Professional Documents
Culture Documents
Ellen Meiksins Wood-Neal Wood İsyan Borusu Epos Yayınları
Ellen Meiksins Wood-Neal Wood İsyan Borusu Epos Yayınları
Ellen Meiksins Wood-Neal Wood İsyan Borusu Epos Yayınları
Kapitalizmin Yükselişi ve
Siyasal Teori
1509- 1688
Ellen Meiksins Wood, Neal Wood
epos
İıyan..._
KAPITALİZMİN YÜKSELiŞi ve stYXS.tt'ID>lU
1509-1688
�
epos
EPOS YAYINLARl-47
bilim-reısere-poliıilr.a- 29
lngiliz.ccden Çeviren
Fahri Bakırcı
Yayıma Hazırlayan:
Ercumenı ÖZkaya
cı Pluıo Prns
IC>Epos Yayınlan , 2008
Dıızelıi:
Ra!eı öz.en
KapK Tamımı:
Zet Tanıtım
Bulr..ı ve Cilt
Sözkesen Matbaası (0-312)395 21 10
EPOS YAYINLARI
GMK Bulvm 60t'20 (06Si0) Malıepe-Anluua.
Tel.Fu: (0.312) 232 14 70 - 229 98 21
t-mai/: eposyayinlari@eposyıyinlaıi.com
E. Meiksins Wood, Neat Wood
İsyan Borusu :
KAPİTALİZMİN YÜKSELİŞİ
ve
SİYASAL TEORİ
1509- 1688
İngilizceden Çeviren
Fahri Bakırcı
�
epos
iÇiNDEKiLER
Teşekkür/eri 7
Önsöz/ 9
Giriş: Siyasal Teori Nedir?/ 13
Sonuç 209
CHRISTOPHER HILL'e
Teşekkürler
Gordon Schochet ve Terry Heinrichs'e yararlı yorumları ve öneri
leri için teşekkür ediyoruz. John Sav i l le ve Colin Barker' ın, bu ki
tabın bir parçası olduğu diziye katılmamız için bizi teşvik etmesin
den ve Pl uto Yayınları ' ndan Roger van Zwanenberg ' i n , önemli bir
tarihsel anda böyle bir dizi başlatacak sağduyuyu - ya da cesareti
mi demeliyiz? - göstermesi nden memnuniyet duyuyoruz. Aynca,
di kkatli ve önleyici tashihi için Jane Raitrick'e, yayın sürecinde ki
taba çeşitl i düzeylerde kılavuzluk çabasından dolayı da Pluto Ya
yınları ' ndan Robert Webb 'e minnettarız. Y i ne, NY U Yayınlan 'ndan
N iko Pfund 'a dostane ve yardımsever müdahalelerinden ötürü te
şekkürler.
Bu kitabın başlığı hak.kında sadece bir söz. Siyasal düşünce ta
rihinde, İ ngiltere ' de ya da başka bir yerde, bırakınız sadece 'yükse
l işini ' , erken modem siyasal düşüncenin i l gi l i siyasal bağlamı ola
rak bile 'kapitalizm ' i reddetmeyi seven bazı çok saygıdeğer uz
manlar arasındaki mevcut hegemonik bilgel i ğe muhalefetimizden
dolayı, başl ığın ' kapitalizmin yükselişi ' ibaresi ni içermesini seçti k.
Modaya uymayan bu duruşu benimsememizin nedenleri nin bu ki
tabın clkışı içi nde açık hale gelmesi gerekir.
7
8 iSYAN BORUSU. KAF'tTAUZMNIN YUKSEUŞI ve SiYASAL Tl:.ORI
Bu entelektüel tari hin di kkat çekici özel liği. hiçbi r şekilde, ra
dikal düşünürler ve eylemciler tarafından ol uşturulan gündemin
boyutu değildir. Sonunda devrimci mücadelelerini kaybedenler bi
le, sadece çağdaşları için deği l , ama birçok yönden o zamandan
beri Avrupa'daki ve başka yerlerdeki siyasal düşüncelere dair tar
tışmanın terimlerini belirlediler. B u devrimci lerin mirası, doğruda n
onlardan esinlenenlerin ideolojilerinde açıkça görülebi lir, ama ay
nı mirasın izleri onların özgürleştirici isteklerine amansız biçi mde
muhal if olan doktri nlerde de daha az deği ldir: On sekizinci yüzyıl
daki Amerikan devriminden , on dokuzuncu yüzyıldaki bildik l i be
ral, muhafazakar ve sosyal ist fiki rlere kadar. Bu erken modem dö
nemdeki düşüncelerin ve tartışmaların etkisi, ilk ortaya çıktı kları
zaman ve mekanı n oldukça ötesinde hissedilmiştir ve bugün ha.Jen
onların mirasıyla yaşıyoruz.
Kitabımız, devlet, 'sivil toplum ' , haklar, rıza, mülkiyet, vs. kav
ramlarıyla, bu dönemdeki ingiliz siyasal düşüncesinin gel işimi n
deki temel kilometre taşlarını araştırır. Bu kitap, düşünceleri , do
ğuşlarına neden olan tarihsel koşullardan tümüyle ayrı olarak ele
alan siyasal düşünceler tarihi kitaplarından farkl ılaşır. Siyasal fi
kirleri, serbestçe dalgalanan soyutlamalar olarak değil, ama kapi
talizmin erken yıl larına iz bırakan toplumsal, ekonomik ve siyasal
değişim ve çatışmaların; siyasal düşünceleri, Av rupa ' da İngiliz ge
leneğini di ğerlerinden ayıran özel yollardan etkileyen değişim ve
çatışmaların yanıtı ve yansıması olarak düşünüyoruz. Bu bakımdan
kitabımız, toplumsal , siyasal ve ekonomik gelişmelerden daha
çok, entelektüel bağlaml a ilgi lenen diğer ' bağlamsal' siyasal dü
şünceler tarihi kitaplarından da ayrıl ır.
Kuşkusuz, burada inceled iğimiz siyasal düşüncelerin , yenilik
çi ve heyecanlandırıcı zihinlerin ürünü olan yeni entelektüel giri
şimleri teti kleyerek okuyucuları mızın imgelemine hitap edeceğini
umuyoruz, ama aynı zamanda bu düşüncelerin, yaşadıkları dünya
nın çalkantılarıyla baş etmeye çal ışan yaşayan ve adanmış insanla
rın - kendilerinden eleştirel yetilerimizi kendi zaman ve mekanı
mızın siyasal gerçekl iklerine nasıl uygulayacağımızı öğrenebi lece-
ONSOZ il
wealth ' , monarşi nin Restorasyonu ve 1688 ' Şan lı Devrim'i, kesin
likle, daha önceki yüzyılın olaylarından daha iyi bilinir. Ancak okul
çocukları bile, V ll l . Henry' inin evl ilik isti smarları, İngiliz Kilise
sinin Reformasyonu ve kuruluşu, Kraliçe Mary'nin baskıcı yöne
ti mi , I. Eli zabeth çağı ve İspanyol Armadası'nın yenilgisi hakkı nda
muhtemelen bir şeyler duymuşlardır. Ayrıca, on altıncı yüzyılın
Sidney, Spenser, Hooker, Bacon ve hepsinin ötesinde, Shakespe
are tarafından yazılan edebi şaheserler hazinesiyle birlikte, İ ngiliz
Rönesans ' ı dönemi olduğunu da, on yedi nci yüzyılın Napier, Har
vey, Boyle, Hooke, Sydenham ve Newton' ın öncülük eden eserle
riyle bil imsel bir devrim başlattığını da, hatırlatma gereği duymu
yoruz.
Dolayısıyla siyasal teorisyenleri miz sadece dramatik bir top
lumsal yerinden etme çağında deği l , ama aynı zamanda, önemli si
yasal ayaklanmalar ve göz kamaştırıcı kültürel başarılar dönemin
0
de de yaşadılar. Son olarak, tanıklık etmekte oldukları yapısal de
ğişi mlere bi r ad koyamadıl arsa, şimdi kapital izm olarak adlandır
dığımız şeyin temel lerinde yatan ekonomik ve topl umsal gel işme
lerin, oldukça doğrudan ve açık sonuçlarının, en yüksek derecede
bi l i nci ndeydiler.
1. Devrimin İki Yüzyıh
keleri için oldukça tipik sayıl an sürekl i yabancı işgali tehl ikesin
den ve toprak anlaşmazl ıklardan korunmuştu. Bundan dol ayı Kral
lığın enerjileri, ül kenin finansal kaynakl arını geniş ve sürekl i bir
ordunun varl ığı için tüketmeden, iktidarın açıkça bel irl enmiş bir
toprak parçası üzerinde birl eştiril mesine harcanabil irdi. Ü stel ik.
ülkenin bütünl eşmesi ve yönetimin merkezil eşmesi bel irgin bir
avantajla başl amış bul unmaktaydı. Norman fatihl er, 1066 yıl ından
iti baren işgalci bi r güç olarak kararl ı bir şekilde, kral ve ari stokra
siyi ortak bir siyasal ve askeri örgütte birl eştirip, ada üzerinde ol
dukça merkezil eşmiş bir feodal krall ık kurmuşl ardı. Ü niter örgüt
lenmesiyle bu krall ık, Avrupa'nın daha fazla parçal anmış olan
mevcut diğer feodal monarşilerinden öneml i oranda farklıydı.
Y önetimin odağında, en başından beri , vergi koyabilen ve ya
pa bilen iktidarl arına sahip büyük feodal soyl uların ol uşturduğu
temsil i bir organ vardı. Bu temsili organ, Fransa 'daki böl gesel
devletlerin tersine, baştan beri üniter, ul usal bir varl ıktı. Şu halde
İngiliz Devleti, başl angıcından beri sadece bir krall ık değil , ama et
kinl iklerinin finansman yükünü, topraktan elde edil miş kiralardan
oluşan kendi gel i rlerinden karşıl ayan zengin toprak sahipl erinin
bir mecl isiydi. Diğer bir anl atımla devlet, kral ile toprak sahibi sı
nıfın, monarşi ile Parl amentonun birl iktel i ğiydi.
İl k feodal monarklar, aşıl ması güç ol mayan fiziksel böl ünmele
re uygun bir coğrafyanın da yardımıyla, merkezil eşme çabalarını
çeşitli yollardan ilerl ettil er. Bunl arın arasında dikkati en çok çe
kenl erden biri , tüm İ ngil i zl er için, bir kraliyet mahkemel eri siste
mi tarafından karara bağlanmış bütünl eşik bir hukukun, 'ortak hu
kuk 'un yaratıl masıydı. Ortak hukukun kökeni, mevcut gel enekler
ile Normanların getirdiği (temel olarak toprak hukuku) kurall arın
bir karışımıydı. Bu hukukun en öneml i özell iği, daha sonra jüriye
dönüşen yerel soruşturmalardı. İ ngil iz hukuk sistemi , Kara Avru
pa 'sı sistemiyle karşılaştırıldığında karmakarışık görünmüş olabi
l i rdi. Y üzeysel olarak bakıldığında, Kara Avrupa 'sına özell ikle Rö
nesans boyunca yeniden giren düzenl i ve arındırıl mış Roma Huku
ku, daha önceki olayl arda yargıçlar tarafından veril miş birl eşik bir
22 iSYAN AORllSU KAPITAU ZMNIN YlJKSE.LI ŞI ve SiYASAL TE.ORI
sına rağmen çetin bir savaş gücü haline geldi. Merkezi devlet sü
rekli bir ordunun yokluğunda bi le, toprak sahibi sınıfla yapılan iş
birli ği sayesinde. halen büyük soyluların özel orduları ile yarışmak
zorunda olan kıtadaki di ğer monarşilerin aksine Avrupa'nın asker
den en çok arındırılmış yönetici sınıfı haline gelen İ ngiliz Aristok
rasisi karşısında baskı gücü bakımından üstünlüğe sahip oldu. Taç
yüzyılın sonunda, daha zengin, daha güçlü ve daha önce hiç olma
dığı kadar saygındı. İ ngilizleri ulusal kimliklerinin giderek daha
çok farkında olan bir halk olarak kaynaştıran Tudorlar, gel işmeye
açık bir modem ulus devlet yaratmışlardı. Tudorlar devletinin en
önemli icatlarından birinin yoksullara dönük yeni bir yardım siste
mi olduğu gerçeğ i - yoksullara yardım vergisine ya da zorunlu
vergiye dayanan, Avrupa'daki benzerlerinden ulusal olarak daha
birleştirici ve sistematik olan bir yardım biçimi - dönemin sür
mekte olan toplumsal koşulları hakkındaki sayısız şeyi açığa çıka
n r. Devleti biçimlendirme sürecinin başından sonuna kadar - ve
hiç kuşkusuz devleti gelişti rmeye ilişkin güçlü bir güdüyle hare
ket ederken - Tudor hanedanı, en ciddi ekonomik sorunlarla, yük
selen suç oranlarıyla, serserilikle, yerel düzensizliklerle ve büyük
bölgesel ayaklanmalarla uğraştı. On beşinci yüzyıldaki kırsal pro
testolar, tipik haliyle çiftl ik işleten kiracı çiftçilerin kira grevleriy
di. Tudor rejiminden on yedinci yüzyıldaki İ çsavaşa kadar bu kar
gaşa biçiminin yerini, büyük oranda, çitleme karşıtı isyanlar aldı.
Özell i kle 1590 'dan sonraki tarihlerde, 1596 'daki Enslow Hill
Ayaklanması ve 1607'deki Midland İ syanında olduğu gibi, kırsal
kalkışmaların yayılmasına ve çok daha fazla toplumsal protestoyu
kapsıyordu, ama bazen tam anlamıyla isyana dönüşmesine rağmen
genel kural , şiddetin kişilere karşı olmaktan çok mülkiyete karşı
olmasıydı. ·Kazıcı · ve · Düzleyici · terimleri ilk kez Midland kalkış
ması sırasında ortaya çıkmış gibi görünmektedir. ' Kazıcı' terimi,
kanal ve çitler için oluşturulmuş hendekleri dolduranları. 'düzleyi
ci · teri mi . komünal toprakları özel mülklere çevirmek üzere dikil
miş çitleri yıkanları ifade etmek için kullanılmıştır. Ayrıca bu dö
nem boyunca, tekstil kasabalarındaki dokumacılar arasında yerel
DEVRiMiN iKi YUZY IU 25
Toplumsal Yapı
miş bul unmaktadır: · Bir gün, bi r hafta, bi r yıl hizmet ederim. I Ya
şam boyu, ebediyen, erkek burada yaşadıkça. '2
Şu halde dönemi mizdeki en önemli toplumsal değişimler ne
lerdi? Asillerden bazıları içsavaşa kadar, toprak mülkiyetinden el
de ettikleri gelirleri artırmak ve lüks yaşam tarzlarını finanse etmek
amacıyla ticari yatırıma döndüklerinden, asi ller sınıfı feodal bir sa
vaşçı sınıf olmaktan çıkmıştı. Asillerin sayısı 1. James ı.amanında
şişmişti, ancak asiller Lordlar Kamarası 'nın devletin en önemli
hareket ettirici gücü hal ine gel meye başlayan orta sınıf güdümlü
Avam Kamarası karşısında ikinci plana düşmesiyle birlikte, geçici
süreliği ne bi le olsa siyasal güçlerini yitirmeye başlamışlardı. Soy
luların sayısı Tudor Hanedanı yönetiminde artmış, ancak toplumsal
yapı İ çsavaştan bir süre önce, on yedinci yüzyıl ın sonlarında yeni
den çözül mek üzere donmuştu. Tudorlar döneminden İ çsavaşa ka
dar soylular sınıfına ve orta sınıfa sızmayı başarmış olan varlıklı
tüccar ve girişimcilerin Avam Kamarası 'ndaki varlıkları yüzde
1 2 'yi aşmayacak düzeyde kaldı. Toprak mülkiyetinin yüzyılın son
larından önce, şimdiye kadar olmadığı kadar az sayıda elde toplan
ması sonucunda, küçük ve orta büyüklükteki çiftçiler daha önce
hiç olmadığı kadar hızlı bir oranda köşeye sıkışmaya başladılar.
Emekçi sınıfın kötü durumu, dönemimiz boyunca, kırsal mülk
süzleştirme ve evsizlik, işsizlik. yüksek fiyatlar ve enflasyon ne
deniyle ağırlaştı. Bunların çoğu, yaşam mücadelesinin zoruyla şe
hirlere ve özell i kle Londra 'ya göç ettiler. Kötü tal ihleri , on yedin
ci yüzyılın ortalarından sonra, reel ücretlerde aşamalı bir yüksel iş
le bel irli bir dereceye kadar iyileşmişse de, yoksullara yardım ver
gisinin toplamının aynı yüzyılda üçte bir arttığı ve Londra'da yaşa
yanların sefaletinin tehlikeli boyutlara ulaştığı görülmüştü. Zengin
ve yoksul arasındaki uçurum. şimdiye kadar görülmemiş oranda
daha geniş ve daha derin olmak üzere büyüyor; zengin daha zen
gin ve fakir daha fakir hile geliyordu.
2
Thomas Tusser, İyi Çiftçiliğin Beşyüz Noktası. fol . 66 ( Londra, 1 580) . alıntı ya
pılan yer: Ann Kussmaul . Erken Modern İn11iltere 'deki Çiftliklerdeki Hizmetlı
ler (Cambrıdge: Cambridgc Un iversll) Pres, 1 98 1 ). s. 80.
DEVRiMiN iKi YUZYIU 31
Değişen Ekonomi
3 lngi l i z Devrimine ve İçsavaşa neden olan ıoplumsal geli şmelere i l işkin aşa
ğıdaki açı klamalar. döneme i l i şk i n . bazıl arı bu kitabın sonunda verilen ek oku
ma l isıesınde yer alan. çok sayıdaki tarihsel çalışmaya ama özell i kle Roben
40 iSYAN BORllSll KAPITAU ZMNIN YUKSELIŞI ve SiYASAL TEORi
yi yararl ı bi r kurum olarak gören fakat Kara Avrupa 'sı tipi bir mut
lakıyetçiliği kesi nli kle yararl ı bul mayan yönetici sınıf. Stuanlar'ın
bu yönde yaptığı her harekete karşı olan muhalefetleri nde, ta başın
dan beri fi i len oybi rl iği içi ndeydiler.
Şu halde, Stuanlar, buna rağmen neden bir destek, üstelik bi r
içsavaş başlatmaya yetecek önemde bir destek elde ettiler? Bu ko
nuda Bölüm 4 'te söyleyecek daha çok şeyimiz olacak, ancak bu
rada şu kadarını söylemekle yetini lecektir: İçsavaşa neden olan ça
tışmalar, kaçınılmaz olarak Parlamento dışındaki ve yönetici sınıf
ların ötesindeki i nsanların da seferber edilmesini kapsadı . Parla
mentodaki orta sınıfın teşvikiyle bugüne kadar görül memiş yön
temlerle ve zorla siyaset arenasına sokulan çoğunl uk, daha
1 620' 1er kadar erken yıl larda, seçim siyasetinde yeni rol ler oynu
yordu. Londra'daki kalabalık 1 640 'ta, yine parlamentodaki l ider
leri n desteğindeki çeşitli kolektif eylem yöntemleriyle sokakları
tutuyordu. B unun ortaya koyduğu tehdit, kralcı bi r pani kurul ma
sını, Parlamentoda aşamalı olarak monarşiye geri dönmeyi isteyen
ve sayıları giderek artan destekçi nin cezbed i l mesi zorunluluğunu
da ispatladı.
Şi mdi anlatımıza geri dönelim. Eli zabeth 'in İspanya ile yaptığı
savaştan kalan boşalmış bir hazi neyle baş başa kalan sonraki Stu
art monarkları 1. James ( 1 603 - 1 625) i le 1 . Charles ( 1 625- 1 649) ki
şisel savurgan l ıkları ve dış karışıkl ıklar nedeniyle korkunç bir ma
li darboğaz içindeydiler. Parasal kaynak bakımı ndan metel i ksiz ka
lan basi retsiz Charles, hal k tarafından sev i l meyen ve bozguncu
Buckingham Düküne dayanınca, kısa sürede Parlamentoyla kav
gaya tutuştu. Bu kavganın nedeni sadece zorla alı nan borçlar biçi
mindeki parlamento dışı vergiler salması deği ldi ; bu vergi lerin
ödenmemesinin hapse girme nedeni olabi l mesiyd i . Parlamento
nun buna i l k önemli yanıtı, parlamentonun onayı olmaksızın bu tür
vergi lendi rmelere, nedensiz tutuklanmalara (yan i , habeas corpus
hakkı ol maksızın) ve mül kiyete doğru bir yönteme dayanmadan
zorla el konulmasına, olağanüstü hukukun sivil lere uygulanmasına
ve askeri birliklerin siviller tarafından zorla barındırıl ması için kul-
DEV RiMiN iKi YllZY I U 43
!anılan zor yöntemine son veri lmesi ni i steyen - Magna Charta 'da
ana hatları be l i rlenen 'özgürlükler ' i n yeniden i l eri sürülmesi biçi
mi ndeki i stekler olarak sunulan - 1 628'deki Haklar B i ldirisiydi.
Charles, Haklar Bi ldirisini onayladı, ancak Parlamentoyu bunu
izleyen yılda ' On bir Yıl Tiranlığı 'nın başlangıcında feshetti. Kral
bundan böyle, önce Canterbury 'nin Katolisizm yanlısı Başpisko
posu Will iam Laud 'un öğütleriyle tek başına ve daha sonra da baş
bakanı olan etki li ve acımasız Strafford Kontu ile birl ikte yönete
cekti. Kraliyet yöneti mi ; saray görevl ileri , Anglikan Kil isesi, dev
let bağışı ve teşviki alanlardan başka Hanedanl ı k tekel lerini el i nde
tutan denizaşırı tüccarlar tarafı ndan destekleniyordu. Daha çok,
meşhur · gemi geçişi parası · ve zorla toplanan ticaret parası gibi
parlamento dışı vergilere bağımlı hale gelen Charles, sonunda,
1 640 'ta İskoç İsti lasını gerekçe göstererek, neredeyse toplandıktan
hemen sonra feshedilecek olan ' Kısa Parlamento 'yu ve ardından
da ' Uzun Parlamentoyu ' toplantıya çağınnak zorunda kaldı. B u
Parlamento, bundan böyle kral ın açıkça mutlakıyetçiliğe kayması
nı hoşgörüyle karşılamak istemeyecekti. Strafford, parlamentonun
daha yürekli liderleri ni n cesaretlendirmesini de arkasına alarak so
kaklara dökülen Londra halkının baskısı altında mahkum ve idam
edildi ; Laud tutuklandı ve di nsel reformları geçersiz kılındı.
Avam Kamarası 1 64 1 'in sonlarında, krala ona karşı olan şika
yetlerin i özetleyen ' Büyük Yakınma 'yı sundu. Bu belge dikkate
değerdi, çünkü doğrudan Parlamento dışındaki halka ve aslında,
'siyasal ulus · dışındaki oy hakkından yoksun bırakıl mış çoğunluğa
hitap ediyordu ve bunu, kırsal bölgeleri n çitleme karşıtı ayaklan
malarla dolduğu, Londra hal kının i se sokaklarda olduğu bir za
manda yapıyordu. Çatışmanın çizgilerin i bel i rginleştiren bu olayın
önemi , Parlamentonun korkak bir üyesi olan Bay Edward De
ri n g ' i n meşhur tepkisiyle ortaya konabi l i r: Deri ng ' Sayın Başkan '
diyordu '
Krala hitap etmek yerine, bu ' halka hi kayeler anlaUnak ', ül ke
nin hangi yöne doğru hareket etmekte olduğunu (ve aşağıda göre
ceğimiz), devrimci dönemi n siyasal düşünürleri nin karşılaşmak
zorunda kalacakları olağanüstü yeni durumu simgeliyordu. Aslın
da, Büyük Yak.mma'nın yazımı, Avam Kamarası 'nda, kıl ıçların ilk
olarak hangi konuda çekileceğine il işkindi. Halkın seferber edil
mesi, sadece İçsavaşta bir güç olacağı anlamına gelmiyordu , ama
parlamento parti si içindeki çekişmenin ana omurgalarından biri
olacağı anlamına geliyordu.
Teslim olmayı inatla reddeden Charles, Westminster 'de ve
Kent'te peş peşe gelen kargaşalıklar sırasında Londra'yı terk etti .
1 642 A ğustos 'unda İçsavaş patladı. Parlamento, 1 640-4 1 ayaklan
masında, anayasal monarşinin temel ilkelerini kurumsaJlaştırmak
için uzun erimli değişiklikler yapmıştı: Parlamentonun onayı ol
madan vergi konamayacaktı, Parlamento en azından her üç yılda
bir toplantıya çağrılacaktı, mevcut Parlamentonun feshi sadece
kendi onayıyla olanaklı olacaktı , Charles 'in, politikalarını güçlen
dirmek için kullandığı i mtiyaz mahkemelerine son verilecekti . Ay
rıca mümkün olan yerlerde oy hakkını genişletmeye çal ışan Uzun
Parlamento halk desteğini güçlendirdi.
1 640- 1 660 İ ngiliz Devri minin bir ' burjuva devrimi · olduğu bi
çimindeki iddiaya yanıt olarak, devrimin sadece burjuvaların her
i ki tarafta da savaşmış olması anlamında ' burjuva' olduğu söylen
miştir. Burjuva cumhuriyetçilerinin parlamentodaki muhalefetleri
ne karşı Tahtı destekleyen bir feodal aristokrasi sorunu hiçbir za
man ol mazken, her iki tarafta da tüccarların bulunduğu kesi nli kle
doğrudur. Tüccarlar kadar büyük toprak sahibi aristokratlar da her
iki tarafta savaştı, küçük ve ' orta ' üretici ler, parlamento ordusunun
bel kemiğini ve halkçı köktenciliğin temel dayanağını oluştururken,
ülkenin her yerine yayılmış olan aşağı sınıfların çoğunluğu, genel-
DEVRiMiN iKi YUZYIU 45
' karma anayasa ' olduğuna inandılar. Klasik antiki tede kökleri bu
lunan bu düşünce, en iyi siyasal düzenin, monarşi, aristokrasi ve
demokrasiden ol uşan üç temel anayasa tipinin bir kannasından
meydana geldi ğini i leri sünnüştür; ancak bu ' karma ' , genel l i kle,
beli rl i bir oligarşik yönetim biçimini ima eder. İngiltere'deki kar
ma anayasa, ' Parlamentoda Kral ' i l kesi nin üstünlüğünü, prensi pte
kamu yararına bi r yönetim i , ancak asl ında büyük toprak sahipleri
güdümündeki sınırl ı sayıdaki seçmene karşı sorumluk taşıyan bir
yöneti mi ifade ediyordu. Temelde muhafazakar olan bu düşünce
nin, düşünürlerimize uygun düşmesi şaşırtıcı değildi. Çünkü düşü
nürleri miz büyük oranda, mevcut düzende sağlam bir yerleri olan
Oxford ve Cambridge 'de eğitim gönnüş papazlar, akademisyenler
ve kamu görevl i leri idi.
( İ nançlı bir Katoli k olan l Thomas More 'dan sonra bu düşünür
ler, İngi l i z K i l i sesi 'nin itaatkar üyeleri olmalarına rağmen değişen
derecelerde Lutherci inanca sahiptiler. Ancak, toplumsal ve siya
sal düşünceleri nin tek di nsel ilham kaynağı Lutherci l i k değildi.
Her kişinin di ğerleriyle kardeşçe bi r birlik içinde ortak yararı ge
liştirmeye ve inancı savunmaya çal ıştığı, işbi rliğine dayanan, ka
demelere bölünmüş düzenler içeren ortaçağa özgü bir Hıristiyan
toplum nosyonunu miras almışlardı. Fakirlere ve tal i hsizlere karşı
duydukları merhamette, benci l l i ği güçlü biçimde ayıplarnalarında,
kardeşçe sevgiye ve uyumlu toplumsal ilişki lere, ahlaki eşitl i ğe ve
bireyciliğe, dürüst çalışmaya yaptıkları vurguda muhtemelen Lut
herc i l ikleri bir rol oynarken, hiç kuşkusuz, toplumsal muhafaza
klrlıklarında da bu ortaçağ toplum anlayışı etki liydi. Yine, muhte
meldir ki, ( Ponet hariç) Tanrının yasalarına itaats izl ik emredilme
diği sürece - ki bu durumda da başvurulacak tek çare pasif itaat
sizl ikti - vatandaşların, her türlü üstün otoriteye mutlak itaatle yü
kümlü olduğu biçimindeki inançlarının bir kayn.a«J .dır liUINIMın
öğretilerine dayanıyordu.
Bu düşünürlerin fikirleri , İngiltere'de L�ı.lde yakındall'
ilişk i l i olan ' yeni i l i m ' ya da hümanizm ıarafl8'1J da(aMilenmit
ti . On dördüncü yüzyılın sonlarında ve on beşiıc1 y'zyılın �ı•-
.
54 iSYAN BORUSll KAPITAUZMNIN Y UKSELIŞI ve S i YASAL TEORi
dor siyasal teorisi içinde yer almıyorlardı. More ve Smith gibi ay
dınlanma hümanistlerinde bile erkekleri n kadınlara karşı tutumu.
ataerkil ve himayeci idi. Kadınlar, doğa tarafından fiziksel ve zi
hinsel olarak ası kılındıklarından, sürekli aşağılama ve eğlenme
nesnesi idiler: Aptal, zayıf, yararsız ve kaprisli olan kadınlardan
çok az şey beklenebi lirdi.
Kadınların, siyaset alanında yerlerinin olmadığı varsayılıyordu.
Kadınlar da çocuklar gibi , kendi lerini dışarıdaki siyasal dünyada
YENi TOPLUMSAL ELEŞTiRi 59
likçi fikirler getiren Bay Edmund Dudley gibi More'un diğer çağ
daşlarının eserlerini tümüyle göl gede bırakmıştır. More ününü, sa
dece Ütopya'nın edebi niteliğine deği l , ama aynı zamanda, kendi
yaşamının dramına da borçludur. More 'un, İ ngiliz Kilisesi 'nin ku
ruluşu i le ilgili olarak Kral V I l l. Henri ile çatışma öyküsü, çok sa
yıda kii.abın hatta filmin konusu olmuştur. More 'un mahkOmiyeti
ve vatana ihanetten idam edilmesiyle sonuçlanan bu çatışma, bu
' her devrin adamına' bir Katolik şehidi statüsü vermiştir. Meşhur
kitabının, Yunanca ' hiçbir yer' anlamına gelen başlığı, İ ngiliz dili
ne, hayali, ideal ve belki de gerçekdışı - ütopik - projelere karşılık
gelen genel bir sözcük olarak girmiştir.
More, bütün ününe rağmen, anlaşılması güç bir kişilik olarak
kalır. Bu ' şehit'in kendisi , ' heretiklere' yapılan zulme muhalefetin
den dolayı ünlü olmuş değildi. Krala muhalefetinden dolayı, çok
sayıda kişi tarafından bi r dürüstlük timsali olarak ele alınırken,
başkalarınca daha sonra kendisini öldürecek olan aynı Tudor Mo
narşisinin bir propagandacısı hizmeti görmesi dolayısıyla suçlan
mıştır. More'un ili. Richard hakkında yazdığı biyografi değişik bi
çimlerde tanımlanmıştır: Bu biyografi, V l l l . Henri 'nin tiranca eği
limlerini n incelikle maskelenmiş bir eleştirisi olarak tanımlandığı
gibi, tam tersine, Kral Richard 'ın adının karartılarak rakip York
Hanedanının taht iddiası karşısında Tudorların meşruluğunu onay
lama çabası olarak da tanımlanmıştır. More'un eleştirmenleri , da
ha sonra tıpkı William Shakespeare'in kendisi için yapacağı gi bi ,
More 'un bu çalışmasıyla 1 1 1 . Richard 'ın adını bir daha temize çıka
ramayacağı karanlık ve çarpıtılmış bir portresini çizmiş olduğunu
söylerler. Benzer biçimde, More'un klasik siyasal eseri Ütopya da,
erken bi r sosyalizm klasiğinden, somut bir siyasal içeriği olmayan
tümüyle hayali bir kurgu olmaya kadar, her anlamda farklı yorum
ların konusu olmuştur. Aşağıdaki klsa tartışmada Üropya 'nın, ne
devrimci bir risale, ne de siyasal olarak anlamsız bir kurgu oldu
ğunu, ama More'u, muhafazakar ancak kendi zamanı için yenil ik
çi toplum eleştirmenleri arasına sokan belirli ilke ve değerlerden
oluştuğunu göstermeye çalışacağız.
YENi TOPLUMSAL ELEŞTiRi 61
den oluşan 1 62 üyeli bir ulusal senato, yılda bir kez başkent olan
kent devleti Amaurotum'da, ekonomi ve dış ilişkilerin yürütülme
si gibi ortak ilgi alanına giren yaşamsal konuları tartışmak üzere
toplanır. Ütopya, yaşlı ataerkil liderlerinin yönetimi altındaki geniş
aileyi andıran bir cumhuriyettir. Ana misyonu, yaş, cinsiyet ya da
statü farkl ılığı gözetmeksizin, bütün vatandaşların, beşikten meza
ra kadar bir cemaat projesi içinde eğitilmesi olarak görünmektedir.
Ü topya bu misyonu başarabilecek yetenektedir, çünkü bütün yurt
taşlar yoksulluktan kurtulmuşlardır; iyi evlerde oturmakta ve gü
zel giyinmektedirler; kusursuz tıbbi bakım almaktadırlar. More 'un
refah devleti, kaynakların görece k.ıt ve durağan olduğu sanayi ön
cesi toplumda olanaklı k.ılınmıştır, çünkü özel mülkiyet ve para,
kendilerine ilişkin bütün sık.ıntılarıyla birlikte ortadan kaldırılmış
tır; eşitlik kuraldır ve vatandaşlar ( bazı istisnaları olmakla birlikte)
bedensel emekleriyle çalışmak zorunda bırakılmıştır. Sonuç, Ütop
yalıların, ortak yararı geliştirmeye adanmış mutlu, güvenli yaşam
lar sürdürmeye yönlendirilmesidir. Ancak biçimsel eşitlikçiliğine
rağmen Ütopya, bizim sözcüğün genel olarak anladığımız hiçbir
anlamında, bir demokrasi değildir ( More da Ütopyanın demokrasi
olduğunu hiçbir zaman iddia etmemiştir). More 'un hayali devleti
nin temelinde anti-demokratik özel likler vardır: More 'un çağdaş
ları ve öncülleri tarafından sorgulanmaksızın hayatın bir gerçeği
olarak kabul edildiği biçimiyle, sadece evrensel ataerkillik ve ka
dının ikincil konumunun sürdürülmesi değil, ama aynı zamanda,
(Antik Atina'da olduğu şekliyle) halk jürilerinin yokluğu, köleli
ğin varlığı , dar bir seçkinler grubu tarafından yönetilmesiyle de an
ti-demokratik özellikler gösterir.
Ütopya 'daki ana temalardan üçü - eğitime yaptığı vurgu, her
yeri kaplayan ataerkillik, toplumsal statüden çok entelektüel yete
nek üzerine dayanan bir seçkinci yönetim biçimi - More 'un kendi
ev içi düzenine muhtemelen çok şey borçludur. More 'un ailesi, ge
nelde altı kişi civarında olan İngiliz çekirdek ailesinin tersine
20'den fazla kişi içeren geniş bir aileydi . More 'un ailesi, iki evli
likten doğan çocuklardan, bunların eşlerinden ve altsoylarından
YENi TOPt.UMSAL ELEŞTiRi 65
siyetten bütün genç yurttaşların, iki yıl süreli tarımsal çırakl ık hiz
metini sundukları geçici sürel i üyelerden oluşan komünlerden olu
şur. Ataerkil baba, bütün erkek çocuklarını. bunların karıları ile ço
cuklarını ve evlenmemiş kız çocuklarını kapsayan kent hanesinin
tartışılmaz reisidir. Yaşlı erkekler, her 30 hanenin ortak yiyeceği
nin idaresini üzerine alırlar. Kadınlar hanede i kincil bir rol oynar
lar. Çocuk doğurma ve büyütmeden (çocuk yuvası ya da kreşler
den yararlanmaksızın) hanenin gündelik işleri ni yapmaktan, ortak
yemekleri hazırlamaktan başka, dokumacılık gibi hafif işleri ya
parlar; hasat zamanında tarlada çalışır ve askeri seferberlik zaman
larında kocalarına eşlik ederler. Görünüşe bakıl ırsa oy hakkına sa
hip değildi rler, kamu görevlerine de seçilmezler.
Kadınlar da erkekler gibi , en ciddi suçlar olan zina ve dinsel fa
natizmin bir bedeli olarak en büyük cezaya çarptırılarak yaşam bo
yu köleleştiri lebil irler. More bize, hiçbir zaman köle sayısı hakkın
da bilgi vermez, ancak görünüşe göre Ü topya, Greko-Roman An
tikite 'sinde olduğu gi bi bir köleci topl um değildir. Savaş esirlerini
de kapsayan kölelerin devlet malı olmalarına ve önemli Ü topik ti
cari işlerle uğraşmalarına izin verilmezken, kirli, aşağılık, zorlu iş
ler yapmalarına rağmen, kurum olarak kölelik, en azından o kadar
yaygın görünmemektedir.
Son olarak Ü topik toplum, entelektüel bir elit tarafından yöne
tilir. Ü topya tek bir evrensel okuldur, eğitim ve öğrenim ise zorun
lu hiyerarşik işleyişi nedeniyle demokratik olmadığından, Ü topik
yönetim tarzının da buna uygun biçimde yapılanacağını bekleyebi
liriz. Yönetim, 30 haneden oluşan birimlere dayanan üç katlı bir
sistemdir. Ü topik yönetim, biçimsel olarak, dolaylı seçilmiş tem
silcilerden oluşan, More, hiçbir zaman işlevlerinin ne olduğunu
tam olarak belirlememiş de olsa, halk meclisleri ile tamamlanmış,
ayrıntılandırılarak frenlenmiş ve dengelenmiş karmaşık bir sistem
dir. Düzen güçlü biçimde, iktidarı yaşam boyunca elinde tutan
yaşlı erkeklerin lehine ağır basar. Yöneticiler - tıpkı Tudorlar İ ngil
tere 'sinde bazen, gerçek yönetici kişilikler denildiği gi bi - ' baba
lar ' biçiminde adlandırılırlar.
YENi TOPLUMSAL ELEŞTiRi 67
Ortak-refahçılar
'Ortak-refahçılar' eti keti , dönemin en keskin toplumsal eleştirile
rinden bazılarını üreten, İ ngiliz Kilisesinin Lutherci eğilime sahip
oldukça iyi eğitimli ve etkili bir kısım papazlarını belirtmek için
çağdaşları olan birkaç yaz.ar tarafından kullanılmış ve bazı modem
tarihçiler tarafından benimsenmiştir. v ı . Edward'ın politikalarını
etkileyen ve destekleyen bu açık sözlü eleştirmenler, Canterbury
Başpiskoposu Thomas Cranmer tarafından destekleniyordu. Cran
mer'le birlikte, onlardan iki önemli figür olan Londra Piskoposu
Nicholas Ridley ( 1 500?-55) ve Londra'nın daha önceki Piskoposu
Hugh Latimer ( 1485?- 1 555), Kraliçe Mary 'ye karşı dinsel muha
lefetlerinden dolayı Oxford 'da yakılarak idam edildiler. İ dam ka
rarının infazı, etraflarında ateş yanarken Latimer'in söylediği bildi
rilen sözlerle ölümsüzleştirildi: ' Rahat ol Ü stat Ridley ve i nsanı
oyna. Bugün, l ngi ltere'de, Tanrının lütfuyle öyle bir mum yakaca
ğız ki , i nanıyorum hiçbir zaman sönmeyecek. ' 1 Benzer bir kader
den kaçınmak amacıyla, Robert Crowley ( 1 5 18?-88), Thomas Ba
con ( 1 5 1 2- 1 667) ve Thomas Lever ( 1 52 l -77)'in de aralarında bu
lunduğu başkaları, çok sayıda tanınmış l ngilizle birlikte Kıta'da sı
ğınacak yer aradılar.
Ortak-refahçılar, toplumsal reformları savunma konusunda,
kendi kendisini eğitmiş Londralı bir kumaş tüccarı olan Henry
Brinklow 'ın (ö. 1 546), l 542 'de, Savoy 'da yayımlanan genişletil
miş iki risalesindeki kadar ileri gitmediler. Ancak, bunların uygu
lamaya dönük amaçları, iğneleyici toplumsal eleştiri lerinden çok
daha az radikal idiyse de, Vlll. Henry'inin bir biyografi yuarının,
Robert Crowley 'i tanımlarken kullandığı şu ifadenin hepsine teş
mil edilmesi yanlış olmayacaktır: "ateşli bir tutkuyla yanan kale
minden, açgözlülük ve tamaha karşı ağır suçlamalarla dolu sayfa-
247.
70 iSYAN BORUSU KAPITALIZMNIN YUKSF.UŞI ve SiYASAL TEORi
lar dökülen, Langland, More, Kazıcı lar ve Marx i le birli kte, top
l umsal adaletin büyük havarilerinden biri olarak anılmayı hak eden
bi r adam. '2
Ortak-refahçıların yazdıkları - di nsel vaazlar. polemi k içeren
denemeler ve Crowley ' i n dizeleri - Luthercil i k ile skolastik felse
fenin bileşimi nden oluşan bi r toplumsal ideolojiyi açığa çıkarır.
Hayalci radi kaller ol mayan bu kişiler, rejimin ve mevcut toplum
sal durumun güçlü destekley icileriydiler. B ununla bi rli kte, yöneti
min, hızla bozulmakta olan toplumsal ve ekonomik durumun dü
zeltilmesi amacıyla sağgörülü önlemler uygulaması gerektiğine
i nanıyorlardı. Aynı zamanda, krallığın refahının ve varlığını sürdür
mesinin nihai olarak toplumun her düzeyindeki insanların ahlaki
yenilenmesine bağl ı olduğu konusunda ısrarcıydılar. Zengin ve
yoksulun bir arada varoluşlarının, tanrısal olarak emredildiği konu
sunda hiçbir zaman kuşku duymamalarına rağmen , zenginlerin
yoksullara karşı özel bir yükümlül ükleri olduğu konusunda ısrar
ediyorlardı. Yoksul insanlara insani muamele göstermek, bütün
herkesin günah yükünden kurtarılmasına yardımcı olacaktı. Hırs ve
kibri, bireycil iğin aşırılıklarını kınarken, yönetimin ve yönetici sı
nıfların çıkarlarının, ortak yararı gelişti rmeye ve güçlendirmeye
bağlı olduğunu önererek onların beğenisini kazandı lar. Ayl aklık her
durumda bertaraf ed ilmel iydi ve en alttakiler olduğu kadar en üst
tekiler için de geçerli olmak üzere, herkes herkesin refahı için ça
l ışmak gibi bi r vicdani yüküml ülük altındaydı.
Ortak-refahçılar, ne siyasal reformcu ne de eylemci olmalarına
ve yönetimi ya da rejimin temel doğasını doğrudan eleşti rmekten
kaçınmalarına rağmen, muhtemelen bir ül kenin ekonomik ve top
lumsal olarak içinde bulunduğu kötü durumun beraberinde getir
diği tehlikelerle ilgili yaptıkları bu denli ayrıntıl ı ve yıkıcı tasvi r, bü
tün tarihte başka hiçbir ül kede hiçbir zaman ortaya çıkmamıştır
Otuz yıldan fazla süren ciddi ekonomik sıkıntılardan ve neredeyse
daimileşen topl umsal protesto ile sivil kargaşaların ardından artan
yoksulluk ve işsi zl i kl e yıkıma uğrayan İngiltere 'nin keskin bi r res-
leri - İ ngiliz ilk evlat hakkı uygulaması üzeri ne yaptığı bazı yorum
larda ileri sürdüğü gibi - geleneğe ve pozitif yasaya göre değişe
bilen özel mülkiyeti, tanrısal olarak emredil miş, tanrısal yasa ve
doğa yasası tarafından sağlama bağlanmış bir kurum olarak görül
mesiydi.
Hooker bazen bir ' toplum sözleşmesi ' kuramcısı olarak yorum
lanır, ancak onun toplum görüşünün üzeri ne dayal ı olduğu rıza ve
' sözleşme' görüşü, 'sözleşmeci ' olarak adlandırılan düşünürlerin
görüşlerinden tümüyle farklıdır. Sivil topl umu kuran bir orijinal
sözleşme ya da anlaşma nosyonu, Batı si yasal düşüncesinde bü
yük bir rol oynamıştır. Bazı siyasal düşünürler bu tür bir anlaşma
nın aslında gerçek bi r tarihsel olay olduğuna inanmış olabilirler fa
kat, anlaşma ancak bi r felsefi kurgu olabi l i rdi ve genel l ikle de bi r
felsefi kurgu, bir ' sanki' ön eki olarak işlev gördü; siyasal otorite
nin doğasını açıklayan bir kısa yazım türü olarak kullanıldı. Her iki
biçiminde de sadece tipik haliyle, direnme hakkı gibi siyasal hak
ları açıklayan bir araç olarak değil, ama aynı zamanda (ve sıklıkla
başlıca) bir siyasal yükümlülük teorisi, insanı hükümete itaat et
meye zorlayan koşulların bir açıklaması olarak da hizmet etti. Bu
tür sözleşme teorisi, özgür insanların, iktidarlarını bazı yönetici
otoritelere vermeyi seçerek bir itaat etme yükümlülüğü altına gir
miş olduklarını göstermek için kullanılabi lir.
Hooker, rızayı kimi zaman tarihsel bir gerçeklik işlemi , yani in
sanın sivil toplumu oluşturmak için girdi ği gerçek bir anlaşma ola
rak ele alıyormuş gibi görünür. Daha önceden savaşmakta olan bi
reylerin, aralarında yönetim ve hukuku kurumsal laştırmak için
üzeri nde uzlaştıkları bir orij inal anlaşma -'anlaşma' , ' rıza'
'onay' , ' tasdik' sözcüklerini defalarca kullanır, ama 'sözleşme' ve
'antlaşma' sözcüklerini sadece bir kez kullanır - ileri sürer. Bu öz
gür i nsanlar i le insanların oluşturmak için uzlaştıkları yöneticiler
arasında bir anlaşma yoktur. Kendi aralarında ' kamusal bir top
lum' - ya da 'ortak refah ' , 'ortak alan ' , 'sivil topl um' , ' yöneti m'
'siyasal topl um' 'siyasal topl uluk' 'devlet' - yaratmak için uzlaşan
bireyler, basit olarak yöneticileri tayin eder ve onlara siyasal so
rumlul uk yüklerler. Bu anlaşma ya 'açıkça ya da gizli olarak' ya-
THOMAS SMITH. JOHN PONF.T ve RICHARD HOOKER 95
ci ' nosyonu gibi bel i rli bir görev kavramı üzerine temel lend irme
eğiliminde olmuşlardır. Bu tür direnme hakkı teori leri şöyle bir
inanca dayanıyordu, devlet ve yöneticileri ' i nsanlar' tarafından
yaratıl mış olmalarına rağmen, hiçbir bi rey ya da bireyler ' çokl uğu'
yöneticilere verilmiş olan türdeki bir iktidara sahi p olmamışlardır.
Dolayısıyla ' insanların' , devleti ve onun yöneticilerini yaratmış ol
duklarının söylenebilmesi, sadece tek bir sesle hareket eden kolek
tif, tüzel bir kişilik olmasına bağlıdır. Keza bu şu anlama gel ir ki,
'insanlarla' devletin yöneticileri arasında bi r anlaşma var idiyse,
'i nsanlar' bu anlaşmaya sadece resmi temsilcileri aracıl ığıyla taraf
tılar.
Direnme hakkı, sadece belli kamu görevl ilerinin başkalarına
karşı bir hak iddiasında bulunacakları hak olarak anlaşılmamıştır.
Devlete karşı ileri sürülen, diğer, daha az uç olan ' bireysel ' haklar
da bu ışık altında algılanmış görünmektedir. Dolayısıyla, örneğin
lngiltere'de Magna Carta ( 1 2 1 5), mülkiyete il işkin hak ve İ ngiliz
yasal geleneği üzerinde derin etkileri olan kralın müdahalesine
karşı kişi nin kendi topl umsal tabakasıyla ilişkili olan mahkemede
yargılanması hakkını ileri sürmüştür. Ancak konu burada bile, i l
kesel olarak ayrıcal ıklı durumdaki hatta muhtemelen kamu görev
lisi statüsündeki lordların hakları ve özerk iktidarları idi. Kıta Av
rupa'sında, Roma hukukunun canlandırılmasının tümleyici parçası .
özel mülkiyet hakkı ve hanelerin dış müdahalelere karşı dokunul
maz olmasıydı - bu dokunulmazlık, antik Roma'nın patriarkal aile
reisine ( paterfarnil ias), kendi hanesi üzerinde fii li bir egemenl ik,
gerçekte bi r tür kamu görevi veren ilkesinden türeti lmişti.
Avrupa'nın çoğunda siyasal teori ve prati k başından sonuna
kadar, bireysel haklar terimleri yeri ne tüzel iktidarlar ve ayrıcal ık
lar teri mleriyle formüle edilmeye devam eni. Tıpkı tüzel bütünlük
lerin devleti oluşturması gibi siyasal haklar da - ve sonul direnme
hakkı - bu tür bütünlüklerde kaldı. Bireysel karın peşinden koşul
masını ortak yararın bir temeli olarak kabul eden ve sivil topl umun
bir ' bi rlikte toplanmış özgür insanlar çokluğu' ndan oluşturul
duğunu yazan Thomas Smith ' de ve 'özel insanlara' bi r direnme
THOMAS SMITH, JOHN PONET ve RICHARD HOOKER 105
1 947 yılı Eki m'inin sonları ile Ka'iım' ının aşları arasında, içsavaşın
ortasında, Putney Kilisesinde olağanüstü bir şeyler oldu. Olanlar,
kesi nlikle İngiliz tarihindeki en dikkate değer vakalardan biriydi.
Asl ında bu eş�iz bir tarihsel olaydı ve ha.len de öyledir.
Manzara şöyledir: 1 647'ye gel i ndiğinde, Parlamentoyu kralcı
lara karşı savunmak amacıyla Oli ver Cromwell ve yandaşları tara
fından oluşturulan, belirgin biçi mde iyi düzenlenmiş ve disipl inli
hale getiri l mi ş bir askeri güç olan Yeni Model Ordu, sadece etkil i
bir askeri makine değil , ama militan bi r siyasal güç olduğunu da
ispatlamıştı. Hedefi sadece askeri zafer deği l , ama aynı zamanda
geniş kapsamlı bi r siyasal reform programıydı. Ordunun üyeleri,
parlamentonun askerlere çoğu kez ödeme yapmayı reddetmesin
den kaynaklanan kızgınlıkla yönlendiriliyor. çok sayıda kişi de, da
ha muhafazakar parlamenter oli garşi karşısındaki demokratik mu
halefet tarafından güdüleniyordu; radikal eğilimleri daha zayıf su
baylar bile, sırf ordunun birl i ğini ve disipl i nini korumak adına da
olsa daha militan bir duruş beni msemeye zorlanıyordu.
Kendisi önemli bi r siyasal sorun olan ordunun varl ığı, parla
menterler arasında kemikleşmiş bir çekişme konusu haline geldi.
Askeri radi kal izmden ve sıradan askerlerin oluşturduğu ayaktakı
mından duyulan korku daha muhafazakar öğeleri Yeni Model ' i n
dağıtılmasını istemeye sürükleyince, Ordu sıkı durdu; Parlamento
nun dağıtma emrini kabul etmeyi reddederek. bu hamleye tutarl ı
ve radi kal bir siyasal programla karşılık verdi. Büyük ölçüde
107
1 08 iSYAN BORUSU KAPITALIZMNIN YUKSl:.LIŞI ve SiYASAL TEORi
bir 'egemen' iktidarla değişti rme konusunda son derece katı oldu
ğu bir ı.amanda geçerliydi. Bu durumda, Fransızların belirgin ve
sistematik egemenli k fikrini keşiflerinin aksine, İ ngilizlerin ' kar
ma anayasa' fikrine bağlılığı, İ ngiltere ' nin değil Fransa'nın daha
üniterleşmiş 'egemen ' bir devlete sahip olduğu sonucunu çıkarma
mıı.a neden olabilecektir. Ancak, İ ngiliz 'karma anayasa 'sı, monar
şi ve aristokrasinin, temelde devlet iktidarının müşterek deneti
minde birleştikleri bir üniter devlet gerçeğini yansıtıyordu. Bu
devlet, müşterek biçimde denetlense de, 'egemenliğin' nitel ikleri
ni ı.amanın Fransız devletinin sahip olduğundan çok daha fazla
içeriyordu.
İ ngiltere'de monarşi ile yönetici sınıflar arasında esasa ilişkin
yetki alanları çatışması yaşanmıyor oluşu ve belirgin bir bölünmez
egemenlik fikri dolayısıyla birinin iktidarının diğerinin iktidan üze
rinde olduğunu iddia etmeye gerek yoktu. Bunun yerine hak.im
olan ' karma anayasa' fikriyle aslında (teorik terimlerle ifade edilir
se) bugüne kadar Britanya'daki anayasal iktidarın özünün tanım
lanmasında kullanılan ve daha geleneksel olan ' Parlamentoda
Kral ' formülünde yer alan devletin müşterek denetimini tanımla
manın bir başka yoluydu. Tam tersi ne Fransız egemenlik fikri,
Fransa 'daki egemenlik gerçeğini değil , ama paradoksal bir biçim
de daha çok egemenliğin yokluğunu yansıtıyordu. Başka bir anla
tımla Bodin bu fikri , Fransa'daki parçalanmış devlet gerçekli kleri
ne karşı muhalefet etmek ve kralın, soylular ve özerk iktidar hak
ları iddia eden diğer kişiler üzerinde otoriteye sahip olduğu iddi
asını desteklemek için savunuyordu. Ve bunu, kralın otoritesinin
' halktan ' - ya da daha kesin konuşmak gerekirse, Bodin'in bağım
sız güçlerini yadsımaya mecbur olduğu soylulardan, yerel yöne
timlerden, ' kolejler ve tüzel kişiliklerden' - 'kaynaklandığını'n
öne sürüldüğü ve monarşinin de radikal fikirler yığını tarafından
desteklenen bir isyanla sorgulandığı bir ı.amanda yapıyordu.
Aynı paradoks, İ ngiltere ve Fransa'daki yasa kavramlarında da
tekrarlanır: Bodin, egemenliğin özünün yasa yapma iktidarı oldu
ğunda ve yasanın sadece egemenin iradesinden ibaret olduğunda
1 14 iSYAN BORUSU KAPITALIZMNIN YUKSELIŞI •e SiYASAL TEORi
mayabi l iyordu (Çünkü bu yer, geçmişte bel irlenen özel bir zaman
da birleştirilmemişti ). Şu halde, nüfusa oranlanmış temsile ilişkin
istem, muhtemelen bu adaletsizlikleri sınıflamaktan öteye geçme
mişti.
Cromwell ve lreton, bu tür bi r deği şikl i ğe itiraz etmezlerdi ve
bu türden seçim reformlarını da fiilen gerçekleştirdiler; ancak l re
ton maddede bundan fazla bi r şeyler gördü. l reton, bir yerde ika
met edenlerin sayısına göre yapılan dağılıma, ' İngiltere Hal kı ' vs.
yapılan atıflara dikkat çekerek şunu belirtir: ' Ben bunun, ikamet
eden her kişi nin eşit sayılması gerektiği ve temsilcilerin seçi min
de eşit söz hakkına sah i p ol ması gerektiği anlamına geldiğini dü
şünmüyorum . . . ve eğer anlam buysa, o zaman benim buna karşı
söyleyecek bazı şeyleri m var. ·
B u tartışmada, asıl radikal sözcü Rainsborough, b u cümleci ğin
daha demokratik biçimde yapılandırılmasının, tam olarak onun ka
fasında bulunan şey olduğunu saklama çabası içine girmez. Bura
da, etkileyici ve canl ı konuşmasında, iddiasını üzerine dayandırdı
ğı ilkeyi açıklar:
bütün sivil hakları i nkar etmek zorundasınız. ' Belki de, Düzleyici
lerin kendileri 'özgür doğmuş İ ngilizleri n ' haklarına sıkı sıkıya
bağlı kaldığı sırada, lreton 'ın, onlar adına bir dogal hak kavramı in
şa ettiği ileri sürülebi lir.
Her neyse, l reton ' ın 'doğal ' ve ' uygar' hak arasında yaptığı ay
rım, tartışmanın çoğunun etrafında döndüğü kritik bir ayrımdır. l re
ton der ki, İ ngi lizler belirli haklara sahiptirler, ancak bu haklar, ta
rihsel olarak, İ ngiliz anayasal gelenekleri ve pratikleri tarafından
oluşturul muştur. Bu gelenekler, içerdikleri mülkiyet eşitliğinden
daha fazla olan hiçbir eşit oy hakkı içermezler. Rainsborough 'nun
istediği hak türünü kurumsallaştırmak, İ ngiliz anayasasını aradan
çıkarmak ve tarihsel öncülleri üzerine değil, ama doğa yasasının
kendisine dayalı, bir dereceye kadar daha evrensel olan mutlak
hakka başvurmak anlamına gelir.
Bu sonuç, bazı Düzleyicilerin kastetmek istediklerini aşmış
olabilir. Her şeyin ötesinde, i nsanoğlunun değil, ama genelli kle
'özgür doğmuş İ ngilizleri n ' doğuştan kazanılan haklarından ya da
'doğal haklarından ' tekrar tekrar söz ederler. Aslında argümanları
genellikle, İ ngiliz tarihine alternatif bir seçenek olarak, doğal hak
ka yapılan bir başvuruya çok fazla dayanmaz. Örneğin, lreton ' ın
İ ngiltere'nin antik anayasasına ilişkin iddiasına verdiği yanıtta,
John Wildman şöyle ısrar eder: ' Bizim yasalarımız fetihçilerimiz
tarafından yapılmıştır ve tarihsel Kayıtlardan çokça laf edilirken,
ben bu kayıtların hiçbirine itibar edilmemesi gerektiğini düşünü
yorum. Bunun nedeni , beylerimiz olan ve bizi vassalları kılanların,
bu kayıtlardan başka bir şeyin kayıt altına alınmasına tahammül
edemeyecek olmalarıdır. · Dolayısıyla lreton ' ın başvuruda bulundu
ğu tarihsel kayıtlar, tarihi yönetici sınıfın dikte ettirdiği biçimde
kaydeder. Anlatılacak, bastırılmış bir başka öykü daha vardır - ve
Wildman burada, radikaller arasında yaygın olan bir temayı ima
eder: Yönetimin mevcut anayasası ve mülkiyet, fethin, yani Nor
man Fethinin mirasıdır ve dolayısıyla meşruiyetleri bulunmamak
tadır.
Ancak, eğer iddia çoğu zaman, kötü şöhretli Norman Boyun-
·
1 36 iSYAN BORUSU KAPITAUZMNIN Y UKSELIŞI •e SiYASAL TEORi
lere dayandırır. Özel mülkiyeti doğal bir hak olarak ileri sürmek,
mülk sahipliğine dayalı çıkarların en güçlü savunusu gibi görüne
bi lir; ancak Putney Tartışmaları 'nda bunun yerine, mülk sahibi sı
nıfların savunusunu. mülkiyetin doğal bir hak değil, ama sadece
i nsanın inşasıyla kurulmuş bir insan geleneği olarak doğadan çok
tarihte temellenmiş olduğunu ileri süren l reton gibi biri nde bulu
ruz. Ancak, lreton 'ın görüşü hiç de olağandışı değildi. Mülkiyetin
sadece bir gelenekten ibaret olduğunu ileri sürmek yaygındı ya da
en azından, mülkiyet kurumunun kendisinin tanrısal olarak buyrul
muş olmasına rağmen, l reton ' ın kendisinin itiraf ettiği gibi, mülki
yetin özel biçimleri ve dağılımı sadece geleneklere dayalıdır.
Bu argüman, ilk bakışta özel mülkiyetin kutsallığını yıkacak gi
bi görünebilir. Ne de olsa, i nsanların kendileri ne yaratmışlarsa,
yarattıkları bu şeyi değiştirebi lir ve hatta yok edebilirler. Ancak
l reton, bu argümanın, aslında mülkiyetin savunusunu zayıflatmak
yerine, mülk sahibi sınıflar nezdinde, gerçekten de daha güvenli
bir ideolojik strateji olabileceğini, çünkü doğal hak temeline daya
lı olarak mülkiyetteki büyük eşitsizlikleri açıklamanın ve meşru
laştırmanın o kadar kolay olmadığını anlar. lreton 'ın kendi argüma
nı basitçe şöyledir: Mevcut sistem, herhangi birinin hatırlayabile
ceğinden daha eski bir geçmişten beri varolmuştur; bu sistem İ n
giliz anayasasına aittir ve anayasaya yapılacak herhangi bir saldırı,
toplumsal düzene, barışa ve dolayısıyla, sonuçta mülkiyete yapıl
mış bir tehdittir.
Haklar kişiye içki nse, o zaman bir insan, aynı doğal hak saye
sinde kendi kişisinin varlığını sürdürmek için gereksindiği herhan
gi bi r şeyi de elde etme hakkına, 'gördüğü herhangi bir malda ay
nı doğal hakka, varlığını sürdürmek için yiyecek, içecek, giyeceği
al ma ve kullanma hakkına' ve aslında, toprağın kendisini, dilediği
yöntemle kullanma hakkına neden sahip olmayacaktı? Herhangi
bir mülk sahipliği, en ılımlısı bile olsa, bu türden bir sınırlanmamış
ve yıkıcı hak kavramıyla birlikte nasıl güvencede olabilirdi (yoksul
seçmenler çoğunluğunun, büyük olasılıkla zenginlerin haklarının
başına bela olacağı gibi daha aşikar bir mülahazayı hiç hesaba kat-
1 38 iSYAN BORUSU KAPITA UZMNIN YllKSELl�I 'c SiYASAL TEORi
masak bi le)? Bu tür doğal haklara il işkin olarak hangi sını rlamalar
vardır? ' Herhangi biri bana bu hakların sınırını ve mülkiyetin tümü
nü almak üzere nerede biteceğini gösteri rse memnun olacağım.
Rainsborough da, di ğer Düzleyiciler gi bi , mülkiyet kurumunun
yok edilmesine yönelik herhangi bir amacı reddeder. Bununda öte
si nde, çoğu kendileri de mülk sahibi olan insanları temsil eder. Ge
ne de, bu radi kal ler - ya da bunların bazıları -, bir seçim yapmaya
zorlanırlarsa, mülkiyeti n kutsall ığını bir kenara koymaya hazır gö
rünmektedi rler. Wi ll iam Rai nsborough dediği gibi , ' bu yöneti min
ana amacı, servetleri olduğu kadar kişileri de korumaktır ve eğer
herhangi bir yasa benim kişimi ele geçiri rse, bu serveti mden daha
değerl idir. · Dolayısıyla kişilerin hakkı, mül kiyet haklarının üstün
ded i r - ki Henry I reton ' ı rahatsız eden şey, tam da budur.
I reton tarafından savunulan görüş, oy hakkının, toplumdaki
menfaati ya da 'çıkarı' sadece ' kendisiyle bi rl i kte taşıyabi leceği '
şey olan ; Al bay Rainsborough' nun sözcükleri kul lanılacak olursa,
sadece, 'yaşanacak bi r hayatı' olan; sadece, yaşama ve soluma 'ç ı
karı ' bulunan herhangi birine, I reton ' ın bel i rttiği gibi , ' bugün bu
rada, yarın ise gitmiş olan ' bi r adama ait olmaması gerektiğidir.
Toplumdaki ' yerleşik' ve ' sürekli çıkarı ' sadece toprak mülkiyeti
biçimi nde olan ya da resmi olarak bi r mesleğin icrasıyla yetkilen
dirilmiş, bil i nen adıyla bir şi rket olma 'özgürl üğü ' ne sahip kişi le
rin ; sadece bu tür adamların, devlette gerçek bi r menfaati vardır ve
dolayısıyla cemaatin kaderinin de bunların elinde olması gerekir.
Doğrudan doğruya, herhangi bir insanın bizı.at kendisinin rıza
göstennediği (yasaları yapanları seçerek) yasalara uymakla yü
kümlü olup olmadığı sorulduğunda, l reton dolambaçsız biçimde.
bi r koşulla evet der: Kişinin, hoşnut ol maması halinde özgürce ay
rılabil mesi koşuluyla. Önemli olan şudur ki , mülksüzler ya da hat
ta sadece paraya sahi p olanlar, diledikleri zaman ülkeye gel i p gi
debilecekken, 'sürekli çıkara' sahip bir i nsan ; mülkiyetiyle ' yerel
olarak bu ül keye sabitlenmiş· bi ri özgürce ayrılamayacaktır. B u
bakımdan, mülksüzler kıyılarımızı gezen yabancılardan farklı değil
di rler. Hepi miz yabancı ziyaretçileri n, ülkemizdeyken yasalarımı-
INGILIZ DEVRiMi 'NDE.KI SiYASAL FlKIRLER 1 39
Radikal Miras
masıdır. Ancak, elbette ki ayrı ayrı her bir insan da aynı hakka sa
hip olduğundan, nihıtl sonuç hiç kimsenin güvende olmaması ve
doğa durumunun ' herkesin herkese karşı' bir savaş halinde olma
sıdır. Doğal hakkın kullanılışı, bunun kendini savunma amaçlı oldu
ğunu ve bu çıkmazdan kurtulmanın bir yolunun bulunması gerek
tiğini ispatlar. Doğa yasası, doğa durumunda eksikliği duyulan gü
venliği sağlayacak bir yol bulunmasını emreder. Yanıt, her bir kişi
nin bir başkasına karşı yönetimin zor gücüyle korunduğu sivil top
lumdur.
Hobbes, i nsanların sivil toplumda bir araya gelmelerinin iki yo
lu olduğunu ileri sürer: Ya zor ya da rıza, yani ya fetih ya da biri
nin diğerine yardım etmesi konusunda anlaşmayla. Fetih yönetimi,
tam anlamıyla meşru ve hatta bir anlamda uzlaşmaya dayalıdır
(' Norman Boyunduruğu ' nun gayrimeşrul uğuna i l işkin tartışmala
ra atıfla) ve fetih yönetimine tabi kılınmış olanlar, ölmeyi seçme
dikleri takdirde yöneticilerine itaat etmekle yükümlüdürler. Doğ
rudan rızayla kurulmuş yönetime gelince, çok sayıda i nsanın ken
dini savunma konusunda karşılıklı yardımlaşma amacıyla bir araya
geldikleri bu yönetimde bazı ciddi sorunlar vardır: İ nsanlar, aynı
amaçların ve ortak yararın peşinden gitme konusunda uzlaşabilir
ler, ancak ilişkilerinde kaçınılmaz olarak sürekli uzlaşmazlıklar,
çatışmalar ve özel çıkarların ortak iyiden sapması halinde sürekli
aynlıklar olacaktır. Dolayısıyla, sadece karşılıklı yardımlaşmaya
dayalı bir toplum, insanların güvenlik uğruna en başta girdikleri
anlaşmayı sağlayamayacaktır. İ nsanların, barışa ve karşılıklı yar
dımlaşmaya ilişkin rızalarının sürdürülmesi için daha fazla şeye
gerek duyulacaktır ki, bunun yanıtı egemen bir güç tarafından ve
rilen cezalandırılma korkusu gibi bir ortak korkudur.
İ nsanlar, arılar ve karıncalar gibi toplumsal hayvanlardan fark
lı olarak ortak yarar konusunda, doğal ve içgüdüsel biçimde uzla
şamazlar. İ nsan varlıkları arasında görüş farklılıkları vardır, akılla
donatılmış yaratıklar olarak özel çıkarlarıyla ortak iyileri arasında
farklılıklar olabilir, diğerlerinden daha iyi bildiklerini düşünmeye,
yönetimlerinin bilgeliğini sorgulamaya. farklı insanların farklı yol-
1 58 iSYAN BORUSU KAPITAUZMNIN YUKSEUŞI "' SiYASAL TEORi
susta nasıl bir yanılsama içinde olurlarsa olsunlar, her devlette ege
men ya da mutlak olan belirli bir ni hai otorite vardır. Hobbes için
• karma anayasa' yoktur.
Burada hurafelere ya da geleneğe başvurarak değil , rasyonel
argümanlara dayal ı, titiz, ayrıntılı mutlak bir yönetim savunusu
vardır. Bu anlamda bu savunu, 1. Charles' ın amaçladığı mutlak ik
tidar lehine ve Parlamentonun karma anayasa içinde hakkaniyetli
yer konusundaki isteklerine karşı ikna edici bir kllıf sağladı. Ancak
görünüşe göre, mutlak bir parlamenter egemenlik de tıpkı mutlak
bir monarşi kadar geçerli olacaktır. Böyle bir durum. Hobbes' un
gerçek terci hlerine olmasa bile egemenliğe getirdiği tanıma uygun
olurdu. Ancak, argümanına ilişki n söylenecek daha fazla şey var
dır. çünkü bu argümanın yazıldığı dönemin özel tarihsel bağlamda
ki önemi yeterince açıktır. Hobbes ' un, en az egemenlik tanımı ka
dar ilginç ve anlamlı olan, çokluk hakkında ne söylemek zorunda
olduğudur.
Hobbes zorla deği l , tanrılar ya da krallar tarafından ve ama bi
reylerden oluşan insan çokluğunun kendi çıkarlarının peşinden ko
şarken gönüllü olarak yarattığı rızaya dayalı bir yönetim teorisini
özenle inşa etmiş bul unmaktadır. Bu teori, bir tüzel kişilik ya da
tüzel bütünlükler koleksiyonu olmaktan çok, bi reylerden oluşan
' halk' tarafından oluşturulan ayrıksı bir İ ngiliz devleti düşüncesiy
le oldukça uyumludur. Şimdiye kadar söyledikleri , Düzleyicilerin
görüşleriyle bile uyumlu olacaktır. Ancak, Hobbes'a göre, bu bi
reyler çokl uğu, siyasal bir toplumu oluşturmak için mutlak bir
egemen iktidar kurabi lir ve kurmak zorundadır, ama bu aynı çok
luk. bizzat kendisinin yaratmış olduğu egemen iktidarı, kendi öz
gür iradesiyle kolayca feshedemez.
Hobbes, bir · insanlar çokluğunun· ne olup ne olmadığı, ne ya
pabileceği ve ne yapamayacağı konusunda son derece ısrarcıdır.
Çokluk. tek bir kişi değildi r. çok sayıda bireydir. Çokluğun bizzat
kendisini ol uşturan bireysel iradeler ve iktidarlar bel irli bir tekil
yapay bütünlüğe devredi lmediği sürece, tekil bir kolektif varlık
olarak var olmaz: · bir insan çokluğu (kendi özgür iradeleriyle.
1 60 iSYAN BORUSU KAPITAUZMNIN YlJKSELl:>I ve SiYASAL TEORi
her biri kendi iradesine ve kendi ne özgü yargılarına sahip olan çok
sayıda insandır"( V l . l ). Çokluk, bi reylerin toplanmış olması dolayı
sıyla kolektif bir kimliğe, yasal bir konuma sahip deği ldir. Çokluk,
· her biri ayrı olarak yapmadığı ve Adam Adama yapıl madığı süre
ce, söz veremez, sözleşme yapamaz, Hak kazanamaz, Hak devre
demez, eylemde bulunamaz, sahip olamaz, mal edinemez vb. şey
leri yapamaz; bu durumda da, İ nsan sayısı kadar sözler, sözleşme
ler, haklar ve eylemler olmak zorundadır' ( V l . I . not). Bu durum
da, bir ayaklanma eyleminin çoğunl uk tarafından verilen destek te
meli üzerinde yapılması nedeniyle meşru olduğunu hiç kimse i leri
süremez. Sadece bireyler eylemde bulunabildiğinden ve rıza gös
terebildiğinden, hiç kimse 'çokluğun' desteğine sahip olduğunu
iddia edemez, ' çokluk' da onu oluşturan bireylerden - ve sadece
onlardan - başka bir statüye sahip olduğunu iddia edemez.
Hobbes Yasaların Öğeleri adl ı eserinde, sivil toplum ve ege
men iktidarın, insanlardan egemene doğru bir iktidar devri yoluy
la yaratılmış olduğunu ileri sürerek, Parlamento larafından talep
edilen hakların, egemene ve mevcut durumda krala ait olduğunu
gösterdi . Yurttaş Üzerine adlı eserinde, sivil toplum ve egemen ik
tidar bir kez oluşturulduktan sonra, i nsanların ya da · çokluğun ·
artık bir siyasal rolünün olmadığını vurgulamayı gerekli bulur. Ege
men bir monarkın olduğu yerde, bu monark ' halk' için eylemde
bulunur. Egemen i ktidar birden fazla kişiden oluştuğunda, ' halk"
sadece, Parlamento gibi bir kurul formuyla hareket edebilir. Parla
mento dışındaki, sokaklardaki ya da başka yerlerdeki halkın, siya
sal bir bütünlük olarak eylemde bulunduğu durumların olmadığı
açıktır: · Halk ya da çoğunluğun karar verdiğini, emrettiğini ya da
herhangi bir şey yaptığını söylediğimizde, bundan tek bir kişinin
ya da bir Kurul dışında yapılması olanaksız olan, ama daha çok sa
yıda kişinin uzlaşmış iradesiyle Emreden, Karar veren ve Eylem
de bulunan Kent (yani devlet) anlaşıl ır· ( V I . 1 . not). Hobbes, öge
ler adlı eserinde, Parlamentonun Krala karşı i leri sürdüğü iddiala
ra karşı meydan okuyor idiyse, Yurttaş Üzerine adlı eserinde, dik-
THOMAS HOBBl:S"un SiYASAL DUŞUNCElERI 161
Ancak, o zaman, her bir birey vermiş olduğu onayını neden ge
ri çekememekle ve egemeni, çok sayıdaki bireyin birleşmiş benzer
eylemiyle yıkamamaktadır? Hobbes bu soruyu, egemen iktidarın
sadece her bir insanın karşılıklı yardıma katılmak amacıyla diğeriy
le yaptığı anlaşmanın sonucu olduğu doğruysa, o zaman egemenin
yıkılması, her bir bireyin onayını geri çekmesini gerektirirdi ki, bu
olanaksız görünmektedir, diye yanıtlar. Ayrıca bir ayaklanma, bir
çoğunluk tarafından desteklenseydi bile, bu çoğunluğun kendisi
sürekli olamayacaktı. Çoğunluk yönetimi ilkesinin - her bir kişi
nin çoğunl uğun kararına uymakla yükümlü olduğu ilkesinin - bir
sivil toplum ürünü olması ve sivil toplum dışında ya da kurulu yö
netime karşı uygulanamaması nedeniyle, hiçbir çoğunluk, çoklu
ğun bütünü adına davrandığını iddia edemez.
Buradaki temel özellik şudur: Sivil toplumu kuran sözleşme,
karşılıklı yardım bağıtı içindeki bireyler arasındaki bir anlaşma de
gildir. Egemen iktidar, kesinlikle, bireylerin karşılıklı anlaşmala
rıyla kurulmuştur, ama bu anlaşma, kişilerin iktidarlarını başka bi
rine devrettikleri bir anlaşmadır. Dolayısıyla kişiler, sadece birbir
lerine karşı değil, iktidarlarını ve haklarını devrettikleri egemen ik
tidara karşı da yükümlüdürler. ' Dolayısıyla sayıları ne olursa olsun,
uyruklardan hiçbiri, herhangi bir hakka dayalı olarak, baş İ ktidarı
taşıyan kişiyi , hana (yani, özellikle) bu kişinin kendi rızası olmak
sızın, yetkisinden mahrum edemez' ( V I . 20).
1 62 i S YA N BORUSU KAPITALIZMN I N YUKSELIŞI •·e SiYASAL TEORi
lar çokluğu ' ile başa çıkmak zorundadır. Bu çokl uk, Smith ' in ileri
sürdüğü gibi , ' savaşta olduğu kadar barışta da, kendi kendilerini
korumak amacıyla, kendi aralarındaki ortak uyum ve anlaşma yo
luyla birleşmişse ' , bireyler ' kendilerini korumak için ortak ve kar
şılıklı nı.ayla' bir devlette birleşmişlerse. şimdi Hobbes, insanların
korunmasının mutlak bir egemen iktidarı gerektirdiğini ve bizzat
bu tür bir iktidarın kendisinin, ' ortak ve karşılıklı rızayla' kuruldu
ğunu ispatlamak zorundadır. Ayrıca şimdi, içsavaşın ortasında, sa
dece teorik bir soyutlama ya da pasif bir kitle olarak değil, ama
gerçek bir siyasal fail , siyasal rolü her geçen gün büyümekte olan
bir ortak ahali çokluğu olarak ' çokluk' kavramıyla karşılaşmak zo
rundadır. Hobbes, zehirli i ğnesini ortadan kaldırırken, bu çoğunluk
gerçeğini onaylamakla görevl idir.
Leviathan
Hobbes, Yarrtaş Üzerine adlı eserini yazarken İçsavaş henüz baş
lıyordu, Leviarhan' ı yazdığında ise, olaylar hızla gel işmiş ve mesa
fe almıştı. Yeni Model Ordu seferber edildikten sonra kral idam
edilmişti, monarşiyi ve Lortlar Kamarasını kaldırmak için yasalar
geçiren Parlamento, Cromwell Commonwealth ' ı kurmuştu. Bu
olaylara Parlamentonun içinde ve dışında, her düzeyde, el ilanla
rında, risalelerde ve felsefi denemelerde süren sert tartışmalar eş
lik etmişti. Bu tartışmalar, kralın öldürülmesinin meşruluğu,
Cromwell rejiminin yetkisi , bu rejime sadık kalınması için ' bağlı
lık' yemini edilmesinin doğru olup olmadığı, siyasal reformların sı
nırlan ve boyutu hakkı ndaydı. Ayrıca, kuşkusuz Cromwell ' in kafa
sında bulunanlardan bile çok daha uzak erimli siyasal programla
rın gündeme girmesini zorlayan çok sayıda radikal düşünce ve ha
reket ortaya çıkmıştı.
Bu yeni ortamda Hobbes, Yurttaş Üzerine adlı eserindeki argü
manlarını canlandırdı, detaylandırdı ve değiştirdi. Bu zamana ka
dar, sadece araya giren heyecan verici olaylarla değil, ama aynı ı.a
manda, kendi koşullarındaki önemli değişikliklerle de karşılaşmak
zorunda kalmıştı. İ lk çalışması, özellikle dinbilimci ler arasında
THOMAS HOBBES'un SiYASAL DUŞUNCEL...ER I 1 65
man ve bütün eylemlerinde, aynı biçi mde onu yetkili kıl man
koşuluyla kendimi Yönetme hakkını bu Adama ya da bu insanlar
Meclisine bırakıyor ve onu Yetki lendiriyonım' (XVll, s. 227).
Buradaki yeni öğe yetkilendirme fi kridir: İ nsanlar sadece güçlerini
devrederek deği l , ama kendi yerlerine eylemde bulunması ve ken
di lerini onun her eyleminin bizzat yetkilendi renleri yaparak onu
yetki lendi rmeleri yle, kendi leri ni temsil etmesi için egemeni
yaraurlar.
Yazım biçi minde, görünüşte küçük olan bu değişikliğin sonu
cu nedi r ve Hobbes neden bu değişikliği ortaya koyma zorun
luluğunu hissetmiştir? Öte yandan Yeni formülün egemenin güç
lerini daha da mutlaklaştırdığı ya da sınırsızlaştırdığı anlaşılmak
tadır. Eski versiyonda, insanlarla egemen arasında bir anlaşma ol
mamasına, ama sadece i nsanların kendi aralarındaki güçlerini dev
retmeye i lişkin bir anlaşma olmasına rağmen, orij i nal anlaşmadaki
· iki taraflı bi r yüküml ülük ' ün sadece her bir uyrukla di ğeri arasın
da deği l . ama aynı zamanda, her uyruk ile egemen arasında da bir
il işki kurduğunu ileri süren Hobbes, egemenle bi r sözleşme yapı l-
THOMAS HOBBES "un SiYASAL DUŞUNCELERI 171
rolacak ' savaş durumu 'ndan daha iyi olduğu sonucuna ulaştığında
kesi nlikle. Hobbes 'un savunduğu yönetim türünün meşruiyetini
reddetmeyi amaçlamaktadır. Locke 'a göre, bir yönetimi n barışı ko
ruma yeteneği, ona itaat edilmesini zorunlu kıl mada yeterl i değil
dir ve eşi t ve özgür doğmuş i nsanların, bir itaat etme yüküml ülü
ğünü nas ıl edi ndi kleri nin açıklanması için daha fazla şey gerekir.
Locke 'un tezi , izlenmesi her zaman kolay olan bir tez değildir.
Doğa durumu kavramı, özel l i kle beli rsizdir. Her şeyden önce, ken
di doğa durumu kavramını Hobbes 'un savaş durumu kavramından
ayı rmak konusunda son derece keskindi r. Doğa durumunun, i nsan
akl ı n ı n keşfedebileceği belli doğa yasalarıyla, tanrısal olarak emre
d i l miş belli ahlaki i lkelerle yöneti len bir durum olduğu konusun
da ısrar eder. Locke 'un insan doğasına ilişki n açıklaması da, Hob
bes 'unkinden çok daha az vahşi görünmektedir. Öyle görünmek
tedir ki insan varl ıkları , yönetim ol madan da birlikte yaşama yete
neğindedirler ve hatta birbirlerinin dostluklarından zevk alı rlar.
Hobbes sivil topl umu i nsan doğasındaki en kötü şeyler üzerine da
yandırırken, Locke en iyi i nsani niteli kler olan akla ve ahlaki ku
ral lara uygun yaşama yeteneği üzerine kurar. Ancak doğa durumu
nun bu versiyonu, belirli bir tarihsel gerçekliğin açıklaması olmak
tan çok bi r tür ahlaki ideal gibi görünmektedi r. Ana amacı, meşru
bir yönetim, gerçek bi r sivil topl um sayı l an şeyi değerlendirecek
karşıt bir ölçüt hizmeti görmektir. Tıpkı, Hobbes 'un en kötü durum
senaryosunun mutlak yöneti min gerekli l i ğini v urgulamak amacıy
la planlanmış olması gibi, Locke 'un iyi mser tablosu da doğal öz
gürlüğe, eşitl i ğe ve akla karşı olması nedeniyle bütün mutlakıyet
çi biçimlerin olabi li rl iğini yadsımak amacındadır.
Aynı zamanda Locke 'un teori sinde, sadece ahlaki bir ideal ola
rak deği l , ama tarihsel durum benzeri bir şey olarak; i nsan l ığın ge
l işiminde gerçek bir tarihsel aşama değilse bile en azından yöne
timsiz bi r dünyan ı n gerçekte neye benzeyeceği n i n görüldüğü bir
şey olarak. bir doğa durumu varmış gibi görünmektedi r. Doğa du
rumu, bu gerçek dünyadaki yöneti msiz topl umun her şeyden önce
o kadar da cennet gibi olmadığı sonucunu üretir. Burada vurgu, i n -
JOHN LOCKE'un SiYASAL DUŞU NCELERI 1 8.'l
san benci ll iği üzeri ne muhtemelen ilk günah i nancı üzerine dayan
dırılmış gibi görünmektedir. İ nsanlar. gerçekten sadece kendi akıl
larıyla ve doğa yasasıyla yönetilerek birl i kte yaşayabilselerdi
(Locke bu durumda aydınl ığa kavuşturmaktadır ki), sivil topl um
gereksiz olacaktı.
N ihayetinde Locke 'un, 'gerçek' doğa durumu Hobbes 'un sa
vaş durumundan milyonlarca ki lometre uzak değildir. Yönetimsiz
topl um, belirsizl i klerle ve ' uygunsuzl uklarla' doludur. Özell ikle,
yasaların sadece doğal yasalar olduğu ve her i nsanın doğa yasasını
bizzat kendisinin yürütmek zorunda olduğu doğa durumunda, ça
tışma içindeki insanların başvurabilecekleri bi r tarafsız yargıç yok
tur, dolayısıyla her insan kendi davasında yargıç olmak zorundadır.
Bu tür koşullar kaçınıl maz olarak istikrarsızdır ve hiç ki mse, en kü
çük çatışmanın savaşla sonuçlanmayacağından emin değildir. Gö
receğimiz gibi Locke, (tari hsel) doğa durumunu, içinde mülkiye
tin hfilihazırda mevcut olduğu ve kuşkusuz çatışma olasıl ığının,
çok daha fazla bulunduğu bir toplumsal örgütlenme biçimi olarak
imgeler. Dolayısıyla, i nsanlar (ve aslında erkekler) si v i l topl umu
kurmayı yararlı , hatta zorunlu bulmuşlardır.
Locke 'un doğa durumuna i l işkin açıklaması, olabileceği kadar
açık ve tutarl ı olmayabil i r; ancak, buradaki mesaj ı epeyce belirgi n
dir: Özgür, eşit ve rasyonel insanlar, tıpkı öykünün Hobbes versi
yonunda yaptıkları gibi, doğa durumunun uygunsuzluklarından ka
çınmak için sivil toplumu oluşturma konusunda anlaşırlar. Ancak,
rasyonel i nsanların kendi koşullarını kötüleştirmek için anlaşmala
rı hiçbir zaman düşünülemeyeceği için, çoğu şey 'doğal ' durumla
rının nasıl sunulduğuna bağlı olarak değişir. Hobbes 'a göre, barışı
ve düzeni sürdürme yeteneğine sahip her yönetim savaş durumun
dan daha iyidir. Locke örneğinde ise, i nsanların kaçmaya çalıştık
ları şey bir savaş durumu deği ldi r - ya da kabaca savaş durumu
değildir - ama ortak ve tarafsız bi r yargıcın yokluğu nedeniyle in
sanların doğa yasasına itaatleri nin aşırı belirsiz ve güvenilmez kı
lındığı bir durumdur.
Bu meşru yöneti m kriterleri nin oluşturul masında önemli uzan-
1 84 iSYAN BORUSU· KAPITAUZMNIN YlJKSELIŞI ve SiYASAL TEORi
ğına daha yakından bi r bakış, onun hem mülkiyet teorisi hem de si
yasal tutumu hakkında birçok şeyi açığa çıkarır.
Locke, mül kiyet tartışmasına Winstanley 'inkine çok fazla ben
zeyen bir gözlemle başlar: Locke, Tanrı ' Dünyayı, İ nsanlara ortak
laşa vermişti r' (il. 26) der. Ancak, Winstanley 'in yaptığı gibi, bu
ortaklaşa servetin özel mülkiyet kurumunu geçersiz kıldığı sonu
cunu çıkarmak yerine Locke, i nsanın yeryüzüne ortaklaşa sahipli
ğinin sadece özel mülkiyetle uyumlu olmakla kalmayıp, bizzat bu
mülkiyetin doğal hakka dayandığını da ispatlamaya koyulur. Bura
da, 'kendine ait mülkiyet' fikrini dahice bir kullanım içine sokar.
' Yeryüzü ve alt düzeydeki diğer tüm Yaratıklar, bütün İ nsanlar için
ortaklaşa olmasına rağmen,' Locke 'yine de, her i nsan kendi kişi
liği üzerinde bir Mülkiyete sahipti r. Buna, kendisinden başka hiç
Kimsenin herhangi bir Hakkı yoktur. Kendi V ücudunun Emeti ve
kendi Ellerinin işi, diyebi liriz ki , tümüyle onundur' (il. 27) diye
rek bir ilk adımı atar. Kendine ait mülkiyet ve her insanın kendisi
ne ait emeğin içinde sahip olduğu mülkiyet, bundan sonra, şeyler
deki ve topraktaki mülkiyetin kaynağı haline gel ir. Bir insanın.
'emeğini kattığı ', emeği aracılığıyla doğal durumundan çıkardığı ve
değiştirdiği herhangi bir şey; emeğiyle, içine bir şeyler kattığı her
hangi bir şey, o kişinin mülkiyeti haline gelir ve diğer insanların
haklarını dışlar. Bu özel mülkiyetin. ortaklaşa mülkiyetten, ortak
laşa rızasıyla değil , ama bir insanın doğa tarafından dışlayıcı bir
hakka sahip kılındığı, kişiliğinin ve emeğinin bir uzantısı olarak do
ğal hakla türeme yöntemidir. Tanrı, i nsanlara yeryüzünü ortaklaşa
vermiş olmasına rağmen, hiçbir durumda heba etmeleri için ver
memiştir. Tanrı, yeryüzünü ' ıslah etmesi ' amacıyla, değerini, ya
rarl ıl ığını ve veri mliliğini emek aracıl ığıyla artırması için 'çalışkan
ve rasyonel · olana vermiştir.
Şu durumda, bir insanın emeğiyle biriktirmeye yetkilendirildi
ği mülkiyet mi ktarının bir sınırı var mıdır? Ayrıca, bazı insanların bu
kadar çok ve diğer bazılarının bu kadar az mülkiyet sahibi olmala
rı nedendir? Bazılarının çalışkanlığı ve diğerlerinin tembelliği bu
farklıl ıkları açıklamaya yeterli midir ve bu farklıl ıkların ötesine ula-
JOHN LOCKE'un SiYASAL OLIŞUNCE.LERI 1 93
para. ticaret ve ' ıslah 'ın, toprağı daha üretken hale getirerek ve top
rağa daha çok değer kazandırarak. gerçekte insanoğl unun 'ortak
stok 'una eklemede bulunduklarını ileri sürer. Bu da i nsanların.
başkalarını yoksun bırakmaksızın ve 'yeterlilik' sınırını ihlfil etmek
sizin daha fazla biriktirebilecekleri anlamına gelir. Gerçekten de,
daha geniş mülkleri biriktiren ve ıslah eden bi r insan , başkalarının
haklarını i hlal etmekten uzak olarak, insanların refahlarını fiilen ar
tırır.
Ü stüne üstlük. bu tür koşullarda çok sayıda insan hiç mülkiye
ti olmadan bile yaşayabilir, çünkü bu kişi ler emeklerini bir ücret
le mübadele edebilirler. Bu da şu sonucu doğurur, bir insana mül
kiyete ilişkin bir hak veren emek, başka bi rinin emeği olabilir.
Locke, bazı kişilerin geniş mül kiyete sahip olacağını ve di ğer ba
zılarının ise mülkiyete hiç sahip olmayacağını tartışmasızca kabul
eder. Gerçekten de, bazı kişiler diğerleri için çalışarak bunların ser
vetini yaratacaklardır. ' Efendi ve Hizmetli, ' diye yazar, 'Tarih ka
dar eski Adlardır ' ( i l . 85) ve hizmetliler (ki bu terim, on yedinci
yüzyılda, çok sayıda ücretli işçiyi kapsayan bir terimdir), efendi ve
hizmetli arasındaki ilişki sözleşmeye dayalı bi r ilişki olduğu süre
ce, koşulsuz ve sürekli bir vazgeçme olmadığı, fakat belirli bir za
man için bir emek satışı olduğu sürece, doğal özgürlüklerini kay
betmeden emeklerini satabil irler. (Locke, aynı zamanda, köleliği
de meşrulaştırır; ama farklı zemi nlerde: Meşru bir savaşta, feti h
nedeniyle özgürlüğünü kaybeden bir insana, sürekli kulluk etme
karşılığında yaptığı bir mübadeleyle, yaşamı bağışlanabilir.) Topra
ğın 'ıslah edildiği · ve karlı biçimde değerlendirildiği yerdeki bi r
hizmetli bile, ıslah edilmemiş toprağın sahibinden daha iyi durum
da olabi lir.
Locke, başkaca uzantılara da sahip olması nedeniyle paranın
keşfiyle yetinmez. İ nsanlar para 'nın değerine rıza gösterdikleri
için bir değere sahiptir, dolayısıyla bu insanların paranın sonuçları
na da rıza göstermiş oldukları anlamına gelir: 'Açıktır ki İ nsanlar.
örtülü ve gönüllü bir rızayla, bi r insanın. ürününü kul lanabilece
ği nden fazla toprağı meşru biçimde nasıl sahiplenebileceğinin bi r
JOHN LOCKE'un SiYASAL DUŞUNCELERI 1 95
lirgin gibi görünen bu ilk bakış, insanın kişi liğine içkin ve mülki
yetten ayrı haklara yer bırakılmadığı izlenimini verir. Ancak Locke,
tartışmaya yol açan mülkiyet bölümünde, mülkiyetin kendisini ta
nımlarken, sıklıkla 'yaşam, özgürlük ve servet ' i kapsayan geniş bir
tanım kullanır. ' Yaşam, özgürlük ve mülkiyet ' ya da 'kişiler, öz
gürlükler ve servetler · biçimindeki formüller, okuyucuların hatırla
yabileceği gibi , örneğin Büyük Yakmma'da ortaya çıkarak, Haklar
Dilekçesi 'nden beri uyrukların hakkını savunmada geleneksel hale
gelmişti. Locke çoğu kez, bütün bu hakları, tekil bir 'mülkiyet' ka
tegorisi içinde kapsamayı uygun bulur. Bu bir taraftan, yönetimin
amacının kesinlikle, Rainsborough 'nun ısrarla beli rttiği gibi, ' ser
vetlerin olduğu kadar kişilerin de korunması ' ve 'servet'e sahip ol
mayan biri de dahil her insanın korunması zorunlu bir şeylere ol
duğu ve dolayısıyla, bu tür bir kişi nin belirl i temel haklara sahipli
ği anlamına gelir. Görünüşe göre bu geniş tanım, Locke ' un onu
kul landığı biçimiyle, mülkiyete (dar, geleneksel anlamıyla) ya da
servetlere kişiliğin kutsal dokunulmazlığının sahip olduğu türden
bir dokunulmazlık vererek, 'servetler' i , yaşam ve özgürlüğün bu
l unduğu bir düzeye yerleştirmiştir. Bu formülün servet i le kişi ara
sında Binbaşı Rainsborough 'nun önerdiği türde bir ayrıma ya da
kişiliğe, servet üstünde verdiği önceliğe izin vermedi ği anlaşıl
maktadır. ' Bir başka anlatımla Locke, l reton tarafından öngörülen
tehlikeden kaçınmayı başarmış ve şimdi bir kez daha, Düzleyici le
ri n ilkelerini l reton ' ın siyasetiyle uyumlu hale getirmiştir.
Mülkiyet sorunu konusunda, Locke ile Düzleyiciler arasında,
muhtemelen daha da temel başka bazı farklılıklar da vardır. Bu
şöyle ortaya çıkar: Locke 'un, mülkiyet teorisini başlangıçta Düz
leyicilerin kendine ait mülkiyet kavramı üzeri ne inşa ettiği anlaşıl
sa da, kafasında farkl ı bir şeyler bulunmaktadır. Mülkiyeti , doğal
bir hak olarak tanımladığında, Düzleyicilerin amaçladıkları şeyden
1 Lockc ' u n gcnış anlamdaki mlilkıycı tanımı \'C bun u n si yao;al uzantıları hakkın
daki bır tartışma i çi n David McNal l y ' n i n ' Lockc. Dü1Jeyiciler ve Ozgurluk:
ilk Whi glcrin Duşiıncelerinde Mı.ilki yet ve Demokrasi ' . Hi.ı·ıory of Politicul
Thoughı X 1 , Bahar 1 989.
JOHN l.OCKE·un SiYASAL DUŞUNCELERI 1 97
Yasal kararlarla olmadığı sürece. yani eşitleri tarafından (yani kendi ko
şullarındaki insanlar tarafından) verilmiş hükümlerle olmadığı sürece ya
da ülke Yasasıyla, yasanın doğru uygulanışı ve işleyişiyle . . . olmadığı si.ı
rı:cc. hiçbir insanın malına mülküne ı:lkonularnaz: yani malvarlığı müsa
dere edilemez (ondan zorla alınamaz). ya da mülklerinden, yani toprak-
Islah
Locke 'un mülkiyet konusundaki tezinin tümü 'ıslah ' nosyonu et
rafında döner. Bölüm 'ün başından sonuna kadar işlenen tema, yer
yüzünün verimli kılınmak için burada olduğu ve bu nedenle,
emekten türeyen özel mülkiyetin ortaklaşa mülkiyete üstün geldi
ğidir. Locke, sürekli olarak. toprağa içkin değerin çoğunun. doğa
dan değil , emekten ve ıslahtan geldiği konusunda ısrar eder: ' Ger-
JOHN LOCKE'un SiYASAL DUŞlJNCELERI 203
çekten de, her şey üzerine, değer farkını koyan şey Emektir ' ( i l .
40). Keı.a, zihninde olan 'değer 'in, değişi m değeri ya da ticari de
ğer olduğu açıktır. Hatta, doğanın karşısında emeğin katkısıyla or
taya çıkan özel değer hesapları sunar. 'Zannederim İ nsan Yaşamı
na yararı olan Yeryüzünün Ürünlerinin 9/ ıo 'unun emeğin sonucu
olduğunu söylemek, sadece, oldukça ılımlı bir hesaplama olacak.
ur ' der ve hemen ardından kendisini düzeltir: Bunun 99/ 100 'ünün
doğadan çok, emeğe atfedilmesi gerektiğini söylemek daha doğru
olacaktır( l l . 40). İ ngiltere'deki bir dönüm toprakla, doğal olarak
aynı verimlili kte olabilen ıslah edilmemiş Amerika'daki bir dö
nümlük toprak, 'bir Kızılderili 'nin bu dönüm topraktan elde ede
ceği faydanın tümü burada değer bulsa ve satılsaydı ' , İ ngiltere 'de
ki bir dönüm toprağın 1 /1cro'i değerinde değildir ( i l . 43). lslah edil
memiş toprak kıraçtır, bu nedenle bu toprağı, ıslah etmek amacıy
la ortaklaşa sahipliğin dışına çıkaran ve temellük eden bir insan -
toprağı ortaklaşa olmaktan çıkaran ve çitleyen i nsan - onu çalma
mış, insanoğluna bi r şeyler vermişti r.
Elbette ki, Locke 'un, emeğin değerin kaynağı ve mülkiyetin te
meli olduğu biçimindeki düşüncesinde çekici olan bir şeyler var
dır; ancak şimdiden, bu düşüncede acayip olan bir şeylerin de ol
duğunun açık olması gerekir. Şimdiden biliyoruz ki, örneğin emek
ile mülkiyet arasında doğrudan bir örtüşme yoktur, çünkü bir in
san, başkasının emeğini temellük edebilir. Şimdi, Locke için konu
emeğin etkinliğinden çok emeğin karlı biçimde kullanımıyla ilgili
görünmektedir. Örneğin, Amerika'da bir dönüm toprağın değerini
hesaplarken Kızılderili 'nin emeğinden, harcadığı çabadan söz et
mez, ama elde ettiği kardan (yokluğundan) söz eder. Diğer bir an
latımla, konu bir insanın emeği değil, ama mülkiyetin üretkenliği
ve ticari kara uygulanışıdır.
Locke en çok tartışılan meşhur paragrafta şunları yazar: "Atı
mın yayılmış olduğu Otlar; Hizmetlimin biçmiş olduğu Çimenler;
başkalarıyla bi rlikte ortaklaşa bir hakka sahip olduğum herhangi
bir yerde kazıp çıkarmış olduğum Maden Cevheri mülkiyetim
olur . . . '(il. 28). Bu paragraf üzerine ve bu paragrafın bize ne söy-
204 iSYAN BORUSU. KAPITAUZMNIN Y U KSELIŞI •c S I YASAL TF..O RI
John Locke, parlamenter ' sınırlı ' yönetimin güçlü bir savunusunu
inşa eni, ancak bunu demokrasiyi kucaklamadan yaptı. Kadınların
oy hakkı konusunda hiçbir şey söylenmezse, Düzleyicilerin talep
te bulundukları, erkeklerin evrensel oy kullanma hakkı türündeki
bir yaklaşımın benimsenmesine kadar dahi olsa, Parlamenter yö
netimin demokratikleşmesinin öncesinde, uzun bir zaman ve çok
sayıda mücadele cereyan edecekti. Sonunda kazanılan bu zaferler,
kesinlikle kazanılmaya değer zaferlerdi; ancak o zaman oy verme
hakkı, artık Düzleyicilerin istemiş oldukları bir farkı yaratamazdı.
Kapitalizm, siyasal hakların değerini tümüyle değiştirdi. Fe
odal lort, köylülerden rantların çekip alınmasında askeri ve siyasal
baskı iktidarlarına bağımlı iken, kapitalist mülksüz işçilerle ilişki
sindeki 'ekonomik ' zorlamalara yaslanabilir. Kapitalistler, devle
tin desteğine kesinl ikle gereksinim duyarlar ve işyeri , kesinlikle
hiyerarşik ve baskıya dayalı yöntemlerle örgütlenir; ancak işçi ler,
tümüyle ekonomik baskıya maruzdurlar, çünkü emek gücüne sa
hip olmayı ve geçimlerini sürdürmeyi sağlayan araçlara ulaşmak
için, emek güçlerini bir ücret karşılığında satmak zorundadırlar.
Dolayısıyla kapitalizm, bir siyasal haklar tekeli ne bağımlı olmayan
kendine özgü hükümranlık biçimleriyle birlikte, az ya da çok
'özerk ' bir ekonomik alan yaratmıştır. Mülk sahibi sınıflar için, bir
keresi nde gerçek bir tehlike göstermiş olan yasal ya da siyasal öz
gürlük ve eşitlik, ekonomik eşitsizlik ve sömürü için oldukça az
tehlikeli hale gelmiş bulunmaktadır. Bu koşullarda, evrensel oy
verme hakkı bile, özü itibarıyla kapitalizm tarafından yaratılan som
' ekonomik· nitelikteki iktidarları dokunulmadan olduğu gibi bıra
kır.
'!09
210 iSYAN BORUSU KAPI TALI ZM N I N Y l lKSl:--l..I ŞI • c SIYASALTl:OR I
İNSAN, POST-İNSAN
Dominique LECOURT
Fransızcadan Çeviren: Hande Turan Abadan
Post-insanlık çağına adım allık mı? Bi yoteknolojiler; klonlanmış ko
yundan sonra kopyalanmış bebekler, genleri değiştirtmiş bitkiler, hor
monlu gıdalar, bilgisayar, robotlar . . . "İnsan doğası" nereye gö\i,lrtilü
yor? Biyolojik bir felaketle mi karşı karşıyayız? Bütün bunları yap
makla, İlahi gücün yani Tanrını işine karışmış olmuyor muyuz?
�
epos
MAKYAVEL'İN YALNIZLJ(;I
ve Bafka Metinler
"A.lthıuur'in Mirası"
Louis ALTHUSSER
Fransızcadan Çeviren: Turhan Ilgaz. Aldaddin Şenel, Seda Çanrulc
Makyavel 'in Yalnızlığı Althusscr 'in kuramını oluşturan önemli çalış
malaıı n ı ya da Althusser 'in Mirasını bir araya getiriyor. Bu kitap Ah
husscr'in Türkçe'de şimdiye kadar yayımlanmamış bazı temel çalış
malannı da okura sunuyor. Althusser'in doktora savunusu (Marx İçin
ve Kapital ' i Okumak adlı kitaplarını temel alan) Amiens Savunusu ile
Makyavel'in Yalnız/ılı yayımlanmamış olan temel çal ışmalardan iki
si . . .
Marksizmin eyleyicilerininlöğretmenlerinin sadece iyi bir öğrencisi
olduğunu beyan eden ve fiilen mevcut olan kuram dünyasında Adeta
Makyavel kadar yalnız olan Althusser. hedefi nin/girişiminin Marx ' ı n
anlaşılabileceği temelleri göstermek olduğunu söylüyor.
�
epos
DEVLET, iKTIDAR, SOSYALiZM
Nkos POULANTZAS
Fransızcadan çeviren: Turhan Ilga�
Kapitali:::m ı·e modern lcapiıalist devlet nasıl iıler.' //aidar nedir.' Toıaliıariznı ne
dir' Siyasal mücadele nedir? Mulwlefet nedir.' //aadara kıırıı di�niı nasıl o/malı-
dır' Sosyalist ülkelerin ve devletlerin temel problemi nedir.'
�
epos
DEVLETE KARŞI DEMOKRASi
Man ve Maky•vel Momenti
Miguel ABENSOUR
Frn.an.sızcadan Çevirrnler: 'ZeyN!p Gambeıti, Nami B�er
Bu kitapta bıitün zamanlann çağdaşı olan ve iki "modem" kuramcı
yanyana getiriliyor.
"Nasıl olur da özgürlük yasaya karşı değil de, yasayla birlikte, onu do
Auran özgürlük arzusuyla birlikte düşünülmez; nasıl ol ur da özgürlük
i ktidara karşı değil de, insanların ortak eylemlerinin sonucu olarak kur
gulanan bir iktidarla birlikte teorileştirilmez? En önemlisi, nasıl olur
da özgürlük. politi kaya karşı, ondan kurtulmak istennişçesine değil de,
özgürlük arzusunun asıl nesnesi olarak algılanmaz?
Üzgürlükçü ilhamla beslenen politika. dünya ve ölümlü insanların ka
derine çözüm üreune çabası olarak değil, bunlara dair hiç sonlanmaya
cak bir sorgulama olarak yaşanmalıdır."
�
epos
"İçinde yaşadığımız dünya hakkında, on altıncı ve on yedinci yüzyılların
siyasal düşünürleri ve toplumsal eleştirmenlerinden öğrenecek çok şey
vardır. Bugün, liberalizm ya da sosyalizm gibi âşinâ siyasal
ideolojilerimiz, kendi kökenlerinin izlerini, bu çalkantılı dönemde
ortaya çıkan düşüncelere; devlet, hukuk, özgürlük, mülkiyet, haklar
ve demokrasi gibi erken dönem modern kavramlarına kadar götürebilirler.
Ayrıca bu düşünürler bize, kapitalizm hakkında da çok şey
söyleyebilirler. Bizler sistemi, tartışmasız kabul ederken, onlar sistemin
meydana gelişini gözlemlediler ve sistemin ürettiği muazzam toplumsal
değişimlerden kaynaklanan aksamaları görüp yaşadılar. Bugün çok
sayıda insan, kapitalizmi, evrensel ve kaçınılmaz bir doğa yasası olarak
görürken, o zamanki insanlar için kapitalist mülkiyet ilişkileri, doğal
olmak dışında her anlama geliyordu. Bu ilişkilerin kurulması, her
zaman mücadeleyi içeren bir süreçti ve mücadele içindeki tüm
cephelerden, bu ilişkiler hakkında öğrenecek şeylerimiz vardır.
En azından, kapitalizmin ezeli ve ebedi olmadığını ve başka insanî
seçenekler olduğunu öğrenebiliriz. Son olarak, Düzleyicilerden,
Kazıcılardan ve diğer erken dönem modern radikallerden, özgürlük,
eşitlik ve baskıcı iktidara karşı direnme konusunda halen öğrenecek
çok şeyimiz vardır. Ancak bizler, ayrıca onların özgürleştirme projesini,
modern kapitalizm tarafından girişi ve çıkışı tıkanmış hükümranlık
alanlarına yaymaya ilişkin kendi yöntemlerimizi bulmak zorundayız."
ISBN: 978-975-6790-55-7 \