, Avrupa Seyahatnamesi, Günümüz Yazı ve Diline Aktaran, Belkıs
Altuniş-Gürsoy, (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 2002), ss. 187–189.
76
TOPRAK Zafer, Türkiye’de Ekonomi ve Toplum, Milli İktisat- Milli Burjuvazi, (İstanbul:
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1995), s. 6–7.
77 AHMET Feroz, Modern Türkiye’nin Doğuşu, 3. b., Çev. Yavuz Alagan, (İstanbul: Kaynak
Yayınları, 2002), s. 58–59.
78 BERKES, a.g.e., s. 405.
79 AKÇURA Yusuf, Üç Tarzı Siyaset, 4. b., (Ankara: Türk Tarih Kur. Yay., 1998), s. 31.
80 GÖKALP Ziya, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, 5. b., Haz. İbrahim KUTLUK,
(Ankara: Kültür Bakanlığı, Ziya Gökalp Yayınları, 1976), ss. 5–7
81
KARAKAŞ Mehmet, “Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği”, Doğu-Batı, Yıl: 9, S. 38, s. 63.
82
ÖĞÜN Süleyman Seyfi, Modernleşme, Milliyetçilik ve Türkiye, (İstanbul: Bağlam Yayınları,
1995), s. 170.
83
DENİZ Faruk, “İmparatorluktan Ulus Devlete Geçişte Akçura, Gökalp ve Mustafa Kemalin
Yeni Siyaset Arayışları”, Divan, Yıl: 2006/2, ss. 35–62.
84 GÖKALP Ziya, Türkçülüğün Esasları, (Ankara: Kültür Bak. Yay., 1986), ss. 12–19.
85 HEYD Uriel, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, Çev. Kadir Günay, (Ankara: Kültür Bak. Yay.,
2002), s. 37.
86 GÖKALP, Türkleşmek…, s. 7; Ziya Gökalp’ın bu düşüncesinin son dönem Osmanlı aydınları
tarafından yaygın bir şekilde paylaşıldığı anlaşılmaktadır. Örneğin, Osmanlının son dönem-
lerindeki en etkili gazetelerinden “Basiret”te “Fezail-i Milliye” (Milletlerin Faziletleri) başlıklı
bir yazıda, Amerikan ve İngiliz Vatandaşlarının vatanları tehlikede olduğu zaman mal ve
canlarından nasıl vazgeçtikleri övülerek anlatılmaktadır. Yazı “Osmanlı devletinin ise şu teh-
likeli günlerde vatanları uğruna yardım yapmak akıllarından bile geçmiyor” diye devam edi-
yor. YERLİKAYA İlhan, XIX. Yüzyıl Osmanlı Siyasi Hayatında Basiret Gazetesi, (Van: Yü-
züncü Yıl Üniversitesi Yay., 1994), s. 102.
87
KUSHNER, a.g.e., s. 30.
88 GÖKALP, Türkleşmek …, s. 44.
89 GÖKALP, Türkleşmek…, s. 47–48.
90
GÖKALP, Türkleşmek…, s. 48–49.
91
LEVEND Agah Sırrı, Şemsettin Sami, Ankara: Türk Dil Kur. Yayınları, 1969, s. 153.
92 LEVEND Agâh Sırrı, a.g.e., s. 156.
90
4. Bölüm: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Önemli Siyasal Akımlar / Şükrü Nişancı
93 DANİŞMEND İsmail Hakkı, Ali Süavi’nin Türkçülüğü, 2.b., (Yayın Yeri Belirtilmemiş, C.H.P
Genel Sekreterliği Yayınları, 1942), s. 34.
94 ÖKSÜZ Yusuf Ziya, Türkçe’nin Sadeleştirme Tarihi, Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi,
(Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1995), s. 113–115.
95 GÖKALP, Türkleşmek…, ss. 50–52.
96
AHMED AGAYEF, “Türkler İçinde Milli Hareket”, Türk Yurdu, C.3, S.65, s.295-296. Aktaran,
Hüseyin SADOĞLU, Türkiye’de Ulusçuluk ve Dil Politikaları, (İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2003), s. 161
97
GÖKALP, Türkleşmek…, s. 12.
98 HEYD, a.g.e., s. 144.
99
GÖKALP, Türkleşmek…, s. 30–31.
100 GÖKALP, Türkleşmek…, ss. 31–33.
101 GÖKALP, Türkleşmek…, s. 42; Denebilir ki, kültürü, medeniyetle karıştırmak, bu ikisi ara-
sındaki sınırları tam bir açıklıkla çizememek Garpçıların ve İslamcıların ortak eksikliğidir.
Hilmi Ziya Ülken’in de işaret ettiği gibi, uzun süre Tanzimat’ın Avrupacıları ile İslamcıları,
Fikret ile Akif, Abdullah Cevdet ile Sebilürreşad arasındaki mücadelenin neticesizliği de bun-
dan ileri geliyordu. Ziya Gökalp, ilk defa kültür ve medeniyetin (uygarlık) sınırlarını tam bir
açıklıkla çizerek bu buhranın önüne geçmeye çalışmıştır. ÜLKEN Hilmi Ziya, Tarihi Madde-
ciliğe Reddiye, (İstanbul: Türk Sosyoloji Cemiyeti Yayınları, 1951), s. 145.
102 PARLA Taha, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm, 5. b., (İstanbul: İletişim
Yayınları, 2005), s. 62.
103
Gökalp’ın, halk kitlelerinden okumuş entelektüellere kadar uzanan bu terbi-
ye/toplumsallaşma potasını “millilik” ve “cinnet” ikilemi etrafında tanımladığı anlaşılmakta-
dır. Bir şiirinde şöyle demektedir: “Okumuşlar! Bırakınız gururu/ Milli harsı öğreniniz millet-
ten… O vicdandır, sizse onun şuuru/ Köksüz şuur uzak değil cinnetten. AÇIKEL Fethi, “Dev-
letin Manevi Şahsiyeti ve Ulusun Pedagojisi”, Türkiye’de Siyasi Düşünce, Milliyetçilik, C. 4,
2. b., (İstanbul: İletişim Yayınları, 2003), s. 123.
104 GÖKALP Ziya, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri I, Haz. Rıza Kardaş, (İstanbul: Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1992), ss. 105–108.
105 HEYD Uriel, Türk Ulusçuluğunun Temelleri, 2. b., Çev. Kadir Günay, (Ankara: Kültür Ba-
kanlığı Yayınları, 2002), ss. 75–76. Ziya Gökalp’ın “teknik eğitim”- “vicdani eğitim” şeklindeki
başlıca iki tür eğitime verdiği önemde, muhakkak ki içinde yetiştiği ailenin de büyük bir etki-
si olmalıdır. Bilime meraklı Ziya Gökalp’ın Avrupa’ya tahsile gönderilmesini salık veren bir
dostuna Gökalp’ın babasının verdiği nükteli cevap ailenin eğitime bakış açısını pek güzel
yansıtmaktadır. Söz konusu diyalogda babası, Ziya’nın Avrupa’ya gitmesine sıcak bakmaz,
çünkü Ziya, oraya giderse “gâvur olur”. “Öyleyse burada eğitime devam etsin” şeklindeki
öneriye verdiği cevap ise “o zamanda eşek kalır” şeklindedir. HEYD, a.g.e., s.7. Babasının da
aynı ideale bağlı olarak “oğlumu hem şark hem de garp ilimleriyle yetiştireceğim” demesi ve
kısa süre sonra vefat etmesi, Oğul Gökalp’ta adeta bir vasiyet etkisiyle, büyük bir inkılâba yol
açmıştır. GÖKALP Ziya, Küçük Mecmua, Birinci Cilt, Sayı: 18, 25 Eylül 1922, ss. 1-3.
106
ERSANLI Behar Büşra, İktidar ve Tarih, Türkiye’de Resmi Tarih Tezinin Oluşumu (1929-
1937), (İstanbul: Afa Yayınları, 1992), s. 74-75.
107 GÖKALP Ziya, Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri I, Haz. Rıza Kardaş, (İstanbul: Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1992), s. 51.
108 GÖKALP, Türkleşmek…, s. 1.
109 TUNAYA Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasal Partiler, C. I, 2. b., (İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayın-
ları, 1988), s. 10.
91
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
5. BÖLÜM
OSMANLI VE CUMHURİYET MODERNLEŞ(TİR)MESİNDE
TARİH, DİN VE ETSİNİTE ALGISI
Adem ÇAYLAK∗
Adem ÇELİK∗
TARİHSEL ARKAPLAN
Tarih, bir bakıma belirli sembol, kavram ya da sayılarla kimi zaman mit-
leştirilip yüceleştirilen, kimi zaman da “sapmalar”la izahı çalışılan simgelere
bürünmüş olayların içinde sessizce aktığı bir su yatağına benzer. Aslına bakı-
lırsa yatakta akıp giden milletlerin dünyaya bakış açılarını yansıtan karakterle-
ridir. Mardin’in ifadesiyle, “Bir milletin dünya görüşünü, tarih literatürü kadar çok
az şey yansıtmaktadır”.1 Bu açıdan bakıldığında, Türk tarih algısının da, Türki-
ye’de son yıllarda ortaya çıkan siyasi felsefedeki değişmeleri gayet iyi yansıttı-
ğı söylenebilir. Bu haliyle, Türkiye’de sembolikleştirilen her tarihi dönemeç,
belirli dünya görüşlerinin imgeler dünyasında şekillendirilmektedir. Cumhu-
riyet modernleşmesiyle yeni bir tarih, yeni bir milli kimlik ve bu kimliğe uy-
gun bir milli din yaratma sevdasında olan cumhuriyet seçkinleri, verili gerçek-
liğe, tarihsel ve toplumsal tahayyülün içinden bakmayıp ve toplumun kültürel
kodlarının farklılıklarını hesaba katan bir çerçeve içinde yaklaşmayıp, kayna-
ğını pozitivist ilerlemecilik (düzen ve birlik içinde ilerleme/ilerletme)2 yakla-
şımdan alan belirli ilkeler demeti doğrultusunda, “toplumu siyasal, ekonomik,
toplumsal ve kültürel tüm yönleriyle değiştirmeyi, yenileştirmeyi, çağdaşlaştırmayı
amaç edinmek3” mantığı ile tarihi sürekliliğin inkârı anlamına gelecek özsel bir
kopuş gerçekleştirmeyi amaç edinseler de, içerdiği zihniyet dünyası ile kendi-
sinden önceki tarihi dönemecin farklı formda yeniden üretimi anlamına gel-
mekle kalmayıp Türkiye’nin siyasi tarihini, belirli siyasal yönelimlerin elinde
“donduran”, “mitleştiren” ve “kutuplaşmalarla” anlaşılabilen bir hüviyete
büründürmüşlerdir. Bu şekildeki bir tarih algılaması ise, Türkiye’nin siyasal
yaşamının kendi içinde cereyan eden süreklilik ile kırılma dönemlerinin kimi
∗
Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü.
∗
Arş. Gör., Kocaeli Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü.
93
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
94
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
95
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
“bilim” ve “fenni” ile aydınlatıp dönüştürmek isteyen Jön Türk Osmanlı aydı-
nına ve aynı gelenekten gelen cumhuriyetçi seçkin aydına da hakim olmuştur.
Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan tarihsel süreçte, devlet yönetiminde on seki-
zinci yüzyılın sonundan başlayarak on dokuzuncu yüzyılda giderek etkinliğini
artıran “laik” bürokrat taifesi, bir çözülüşün içinde olduğuna inandıkları Os-
manlı’da devlet mekanizmasını güçlendirerek dağılmanın önüne geçebilecek-
lerini düşünmüşlerdir. Daha sonradan tüm Osmanlı sivil-asker bürokrat taife
ile Batılı eğitimden geçmiş aydınlara hakim olan devlet eksenli “bürokratik
stil”, yönetimi, sosyal ilişkilerin güç boyutu üzerinde algılayan geleneksel
"devlet maslahatı" (reason of state) anlayışından ilham alan işbilir, ampirik gö-
rüşlü ve pragmatik bir grup “laik” memurlar arasındaki özel bir tavrın ürünü
olarak ortaya çıkmıştır.17 Bu bakımdan ülkede kanun hâkimiyetini tesis etmek
isteyen Tanzimat bürokratının düşün dünyasını biçimlendiren Batı kaynaklı
kameralizm (kanunla halka empoze edilen iktisadi refah devleti ve güçlü bir
devletle yapılan siyasal/toplumsal planlama anlayışı)18 ve merkeziyetçi devlet
kurucularının tekellerinde tutmak istedikleri gücü parçalayan her türlü unsuru
ortadan kaldırmaya dönük “aydın despotizmi” de denilen devleti tek elden
yönetme girişimi, Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan tarihsel dilimde modern-
leşmenin egemenliği tek elde toplayan, merkezden idare edilen ve bütün bi-
rimleri bir birinin eşi bir devlet yapısı kurmaya dönük yüzünü açığa çıkarmış-
tır. Bu aslında devletin bekasına dayalı geleneksel Osmanlı yönetim felsefesi-
nin, devlet eksenli tepeden inşaya dayalı Türkiye modernleşmesi ile örtüştüğü
anlamına gelmektedir. Daha sonra bu yönelim, Türkiye Cumhuriyeti’ni kura-
cak seçkinlerin, toplumu “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kütle” olarak ta-
savvur ettikleri korporatist tavırlarında açıkça görülecektir. Çünkü Kameralist-
lere göre güçlü bir devlet, aynı zamanda güçlü ve problemsiz bir orta sınıfa
dayanan bir devlettir. Bunun altında, tebaaya eğitim ve ticareti kolaylaştırarak,
onları birer "üretici" haline getirmek ve bu yolla elde edilen vergilerden yeni
tipte bir orduyu, bürokrasiyi ve devlet kurumlarını güçlendirmek gerektiği
şeklindeki fikir yatmaktaydı.19
Osmanlı devlet adamlığı idealini sürdüren Tanzimat reformları ve sonra-
sındaki gelişmeler "devletin güçlendirilmesi" amacından bağımsız olarak ele
alınamayacağı için20 yukarıda belirtilen merkezin bürokratik düşünüş ve dav-
ranış tarzı yerine oturacaktır. Çünkü Batılı tarzda gerçekleştirilen reformların
arkasındaki itici güç, "devlet gücünü modern yöntemlerle yetiştirilmiş bir ordu
ile desteklemek ve bunun için teknolojik ve ekonomik kalkınmayı sağlamak"
olmuştur.21 Bu da Tanzimat dönemi devlet adamlarının otoriter bir yönetim
anlayışının temsilcisi olmak durumunda bulundukları ve otokratik bir mo-
dernleşmenin yolunu açtıkları anlamına gelmektedir.22 19.yy’da Osmanlı yöne-
ticilerinin, yönetimi merkezileştirmek amacıyla devlet ve uyrukları arasında
ana güçlerin olmamasına dayanan geleneksel ideali canlandırmaya çalıştıkla-
rı23 göz önüne alındığında, Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan otoriter yönetim
anlayışının hangi temellerden beslendiğini göstermektedir. Bu reformcu bü-
rokrasi, bu gayeye matuf olarak, reformun ilk can alıcı noktası olarak, askeri ve
sivil bürokrasiyi hazırlayan eğitim kurumlarının modernleştirilmesini seçmiş-
tir. Devletin gücünü yenileme ile ilgili askeri, idari, hukuki ve diğer alanlarda
96
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
yapılan tüm reform çabaları, bürokratın almış olduğu eğitimin amaçları açı-
sından önemlidir. Osmanlı devlet adamlarının amaçlarına çok benzeyen amaç-
lara yöneltilmiş Fransız "Grandes Ecolés" ünü model olarak seçen 19. yy re-
formcuları, "devletin çıkarlarını" göz önünde tutan iyi yetişmiş, bilgili bürokra-
tik seçkinler yetiştirmeye yönelik eğitim kurumlarının açılması gerektiğine
inanmışlardır.24
Eğitim alanındaki bu gelişmeler, Osmanlı’da devlet gücünü her şeyin üs-
tünde tutan bir "laik" bürokrat tabakanın oluşturulmaya çalışılmasıyla ilgili-
dir. Başka bir deyişle, eğer Batı müesseseleri ve bu arada eğitim kurumları
devleti ihyaya muktedir ise benimsenmiştir. 25 Aslına bakılırsa bu anlayış, kla-
sik Osmanlı döneminde devletin düzenleyici rolü konusunda resmi ulemanın
toplum nezdinde sağladığı meşruiyetin yeni şartlarda ona paralel bir biçimde
oluşturulan “laik” ulema camiası ile devam ettirilmesiydi. Yani toplumsal ce-
maatler ile onların ideolojisini paylaşan ulema arasındaki kadim bağlar yeni
süreçte “laik” cemaatte yeniden oluşturulmuştur. Böylece cumhuriyetle birlik-
te daha da netleşen genel bir laikleşme ve millileşme modelinin parçası haline
gelen eğitim, aydınlanmacı reformlarla toplumu dönüştürmek ve kendisine
bağımlı kılarak biçimlendirmek isteyen devlet için en elverişli araçlardan birisi
olmuştur.26 Eğitim reformuna ilişkin söylenebilecek önemli bir husus, eğitimin,
Osmanlı-Türk bürokrasisinin seçkin grubunu diğer toplumsal gruplardan ayı-
ran en önemli kriter olmaya başlamasıdır. Bu dönemde olan bürokratların al-
mış olduğu eğitim, sosyo-ekonomik kökene baskın olmuş ve siyaset yapımı
için gerekli kriterlerin kaynağı olmuştur.27 Bu durum, 19. yy’da giderek iktisadi
temelli "Müslüman orta tabaka"nın çökmeye başlamasıyla birlikte, Türk tüccar
ailelerinin çocuklarını "kâtip" ve "memur" yetiştirmek için çok çaba sarf etme-
leri göz önüne alındığında daha da berraklaşmaktadır. Böylece, bu dönemden
başlayarak Türkiye'nin "orta tabaka"sının "devlet çıkarı"nı her şeyin üstünde
gören bir memurlar taifesine dayandığı görülecektir.28
Bu sürece bağlı olarak Tanzimat döneminin sonlarına doğru Osmanlı’da
Tanzimatçı Reşid Paşa'nın "aydın mutlakiyetçiliği" geleneğini sürdüren Ali
Paşa'nın devlet yönetiminde "şahsi bir diktatorya" tesis etme girişimi doğrultu-
sundaki çabalarına29 ve Reşid, Fuat ve Ali Paşa'dan oluşan "vüzera hegemon-
yası"nın hürriyet karşıtı tutumlarına “liberal-dini”30 bir tepkide bulunan ve
öncülüğü Ziya Paşa, İbrahim Şinasi Efendi, Namık Kemal, Ali Suavi’nin yaptı-
ğı bir grup gazeteci-aydından müteşekkil Yeni Osmanlılar hareketine31 hakim
olan anlayış, onların entelektüel geçmişlerine bakılarak daha iyi anlaşılabilir.
Bir kere, Yeni Osmanlıların dünya görüşünün şekillenmesinde İslami ve gele-
neksel Osmanlı entelektüel mirasın, devletin topluma ilişkin "siyasal mükelle-
fiyet"inin olduğuna dair görüşün, devleti yönetmeye ilişkin "daire-i adalet"
teorisinin ve Platon'dan yansımaları olan İslam filozoflarınca (örneğin Farabi)
tekrarlanan "filozof-kral" idealinin önemli bir payı vardır.32 İkinci olarak Yeni
Osmanlılardaki "hürriyet" fikri, Batılı anlamda "şahsi hakların" korunmasına
yönelik değil, aksine toplumun işleyişinin istenilen tarzda tutulmasıyla ilgili
geleneksel damarlardan beslenen "kollektivist bir hürriyet" anlayışı etrafında
odaklanmıştır.33 Bu hürriyet mefhumu bir toplum gerçeğine bağlanabilmiş,
97
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
98
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
99
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
recinde devleti kurtarmak ya da milli bir devlet kurma azminde olan aydın-
bürokrat-devlet adamı olan Türkiye seçkinleri, Aydınlanma aklı ile Batılı “bi-
lim ve fen”den müteşekkil ilerlemeye dayalı pozitivizmi bir manivela olarak
kullanmışlardır. Bu itibarla, devletin bekası uğruna toplumu birbirleriyle da-
yanışma ve yardımlaşma (solidarisme) içinde hareket eden, uyumlu bir orga-
nizma olarak tasavvur eden korporatist Türk kamu felsefesi, cumhuriyet mo-
dernleşmesinde de devam etmiştir. Cumhuriyet seçkinleri yeni değerler çerçe-
vesinde oluşturmak istedikleri milli devlete “sınıfsız, imtiyazsız ve kaynaşmış
bir toplum” yaratmak sevdasına düştüklerinden, biçimsel anlamda tüm yeni-
liklere rağmen “öz” korunmuş ve topluma ilişkin geleneksel anlayıştan kopa-
mayarak geleneksel “korporatist” niteliği devam ettirmişlerdir.45 Bunun nede-
ni, Türk-İslam imparatorluklarından Osmanlı’ya ve oradan da Türkiye Cum-
huriyeti’ne intikal eden siyasal kültürde, devlete topluluğun genel uyumunu
sağlamakla görevli bir araç olarak bakılmasından ve devletin vesayetçi bir bi-
çimde toplumu gütmek istemesinden kaynaklanmıştır. Bu açıdan Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşu yeni bir Batılı yüze sahip olmasına rağmen, daha
ziyade Osmanlı toplumunun toplumsal, siyasi ve kültürel düzeninin ulusal
çapta yeniden dirilişidir.46
Bu çerçevede Kemalizm devletin birey ve toplum karşısında önceliği ve
kutsallığını savunması bağlamında geleneksel Osmanlı devlet anlayışının de-
vamı ve farklı biçimsel araçlarla yeniden üretilmesi olarak okunabilir. Diğer bir
deyişle, yukarıda da belirtildiği gibi imparatorluktan cumhuriyete geçişte dev-
letin bireye olan öncelliğinin korunması bağlamında özün korunması söz ko-
nusuyken, devletin bekasının korunması açısından biçimsel araçların değişimi
söz konusudur. Ancak bu biçimsel araçlar Kemalistler tarafından icat edilmiş
değil, Osmanlı modernleşmesinde de üzerinde düşünülen kavramlardır ve bir
kısmı Kemalizm öncesi modernleştiriciler tarafından hayata geçirilmişlerdir.
Kemalistler, cumhuriyet öncesinde tartışılan bu kavramları hayata geçirmiş ve
geleneksel kavram ve meşrulaştırım araçlarının yerine laiklik, halkçılık, in-
kılâpçılık ve milliyetçilik gibi araçları koymuşlardır.47 Ancak özü korumak için
geliştirilmiş olan bu araçlar, pozitivist mantığın bir uzantısı biçiminde toplum-
sal hayata, jakoben bir biçimde egemen kılınmaya çalışıldığı ölçüde meşruiyet
krizi ya da Mardin’in ifadesiyle bir boşluk yaratmıştır.48 Devleti içine düşmüş
olduğu gerilik durumundan kurtarmaya çalışan Osmanlı modernleşmecilerin-
den farklı olarak Kemalist elit, içinde bulunulan kötü durumdan kurtulmanın
reçetesi olarak biçimsel anlamda topyekûn Batılılaşmayı hedeflemiş, Batılılaş-
mayı sağlamak için geleneksel araçların yerine yeni araçlar oluşturma çabasına
girişmiştir. Bu araçlardan birisi, olayları destansı bir biçimde anlatarak siyasal
meşruiyet için “tarihi” bir araç olarak kullanan Osmanlı geçmişinde olduğu
gibi cumhuriyet tarihçiliği de Osmanlı tarih yazımının etkisinde kalarak, hem
üslup ve tarz olarak hem de zihniyet olarak Osmanlı tarih yazıcılığını tevarüs
etmiştir. Aslına bakılırsa, 1930’larda yazılan resmi tarih tezi ile tersten impara-
torluk tarihçiliği benimsenmiştir. Başka bir deyişle, ulus-devlet inşa sürecinde
etkili olan Alman ve Fransız romantik, idealist, pozitivist ve tarihselci akımlar-
dan ve geleneksel Osmanlı tarih yazıcılığından esinlenen cumhuriyet tarihçiliği
de, milli kimlik inşa etme sürecinde İslam ve Osmanlı öncesi tarihi, ulusçuluk
100
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
akımını yakacak bir enstrüman olarak tasavvur etmiş, kitleleri Osmanlı ve İs-
lam geçmişinden soyutlayan bir eğitimin aracı olarak görmüş ve tarihi devletin
siyasal meşruiyeti için kullanmıştır.49 İkincisi, muhayyel cemaat anlamında
ulus inşası, ulus inşasının zorunlu sonucu olan yeni tarih ve değerler yaratımı,
dini olanın kamusal alandan uzaklaştırılması anlamında kullanılan laikliktir.50
Devletin kurtarılması için Osmanlıcılık ve İslamcılıktan farklı olarak Batıcılık
ve Türkçülüğün bir sentezi olarak değerlendirilebilecek olan cumhuriyet mo-
dernleşmesi, İslam ve Osmanlı geçmişini Osmanlı modernleşmecilerinden
farklı olarak, yeni kimliğin bir unsuru olarak değil, “ötekisi” olarak görmüştür.
İslam ve Osmanlı geçmişinin ötekileştirilmesi, milli kimliğin inşasında önemli
yer tutan tarih ve köklü bir geçmişe sahip olma duygusunda bir boşluğun açı-
ğa çıkmasına sebebiyet vermiş ve bu boşluk, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi
gibi tezlerle doldurulmaya çalışılmıştır. Üretilmiş olan bu tezler yaratılmış olan
boşluğu doldurmak yerine daha da derinleştirmiştir. Başka bir ifadeyle, devle-
tin kendini kabullendirmesinin geleneksel araçlarının kaldırılmasının yarattığı
boşluğu doldurması için icat edilmiş tarih ve gelenekler, yaratılan boşluğu
dolduramamış, geleneksel kavramlar ve semboller gibi toplum ve birey nez-
dinde meşruluk yaratamamış, aksine meşruiyet krizini sürekli hale getirmiştir.
Mardin’in ifadesiyle, Kemalist ideoloji, ümmetçi ideoloji karşısında dinin top-
lum ve kişi katında gördüğü işlevi görememiştir. Kültürün yaratıcı katında din
ve geleneğin simgesel kozmogonisi içinde kendi anlam dünyasını oluşturan
toplumsallıkların birey nezdinde yaratmış olduğu anlam karşısında Kemalist
milliyetçi ideoloji rakip olamamıştır.51
GİRİŞ
Osmanlı imparatorluğundan cumhuriyet Türkiye’sine geçişte, asıl dönü-
şüm çok etnikli ve çok dinli bir imparatorluktan “laik” ve tekçi ulus-devlete
geçiş alanında yaşanmıştır. İmparatorluktan ulus-devlete geçiş, ulus-devletin
öznesi olan ulusun, kimlerden oluşacağı, hangi araçlar vasıtasıyla inşa edilece-
ği, dinin ulus inşasında yerinin olup/olmayacağı sorularını beraberinde getir-
miştir. Modernist bir proje olarak ulus-devletler, belli bir etnik kor üzerine inşa
edilir ve geçmişin yeniden yorumlanması, kahramanlıklar, semboller ve mitle-
rin üretilmesi üzerine kurulurlar.52 Milliyetçi entelijansiyanın söylediğinin ak-
sine, milletler milli bir uyanışın sonucu değildir, ya da Gellner’in deyimiyle,
“milliyetçilik, milletlerin kendi öz-bilinçlerine uyanma süreci değildir; ulusların var
olmadığı yerde onları icat eder.”53 Milleti milliyetçilerin inşası olarak gören mo-
dernist kuramcıların tamamı toplumsal, iktisadi ve teknolojik dönüşümlerin
ulus-devlet ve ulusu tarih sahnesine çıkardığını, tarihin her döneminde millet
ve milliyetlerden söz edilemeyeceğini savunurlar. Milleti, “Belirli bir toprak
parçası ya da yurtta yaşayan, ayrı bir ortak dili ve kültürü olan az ya da çok kurumsal
olarak olgunlaşmış, tarihsel bir cemaat”54 olarak tanımlanırsa, milletlerden söz
edebilmek için gerekli olan homojen bir kültür, tek bir dil ve kurumsal olgun-
laşmanın sağlanabilmesi gereklidir. Ülkenin tamamındaki insanlara ortak bir
eğitim, standart haberler verilmesi ve ortak bilinç yaratılması için gerekli olan
teknolojik olanakların ancak modern çağda elverişli hale geldiği görülür. Diğer
bir deyişle, millet verili, ezel/ebed bir kavram olmadığından, milliyetçilerin bir
101
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
102
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
grupları tek bir kimlik çatısı altında eritmek için, asimilasyon, iskân gibi etnik
stratejileri de uygulamak durumunda kalmıştır.61 Türk milli kimliğinin inşa-
sında Smith gibi Batılı ve Batılı olmayan milliyetçilikler arasında bir ayrım
yapmak yerine, etnik açıdan homojen ve heterojen ülkelerin milli kimlik inşa-
larındaki nicel ve nitel farklılara yoğunlaşmak, hem oryantalist paradigmanın
tuzağından kaçmaya, hem de Türkiye gibi etnik açıdan heterojen bir toplum
yapısı üzerinde milli kimlik kurmaya çalışan milliyetçi entelijansiyanın temel
problemlerini anlamaya yardımcı olacaktır. Hem Batılı hem Batı-dışı milliyetçi-
liklerde muhayyel ve inşa unsurunun önemli olduğu gerçeği akılda tutulmakla
beraber, etnik açıdan heterojen olan ülkelerdeki millet inşasının, zorunlu ola-
rak dayanması ve yaratması gereken geçmiş, mit ve sembollerin tüm etnik
grupların özlemlerini karşılayamamasının yarattığı problemlerinden etnik
açıdan heterojen olan Türkiye de kaçamamıştır. Türk milli kimliğinin inşasında
Osmanlı ve İslam geçmişi, içersediği zihniyet ve öz olarak olmasa da biçimsel
anlamda farklı bir düzleme yerleştirerek ötekileştirilmiştir. İslam ve Osmanlı
geçmişinin ötekileştirilmesinin yaratmış olduğu boşluğu doldurmak için, İslam
öncesi Türk geçmişi devreye sokulmuştur. Osmanlı ve İslam geçmişinin yeri-
ne, İslam öncesi Türk milli kimliğinin devreye sokulması, Türklükle İslam veya
Osmanlı döneminde tanışmış olan farklı etnik unsurların ve hatta Türk Müs-
lüman unsurların rejimle çeşitli sıkıntılar yaşamasına vesile olmuştur. Osmanlı
ve İslam geçmişinin farklı bir düzleme oturtulup ötekileştirilmesi cumhuriye-
tin modernleşmesinin birinci problemli alanını oluşturmuştur.
Modern ulus-devletlerin bir yönü haklar ve ödevlerin açıkça belli olduğu
anayasalar ise de, diğer yönü ise geçmişin yorumlanması ve milletin etnik bir
kor üzerine inşasıdır. Çoğu kez milletin etnik ve özcü tanımıyla, anayasaya,
eşit yurttaşlığa vurgu yapan hukuki ve siyasi tanımı arasında, Smith’in ifadele-
riyle “civic” ve etnik milliyetçilik arasında bir çelişki söz konusudur.62 Millet
inşasında, vurgunun siyasi-hukuki yurttaşlığa mı yoksa etnik-özcü kimliğe mi
yapıldığı genelde önemli olmakla beraber etnik açıdan heterojen olan Türkiye
gibi ülkelerde özellikle önemlidir. Siyasi, hukuki milliyetçiliğe yapılan vurgu
farklı etnik unsurların bir arada yaşama olanağını artırırken, etnisiteye yapılan
yoğun vurgu ise etnik ihtilafları artırır. Cumhuriyet modernleş(tir)mecileri
aşağıda inceleneceği üzere, dil ve kültür birliğini milletin yegâne tanımlayıcı
unsuru saydığından, bu birliği sağlamak için farklı kültür ve etnik gruplar
üzerinde asimilasyon, iskân/tehcir gibi etnik stratejiler uygulamışlardır.63 Tür-
kiye’de yurttaş olmanın koşullarından birisi, anayasaya bağlı olmaksa da, aynı
anayasaya bağlı olmaktan daha önemli olanı ise Türk dil ve kültürünü benim-
semektir. Türk dilinden anlaşılan devletin resmi dili değildir. Türk dili denil-
diğinde cumhuriyetçi elitler, kamusal alanı aşan, özel alanın sınırlarına taşan
etnik bir dili anlamışlardır. Dolayısıyla, kamusal alanda Türkçe konuşmak
devletin eşit yurttaşı olmak için yeterli değildir; Türk dili gündelik işlere varın-
caya kadar hayatın her alanında kullanılmalıdır. Türk dilinin kamusal alan
dışında kullanımını yaygınlaştırmak için, farklı etnik gruplara Türkçeyi öğ-
retmek meselenin bir boyutunu oluştururken, meselenin diğer boyutunu Türk-
çe dışındaki dillerin unutturulması ve yok edilmesidir. Erken cumhuriyet dö-
neminde uygulanmış olan tehcir politikalarının asıl amacı, Türklük dışındaki
103
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
104
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
105
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
106
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
107
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
108
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
bulgularına göre, “Anadolu’nun orta kısmında bazen, %100 yakın nisbetlerde braki-
safellere (Alpin ırkı, yuvarlak kafataslı) tesadüf edilir.”82 İnan’ın doktora tez danış-
manı olan Eugene Pittard Atatürk’ün, Türk ırkının menşeine olan ilgisini şöyle
izah etmiştir: “Atatürk’ün Türk milletinin menşeinin kabil olduğu kadar iyi tanımak
hususundaki şiddetli arzusu, milletin Şefini etnik ve ırki meselelere alakadar olmağa
sür’atle teşvik etti.”83 Atatürk’ün Batılılarla Türklerin manevi ruhu arasında
kurmuş olduğu birliği, daha ileri götüren İnan’a göre, “Bir ırk olarak Türk halkı
görüntü olarak batılılara çok yakındır.”84 Dr. Reşit Galip, ırk üzerine yapılmış ça-
lışmaların çoğunun Türklerin sarı ırka ait olduğunu söylerken, frenoloji (kafa-
tası) üzerine yapılmış olan çalışmaların farklı sonuçlar verdiğini belirtmiştir.
Galip, “Uzun boylu, beyaz simalı, düz veya kemerli ince burunlu, muntazam dudaklı,
çok kere mavi gözlü ve göz kapakları çekik olarak değil, ufki açıdan ‘Türk’ beyaz ırkın
en güzel örneklerinden biridir” diyordu.85
Türk kimliğinin, Arap ve Osmanlı kimliğinden uzaklaşıp Batı kimliğine
yaklaşması gerektiğinin en güçlü savunucusu olan Saffet Engin, Atatürk ihtila-
linin iki ereği olduğunu söylemiştir: “Ey Atatürkçüler! İlk ereğiniz Türkleşmektir,
çağdaşlaşmaktır. Birincinin en büyük aracı dil-tarih devrimi, ikincisininki, Laiklik ve
Greko-Latin kültürüdür.”86 Dil devrimiyle “yapay” Osmanlıcadan ve Arapçadan
kurtulunacak, Türk diline hak ettiği değer verilecek; Laiklik ve Greko-Latin
kültürü sayesinde çağdaşlaşılacaktır. Engin’in Greko–Latin kültürüyle çağdaş-
laşma arasında kurmuş olduğu ilişki Kemalistlerin tümüne içkindir. Ancak
Engin, Greko-Latin kültürünün yaratıcısının Türkler olduğunu söyleyerek
medeniyet ve Türklük arasındaki mesafeyi kaldırmıştır. Engin’e göre Türkler
olmasaydı, Batı medeniyetinden söz etmek mümkün olmazdı. Çünkü ona gö-
re, “Bugünkü Batı kültürü tümüyle, Sümer-Eti-Aka ve Etrüsk Türklerinin toplumsal
bir yaşantı kalıntısıdır.”87 Hatta Türk Tarih Tezinin ortaya atıldığı kitap olan
Methal’de, Türklerin dünyanın geri kalanını uygarlaştırmak için Orta Asya’dan
dünyanın diğer taraflarına yayıldığı iddia edilmiştir. Türkler, “Orta Asya içde-
niz etrafında parlak bir medeniyet yaratmışlardı. Bu iç deniz iklimsel değişikliklere
bağlı olarak kuruyunca, Orta Asya’yı terk ederek, dünyanın geri kalanını uygarlaştır-
mak için dört bir yana dağılmışlardı. Doğu’da Çin’e; Güneyde Hindistan’a; batıdaysa
Mısır’a, Mezopotamya’ya, İran’a, Anadolu’ya, Yunanistan’a ve İtalya’ya gitmişler-
di”.88 Güneş Dil Teorisi ve Türk Tarih Tezinin temelinde, Yunan ve Roma uy-
garlığından beslenmeyen hiçbir kültürün uygarlaşması, dolayısıyla bu uygar-
lıktan pay almadan tarihsel uygarlaşma hattına katılması mümkün değildir
diyen, klasik filoloji ve tarih anlayışı vardır.89
Klasik filoloji ve tarih anlayışından etkilenen cumhuriyetçi elit, Türklerin
medeniyete katkısı en büyük milletlerden olduğunu ispatlamak için çeşitli
komisyon, cemiyet ve kurullar oluşturmuşlardır. Türk Tarihini Tetkik Cemiye-
ti bünyesi kurulan Türk Dili Tetkik Cemiyeti oluşturduğu bir komisyonla,
“Türk dilinin bütün dünya dillerinin inkişaf ve tekâmülünde en müessir amil olduğu-
nu kanıtlamak için” 90 Türkçe ile Hint-Avrupa dillerini karşılaştıran bir inceleme
başlatılmıştır. Cemiyetin gerçekleştirdiği birinci dil kongresinde Türkçenin
bütün dillerin temeli olduğu ispatlanmaya çalışılmıştır. Cemiyet, Yunan ve
Latin dillerinin temelinde Türkçenin olduğunu savunmuştur. Bu durum şu
109
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
şekilde anlatılmıştır: 91
Eski Türkler fevkalbeşer olan bir kuvvete sahip olan maneviyete (tiv) ve (dev) derlerdi; bu-
nun için Türkçe’de Tanrının diğer bir adı da (Tiyu) dur. Latinler bu kelimeyi Diyü şekline
sokarak aynı manada kullandılar. Yunanlar da aynı kelimeleri (Teo) ve (Teos) olarak, Al-
lah’a ad verdiler. Keza Türkler kahraman ve kahhar [yokedici] gençlere (devoğlu) derlerdi.
Bu devoğulları çok defa Arap kavimlerini çiğnemiş, onlar için korku ve dehşet sembolü ol-
muştur. Latinler bunlara divayol diyalb demiştir. Yunanlar da divayolus olarak telaffuz et-
mişlerdir.
Türkçenin sadeleştirilmesini de üstlenen kurul, Türk dilini yabancı etkile-
rinden korumak ve temizlemek için eski Türkçeyi “diriltmeye” girişmiştir.
Temizleme girişiminin en önemli safhasını, “Geçmişlerini unutan ve onu hakir
gören” Türklere, içerisinde olmaktan gurur duydukları “yabancı bir kültür”
empoze eden İslam’ın kalıntılarının Türk dilinden çıkarılması oluşturmuştur.
“Ancak; paradoksal bir olarak, Atatürk’ün Türkiye’yi Avrupalılaştırma andını yansıtır
biçimde, Avrupa dillerinden gelen kelimeler Türkçe’den temizlenmedi.”92
Mesut Yeğen’e göre, İslami kimliğin süre giden kudretinin aşılması ve
milli kimliğin esas kolektif kimlik olabilmesi için bir ırki ‘geçmişin’ tasavvuru
ve inşa edilmesi ve halka bu ‘muzaffer ırki geçmişin’ hatırlatılması gerekiyor-
du. Anadolu köyleri ezelden beridir ve dolayısıyla Müslüman olmadan önce
dahi büyük bir ırk olduklarına kani olmalıydılar. Dolayısıyla, Türk Tarih Te-
zinin binlerce yıl önceki ‘gurur duyulması gereken’ geçmişe yaptığı bu vurgu
da oldukça rasyoneldir ve yeni rejimin ihtiyaçlarına uygundur. 93 Ancak, Türk
Tarih Tezi, yeni rejimin ihtiyaçlarına uygun olduğu kadar paradoksaldır da.
Paradoksaldır, çünkü temel gayelerinden biri ahenk ve uyum olan korporatist
projenin uyum ve merkezileşme politikalarına yönelik etnik ve İslami muhale-
fetin besleneceği çok zengin bir malzeme sunar.94 Osmanlı ve Doğu kimliğinin
başka bir düzleme yerleştirilip, ötekileştirilmesinin Türk tarihinde yaratmış
olduğu 600 yıllık boşluğu, muzaffer bir Türk tarihinin varlığıyla doldurmaya
çalışan Türk Tarih Tezi, Türk ulusu için değil, ancak Türk etnisitesi için anlamlı
olabilir. İnşa edilen milli kimliğin temelini oluşturan tarih tezinin referansı
olan İslam öncesi Türk tarihi, Türk etnisitesiyle İslam’ı kabulden sonra tanış-
mış olan diğer Müslüman etnik unsurlar için olumsuz bir çağrışım yapıyordu.
Kurtuluş savaşı boyunca hilafet ve saltanat davası için milli mücadeleye giri-
şen Müslüman etnik unsurların, hilafetin kaldırılmasından sonra yaşadıkları
şoku, İslam öncesi Türk tarihinin alması daha da tetiklemiştir. Cumhuriyet
tarihi boyunca, hukuki-siyasal milliyetçilikle, etnisist-özcü milliyetçilik arasın-
daki gerilimi tetikleyen faktörlerden birisi, hiç şüphesiz ki, Türk etnik kimliği-
ne referanslarla yüklü Türk Tarih Tezidir.
II. CUMHURİYET MODERNLEŞMESİNİN DİN ALGISI
A. KEMALİST LAİKLİĞİN İNŞASI
Türkiye’de laiklik üzerine çalışanların birçoğu Türkiye laikliğinin özgün
tarafları olduğu vurgulamıştır. Genel anlamıyla laiklik iki ilke üzerine kurulu-
dur: Bunlardan birincisi din ve devlet işleri ayrılığı diğeri ise vicdan hürriyeti-
dir. Bu ayrım, dini ve inançları nedeniyle bir kimsenin veya grubun devletle
110
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
111
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
temel niteliğidir” der.98 İslam ve laisizm arasında dokusal bir uyumsuzluk ol-
duğunu söyleyenler, İslam’ın doğası gereği devlet işlerini düzenlemeye çalışan
bir din olduğunu vurgularlar. Peker’e göre, “Din güya kendi köşesinde, huşuğ
içinde kendi işlerini tanzim eder görünmekle beraber, hergünkü faal tesir ve teşebbüsü-
nü, içinde bulunduğu devrin en büyük siyasal çalışmalarında göstermiştir.”99 Dinin
devrin en karanlık siyasal çalkantılarının içinde yer alması açıklaması Kema-
lizm’in dinin denetim altında tutulmasını meşrulaştırmak için yeterli görül-
müştür. Ancak milli bir din inşasında da görüleceği gibi, dinin denetim altında
tutulması paradoksal olarak dinin siyasallaşmasına sebebiyet vermiştir. Dinin
başkalarınca siyasi araçlar için kullanılmasına engel olacak yerde, Kemalistler
dini kendi siyasi amaçları için araç olarak kullanmışlardır. Laikliğin sağlanma-
sı için İslam dininin reforme edilmesi söz konusudur. Atay’a göre Mustafa
Kemal büyük bir din reformcusuydu.100 Devletin, dini reforme etme girişimle-
ri, dinin içeriğine müdahale istemleri anlaşılmaksızın, Türkiye’de din eksenli
siyaset yapan siyasi partilerin varlıkları doğru anlaşılamaz. Dini siyasetten
uzak tutmak adına yapılan kontrol ve denetim girişimleri diyalektik karşıtını
yaratmıştır. Hattı zatında İslamcı siyasal partiler laikliğe değil, Türkiye laikli-
ğine yönelik bir muhalefet hattı izlemektedirler. Zira Türkiye laikliği din-
devlet ayrılığı ve vicdan hürriyeti üzerine değil, dinin devlet tarafından dene-
timi üzerine kuruludur. Kontrol ve denetimi İslam dininin doğası gereği poli-
tik bir din olmasıyla açıklamaya çalışanların (kontrolü İslam’ın politik doğasıy-
la açıklamaya çalışanlar, kontrol ve denetimi zorunlu olarak meşrulaştırırlar)
ihmal ettikleri nokta; İslam devlet işlerini düzenlemekten vazgeçse dahi, bu-
nun Kemalistler için dini kendi küresinde bırakması için yeterli olup olmadığı-
nın meçhul olmasıdır. Çünkü cumhuriyetçi elitin nihai hedefinin din ve devlet
işlerinin birbirinden ayrılması ve din ve vicdan hürriyetinin sağlanması anla-
mında laiklik mi, yoksa dinin toplum ve dünya işleri üzerinde etkisini yitirme-
si anlamında sekülerizm mi olduğu muğlâktır. Erken cumhuriyet dönemi bo-
yunca özellikle CHP programları incelendiğinde, laiklikten, sadece din ve dev-
let işlerinin ayrılması değil, dinin dünya işleri üzerindeki etkinliğinin azaltıl-
ması ve zamanla yok edilmesi anlaşıldığı görülecektir.
CHP’nin 1931 ve 1935 parti programlarında laiklik şöyle tanımlanmıştır: 101
Parti, kanunların, tüzüklerin ve usullerin yapılışında ve toplanışında, en son ilim ve teknik
esasları ile asrın ihtiyaçlarına uyulmasını temel prensip olarak kabul etmiştir. Din, bir vic-
dan işi olduğundan, parti, dini, dünya ve devlet işleri ve siyasada ayrı tutmağı, ulusumu-
zun çağdaş medeniyet yolunda ilerlemesi için başlıca şartlardan sayar.
Birinci kısımda sayılan kanunların, tüzüklerin ilim ve fennin ışığında ya-
pılacağı söylemi pozitivist bilimselcilik anlamı taşır. Pozitivist düşünce dünya-
sı, toplumların selametini, dinsel-metafizik düşüncenin yerini bilimsel/akılcı
düşüncenin almasında görmüş, dini kurum ve düşüncenin belirlediği toplum-
sal hali, toplumların tarihinde bir tür çocukluk devresi olarak algılamıştır. Top-
lumların refaha ulaşması olgunlaşmalarına bağlıydı, olgunlaşmanın koşulu ise
dinsel düşüncenin yerini bilimsel-akılcı düşünceye ve buna paralel olarak,
dinsel kurumların yerini seküler kurumlara bırakmasıydı.102 İkincisi ise parti
sadece din ve devlet işlerini birbirinden ayırmakla kalmamış, dini dünya ve
112
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
113
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
lek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lazım ise, dinimizin hakikatı felsefiyesi tetkik, teteb-
bu ve telkin kudreti ilmiye ve fenniyesine tesahüb edecek güzide ve hakiki ulemayı ki-
ram dahi yetiştirecek müessesatı aliyeye malik olmalıyız.”107
B. İKİ FARKLI İSLAM YORUMU
Bu çerçevede okullarda okutulacak din dersleri ve diyanet işlerinin hazır-
layacağı belgelerle din ehlileştirilecektir. Ehlileştirmeden kastedilen, dinin Ke-
malist elitçe, zararlı görülen yanlarının budanması, reforme edilmesidir. Dinde
reform iki farklı İslam arasında karşıtlık kurulmasına sebebiyet vermiştir. Bi-
rinci İslam kategorisi, şeriatçı, softacı, ilerlemeye engel, akılla kavranamayan
ve dogmalarla yüklü, karanlık devirlerin sebebi olan Arap, Fars, Osmanlı İs-
lam’ı, ikincisi; şeriatçı olmayan, akla ve fenne uygun, ilerlemenin önünde engel
teşkil etmeyen hakiki İslam’dır. Kemalist elit yukarıda kaba hatlarıyla tarif
edilen bu “İslam” türlerinden birincisini ötekileştirirken, ikinci türünü destek-
lemiştir. Atay’a göre Atatürkçülük, şeriatın karşıtı olarak laisizm ve düalist
eğitim karşıtı olarak, eğitim ve öğretim birliğidir, “din düşmanı” değil, “şeriat
düşmanı” “İslam düşmanı” değil “Arap İslam’ı” düşmanıdır. Ona göre, Ata-
türk inkılâbının en büyük faydası Türkü, geri Arap kafasından kurtarmış ol-
masıdır. “Atatürk Türk kafasını geri Arap kafasından koparıp, kendi özgürlüğüne
kavuşturmak için çırpınmıştır. Latin yazısı bu yüzden alınmıştır.”108 Atay’ın Ata-
türkçülük nedir sorusuna verdiği yanıt şöyledir: Atatürkçülük, “ laisizm ve
eğitim birliği temeli üzerinde, toplum işlerini sadece akıl yolu ile ve değişken ihtiyaç ve
şartlara göre yürüten hür Batı Türklüğünü kurmak!”109 Laisizm ve eğitim birliğinin
sağlanamaması ve medreseleri serbest bırakmak halka yapılabilecek en büyük
kötülüktür. Hatta Yunanistan gibi ülkelerin medrese eğitimini serbest bırakma-
larının sebebi olarak demokrasi veya farklı kimliklerin halklarının korunması
olarak görülmemiş genelde Müslümanları, özelde ise Türkleri geri bırakmaya
yönelik bir zihniyet olduğu düşünülmüştür.
Yurt düşmanlardan temizlendikten sonra, işimiz bitti diyenlere M. Kemal
“şimdi asıl düşmanla mücadele etmeye başlayacağız”, demiştir. “ Asıl düşman, kara
kuvvet dediğimiz şeydir, din değil şeriatçılıktır, medreseci kafasıdır, din adına softa
baskıcılığının akıl hürriyetini kısıtlamasıdır.”110 Şeriatçılık, softacılık, medresecilik
gibi sıfatlarla imlenen İslam ve bireyin vicdan alanına ait, bilim ve fenne açık
İslam’ın ‘hakiki’ İslam karşıtlığının kurulması, Kemalist elitin tariflediği İs-
lam’ın dışındaki bütün İslam ve laiklik yorumlarının birinci kategorideki İs-
lam’a dahil edilmesi sonucunu doğurmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarif
ettiği İslam dışında yorum yapmak softacılık, şeriatçılık kısacası gericiliktir.
“Bugün bile şeriat ile İslam’ı birbirine karıştıran üniversite diplomalı kimseler var.
Tanrıya inanırsınız. Ona karşı görevlerinizi yerine getirirsiniz. Din burada biter, ötesi
şeriattır. Şeriatçılık demek, Müslüman toplumlarını yedinci yüzyıl Hicaz aşiretleri
şartlarına sürüklemek demektir.”111 İki farklı İslam yorumu arasında ayrım ya-
panlardan birisi de Afet İnan’dır. İnan’a göre kadının kamusal alandan dışla-
nıp, özel alana hapsedilmesinin sebebi İslam yasalarının kendisi değil, İslam’ın
Arap ve Fars yorumudur. “İslam’ın gerici bir Arap ve Fars yorumu altında yaşayan
Osmanlı kadını kâğıt üzerinde sahip olduğu hakları kullanamaz olmuş ve kitlesel bir
biçimde kamusal alandan dışlanmıştır.”112 Ancak Afet İnan, birçok Kemalist’te
114
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
olduğu gibi İslam’a yönelik gerçek düşüncelerini açığa vurmuştur. Ona göre,
Türk kadını tarih boyunca İslamiyet’i kabulden önce ve İslamiyet’i kabulden
sonra olmak üzere iki büyük devre geçirmiştir. “Türk törelerine göre çeşitli coğra-
fi bölgelerde yaşamış olan Türk kavimlerinde kadın, hürriyetine, kısmen eşit hak ve
mevkiye sahip durumda olmuştur. Ancak, islamiyeti kabul eden diğer kavimlerle bera-
ber Türklerin ümmet anlayışı içinde toplanmalarıyle töreler birbirine tesir etmiş ve
şeriat hükümlerine göre kadın hakları kısıtlanmıştır.”113
Birinci kategorideki İslam anlayışı Türkün geri kalmasının asıl sebebidir.
Çünkü Türklük İslam ailesine dahil olduğundan beri, hiçbir millet onun kadar
dinine bağlı kalmamıştır. İslam ailesinin parçası olan diğer bütün milletler
(örneğin Araplar) milliyetçilik etkisine kapılarak ayrılmışken, Türkler daima
dinlerine bağlı kalmışlardır. Ancak din onları geri bırakmıştır. Çünkü, “kralla-
rın ve padişahların istibdatına dinler mesnet olmuştur. Krallar, padişahlar, halifeler,
etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış olan teşviklerle, ilahi hukuka
istinat etmiştir. Hâkimiyet bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş nazariyesi uy-
durulmuştur. Buna göre, hükümdar Allah’a karşı mesul’dür. Kudret ve hâkimiyetin
hududu yalnız din kitaplarında aranabilir.”114 Bu nazariyeye kuvvetli bir biçimde
sarılmış millet olan Türkler, Osmanlı milliyetçiliğinin bir din milliyetçiliği ol-
ması sebebiyle kurtuluş yolunu bulamamışlardır. “Tarih bu milliyetçi için, bir
Müslüman gavur kavgasıdır. Osmanlı milliyetçisi Türklüğü de Türkçeciliği de bir
soysuzlaşma saymıştır.”115 Birinci kategori içerisine, Kemalist İslam algısıyla İs-
lam’ı algılamayan bütün din yorumları dahil edilmiş ve düşmanlaştırılmıştır.
İslam ve Osmanlı geçmişinin Türkleri geri bıraktığına yönelik söylemi en radi-
kalleştiren Saffet Engin’dir. “Türk halkının tarihte halkçı, adalet ve tolerans sahibi,
mücerret ve tefekkür kabiliyetini haiz olduğu belirterek kolaylıkla medenileşeceğini
savunmuştur. Medenileşmenin önündeki engel ise bizi Türklüğümüzden dolayısıyla
medeni kimliğimizden uzaklaştıran Osmanlı/İslam sürecidir.”116
Türk milletinin ta içinde olan düşman, bilim ve fennin ışığı dışında bir ışık
arayanlar, hayata bilim ve fennin gösterdiği çerçevede bakmayanlardır. “İs-
lam’ı (Kemalizminkilerden başka amaçlarla) siyasi bir araç olarak kullanmaya çalışan-
lar, Kemalistler tarafından “mürteci” olarak görülüyorlardı ve her zaman laik devletin
muhalefetiyle karşılaşıyorlardı; oysa İslam’a bir inanç meselesi olarak bakanlar laik
cumhuriyet tarafından olumlu bir yaklaşım görüyorlardı.”117 Divison’ın ihmal ettiği
nokta, Kemalistlerin sadece İslam’ı siyasal bir araç olarak kullananlara muhale-
fet etmekle kalmadıkları, dini siyasal bir araç olarak kullanmasa dahi, Kemalist
İslam yorumu dışında İslam’ı farklı algılayan bütün Müslümanları toptancı bir
şekilde, gerici, softacı, şeriatçı olarak kategorize edip ve ötekileştirdikleridir.
Birinci kanat İslam içerisinde, Anadolu halk İslam’ı, saray İslam’ı, şeyhülislam
İslam’ı gibi değişik İslam yorumları arasında ayrım yapılmamış ve bu değişik
İslam algıları arasındaki farklılıklar dikkate alınmadan hepsi aynı kategoriye
dahil edilmiştir.
İki İslam yorumu arasındaki ayrım yapma ve Kemalist elitin dışında din
yorumları yapanları ötekileştirme sadece Kemalist elitte değil Mustafa Ke-
mal’de de vardır: “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar
olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. Şuura
115
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
muhalif, terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor. Hâlbuki, Türkiye’ye istiklalini veren
bu Asya milletinin içinde daha karışık, sun’i itikadat-ı batıladan ibaret bir din daha
vardır. Fakat bu cahiller, bu acizler sırası gelince, tenevvür edeceklerdir. Onlar ziyaya
takarrüp edemezlerse, kendilerini mahv ve mahküm etmişler demektir. Onları kurtara-
cağız.”118 Onları kurtarmak din içerisinde reformlar yapmayı gerekli kılmıştır.
“Milli irade batıl fikirler ve inançlarla paslanmış ve büyük ölçüde ortaçağ müesseseleri
kadrosunun köleliliği altında idi. Her şeyden önce, bu irade, müspet ilme dayanan ilk
eğitim terbiyesi ile, kara inançlardan temizlenerek saf kılınmalı ve hürriyetine kavuştu-
rulmalı idi.”119 İlk eğitim terbiyesi ile millet, itikadat-ı batıladan kurtarılacak,
Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla ‘hakiki’ İslam’ı öğrenecektir. Atay, Ata-
türk’ün bir din reformcusu olduğunu söylemekle kalmayacak kendisini de bir
din reformcusu yerine koyacaktır. Ona göre Kemalizm, ibadetler dışındaki
bütün ayet hükümlerini kaldırmıştır. Atay’a göre, insan aklı nesih hakkını farz-
lar üzerine de götürebilir: 120
Zekat, kazanış ve gelir vergilerinin bulunmadığı bir devrin mirasıdır. Hac, Kâbe’den Mek-
kelilerin Müslümanlığını sağlamak için konmuştur ve bu döviz çağında Hicaz dışındaki
hiçbir yabancı Müslüman halkı buna zorlanamaz. Namaz şeklide iskemle olmayan entarili
bir halkın yaşayışına uygundur. Pantolon, etek ve hele başkasının ayağı değen yere yüz
değdirmeyi yasak eden hijyen devrinde yürüyemez. Cenaze namazını neden ayakta kılıyo-
ruz? Caminin dışında olduğu için! Bugünkü hijyen anlayışına göre caminin içi ile dışı ara-
sında fark yoktur.
Atay’a göre, gelişen teknoloji ve bilimin ve fennin gereği olan hijyen ça-
ğında İslam’ın farzlarının var olan şekliyle vardığını sürdürmesi rasyonel de-
ğildir. Yukarıdaki paragraf, özelde Atay’ın genelde Kemalistlerin İslam’a bakı-
şının en net resmini verir. Sadece şeriatçı olan Müslümanlar değil, İslam farzla-
rının eskisi gibi uygulanmasını savunanlar, hijyen çağının gereksinimlerini
anlayamamış olmakla itham edilmiştir.
C. MİLLİ BİR DİN İNŞASI
Yeni kurulan ulus-devletin temel kaygılarından birisi arsı ulusal cereyan-
lardır. İslam dininin öznesi olan ümmet ile ulus devletin öznesi olan millet
anlayışı arasında büyük gerilim mevcuttur. Ümmet ve millet siyaseti arasında-
ki gerilimi İnan şöyle dile getirmiştir: 121
Din birliğinin de millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz gözümü-
zün önündeki millet tablosunda bunun aksini görmekteyiz. Türkler İslam dinini kabul et-
meden evvelde büyük bir millet idi. Bu dini kabul ettikten sonra, bu din, ne Arapların, ne
aynı dinde bulunan Acemlerin, ve ne de sairenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmele-
rine tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli bağlarını gevşetti, milli hislerini, milli heye-
canlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed’in kurduğu dinin gayesi, bütün
milliyetlerin fevkinde, şamil bir ümmet siyaseti idi.
Bu gerilimin aşılmasının iki koşulu vardır; ya din hayatın bütün alanla-
rından silinecek, ya da milli siyasetle uyumlu hale getirilecektir. Kemalist elitin
birincisini tercih etmek isteyip istemediği tam olarak bilinemez, ancak, bunu
isteseydi dahi, büyük Müslüman nüfus göz önüne alındığında dinin ilgası
mümkün olamazdı. Kemalizm, ülkenin büyük Müslüman nüfusu dikkate
116
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
alındığında, tercihini zorunlu olarak, dini milli siyasete uyumlu hale getirmek-
ten yana kullanmıştır. İslam’ın milli sınırları aşan ümmet anlayışının yerine,
milli kimlikle uyumlu bir Türk İslam’ı yaratılmıştır.122 İki farklı din kısmında
üzerinde durulan ve Milli İslam da denebilecek olan bu İslam anlayışı, rasyo-
nel, ilim ve fenle barışık, şeriatçı ve ümmetçi olmayan milli İslam’dır. Milli
İslam’ın inşasında İslami değer ve ritüellerin Türkçeleştirilmesi, Türkleştiril-
mesi merkezi yeri işgal etmiştir. Türkleştirme ve Türkçeleştirmenin meşruluk
zemini halkın dinini daha iyi anlayabilmesi olarak sunulmuştur. Halkın ibade-
tini kendi dilinde yapması, dinini daha iyi anlamasını sağlar yönündeki söy-
lem, sadece Kemalistler de değil, Ziya Gökalp’te de vardır. “Bir millet, dini ki-
taplarını okuyup anlayamazsa, tabiidir ki dininin hakiki mahiyetini öğrenemez. Hatib-
lerin, vaizlerin ne söylediğini anlayamadığı surette de ibadetlerinden hiçbir zevk ala-
maz. İmam-ı Azam hazretleri, hatta namazdaki surelerin bile milli lisanda okunması-
nın caiz olduğunu beyan buyurmuşlardır. Çünkü ibadetten alınacak vecd, ancak oku-
nacak duaların tamamiyle anlaşılmasına bağlıdır.”123 Şunun önemle belirtilmesi
gerekiyor ki; Gökalp’in dini Türkçülüğü ile Kemalizm’in milli İslam’ı arasında
önemli farklar vardır. Gökalp’in dini Türkçülüğünde gerçekten halkın dinini
daha iyi anlayabilmesi asli hedefken, Kemalizm’de dinin daha iyi anlaşılması
talidir. Kemalizm’de sadece ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi değil, dinin de
Türkleştirilmesi esas alınmıştır. Atatürk’ün isteği üzerine lise ve üniversiteler-
de okutulmak üzere sosyoloji kitapları yazan Necmettin Sadak, dinlerin ulusal-
laşmasının sosyolojik bir olgu olduğunu vurgulamıştır: “Büyük ilhanlıklar parça-
lanarak küçük ulusal devletler kurulunca, dinde bu evrime uyar, ulusallaşır.”124 Dinin
ulusallaşması sosyolojik bir olgu olmasının ötesinde, istenen, arzulanandır.
İslam dininin ulusal sınırları aşan öznesi olan ümmet anlayışı millet oluşumu-
nun önünde bir engel teşkil ediyor düşüncesi ümmet anlayışının yerine mille-
tin ikamesiyle sonuçlanmıştır. “Bundan başka bugünkü büyük dinler, her ulusta
başka türlü tatbik ediliyor ve o ulusun damgasını alıyor. Türklerin Müslümanlığı ile
Fas Müslümanlığı arasında büyük farklar vardır. İspanya Katolikliği, Fransız veya
İtalyan Katolik dininin aynı değildir. Amerika da tatbik edilen Hıristiyanlık büsbütün
başkadır.”125
Kemalist elit için dinin daha iyi anlaşılmasının tali hedef olduğunun söy-
lenmesi, asli hedefin ne olduğu sorusunu akıllara getirir. İbadet dilinin Türkçe-
leştirilmesi, “yeni olanın”, “kuruluyor olanın” Cuma namazında okutulan
hutbeler, devletin eğitim kurumlarında okutulan din dersleri, devletin din
adamlarının vereceği demeçler sayesinde, halka daha iyi anlatılmasına da vesi-
le olacaktır. Bu şekilde dinin millileştirilmesi sayesinde İslami değer ve ritüel-
ler Kemalist elitin hizmetine sunulmuş, bu hizmete sunma, din ve eğitim ku-
rumları vasıtasıyla, dini metinlerin içine vatan ve millet kavramları yerleştirile-
rek sağlanmıştır. Cengiz Aktar ders kitaplarında, “Ben türküm ve Müslümanım,
Tanrıyı seviyorum, hükümetimi ve vatanımı destekliyorum… hem ulusal, hem de din-
sel bir inançla yaşayacağım” cümlelerinin konulduğunu aktarır.126 Hem Türk
olma hem de Müslüman olmanın ders kitaplarına konmuş olması, Kemalist
elitin kurumsal kimlikleriyle, dini reformcular gibi konuşmalar yapmaları, dini
sıfatları (örneğin gazi, şehit) kendileri için kullanmaları, dinin siyasi amaçların
hizmetine koşulduğu izlenimini güçlendirir. Bu bağlamıyla, milli din inşası ve
117
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
dinin milli siyasetle uyumlu hale getirilmesi, dinin, Kemalist ideallerle uyumlu
hale gelmesi Osmanlı devlet zihniyetinden bir kopuş değil, devamlılığın gös-
tergesidir. Din, Osmanlı devlet anlayışında olduğu gibi yeni cumhuriyette de
yönetici elitin siyasal çıkarlarını gerçekleştirmesinin araçlarından biri haline
gelmiştir. Dinin millileştirilmesi, denetim altında tutulması hem dini hem de
politik olmak üzere, varlığını bugün de sürdüren iki önemli problemin ortaya
çıkmasına sebep olmuştur. Bu problemlerden birincisi, iki din yorumu kısmın-
da üzerinde çokça durulan, rasyonel, ilim ve fenle barışık olan milli din ile
şeriatçı, mürteci, ümmetçi sıfatları ile imlenen din yorumları arasında karşıtlık
kurulması ve bu din yorumlarından birincisinin devletin korumasına alınıp,
diğerlerinin varlığının illegal ve gayrı meşru kabul edilmesi, Türkiye’de sivil
din anlayışlarının gelişmesine engel olmuştur. Halen laiklik tartışmalarında
Alevilerin dezavantajlı pozisyonlarını gidermek için yapılan önerilerde sıkça
görülen, dedelere maaş bağlanması gibi öneriler, devletin korumasına alın-
mamış dini veya mezhepsel grupların varlıklarını sürdüremeyeceklerinin gös-
tergesi olarak okunabilir. Devletin dini kontrol ve denetim altına alması, dinin
disipline edilmesine sebebiyet vermekte ve dinlerin gelişimine engel olmakta-
dır. Milli din olarak tarif ettiğimiz dini anlayışın dışındaki din yorumlarının
gelişimine engel olunduğu için politik olarak tariflenen ikinci problem ortaya
çıkmaktadır ki bu durum, dindarların politik bir kimliğe bürünmesine ve dev-
leti kuşatma, ele geçirmeyi düşünmesine sebebiyet vermektedir. Dinin devleti
kuşatma, ele geçirme anlayışından duyulan korkunun giderilmesi için, devle-
tin, dini kuşatma ve ele geçirme anlayışından vazgeçmesi gerekmektedir. Dev-
letin belli bir dinsel anlayışı kayırıyor olmasının yarattığı politik problemin
uzantısı olarak, milli din anlayışıyla, bu dinsel anlayışın dışında bulunan din-
darlar arasında toplumsal ihtilaflar ortaya çıkmaktadır.
III. CUMHURİYET MODERNLEŞMESİNİN
ETNİSİTE/MİLLİYETÇİLİK ALGISI
A. KEMALİST MİLLİYETÇİLİĞİN ETNİSİST ÖZELLİKLERİ
Milli devletlerin kimlik inşa sürecinde, vatandaşlık/vatan bağı ile beliren,
siyasi hukuki kimlik ile etnisist bir temele dayanan, biricikliği ile kutsanan
özcü kimlik tanımı arasında yapısal bir gerilim vardır.127 Bu iki tanım arasın-
daki gerilim anlaşılmadıkça, Türkiye’deki kimlik sorunlarının çözüme kavuş-
turulması güçtür. Konjonktüre bağlı olarak, Kemalist milliyetçilikte, huku-
ki/siyasi kimlik ile etnisist/özcü kimlik arasındaki çatlak ortaya çıkmaktadır.
Bu çatlağın ortaya çıktığı en belirgin dönemler, Türk olmayan etnik unsurların
kimlik hakları talepleridir. Kemalist milliyetçiliğin çatlağını doğru okumak
Türkiye’deki kimlik meselelerinin çözüme kavuşturulmasının ön koşuludur.
Kemalist milliyetçilik çoğu kez söylendiği gibi ne anayasal ne de ırkçıdır, an-
cak açık bir biçimde etnisisttir. Milli kimliğin inşasının temel zorluklarından
birisi, inşa edilmek istenen milletin üyelerinin ortak bir geçmişten gelmiş ol-
duklarına yönelik bir algı oluşturmaktır. Ortak geçmişten gelmiş olma algısı-
nın yaratılmasının koşulu tarihin yeniden yazımı ya da keşfidir. Türk milli
kimliğinin inşasında (diğer bütün kimlik inşalarında olduğu gibi) tarih icat
edilir. İcat edilen bu tarihin merkezini Osmanlı ve İslam öncesi Türk etnik tari-
118
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
119
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
6000 yıldan bu yana, atalarımızın Orta Asya anayurdundan getirdikleri dil, geçmişbi-
lim, ve kültür hazinelerini ve andaçlarını saklayan bu öz Türk topraklarında bundan
böyle yalnız öz Türkçe, öz Türklük egemen olacaktır. Atatürk bize, Osmanlılık zinda-
nından kurtulma yolunu açmıştır.”132 Engin’e göre kötü olan ırkçılık değil, Türk
ırkçılığı dışındaki azınlık ırkçılıklarıdır. “Biz Türk ırkçılığının değil, Arap, Arna-
vut, Boşnak gibi azınlık ırkçılığı güden ve kendini bir türlü Türklüğe ısındıramamış
azınlık ırkçılarının düşmanıyız.”133 Türk ırkçılığı ve diğer ırkçılar arasında ayrım
yapan Saffet Engin, toptancı bir şekilde Türkiye’yi iki farklı kutba yerleştirmiş-
tir: “Türkiye’de iki çeşit toplum vardır: Türkler (ile), Türklüğe henüz kaynaşmamış
Kürtler, sosyalistler, Osmanlıcılar, Ermeniler ve Aleviler.”134 Bu iki kutup arasında
ve özellikle Türkler ve diğer etnik gruplar arasında bir egemenlik ilişkisi oldu-
ğunu belirten Engin’e göre, bu topraklarda egemen olan Kürtler, Araplar, Laz-
lar değil, öz Türkler olacaktır.
Öz Türkler söylemi sadece Engin’de değil, birçok CHP üyesinde de görü-
lür. CHP’nin bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt şöyle diyor: “Çünkü fırka
bugüne kadar yaptıkları ile esasen efendi olan Türk milletine mevkiini iade etti. Benim
fikrim, kanaatim şudur ki, dostta, düşmanda dinlesin ki, bu memleketin efendisi
Türk’tür. Öz Türk olmayanların, Türk vatanında bir hakkı vardır, oda hizmetçi olmak-
tır, köle olmaktır.” Bozkurt, öz Türklerden, Türkiye Cumhuriyeti teşkil eden
etnik unsurların tamamı değil, sadece etnik Türkleri anlamaktadır. Bozkurt
yukarıdaki sözleri Ağrı isyanından sonra söylemiştir.135 Dolayısıyla, öz Türk-
ler sadece etnik olan Türklerdir. Bozkurt’a göre inkılâp Türklerden başkasına
teslim edilmeyecek kadar kutsaldır. Devlet mevkilerine öz Türklerden başka-
sını getirmek inkılâba yapılacak en büyük kötülüktür. Türk’ün başına gelen en
büyük kötülük, kaderini öz Türk olmayanlara teslim etmesidir. “Türk ihtilali öz
Türklerin elinde kalmalıdır. Hem de kayıtsız ve şartsız. Yabancıların yardımıyla başa-
rılan ihtilaller, yabancılara borçlu kalırlar. Bu borç ödenmez. Türkün en kötüsü Türk
olmayanın en iyisinden iyidir. Geçmişte Osmanlı imparatorluğunun asıl bahtsızlığı,
ekseriya, mukadderatını Türklerden başkasının idare etmiş olmasıdır.”136 Devlet yö-
netiminin Türklerden başkasına teslim edilmemesinin gerekçesi, Türkün özü
gereği kahraman olmasıdır. “Türk böyledir. Onu demirlere de vursalar, onun için
teslim olmak yoktur, Teslim almak vardır… Türk böyledir. Tek başına kaldığı gün bile
bütün imparatorluğa meydan okuyacak gücü kendinde bulur. İmparatorluklar yıkıp,
bunların üstünde imparatorluk kuran milletin oğlu, başka türlü olamazdı. Ve olma-
dı.”137 Türk’ün etnik özelliklerinin “üstünlüğü” yalnız Kemalist ideologlar
tarafından değil, Mustafa Kemal tarafından da vurgulanacaktır. Keriman Ha-
lis’in dünya güzeli seçilmesi üzerine Mustafa Kemal şu sözleri söylemiştir:138
Türk ırkının necip güzelliğinin daima mahfuz olduğunu gösteren dünya hakemlerinin bu
Türk çocuğu üzerinde hükümlerinden memnunuz. Şunu ilave edeyim ki, Türk ırkının dün-
yanın en güzel ırkı olduğunu tarihi olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin dünya gü-
zeli intihap olunmuş olmasını çok tabii buldum.
Atatürk’ün milliyetçilik üzerine belagatlarının çoğunda ırk değil, dil, ülkü
ve kültür birliğine vurgu yapılmıştır. Atatürk millet ve kavim arasında bir ay-
rım yapmıştır: “Millet aynı toprak parçası üzerinde oturan, aynı kanunlara tabi,
ahlak ve dil birliği halinde yaşayan insan topluluğuna denir. Kullanılırken çoğunlukla
120
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
millet ve kavim kelimesi karışır. Fakat şu farkla ki millet kelimesiyle siyasi kuruluş
anlaşılır. Kavim ‘peuple’ kelimesi ise her şeyden önce kök bağını ve ırkı anlatır”. 139
CHP programlarının çoğunda milletin, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine
bağlı yurttaşlardan meydana gelen siyasi ve sosyal bir bütün olduğu vurgu-
lanmıştır. Buna rağmen, milliyetçiliğin siyasi ve hukuki tanımıyla etnik ve öz-
cü tanımı arasındaki gerilim çoğu metinde ve söylevde kolayca görülebilir.
Belki de Türk milliyetçiliği için doğru bir tanımlama şu olabilir: Türk dil ve
kültürünü benimsemek kaydıyla, devletin eşit yurttaşı olunabilir. Türk dil ve
kültürü benimsenmediği takdirde, dışlama ve ötekileştirilmeye maruz kalınır.
Atatürk Türk dilinin Türk milletinin temelini oluşturduğunu söylemiş ve şöyle
devam etmiştir: 140
Ulusun en önemli özelliklerinden biri dildir. Kendisini Türk ulusunun bir üyesi sayan kişi,
her şeyden önce ve ne olursa olsun Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşamayan bir kişi Türk
kültürüne ve Türk toplumuna üye olduğunu iddia ederse, buna inanmak pek doğru olma-
yacaktır.
Yıldız’ın yerinde tespitiyle “Kemalist milliyetçilik ırkçı değil, etnisisttir, etno-
seküler açıdan farklı kalmak isteyenlere karşı açıkça ayrımcıdır. Kemalist milli bütün-
leşme sürecinin itici gücünü asimilasyon, tehcir, v.s gibi etnik yönetim stratejileri
oluşturmuştur.”141
B. KEMALİST MİLLİYETÇİLİĞİN TÜRK OLMAYAN ETNİK
UNSURLARA BAKIŞI
Milli kimliğin inşa sürecinde tarihin yeniden yazımında Osmanlı ve İslam
geçmişinin istenilmeyen, öteki olarak görülmesi Müslüman etnik unsurlar içe-
risinde ciddi bir rahatsızlığa sebebiyet verdiği yukarıda vurgulanmıştı. Kurtu-
luş Savaşı yılları boyunca özellikle Kürt etnisitesini Anadolu ve Rumeli Müda-
faa-i Hukuk Cemiyetine bağlayan, cemiyetin, padişah ve halifeyi yabancı bo-
yunduruğundan kurtarma söylemi idi. Ancak cumhuriyet kurulduktan kısa
bir süre sonra, saltanatın ilgası, cumhuriyetin ilanı, bir yıl sonra ise hilafetin
kaldırılması Kürt etnisitesi içinde bir patlamaya sebebiyet vermiştir. Birinci
meclis açıldığında Mustafa Kemal şunları ifade etmiştir: 142
Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim:
Burada maksut olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, Çerkez değil-
dir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslami-
ye’dir. … Bu mecmuayı temsil eden her bir unsur-u İslam, bizim kardeşimiz ve menafi ta-
mamiyle müşterek olan vatandaşlarımızdır.
Mustafa Kemal’in Samsuna çıkışından saltanatın kaldırılışına kadar olan
zaman zarfında yapmış olduğu yazışmaların birçoğu hilafet ve saltanatı kur-
tarma retoriği üzerine kuruludur.143 Yukarıda değinildiği gibi hilafet ve salta-
natın kaldırılması, bunun yanında birinci meclisin açılışında verilen sözlerin
tutulmaması Kürt etnisitesinin Şeyh Sait öncülüğünde ayaklanmasına sebebi-
yet vermiştir. Kısmen Osmanlı’yı oluşturan etnik unsurları bir arada tutmak
için geliştirilen Osmanlıcılık siyasetinin, kısmen de gayrı-Müslim etnik unsur-
ların ayrılmasından sonra Müslüman etnik unsurları bir arada tutmayı hedef-
leyen İslamcılık siyasetinin başarılı olamayışı sonucunda benimsenen Türkçü-
121
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
lük siyaseti ve bu siyasetin zorunlu sonucu olan Türk milletinin inşa sürecinde
Kürtler ve Türkleri bir arada tutan yegâne rabıta olan İslam ve Osmanlı geçmi-
şinin yer almayışının sebebiyet verdiği Kürt isyanı, Kemalist elitin farklı etnik
unsurlara yönelik tahammülsüzlüğünü artırmıştır.
Şeyh Sait isyanıyla farklı etnik unsurların asimilasyonu ve “totaliter” poli-
tikaların uygulanması için gereken ‘meşruluk’ zemini yaratılmıştır. Şeyh Sait
isyanıyla asimilasyon ve totaliter politikaların uygulanmasının meşruluk ze-
mini yaratıldı derken, Şeyh Sait isyanını Kemalist elit çıkardı gibi bir şey ima
edilmemektedir. Ancak Kazım Karabekir’in Kürt Meselesi kitabı incelendi-
ğinde Kemalist elitin isyanın çıkacağından haberdar olduğu halde önlem al-
madığı sonucuna ulaşılmaktadır. Konunun önemine binaen Karabekir’in olaya
ilişkin değerlendirmesi aşağıya aynen aktarılmıştır:144
Hatta 332 (1922) senesi Teşrinievvel’inde (Ekim) Bursa’da İsmet Paşa Hazretlerine: “Büyük
salahiyet verilirse Şarkın ıslahını deruhte ederim” teklifinde bulundum. … Yapılması gere-
ken işler hakkında 4/Şubat /338 (1922), 16/ Teşrinisani (Kasım)/ 338, 26/Nisan/339 (1923), ve
4/Haziran/1339 (1923) ve 20/Ağustos/1339 (1923) da mükerreren ikaz ettim ve lahiyalar ya-
yınladım. … Kürtlerin iğfalata kapılarak büyük zararlar getireceğini tahriren, şifahen ve
mükerreren bütün alakadar zatlara anlattım. İstanbul’da herhangi bir irticadan korkmak
vehimdir. Kürtlerin bakımı ve oraların ıslahı için hala bir program bile yapmadınız. Bunu
30/Nisan/340 (1924)’da Çankaya’da söyledim. Dahiliye Vekili Recep Bey’i de 18/Haziran/340
(1924)’da ikaz ettim: Dâhiliye Vekaletinin hala uyuduğunu söyleyerek yapılması lazım ge-
len işleri anlattım. Ve Kürtlerle uğraşan başka milletlerin muazzam neşriyatını gösterdim.
8/Teşrinievvel/340 (8 Ekim 1924) ve 14/Teşrinievvel/340 (14 Ekim 1924)’da İlkbaharda Kürt
isyanı çıkacağı ve nasıl olacağını İstanbul Polis Müdüriyeti Dâhiliye Vekâletine bildiriyor.
Bu malumatı da (Mister Tamilen) namıyla İngilizce bilir bir merkez memurunu Kürt reisleri
ile temasa getiriyor ve onları muhtariyet almak için isyana teşvik ediyor. …
26/Teşrinievvel/340 (8 Ekim 1924)’da Çapakçur baş muallimi Dündar Alp Bey hükümeti
merkeziyeye dahi Kürtlerin isyan edeceğini bildiriyor. Bütün bu işlere ve malumata rağmen
vukuata sahne olacak yerlerde tedbir almak değil, Hükümeti mahalliyelere haber bile ve-
rilmiyor. Hâlbuki Kürtlerin (135) şube teşkilatı yaparak ve İstanbul Hükümetinin malumatı
tahtında oradaki reislerle Şarktaki Kürtler temaslar ve kararlar yapıyorlar. Yani Hükümet
de bunlarla daim adım beraber yürüyor.
Rapordan anlaşıldığı kadarıyla Kürt isyanının ne zaman çıkacağı ve nasıl
olacağına ilişkin bilgiler en net haliyle Ekim 1924’te hükümete bildirilmiştir.
Ancak hükümet hiç bir tedbir almamıştır. Karabekir’e göre tedbir almamanın
sebebi, iktidara gelme potansiyeli taşıyan kendi partisinin (TCF) kapatılmasına
ve ülkede otoriter politikaların uygulanmasına uygun zemin yaratmadır. Kürt-
lerin ıslah edilmesi ve isyanın bastırılması konusunda CHF ve TpCF arasında
fikir ayrılığı söz konusu değildir. Fikir ayrılığının olduğu nokta CHF, isyanı
TpCF ile ilişkilendirirken, TpCF isyanın hükümetin ihmalkârlığı yüzünden
çıktığı kanaatindedir. Diğer bir ayrılık noktası ise 1925’te çıkarılan Takrir-i Sü-
kun Kanunu’nun öngördüğü İstiklal Mahkemelerinin nerelerde kurulacağıdır.
CHF isyan bölgesi ve Ankara’da kurulmasını savunurken, TpCF İstiklal Mah-
kemelerinin sadece isyan bölgesinde kurulması gerektiği, Ankara’da kurulma-
122
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
123
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
124
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
125
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
126
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
atçı, gerici, softacı, ümmetçi İslam’dır. Milli din yorumu dışında bir İslam yo-
rumu yapmaya yeltenmek, gericilikle suçlanmaya vesile olur. Bu iki İslam
arasında yapılan keskin ayrım, Türkiye’de sivil bir din anlayışının gelişmesine
engel olmaktadır. Yalnızca devletin yaptığı İslam yorumunu benimseyenlerin
varlığının meşru görülmesi, Türkiye’deki farklı dini yorumlamalar yapanların,
ancak devleti ele geçirirsek varlığımızı kabul ettirebiliriz gibi bir algıyla hare-
ket etmelerine sebebiyet vermektedir. Devletin dini kuşatması ve denetleme-
sinden, ancak dini karakterli hareketlerin devleti kuşatması vesilesiyle kurtu-
lunabilir algısını besleyen, Türkiye laikliğinin denetimci, kontrolcü ve dayat-
macı boyutudur. Farklı din yorumlarının gelişimine engel olmamak, belli bir
mezhepsel, felsefi ve dini dayatmada bulunmamak laikliğin asli unsurlarıdır.
Devletin belli bir dini yorumun savunucusu olmaktan çıkıp, farklı din yorum-
larının karşısında tarafsız bir konum alması ve onların tabii seyrine engel ol-
maması dinsel ve mezhepsel ihtilaflardan kurtulmanın ön koşuludur.
Cumhuriyet modernleşmesinin laiklik algısını şekillendiren asli öğelerden
birisi ise pozitivizmdir. Dini, uygarlığın gelişiminde bir çocukluk evresi olarak
gören pozitivist bilimsellik algısı, dinin kontrol edilmesine sebebiyet veren
felsefi zemini oluşturmuştur. Pozitivist düşünce dünyasının en önemli özelliği
dikotomik bir bakış açısına sahip olmasıdır. Akıl ile ruh, bilim ile din, akıl ile
vicdan arasında dikotomiler kurup, birincisini ilericiliğin sembolü, diğerini ise
gericiliğin sembolü sayan pozitivist algıdan kurtulmadıkça da Türkiye’deki
dini problemlerin üstesinden gelmek çok zordur. Dikotomik bir bakış açısıyla
elitler ve halk arasında bir ayrım yapan jakoben modernist bakış açısı, halka ait
değer ve sembollerin dizaynına girişmiş, yeni bir toplum inşa etmeye çalışmış-
tır. Fakat bunda başarılı olunamamış, aksine gerilimin bugünlere dek uzanan
müzmin bir hal almasına vesile olmuştur. Cumhuriyet modernleşmesinin, ta-
rih, milliyetçilik/etnisite, din/laiklik algısı bugün de varlığını devam ettiren
dinsel ve etnik muhalefetin beslendiği yataktır.
SONNOT
1 Şerif Mardin, “Türk Tarih Yazımında Son Eğilimler”, Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi
(İstanbul: İletişim, 1991) içinde, s. 291.
2
Taha Parla, Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları, Kemalist Tek-Parti İdeolojisi ve
CHP’nin Altı Oku, Cilt 3 (İstanbul: İletişim, 1995), s. 324.
3 Suna Kili, Türk Devrim Tarihi (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yay., 2003), s. 217.
4
Şerif Mardin, “Yenileşme Dinamiğinin Temelleri ve Atatürk”, Türkiye’de Toplum ve Siyaset
(İstanbul: İletişim, 1992) içinde, s. 207–209; Halil İnalcık, “The Nature of Traditional Society:
Turkey”, (eds.) R. E. Ward and D. Rustow, Political Modernization in Japon and Turkey
(Princeton: Princeton University, 1968) in, s. 42.
5
Metin Heper, Türkiye’de Devlet Geleneği, Çev. Nalân Soyarık (Ankara: Doğu Batı, 2006), s.
55–56.
6 Süleyman Seyfi Öğün, Modernleşme, Milliyetçilik ve Türkiye (İstanbul: Bağlam, 1995), s. 36.
127
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
128
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
33 Şerif Mardin, "Osmanlı Bakış Açısından Hürriyet", Türk Modernleşmesi (İstanbul: İletişim,
1991) içinde, s. 121.
34 Osmanlı’da iletişimde modernleşmenin temin ettiği sosyal iletişimdeki değişimler, "millî
bilinç" hissinin gelişmesinde (önce Osmanlı'da sonra Türkiye Cumhuriyeti'nde) önemli bir rol
oynamıştır. Bkz. Şerif Mardin, Türkiye’de İletişimin Modernleşmesinin Erken Bir Safhası Üze-
rine Bazı Notlar”, Türk Modernleşmesi (İstanbul: İletişim, 1991) içinde, s. 143.
35
Şerif Mardin, "Atatürk ve Pozitif Düşünce", Türkiye’de Toplum ve Siyaset (İstanbul: İletişim,
1992), s. 198–200; Mardin, "Yenileşme Dinamiğinin Temelleri..., s. 223–227.
36 Dietrich Jung-Wolfango Piccoli, Yol Ayrımında Türkiye, Çev. Berna Kurt (İstanbul: Kitap,
2004), s. 86.
37 Mardin, Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar…, s. 37–46.
38 Mardin, "The Just and The Unjust", Daedalus, Journal of The American Academy of Arts
and Sciences, Vol. 120, Number 3 (Summer 1991), s. 121.
39
İnsel-Aktar, “Devletin Bekası İçin Yürütülen Çağdaşlaşma Süreci…, s. 23–25.
40
Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895–1908 (İstanbul: İletişim, 1992), s. 7–19.
41
Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan siyasi hareketlerin devleti kurtarmayı esas alan
fikirleri konusunda bkz., Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’nin Siyasi Hayatında Batılılaşma Ha-
reketleri (İstanbul: Arba, 1996), s. 51–97.
42
M. Şükrü Hanioğlu, Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889–1902), C. I
(İstanbul: İletişim Yay., 1986), s. 51–72.
43 Mardin, "Atatürk ve Pozitif Düşünce", s. 193–194.
44 Ziyaeddin Fahri, “Türkiye’de Pozitivizmin Tarihçesi”, Ülkü, Halkevleri ve Halkodaları
Dergisi, S. 89, C. XV (Temmuz 1940), s. 392–393.
45 Taha Parla, Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye’de Korporatizm (İstanbul: İletişim, 2005), s.
7–8.
46
Dietrich Jung-Wolfango Piccoli, a.g.e, s. 77.
47
Kemalist ilkelerin Osmanlı kökenleri için bkz. Eric Jan Zürcher, “Kemalist Düşüncenin Os-
manlı Kaynakları”, Der. Ahmet İnsel, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Kemalizm, Cilt 2
(İstanbul: İletişim, 2006), s. 44–54.
48
Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, (İstanbul: İletişim, 6. Baskı, 1993), s. 38.
49
Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Tarih (İstanbul, Afa, 1992), s. 20–21, 41, 45, 58.
50
Geleneğin icadı ve muhayyel cemaat kavramları konusunda bkz., Selim Deringil, “Osmanlı
İmparatorluğunda Geleneğin İcadı, Muhayyel Cemaat (Tasarımlanmış Topluluk) ve Panisla-
mizm”, Toplum ve Bilim, S. 54–55 (Yaz/Güz, 1991), s. 47–48.
51 Şerif Mardin, Din ve İdeoloji, s. 148–149.
52 Hobsbawm, Gellner, Anderson gibi milliyetçilik kuramcıları, modern bir kavram olan mille-
tin, milliyetçi entelijansiyanın bilinçli müdahalesinin sonucu olarak ortaya çıktığını belirtirler.
Milliyetçilik kuramları için bkz. Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları (Ankara: Doğu Ba-
tı, 2008).
53
Ernest Gellner, Thought and Change, Akt. Benedict Anderson, Hayali Cemaatler Milliyetçi-
liğin Kökenleri ve Yayılması, Çev. İskender Savaşır (İstanbul: Metis, 1995), s. 20.
54 Will Kymlicka, Çokkültürlü Yurttaşlık, Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, Çev. Abdullah
Yılmaz (İstanbul: Ayrıntı, 1998), s. 39.
55
Anthony D. Smith, Milli Kimlik, Çev. Bahadır Sina Şener (İstanbul: İletişim, 2007), s. 169.
56 Smith, a.g.e, s. 170.
57 Smith, a.g.e, s. 157–190.
58 Smith, a.g.e, s. 163–164.
59
Smith, a.g.e, s. 207.
129
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
60 Ulus tahayyül edilmiş siyasal topluluktur, kendisine aynı zamanda hem egemenlik hem de
sınırlılık içkin olacak şekilde tahayyül edilmiş cemaattir. Bkz., Benedict Anderson, a.g.e, s. 20.
61 Yeri gelmişken Smith’e yöneltilen bir eleştiriye değinmek gerekir. Smith Batı’da milletlerin
oluşumunu anlatırken modern öncesi kimliklere gereğinden fazla vurgu yapar. Batılı milletle-
ri idealize eder. Oysa bütün kimliklerin oluşumunda inşa unsuru ve geçmişin deformasyonu,
yorumlanması ve milliyetçi elit tarafından değiştirilmesi söz konusudur. Smith’in milliyetçilik
literatürüne en büyük katkısının “civic” ve etnik milliyetçilikler arasında yapmış olduğu ay-
rım olduğu söylenebilir.
62 Anayasal ve etnisist özcü milliyetçilik ayrımları için bkz. Büşra Ersanlı Behar, İktidar ve Ta-
rih; Tanıl Bora, Türk Sağının Üç Hali, (İstanbul: Birikim, 2003).
63 Osmanlı geçmişinde de toplumsal tabakalaşma örüntüsü ile uyumsuz olduğu düşünülen
tebaayı hizaya getirmek doğrultusunda iskân ve kolonizasyon politikaları ve özellikle son
dönemde tehcir uygulamaları olmuşsa da Cumhuriyet dönemi tevarüs ettiği geleneği hepten
radikalize etmiş ve ulus ile uyumsuz olduğu düşülen toplumsal kesimlere yönelik asimilas-
yona kadar giden daha keskin bir politik tavır almıştır.
64
Etnik ihtilaflar ile kapitalist üretim tarzının yeni biçimi arasında ilişki kurup, etnik başkaldırı-
ları modernizme bir tepki oldukları gerekçesiyle gerici olarak yorumlayan Marksist bir çalış-
ma için bkz., Eric Hobsbawm, 1870’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik, Çev, Osman
Akınhay, (İstanbul: Ayrıntı, 2006), özellilke son bölüm.
65 Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), Nutuk-Söylev (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2007), s. 3.
66 Ahmet Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet, İkinci Grup (İstanbul: İletişim, 2003), s. 15.
67 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi (Afa, 1996), s. 51.
68 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi (İstanbul: İletişim, 2005), s. 256.
69 Atatürk, Söylev ve Demeçleri (Atatürk Araştırma Merkezi, 2006), s. 91.
70 Tanıl Bora, a.g.e, s. 42.
71 Falih Rıfkı Atay, Çankaya (Pozitif, Basım Tarihi Belirtilmemiş), s. 450.
72 Atay, a.g.e, s. 451.
73
Engin Arın, Atatürkçülükte Dil ve Din (Atatürkkent, 1955), s. 41.
74
Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali (Altın, 1967), s. 156.
75
Mesut Yeğen, Devlet Söyleminde Kürt Sorunu (İstanbul: İletişim, 2003), s. 195.
76
Bozkurt, a.g.e, s. 155. Fesin gerici zihniyetin sembolü sayılarak lanetlenmesi sadece Bozkurt’ta
değil, Kemalist elitin tamamında vardır. Ayrıntılı bilgi için, Falih Rıfkı Atay, Çankaya; Afet
İnan, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler; Engin Arın, Atatürkçülükte Dil ve Din isimli kitaplara
bakılabilir.
77 Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 542.
78 Mesut Yeğen, a.g.e, s. 192.
79 Atatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C: 3, s. 89.
80
Atatürk, a.g.e, s. 88.
81 Atatürk, a.g.e, s. 92.
82 Afet İnan, Türkiye Halkının Antropolojik Karakterleri ve Türkiye Tarihi, Türk Irkının
Vatanı Anadolu (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1947), s. 7.
83 Akt. Afet İnan, a.g.e, s. 10.
84 Afet İnan’dan akt. Özgür Sevgi Göral, “Afet İnan”, Der. Ahmet İnsel, Modern Türkiye’de
Siyasi Düşünce, Kemalizm, Cilt 2 (İstanbul: İletişim, 2006), s. 257.
85 Soner Çağatay, “Otuzlarda Türk Milliyetçiliğinde Irk, Dil ve Etnisite”, Çev. Defne Orhun,
Modern Türkiye’de Siyasal Düşünce, Milliyetçilik, Cilt:3, Der. Tanıl Bora (İstanbul: İleti-
şim, 2003), s. 246.
86
Engin Arın, a.g.e, s. 19.
130
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
131
Osmanlı’dan Modern Cumhuriyet’e Geçiş ve Genel Analizler
118 Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 1–3 (Atatürk Araştırma Merkezi,
2006), s. 93.
119 Atay, Çankaya, s. 450.
120 Atay, a.g.e, s. 457.
121 Afet İnan, Vatandaş…, a.g.e, s. 21.
122 Aslında inşa edilen yeni İslam’a Türk İslam’ı denip denilemeyeceği tartışma konusu yapılabi-
lir; çünkü inşa edilen İslam, Türklerin üzerinde uzlaşıya vardıkları İslam değil, cumhuriyetin
kurucu elitinin, topluma tepeden dayattığı İslam’dır.
123 Ziya Gökalp, Akt. Dücane Cündioğlu, “Dinin Millileştirilmesi ve Türkçe İbadet,” 75 Yılda
Düşünceler Tartışmalar, Der. Mete Tunçay (İstanbul: Türkiye İş Bankası, 1998), s. 221.
124
Necmettin Sadak, Toplum Bilim Sosyoloji (İstanbul: MEB Basımevi, 1950), s. 96.
125 S adak, a.g.e, s. 44.
126 Cengiz Aktar, Türkiye’nin Batılılaştırılması (İstanbul: Ayrıntı, 1. Basım Nisan,1993), s. 56.
127 Türk milli kimliğinin inşasında etnik Türkçülüğün konumu için bkz. Tanıl Bora, Türk…,
a.g.e, s. 21.
128
Tanıl Bora, a.g.e, s. 25.
129
Recep Peker, İnkılab Dersleri (Ankara: Ulus Basımevi, 1935), s. 5-6.
130
C.H.F. 1931 Programı, Kemalist Tek Parti İdeolojisi ve CHP’nin Altı Ok’u içinde.
131
Ahmet Yıldız, Ne Mutlu Türküm Diyebilene! (İstanbul: İletişim, 2001), s. 207.
132
Engin Arın, a.g.e, s. 6.
133
Arın, A.g.e, s. 7.
134 S. Engin’den Akt. Cumhur Aslan, s. 356.
135 “Mahmut Esat Beyin Ödemiş Nutku”, Hâkimiyet-i Milliye, 19 Eylül 1930’dan aktaran, Ahmet
Yıldız, a.g.e, s. 210.
136
Mahmut Esat Bozkurt, a.g.e, s. 215–216.
137
M. Esat Bozkurt, a.g.e, s. 119–120.
138
Atatürk, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 3:, s. 132.
139
Taha Parla, Atatürk’ün…, a.g.e, s. 188. Buradan Atatürk’ün milleti tarif ederken hiçbir za-
man ırka referans vermediği türden bir anlam çıkarılmamalıdır. Bizzat Atatürk’ün el yazma-
larında ırk ve menşe birliğinin milletin teessüsünde müessir olduğu görülen tabii vakalardan
sayıldığı görülmektedir. Bkz., Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları
(Ankara: TTK, 1998), s. 22.
140 Akt. Soner Çağatay, a.g.m, s. 247.
141 Ahmet Yıldız, “Kemalist Milliyetçilik”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm,
Cilt:2 (İstanbul: İletişim, 5, Baskı, 2006), s.221.
142 Atatürk’ten Aktaran: Sibel Yardımcı& Şükrü Aslan, “ 1930’ların Biyopolitik Paradigması: Dil,
Etnisite, İskân ve Ulusun İnşası”, Doğu Batı, Yıl: 11, Sayı: 44 ( Şubat/Mart/ Nisan, 2008), s. 131.
143 Hilafet ve padişahı kurtarma retoriğine ilişkin birçok belge için bkz: Gazi Mustafa Kemal
(Atatürk), Nutuk 1919–1920, Cilt: 1 (TTK Yayınları, 6. Baskı, 2007).
144 Kazım Karabekir, Kürt Meselesi, Yay. Haz. Faruk Özerengin (İstanbul: Emre 2000), s. 12–13.
145
İstiklal Mahkemelerine ilişkin tartışma için, bkz., Kazım Karabekir, a.g.e, s. 24–44.
146 Halide Edip Adıvar, a.g.m, s. 118.
147
Takrir-i Sükûn kanunun birinci maddesi çok esnektir ve hükümete yönelik herhangi bir mu-
halif söylemi bile devlet nizamı gerekçesiyle cezalandırabilir. Kanunun birinci maddesi şöy-
ledir: “İrtica ve isyana ve memleketin nizamı ictimaisini ve huzur ve sükunetini ve emniyet ve asayişi-
ni ihlale bais bilumum teşkilat ve tahrikat ve teşvikat ve teşübbüsat ve neşriyatı Hükümet, Reisicumhu-
run tasdiki ile resen ve idareten men’e mezundur. İşbu ef’al erbabını Hükümet İstiklal Mahkemesine
132
5. Bölüm: Osmanlı ve Cumhuriyet Modernleş(tir)mesinde Tarih, Din ve Etsinite Algısı / A. Çaylak, A. Çelik
tevdi edebilir.” Türk Parlamento Tarihi, TBMM 2. Dönemi, 1923–1927, Der. Kazım Öztürk
(Ankara: TBMM Vakfı, Basım Tarihi Belirtilmemiş), s. 3.
148 Karabekir, a.g.e, s. 26.
149
Genel Sekreter Recep Peker’in Program Açıklaması (1931), aktaran: Taha Parla, Kemalist Tek-
Parti İdelojisi ve CHP’nin Altı Oku, s. 110.
150
“Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta
Lazlık veya Pomaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Mazinin
istibdat devirleri mahsülü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman alet, mürteci beyinsizlerden maada
hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl etmemiştir. Çünkü, bu millet efradı da
umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlaka ve hukuka sahip bulunuyor .” Afet
İnan, Vatandaş…, s. 23.
151 Şark Islahat Planı’ndan Aktaran: Baskın Oran, “Tekrar Merhaba 1938”, Radikal İki (23 Aralık
2007).
152 İnönü’nün iskân raporu için bkz: Saygı Öztürk, İsmet Paşa’nın Kürt Raporu (Doğan Kitap, 1.
Baskı, Aralık, 2007).
153 A.g.e, s. 54–55.
154 Birinci Umum Müfettiş Abidin Özmen’in Raporu, İsmet Paşanın Kürt Raporu içinde, s. 123.
155 Akt. Oran, “Tekrar Merhaba 1938”.
156 Ayrıntılı bilgi için bkz. Saygı Öztürk, a.g.e.
157 Kemalizm’in totaliter özelliklerinin açığa çıktığı dönem 1935 yılıdır. CHP’nin 1935 progra-
mında öngördüğü parti-devlet özdeşliği totaliterizmin en açık göstergesidir. Ancak, parti-
devlet özdeşliğinin 1935 yılında hayata geçirilmiş olması, bir kısım Kemalistlerin 1935’ten ön-
ce de totaliter özlemleri olmadığı anlamına gelmemelidir. Kaldı ki, totaliterizm sadece parti-
devlet özdeşliği değil, gündelik hayata varıncaya kadar hayatın her alanının kontrol edilmesi,
alternatif haber kaynaklarının susturulması ve devlet dışı özerk bireysel ve toplumsal alanla-
rın baskı altında tutulması ve bu çerçevede siyasal rejimin isterlerine uygun olmayan toplum
kesimleri üzerinde baskı kurulmasıdır. Bilinç değiştirme ve kendilerine yanlış bilinci yok et-
me öncülüğünü tanıyan ideolojiler istemeseler de totaliterizmin tuzağına düşerler. Tek parti
dönemi döneminin önemli siyasi figürlerinden olan Recep Peker, gündelik hayata varıncaya
değin her şeyin kontrol edilmesi ve değiştirilmesi gerektiğini söyleyerek totaliterizmin güçlü
bir savunucusu olduğunu göstermiştir. Bkz., Recep Peker, İnkılap Dersleri; Recep Peker,
CHP Genel Sekreteri R. Peker’in Söylevleri (Ankara: Basımevi Belirtilmemiş, 1935).
133
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
ĐKĐNCĐ BÖLÜM
1919–1950 DÖNEMĐ
TÜRKĐYE’DE ĐÇ VE DIŞ
POLĐTĐK GELĐŞMELER
135
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
136
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
6. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ-I [1919-1920]]
İsmail AKBAL∗
İsmail HACIFETTAHOĞLU∗∗
∗
Doç. Dr., Aksaray Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü.
∗∗
Araştırmacı-Yazar.
137
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
mıştı. Yapılan işgallere ve anlaşma dışı haksız uygulamalara karşı koyma ihti-
mali bulunan silahlı kuvvetler de silahsızlandırılarak, denetim altına alınmış ve
tek düzenli birlik Doğu’da kalmıştı. O halde yapılacak işlem ne idi? Mütarekenin
haksız uygulamalarına nasıl tepki verilecekti? Bu sorular I. Dünya Savaşı’na
ülkeyi sürükleyerek bu makûs sonu hazırlayan İttihatçı kadroların kafasını kur-
calıyor ve kurtuluş için çareler aranıyordu. Başka bir ifadeyle, nasıl sonu onlar
hazırladıysa, kurtuluş projelerine de onlar imza atacaklardı.
MÜTAREKE (BIRAKIŞMA) DÖNEMİ VE SİYASİ DURUM
Bırakışma döneminde Osmanlı siyaset sahnesinin iki önemli partisi vardı:
İttihad ve Terakki Fırkası (İTF) ve ondan koparak kurulan, muhalif tarafta yer
alan Hürriyet ve İtilaf Fırkası (HİF). İki parti arasındaki mücadele öyle bir hal
almıştı ki, neredeyse kan davası şekline dönüşmüştü. Her iki fırkanın da ülkenin
kurtuluşu için düşmanca duygular altında bir araya gelmeleri mümkün değildi.
5 Kasım 1918’de kendini fesh ederek, iktidardan sökülüp atılan İTF, Millî Müca-
dele kadrolarını oluşturmakla meşgul iken, iktidarı devralan HİF ise Anadolu’da
başlatılan Millî Mücadele’ye karşı tavır almıştır.3 HİF’nin Millî Mücadele’ye kar-
şı tavır almasının nedeni, muhtemelen İtilaf Devletleri’ne şirin görünmek için
Anadolu hareketini İttihatçı saymalarından kaynaklanmaktaydı.4 Onlara göre
savaştaki ağır faturanın, yolsuzlukların, sefaletin vebalini İttihat ve Terakki (İT)
mensupları taşımaktadır. Bundan dolayıdır ki, I. Dünya Savaşı’nın ardından HİF
yanlılarınca kurulan Divan-ı Harp’te birçok İttihatçı, Ermeni tehcirinden dolayı
suçlu bulunarak ya idama mahkûm edilmiş ya da Bekirağa’da hapse mahkum
edilmiştir. Durum böyle olunca, birçok İttihatçı ya yurt dışına kaçmış ya da
Anadolu’nun ücra köşelerinde gizlenmek zorunda kalmıştı.
1–5 Kasım 1918’de toplanan İTC/F Kongresi’nin son oturumunda İT adının
tarihe karıştığı ilan edilmişti. Fakat bu fiilen değil yalnızca hukuki bir son bul-
maydı. Çünkü vatanın kurtuluşu için hemen mücadeleye girişilmesi ve gerekli
teşkilatlanmaların yapılması gerekliydi.5
İT Kongresi’nin toplandığı günün gecesi (1/2 Kasım 1918) İT’nin ileri gelen-
leri de İstanbul/Ortaköy’deki hükümet konağında, son gizli toplantılarını yapı-
yorlardı. Toplantıya Talat Paşa, Enver Paşa, Bahattin Şakir, Cemal Paşa, Hacı
Adil Bey, Kurmay Albay Trabzonlu Nuri Bey ve diğer İttihatçı liderler katıldı.
Toplantıda devletin kurtuluşu için mücadele etme ve bu mücadelenin de Müda-
faa-i Hukuk Örgütleri adı altında yapılması üzerine kararlar alındı.6 Fakat örgüt-
lenmenin nerelerde olacağı ve yurt dışından bu harekete nasıl destek verileceği
konusunda İT’nin üç paşası arasında birtakım anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştı.
Talat Paşa ve Cemal Paşa, Millî Mücadele’nin başarısı kesinleşinceye kadar
Anadolu’ya müdahale etmek ve yurda dönmek niyetinde değillerdi. Talat Paşa,
Berlin’e giderek oradan Anadolu hareketine destek vermeye karar vermişti ve
diğer arkadaşlarına da telkini bu yönde idi. Enver Paşa, Talat Paşa’nın ‘yurt dışı-
na çıktıktan sonra Türkiye’nin içişlerine bir süre karışmayalım’ teklifini kabul etme-
mişti. Çünkü o perde arkasında kalacak, hırsının önüne engel koyacak yapıda
birisi değildi. Enver Paşa’nın niyeti Anadolu hareketini kendi yönlendirmesiyle
yapılmış gibi gösterip ülkeye şerefle dönmekti.7
138
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
139
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
140
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
Karakol Cemiyeti sayesinde Dayı Mesut, Yenibahçeli Şükrü (Oğuz), Yavuz Feh-
mi, Çerkez Ethem ve kardeşleri, Ali Çetinkaya gibi ünlü TM’ciler Millî Mücadele
saflarına katılmışlardır.19 Cemiyet, Talat Paşa’nın emriyle Kara Kemal ve Kara
Vasıf tarafından İstanbul’da 5 Şubat 1919’da kurulmuştur. Örgütün nizamname-
sini hazırlayan Kara Vasıf, başkanlığa getirilmiştir. TM’cileri tekrar bir araya
toplayan ve Enver-Talat taraftarlarını TM’den sonra ikinci kez birleştiren Kara-
kol Cemiyeti, gücünü Kayıkçılar örgütü ve Hamallar örgütü gibi esnaf örgütle-
rinden ve TM’den alıyordu.20 Kara Kemal ve Karakol Cemiyeti fırıncı, kayıkçı,
hamallar gibi güçleri örgütleyerek Millî Mücadeleye katılımlarını sağlamıştır.
Örgütün kuruluş amacı, ülkenin kurtuluşu için Anadolu’ya kaçışı tertip et-
mek, istihbarat, propaganda ve silah kaçakçılığıydı. Kuruluş amacının sağlan-
ması için gizli bir örgütlenme stratejisi öngörülmüştü.21 Bütün üyelerden önce-
likle bu koşula uyması istenmiştir. Hücre tarzında örgütlenen örgütte bir üyenin
ancak üstünü tanıması sağlanmıştı. Üyeliğe kabul edilen kişi için daha önceden
sıkı bir soruşturma yapılır, bağlılık andı içerek örgüte kabul edilirdi.22 Karakol
Cemiyeti üyeleri arasında en önemlisi, Anadolu’ya kaçışı tertip eden ve Millî
Mücadele döneminde Lazistan TM komutanı unvanını kullanan ve Enver Pa-
şa’nın meşhur yaveri Yenibahçeli Şükrü Bey’di. Şükrü Bey sayesinde Bekirağa
Bölüğü’nde hapsedilen İttihatçıların birçoğu kurtarılmıştır. Halil Paşa (Kut),
Küçük Talat, Vehip Paşa (Yanyalı), Kâzım Bey (Orbay), Seyfi Bey bunlardan
birkaçıdır.23 Üstelik Anadolu’nun ihtiyacı olan örgütçüler de Yenibahçeli Şükrü
tarafından gönderilmiştir.24 Yenibahçeli Şükrü’nün bir diğer görevi de daha önce
TM’de çalışmış çete reislerini Karakol’un bünyesine katmak ve onların Karade-
niz’deki Pontus çetelerine karşı birlikte hareket etmelerini sağlamaktı. Şükrü
Bey, Ermeni tehcirinden dolayı arandığı için dağa çıkan İpsiz Recep, Topal Os-
man Ağa ve Yahya Kâhya’dan faydalanmış, onların Millî Mücadele’nin nihai
amacı doğrultusunda milis kuvvetler olarak örgütlenmelerini sağlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa ile Karakol ilişkisini kuran Ali Fethi Bey (Okyar) idi.25
Mustafa Kemal Paşa’nın Kara Vasıf’ın evinde yapılan toplantıya Ali Fethi Okyar
ile birlikte katıldığı, diğer katılımcıların anılarından öğrenilmektedir.26 Kara Va-
sıf’ın evindeki toplantıda Mustafa Kemal Paşa’ya Anadolu hareketinin liderliği
teklif edilmiştir. Artık İstanbul’daki siyasi yolların tükendiğini gören ve topye-
kün bir savaş olmadan kurtuluşun gerçekleşemeyeceğine inanan Mustafa Kemal
Paşa, ülkenin kurtuluşunun, düşman etkisinden uzakta bir yerde, yani Anado-
lu’dan yönetilecek millî bir direnişle sağlanabileceğine inanmaktadır. Bunun için
de mümkünse geniş yetkilerle donatılmış olarak resmî bir görevle Anadolu’ya
geçmek lazımdır. Bu yüzden böyle belirsiz ortamda, o gün bu teklifi kabul etmiş
fakat bu kadroları ve yöntemi bir amaç olarak görmeyip kendi kafasındaki kur-
tuluş yöntemi için bir araç olarak kullanmıştır. Aynı günkü toplantıda Kazım
Karabekir’in de Doğu’daki tek düzenli ordu olan 15. Kolordunun başına atan-
ması, bir takım askeri ve idari kadrolara da güvenilir adamlarının tayini kararı
alınmıştır. Mustafa Kemal ile aynı fikri paylaşan yakın arkadaşı Ali Fuat Paşa
(Cebesoy) 20. Kolordu Komutanlığına atanmıştır. İttihatçı valilerden Hamit Bey
de (Kapancızâde) Canik mutasarrıflığına atanacaktır. Her üçü de mücadelenin
Anadolu’dan yürütülmesinde işbirliği yapmak hususunda Mustafa Kemal ile
görüş birliği içindedir.27
141
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
142
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
143
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
144
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
145
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
146
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
Şûrâ’yı Padişah kısa bir konuşmayla açtı; ardından Damat Ferit ülkenin ge-
nel durumunu özetleyen bir konuşma yaptı. Daha sonra söz alan 18 konuşmacı-
nın çoğu milliyetçi sayılabilecek renkte konuşmalar yaptı.49 Şûrâ-yı Saltanat’a
manda ve Millî Şûrâ istekleri damgasını vurdu; fakat hiçbir sonuç ve karar alın-
madan sona erdi.50
İzmir’in işgali Doğu vilayetlerini de telaşa düşürdü ve Doğu bölgesinin de
elden gitme vaktinin çabuk olduğu, hemen tedbir alınması gerektiği kanısını
güçlendirdi. 30 Mayıs 1919’da, Erzurum’daki cemiyetten Trabzon’a ortak bir
kongre toplamak için bir telgraf geldi.51 Telgrafta Trabzon’un Doğu vilayetleri
için, Doğu vilayetlerinin de Trabzon için öneminden bahsedildikten sonra Doğu
vilayetleri olarak toplanarak Millî Mücadele gayretlerini birleştirmek istedikleri-
ni, bu amaçla bir toplantı yapacaklarını, bu toplantıda Doğu vilayetleri ile tarihî,
ırkî birliği olan Trabzonluları da aralarında görmek istediklerini bildirdiler ve
toplantının yeri hakkındaki Trabzonluların fikirlerini sordular.52 “Erzurum’da
veyahut diğer mutavassıt bir vilayette in’ikad edecek olan kongreye sizin de iştirakinizi
teklif ediyoruz” ibaresini içeren telgraf Trabzon’a ulaştığı zaman TMHMC olağa-
nüstü kongre yapmaktaydılar. Trabzonlular Erzurum'un teklifini kabul ederek
kongre için Erzurum’un her yönüyle müsait olduğunu, vatanın kurtulması için
tek vücut olunacağını, Erzurum şubesi heyetini “heyet-i müteşebbise” seçtikleri-
ni bildirerek kongre yerinin ve zamanının bildirilmesini istediler. Ertesi gün Er-
zurum’dan gelen telgrafta TMHMC’ne teşekkür edilirken toplantı tarihinin 10
Temmuz olarak belirlendiği, belirlenen tarihten önce Trabzon’un temsilcilerini
seçmesi gerektiği bildiriliyordu. TMHMC kongre heyeti, Erzurum’da yapılacak
olan kongreye katılacak temsilcilerde bulunması gereken nitelikler ile yapılacak
seçimin esaslarını belirleyerek her kazanın en az bir temsilci bulundurması pren-
sibini kabul etti ve olağanüstü kongresini sonlandırdı.53
Görüldüğü gibi İzmir’in işgali Türk halkında, işin siyasetle çözülemeyeceği,
artık topyekün bir mücadelenin yapılması kanısını pekiştirdi. Bütün ülkede mu-
azzam bir heyecan dalgası her tarafa yayıldı. Anadolu şehirleri art arda yaptıkla-
rı mitinglerle işgali kabul etmeyeceklerini dünyaya ilân ettiler. “Her şer görülen de
hayır vardır” düsturundan hareketle Anadolu halkı, âdil bir barış gerçekleşeme-
yeceğini, tek kurtuluş yolunun silâha sarılmak olduğunu anladı.
SAMSUN’DAN ERZURUM’A
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı ve faaliyetlere başladı.
Samsun çevresi, Pontus-Rum çetelerinin yarattığı huzursuzluk içindeydi. İngiliz-
lerle, Türk çete liderleriyle ve sonra da Mutasarrıfla görüştü. Mutasarrıf pasif bir
tutum içindeydi. İstanbul’da kararlaştırıldığı gibi Mustafa Kemal, 21 Mayıs’ta
Mutasarrıfın âcilen değiştirilmesini önerdi. Sadaret aynı gün verdiği cevapta, bu
girişimi ve mutasarrıflık için Mustafa Kemal’in önerdiği Hamit Bey’in (Kapan-
cızâde) atanmasını onayladı.
Samsun işgal altında olup İngilizler ve Rum çeteleri kentte kol gezmekteydi.
Mustafa Kemal, güvenlik açısından burada kalmayı uygun görmedi. 6 günlük
bir ikametten sonra, iç bölgeyi teftiş ve kaplıcalarından yararlanmak gerekçesiy-
le, 25 Mayıs’ta Havza’ya geçti. Havza, işgal kuvvetlerinin uzağında, daha rahat
147
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
hareket imkânı olan bir yerdi. Nitekim Mustafa Kemal, gelir gelmez Havzalıları
vatanı kurtarmak maksadıyla halkı direnmeye ve millî haklara sahip çıkmaya
davet etti. Hemen bir miting düzenletti. Komşu illerdeki komutan ve idarecilere,
28 Mayıs tarihli bir genelgeyle Manisa ve Aydın’ın işgal edildiğini, yurt bütün-
lüğünün korunması için, dört gün süreyle büyük ve coşkulu mitingler yapılma-
sını, büyük devlet temsilcilerine, Babıâli’ye tesirli telgraflar çekilmesini, Hıristi-
yanlara karşı düşmanca hareketlerden kaçınılmasını istedi. Diğer taraftan millî
direnmeyi organize etmek için XV., III. ve XX. Kolordulara 29 Mayıs’ta gizli bir
genelge gönderdi. Bu genelgede kısaca bölgenin işgal ihtimali ve bunun karşı-
sında alınacak tedbirler üzerinde duruluyordu.
Mustafa Kemal, bir taraftan Anadolu’daki direniş için belli başlı askerî ted-
birlerin alınmasını sağlarken, diğer taraftan da millî hakları savunacak Müdafaa-
i Hukuk Cemiyetleri oluşturulması için yoğun faaliyet halindeydi. 1 Haziran’da
görev bölgelerindeki illere gönderdiği genelgede, idare amirlerinden, yönetimle-
rindeki alanda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olup olmadığını, varsa kurucularının
isimlerinin bildirilmesini istedi. Bu arada İngilizler Mustafa Kemal’in Anado-
lu’daki faaliyetlerinden haberdar oldular ve 6 Haziran’da geri çağrılması için
İstanbul Hükümetine baskı yapmaya başladılar. İngiliz baskısı üzerine, Harbiye
Nezareti, 8 Haziran 1919’da Mustafa Kemal’den İstanbul’a dönmesini istedi.
Fakat Mustafa Kemal İstanbul’a dönmemeye kararlıydı. O daha mütarekenin ilk
günlerinde düşmanlara kayıtsız şartsız boyun eğmenin felâketi çoğaltacağını
görmüş, ilgilileri ısrarla uyarmıştı.
Havza gerisinde İngiliz birlikleri olması ve Amasyalıların davetini dikkate
alan Mustafa Kemal, Havza’yı 12 Haziran’da terk ederken millî hareketi düzen-
leme faaliyetlerine açık bir şekilde devam etmek kararındadır. O, Amasya’da
Müftü Hacı Tevfik Bey olduğu halde, sıcak bir şekilde karşılandı. Amasya halkı-
nı milli mücadeleye davet etti. Hemen ertesi gün de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
oluşturuldu. Kurucular ve halk millî harekete maddî destek sağladılar. Artık
İstanbul Hükümetiyle olan ilişkiler daha gergin bir safhaya giriyordu.
Anadolu’da askerî ve mülkî erkânın büyük kısmını arkasına alan Mustafa
Kemal, Trakya’nın da bu oluşuma katılması için 18 Haziran’da I. Kolordu Ko-
mutanı Cafer Tayyar Paşa’ya durumu izah ile bütün millî cemiyetlerin Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuki Millîye ismi altında birleştirileceğini bu maksatla
Sivas’ta bir kongre toplanacağını, buraya Trakya’yı temsilen delege gönderilme-
sini istedi. Mustafa Kemal, bağımsızlık elde edilinceye kadar bütün milletle fe-
dakârca çalışacağına mukaddesatı üzerine and içtiğini, bunu yurdun her tarafına
genelge ile bildirdiğini, kararının Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek olduğunu,
bu kararının bütün arkadaşlarının kararı ve görüşlerine tümüyle uyduğunu ilan
etti.
Bu arada Rauf Bey, 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile birlikte 19 Hazi-
ran’da Amasya’ya geldi. Onlara 3. Kolordu Komutanı Refet (Bele) Bey’in de ka-
tılmasıyla, Mustafa Kemal’in hazırladığı bir metin görüşülerek 21/22 Haziran’da
Amasya Tamimi adı altında kararlar alınmıştır. Bu kararlarda özetle “Vatanın
bütünlüğü ve istiklâlinin tehlikede olduğu, hükümetin görevini gereğince yapmadığı,
milletin istiklâlini yine milletin kararının kurtaracağı, millî hakları dünyaya duyurmak
148
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
için her türlü etkinin dışında bir millî kurula ihtiyaç olduğu, bu maksatla Sivas’ta bir
kongre toplanacağı, kongreye katılmak üzere bütün illerin her sancağından parti farkı
gözetilmeden muktedir ve milletinin güvenini kazanmış üçer delege gönderilmesi, askerî
ve sivil teşkilatın hiçbir suretle dağıtılmaması, kumandanın hiçbir şekilde terk edilmemesi
veya başkasına devredilmemesi, vatanın herhangi bir tarafına yeniden olacak bir düşman
hareketi halinde komutanların birlikte hareket edecekleri, silâh ve mühimmatın katiyen
elden çıkarılmayacağı” öngörülmekteydi. Ayrıca Erzurum Kongresi üyelerinin
Sivas Kongresine katılmaları kararlaştırılarak fikir birliği sağlanmıştı. Amasya
kararlarıyla kurtuluş için dağınık ve yöresel girişimlerin birleştirilmesi ve millî
haklara sahip çıkacak bir kongrenin toplanması ve böylelikle milletin kendi ka-
derine kendisinin sahip olması imkânı yaratılmıştı. Bu arada İstanbul Hükümeti
boş durmadı ve 26 Haziran’da Mustafa Kemal’i görevden aldığını, kimsenin
onun emirlerini yerine getirmemesini istedi.54
KONGRELER DÖNEMİ
1. Erzurum Kongresi
Daha Mustafa Kemal Paşa, Amasya’ya geçmeden Doğu’da kurulan iki Mü-
dafaa-i Hukuk Cemiyeti kendi aralarında bölgenin kurtuluşu için bir kongre
düzenlemeye karar vermişti. Kongreyi baştan sona kadar tertip eden TM’cilerin
kafasında yatan fikir Doğu’da özerk bir hükümet kurmaktı. TM’ciler bu tür giri-
şimlerin provasını 1913’ten beri yapmaktaydılar. İlk uygulama 1913’te Batı
Trakya’da daha sonra da 1918’de Kars’ta, Cenûb-i Kafkas Hükümeti ile yapıl-
mıştı.55 Ancak bir hamlede ve topyekûn milli birliğe doğru gitmek yönünde gö-
rüşünde olan Mustafa Kemal’e göre Erzurum Kongresi bu birliği sağlayamazdı.
Ülkedeki siyasi havayı çok iyi koklayan Mustafa Kemal, kendi iradesiyle top-
lanmayan ve tertip edilmeyen bir Kongrenin İttihatçı damgasını yiyeceğini ve
Kongreden millî birliğe doğru bir sonuç çıkmayacağını bildiği için Erzurum
Kongresi’nden bir ay önce Amasya Toplantısı’nda Sivas’ta bir “genel kongre”
toplanması kararını aldırtmıştı. Sırf milli mücadeleyi sekteye uğratmamak ve
eski İttihatçıları küstürmemek için Erzurum Kongresi’ne katılmaya karar ver-
miştir.
Mustafa Kemal Paşa Erzurum’a gitmek ve Erzurum Kongresi’ne katılmak
amacıyla 26 Haziran’da Amasya’dan Tokat’a geldi. Geceyi Tokat’ta geçirdi fakat
Sivas’ta birtakım olumsuz hazırlıklar yapıldığını duydu ve gerekli tertibatı al-
dıktan sonra, 27 Haziran’da adeta baskın şeklinde Sivas’a ulaştı. Mustafa Kemal,
Rauf beyle birlikte bir hafta süren meşakkatli bir yolculuktan sonra, 3 Tem-
muz’da Erzurum’a ulaştı.
8 Temmuz gecesi Mustafa Kemal Paşa telgrafhaneye giderek bütün görevle-
rinden istifâ ettiğini bildirdi. Bu arada Erzurum Kongresi’nin 10 Temmuz’da
toplanacağını haber alan Rawlinson, Kongrenin toplanmasını engellemek için 9
Temmuz’da Mustafa Kemal Paşa’yı Erzurum’da ikamet ettiği evde ziyaret etti.
Görüşmede Rawlinson, böyle bir kongrenin toplanmasına İngiliz Hükümeti’nin
izin vermediğini ve derhal delegeleri geldikleri yerlere geri göndermelerini iste-
di. Rawlinson’un tavrına ve isteklerine çok sinirlenen Mustafa Kemal Paşa’nın,
kendilerinin İngiliz Hükümetinden kongre toplamak için izin istemediklerini ve
149
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
böyle bir izne gerek duymadıklarını, her ne pahasına olursa olsun bu kongrenin
toplanacağını söyleyerek Rawlinson’u kibarca kovdu.56
Trabzon’dan seçilen 17 kişilik delege grubu 10 Temmuz olarak tespit edilen
tarihten önce Erzurum’a geldi. Diğer şehirlerden gelmesi beklenen delegelerin
zamanında gelememesi nedeniyle Kongre 23 Temmuz’a yani Meşrutiyetin ilanı
tarihine ertelendi.57 Kongre tarihi ertelenince, delegelerden bazıları Mustafa Ke-
mal Paşa ve Rauf Bey’in delege olmadıkları için Kongreye katılmalarına karşı
çıkmış; bunun üzerine onların Erzurum delegesi olmaları için, Ermeni tehcirine
adı karışan, İttihatçı fedai subaylarından Küçük Kâzım ve Cevat Dursunoğlu
delegelikten çekilmişler ve yerlerine Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey geçmiş-
tir.58 Bu arada istifa eden Cevat Bey Hasankale’den, Kâzım Bey de Tortum’dan
tekrar delege seçilerek kongreye katılmışlardır.
Kongre esas itibariyle bir Erzurum-Trabzon Kongresi niteliğindeydi. Kong-
reye, Trabzon 17, Erzurum 24 ve diğer vilayetlerden de 15 olmak üzere toplam
56 delege katılmıştır.59 Diğer illerden Sivas 10, Bitlis 3, Van 2 delege göndermiş-
tir. Bitlis delegelerinden en az ikisi, Van delegelerinden en az biri Erzurumlu idi.
Elazığ, Diyarbekir ve Mardin’den seçilen delegelerin Erzurum’a gelmelerine
Elazığ Valisi Ali Galip engel olmuştur. Kongre Hoca Raif Efendi başkanlığında
23 Temmuz günü açılmıştır. Birkaç gün önce Süleyman Necati Bey tarafından
acele bir şekilde hazırlanan Kongre Nizamnamesi kabul edilmiş ve oturumlara
geçilmiştir.
Kongre sıkıntılı başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın general üniforması ve
Yaver-i Hazret-i Şehriyari kordonuyla başkanlık kürsüsünde oturacak olması
itirazlara yol açmış; nihayetinde Mustafa Kemal Paşa olayı uzatmamak için üni-
formasını çıkartmış ve kongreye sivil elbise ile katılmıştır60. Kongrenin ilk top-
lantı gündeminde başkanlık seçimi vardı. Mustafa Kemal, oylamaya katılan 48
delegeden 38’inin oyunu alarak başkan seçilmiştir. Bu arada Kongre’de daha
birçok sorunla karşılaşılmış; özellikle delegeler arsındaki adem-i merkeziyetçile-
rin verdiği önerge iyice sinirleri germişti.61 Kongrenin son günü Heyet-i Temsili-
ye (HT) oluşturulmuş ve başkanlığına Mustafa Kemal seçilmiştir. Böylece Ana-
dolu’da Kongre iktidarı dönemi başlamış ve siyasal güç odağı HT olmuştur.
7 Ağustos’ta sona eren Erzurum Kongresi HT’nin aldığı kararları bir beyan-
name ile duyuruldu. 7 Ağustos 1919 tarihli beyanname Kongrenin VŞMHMC ve
TMHMC‘ni ortadan kaldırdığını ve bunların yerine Şark-i Anadolu Müdafaa-i
Hukuk-ı Cemiyetinin (ŞAMHC) kurulduğu; her türlü işgal ve müdahalenin
“Rumluk ve Ermenilik teşkili” amacına yönelik sayılacağından birlik halinde
savunma ve direnme esasının kabul edildiği; Müslüman olmayanlara toplumsal
dengeyi bozacak yeni ayrıcalıklar tanınmayacağı; fakat önceden kazanılmış hak-
larına da saygılı olunacağı; herhangi bir devletin “Fennî, sinaî ve iktisadî yardı-
mı”nın memnuniyetle karşılanacağı ve merkezi hükümetin İtilaf Devletleri’nin
baskısı sonucu Doğu Anadolu’yu “terk ve ihmal” zorunda kalması ihtimaline
göre Hilafet ve Saltanata bağlılığı ve milli varlık ve hakları sağlayacak tedbirlerin
alınmış bulunduğu vurgulanmıştır.62
150
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
151
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
152
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
153
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
154
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
Yeni kabineyi kurma görevi Ali Rıza Paşa’ya verildi. Anadolu’yla iyi ge-
çinmek niyetinde olan Ali Rıza Paşa, İstanbul ile Anadolu arasındaki kopukluğa
son vermek istiyordu. İyi niyet göstergesi olarak kurduğu Bakanlar Kurulu’nda
Millî Mücadeleye taraftar şahsiyetlere yer verdi. Daha sonra da Mustafa Kemal
Paşa ve HT üyeleriyle hemen temasa geçti.
ALİ RIZA PAŞA KABİNESİ VE AMASYA GÖRÜŞMELERİ
Anadolu’ya dayanmaksızın olumlu bir icraat yapamayacağını gören Ali Rı-
za Paşa Hükümeti, gazeteci Yunus Nadi aracılığıyla Mustafa Kemal’le temasa
geçti. 6 Ekim 1919 tarihinde yeni kurulan Bakanlar Kurulu ve bakanlıklar hak-
kında fikir alış verişi yapıldı. Hükümet Mustafa Kemal Paşa’nın açıkça bakanlar
kurulu taleplerini karşılamaya çalıştı. Ali Rıza Paşa’ya göre, bu hükümet Mebu-
san Meclisi seçimine kadar devam edecek olan bir geçiş hükümetidir. Hükümet
millî gaye ve isteklerin yerine getirilmesinde en ufak bir şüpheye yer olmadığını
beyan etmektedir. Anadolu’nun makul talepleri karşılanacaktır. Kısaca Ali Rıza
Paşa, hükümet olarak millî iradeye aykırı davranışlardan kaçınılacağını ve millî
irade ve Temsil Heyetinden güç alacağını taahhüt etmekteydi. Böylece Anadolu
hareketini yasal bir kuruluş olarak tanımaktaydı.
Bu taahhütler üzerine Temsil Heyeti yeni hükümet ile anlaşma ve yardıma
karar verdi. İstanbul ile olan resmî haberleşme yasağını kaldırdı. Kısaca, HT ile
hükümet ana hatları ile şu üç noktada anlaşmışlardı:
1. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde kabul edilen temel ilkeler hükümetin hare-
ket noktası olacaktır.
2. Millî Meclis’in toplanmasına kadar millet ve vatanın geleceği üzerinde kesin
yükümlülük altına girilmeyecektir.
3. Barış Konferansına gönderilecek delegeler kurulu, milletin güvenini kazan-
mış, bilgili ve yetenekli kimselerden oluşacaktır.
Ancak ayrıntılar konusunda iki taraf arasında görüş ayrılıkları devam edi-
yordu. Hükümet, Temsil Heyetinden İttihatçılıkla ilişkileri olmadığını, savaş
suçlularının cezalandırılacağını, seçimlerin serbestçe yapılacağını, ilân etmesini
istemekteydi. Mustafa Kemal ise, millî harekete karşı olan bazı eski dâhiliye na-
zırları ve bürokratların cezalandırılmalarını, millî davaya hizmet ettikleri için
görevden alınan asker ve idarecilerin görevlerine iade edilmelerinde ısrar etmek-
teydi. Bundan başka seçimlerle ilgili konularda Meclis’in nerede toplanması
gerektiği hususunda farklı düşünceler vardı. Bütün konularda görüş birliği sağ-
laması için Hükümet, Bahriye Bakanı Salih Paşa’yı Anadolu yöneticileriyle gö-
rüşmeye gönderdi.
Mustafa Kemal görüşme yerine 18 Ekim’de ulaştı. Yanında Rauf ve Bekir
Sami Beyler vardı. Görüşmeler 20–22 Ekim 1919 tarihleri arasında üç gün devam
etti ve beş protokol hazırlandı. Protokollerden üçü imzalandı. Diğer ikisi gizli
olduğundan imzalanmadı. Birinci protokol İstanbul Hükümeti, askerin politika
ile uğraşmamasını, İttihatçılığın diriltilmemesini, hükümetin gücünü azaltacak
hareketlerden sakınılmasını, seçimlere müdahale edilmemesini, tanınmış ittihat-
çıların seçilmemesini istemekteydi. İkinci protokolde saltanat ve hilâfet hakkında
155
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
156
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
ve sivil eski İT kadrolarının yaptığı, bugün tarih yazıcılığı için bir sır değildir.
Mustafa Kemal Paşa da eski bir İT’li olarak bu kadrolara dâhildir. Meşrutiyetin
ilanından önce Balkanlarda ayrılıkçı çeteleri kovalayarak eşkıya takibinde pişmiş
bu kadrolar, Meşrutiyetin ilanını gerçekleştirmiş, Trablusgarp’ta, Balkan Savaş-
larında ve I.Dünya Savaşı’nda bizzat bulunmuşlardır. 1918’lere geldiğimizde bu
kadrolar bireysel, sınıfsal, millî çıkarlar ve hedefler doğrultusunda pek çok farklı
etkenin etkisiyle ve yönlendirmesiyle Millî Mücadele’de Müdafaa-i Hukuk adı
altında ilk örgütlenmeleri başlatmışlardır. Fakat Mondros sonrası dağılan, her
biri bir köşede saklanarak pasif bir şekilde bekleyen bu kadroları harekete geçi-
ren Mustafa Kemal’dir. Ermeni tehciri ve TM operasyonlarına adı karışmayan
Mustafa Kemal Paşa bütün İttihatçı kadroları kendi etrafında toplamaya çalış-
mış, o parçalanmış yapıyı birleştirmeye çalışmıştır. Milli Mücadele hareketi sü-
recinde gerek iç faktörlerle gerekse dış faktörlerle yaptığı ittifaklar sonucu lider-
liğini sağlamlaştırmıştır.
Erzurum Kongresi gibi Doğudaki bütün örgütlenme eski TM mensupları-
nın girişimleriyle olmuştur. Millî Mücadele başlarken bu mücadelenin saflarını
oluşturan, yöneten ve yönlendiren kadrolar lekelenmemiş bir İT’li olan Mustafa
Kemal Paşa’ya kucak açmışlar ve onu bu mücadelenin başına geçmesi için des-
teklemişlerdir. İlk zamanlar onun liderliğinin önündeki birçok engel bu kadrolar
tarafından bertaraf edilmiştir. Örneğin Erzurum Kongresi muhaliflerini bu kad-
rolar susturmuş, Sivas Kongresi zamanında muhalefet eden mülki idare amirle-
ri, gazetecilerin susturulması, HT’nin seçimlere müdahalesi gibi bütün eylemler
bu kadro tarafından yerine getirilmiştir. Aynı şekilde İstanbul’daki Karakol ör-
gütü de aykırı seslerin susturulmasında, özellikle ordu içerisinde oldukça etkili
olmuştur. Hatta bu kadrolar bazen Karabekir’in denetimi altındaki orduya karşı
koz olarak bile kullanılmıştır.
Milli Mücadele’nin liderliğini almayı daha İstanbul’dan ayrılmadan önce
kafasına koyan Enver Paşa’nın faaliyete geçerek Rusya’ya gelmesiyle bu kadro-
larla Mustafa Kemal Paşa arasındaki dayanışma sona ermiştir. Çünkü Mustafa
Kemal Paşa’nın “emanetçi” lider olmadığı ortaya çıkmıştır. Daha çok Doğu’da
kümelenen bu eski İttihatçı ekip, Millî Mücadelenin liderliği için Enver Paşa
tarafını tutmuşlar, onun Anadolu’daki Millî Mücadele hareketinin başına geçe-
bilmesi için çalışmışlardır. Talat Paşa’nın ölümünden sonra da Talat Paşa taraf-
tarlarının bir kısmı Mustafa Kemal Paşa’nın yanında kalırken bir kısmı da Enver
Paşa tarafını tutmuşlardır. Başka bir ifadeyle Talat Paşa taraftarlarının birçoğu,
Enver Paşa’yı Mustafa Kemal Paşa’ya karşı “ehven-i şer” olarak görmüşlerdir.
Çünkü üçüncü bir seçenekleri yoktur. İşte, Anadolu hareketine katılan bu küçük
İttihatçı kesim artık eski İT’liliği çoktan inkâr etmişler, temiz İttihatçılar olarak
Anadolu hareketine katılmışlar ve hatta İT’yi tekrar canlandırmaya çalışanlarla
da mücadeleye başlamışlardı.87 Sivas Kongresi’ndeki ilk icraatın İttihatçılık ya-
pılmayacağına ve İTC/F’nin yeniden canlandırılmayacağına dair yemin ettiril-
mesi bunun açık bir göstergesidir.
157
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
1 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İkinci Meşrutiyet Dönemi, C:1, Hürriyet
Vakfı Yay, İstanbul, 1984, s. 506.
2 Celal Bayar, Ben de Yazdım, Baha Matbaası, C.4, İstanbul, 1967, s.1331.
3
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, İttihat ve Terakki, C.III, Hürriyet Vakfı Yay,
İstanbul, 1986, s. 29.
4 Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, C: I-II, Türkiye İş Bankası Kültür Ya-
yınları, Yayın No:381, Ankara, 1998-II, s. 37; Tunaya, 1986, s. 29-30.
5 Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1987, s. 307.
6 Bayar, s. 1281; Arif Cemil, 1992, İttihatçı Şeflerin Gurbet Maceraları, Arma Yay, İstanbul,
1967, s. 14.
7
Ali Fuat Cebesoy, Moskova Hatıraları, Vatan Neşriyat, İstanbul, 1955, s. 276; Ziya Şakir, 1944,
s. 141.
8
Feridun Kandemir, İzmir Suikastinin İç Yüzü, C: I, Ekicigil Tarih Yay, İstanbul, 1955, s. 55-56.
9
Hüsamettin Ertürk, 1996, İki Devrin Perde Arkası, (Haz: Semih Nafiz Tansu), Sebil Yay,
İstanbul, s. 199, 202.
10 Hasene Ilgaz ve Ali Birinci, “Teşkilât-ı Mahsusa Günleri, Ebulhindili Cafer Bey-I-”, Türk
Yurdu, C: 2, S: 165, Mayıs 2001, s. 49.
11
Arif Cemil, 1992, İttihatçı Şeflerin Gurbet Maceraları, Arma Yay, İstanbul, s.88; Ziya Şakir,
1944, Yakın Tarihimizin Üç Büyük Adamı: Talat, Enver, Cemal Paşalar, Muallim Fuat Gü-
cüyener Tarihi Eserler Serisi:2, İstanbul, s.190-191; Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıra-
larım, Vatan Neşriyat, İstanbul, 1953, s.42.
12
Eric Van Zürcher, Millî Mücadele’de İttihatçılık, Bağlam Yay, İstanbul, 1987, s.161.
13
Mahmut Goloğlu, Erzurum Kongresi, yy, Ankara, 1968, s.7; O sırada sivil kıyafetlerle Mustafa
Kemal Paşa da hükümete güvenoyu verilmemesi için kulis faaliyetleri yürütüyordu (Akşin,
1998-I, s. 91).
14
Tunaya, 1986, 155; Tayyip Gökbilgin, 1965, Milli Mücadele Başlarken, C.II, TİB Yay, Ankara,
s. 16-20.
15 Millî Kongre 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali ile fesh edilmiştir.
16 Sina Akşin, “Erzurum Kongresi Üzerine”, XIV. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 2003, s. 2-3.
17
Fethi Tevetoğlu, Millî Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, TTK Yay, Ankara, 1988, s. 3.
18
Tevetoğlu, 1988, s. 4; Ertürk, 1996, s. 204-205.
19 Doğan Avcıoğlu, Millî Kurtuluş Tarihi, C:III, Tekin Yay, İstanbul, 1978, s.1180-1181; Ertürk,
1996, s. 206.
20
Zürcher, 1987, s. 152.
21
Mustafa Kemal Atatürk, 1989, Nutuk, C.I-II, TTK Yay, Ankara, s. 98.
22 Ergun Hiçyılmaz, İpsiz Recep, Çayelililer Dayanışma Vakfı Yay, 2003, Ankara, s. 72.
23 Kâzım Karabekir, İstiklal Harbimiz, Yüce Yay, İstanbul, 1990, s. 75; Mahmut Goloğlu, 1971,
Cumhuriyete Doğru, yy, Ankara, s. 264.
24 “General İsmail Hakkı Tekçe’nin Anıları”, Günaydın, 13 Kasım, 1977.
25 Ali Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, Tercüman Yay, İstanbul, 1980, s. 274.
26 Ertürk, 1996, s. 181; Eken, 1995, s. 56; Rauf Orbay, Cehennme Değirmeni, Siyasi Hatıralarım,
Emre Yay, İstanbul, 1993, s. 232.
27 Karakol kadroları belirli bir süre Mustafa Kemal Paşa’ya yardımcı olmuş; fakat onun niyeti
ortaya çıktıktan sonra, yani emanetçi lider olmayacağı, desteklerini çekmişlerdir. Özellikle
158
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
159
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
49 Sina Akşin, Şûrâ-yı Saltanat’ın istişari mahiyette olduğundan, bu nedenle çağrılan kesimler-
den yalnızca bir kişiye söz hakkı verildiğinden ve söz alanların yalnızca ülkenin durumu
hakkında çözüm önerilerini sunmalarına izin verildiğinden söz etmektedir. Akşin, 1998-I, s.
323-324.
50 Akşin, 1998-I, s. 327.
51
Kadirbeyzâde Zeki Bey anılarında her iki cemiyetin de aynı anda telgrafla birbirlerine Kongre
teklifinde bulunmasına tesadüf dese de bu hiç tesadüf değildir. Kadir Mısıroğlu, 1995, Üç Hi-
lafetçi Şahsiyet, Sebil Yay, İstanbul, s. 34. Olay tamamen İttihatçıların daha doğrusu Teşkilât-ı
Mahsusacıların bir planıdır. Örgütün Erzurum kanadında yer alan Süleyman Necati Bey, telg-
rafların aynı anda çekildiğini ve bu planı kendilerinin yaptığını itiraf etmektedir. Güneri,
1999, s. 48.
52 Telgraf metinleri için bkz: Kırzıoğlu, 1993, s. 54-55; Karabekir, 1990, s. 36.
53
Faik Ahmet Barutçu, 2001, Siyasi Hatıralar, C.I, 21. Yüzyıl Yay, Ankara, s. 127; Mısıroğlu,
1995, s. 35.
54
Oğuz Aytepe, 2001, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Siyasal Yay., Ankara, 2001, s.
125.
55 Bu tür faaliyetlerin ilk örneğini TM’nin Balkanlardaki faaliyetlerinde görmekteyiz. TM’nin
buradaki kadrosu 1913’te Meriç Nehri ötesinde ilk Türk Cumhuriyeti’ni kurmuştu: Batı Trak-
ya Muhtar Türk Cumhuriyeti ve Batı Trakya Muvaffak İslam Hükümeti. Ertürk, 1996, s. 112;
Görgülü, 1990, ss. 50-52; Tuncay Özkan, 2003, MİT’in Gizli Tarihi, Alfa Yay, Bursa, s. 47.
56
Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C:I, TTK Yay, Anka-
ra, 1997, s. 44-45.
57 Kongre’nin 10 Temmuz’dan 23 Temmuz’a ertelenmesi tesadüf değildir. 1917’de yapılan tak-
vim değişikliğiyle Rumî takvim Miladî takvimin hizasına geldiği için, artık Hürriyet Bayramı
23 Temmuz’da kutlanmaktaydı. Bu da Kongre delegelerinin İttihatçıların zaferi olan Hürriyet
Bayramı konusunda çok hassas olduklarını göstermektedir. Akşin, 1998-II, s. 473-474.
58 Dursunoğlu, 2000, s. 97.
59 Bütün delegeler ve meslekleri hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız: Zeki Başar, Devrim Tarihi
Bakımından Erzurum Kongresi, Atatürk Üniversitesi Yay, Yay. No: 566, Erzurum, 1979, ss.
61-65.
60 Goloğlu, 1968, s. 162.
61
Akşin, 1998-I, 473; Goloğlu, 1968, ss. 92-94.
62
Kongre kararlarının ayrıntılı bir şekilde değerlendirmesi için bkz: Akşin, 1998-I, ss. 480-483.
63 Muhaliflerin sonları için bkz: Goloğlu, 1968, s. 159-160,165; Coşar, 1971, s. 33.
64 Kırzıoğlu, 1993-II, s. 181.
65
Kırzıoğlu, 1993-II, s. 125.
66
Akşin, 1998-I, s. 490.
67
Karabekir, 1990, 105.
68 BOA, DH, KMS, 54-3/24.
69
Şerafettin Turan, 1967, Balıkesir ve Alaşehir Kongreleri, Hacim Muhittin’in Hatıraları,
Ankara, ss. 205-208.
70 Akşin, 1998-I, s. 511.
71
Sivas, Mondros Mütarekesi’nin 24. maddesi gereğince, heran müdahaleye açık olduğu belirti-
len 6 ilden biriydi. Arıburnu, 1997, s. 61-62.
72 Akşin, 1998-I, s. 512.
73 Goloğlu, 1970, s. 13.
74 Feridun Kandemir, “Erzurum Kongresi”, Tarih Konuşuyor, C:4, S.20, İstanbul, 1965, s. 1612.
75
Gökbilgin, 1965, s. 13-14.
160
6. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-I / İ. Akbal, İ. Hacıfettahoğlu
161
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
7. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ-II [1920-1923]]
İsmail AKBAL♦
♦
Doç. Dr., Aksaray Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü.
163
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
164
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
165
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
166
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
Bimennihilkerim (Allah’ın yardımıyla) Nisan’ın yirmi üçüncü Cuma günü, Cuma namazını
müteakip Ankara’da Büyük Millet Meclisi küşad edilecektir.
10 Nisan 1920’den itibaren mebuslar Ankara’ya gelmeye başlamışlardı. İs-
tanbul’dan gelen ve Ankara’ya ulaşan toplam 115 mebusun katılımıyla, 23
Nisan 1920 Cuma günü Ankara Ulus’ta İttihat ve Terakki Kulübü’nün yaptır-
dığı kulüp binasında Meclis toplandı ve adının da Büyük Millet Meclisi olması
kararlaştırıldı23.
Mebuslar, Hacı Bayram Camii’nde kıldıkları cuma namazı sonrası tekbir-
lerle, dualarla meclis binasına geldiler. Burada kesilen kurbanlar ve yapılan
dualardan sonra salona geçildi. Salonda yapılan duadan sonra en yaşlı mebus
olan Sinop Mebusu Şerif Bey geçici başkanlığa getirildi. Şerif Bey bir açış ko-
nuşması yaptıktan sonra Meclis Başkanlığı seçimine geçileceğini bildirdi. An-
cak mebusların çoğunluğu henüz Ankara’ya ulaşmamış olduğundan başkanlık
seçiminin ertelenmesi istendi. Bu gerekçeyle Konya Mebusu Refik Bey söz aldı
ve BMM kürsüsüne çıkan ilk mebus o oldu. Daha sonra söz alan Trabzon Me-
busu Ali Şükrü Bey, Meclisin iradesi henüz oluşmadan böylesi seçimlerin ya-
pılmasını doğru bulmadığını söyledi. Sonunda seçim bir gün sonraya bırakıldı.
24 nisan günü yapılan meclis başkanlığı seçimlerinde Mustafa Kemal Paşa
meclis başkanlığına, Osmanlı Mebusan Meclisi Başkanı ve Erzurum mebusu
olan Celâlettin Arif Bey de ikinci başkanlığa seçildiler. Meclisin yasama ve
yürütme yetkisine sahip olmasının, bir icra vekilleri heyetinin Meclis içinden
seçilmesinin benimsendiği bu toplantıda Meclis Başkanı Mustafa Kemal Pa-
şa’nın aynı zamanda İcra Vekilleri Heyeti Reisi, yani başbakan olması ve icra
vekilleri heyeti üyelerinin tek tek meclis tarafından seçilmesi kararlaştırıldı.
167
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
168
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
169
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
170
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
bölgeyi işgal etmişlerdi. Yalnızca işgal eylemiyle kalmayıp büyük bir katliam
hareketine de girişmişlerdi.
Bu durum karşısında BMM, Doğu cephesi komutanı Kâzım Karabekir Pa-
şa’ya ileri harekât emri verdi ve Ermeniler ağır bir yenilgi sonrası bölgeyi bo-
şalttı. 3 Aralık 1920’de yapılan Gümrü Anlaşması ile daha önce Ruslara geçen
Kars, Sarıkamış ve Oltu yeniden anavatana katıldı.
Ermeni zaferi ve ardından gelen anlaşma BMM Hükümetinin ilk uluslar
arası başarısıdır. Fakat bu anlaşma kısa sürmüştür. Ermenistan kısa bir süre
sonra Ruslar tarafından işgal edilmiş, Gümrü Anlaşması’nın yerine de 16 Mart
1921’de Moskova Anlaşması imzalanmış, 1921’de yapılan Kars Anlaşması ile
de Doğu sınırları çizilmiştir. Bu arada anlaşma esnasında delegelerimiz Mos-
kova’da iken orada bulunan Afganistan yetkilileriyle 1 Mart 1921’de Türk-
Afgan Dostluk ve Kardeşlik Anlaşması imzalanmıştır.
DÜZENLİ ORDUNUN KURULMASI VE İNÖNÜ ZAFERLERİ
1920 yılı sonunda Kral Aleksander ölmüş, Başbakan Venezilos da seçimle-
ri kaybederek ülkeyi terk etmişti. İngiliz destekli yeni Kral Konstantin ise Ana-
dolu’daki savaşı sonuna kadar devam ettirmek niyetindeydi. Fakat Millî Mü-
cadele’nin başlangıcında Ankara’yı Yunanlılardan çok iç isyanlar meşgul et-
miştir. Bu yüzden BMM ayaklananları vatan haini saymak için Hıyanet-i Vata-
niye Kanunu’nu ve İstiklal Mahkemeleri Kanunu’nu çıkarmıştır. Ankara iç savaş
durumuyla mücadele ederken oldukça güç durumdaydı. İsyan bölgelerinde
isyancıları alaşağı edecek düzenli orduya sahip değildi. O bölgelerde sahip
olduğu düzenli birlikler de o isyanları bastırabilecek güçte değildi. Ankara,
isyanları ancak düzenli orduyla değil de gerilla taktiği ile bastırabilmiştir.32
İsyanların bastırılmasında Çerkez Ethem ve kardeşleri, Kuşçubaşı Eşref, De-
mirci Mehmet Efe, Topal Osman Ağa, İpsiz Recep gibi birçok eski TM mensu-
bunun kurdukları çetelerden yararlanılmış ve isyanlar başarıyla bastırılabil-
miştir. Sina Akşin, düzenli ordunun değil de çetelerin kullanılmasını Mondros
Mütarekesi’ni çiğnememiş görünmek için üretilen bir çare olarak değerlendir-
miştir.33
Kuva-yı Milliye gönüllülük esasına dayanıyor, hatta kimi yerlerde ücret
bile ödeniyordu. TM’cilerin hapishanelerden topladıkları mahkûmlarla oluş-
turdukları çetelerle savaşmaya alışmış olmaları ve yağma olanaklarının önüne
geçilememesi üzerine Mustafa Kemal Paşa bunları tasfiye ederek düzenli or-
duya geçme fikrini ortaya atmıştır. Bütün bunların yanı sıra Kuva-yı Milli-
ye’nin Batı’daki başarısızlığı, Yunan istilasının Doğu Trakya ve Batı Anado-
lu’yu kapsaması, Pontus isyanının bastırılamaması düzenli ordu birlikleri ile
savaşa girilmesini zorunlu hale getiriyordu. Bu yüzden 24/25 Haziran 1920’de
Batı Cephesi kurulmuş ve başına da Ali Fuat Paşa atanmıştı. Fakat 8 Kasım’da
Ali Fuat Paşa Rusya’ya büyükelçi olarak atanınca yerine İsmet Bey getirildi.
Ali Fuat Cebesoy’un Moskova Sefareti’ne atanmasından sonra batı cephesi
ikiye ayrılmıştır. Güney bölümü Refet Bey’e (Bele), Batı bölümü de İsmet Bey’e
(İnönü) verilmiştir. İlerleyen zamanlarda Mustafa Kemal Paşa, düzenli ordu-
nun kurulmasını sağlamış ve zamanla da düzensiz birlikler kaldırılarak düzen-
li orduya geçilmiştir.
171
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
172
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
173
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
174
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
175
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
176
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
177
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
178
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
179
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
180
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
181
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
182
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
183
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
184
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
SONNOT
185
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
len hemen yok gibiydi. Sosyalizmin henüz “S”si bilinmeyen bir memlekette bu cehalet tabii idi” Halit
Eken, Milli Mücadele’de Vali Hamit Bey, Yayınlamamış Doktora Tezi, Atatürk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum , 1995, s. 209-210.
29
Yusuf Hikmet Bayur, “Mustafa Suphi ve Millî Mücadeleye El Koymaya Çalışan Başı Dışarıda
Akımlar”, Belleten, C: 35, Ekim 1971, s. 603.
30 Selek, 1966, s. 252; Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıralarım, Vatan Neşriyat, İstanbul,
1953, s. 465.
31 Selek, 1966, s. 251-252.
32 Yavuz Abadan, Mustafa Kemal ve Çetecilik, Varlık Yay, İstanbul, 1972, s. 130-131.
33 Sina Akşin, Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi, İmaj Yay, Ankara, 1996, s. 137.
34 Akşin, 1996, s. 140.
35 Selek, Sabahattin, Anadolu İhtilali, Burçak Yay, İstanbul, 1966, s. 243.
36 Avcıoğlu, Doğan, Milli Kurtuluş Tarihi, C: II, Tekin Yay, İstanbul, 1978, s. 651.
37
Selek, 1966, 244; İsmail Hakkı Tekçe anılarında Nazım’ı idamdan Çiçerin’in mektubunun
kurtardığını söylemektedir. “General İsmail Hakkı Tekçe’nin Anıları”, Günaydın, 4 Aralık
1977.
38
İstiklal Mahkemesi kararı için bkz: Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faali-
yetler 1910-1960, TTK Y, Ankara, 1967, s. 180.
39 Selek, 1966, s. 245.
40 Damar Arıkoğlu, Birinci Büyük Millet Meclisi Adana Milletvekili, Hatıralarım, İstanbul, 1961,
s. 234.
41
TBMM, GCZ, C: 2, s. 99 vd.
42
Arıkoğlu, 1961, s. 235-236.
43
17 gün devam eden muharebelerde kayıplarımız fevkalâde yüksek olmuştur. Resmî rakamla-
ra göre insan kayıplarımız şöyledir: 121’i subay olmak üzere 1643 şehit, 267’si subay 4881 ya-
ralı, 54’ü subay 374 esir, 30122’si silahlı 30809 firar verdik. Bu muharebelerde resmî kayıtlara
geçen ordumuzun toplam insan zayiatı; 442’si subay olmak üzere 37.707 kişidir. Ayrıca 55
makineli tüfek ile 18 topumuz da düşmanın eline geçmiştir. Geniş bilgi ve rakamlar için bkz.
Türk İstiklâl Harbi Tarihi C: 2, Kısım: 4, Ankara, 1973, s. 533-557.
44
ATBD, S: 80, Ağustos 1981, s. 85.
45
TBMM, GCZ, C: 2, s. 116-224.
46
TBMM, GCZ, C: 2, s. 226.
47 İsmail Hacıfettahoğlu, Ali Şükrü Bey, Atlas Yay, Ankara, 2003, s. 126-127.
48 Yavuz, Ünsal, Atatürk, İmparatorluktan Milli Devlete, TTK Yay, Ankara, 1999 , s. 72-73.
49
“General İsmail Hakkı Tekçe’nin Anıları”, Günaydın, 1 Aralık 1977.
50 “General İsmail Hakkı Tekçe’nin Anıları”, Günaydın, 8-10 Aralık 1977.
51 “General İsmail Hakkı Tekçe’nin Anıları”, Günaydın, 12 Aralık1977.
52
TBMM, GCZ, C.III, s. 311.
53 TBMM, GCZ, C.III, s. 319-320.
54 TBMM, GCZ, C.III, s. 311.
55 TBMM, GCZ, C.III, s. 319-320.
56
Kandemir 1965, s. 64.
57 TBMM, GCZ, C: 3, s. 319-320.
58 TBMM, GCZ, C: 3, s. 330-331.
59 Atatürk, 1999-III, 1830-1831, Ves. No: 260.
60
Atatürk, 1999-III, 1832, Ves. No: 261.
61 Atatürk, 1999-III, 1834-1836, Ves. No: 263.
186
7. Bölüm: Milli Mücadele Dönemi-II / İsmail Akbal
187
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
8. BÖLÜM
MİLLİ MÜCADELE’NİN BAŞLANGICINDAN LOZAN BARIŞ
ANTLAŞMASI’NA DIŞ POLİTİKA
M. Faruk ÇAKIR∗
GİRİŞ
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) yönetimindeki Osmanlı İmparator-
luğu, İtilaf devletleri ile Almanya ve müttefikleri arasındaki Birinci Dünya
Savaşı’na Almanya’nın yanında katıldı. Savaş, İtilaf devletlerinin galibiyeti ile
sonuçlandı. 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti ile İtilaf devletleri adına İngiltere
arasında imzalanan Mondros Mütarekesi, Yakın Doğu’da çatışmaları sona
erdirmek için yapılmıştı. Fakat silah bırakışması Anadolu’da barışı getirmedi.
İtilaf devletleri bir yandan kimi önemli yerleri işgal ettiler; diğer yandan savaş
sırasında imzalanan gizli anlaşma hükümleri yeni şartlara göre revize edilerek
devreye sokmaya ve Sevr Antlaşması ile hukuki nitelik kazandırılmaya çalıştı-
lar. İstanbul hükümeti işgaller karşısındaki zaafını gösterirken, Anadolu’da
işgallere karşı mücadele etmek (Milli Mücadele) için yerel düzeyde Müdafaa-i
Hukuk cemiyetleri kurulmaya başladı. Direniş bu cemiyetlerin birleşmesiyle
(Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, A-RMHC) ülke çapına yayıl-
dı. Anadolu hareketi olarak da adlandırılan direniş hareketi, Eylül 1919 Sivas
Kongresi kararıyla yürütme organına (Heyet-i Temsiliye) sahip oldu ve 23 Ni-
san 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin (BMM) açılmasını takiben Ankara hükü-
metinin kurulmasıyla birlikte devlet fonksiyonlarını fiilen yürütür hale geldi.
İstanbul Hükümeti de Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasına kadar varlığını
sürdürdü. İki iktidar odağı arasındaki ilişkiler Sevr (Sèvres) antlaşmasının im-
zalandığı son Damat Ferit hükümeti döneminde (Nisan-Ekim 1920) silahlı ça-
tışma düzeyine ulaşmakla birlikte, arkasından kurulan Tevfik Paşa hükümeti
döneminde (Kasım 1920-Kasım 1922) makul bir düzeyde yürütüldü (son ko-
nuda bkz.Tunçay, 2005: 46). Lozan görüşmeleri başlamadan hemen önce BMM
saltanatı kaldırdı (1 Kasım 1922) ve böylece iktidar mücadelesi Ankara hükü-
meti lehine sonuçlandı. Bu bölümde Heyet-i Temsiliye ve Meclis hükümetinin
dış politikası değerlendirilecektir. Ancak her ikisinin de dış politika kararlarını
ve uygulamalarını etkileyen birçok gelişme Mondros Mütarekesi’nin imzalan-
masından Milli Mücadelenin ülke düzeyinde örgütlenmeye başlamasına kadar
geçen dönemde yaşanmıştır; bu nedenle önce bahsedilen dönem ele alınacak-
∗
Yrd. Doç. Dr., Güvenlik Bilimleri Akademisi.
189
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
190
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
191
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
4 Anadolu’ya dikkati çeken ilk iki geçiş, Ali Fuat ve Kazım Karabekir paşaların sırasıyla Konya
ve Erzurum’a atanmalarıdır (Şubat-Mart 1919). Onlar, ülke çapında direniş fikrine sahip ol-
makla birlikte, ağırlıklı olarak gittikleri yerlerde mevcut askeri birliklerin Mondros hükümle-
rine göre terhisini önlemek ve işgale karşı kamuoyunu hazırlamakla meşgul oldular (Kinross,
1964: 147–48; Zürcher, 1987: 180–82).
5
En somut göstergesi, Ocak 1919’da başlayan Paris Barış Konferansında Yunanistan, Ermeniler
ve Kürtler tarafından dile getirilen toprak taleplerinden ilk ikisine İtilaf devletlerinin büyük
ilgi duymasıydı.
192
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
leşmesi için ihtiyaç duyulan sadece bir kıvılcımdı. Bolşevik devrim işte bu kı-
vılcımı sağlayacak bir gelişmeydi (Hobsbawm, 1994: 55). Nitekim Bavyera,
Münih ve Macaristan’da 1918 sonu ve 1919 başında, kısa süre yaşayan Sosya-
list cumhuriyetler kurulmuştu. Onların kurulmuş olması bile, Avrupa’nın ön-
de gelen ülkelerinin karar vericileri için devrimin gerçekleşebileceğini göster-
mesi nedeniyle yeterince kaygı vericiydi (Hobsbawm, 1994: 68–69). Dördüncü-
sü, sömürgeci/emperyalist ülkelerin sömürgelerde milliyetçi taleplerle karşı-
laşmaya başlamasıydı. Özellikle İrlanda, Mısır, Hindistan gibi İngiltere’nin
yönetimindeki ülkelerde yükselen milliyetçi dalga, İngiltere’nin uluslararası
sistemi düzenleme kabiliyetini sınırlandırmaktaydı. Bolşevik Rusya’nın sö-
mürge halklarını başkaldırmaya özendirmesi,6 İngiltere için Bolşevizm ve mil-
liyetçilik tehditlerini birleştirmekteydi. Beşincisi, İtilaf devletleri arasındaki
anlaşmazlıklar da savaş sonrasında galip devletlerin sistemi yeniden yapılan-
dırma kabiliyetini sınırlandırdı.
2) Savaş döneminde yapılan gizli anlaşmalar ve verilen sözler, Yakın Do-
ğu’da düzeni belirlemeyi zorlaştırmıştı. İtilaf devletleri savaş sırasında Osman-
lı topraklarını kendi aralarında nüfuz bölgelerine ayırdılar. Nüfus bölgelerine
ilk ayırma Mart-Nisan 1915 tarihli İstanbul anlaşmasıyla yapıldı. Bu anlaşmay-
la İngiltere ve Fransa, Boğazları ve Doğu Trakya’yı Rus denetimine bırakmayı
kabul etmişti. Daha sonra Sykes-Picot anlaşması ile İngiltere, Fransa ve Rus-
ya’nın nüfuz alanları belirlendi. Filistin, Bağdat ve Basra vilayetleri ile Antep,
Urfa, Maraş İngiltere’nin, Suriye, Adana, Antakya, Musul vilayeti de Fran-
sa’nın nüfuz alanı içinde yer aldı. Nisan 1917’de de İtalya’ya Londra anlaşması
(Nisan 1915) ile vaat edilen nüfuz alanı yeniden tanımlanarak, bu alanın İz-
mir’i de kapsadığı belirlendi (Gökay, 1997: 51; Sonyel, 1995: 2). Ayrıca savaş
döneminde İtilaf devletleri yanında yer almaları karşılığında Arap milliyetçile-
rine büyük Arabistan kurulması, Balfour Bildirisi ile de Yahudilere Filistin’de
yurt sözü verilmişti. Savaş sona erince stratejik değerlendirmelerde meydana
gelen değişiklikler (İngilizlerin Musul vilayetini Fransa’ya bırakmaktan vaz-
geçmelerinde olduğu gibi), barış konferansında ileri sürülen yeni toprak talep-
leri ve verilen sözlerdeki çelişkiler (Arı, 2004: 139–42) nedeniyle planlananların
hayata geçirilemeyeceği anlaşıldı.
Yukarı da değinilen sınırlandırıcı gelişmeler, başta İngiltere olmak üzere
İtilaf devletlerinin Mütareke sınırları içindeki Osmanlı topraklarındaki geliş-
melere karşı politikalarını ve uygulamalarını da önemli ölçüde etkiledi. Bu
çalışmada en çok atıf üç faktörün etkisine yapılacaktır. Birincisi Anadolu hare-
ketinin Bolşeviklerle ilişkileridir. Bolşevik faktörü Milli mücadele boyunca
Anadolu hareketi ile İtilaf devletleri ilişkilerini etkileyen en önemli faktör ol-
muştur. İkincisi, sömürgelerde yükselen milliyetçiliklerdir. Sömürgelerdeki
milliyetçilik ile Türkiye’deki gelişmelerin arındaki alakanın en belirgin olduğu
gelişme, Hindistan sömürgesinde yaşayan Müslümanların hilafet makamının
durumuna ilgi göstermesiydi (onların bu ilgisi Hindistan sömürgesindeki di-
6
En somut delili Eylül 1920’de Bakü’de yapılan Birinci Doğu Halkları Kurultayı’dır. Kurultay,
İngiltere’yi hedef alan ve sömürge halklarını başkaldırıya çağıran “Doğu Halklarına Çağrı”
başlıklı bir bildiri yayınlamıştır (Gökay, 1997: 124–26).
193
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
194
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
195
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
bir çok defa değinmiştir. Örneğin, Ermenilerin dönüşünü gerçekleştirmek için 100 bin asker
gerektiği, Kars’ın Ermenilere verilmesini sağlamak için asker gerektiği, Samsun bölgesinde
asayişi sağlamak için büyük askeri kuvvete ihtiyaç duyulduğu, Paris Barış Konferansı karar-
larını zorla tatbik etmek için yeterince askeri güce sahip olunmadığı, İngiltere’nin (ve Fran-
sa’nın) savaş yorgunu olduğu vb. değerlendirmeleri yapılmıştır (her bir değerlendirme için sı-
rasıyla bkz. Jaeschke, 1991: 41, 45, 103, 196).
196
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
8
Siyasi yöntemlerle devletin bütünlüğünün korunamayacağını düşünen ve Anadolu’da direni-
şin örgütlenmesi gerektiğine inanan kesimler Mustafa Kemal Paşa’ya geniş yetkiler verilme-
sinde yardımcı oldular.
9 Bu eserde anılan konuda farklı görüşler de yer verilmiştir (s.26, 13 numaralı dipnot). Ayrıca
bkz. Zürcher, 1987: 160.
10
Mili Mücadeleyi yürüten kadro içinde İTC kökenlilerin ağırlığına rağmen, bu kadro Enver
Paşacı gruptan ve İTC’nin üst düzey yöneticilerinden bir kısmının kurduğu İstanbul’daki Ka-
rakol Cemiyeti’nden (Karakol mensupları da Milli Mücadeleyi desteklemiştir) farklıdır. Bu
kadro İTC’nin vatanseverliğini reddetmeyen fakat onun dış politikada pan-Türkist ve Pan-
İslamcı uygulamalarını hatalı bulan bir kadrodur (Jaeschke, 1991: 100, 170; Sonyel, 1995: 67–
68).
197
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
11 Kongreye katılan delegeler İngiltere’nin mandater devlet olmasını gündeme bile getirmediler;
çünkü İngiltere, Türk topraklarını işgal eden emperyalist (sömürgeci) bir ülke olarak görül-
mekteydi. ABD ise Türk topraklarını işgal etmemişti. Dahası, İmparatorluğun Türk çoğunlu-
ğa sahip bölgelerine self-determinasyon hakkı tanınması Wilson prensipleri arasında yer al-
mıştı. Müdafa-i Hukuk cemiyetleri de başlangıçta işgallere karşı çıkarken bu ilkeye de atıfta
bulunmuştu.
12 İstanbul delegelerinin ağırlıklı olduğu mandayı gündeme getirenler arasında Meclis Hükü-
metinin ilk Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, Refet Bey (Paşa), Halide Edip ve Kara Vasıf da bu-
lunmaktadır. İsmet Paşa da İstanbul’dan gönderdiği telgrafta manda yönünde görüş bildir-
miştir.
13 İstanbul’da kurulan Wilson Prensipleri Cemiyeti’nin Aralık 1918’de yaptığı ilk toplantısında
alınan kararlar arasında “Dışarıdan kontrol ve vasilik ileri sürülmesine fırsat verilmemeli”
maddesinin de yer alması da, manda kavramının o dönemde iç ve dış bağımsızlığın kısıtlan-
ması olarak anlaşılmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir (kararlar için bkz. Son-
yel, 1995: 6).
198
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
14
Bu konuda Sonyel, Mustafa Kemal Paşa’nın ABD ile yakınlaşmaya önem vermediği görüşün-
dedir (bkz. Sonyel, 1995: 134). Kinross’a göre ise Mustafa Kemal-Harboard görüşmesinin ve
Wilson’a mektup gönderilmesinin amacı, “milliyetçi harekete dünyanın dikkatini çekmek” idi
(Kinross, 1964: 189).
15 Çünkü halk savaş yorgunuydu ve geniş kitleleri harekete geçiren başlıca gelişmeler İzmir’in
işgali ve büyük Ermenistan kurulması ihtimaliydi (Akyol, 2008: 82, 95–96; Oran, 2001a: 103).
199
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
16 Direniş döneminde İslami uygulamalar oldukça dikkat çekicidir. Meclis’in açılışında yapılan
törenler buna bir örnektir (bkz. Tunçay, 2008: 173–74, 285–86). Mete Tunçay, A-RMHC’ni “Ni-
zamnamesine göre, Osmanlı vatanseverliğini savunan İslamcı bir örgüttür” diye tanımlar
(Tunçay, 1999: 20–21).
200
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
17 Misak-ı Milli’ye göre, Mondros Mütarekesi ile belirlenen hat içinde ve dışında (zamanla dı-
şında ifadesi bırakılacaktır), “Osmanlı-İslam çoğunluğun” (büyük çoğunluğu etnik Türkler ve
Kürtlerden oluşmaktadır) yaşadığı topraklar bir bütündür. Arap çoğunluğun yaşadığı ve Mü-
tareke anında düşman işgali altında bulunan yerlerde plebisit yapılmalıdır. Batı Trakya’nın
geleceğinin plebisitle belirlenmesi ve Kars-Ardahan-Batum’da gerekirse plebisit yapılması sı-
nırlarla ilgili diğer hükümlerdir. Misak-ı Milli, İstanbul ve Boğazların güvenliği sağlanması
şartıyla, Boğazlardan ticari gemilerin serbest geçişini önerir. Azınlık haklarının mütekabiliyet
ilkesi temelinde korunması ve kapitülasyonların kaldırılması gerektiğini belirtir.
201
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
202
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
18
İngiliz hükümeti, barış antlaşmasının yumuşatılmasına şiddetle karşı çıktı. Başbakan Lloyd
George’un “sert ve cezalandırıcı barış” konusundaki kararlılığı için bkz. Jaeschke, 1991: 252–
53.
203
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
19 Gökay, zengin ve fakiri yabancılara karşı birlikte örgütlemeyi hedefleyen “tuhaf bir komü-
nizm” anlayışına sahip bu partinin kurulmasını, Moskova’yı etkileyip Sovyet yardımı alma
girişimi olarak yorumlar (Gökay, 1997, 132–33). Tunçay’a göre ise bu partinin kurulması, yerli
bir sol oluşturma çabasıdır (Tunçay, 2008: 167).
204
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
20
Bir görüşe göre olay, Trabzon valisi ve Kazım Karabekir tarafından “Ankara’dan bağımsız
olarak kotarılmıştı”. Onların resmi komünist partiye katılacaklarına ilişkin delil mevcuttu.
Muhtemelen Mustafa Kemal, onların katılımıyla solu Meclisteki ittihatçı ağırlığa karşı bir
denge yapmak istiyordu (Tunçay, 2008: 166–67). Başka bir görüşe göre Mustafa Kemal grubun
yurt dışına çıkarılması taraftarıydı. Fakat öldürme olayını onaylayıp onaylamadığına ilişkin
delil yoktur (Gökay, 1997: 135). Akyol’un tespitine göre ise olayın Enver Paşayı Moskova’nın
gözünde sol alternatif olarak tutmak isteyen Enverciler tarafından tertiplendiği görüşü daha
çok kabul görmektedir (Akyol, 2008; 262).
21 Bayur’a göre Kafkasya’nın başlıca limanını almak makul olmadığı için Türkiye bu fedakârlık-
ta bulunmuştu (Bayur, 1995: 71).
205
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
206
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
22 Lord Kinross, Sakarya muharebesi sonrasında Ankara hükümetinin İslam dünyasında itibarı-
nın arttığını, hatta Suriye’den Çin’e Doğu toplumlarındaki milliyetçilerin Türkiye’yi örnek
olarak görmeye başladığını belirtir (Kinross, 1964: 297).
23 Ekonomik imtiyazlar Bekir Sami Bey antlaşmasında tanınanlara benzer imtiyazlardı. Ancak
Bekir Sami Bey anlaşmasında kimi siyasi ayrıcalıklar da mevcuttu ve bu nedenle Misak-ı Mil-
li’ye aykırı bulunmuştu. Ekim 1921’de ise sadece ekonomik imtiyazlar yer aldı (Uzgel, 2001:
145, 148).
24
Enver Paşa faktörü için bkz. (Gökay, 1997: 84–85, 116, 151-54; Tellal, 2001: 163).
207
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
sini dengeleyecek bir çözüme ihtiyaç duydu. Böyle bir çözüm savaşla değil
diplomasiyle elde edilebilirdi. Bu çerçevede ilk olarak İngiltere Ankara Hükü-
meti ile 23 Ekim’de bir esir değişimi antlaşması imzalandı. Daha sonra İngilte-
re, bu anlaşmanın uygulanmasından doğan memnuniyet, Ukrayna ile Meclis
Hükümeti arasındaki dostluk antlaşması dolayısıyla artan Bolşevik etkisini
dengeleme kaygısı, Yunanistan’ın Anadolu işgalini sürdürmekte karşılaştığı
zorluklar vb. faktörleri dikkate alarak İtilaf devletlerini toplantıya çağırdı. Top-
lantı 22 Mart 1922’de Paris’te başladı. İtilaf devletleri taraflara ateşkes ilan
edilmesini ve Yunan ordusu Anadolu’dan çekilmesini önerdiler. Ayrıca barış
şartlarına ilişkin önerilerde de bulundular. Bunlar 1921’deki Londra Konferan-
sında sunulanlardan ileri olmakla birlikte Misak-ı Milli’yi karşılamaktan ol-
dukça uzaktı. İstanbul boşaltılacak ve İzmir Türklere verilecekti, fakat Ermeni
yurdundan vazgeçilmeyecek, ordu üzerinde sınırlamalar sürecek, adli ve eko-
nomik kapitülasyonla sadece yeniden düzenlenecek, savaş tazminatında uz-
laşma sağlanacak ve Kırklareli ile Edirne Yunanistan’a verilecekti. İçerde siya-
sal çekişmeler yaşayan ve askeri durumu iyi olmayan Yunanistan ateşkesi ka-
bul etti, fakat Anadolu’yu boşaltmayı ve barış önerilerini reddetti. Ankara ise
ateşkes ilanı ile birlikte Anadolu’nun hemen boşaltılmaya başlaması şartıyla
barış önerilerini görüşebileceğini belirtti. İtilaf devletleri bu şartı kabul etmedi.
İtilaf devletlerinin Türk-Yunan savaşına diplomatik çözüm çabaları sürdüyse
de başta İtilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıkları nedeniyle bu çabalar Ma-
yıs ayında çıkmaza girdi (Fırat, 2001: 189–92; Sonyel, 1991: 244–57).
Doğu ve Güney sınırlarını güvence altına aldıktan sonra Batı cephesi üze-
rinde odaklanan Ankara hükümeti, hem doğudan asker ve cephaneyi batıya
aktarmak yoluyla hem de Bolşevik Rusya’dan gelen yardımla karşı taarruz için
hazırlıklarını 1922 yılı boyunca sürdürdü. Yine de askeri alanda açık bir üstün-
lük sağlanamamıştı. Bu durumu da dikkate alan BMM, Türkiye’nin Misak-ı
Milli temelinde bir barışa istekli olduğunu İtilaf devletleri yetkililerine, özellik-
le de İngilizlere, tekrar iletmek üzere Temmuz başında Dâhiliye Vekili Fethi
Beyi gayri-resmi olarak Avrupa’ya gönderme kararı aldı. Fethi Bey İngiliz Dı-
şişleri Bakanı Curzon’la görüşemedi. Daha sonra Curzon, Fethi Bey’in Türk
tezine yakın çevreler ile yaptığı görüşmeler ve savaş karşıtı yayınların da etki-
siyle bakanlığından diplomatlara görüşme yetkisi verdi. Bu görüşmelerde Fet-
hi Bey Misak-ı Milli temelinde bir barış durumunda Türk-İngiliz ilişkilerinin
gelişeceğini belirtti. Fakat Fethi Bey’in önerileri İngilizlerden karşılık bulmadı.
Zaten Fethi Bey’in İngiltere’ye varmasından hemen sonra (4 Ağustos) Avam
kamarasındaki konuşmasında Başbakan Lloyd George yeniden Yunanistan’ı
savaşmaya teşvik etmeye başlamıştı. Bu ortamda girişimin üst düzeyde yankı
bulması ihtimali çok düşüktü. Fethi Bey Ankara’ya gönderdiği telgrafta Yunan
ordusu kesin yenilgiye uğratılmadan İngiltere’nin uygun bir barışı engelleye-
ceğini, Yunanistan’ın büyük siyasi ve ekonomik sorunlarla karşı karşıya oldu-
ğunu ve Yunan ordusunun moralinin düşük olduğu bir zamanda hareketsiz
kalınmaması gerektiğini bildirdi (Sonyel, 1991: 260–264; Jaeschke, 1991: 231–
33). Fethi Bey girişimi başarısız olması üzerine, olağanüstü yetkilerle başkomu-
tanlığı devam eden Mustafa Kemal, diğer komutanlarla yaptığı değerlendirme
toplantısı sonrasında taarruz kararı aldı. 26 Ağustos’ta başlayan Türk taarruzu,
208
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
25
Bu demeçte Mustafa Kemal, “İnanıyorum ki, Britanya milleti Türkiye ile ticaret ve dostane
münasebete yeniden başlayacaktır” ifadesiyle İngiltere ile anlaşmaya eğilimli olduğu mesajını
da vermişti. Demeci aktaran, Jaeschke, 1991: 256.
209
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
26
Resmi adı “Yakın Doğu İşleri Konferansı” idi.
210
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
değildi. Türk şifrelerini kıran İngilizler birçok kritik konuda Türkiye’nin görü-
şünü önceden öğrenmek ve ona göre tavır belirlemek imkânına sahip olmuştu.
Son olarak, Trakya ve Boğazlar bölgesinin İtilaf işgali altında oluşu da Türk
heyeti için bir dezavantajdı (Oran, 2001c: 218–19; Sonyel, 1991: 299–302; Akyol,
2008: 353–61, 365–66; Kinross, 1964: 354–55).
Türk Heyeti görüşmeleri BMM tarafından belirlenen ve Misak-ı Milliyi
esas alan talimatlar doğrultusunda yürüttü. Başlıcaları şunlardı: Ermenistan’a
toprak verilmesi taleplerinin reddedilmesi, Musul vilayetinin Türkiye’ye ka-
zandırılması (İngiltere ile imtiyazlar görülebilir), Batı Trakya’da plebisit isten-
mesi, Doğu Trakya’da 1914 sınırının elde edilmesi, Suriye sınırının biraz güne-
ye çekilmesi, Ege’de kıyıya yakın adaların elde edilmesi, Boğazlar bölgesinde
yabancı askerin kabul edilmemesi, kapitülasyonların reddedilmesi, azınlıklar
sorununun nüfus mübadelesi yoluyla çözümü, Osmanlı borcunun ayrılan ül-
keler arasında paylaşımı ve Duyun-u Umumiye İdaresi’nin kaldırılması, ordu
ve donanmaya sınırlama kabul edilmemesi, yabancı kuruluşlarının Türk hu-
kukuna tabi olmaları (Sonyel, 1991: 296; Oran, 2001c: 217). Lord Curzon ise
Mart 1922’de yapılan önerileri esas alan başlıca şu hususlar çerçevesinde barış
yapılmasını önerdi ve bunların çoğu için Fransız ve İtalyan onayını temin etti:
Batı Trakya’da plebisitin reddi, Doğu Trakya’da sınırın Meriç nehri olması,
Suriye ve Irak sınırının değişmemesi, Ege adalarının Yunanistan ve İtalya’ya
verilmesi, Boğazların askerden arındırılması, Türkiye’den savaş tazminatı is-
tenmesi ve Yunanistan’dan savaş tazminatı isteğinin reddi, Türk ordusu ve
donanmasına sınırlamalar getirilmesi, adli ve mali kapitülasyonlarda bazı de-
ğişiklikler yapılması, Osmanlı borçları ile ilgili hükümlerin İtilaf devletleri uz-
manları tarafından belirlenmesi, Azınlıklara uluslararası koruma sağlanması.
(Sonyel, 1991: 299–300).
Tarafların pozisyonlarındaki farklılık görüşmelerin zorlu geçeceğinin ilk
işaretiydi. İlaveten tarafların pozisyonlarına sıkı sıkıya bağlı kaldılar. Türk
heyeti, özellikle de ikinci dönemde talimatta belirtilen hususlardan sapmaları
BMM’ye izah etmek durumunda olduğunun farkındaydı. Curzon ise İtilaf
dayanışması sürerse Türklere şartların kabul ettirilebileceği anlayışına sahipti
(Sonyel, 1991: 299). Bu ortamda süren görüşmeler, Konferansın başlamasından
itibaren birçok defa kesilme noktasına geldi ve nitekim Şubat 1923’te kesildi
de. Buna rağmen taraflar ikinci dönemde başlangıçtaki duruşlarından önemli
farklılıklar içeren bir uzlaşma metni27 (antlaşma ve antlaşmayı tamamlayan
toplam 17 belge; Boğazlar Sözleşmesi ve Nüfus Mübadelesi Sözleşmesi en fazla
bilinenleridir) üzerinde anlaşabildiler. Antlaşmanın temel hükümleri şunlardı
(antlaşmanın başlıca hükümlerinin analizi için bkz Oran, 2001c: 223–37): Sınır-
27 Lozan Antlaşmasını imzalayan Avrupalı hükümetler antlaşmayı kendileri için bir başarı
olarak değerlendirdi. İsmet Paşa’ya göre de antlaşma ile egemenliği üzerindeki dış kısıtlama-
lardan kurtulmuş “mütenanis … bir vatan” elde edilmişti (aktaran Sonyel, 1991: 357). Türki-
ye’de antlaşmayı eleştirenler onu bazı konularda Misak-ı Milli hedeflerini gerçekleştirmekten
çok uzak olarak gördüler. Avrupa’da ise İngiliz, Fransız ve Amerikan basını büyük çoğunluk-
la anlaşmayı Türkiye için büyük bir başarı/zafer olarak nitelendirdi (Batı basınındaki değer-
lendirmeler için bkz Sonyel, 1989: 100–102). Antlaşma hakkındaki bu farklı değerlendirmeler
de antlaşmanın uzlaşma metni olduğunun iyi bir göstergesidir.
211
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
212
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
28
Örneğin Rıza Nur saltanatın kaldırılmasının aynı zamanda devletin teokratik yapısının de-
ğişmesi anlamına geldiğini Lozan görüşmelerinde söylemişti. Kanun önünde eşitlik ilkesini
esas alan düzenlemelerin de yapılacağı görüşmelerde belirtilmişti (Akyol, 2008: 406–411).
29
Dış politikada Batıya yönelimin en azından bazı işaretleri Milli Mücadele döneminde de
mevcuttu. Mili mücadele Batılı devletler ve onların desteklediği Yunanistan ve Ermenistan’a
karşı bir mücadele olsa da Avrupalı büyük devletlerle ilişkilerin önemi hiçbir zaman redde-
dilmemişti. Milli mücadele dönemi Türk-Sovyet ittifakı da ortak değerlerin paylaşılması yeri-
ne stratejik değerlendirmeler ve ortak düşmana karşı çıkar birliği üzerine kurulmuş bir ittifak-
tı. İslam dünyası ile dayanışma da İslam birliği amacı gütmeyen, işgal altındaki toplumlar
arasında görülebilecek doğal bir dayanışmaydı; en azından lider kadro tarafından böyle anla-
şılmıştı. Yine Mili Mücadele döneminde, İTC’nin Birinci Dünya Savaşında başvurduğu ve her
ikisinden de Batının rahatsız olduğu Pantürkizm ve Panislamizm politikaları reddedilmişti;
Anadolu hareketinin İttihatçı olmadığı söylenirken kastedilen de esas olarak bu iki dış politi-
ka yaklaşımının reddedilmesiydi.
213
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
30
İç politikadaki gelişmeler, Milli Mücadelenin sonlarına doğru Mecliste ortaya çıkan Birinci ve
İkinci gruplar arasındaki mücadele şeklinde özetlenebilir. Gruplar arasındaki başlıca tartışma
konuları, Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerinin devamı, Birinci Grubu partiye dönüştürme ça-
bası, İkinci Grubun kişisel özgürlüklere ilişkin bir kanunu çıkarma başarısı, İkinci Grup men-
subu Ali Şükrü’nün öldürülmesi gibi konulardır (bkz. Tunçay, 1999: 39–44). Gerek Birinci
grubun Halk Fırkası’na dönüştüğünü açıklayan Beyanname’de, gerekse İkinci Grubun prog-
ramında, Beyanname’deki egemenliğe sınırlama getirmeyen bir barış isteği hariç, dış politika
ile ilgili hiçbir ifadenin yer almayışı da gruplar arası mücadelenin özünde dış politika üzerin-
den olmadığı değerlendirmesini destekler (metinler için bkz. Tunçay, 1999: 364–68).
31
Mete Tunçay’ın ifadesiyle “ilk dönem Meclis’indeki muhaliflerin tekrar seçilmemelerine özel
çaba gösterilmesine karşın, [Hükümet] yeni Meclis’e bir türlü egemen olamamıştır” (Tunçay,
2008: 51).
214
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
215
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
doğan sorunlar ve Musul meselesi, Batı dünyası ile ilişkilerin iyileşmesini ge-
ciktirecektir. 1920’lerde Avrupa sisteminden kısmen soyutlanan Türkiye ve
Sovyetler Birliği arasındaki iyi ilişkiler ise İkinci Dünya Savaşının öncesine
kadar devam edecektir.
KAYNAKÇA
216
8. Bölüm: Milli Mücadele’nin Başlangıcından Lozan Barış Antlaşması’na Dış Politika / M. Faruk ÇAKIR
ORAN, Baskın (2001b). “Sėvres Barış Antlaşması”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, İletişim Yayınları, s. 113–138.
ORAN, Baskın (2001c). “Lausanne Barış Antlaşması”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, İletişim Yayınları, s. 215–238.
TELLAL, Erel (2001). “Sovyetlerle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne
Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, İletişim Yayınları, s. 154–177.
UZGEL, İlhan (2001). “Batı Avrupa İle İlişkiler”, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bu-
güne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İstanbul, İletişim Yayınları, s. 139–154.
217
9. Bölüm: 1923-1929 Dönemi Türkiye’de İç Politika / Yılmaz Çolak
9. BÖLÜM
1923–1929 DÖNEMİ TÜRKİYE’DE İÇ POLİTİKA
Yılmaz ÇOLAK∗
∗
Prof. Dr., Güvenlik Bilimleri Akademisi
1 Nisan 1923’te seçim kararı alındıktan kısa bir sure sonara, M. Kemal Paşa Meclis’teki Grubu-
nun HF’na dönüşeceğini açılayan Dokuz Umde bildirisini yayımladı. Bunlar; 1. Ulusal ege-
219
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
220
9. Bölüm: 1923-1929 Dönemi Türkiye’de İç Politika / Yılmaz Çolak
genel ilkeler ancak Büyük Kongre’nin üçte iki oy çokluğuyla değiştirilebilir (Çavdar 2004: 284-
85).
221
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ile sürmüş, Cumhuriyet’in ilanı ile doruk noktasına çıkmıştır. Bu gelişmeler ya-
vaş yavaş İstanbul gazetelerinde bir muhalefetin oluşmasına yol açmıştır (Alp-
kaya, 1998: 74). Ağustos ayında Ankara’dan ayrılmış olan Rauf Bey’in 12
Ekim’de İstanbul’da Refet Paşa ile buluşup çeşitli “makamlara” ziyaretlerde
bulunması ve daha sonra Kazım Karabekir Paşa’nın da onlara katılması ile İs-
tanbul’da ciddi bir muhalif kanadın oluşmasının haberini veriyordu. Ortaya
çıkan bir kutuplaşmaydı: Bir tarafta Mustafa Kemal ve İsmet Paşa öncülüğünde-
ki “inkılâpçı” Ankara kanadı, diğer tarafta ise Hüseyin Rauf Bey, Ali Fuat Bey,
Kazım Karabekir Paşa ve Refet Paşa’ların başını çektiği Mustafa Kemal’e karşı
Halife etrafında toplanan İstanbul kanadı.4
Bu noktada vurgulanması gereken temel konu şudur; Ankara ve İstan-
bul’da yoğunlaşmış iki güç odağının yürüttüğü tartışmalar ve çekişmeler, yeni
bir devletin ve haliyle de onun kurucuları ve muhalifleri arasındaki zıtlaşmalar
olarak anlaşılmalıdır. Bu kutuplaşmayı yansıtması açısından çarpıcı örnekler
olarak İstanbul ve Ankara basınını hatırlatmak çok yerinde olacaktır. Tevhid-i
Efkâr, Vakit, Vatan gibi gazetelerin başını çektiği İstanbul basınıyla Hâkimiyet-i
Milliye ve Anadolu’da Yeni Gün adlı Ankara merkezli gazeteler arasında cere-
yan eden sert atışmalar, birbirini son derece itham edici, provakatif yayınlar
mevcut ayrışımı çok net bir biçimde ortaya koyması açısından manidardır. Bu
süreçte yaşanan Hükümet bunalımı da iki kutup arasında ayrı bir çekişme alanı
olmuştu. Tabii ki, temelde bu tartışmaların kökeninde bir süredir devam ede
gelen Cumhuriyet tartışmaları yatıyordu.
Cumhuriyet’in ilanı ilk krizi yatıştırmak için bir şaşkınlığa yol açsa da
bu çok fazla sürmemiş ve tartışmalar yeni bir safhaya girmiştir. İstanbul ve An-
kara basını konuyu hararetli bir biçimde tartışmaya devam etmişlerdir. Bu za-
mana kadar yumuşak bir üslupla muhalefetine devam eden Rauf Bey, Cumhu-
riyet’in ilanı üzerine üslubunu sertleştirerek, Cumhuriyet’in ilanından önce ken-
disine danışılmadığını ve konunun yeterince tartışılmadan çok aceleye getirildi-
ğini Tevhid-i Efkâr ve Vatan gazetelerine verdiği mülakatlarda belirtmiştir (Alp-
kaya, 1998: 109). Bu tartışmalar sürüp giderken, Cumhuriyet’in ilanından sonra-
ki en radikal reformlar 3 Mart 1924 günü gerçekleşmiştir. O gün, TBMM’de,
Şer’iye ve Evkaf Vekâleti ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâletini kaldıran
kanun; Tevhid-i Tedrisat Kanunu; Hilafetin kaldırılmasını ve Osmanoğulları
hanedanının yurtdışına çıkartılmasını öngören kanunlar kabul edilmiştir.
HİLAFET’İN KALDIRILIŞI VE 1924 ANAYASASI
Hilafet’in kaldırılışı Türkiye Cumhuriyeti’nin yapmış olduğu en radikal
devrimlerinden biridir. Hilafet son haliyle bile asli yapısından son derece uzak-
laşmış olmasına karşın, tarihi geçmişi ve dini-sembolik anlamıyla sadece Türki-
ye’de değil tüm İslam Âlemi’nde önemli bir yer teşkil etmekteydi (Uluğ, 1975).
Hilafet üzerine tartışmalar, Cumhuriyet’in ilanından sonra, yukarda da bahsedi-
len siyasi kutuplaşmanın temel göstergelerinden olmaya başlamıştı. Rauf Bey’in
4
10 Kasım’da İstanbul’a gelen Kazım Karabekir, “Cumhuriyet şeklinin memleketleri yükselten
bir şekl-i idare olduğu şüphesizdir. Şahsi saltanatların aleytarıyım” (Alpkaya, 1998: 122) diye-
rek siyasi konumunu belirtmiştir.
222
9. Bölüm: 1923-1929 Dönemi Türkiye’de İç Politika / Yılmaz Çolak
223
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
224
9. Bölüm: 1923-1929 Dönemi Türkiye’de İç Politika / Yılmaz Çolak
tı. Ertesi günden itibaren ise Hüseyin Rauf ve 32 milletvekili arkadaşı HF’dan
istifa etmeye başladılar. 17 Kasım 1924’te ise TpCF’nin resmen kurulduğu ilan
edilmiştir.5 Partinin Genel Başkanı Kazım Karabekir Paşa; Genel Başkan Yar-
dımcıları Hüseyin Rauf ve Dr. Adnan (Adıvar); Genel Sekreteri Ali Fuat Paşa
oldu.
Meclis’teki ilk muhalefet parti olan TpCF, Kurtuluş Savaşı’nın muhafazakâr
ve liberal liderleri tarafından kuruldu. TpFC’nin liderleri, öncelikle Mustafa Ke-
mal ve arkadaşlarının otoriter yönetimine ve ayrıca hükümetin radikal reformla-
rına karşıydılar. TpCF, ilan edilen programına göre, temelinde siyasal ve eko-
nomik liberalizme dayanan liberal demokrasiyi öne çıkaran bir ideolojiyi sa-
vunmaktaydı. Fırka programı bireysel haklara ve özgürlüklere yaptığı yoğun
vurgunun yanı sıra adem-i merkeziyetçi bir yönetim anlayışını da öne çıkarıyor-
du. TpCF liderleri, HF hükümetini ve dolaylı biçimde onu destekleyen Mustafa
Kemal’in yönetim anlayışını eleştiriyordu. Onlara göre HF, merkeziyetçi devletçi
ve elitist bir anlayışa sahipti. TpCF liderleri bu anlayışın en önemli sonucu ola-
rak ortaya çıkan otoriter bir yönetim biçimi olduğunu vurguluyor ve HF’nın
inkılâpçı eğilimlerinin aksine, daha yavaş bir dönüşümü, ıslahatı savunuyorlar-
dı. TpFC, yaşayan değerlere ve geleneklere vurgu anlamında muhafazakâr eği-
lime sahipti (Zürcher, 1991: 97–102). Bu vurgunun geniş kitlelerin ilgisini
TpCF’ye yönelttiği çok açıktı. Mustafa Kemal Paşa, yeni partinin ileri sürdüğü
siyasal ve ideolojik perspektife yakın olmadığı için yeni partiye karşı başından
beri alakasız kalmış ve karşı durmuştur.
TpCF’nın kuruluşundan üç gün sonra İsmet Paşa Hükümeti örfi idare
önerdi ve Meclis bu öneriyi reddetti. Bunun üzerine İsmet Paşa istifasını sundu.
Mustafa Kemal Paşa, Ali Fethi Bey’i hükümeti kurmakla görevlendirdi. Bu hü-
kümette kısa ömrü boyunca bazı değişiklikler olmuştur. Fırka’nın radikal kana-
dının liderlerinden Recep Bey’in vekâleten yönettiği Mübadele, İmar ve İskân
Vekâleti 11 Aralık 1924’te lağvedildi; ayrıca 5 Ocak 1925’te de Recep Bey’in Dâhi-
liye Vekilliğinden ayrıldı ve yerine Cemil Bey (Uybaydın) atandı. Görüntü çok
açıktı ki; TpCF’nın yükselişini önlemek için Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arka-
daşlarından ılımlı ve hatta liberal bilinen kişilerin oluşturduğu bir hükümet
oluşturulmuştu.
ŞEYH SAİD İSYANI VE SİYASİ ETKİLERİ
Şeyh Said İsyanı siyasi tarihimizin şekillenmesinde çok ciddi etkilere sahip-
tir. 13 Şubat 1925 tarihinde başlayan ayaklanma 1924 yılından itibaren başlayan
Kürt isyanlarının en büyüğü olarak belirir.6 1923 sonrasında özellikle yeni Cum-
huriyet rejiminin Türk milliyetçiliğine Türk etnisitesini öne çıkaracak şekilde
vurgu yapmaya başlaması ile Kürtleri dışlayan bir yapı oluştuğu iddiası Kürt
ileri gelenleri arasında örgütlü bir yapılanmaya gidilmesine sebebiyet verdi. Bu
gizli örgütlenme 1924 yılında düzenlenen bir kongre ile Azadi adı ile adlandırdı
5 Yeni kurulan partinin ismindeki “Cumhuriyet” sıfatı yüzünden HF’da ismini Cumhuriyet
Halk Fırkası (CHP) olarak değiştirmiştir (Çavdar 2004: 296).
6 Bu kürt isyanlarının başlıcalarından birisi 12-28 Eylül 1924 tarihinde meydana gelen Nasturi
İsyanı’dır.
225
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
226
9. Bölüm: 1923-1929 Dönemi Türkiye’de İç Politika / Yılmaz Çolak
üzerine odaklanacak olan Ankara İstiklal Mahkemesi olmak üzere iki yapılı ola-
rak oluşturuldu.8 İki mahkeme de birçok idam kararını ivedilikle verirken özel-
likle Ankara İstiklal Mahkemesi’nin Şeyh Said İsyanı’ndan daha çok muhalefeti
susturmaya yönelik kullanıldığı gözükmektedir. Hükümet daha çok İsyanı ken-
di şartlarından soyutlayarak tamamen hilafete dayalı din temelli devlet düzenin
yeniden kurma çabası ve dolayısıyla irticai bir hareket olarak değerlendirmiş ve
meseleyi doğudaki isyan bölgelerinin dışına taşımaya ve irtica söylemleri ile
muhalefetin susturulmasına yönelik olarak kullanmıştır. İsmet Paşa kontrolün-
deki CHF içerisindeki şahin kanat Şeyh Said İsyanını istismar ederek Ali Fethi
Bey hükümetini düşürüp kendi hükümetlerini kurmuşlar ve daha sonra başlat-
tıkları baskıcı politika ile gerek parti içi, gerekse diğer muhalif unsurları sustur-
maya çalışmışlardır.
İsmet Paşa hükümeti her türlü muhalif sesi susturmaya yönelik bir üslupla
Takrir-i Sükûn Kanunu’nun kendine verdiği geniş yetkiler çerçevesinde öncelik-
le muhalif gazetelerin üzerine gitti. Birçok gazete kapatılırken gazetecilerde tu-
tuklanmaya başlandı. Tevhid-i Efkâr, Aydınlık, Orak-Çekiç, Sada-yı Hak, Son Telgraf
ve benzeri muhalif gazeteler bir bir kapatıldı. Bunlardan en belirgin olanı,
TpCF’nın polis tarafından aranmasını “baskın” olarak veren Tanin gazetesinin
de kapatılması ve sahibi ve başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın’ın tutuklanıp Ço-
ruma süresiz sürgüne gönderilmesidir. Bu süreçte tutuklanan gazeteciler arasın-
da Fevzi Lütfi (Karaosmanoğlu), İlhami Safa, Eşref Edip, Ahmet Emin (Yalman),
Suphi Nuri (İleri) gibi isimler vardı.9 Muhalif milletvekilleri buna çok sert tepki
gösterdilerse de hükümet kararlı tavrından geri adım atmadı. Cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal’de hükümete bu anlamda baskı yapmadı bilakis gidişata yönelik
bir eleştiri de dile getirmedi. İsmet Paşa başbakanlığındaki hükümet TpCF’nı
ayaklanmalardan sorumlu tutmaya başladılar. İktidar, özellikle partinin prog-
ramında yer alan parti halkın dini inançlarına saygılıdır maddesi nedeniyle irti-
cayı teşvik etmekle ve dini siyasi amaçları doğrultusunda kullanmakla suçlamış-
lardır. Nihayetinde Bakanlar Kurulu 3 Haziran 1925 tarihli toplantısında
TpCF’nı oybirliği ile Takrir-i Sükûn Kanuna dayanaraktan kapattı. TpCF’nın
kapatılmasından sonra bağımsız kalan milletvekilleri muhalefetini 1925 yılı bo-
yunca sürdürmüş ama etkili olamamış ve sonraki seçimde tamamen elenmişler-
dir. Ayrıca bu dönemde basına yönelik baskılarda iyice artış gösterdi. Hükümet
yanlısı Ankara merkezli Hâkimiyet-i Milliye ve İstanbul merkezli Cumhuriyet ga-
zeteleri dışındaki bütün basın susturuldu.
Muhalefete ve potansiyel muhalif güçlere yönelik son darbe, Mustafa Ke-
mal’e yönelik suikast girişimi çerçevesinde Haziran 1926 tarihinde vuruldu. İz-
mir seyahati sırasında Mustafa Kemal’in suikaste uğrayacağı istihbaratı ile başa-
rıya ulaşamayan plana yönelik Ankara İstiklal Mahkemesi İzmir’de soruşturma
8
Doğu İstiklal Mahkemesi Başkan Mazhar Müfit, Savcı Süreyya, üyeler Ali Saip, Avni Bey ve
Müfit Bey’den oluşuruken, Ankara İstiklal Mahkemesi ise Başkan Ali Bey, Savcı Necip Ali,
üyeler, Kılıç Ali Bey, ve Dr. Reşit Galip’ten oluşmaktaydı.
9
Bu süreçte sadece İstanbul gazeteleri değil Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde çıkan mahalli
gazeteler de kapatılmıştır. Basına yönelik bu politika ve kapatılan gazeteler için bkz. Tunçay
(1999: 149 & 152).
227
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
10
26 Haziran İzmer’de, çoğunluğu milletvekilinden oluşan 49 tutuklu sanığın yargılanmasına
başlanmıştır. Mahkemeye çıkarılanlar üç gruptan oluşmaktaydı: (1) suikast düzenleyicileri (2)
onlarla ilintili ve ilintisiz eski TpCF’liler (3) eski İttihatçılar (Tunçay, 1999: 168).
228
9. Bölüm: 1923-1929 Dönemi Türkiye’de İç Politika / Yılmaz Çolak
KAYNAKÇA
Alpkaya, Faruk (1998). Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu (1923–1924). İstanbul: İletişim Yayın-
ları.
Tunçay, Mete (1999). Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek-Parti Yönetimi’nin Kurulması (1923–1931).
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
Uluğ, Naşit (1975). Hakkı Halifeliğin Sonu, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Satan, Ali (2008). Halifeliğin Kaldırılışı. İstanbul: Gökkubbe Yay.
Zücher, Erik Jan (1991). Political Opposition in the Early Turkish Republic: The Progressive Re-
publican Party, 1924–1925. Leiden: E. J. Brill.
229
10. Bölüm: 1930-1938 Döneminde Türkiye’de Siyasi Hayat / Murat Yılmaz
10. BÖLÜM
1930–1938 DÖNEMİNDE TÜRKİYE’DE SİYASİ HAYAT
Murat YILMAZ∗
GİRİŞ
1930–1938 dönemi, Türk siyasi hayatından CHF’nın tek parti yönetiminin
yerleştiği ve “parti-devlet” uygulamasına dönüştüğü bir dönemdir. Dünyadaki
1929 ekonomik buhranının ve Birinci Dünya savaşıyla başlayan bunalım dö-
neminin etkisi altındaki Türkiye, rejim değişikliği ve dünyadaki totaliter-
otoriter rejimlerin problemlerini yaşamaktadır. 1930 yılındaki Serbest Cumhu-
riyet Fırkası denemesinden sonra otoriter bir tek parti yönetiminin esas alındı-
ğı bu dönemde, bürokratik bir rejim ve otoriter bir ideolojinin hâkimiyeti söz
konusudur. Bu yazıda bu dönemin genel bir değerlendirilmesi yapılacaktır.
TEK PARTİ YÖNETİMİ
Tek parti döneminin bir tür diktatörlük olduğu kanaati genel kabul gör-
mekle beraber, bu diktatörlüğün nihaî amacının demokrasi olup olmadığı tar-
tışma konusudur. Tek parti döneminin başlangıcını teşkil eden cumhuriyet
rejiminin kurulmasıyla başlayan "Türk devrimi", esas itibarıyla 1908 ve sonra-
sında yarım kalan “burjuva devrimi”nin tamamlanması hareketidir.1 Türk
toplumunda burjuva devriminin gerçekleşmesinin güçlüğü ise, bu devrimi
yapanın tek başına burjuvazi sınıfı olmamasıdır.2 Osmanlıdan Cumhuriyete
aktarılan toplumsal formasyonda burjuvazi esas itibarıyla gayrimüslim unsur-
lara dayanmaktadır ve bu unsurlar ya bağımsızlık peşinde koşan etnik grupla-
ra mensuptur ya da Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesi verdiği Batı ülkeleriy-
le yakın iktisadî ve kültürel ilişki içindedirler. Müslüman kökenli burjuvazi ise
gayrimüslim burjuvaziye göre zayıftır ve burjuva devrimini kendi başına ya-
pabilecek kadar güçlü değildir. Bu toplumsal formasyonda devleti yöneten ve
kurtarmaya çalışan asker-sivil bürokrat kadro, kurtuluşu “medenileşmek”te
bulmuştur. Medenileşmek ise, Batı gibi olmak ve onun geçtiği toplumsal aşa-
maları Türk toplumunda hızla ve karşı koyanlara karşı da “zor”la uygulamak
demektir. Asker-sivil bürokrasi bir yandan gayrimüslim burjuvazinin tasfiye-
sini üstlenirken, bir yandan da modernleşme projesine eklemlenebilecek ve
∗
Dr., Siyasetbilimci.
231
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
232
10. Bölüm: 1930-1938 Döneminde Türkiye’de Siyasi Hayat / Murat Yılmaz
TpCF’DAN SCF’YE
Bu dönem içerisinde CHP'ne karşı ilk "gerçek" muhalefet partisi olan TpCF
ile bizzat Gazi tarafından kurdurulan SCF'na rağmen, çok partili hayat tecrübe-
leri başarısız olmuştur. Her iki parti de dönemin tek partisi olan CHF içinden
doğmuştur. TpCF'nın kapatılması Doğu'da çıkan Şeyh Sait isyanını takip eden
ve ancak 1929'da kalkan olağanüstü Takrir-i Sükûn döneminde gerçekleşmiş-
tir. 1929'daki dünya ekonomik buhranının etkilerinin Türkiye'de hissedilme-
sinden sonra, Türkiye iktisadî ve siyasî alanda bir arayışa girmiştir. Dünya ve
Türkiye için bir yol ayrımına denk gelen bu dönemde tek parti yönetimi daha
da otoriterleşmek veya demokratikleşmek arasında bir tercihte bulunacağı yol
ayrımına gelmiştir.14 Takrir-i Sükûn kanunun uzatılmayıp kaldırılmasının ar-
dından, siyasî ve iktisadî liberalizmi savunan SCF'nın kurulması önce demok-
ratikleşmenin denenmek istendiğini göstermektedir. Tek parti yönetiminin
denetimsizlik dolayısıyla ortaya çıkan sakıncaları, iktisadî sahada ortaya çıkan
sorunlar karşısında yeni fikirlerin ortaya çıkmasını temin etmek ve "diktatörlük"
suçlamalarından duyulan rahatsızlık gibi gerekçelerle kurdurulan SCF'nın
halktan tahmin edilenin çok ötesinde ilgi görmesi ve SCF'nın kendisine biçilen
"parlamento içi muhalefet"in ötesine geçerek CHF iktidarını tehdit edecek bir
nitelik kazanması üzerine, SCF'nın kendini feshetmesi sağlanmıştır. 1930'ların
yol ayrımında başarısız SCF tecrübesinden sonra, CHF demokratikleşme yo-
lundan vazgeçmiştir.
BÜROKRASİ VE CHF
Bu şekilde Türkiye önündeki üç seçenekten liberal demokrasi ile birlikte
sınıfların oluşumu şeklindeki ilkinden vazgeçmiş oluyordu. SCF ile CHF ara-
sındaki, birincisinin özel kapitalizmi, ikincisinin devlet kapitalizmini savun-
ması şeklinde özetlenebilecek fark, taban bakımından hemen hemen aynı sınıf
ve zümrelere dayanan bu oluşumlarda bürokrasinin alması öngörülen yerden
doğmaktadır. Bürokrasi CHF'nın otoriter modernleşmeci ideolojisinin taşıyıcı
ve uygulayıcısı olduğundan öne çıkmaktadır.15 Bürokrasinin CHF içindeki
ağırlığı öyle bir noktaya ulaşmaktadır ki, CHF devlet karşısında parti olarak
kimliğini korumakta zorluklarla karşılaşmaktadır. Bürokrasinin ağırlığının
artması sadece Türkiye'ye ve CHP'ne has bir gelişme değildir; dönemin dün-
yasında bu yönde bir eğilim vardır ve liberaller bu eğilimi en büyük tehlike
olarak görerek, bürokrasiyle mücadele etmektedirler.16 SCF sonrasında ise
CHF, fırkanın ideolojik ve kurumsal kimliğine daha çok önem verecektir. Yu-
nus Nadi daha SCF faaliyetteyken Gazi'ye yazdığı bir mektupta şöyle diyecek-
tir: 17
Memlekette eksik olan şeyin demokrasi ile parlamantalizm [parlamentarizm] olmadığı bir
daha sabit olmuştur. Biz fırkayı iskat ederek Meclisi iskat etmiş olduğumuz için noksan
olan şeyin ikinci bir fırka olduğu zannına ve hatasına düşmüş olduk sanıyorum. Fırka, ama
yalnız fırka, azamî hürriyetle faaliyete getirildiği zaman, memleketin noksan zannolunan en
büyük ihtiyacına cevap verilmiş olacaktır. Ve şimdilik bizde gidilebilecek yegâne mâkul ve
kuvvetle iddia ediyorum ki en meşru ve makbul yol budur.
233
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
234
10. Bölüm: 1930-1938 Döneminde Türkiye’de Siyasi Hayat / Murat Yılmaz
törlüğünün söz konusu olduğunu ifade ediyor. Ona göre bu diktatörlük, siyasî
alanda tecrübesiz olan halkı eğitecek bir nevî, "terbiyeci diktatörlük"tür.21 Neu-
mark burada beş yıl önce yaşanan SCF tecrübesinden sonra CHF'nın tekelci bir
durum kazandığını hatırlatarak müstakil mebusluk bahsine geçiyor: 22
"Fakat bazı vakıalar iktidar mevkiinde bulunanlara şu veya bu sebepten dola-
yı parti azası olm[a]yan vatandaşların büsbütün idareye iştirak imkânlarından
mahrum edilmelerinin arzu edilmediğini göstermektedir. Ezcümle son parlamento
seçimi esnasında bazı ekalliyet unsurlarını temsil eden müstakil saylav namzetlik-
leri kabul edilmiştir. Şüphe yok ki gayet az miktarda olan bu müstakil saylavların
kanunî mevzuat üzerinde müspet bir tesir ve nüfuza sahip olmalarına imkân yok-
tur. Fakat fikrimce zikrettiğim bu vakıanın mahiyeti şudur: Türkiye'de siyasal
kuvvetin mütemerkiz bir şekilde kullanılmasına rağmen bu suretle Esasî teşkilât
kanunun ifade ettiği demokrasi zihniyetini unutturmamak, muhafaza etmek gaye-
si güdülmektedir."
Neumark'ın müstakil mebusluk yorumu "vesayetçi demokrasi" yaklaşımını,
merkantilizm hakkındaki sözleri de "önce sınıfların oluşumu, sonra demokrasi"
yaklaşımını akla getirmektedir. Bu iki yaklaşımın aşamalı olarak demokrasiyi
hedefleyen benzerliği dikkat çekicidir. Türkiye'deki tek parti yönetiminin de-
mokrasiye geçişi hazırlayan bir vesayet partisi, tek parti yönetimin ideolojisi
Kemalizm’in de bir vesayet ideolojisi olarak değerlendirilişi üzerinde kısaca
durmak yerinde olacaktır.
Vesayet anlayışına göre, Türkiye'de tek parti yönetimin olmasının sebebi
toplumun henüz siyasî, kültürel ve ekonomik olarak demokrasiyle yönetilecek
bir seviyede olmamasıdır. Tek parti yönetimi seçkinler marifetiyle toplumu
geri kalmışlıktan kurtararak çağdaşlaştıracak bir devrim yapmış ve bu devri-
min toplumda yerleşeceği bir süre için toplumu demokratik olmayan bir şekil-
de yönetmiştir. Ancak tek parti yönetiminin nihaî hedefi demokrasiye geçmek-
tir. Nitekim Türkiye'deki tek parti olan CHP kendi isteğiyle 1945 yılında çok
partili hayata geçmiş, 1950'de de seçimlerin sonucunda barışçı ve demokratik
bir şekilde iktidardan ayrılmıştır.23 Vesayet yaklaşımı Türkiye'nin tek partili
dönemi takip eden çok partili hayatına atıfta bulunurken, Neumark daha
1935'te CHP'nin bu niyeti taşıdığını iddia etmektedir. Buna karşılık CHP'nin
tek parti döneminde böyle bir niyet taşımadığını düşünmek de mümkündür.
1935 Kurultayından sonra CHP giderek artan bir şekilde ideolojik deneti-
me ve bir parti-devlet özdeşliğine yönelmiştir. Ancak CHP'nin ideolojisi ve
uygulamaları bu dönemde dünyada özellikle Almanya'da 1933'te iktidara ge-
len Nasyonal Sosyalizmin etkisiyle yaygınlaşan "benzer" eğilimlerden farklılık-
lar da taşır. Bu farklılıklar, Türkiye'nin toplumsal formasyonundan ve dış poli-
tika tercihinden kaynaklanmaktadır. Biraz daha açarak devam edecek olursak,
Türkiye'nin toplumsal formasyonunda gelişmiş burjuvazi ile devrim yapma
ihtimali olan bir işçi sınıfının karşı karşıya gelmesi ihtimali söz konusu değil-
dir. Türkiye'nin dış politikası ise revizyonist cepheye mesafeli ve barışı esas
alan bir politikadır. Türkiye'nin dış politikada "barış" yanlısı tercihi yanında
"bağımsızlık" ilkesi de, onu uluslararası/evrensel ideolojilerden de olabildiğin-
ce uzak durmaya yöneltmiştir. Bu yüzden, bazı benzerlikler ve etkiler karşı-
235
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
1 Lenin 1908 II. Meşrutiyetini yarım kalmış bir burjuva devrimi olarak nitelendirir. Bkz. Doğu
Perinçek, Lenin Stalin Mao'nun Türkiye Yazıları, İstanbul, 1992, s. 48.
2 Türk devriminin sınıfsal bir analizi için bkz. Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, Ankara,
2001.
3
Gayrimüslim ve Müslüman burjuvazi ayrımını "parçalı Osmanlı burjuvazisi" veya "iki gövde-
li burjuvazi" olarak nitelendirerek Osmanlı Devletinin batılılaşma, toplumsal değişme ve çö-
küş sürecini tartışan bir çalışma için bkz. Fatma Müge Göçek, Burjuvazinin Yükselişi İmpa-
ratorluğum Çöküşü, (Çev. İbrahim Yıldız), Ankara, 1999.
4 Bu yönde bir değerlendirme için bkz. Justin McCarthy, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Temelleri:
Sosyal ve Ekonomik Değişme”, Tarih Çevresi, (Çev: Nesim Şeker), Kasım-Aralık 1994, Sayı:
13, s. 29.
5 Korkut Boratav, 1920'lerin Türkiye iktisat politikasının "liberal" olarak nitelendirilmesinin
yanıltıcı olabileceğini, devletin bizzat işletmecilik yapmamakla birlikte "inhisarları imtiyazlı şir-
ketlere dağıtarak, devlet ihaleleri yoluyla ve geniş teşvik tedbirleriyle özel sermaye birikimini ve kapita-
list gelişmeyi hızlandırmanın sonraki devletçi döneme göre farklı bir yolunu..." denediğini kaydedi-
yor. Korkut Boratav, Türkiye'de Devletçilik, Ankara, 1982, s. 3.
6 Bu dörtlü tasnifin ilk üçü Metin Çulhaoğlu’na aittir. Çulhaoğlu tasnifinde dördüncü seçeneğe
yer vermiyor ve üçüncü seçeneğe kanaatimce abartılı bir önem veriyor. Metin Çulhaoğlu,
"Serbest Fırka: Oksijen Çadırında 5 Ay", Başka Bir Tarih Başka Bir Türkiye (içinde), İstanbul,
2000, s. 228. Bu dönemin CHP’nde mevcut “üçüncü yolcu” söylemlerden hareketle bu hükme
varmak yanlıştır; çünkü bu seçenek zaten hem fiilen uygulanmamaktadır, hem de uygulana-
236
10. Bölüm: 1930-1938 Döneminde Türkiye’de Siyasi Hayat / Murat Yılmaz
bilir değildir. Çulhaoğlu’nun bir başka yerde vurguladığı gibi sadece söylemden hareketle
yapılacak bir analiz toplumsallığı ve tarihselliği dışladığı için yanıltıcı olacaktır. Metin Çulha-
oğlu, Bin Yılın Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, İstanbul, 1997, ss. 292–294.
7
Korkut Boratav, age, s. 3. Ömür Sezgin devletçilik uygulamasını dönemin şartları içinde kapi-
talizmin gelişmesinin belki de tek yolu olduğunu kaydediyor. Ömür Sezgin, “Kadro Hareke-
ti”, Kadro Dergisi, (Tıpkıbasım içinde), Ankara, 1982, C: 1, ss. 12–13.
8 Eric Hobsbawn, Kısa 20. Yüzyıl 1914–1991: Aşırılıklar Çağı, İstanbul, (Çev: Yavuz Alogan),
1996, ss. 18–19.
9 Duverger de bu dönemi “liberal demokrasinin bunalımı” olarak nitelendiriyor. Döneme ilişkin
Duverger’in değerlendirmesi için bkz. Batı’nın İki Yüzü, (Çev. Cem Eroğul–Fazıl Sağlam),
Ankara, 1977, ss. 99 – 122.
10 Zafer Toprak, “Tek Parti Cumhuriyeti ve Demokrasi”, Yeni Türkiye, Sayı: 23–24, 1998, s.
1053. Huntington, bu dönemi demokratlaşma bakımından “birinci ters dalga” olarak değer-
lendiriyor. Huntinton’ın demokratlaşma açısından yaptığı dönemleştirme şöyledir: (Samuel
P. Huntington, Üçüncü Dalga, (Çev. Ergun Özbudun), Ankara, 1993, s. 11.)
* Birinci, uzun demokratlaşma dalgası 1828 – 1926
* Birinci ters dalga 1922 – 1942
* İkinci, kısa demokratlaşma dalgası 1943 – 1962
* İkinci ters dalga 1958 – 1975
* Üçüncü demokratlaşma dalgası 1974 – …
11
E. Hobsbawn, age, Hobsbawn, Birinci Dünya Savaşının sadece mağluplarının değil galipleri-
nin de büyük zarar gördüğünü şöyle anlatıyor: "... yenilgiye uğrayanı devrime ve galip gelenleri
iflas ve fiziksel tükenişe sürükledi." Age, s. 44. Birinci Dünya Savaşı’nın galip gelen ülkelerde
demokratik sisteme verdiği zarar ve yarattığı antidemokratik alışkanlıklardan kurtulabilme-
nin uzun yıllar alacağına ilişkin bir değerlendirme için bkz. M. Duverger, age, s. 99.
12
Justin Mccarthy Türkiye'nin nüfus düzeyinde yaşadığı büyük kayba dikkat çekiyor: "Bunlar,
[Balkan savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Türk İstiklâl harbi] bu zamana kadar yapılan savaşlar ara-
sında yer alırlar. Osmanlı Anadolusu Birinci Dünya Savaşı'nda, savaşa katılan herhangi bir ülkeden
daha fazla ölüm acısı çekmiştir. 1912'den 1922'ye kadar, Anadolu nüfusu yüzde 30 azalmıştır. Anado-
lu nüfusunun, yaklaşık olarak, yüzde 10'u göç etmiş ve yüzde 20'si ölmüştür." Justin Mccarthy, agm,
s. 26. Mccarthy de Hobsbawn gibi felâketlerin yarattığı değişim potansiyeline dikkat çekerek,
Türkiye üzerinde bu felâketlerin halkta reformları destekleyecek bir psikoloji ve maddi temel
hazırladığını kaydediyor: "Felâket beraberinde değişime doğru psikolojik bir eğilim getirir. Basitçe
ifade edilirse, felaket oluşturan kayıplar, insanların akıllarını alışkanlıklarını ve hayatlarını değiştirir.
Hiç olmazsa, hayatta kalanlar başlarına felaket getiren sistemden daha iyi bir sisteme sahip olmak ister-
ler. Bundan başka, feci ölümlülük rasyonelleştirilmiş muhafazakâr hayatın en temel bloklarını yerinden
çıkarır, evler yıkılır, aile üyeleri öldürülür; çiftlikler ve işler yitirilir. Kayıplar yardım edemez ama gele-
neksel değerlerde ve muhafazakâr hayat tarzlarında değişikliklere sebep olurlar." Agm, s. 27.
13 İleride daha ayrıntılı olarak anlatılacak olan İsmet Paşa'nın Halil Menteşe'ye 25 Mayıs 1925
tarihli mektubunda bu çerçeve net olarak ortaya konulmaktadır. Halil Menteşe, Osmanlı Me-
busan Meclisi Reisi Halil Menteşe'nin Anıları, İstanbul, 1986, s. 247.
14 Taner Timur, age, s. 175.
15 Taner Timur, age, s. 178.
16
Bu konuda bkz. Ludwig von Mises, Bürokrasi, (Çev. Feridun Ergin), Ankara, 2000. Tama-
mında bu konu tartışılan kitapta şöyle deniyor: "Topyekûn bürokrasi cereyanı; insanlığın yalınız
bir kısmına inhisar etmeyerek bütün ırkları, milletleri ve medeniyetleri çevresi içine almağa çalışan ilk
ideolojidir ve tarihin bugüne kadar kaydettiği en büyük harekettir. Modern arzı mukaddes, posta idaresi
model tutularak kurulacaktır. Şimdiye kadar ideal uğruna sel gibi insan kanı akıtılmıştır. " age, s. 117.
17 Yunus Nadi'nin Gazi'ye 17.10.1930 tarihli mektubu. Nadir Nadi, Perde Aralığından (içinde),
İstanbul, 1965, s. 227. Mektubun tarihinden, SCF'nın katıldığı olaylı 5.10.1930 seçimlerini taki-
ben yazıldığı ve henüz SCF'nın faaliyette bulunduğu anlaşılıyor.
237
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
238
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
11. BÖLÜM
LOZAN SONRASI ATATÜRK DÖNEMİ TÜRK DIŞ
POLİTİKASI [1923-1938]]
Mustafa ÇUFALI∗
GİRİŞ
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Türkiye yeni bir döneme
giriyordu. Türkiye’nin isteği bir an önce anlaşmanın ilgili devletlerin kurumla-
rı tarafından onaylanması, Lozan’dan arta kalan problemlerin çözümlenmesi
ve böylece iç gelişmelere yoğunlaşılmasıydı. Anlaşma İngiltere parlamentosu-
nun onayından sonra 6 Ağustos 1924 tarihinde yürürlüğe girdi. Anlaşma son-
rası Türkiye ile özellikle büyük devletler arasında daha başlangıçta bazı prob-
lemler çıktı. İlk olarak yeni devletin başkentinin Ankara olması kararını Batılı
devletler tasvip etmemişlerdi. Türkiye ise stratejik, politik ve psikolojik neden-
lerle Ankara’nın başkent yapılmasında karar kıldı. İkinci olarak yabancı dev-
letlerin Türkiye’deki okulları ile ilgili problem çıktı. Lozan’dan sonra kabul
edilen Özel Okullar Talimatnamesi gereğince Türkiye bu okullarda özellikle
Tarih ve Coğrafya derslerinin Türkçe ve Türk öğretmenler tarafından verilme-
sini istedi. İlgili devletlerin tepkilerine rağmen Türkiye bu konuda ısrar etti ve
istediğini kabul ettirdi. Bir başka konu da Boğazlar Komisyonu’nun bayrağı
sorunuydu. İtilaf devletleri, komisyonun bayrağı olmasında ısrar ettiler. Fakat
bu Türkiye tarafından egemenlik hakkının ihlali anlamına geliyordu. Türkiye
bu konuda da herhangi bir taviz vermedi. Bu küçük olayların dışında, Lozan
Konferansı sonrası hem Lozan’da çözümlenmemiş, hem de yeni gelişen olaylar
doğrultusunda Türk dış politikasını etkileyen bazı gelişmeler oldu. Bu çalış-
mada Türk dış politikası açısından önemli olan gelişmelerin bir bölümü ikili
ilişkiler çerçevesinde ele alınırken, ikiden fazla devletin taraf olduğu sözleşme,
pakt gibi diğer gelişmeler ise ayrı başlıklar altında incelenecektir.
TÜRK-İNGİLİZ İLİŞKİLERİ
Cumhuriyetin ilk döneminde Türkiye ile İngiltere arasındaki en önemli
sorun Lozan’da çözüme kavuşmayan Musul sorunuydu. Musul İngilizler tara-
fından Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan birkaç gün sonra işgal edilmişti.
Lozan görüşmelerinde Türkiye Musul’u ısrarla geri istemiş, fakat bunda başa-
rılı olamamıştı. Lozan Antlaşması’nın 3. maddesine göre taraflar 9 ay içinde
∗
Prof. Dr., Güvenlik Bilimleri Akademisi.
239
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
soruna çözüm bulmak için görüşecekler, çözüm yolu bulunmazsa konu Millet-
ler Cemiyeti’ne havale edilecekti. Bu süre içinde taraflar bu bölgenin değişimi-
ne yönelik askeri veya başka bir harekâtta bulunmayacaklardı.
İngiltere’de Ramsay McDonald başkanlığında İşçi Partisi Hükümeti’nin
kuruluşu Türkiye’yi çözüm konusunda ümitlendirdi. McDonald başbakan
olmadan önce 15 Ekim 1923 tarihinde Türkiye’yi ziyaret ettiğinde iki ülke ara-
sında dostluk ilişkisinin kurulmasından bahsetmiş, Ocak 1924’te iktidara gelin-
ce de dış politikada barış üzerine vurgu yapmıştı.1 Fakat Türkiye’nin ümitleri
kısa sürede son buldu. Musul üzerine görüşmeler 19 Mayıs 1924 tarihinde
TBMM Başkanı Fethi Bey ile İngiltere’nin Irak Yüksek Komiseri Sir Percy
Cox’un başkanlığındaki heyetler arasında İstanbul’da eski Bahriye Nezareti
binasında başladı. Bu konferansta Fethi Bey, Musul’un etnik, coğrafi ve tarihsel
nedenlerle Türkiye’de kalması gerektiği üzerinde durdu. Cox ise Lozan’dan
daha ileri giderek sorunun Musul vilayeti değil Türk-Irak sınırı olduğunu id-
dia edip, bu sınırın Süryanilerin yaşadığı Hakkâri vilayetini kapsayacak şekil-
de Musul Vilayetinin kuzeyinden çizilmesi gerektiğini savundu.2 İngilizler
Lozan’da bile böyle bir isteği dile getirmemişlerdi. Doğal olarak bu durumda
herhangi bir anlaşmaya varmak mümkün olmadığı için 5 Haziran 1924’te gö-
rüşmeler sona erdi.3 Bundan sonra İngiltere 6 Ağustos 1924 tarihinde Musul
sorununun gündeme alınması için Milletler Cemiyeti’ne başvurdu.4
Milletler Cemiyeti 30 Eylül’de tarafların iddialarını araştırmak ve Musul
halkının görüşlerini yansıtacak bir uzlaşma yolunu bulmak amacıyla bir ko-
misyon oluşturulmasına karar verdi.5 Bu arada Hakkâri vilayetindeki Süryani-
lerin ayaklanmasını bastırmak amacıyla bölgeye giren Türk askerleriyle İngiliz
askerleri arasında çatışmalar çıktı.6 Milletler Cemiyeti Türkiye’nin başvurusu
üzerine 29 Ekim 1924’te Brüksel Hattı adıyla geçici bir hat çizdi. Taraflar da bu
hatta uyma sözü verdi.7 Bu hat daha sonra küçük düzeltmelerle Türkiye-Irak
sınırını oluşturacaktı.
Araştırma Komisyonu Temmuz 1925’te raporunu tamamlayarak Milletler
Cemiyeti’ne sundu. Rapor yerine getirilmesi çok güç gerekçesiyle Türkiye’nin
isteği olan plebisiti reddediyordu. Yine de halkın duygularının Türkiye’den
ziyade Irak’a yönelik olduğunu iddia ediyordu. Bölgenin Irak veya Türkiye’ye
bağlanması durumunda Türkiye’nin tercih edileceğini belirten Komisyon, en
iyi çözümün ise Kürt memurlarının görev yapması, Kürtçenin resmi dil olması
ve 25 yıl devam etmesi şartıyla İngiliz mandasına bırakılması olduğunu belir-
tiyordu. Üçüncü bir alternatif de vilayetin iki taraf arasında paylaşılmasıydı.8
Komisyon raporuna Türkiye tepki gösterirken İngiltere memnunlukla kar-
şıladı.9 Tevfik Rüştü Bey, komisyonun raporunun kabul edilemez olduğunu,
tavsiye niteliği taşıdığını söyleyerek, bu raporun Türkiye’yi bağlamayacağını
belirtti.10 Buna rağmen Milletler Cemiyeti, 16 Aralık 1925 tarihinde Komisyon
raporunu ve Brüksel Hattı’nın sınır olduğunu oylayarak kabul etti.11 Türkiye
bu kararı tanımayacağını, Musul üzerindeki egemenlik haklarının değişmedi-
ğini belirtti.12 17 Aralık’ta da Sovyetler Birliği ile Dostluk ve Tarafsızlık Ant-
laşması’nı imzaladı.13 Bu antlaşmanın İngiltere üzerinde önemli bir etkisi ol-
mamıştır. Bu anlaşma adı üzerinde bir tarafsızlık anlaşmasıydı. Türkiye ile
240
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
241
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
242
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
243
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
kredi temin edildi.34 İsmet Paşa’nın bu ziyaretine karşı 27 Ekim–10 Kasım 1933
tarihleri arasında Mareşal Voroşilof başkanlığında bir Sovyet Heyeti iade-i
ziyarette bulundu. Heyet Ankara’nın dışında İzmir ve İstanbul’u da ziyaret
etti. Bu ziyaret vesilesiyle İzmir’deki bir caddeye Voroşilof Caddesi adı verildi.
Bu ziyaret ilişkilerin zirveye çıktığı bir dönemi temsil eder.35
Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkiler 1934 yılında imzalanan
Balkan Paktı ile hissedilir derecede soğumaya başladı. Özellikle Sovyet Sefiri
Suriç, Balkan yakınlaşmasına karşıydı. Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinov da
Ocak 1934’te Türk Büyükelçiye bu rahatsızlıklarını iletti.36 Yalnız Türkiye Sov-
yetler Birliği’ni rahatlatmak için bu ülkeye yönelik herhangi bir eyleme katıl-
mayacağı çekincesini koydu. Aslında bu Türkiye’nin aleyhineydi. Çünkü bu
çekincenin bir benzeri de Yunanistan tarafından İtalya için konuldu. Bunun
sonucunda II. Dünya Savaşı’nda İtalya Yunanistan’a saldırınca diğer Balkan
devletleri bu çekinceyi gerekçe göstererek hareketsiz kalacaktır.37
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye karşı soğuk davranışları 1934 yazında Fa-
lih Rıfkı Atay ve Fahrettin Altay’ın ayrı ayrı yaptıkları ziyarette de kendini
gösterdi.38 Yine de iyi ilişkiler 7 Kasım 1935 tarihinde iki ülke arasında 1925
tarihli anlaşmanın on yıllığına tekrar uzatılmasıyla devam etti.39 Fakat ilişkile-
rin soğuması Montreux Konferansı’nda daha belirgin hale geldi. Taraflar kon-
ferans öncesi Boğazlar politikasında mutabık kalmalarına rağmen, Sovyet tem-
silcileri konferans sırasında bu isteklerini genişlettiler. Bu tavır değişikliği Türk
yetkililerini şaşırttı ve Sovyetlerin Türkiye konusunda gizli niyetleri olduğu
düşüncesine yöneltti.40
Montreux Sözleşmesinden sonra iki ülke arasındaki ilişkiler gittikçe soğu-
du. Boğazlardaki Sovyet talepleri nedeniyle Türkiye, Batı’dan gelen işbirliği
isteklerine daha sıcak bakmaya başladı. Ekim 1936’da Milletler Cemiyeti top-
lantısında Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinov, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
Aras’a Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında iki taraflı bir yardımlaşma anlaş-
ması önerdi. Bu öneriye Türkiye mesafeli durmakla beraber olumlu karşıladı.
Ekim ayında bu teklif gizlice İngilizlere bildirildi. Fakat İngiltere Türkiye’nin
tarafsızlığını koruması önerisinde bulundu. Bu öneriyi de dikkate alan Türki-
ye, Sovyetler Birliği’nin önerisini kabul etmekten vazgeçti. İngiltere’nin etki-
sinden haberdar olan Sovyetler Birliği ise Türkiye’nin bu tavrına tepki göster-
di.41 Bundan sonra Tevfik Rüştü Aras Başkanlığı’nda bir Türk heyeti 13–16
Temmuz 1937 tarihinde Moskova’ya bir ziyarette bulundu. Ziyaretin amacı
İtalya ve Almanya’nın yürüttüğü politikalara karşı görüş alış verişinde bu-
lunmaktı. Heyette bulunan Rahmi Apak’a göre görüşmeler iyi geçmemişti.
Stalin heyetle görüşmeyi reddetmiş, Türk heyetine bazı tarizlerde bulunulmuş-
tu.42 Savaş öncesi son görüşme 10 Eylül 1937’de Nyon Konferansı vesilesi ile
oldu. Bu konferansta görüşülen konu Akdeniz’de bazı bilinmeyen denizaltıla-
rın İspanyol gemilerini batırması nedeniyle bu denizaltıların hangi devlete ait
olduğunun ortaya çıkarılması ve bu denizaltılara karşı önlem alınması ile ilgi-
liydi. Bu konferansta Türkiye diğer Balkan ülkeleriyle beraber Sovyetler Birliği
yerine Batı Avrupa ülkeleriyle daha fazla işbirliği için çaba gösterdi. Bu konfe-
244
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
ranstan sonra savaş başlayıncaya kadar iki ülke arasında önemli bir görüşme
olmadı.
Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ticari ilişkiler siyasal ilişkiler kadar
sıcak olmadı. İstiklal Savaşı sırasında ticari ilişkilerin gelişmiş olmasına rağ-
men Lozan’dan sonra bu eğilim devam etmedi. Sovyetler Birliği Türkiye’nin
birçok yerlerinde ticaret temsilcilikleri açmak istemişti. Sovyetlerin bu temsilci-
likleri komünizm propagandası için bir araç olarak kullanacağının farkında
olan Türkiye bu oyuna gelmedi.43 Türkiye’de istediği komünist faaliyetleri
yapamayan Sovyetler Birliği ise Türkiye’ye ticari zorluklar çıkardı. Sovyetler
Şubat 1926’da Türkiye’den gelen mallara sınırlama getirdi. Mayıs ayında da
Odessa limanında Türk mallarına giriş izni verilmedi. Bu uyuşmazlıklar 11
Mart 1927’de imzalanan Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması’na kadar devam etti.
Bu anlaşmaya göre Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den yapacağı ithalata yıllık
değer tahditleri konması kabul edildi. Ayrıca Türkiye İstanbul, İzmir, Trabzon,
Mersin, Erzurum ve Konya’da Sovyet ticaret temsilciliğinin şubeler kurmasını
ve bunların bazı diplomatik imtiyazlardan yararlanmasını kabul etti. Buna
karşılık taraflar üçüncü ülkeye gönderecekleri malların gümrüğe tabi olmadan
kendi ülkelerinden geçmesini kabul ettiler. Bu hükümle Türkiye Batum lima-
nını kullanabilecekti. Bu anlaşma ile iki ülke arasında ticaret hacmi artmış ol-
masına rağmen yine de uygulamada özellikle Sovyet tarafı zorluklar çıkarma-
ya devam etti.44
TÜRK-FRANSIZ İLİŞKİLERİ
Lozan Konferansı’ndan sonra Türkiye’nin Fransa ile ilişkilerini etkileyen
en önemli sorun Fransa mandası altındaki Suriye’nin geleceği çerçevesinde
İskenderun (Hatay) Sancağıydı. Bir diğer sorun ise Türkiye’nin Fransa’ya olan
borçlarının ödenmesiydi. Bu ikisinin dışında çok daha az olmak üzere Türki-
ye’deki Fransız okullarındaki eğitim sorununu da sayabiliriz.
İskenderun, 20 Ekim 1921 Ankara İtilafnamesi’ne göre Fransızların elinde
kalmıştı. Fransa bu itilafnameye göre İskenderun sancağı için özel bir yönetim
usulü belirleyecekti. Milletler Cemiyeti 23 Eylül 1923 tarihinde Suriye üzerinde
Fransız Mandası’nı onayladıktan sonra Suriye içinde Sancak’ta özerk bir yöne-
tim kurdu.45 İskenderun Sancağı Meclisi Fransızların da onayını alarak Mart
1926’da sancağın bağımsızlığını ilan etti. Fakat 12 Haziran 1926’da bu kararın-
dan vazgeçerek Suriye Devleti içinde özerk bir bölge olarak kalmaya karar
verdi.46 Öte yandan Türkiye ile Suriye arasındaki sınırı tespit edecek olan ve
1921 Ankara Antlaşması’yla öngörülen komisyon ancak Eylül 1925’te kurula-
bildi. Sınır sorunu Musul sorunu nedeniyle sürüncemede kaldıktan sonra ni-
hayet 18 Şubat 1926’da iki ülke arasında çeşitli konuları kapsayan Dostluk ve
İyi Komşuluk sözleşmesi parafe edildi. Bu sözleşme Musul sorunu çözüme
kavuşmaya başlayınca da 30 Mayıs 1926 tarihinde imzalandı. Sözleşme ile
Türkiye ile Fransa arasında dostluk, iyi komşuluk ve saldırmazlık maddelerini
içeren protokollerle beraber Suriye sınırında Türkiye lehine bazı küçük deği-
şiklikler yapıldı.47
245
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
246
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra Türkiye ile Yunanistan ara-
sında bazı sorunlar kalmıştı. Bunların içinde özellikle mübadele konusu yıllar-
ca çözülemedi. Lozan’da 30 Ocak 1923’te kabul edilen mübadele sözleşmesine
göre İstanbul (Dersaadet) dışında kalan Rumlarla Batı Trakya dışında kalan
Müslümanlar yer değiştireceklerdi. İstanbul’daki Rumlardan kasıt, 1912 Kanu-
nuna göre çizilen İstanbul Belediye sınırları dâhilinde 30 Ekim 1918’den önce
sakin bulunan (etabli) tüm Rumlardı. Batı Trakya Müslümanlarından kasıt ise
1913 Bükreş anlaşmasıyla çizilen sınırın doğusundaki bölgede oturan tüm
Müslümanlardı. Anlaşmanın uygulanmasını sağlamak ve çıkacak uyuşmazlık-
ları çözmek için âkit tarafların belirleyeceği dörder kişi ile I. Dünya Savaşı’na
katılmamış ülke vatandaşları arasından Milletler Cemiyeti’nce seçilecek üç
üyeden oluşan ve Türkiye’de veya Yunanistan’da toplanacak olan Muhtelit
Mübadele Komisyonu adıyla bir komisyon kurulacaktı.52
Komisyon Ekim 1923’te çalışmalarına başladı. Bir yıl içinde mübadele
önemli oranda gerçekleştirildi. Ama mübadeleden hariç tutulacakların tespiti
ve mübadeleden kaynaklanan sosyal problemler iki ülke arasında sürtüşmele-
re, hatta savaş söylentilerine yol açtı.53 Türkiye, yerleşmiş bulunan Rumlardan
Türk kanunlarına göre tespit edilmiş olanları anlıyordu. Yunanistan ise anlaş-
mada Türk kanunlarına atıf yapılmadığını söyleyerek söz konusu tarihten önce
İstanbul’a yerleşmiş tüm Rumların bu kapsam içinde olduklarını iddia ediyor-
du.54 Bu konuda komisyon bir karara varamadı ve Milletler Cemiyeti’nden
istişari nitelikte bir görüş istedi. 21 Şubat 1925 tarihinde açıklanan Milletler
Cemiyeti görüşü Yunan görüşüne yakındı. Fakat bu arada Yunan hükümeti
Batı Trakya Türklerinin mallarına el koyarak buralara Türkiye’den gelen Rum-
ları yerleştirdi. Ayrıca Türkiye’ye giden mübadillerin mallarına da el koydu
veya ucuz fiyatla satmaya zorladı. Türkiye de buna karşılık olarak İstan-
bul’daki Rumların mallarına el koydu. Nihayet 1 Aralık 1926 tarihinde iki ülke
arasında bu konuda bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre Yunanistan’da
bulunan ve göç eden Türklere ait malların değerleri karma bir komisyon tara-
fından tespit edilecek, Yunanistan da bu malların değerini ödeyecekti. Türki-
ye’deki Rum emlaki ise sahiplerine iade edilecekti.55
Bu arada Türkiye ile Yunanistan arasında Patriklik konusunda da sorun
çıktı. 1924 yılının sonuna doğru Patrikliğe atanan Arapoğlu Konstantin, müba-
deleye tabi birisi olması nedeniyle Türkiye tarafından sınır dışı edildi. Kons-
tantin 1924’ten önce İstanbul’da oturmamıştı, ama Yunanistan Patrikliğe bağlı
bir kişi olması nedeniyle Konstantin’in mübadeleye tabi olmaması gerektiğini
ileri sürüyordu.56 Karşılıklı görüşmelerden bir sonuç çıkmazken, Konstantin’in
19 Mayıs 1925 tarihinde istifası ve yerine Vasil Georgiades’in seçilmesiyle konu
kapanmış oldu. Bu olaydan sonra iki devlet arasında normal diplomatik ilişki-
ler kuruldu ve Cevat Bey 1925 yazında ilk Türk elçi olarak Atina’ya gönderildi.
Yine de iki ülke arasındaki ilişkiler 1930 yılına kadar istenildiği düzeye gelme-
yecekti. Bunun başlıca nedeni de mübadeleden doğan sorunların halledileme-
miş olmasıydı. Hatta bu durum 1929’a doğru iki devletin Deniz Kuvvetlerini
takviye ederek birbirine gözdağı vermeye çalışmasına kadar varmıştı.57
247
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
248
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
aynı yıl 1928 anlaşması Türk Başbakan ve Dışişleri Bakanı’nın Roma ziyareti
sırasında 3 yıl daha uzatıldı.
Tüm bu gelişmelere rağmen 1934 yılında Mussolini’nin İtalya’nın tarihi
emellerinin Asya ve Afrika’da olduğunu söylemesi Türkiye’yi endişeye sevk
etti. İtalyan yetkililerin ve Mussolini’nin bu konuşmada Türkiye’yi hedef al-
madığı hakkındaki açıklamalarına rağmen Türkiye İtalyan politikasından şüp-
he etmeye devam etti. 1936 yılında ise İtalya’nın Oniki Adayı ve özellikle Leros
adasını tahkim etmesi Türkiye’nin endişelerini artırdı. Öte yandan İtalya’nın
Habeşistan’ı işgali üzerine Milletler Cemiyeti’nin aldığı ekonomik ve mali ted-
birlerin alınması kararına Türkiye’nin de katılması iki ülkeye de zarar verdi.
Çünkü İtalya, Türkiye’nin dış ticaretinde en büyük paya sahip devletlerden
biriydi. Türkiye’nin bu katılımı İtalya’nın Montreux Konferansı’na katılmama-
sına da neden oldu. Bununla birlikte İtalya Boğazları en fazla kullanan ülke-
lerden biri olması nedeniyle Türkiye ile ilişkileri geliştirmeye önem verdi. Bu
çerçevede İtalya 1936 yılının Temmuz ayında Türkiye’ye 1928 anlaşmasına
bağlı olduğunu bildirdi. Ayrıca İtalya’nın 2 Ocak 1937’de İngiltere ile Akdeniz
sorunları hakkında bir anlaşma imzalaması Türkiye’yi rahatlattı. Son olarak
10–11 Eylül 1937 tarihinde yapılan ve Almanya, İtalya ve Arnavutluk’un ka-
tılmadığı Nyon Konferansı’na Türkiye büyük önem verip katılarak İtalya’ya
karşı alınacak tedbirler konusunda İngiltere ve Fransa’yı destekledi. Böylece
statükocu grubun içinde yer aldığını açıkça gösterdi.63
TÜRK-ALMAN İLİŞKİLERİ
Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler 1920’li yıllarda normal ikili ilişki-
lerin ötesine geçemedi. İki ülke arasında 1924 yılında imzalanan Dostluk Ant-
laşması’ndan sonra aynı yıl büyükelçiler karşılıklı olarak Ankara ve Berlin’de
göreve başladılar. Bu dönemde askeri ve politik ilişkiler değil ticari ilişkiler
önem kazandı. 1924–1930 arasında kurulan 14 Türk şirketinde Alman serma-
yesi bulunuyordu. Bizzat Alman sermayesiyle kurulmuş en az 5 Türk şirketi
vardı. 1932’de Türkiye makine sanayinin % 57,7’sine Almanlar hâkimdi. Öte
yandan demiryolları yapımına Alman şirketler ya katılmış, ya da kredi sağla-
mışlardı.64 Hitler’in 1933’te iktidara gelişiyle birlikte ilişkiler daha da geliştiyse
de bu ilişkiler yine ticari alanda yoğunlaştı. Almanya’nın hedefi Türkiye ile
ticari ilişkileri geliştirip, Türkiye’nin kredi ihtiyacını karşılayarak politik etkisi
altına almaktı. Türkiye’nin yaklaşımı ise tüm devletlerle iyi geçinme politikası-
nı Almanya ile de sürdürmek ve Türkiye’nin ekonomik gelişmesi için Almanya
ile ekonomik ilişkileri geliştirmekti.65 1938 yılına gelindiğinde Türk dış ticare-
tinde Almanya’nın payı % 50’ye yaklaşmıştı.66
İki ülke arasında ticaret odaklı ilişkilerin dışında önemli politik ilişki ol-
madı. Almanya, Lozan Boğazlar Sözleşmesi’ne taraf olmadığı için Montreux
görüşmelerine davet edilmemiş, sadece gözlemci gönderebilmişti. Bununla
birlikte Montreux sözleşmesinde özellikle Sovyetler lehine olan düzenlemeleri
onaylamadığını bildirdi. Ayrıca iki ülke arasında sözleşmeye benzer bir an-
laşma yapılmasını teklif etti. Türkiye ise bu teklife karşı çıkarak, yapabileceği
tek şeyin, tek taraflı bir demeçle Montreux hükümlerini Almanya’ya da teşmil
edebileceği olduğunu belirtti. 1938 yılına gelindiğinde Almanya’nın davranış-
249
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ları Türkiye’yi de rahatsız etmeye başladı, fakat Türk ekonomisine olan katkı-
ları nedeniyle ticari ilişkileri kesmeyi göze alamazdı.67 Bu ortam içinde II.
Dünya Savaşı patlak verdi.
TÜRKİYE’NİN MİLLETLER CEMİYETİ’NE KATILMASI
Türkiye Milletler Cemiyeti’ne katılma niyetini daha Lozan Konferansı’nda
açıklamıştı, ama bu niyet Musul sorununda İngiltere’nin Cemiyeti kullanması
nedeniyle ertelenmişti. Öte yandan Sovyetler Birliği’nin 1932’ye kadar Batılı
devletlerle iyi ilişkiler geliştirememesi de Türkiye’yi Cemiyet’ten uzak tutmuş-
tu. 1930 yılından sonra Milletler Cemiyeti’nde statükocu devletlerin çoğunluk-
ta bulunması ve Türkiye’nin de statükoyu savunması nedeniyle Türkiye’nin
Milletler Cemiyeti’ne olan ilgisi arttı. Türkiye Cemiyet’e Cemiyet Meclisi’nin
üyesi olma şartıyla girmek istiyordu. Fakat bu mümkün değildi. Bunun üzeri-
ne kendisinin diğer üye devletler tarafından davetini istedi. Sonuçta 6 Temmuz
1932’de Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nun Çin-Japon uyuşmazlığını görüş-
tüğü toplantıda İspanya’nın teklifi ve Yunanistan’ın desteğiyle Türkiye üyeliğe
davet edildi. TBMM de 9 Temmuz 1932’de bu daveti kabul etme kararı aldı. 18
Temmuz 1932 tarihinde de Milletler Cemiyeti Genel Kurulu ittifak oyuyla Tür-
kiye’nin üyeliğini onayladı. Türkiye’den sonra Sovyetler Birliği de 1934 yılında
Cemiyet’e üye oldu.68
BALKAN ANTANTI
Türkiye Lozan’dan sonra değişik tarihlerde Balkan ülkeleriyle dostluk an-
laşmaları imzaladı. Bu çerçevede Arnavutluk ile 15 Aralık 1923’te, Bulgaris-
tan’la 18 Ekim 1925’te, Yugoslavya ile de 28 Ekim 1925’te dostluk anlaşmaları
imzaladı. Avrupa’da revizyonist-anti revizyonist gruplaşmalar, Locarno ve
Küçük Antant anlaşmaları Balkan ülkelerini de bir grup oluşturmaya teşvik
etti. Ayrıca 1929 yılında Atina’da yapılan Evrensel Barış Kongresi’nde bir Bal-
kan birliği kurulması teklif edildi. Bu teklif doğrultusunda ilk Balkan Konfe-
ransı 5 Ekim 1930 tarihinde Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Türkiye, Yu-
goslavya ve Yunanistan’ın katılımıyla Atina’da gerçekleştirildi. Daha sonra
1931’de İstanbul’da, 1932’de, Bükreş’te, son olarak da 1933’te Selanik’te diğer
konferanslar tertip edildi. Bulgaristan’ın revizyonist politika taraftarı olması,
Yugoslavya ve Romanya’nın ise Küçük Antant’ın üyesi olmalarından dolayı
bu konferanslarda ülkeler arasında beklenen birlik sağlanamadı. Balkan Birliği
için çalışan en fazla Türkiye ve Yunanistan oldu. Bu iki devletin çalışmaları
sonucu Yugoslavya, Romanya, Türkiye ve Yunanistan arasında 1933 yılında
ikili anlaşmalar imzalandı. Bulgaristan ise tüm çabalara olumsuz cevap vererek
anlaşmaların dışında kaldı. Sonuçta 9 Şubat 1934 tarihinde bu dört devlet ara-
sında Atina’da Balkan Antantı anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre üye
devletler karşılıklı olarak Balkan sınırlarının emniyetini taahhüt ediyorlardı.69
Türkiye Balkan Antantını Balkan ülkeleri dışından, özellikle İtalya’dan ge-
lebilecek tehlikelere karşı bir emniyet unsuru olarak görüyordu. Ama antantın
hem yapısı, hem de amacı açısından böyle bir beklenti fazlaydı. Bir kere ülkeler
arasında ilişkiler çok sıkı değildi. Ayrıca ülkeler sadece kendi aralarındaki sı-
nırlar konusunda garanti vermişlerdi. Dış tehditlere karşı ise herhangi bir işbir-
250
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
liği söz konusu değildi. Antantın Türkiye’ye tek yararı Montreux Boğazlar
Konferansı’nda Türkiye’yi blok olarak desteklemeleri olmuştur.70 Fransa ve
İngiltere’nin de içinde bulunduğu Milletler Cemiyeti’nin revizyonist devletle-
rin politikalarına etkin bir şekilde karşılık vermemeleri nedeniyle bir süre son-
ra Balkan ülkeleri Almanya ve İtalya’yla yakınlaşma politikası izlemeye başla-
dılar. Öte yandan Yugoslavya’nın 24 Ocak 1937 tarihinde Bulgaristan’la bir
dostluk anlaşması imzalaması Antant’ın sonunu getirdi. Antant üyeleri son
toplantısını 1940 yılında Belgrat’ta yaptı. Bu sırada Antant üyesi olan Roman-
ya’nın parçalanması girişimlerine de başlanmıştı.71
MONTREUX BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ
1923 Lozan Boğazlar Sözleşmesi Türkiye’nin taleplerini tam karşılamamış-
tı. Özellikle Boğazlar Bölgesi’nin silahsızlandırılması, Boğazlardan geçişlerin
yönetiminin bir komisyona bırakılması ve Boğazların güvenliğinin Milletler
Cemiyeti’ne bırakılması Türkiye’nin gönül rahatlığıyla kabul ettiği düzenleme-
ler değildi. 1930’lu yıllarda revizyonist devletlerin uluslararası düzenlemeleri
hiçe sayarak yayılma çabaları Boğazların statüsünün değiştirilmesi konusunda
Türkiye’yi harekete geçirdi. Bununla birlikte Türkiye revizyonist devletlerin
takip ettiği politikalar gibi değil, diplomatik ilişkilere dayanarak bu sorunu
çözmek istiyordu. Bu niyetini de 1933 yılında Londra’da toplanan Silahsızlan-
ma Konferansı’nda, 1934–1935 yıllarında Milletler Cemiyeti ve Balkan Antantı
toplantılarında dile getirdi.72 1936 yılına gelindiğinde İtalya hariç sözleşmeye
taraftar tüm ülkeler yeni düzenlemelerin görüşülmesi konusunda olumlu dü-
şünceye sahiptiler. Sonunda Türkiye 11 Nisan 1936 tarihinde Lozan Boğazlar
Sözleşmesi’ni imzalayan devletlere bir nota göndererek Türkiye’nin güvenliği
açısından bu sözleşmenin gözden geçirilmesini ve Boğazların askerleştirilme-
sini talep etti.73
İtalya hariç taraf devletlerin tümünün katılımıyla gerçekleşen Konferans
İsviçre’nin Montreux şehrinde 22 Haziran 1936 tarihinde başladı. Bir ay süren
çalışmalar sonunda 20 Temmuz 1936’da Boğazlar Sözleşmesi Türkiye, Bulga-
ristan, Fransa, İngiltere, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve
Yunanistan tarafından imzalandı. İtalya ise sözleşmeye 2 Mayıs 1938 tarihinde
katıldı. Boğazlardan özellikle savaş gemilerinin geçişi konusunda Türkiye ile
Sovyetler Birliği arasında görüş ayrılıkları yaşandı. Sovyetler Birliği, Boğazla-
rın sahildar olmayan devletlerin savaş gemilerine tamamen kapalı olmasını,
sahildar devletlere de herhangi bir kısıtlama getirilmemesini savundu. Türkiye
ise sahildar devletlerin savaş gemilerinin en yüksek tonajının 25.000 ton olması
ve ön müsaadeye tabi olmasını savundu.74 Sonunda orta yol bulundu. Mont-
reux düzenlemelerine göre Boğazların silahsızlandırılması hükmü ve Boğazlar
Komisyonu ortadan kalıyordu. Ticaret gemilerine geçiş serbestliği tanınıyor,
savaş gemilerinin geçişi ise Karadeniz devletlerinin dışındaki devletlere sınır-
lamalar getiriliyordu. Savaş döneminde savaş gemilerinin geçişi konusu Tür-
kiye savaşta ise Türkiye’nin inisiyatifine bırakılıyordu. Türkiye’nin tarafsız
kalması durumunda savaşan tarafların gemilerine Boğazlar kapatılıyordu.
Lozan Boğazlar Sözleşmesi süresiz olmasına karşılık Montreux 20 yıllığına
imzalandı. Taraflar sözleşmenin feshini talep etmezse, sözleşme taraflardan
251
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
birinin fesih talebinden sonraki iki yıla kadar geçerli olacaktı.75 Bu güne kadar
taraflardan hiçbiri fesih talep etmediğinden dolayı sözleşme hâlâ yürürlükte-
dir.
DOĞULU DEVLETLERLE İLİŞKİLER
İstiklâl Savaşı’nda doğu devletlerinden parasal ve manevi destek alan
Türkiye’deki inkılâp hareketleri özellikle doğulu Müslüman halkları şaşırtmış
ve bazı tepkilere yol açmıştı. Öte taraftan inkılâp hareketlerini örnek alan Af-
ganistan ve İran gibi devletlerle de ilişkiler artmıştı. Zaten 1920’li yıllarda böl-
gede İran ve Afganistan’dan başka bağımsız bir devlet de yoktu. Afganistan’la
ilk anlaşma 1 Mart 1921 tarihinde Moskova’da imzalanan Dostluk Antlaşması
oldu. Lozan’dan sonra bu anlaşma çerçevesinde Türkiye’den Afganistan’a
gönderilen öğretmen, subay ve doktor sayıları artırıldı. Mayıs 1928’de Afgan
Kralı Amanullah Han’ın Ankara’yı ziyareti sırasında da 25 Mayıs tarihinde
Türk-Afgan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalandı. Bu anlaşma da 1921
anlaşmasından pek farklı değildi.76
Türk-İran ilişkileri de savaştan sonra iyi bir gelişme gösterdi. Şeyh Sait is-
yanı sırasında ve sonrasında sınırda baş gösteren bazı anlaşmazlıklar olmuştu.
Bu anlaşmazlığa son vermek için 22 Nisan 1926 tarihinde Güvenlik ve Dostluk
Antlaşması imzalandıysa da nihai bir çözüme kavuşamadı. Sonunda 23 Ocak
1932 tarihinde yapılan anlaşmalarla Ağrı bölgesinde Türk-İran sınır hattında
bazı değişiklikler yapılmak suretiyle iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar son
buldu.77
Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkiler özellikle cumhuriyetin ilk yıl-
larındaki inkılâp hareketleri,78 Suriye sınırı ve Musul sorunu nedenleriyle bir
süre soğuk olarak devam ettiyse de Suriye ile ilişkiler hariç olmak üzere Musul
sorununun çözümünden sonra iyileşmeye yüz tuttu. Fakat hem bu ülkelerin
bağımsız olmaması hem de Türkiye’nin daha ziyade Batı ülkeleri ile ilişkilere
önem vermesinden dolayı Arap ülkeleri ile önemli bir diyalog kurulmadı.
1934 yılından itibaren İtalya’nın Asya ve Afrika’da yayılma girişimleri
Türkiye’yi Ortadoğu’da Balkan Antantı benzeri bir birlik kurmaya yöneltti.
İtalyan tehdidi yanında paktın kurulma amaçlarından biri de bölge ülkeleri
üzerinde Sovyet etkisini de azaltmaktı. Türkiye, paktın Sovyetler Birliği’ne
yönelik olmadığını iddia ettiyse de79 bunda pek başarılı olamadı. Yukarıda
anlatıldığı gibi Türkiye’nin İran ve Afganistan’la ilişkileri iyi durumdaydı. İran
Şahı Rıza Pehlevi 1934 yılının Haziran ayında Türkiye’yi ziyaret etti. Türki-
ye’nin Irak ile ilişkileri ise Musul sorunu çözüldükten sonra düzelmeye başla-
dı. İran ile Irak arasındaki sınır problemleri ise 1937 yılında çözümlendi. Bu iyi
ilişkiler çerçevesinde Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında 8 Temmuz
1937 tarihinde Tahran’da Sadabat Sarayı’nda dörtlü bir pakt imzalandı. Adını
saraydan alan Sadabat Paktı’nın maddelerine göre taraflar birbirlerinin iç işle-
rine karışmayacak, birbirlerinin sınırlarına tecavüz etmeyecek, birbirlerini ilgi-
lendiren uluslar arası uyuşmazlıklarda istişarede bulunacaklar ve uyuşmazlık-
ları Milletler Cemiyeti’ne havale edeceklerdi. Pakt beş yıllığına imzalanmıştı.
Pakt feshedilmedi, ama II. Dünya Savaşı’ndan sonra unutuldu.80
SONUÇ
252
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
SONNOT
1 Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri. 1919-1926. Ankara: Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınla-
rı, 1978, ss. 291-292.
2
Yuluğ Tekin Kurat, “Anglo-Turkish Relations during Kemal Ataturk’s Presidency of the Tur-
kish Republic”, Journal of Ottoman Studies, Cilt: 4, 1984. ss. 115–116. Arnold Toynbee, Survey of
International Affairs, 1925. Cilt 1, London: Humphrey Milford, 1927, s. 471.
3
Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 1919–1926, s. 292.
4
Arnold J. Toynbee, Kenneth P. Kirkwood. Turkey. London: Ernest Benn Limited, 1926, s. 281.
5
Komisyon İsviçre’li diplomat M. de Wirsen, coğrafyacı ve Macaristan’ın eski Başbakanı Kont
Teleki ve Belçikalı Albay Paulis’ten oluştu. Peter J. Beck, ‘'A Tedious and Perilous Contro-
versy': Britain and the Settlement of the Mosul Dispute, 1918–1926”, Middle Eastern Studies, cilt
17, no: 2 (Nisan), 1981, s. 262.
6 Kurat, “Anglo-Turkish Relations during Kemal Ataturk’s Presidency of the Turkish Repub-
lic”, s.116. Toynbee, Survey of International Affairs, 1925, ss. 500–501.
7 Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 1919–1926, s. 295.
8 Toynbee, Survey of International Affairs, 1925, ss. 505–507.
9 Age, s.513
10 Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 1919–1926, s. 297.
11 Toynbee ve Kirkwood, Turkey, s. 284.
12 Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 1919–1926, s. 299.
13
Toynbee, Survey of International Affairs, 1925, s. 525.
14 Documents on British Foreign Policy, 1919–1939, Seri 1A. Cilt: 1. s. 791; Sir W. Tyrrell’den Sir R.
Lindsay’e, İstanbul, 19 Aralık 1925.
15 İsmet İnönü, Hatıralar, 2. Kitap, İstanbul: Bilgi Yayınları, 1987, s. 234.
16 D.B.F.P., s. 808, E687/62/65, R. Lindsay’den A. Chamberlain’e telgraf, no: 9, tarih: 29 Ocak
1926.
17
Public Record Office (P.O.), Foreign Office (F.O.) 800, Chamberlain Papers, Dosya: 259, s. 39;
A. Chamberlain’den R. Lindsay’e, İstanbul, özel ve kişisel, 1 Şubat 1926.
18 Beck, “'A Tedious and Perilous Controversy': Britain and the Settlement of the Mosul Dispute,
1918–1926”, ss. 269–270.
19
D.B.F.P., ss. 828-831, E2176/62/65, Sir A. Chamberlain’den Sir R. Lindsay’e, no: 305, tarih: 5
Nisan 1926. W3260/1/50, Memorandum on the Foreign Policy of His Majesty's Government,
253
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
with a List of British Commitments in their Relative Order of Importance, Submitted to Sir A.
Chamberlain under cover of a minute of April 10, 1926, by Mr. Gregory, age, s. 860
20 Beck, “A Tedious and Perilous Controversy': Britain and the Settlement of the Mosul Dispute,
1918–1926”, s. 270; Marian Kent. Moguls and Mandarins, Oil, Imperialism and the Middle East in
British Foreign Policy, 1900–1940. London: Frank Cass, 1993, ss. 140–141. Augur, “The Mosul
Treaty”, Fortnightly Review, sayı: 120, New Series, Temmuz 1926, s. 52.
21 Beck, “'A Tedious and Perilous Controversy': Britain and the Settlement of the Mosul Dispute,
1918–1926”, s. 271. Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 1919–1926, s. 319.
22 Mehmet Gönlübol, Cem Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, Olaylarla Türk
Dış Politikası, 9. baskı, Ankara: Siyasal Kitabevi, 1996, s. 76.
23 Hikmet Özdemir, Atatürk ve İngiltere, Bir Barışmanın Diplomatik Tarihi, Ankara: Atatürk Araş-
tırma Merkezi, 2004, s. 40.
24
İngiltere Kralının Türkiye ziyaretinin detaylı anlatımı için bkz. Özdemir, Atatürk ve İngiltere,
Bir Barışmanın Diplomatik Tarihi, ss. 79–216. Yabancı devletlerin bu geziye verdikleri önem için
ise bkz. Age, ss. 235–262.
25 Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 118–119.
26 Kâmuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1991. ss. 106–
107.
27
Age, ss. 107–108.
28
Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, s. 77.
29
Age, ss. 77–78.
30
Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), ss. 124–127.
31 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), Ankara: Türkiye İş Bankası, 1993, s.
336; Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), s. 123; İnönü, Hatıralar, ss. 243–244.
32
Sovyetler Birliği, kendisinin Rus Çarlığı’nın borçlarını reddettiği gibi, Türkiye’nin de Osmanlı
borçlarını reddetmesini istiyor, bu anlaşmanın Türkiye’nin Avrupa sermayesi karşısında
mağlup olması olarak yorumluyordu. Hâlbuki S. Birliği Rus Çarlığı borçlarını Müttefiklerin
Rusya’da yaptıkları tahribatı ödemeleri şartıyla kabul edeceğini bildirmişti.
33
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 329–330. Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri
(1920–1953), s. 121.
34 Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), ss. 128–129. İnönü’nün Sovyetler Birliği ziyareti
hakkında intibaı ve görüşmelerle ilgili detaylar için bkz. İnönü, Hatıralar, ss. 243–253.
35 Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), s.132. İnönü, Hatıralar, s. 254.
36 Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), ss. 134–135.
37 Age, ss. 139–140.
38 Age, ss. 141–143.
39 Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, s. 110.
40
Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), ss. 150–151.
41 Özdemir, Atatürk ve İngiltere, Bir Barışmanın Diplomatik Tarihi, ss. 9–12.
42 Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), ss. 170–171.
43 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 329–330.
44
Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, s. 79.
45 Age, s. 127.
46 Age, s. 85.
47 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 323–324.
48
Age, ss. 348–349.
49 Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss.129–133
50 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), s. 324.
254
11. Bölüm: Lozan Sonrası Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası (1923-1938) / Mustafa Çufalı
51 Age, s. 324.
52 Kemal Arı, Büyük Mübadele, Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923-1925), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları, 2000, ss. 18–19.
53 Mübadelenin yapılışı ve karşılaşılan sorunlar hakkında detaylı bilgi ve analiz için bkz. Arı,
Büyük Mübadele, Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923–1925)
54
Özden Zeynep Alantar, “Türk Dış Politikasında Milletler Cemiyeti Dönemi”, Türk Dış Politi-
kasının Analizi, Faruk Sönmezoğlu (der.), İkinci basım, İstanbul: Dr Yayınları, 2001. ss. 72–73.
55
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914-1980), ss. 325–326. Gönlübol, Sar, “1919–1938
Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 64–65.
56 İnönü, Hatıralar, ss. 236–237.
57
Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 65–67.
58 Arı, Büyük Mübadele, Türkiye’ye Zorunlu Göç (1923–1925), ss. 161–162.
59 Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 68–69. İnönü’nün gezi
intibaları için bkz. İnönü, Hatıralar, ss. 239–242.
60
Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri, 1919–192,. s. 321.
61
G önlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, s. 82.
62
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 327–328. Gönlübol, Sar, “1919–1938
Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss.82–83. Bu anlaşma TBMM’de 29 Kasım 1928 tarihinde
onaylandı.
63
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 340–342. Gönlübol, Sar, “1919–1938
Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 110–114. Nyon görüşmeleri sırasında Atatürk ile İnö-
nü arasındaki düşünce ayrılıkları için bkz. İnönü, Hatıralar, ss. 285–286.
64
Sezen Kılıç, Türk-Alman İlişkileri ve Türkiye’deki Alman Okulları (1852’den 1945’e Kadar), Ankara:
Atatürk Araştırma Merkezi, 2005. ss. 121–125.
65 Age, ss. 127–128.
66 Age, s. 135.
67 Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 115–117.
68 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 336–337. Alantar, “Türk Dış Politika-
sında Milletler Cemiyeti Dönemi”, ss. 86–87. Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk
Dış Politikası”, ss. 94–98.
69
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 337–339. Gönlübol, Sar, “1919–1938
Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 99–103.
70 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 339–340. Gönlübol, Sar, “1919–1938
Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 103–104.
71
Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 105–106.
72 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss.343–344
73 Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 120–124.
74
Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri (1920–1953), s. 150.
75 Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 124–126.
76 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), s. 331.
77 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), s. 332. Gönlübol, Sar, “1919–1938 Yılları
Arasında Türk Dış Politikası”, ss. 88–90.
78
Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 332–333.
79 Özdemir, Atatürk ve İngiltere, Bir Barışmanın Diplomatik Tarihi, s. 13.
80 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (Cilt I: 1914–1980), ss. 346–347.
255
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
12. BÖLÜM
1939–1945 DÖNEMİ İÇ VE DIŞ POLİTİKA
Süleyman SEYDİ∗
Giriş
1939–1945 yılları arasında Türkiye’nin iç ve dış siyasetini Avrupa’daki ge-
lişmeler şekillendirmiştir. Birinci Cihan Harbi’nde imparatorluğunu kaybeden
Türk milleti, 1939 yılında başlayan ikinci büyük savaşta, zorlu bir mücadele-
den sonra Lozan Antlaşması (1923) ile dünyaya varlığını kabul ettirdiği devle-
tini, kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Avrupa’da, özellikle de komşu
Balkan ülkelerinde liberal demokrasiden geri adım atıldığı, otoriter ve totaliter
rejimlerin dünyayı sardığı iki savaş arası dönemde, Türkiye de önemli bir de-
ğişim geçiriyordu. Siyasî, askerî ve ekonomik alanda ciddî eksiklikler vardı.
Her şeyden önce savaşın çıktığı esnada Türkiye modern savaş için gerekli do-
nanımlara sahip değildi. Türkiye’nin savaşa girmesi cumhuriyetle elde edilen
kazanımların kaybedilmesine sebep olabilirdi. Bir başka ifade ile batılı tarzda
çağdaş bir devlet oluşturma yolunda atılan adımların meyvesini vermesi için
Türkiye’nin bir müddet daha barışçıl bir atmosfere ihtiyaç vardı. Ancak 1939
yılına gelindiğinde böyle bir beklenti artık fanteziden ibaretti. 1930’ların ortala-
rından itibaren ayak sesleri duyulan savaşın başlaması an meselesiydi.
Uluslararası gelişmeler bu noktadayken, Türkiye’nin iç siyasetinde de
önemli gelişmeler vardı. Avrupa’da ve Akdeniz’de suların ısındığı bir ortamda
Atatürk’ün ölümü durumun biraz daha karmaşık bir hâl almasına sebep oldu.
İlk defa bir lider seçimi yaşanacaktı. Üstelik Atatürk’ün hastalığının ortaya
çıktığı andan itibaren yeni liderin kim olacağı hakkında gizli bir mücadele de
başlamıştı.1 Bir anlamda içerde ve dışarıdaki kritik gelişmelerin ülkeyi başka
mecralara sürükleme riski vardı. Deringil’in ifadesiyle 1939–1945 yılları Türki-
ye’nin, “kuruluşundan bu güne kadar gerçekten yok olma tehlikesi atlattığı tek dö-
nemdir”.2
SAVAŞIN BAŞLARINDA İÇ SİYASETTEKİ GELİŞMELER
Atatürk’ün ölümü üzerine, Cumhurbaşkanlık için İnönü’den başka Fevzi
Çakmak ve Celal Bayar’ın da adı geçse de bu isimlerin aday olmak istememe-
lerinin yanında sivil ve askerî kanadın tercihinin İnönü’den yana olması, kritik
∗
Prof. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi, Tarih Bölümü.
257
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
258
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
kan’ın yetkilerinin artırılması İnönü’nün siyasete hâkim olma isteğinin bir gös-
tergesidir. Yine bu kongrede, kontrol dışı muhalif grupların ortaya çıkmasını
önlemek için Meclis’teki muhalefeti temsil etmek üzere Müstakil Grup kuruldu.
Partili milletvekillerinden Kurultay tarafından seçilen 21 kişi mecliste bağımsız
milletvekili olarak yer alacaktı. Ancak bunlar oy kullanmaksızın ve görüş be-
yan etmeksizin CHP’nin Meclis Grubu’na katılabileceklerdi. Müstakil Grubun
başkanı yine İnönü olurken, Grup Başkan Vekili ise değişmez genel başkan
tarafından atanan bir vekildi.7 Zaten CHP üyesi olan Müstakil Grup üyelerinin
bu şartlarda gerçek muhalefeti sergileyemeyeceği baştan belliydi. Zaten Müs-
takil Grup, hiçbir konuda hükümete karşı oy kullanmadı.
Neticede etrafında İkinci Adam’ın ortaya çıkmasına fırsat vermek isteme-
yen İnönü hükümetin çarklarını sıkı bir denetim altına aldı. Bu durumu Frede-
rick Frey, “İnönü’nün İnönü’den başka kimsesi yoktu” diye tanımlar.8 Bu anlamda
iç ve dış siyaset tamamen onun kontrolündeydi.
İnönü’nün Milli Şef ve CHP’nin Değişmez Genel Başkanı unvanını alma-
sının nedeninin altında, diktatörlük kurmak ve kişisel çıkarlarını tesis etmek-
ten ziyade cumhuriyet reformlarını sürdürme arzusu yattığı da ileri sürülmek-
tedir. Atatürk gibi karizmatik bir liderden sonra aynı karizmaya sahip olma-
yan bir kişinin siyasî iktidarı elinde tutması ve cumhuriyetin kazanımlarını
sürdürmesi ancak bu şekilde kurulacak bir otorite ile mümkündü.9 İnönü’nün,
her ne kadar dış baskı olsa bile, savaştan hemen sonra bu ünvanlardan kendi
isteği ile feragat etmesi ve çok partili rejime geçişteki önemli rolü göz önüne
alındığında, bu değerlendirmelerin dikkate değer olduğunu görüyoruz.
EKONOMİK VE ASKERİ DURUM
1939–1945 yıllarını değerlendirirken Türkiye’nin içinde bulunduğu şartları
da göz önünde bulundurmak gerekir. İkinci Dünya Savaşı kapıya dayandığın-
da Türkiye ekonomik açıdan ciddi sıkıntı içerisindeydi ve dış desteğe ihtiyacı
vardı. Bu desteği, Batılı demokratik ülkelerden bekliyordu. Ancak Türk hükü-
metinin ekonomide karşılaştığı darboğazı aşmak için yaptığı açılımlarla
1930’ların siyasî gelişmesinden kendini soyutlaması mümkün değildi. Türki-
ye’nin ihracat kalemi, krom hariç, tarım ürünlerinden oluşuyordu. Bunun tek
alıcısı da Almanlardı. Almanlar, Türklerin istediği fiyattan mal alabiliyorlar-
ken, sömürgelerinden daha kaliteli mamul ve hammadde temin edebilen İngil-
tere, ya Türkiye’den mal almıyor ya da düşük fiyattan almak için ısrar ediyor-
du. Bu mallara ihtiyacı olmasa bile Almanya, Türkiye’yi kendi yanında tuta-
bilmek ve kendine mecbur kılmak adına özel olarak ekonomik ilişkilerini geliş-
tiriyordu. Malî zorluklar içerisinde olan İngiltere’nin ise böyle bir lüksü yoktu.
İkinci Dünya Savaşı başlarında Almanya, Türkiye’nin en önemli ticaret ortağı
hâline geldi; ihracat ve ithalatının %50’sini kontrolünde tutuyordu.10 Türki-
ye’nin Alman pazarından çekilmesi, ekonomisine ciddi yıkım getirecekti. Çün-
kü bu malların tek taliplisi Almanya’ydı. Türk ekonomisine desteklemedeki
acziyetine karşılık Türkiye, İngiltere’ye karşı olumsuz bir tavır sergilemedi.
Hatta Almanların ekonomideki etkisini kırmak için Londra’yı zorladı, ancak
çok sınırlı bir karşılık buldu.
259
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
260
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
261
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
262
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
263
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
264
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
265
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
yönelik genel tavrını, savaşın seyri belirlemiştir. Mayıs 1939’dan Mart 1941
tarihine kadar basın daha ziyade müttefiklere yakındır. Ancak Almanların
Türkiye sınırına dayandığı Mart 1941 tarihinden sonra Almanlara yakın bir
tavır sergilenirken, 1942’den sonra ise her iki tarafa ılımlı mesajlar gönderilmiş-
tir. Savaşın renginin belli olduğu Mayıs 1944’ten sonra da müttefik yanlısı ya-
yınlar yapılmıştır.34 Ancak Türkiye’nin Ağustos 1944 tarihinde Almanya ile
ilişkilerini kesmesinden sonra Cumhuriyet ve Tasvir-i Efkâr, müttefikler lehine
yazılar neşretmeye başladı. Gazetelerin bu şekilde taraf olması, normal şartlar-
da doğal gözükebilir. Ancak bu yıllarda gazetelerin yayın politikalarının, sava-
şan taraflara dengeli yaklaşım siyaseti çerçevesinde hükümet tarafından belir-
lendiğine ve her gazeteye bir rol biçildiğine dair yaklaşımlar da mevcuttur.
Bunun doğruluk derecesi olmakla beraber, gazetelerin tamamen kontrol altın-
da tutulduğunu söylemek de zordur. Bu tür taraf olmalarda savaşan güçlerin
de bir şekilde etkisi olmuştur. Mesela başlangıçta Alman karşıtı olan Cumhuri-
yet gazetesinin editörü Yunus Nadi, von Papen ile görüşmesinden sonra Al-
manya lehine yazılar yazmıştır.
Ayrıca savaş yıllarında Türkiye’de Müttefik ve Mihver yanlısı propaganda
amaçlı çıkan gazete ve dergiler vardı. Savaşan taraflar, Türk kamuoyunu kendi
yanına çekmeyi ve hükümete baskı yapmayı amaçlayan bu yayınlar konusun-
da Türkiye’de ciddi mücadele verdiler.35
SAVAŞIN BAŞLAMASI VE TÜRKİYE’NİN GÜVENLİK ARAYIŞI
Almanya ile Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Versay Anlaşması,
savaşa sebep olan sorunları gideremedi; aksine rekabeti kızıştırdı. Savaş sonra-
sı statükoyu korumak adına kurulan uluslararası güvenlik sistemi, İtalya ve
Almanya başta olmak üzere kurulan düzenden memnun olmayan ülkelerin
mütecaviz hareketleriyle işlevsizleştirildi. Bu anlamda, 1912’den beri On İki
Ada’ya hâkim olan İtalya’nın faşist lideri Mussolini’nin, 1934 yılında Asya ve
Afrika’ya yönelik tarihî İtalyan hedeflerinden bahsetmesi sonrası Habeşistan’ı
işgali Türkiye’nin endişelerini artırdı. Hitler ile ortak anlayış geliştiren Musso-
lini’nin Akdeniz’deki emperyalist politikalarının, Türkiye’yi de bir savaşa sü-
rüklemesi ihtimaline karşı güvenlik arayışına giren Atatürk, 1936 yılında böl-
gede hayatî çıkarları olan İngiltere’ye uzun vadeli bir ittifak teklifinde bulun-
du.36 İngiltere ise bu yıllarda, Hitler ve Mussolini arasında birleşme olmaması
adına bu ülkelere karşı yatıştırmacı politika (appeasement policy) izleyerek kaçı-
nılmaz gözüken savaşın önüne geçeceğine inanıyordu. Ancak Almanya’nın, 15
Mart 1939 tarihinde Çekoslovakya’yı işgal etmesini müteakip Polonya ve Ro-
manya’yı tehdit etmesi ile İngiltere, 1930’ların başından beri takip ettiği yatış-
tırmacı politikasının yanlış olduğunu anlayabildi. Almanya ve İtalya’nın uz-
laşmacı tavırla sakinleştirilemeyeceğini geç de olsa anlayan İngiliz hükümeti,
Doğu Akdeniz ve Güneydoğu Avrupa’da Nazi yayılmacılığı karşısında Fransa,
Polonya, Romanya, Yunanistan ve Türkiye’nin dâhil olduğu bir savunma hattı
oluşturmayı amaçlayan bir ittifak arayışı içerisine girdi.37
Türkiye, sınırlarına yaklaşan bu tehdit karşısında ittifak için değişik alter-
natifler üzerinde durdu. Bunlardan biri, Balkanlar’dan Türkiye’ye yönelecek
Alman tehdidini bertaraf etmek için Londra Büyükelçisi Tevfik Rüştü Aras’ın,
266
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
30 Mart 1939 tarihinde İngiliz Dışişleri Bakanı Viscount Halifax ile görüşme-
sinde ileri sürdüğü İngiltere’nin desteği ile Romanya, Polonya, SSCB ve Türki-
ye arasında bir Saldırmazlık Paktı önerisiydi. Diğer bir alternatif ise, İtalya’yı
Alman safından ayırmak ve Akdeniz’den gelebilecek Alman saldırısını önle-
mek için, 19 Ocak 1937 tarihli İngiliz-İtalyan anlaşmasına Türkiye ile birlikte
Yunanistan ve Yugoslavya’nın da dâhil edilmesiydi.38 Böylece güçlü bir Akde-
niz ve Güneydoğu Avrupa bloğu oluşturulmuş olacaktı. Ancak, hangi ittifak
içerisinde yer alırsa alsın Türkiye için İngiltere, Fransa ve SSCB’nin aynı grupta
yer alması önemliydi. Çünkü bu devletler olmadıkça İtalyan ve Alman saldırı-
larının durdurulması zor olacaktı. Özellikle SSCB’nin İngiltere ile aynı blokta
yer alması Türkiye’nin olmazsa olmazıydı. Zira Moskova’nın Hitler’in yanında
yer alması, Türkiye’nin kıskaca alınması anlamına geliyordu.
Bu arada, 1939 yılı başı itibarıyla savaşın kaçınılmaz olduğunun anlaşıl-
ması üzerine, Türkiye’nin kendi tarafında yer almasının ne denli önemli oldu-
ğunun farkında olan savaşan güçler, deneyimli diplomatlarını Ankara’ya bü-
yükelçi olarak atadılar. Özellikle Türkiye’nin Batı bloğuna yönelmesi karşısın-
da Almanya, en mâhir eski politikacılarından biri olan eski başbakan Franz
von Papen’i Nisan 1939’da Ankara’ya büyükelçi olarak atadı. Görevi, Türki-
ye’nin İngiltere ve Fransa’nın oluşturduğu güçler ile yakınlaşmasını önlemekti.
Türkiye’nin korkularını ve beklentilerini iyi tahlil eden von Papen’in, Türki-
ye’yi İngilizlere gerektiğinden fazla yaklaştırmama konusunda ciddi başarılar
elde ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
İngiltere ise, Ankara’ya Sir Hughe Knatchbull-Hugessen’i büyükelçi ola-
rak gönderdi. O dönemde Ankara’ya büyükelçi olarak atanmak, bir diplomat
için kariyeri açısından onur verici bir görevdi. Fakat bu görev, Nazi birlikleri-
nin Ege Denizi ve Balkanlarda; İngiliz birliklerinin Ortadoğu’da; Rus ve Alman
birliklerinin Kafkasya bölgesinde olduğu bir ortamda, Türk dış politikasına
kendi ülkelerinin çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışmak gibi zor bir
misyonu gerektiriyordu. Özellikle, 1943 yılı başından itibaren Türkiye’nin aktif
desteğine ihtiyaç duyan başta İngiltere olmak üzere Müttefikler, Ankara’ya
baskı yapmaya başladığında Hugessen, savaş dışı kalmak için her yolu dene-
yen Türk Dışişleri ile sıkıntılı günler yaşayacaktır.
İttifak çabaları henüz sonuç vermeden Hitler’in Doğu Avrupa’yı tehdit
etmesi üzerine İngiltere, 31 Mart 1939 tarihinde Polonya’nın güvenliğini garan-
ti ettiğini açıkladı. İtalya, 8 Nisan’da Arnavutluk’u işgal edince bu garanti kap-
samına 12 Nisan’da Yunanistan ve Romanya da dâhil edildi. Güçlü bir güven-
lik kuşağı oluşturmak için İngiltere, 9 Şubat 1934 tarihinde kurulan Balkan
Antantı’nın kurucu üyesi Türkiye’nin de bu garanti kapsamına alınmasını isti-
yordu.39 Türkiye de güvenliğini garanti altına almak istiyordu. Çekoslovak-
ya’nın işgalinden hemen sonra, İtalya’nın da Arnavutluk’u işgal etmesi, Türki-
ye tarafından Roma-Berlin işbirliğinin açık göstergesi olarak algılandı. Zira
Almanya ve özellikle İtalya’nın yayılmacı siyaseti, Türkiye’nin hem Akde-
niz’den hem de Balkanlardan tehdit altına girmesi demekti. Ancak yaklaşan
tehlikeyi, İngiltere’nin Romanya ve Yunanistan’a verdiği gibi bir garanti ile
savuşturamayacağını düşünen Türk hükümeti, Londra’nın teklifini reddetti.
267
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Bunun yerine İngiltere, Fransa ve SSCB’nin içinde yer aldığı bir ittifak anlaş-
masından yana tavır koydu. Hatta bu ittifak için de ciddi çabaları oldu. Aslın-
da Montreux Anlaşması’yla Boğazlardaki kontrolü tekrar elde eden Türki-
ye’nin işbirliği olmadan İngiltere ve Fransa’nın Romanya’ya güvence vermesi-
nin bir anlamı yoktu. Çünkü Romanya’ya yapılacak bir yardım ancak Boğazlar
üzerinden olabilirdi. Savaş gemilerinin buradan geçmesi için Türkiye’nin de
Almanya’ya savaş ilan etmesi ve bu gemilere izin vermesi gerekiyordu. Ancak
Türkiye’nin tutumunda Moskova’nın savaşa karşı takınacağı tavır belirleyici
olacaktı. Londra, Paris ve Moskova arasında varılacak bir ittifak anlaşmasının
barış için önemli sonuçlar doğuracağına inanan Türk hükümeti, bu ittifakın
oluşması hâlinde Batı ile her türlü işbirliğine sıcak bakıyordu.
Türk hükümeti, SSCB’nin niyetini öğrenmek amacıyla İngiltere ve Fransa
ile olan diyaloglarını Moskova’ya iletti. Bunun üzerine Sovyet Dışişleri Bakanı
Molotov, yardımcısı Potemkin’i 28 Nisan’da Ankara’ya gönderdi. Taraflar bir-
birlerinin niyetlerini ölçüyordu. Potemkin’in ziyareti esnasında Sovyet hükü-
meti, Türk-İngiliz ve Fransızlar arasında devam eden ortak güvenlik arayışla-
rını desteklediğini ifade etti. Ancak Sovyetler, niyetlerini net olarak ortaya
koymaktan kaçındı. Ankara’nın, İngiltere ve Fransa ile yürüttüğü görüşmeleri
Moskova’ya iletmesinin bir sebebi de, 1929 Türk-Sovyet Anlaşması’na göre
taraflar bir üçüncü ülke ile yapacakları paktlar hakkında birbirlerini bilgilendi-
receklerdir. Türkiye buna dikkat etmesine rağmen, SSCB, Almanya ile yürüt-
tüğü gizli görüşmeleri Ankara’ya bildirmeyecektir.
Devam eden görüşmelerden sonra Türkiye ile İngiltere arasında 12 Mayıs
1939’da Ankara’da ortak bir deklarasyon imzalandı. Buna göre her iki hükü-
met, Akdeniz’de savaşa sebep olacak bir saldırı karşısında güçleri oranında
birbirine yardım etmeyi öngörüyordu. Hatay sorunu halledildikten sonra
Fransa, 23 Haziran’da bu anlaşmaya dâhil olacaktır. Bunlar 19 Ekim’deki Üçlü
İttifak’ın öncü anlaşmalarıdır.
Türkiye, Batı ile bu denli ittifak arayışları içine girerken Almanlar, Türki-
ye’nin tarafsızlık politikasından vazgeçmemesi için gayret gösteriyordu. Nisan
sonunda Ankara’ya Büyükelçi olarak atanan Franz von Papen bazen tehdit,
bazen de siyasî rüşvet ile Türk hükümeti üzerinde ciddi bir baskı kurdu. Batı
ile diyaloglarını daha ileri boyuta götürmesi durumunda Türkiye ile olan eko-
nomik ilişkilerini keseceklerini veya tarafsız tutumunu devam ettirmesi hâlin-
de On İki Ada’nın Türkiye’ye verilmesi konusunda İtalyanları ikna edebilecek-
lerini söylemesi gibi.40
Almanya, Batı bloğunun çevreleme siyasetinden kurtulmak için sadece
Türkiye üzerinde yoğunlaşmadı. SSCB’nin de kendi saflarında olması için cid-
di gayretler içine girdi. Aslında bu gayretlerin Almanya lehine sonuç vermesi
için uygun ortam vardı. Stalin, İngiltere’nin Alman yayılmacılığı karşısında
takındığı tavırdan rahatsızdı. Bu saldırılar durdurulamayınca kendisine yer
arayan Stalin’e Londra, sadece savaş önerirken; Berlin, tarafsızlık yanında Po-
lonya toprakları başta olmak üzere Doğu Avrupa’dan toprak teklif ediyordu.
İngiltere, Fransa ve Türkiye ile dörtlü ittifak için görüşmelere devam ederken
Alman tekliflerinin cazibesine kapılan Moskova, Berlin ile 23 Ağustos 1939
tarihli Nazi-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nı imzaladı.41
268
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
269
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
270
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
İnönü’nün dış politikası ile Atatürk’ün dış politikası arasında derin ayrı-
lıklar olduğu ileri sürülmektedir.46 Özellikle İnönü’nün, Atatürk’ün Dışişleri
Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı kabineye almaması bu farklılığın en bariz örneği
olarak gösterilir. Bu iddialar aslında bizzat Aras’ın görüşlerine dayanır. Aras,
Atatürk’ün ufukta beliren savaşta tarafsız kalınmasını istediğini, İnönü’nün ise
İngiltere ve Fransa ile Üçlü İttifak yaparak Atatürk’ün çizgisinden uzaklaştığı-
nı ileri sürmektedir.47 Aslında bu iddialar kısmen doğru olmakla beraber, olay-
ları değerlendirirken konjonktürü de dikkate almak gerekir. Atatürk’ün de
İngiltere ile ittifak arayışı içinde olduğunu belgeler ortaya koyuyor. Amaç sa-
vaşmak değil, savaşı ülkeden uzak tutmaktı. Ancak İngiliz politikaları farklı
olduğu için Atatürk’ün sağlığında bu gerçekleşmedi. 1939 yılına gelindiğinde
şartlar değişmiş, Atatürk’ün işaret ettiği tehlike kapıya dayanmıştır. Bu amaçla
İnönü’nün Batı bloğu ile ittifak arayışının arka planında da savaşın bölgeye
gelmesini önlemek vardır. Üçlü ittifaka dikkat edilirse asıl amaç, SSCB’yi de bu
ittifaka dâhil etmektir. Bu gerçekleşseydi zaten savaşın Türkiye sınırına kadar
yayılması uzak bir ihtimal olurdu.
SARAÇOĞLU’NUN MOSKOVA ZİYARETİ (26 EYLÜL–17 EKİM 1939)
Üçlü Pakt imzalanmadan önce, Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ittifak
görüşmeleri için Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov tarafından nisan ayında
Moskova’ya davet edilmişti. SSCB, Almanlar ile olan anlaşmalarına rağmen
Türkiye ile de görüşmelere devam etmek istiyordu. Bir yandan Almanya bağ-
lantısı diğer yandan Ankara’ya yaklaşması, Türk hükümetinin Moskova’nın
niyetinden şüphe etmesi için yeterli bir sebepti. Moskova’nın Türk istekleri
doğrultusunda bir anlaşma yapma niyetinde olmadığı aşikâr olmasına rağ-
men, Batı ile Moskova arasında ittifakla sonuçlanabilecek ilişkilerin tekrar ku-
rulabilmesi için bir köprü görevi görebileceği umuduyla İnönü, Saraçoğlu’nu
Moskova’ya göndermeye karar verdi. Bu ziyaret İngiltere tarafından da des-
teklendi. Zira Türkiye gibi onlar da sürpriz bir şekilde Almanlar ile anlaşan
Stalin’in amacını merak ediyordu. SSCB’nin Müttefiklerin yanında yer alması,
Fransa ve İngiltere için savaşın kazanılması açısından önemliydi. Ama Ankara
açısından SSCB’nin Türkiye’ye saldırmayacağından emin olmak daha da
önemliydi. Dolayısıyla Ankara, bundan sonra Batı ile ittifak görüşmelerine
devam ederken artık Sovyet faktörüne daha dikkat etmek durumundaydı.
Nitekim Türk heyeti Moskova’ya hareket etmeden önce İngiltere ve Fran-
sa’dan, yapılacak anlaşma şartlarına, Moskova ile çatışmaya sebep olabilecek
herhangi bir yükümlülükten Türkiye’yi muaf tutmayı öngören bir madde koy-
durmayı garanti altına aldı.48
26 Eylül 1939’da Moskova’ya ulaşan Türk heyetini bir de sürpriz bekli-
yordu. Saraçoğlu ile aynı zamanda Alman Dışişleri Bakanı da Moskova’ya
davet edilmişti. Böylelikle Stalin her iki ülke ile yapacağı pazarlıkta birini diğe-
rine karşı koz olarak kullanıp daha fazla kazanım elde etmeyi planlamıştı. Sa-
raçoğlu heyetinin Moskova’da kaldığı üç haftalık zaman zarfında İngiltere,
Fransa ve Türkiye arasında süren üçlü görüşmelere Sovyetler Birliği’ni de
dâhil etme girişimi sonuç vermedi. Stalin ve Molotov’un, Montreux Boğazlar
Sözleşmesi’nde Sovyetler lehine önemli revizyonlar yapılmasındaki ısrarcı
271
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
272
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
maya sebep olabilecek herhangi bir vaadde bulunmamaya özen gösterdi. İngil-
tere ve Fransa ile imzaladığı Üçlü Anlaşmaya ilave ettirdiği II. Protokole ‘Sov-
yetler Birliği ile gerginliğe sebep olabilecek herhangi bir hareketten kaçınılacağı’ şartını
koydurması da bu sebeptendi.
Üçlü İttifak ile Türkiye’nin üstelendiği yükümlülüklere bakıldığında hu-
kukî açıdan bir karmaşa söz konusuydu. Başka bir ifade ile Üçlü İttifak Anlaş-
ması ile Montreux Anlaşması’nın Türkiye’ye verdiği yükümlülük çelişiyordu.
Mesela, Almanlar Güneydoğu Avrupa’ya doğru yayılmaya başladıklarında
İngilizlerin, Romanya’ya yardım amacıyla donanmalarını Boğazlar veya Mar-
mara’da konuşlandırılmasını istediği zaman, Türkiye Üçlü Anlaşmaya göre
İngilizlerle bu konuda işbirliğine mecburdu. Diğer taraftan Türkiye savaşa
dâhil olmadığı için Montreux Anlaşması’nın 19. maddesine göre İngiliz gemi-
lerine geçiş izni verilemiyordu.51 Kısacası Üçlü Anlaşmayla Montreux Anlaş-
ması birbirine uyumlu değildi. Üstelik Türkiye’nin Üçlü Anlaşmaya koydur-
duğu protokolün ikinci maddesi de ‘Sovyet çekincesini’ gündeme getiriyordu.
Bunu bir anlamda Türk diplomasisinin savaş dışı kalmak için uyguladığı bir
taktik olarak da görmek mümkündür. Özellikle Ocak 1940’da, Odessa ile Kös-
tence limanları arasında Almanya’ya petrol transferinin başlaması üzerine
Fransız Dışişleri Bakanı Reynaud’ın Müttefiklerin bu petrol transferine engel
olmak üzere Karadeniz’e bir kaç savaş gemisi gönderme isteğini de, bahsi ge-
çen gerekçelerle Türkiye’nin reddetmesine sebep oldu.
TÜRKİYE’NİN SAVAŞ DIŞI KALMA ÇABASI
Türkiye’nin Almanya’ya olan petrol transferini engellemek için Karade-
niz’e müttefik savaş gemilerinin geçişine izin vermemesi üzerine Fransızlar,
Bakü’ye hava saldırısı düzenleyerek Almanya’ya petrol transferinin önlenebi-
leceği fikrini ortaya attılar. Üstelik Türkiye’nin bu fikre itiraz etmeyeceğini
düşünüyorlardı. Zira Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Massigli, Bakü’ye mütte-
fiklerin hava saldırısı planını anlattıktan sonra uçakların Türkiye ya da İran
üzerinden geçmesi gerektiğini söyleyince Saraçoğlu’nun “İran’ın protestosun-
dan mı endişeleniyorsunuz?” diye karşılık vermesini, Türkiye’nin bu plana ses
çıkarmadığı şeklinde yorumlamıştı.52 Haziran ayındaki gelişmeler Müttefikle-
rin bu tür isteklerinden vazgeçmesine sebep olacaktır. Ancak Almanlar, Bakü
Planı’nı, Paris’in bombalanması esnasında ele geçirdiğini iddia ettiği bir belge
ile Türk-Sovyet ilişkilerini bozmak adına Temmuz 1940’da yayımladı. Bu, Al-
manların Ankara’yı savaş dışı tutmak için Türkiye’de Sovyet endişesini canlı
tutma gayretlerinin bir parçasıydı. Özellikle von Papen savaş boyu usta ma-
nevralarla Türkiye’ye aba altından sopa gösteriyordu.
Haziran 1940’a gelindiğinde Türkiye’nin savaşa dair endişelerinin artması
için bütün şartlar oluşmuştu: 10 Haziran 1940’da İtalya, Almanya safında sava-
şa girdi. 22 Haziran’da da Fransa yenilerek savaştan çekildi. Özelikle birkaç
yılda aşılmaz diye düşünülen Nazilere karşı Fransızların oluşturduğu Maginot
Hattı’nın bir hafta içinde yerle bir edilmesi Müttefiklerin savaş kabiliyeti hak-
kında iyi bir intiba uyandırmadı. Hemen arkasından Alman Hava Kuvvetleri
Luftwaffe, İngiltere’ye etkili hava saldırıları düzenlemeye başladı. Gelişmeler
karşısında zor durumda kalan İngiltere, Yugoslavya ve Yunanistan ile beraber
273
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
274
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
Aslında SSCB’nin orta vadede Mihver güçleri ile çıkarlarının çatışması ka-
çınılmazdı. Ne İtalya ne de Almanya, Sovyetleri Balkanlarda görmek istiyordu.
Özellikle Doğu Avrupa, Balkanlar ve Boğazlar, hem Almanlar hem de Sovyet-
ler açısından nüfuz alanı olarak görülüyordu. Türkiye ise hiçbirini bölgede
görmek istemiyordu. Eylül 1940 tarihine gelindiğinde Hitler ile Stalin arasında
Boğazlar üzerinde bir anlaşmanın olabileceği endişesine kapılan Türkiye, olası
Berlin-Moskova anlaşmasına engel olmanın yollarını aradı. Sovyetlerin temel
itirazı, Montreux’nün uygulanmasına yönelikti. O zaman bu konuda Moskova
ikna edilmeliydi. Özellikle Saraçoğlu, İngiltere’nin Romanya’ya verdiği garanti
kapsamında Boğazlardan savaş gemisi geçirme isteğinin kendilerince redde-
dilmiş olmasının Türkiye’nin Montreux’yü titizlikle uyguladığının delili olarak
göstermeyi düşündü. Ancak bunun ikna için yeter sebep olmaması üzerine
vazgeçildi56.
Bu arada 7 Ekim’de Nazi birlikleri Romanya’ya; iki hafta sonra da, 28
Ekim’de İtalyan birlikleri Yunanistan’a girdi. Bu durumda Üçlü İttifakın 3.
maddesine göre Türkiye’nin Yunanistan’a yardım etmesi gerekiyordu. Türkiye
böyle bir hareketin Sovyet saldırısını teşvik etmesinin yanında kendi güvenli-
ğini de zaafa uğratacağı düşüncesiyle Yunanistan’a müdahale fikrine karşıydı.
Zaten İngiltere de aynı fikirdeydi ve Türkiye’ye bu konuda baskı yapmadı.
İngiliz Dışişleri’ne göre Türkiye, Ortadoğu savunması açısından Yunanis-
tan’dan daha önemliydi. Yunanistan kaybedilse bile Ortadoğu hâlâ savunula-
bilirdi. Ancak Türkiye’nin kaybedilmesi İngiltere’nin Ortadoğu’da sonunu
hazırlayabilirdi. Bu da Türkiye’ye yönelik İngiliz baskısının şimdilik kalktığını
gösteriyordu.57 Ancak Mihver baskısı gittikçe artıyordu.
275
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
276
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
277
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ya’nın yaptığı herhangi bir savaşta tarafsız kalmayı ve saldırmamayı taahhüt edebile-
ceğini” bildirdi. Nihayet 28 Mayıs’ta İngilizlerin Irak’a hâkim olması Türkiye’yi
bu konudaki Alman baskısından kurtardı.62 Ancak bu, Türkiye üzerindeki
Alman baskısının tamamen ortadan kalkması anlamına gelmiyordu. Çünkü
Sovyetlere saldırı planı içindeki Hitler’in amacı, ya Türkiye’yi Mihver bloğuna
katmak ya da tarafsız tutmaktı.
Mayıs ayı sonuna gelindiğinde Balkanlar düşmüş, İtalyanların yenemediği
Yunanistan’a ve Ege Adalarına Naziler yerleşmişti. On İki Ada zaten İtalyan
egemenliğindeydi. Bu şekilde Almanlar, Müttefikler ile Sovyetlerin Boğazlara
yönelik ortak hareket etme ihtimalini ortadan kaldırmıştı, ama Türkiye’nin
İngiltere ve SSCB ile işbirliği hâlâ mümkündü. Bu ihtimali ortadan kaldırmak
ve Türkiye’den emin olmak isteyen Almanlar Türkiye ile bir saldırmazlık paktı
imzalamak için baskı yapmaya başladılar. Ayrıca Türkiye’’de Sovyet endişesini
hep canlı tutmayı ihmal etmediler. Bunun yeterli olmayacağını düşünerek,
siyasî rüşvet olarak savaştan sonra Türkiye lehine sınırlarında düzenlemeler ile
toprak vaat ettiler. Ribbentrop, Türklerin Alman isteklerini kabul etmemeleri
hâlinde Almanya’nın Türkiye’yi birkaç hafta içinde ortadan kaldıracak güce
sahip olduğunun Türklere hatırlatılmasını tavsiye etti.63 Bu arada İngiltere ve
ABD de, Türkiye’nin Almanya ile saldırmazlık paktı imzalaması durumunda
kendileriyle ilişkilerin ciddi sorunlar doğuracağını ve bunun Türkiye için hiç
iyi olmayacağı mealinde baskılar yapıyordu. Aslında Türkiye, İngiltere aleyhi-
ne bir oluşum içerisine girmek niyetinde değildi. Almanlar ile yürütülen gö-
rüşme zaten zaruretin sonucuydu. Türk hükümeti, tam anlamıyla iki arada bir
derede kaldı. Uzun vadede çıkarının İngilizler ile olduğunu düşünmekle bera-
ber, Alman tehdit ve şantajlarına göz yummak zorunda kalıyordu. Almanlar
ile savaşa girişmek pek de akıllıca bir politika değildi. Çünkü Türk ordusu
Almanlara direnecek donanıma sahip değildi. Türkiye, Almanları yatıştırmak
amacıyla onlara karşı ister istemez biraz daha esnek davrandı.
Uzun görüşmelerden sonra 18 Haziran 1941 tarihinde Almanya ile Türki-
ye arasında on yıl geçerli olması öngörülen Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması
imzalandı. Bununla, taraflar birbirlerinin toprak bütünlüğüne saygı gösterecek
ve birbirilerine karşı bir hareket içerisinde yer almayacaktı. Metnin başına Tür-
kiye’nin isteği ile “taraflar mevcut yükümlükleri saklı kalmak kaydı ile anlaşma yap-
mışlardır” ibaresi konuldu. Türkiye bu şekilde İngiltere ile yapılan Üçlü İttifa-
kın yürürlükte olduğunu göstermek istemişti. Bu da İngilizleri bir şekilde tat-
min eden husus oldu.
Bu anlaşmayla Barbarossa harekâtını başlatacak olan Almanya, Türkiye
üzerinden Müttefik saldırısından emin oldu. Müttefikler ise Boğazlar dâhil
Türk egemenlik sahasını kullanmaktan mahrum oldu. Ancak Müttefiklerin bu
esnada zaten Almanlara saldıracak durumu yoktu. Türkiye buna direnmiş
olsaydı, muhtemelen Alman işgaline maruz kalacaktı. Bunun sonucu da Müt-
tefiklere daha pahalıya mal olacaktı. İngiltere, bu noktada bir dereceye kadar
Türkiye’yi anlıyordu. Ancak ABD, bu pakta sert tepki gösterdi; Ödünç verme
ve Kiralama yardımını durdurdu. Savaşa girmemiş olan ABD, Türkiye’nin
içinde bulunduğu durumu anlamıyordu.
278
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
279
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
dirdi. Saraçoğlu, Hugessen’e bunun Stalin’e Boğazları teklif etmekten başka bir
anlamı olmadığını söyledi.66 Aslında Nazilerin Sovyetlere saldırması, teorik
olarak Türkiye’nin Sovyet tehdidi kozunu kullanmasını engellemişti. Ancak
Türkiye olaya bu şekilde yaklaşmıyordu. Menemencioğlu, Hugessen’den; İngi-
lizlerin Sovyetlere yardım etmemesini, iki ülkenin savaşta baş başa bırakılma-
sını istiyordu.67 Türkiye’nin endişelerini iyi okuyan İngiliz Büyükelçi, Lond-
ra’yı, Almanların Türkiye’nin toprak bütünlüğünü garanti ettiğini belirterek
İngiltere’nin böyle bir teklifte bulunmaması hâlinde, Alman propagandasının
da etkisiyle, Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı’nda ülkesinin Rusya’ya verdiği
vaatlerin benzerini yenileyeceği endişesine kapılabileceği konusunda uyarı-
yordu.68 Hatta bu durumun Türkiye’yi Almanlar ile işbirliğine zorlayabileceği-
ne de dikkat çekiyordu. Hugessen’i haklı bulan Londra, Moskova’yı ikna ettik-
ten sonra 10 Ağustos’ta Türkiye’ye, toprak bütünlüğüne ve Montreux’ye saygı
duyduklarını belirterek Boğazlara karşı herhangi bir saldırı niyeti beslemedik-
leri güvencesini verdi.69 Ancak bu Türkiye’nin endişelerini gidermeye yetmedi.
Saraçoğlu’nun Moskova ziyareti sırasında ve sonrasında Moskova, defalarca
Boğazların statüsünden memnuniyetsizliğini ifadeden başka, ortak yönetim ve
üs taleplerini her vesileyle dile getirmişti. Üstelik Berlin görüşmesinde, Sovyet-
lerin Boğazlar konusundaki yaklaşımını daha önce sözlü olarak ileten Alman-
ya, 19 Ağustos’ta belgelerini de sunmuştu. Türkiye, Almanya’ya karşı tutumu-
nu değiştirmedi ama Sovyetlere karşı şüphesi daha da kuvvetlendi. Dolayısıyla
Türkiye, Sovyet garantisini, Alman saldırısı karşısında içine düştüğü zor du-
rumun sonucu olarak görüyordu. İlk fırsatta aynı isteklerle tekrar Türkiye’nin
karşısına çıkacaktı. Bütün gelişmeler bunu doğrular mahiyetteydi. En azından
Türkiye’nin algılaması bu şekildeydi.
Kafkaslar ve Ortadoğu’da İngilizlerin zaman zaman Sovyetler ile birlikte
hareket etme zorunluluğu da Türkiye’de ciddi endişe yaratıyordu. İngilizler,
Kafkaslarda ilerleyen Almanların İran’a hâkim olmaları hâlinde buradan Müt-
tefiklere karşı sabotaj ve propaganda türünden beşinci kol faaliyetlerini orga-
nize etmesine engel olmak, petrol bölgesini ve rafinerilerini korumak amacıyla
Sovyetler ile birlikte Ağustos 1941 sonunda İran’ı işgal etti.70 İran’ın işgali Tür-
kiye’de çok soğuk karşılandı. Ankara’da ve Türk kamuoyunda, benzer hareke-
tin Türkiye’ye de yapılabileceği görüşü hâkim oldu. Hatta bu işgalin Sovyetler
ile birlikte yapılması, bu yöndeki endişeleri daha da artırdı. İran’ın işgali İstan-
bul kahvehanelerinde bile konuşulan ana konuydu. Almanların İran’a yardım
edeceği konuşuluyordu. Bu olay, Almanların Türkiye’deki popülaritesini artı-
rırken, Türk basınında da ciddî eleştiriler yer aldı. Vatan gazetesi “Bu işgal belki
stratejik zorunluluğun sonucudur, ama neticede komşu ülkeye yapılan bu saldırının
haksız bir saldırı olduğu ve Almanya’nın tarafsız ülkelere yaptığı işgalden farksız ol-
duğu, tek farkın; Almanlar bunu sürekli yaparken, İngilizlerin böyle bir şeyi ilk defa
gerçekleştirdikleri” şeklinde bir değerlendirme yaptı.71 Endişeler çok da temelsiz
değildi. Sovyet orduları, İran’ın Kuzeyine yerleştiler ve Molla Mustafa Barzani
liderliğindeki Kürt oluşuma destek verdiler. Hatta bunun ötesinde Doğu Ana-
dolu’da da Kürtlere yönelik gizli faaliyetlerde bulundular.72
280
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
Bütün bunlar olurken aralık ayında Stalin ile görüşmek üzere Moskova’ya
giden İngiliz Dışişleri Bakanı Anthony Eden’in Hugessen’i de davet etmesi ise,
Ankara tarafından kendisine karşı İngiliz-Sovyet Anlaşması gerçekleştirildiği
şüphesinin artmasına sebep oldu. Üstelik Moskova görüşmesinden sonra İngi-
liz propagandacılığı ile ünlenen London Times gazetesinin Washington temsilci-
si Sir William Lewis, Sovyetlerin gözünün Polonya ve Türkiye üzerinde olacağı
şeklinde bir değerlendirmede bulundu. Türkiye, bu görüşü İngiliz Dışişleri’nin
bir görüşü olarak algıladı.73 Aslında Pearl Harbor baskınından sonra savaşa
giren ABD de Türkiye’nin önemini kavramış ve Aralık ayında, önceden kestiği
Ödünç verme ve Kiralama kapsamındaki yardımlara yeniden başlamıştı. Bu,
Türkiye’nin tavrını Müttefikler lehine değiştirebilirdi; ancak ABD’nin savaşa
girmesi ile Türkiye üzerinden Balkanlara çıkarma yapılır endişesine kapılan
Almanlar Türkiye’ye baskıyı tekrar arttırdılar. Aralık 1941 sonunda Nazi ordu-
su Leningrad-Moskova-Stalingrad hattına varmıştı. Alman zaferi, Türk dış
politikasını etkileyebilir ve Almanya’nın yanında savaşa katılmasa bile Türkiye
üzerinden Alman askerlerinin geçişine izin verebilirdi. Almanlar böyle umut
etmesine rağmen İnönü başta olmak üzere Türk yöneticileri, Alman zaferini
kesin görmüyordu. Neticede daha evvel, Rusya içlerine giren orduların mağ-
lup olduklarına tarih şahitti. Türkiye’nin umudu, Alman zaferi değil, SSCB’nin
iyice hırpalanması ve Almanların da zayıflamasıydı. Bunun için Türkiye Al-
man-Sovyet savaşının uzayıp gitmesini arzuluyordu.74
Türk-Alman Saldırmazlık Paktı imzalandığında, Türkiye’nin tavrı bir an-
lamda belli olmuştu. Türkiye, Almanya ile şartlar gereği anlaşma imzalamıştı.
Ancak Almanya, dünyada en çok Türkiye’nin sahip olduğu krom meselesinde
istediği başarıyı elde edemedi. Krom ticareti, ekonomik olduğu kadar siyasî bir
sorundu. Antlaşmayla Almanya’ya herhangi ciddi bir taviz verilmedi. Krom,
1941 ve 1942 yılları için İngiltere ve Fransa’ya ayrıldığından Almanya’ya satışı
mümkün değildi. 1943 Ocak ayı için ise, Almanlar 150 bin ton krom istemişti;
ama Türkiye, Almanya’nın 1942 sonuna kadar 18 milyon mark değerinde sa-
vaş materyalini Türkiye’ye getirmesi karşılığında 1943–44 yılları için yıllık 90
bin ton krom satmayı kabul etti. Krom fazlalığı, 1943 Ocak ayına kadar İngilte-
re’ye ayrılmaya devam etti. Ayrıca Türkiye, anlaşma görüşmelerini yürüten
Dr. Clodius’a, Ortadoğu’da komşu olarak İngiltere’yi Almanlara tercih edecek-
lerini açıkça söylemişti.75
Fakat bütün bunlar, Türkiye’nin tamamen İngiltere yörüngesinde kalması
anlamına gelmiyordu. Özellikle Almanların Kuzey Afrika’daki başarısı ve
Sovyetleri işgali müttefikler açısından kritik bir dönemdi. Bundan sonra Anka-
ra’nın, İngiltere’nin savaşı kazanacağına olan inancı bir hayli sarsıldı. Barbaros-
sa harekâtında Sovyetlerin başarılı direnişinin Türkiye’yi sevindirdiği söyle-
nemezdi, ama Kuzey Afrika’da Rommel orduları karşısında varlık göstereme-
yen İngiliz ordusunun içine düştüğü durum, İngilizlerin olduğu kadar Türkle-
rin de moralini bozmuştu. Singapur’un da İngilizlerin elinden çıkması, Türki-
ye’de Nazilere karşı İngiltere’nin başarı şansının çok zayıf olduğu fikrini
uyandırdı. İngiliz istihbarat raporları, İngiltere’nin Orta ve Uzak Doğu’daki
başarısızlığı yüzünden Tük kamuoyunda prestijinin hızla düştüğünü gösteri-
281
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
282
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
dolayı yavaş yavaş Almanya yanına kaydığıydı. Eğer İngiltere, savaştan sonra
Sovyetlerin hızının frenleneceğine dair Türkiye’ye bir şey göstermezse Alman-
ya’ya yaklaşım daha da devam edecekti. Ancak Almanlar Türkiye’ye karşı
Sovyet kartını gerçekten de iyi kullanıyorlardı.
Bu politika, yer yer bazı İngiliz basını ve otoriteleri tarafından eleştirilse
de, İngiliz Dışişleri yetkilileri, Türk hükümetinin bu esnadaki tavrını genelde
‘realist ve anlaşılabilir’ buluyordu. İngiliz Dışişleri, Türklerin Almanlara olan
yakınlığını mecburiyet olarak görüyor; ancak Türk halkının ve yönetiminin
Almanlara karşı ideolojik ve etnik boyutta bir düşmanlık beslemediğine de
inanıyorlardı. Bununla beraber Türklerin, baştan beri Müttefiklerin galip gel-
mesini istediklerine inanıyorlardı. Türkiye’den aktif işbirliği istekleri, söz ve-
rildiği hâlde kendilerine silah sağlayamadıkları ve Yunanlıları Alman saldırıla-
rı karşısında koruyamadıkları gibi mazeretlerle Türkler tarafından reddedili-
yordu. Arzu edilen işbirliğinin sağlanması için müttefiklerin cephelerde üstün-
lüğü ele geçirmesinin yanında İngiltere’nin Türkiye’yi silahlandırması gereki-
yordu ki İngiltere de bunu yapamıyor; ayrıca Türkiye ile olan ticaret hacmini
de geliştiremiyordu. Ama bunu Almanlar pekâlâ yapabiliyordu. Kısacası İngil-
tere’nin Türkiye’ye askerî ve ekonomik açıdan destek veremeyeceği aşikârdı.
Her ne kadar Türkiye’nin gönlü İngiltere ile olsa da Sovyet topraklarında Al-
manların başarılı olması, sonucu değiştirebilirdi.
PAPEN’E SUİKAST GİRİŞİMİ
Bu arada bir yandan Müttefikler diğer yandan Naziler, Türkiye’nin yanla-
rında savaşa girmesi ya da işbirliğini isterken, 24 Şubat 1942’de von Papen’e
Ankara’da bir suikast girişiminde bulunuldu. Hemen katili yakalayan Türk
polisi, İstanbul’daki Sovyet Konsolosluğu’nu kuşattı. Konsolosluktan suikastın
azmettiricisi olarak Leonid Kornilov ve George Pavlov adında iki kişinin teslim
edilmesini istedi. Pavlov iki hafta sonra teslim edilirken; ikinci zanlı ülkeden
kaçmak üzereyken Türk-Sovyet sınırında yakalandı. 2 Nisan’da başlayan
mahkemedeki ifadelerden suikastın, Türk-Alman ilişkilerini bozmak ve Türki-
ye’yi savaşa sokmak isteyen Sovyetler tarafından tertip edildiği ortaya çıktı.
Kornilov ve Pavlov, azmettirici olarak 16 yıl 8’er ay hapse mahkûm edildi.
Aslında Türk polisi suikastın arkasındaki ülkeyi önceden öğrenmişti. An-
cak kaynağını açıklamıyordu. Sovyetler, von Papen’e suikast için ilk önce Çe-
koslovakya’nın Ankara Büyükelçisi Milos Hanak’a işbirliği teklif etmişti. Ha-
nak bu iş için biçilmiş kaftan gibi gözüküyordu. Zira Hanak, Çekoslovakya’nın
1939’da Almanya tarafından işgalinden sonra diplomatik konumunu kaybet-
miş ve Türkiye’de kalarak müttefikler ile işbirliğine yönelmişti. Üstelik sür-
gündeki Çekoslovak hükümeti, Moskova ile de işbirliğindeydi. Suikast olayı-
na, “Ben katil değilim” diyerek şiddetle karşı çıkan Hanak, durumu Türk otori-
telerine de haber vermişti. Hanak’ın kendisi de, Sovyet teklifini reddettikten
sonra suikasttan kıl payı kurtulmuştu. Bunun üzerine Sovyetler suikastçı ola-
rak, eski Yugoslav vatandaşı ve Alman işgaline karşı Yugoslav Komünist Parti
organizasyonundaki direnişe katılmış olan Ömer Tokat adlı 25 yaşındaki genç
bir Müslümanı seçmişti. 1940 yılında Türkiye’ye gelen ve sonrasında Türk va-
tandaşı olan Tokat’ın hem kimliği hem de dini bağı Berlin’e, Türkiye’yi hedef
gösterecekti.78 Ancak bu oyunu tutmadı.
283
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
284
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
285
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
kanların geleceği ile ilgili stratejilerine endişe ile yaklaşıyordu. Onlara göre
İngiltere ve ABD, bölgede kendi pozisyonlarını güçlendirene kadar Almanların
pozisyonlarının zayıflamaması için Türkiye’nin tarafsızlığına göz yumuyordu.
Sovyet basını da, İngilizlerin Türkiye’ye gönderdiği silahların Almanlara karşı
kullanılmayacağını iddia ediyor ve amacın savaştan sonra SSCB’ye karşı Tür-
kiye’yi güçlendirmek olduğunu iddia ediyordu.84 Bu fikir, bundan sonra Sov-
yetler tarafından hep dillendirilecek ve Türkiye’nin tarafsız kalmasından dola-
yı Balkanlar kanadından emin olan Almanların, ordularını Sovyet orduları
üzerine gönderdikleri iddiasında bulunacaklardır.
MOSKOVA KONFERANSI
Quebec Konferansı’nda karar verildiği üzere üç büyüklerin Dışişleri ba-
kanları, Anthony Eden, Cordell Hull ve Viçeslav Molotov 19 Ekim 1943’te
Moskova’da bir araya geldiler. Daha toplantının başında Molotov, Almanları
Sovyet cephesinden 15 tümenini çekmeye zorlamak için üç büyüklerin Türki-
ye’yi savaşa zorlamasını istedi. Bu teklif Churchill’e gayet mantıklı geldi ve
toplantıdaki Eden’e telgraf çekerek Molotov’un Ege’deki savaşa Türkiye’nin de
dâhil edilmesi ve Sovyetlere yardım amacıyla Boğazların İngiliz donanmasına
açılması için teşebbüse geçme konusundaki fikrini öğrenmesini istedi.85 Aslın-
da Eden de Türkiye’nin savaşa katılmasını istiyordu, ama müttefikler Akde-
niz’de zayıf konumdayken ve Türkiye henüz gereken ölçüde silahlandırılma-
mışken bu isteğin pek gerçekçi olmayacağını düşünüyordu. Eden, Stalin’e “İs-
tanbul hâlâ Alman saldırılarına açıkken ve İngiltere söz verdiği silah sevkıyatını ger-
çekleştirememişken Türkiye’nin savaşa katılması için zamanın uygun olduğunu nasıl
iddia ettiğini” sordu. Stalin’in cevabı “biz kanımızı akıtırken Türkiye neden savaşa
katılmasın” oldu. “Türkiye konferans masasında yer almak istiyorsa Sovyet cephesin-
den birkaç Alman tümenini çekmesi lazım”dı.86
Churchill, Eden ile yazıştıktan hemen sonra Saraçoğlu vasıtasıyla İnö-
nü’ye de telgraf çekerek, İngiliz savaş gemilerinin Boğazlardan Karadeniz’e
geçmesine izin verilmesini istedi. Churchill telgrafında Almanların Türkiye’ye
saldıracak pozisyonda olmadığını iddia ediyordu.87 Oysa Almanların bölgede-
ki pozisyonu, İngiliz başbakanın iddia ettiğinin aksine hiç de zayıf değildi.
Eden’in muhalefetine rağmen Churchill, Türkiye’ye karşı izlediği stratejisinden
vazgeçmedi. Churchill’in bu konuda ısrarcı olmasının önemli nedenlerinden
biri de, Mussolini’nin 23 Temmuz 1943’te yönetimden uzaklaştırılmasından
sonra 8 Eylül’de teslim olan İtalya’nın hâkimiyetinde bulunan On İki Ada’nın
Almanlara kaptırılmamasıydı. İngilizler, Eylül ve Ekim aylarında bu adaları
almak için gayret sarf etti. Türkiye, bu müdahaleye de katılmadı. Ancak İngi-
lizlerin Ege’de, Almanlar karşısında içine düştükleri felaketli durum, Churc-
hill’in inandırıcılığını ortadan kaldırdı. Üstelik Türkiye, On İki Ada’yı ele ge-
çirmek için mücadele ettikleri esnada İngilizlere yiyecek ve malzeme taşıdı.
Almanlar karşısında bozguna uğrayan İngiliz birliklerinin tahliyesinde de yar-
dımcı oldu. Kasım ayı ortalarında Almanlar adaları tekrar geri aldı.88 Türkler,
İngiliz donanmasının Nazi saldırıları karşısında düştüğü duruma bizzat şahit
oldular. Bu durum, Churchill’in Türkiye’ye yönelik stratejisinin ne kadar ger-
çekçi olduğunu da, en azından Türkiye açısından ortaya koydu.
286
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
287
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
lerini dile getirdi. Eden ise, savaş sonrası Türkiye aleyhine bir Sovyet yayılması
söz konusuysa bu tehdidi asgariye indirmenin yolunun savaşa girmekten geç-
tiğini söyledi. Bunun aynı zamanda Türk-Sovyet ilişkilerini de geliştireceği ve
Sovyetlerin Balkanlardaki muhtemel nüfuz kurma girişimini engelleyebileceği
noktasında tezini kuran Eden, son olarak da üs talebini dile getirdi. Menemen-
cioğlu, onu sadece İngiltere adına değil, SSCB adına da konuşmakla itham
edince Eden, “İngiltere Türkiye’nin olduğu kadar SSCB’nin de müttefikidir”
cevabını verdi. Tabiî bu cevap, Türkiye’yi ikna edici olmaktan uzaktı. Üs talebi
ise, Türkiye’nin direkt savaşa girmesi anlamına geliyordu. Eden anılarında,
“Türklerin şüphelerinin temel nedeni, İngilizler ile Sovyetler arasında gizli bir pazarlık
olduğuna inanmalarıydı” diye yazmaktadır.92 Aslında, Menemencioğlu Eden’in
Sovyetlerin sözcülüğünü yaptığını hemen kavramıştı. Bu yöndeki soruları ise
Eden’i sinirlendirmeye yetmişti. Menemencioğlu, Balkanlarda Sovyetlerin ak-
törlüğünde olası senaryoları dile getirince İngiliz Dışişleri bakanı saldırganla-
şıyordu. Oysa Menemencioğlu, “İngilizlerin savaşa gir dediği dönemlerde savaşa
girmiş olsaydık, şimdi Yugoslavya’nın akıbetine uğramış olurduk. Türk ordusunun
savaş kabiliyetinin son derece sınırlı olduğu bu noktada savaşa girersek Alman işgalin-
den Boğazları Ruslar mı kurtaracak? Ruslar, Boğazları kimin için kurtarır” ifadeleri,
Türkiye’nin endişesini özetliyordu.93 Bu noktada Waisband’ın değerlendirmesi
önemlidir. Ona göre, Adana’ya gelmeden önce Churchill, Türkiye’ye karşı
tehditkâr dil kullanacağını, hatta Sovyet tehdidini koz olarak kullanacağını
belirttiği halde Adana’ya geldiğinde gayet makul bir dil kullanmıştır. “Eğer
Eden, Türkiye’nin, bağımsızlığını güvence altına alma temeline dayalı dış politikasını
anlayabilmiş olsaydı Menemencioğlu karşısındaki başarısızlığının nedenini de anlaya-
bilirdi.”94 Gerçekten de Eden’in üslubu, Türkiye’nin endişelerini gidermekten
ziyade, artırmak yönündeydi. Bunun sebebi, Eden’in bu görüşmelerde Mene-
mencioğlu’na Sovyetler ile ilgili söylediklerine kendisinin de inanmaması ol-
malıdır. Zira İngiliz dışişlerinin o döneme ait yazışmalarına bakıldığında savaş
sonrası Sovyetlerin amaçları hakkında Türkiye ile aynı endişeyi paylaştığı gö-
rülür. Sonuçta Menemencioğlu Türkiye’ye döndükten sonra yapılan değerlen-
dirmeler neticesinde 17 Kasım’da Türk hükümeti resmî cevabını verdi: Üs tale-
binin karşılanması Almanya’nın Türkiye’ye savaş açmasına sebep olacak, savaşa gir-
mek ise Türkiye’nin mevcut şartlarda üstesinden gelemeyeceği bir durumdur.
Türkiye’nin tutumunu, İnönü’nün savaştan uzak durmak için yaptığı ma-
nevralara bağlamak mümkün olsa da, Türkiye’nin göze alamayacağı bir du-
rum daha vardı. Hugessen, anılarında Türkiye’nin İngiltere’nin taleplerini
reddetmesinde Almanların Ege Adalarındaki savaş gücünü görmeleri ve şehir-
lerinin Alman saldırıları karşısında ne kadar savunmasız olduğuna şahit olma-
larının etkili olduğunu belirtir. Ayrıca Hugessen, Türkiye’nin On İki Ada için
yapılan savaşta tarafsızlığın ötesinde önemli rol aldığından, iletişim, haberleş-
me ve İngiliz birliklerinin tahliyesinde ciddi yardımlarının olduğundan bahse-
der.95
288
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
289
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
290
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
içinde hareket edecektir. Türkiye, On İki Ada konusunda olduğu gibi haklı
bazı isteklerini dahi dillendiremeyecektir. Yunanlıların dahi Türkiye’ye ait
olduğunu kabul ettiği Meis adasına bile sahip çıkamayacak, ciddi bir diploma-
tik çaba sarf etmeden bu adalar tamamen Yunanistan’a geçecektir. Hâlbuki
Türkiye bu konuda biraz bastırsa kendisine çok yakın bir iki ada üzerinde bazı
kazanımlar elde edebilirdi.101
İLİŞKİLERİN TAMİRİ ADINA İÇ SİYASETTE ATILAN ADIMLAR
Savaşın Almanlar lehine gözüktüğü 1941 ortalarından 1943 sonuna kadar
Türkçü-Turancı hareketlere direkt ya da dolaylı destek veren, Varlık Vergisi’ni
uygulayan hükümet, 1944 yılına geldiğinde Müttefiklerin savaşı kazanacağını
gördü. Gerçi Türkiye baştan beri savaşı Müttefiklerin kazanacağına inanıyor-
du, ama bu süreçte SSCB’nin ciddi anlamda güç kaybedeceğini düşünüyor-
du/umuyordu. Ancak gelişmeler Türk hükümetinin endişe ettiği yönde oldu.
Özellikle 1944 yılı başından itibaren Almanlar kademeli olarak geri püskürtü-
lürken SSCB’nin Doğu Avrupa’da güç kazanmaya başladığına şahit oluyordu.
Doğal olarak Türkiye, Balkanların da Moskova’nın egemenlik sahası olacağı
endişesine kapıldı. Üstelik Moskova uzun zamandır Ankara’ya karşı açık tavır
alıyordu. Belki daha endişe verici olan, müttefiklerden de savaş sonrası için
rahatlatıcı bir güvence alamıyordu. Bu korkudan hareketle Türkiye, Müttefik-
leri ve SSCB’yi memnun edecek bir takım adımlar attı.
Türk hükümeti ilk iş olarak iç siyasette Nazi rejimini çağrıştıran bazı uy-
gulamaları düzelterek Müttefiklere mesaj gönderdi. İlk önce demokratik ülke-
lerin tepkisini çeken Varlık Vergisi kanununu 15 Mart 1944’te yürürlükten
kaldırdı. Arkasından 1944 yılı mayıs ayında Türkçülük ve Turancılık hareketi
içinde olanları tutuklattı. Daha önce ses çıkarmadığı, hatta dolaylı olarak des-
tek verdiği bu hareketin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan, Zeki Velidi Togan
gibi önde gelenlerini büyük bir gürültüyle tutuklatması, Sovyetler Birliği’ne
hoş görünmek adına yapıldığının bir göstergesiydi. Üstelik bununla da kalma-
yıp, Türkiye’ye sığınmış bir grup Azeri Türkünü de Sovyetlere geri gönderdi.
102 Hâlbuki 5 Ağustos 1942 tarihinde Saraçoğlu’nun, “Biz Türkçüyüz ve daima
Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lâakal o kadar
bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğal-
tan Türkçüyüz ve her vakit bu istikamette çalışacağız” diye verdiği beyanat Türk
milliyetçilerine cesaret vermişti.103 19 Mayıs 1944 Gençlik Bayramı kutlamala-
rında İnönü, “hükümet darbesi için gizli tertip içinde olan ırkçı ve Turancılara karşı
vatanın müdafaa edileceğini” belirttiği konuşmasında Sovyetlerin Millî Mücade-
le’ye olan katkılarından övgüyle bahsetti. Von Papen’e yapılan suikastın az-
mettiricisi ve suikastin düzenleyen kişiler, 9 Ağustos 1944’te serbest bırakıldı.
Tamamen konjonktür gereği atılmış gözüken adımlar bununla sınırlı de-
ğildi. Naziler tarafından finanse edilen Türkische Post ve Beyoğlu gazeteleri ka-
patıldı. Türk gazetelerinde ağırlıklı olarak Müttefik yanlısı haber ve yorumlara
yer verilmeye başlandı. Önceden Mihver yanlısı yayınlarıyla öne çıkan Cumhu-
riyet’in de, Almanya ile diplomatik ilişkiler kesildikten sonra tavrının değişti-
ğini görüyoruz. Bu yıllarda Cumhuriyet, Ortadoğu ve Arap dünyasına yönelik
İngiliz görüşünü destekleyen yayınlara başladı.104
291
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
292
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
293
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
294
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
295
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
296
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
hâlâ tarafsızlık politikasında ısrar etmesinin fazla anlaşılır bir yanı olmadığı
gibi, bu tutumuyla savaş sonrası yalnızlığa itilecekti. Türkiye, her ne kadar 23
Şubat 1945 tarihinde Almanya ve Japonya’ya karşı savaş ilan etse de, bunun
San Francisco Konferansı’na katılmasını sağlamak ve BM’ye üye olabilmek
adına sembolik bir anlamı vardı. Bu (bir anlamda Sovyet etkisine girmemesi
için) Roosevelt ve Churchill’in onayı ile olsa da, asla Türkiye’ye verilmiş bir
garanti değildi. Bir yandan ekonomik darboğaz, diğer yandan savaş biter bit-
mez Sovyetlerin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne yönelik tehditkâr itirazı, mo-
dern ordular karşısında yeterli teknik donanıma sahip olmayan Türk hüküme-
tini endişelendirdi. Üstelik Sovyet tehdidi karşısında bölgedeki çıkarları doğ-
rultusunda kendisini yalnız bırakmayacağını düşündüğü Londra’dan hiç de
cesaret verici mesajlar gelmedi. Zira savaşın yarattığı ekonomik sıkıntıların
üstesinden gelmeye çalışan İngiliz hükümetinin gözü kulağı, Washington’dan
gelecek mesajlara çevrilmişken Sovyet saldırılarına karşı Türkiye’ye yardım
yapabilmesi söz konusu değildi. Türk Dışişleri, bundan sonra mesaisinin
önemli bir bölümünü Washington’un desteğini almak için harcayacaktır.
Türkiye Batılı demokratik ülkeler ile birlikte hareket etmek istediğine göre
siyasal hayatını da bu çizgide sürdürmek zorunluluğu vardı. Her şeyden önce,
savaş öncesinin aksine dikta rejimlerinden çok çeken dünyada artık demokrasi
rüzgârları esmeye başlamıştı. Savaş sonrası Sovyet tehdidi ile karşı karşı kalan
Türkiye ise, Batı desteğini sağlayabilmek için dünyayı savaşa sürükleyen dik-
tatör ülkelerin rejimlerini andıran tek parti uygulamalarını sürdüremezdi. Za-
ten 23 Şubat 1945’te Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek BM örgütünü
oluşturacak San Francisco Konferansı’na katılmayı hak kazanmıştı. Fakat
Amerika ve İngiltere’nin desteğini almak için daha fazla demokratik açılıma
ihtiyaç vardı. Bunun için çok partili hayata geçmek gerekliydi. İlk önce 18
Temmuz 1945’te Milli Kalkınma Partisi kuruldu. Ancak bu, kontrollü bir mu-
halefetti. Bu anlamda çok partili hayata geçişte dış faktörlerin belirleyici oldu-
ğu görülür. Ama iç faktörleri de yabana atmamak gerekir. Çünkü CHP’de sa-
vaş içinde başlayan sessiz muhalefet, savaş sonrasına doğru sesini yükseltme-
ye başlamıştı. Tek parti düzeninin yürümeyeceğini anlayan İnönü, CHP için-
deki muhalefeti cesaretlendirdi. Neticede Demokrat Parti de CHP içinden çıktı.
Bu faktörler dikkate alındığında, savaş sonrasında tek parti rejiminde değişik-
lik kaçınılmazdı.
297
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
1
Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, 1839-1950, İstanbul: İmge Kitabevi, 2004, ss. 377-
378.
2
Selim Deringil, “II. Dünya Savaşı ve Türkiye: Hasta Adam’ın Dinç Evlatları”, Toplumsal Tarih,
sayı. 121, Ocak 2004, s. 76.
3
Çavdar, a.g.e., s. 393.
4 Süleyman Yeşilyurt, Atatürk- İnönü Kavgası, Ankara: Yeryüzü Yayınevi, 2001, s. 181–182.
5
Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938–1945), cilt 1, İstanbul: İletişim Yayınları, 2003,
s. 173–183; Ercan Haytaoğlu, “İnönü Döneminde Türkiye’de Siyasal Yaşam (1938–1950)”, Sü-
leyman İnan & Ercan Haytaoğlu (eds.), Yakın Dönem Türk Politik Tarihi, Ankara: Anı Yayıncı-
lık, 2006, s. 77.
6
Selim Deringil, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, s. 77.
7
Cemil Koçak, “Siyasal Tarih (1923–1950)”, Sina Akşin (derleyen), Türkiye Tarihi: Çağdaş Türkiye
1908–1980, İstanbul: Cem Yayınevi, 2002, s. 167.
8 Deringil, “II. Dünya Savaşı ve Türkiye”, s. 77; Edward Weisband, 2. Dünya Savaşı ve Türkiye,
Örgün Yayınevi, İstanbul, 2002, s. 20.
9
Metin Heper, İsmet İnönü: Yeni Bir Yorum Denemesi, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999,
ss. 163–164.
10
Wayne Bowen, “Türkiye ve İkinci Dünya Savaşı: Taraflı Fakat Savaşmayan Ülke”, Türkler, cilt.
16, s. 803; Selim Deringil, Turkish Foreign Policy during the Second World War: An Active Neutra-
lity, Cambridge: Cambridge University Press, 1989, s. 24.
11
Ümit Özdağ, Atatürk ve İnönü Dönemlerinde Ordu-Siyaset İlişkisi, İstanbul: Bilgeoğuz, 2006, ss.
133–138.
12
Zafer Toprak, “Türkiye’de Muhalefetin Doğuşu: II. Dünya Savaşı ve Tek Partinin Sonu”,
Toplumsal Tarih, Sayı. 121, Ocak 2004, ss. 74–75; Ayhan Aktar, “Varlık Vergisinin Hikâyesi”,
Toplumsal Tarih, sayı. 121, Ocak 2004, s. 82.
13
Rıdvan Akar, Aşkale Yolcuları: Varlık Vergisi ve Çalışma Kampları, İstanbul: Mep Kitap, 2006, s.
30; Koçak, a.g.e., cilt 2., ss. 373–379; Hayta, a.g.e. s. 81.
14 Necdet Ekinci, “İnönü Dönemi ve II. Dünya Savaşı Yılları”, Türkler, cilt. 16, s. s. 713.
15
Akar, a.g.e., s. 67.
16
A.g.m., s. 83.
17 A.g.m., s. 83.
18 Ekinci, a.g.m., s. 714.
19
Aktar, a.g.m., s. 84.
20 Koçak, a.g.e, cilt 2, ss. 508–509; Aktar, a.g.m., s. 87; Ekinci, a.g.m., s. 714.
21 Koçak, a.g.e, cilt 2, s. 519.
22 Korkut Boratav, Türkiye’de Devletçilik, 1923–1950, Ankara: Savaş Yayınevi, 1982. s. 265.
23
Çavdar, a.g.e., ss. 436–440.
24 Neşe G. Yeşilkaya, “Halkevleri”, Tanıl Bora & Murat Gültekin (ed.) Modern Türkiye’de Siyasi
Düşünce: Kemalizm, Cilt 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 2001, s. 113.
25
Kadir Şeker, İnönü Dönemi Kültür Hayatı (1938–1950), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2006, s. 20.
26 Yeşilkaya, a.g.e., s.113.
27 Detaylı bilgi için bkz, Süleyman Seydi, Zor Yıllar: 2. Dünya Savaşında Türkiye'de İngiliz-Alman
Propaganda ve İstihbarat Savaşı, Ankara: Asil Yayın, 2006.
298
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
28 Köy Enstitüleri için bkz,. M. Asım Karömerlioğlu, “Köy Enstitüleri”, Tanıl Bora & Murat
Gültekin (ed.) Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm, Cilt 2, İstanbul: İletişim Yayınları,
2001, ss. 286- 293.
29
Kadir Şeker, a.g.e., s. 30.
30 Çavdar, a.g.e., s. 49.
31
Karaömerlioğlu, a.g.e., s. 292.
32 Cemil Koçak, Siyasal Tarih, s. 169.
33
Bkz. Cemil Koçak, “İkinci Dünya Savaşı ve Türk Basını”, Tarih ve Toplum, No. 35, Kasım 1986,
ss. 29–31.
34
Fatih Keskin, İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de Alman Propagandası: Türkische Post, Ya-
yımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1997, ss.
100–101; Selim Deringil, Turkish Foreign Policy, ss.7–9.
35 Bu yıllarda Türkiye’de yaşanan propaganda savaşları için bkz: Seydi, a.g.e.
36
Hikmet Özdemir, Atatürk ve İngiltere, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2004, ss. 50–52.
37
Detay için bkz: Lawrence Pratt, East of Malta, West of Suez: Britain’s Mediterranean Crisis, 1936–
1939, Cambridge: Cambridge University Press, 1975.
38
Viscount Halifax to Hughe Knatchbull-Hugessen, 31 March 1939, Documents on British Foreign
Policy, Series III, Vol. IV, no. 509.
39
Frank Marzari, “Western Rivalry in Turkey, 1939-I”, Middle Eastern Studies, Vol. 7, no. 1, 1971,
ss. 63–79.
40 İngiliz Milli Arşivi (Bundan sonra NA olarak kısaltılacaktır- ). Foreign Office (İngiliz Dışişleri
Bakanlığı – bundan sonra FO diye yazılacaktır) 1011/199, Hugessen to Laraine, 27 May 1939;
Frank G. Weber, The Evasive Neutral: Germany, Britain and the Quest for a Turkish Alliance in the
Second World War, Columbia: University of Missouri Press, 1979, ss. 35–36.
41 Geoffrey Roberts, The Soviet Union and the Origins of the Second World War: Russo-German Rela-
tions and the Road to War, 1933–1941, London: Macmillan, 1995, ss. 62–92.
42
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, 1914–1995, İstanbul: Alkım Yayınevi, 2005, s. 363
43
Bu konuda bir değerlendirme için bkz: Deringil, II. Dünya Savaşı ve Türkiye, ss. 76–81.
44
Deringil, a.g.m, s. 77.
45 Ümit Özdağ, a.g.e, ss. 138–140
46
Ekinci, a.g.m., s. 708.
47
Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2003, s. 153.
48
NA FO 371/25013, R 7196/203/44, Hugessen to Foreign Office, 13 July 1940; Türk Dış Politika-
sında 50. Yıl: Montreux ve Savaş Öncesi Yılları, 1935–1939, Ankara: Dışişleri Bakanlığı Araştırma
ve Siyaset Planlama Genel Müdürlüğü, 1973, s. 224.
49 Ribbentrop to Schulenburg, October 1939, No. 475, Raymond James Sontag and James Stuart
Beddie (ed.), Nazi-Soviet Relations 1939–1941: Documents from the Archives of the German Foreign
Office, Connecticut: Greenwood Press, 1973, s. 110
50
Baskın Oran, “Savaş Kaosunda Türkiye: Göreli Özerklik–2”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Poli-
tikası, Cilt: I, 1919–1980, İstanbul: İletişim, 2002, ss. 423–424.
51 Montreux Anlaşmasının 19. Maddesi Savaş zamanında Türkiye’nin savaşan taraflar arasında
yer almaması durumunda savaşan ülkelerin savaş gemilerinin boğazlardan geçişine engel
oluyordu.
52
Selim Deringil, “The Preservation of Turkey’s Neutrality during the Second World War:
1940”, Middle Eastern Studies, January 1982, s. 31. Fransızların Bakü petrol sahasına öncelik
saldırı planı için bkz: Charles O. Richardson, “French Plans for Allied Attacks on the Cauca-
sus Oil Fields, January-April 1940”, French Historical Studies, 1973–1974, ss. 130–156
53
NA FO 371/25016, R 6574/316/44, Hugessen to Foreign Office, no. 559, 14 June 1940; Feridun
Cemal Erkin, Türk-Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi Ankara: 1968, s. 162.
299
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
54 Jane Degras (Ed.), Documents from the Archieve of the German Foreign Office: Nazi-Sovyet Relati-
ons, Sovyet Documents on Foreign Policy, Vol. III, s. 458.
55 Süleyman Seydi, “İngiltere’nin Türk-Sovyet İlişkilerini İyileştirme Çabası (1939–1940)”, Ara-
yışlar, Sayı. 13, 2005, ss. 97–107.
56 NA FO 371/25015, R 7626/242/44, Foreign Office to Hugessen, no. 98, 8 September 1940.
57
Oran, a.g.e., s. 430; Deringil, The Preservation of Turkey’s Neutrality, ss. 43–45.
58 Sigrid Wegner-Korfes, “Ambassador Count Schulenburg and the Preparations for Barbaros-
sa”, in Bernd Wegner (ed.), From Peace to War, Oxford: Berghahn Books, 1997, ss. 187-204;
Gabriel Gorodetsky, Grand Delusion: Stalin and the German Invasion of Russia, London: Yale
University Press, 1999, s. 70.
59 Deringil, Turkish Foreign Polic, s. 116.
60 NA FO 371/30068, R6061/112/44, Hugessen to Foreign Office, no. 1407, 8 June 1941; Documents
for German Foreign Policy, D series Vol. XII, Schmidt memorandum on ‘conversation between
Hitler and Gerede’ on 17 March 1941, no. 177, s. 308.
61
Oran, a.g.e., s. 436; Nazi Soviet-Relationships, Ribbentrop’s reply to the statement made by the
Soviet Government, 21 January 1941, s. 271.
62 Oran, a.g.e., s. 442.
63 William Hale, Turkish Foreign Policy 1774–2000, London: Frank Cass, 2000, s. 88.
64 Akar, a.g.e., s. 26.
65 Koçak, a.g.e., Cilt. 1 s. 586.
66 NA FO 371/30092, R 6581/236/44, Hugesen to Foreign Office, no. 1577, 27 June 1941.
67 NA FO 371/30091, Hugessen to FO, no. 1540, 23 June 1941.
68 NA FO 371/30127, R 6493/1934/44, Hugessen to Foreign Office, 25 June 1941.
69 DGFP, series D, Vol. XIII, Ribbentrop Papen, 25 August 1941, no. 238, s. 304.
70 NA FO 371/30137, R 5044/3326/34, no. 2070, 26 August 1941.
71 NA FO 371/30137, E 5033/3326/34, Hugessen to FO, 26 August 1941; David Dilks (ed.), The
Diaries of Sir Alexander Cadogan 1938-1945, London: Cassell, 1971, s. 407.
72
Bkz: Akgül, a.g.m., ss. 168–169; Nur Özmel Akın, Rauf Orbay’ın Londra Büyükelçiliği, İstanbul:
Bağlam, 1999, ss. 158–160.
73 Foreign Relations of United States (FRUS), Steinhardt (American Ambassador to Ankara) to the
Secretary of State, memorandum on Saraçoğlu’s account on background of Turco-Soviet rela-
tions during recent years, 11 June 1941. 1942, vol. IV, P.822; NA FO 371/33340, R 317/72/44,
Hugessen to Foreign Office, no. 67, 10 January 1942.
74 Koçak, a.g.e., Cilt.1, s. 613; NA FO 371/30092, R 6885/286/44, Hugessen to Foreign Office, 30
June 1941.
75 Deringil, Turkish Foreign Policy, ss. 128–129.
76 NA FO 371/37443, R 1227/27/44, Baggallay to FO, No. 217, 20 February 1942; HS 3/227, Tur-
key: A Political Appreciation, 27 February 1942.
77
Jacob M. Landau, Pan-Turkism: from Irredentism to Cooperation, London: Hurst & Company,
1995, s. 113.
78 Barry Rubin, Istanbul Intrigues, İstanbul: Boğaziçi University Press, 2002, ss. 7-15.
79
NA FO 371/37465, R 566/55/44, Howard minute, 23 January 1943, also see Hugessen to Fore-
ign Office, no. 118, 18 January 1943.
80 Cordell Hull, The Memoirs of Cordell Hull, Vol. 2, London: Hodder & Stoughton, 1948, pp.
1365–66. Winston Churchill, The Hinge of Fate, London & Co. Ltd, 1951, ss. 624–25.
81 Robert E. Sherwood, Roosevelt and Hopkins: An Intimate History, New York: Harper & Brothers,
1950, s. 683.
300
12. Bölüm: 1939-1945 Dönemi İç ve Dış Politika / Süleyman Seydi
82 Robin Denniston, Churchill’in Gizli Savaşı: Diplomatik Yazışmalar, İngiliz Dışişleri Bakanlığı ve
Türkiye 1942-1944, İstanbul: Sabah Kitapları, 1997, ss. 142–143; Feridun Cemal Erkin, Türk-
Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Ankara: Başnur Matbaası, 1968, s. 193.
83
Oran, a.g.e., s. 454.
84 George Kirk, “The Middle East in the War”, Survey of International Affairs, 1939–1946, London:
London University Press, 1952, s. 458.
85 Churchill Archives Centre (CAC), Churchill Papers, CHAR 20/122/72, Churchill to Eden, no. T
1758/3, 29 October 1943.
86
NA FO 371/37474, R 10584/55/44, Eden to Churchill, no. 54 Spaces, 22 October 1943.
87 CAC, Churchill Papers, CHAR 20/122/107, Churchill to Saraçoğlu, 30 October 1943.
88
Hale, a.g.e., s. 96.
89 NA FO 371/37474, R 10584/55/44, Sargent minute, 26 October 1943; NA FO 371/37474, R
10733/55/44, Clutton minute, 26 October 1943.
90
CAC, Churchill Papers, CHAR 2/122/89, Eden to Churchill, no. T. 1772/3, 29 October 1943.
91
NA FO 371/37475, R 12136/55/44, Hugessen to Foreign Office, no. 2063, 22 November 1943.
92
Lord Avon, Memoirs: the Reckoning, London: Cassell & Company Ltd., 1965, s. 418.
93
Bkz. Oran, a.g.e., s. 459.
94
Weisband, a.g.e., s. 172.
95
Knatchbull-Hugessen, Diplomat in Peace and War, London: John Murray, 1949, s. 193.
96
Winston Churchill, Closing the Ring (London: Cassell & Co. Ltd., 1952), s. 255.
97
Waisban, a.g.e, s. 192-193.
98 Oran,a.g.e., 462.
99 NA FO 371/37476, R 13069/55/44, Hugessen to Foreign Office no. 2183, 12 December 1943.
100 NA FO 371/44066, R 1345/7/44, Churchill minute, no. M22/4, 24 January 1944.
101 Detay için bkz., Süleyman Seydi, “On İki Adaların Yunanistan'a Devrinde İngilizlerin Rolü”,
103.
104
Seydi, Zor Yıllar, s. 262.
105 Hull, a.g.e., s. 1372.
112 Savaş yıllarında Türkiye’nin Montreux’yü nasıl uyguladığına dair geniş bilgi içi bkz., Seydi,
S., Steven, M., “Turkey's Application of the Montreux Convention in the Second World War”,
Middle Eastern Studies,Vol. 41, No.1, January 2005, ss. 77-99.
113 Oran, a.g.e., s. 469.
301
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
302
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
13. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE ÇOK PARTİLİ SİYASAL SÜRECE GİRİŞ:
DEMOKRASİYE GEÇİŞ Mİ SİYASAL REJİMİN
RESTORASYONU MU?
Adem ÇAYLAK∗
Şükrü NİŞANCI∗∗
GİRİŞ
Türkiye’de, “Yeter söz milletindir”1 sloganı ile 7 Ocak 1946’da kurulan De-
mokrat Parti’nin (DP) 14 Mayıs 1950 tarihinde iktidara gelmesi ile birlikte, mo-
dern Türkiye’nin temellerinin atıldığı Atatürk devrimlerinden “geriye” mi
gidildiği, yoksa “hürriyet” ve “demokrasi” söylemi ile işbaşına gelen DP dö-
neminin Atatürk devrimlerinin “ilerici” bir hamlesi mi olduğu yolunda, kimi
katmanları ile “Türk sağı” ile “Türk solu” arasında, bugünün çatallaşan siyase-
tini de etkileyecek yoğun bir tartışma zemininin varlığı, 1946 yılı ile girilen çok
partili siyasal hayat ve 1950’de iktidara gelen DP ile sembolleştirilen tarihi dö-
nemecin, devrim, karşı-devrim ya da restorasyon kavramları çerçevesinde ye-
niden okunmasını gerekli kılmaktadır. Türkiye’de biçimsel anlamda “demok-
rasiye”2 (aslında çok partili düzene) geçişin “devrimci” ya da “karşı-devrimci”
dönemeci olarak sunulan 1950’nin, Türkiye’de en azından II. Meşrutiyet’ten
beri var olduğu ve cepheleşmeci/kutuplaşmacı bir tür ölüm-kalım siyasetini
başlattığı ileri sürülen İttihatçı-İtilafçı biçimindeki ayırımları3 açığa çıkardığı
söylenebilirse de, asıl önemli olanın, tarihsel süreçten kopmaksızın 1946 ile
girilen sürecin devrim ve karşı-devrim dikotomileri çerçevesi dışında başka bir
bağlamda değerlendirmenin, hizipleşmeye yüz tutmuş Türk siyasetinde bir
açılım sağlayabileceği düşünülmektedir.
Türkiye’nin siyasal hayatında 1946–50 arasında yaşananlar, İkinci Dünya
Savaşı sonrası Cumhuriyet Türkiye’sinin alacağı yönü tayin ettiği söylenebilir.
1923–46 arasında devam eden tek-partili Cumhuriyet rejimi, 1946 ile birlikte
aslında sadece görünüşte çok partili siyasal bir sürece girmiştir. Başka bir de-
yişle, çok partili siyasal hayata geçiş, içinde tüm toplum kesimlerinin ve siyasal
ideolojilerin eşit ve özgür bir biçimde temsil edildiği rekabete dayalı yarışmacı
∗
Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi.
∗∗
Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi, Kamu Yönetimi.
303
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
304
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
Tüm bu iddialara rağmen,1946–50 arası dönemi ele alan resmi tarih tezi ve
bu tezle mahiyette aynileşerek ona eklemlenen muhalif tezlerin dışında olgula-
rın cereyan ediş biçimine bakıldığında, aslında her iki karşıt kutupta yer alan
tezlerin nesnel bir gerçekliğe dayanmadığı, hatta paradoksal bir şekilde sözü
edilen dönemde CHP’nin, DP’leşirken, DP’nin de süreç içinde CHP’lileştiği
anlaşılabilecektir. Bu süreç, zaten program olarak birbirinden fazlaca farklılık
göstermeyen her iki partiyi, birbirine son derece benzer hale getirmiştir. Timur,
bu durumu, Türkiye’deki “partiler demokrasisi”nin bir “ikiz partiler demokrasi-
si” haline gelmesi olarak değerlendirirken oldukça haklıdır.17 Bu açıdan yakla-
şıldığında ve özellikle de, DP’nin iktidara geldiği 1950 tarihinde Menderes’in
ilk Meclis konuşmasında, “devr-i sabık yaratmayacağız” biçiminde özetlenebile-
cek sözlerinden18 yola çıkıldığında, DP’nin, karşı-devrimci bir siyasal çizginin
temsilcisi biçiminde görülmesinden ziyade, devrimci Atatürkçülüğü, kendi
siyasal amaçları uğrunda sulandıran bir siyasal parti olarak değerlendirilmesi
daha uygun olsa gerektir. Başka bir deyişle, bu süreçle birlikte, devrimci-
aydınlanmacı ve milliyetçi Atatürkçülükten, “popülist liberalizm”e geçilmiştir.
Bu süreçte Atatürkçülük farklı algılansa da, Atatürkçülük ve devrimler konu-
sunda topyekûn bir karşı-duruş yaşanmamıştır. Bu konuda daha 1946–50 arası
dönemde, DP kurucuları tarafından tasfiye edilen ve Millet Partisi’ni kuran
(MP) Osman Bölükbaşı ve arkadaşlarının (Fevzi Çakmak, Sadık Aldoğan, Ke-
nan Öner gibi) CHP ve DP’yi “ikiz parti” olarak değerlendiren ve her ikisine de
saldıran yaklaşımlarına bakıldığında, MP ve Bölükbaşı’nın, DP’den daha ziya-
de karşı-devrimci siyasal çizgiye sahip oldukları söylenebilir. Bölükbaşı’nın
iddiasına göre, DP Kurucuları, demokrasi davasına ihanet etmişler ve “46 Ru-
hu”nu söndürmüşlerdir. Bu bakımdan DP, CHP karşısında karşı-devrimci bir
karaktere bürünmüş bir hareket değildir. Bu itibarla da, DP içinden çıktığı
CHP’ye benzemiştir. Ona göre, sağ iktidarların devamlı bir şekilde üzerinde
vurgu yaptıkları “1946 ruhu” bir mitten ibarettir. Bunun bir göstergesi de DP
programını Çankaya’da sunan Bayar’la İnönü arasında geçen şu diyalogda
açığa çıkmaktadır: İnönü; Terakkiperverlerde olduğu gibi, itikadatı diniyeye ria-
yetkârız, diye bir madde var mı? diye sorar. Bayar; Hayır Paşam, Laikliğin dinsizlik
olmadığı var, diye cevap verir. İnönü; Ziyanı yok. Köy Enstitüleriyle, ilkokul sefer-
berliğiyle uğraşacak mısınız? diye ekler. Bayar; Hayır, yanıtını verir. Daha sonra
İnönü; Dış politikada ayrılık var mı? diye sorar. İnönü, Bayar’dan “yok” yanıtını
alınca, o halde, tamam.19 Sadece 21 Temmuz 1946’dan 14 Mayıs 1950 dönemine
kadar iktidar ve muhalefetin kendi içinde ve birbirleriyle yaşadıkları gelişme-
lere odaklanıldığında dahi Türkiye’de iktidar ve muhalefetiyle bir bütün ola-
rak ciddi bir demokratik siyasal kültür yoksunluğunun varlığı kendini hisset-
tirmektedir.
I. TEK PARTİLİ HAYATTAN ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ
Türkiye Cumhuriyeti, bir tek parti rejimi olarak doğmamış, aksine “Kuva-
yı Milliye Ruhu”nu20 temsil eden Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ço-
ğulcu yapısı süreç içinde bir tek parti hegemonyasına dönüşmüştür.21 Tek parti
döneminde ilki, hemen Cumhuriyet’in başında Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası, diğeri 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası olmak üzere, iki kez çok
305
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
306
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
307
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
308
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
1946 çok partili siyasal hayatın oluşumunda en ürkek, en mütereddit olan Ba-
yar’dı. Halk Partisi içinde bir kaynaşma açığa vurulunca ve bu kaynaşmada
Bayar’ın adı duyulunca, Başvekil Şemsettin Günaltay, Bayar’a; Şu halde siz ayrı-
lın ve bir başka parti kurun, dediği zaman Bayar; hayır ben bir Miralay (Albay)
Sadık Bey39 olamam, diye yanıt verdiği anlatılır.40
Bütün bunlara ilaveten Bayar’ın, sol görüşleri ile tanınan Tevfik Rüştü
Aras, Cami Baykurt41 ve Tan gazetesi sahipleri Sertel çifti ile de ilişki içinde
olduğu da bir gerçektir. Hatta DP kurulmadan hemen önce (1 Aralık 1945),
Sertel çiftinin çıkardığı Görüşler dergisinde hem Bayar’ın hem de, özellikle
Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşmelerinde isminden çok söz ettiren
Adnan Menderes’in yazı yazacakları bizzat derginin sahipleri tarafından açık-
lanmıştır.42 Ancak tüm bu girişimlerde Tevfik Rüştü Aras baş roldedir.43 O bir
taraftan Bayar’la Atatürk döneminden yakındırlar, bir taraftan da Menderes’in
akrabasıdır. Bayar-Aras, muhalefet çekirdeği 1942’de Aras’ın Londra Büyükel-
çiliği’nden alınmasından sonra gelişmiştir. Bu ikili, bundan sonra sık sık gö-
rüşmüşlerdir. Zekeriya Sertel, anılarında, DP’nin fikir babasının Aras ile ken-
disi olduğunu, bunun temelinin, Aras, Bayar ve Menderes ve kendisinin 1945
yılı boyunca Aras’ın Bahçelievler’deki evinde yaptıkları toplantılarda atıldığını
iddia etmiştir.44
Tüm bu gelişmelerden sonra, Takrir’i veren Bayar ve arkadaşları süreç
içinde Aras, Baykurt ve Serteller’le ilişkilerini kesmişlerdir. Bunda, o dönemde
bu grubun gazete ve dergilerinde (Tan gazetesi ve Görüşler dergisi) komü-
nizm propagandası yaptıkları yolunda bir iktidar duyarlılığının yattığı söyle-
nebilir. Başka bir deyişle, İnönü’nün, amaçlanan ikinci partide komünist ol-
dukları bilinen ve cumhuriyetin kazanımlarını sorgulayacak kişilerin yer al-
maması gerektiği konusunda hassas olduğu, Bayar ve arkadaşlarınca iyi algı-
lanmıştır. Böylece İnönü, ikinci parti için Bayar’ın yanına Fuat Köprülü, Adnan
Menderes ve Refik Koraltan gibi ne aşırı sola ve ne de aşırı sağa hiçbir yakın-
lıkları olmayan isimleri de sokarak, bir tür “sadık muhalefet” yaratmıştır.45
Bu süreçte, İnönü’nün ikinci parti başkanı olarak Bayar’ı düşünmesinde
en önemli etkenler, Bayar’ın da geçmişin sorumluluğunu paylaşmış, Atatürk’e
bağlı, Cumhuriyet’in kazanımları ile devrimler konusunda en az İnönü kadar
hassas olması ve bu itibarla geçmişin meşruluğunu tartışma konusu yapmaya-
cağının düşünülmesidir.46 Eroğul, Bayar’ın da, kendisi başkanlığında kurula-
cak bir muhalefet partisinin başarılı olması için, Cumhuriyet’in büyük yasakla-
rına (irtica ve anti-komünizm) dokunmamasının ve kamuoyunun partiyi bir
muvazaanın (danışıklı dövüş) eseri olarak görmemesinin gerekli olduğu konu-
sunda bilinçli olduğunu yazmıştır.47 Başka bir deyişle, nasıl ki, Cumhuriyet
yönetimi, o ana kadar siyasal hayatı iki kalın duvar (laiklik ve anti-komünizm)
arasında tutmuşsa, çok partili siyasal düzene geçilirken de aynı sınırlamalar
içinde kalan bir siyasal hayat tasavvur edilmiştir.
II. DP’NİN KURULUŞU ve YAŞANAN TARTIŞMALAR
Böylece, devlet başkanı ve dolayısıyla da iktidarın onayını alan takrir sa-
hipleri, çok partili düzenin ilk muhalefet partisini, 7 Ocak 1946’da kurmuşlar-
309
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
dır.48 DP’nin kuruluşu ile ilgili değerlendirmeler farklı olsa da,49 DP isminin
konuluşunda, Amerikan öykünmeciliğinin hiç de azımsanmayacak bir etkisi-
nin olduğu görülmüştür.50 DP kurulur kurulmaz, muvazaa isnadı ile yüz yüze
kalmıştır. Bu konuda Bayar, “Muvazaa hafifliktir. Kimse böyle bir teklifte bulun-
mamış, kimse de böyle bir şeyi kabul etmemiştir” 51 diyerek, kamuoyunu tatmin
etmek yönünde açıklamalar yapmak zorunda kalmıştır. Zaten muvazaa isnadı,
daha sonraki yıllarda DP’deki parçalanmanın ana eksenini teşkil edecek ve çok
partili hayatın üçüncü siyasal partisi olan MP’nin kuruluşu ile sonuçlanacaktır.
DP kurulur kurulmaz, ülkede tek parti iktidarı ve uygulamalarından hoşnut
olmayan tüm toplum kesimleri, muhalefetlerinin kaynakları farklı olsa da,
DP’ye katılmıştır. Akşin’in tabiriyle, DP, CHP iktidarını yıkmak için toplanmış
“çeşitli” unsurların oluşturdukları bir muhalefet bloku idi.52 Başka bir deyişle,
DP, Tunaya’nın belirttiği gibi, muhalefetin kütleleşmesi diye adlandırılan, ge-
niş ve türdeş olmayan bir muhalefeti temsil eder.53
Samet Ağaoğlu, DP’nin daha yeni kurulduğu yıllarda yazdığı bir kitabın-
da, Meşrutiyet’te olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de kurulan bütün siya-
sal partilerin (İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf, Cumhuriyet Halk, Terakki-
perver Cumhuriyet ve Serbest Fırka) yönetici kadronun kendi içindeki hareket-
lerinden doğduğunu, bunların bir halk hareketi olmadığını, ancak 1945’ten
sonra kurulan siyasal partilerin halkın baskısı sonucu oluştuğunu ve bu itibar-
la DP’nin bir halk hareketi olduğunu iddia etse de,54 DP’yi kuran ve kurduran
iradenin iktidar seçkinleri içindeki bir kısım yönetici kadro olduğu bir gerçek-
tir. DP’nin kuruluşu döneminde, Refik Koraltan’ın inisiyatifiyle, DP’ye bir
program hazırlığı içinde olan, bunu Bayar ve arkadaşları ile defalarca konuşan
ve hürriyet konusunda farklı fikirlere sahip bulunan Ahmet Hamdi Başar, o
günlerde yazdığı bir makalede,55 DP’nin bir halk hareketi olmadığını ve bu gibi
“hürriyet isteriz, kahrolsun istibdat” diye basit hürriyet fikri etrafında kütleleşen
muhalefet hareketlerinin demokrasinin kurumlaşmasında çok yaralar açacağı-
nı anlatırken, aslında Türkiye’de Meşrutiyetten beri süregelen çarpık siyasal
iktidar-muhalefet ilişkisine parmak basmıştır.56 Öyle ki, DP’nin zihniyeti, gö-
rüşleri ve programı ayrıntısı ile bilinmediği halde, ülkedeki tüm muhalif grup-
ların, DP’ye katılarak, iktidar mücadelesine girişmeleri, DP liderlerinin aldıkla-
rı bir kararla değil, halkın zorlamasıyla olmuştur. Yakup Kadri Karaosmanoğ-
lu, Demokrat Parti’nin mitinglerinde halkı en çok galeyana getiren ve CHP’yi
suçlayan hususun, “Bizi aç bıraktınız, çıplak bıraktınız. Ölülerimizi saracak kefen
bile bulamadık” feryatlarının olduğunu dile getirmiştir.57 Ayrıca DP liderleri de,
CHP içinden çıkmış olmalarına rağmen, bir günde nasıl da “kahraman” olmuş-
lardı. Öyle bir hava estirilmişti ki, halkın zihniyet, program ve politikalarının
ne olduğunu bilmediği DP’ye oy vermesi, aslında sadece CHP’ye karşı oy
vermek demekti. Karpat da, hiçbir fark gözetilmeksizin muhalefetin böyle top-
tan desteklenmesini, Türkiye’nin gelecekteki çok partili hayatı bakımından
endişe verici bulmuştur.58
Öte yandan, Türkiye’de tuhaf bir şekilde bazen, demokrasi ile özdeşleştiri-
len çok partili siyasal hayatın, bir idealizm ve doktrin yolundan gelmeyip, poli-
tika yolundan geldiğine değinen Aydemir, DP’nin gerek, kadro olarak CHP
310
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
311
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
mek amacıyla DP’de siyasete atılan, söz konusu yeni isimlerin ortak özellikle-
rinin başında DP’nin kurucularının aksine, CHP içinden gelmemeleridir.
Bu arada, CHP iktidarı, DP’nin hızlı gelişmesi ve teşkilatlanması karşısın-
da, muhalefete fazla vakit tanımamak kaygısıyla,69 genel seçimleri bir yıl öne
almış ve CHP’nin 9–11 Mayıs 1946 tarihli Kurultayı’nda kabul ettiği ilkeler
doğrultusunda tek dereceli seçimlerin 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılmasını
kararlaştırmıştır.70 Bu arada, seçimler yaklaşırken DP, ülkedeki tüm muhalefe-
ti yapısında barındırdığı gibi İnönü’nün tarihi şahsiyetini dengeleyecek, Mare-
şal Fevzi Çakmak nezdinde çok önemli bir destek de bulmuşlardır. Çakmak,
tarihi olduğu kadar, dindar ve muhafazakâr kitle üzerinde çok ağırlığı ve say-
gınlığı olan bir kişilikti. 1944 yılında genelkurmay başkanlığından emekli ol-
duktan sonra CHP’nin tüm ısrarlarına karşı siyasete girmeyen Çakmak, Ba-
yar’ın ricası üzerine DP listesinden bağımsız aday olmayı kabul etmiştir. Ba-
yar, Tevfik Rüştü Aras’la birlikte Çakmak’ı ziyaret ederek, DP hakkında ka-
muoyunda oluşan muvazaa iddiasını, partiye Çakmak’ı alarak ortadan kal-
dırmak istemiştir.71 Çakmak gibi tarihi bir şahsiyetin de, bağımsız aday da olsa
DP listesinden seçime girmesi, memleketteki muhalefetin tüm gövdesinin
DP’ye aktığının bir göstergesi idi. Böyle bir hava içinde çok partili siyasal haya-
tın ilk genel seçimleri (21 Temmuz 1946) yapıldı. Her yerde tam olarak teşkilat-
lanamayan DP, diğer yerlere oranla İstanbul’da başarı kazandı. Bunda Mareşal
Çakmak’ın ağırlığının yanında,72 DP’nin İstanbul İl Başkanı Kenan Öner’in
büyük bir payı vardı73 Seçimlerden sonra hiç bitmeyecek bir biçimde, Demok-
ratların, seçimde yaşanan yolsuzlukları ve mazbata oyunlarını dile getirmele-
rinin yanında, seçim sonuçlarının, her ne kadar tek dereceli olsa da, seçim
sistemindeki aksaklıklar (açık oy gizli sayım gibi) ve devlet görevlilerinin se-
çimde CHP yanlısı tutumları yüzünden,74 ilerde DP saflarında büyük tartışma
ve ihtilafları yaratması açısından çok daha önemli bir yanı vardı. Yapılış tar-
zında ve sonuçları itibariyle bu seçimlere yönelik tenkitler, Meclis’in meşruiye-
tini sorgulama noktasına kadar gitmiş ve bu durum, özellikle iktidar-
muhalefet arasında ilişkilerinin en kritik ve çetin bir aşamaya geldiği tarihler-
de, Cumhurbaşkanı İnönü tarafından iktidar ile muhalefeti uzlaştırmak ve
tıkanan siyasal alana yeni bir yön vermek amacıyla yayımladığı meşhur 12
Temmuz Beyannamesi’ne kadar sürmüştür.
Bu arada, seçimlerden sonra İnönü, hükümeti kurmak üzere Recep Peker’i
görevlendirmiştir. Peker, tek partili sistem ve kuvvetli bir şef idaresi taraftarı,
pek uzlaşmacı olduğu söylenemeyecek bir siyasal kişilik olarak biliniyordu.
Muhalefetin gittikçe hızlanan propagandası ve artan gerilim, Peker gibi “kud-
retli bir insan”la hal yoluna gireceği düşünülüyordu. İnönü’nün düşündüğü
ise, gerilen iktidar-muhalefet ilişkisinde Peker’in “tatlı-sert” politikasında, tatlı-
lığın, kendisi tarafında kalması idi.75 Ancak Peker’in güttüğü siyaset, hem CHP
içinde hem de ilerde ayrıntıları ile görüleceği üzere DP içinde gittikçe artan bir
ayrışmayı beraberinde getirmiştir.76 Ayrıca, 21 Temmuz 1946 seçimleri ile DP
Birinci Büyük Kongresi (7 Ocak 1947) arasında geçen sürede, Recep Peker Hü-
kümeti’nin muhalefet üzerinde uyguladığı baskı politikası, iktidar-muhalefet
ilişkilerini büsbütün germiştir. Özellikle Meclis mazbatalarının tasdiki, 1947
312
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
bütçe tasarısı gibi konularda çok sert tartışmalar yaşanacak ve Peker’in 18 Ara-
lık 1946’da Adnan Menderes’in bütçe tenkitlerine verdiği cevapta, “Adnan
Menderes’in sesinden kötümser ve psikopat bir ruhun mariz karanlıkları içinde, şanlı
bir milletin ve arkada bıraktığı karanlıklardan azameti, şan ve şerefli bir istikbale git-
mek azminde bulunan kudretli bir devletin hayatını bir boşluk halinde ifade eden hale-
tin akislerini dinledik” biçiminde bir cümleyi söylemesi ve Bayar’ın halkı isyana
teşvik ettiğini ileri sürmesi üzerine DP meclis grubu, Meclis’i terk etmiştir.77
İnönü’nün arabuluculuğu ile DP’liler Meclis’e tekrar dönmüşlerse de ortam
yumuşamamıştır. Daha sonra DP Birinci Büyük Kongre’nin almış olduğu
“Hürriyet Misakı” kararına karşı, iktidarın şiddet politikasını daha da artırması,
hatta İçişleri Bakanı’nın 29 Ocak 1947’de DP’yi komünistlikle suçlaması,
DP’nin kısmi milletvekilliği seçimine girmeme kararının verildiği İzmir’de
halka ateş edilmesi, DP ile iktidar arasındaki gerginliği, ipi büsbütün kopması
noktasına getirmiştir.78
Yine, 21 Temmuz 1946 seçimleri ile DP Birinci Büyük Kongresi (7 Ocak
1947) arasında yaşananlar, DP’de ilk ayrılıklara neden olması ve parti içinde
başlayan çatışmaların ilk çekirdekleri olmaları bakımından önemlidir. Özellik-
le iki konu dikkati çekmektedir. Bunlardan biri, Parti milletvekillerinin, Meclis-
ten çekilerek, “sine-i millete” dönme, diğeri İnsan Hakları Cemiyeti’nin kurul-
masıdır. 1946 seçimlerinin bilinen baskı ve muhalefeti görmezden gelen bir
çerçevede yapılmış olması, DP teşkilatlarında yaygın bir hoşnutsuzluk uyan-
dırmıştı. Bu kızgınlık, DP mebuslarının Meclise girmemesi fikrini doğurmuştu.
Ne var ki, DP Kurucuları ve müteşebbis genel kurul aynı fikirde değildi. Onla-
rın düşüncelerine göre Meclise girmemekle hiçbir şey elde edilemezdi. Bu du-
rum, iktidarın işine gelir ve DP’yi halkın önünde ihtilalci bir örgüt yapardı.
Kurucuların anlayışına göre, ihtilal fikri DP’nin bir yolu değildi. Meclisi terk
etmek görüşünün hararetli taraftarları arasında tanınmış ve bir kısmı milletçe
de sevilen bazı şahsiyetler de vardı: Mareşal Fevzi Çakmak ve Kenan Öner
gibi. Ancak DP’nin içinde sertlik yanlısı kişilerin yanında, bir de partisiz sol
takım vardı. Bu kişiler, Bayar’ın DP’sinden ümidi kesmiş ve “demokrasi” ve
“hürriyet” mücadelelerini DP’nin içinde bulunan, ancak kurucuların yumuşak
ve mutedil politikasından hoşlanmayan, Mareşal Çakmak ve Kenan Öner gibi
kimseleri de yanlarına alarak, başka bir platformda gerçekleştirmek isteyen,
Cami Baykurt, Tevfik Rüştü Aras gibi bilinen isimler ve Sabiha-Zekeriya Sertel
çiftiydi. Serteller, Meclise girmeme tezini, gazeteleri Tan’da şiddetle savunu-
yorlardı. Seçimlerden sonra Demokrat Parti’de baş gösteren çekişme ve ayrılık-
ları ateşleyen bir diğer gelişme de İnsan Hakları Cemiyeti’nin kurulmasıydı.
Öner ile Çakmak’ın kamuoyunca aşırı solcu olarak bilinen kimselerce işbirliği
içinde olarak bir cemiyetin kuruluşuna katılması iktidar ve DP kurucuları tara-
fından iyi karşılanmamıştır. Öner, aslında bir polemik yaratarak bu cemiyetle,
Ankara’da kurulan cemiyetin insan haklarına sırt çevirmiş kimselerle, insan
hak ve hürriyetlerini nasıl koruyacağını anlatmak istemiştir. Özellikle DP ku-
rucularından gelen tepkiler sonucu Öner ve Mareşal bu cemiyetle hiçbir ilgile-
rinin olmadığını bildirmişlerse de,79 İnsan Hakları Cemiyeti de DP’de yaşanan
krizde ve kurucuların kendilerine tam bağlı olmayan parti ileri gelenlerini tas-
fiye etmede kullandıkları bir araç işlevi görmüştür.80 Ağaoğlu’ya göre, Tevfik
313
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Rüştü Aras, İnsan Hakları Derneği ile DP arasında bir köprü kurmak istemiş
ancak bunda başarılı olamamıştır.81
IV. DP’NİN I. KONGRESİ ve HÜRRİYET MİSAKI’NIN
YAYINLANMASI
Demokrat Parti Birinci Büyük Kongre’si 7 Ocak 1947 günü başlayarak beş
gün sürmüştür. Kongre’nin Türk demokrasi tarihindeki yeri büyük olmuştur.
Ayrıca Parti’nin bütün hayatında etkisi görülecek olaylara da sahne olmuştur.
Bu kongre’nin, 27 Mayıs 1960 darbesine kadar etkisi sürüp giden parti içi kav-
gaların başlangıç kaynağı olduğu söylenebilir. Kongrede, delegeler adeta bir
ihtilal havası estirecek kadar coşkuluydular. Bayar’ın anlattığı kadarıyla, içinde
Öner, Ağaoğlu, Bölükbaşı, Dr. Mükerrem Sarol ve Osman Sarol’un bulunduğu
bir grup, parti milletvekillerinin Meclis’ten çekilmelerini istiyor, tek çıkar yolu
iktidarı, milletle karşı karşıya getirmekte görüyordu. Buna karşılık bir itidal
grubunun da olduğunu belirten Bayar; Adnan Menderes, Refik Şevket İnce,
Ekrem Hayri Üstündağ, Hulusi Köymen’in sözcülüğünü yaptığı ve zaman
zaman Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu ve Refik Koraltan tarafından desteklenen
bu grubun, Meclis’ten çekilme ile oluşabilecek ihtilal fikrinin karşısında oldu-
ğunu anlatmıştır.82
Kongrede uzun tartışmalardan sonra nihayetinde DP Birinci Büyük Kong-
resi, memleketin büyük meselelerini ayrıntılı olarak tetkik edip karara bağlama
işini “Ana Davalar Komisyonu” ismi ile teşkil ettiği bir heyete vermiş ve bu
komisyon da vardığı neticeleri “Hürriyet Misakı” ismi ile kongreye bildirmiş-
tir. Bu misak, Bayar’ın açış nutkunda da belirttiği üç şarttan meydana gelmiş-
tir: Bunlar, (1) vatandaş hak ve hürriyetlerini haleldar eder mahiyette olan ve
Anayasanın ruhuna ve metnine uymayan kanun hükümlerinin kaldırılması,
(2) vatandaş reyinin emniyet ve masuniyetini sağlamak amacı ve milli hâkimi-
yet prensibini teminat altına almak maksatlarıyla seçim kanunda değişiklikler
yapılması, (3) devlet reisliği ile fiili parti reisliğinin bir zat uhdesinde birleşe-
memesi esasının kabulü.83 Ancak misakın en önemli kısmı ve daha sonra DP
saflarında büyük kavgaları ateşleyecek yönü, bu maddeler tahakkuk etmediği
takdirde muhalefetin Meclis’i terk etmesine ilişkin kararın, DP GİK’e, verilmesi
idi. Ana Davalar Komisyonu, Menderes’in yönetiminde çalışmış ve özellikle
seçimlerde DP’nin tutması gereken yol görüşülmüştür. Başlarında Öner’in
bulunduğu bir hizip şiddetli hareket edilmesini ve DP mebuslarının istifalarını
vererek sine-i millete dönülmesini ve CHP iktidarının gayr-ı meşru olduğunun
ilan edilmesini istemiştir. Samet Ağaoğlu, Bölükbaşı, Mükerrem Sarol, Osman
Kapani ve İsmet Bozdağ bu düşüncede olanlardandı. Bunlara ilaveten kongre-
de delegelerin pek çoğu, büyük kongreye ait olan Meclis’ten çekilme yetkisi-
nin, Kurucuların hâkim olduğu GİK’e verilmesi taraftarı olmamasına rağmen,
Kurucular bu konuda ağırlıklarını koyarak istedikleri kararı çıkartmışlardır.84
Öte yandan DP’nin Birinci Kongresi, DP’nin yöneleceği uzun vadeli bir
politika planı yapmaması ve parti programının hiçbir tartışma yaşanmadan
hemen kabul edilmesi açılarından eleştirilmiştir.85 Gerçekten de, kongre, ülke-
nin ve demokrasinin gelişimi açılarından esaslı politikaların üzerinde durmak-
tan ziyade, hükümetin ve günlük politikaların tenkit edilmesi üzerinde dur-
314
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
muş ve bütün amacı DP’yi iktidara getirmenin yollarını aramaktan ibaret kal-
mıştır.
Ayrıca kongrede alınan kararlar, iktidarı memnun etmemiştir. Hükümet
çevreleri, kongrede alınan kararları, “hürriyeti baltalama misakı” ve “kanun ve
nizam fikrini yıkmak istidadı gösteren gayretler” olarak nitelendirilmiştir. Alınan
kararlardan İnönü de memnun değildi. Ulus gazetesi de, Bayar’ı öven, fakat
Mareşal’in etrafında kümelenen müfritleri eleştiren bir yazıda, Bayar ve arka-
daşlarının Mareşal ve Öner gibi pek müfrit oldukları söylenen kimselerle bir
uzlaşmaya mı gidecekleri yoksa gelecekte onlardan bir fedakârlıkta mı buluna-
caklarına temas eder. Ayrıca, DP liderleri ile görüşen Hamdullah Suphi Tanrı-
över’in, Bayar ve arkadaşlarından İnönü’ye iletilmek üzere Çankaya’ya şu me-
sajı ilettiği belirtilir: “İfratçılara karşı bu kadarını yapmak zorunluluğundaydık”.86
Eğer bu söz doğruysa, DP liderlerinin hem kendi tabanına hem de iktidarın
başı olan İnönü’ye karşı ikili bir tutum içinde oldukları söylenebilir.
V. 12 TEMMUZ BEYANNAMESİ’NİN YAYIMLANMASI VE
PARTİLERDE YAŞANAN KRİZ
İktidar-muhalefet ilişkileri, 1947 Şubat ayında yapılan Muhtar Seçimleri ve
Nisan ayında yapılan İstanbul Ara Seçimleri öncesinde ve sonrasında iyice
gerilimli bir hal almaya başlamıştı. Zaten 21 Temmuz seçimlerinden sonra baş-
layan ve hemen hemen her konuda gittikçe şiddetlenen anlaşmazlıklar, çatış-
malar öyle bir aşamaya gelmişti ki, Eroğul’un da belirttiği gibi, uzlaştırıcı bir
girişim olmadığı taktirde, çok partili rejimin bir çıkmaza sürüklenmesi tehlike-
si pek çokları tarafından seziliyordu87 Bu doğrultuda iktidar ile muhalefeti
uzlaştırma gayretleri iyiden iyiye artmıştır. İktidar ile muhalefet arasındaki
bahar havasının ilk adımının, İngiliz Parlamentosu’nun misafiri olarak Lond-
ra’ya giden Türk heyetinde bulunan Nihat Erim ile Fuat Köprülü arasındaki
diyalogla atıldığını söylemek mümkündür. Burada Köprülü’nün Nihat Erim
kanalıyla iktidara bir takım teminatlarda bulunduğu ve CHP’nin Demokratla-
rın istediği bir takım demokratik tedbirleri alması karşılığında, DP’nin de aşırı
propaganda usullerinden vazgeçmesi gerektiği konusunda anlaşıldığı belirtil-
miştir.88 Londra dönüşünde Köprülü, Erim kanalıyla İnönü ile görüştürülür.
Daha sonraları, bu ikilinin getirdiği haberler neticesinde İnönü-Bayar görüşme-
leri yapılacak ve 12 Temmuz Beyannamesi’ne giden yoldaki engeller bir bir
aşılacaktır. O dönemde, Ahmet Emin Yalman da, İnönü-Bayar görüşmesi için
her iki tarafla irtibat halinde olmuş ve kendisinin ifadesiyle, bir tür “arabulucu”
rolüne soyunmuştur.89 Aynı dönemlerde, bir başka koldan da, iktidarla muha-
lefeti uzlaştırma ve bir ortak noktada buluşturma yönünde bir takım girişimler
daha olmuştur. DP Ankara il başkanı ve Ticaret Odası İkinci Başkanı Üzeyir
Avunduk ile CHP Ankara il idare heyeti üyesi ve Ticaret Odası Başkanı Vehbi
Koç, aralarına DP GİK üyesi Emin Sazak ve Başbakan Yardımcısı Mümtaz
Ökmen’i alarak, gerilen iktidar-muhalefet ilişkisini uzlaştırmaya gayret eder-
ler. Bu görüşmelerde, iktidar kanadının “Meclisin meşruiyeti üzerinde durmamak
şartı ile her hususta anlaşılabilir” şeklinde bir teklifte bulunduğu belirtilmiştir.90
Bu görüşmelerin ardından Başbakan Peker ile Bayar arasında birçok görüşme
yapılmışsa da, her iki taraf görüşmelerini başladıkları gibi bitirmişler ve hiçbir
315
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
316
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
317
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
318
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
319
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
320
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
321
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
322
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
rakınız yapsınlar” formülü ile ifade edilen başıboş bir liberallik olmadığını, her
türlü tekele, sermayenin haksızlıklarına ve aşırı kar ihtirasına karşı olduklarını,
bu itibarla sosyalist cereyanlar karşısında liberalizmin kendi iç bünyesinde
yaptığı ıslahatlara, yani devletin tanzimci müdahalesine ve sosyal adalet anla-
yışına sahip, ancak Türkiye’de en aşırı bir şekilde uygulanan devletçilik ve
devlet sermayeciliğine karşı olduğunu özellikle belirtmiştir.148
Partinin ana vasıflarından birisi de milliyetçiliktir. Dayandığı milliyetçilik,
muhafazakârlıkla yan yana ve birbirini tamamlar niteliktedir. MP, ananeci
mutedil milliyetçi bir partidir. MP, Kemalist milliyetçiliği “tebaa milliyetçiliği”
olarak yorumlayarak, bu milliyetçiliğin CHP ve DP’nin programında yer aldı-
ğını öne sürmüştür. Ayrıca, Kemalist milliyetçilikten ananeciliği ile Anadolu
milliyetçiliğinden de farklı bir yaklaşımın var olduğu inancıyla ayrıldığı, ancak
ırkçı-Turancı milliyetçilikle de hiçbir şekilde bağının olmadığı ve kan/soya
dayalı milliyetçilik türünü reddettiği ileri sürülmüştür.149 Ayrıca sekizinci
maddede, “Parti, din müessesesine ve milli ananelere hürmetkârdır” ifadesinin yer
alması da, partinin muhafazakâr bir kimliğe sahip olduğunu göstermektedir.150
Din mefhumunu, milliyet kurumunun bir unsuru olarak kabul etmekle birlik-
te, programında dinin ve ananelerin “devletin nüfuz sahası dışında kaldığı”na yer
veren partinin laik olduğu belirtilmiştir.151
MP’nin muhafazakârlık anlayışının kurumsal çerçevesi, kendi milliyetçilik
anlayışının ilkeleriyle tam bir tekabüliyet göstermektedir. Programın değişik
yerlerinde, “Parti, din müessesesine ve milli ananelere hürmetkârdır… Parti, içtimai
nizamın teşekkülünde itikatların, ahlakın, geleneklerin, örf ve âdetin büyük hisselerini
tanır. Bunlar sık sık değişmezler ve Devletin nüfuz sahasının dışında kalırlar” gibi
ifadeler ve aile kurumunu yücelten yaklaşım tarzı açısından, MP’nin hayli
muhafazakâr bir kimliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, on üçüncü
maddenin ikinci fıkrasında, “Her devrin icabatını tesbit etmek, o devirde yaşayan
neslin en mukaddes hakkıdır ve o devirde yaşayan bir neslin milli ve içtimai faaliyetle-
rini tanzim ve idare edebilir”152 denmekle, katı muhafazakârlık anlayışında bir
yumuşamaya gidildiği görülmektedir. Bu bakımdan MP’nin “mutedil muhafa-
zakârlık” anlayışı içinde olduğu öne sürülebilir. MP’nin programı, o dönemde
muhafazakâr cereyanın ortaya çıkışına önemli bir örnektir. MP, çok partili dü-
zene geçildikten sonra gittikçe ivme kazanan İslamcı ve muhafazakâr hareket-
ler içinde, o zamanki havaya oranla daha İslami ve muhafazakâr bir görüşün
ilk örneğini veren bir siyasal parti olarak dikkati çekmiştir.153
Din işleri ile devlet işlerinin ayrı tutulmasını kabul etmekle birlikte, parti-
nin, Türkiye’de çeşitli din ve mezheplere mensup cemaatlerin dini amaçla teş-
kilat oluşturmalarını ve dini vakıfların bu teşkilata devredilmesini dillendir-
mesi, hazırda savunulan laikliğin ilkesel anlamda bütüncül tutarlılığa sahip
olmadığını göstermektedir. Yine bu çerçevede Din işlerinin devletten ayrı,
özerk bir teşkilat tarafından idare edilmesini beyan eden MP’nin laiklik anlayı-
şı, Türkiye’de o güne dek hakim olan laik düzene ters idi.154 MP programında
da yansıttığı gibi, devletin resmi laiklik anlayışından farklı, kendine özgü bir
laiklik anlayışı geliştirmiştir. Din hayatı ve dini kurumlar tam anlamıyla
“mü’minler cemaatine” bırakılmasını, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumların
323
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
324
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
325
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
326
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
binin (düzenleyicisinin) Bayar olduğu ileri sürülmüş ve işi Kazım Özalp’e aç-
ması ile en büyük günahı kazanmış olduğu iddia edilmiştir.179
Daha sonra suikast ihbarı asılsız çıkan ve bir müfteri konumuna düşen
Aydınlı hakkında takibata geçilmiş ve hükümet Meclis’e gönderdiği tezkere ile
Aydınlı hakkında savcılıkça gereken adli muamelenin yapılabilmesi için do-
kunulmazlığının kaldırılması talebinde bulunmuştur.180 Tali komisyon doku-
nulmazlığının kaldırılmasına karar vermiş olmasına rağmen, adalet ve anayasa
komisyonlarından oluşan karma komisyon, bir muhalif oya karşı, Aydınlı’nın
dokunulmazlığının kaldırılmaması yönünde karar vermiştir. Muhalif oy kulla-
nan Mardin mebusu Mehmet Kamil Boran’dır. Karma komisyonun raporunda,
suçun mahiyeti itibariyle dokunulmazlığın kaldırılması lazım geldiği kayde-
dilmekle birlikte, Anayasa’nın ilgili maddeleri ve 25 senelik teamül de düşünü-
lerek bu karara varıldığı belirtilerek, keyfiyetin Meclis’in takdirine bırakıldığı
dile getirilmiştir.181 Ancak, Aydınlı’nın dokunulmazlığı, karma komisyon kara-
rına rağmen, büyük çoğunluğun oyu ile kaldırılmıştır. Bunun üzerine Aydınlı
tevkif edilmiştir.182 Aydınlı, pek çok kez tahliye talebinde bulunmuşsa da, an-
cak 31 Ocak 1950 tarihinde kefaletle tahliye edilmiştir.
Daha sonra konu, Aydınlı’nın dokunulmazlığının kaldırılması ile ilgili
Karma Komisyon raporunun görüşüldüğü Meclis Genel Kurulu’nda ele alın-
mıştır. İhbar hadisesi ile ilgili olayları, karma komisyon Sözcüsü Ali Rıza Türel
anlatmıştır.183 Türel’in anlattıklarına bakılırsa, işin resmi makamlar tarafından
öğrenilmesi ve adalet makamlarınca soruşturma konusu yapılması ilk olarak
Aydınlı’nın Milli Emniyet Başkanına yaptığı ihbarla başlamıştır. Milli Emniyet
Başkanının, Başbakana yazdığı 12 Kasım 1949 tarihli yazıdan anlaşıldığına
göre, Aydınlı 25 Ekim 1949 Salı günü kendisini görmeye gitmiş ve ona mühim
meseleler anlatacağını bildirmiştir. Daha sonra oylamaya geçilmiş ve başta MP
milletvekilleri olmak üzere pek çok milletvekilinin müstenkif (çekimser) kaldı-
ğı oylama neticesinde, büyük bir çoğunlukla Aydınlı’nın dokunulmazlığı kal-
dırılmış ve Aydınlı adalete teslim edilmiştir.184
Tüm bu olanlar karşısında Bölükbaşı, Bayar’ın yayınladığı tamime ve bu
tamimi 30 Kasım 1949 tarihinde, “Bayar Son Hadiseleri İzah Ediyor” başlığı ile
duyuran Zafer gazetesine bir tekzip göndermiş, ancak gazete bunu yayınla-
mamıştır.185 Bunun üzerine Bölükbaşı, tamime uzun bir broşür yayınlayarak
cevap vermiştir. Broşürde Bayar’ın ihbarı CHP’nin yeni bir tertibi olarak gös-
termesi karşısında, Bölükbaşı, tertibin hazırlanmasında Bayar’ın eli olduğunu
iddia etmiştir. Bölükbaşı, Aydınlı’nın hükümetçe ilkin kıymet verilmeyen şifa-
hi ihbarını bir takım ilaveler ve şahsi mütalaalarla İnönü’ye duyuran ve bu
surette hükümeti harekete geçiren Bayar’ın, bu ihbar hadisesinde bir alet du-
rumunda bulunan Aydınlı’dan çok daha günahkâr bir konumda bulunduğunu
ileri sürmüştür.186 Bölükbaşı, Bayar’ın neden herkesin yapması gerektiği gibi
savcılığa ihbarda bulunmayıp, perde arkasında ihbarla uzaktan yakından bir
ilişkisi olmayan Özalp kanalı ile İnönü’ye haber ulaştırdığını da sorgulamıştır.
Bölükbaşı’na göre, Bayar bu tutumu ile bir taraftan iktidara şirin gözükmenin
hesabını yapmış, diğer taraftan da ihtilalci ve intikamcı bir parti olarak sundu-
ğu MP’yi vurmanın çarelerini aramıştır.
327
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
328
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
329
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
330
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
sebbibi doğrudan seçim sistemidir. Zira 1950 seçimlerinde karma listeli çoğun-
luk sistemi uygulanmıştır. Bu seçim sisteminde, seçmen değişik partilerin
adaylarından karma bir liste oluşturabilmekte, liste içinde en fazla kişisel oy
almış adaylardan, söz konusu ilin temsilci sayısı kadar milletvekili seçilmek-
teydi.208
Öte yandan DP’nin iktidara geldikten sonra “devri sabık yaratmama”, yani
eski dönemin sorumlularından hesap sormama vaadini yerine getirmesi,
MP’liler tarafından şiddetle eleştirilmiş ve muvazaa iddialarının yeniden orta-
ya atılmasına yol açmıştır. MP’lilere göre, 14 Mayıs’ta iktidar değişikliğinin
pazarlığı, DP liderleriyle CHP arasında seçimden önce yapılmıştı. Eski döne-
min sorumlularından hesap sormamak bunun en kesin deliliydi. CHP, iktidarı
devralacak kimselerden, hesap sorulmayacağına dair teminat almış ve bu su-
retle dürüst ve hilesiz bir seçim yapmaya razı olmuştu. DP kurucuları, CHP
içinden çıkmış ve onun sorumluluklarına katılmış kimselerdi, eski arkadaşları-
nı hiçbir zaman mahkeme önüne çıkartamazlardı.209 MP’ye göre, DP’nin ikti-
dara geçmesiyle birlikte kurucuların Meclis’e hâkim olmaları tehlikesi doğ-
muştu. Bunun sonu bir tür diktatörlüğe kadar gidebilirdi. Kurucuların parti
örgütü üzerindeki tahakkümleri malumdu. Bir parti başında böyle yapanlar,
iktidara geçince neler yapmazlardı ki…210 DP iktidara geldikten sonra CHP’ye
olduğu kadar MP’ye de sert bir tavır almış, DP’liler, Meclis’te “MP’yi halk ber-
taraf etti, bizden aldıkları yirmi milletvekilinden birini bile seçtiremediler” şeklindeki
tarizlerle MP ve mensuplarını gözden düşürme söylemi içinde olmuşlardır.
SONUÇ
Türkiye’de “Yeter söz milletindir” sloganı ile siyasal hayatta yerini alan
DP’nin kurulmasıyla birlikte girilen çok partili hayat, çoğu kez sanıldığını ak-
sine kendisinden sonra demokratik ve özgürlükçü bir siyasal yaşam üretme-
miş, aksine siyasal yaşam, siyasal sistemin kurucu aktörlerinin istediği belirli
yasallık zemininde yükselmesine zemin hazırlamıştır. İktidar ve muhalefeti
oluşturan CHP ve DP’de 1946–50 arası yaşananlar göz önüne alındığında, bu
dönemle ilgili vurgulanması lazım gelen ilk ve en önemli nokta siyasal sistem
tarafından “sakıncalı” görülen her türden aşırı sol ve aşırı sağ siyasal eğilimle-
rin sistem dışı ilan edilerek tasfiye edildiği bir sürecin başladığıdır. Özellikle
Şemsettin Günaltay hükümeti döneminde çıkarılan ve DP’nin de destek verdi-
ği, 1949 yılı Haziran ayı içinde TBMM’de “Aşırı Cereyanlarla Mücadele Kanu-
nu” çerçevesinde Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinde deği-
şiklik yapılması,211 bundan sonraki süreçte Türkiye’de her türden sol, sağ ve
İslamcı siyasal hareketlerin önünü tıkayan bir perde işlevi görmeye başlamış-
tır.
Böylece, Türkiye’de çok partili rejim, “mahdut (sınırlı) partili bir rejim” hali-
ne gelmiştir.212 İrtica ve antikomünizm, cumhuriyetin kırmızı çizgileri olarak,
çok partili düzenin adeta sinir uçlarına dönüşen sınırlarını da belirlemiştir.
Türkiye’de çok partili rejimin ancak bu iki hudut arasında tesis edilebileceği,
her manasıyla hilafetçi, saltanatçı, ırkçı, yıkıcı ve ihtilalci (bilhassa aşırı sağ ve
aşırı sol) partilerin kurulamayacağı bir siyasi iklim yaratılmıştır.213 Diğer yan-
dan çok partili siyasal hayatın kuruluş süreç ve biçimi ile DP’nin Türk siyaseti-
331
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
332
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
SONNOT
1
DP’nin “Yeter söz milletindir” sloganını ilk kez, DP ilk kurulduğunda İzmir il haysiyet divanı
üyesi olan ancak daha sonra DP içinde Kurucu liderlere karşı ilk muhalefeti başlatan ve parti-
den ihraç edilen Mustafa Ali Kentli, 1945 yılının sonlarında Menderes ile Köprülü’nün
CHP’den çıkarılmaları üzerine kendilerine, “Partiden ayrılışınızı tebrik ederim. Halka hiçbir za-
man bu kadar yakın değildiniz. Yeter söz milletindir” şeklinde çektiği telgrafta kullanmıştır. Bkz.,
Mustafa Kentli, “Muvazaa Cephesi Nasıl Kuruldu?”, Kudret, 30. 8. 1948.
2
Cem Eroğul, 1946’la birlikte Türkiye’nin “biçimsel anlamda demokrasiye” geçtiğini vurgula-
maktadır. Bkz., Cem Eroğul, Demokrat Parti, Tarihi ve İdeolojisi (Ankara: İmge, 2003), s.
279.
3
Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859–1952 (İstanbul: Doğan Kardeş, 1952), s.
753. Türk siyasi hayatındaki cepheleşme siyasetinin mahalle kahvehanelerinde bile huzur bı-
rakmayacak bir siyasi çatışma ve huzursuzluk ortamı yarattığı da ifade edilmiştir. Bkz., Ali
Birinci, Hürriyet ve İtilaf Fırkası (İstanbul: Dergâh, 1990), s. 97.
4
Türk sağında “1946 Ruhu”nun algılanış biçimi için, bkz., Adem Çaylak, “1946 Ruhu Efsane-
si”, Radikal İki, 21 Mayıs 2006.
5
Samet Ağaoğlu, Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri: Bir Soru (İstanbul: Baha
Matbaası, 1972), s. 38, 46–47.
6 Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu (İstanbul: İletişim, 1992), s. 42–
43.
7
Adnan Menderes’in Konuşmaları, Demeçleri Makaleleri, Cilt VI (Ekim 1955 – Eylül 1956),
Yay. Haz. Haluk Kılçık, (Ankara: Demokratlar Kulübü, 1991), s. 31.
8 A. g. e., s. 41.
9 Kazım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi, TBMM-IX. Dönem, 1950–1954, Cilt I (Ankara: TBMM
Vakfı, 1998), s. 165.
10 Taşkın Tuna, Adnan Menderes’in Günlüğü (İstanbul: Şule, 2003), s. 98.
11 Mümtaz Faik Fenik, “İnkılâbın En Mühim Merhalesi”, Zafer, 20 Mayıs 1950.
12 M. Serhan Yücel, Demokrat Parti (İstanbul: Ülke, 2001), s. 79.
13 İfade Suna Kili’ye aittir. Bkz., Suna Kili, Atatürk Devrimi, Bir Çağdaşlaşma Modeli (İstan-
bul: Türkiye İş Bankası, 2003), s. 312.
14 Bu konuda bkz., Çetin Yetkin, Karşıdevrim (Ankara: Otopsi, 2003).
15
Sina Akşin, Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi (Ankara: İmaj, 2002), ss. 104, 214.
16 Sina Akşin, Türkiye’nin Önünde Üç Model (İstanbul: Telos Yayıncılık, 1997), s. 11–17. Ayrıca
Akşin’in, bu üç model çerçevesinde Cumhuriyet tarihindeki devrim ve karşı-devrim süreçle-
rini ele alan diğer çalışması için, bkz., Sina Akşin, Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi,
s. 99–117.
17 Taner Timur, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş (İstanbul: İletişim, 1994), s. 63.
18 Kazım Öztürk, Türk Parlamento Tarihi, TBMM-IX. Dönem, 1950–54, C. 1 (Ankara:
TBMMVY, 1998), s. 174–176.
333
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
19 Bu diyalog Şevket Süreyya Aydemir ve Metin Toker’in kitaplarında geçmektedir. Bkz., Şevket
Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı: 1889–1960 (İstanbul: Remzi, 1998) s. 313 ve Metin To-
ker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 112–113.
20
Bu kullanım için, bkz., Samet Ağaoğlu, Kuvayı Milliye Ruhu, Birinci Türkiye Büyük Millet
Meclisi (İstanbul: Baha Matbaası, 1973).
21
Cemil Koçak, “Siyasi Tarih 1923–1950”, Yay. Yön. Sina Akşin, Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Tür-
kiye 1908–1980 (İstanbul: Cem, 1990) içinde, s. 85.
22 Bu yön, bizzat Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından veril-
miştir. Ona göre, çağdaş medeniyetin beşiği Avrupa idi ve medenileşmek isteyen bir milletin
Avrupa’ya yönelmesi zaruri idi. Ülkeler farklı, ancak medeniyet birdi. Bir milletin ilerlemesi
için bu tek medeniyete katılmak gerekliydi. Bkz., Mustafa Kemal Atatürk, Atatürk’ün Söylev
ve Demeçleri, 1918–1937, C. 3 (Ankara: TİTE, 1972), s. 67–68.
23
Cem Eroğul, Demokrat Parti, Tarihi ve İdeolojisi, s. 86.
24 Çok partili siyasal hayata geçişte dış etkenlerin rolü konusunda bkz., Ömer Kürkçüoğlu,
“Türk Demokrasisinin Kuruluş ve İşleyişinde Dış Etkenler, 1946’dan Bu Yana”, AÜSBFD, C.
XXXIII, S. 1–2 (Mart-Haziran 1978). Haluk Ülman, Oral Sander, “Türk Dış Politikasına Yön
Veren Etkenler (1923–1968) I”, AÜSBFD, C. XXIII, S. 3 (Eylül 1968), ss, 241–273. Rıfkı Salim
Burçak, Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945–1950 (Ankara: Olgaç, 1979).
25
Feroz Ahmad ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kro-
nolojisi, 1945–1971 (İstanbul: Bilgi, 1976), s. 12.
26
Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi (İstanbul: Afa, 1996), s. 128. Nitekim San Francisco
Konferansı’na katılan Türk Heyeti’ne üçüncü delege olarak dâhil olan ve sonradan Dışişleri
Bakanlığı da yapmış olan Büyükelçi Feridun Cemal Erkin, yıllar sonra İsmet İnönü’nün ölü-
mü üzerine yayınladığı bir makalede, San Francisco’ya giderken, kendisine İnönü’nün şu söz-
leri söylediğini aktarır: “…Amerikalılar çok partili demokrasiyi ne zaman kuracağımızı sorabilirler.
Böyle bir soruya şöyle cevap verirsiniz: Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk büyük reformcu olmuş-
tur. İnönü’nün rolü, reformları raylarında perçinleştirmek ve Atatürk’ün de arzu ettiği, gerçek, tam
demokrasiyi kurmak olacaktır. İnönü şimdiye kadar bu çığıra girmeyi istiyordu. Harbin ortaya çıkardı-
ğı çeşitli tehlike ve sorunları buna imkân vermedi. Savaş bitince bu amacı gerçekleştirmek Cumhurbaş-
kanının en aziz arzusudur”. Feridun Cemal Erkin, “İnönü, Demokrasi ve Dış İlişkiler”, Milliyet,
14. 01. 1974.
27 Sina Akşin, Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi, s. 111, 178, 216.
28 Taner Timur, “Osmanlı Mirası”, Derl. İrvin Cemil Schick – Ertuğrul Ahmet Tonak, Geçiş
Sürecinde Türkiye (İstanbul: Belge Yayınları, 1992) içinde, s. 18.
29
Tarık Zafer Tunaya, “Tarık Zafer Tunaya ile Türkiye’de Çok Partili Hayatın 40. Yılı Üzerine
Bir Röportaj”, Tarık Zafer Tunaya’ya Armağan (İstanbul: İstanbul Barosu, 1992) içinde, s. 25.
30
Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, s. 128.
31
Tarık Zafer Tunaya, sosyo-ekonomik ve kültürel açıdan çok partili rejimin teamülleri oluşa-
madığı için, Türkiye’de siyasal iktidar-muhalefet arasındaki ilişkinin kolayca şiddetlenebildi-
ğini ve partiler arasında doktrin mücadelesine itibar edilmediği için de mücadelenin şahsi bir
nitelik kazandığını belirtir. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler 1859 – 1952, s.
757.
32 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945–1980, Çev. Ahmet Fethi (İstanbul: Hil,
1996), s. 16–21.
33 İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de beliren aşırı milliyetçi sağ akımların gelişimi konu-
sunda, bkz., Mehmet Ali Ağaoğulları, “Aşırı Milliyetçi Sağ”, Derl. İrvin Cemil Schick – Ertuğ-
rul Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde Türkiye (İstanbul: Belge, 1992) içinde, s. 204–207.
34 Çok partili hayata geçişte solcu akımların gelişimi hakkında, bkz., Murat Belge, “Sol”, Derl.
İrvin Cemil Schick – Ertuğrul Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde Türkiye (İstanbul: Belge, 1992)
içinde, s. 164–166.
334
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
35 Feroz Ahmad ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kro-
nolojisi, 1945–1971, s. 15.
36 Abidin Nesimi, Yılların İçinden (İstanbul: Gözlem, 1977), s. 214–227.
37 Takrir’in tam metni için., Bkz. Şükrü Esirci (Der.), Celal Bayar’ın Söylev ve Demeçleri, 1946–
50 (İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları, 1999), s. 23. Ayrıca İnönü’nün emri ile reddedildiği
söylenen Takrir’in reddedilme gerekçesinin, bir muhalefet partisi kurmak için Takrir sahiple-
rine bir imkân verildiği, hatta İnönü’nün bunu vesile ederek, bizzat Bayar ve arkadaşlarını
teşvik ettiği yolundadır. Bu konuda, bkz., Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye (İstanbul:
Milliyet, 1970), s. 90–92.
38 Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 60–70. İnönü, muhalefetin Bayar liderliğinde ya-
pılmasını, teşvikten de çok, ısrarla istemiştir. Bayar’a defalarca haber yollamıştır. Hatta Kazım
Özalp’e “Ne oldu, yapacak mı?” tarzında sorular yöneltmiştir. Bu noktada bir hususun altını çi-
zen Toker, Milli Şef’in icazetiyle ve onun istediği ölçüler içinde gelişmekte bulunan bir de-
mokratlaşma hareketinin, Türkiye’de demokrasisinin kurumlaşmasında bir handikap oldu-
ğunu beyan etmiştir. A. g. e., s. 52.
39
Miralay Sadık Bey, gizli İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Manastır Heyeti başkanı idi. 1908’de
hürriyet, Rumeli’nin pek çok merkezlerinde olduğu gibi Manastır’da da ilan edilmişti. Bir dö-
nem Manastır önemli bir merkez iken, İttihat ve Terakki’nin açığa çıkmasıyla birlikte, Sela-
nik’teki genç ve biraz da bağımsız insanlar, hareketin yönünü süratle Selanik’e çevirdiler.
Manastır gölgede kaldı. Bir müddet sonra Miralay Sadık Bey İttihat ve Terakki içinde, bir
ayak bağı olarak görülüp ihmal edildi. Bunun üzerine Sadık Bey, 21 Kasım 1911’de Hürriyet
ve İtilaf Fırkası’nı kurdu. İttihat ve Terakki’den ayrıldı. Bu durum, hem kendisi hem de İttihat
ve Terakki için acı tecrübeler yaşanmasına neden olmuştur. Bkz., Ali Birinci, Hürriyet ve İti-
laf Fırkası (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1990), s. 152.
40
Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, C: III (İstanbul: Remzi, 2000), s. 23.
41
Bkz., Abidin Nesimi, Yılların İçinden, s. 223–226.
42
Sabiha Sertel, Roman Gibi (İstanbul: Ant, 1969), s. 298–321.
43
Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 69.
44
Zekeriya Sertel, Hatırladıklarım (İstanbul: Gözlem, 1977), s. 251–53.
45
Cem Eroğul, “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945–71”, Derl., İrvin Cemil Schick – Ertuğrul
Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde Türkiye (İstanbul: Belge, 1992) içinde, s. 115.
46
Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 60–61, 91; Nihal Kara, Türkiye’de Çok Partili Sis-
teme Geçiş Kararı: 1945, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1982, s.
340.
47 Cem Eroğul, Demokrat Parti, s. 87.
48 Aslında çok partili siyasal hayata geçişte ilk muhalefet partisi, işadamı Nuri Demirağ’ın
07.07.1945 tarihinde kurduğu Milli Kalkınma Partisi’dir. Ancak bu partinin siyasal hayatta her
hangi bir etkisi olmamıştır. Bu konuda bkz., Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler:
1859–1952, s. 640. Çok partili düzene geçilirken DP’den önce kurulan bir muhalefet partisi
varken, muhalefetin bu partide kütleleşmemesi bile, başlı başına Türkiye’nin demokratikleş-
me sorunsalı içinde olduğu ve muhalefetin, sosyo-ekonomik etkenlerin gelişimi sonucu oluş-
madığı, aksine siyasal yönlendirme ile oluştuğu fikrine geçerlik kazandırmaktadır.
49 DP’nin kuruluşuna ilişkin birbirinden farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Özellikle Kurucu-
ların her biri Parti’nin kuruluş fikrini kendisine mal etmektedir. İçerden bir isim olan Samet
Ağaoğlu’nun anlattığı kadarıyla, Menderes, Köprülü ve Koraltan’ın her biri fikrin kendilerine
ait olduğunu bizzat Ağaoğlu’na söylemişlerdir. Bkz., Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demok-
rat Partinin Kuruluşu, s. 418. Bayar, 14 Mart 1962’de Kayseri Bölge Cezaevi’nde yatarken,
Samet Ağaoğlu’na, yeni bir parti kurulması fikrinin sadece bir kişiye ait olmadığını, herkesin
kendi muhitinde bu fikir doğrultusunda bir çaba içinde olduğunu açıklamıştır. Bkz., Samet
Ağaoğlu, Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri: Bir Soru, s. 83- 86.
335
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
50 Tekin Erer, Türkiye’de Parti Kavgaları (İstanbul: Ticaret Postası Matbaası, Basım Yılı Belir-
tilmemiş), s. 88. Ayrıca dönemin “liberal” eğilimli ve dış etkilere açık Vatan gazetesinin baş-
muharriri Ahmet Emin Yalman da Demokrat Parti isminin kendisi tarafından, Bayar’a öneri-
lerek kabul edildiğini yazar. Bkz., Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Ge-
çirdiklerim (İstanbul: Rey, 1997), s. 1321.
51 Mahmut Goloğlu, Demokrasiye Geçiş: 1946–1950 (İstanbul: Kaynak, 1982), s. 42.
52
Sina Akşin, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki (İstanbul: Gerçek Yayınevi, 1980), s. 193. DP,
“bir fikre inananlar”ın kurduğu bir parti olmaktan ziyade, birlikteliklerini “CHP iktidarına karşı
olmak”tan alanların oluşturdukları bir parti idi. Öyle ki, partiyi, birbirlerine karşı olduğu olan
İslamcı Necip Fazıl Kısakürek ile liberal Ahmet Emin Yalman da destekliyordu. Solun her tür-
lüsüne karşı olan Prof. Kenan Öner ile başlangıçta partinin program çalışmalarına katılmış
olan sosyalist Zekeriya Sertel de DP eksenli politika yapmışlardır. Erman Şener, “Demokra-
simizde DP Damgalı Dönemeç: 1946-47’nin Öyküsü”, Milliyet, 20 Eylül 1987.
53 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: 1859–1952, s. 756.
54 Samet Ağaoğlu, Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş Sebepleri, s. 37–46.
55 Ahmet Hamdi Başar, “Demokrat Parti ve Muhalefet Fikri”, Cumhuriyet, 10. 8. 1946.
56 Ahmet Hamdi Başar, Yaşadığımız Devrin İçyüzü (Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1960), s. 28–31.
57 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl (İstanbul: İletişim, 1984), s. 189.
58 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, s. 145–146.
59 Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı, s. 148–149. DP’nin programı için, bkz, Türki-
ye’de Siyasal Dernekler, C. II (Ankara: İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü, 1950), s.
145–182.
60
Çağlar Keyder, “Türkiye Demokrasisinin Ekonomi Politiği”, Derl. İrvin Cemil Schick – Ertuğ-
rul Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde Türkiye (İstanbul: Belge, 1992) içinde, s. 53–54.
61
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s. 192–193.
62
Taner Timur, Türkiye’de Çok Partili Hayata Geçiş, s. 63.
63
DP muhalefetinin bir “çevre” hareketi olduğu yolunda değerlendirmeler için, bkz. Şerif Mar-
din, “Türk Siyasasını Açıklayacak Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri”, Şerif Mardin, Türki-
ye’de Toplum ve Siyaset (İstanbul: İletişim, 1991), s. 57.
64
DP, daha çok kentteki ticaret burjuvazisi ile kırsal alandaki toprak ağası ve yerel eşraf tarafın-
dan desteklenmiştir. DP’nin muhalefetinde dayandığı toplumsal sınıflar konusunda, Çağlar
Keyder şunları ifade etmektedir: “... Muhalefet platformunun evrensel iktisadi ve dini özgürlük il-
kelerine başvurması popülist söylemi yansıtıyordu; bu özgürlüklerin içeriği bir sınıf eğilimini kolayca
ele vermiyordu... Yine de, bürokrasinin mutlak otoritesine karşı evrensel ilkeler temelinde direniş, ayrı
sınıf çıkarlarının farkına varmış olsun olmasın bütün toplumsal sınıfların bazı kesimlerini birleştirdi.
Yasadışı Komünist Partisi bile 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’yi aktif biçimde destekledi.” Çağlar
Keyder, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar (İstanbul: İletişim, 1993), s. 170.
65 Bunlardan birisi de, Ahmet Ağaoğlu’nun oğlu, Samet Ağaoğlu’dur. Samet Ağaoğlu, DP safla-
rında politikaya atılmaya karar vermek üzere olduğu günlerin birinde, ablası Süreyye Ağaoğ-
lu kendisini Bakanlıktaki odasında (1 Temmuz 1946’da istifa eden Ağaoğlu, Ticaret Bakanlığı
İç Ticaret Genel Müdürlüğü yapıyordu) ziyarete gelir. Görüşmelerinde ablası Ağaoğlu’na
şunları söyler: “Siyasi hayata atılmana diyeceğim yok. Fakat kimlerle beraber oluyorsun? Düşündün
mü bunu? Bayar, evet... Menderes’i tanımam. Koraltan’ı şöyle böyle bilirim. Ama Köprülü’yü iyi tanı-
rız değil mi? Ta çocukluğumuzdan beri... Onun ne kadar vefasız, dedikoducu, arkadan vurucu olduğu-
nu bilmiyor musun? Ziya Gökalp’e, babama (Ahmet Ağaoğlu’nu kastediyor) yaptıklarını, Mütare-
kede Ali Kemal’le beraber olduğunu, Reşid Galib’i nasıl hançerlediğini hatırlasana...Atatürk’ün arka-
sından söylediklerini şimdi de İsmet Paşa için söylüyor. Fuat Beyin peşinden nasıl gidersin sen?”65.
Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 35.
66
Necmettin Sadak, “Demokrat Partiye Hoş Geldin Deriz”, Akşam, 09. 01. 1946.
336
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
67 Bunlar, Prof. Kenan Öner (Eski Adliye Müsteşarı. DP’nin ilk İstanbul il başkanı olarak, 15. 02.
1946 tarihinde İstanbul teşkilatını kuran Öner, DP kitlesi üzerinde çok ağırlığı olan bir isimdi.
Özellikle, DP’nin İstanbul’da güçlü bir hale gelmesi, onun sayesinde mümkün olmuştur. Va-
tan, 15. 02. 1946), Dr. Mustafa Kentli, General Sadık Aldoğan, Fuat Arna, Ahmet Tahtakılıç,
Ahmet Oğuz, Hasan Dinçer, Osman Nuri Köni, Enis Akaygen, Osman Bölükbaşı (Bölükbaşı,
dönemin Kandilli Rasathanesi Müdürü Mehmet Fatin Hoca’nın asistanı idi. Fatin Hoca, Dil-
Tarih Coğrafya Fakültesi hocalarından Mehmet Altay Köymen aracılığı ile Bölükbaşı’nı Fuat
Köprülü ile tanıştırmış ve Bölükbaşı DP’nin ilk parti müfettişi olmuştur. Bölükbaşı, Ağaoğlu
ile birlikte, DP’nin i özellikle güney, kuzey ve iç Anadolu bölgelerindeki teşkilatlarını kur-
muştur) idi. Hemen hemen hepsi, DP’den koparak MP’ye girecek olan bu isimlere, CHP için-
den gelseler de, İnönü’nün şahsında “şeflik” sistemine ve iktidara karşı daha sert bir muhale-
fet yapılması konusunda yukarıdaki isimlerle aşağı yukarı aynı düşünen Yusuf Hikmet Bayur
(öteden beri CHP içinde şiddetli muhalefet yapan Bayur, 22 Ocak 1946 tarihinde CHP’den çı-
karılmışsa da, DP’ye katılmamış, ancak parti içinde ihtilaf başlayıncaya kadar DP’yi destek-
lemiştir. Vatan, 23. 01. 1946) Emin Sazak, Yusuf Kemal Tengirşenk gibi önemli isimler ve
Cumhuriyetin başından, 1944’te İnönü tarafından emekli edilinceye kadar Genelkurmay Baş-
kanlığı görevinde bulunan Mareşal Fevzi Çakmak da eklenince, DP’nin iktidara yönelik mu-
halefeti, iktidarı ve DP kurucularını endişelendirecek derecede sert bir tutum almaya başla-
mıştır.
68
Falih Rıfkı Atay, Ulus, 4. 7. 1946.
69
Cem Eroğul, Demokrat Parti, Tarihi ve İdeolojisi, s. 34.
70
Feroz Ahmad ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kro-
nolojisi: 1945–1971, s. 20.
71
“Mareşal Çakmak’ın Hatıraları”, Hürriyet, 9. 5. 1975.
72
Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, s. 143.
73
Kenan Öner, basınla yakın bir ilişki kurarak, seçim sandıklarını gazetecilere kontrol ettirerek,
oyların çalınmasını önlediği belirtilmiştir. Bkz. Haydar Seçkin, Olaylar ve Belgelerle 1946 Se-
çimleri ve Yakın Demokrasi Mücadelemiz (İstanbul: Anka Ofset Matbaası, 1990), s. 70; Ke-
nan Öner, Siyasi Hatıralarım ve Bizde Demokrasi (İstanbul: Osmanbey Matbaası, 1948), s.
26 vd.
74 İlerde DP’nin “müfrit” kanadından sayılacak ve MP’nin kuruluşuna katılacak olan Fuat Ar-
na’nın kaymakamlık görevinden istifa etmesinin altında, seçimlerde iktidar ile işbirliği yapıl-
masını telkin eden ve CHP Genel Sekreterliği’nce mülki idarelere gönderilen talimat, bunu
göstermektedir. Arna, partinin adamı olmadığını belirterek, talimatın bir nüshasının basına,
bir nüshasını da hocası Prof. Kenan Öner’e gönderir. Bkz., Kenan Öner, Siyasi Hatıralarım
ve Bizde Demokrasi, s. 88–89.
75 Metin Toker, Tek Partiden Çok Partiye, s. 189.
76 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, s. 149.
77 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem VIII, Toplantı 1, C. 3 (18. 12. 1946), s. 15–23.
78
Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 50.
79
Cihad Baban, Politika Galerisi: Büstler ve Portreler (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1970), s. 107–
109. Öner de, gazetelerde yayınlanan demecinde, “Benim bu cemiyetle hiçbir ilgim yoktur. Ben
şahsen cemiyetin kuruluşunda ve faaliyetinde, katiyen rol oynamadım” demiştir. Bkz., Emrullah
Nutku, Demokrat Parti Neden Çöktü ve Politikada Yitirdiğim Yıllar 1946–1958 (İstanbul:
Fakülteler Matbaası, 1979), s. 33.
80 A.g.e., s. 32–33.
81 Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 41, 415.
82 Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes (İstanbul: Baha Matbaası, Tarih Belirtilmemiş,
Meclis Kitaplığına Giriş Tarihi 1969), s. 71.
83
Orhan Mete, Bütün Tafsilat ve Akisleriyle Demokrat Partinin Birinci Büyük Kongresi
(İstanbul: Ticaret Dünyası Matbaası, 1947), s. 52–54.
337
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
338
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
108 Bayar, bu sözleri iktidara geldikten sonra, 1952 yılında söylemiştir. Tekin Erer, Türkiye’de
Parti Kavgaları, s. 229.
109 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları; DP’nin Altın Yılları: 1950–54 (Ankara:
Bilgi Yayınevi, 1990), s. 49.
110 Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, s. 20–21.
111
Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes, s. 90.
112 Vatan, 19. 06. 1947.
113
Demokrat Parti Genel İdare Kurulu’nun 10 Eylül 1947 Tarihli İçtima Zabıtları için bkz., Samet
Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 436–441.
114
Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, s. 23; Avni Doğan, Kurtuluş,
Kuruluş ve Sonrası, s. 260–261.
115 Nahit Saçlıoğlu, Bir Özgürlük Savaşçısı Sadık Aldoğan, s. 25–26.
116 Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, s. 26–27; Ulus, 19. 12. 1947.
117 Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 214.
118 Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, s. 31–32; Avni Doğan, Kurtuluş,
Kuruluş ve Sonrası, s. 260–61.
119
Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, s. 33.
120
Vatan, 12. 2. 1948 ve Cumhuriyet, 12. 2. 1948; Ayrıca istifa mektubunun tam metni için, bkz.,
Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 465–467.
121
Vatan, 17. 1. 1948.
122
Kudret, 30. 5. 1950.
123
Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, s. 37.
124
Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 124–125.
125
Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, s. 37.
126
4 Şubat 1948 tarihli DP Meclis Grubu Toplantısı zabıtları için bkz., Samet Ağaoğlu, Siyasi
Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, ss. 468–476.
127
Kudret, 27 Şubat 1948.
128
Toker, “Tereddütlerinin sonunda Bayar, meclis grubu yanında vaziyet alsaydı, Türkiye’nin demokrasi
tarihinde ne bir Menderes, ne bir Köprülü yer bulurdu, aksine mesela bir Tahtakılıç, Ahmet Oğuz gibi
MP’liler birinci planda olurlardı” biçiminde yazmıştır. Bkz., Metin Toker, Tek Partiden Çok
Partiye, s. 302.
129 11–12 Mart 1948 tarihlerinde toplanan GİK zabıtları okunduğunda DP’de alınan tüm karar ve
uygulamalarda gerçekten bir tür “kurucu diktatoryası”nın varlığı açıktır. Belirtilen tarihli
GİK’te alınan kararlar için, bkz., Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kurulu-
şu, s. 549–558.
130
DP GİK üyesi 6 önemli ismin istifalarının görüşüldüğü 16 Mart 1948 tarihli toplantıda konu-
şulanlar ve alınan kararların merkez haysiyet divanı başkanlığına yazıldığı 19 Mart 1948 ta-
rihli yazının tam metni için, bkz., Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kurulu-
şu, s. 559–568.
131 Vatan, 25. 3. 1948.
132 Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, s. 69. DP kurucularını diktatör-
lükle suçlayan milletvekilleri şunlardır: Ali Rıza Kırsever (Çanakkale), Asım Gürsu (Muğla),
Ahmet Ali Çınar (Burdur), Behçet Gökçen (Çanakkale), Bahaettin Öğütmen (Edirne), Fethi
Erimçağ (Edirne), Haydar Arslan (İçel), Mehmet Aşkar (Afyon), Mehmet Öktem (Edirne), Şa-
hin Laçin (Afyon).
133 A. g. e., s. 69.
134
Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 181.
135 Kudret, 18. 5. 1948.
339
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
136 Bkz., Demokrat Parti Kurucuları Bu Davanın Adamı Değildirler, Haz. Müstakil Demokrat-
lar Grubu (Ankara: Yeni Matbaa, 20 Haziran 1949).
137 Hamdullah Suphi Tanrıöver, “Demokrat Parti”, Tasvir, 3. 4. 1948.
138 Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 159–160.
139 Bu konu ile ilgili olup olmadığı bilinmez ama Ağaoğlu, özellikle Bayur’u hedef alan yazılar
yazmıştır. Bunlara örnek olarak, Cumhuriyet, 7–10. 2. 1948 ve Millet Yolu, 15. 5. 1948 yılla-
rında yazılmış yazılara bakılmalıdır.
140
Kudret, 14. 6. 1949. Yukarda yazılanlar, Kudret gazetesinin iddialarıdır. Ancak, DP genel
merkezince tekzip edilmemiştir.
141 Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 154.
142
Adnan Menderes’in Konuşmaları, Demeçleri, Makaleleri, (Aralık 1933-Mart 1950), C. I, s.
273.
143 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler: 1859–1952, s. 713.
144
Çağlar Kırçak, Meşrutiyetten Günümüze Gericilik: 1876–1950, I. Kitap (Ankara: Bilar Yayın-
ları, Yayın Tarihi Belirtilmemiş), s. 345–346.
145
Kudret, 6. 7. 1948.
146
Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri, Çev. M. Ali Sebük ve İ. Hakkı Akın (İstanbul:
Çeltüt Matbaacılık, 1966), s. 62. Ayrıca bkz., Nurettin Ardıçoğlu, “Millet Partisinin Program
ve Felsefesi”, Kudret, 21. 7. 1948.
147 Millet Partisi, Program ve Tüzük (Ankara: Millet Partisi Yayınları, 1948), s. 3–5; Millet Parti-
sinin Programı, Milletin Sesi, 8. 10. 1948.
148
Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948, s. 8–9; Millet Partisinin Programı, Milletin Sesi, 6. 12.
1948.
149 Nurettin Ardıçoğlu, “Millet Partisi Program ve Felsefesi: 5, Milliyetçilik”, Kudret, 29. 7. 1948;
Zeki Mesut Alsan, “MP’nin Milliyetçilik Anlayışı”, Kudret, 5. 5. 1950.
150 Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948, s. 4–5; Millet Partisinin Programı, Milletin Sesi, 8. 10.
1948 ve 15. 10. 1948.
151
Nurettin Ardıçoğlu, “Millet Partisi Program ve Felsefesi: 5, Milliyetçilik”, Kudret, 29. 7. 1948.
152
Millet Partisi, Program ve Tüzük, 1948, s. 6.
153 Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı (İstanbul: İstanbul Bilgi Üniv. Yay., 2003), s. 169.
154
Tarık Zafer Tunaya, İslamcılık Cereyanı, s. 169.
155
Nurettin Ardıçoğlu, “Sahte Laikler Bize Mürteci Diyorlar”, Kudret, 17. 4. 1950.
156
“Gönül Aldoğan (Özansu) ve Mesut Özansu ile Görüşme”, 11. 2. 2002 (İstanbul, Levent’te
Sadık Aldoğan’ın Evinde Yapılan Görüşme). Gönül Aldoğan, Sadık Aldoğan’ın kızıdır. Gönül
Özansu’nun eşi, Mesut Özansu ise 1965’te Balıkesir’den MP milletvekili seçilen ve o tarihlerde
Bölükbaşı’nın partisi MP’ye “sosyal devlet” anlayışı sokmak isteyen kişidir.
157 Tamim için bkz., Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 583 ve DP
İstanbul İl İdare Kurulu Propaganda Servisi, Başbakan Adnan Menderes’in Nutku (Ankara,
1952), s. 7. DP’nin muhalefet yıllarındaki yaklaşım biçimi için bkz., Halit Tanyeli- Adnan Top-
sakaloğlu, İzahlı Demokrat Parti Kronolojisi: 1945–1950, C. 2 (İstanbul: 1959), s. 143.
158 CHP’nin MP hakkında değerlendirmeleri için, bkz., Ulus, 27.7.1948 ve Nadir Nadi, “Son
Hücum”, Cumhuriyet, 19. 6. 1949.
159 Nadir Nadi, “Millet Partisi”, Cumhuriyet, 23.7.1948.
160
Cihad Baban, “Yeni Parti Kurulurken”, Tasvir, 21.7.1948.
161 Ahmet Emin Yalman. “Millet Partisi Hakkında Düşünceler: I-II, ” Vatan, 25–26.7.1948.
162
Hikmet Bayur, “İhtilal Partisi İftirası”, Kudret, 29. 8. 1948.
163 Ulus, 13. 10. 1948.
164
Ulus, 21. 8. 1948.
340
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
165 Hikmet Bayur, “Partiler ve Programları Arasında yapılan Karşılaştırmalar”, Kudret, 9.8.1948;
Nurettin Ardıçoğlu, “Celal Bayar: Muvazaa”, Kudret, 2.5.1950.
166 Millet, 12. 4. 1953.
167 “Millet Partisinin Beyannamesi”, Sebilürreşad, S. II/48 (Haziran 1949), s. 63-64.
168 Eşref Edib, “Partilerin Din Siyaseti”, Sebilürreşad, S. IV/1976 (Nisan 1950), s. 6–9.
169 Makalenin tümü için, bkz., Milletin Sesi, 11.8.1949.
170 Reşat Aydınlı, 1946 seçimlerinde Denizli’de DP listesinden aday gösterilmiştir. Fakat oyların
iptal edileceği endişesi ile seçim günü sandıklar açılmadan, DP’den çekildiğini ilan etmiş ve
CHP’ye bunu telgrafla bildirmiştir. Daha sonra CHP milletvekili olur. Daha sonra Aydınlı,
DP’ye karşı yapmış olduğu hareketten kaynaklanan havayı dağıtmak için DP’ye girmeye ça-
lışmış ve bu doğrultuda DP başkanlığına iki telgraf çekmiştir. Bu iki mektupta da DP’yi gök-
lere çıkarmıştır. Birinci mektubun tarihi belli değil. İkinci mektup, 25 Eylül 1946’da yazılmış-
tır. Aydınlı, tüm isteğine rağmen, DP’ye alınmaz. Daha sonra MP’ye geçen Aydınlı, siyasi ge-
leceğini düşünerek DP’nin ikinci büyük kongresinden (Haziran 1949) sonra DP’ye tekrar ya-
naşmaya çalışmış, Bayar’a “Mefkure Babam” hitaplı mektuplar yazmışsa da bir türlü DP’de ilti-
fat görmemiştir. Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 372. Mek-
tupların tam metni için bkz., Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s.
372–373. Bunun üzerine Aydınlı, yeni kurulan MP’ye girmiş ve MP’nin Ankara il idare kurulu
başkanı olmuştur. Burada iken MP’lilerle pek anlaşamayan Aydınlı, bir ara parti teşkilatına
gizli bir yazı göndererek, teşkilat faaliyetinin CHP’den ziyade DP’ye hücum yönünde olması-
nı istemiştir. MP ileri gelenleri Aydınlı’nın bu şekilde hareket etmesini iyi karşılamamışlar,
son tamimden sonra partiden istifa etmesini istemişlerdir. Aynı zamanda Aydınlı, teşkilatta
çalışanlarla iyi geçinmediği ve Ankara, Kırıkkale idare kurulundaki bazı üyeleri de gücendir-
diği bildirilmiştir. Suikast ihbarının yapıldığı günlerin hemen öncesinde, MP genel idare ku-
rulunun 5 Ekim’de Aydınlı meselesini konuşacağı, istifasının isteneceği, aksi takdirde parti-
den ihraç edileceği söylenmiştir. Vatan, 3. 10. 1949; Cumhuriyet, 18. 11. 1949.
171 Cumhuriyet, 17. 11. 1949.
172 Akşam, 17. 11. 1949.
173
Yeni Sabah, 17. 11. 1949.
174
Yeni Sabah, 17. 11. 1949.
175
Plağa alınan konuşmaların yayınlandığı metinde, konu ile ilgili olarak konuşan Başbakan’la
Aydınlı’nın ve bazen araya giren Naci’nin (Emniyet Müdürü) kimi sözleri kesik ve tamam-
lanmamış gözükse de, bu metinden Aydınlı’nın Başbakan’a suikast ihbarında bulunduğu çok
açık olarak anlaşılmaktadır. Burada Aydınlı, Aldoğan, Bölükbaşı ve Arna arasında geçen ko-
nuşmaların korkunç olduğu, bu adamlardan her şey beklenebileceği, bunların önce Bayar’ı
imha edip sonra çıkan kargaşada İnönü’yü yok edecekleri, bir bildiri ile iktidarı alacakları, bu
işin çok menfur bir yönü olduğu, Bölükbaşı’nın tüm gelirini babasından aldığı, babasının çok
zengin olduğu, Arna’nın parasız olduğu halde, gereğinden çok para harcadığı, Bölükbaşı ile
Arna’yı Bölükbaşı’nın babasının idare ettiği gibi kendi içinde bir bütünlük göstermeyen ifade-
lerle, Başbakan’ın sorularına cevap verdiği görülmektedir. İki plağın tam metinleri için, bkz.,
Akşam, 15-16.1.1950.
176
Vatan, 18.11.1949.
177 Cumhuriyet, 18.11.1949.
178 Cumhuriyet, 23.11.1949.
179 Cumhuriyet, 22.11.1949.
180
Son Posta, 24.11.1949.
181 Cumhuriyet, 27.11.1949.
182 Cumhuriyet, 2-3.13.1949.
183 TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, C. 21, Toplantı: 4, On Birinci Birleşim (30. XI. 1949), s.
232-239.
341
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
184 İhbar hadisesi ile ilgili Karma Komisyon raporunu görüşüldüğü Meclis Genel Kurul görüşme-
leri için, bkz. TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, C. 21, Toplantı: 4, On Birinci Birleşim
(30. XI. 1949), s. 232-252. Ayrıca bkz., Cumhuriyet, 1. 12. 1949.
185
Zafer gazetesi tekzibi yayınlamayınca Bölükbaşı, 8 Aralık 1949 tarihinde hazırlamış olduğu
broşürü, tarafsız İstanbul gazetelerinin muhabirlerine verdiğini, ancak onların da Bayar’ın
kurtarmak için yapılan tesirler sonucunda tekzip metnini yayınlamaktan kaçındıklarını ifade
etmiştir. Bkz., Osman Bölükbaşı, Suikast İftirasının İçyüzü ve Celal Bayar (Ankara: Biricik
Matbaası, 1949), s. 1.
186 Bölükbaşı, a. g. e., s. 2.
187 Samet Ağaoğlu, Siyasi Günlük Demokrat Partinin Kuruluşu, s. 374–375.
188 Mümtaz Faik Fenik, “Suikast İhbarının Siyasi Cephesi: Müphem Kalmış Bazı Noktalar”, Za-
fer, 20. 11. 1049.
189 Nadir Nadi, “Komplo ve Tertib”, Cumhuriyet, 1. 12. 1949.
190
A. Haluk Ülman, “21Şubat 1950 Tarih ve 5545 Sayılı Milletvekilleri Seçimi Kanununun Geçir-
diği Hazırlık Safhaları”, AÜSBFD, C. 12, S. 1 (1950), s. 64.
191 Yeni Sabah, 22. 5. 1949.
192 A. Haluk Ülman, “Seçim Sistemimiz ve Başlıca Siyasi Partilerimiz”, AÜSBFD, C. 12, S. 2
(1957), s. 55.
193
Feroz Ahmad ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kro-
nolojisi, s. 61–62.
194 Nurettin Ardıçoğlu, “DP ile CHP Arasında Koalisyon İddiası”, Kudret, 26. 2. 1950.
195 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, s. 200.
196 Cumhuriyet, 11 Nisan 1950.
197 Cumhuriyet, 13 Nisan 1950. Kudret’in iddiasına bakılırsa, Associated Pres, Mareşal’in hatıra-
sına hürmeten öldüğü akşam için başka haber vermeyeceğini bildirmiş olmasına rağmen,
(Kudret, 11. 4. 1950) Ankara ve İstanbul radyolarının müzik yayınlarına devam etmesi ve
resmi olarak bayrakların yarıya indirilmemesi hayli şaşırtıcı olduğu kadar, cenazedeki olayla-
rı tahrik ettiği de söylenebilir.
198
“Allahü Ekber-Allahü Ekber… Ve Lillahilhamd”, Sebilürreşad, S. IV/76 (Nisan 1950), s. 11–
12; Cevat Rıfat Atilhan, “Azametli Bir Gün”, Sebilürreşad, S. IV/76 (Nisan 1950), s. 15.
199
Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, s. 199.
200 Ahmet Emin Yalman, “Mareşal Çakmak ve Rejim”, Vatan, 14. 4. 1950; Vatan, 18. 4. 1950.
201 Cihad Baban, Politika Galerisi…, s. 125.
202
Ahmet Emin Yalman, “Millet Partisinin Millet Borcu”, Vatan, 16. 4. 1950.
203
Metin Toker, DP’nin Altın Yılları: 1950–54, s. 20.
204 Nurettin Ardıçoğlu, “Sahte Laikler Bize Mürteci Diyorlar”, Kudret, 17. 4. 1950.
205 Kudret, 21. 4. 1950.
206 Kudret, 21. 4. 1950.
207
Kudret, 29. 4. 1950.
208 Cemal Aygen, “Memleketimizde Seçimler ve Neticeleri”, AÜSBFD, C. XVII, S. 1 (Mart 1962),
s. 205.
209
Nurettin Ardıçoğlu, “Hesap Sorma ve Muvazaa”, Kudret, 3. 6. 1950.
210
Nurettin Ardıçoğlu, “DP Kurucuları ve Meclis”, Kudret, 29. 5. 1950.
211 Cumhuriyet, 9. 6. 1949.
212 Bahri Savcı, “Partilerimizde Tabakalaşmanın Gerçek Mahiyeti ve Sosyal Muhtevalı Politika
Meyli”, AÜSBFD, C. 13, S. 1, 1958, s. 64.
213 Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler: 1859–1952, s. 555.
214 İlkay Sunar, “Demokrat Parti ve Popülizm”, CDTA, C. 8, s. 2076–86.
342
13. Bölüm: Türkiye’de Çok Partili Siyasal Sürece Giriş / A. Çaylak, Ş. Nişancı
215 Nilüfer Göle, Mühendisler ve İdeoloji (Öncü Devrimcilerden Yenilikçi Seçkinlere), Çev., Eli
Levi (İstanbul: İletişim, 1986), s. 70.
216 Bu konuda Eroğul, çok partili düzende sol kanatın öngörülmediği, hatta sağın tüm eğilimleri-
nin (Osmanlı düzenine geri dönmek isteyen gericiler, laikliğe karşı olan şeriatçılar, Nazilere
özenen faşistler gibi) temsilinin asla söz konu edilmediği bir “demokrasi” yaratılmaya çalışıldı-
ğını ve meşru olarak kabul edilen tek muhalefetin, iktidarın ideolojisinden pek farklı olmaya-
cak bir tür yarı-liberal bir sağcı muhalefet olduğunu dile getirir. Bkz., Cem Eroğul, “Çok Parti-
li Düzenin Kuruluşu…”, s. 115.
217 Nihal Kara, Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş Kararı, 1945, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakülte-
si, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1982, s. 344, 394, 400.
218 Nihal Kara-İncioğlu, “Türkiye’de Çok Partili Sisteme Geçiş ve Demokrasi Sorunları”, Tarih ve
Demokrasi/Tarık Zafer Tunaya’ya Armağan (İstanbul: İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyeleri
Derneği, 1992) içinde, s. 69–86.
343
14. Bölüm: 1946-1950 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
14. BÖLÜM
1946–1950 DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
M. Seyfettin EROL∗
GİRİŞ
İkinci Dünya Savaşı öncesinin uluslararası politik güç dengesini oluşturan
devletler, 1945’den sonra güçlerini kaybetmiş ve sonucunda da savaşın sona
ermesiyle uluslararası sistemde büyük bir değişiklik söz konusu olmuştur.
Uluslararası sistemdeki bu köklü değişiklik, ülkelerin dış politikalarına yansır-
ken Türkiye’nin dış ilişkilerinin yeniden düzenlenmesinde de etkili olmuştur.
Nitekim İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin dış politikasına egemen
olan ve ona istikamet veren esas unsur, savaş sonrası Avrupa dengesinde
meydana gelen boşluklardan yararlanan Sovyetler Birliği’nin Türkiye üzerin-
deki istekleri olmuş ve bu çerçevede bloklaşan dünyada Türkiye bloklar ara-
sında bir tercih aşamasına gelmiştir. Türkiye, bu tercihi Batı yönünde kullan-
mış ve Türk dış politikası bu dönemden başlayarak geniş ölçüde Batı çıkarları-
na paralel olarak oluşturulmuştur. Türk karar vericilerine göre, Türkiye’yi
Sovyet tehdidinden ancak Batı kurtarabilirdi.1 Bu kapsamda Türkiye bir ittifa-
kın üyesi olana kadar kendisini güvende hissedemeyecek ve devlet adamları
1949’da kurulan Kuzey Atlantik İttifakı’na dâhil olana kadar Osmanlı mirası
olan diplomatik ve askeri yalnızlığın verdiği endişeleri yaşayacaklardır.2 Dola-
yısıyla, Sovyet tehdidiyle birlikte 1946–1950 yılları arasında yaşanan gelişmeler
Türk dış politikası açısından bir “makas değiştirme” dönemi olarak da adlan-
dırılabilir. Atatürkçü dış politikanın bir anlamda “iflas ettirildiği” ve Milli Şef
İsmet İnönü’nün genel anlamda Türkiye’nin, daha özelde ise Türk dış politika-
sının seyrini belirlediği bir dönemdir. Diğer bir ifadeyle, Cumhuriyet Türkiye-
si’nin dış politikasındaki geleneksel tarafsızlık politikasına “nokta”nın konul-
duğu, aktif-revizyonist dış politika anlayışından, pasif-statükocu3 bir anlayışa
hızlı bir geçişin yaşandığı bir dönemdir.
Bu kapsamda Türkiye, söz konusu dönemde ABD ile bir “Love Affair” sü-
recinin temellerini atmış ve Batı ile ilişkilerini güvenlik eksenli yapılanmalar
içinde aramak suretiyle, NATO’ya üyelik yolunda diplomatik girişimlerini
yine bu dönemde yoğun bir şekilde başlatmış ve bu kapsamda birçok anlaş-
∗
Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
345
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
346
14. Bölüm: 1946-1950 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
Batılı koalisyona katılmıştı. Böyle bir arzu olmasaydı resmen savaşa girilmeye-
bilirdi. İkincisi, Avrupa’da savaş biter bitmez Stalin’in kaba bir şekilde Türki-
ye’yi yarı uydu haline sokmak için doğu bölgesinde bir kısım toprak talebi ve
Türk boğazlarında müşterek bir savunma sistemi kurmak konusundaki ısrarı-
dır. Bu istekler Türk askeri ve sivil liderlerini 17. yüzyıldan beri süregelen Rus
tehlikesine karşı derin bir kaygıya sevk etmiştir. Üçüncüsü, Rusya’nın Kuzey
İran’ı kontrolü altına alabilmek için kukla bir Azeri ve Kürt Cumhuriyeti kur-
ma manevrasına girişmesidir. Bu tecrübe de Kuzeyden büyük tehlikelerin ge-
lebileceği konusunda Türkiye’nin endişelerini artırmış, güvenliğinin etkili bir
uluslararası teşebbüse dayanması gerektiğini öğretmiştir.8 Dolayısıyla Sovyet
tehdidi, Soğuk Savaş döneminin ilk yıllarında Türkiye’nin iç ve dış politikala-
rını etkileyen ve dış politikada siyasi ve stratejik denge arayışlarında etkili olan
başlıca faktör olarak döneme damgasını vurmuştur. Bu faktör, aynı zamanda,
Türk iç ve dış politikasında yeni açılımlara ve radikal dönüşümlere de neden
olduğu için oldukça önemlidir. Dolayısıyla Türkiye, Zeki Kuneralp’ın de hatı-
ralarında ortaya koyduğu üzere, Soğuk Savaş’ın ideolojik yanından ziyade
stratejik ve güvenlik boyutuyla ön plana çıkmış ve yine bu çerçevede bir etkiye
maruz kalmıştır.9 Bu kapsamda İkinci Dünya Savaşı’nın Türkiye açısından
hem iç hem de dış politika açısından şu önemli sonuçları olmuştur:10
1. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na katılmaması 1923’ten beri takip edi-
len tarafsızlık politikasının en büyük başarısıydı;
2. İkinci dünya Savaşı sonrası Orta Doğu’daki güç dengesinin tamamıyla
değişmesi sonucu, bölgede bir güç boşluğunun ortaya çıkması o zama-
na kadar takip edilen tarafsızlık politikasını terk etme zorunluluğunu
da beraberinde getirmiştir;
3. Stalin’in talepleri, Türkiye’nin Savaş sonrası tarafsızlık siyaseti takip
etmesinin hayalci bir yaklaşım olacağı gerçeğini ortaya koymuş ve
Türkiye üzerindeki geleneksel Rus emellerinin bir kez daha ortaya
çıkmasına zemin hazırlamıştır;11
4. Siyasi koşulların savaş öncesi çerçevesi ile karşılaştırılamayacak şekilde
değişmemiş olması sonucu, Atatürk tarafından belirlenen “tam bağım-
sızlık” prensibi terk edilmek zorunda kalınmıştır. Böylece Türk dış po-
litikasında yeni bir yöneliş başlamıştır;
5. “Soğuk Savaş”,12 Türkiye’ye bu bölgede bir “kilit rol” oynama fırsatı
vermiştir.
SOVYET TALEPLERİ, BATI VE TÜRKİYE
Bu dönemde, Doğu Avrupa ülkelerini de işgal etmiş olan SSCB’nin istek-
lerini kabul ettiremediği tek devlet Türkiye’dir. Dolayısıyla Sovyetler Birliği,
1939 yılında Türkiye hakkında açığa vurduğu isteklerini gerçekleştirme giri-
şimlerine yeniden başlayacaktır.13 Bu kapsamda Moskova, süresi 7 Kasım 1945
tarihinde sona erecek olan 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Sal-
dırmazlık Antlaşması’nı, tek yanlı olarak 19 Mart 1945’te bir deklarasyonla
sona erdirmiştir.14 Moskova’daki ABD Büyükelçisi Harriman’ın ifadesiyle,
Sovyetler bu çıkışıyla Türkiye’ye SSCB lehine oluşacak şartları kabul ettirmeyi
347
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
hedefliyordu.15 Nitekim Türk tarafı (her ne kadar bu ilk talep doğrudan Boğaz-
lar rejiminin değiştirilmesine yönelik gelmemiş olsa da), bunun Sovyetlerin
Boğazların rejimini kendi lehlerine değiştirme girişimlerinin ilk adımı olarak
değerlendirmiştir.16 Sovyetler Birliği’ne göre 17 Aralık 1925 tarihli anlaşma,
Savaş sonrası köklü değişmeler nedeniyle günün koşullarına uymamaktaydı
ve bu nedenle esaslı değişikliklere uğraması zorunluydu. Savaştan galip çıkmış
olan Sovyetlerin nazarında artık Türk dostluğunun bir değeri kalmamıştı. Di-
ğer bir ifadeyle, Savaş içinde Türkiye’ye karşı cephe durumlarına göre değişik-
likler arz eden Sovyet politikası, savaş sonunda artık gerçek niteliğini kavuş-
muş, netlik kazanmıştır.
Hiç kuşkusuz Moskova müttefiklerinin yumuşak tutumundan da cesaret
almaktaydı. Konuya gayet ihtiyatlı bir şekilde yaklaşan Ankara, 7 Nisan
1945’te Sovyetlerden önerilerini ve değişiklik isteklerini sordu.17 Ankara, ver-
diği yanıtta Moskova’nın önerdiği şekilde iki tarafın çıkarlarına daha uygun ve
ciddi tadilatı içeren yeni bir antlaşma akti için yapılacak önerilerin hayırhahlık-
la inceleneceğini bildirmekteydi. Türk hükümetinin sorularını, Haziran ayında
bir mektupla cevaplayan Ruslar yeni bir antlaşma akti için iki şart öne sürmek-
teydi. 7 Haziran 1945 tarihinde Molotov; Osmanlılardan Çarlık Rusya’sı tara-
fından 1877–1878 savaşı sırasında alınan, ancak Sovyet Devrimi’nden sonra
Türkiye’ye geri verilen bazı Türk vilayetlerinin (Kars, Ardahan ve Artvin) ia-
desini, ayrıca, Türk boğazlarındaki durumun yeniden düzenlenerek, Sovyetle-
re gözetim üsleri verilmesini ve bu çerçevede de Montreux Boğazlar Sözleşme-
si’nin değiştirilmesini istemiştir.18 Diğer taraftan, İngiliz Dışişleri’ne göre aslın-
da Sovyetler Birliği Türkiye’den dört talepte bulunmuştu. Bunlardan ilk üçü,
yukarıda da görüldüğü üzere, açık bir şekilde ifade edilmiş iken, dördüncü
madde üstü kapalı bir şekilde Molotov tarafından aynen, “ilk üç maddenin çö-
zümünü kolaylaştırıcı dördüncü” madde olarak belirtilmişti. İngiliz Dışişleri Ba-
kanlığı bu karanlık dördüncü maddenin ya 1939 Türk-İngiliz Antlaşması ya da
Türkiye’nin iç siyasi rejimiyle alakalı olabileceğini belirtmiştir.19 Ali Halil, bu
hususu iç siyasi rejimle ilgili durumu çalışmasında daha da netleştirmekte ve
Rusya, “Türkiye’de daha demokratik ve temsili bir hükümet kurulmasını da istemiş-
tir” şeklinde ortaya koymaktadır.20
Türkiye, Sovyet isteklerini derhal reddetmiştir.21 Bunun üzerine Haziran
ortalarından itibaren SSCB Türkiye üzerinde siyasi baskı yapmaya başlamış-
tır.22 Nitekim bu dönemde, Sovyet baskısıyla ilgili Türk basınında yer alan
haberlere bakıldığında, bu baskının boyutu daha net bir şekilde görülmektedir.
Örneğin, Tanin gazetesinde ve Ayın Tarihi’nde, Sovyetlerin Türkiye’yi İngilte-
re ve ABD gibi demokrat Batılı ülkeler nezdinde zor durumda bırakmaya çalı-
şıyordu. Moskova Radyosu da sürekli olarak dönemin hükümetinin “faşist
ilkelerle” yönetildiğini vurgulamakta ve bu rejimin mutlak olarak değişmesi
gerektiğini söylemektedir.23
Bu taleplerden, Çarlık zamanında olduğu gibi Stalin siyasetinde de Erme-
ni meselesinin, Türkiye’den toprak koparmak için bir bahane olarak değerlen-
dirildiği görülmektedir.24 Nitekim Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den bazı Doğu
vilayetlerimizi istemesi, bu toprakların Ermenistan’a ait olduğu iddiasına da-
348
14. Bölüm: 1946-1950 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
349
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
kiye’nin aralarında halletmeleri gereken bir mesele” idi.39 Truman, “… Nitekim Ma-
reşal Stalin de bu husustaki fikrimi benimle paylaşıyordu”40 demekle, Türkiye top-
raklarından bazı yerlerin Sovyetler Birliği’ne geçmesinin o günlerde ABD’yi
ilgilendiren bir konu olmadığını ortaya koymaktadır.
Nitekim 1945’te Potsdam Konferansı’nda ABD Başkanı Truman, Sovyet
önerisi doğrultusunda Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin yeniden gözden
geçirilmesini kabul edecek, toprak talepleri konusunda iki ülkenin aralarında
anlaşmasını uygun bulduğunu açıklayacaktır.41 Yine bu konferansta Stalin,
Birleşmiş Milletler’e hangi devletlerin alınıp alınmayacağı tartışılırken, Türkiye
örneğini ileri sürmüş ve “… Bazı ülkelerin kazananlardan yana yatırım yaptıkları-
nı… Almanya’ya karşı bütün gücüyle çarpışmış ülkelerin savaş sırasında sallantıda
kalmış ve hilekârlık etmiş olanlarla yan yana oturmalarının bunları kızdıracağını”42
ileri sürerek, Churchill ve Roosevelt’in dikkatini bir kez daha Türkiye üzerinde
toplamıştır.
ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği, Potsdam Konferansı kararına dayana-
rak, Montrö Boğazlar Sözleşmesinin değiştirilmesini isteyen notalarını, 2 Ka-
sım 1945’ten itibaren Türkiye’ye vermeğe başladılar. Bu tarihte ABD, 21 Ka-
sım’da da İngiltere, Türkiye’ye gönderdikleri notalarla Montrö Antlaşması’nın
yeniden gözden geçirilmesini ve Karadeniz’e kıyısı bulunan bazı ülkelere ta-
vizler verilmesini istiyorlardı. Notalarda, Türk-Sovyet ilişkilerinin de yeniden
ele alınmasından söz ediliyordu. Sovyet notası ise, ilk ikisinden çok sonra, 7
Ağustos 1946’da Türkiye’ye veriliyordu. Notada Türkiye’den toprak talebin-
den söz edilmiyor, yalnız Montrö Antlaşması’nın gözden geçirilmesinden bah-
sediliyordu. Aynı şekilde, Türkiye’nin savaş sırasında Boğazların denetimini
sağlayamadığı iddia edilerek, Montrö Antlaşması’nın gereksinimlere yanıt
vermediğinin43 Potsdam’da kabul edildiği hatırlatılıyor ve şu beş maddelik
değişiklik öneriliyordu:44
1. Boğazlar tüm ticaret gemilerine açık tutulacak;
2. Boğazlar, Karadeniz devletlerinin savaş gemilerine her zaman açık tu-
tulacak;
3. Özellikle öngörülen durumlar dışında Karadeniz’de sahili bulunmayan
devletlerin savaş gemilerine Boğazlar kapalı tutulacak;
4. Boğazlardan geçişin düzenlenmesi yetkisinin Türkiye ve Karadeniz
devletlerine ait olduğu kabul edilecek;
5. Boğazların güvenliği Türkiye ve SSCB tarafından sağlanacaktır.
Türkiye SSCB’ye olumsuz yanıt verdikten sonra her an bir Sovyet saldırı-
sını beklemeye başlamıştır.
SOVYET TEHDİDİ VE TÜRK-BATI İLİŞKİLERİNDE YENİ DÖNEM
Diğer taraftan, 2 Kasım 1945–7 Ağustos 1946 tarihleri arasında köprülerin
altından çok sular akacaktır. Bir yanda, Yunan İç Savaşı kızışmış, komünistler
ağır basmaya başlamış, diğer yanda ise, İran krizi önemli bir tırmanış içerisine
girmiştir. Orta Doğu’daki gelişmeler de buna eklenince, Amerika ve İngilte-
re’nin Türkiye’ye dönük tavırları değişmeye başlamıştır. Hatta ABD Dışişleri
350
14. Bölüm: 1946-1950 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
351
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
352
14. Bölüm: 1946-1950 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
353
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
354
14. Bölüm: 1946-1950 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
SONNOT
1 Yılmaz Altuğ, “Soviet Union’s Foreign Relations From Beginning until End of Second World
War: 1917–1945”, SBF Dergisi, C. 43, No. 3-4, 1988, s. 10.
2 Nur Bilge Criss, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Dış Politikaları”, Doğu-Batı Düşünce Dergisi, No.
21, Kasım-Aralık-Ocak 2002/2003, s. 150–51.
3
Nitekim bu politikanın mimarı olan İsmet İnönü, Mughisuddin’in ifadesiyle, “Statükocu bir
siyasetçidir.”. Bkz. Oya Akgönenç Mughisuddin, “Determinants of Turkish Foreign Policy
1918–1945: A Historical Perspective”, Belleten, C. 57, S. 218, Nisan 1993, s. 225.
4 Oysa Churchill, Stalin’in Doğu ve Orta Avrupa hakkındaki ödünsüz tutumunu anlayınca bu
fikrinden vazgeçmiş fakat Türkiye Churchill’in bu kararından hemen haberdar olmamıştır.
Bkz. Nur Bilge Criss, Kasım-Aralık-Ocak 2002/2003, s. 150–51.
5 Selim Deringil, Denge Oyunu: İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin Dış Politikası, İstan-
bul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 263.
6
Tevfik Rüştü Aras, Atatürk’ün Dış Politikası, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2003, s. 192.
7 Mustafa Sıtkı Bilgin, “Anglo-Turkish Relations in the Middle East: British Perceptions, 1945–
1953”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, CBOMGS, School of Historical Studies, The University
of Birmingham, July 2001, s. 320.
8
Paul B. Henze, Turkey and Atatürk’s Legacy: Turkey’s Political Evolution, Turkish-US
Relations and Prospects for the 21st Century, Haarlem, SOTA Publications, 2003, s. 57–58.
9
Zeki Kuneralp, Sadece Diplomat, İstanbul, İstanbul Matbaası, 1981, s. 96.
10
Hüseyin Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, Ankara, ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayın-
cılık ve İletişim Yayınları, 2001, s. 129.
11
Bilgin, 2001, ss. 77–115.
12 Soğuk Savaş dönemi hakkında detaylı bilgi için bkz., Louis J. Halle, Soğuk Harp, çev. Fahri
Çeliker, Ankara, Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Str. Etüt Yayınları, 1976.
13 Yüksel İnan, Türk Boğazlarının Siyasal ve Hukuksal Rejimi, Ankara, Gazi Üniversitesi
Yayınları, 1986, ss. 98–99.
14 Peterson to FO, 22 March 1945, FO195/2487/401; Ankara to FO, 8 April 1945, FO 371/48773,
içinde, Bilgin, 2001, s. 88; Ayrıca bkz. Metin Toker, Türkiye Üzerinde 1945 Kâbusu, Ankara,
Akis Yayınları, 1971, s. 5.
15 FRUS, 1945, C. VIII, The Near East and Africa, Washington, United States Government Prin-
ting Office, 1969, s. 1222.
16 FRUS, 1945, C. VIII, s. 1219–1220.
17 Bu dönemde İngiliz Dışişlerinin elde ettiği çok gizli bir belgede, aslında Türkiye’nin, 1939
Türk-İngiliz Anlaşması’ndaki Rusya ile ilgili ortaya konulan anlaşma maddesi saklı kalmak
şartıyla, SSCB ile “ileri derecede”, neredeyse bir “müttefiklik” ile eşdeğerde olan bir anlaşma
imzalamaya hazır olduğu belirtiliyor ve bu hususta Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Ser-
per’in de yetkili kılındığı belirtiliyordu. İlgili rapor için bkz. Peterson to Bevin, Review of
Events in Turkey, 1945, 1 February 1946, FO 371/59297, içinde, Mustafa Sıtkı Bilgin, 2001, s. 89.
18 Hans Kohn, Panislavizm ve Rus Milliyetçiliği, çev. Agâh Oktay Güner, İstanbul, Kervan
Yayınları, 1983, s. 12.
355
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
19 FO to various HMG’s rePressentatives, 14 June 1945, FO 371/48773, içinde, Mustafa Sıtkı Bil-
gin, 2001, s. 90.
20 Ali Halil, Atatürkçü Dış Politika ve NATO ve Türkiye, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1968, ss.
86-87.
21 Bunun üzerine Sovyetler Birliği Türkiye üzerindeki baskıyı artırmak amacıyla Türkiye sınırla-
rına asker yığmaya başladı. Kamuran Gürün’e göre, Sovyetler Kafkasya sınırına 190 bin, Bul-
garistan sınırına ise 90 bin asker yığdı. Bu, o dönemde Türkiye’nin tahmin ettiği rakamlardı,
bkz. Kamuran Gürün, 1991, s. 306. Fakat İngiliz kaynakları bu rakamların daha yüksek oldu-
ğunu kaydetmektedir. Şöyle ki; 200 bin Bulgaristan, 175 bin Kafkas ve 35 bin Türk-İran sınır-
larında Rus askeri yığınağı oluşturulmuştu. Bkz. Foreign Office Report by Mr. Williams, 15
December 1945, FO 371/48699, içinde, Mustafa Sıtkı Bilgin, 2001, s. 102.
22 Kamuran Gürün, Türk-Sovyet İlişkileri 1920–1953, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
1991, ss. 144–147.
23 Hüseyin Cahit Yalçın, “Moskova Radyosu’nun Hücumları”, Tanin, 29 Haziran 1945; Ayın
Tarihi, No. 139, Haziran 1945, s. 142.
24 Stalin, Türkiye üzerindeki Rus taleplerine “haklılık” kazandırmak için, bu talepleri bir “milli
mesele” şeklinde göstermek istemiş ve bu amaçla Sovyet Ermenistan’ını kullanmıştır. 1945’de
Potsdam Konferansı başlangıcında, Sovyet komünizminin desteğiyle Erivan’da dünyanın
muhtelif yerlerinden gelen Ermeni ruhani mümessillerinin iştirakiyle bir Ermeni Kongresi
toplanmıştır. Kongre’nin görünürdeki amacı, bir Ermeni Patriği (Katolikos) seçmekti. Kongre,
bu dini işi bitirdikten sonra siyasi meselelere geçmiş ve Türk toprakları üzerindeki Rus talep-
lerini desteklemek üzere Stalin’e bir telgraf çekmiştir. Telgrafta, “Ermeni milletinin uğradığı
haksızlığın” SSCB tarafından “tamir” edilmesi isteniyordu! Yani, Rusların Türkiye’den toprak
koparması, “Ermenilerin uğradığı haksızlığı tamir” diye dünyaya ilan edecekti! Ermeni kong-
resi sonunda yayımlanan bildiri de bunu teyit ediyordu. Taha Akyol, Sovyet Rus Stratejisi ve
Türkiye (2 Cilt), İstanbul, Ötüken Yayınları, 1976, s. 617.
25 Sovyetlerin iddiaları ve bunlara Türk bilim adamlarının verdikleri cevap için bkz. Jeopolitik-
İlmi Antoloji Denemesi, İstanbul, Gençlik Kitabevi, 1946. Eserde, Kazım Karabekir Paşa’nın,
Rus talepleri hakkında bir askeri deha mahsulü olan stratejik izah ve tenkitleri de mevcuttur,
içinde Taha Akyol, 1976, s. 616.
26 Gürün, 1991, s. 302; Ayrıca bkz. FRUS, 1946, C. VII, The Near East and Africa, Washington,
United States Government Printing Office, 1969, s. 806.
27
Akyol, 1976, s. 618; Diğer taraftan, bu stratejisinde başarılı olamayan Sovyetler, Türkiye’deki
Ermenilere, Sovyet Ermenistanında vatandaşlık teklif etmek suretiyle onları kendi tarafına
çekmeyi ümit etmiştir. Türkiye, bu Ermenilere paralarını ve mallarını beraberlerinde götüre-
bilmeleri için her türlü yardımı sağlamasına rağmen, 60 bin Ermeni’den sadece 100 tanesi Er-
meni tabiiyeti için müracaatta bulunmuştur. Bkz. BCA, 030.01/101.624.10
28 FRUS, 1946, C. VII, The Near East and Africa, Washington, United States Government Prin-
ting Office, 1969, s. 806.
29
Ulus, 21 Aralık 1945.
30 Ulus, 7 Aralık 1945.
31 Vatan, 31 Ocak 1946.
32 Vatan, 20 Ocak 1946.
33
Ulus, 3 Ocak 1946.
34 Mehmet Altan, Süperler ve Türkiye: Türkiye’de Amerikan ve Sovyet Yatırımları, İstanbul,
AFA Yayınları, 1986, s. 75. Türkiye kendisine yönelen Sovyet istekleri karşısında önce İngilte-
re’nin desteğini aramış, Orta Doğu ile ilişkilerini daha azaltmamış olan İngiltere de 18 Hazi-
ran 1945’te Amerika’ya başvurarak, Potsdam toplantısından önce bu konuda ortak Anglo-
Amerikan görüşünün tespitini istemiştir. Bunu Washington’daki Türk Büyükelçisi’nin ABD
Dışişleri Bakan Yardımcısı ile yaptığı görüşmede, Birleşik Amerika’nın Türkiye lehine Sovyet-
ler nezdinde teşebbüse geçmeyi reddetmesi izlemiştir. Ali Halil, 1968, s. 87.
356
14. Bölüm: 1946-1950 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
357
1919–1950 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
61 Bkz. FRUS, 1947, Vol. 5, s. 138., içinde, Mustafa Sıtkı Bilgin, 2001, s. 110.
62 Aydoğan, 1999, C. 2, s. 489. Öyle ki, 12 Temmuz 1947 Antlaşması’nın en önemli maddesi,
Birleşik Amerika’nın tam 17 yıl sonra, 1964 Haziran’ında Türkiye’nin Kıbrıs’a çıkarma yap-
masını önlemede kullanacağı madde olacaktır: “… Türkiye hükümeti, Birleşik Devletler hüküme-
tinin onayı olmadan, bu türden hiçbir madde ya da bilginin mülkiyet veya zilyetliğini devredemeyeceği
gibi, onay olmadan Türkiye hükümetinin subay, memur ya da ajan sıfatını taşımayan bir kimse tara-
fından bu maddelerin ya da bilginin kullanılmasına, bu bilginin bu sıfatı taşımayan bir kimseye açık-
lanmasına, bu maddeler ve bilgilerin verildikleri amaçtan başka amaçla kullanılmasına izin vermeyecek-
tir.”, Akalın, 2003, s. 228–229.
63 Henze, 2003, s. 58.
64 Ayşegül Sever, Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı ve Orta Doğu (19445–1958), İstan-
bul, Boyut Kitapları, 1997, s. 37.
65
Oral Sander, Türk-Amerikan İlişkileri (1947–1964), Ankara, 1979, s. 12.
66 Akalın, 2003, s. 247.
67 Bir yıl sonra yapılan değerlendirmelerde.
68 NARA, M 1292, 867.001/12-2248, (bkz. Ek-12)
69 Bağcı, 2001, s. 40-41.
70 Türkiye, İsrail’in doğmasına yol açan ve 1947 Kasımında BM Genel Kurulunda gündeme
gelen taksim planına muhalefet etmiş ve uluslararası sorunlarda hareket serbestîsini henüz
kaybetmemiş olan Türkiye taksim kararı aleyhinde oy kullanan devletler yanında yer almış-
tır. Aslında Türkiye Arap Orta Doğusu ile ilişkilerinde 1945 – 1947 döneminin genel niteliğine
uygun olarak BM’deki Filistin görüşmelerinde Arap ülkelerini desteklemiş; Arap ülkelerinin
Filistin’e bağımsızlık verilmesi yönündeki karar tasarılarının lehinde oy kullanmıştı. Bir süre
sonra, 1948 Mayısında gerçekleşen İsrail’in kuruluş ilanını kendi güvenlikleri için bir “Siyo-
nist tehdit” olarak gören Arap ülkeleri ile İsrail arasında çatışmalar başlamıştır. Güvenlik
Konseyi’nin 19 Ekim 1948 tarihli ateşkes çağrısının taraflarca 22 Ekim’de kabul edildiğinin
açıklanmasına karşılık çatışmalar durmamış olmakla beraber, BM Genel Kurulu 11 Aralık’ta
kabul ettiği 194 (III) sayılı kararla ABD, Fransa ve Türkiye temsilcilerinden oluşacak bir Filis-
tin Uzlaştırma Komisyonu kurulmasına karar vermişti. Kararın diğer hükümlerine göre Ku-
düs’ün sınırları güneyde Bethlehem (Beytüllahim) ve Kuzeyde Nezareth’i (Nasıriye) içine ala-
cak şekilde çok geniş tutularak ayrı bir varlık olarak (corpus seperatum) askersiz hale getiril-
mekte ve BM gözetimine bırakılmaktaydı. Kararın üçüncü önemli unsuru mültecilere ilişkin-
di. BM Genel Kurulunun 11 Aralık’taki 194 sayılı kararıyla Arapların kurulmasını istemediği
BM Uzlaştırma Komisyonu’nda ABD ve Fransa ile birlikte yer alarak Araplardan farklı bir po-
litika izlemeye başlayan Türkiye, 28 Mart 1949’da bir adım daha atarak İsrail’i de facto olarak
tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. Bu politikasında o yıllara kadar İsrail’in Sovyetler tarafından
kullanılacak bir ülke olduğu endişesini taşıyan Türkiye’nin İsrail’in bir Sovyet peyki olmadı-
ğına güvenmiş olması ve bu ülkenin ABD ile ilişkileri çerçevesinde ortaya çıkan güvenlik ya-
pılanmasında giderek Batı’ya yaklaşarak kendisini güvence altına alma endişesi önemli rol
oynamış ve durum Türkiye’yi İsrail olgusunu tanımak zorunda bırakmıştır. Fakat bu politika
Türkiye’yi bir o kadar da Orta Doğu politikasından uzaklaşmıştır. Daha detaylı bilgi için bkz.
Alan R. Taylor, İsrail’in Doğuşu, çev. Mesut Karaşahan, İstanbul, Pınar Yayınları, 2000, s.
127–128; Ömer Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Ortadoğusu’na Karşı Politikası (1945–1970),
Ankara, A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1972, s. 21; Fahir Armaoğlu, Filistin Mesele-
si ve Arap-İsrail Savaşları (1948–1988), Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1989, s.
99; Gencer Özcan, “Türkiye-İsrail İlişkileri 50. Yılına Girerken”, der. Faruk Sönmezoğlu, Türk
Dış Politikasının Analizi, İstanbul, Der Yayınları, 2001, s. 160.
71 Tellal, 2000, s. 39.
72
Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945–1980), çev., Ahmet Fethi, İstanbul, Hil
Yayınları, 1996, s. 396;.
73 Kuneralp, 1981, s. 96.
358
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1950–1980 DÖNEMĐ
TÜRKĐYE’DE ĐÇ VE DIŞ
POLĐTĐK GELĐŞMELER
359
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
360
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
15. BÖLÜM
DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİ İÇ ve DIŞ SİYASİ
GELİŞMELER [1950-1960]]
Cihat GÖKTEPE∗
∗
Prof. Dr., Uluslararası Antalya Üniversitesi.
361
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
362
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
yışı ile Milli Mücadele’nin ilklerinden olan Ali Fuat Paşa’nın seçilmesini istemiş-
lerdir. Ancak parti içi çevreler, Bayar’ın Cumhurbaşkanı olmasına ve Cebesoy’a
Milli Savunma Bakanlığı önerilmesine karar vermiştir. Fakat bu öneri Cebesoy
tarafından kabul edilmemiştir.8 İktidarın el değiştirdiği gün, Yeni Meclisin yap-
tığı ilk işlerden birisi Atatürk’ün de yakın arkadaşı, deneyimli ve ılımlı bir devlet
adamı olarak da bilinen DP’nin genel başkanı Celal Bayar’ı Türkiye’nin üçüncü
Cumhurbaşkanı, Refik Koraltan’ı da Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlığına
seçmek olmuştur. Cumhurbaşkanı seçilen Bayar Parti Genel başkanlığını da
bırakmıştır. Bu durum Türk demokrasi tarihinde yeni bir başlangıçtı, zira Ata-
türk ve İnönü’nün Cumhurbaşkanlıkları döneminde Parti Genel başkanlıkları da
fiilen olmasa da hukuken devam etmişti. DP dönemindeki bu yeni anlayış Cum-
hurbaşkanlarının hukuken tarafsız olması durumunu pekiştirmiştir. Başbakanlık
ve Parti genel başkanlığı konusunda Fuat Köprülü ismi üzerinde yoğunlaşma
olmasına rağmen, Bayar’ın da teşviki ile DP genel idare kurulu 9 Haziran 1950
de toplanarak Bayar’dan boşalan genel başkanlığa Adnan Menderes’i seçmiştir. 9
Böylece gücün merkezileştirilmesi sağlanmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti ör-
neğinden yola çıkılarak Parti başkanı ve başbakanın farklı kişilerden olması ile
çıkabilecek çatışma süreci Başbakanın Parti başkanının etkisinde kalması duru-
mu önlenmiştir. Dolayısıyla 1950’de başlayan ve 27 Mayıs 1960 hükümet darbe-
sine kadar sürecek olan bu dönem, “DP Dönemi” olarak isimlendirilmiştir. Bu
dönem aynı zamanda Adnan Menderes’in üstlendiği DP Genel Başkanı ve ülke-
nin başbakanlığı görevlerinden dolayı “Menderes Dönemi” olarak da isimlendi-
rilmektedir.
Türk siyasi tarihinde, 1950 deki hükümet değişikliği sadece iktidarın el de-
ğiştirmesi olarak değil aynı zamanda o tarihe kadar mevcut olan siyasetin dev-
letçi siyasetçiden farklı olarak sokaktaki adama dayanmaya başlaması olarak da
değerlendirilebilir.10 Bir başka ifade ile, siyaset seçkinler uğraşı olmaktan çıkarak
geniş halk kitlelerine ulaşmış, böylelikle Türk siyasi kültürüne olumlu etkide
bulunurken bürokratik-baskıcı devlet geleneğinin yumuşamasına ve milli bir
ticaret –sanayi burjuvazisinin doğmasına da yol açmıştır.
Bu gerekçelerden dolayı tarihçiler arasında, DP’nin Mayıs 1950 deki ezici
seçim zaferinin, modern Türk siyasal tarihinde bir dönüm noktası oluşturduğu-
na dair genel bir mutabakat vardır. Hatta özelikle DP taraftarları bu değişimi
“Ak devrim” olarak tanımlamışlardır.11
DP’nin ezici bir çoğunluğa sahip olduğu yeni Meclisin yapısı ile kurulan
yeni hükümetin niteliği eskisinden bir hayli farklıydı. DP Milletvekillerinin sos-
yal durumları incelendiğinde, Kemalist devirden ayrılan pek çok farklılık göze
çarpar. DP milletvekilleri arasında yüksek öğrenimli olanların sayısı daha az
olmasına karşılık; yaş ortalamaları olarak daha genç, seçmenleri ve seçim bölge-
leriyle çok daha yakın ilişkilere sahiptiler ve ticaret erbabı ve hukuk bilgisine
sahip olanların sayısı daha fazlaydı. DP ile CHP arasındaki en belirgin farklar-
dan biri de, DP’nin sivil ve askeri bürokrasiden gelmiş olan milletvekili sayısının
çok az olmasıydı. Dolayısıyla Türkiye’de bilinen kitleden hayli farklı bir kesimi-
nin iktidara gelmiş olduğu açıktı.12 Destek grupları açısından bakıldığında, bü-
rokrasi, sermaye ve halk üçgeninde DP’yi destekleyenler arasında ilk ikisinin
363
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
364
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
1953 de çıkan bir kanunla bunlar hazineye devredildi. Halkevleri ve Halk odala-
rı da kapatılarak malları hazineye devredildi.
DP genel başkanı Menderes Başbakan olduğunda 51 yaşında 21 yıllık mil-
letvekili ve 16 yıl CHP’de vekillik yapmıştı. Kendisini keşfedenin Atatürk oldu-
ğunu daima söylerdi20 Dolayısıyla geçmişten getirdiği pek çok doğrular ve alış-
kanlıklar mevcuttu ve bazı konularda CHP’deki anlayışa benzer eğilimlerin bu-
lunması gayet tabiidir. Bununla birlikte DP’nin dayandığı kitleler ve takip ettiği
siyaset anlayışı gibi hususlar başta olmak üzere pek çok konuda CHP ye göre
farklılık göstermektedir. DP’nin ana söylemleri o dönemde sihirli söylemler ola-
rak da tanımlanan “özel teşebbüs, özgürlük ve anti-komünizm”21 olarak sırala-
nabilir.
DP’nin sınıfsal dayanağı ile ilgili çeşitli görüşler belirtilebilir. Bu hareketin
esas itibarıyla egemen sınıflara, yani ticaret burjuvazisi ve büyük toprak sahiple-
rine dayandığını belirtmek mümkündür. Bununla birlikte bu değerlendirmelerin
tam ve detaylı olabilmesi için DP’nin, halkı siyasal mücadelenin içerisine bizzat
katıcı özelliğinin de altı çizilmesi gerekir. Zira DP’nin iktidara gelişi geniş bir
halk hareketiyle mümkün olmuştur. DP’nin geliştirdiği ve uyguladığı metotlar,
o zamana kadar Türkiye’de bilinen ve uygulanan siyasal mücadele usullerini
kökten değişime uğratmıştır. Konu ve dönemle ilgili Eroğul, aşağıdaki fevkala-
de isabetli ve ilginç tespit ve değerlendirmeleri yapmaktadır: 22
Eskiden çok önemli ve ancak uzaktan saygıyla bakılabilecek şahsiyetler olarak görülen millet-
vekilleri, halkın ayağına gelmeye başlamışlar; devlet adamları, politikacılar, propagandacılar
oy toplayabilmek için çamurlu köy yollarını aşındırır olmuşlardır. Seçimlerin tek dereceli hale
getirilmesi, oy ile siyasal iktidar arasındaki ilişkiyi çok daha somut bir hale getirmiş; artık se-
çimler, sonucu önceden belli, düzmece bir oyun olmaktan çıkmış ve böylece halk bunlarla ger-
çekten ilgilenir olmuştur. Bu ilginin sonucu olarak katılma oranı gittikçe yükselmiş ve 1950
genel seçimlerinde % 88.88’e varmıştır.
Buradan da anlaşılacağı üzere Türk halkı Türk tarihinde ilk defa aşağıdan
yukarıya bir anlayışla yöneticilerini değiştirmiş, bu durum bile tek başına önemli
bir anlayış değişimini beraberinde getirmiş, halk yönetimdeki gücünü kavramış,
kendisine olan güveni artmış ve daha da önemlisi iktidarın gerçekleştirdiği siya-
si icraatların doğrudan kendisinin günlük yaşantısını etkilediğini fark etmiştir.
DP’nin topluma getirdiği yeni anlayışlar demokrasi açısından sadece görün-
tü müdür (biçimsel) yoksa günün koşul ve özellikleri çerçevesinde değerlendi-
rildiğinde bir yenilik ya da hamle midir? Bu sorunun cevabı bakış açısına göre
değişiklik göstermektedir. Konu Eroğul tarafından da değerlendirilmiştir:23
Demokrasinin klasik tanımı halkın halk tarafından ve halk için idaresidir. Demokrat Parti bü-
tün eksiklerine ve iktidarının sonunda biçimsel demokrasiyi dahi yıkmaya kalkışmasına rağ-
men, işte bu gerçek demokrasiye gidecek yolu kitlelere hissettirmiştir. Halkımız bugün iktidarı
fiilen belirleme yetkisine sahip çıkmıştır. Bundan sonra atılacak demokrasi adımlarında dai-
ma bu gerçeği göz önünde tutmak zorunludur. Bu bakımdan Türkiye devrimcileri, Demokrat
Parti hareketini iyi değerlendirmek ve bu harekete bir karşı-devrim diyerek, onu hemen bir
kenara itmemek durumundadır. Gerçek demokrasiye giden yol Demokrat Parti’nin açtığı
demokratik çığırın inkârına değil, onun özümlenip aşılmasına bağlıdır.
365
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
366
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
1950 sonrası Türkiye’de başlatılan ekonomik gelişme programı için güçlü bir müttefike ihtiyaç
vardı o da Amerika olurdu ve Menderes faydalı ve mantıklı olduğunu düşündüğü için
ABD’nin askeri ve mali yardımını çok elzem görmüştür.31
DP iktidarının toplamında, on yılda Türkiye, ABD’den $994.000.000 eko-
nomik yardım almıştır.32 ABD’den sağlanan bu desteğin yaklaşık %70i tarımsal
modernizasyon için harcanmıştır.33 Ekonomik alandaki değişim ve gelişmeler
ülkede sosyal ve kültürel alanda da toplumu dinamize etmiştir. Özellikle kırsal-
dan kente önemli ölçüde göç bu dönemde çok fazla artmıştır. Bu hususa rakam-
larla bakıldığında, “1950–1960 arası dört büyük şehrin nüfusu %75 artmış, tüm
nüfusun kentlerde oturma oranı %19 dan %26 ya çıkmıştır. Bunun anlamı, şehir-
lere 1.500.000 insanın göç ettiği bunun 600 000 ‘i ise dört büyük şehre olmuş-
tur.”34 Menderes döneminde eğitim alanında bir hayli gelişim ve değişim gerçek-
leşmiştir, bu bağlamda yeni okullar açılmıştır. Bu bağlamda:35
DP’nin eğitim anlayışı geleneksel değerlerin ağır basmasıyla İmam Hatip okulları ve Yüksek
İslam enstitüleri açılmış ve din dersleri mecburi hale getirilmiştir, diğer taraftan batıcı değerle-
rin ağır basmasıyla da yabancı dille eğitim yapan kolejler açılmış, deneme programları başla-
tılmış. Amerikan Üniversite modeline göre Atatürk ve ODTÜ kurulmuştur.
Ayrıca bu dönemde Trabzon ve İzmir’de de üniversiteler kurulmuştur. DP
dönemi ilk defa teknik insan gücünün yetiştirilmeye başladığı dönem olarak
görülür. Zira geleneksel manada elit genellikle askerden ve bürokratlardan olu-
şuyordu. DP hükümetleri ülkede sosyo-ekonomik değişimlere paralel olarak
ihtiyaç duyulan teknik alanlarda eğitim amacıyla yurtdışına öğrenci gönderme-
ye başlamışlardır.36
Ekonomik gelişmenin başlatıcısı Menderes’in iki önemli yönü olduğu ve bu
durumun yatırım ve gelişmeleri hızlandırdığı Aydemir tarafından, “Adnan Men-
deres’in şu iki vasfı bakımından bizim gençlik yaşlarımızda beklenilen bir Başvekil oldu-
ğunu kaydetmişimdir. Bu iki vasfın biri onun büyük rakamlardan korkmaması, ikincisi
de büyük rakamlara varan geniş inşa işleri ve projeleri için süratle karar verebilmesiy-
di.”37 şeklinde açıklanmıştır.
DP döneminin iktidar ve ana muhalefet partisi arasındaki ilişkilere bakıldı-
ğında ilişkilerin ilk baştan beri gergin olduğu anlaşılmaktadır. CHP 27 yıllık
iktidar döneminden DP ise dört yıllık şiddetli bir muhalefetten sonra yeni du-
rumlarına alışmakta zorluk çekmişlerdir. DP yöneticileri kendilerini Milli İrade
ile özdeşleştirerek, ülkenin en büyük ve rakipsiz temsilcisi ve ülkeyi değiştirme
göreviyle yükümlü olarak görüyor ve tıpkı kendinden önceki CHP yönetimi gibi
muhalefetten küçük ortak gibi hareket etmesini bekliyordu. Aynı şekilde, kendi-
lerinin tam çoğunluğu temsil ettiğine inanıyor ve bu durumu, gerekli gördüğü
her şeyi yapmayı meşrulaştıran bir durum şeklinde algılıyorlardı. CHP ise elbet-
te 1946’dan beri gelinen noktada ülkede yaygın desteğe sahip olmadığına inan-
maktaydı.
İlk yıllarda DP’nin vaatlerinin gerçekleşmeye başlamasının gözükmesi,
ekonomide canlılık CHP’yi bir iç karışıklığa sürüklemişti. Çünkü CHP’nin suna-
bileceği siyasal seçenekleri mevcut değildi.38 Demokratlar ilk iktidar döneminde
liberal söyleminin bir yansıması olarak dini konular ve kurumlarla ilgili de bazı
367
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
368
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
369
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
370
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
371
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
372
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
sında da pek çok gerginlik yaşanmıştır. Günver’in ifadesine göre Nehru, bu or-
tamda ziyareti programladığı için Ankara’daki Büyükelçisine kızmıştır. Nehru
şerefine verilen yemekten sonra Dışişleri Bakanı Zorlu ve Dışişleri Bakanlığı
Genel Sekreteri Selim Sarper, Menderes’le konuşmuştur. Bu konuşmayı aktaran
Zorlu’nun belirttiğine göre, “Menderes’in Hükümetin istifasına, sonbaharda yeni
seçimlerin yapılmasına ve Tahkikat Encümeni Kanununun kaldırılmasına razı olduğu-
nu, Cumhurbaşkanının muvafakatini almakla kendilerini görevlendirdiğini söylüyor.
Nitekim duyduğuma göre, Cumhurbaşkanına Zorlu ve Selim Sarper gidiyorlar fakat
başarı sağlayamıyorlar”68 Günver’in anılarındaki bu bilgi dikkate alındığında,
Menderes’in bu manevrasına Bayar’ın niçin muvafakat vermediği konusu tartı-
şılmaktadır. “Menderes bir bakıma bahtsız bir devlet adamıydı”69. Menderes’in etra-
fında sadık ve samimi dostlar bulamadığı ve hatta dost bildikleri kişilerin Yassı-
ada mahkemelerinde aleyhine tutum sergiledikleri dikkate alınırsa içinde bu-
lunduğu durum daha iyi anlaşılabilir. Oğluna yazdığı son vasiyette de bu husu-
sa vurgu yapmıştır. “Suret-i katiyede etrafına inanmayacaksın, beşeri zaaflarım dışın-
da benim suçlu olduğuma katiyen inanmayınız”70
DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE DIŞ İLİŞKİLER
Türk Dış Politikasında 1950’li yıllar adlı eserinde Bağcı, bu dönemde Türk
Dış politikasının ulusal uzlaşmaya dayandığını ve üç temel ilkesinin olduğunu
belirtmiştir. Ona göre, “Birincisi Sovyet yayılmacılığının önlenmesi; ikincisi Batı
ile ekonomik ve siyasi alanlarda ortak işbirliği; üçüncüsü de Kıbrıs’ın taksimi
konusudur.71
1952’deki Meclisi açış konuşmasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar dış poli-
tika ile ilgili olarak, “Türk Dış politikası esas itibarıyla kollektif güvenlik sistemine
dayanır. Şükranlarımı belirtirim ki Hükümetin gayretleri sonucunda Kuzey Atlantik
Asamblesine dahil olunmuştur ki bu organizasyon kollektif güvenlik biriminin en mü-
kemmelidir, SHAPE’yi de eklemiş ve komuta merkezi İzmir’de kurulmuştur.”72 şeklinde
değerlendirme yapmıştır. DP döneminde başbakan Menderes’in Özel kalem
Müdürlüğünü yapmış aynı zamanda hariciyeci olan Ercüment Yavuzalp ise
dönemin dış politikasını şöyle özetlemektedir:73
Menderes iktidara geldiğinde, Menderes için dış politikanın temel hedefinin, çok geç kaldığına
ve bu yüzden birinci önceliğe sahip bulunduğuna inandığı kapsamlı bir ekonomik kalkınma
hamlesini bir an evvel gerçekleştirmek için, ülke güvenliğini sağlam temellere oturtmak oldu-
ğunu söylemek mümkündür. Menderes’in büyük bir heyecanla bağlı olduğu amacı, devleti
sadece birkaç büyük yerleşim merkezi ve orada yaşayanların devleti olmaktan çıkarıp, bütün
memleket sathını kapsayan, tabana yayılmış bir devlet haline sokmak ve fukaralığı yenmek
için kolları sıvamaktı. Bunun için geçmişle övünmekle yaşamayı bir tarafa bırakıp, evvela geri
kalmış bir ülke olduğumuz olgusunu, bir komplekse Kapılmadan kabul etmek, ondan sonra
da bu durumda kurtulmak için gerekeni yapmak gerekiyordu. Dolayısıyla dış politikada gü-
venlik sorununun bir an önce bir sonuca bağlanması, sadece hayati bir öncelik değil, aynı za-
manda ivedilik arz eden bir hedef olarak da ortada duruyordu.
Menderes’in en yakın bürokratının da altını çizdiği husus iyi ve verimli bir
dış politikanın devamı için önce güvenlik gereklidir. İngiltere’nin Ankara Büyü-
kelçisi Sir Bernard Burrows 18 Ocak 1960 tarihli raporunda geriye dönük olarak
373
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
374
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
375
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
376
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
377
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
378
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
379
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
iç meselesi olmayıp Uluslar arası bir mesele haline gelmiştir, ikincisi ise o güne
kadar Yunan tarafının Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde bir taraf olmadığı yolun-
daki iddialarının geçersiz olduğu ve Türkiye’nin Kıbrıs meselesinde doğrudan
bir taraf olduğu Yunanistan tarafından da kabul edilmiştir. 108
Konferansın yapıldığı sırada Selanik’te Türkiye konsolosluğu bahçesinde
bomba patladığı ve patlamanın binanın bitişiğinde bulunan Atatürk’ün doğdu-
ğu evde hasara yol açtığı yönündeki bir gazete haberi Ankara, İzmir ve özellikle
İstanbul’da Yunan azınlığa karşı bir eyleme ve nihayetinde bir yağma harekâtına
dönüşmüştür.109 Binlerce genç Yunanistan’ı ellerindeki Atatürk posterleri ve
“Kıbrıs Türktür!” sloganları ile protesto etmişlerdir. Yakın tarihte 6–7 Eylül hadi-
seleri olarak geçen bu olay Londra’da duyulunca Yunan temsilci hemen konfe-
ransı terk etmiş ve böylece konferans sona ermiştir.
Konferanstan istediği sonucu alamayan İngiliz yönetimi adaya vali olarak
Eylül sonunda sabık Genelkurmay başkanı Mareşal Sir John Harding’i atamıştır.
Harding adaya geldikten sonra Makarios’la görüşmelere başlamış, ona self go-
vernment dâhil değişik seçenekler sunduysa da sonuç alamamış, zira Makarios
sunulan teklifleri reddetmiştir. Şubat’a kadar devam eden görüşmelerden bir
sonuç çıkmayınca Harding politika değişimine gitme gereğini duymuş ve 9 Mart
1956 da diğer 3 kilise temsilcisi ile birlikte Makarios’u da Hint Okyanusu’nda
Seychelles adasına sürgün etmiştir.110 Harding Kıbrıs’ta acil durum ilan etmiş
barış ve huzuru sağlamak ve asayişsizliği önlemek amacıyla EOKA ve Rumların
partisi AKEL’i (Kıbrıs Komünist Partisi) yasaklamıştır. EOKA ve AKEL yapı ve
amaçları farklı olan iki organizasyon olmalarına rağmen, ikisinin ortak özelliği
adadaki İngiliz hâkimiyetine karşı çıkmaları ve bu doğrultuda düzenli ve geniş
katılımlı gösteriler tertip etmeleridir. Harding’in atanması, yeni İngiliz politika-
sının İngiliz ve bilahare Türklere karşı olan EOKA saldırılarını bastırmaktı. Ma-
karios’un sınır dışı edilişini, Türkiye’nin Kıbrıs konusuna dâhil edilmesi konula-
rını bazı İngiliz milletvekilleri eleştirmeye kalkışmışlarsa da başbakan Eden on-
lara verdiği cevaplarda “Türkiye’nin adayla ilgisini anlamak için haritaya bak-
manın bile yeterli olacağını, Türkiye ile olan ittifaklarının dünyanın o bölgesin-
deki politikalarında en öncelikli konu olarak gördüğünü”111 belirtmiştir.
Eden döneminde İngiltere’nin Kıbrıs politikası; Kıbrıs’ı İngiliz kolonisi ola-
rak muhafaza etmek ve Yunan talebi olan enosisi reddetmek. Aynı zamanda
Kıbrıs meselesinde Türkiye ile ilişkileri iyi tutmak şeklindedir. Bunun sebepleri
ise adadaki yaklaşık 100. 000 kişilik Türk cemiyeti, Türkiye’nin doğu Akde-
niz’deki güvenlik hassasiyeti ile İngiltere’nin Türkiye ile NATO ve Bağdat Pak-
tı’nda müttefik oluşları olarak belirtilebilir. Bir başka sebep de soğuk savaş or-
tamında dost ancak iç işlerinde çok sağlam olmayan yapısından dolayı Yunanis-
tan’a olan güvensizliktir. 112
İngiliz hükümeti Kıbrıs konusunda gelişmeler elde etmek amacıyla devamlı
arayış içerisinde olmuşlardır. 12 Temmuz 1956 da tanınmış hâkimlerden Lord
Radcliffe Kıbrıs’a Anayasa komiseri olarak atanmıştır. Radcliffe’nin Planı self-
determinasyon prensipleri çerçevesinde liberal anlayışla hazırlanmış, Kıbrıslı
Rumlar ve Türklere her türlü anayasal platformda nispi temsil imkânı sağlamak-
taydı. Bu teklif Yunanistan ve Rum tarafınca özellikle self-determinasyon için
380
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
nihai bir zaman belirtilmediği gerekçesiyle reddedilmiş ve Türk tarafı ise yeni
görüşmelere zemin hazırlayacağı anlayışıyla desteklemiştir.113 Harding’in valilik
döneminden istediği sonucu alamayan İngiliz yöneticileri özellikle başbakanlığa
Harold Macmillan’ın geçmesiyle Kıbrıs politikasında da Eden dönemindeki eski
anlayış terk edilerek yeni liberal bir anlayış benimsemişlerdir ki, bunun ilk belir-
tisi 21 Ekim 1957 de üst düzey sömürgeler idarecisi ve liberal yönüyle tanınan
Sir Hugh Foot’un, Harding’in yerine Kıbrıs’a vali olarak atanması olmuştur. Bu
yeni politik anlayış çerçevesinde Makarios’un da sürgün edildiği Seychelles ada-
sından Atina’ya gelmesine müsaade edilmişti. Nitekim yılın sonunda İngiltere
adına Foot kendi adıyla anılan yeni bir plan hazırlamıştı. Burada kesin çözüm
için 5 veya 7 yıllık bir geçiş dönemi öngörülmüş, her tarafın memnun olmayaca-
ğı bir sonuca varılmayacağı garanti edilmiş, acil durumun kaldırılacağı, Maka-
rios’un adaya dönmesine izin verileceği ve adadaki toplum liderleriyle yapılacak
görüşmelerle adada self-governing sisteminin kurulacağı belirtilmiştir.114
Vali Foot bu tekliflerini kabul ettirmek amacıyla Ankara ve Atina’ya gitmiş
ancak her iki taraftan da istediği desteği alamamıştır. Türk tarafı özellikle Türk
toplumunun güvenliği hususunda yeterli koşulları içermediği gerekçesiyle pla-
na taraftar olmamıştır. Genel manada ise Türk toplumunun Rumların merhame-
tine bırakılamayacağını özellikle belirtmişlerdir.115 Foot planını kabul ettirmek
amacıyla Grivas’la bile irtibat kurmuşsa da istediği sonucu alamamıştır.116
Yunan tarafı da kendi açısından avantajlı platform olarak gördüğü Birleş-
miş Milletler’e, Kıbrıs meselesini 1957’de Kıbrıs’ta self-determinasyon uygulan-
ması ve İngilizlerin bu bağlamda Kıbrıslı Rumların insan haklarını ihlal ettiğini
vurgulayarak İngilizleri suçlamışlardır. Ancak BM siyasi komitesi meselenin
ilgili tarafların görüşmelere devam etmeleri ile mümkün olacağını tavsiye etmiş-
tir ve Yunan tezini kabul etmemiştir. Aynı konuyu 1958’de yeniden BM ye geti-
ren Yunan tarafının teklifi bir önceki yıl olduğu gibi yeniden reddedilmiştir.117
1958 Kıbrıs meselesinde çok yoğun görüşmelerin geçtiği bir yıl olmuştur. Sir
Hugh Foot’un vali olarak atanması Türk-İngiliz ilişkilerinde bazı değişiklikleri
de beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin gündeme getirdiği ve İngiliz sömürgeler
bakanı Alan Lennox-Boyd’un parlamentoda yaptığı bir konuşmada belirttiği
üzere, eğer Kıbrıslı Rumlar için self-determinasyon olacaksa bu Türkler için de
olmalıdır. Bakan ayrıca adanın Türkiye ve Yunanistan arasında bölünebileceğini
de açıklamıştır.118 Oberling’in de altını çizdiği nokta Türk tarafının toprak ele
geçirme emeli mevcut değildir, Türklerin amacı Taksim teklifleri ile Yunan ve
Rum tarafının hedefleri olan enosisten onları vazgeçirip bağımsız veya iki taraflı
bir Kıbrıs formülü için bu konuyu gündeme getirerek baskı aracı olarak kullan-
mak şeklindedir.
Ocak 1958’de Bağdat Paktı Bakanlar toplantısı Ankara’da yapılmıştır. Bu
toplantıda İngiliz dışişleri bakanı ve içerisinde Kıbrıs Valisi Foot’un da bulundu-
ğu İngiliz delegasyonu ile Türk yetkililer Kıbrıs meselesini detaylı bir şekilde
görüşme fırsatını bulmuşlardır. Bu toplantılara zaman zaman Başbakan Mende-
res ve Dışişleri Bakanı Zorlu da iştirak etmişlerdir. Toplantılarda İngiliz tarafı
daha öncede gündeme getirdikleri adada kurulmasını istedikleri otonom yapıyla
ilgili tekliflerini yeniden gündeme getirirken, Türk tarafı ise “Taksim” tezini
381
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
382
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
önce olduğu gibi reddederlerse sonuç kaçınılmaz olarak “taksim” olacaktır şek-
linde açıkça uyarmıştır. Macmillan’ın Atina’da sokaktaki halk için intibaı ise,
‘Düşman değil ancak yeterince dost da değil’ şeklindedir.125 Ankara’da ise Zor-
lu’yu biraz kaba, Menderes’i ise daha nazik, genel manada Türk tarafını bu kez
daha ılımlı ve iyi niyetli olarak değerlendirmiştir.126 Macmillan aynı zamanda
Kıbrıs’ı ziyaret etmiştir. Macmillan planında yer alan ikili ortaklık Türk tarafınca
olumlu bulunmasına rağmen, Yunan tarafı isteksiz davranmaya devam etmiştir.
Üye ülkeler arasında çıkan gerginlik diğer NATO üyelerini harekete geçirmiş ve
NATO Genel Sekreteri Paul-Henry Spaak tarafları üçlü toplantılara davet etmiş
ve nitekim NATO’nun Eylül ve Ekim aylarındaki toplantılarında Kıbrıs meselesi
görüşülmüştür. Brüksel’de Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’la birlikte bir başka
NATO ülkesinin katılacağı bir konferans teklifi Genel sekreter tarafından yapıl-
mışsa da yine Yunanistan’ın reddi ile gerçekleşememiş ve Yunan tarafı konuyu
yine BM’e götürmeyi istemiştir. Nitekim Yunan Dışişleri bakanı Averoff İngilte-
re’nin Türkiye’yi desteklediğini iddia ederek BM’e müracaatı Yunan politikası
açısından daha uygun görmüştür. Buna delil olarak da Lennox-Boyd’un 9 Ekim
deki Muhafazakâr Parti Konferansında söylediği Kıbrıs’ın Türkiye’nin offshore
adası olduğu ifadesidir.127 Bu dönemde İngiltere politikasının Türkiye’ye yakın
görünmesinin sebebi İngiltere’nin uzun vadedeki Ortadoğu politikasının gereği
olarak açıklanırken, Amerika’nın Yunan tezi olan self-determinasyona taraftar
olması Yunanistan’ın NATO’dan ayrılma tehdidi ile açıklanabilir.128
1957 sonlarında Türkiye ile Suriye arsında başlayan gerginlik ve bunun
NATO ve Varşova Paktı ülkelerinde de kımıldanmalara yol açtığı dönemde İn-
giltere ve Amerikan dış politikasında oluşan anlayış Türkiye ile Kıbrıs konusun-
da gerginliğe düşmeme hususuna azami hassasiyet şeklinde gelişmiştir.129 Bu
durumda İngiliz politikası radikal bir değişime giderek Kıbrıs’ta hâkimiyeti dev-
redebileceğinin sinyallerini vermeye başlamış, zira NATO’nun güneydoğu ka-
nadında bir çatışmadan tüm NATO üyelerinin etkileneceği ve soğuk savaş ko-
şullarında aşırı rekabette kendi aleyhlerine gelişmeler olabileceğinden çekinmiş-
lerdir.
İngiliz genelkurmayı, adada İngiliz hâkimiyetinde üslerin bulunmasının
kendi menfaatleri için yeterli olacağını, bunun adada çekişmeleri önleyebileceği-
ni ve Kıbrıs gibi küçük stratejik menfaat için savaşmanın gerekli olmadığını vur-
gulamıştır.130 Hatta İngiliz basını adanın taksim edileceğine dair iddialarda bu-
lunmuştur.131 Macmillan taksimin teknik olarak mümkün olduğunu ancak pek
çok insanın yer değiştirmesini zorunlu kıldığından uygulanmayacağını ve Kıb-
rıs’ın kendileri için son zamanlardaki önemini NATO’daki sorumlulukları ve
savunma gereklerinden kaynaklandığını da belirtmiştir.132
Selweyn Lloyd İngiltere’nin Kıbrıs’ta hâkimiyeti Kıbrıslılara veya Türkiye
ve Yunanistan’a bazı şartlarla devredebileceğini Zorlu ile yaptığı toplantıda
açıkça belirtmekle birlikte şu noktaları da vurgulamıştır:133
383
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
384
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
385
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
386
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
SONUÇ ve DEGERLENDİRME
Yakın siyasi tarihimizde çok partili siyasi dönemin “çocukluk yılları” olarak
da değerlendirilen kesintisiz on yıllık DP iktidarı dönemi, siyasi gelişmeleri ana
hatları ile değerlendirilmiştir. Bu on yıllık dönemde DP’nin prestij kaybının üç
nedeni gösterilebilir. Bunlar, büyüyen ekonomik bunalım, aydınların ve ordu-
nun hükümetten soğuması ve “paşa fobisi” olarak sıralanabilir.
Bu dönem esas itibarıyla üç bölümde incelenebilmiştir. Bu bölünmelerde
ortak payda yapılan genel seçimler olmuştur. 1950–1954 dönemi DP iktidarının
“altın yılları” olarak değerlendirilmektedir. Dönemde siyasal ve ekonomik ha-
yatta pek çok ilk gerçekleşmiştir. Bu dönemde muhalefetten dikkate alınacak
tepkiler olmadığı görülür. Tarımda makineleşme, mevsimin olumluluğu, hasa-
dın iyi geçmesi ve yol yapımı ile ürünün pazara kolay ulaştırılması ve ürünün
dünya piyasalarında değerinin üstünde alıcı bulması gibi faktörlerin etkisiyle o
dönemde Türkiye nüfusunun yaklaşık % 80’ini oluşturan kırsal kitle para ka-
zanmaya başlamıştır. Aynı zamanda kırsaldan kente ciddi bir nüfus hareketi
başlamıştır. Bu dönemde dünyayı etkileyen soğuk savaşın yaşandığı uluslararası
konjonktürün de etkisi ile Türkiye NATO’ya üye olmuştur. Bu hadiseden sonra
Türkiye’nin güvenliğini ve askeri gücünü geliştirme süreci NATO şemsiyesi
altında sürdürülmeye başlanmıştır. Bu dönemde ekonomiyi tetikleyen daha çok
batıdan ve bilhassa ABD’den alınan askeri ve ekonomik kredi ya da mali yar-
dımlardı. Alınan bu ekonomik destek hükümetin elini güçlendirmiş ve tüm
Türkiye’de yatırımlara girişilmiştir. Ancak bu yatırımlarda planlamadan ziyade
popülizme yönelindiği için ekonomik çarkın dönmesinde sıkıntılar başlamıştır.
Gelen yardımların azalması, ülkede başlayan ithalatçı talebin artışı ve sıcak kay-
nak teminindeki güçlükler ile kurak geçen mevsimin ürün rekoltesini düşürmesi
ve dünya piyasalarında tarım ürünlerindeki fiyat düşüşü gibi faktörler ekono-
miyi negatif olarak etkileniştir.
1954–1957 dönemi ise DP iktidarının bocalama dönemi, demokratik haklar
ve özgürlükler alanında geriye dönüşün işaretlerinin olduğu yıllar olarak değer-
lendirilebilir. 1954 seçimlerinde ulaşılan sayısal çoğunluğa güvenilerek zaman
zaman muhalefete tepeden bakışın belirtileri de bu dönemde olmuştur. 1957–
1960 dönemi ise sonu darbeye varan iktidar muhalefet mücadelesinin en yoğun
olduğu bir dönemdir. Ekonomik olarak bir iflas dönemi yaşanmıştır. Askeri bü-
rokraside hükümete karşı, 27 Mayıs harekâtını gerçekleştirenler de dâhil olmak
üzere, en yoğun yapılanma bu dönemde görülmektedir. Hükümetin muhalefetle
yakın durduğu gerekçesiyle basın, üniversiteler ve bürokrasiye karşı tutumu
ortamın daha da gerilmesine neden olmuştur. Sonuçta on yıl kesintisiz devam
eden çok partili dönemdeki DP iktidarı demokratik olmayan bir usulle 27 Mayıs
askeri darbesi ile sona ermiştir. General Gürsel’in darbeyi müteakip ABD’nin
Ankara büyükelçisi Warren’den üç gün sonra memur maaşlarını ödemek için
180 milyon TL’ye ihtiyaçları olduğunu ancak hazinede sadece 23 milyon TL para
olduğunu belirterek kalan kısmı için ABD’nin yardımını talep etmesi, ülkenin
içinde bulunduğu ekonomik durumu en açık bir şekilde göstermektedir.156
Bu dönemde dış siyasal ilişkiler irdelendiğinde Türk siyasi tarihinin sonraki
dönemlerini de etkileyecek hadiseler yaşanmıştır. Türkiye’nin NATO’ya girişi,
387
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
388
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
SONNOT
1 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, Demirkırat; Bir Demokrasinin Doğuşu, Milliyet
yayınları, İstanbul, 1995, s. 26.
2 Rıdvan Akın, “Türkiye’de Çok Partili Siyasal Hayat Geçiş ve Demokrat Parti İktidarı (1945–
1960), Türkler, C. 16, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, ss. 911–922.
3 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Sosyal, Ekonomik, Kültürel Temeller, Afa Yay. İstanbul,
1996, s. 205.
4 M. Serhan Yücel, “Menderes Dönemi (1950–1960)” Türkler, C. 16, Ankara: Yeni Türkiye Yayın-
ları, 2002, ss. 835–854.
5Mete Tunçay “Siyasal Tarih (1950–1960)”, Çağdaş Türkiye 1908–1980, IV. Cilt, Yay. Yönetmeni
389
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
29 Roger Owen, State Power& Politics in Making of The Modern Middle East, Routledge, London
1992, s. 125.
30 M. E. Yapp, The Near East Since The First World War, Longman, London 1991, s. 313.
31 Andrew Mango, “Turkish Policy in the Middle East Turning Danger to Profit” in Turkish
Foreign Policy New Prospects, Ed. C.H. Dodd, Eothen Press Huntingdon 1992, ss. 55-69.
32
14 Temmuz 1960, FO-371/153675 (İngiliz Dışişleri Bakanlığı Arşiv Belgesi)
33 George Harris, Troubled Alliance, turkish-American Problems in historical Perspective, 1945-
1970, Washington 1972, s. 71.
34 Çaglar Keyder, “Class and state in the Transformation of Modern Turkey” in State and Ideology
in the Middle East and Pakistan, eds. Fred Halliday and Hamza Alavi, New York 1988, ss. 191-
221.
35 Toper Akbaba, Demokrat Parti ve 27 Mayıs Dönemi Türk Eğitimi, Ankara 1998, s. 90-91.
36 Selim Deringil “İntroduction: Turkish Foreign Policy since Atatürk” in Turkish Foreign Policy
New Prospects, Ed. C.H. Dodd, Eothen Press Huntingdon 1992, ss. 1-8.
37
Aydemir, a.g.e., s. 190.
38
Zürcher, a.g.e., s. 323.
39
Zürcher, a.g.e., s. 338.
40
Karpat, a.g.e., s. 328.
41
Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, 1789-1980, İstanbul: Der Yayınları, 1995, s.
342.
42
Hamit Ersoy, Turkey’s Involvement In Western Defence Initiatives in the Middle east in the 1950s,
Basılmamış Doktora Tezi Durham 1995, s. 136.
43 Karpat, a.g.e., s. 229.
44 Karpat, a.g.e., s. 235.
45 Zürcher, a.g.e., s. 340.
46 Karpat, a.g.e., s. 329-330.
47
Detaylar için bkz. Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Yassıada 6/7 Eylül Davası, İstanbul: Bağ-
lam Yay. 1995.
48
M. Serhan Yücel, “Menderes Dönemi (1950-1960)” Türkler, C. 16, Ankara: Yeni Türkiye Yayın-
ları, 2002, ss. 835-854.
49 Rıfkı Salim Burçak, On Yılın Anıları (1950-1960), Ankara: Nurol Mat. 1998, s. 216.
50 M. Serhan Yücel, “Menderes Dönemi (1950-1960)” Türkler, C. 16, Ankara: Yeni Türkiye Yayın-
ları, 2002, ss. 835-854.
51 Ersin Kalaycıoğlu, “27 Mayıs İhtilaline Giden Yol: Nedenler ve Açıklamalar” (Ed) Suna Kili,
27 Mayıs 1960 Devrimi ve 1961 Anayasası, İstanbul: Boyut Y. 1998, s. 41-42.
52 Mustafa Albayrak, “DP Hükümetleri’nin Politikaları (1950-1960), Türkler, C. 16, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları, 2002, ss. 855-877.
53 Zürcher, a.g.e., s. 348.
54
British Embassy residence, İstanbul ‘dan FO, 14 Temmuz 1955, FO-371/117732, RK 1199/4
55 12 Temmuz 1955, FO-371/117732 RK 1197/6
56
Burrows ‘dan Dışişlerine (Ankara-Londra) 6 Ocak 1960, FO-371/160212, RK 1011/1
57 Geniş bilgi için bkz. William Hale, Turkish Politics and Military, Routledge, London 1994.
58
İçeride İsmet Paşa’nın ihtilalin olacağından emin olduğunu Metin Toker belirtmiştir. Metin
Toker, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları, Demokrasiden Darbeye 1957-1960, Bilgi Yay. İstanbul
1991, s. 353; Dışardan örnekler ise, Ankara’daki İngiliz Büyükelçisi Burrows 22 Nisan 1960’ta
Dışişleri Bakanlığına gönderdiği telgrafta, Türkiye’de potansiyel ihtilal tehlikesinden bahset-
mektedir. FO-371/153032, RK 1015/10; Ayrıca, 26 Nisan 1960 tarihli İngiliz The Times Gazete-
390
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
sinde “Yeniçeri eski gücüne mi erişiyor?” başlıklı ve Türk ordusunun krizi etkileme gücü üzeri-
ne uzunca bir yazı yazılmış.
59 Erdem Erner, Davulun Sesi (Dışişlerinde 44 Yıl) , Bilgi yay. İstanbul 1993, s. 65.
60
Eroğul, a.g.e., s. 146.
61 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1960), İstanbul: Hil Yay. 1996, s. 71.
62
Mustafa Albayrak, “DP Hükümetleri’nin Politikaları (1950-1960), Türkler, C. 16, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları, 2002, ss. 855-877.
63
Burrows‘tan Dışişleri Bakanlığına, 22 Nisan 1960, FO-371/153032, RK 1015/10
64 Burrows’tan Dışişleri Bakanlığına, 22 Nisan 1960, FO-371/153032, RK 1015/10
65
Hale, Turkish Politics, s. 106.
66 Burrows’tan Dışişleri Bakanlığına, 29 Nisan 1960, FO-371/153032, RK 1015/11
67
1958-1962 döneminde İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliğini yapmış olan Sir Bemard Bur-
rows’un 1998’de Londra Üniveritesi Doğu ve Afrika Çalışmaları Fakültesi’nde verdiği semi-
ner metni.
68
Semih Günver, Fatin Rüştü Zorlu’nun Öyküsü, İstanbul: Bilgi yayınları 1985, s. 145-146.
69
Bekir Tünay, Menderes Devri Anıları, İstanbul, s. 382.
70
C. Arcayürek, Yeni Demokrasi Yeni Arayışlar 1960-1965, Bilgi Yay. Ankara1985, s. 41.
71
Hüseyin Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, Ankara: METU pres, 2001, s. 38.
72
Ankar to FO, (Eden), 4 Kasım 1952, WK 1022/7
73
Ercüment Yavuzalp, Liderlerimiz ve Dış Politika, Bilgi yay. Ankara 1996, s. 74-75.
74
Burrows to Fo, 18.01.1960, Fo-371/153039, RK 1022/1
75 Hüseyin Bağcı, Türk Dış Politikasında 1950’li Yıllar, Ankara: METU pres, 2001, s. 133.
76 Konu ile ilgili geniş bilgi için bkz. Ayşegül Sever, Soğuk Savaş Kuşatmasında Türkiye, Batı ve
Orta Doğu 1945-1958, Boyut Kitapları, İstanbul 1997, Bülent Ali Rıza, Turkish Participation in
Middle East Defence Projects and its Impact on Turco-Arab Relations, May 1950-June 1953, (Basıl-
mamış Doktora Tezi) Oxford 1982.
77
Ahmad, Turkish Experiment, s. 391.
78
Selim Deringil, “Turkish Foreign Policy Since Atatürk” in Clement Dodd (ed), Turkish Foreign
Policy, Eothen, Huntington, 1992, ss. 1-8.
79
Mustafa Albayrak, “DP Hükümetleri’nin Politikaları (1950-1960), Türkler, C. 16, Ankara: Yeni
Türkiye Yayınları, 2002, ss. 855-877.
80 Mehmet Gönlübol vd., Olaylarla Türk Dış Politikası, Siyasal Kitabevi, Ankara: 1993, s. 235-236.
81 Eden’den Başbakan Churchill’e, 21 Mayıs 1952, FO-371-101856
82 Burrows’dan FO, 7Aralık 1959, FO-371/144757, RK 111/11
83 Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, İmge Kitabevi, Ankara: 1991, s. 57.
84 Nurhan İnce, a.g.e., s.30, Bağdat Paktı ve CENTO ile ilgili geniş bilgi için bkz. Cihat Göktepe,
“The ‘Forgotten Alliance’? Anglo-Turkish Relations and CENTO, 1959-65, in Seventy-Five years
of The Turkish Republic, Sylvia Kedourie (ed), London: 2000, ss. 103-129.
85
Halil I. Salih, Cyprus; The Impact of Diverse Nationalism on a State, The University of Alabama,
1978, s. 3, Suat Bilge, “The Cyprus Conflict” in Turkey’s Foreign Policy in Transition 1950-1974,
(eds) K.H. Karpat and contributors, E. J. Brill, Leiden: 1975, ss. 135-187.
86
Thomas Ehrlich, Cyprus 1958-1967, Oxford University Press, London: 1974, s. 1, Nancy
Crawshaw, The Cyprus Revolt, An Accont of the Strugglefor Union with Greece, London: 1978, s.
17.
87 Süha Bölükbaşı, The Superpowers and the Third World, Turkish–American relations and Cyprus,
University of Virginia, 1988, ss. 19-20.
88 Ahmet Gazioğlu, Kıbrıs’ta Türkler, (1570-1878), 308 Yıllık Türk Yönetimine Yeni Bir Bakış, Cyrep,
Lefkoşa: 1994, s. 107.
391
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
89 Pierre Oberling, The Road to Bellapais, The Turkish Cypriot Exodus to Northern Cyprus, New
York: 1982, ss. 1-7.
90 Sir Harry Luke, Cyprus Under the Turks, 1571-1878, London: 1921, s. 15-16.
91 daha fazla bilği için bkz. Rıfat Uçarol, 1878 Kıbrıs Sorunu ve Osmanlı İngiliz Anlaşması (Adanın
İngiltere’ye Devri) , İst. Ün. Edb. Fakt 1978.
92
Ayhan Evrensel, British Policy Towards Cyprus (1954-60), Basılmamış yüksek lisans tezi, Bir-
mingham Üniversitesi, İngiltere, 1994, s. 4.
93
Salih, a.g.e., s. 5.
94 Bölükbaşı, a.g.e. s. 22.
95
Tözün Bahcheli, Greek-Turkish Relations since 1955, London: 1990, s. 32.
96 House of Commons Debates, Cols, 505-507.
97
Elena Calandri “The Neglected Flank? NATO in the Mediterranean 1949-1956” in Securing
Peace in Europe, (eds.), B. Heuser and R. Oneil, New York: 1992, ss. 173-195.
98 David R. Devereux, The Formulation of British Defence Policy towards the Middle East 1948-1956,
London: 1990, s. 167.
99
Jacob Abadi, Britain’s Withdrawal From the Middle East, 1947-1971, The Economic and Strategic
Imperatives, Princeton: 1982, s. 153.
100
Stavros Panteli, The Making of Modern Cyprus,from Obscurity to Statehood, Interworld Publicati-
ons, New Barnet: 1990, s. 151.
101
Dimitris Michalopoulos, “The 1950 Plebiscite In Cyprus” Lecture paper, at the centre for Byzan-
tine and modern Greek Studies of Queens College (CUNY), 6 May 1982, New York, s. 6-7.
102 Bahcheli, a.g.e., s. 33.
103 Ahmet Gazioğlu), Enosis Çemberinde Türkler, İngilz Yönetiminde Kıbrıs II (1878-1952) Cyrep,
Lefkoşe: 1996, s. 452.
104
Evrensel, a.g.e., s. 14.
105
Bölükbaşı, a.g.e., s. 26-27.
106
Evanthis Hatzivassiliou, “The Cyprus Question and Anglo-American Special Relationship,
1954-1958”, in Intelligence Defence and Diplomacy, British Policy in the Post-War World, (eds.) R.J.
Aldrich&M.F. Hopkins, Frank Cass, Essex 1994, ss. 149-169.
107 Bölükbaşı, a.g.e., s. 27-28.
108 Suat Bilge “Kıbrıs Uyuşmazlığı” içinde Olaylarla Türk Dış Politikası 1919-1990, (eds.) Mehmet
Gönlübol ve Digerleri, Ankara: 1993, s. 340-341.
109
Alexis Alexandris, The Greek Minority of İstanbul and Greek-Turkish Relations: 1918-1974, Center
For Asia Minor Studies, Athens: 1983, s. 252.
110
P. N. Vanezis, Makarios; Faith and Power, London: 1971, s. 104.
111
Anthony Eden, The Memories of Anthony Eden. Full Circle, Cambridge: 1960, s. 414.
112
C.M. Woodhouse, “Cyprus: The British Point of View” in Cyprus in Transition 1960-1985, (ed.)
J. T. A. Koumoulides, London: 1986, ss. 82-94.
113 Evrensel, a.g.e., s. 31.
114 Sir Hugh Foot, A Start in Freedom, New York: 1964, s. 159.
115 Bahcheli, a.g.e., s. 40.
116
Charles Foley (ed.) The Memories of general Grivas, London: 1964, s. 138-140.
117 Salih, a.g.e., s. 12.
118 Oberling, a.g.e., s. 59.
119 Zeki Kuneralp, Sadece Diplomat, Hatırat, İstanbul: 1981, s. 113.
120
Bernard Burrows (Ankara)‘dan FO (Selweyn Lloyd) (Dışişleri Bakanlığı’na-Londra), 17 Şubat
1959, FO-371/144739, RK 1011/1 (Türkiye ile ilgili 1958 e ait yıllık rapor).
392
15. Bölüm: Demokrat Parti Dönemi İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
121 Bernard Burrows (Ankara) dan FO (Selweyn Lloyd) (Dışişleri Bakanlığına-Londra), 11 Hazi-
ran 1959, FO-371/144620, RGC-10344/21
122 İngiliz Dışişleri Bakanlığı Güney bölümünde görevli diplomat C. T. Crant tarafından yazılan
görev notu, 5 Mart 1959, FO-371/144739
123 Bernard Burrows (Ankara) ‘dan FO (Selweyn Lloyd) (Dışişleri bakanlığına-Londra), 17 Şubat
1959, F=-371/144739, RK 1011/1 (Türkiye ile ilgili 1958 e ait yıllık rapor)
124 Roger Allen (Atina) dan FO (Selweyn Lloyd) (Dışişleri Bakanlığı-Londra), 6 March 1959, FO-
371/144611, RGC-10319-17
125
Alistar Horne, Macmillan 1957-1986, London: 1989, s. 102.
126 Horne, a.g.e., s. 102.
127
The Manchester Guardian, 10 Ekim 1958, The Times 10-11 Ekim 1958.
128 Fahir Armaoğlu “Amerikan Belgelerinde Kıbrıs Sorunu 1958-1959” Belleten, Vol: XL, Ankara:
1997, ss. 745-782.
129
Evanthis Hatzivassiliou, a.g.m. ss. 149-169.
130
PREM-11/2628, 6 Şubat 1959 (Başbakanlık Dökümanları).
131
Daily Mail, 12 Aralık 1958.
132
PREM-11/2257, 18 Aralık 1958 (Başbakanlık Dökümanları).
133
Selwyn Lloyd’dan (Paris) FO (Dışişleri Bakanlığı), 18 December 1958, Fo-371/136414, RGC
1077/1
134
D. R. Thorpe, Selwyn Lloyd, London: 1989, s. 285.
135
Selwyn Lloyd’dan (Paris) FO (Dışişleri bakanlığına), 18 Aralık 1958, FO-371/136414, GC
1077/2
136
Selwyn Lloyd’dan (Paris) FO (Dışişleri bakanlığına), 18 Aralık 1958, FO-371/136414, GC
1077/8
137 Ahmet C. Gazioğlu, Two Equal and Sovereign Peoles, A Documented Background to the Cyprus
Problem and Concept of Partnership, CYREP, Lefkoşe: 1997, s. 43.
138
Record of Meeting between Lloyd and Zorlu at the British Embassy, (Paris’de İngiliz elçili-
ğinde Lloyd ve Zorlu arasında yapılan toplantı tutanağı) Paris, 16 Aralık 1958, FO-371/136414,
GC 1077/3
139 Selwyn Lloyd’dan (Paris) FO (Dışişleri bakanlığına), 18 Aralık 1958, FO-371/136414, GC
1077/8
140
Harold Macmillan, Riding the Storm, 1956-1959, London: 1971, s. 689-690.
141
Record of Meeting between Lloyd and Zorlu at the British Embassy, (Paris’de İngiliz elçili-
ğinde Lloyd ve Zorlu arasında yapılan toplantı tutanağı) Paris 16 Aralık 1958, FO-371/136414,
GC 1077/3
142 The Times, 22 Ocak 1959.
143 FO (Selwyn lloyd) dan B. Burrows (Ankara), 23 Ocak 1959, FO-371/144639, GC 1073/8
144
Dışişleri Bakanlığı Güney Masasında görev notu, 29 Ocak 1959, FO-371/144629, GC 1051/16
145 Hugh Foot (Nicosia) dan CRO (Commenwealth İlişkiler Bakanlığı-Sir John Martin), FO-
371/144632
146 The Times, 24 Ocak 1959.
147 Selwyn lloyd’dan Cabinet, 16 Şubat 1959, CAB-128/33 C.(59) 25, CAB-128/33 C.(59) 32
148
Kuneralp, a.g.e., s. 117.
149 Mesajın tam metni için bkz. FO’dan Ankara’ya, 13 Şubat 1959, FO-371/144640, GC 1073/25
150 Mesajın tam metni için bkz. FO’dan Ankara’ya, 13 Şubat 1959, FO-371/144640, GC 1073/25
151 The Times, 18 Şubat 1959.
152
Salih, a.g.e., s. 15.
393
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
153 Antlaşmanın tam metni için bkz. London Press service on Command 679, 11 March 1959, FO-
371/144643, GC-1078/62
154 Cmnd. 680 (1959), s. 11.
155 Cmnd. 680 (1959), s. 4-5.
156 Nur Batur, “CIA belgelerinde 27 Mayıs Darbesi”, Sabah, 17-19 Haziran 2007.
394
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
16. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE 27 MAYIS DARBESİ SONRASI İÇ VE DIŞ
SİYASİ GELİŞMELER [1961–1964]]
Cihat GÖKTEPE∗
İÇ SİYASİ GELİŞMELER
Bu dönem içerideki gelişmeler açısından esas itibarıyla iki farklı kısımda
değerlendirilebilir. 27 Mayıs 1960 darbesi ile başlayıp 15 Ekim 1961 seçimleri ile
kurulan sivil hükümete kadar olan askeri yönetim dönemi olup bu dönem de
kendi içerisinde üç aşamada değerlendirilebilir:
1. 27 Mayıs–12 Haziran 1960 arası “fiili iktidar” dönemidir ki bu sürede
anayasa mevcut değildir. Bu dönemde iktidardaki askerler tarafından, çoğunlu-
ğu sivillerden oluşan bir kabine kurulmuştur. Ayrıca askerler, İstanbul Üniversi-
tesi Rektörü Prof. Sıdık Sami Onar başkanlığındaki akademisyenlerden oluşan
bir bilim kurulundan geçici anayasa hazırlamaları istemiştir.
2. 12 Haziran 1960–6 Ocak 1961 geçici anayasanın kabulü ve 27 Mayıs’tan
itibaren geçen süreyi de kapsayacak şekilde yürürlüğe girmesi ile fiili durum
hukuki temellere oturtulmak istenilmiştir. Bu dönemde 2 Ekim 1960 da yedinci
genel nüfus sayımı yapılmış olup Türkiye’nin nüfusu 27.800.000 olarak belir-
lenmiştir.
3. 6 Ocak 1961–25 Ekim 1961 Kurucu Meclisin (KM) açılışından sivil hükü-
metin kuruluşuna kadar olan süreçtir ki bu dönemde yasama görevini Milli Bir-
lik Komitesi (MBK) Temsilciler Meclisi ile birlikte yapmıştır. 1
Bu dönemde yasama ve yürütme esas itibarıyla MBK yetkisindedir. Dolayı-
sıyla bu sürede gelişen iç ve dış siyasi hadiselerle ilgili birinci derecede yetkili ve
sorumlu MBK’dir. Bu döneme ait olaylar bakıldığında, MBK içerisinde tasfiye-
ler ve yeniden yapılanma, Yassıada yargılamaları, 147’ler hadisesi, KM yapısı ve
özellikleri, yeni anayasa çalışmaları ve referandum, yeni siyasi partilerin kurul-
ması, seçim sistemi ve seçim sonuçları şeklinde ana konuları ihtiva etmektedir.
İkinci kısımda ise II. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün CHP başbakanlığın-
∗
Prof. Dr., Uluslararası Antalya Üniversitesi.
395
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
396
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
kat çekti. En önemli neden muhtemelen müdahaleyi haklı kılma arayışıydı. İkin-
ci faktör olarak ise DP ve onun lokomotifi durumundaki Menderes’i çeşitli iddia-
larla halkın ve taraftarlarının gözünde küçük düşürmekti. Zira o dönemde parti
programlarından ziyade liderlerin kişilikleri seçmenleri etkiliyordu. 7
Bu isabetli bir tahlildi, çünkü İstanbul Üniversitesi’nden hukuk dalındaki
öğretim üyeleri -Rektör Profesör Sıddık Sami Onar dâhil- darbecilere MKB’yi
hukuki bir zemine oturtmaları tavsiyesinde bulunmuşlardı. Darbe yapıldığında,
darbeci subayların niyeti üç ay içinde yeni seçimleri yapmak ve arkasından da
iktidarı sivil hükümete devretmekti. Akademisyenler, eski hükümetin bakanla-
rının ve DP üyelerinin yeni seçimler yapılmadan önce yargılanmaları konusun-
da darbe liderlerini teşvik ettiler. Onlara göre, şayet bu kişiler seçimlerden önce
yargılanıp suçlu bulunmazlarsa yeniden seçilmeye hak kazanırlar ve daha sonra
tekrar iktidara gelebilirlerdi. Hükümeti kurmaları ile yargılanmalarının sona
ermesi arasındaki dönemde darbeye katılan askeri görevlileri tutuklayabilirlerdi.
Akademisyenlerin hukuki sürecin gereği gibi takip edilmesi yönündeki tavsiyesi
mahkemenin 11 ay geç sonuçlanmasına yol açtı. MBK üyelerinin, kısa süren bir
mahkeme sonucunda eski hükümet üyelerinin daha çabuk bertaraf edilebilecek-
lerini düşündükleri anlaşılmaktadır. Yargılamanın uzayıp kararın çıkmaması
seçimlerin ertelenmesine ve sivil rejime dönüşün daha sonraya bırakılmasına
neden oldu. Zürcher de konuyu, “Bazı entelektüellerin Türkiye’deki askeri darbeyi
doğrudan desteklediği ve onların tavsiyelerinin basit bir darbeyi bir darbeye dönüştürdü-
ğü söylenebilir” şeklinde ifade etmiştir.8 Sonuç itibarıyla hükümete karşı yapılan
bir askeri darbe girişimi aydınlarında katkısı ile farklı bir yapıya dönüşmüştür.
MBK, mevcut anayasayı yürürlükten kaldırdı ve bir komisyon tarafından
yeni bir anayasanın hazırlanmasını emretti. Onlar, önceki anayasaya göre kendi-
lerinin suçlu olduğunun farkına vardılar, anayasayı değiştirdiler ve ordunun
hem önceki hem de mevcut anayasaya göre vatansever olmanın gereklerini ye-
rine getirmekten öteye bir şey yapmadığını iddia ettiler. Böylece başlangıçtaki
darbeyi hukuki bir zemine oturttular.
Askeri hükümetin “hareketlerinin herhangi bir kişinin veya sınıfın lehine ya
da aleyhine” olmadığını ifade eden ilk kamuoyu açıklaması ile Yassıada mah-
kemelerinin yapılması arasında bir tezat söz konusuydu. Zira burada tek suçla-
nan eski iktidar partisi üyeleri ve destekçileriydi. Bu, darbenin aslında kesinlikle
DP’ye karşı yapıldığı anlamına gelmekteydi.
General Cemal Gürsel ve 37 subaydan oluşan MBK büyük ölçüde karacı
subaylardan oluşuyordu aralarında sadece 3 havacı 2 de denizci bulunuyordu.
Komite büyük ölçüde orta rütbeli subaylardan oluşuyordu. Bunlar arasında 5
general, 7 Albay, 5 Yarbay, 13 Binbaşı ve 8 yüzbaşı mevcuttu ki darbe sonrasında
rütbe yükseltilmesine gidilmiş ve belirtilen rakamlar yükseltilme sonrasını yan-
sıtmaktadır. MBK üyesi subayların yaş ortalaması 41’dir.9
Milli Birlik komitesi üyeleri arasında homojenlik mevcut değildi. Ko-
mitenin yapısı ordu içerisindeki güçlü olmak beklentisi içerisindeki grupların bir
koalisyonu şeklindeydi. Dolayısıyla Cuntanın çerçevesi bir hayli genişti ve do-
layısıyla hedefte belirsizlik mevcuttu. Zira çok farklı grup temsil edilmek isti-
yordu.
397
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
398
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
sırasında oluşmuş, çoğu yabancı dil bilen, yeni silahlar ve modern askerlik kül-
türüne daha aşina günümüz komutanlarından formasyon bakımından farklıy-
dı. Bu belki dış dünyayı tanımak ve askeri teknikleri izleyebilmek açısından bir
eksiklik teşkil ediyordu. Ancak onda bu eksiklikleri, bir ölçüde de olsa telafi
edebilecek başka nitelikler vardı. Kurtuluş savaşının cesur, vatanperver ve ba-
bacan komutan tipini temsil ediyordu. Bu nitelikleriyle silahlı kuvvetlerde say-
gın bir yeri vardı. 27 Mayıs’tan önce siyasi hayatın kilitlendiği dönemde takın-
dığı tavır, silahlı kuvvetler içinde kendisine duyulan saygıyı daha da kuvvet-
lendirdi. Bu kişi 27 Mayıs’ta birdenbire kendisini Türkiye devletinin başında
buldu. “Başında buldu” deyimi “başına geçti” deyiminden herhalde gerçek du-
rumu daha iyi ifade etmektedir. Çünkü onu bu göreve başkaları getirdi.
Dolayısıyla Gürsel, herhalde aklından hiç geçmeyen bu göreve üç handi-
kapla başladı. Birincisi dürüstlüğü ve sağduyu sahibi olmak gibi faziletlerine
rağmen formasyonunun devlet yönetimi için yeterli olmamasıydı. İkincisi bu
yere gelmedi getirildi. Üçüncüsü, kendisi başında bulunduğu hareketin işlevini,
kilitlenmiş demokratik rejimi süratle ihya etmek ve kışlaya dönmek olarak gö-
rürken, kendisini getirenlerin hiç değilse önemli bir kısmı ülkenin bu yeni rejim-
le yönetilmesi taraftarıydılar. Bütün handikaplar rağmen, darbenin başında Gür-
sel gibi, ayakları yere basan, yaşlı ve olgun bir generalin bulunması ülkeyi daha
ciddi macera ve bunalımlara sürükleyecek güçlüklerin bertaraf edilebilmesinde
ağırlıklı rol oynadı. Hiç hazır olmadan geldiği ve Cumhuriyetin kurulmasından
bu yana, ülkenin en ciddi sıkıntı ve sorunları yaşadığı dönemde sorumluluğunu
aldığı görevinde en çok sıkıntıyı kendi silah arkadaşlarından çekti. Ağır bir felç
geçirmesine ve zaman zaman kontrolü elinden kaçırmasına rağmen, maceracıla-
ra karşı koyabildi. Başarısı, daha iyiyi yapmak değil, daha kötüyü önlemek ol-
du.13
Yavuzalp, dış politika ve Kıbrıs’la ilgili olarak Gürsel ve arkadaşlarının ek-
sikliklerini de açıkça belirtmiştir:14
Gürsel ve darbeyi yapanların, işbaşına geldiklerinde, ne dış politika ne de başka konularda
herhangi bir hazırlıkları olmadığı görülüyordu. ..Bence darbe idaresi sırasında dış politika
alanında göze batan önemli bir hata, Kıbrıs konusuna gereken dikkatin gösterilmemesi oldu.
Dönemin hadiselerine basın mensubu olarak şahitlik etmiş olan Arcayü-
rek’in ordunun siyasal hayata etkisi ve İnönü’nün tutumu ile ilgili dönemi ay-
dınlatan ilginç tespitleri mevcuttur:15
İnönü bir Anayasa ve bir seçim yasasından sonra ordunun kışlasına dönmesini, iktidarı siville-
re –yani kendisine-bırakmasını istiyordu. İsmet Paşa uçan kuştan bile haberliydi İsmet Pa-
şa’nın tek bir ideali vardı: Askeri müdahalenin kısa sürede sivil yönetime dönüşmesi!
Aslında 27 Mayıs darbesi, bugün bile tartışmaya açık bir tutumla, bir darbeyle yere düşürüp,
bütün üyelerini Yassıada’ya gönderdiği DP dışında, öteki siyasal partilerin varlıklarını sür-
dürmesini engellememişti.
CHP, ismet Paşa’nın kişisel ağırlığı nedeniyle ayaktaydı. Bana kalırsa, CHP yalnızca İsmet Pa-
şa’nın “ağırlıklı kişiliği” nedeniyle ayakta kaldığı varsayımı geçerli ve yeterli değildi. Bir baş-
ka açıdan olaya bakılacak olursa, 27 Mayıs bir ölçüde CHP’nin “çocuğu” idi.
399
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Darbeyi yapanların bir yandan İsmet Paşa’yla CHP’nin ürettiği fikirle beslendikleri, öte yan-
dan CHP’nin darbeyi hazırlayan ortamından yararlandıkları kuşkusuzdu. 1950’lerde “yalnız
adam” olarak siyasal sahneye muhalefet önderi olarak giren İsmet Paşa’nın, yıllar geçip de
DP’nin akıl almaz hataları sıralandıkça, başta aydın kesimini, sonradan üniversiteyi, elbette
basını yanına alarak giderek nasıl büyüdüğünü hep biliyorduk.
27 Mayıs’ın önde giden adlarından biri olan Orhan Erkanlı bir gün bana: “Biz ihtilali Akis der-
gisini okuyarak yaptık” demişti.
Ordu içindeki aşırı grup, infazların onaylanması konusunda MBK üzerinde
baskı yaptı. Eğer onlar idam edilmezse, eski milletvekillerinin öldürülecekleri
tehdidinde bulundular. 27 Mayıs darbesinde lider pozisyonunda görülen bilaha-
re Cumhurbaşkanı seçilen Gürsel’in durum ve tutumunu dönemin İngiltere’nin
Ankara büyükelçisi olan Bernard Burrows farklı tarihlerde yazdığı raporlarda
detaylı bir şekilde analiz etmiştir:16
General Gürsel’in son tahlilde her şeyin, şu anda Türkiye’nin istikrarının temelde dayanağı ni-
teliğindeki ordu içinde açık bir bölünmeden daha iyi olacağını düşündüğünü varsaymaktayım
ve dış müdahalenin bakanlar ile MBK üyelerinin fikirlerinin oluşumunda ve böylece onayla-
nan ölüm cezası sayısının sınırlı tutulmasında önemli bir rol oynamış olabileceğini, fakat ölüm
cezalarından bir kısmının infazının gerekli olduğu şeklindeki subay grubunun çoğunluğu ta-
rafından benimsenen sonucu belirleyici görüş üzerinde hiçbir etkisi olmadığını düşünmekte-
yim.
Burrows, darbe sonrası mahkeme sürecini ve siyasi sonuçlarını şu şekilde
değerlendirmiştir:17
Askeri yönetim, devrilen yönetimin üyelerini yargılanmak amacıyla özel bir mahkeme kurdu.
Yargılamaların, DP’nin Türk halkı nazarında itibarını düşürmek amacıyla planlandığı açıktı.
Bu amaç gerçekleştirilemedi. MBK ölüm cezalarından dördünü onayladı. İki bakan ve eski
Başbakan Menderes idam edildi. Menderes’in idamı şüphesiz ki MBK’nın pozisyonu ile birlik-
te Yassıada mahkemelerinin bitiminden kısa bir süre sonra yapılan seçimlerde CHP’nin şansı
üzerinde olumsuz etki yaptı. İdamlar kâğıt üzerinde anayasaya uygundu, fakat gerçekte Türk
halkı merhamet duygularını idamlardan sadece bir ay sonra -15 Ekim 1961’de- yapılan ilk se-
çimlerde gösterdi Seçim sonucu CHP ve destekçileri için büyük ölçüde sarsıcıydı. Onlar da bu
seçim sonuçları ile demokraside ordu ile yakın ilişkilerini kullanmak yerine sivil kurallar ve
demokratik prensiplere göre hareket etmeleri gerektiğini anladılar.
Bir başka ifade ile infazlar seçmenin %62’sinin karşı olmasına rağmen ge-
çekleşmişti. CHP’nin lideri İnönü, entelektüeller ve ordu CHP’nin mutlak ço-
ğunluğu elde etmesini beklemekteydi. Londra’ya gönderdiği bir raporunda Bur-
rows da “yapılacak ilk seçimde CHP’nin çok büyük bir çoğunluk elde edeceği kesindir”
şeklinde tahminde bulunmuştu.18 Burrows’un seçimin sonucuna ilişkin bu tah-
mini isabetsizdi, çünkü o entelektüeller ve politikacılar, diplomatlar ve üst düzey
askeri personel ile yakın ilişki içindeydi, fakat büyük şehirler haricinde Anado-
lu’nun tamamı hakkında yetersiz bilgiye sahipti. DP’ye verilen destek çoğunluk-
la kırsal kesimden gelmişti. Dikkate alınması gereken diğer bir nokta entelektü-
eller ve subayların çoğunun o dönemde CHP’ye daha yakın olması ve bu neden-
le onların tahminlerinin gerçekçi olmaktan çok subjektif nitelik taşımasıydı. Bur-
rows aynı raporunda 1961 seçimleri ve kurulacak hükümetin Türkiye’de de-
400
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
mokrasiye yeniden geçiş ve yapıyı sağlamlaştırmak için bir fırsat olduğunu şayet
bunun başarısızlıkla sonuçlanmasının, Türkiye’nin siyasi ve sosyal sistemini
kökten değiştirecek daha radikal darbelere yol açabileceğine dair Türkiye’de pek
çok kişinin tahminde bulunduğunu belirtmektedir.
Seçim süreci aşılıp görünürde sivil yönetim işbaşına gelmişse de fiiliyatta
durum pek fazla değişmedi sivil yönetim etkili olamadı Aracayürek’in ifadesiyle
“TBMM açıldıktan sonra askeri güçler hiçbir zaman siyasetin içinden çıkmadı”19
Birleşik Devletler, İngiltere, Almanya, Fransa ve Pakistan hükümet başkan-
ları, durumu öğrenir öğrenmez, en azından idamların yerine getirilmesinin erte-
lenmesini Gürsel’e telkin eden mesajlar gönderdiler. MBK üyeleri bu arzuları
tamamen görmezlikten gelip insan hak ve hürriyetler ile demokratik ahlaki de-
ğer ve anlayışları bir kez daha açıkça ihlal etmişlerdir. Demokratik dünya Türki-
ye’deki bu anti demokratik eylemi 1961’de durdurmadı. Onların aldıkları tedbir-
ler bakanların hayatlarını bile kurtaramayacak kadar geç kalmıştı
ORDU VE ÜNİVERSİTELERDEN TASFİYELER
MBK’nın tasfiyelerine ana hatları ile bakılacak olursa önce ordudan baş-
lanmış zira üst rütbeli komutanlara rağmen alt rütbeliler darbe yapmış ve bu da
ordu hiyerarşisi içerisinde huzursuzluğa neden olmuştu. Bu huzursuzluğu azal-
tabilmek ve mevcut darbecilere karşı olabilecek başka darbeleri bertaraf etme
anlayışı ile ordudan 25 yılını dolduran subayların resen emeklilik yoluyla tasfi-
yesine girişilmiş ve 3 Ağustos 1960 da çıkan kararla ordudaki toplam 260 Gene-
ralden 235’i ayrıca Albay ve daha aşağı rütbelerde olan 5000 subay emekliye
sevk edilmiştir. Bu manevrayı esas itibarıyla Türkeş ve ekibi yapmıştır. Ordu üst
kademesinde bir yığılmanın olduğu herkesçe malumdu ancak emekliliğin esas
nedeni bu kişilerin siyasal güvenirliğinden kuşkulanılmasıydı. Sonradan bu
gruba Emekli İnkılâp Subayları (EMİNSU) ifadesi kullanılmıştır. Bu grubun tas-
fiyesinden sonra teknolojik gelişme ve gençleştirme çalışmalarına ağırlık veril-
miştir. Darbecilerin darbeden sonra işbaşına getirdiği Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Ragıp Gümüşpala da çok kısa bir süre sonra emekliye sevk edilenler
arsındadır. Yerine ise 1960 ve 1970’li yıllar Türk siyasi tarihinde genelkurmay
başkanı ve akabinde cumhurbaşkanı olarak aktif rol alacağı General Cevdet Su-
nay atanmıştır.20
Aynı dönemde ordu üst kademesinin yoğun olarak içerisinde bulunduğu
Silahlı Kuvvetler birliği (SKB) ad verilen bir örgütlenmeye gidilmiştir. Buradaki
esas maksat ordu içerisinde hiyerarşik düzen dışında çıkabilecek gelişmeleri
önlemekti. Nitekim İrfan Tansel’in Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan tayininin
çıkmasına karşı çıkılarak yerinde kalmasının sağlanması SKB’nin prestijini ve
gücünü artırmıştır. General Sunay’ın içerisinde bulunduğu SKB, MBK’ya karşı
ordunun gücünü arkalarına alarak üstünlük sağlamış, iktidarı önemli ölçüde
MBK’dan almıştır. Zira bu hadiseden sonra MBK’nın güçlü adamı Cemal Mada-
noğlu MBK üyeliğinden istifa etmiştir.21 .
Bu süreçte emekliye sevk sırasında gelebilecek tepkileri azaltmak ve bir yö-
nüyle de emekliliği teşvik etmek amacıyla emekli ikramiye ve maaşları yüksek
tutulmuştur. Bu da ABD’den sağlanan 12 milyon dolarlık kaynakla sağlanmış-
tır.22
401
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
402
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
403
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
404
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
405
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
406
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
ladı. Ancak, birinci darbe girişimine göre çatışmalarda kayıplar olmuş, 8 kişi
hayatını kaybederken 26 kişi de yaralanmıştır.
22 Şubattaki müsamaha bu kez gösterilemezdi. Nitekim yapılan yargılama
ile Kurmay Albay Talat Aydemir (5 Temmuz 1964) ve Binbaşı Fethi Gürcan (26
Haziran 1964) idam edilmişlerdir. Darbe girişimini müteakip toplam 151 sanık
yargılanmış ve çeşitli cezalara çarptırılmış aralarında 14lerden bazı subayların-
da olduğu 38 kişi ise beraat etmiştir. Ayrıca sayıları 1459’u bulan tüm Harp Oku-
lu öğrencileri de okuldan uzaklaştırılmıştır. 41
O dönemde gazetecilik yapan aynı zamanda İnönü’nün günlük yaşamında
çok yakınında bulunan damadı Metin Toker şunları söylemiştir:42
22 Şubat’ın beklenilen bir girişim olduğunu buna karşın 21 Mayıs’ın ise ani geliştiğini belirte-
rek İnönü’nün bu hadiseleri önemsemediğini ve başarı şansı olamayan sergüzeşt hareketler ol-
duğunu vurgulamıştır. Elebaşlarının Talat Aydemir olduğunu öğrenen İnönü “Maskaralar!
Radyoya baskın yaptılar. Küçük bir gruptur gösteririm ben onlara dedi. 21 Mayıs “askerin ro-
lü” sorununun gerekli ve hayırlı bir bölümünü oluşurdu. Bu, darbe teşebbüsleri devrinin ka-
pandığı tarihtir.
Bu ayaklanama teşebbüsleri sonucunda darbe teşebbüsçülerinin yargılan-
maları ve etkisiz hale getirilmeleri ile sivil yapı biraz daha kuvvetlenmiştir. Bu
durumda ordu içerisinde ise hiyerarşik yapı ve disiplin kuvvetlenmiştir. Gelinen
nokta 27 Mayıs sonrası ordu içerisinde yeniden yapılanma sürecinin bir sonucu
olarak değerlendirilebilir. Ayrıca İngiliz Büyükelçisinin altını çizdiği gibi Ayde-
mir ve arkadaşlarının yargılandığı mahkeme sonuçlarının pek çok potansiyel
darbe girişimini ortadan kaldırmaya yönelik caydırıcı etkisi olmuştur. Bu du-
rumda sivillerin daha rahat siyaset yapma alanını genişletmiştir.
Dönemin İngiliz büyükelçisi Allen de Türkiye’nin iç siyasetinde ve koalis-
yonun zayıflığını tetikleyen iki önemli sorun, Türk siyasetindeki af konusu ve
İnönü’nün yerini alabilecek bir halefin olmayışı şeklinde değerlendirmede bu-
lunmuştur.43
Bu dönemde kurulan koalisyon hükümetlerinin ortak özelliklerine bakıldı-
ğında, İnönü hepsinde başbakandır dolayısıyla CHP hep iktidardadır, zayıf ve
gönülsüzce kurulmuşlardır. AP hariç koalisyon ortakları müteakip seçimlerde
hep oy kaybına uğramışlardır. Ordunun hükümet kurulumlarında rolü belirle-
yicidir. Koalisyonlar gönülsüz evlilik misali uzun vadeli olamamışlardır. Olabi-
lecek yeni darbe girişimlerine karşı diğer liderler İnönü’nün başbakanlığına yük-
sek sesle itiraz edememişlerdir. Ayrıca bu dönemde Türk dış politikasının birin-
cil önceliği haline gelmiş olan Kıbrıs meselesinde de yeni sıcak bir süreç başla-
mıştır.
DIŞ SİYASİ GELİŞMELER (JÜPİTER, KIBRIS, ABD VE SOVYETLER)
Esas itibarıyla Batı dünyası Türkiye’de darbe ile yönetimi ele geçiren asker-
lerin kendilerine göre sistemi rayına oturttuktan sonra yönetimi yeniden sivillere
devretmeyi düşündüklerini dolayısıyla bölge dengesinde önemli değişikliklerin
olamayacaklarını gözlemlemişlerdi.44
407
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
408
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
ettiği Jüpiter füzeleri aslında Sovyetleri caydırmaktan ziyade tahrik etmeye ya-
radı. Zira bu füzeler direkt olarak Moskova’yı hedef aldığından Türkiye’nin
hedef ülke haline gelmesinin yanında Moskova yönetimi de misilleme olarak
Küba’ya Jüpiter benzeri orta menzilli füze yerleştirmeye başladı. Küba Füze Bu-
nalımı Kruşçev ile Castro yakınlaşması sonucunda, 1962 İlkbaharında Küba’ya
orta menzilli Sovyet füzelerinin konulması ile başladı. U-2 uçuşlarıyla durum-
dan haberdar olan ABD, ilk önlem olarak Küba’ya abluka uygulama kararı aldı.
Bur kararın etkileri Türkiye’de görüldü. 27 Eylül 1962’de Küba’ya buğday gö-
türmekte olan iki Türk şileplerine kapatılacağı bildirildi. Öteki ülkelerin şilepleri
de aynı davranışla karşılaşınca NATO ülkeleri gösterdikleri tepkilere göre iki
gruba ayrıldılar.49
Bu gelişme Soğuk Savaş döneminde iki süper gücü nükleer savaşın eşiğine
getirdi. Soğuk Savaş’ın en önemli krizi yaklaşık iki hafta yaşanan gerginlikten
sonra 27 Ekim 1962’de varılan uzlaşmayla son buldu. 50 Küba Füze Bunalımının
kendisi bizzat Türk dış politikasında bir değişikliği yol açmadı ancak sonuçları
resmi çevrelerde ilk hayal kırıklıklarına, muhalif çevrelerde de ilk kez açıkça
soruların sorulmasına neden oldu.
16 Ekim’de ABD Savunma Bakanı Robert McNamara Küba’da füze üslerini
belirleyen hava fotoğraflarını Başkan Kennedy’ye gösterdi. Küba’da malzeme
getirmek üzere Sovyet gemilerinin yola çıkarıldığını da bilgi olarak sundu. 22
Ekim’e kadar teknik elemanlarla uzun süren toplantılar yapıldı. İki görüş üze-
rinde tartışmalar yapılmıştır. Birinci görüşe göre, Kruşçev bir Soğuk Savaş oyu-
nu oynuyordu ve füzeleri sökülmek üzere yerleştirmiş amacı Türkiye’deki Jüpi-
ter füzelerinin sökülmesin sağlamaktı. 1957’den beri NATO stratejisini kitlesel
karşılıktan esnek karşılığa dönüştürmeye çalışan ABD yeni strateji gereği eski-
miş olan Jüpiter füzelerinin kaldırılmasını savunma politikasına uygun buldu-
ğuna göre, bu fırsat değerlendirilmeli ve Sovyetler Birliği ile pazarlığa oturulma-
lıydı. İkinci bir görüşe göre ABD toprakları yakınlarında nükleer füzelerin yer-
leştirilmesi kabul edilemezdi. Bu, statükonun Sovyetler Birliği tarafından tek
başına değiştirilmesiydi. ABD bu şartlara baş eğemezdi. En sert biçimde karşılık
vermesi gerekiyordu. İkinci görüşe daha yakın bakan Kennedy 22 Ekim’de bir
konuşma yaparak halka durumu açıkladı. Küba’ya abluka uygulamasının başla-
tıldığını ve Sovyet gemilerin ablukaya uymadıkları takdirde batırılacaklarını
duyurdu. Buna karşılık Kruşçev’in ilk açıklaması, Küba’ya gönderilen malzeme-
nin savunma amaçlı olduğu ve gemilerin durması için emir vermeyeceği oldu.
Büyük bir gerginlik tüm dünyayı kaplamışken, 27 Ekim’de Kruşçev’in Ken-
nedy’ye gönderdiği mektup karşılıklı bir rahatlamaya sebep oldu. Kruşçev mek-
tubunda Türkiye’deki Jüpiter füzeleri sökülürse Sovyetler Birliğinin de Kü-
ba’daki füzeleri sökeceklerini bildirmiştir.51
Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına saldırılmayacağı konu-
sunda kendisinin güvence vermeye hazır olduğunu ama aynı güvenceye
ABD’nin de Küba için vermesi gerektiğini bildiriyordu. Pazarlıklar bir kez baş-
lamıştı. Kennedy de üslubunu yumuşattı. Küba’daki füzeler söküldüğü takdirde
ablukanın kaldırılacağını, Küba’ya karşı bir hareket yapılmayacağı konusunda
güvence verebileceğini bildiriyor ama Türkiye’deki füzelerden söz etmekten
409
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
kaçınarak öteki silahlarla ilgili daha geniş bir düzenlemeye gidilebileceğini belir-
tiyordu. 28 Ekim’de Kruşçev füzelerin kaldırılacağı açıkladı. 20 Kasımda da ABD
ablukayı kaldırdı.
ABD Küba Füze bunalımı sırasında, öteki NATO müttefikleri gibi Türkiye
ile de görüşme ve danışma toplantıları yapmamış ve sadece NATO çerçevesinde
bilgilendirmekle yetinmişti. Ancak doğrudan pazarlıklara konu olduğu için
Türkiye’de endişe oldukça büyüktü. TBMM’nin 24 Ekim 1962 günkü toplantı-
sında Başbakan İnönü meclise Küba olayları ile ilgili bilgi veren bir konuşma
yaptı. Türkiye’nin tek arzusunun dünya ölçüsündeki anlaşmazlıkların barış yo-
luyla çözümlenmesi olduğunu belirten İnönü, “Ancak hadiseler tamamıyla bizim
kontrolümüz haricinde husule gelmiştir ve o şekilde cereyan etmektedir. Buhranın ne
neticeye müncer olacağını kestirmek mümkün değildir.” dedikten sonra, barışçı bir
çözüme ulaşabileceği gibi bir genel savaşın çıkma olasılığı bulunduğunu da açık-
ladı ve Türkiye’nin alacağı tutumu şu sözlerle açıklığa kavuşturdu:
Biz tehlike karşısında bulunduğumuz vakit müttefiklerimizden tesanüt vazife-
lerini yapmalarını isteyeceğimiz gibi, müttefiklerimizden biri vazifemizi ifa et-
memizi talep ettiği vakit, bizde mükellefiyetimizi elbet yerine getireceğiz52. Bu-
günkü vaziyette Birleşik Amerika’nın şikâyetini ve ciddi endişesine sadık bir
müttefik olarak ehemmiyetle göz önünde bulunduruyoruz. Bu nazik zamanlar-
da umumi buhrana yeni unsurlar katılmasına sebep olmayacak bir sükûn ve
itidal havası içinde vaziyeti takip ediyoruz. Böyle hareketine emin olan insanla-
rın soğukkanlılığı ile karşılayacağız. Memleket içinde sabotaj hareketleri ile va-
ziyetimizi tabiatı ile dışarıda olacak bu gibi teşebbüsleri kuvvetle ve kararlı ve
vecibelerine sadık barışçı bir milletin yolunda yürüyeceğiz.53
ABD’den gelen baskılar üzerine, Türkiye 23 Ocak 1963’te Jüpiter füzelerinin
kaldırılmasını kabul etti ve yıl ortasında da Jüpiter füzelerinin sökülmesi tamam-
landı.54
Gerçekten de Türk dış politikasında NATO ve ABD ile ilişkiler ilk kez Küba
Füze bunalımından sonra tartışılabildi. Farklı kesimler farklı görüşler olmakla
birlikte her kesimin ortak vurguladığı Türkiye’nin batı ittifakından ayrılmasının
doğru olmayacağı ancak daha farklı seçenekleri de göz ardı etmememsi gerekti-
ği yönündeydi. İki nokta çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştı: Jüpiter füzelerinin
kaldırılması ile Sovyetler Birliği ile ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi
önündeki en büyük engellerden biri de kalkmış ve hayati çıkarları gerektiğinde
ABD’nin tek başına aldığı bir kararın Türkiye’nin güvenliğini ve varlığını tehli-
keye düşürebileceği görülmüştü. Türkiye’nin benzer bir durumda tek başına
karar almasının mümkün olamayacağının bunun ABD tarafından engellenebile-
ceğinin anlaşılması bir yıl sonra Kıbrıs krizinin ortaya çıkması ile somutlaşmıştır.
Küba Füze bunalımı sonrasında Türkiye’de NATO ve ABD ile ilişkiler konu-
sunda başlatılan tartışma Kıbrıs bunalımı Sırasında her kesimde çok daha şid-
detli bir biçimde sürdürülecek ve hükümetin resmi politikası üzerinde de etkili
olacaktı.55
Bu durum Türkiye’nin ittifak içindeki önemi konusundaki Türk görüşünün
havasını indirdi. Ekimde patlak veren Küba krizi Türkiye’deki füze üslerini dip-
410
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
lomatik bir pazarlık haline getirdi ve Kruşçev, Küba’daki füzelerle aynı zamanda
sökülmesini istiyordu. Türkler, Türkiye ile Küba’nın benzeştirilmesini kabul
etmediler ve müttefiklerinin sıkı duracağını umdular. Fakat bu üsler yakın bir
gelecekte sökülecek olmasına rağmen ABD için bir pazarlıktı. Başkan Kennedy,
Türkiye’deki (ve İtalya) füze üslerini sökülmesi pazarlığının yapıldığını açıkça
yalanladı. Fakat Türk kamuoyu, tamamen aksine inanıyordu ve aydınlar ara-
sında, Türkiye’nin çıkarlarının pazarlık konusu edildiği yaygınlaştı.56
Füzelerin Türkiye’den taşınması Sovyetleri hedef alan nükleer silaha sahip
olmadığından Soğuk Savaş dönemindeki Türkiye’nin stratejik konumunda
önemli değişikliğe işaret eder. Ancak bu tam anlamıyla dramatik bir değişim
anlamına da gelmemektedir. Türkiye’de Amerikan üslerinin olması, Türkiye’nin
hala önemli bir stratejik konuma sahip olduğunu gösterir. Boğazları kontrol et-
mesi ile Türkiye, Soğuk Savaş boyunca SSCB’nin Karadeniz donanmasını savaş
halinde Akdeniz’e inmesini önleyen bir coğrafi konuma sahipti. Bu da Türki-
ye’nin ABD’nin bölge politikalarında vazgeçilmez bir konuma sahip olma özel-
liğini korumasına sebep oldu.
Başkan Kennedy’nin Türkiye’nin haberi olmadan Türkiye’deki füzeler hak-
kında herhangi bir pazarlık yapılmayacağı garantisi vermesine rağmen Jüpiter
füzelerinin altı ay gibi bir sürede Türkiye’den taşınması yönünde ABD’nin Sov-
yetler ile gizli pazarlık yaptığının Türkiye tarafından öğrenilmesi hayal kırıklığı
yarattığı ifade edilir. Hatta bu hayal kırıklığını İnönü Ocak 1970’de TBMM’nde
yaptığı bir konuşmada, “Amerikalılar bize Türkiye’deki füzelerin demode olduğundan
kaldırılacağını ve Polaris füzeleri ile değiştirileceğini söyledi. Ancak sonra biz öğrendik ki
onlar Sovyetler ile bu konuda pazarlık yapmış. Bu bize Amerikalıların bizi istenilmeyen
bir krize sürüklememesi için Türk yetkililerin dikkatli olması gerektiğini gösterdi” diye
ifade eder. Aslında bu ifade Türkiye’nin Küba krizine yaklaşımındaki reel politi-
kadan uzak duygusal yaklaşım sergileyen tutumunun bir göstergesidir. Her
şeyden önce İnönü’nün Kennedy tarafından 1961 yılında yapılan demode olan
füzelerin kaldırılması önerisinden haberdar olmaması imkânsızdır. Ayrıca kriz
esnasında bir pazarlık olacağı belliydi. Zira bu krizin başka şekilde atlatılması
zordu. Zaten krizin gerekçesi Türkiye’deki füzelerdi. Türkiye, “füzeler burada
olduğu sürece sizde buradasınız” diyerek Kennedy’nin planına karşı çıkanların elini
güçlendirdi. Türkiye’nin biraz da iç politika kaygısıyla demode olan bu silahı
topraklarında tutma isteğinin önemli oranda tetiklediği krizin kendisine verilmiş
sözlere sadık kalınarak çözüleceğini beklemiş olması ilginçtir.
Bir diğer noktada, Türkiye bu füzelerin varlığı konusunun medyada tartı-
şılmasına yasak getirdi. Dolayısıyla bu füzelerin Türkiye’ye getirisi gerçek an-
lamda tartışılamadı. Medya ve TBMM daha ziyade 27 Mayıs darbesinin gölge-
sinde ve bu darbenin getirdiği sorunlara odaklandı. Sonucunun daha kötü olabi-
leceği bir krize götüren süreç yeterince sağlıklı zeminde tartışılamadı. Kriz orta-
ya çıktığında kamuoyunun haberi belli noktalarda kaldı ama olayın farkında
olan Türk yetkilileri İstanbul, İzmir ya da Ankara’dan hangisinin Hiroşima veya
Nagazaki’nin akıbetine maruz kalacağını tartışıyordu. Neticede Jüpiterler üze-
rinden yapılan pazarlık bu önemli krizin barışçıl şekilde çözülmesine sebep ol-
du.
Türk otoriteleri topraklarındaki füzelerin gerçek stratejik değerini anlayabil-
411
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
412
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
413
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
414
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
üslerimizi garanti altında tutmanın yolu Kıbrıslı Türklerin dış ilişkiler ve savunma ko-
nularındaki veto haklarının devamı ile Türkiye’nin anlaşmalardan doğan müdahale hak-
kının devamına sağlanmalı eğer böylece üslerimizin güvenliğini sağlamak esastır bu
yüzden için Türk tezine büyük destek vermek zorundayız.”72
İnönü Türkiye’yi istemeyerek bir serüvene sürüklemekten kaçınıyordu.
Atacağı iyi hesaplanmamış bir adımın beklenmedik sonuçlar doğurması olasılı-
ğını düşünüyordu. Kıbrıs işinde 120 bin soydaşımızı kurtaracağız derken, Ana-
dolu’daki 30 milyon Türkü ateşe atmak istemiyordu. Her adımın yakın ve uzak
gelecekte doğurabileceği olumsuz sonuçları derin derin düşünüyordu. Kolay
başarıya inanamıyordu. En önemlisi savaş için araç ve gereç bakımından hiçte
hazır olamadığımızı söylüyordu.73
Rum-Yunan tarafında yönetimde kral olmuş, demokrasi olmuş, Faşist Cun-
ta olmuş hiç bir şey değişmiyor. Yönetimin tek düşüncesi, gerçekleştirilmesi
babadan oğula kalıtsal olarak aktarılan yılların düşü “Enosis” tir.74
Türkiye’nin Kıbrıs politikası, müttefiklerin ve ittifakın Türkiye’ye ilgisizli-
ğinin belki en iyi örneğiydi. İnönü, Johnson mektubunu aldığı gün Radyoda
yaptığı açıklamada Sovyetlerle ilişkilerin daha akıcı hale getirilmesi için çağrı
yaptı. Stalin’in ölümünden beri Ankara ile yakınlaşmaya çalışan Sovyetler Birliği
buna şevkle karşılık verdi. Dışişleri bakanı Feridun Cemal Erkin’in 30 Ekim 1964
‘deki Moskova ziyareti ile ikili kültür antlaşması imzalanmıştır. Bu görüşmeler-
de Sovyetler Türkiye’deki NATO üslerine itiraz etmeyecekleri ve Kıbrıs konu-
sundaki Türk tezi olan federal yapıya destek olacaklarını açıklamışlardır.75
Ayrıca ileri ekonomik ilişkilerden söz edilmeye başlandı. Haziran 1963’de
Moskova’yı ziyaret eden Türk parlamento heyetinin ziyaretinin iadesi için gelen
Sovyetler Birliği Yüksek Şurası Başkanı Nikolia Podgorny’nin 6 Ocak 1965’deki
Ankara ziyareti76 ile Mayıs 1965’de Sovyet Dışişleri Bakanı Andrei Gromyko’nu
17 Mayıs 1965 Ankara ziyareti ile başbakan Suat Hayri Ürgüplü’nün 9 Aralık
Moskova ve karşılık olarak Başbakan Alexei Kosygin’in Aralık 1966 da Anakara
ziyareti ve nihayet Demirel’in Eylül 1967’deki Moskova ziyareti iki ülke arasın-
daki ilişkilerin ekonomik, ticari ve kültürel alanlarda ilerlemesine fevkalade kat-
kıda bulunmuştur. Burada Türkiye NATO üyeliğini sorgulamadan özellikle
detant (yumuşama) ortamında Sovyetler ve bilahare Doğu Avrupa ülkeleri ile
özellikle ticaret, turizm ve kültürel alalarda gelişmeler kaydedilmiştir. Bu durum
Türkiye’nin ihracat potansiyeline de katkıda bulunmuştur.77
Kıbrıs o sırada Türkiye’de ateşli bir olay durumundadır. İç politikada dar-
beden yeni geçmiş bir ülke, 27 Mayıs’ı yaşamış, sonra Talat Aydemir olayları
olmuş. Darbenin dışındaki iki mesele, Kıbrıs ve Ankara’nın Sovyetlerle yakın-
laşma girişimleridir.78
Mektubun sonuçları, Türkiye’nin ABD’ye olan sorgusuz sadakatinde bir
değişim yaşandı ve tek yönlü bir dış politikadan çok yönlü dış politikaya geçişi
tetikleyen bir olay oldu. Nitekim Sovyetlerle ve Ortadoğu ülkeleriyle olan ilişki-
lerle bir yakınlaşma süreci başlamıştır. İkincisi Kıbrıs’a çıkarma yapabilmek için
askeri teçhizat yeterli olmadığı anlaşılmış ve bu yönde çalışmalara başlanılmıştır.
Türk kamuoyunda ABD karşıtlığında ciddi bir artış meydana gelmiştir. Ayrıca
415
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
416
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Darbe sonrası değerlendirilen bu dönemde darbenin ortaya çıkardığı gayri
tabi demokratik süreç ve bununla birlikte oluşan yeni durum değerlendirilmiş
olup dönemi etkileyen Yassıada mahkemeleri ve sonuçları irdelenmiştir. Bu
süreçte devrik DP mensuplarının karşılaştıkları durum ve sonuç açıklanmıştır.
Bu dönemde 1962 ve 1963 de olmak üzere iki ayrı başarısız darbe teşebbüsü ger-
çekleşmiş sorumlularından ikisi idam edilmiş diğerleri de çeşitli cezalara çarptı-
rılmıştır. Bu dönemde ordu içersinde hiyerarşik yapı güçlenmiş, General Sunay
etkin bir isim olmaya başlamıştır. 1961 Anayasası hazırlanarak yürürlüğe girmiş-
tir. Bu anayasa ile oluşturulan ikili yasama yapısında sayısal olarak mecliste
CHP birinci parti olurken Senato’da AP birinci parti olmuştur. Hiçbir partinin
tek başına iktidar olamadığı süreç kırılgan koalisyonlar dönemidir. Koalisyonla-
rın ortak paydası İnönü’nün başbakan olmasıdır. AP’nin 1965 seçimlerinde tek
başına hükümet olacak kadar vekil çıkarabilmesi ile başlayan tek başına iktidarı
1971’e kadar devam edecektir.
Dış politika açısından döneme bakıldığında DP iktidarı dönemine göre ra-
dikal bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. NATO ve CENTO ittifakları de-
vam ettirilmiş, Kıbrıs Cumhuriyeti de bu dönemde ilan edilmiştir. Küba Krizi ve
Jüpiter Füzeleri meselesi bu dönemi önemli hadiselerindendir. Bununla birlikte
ortaklığa dayalı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rumlar tarafından işlemez hale getiril-
me teşebbüsleri ile Kanlı Noel olaylarında başlayan Türklere karşı tedhiş hare-
ketleri ve bunun sonucu olarak Türkiye’nin Haziran 1964’de Kıbrıs’a çıkarma
yapma teşebbüsü ve bununda esas itibarıyla ABD tarafından engellenmesi
(Johnson mektubu) durumu döneme damgasını vuran olaylar serisidir. Kıbrıs
meselesi Türk dış politikasını birinci derecede yönlendiren bir konu durumuna
gelmiştir. Türkiye’nin dış ilişkileri Kıbrıs meselesi üzerinden şekillenmeye baş-
layacaktır. Başta Sovyet bloğu ülkeler olmak üzere Ortadoğu, Afrika ve Güney
Amerika ülkeleri ile ilişkiler bu çerçevede yeniden yapılandırılmaya başlanılmış-
tır. Türkiye’de çok yönlü dış politika arayışlarına doğru bir eğilim başlamıştır.
Ayrıca Türkiye’de dış politika pek çok kesimin tartışmasına açık bir alan haline
de gelmiştir.
Darbenin Türkiye’nin tabi demokratik gelişimini değiştirdiği ve sonradan
olabilecek bu tür teşebbüslere de kapı araladığı da gözlemlenen bir başka husus-
tur. Yeni anayasa ile birlikte özerk kurumlar oluşturularak sistemin kendi içeri-
sinde denetim mekanizmaları da oluşturulmuştur.
417
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
1 Hikmet Özdemir, “Siyasal Tarih (1960–1980)”, Çağdaş Türkiye Tarihi 1908–1980, yay. yönt. Sina
Akşin, İstanbul: Cem yay. 1997, ss. 191–264.
2 Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, Türkiye’de Çok Partili Politikanın Açıklamalı Kronolojisi 1945–
1971, Ankara: Bilgi Yayınevi 1976, s. 185.
3 Özdemir, “Siyasal Tarih (1960–1980)”, ss. 191–264.
4 Hikmet Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, İstanbul: İz yay. 1995, s. 228.
5 Hürriyet, 17 Eylül 1961, Sunday Telegraph, 17 September 1961.
6 Cumhuriyet, 18 Eylül 1961, The Times 19 September 1961.
7 Burrows to FO, 6 Ocak 1961 FO-371/160212 RK 1011/1
8 Erik Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim 1998, s. 352.
9
Kemal H. KARPAT, 'The Military and Politics in Turkey 1960–64; A Socio-Cultural Analysis
of a Revolution' American Historical Review, vol:75, 1970, pp.1654–1683; Burrows to Southern
Department,17 June 1960, FO-371/153035
10 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945–1980, İstanbul: Hil Yay. 1996, s. 164.
11 Zürcher, a.g.e., s. 353.
12 Semih Vaner, 'The Army' Turkey In Transition New Perspective, Eds; I.C.SCHIK, , E.A.TONAK,
Oxford, 1987, pp. 236–265.
13
Ercüment Yavuzalp, Liderlerimiz ve Dış Politika, Ankara: Bilgi Yayınevi, 1996, s. 104–105.
14
Yavuzalp, Liderlerimiz, s. 106.
15
Cüneyt Arcayürek, Yeni Demokrasi Yeni Arayışlar 1960–1964, Ankara: Bilgi Yayınevi1985, s
184–186.
16 Burrows (Ankara) to FO, 16 Eylül 1961, FO-371/163832, CT 1011/10
17 FO-371/160290,CT 015/32
18 Burrows to London 6 Ocak 1961 FO-371/160212 RK 1011/1
19 Arcayürek, a.g.e., s. 150.
20 Hikmet Özdemir , “Siyasal Tarih”, ss. 191–264; 3 April 1962, FO-371/163833
21 Feroz Ahmad, Demokrasi Süreci, s. 172.
22 Melek M. Fırat, 1960–71 Arası Türk Dış Politikası ve Kıbrıs Sorunu, Ankara: Siyasal Kitabevi, s.
45.
23 Feroz Ahmad, Demokrasi Süreci, s. 194.
24 Özdemir, “Siyasal Tarih”, ss. 191-264, Ahmad, Kronoloji, s. 225.
25 Özdemir, “Siyasal Tarih”, ss. 191–264.
26 Fırat, a.g.e., s. 89.
27
Arcayürek, a.g.e., s. 336.
28 Zürcher, a.g.e., s. 357.
29 Zürcher, a.g.e., s. 358; Cumhuriyet, 13 Temmuz 1961.
30 Zürcher, a.g.e., s. 357.
31
Zürcher, a.g.e., s. 359.
32 Aydın Erdoğan, Türkiye’de Seçim Sistemleri ve Türk Siyasal yapılarına Etkileri (1923-1980), Basıl-
mamış Yüksek lisans Tezi, Kars 2007, s. 75.
33 Feroz ve Bedia Turgay Ahmad, a.g.e., s. 239.
34 Dennis Allen to London, 22 Eylül 1965.
35 Ahmad, Demokrasi, s. 177.
36
Fırat, a.g.e., s. 88–89.
418
16. Bölüm: Türkiye’de 27 Mayıs Darbesi Sonrası İç ve Dış Siyasi Gelişmeler / Cihat Göktepe
63 Nasuh Uslu, Türk-Amerikan İlişkilerinde Kıbrıs (Ankara: 21. Yüzyıl Yayınları, 2000), s. 5.
64 H.W. Brands, Jr. ‘America Enters the Cyprus Tangle’, Middle Eastrn Studies, Vol. 23, No.
3,(1987), ss. 348–349.
65 4 January 1964, FO-371/174745, C1015/167
66
The Yearbook of the United Nations 1964 (New York 1966), s. 146.
67 Mütercimler, Erol, Kıbrıs Barış Harekâtının Bilinmeyen Yönleri (İstanbul: Yaprak Yayınevi,
1990), s. 157.
68
FRUS, 1964–1968, Vol. XVI, 2 Dec. 1967, Doc. No: 339
69 Stavros Panteli, The Making of Modern Cyprus From Obscurity to Statehood (London: Interworld
Pub. 1990), s. 222.
70 Kıbrıs Türklerinin lideri Rauf R. Denktaş’la 29 Eylül 2003’de yaptığımız görüşme.
71 PREM 11/4709, 13.05.1964, 8 Haziran 1964
72
Havacılık Bakanlığından Başbakana PREM 11/4708, 24. 03 1964
73 Mütercimler, a.g.e., s. 152.
419
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
420
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
17. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE KEMALİST REJİMİN ORDU VE ANAYASA İLE
PEKİŞMESİ VE DARBELER ARASI DÖNEM [1960–1970]]
Adem ÇAYLAK∗
Hüseyin BARAN∗
GİRİŞ
1965 genel seçimleri ile tek başına iktidara gelen ve 1969 genel seçim so-
nuçları ile iktidarını sürdüren Adalet Partisi (AP) döneminde cereyan eden
siyasal olayların analizinin yapılacağı bu bölümde, öncelikle Demokrat Parti
(DP) iktidarı ile rayından saptığı iddia edilen Kemalist cumhuriyetçi rejimin,
27 Mayıs darbesi ardından bizzat asker ve sivil siyasal seçkinler tarafından
tekrar kurumsallaştırılmaya çalışılan arka planı verilecektir. Ardından 1961–64
döneminde İsmet İnönü başkanlığında kurulan gerilimli koalisyon hükümetle-
rini takip eden dönemde Ragıp Gümüşpala’nın ölmesiyle boşalan AP genel
başkanlığı koltuğuna oturan ve dönemin asker-sivil siyasal seçkinleri ve dış
siyasal güç odakları ile arası pürüzsüz olan Süleyman Demirel’in örgütlediği
AP’nin 1965 seçimleri ile tek başına iktidara geldiği dönemin siyasal gelişmele-
ri irdelenecektir. Söz konusu dönemde cereyan eden önemli siyasal gelişmeler
yanında, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinde yaşanan tartışmalar neticesin-
de kuvvet kazanan “ortanın solu” hareketi, bu hareketin doğurduğu Güven
Partisi (GP), 1965 seçimlerinde ilk defa uygulanan milli bakiye seçim sistemi-
nin de etkisiyle mecliste 15 üyelik sandalye elde eden Türkiye İşçi Partisi (TİP)
olayı, dünyada anti-emperyalist ve anti-Amerikancı bir biçimde sistem karşıtı
hareketlere dönüşen 1968 olaylarının Türkiye’nin siyasal yaşamındaki yansı-
maları, Türkiye’de Cumhuriyetin kurulması ile hız kazanan radikal Kemalist
modernleşme projesinin, 1960 sonrası sanayileşme ve şehirleşme sürecine bağlı
tepkisel bir ürünü ve dünyada esen İslamcılık hareketlerine koşut olarak geli-
şen Milli Nizam Partisi’nin (MNP) ortaya çıkışı gibi bir dizi etken de kısa bir
analize tabi tutulacaktır.
∗
Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi.
∗
Arş. Gör., Ankara Üniversitesi, SBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi.
421
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
422
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
1973 yılına kadar, darbe ile başlayan 1960’ların siyasal sisteminde az ya da çok
önemli bir rol oynadığı su götürmez bir gerçektir.4
Öte yandan, Devlet Başkanı Gürsel, 31 Ekim 1960’da, ODTÜ Rektörü Tur-
han Feyzioğlu başkanlığındaki bir bilim heyetini,5 KM’nin teşekkülü, görev ve
yetkileri doğrultusunda görevlendirmiştir. Yaklaşık 20 gün süren çalışmalar-
dan sonra, bilim adamlarından oluşan komisyon, tasarısını Gürsel’e sunmuş-
tur. KM’yi en kısa bir zamanda toplama kararı veren MBK, darbeyi müteaki-
ben yoğun bir siyasal faaliyeti gerektiren genel seçimlere gitme formülünü
benimsememiş, MBK ile Temsilciler Meclisi ikilisinden oluşan bir KM’ye bile-
şimini ve içeriğini kendilerinin belirlediği demokratik bir karakter kazandır-
maya çalışmıştır.6 Buna göre, kapatılmış DP dışındaki siyasal partilerin (CHP
ile CKMP), illerin, baroların, basının, Eski Muharipler Birliği’nin, esnaf kuru-
luşlarının, işçi sendikalarının, sanayi ve ticaret odalarının, öğretmen dernekle-
rinin ve üniversite ve yargı organlarının belli sayıda temsilciyi kendi araların-
da seçmeleriyle teşekkül edecek KM’ye, DP dışındaki tüm sivil kamuoyunun
temsil gücü verilmek istenmiş ve korporatif nitelikte bir meclis yaratılmıştır.7
Kanun yapıcı tam bir meclis hüviyetine büründürülen KM çalışmalarında,
Turhan Feyzioğlu başkanlığındaki komisyon, İnönü ve Bölükbaşı ile geniş
istişarelerde bulunmuştur.8 Böylece KM, 6 Ocak 1961’de bir araya gelmiş ve ilk
toplantısını yapmıştır. KM, demokrasi ve hukuk devletini teminat altına alacak
anayasa ile yeni seçim kanununu kısa zamanda tamamlayarak 15 Ekim
1961’de yapılacak seçimlerden sonra iktidarı yeni seçilecek TBMM’ye devrede-
rek dağılacaktır.9 KM bünyesinde oluşturulan darbenin üçüncü kabinesinde,
üniformalı üyeler yer almazken, darbeden sonra ilk defa siyasi parti mensupla-
rına (Turhan Feyzioğlu, Ahmet Tahtakılıç ve Cihad Baban gibi) hükümette yer
verilmiştir. Bunun tek istisnası MBK’nın ilk hükümetinde Maliye Bakanı olan
Ekrem Alican’dır. Bu durum, darbe yönetiminin hızlı bir şekilde sivil idareye
doğru yol almak istemesinin bir göstergesi sayılmıştır. KM, 262 üyeden teşek-
kül etmiştir. Bunların 70’ini siyasal partiler (CHP ile CKMP), 82’sini iller, kala-
nını çeşitli kurum ve kuruluşlar seçmiştir. KM’nin, üniversite ve parti temsilci-
lerinden seçtiği Anayasa Komisyonu, İ.Ü. ve A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi
öğretim üyelerinin hazırladıkları iki ayrı anayasa tasarısı ile yeni seçim yasası-
na 27 Mayıs 1961’de son şeklini vermiş ve 1961 Anayasası, 9 Temmuz 1961’de
halkoyuna sunularak kabul edilmiştir.10
MBK ve Temsilciler Meclisi’nden müteşekkil KM’de birbirinden farklı
gruplar oluşmuştur. KM konuşmalarında pek fazla kavga ve polemiklere ka-
rışmayan ve bir çeşit tabii senatörlük kurumu fonksiyonunu deruhte eden
MBK’nın yanında, Temsilciler Meclisi’nde üç ayrı grup kendiliğinden oluş-
muştur. MBK yönetimi nazarında, bir tür “vefalı müttefik” olan CHP bir kutbu
temsil ederken, Bölükbaşı liderliğindeki CKMP ise daha çok KM’nin “muhalefet
odağı” biçiminde bir başka kutbu temsil etmiştir. Özellikle CKMP’den Nurettin
Ardıçoğlu ve Ahmet Oğuz, darbenin Üçüncü hükümetinin uygulamaları üze-
rinde yoğunlaşmıştır.11
Öte yandan, DP’nin kapatılmasıyla siyasi partiler yelpazesinde büyük bir
boşluk oluşmuştu. İçişleri bakanının 12 Ocak 1961 tarihinde yayımladığı tebliğ-
423
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
le, kısmen de olsa siyasi partilere yasak kalkmış ve 13 Şubat’a kadar 13 yeni
parti kurulmuştur. Gerçi bu dönemde yoğun kurulan partiler, toplumun di-
namiklerine paralel olarak sosyal ve iktisadi çatışmaların bir ürünü olmaktan
uzaktır. Bunun için toplumun sosyal ve iktisadi temelden ziyade daha çok si-
yasal anlamda, “sağ” ve “sol” eksenli bir tür bölünme ekseninde mücadeleye
atıldıkları 1965 sonrasını beklemek gereklidir. Ancak bu durumun tek istisnası,
“işlevsel eksenli”12 yani, “işçi-işveren” gibi toplumsal tabakalar arası sosyal bö-
lünmeyi doğurabilecek bir nitelikte kurulan TİP’dir (13 Şubat 1961).13 Diğer
partilerin bir kısmı, DP’den arta kalan boşluğu doldurmak üzere
kur(durul)ulmuştur. Bir kısmı da “tabela partileri” olarak siyasal alanda hiçbir
etki yaratmamıştır. Ancak bunlar içinde öne çıkan ya da çıkartılan iki parti
olmuştur. Bunlar, 11 Şubat 1961’de eski Genel Kurmay Başkanı Ragıp Gümüş-
pala başkanlığında kurulan AP ile 13 Şubat 1961’de eski HP’li ve KM’den önce
kurulan MBK kabinesinde maliye bakanı olan Ekrem Alican’ın Yeniden Türki-
ye Partisi’dir (YTP). Bu partiler, bizzat Devlet Başkanı Gürsel’in onayı alınıp
“teşvik” edilerek kurulmuştur. İşte bu iki parti, DP oylarının (dönemin siyasal
egemenlerinin kontrolünde, yeni kurulan siyasal sistemin meşruluğuna gölge
düşürmeyecek bir biçimde) akacağı siyasal bir kanal olarak düşünülmüştür.
Başka bir deyişle, Bölükbaşı’nın CKMP’si ya hesaba katılmamış ya da DP oyla-
rının bu partiye kanalize olacağı endişesiyle hareket edilerek, siyasal sistemde
CHP’nin yanına bir denge unsuru sağlamak amacıyla AP ve YTP
kur[dur]ulmuştur. Özellikle YTP’nin, Gürsel’in teşviki ile kurulduğu belirtil-
miştir. Gürsel, darbe hükümetinde Devlet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı yap-
mış “yar-i vefakârı” ve “briç arkadaşı”14 Nasır Zeytinoğlu aracılığı ile Alican’ı
parti kurması yönünde adeta teşvik etmiştir. 1961 seçimleri sonrası koalisyon
görüşmelerinde de Gürsel, YTP lideri Alican’dan yararlanmıştır. Gürsel,
YTP’nin gelişmesini çok istediği halde, beklenen gelişme olmamıştır. Bu arada,
sonradan AP’nin başına geçecek Gümüşpala da YTP’ye girmek istemiştir. An-
cak YTP ileri gelenleri Gümüşpala’ya fazla itibar etmemiş ve kurulmakta olan
AP’nin İzmir demokratları Gümüşpala’yı partinin başına geçmesi için davet
etmiştir. Gümüşpala da Gürsel’in “icazetini” aldıktan sonra AP’nin başına
geçmiştir. Eski demokratlar YTP’ye AP kadar itibar etmemiştir. Çünkü
YTP’nin başında vaktiyle DP ile mücadele etmiş insanlar vardı. DP yandaşları,
başlangıçta sırf CHP’ye bir denge unsuru olabileceğini düşündükleri YTP’yi
“ehven-i şer” olarak görmüşlerdi. Ayrıca kamuoyunda YTP’nin Gürsel’in isteği
doğrultusunda kurulduğu yolunda bir söylentinin de çıkması, eski DP’lilerin
desteklerini YTP’den çekmelerine neden olmuş ve Gümüşpala liderliğinde
kurulan AP’yi desteklemeleri ile sonuçlanmıştır. Gümüşpala’nın, “Benim bu
partinin başında bulunmam teminattır” demesi ve Gürsel’in, cumhurbaşkanlığı
konusunda kendisine en büyük rakip olarak İnönü’yü görmesi yüzünden CHP
karşısında AP ve YTP’den yana tavır takınması, AP’nin ve kısmen YTP’nin
gelişmesinde büyük rol oynamıştır.15
Anlaşılıyor ki, yeni dönemdeki partileşme olgusunda, eski DP oylarının,
dönemin egemenleri kontrolünde, “meşru” ve “hayırlı” bir kanal olarak görülen
YTP ve AP’ye akması bizzat temin edilmiştir. Bu düşünceyi pekiştirecek başka
örnekler de vardır. Bu niyet ve oluşumu, o günlerde askeri öğrenci olan Emekli
424
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
425
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
426
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
ilin 12’sinde (Aydın, Bolu, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, İzmir, Kütahya,
Manisa, Sakarya, Samsun ve Zonguldak) ekseriyet halinde “hayır” çıkmıştır.
İlginçtir ki, bu illerin hepsinde 1961 seçimlerini AP kazanmıştır. Yine şark vila-
yetleri daha çok “evet” yönünde oy kullanırken, Batı vilayetleri genellikle “ha-
yır” doğrultusunda oy kullanmıştır.20
15 Ekim 1961 seçimlerinden önce yaşanan siyasal gerilimler üzerine, 1961
Eylül’ünün başlarında, partiler arasında yapılması düşünülen Yuvarlak Masa
Toplantısı (YMT) ile ilgili tartışmalar başlamıştır. YMT, siyasal partilerin barış
ve anlayış içinde bir seçim dönemi geçireceklerine ilişkin olarak kamuoyuna
manevî bir taahhüt vermelerini amaçlamıştır. Birkaç gün süren toplantılar so-
nunda bir “Müşterek Anlaşma” imzalanmıştır.21 Anlaşmaya, diğer partilerin
aksine CKMP’den genel başkan vekili Ahmet Oğuz katılmıştır.22 5 Eylül
1961’de kamuoyuna açıklanan Milli Deklarasyon, demokratik nizamın kurul-
ması için zeminin uygun olduğunda görüş birliğine varan partiler için, 27 Ma-
yıs’ın istismarını, Yassıada kararlarına tesir edecek her türlü beyanı, Atatürk
devrimlerine bağlılık dışındaki hareketleri ve DP zihniyetini devam ettirmeye
yönelik her türlü davranışı yasaklamıştır.23 Bu anlaşma çerçevesinde basın
temsilcileri ile de bir toplantı yapılarak, Müşterek Anlaşmaya dâhil edilmeleri
temin edilmiştir.24 Bölükbaşı, toplantılar sonunda yayımlanan beyannamedeki
şu hususların kendisinin kanaatlerine ve inanışlarına uymadığını açıklamıştır:
Birincisi; Yassıada mahkemeleri sonuçlanmadan, verilecek kararları önceden
tasvip etme durumunun ortaya çıkması; İkincisi; idarî mekanizmanın seçimler-
de dürüst davranacağına olan inancın partiler tarafından peşinen belirtilmesi-
nin istenmesi.25 Bölükbaşı, toplantıya katılmayış nedeninin din istismarının
veya Atatürk devrimlerinin korunmasının muhalefetle ilgisi olmadığını kay-
detmiştir. Nihayetinde dönemin “gerçek” iktidarını elinde tutan SKB’nin tali-
matları ile hazırlanan Milli Deklarasyon’un derin etkisini üzerinde hisseden
Yassıada mahkemesi, 14 Ekim 1960’tan 15 Eylül 1961’e kadar 11 ay sürmüştür.
592 kişi sanık olarak yargılanmıştır. Haklarında ölüm cezası istenenlerin sayısı
228 kişi olmasına rağmen devrik Başbakan Menderes 17 Eylül 1961’de, Dışişle-
ri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan Polatkan 16 Eylül 1961’de
idam edilmişlerdir. Devrik Cumhurbaşkanı Celal Bayar için de ölüm cezası
kararı çıkmasına rağmen yaşı nedeniyle idam edilmemiş ve 11 Kasım 1964’te
Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in affı ile sağlık nedeniyle serbest bırakılmıştır.
1966’da çıkarılan af yasası ile DP’li hükümlülerin kamu hakları yeniden ta-
nınmış ve Anayasanın 68. maddesinde 1969 ve 1974’te yapılan değişikliklerle
de siyasi hakları geri verilmiştir.26
II. 1961 SEÇİMLERİ ve İNÖNÜ KOALİSYONLARI DÖNEMİ
1961 Anayasası’na göre TBMM, millet meclisi ve cumhuriyet senatosu ola-
rak iki meclisten oluşmuştur. TBMM açıldığında yeni anayasaya göre askeri
komitenin üyeleri tabii senatör olarak Milli Birlik Grubu (MBG) adıyla cumhu-
riyet senatosundaki fiili yerlerine oturmuştur. Nispi seçim esaslarına göre ya-
pılan 1961 seçimlerinde yeni mecliste AP % 34.80 oy yüzdesi ile 156, CHP %
36.80 oy yüzdesi ile 173, CKMP % 13.96 oy yüzdesi ile 54 ve YTP % 13.70 oy
yüzdesi ile 64 milletvekili kazanmıştır. Bağımsızlardan 2 mebus seçilmiştir.27
427
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
428
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
sal partiler arasında yapılan gergin pazarlık sonucu 24 Ekim 1961 günü karar-
laştırılabilmiştir. AP’de, başlangıçta Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı görü-
şü ağır basmıştır. Çetin pazarlık ve müzakereler sonunda Gürsel’in cumhur-
başkanı seçilmesi, Yassıada mahkûmlarına af getirilmemesi, 27 Mayıs’ın meş-
ruiyetinin kabulü, tasarruflarının dokunulmazlığı ve ordu lehinde bazı koşul-
lar siyasal partilere kabul ettirilmiştir.31
Uzun müzakereler sonucu bir tür “ehven-i şer” mantığı içinde CHP-AP iş-
birliği ile 20 Kasım 1961’de kurulan I. İnönü koalisyon hükümeti, ülkede bek-
lenen istikrarı sağlayamamış ve zaten sorunlu kurulan ve o günün nazik koşul-
ları içinde anlaşması mümkün görülmeyen hükümet fazla ömürlü olmamış ve
siyasi suçluların affı konusundaki anlaşmazlık nedeniyle 31 Mayıs 1962’de son
bulmuştur. I. İnönü hükümetinde çıkan anlaşmazlıklar üzerine siyasal görüş-
me ve çabalar hız kazanmıştır. Bu dönemdeki tartışmalarda Bölükbaşı, CHP’yi
darbenin “sömürücüsü”, AP’yi de darbenin “intikamcısı” olarak değerlendirmiş-
tir.32
21 Ekim Protokolü ile Meclis’in açılmasını istemeyen SKB mensuplarının
girişimi, üst düzey komutanların ve siyasilerin büyük çabaları ile geçiştirilme-
sine rağmen, ordu içinde özellikle albaylar ekseninde bir kaynaşma ve huzur-
suzluk, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 tarihlerinde hükümete karşı bir ayak-
lanma içine giren Albay Talat Aydemir ve arkadaşlarının 21 Mayıs 1963 ayak-
lanmasından sonra idama mahkûm edilmelerine kadar sürmüştür. Başlangıçta
SKB’nin başkanı olan genelkurmay başkanı Sunay ve ona bağlı üst düzey ko-
mutanların, daha sonraları iradelerini, biçim ve içeriğini kendilerinin belirle-
dikleri “sivil demokratik” sistemin devamlılığı yönünde koymaları ile albaylar
ekseninde ordu içinde açık ve gizli bir cunta hareketi iyiden iyiye siyaseti teh-
dit eder bir duruma gelmiştir. Sonuç olarak, ordunun kaygılarını dindirmek
için yaratılan CHP-AP sun’i hükümetinin kamuoyunda yol açtığı hoşnutsuz-
luk, ordudaki darbe heveslilerinin yeni maceralara atılmalarına yol açmıştır.
Nihayet, 21–22 Şubat 1962 gecesinde Harp Okulu Komutanı Albay Talat Ay-
demir önderliğinde bir grup subay (Albaylar cuntası) hükümete isyan etmiştir.
Zaten bir grubun askeri bir darbe teşebbüsü içine gireceği endişesi ve teyakku-
zu içindeki İnönü,33 isyanın patlak verdiği 21 Şubat akşamı parti liderleri, Ge-
nelkurmay Başkanı Sunay ve kuvvet komutanları ile Çankaya Köşkü’nde Gür-
sel’le bir araya gelmiş ve isyana karşı hareketi bizzat buradan idare etmiştir.
İsyanın ve bastırılışının ayrıntılarına girilmeyecektir. Ancak bu tarihi gün,
Bölükbaşı’nın ağzından şu şekilde nakledilmiştir:34
22 Şubat 1962’de, Talat Aydemir darbe teşebbüsüne girişti. Hükümet harekâttan haberdar-
dı. Liderleri, Çankaya Köşkü’ne davet ettiler. Gürsel, İnönü, Gümüşpala, CHP Genel Sekre-
teri İ. Rüştü Aksal, Alican ve ben toplantıda hazır bulunduk. Bizler Köşk’te iken, Harp Oku-
lu Süvari Birliği, Cumhurbaşkanlığı Muhafiz Alayı’nı kontrolü altına almış. Süvari Birliği
Komutanı Fethi Gürcan, Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir’e, “Çankaya’da toplantı ya-
pan liderleri tutuklayın” demiş. Darbe lideri Aydemir ise, “Serbest bırakın” emrini vermiş.
Köşk’te gergin bir havada gelişmeleri takip ediyorduk. Hem Fethi Gürcan’ın, hem de Ay-
demir’in emirleri, bize intikal ediyordu. Fethi Gürcan’ın sert tavrı konusunda doğrusu ra-
hatsız olmuştuk. Toplantı sırasında İsmet Paşa’ya şu öneride bulundum: “Paşam, gidelim
429
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Millet Meclisi’ne, ön sıralarda oturalım, bizi gelip orada teslim alsınlar”. Ama, Aydemir’in emrini
işitince, liderler rahatladı. Bu gelişme üzerine, İsmet Paşa aynen şöyle söylemişti: “Talat,
şimdi kaybetti”. Çankaya Köşk’ünden kurtulduktan sonra, doğruca Ankara Radyoevi’ne git-
tik. Radyoda konuşma yaptık, seslerimiz banda alındı. Daha sonra, Radyoevi’nin yakınında
bulunan Hava Kuvvetleri Karargâhı’na geçtik. Bu arada, YTP lideri Alican, Talat Ayde-
mir’le konuşmaya gitti. Onların arasında bir hısımlık ilişkisi vardı. Geceyi, Hava Kuvvetleri
Karargâhı’nda geçirdik. O sırada, darbecilere karşı hükümet kuvvetlerinin harekâtını Hava
Kuvvetleri Komutanı İrfan Tansel’in havadan yönettiği söyleniyordu. Hâlbuki olay sırasın-
da Tansel Paşa, Eskişehir Hava Üssü’nde uyuyormuş. Subaylar, bizlere, Hava Kuvvetleri
Karargâhı’nda çok ikramda bulundular, vitaminler verdiler. Karagah’ta sabahlarken, fotoğ-
raflarımızı çekmişler; bunları daha sonra bize gönderdiler.
Tüm bu gelişmelerden sonra Aydemir’in ilk darbe girişimi başarısızlıkla
sonuçlanmış ve İnönü, “Haklarında hiçbir işlem yapılmayacak” taahhüdünde bu-
lunarak darbeyi önlemiştir. Aydemir’le birlikte darbe girişiminde bulunan
subaylar ordudan emekli edilmişlerdir.
Bu arada 3 Mart tarihli meclis oturumunda, 22 Şubat 1962 tarihli darbe gi-
rişimi tartışılmıştır. Mecliste çetin geçen tartışmalar, “Tedbirler Kanunu” olarak
da bilinen, “Anayasa Nizamını, Millî Güvenlik ve Huzuru Bozan Bazı Fiiller Hak-
kındaki Kanun Tasarısı” ile ilgili görüşmeler sırasında meydana gelmiştir. Bazı-
ları tarafından Takrir-i Sükûn Kanunu’na benzetilerek karşı çıkılan bu yasa ile
hem 27 Mayısın tartışılması, hem anayasal düzeni darbe yoluyla tehdit girişim-
leri, hem de kanunlar çerçevesinde önceden faaliyette bulunmuş veya faaliyet-
te bulunan bir siyasî partiye mensup vatandaşların [eski DP’lilerin] tahkir
edilmesi önlenmek istenmiştir. Başbakan İnönü, hükümetin manevî şahsiyetini
korumayı, hükümet üyelerini küçük düşürecek veya bunların haysiyetine do-
kunacak fiilleri men etmeyi amaçladıklarını ifade etmiştir. Ayrıca konuşma-
sında ülke huzuru için iki uçta bulunan bir tehlikenin bulunduğunu söylemiş-
tir. Bunlardan birisi 27 Mayıs’ın meşruluğunu tartışmaya açmak isteyen inti-
kamcı eğilim; diğeri ise sürekli askerî darbeyi tahrik eden yaklaşımdır. Bu dö-
nemde rejim bunalımı nedeniyle Bölükbaşı ile İnönü’nün ilişkileri tekrar can-
lanmıştır. Bu sıralar Bölükbaşı, rejimin yerleşmesi ve huzurun sağlanması
amacıyla İnönü hükümetine destek vermiştir.35 27 Mayıs’la birlikte siyasi ya-
saklılara af tartışması, hükümet ve partilerin gündemine daha ağırlıklı olarak
otururken, İnönü’nün 29 Ekim 1962’den önce kademeli af görüşüne sahip ol-
duğu ve CKMP ile bu arada CKMP’den istifa etmiş olan Bölükbaşı’nın da bu
yaklaşıma sıcak baktığı görülmüştür.36 AP, hemen çıkarılacak bir siyasi aftan
yana bir tutum içinde görünmekle birlikte Kudret gazetesi, AP’nin, affın çık-
mamasını isteyen kişilerin yönetiminde bulunduğunu ve bundan yarar um-
duklarını ileri sürmüştür.37 Sonunda tüm partiler kamuoyunda “Tedbirler Ka-
nunu” olarak bilinen düzenlemeye imza koymuşlardır. 38
I. İnönü hükümeti (CHP-AP), siyasi af konusunda çıkan anlaşmazlık so-
nucu 31 Mayıs’ta İnönü’nün istifası ile yıkılmıştır. O günlerin nazik koşulları
içinde başka bir partinin hükümet kurması düşünülmediğinden, İnönü yeni-
den hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir. İsmet Paşanın ilk konuştuğu lider
Bölükbaşı olmuştur. Ancak o sıralarda Bölükbaşı CKMP’den istifa etmiştir.
430
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
431
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
432
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
verilmesi, Ordu hiyerarşisinin artık tam olmasa da, belli bir çoğulculuğa izin
verecek kadar gücünden emin olduğunun bir işareti olarak değerlendirilmiş-
tir.51 Hükümeti kurma görevi verilen AP lideri Gümüşpala, önce İnönü ile gö-
rüşmüş, ancak ondan net bir şekilde “hayır” yanıtını almıştır. İnönü, önceki
tecrübelerinden yola çıkarak yeni hükümetin CHP’siz olmasını istemiştir.52
Görevi devralan Gümüşpala, YTP lideri Alican, MP lideri Bölükbaşı ve CKMP
başkanı Hasan Dinçer ile temaslara başlamıştır. Daha başından beri CHP’siz
bir hükümetin de kurulabileceğini ispatlamak isteyen Bölükbaşı, Gümüşpa-
la’nın teklifine olumlu bakmış ve bir mektupla durumu Gümüşpala’ya bildir-
miştir. AP liderliğinde CHP’siz bir koalisyona girmeyi hararetle savunan Bö-
lükbaşı, mektubunda eşit mesuliyet ve eşit yetki istemiştir.53 Ancak ne var ki,
görüşmelerden bir sonuç çıkmamıştır. Gümüşpala, CHP’siz kurabileceği III.
koalisyon hükümeti gerçekleşme şansı bulamadığından, ani bir kararla görevi
Gürsel’e iade etmiştir.54 Daha sonra koalisyonu kurma görevini alan ve ilk iki
hükümette olduğu gibi artık askeri bir müdahale tehlikesinin kalmadığına
inanan İnönü, kuracağı III. hükümetin “reformcu” olacağını belirterek, AP,
CKMP ve YTP liderleri ile görüşmüşse de, onlardan kesin bir cevap alamamış
ve bağımsızlardan müteşekkil III. İnönü koalisyon hükümetini 25 Aralık
1963’te kurmuştur.55
25 Aralık 1963’te işbaşına gelen III. İnönü hükümeti de ilk ikisi gibisi ya-
paydı. Bu hükümetin güvenoyu almasını temin eden baş etken, hızla tırman-
maya başlayan Kıbrıs bunalımı idi.56 30 Ocak 1964’te güvenoyu alan III. İnönü
hükümeti neredeyse tüm zamanını Kıbrıs eksenli dış olaylarla uğraşmakla
geçirmiştir. Kıbrıs konusunda hassas olan diğer partiler de dikkatlerini bu ko-
nuya çekmişlerdir. 7 Haziran 1964 kısmi senato seçimlerinden sonra, Kıbrıs
sorunu hakkında güven oylamasına gidilmiştir. Cumhurbaşkanı Gürsel, mu-
halefet partilerine bir mektup göndererek kırmızı oy kullanmamalarını istemiş-
tir. Güven oylaması, AP’nin olumlu oyu sonucu lehte sonuçlanmışsa da Eylül
1964’ten itibaren hem iç hem de Kıbrıs kaynaklı dış gelişmeler, III. İnönü hü-
kümetinin zor anlar yaşamasına neden olmuştur.
III. ÜÇÜNCÜ İNÖNÜ HÜKÜMETİNİN İSTİFASI
1964 yılının sonuna doğru hükümet, sözkonusu sorunlar yüzünden bir
buhran içine girmiştir. Bunun üzerine, 1960’lı yılların başından beri bir gelenek
haline gelen özelliği ile yine cumhurbaşkanı önderliğinde bütün parti liderleri
bir araya gelmeye başlamıştır.57 Bu toplantılar sonucu, tüm parti liderlerinin
imzalarının bulunduğu bir ortak tebliğ yayımlanmıştır. Tebliğde, anayasaya
aykırı davranışlardan kaçınılması, anayasanın meşru temelini teşkil eden 27
Mayıs’a karşı girişilecek her türlü tahrikçi ve intikamcı cereyanlara izin veril-
memesi konularında partilerin mutabık kaldıkları ve gereken tedbirleri cum-
hurbaşkanına iletecekleri bildirilmiştir.58
Ortak açıklamalara ve tedbirlere rağmen iç ve dış sorunlarla hükümet bu-
nalımı devam etmiştir. Bu arada Haziran 1964’te vefat eden Gümüşpala’nın
yerine, 29 Kasım 1964’te yapılan kongrede, AP’nin başına Süleyman Demirel’in
gelmesiyle birlikte, hükümetin icraatı hakkındaki polemik ve tartışmalar, hü-
kümeti devirme yönünde bir gelişme kaydetmiştir. Bunda, genç ve enerjik olan
433
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ve bir “komisyoncu59” tavrıyla siyaset yapan AP’nin mühendis zekâlı yeni genel
başkanı Demirel’in, siyasetteki ilk sınavını, İsmet Paşa hükümetini devirmekle
vermek istemesi etkili olmuştur. Demirel’in hükümeti düşürme planındaki ilk
kıvılcım, o günlerde yapılan yuvarlak masa konferanslarının birinde gündeme
gelmiştir. Bir ara İnönü, “Hükümeti eleştirmenin yeri burası değil, Meclis’tir. Gelin
hesabınızı orada yapın” deyince, Demirel, hükümeti mecliste sayısal çoğunluğu
elinde bulunduran muhalefeti örgütleyerek bir gensoru önergesi ile devirmek
istemiştir.60 Uzun zamandan beri, CHP’siz kurulacak bir hükümetle demokra-
sinin kurtulacağını söyleyen Bölükbaşı, III. İnönü hükümetini yıkmak isteyen
Demirel’in en büyük destekçisi olmuştur.61 Ayrıca, “Muhalefetin gayesi iktidar-
dır. 226 oyu sağladığımız anda her zaman hükümeti düşürürüz. Bu benim vazifem-
dir”62 şeklinde açıklama yapan Demirel’e cevap veren Bölükbaşı, bu fikrin esas
kendilerine ait olduğunu dile getirmiştir.63 Hükümeti düşürmek amacı ile De-
mirel, Bölükbaşı’nı MP genel merkezinde ziyaret etmiş ve hükümetin istifaya
zorlanması konusunu ele alan ortak bir bildiri yayınlamışlardır.64 Daha sonra
Şubat 1965 başında Demirel’e bir mektup65 gönderen Bölükbaşı, hükümeti dü-
şürmek için MP’nin hazır olduğu mesajını vermiştir. Bu girişimlere CKMP ve
YTP de destek vermiş ve III. İnönü hükümeti 13 Şubat 1965 tarihinde, bütçe
aleyhine verilen 225 oyla düşürülmüştür.66 Böylece İnönü’nün son başbakanlı-
ğı görünüşte parlamento mekanizması ile son bulmuştur.
Bununla birlikte Toker, III. İnönü hükümetinin devrilmesini, iç etkilerin
yanı sıra, Kıbrıs sorunundan bu yana dış politikada görece bağımsız bir politi-
ka takip eden ve Amerika’yı karşısına alıp gözünden düşen İnönü’nün saf dışı
edilmesine yönelik dış etkilere bağlamıştır. Hatta Demirel’in “mukaddes itti-
fak”ının arkasında Amerika’nın olduğu hissi de verilmiştir.67 Cumhuriyet ga-
zetesinin Fransız La Monde gazetesinden iktibas ettiği bir haber de bu iddiayı
dile getirmiştir. Tekzip edilmeyen bu şayiaya göre, İnönü elinde göreli de olsa
bağımsızlaşmaya başlayan Türk dış politikasının aldığı istikamet karşısında
(Türk-Rus anlaşmaları çerçevesinde) tedirgin olan Batı âleminin, Gürsel nez-
dinde temaslarda bulunarak hükümetin dikkatini çektiği ileri sürülmüştür.68
III. İnönü koalisyon hükümetinin düşürülmesinde, Makarios’un açıklama-
larıyla birlikte 1963’ün son aylarında Rum tarafının Türklere dönük saldırıları
sonucu tırmanışa geçen Kıbrıs sorununun etkili olduğu bir gerçektir. Rum ke-
siminin Türklere yönelik saldırıya geçmesi karşısında, İnönü liderliğindeki
Türk hükümeti, Londra ve Zürih anlaşmalarının kendisine tanıdığı haklar çer-
çevesinde Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmak istemişse de, dönemin ABD
başkanı Johnson’ın Haziran 1964’te Başbakan İnönü’ye gönderdiği sert mek-
tup,69 Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkarmasının önüne geçtiği gibi, Kıbrıs dâhil
olmak üzere dış politikada Amerika’nın isteklerini yerine getirecek bir Türk
başbakan arayışının da kapısını aralamıştır. Ağustos 1964’te Amerikalı devlet
adamı Dean Acheson’un Kıbrıs konusunda önerdiği plan reddedildiğinde,
Amerika’nın Kıbrıs konusu dâhil olmak üzere diğer konularda da planlarını
kabul edecek yeni bir Türk başbakanı aradığı yolunda söylentiler ortaya çık-
mıştır. “Sağcı” yazar Ahmet Kabaklı ile “solcu” yazar Metin Toker, ABD’nin
Kıbrıs Türkünü ölüme mahkûm eden Acheson planlarını kabul ettirebilmek
için baskı yaptığını, Johnson tazyiklerine boyun eğmeye niyeti olmayan İnö-
434
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
nü’nün yerine ABD planlarını kabule yatkın olabilecek yeni bir başbakanın
gelebilmesi doğrultusunda CIA marifetiyle Türkiye’de bir sondaj yaptırdığını
ileri sürmüştür.70 Yine Forum dergisi de ABD’yi, İnönü yerine geçebilecek baş-
bakanlar aramak gibi gizli tertiplere girişmekle suçlamıştır.71
Başbakan İnönü, Ocak 1965’te yaptığı açıklamada bu tür iddiaların gerçeği
yansıtmadığını söylese de,72 dönemin ABD Büyükelçisi Raymond Hare’ın,
hükümetin düşürüldüğü 13 Şubat 1965’in hemen öncesinde muhalefet liderle-
rini ziyaret etmesi, ABD’nin Türkiye’nin içişlerine müdahale ettiği yolundaki
söylentileri haklı çıkaracak bir yönü olduğunu gösterir gibiydi. İnönü’nün dü-
şürülmesinde ABD etkisinin büyük rolü olduğunu düşünenler, Amerikan bü-
yükelçisinin AP lideri Demirel’e İnönü hükümetini düşürmesi için telkinde
bulunduğunu iddia etmiştir. Yön’de Doğan Avcıoğlu, “Washington’un dış poli-
tikada bağımsızlığa yönelen İnönü karşısında, statükodan yana bir muhalefeti müttefik
saydığı aşikârdı” diye yazmış,73 ilerde CHP lideri olacak ve başbakanlığa gelecek
olan Bülent Ecevit de olaydan epey sonra, “Bazı müttefiklerimiz artık Türkiye’den
çok AP’nin müttefikleri gibi davranıyorlar, büyük petrol şirketleri AP’nin ortakları
gibi çalışıyor, Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA’nın dost ve müttefik ülkeler-
de ne kadar kirli oyunlarla iç politikaya etkili olarak karıştığı Amerika’da açıklanmış-
tır” şeklinde konuşmuştur.74 İlhan Selçuk ise köşesinde, “Kimin aklına gelirdi ki,
Atatürk Türkiyesi’nde yabancıların bir ücretli adamı (Demirel’i kastediyor) en bü-
yük partinin liderliğine seçilecek ve belki de yarın... Türkiye başbakanı, Türkiye cum-
hurbaşkanı diye tavsif edilecek” biçiminde yazmıştır.75 İnönü’nün düşürülmesin-
de yabancı parmağı olduğu, Demirel’i destekleyen gazetelerin (İngiliz Times
gazetesinin bile Demirel’e büyük şans tanıdığına ve artık Türkiye’de İnö-
nü’nün desteklenmeyeceğine ilişkin görüşlerine yer vermeleri ile daha bir açık-
lık kazanmıştır.76
IV. AP İKİNCİ BÜYÜK KONGRESİ VE SÜLEYMAN DEMİREL
27–29 Kasım 1964’te toplanan AP’nin II. büyük kongresinin gündemi yeni
genel başkanın seçilmesidir. Partinin kurucusu Ragıp Gümüşpala’nın kısa bir
süre önce ölmesi üzerine başkanlık için Sadettin Bilgiç, Süleyman Demirel ve
Tekin Arıburun aday olmuştur. İkinci büyük kongre AP ve Türkiye’nin siyasal
yaşamı açısından oldukça önemli bir yere sahiptir. Yeni dönemi şekillendire-
cek ve 1990’lı yılların sonuna kadar Türkiye’nin siyasal yaşamında “derin” ve
“kırılgan” izler bırakacak bir aktör olarak Demirel, bu kongrede AP genel baş-
kanı seçilmiştir.
Gerek delegeler gerekse parti tabanında genel başkanlık için adı geçen en
önemli kişi kuşkusuz Sadettin Bilgiç’tir. Uzun yıllar parti içerisinde “ikinci
adam” olarak kalması, parti içerisinde saygınlığının bulunması ve Gümüşpa-
la’nın ölümünden sonra genel başkanlığa vekâlet etmiş olması onu doğal ola-
rak bu makama en yakın aday olarak öne çıkartmıştır. Bununla birlikte Bil-
giç’in parti ile ilişkileri AP’nin kuruluşundan öncelere dayanmaktadır. DP dö-
neminde de önemli bir figür olarak her zaman ön planda yer almış olan Bilgiç,
Gümüşpala’nın AP’sinde teşkilattan sorumlu kişi olmuş ve Gümüşpala’nın
yanında neredeyse fiili başkanlık görevi yapmıştır. Bu yüzden partililer, Bil-
giç’e “koca reis” diye hitap etmişlerdir.77
435
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
436
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
önemli bir aktör olarak sahneye çıkmasını sağlamıştır. Mason locasından alı-
nan bu belge, daha sonraki yıllar tartışma konusu olacak ve seçmenin zihnini
meşgul etmeye devam edecektir. Bilgiç anılarında 1970 yılında Türkiye’deki
mason locasının en yetkili kişisi Necdet Egeran ile arasında yaşanan bir olayı
şu şekilde aktarmıştır:81
Ekim 1970’de Çankaya’daki Hülya Lokantası’nda öğle yemeği yiyorduk. Necdet Egeran iki
Amerikalı ile birlikte lokantaya geldi ve bize yakın bir masada yemeklerini yediler. Kalkar-
ken, masamıza kadar geldi ve özür dilediğini söyledi. Yanımdaki arkadaşlardan bir kısmı
Necdet Egeran’ı tanımadıkları için birbirlerinin yüzüne baktılar. Egeran o sırada ‘Bu özürün
ne anlama geldiğini sayın Bilgiç bilirler’ dedi ve ayrıldı.
Nihayetinde delegelerden en çok oyu alan Demirel, 1964’ün sonlarında
AP genel başkanı olmuştur. Demirel genel başkan olduktan sonra gerçekleştir-
diği ilk icraat, III. İnönü hükümetinin düşürülmesidir. Yukarda anlatıldığı gibi
III. İnönü hükümeti bütçeye verilen güvensizlik oyları ile düşürülmüştü. An-
cak AP liderliğinde kurulacak hükümete kimin başkanlık edeceği konusu so-
run yaratmaktaydı. Çünkü Cumhurbaşkanı Gürsel, meclis dışından bir başba-
kan arıyordu. AP lideri Demirel milletvekili olmadığı için başbakan olamazdı.
Gerçi yürürlükteki mevzuata göre, Demirel cumhurbaşkanlığı kontenjanından
senatör olarak meclise girebilirdi. Demirel, henüz erken bulduğu başbakanlıkta
yıpranmak istemediğini söylüyordu. Gürsel ise, “Demirel gençtir, yıpranmasın”
dese de kafasından ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş’ın başbakanlığı geçiyordu.
AP ise AÜ Rektörü İhsan Doğramacı’nın başbakan olmasını istiyordu. Diğer
küçük partiler (MP, YTP ve CKMP) ise Demirel’in başbakanlığında ısrarcı idi-
ler. O günlerde Türkiye’ye başbakan bulma çalışmaları üç gün sürmüştür. Ça-
lışmaların merkezi Çankaya Köşkü idi. Demirel, Bölükbaşı, Alican ve Ahmet
Oğuz, Gürsel başkanlığında toplantı üstüne toplantı yaparak, partisiz bir baş-
bakan bulmaya çalışmıştır.82 Sonunda yeni hükümetin AP listesinden bağımsız
olarak seçilen Kayseri senatörü Suat Hayri Ürgüplü tarafından kurulması ka-
rarlaştırılmıştır. Hükümet, CHP hariç AP, MP, CKMP ve YTP’den oluşmuştur.
Ürgüplü, Ekim 1965’te yapılacak genel seçimlere kadar sürecek geçiş dönemi-
nin ideal başbakanı olarak görülmüştür. Ürgüplü, geçmişte İnönü’nün başba-
kanlığında bakanlık, Menderes iktidarında ise büyükelçilik yapmış, tarafsız
siyasal kişiliği ile biliniyordu. Dışarıdan bakan olan Demirel ise başbakan yar-
dımcılığını uhdesine alarak bir nevi Ürgüplü yanında gelecek dönemleri için
staj yapmış olacaktı. Aynı gün açıklanan koalisyon protokolünde, Atatürk ilke-
leri ile 27 Mayıs’ın anayasanın meşru temeli olduğu, aşırı sol ve aşırı sağ akım-
lara geçit verilmeyeceği, idarenin tarafsız olacağı gibi ilkelere temas edilmek-
teydi.83 AP’nin YTP, CKMP ve MP ile kurduğu seçim hükümeti, Ekim 1965’e
kadar iktidarda kalmıştır. Bu dönem Demirel’in yapılacak genel seçimlere ka-
dar meclisi tanıma ve AP’ye iktidarı vermeyeceği söylenen kesimlerle (ordu ve
Amerika’nın başında olduğu dış güçler) uzlaşma dönemi olmuştur.84
V. 10 EKİM 1965 SEÇİMLERİ ve AP İKTİDARI
10 Ekim 1965 genel seçimlerinde oyunu artıran tek parti AP olmuştur. Se-
çim sonuçlarına göre, AP % 52.87 ile 240, CHP % 28.75 ile 134, MP % 6.26 ile
31, YTP % 3.72 ile 19, CKMP % 2.24 ile 11, TİP ise % 2.97 ile 15 sandalye ka-
437
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
zanmıştır.85 Böylece AP, hükümeti tek başına kurabilecek çoğunluğu elde et-
miştir. DP döneminden sonra başlayan koalisyon hükümetleri dönemi böylece
kapanmış, AP Türkiye’nin siyasal yaşamında DP’den sonra tek başına hükü-
meti kuran ikinci parti olmuştur. Seçimlerden sonra, 3 Kasım 1965’te hükümet
programı okunmuş ve 252 güvenoyu alarak hükümet resmen kurulmuştur.
Seçimlerde milli bakiye usulünün uygulanmış olması AP’nin, aldığı oy ora-
nında milletvekili çıkarmasını engellemiştir.86 1965–1971 yılları arasındaki dö-
nem, AP için bir taraftan ordunun gözünde DP’nin devamı olarak görünmek-
ten rahatsızlık duyduğu, rejimle uzlaşmak istediği, diğer taraftan da tabanına
DP’nin takipçisi olduğunu anlatmak için çaba sarf ettiği dönem olmuştur. Se-
çimler sadece AP açısından değil, CHP ve özellikle TİP açısından önemli so-
nuçlar doğurmuştur. Dönemin koşulları içinde Türkiye’nin gerçek anlamda sol
ve sosyalist bir partisi olan TİP’in parlamentoya girmesi Türkiye’nin o zamana
kadar tartışmakta güçlük çektiği birçok konunun tartışmaya açılmasını sağla-
mıştır. 1965 seçimleri aynı zamanda CHP’nin yenilgisinin -seçimlerden hemen
önce ortaya atılan- “ortanı solu” söylemine bağlanması sonucunu doğurmuştur.
Parti içinde yaşanan ciddi tartışmalar CHP içerisinden yeni bir partinin çıkma-
sına kadar varmıştır.
1961 genel seçimlerinde DP tabanına yakın seçmenin, yeni partilerden
hangisinin DP’nin devamı olduğu konusunda kafası karışıktır. Bu sebeple sağ
siyasete yakın olan partilerin oylarının toplamının %65’e yakın olmasın rağ-
men, oylar çok parçalı bir görünüm arz eden sağ siyasete yakın partiler arasın-
da dağılmıştır. Dolayısıyla 1961 seçimlerinden birinci parti olarak çıkan
CHP’nin karşısında oyları dağınık, aldıkları oy ve toplumsal taban olarak bir-
birine yakın birçok “sağ” parti bulunmaktadır. Bu dağınıklık ve seçmendeki
kafa karışıklığı 1965 seçimlerinde görülmemektedir. AP aldığı %52,9’luk oy
oranıyla DP’nin ve “merkez sağ”ın temsilcisi olduğunu kanıtlamıştır. 1961 se-
çimlerinden sonra yapılan iki genel seçimin ikisinde de oyları azalan YTP bu
doğal elenmeden kurtulamamış ve sonra AP ile birleşmiştir. Diğer partiler ise
siyasal yaşamdan var olabilme mücadelesi içerisinde bulunmuşlarsa da AP’ye
alternatif olabilecek güce erişememişlerdir.
TİP, seçimlerden önce benimsenen milli bakiye usulünün küçük partilere
sağladığı avantaj ile %3 oy alarak meclise 15 milletvekili sokmayı başarmış ve
etkili muhalefet yaparak dönem boyunca sosyalist solun meclisteki tek gerçek
temsilcisi olmuştur. Bununla beraber %52,9 gibi yüksek bir orana rağmen
AP’nin tek başına hükümet kurabilmesini sağlayacak milletvekili sayısını kıl
payı geçmesi, 1969 seçimlerinden önce seçim sisteminin revize edilmesine ne-
den olmuş ve milli bakiye usulünün yerine barajsız d’hont sistemi benimsen-
miştir. Yeni seçim sistemi ile AP, 1969 seçimlerinde daha az oy almasına rağ-
men milletvekili sayısını artırmış küçük partiler ise yok olmaya yüz tutmuştur.
Seçimlerin özgür bir ortamda yapılmış olması ve iktidarın AP’ye verilmesi
parlamenter rejimin kendi mecrasında akıp gitmesi için önemli bir fırsat ya-
ratmıştır. Yine de AP’nin tek başına hükümeti kurabilecek çoğunlu elde etmiş
olması, parlamenter rejime egemen olduğu anlamına gelmemelidir. AP’nin
kurulduğu andan 1971 yılına kadar ordu karşısında aldığı pozisyonu iki dö-
438
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
439
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
440
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
VII. SİYASİ HAKLARIN GERİ VERİLMESİ ÜZERİNE YAŞANAN
TARTIŞMALAR
1961 seçimlerinden sonra AP’nin gündemini meşgul eden en önemli konu-
ların başında DP’lilere siyasal haklarının geri verilmesi konusu gelmiştir. Bir
taraftan tabanına kendini DP’nin devamı olarak gösterme çabaları, diğer taraf-
tan AP milletvekillerinin eski DP’lilerle olan bağları, siyasal af konusunun sü-
rekli gündemde kalmasını sağlamıştır. CHP ile bir uzlaşmaya varılarak çıka-
rılmak istenilen siyasal af, 1965’e kadar zaman zaman gündemi meşgul ettiyse
de çıkartılamamıştır. CHP de affa sıcak bakmasına rağmen, 21 Ekim protokolü
ile yolundan saptığı düşünülen rejimi yeniden dizayn etmeye çalışan ordu
affın karşısında idi. Ordunun etkisiyle CHP de af konusunda net bir tavır ala-
mamıştır. Ordu, 1961 seçimlerinden hemen sonra yapılan 21 Ekim protokolü
ile Yassıada mahkûmlarının affedilmesine açıkça karşıdır ve bunu siyasal par-
tilerin tamamı da kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu şartlar altında çıkarılma-
ya çalışılacak bir af protokole ve dolayısıyla inşa edilmiş yeni rejime karşı ko-
yuş anlamına gelecektir. Bununla birlikte 27 Mayıs’çıların, 1961 seçimlerinden
beklediği sonucu elde edememiş olmaları müdahalenin sorgulanmasına sebep
olmuştur. Böyle bir ortamda Yassıada mahkûmlarının affedilmesi, sorgulama
sürecinin derinleşmesine ve 27 Mayıs’ın “ruhuna” zarar verebilme kaygıları
affa karşı çıkışın en önemli sebepleridir.
Ordunun affa açıkça bu karşı çıkışına rağmen AP milletvekillerinin af ko-
nusunu meclise taşıması hararetli tartışmalara sebep olmuştur. Her ne kadar
İnönü affa açıkça karşı çıkmasa da, CHP ile AP arasında af konusunda uzun
bir süre anlaşmaya varılamamıştır. Bu anlaşmazlık, AP’nin Yassıada
mahkûmları ile hayat bulmasına yardımcı olmuş, diğer taraftan CHP üzerinde
siyasal bir baskı kurmaya yaramıştır. Af konusunda Demirel’in mevcut durum
içerisinde başkaları için kahramanlık yapmanın kendilerini damdan, pencere-
den atmayı gerektirmediğini ileri sürmesi,97 olaylara pragmatik bir bakış açı-
sıyla yaklaştığının göstergesi olarak değerlendirilebilir. İlerleyen dönemlerde
CHP, siyasal hakların iadesini bir baskı aracı olarak AP’ye karşı kullanmıştır.
Mecliste af konusundaki tartışmalar uzadıkça uzamış fakat somut bir adım
atılamamıştır. Sürecin bu şekilde uzaması af konusunun siyasal bir koz olarak
kullanılmasında devamlılığı sağlamıştır.98
1969 seçimlerinden önce sorun, 219 milletvekilinin imzasıyla meclis gün-
demine taşınmıştır. Anayasa değişikliğinin yapılabilmesi için gerekli 300 oyu
CHP’nin desteği olmadan DP’nin tek başına bulabilmesi mümkün değildir. Bu
imkânsızlık AP’nin istediği şeydir, çünkü Demirel askerlerle ilişkilerin olum-
suz seyretmesini hiç bir zaman istememiştir. Bunun yanı sıra eski DP’lilerin
siyasal haklarını tekrar elde etmesi parti içinde belli bir kesimin siyaset sahne-
sinden silinmesi anlamına gelmektedir. Demirel’in kendisi bile böyle bir olum-
suz sonuçla karşı karşıya kalabilecektir. Ayrıca anayasayı değiştirebilecek sa-
yıda milletvekiline sahip olmamak, bir sonraki seçimlerde tabandan daha çok
oy istemeyi meşrulaştıran bir araç olarak kullanılabilecektir. 1969 seçimlerine
giden süreçte, bu durum bir siyasal malzeme olarak kullanılmış ve karşılığı da
belli bir oranda alınmıştır.99 Bu sebeplerle AP’nin hükümet kanadı af sorunu-
441
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
442
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
TİP, 1961 Anayasası’nın yarattığı görece özgür ortamda, 13 Şubat 1961 ta-
rihinde, Türk-İş’e bağlı bazı sendikacılar tarafından kurulmuştur. Parti kurul-
duktan sonra yapılan ilk basın toplantısında TİP’in “Türkiye’de ezilen işçi sınıfı-
nın haklarını korumayı” amaçladığı ifade edilmiştir.106 Sadun Aren’in de belirtti-
ği gibi, partinin ilk tüzüğüne ve programına bakıldığında TİP’in sosyalist bir
parti olduğunu söyleyebilmek güçtür. Sınıfsal farklara ve sınıf savaşımına de-
ğinilmeyen bu dönemde -tüzük ve program temelinde de olsa- TİP’i diğer par-
tilerden ayıran en önemli fark, “emekçi haklara” yapılan vurgudur. Kuruluş
aşamasında işçi sınıfının önceki dönemlerde elde edemediği toplu iş sözleşme-
si, grev ve sendikal örgütlenme haklarının bir siyasal organ aracılığıyla elde
edilmek istemesine dönük çabalar, Mehmet Ali Aybar’ın genel başkan olma-
sıyla daha sosyalist tonlar kazanmış ve partinin ideolojisi yavaş yavaş belirgin-
leşmeye başlamıştır. Ancak esas olarak TİP, sosyalist niteliğini Aybar’ın genel
başkan olmasıyla kazanmıştır.107
Kuruluş aşamasında yeterli ilgi toplayamayan TİP, sendikacıların partisi
olmaktan öteye gidememenin verdiği rahatsızlıklar ve Yön dergisinin muhale-
feti karşısında açılımlar yapabilmenin yollarını aramıştır. Sadece sendikacıların
partisi izlenimi veren TİP’e karşı kurulmak istenen Çalışanlar Partisi (ÇP) ba-
şarısız bir girişim olarak kalınca, sendikacı kurucuların partiyi aydınlarla bu-
luşturma çabaları artmıştır. Partinin karşılaştığı buna benzer sorunların, aydın-
lar ve partide dönüşüm gerçekleştirebilecek bir liderle aşılabileceği düşüncesi-
nin bir uzantısı olarak kurucular meclisi Aybar’a genel başkanlık teklif etmiş-
tir. Aybar’ın genel başkan olmasıyla esas açılım yapılmış ve partiye Kemalist
olmayan soldan katılımlar giderek artmıştır. O dönemde kurulmuş ve kendini
sosyalist olarak tanımlayan Türkiye Sosyalist Partisi de (TSP) TİP’e katılma
kararı alınca TİP, emekçi kesimin tek siyasal temsilcisi olmuştur. 10 Şubat
1963’te MP senatörü Niyazi Ağırnaslı’nın ve daha sonra da Esat Çağa’nın par-
tiye katılmasıyla 1965 genel seçimlerinden önce TİP mecliste temsil edilmeye
başlanmıştır.
TİP’in 17 Kasım 1963’te yapılan yerel seçimlere katılma şansı elde etmesi,
radyo ve mitingleri kullanarak partinin kitleler tarafından daha yakından ta-
nınmasına fırsat sağlamıştır.108 TİP’in mitinglerde ve radyo konuşmalarında
emekçi kesimi siyasal söyleminin merkezine koyması, ilgili kesimler tarafından
heyecanla karşılanmıştır. Miting konuşmalarının o zamana kadar alışılmış
politik söylemin dışına çıkması, bir çok adli kovuşturmayı da beraberinde ge-
tirmiştir. Bunun yanı sıra TİP’e karşı başlatılan sağ eğilimli çıkışlar fiziksel
saldırı boyutuna yükselmiştir. Saldırıları daha çok, fahri başkanlığını Cumhur-
başkanı Gürsel’in yapmış olduğu Komünizmle Mücadele Derneği’nin örgüt-
lemesi, saldırıların belli oranda kolluk güçlerince görmezlikten gelinmesini de
sağlamıştır.
1963 yerel seçimlerinde TİP, yaklaşık 34.000 (% 0.36) oy almıştır. Oyların
önemli bir kısmının İstanbul’un zengin semtlerinden gelmiş olması emekçi
kesime hitap etme çabalarına rağmen seçkinlerin partisi olmaktan kurtulama-
dığı ve halkla sağlıklı iletişim kuramadığının göstergesi olarak değerlendirile-
bilir. TİP’in işçi ve ezilen kesime seslenme çabasına rağmen ortaya çıkan bu
443
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
444
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
445
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
yanı sıra ortanın solu, en hararetli savunucusu olan genç bir siyasetçinin (Bü-
lent Ecevit), 1970’li yıllarda geniş halk kitlelerine ulaşmak için kullandığı bir
kavram olarak güncelliğini korumuştur.
Ortanın solu, 1965 seçimlerinden hemen önce parti tarafından yayınlanan
bir dizi seçim bildirgesiyle seçmene anlatılmaya çalışılmıştır. Bildirilerin he-
men hepsinde ana temalar; toprak reformu, sosyal hakların genişletilmesi, kır-
sal kalkınma ve gelir adaletinin sağlanması gibi konulardır. Ek olarak Ecevit’in
üzerinde ısrarla durduğu şey, köylülerin kalkınması meselesidir. Ortanın Solu
adlı eserinde Ecevit, her şeyden önce sosyal demokrasinin köylüleri cehaletten
kurtaracak bir işleve sahip olduğunu vurgulayarak, köylünün sadece zirai
üretim yapan bir sınıf olarak kalmasını kabul etmemiştir. Ona göre, köylünün
dünyadan haberdar olma hakkına ve yetisine sahip olması, kırsalın daha yaşa-
nabilir bir yer olmasında hayati öneme sahiptir.122
1965 seçimlerinde CHP’nin yenilgiye uğraması, ortanın solunun sorgu-
lanma sürecini başlatmıştır. Parti içindeki muhafazakâr kesim, böylesi bir sol
anlayışın aşırı olduğunu ve yine bu haliyle bir solu halka anlatabilmenin
imkânsız olduğunu ileri sürerek seçimlerden hemen sonra yapılacak IV. olağa-
nüstü kurultayda söylemin hararetli savunucuları olan genç partililere karşı
muhalefet başlatmıştır. Gençlere karşı geliştirilen muhalefetin başında partinin
önemli isimlerinden Turhan Feyzioğlu gelmektedir. Feyzioğlu ve çevresindeki-
lerin tüm deneyimlerine ve parti içerisindeki ağrılıklarına rağmen, muhalefet
hareketi kurultayda başarılı olamamıştır. Bu girişimin başarısızlığını İnö-
nü’nün ortanın solu ve savunucularına verdiği açık destekte aramak gerekli-
dir.123 Bu açıdan IV. olağanüstü kurultay bir kırılma noktasıdır. Kurultaydan
galibiyetle çıkan Ecevit, partide disiplini sağlamak adına bazı tedbirler öner-
miş, buna karşılık, ortanın soluna muhalif 47 kişi partiden ayrılarak yeni parti
hazırlığı içine girmiştir.124 Kurultaydan sonra yayınlanan bildiriyle uzun bir
süre partinin resmi ideolojisi ortanın solu olarak kalacaktır.
1969 seçimlerinden hemen önce CHP, Ecevit önderliğinde reformist kana-
dın yayınladığı seçim bildirgesinde ortanın solu hareketini düzen değişikliği
şeklinde adlandırılarak yeni kimlikle seçmen karşısına çıkmış fakat 1965’teki
oy oranına dahi ulaşamamıştır. Oyları %27,4’e düşen CHP, milli bakiye usulü-
nün terk edilmesiyle -bir önceki seçimde daha yüksek oy oranını elde edip
daha az milletvekili çıkarmasına rağmen- bir önceki seçimlere oranla daha
fazla milletvekili çıkarmıştır.125
X. CHP’DE BÖLÜNME VE GÜVEN PARTİSİ
CHP içindeki “ideolojik” farklılıklar partide rahatsızlıkların artmasına ne-
den olmuştur. Bir taraftan 1965 seçimlerinde ortaya çıkan oy kayıpları, diğer
taraftan içi bir türlü halkın anlayabileceği şekilde doldurulamayan ve parti
içinde muhafazakâr kesim tarafından kabul görmeyen ortanın solu söylemi
bölünmeye giden süreci tetiklemiştir. Seçimlerden sonraki kurultayda ortanın
solu söylemini açıkça destekleyen Ecevit ve arkadaşlarının kurultaydan başa-
rıyla çıkmaları, “muhafazakâr” kesimi yeni bir parti kurmaya yöneltmiştir.
Muhafazakâr kanattan 33 kişi Turhan Feyzioğlu öncülüğünde Güven Partisi’ni
446
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
(GP) kurmuştur. 1969 seçimlerine CHP ve AP’ye muhalefet ederek giren GP,
sadece 15 milletvekili kazanabilmiştir. Bununla birlikte CHP içindeki bunalım
AP’nin seçimlerde elini güçlendirmiştir. GP’nin beklediği başarıya ulaşama-
ması ortanın solu karşısında geliştirilen “muhafazakâr” söylemin cılız kalma-
sına yol açmıştır. Daha sonraki seçimlerdeki başarısı da hiç bir zaman 1969
seçimlerinden ileri gidememiştir. CHP’de devam eden ortanın solu tartışmaları
sonucu partiden ayrılan ve kendilerine “ortanın göbekçileri”126 denilen Kemal
Satıroğlu gibi önemli isimlerin GP’ye katılması da önemli bir değişim yarat-
mamıştır.
XI. 1968 GENÇLİK OLAYLARI
Türkiye’de 1968 yılında ortaya çıkan gençlik hareketleri, dünyada meyda-
na gelen gençlik hareketlerinden bağımsız gelişmiş olmamakla birlikte, Türki-
ye’nin kendine özgü şartları altında zaman zaman farklı anlamlar taşımıştır.127
Üniversitelerde reform ve demokrasi isteyen 68 hareketinin bir yansıması ola-
rak ortaya çıkan ve gelişen hareketler, Türkiye’de de buna benzer istekleri do-
ğurmuştur. Üniversiteler için demokrasi ve reform istekleri, daha sonra tüm
düzenin değişmesi isteğine evrilmiştir. Bununla birlikte dünyada üniversite
öğrencileri tarafından başlatılan hareketler, kapitalist sistemde meydana gelen
aksaklıkların düzeltilmesini de hedeflemiştir. Batı toplumlarında gerek dinsel
gerekse bilimsel etmenlerin bileşimi olarak sermayenin birikim mantığı çerçe-
vesinde “erken” işlerlik kazanan kapitalistleşme, Batıda sistemik bir karaktere
bürünürken, Türkiye sanayileşme sürecinin henüz başındadır. Bu farklılıktan
dolayı, Türkiye’de üniversite öğrencilerinin itirazlarına kaynaklık eden sebep
bir ölçüde Batıdakinden farklıdır. Bununla birlikte Batıda hareketlere çıkış
noktası kazandıran emperyalist güçlere karşı koyma temasının, Türkiye’de de
gelişen hareketlere kaynaklık ettiği söylenebilir. Ayrıca ABD’nin Vietnam’da
başlatmış olduğu savaş, bu anti-emperyalist tutumun yükselmesinde önemli
bir etkiye sahiptir.
Türkiye’de önceleri CHP ve basın tarafından masum istekler olarak görü-
len hareketler giderek şiddete bürünmüştür.128 Başlarda sadece üniversitelerde
reform gibi temalarla kendisini ifade etmeye çalışan hareketler, yukardan dev-
rimle toplumu terbiye etme geleneğine yaslanan Osmanlı/Türk/Kemalist dev-
let geleneğini çağrıştırırcasına, bu kez ordunun desteğini arkasına alarak yo-
lundan saptığı düşünülen rejimin devrimsel yollarla yıkılması görevini deruh-
te etmiştir. Milli Demokratik Devrimci aydınlar ve 9 Martçılar olarak nitelendi-
rilen darbe yanlısı asker/sivil kesimler dikkate alındığında, Türkiye’deki 68
kuşağının sanıldığı kadar özgürlükçü ve sivil olmadığı anlaşılacaktır. 27 Mayıs
darbesine giden süreçte, aydın, üniversite hocası ve belirli odaklar tarafından
manipüle edilen öğrencilerin oynadıkları rol hatırlandığında, meydana gelen
karışıklıkların dünyada esen “68 ruhu” ile birebir örtüşen bir karakteri haiz
olmadığı, aksine oldukça yönlendirilmiş ideolojik bir zihniyet dünyasına sahip
olduğu fark edilebilecektir. Bu sebeple CHP’nin “masum istekler” olarak gör-
düğü eylemleri AP, karışıklık çıkartmak yoluyla rejimin değiştirilmesine sebep
olma hareketleri olarak görmüştür.129 1969 yılında eylemlerin artış göstermesi
üzerine mecliste bu konu aylarca tartışılmıştır. Üniversitelerde işgal ve boykot-
447
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
larla başlayan ve giderek şiddet içeren hareketler, siyasal gündemin temel ko-
nusu haline gelmiştir. ABD deniz kuvvetlerine bağlı 6. Filo’nun İstanbul’a geli-
şi dolayısıyla ortaya çıkan protestolar neticesinde bazı Amerikan subaylarının
dövüldükten sonra denize atılması, ABD Büyükelçisi Komer’in ODTÜ’de ara-
basının yakılması ve 1969 Şubat’ında Taksim’de yaşanan ve “kanlı pazar” ola-
rak adlandırılan olaylarda sağcı ve solcu gençlerin büyük kavgası giderek ey-
lemlerin daha da şiddet tonları taşımaya başladığının göstergeleridir. Şiddetin
artışında hiç kuşkusuz “komünizm tehlikesi”ne karşı kurulmuş olan “koman-
do kampları”nın da önemli payı vardır. Daha çok Milliyetçi Hareket Partisi’ne
(MHP) mensup olduğu bilinen gençler, parti tarafından “komando kampı”
denilen yerlerde eğitilmekte ve kendilerine sokaklardaki olaylarda nasıl dav-
ranmaları gerektiği öğretilmekteydi. Bu da rejimin pekişmesi uğruna kan taze-
leyen devletin her iki taraftan şiddet eylemlerini belirli yoğunlukla sürmesine
göz yummasını, hatta hukuk-dışı derin yapılanmalar eliyle körüklemesini do-
ğurmuştur. Böylesi şiddet hareketleri ilerde daha sonra 12 Mart Muhtırası’nın
gerekçelerinden birini oluşturmuştur.
XII. AP’DE BÖLÜNME VE DEMOKRATİK PARTİ
CHP içinde meydana gelen bölünmenin bir benzeri de AP’de yaşanmıştır.
1969 seçimleri öncesi 72 milletvekilinin Demirel’e bir uyarı mektubu vermesi,
aslında 1964 Kasım’ında başlayan liderlik mücadelesinde temelleri atılmış bir
tartışmanın devamı niteliğindedir.130 Her türlü ortamın ne gerektirdiğini çabu-
cak kavrayan, davranışlarını bu yeni ortama göre hemen uyarlama yeteneği
gösterebilen ve herkesle her an uzlaşılabilir bir kişiliğe sahip olan Demirel,
partinin DP mirasıyla var olan çizgisini korumasını isteyen kesime göre, uzla-
şımların çıktılarını şahsileştirmektedir. Bunun yanı sıra, parti içindeki çatlama-
nın kaynağının toplumsal yapıdaki değişimde aranabileceğini söylemek de
mümkündür. AP, Anadolu’nun küçük burjuvazi ve tüccar sınıfına dayanarak
iktidar olmuşsa da ilerleyen zamanlarda büyük sanayi sermayesinin yanında
yer almıştır. Bu saf değiştirme parti içinde bir kesimi rahatsız etmiştir.131 Parti-
de geleneksel orta sınıfı temsil edenler, Demirel’i çıkar çevrelerini korumak ve
halktan uzaklaşmakla suçlamıştır.132 Bu kesim açısından Anadolu sermayesin-
den uzaklaşmak, partinin kendini var kılan değerlere de yabancılaşması anla-
mına gelmektedir. Bu sebeple 1970 yılı bütçe görüşmelerinde 41 milletvekilinin
bütçe yasasına ret oyu vermesi sonucu Demirel hükümeti düşürülmüştür. Yeni
hükümeti kurma görevi tekrar Demirel’e verilmiştir. Daha çok “alevi” kesimin
siyasal örgütlenmesi olan Türkiye Birlik Partisi’nin (TBP) desteği ile güvenoyu
almayı başarmıştır. Yeni kabinede Demirel’in kendine yakın isimlerden oluşan
ve “yeminliler” olarak adlandırılan AP’lilerin dışında kimseye yer vermemesi,
parti içindeki muhalefet hareketinin alevlenmesine neden olmuştur.133 Demirel,
yeni hükümeti kurduktan sonra bütçeye ret oyu veren milletvekillerini haysi-
yet divanına sevk etmiş ve bir kısmı partiden ihraç edilmiştir. Sadettin Bilgiç
gibi önemli isimlerin bir kısmı ise bir yıllığına partiden uzaklaştırılmıştır. Böy-
lece “isyan” hem cezalandırılmış hem de aşırı cezalardan kaçınılarak hava bir
nebze yumuşatılmıştır.134
448
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
Bu şartlar altında, AP çatısı altında siyaset yapamayacaklarına inanan
muhalif milletvekilleri, Ferruh Bozbeyli öncülüğünde kurulan Demokratik
Parti’ye geçmiştir. Bu partinin kurucuları arasında, etkili eski DP’li kişilerin de
yer alması AP açısından oldukça zorlu bir sürecin yaşanmasına neden olmuş-
tur.135 İktidardaki bir partiden önemli isimlerin başka bir parti kurması Demi-
rel hükümetinin bütçe oylamasındaki başarısızlığını pekiştirmiştir. Her ne ka-
dar sistemli bir muhalefet hareketi ortaya koyamasa da Demokratik Parti, 12
Mart 1971 muhtırasına giden süreçte Demirel’in elini önemli oranda güçsüzleş-
tirmiş ve politikaların parti içinde sorgulanmasına sebep olmuştur. Bununla
birlikte, 1969 seçimlerinden kısa bir süre önce değiştirilen seçim sistemi ile,
yeni kurulan partilerin AP ve CHP gibi köklü partilerle yarışabilmesinin önü
tıkanmıştır. Bu koşullarda GP, TBP ve Demokratik Parti önemli bir varlık gös-
terememiş, siyaset sahnesinden silinmişlerdir.
XIII. TÜRKİYE BİRLİK PARTİSİ
Alevilerin ilk siyasal deneyimi olan TBP, 17 Ekim 1966’da Avukat Cemal
Özbey önderliğinde 12 kişi tarafından kurulmuştur. TBP’nin tüzük ve prog-
ramlarında Kemalizm’e güçlü göndermeler bulunmaktadır. Mesela Kema-
lizm’in devletçilik anlayışı (ince detaylar dışında) tamamen benimsenmiştir.
Devrimcilik, cumhuriyetçilik, milliyetçilik ve halkçılığa vurgular, CHP’nin
vurgularıyla benzerlik taşımaktadır. Bununla birlikte esas farklılaşma, laiklik
konusunda ortaya çıkmaktadır. Kemalizm’in din ve devlet işlerinin ayrılması-
nın teorik anlamı olarak laikliği benimsemekle birlikte uygulanışına karşı
koymuşlardır. Devletin sadece Sünniliğin Hanefi mezhebini muhatap almasını,
onu temel referans kaynağı olarak kabul etmesini ve sadece dinin belirli bir
yorumunun Diyanet İşleri Başkanlığı’nda temsil edilmesini kabul etmemekte-
dirler.136 Böylece Aleviliğin sivil toplum içinde kendiliğinden gelişmesini talep
etmeden, daha çok devlet tarafından kabul edilmesi ve devletçe temsil edilme-
sini istemeleri, Kemalizm’in din anlayışını benimsediklerini göstermektedir.
Bir taraftan sosyolojik anlamda Alevilere seslenmeye çalışan ama diğer taraf-
tan resmi ideolojiyle bağlarını koparamayan bir siyasal oluşumun kendine has
bir kimlikle sorunları çözebilmesinin güçlüğü, partinin ömrünün kısa olma-
sından anlaşılabilmektedir.
Partinin her şeyden önce bir şehirli alevi partisi olması, alevi kitlenin tü-
müne birden seslenmemesi, kitlelere ulaşmasını engellemiştir. İlerleyen za-
manlarda kentte ve kırsalda yaşayan aleviler arasında bir bağ kurulmaya çalı-
şıldıysa da partinin birçok ilde örgütlenmesini tamamlayamaması ve ideoloji-
sini tüm Alevilere yeteri kadar anlatamaması seçim sonuçlarına yansımıştır.
1968 mahalli seçimlerinde beklenen başarının elde edilememesi, propaganda-
nın oy oranlarının görece yüksek olduğu iller üzerinde yoğunlaştırılması sonu-
cunu doğurmuştur.
1969 genel seçimlerinde Amasya, Tokat, Malatya, Sivas gibi alevi nüfusu-
nun yoğun olduğu yerlerden toplam 8 milletvekili çıkarmayı başaran TBP,
ülkenin bir çok yerinde alevi nüfusu dikkate alındığında başarılı sonuçlara
imza atamamıştır. Bunun en önemli sebeplerinden birisi, Aleviliğin 1960’lı
yıllarda solla kurduğu yakın ilişkidir. Aynı dönemde sosyalist hareketlerin
449
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
güçlenmesi, Alevilerin sol kimlik kazanmasında önemli bir etkiye sahip olmuş-
tur.
XIV. MİLLİ NİZAM PARTİSİ
AP’nin 1960’ların ikinci yarısından itibaren daha büyük sermaye sahiple-
rine seslenme çabaları Anadolu’da küçük ve orta ölçekli iş sahiplerinin bu bu
partiden kopuş sürecini hızlandırmıştır. Bu kopuş orta ve küçük sermaye sa-
hiplerine seslenecek yeni oluşumlara zemin hazırlamıştır. AP’nin 1969 seçim-
lerdeki oy kayıplarının sebepleri arasında gösterilen bu durum, kaybettiği oy-
lara talip birçok İslami ve milliyetçi partinin iştahını kabartmıştır.137 Necmettin
Erbakan tarafından örgütlenen Milli Nizam Partisi ve 70’li yıllarda MNP’nin,
“(Kemalist) laikliğe aykırı çalışmalar yürüttüğü” gerekçesiyle kapatılmasıyla kuru-
lan Milli Selamet Partisi (MSP) de bu halk kesimlerinin138 (çevrenin küçük ve
orta ölçekli tüccar/esnaf kesimi ile merkezi bürokratik/askeri vesayetçi seçkin
kesim karşısında parti politikaları ile modernleşen İslami/dindar halk kesimle-
ri) oylarına talip olan partilerden birisidir.
1960’lı yılların sonuna doğru Ticaret ve Sanayi Odaları Birliği başkanlığı
seçimlerini Anadolu sermayesinin temsilcisi olduğu iddiasıyla Erbakan’ın ka-
zanması,139 1969 seçimleri öncesi siyaset sahnesine girişini hızlandırmıştır. Mil-
letvekilliği adaylığı AP tarafından reddedilen Erbakan, 1969 seçimlerine Kon-
ya’dan bağımsız aday olarak girmiş ve seçilmiştir. Erbakan bir süre sonra
MNP’yi kurarak başkanlığını üstlenmiştir. MNP’nin kitlelere seslenirken kul-
lanmaya çalıştığı “dinsel” söylem, İslamiyet’in iki anahtar kavramı olan
“ahlâk/maneviyat” ve “fazilet” kavramları içinde eritilerek geliştirilmiştir.140
Bunun yanı sıra MNP, AET’ye karşı çıkarak büyümenin milli dinamiklerle
gerçekleştirilmesini savunmuştur. AET’ye karşı çıkışı, muhafazakâr kimliğine
de uygun bir tutum olmuştur. Çünkü MNP’ye göre AET sadece ekonomik bir
topluluk değil, aynı zamanda üyelerinin hepsinin Hıristiyan olması dolayısıyla
bir dinsel birlikteliktir. Partinin kuruluş beyannamesine bakıldığında, millici-
lik, maneviyatçılık ve ahlakçılık gibi vurgular göze çarpmaktadır. Bu söylemler
daha sonra “milli görüş” olarak formüle edilmiş ve MNP’nin devamı olarak
kurulan MSP, Refah Partisi (RP), Fazilet Partisi (FP) ve Saadet Partisi’nde de
(SP) aynen benimsenmiştir. 5 Mart 1971’de “laikliğe aykırı çalışmalar yürüttü-
ğü” gerekçesiyle açılan dava ile 20 Mayıs 1971’de MNP kapatılmıştır. 11 Ekim
1972’de MSP kurularak daha önceki politikaları hemen hemen aynı kadrolarla
devam ettirmiştir.
XV. MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ
MBK’nın 38 üyesinden biri olan Albay Alparslan Türkeş, müdahaleden bir
süre sonra ordudan tasfiye edilmiş ve yurt dışına sürgüne yollanmıştı. Sür-
günden döndükten sonra AP ile görüşmelerde bulunmuş hatta Bilgiç’in kendi-
sine genel başkanlık teklif ettiğini ileri sürmüştür.141 Bu girişim sonuçsuz kalın-
ca Bölükbaşı’nın, “Bizim terkettiğimiz parti, Ordu karargahına döndü. Çizme gıcırtı-
sından, kılıç şakırtısından içeri girilmiyor”142 diyerek daha önce terk ettiği
CKMP’ye 31 Mart 1965’te bir grup arkadaşı ile katılan Türkeş, bir süre sonra
partinin genel başkanı olmuştur. 1965 seçimlerinde meclise girmiştir. CKMP
450
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
451
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
lerden önce siyasal gündemi meşgul konular, özellikle öğrenci ve işçi eylemle-
ri, Kasım’da tekrar gündemin ana konuları olmaya devam etmiştir. Bir taraftan
işci ve öğrenci eylemlerinin şiddete bürünmeye başlaması, diğer taraftan 1969
seçimlerinin yarattığı siyasal ortamın aydın kesimde yarattığı umutsuzluk,148
12 Mart muhtırasına giden sürecin hazırlayıcıları olmuştur.
Üniversitelerdeki süresiz işgaller ve işyeri grevleri sokak karışıklıklarına
dönüşünce hükümet tarafından kontrol edilemez hale gelmiştir. AP hüküme-
tinin olaylar karşısında izlediği politikalar, ne sağ ne de sol tarafından sorunu
çözecek politikalar olarak görülmemiştir. Güvensizlik, hükümetin sorun karşı-
sında takındığı “pasif tutum”dan kaynaklanmıştır. Bu şikâyet, hükümetin kol-
luk güçleri ile kavgayı tarafsız bir şekilde bitirememesinden kaynaklanmamak-
tadır. Sağ kesime göre, sorunun çözümü solun hükümet tarafından tamamen
yok edilmesine bağlıdır. Sol tarafından beklenen çözüm de buna benzer nite-
liktedir. Bu sebeple hükümet, hem sağ hem de sol tarafından kıyasıya eleşti-
rilmiştir. Her iki kesimin, varlığını karşısındakinin yok oluşuna bağlayışı doğal
olarak sağduyulu tüm yaklaşımları dışlamıştır. Mücadele sağcıların Ülkü
Ocakları ile solcuların Türkiye Devrimci Gençler Federasyonu arasında silahlı
bir hal almaya başlamış ve toplumsal kargaşanın boyutu her geçen gün büyü-
müştür.
Sokaklardaki bu durum meclise de taşınmıştır. Hükümet durum karşısın-
da sert tedbirler almaktan yana gözükmemektedir. Hükümetin, her sert tedbi-
rin sorunu daha da derinleştirebileceği kaygılarına karşın CHP hükümeti so-
rumsuzluk ve basiretsizlikle suçlamıştır. Her iki parti de soruna soğukkanlı ve
basiretli yaklaşmamış, şiddeti siyasal çekişmenin bir malzemesi haline getir-
miştir. İnönü, sık sık meclis kürsüsünden sorunun her iki kesime de tarafsız
yaklaşamayan aciz bir hükümetten kaynaklandığını dile getirmiştir. Hüküme-
tin elindeki yetkiyi doğru kullanmamasına yaptığı vurgular siyasal anlamda
hükümeti zor durumda bırakmaya yöneliktir.
Hükümet ise yukarıda ifade edildiği üzere sorunun sert önlemlerle halle-
dilebilmesinin güçlüğüne değinmiş ve sorumluluğun kurumlar tarafından
paylaşılması gerektiğini dile getirmiştir. Bu konuşma üzerine İnönü, sol kesi-
min ciddi tepkilerine maruz kalmıştır. Demirel ise İnönü’nün bu yaklaşımını
desteklemekle birlikte sorunun müsebbibi olarak sadece sol kesimi görme eği-
liminden kurtulamamıştır. AP’nin anti-emperyalist olmayı komünist olmakla
eş değer gören yaklaşımı, sorunun bir hakem tarafsızlığıyla halledilebilmesinin
imkânsızlığını ortaya koymuştur. Zira bu süreçte solu suçlu ilan eden hükü-
met, gerilimli anlarda eşdeşlik gereği solu suçlamaya devam etmiş, devlet ko-
ruması ve kollaması –bu kabul edilmemekle birlikte- sağ kesim lehine kulla-
nılmıştır.149 Bu yaklaşım pek doğal olarak sol kesimi rahatsız etmiş ve sol eği-
limli hareketlerin daha da radikalleşmesine sebep olmuştur. Öğrenci hareketle-
ri, işçi eylemleri ve aydın kesimin rahatsızlıkları, “ordunun rahatsızlıkları” ile
birleşince/örtüşünce muhtıraya giden süreç hız kazanmıştır. 1969 seçimlerinin
bir sonucu olarak, AP’nin demokratik yollardan iktidardan uzaklaştırılamaya-
cağı kanısı, ordunun sürece dâhil olmasını isteyenler tarafından bir şekilde
işlenmeye başlanmıştır.150
452
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
1960’lı yılların ortalarında ortaya çıkan siyasal ve toplumsal olayların do-
ruğa ulaştığı yıl 1969 olmuştur. İşçi ve öğrenci eylemlerinin önemli ölçüde
artması ve ordu içindeki iç çekişmelerin su yüzüne çıkması gibi sorunlarla
çalkantılı geçen 1969 yılı darbeye giden sürecin miladı olmuştur. AP bu sorun-
ların yanı sıra, Ecevit’le birlikte değişim geçiren ve kitlelere “kitlelerin diliyle”
seslenmeye çalışan yeni bir CHP ile de mücadele etmek zorunda kalmıştır.
1969 başlarında ortaya çıkan üniversite işgalleri sağ-sol kutuplaşmasını körük-
lemiştir. Bu kutuplaşma, 1964 yılında Johnson’ın İnönü’ye gönderdiği mektup-
la ortaya çıkan ulusalcı reflekslerle beslenen anti-emperyalist bir tutum ve za-
man içerisinde ortaya çıkan diğer olaylarla olgunlaşmıştır. Bu olayların çerçe-
vesini daha çok ABD ile ilişkilerde izlenen pasif yaklaşımın çizdiği söylenebi-
lir. İki ülke arasında yapılan iktisadi anlaşmalara dayanarak ABD’nin yardım-
larını siyasal meselelerde dile getirmeye başlaması, anti-emperyalist tutumun
pekişmesinde önemli rol üstlenmiştir. 1969 başlarında ABD büyükelçisi Ko-
mer’in arabasının ODTÜ’de yakılması buna bir tepki niteliğindedir. Bunun
yanı sıra ABD’nin Türkiye’deki üslerine ilişkin bazı anlaşmalar da sık sık ey-
lemlerin temel dayanak noktalarından olmuştur. Öğrencilerin takındığı bu
tutuma bir de 1969’un hemen başındaki grevler eklenince toplumsal hareketli-
lik ivme kazanmıştır. Yılın hemen başında Demiryolları ve Sümerbank’taki
grevler, Haziran ayında giderek tüm ülkeye yayılmıştır. 15–16 Haziran 1969’da
İstanbul ve çevresinde çıkan ve kontrol edilebilmesi için sıkıyönetim ilan edi-
len olayları “devrim provası” olarak tanımlayan “askeri/bürokratik” rejim,
müdahale için kendince oldukça “geçerli” nedenler bulmuştur.151 Sıkıyöneti-
min ilanı, AP’nin ordu karşısında geri adım atması anlamına gelmiştir. Nite-
kim sıkıyönetim ile bastırılan olaylar halk nezdinde ordunun elini güçlendir-
miş ve bir “meşruiyet” zemini oluşturmuştur.152 Bu çalkantılar karşısında zaten
kendini rejimi “korumak ve kollamakla” görevli sayan ordunun tutumu, gide-
rek müdahaleci bir niteliğe evrilmiştir. 25 Ocak 1970 tarihinde yapılan MGK
toplantısında Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un yaptığı sert ko-
nuşma, ordunun duruma müdahale edebileceğinin sinyallerini vermiştir. Bu
tarihten sonra yapılan tüm MGK toplantılarında Muhsin Batur’un dile getirdi-
ği sorunlar sürekli gündemde kalmış ve hükümet ile ordu arasındaki gerginlik
bir türlü yumuşatılamamıştır. Hükümet, herkesin anayasaya bağlı kalması
gereğini sıkça vurgulamasına rağmen, muhtıra sürecinin kesintiye uğramasına
yetmemiştir.
Başbakan Demirel gelinen noktada hükümetin taşıdığı kaygıları Cumhur-
başkanı Cevdet Sunay ile paylaşmıştır. Demirel’e göre Sunay, ordunun hükü-
met karşısındaki rahatsızlığının müdahaleye dönüşmesini engelleyebilecek
kişidir. Bu özellikleri dolayısıyla cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bu inanç zaman
zaman pratikte de doğrulanmıştır.153 Demirel’in yardımına başvurabileceği ve
bir müdahaleyi engelleyebilecek başka bir dayanağı da yoktur. İkili görüşme-
lerde Demirel’in ordudaki gelişmeler hakkında yaşadığı kaygıları dile getirdi-
ğinde, Sunay’ın orduda herhangi bir kıpırdanmanın olmadığını, kendi cum-
hurbaşkanlığı döneminde böyle bir şeye müsaade etmeyeceğini söylemesi, tüm
kuşkulara rağmen ona duyulan inancı devam ettirmiştir. Bu garantiye rağmen,
1971’in başında yaşanan bazı olaylar, müdahale lehine işlemiş ve cumhurbaş-
453
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
kanı bu süreçte artık hükümetin yanında yer almamıştır. Daha önce Demirel’in
tüm dönem boyunca kemikleşmiş politikasının “orduyu tarafsızlaştırma” ol-
duğunu ifade etmiştik. Bu noktada Demirel’in parti tabanında ve içerisinde
büyük rahatsızlıklara sebep olan154 bu politikasının sonuna gelindiği ve işlev-
sizleştiği görülmektedir. 12 Şubat 1971 tarihinde Bursa’da bir fabrika açılışına
katılan Sunay’ın ziyaretini yarıda keserek Eskişehir’de üst düzey generallerle
bir toplantıya katılmış olması safların artık belirginleşmeye başladığının gös-
tergesi olmuştur. Bunun yanı sıra Demirel, 8 Martta yapılan AP meclis grup
toplantısında partisinin durum karşısında umutsuz olduğunu ve kendisine
olan güvenin sarsıldığını söylemiştir.155 Bu şartlar altında ordu, 12 Mart 1971
tarihinde bir muhtıra yayınlayarak anayasanın öngördüğü reformları yapabi-
lecek güçlü ve itibarlı bir hükümetin kurulmasını istemiştir. Hükümetin istifa
etmemesi halinde iktidara el koyacaklarını belirtmişlerdir. Böylece Demirel
hükümeti istifa etmiş, yerine Nihat Erim hükümeti kurulmuştur.
SONUÇ
1960’lı yılların ilk yarısını teşkil eden İnönü koalisyonları dönemi, Kema-
list siyasal rejimin “fiili” iktidar koltuğunda oturan “asker” tarafından temelle-
rinin yeniden sağlamlaştırıldığı, ikinci yarısı da 1961 başında darbe liderleri
tarafından eski Genelkurmay Başkanı Ragıp Gümüşpala’ya “güdümlü” bir
biçimde kur(dur)ulan ve iç ve dış odaklarca desteklenerek “icazetli” Demirel’in
başkanlığında 1965’te tek başına iktidara gelen AP’den 12 Mart muhtırasına
giden sürecin yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu dönem boyunca AP’nin ordu
ile ilişkileri, gençlik hareketlerine karşı yaklaşımları, ekonomi konusunda ta-
kındığı tutum, 27 Mayıs’tan sonra daha da pekiştirilen Kemalist cumhuriyetin
öngördüğü devletçi ve statükocu temel niteliklerin dışına çıkmak istemeyen bir
parti izlenimi yarattığı görülmüştür. AP, bir taraftan rejimle uzlaşarak iktidar-
da kalmanın yollarını aramış, diğer taraftan da pragmatik/popülist bir biçimde
halkla bütünleşmeye çalışmıştır. Dönem boyunca 27 Mayıs “sendromu”ndan
kurtulamayan AP, siyasette yapısal adımlar atmak yerine tavizkar tutumlarla
kendini sisteme benimsetme çabası içerisine girerek muhtıraya davetiye çı-
karmıştır. Ordunun, toplumsal ve siyasal olaylara yaklaşımını ordu ile “sıcak
ilişkiler” kurarak ve ordunun “özerkliğini” kabul ederek halletmeye çalışmak,
siyasal sistem içerisinde ordunun gücünü azaltmamış, tersine artırmıştır.
AP’nin gençlik hareketlerine yaklaşımı da sorunu çözüme kavuşturabilecek
türden olmamıştır. Ya sol karşısında sağ taraf gizliden desteklenmiş ya da za-
man zaman sorun görmezden gelinmeye çalışılmıştır. Görmezden gelme ya da
sorunu sağ grupları, sol hareketlerin karşısına koyarak çözme stratejisi, hare-
ketliliğin şiddetini artırmıştır. Bu sebeple, demokratik kurum ve kurallara ya-
pılan vurgu söylemsel düzeyi aşamamıştır. Ekonomide görülen görece geliş-
me, tüm hayal kırıklıklarına rağmen AP’nin toplumsal meşruiyet kesbetme-
sinde önemli bir işlev görmüştür.
CHP, 1960’lı yılların ikinci yarısına muhalefet partisi olarak girmiştir. Dö-
nem boyunca artış eğilimi gösteren sola yeni bir kimlikle seslenme çabası ola-
rak görülebilecek ortanın solu ise beklenen başarıyı getirmemiş, aksine partide
huzursuzlukları artırmıştır. Bu iç huzursuzlukların yanı sıra ortanın solunu
454
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
SONNOT
1 DP, davacı Mustafa Geygel adına hareket eden avukat Cemal Özbey’in hukuki girişimleri
sonucu, 29 Eylül 1960 tarihinde Ankara Dördüncü Asliye Hukuk Mahkemesi’nin verdiği fesih
kararı ile kapatılmıştır. Bkz., Cemal Özbey, Demokrat Partiyi Nasıl Kapattırdım (Ankara:
Emek Basım Yayınevi, 1961).
2
Siyasi partilerin il ve ilçe merkezlerinin açık bırakılması kararı verilmesindeki amaç, seçmen
kitlelerinin geniş ölçüde okuryazar olmadıkları ocak ve bucak seviyesindeki yerel birimlerde
sürekli bir ikilik havasının devamını önlemek ve siyasi faaliyetleri daha kesif nüfus bölgeleri-
ne kaydırmaktı. Nermin Abadan, Anayasa Hukuku ve Siyasi Bilimler Açısından 1965 Se-
çimlerinin Tahlili (Ankara: AÜSBFY, 1966), s. 25.
3 Bu dönemde kurulan partilerin kısa bir değerlendirmesi için, bkz., Celalettin Güngör, 27
Mayıs ve Partileşme Sorunu (Ankara: Nurol Matbaası, 1992), s. 85–138.
4
Osman Bölükbaşı’nın söz konusu dönemdeki siyasal etkinliği için, bkz., Adem Çaylak, İkti-
dar-Muhalefet İlişkileri Bağlamında Türk Siyasal Hayatında Osman Bölükbaşı (Ankara:
AÜSBF, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 2004), özelikle üçüncü bölüm.
5
Turhan Feyzioğlu başkanlığındaki bilim heyetinde, Türk Hukuk Kurumu Başkanı Muammer
Aksoy, A. Ü. Hukuk Fakültesi’nden Süheyl Derbil ve İlhan Arsel, ve A. Ü. Siyasal Bilgiler Fa-
kültesi’nden Bahri Savcı bulunmaktaydı.
6 Abadan, 1965 Seçimlerinin Tahlili, s. 29.
7 Cem Eroğul, “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945–71”, Der. İrvin Cemil Schick – Ertuğrul
Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde Türkiye (İstanbul: Belge Yayınları, 1992) içinde, s. 136–137.
8 Cumhuriyet, 21.11.1960.
9 Celalettin Güngör, 27 Mayıs ve Partileşme Sorunu, s. 61.
10 T. C. Temsilciler Meclisi Tutanak Dergisi, C. 2, S. 35, s. 1, 86–87.
11
Akis, 27.02.1961.
12 Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türkiye’de siyasal partilerin, Batı’da olduğu gibi işlevsel eksen
etrafında toplanan çatışmalardan doğmadığı, aksine yerel (territorial) eksen etrafında topla-
nan çatışmalardan doğduğu belirtilmelidir. Burada işlevsel eksen, ekonomik ve ideolojik de-
ğer çatışmalarını anlatır. Yerel eksen ise, devlet yönetiminde merkeziyetçi eğilimlere karşı
tepki olarak doğan çeşitli etnik, dinsel, dilsel ya da kültürel azınlıkların kendi çıkarlarını ve
özelliklerini devlet içinde kabul ettirme isteklerini ifade eder. Yerel eksene, “merkez-kenar ek-
seni” (center-periphery axis) de denmektedir. Bkz., Ergun Özbudun, Siyasal Partiler (Ankara:
AÜHFY, 4. Bası, 1983), s. 37–38.
13 TİP’in kuruluşu için, bkz., Mehmet Ali Aybar, Türkiye İşçi Partisi Tarihi, 3 Cilt (İstanbul:
BDS Yayınları, 1988).
455
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
14 Bu ifadeler Toker’e aittir. Bkz., Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları: 1944–1973,
İnönü’nün Son Başbakanlığı: 1961–1965 (İstanbul: Bilgi Yayınevi, İkinci Baskı, 1992), s. 20–
27.
15
Cihad Baban, Politika Galerisi: Büstler ve Portreler (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1970), s. 246–
249; Ayrıca bu dönemdeki partileşme olgusunda, YTP ve AP’nin Gürsel’den gördüğü müza-
heret ve teşvik konusunda ayrıntılı bir çözümleme için, bkz, Celalettin Güngör, 27 Mayıs ve
Partileşme Sorunu, özellikle s. 101–108.
16 Sami Karamısır, Türkiye’nin Siyasi Meseleleri (İstanbul: Timaş Yayınları, 1994), s. 85–87.
17 Cem Eroğul, “Çok Partili Düzenin Kuruluşu: 1945–1971”, Derl., İrvin Cemil Schick – Ertuğrul
Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde Türkiye (İstanbul: Belge Yayınları, 1992) içinde, s. 138.
18 Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı, s. 36, 54.
19 Kudret, 1.7.1961.
20 Cemal Aygen, “Memleketimizde Seçimler ve Neticeleri”, AÜSBFD, C. XVII, S. 1 (Mart 1962),
s. 215.
21
Yeni Sabah, 4.9.1961; Cumhuriyet, 5, 6 ve 7.9.1961.
22
Yeni Sabah, 4.9.1961; Cumhuriyet, 5, 6 ve 7.9.1961.
23
Cumhuriyet, 6.9.1961.
24
Yeni Sabah, 6.9.1961.
25
Kudret, 10.9.1961.
26
Hikmet Özdemir, “Siyasal Tarih (1960–1980)”, Yay. Yön. Sina Akşin, Türkiye Tarihi 4 Çağdaş
Türkiye 1908–1980 (İstanbul: Cem, 2002), s. 233–234.
27 Nermin Abadan, 1965 Seçimlerinin Tahlili, s. 335 ve EK: 2 ve EK: 3.
28 Hikmet Özdemir, a.g.e., s. 241–242.
29 Avni Doğan, Kurtuluş, Kuruluş ve Sonrası (İstanbul: Dünya Yayınları, 1964), s. 345.
30 Hulusi Turgut, “Türkiye Bunları Konuşuyor”, Sabah, 24. 1. 2002.
31 Yeni Sabah, 25.10.1961.
32
Bu konuda bkz., Adem Çaylak, İktidar-Muhalefet İlişkileri Bağlamında Türk Siyasal Hayatın-
da Osman Bölükbaşı.
33
Metin Toker, İnönü’nün iktidara geldikten sonra bu endişeyi sürekli hissettiğini yazmaktadır.
Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı…, s. 55 vd.
34 Hulusi Turgut, “Türkiye Bunları Konuşuyor”, Sabah, 25. 1. 2002.
35 Kudret, 4.3.1962.
36 Kudret, 12.5.1962.
37 Kudret, 24.5.1962.
38 Yeni Sabah, 26.5.1962.
39 Osman Bölükbaşı, CKMP GİK’in İstifamız Dolayısıyla Neşrettiği Broşüre Zaruri Bir Cevap
(Ankara: Doğuş Matbaası, Millet Partisi Yay., 1962), s. 56.
40 Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı, s. 112.
41 Hulusi Turgut, “Türkiye Bunları Konuşuyor”, Sabah, 25.1.2002.
42 Osman Bölükbaşı, Zaruri Bir Cevap, s. 60–62.
43
Hulusi Turgut, “Türkiye Bunları Konuşuyor”, Sabah, 25.1.2002.
44 Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı, s. 118.
45 Semih Vaner, “Ordu”, Derl., İrvin Cemil Schick – Ertuğrul Ahmet Tonak, Geçiş Sürecinde
Türkiye (İstanbul: Belge Yayınları, 1992) içinde, s. 259 ve 264–265.
46 Yeni Sabah, 12. 10. 1962.
47 Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı, s. 124.
456
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
48 Semih Vaner, “Ordu”, s. 262 ve 270–273. ss. 255–284. Bu kaynakta, ordu içindeki Aydemir
grubu, “radikal sağ” olarak nitelendirilmektedir.
49 Toker, II. İnönü Hükümeti’nin YTP lideri Alican ile CHP Genel Başkan Yardımcı Turhan
Feyzioğlu arasında yaşanan çekişmenin sonucunda yıkıldığını iddia etmiştir. Bkz., Metin To-
ker, İnönü’nün Son Başbakanlığı, s. 113.
50
Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı, s. 172–173.
51 Cem Eroğul, “Çok Partili Düzenin Kuruluşu”, s. 142.
52
Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı, s. 174–175.
53 Millet Partisi’nin Üçüncü Hükümet Kuruluşundaki Hareket Tarzı ve Gelecek Hükümet-
lerde Hizmete Hazır Olduğu Hakkındaki Tamimi (Ankara: Doğuş Matbaacılık, 1963), s. 6–7.
54
Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı…, s. 174–175.
55 III. İnönü Hükümeti kuruluş görüşmeleri için, bkz., Toker, a.g.e., s. 176-186.
56 Makarios’un, Kıbrıs konusunda, Şubat 1959’da imzalanan Zürih ve Londra anlaşmalarında
çizilen ve Türk tarafına özel haklar tanıyan hükümleri uygulamayacağını 30 Kasım 1963’te
açıklamasıyla birlikte Kıbrıs Rumları, Türklere karşı saldırıya geçmiş ve yeniden Kıbrıs buna-
lımı başlamıştır. Bu konuda, bkz., Murat Sarıca, Erdoğan Teziç ve Özer Eskiyurt, Kıbrıs So-
runu (İstanbul: Fakülteler Matbaası, 1975).
57 Zafer, 21. 11. 1964.
58 Cumhuriyet; Yeni Sabah, 23. 11. 1964.
59 Bu tabir Toker’e aittir. Bkz., Metin Toker, İnönü’nün Son Başbakanlığı, s. 221.
60 A. g. e., s. 224–225.
61 Millet Partisi İkinci Büyük Kongresine Sunulan Genel İdare Kurulu Raporları (Ankara:
San Matbaası, 16.7.1965), s. 10–11.
62
Cumhuriyet, 19.12.1964.
63
Süleyman Demirel, Yazdıkları ve Söyledikleri (Ankara: Adalet Partisi Yay., Doğuş Matbaacı-
lık, 1965), s. 57. Ayrıca bkz., Adalet ve Zafer, 19.12.1964.
64 Cumhuriyet, 31.1.1965.
65 Bölükbaşı mektupta şunları ifade etmiştir: “…İdarede eşit müessiriyet prensibi kabul edildiği
hükümet programında yer alacak esaslar… hükümetin ve dayanacağı grupların ve partilerin ahenk ve
tesanüt içinde çalışmalarını sağlayacak tedbirlerle alakalı şartlarda mutabakata varıldığı taktirde… ku-
racağınız hükümette vazife ve mesuliyet deruhte edebileceğimiz hususu organlarımızca karara varılmış-
tır. Bu kararlarımız icabı, güvensizlik takriri vermeniz veya bütçe vesilesiyle, girişeceğiniz hükümeti
düşürme teşebbüsünde sizinle beraber olacağız…”. Cumhuriyet; Yeni Sabah, 6.2.1965.
66
Cumhuriyet, 14.2.1965.
67
Metin Toker, İnönü’nün…, s. 229.
68 Cumhuriyet, 20.2.1965.
69 Johnson’ın mektubu ve İnönü’nün Jonhson’a gönderdiği mektupların içeriği hakkında, bkz.,
Nasuh Uslu, Türk-Amerikan İlişkileri (Ankara: 21. Yüzyıl Yayınları, 2000), s. 177–179.
70
Ahmet Kabaklı, “Gün Işığında: Zararlı Faaliyetler”, Tercüman, 29.8.1964; Metin Toker, “İsmet
Paşa ile 4 Buhranlı Yıl”, Milliyet, 11.2.1969.
71 “Başyazı”, Forum, 1.9.1964.
72
Cumhuriyet, 8. 1. 1965.
73 Doğan Avcıoğlu, “Asıl Muhalefet Şimdi Başlıyor”, Yön, 19.2.1965.
74 Cumhuriyet, 21.6.1966.
75 İlhan Selçuk, “Pencere: Bağımsızlık Ülküsü”, Cumhuriyet, 26.12.1964.
76
Zafer Gazetesi’nin söz konusu haberi için, bkz., Süleyman Demirel, Yazdıkları ve Söyledikleri,
s. 113.
457
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
77 Bilgiç hakkında daha detaylı bilgi ve parti içerisindeki konumu için, bkz., Mehmet Turgut,
Siyasetten Portreler (İstanbul: Boğaziçi Yay., 1991), s. 191-240.
78 Mehmet Turgut, Siyasetten Portreler, s. 293.
79 Sadettin Bilgiç, Hatıralarım (Ankara: Akasya Kitap, 2007), s. 140–141.
80 Basının Demirel’e verdiği destek konusunda dönemin önemli dergilerinden biri olan Akis’te
yazarlık yapan ve 27 Mayıs’tan hemen önce Tahkikat Komisyonu tarafından sorgulanarak
hapse gönderilen Kurtul Altuğ, Demirel’e dönemin önemli gazetelerinden Hürriyet’in verdiği
desteğin manidar olduğunu ileri sürmüştür. Bkz., Kurtul Altuğ, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a (İs-
tanbul: Koza Yay., 1976), s. 371.
81 Sadettin Bilgiç, a.g.e., s. 143.
82 Cumhuriyet, 16.2.1965.
83 Cumhuriyet, 21.2.1965.
84 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, 12 Mart: İhtilalin Pençesinde Demokrasi
(Ankara: İmge), s. 123.
85
Nermin Abadan, 1965 Seçimlerinin Tahlili, s. 377 ve Ek: 2, Ek: 3.
86
13 Şubat 1965 tarihinde kabul edilen milli bakiye usulüne göre, “Seçim sonucunda her ilde
muteber oy sayısına göre hesaplanan “baraj” sayısını aşan partiler, bu sayı oranında doğru-
dan doğruya bir kısım milletvekilleri kazanmış sayılırlar. Bu sayıyı doldurmamış olan partile-
rin oylarına gelince, bu oylar daha önce uygulanan d’hont sisteminde olduğu baraj sayısını
aşmış büyük partiler arasında yeniden bölüştürülmeyip, aksine bütün seçim çevrelerini kap-
sayan milli seçim çevresi içerisinde toplanır. Açıkta kalan milletvekilleri sayısı, bu toplam sayı
ile bölünmek suretiyle “milli seçim sayısı” bulunur. Daha sonra her partinin milli seçim çev-
resi içinde sahip olduğu muteber oy pusulası sayısı, “milli seçim sayısı” ile bölünmek suretiy-
le bu milletvekilleri de partiler arasında bölüştürülür.” Bkz., Abadan, 1965 Seçimlerinin Tahli-
li, s. 94.
87
Ümit Cizre, AP-Ordu İlişkileri (İstanbul: İletişim, 2002), 58.
88
Ümit Cizre, a.g.e, s. 65.
89
Tanel Demirel, Adalet Partisi İdeoloji ve Politika (İstanbul: İletişim Yay., 2004), s. 50.
90
Tanel Demirel, a.g.e, s. 50–51.
91
Türker Sanal, Demirel Hükümetleri (Ankara: Sin Matbaacılık, 2000), s. 77.
92
Tanel Demirel, a.g.e, s. 47.
93 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, a.g.e, s. 133.
94 Cüneyt Arcayürek, Demirel Dönemi 12 Mart Darbesi (1965-1971) (Ankara: Bilgi Yay., 1985),
s. 90-91.
95 Ümit Cizre, a.g.e, 75.
96 Mehmet Ali Birand, Can Dündar, Bülent Çaplı, a.g.e, s. 135.
97 Tanel Demirel, s. 48.
98
Her iki partinin konuyu siyasal bir oyuna dönüştürmesi konusunda özellikle CHP’yi eleştir-
diği bir yazısı için bkz: Nadir Nadi, 27 Mayıs’tan 12 Mart’a (İstanbul: Sinan Yay., 1972), s. 438.
99 Cüneyt Arcayürek, a.g.e, s. 307.
100 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1965–1973), (Ankara: Bilgi Yay., 1993), s.
146.
101 Ferruh Bozbeyli, Alaca Siyaset (İstanbul: Babıâli Kültür Yayıncılığı, 2000), s. 68.
102
Ferruh Bozbeyli, a.g.e, s. 73.
103 Kemal Karpat, Türkiye’de Siyasal Sistemin Evrimi (Ankara: İmge, 2007), s. 247.
104 Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Çev. Yavuz Alogan (İstanbul: Kaynak Yay.,
1999), s. 170.
458
17. Bölüm: Türkiye’de Kemalist Rejimin Ordu ve Anayasa ile Pekişmesi ve Darbeler Arası Dönem / A. Çaylak,
H. Baran
105 Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner Gönen (İstanbul:
İletişim, 2003), s. 371.
106 Vatan, 14. 02. 1961. Akt. Sadun Aren, TİP Olayı (1961–1971), (İstanbul: Cem, 1993), s. 32.
107 Sadun Aren, a.g.e, s. 33–35.
108 Kemal H. Karpat, a.g.e, s. 254.
109 Kemal H. Karpat, a.g.e, s. 254.
110 Hikmet Özdemir, a.g.e, s. 252.
111 Kemal H. Karpat, a.g.e, s. 257.
112 Sadun Aren, a.g.e, s. 99.
113 Hikmet Özdemir, a.g.m, s. 256.
114 Artun Ünsal, Türkiye İşçi Partisi (1961–1971) (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002), s. 5.
115 Feroz Ahmad, a.g.e, s. 203.
116
12 Mart 1971 muhtırasına giden süreçte, liderliğini Albay Cemal Madanoğlu’nun yaptığı ve
daha çok Doğan Avcıoğlu’nun çıkardığı Yön ve ardından Devrim dergisinin bürosunda bir
araya gelen bir grup aydın-askerden oluşan Milli Demokratik Devrimciler, 9 Mart 1971’de bir
darbe ile hükümeti devirip yönetime el koymak istemişlerdir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için,
bkz., Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım (İstanbul: Doğan Kitap, 1999).
117
Hikmet Özdemir, a.g.m, s. 254.
118
Nurşen Mazıcı, “27 Mayıs Kemalizm’in Restorasyonu mu?” Modern Siyasi Düşünce: Kema-
lizm C. 2, Ed. Ahmet İnsel (İstanbul: İletişim, 2006), s. 558.
119
Gülsüm Tütüncü Esmer, CHP: 1965–1980 Türk Siyasal Yaşamında Ortanın Solu (İstanbul:
Yeniden Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Yayınları, 2006), s. 61.
120
TİP ve CHP arasındaki sola seslenişin her iki parti açısından sonuçları ve bunun 1969 seçimle-
rinden önce geçirdiği değişim için, bkz., Kurtuluş Kayalı, Ordu ve Siyaset 27 Mayıs–27 Mart
(İstanbul: İletişim, 2005), s. 154–156.
121
Metinde geçen “muhafazakâr” kavramıyla, değişimi de içinde barındıran değersel bir ideolo-
jik söylemden öte, dönemin Türkiye koşullarında daha çok devletçi, statükocu ve içe kapan-
macı bir anlayış kastedilmektedir.
122 Bülent Ecevit, Ortanın Solu (İstanbul: Tekin, 1973), s. 12.
123 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1965–1973), s. 86.
124 Eric J. Zürcher, a.g.e, s. 369.
125 Hikmet Özdemir, a.g.m, s. 235.
126 Zafer; Cumhuriyet, 17. 10. 1970.
127 J.M., Landau., Türkiye’de Aşırı Akımlar: 1960 Sonrası Sosyal ve Siyasal Çekişmeler (Anka-
ra: Turhan Kitabevi, 1978), s. 45.
128 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1965–1973), s. 119.
129 Geçlik hareketlerinin devrimsel bir yapıya doğru evrilmesi ve iktidar kavgası içerisine girmesi
konusunda açıklayıcı bir örnek olarak bkz., Harun Karadeniz, Olaylı Yıllar ve Gençlik (İs-
tanbul: Belge, 1995), s. 189–190.
130 Cüneyt Arcayürek, s. 312.
131 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi (Ankara: İmge Kitabevi, 2004), s. 161–162.
132
Feroz Ahmad, a.g.e, s. 200.
133 Filiz Demirci Güler, Adalet Partisi (Ankara: TODAİE, 2003), s. 70–72.
134 Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1965–1973), s. 193.
135 Bu kişiler arasında Celal Bayar’ın kızı, Adnan Menderes’in iki oğlu ve Samet Ağaoğlu’nun eşi
de vardır. Metin Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları (1965–1973).
136
Sabır Güler, Aleviliğin İlk Siyasal Örgütlenmesi (Ankara: Dipnot, 2008), s. 78–79
459
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
460
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
18. BÖLÜM
1965–1970 DÖNEMİ DIŞ POLİTİKA
Nasuh USLU∗
Türkiye, 1964 yılı içinde Kıbrıs sorunu nedeniyle Batılı ülkelere olan güve-
ninde ciddi bir sarsılma yaşadıktan ve o zamana kadar güvenliğini ve dış politi-
kasını sadece Batıya dayandırmanın yanlış olduğunu anladıktan sonra, takip
eden 1965–70 döneminde dış politika alanında bir çeşitlendirme ve özerklik ara-
yışı içinde olmuştur. Dönemin olaylarına ve gelişmelerine bakıldığında, Türk
hükümetlerinin, uluslararası sistemin yapısından da faydalanarak, başta ABD
olmak üzere Batı ülkeleriyle ilişkilerinde belli bir mesafe koymaya çalıştıkları,
onlara bağımlı olmadıkları izlenimi verme gayreti içerisine girdikleri ve içeride
kamuoyunda ortaya çıkan tartışmalar çerçevesinde ulusal çıkarları koruma nok-
tasında hassas olduklarını göstermeye çalıştıkları görülmektedir. Bu noktada
Amerikan yanlısı olmakla suçlanan Adalet Partisi hükümetinin, Doğu blokuna
ve Üçüncü Dünyaya yönelik olarak bir açılım içine girmesi, ilginç bir tablo ola-
rak ortaya çıkmaktadır. Ancak özerklik çabaları ne dereceye varmış olursa olsun
sonuçta Türk yetkililer, Batı içinde kalmak zorunda olduklarının ve diğer blok-
larla ancak belli derecede yakınlaşabileceklerinin farkında olmuşlar ve davranış-
larını ona göre ayarlamışlardır. Dış politikanın konuları tek tek değerlendirildi-
ğinde bu genel havanın, hepsinde hâkim olduğu görülecektir.
1. KIBRIS SORUNU
a) Genel Eğilimler
1965–70 döneminde Türkiye, Kıbrıs sorununda daha çok karşı tarafın ey-
lemleri karşısında tepki veren ve olayların gelişmesi çerçevesinde sadece adada-
ki Türk halkının durumunun kötüleşmemesi kaygısıyla hareket eden taraf du-
rumundadır. Bu yüzden Türkiye’nin dönem içinde Kıbrıs sorunuyla ilgili tavrını
anlayabilmek için karşı tarafın durumunu özet olarak da olsa ortaya koymak
gerekmektedir.
Bazı Yunan asıllı yazarlar, 1965 ile 1967 yılları arasında, Acheson planında
ortaya konan öneriler (Türkiye’ye belli tavizler karşılığında adanın Yunanistan’a
ilhak edilmesi) doğrultusunda Kıbrıs sorununa çözüm şekli aramak üzere, Tür-
∗
Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
461
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
kiye’yle doğrudan gizli ikili görüşmeler yapması için ABD’nin Yunan hükümet-
leri üzerinde aşırı derecede baskılar uyguladığını iddia etmektedirler. Onların
görüşüne göre, ABD, 1965 yılının Temmuz ayında Papandreou hükümetinin
iktidardan uzaklaştırılmasında ve Nisan 1967’de Yunanistan’da gerçekleştirilen
askerî darbede büyük rol oynamıştı. Amerika, Papandreou’yu Yunanistan’ın
başbakanı olarak görmek istememişti, çünkü Papandreou, Makarios’un uzlaş-
maya ters düşen politikalarını destekliyor ve Türklerle ikili görüşmeler gerçek-
leştirmek gibi Amerikalıların Kıbrıs sorunuyla ilgili isteklerini yerine getirmi-
yordu. Yine Yunan yazarlara göre, Temmuz 1965 ile Nisan 1967 tarihleri arasın-
da Yunanistan’da iktidarda bulunan muhafazakâr azınlık hükümetleri ile Nisan
1967’de ülkenin yönetimine el koyan askerî cunta, ayakta kalabilmek için büyük
oranda Amerika’nın desteğine ihtiyaç duymaktaydılar, bu yüzden de Amerikalı-
ların isteği üzerine Kıbrıs’ın geleceğiyle ilgili olarak Türkiye’yle gizli ikili gö-
rüşmeler gerçekleştirdiler. Amerikalıların istemesinin ötesinde, bu Yunan yöne-
timleri, kendileri de, kısmen uygulanacak olsa bile Acheson planına benzer çö-
zümler çerçevesinde enosisin gerçekleştirilmesine oldukça sıcak bakıyorlardı.
Amerikan liderleri için en uygun çözüm yolu, Kıbrıs’ın Türkiye ile Yunanis-
tan arasında taksim edilmesiydi (aslında burada kastedilen, Türkiye’yi memnun
edecek bir taviz karşılığında enosisin gerçekleştirilmesiydi). Bu çözüm şekli,
Kıbrıs’ın NATO’nun etkisi altına girmesini sağlayacak ve adadaki komünist
tehlikesini ortadan kaldıracaktı. Kıbrıs bir NATO toprağı haline geldikten sonra
da Amerika, adayı stratejik ve askerî amaçlarla kullanma imkânına kavuşacaktı.
Bu şekilde iki NATO müttefiki arasındaki ciddî bir sorun da ortadan kaldırılmış
ve NATO’nun birlik ve dayanışması kurtarılmış olacaktı. Bu çözüm, hem Türki-
ye’yi hem de Yunanistan’ı memnun edecek ve iki ülkenin Batı ittifakıyla olan
bağlarının zayıflamasının önüne geçecekti. Adanın çok büyük bir kısmının Yu-
nanistan’a bağlanması, Yunan cuntasının prestijini kurtaracak ve küçük sayıla-
cak herhangi bir parçasının Türkiye’ye bırakılması da bu devletin güvenlik çı-
karlarının tatmin edilmesini sağlayacaktı.1 Bu çözüm şeklinin önündeki en
önemli engel, şüphesiz Rum yönetimi lideri Makarios’tu. Makarios’un bir şekil-
de yönetimden zorla uzaklaştırılması, Kıbrıs’taki göreli sakinlik durumuna zarar
verebileceğinden tehlikeli görünmekteyse de, Amerikan dışişleri bakanlığı yetki-
lileri, Rum lideri planları bozucu ve huzursuzluğa neden olucu bir unsur olarak
görmeye devam etmekteydiler. Amerikalılara göre, Makarios tamamen devril-
mese bile gücü zayıflatılmalı ve Kıbrıs’taki muhaliflerinin gücü kendisine göste-
rilmeliydi. Zor durumlar karşısında bırakılarak ılımlı bir politika izlemesi, belki
de çifte enosis formülüne olur vermesi sağlanmalıydı.2
1967 Kasım’ındaki Kıbrıs krizinden sonra Amerika, Kıbrıs sorununa bir çö-
züm bulma yolundaki diplomatik çabalarını sona erdirmiş izlenimi verdi. Kıb-
rıslı Rum ve Türk toplumlarının temsilcileri Glafkos Clerides ile Rauf Denktaş
arasında 24 Haziran 1968’de başlayan toplumlar arası görüşmeler,3 Kıbrıs soru-
nuna göreli bir sessizlik ve sakinlik getirdiği için Amerikan çıkarlarına uygun
düşer görünüyordu. Asıl amacı, Türk azınlığın haklarını koruyacak ve Kıbrıs
hükümetinin görevlerini yerine getirmesini sağlayacak şekilde 1960 anayasasını
yeniden yürürlüğe koymak olan bu görüşmeler devam ettiği müddetçe uluslara-
462
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
463
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
464
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
465
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
466
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
467
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
iki tarafa karşı askerî yardımı kesme tehdidini kullandığı söylentileri de ortalıkta
dolaşmaktaydı. Ehlrich’in görüşüne göre, Vance, Türk ve Yunan temsilcilerle
Amerika’nın her iki ülkeye karşı sağladığı yardım konusunu doğrudan ele al-
mamış olsa bile konu her zaman her iki ülkedeki devlet adamlarının aklında
bulunmaktaydı. Çünkü her iki devlet de silahlı kuvvetlerini ayakta tutmak ve
güçlendirmek için Amerikan yardımına aşırı derecede bağlı bulunmaktaydı ve
yardımın kesilmesi onlar için büyük bir tehlike oluşturmaktaydı.27 Belirtildiğine
göre Vance, Ankara’da Türk yöneticilere Türkiye’nin Kıbrıs’a karşı girişeceği
herhangi bir askerî operasyonda Amerika’dan aldığı silahları ve askerî malze-
meyi kullanmasının iki ülke arasında imzalanan yardım anlaşmalarına uygun
düşmeyeceği yolundaki Amerikan görüşünü yeniden hatırlattı. Askerî müdaha-
lede bulunmamaları için de Türk liderler üzerinde diplomatik baskı uyguladı.28
Atina’da ise Vance, ABD’nin, Kıbrıs’ı işgal etmesi durumunda Türkiye’yi engel-
lemeyeceğini söyleyerek Yunan yöneticilerin hemen bir çözüm üzerinde anlaş-
maya varmalarını sağlamaya çalıştı.29
Sonuçta Vance, Rum Millî Muhafız birliğinin lağvedilmesini daha sonra
Makarios’a kabul ettiremeyecek olsa da, 30 Kasım’da, Türk ve Yunan tarafının
şu noktalar çerçevesinde bir anlaşmaya varmalarını sağladı: 1- Savaşmak için
hazır bekleyen Türk askerlerinin kışlalarına geri dönmesi. 2- Londra-Zürih an-
laşmalarının öngördüğü limitlerin üzerinde Kıbrıs’ta bulunan Türk ve Yunan
askerlerinin tedrici bir şekilde adadan çekilmesi. 3- Boğaziçi ve Geçitkale kö-
yündeki Kıbrıslı Türklerin Rum saldırılarından dolayı uğradıkları zararların
tazmin edilmesi. 4- Çatışmaların tekrarlanmaması için Kıbrıs’taki BM barışı
koruma gücünün asker sayısının ve vuruş gücünün artırılması. 5- Sayıları
20,000’e ulaşan Rum Millî Muhafız Birliği askerlerinin terhis edilmesi ve bu bir-
liğin dağıtılması. 6- Yunan Generali Grivas’ın Atina’ya geri çağrılması. 7- Kıb-
rıslı Türklere çoğunluk oluşturdukları bölgelerde kendi yerel hükümetlerini ve
polis güçlerini oluşturmalarına izin verilmesi. 8- Çatışmaların olduğu bölgeler-
de tarafların çatışmalara tamamen son vererek birbirlerinden ayrılması.30 Çö-
züm çerçevesinde Türkiye’nin elde ettiği tek somut fayda, Yunanistan’ın, Türki-
ye’nin olası Kıbrıs müdahalesi karşısında kullanabileceği askerî kuvvetlerini ve
General Grivas’ı geri çekmek zorunda bırakılmasıydı. Bunun dışında Türkiye,
yine Kıbrıslı Türklerin eski konumlarını kazanmalarını sağlayamamıştı, daha
doğrusu bu yönde bir girişimde bulunma ihtiyacı dahi hissetmemişti. Müdahale
tehdidiyle Kıbrıs Türklerinin ezdirilmediğinin Türk kamuoyuna gösterilmesi
hükümet açısından yeterliydi.
Kasım 1967 Kıbrıs krizinden sonra 28 Aralık 1967’de Kıbrıs Türklerinin li-
derleri Geçici Kıbrıs Türk Yönetimini kurdular. Liderlerden Rauf Denktaş’a
göre, bu yeni düzenleme, Türk tarafının 1960 anayasasında kendisine tanınan
yetkileri ve görevleri yerine getirebilmesi için gerçekleştirilmişti. Bu şekilde
Türk toplumu, 1960 yılında oluşturulan iki toplumlu ortaklığın yeniden hayata
geçirilmesinde kendi payına düşeni yapmış oluyor ve bu yönde olumlu gelişme
sağlanması konusundaki iyi niyetini ortaya koyuyordu. 1960 anayasasının ge-
rektirdiği uygulamaların hayata geçirilmesi olasılığı Rum tarafının tutumu yü-
zünden gittikçe azaldıkça da Türk tarafı yönetiminin başındaki “geçici” sözcüğü
468
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
469
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
470
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
471
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
b) Haşhaş Sorunu
1960’lı yılların sonuna doğru Türkiye ile ABD arasında gündeme gelen haş-
haş sorunu, Amerikan yönetiminin, Amerikan gençliği arasında oldukça yaygın-
laşan uyuşturucu alışkanlığına karşı bir kampanya başlatması sonucunda ortaya
çıkmıştı. Amerikalılar, 1960’ların sonunda gençlerinin uyuşturucu alışkanlığı
nedeniyle çektiği acıların gerçek nedeninin, illegal olarak sağlanan yabancı haş-
haşından elde edilen eroin, daha doğrusu haşhaşın üretildiği ülkeler olduğuna
inanmışlardı. Üretici ülkeler arasında adı en fazla geçen, en fazla problemin
kaynağı olarak düşünülen ülke ise Türkiye idi. Narkotik ve Tehlikeli İlaçlar
Bürosu (BNDD), Amerika’da illegal olarak tüketilen eroinin yüzde 80’inin Türk
haşhaşından elde edildiği yolunda bir inanca sahipti ve bunu kamuoyuna açık-
lamaktan çekinmiyordu.48 Amerikalılara göre, eroinin kaynağı olan Türki-
ye’deki üretim sona erdirilmedikçe Amerika’nın içinde uyuşturucu alışkanlığına
karşı gerçekleştirilen savaş başarıya ulaşmayacaktı. Türkiye, Tek Sözleşmeyi
imzalamış ve böylece haşhaşın illegal üretimi ve satışını ortadan kaldırma konu-
sunda sorumluluk altına girmişti,49 haşhaşın illegal kanallara geçişine mani
olamadığına göre haşhaş üretimini tamamen yasaklamalıydı.50
Richard Nixon, uyuşturucu müptelalarının alışkanlıklarını devam ettirmek
için suça yönelmeleriyle gittikçe artan caddelerdeki şiddeti sona erdirme kararlı-
ğıyla göreve gelmişti. Kampanyasının bir parçası olarak Nixon, 1969 yılından
başlayarak Türkiye’ye haşhaş üretimini tamamen sona erdirmesi yönünde bas-
kıda bulundu ve konuyu iki ülke arası ilişkilerde öncelikle halledilmesi gereken
sorunlardan biri haline getirdi.51 1969 yılının ortalarında Nixon, D. Patric Moy-
nihan’ı tüm 1969 ürününü satın almak üzere Türklere açık çek sunması için Tür-
kiye’ye gönderdi, fakat Türk makamları teklifi kesin şekilde reddettiler. Daha
sonra ABD’nin Türkiye büyükelçisi William J. Handley, Dışişleri Bakanı Çağla-
yangil’e tüm haşhaş ürününü satın almayı teklif etti. Cevap, Çağlayangil aracılı-
ğıyla başbakan Demirel’den geldi: Afyon yüzyıllardır Türkiye’de üretilmektey-
di, hatta onun adını taşıyan bir şehir bulunmaktaydı. Türkiye’nin haşhaş üreti-
mini yasaklaması mümkün değildi, fakat sınırlandırabilirdi. Handley cevaptan
tatmin olmamıştı, kendisi Demirel’i bizzat görmek istedi.52 Yaptıkları görüşmede
Handley, Demirel’e şu teklifte bulundu: Türkiye haşhaş üretimini durdurduğu-
nu ilan edecek ve üreticilere tazminat olarak verilecek 5 milyon dolar karşılığın-
da 1970 ürününü tarlaya gömecekti. Demirel teklifi kesin bir şekilde reddetti ve
buldozerleri, afyon tarlalarına sürecek bir Türk bulamayacağını söyledi.53
1969 yılından sonra da Amerikalılar, haşhaş sorunu çerçevesinde Türk yet-
kililerle yoğun temaslarını devam ettirirlerken, Amerikan Adalet Bakanı John
Mitchell’in 20 Temmuz 1970’te Temsilciler Meclisi Yollar ve Araçlar Komitesinde
Türkiye gibi ülkelerde ortaya çıkan illegal haşhaş trafiğini önlemek için bu ülke-
lere ekonomik yaptırımlar uygulanması teklifine onay vermesi,54 Johnson mek-
tubu derecesinde sarsıcı nitelikte olmasa da, Türk-Amerikan ilişkilerinin o dö-
nemdeki niteliğini ortaya koyması bakımından önemli bir göstergeydi. Dışişleri
Bakanı Çağlayangil, daha sonra 7 Şubat 1974’te İsmail Cem’e verdiği mülakatta
şu saptamaları yapacaktı: Amerika, haşhaş, Amerikan U–2 uçaklarının uçuşu ve
Türkiye’deki Amerikan üslerinin kullanımı gibi konularda Demirel hükümetin-
472
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
473
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
çoğunluğu elinde tutmasında çok önemli olduğu için Demirel, haşhaş ekimini
tamamen yasaklayarak onların oylarını kaybetmeyi göze alamıyordu. Diğer
taraftan Amerikalıların haşhaş konusunda Türk hükümeti üzerindeki baskısı,
konunun kamuoyuna mal olmasına neden olmuş ve Demirel’in taviz vermesini
zorlaştırmıştı.65 Eğer Demirel, haşhaş ekimini yasaklasaydı Amerikan baskıları-
na boyun eğmiş, Amerikalıların etkisi altında hareket etmiş gibi gözükecekti.
Haşhaş sorunu, Türk-Amerikan ilişkilerinin temelini, yani Doğu-Batı blok-
ları çatışması bağlamında güvenliğin korunmasını ilgilendirmeyen bir meseley-
di. Temelde iki ülkenin ilişkilerinin gerginleşmesine neden olacak derecede cid-
di bir problem olmasa da Türk-Amerikan ittifakını sarsacak bir boyuta ulaşmıştı.
Eğer iki devletin hükümeti samimi olarak çaba gösterselerdi, karşılıklı olarak
tatmin edici bir sonuca ulaşabilirlerdi, çünkü sorunun kaynağı haşhaşın üretil-
mesi değil, fakat illegal kanallara aktarılması idi. Başka üretici ülkeler etkili de-
netim sistemleri kurabilmişlerdi, Türkiye de kolaylıkla onların yolunu takip
edebilirdi. Fakat iki ülkenin yönetimleri uyguladıkları politikalarla daha çok
kendi halklarına hitap ediyor, konuyu kullanarak iç politika çıkarı elde etmeye
çalışıyorlardı. Amerikan yönetimi, Türk afyonunun kaynağında kurutulmasıyla
Amerikan toplumunun uyuşturucu alışkanlığı probleminin büyük oranda azala-
cağını propaganda etmekle Türkiye’yle ilişkilerinin önemini göz ardı etti, Türki-
ye’nin iç siyasetinin doğasını yanlış tahlil etti ve eroinle ilgili arz ve talep gerçek-
lerini görmezden geldi. Amerikan Kongresi ve basını ile birlikte Türkiye’ye kar-
şı zorlayıcı taktikler uygulayan Amerikan otoriteleri, Türk hükümetinin, üretimi
yasaklamakla Türk halkı ve uluslararası toplumun gözünde prestij kaybedebile-
ceği gerçeğini ihmal ettiler. Türk makamları da haşhaşın illegal üretimini ve
satışını engellemek için etkili tedbirler alma yoluna gitmediler, böylece ülkeleri-
ne uluslararası alanda kötü bir ün kazandırdılar. Aslında tarafların sorunu ele
alış şekli, o dönemde aralarındaki ilişkileri algılayışlarının bir yansımasıydı.
3. GÜVENLİKLE İLGİLİ MESELELER
a) Türkiye’nin MLF’den Çekilmesi
Çok Taraflı Nükleer Güç (MLF) projesi, ABD tarafından nükleer silahların
kontrolü konusunda Avrupalı müttefiklerinin kaygılarını ortadan kaldırmak için
ortaya atılmış bir projeydi. Avrupalıların da nükleer silahların kontrolünde ve
ateşlenmesinde kısmen de olsa rol sahibi olmasını öngörüyordu. Projeye göre
bu güç, değişik Batı uluslarının personelinin görev aldığı Polaris füzesi taşıyan
denizaltılardan oluşacaktı. Türkiye’nin, MLF’ye katılmada herhangi bir özel
çıkarı yoktu. Yine de Türk yöneticiler, daha çok Amerikalıları kırmama adına
MLF’nin kurulması amacıyla oluşturulan çalışma grubuna personel göndermeyi
kabul etmişlerdi. Ancak Ocak 1965’te Türk hükümeti beklenmedik bir şekilde
MLF’ye katılmayacağını ve Amerikan Claude V. Ricketts muhribinde görevli
olan 11 Türk denizcisini geri çekeceğini ilan etti. O sıralarda yaygın olan kanı,
Türkiye’nin, ABD’nin Kıbrıs konusundaki hayal kırıklığına sebebiyet veren tu-
tumundan dolayı bu ani kararı verdiğiydi. İddialara göre, Kıbrıs konusunda
Amerikalı dostları tarafından yalnız bırakıldığını hisseden Türk yöneticiler,
MLF’ye katılmayı reddederek hem bu konudaki rahatsızlıklarını ifade etmiş,
hem de bağımsız bir devlet olarak Amerikalıların tekliflerini reddedebilecekleri-
474
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
ni göstermiş oluyorlardı.
Türk hükümetinin yetkilileri ise iddialar karşısında MLF’ye katılmama ka-
rarının, ABD’nin Kıbrıs konusundaki tutumuna bir tepki olmadığını ve Ameri-
ka’yla arayı açacak bir niteliği bulunmadığını belirtmeye özel özen gösterdiler.
Dışişleri bakanlığı sözcüsü, çalışmaların son safhasında Türkiye’nin, MLF’ye
katılmamış olan NATO devletlerinden ayrı bir tutum takınmasının mümkün
olmadığı değerlendirilmesi yapıldığını belirtirken,66 hükümet sözcüsü Kemal
Satır da yaptığı açıklamada Türkiye’nin NATO’ya ya da Amerika’ya karşı bir
tavır almasının söz konusu olmadığını vurguladı. Ona göre, Türkiye, kurulması
düşünülen Çok Taraflı Nükleer Kuvveti incelemek üzere oluşturulan çalışma
grubuna, bu kuvvetin kurulmasında öncülük yapan ABD’nin ısrarları sonucun-
da ve grubun çalışmasından olumlu sonuçlar çıktıkça diğer müttefiklerin de
buna katılacakları, bu şekilde NATO dayanışmasının daha da kuvvetlendirilece-
ği düşüncesi ile katılmıştı. Beklenen gerçekleşmeyince de gruptan ayrılma kara-
rını etkileyen sebep ve etkenler, hükümetin zihninde uzun bir değerlendirme
sonucunda belirmiş, ondan sonra da hükümet, bu düşüncelerinden ve çalışma
grubundan ayrılma hususundaki kararından, dost, müttefik ve MLF’nin ilk mü-
teşebbisi Amerika hükümetini aylarca evvelden haberdar etmişti.67
MLF’den çekilme kararını, Türkiye’nin Amerika karşıtı bir hareketi olarak
görmek zordur. Birçok NATO ülkesi zaten projeye katılmadığı için projenin
uygulamaya geçirilmesi hemen hemen imkânsız gibiydi. Dolayısıyla Türki-
ye’nin projeden çekileceğini ilan etmesi, projenin geleceği konusunda herhangi
önemli bir değişiklik yapmayacak, Amerika’nın Türkiye’ye kızmasına neden
olmayacaktı. Ancak Türk yöneticilerin başlangıçta hiçbir çıkarları olmadığı hal-
de diğer NATO üyelerinden farklı olarak Amerikalılar istiyor diye MLF’ye des-
tek vermeleri ile Kıbrıs olaylarından sonra açıkça, kamuoyunun dikkatini çeke-
cek şekilde MLF’den çekilme kararlarını açıklamaları arasında şüphesiz fark
vardır. Türk yetkililer, artık Amerika’nın her isteğine düşünmeden olumlu yanıt
verdikleri devirlerin geride kaldığını göstermiş oluyorlardı. Burada Türk yöne-
ticilerin Sovyetler Birliği’ni gereksiz yere kışkırtmama kaygılarının da rol oyna-
dığını belirtmek gerekir. Sovyetler Birliği’nin ne düşündüğünü hiç kaale alma-
yan, hatta Sovyetleri kızdırmaktan zevk alan Türk tavrı sona ermiştir artık.
b) Türkiye’deki Üslerin NATO Dışı Amaçlarla Kullanılması
Türkiye, 1956 yılında Adana’daki İncirlik üssünde bulunan Amerikan kuv-
vetlerinin bilimsel nitelikli araştırmalar yapmak amacıyla U–2 uçaklarıyla uçuş-
lar gerçekleştirmelerine izin vermişti. Uçuşların amacı genel olarak bilimsel
olarak nitelenmişti ama Türk yetkililer uçuşlar konusunda ayrıntılı bilgiye sahip
değildi.68 1960 yılına kadar Amerikalılar, İncirlik’ten kaldırdıkları ve Sovyetler
Birliği üzerinde uçurdukları U–2 uçaklarıyla bu ülkenin askeri faaliyetleri ve
silah sistemleri konusunda gizlice bilgi topladılar. Fakat İncirlik’ten kalkan ve
Amerikan pilotu Gary Powers tarafından kullanılan U–2 uçağı 1 Mayıs 1960’da
Sovyetler tarafından kendi toprakları üzerinde düşürülünce işler değişti.69 Süper
güçler arasında Türkiye’yi de ilgilendiren ciddi bir tartışma çıkartan bu olaydan
beş buçuk yıl sonra benzer bir olay yeniden kamuoyunun önüne geldi. Aralık
1965’te yine İncirlik’ten kalkan bir Amerikan istihbarat uçağı, bu defa Karade-
475
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
niz’de uluslararası sular üstünde uçarken kaza sonucu düştü. Sovyet hükümeti
ve basını, Türk hükümetinin, toprağını tehlikeli maceralar için kullanılmasına
izin vermesinden şikâyette bulundu. Bu defa Türk askeri yetkilileri de uçuş
kendi bilgileri dışında gerçekleştirildiği için rahatsızlık duymuşlardı.70 28 Ara-
lık’ta Demirel hükümeti, Amerika’dan Türk üslerini kullanarak yaptıkları tüm
U–2 uçuşlarını durdurmasını istedi.71 Amerikalılar, Türk yöneticilerin kararlarını
değiştirmeleri yolunda yoğun istekte bulunsalar, bu amaçla NATO’nun Ameri-
kalı kumandanını Türkiye’ye gönderseler de72 Türkleri ikna edemediler.
Türk yöneticilerin tutumlarındaki radikal değişiklik ortadadır. 1960 yılın-
daki olayda Amerikalılara hiç toz kondurmaz, neredeyse suçu Sovyetlerde bula-
cak bir tavır takınır ve U–2 uçuşlarını hiç tartışma konusu yapmazlarken, 1965
yılındaki olayda U–2 uçuşlarının durdurulmasını hemen isteyebilmektedirler.
Artık onlar, süper güçlere mesafeli davranmanın gerektiğini düşünmektedirler.
Sovyetleri Amerikalılara iyi görünmek uğruna gereksiz yere kışkırtmak, Ameri-
ka açısından belki pek önem taşımamaktadır ama Türkiye’nin güvenliği tehlike
altına girmektedir. Amerikalıların her istediklerine evet demek hiç beklenmedik
anlarda Türkiye’yi kendi iradesi dışında başka devletlerle karşı karşıya getirebi-
lecektir. Türk yöneticiler, artık Amerika’ya çok ısrar ettiği bir konuda bile hayır
diyebilmektedir. Dışişleri Bakanı Çağlayangil, daha sonra İsmail Cem’e verdiği
mülakatta bu tavrı şu şekilde açıklayacaktı: “Amerikalılara dedim ki, bizim an-
laşmalarımızda böyle bir husus yok. Yaptığın NATO gayelerinin dışındaki bir iş
ve benim ülkeme munzam bir tehlike getiriyor... Durumu ve tutumumuzu
Amerikalılara bildirdim. Üç gün sonra büyük bir telaş içinde ve özel bir tayyare
ile NATO Amerikan başkumandanı ziyarete geldi... Burada ben çok baskı altın-
da kaldım, mukavemet ettim.”73
Türkiye’deki Amerikan üsleri, yasak uçuşlar için kullanılmaları dışında
başka açılardan da özellikle solcu politikacı ve yazarlar tarafından 1960’lı yılların
ikinci yarısında tartışmaya açılmıştı. En sık yapılan suçlama, Türk yetkililerin
kontrolü dışında olan üslerde Amerikalıların tam kontrole sahip oldukları ve
Türk yetkilileri bilgilendirmeden ve onlara danışmadan üsleri istedikleri şekilde
kullandıkları idi. Konu, ilk defa 7 Kasım 1965’te Türkiye İşçi Partisi genel baş-
kanı Mehmet Ali Aybar tarafından Meclis’te dile getirildi. O gün milletvekilleri
Aybar’dan hiç alışık olmadıkları şu türden suçlamaları dinlediler.74
Bugün Türkiye’de 35 milyon metre karelik vatan toprağı ABD’nin egemenliği altında bulun-
maktadır... İkili anlaşmalarla Amerikan devletinin üsleri haline getirilmiş bu vatan toprakları-
na, Amerikalıların izni olmadıkça, devlet kademesinde hangi yeri işgal ederse etsin, hiçbir va-
tandaşımız ayak basamaz... Bu üslerden havalanacak uçaklar, füzeler bizim haberimiz olma-
dan, Büyük Meclis’in onayı alınmadan, yurdumuzu her an vahim tehlikelerle karşı karşıya bı-
rakabilir.
Doğal olarak AP hükümeti yetkilileri iddiaları şiddetle yalanladılar. Başba-
kan Demirel, 9 Kasım 1965’te Meclis’te üsleri şu şekilde savundu: “Bu tesisler
NATO savunma planlarına göre müşterek savunma sisteminin icabatı nazarı
itibara alınarak kurulmuşlardır. Anılan tesisler münhasıran muayyen bir NATO
üyesinin gayelerine hizmet etmek üzere vücuda getirilmemiş olup, Türkiye’nin
bulunduğu bölgenin ve özellikle Türkiye’nin savunmasının sağlanması için ku-
476
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
477
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
478
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
479
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
480
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
481
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
482
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
lü’nün 9–16 Ağustos 1965’teki SSCB ziyareti sırasında taraflar arasında bir kültü-
rel işbirliği anlaşması ve 22 kişilik bir Sovyet heyetinin gelişinin ardından da 7
Aralık’ta Sovyetlerin yapacağı yardımlarla ilgili bir ön anlaşma imzalandı. Sov-
yet Başbakanı Kosigin’in 20–27 Aralık 1966’da Türkiye’ye gelişi ise bir Sovyet
başbakanının Türkiye’ye yaptığı ilk ziyaret niteliğini taşıyordu. Türkiye ile
SSCB arasında 25 Mart 1967’de imzalanan Ekonomik-Teknik İşbirliği Anlaşması,
Aliağa Petrol Rafinerisi, Seydişehir Alüminyum Fabrikası, Bandırma Sülfürik
Asit Fabrikası, Artvin Kereste Fabrikası ve İskenderun Demir-Çelik Fabrikası
gibi 7 sanayi kompleksinin kuruluşu için kaynak sağlıyordu. Bu gelişmeler çer-
çevesinde 19–29 Eylül 1967’de Moskova’yı ziyaretinden sonra Başbakan Süley-
man Demirel’in söyledikleri, Türkiye’nin tavır değişikliğini açık bir şekilde orta-
ya koyuyordu. Uzun yıllar boyunca Türkiye ve SSCB arasında gerginlik yaşan-
dığını, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ise iki ülke arasında neredeyse hiç
ilişki olmadığını hatırlatan Demirel, artık yeni bir döneme girildiğini ifade et-
mekteydi. Ona göre, iki ülke arasındaki ilişkilerdeki şüpheler tamamen ortadan
kalkmamış olabilirdi ama aradaki boşluk doldurulmuştu ve düşmanlık tarihe
karışmıştı.92
1965–70 döneminde Türkiye, ekonomik ve ticari işbirliği ile ticareti geliştir-
me ve Kıbrıs gibi sorunlarda uluslararası alanda destek bulma adına Orta Doğu
ve Arap ülkeleriyle de ilişkileri geliştirmeye çalıştı. Dışişleri Bakanlığı Genel
Sekreteri Haluk Bayülken’in Mısır ziyareti sırasında, 16 Mart 1966’da Mısır’la
ticaret anlaşması imzalanması, 23–26 Mayıs 1966’da Dışişleri Bakanı Çağlayan-
gil’in Irak’ı ziyareti ve 1–6 Aralık 1966’da Cumhurbaşkanı Sunay’ın Tunus’a
gitmesi, Türkiye’nin yeni tavrının örnekleri olarak verilebilir. Türkiye, ayrıca
Orta Doğu krizleri ve çatışmaları sırasında Arapları memnun edecek açıklamalar
yapmaktan da geri durmadı. Üslerin NATO amaçları dışında kullandırılmaya-
cağı yolundaki ilanlardan başka, Dışişleri Bakanı Çağlayangil’in 22 Haziran
1967’de BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, Genel Kurulun İsrail kuvvet-
lerinin işgal ettiği topraklardan geri çekilmesi konusunda ısrar etmesi gerektiğini
söylemesi; Türkiye’nin, BM Genel Kurulunun, İsrail’in 5 Hazirandan önceki
sınırlarına çekilmesini isteyen 242 sayılı kararına ABD ve Batılı ülkelerden ayrı-
larak Araplarla birlikte olumlu oy vermesi ve 21 Ağustos 1969’da Kudüs’teki El
Aksa camii yangınından sonra toplanan İslam ülkelerinin Rabat toplantısına
Türkiye’nin dışişleri bakanı düzeyinde ve gözlemci statüsüyle katılması, Türk
dış politikasındaki tavır değişikliğini ortaya koyan önemli gelişmelerdi.
Genel olarak bakıldığında, 1965–1970 döneminde Türkiye’nin, uluslararası
forumlarda Batı yanlısı politikadan biraz uzaklaştığı ve Batı devletlerinin takın-
dığı tutumdan farklı olarak Arap-İsrail çatışmalarında Arap devletlerini ve sö-
mürgecilikle ilgili konularda Üçüncü Dünya ülkelerini desteklediği görülmekte-
dir.93 Türk yöneticiler, 1965 sonrasında artık Sovyet tehdidini eskisi gibi keskin
bir şekilde değerlendirmiyorlardı. Bu yeni algılayış, doğal olarak NATO ülkele-
riyle oluşturulan ittifakın değerlendirilişine de yansıdı. NATO’nun Türkiye’nin
güvenliğini sağlamada tek başına yeterli olmadığı, sadece NATO’ya güvenile-
meyeceği anlayışı yaygınlaştı. Sovyet tehdidinin azaldığının algılanması,
NATO’ya atfedilen önemde de doğal olarak radikal bir şekilde olmasa da bir
483
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
gerileme ortaya çıkardı. Yalnız şunu vurgulamakta fayda var ki, Türk yönetici-
ler, hiçbir zaman Sovyetler Birliği’ni Türkiye’nin güvenliğini sağlamada
NATO’ya alternatif bir savunma ortağı olarak görmediler. Hatta bu ülkeden
ekonomik yardım almaya evet derken, silah ya da herhangi bir askeri malzeme
almayı kesinlikle düşünmediler. Onların istediği, sadece Sovyetler Birliği’yle
gergin olan ilişkilerin normalleştirilmesiydi.94
Türk dış politikasındaki tavır değişikliğini, BM’deki oy kullanma eğilimleri
çerçevesinde de ortaya koymak mümkündür. Wittkoff’un araştırmasının göster-
diğine göre, 1963 yılında BM Genel Kurul oylamalarında ABD’nin kullandığı
yönde en fazla oy kullanan ülke Türkiye’dir. 1967 yılında ise Türkiye’nin oy
kullanma kalıpları hâlâ ABD’ninkilerle büyük benzerlik göstermektedir, fakat bu
açıdan Türkiye bu defa birinci değil, 15. sırada yer almaktadır.95 1961 yılında
BM’nin 15. toplantısında Türkiye’nin ABD’yle aynı yönde oy kullanma oranı
yüzde 75.1’di (genelde 145 oylamanın 109’unda, Soğuk Savaşla ilgili konularda
37’de 33, silahsızlanmayla ilgili konularda 8’de 7, sömürgecilikle ilgili konularda
38’de 28 ve Arap-İsrail çatışması konusunda 8’de 3); 16. toplantıda bu oran yüz-
de 80.8’e yükseldi (genelde 125 oylamanın 101’inde, Soğuk Savaş konusunda
22’de 20, silahsızlanmada 34’te 28, sömürgecilikte 38’de 31, Arap-İsrail çatışma-
sında 9’da 8).96 1967 yılında BM’nin 5. özel, 5. acil özel ve 22. olağan toplantıla-
rında Türkiye’nin oylama kalıplarının ABD’ninkilerle uyumu 65’de 30’a düştü
(Arap-İsrail çatışmasında 15’te 3, sömürgecilikte 17’de 1, Soğuk Savaşta 19’da 19,
silahsızlanmada 5’te 5).97 Görüldüğü gibi Türkiye, Arap-İsrail çatışması ve sö-
mürgecilikle ilgili oylamalarda büyük oranda Amerika’nın zıttı oy kullanırken,
Soğuk Savaş ve silahsızlanma konularında adeta bu tutumunu dengelemek is-
tercesine tamamen ABD’yle aynı doğrultuda oy kullanmıştır.
SONNOT
1 M. A. Attalides, Cyprus: Nationalism and International Politics, Edinburgh: Q Press Ltd., 1979, ss.
132, 183-184, S. G. Xydis, “The Military Regime’s Foreign Policy” içinde Richard Clogg ve Ge-
orge Yannopoulos (der.), Greece Under Military Rule, Londra: Secker and Warburg, 1972, ss.
202-203.
2
Van Coufoudakis, “United States Foreign Policy and the Cyprus Question” içinde Michael A.
Attalides (der.), Cyprus Reviewed: A Seminar on the Cyprus Problem, Nicosia: Jus Cypri Associa-
tion, 1977, s. 128.
3 Toplumlar arası görüşmeler için bkz. Keesing's Contemporary Archives, 1967-1968, c. 16, s.
22883, 1969-1970, c. 17, ss. 23635, 24041, 24117, 1971-1972, c. 18, ss. 24398, 24673-24674, 25032-
25033, 25367, 1973, c. 19, ss. 25700, 25979, 1974, c. 20, ss. 26310, 26603.
4
Coufoudakis, “United States Foreign Policy and the Cyprus Question”, ss. 119-120, 123, Atta-
lides, Cyprus: Nationalism and International Politics, s. 153, Laurance Stern, The Wrong Horse: the
Politics of Intervention and the Failure of American Diplomacy, New York: Times Books, 1977, s.
91.
5 Coufoudakis, “United States Foreign Policy and the Cyprus Question”, s. 127.
484
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
6 Attalides, Cyprus: Nationalism and International Politics, ss. 155, 156-157. Mart 1965 gibi oldukça
eski bir tarihte bile Rum gazetesi Agon, Amerikan istihbarat ajanlarının ve bazı Kıbrıslı Rum-
ların Makarios’u devirmek için komplo kurduğunu iddia etmekteydi. Keesing's Contemporary
Archives, 1965-1966, c. 15, ss. 20630-20631.
7 S. N. Vanezis, Makarios: Pragmatism v. Idealism, Londra: Abelard-Schuman, 1974, s. 165.
8
Attalides, Cyprus: Nationalism and International Politics, s. 66.
9 Halil İbrahim Salih, Cyprus: The Impact of Diverse Nationalism on a State, Alabama: University of
Alabama Press, 1978, ss. 55-56, Keesing's Contemporary Archives, 1965-1966, c. 15, s. 21540, Suha
Bölükbaşı, Superpowers and the Third World: Turkish-American Relations and Cyprus, New York:
University Press of America, 1988, s. 132, Attalides, Cyprus: Nationalism and International Poli-
tics, s. 71, Keesing's Contemporary Archives, 1967-1968, c. 16, s. 21947.
10 Murat Sarıca; Erdoğan Teziç ve Özer Eskiyurt, Kıbrıs Sorunu, İstanbul: İstanbul Üniversitesi
Yayınları, No. 2071, 1975, ss. 129, 139.
11 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Nisan 1967, s. 85.
12 Bölükbaşı, Turkish-American Relations and Cyprus, ss. 147, 171.
13 Coufoudakis, “United States Foreign Policy and the Cyprus Question”, s. 142n, Keesing's
Contemporary Archives, 1967-1968, c. 16, s. 22282.
14
Salih, Cyprus, s. 57.
15
Sarıca et. al., Kıbrıs Sorunu, s. 140.
16
Andreas Papandreou, Democracy at Gunpoint: the Greek Front, Londra: Andre Deutsch, 1970, ss.
209-210, Bölükbaşı, Turkish-American Relations and Cyprus, ss. 133-134.
17 Keesing's Contemporary Archives, 1967-1968, c. 16, s. 22435.
18 Nancy Crawshaw, The Cyprus Revolt: An Account of the Struggle for Union With Greece, Londra:
G. Allen and Unwin, 1978, s. 373.
19 Bölükbaşı, Turkish-American Relations and Cyprus, s. 135, Sarıca et. al., Kıbrıs Sorunu, s. 143.
20 Thomas Ehlrich, Cyprus: 1958-1967, Londra: Oxford University Press, 1974, s. 105.
21 Bölükbaşı, Turkish-American Relations and Cyprus, s. 136, Erol Mütercimler, Kıbrıs Barış Hareka-
tının Bilinmeyen Yönleri, İstanbul: Yaprak Yayınevi, 1990, s. 117, Keesing's Contemporary Archi-
ves, 1967-1968, c. 16, s. 22435.
22 Papandreou, Democracy At Gunpoint, s. 211.
23
Bölükbaşı, Turkish-American Relations and Cyprus, s. 135, Mütercimler, Kıbrıs Barış Harekatının
Bilinmeyen Yönleri, s. 120.
24 Bölükbaşı, Turkish-American Relations and Cyprus, s. 137.
25 Ibid., s. 137, Sarıca et. al., Kıbrıs Sorunu, s. 144.
26
Thomas W. Adams ve Alvin J. Cottrell, Cyprus Between East and West, Baltimore: John Hopkins
Press, 1968, s. 72.
27 Ehlrich, Cyprus: 1958-1967, ss. 111-112.
28 Sarıca et. al., Kıbrıs Sorunu, ss. 146-147, Mütercimler, Kıbrıs Barış Harekatının Bilinmeyen Yönleri,
s. 124.
29 Salih, Cyprus, s. 59.
30 Salih, Cyprus, 59, Papandreou, Democracy At Gunpoint, ss. 212-213, Metin Tamkoç, The Turkish
Cypriot State: the Embodiment of the Right of Self-Determination, Londra: K. Rüstem and Brother,
1988, s. 94, Keesing's Contemporary Archives, 1967-1968, c. 16, s. 22436.
31
Denktash, the Cyprus Triangle, s. 35.
32 Ibid., s. 53.
33 Papandreou, Democracy At Gunpoint, ss. 219-220.
34 Coufoudakis, “United States Foreign Policy and the Cyprus Question”, s. 125.
485
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
35 Stern, The Wrong Horse, s. 90, Theodore A. Couloumbis, The United States, Greece and Turkey:
the Troubled Triangle, New York: Praeger, 1983, s. 78.
36 Monteagle Stearns, Entangled Allies: US Policy Toward Greece, Turkey and Cyprus, New York:
Council on Foreign Relations Press, 1992, ss. 113-115.
37 “Correspondence Between President Johnson and Prime Minister İnönü”, Middle East Journal,
Yaz 1966, ss. 386-387.
38 Cumhuriyet, 17 Nisan 1964, s. 1.
39
Millet Meclisi Tutanak Dergisi (MMTD), 5 Mayıs 1964, dö. 1, to. 3, c. 30, s. 210.
40 Dışişleri Bakanı Çağlayangil, MMTD, 6 Ocak 1967, dö. 2, ot. 2, c. 11, ss. 126, 128, aynı eser, 19
Şubat 1969, dö. 2, ot. 4, c. 34, s. 78, F. Sükan, Cumhuriyet Senatosu Dergisi (CSTD), 27 Haziran
1967, dö. 1, ot. 6, c. 42, s. 21, Türk hükümetinin açıklaması, Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Kasım
1966, s. 63.
41 Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Şubat 1970, s. 106.
42
Türk hükümetinin 3 Temmuz 1969 tarihli basın açıklaması, The Middle East Journal, Kış 1970, c.
24, s. 72.
43
Cağlayangil, CSTD, 1 Şubat 1967, dö. 1, ot. 6, c. 38-3, s. 377; Çağlayangil, MMTD, 19 Şubat
1969, dö. 2, ot. 4, c. 34, s. 77; Demirel’in basın toplantısı, Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Şubat 1970,
s. 104; Sezai Orkunt, Türkiye-ABD Askeri İlişkileri, İstanbul: Milliyet Yayınları, 1978, ss. 302,
304.
44 George S. Harris, Troubled Alliance: Turkish-American Problems in Historical Perspective 1945-
1971, Washington: American Enterprise Institute, 1972, ss. 161-163, Ferenc A. Vali, Bridge Ac-
ross the Bosporus: the Foreign Policy of Turkey, Londra: Baltimore: John Hopkins Press, 1971, s.
139.
45
Keesing's Contemporary Archives, 1969-1970, c. 17, s. 23484.
46
Metni için bkz. The Middle East Journal, Kış 1970, c. 24, ss. 72-73, Dışişleri Bakanlığı Belleteni,
Temmuz 1969, ss. 30-35.
47 Metni için bkz. Dışişleri Bakanlığı Belleteni, Şubat 1970, ss. 98-139. İngilizce çevirisi için bkz.
Harris, Troubled Alliance, ss. 229-238.
48
Michael Allan Turner, The International Politics of Narcotics: Turkey and the United States, Dokto-
ra tezi, Kent State University, 1975, ss. 3, 106, Harris, Troubled Alliance, s. 192, O. S. Roy, Drugs,
Society and Human Behaviour, Saint Louis: the C.V. Mosby Company, 1972, s. 193, Newsday,
The Heroin Trail, Londra: Souvenir Press, ss. xiii, 7, ABD Dışişleri Bakanı William Rogers’ın Kong-
re’ye Sunduğu Rapordan Bölümler, Ankara: Amerikan Basın ve Kültür Merkezi, 1972, s. 4.
49 Harvey R. Wellman, “Drug Abuse: A Challenge to US-Turkish Cooperation in the Seventies”,
Department of State Bulletin, c. 64, 1 Şubat 1971, ss. 143-145.
50
James W. Spain, “The United States, Turkey and the Poppy”, Middle East Journal, c. 29, No. 3,
Yaz 1975, ss. 295-309, s. 298, Harris, Troubled Alliance, s. 195, Turner, The International..., s. 128.
51 Harris, Troubled Alliance, s. 193, Spain, “The United States, Turkey and the Poppy”, ss. 298,
303.
52
M. A. Birand et. al., 12 Mart, Ankara: İmge Kitabevi, 1994, s. 169, İhsan Sabri Çağlayangil,
Anılarım, İstanbul: Yılmaz Yayınları, 1990, s. 324.
53 Turner, The International..., s. 126, Cüneyt Arcayürek, Çankaya’ya Giden Yol 1971-1973, Ankara:
Bilgi Yayınevi, 1985, s. 150, İsmail Cem, Tarih Açısından 12 Mart, İstanbul: Cem Yayınevi, 1980,
s. 312.
54
Harris, Troubled Alliance, s. 194n, Milliyet, 23 Temmuz 1970, Cumhuriyet, 23 Temmuz 1970, s. 7.
55 Cem, Tarih Açısından 12 Mart, ss. 299-300, 313-314.
56
Özgen Acar, “Afyon Raporu”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1970, Arcayürek, Çankaya’ya Giden Yol,
s. 148, Facts on Turkish Poppy, Directorate General of Press and Information, s. 6, Cumhuriyet, 4
Temmuz 1970, s. 1, Wellman, “Drug Abuse”, s. 145, Joseph L. Zentner, “The 1972 Turkish
Opium Ban: Needle in the Haystack Diplomacy”, World Affairs, c. 136, Yaz 1973, s. 39.
486
18. Bölüm: 1965-1970 Dönemi Dış Politika / Nasuh Uslu
487
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
91 G. S. Harris, “Cross-Alliance Politics: Turkey and the Soviet Union”, Turkish Yearbook of Inter-
national Relations, c. 12, 1972, ss. 1-32, Keesing’s Contemporary Archives, 1963-1964, c. 14, s. 20500,
1965-1966, c. 15, ss. 20936, 1967-1968, c. 16, ss. 21881, 22335, 22672, 1969-1970, c. 17, s. 23632, Y.
T. Kurat, Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası,1923-1973, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1975, ss.
299-304.
92 Vali, Bridge Across the Bosporus, s. 179, Milliyet, 14 Ekim 1967.
93
Ömer Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Ortadoğusu’na Karşı Politikası 1945-1970, Ankara: A.Ü.
S.B.F. Yayını, 1972, Kurat, Elli Yıllık..., ss. 3030-304, A. H. Ulman ve R. H. Dekmejian, “Chan-
ging Patterns in Turkey's Foreign Policy, 1959-1967”, ORBIS, c. 11, Sonbahar 1967, s. 784.
94 Harris, Troubled Alliance, ss. 127-128, G. S. Harris, “Turkey and the United State” içinde Karpat
(der.), Turkey’s Foreign Policy..., s. 61.
95 Eugene R. Wittkoff, “Foreign Aid and United Nations Votes: A Comparative Study”, The
American Political Science Review, c. 67, No. 3, Yaz 1973, ss. 879-880.
96 Middle East Record, c. 2, 1961, ss. 4, 7-13.
97 Middle East Record, c. 3, 1967, ss. 91-103.
488
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
19. BÖLÜM
TÜRKİYE’NİN SİYASAL ve SOSYAL KAOS DÖNEMİ
[1971–1980]]
—Nâm-ı Diğer: 70’li Yıllar—
Cemal FEDAYİ*
GİRİŞ
Modernleşme, Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayan, Cumhuriyet dö-
neminde ise ivme kazanarak radikal bir tarzda devam eden bir değişim ve
dönüşüm sürecini ifade etmektedir. Ülkemizde cereyan eden siyasal/sosyal
olayları ve gelişmeleri, doğrudan veya dolaylı, bir şekilde etkileyen en önemli
faktör, Türkiye’nin modernleşme süreci ve bu sürecin yarattığı gerilimlerdir.
Modernleşme, demokratikleşme, uluslaşma, laikleşme, şehirleşme, sanayileş-
me… gibi birçok gelişmenin iç içe geçtiği hızlı bir değişim süreci içinde olan
toplumlarda siyasal ve sosyal krizlerin görülmesi de olağandır. Değişimin,
özellikle Türkiye gibi devrim şeklinde tezahür ettiği toplumlarda, kriz ve san-
cıların da büyük çaplı olması, devrim karşıtı siyasal tepkilerin doğması olağan
karşılanabilir. Sarıbay’ın vurguladığı gibi, Türk Devrimi bir kültür değişimini
amaçladığı için, tepkiler de daha çok siyasal ve ideolojik düzeyde olmuştur
(Sarıbay, 1985: 221). Türk modernleşmesinin merkezî bir aktörü olarak ordu-
nun da, gelişen tepkiler ve oluşan krizler bağlamında siyasal ve sosyal alana
çeşitli müdahaleleri olmuştur.
Kimi modernleşme kuramcılarına göre hızlı modernleşme, çatışma ve bo-
zulmalara da neden olabilmektedir. Örneğin, siyasal gelişmeyi modernleşme-
den ayıran ve siyasal gelişmeyi, siyasal örgütlerle usûllerin kurumlaşması şek-
linde anlayan Huntington’a göre modernleşmenin başlıca siyasal belirtileri
olan hızlı mobilizasyon ve katılma artışları siyasal kurumları zayıf düşürür.
Kısacası, hızlı modernleşme, siyasal gelişime değil siyasal bozulmaya yol açar
(Huntington, 1965–66: 56).
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde siyasal ve sosyal istikrarın sağla-
namaması en önemli sorun olarak ortaya çıkmaktadır. İstikrarın bozulması, en
*
Doç. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, Kamu Yönetimi Bölümü.
489
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
490
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
1 İleride anlatılacağı gibi II. Cumhuriyet deyimini ilk defa resmen kullanan, darbenin lideri
Orgeneral Cemal Gürsel’dir.
491
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
492
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
haşhaş ekimi nedeniyle, hükümetin ABD ile ilişkileri2 sorunludur (Birand vd.
1994). Kısaca, bir müdahale öncesi görülen bütün şartlar hazırdır. Sıra düğme-
ye basmaya, ya da düdüğü çalmaya gelmiştir. Siyasal ve toplumsal olayları
izlemekte usta olanlar, müdahaleyi beklemektedirler.
İç ve dış gözlemcilerin uzun süredir beklediği gelişme en sonunda olmuş
ve 12 Mart günü ordu, isteklerini bir “muhtıra” şeklinde açıklamıştır. Radyo-
daki 13.00 haber bülteninin ilk haberi bir muhtıradır. Muhtıra, Genelkurmay
Başkanı Org. Memduh Tağmaç ile kuvvet komutanlarının “MGK üyesi” sıfa-
tıyla imzalarını taşımaktadır: (Milliyet, 12.3.1971).
1- Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla, yurdumuzu anarşi, kar-
deş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef
verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın ön-
gördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır
bir tehlike içine düşürülmüştür.
2- Türk Milletinin sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetlerin bu vahim ortam hakkında duyduğu
üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla Meclislerimizce
değerlendirilerek, mevcut anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reform-
ları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve
inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
3- Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların
kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine
getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.
Bilgilerinize
Muhtıra metni incelendiğinde iki noktanın öne çıktığı görülmektedir: 1.
Terör olayları artmıştır, 2. Anayasanın öngördüğü reformlar partiler üstü bir
hükümet tarafından gerçekleştirilmelidir. Bunlar yapılmadığında da TSK doğ-
rudan yönetimi devralacaktır.
Bu metnin arka planında ise ordu içinde kaynayan kazanın izlerini gör-
mek mümkündür. Esasen ordu içindeki düzen 27 Mayıs darbesi döneminde
bozulmuş ve bir daha da düzelmemiştir. Başka bir ifadeyle, ordunun içine si-
yaset mikrobu girmiş, bu mikrop kana karışmış ve zaman zaman darbe şeklin-
de tezahür etmektedir. İşte 12 Mart darbesi de bu mikrobun bir hastalık şek-
linde dışavurumundan başka bir şey değildir. Ordu içinde “devrim”in (yani 27
Mayıs darbesinin) devam etmesini savunan bir görüş bulunuyordu.3 Bu görü-
şün sahipleri sözde “sivil” kesimden de destekçiler bulmuşlardı. 27 Mayıs son-
rasında DP’nin devamı niteliğindeki partilerin güçlenerek iktidara gelmeleri
sözde sivil kesimleri demokrasiden soğutmuştu.
2
Dönemin Dışişleri Bakanı Çağlayangil’e göre CIA’nin darbede parmağı bulunmaktadır. Çün-
kü U2 sorunu, Ortadoğu sorunu ve haşhaş anlaşmazlığı gibi konulardan dolayı ABD, AP hü-
kümetinden memnun değildir. Çağlayangil bu konudaki görüşlerini uzun bir mülakatta İs-
mail Cem’e anlatmıştır (Cem, 1993: 302–314). ABD’nin haşhaş sorunu nedeniyle üzerinde bir
baskı kurduğunu Demirel de anlatmıştır (Yetkin, 1995: 140).
3
Ordu içindeki gruplaşmalar ve farklı görüşler için bkz. (Hale, 1996: 61–62).
493
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
4
Konunun ayrıntılarını Hasan Cemal bizzat yaşadıklarının ışığında anlatmaktadır (Cemal,
1999).
5
Senato başkanı olan Arıburun, hava kuvvetleri eski komutanlarındandır.
494
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
12 Mart cuntacıları ilk tasfiyeyi ordu içinde yapmıştır. 14’ler olayına ben-
zer şekilde, 24 saat içinde, 5 general, 1 amiral ve 35 albay emekli edilmiş, bir
takım genç subayların da yerleri değiştirilmiş ve dağıtılmışlardır. 19 Mart’ta
tarafsız bir başbakan beklenmesine rağmen, CHP’li Erim, hükümeti kurmakla
görevlendirilmiştir. Erim, “bağımsız” kalabilmek için İnönü’nün icazetiyle
CHP’den istifa etmiştir. (Toker, 1993: 220, 224). Bu olay üzerine darbenin des-
teklenmemesini savunan Ecevit, genel sekreterlikten istifa etmiştir (Bila, 1999:
247–48).
Erim, kendisinden istendiği gibi bir teknokratlar hükümeti kurmuştur.
Dünya Bankası’ndan çağrılan Atilla Karaosmanoğlu ve ekibine kabinede
önemli bir yer verilmiştir. Kabinede parlamento dışından toplam 14 teknokrat
vardı. Hükümette 5 AP’li, 3 CHP’li, 1 MGP’li (Milli Güven Partisi) ve 1 de Milli
Birlik Grubu üyesi bulunuyordu (Cumhuriyet, 27.3.1971). Bir süre sonra terör
olayları artmaya devam etti ve 11 ilde sıkıyönetim ilan edildi. İsrail’in İstanbul
Başkonsolosu Efraim Elrom’un THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Parti-
si/Cemiyeti) mensuplarınca kaçırılıp öldürülmesi üzerine sola yönelik baskı
daha da arttı. Ülke çapında bir baskı havası ve tutuklama furyası başlatıldı.
İçlerinde gazeteciler, yazarlar ve öğretim üyelerinin de bulunduğu 5000 civa-
rında kişi tutuklandı. Bu arada çeşitli işkence haberleri de gündeme gelmeye
başladı (Erdoğan, 1997: 109; Zürcher, 1995: 377). Sadece sol çevreler üzerinde
değil genel olarak statükoya muhalif tüm kesimler üzerinde bir baskı havası
oluşturuldu; tüm ülke bir sıkıyönetim ve baskı ortamına sokuldu.
Bu arada, her darbenin klasikleri arasında yer alan parti kapatma süreci de
işlemeye başladı. 20 Mayıs 1971’de Milli Nizam Partisi (MNP) “laikliğe aykırı-
lık” gerekçesiyle kapatıldı.6 TİP de 20 Temmuz 1970’te anayasa mahkemesi
tarafından, Türk dilinden ve kültüründen gayri dil ve kültürleri korumak…
yoluyla “toplumda azınlıklar yarattığı” gerekçesiyle kapatıldı; parti yöneticile-
ri ise sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanıp ağır hapis cezalarına çarptırıldı-
lar. Bu dönemi büyük bir kayba uğramaksızın atlatan (ve daha sonra da hızla
büyüyen) tek parti MHP olmuştur. 12 Mart döneminde MHP’ye ve bu partinin
koruması altındaki sağcı eylemcilere dokunulmamıştır (Erdoğan, 1997: 109;
Zürcher, 1995: 378; Teziç, 1976: 326).
İlerleyen günlerde aydınlar ve sivil toplum kurulularına yönelik baskılar
artarak devam etmiştir. Bu sıralarda ortam gittikçe gerginleşmiştir. İsrail Kon-
solosu Elrom olayı, hükümeti sertleşmeye itmiştir. Bahri Savcı, Bülent Nuri
Esen, Mümtaz Soysal ve Tarık Zafer Tunaya gibi ünlü bilim adamlarının ve
bazı sanatçıların tutuklanmaları büyük ses getirmiştir. Sıkıyönetim savcıları,
bütün hızlarıyla çalışmaktadırlar. Başta Ankara olmak üzere çeşitli sıkıyönetim
savcılıklarınca7, CHP de dolaylı yollardan suçlanmıştır. Başta İnönü olmak
6
Bu partinin devamı niteliğinde, Ekim 1972’de MSP’nin kurulmasına müsaade edilmiştir.
Buradaki amacın AP’nin bölünmesini kolaylaştırmak olduğu anlaşılmaktadır. Bilgiç’e göre
Erbakan’ı yeni parti kurması için İsviçre’den getiren Muhsin Batur’dur (Özdemir, 1995: 362).
7
Anarşik olaylarda CHP’nin sorumluluğunu iddia eden savcılardan biri de, sonradan sağ
kulvarda siyaset yapacak olan, ünlü Baki Tuğ’dur. Öymen, Altan, “Ecevit 12 Mart’ı ve Sonra-
sını Anlatıyor”, Cumhuriyet, 15.2.1975, s. 4.
495
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
496
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
timinin darbeye karşı çıkmasıdır. Bu CHP tarihi açısından bir ilktir. Çünkü o
tarihe kadar “CHP+ordu=iktidar” yargısı, yaygın bir kanı olarak kamuoyunda
yer buluyordu. Ecevit liderliğindeki yeni yönetim bu yargıyı değiştirmek isti-
yordu. 12 Mart’a kadar, genellikle siyasete dış müdahalelere sıcak bakan, 27
Mayıs’ı destekleyen bir parti olarak öne çıkan CHP ilk defa olarak bir askeri
müdahaleye açıkça karşı çıkmıştır. Böylece devletçi parti/devletin partisi gö-
rümünden büyük oranda kurtulmuştur. AP’de ise tersine bir gelişme olmuş-
tur. 27 Mayıs’a muhalefet ederek vücut bulmuş bir parti, 12 Mart’a karşı ciddi
bir direnişte bulunmamıştır. AP lideri Demirel, muhtıranın ilan edildiği gün
hemencecik istifasını vermiş, sözlü veya fiili hiç bir direnişte bulunmamıştır.
Sonraki dönemlerde de ufak tefek sızlanmalar dışında genel olarak askerlerin
istekleriyle uyumlu bir politik çizgiyi takip etmiştir.
ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİ
Darbe dönemlerinin klasiklerinden biri de anayasada değişiklik yapılma-
sıdır. Toplumu ve siyaseti, tepeden mühendislik faaliyetleriyle değiştirebile-
ceklerini, yönetip yönlendirebileceklerini sanan askeri zevatın ilk yaptığı ey-
lemlerden biri anayasayı değiştirmek olmaktadır. Her darbeden sonra yaşanan
bu gelişme, bu defa da aynen vuku bulmuştur.
Erim ve Melen hükümetleri döneminde anayasada yapılan değişiklikler
esas itibariyle, 1961 Anayasasının liberal yönlerini budamaya ve devlet otorite-
sini güçlendirmeye yönelik değişikliklerdir (Erdoğan, 2003: 117). Bu değişiklik-
ler ana esaslar itibariyle şu başlıklarda toplanabilir: 1. Yürütmenin güçlendi-
rilmesi, 2. Temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, 3. Yargısal güvencelerin
zayıflatılması 4. Genel olarak askeri bürokrasinin, özel olarak da askeri yargı-
nın yetkilerinin artırılmasıyla ilgili düzenlemeler (Erdoğan, 2003: 117–118;
Gözler, 2000: 90). Buna ek olarak, ordunun elindeki malların denetlenmesi
usullerine, Sayıştay’ın bu konudaki yetkilerini sınırlayan bir “gizlilik” unsuru
getirilmiştir (Özdemir, 1995: 335). Ordu harcamaları bağlamında şunu da vur-
gulamak gerekir: Türkiye’nin askeri bütçesi 1971 yılında, 1970 yılına oranla, %
30 artırılmıştır. Özdemir’e göre “bu, Türkiye konumundaki bir ülke için ina-
nılması zor bir rakamdır.” (Özdemir, 1995: 346).
Bu dönemde, yargı bağlamında yapılan en önemli değişikliklerden biri de
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kurulması yönündeki değişikliktir. Bu mah-
kemeler 1976 yılında kaldırılıncaya kadar 3 yıl süreyle görev yapmıştır (Erdo-
ğan, 1997: 110). Güvenlikle ilgili bir gelişme de, Milli Güvenlik Kurulu’nun
anayasal konumunun güçlendirilmesi şeklinde olmuştur (Özdemir, 1995: 334).
Özetle, -61 anayasasının lüks/bol olduğu ileri sürülerek- anayasayla ve-
rilmiş bir kısım özgürlükler geri alınmıştır. Anayasa değişiklikleri dışındaki
konularda, özellikle bu dönemde çokça söz edilen “reformlar” konusunda,
sözde “partiler üstü hükümetler” başarılı olamamıştır. Anayasayla ilgili deği-
şiklikler konusunda başarılı olunmasının sebebi ise Demirel’in söz konusu
değişiklikleri kendi politikasına uygun bulmasıdır. Anayasada yapılan değişik-
likler % 80 oranında zaten Demirel’in planladığı türden değişiklikler olmuştur
(Arcayürek, 1986: 459).
497
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
498
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
499
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
500
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
CHP-MSP koalisyonu ilk önemli icraatını dış politikada gösterdi. Dış poli-
tikadaki cesur ve bağımsızlıkçı yaklaşımını ilkin, Amerika’nın aleyhte tutumu-
na rağmen haşhaş ekimi politikasında göstermiştir. 01.07.1974 tarihinde alınan
kararla 6 ilde, daha önce12 Mart yönetimince yasaklanmış olan haşhaş ekimi
resmen serbest bırakılmıştır (Öymen, Cumhuriyet, 11.7.1975: 4). Bu karar ile
Amerika ile ilişkiler gerilmiş ve Amerika askeri yardımı keserek, ambargo ka-
rarı almıştır (Özdemir, 1995b: 239). Dışişleri Bakanı’nın istekli tutumuna karşın
hükümet, dış politikanın önemli konularından olan AET konusunda ise ciddi
ve somut bir adım atmamıştır.
Hükümet ikinci önemli icraatını genel af konusunda göstermiştir. Ancak,
Cumhuriyet’in 50. Yıldönümü dolayısıyla ilan edilmesi düşünülen af konu-
sunda MSP ile CHP arasında anlaşmazlık doğmuştur. MSP, parti olarak önce-
den kabul ettiği halde, TCK’nın 141. ve 142. maddelerinden hükümlü solcu
mahkûmların aftan yararlanması, bazı MSP’lilerin meclis oylaması sırasında
aleyhte oy vermesi sonucunda, mümkün olmamıştır. Her ne kadar CHP’nin
Anayasa Mahkemesindeki girişimleri sonucu af bu maddelerden mahkûm
olanlara da uygulanmışsa da, MSP’lilerin tutumu konusunda CHP’lilerde cid-
di endişeler uyanmaya başlamış ve hükümetin istifasını isteyen görüşler gün-
deme gelmiştir (Devir, 27.5.1974: 82).
CHP-MSP hükümetinin en önemli icraatı kuşkusuz “Kıbrıs Barış Ha-
rekâtı”dır. Türkiye’de koalisyon hükümetinin kurulmasıyla 12 Mart dönemi
tamamen sona erip yeni bir döneme girilirken, Yunanistan’da ise bir darbe
olmuş ve ülke askeri yönetimin altına girmişti. Bu darbenin uzantıları bir süre
sonra Kıbrıs’a kadar uzayacak ve Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesi gerçekleşe-
cektir. Türk ordusu ilk hamlesinde önemli kazanımlar elde etmiştir… Birinci
harekât sonrasında oluşan dış tepkiler genel olarak olumludur. Dünya kamuo-
yunun ve diplomatik çevrelerin kanaatleri Türklerin haklılığı yönünde oluş-
muştur. Bir taraftan da ateşkes için, dünyadan baskılar ve temaslar gelmeye
başlamıştır. Türkiye’nin müdahalesi sürecinde Kıbrıs ve Yunanistan’daki aske-
ri yönetimler sona ermiş, sivil siyasetçiler iş başına gelmiştir. Bu arada ateşkes
görüşmeleri için taraflar Cenevre’de toplanmıştır (Erim, 1999: 11). 1. Cenevre
Konferansı Türkiye açısından başarıyla sonuçlanmıştır (Armaoğlu, 1988: 804–
805). Fakat Rumlar birçok konuda anlaşma hükümlerini ihmal etmişler ve bu
arada, anlaşma hükümlerine aykırı olarak Türklere yönelik saldırılarına devam
etmişler, büyük katliamlara girişmişlerdir (Denktaş, 1999: 387; İsmail, 1998:
142).
II. Cenevre müzakereleri boyunca Yunan ve Rum taraflarının genel taktik-
leri şöyle olmuştur: Bütün teklifleri ne reddetmek ne de kabul etmek, görüşme-
leri uzatarak zaman kazanmak, uluslararası destek sağlamak. Bunun üzerine
Türk tarafı son önerilerini 12 Ağustos 1974 tarihinde sunmuştur. Ancak, Yunan
ve Rum tarafı yine oyalama taktiğine başvurunca görüşmeler 13 Ağustos saba-
hı tıkanmıştır. Daha fazla beklemek olası değildir. Çünkü Girne bölgesine çı-
kan Türk birlikleri oldukça sıkışık bir durumdadırlar. Rum-Yunan tarafı sürek-
li olarak aldıkları takviyelerle pozisyonlarını güçlendirmekte ve çıkarma birlik-
lerimizin etrafındaki çemberi daraltmaktadırlar. Türk ordusu bu olumsuz ko-
501
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
8
Kıbrıs sorunun kronolojik gelişim süreci için TÜSİAD’ın yayın organı olan Görüş dergisinin
Kıbrıs özel sayısına bakılabilir. Dergideki önemli makalelerden ikisi şunlardır: Cengiz Çan-
dar, “2000’den Önce 2000’e Doğru” ve Yakup Beriş, “Dönüm Noktalarıyla Kıbrıs Kronolojisi”,
Görüş, Sayı: 31, Haziran 1997. En son (Kasım 2002) gündeme gelen çözüm girişimi, dönemin
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın hazırlamış olduğu plandır. Fakat bu plan da Türk tarafının
evet, Rum tarafının hayır demesi sonucunda akim kalmıştır.
502
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
Yeni hükümeti kurma görevi yeniden Ecevit’e verilmiş, fakat erken seçimi
bir ön şart olarak öne sürmesi yüzünden, CHP ile koalisyona hiç bir parti ya-
naşmamıştır. Ciddi bir seçenek olarak en son, Demokratik Parti ile ortaklık
gündeme gelmiştir. Bu seçenek de Ecevit’in “Aralık’ta seçim” koşulu nedeniyle
gerçekleşmemiştir. Çünkü yeni kurulmuş olan Demokratik Parti belli bir süre
iktidarda kalıp bir şeyler yapabilmek arzusundadır (Kıvanç, 1978: 114).
Cumhurbaşkanı, Ecevit’ten sonra hükümeti kurma görevini Kontenjan
Senatörü Sadi Irmak’a vermiştir. Irmak hükümeti güven oylamasında sadece
17 oy alabilmiştir. Fakat yerine başka hükümet kurulamadığından 12 Mart
dönemini andıran bu ara hükümet 4,5 ay göreve devam etmiştir (Özdemir,
1995: 370). Bu da siyasetçilerin başarı hanesine bir eksi olarak kaydedilmiştir.
Cephe Siyasetinin Başlaması: I. Milliyetçi Cephe Hükümeti
CHP-MSP koalisyonundan sonra, “farklı” partilerin birlikteliği başarısız-
lıkla sonuçlandıktan sonra, doğal olarak, birbirine daha çok “benzeyen” parti-
lerin birlikteliği gündeme gelmiştir. Bu da sonuç itibariyle cephe siyasetini
gündeme getirmiştir. İçine girilen yeni dönemde hem siyasal alanda hem de
sosyal alanda maalesef cepheleşme başlamıştır. Siyasal alanda Milliyetçi Cephe
(MC) hükümetleri9 ve bunun karşısında yer alan CHP hükümetleri, siyaseti
tam bir cephe anlayışı içinde yürütmüşlerdir. Sosyal alanda ise sağ-sol cephe-
leşmesi devasa boyutlara ulaşmış ve mücadelenin boyutları ileri boyutlara
vardırılmıştır. Meclis kulislerinde de sokaklarda da yoğun bir cepheleşme gö-
rülmüştür.
Sadi Irmak’ın 4,5 ay süren ara hükümetinden sonra Demirel, ünlü I. MC
hükümetini, büyük pazarlıklar ve ince hesaplarla, DP’den ayrılan Bilgiç lider-
liğindeki 9 milletvekilinin de destek vermesiyle kurmaya muvaffak olmuştur.
Bir yamalı bohça niteliğindeki hükümet, AP (16 bakanlık), MSP (8 bakanlık),
CGP (4 bakanlık) ve MHP (2 bakanlık)’den oluşmuştur (Erdoğan, 1997: 112).
Böylece Türkiye’de 12 Eylül’e kadar sürecek istikrarsız hükümetler dönemi
başlamıştır. 1973 seçimlerinden 12 Eylül 1980’e kadar geçen kısa sürede sık sık
hükümetler kurulup hükümetler yıkılmıştır; 6 yılda toplam 7 hükümet kurul-
muştur. Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir hükümet güvensizlik oyuyla düşü-
rülmüştür. Yıkılan hükümetlerin yerine kurulanlar da zayıf ve yamalı bohça
niteliğinde olduklarından onlar da uzun ömürlü olamamış ve siyaset bir kısır
döngü içinde kalmaya mahkûm olmuştur.
I. MC hükümeti döneminde yaygın bir gençlik örgütüne sahip bulunan
MHP’nin ve bir ölçüde de MSP’nin bakanlıklardaki etkinliği arttı; ayrıca MHP
gençliği artık sokaklarda kendini daha çok hissettirmeye başladı. Bu dönemde
Dev-Yol ve Dev-Sol gibi deneyimli sol örgütler de eylemlerini sürdürüyorlardı
9
MC hükümetleri, TBMM’de temsil edilen sağ eğilimli AP, MSP, MHP ve CGP'nin, sol eğilimli
CHP’nin yeniden iktidar olmasını engellemek ve yakın bir tehlike olarak gördükleri komü-
nizmin gelişmesini durdurmak amacıyla kurdukları hükümetlere, kamuoyu ve basın tarafın-
dan verilen addır. Toplam 3 MC hükümeti kurulmuştur. DP’den ayrılan dokuz milletvekili-
nin destek vermesiyle 31 Mart 1975’te, Süleyman Demirel’in başkanlığında bir koalisyon hü-
kümeti kuruldu. Bu hükümet sonradan basında ve siyasal çevrelerde I. MC hükümeti olarak
adlandırıldı.
503
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
504
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
10
Dönemin sağ siyasetçilerinde egemen olan söyleme göre, 1961 Anayasası “sola açık” bir ana-
yasadır ve sol örgütler bu anayasanın açtığı kapıdan girerek güçlenmişlerdir. “Açılan kapı”
söylemiyle kastedilen, anayasanın sosyal devlet ilkesi, sendikal haklar gibi hükümleridir.
11
Bilindiği gibi MHP’nin lideri Türkeş, 27 Mayıs darbesini önde gelen bir üyesiydi. O dönemde
edindiği şöhret ve tecrübeyi bir süre sonra siyasal alana taşımış ve bir partinin lideri olmuş-
tur.
505
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
12 Güneş bu suçlamayı açıkça kamuoyu önünde değil, bir sohbet esnasında söylemiştir. Uluç,
Hıncal, “Bülent Bey Niye Yanıt Vermez!..”, Sabah, 12.3.1997, s. 14.
506
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
507
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
13
1978 ve 79 yılına ait olayların listesi Anadolu Ajansı’nın resmi bilgilerine dayanılarak hazır-
lanmıştır. Bkz., Anadolu Ajansı, Türkiye Cumhuriyeti 80 Yıl Kronolojisi, Ankara: 2004, s. 288-
300.
508
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
509
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
14
Anadolu Ajansı, Türkiye Cumhuriyeti 80 Yıl Kronolojisi, Ankara: 2004, s. 300–307.
510
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
511
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
15
“Darbenin olgunlaşması” konusu, basında da yoğun olarak tartışılmıştır/tartışılmaktadır.
Örneğin Yıldıray Oğur bu konuda şunları yazmıştır: “Daha sonra Bedrettin Demirel de 12 Eylül
ile ilgili en kuşkulu ifşaatı yapacak `Darbe şartlarının olgunlaşması için iki sene bekledik` diyecekti. Ev-
ren`in darbe için bıçağın kemiğe dayanmasını beklediği, Demirel`in `şartların olgunlaşmasını bekledik`
dediği süre içinde Abdi İpekçi, Nihat Erim, Gün Sazak öldürüldü, Maraş olayları oldu. Şiddetin dozu
tırmandıkça tırmandırıldı. Şartların darbeye hazırlanmasında medya da yine üzerine düşen vazifeyi
yapıyordu. Bedrettin Demirel`in Evren`e o gün tam olarak ne söylediğini ise oğlu Devrim`in, (isme
512
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
Benim kanaatim, 1978'de, en geç 1979'da müdahalenin yapılmasıydı, her gün cinayetler iş-
leniyor, önlenemiyor, tırmanıyordu. Bu yargımı, Sayın Evren'e, daha 1978'de, hele 1979'da
açık seçik söyledim (...) Sayın Evren, bütün bu olumsuz durumu görüyordu, kabul ediyor-
du. Fakat bir ordu müdahalesi için ‘zamanın iyi seçilmesi’ kanaatinde idi. Gerçekten içeride
ve dışarıda politik atmosferin ordu müdahalesine uygun bir tarihte yapılması gerekebilirdi.
Darbeye giden sürecin iç dinamikleri yukarıda özetlenmiştir. Elbette bu
sürecin dış dinamikleri, özellikle de ABD kaynaklı dinamikleri, mevcuttur.
İran devrimi dolayısıyla Ortadoğu’da mevzi kaybeden ABD’nin ve NATO’nun
çeşitli yollarla darbe yönünde teşviklerde bulunduğu, Türkiye’yi sağlama al-
maya çalıştığı bilinmektedir. Darbe sonrasında ABD’lilerin “bizim çocuklar ba-
şardı” dedikleri de malumdur. Fakat burada dış dinamiklerin ayrıntısına giril-
meyecektir.16
DEĞERLENDİRME VE GEÇİCİ SONUÇ
Ana hatlarıyla 70’li yıllara göz atan her gözlemcinin ilk fark edeceği şey,
siyasal ve sosyal alanda yoğun bir kaos ve istikrarsızlık görüntüsü olacaktır.
Girişte de belirtildiği gibi bu istikrarsızlığın temel nedeni askeri darbelerdir.
Askeri darbeye maruz kalmış her demokrasi defolu bir demokrasidir. 70’li
yılların demokrasisi iki defa (27 Mayıs ve 12 Mart) darbeye maruz kalmış bir
demokrasidir. O nedenle de bu dönem, istikrarsızlık ve kaosun yoğun olarak
görüldüğü bir dönemdir.
İstikrarlı ve defosuz bir demokrasi için öncelikle darbelerin tamamen ön-
lenmesi gerekiyor. Fakat bununla da her şey yoluna girecek değildir. Kalaycı-
oğlu’nun vurguladığı gibi Türkiye’de demokrasi kendiliğinden ortaya çıkma-
mıştır. Bu nedenle de demokrasinin pekişmesi ve istikrar bulması için özel
çaba ve düzenlemelere, özellikle toplumsal sermayeyi güçlendirmeye yönelik
girişimlere gerek duyulmaktadır (Kalaycıoğlu, 2008: 251, 275).
Bugün, geriye doğru bakıldığında, özellikle Ergenekon davası ekseninde
dikkat) röportajı yapan Yavuz Donat`a gönderdiği ve `ailemiz için çok önemli` dediği nottan öğreniyo-
ruz: `Babam, Evren`e ordunun alt kademesi rahatsız, alt kademeden serzenişler geliyor demişti.’…”
Yıldıray Oğur, “12 Eylül`ün darbeci solcusu: Ali Haydar Saltık”, Taraf, 17.09.2008. Beklenilen
süre konusunda farklı aktarımlar da bulunmaktadır. Bu konuda Evren’le bir görüşme yapan
Nazım Alplan şu bilgileri vermiştir: “O yılların 2. Ordu Komutanı Orgeneral Bedrettin Demirel
1988`de Milliyet`ten Yener Süsoy`a `12 Eylül`ü aslında bir yıl önce yapacaktık ama olgunlaşmasını
bekledik!` demişti. (…) Çekim bittikten sonra çay içerken Bedrettin Demirel`in yukarıdaki sözlerini ha-
tırlatıp, `olgunlaşmanın` kendileri için ne ifade ettiğini sordum. Evren, `hah` dedi, ‘Bedrettin Paşa bir
an önce yapalım diyordu da ben engelliyordum! Onu söylemiş, kendisi öyle istiyordu!’…” Nazım
Alpman, “12 Eylül`e selam olsun!”, Birgün, 13.9.2008. Bedrettin Demirel kendisiyle yapılan bir
söyleşide sorulan “O halde neden bir yıl önce darbe yapmadınız da beklediniz?” sorusuna şu cevap-
ları vermiştir: “Olmadı çünkü vasat... genel kanaat... kamuoyu... Kamuoyu aynı merkeze tevcih edil-
medikçe, tasvibini almadıkça… Olgunlaştırmak... Artık olsun değil de... Kamuoyu artık çare kalmadı.
Biz demokrasiyi de zedelemeyiz. Maksat, başka bir kurtuluş yolunun kalmadığını bütün vatandaşlar
idrak etsin'' (Milliyet, 15-16.9.1988) Kimi kaynaklarda da Evren’in “1,5 yıl bekledik” sözleri yer
almaktadır. Sonuçta, beklenilen süre ile ilgili farklı rivayetler olsa da, şartların olgunlaşması
için belli bir sürenin kasten beklendiği yolunda ciddi kanıtlar bulunmaktadır.
16
Ayrıntılar için şu kaynaklara bakılabilir: M. Ali Birand, 12 Eylül, Saat 04.00, İstanbul: Karacan,
1984; Çetin Yetkin, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika, Ankara: Ümit, 1995; Cüneyt Arcayü-
rek, Darbeler ve Gizli Servisler, Ankara: Bilgi, 1989.
513
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
17 Bu deyimi ilk kullanan 27 Mayıs cuntasının liderliğine getirilen General Cemal Gürsel’dir. 27
Mayıs ihtilalinden sonra 24. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti`ni kuran dönemin Başbakanı
Cemal Gürsel, hükümet programında ‘İkinci Cumhuriyet’ tanımına yer vererek bu ifadeyi ilk
kez kullanan isim olmuştur. Gürsel 30 Mayıs 1960`da 24. Türkiye Cumhuriyeti ve 1. Gürsel
Hükümeti Programını okurken, “İkinci Cumhuriyet`in Anayasası, ilmin ve geçmiş uzun yılla-
rın acı tecrübelerinin ışığı altında, memleketin mümtaz ilim adamlarının geceli gündüzlü ça-
lışmalarıyla, memleket aydınlarının bu çalışmalara anketler vasıtasıyla katılmaları suretiyle
hazırlanmaktadır…” ifadelerini kullandı. Böylece “İkinci Cumhuriyet” deyimi Türk siyasi li-
teratürüne kazandırılmış oldu. Bkz. Anka Ajansı, 18.9.2007.
514
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
darbe yönetimi iki partili yapıyı engelleyici tarzda siyasal mevzuatı yeniden
düzenlemiştir; TSK’nın vesayetini mümkün kılacak ve DP türünden güçlü
partilerin doğmasını önlemeye dönük olarak siyasal parti sistemini parçalı ve
zayıf bir tarzda yeniden inşa etmiştir. 27 Mayıs’ın DP’yi cezalandırmasına ben-
zer şekilde 12 Mart da, zamanla güçlenip DP gibi olmak durumuna yükselen
AP’yi cezalandırmıştır. 12 Mart darbesinden sonra (AP’nin bölünmesi operas-
yonundan sonra) CHP, AP, MSP, MHP, CGP ve Demokratik Parti’den oluşan 6
partili bir siyasal tablo ortaya çıkmıştır. Buna bir de bağımsızları eklediğimizde
tablo daha da karamsar hale gelmektedir. Zamanla Demokratik Parti ve CGP
iyice zayıflamış olsa da, hükümetler çok zor kurulduğu için, birkaç sandalyey-
le de olsa bu partiler kabinede kendilerine yer bulabilmişlerdir. 27 Mayıs ya-
samayı Anayasa Mahkemesi ve Senato yoluyla, yürütmeyi de MGK ve yargı
(özellikle Danıştay) yoluyla vesayet altına almış, “siyasetçilere güvenmeme”
esasına dayalı yeni bir düzen kurmuştur. Sonuçta, askeri ve sivil bürokrasiden
oluşan vesayet makamları, neredeyse ekonomi dışındaki tüm konularda onay
ve yönlendirme makamı haline gelmişlerdir. Siyasetçi sınıfına, sadece ekono-
minin çarkını çevirmek görevi bırakılmıştır.
Özetle, seçim kanunu ve siyasal partiler kanunundaki operasyonlardan
sonra çok parçalı, çok partili, bölünmeleri ve küçük partileri teşvik eden, kırıl-
gan ve zayıf bir siyasal parti sistemi ortaya çıkmıştır. Doğal olarak bu yapı da
zayıf ve kırılgan hükümetleri doğurmuştur. Siyasal üst yapıdaki bu durum
aşağıya da yansımış ve toplumda da bir parçalanma ve kırılma ortaya çıkmış-
tır. 1965–69 arasındaki istisnai durumu18 hariç tutarsak, 27 Mayıs 1960 ile 12
Eylül 1980 arası dönemde tek parti hükümeti kurulamamıştır. Kırılgan ve zayıf
koalisyon hükümetleri kurulabilmiş, bunlar da kısa ömürlü olmuş ve sonuçta
siyasal istikrar sağlanamamıştır. Örneğin 1973 seçimlerinden sonraki 6 yıl için-
de 7 hükümet kurulmuştur. Ortalama olarak hükümetlerin ömrü bir yılın bile
altına düşmüştür; her yeni hükümet yeni pazarlıklara ve yeni yozlaşmalara
davetiye çıkarmıştır.
27 Mayıs darbesinin kurduğu “yeni düzen” ve bu düzenin doğru-
dan/dolaylı sonuçları topluca göz önüne alınıp değerlendirildiğinde, siyasetçi-
lerin 12 Eylül öncesindeki basiretsizlik ve başarısızlıklarının ikincil (türemiş)
düzeyde olduğu görülmektedir. Bu noktada vurgulanmalıdır ki, dönemin si-
yasal aktörleri, siyasetin/demokrasinin alanını iyice daraltan statükoya karşı
cephe oluşturmak yerine, kendi aralarındaki siyasal mücadeleyi cephe siyaseti
şeklinde yürütmüşler, siyaset karşıtı güçler karşısında güçlerini birleştirmemiş,
bir büyük uzlaşıyı gerçekleştirememişlerdir. Siyasetçilere esaslı bir kusur at-
fetmek gerekiyorsa en önemli konu olarak bu nokta üzerinde durulmalıdır.
Son tahlilde, siyasetçiler demokrasi karşıtı güçlerle, derin organizasyonlarla,
devlet içine yuvalanmış çetelerle mücadelede yetersiz ve etkisiz kalmışlardır.
18 DP’nin mirasçısı olarak güçlenen ve yükselen AP, 1965–69 arasında, “düzen”in bütün engel-
lemelerine karşın, tek partili bir hükümet kurmayı başarmıştı. 12 Mart darbesi, güçlü AP’yi
bölmek ve zayıflatmak için sisteme tekrar müdahale etmiş, MSP’nin kurulmasını teşvik de
dâhil olmak üzere, birçok operasyondan sonra AP’yi %30 seviyesine düşürmeye muvaffak
olmuştur.
515
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
19
Türkiye’de askeri yönetim 12 Eylül 1980’de başlamış, 24 Aralık 1983 tarihinde Özal hüküme-
tinin güvenoyu almasıyla sona ermiştir. Yaklaşık 3,5 yıl sürmüştür. PKK’nın ilk büyük çaplı
eylemi ise 17Ağustos 1984 tarihinde gerçekleşmiştir. PKK bu ilk büyük eyleminden sonra ey-
lemlerine devam etmiş, bütün askeri tedbirlere karşın varlığını günümüze kadar sürdürmüş-
tür…
20 Yalman bu açıklamaları gazeteci Fikret Bila’ya yapmıştır. Bkz. Fikret Bila, “Emekli Org. Aytaç
Yalman Paşa Anlatıyor: PKK Sorunu Sosyal Aşamada Çözülmeliydi”, Milliyet, 3.11.2007.
516
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
517
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
KAYNAKÇA
____ “Ve Zafer Yine Halkın”, Halk, 12.12.1973.
____ TBMM Tutanak Dergisi, 10.9.1980, C. 1
____ “Mahalli Seçim”, Yankı, 17–23.12.1973
AHMAD, Feroz, Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Sarmal, 1995.
AHMAD, Feroz. Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945–1980), İstanbul: Hil Yayın, 1994.
AKŞİN, Sina. “Düşünce Tarihi: 1945 Sonrası”, Bugünkü Türkiye 1980–1995, (Ed.) Sina Akşin,
İstanbul: İletişim Yayınları, 1995
ALATLI, Ertuğrul, Belgeleriyle 09 Mart 1971 “Antiparlamenterist-Baascı” Darbe Girişimi, İstan-
bul: Alfa, 2002.
ALBAYRAK, Sadık. Türk Siyasi Hayatında MSP Olayı, İst.: Araştırma Y., 1989.
ALPMAN, Nazım, “12 Eylül`e selam olsun!”, Birgün, 13.9.2008.
ALTUĞ, Kurtul. 27 Mayıs’tan 12 Mart’a, İstanbul: Yılmaz, 1991.
ANADOLU AJANSI, Türkiye Cumhuriyeti 80 Yıl Kronolojisi, Ankara: 2004.
ARCAYÜREK, Arcayürek, Darbeler ve Gizli Servisler, Ankara: Bilgi, 1989.
ARCAYÜREK, Cüneyt. 12 Eylül’e Doğru Koşar Adım, Ankara: Bilgi, 1986.
ARCAYÜREK, Cüneyt. Çankayaya Giden Yol, Ankara: Bilgi, 1985c.
ARCAYÜREK, Cüneyt. Demokrasinin Sonbaharı 1977–1978, Ankara: Bilgi Yayınları, 1985a.
ARCAYÜREK, Cüneyt. Müdahale’nin Ayak Sesleri 1978–1979, Ankara: Bilgi Yayınları, 1985b.
ARMAOĞLU, Fahir. 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Ankara: İş Bankası, 1988.
BARLAS, Mehmet. “Turan Güneş Yorumluyor”, Türkiye’de Darbeler ve Kavgalar Dönemi,
İstanbul: Birey Yayınları, 2000.
BARUTÇU, Ecmel. Hariciye Koridoru, Ankara: 21. Yüzyıl, 1999.
BATUR, Muhsin. Anılar ve Görüşler, İstanbul: Milliyet, 1985.
BİLA, Fikret, “Emekli Org. Aytaç Yalman Paşa Anlatıyor: PKK Sorunu Sosyal Aşamada
Çözülmeliydi”, Milliyet, 3.11.2007.
518
19. Bölüm: Türkiye’nin Siyasal ve Sosyal Kaos Dönemi / Cemal Fedayi
519
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ÖZDEMİR, Hikmet. “Siyasal Tarih (1960-1980)”, Sina AKŞİN (ed.), Çağdaş Türkiye 1908-1980,
İstanbul: Cem Yay., 1995b.
ÖZDEMİR, Hikmet. Ordunun Olağandışı Rolü, İstanbul: İz, 1994.
ÖZDEMİR, Hikmet. Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul: İz Yayınları, 1995.
PULUR, Hasan. Olaylar ve İnsanlar 2, Ankara: Bilgi, 1978.
SARIBAY, A. Yaşar, Türkiye’de Modernleşme, Din ve Parti Politikası- MSP Örnek Olayı, İstan-
bul: Alan, 1985.
SEL, N., Milliyetçi Cephe. İstanbul: Habora, 1975.
SİMAV, Akın. Turan Güneş’in Siyasal Kavgaları, İzmir: İstiklal Matbaası: 1975.
TEZİÇ, Erdoğan. Siyasi Partiler (Partilerin Hukuki Rejimi ve Türkiye’de Partiler), İstanbul: Ger-
çek Yayınları, 1976.
TOKER, Metin, İsmet Paşa’nın Son Yılları 1965–1973, Ankara: Bilgi, 1993.
TURAN, İlter, “Türkiye’de Siyasal Kültürün Oluşumu”, Türk Siyasal Hayatının Gelişimi,
ed. E. Kalaycıoğlu, A.Y. Sarıbay, İstanbul: Beta, 1986.
TURAN, Şerafettin. İsmet İnönü: Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, Ankara: Kültür Bakanlığı, 2000.
ÜSKÜL, Zafer, Siyaset ve Asker, İstanbul: Afa, 1989.
YETKİN, Çetin, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika, Ankara: Ümit, 1995.
ZÜRCHER, E.J. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim, 1995.
520
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
20. BÖLÜM
1971–1980 DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
M. Seyfettin EROL∗
GİRİŞ
1971–1980 dönemi, Türk dış politikası açısından özellikle de Batı ile ilişki-
lerde keskin iniş ve çıkışların yaşandığı ve bu kapsamda milli ve bağımsız dış
politika arayışlarının daha etkin bir şekilde gündeme getirilmeye başlandığı
bir dönemdir. Dış politikada 1960’larda başlayıp 1970’li yıllarda da etkisini
sürdürmeye devam eden “görece özerk”1 ve “Kıbrıs sorunu” ile birlikte, ABD
ve NATO ile ilişkilerin sorgulanmaya, gözden geçirilmeye ve somut adımların
atılmaya devam edildiği 1971–1980 dönemi, ya da “kararlılık yılları” olarak da
kabul edilmektedir.
Bu kapsamda, dış politikada ABD’ye rağmen birçok önemli kararın alın-
dığı, Batı’ya ekonomik ve siyasi yönden bağımlılığın azaltılmaya çalışıldığı ve
özellikle de ABD askeri ambargosu sonrası, güvenlik politikalarında “Milli
Savunma Doktrini”nin ortaya atıldığı bu dönem, dış politika uygulamaları
itibarıyla kendi içinde iniş-çıkışların da yaşandığı bir dönem olarak karşımıza
çıkmaktadır.
1965–1971 tarihleri arasında istikrarlı tek parti dönemi yaşayan, Jüpiter
Krizi ve Johnson Mektubu sonrası dış politikasında çok yönlülük doğrultu-
sunda açılımlarını devam ettiren Türkiye açısından 1971–1973 yılları, 1960’lı
yıllarla, 70’li yılların ikinci yarısı arasında adeta bir “kesinti dönemi” olarak
karşımıza çıkmaktadır.2 Diğer bir ifadeyle, 12 Mart Muhtırası ile kesintiye uğ-
rayan Türk siyasal hayatı dış politikada da başlamış olan yeni sürecin devam
ettirilmesine bir süreliğine de olsa olanak tanımamıştır. Nitekim Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin müdahalesi sonrası iki yıl süre “partiler üstü” sivil hükümet
aracılığıyla yarı askeri bir rejim tarafından yönetilen Türkiye, ABD ile ikili iliş-
kilerde baş gösteren sorunları çözüm yolunda önemli adımlar atmış ve ilk ola-
rak da ülkede haşhaş ekimini ABD’nin talebi çerçevesinde yasaklama yoluna
gitmiştir. Kuşkusuz, bu yönüyle 12 Mart vb. askeri müdahalelerin Türk-
Amerikan ilişkilerindeki rolü ve üstlendiği misyon karşımıza o dönemde de
çıkmaktadır.
∗
Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
521
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
İki yıllık bir geçiş sürecinin ardından gerçekleştirilen 1973 ve 1977 seçimle-
rinde hiçbir parti hükümeti tek başına kurmak için yeter çoğunluğu sağlaya-
mamış ve bu “kayıp yıllar” boyunca ülkede en az yedi koalisyon hükümeti
kurulmuştur. Hiç kuşkusuz, siyasi alandaki bu istikrasız yapının iç politikada
olduğu kadar dış politikada da olumsuz sonuçları olmuştur. Nitekim 1973’ten
sonra gelen hükümetlerin en önemli gayreti, iktidarda kalmak veya siyasi ha-
sımlarının iktidara gelmesini önlemek olarak karşımıza çıkmaktadır. Koalisyon
hükümetleri bu dönemde dış politikada bir takım değişiklikler yapmaya ça-
lışmakla birlikte, ne yeni stratejiler geliştirebilmiş ne de etkin bir dış politika
izleyebilmiştir.3 Beklenmedik krizlere müdahale etme ötesinde fazla bir etkin-
lik gözetemeyen bu hükümetler açısından Kıbrıs Barış Harekâtı ve sonrasında
özellikle ABD ile yaşanan gelişmeler, en önemli dış politika sorunları olarak
gündemdeki yerini almıştır. Bu istikrarsızlık süreci, 12 Eylül 1980 askeri mü-
dahalesine kadar devam etmiştir. Diğer bir ifadeyle, ABD’nin Ortadoğu’daki
en önemli müttefiklerinden İran’ı (İslam Devrimi sonrası) kaybetmesi ve Afga-
nistan’ın SSCB tarafından işgali, Washington’u Türkiye konusunda daha radi-
kal adımlar atmaya sevk etmiştir.
1970’li yılların sonunda Türkiye’nin bölgede artan stratejik önemi, Was-
hington açısından Türk-Amerikan ilişkilerinin klasik çizgiye taşınmasını kaçı-
nılmaz kılmıştır. Bu kapsamda bölgede istikrarlı ve Batı’ya bağlı bir Türkiye
için bildik senaryo bir kez daha uygulanmaya konulmuştur. Türkiye’nin dış
politikada milli ve bağımsızlık arayışlarını yaklaşık olarak yirmi yıl kesintiye
uğratan 12 Eylül darbesi yapılmıştır. Dolayısıyla bu bölümde 1971–1980 dö-
nemi; 1971–1973, 1974–1977 ve 1978–1980 alt dönemleri içinde ele alınmakta ve
Türk dış politikasına etki eden dönemsel gelişmeler ve yapısal faktörler analiz
edilmek suretiyle, Cumhuriyet tarihi içindeki yeri ele alınmaya çalışılmaktadır.
A. 1971–1973 DÖNEMİ
Bu döneme damgasını vuran temel olay, hiç kuşkusuz Türkiye-ABD haş-
haş krizidir. 1960’lı yıllardan itibaren ABD yönetiminin ülkede tüketimi artan
uyuşturucu madde kullanımının önüne geçme noktasında almaya başladığı
tedbirler, Nixon döneminde Türkiye’yi de içine alan ülkelere dönük bir baskı
politikası haline dönüştürülmüştür. Nixon yönetiminin özellikle 1969’dan iti-
baren “uyuşturucunun gerçek kaynağı olan ülkelere” ve bu kapsamda Türki-
ye’ye dönük başlattığı kampanya, Ankara-Washington ilişkileri açısından
“Johnson Mektubu” olayı sonrası önemli bir kriz olmuştur.
Söz konusu baskılar karşısında ABD isteklerine uzunca bir süre direnen
Demirel Hükümeti, 11 Şubat 1970’de bütçenin reddedilmesi üzerine istifa et-
miş fakat Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından tekrar Başbakan olarak
görevlendirilmiştir. Yalnız, Demirel artık ABD karşısında eskisi kadar kuvvetli
değildir. Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Eliot Richardson’ın, ABD’ye giren
uyuşturucunun yüzde 80’inin Türkiye kaynaklı olduğu iddiasını bir kez daha
gündeme getirmesi ve bu kapsamda üretimin bir an önce durdurulmasını, aksi
halde Türkiye’ye yapılan askeri yardımların askıya alınabileceğini ifade etmesi
üzerine Ekim 1970’de Bakanlar Kurulu haşhaş ekim alanlarını sınırlama yolu-
na gidecektir. Fakat bu karar, üretimin tamamen yasaklanmasını isteyen Was-
522
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
523
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
524
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
525
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Bu kapsamda bütün dengeleri altüst etse de ikinci bir harekât, gerek askeri
gerekse diplomatik açılardan Ankara için kaçınılmaz kabul edilmekteydi. Bu-
nun kaçınılmaz bir sonucu olarak İkinci Cenevre Konferansı’nın da başarısızlı-
ğa uğramasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri 14 Ağustos 1974’te İkinci Barış Ha-
rekâtı’nı gerçekleştirdi.
ABD, Türkiye’nin birinci harekâtına karşı oldukça dikkatli bir dil kulla-
nırken, ikinci harekât sonrasında çok daha eleştirel bir dil kullanmaya başladı.
ABD’deki karar alıcılara göre, Türkiye ve Yunanistan arasındaki bir savaş,
NATO’nun güney kanadının sonu olabilirdi. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı
sözcüsü Robert Anderson, Türkiye’nin askeri müdahalesini esefle karşıladıkla-
rını, fakat aynı şekilde bu müdahaleyi uyaran eylemleri gerçekleştirmiş olan
Yunanistan’ı da kınadıklarını açıklamaktaydı. Bu arada ABD, Türkiye’nin mü-
dahalesinin önlenmesi konusunda kendisine güvenen Yunanlıların bu konu-
daki hayal kırıklıklarını azaltmak için de bazı girişimlerde bulunmaktaydı.20
Aynı şekilde ilk harekâtı destekleyip, olaylardan Yunanistan’ın cunta iktidarını
sorumlu tutan Ortak Pazar da, bu kez Türkiye’yi çok ağır şekilde suçlayanlar
arasında yer almaktaydı.21 Dünya kamuoyu ikinci harekât ile Türkiye aleyhine
dönmeye başlamıştı.
Kıbrıs müdahalesi nedeniyle ABD Kongresi, Yunan Lobisi’nin baskısıyla,
1975–1978 yılları arasında Amerikan silahlarının NATO dışı bir eylem için kul-
lanılmamasını gerektiren kanuna dayanarak Türkiye'ye silah ambargosu uygu-
ladı. Kongre’nin silah ambargosu taraftarları Türkiye’nin ilk müdahalesini
kabul ediyor ancak ikinci kademede Amerikan silahları kullanılmasının am-
bargoya sebep olduğunu söylüyor,22 fakat Yunanlıların Kıbrıs’a yaptıkları mü-
dahalede Amerikan silahlarının kullanılmış olmasını dikkate alınmıyordu.23
“Türkiye’ye Yapılan Silah Satışlarının ve Verilen Askeri Kredilerin Durdu-
rulması”na yönelik karar süreci, Ford-Kissinger ikilisi ile Senato ve Temsilciler
Meclisi arasında uzun bir mücadeleye sahne oldu. Neticede, son olarak 17 Ara-
lık 1974’te Senato’da ve 18 Aralık’ta Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen kararı
Başkan Ford 30 Aralık’ta onaylayarak yasalaştırdı. Bu kararın alınmasıyla bir-
likte ABD’nin Türkiye’ye silah satışı 5 Şubat 1975’te durduruldu.
Diğer taraftan, ABD Kongresi üst üste ambargo kararları alırken, Ankara
ülkedeki iç siyasi istikrarsızlık ortamından dolayı bu ambargo kararı sürecine
yeterince müdahale edememişti. O sıralarda iç politika konularında anlaşmaz-
lığa düşen CHP-MSP koalisyon hükümeti 19 Eylül 1974’te istifa etmiş, Demirel
ve Ecevit yeni bir hükümet kuramayınca da bu koalisyon hükümetinin yerini
Cumhurbaşkanı Korutürk tarafından görevlendirilen Sadi Irmak başbakanlı-
ğında bir teknokratlar hükümeti almıştı. Buna rağmen, Türk diplomatlarının
ABD yöneticilerine ve Kongre üyelerine şu görüşleri ilettikleri görülmektedir:24
a) Kıbrıs müdahalesi, antlaşmalar kaynaklı haklı nedenlere dayanmakta-
dır. Dolayısıyla silah ambargosu haksızlıktır.
b) Ambargo kararı, Rum tarafının uzlaşmaz tutumunu cesaretlendirip
Türkiye’yi psikolojik baskı altına sokarak Kıbrıs müzakerelerinin baş-
lamasına engel olur.
526
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
527
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
528
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
529
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
“Dokuzlar” denen, AET üyesi dostlarımızın son arabuluculuk önerilerine de kısaca değin-
mek isterim. “Dokuzlar” son zamanlarda Türkiye’ye yeterince iyi niyet ve anlayış göster-
memişlerdir. Hatta, Kıbrıs konusunda ve Türk-Yunan ilişkileri konusunda Türkiye aleyhine
taraf tutmuşlardır. Bu tutumlarını sürdürdükçe, tarafsız arabulucu gibi kabul edilemezler.
Kıbrıs’taki iki ayrı yönetim gerçeğine rağmen, Kıbrıs’ın tek temsilcisi olarak Rum yönetimi-
ni kabul etmeleri ve öylece Kıbrıs yönetimine bir çeşit ekonomik ambargo uygulamaya kal-
kışmaları, bu konuda taraf tuttuklarının açık bir kanıtıdır. Hazırlıklı olmadığı halde Yuna-
nistan’ı AET’ye tam üye olarak kabul etmeye hazırlanırken, Türkiye’yi de aralarındaki da-
nışma mekanizmasına davet edebilirlerdi. Böyle bir iyi niyet jestine de gerek görmemişler-
dir. Gerçi Dokuzlar’ın bu gibi davranışlarında Türk Hükümetinin yeterince kararlı ve açık
bir tutum izlememesi de etken olmuştur. Ama bu, Dokuzlar’ın Türkiye’ye yeterince iyi ni-
yet göstermedikleri gerçeğini değiştirmez.
Yalnız bu dönemde Almanya Türkiye’ye askeri yardımı arttırarak ambar-
gonun bazı etkilerinin giderilmesinde yardımcı olacaktır.36 Bu arada, 1975 yı-
lında Yunanistan, Kıbrıs olayının şoku ve devrilen askeri Cunta dolayısıyla
yeniden güç kazanmak için AET’ye başvurduğunda Topluluk Türkiye’yi de
uyarmış, Genel Sekreter E. Noel, Türkiye’nin temsilcisi Tevfik Saracoğlu’na
önce giren Yunanistan’ın sonradan vetosunu kullanarak, Türkiye ile Toplulu-
ğun ilişkilerini engelleyeceğini bildirmiştir. Fakat dönem, Demirel’in Adalet
Partisi ile Erbakan’ın Milli Selamet Partisi’nin ve Türkeş’in MHP’sinin kurdu-
ğu ‘Milliyetçi Cephe’ dönemi idi. Çağlayangil, Dışişleri bakanı olarak Demi-
rel’den işareti almış ve tavrını koymuştur: “Erbakan’lı hükümet Avrupa Toplulu-
ğuna girişi onaylamayacağı için, başvuru yapılması gereksizdi.”37
Netice itibarıyla Türkiye-Batı ilişkilerinde bu döneme damgasını vuran
hadise Kıbrıs Barış Harekâtı ve ABD ambargosu olmuştur. Ambargoda başrolü
oynayan Kongre, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda geri adım atmasını hedefle-
miş, fakat bu adım tam tersi bir sonuç vermiştir. Diğer taraftan özellikle Rum
asıllı Kongre üyelerinin ulaşmaya çalıştıkları bir diğer hedefe ise kısmen ula-
şılmış ve Türk ordusu mevcut silahların yedek parçalarının temini konusunda
sıkıntıya düştüğünden dolayı kısmen zarara uğramıştır. Fakat bu olumsuz
durum beraberinde TSK’nın alternatif silah sistemlerine yönelmesine ve ülke-
de milli savunma sanayinin geliştirilmesi yönünde milli bir iradenin ortaya
çıkışına zemin hazırlamıştır. Ayrıca, ülkede ABD’ye karşı eğilimlerde ciddi bir
tavır değişikliği kendini hissettirmeye başlamış, Türk kamuoyunda Amerikan
karşıtlığı daha da güç kazanmıştır. Tüm bu gelişmeler sonucu Türkiye, yeni dış
politikası çerçevesinde Doğu, Batı ve Arap ülkeleri arasında kendisini dengede
tutabilecek tek dayanak noktası olarak AET’yi görerek Batı Avrupa ile bütün-
leşme sürecine hız kazandırmak istemiş ama 12 Mart muhtırasıyla kesintiye
uğrayan Türk siyasal hayatı dış politikada da başlamış sürecin tamamlanması-
na olanak tanımamıştır. Güvenilir bir müttefik olduğumuzu göstermiş ama
ittifak bağlantılarımız dışında kalan dünyaya daha çok açılmaya başlamıştık.38
Türkiye artık sadece kendi güvenliğini ilgilendiren konularda kendine yeterli
olması gerektiğini idrak etmeye başlamıştır. Johnson Mektubu ve Amerikan
silah ambargosunun etkileriyle dış politikada çok taraflı ilişkilerin önemi orta-
ya çıkıyordu.39
530
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
531
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
olumlu oy vererek bir kez daha Arap-İsrail sorununda Araplardan yana tavır
almıştır.43
Ayrıca, 12 Mart Dönemi’nden sonra 70’li yıllar boyunca Türkiye’nin Arap
ülkeleriyle ilişkilerinin giderek gelişmesine paralel olarak İKÖ ile ilişkilerinin
de geliştiği görülmektedir. Bu kapsamda 1975’te Cidde’de gerçekleştirilen İKÖ
Dışişleri Bakanları Konferansı’na ilk kez Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri
değil, bizzat Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil katılacaktır. Türkiye’nin
attığı bu adıma yanıt gelmekte gecikmeyecek ve aynı toplantıda Kıbrıs Türk
Federe Devleti Başkanı Rauf Denktaş, Devlet Bakanı Çelik ve Kıbrıs Müftüsü
konferansa “konuk” olarak kabul edileceklerdir. Yine, İKÖ konferansı 12–15
Mayıs 1976 tarihleri arasında İstanbul’da toplandığında, 1969’daki Rabat top-
lantısına bu katılımın laiklik ilkesiyle çelişip çelişmeyeceği hususunda tered-
dütler yaşayan Türkiye’nin artık bu türden tartışmaları çoktan aştığı ve bölge
ile ilişkilerini geliştirme noktasında yeni bir gündem belirlediği görülmektedir.
Nitekim İstanbul’daki konferansta Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün mesajı
okunmuş, Başbakan Süleyman Demirel ise bir konuşma yapmıştır. Filistin ko-
nusunda Araplarla bir kez daha birlikte hareket edileceğinin altı çizilmiş ve
Türk heyetinin girişimiyle kültürel ve bilimsel işbirliği için iki merkezin ku-
rulmasına karar verilmiştir.44
C. 1978–1980 DÖNEMİ
1. Batı’yla İlişkiler
1970’lerin sonlarına ABD ile olan ilişkilerde yaşanan sıkıntılar, Sovyet teh-
didinin azalması ve Türkiye’nin yaşadığı ekonomik sorunlar, Bülent Ecevit’in
“yeni bir milli güvenlik ve savunma kavramıyla dış politika” benimsemesine
yol açmıştır.45 Ecevit, Türkiye’nin NATO çerçevesinde çok ağır bir yük altına
girdiğini ve ABD’ye fazla bağımlı hale geldiğini savunarak, Türkiye’nin kuv-
vet indirimine gitmesini, kendi savunma sanayisini geliştirmesini ve komşu
ülkelerle karşılıklı güven esasına dayalı ilişkiler geliştirmesini savunmaya baş-
lamıştır. Bu kapsamda Haziran 1978’de Sovyetler Birliği’yle “İyi Komşuluk
Dostluk ve İşbirliği” prensiplerine dayalı bir siyasi belge imzalanmıştır. Fakat
bu belge, SSCB’nin üzerinde çalıştığı saldırmazlık paktından daha fazlasını
içermekteydi. Nitekim Ecevit antlaşmanın neticeye varması için Moskova’ya
gerçekleştirdiği ziyarette Sovyetlerin artık Türkiye’nin güvenliğine yönelik bir
tehdit oluşturmaması nedeniyle, Ankara’nın ABD ve NATO ile olan işbirliğini
azaltacağını duyuracaktır. Yalnız bu açıklama, hiç kuşkusuz, Sovyetlerin bir
beklentisi olan Türkiye sınırları içindeki ABD üslerini kapatma ve Ankara’nın
NATO üyeliğinden çekilmesi anlamına da gelmemekteydi. Nitekim Ecevit
yaptığı açıklamada bu hususu şu şekilde dile getirmekteydi: “Yeni milli savun-
ma kavramı… NATO üyeliğinin devam etmesine bağlı olmamalıdır… Her şeye rağ-
men NATO’dan ayrılmak niyetinde değiliz.”46
ABD yönetiminin Kongre üzerindeki etkisini tekrar kazanmasına paralel
olarak Türkiye’ye silah ambargosunun 12 Eylül 1978’de tamamen kaldırmasıy-
la Ankara-Washington krizinde ibre tersine dönmeye başlamıştır. Ambargo-
nun 1978’de kalkmasının ardından Türkiye-ABD ilişkilerinde belirli bir iyileş-
532
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
533
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
534
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
535
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Hiç kuşkusuz, yakın tarihte, Orta Doğu alt sisteminin bir parçası olarak bu
bölgede gelişen her olay Türkiye’yi ciddi bir şekilde etkilemiştir. Bu anlamda
1980’lerde ortaya çıkan İran-Irak Savaşı’nın ve iki ülke arasındaki güç mücade-
lesinin Ankara açısından son derece kaygı verici bir gelişme olduğunu söyle-
mek mümkündür;60 ancak şunu da belirtmek gerekir ki İran-Irak Savaşı’nda
bile Türkiye taraf tutmamış, savaşın başlangıcından itibaren aktif bir tarafsızlık
izlemiştir. Türkiye açısından savaş hem borçlar dengesinde ödeme rahatlığı
sağlamış61 hem de büyük bir pazar ve petrol ihtiyaçlarını gidermek açısından
önemli bir kaynak teşkil etmiştir.
1970’lerin ortalarında gerek Türk-Arap gerekse Türk-İran ilişkilerinde
ekonomik boyut önemli bir yer tutmuş, önce 1973-74’te daha sonra 1980-81’de
gerçekleşen fiyat artışları, petrol tüketiminin çoğalması, Türkiye’nin petrol
konusundaki sıkıntıları, Orta Doğu politikalarına da yansımıştır.62 Türkiye’nin
bölgeden ithalâtı 1970’de 64 milyon dolardan 2,8 milyar dolara çıkmış, aynı
dönemde ihracatı ise 54 milyon dolardan 3 milyar dolara yükselmiştir;63 ancak
gerçek patlamanın İran-Irak savaş sırasında gerçekleştiği söylenebilir. Tüm
trajedisine rağmen bu savaştan en kârlı çıkan taraflardan birinin Türkiye oldu-
ğunu söylemek mümkündür. Ticaret konusunda her iki ülke ile de ciddî bağ-
lantılar kurmuş, aynı zamanda hem bölgesel anlamda hem de olası bir İran
zaferi karşısında stratejik açıdan önem kazanmış, ayrıca yurt dışından yardım
almaya başlamıştır. Bu durum ciddî bir ekonomik çıkmaz içinde bulunan Tür-
kiye için büyük bir fırsat olmuştur. Aynı zamanda 1980’lerin ilk yıllarında
ekonomik anlamda ciddî sorunlar yaşayan Türkiye, 24 Ocak 1980’de ülke eko-
nomisini dış dünyaya açarak aktif bir yapıya kavuşturmayı plânlayan ünlü 24
Ocak kararlarıyla tanışmıştır. Bu önemli projenin başında, ülkenin sorunlarını
dış pazarlara açılmakla ve uluslararası pazarda, rekabet edebilecek malları
üretebileceği bir endüstriyel gelişmişliğe sahip olmakla çözeceğine inanan DPT
Başkanı Turgut Özal bulunmaktaydı.64 Böyle bir programın temelinde yatan
hedef ithalât ve ihracatın artırılması olduğu için, İran-Irak Savaşı daha uygun
bir zamanlamayla ortaya çıkamazdı. Her iki ülke de ihtiyaçlarını karşılamak
için yüzlerini coğrafî açıdan kendilerine çok yakın olan Türkiye’ye dönmüşler-
di. Türkiye, her iki ülkenin pazarında da önemli başarılar elde etti. Örneğin,
1983’te İran’a ihracat daha önceki dönemlerle karşılaştırıldığında yirmi beş kat
artmakla kalmadı, aynı zamanda Şah rejiminin son yılında İran, Türkiye’nin en
önemli müşterisi hâline geldi. Irak ile ticarî ilişkilerde, İran gibi olmasa da
ciddî bir artış yaşandı.65 Bu yüzden de ABD, İran İslâm Cumhuriyeti’nin rehin
krizi nedeniyle ambargo uygulamaya başladığında, Türkiye yaptırımları des-
teklemeyi reddetmiş ve İran ile ticarî ilişkilerini geliştirmeye devam etmiştir.66
Aynı zamanda 1970 ile 1985 arasında 200 bin Türk işçisi bölgede çalışmıştır.67
SONUÇ
Türk dış politikası açısından 1971–1980 dönemi, Batı karşısında göreli bir
özerkleşme yaşamakla birlikte, temelde radikal bir değişimin olmadığı, fakat
daha sonraki yıllarda Türk dış politikasını biçimlendirecek olan zihniyet dev-
riminin büyük ölçüde gerçekleştiği yıllar olarak ön plana çıkmaktadır. Bu kap-
samda Kıbrıs, öncelikli gündem maddesi olarak (iç politikadaki tüm istikrarsız
536
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
537
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
1 Bkz. Baskın Oran, “1960-1980: Göreli Özeklik-3”, Türk Dış Politikası, Baskın Oran (der.), C.I,
İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 657.
2
Dönemdeki Türk-Batı ilişkileri için bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “Batı ile İlişkiler”, Türk Dış
Politikası (1919-2008), Haydar Çakmak (der.), Platin Yayınları, 2008, ss. 643-649.
3
William Hale, Türk Dış Politikası (1774-2000), Çev. Petek Demir, İstanbul, Mozaik Yayınları,
ss. 152-153.
4 Çağrı Erhan, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Baskın Oran (der.), C.I, İs-
tanbul, İletişim Yayınları, 2001, ss. 702-703.
5 Hale, 2003, s. 160.
6 Bkz. Erel Tellal, “SSCB’yle İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Baskın Oran (der.), C.I, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2001, ss. 772-776.
7
“Madde 4: Devletlerin içişlerine karışılmaması, Madde 5: Her ülkenin siyasi, iktisadi, sosyal
ve kültürel sistemini seçmek ve geliştirmek hususundaki vazgeçilmez hakkına saygı göste-
rilmesi, Madde 6: Kuvvete ve kuvvet tehdidine başvurulmaması ve toprakların diğer devlete-
re karşı saldırı ve yıkıcı faaliyetler için kullanılmasına müsaade edilmemesi (…).” Bkz. Tellal,
2001, s. 779.
8 “Madde 7: Antlaşmaların ve devletlerarası hukukun diğer kaynaklarından doğan vecibelere
saygı gösterilmesi, Madde 8: Uluslararası anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümlenmesi
(…)”, Bkz. Tellal, 2001, s. 709.
9
Tellal, 2001, s. 779.
10
Örneğin, ABD’nin İngiliz Silahlı Kuvvetlerinin Süveyş’in doğusundan çekilmeleri üzerine
Basra Körfezi bölgesinde meydana gelecek güç boşluğunu doldurmak için Türkiye, İran, Pa-
kistan, Suudi Arabistan ve Kuveyt arasında bir güvenlik anlaşması imzalamaları yolundaki
önerisini reddetmesi ve 1970 Ürdün olaylarında İncirlik Üssü’nün ABD tarafından kullanımı-
na izin vermemesi, buna karşılık Araplara yardım götüren Sovyet uçaklarına hava sahasını
açması gibi… Bkz. Melek Fırat-Ömer Kürkçüoğlu, “Orta Doğu’yla İlişkiler”, Türk Dış Politi-
kası, Baskın Oran (der.), C.I, İstanbul, İletişim Yayınları, 2001, s. 790, 795.
11
Daha detaylı bilgi için bkz. Fırat ve Kürkçüoğlu, 2001, s. 793.
12 Melek Fırat, “Yunanistan’la İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Baskın Oran (der.), C.I, İstanbul,
İletişim Yayınları, 2001, s. 740.
13
Nitekim, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) onun Başbakanlığı sırasında Türkiye’de temsilcilik
açabilme imkânını elde edebilmiş ve Arafat da Türkiye'ye yine ilk kez onun konuğu olarak
gelmiştir.
14
Bülent Ecevit, Dış Politika, Ankara, Ajans Türk Matbaacılık Sanayii, s. 76.
15 Ecevit, Dış Politika, s. 75.
16 Erhan, a.g.e., s. 703. Diğer taraftan Hale, bu karar karşısındaki ABD tavrını farklı bir şekilde
şöyle ele almaktadır: “Temmuz 1974’te başa geçen Bülent Ecevit’in sivil hükümeti yasaklamayı kal-
dırdı ama piyasalara meşru olmayan yollardan haşhaş girmesini engellemek için ürün toplanmasıyla il-
gili bir dizi tedbirler aldı. Washington bu tedbirleri kabul etmişti: Aslında bu tedbirlerin alınmasını or-
taya süren Ford yönetiminin kendisiydi ve böylece anlaşmazlık sona ermişti.”, bkz. Hale, 2003, s. 160.
17
Faruk Sönmezoğlu, ABD’nin Türkiye Politikası (1964-1980), İstanbul, DER Yayınları,1995, s.
3.
18 Hale, 2003, ss. 161-162.
19
Şükrü S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İlişkileri (1821-1993), Ankara, Ümit Ya-
yıncılık,1993, s. 64.
20
Sönmezoğlu, 1995, s. 76.
538
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
539
1950-1980 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
40 Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1990), Cilt: 1, Ankara, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, 1991, s. 831.
41 Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1990), 1991, s.831.
42 Kahire’deki Türk Büyükelçiliği aracılığıyla ilk ilişkileri kuran Ankara, 1976’daki 7. İslam
Dışişleri Bakanları Konferansı’nda FKÖ’nün Ankara’da siyasi büro açmasına izin vereceğini
açıklamış, 5 Ekim 1979’da da bu büro Filistin lideri Yaser Arafat tarafından açılmıştır.
43 Fırat ve Kürkçüoğlu, 2001, s. 793, 795.
44
Fırat ve Kürkçüoğlu, 2001, s. 793.
45 Bülent Ecevit’in dış politika yaklaşımı için bkz. Mehmet Seyfettin Erol, “Bülent Ecevit’in Dış
Politika Felsefesi”, Türk Dış Politikası (1919-2008), Haydar Çakmak (der.), Platin Yayınları,
2008, ss. 586-591.
46 Hale, 2003, ss. 168-169.
47 Sönmezoğlu, a.g.e., ss. 122-126.
48
Armaoğlu, Cilt I, 1991, s. 832.
49
Erhan, 2001, ss. 711-712: Bu anlaşma hakkında daha detaylı bilgi için bkz. Fahir Armaoğlu, 20.
Yüzyıl Siyasi Tarihi, C. 2, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991, ss. 303-307.
50
Faruk Sönmezoğlu, 1995, s. 122-126; Türkiye, rehinelerin ülkelerine dönmeleri konusunda
ABD’ye tam destek vermekle birlikte, petrol ithalatında önemli bir yer işgal eden İran’a karşı
çeşitli önlemler almak konusunda çok istekli değildi. Ankara’ya göre, İran’a uygulanacak sert
yaptırımlar, Tahran’ın Moskova’ya yaklaşmasını sağlayabilirdi. İran ile komşu olan Türkiye,
doğusunda Sovyet yanlısı bir yönetim görmek istemiyordu. Bkz. Erhan, a.g.e., s. 714.
51
Altan, 1986, s. 168.
52Ag.e., s. 169.; Nitekim, Demirel’in bu tutumunu, ABD’nin Ankara eski Büyükelçisi James
540
20. Bölüm: 1971-1980 Dönemi Türk Dış Politikası / M. Seyfettin Erol
65 Henri Barkey, “The Silent Victor: Turkey’s Role in the Gulf War”, The Iran/Iraq War: Impact
and Implications, der. Efraim Karsh, Londra, MacMillan, 1989, s. 133-135.
66 Michael Bishku, “Turkey and its Middle Eastern Neighbors since 1945”, Journal of South
Asian and Middle Eastern Studies, C. 15, S. 3, lkbahar, 1992, s. 68; Rehineler krizinde Anka-
ra’nın takındığı tutum, ABD’de ağır eleştirilere neden oldu. Türkiye’nin güvenilir bir müttefik
olup olmadığı sorgulanmaya başladı. Fakat, Türkiye’nin kriz sırasında kararlı tutumu tutarlı
ve akılcıydı. Ankara, başka bir ülkenin çıkarlarını savunmak uğruna Türkiye’nin çıkarlarını
tehlikeye atmamıştı. Bu bağlamda “Rehineler Krizi”, Washington’un Ankara’dan destek iste-
yip de, karşılık alamadığı ender durumlardan birisi olarak tarihe geçti. Bkz. Erhan, a.g.e., s.
715.
67
Hale, 2000, s. 170.
68 Criss, Kasım-Aralık-Ocak 2002/2003, s. 155.
69 Yavuz Gökalp Yıldız, Stratejik Vizyon Arayışları ve Türkiye, İstanbul, DER Yay., 2001, s.
133.
70
Hale, a.g.e., s. 153.
541
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
1980–2008 DÖNEMĐ
TÜRKĐYE’DE ĐÇ VE DIŞ
POLĐTĐK GELĐŞMELER
543
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
544
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
21. BÖLÜM
12 EYLÜL DÖNEMİNDE İÇ VE DIŞ POLİTİKA [1980–1983]]
Birol AKGÜN∗
GİRİŞ
12 Eylül 1980 sabahı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in
başkanlığında ve emir-komuta zinciri içinde Türkiye’deki demokratik siyasi
süreci askıya alarak ülkenin yönetimine el koydu. Aslında bu olay Türkiye’de
Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen ilk hükümet darbesi, coup d’etat, de-
ğildi ve son da olmayacaktı. 27 Mayıs 1960 darbesi demokrasiye müdahalenin
ilki sayılmaktaydı. Ancak Osmanlı’nın son döneminde yaşanan bazı gelişmele-
ri, örneğin II. Mahmut’a kadar sıkça gözlemlenen yeniçerilerin Saraya ve Padi-
şaha kendi iradelerini dayatmak için giriştikleri siyasi isyanları (kazan kaldır-
ma), Abdülaziz’in tahttan indirilerek (hal edilmesi) öldürülmesi olayı ile II.
Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki’nin gerçekleştirdiği Babı-Ali baskını
birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’de kökü tarihe uzanan güçlü bir darbecilik
geleneği ve kültürünün varlığı iddia edilebilir. Nitekim 12 Eylül sonrasında da
28 Şubat 1997 Post-modern müdahale sürecini ve 27 Nisan 2007 sanal muhtıra-
sı gibi gelişmeleri de bu siyasi geleneğin yansımaları olarak okunabilir. Türki-
ye’de darbeciliği mümkün kılan ve halkın gözünde meşrulaştıran toplumsal
dinamikleri ise, uzun bir otoriter-monarşik geçmişe dayanan Türk yönetim
anlayışında ve 19. yüzyıldaki Türk modernleşmesi ile 20. yüzyılın başlarında
Türk ulus devletinin kuruluşunda ordunun oynadığı öncü rolde bulmak
mümkündür. Birand’ın da vurguladığı gibi Türkiye’de ordu, uzun süre kendi-
sini devletin ve rejimin tek sahibi ve koruyucusu olarak görmektedir ve yeni
nesil subaylar da eğitim sürecinde hep bu ideale göre yetiştirilmektedir.1 Öte
yandan lise eğitimi alan tüm öğrencilerin aldığı Milli Güvenlik dersleri de,
Türkiye’de askerin siyasal sistem üzerindeki “hegemonik meşruiyetinin” de-
vamını sağlayan önemli bir ideolojik işlev görmektedir.2 Bu nedenle ordu son
zamanlara kadar Türk siyasetinde sınırlarını kendisinin tayin ettiği “olağandı-
şı” ya da “kendine özgü” bir rol oynamaya devam etmektedir ki, bu da siyaset
bilimi literatüründe vesayetçi ya da korumacı demokrasi tipi olarak bilinmekte-
dir.3
∗
Prof. Dr., Konya N. Erbakan Üniversitesi.
545
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Oysa Türkiye otoriter bir yönetimden çok partili sisteme geçişte gelişmek-
te olan ülkeler arasında öncü rol oynayan ülkelerden biridir. Huntington’ın
“ikinci küresel demokratikleşme” dalgası olarak adlandırdığı II. Dünya Savaşı
sonrası dönemde, ülkemizi yöneten siyasal elitler hem içerden gelen talepler
hem de dış etkiler neticesinde tek partili rejimden çok partili rejime geçmeye
karar vermiştir.4 Büyük bir ümitle başladığımız demokrasi yolculuğunun iler-
leyen dönemleri ise ülkemiz insanı adına oldukça sancılı geçmiştir. 1950’den
bu yana neredeyse periyodik hale gelen demokrasinin yönetememe krizleri,
askeri müdahaleler ve yeniden demokratikleşme hareketleri, ülkemizdeki siya-
sal demokrasi geleneğinin yerleşmesini ve kökleşmesini olumsuz yönde etki-
lemiştir. Bu bölümün amacı, 12 Eylül 1980 askeri harekâtını doğuran iç ve dış
etkenler ile askeri idare dönemindeki iç politik gelişmeleri ve yine bu dönem-
deki Türk dış politikasındaki önemli olayları incelemektir.
12 EYLÜL 1980 DARBESİNİN İÇ VE DIŞ NEDENLERİ VE
DAYANAKLARI
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Türkiye’de demokrasinin askeri darbelerle
her on yılda bir kesintiye uğraması yalnızca ülkemize özgü bir durum değildir.
Pek çok gelişmekte olan ülke de demokrasiye geçiş sürecinde benzer sorunlar
yaşamıştır. Özellikle 1945 sonrasında keskinleşen batı ve doğu blokları (kapita-
list dünya-komünist dünya) arasındaki kutuplaşmada gelişmekte olan pek çok
ülke, örneğin Latin Amerika, Afrika ve Ortadoğu’da, sık sık askeri darbelerle
karşı karşıya kalmıştır. Ne yazık ki kendileri demokrasi ile yönetilse de ABD
ve Batı Avrupa ülkeleri, askeri idarelere “güvenlik” gerekçeleriyle ya destek
vermiş veya görmezden gelmişlerdir. Soğuk savaşın en yoğun olarak yaşandı-
ğı 1950–1979 yılları arası dönemde, dünyadaki askeri darbeler 1950–1959 ara-
sında 14, 1960–1969 arasında 36 ve 1970–1979 döneminde ise 24 kez gözlenmiş-
tir.5 Bu nedenle Türkiye’deki 1980 darbesini analiz ederken demokratik yöne-
timlerin çöküşünü hızlandıran ve otoriter yönetimlere meşruiyet sağlayan iç ve
dış etkenleri birlikte düşünmek gerekir. Bu çerçevede 12 Eylül 1980 darbesini
hazırlayan dinamikleri, hepsi birbiriyle ilişkili olarak uluslararası konjonktür,
derinleşen ekonomik kriz, anarşi ve terörün artışı ve siyasi istikrarsızlık başlık-
ları altında incelemek mümkündür.
Uluslararası ortam: Türkiye soğuk savaş yıllarının başından itibaren batı
bloğu içinde yer almış ve batının tüm kurumlarıyla (NATO, Avrupa Konseyi
ve AET) yakın ilişkiler geliştirmeye çalışmıştır. Türk siyasi elitlerini kayıtsız
şartsız batı bloğu içinde yer almaya iten temel saik ise Sovyet komünizminden
kaynaklanan yakın ve somut güvenlik tehdididir. Hatta denilebilir ki, Türki-
ye’de demokrasiye geçişi belirleyen en önemli dış etken Sovyetler Birliğinin
Türkiye’ye yönelik toprak talepleri ve boğazlar üzerindeki hak iddialarıdır.6
Dolayısıyla soğuk savaş döneminde Türkiye ve Batı bloku arasındaki ilişkiler
daha çok güvenlik ekseninde biçimlenmiştir. Bu nedenle örneğin 1960 darbesi
öncesinde Menderes’in ülkedeki ekonomik darboğazı aşabilmek için Sovyetler
Birliği’yle yakınlaşmaya başlaması, ABD’yi rahatsız etmiş ve darbecileri des-
teklemiştir.7 1980 darbesi öncesinde de hem büyük güçler arasındaki ilişkiler
546
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
547
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
da 247, Mayısında 239, Temmuz ayında ise 341 kişi şiddet olaylarında ölmüş-
tür.13 Ülkede sıkıyönetime rağmen terörün durmaması sıradan insanın can ve
mal güvenliğinin kalmadığı kanaatini geniş toplum kesimlerinde iyice pekiş-
tirmiş, toplum psikolojik olarak bir askeri müdahaleye hazır hale
ge(tiri)lmiştir.14
Siyasi istikrarsızlık: Anarşi ve terörü de besleyen temel unsur Türkiye’de
siyasetin 1971 muhtırasından sonra bir türlü istikrara kavuşamamasıdır. 1973
seçimlerinden başlamak üzere hiçbir siyasi parti parlamentoda tek başına ikti-
dara gelecek çoğunluğu sağlayamamış; parlamentodaki parçalanma nedeniyle
ülke iç siyasi tutarlılığı olmayan ve birbirine tam güvenmeyen partilerin zoraki
olarak kurduğu geçici koalisyon hükümetleri ile yönetilmeye çalışılmıştır.
1973–1980 arasında yedi farklı hükümet kurulmuş, siyasi kutuplaşma ve parti-
ler arasındaki ideolojik çatışmalar keskinleşmiştir. Sürekli siyasi krizler ve yö-
netemeyen demokrasi, çok partili siyasetin toplumsal meşruluk zeminini gide-
rek zayıflatmıştır. Siyasi krizi derinleştiren son gelişme ise, 1980 Nisanında
görevi sona eren Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün yerine parlamentodaki
partilerin uzlaşarak yeni bir Cumhurbaşkanını seçmede başarısız olmalarıdır.
CHP ve AP liderlerinin adeta “düşman kampların başkomutanı” gibi15 hareket
ettiği bir siyaset arenasında Cumhurbaşkanlığı makamı tam altı ay vekâletle
idare edilmiştir ki, bu demokrasi ve yönetim krizinin derinliğini anlatan en
önemli örneklerden biri olarak Evren tarafından darbe gerekçesi olarak kulla-
nılacaktır.
Derinleşen Ekonomik Kriz: Askeri darbelerin nedenleri arasında öncelikle
siyasi nedenler sayılmakla birlikte, Altan’ın da ifade ettiği gibi aslında Türki-
ye’deki her darbenin arka planında ciddi ekonomik krizler yatmaktadır. Darbe-
lerin Ekonomisi adlı eserinde Altan, darbelerin dünya kapitalist sistemiyle Tür-
kiye'deki ekonomik gelişmelerin çatıştığı dönemlerde ortaya çıktığını iddia
etmektedir.16 1970–1980 döneminde Türkiye ekonomisi bir yandan petrol kriz-
lerinin şişirdiği enerji faturasının artan yükü, diğer yandan ise büyüme ve sa-
nayileşmek için gerekli olan dış kaynak bulma sorunuyla karşılaşmıştır. Dola-
yısıyla 1977 yılına gelindiğinde kısa vadeli borçlanmalar nedeniyle döviz dar-
boğazı yaşanmaya başlanmış, kaynak sorunu tarihin en büyük devalüasyonu
ile aşılmaya çalışılmıştır. Bunun sonucu olarak temel tüketim malları fiyatla-
rında önemli artışlar meydana gelmiştir. Nitekim enflasyon oranı 1977’de %24,
1978’de %52, 1979’da % 63 ve darbe yılı olan 1980’de ise tarihi bir rekor kırarak
%107 olarak gerçekleşmiştir.
Ekonomiyi düzeltmek için IMF ile yapılan antlaşmalar ise siyasi istikrar-
sızlık nedeniyle uygulamada başarısız kalıyordu. Öte yandan, siyasallaşan işçi
sendikaları sık sık grevlere başvuruyor, ülkede üretim süreci sekteye uğruyor-
du. 1978 yılında 87 işyerinde, 1979 yılında 126 işyerinde greve gidilirken 1980
yılının ilk 9 ayında 220 işyerinde grevler nedeniyle üretim durmuştu. 12 Eylül
olduğu gün yalnızca DİSK’e bağlı 57 bin işçi grevdeydi.17 Ülkede pek çok temel
tüketim maddesinde kıtlıklar yaşanıyor ve uzun kuyruklar oluşuyordu. Oysa
Türkiye’nin artan dış borçlarını ödeyebilmesi için daha fazla üretmesi ve ihra-
cat yaparak döviz kazanması gerekiyordu. İşte tam da bu amaçla, Demirel
548
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
549
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Aslında ülke yavaş yavaş bir darbeye doğru gidiyor ve ordu içerisinde
hemen darbe yapalım diyenler çoğalıyordu. Uyarı mektubuna rağmen Türki-
ye’deki anarşi ve terör artarak devam ediyordu. Orgeneral Evren, anılarında
daha 1979 yılının Eylül ayında Orgeneral Haydar Saltık’a “bir müdahale za-
manının gelip gelmediğini araştırmak üzere” özel bir çalışma grubu kurulması
emrini verdiğini” söylüyor.23 İlgili çalışma grubunun hazırladığı ilk raporu 4
Mart’ta değerlendiren komuta heyeti, yönetime müdahale edilmesi konusunda
fikir birliğine varmışlarsa da Evren, “Eninde sonunda bu işi temizlemek bize düşe-
cek… Ancak henüz o noktaya gelmedik. Daha beklemek zorundayız” diyecekti.24 Bu
arada 6 Nisan’da mevcut Cumhurbaşkanı’nın süresi dolmuş olmasına rağmen,
partilerin adaylar konusundaki uzlaşmazlığı nedeniyle Cumhurbaşkanı seçi-
lemiyor, bu da ordu içindeki müdahale yanlılarının elini güçlendiriyordu. Ev-
ren kendisinin alt kademelerdeki subaylarca “korkaklık ve pısırıklıkla” itham
edilmeye başlandığını yazıyordu. Nihayet 7 Mayıs günü tüm hazırlıkların ya-
pılması emrini veriyor ve 4 Haziran’da darbenin adı Bayrak Harekâtı ve darbe
tarihi olarak da 11 Temmuz 1980 olarak belirleniyor. Ancak bu tarihlerde bir
yandan Paris’te Türkiye’nin borç erteleme görüşmelerinin sürmesi, öte yandan
Ağustos şurasında ordu içindeki terfilerin görüşülecek olması gibi nedenlerle
verilen emir geri çekilmiş; sonunda kesin müdahale tarihi 12 Eylül 1980 Cuma
günü olarak belirlenmiş ve darbe kararı özel kuryelerle bölge komutanlıklarına
iletilmiştir.25
12 Eylül sabahı saat 04’te TRT radyolarından darbenin icra kurulu olan
Milli Güvenlik Konseyinin (MGK) ilk bildirisi tüm dünyaya duyuruldu. Böyle-
ce Türkiye yeni bir döneme giriyordu. Bildiride hem müdahalenin gerekçesi,
hem de kim adına yapıldığı açıklanıyordu. “Yüce Türk Milleti” diye başlayan
bildirinin özeti şuydu:
• Dış ve iç düşmanların tahrikiyle Türkiye Cumhuriyeti Devletinin var-
lığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik saldırılar artmıştır.
• Devlet organları işlemez duruma getirilmiş; siyasi partiler kısır çe-
kişmeler ve uzlaşmaz tutumları nedeniyle devleti kurtaracak birliği
ve bütünlüğü sağlayamamış ve gerekli tedbirleri alamamışlardır.
• Yıkıcı ve bölücü faaliyetler nedeniyle vatandaşların can ve mal gü-
venliği tehlikeye düşürülmüştür.
• Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık fikirler eğitim kurumlarını,
idare sistemini, yargı organlarını, güvenlik teşkilatını, işçi kuruluşla-
rını ve siyasi partileri etki altına alarak ülkeyi bir iç savaşın ve bö-
lünmenin eşiğine getirmiştir.
• İşte bu nedenlerle Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanununun
verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce
Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde yerine getirme kara-
rını almış ve ülke yönetimine el koymuştur.
• Girişilen harekâtın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve
beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını ön-
lemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokra-
550
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
551
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
552
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
553
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
etmiştir. Bu gelişmeler üzerine MGK Feyzioğlu yerine emekli bir asker olan
Oramiral Bülend Ulusu’yu Başbakan olarak atamıştır.36
Başbakan Ulusu Bakanlar Kurulunu 21 Eylül günü açıkladı. Teknokrat
yönü ağır basan kabinede en dikkat çekici isim ekonomiden sorumlu başbakan
yardımcısı olarak kabineye alınan 24 Ocak kararlarının mimarı Turgut Özal’dı.
Bakanlar Kurulu üyelerinin çoğunluğu da sağ görüşe yakın isimlerden oluşu-
yordu. Başbakan Ulusu, MGK önünde hükmet programını 27 Eylül’de okumuş
ve üç gün sonra da MGK’dan güvenoyu almıştır. Bu arada bürokraside ve ye-
rel yönetimlerde önemli tasfiyeler yapıldı. Tarafsız bir idare kurmak adına 25
Eylül’de bütün il genel meclisi üyeleri ve belediye başkanlarının görevlerine
son verildi. Üst düzey bürokrasiye MGK’ya yakın kişiler ya da emekli askerler
atandı. Belediye başkanlıklarına da sıkıyönetim komutanlıklarınca uygun gö-
rülenler arasından il merkezlerindeki belediyelere içişleri bakanlığınca, il mer-
kezi dışındakilerde ise valilerce atamalar yapıldı.37
Bakanlar kurulunun göreve başlamasından hemen sonra MGK kendi ça-
lışma usullerini düzenlemek üzere bir içtüzük yaptı. Bu tüzüğe göre, eskiden
TBMM’ye ait olan yasama yetkileri tamamen MGK’ya devrediliyordu. Yasa
önermeye ise Konsey üyeleri ve Bakanlar Kurulu yetkiliydi. Yine TBMM’nin
hükümeti denetleme yetkileri de MGK’ya devredilmişti. Dolayısıyla sözlü ve
yazılı soru sorma, soruşturma komisyonu kurulması ve hatta hükümetin gü-
vensizlik oyu ile düşürülmesi Konsey üyelerinin salt çoğunluğunun oyu (3 oy)
ile mümkün olacaktı. Kısaca söylemek gerekirse, askeri dönemde ulusal ege-
menlik hakkının ayrılmaz bir parçası olan yasama gücü ve yürütmenin denet-
lenmesi yetkisi “üç generalin oyuna bağlanmıştı.”38
12 Eylül döneminin geçici Anayasasını oluşturan bir diğer temel düzen-
leme ise 27 Ekim 1980 tarihli ve 2324 sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun
idi.39 Buna göre, 1961 Anayasasının geçerliliği kabul ediliyor, ancak Anayasada
TBMM’ye verilen yetkilerin MGK tarafından, Cumhurbaşkanına verilen yetki-
lerin ise MGK başkanınca kullanılacağı ilan ediliyordu (madde 2). Ayrıca,
MGK tarafından yayınlanan bildiri, karar ve kanunların Anayasaya aykırılığı
iddia edilemeyecek (madde 3), yine Bakanlar Kurulunca çıkarılacak Kararna-
melerin yürütülmesi, durdurulması ve iptali de istenemeyecekti (Madde 5).
Son olarak MGK bildirileri ve kararları ile MGK tarafından çıkarılan kanunla-
rın 1961 Anayasası ile çelişen hükümleri Anayasa değişikliği, diğer kanunların
metinleriyle çelişen hükümleri ise kanun değişikliği olarak kabul edilecekti.
İlginç olan ise Anayasa Düzeni Hakkında Kanunun geriye dönük olarak 12
Eylül 1980’den itibaren yürürlüğe girmesiydi (madde 7). Gerçekten de
MGK’nın yasama yetkisini eline almasıyla birlikte 12 Eylül öncesinde ordunun
istediği köklü yasa değişiklikleri ve reformlar hızla hayata geçirilmeye başlan-
dı. Bunlar arasında sıkıyönetim kanunu değişiklikleri, ceza kanunundaki bazı
cezaların ağırlaştırılması ve idam cezalarının hızla onaylanması gibi asayiş ve
güvenlik sorunlarını düzenleyen konularda ilk 6 ayda 123, ilk 9 ayda ise bazısı
yeni yasa olmak üzere toplam 175 yasa değişikliği yapılmıştır.40 Gözaltı süresi
önce 15 günden 30 güne, sonra da 90 güne çıkarıldı. Üniversiteler ise yeni çı-
karılan YÖK yasası (6 Kasım 1981 tarihli 2547 sayılı yasa) ile büyük ölçüde
özerkliğini yitirdi ve sıkı bir hiyerarşik denetim altına alındı. Bir süre sonra da
554
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
555
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
556
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
tarihi itibariyle hiçbir siyasi partiye üye olmamaktı. Neticede 6 bin üye arasın-
dan seçilen DM üyelerinin ilk toplantısını 23 Ekim’de yapması kararlaştırıldı.
Bu arada DM’nin toplanmasından hemen önce 16 Ekim 1981 tarihinde
MGK radikal bir kanun çıkartarak siyasi partilerin tamamını kapattı. Evren,
kapatılma nedenlerini halka anlatmak için aynı gün TV’de bir konuşma yaptı.
Evren siyasi partilerin kapatılma nedenlerini birkaç noktada topladı: Öncelikle
yeni kurulacak demokratik siyasi sistem yıkılan binanın enkazı üzerine değil,
yeni temeller üzerine inşa edilmeliydi. İkincisi, yeni oluşturulan DM’nin her
türlü siyasi etkiden arınmış olarak rahat ve huzurlu çalışabilmesi amaçlanı-
yordu. Üçüncüsü, askeri yönetime karşı gerekli anlayışı göstermeyen eski siya-
si liderlerin örtülü dirençlerini kırmaktı.50 Nasıl izah edilirse edilsin, kapatıl-
manın asıl nedeni askerlerin Ecevit ve Demirel’e duydukları güvensizlikti ve
yeni bir başlangıç yapılabilmesi için mevcut siyasi kadroların tasfiyesi gerekli
görülmüştü. Yoksa öngördükleri gibi yeni Anayasa ve yeni siyasi partiler ka-
nununa uygun, kendilerinin yönlendirecekleri yepyeni partilerin kurulmasına
uygun bir ortam yaratılamazdı.
YENİ ANAYASANIN HAZIRLANIP HALKOYUNA SUNULMASI
DM kararlaştırıldığı gibi 23 Ekim 1981’de ilk toplantısını yaptı. DM Baş-
kanlığına eski Başbakanlardan Sadi Irmak seçildi. Ayrıca üyeler arasından
çoğunluğu akademisyen ve bürokratlardan oluşan 15 kişilik bir Anayasa Ko-
misyonu oluşturuldu. Komisyon başkanlığına da Anayasa Profesörü Orhan
Aldıkaçtı getirildi. İlginç olan şey, çok ince bir elemeden geçirilerek oluşturu-
lan “atanmış bir meclis” olmasına rağmen DM üyeleri başlangıçta adeta seçil-
miş parlamenterlermiş gibi askeri idareden bağımsız hareket etmeye başlamış-
lardı. Anayasa Komisyonu Başkanı Aldıkaçtı üyeler arasındaki dağınıklıktan
söz ediyor ve bunun “siyasi partilerin bulunmayışından kaynaklandığını” söy-
lüyordu. Aldıkaçtı’ya göre, Türkiye demokrasiye doğru gidiyordu ama ülke-
deki koşullar demokrasiye uygun değildi ve bu şartlarda anayasanın hazır-
lanması zor görülüyordu.51 Zamanla DM içinde kendiliğinden gruplaşmalar
oluşmaya ve dar çerçeveli toplantılar yapılmaya başlanmıştı. Meclisteki en
kalabalık grup kendilerini Atatürkçü Liberaller diye tanıtan Aldıkaçtı’nın başını
çektiği kesimdi. Diğerleri de Sosyal Demokratlar ve Muhalif Radikaller altında
toplanmışlardı. Bunlar kendilerini daha sonra kurulacak partilerin çekirdeği
olarak görüyorlardı. Ancak MGK bu oluşumlardan oldukça rahatsız olmuş ve
bir toplantı yaparak üyelere gerekli uyarıları derhal ve en sert biçimde yapmış-
tır. Hatta bizzat Evren devreye girmiş ve biz kimseyi bizimle çalışmaya zorla-
mayız; gerekirse DM’yi feshederiz şeklinde konuşmuştur. Bu tehdit etkisini
hemen göstermiş; üyeler arasındaki örgütlenmeler durmuştur. Ancak bu olay
da göstermektedir ki, en sert askeri rejimlerde dahi sınırlı da olsa özgürlük
kanalları açılınca siyaset derhal gün yüzüne çıkmaktadır.
Anayasa Komisyonu yaklaşık 8 aylık bir çalışmadan sonra hazırladığı
Anayasa tasarısını Temmuz 1982’de DM’ye sunmuştur. Bu sırada MGK 52
sayılı siyasi yasakları genişleten kararını esneterek, özellikle Anayasa tasarısı-
nın geliştirilmesi amacıyla sınırlı olmak üzere liderler dışındaki siyasi parti
üyelerine, basın-yayın ve üniversitelere tartışma serbestîsi getirdi. Tasarı Genel
557
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Kurulda görüşüldükten sonra ortaya çıkan nihai metin, oylamaya katılan 141
üyenin 122 kabul, 11 çekimser ve 7 ret oyu ile son şekli verilmek üzere kurucu
meclisin üst kanadı olan MGK’ya gönderildi.52 24 Eylül’de de kamuoyuna du-
yuruldu. Nihayet MGK da tasarı üzerinde yürüttüğü çalışmalarını tamamlaya-
rak ortaya çıkan taslak metni 20 Ekim’de Resmi Gazetede yayınladı. Anaya-
sa’nın 7 Kasım 1982’de referanduma sunulacak olması nedeniyle tasarı metni
üzerinde tartışmak için yalnızca 3 haftalık bir süre kalmıştı. Buna karşın MGK
71 sayılı kararını yayınlayarak, Anayasa’nın devlet adına tanıtımının MGK
başkanı tarafından yapılacağını ve bunun dışında tasarının eleştirilmesinin
kesinlikle yasaklandığını bildirildi.53 Yani bir anlamda tasarıyı övmek serbest
olsa da, eleştirmek için görüş açıklamak yasaktı.
Yeni Anayasa özü itibariyle özgürlükleri kısıtlayan, yürütmenin yetkileri-
ni yasamaya göre güçlendiren ve yeniden tanımlayan; Milli Güvenlik Kurulu
vasıtasıyla ordunun siyasal sistem üzerindeki gözetim ve denetimini rutin hale
getiren bir içeriğe sahipti. Devlet-birey ilişkilerinin düzenlenişi bakımından
1961 Anayasası ile karşılaştırıldığında devletçi yönü ağır basan anti liberal bir
metindi.54 Tasarıda siyasileri ve kamuoyunu rahatsız eden en önemli maddeler
ise geçici maddelerdi. Anayasa metnine MGK tarafından eklenen geçici 1.
maddeye göre, Anayasanın halkoylaması sonucu kabul edilmesiyle birlikte
Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı Kenan Evren 7 yıllık süre
için “Cumhurbaşkanı” seçilmiş sayılacaktı. Cumhurbaşkanlığı için ayrı bir
sandık konulmayacaktı. Ayrıca geçici 4. maddeyle eski partilerin merkez yöne-
ticilerine 10 yıl, eski Milletvekillerine ise 5 yıl süreyle siyasi faaliyet yasağı geti-
riliyordu. Bu konuda kısa sürede bazı eleştiriler yapılmaya ve MGK uyarılma-
ya çalışıldı. Bunlar içinde eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Evren’e yazmış
olduğu mektup oldukça anlamlıydı. Mektupta özetle yukarıda değinilen iki
maddeyle ilgili üstü örtülü eleştiriler şu şekilde dile getirilmişti: 1-Siyasilere
yasak getirmek acaba ne kadar doğru olur? 2-Cumhurbaşkanının Anayasanın
halk oylaması sonucunda kabul edilmesiyle birlikte seçilecek olması ne kadar
isabetlidir? Mektup şöyle bitiyordu: “Paşa Hazretleri, siz namzet olsanız seçi-
lecek kudrettesiniz.”55 Ancak MGK siyasilere yasak getirmede ve darbe lideri-
nin risk almadan ve siyasi tartışma konusu yapılmadan Cumhurbaşkanı seçil-
mesinde kararlıydı ve öyle de oldu.
Evren bazı illere giderek halka yeni Anayasa’yı tanıttı ve destek istedi. Bu
seçim kendisi için de bir referandum olacaktı. 7 Kasım 1982’de yapılan seçim-
lere halkın katılımı zorunluydu. Anayasanın geçici 16. maddesine göre, kayıtlı
seçmenlerden hukukî veya fiilî bir mazereti olmaksızın halkoylamasına katıl-
mayanlar beş yıl içinde yapılacak genel ve ara seçimleri ile mahallî idare seçim-
lerine ve diğer halkoylamalarına katılamayacaklardı ve seçimlerde aday ola-
mayacaklardı. Bu şartlarda yapılan halkoylaması sonuçları Generalleri oldukça
memnun etmiştir. Halkoylamasına katılım %91 olmuş; “Evet oyları” ise %92’ye
ulaşmıştır. Böylece Türkiye yeni bir Anayasa’ya kavuşmuş oluyordu. Kenan
Evren ise Türkiye Cumhuriyetinin 7. Cumhurbaşkanı sıfatını kazanıyordu.
Bununla birlikte Evren hala MGK başkanıydı ve yeni TBMM seçimleri yapılın-
caya kadar yasama görevini DM ile birlikte MGK kullanacaktı.
558
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
MGK’lı yönetimin son aşamasına geçilirken 1983 yılı başından itibaren si-
yasi parti kurmaya yönelik gizli kulisler de başladı. Ancak demokratik hayatın
siyasi ve hukuki çerçevesini belirleyecek olan iki temel kanunun çıkarılması
gerekiyordu. Bunlardan Siyasi Partiler Kanunu (SPK) 24 Nisan 1983’te, Millet-
vekili Seçimi Kanunu da 10 Haziran 1983’te kabul edildi. Her iki yasa da hem
kurulacak partilerde kimlerin kurucu olacakları konusunda, hem de ilk seçim-
de kimlerin milletvekili adayı olabilecekleri konusunda MGK’ya mutlak veto
yetkisi veriyordu. Buna göre, SPK’nun geçici 1. maddesi Anayasanın geçici
maddelerinde belirlenen eski siyasilere yönelik 10 yıllık yasakları daha ayrıntılı
olarak belirlediği gibi, geçici 2. maddesiyle de kurulacak yeni partilerin kuru-
luş bildirisinde adı yazılı bulunan parti kurucuları üzerinde incelemede bu-
lunmak ve gerektiğinde veto etme yetkisini MGK’ya veriyordu. Aynı şekilde
Milletvekili Seçilme Kanununun geçici 3. maddesine göre, ilk milletvekili genel
seçimlerinde partiler tarafından aday gösterilenlerin MGK denetiminden geçi-
rilmesi ve sakıncalı görülenlerin veto edilmesi hüküm altına alınmıştı. Amaç,
yepyeni siyasi partilerle yepyeni bir siyasetçi kadrosu yaratmak ve eskilerin
izlerinden kurtulmaktı.
SİYASİ PARTİLERİN KURULMASI VE İLK GENEL SEÇİMLER
Yeni Anayasanın kabulü ve seçimlerin 6 Kasım 1983’te yapılacağının açık-
lanmasıyla birlikte siyasi parti kurma çalışmaları da başladı. Ancak siyasi faa-
liyetlere ilişkin yasaklar resmen MGK’nın 76 sayılı kararıyla 24 Nisan itibariyle
kaldırıldı. 29 Nisan’da içişleri bakanlığı tarafından hazırlanan 723 kişilik siyasi
yasaklılar listesi resmi gazetede yayınlandı. Askerler Başbakan Ulusu başkan-
lığında sağda bir parti kurulmasına yeşil ışık yakmasına rağmen, bunun halk
tabanında tutmayacağı endişesiyle görüşmeler sonucunda parti kurma işi
emekli orgeneral Turgut Sunalp’e havale edildi. Yine askeri yönetimde Başba-
kanlık müsteşarlığı yapan Necdet Calp ise merkez sol bir parti kurmak üzere
“icazetle” harekete geçti. Bu arada banker olaylarını gerekçe göstererek bakan-
lıktan istifa ederek ABD’ye giden Turgut Özal da yurda dönerek siyasi parti
kurma çalışmalarına başlamıştı. Askerler kendi güdümlerinde bir sağ parti
iktidarı ile yine kendilerine sadık bir sol partinin mecliste muhalefet görevini
üstleneceği iki partili bir siyasi düzen arzuluyorlardı. Bu amaçla küçük partile-
ri meclis dışında bırakabilmek için seçim kanununa yüzde 10 barajı dahi koy-
muşlardı.
Oysa Türkiye’de sağın da solun da doğal öncüleri, liderleri ve kadroları
vardı. Örneğin Demirel kendisi yasaklı olduğu için AP’nin tabanına sahip çık-
mak için Hüsamettin Cindoruk ve emekli General Ali Fethi Esener öncülüğün-
de Büyük Türkiye Partisini (BTP) kurdurmuş ve siyasi yasağı bulunmayan pek
çok eski AP’liyi de bu partiye törenlerle kaydettirmişti. Yine sol kesim CHP’nin
devamı olmak üzere Erdal İnönü başkanlığında Sosyal Demokrasi Partisini
(SODEP) kurdu. Eski MSP’lilerin yeni partisi ise Refah Partisi (RP) oldu ve
liderliğini Ali Türkmen üstlendi. Buna karşın, icazetli partiler olarak bilinen
Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP) Turgut Sunalp’in, Halkçı Parti (HP) ise
Necdet Calp’in liderliğinde kuruldu. Özal ise Anavatan Partisini (ANAP)
kurmadan önce MGK başkanı Evren’den sözlü olur almış olmasına rağmen,
orduya daha mesafeliydi ve askerlerce pek güvenilmiyordu.
559
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Sivil siyasete geçişte yaşanan ilk önemli kriz BTP’nin Konsey tarafından
kapatılmasıdır. MGK 30 Mayıs 1983’te aldığı 79 sayılı kararıyla kuruluşundan
yalnızca 11 gün sonra BTP’yi AP’nin devamı görüntüsü verdiği ve yasaklı lider
Demirel tarafından yönlendirildiği gerekçesiyle temelli olarak kapattı. BTP
kurucuları ve teşkilat üyeleri ise seçimlere kadar siyasi yasaklılar listesine alın-
dı. Ayrıca bu kararla birlikte hem eski AP’lilerden hem de eski CHP’lilerden
bazı yasaklı siyasilerin Çanakkale, Zincirbozan’da zorunlu ikametgâha tabi
tutulmalarına karar verilmiştir. Sayıları 16’yı bulan bu eski siyasetçiler arasın-
da AP’den Süleyman Demirel, Ali N. Erdem, Ekrem Ceyhun, Sadettin Bilgiç,
Nahit Menteşe, İ. Sabri Çağlayangil ve Hüsamettin Cindoruk gibi isimler; eski
CHP’lilerden ise Sırrı Atalay, Deniz Baykal, Celal Doğan ve Yüksel Çakmur
gibi öncü siyasiler yer alıyordu. Demirel Zincirbozan’a giderken kendisine
eşlik eden arkadaşlarına çoktan yeni bir parti ismini bildirmişti ve bu doğrul-
tuda Doğru Yol Partisi (DYP) 23 Haziran’da kurulacaktı.56 Evren Paşa ise ka-
patmanın ertesi günü gittiği Çorum’da yaptığı konuşmada Demirel için, “Bu
zat Türkiye’yi tapulu arazisi kabul ediyor. Biz o partinin nereden geldiğini biliyoruz.
Amblemlerini el yaptılar. Seçime gittiği zaman vatandaş mührü alacak evet yerine
basacak ya, mühür demirden yapılmış. Demiri ele bas, demir el olsun Onun için bu
işareti seçtiler. Bizi saf mı zannediyorlar…. Huzur ve güven için her türlü tedbiri
almakta kararlıyız” diyordu.57
Gerçekten de MGK kendisine tanıdığı veto gücünü sonuna kadar kullana-
rak MDP, HP ve ANAP dışındaki tüm partilerin seçime girmesini engelledi.
Burada MDP ve HP’nin yanı sıra neden ANAP’ın da seçime girmesine asker-
lerce izin verildiğine kısaca değinmek gerekir. Pek çok yazar bu konuda
ABD’nin devreye girdiğini iddia etmektedir. Nitekim Yalçın Doğan, Özal’ın
ABD’deki siyaset, bankacılık ve iş çevrelerince iyi tanındığını ve 24 Ocak karar-
larının mimarı olarak neo-liberal ekonomi politikalarının devamı açısından
Özal’ın iktidarının diğerlerine göre daha tercih edildiğine değindikten sonra,
Amerikan Dışişleri Bakanlığının dolaylı yollarla Ankara’ya Özal için destek
mesajı gönderdiğini vurgulamaktadır. Örneğin ABD dışişleri bakan yardımcı-
sı Richart Burt’un Wall Street Journal gazetesinde yer alan “Türkiye’nin Dönüm
Noktası” başlıklı bir yazısını aktarıyor. Yazıda açıkça seçime katılan partiler
arasında bizce en uygun parti eski başbakan yardımcısı Turgut Özal’ın partisi-
dir deniliyor ve generallerin “Özal’ın kurmuş olduğu bu partiyi veto ederek seçim-
lere sokmamaları için herhangi bir nedenleri olduğunu sanmıyoruz” mesajı verili-
yordu.58 Aslında dış baskılar kadar Özal’ın askerlerle ve özellikle de Evren’le
kurduğu sıcak ilişkiler etkili olmuştu. Ayrıca askerler hem 22 ay beraber çalış-
tıkları ve ekonomiyi emanet ettikleri birini veto ederek kendileriyle çelişkiye
düşmek istememişlerdi, hem de Özal’ın partisinin güçlü bir iktidar alternatifi
olacağını hesap edememişlerdi. Özal’ın güçlü olduğunu anladıklarındaysa
artık vakit çok geçti. Nitekim son bir hamle olarak Evren seçimlere iki gün kala
(4 Kasım 1983) seçmene MDP’yi destekledikleri mesajını vermek için açıkça
Özal’ı eleştiren bir TV konuşması yaptı ve “MGK’nın icraatını sürdürecek bir
yönetimi seçeceğinize inanıyorum” dedi. Ancak bu konuşma ters tepti. Seçmen
gözünde Özal tek sivil lider olarak sivrildi. Evren paşa muhtemelen bir yıl ön-
ce kendisinin tek aday olarak girdiği Anayasa referandumu ve Cumhurbaş-
560
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
561
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Nitekim daha ilk günkü TV konuşmasında Evren, “NATO dâhil tüm ittifak ve
anlaşmalara bağlı kalarak, başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle karşılıklı
bağımsızlık ve saygı esasına dayalı, birbirlerinin iç işlerine karışmamak kaydıyla eşit
şartlar altında ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkileri geliştirme kararında“ olduklarını
vurgulamıştır. Askeri hükümet döneminde dışişleri bakanlığı koltuğu ise mes-
lekten bir diplomat olan İlter Türkmen’e emanet edilmiştir. MGK önünde Baş-
bakan Ulusu’nun okuduğu hükümet programında ise “Dış politikada Hüküme-
timiz, temelleri büyük Atatürk tarafından atılmış olan Cumhuriyetimizin geleneksel
barışçı tutumunu sürdürecektir” deniliyordu. Ülkede asayiş ve güvenlik sorunla-
rının doruk noktasına çıktığı bir dönemde, yeni yönetim doğal olarak dikkatini
içeriye yoğunlaştırmış ve dış politikada ise daha statükocu bir yaklaşım be-
nimsemiştir.
Bununla birlikte demokrasinin askıya alındığı ve uygulanan hükümet po-
litikaları üzerinde yeterli muhalefet ve eleştiri özgürlüğünün kalmadığı bir
ortamın dış politikada milli menfaatlerin korunması bakımından daha elveriş-
liymiş gibi sunulması da doğru değildir. Oran’ın da belirttiği gibi, “içte özgür-
lük arttıkça dış politikada özerklik” artmaktadır ve 1980–1983 döneminde bu-
nun tam tersi bir ortam yaratılmıştır.63 Gerçekten de askerler iç siyaseti silah
kullanarak bastırma konusunda maharetli olsalar da, dış politikayı idare etme,
diplomasinin inceliklerini kullanma ve dış baskılara karşı direnme konusunda
aynı ölçüde başarılı değildirler. Demokratik seçimle işbaşına gelen hükümetler
meşruiyetini doğrudan halktan aldıkları için büyük güçlerle ilişkilerinde baskı-
lara karşı manevra kabiliyetlerini kullanma şansları daha fazladır.
Bir bütün olarak bakıldığında 1980–1983 dönemde Türk dış politikasında
ABD’nin etkisi ve ağırlığı giderek artmış; Türkiye’nin Avrupa’yla olan (AET ve
Avrupa Konseyi) bağlantıları görece zayıflamış ve Ortadoğu (İslam Konferansı
Örgütü gibi) ile ekonomik ve siyasi ilişkilerimiz ise gelişme kaydetmiştir.
ABD ve NATO ile ilişkiler: Askeri yönetimin en rahat ilişki kurduğu ülke
ABD; dışarıda meşruluk sorunu yaşamadığı en rahat ortamı ise bir güvenlik
ittifakı olan NATO toplantılarıydı. Bu nedenle olsa gerektir ki Türk dış politi-
kasında bu dönemde dış temaslar daha çok güvenlik öncelikli olarak yürütül-
müştür. ABD için de Türkiye, Sovyetler Birliğine karşı uygulanan çevreleme
politikasında oynadığı rol ve NATO’nun güney kanadının yeniden güçlendi-
rilmesi çerçevesindeki konumu bakımından önemliydi. Bu çerçevede iki konu
Türkiye’yi yakından ilgilendiriyordu. Birincisi, 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs
müdahalesi nedeniyle NATO’nun askeri kanadından kendi isteği ile ayrılan
Yunanistan’ın tekrar NATO’ya dönüşüne onay verilmesidir. Türkiye Yunanis-
tan’ın yokluğunda NATO tatbikatlarında Egedeki tüm uçuşların güvenliğini
sağlayan fır hattını kendisi kontrol edebiliyordu ve bu bizim için önemli bir
avantajdı. Oysa şimdi, artan güvenlik endişeleri nedeniyle ABD, NATO’nun
güney kanadının savunma kapasitesinin ancak Yunanistan’ın da tekrar ittifaka
alınarak güçlendirileceğine inanıyordu. Bunun için de Türkiye’nin onayı gere-
kiyordu.
Gerek Ecevit gerekse Demirel hükümetleri bu isteğe defalarca karşı çık-
mışlardı. Ancak bir NATO üyesi olan Türkiye’de yaşanan askeri darbeyle işba-
562
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
şına gelen yeni yönetimin şiddetle dış desteğe ve uluslararası meşruiyete ihti-
yacı vardı. İşte bu ortamda 17 Ekim 1980’de Ankara’ya gelen NATO Avrupa
Kuvvetler Başkomutanı Bernard Rogers, Kenan Evren’i Yunanistan’da yakında
seçimler olacağını ve Sosyalistlerin işbaşına gelmesinin kuvvetle muhtemel
olduğunu; bu durumda ise Yunanistan’ın tamamen kaybedilebileceğini söyle-
yerek ikna etti. Konu dışişleri bakanlığında dahi doğru dürüst görüşülmeden,
bu görüşmeden 3 gün sonra (20 Ekim) yapılan acil bir NATO Konseyi toplantı-
sıyla derhal halledildi ve Yunanistan NATO’ya geri döndü. Rogers planına
göre, Yunanistan NATO’ya döndükten sonra Egedeki komuta ve uçuşların
denetimine ilişkin sorunları Türkiye ile yapacağı ikili görüşmelerle çözmeyi
taahhüt ediyordu. Ancak yazılı bir belgeye dayanmayan ve sadece Evren ile
Rogers arasındaki “asker sözünden” ibaret olan bu anlaşma, Yunanistan’da
1981’de yapılan seçimle iş başına gelen Andreas Papandreu hükümetince cid-
diye alınmadı. Üstelik aynı yıl AET’ye tam üye olarak kabul edilen Yunanistan
tüm Avrupa kurumlarını Türkiye’ye karşı kullanarak Türkiye’yi uluslararası
ortamda yalnızlaştırmaya çalıştı.64 Türkiye böylece Yunanistan’a karşı eline
geçirdiği en önemli kozu Evren’in eliyle kötü şekilde harcamış oldu.
Darbe döneminde son sözü genelde Evren söylediği için Amerikan yöne-
timi en kritik konuları doğrudan Evren’le çözme yoluna gidiyordu. Bu çerçe-
vede Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan bir diğer gelişme, Türkiye ve ABD
arasındaki savunma ve ekonomik yardımlar konusundaki ilişkilerin temel
çerçevesini belirleyen ve 29 Mart 1980’de imzalanan Savunma Ekonomik İşbir-
liği Antlaşmasının (SEİA) darbeden hemen sonra Ulusu hükümetince süratle
onaylanmasıdır (18 Kasım 1980). Oysa bu onay yetkisi, ABD’ye karşı önemli
bir koz olarak elde tutuluyordu.65 Öte yandan ABD Ortadoğu Bölgesindeki
muhtemel gelişmelere karşı acil müdahale ve mukabele edebilmek için bir Çe-
vik Kuvvet oluşturmuş ve Türkiye’den de bu amaçla kullanabileceği üsler iste-
miştir. Türkiye, bu fikre farklı nedenlerle uzak durmakla birlikte, 1982 yılında
yapılan bir antlaşmayla Muş ve Batman gibi bazı doğu illerinde hava alanı ve
tesis inşa edilmesini, Türkiye’nin NATO çerçevesindeki sorumlulukları ile
sınırlı olarak kullanılmak üzere, kabul etti.66
ABD ile savunma alanlarında yakın işbirliğine giden askeri yönetim, bu
tavizlere karşı Ermeni lobilerince Amerikan Kongresine getirilen soykırım id-
dialarına ilişkin karar tasarılarını ise engellemeyi başardı. Ancak bu dönemde
ASALA’nın Türk diplomatlarına yönelik terör saldırıları da devam etti ki, bun-
lar içinde Türkiye’de infiale neden olan en önemli saldırılardan biri 7 Ağustos
1982’de Ankara Esenboğa hava alanına yapılan saldırıydı. Toplam 12 kişinin
hayatını kaybettiği saldırıda yakalanan terörist Ekmekçiyan yargılanarak 1983
yılında idam edilmiştir. 15 Temmuz 1983’te Fransa’nın Orly şehrindeki THY
bürosuna yapılan Ermeni saldırısında ise 2 Türk’ün yanında çok sayıda Fran-
sızın da ölmesi ve 62 kişinin yaralanmasından sonra Batılı ülkelerde
ASALA’ya karşı bakış değişmiştir ve bir süre sonra da eylemler son bulmuştur.
Avrupa ile ilişkiler: Askeri yönetimin dış politikada en çok sıkıntı yaşadığı
alan Avrupa cephesi olmuştur. NATO dışındaki Avrupa Kurumları, özellikle
Avrupa Topluluğu ve Avrupa Konseyi, başlangıçta güvenlik endişeleri nede-
563
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
564
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
565
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
566
21. Bölüm: 12 Eylül Döneminde İç ve Dış Politika / Birol Akgün
567
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
568
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
22. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM VE DEMOKRASİ
[1983–1991]] ∗
Ömer ÇAHA∗∗
GİRİŞ
1980 öncesinde toplumla devlet arasındaki bağ büyük ölçüde siyasal parti-
ler üzerinden sağlanmaktaydı. Siyasal partiler, aynı zamanda toplumsal farklılı-
ğı temsil eden mekanizmalardı. 1980’lerde ise devletle toplumsal alan arasındaki
ara kademeyi doldurmak üzere farklılaşmış bir sivil toplum alanının geliştiğini
görüyoruz. 1980 sonrası dönem bir yandan iç dinamiklerin, bir yandan da dün-
yadaki gelişmelerin gelişimini kolaylaştırdığı bir sivil toplum olgusuyla karşı-
laşmaktayız. 1983 yılında yapılan genel seçimlerin bu anlamda bir dönüm nok-
tası oluşturduğunu söylemek mümkündür. Bilindiği gibi 1970’lerdeki ideolojik
farklılaşma ve onun yol açtığı silahlı çatışma askeri darbeye ve üç yıl devam
eden 12 Eylül yönetimine yol açmıştı. Demokratik seçimlerin gerçekleştirildiği
1983 genel seçimleri liberal değerleri savunan bir liderin, yani Turgut Özal’ın
sahneye çıkması ve Türkiye’nin siyasal yaşamına yaklaşık olarak on yıl boyunca
damgasını vurmasıyla sonuçlanmıştır.
Özal’ın savunduğu üç özgürlük (dinsel, siyasal ve ekonomik) 1980’ler bo-
yunca Türk siyasal yaşamına yeni bir renk ve soluk kazandırdı. Türkiye’de bu
tarihlerde yükselişe geçen iki değerin “özgürlük” ve “sivil toplum” olduğunu
söylemek yanlış olmayacaktır. 1980’lerin sonlarında yoğun bir tartışma sonu-
cunda kaldırılan Türk Ceza Kanunun 141, 142 ve 163’cü maddelerinin tasfiyesini
özgürlüklerin önünü açmaya dönük bir açılım olarak görmek mümkündür. On
yıllık süreç içinde temelleri atılan ekonomik ve siyasal ortamın sonucu olarak
serbest piyasa ekonomisi, Türkiye için neredeyse alternatifsiz bir ekonomi mode-
li haline geldi. Yine Avrupa Birliği’yle müzakereyle sonuçlanan önemli bir siya-
sal açılımın bu dönemlerde temellerinin atıldığını görüyoruz. Siyasal alandaki
∗
Bu çalışma, yazarın, Aşkın Devletten Sivil Topluma (İstanbul: Plato Film Yayınları, 2008) adlı
çalışmasından bu kitabın amacına hizmet edecek şekilde derlenerek yeniden formüle edilmiş-
tir.
∗∗
Prof. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi.
569
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
570
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
ları derneği TÜSİAD iken, 80’lerden sonra başta MÜSİAD olmak üzere yeni geli-
şen orta sınıfın sesi olan çok sayıda işadamları dernekleri üremeye başladı. Bu
orta sınıf doğal olarak kendi kültürel değerlerini, tüketim kalıplarını, simgelerini,
plan ve programlarını kamusal alana taşıyarak kamusal alanın farklılaşmasına
katkıda bulunmuştur. Diğeri ise devletin neredeyse ülkede kıpırdayan her şeyin
altında bulunan eli yavaş yavaş çekilerek, başka bir deyişle devletin ekonominin
en ince ayrıntısına kadar hükmeden rolü azalarak devlet kendi alanına çekilme-
ye başlamıştır. Devletten boşalan yeri doğal olarak ekonomik gruplar almaya
başlamışlardır. Bu da devlet karşısında sivil bir alanın gelişmesi ve genişlemesi-
nin yanı sıra, işadamı ve sanayicinin devletle göbek bağıyla bağlılığını bir zorun-
luluk olmaktan çıkaran zemini hazırlamıştır.
1983–1991 yılları arasında tek başına hükümette bulunan Anavatan Parti-
si’nin program ve politikaları bu dönemde, dikkatlerin devletten topluma kay-
masında önemli bir rol oynamıştır. Kamu İktisadi Teşekküllerinin özelleştirilme-
si, yetki devri, belediyelere fon aktarımı, serbest piyasa ekonomisinin ön plana
çıkarılması gibi konular sivil toplum cephesine büyük kazanımlar getirmiştir.1
Özal’ın etkisi altında, devletin ekonomik alanda alt yapı hizmetlerini, politik
alanda da bireylerin özgürlüğünü, haklarını ve kamusal güvenliğini sağlayarak
toplumun hizmetine giren bir kurum olması gerektiği yolundaki düşünceler
yaygınlık kazandı. Devlete yüklenen fonksiyonların, adalet, güvenlik ve savun-
ma gibi alanlarla sınırlı kalması düşüncesi yaygın biçimde tartışılır oldu. Özal’ın
sık sık vurguladığı üç özgürlük (inanç ve vicdan, düşünce ve ifade, serbest te-
şebbüs hürriyeti) geniş bir yankı buldu.2 Bütün bu düşüncelerin, devletin en üst
katında görev yapan biri tarafından vurgulanması, gerçekte Türk tarihinde ilkti
ve klasik merkeziyetçi devlet geleneğinden radikal bir kopuşu ifade ediyordu.
1980’li yıllarda, devletin geleneksel olarak merkezi (core) alanını oluşturan
bürokraside önemli bir değişme meydana geldi. 1980’li yıllara kadar her tür de-
ğişimin öncüsü durumunda olan bürokrasi, bu tarihlerde siyasal iradeyle zaman
zaman karşı karşıya gelmiş ve bu iradeye karşı direnmelerde bulunmuştu. Özel-
likle Demokrat Parti’nin iktidara gelişini hazmedemeyen atanmış elit bu partinin
politikalarını sekteye uğratmak için ciddi bir muhalif blok gibi davranmış ve bu
partiye çok çektirmişti. Oysa 1980 sonrası dönemde, özellikle serbest piyasa eko-
nomisiyle birlikte Devlet Planlama Teşkilatı gibi ekonominin lokomotifi duru-
munda bulunan bazı bürokratik kurumlar ağırlıklarını kaybetmeye başladılar.
Özal’ın yürüttüğü liberal iktisadi politikalar bir bakıma bürokrasinin özellikle
kumanda ekonomisi doğrultusunda sahip bulunduğu birikmiş deneyimini bir
kalemde sildi ve adeta bürokrasinin içini boşaltmış oldu. Özal, bürokratlarını
özellikle Amerika eğitimli kişilerden seçiyor ve bunlar medyada “Özal’ın prens-
leri” olarak biliniyorlardı. Bürokrasinin başındaki Özal’ın prensleri Türkiye’de
yeni bir hava estiriyor; ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlara pragmatik bir şe-
kilde yaklaşıyor ve Cumhuriyetin devasa mevzuat engellerini bir bir aşacak dü-
zenlemelere yöneliyorlardı. 1980 sonrasında bürokrasi böylece siyasal iradenin
karşısında zinde bir güç oluşturmaktan çok, siyasal iradenin yörüngesine girme-
ye başlamıştır. Özellikle ekonomi bürokrasisi, planlamacı ekonominin terk edil-
meye başlamasıyla bu alandaki gücünü yitirmeye başladı. Aslında Özal’a bu
571
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
572
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
573
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
574
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
575
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ti” olmak üzere iki tür akımın gelişmekte olduğu sonucuna varmamız müm-
kündür. Kadın hareketi içinde yer alan kadın gruplarının dört farklı alanda sivil
toplumun gelişimine katkıda bulunduğu söylenebilir. Kadın hareketinin bir sivil
toplum cephesi olarak oynadığı birinci rolü toplumsal gruplar üzerindeki etki-
sinde görüyoruz. Kadın gruplarının faaliyetleri, söylemleri ve talepleri kadın
konusunu başta İslami ve sol kesim olmak üzere birçok kesimin gündemine
sokmayı başarmıştır. Değişik kesimler, yayınlarında bu konuya eğilerek, dernek-
ler altında örgütlenerek kadın konusunu farklı bağlamlarda tartışmış ve konuyla
uğraşmışlardır. Feminist hareket içinde yer alan kadın grupları seslerini
1980’lerde Kadınca, Sosyalist Feminist Kaktüs ve Feminist, 1990’lardaysa çok
sayıda değişik dergilerle duyururken; İslami kesimde kadın konusuyla ilgilenen
ve tirajları 50 binleri bulan dergiler yayınlanmaya başlamıştır. Bu kesimde sayı-
ları on binleri bulan Kadın ve Aile, Bizim Aile ve Mektup türünden dergiler ka-
dının kamusal alanda yer almasını sağlayan bir söyleme öncülük ettiler.10
Kadın gruplarının sivil toplum unsuru olarak geliştirdikleri ikinci politika
ise karanlıkta kalan bazı konuları ve Türk toplumunda yer alan bazı değerleri
kamuoyuna taşıyarak burada tartışmalarıdır. Karanlıkta kalan ve arka sokaklar-
da yaşanan kürtaj, cinsiyet, dayak, evlilik içi cinsel taciz, tecavüz, sarkıntılık, aile
içi şiddet, ailedeki eşitsiz işbölümü, namus cinayeti gibi konular kadın hareketi
içindeki değişik kadın gruplarıyla birlikte gündeme gelmiş, kamuoyunun gün-
deminde geniş bir tartışma alanı bulmuştur. Kadın grupları bununla birlikte,
fahişelik, kadın cinselliği, iffet, bekâret, flört, kazak ve kılıbık erkek gibi Türk
toplumunda cinsiyete ilişkin gelişmiş olan normlarla ilgili geniş bir tartışma ala-
nı açmışlardır. Aynı şekilde, Müslüman kadının kamusal yaşamda yer alıp al-
mayacağı, kadın erkek eşitliğinin İslam’da bulunup bulunmadığı, geleneksel
kadın rollerinin tarihsel ve İslami dayanakları, kadının modern kurumlardaki
eğitimi, tesettür, çok evlilik gibi konular da İslami kadın hareketi içinde yer alan
kadın grupları tarafından gündeme getirilmiş, bunlarla ilgili çok sayıda anlayış,
argüman ve yayın ortaya çıkmıştır.11
Kadın gruplarının sivil toplum hareketi olarak bir diğer etki alanını da siya-
sal parti, siyasal iktidar veya hukuksal düzenlemeler üzerindeki etkisinde gör-
mekteyiz. Bu etki kadın konusunu, 1980’lerden sonra siyasal partilerin progra-
mına yoğunluklu biçimde sokarken, resmi çerçevede de bu yönde politikaların
oluşmasını sağlamıştır. Kadın gruplarının bu alandaki etkisini hukuksal normla-
rın değişiminde bulabildiğimiz gibi, siyasal iktidarların politikalarında da bul-
maktayız. Aile Araştırma Kurumu ile Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Mü-
dürlüğü gibi resmi kurumların bu etkinin bir sonucu olarak doğduğunu ve ge-
liştiğini söylemek mümkündür.12 Aynı şekilde kadın grupları, başta Medeni
Kanun olmak üzere hukuksal çerçevede kadının aleyhine olan normları tek tek
masaya yatırarak bunları kadının lehine olacak tarzda yeniden düzenleme konu-
sunda yoğun bir çaba göstermiş, yöneticilerin bu yönde desteğini almış ve niha-
yetinde gerekli düzenlemeleri yapmayı başarmıştır. Kadın hareketinin devlet
üzerindeki etkisinin en çarpıcı örneklerinden birini her yıl devletçe kutlanan 8
Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliklerinde görmekteyiz. Bu günün önemini
1980’li yılların ortalarından itibaren feminist gruplar anlatmaya başladı ve bu
576
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
577
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
578
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
duran İnsan Hakları Derneği ile Mazlum-Der uzun süre dikkat çeken iki dernek
iken, 1990’larda, özellikle Avrupa Birliği süreciyle birlikte insan hakları alanında
ortaya çıkan dernek veya vakıfların sayısında patlama yaşanmıştır. Biri solda
biri de İslami kesimde gelişmekte olan bu iki insan hakları kuruluşu insan hakla-
rı ihlalleri konusunda zaman zaman ortak hareket ederek devlet üzerinde önem-
li bir baskı mekanizması oluşturmaktadır.15 Bununla birlikte Türkiye’de
1980’lerde düşünce üzerinden de önemli platformların oluştuğu, bu zeminde
dikkate değer bir dinamizmin ortaya çıktığı ve bu dinamizmi sürükleyici örgüt-
lerin kamusal alanda boy gösterdiğini söyleyebiliriz. Liberal düşünceyi Türki-
ye’ye taşımaya çalışan ve bu yönde önemli faaliyetlerde bulunmak üzere kuru-
lan Liberal Düşünce Topluluğu’nu bu kapsamda önemli bir sivil toplum cephesi
olarak zikretmek gerekiyor. Topluluk, yaptığı çeviriler, özgün araştırmalar, eği-
tim faaliyetleri ve yayınlarıyla özellikle Anglo-Sakson Batı dünyasında gelişmek-
te olan demokratik ve liberal değerleri Türkiye’ye taşıyarak Türkiye’deki devlet-
çi zihniyetin aşınmasına, dolayısıyla sivil toplum ve demokrasinin sağlıklı bi-
çimde gelişmesine katkıda bulunmuştur. Türkiye’de düşünce zemini üzerinde
gelişen TESEV, TÜSEV, Arı Hareketi, Abant Platformu gibi düşünce platformla-
rını, demokratik ve sivil toplum arayışlarını farklı platformlarla ve etkinliklerle
geliştiren kurumlar görmek olarak zikretmek mümkündür.
1980’lerde kamusal alanda boy gösteren ve büyük ölçüde kökleri toplumun
bizzat kendisi içinde olan bu tür sivil toplum kuruluşlarının yanında, devletten
beslenen bazı reaksiyoner sivil toplum kuruluşlarının da kamusal yaşam alanın-
da boy göstermeye başladığını biliyoruz. Bilindiği gibi Cumhuriyetin temel ku-
rucu ideolojisi Kemalizm’dir ve Kemalizm liberalizm karşıtı bir ideoloji olarak
1920’lerin ve 30’ların şartlarında formüle edilen bir ideolojiydi. Bu ideolojinin en
temel özelliği devleti merkeze alan, tepeden inmeci, merkeziyetçi, planlamacı ve
elitist bir yaklaşım biçimine sahip oluşudur. 1980’lerin sonunda devlet merkezli
sosyalist sistemin çöküşü ve soğuk savaşın bitimiyle birlikte yepyeni bir dünya
doğmuş oldu. Bu dünya devletin değil, toplumun ve bireyin; merkeziyetçiliğin
değil, adem-i merkeziyetçiliğin temel referans olarak benimsendiği bir dünyadır.
Türkiye’yi 1980’lerde yöneten hükümetlerin, yukarıda ifade edildiği gibi, aslında
tam da bu dünyanın dilini okuyan bir siyasal anlayışa sahip olduğunu söylemek
mümkündür. Dolayısıyla bu hükümetler dünyadaki gelişmelerin Türkiye’deki
uygulayıcısı olmuşlardır.
1980’lerde dünyada ve Türkiye’de yükselişe geçen değerler ve liberalleşme
politikaları doğal olarak devletin resmi ideolojisi olan Kemalizm’de ciddi bir
aşınmayı beraberinde getirmiştir. Bu bakımdan Atatürkçülük üzerinden reaksi-
yoner bir anlayışın yeni dünyaya ve Türkiye’ye tepki olarak doğduğunu görü-
yoruz. Bu tepkisel çıkışın bürokratik ve sivil ayakları olmuştur. Sivil toplum
alanındaki ayağını Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ile Çağdaş Yaşamı Des-
tekleme Derneği (ÇYDD) gibi “yarı-resmi reaksiyoner” gruplar oluşturmuştur.
Bu grupları “devletin sivil toplumu” olarak zikretmek yanlış olmayacaktır.
1980’li yıllarda yükselişe geçen değerler Türkiye’deki resmi ideolojinin temel
değerlerinin aşınmasına yol açınca devletin bazı birimleri tarafından desteklenen
ADD ile ÇYDD gibi dikkat çeken dernekler ortaya çıkmaya başladı. Bu dernek-
579
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
lerin temel misyonları “üç odak” diye tanımladıkları etnik, dinî ve liberal alan-
daki değerler etrafındaki sivil oluşumlara karşı mücadele etmek olmuştur.16
Kemalist ideolojiyi yeniden inşa etmeyi ve yaymayı bu misyonu tamamlayıcı
faaliyet olarak kabul eden bu tür dernekler çoğunlukla merkez sol partilerden ve
Sosyalist Partiden gelenlerin oluşturduğu bir platform haline gelmişlerdir. Ke-
malizm’i büyük ölçüde solun genel geçer şablonu içinde tanımlamaya çalışan
dernek üyeleri Türkiye’de dile getirilen demokratikleşme taleplerinin altında bir
hinliğin yattığını, dolayısıyla masum gibi görünen bu tür taleplerin bastırılması-
nı savunmaktadırlar. Bunlara göre Türkiye’nin küreselleşme süreciyle bütün-
leşmesi Türkiye’yi emperyalizmin kucağına itmekte, bu da “hasım odakların”
işini kolaylaştırmaktadır. Bu bakımdan devletçi bir ekonomik modelle Türki-
ye’nin içine kapanarak kendi kaynaklarıyla yetinmesi, merkeziyetçi otoriteyi
canlandırarak hasım kuvvetleri ezmesi gerekmektedir. Bu tür düşüncelerden
hareket eden bu dernekler aslında devletin sivil toplumdaki birer uzantısı gibi
bir görüntü sergilemektedirler. Ancak kendilerini ısrarla sivil toplum kuruluşu
olarak tanımlayan bu derneklerden özellikle ÇYDD öğrencilere, çocuklara ve
kadınlara yönelik önemli çalışmalarıyla dikkat çekmektedir.
Kısaca, 1980’li yılların başından itibaren, aşama aşama gelişen, kamusal ya-
şamda sesini duyuran, devlet üzerinde denetim kurmak amacıyla Türkiye ça-
pında kampanyalar yürüten ve kamusal yaşama farklı talepleri, değerleri, kim-
likleri, yaşam biçimlerini aktaran canlı, dinamik ve farklılaşmış bir sivil toplum
geliştiğini söyleyebiliriz. 1980’lerde gelişen sivil toplum hareketleriyle Türki-
ye’de güdülmekte olan liberal siyasetin birbirini karşılıklı olarak etkilediğini ve
beslediğini söylemek yanlış olmayacaktır. Liberal siyaset toplumsal farklılaşma,
rekabet, örgütlenme, ifade, yayın gibi alanlarda sivil toplum örgütlerinin önünü
açarken; sivil toplum kuruluşları da varlıkları, eylemleri, dinamizmiyle libera-
lizmin yaşanabilir olmasını sağlamışlardır.
1980’LERDE İSLAM, DEMOKRASİ VE SİVİL TOPLUM
Türkiye’de 1980’lerden sonraki toplumsal farklılaşmanın en etkin ve yaygın
cephelerinden birini İslami gruplar oluşturmaktadır. İslami kesim, tarihsel ve
kültürel kökenlere sahip olması itibariyle diğer sivil toplum cephelerine göre çok
daha avantajlı bir konumda bulunmaktadır. Aslında İslam’ın yükselişi yalnızca
1980’lerden sonra değil, 1950’lerden itibaren görülmeye başlandı. Kemalist dev-
rimin, kitlelerin gözündeki baskı mekanizmasının sonuçları daha tek parti yöne-
timi döneminde ciddi biçimde hissedilmiş, toplum 1950 seçimlerinde bu devri-
min aktörü olan CHP’yi büyük bir oy kaybıyla iktidardan uzaklaştırmıştı. O
tarihlerde İslami uyanış, olmayan İslam’ın bir anda doğması şeklinde değil, top-
lumsal yaşamın her alanına sirayet etmiş, Osmanlı tarihi boyunca siyasal iktida-
rın meşruiyetinin temel dayanağını oluşturan, ancak Cumhuriyetle birlikte bastı-
rılmış olan köklü İslam’ın siyasal bir manifestoya dönüşerek taleplerini ve sim-
gelerini kamusal alana taşıması şeklinde cereyan etmişti. Bu nedenle daha 1950’lı
yıllardan beri Türkiye üzerine araştırmalar yapan ve gözlemlerde bulunan Batılı
araştırmacılar, “çağdaş Türkiye’de İslam’ın uyanış” nedenlerini araştırmaktadır-
lar.17 1950 sonrasındaki çok partili demokratik rejim dönemindeki İslami canla-
nış, kitlelerin, inançlarını yasaklanmış ve bastırılmış olan özel alanda (o tarih-
lerde kamusal alanda hiç mümkün değildi) yaşama talebi etrafında gelişmişti.
580
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
Ancak 1980 sonrası dönemdeki İslami uyanış özel alanı değil, doğrudan
doğruya kamusal alanı hedef alacak tarzda gelişmekte ve kamusal alanda bir var
olma mücadelesine girişmektedir. Esasen 1980 sonrası İslami uyanışın, seküler
grupların tepkisine yol açan boyutu da budur. Değişik gruplar ve kesimler ba-
zında yaygınlaşan İslam, sadece özel alanda yaşanan bir değerler manzumesi
olmakla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda dinsel ve siyasal değerleri, pratikleri ve
kendine özgü kurumlarıyla kamusal yaşamda boy göstermeye çalışıyor. Bugün,
eğitim alanından ekonomik alana, entelektüel alandan siyasal alana kadar geniş
bir zeminde İslami kesimler başa güreşecek tarzda bir ivme kazanmış, İslam
özellikle Anadolu’da toplumun ruhunu adeta yeniden saracak tarzda yaygın-
laşmaya başlamıştır. 1980 sonrasında genelde İslam’ın, özelde ise İslami grupla-
rın bu ivmeyi kazanmalarını sağlayan içsel ve dışsal faktörlerin olduğunu söy-
lemek mümkündür. Dışsal faktör olarak genel olarak dünyada dine ve gelenek-
sel muhafazakar değerlere bir dönüşün olduğunu, içsel neden olarak da Türk
toplumunun geleneksel değerlerle birlikte modernleşmeyi sağladığını söylemek
mümkündür. Başka bir deyişle, toplum modernleşme yönünde değişim kayde-
derken, geleneksel değerleri yeniden yorumlamakta ve modern bir çerçevede
yaşamına aktarmaktadır.18
Türkiye’de bazı aydınların İslami yükselişe ilişkin çok sığ ve yüzeysel tahlil-
leri bulunmaktadır. Bu aydınlara göre İslam’ın yükselişi, 1950’den bu yana sağ
partilerin devlet imkânlarını dinsel faaliyetlere ve kesimlere açmasına borçludur.
Devletin izin verdiği Kur’an Kursları, Diyanet İşleri, İmam-Hatip Liseleri ve
İlahiyat Fakülteleri kanalıyla bu kesimlere maddi imkân sağlanmakta, bu da
dinsel tırmanışı hızlandırmaktadır.19 Bu kesimler, 1990’lı yıllarda Refah Parti-
si’nin yükselişini resmi ideolojideki zayıflama, Kemalizm’in gerileyişi, sol ideo-
lojideki çözülme ve dünyada yükselen değerler yerine, devletin din politikasına
ve onlara aktardığı kaynaklara dayandırmaktadırlar.20 Bu yaklaşımların doğru
olmadığını, İslam’ın 1980’lerden sonraki yükselişini daha derin sosyolojik ze-
minlerde aramanın gerekliliğini belirtmek gerekiyor.
Türkiye’de İslam, değerleri, kültürel birikimi ve ekonomik güç kaynağıyla
güçlü bir muhalefet potansiyeli olmaya devam etmektedir. Türkiye’de Kur’an
Kursları, İmam Hatip Liseleri ve camilerin büyük bir kısmı halk tarafından ya-
pılmıştır. Devletin buralara kadro tahsis etmesi, din üzerindeki kontrol meka-
nizmasını sürdürme isteğinden kaynaklanmaktadır. Devlet dini kendi himaye-
sine alarak resmi bir din anlayışı geliştirmekte, bu da din içinde farklı yaklaşım-
ların ve yaşayış biçimlerinin gelişmesini engellemektedir. İslam’ın Alevi yoru-
munun bugün devlet nezdinde meşru olmayışı bundan kaynaklanmaktadır.
Devlet, dinsel yaşam üzerinden elini çekerse ve dini tamamen sivil unsurlara
terk ederse o zaman din, Batı’da olduğu gibi devleti kontrol edecek tarzda bir
mülkiyet gücüyle birlikte gelişebilir.
1980 sonrasında Türkiye’nin gündemine yoğun biçimde girmiş olan İs-
lam’ın, demokrasiyle bağdaşıp bağdaşmadığı sorusu, üzerinde durmaya değer
önemli bir sorudur. Hoşgörü ve sevgi değeri ekseninde gelişen Anadolu Müs-
lümanlığının demokratik bir siyasal kültüre katkıda bulunacak değerlere sahip
olduğu söylenebilir. Demokrasilerde gelişen birey, grup, sivil hayat, özel yaşam,
581
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
kültürel haklar, serbest teşebbüs gibi kavramlar İslam’ın insan, cemaat, mahrem
yaşam alanı, serbest ticari ortam gibi kavramlarıyla bir şekilde örtüştüğü söyle-
nebilir. Temel haklar olarak kabul edilen yaşam, mülkiyet ve özgürlük hakları
İslam’da da vazgeçilmez haklar olarak kabul edilir. İslam inancına göre mal, can,
namus ve akıl emniyeti devletin güvencesi altında olup tüm insanlar için vazge-
çilmez doğal haklardır. Bu tür ortak noktalardan hareketle, Fazlur Ralman gibi
modern İslami anlayışta olan bir takım aydınlar liberalizmle İslam arasındaki
yakınlığa dikkat çekmektedirler.21
İslam’ın Türkiye’nin gündemine gelmesinin konumuz açısından üzerinde
durulması gereken nokta, dinsel sosyal grupların sivil toplum ve demokratik
açıdan nasıl değerlendirileceği hususudur. Dinsel grupların konumuz açısından
en önemli fonksiyonu toplumsal ve siyasal alanın farklılaşmasına ve otonomi-
leşmesine sağladıkları katkıdır. Sivil toplumun ve demokrasinin en temel özelli-
ğinin farklılaşma olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, bu grupların
farklı kimlikleriyle kamusal alanda yer alma istekleri aslında kamusal alanı zen-
ginleştirmenin yanında, siyasal söylemlerin, programların ve referansların da
zenginleşmesine katkıda bulunmaktadır. Bu gruplar, devletle iç içe gelişmekten
çok, devlete sırtlarını dönerek, doğrudan doğruya sivil toplum içinde gelişmek-
tedirler. Özellikle tasavvufi akımlar, kendilerini siyasal etkilerden ve İslam’ın
siyasal anlayışından uzak tutma çabasındadırlar.22 Aynı şekilde cemaatler, bazı
istisnaların dışında, genel olarak güçlerini toplumdan alarak gelişme kaydet-
mektedirler.
Dinsel temel üzerinden sivil topluma bakıldığı zaman Aleviliğin de bu bağ-
lamda dikkate değer bir sivil toplum unsuru olarak geliştiğini söylemek yanlış
olmayacaktır. 1980’li yıllara kadar Alevilik özellikle modern kurumlarda eğitim
gören genç kuşaklar için bir kimlik kaynağı oluşturmaktan uzaktı. Bunun temel
nedeni, okuyan Alevi kuşakların önemli bir kısmının sol ideolojileri benimseme-
leriydi. Oysa 1980’li yıllardan itibaren sol ideolojinin hem dünya, hem de Türki-
ye çapında inişe geçmeye başlamasıyla birlikte geniş bir gençlik kitlesi boşlukta
kalmaya başladı. Kendi kültürlerine döndüklerinde bu gençler, gerçekten tatmin
edici entelektüel ve siyasal bir Alevi birikiminden çok, birçoğu eğitim görmemiş
ya da ilkokul mezunu olan dedelerle karşılaştılar. Gerek Alevi cemaatlerin başını
çeken kişilerin modern eğitimden yoksun olmaları, gerekse Aleviliğin bir hete-
rodoks unsur olarak taşrada sadece bir “folk kültür” şeklinde gelişmiş olmakla
yetinmesi, eğitim görmüş olan geniş genç Alevi kuşağını bir arayışa sevk etmiş-
tir.23 Aleviler, 1980’li yıllardan itibaren farklı bir kimlik arayışına girişmekle bir-
likte, kendi değerlerini yaşamak ve aralarındaki sosyal dayanışmayı sağlamak
için çok sayıda Cem Evleri, Pir Sultan Abdal Dernekleri ve Hacı Bektaş-i Veli
Kültür Merkezleri gibi değişik isimler altında örgütler ortaya koydular.24 Bu tür
örgütlerle Alevi kesimin dinsel temel üzerinden sivil toplum alanına önemli bir
renk olarak katıldığını söylemek mümkündür.
ÖZAL’IN CUMHURBAŞKANLIĞI VE 1991’E GİDEN SÜREÇ
Hiç kuşkusuz 1980’lerde Türkiye’de meydana gelen değişimlerin mimarı
Turgut Özal olmuştur. Onun liderliğinde Türkiye dünyadaki gelişmeleri iyi
okumasını bilmiş ve dünyada yükselen değerler doğrultusunda adımlar atmış-
582
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
tır. Özal, 1983 genel seçimlerinde tek başına iktidara geldiği zaman onu siyaset
alanında zorlayacak olan liderler henüz siyaset sahnesinde yoklardı. Süleyman
Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş o tarihlerde siya-
si yasaklı oldukları için Özal’ın en önemli rakibi merkez sol partilerdi. Ancak bu
partilerin başında da henüz kendisini Ecevit gibi topluma kabul ettirmiş bir lider
yoktu. Bu bakımdan Özal’ın işinin 1980’ler boyunca kolay olduğunu söylemek
yanlış olmayacaktır. Ancak 1987’de yapılan referandumla eski siyasetçilerin
siyasi yasakları kalkınca Özal’ın ve ANAP’ın da rakipleri siyaset arenasına gir-
meye başladılar. Siyasi yasakların kalkmasının hemen ardından 29 Kasım 1987
tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerde ANAP ikinci kez tek başına iktidara
gelmeyi başarmıştır. Ancak iki yıl sonra, Mart 1989’da gerçekleştirilen yerel yö-
netim seçimlerinde büyük bir yenilgi alarak oyları yüzde 21’e kadar gerilemiştir.
ANAP bu seçimde elinde bulundurduğu yerel yönetimlerin büyük bir kısmını o
tarihlerde merkez solun üssü konumundaki Sosyal Demokrat Halkçı Partiye
kaptırmıştı.
Yerel yönetim seçimlerinden sonra Türkiye Ekim 1989’da gerçekleştirilecek
olan cumhurbaşkanlığı seçimine odaklandı. Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığına
adaylığını açıklamasının üzerinden Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde gö-
rülmeyen tartışmalar Çankaya seçimleriyle ilgili medyada boy göstermeye baş-
ladı. Medyadaki yoğun tartışmalara rağmen Turgut Özal adaylığını koymuş ve
31 Ekim 1989 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilerek Çankaya’ya çıkmıştır. Özal’ın
Çankaya’ya çıkışı nereden bakılırsa bakılsın siyasette önemli bir boşluğun doğ-
masına yol açmıştır. Özal’ın cumhurbaşkanlığıyla birlikte ANAP genel başkanlı-
ğı için parti içinde yarışmalar baş göstermeye başlamıştır. Bu yarışmada ana
hatlarıyla iki grubun yarıştığı söylenebilir. İki grup arasındaki ayrışmanın temeli
siyasal olmaktan öte, liderlik eksenindeki bir ayrışmaya dayanmıştır. Özal aile-
sinin de açık desteğini alan Mesut Yılmaz yarışmadan galip çıkmış ve ANAP’ın
genel başkanlığına seçilmiştir.
Mesut Yılmaz’ın ANAP’ın genel başkanlığına seçilmesiyle birlikte bu parti
liberal siyasetin merkez üssü olmaktan çıkmaya başlamıştır. Mesut Yılmaz’ın
genel olarak statükocu bir siyaset tarzı güttüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.
Yılmaz liderliğindeki ANAP öte yandan siyaset sahnesinde diğer partilerin ve
liderlerin yoğun muhalefeti ile karşılaşmış, toplumsal alanda da sendikal hare-
ketlerin yoğun ablukası altına alınmıştır. Bu tarihlerde siyaset sahnesinde özel-
likle Süleyman Demirel rüzgârı esmektedir. Demirel, değişimci bir lider profili
çizerek topluma hoş gelecek söylemleri seslendirmiş ve ANAP’a karşı sert bir
muhalefet sergilemiştir. Öte yandan 1970’lerde meydanlarda deyim yerindeyse
tozu dumana katan, ancak 1980’li yıllar boyunca dirençlerini kaybederek mey-
danlardan uzak kalan sendikalar yavaş yavaş meydanlara inmeye başladılar.
ANAP yönetimi dönemindeki en ciddi sendikal muhalefetin startı Zonguldak’ta
verilmiştir. Zonguldak maden işçileri için yüksek miktarda zam talebinde bulu-
nan dönemin Maden İş Sendikası, hükümetten beklediğini bulamayınca Zon-
guldak’tan Ankara’ya doğru çok sayıda işçinin katıldığı bir yürüyüş eylemine
geçmiştir. O tarihlerde neredeyse tüm partilerin, değişik sivil toplum kuruluşla-
rının, medyanın, hatta illegal bazı örgütlerin, kısaca 1980’ler boyunca meydan-
583
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
lardan uzak kalan, meydanları özleyen ve ANAP’ın karşısında saf tutan herke-
sin yer aldığı büyük çaplı bir yürüyüşe dönüşmüştür eylem. Başbakan Mesut
Yılmaz ve hükümetteki ANAP bu baskıya dayanamayarak sendikanın istediği
yüklü zammı kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu zam Türkiye ekonomisinin o
tarihlerde kaldırabileceği gücün oldukça üzerindeydi. Ülke ekonomisine ağır bir
maliyeti olmuş, nitekim bunun faturası birkaç yıl sonra büyük bir ekonomik kriz
olarak patlak vermiştir.
Bu tarihlerde ANAP’a karşı muhalefet değişik sivil toplum kuruluşlarından
da gelmeye başlamıştır. Bu muhalefet örneklerinden biri hükümetin 1989 yılında
Aliağa’da yapmayı planladığı termik santrale karşı gelişmiştir. Aliağa Gencel-
li’ye termik santral kurulmasıyla ilgili Bakanlar Kurulu kararı 25 Kasım 1989’da
Resmi Gazete’de yayımlanarak kesinleşmişti. Kararın ardından, çevreci gruplar
başta olmak üzere ANAP karşısında yer alan partiler ve gruplar 1990 yılı Mayıs
ayında Konak Meydanı’ndan Gencelli’ye kadar 60 kilometrelik insan zinciri
oluşturarak bu kararı protesto ettiler. Bu eylem aynı zamanda Türkiye’deki en
büyük çevre eylemi olarak tarihe geçmiştir. Yoğun protesto eylemlerinin ardın-
dan Danıştay, Bakanlar Kurulu’nun termik santral ile ilgili aldığı kararı iptal
etmiştir. Eylemin merkezinde çevreyle ilgili bir konu yer almasına rağmen, esas
itibariyle muhalefetin ANAP’a karşı yapıldığını ve bu partiyi erken seçime zor-
lamaya çalıştığını belirtmek gerekir. Aliağa termik santralı projesi aslında siyasal
ve sivil muhalefetin bürokrasinin de desteğini yanına alarak hükümeti karar
alamaz hale getirmenin de bir örneğini oluşturmaktadır. Başka bir deyişle bu
olay, aşağı yukarı yedi sekiz yıl boyunca karşısında doğru düzgün bir muhale-
fetle karşılaşmadan Türkiye’yi yöneten ANAP’ın artık güçlü bir muhalefetle
karşı karşıya kaldığını göstermektedir.
Türkiye’yi iki dönemdir üst üste yönetmekte olan ANAP, içerde rakibi olan
siyasal partilerle sivil toplum alanından gelen grupların baskısı altında sıkışır-
ken, dış politikada da Türkiye’yi zora sokacak gelişmelerle karşı karşıya kalmış-
tır. Irak’ın 1990 Ağustos ayında Kuveyt’i işgal etmesinin ardından Ocak 1991’de
çok sayıda ülkenin desteğini yanına alan Amerika Irak’la savaşa girişmiş ve kısa
bir süre içinde Irak’a büyük bir darbe indirerek ordularını Kuveyt’ten püskürt-
müştür. Körfez Savaşı doğal olarak en büyük darbelerden birini Türkiye’ye
vurmuştur. Irak’la sınır ticaretinin büyük darbe aldığı Körfez Savaşı Türkiye
ekonomisine büyük bir darbe indirmiştir. Körfez Savaşı öte yandan, Türkiye’nin
hemen yanı başında Amerika’nın kontrolü altında, 36. paralel olarak isimlendiri-
len ve Türkiye’nin müdahil olamadığı bir alanın açılmasına da zemin hazırla-
mıştır. Bu da Türkiye’nin 1984 yılından beri mücadele ettiği PKK’nin bu bölgede
rahatça at koşturmasına ve buralarda konuşlanmasına zemin hazırlamıştır. Ni-
tekim Körfez Savaşının arkasından PKK daha rahat hareket eder hale gelmiş ve
Türkiye’de büyük eylemlere imza atmıştır. Bölgede sürmekte olan kanlı savaş
böylece daha büyük boyutlara ulaşmaya başlamıştır.
Kısaca içerde giderek kızışan muhalefet ve Türkiye’nin aleyhine seyreden
dış konjonktür hükümeti erken seçime gitmek zorunda bırakmıştır. Ekim 1991
tarihinde gerçekleştirilen genel seçimler aynı zamanda eski siyasetçilerin yakla-
şık on yıl sonra ilk kez siyaset sahnesinde boy gösterdiği bir seçim olmuştur.
584
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
585
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
586
22. Bölüm: Türkiye’de Sivil Toplum ve Demokrasi / Ömer Çaha
SONNOT
1 Metin Heper, “The State, Political Party and Society in Post-1983 Turkey”, Government and
Opposition, 25 (1990), s. 6.
2 Özal politikalarının kapsamlı bir analizi için bkz. Ahmet Helvacı, “The Influence of Libera-
lism on Turkish Economy, Politics and Civic Culture with Particular Reference to Ozal Era”,
Sheffield: University of Sheffield, Yayınlanmamış Doktora Tezi, 1998.
3 Metin Heper, “The State and De-bureaucratization: The Turkish Case”, International Social
Science Journal, 126 (1990).
4
Ordunun 1980’li yıllardaki konumuyla ilgili detaylı bir tartışma için bkz. George Harris, “The
Role of the Military in Turkey: Guardians or Decision-Makers?”, State, Democracy and the Mili-
tary: Turkey in the 1980s, Der. Metin Heper ve Ahmet Evin, Berlin and New York: Walter de
Gruyter, 1988.
5
Türkiye’de ordu ve siyasetle ilgili ayrıntılı bir çalışma için bkz. William Hale, Türkiye’de Ordu
ve Siyaset: 1789’dan Günümüze, Çev. Ahmet Fethi, İstanbul: Hill Yayinları, 1996. Ayrıca bkz.
Ümit Cizre, Muktedirlerin Siyaseti: Merkez Sağ-Ordu-İslamcılık, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999.
6
Türk siyasetinin temel problemlerinden birinin taşrayla merkez arasındaki uzaklıkta yattığını
unutmamak lazımdır. 1980’lerden sonra taşraya ulaşan modern eğitim imkanları üzerinden
taşra ile merkez arasındaki geleneksel uzaklığın aşınma durumuna girdiğini söylemek yanlış
olmayacaktır. Türk siyasal yapısındaki taşra-merkez ayrılığıyla ilgili bir tartışma için bkz. Şe-
rif Mardin, “Center-Periphery Relations: A Key to Turkish Politics?”, Deadalus, 102 (Winter
1973). Ayrıca bkz. Metin Heper, “Osmanlı Siyasal Hayatında Merkez-Kenar İlişkisi”, Toplum
ve Bilim 9-10 (Bahar-Yaz 1980).
7
M. Hakan Yavuz, Islamic Political Identity in Turkey, New York: Oxford University Pres, 2003,
s. 24.
8 Ömer Çaha, “İdeolojik Kamusalın Dönüşümü”, Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi, İstanbul:
Plato Film Yayınları, 2008.
9
Şirin Tekeli, “Emergence of Feminist Movement in Turkey”, The New Women’s Movement, Der.
Drude Dahlerup, London, vd.: Sage Publications, 1986.
10 Yeşim Arat, “From Emancipation to Liberation: The Changing Role of Women in Turkey’s
Public Realm”, Journal of International Affairs 54, 1 (2000).
11 Elizabeth Özdalga, İslamcılığın Türkiye’deki Seyri: Sosyolojik Bir Perspektif, İstanbul: İletişimYayın-
ları, 2006.
12
Ayşen Gürcan ve Fatma Özdoğan, “Türkiye’de Kadın Hareketi Tarihi ve Aile Araştırma
Kurumu”, Kadın Çalışmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 3 (Eylül-Aralık 2006).
13
Konuyla ilgili ayrıntılı bir tartışma için bkz. Ömer Çaha, Sivil Kadın: Türkiye’de Kadın Hareketi ve
Sivil Toplum, Ankara: Vadi Yayınları, 1996.
14 Bkz. Esat Öz, Bir Baskı Grubu Olarak Çevre Koruma Derneklerinin Çevre Politikasının Oluşumun-
daki Rolü: Türkiye Örneği, Ankara: Gazi Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 1989.
15
Türkiye’deki insan haklarını koruma amaçlı sivil girişimlerle ilgili detaylı bir çalışma için bkz.
M. Ecevit Cartı, “1980’den Sonra Türkiye’de İnsan Hakları Koruma Amaçlı Resmi ve Sivil Gi-
rişimler”, Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1996.
16
Erdoğan Necmi, “Kemalist Non-Governmental Organizations: Troubled Elites in Defense of a
Sacred Heritage,” Civil Society in the Grip of Nationalism, Der. Stefanos Yerasimos, Günter
Seufert ve Karin Vorhoff, İstanbul: Orient Institut, 2000.
17 Richard Tapper (Der.), Çağdaş Türkiye’de İslâm: Din, Siyaset, Edebiyat ve Laik Devlet, Çev. Özden
Arıkan, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1993.
18
Ömer Çaha, Bitmeyen Beraberlik: Modern Dünyada Din ve Devlet, İstanbul: Timaş Yayınları,
2007.
587
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
19 Türkiye’deki nüfus artışı dikkate alındığında gerek cami gerekse Kur’an Kursu sayısındaki
artışın nüfus artışının gerisinde kaldığı görülür. Bkz. Yusuf Ziya Özcan, “Mosques in Turkey:
Quantitative Analysis”, Intellectual Discourse, Vol. 2, No 1 (1994).
20
Bu türden bir çalışma için bkz. Sencer Ayata, “Patronage, Party and State: The Politicization of
Islam in Turkey”, Middle East Journal, Vol. 50, No. 1 (Kış 1996).
21
Bunlardan biri Fazlür Rahman’dır. Görüşleriyle ilgili kapsamlı bir çalışma için bkz İslami
Araştırmalar Dergisi (Fazlur Rahman Özel Sayısı), Cilt 4, Sayı 4 (Ekim 1990).
22 Tarikatların değerleri ve siyasal alana ilişkin tutumlarıyla ilgili bkz. Şerif Mardin, “Türk Tari-
hinde Nakşibendi tarikatı”, Çağdaş Türkiye’de İslam: Din, Siyaset, Edebiyat ve Laik Devlet, Der.
Richard Tapper, Çev. Özden Arıkan, İstanbul, Sarmal Yayınevi, 1993.
23 Alevilik ve Bektaşilikle ilgili sosyolojik bir çalışma için bkz. Orhan Türkdoğan, Türkiye’de
Alevilik ve Bektaşilik, Ankara: Ötüken Yayınları, 1995. Ayrıca, Hüseyin Özcan, Alevi/Bektaşi Kül-
türüne Bakışlar: Canların Nefesinden, İstanbul: Horasan Yayınları, 2003.
24 Reha Çamuroğlu, “Alevi Revivalism in Turkey”, Alevi Identity: Cultural, Religious and Social
Perspectives, Der. Tord Olsson, Elizabeth Özdalga ve Catharina Raudvere. İstanbul: Swedish
Research Institute, 1998, ss. 79-84.
25 1991 genel seçimlerine girildiğinde Türkiye’de kişi başı gayri safi milli hasıla yaklaşık olarak
3250 dolar civarındaydı. 2002 genel seçimlerine girildiğinde bu rakam 2150 dolara kadar geri-
lemiştir. Bu rakamlar, ülkenin yaklaşık on yıllık koalisyon hükümetleri tarafından nasıl yöne-
tildiğini ortaya koymaktadır.
26
Göle Nilüfer, “Toward an Autonomization of Politics and Civil Society in Turkey”, Politics in
the Third Turkish Republic, Ed. Metin Heper and Ahmet Evin, Boulder, San Francisco, Oxford:
Westview Press, 1994.
588
23. Bölüm: 1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar / Muhittin Ataman
23. BÖLÜM
1983-1991 DÖNEMİNDE İÇ POLİTİKA: ÖZAL’LI YILLAR
Muhittin ATAMAN*
A. GİRİŞ
Turgut Özal döneminde (1983–1991) Türkiye’de siyasi, iktisadi ve toplum-
sal açılardan önemli bir kırılma yaşanmıştır. Türk iç ve dış siyasetinde cumhu-
riyet tarihindeki ilk yeniden yapılanmanın gerçekleştiği bu dönemde, aynı
zamanda ilk liderlik değişimi yaşanmıştır.1 Özal, kurucusu olduğu ve dört
farklı siyasal eğilimi (liberaller, sosyal demokratlar, muhafazakarlar, ve milli-
yetçiler/ılımlı Türkçüler) içinde barındıran Anavatan Partisi’nin (ANAP) ikti-
darda olduğu bir döneme damgasını vurdu.2 12 Eylül askeri darbesinden sonra
yapılan ilk genel seçimlerden (6 Kasım 1983) hemen önce kurulan ANAP,
Cumhurbaşkanı Kenan Evren başta olmak üzere askeri liderlerin açık muhale-
fetine rağmen, açık bir arayla tek başına iktidara geldi ve 1991 yılına kadar
hiçbir siyasi parti ile paylaşmadan iktidarda kaldı. Hem İstanbul hem de Ana-
dolu sermayesinin desteğini alan Özal ve partisi ANAP, geleneksel yönetim
anlayışını değiştirdi. Özal’ın İslami kişiliği ve çevresi, ANAP’ın yapısı ve üye-
lerinin dağılımı, Özal ve partisine yönelik geleneksel kesimden (merkez med-
ya, üst düzey bürokratlar ve akademik camia) gelen saldırılar ve tepkiler ve
Özal ile partisini destekleyen toplumsal kesimler (İslami tarikatlar, geleneksel-
ciler ve liberaller) Özal liderliğinin ülkede yeni bir dönem başlattığının göster-
geleridir.3
Adı değişim ile özdeşleşen Özal döneminde, geleneksel anlayışın temel il-
kelerinde sapmalar görülmeye başlandı. Ülkede yıllardır siyasete yön veren
dogmaların ve tabuların ancak, bilgi ve hoşgörü ile yıkılabileceğini düşünmek-
teydi.4 Özellikle cumhurbaşkanlığı döneminde Özal bir “rejim muhalifi” gibi
hareket etmiştir.5 İslami görüşleri ve İslami gruplara ve siyasal İslam’a yönelik
hoşgörülü tutumu ile Özal, Osmanlı mirasına ve herhangi bir dini referansı
reddeden “cumhuriyetçilik,” “inkılâpçılık” ve “laiklik” gibi Kemalist ilkelerin
etkilerini azalttı.6 Siyasal ve ekonomik alanda liberal politikalar izleyen Özal;
devletin, halkın toplumsal ve ekonomik yaşamına önemli derecede müdahale
etmeyi öngören “devletçilik” ve “halkçılık” ilkelerinin varlığına fiilen son ver-
*
Prof. Dr., Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
589
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
di. Son olarak, kültürel bir Türklük tanımının yapılması ve Kürtler başta olmak
üzere ülkede yaşayan etnik grupların varlığını kabul etmekle Özal, “kültürel
Türkçülüğü” ve ülkedeki etnik Müslüman grupların siyasal ve toplumsal kim-
liklerini reddeden Kemalizm’in “milliyetçilik” ilkesinin önemini azalttı.7 Neti-
cede, Özal döneminde Kemalist anlayışın temelini oluşturan “altı ok” Türki-
ye’nin iç ve dış politikasına yön veren ve referans alınan temel ilkeler olmaktan
çıktılar. Bu, gerçek anlamda, Türk siyasetinde bir yeniden yapılanma demekti.
Özal’ın icraatları, yaptığı açıklamalar ve partisinin uygulamaları, gelenek-
sel liderlikten ve anlayıştan oldukça farklı, hatta belli durumlarda tam zıttı
olmuştur. Ancak cumhuriyetin kuruluşunda yaşanan değişiklikler bu dönem-
de başarılan ve/ya başlatılan değişikliklerle karşılaştırılabilir. Özal’ın tabiriyle,
Türkiye bu dönemde pek çok konuda “çağ atladı.” Bundan dolayı, ilk kez Özal
döneminde, CHP tarafından kurulan cumhuriyetin (“birinci cumhuriyet”) ek-
siklikleri, anakronik ve zamanın ihtiyaçlarına cevap veremez olduğu iddiasıy-
la, çoğulcu demokratik bir yapıyı öngören “ikinci cumhuriyet” tartışmaları
yapılmaya başlandı.8 Özal, hoşgörülü, çok-etnikli, çok-dinli ve ademi merkezi-
yetçi bir yapıya dayanan Osmanlı devletinin siyasal mirasının güncellenmesini
amaçlayan ve ikinci cumhuriyetçi olarak nitelendirilen grubun önemli temsilci-
lerinden biri oldu. Aslında, “ikinci cumhuriyetçiler” ve “neo-Osmanlıcılar”
olarak nitelendirilen ve söylemleri büyük oranda bir diğeriyle örtüşen iki farklı
anlayış gelişti. Özal her iki tarafa da yakın durmaktaydı.9
Bütün bu değişiklikler, Özal döneminde Türkiye’nin farklı bir anlayışla
yönetildiğini göstermektedir.10 Yerli ve yabancı pek çok akademisyen ve göz-
lemcinin kabul ettiği gibi, gerçekleştirdiği bu yeniden yapılanma ve reformlar
dolayısıyla Özal, cumhuriyet döneminde Atatürk’ten sonraki en büyük ve en
önemli devlet adamı olarak anılacaktır.11 Benzer bir şekilde tarihçi Yılmaz Öz-
tuna, Özal’ın II. Mahmut’tan sonraki Türk modernleşme sürecindeki en büyük
devlet adamlarından biri olduğunu vurguladı.12 Bu bölümde, Özal döneminde
gerçekleştirilen ve/ya başlatılan siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel reformlar
(yukarıdaki iddialar ekseninde) üzerinde durulacaktır.
B. ÖZALLI YILLAR: SIRA DIŞI BİR DÖNEM, SIRA DIŞI BİR LİDER,
SIRA DIŞI BİR SİYASET
Sıra dışı bir dönemde iktidara gelen ve sıra dışı kişiliğiyle sıra dışı bir yö-
netim anlayışı benimseyen Özal, Batı tipi demokratik bir devlet anlayışından
yanaydı. Ona göre, Türkiye’nin “devlet için halk değil, halk için devlet” anla-
yışına dayalı bir devlet sistemine ihtiyacı vardı. Mustafa Erdoğan’ın ifadesiyle
Özal, devleti kutsal bir varlık olarak değil, “araçsal bir mekanizma olarak” gör-
mekteydi.13 Devlet ile halk arasında yüzyıllardır süregelen “sultan-köle” ve/ya
“devlet-tebaa” ilişkisini ortadan kaldırmakla yeni bir anlayış getirmek istedi.
Bireyin devlete karşı pasif olma fikrine karşı olan Özal, demokrasi gereği, dev-
letin gücüne karşılık olarak bireyin de güçlü olması ve devletin, halkın dene-
timine alınması gerektiğini ifade ediyordu. Yani, devlet ile halk arasındaki
dengeyi halk lehine yeniden yapılandırmaya çalıştı. Özal, “devlet ile vatandaş
arasındaki mesafeyi azaltmış”, “Türk vatandaşına asil ve öncelikli birimin kendisi
olduğunu anlatmaya çabalamış” ve devletin ideolojik karakterini yumuşatmıştır.14
590
23. Bölüm: 1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar / Muhittin Ataman
591
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
592
23. Bölüm: 1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar / Muhittin Ataman
593
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
594
23. Bölüm: 1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar / Muhittin Ataman
nomide önemli bir yeri olan katma değer vergisinin (KDV) 1985 yılında uygu-
lamaya konmasıyla birlikte gelir vergilerinin kamu gelirleri içindeki payında
önemli bir artış oldu.41
Dördüncü olarak, Özal liderliği ülkenin ekonomik dış politikasında önemli
ilerlemeler sağladı. On yıllardır izlenen ithal ikameci politika yerine, ihracata
dayalı bir ekonomik politika benimsendi. İthalat ve ihracat rejimleri yeniden
yapılandırıldı ve liberalleştirildi. Yasak olan pek çok malın üretimi ve ticareti
serbest bırakıldı. Dış ticaret hacmi keskin bir şekilde arttı. Cumhuriyet tarihin-
de ilk kez ihracatın gayri safi milli hâsılaya oranı çift haneli rakamlara ulaştı.
Ülkenin ticaret ortaklarının sayısı arttı ve çeşitlendi. Orta Doğu ve Müslüman
ülkelerin dış ticaretteki payı önemli oranda arttı. Daha önce ithal edilen binler-
ce sanayi malı yurt içinde üretilmeye ve ihraç edilmeye başlandı. 1980 yılında
ihracat içindeki payı %32 olan imalat sanayi ürünleri, 1989 yılında toplam ihra-
catın %80’ini oluşturduğunda geleneksel tarım ürünleri önemini kaybetmeye
başladı.42
Beşinci olarak, Özal iktidarı doğrudan yabancı yatırımları teşvik etti ve
Türkiye’yi yabancı yatırımlar açısından cazip bir ülke haline getirdi. Özal dö-
neminde yabancı aktörlerin ülkedeki ekonomik faaliyetlerinde önemli bir artış
gözlendi. Örneğin, 1980 yılında Türkiye’ye sadece 35 milyon dolar doğrudan
yabancı yatırım girerken, 1990 yılında bu rakam 789 milyon dolara yükseldi.
Batılı ve Orta Doğu’lu onlarca banka ülkede şubeler açmaya başladı. Ek olarak,
yap-işlet-devret modeli geliştirilerek ulusal ve yabancı yatırımlar teşvik edildi.
Bu modele göre, yerli veya yabancı bir yatırımcı, bir köprü, otoban, havaalanı,
otel veya elektrik santralı inşa edecek; belli bir süre kendi adına işletecek; sonra
da devlete devredecekti. Böylece, kaynak sıkıntısı çeken devlet, ekonomik kal-
kınmayı bu modelle gerçekleştirmeye çalışmaktaydı.
Altıncı olarak, ekonomik liberalleşmenin ön koşulu olarak, ekonomi, eğitim
ve medyada özelleştirme süreci başlatıldı. Ekonomik çeşitlilik, siyasal, toplum-
sal ve kültürel alanları da genişletti. Ekonomik liberalizm ve İslami sermayenin
ekonomiye aktarılmasına izin veren düzenlemeler, ekonomik çoğulculuğun
göstergeleri oldu. Bir zamanlar ülkede, sadece bir televizyon kanalı (devlete ait
ve devlet tarafından kontrol edilen) varken, farklı kesimleri temsil eden çok
sayıda yerel ve ulusal televizyon kanalı kuruldu. Üniversite, ortaöğretim ve
ilköğretim düzeylerinde devlet okullarına alternatif olarak çok sayıda özel okul
açıldı.
Özalizmin başlattığı bu değişimden sonra, toplumu oluşturan bireyler, ka-
tı ve halktan kopuk bürokratik sürece bulaşmadan kendi ihtiyaçlarını karşıla-
maya başladı. Toplum artık basit ihtiyaçlar için devletin kapısını tıklatmak
zorunda değildi. Buna paralel olarak Özal, Türk insanını ve Türkiye pazarını
dünyaya açtı; Türk ekonomisine bir vizyon kazandırdı; Türk ekonomisini
dünya ekonomisi ile bütünleştirdi ve Türk yatırımcılarını uluslararası arenada
saygın bir konuma getirdi.
595
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
596
23. Bölüm: 1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar / Muhittin Ataman
597
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
598
23. Bölüm: 1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar / Muhittin Ataman
çıktı. Kürtler, Araplar ve Çerkezler gibi Müslüman etnik grupların varlığı Özal
döneminde kabul edildi. Bu gruplar farklı biçimlerde etnik kimliklerini geliş-
tirmeye başladılar. Örneğin, Çerkezler 1989 yılında, yaşadıkları ülkelerdeki
etnik, kültürel ve siyasi konumlarını tartışmak üzere Ankara’da uluslararası
bir toplantı yaptılar.60 Ülkenin kuzey doğusunda yaşayan Lazlar da kendi dil-
lerinde gazeteler çıkarmaya ve internet sayfalarını hazırlamaya başladılar.
Türkiye’deki en önemli etnik sorunlardan bir Alevilerdir. Özal dönemin-
de, Hz Ali ve neslinden olanların (Ehl-i Beyt) öğretilerini benimseyen ve
Şia’dan farklı olarak laik bir anlayışa sahip olan İslam’dan türetilmiş bir grup
olan Aleviler etnik kimliklerini daha kolay tartışmaya başladılar. İslam’ın bir
mezhebi olarak görülmesine rağmen, Alevilik kültürel ve siyasi boyutlarıyla
ön plana çıkan bir kimliktir. Ana-akım İslam ile aralarındaki benzerlik ve fark-
lılıkların tartışılmasından dolayı etnik kimliklerinin özelliklerini daha serbest
bir şekilde geliştirmeye başladılar. Bu da kısa zamanda farklı Alevi kurumların
ortaya çıkmasına ve Alevilere yönelik önyargının azalmasına katkıda bulundu.
Yakın zamanlara kadar, solcu gruplar ve sol siyasi ideoloji Aleviliği kontrol
etmekteydi. Bugün ise sağcılar ve muhafazakârlar da her zamankinden çok
daha fazla, Alevi kurumların gerekliliğini ve Alevi kültürel unsurları vurgu-
lamaya başladılar. Bu yeni gruplar, daha çok kültürel unsurlar üzerinde dur-
makta, dini ibadetlerini yerine getirmekte ve böylece İslam’ın Sünni anlayışı ile
benzerliklerini vurgulamaktadırlar. Özal döneminde, özellikle müzik/halk
müziği, edebiyat, siyaset ve din üzerinde önemli Alevi vurgusu hissedildi.
Örneğin, İbrahim Tatlıses gibi pek çok popüler şarkıcı/türkücü Alevi türküle-
rini okumaya giriştiler. Siyasi partiler her zamankinden daha rahat bir şekilde
Alevi adaylar belirlemektedir. Alevilik hem Kürtleri hem de Türkleri kapsadı-
ğından dolayı Türkiye’nin çok etnikli ve çok kültürlü yapısına önemli katkılar
sağlayarak Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın çok katmanlı bir kimliğe
sahip olmasına yol açabileceğinden, ülkenin çoğulcu bir yapıya dönüşmesine
yardımcı olur.
Netice itibariyle Özal, ülkede yaşayan farklı grupların kendi kimliklerini
tartışarak geliştirmelerinin yolunu açtı. Yakınında bulunan gazetecilerden bi-
rinin deyimiyle, kendi geçmişi, kültürü, medeniyeti ve tarihiyle barışık bir top-
lum hedefleyen61 Özal, kendisini kozasına hapseden Türk toplumunun ufkunu
açtı ve hem yerel ve bölgesel ölçekte hem de evrensel ölçekte yoğun bir şekilde
etkileşime geçmesini teşvik ederek toplumsal istikrarın sağlanmasına çalıştı.
Turgut Özal devlet ile halkı barıştırmakla bilinir. Devletin halka dönük soğuk
yüzüne sıcaklık ve samimiyet getirdi. Halkın değerlerini çekinmeden benim-
sediğini söyledi ve bunu da yaşayarak gösterdi. Örneğin, halkın sevdiği sanat-
çıları (Emel Sayın, İbrahim Tatlıses ve Zeki Müren gibi) dinledi ve halkın izle-
diği filmleri (Kemal Sunal filmleri gibi) severek izledi.62 Nilüfer Göle’nin ifade-
siyle, “Özal hepimizden bir parça taşımaktaydı: Müslümandı, annesi Kürt’tü, alatur-
ka müziği, Osmanlı şiirlerini sever, arabesk ve pop müzikten geri kalmak istemez, hem
Osmanlı geçmişinde hem Batı toplumlarında bugünün sorunlarının çözümüne da-
yan[aklar] arardı.”63
599
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
C. SONUÇ
Yüz binlerce insanın cenaze törenine katılarak vurguladığı gibi, sivil, din-
dar, hoşgörülü ve demokrat bir kişiliğe sahip olan Turgut Özal, ekonomik,
siyasi, kültürel ve toplumsal alanlarda devrim niteliğinde çok sayıda değişiklik
gerçekleştirdi. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Asker sivillere itaate mecbur edildi
ve atanmışların gücü sınırlandırıldı. Bürokratik süreçler kısaltıldı. İnsan hakla-
rı alanında iyileştirmeler sağlandı. Ekonominin dış politikadaki yeri ve önemi
arttı, ihracata dayalı bir iktisadi strateji benimsendi, dış ticaret rejimi libere
edildi, Türk vergi sistemi yeniden yapılandırıldı, özelleştirme süreci başlatıldı
ve sonunda dünya sistemi ile bütünleşme gerçekleştirildi. Kültürel ve toplum-
sal alanlardaki değişiklikler de oldukça önemlidir. Ülkede tabu olarak nitelen-
dirilen pek çok konu tartışılmaya başlandı. Devletin etnik ve dinsel anlayışı
değişti. Milliyetçiliğin tanımı değişti. Devletin en tepesinde olsa bile bir bireyin
dinsel bir kişiliği olabileceği gösterilmiş oldu. Dinsel kuruluşlar sivil toplumun
bir parçası kabul edildiler. Ülkede yaşayan etnik grupların kimlikleri tanındı.
“Yerel” dillerin konuşulması ve medyada kullanılması serbest bırakıldı. Halk-
taki aşağılık kompleksi (özellikle Batıya karşı olan) ortadan kaldırıldı; girişim-
cilik ve üretkenlik esasları üzerinde rekabetçi, evrensel ve rasyonel bir kimlik
geliştirildi. Bu gelişmeler sadece ekonomik ve siyasal alanlarda değil; spor,
kültür, turizm vb. gibi yaşamın diğer tüm alanlarında da yaşandı.
Ülkedeki bu yeniden yapılanmaya rağmen, Özal daha yapacak çok iş, atı-
lacak çok adım ve gerçekleştirilmesi gereken çok reform olduğu kanaatindey-
di. Bundan dolayı, cumhurbaşkanlığı yaparken ömrünün son günlerinde ha-
zırladığı, medyaya duyurduğu ve “İkinci Reform Paketi” olarak isimlendirdiği
reform sürecini tamamlamak amacıyla aktif siyasete geri dönmeyi bile düşün-
dü. Bu model aşağıdaki alanlarda daha fazla reform yapılmasını öngörmek-
teydi: kamu iktisadi teşebbüsleri, sosyal güvenlik sistemi, eğitim kurumları,
hastane, barajlar, elektrik santralleri ve otobanların özelleştirilmesi; ülkenin
dikkatinin ağır sanayiden hizmet sektörüne, turizme ve organik tarıma yönel-
tilmesi; vergi kaçakçılarına caydırıcı cezaların getirilmesi; sayıları azaltılan
devlet memurlarına daha yüksek maaşların verilmesi; doğrudan yabancı yatı-
rımların teşvik edilmesi; Türkiye’nin bölgesel ve küresel kuruluşlarla bütün-
leşmesinin sağlanması ve serbestlik, barış ve birlik içinde yaşayan bir toplu-
mun oluşturulması.64
Bununla beraber, Özal’ın Nisan 1993’teki beklenmedik ve çok tartışılan
ölümü, bu amaçlarına ulaşmasına müsaade etmedi. Cumhurbaşkanlığı döne-
minde başlayan geleneksel yapıya geri dönme çabaları, ölümünden sonra çok
daha yoğunlaştı, 28 Şubat 1997 tarihinde Erbakan’ın başbakanlığındaki Refah-
Yol Koalisyon hükümetine karşı yapılan post-modern darbe ile de zirveye
ulaştı. Özalizmin etkilerini ortadan kaldırmak için bir “karşı reform programı”
uygulamaya kondu. Özal döneminde gerçekleştirilen değişiklikleri bir “dev-
rim” olarak nitelendirirsek, 28 Şubat Süreci de bir “karşı devrim” olarak görü-
lebilir. Ancak, 3 Kasım 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerden tek başına
iktidar olarak çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi, Özal’ın politikalarını izleye-
ceklerini ve “İkinci Reform Paketi”ni uygulayacaklarını açıkladı. Özellikle se-
600
23. Bölüm: 1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar / Muhittin Ataman
SONNOT
1 Muhittin Ataman, “Özal ve İslam Dünyası: İnanç ve Pragmatizm,” İhsan Sezal ve İhsan Dağı
(Der.), Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat, Zihniyet, İstanbul: Boyut Kitapları, 2001, s. 353.
2 Mehmet Akyol, Beni Çok Ararsınız, İkinci Baskı, Ankara: Akçağ Yayınları, 2000, s. 21; Berdal
Aral, “Özal Döneminde İç ve Dış Siyaset: Süreklilik Ya da Kopuş,” İhsan Sezal ve İhsan Dağı
(Der.), Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat, Zihniyet, İstanbul: Boyut Kitapları, 2001, s. 223.
3
Muhittin Ataman, An Integrated Approach to Foreign Policy Change: Explaining Changes
in Turkish Foreign Policy in the 1980s, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Lexington, KY: Ken-
tucky Üniversitesi, 1999.
4
Ethem Ruhi Fığlalı, “Değişimci Özal ve Değişim Sürecindeki İslam,” İhsan Sezal ve İhsan
Dağı (Der.), Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat, Zihniyet, İstanbul: Boyut Kitapları, 2001, s. 213.
5 Ahmet Altan’dan aktaran Osman Özsoy, Özal’ın Misyonu, İstanbul: TÜRDAV Yayınları, 3.
Baskı, 1998, s. 179.
6
Muhittin Ataman, “Özalizm: Türkiye’de Yeniden Yapılanma Teşebbüsü,” Liberal Düşünce, c.
5, s. 19, s. 54.
7
Ataman, “Özalizm: Türkiye’de Yeniden Yapılanma Teşebbüsü,” s. 54.
8
Ataman, “Özal ve İslam Dünyası: İnanç ve Pragmatizm,” s. 353-354.
9
Şaban H. Çalış, Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler: Neo-Osmanlılık, Özal ve Balkanlar,
Konya: Çizgi Kitabevi Yayınları, 2001, s. 154.
10
Anavatan Partisi, Yaptıklarımız Yapacaklarımızın Teminatıdır: Anavatan Partisi İktidarı
İcraatı, 13 Kasım 1983-31 Aralık 1987, Ankara: Anavatan Partisi Genel Merkezi Araştırma
Planlama ve Politika Tespiti Başkanlığı Bilgi İşlem Merkezi, 1987.
11
Michael Gunter, The Kurds and the Future of Turkey, New York: St. Martin’s Press, 1997;
Mustafa Erdoğan, “Türk Politikasında Bir Reformist: Özal”, İhsan Sezal ve İhsan Dağı (Der.),
Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat, Zihniyet, İstanbul: Boyut Kitapları, 2001, s. 30; Veysel Bozkurt,
“Geleceğin Toplumu, Dönüştürücü Liderlik ve Turgut Özal,” İhsan Sezal ve İhsan Dağı
(Der.), Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat, Zihniyet, İstanbul: Boyut Kitapları, 2001, s. 171.
12
Yılmaz Öztuna’dan aktaran, Özsoy, Özal’ın Misyonu, s. 276.
13
Erdoğan, “Türk Politikasında Bir Reformist: Özal,” s. 18.
14
Erdoğan, “Türk Politikasında Bir Reformist: Özal,” s. 31.
15 Anavatan Partisi, Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Ko-
nuşmaları, 13-31 Ekim 1989, Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanlığı Yayını.
16 M. Sait Yazıcıoğlu, “Özal’ın İslam Anlayışı ve Dini Özgürlükler,” İhsan Sezal ve İhsan Dağı
(Der.), Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat, Zihniyet, İstanbul: Boyut Kitapları, 2001, s. 202.
17 Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, London: Oxford University Press, 1961.
18
İhsan sezal, “Bir Toplumsal Barış Mimarı ve Yarım Kalmış Devrim,” İhsan Sezal ve İhsan
Dağı (Der.), Kim Bu Özal? Siyaset, İktisat, Zihniyet, İstanbul: Boyut Kitapları, 2001, s. 166.
19 Anavatan Partisi, Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Sayın Turgut Özal’ın Ko-
nuşmaları.
20 Yazıcıoğlu, “Özal’ın İslam Anlayışı ve Anavatan Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Sayın
Turgut Özal’ın Konuşmaları”, Dini Özgürlükler,” s. 203.
601
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
602
23. Bölüm: 1983-1991 Döneminde İç Politika: Özal’lı Yıllar / Muhittin Ataman
53 Turgut Özal, Cumhurbaşkanı Sayın Turgut Özal’ın Yeni Yıl Dolayısıyla Yayınladıkları
Mesaj, Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1990.
54 Tanıl Bora, Milliyetçiliğin Kara Baharı, İstanbul: Birikim Yayınları, 1995.
55 Graham Fuller, Turkey Faces East: New Orientations Toward the Middle East and the Old
Soviet Union, Santa Monica, CA: RAND, 1997.
56
Gençkaya, “Turgut Özal’ın Güneydoğu ve Kürt Sorununa Bakışı” s. 125.
57 Gunter, The Kurds and the Future of Turkey, s. 62.
58
Çalış, Hayaletbilimi ve Hayali Kimlikler, s. 114.
59 Aral, “Özal Döneminde İç ve Dış Siyaset: Süreklilik Ya da Kopuş”, s. 241.
60
Murat Yetkin, Ateş Hattında Aktif Politika: Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu Üçgeninde
Türkiye, İstanbul: Alan Yayıncılık, 1992.
61
Akyol, Beni Çok Ararsınız, s. 10.
62 Gökmen, Özal Sendromu, s. 44.
63
Nilüfer Göle’den aktaran Özsoy, Özal’ın Misyonu, s. 161.
64
Özal’ın ikinci reform programı için bkz. Akyol, Beni Çok Ararsınız, s. 349.
603
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
24. BÖLÜM
TURGUT ÖZAL DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI
[1983–1993]
Sedat LAÇİNER∗
Turgut Özal, Türk siyasi hayatına çok iddialı hedeflerle girmiş ve icraatla-
rıyla diğer siyasetçilerden önemli ölçüde ayrılmıştır. Turgut Özal dönemi Türk
dış politikası da birçok açılardan daha önceki dönemlere göre farklılıklar gös-
terir. Bazı araştırmacılar bu farkların fikirsel bir bütünlük oluşturduğunu ve
dış politikada ayrı bir ekol teşkil ettiğini de iddia ederler. Bu çalışmanın sınır-
ları nedeniyle söz konusu iddianın doğruluğu konusu başka bir yazıya bırakı-
lırken, Özal’ın dış politikada kendisinden öncekilere kıyasla oldukça farklı bir
çizgi çizdiği bu çalışmanın ön kabulleri arasındadır.
Yazıya geçmeden belirtilmesi gereken bir diğer nokta da çalışmanın daha
çok genel prensipler üzerinde duruyor olmasıdır. Bölgesel gelişmeler ya da
detay sayılabilecek olaylar ele alınmamış, aksine bunların sonucunda oluşan
genel eğilimler ve ilkeler belirlenmeye çalışılmıştır. Ancak çalışmanın sonunda
verilen geniş kaynakça bölgesel gelişmeler ve detaylar konusunda okuyucuya
geniş bir liste sunmaktadır.
Bu çerçevede çalışma ilk olarak Turgut Özal'ın dış politikasını belirleyici
kaynaklar yoluyla ele almaktadır. Özal’ın dış politika anlayışını belirleyen un-
surlar ve Özal dış politikasının temel değerleri ilk kısmın konusudur. İkinci
kısımda ise bu yaklaşım ve ilkelerin uygulamaya nasıl yansıdığına bakılacak-
tır.
A. ÖZAL DIŞ POLİTİKASININ TEMEL PARAMETRELERİ
Bu bağlamda Özal'ın dış politikasını belirleyen üç ayrı kaynak olduğu
söylenebilir:
1. Özal'ın kişiliği ve fikirleri,
2. Türkiye'nin geçirmiş olduğu ekonomik, sosyal ve siyasi dönüşüm,
3. Dünyadaki değişim. Özal politikalarının genel değerlendirmesinin ar-
dından Özal'ın dış politika alanında bıraktığı fikirsel mirasa da değinilecektir.
∗
Prof. Dr., Onsekiz Mart Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
605
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
606
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
607
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
608
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
609
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
610
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
611
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ğun bir şekilde gündemde tutmuştur. Özal'a göre “Türkiye'nin başvurusu erte-
lenebilir, ancak hiçbir şekilde reddedilemez”di.13 Komisyon'un olumsuz kararı
açıklandıktan sonra dahi Özal AT'ye karşı ısrarlı tutumunu sürdürmüş, Türki-
ye’nin tam üyelik hedefini sürekli olarak canlı tutmaya çalışmış, ancak diğer
taraftan da AT'yi “ayrılımcılık yapmak”la suçlamıştır. Özal'ın ilk dönem Av-
rupa politikası incelendiğinde cumhuriyet tarihinde görülen en Batıcı lider
olduğu da söylenebilir. Buna rağmen Türkiye-Avrupa ilişkilerini daha eşit bir
temele dayandırması ve kendine has özgüveni dikkat çekicidir. Özal Avrupa
konusunda iç kamuoyuna "Türkiye AT'na girmek zorundadır" mesajını verir-
ken, AT'ye de “Türkiye'yi AT'ye almak zorundasınız” mesajını vermiştir.
Özal döneminde Türkiye’nin AT’ye girmesindeki en önemli engel olarak
Yunanistan ve Kıbrıs sorunları gösterilmişse de, Özal asıl engelin Almanya
olduğunu düşünmektedir ve çeşitli konuşmalarında tam üyelik halinde Türki-
ye’nin Almanya’ya tehdit oluşturmayacağının altını özenle çizmiştir. Özal bazı
AT ülkelerinin Türkiye’nin tam üyelik başvurusunu engellemeye çalıştığının
da farkındadır.14 Türkiye’nin başvurusu tüm bu farkındalıklara rağmen ger-
çekleştirilmiştir.
Türkiye'nin AT üyeliği için çok sayıda risk alan Özal'ın Avrupa politikası
gelecek idarecilere Türkiye'nin tek boyutlu dış politika izlemeden de Avrupa
ile bütünleşme konusunda ısrarcı olabileceğini göstermiştir. Diğer bir deyişle
Türkiye diğer alanları (Karadeniz, Ortadoğu vd.) ihmal etmeden Avrupa ko-
nusunda ısrarcı olabilmiş ve tam üyelik hedefini muhafaza edebilmiştir.
Özal’ın Batı’ya karşı kendi kimliğini güçlü bir şekilde koruyarak Batıcı duru-
şunun bir diğer etkisi ise Türkiye’nin kimlik krizini aşmada ciddi bir mesafe
kat etmesi ve kimlik krizinin özellikle Avrupa Birliği alanında sadece Türki-
ye’nin değil AB’nin de sorunu haline gelmesidir. Türkiye’yi kabul etmekte
zorlanan AB Özal’ın başlattığı bu anlayışın devam ettirilmesi sonucunda ciddi
bir kimlik sorunu yaşamaya başlamış ve Avrupa’nın kültürel-siyasi sınırları
ciddi bir şekilde tartışılmaya başlanmıştır.
Bürokrasi Karşıtlığı ve Devlet Anlayışı
Turgut Özal'ın devletin çalışma şekli ile ilgili görüşleri de dış politikasını
önemli ölçüde etkilemiştir. Bu etki içerikten çok yöntem ile ilgilidir. Özel sek-
törden gelmesinin de etkisiyle Özal'ın bürokrasiye şüpheyle bakan bir yönü
vardır.15 Ona göre bürokrasi işleri yavaşlatır, tutucudur, işlevsel değildir ve
yaratıcılıktan uzaktır. Bu nedenle Özal politikalarının belirlenmesinde ve uy-
gulanmasında bürokrasiye fazlaca güvenmemiştir. Özellikle dış politika bü-
rokrasisini oldukça pasif ve tutucu bulan Özal, bürokraside geçirmiş olduğu
yıllardan da yararlanarak devlet mekanizmasının boşluklarından yararlanmış,
çoğu kez bürokrasiyi by-pass etmiştir. Bu da doğal olarak devletin yerleşik
sistemi ile Özal arasında ciddi bir çekişmeye yol açmış, bürokrasi bazı dönem-
lerde Özal politikalarına direnç göstermiştir.16 Özal ile dış politika bürokrasisi
arasındaki yaklaşım farklarının olumlu ve olumsuz etkileri olmuştur. En
önemli olumsuz etki ise planlı ve organize olmada yaşanan zorluklardır.
Özal'ın dış politikada kendine özgü metotlarının bir diğer nedeni de dev-
612
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
613
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
614
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
615
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
616
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
617
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
618
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
izleyeceğini söylemiştir. Özal'a göre kendisinin "maceracı bir dış politika" pe-
şinde olmakla suçlanmasının nedeni de kendisinin "daha dinamik ve aktif bir
dış politika" izliyor olmasıdır.31 Özetle Özal yeni bir dış politika anlayışını sa-
vunmuş ve bunu Körfez krizi esnasında uygulama alanına sokmaya çalışmış-
tır. Özal'ın bu konuda diğer aktörlerin direncine rağmen sağladığı göreli başa-
rının bir nedeni de ideolojik boşluk ve rakiplerinin çözüm üretememesidir.
Körfez Krizi dönemi hatırlanacak olursa Irak bir diğer devleti işgal etmiştir ve
çekilmeyi kabul etmemektedir. Soldan sağa kadar hiçbir siyasi grup bu soruna
bir çözüm üretmekte yeterli olamamıştır. Hatta Bülent Ecevit bir işgalci olma-
sına rağmen Saddam Hüseyin'i Bağdat'ta ziyaret etmiş, Necmettin Erbakan ise
iki ‘Müslüman devletin çatışması'nda tutarlı bir tavır sergileyememiştir. Irak
bir devleti adeta ‘yutarken' aynı zamanda Türkiye'nin komşusu olarak Türki-
ye'ye de rakip olmuş, Türkiye'nin tüm müttefikleri ile Irak arasında husumet
had safhaya ulaşmış, bu ortamda Rusya, Çin ve Arap dünyası dahi ABD ön-
derliğindeki ittifaka destek vermiş, ancak güvenlik ve dış politika bürokrasisi
de dâhil olmak üzere Cumhurbaşkanlığı dışındaki kurumlarda net bir tavır
belirmemiştir. Siyasetin ve bürokrasinin çözüm üretemediği bir ortamda
Özal'ın kararlı tutumu onu bir adım öne geçirmiş ve Türk dış politikasında
Cumhurbaşkanı belki de ilk defa olarak diğer aktörlerle çatışarak kararlarda
esas belirleyici halini almıştır.
Savaş sonrasında Özal Türkiye’si "bir koyup üç alma" konusunda hayal
kırıklığına uğramıştır denebilir. Ancak Özal'ın bölge ve Kürt politikası birbi-
rinden ayrılmaz ise Özal'ın, Körfez Savaşı ile başlattığı politikaların sonuçlarını
uzun dönemde almayı umduğu anlaşılabilir. Genel olarak Özal'ın Körfez Sava-
şı'ndan beklentisinin Musul petrolleri ve Kuzey Irak olduğu söylenir. Oysaki
Özal'ın genel dış politika anlayışı incelendiğinde bu hedeflerin sadece genel
hedeflerin bir parçası olabileceği anlaşılır. Türkiye'nin güney sınırlarının yapay
olduğunu düşünen Özal'a göre Körfez Savaşı Türkiye'ye sınırın güneyine nü-
fuz etme imkânını sağlamıştır. Zayıflayan Irak sayesinde Türkiye bu bölgede
ekonomik ve kültürel araçları ve Batı'nın siyasi desteğini kullanarak etkili ola-
bilirdi. Özellikle ABD'nin yeni Irak planlarında aktif bir şekilde rol almak iste-
yen Özal, Türkiye'nin Osmanlı sınırlarına ekonomik ve kültürel etki anlamında
geri dönmesini savunuyordu denebilir.
Bu politikalardan Türkiye'nin kazancı şunlar olabilirdi: 1) ‘Kürt Sorunu’nu
Türkiye'yi bölgede güçlendirecek şekilde çözmek, 2) Türkiye'nin güneydeki
güvenlik hattını daha aşağılara çekmek, 3) Türkiye'nin etki sahasını arttırmak,
4) Yeni ekonomik kaynaklar ve pazarlar bulmak, 5) Batı nezdinde artan öne-
mini ranta çevirmek.
Son derece tartışmalı olan bu hedeflerin ne kadar gerçekçi olduğu açık
olmakla birlikte Özal politikaları izlenseydi bu sonuçlara ulaşılabilir miydi
sorusu hala cevaplandırılabilmiş değildir. Ancak büyük riskler taşıyan bu he-
deflerin tam tersi bir etki yapma olasılığı da mevcuttu ve PKK'nın Körfez Sava-
şı sonrasında güçlenmesi bunu kanıtlamıştır.32 Buna rağmen Türkiye açısından
asıl büyük zararın Özal sonrasında kavramsal çerçevesi belirlenmiş bir dış
politika izlenememesi olduğu söylenebilir. Sadece gelişen olaylara göre duru-
619
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
620
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
Türk Milliyetçiliği
Türkiye'deki gelişmeler açısından dış politikayı etkileyen bir diğer gelişme
ise Türk milliyetçiliğinde yaşanan patlamadır. Bunda dış faktörlerin etkisi ka-
dar Türkiye'nin geçirdiği iç ekonomik ve sosyal değişimin de büyük rolü ol-
muştur. Ekonomik kalkınmanın geniş kitlelere ve alana yayılması sonucunda
daha önce dış politika konularında etki ve baskıları hissedilmeyen Anado-
lu'daki birçok grup gündemi etkilemeye başlamıştır. Bu durum Özal hükümet-
lerince de desteklenmiştir. Bu çerçevede kimilerince "taşra politikası" olarak
adlandırılan kanal oldukça güçlenmiş ve bu yolla daha çok muhafazakâr ve
milliyetçi söylem Türk politik yaşamında güçlenmiştir. SSCB'nin dağılmasıyla
birlikte ise daha önce marjinal sayılan Türk milliyetçiliği ve dış Türkler ile iş-
birliği fikri hemen hemen tüm partilerin benimsemek zorunda kaldığı bir yak-
laşım halini almıştır. Bu da Türkiye'nin Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar ve Or-
tadoğu politikalarını yakından ilgilendirmiştir. Bazen büyük bir dinamizm ve
güç katan milliyetçilikte artış, bazı zamanlarda dış politikada manevra alanını
da daraltmıştır.
3. Dünyadaki Değişmeler
Şüphesiz Özal'ın tüm dış politika uygulamalarını Özal'ın kişisel yetenek-
lerine, görüşlerine, ya da hatalarına veya Türkiye'nin 1980li yıllarda yaşamış
olduğu siyasi, sosyal ve ekonomik değişime bağlamak doğru değildir. Diğer
tüm devletler gibi Türkiye de kendi kararlarını sadece kendisi veremez. İçinde
bulunduğu coğrafi konum ve siyasi bağlantıları ona belli şartları zorlar ve ka-
rarlarını etkiler. Bu anlamda Türkiye diğer ülkelere kıyasla dış gelişmelere çok
daha açık/bağımlı bir ülkedir. Kendine özgü coğrafi konumu nedeniyle çok
sayıda din, etnisite ve blok arasında sıkışık bir görünüm veren Türkiye geçmiş-
te olduğu gibi Özal döneminde de dış gelişmelerden fazlasıyla etkilenmiştir.
Kaldı ki hızla karşılıklı bağımlılığın arttığı bir dünyada Türkiye artan dış siya-
si, insani ve ekonomik bağları nedeniyle uluslararası sistemin önemli bir par-
çası haline gelmeye başlamıştır. Bu bağlamda Özal'ın dışa dönük politikaları
karşılıklı etkilenmeyi kolaylaştırmıştır denebilir.
Dış etki bağlamında Turgut Özal'ın dış politika uygulamaları iki ana bö-
lümde ele alınabilir: 1983–89 dönemi ve Soğuk Savaş sonrası dönem.
B. DIŞ POLİTİKA UYGULAMALARI
B.1. Soğuk Savaş Yılları
1980li yıllar boyunca Özal'ın dış politikada klasik dış politika anlayışına
radikal bir meydan okumada bulunduğunu söyleyebilmek zordur. Bu dönem-
de Türkiye çok büyük ekonomik, toplumsal ve siyasi sorunlar ile karşı karşı-
yadır. Askeri darbe nedeniyle dünyadan adeta izole edilen Türkiye'nin nere-
deyse hiçbir ülke ile ilişkileri iyi durumda değildir (Pakistan gibi bir iki ülke
hariç). Bu ortamda Özal hükümetinin dış politikada ilk öncelikleri izolasyonu
kırarak ilişkileri normalleştirmek ve içeride izlenen ekonomik programı des-
tekleyici dış politika izlemektir. İzolasyonun kırılabilmesi için bir yandan Av-
rupa ve ABD'nin taleplerini yerine getirmeye çalışan Özal yönetimi diğer taraf-
tan da alternatif pazarlar ve işbirliği imkânları aramaktadır. Bu bağlamda İran-
621
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Irak savaşı büyük bir fırsat yaratmıştır. Savaşan iki tarafın da ekonomik an-
lamda üretimleri büyük darbe almış, nakit ihtiyacı da had safhaya ulaşmıştır.
Türkiye artan üretimi ile her iki ülkeye olan ihracatını arttırırken bu ülkelerin
finans sıkıntısını da takas yoluyla halletmiş, böylece 1970lerde büyük buhran-
lara yol açan enerji ithalatının finansmanı sorunu da Türkiye açısından halle-
dilmiştir.
İran ve Irak dışında kalan komşular ile ilişkilerin geliştirilmesinde de özel
bir çaba sarf edilmiştir. Özellikle ticari alanda bölge ülkeleri öncelikli pazarlar
arasında sayılmıştır. Avrupa ve ABD pazarlarında zorlanan Türk tüketim mal-
larının en önemli tüketicisi Ortadoğu ve diğer İslam ülkeleri olmaya başlamış-
tır. 1985 yılında Türkiye’nin bölgeye ihracatı 3 milyar dolara, Ortadoğu pazar-
larının Türkiye’nin ihracatındaki payı ise % 40.8’e kadar yükselmiştir.35 Dış
ticarete ek olarak Türk inşaat şirketlerinin aldığı ihaleler sayesinde çok sayıda36
Türk işçisi de Suudi Arabistan ve Libya gibi ülkelerde çalışmaya başlamış,
Türkiye’nin döviz ihtiyacının karşılanmasında Ortadoğu önemli bir saha hali-
ne gelmiştir. 1974 ile 1990 yılları arasında Türkiye’nin Ortadoğu ülkelerinde
kazandığı ihale miktarı 18.3 milyar doları bulmuştur. Mütevazi Türk ekonomi-
si için bu rakam çok hayati bir önem arz etmiştir. 1980’li yıllar boyunca Orta-
doğu ülkelerinde faaliyet gösteren Türk şirket sayısı da 300’ü aşmıştır. Ortado-
ğu ile ticari ilişkilerin artmasında bir diğer etken de İran-Irak Savaşı ve bu ül-
kelerin Türk mallarına olan artan önemi olmuştur. 1989 yılında Irak’ın Türki-
ye’ye olan borcu 2 milyar dolara kadar çıkmıştır.
Türkiye sadece Ortadoğu’da değil, Balkanlar’da37 da ekonomik ilişkiler
temelli siyasi yakınlaşmalar aramış, bölgesel sorunlarını çözmeye çalışmıştır.
Özal’a göre askeri rejimin ve Kemalist bürokrasinin ‘çevremiz düşmanlarla
çevrili’ yaklaşımları yanlıştır ve Türkiye’nin aleyhine sonuçlar vermektedir. Bu
nedenle Turgut Özal gerek başbakanlığı, gerekse cumhurbaşkanlığı dönemle-
rinde Türkiye’nin etrafındaki sorunları ortadan kaldırmaya özel bir önem
vermiş, Türkiye’nin çevresinde dost (komşular, Ortadoğu ve Kuzey Afrika
ülkeleri ve diğerleri), akraba (eski Osmanlı ülkeleri ve Türkler ile özel ilişkileri
olan etnik gruplar) ve kardeş (Türk cumhuriyetleri ve diğer Türkik gruplar)
ülkeler hattını kurmaya ve genişletmeye çalışmıştır. Ancak Suriye'nin PKK'ya
olan desteği ve Yunanistan ile yaşanan Kıbrıs ve Ege sorunları gelişmeyi engel-
leyici etkenler olmuştur. Buna rağmen Yunanistan vatandaşlarına uygulanan
vize uygulamasının kaldırılması ve Suriye ile su konusunda antlaşma yapma
konusundaki gayretler Türkiye'nin sorunların çözümünde belli bir iradeye
sahip olduğunu kanıtlar. Sosyalist blok ile ilişkiler ise dönemsel nedenler ve
global dengeler nedeniyle donmuş bir haldedir. Buna rağmen ekonomik alan-
da çabalar Özal döneminde devam etmiştir.
‘Çevreye dönüş’ olarak adlandırılabilecek olan bu yeni yaklaşımın en
önemli nedeni şüphesiz ekonomik ilişkilerdir. Ekonomik ilişkiler sorunları
yumuşatmış ve daha fazla insani boyut açabilmiştir. Bu temel üzerinde siyasi
yakınlaşmalar başlamıştır. Bu arada Özal’ın bölgeye açılım politikalarında
yukarıda tartışılan ideolojik duruşunun da büyük rolü olmuştur. Cumhuriye-
tin ilk yıllarında görülen bölgeyi geri kalmışlığın kaynağı görme anlayışının
622
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
tam tersine Özal bölgesel sorunların ırksal veya yapısal sebepleri olmadığını,
daha çok işbirliği yoluyla bölgenin kalkınabileceğini ve gelişebileceğini dü-
şünmüştür. Aynı şekilde Müslüman ülkelere ve Türk dünyasına bakıştaki kor-
kular ve çekingenlikler de Özal düşüncesinde özgüvenle beslenen bir fırsat
arayışına dönüşmüştür.
Bu dönemde Özal dış politikası açısından en önemli sorun Türkiye'nin ih-
tiyaçları ve potansiyelleri ile orantısız sınırlı imkânları olmuştur. Mevcut eko-
nomik gücü ile Türkiye'nin aktif bir dış politika izleyebilmesinin zor olduğunu
anlayan Özal hükümetleri, daha önceki hükümetlerde olduğu üzere ABD, Av-
rupa ve SSCB dengelerini sonuna kadar kullanmaya çalışmıştır. Ancak kökleri
Osmanlı'ya kadar uzanan denge politikalarından yararlanma yaklaşımının
sınırları hızla büyüyen ve ihtiyaçları artan Türkiye'ye ve vizyonu mevcut şart-
ları zorlayan Özal'a dar gelmeye başlamıştır. Bulgaristan Türklerine yapılan
baskılar sonucunda Bulgaristan'a meydan okuyan Türkiye, bu krizde sınırları-
nı daha iyi anlamıştır. Milyonlarca Türk Bulgaristan'da açık bir sindirme ope-
rasyonuna tabii tutulurken elinde çok az dış politika aracı bulunduğunu fark
eden Özal'ın Bulgaristan'a dönük olarak “Biz 70 milyon olursak görürsünüz”
ifadeleri dış politikada ciddiyetsiz bir yaklaşımın ifadesi olmaktan çok, Türki-
ye'nin gücünün ne kadar sınırlı olduğunun ve ülkenin başbakanının bu sınırla-
rı zorladığının bir işaretidir. Türkiye'nin ekonomik, toplumsal ve siyasi yapısı
ve gücü çevresindeki sorunlarla baş etmek için yeterli değildir ve Özal da bu-
nun farkındadır.
İlk dönemde Özal politikalarında dikkat çeken bir diğer sorun da Kıb-
rıs'tır. Kıbrıs konusunda yerleşik dış politika yaklaşımının dışına çıkan Özal
çözümsüzlük yerine karşılıklı tavizler yoluyla sonuca varmayı önermiştir. Bu
konuda Türkiye'nin AET'ye tam üyeliği karşılığında büyük tavizler vermeye
hazır olan Özal'ın Kıbrıs politikası kamuoyunda en çok tepki çeken dış politi-
kası olmuştur denebilir. Özellikle ilk dönem diğer aktörler karşısında ezici bir
üstünlük sağlayamayan Özal'ın Kıbrıs ile ilgili olarak bürokrasi ve kamuoyu
baskısı nedeniyle istediği politikaları uygulayabildiğini söyleyebilmek zordur.
İlk dönem ile ilgili olarak savunma politikaları da Özal'ın dış ve güvenlik
politikaları konusunda önemli ipuçları verir. Savunma konusunda fazlaca
ABD'ye bağlı kalmakla suçlanan Turgut Özal, bu suçlamalara karşın cumhuri-
yet tarihi boyunca savunma sanayiine en fazla önemi veren liderlerden biri
olmuştur. 1970lerde yaşanan Amerikan silah ambargosu tecrübesinin de etki-
siyle ulusal savunma projelerine ağırlık verilmiş ve 1990lara gelindiğinde Tür-
kiye bölgesinde önemli silah üreticilerinden biri olmaya aday bir hale gelmiş-
tir.
ABD İle İlişkiler
Özal dönemi başlarken ABD ile ilişkiler oldukça ciddi sorunlar ile yük-
lüydü. 1964 Johnson mektubu ile başlayan süreç haşhaş ekim yasağı, Kıbrıs
çıkarmasına ABD’nin abartılı tepkisi ve silah ambargosu nedeniyle ilişkiler
kalıcı hasarlar almıştı. Ancak Afganistan’ın Sovyet işgaline uğraması ve
İran’da devrim ABD’nin Türkiye’ye, Türkiye’nin de ABD’ye olan ihtiyacını
623
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Güvenlik Yardımı Kredileri 208 250 343 290 585 485 409 178 178 90 86 3.102
Toplam Güvenlik Yardımları 208 250 400 400 715 700 615 490 490 500 498 5.266
Ekonomik Yardımlar 198 201 300 245 175 185 119 100 32 60 14 1.629
624
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
625
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Türkiye’mizin önünde tarihi bir fırsat doğmuştur. Bütün Batı âlemi Türkiye’nin bir bölgesel
süper güç olma yolunda yürüdüğünü teslim etmektedir... Doğu-Batı yakınlaşması sonucu
kuzeyden gelen tehdit çok azalmıştır. Sovyetler Birliği ile ilişkilerimizde müstesna bir iler-
leme görülmektedir. Dünyadaki mevcut siyasi konjonktür sayesinde Orta Asya cumhuriyet-
lerine açılma imkânımız doğmuştur. Bütün bu cumhuriyetler Türkiye’yi bir cazibe merkezi
olarak görmektedirler.
Türkiye'nin artan gücüne ek olarak, Özal Türkiye'nin Doğu ve Batı kültür-
leri arasındaki özel konumu nedeniyle Batı için öneminin artacağını düşüne-
rek, Batı'nın Doğu dünyası ile kurmak zorunda kalacağı ilişkilerde de aktif rol
almaya aday olduğunu düşünmektedir. Özal’a göre değişim Türkiye’den ya-
nadır:41
Günümüzde, ekonomik ve politik gelişmeler çok süratli cereyan etmektedir. Önümüzdeki
10 yıllık dönemde bu hareketliliğin daha da artacağı muhakkaktır. İçinde bulunduğumuz
yüksek teknoloji ve telekomünikasyon çağında hadiselerin çok yakından takibi, analizi ve
süratle karar verilmesi gereği ortadadır. Bu bakımdan, manevra kabiliyetimizin bu ihtiyaca
cevap verebilecek şekilde geniş olması gerekir. Hatta klasik diplomatik kanallar bu seri ge-
lişmelerin gerisinde kalabilmektedir. Şu da gerçektir ki, dünyadaki değişim Türk dış politi-
kasının parametrelerini genişletmiştir.
Soğuk Savaş sonrası Özal dış politikası ele alınırken belirtilmesi gereken
bir diğer nokta da Özal'ın bu dönemde ilk döneme nazaran kendisini daha
rahat hissediyor olmasıdır. Artık Türkiye nispeten daha güçlü bir ekonomiye
sahiptir. Ayrıca askeri darbeden sonra gerekli olan normalleşme dönemi bü-
yük ölçüde aşılması, sisteme hâkim konumda olan Özal da bu normalleşme
sürecinde iç ve dış politikada daha rahat hareket edebilir bir hâle gelmiştir.
Körfez Savaşı ve Müdahaleci-Aktif Dış Politika
Körfez Savaşı’na yukarıda çeşitli vesilelerle değinildi. Bu kısımda detayla-
ra girilmeyecektir. Ancak Özal’ın dış politika anlayışının devlet mekanizma-
sında nasıl bir dirençle karşılaştığını anlamak için Körfez Savaşı’ndan daha iyi
bir örnek bulabilmek de zordur. Daha önce de belirtildiği üzere Özal’a göre
Körfez Savaşı Türkiye’nin Batı dünyasına güçlü bir şekilde geri dönebilmesi,
bölgede söz sahibi olabilmesi ve ekonomik kalkınması için altın fırsatlar sun-
muştur. Özal’a göre tüm dünyanın aynı konuda büyük oranda mutabık kaldığı
düşünüldüğünde aslında Türkiye’nin alacağı riskler de abartılmamalıdır. Ger-
çekten de Birleşmiş Milletler tarihinde görülmemiş bir şekilde neredeyse tüm
dünya Irak’a askeri müdahaleye destek vermiştir. Hatta bazı Arap ülkeleri de
BM gücüne asker gönderecek kadar ileri gitmiştir. Ortada açık bir Güvenlik
Konseyi kararı da vardır. Ancak geleneksel devlet mekanizması bu konuda
Özal ile aynı fikirde olmamıştır ve görüş farkı Genelkurmay Başkanı’nın ve
Dışişleri Bakanı’nın istifası ile sonuçlanmıştır. Sonuçta Körfez Savaşı ve hemen
sonrasında ne Özal’ın ne de klasik devlet anlayışının tam olarak dış politikaya
yansıyamadığı, fakat Özal’ın dış politika anlayışının ne kadar farklı olduğunun
net bir şekilde anlaşıldığı söylenebilir.
Körfez Savaşı aynı zamanda Özal’ın asker karşısındaki kararlı duruşunu
da göstermiştir. Özal savunma politikalarına büyük önem vermesine ve ordu-
626
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
627
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
628
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
629
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
1 Aytekin Yılmaz, “Türk Bürokrasi Geleneği ve Özal” içinde Sezal, İhsan and Dağı, İhsan, Özal,
Siyaset, İktisat, Zihniyet, (İstanbul: Boyut, 2001), ss. 89–101.
2 E. J. Zürcher, Turkey, A Modern History, (London: I. B. Tauris & Co. Ltd., 1993), s. 297; Heath
Lowry, “Challenges to Turkish Democracy in the Decade of the Nineties”, Interdisciplinary Jo-
urnal of Middle Eastern Studies, Cilt: V, Fall 1996, s. 95; Ataman, Muhittin, “Özal ve İslam Dün-
yası: İnanç ve Pragmatizm”, içinde İhsan Sezal ve İhsan Dağı (ed.), Özal, Siyaset, İktisat, Zihni-
yet, (İstanbul: Boyut Kitapları, 2001), ss. 351–384.
3 Başbakan Turgut Özal’ın TBMM’nin 65. Kuruluş Yıldönümü Dolayısıyla Ankara’da Bulunan
Yabancı Ülkelerin Parlamenterlerinin de Katıldığı Özel Oturumdan Sonra Basın mensupları-
nın Sorularına Verdiği Cevaplar, 23 Nisan 1985, Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beya-
nat ve Mülakatları, 13.12.1984–12.12.1985, Ankara: 1985, s. 280.
4 ‘Başbakan Turgut Özal’ın Japon Basın Mensuplarına Yaptığı Konuşma, 22 Mayıs 1985’, Başba-
kan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları, 13.12.1984-12.12.1985, Ankara: 1985,
s. 289.
5 ‘Başbakan Turgut Özal’ın Federal Almanya’da Yayınlanan Die Zeit Gazetesi Muhabirinin
Sorularına Verdiği Cevaplar’, Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları,
13.12.1984-12.12.1985, Ankara: 1985, s. 289.
6
Ramazan Gözen, Amerikan Kıskacında Dış Politika: Körfez Savaşı, Turgut Özal ve Sonrası, (Anka-
ra: Liberte, 2000), s. 118.
7
Graham E. Fuller, The New Turkish Republic, (Washington, D.C.: United States Institute of
Peace Press, 2008), s. 40.
8 Gözen, Amerikan..., s. 112.
9
Nevra Yaraç Laçinok, ‘Turgut Özal’, içinde Ali Faik Demir (ed.), Türk Dış Politikasında Liderler,
(İstanbul: Bağlam, 2007), s. 565.
10
Mehmet Ali Birand, Türkiye'nin Ortak Pazar Macerası: 1959-1985, (İstanbul: Milliyet, 1986), s.
412.
11 Sevilay Elgün Kahraman, “Rethinking Turkey - European Union Relations in the Light of
Enlargement”, Turkish Studies, Vol. 1, No. 1, Spring 2000, s. 5.
12 Ali Bozer, “Turkey's Relations and Prospects with the European Community”, Turkish Review
Quarterly Digest, Summer 1997, s. 10.
13
“Turkey's EEC Full Membership Can Be Delayed But Not Refused”, Interview with Turgut
Özal, Turkish Review, Summer 1987, s. 15.
14
Özal bir konuşmasında şöyle demiştir: Türkiye, Orta Pazar’a girme konusunda hazırdır.
Ancak, bazı AET ülkeleri bunu engellemeye çalışmaktadırlar. Bu ülkelerin en büyük korkusu
bizim başvurumuzu yenilememizdir. Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na tam üye-
lik için başvurusunu istemiyorlar”. Başbakan Turgut Özal’ın 23 Nisan 1985 tarihli basına yap-
tığı açıklamaları, içinde Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları,
13.12.1984-12.12.1985, (Ankara: 1985), s. 279.
15 Veysel Bozkurt, “Geleceğin Toplumu, Dönüşümcü Liderlik ve Turgut Özal”, içinde Sezal,
İhsan ve Dağı, İhsan (ed.), Özal, Siyaset, İktisat, Zihniyet, (İstanbul: Boyut Kitapları, 2001), s.
183.
16 Gözen, Amerikan..., ss. 117–118.
17
‘Başbakan Turgut Özal’ın Çorlu’da Halka Hitaben Yaptığı Konuşma, 14 Temmuz 1985’, Baş-
bakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları, 13.12.1984-12.12.1985, Ankara:
1985, s. 468.
630
24. Bölüm: Turgut Özal Dönemi Türk Dış Politikası / Sedat Laçiner
18 R. Hine, “Turkey and the European Community: Regional Integration and Economic Conver-
gence”, içinde S. Togan ve V. N. Balasubramanyam, The Economy of Turkey since Liberalization,
(Londra: Macmillan Press, Ltd., 1996), s. 146; C. H. Dodd, The Crisis of Turkish Democracy,
(Hundingdon: The Eothen Press, 1990), s. 102.
19 “General Outlook of Turkish Economy”,
www.foreigntrade.gov.tr/ENGLISH?ECONOMYYECONO.htm, Mayıs 1997, s. 2.
20
Anne O. Kruger, ve Okan H.Aktan, Swimming Against the Tide: Turkish Trade Reform in the
1980s, (San Fransisco: ICS Press, 1992), ss. 148–149.
21 Belkıs Kümbetoğlu, “Göçmen ve Sığınmacı Gruplardan Bir Kesit: Bulgaristan Göçmenleri ve
Bosnalı Sığınmacılar”, içinde Kemali Saybaşılı and Gencer Özcan (ed.), Yeni Balkanlar, Eski So-
runlar, (İstanbul: Bağlam Yayıncılık, 1997), ss. 229–230 ve 255.
22 Milliyet, 26 Haziran 1996.
23 Şule Kut, “Yugoslavya Bunalımı ve Türkiye'nin Bosna-Hersek ve Makedonya Politikası, 1990-
1993”, içinde Farukm Söylemezoğlu (Der.), Türk Dış Politikasının Analizi (İstanbul: Der Yayın-
ları, 1994), ss. 159, 178-179; Constantinides, Stephanos, “Turkey: The Emergence of a New Fo-
reign Policy The Neo-Ottoman Imperial Model”, Journal of Political and Military Sociology, Vol.
24, Winter 1996, s. 328.
24
Hürriyet, 10 Temmuz 1992; İdiz, Semih D., “Turkey Ponders the Balkan Quagmire”, Turkish
Probe, Vol. 1, No. 6, 22 December 1992, s. 9; Kut, Şule, “Yugoslavya Bunalımı ve Türkiye'nin
Bosna-Hersek ve Makedonya Politikası, 1990–1993”, içinde Söylemezoğlu (Der.), Türk Dış Po-
litikasının Analizi (İstanbul: Der Yayınları, 1994), s. 169.
25 Kut, “Yugoslavya...”, s. 170.
26 Constandinides, “Turkey...”, s. 323-334; Stavrau, N. A., “The Dismantling of the Balkan Secu-
rity System: Consequences for Greece, Europe and NATO”, Mediterranean Quarterly, Cilt: 6 (1),
Winter 1995.
27 Sabah, 28 Şubat 1993.
28 Ramazan Gözen, “Türkiye'nin II. Körfez Savaşı Politikası: Aktif Politika ve Sonuçları”, içinde
İhsan D. Dağı (ed.), Türk Dış Politikasında Gelenek ve Değişim, (Ankara: Siyasal Kitabevi, 1998),
s. 185.
29
Sedat Laçiner, Ideological Evolution of Turkish Foreign Policy, PhD thesis, King's College, Londra
Üniversitesi, 2001, s. 325.
30
Feroz Ahmad, The Making of Modern Turkey, (Londra: Rotledge, 1993).
31
Ahmad, The Making..., s. 201.
32 İhsan Bal, Preventing Terrorism in a Democratic State, The Turkish Case, yayınlanmamış doktora
tezi, the University of Leichester (İngiltere), 1999.
33
‘Başbakan Turgut Özal’ın Girne’de Toplanan ‘Batı İle Ortadoğu Arasındaki Ekonomik İlişki-
lerde Aktif Bir Ortak Olarak Türkiye’ Adlı Milletlerarası Seminerine Gönderdiği Mesaj’, Baş-
bakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları, 13.12.1984-12.12.1985, Ankara:
1985, s. 354.
34 ‘Başbakan Turgut Özal’ın IV. Suni Gübre Kompleksinin İmza Törenindeki Konuşması, 16
Mayıs 1985’, Başbakan Turgut Özal’ın Konuşma, Mesaj, Beyanat ve Mülakatları, 13.12.1984-
12.12.1985, Ankara: 1985, s. 364.
35
Z. Y. Hershlag, The Contemporary Turkish Economy, (Londra: Routledge, 1988), s. 84.
36 Bu rakam 250.000’e kadar çıkmıştır.
37
Bu dönemde Balkanlar’daki en önemli sorunlardan birini de Bulgaristan’da Türklere uygula-
nan asimilasyon kampanyaları oluşturmuştur. Yüz binlerce Türkün ismi değiştirilmiş, ayrım-
cılık siyasi, kültürel, toplumsal ve ekonomik alanlarda sürmüş, 350.000’den fazla Bulgaristan
Türkü sınırları aşarak Türkiye’ye gelmiştir. Bu durum dış siyaset kadar ülkenin güçlenme ça-
basındaki ekonomisine de bazı zorluklar getirmiştir.
631
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
38 Duygu Bazoğlu Sezer, “Turkey in the New Security Environment in the Balkan and Black Sea
Region”, in Mastny and Nation, Turkey between East and West, New Challenges for a Rising Regi-
onal Power, (Oxford: Westview Press, 1998), s. 73.
39
Graham E. Fuller, “The New Mediterranean Security Environment: Turkey the Gulf, and
Central Asia”, içinde RAND Conference Proceedings, (Santa Monica: RAND, 1993).
40
Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın 29 Ekim 1991 Cumhuriyet Bayramı Konuşması, içinde Cum-
hurbaşkanlığı Tarihi, (Ankara: 2005), s. 251.
41 Turgut Özal’ın TBMM’nin Yasama Yılını Açış Konuşması, 1 Eylül 1990.
42
Mehmet Akyol, Beni Çok Ararsınız, (Ankara: Akçağ, 2000), s. 206.
43 Bu konuda farklı bir görüş için bkz.: Mer Faruk Gençkaya, “The Black Sea Economic Co-
operation Project: A Regional Challenge to European Integration”, International Social Science
Journal, Vol. 45, No. 4, November 1993.
44 Sabah, 28 Şubat 1993.
45
Baskın Oran, "1980–90: Batı Bloku Ekseninde Türkiye" içinde baskın Oran (ed.), Türk Dış
Politikası, Kurtuluş Savaşı'ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, (İstanbul: İletişim Yayıncı-
lık, 2001).
46 Mustafa Sönmez, “Bugünden Bakınca”, Hürriyet, www.hürriyetim.com.tr/dosya/turgut
ozal/eko.asp
632
25. Bölüm: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası [1991-2001] Gökhan Bacık/B. Balamir Coşkun
25. BÖLÜM
SOĞUK SAVAŞ SONRASI TÜRK DIŞ POLİTİKASI
[1991 – 2001]]
Gökhan BACIK∗
B. Balamir COŞKUN∗∗
GİRİŞ
Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki kritik on yıla Türkiye karmaşık
olarak nitelenebilecek bir siyasal ve toplumsal yapı ile girdi. Bir taraftan 1983
yılından beri süregelen Anavatan Partisi’nin (ANAP) tek parti iktidarı sona
ermiş ve Türkiye, Doğru Yol Partisi (DYP) ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti
(SHP) arasındaki koalisyonla yönetilmeye başlamıştı. ANAP’ın 1980 askeri
yönetimi sonrası devraldığı Türkiye, bu partinin temel politikaları olan serbest
piyasa ve dışa açılma ilkeleri ile yaklaşık on yıl sayılabilecek uzunca bir süre
geçirmişti. Ancak ANAP’ın kendisinden sonraki koalisyon hükümetine bırak-
tığı en belirgin miraslardan birisi ise dış politika alanındaydı: Türkiye, 1. Kör-
fez Savaşı’nda özellikle Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın kişisel tercihleri ile
şekillenmiş bir siyasetin sonucu olarak ABD ile karmaşık ve aynı zamanda
güçlü sayılabilecek bir ilişki kurmuştu. Dolayısıyla DYP-SHP hükümetinin dış
politikada karşılaştığı ilk sorun 1. Körfez Savaşı ile ortaya çıkan Amerikan ol-
gusunun nasıl tanımlanacağı olmuştur. Başbakan Süleyman Demirel’in med-
yada Amerikan helikopterlerinin PKK’ya yardım dağıttığı haberi üzerine
“gökkubbeyi başlarına yıkarız” çıkışını bu bağlamda değerlendirmek gerek-
mektedir.62 Türk dış politikası Soğuk Savaş’ın bitişinden sonra 1. Körfez Savaşı
döneminde geliştirilen “ilginç” model bir kenara; ABD ile ilişkilerini nasıl ta-
nımlayacağını, takip eden on yıl boyunca sürekli olarak tartıştı. Soğuk Savaş
bittikten sonra ABD ile ne tür bir model içinde dış politikanın sürdürüleceği,
Türkiye’nin salt bu dönemde (1991–2001) değil günümüze kadar sürecek ciddi
bir tartışma konusu olarak değerlendirilmelidir. Ancak yeniden vurgulamak
gerekirse Türkiye, 1991 yılında hem Soğuk Savaş’ın bitişinden sonra hem de 1.
Körfez Savaşı süresince Turgut Özal’n sürdürdüğü özel politikalar sonucu
∗
Doç. Dr., Zirve Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
∗∗
Dr., Zirve Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
62 Bu konunun sembolik anlamı üzerine ayrıntılı bir tartışma için bkz: Baskın Oran (1998) Kalkık
Horoz Çekiç Güç ve Kürt Devleti, Ankara: Bilgi Yayınevi.
633
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ABD ile ikili ilişkilerini nasıl tanımlayacağı temel sorununu karşısında bulmuş-
tur.
1991–2001 dönemi için bir diğer önemli nokta bu zaman diliminin hü-
kümetler açısından olağanüstü istikrarsız bir dönem olarak nitelenebilecek
olmasıdır. 23 Haziran 1991 tarihinde kurulan Mesut Yılmaz hükümeti başlan-
gıç olarak kabul edilirse; 18 Kasım 2002 tarihinde sona eren Bülent Ecevit hü-
kümetine kadar geçen süre içinde toplam 10 farklı hükümet kurulmuştur ki bu
yaklaşık her 1.1 yıl için bir hükümet anlamına gelmektedir. İstikrarsızlığın bir
diğer unsuru ise 1995 yılında Refah Partisi’nin (RP) iktidara gelmesi ile başla-
yan asker sivil ilişkilerindeki gerilimin bir sonucu olarak 1997 yılında gerçekle-
şen dolaylı askeri müdahalenin de burada zikredilmesi gerekmektedir. Sonuç
itibariyle, Türkiye Soğuk Savaş sonrası küresel siyasetin yeniden tanımlandığı
kritik on yılı neredeyse iç politik tartışmaların gölgesinde geçirmiştir. Doğal
olarak Orta Asya’dan Avrupa ile ilişkilere kadar Türk dış politikasının amaçla-
rına yönelik sorunların temelinde iç politikadaki bu istikrarsızlığın özellikle
belirtilmesi gerekmektedir. Siyasal istikrarsızlık, Türkiye’yi içe kapanan veya
kendi iç gündemi ile uğraşan bir ülke pozisyonu almaya zorlamıştır. Türki-
ye’nin 1990’lı yıllardaki istikrarsızlık yüzünden içe kapanması, Türk dış politi-
kasında süreklilik ilkesi bağlamında vurgulanan Avrupa, Yunanistan gibi ko-
nularda bile ‘kopma’ olarak nitelenebilecek sonuçların ortaya çıkmasına katkı-
da bulunmuştur. Türkiye, Ocak 1996’da Kardak gerilimi nedeni ile Yunanistan
ile savaşın eşiğine gelmiştir. Göreceli olarak önemsiz bir adacık/kayalık yü-
zünden çıkan gerilimde dönemin Başbakanı Tansu Çiller “o bayrak inecek o
asker gidecek” şeklinde açıklama yaparak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaşa
hazır olduğunu resmen ilan etmiştir.63 Nitekim hemen ertesi gün Türk ordusu-
na bağlı SAT komandoları bölgedeki Yunan askeri varlığına rağmen Kardak’a
çıkarak Türk bayrağı dikmişlerdir. Gerilim dönemin NATO Genel Sekreteri
Javier Solana ve Amerikalı kıdemli diplomat Richard Halbrooke’un etkin mü-
dahalesi ile dindirilmiştir.
‘Kopma’ bağlamında verilecek bir diğer örnek ise, Avrupa Birliği’nin
(AB) 1997 yılındaki zirvesinde Türkiye’nin adaylık statüsünün reddinin ilanı-
dır.64 Kısaca ifade etmek gerekirse 90’lı yıllarda Türk siyasal hayatının karakte-
ristik özelliği halini alan istikrarsızlık Türk dış politikasının süreklilik arz eden
pek çok konuda tarihsel kopmalarla karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.
Bu istikrarsızlığa paralel olarak ayrıca vurgulanması gereken bir faktör de or-
dunun özellikle 90’lı yılların sonunda artan etkisidir.
Son olarak vurgulanması gereken bir olgu ise Kürt sorunudur. 1990’lı yıl-
ların başında Türkiye Kürt sorununun derinleştiği bir zaman dilimine girmiş-
tir. 1991 yılında Batman, Şırnak ve Siirt gibi şehirlerde sokak gösterileri kitlesel
bir hal almış, özellikle Nevruz kutlamaları PKK’nın gövde gösterisine dönmüş-
634
25. Bölüm: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası [1991-2001] Gökhan Bacık/B. Balamir Coşkun
tür. Bu açıdan 90’lı yılların özellikle ilk yarısı Türkiye’nin PKK sorununu çöz-
mesi bağlamında son derece zorlu yıllar olarak nitelenebilir. Bu yıllarda PKK
sorunu, Türk dış politikasını da somut olarak ciddi biçimde etkilemiştir. İlk
olarak Türkiye Kürt sorunu bağlamında Kuzey Irak’a askeri hareket düzenle-
mek zorunda kalmıştır. 1991 yılının Nisan ayında yapılan harekâtı 1992 yılında
yaklaşık 15.000 askerin katılımı ile ikinci bir operasyon takip etmiştir. 1994
yılından sonra neredeyse 1999 yılına kadar her yıl bir askeri hareket düzen-
lenmiştir. Diğer bir konu ise bölgede konuşlandırılan Çekiç Güç nedeni ile
ABD ile olan ilişkilerdir. Öte yandan ABD’nin Irak politikasında Kuzey Irak’ın
istikrarının önemli bir parametre olarak tanımlanması, ikili ilişkileri zorlar hale
getirmiştir.65 Nihayet 1998 yılının Eylül ayında Türkiye, Suriye sınırına çok
sayıda asker yığarak bu ülkeyi PKK lideri Abdullah Öcalan’ı barındırdığı için
savaşla tehdit etmiştir. Sürecin 1999 yılında Öcalan’ın Türkiye’ye teslimi ile
aldığı kritik dönemeç PKK ya da Kürt sorunun ayrı bir evreye taşımıştır.66
1990‘lı yıllar genel olarak tüm dünyada güç dengelerinin yeniden kurul-
maya çalışılması ve yeni dünya düzeninin oluşturulması sürecine tanıklık et-
miştir. Bu dönem özellikle Soğuk Savaş döneminin kilit ülkelerinden biri olan
Türkiye için oldukça sarsıntılı geçmiştir.67 Sovyet Birliği’nin dağılması ve So-
ğuk Savaş döneminin Doğu-Batı cepheleşmesinin sona ermesiyle ülkenin poli-
tika yapıcıları, karar alıcıları ve dış politika uzmanları yeni dünya düzeninin
oluşumuna ilişkin belirsizlikler ve gerçekleşmeye başlayan bu yeni düzenin
neresinde uygun bir yer edinebilecekleri konusu ile karşı karşıya kalmışlardır.
Özellikle Avrupa ile Orta Doğu arasında dengeyi sağlamada büyük dikkat
gerektiren jeostratejik konumuyla Türkiye Soğuk Savaş sonrası taşların yerine
oturması sürecinde ciddi bir dönüşüm geçirmiştir.68 1991–2001 dönemi Türki-
ye’nin Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeni içerisinde kendine stratejik bir
rol arama telaşıyla geçmiştir. Bu dönemde gerçekleşen ve Türkiye’nin yeni dış
politika hedeflerini ve doğrultusunu belirleyen başlıca olaylar şunlardır: Sov-
yetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlıklarını ilan eden Orta Asya Türkî
Cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleri ile yakınlaşma ve işbirliği yolunun açılması,
Körfez Savaşı sonrası Ortadoğu politikasının yeniden gözden geçirilmesi, Yu-
goslavya’nın dağılması ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin kopma noktasına gel-
mesi.
65
Philip Giraldi (2008) “Turkey and the Threat of Kurdish Nationalism,” Mediterranean Quarterly
19(1), s.33.
66 Michael M. Gunter (2000) “The Continuing Kurdish problem in Turkey after Öcalan’s captu-
re,” Third World Quarterly, 21(5), s.857.
67 Abdülkadir Baharçiçek (2004) ‘Soğuk Savaş’ın Sona Ermesinin Türk Dış Politikası Üzerindeki
Etkileri’, içinde İdris bal (der.) 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, İstanbul: Nobel Yayın Dağıtım,
ss.57–74.
68 Bezen Balamir Coşkun (2009) ‘Turkey between the Middle East and the EU’, içinde Bezen
Balamir Coşkun ve Birgül Demirtaş-Coşkun (der.) Neighborhood Challenge: The European Union
and its Neighbors, Boca Raton: Universal Publishers, ss. 397–409.
635
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
636
25. Bölüm: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası [1991-2001] Gökhan Bacık/B. Balamir Coşkun
politikalarına kıyasla daha dinamik bir politika izlemesine yol açtı. Yunanistan
ve Türkiye Balkanlarda önemli dış politika açılımları gerçekleştirme konusun-
da birbirlerini tetikledi.71 Bu rekabet sonucunda bölgede Yunanistan’ın etkili
olduğu ülkeler ve Türkiye’nin etkili olduğu ülkeler -Arnavutluk, Bosna Her-
sek, Makedonya ve kısmen Bulgaristan- gibi bir ayrım oldu. Bu rekabetin dö-
nemeç noktası Kamil Mehmet Büyükçolak’a (2002) göre 1996 yılıdır. 1996‘da
Yugoslavya’nın dağılması, Makedonya’nın bağımsız olması ve Yunanistan’ın
Arnavutluğa karşı izlediği milliyetçi politikalar Yunanistan’ın Avrupa’da dip-
lomatik olarak yalnız kalmasına sebep oldu.
Bosna savaşı süresince hem Türk kamuoyunun ilgisi hem de Türk dış po-
litika yapıcılarının aktif Balkanlar politikası devam etmiş ancak 1996 sonrasın-
da -özellikle Yugoslavya’daki savaşın sona ermesiyle- Türk kamuoyunun böl-
geye karşı olan ilgisi azalmıştır. Zaten Uluslararası Barış Gücünün Kosova ve
Bosna’ya yerleşmesi ile Türkiye’nin özellikle Yugoslavya’nın dağılması ile ba-
ğımsızlıklarını kazanan ülkeler konusunda fazla bir manevra alanı kalmamış-
tır. Aynı şekilde Balkan ülkelerinden bir kısmının AB ile üyelik sürecine gir-
mesi AB’nin bölgedeki etkinliğini artırmış dolayısıyla Türkiye’nin etkinliğini
azaltmıştır. 1991–2001 dönemi sona erdiğinde Türkiye’nin Balkanlardaki etki
alanı Türkiye ile tarihsel ve kültürel bağları görece daha güçlü olan Arnavut-
luk, Bosna ve Makedonya ile sınırlı kalmıştır.
Bu dönemde Türkiye ve Yunanistan arasında Balkanlarda etkinlik alan-
larını genişletme konusunda ortaya çıkan rekabet ve iki ülke arasındaki gergin-
lik başka alanlara da sıçramış, bu da Ocak 1996’da patlak veren Kardak krizi ile
iki ülkenin savaşın eşiğine gelmesi ile sonuçlanmıştır. Küçük bir kayalık yü-
zünden çıkan gerilim üst düzey NATO yetkililerinin ve Amerikalı diplomatla-
rın araya girmesi ile çözülmüştür.
Türkiye 1991–2001 döneminde bir yandan Yunanistan ile gerilim yaşar-
ken diğer yandan Sofya ve Ankara arasındaki buzlar erimeye başladı. Bulgaris-
tan’da Jivkov’un baskıcı politikalarına tepki olarak kurulan Demokratik Güçler
Parti’sinin Ekim 1991’de seçimleri kazanması ile iki ülke arasındaki ilişkiler
düzeldi. Dönemin Savunma Bakanı Nevzat Ayaz’ın 1992 yılında Bulgaristan’ı
ziyareti 100 yıl sonra ilk defa bir Türk Savunma Bakanı’nın Bulgaristan’ı ziya-
reti özelliği taşıdığı için tarihi bir olaydır. Türkiye’nin Bulgaristan’ın NATO
üyeliğini desteklemesi karşılığında Bulgaristan’ın ülkedeki PKK faaliyetlerini
yasaklamak üzere bir işbirliği protokolü imzalaması Türk-Bulgar ilişkilerinin
bu dönemde geçirdiği dönüşümün bir göstergesidir.72 Türkiye-Bulgaristan
ilişkilerindeki düzelme, Yunanistan tarafından kendine karşı bölgesel bir
komplo olarak yorumlanmış ve Yunanistan ve Türkiye arasında zaten var olan
gerilim daha da artmıştır.
71 Kamil Mehmet Büyülçolak (2002) ‘Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türk-Yunan İlişkilerinde
Yeni Bir Boyut: Balkanlar’, içinde Birgül Demirtaş-Coşkun (der.) Türkiye-Yunanistan Eski So-
runlar, Yeni Arayışlar, Ankara: ASAM, ss. 114-158.
72 Birgül Demirtaş-Coşkun (2001) Bulgaristan’la Yeni Dönem, Ankara: ASAM
637
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
73 http://www.tika.gov.tr/TR/Icerik.ASP?ID=22
74 Dietrich Jung ve Wolfango Piccoli (2000) Turkey at the Crossroads: Ottoman Legacies and the
Greater Middle East, London: Zed Books, s. 106.
75 Ibid.
638
25. Bölüm: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası [1991-2001] Gökhan Bacık/B. Balamir Coşkun
76 Philip Robins (1999) Turkish Foreign Policy, Ramat Gan: The Begin Sadat Center for Strate-
gic Studies.
77 Enver Bozkurt (2004) ‘1991 Körfez Savaşı, Ambargo ve Türkiye’nin Politikası’, içinde İdris Bal
(der.) 21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, İstanbul: Nobel Yayın Dağıtım, ss.751–768.
639
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
78 Özden Zeynep Oktav (2007) ‘The Limits of Change: Turkey, Iran, Syria’, içinde Nusin Ateşoğ-
lu Güney (der.) Contentious Issue of Security and the Future of Turkey, London: Ashgate, ss. 85–
98.
79 İrfan Kaya Ülger (2004) ‘Balkan Gelişmeleri ve Türkiye: 1990’lı Yıllar’, içinde İdris Bal (der.)
21. Yüzyılda Türk Dış Politikası, İstanbul: Nobel Yayın Dağıtım, ss. 229–244.
640
25. Bölüm: Soğuk Savaş Sonrası Türk Dış Politikası [1991-2001] Gökhan Bacık/B. Balamir Coşkun
80 Barchard, D. (1998). Turkey and the European Union, London: Centre for European Reform
641
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
26. BÖLÜM
1980-2000’DE TÜRKİYE EKONOMİ POLİTİĞİ:
ÇALKANTILI BİR EKONOMİDE İSLAMCI SİYASETİN
YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ∗
Murat ÇEMREK∗∗
GİRİŞ
1980 yılı Türkiye’nin hem ekonomik hem de siyasî tarihinde başlı başına
bir dönüm noktasını sembolize eder. Aynı yılın 24 Ocak’ında, daha sonra bu
tarihle anılacak, ekonomik odaklı alınan kararlarla Türkiye, ithal ikameci sana-
yileşme (import-substituting industrialization) döneminden ihracat yönelişli
(export-oriented) siyasalara geçmeye başladı. Bununla, bir yandan Reagan ve
Thatcher ile başlayan neo-liberal politikalara geçişin sinyalini veren Türkiye,
bir yandan da küresel ekonomik sisteme entegre olma kararlılığını ortaya
koymaktaydı. 24 Ocak Kararları’nın sonuçları daha devşirilmeden aynı yıl
ordunun “akan kardeşkanına son vermek” adına 12 Eylül’de1 yönetime el
koymasıyla, siyaset -paradoksal olduğu kadar ironik bir biçimde- laikliği ko-
ruma adına İslâm’ın kamusal görünürlüğünün artışına ve böylece siyasî bir dil
haline gelişine şahit olundu.
1980’lerde Türkiye’de İslâm, hem askerî yönetim (1980–1983) hem de Özal
başbakanlığındaki hükümetler (1983–1989) tarafından Türk kimliğinin önemli
bir parçası olarak kabul görmüştür. Bu kabulün 1990’ların başlarında da ko-
runması, Refah Partisi’ne (RP) 1994’te yerel ve 1995’te de genel seçimlerde ba-
şarıya giden yolu açmıştır. RP’nin başarısı, Kemalizm’in ve dolayısıyla da laik-
liğin koruyucusu ordunun sert uyarısıyla karşılaşırken İslâmcı siyasetin yükse-
lişi, irticaya karşı laik cumhuriyeti koruma adına “post-modern darbe” olarak
nitelendirilen 28 Şubat süreci ile bastırılmıştır. Yine de İslamcı siyaset, Millî
Görüş çizgisinin daha önceki partileri olan Millî Nizam Partisi (MNP) ve Millî
Selamet Partisi (MSP) gibi RP ve akabinde Fazilet Partisi’nin (FP) kapatılması
∗
Bu çalışma, Murat Çemrek’in “Formation and Representation of Interests in Turkish Political
Economy: The Case of MÜSİAD (Independent Industrialists’ And Businessmen’s Associa-
tion)”, Ankara, Bilkent Üniversitesi, 2002 adlı yayımlanmamış doktora tezinin üçüncü bölü-
münün (Turkish Political Economy in 1980-2000: Rise and Fall of Islamist Politics in A Turbu-
lent Economy) Segâh Tekin (Selçuk Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Arş. Gör.) tara-
fından tercüme edilmiş ve Murat Çemrek tarafından gözden geçirilirek yeniden düzenlenmiş
halidir.
∗∗
Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü.
643
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ile aynı kaderi paylaşsa da, kazandığı toplumsal onay ile periferiden merkeze
doğru hızla ilerlemiştir. Hatta Kasım 2002’den bu yana iktidarda bulunan Ada-
let ve Kalkınma Partisi’nin (AKP), bir anlamda, siyasî selefleri ve zihinsel hav-
zasını bu akım oluşturmuştur. Türkiye ekonomisi ve siyaseti yekdiğerinin kı-
rılganlığı ve bunun getirdiği sorunlar çerçevesinde küreselleşirken ye-
rel/ulusalın dönüşümünü de yaşamaktadır. Bu çerçevede, bugünün Türki-
ye’sini anlamak için bugünü hazırlayan dönüşümün tohumlarının atıldığı ya-
kın tarihe bakmak isabetli bir adım olacaktır.
ASKERÎ HÜKÜMET DÖNEMİ: 1980–1983
1 Şubat 1979’da Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin tam onbeş yıllık sürgü-
nünden ülkesine dönüşünden kısa bir süre sonra İslâm Cumhuriyeti’nin kuru-
luşunu ilan etmesiyle, İran İslâm Devrimi, dünya politikasında yeni bir sayfa
açmıştır. Çağrıya İslâm dünyasının herhangi bir yerinde benzer bir cevap gele-
bileceği spekülasyonu2 insanların aklına Türkiye’ye dair soru işaretleri getir-
miştir. Zira İran’ın komşusu ve uzun süre hilafete ev sahipliği yapmış Osmanlı
Devleti’nin ardılı olarak Türkiye, bu konuda oldukça büyük bir potansiyel
taşımaktaydı. Üstelik 1970’lerin sonlarında ülkedeki kaotik siyasî ortam da bu
endişeyi güçlendirmekteydi. Sorun, Türkiye’deki İslâmcı uyanışın modern
Türkiye Cumhuriyeti’ne bir tehdit yöneltip yöneltmeyeceği ve ülkenin Batı ile
ilişkilerini ne kadar önemsediği idi.3 Bu bağlamda, 6 Eylül 1980’deki MSP’nin
Konya’da düzenlediği “Kudüs’ü Kurtarma Mitingi” bardağı taşıran son damla
oldu. Mitingde ellerinde üzerlerinde Arapça ibareler bulunan yeşil bayraklar
taşıyan, cübbe ve fes giymiş göstericiler Şeriat’ın geri gelmesi için sloganlar
atarken bazı katılımcılar daha da ileri giderek İstiklâl Marşı okunurken ayağa
kalkmayı reddetmişlerdi. Sonuç, MSP’nin tahminlerinin ötesindeydi. Bu mi-
ting, Türkiye’nin maruz kaldığı üçüncü askerî müdahale olan 12 Eylül 1980
darbesini hızlandıran bir katalizör işlevi gördü.4 Öyle ki; askerî darbenin başı
olarak 1980–1982 arasında Devlet Başkanlığı ve 1982–1989 döneminde de
Cumhurbaşkanlığı görevini yürüten General Kenan Evren durumu şu sözlerle
ifade etmişti: “...Konya olayları irticanın ne boyutlara ulaştığını… [ve] tehlikenin
yakınlığı ve doğasını göstermiştir”.5
Askerî müdahaleye karşı İslâmcı protestolara rağmen cunta yönetimi
İslâm’ı siyasetten tamamen uzaklaştırma eğiliminde olmamıştır. Tam aksine,
askerî yönetim döneminde İslâm’ın devletin milliyetçi ideolojisi ile bütünleşti-
rilmesi gerçekleştirilmiştir. Laik Kemalizm’in kalesi olan askerî yetkililer eği-
tim sistemi aracılığıyla İslâmî değerleri topluma telkin etmeye çalışmışlardır.
Böylelikle ilk ve orta öğretimde “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersi 1982
Anayasasının 24. maddesi uyarınca zorunlu hale getirilmiştir.6
İslâm, bu dönemde, resmî Türk milliyetçiliğine rakip olarak değil, ona pa-
yanda olmak üzere istihdam edilmiştir. Ordunun din ve siyasete dair geçmiş-
teki katı görüşlerindeki değişim, ikisinin uzlaştırılması ile belirgin hale gelmiş-
tir. Hatta Evren, askerî yönetiminin laik politikalarını meşrulaştırmak için mi-
tinglerde Kuran’dan ayetler okumayı da ihmal etmemiştir. Sonuçta, İslâm’ın
ulusu birleştirmekte önemli bir rolü olduğu düşünüldüğünden cunta yönetimi
İslâm ve devlet arasında bir ortak zemin bulmaya çalışmıştır.
644
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
645
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
646
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
647
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
648
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
649
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
650
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
651
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
döviz kurlarının aşırı değer kaybı ile sonuçlanan büyük bir ödemeler dengesi
krizi olarak belli etmiştir.
Çiller Başbakanlığındaki DYP-SHP koalisyonunun başarısızlığı, 1994 eko-
nomik krizinde açıkça ortaya çıkarken Çiller de popülist söylemlerden milli-
yetçi söylemlere doğru yönelmeye başlamıştır. Ardından hükümet faiz oranla-
rını düşük tutmaya çalışıp ekonomik büyümeden vazgeçmeden dış borçtan iç
borçlanmaya ve tedavüle para sürmektense enflasyonu düşürmeye yönelmiş-
tir. Bununla birlikte, bu politika, paradoksal biçimde, faiz oranlarının yüksel-
mesine, kamu açıklarının artmasına ve yüksek enflasyonun kronikleşmesine
yol açmıştır. Sonuçta, 1994 krizi Türkiye ekonomisinin ne kadar kırılgan oldu-
ğunu ve bankacılık sisteminin spekülatif sıcak para kazanımları karşısındaki
yapısal yetersizliğini ortaya koymuştur. DYP-SHP koalisyonu, bahsedilen eko-
nomik krizi aşmak için 5 Nisan 1994’de, TL’nin %65 oranında devalüasyonu ile
sonuçlanan bir istikrar programı başlatmıştır.56 IMF programın başlangıcından
iki ay sonra bir stand-by düzenlemesini onaylarken 5 Nisan Kararları olarak
bilinen tasarruf tedbirleri, enflasyonu %149’dan 1995 yılında %72’ye indirse de
makroekonomik dengesizlikleri ortadan kaldıramaya yetmemiştir. Bu kemer
sıkma programı, ücretlerin baskı altında tutulması ve sıkı para politikası karşı-
lığında gelir dağılımında önemli kaymalara ve ekonomik fazlanın maaşlı çalı-
şanlar ile reel sektörden malî sektöre transferine yol açmıştır.57
Hükümet eski büyümeyi yakalamak için tekrar kısa dönemli sermaye gir-
dilerine yöneldiğinden ekonomik program kısa ömürlü olmuştur.58 Hüküme-
tin 5 Nisan Kararları’nı devam ettirecek siyasî iradeye sahip olmadığı ortaya
çıktığında IMF ile imzalanan stand-by anlaşması 1995’te sona ermiştir.59 Reel
ücretler düşmeye devam ederken yabancı sermaye girişleri malî açığın finanse
edilmesine olanak sağlamıştır. Bu ayarlamaların bedeli ise Hazine’nin borç-
lanma araçları üzerindeki faiz yükünün artmasıyla sonuçlanmıştır. Böylelikle
hükümet tahvillerinin ortalama reel faiz oranları 1994 krizinin ardından
%24,9’a yükselmiştir.60
Hükümetin zayıf ekonomi performansı 1995’te erken seçim kararıyla so-
nuçlanırken61 bütün bu gelişmeler RP’nin 1995 seçimlerinde en çok oyu alan
parti olmasına imkân tanısa da, Türkiye’nin sorunlu politik ikliminde “Ana-
yol” ve “Refahyol” koalisyon hükümetlerinin kısa ömürlerine bağlı olarak
ekonominin iyileşmesi sağlanamadı. Bu istikrarsız siyasî ortamda ardı ardına
göreve gelen zayıf koalisyon hükümetleri tutarlı bir ekonomik uyum progra-
mının uygulanmasını sağlayamadıklarından başarısız oldular.
1997 Temmuz’unda ordunun desteği ile ANAP, Demokratik Sol Parti
(DSP) ve DYP’den kopan milletvekillerince oluşturulan Demokratik Türkiye
Partisi (DTP) ortaklığında yeni bir koalisyon olan Anasol-D hükümeti kuruldu.
Ocak 1997’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan RP ve onun devamı
olan FP tarafından dile getirilen İslâmcı söylemde kötüleşen gelir dağılımı ve
sosyal eşitsizlik ana tema olarak kaldı. Bu da laik eliti hükümetin malî yöneti-
mini disipline etme konusunda uyarmaya yöneltmiştir.62 Böylelikle, Mesut
Yılmaz başkanlığındaki Anasol-D hükümeti, 6 Şubat 1998’de, “Malî Milat” adı
verilen ve “rejimin kurtuluşu” için dönüm noktası olarak ilan edilen bir vergi
652
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
reformu paketi sunmuştur.63 Hükümet, ayrıca, Temmuz 1998’de başka bir enf-
lasyona karşı önlemler programı IMF’nin Yakın İzleme Programı rehberliğinde
başlatılmıştır. Bu tasarruf programı, enflasyon oranları ve malî dengesizlikler
açısından başarı göstermiş olsa da faiz oranları üzerindeki baskıyı hafifletmeyi
başaramamıştır. Son olarak, 1997’de Doğu Asya’daki64 ve 1998’de de Rus-
ya’daki ekonomik krizler 1998 Ağustos’undan itibaren Türkiye’yi olumsuz bir
şekilde etkilemeye başlamıştır.65 Yolsuzluk iddialarına bağlı olarak koalisyon
hükümetinin düşüşü neticesinde DSP lideri Bülent Ecevit başkanlığında ülkeyi
genel seçimlere götürmek üzere kısa ömürlü bir azınlık hükümeti kurulmuş-
tur. Bu azınlık hükümeti döneminde, terör eylemleriyle ön plana çıkan ayrılık-
çı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanıp
Türkiye getirilmesi Nisan 1999’da yapılan genel seçimlerde DSP ve MHP’nin
oylarını arttırmıştır. Kurulan DSP-MHP-ANAP koalisyonu, ekonomik cenahta
ise 1999 Ağustos ve Ekim aylarında meydana gelen ve kamu sektörünün malî
dengesini bozan iki büyük depremin üstesinden gelmek zorunda kalmıştır.66
Türkiye’nin makroekonomik dengelerinin kırılganlığının başka bir göster-
gesi de 1990’lı boyunca devam eden yüksek enflasyondur. Enflasyon oranları
1989–93 ve 1994–97 dönemlerinde sırasıyla %62,3 ve %90,6 arasında seyretmiş-
tir.67 Bu durum, Türkiye ekonomisinin büyüme performansı dinamikleri ile
başarısız kamu borçlanma politikalarından kaynaklanırken enflasyon 1997’de
neredeyse %100’e ulaşmıştır. Böylece, israf derecesindeki ölçüsüz kamu har-
camaları ve buna eşlik eden bütçe açıkları enflasyonun temel sebepleri olmayı
sürdürmüşlerdir. Enflasyon Türkiye’yi derinden etkilemeye devam ederken68
1995–1999 döneminde enflasyon oranı %80–90 civarında seyretmiştir.69 Enflas-
yonun en kötü sonucu, gelir dağılımının aşırı dengesizleştiği bir ortamda, enf-
lasyon karşıtı bir strateji izlenebilmesi için gerekli olan toplumsal mutabakatın
sağlanmasına engel olmasıdır.70 Üstelik enflasyonist yapı yüksek faizler nede-
niyle yatırımcıların gözünü korkutmuştur.
Nisan 1999 genel seçimlerinin ardından kurulan Ecevit Başbakanlığındaki
koalisyon hükümeti, IMF ile Aralık 1999’da yapılan stand-by anlaşması ile
güçlendirilen yeni bir yapısal reform programı uygulamaya başlamıştır. Prog-
ramın amacı, %60–70 civarındaki yıllık enflasyonu 2002 sonu itibariyle tek ha-
neli rakamlara düşürmekti. Bunun için, 18 aylık bir dönemde 1 Amerikan Do-
ları ($) ile 0.70 Avro’dan (€) oluşan döviz sepetinde TL’nin değeri tedricen
azaltılacaktı. 2000 Kasım sonu ve Aralık başında Türkiye malî piyasalarında
çıkan kargaşaya rağmen program, IMF’den alınan önemli miktardaki ek fonun
da katkısı ile Şubat 2001’e değin işler göründü.
Aralık 2000’de yaşanan bu kısa süreli kriz Türkiye’nin malî sisteminin kı-
rılganlığına delalet etmekteydi. Bu kırılganlık Türkiye ekonomisini Şubat
2001’de başka bir ekonomik krize sürüklediğinde artık bardağı taşıran son
damlaydı. Böylece, borsanın çöküşü ile hükümet çapalı kur modelinden dalga-
lı kur rejimine geçme kararı aldı. Kur rejimindeki değişikliğin anlamı, TL’nin
%80 oranında devalüe edilmesi ve bunun da piyasalarda paniğe yol açmasıydı.
Derinleşen kriz ortamında dört bin firmanın kapanırken başta bankacılık sek-
törü çalışanları olmak üzere yarım milyon insan işsiz kaldı.
653
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
654
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
655
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
656
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
657
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
658
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
659
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
660
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
661
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
sel/dinsel bir ortamda çok önem verilen İslâmî ahlâk prensiplerini de çok iyi
özümserken modern bir ekonomik faaliyet ve birikim ile İslâmî bir hayat tarzı-
nı uzlaştırmayı öneriyordu. Bu da yüksek enflasyon oranları, sermaye yetersiz-
liği gibi yatırımların cazibesini azaltan Türkiye ekonomisinin yapısal sorunla-
rıyla başa çıkmanın yeni yollarını ortaya çıkardı.113 Fakat suistimaller de söz
konusu olabiliyordu. 6 Mart 2000’de MÜSİAD çok ortaklı holding şirketler
için, 18’inin katıldığı bir zirve toplantısı düzenledi. Katılımcılar gerekli yasal
çerçevenin oluşturulması için birlikte hareket etmeye ve camîlerde İslâm adına
para toplama noktasına gelindiği için suistimalleri önlemek amacıyla İslâmî
sembolleri kullanmamaya karar verdiler.114 MÜSİAD, çok ortaklı şirketlerle
ilgili yasal çerçevenin Sermaye Piyasaları Kurulu (SPK), Hazine ve Dışişleri
Bakanlığı tarafından kabul edilmesi gerektiğine dikkat çekti.115 MÜSİAD ayrı-
ca bu tarz çok ortaklı şirketlere yatırım yapmak isteyenlere yönelik bir tavsiye
kitabı yayımladı. Kitapta, potansiyel yatırımcılar teşvik edilip Almanya’daki
Türk toplumu Anadolu’nun kalkınmasına yaptığı katkıdan dolayı övülürken
potansiyel yatırımcılar yolsuzluk ihtimaline karşı uyarılıyordu.116
1990’lar ayrıca Denizli, Gaziantep, Kahramanmaraş ve Şanlıurfa gibi bazı
Anadolu şehirlerindeki büyük çoğunluğunu küçük ölçekli aile şirketlerinin
oluşturduğu özel sektör kuruluşlarının kalkınmasına sahne olmuştu. Bu yatı-
rımların mantığı kendi kaynaklarına dayanmaları ve “devletten çok az yardım
alarak veya hiç yardım almadan kendilerini üreticilerin ihracatçıları” haline
getirme kabiliyetleriydi.117 Medya, başarı hikâyelerini aktardığı bu işletmeleri
“ekonomik potansiyelleri hakkında genel olarak paylaşılan olumlu kanaati”
yansıtacak biçimde “Anadolu Kaplanları” olarak adlandırmaktaydı.118 Tanım
açıkça, “Asya Kaplanları” olarak bilinen bazı Doğu Asya ülkelerinin başarılı
ekonomik performanslarına duyulan ilgiyi yansıtıyordu. Anadolu’nun belirli
illerinde bulunan bazı daha küçük işletmelerin ihracat potansiyelleri ise o güne
değin göz ardı edilmiş anlamlı bir fenomen olarak ortaya çıkmıştı. Bu yeni
dinamik özel sektör ve yeni yeni kurulan yerel gönüllü işadamı örgütlenmeleri
tüm Türkiye’ye yayılmaya başladı. Bu merkezlerdeki hummalı ekonomik faa-
liyetler, ekonominin süregelen makroekonomik istikrarsızlık içinde yüksek
büyümeyi sürdürebilmesini sağladı. Bu işletmeler, değişen iç ve dış pazar şart-
larına uyumlu küçük fakat etkin üretim birimlerine dayanan ve hızla genişle-
yen esnek üretim sisteminin bir parçası haline geldiler119 ve sosyal ilişkilerin
geleneksel kurumları ve küresel üretim ve ticaretin hâlihazırdaki gerekleri
arasında bir “stratejik uyum” oluşturdular.120
İslâmcı sermayenin yükselişi Türk ekonomi politiğine yeni bir boyut ge-
tirdi. Türkiye’deki İslâmcı ideoloji pek çok nedenden ötürü hem büyük şehir-
lerde hem de Anadolu’daki KOBİ sahiplerinden önemli destek gördü. Öncelik-
le, KOBİ’ler geleneksel sektörlerin ve küçük firmaların modern olanlar tarafın-
dan ortadan kaldırılmasını kapitalizmin olumsuz bir sonucu olarak algılıyor-
lardı. İkincisi, İslâm’ı “adil düzen” olarak görüyorlardı121 çünkü İslâm özel
mülkiyeti ve küçük girişimcileri korumaktaydı. Üçüncüsü, İslâmî yardım ku-
rumları üyeleri arasında iş bağlantılarını teşvik etmek için alt piyasalar gibi
işlev görüyordu. Bu nedenlerle, işadamları İslâmcı gruplara katılmayı kendi
662
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
663
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
1 Askerî darbenin muhatabı dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in daha sonra ifade ettiği
üzere, yurt çapında geniş çaplı olağanüstü hal ilan edilmesine ve bu çerçevede orduya geniş
yetkiler verilmesine rağmen 11 Eylül’de ülkedeki kaos ve anarşinin hemen darbe sonrası bıçak
kesmiş gibi durması manidardır.
2
İlkay Sunar ve Binnaz Toprak, “Islam in Politics: The Case of Turkey,” Government and Opposi-
tion, 1983, C. 18, S. 4, s. 421.
3 Richard Tapper, “Introduction” , Islam in Modern Turkey; Religion, Politics and Literature in A
Secular State [Çağdaş Türkiye’de İslam, İstanbul, Sarmal, 1994], Richard Tapper, ed., London,
I.B. Tauris, 1993, s. 1.
4
Erik J. Zurcher, Turkey: A Modern History [Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul, İletişim,
2008], London, I. B. Tauris, 1993, s. 282 ve Jeremy Salt, “Nationalism and the Rise of Muslim
Sentiment in Turkey”, Middle Eastern Studies, 1995, C. 31, S. 1, s. 16.
5 Kenan Evren, Devlet Başkanı Kenan Evren’in Söylev ve Demeçleri 1980–1981, Ankara, TBMM
Basımevi, 1981, s. 17 ve Kenan Evren, Kenan Evren’in Anıları, Cilt I, İstanbul, Milliyet, 1990, s.
220.
6 “Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve
ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.”
T. C. Anayasası, 3. basım, Ankara, Seçkin, 1996, s. 46, Madde 24, paragraf 4 ve Andrew Mango,
“The Consolations of Religion in Turkey”, Aspects of Religion in Secular Turkey, Malcolm Wags-
taff, ed., Durham, Center for Middle Eastern and Islamic Studies University of Durham, 1990,
s. 16.
7
Metin Heper, The State Tradition in Turkey [Türkiye’de Devlet Geleneği, Ankara, Doğu Batı,
2006], Walkington, Eothen Press, 1985, s. 146.
8 a.g.e., s. 134.
9 Tapper, “Introduction,” s. 11.
10 Binnaz Toprak, “Religion as State Ideology in a Secular Setting: The Turkish-Islamic Synthe-
sis,” Aspects of Religion in Secular Turkey, s. 10.
11 Binnaz Toprak, “Religion as State Ideology…, a.g.e., ss. 10–12.
12
Hugh Poulton, Top Hat, Grey Wolf and Crescent: Turkish Nationalism and the Turkish Republic
[Silindir Şapka, Bozkurt ve Hilal Türk Ulusçuluğu ve Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul, Sarmal, 1999],
London: Hurst & Company Publishers, 1997, s. 184.
13 Levent Köker, “Hangi Demokrasi, Hangi Refah?”, Birikim, Kasım 1996, S. 91. s. 49.
14
Nilüfer Göle, “Authoritarian Secularism and Islamist Politics: The Case of Turkey”, Civil
Society in the Middle East, A. R. Norton, ed., Leiden, E. J. Brill, 1996, s. 30.
15 a.g.m. s. 31 ve bkz., Nilüfer Göle, “Engineers and the Emergence of a Technicist Identity”,
Turkey and the West: Changing Political and Cultural Identities, Metin Heper, Ayşe Öncü ve He-
inz Kramer, eds., London, I. B. Tauris, 1994.
16
Nilüfer Göle, “Küçük Dünyalar ve Tarih”, Nokta, Özel Ek, 17 Nisan 1993.
17
Göle, “Authoritarian Secularism and Islamist Politics,” s. 43.
18 Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın Anıları, 2. Basım, İstanbul, Sabah, 1994, s. 201.
664
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
19 a.g.e. s. 203.
20 Hürriyet, 3 Mart 1990.
21 Turgut Özal, Turkey in Europe and Europe in Turkey, revised English edition, Northern Cyprus,
Nicosia, K. Rustem & Brother, 1991, s. 311; Turgut Özal, Değişim Belgeleri: 1979-1992, İstanbul,
Kazancı Matbacılık, 1993, s. 98 ve Ergun Özbudun, “Özal ve Demokratikleşme”, Devlet ve Si-
yaset Adamı, İhsan Sezal, ed., İstanbul, 20 Mayıs Eğitim Kültür ve Sosyal Dayanışma Vakfı-
Çetin Ofset, 1996, s. 109.
22 Poulton, Top Hat, Grey Wolf and Crescent, ss. 199–204.
23
Nilüfer Göle, “Secularism and Islamism in Turkey: The Making of Elites and Counter-Elites”,
The Middle East Journal, 1997, C.51, S.1, s.59.
24 M. Hakan Yavuz, “Turkey’s Imagined Enemies: Kurds and Islamists”, The World Today, April
1996, ss. 99–101.
.25 Ruşen Çakır, Ne Şeriat Ne Demokrasi: Refah Partisini Anlamak, İstanbul, Metis, 1994, ss. 19, 24 ve
M. Hakan Yavuz, “Political Islam and the Welfare (Refah) Party in Turkey”, Comparative Poli-
tics, 1997, C.30, S.1, s. 71.
26 Bu partinin ismi 1992’de Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değişmiştir.
27 Çakır, Ne Şeriat Ne Demokrasi, ss. 28, 39.
28 Çakır, a.g.e. ss. 32–36.
29 Burhanettin Duran, “Approaching the Kurdish Question via Adil Düzen: An Islamist Formula
of the Welfare Party for Ethnic Coexistence”, Journal of Muslim Minority Affairs, 1998, C.18, S.1,
s. 123; Refah Partisi Ön Savunma, Ankara, ?, 1997 ve Refah Partisi Esas Hakkında Savunma, Anka-
ra, ?, 1997. Daha fazla bilgi için bkz. Hürriyet, 22 Mayıs 1997 ve aynı tarihli diğer günlük gaze-
teler.
30
Murat Çemrek, “Gereği Görüşülüp Düşünüldü: FP’nin Temelli Kapatılmasına...”, Tezkire,
Eylül 2001, C.10, S.22, s. 17.
31
FP uzun bir mahkeme sürecinin ardında 22 Haziran 2001’de kapatılmış ve iki yeni İslamcı
parti; eski FP lideri Recai Kutan’ın başkanlığındaki Saadet Partisi (SP) ve İstanbul’un eski po-
püler belediye başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğindeki AKP ortaya çıkmıştır. Bu aynı
zamanda FP’nin gelenekçi ve modern kanatları arasında da bir bölünme anlamına gelmek-
teydi. Daha fazla bilgi için bkz. Ziya Öniş, “Political Islam at the Crossroads: From Hegemony
to Co-existence”, Contemporary Politics, 2001, C.7, S.4, s. 292.
32
İslâm’ın kamusal alanda gelişimi hakkında daha fazla bilgi için bkz., James Pettifer, The Tur-
kish Labyrinth: Ataturk and the New Islam, London: PenguinBooks, 1998.
33 M. Hakan Yavuz, “Towards an Islamic Liberalism? The Nurcu Movement and Fethullah
Gülen”, Middle East Journal, 1999, C.53, S.1, s. 585.
34
İthal ikameci sanayileşme modeli ve Türkiye’deki yankıları hakkında daha fazla bilgi için,
bkz. Anne O. Krueger, Foreign Trade Regimes and Economic Development: Turkey, New York, Na-
tional Bureau of Economic Research, 1974; Maxwell J. Fry, Finance and Development Planning in
Turkey, Leiden, E.J.Brill, 1972 ve Henri J. Barkey, The State and the Industrialization Crisis in
Turkey, Boulder, Westview Press, 1990.
35
Uyum programının çeşitli yönleri hakkında daha fazla bilgi için bkz. Tevfik F. Nas ve Meh-
met Odekon, eds., Liberalization and the Turkish Economy, New York, Greenwood Press, 1988;
Tosun Arıcanlı ve Dani Rodrik, eds. The Political Economy of Turkey: Debt, Adjustment and Sus-
tainability, London, Macmillan, 1990; Ziya Öniş, ed. State and Market: The Political Economy of
Turkey in Comparative Perspective, İstanbul, Boğaziçi University Press, 1998; Korkut Boratav,
Oktay Türel ve Erinç Yeldan, “The Turkish Economy in 1981-92: A Balance Sheet, Problems
and Prospects”, METU Studies in Development, 1995, C.22, S.1, ss. 1–36.
36 1980’den bu yana malî sektördeki gelişmeler için, bkz. Işık İnselbağ ve N. Bülent Gültekin,
“Financial Markets in Turkey,”, Liberalization and the Turkish Economy, ss. 129–140.
665
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
37 Daha fazla bilgi için, bkz. G. Sak, Public Policies Towards Financial Liberalization: A General
Framework and an Evaluation of the Turkish Experience in the 1980s, Ankara: Capital Markets Bo-
ard Press, 1995.
38
1980 sonrası dönemde genel anlamda Türkiye’nin siyasal ekonomisi için, bkz. Ziya Öniş ve
Steven B Webb, “Turkey: Democratization and Adjustment from Above”, Voting for Reform:
Democracy, Political Liberalization and Economic Adjustment, Stephan Haggard ve Steven B
Webb, eds., New York, Oxford University Press, 1994, ss. 128–184 ve Atilla Eralp, Muharrem
Tünay ve Birol Yeşilada, eds. The Political and Socioeconomic Transformation of Turkey, Westport,
CT, Praeger, 1993.
39 A. Erinç Yeldan, Harun Bulut, Onur Özgür, Sevgi Rençberoğlu, Engin Volkan ve Ebru Voy-
voda “Dynamics of Growth, Accumulation and Distribution in the post–1980 Turkish Eco-
nomy: A Kaldorian General Equilibrium Interpretation”, Union for Radical Political Econo-
mics (URPE) sponsorluğundaki Allied Social Sciences Meetings’te (ASSA) sunulan tebliğ,
New York City, 3-5 Ocak, 1999, s. 5.
40
Faruk Selçuk ve Ahmet Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000”,
Russian and East European Finance and Trade, 2001, C.37, S. 6, s. 8.
41
Daha fazla bilgi için bkz., E. Uygur, Financial Liberalization and Economic Performance in Turkey,
Ankara, CBRT Publication, 1993.
42
Popülist politikaların Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin analizi için, bkz. Fatih Özatay,
“Populist Policies and the Role of Economic Institutions in the Performance of the Turkish
Economy”, Yapı Kredi Economic Review, 1999, C.10, S.1, ss. 13–26.
43
Oğuz Esen, “Financial Openness in Turkey”, International Review of Applied Economics, 2000,
C.14, S.1, s. 8.
44 Kıvılcım Metin-Özcan, Ebru Voyvoda ve A. Erinç Yeldan, “Dynamics of Macroeconomic
Adjustment in a Globalized Developing Economy: Growth, Accumulation and Distribution,
Turkey 1969–1998”, Canadian Journal of Development Studies, 2001, C. 22, S.1, s. 222.
45
Esen, “Financial Openness in Turkey,” ss. 8–10.
46
Korkut Boratav, A. Erinç Yeldan ve Ahmet H. Köse, “Globalization, Distribution and Social
Policy, 1980–1998”, Center for Economic Policy Analysis, Working Paper, Şubat 2000, S. 20,
s.2.
47
Selçuk ve Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” ss.19–20.
48
Bkz. http://www.hazine.gov.tr/yayin/hazineistatistikleri/index.htm
49
Tevfik F. Nas ve Mark J. Perry, “Turkish Inflation and Real Output Growth: 1963–2000”, Rus-
sian and East European Finance and Trade, 2001, C. 37, S. 6, s. 32.
50
Boratav, Yeldan ve Köse, “Globalization, Distribution and Social Policy, 1980–1998,” s. 6.
51
Sermaye hesaplarının liberalizasyonu sürecine dair tartışmalar için, bkz. Faruk Selçuk, “A
Brief Account of the Turkish Economy, 1987-1996”, The Political Economy of Turkey in the Post-
Soviet Era, Libby Rittenberg, ed., Westport, CT: Greenwood Press, 1998 ve Dani Rodrik, “Pre-
mature Liberalization and Incomplete Stabilisation: The Özal Decade in Turkey”, Inflation and
Stabilisation, [Enflasyon ve İstikrar] Michael Bruno et al., eds., Cambridge, MA, MIT Press,
1992.
52 Ziya Öniş ve Ahmet Faruk Aysan, “Neoliberal Globalisation, the Nation-State and Financial
Crises in the Semi-periphery: A Comparative Analysis”, Third World Quarterly-Journal of Emer-
ging Areas, 2000, C.21, S.1, s. 129.
53
Ziya Öniş, “Turkey in the Post Cold War Era: In Search of Identity”, Middle East Journal, 1995,
C.49, S.1, ss. 64–65.
54 1994 krizine dair bir değerlendirme için, bkz. Fatih Özatay, “The Lessons from the 1994 Crisis
in Turkey: Public Debt (Mis)Management and Confidence Crisis”, Yapı Kredi Economic Review,
1996, C.7, S.1, ss. 21–37 ve Erinç Yeldan, “Türk Ekonomisinde Krizin Oluşumu, 1990–1993: Bir
666
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
Genel Denge Analizi, Middle East Technical University Studies in Development, 1996, C.23,
S.3, ss. 427–476.
55 Öniş ve Aysan, “Neoliberal Globalisation, The Nation-State and Financial Crises in the Semi-
periphery,” s. 130.
56 Selçuk ve Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” ss. 23–24.
57
Yeldan ve et. al, “Dynamics of Growth, Accumulation and Distribution in the post–1980 Tur-
kish Economy,” ss. 2–8.
58 Daha fazla bilgi için, bkz. Hasan Kirmanoğlu ve Ömer Özçiçek, “The Effect of Short-term
Capital Inflow on the Turkish Economy”, Yapı Kredi Economic Review, 1999, C. 10, S. 1, ss. 27–
34 ve Ziya Öniş, “Globalization and Financial Blow-ups in the Semi-periphery: Turkey’s Fi-
nancial Crisis of 1994 in Retrospect”, New Perspectives on Turkey, 1996, S.15, ss. 1–23.”
59 Selçuk ve Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” s. 7.
60 Metin-Özcan, Voyvoda ve Yeldan “Dynamics of Macroeconomic Adjustment in a Globalized
Developing Economy,” s. 227.
61 Ben Lombardi, “Turkey-The Return of the Reluctant Generals?”, Political Science Quarterly,
1997, C.112, S.2, ss. 199–200.
62
Ümit Cizre-Sakallıoğlu ve Erinç Yeldan, “Politics, Society and Financial Liberalization: Turkey
in the 1990s”, Development and Change, 2000, C.31, S.2, ss. 481–482.
63 “Yılmaz’dan Rejim Uyarısı,” Milliyet, 5 Aralık 1997.
64 Doğu Asya krizinin özellikle Türkiye üzerindeki etkileri için, bkz. Kemal Derviş, “Küresel
İktisadi Kriz ve Dünya Bankası”, İktisat İşletme ve Finans, Mayıs 1999, S.158, ss. 7–19.
65
Metin-Özcan, Voyvoda ve Yeldan “Dynamics of Macroeconomic Adjustment in a Globalized
Developing Economy,” s. 227.
66
Selçuk ve Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” s. 10.
67
Bkz. http://www.hazine.gov.tr/yayin/hazineistatistikleri/index.htm
68
Nas ve Perry, “Turkish Inflation and Real Output Growth,” ss. 35–36.
69
Cizre-Sakallıoğlu ve Yeldan, “Politics, Society and Financial Liberalization,” s. 485.
70
Ziya Öniş, “Democracy, Populism and Chronic Inflation in Turkey: The Post-Liberalization
Experience”, Yapı Kredi Economic Review, 1997, C.8, S.1, s. 38.
71 Selçuk ve Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” s. 10.
72
a.g.m., ss. 25–27.
73
Boratav, Türel ve Yeldan, “The Turkish Economy in 1981-92,” s. 21.
74 Bkz. Izak Atiyas, “Uneven Governance and Fiscal Failure: The Adjustment Experience of
Turkey”, Leila Frischtak ve Izak Atiyas, eds., Governance, Leadership, and Communication: Buil-
ding Constituencies for Economic Reform, Washington, DC, The World Bank,1995, ss. 285–317.
75 Yılmaz Akyüz, “Financial System and Policies in Turkey in the 1980s” Tosun Arıcanlı ve Dani
Rodrik, eds. The Political Economy of Turkey: Debt, Adjustment and Sustainability, s. 98.
76
Ziya Öniş, “The Political Economy of Turkey in the 1980s: Anatomy of Unorthodox Libera-
lism, The State and Economic Interest Groups: The Post-1980 Turkish Experience, Metin Heper, ed.,
Berlin and New York, Walter de Gruyter, 1991, s. 30.
77 Ziya Öniş, “The Political Economy of Islamic Resurgence in Turkey: The Rise of the Welfare
Party in Perspetive”, Third World Quarterly, 1997, C.18, S.4, ss. 749–750.
78 Cizre-Sakallıoğlu ve Yeldan, “Politics, Society and Financial Liberalization,” s. 491.
79
Murat Çokgezen, “New Fragmentations and New Cooperations in the Turkish Bourgeoisie”,
Environment and Planning C: Government and Policy, 2000, C.18, S.5, s. 541.
80 Metin-Özcan, Voyvoda ve Yeldan “Dynamics of Macroeconomic Adjustment in a Globalized
Developing Economy,” s. 225.
81
Selçuk ve Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” s. 12.
667
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
82 a.g.m. s. 7.
83 Boratav, Yeldan ve Köse, “Globalization, Distribution and Social Policy, 1980–1998,” ss. 14–15.
84 KİT’lerin rolü ve özelleşme çabaları için, bkz. Çoşkun Can Aktan, “Public Enterprises in Tur-
key”, Annals of Public and Cooperative Economics, 1996, C. 67, S.1, ss. 117–129.
85 Türkiye’de KKBG’nin altı bileşeni vardır: Hükümet, bütçe dışı fonlar, yerel yönetimler,
KİT’ler, sosyal güvenlik kurumları ve geri ödenebilir devlet sübvansiyonları.
86 1980 sonrası dönemde Türkiye’de devletin değişen rolü için bkz. Korkut Boratav, “İktisat
Tarihi,1981-1994,” Türkiye Tarihi, Cilt 5, Bugünkü Türkiye, Sina Akşin, ed., İstanbul, Cem, 1995,
ss. 159–210.
87 Öniş, “The Political Economy of Islamic Resurgence in Turkey,” s. 753.
88
Daha fazla bilgi için, bkz. Canan Balkır, “Trade Strategy in the 1980s” [1980’lerde Ticaret
Stratejisi] The Political and Socioeconomic Transformation of Turkey, ss. 135–168.
89 Nas ve Perry, “Turkish Inflation and Real Output Growth,” s. 35.
90
1987 Sabit Fiyatlar
91
Boratav, Yeldan ve Köse, “Globalization, Distribution and Social Policy, 1980–1998,” s. 6.
92
a.g.m., s. 27.
93
Cizre-Sakallıoğlu ve Yeldan, “Politics, Society and Financial Liberalization,” s. 499.
94
Chares K. Ponzi ve onun malî sistemi hakkında daha fazla biligi için, bkz.
http://www.markknutson.com/ ve http://www.sec.gov/answers/ponzi.htm.
95
Selçuk ve Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” s. 26.
96
Merih Celasun, “State-Owned Enterprises and Privatization in Turkey: Policy, Performance
and Reform Experience, 1985-1995”, State-Owned Enterprises in the Middle East and North Africa:
Privatization, Performance and Reform, M. Celasun ve I. Arslan, eds., NY, Routledge, 2001, ss.
224–252.
97
1990’larda Türk kamu sektörünün malî dengelerinde yaşanan bozulmanın anlatımı için, bkz.
A. Erinç Yeldan, “On Structural Sources of the 1994 Turkish Crisis: A CGE Modelling Analy-
sis”, International Review of Applied Economics, 1998, C.12, S.3, ss. 397–414.
98 Selçuk and Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” s. 7.
99 Bkz. A. Erinç Yeldan, “Surplus Creation and Extraction under Structural Adjustment: Turkey,
1980–1992”, Review of Radical Political Economics, 1995, C.27, S.2, ss. 38–72.
100
Türkiye’deki yabancı varlıklar ve bütçe açıkları arasındaki sebep sonuç ilişkisi hakkında
amprik bir çalışma için, bkz. Nurhan Yentürk, “Capital Inflows and Their Impact on Macroe-
conomic Performance: A Comparison of Turkey and Mexico”, Boğaziçi Journal, 1995, C.9, S.2,
ss. 67-84.
101
Cizre-Sakallıoğlu ve Yeldan, “Politics, Society and Financial Liberalization,” s. 487.
102 Öniş ve Aysan, “Neoliberal Globalisation, The Nation-State and Financial Crises in the Semi-
periphery,” ss.128–129.
103
Selçuk ve Ertuğrul, “A Brief Account of the Turkish Economy, 1980–2000,” s. 18.
104
Daha fazla bilgi için, bkz. “500 Büyük Sanayi Kuruluşunda Yaratılan Net Katma Değerin
Faktör Gelirleri İtibariyle (Fonksiyonel) Dağılımı,” İSO Dergisi (Özel Sayı-Türkiye’nin 500 Bü-
yük Sanayi kuruluşu 2000) Ağustos 2001, S. 425, ss. 43–45.
105 Ayşe Buğra, “The Claws of the ‘Tigers’ ”, Privateview: The Quarterly International Review of the
Turkish Industrialists’ and Businessmen’s Association, 1997, C. 1–2, S. 4–5, s. 54.
106
Wendy Kristianasen, “New Faces of Islam”, Le Monde Diplomatique, July 1997,
(http://www.monde-diplomatique.fr/en/1997/07/turkey)
107
Ayşe Buğra, Islam in Economic Organizations, İstanbul, TESEV, 1999, ss. 14–15.
108 Lombardi, “Turkey-The Return of the Reluctant Generals?,” ss. 197–198.
109
Cüneyt Arcayürek, Namı 864 Rakımlı Tepe: Çankaya, 3. baskı, Ankara, Bilgi, 1989, s. 177.
668
26. Bölüm: Çalkantılı Bir Ekonomide İslamcı Siyasetin Yükselişi ve Düşüşü / Murat Çemrek
110 Hasan Cemal, Özal Hikâyesi, Ankara, Bilgi, 1989, s.178 ve Emin Çölaşan, Turgut Nereden Koşu-
yor, 34. baskı, İstanbul, Tekin, 1989, s. 189.
111 Server Holding, 2001 yılı itibariyle, çeşitli sektörlerde faaliyet göstermektedir. Örneğin; sağlık
(Ümraniye Sağlık Tesisleri, Haksa Sağlık Hizmetleri ve Zinde Sağlık Hizmetleri), eğitim
(ASFA Eğitim Tesisleri), otomotiv (Fuzul Otomotiv), inşaat (Gökkuşağı), ticaret (SimAğ İhti-
yaç Maddeleri Pazarlama ve Vera İç ve Dış Ticaret) medya (Server İletişim Gazetecilik ve Ya-
yıncılık, Vefa Yayıncılık ve Seha Neşriyat, Yıldız Danışmanlık TV Reklamcılık Prodüksiyon),
gıda (Sufur Gıda) ve bilişim (İskenderpaşa Bilgi İşlem ve İnternet Hizmetleri). Holdingin yıl-
lık kârı yaklaşık 40 milyon dolardır ve 6000 civarında çalışanı vardır. Server Holding ayrıca
İngiltere ve İskoçya’daki yıllık kârı 25 milyon dolar olan mağazaları ile perakendecilik de
yapmaktadır. Fuzul Otomotiv Türkiye’nin önde gelen otomotiv satış örgütlerinden biridir.
Tüm ülkeye yayılmış olan 110 şubesi ile yıllık 25.000 satış rakamına ulaşmıştır. Türkiye’deki
ilk özel radyo istasyonlarından biri olan Akra FM 252 vericisi ile aynı zamanda en geniş ağa
sahip radyolardan biridir ve ayrıca Avrupa, Kuzey Afrika ve Orta Asya’ya da yayın yapmak-
tadır.
112 Karin Vorhoff, “Businessmen and Their Organizations: Between Instrumental Solidarity,
Cultural Diversity, and the State”, Civil Society in the Grip of Nationalism [Türkiye’de Sivil Top-
lum ve Milliyetçilik, İstanbul, İletişim, 2001] St. Yerasimos, G. Seufert, K.Vorhoff, eds., İstanbul,
Orient-Institut der DMG, 2000, s. 160.
113 a.g.m., s. 161.
114
“MÜSİAD Üyesi Çok Ortaklı Şirketlerden Güç Birliği Kararı” MÜSİAD Bülten, 2000, C. 8,
S.36, ss. 8-9. Alfabetik sırayla katılan holdingler: Apitaş, Avantaj, Büyük Anadolu, Endüstri,
GAP Yatırım, İttifak, Jet Group, Kamer Katra, Kimpaş, Kombassan, Konya Sanayi, Kuralkan,
Noya, Öncü, Sayha, Silm Yatırım, Umpaş. Yimpaş Holdingin toplantıya katılmaması dikkat
çekicidir.
115
Türkiye Ekonomisi 2001, İstanbul, MÜSİAD, 2001, s. 47.
116
Daha fazla bilgi için bkz. Yatırımcıya Tavsiyeler: Bir Şirkete Ortak Olmak İsteyen Tasarruf Sahiple-
rinin Dikkat Etmesi Gereken Kurallar, İstanbul, MÜSİAD, 1999.
117 Ziya Öniş, “The Political Economy of Islamic Resurgence in Turkey,” s. 759.
118
Ayşe Buğra, “The Claws of the ‘Tigers’ ”, s. 50. Anadolu Kaplanları etiketi MÜSİAD çevrelerin-
ce Anadolu Aslanları’na dönüştürülmüştür. Ne var ki Anadolu Aslanları İşadamları Derneği-
ASKON 1998 yılında MÜSİAD’dan ayrılan bir grup tarafından kurulmuştur. Daha fazla bilgi
için bkz., http://www.askon.org.tr/
119 Cizre-Sakallıoğlu ve Yeldan, “Politics, Society and Financial Liberalization,”ss. 499–500.
120 Ayşe Buğra, “Class, Culture, and State: An Analysis of Interest Representation By Two Tur-
kish Business Associations”, International Journal of Middle East Studies, 1998, C.30, S.4, s. 528.
121 RP’nin ekonomi programı da Adil Düzen ismini taşıyor ve isim benzerliğinin yanı sıra paralel
görüşleri benimsiyordu.
122 Çokgezen, “New Fragmentations and New Cooperations in the Turkish Bourgeoisie,” s. 538.
123
Bu çerçevede, muhafazakâr değerlere dayanan benzeri iddialar ve sloganlar sağ görüşlü
partiler tarafından fazlasıyla kullanılmıştır. Büyük Birlik Partisi-BBP’nin sloganı “Anadolu bi-
liyor...” bu söyleme iyi bir örnek oluşturmaktadır.
124
Hakan Yavuz, “Cleansing Islam from the Public Sphere”, Journal of International Affairs, 2000,
C.54, S.1, s. 22.
125
Boratav, Yeldan ve Köse, “Globalization, Distribution and Social Policy, 1980–1998,” s. 26.
126
Ekrem Dönek, “Türk Sanayiinin Gelişmesinde Küçük İşletmelerin Yeri ve Bu İşletmelerin
Kaynak Temininde Bankacılık Sektörünün Rolü,” İktisat İşletme ve Finans, Ağustos 1999, S.
161, ss. 22-34.
127
Bu ifade 28 Şubat sürecinin devam ettiği sırada dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin
Kıvrıkoğlu’na aittir.
669
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
27. BÖLÜM
ADALET VE KALKINMA PARTİSİ (AK PARTİ)
DÖNEMİ İÇ VE DIŞ POLİTİKA [2002-...]]
B. Berat ÖZİPEK∗
GİRİŞ
İkibinli yıllar, Türkiye tarihinde önemli bir değişim ve dönüşüme sahne
oldu. 28 Şubat 1997 post-modern muhtırasıyla başlayan ve istikrarsız hükü-
metlerle devam eden ağır bir siyasi ve ekonomik kriz döneminin ardından
gelen bu dönüşümün başlıca siyasi aktörü ve taşıyıcısı, başarıları ve başarısız-
lıklarıyla, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında kurulan Adalet ve Kalkınma
Partisidir (Ak Parti). Türkiye siyasi tarihinin çalkantılı bir döneminin ardından
2002 yılında iktidara gelen ve iki binli yılların ilk on yılına damgasını vuran bu
partinin iktidarı, bir “dönüm noktası” olarak adlandırılmayı hak etmektedir.
Türkiye’nin sosyal, ekonomik, siyasi ve hukuki yapısında ve dış ilişkilerindeki
köklü değişiklikler çerçevesinde Ak Parti dönemi, 1950’de Demokrat Parti’nin
(DP) ve 1983’te ise Anavatan Partisi’nin (ANAP) iktidara gelişleriyle kıyasla-
nabilecek bir tarihi dönemeci ifade etmektedir.
A. AK PARTİ HÜKÜMETİ ÖNCESİ DÖNEM: TARİHİ VE SİYASİ
ARKAPLAN
Türkiye siyasetinin ikibirli yıllarını ve Ak Parti’yi iktidara taşıyan süreci
anlamak için, söz konusu sürecin tarihsel arka planına bakmak gerekir. Kuşku-
suz her olay veya dönemi hazırlayan koşulları az veya çok geriye doğru izle-
mek ve söz konusu arka planı farklı bir tarihle başlatmak mümkündür. Bu
çerçevede, konumuzu oluşturan dönemin arka planını da ne kadar geriye gö-
türmek gerektiği tartışılabilir olmakla birlikte, çok partili dönem boyunca siya-
si süreçlerdeki en önemli kopuş ve başlangıç dönemlerini ifade eden darbe ve
muhtıralarla başlamak anlamlı olabilir. Bu anlamda Ak Parti hükümetlerinin
damgasını taşıyan dönemin de yine bir askeri müdahaleyle, 1997’deki “28 Şu-
bat Muhtırası” ile başladığı saptaması yapılabilir.
1. “POSTMODERN DARBE”
1996 yılında seçimle işbaşına gelen ve Refah Partisi (RP) ile Doğru Yol Par-
tisi’nin (DYP) koalisyonunu ifade eden Refah-Yol Hükümeti’nin yıkılış süreci,
∗
Prof. Dr., İstanbul Ticaret Üniversitesi.
671
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) kabul edilen “28 Şubat Kararları”yla başlar.
Üst düzey askeri bürokrasinin “irtica ile mücadele” gerekçesiyle hazırlayıp
kurulun sivil üyelerine kabul ettirdiği kararlar, Refah-Yol Hükümeti’nin yıkılı-
şını da beraberinde getirmişti. Ordunun açıkça iktidara ek koymayıp, el koyma
tehdidiyle siyasi süreci belirlemesi ve bir darbe durumunda yapılacak olanla-
rın “siviller” eliyle yapılması anlamında “postmodern darbe” olarak adlandırı-
lan 28 Şubat müdahalesi, Türkiye’de ekonomik ve siyasi anlamda ciddi bir
sarsıntı ve yıkımla sonuçlanmıştır.
28 Şubat, müdahalenin zeminini sağlayan silahlı kuvvetler içindeki “Batı
Çalışma Grubu” adlı yasa dışı oluşumun yaygınlaştırmaya çalıştığı gerekçelere
bakılacak olursa, “ülkedeki irtica tehlikesi” yüzünden gerçekleştirilmişti. An-
cak büyük medya aracılığıyla topluma yansıtılan “laiklik” veya “irtica” gerek-
çelerine karşın, merkezinde Orgeneral Çevik Bir’in yer aldığı bu grubun plan-
ladığı ve üst düzey sivil bürokrasinin, yüksek yargı organlarından hâkim ve
savcıların, büyük medyanın (özellikle gazete, radyo ve televizyonların büyük
bölümünü elinde tutan iki büyük medya grubu olan Aydın Doğan ve Dinç
Bilgin gruplarının), işveren ve işçi sendikalarının işbirliği ve desteğiyle gerçek-
leştirilen bu müdahalenin ekonomik ve sınıfsal anlamı ve ortaya çıkardığı so-
nuçlar çok daha önemli olmuştur.
2. EKONOMIK VE SİYASİ KRİZ
28 Şubat sürecinin bir ürünü olarak ortaya çıkan Demokratik Sol Parti
(DSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve ANAP koalisyon hükümeti, ülke
tarihindeki en tahrip edici iki büyük ekonomik krize yol açan yönetimiyle, açık
bir başarısızlığa imza atmıştı.1 “Anayasa fırlatma” olarak hafızalara kazınan 19
Şubat 2001 tarihli MGK toplantısını terk eden Başbakan Bülent Ecevit’in, Cum-
hurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in kendisine saygısızlık ettiğine ilişkin açık-
laması, ikinci büyük ekonomik krizin fitilini ateşlemişti. Dövizin değerindeki
ani yükselme, iflaslar ve intiharlarla, esnafın, -onu kontrol etmeye çalışan
TESK’e rağmen- sokaklara dökülüp polisle çatışmasına (bu olaylar basında
“Esnaf intifadası” olarak adlandırılmıştı) kadar çok boyutlu bir yıkımı ifade
eden bu sürecin simgesi, elindeki yazar kasasını Ecevit’in geçtiği başbakanlığın
merdivenlerine fırlatan esnaf olmuştu.
Ekonomi yönetiminin IMF kredisine bağlı olarak yeniden düzenlendiği,
Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Derviş’in 3 Mart 2001 tarihinde Ece-
vit tarafından Türkiye’ye çağrılarak devlet bakanı olarak görevlendirildiği bu
süreç, koalisyon hükümetindeki çatlamayı da beraberinde getirdi. Haziran ve
Temmuz 2002’de koalisyonun büyük ortağı DSP’den istifalar oldu ve 31 Tem-
muz 2002’de erken seçim kararı alındı.
B. AK PARTİ’NİN SİYASET SAHNESİNE ÇIKIŞI
Ak Parti, 14 Ağustos 2001 tarihinde kuruldu ve 3 Kasım 2002’deki seçimi
kazandı. Bir siyasi partinin ikiye bölünmesiyle ortaya çıkan yeni bir siyasi par-
tinin, kuruluşundan kısa bir süre sonra, yasaklı bir liderle2 ve üstelik de girdiği
ilk seçimlerde rekor sayılabilecek bir oyla tek başına iktidar olması, Türkiye
672
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
673
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
674
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
675
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
676
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
dan yeterli olmamakla birlikte, ciddi bir karşı propagandaya rağmen atılmış
olumlu adımları ifade ediyordu.10 Anayasa ve yasalardaki düşünce ve ifade
özgürlüğünü kısıtlayan bazı hükümlerin revize edilmesi ve TCK’nın yenilen-
mesi bu dönemde gerçekleştirildi.11 Özellikle TCK’nın düşünce suçlusu üreten
ve pek çok şair, yazar, gazeteci ve akademisyenin cezalandırılmasına zemin
oluşturan bazı maddeleri değiştirildi. Gözaltı ve tutuklama rejimini evrensel
standartlara yaklaştırıcı düzenlemeler gerçekleştirildi. “İşkenceye sıfır tole-
rans” iddiasını gerçekten anlamlı kılacak bir süreç yaşandı. İşkence tamamen
ortadan kaldırılamadı, ama sistematik olmaktan çıktı ve insan hakları dernek-
lerinin periyodik raporlarına yansıyan işkence ve kötü muamele rakamlarında
ciddi bir düşüş yaşandı (ancak hemen belirtmek gerekir ki, aynı süreçte, bütün
bu olumlu gelişmeler sık sık polisin gösteriler sırasında aşırı güç kullanması ve
zaman zaman ölümle sonuçlanan ateşli silah kullanımı ile gölgelendi). Gayr-i
Müslimlerin yeni ibadet yeri açmalarına olanak tanıyan İmar Kanunu değişik-
likleri, cemaat vakıflarının yeni mal iktisabına olanak tanıyan düzenlemeler,
Hıristiyan cemaatlerinin vakıf ve dernek kurarak örgütlenmelerine olanak ta-
nıyan yasal ve idari uygulamalar ileri yönde atılan adımlar içerisinde yer al-
mışlardır.
Ancak demokratikleşme ve insan hakları standardının yükseltilmesi an-
lamına gelen ve genel bir rahatlama sağlayan bu adımlar, “28 Şubat Reji-
mi”nde baskı altına alınan ve insan hakları ihlallerine maruz kalan dindar
Müslümanların (“mütedeyyin kesimlerin”) durumunda hiçbir somut düzelme
sağlamadı. Başörtüsü yasağı aynı şekilde devam etti. İmam-Hatip liseli öğren-
cilerin üniversiteye girmelerini engellemek için getirilen ve sadece onları değil
bütün meslek liselerini mağdur eden “katsayı engeli” ortadan kaldırılamadı.
Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla yargısız ihraç uygulamaları devam etti
(hükümet sadece bu kararlara “şerh koymakla” yetindi). Dahası, yasaklarda 28
Şubat öncesi duruma dahi dönülemedi. Bu durum, “28 Şubat’ın devam ettiği”
ve Ak Parti hükümetinin, “Bu kararları değiştirmemek kaydıyla icazet aldığı” şek-
lindeki eleştirileri de beraberinde getirdi. Keza gayr-i Müslimlere yönelik atılan
önemli adımlara rağmen ciddi sorunların çözümsüz kalmaya devam ettiği
görülmektedir. Heybeliada Ruhban okulunun kapalı kalmaya devam etmesi,
patriklik ve hahambaşılıklarının bir tüzel kişiliğe kavuşturulmamış olması,
patrik ve hahambaşı seçimlerine müdahale eden yasal düzenlemelerin değişti-
rilmemiş olması bu sorunlardan bazılarıdır.
Ancak Ak Parti hükümetinin reform yönünde attığı adımlar, cumhurbaş-
kanı Ahmet Necdet Sezer’in vetolarıyla ve ciddi bir bürokratik dirençle karşılan-
dı.12 Başlangıçta AB uyum paketlerine destek veren CHP de, özellikle AB ile
bütünleşmenin ulaşılabilir bir hedef haline gelmesinden sonra, bütün demok-
ratikleşme adımlarına karşı tepkici bir tutum aldı. CHP’nin TBMM’deki san-
dalye sayısı reformları engellemeye yetmiyordu ama asker ve sivil bürokrasiye
yakınlığı ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yüksek yargı organlarının
bu partiyle neredeyse daima paralellik arz eden tutumları, birçok alanda re-
formları engellemeye yetiyordu. Turgut Özal döneminde Sosyal Demokrat
Halkçı Parti’nin (SHP) yaptığı gibi CHP de, bürokratik odaklarla birlikte hare-
677
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ket ettiği izlenimini verecek biçimde sayısal gücünün yeterli olmadığı durum-
larda Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak yasaları iptal ettiriyor, askeri bürok-
rasinin vesayetçi işlevini meşrulaştırıyor ve yargı bürokrasisinin TBMM aley-
hine yetki genişletmesi anlamına gelen kararlarını dahi -kendisi de yasama
organının bir parçası olmasına karşın- destekliyordu. AB uyum paketlerinin
geçmesinden kısa bir süre sonra CHP, belirgin bir biçimde statükocu bir siyasi
tutum sergilemeye başladı ve değişimi ne pahasına olursa olsun engellemeye
çalıştı. Kendi parti programında yer verdikleri de dâhil olmak üzere demokra-
tikleşmeye ilişkin yasal düzenleme çabalarını engellemeye çalışırken, Kürt
sorunu, din ve vicdan özgürlüğü sorunu ve azınlık hakları gibi konularda da
yasakçı bir tutum aldı. Bu tutum, haksız olduğu bariz olmasına karşın “367
Kararı”nı sahiplenmesinden, 27 Nisan 2007 e-Muhtırasına destek vermeye
kadar ulaştı. Zamanla CHP, laiklik ve ulusalcılık üzerinden gerçekleştirilen
kutuplaşmanın bir tarafı haline geldi. Bunun anlamı, reform girişimlerine karşı
çıkmayı adeta bir ilke haline getirmesi ve reformun içeriğini tartışmamasıydı.
Örneğin Ak Parti hükümetinin “sivil anayasa” girişimi konusunda CHP katkı
vermeyi reddetti. Değişikliğin içeriğine itiraz etti ve sonuçta Baykal “12 Eylül
Anayasası”nın değiştirilmesine tümden karşı olduğunu açıkça ifade etti.
Bu süreçte MHP, kendisinin iktidar ortağı olduğu 1999–2002 yılları ara-
sında, AB ile ilgili olarak karşı çıkmadığı adımlara Ak Parti döneminde karşı
çıkıp, Kürt sorununun çözümüne yönelik liberal açılımlara CHP ile birlikte
muhalefet ettiyse de, hiçbir zaman kategorik bir uzlaşmazlık içine girmedi.13
MHP lideri Devlet Bahçeli, özellikle darbe ortamı oluşturmaya çalışan güçlerin
ülkücüleri sokağa çekmelerini dirayetli bir erken girişimle engelledi. Başörtüsü
yasağının kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliğini hükümet ile birlikte ger-
çekleştirdi. Demokratik Toplum Partisi’ni (DTP) zaman zaman demokratik
olmayan bir tarzda suçladıysa da, TBMM’de tansiyonun düşmesi için bu parti-
yi dışlamama ve gerektiğinde DTP liderinin elini sıkma erdemini gösterdi.14
Ancak esas olarak CHP ve MHP’den oluşan muhalefet, iktidarı sürekli daha
geri bir noktadan eleştiren, demokratikleşmeye ilişkin adımları engellemeye
çalışan bir tutum sergiledi. Sonuçta, -DTP ve Büyük Birlik Partisi’ni (BBP)’yi
dışta tutacak olursak- TBMM’deki muhalefetin iki ana kütlesini oluşturan CHP
ve MHP, bu yıllar boyunca demokratikleşmeye ilişkin çabaları güçleştirici bir
işlev gördü.
2. DIŞ POLİTİKADAKİ DEĞİŞİM
Ak Parti hükümetinin en başarılı olduğu alanlardan biri, hiç kuşkusuz
uluslararası ilişkiler ve dış politikadır. AB ile ilişkilerin olağanüstü bir hızla
gelişmesi ve Türkiye’nin üyeliğinin önündeki engellerin aşılması bu dönemde
gerçekleşti. Kıbrıs konusundaki eski çözümsüzlük politikasının terk edilmesi15
ve Başbakan Erdoğan’ın “pro-aktif politika” veya “kazan-kazan” şeklinde ifa-
de ettiği dış politika ilkesi, Türkiye’nin alışılmış dış politika çizgisinde radikal
bir değişimi ifade ediyordu.
Bu değişim, aslında ilk işaretleri Özal döneminde görülen ve “bütün dünya
bize karşı” şeklindeki yaklaşımı ve içe kapanık ülke anlayışını reddeden anti-
Kemalist bir paradigmanın ürünü olarak görülebilir. Bu çerçevede Erdoğan
678
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
679
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
ne olan ender olaylardandı. Bu olay, siyaseti aşan gerçek bir ayrışma ortaya
çıkardı. İstenen, o günün basınında “ahlaksız teklif” olarak adlandırılan bir
durumdu. İşgalci bir güç, birinden, o kişinin komşusuna saldırmak için bahçe-
sini kullanma izni istiyordu. İşte bu ortamda, sağ, sol ve İslami kesimlerden on
binlerce insan sokağa döküldü. Milletvekilleri faks, telgraf, telefon, SMS ve e-
mail yağmuruna tutuldu. Meydanlarda farklı siyasi görüşten kesimler birlikte
gösteri yaparken, heyetler halinde sivil toplum kuruluşları (STK) temsilcileri
TBMM’yi ziyaret etti. Milletvekillerinin telefonları sürekli çaldı.
Tezkereyi savunanlar, “ulusal çıkar”ların ahlaktan önemli olduğu zımni
varsayımından hareketle, ABD’yi küstürmenin ekonomik ve siyasi faturasına
işaret ediyorlardı. Batı basını da tezkerenin geçeceğinden emin görünüyordu.19
Buna karşılık muhalefet, tezkerenin iktidar oylarıyla geçeceğini düşünüyor ve
ABD karşıtı bir dille süreci eleştiriyordu.20 İktidar içinde de Manisa milletvekili
ve TBMM Başkanı Bülent Arınç, tezkereye açıkça muhalefet edenlerdendi.
Araya giren dini bir tatilde milletvekillerinin seçim bölgelerine gitmeleri ve
seçmenleriyle doğrudan temasları da tezkerenin rengini belirlemede önemli bir
etki yapacaktı.21 Sonuçta, TBMM genel kurulunda yapılan kapalı oturumda,
tezkere kabul edilmedi. TBMM kürsüsünden “ret kararını” okuyan Bülent
Arınç’ın sevinci gözlerinden okunuyordu. Tezkerenin reddi, düşük standartlı
da olsa, işleyen bir demokrasinin olumlu sonuçlarını gösteren bir olaydı.
Bu olay, ABD-Türkiye ilişkilerinde ciddi bir rahatsızlık doğurdu ve Geor-
ge W. Bush yönetiminin hem Ak Parti hükümetine, hem de Türk Silahlı Kuv-
vetleri’ne (TSK) yönelik tepkilerine neden oldu.22 Ancak daha sonra ilişkiler
tamir edildi. Bush yönetimi sona erdi ve/ama Türkiye bu süreçte, “Elini komşu-
sunun kanına bulamış olmaktan” ve tarihine -geçmişte Cezayir’in bağımsızlığına
karşı Fransa lehine oy kullanmış olmanın utancına benzer- kara bir sayfa daha
eklemekten kurtuldu.
4. STATÜKONUN TEPKİSİ VE DARBE GİRİŞİMLERİ
Ancak Ak Parti hükümetinin karşı karşıya bulunduğu tek sorun cumhur-
başkanı Sezer’in aşırı tarafgirliği ve/ya da CHP’nin reformları TBMM’deki gü-
cü, bürokrasi ve yargı yoluyla engellemesinden ibaret değildi. Sonraki yıllarda
öğrenilecekti ki, 2003 yılından itibaren hükümet ciddi bir darbe tehdidi altın-
daydı. “Sarıkız”, “Ayışığı”23, “Yakamoz”, “Eldiven” ve “Demir Yumruk”, at-
lattığı bu ciddi darbe girişimlerinin isimleriydi.
Yıllar içinde, askeri bir darbe için meşru bir zemin yaratmayı hedefleyen
bir dizi provokatif hadise yaşandı. Danıştay baskını (Mustafa Özbilgin’in öldü-
rülmesi ve katilin kendisini “şeriatçı” olarak tanıtması)24, Hrant Dink’in katle-
dilmesi, Malatya’da misyonerlerin vahşice katledilmesi, Mersin’de Kürt çocuk-
larına bayrak yaktırılması, Cumhuriyet gazetesine bomba atılması ve Necip
Hablemitoğlu cinayeti gibi bir dizi olay, istikrarı bozmak ve hükümeti “şeriatçı
bir komplo” içinde göstermek için kullanılacaktı. Özellikle “laik” kimliğiyle
tanınmış isimlerin hedef alınması ve Hıristiyanlara yönelik saldırılar, bir askeri
müdahale anında dış dünyayı -böyle bir hükümete karşı girişilen hareketin
meşruluğuna- ikna etmede önemli bir işlev görecekti. Tasarlanan bu askeri
680
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
681
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
682
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
683
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
leri iddialarını ileri sürdüler. Ağar ve Mumcu, o günlerde bu iddiaları kesin bir
dille yalanlamakla birlikte, yaşanan bu hukuk-dışı sürece hizmet edecek tarzda
neden davrandıklarına ilişkin tatmin edici bir açıklama da getiremediler. An-
cak yıllar sonra, Ergenekon davası sürecinde ortaya çıkan gizli telefon kayıtla-
rı, “askerin etkisi”ne ilişkin iddiaların doğru olabileceğini gösterdi.30
ANAP ve DYP, siyasetin gerginleştiği bir ortamda, hükümete yönelik bü-
tün eleştirilerini saklı tutarak, TBMM’ye gelip ret oyu vererek CHP’yi yalnız-
laştırmak yerine, seçimi boykot edip hükümeti yalnızlaştırdılar. Böylece, hem
CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunup seçimi iptal ettirebilmek
için “Kanadoğlu formülü”nü kullanabilmesini mümkün hâle getirdiler, hem
de onun ardından yaşananları (27 Nisan 2007 Muhtırasını) meşrulaştırıcı bir
rol oynadılar. Onların kritik bir dönemde sergiledikleri bu tavır, o gün birçok
gözlemcinin de fark ettiği gibi, her iki partinin de siyaset sahnesinden silinme-
sini beraberinde getirdi.
Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi için toplanan meclisin ilk otu-
rumunda 367 sayısına ulaşılıp ulaşılmadığını tespit etmek için CHP milletveki-
li Kemal Anadol meclise geldi ve sayım yapılmasını istedi.31 Sayım sırasında
bağımsız milletvekilleri Ülkü Güney, Süleyman Bölünmez, Göksal Küçükali,
Fuat Geçen, Hamza Albayrak, partilerinin kararına rağmen meclise gelen
ANAP’lı Hasan Özyer ve Miraç Akdoğan, DYP’li Ümmet Kandoğan ve Meh-
met Eraslan (daha sonra partilerinden ihraç edilmişlerdir) ve CHP’li milletve-
kili Esat Canan vardı.32 Ancak onlarla birlikte dahi 367 sayısına ulaşılamayınca
CHP, Anayasa Mahkemesi’ne başvurabildi.
Anayasanın ilgili maddesi, maddenin gerekçesi ve yapıla geliş kuralları
açık olduğundan (daha önceki hiçbir cumhurbaşkanının seçimi sırasında top-
lanma yeter sayısı olarak 367 şartı aranmamıştı), Anayasa Mahkemesi’nin
TBMM’nin seçimini iptal etmesinin hukuki bakımdan mümkün olmadığı ko-
nusunda yaygın bir görüş birliği olduğu söylenebilirdi. Ancak söz konusu
mahkemenin öteden beri, özellikle de stratejik konularda, belirgin bir siyasi
tarafgirlikle karar verdiğine, hukuka ve Anayasaya değil resmi ideolojiye bağlı
olduğuna ve bu kapsamda sürekli olarak CHP’yi kolladığına ilişkin kaygıları
nedeniyle hükümet, hukuki değil siyasi bir karar çıkabileceği kaygısıyla son
ana kadar -hukuki bakımdan gerekliliğine inanmadığı halde- 367 sayısını bul-
maya çalışmış, ancak başaramamıştı. Artık konu mahkemedeydi.
7. 27 NİSAN MUHTIRASI
Sorunun Anayasa Mahkemesine taşındığı ve siyasi atmosferin gerginleşti-
ği günlerde 27 Nisan Muhtırası geldi. Bir gece yarısı genelkurmay başkanlığı-
nın web sitesinde yayımlanması dolayısıyla “e-Muhtıra” olarak adlandırılacak
olan bu işlemin siyasete açık bir müdahale olduğu ve Anayasa Mahkemesinin
kararını etkileyeceği, CHP dışındaki siyasi aktörlerin üzerinde uzlaştığı bir
durumdu. 28 Şubat 1997 “postmodern darbe”sinin ardından on yıl kuralı de-
ğişmemiş ve yeni bir muhtıra gelmişti. Muhtıra sadece siyasete müdahaleyle
kalmıyor, aynı zamanda etnik bakımdan ayrımcı bir dil de taşıyordu.33 Muhtı-
ranın içeriği, o günlerde basında yer alan bazı “irtica” haberlerinin ard arda
684
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
685
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
686
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
seçmesi yönünde oy verdi. Bu seçimlerin ironik bir yönü de vardı. Halkın bir
bölümü, cumhurbaşkanını kendisinin seçmesine karşı çıkıyordu. İzmir, Tekir-
dağ ve Kırklareli gibi CHP’nin güçlü olduğu yedi şehir “hayır” oyu verirken,
diğer bütün şehirler “evet” oyu verdi. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu
bölgelerinde “evet” oyları % 90’ları geçti.
Böylece, 367 krizini üreten çevrelerin hiç istemedikleri (ve belki de sonu-
cun referandum kararına kadar gideceğini bilselerdi Gül’e asla itiraz etmeye-
cekleri) bir sonuç ortaya çıktı. Hem Gül seçildi, hem de bürokratik yönetim
geleneğinin “kale”lerinden biri sayılan cumhurbaşkanlığı makamının halk
tarafından doğrudan belirlenmesinin yolu açıldı. Bu olay, böyle bir krizin söz
konusu olmaması durumunda tepki çekebilecek Ak Partili bir cumhurbaşkanı
adayının, herhangi bir itiraz olmaksızın seçilmesini ve bu parti açısından daha
sorunsuz bir biçimde kabul ettirilebilmesini sağladı.
SONUÇ
Ak Parti, ekonomik ve siyasi anlamda Türkiye’de merkez ve çevre arasın-
daki ilişkiyi bütünüyle değiştirememiş bile olsa, tıpkı kendisinden önceki DP
ve Özal ANAP’ı gibi, çevre lehine bir kazanım sağladı. Pareto’nun kavramıyla
ifade etmek gerekirse, “seçkin dolaşımı”nda toplumsal piramidin alt ve orta
sınıflarından yukarıya doğru hareketlilik devam etti. Avrupa Birliği’ne katılım
doğrultusunda yapılan reformlar, bir süre sonra hız kesmesine ve bütünsel bir
demokratikleşme anlamında yetersiz olsa bile, ülkenin insan hakları ve de-
mokrasi standardını kayda değer ölçüde yükseltti. Kürt Sorunu varlığını de-
vam ettirdi, ama bu alandaki pek çok yasak kaldırıldı. Örneğin 2007 seçimle-
rinden sonra Kürtçe yayın yapan resmi televizyon kanalı “TRT Şeş”in yayına
başlaması bu anlamda ciddi bir adımı ifade etti. Aynı dönemde Hükümet
“Alevi Açılımı”nı başlattı. Bu girişim, iyi planlanmamış olması ve Alevi
STK’larının itibar etmemesi gibi nedenlerle olumlu bir sonuç vermediyse de,
çevreden gelen bir siyasi partinin 1950–60 döneminde bozulan ilişkilerin resto-
rasyonu niyetini göstermesi bakımdan önemliydi.
Ancak bu reform çabaları, statükonun ciddi bir direnişiyle karşılaştı. As-
keri bürokrasi genel olarak reformlara karşı bir tutum alırken, özellikle Kürt
Sorunu, azınlık hakları ve din ve vicdan özgürlüğü alanlarında birçok kez tep-
kisini açıkça ifade etti. Yargı bürokrasisi, yer yer yetkilerini aşma ve yasamaya
veya yürütmeye ait yetkileri üstlenme pahasına engeller çıkardı. Anayasa
Mahkemesi’nin “367 Kararı”, “Türban Kararı” veya “Ombudsman Kararı”,
yargının TBMM’ye ait yasama yetkisine müdahalesinin örnekleri olarak değer-
lendirilebilir. Bütün bu olaylar, Ak Parti Hükümeti’nin baş etmek zorunda
kaldığı ciddi engellemeleri ifade ediyordu. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi,
iktidarın reform yolunda yavaşlaması veya durması, kendi içindeki statükocu
güçlerin de etkisiyle olmuştu.
2007 sonrası süreç, ülkedeki siyasi sorunlara yenilerini ekledi. 17 Mart
2008’de Ak Parti’ye açılan kapatma davası ciddi bir sarsıntı ortaya çıkardı.
Bununla birlikte, iktidar ile güç odakları arasındaki mücadele devam etti. Er-
genekon Operasyonu ile ilk kez muvazzaf subayların tutuklanmaları, derin
687
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
SONNOT
1
AnaSol-M hükümeti dönemindeki bu sonucu, söz konusu hükümetin kötü yönetimiyle açık-
lamak kolaycılık olacaktır. Kuşkusuz sonuçlara bakıldığında ortada kötü bir yönetimin oldu-
ğu açıktır. Ancak bu, anlaşılabilir ve açıklanabilir bir başarısızlıktır. 28 Şubat sürecini devam
ettirme taahhüdüyle iş başına gelen hiçbir hükümetin bu sondan kaçınamayacağını düşün-
mek için de sebepler vardır. Çünkü hiç kuşkusuz bütün darbe ve muhtıraların bir ekonomi
politiği vardır ve 28 Şubat muhtırasını gerçekleştiren güçler, ekonomik değerlerin yeniden
paylaşımı konusunda da belirleyici olmuşlardır. Örneğin, bankalara getirilen mevduat gü-
vencesinin ardından ödenmesi mümkün olmayan devasa paralar, 28 Şubat sürecinin başlıca
aktörlerine ve destekleyicilerine “kredi olarak” verilmiş ve kısa bir sure içinde “içi boşaltılan”
bu bankaların zararı topluma ödetilmiştir. 28 Şubat’ın yürütücüsü olan ve aralarında emekli
generallerin de bulunduğu asker bürokratlar, bu banka ve holdinglerde “danışman” olarak
görev yapmışlardır.
2
Yüksek Seçim Kurulu, AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, kapatılan RP'nin Genel Başkanı
Erbakan, eski HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak ve eski SDP Genel Başkanı Akın Birdal'ın
milletvekilliği adaylığını reddetmişti Hürriyet Almanak, 2003. Bu yüzden Ak Parti de seçim-
lere Abdullah Gül’ün “emanetçi” başkanlığında girebilecekti.
3 Gerçekten de Erdoğan’a verilen yaygın toplumsal desteğin, 28 Şubat sürecine ve onun uygu-
layıcısı konumundaki hükümete duyulan öfkeyle de ciddi bir bağlantısı vardı. Erdoğan To-
kat’a geldiğinde, kentin tarihinin en büyük kitlesi karşılamıştı ve kalabalığın Erdoğan’a yöne-
lik sloganlarından biri, bu tepkiyi çarpıcı bir biçimde ifade ediyordu: “Zam yap, sen yap!”
688
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
4 Bu konuda bkz., Bekir Berat Özipek, Muhafazakarlık (Ankara: Kadim Yay., 2005).
5 Bu sempozyum daha sonra kitap halinde basılmıştır. Bkz., Uluslararası Muhafazakârlık ve
Demokrasi Sempozyumu, (Ankara: Ak Parti Yay., 10–11 Ocak 2004).
6 Yeni siyasi partiye destek veren kitlelerin ve parti üyelerinin ideolojik kimlik sorununu önem-
sememeleri şaşırtıcı görünse de anlaşılabilir bir durumdu. Bu perspektiften bakıldığında, ta-
banın yeni siyasi aktörden beklediği, tarihsel olarak diğer “çevre” partilerinden beklediği ile
aynıydı. İTC-CHP çizgisine karşı ekonomik ve siyasi çıkarlarını korunması, baskıcı siyasi dü-
zeni değiştirmesi ve ülkeyi özgürleştirmesi. Onlar açısından, bu talepleri gerçekleştirecek olan
siyasi aktörün ideolojisinin ne olduğu ikincil bir mesele olarak değerlendirilebilir.
7 Bu süreç şöyle gelişti: 2 Aralık 2002’de Yüksek Seçim Kurulu (YSK), 3 Kasım 2002'de Siirt'te
yapılan milletvekili seçimini iptal etti. Seçim işlemlerindeki eksikliğin seçim sonuçlarına etkili
olduğu sonucuna varan YSK, Siirt'teki seçimin yenilenmesine oybirliğiyle karar verdi. 13 Ara-
lık’ta TBMM, Erdoğan’ın yasağını kaldıracak bir sonuç doğuran 3 maddelik mini anayasa de-
ğişikliği paketi benimsendi. 27 Ocak 2003’te AKP genel başkanı Erdoğan, 9 Mart'ta Siirt'te ya-
pılacak seçimde milletvekili adayı olacağını açıkladı. 31 Ocak’ta Ak Parti’li Mervan Gül, Si-
irt'te 9 Mart'ta yapılacak seçimde adaylıktan çekildi. Böylece, Ak Parti genel başkanı Erdo-
ğan'a listede birinci sırada yer alma yolu açıldı. 9 Mart’ta Siirt'te milletvekilli yenileme seçimi
yapıldı. Ak Parti’nin 3 milletvekilinin 3'ünü de aldığı seçimde, Ak Parti genel başkanı Erdo-
ğan TBMM'ye girdi. 11 Mart’ta Siirt'ten milletvekili seçilen Erdoğan, TBMM genel kurulunda
yemin etti. Başbakan Gül, Cumhurbaşkanı Sezer'e 58. hükümetin istifasını sundu ve Sezer,
Erdoğan'ı hükümeti kurmakla görevlendirdi. Hürriyet Almanak, 2004.
8
Hürriyet Almanak, 2005.
9
TBMM’de CHP ve MHP’nin şiddetle karşı çıktığı bu düzenlemeler, Rum ve Ermeni vatandaş-
ların maruz kaldığı ayrımcılığı ortadan kaldırmaya ve bütün vakıfların eşit statüye getirilme-
sini sağlamaya yetmedi. Ancak mevcut sorunun hafifletilmesi gibi bir sonuç doğurdu.
10
Örneğin kilise kuracak sayıda olmayan Hıristiyanların ibadethane ihtiyacını karşılamaya
ilişkin düzenleme, CHP’nin “her apartmana bir mescit yapacaklar” şeklindeki karşı çıkışının ar-
dından geri çekildi. Ama Bahaîlerin Edirne’deki “Kutsal Bahçe” sorununun hukuki güvence-
ye kavuşturularak çözülmesi veya Süryanilerin kilisede çocuklarına dini eğitim vermelerine
yönelik kısıtlamaların kaldırılması gibi olumlu gelişmeler de yaşandı.
11 Ancak bu düzenlemeler, ifade hürriyeti sorununu hala ortadan kaldırmamıştır. Her ne kadar
bu revizyonlar ileri doğru atılmış adımlar ise de, hala TCK’da düşünce ve ifade hürriyetini kı-
sıtlayan madde varlığını devam ettirmektedir. Örneğin hükümetin 301. maddeye ilişkin ge-
tirdiği değişiklik maddenin özüne dokunamamış ve bir makyaj tazelemenin ötesine geçeme-
miştir.
12
Başlangıçta hukukçu kimliği ve demokrasi vurgusuyla umut veren ve cumhurbaşkanının
yetkilerini fazla bularak sınırlandırılmasını isteyen Sezer, cumhurbaşkanı olduktan kısa bir
süre sonra, kendisiyle ilgili kanaatleri bariz bir biçimde değiştirecek bir yol izledi. Genişliğin-
den şikâyet ettiği yetkileri hükümeti frenlemek için sonuna kadar kullandığı gibi, yüksek yar-
gıda ve Yüksek Öğretim Kurulu’nda (YÖK) gerçekleştirdiği atamalarda olağanüstü tarafgir
davranmaktan kaçınmadı. Hükümetin atamalarına fazlasıyla müdahale ettiği ve adeta rutin
olarak geri çevirdiği için, vekâletle görev yapan bürokratların çoğunlukta olduğu bir yapı or-
taya çıktı. Örneğin, atadığı rektörler arasında hiçbir zaman liberal, muhafazakâr veya demok-
ratik solcu isimler olmadı. Hepsini sol Kemalist dar bir çevreden seçti. Bazen yüzlerce oy alan
ve birinci olan rektör adayını değil, sadece bir tek oy alan ama kendisiyle aynı politik kaygıla-
rı taşıyan kişiyi atamaktan kaçınmadı. Bu yönleriyle Sezer, CHP’nin kendisinden fazlasıyla
memnun, Ak Parti’nin ise fazlasıyla muzdarip olduğu, cumhuriyet tarihinin de belki en taraflı
cumhurbaşkanı olarak anılmayı hak etti.
13 İktidarı döneminde Abdullah Öcalan’ın idam edilmesini engelleyen mevzuat değişikliğinde
MHP’nin de imzası olmasına karşın Bahçeli, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden önce meydan-
lardaki mitinglerinde “ip” (urgan) atarak “Apo’yu asın. İpiniz yoksa işte ip!” diye seslenecekti.
689
1980-2007 Dönemi Türkiye’de İç ve Dış Politik Gelişmeler
14 23 Nisan törenlerinde eski meclisin ziyaret edilmesi esnasında Bahçeli, arkada oturan DTP’li
Hasip Kaplan’ı elinden tutarak, “Gel Hasip, Meclis’in renklerini tamamlayalım” diyerek yanına
oturtmuş ve Birinci Meclis’in tasfiye edilmesinden önceki çoğulcu TBMM tablosunu hatırlat-
mıştı. Milliyet, 24 Nisan 2008.
15 Kıbrıs’ta Annan Planı’nın kabul edilmesi, ardından gelen referandumda Erdoğan hükümeti-
nin “evet” diyen Mehmet Ali Talat hükümetini desteklemesi, Kıbrıs sorunu konusunda ilk
kez Türkiye’nin avantajlı duruma gelmesi sonucunu da beraberinde getirecekti. Türkiye için-
deki ulusalcı çevrelerin “Kıbrıs satılıyor” şeklindeki itirazlarına rağmen gerçekleştirilen bu re-
ferandumda Kıbrıslı Türklerin “evet”, Kıbrıslı Rumların “hayır” demeleri, Türkiye üzerindeki
Batı baskısının zeminini de ortadan kaldıracaktı.
16
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik: Türkiye’nin Uluslararası Konumu (İstanbul: Küre
Yay., 2003).
17
Ahmet Davutoğlu, “Turkey’s Foreign Policy Vision: An Assesmen of 2007”, Insight Turkey,
V. 10, S. 1 (2008).
18 Philip H. Gordon ve Ömer Taşpınar, Türkiyeyi Kazanmak (İstanbul: Timaş Yay., 2009), s. 93.
19 Bu süreçte tezkere karşıtları başarılı bir propaganda çalışmasıyla Batı basınındaki Türkiye’yi
aşağılayan bütün yazı ve karikatürleri toplumla paylaşarak tezkere karşıtı atmosferi besliyor-
lardı. Bunlardan biri de Türkiye’yi para karşılığı “kıvıran” bir dansöz olarak betimleyen bir
ABD gazetesindeki karikatürdü. Bu karikatür, Türkiye’de ciddi bir tepki toplayacaktı.
20
Acaba CHP, tezkerenin reddedilebileceğini düşünseydi, böylesine açık bir dille ona karşı
çıkar mıydı bilinmez ama oylama günü bir CHP milletvekilinin TBMM kürsüsünden iktidar
sıralarına dönerek, “Amerika’dan korkmayın, Allah’tan korkun!” diye haykırması, muhtemelen
birçok Ak Parti’li kararsız vekil üzerinde ciddi bir sarsıcı etki yapacaktı.
21 O günlerden aklımda kalan bir haber, bu etkinin gücü hakkında bilgi verebilir. Doğu illerinde
bir köye ziyaret eden Ak Parti’li bir milletvekili, neye ihtiyacı olduğunu -veya kendisinden ne
istediğini- sorduğu yaşlı bir kişiden şöyle bir cevap almıştı: “Oğlum ben hiçbir şey istemiyorum,
yeter ki elinizi Müslüman kanına bulaştırmayın!”. Tezkerenin kaderi belki de bu sözlerde saklıy-
dı.
22
Bu tepkilerden biri de ABD tarafından gelen “ordunun liderlik rolünü oynamadığı” şeklindeki
şaşırtıcı açıklamaydı. Yani ABD, orduyu, Tezkerenin kabulü için baskı yapmamakla suçlu-
yordu. Bu açıklama, ABD’nin yeri geldiğinde demokrasiye karşı militarizmi pekâlâ tercih
edebileceğini gösteriyordu. ABD Irak’a demokrasi götürmek istiyordu ama Türkiye’deki de-
mokrasinin sonuçlarına tahammül edemiyordu. Batı basınındaki bir karikatür bu çelişkiye
şöyle işaret ediyordu: “Biz Irak’ta demokrasi istiyoruz, Türkiye’de değil!”
23 Bu darbe planları ile ilgili olarak bkz., Nokta Dergisi, Yıl:1, Sayı: 22 (29 Mart/4 Nisan 2007).
24 Bu kişinin daha sonra Ergenekon örgütüyle bağlantısı konusunda deliller elde edilecek ve
kapanmış olan dava dosyasının Ergenekon davası ile birleştirilmesi istenecekti. Bu çalışmanın
yayına hazırlandığı günlerde, yargının bu konudaki kararı bekleniyordu.
25 Bu çalışmanın yazıldığı tarihte Ergenekon davası dolayısıyla gün yüzüne çıkarılan bazı belge-
lere ve gizlice kaydedilmiş ses kayıtlarına göre, ilk darbe girişimi, kuvvet komutanlarının ar-
zusuna rağmen dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün karşı çıkması üzerine ger-
çekleşmemişti. Bu dönemde basındaki çeşitliliğin ve risk alarak haber yapma cesaretini göste-
ren bazı gazetecilerin de darbe girişimlerinin açığa çıkarılması bakımından önemi anlaşılacak-
tı. Müdahale için koşulları oluşturma ve darbeyi gerçekleştirme çalışmaları kapsamında De-
niz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait günlükleri yayınlayan Nokta Dergisi, günlükle-
rin sahte olduğu konusunda peşin hükümlü değerlendirmelerle hedef haline getirilecek, bas-
kılar üzerine sahibi tarafından kapatılmak zorunda bırakılacak ama sonra dergide yer alan
günlüklerin gerçekten Örnek’e ait olduğu ortaya çıkacaktı. Sonraki dönemde, Nokta’daki ha-
beri yapan Alper Görmüş’ün de içinde bulunduğu demokrat gazeteciler tarafından kurulan
Taraf gazetesi de, büyük medyanın yayımlayamadığı haberleri ve anti-militarist yorumlarıyla
darbe karşıtı kamuoyunun oluşturulmasında önemli bir rol oynayacaktı.
690
27. Bölüm: Adalet ve Kalkınma Partisi Dönemi İç ve Dış Politika / B. Berat Özipek
41 Bu süreçte Türkiye’deki insan hakları ve bu çerçevede kadın hakları açısından trajik olan,
Abdullah Gül’ün eşi Hayrünnisa Gül’ün, başörtülü olması nedeniyle, eşinin TBMM’deki ye-
min törenine ve daha sonraki görev teslim törenine katılamamasıydı. TBMM’deki izleyici sı-
ralarındaki koltuğu boş kalan Hayrünnisa Gül, yemin törenini televizyondan izlemek duru-
munda kaldı.
691
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
BEŞĐNCĐ BÖLÜM
TÜRKĐYE
CUMHURĐYETĐNĐN
EKONOMĐ POLĐTĐĞĐ
[1923-2007]]
693
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
694
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
28. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE İKTİSADİ DÖNÜŞÜMLER VE POLİTİK
YANSIMALARI: 1923–2007
GİRİŞ
Türkiye’de cumhuriyetin kurulmasıyla başlayan ve günümüze kadar ge-
len iktisadi gelişmeler politika/siyaset düzleminde veya politik yansımalar
boyutunda ele alınmak istendiğinde, incelenen dönemin çok uzun olması ne-
deniyle ortaya çıkan yansımalar, tekdüze politikalar ve uygulamalar ile açıkla-
namamaktadır. Şüphesiz bu uzun dönemde ortaya çıkan farklı gelişmeleri
Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar ve dış konjonktür gibi faktörlerin etki-
lemesi ve dönemin tümünde iktisadi politika ve uygulamaların süreklilik gös-
termemesi de böyle bir yaklaşımı güçleştirmektedir. Dolayısıyla, dönemin tü-
münde politikaların farklılaşması nedeniyle politikalarda kırılmaların olduğu
dönüşüm noktaları üzerinden analiz yapmak bir zorunluluk olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu bağlamda izleyeceğimiz yöntem olarak farklı kırıl-
ma/dönüşüm noktaları üzerinden bir analiz yapmak, hem benzer çalışmalarda
görülen ve gelenekselleşmiş bir yöntem olarak kolaylık sağlayacak, hem de
iktisat politika ve uygulamalarında ilgili dönem politika tercihlerinin etkilerini
daha güçlü şekilde vurgulamayı veya dönüşüm noktalarının ekonomi-
politiğini yapmayı olanaklı hale getirecektir.
Bu noktada çalışmanın planı kısaca özetlenirse, ilk olarak ülkedeki iktisadi
gelişmelerin neredeyse dış politika tercihleriyle biçimlendirildiği Osmanlı Dev-
leti son dönem politikalarına kısaca değinilecektir. Bu değinmenin ilk nedeni,
özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarındaki politika tercihleri üzerinde Osmanlı
Devletinin son dönem iktisat politikası tercihlerinin ve iktisadi-siyasi mirasın
etkisini daha kolay gösterebilme ve izlenen iktisat politikalarında bir süreklilik
olup olmadığını değerlendirebilme isteği, ikincisi genç Cumhuriyet yönetimi-
nin iktisadi gelişim çabaları veya arayışlarının politik, iktisadi ve diğer neden-
lerine daha kolay inebilme isteğidir. Çalışmanın ikinci bölümünde, 1923–1945
∗
Doç. Dr., Kafkas Üniversitesi, İktisat Bölümü.
∗∗
Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, İktisat Bölümü.
∗∗∗
Yard. Doç. Dr. Kafkas Üniversitesi, İktisat Bölümü.
695
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
696
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
ülkenin iktisadi geriliğine yol açtığı, siyasi ve/veya askeri zayıflığa ve sonra
devletin yıkılmasına kadar varan gelişmeleri doğurduğu da söylenebilir. Nite-
kim kaybedilen savaşlarla birlikte sürekli toprak kayıplarının yaşandığı 18. ve
19. yüzyıllarda devlet kurumlarının eski dinamizmini kaybetmesi, Avrupa’da
gerçekleşen sanayi devrimine ayak uydurulamaması ve kapitalist ülkelerle
imzalanan ticaret antlaşmalarının ülkeyi açık pazar haline getirmesiyle politik
ve iktisadi güç dengesi Osmanlı aleyhine değişmiş, ekonomide gelir-gider
dengesi bozulmuştur. Bu ortama, Kırım Savaşı’nın yükü eklenince dış borç-
lanmaya gidilmiş ve dış borçlar hızla artmıştır. Osmanlı Devleti 1881’de dış
borçlarını ödeyemez hale gelince de, dış borçları yapılandıran Duyun-u Umu-
miye İdaresi (DUİ) kurulmuştur (Kazgan, 2004: 26–31). Duyun-u Umumiye
İdaresi’nin kurulmasını Osmanlı ekonomisinin iflası şeklinde okumak müm-
kündür.
Osmanlı Devleti iktisadi düzeninin bozulduğu/duraklamaya başladığı 17.
yüzyılla birlikte ortaya çıkan ve özellikle 1853 Kırım Savaşı sonrası etkileri
hissedilen kapitalist dünya iktisadi sisteminde (KDE) bir çevre/açık pazar/yarı
sömürge ülke olarak görülen Osmanlı Devletinin bu sisteme eklemlenme süre-
cini (Çaylak, 2008: 61–64) pekiştiren DUİ, ikinci bir gelir idaresi gibi çalışmış,
devletin gelirlerini ipotek/kontrol altına alan bir yapı oluşturmuştur. DUİ, dış
borçların kolay ödenmesini sağlamak için devlet gelirlerini kontrol eden me-
kanizmalar (tütün rejisi gibi) yanı sıra özellikle sınaî bitkilerde üretimi artırıcı
politikalar oluşturmuştur. Bu politikalar, sınaî bitkilerin üretimini artırmış,
ancak aynı zamanda tarımda düalist bir yapı oluşturmuştur. Bu bağlamda
kapitalist sisteme eklemlenme süreci, sınaî bitkiler ihracı ve Avrupa’nın üretti-
ği sınaî ürünler ithalatı şeklinde ön plana çıkmıştır (Şahin, 2007: 20–22). Bu
yöndeki çabalar, Ege Bölgesi ve civarında demiryolu ulaşımını geliştirdiği gibi,
bu yörelerin ülkenin diğer bölgelerine göre daha fazla gelişmesine ve günü-
müzde yaşanan bölgesel dengesizliklerin ilk filizlerinin yeşermesine yol açmış-
tır. Yabancı sermayenin demiryolu dışında yoğunlaştığı diğer bir yatırım alanı,
kapitalist ülkelerin dengesiz dış ticaret ilişkisinden elde ettikleri kârlarını ko-
layca transfer etmesini sağlayacak finans ve bankacılık alanı olmuştur. Nitekim
Osmanlı Devletinde bu alanda yabancı sermayenin ağırlığı belirgin bir biçimde
hissedilmiş, Fransız-İngiliz ortaklığı ile 1863’de kurulan Osmanlı Bankası
(Bank-ı Osmanî-i Şahane) ekonomide önemli yere sahip olmuş, bir merkez
bankası gibi emisyon yetkisini ele geçirmiştir. Bu banka, emisyon yetkisini
1930’da TCMB kuruluncaya kadar sürdürmüştür (Tokgöz, 1997: 17–18).
Osmanlı Devleti’nde tarım sektörü, ülke ekonomisi ve dış ticaretinde
önemli yere sahiptir. Tarım sektörü ihracatın %80’ni oluşturmakta ve nüfusun
%80’ni barındırmaktadır. Bununla birlikte tarım sektöründe özelikle Güney-
doğu Anadolu Bölgesi’ndeki feodal ilişkiler, tefecilik ve aracılık kurumu tarı-
mın verimsizleşmesine yol açmış, tarımın dolaylı olarak yabancı ticaret burju-
vazisinin denetimi altına girmesine yol açmıştır. Öyle ki, bir tarım ülkesi olan
Osmanlı’nın payitahtı olan İstanbul’un buğday ihtiyacı Romanya ve Rus-
ya’dan karşılanır hale gelmiştir. Öte yandan Osmanlı Devleti’nde tarım sektö-
rüne dayalı ekonomide kişi başına gelir artışı yeterli olmadığı gibi sanayisi de
697
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
698
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
1 Bu bağlamda, Kurtuluş Savaşı yıllarında ortaya çıkan Sovyet Rusya yakınlaşması ve alınan
yardımlarla aynı yıllarda kurulan sosyalist partilerin (Halk İştirakiyun, Yeşil Ordu v.b) iç si-
yasette etkinliğinin artmasının Batılı devletler nazarında, yeni kurulacak devletin ideolojik ve
iktisadi yönü konusunda oluşan tereddütler de silinmek istenmektedir (Sunay, 2007: 109).
699
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
700
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
701
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
dış ticaretinde söz sahibi olan Rum azınlığın İtalya’ya yerleşerek, ülke dış tica-
retini yönlendirmesi etkili olmuştur (Seyidoğlu, 1982: 43).
Bu dönemde dış borçlanma açısından en önemli gelişme, Lozan Barış gö-
rüşmelerinde uzun süre tartışılan Osmanlı borçları olmuştur. Türkiye, Lo-
zan’da çözülemeyen bu konuda yapılan çetin pazarlıklara rağmen 1928 Paris
Anlaşması ile Osmanlı borçlarının en büyük payını (84,6 milyon TL) ödemeyi
üstlenmek zorunda kalmıştır. Türkiye bu borçları, Kazgan’ın (1988: 365) belirt-
tiği gibi, II. Dünya Savaşının zor koşullarında bile aksatmadan ödemiş ve
1954’de ilk borçtan 100 sene sonra tamamen tasfiye etmiştir (Karluk, 2005: 160–
161).
Öte yandan I. Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkan enflasyonist eğilimin
tekrarlanmaması için 1923–1929 döneminde sıkı para politikası izlenmiştir.
Dolayısıyla Kurtuluş Savaşı yıllarında para basmadan uzak durulmuş ve böy-
lece enflasyon sorunu yaşanmamıştır. Osmanlı Bankasının merkez bankası gibi
kâğıt para basımını kontrol ettiği 1923–1929 döneminde de kâğıt para arzı ne-
redeyse değişmemiş, böylece enflasyon oranı çok düşük düzeyde kalmıştır
(Şahin, 2007: 49–50). Bu dönemde maliye politikaları açısından da genelde
denk bütçe ilkesine uyulmuş, hükümet bütçe açıklarından kaçınmaya çalışmış,
topladığı gelir kadar harcama yapmaya özen göstermiştir.
2.2. Devletçi Sanayileşme ve Dönüşüm: 1930–1938
Türkiye’de 1923–1929 döneminde özel girişime dayanan liberal politikalar
yetersiz kalmış, özel kesimi destekleyen teşvik tedbirleri istenen sonuçları sağ-
lamamış, devletin iktisadi faaliyetlere katılımı görece sınırlı olunca bu dönem-
de sanayileşmede beklenen başarı sağlanamamıştır. Bu durum, genel olarak, iç
sorunlar olarak nitelenebilen ülkedeki fiziki-beşeri sermaye yetersizliği ile ye-
rel/milli burjuvazinin oluşmamasına bağlanmakta, ABD’de başlayıp dünyaya
yayılan 1929 Buhranı’nın olumsuz etkileri de dış nedenler arasında sayılmak-
tadır. 1929 Buhranı’nın iktisadi etkilerinin tüm dünyada hissedilmeye başlan-
dığı 1930’ların başında Türkiye de bu etkilerden payını almış, ülkede ve dün-
yada fiyatların düştüğü, tarımsal ürün üreten ve ihraç eden çiftçi ve işletmele-
rin sıkıntıya düştüğü, işsizliğin arttığı bu durgunluk döneminin etkileri 1934’e
kadar sürmüştür. Buhran’ın olumsuz etkileri, bir yandan izlenen liberal eko-
nomi politikalarının sanayileşme/kalkınma açısından uygunluğunun tartışıl-
masına yol açmış, diğer yandan Buhran’ın etkilerinin merkezi planlı SSCB’de
hissedilmemesi, piyasa sisteminin iflas ettiği düşüncesi ve Keynesyen yakla-
şımları doğurmuştur. Bütün bu gelişmeler, ekonomide devlet müdahalesinin
gerekliliği yönünde birçok ülkeyi etkisi altına almıştır. Bu etkileşim altında,
Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların zorlaması ve dünya konjonktürü
dikkate alınarak “devletçilik” ilkesi çerçevesinde devletçi sanayileşme fikri
benimsenmiştir.
Gerçekten de 1929 Buhranı bütün dünyada yeni bir ekonomik model ara-
yışına yol açtı. Çaha’nın (1993) belirttiği gibi, ABD’de mühendisler, İtalya ve
Almanya’da faşistler, Brezilya’da Vargasçı popülistler ve Türkiye’de Kadrocu-
lar liberal politikalar yerine devletin ekonomiye ağırlığını koyduğu politikaları
702
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
2
Aralarında Y. K. Karaosmanoğlu, Ş. S. Aydemir ve V. N. Tör gibi yazarların bulunduğu Kad-
ro Dergisi çevresi yazarları devletçi sanayileşme düşüncesini kendi ideolojik düşüncelerine
yakın bulmuş ve tutarlı bir ideolojik kalıba sokmaya uğraşmışlardır. Dergide Kemalizm’in,
kapitalizm ve sosyalizm arasında üçüncü bir yol olduğu iddiası ile sadece iktisat alanında de-
ğil diğer alanlarda da egemen olması gerektiği gibi söylemler, meclis ve bürokrasideki ılımlı
çevreleri ve müteşebbisleri tedirgin etmiştir. Çoğu kez İ. İnönü bu aşırı söylemlere karşı, mu-
tedil devletçilikten yana olduklarını vurgulayan savunmalar yapmak durumunda kalmıştır
(Sunay, 2007: 111). Hatta Atatürk başta izin verdiği bu derginin kapanmasına karar vermek
zorunda kalmış, ancak devletçilik ilkesi İnönü’nün ısrarı ile önce CHP programına daha sonra
da 1937’de anayasaya girmiştir.
703
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
704
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
3 Tarım sektörü, 1929 Buhranı’ndan en çok etkilenen sektör olmuştur. Dünyada tarımsal ürün
fiyatlarında görülen büyük düşüş, dış ticaret hadlerini kötüleştirmiş, iç fiyat makasının tarım
aleyhine geliştiği bu ortamda çiftçi yoksullaşmış, devlet, tarım sektörüne bu dönemde acil du-
rumlarda müdahale etmek zorunda kalmıştır. Örneğin, 1932’de Ziraat Bankası’na bağlı kuru-
lan ve 1938’de KİT haline gelen Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) aracılığı ile buğday fiyatında
düşüşü önlemek için destekleme alımları başlamıştır. Buğdayda başlayan bu uygulama, des-
tekleme alımları ve taban fiyatlarının başlangıcı olmuş, daha sonraki tarihlerde kapsamı ge-
nişleyen bir uygulama haline gelmiştir.
705
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
tur. İhracatta tarımsal ürünlerin payı %80, sanayi ürünleri yaklaşık %10 olmuş-
tur. İhracatın organize edilebilmesi için 1930 sonrası ihracatçı birlikleri kurul-
muş, ihracat; kliring sistemi, kontenjanlı listeler, takas ve prim usulü ile destek-
lenmiştir. İkili antlaşmalar ve kotaya dayalı dış ticaret politikası, Türkiye’nin
ithalat yapısını sanayileşme politikasına uyumlu hale getirmiş, tüketim malları
ve zorunlu gıda mallarının içeride üretilmesini amaçlayan bu politikalar saye-
sinde ithalatın bileşiminde nihai tüketim mallarının payı azalmış, yatırım mal-
larının payı yükselmiştir (Şahin 2007: 48, 72). Dış ticaret yapılan ülkeler arasın-
da bu dönemde Almanya’nın payı artmış (1935’te %41), dış ticaret 1940 öncesi
neredeyse Almanya’nın kontrolüne girmiştir. Savaş yıllarında bu ülke ile dış
ticaret önemli ölçüde daralırken ABD, Fransa ve İngiltere’ye yapılan ihracat
artmış, savaş sonrası ihracatta ABD ilk sırada yer almıştır. Türkiye, bu dönem-
de elde ettiği dış ticaret fazlaları ile Osmanlı borç taksitlerini ödemiş, millileş-
tirme harcamaları ve kurulan bazı sınaî işletmeler için sınırlı ölçüde borçlanıl-
mıştır.
Hükümetler, bu dönemde sıkı para ve maliye politikaları izlemeye devam
etmiş, sağlam para ve denk bütçe ilkesine uyulmuştur. Bu dönemde Dünya
Buhranı’nın olumsuz etkilerine karşın bütçe dengesinden ödün verilmemiştir.
Artan kamu harcamalarının finansmanı için para basma yerine genellikle vergi
ve tekel gelirlerini artırma tercih edilmiş, bunlar yanında iç borçlanmaya gi-
dilmiş, iç borçlanma dönemin ikinci yarısında hızlanmıştır. Bu dönemde bütçe
gelirlerini artırmak amacıyla 1931’de Buhran Vergisi, 1932’de Muvazene Vergi-
si gibi yeni vergiler çıkarılmıştır (Şahin, 2007: 76). Paranın dış değerinin ko-
runması bu dönemde milli bir dava olarak algılanmış, enflasyonist baskıların
ortaya çıkmamasına özen gösterilmiştir. Bu dönem para politikası gelişmele-
rinden en önemlisi, 1930’da Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının (TCMB)
kurulması olmuştur. Bu konuda önce 20 Şubat 1930’da 1567 sayılı yasa “Türk
Parasının Kıymetini Koruma Kanunu” (TPKK) çıkarılmış, ardından 30 Haziran
1930’da 1715 sayılı yasa ile “T. C. Merkez Bankası Kanunu” yürürlüğe girmiş-
tir. TCMB, 3 Ekim 1931’de faaliyete geçmiştir. Osmanlı Bankası’ndan emisyon
yetkisinin alınarak TCMB’ye verilmesi, likiditenin ihtiyaca göre ayarlanması ve
TL’nin iç ve dış değerinin korunmasını sağlayacak önlemlerin alınması sonucu
bu dönemde TL bazı paralara karşı değer kazanmıştır. Bununla birlikte 1937’ye
kadar Osmanlı kâğıt paraları tedavülde bulunmuş, bu tarihten sonra ilk kâğıt
paralar Merkez Bankası tarafından Latin harfleriyle basılmaya başlanmış, İnö-
nü Cumhurbaşkanı olunca 1939–1950 dönemi paralarında İnönü’nün resmi de
yer almış, 1950’de DP iktidara gelince paraların üzerinde sadece Atatürk’ün
resminin olmasını sağlamıştır (Tokgöz, 1997: 58, 87). Bu dönem enflasyon ge-
lişmelerine bakıldığında, 1929 Buhranı’nın etkisiyle dönemin ilk yarısında fi-
yatlarda hızlı bir düşme yaşanmış, 1934’e kadar devam eden bu eğilim bu yıl-
dan sonra tersine dönmüş, fakat fiyatlardaki yükselme ılımlı bir artış biçiminde
kendini göstermiştir (Karluk, 2005: 385).
Özetle, bu dönemde asıl gelişme, sanayi sektöründe görülmüş, özel kesi-
min yukarıda sözü edilen tercihlerine karşılık kamunun faaliyetleri ile ithal
ikameci sanayileşme alanında önemli mesafe alınmış, kurulan kamu işletmeleri
706
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
sayesinde de birçok malın iç talebi yerli üretimle karşılanır hale gelmiştir (Te-
zel, 1994: 260). Dolayısıyla II. Dünya Savaşı öncesinde, Türkiye’de sermaye
birikimi için önemli adımlar atılmış, ithal ikameci sanayileşme yoluyla serma-
ye birikimini sağlamak amaçlanmış ve bunda büyük ölçüde başarılı olunmuş-
tur. Fiziki sermaye birikimine göre daha uzun zaman isteyen beşeri sermaye
birikimini sağlamak için harf devrimi yanında eğitime büyük önem verilmiş,
tarımda teknoloji kullanımı sınırlı olsa bile sanayide teknolojik gelişme ve öl-
çek ekonomilerinin ortaya çıkması için dönemin ileri teknolojilerinin kullanıl-
ması için büyük çaba gösterilmiştir.
2.3 İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye Ekonomisi: 1939–1945
II. Dünya Savaşı, Türkiye için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Savaş
başlamadan İBYSP’dan vazgeçilmiş, yerine hazırlanan “İktisadi Savunma Pla-
nı” ile ülkenin her an savaşa girme ihtimali gözetilerek ekonomi dâhil tüm
alanlarda her türlü öncelik yeniden düzenlenmiş, bununla birlikte plan daha
çok ordunun her an savaşa hazırlıklı olma çabasına dönüşmüştür (Tokgöz,
1997: 68). Türkiye, bu yıllarda tarafsızlık politikası içinde aktif savunma politi-
kası izlemiştir. İzlenen bu politika ve savaş ekonomisi koşulları, sayısı bir mil-
yona yaklaşan büyük bir ordunun savunma harcamalarının kamu harcamala-
rının %60’ına ulaşmasına yol açmıştır. Çalışma çağındaki önemli bir nüfusun
üretimden çekildiği bu ortamda, tarımsal üretim ve gıda malları arzı azalırken
tüketim malları talebi hızla artmıştır.
Savaşa giren Avrupa ülkeleri ile bu koşullarda dış ticaret büyük ölçüde
aksamış, ihtiyaç duyulan yatırım malları ithalinde görülen daralmalardan sınaî
üretim olumsuz etkilenmiştir. Savaş ortamında ülkede, daha önceleri takip
edilen fiyat istikrarı, bütçe denkliği gibi politikaları sürdürmek zorlaşmıştır.
Mevcut vergiler ve borçlanma, savaş nedeniyle artan kamu harcamalarını fi-
nanse etmede yeterli olmayınca emisyona başvurulmuş, bu tercih enflasyonun
yükselmesine yol açmıştır. Arz yetersizliği nedeniyle mal darlığı çekilen bu
ortamda, karaborsa ve istifçilik artınca, birçok temel ihtiyaç maddesi karneye
bağlanmıştır. İktisadi dengelerin bozulduğu bu ortamda, gıda malları kıtlığını
gidermek, fiyat artışlarını kontrol etmek ve mevcut üretim ve tüketim süreci-
nin düzenlenmesi amacıyla, Refik Saydam’ın başbakanlığı döneminde 1940 yılı
Ocak ayı içinde “Milli Korunma Kanunu” çıkarılmıştır. Ekonominin savaş yıl-
larında yönlendirilmesini amaçlayan bu yasa ile devletin ekonomi üzerindeki
bürokratik kontrolü ve yasaklamaları oldukça artmıştır (Şahin, 2007: 84–85).
Bununla birlikte hükümete geniş yetkiler veren bu kanun genelde dikkatli uy-
gulanmış, tarım ve sanayi alanında sınırlı maddelerde el koyma kararları
alınmıştır. Uygulanan tedbirler beklenen sonucu vermemiş, çoğunlukla bürok-
rasi engeline takılmıştır. R. Saydam’ın 1942’de ölümünden sonra kurulan Sara-
çoğlu hükümeti, bu katı uygulamaları gevşeterek piyasa mekanizmasına daha
fazla yer vermiş, ticaretin serbestleşmesi yönünde adımlar atmıştır.
Bu dönemde önemli bir diğer tartışma konusu 11 Kasım 1942’de çıkarılan
Varlık Vergisi olmuştur. Tezel (1994), bu kanunun görünür amacının, savaş
yıllarında elde edilen olağanüstü ticari kazançların bir bölümünün devletçe
vergilendirilmesi olduğunu, ancak ardında yatan ve resmi çevrelerin gizlediği
707
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
asıl amacın ticarette etkin olan gayrimüslim azınlıkların tasfiye edilerek yerine
Türk-Müslüman burjuvaziyi yerleştirmek olduğunu belirtmiştir ki, verginin
uygulama biçimi Tezel’i doğrulamaktadır. Öte yandan savaş ortamında kamu
gelirlerini artırabilmek için getirilen Varlık Vergisi4 ve Milli Korunma Kanunu
gibi düzenlemeler sermaye birikimini olumsuz etkilediği gibi bu vergi ve dü-
zenlemelerin muhataplarını ve özel kesimde faaliyet gösteren sanayi ve ticaret
çevrelerini tedirgin etmiştir. Devletin ekonomiye müdahalesinin ve bürokratik
engellemelerinin artması anlamına gelen bu gelişmeler, bu dönem devletçilik
uygulamalarının güler yüzlü değil, zorba devletçilik olarak nitelendirilmesine
yol açmıştır (Altay, 2000: 52–53).
Varlık Vergisi tahsilâtı 1943 yılı kamu harcamalarının %38’ni karşılamış,
ancak verginin matrahı ve oranının belirsizliği keyfiliğe yol açmış, ayrıca ta-
hakkuk ettirilen verginin yaklaşık 2/3’ü tahsil edilebilmiştir. Verginin objektif-
likten uzak olması ve uygulamasının cesaretle yapılamaması ile kanun 1944’te
yürürlükten kaldırılmış, vergiden beklenen ile elde edilen tahsilât karşılaştırıl-
dığında çıkarılan gürültüye değmemiştir.
Bütün bu gelişmelere duyulan öfke, 1945’de çıkarılan 4753 sayılı Çiftçiyi
Topraklandırma Kanununa muhalif yerli eşraf ve toprak ağalarının tepkileriyle
birleşince, 1923’de başlayıp savaş yıllarına kadar devam eden yönetici, bürok-
rasi, ticaret-sanayi burjuvazisi ile yerel eşraf arasındaki koalisyon dağılmış,
yerel eşraf ve toprak ağaları ile ticaret burjuvazi arasında kurulan yeni koalis-
yon bu düzenlemelere tepkisini bir parti çatısı altında örgütlü olarak gösterme
çabasına girince DP, bu muhalif kesimlerin sesi olarak liberal tezlerle ülke siya-
si yaşamındaki yerini almıştır (Sunay, 2007: 114).
Savaş yıllarında ekonominin nicel tarafında görülen gelişmelere bakıldı-
ğında hiç de hoş olmayan bir tablonun ortaya çıktığı söylenebilir. Nitekim bu
yıllarda 1939 ve 1942 yılı hariç GSMH sürekli azalmış, kişi başına gelir 521
TL’den 317 TL’ye gerilemiştir. GSMH’da görülen eğilime benzer bir gelişme
1942 hariç tarımda 1944 yılı hariç hizmetler kesiminde ortaya çıkmış, özellikle
tarım ürünleri fiyatlarının arttığı bir ortamda tarımsal hâsıla dönem başındaki
değerinin neredeyse yarısına inmiştir. Bu dönemde artan fiyatlara rağmen ta-
rımsal hâsılanın azalmasında, çalışma çağındaki işgücünün silâhaltına alınma-
sından kaynaklanan işgücü, araç-gereç ve kredi yetersizliği ile kötü giden hava
koşulları etkili olmuştur. Bu olumsuzluklara eklenen Toprak Mahsulleri Vergi-
si, çiftçiyi tamamen yoksullaştırmıştır. Savaş yıllarında GSMH yılda ortalama
%4,7 küçülürken tarım daha fazla (%5,9) küçülmüş, buna karşılık hizmetler ve
sanayi kesimindeki küçülme daha az olunca tarımın GSMH payı azalırken
sanayi ve hizmetlerin dönem sonu payları yükselmiştir. Sanayi kesiminde
4
Savaş koşullarında artan kamu harcamalarının karşılanması için zorunlu bir ihtiyaçtan doğan,
diğer ülkelerde uygulanan ve savaş yıllarında oluşan fiyat artışlarından elde edilen yüksek
kazançların ve bu arada istifçilik, karaborsacılıktan haksız gelir elde eden kesimlerin servetle-
rinden bir defalık alınacak Varlık Vergisi, uygulamada yapılan yanlışlarla amacından sapmış,
örneğin bir ortaklıkta verginin muhatabı Türk ve Müslüman ortağa farklı, gayrimüslim ortağa
farklı vergi uygulamaları nedeniyle gayrimüslim azınlıklar gözünde bu uygulama ırkçı bir
yaklaşım olarak değerlendirilmiştir (Şahin ve Özenç, 2008: 91).
708
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
durdurulan sanayileşme programı sonrası 1939’dan itibaren her yıl katma de-
ğer azalmış, bu dönemde sınaî üretimin azalmasında tarıma dayalı sanayilerin
ihtiyaç duyduğu tarımsal hammaddelerin temin edilememesi de etkili olmuş-
tur.
1939–1945 döneminde dış ticarette hedef, bir önceki dönemde olduğu gibi,
mümkün olan en yüksek miktarda dış ticaret fazlası vermek olmuştur. Dış
ticaret bu dönemde ülkedeki iktisadi gelişmelerden daha çok dış koşullar tara-
fından şekillendirilmiş ve dış ticaret fazlası verilmiştir. Bu fazlada yine ihraca-
tın artırılmasından daha çok ithalatın baskı altında tutulması etkili olmuş, sa-
vaş koşulları bunu kolaylaştırmış, ayrıca Milli Korunma Kanunu dış ticaret
rejimindeki mevcut katı kontroller yanında ek bir denetim aracı olmuştur. Bu
dönem, dış ticaret fazlası verilen bir önceki dönemle birlikte düşünülürse,
1930–1945 dönemi (1938 hariç) cumhuriyet döneminde dış ticaret fazlasının
verildiği tek dönem olmuştur. Dış ticaret fazlasının sağlandığı bu dönemde
ihracatın ithalatı karşılama oranı da hızla yükselmiş, 1945’de %173’e ulaşmıştır.
Dış ticaret hacminin dalgalı bir seyir izlediği bu dönemde, dış ticaret fazlasına
rağmen dışa açıklık oranı oldukça gerilemiştir. Bu dönemde ihracatın ve ithala-
tın bileşiminde bir önceki döneme benzer bir yapı devam etmiştir. Dış ticaret
partneri ülkeler içinde savaş öncesinde olduğu gibi Almanya ilk sırayı almış,
1945 sonrası bu ülkenin yerini ABD ve İngiltere almıştır. Türkiye’nin ihraç
ettiği ürün fiyatları bu dönemde 6 kattan fazla yükselmiş, ancak ihracat miktarı
yeterince artırılamadığı için ihracat gelirleri o kadar artmamış, Almanya ile dış
ticaret bağımlılığı yanında TL’nin değerli olması ve 1941’de ihracatın üzerine
vergi konması bunda etkili olmuştur (Şahin, 2007: 92–93).
Türkiye’de 1930–1945 döneminde verilen dış ticaret fazlası sayesinde
azımsanmayacak ölçüde döviz ve altın birikmiştir. Bununla birlikte, savaş yıl-
larında daha aktif bir politika izlenmesi durumunda dış ticaret fazlasının ger-
çekleşenden fazla olabileceği ve elde edilen birikimin atıl tutulduğu yönünde
eleştiriler getirilmiştir. Ancak bu kadar zor koşullarda, Osmanlı borçlarının
ödenmesi ve birçok sanayi kuruluşunun kurulabilmesi, bu tartışmaların gerek-
sizliğini göstermekte, verimli bir kullanım olduğunun ipuçlarını vermektedir.
Ayrıca, Türkiye, savaş yıllarında önceki dönemlere göre hibe ve krediler biçi-
minde gelen daha fazla miktarda dış kaynak kullanmış, izlediği tarafsızlık po-
litikası sayesinde savaşan her iki taraftan da borçlanabilmiştir (Karluk, 2005:
163).
Bu dönem maliye politikalarındaki gelişmeler arasında savunma harcama-
larının artmasıyla oluşan kamu gelir gider dengesizliğinin ortadan kaldırılması
girişimleri ilk akla gelenlerdir. Bu bağlamda, bu dönemde mevcut bazı vergi
oranları (örneğin gümrük vergileri) artırılmış, bütçe açıklarını kapatmak için
tekel ürünlerine zam yapılmış ve bazı yeni vergiler konulmuştur. Bu dönemde
çıkarılan yeni vergi uygulamaları arasında en meşhuru yukarıda sözü edilen
varlık vergisi olmuş, ayrıca 1944–1946 arasında Toprak Mahsulleri Vergisi uy-
gulanmıştır. Savaş yıllarında maliye politikası alanındaki sıkıntının bir benzeri
para politikası alanında da yaşanmıştır. O döneme kadar sıkı para ve maliye
politikası, denk bütçe ve sağlam para ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olan yönetim,
709
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
710
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
ithal eden ülke halinden tüketim mallarında kendine yeterli ülke haline gelmiş,
elde edilen dış ticaret fazlaları ile Osmanlı borçları ödenmiş ve ülkedeki ya-
bancı tekeller millileştirilmiştir. Sanayide görülen bu gelişmelere karşı, tarım
ve hizmetler sektöründe önemli bir gelişme ortaya çıkmamış, özellikle tarım-
daki eski teknolojik yapı ve üretimdeki verim düşüklüğü nedeniyle ülkenin
nüfusu ve istihdamında önemli yer tutan çiftçi 1930’lu yılların ilk yarısında
belirgin biçimde yoksullaşmıştır. Ülkede sanayi alandaki gelişmeye karşın
tarımdaki bu gerilik, W. Thornburg’un benzetmesi ile jet uçağının Türkiye’si
ile kağnı arabasının Türkiye’sinin bir arada bulunduğu bir yapıyı göstermiştir
(Şahin, 2007: 79).
Öte yandan, savaş koşullarında olağanüstü koruma tedbirleri altında dış
ticaret fazlası verilmesine ve önemli miktarda döviz ve altın biriktirilmesine
rağmen yüksek enflasyon ve sanayileşmedeki gerileme, başka nedenlerle de
oluşan muhalefetin iktisadi alanda da mevziler kazanmasına yol açmış, savaş
yıllarında yaşanan yokluklar ve temel ihtiyaç mallarında arz kıtlığı nedeniyle
yapılan karne uygulamaları gibi politikalar, muhalefetin yoksul kesimlerden
daha fazla destek almasına yol açmıştır. Savaş sonrası dünya ekonomisi ile
bütünleşme eğiliminin arttığı yıllarda, ABD’den kaynaklanan liberal iktisadi
dalga Türkiye’nin ekonomi politikaları üzerinde belirleyici olmuş, liberal ve
çok partili bir düzene geçilmiş ve devletçilik geri plana atılmıştır
3. ÇOK PARTİLİ YILLAR VE YENİ ARAYIŞLAR: 1946–1960
Türkiye’de çok partili hayata geçişin ve buna bağlı olarak ortaya çıkan ik-
tisadi, politik dönüşümün belirginleştiği 1946–1960 dönemi, Türk siya-
si/iktisadi hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Bu dönem, II. Dünya Savaşı
sonucu oluşan uluslararası sisteme eklemlenme açısından da önem taşımakta-
dır. Çünkü II. Dünya Savaşı sonrası ulusal/uluslararası politika ve ekonomide
ortaya çıkan realiteler, Türkiye’nin açık bir şekilde ABD-Batı Avrupa yanlısı
politikalar izlemesini gerektirmiştir. Avrupa’nın yeniden imarı, Sovyet tehdi-
dinin elimine edilmesi gereği, savaş süresince ülkede yaşanan iktisadi prob-
lemler, çok partili hayata geçiş ile birlikte daha dışa açık ve liberal politikalar
izleyen bir kadronun iktidara gelmesi gibi unsurlar bu realiteler arasında sayı-
labilir.
Türkiye’nin ABD-Batı eksenine eklemlenmesi konusunda genellikle De-
mokrat Parti (DP) dönemi başlangıç olarak gösterilse de, aslında savaşın he-
men sonrasında, henüz iktidarı DP’ye devretmemiş olan CHP, Truman Dokt-
rini (1947) ve Marshall Planı (1948) aracılığıyla ABD yardımlarını almaya baş-
lamıştır. Buna ek olarak, Batı ile resmi bağlar kurmaya başlayan Türkiye,
1948’de henüz yeni kurulmuş olan Avrupa İktisadi İşbirliği Örgütüne (OECD)
ve 1950’de Avrupa Konseyi’ne üye olmuştur. Türkiye’nin bu örgütlere üyelik-
leri, ülkenin iktisadi ve politik geleceği üzerinde etkili olmuş, dönemin başın-
dan itibaren yabancı uzmanlarca hazırlanan raporlar da ekonomide gündemi
belirlemiştir. İç/dış dengelerden dolayı 1946 sonrası iktisadi yapı kalkınma
planları çerçevesinde yeniden yapılandırılmak istenmiş, fakat başarılı oluna-
mamıştır. ABD’nin yaptığı Marshall Yardımları başta olmak üzere dış iktisadi
ilişkilerin seyri ve bir dizi uluslar arası kuruluşlara üyelik gibi dış etkenler,
ekonominin liberasyon sürecine girmesini hızlandırmıştır.
711
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
712
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
713
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
714
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
715
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
uzun vadeli borçlara kefil olması, TSKB’nin özel girişime düşük faizli, projeye
bağlı döviz kredisi verme amacına yöneltilmesi, 1954’de Yabancı Sermayeyi
Teşvik Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ve kar transferlerinin önündeki engelle-
rin kaldırılması, 1954’te çıkarılan Petrol Kanunu ile sadece devletin elinde bu-
lunan petrol arama yetkisinin ve 1957’de yapılan bir değişiklikle rafineri kur-
ma hakkının yabancı sermaye sahiplerine verilmesi, devlete ait bazı fabrikala-
rın satışa çıkarılması, kibrit-çakmak tekeli ve yerli mallar pazarlarının lağve-
dilmesi sayılabilir (Kazgan, 1988: 264–265).
Başkaya’ya göre (2005: 140–141), bu dönemin önemli bir özelliği tarım sek-
töründe meydana gelen gelişmelerdir. Bu dönemde tarımda makineleşme art-
mış ve ekilebilir alanlar genişlemiştir. Öte yandan Altan’a göre (2006: 63) uygu-
lanan tarım politikası, en çok tarım burjuvazisine destek sağlamış, bu kesim
yükselen dünya tarım ürünleri fiyatlarından yararlanmıştır. Bu olumlu geliş-
melere karşılık tarımda makineleşmeye bağlı olarak ortaya çıkan işgücü fazla-
lığı, beraberinde büyük şehirlere göç ve kentleşme olgusunu hızlandırmıştır.
Devletin ekonomideki rolünü daraltan ve özel girişimin önünü açan yaklaşım-
la DP iktidarının daha ilk yıllarında önemli adımlar atılmış, fakat 1950’lerin ilk
yarısından itibaren ortaya çıkan olumsuz gelişmeler sonrası ekonomide liberal-
leşme trendi bir anda tersine dönme eğilimine girmiştir. Böylece bu dönemde
tam bir serbestleşme düşüncesiyle yola çıkılmış, ancak devletin iktisadi yaşama
müdahalesini asgariye indirme, kamunun işletme kurmama ve kurulan işlet-
meleri özel kesime devretme düşüncesi terk edilmek zorunda kalınmıştır. Li-
beral dış ticaret ve sanayileşme stratejisi uygulayan Türkiye, 1950–1952 döne-
minde ithalatın %100, ihracatın ise %37 oranında arttığı, dolayısıyla dış ticaret
açığı ve yoğun bir ödemeler dengesi bunalımına girilen 1953 sonrası ortaya
çıkan döviz darboğazı karşısında, ithal ikameci anlayışın araçları olan kotalar,
ithal yasakları ve yüksek gümrükleri tekrar uygulamaya başlamıştır (Boratav,
1988: 61).
Bu dönemin sanayi sektörü gelişmelerinde 1950’nin ikinci yarısından iti-
baren korumacı bir nitelik arz eden dış ticaret politikasının bu sektöre etkileri
olmuş, bu bağlamda tekrar ithal ikameci sanayileşme stratejisine dönen Türki-
ye bu dönem yatırımlarında tüketim mallarına yoğunlaşmayı tercih etmiştir.
Dış dinamiklerle şekillenen bu ithal ikameci sanayileşme modeliyle birlikte
1950 ortalarından itibaren sanayi üretimi, tarımsal üretime göre daha hızlı
artmıştır. Fakat mevcut dönemde imalat sanayinin toplam içindeki payı sabit
kalmıştır (Sönmez, 2004: 85). Bu dönemde imalat sanayinin yapısında da özel
kesim lehine bir değişim yaşanmıştır. Ancak, özel sektöre devredileceği söyle-
nen Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) konusunda 1950–1960 döneminde bir
başarı sağlanamamış, tam tersine dönemin konjonktürü gereği KİT’ler korun-
muş, devlet tarafından kaynak kullanmak suretiyle desteklenmiştir. Özel ke-
simin KİT’leri satın alma/devralma konusunda sermaye sıkıntısı çekmesi bu
noktada önemli bir sorun olsa bile 1954’ten sonra yeniden önem kazanan
KİT’lerden hiçbiri satılmadığı gibi genişletilenlerin yanı sıra yenileri de kurul-
muştur. Bu durum, söz konusu kuruluşların ihtiyaç kaygısı taşımaksızın poli-
tika malzemesi olarak görülmesi ve siyasal iktidar için birer popülist istihdam
716
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
717
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
718
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
5 Bu bağlamda, 1961 Anayasası ile iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla
gerçekleştirmek için Kalkınma Planlarının hazırlanması hükme bağlanmıştır. Bu amaçlar doğ-
rultusunda 30 Eylül 1960 tarihinde Başbakanlığa bağlı Devlet Planlama Teşkilatı kurulmuştur.
1961 Anayasası ile planlı kalkınma artık bir anayasa emri, DPT ise anayasal bir kuruluş olarak
iktisadi hayata girmiştir (Yılmaz, 1998: 36).
719
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
720
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
721
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
722
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
6 Keyder’e (1993: 35) göre, petrol krizi/şoku ortaya çıkmasaydı bile, ithal ikameci sanayileşme-
den kaynaklanan dış denge sorunları, uygulanan iktisadi politikaların önemli ölçüde değiş-
mesine yol açacaktı. Zira ekonominin 1978 ve 1979 yıllarında içine düştüğü döviz darboğazı,
Türkiye’de bazı şeylerin değişmesi gerektiğini göstermekteydi.
723
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
7
24 Ocak 1980 istikrar paketi ile enflasyonu düşürmek, döviz darboğazından kurtulmak, kamu
harcamalarını sağlam kaynaklara dayandırmak, tasarrufları, yatırımları, istihdam ve üretimi
artırmak, piyasa ekonomisini güçlendirmek ve ekonomiyi buhrandan gelişme aşamasına ge-
çirmek hedeflemiştir. Bu hedeflere varmak için, faiz oranları artırılmış, özel kesim sübvansi-
yonları, MB avansları ve emisyon hacmi aşağı çekilmiştir. TL yabancı paralar karşısında deva-
lüe edilerek 1$=70 TL’ye çıkarılmıştır.
724
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
gulamaya geçtiği ilk dönemden 12 Eylül 1980’e kadar devam eden bir azınlık
hükümeti ve siyasi istikrarsızlık göze çarpmaktadır. Darbe sonrası ise askeri
bir hükümet iktidarı devralmış ve demokratik açıdan sorunları günümüze
kadar uzanan problemli bir süreç başlamıştır. 24 Ocak Kararları, Eylül 1980-
Aralık 1983 arasında demokrasiye ara verildiği bir dönemde askeri vesayet
altında uygulanmış, ancak iktisadi program ve uygulayıcıları8 değiştirilmemiş-
tir. Demokratik yaşama ara verilen bu ara rejim döneminde sendikaların faali-
yetleri ve grev hakkı yasaklanmış, ücret ve maaş artışları denetim altına alın-
mıştır. Tarım kesimine sağlanan yüksek taban fiyatlarından vazgeçilmiş ve
destekleme alımlarının kapsamı daraltılmıştır. İstikrar programı ile öncelikle
kısa dönemde kıtlık, kuyruklar ve kara borsanın kaldırılmasına çalışılmış,
uluslararası piyasalardan sağlanan kredilerle acil dış finansman sorunları
aşılmış ve mal kıtlığına yol açan ithalat sıkıntısı giderilmiştir. Bu dönemde
ithal girdi sıkıntısı ve enerji dar boğazı aşıldıktan sonra kapasite kullanımı
artmış, arz-talep dengesi sağlanmaya başlamıştır. Temmuz 1980’den itibaren
faiz hadleri yükseltilmiş, negatif faiz uygulamasına son verilmesi anlamına
gelen bu gelişme ile hem içeride mevduat artışı özendirilmiş, hem de ülkeye
yabancı sermaye girişinin artması amaçlanmıştır. Bununla birlikte faizlerin
yükseltilmesi sonrası mevduat toplayan bankerlerin sayısı hızla artmış, ancak
gerekli yapısal düzenlemeler tamamlanamadığı için yasal boşluk ortamında,
bu durum 1982’de Banker Kastelli’nin başını çektiği banker faciası ile sonuç-
lanmıştır (Kibritçioğlu, 2001: 177).
Öte yandan 24 Ocak Kararları ile TL dolar karşısında büyük oranda deva-
lüe edildikten sonra, 1 Mayıs 1981’den itibaren %5’leri aşmayan yakın aralıklı
mini devalüasyonlarla TL’nin aşırı değerlenmesi önlenmek istenmiştir. Bu ek-
sende döviz piyasasında kara borsa büyük ölçüde daraltılmış, Türkiye ekono-
misinin dışa açılması ve dünya ile bütünleşmesi kolaylaşmıştır. 1980–1983 dö-
neminin sıkı para politikası ve talebi kısıtlamaya dönük önlemleri enflasyon
oranının düşmesine neden olmuştur. Buna karşılık büyüme oranları düşük
düzeyde kalmış, işsizlik artmış ve para piyasası dengesizlikleri sürmüştür.
5.1. Turgut Özal ve ANAP’lı Yıllar: 1983–1991 Dönemi
Türkiye ekonomisinde üçüncü liberalleşme dönemi olarak da bilinen bu
dönemin belirgin ekonomi politikaları, 24 Ocak Kararları ile biçimlenmiştir.
Bilindiği gibi, 24 Ocak 1980 kararları ile dış rekabete karşı içerde uygulanan
korumacı politikalar sonucu, iç pazarın tatlı karlarıyla yetinmeyi yeterli gören
ve politik himaye altında faaliyet gösteren girişimci sınıf yerine o dönemin
diğer gelişmiş ve bazı gelişmekte olan ülkelerinde gözlemlenen ihracata dönük
büyüme ve sanayileşme sürecinde dış rekabete açılan bir girişimci tipi ve so-
nuçta ekonomi politikalarında önemli bir dönüşüm ortaya çıkmıştır. Bu dönü-
şümün ortaya çıkmasında, 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararlarının mimarı T.
Özal’ın önce bürokrat, daha sonra siyasi kişilik olarak 1980 sonrası Türkiye
8 Genelkurmay Başkanlığına 9–10 Ocak 1980’de kararlar açıklanmadan önce, dönemin başba-
kanı S. Demirel’in izniyle hazırlanan program hakkında kararların mimarı ve dönemin DPT
müsteşarı T. Özal, brifing vermiş, bu bilgilendirme darbe sonrası B. Ulusu hükümetinde T.
Özal’ın ekonomi yönetiminin başına geçirilmesinde etkili olmuştur.
725
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
726
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
727
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
9 Türkiye’nin 1980’lerdeki dış ticaretinde Ortadoğu ülkelerine doğru yaşanan geçici yön deği-
şiminin altında sosyo-politik pek çok faktör bulunmaktadır. Bunların başında yukarıda sözü
edilen 1974 Petrol Krizi’nin yol açtığı sonuçlar yanında Kıbrıs Barış Hareketi nedeniyle Türki-
ye’ye uygulanan ambargo gibi faktörler çerçevesinde Batı ile soğuyan ilişkiler ve 12 Eylül
1980 Askeri Darbesi sonrası gelişen politik ortam bulunmaktadır.
728
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
729
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
730
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
731
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
732
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
AKP tek başına iktidara gelmenin verdiği avantajla iktisadi ve siyasal ini-
siyatifi önemli ölçüde kontrol etmeyi başarmıştır. AKP, 2002–2004 yılları arası
uygulanması planlanan ve ekonomide yeniden yapılanma süreci başlatarak
ekonomiyi krizlere karşı koruyan ve bu temelde istikrarlı bir büyüme strateji-
sini içeren GEGP’na uyumlu bir çabayı sürdüreceğini deklare etmiştir.
AKP’nin bu açıklamasında hem uygulanan politikalar ve öngörülen hedefler
açısından GEGP’nın AKP iktidarı öncesi sınırlı bir başarı elde etmesi ve hem
de kredi sağlayan dış ekonomi çevrelerine olumlu mesaj vermek istemesi etkili
olmuştur. Bununla birlikte AKP hükümeti GEGP ile uyumlu Acil Eylem Planı
(AEP)’nı 16 Kasım 2002’de yayımlayarak iktisadi hedeflerini açıklamıştır (Şim-
şek, 2007: 60–61). Doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının özendirilmesini
hedef alan AEP, işleyen serbest piyasa koşullarının yaratılması, etkin bir reka-
bet ortamının oluşturulması, kamuda etkinliğin arttırılması için özelleştirme
stratejilerine hız kazandırılması gibi öngörü ve hedefleri barındırmaktadır
(BSB, 2003: 11–15).
Asıl itibarıyla 2003–2007 yıllarını içeren AKP iktidarı döneminde ortaya
çıkan ekonomik gelişmelere ve izlenen ekonomi politikalarına bakıldığında,
GEGP ile uyumlu AEP çevresinde genelde liberal ekonomi politikaları izlen-
meye çalışıldığı, doğrudan yabancı sermayeyi teşvik eden, özelleştirme çabala-
rını hızlandıran ve popülist politikalardan özellikle ilk yıllarda uzak durmaya
çalışan uygulamalar dikkat çekmektedir. Bu noktada 2002 sonrası dönemde
hem özelleştirme hem de yerli firmaların yabancılara satışı veya ortaklık teme-
linde ülkeye önemli ölçüde doğrudan yabancı sermaye yatırımı gelmiştir (Uy-
sal, 2007: 48). Öte yandan AKP iktidarında kamunun GSYİH’e oranla borçlan-
ma düzeyinin azaldığı, kamunun iç borç faizleri düşerken vadelerinin uzadığı
görülmekte, buna karşılık özel kesimin artan borç grafiği dikkat çekmektedir.
Nitekim yabancı sermayeyi teşvik ve cari açığı finanse etmek için verilen yük-
sek oranlı reel faizler, kamunun kısa vadede açıkları finanse etmesini sağlamış-
tır. Ancak bu süreçte kamunun dış borç stoku arttığı gibi özel kesim de izlenen
düşük kur politikası nedeniyle dış kredilere yönelmiştir. Bu yönelim 2002’den
sonra yüksek faiz-düşük kur politikasının sağlamış olduğu imkânlardan dolayı
hızlanmış, özel kesim dış borç stoku 2003–2006 arası dönemde 66 milyar dolara
ulaşmıştır (Uysal, 2007: 45).
Bu bağlamda AKP döneminde Türkiye ekonomisinin en belirgin özelliğini
artan dış borçlar olarak gören Yeldan (2007a), bu dönemdeki yüksek büyüme
rakamları ve tek haneli enflasyonun arka planında bu dış borçlanma temposu-
nun bulunduğunu, ülkenin toplam dış borç stokunun 2006 sonunda 206 milyar
dolara ulaştığını ileri sürmektedir. Ancak, burada artan dış borçlanmanın bü-
yük bir kısmının özel kesimden kaynaklandığını, dolayısıyla özel kesimin dış
borç temposunun ciddi boyutlarda hızlandığını dikkate almak gerekmektedir.
AKP döneminde dış ticaret dengesindeki gelişmeler açısından 2002 yılın-
dan itibaren dengenin hızla artan ithalattan dolayı bozulduğunu ve daha fazla
artan ithalat nedeniyle cari açıkların ciddi boyutlara ulaştığını söylemek müm-
kündür. Nitekim 2002’de yaklaşık 15.5 milyar dolar olan dış ticaret açığı,
2006’da 52 milyar dolara tırmanmış, cari açık da 2002’de 1.5 milyar dolarken
733
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
2006’da yaklaşık 31 milyar dolara ulaşmıştır. Bu veriler dış ticaret açığının kro-
nik bir hal aldığını açıkça göstermektedir.
Öte yandan bu olumsuz ekonomik gelişmelere rağmen 2002 sonrası dö-
nemde ekonomide enflasyon ve büyüme başta olmak üzere birtakım olumlu
gelişmeler de yaşanmıştır. Yüksek büyüme rakamları ve düşük enflasyon oran-
ları, artan özelleştirme gelirleri ve artan doğrudan yabancı sermaye girişi hü-
kümetin ekonomi karnesine olumlu olarak yansıyan gelişmeler olmuştur. Bu
çerçevede AKP iktidarının iktisadi karnesini çıkaran Eğilmez’e göre (2007)
AKP’nin 2002 sonunda 181 milyar dolar olan GSMH’yi, 5 yılda ortalama yüzde
7.5 oranında büyüterek 400 milyar dolara çıkarması, %30 dolayında devraldığı
enflasyonu %10’lara düşürmesi önemli başarılardır. Ayrıca 2002’de 2 milyar
doların altında olan doğrudan yabancı sermaye girişinin 2006’da 20 milyar
dolara yaklaşmasını ve dolarizasyon olgusunun kırılmasını da başarılar hane-
sine eklemek gerekmektedir.
Son yıllarda artan özelleştirme gelirleri de hükümet açısından önemli bir
gelişme olarak değerlendirilmektedir. AKP’nin 60. Hükümet Programına göre
1985–2002 arasında 18 yılda yapılan özelleştirme tutarı sadece 8 milyar dolar
iken, 2003 yılından bugüne kadar yapılan özelleştirme tutarı 33 milyar dolara
ulaşmıştır. Bu kısa dönemde özelleştirmeden bu denli bir gelir elde edilmesi
oldukça çarpıcıdır. Ancak AKP iktidarında yapılan özelleştirmelerin ülkede
üretim potansiyelini artırıcı çabalar çerçevesinde değil, doğrudan doğruya
devlet bütçesine gelir sağlama/yaratma amacına dönük olarak yapıldığı eleşti-
rileri de getirilmektedir (Yaldan, 2004: 164).
Bütün bu gelişmelere rağmen AKP iktidarında, büyüme ve enflasyon gibi
bazı temel makro göstergelerde yaşanan iyileşme diğer göstergelerdeki sorun-
ları gizleyememekte ve ekonomideki kırılganlık halen sürmektedir. Örneğin
%10’luk büyümeye rağmen işsizlik oranının hala yerinde sayması bu dönem
iktisadi performansının büyüyen ama istihdam yaratmayan ekonomi olarak
nitelendirilmesine yol açmış (İlkorur, 2005), 2002’de kaydedilen yüksek reel
büyüme oranının stok artışlarından kaynaklandığı öne sürülmüştür (Somçağ,
2003). Öte yandan reel konjonktür dalgalanması anlamında, her kriz sonrası
dönemde olduğu gibi, AKP iktidara geldiğinde de konjonktürde yukarı doğru
bir ivmenin başladığı, dolayısıyla AKP’nin başarısının programın uygulanma-
sından çok büyümede ivmeyi yavaşlatacak sapmalara yönelmemesi ile açıkla-
yanlar da olmuştur (İlkorur, 2007).
Tüm bu gelişmelere rağmen AKP döneminde uygulama alanı bulan IMF
destekli iktisadi program, özellikle enflasyon konusunda, hedeflenen oranları
yakalamış ve kamu açıkları önceki dönemlere göre nispeten azalmıştır. Bu
anlamda kamu mali dengesi açısından ciddi adımlar atılmıştır (Şimşek, 2007:
66). Öte yandan AKP hükümetinin başarı hanesine yazılan sıkı maliye politika-
larına karşın transfer harcamalarında özellikle 2004’ten sonra hedeflerin aşıldı-
ğı görülmektedir. Bu dönemde özellikle sosyal transfer harcamaları ile iktisa-
di/mali transfer harcamaları artışları, doğrudan gelir desteği kapsamında tarım
kesimine yapılan çeşitli yardımlar ve diğer sosyal güvenlik harcamalarının
insanları atalete ve bedavacılığa sevk ettiği eleştirileri getirilmiştir. Bu bağlam-
734
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
da özellikle çiftçilere dönük doğrudan gelir desteği (tarla parası), okuyan ço-
cuk başına yapılan mali yardımlar ve sağlık sektöründe yeşil kart uygulaması,
AKP iktidarının eleştirilere maruz kalmasına yol açmıştır (Özyakışır, 2008). Bu
eleştiriler partinin muhafazakâr kimliğine/söylemine yönelik pek çok tartışma-
yı beraberinde getirmiş ve bu tartışmalarda AKP’ye “muhafazakâr sosyal de-
mokrat” yakıştırması yapılmıştır.
AKP hükümeti, 2005 yılında sıkı para ve maliye politikalarına ve faiz dışı
fazlaya odaklı iktisadi istikrar programına devam etmiştir. Söz konusu istikrar
programının enflasyon üzerindeki yarattığı olumlu etkiler ve para reformu
çerçevesinde 1 Ocak 2006’dan itibaren paradan 6 sıfır atılarak Yeni Türk Lira-
sına (YTL) geçilmiştir. 2006’da bütçe gerçekleşmelerinin önceki yıllara göre
hedeflerden fazlaca sapmaması ekonomiye olumlu yansımış ve kamu maliye-
sinde yaşanan iyileşmeyle birlikte enflasyon ve iç borç oranları düşüşe geçmiş-
tir (Şimşek, 2007: 66). Ancak bütün bu olumlu gelişmelere rağmen ekonomide,
2006 ortalarından itibaren bir yavaşlama sürecine girilmiştir. Bu süreçte YTL
üzerinden enflasyonun düşürülmesi yani “güçlü YTL” ve “düşük enflasyon”
politikası, yüksek faiz getirisi sayesinde ülkeye büyük miktarlarda döviz girişi,
artan ithalata bağlı olarak cari açığın yüksek boyutlara ulaşması, ekonomi açı-
sından olumsuz bir süreç olmuştur.
Sonuçta AKP döneminde, reformist bir çizgide, iktisadi açıdan Türki-
ye’nin acil bazı yapısal reformlar konusunda başarı sağlanmış, ancak özellikle
işsizliği azaltan istihdam artırıcı politikalar/reformlar hayata geçirilememiş, bu
dönemde yoksulluğu azaltıcı küçük çaplı mikro finans uygulamaları dışında
iktisadi reformlar konusunda olumlu adımlar atıl(a)mamıştır (İlkorur, 2007).
Bu ortamda 2007 yılına giren AKP, aynı yılın 22 Temmuzunda yapılan genel
seçimlerde halkın büyük çoğunluğunun desteğini alarak ikinci kez tek başına
iktidar olmuştur.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRMELER
Türkiye’de 1923’ten günümüze ekonomi politikaları ve etkile-
ri/yansımaları bağlamında ortaya çıkan iktisadi ve yapısal dönüşümleri incele-
diğimiz bu çalışma sonucunda ortaya çıkan/konan dönüşümleri ve gelinen
noktanın ekonomi politiği yapıldığında bazı temel tespitler ortaya konulabilir.
Öncelikle, 1923’de Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda iktisadi yapının ol-
dukça geri olduğu tespiti ile başlayabiliriz. Osmanlı Devletinden miras alınan
ve Cumhuriyet dönemi iktisat politikası arayışlarını ve kurumsal yapıyı derin-
den etkileyen bu yapının tarıma dayalı bir üretim, dışa bağımlı bir ekonomi ve
yüksek miktarda dış borçla biçimlendirildiği, fiziki ve beşeri sermaye yetersiz-
liği yanında etnik esasa dayalı sosyal işbölümü çerçevesinde milli burjuvazinin
eksikliğinin yoğun biçimde hissedildiği söylenebilir. Dolayısı ile cumhuriyetin
ilk yılları bu yapıyı değiştirmeyi ve milli burjuvazi oluşturmayı amaçlayan bir
dönem olmuştur. Nitekim bu yıllarda dışa bağımlı ekonominin kalkındırılması
için sanayileşme çabalarına ve devlet desteğiyle bir girişimci sınıf yaratma ça-
basına girişilmiş, bu bağlamda 1923–1930 döneminde sanayileşme veya kal-
kınmanın özel girişim eliyle liberal ekonomik politikalarla sağlanması esas
735
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
736
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
737
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
partileri büyük bir hezimete uğramış, buna karşın AKP, ilk kez girdiği seçimde
büyük bir başarı sağlayarak tek başına iktidar olmuştur. Böylece Türkiye’de
uzun bir aradan sonra yeniden tek parti iktidarı dönemi başlamıştır. Lideri ve
muhafazakâr demokratik kimliği ile ANAP’a benzetilen AKP, iktidara geldi-
ğinde IMF destekli GEGP’dan sapmamış, ancak seçimden kısa süre sonra ka-
muoyuna sunduğu AEP ile iktisadi hedeflerini açıklamıştır. AKP, iktidara gel-
diği ilk günden itibaren özellikle doğrudan yabancı yatırımların teşviki konu-
sunda stratejiler geliştirmiş ve bu amaçla etkin bir serbest piyasa sisteminin
oluşturulmasına ağırlık vermiş, özelleştirme konusunda önemli adımlar atmış-
tır. Yabancı sermaye yatırımlarında ciddi artışların meydana geldiği AKP dö-
neminde temel makro değişkenler olumlu biçimde değişmiş, politik düzlemde
yaşanan istikrara paralel olarak ekonomide güvensizlik sorunu ortadan kalk-
mıştır. Ekonomide kaydedilen yüksek büyüme rakamları, her ne kadar tartış-
malara yol açmış olsa da hükümetin ekonomi karnesine olumlu yansımış, enf-
lasyonda belirgin bir düşüş yaşanmış ve ekonomi tek haneli enflasyonla ta-
nışmıştır. Bütün bu olumlu gelişmelere karşın aşırı borçlanma, yüksek reel faiz
ve yüksek işsizlik oranları, hükümetin ekonomi karnesine olumsuzluk olarak
yansımıştır. Yüksek reel faiz ve düşük kur politikası sonucu, spekülatif yabancı
sermaye girişlerinde yaşanan artışa paralel olarak dış ticaret dengesinin sürekli
açık vermesi ve yüksek cari açıklar da hükümetin karnesine eklenen diğer
olumsuzluklar olmuştur.
KAYNAKÇA
Alkin, Erdoğan (1983). Turkey’s International Economic Relations, İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi
Yayını, Yayın No: 492, Güryay Matbaası, İstanbul.
Alper Emre ve Öniş Ziya (2001/2002) “Finansal Küreselleşme, Demokrasi Açığı ve Yükselen Piyasalarda
Yaşanan Sürekli Krizler: Sermaye Hareketlerinin Liberalleştirilmesi Sonrasında Türkiye Dene-
yimi” Doğu Batı, Yıl:4, Sayı:17, Kasım, Aralık, Ocak 2001–2002, s. 211–234.
Altan, Mehmet (2006). Darbelerin Ekonomisi, Hemen Kitap, İstanbul.
Altay, N. O. (2000), “Türkiye’de İktisadi Dönüşümlerin Sosyo İktisadi Sonuçları Üzerine Bir Deneme”,
Dokuz Eylül Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, ss. 49–68.
Aral, Berdal (2001). “Dispensing with Tradition? Turkish Politics and International Society during the
Ozal Decade, 1983–93”, Middle Eastern Studies, vol. 37, no.1, January, ss. 72–88.
Aydın, Mustafa (2000). “Determinants of Turkish Foreign Policy: Changing Patterns and Conjunctures
during the Cold War”, Middle Eastern Studies, C. 36, No: 1, ss. 103–139.
Bağımsız Sosyal Bilimciler (2001). “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı Üzerine Değerlendirmeler”,
İktisat, işletme ve Finans, Sayı: 186, Eylül ss. 7–17.
Bağımsız Sosyal Bilimciler (2003). “2003 Başında Türkiye Ekonomisi ve AKP Hükümetinin Programı
Üzerine Değerlendirmeler”, http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/iktisatg.htm, 2.12.2007.
Başkaya, Fikret (2005). Devletçilikten 24 Ocak Kararlarına Türkiye Ekonomisinde İki Bunalım Dönemi, Maki
738
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
739
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
Jacoby, Tim (2003). “For the People, Of the People and By the Military: The Regime Structure of Modern
Turkey”, Political Studies, Vol. 51, pp. 669–685.
Kahraman, Sevilay Elgün (2000). “Rethinking Turkey-European Union Relations in the Light of Enlar-
gement”, Turkish Studies, vol.1, no.1, Spring, ss. 1–20.
Karluk, S. Rıdvan (2006). “Türkiye Ekonomisinde 1980 Öncesi ve Sonrası Yaşanan Krizlere Yönelik
İstikrar Politikaları”, İktisadi Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, (Ed. Halil Seyidoğlu ve Rıfat Yıl-
dız) Arıkan Yayınları, İstanbul ss. 55–88.
Karluk, S. Rıdvan (2005). Cumhuriyetin İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm,
10.Baskı, Beta Basım A.Ş., Yayın No: 1295, İstanbul.
Kazgan, Gülten (1988). Ekonomide Dışa Açık Büyüme, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul
Kazgan, Gülten (2004), Tanzimat’tan 21.Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Bilgi Üniversitesi Yayınları, Yayın No:
22, İstanbul.
Kepenek Y. ve N. Yentürk (2000). Türkiye Ekonomisi , Remzi Kitabevi, Ankara.
Keyder, Çağlar (1993). Ulusal Kalkınmacılığın İflası, Metis Yayınları, Ankara
Kılıçbay, Ahmet (1992), Türk Ekonomisi, Modeller, Politikalar, Stratejiler, 4.Baskı, Türkiye İş Bankası Yayı-
nı, Ankara.
Kibritcioglu, Aykut (2001). "Türkiye'de İktisadi Krizler ve Hükümetler, 1969–2001" Yeni Türkiye Dergisi,
İktisadi Kriz Özel Sayısı, Cilt 1, Yıl 7, Sayı 27 (Eylül-Ekim), ss. 174–182.
Köse, Salih (2002). “24 Ocak 1980 ve 5 Nisan 1994 İstikrar Programlarının Karşılaştırılması”, Planlama
Dergisi (DPT’nin Kuruluşunun 42. Yılı Özel Sayısı), ss. 119–128.
Kubicek, Paul (2002). “The Earthquake, Civil Society and Political Change in Turkey: Assessment and
Comparison with Eastern Europe”, Political Studies, vol. 50, ss. 761–778.
Kuyucuklu, Nazif (1986). Türkiye İktisadı, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş., Yayın No: 68, İktisat Dizisi: 5,
İstanbul.
Nişancı, Şükrü ve Adem Çaylak (2008). “Osmanlı’da Siyaset-Ekonomi Dengesi ve Cumhuriyete Kalan
İktisadi Miras”, Türkiye’nin Ekonomi-Politiği 1923–2007, (Ed. M. Dikkaya, D. Özyakışır ve A.
Üzümcü), Orion Yayınları, Ankara: 2008, ss. 1–51.
Ongun, Tuba (2001). “İktisadi Kronoloji (1923-Temmuz 2001)”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analiz, (Ed.
Ahmet Şahinöz), İmaj Yayın Evi, Ankara, ss. 515–534.
Öniş, Ziya (1989). Türkiye’de Dış Ticaret Politikaları ve Dış Borç Sorunu, 1980–1988, İTO Yayın No: 1989-33,
İstanbul.
Öniş, Ziya (2004). “Turgut Ozal and his Economic Legacy: Turkish Neo-Liberalism in Critical Perspecti-
ve”, Middle Eastern Studies, Vol. 40, No. 4, July, ss.113–134.
Öniş, Ziya (2006). “The Political Economy of Turkey’s Justice and Development Party”, (Ed. Hakan
Yavuz) The Emergence of a New Turkey: Democracy and the AK Party. Salt Lake City: University of
Utah Pres, pp. 207–234.
Özatay, Fatih ve Güven Sak (2002). “The 200–2001 Financial Crisis in Turkey”
http://www.brook.edu/dybdocroot/es/commentary/journals/trade/papers/200205_ozatay.pdf,
23.12.2005.
Özcan M. Kıvılcım ve Vuslat Us (2006). “Dolarizasyon Sürecinde Son Gelişmeler: Türkiye Ekonomisi
Örneği”, TİSK AKADEMİ, Cilt: 1, Sayı: 2, ss. 99–115.
740
28. Bölüm: Türkiye’de İktisadi Dönüşümler ve Politik Yansımaları / A. Üzümcü, M. Dikkaya D. Özyakışır
Öztürk, Salih ve Deniz Özyakışır (2005). “Türkiye Ekonomisinde 1980 Sonrası Yaşanan Yapısal Dönü-
şümlerin GSMH, Dış Ticaret ve Dış Borçlar Bağlamında Teorik Bir Değerlendirmesi”, Mevzuat
Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 94.
Özyakışır, Deniz (2008). “AKP iktidarının çıkmazı: Demokrasi yerine piyasa”, Radikal, 26.05.2008
Pakdemirli, Ekrem (1995). Ekonomimizin Sayısal Görünümü 1923’ten Günümüze, Milliyet Yayınları.
Pamuk, Şevket (1987). “İthal İkamesi, Döviz Darboğazları ve Türkiye, 1947–1979’’, Kriz, Gelir Dağılımı ve
Türkiye’nin Alternatif Sorunu, (Edit: K. Boratav, Ç.Keyder ve Ş. Pamuk), 2. Baskı, Kaynak Yayın-
ları, İstanbul, ss. 37–69.
Selçuk, Faruk (2001/2002). “Alacakaranlık Kuşağı”, Doğu Batı, Yıl:4, Sayı:17, Kasım, Aralık, Ocak 2001–
2002, ss. 189–194.
Seyidoğlu, Halil (1982). Türkiye’de Sanayileşme ve Dış Ticaret Politikası, Turhan Kitabevi Yayınları, İktisadi
ve Sosyal Araştırmalar Dizisi, No: 2, Ankara.
Somçağ, Selim (2003). “Ekonomi 2002’de Büyüdü mü?” İktisat, İşletme ve Finans, Sayı: 207.
Sönmez, Mustafa (2004). Türkiye Ekonomisinin 80 Yılı, İstanbul Ticaret Odası, Yayın No: 2004–28, İstan-
bul.
Sunay, Cengiz (2007). “Tek Partili Yılların Ekonomi Politiği”, Türkiye Günlüğü, Sayı: 91, Güz 2007, ss.
103–118.
Şahin Mehmet ve Çiğdem Özenç (2008). “Varlık Vergisi ve Toplumsal Etkileri”, Finans Politik ve İktisadi
Yorumlar, Yıl: 45, Sayı: 516, Şubat 2008, ss. 87–98.
Şahin, Hüseyin (2007), Türkiye Ekonomisi (Tarihsel Gelişimi - Bugünkü Durumu), 9.Baskı, Ezgi Kitabevi
Yayınları, Bursa.
Şimşek, Hayal A. (2007). “Türkiye’de 2000 Sonrasında Uygulanan İstikrar Programlarının Kamu Mali-
yesine Etkileri”, Finans Politik & İktisadi Yorumlar, Cilt: 44, Sayı: 512, s. 52–68.
Temel, A., E. Boyar ve Ş. Saygılı (2002). “Türkiye Ekonomisinde Yapısal Değişim (1946–1999)” Planlama
Dergisi 42. Yılı Özel Sayı, DPT, Ankara, ss. 49–76.
Tezel, Yahya Sezai (1994), Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923–1950), Genişletilmiş 3. Edisyon,
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Tokgöz, Erdinç (1997). Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914–1997), İmaj Yayınevi, Ankara.
Türkmen, Füsun (2002). “Turkey and the Korean War”, Turkish Studies, Vol.3, No. 2, pp. 161-180.
Uras, Güngör, (1999). “Yapılmayanlar Yapılamayacakların Teminatıdır” Milliyet, 02.06.1999.
Uygur, Ercan (2001). “Krizden Krize Türkiye:2000 Kasım Ve 2001 Şubat Krizleri”, Türkiye Ekonomi
Kurumu Tartışma Metni, No: 2001/1, 7 Nisan 2001, ss. 1–41.
Uysal, Yaşar (2007). “Devlet Merkezli Spekülatif Rant Ekonomisi: Oluşumu ve Sonuçları”, Finans Politik
& İktisadi Yorumlar, Cilt: 44, Sayı: 511, ss. 38–54.
Üzümcü, Adem (2008). “Türkiye’de Ulusal Ekonominin İnşası: 1923-1945 Dönemi”, Türkiye’nin Ekono-
mi-Politiği 1923-2007, (Ed. M. Dikkaya, D. Özyakışır ve A. Üzümcü), Orion Yayınları, Ankara:
2008, ss. 65-104.
Yeldan, Erinç (2001–2002). “Türkiye Ekonomisinde 2000–2001 Krizinin Yapısal Kaynakları Üzerine”,
Doğu Batı, Yıl: 4, Sayı: 17, Kasım, Aralık, Ocak, ss. 195–203.
Yeldan, Erinç (2004). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi Bölüşüm, Birikim ve Büyüme, İletişim Yayın-
ları, İstanbul,
Yeldan, Erinç (2007). “AKP Ekonomisi–1: Borç Yaratan Büyüme”, Cumhuriyet, 20.06.2007.
741
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
Yenal, Oktay (1999). “İktisat Siyasası ve Plan”, İktisat Siyasası Üzerinde İncelemeler, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, Ekonomi Dizisi: 29, Ankara, ss. 159–172.
Yenal, Oktay (2001), Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası Yayını.
Yılmaz, Şiir (1998). “1923’ten Bu Yana Ekonomi Politikaları: Devletçilikten Devletin Tasfiyesine”, Mülki-
yeliler Birliği Dergisi, Cilt: 22, Sayı: 213, ss. 36–39.
742
29. Bölüm: Türkiye Ekonomisinde Kayıp Yıllar / Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır
29. BÖLÜM
TÜRKİYE EKONOMİSİNDE KAYIP YILLAR [1991–2001]]
GİRİŞ
Türkiye ekonomisi 1980’lerden itibaren neo-liberal politikalar bağlamında
yeni bir dönemece girmiştir. Bu süreç politik aktörler tarafından hayli sıkıntılı ve
konjonktürel dalgalanmalara açık bir biçimde yönetilmiştir. Süreç, temelde üç
siyasal önder ekseninde şekillenmiştir. Bunlardan ilki, 12 Eylül darbesinden önce
de bürokraside etkin olma şansı elde etmiş ve Dünya Bankası tecrübelerini Tür-
kiye’ye büyük ölçüde başarılı bir şekilde uyarlama becerisini gösterebilmiş Tur-
gut Özal; ikincisi, 12 Eylül öncesinde de uzun süre iktidar olma fırsatı yakalamış
ama “60 cente muhtaç Türkiye” profilinin ortaya çıkmasını engelleyememiş ve
1990’lardan itibaren yasaklı statüsünden kurtularak mensup olduğu siyasal ha-
reketi (koalisyonla da olsa) iktidara taşıyabilmiş Süleyman Demirel; üçüncüsü,
1990’ların sonlarından itibaren, yine eski bir siyasi yasaklı olan ama “dürüst”
niteliğini bu dönemde ekonomik anlamda kanıtlama becerisi gösteremeyen (da-
ha ziyade çevresel etkiler sonucu) Bülent Ecevit olmuştur. “Türkiye ekonomisinin
kayıp yılları” olarak adlandırılabilecek olan 1991–2001 döneminde yaşanan kar-
gaşa ortamının ardından, muhafazakâr demokrasi söylemiyle tek başına iktidar
olma başarısı elde edebilmiş Tayyip Erdoğan önderliğinde AKP dönemi başla-
mıştır.
Bu bölümde, 1990’lı yıllarda yaşanan ekonomik gelişmeler, 1991–2001 dö-
neminde Türkiye ekonomisinde yaşanan ekonomik krizler geniş/ayrıntılı bir
ekonomi-politik çerçevede ele alınacaktır. Koalisyon hükümetleriyle biçimlenen
süreçte meydana gelen ekonomik krizler “sebep-sonuç” ve “etki” çerçevesinde
analiz edilecektir. Bu 11 yıllık dönemin doğru analiz edilmesi açısından dönemi
kapsayan temel makro göstergelerde yaşanan gelişmeler üzerinde de durulacak-
tır.
1991–2001 DÖNEMİ: KRİZ VE İSTİKRARSIZLIK YILLARI
Türkiye ekonomisinde özellikle 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren,
özelleştirme dâhil pek çok alanda gerekli reformların yapılmaması, ekonomi-
∗
Prof. Dr., Kırıkkale Üniversitesi, İktisat Bölümü.
∗∗
Yard. Doç.Dr., Kafkas Üniversitesi, İktisat Bölümü.
743
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
744
29. Bölüm: Türkiye Ekonomisinde Kayıp Yıllar / Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır
745
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
746
29. Bölüm: Türkiye Ekonomisinde Kayıp Yıllar / Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır
747
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
lar ve araçlar yürürlüğe girmeden Kasım 2000 Krizi’nin yaşanması ile uygula-
namaz hale gelmiştir. Çünkü hükümet ve ekonomi yönetimi “günü kurtarma”
uğraşı içine girmiştir (Tokgöz, 2001: 280–281). IMF’nin desteğiyle hazırlanan ve
1999 yılı sonunda 2000–2002 yılları için uygulamaya konulan dez-enflasyon
programının bazı aksaklıklar içermesi, Kasım ve Şubat krizlerine katkıda bu-
lunmuştur (Eren ve Süslü, 2001: 670). Zira çıpa olarak döviz kurunun benimse-
nerek dövizin sabitlenmesi özellikle cari işlemlerde sorun teşkil etmiş ve devalü-
asyon kaçınılmaz olmuştur.
Nitekim IMF başkan yardımcısı Stanley Fisher de Kasım 2000 krizinin, dö-
viz kuru çapasının uygulamasının oluşturduğu cari açık büyümesinden kaynak-
lanan panik neticesinde “dövize hücum krizi” olduğunu ifade etmiştir (Işık vd.,
2006: 253). Oysa Dünya Bankası Türkiye temsilcisi Ajay Chhibber, bu krizin to-
humlarının 1990'ların başında atıldığını ve asıl sorunun, finansal-yapısal deği-
şimler tamamlanmadan, sermaye hareketlerinin serbest bırakılması olduğunu
ifade etmektedir (Eğilmez, 2001). Sebep ne olursa olsun ekonomi 1990’lı yıllar
boyunca gerek iç sorunlarla (1994 krizi) gerekse dış kaynaklı (1997 Güneydoğu
Asya, 1998 Rusya krizleri gibi) sorunlarla ciddi bir kriz virüsüne yakalanmış ve
bu virüs 2000’li yılların hemen başında büyük bir hastalığa yol açarak sistemin
tıkanmasına yol açmıştır.
Kasım krizinden üç ay sonra 9 Şubat 2001’de Milli Güvenlik Kurulunda
(MGK) Başbakan Ecevit ile Cumhurbaşkanı Sezer arasındaki tartışma ikinci bir
spekülatif saldırıyı başlatmış ve bu kez ortaya döviz krizi çıkmıştır. 21 Şubat’ta
bankalar arası para piyasasında gecelik faiz %6200’e kadar çıkmış ve ortalama
%4019’u bulmuştur. Merkez Bankası’nın döviz rezervi 16 Şubatta 27.94 milyar
dolar iken bu oran 23 Şubat’ta 22.58 milyar dolara inmiş ve rezerv kaybı 5.36
milyar doları bulmuştur. Bu bağlamda dövize artan bir hücum söz konusu ol-
duğu için TCMB 21 Şubat gecesi kurun dalgalanmaya bırakıldığını açıklamak
zorunda kalmıştır. 19 Şubat’ta 1 doların piyasa satış kuru 686.500 TL iken, 23
Şubat’ta 920.000 ve 28 Şubatta 960.000 TL olmuş, böylelikle kurdaki değer artışı
on gün içinde %40’a ulaşmıştır (Uygur, 2001: 23).
Şubat 2001 krizinden önce 28 Milyar dolar civarında olan döviz rezervimiz,
Mayıs 2001’de 18 Milyar dolara gerilemiştir (Çelebi, 2001: 23). Bu bağlamda iç
borç stokunun milli gelire oranı 2001 yılı sonunda %68’e yükselmiştir. İç borç
faiz ödemelerinin GSMH’ye oranı ise 1990’ların başında %2 civarında iken, artan
iç borçlanma temposuna bağlı olarak 2001’de %22’ye kadar çıkmıştır (Voyvoda
ve Yeldan, 2002: 2).
Öte yandan MGK’da yaşanan kriz, Türkiye’de politik istikrarsızlıkla makro
ekonomik krizler arasında yakın bir ilişki olduğu gerçeğinin yabana atılmaması
gerektiğini göstermektedir (Kibritçioğlu, 2000: 180). Bu bağlamda Şubat 2001
krizi, siyasal nitelikli olumsuz gelişmelerle tetiklenen bir kriz olmakla birlikte
(Celasun, 2001/2002: 184) sözü edilen dönemde ortaya çıkan gelişmeler “Türki-
ye’nin probleminin iktisadi olmaktan çok siyasi olduğunu açığa çıkarmıştır” (Selçuk,
2001/2002: 192). Ama hangi nedenlerden kaynaklanırsa kaynaklansın “2000 Ka-
sım ve 2001 Şubat aylarında içsel faktörlerin yol açtığı finansal krizler, 2001 yılında II.
Dünya Savaşı sonrası dönemin en kötü ekonomik performansının yaşanmasına neden
olmuştur” (ASAM, 2004: 1).
748
29. Bölüm: Türkiye Ekonomisinde Kayıp Yıllar / Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır
749
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
750
29. Bölüm: Türkiye Ekonomisinde Kayıp Yıllar / Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır
751
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
leriyle büyük yaralar alan Türkiye ekonomisi son tahlilde Enflasyonla Mücadele
Programı bağlamındaki IMF programını terk etmek zorunda kalmıştır.
Bu krizlerde bankacılık kesiminden kaynaklanan yapısal sorunların etkisi
de oldukça fazla olmuştur. Bu nedenle kriz dönemi boyunca onlarca banka
TMSF’ye devredilerek tasfiye edilmiştir. Sosyal anlamda da pek çok tahribata ve
yıkıma sebep olan bu krizlerde pek çok işyeri ve KOBİ iflas eden binlerce esnaf
kepenk kapatmak zorunda kalmıştır. Bir milyona yakın insanın işini kaybettiği
bu süreçte 15 bine yakın KOBİ kapanmıştır. Yaşanan ekonomik krizlerin ardın-
dan dönemin başbakanı tarafından Türkiye’ye davet edilen Kemal Derviş, eko-
nominin başına geçmiş ve yeni bir programla kamuoyunun karşısına çıkmıştır.
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) adıyla somutlaşan ve kamuoyunda
Derviş yasaları olarak söylem kazanan bu programda, kamu bankalarının zarar-
larıyla ilgili düzenlemelere yer verilmekle birlikte devlet alımlarında ve özelleş-
tirme gibi alanlarda yeni düzenlemelere gidilmiştir. GEGP kapsamında döviz
kuru çıpası yerine enflasyon hedeflemesine geçilmiş ve nihai hedef olan fiyat
istikrarı artık yeni bir çıpa üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Para politikası
araçları da bu yönde uygulanmıştır
1991–2001 döneminin temel makro ekonomik göstergelerinin ortaya çıkar-
dığı sonuçlar bağlamında incelenmesi, sürecin niteliğini daha anlaşılır kılmakta-
dır. Buna göre; 1992’de %6.4 oranında büyüyen Türkiye ekonomisi, 1994 yılında
%6 oranında küçülmüş 1997’de %8 büyümüş ve 2001’de ise %9.4 oranında kü-
çülmüştür. Büyümedeki bu istikrarsız trend, diğer ekonomik göstergelere de
yansımıştır. Nitekim 1993’te enflasyon oranı (TEFE) %71.1 iken 1994’te %125.5’e
yükselmiş, 2000’de %39’a gerilemiş ve 2001’de tekrar yükselerek %68.5’e ulaş-
mıştır. Ayrıca 1991’de %7.9 olan işsizlik oranı 1996’da %6’ya düşerken 2001 yı-
lında %8,4’e yükselmiştir. Kamunun toplam borç stokuna baktığımızda ise 1991
yılında 46.5 milyar dolar olan toplam borç stoku 2001’de 123.6 milyar dolar ola-
rak kaydedilmiştir. Söz konusu dönemde ülkenin dış ticaret dengesi sürekli açık
vermiş ve ihracattaki olumlu gelişmelere rağmen ithalat oranlarındaki yüksek
artış oranları dış ticaret açığının daha da büyümesine yol açmıştır. Zira 1991’de
7.4 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2000 yılında 26.7 milyar dolara yükselmiş-
tir. Fakat 2001 krizinin etkisiyle ithalatta meydana gelen yavaşlama, dış denge-
deki açığın 10 milyar dolara düşmesine yol açmıştır. Söz konusu ekonomik gös-
tergelerden yola çıkarak Türkiye ekonomisinin, 1991–2001 döneminde hayli
istikrarsız bir yapı sergilediği sonucuna varmak mümkündür.
Bu bağlamda büyük çaplı ekonomik krizlerin yaşandığı 1990’lı yıllar, Tür-
kiye ekonomisi açısından büyük yıkımlar ve tahribatla sonuçlanmıştır. Bu dö-
nemi kelimenin tam anlamıyla kayıp yıllar olarak nitelendirmek doğru bir tespit
olmakla birlikte siyaset ve ekonominin iç içe geçmişliği ve bürokrasinin harca-
maları finanse etmek için bütçe dışı yöntemlere başvurmuş olması, önemli prob-
lem alanları olarak ortaya çıkmıştır. Bu gerçeklikten hareketle toplumsal yapının
zedelendiği, siyasetin halk nezdinde güven kaybettiği bir süreçte, ekonomi spe-
külatif bir rant ekonomisine dönüştürülmüştür. Rantiyer tipi bu ekonomik yapı-
lanma, gelir dağılımındaki adaletsizlik başta olmak üzere pek çok eşitsizliğin de
temel sebebi ve kaynağı olmuştur.
752
29. Bölüm: Türkiye Ekonomisinde Kayıp Yıllar / Mehmet Dikkaya, Deniz Özyakışır
KAYNAKÇA
ALPER Emre ve ÖNİŞ Ziya (2001/2002). “Finansal Küreselleşme, Demokrasi Açığı ve Yükselen Piyasalar-
da Yaşanan Sürekli Krizler: Sermaye Hareketlerinin Liberalleştirilmesi Sonrasında Türkiye Dene-
yimi” Doğu Batı, Yıl:4, Sayı:17, Kasım-Aralık-Ocak, ss. 211–234.
ASAM (2004). “Türk Ekonomisinde Yapısal Dönüşüm (1989–2004)”, Avrasya Bir Vakfı Avrasya Stratejik
Araştırmalar Merkezi, Ankara.
BAĞIMSIZ SOSYAL BİLİMCİLER (2001). “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı Üzerine Değerlendirmeler”,
İktisat, İşletme ve Finans, Sayı: 186, Eylül ss. 7–17.
CELASUN, Merih (2001/2002). “Gelişen Ekonomilerin Dış Kaynak Kullanımı, Finansal Krizler ve Türkiye
Örneği, 2001” Doğu Batı, Yıl: 4, Sayı: 17, Kasım, Aralık, Ocak 2001-02, ss. 166-187.
ÇELEBİ, Esat (2001). “İkibinbir Yılında Türkiye Ekonomisinin Genel Görünümü” Doğuş Üniversitesi Dergi-
si, Sayı: 4, ss.15-28.
ÇELEBİ, Işın (2001/2002). “Güvensizlik Ortamı, Bekleyişler, Kriz ve Çözüm” Doğu Batı, Yıl: 4, Sayı: 17, ss.
255-262.
DELİCE, Güven ve TUTAR, Erdinç (2006). Uluslararası Sermaye Akımlarının Bileşimi ve Finansal Krizler”,
Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, (Ed.Halil Seyidoğlu ve Rıfat Yıldız) Arıkan Yay. İstan-
bul, ss. 263-290.
DEĞİRMEN, Süleyman (2007). “Crowding out, Interest and Exchange Rate Shocks and Bank Lending:
Evidence from Turkey”, International Research Journal of Finance and Economics, no: 10, pp.76-87.
EĞİLMEZ, Mahfi (2001). “Kasım 2000 Krizi Üzerine 1”, http://www.mahfiegilmez.com.tr/kose_1.htm,
25.12.2007
EREN, Aslan ve SÜSLÜ, Bora (2001). “Finansal Kriz Teorileri Işığında Türkiyede Yaşanan Krizlerin Genel
Bir Değerlendirmesi” Yeni Türkiye, Sayı: 41, Yıl: 7, Eylül-Ekim, ss. 662-674.
GÜLOĞLU, Bülent ve ALTUNOĞLU Ender (2002). “Finansal Serbestleşme Politikaları ve Finansal Krizler:
Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye Krizleri” İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, No:27, http://www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/Finvekriz1.pdf 10.12.2007.
GÜLOĞLU, Bulent (2001). "İstikrar Programından İstikrarsızlığa (Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri)", Yeni
Türkiye Dergisi, Kriz Özel Sayısı I, ss. 524-530.
IŞIK, Nihat, ALAGÖZ, Mehmet ve YILDIRIM, Metin (2006). “1990 Sonrası Türkiye’de Yaşanan Krizler:
1994, 2000 ve 2001 Krizleri”, Ekonomik Kriz Öncesi Erken Uyarı Sistemleri, (Ed.Halil Seyidoğlu ve Rı-
753
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
754
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
30. BÖLÜM
TÜRKİYE’DE DEVLET-SERMAYE ETKİLEŞİMİ
Hüsnü KAPU∗
GİRİŞ
Dünyada, özellikle doksanlı yılların ilk yarısındaki gelişmelerle birlikte,
ülkeler arasındaki siyasal, ekonomik ve kültürel sınırlar anlamını büyük ölçü-
de yitirdi. Sınırların ortadan kalkmasıyla, eğitimden ekonomiye, yönetimden
girişimciliğe kadar her alanda köklü dönüşümlerin yaşandığı görülmektedir.
Dünyadaki gelişmelere ayak uydurmada, amaçlarla araçları birbirine karıştır-
mayan, vizyon sahibi, öğrenme coşkusuyla dolu girişimciler büyük önem ka-
zanmaktadır. Çünkü onlar ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın yaşanır kılın-
masında, evrensel ilke ve etik değere bağlı örgütleriyle belirli bir işlev yükle-
nirler.
Geride bıraktığımız 20. yüzyılın son dönemlerinde ve içine henüz girdi-
ğimiz 21. yüzyılın başlangıcında, kalkınmanın ve gelişmenin sağlanmasında
insan merkezli modeller önemli bir konuma yerleşmiştir. Bu dönemde birçok
ülkede yeni bir endüstri gelişmiştir. Bu yeni endüstri yapısında, girişimci anla-
yış geliştirilmeye ve desteklenmeye çalışılmıştır. Değişen bu yapı içinde birey-
lerin rolü, önemli ölçüde artmış, bireysel çabalar, adeta ekonomik başarının
zorunlu bir koşulu olarak kabul edilmiştir. Bu süreç, aynı zamanda bir girişim
kültürünü beraberinde getirmiştir. Sermaye kaynaklı görüşlerden, teknolojiye
ve oradan da insanı temel alan anlayışlara geçilmesi, kalkınma ve gelişmenin
temel faktörleri ile ilgili tartışmaları büyük ölçüde sona erdirmiştir. Neredeyse
herkesin ittifakla kabul ettiği insan faktöründe aranan en önemli özellik ise,
girişimcilik olarak ifade edilmektedir. Kimine göre eğitimle, kimine göre yara-
dılıştan kaynaklanan bu özelliğin insanda aranan en önemli meziyet olması,
kalkınma ve gelişme ile girişimci insan tipi arasındaki ilişkiyi önemli kılmıştır.
Toplumlar, bu girişimci insan tipini ortaya çıkarmak ve geliştirmek için sistem-
ler kurmakta, teşvikler vermekte ve hatta beyin transferi adı altında bu insan
tipini ithal etmektedirler.
Girişimciler, tükettiklerinden katbekat fazlasını üretmenin yolunu açarak
toplumun üretici gücüne katkıda bulunurlar. Bu yüzden değişik alanlardaki
∗
Doç. Dr., Kafkas Üniversitesi, İşletme Bölümü.
755
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
756
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
757
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
758
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
759
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
760
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
761
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
762
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
763
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
764
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
765
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
766
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
767
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
768
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
769
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
770
30. Bölüm: Türkiye’de Devlet-Sermaye Etkileşimi/ Hüsnü Kapu
771
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
772
Kaynakça
KAYNAKÇA
AKALIN, U. Selçuk (2002). Türkiye’de Devlet-Sermaye İşbirliğinin Ekonomi Politiği, Set Yayınla-
rı, İstanbul.
AVCIOĞLU, Doğan (2001). Türkiye’nin Düzeni, 1. Cilt, Tekin Yayınevi, İstanbul.
AVCIOĞLU, Doğan (2001). Türkiye’nin Düzeni, 2. Cilt, Tekin Yayınevi, İstanbul.
AYDEMİR, Ş. Süreyya (1966). İkinci Adam, Remzi Yayınları, İstanbul.
BAŞKAYA, Fikret (2004). Paradigmanın İflası, 4. Bask., Maki Bas. Yay., Ankara.
BORATAV, Korkut (1997). Türkiye Tarihi, 4. Cilt, edit: Sina Akşin vd., Cem Yayınevi, İstan-
bul.
BUĞRA, Ayşe (2008). Devlet ve İşadamları, çev. Fikret Adaman, İletişim, İstanbul.
ERCAN, Fuat (2006). “Türkiye’de Kapitalizmin Süreklilik İçinde Değişimi (1980-2004)”,
Haz. Demet Yılmaz vd. Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi, Dipnot Yayınları, Ankara,
içinde, ss.375-411.
KEYDER, Çağlar (1990). Türkiye'de Devlet ve Sınıflar, İletişim yayınları, İstanbul.
KAPU, Hüsnü (2001). Orta ve Güneydoğu Anadolu’da Yaşayan Girişimcilerin Girişimcilik ve
Yaşam Değerleri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Marmara Ün. Sos. Bil Enstitüsü, İs-
tanbul.
ORMAN, Sabri (2001). İktisat, Tarih ve Toplum, Küre Yayınları, İstanbul.
ÖZTÜRK, İbrahim (2008). Girişimcilik Raporu, İGİAD, İstanbul.
ŞİMŞEK, Osman (2006). “Zihniyet, Girişimcilik ve KOBİ-Sosyoloji İlişkisi”, TÜHİS, Ağustos
2006.
TAHİR, Kemal (2005). Kurt Kanunu, İthaki Yayınlar, İstanbul.
773
Dizin
İNDEKS
402, 407, 409, 410, 411, 412, 413, 414,
415, 416, 417, 420, 434, 435, 439, 440,
1 444, 447, 448, 453, 461, 462, 463, 464,
465, 467, 469, 470, 471, 472, 473, 474,
475, 476, 477, 482, 483, 484, 486, 487,
1 Mart Tezkeresi · 679 492, 493, 513, 521, 522, 523, 524, 525,
12 Eylül 1980 Darbesi · 724, 727, 737 526, 527, 528, 529, 530, 531, 532, 533,
12 Mart 1971 Muhtırası · 722 534, 535, 536, 538, 539, 540, 541, 546,
12 Temmuz Beyannamesi · 312, 315, 316, 547, 551, 559, 560, 561, 562, 563, 565,
317, 318, 325, 338 566, 567, 592, 596, 597, 606, 607, 610,
1924 Anayasası · 44, 224, 403 611, 614, 618, 619, 621, 622, 623, 624,
625, 679, 680, 690, 702, 706, 709, 711,
1929 Bunalımı · 705
714, 715, 719, 724, 726, 736, 765
1946 Ruhu · 333
Abdullah Gül · 675, 682, 684, 686, 688, 691
1961 Anayasası · 719
Abdullah Öcalan · 517, 653, 689
1974 Petrol Krizi · 728
Abdülkadir Aksu · 681
Acil Eylem Planı · 733, 738
2 Adalet ve Kalkınma Partisi · 9, 600, 644,
671, 696, 732
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) · 732
2000-Enflasyonu Düşürme Programı ·
731, 737 Adana · 282
21 Ekim Protokolü · 405, 428, 429 Adana Konferansı · 285
24 Ocak 1980 Kararları · 727 Adnan Menderes · 304, 308, 309, 313, 314,
318, 333, 337, 338, 339, 340, 361, 363,
24 Ocak Kararları · 509, 643, 649, 654, 724,
379, 388, 396, 459, 607, 712, 714
725, 726, 738
AET · 408, 450, 479, 480, 481, 482, 501,
27 Mayıs 1960 Darbesi · 696, 718, 724, 736
524, 528, 529, 530, 546, 556, 562, 563,
27 Nisan 2007 Muhtırası · 684
564, 565, 608, 609, 623, 630, 719, 721,
28 Şubat Muhtırası · 671 722
Afet İnan · 108, 114, 124, 130, 131, 132, 133
AGİT · 617
5 Ahmet Ağaoğlu · 79, 336
Ahmet Necdet Sezer · 672, 677, 685
5 Nisan kararları · 729, 730
Ahmet Rıza · 62, 68, 95, 99
5 Nisan Kararları · 652, 744
Ahmet Şükrü Esmer · 265
Akşam · 265, 282, 326, 336, 341
A Ali Fethi Okyar · 141, 158
Ali Fuad Erden · 282
Ali Fuat Cebesoy · 158, 171, 185, 186, 269
ABD · 180, 191, 192, 194, 196, 198, 199,
Ali Rıza Paşa · 155, 163, 200
210, 212, 278, 281, 285, 286, 287, 289,
290, 294, 345, 347, 348, 349, 350, 351, Ali Suavi · 82, 97
352, 353, 354, 356, 357, 358, 366, 367, Ali Şükrü Bey · 166, 167, 175, 181, 182,
369, 374, 375, 384, 385, 387, 388, 401, 183, 184, 185, 186, 187, 220
775
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
776
Dizin
D F
Damat Ferit · 41, 105, 145, 146, 147, 152, Falih Rıfkı Atay · 130, 131, 244, 265, 337,
154, 163, 189, 197, 199, 200, 203 349
Demokrat Parti (DP) · 706 Fatin Rüştü Zorlu · 388, 391, 427
Demokratik Toplum Partisi · 678 Fazilet Partisi · 450, 643, 673
Deniz Baykal · 560, 691 Ferhat Sarıkaya · 691
Derviş Vahdeti · 223 Feridun Cemal Erkin · 293, 299, 301, 334,
415, 416
Devlet Bahçeli · 678
Fethi Gürcan · 407, 429, 432
Devletçilik · 703, 739
Devrim · 127, 160, 304, 445, 459, 492, 494, Fevzi Çakmak · 269
512, 601 Filibeli Hilmi · 139, 142, 143
Doğan Avcıoğlu · 158, 435, 445, 457, 459, Filistin Kurtuluş Örgütü · 531, 538
492, 494
Dolarizasyon · 729, 740
Duyun-u Umumiye · 211, 212, 697, 756 G
Duyun-u Umumiye İdaresi (DUİ) · 697
Dünya Bankası · 15, 495, 606, 649, 667, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı · 732,
672, 673, 714, 724, 727, 731, 743, 748 738, 750, 752, 753
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı
(GEGP) · 732, 733
E Güneş Dil Teorisi · 101, 107, 109, 126
Güven Partisi · 421, 446, 492, 495, 496,
Eczacıbaşı · 764 499, 553
Ege Adaları · 279
Ekrem Alican · 404, 422, 423, 424, 425
Eldiven · 680 H
Elviye-i Selase · 142
Emin Sazak · 315, 337 Hakimiyet-i Milliye · 132, 222, 227
Enflasyonla Mücadele Programı · 751, Halide Edip Adıvar · 111, 123, 131, 132
752 Halk Fırkası · 44, 56, 57, 105, 184, 214,
Enosis · 378, 392, 414, 415, 525 219, 220, 221, 224, 225, 226
Enver Paşa · 138, 139, 141, 142, 143, 157, Hasan Polatkan · 318, 396, 427
175, 176, 184, 197, 205, 207, 282, 762 Haşhaş Sorunu · 472
Erdal İnönü · 559, 647 Hilmi Özkök · 690
Ergenekon · 513, 517, 681, 682, 684, 686, Hitler · 269, 279, 282
690, 691 Hrant Dink · 680
Erkan Mumcu · 683, 691 Hugessen · 267, 300
Erkilet · 282 Humeyni · 644
Ernest Gellner · 72, 111, 129 Hurşit Tolon · 681, 686
Erzurum Kongresi · 140, 149, 150, 151, Hürriyet Misakı · 313, 314
153, 157, 158, 159, 160, 184, 198, 199, Hüseyin Cahit Yalçın · 265
200
Etibank · 704
777
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
I K
II. Dünya Savaşı · 702, 704, 707, 711, 712, Kadro Dergisi · 237, 703, 710
713, 736 Kafkasya · 267, 279
IMF · 714, 724, 727, 730, 731, 732, 734, 737, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) · 716
738 Kanlı Noel · 413, 417
Kara Kemal · 140, 141, 758
Kara Vasıf · 140, 141, 164, 165, 198
Đ Karakol Cemiyeti · 56, 140, 141, 152, 197
Kars Antlaşması · 172
İçtihad · 99 Kasım 2000 Krizi · 731, 739, 748, 753
İçtimaiyat · 99 Katma Protokol · 481, 482, 721, 722, 727
Đdris Küçükömer · 57, 500 Kazım Karabekir · 45, 56, 122, 132, 141,
İktisadi Savunma Planı · 707 166, 192, 205, 222, 224, 226, 258, 264,
İlhami Soysal · 445, 494 308, 349, 356, 699
İngiltere · 267, 269, 279, 281, 283 Kemal Derviş · 654, 667, 672, 673, 732,
İnsan Hakları Cemiyeti · 313 737, 750, 752
İran · 279, 280 Kemal Satıroğlu · 447
İran İslam Devrimi · 533, 614 Kemalizm · 50, 91, 100, 112, 113, 116, 125,
128, 129, 130, 131, 132, 133, 234, 298,
İsmet İnönü · 124, 238, 242, 253, 265, 269,
299, 352, 357, 444, 449, 459, 575, 579,
298, 308, 334, 338, 345, 351, 355, 395,
581, 590, 597, 609, 643, 703
421, 422, 425, 520, 618, 703
Kenan Evren · 534, 545, 547, 549, 551, 552,
İstanbul · 265, 280, 282, 300
558, 563, 566, 589, 614, 644, 664, 766
İstanbul Hükümeti · 41, 122, 139, 145,
Kenan Öner · 305, 312, 313, 316, 317, 320,
148, 149, 151, 152, 154, 155, 156, 164,
322, 336, 337, 338
168, 189
Kıbrıs Barış Harekatı · 485
İstiklal Mahkemeleri · 122, 132, 168, 171, Kıbrıs Sorunu · 392, 416, 418, 457, 485, 519
176, 223, 226
Kilikyalılar Cemiyeti · 142
Đş Bankası · 55, 127, 132, 158, 159, 185, 229,
254, 333, 335, 358, 364, 518, 540, 700, KİT · 369, 655, 656, 658, 659, 668, 705, 716,
701, 703, 704, 740, 742, 760, 761 717, 720, 723, 728
İtilaf Devletleri · 137, 138, 145, 146, 150, Körfez Krizi · 729
152, 170, 172, 178, 180, 223 Körfez Savaşı · 561, 584, 592, 596, 598,
Đttihad ve Terakki Cemiyeti · 129 610, 614, 617, 618, 619, 620, 624, 626,
İzmir İktisat Kongresi · 213, 699, 700, 710, 627, 630, 631, 729, 744
759 Köy Enstitüleri · 264, 265, 299, 305, 311
Kudret · 115, 321, 324, 330, 333, 338, 339,
340, 341, 342, 430, 456
J Kurtuluş Savaşı · 698, 699, 702, 710
Kurucu Meclis · 395, 403, 422, 556
Jakoben Kemalistler · 95 Kuvay-ı Milliye · 105, 200
JİTEM · 681 Küba Füze Bunalımı · 409
Johnson Mektubu · 420, 521, 522, 525, 527, Kürdistan · 203, 212, 653, 679
530, 531 Kürdistan İşçi Partisi · 653
Jön Türk · 14, 27, 39, 54, 56, 79, 80, 94, 96, Küreselleşme · 12, 15, 16, 89, 105, 738,
98, 99, 129, 158, 336 741, 753, 754
Kürt Sorunu · 104, 130, 602, 603, 619
778
Dizin
779
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
780
Dizin
T U
Tahran Konferansı · 289, 346 Ulum-i İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası
Takrir-i Sükun · 46, 122, 123, 132, 226, · 99
227, 229 Ulus · 3, 13, 90, 130, 131, 132, 167, 265,
Talat Aydemir · 396, 406, 407, 415, 429, 315, 324, 337, 339, 340, 349, 356, 357,
432 596
Talat Paşa · 41, 138, 139, 140, 157 Uluslararası Para Fonu · 649, 714
Tan · 265
Tanzimat · 740
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu · 654, Ü
732, 749
Tasvir · 159, 265, 266, 321, 324, 340 Ülkü Ocakları · 451, 452
Tasvir-i Efkar · 265, 266
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası · 44,
55, 56, 57, 305 V
Teşkilat-ı Mahsusa · 163, 170
Teşvik-i Sanayi Kanunu · 698, 701, 758, V. Nedim Tör · 703
760 Vahdettin · 41, 105, 146, 154, 159, 163, 165,
Tevfik Rüştü Aras · 243, 244, 248, 258, 170, 203
266, 271, 299, 308, 309, 312, 313, 355 Varlık Vergisi · 262, 291, 298, 707, 708,
Tevhid-i Tedrisat Kanunu · 221, 222 736, 741
TMSF · 654, 732, 749, 752 Vatan · 55, 63, 75, 142, 158, 185, 186, 222,
Topal Osman · 141, 143, 151, 168, 171, 265, 280, 324, 336, 337, 338, 339, 340,
182, 183, 187 341, 342, 356, 357, 371, 459
Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) · 705 Vehbi Koç · 315, 338, 771
Trakya ve Paşaeli Müdafa-i Hukuk-i Veli Küçük · 681
Osmaniye Cemiyeti · 142 Venizelos · 146, 194, 248, 377, 378
Truman Doktrini · 352, 353, 527, 711, 714 Vural Savaş · 648
Turgut Özal · 536, 540, 549, 551, 554, 559,
560, 569, 570, 572, 582, 583, 589, 599,
600, 601, 602, 603, 605, 606, 607, 610, Y
611, 612, 613, 614, 618, 621, 622, 623,
624, 625, 628, 630, 631, 632, 646, 649, Y. Kadri Karaosmanoğlu · 703
654, 660, 664, 665, 677, 725, 727, 737, Yakamoz · 680
743 Yakup Kadri Karaosmanoğlu · 310, 336
Turhan Feyzioğlu · 403, 423, 445, 446, 451, YAŞ · 677
455, 457, 492, 553 Yaşar Büyükanıt · 691
Türk Dışişleri · 267 Yeni Osmanlılar · 38, 39, 54, 66, 97, 98,
Türk Tarih Tezi · 101, 107, 109, 110, 126 128
Türkiye Birlik Partisi · 448 Yeni Sabah · 265, 324, 338, 341, 342, 456,
Türkiye İktisat Kongresi · 699 457
Türkiye İş Bankası · 700, 701, 703, 740, Yenibahçeli Şükrü Bey · 141
742 YÖK · 554, 565, 681, 689
Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası · YTP · 402, 404, 405, 422, 424, 426, 427, 430,
242 431, 432, 433, 434, 437, 438, 456, 457
Türkiye Komünist Partisi · 169 Yunus Nadi · 266
781
Türkiye Cumhuriyetinin Ekonomi Politiği (1923-2007)
Yusuf Akçura · 59, 76, 78, 80, 81, 95 335, 336, 340, 342, 343, 404, 457, 459,
495, 500, 518, 520
Zekeriya Sertel · 309, 313, 335, 336
Z Ziraat Bankası · 705, 732
Ziya Gökalp · 59, 62, 63, 64, 80, 81, 82, 85,
Zafer · 54, 55, 58, 87, 88, 90, 91, 129, 158, 90, 91, 95, 99, 117, 129, 131, 132, 336,
178, 237, 238, 298, 307, 327, 333, 334, 699
Ziya Paşa · 76, 97
782