Professional Documents
Culture Documents
Doğan Ergun - 100 Soruda - Sosyoloji El Kitabı - Gerçek Yay-1993
Doğan Ergun - 100 Soruda - Sosyoloji El Kitabı - Gerçek Yay-1993
Doğan Ergun - 100 Soruda - Sosyoloji El Kitabı - Gerçek Yay-1993
SOSYOLOJİ ELKİTABI
DOĞAN ERGUN
ergun
BASKI
G ER C EK «r YAYINEVİ
m
100 SORUDA SOSYOLOJİ EL KİTABI
Doğan Ergun
Birinci Baskı: Ocak 1973
Genişletilmiş İkinci Baskı: Ekim 1974
Üçüncü Baskı: Ocak 1979
D ördüncü Baskı: Ocak 1984
Beşinci Baskı: Kasım 1990
Altıncı Baskı: 1993
ISBN 975-7551-15-5
DOĞAN ERGUN
100 SORUDA
SOSYOLOJİ EL KİTABI
gercekW w in b /I
Cağaloğlu Yokuşu, Saadet İş Ham, Kat 4
İstanbul
üretim İlişkilerinden konuşulan dile kadar karmaşık bir
yığın kurallar bütünü olan toplumu İnceleyen sosyolo|l, aynı
karmaşıklığı yansımış olarak kendinde taşıyan bir bilimdir. Bu*
na, bir de, toplum bilimi olarak doğa blllmlerlnlnklnden farklı
olan nesnelliği eklenirse, onun, daha zor bir bilim olduğu gö
rülür. Böyle bir bilimin el kitabının - hem de her biri bir uz
manlık gerektiren dallarının gittikçe çoğaldığı bir zamanda • yal
nız bir kişi taralından yazılamayacağını bilimsel bilgiyle az çok
İlgisi olan herkes bilir. Fakat, <100 Soruda Dlzlslvnln amacı ve
kitap boyutu, bu çabanın bir kişiden gelmesini gerektirmiştir.
Bunu fırsat bilerek, ülkemizde sosyolojinin gelişmesinin, yakın
tarihsel evrimimizin de gereği olarak, gösterdiği kimi zaman tı
kanıklık kimi zaman dağınıklık önünde, «sosyolo|l nedir» soru
sunu yeniden cevaplandırma denemesine girdim. Böyle bir girişi
min, dilimizdeki ilk deneme olduğu düşünülürse, beraberinde
getireceği eksiklik okurlarca anlayışla karşılanacaktır her halde.
Üstelik, böyle bir denemeye girişmenin zamanı da gelmişti;
çünkü, «Sosyolo|lde yasa yoktur.» diyecek kadar her bilimin
amacının bellrieylclllk (determinizm) aramak olduğunu bilmeyen
yabancı, yeril sosyologlar da, «Saydım, sosyolojide 204 yasa
vardır.» diyecek kadar yasanın ne olduğunu bilmeyen yabancı
sosyolog da ülkemizde etki alanı buluyorlardı.
Şunu da söylemek gerekir kİ, daha çok «sosyolo|i nedir»e
cevap verebilmek İçin, bir sosyolo|l tarihi yazmaktan özellikle
kaçınmaya çalıştım. Fakat, bugünkü geçerli bilgileri, evrim ve
gelişmelerine göre açıklayabilmek zorunluluğu İster İstemez ki
tabın bir kısmını sosyoloji tarihi biçiminde geliştirdi.
Bu tılsımı bağlayan
Türlü dilde söyleyen
Yere göğe sığmayan
Sığmış b ir can İçinde.
SOSYOLOJİNİN KURUCULARI
Soru 19 : Comte sosyolojisinin bugün İçin bir önem i,' bir an
lamı var mıdır?
1) Bütünlük ya9ası:
Bu yasaya göre, evren, birblrleriyle İlgisiz, birbirlerinden ayrı,
birbirlerine bağımlı olmayan nesnelerin, olayların raslama bir yığını
değil; organik olarak bağlandıkları, birbirlerini karşılıklı olarak e t
kiledikleri bağıntılı, birleşmiş bir bütündür. Bu yüzden, diyalektik
yöntem, evrenin hiç bir nesnesini, hiç bir olayını kendisini çevrele
yen nesnelerden, olaylardan ayrı olarak düşünmez.
2) Hareket ya sa sı:
Bu yasaya göre, evren ve evrendeki şeyler bir durgunluk, hare
ketsizlik, değişmezlik halinde değillerdir; tersine, evren ve evrende
ki şeyler sürekli bir hareket ve değişme halindedirler, durmayan bir
yenileşme ve gelişme halindedirler; evrende bir şey doğar ve geli
şir, bir şeyin birliği bozulur ve kaybolur. Bu yüzden, diyalektik yön
tem, evrendeki bütün şeyleri, yalnız birbirlerlyle İlişkileri ve birbirle
rini karşılıklı olarak etkilemeleri bakımından değil; hareketleri, değiş
meleri, gelişmeleri bakımından da,-doğm aları, kaybolmaları bakımın
dan da İnceler. Bu İkinci yasaya oluş yasası da denilebilir. Yine
bu yasaya göre önemli olan, şeylerin doğuşu ve gelişmeleridir ve
var olan her şeyle birlikte bulunduğu Icin, zaman, diyalektik gelişme
nin tarihi olarak değerlendirilecektir, yani tarihsel evrim söz konu
sudur.
3) Gelişme yasası
Bu yasaya göre, evrendeki her şey kendi karşıtına dönüşmek
tedir. Ve zaten her şey karşıtını kendi İçinde taşımaktadır. Başka
b ir deyişle, nesneler ve olaylar lc çelişmeler İçerirler; çünkü, hep
sinin bir olumsuz yanı, bir olumlu yanı vardır; hepsinin bir geçmişi,
b ir geleceği vardır; hepsinin kaybolan ya da gelişen öğeleri vardır.
Bu karşıtların savaşı, eski ve yeni arasındaki, kaybolan ve doğan ara
sındaki, bozulan ve gelişen arasındaki savaş ya da gelişme süreci
nin kendi özüdür; niceliksel değişmelerin niteliksel değişmelere dö
nüşmesidir. Bu yüzden, diyalektik yönteme göre, alttan üste gelişme
6ürecl, olayların ahenkli bir evrimi düzeyinde gerçekleşmez; fakat,
nesnelerin ve olayların İçinde bulunan çelişmelerin bilinm esiyle ger
çekleşir.
4) Niteliksel değişme y a s a s ı:
Bu yasaya göre, gelişme süreci, niceliksel değişmelerin nitelik
sel değişmelere dönüşmediği basit bir büyüme süreci değildir. Ge
lişme, anlamsız ve belirtisiz niceliksel değişmelerden, görünür ve
köklü değişmelere, niteliksel değişmelere geçer. Bu geçişte, nitelik
se
sel değişmeler derece derece değil, blrdenblredlrler ve bir durum
dan başka bir duruma sıçramalarla geçerler. Bu değişmeler olum
sal değil, fakat zorunludurlar; farkına varılmayan ve derece derece
olan niceliksel değişmelerin birikiminin sonucudurlar. Bu yüzden, d i
yalektik yöntem, gelişme sürecini dairesel bir hareket olarak, basit
bir tekrar olarak değil; ilerleyici, yükselerek giden bir hareket olarak;
eski niteliksel bir durumdan yeni niteliksel bir duruma geçiş ola
rak; basitten karmaşığa, alttan üste giden gelişme olarak kabul
eder.
1) Mantık.
S) Doğa felsefesi.
3) Düşünce felsefesi.
di
dİ.» Böylo bir felsefesel antropolo|l fikri, Fouerbach'ı bütün felsefe-
6el sorunları İnsan sorunu etrafında toplamaya götürmüştür. Bütün
uygarlık eserlerini İnsanın gerçek varlığının gösterileri olarak kabul
eden Feuerbach, sonunda, kendi sözleri olan bu yargıya varmıştı:
«Sanat, din, felsefe ya da bilim yalnız ve yalnız gerçek İnsan var
lığının olaylarıdırlar. Estetik ya da sanatsal, dinsel ya da ahlaksal,
felsefesel ya da bilimsel duyguları olan kimse gerçek ve hakikî in
sandır.»
Evrensel bilim olarak antropolo|i fikrinden başka. Feuerbach'da
felsefeyle doğa bilimlerinin birleştirilm esi fikri de vardır.
İşte Feuerbach'ın bu fikirleri, M arx'in doğa ve İnsan bilimleri
arasındaki ilişkide diyalektiği görebilmesi için «hareket noktası ya
da İlk esinlenme kaynağıı olmuştur.
Saint - Slmon'un sosyolo|ik kuramına ve ekonomi politiğine ge
lince, Marx, onlarda «toplumsal çaba olarak tasarlanan toplumsal
gerçek fikrini bulmuştu.»
Saint - Simon'a göre toplumsal çaba olan pratik etkinlik artık
yalnız kuramsal ve İdeolojik bir şey değil, fakat aynı zamanda ekono
m ik ve maddesel bir şeydi.1 Bilim lerin ayrılmasını eleştiren, İnsan
bilgilerinin sistemleştirilmesin! İsteyen, ve bu sistemin bilim lerin bir
leşmesi sonucuna varmasını öneren Saint - Slmon'un düşüncesi yi
ne Marx tarafından bilinmekteydi. Saint - Slmon’un bu düşüncesi İn
sanın pratik etkinliğinin tümünü Içeıen ya da «İş halinde, hareket
halinde toplum»u İnceleyen toplumsal fizyolojiydi.
Doğa ve İnsan bilim leri arasındaki ilişkiler konusunda Feuer
bach ve Saint - Simon’dan esinlenen Marx, onlar tarafından İleri
sürülen fikirlerle yetinmemişti. Yaptığı ekonomik İncelemelerle top
lumsal İlişkilerdeki pratik etkinliğin önemini görerek, toplumsal İliş
kilerin ne derece ne denil üretim güçlerine bağlı olduklarını açıkla
maya çalıştı. Toplumsal ve ruhsal yaşantıya göre maddesel üretim
de gördüğü öncelik, onu, tarihin m addeci'anlayışını hazırlamaya
götürdü. Böylece Marx, felsefeyle ekonomi politik arasındaki kar
şıtlığı aşmış oluyordu. Çünkü, «Feuerbach'ın soyut İnsanından so
m ut, tarihsel, toplumsal İnsana geçtiği İçin Marx, Feuerbach'ın do-
ğalaştırıcı antropolojisini aşıyordu. Çünkü M arx’a göre, Feuerbach'-
tn İlgilenmediği tarih, İnsan varlığının temeliydi ve İnsan, İnsan ta
rihinin üreticislydl.» Ayrıca, toplumsal pratiğin toplumsal yaşantının
ve tarihsel, toplumsal varlık olarak kişinin özü olduğunu ortaya
koymakla Saint - Simon’un sosyolo|lk öğretisini aşıyordu.
İnsanların pratik etkinliğinin tümünün bütün bilimlerin konusu
ve temeli olması gerektiğini, ve bütün bilim lerin tarih bilimine İndir
gendiğini söyleyen Marx, doğa ve İnsan bilimlerindeki diyalektiği şu
sözleriyle açıklamış oluyordu: «Ancak b ir tek bilim biliyoruz, o d j
tarih bilimidir. Tarih İki yanlı olarak düşünülebilir; yani doğa ta ri
hi ve İnsanlar tarihi olarak İkiye bölünebilir. Ama bu iki yan za
mandan ayrılamaz; İnsanlar varoldukça doğa tarihi ve İnsanların ta
rihi karşılıklı olarak birbirini etkileyecektir.»
Doğo İle toplum arasında diyalektik İlişkiler vardır; bu, zaten b1-
llnen bir gerçektir. Ve bilim olan diyalektiğin evrendeki her İlişkinin,
her çelişmenin en genel yasalarının bilimi olarak tanımlandığını da
gördük. Fakat, bilim olarak diyalektiğin doğa diyalektiği ve toplum
diyalektiği olarak ikiye ayrılması, doğa ve toplum verilerinin birbir
lerinden farklı oluşlarının gerekli bir sonucudur. Şöyle kİ, doğa ya
da maddedeki diyalektik etki ve tepki, olumlu ve olumsuz elektrik,
atomların birleşmesi ve bölünmesi gibi öğelerin varlığı ve çelişmele
riyle açıklanır. Bu, doğadaki öğelerin toplumdaki öğelere göre dar-
liflim ve azlığını gösterir. Oysa, toplumlardakl grupları ve sınıflan
oluşturan İnsanların doğada hiç olmayan İrade, düşünce ve düşün
ce özgürlüğü gibi İnsan yetenekleriyle bezenmesi toplumlardakl d i
yalektiğin genişliğini ve zenginliğini gösterir. Bu yüzden doğa diya
lektiği olan diyalektik maddeciliğin ilkelerini, toplum diyalektiği olan
tarihsel maddecilik yoluyla toplumlara aynen uygulamak İstemek,
toplumları yalnız doğaya ya da maddeye İndirgemek demek olacak
tır. Doğa diyalektiği, doğadaki her ilişkinin ve her gelişmenin en ge
nel yasalarını ortaya koymaktadır; fakat bunların toplumlardakl her
İlişkide de, her gelişmede de en genel yasalar olarak görüleceğini
sanmak, maddeye göre İnsan yeteneklerini unutmak ve doğa tari
hi ile toplumların tarihini bir tutmak olacaktır. Böyle bir doğmadan
kurtulmak için tarihsel maddeciliği yöntem olarak her toplumun ken
di özel ve somut tarihine göre ya da kendi tarihsel evrimine göre
uygulamak, her toplumun tarihsel özgürlüğü gerçeğinden hareket
eden en bilimsel yaklaşım olacaktır. Çünkü, tarihsel özgürlük, ta
rihin zaman ve mekâna bağlı olarak kazandığı özellikleri göstermek
tedir. Fakat, toplum diyalektiği olaraK tarihsel maddeciliğin İlk işi,
toplumlardakl her İlişkinin ve her gelişmenin yasalarını ortaya koy
maktır. Ve bu durumuyla tarihsel maddecilik bir bilimdir. Tarihsel
maddeciliğin yöntem olarak uygulanması hemen yukarıda söyledi
ğimiz gibi tamamıyle «tarihsel özgürlük llkesinne bağlıdır.
Doğa İle toplum arasındaki diyalektik İlişkiler gerçeği ve her İki
sinin tarihinin birbirini koşullandırması gerçeği kesin bir bilgi olarak
bilinmektedir.
Gerek doğa ve maddenin hareketi bakımından gerek tarih ve top
lumun gelişmesinin nesnel yasaları bakımından maddecilik ve diya
lektik birbirinden ayrılmayacak biçimde kaynaşarak diyalektik mad
decilik görüşünün ya da sisteminin kurulmasını sağlamıştır. Şu hal
de, mekanlst maddecilik önce düzeltilmiş ve sonra tamamlanmıştır.
İlk diyalektik olan doğa diyalektiğinin yasalarını sistemleştiren diya
lektik maddecilik İçinde tarihsel maddecilik özel bir olgu olarak ken
di gerçeğini sunmaktadır.
Karl Marx mı, Max Weber mi? sorusu altında karşılaştırmalı İn
celemeler şimdiye kadar zaman zaman yapılmıştı. Sayıları çok dz
da olsa, bugün, bazı sosyologların bu konudaki incelemelere de
vam ettikleri görülmektedir.
Marx ve Weber, her İkisi de kapitalist ekonomik rejimin geliş
tiği Batı’nın düşünürleridir. M arx’in sosyolojik düşüncesini daha doğ
rusu tarihsel maddeciliği daha önceki sayfalarda açıklamağa çalış
tık. Protestanlıkla kapitalizm arasındaki İlişkileri «değerlerin ve inanç
ların İnsanların ekonomik davranışlarını etkilemesi» açısından İnce
leyen. daha kısacası ekonomiyi dinsel olcularla açıklayan Max We
ber (1864-1920)’in, bu girişim ini nasıl başlattığını anlayabilmek İçin,
onun düşüncesini hazırlayan öncülerin anlayışlarını, ve tarih, toplum,
kültür, insan konularıyla ilgili önermelerini bilmek yararlı olacaktır.
Bu Alman düşünürleri Dilthey ve Rickert'tir.
Sosyolo|lyl toplamsal davranış (action soclale) bilimi olarak ta
nımlayan, toplumsal davranışı da Inscın davranışı olarak acıklayao
Max Weber'in bu anlayışı ya da yaklaşımı, (ilerde daha çok açık
lanacağı gibi) aslında Alman sosyolojisinin şu tutumunda temellen-
m iştir: Almanya'da, Fransız sosyolojisinin doğacı ve olgucu anla
yışına tamamıyle ters olarak bir sosyolo|ik anlayış gelişmiştir. A l
man düşünürlerine göre, bütün İnsan bilimleri, özellikle tarih ve sos
yoloji, doğa bilimlerinden hem konu hem yöntem bakımından fa rk
lıdırlar. İnsan bilimlerinin ne konusu, ne yöntemi, ne de amacı do
ğa bilimlerinlnkinln aynıdır; dolayısıyle, İnsan bilimlerindeki anlaşılır-
lık tipi de doğa billm lerininkinden farklıdır. Çünkü, İkincilerde ku
rulan anlaşılır ilişkiler, nedensellik ilişkileri ya da karşılıklı etki İliş
kileridir; birincilerde, insanların eylemlerinin, davranışlarının, ürün
lerinin, kuramlarının anlaşılmasını sağlayan anlaşılır ilişkile r «an
lam» İlişkileridir. Anlaşılırlık modeli, dilbilimsel anlamdır; Bir işaret,
bir simge anlaşılır bir olaydır. Yani toplumsal olgular şeyler gibi ln-
celenmemell, işaret olarak Incelenmelidlr. <
Görülüyor kİ, ve zaten bilindiği gibi, görevsel görüş yeni bir şey
değildir; hele toplumsal bilimlere özgü bir şey hiç değildir. Başlan
gıçta biyoloji, fizyoloji, sonraları psikoloji, ekonomi, etnoloji ve sos
yoloji konuları olan olguları sonuçlarına göre yorumlamışlardır; baş
ka bir deyişle, bu bilim ler görevselcl dönemlerinde görevssleiliğa,
olguların İçinde bulunduğu yapılorı öğrenmek İçin, olguları sonuç
larına göre yorumlama rolünü vermişlerdir. Ayrıca, nedenleri kav
rayamamak, sosyologları, sosyolofik olguları görev kavramı İle açık
lamaya, yorumlamaya götürmüştür. Ve sosyolojide görevselcilerin
büyük bir kısmı dikkat ve çabalarını yapının durgunluğu ya da top
lumsal denge kavramına götürdükleri Icin yapısal değişmelerin İn
celenmesini bile bir yana İtmişlerdir.
Yukarıda kısaca sunmaya ve açıklamaya çalıştığımız biçimiyle,
bu görevselciliğe görevselciliğin eski blciml diyebiliriz.
Sınıflar,
— Hukukta her şeye açık, gerçekte yarı kapalı gruplardır.
— Dayanışmalar üzerine kurulmuşlardır.
— Normal gruplardır.
— Başka gruplarla karşıtlık, halindedir.
— Kısmen örgütlenmişlerdir.
— Kendi birlik ve varlıklarının kısmen bilincindedirler, kısmen
bilincinde değillerdir.
— Onsekizlncl yüzyıldan bugüne batılı toplumun özelliklerini-
taşırlar.
— Sınıflar, meslek ve durum olmak üzere tek görevli İki bağ
la ve aynı zamanda toplumsal tabakalaşma üzerine kurulmuş bir
bağla birleşmiş çok görevli grupları oluşturur, (başka sınıfların hak
ve ödevlerine karşı koyan bir hak ve ödevler bütününün varlığı.)
Az gelişmiş ülke deyimi çok yaygın bir deyimdir; fokat, kesin bir
tanıma hâlâ kavuşmuş değildir. Burada konumuz az gelişmiş ülke
ler sosyolo|lsl olamayacağına göre, ancak bu ülkelerde sosyolo|lnln
gelişme yönü üzerine birkaç kelime söylemekle yetineceğiz. Bu yüz
den ve ayrıca, az gelişmiş ü!ke kavramının gerçekteki kapsamı ve
özellikleri üzerinde duram ayacağınız gibi az gelişmiş ülke deyimi
İle, onun eş anlamı olarak kullanılan «geri bırakılmış ülke», «eko
nomik gelişme yolundaki ülke» deylm’erl arasında1 hangisinin ger
çeği yansıttığı konusu da amacımız olmayacaktır.
Az gelişmiş ülke deyiminin taşıdığı ilk ve kesin farkı belirtmek
için, bu deyimi «sanayici olmayan ülke» anlamında alıyoruz.
Durkhelm’ln şu gözlemi hâlâ geçerliliğini sürdürüyor kanısında
yız:«Bazı olaylar, örneğin, İşbölümü, bütün b ir toplumca çözümü
ivedilikle gerekil sorunlar olarak görüldüğü zaman ancak bilgi ko
nusu olurlar.»
Sosyololnln sanayici Avrupa ülkelerinde doğması ve gelişme
si sosyolojideki kavramları ya da kavramların pek eoğunu bu ülke-
lor gerçeklerine göre oluşturmuştur. Başka bir deyişle, (bugünkü sos
yoloji, Avrupa toplumlarının gelişmesinin her an a z cok damgo-
Einı taşımaktadır.! Oysa, az gelişmiş ülkelerdeki toplumsal çevreler ve
6orunlar farklılıklar göstermektedir. Bu yüzden, Avrupa ülkelerinde
ki toplumsal değişmeleri anlamak ve açıklamak İçin oluşturulan kav
ramların az gelişmiş ülkeler gerçeğine uygulanması yersiz düş
mektedir.
Amerikalı olsun, AvrupalI olsun hep sanayi toplumları İncele/en
sosyologların (ki bunlar arasında da cok büyük yaklaşım farkları
vardır) kendi zihinsel alışkanlıkları diyebileceğimiz kendi kavramla
rını incelemek İstedikleri az gelişmiş ülkeler gerçeğine uygulamaları,
kendilerini başarısızlığa götürmektedir. Yabancı ülkelerin üniversite
lerinde yetişerek, o ülkelerdeki bilimsel anlayışın kavramlarını ya da
zihinsel alışkanlıklarını, döndüklerinde, kendi az gelişmiş ülkelerinin
gerçeğine uygulamak İsteyen öğrenci ve aydınların girişimi de ba
şarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Bazı az gelişmiş ülkelerde, yukarıda
söylediğimiz gibi sonucu başarısızlık olacak biçimde araştırmalar sür
dürülürken, bazı az gelişmiş ülkelerde de bazı sosyolog ya da sosyal
bilim cilerin, uygulamak için en bilimsel yöntemi seçerek, kendi ger
çekleri olan araştırma konusunun bütün boyutlarıyla İlgili mümkün
olduğu kadar en fazla bilgi toplamağa çalıştıkları vp böylece ken
di az gelişmiş ülkelerinin özel gerçeğini yansıtan kavramlar oluştur
duktan görülmektedir.
IV. BÖLÜM
Her yöntem bir tutumdur. Fakat, gerçeğe giden yol tektir. Bir
gerçeği İncelemek Icin birden fazla yöntem uygulamak, birden fazla
tutum almak demektir. Ve bu tutum lar arasında farklar vardır; tu
tum farklarını giderek artırmak yerine, bu tutumlardan en kesinini,
en bilimselini almak, nesnel gerçek Icin tek ve tekel (monist) bir yön
tem ldeolo|lslnl kurmak demek olacaktır kİ, bu da bilimsel yöntem
Ideoloilsidlr.
Yöntem konusunda çokçuluk (plürallzm), yani belirli bir konu
nun ya da belirli bir gerçeğin araştırılması İçin birden fazla yön
tem uygulamak, bir niyet çeşitlemesi, bir açı çeşitlemesidir kİ, bu
çeşitlemeler arasında oyalanmak, nesnel gerçeğe gidecek yolu tı
kamak, araştırmayı sonuca götürmemek demektir. Oysa, bir araş
tırmaya en bilimsel yöntem yani nesnel gerçeği en iyi. en çok yan
sıtıcı ve açıklayıcı yöntem uygulamaya başlanırsa gerçeğe giden
tek yolun secimi yapılmış demektir. En bilimsel yöntem uygulan
mak İçin seçildikten sonra, öteki yöntemlerin, eğer varsa, yarar vo
değer taşıyan veri ve İlkeleriyle zenginleştirilebilir. Başka bir de
yişle. tekçi bir tutumla en bilimsel yöntem uygulanır ve bu yön
temle öteki yöntemler arasında diyalog kurulabilir. Ve bu durum,
yöntembilimin evrimi İçinde, en bilimsel yöntem öteki yöntemlerin,
eğer yapabiliyorlarsa. katkılarına İhtiyaç duyuncaya kadar devam
edebilir. Yöntembilimin evrimi İçinde, en bilimsel yöntem gittikçe ge
liştikçe bilimsel kesinlik de gittikçe artacaktır. Kısacası, farklı yön
temleri ayrı ayrı geliştirmek, daha önce de söylemeye çalıştığım'7
gibi, tutum farklarını giderek artırmök demektir. Bu do. yino, daha
önce söylemeye çalıştığımız gibi gerçeğe giden tek yolun içine g ir
memek demektir. Yöntembilimin evrimi en bilimsel yöntemin ge
lişmesi vo evrimi olmalıdır.
Zaten belirli bir gerçeğin ya da bütün gerçeklerin araştırılması
İşlemi de çokçulukla bağdaşamamaktadır. Çünkü her gerçek bütün
lüktedir; bir bütündedir; ve bu bütün hareket halindedir. Bazı alan
ların Indirgenemeyeceğlnı ya da bütünlükler İçinde bütünlüklere gö
re açıklanamayacağını önermek her türlü yaklaşıma izin veren li
beral bir tutum almak demek olacaktır, örneğin, «sanatın, dinin, b ili
min özerkliğini ve toplumsal yaşantıdan bağımsız olduğunu» öne
renler çokçulardır. Ve çokçu bir anlayış, tanımak yerine edilgin ola
rak gözleyon ya da etkilenen bir anlayıştır, örneğin, çokçu bir an
layış «büyüyü, İspritizmayı, gizli şeyler bilgisini indirgenemeyecek,
açıklanamayacak alanlar olarak kabul edebilir.» Çokçuluk, kavram
ların yalnızlığını öngörmekte ve benimsememektedlr: örneğin, bağ
lantı ve karşıtlık, birlik İçinde farklılık gibi diyaloktik bir yaklaşımı
çokçuluk gözden kaçırmakla ya da anlayamamakladır. Hele bir top
lumu ya da toplumsal yaşayışı çokçu bir yaklaşımla değerlendirme
ye kalkışmak yaşayışın değişik biçimleri arasındaki organik İlişkiyi
hiç görmemek demektir.
Çokçuluk, gerçeği bir oluş halinde kabul etmemekte vo onun
•aşamaya adandığını» düşünmemektedir. Bir de çokçuların alışkan
lık haline getirdikleri bir «oyun»u vardır kİ, o da birbirinden uzak
alanları konu olarak seçmektir. Örneğin, sanat ve bilim gibi. Fa
kat bu oyunun gerçek nedeni, ilişkileri görmemek Va da bilmezlikten
gelmektir, örneğin onlar, «toplumsal yaşantı, kültür, üretim v.b. ara-
a lığ ıyla sanatın vo bilimin birbirine bağlandığını» görmezlikten ge
lirler. Onlar, konular arasındaki karşılıklı bağımlılıkla İlgilenmezler.
Çokçu bir çözümleme gerçekleri — bir anda— birbirinden ayırır ve
böylcce «metafizik olarak düşünmüş» olurlar. Oysa biliniyor ki, kar
şılıklı etkileşim gerçeklerin oluş ve aşılış nedenidir. «Bülünsel de
neycilik» iddialarına rağmen her alanda mekanik nedensellik ilişkisi
görürler. Çokçuluğun durumu vo tutumu şu önermetere indirgenebi
lir: «Sanat felsefe değildir... sanat sanattır... iyi yarorlı değildir...»
«Çokçuluk parçalara ayrılmış bireyin bilinci gibidir, usa aykırı
bir yöneliş almaktadır; deneylerini ve onların bağlantılarını doğru
lamak istememektedir.» Çokçuluk, liberalizme dönüşmüş anlaşılmaz
bir gizemciliktir.
Hem gerçoğe giden yolun tek olduğunu hem de gerçeğin haıe-
ket halinde bir bütün olduğunu tekrar düşünürsek, belirli bir ger
çeği incelerken, araştırırken tekçi bir yaklaşımla en bilimsel yönte
mi ııygulanıayıp çeşitli yöntemler denemenin va da gerçeği parça
lara bölerek çeşitli yöntemler uygulamanın bilimsel hiç bir sentez
getiremeyeceği kesinlıklo belli olmuştur.
Görülüyor kİ, doğa İle toplum arasında araç olan tekniğin ge
lişmesi, İster İstemez doğa - toplum İlişkilerini geliştirmekte dola
yısıyla, İnsanların kendi aralarındaki İlişkilerini değiştirmekte ve ge
liştirm ektedir. Teknik sayesinde, İnsan, doğaya daha az bağlı ve
daha az bağımlı kalmaktadır. Fakat, sosyoloji, tekniğin gelişmesi
nin İnsanlardaki olumlu ve olumsuz bütün yanlarını İncelemek zo
runluluğu İçindedir. Örneğin, teknik sayesinde, kas yorgunluğunun
İş kazalarının, çalışma saatlerinin v.b. azalması gibi olumlu yan
lar; teknik yüzünden, sinirsel yorgunluğun yeni biçimleri, aşırı İş
bölümünün yarattığı sorunlar ve daha başka İntibaksızlıklar gibi
olumsuz yanlar. Kısacası, toplumsal İlişkilerin tümü olan toplumsal
yapıyı etkilemesi, toplumsal değişmeye yön vermesi bakımından
teknik, sosyolojinin en İlk konularından biridir.
VIII. BÖLÜM
SOSYOLOJİ VE TÜRKİYE
ÖNSÖZ S
I. BÖLÜM
II. BÖLÜM
SOSYOLOJİNİN KURUCULARI
III. BÖLÜM
IV. BÖLÜM
V. BÖLÜM
VI. BÖLÜM
VII. BÖLÜM
VIII. BÖLÜM
IX. BÖLÜM
SOSYOLOJİ VE TÜRKİYE