Professional Documents
Culture Documents
CA'Feriye'de Faiz Ve Faizin Illetine Metodolojik Yaklaşım
CA'Feriye'de Faiz Ve Faizin Illetine Metodolojik Yaklaşım
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI
CA‘FERİYE’DE FAİZ
VE FAİZİN İLLETİNE METODOLOJİK YAKLAŞIM
Hazırlayan
Fethi Harun YETER
Danışman
Doç. Dr. Davut İLTAŞ
Temmuz 2018
KAYSERİ
2
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
İSLÂM HUKUKU BİLİM DALI
CA‘FERİYE’DE FAİZ
VE FAİZİN İLLETİNE METODOLOJİK YAKLAŞIM
Hazırlayan
Fethi Harun YETER
Danışman
Doç. Dr. Davut İLTAŞ
Temmuz 2018
KAYSERİ
i
Bu çalışmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde
edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranışların gerektirdiği gibi, bu
çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve
referans gösterdiğimi belirtirim.
İmza :
ii
Hazırlayan Danışman
ÖZET
Bu araştırma geçmişten günümüze fert ve toplum hayatında yer almış, toplumun
hukuki, iktisadi ve ahlaki değerlerini yakından ilgilendiren ve bu değerlerin
değişmesinde fevkalade müessir olan faizin İslâm’da yasaklanmasının Ca‘ferî
mezhebinde usûl açısından gerekçesinin irdelenmesi ile ilgili bir çalışmadır.
ABSTRACT
Religion is not in the scope of jurisdiction and the nature and justification of
philosophical and economic approaches mentioned above is displayed when attempting
to where it is required by law concise information regarding the methodology given in
determining the disease, according to the Sunni schools, Jafari different methodological
approaches are described. According to this approach, measurement based ribevî
malady and conditions goods identified and the scope of the provisions outlined and the
conclusion.
İÇİNDEKİLER
CA‘FERİYE’DE FAİZ VE FAİZİN İLLETİNE METODOLOJİK YAKLAŞIM
KISALTMALAR
(a.s) : (aleyhi’s-selam)
b. : Bin, İbn
bkz. : Bakınız
c. : Cilt
c.c. : Celle Celâluhû
DİA : Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
E.Ü.S.B.E : Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
h. no : Hadis No
h. : Hicri
Hz. : Hazreti
Kg : Kilogram
m. : Milâdî
md. : Maddesi
nşr. : Neşreden
ö. : Ölüm tarihi
s. : Sayfa
sy. : Sayı
thk. : Tahkîk eden
trc. : Tercüme eden
ty. : Yayım tarihi yok
UÜSBE : Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Ü. : Üniversitesi
vb. : Ve benzeri, ve benzerleri
vd. : Ve devamı
yy. : Yayım yeri yok
ix
ÖNSÖZ
Hamd, Rasulüne gönderdiği Kitabı mübîn ile insanlığa hidayet yolunu gösteren,
dünya ve ahiret mutluluğu için kullarına bazı şeyleri helal, bazı şeyleri de haram kılan
Allah’adır. Salat ve selam da dinin hükümlerini açıklayan ve müminlere önder ve örnek
olan Hz. Muhammed’e, onun Âl ve ehl-i beytine ve ashabına olsun.
Allah kullarının maslahatı için alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Hz.
Peygamber de haram kılınan ribayı ana hatlarıyla beyan etmiştir.
İslâm dünyasında Sünni mezheplerden sonra en çok taraftarı olan ikinci büyük
mezhep, Şia’dır. Dünya Müslümanlarının yaklaşık % 10’unu teşkil etmektedirler1. İran,
Hindistan, Irak, Lübnan, Suriye, Azerbaycan, Yemen, Bahreyn, Katar, Türkmenistan,
Türkiye, Suudi Arabistan, Pakistan ve Afganistan gibi ülkelerde farklı oranlarda Şii
nüfus söz konusudur.
Sünni hukuk metodolojisi ile Ca‘ferîyye arasında ilke itibarıyla çok derin
farklılıklar bulunmaz. Kitap ve Sünnet2 gibi fıkhın aslî delillerinde Sünni mezheplerle
müşterektirler. Sünnet delili konusunda farklı yorumlar söz konusu olsa da bu delili de
aslî kaynak olarak kabul ederler. İcma delilinde ise amaç masum imamın görüşünü
ortaya çıkarmaktır. Masum imamın onay vermediği bir ittifak, icma olarak kabul
edilmez.3 Yani serahaten masum imamın bulunmadığı bir ittifakda zımnen masum
imamın bu ittifaka aykırı görüşte olmadığı aksine bu ittifakı desteklediği fikrini
bünyesinde taşır.
1
Dönmez, İbrahim Kâfi, “Şia” md., İlmihal I, (İslâm Dini), Ankara, 2012, I,30.
2
Sünnet konusunda Şia, sadece isnadı Ehlibeyt’e dayanan ve ahbar olarak isimlendirilen hadisleri kabul
etmektedir. Daha geniş bilgi için bkz. Mahmesânî, Subhi Receb, Felsefetü’t-Teşrî ‘ fi’l-İslâm. Trc. Dr.
Y. Çolak, Dr. İbrahim Paçacı, Dr. Dursun Aygün, Dr. Mustafa Baş, Ömer Gülden, İslâm Hukuk
Felsefesi, Ankara, 2009. s. 53.
3
Ca’feriye’ye göre İcma: “Bilginlerin bir söz üzerinde görüş birliği etmeleri değil, masum imamın sözü
üzerinde meydana gelen genel ittifak” anlamına gelmektedir. Fazla bilgi için bkz. Mahmesânî, İslâm
Hukuk Felsefesi, s. 53.
x
Ca‘ferîyye mezhebinin İslam hukuk usulündeki kıyas ile Sünni usuldeki kıyas,
şekil itibarıyla farklıdır. Sünni Fukaha mantıkta temsil ve analoji olarak geçen fıkhî
kıyası, Ca‘ferî âlimler ise mantıkta tümdengelim ve dedüksiyon olarak adlandırılan
kıyası şer’i hükme ulaştıran veya tespitine vasıta olan bir yöntem olarak
kullanmaktadırlar.
Ehl-i Beyt imamlarından Hz. Ali (v. 40/661) ve Muhammed b. Hasan el-Mehdi
(v. 329) hariç diğerlerinin tamamı Medine doğumludur. Hayatları Medine’de geçmiştir.
Siyasi nedenlerden dolayı son dört imamın Medine dışına defni ile Hz. Ali ve Hz.
Hüseyin (v. 61/680)’in Medine dışında şehit edildikleri göz önüne alınırsa diğerlerinin
hemen tamamı Medine’de metfundur. Söz konusu ehl-i Beyt imamlarının Medine’de
yaşamış ve orada metfun olmaları ile Medine fıkıh geleneği arasında bir ilişkinin
bulunduğu söylenebilir.
İmam Malik (v. 179/795)’in delil mesabesine çıkardığı Ameli Ehl-i Medine,
Medine ahalisinin İslâm dünyasına mesaj verecek kadar fıkhî geleneklere bağlılığını
ifade eder. Metodolojiye yansıması da göz önüne alınırsa Medine ahalisinin İslâmi ve
fıkhî geleneğe ne kadar önem verdiğini gösterir. Bu bağlamda Ehl-i beyt imamlarının
genelde Medine’de mukim olmaları ile Amel-i Ehl-i Medine arasındaki fıkhî alakanın da
varlığı dikkatten uzak tutulmamalıdır.
İmam-ı Azam Ebû Hanife (v.150/767) ve İmam Malik’in Muhammed el-Bâkır (v.
114/733), Ca‘fer es-Sâdık (v.148/765) ve Musa el-Kâzım (v. 188/799) ile aynı asırda ve
Medine’de yaşamış olması gerçeğinden hareketle birbirleri hakkında olumsuz bir ifade
kullanmayan bu kişilerin tutumu, önemli bir referans olduğu gibi, Ehl-i beyt
imamlarının da Medine geleneği ile iç içe oldukları kabulünden hareketle onlardan
intikal eden geleneksel İslâmi hayat hüccet mesabesindedir demek mübalağa olmaz.
Dolayısıyla Ehl-i beyt imamlarını, Medine İslâm fıkıh geleneğinin dışında tutmamak
gerekir.
konusunda bir fikir vermektedir. Ca‘feri usulünde sadece imamlara isnatlarla istidlal
eden âlimlerin bu ameliyesini söz konusu âlimlerin takdirine bırakmak gerekir.
İki bölümden oluşan tezimizin birinci bölümünde faizin kısa bir tarihçesi verilerek
ticari hayatın bir teamülü olarak uzun geçmişine işaret edilmiş, fert ve toplum hayatına
olumsuz yansımaları dile getirilmiştir. Faize iktisat içinde olumlu bir yer kazandırmak
düşüncesiyle kira, gelir payı veya ücrete mukayese ederek iktisatçı ve bazı Hıristiyan
din adamlarının gayretlerini ve faizi meşrulaştırma çabalarına değinildikten sonra
İslâm’ın kesin tavrından bahsedilmiştir. Ayrıca bu bölümde faizin tanımı, türleri, şartları
ve hükmü gibi konularda bilgi verilmiş ve riba ayetlerinin nüzul sırası göz önüne
alınarak Kur’an ve Sünnetteki riba ile ilgili nasların Ca‘feriyye mezhebi tarafından nasıl
yorumlandığı belirtilmiştir.
Tezimizin omurgasını teşkil eden ikinci bölümde Ca‘feri usul anlayışından kısaca
bahsedilmiş ihtiyat ve illet kavramları açıklanmıştır. Şia’nın özellikle illete hangi
durumda itibar ettiği, hükmün ilhak veya tadiyesinin yine hangi durumda mümkün
olabileceği gibi hususlara illet kavramının açıklanması konusunda yer verilmiştir.
Ca‘feriyye mezhebinde ribanın illetini tespit yöntemi, illetin tadiyesiyle ribevî malların
kapsamı ve ilgili konular araştırmamızın özünü teşkil etmektedir. Cinsleri tespit ve
aralarında ribanın vuku bulmadığı kişi ve kesimlere de yer verildikten sonra sonuç ve
değerlendirme ile araştırma tamamlanmıştır.
xii
Kayseri/2018
1
GİRİŞ
Her ne kadar sermayenin üretim alanında kullanımı sonucu sağlanan gelirden bir
pay alınması, makul ve meşru gibi görünse de kullanım şeklinin adil olmaması, iktisadi
hayatın üretim, tüketim, istihdam gibi vazgeçilmezleri olan argümanların topyekûn
işlevlerini bozarak ifsadına sebebiyet vermesi, maliyet fiyatlarını etkilemesi, enflasyonu
tetiklemesi ve enflasyonun faiz oranlarının yükselmesine neden olması kaçınılmazdır.
4
Yazır, Muhammed Hamdi , Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul ty., c.II,s.974.
2
Faizle ilgili yapılan tanımlar, türleri ve şartları açıkladıktan sonra tezimizin ikinci
bölümünde farklı görüşlerle mukayese edilebilmesi için faizle ilgili ayet, hadis ve
haberlerin mezhebin usulü esas alınarak Ca‘feriye mezhebi tarafından nasıl anlaşılıp
yorumlandığına yer verilmiştir. Bu bağlamda tahrim ve illet kavramları üzerinde
durulmuştur.
Şer’i deliller arasında kıyasa yer vermeyen Ca‘feriyye, gerekçe olarak illetin
istinbat edilemeyeceğini belirtmektedir. Ancak illet mansus olursa bu takdirde hükmün
diğer fertlere şamil olması mümkündür. İlhak veya tâdiyenin metodolojik olarak
5
Özsoy, İsmail, “Faiz”, DİA, XII, 110.
3
mümkün olmadığı yerlerde bazen istıshabı kullanırken bazen de bir uygulama ilkesi
olarak ihtiyat yolunu tercih etmektedirler.
Özet olarak araştırmamızda amaçlanan hedef, fakihler arasında ihtilaf konusu olan
faizin illetinin keyfiyeti, faizin tahakkuk şartları ve kapsadığı mal ve metaı belirlemeye
yönelik yaklaşımları gibi önemli noktaları anlaşılabilir şekilde sunabilmek ve faizin
illetinin tespitinde metedolojik olarak nasıl bir yol izlediklerini ortaya koymaktır.
Birinci bölümde araştırmanın başlığı ile ilgili olarak faizin mahiyeti, meşruiyeti
için geliştirilen teoriler, tanımı, türleri, şartları, faiz akdi, Kur’an ve Sünnette faizle ilgili
delillerin Ca‘ferî âlim ve fakihlere göre nasıl yorumlandığı gibi konular üzerinde
durulmuştur.
İkinci bölümde ise faizin illeti, illetin tespit yöntemi ve naslarda belirtilen eşyaya
ilişkin faiz hükmünün illetin tadiyesiyle naslarda belirtilmeyen eşyaların da faiz
hükmüne ilhakının kapsamı gibi temel konular incelenmiştir.
Faiz, kendisine ihtiyaç duyulan yönüyle ticari ve sosyal hayatımızla adeta iç içe
olduğumuz, diğer yönüyle de ribevî malların illeti itibariyle mezheplere göre farklılık
arz ettiğinden önemli bir konudur. Bu nedenle öncelikli olarak, metodolojik olarak
sünni mezheplerle aralarındaki farktan dolayı Ca‘feriyyede özellikle deliller konusu ve
nasların delaletinin içeriği hususu veya delalet şekillerine kısaca değinilmiştir. Buna
bağlı olarak, mezhepte faizle ilgili hükümlerin tespit edilebilmesi için ribevî malların
4
kapsamı ve bu mallarda faizin gerçekleşmesi için illetin yani hangi vasfın bulunması
gerektiği konusunun anlaşılması önem arz etmektedir. Bu yüzden ilgili kavram ve
ıstılahların tanım ve izahları gerek metin içerisin gerekse dipnotlarda verilmeye
çalışılmıştır. Önceliğimiz Ca‘feriyye mezhebinde faiz ve faiz hükmünü gerektiren
vasfın yani illetin ne olduğunu anlamak olduğu için faizle birebir ilişkili konulara
mutlaka yer verilmiş tali meselelere ise araştırmada yer verilmemiştir.
Fer’i meselelerin anlaşılması çoğu kez ıstılah ve usul bilgisi eksikliğinden yahut
müellifin ıstılahlarla dolu bir ifade tekniği seçmesinden dolayı problem olmaktadır. Bu
probleme düşmemek için fer’i mesele mutlaka usulî dayanağı belirtilerek izah
edilmelidir. İslam dünyasındaki iki ayrı yönelişten birisi olan Ca‘feri mezhebinin görüşü
aslî kaynaklarından verilmiş olup mukayese imkânı sunma adına da sünnî kaynaklara da
müracaat edilmiş faiz ve illeti meselesi iki mezhep açısından kritik edilmiş ve
değerlendirilmiştir. Verilen bilgilerin kalıcı ve anlaşılır olmasını sağlamak için konu
örneklerle müşahhas hale getirilmeye çalışılmıştır.
Ca‘ferî âlimleri arasında özel bir yere sahip Şeyh Sadûk (v.381/991) ismiyle
maruf, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ali b. el-Hüseyin Babeveyh el-Kummi döneminin en
önemli muhaddis ve fakîhlerinden kabul edilir. Şeyh Sadûk’a ait Türkçeye çevrilmemiş
Arapça basımlarından faydalandığımız eserlerden “Men la yehduruhu’l-fakîh” isimli
eser sünnilerde Kütüb-i Sitte mesabesinde olan Kütüb-i Erbaa’dan biri olup önemli
hadis kaynaklarındandır.
Şeyh Müfîd’in (v. 413/1022) rahle-i tedrisine uzun yıllar devam eden Tûsî, ahbârî
anlayışla usûlî anlayışı bir araya getirerek Ca‘ferî fıkıh usulünü sistemleştirmiş olup
rivayet fıkıhçılarının haber-i vahidle amel prensiplerini güçlendirerek daha geniş bir
sahada kullanımını sağlamıştır.
Birçok alanda eser telif etmekle beraber hadis sahasında Tûsî’nin telif ettiği el-
İstibsâr fi mehtulife mine’l-ahbâr ve Tehzîbu’l-ahkâm isimli eserleri Şia’nın önemli
hadis kaynaklarından olup Kütüb-i Erbaa içinde yer almaktadırlar. el-Mebsût fi’l-fıkh,
en-Nihâye fi mücerredi’l-fıkh ve’l-fetâvâ ve el-Hilâf da onun fıkha dair yazdığı eserler
arasındadır.
6
Şeyh Tûsî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan b. Ali, el-Hilâf, yy, h. 1411, III, 2.
6
İslâm Ekonomi Doktrini isimli eserin müellifi Muhammed Bakır es-Sadr ekonomi,
felsefe, sosyoloji, fıkıh ve usûlü’l-fıkıh alanlarında yirmiden fazla eser telif etmiştir.
Araştırmada istifade ettiğimiz İslâm Ekonomi Doktrini ile beraber İslâm ve Filozofi
isimli eserleri yabancı dillere de tercüme edilmiştir. İslâm Ekonomi Doktrini, sadece
Ca‘ferî kaynaklardan hareketle yazılmış bir eser olmayıp, İslam’ın ekonomide genel
perspektifini yansıtabilmek için Sünnî kaynaklara ve görüşlere de yer verilerek telif
edilmiş bir eserdir.
7
Karaman, Hayreddin, “Ca’feriyye” md., DİA, VII, 9-10.
7
8
Humeynî, Ruhullah Musavi, Tahrîru’l-vesîle, 3. Baskı, Kum, 1408, I, 4.
9
Humeynî, Tahrîru’l-vesîle, I, 538-539.
10
Serahsî, Şemsü’l-eimme Muhammed b. Ebû Sehl, el-Mebsût (Editör. Prof. Dr. Cevat AKŞİT), İstanbul,
2008, I, XXIV-XXV.
11
Mergînâni, Burhanettin Ebû’l-Hasan Ali b. Ebûbekir el-Fergânî, el-Hidaye Şerh-u Bidayeti’l-Mübtedi,
I, 9.
8
Diyanet İslâm Ansiklopedisi “faiz” maddesi, Prof. Dr. İsmail özsoy tarafından
faizin tarihçesi ve faiz teorileri, Kur’an ve Sünnette faiz, İslâm hukukçularının faizle
ilgili görüşleri, faizin yasaklanma sebepleri ve faizle ilgili tartışmalar gibi başlıklar
altında hazırlanmıştır. Genel olarak önemli ölçüde istifade edilen bu ansiklopedi
maddesinde Ca‘feriyyenin illet konusunda Hanefilerle aynı kategori içinde bulundukları
şeklindeki kısa bilgi ve ölçü-tartı kapsamı dışında bulunan paraların da riba kapsamına
alınması gerektiği şeklindeki bir değerlendirme dışında başka bilgi bulunmamaktadır.
Yazar, illetle ilgili “ribevî malların kapsamı konusunda tüm mezheplerin görüşleri ile
faiz hadislerinin bir bütün olarak incelenmesi sonrası, günümüz hukukçularının da
benimsedikleri “faiz mallarının sahasını genişletme şeklindeki yaklaşıma” uygun olarak
“bir ölçü birimi” ile alınıp satılan tüm misli malları, ribevî mallar kapsamına sokacak
illetin “kadr” olduğu, veresiye faizi konusunda da araştırma ve değerlendirmelerin
illetin “vade” olduğunu göstermektedir.” şeklindeki görüşlerini, “sonuç olarak fazlalık
faizi, aralarında kalite ve vasıf farkı olsa bile misli bir malı kendi cinsinden bir mal ile
mübadele edilmesi halinde bedellerden birinde bulunan kemmî fazlalık, veresiye faizi
ise ister aynı ister farklı cinsten olsun, mislî veya kıyemî iki malın mübadelesinde
bedellerden birinin vadeli olması halinde vade farkından doğan takdirî ve hükmî
fazlalıktır”13 ifadeleriyle özetler.
Hayreddin Karaman’a ait “Şia’da Fıkıh Usûlü ve Şer’i Deliller” başlıklı tebliğ, Şiî
ekollerle ilgili usül konusunda, alanında yapılmış önemli çalışmalardan biridir. Mensup
olanlarının daha fazla olmasından hareketle Ca‘ferî ekolü öne çıkarılarak, Şia’da fıkıh
usûlü ve şer’i delillerle ilgili kavram ve konularda Zeydiyye ve İsmailiyye’nin
görüşlerine de yer veren çalışmanın ilk bölümünde usul anlayışlarının oluşum
sürecinden bahsedilmektedir. Takip eden kısımda, Şia’nın şer‘î delillere bakışı ele
alınmış, bu delillerle ilgili Ca‘ferîyye, Zeydiyye ve İsmailiyye’nin görüşleri, birleştikleri
ve ayrıldıkları hususlar ve son kısımda da içtihat, taklit ve merciiyyet kavramları izah
edilmiştir. Sünni usul anlayışı ile Şii usul anlayışı arasında karşılaştırma ve
değerlendirme imkanı veren bu çalışmanın sonuç kısmında “Teorik olarak birbirinden
12
Mavsîlî, Abdulah b.Mahmûd b. Mevdûd, el-İhtiyar li ta’lili’l-Muhtar, 2. Baskı, Mısır, 1951, I, 6.
13
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 117-118.
9
uzak gözüken Şiî ve Sünnî usulün uygulamada birbirine oldukça yakın seyrettiği”14
şeklinde bir değerlendirme yapılmıştır.
Dünden bugüne fasit akitler arasında yer alan faizli akitler müslüman
araştırmacıların dikkatini çekmiş ve bu husus özellikle günümüzde pek çok telife konu
olmuştur. Şöyle ki genel mahiyette faiz kavramı ve faizli akitlerle ilişkili birçok çalışma
yapılmış olmasına rağmen özellikle Ca‘ferilerin faiz konusuna yaklaşımını inceleyen bir
çalışmanın yapılmadığı görülmektedir.
Bununla birlikte faizin illetiyle ilgili tüm fıkıh ekollerini kapsayan ve kısmen de
çalışmamızla ilgili bir yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Bu yüksek lisans tezi, “İslâm
Hukukunda İllet Kavramı ve Faizin İlleti” isimli, Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz
danışmanlığında Abdulbaki Deniz tarafından yapılmış bir çalışmadır. Tezin birinci
bölümünde “Faizin Mahiyeti ve İslâm Hukukunda Faiz Yasağı”, ikinci bölümünde
“İslâm Hukukunda İllet Kavramı ve İlleti Tespit Yolları” ve üçüncü bölümde ise
“Faizin İlletinin Tespiti ve Değerlendirmesi” işlenmiş olup faizin illeti ile ilgili müçtehit
ve mezheplere ait görüşler bu bölümde yer bulmuştur.
14
Karaman, Hayreddin, “Şia’da Fıkıh Usûlü ve Şer’i Deliller”, s. 41.
10
izahlar bir kültür mirası olarak tarihi şartlar içerisinde değerlendirilmesi gereken
argümanlar olarak bilinmelidir.
15
Deniz, Abdulbaki, İslâm Hukukunda İllet Kavramı ve Faizin İlleti, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, UÜSBE, Bursa, 2006, s. 145
11
BİRİNCİ BÖLÜM
Tarih boyunca artı ve eksileriyle konuşulagelmiş iktisadi bir kavram olarak faiz,
bugün de toplumların iktisadi hayatında önemli bir yer tutmaya devam etmektedir.
Yansımaları, insanın sadece ekonomik hayatıyla sınırlı kalmayıp tüm aktivitelerini
kapsadığından farklı perspektiflerden yaklaşımlar sergilenmiştir. Din ve ahlak açısından
yapılan değerlendirmelerde meşruiyetine dair bir referans görülmemiş olmasına rağmen
iktisadi değerlendirmeler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
İlk çağ filozoflarından Eflatun ve Aristo, toplumun huzur ve istikrarını ifsat eden
faizi, sınıflar arası çatışmanın da sebebi ve kaynağı olarak görürler. Aristo, mübadele
vasıtası olarak kullanılan paranın, faiz için kullanılmasını amacı dışında bir kullanım
olarak ifade eder. Faizi, üretken olmayan kısır bir metal parçasından adil olmayan
kazanç sağlama vasıtası olarak görür.16
16
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 110.
17
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 110.
12
Ortaçağ’da haçlı ordusunu teçhiz etmek için büyük meblağlarda paraya ihtiyaç
duyan kilise, zorunlu olarak ihtiyaçlarını karşılamak için ödünç paralar alırken bilahare
kârlı gördüğü bu alanda ödünç paralar vermeye başladı. Ancak İncil’deki ilgili ayetleri
faiz lehinde tevil ve tefsir etmek gerekiyordu. Nitekim bunu yaparak kapitalizmin
doğuşuna zemin hazırladılar.19
A. Kapitalin Kirası
Bu teoriye göre faiz, “sermayenin belli bir süre için kullanımından doğan ücrettir”
şeklinde kiraya benzetilmektedir. Bu kategori içinde Merkantilistler21 bulunmaktadır.22
18
Meydan Larouse, “Faiz” md., İstanbul, 1971, IV, 491.
19
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 110.
20
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 110-111.
21
Merkantilizm, ülkenin refahını sahip olduğu altın ve gümüş gibi değerli madenlere bağlayan, ülkedeki
değerli maden yataklarının işletilmesine önem veren ve ihracatı artırıp ithalatı azaltmaya çalışan iktisat
13
B. Sermayenin Kazancı
öğretisidir. Mehmet Erdoğan, ‘Merkantalizm’ md., Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul, 2010,
s. 364.
22
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 111.
23
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 111.
24
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII,111-112.
25
Onları dört şeyden yasakla; Teslim almadıkları şeyi satmaktan, rizikosunu üstlenmedikleri şeyin
kârından, bir satım sözleşmesinde iki koşuldan ve satarken borç (müşteriden) almaktan. Serahsî, el-
Mebsut, XII, 284.
14
hak tanımaktadır. Fakat bu hak sadece mal sahibinin ve emek sahibinin kâra
ortak olması ve sermaye sahibinin hakkının, işlemin sonucuna bağlanması
demektir ki bu da mudarebenin İslâmî manasıdır. Mudarebede sermaye
sahibi sadece zararı öder. Muamele kazançla neticelendiği takdirde
anlaşmada kararlaştırdıkları yüzde üzerinden kâra ortak olur ki bu da
kapitalist anlamda temelden faizden ayrılmaktadır. Kapitalizm, tefecilik
yoluyla borç olarak verilen para için, ticari işlemin sonucundan ayrı bir
ücreti garanti eder.”26
İslâm faizin her türünü haram kılmış ve iktisadi işlevlerden tecrit ederek bu
hassasiyetini korumuştur. Çünkü sermaye artı emek veya hizmetle gerçekleştirilecek
üretim, belirli bir zaman diliminde gerçekleşmektedir. Bu zaman diliminde söz konusu
üretim, muhtemel birçok iktisadi riskten etkilenebilir. Her ne kadar bazı işaretler iktisat
veya başka bir konuda gelecekle ilgili yorum yapmamıza imkân tanısa da hiçbir
iktisatçının geleceği ve gelecekteki risklerden mutlak manada haber vermesi mümkün
değildir. Bu veriler göz önüne alındığında meşru üretim ve ilgili kurumlar bu risklerle iç
içedir. Ancak faiz bu iktisadi risk ve değişimlerden doğası ve yapısı gereği
etkilenmemektedir. Böylece faizli sermayenin orantısız ve risksiz, en önemlisi çoğu kez
26
es-Sadr, Muhammed Bakır, İslâm Ekonomi Doktrini (Çev. Mehmet Keskin, Sadettin Ergün), 3. Baskı,
İstanbul, 1980, s. 626.
27
Jean Calvin Faizi meşrulaştırmak için ödünç kavramını, tüketim ve üretim ödüncü şeklinde ikiye
ayırarak tüketim ödüncü için alınan fazlalığa riba diyerek yasaklamakta, üretimde kullanılmak üzere
alınan ödünç mukabili fazlalığa da faiz ismini vererek meşrulaştırmak gibi bir yaklaşım geliştirmiştir.
Fazla bilgi için bkz. Özsoy, “Faiz”,, DİA, XII, 110-111.
28
Meydan Larouse, “Faiz”, IV, 491.
15
mutlak kazanan taraf olması, servet ve gücün, Haşir suresi 59/7. ayette de belirtildiği
gibi sermayedarlar arasında dolaşmasına neden olacaktır. Ama kâr ortaklığı ile riskler
sonucunda ulaşılan kârın veya gelirin adil ve meşru ölçüler içinde paylaşılması, faizle
arasındaki farkı ortaya koymaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM
Sözlükte fazlalık anlamına gelen riba, şer’i anlamda “Akit yapan iki taraftan biri
için karşılığı olmayan şart koşulmuş fazlalıktır”29 şeklinde tanımlanmıştır.
Şerh-u Şerâii‘l-İslâm’da riba sözlük anlamı doğrultusunda “Aynı cins iki şeyden
birinin diğeri mukabilinde aynî veya hükmî fazlalıkla satışıdır”30 şeklinde tarif
edilmiştir. Bu tarif aynı zamanda ribanın meşhur türleri dikkate alınarak yapılmış bir
tarif olup “aynî fazlalık” ribe’l-fadl’a işaret ederken “hükmî fazlalık” da ribe’n-nesîe’ye
işaret etmektedir.
Ribe’l-fadl olarak adlandırılan fazlalık faizi “Aynı cins ribevî mallardan birinin
diğeri mukabilinde peşin fakat aynî bir fazlalıkla satışıdır.”31 Mesela yüz kilogram
ekmeklik buğdayın, yüz elli kilogram tohumluk buğday mukabilinde peşin satılması
durumunda fazlalık faizi söz konusu olur. Her ikisi de buğday cinsi olmasına ve işlemin
peşin olmasına rağmen bedellerin birindeki elli kilogram fazlalık, aynî fazlalık olarak
ribanın bir türü olan ribe’l fadl’ın gerçekleşmesine yol açar.
Ribe’n-nesie olarak adlandırılan veresiye faizi ise “İki şeyden birinin diğeri
mukabilinde hükmî fazlalık ile satışıdır.”32 Mesela yüz kilogram buğdayın üç ay sonra
yine yüz kilogram olarak ödenmek üzere veresiye satılması durumunda nesîe ribası söz
konusu olur. Bu örnekte geçen üç aylık süre içinde buğdayda ortaya çıkabilecek fiyat
farkı, alıcı veya satıcıdan biri lehine fazlalık olarak yansıyabilir. Gerçekte herhangi bir
29
Cürcani, Seyyid Şerif Ali b.Muhammed, et-Ta’rifat, yy, ty s.109.
30
Seyyid- Abduzzehra el-Hüseyin, Şerh-u Şerâii’l-İslâm fi mesâili’l- helâl ve’l-harâm, III, 99.
31
Humeynî, Ruhullah Musavi, Tahrîru’l-vesîle, 3. Baskı, Kum, 1408, I, 536.
32
Humeynî, Tahrîru’l-vesîle, I, 536-537.
17
fazlalık olmamakla birlikte zamana bağlı olarak ortaya çıkan bu fazlalık, hükmî bir
fazlalıktır.
Ribanın diğer bir türü ise karzdan yani borç vermekten kaynaklanan “ödünç
verilen mal veya paraya mukabil olarak iade edilirken iadesinde şart koşulan
fazlalıktır.” Şart koşulan bu fazlalığın on dirhem mukabili on iki dirhem gibi ayni bir
fazlalık, verilen borca ilaveten bir elbise dikme gibi bir iş, bir menfaat veya yanına
bırakılmış bir rehnin aynından faydalanma, kırık dirhem verip yerine sağlam dirhem
almayı şart koşma gibi borca ilave edilebilecek bütün bu mahiyeti farklı muhtelif
beklenti ve fazlalıklar arasında bir fark bulunmamaktadır. Ribevî mallarda borç faizi
cari olduğu gibi adetle satılan şeylerde de caridir ve aralarında da fark yoktur. 33
Ca‘feriyye mezhebi fakihlerinden Muhakkik Hıllî, faizi iki kısma ayırır. Hıllî
birincisini “cins birliği ile ölçülebilirlik veya tartılabilirlik gibi iki vasfın bulunduğu bir
alışverişte sabit olur” diyerek, ikincisini ise “faydanın şart koşulmasıyla tahakkuk
eder”34 diyerek açıklar. Hıllî, hem fazlalık ve hem de veresiye faizinin söz konusu
olduğu birinci türüyle ribe’l bey‘i yani alışveriş faizini, ikincisi ile de ribe’d-deyni yani
borç faizini kastetmektedir.
Tahrîru’l-vesîle isimli eserde de riba alışveriş faizi ve borç faizi şeklinde önce iki
kısma ayrılır. Birincisi “Mübadele edilen aynı cinslerden birinin diğerine nispetle bir
men35 buğdayın iki men veya bir men buğdayın bir men ve bir dirhem mukabilinde aynî
fazlalıkla; ikisincisi de bir men peşin buğday mukabilinde bir men buğdayın veresiye
33
Humeynî, Tahrîru’l-Vesîle, I, 653-654.
34
Muhakkik el-Hillî, Şeraʾiʾu’l-İslâm, Tahkîk: es-Seyyid Sadık Şirazi, 1409, yy. II, 297.
35
Men: Kendisiyle ölçülebilen ve tartılabilen eski bir ölçü birimidir. İbrahim Mustafa, Ahmet Hasan ez-
Zeyad, el-Mu’cemu’l-vasît, İstanbul 1989, s. 889.
18
yani hükmi fazlalıkla satışıdır.”36 şeklinde açıklanır. Türlerle ilgili bu tasnif, Muhakkik
Hıllî’ye göre daha kapsamlı görülmektedir. Bu ayırıma göre önce faiz alışveriş faizi ve
ödünç faizi diye ikiye, alışveriş faizi de aynî fazlalık ve hükmî fazlalık ifadeleriyle
fazlalık ve veresiye faizlerine ayrılmaktadır.
Birincisi, örfen bilinebilir cins birliğidir. Buna göre pirinç pirinç mukabilinde,
hurma hurma mukabilinde, üzüm üzüm mukabilinde hususiyetleri ve vasıfları farklı olsa
da kalitesiz kırmızı buğdayla beyaz kaliteli buğdayın satışında olduğu gibi fazlalıkla
satışları caiz olmaz.
İkincisi ise mübadele edilenlerin keylî veya veznî yani ölçülebilme konusunda
benzer konumda olmalarıdır. Dolayısıyla bu iki özellik dışında adedî olarak alınıp
satılan veya görerek takdir ve değer biçilen şeylerde riba cereyan etmez.37
Yukarıda belirtildiği gibi ribanın illeti ve şartlarının aynı olmasının izahı ile ilgili
olarak illet ve şart kavramlarının irdelenmesi yararlı olacaktır. Çünkü illet, sebep ve şart
gibi terimlerin bir şeyin gerekliliği, meydana gelmesi veya bir şeyin mevcudiyeti
üzerinde müessir olmaları gibi müşterek bir yönleri bulunmaktadır.
İllet, Şari‘in kendisine hüküm bina ettiği münasip zahir vasıf olarak tanımlanır.
Mesela sarhoşluk özelliği içkinin haram kılınmasında illettir. İllet bazen meşru bir
hükümde hukuki hikmet manasında da kullanılır. Yani emir ve nehiylerin tealluk ettiği
mefasit ve mesalih manasına da kullanılır. İllet bu durumda gaye manasınadır. İnsan
36
Humeynî, Tahrîru’l-vesîle, I, 536-537.
37
Humeynî, Tahrîru’l-vesîle, I, 536-537.
19
hayatını korumaya yönelik verilen cezaların illeti bu anlamdadır. Diğer yandan illetin
varlığı hükmün varlığını, yokluğu da hükmün yokluğunu gerektirir.38
Şart ise bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olmakla birlikte, onun yapısından
bir parça teşkil etmeyen, onun varlığına bir etki ya da sebep olmayan fiil veya vasıftır.39
İlletle şart arasındaki fark, illetle ma’lul, şartla meşrut arasındaki irtibatın
keyfiyyeti ile ilgilidir. Az önce belirtildiği üzere illetin varlığı ma‘lulün varlığını,
yokluğu da ma‘lulün yokluğunu gerektirir. Buna göre illetle ma’lul arasında yani illetin
varlığı ve yokluğunu kapsayan her iki durumda da gerekli bir irtibat vardır.
Şartla meşrut arasındaki irtibatın bir diğer izah şekli de şöyledir. Şartın
mevcudiyeti meşrutun mevcudiyeti için gerekli olsa da şartın varlığı, meşrutun varlığını
gerektirmez.40 Mesela cins birliği ile keylî ve veznî oluş ribanın tahakkuk şartı olarak
belirlendiğine göre cins birliği ile keylî veya veznî nesnelerin bulunmaması halinde riba
tahakkuk etmez. Sadece bu şartların mevcudiyeti ise ribanın mevcudiyetini gerekli
kılmaz. Burada şartla meşrut arasında birinci durumda zorunlu bir irtibatın olduğu,
ikinci durumda ise zorunlu bir irtibatın olmadığı görülmektedir. Bir akit işleminde aynı
cins keylî veya veznî nesneler fazlalıkla mübadele edilirlerse o zaman bu şartlar, ribanın
tahakkukunda tamamlayıcı harici birer müessir konumuna gelmiş olurlar. Esasen akdi
fasit veya batıl kılan bu şartları taşıyan ribevî malların mübadelesinde şart koşulan
fazlalık üzerinde varılan mutabakattır. Kısacası ribevî malların fazlalıkla mübadelesidir.
Eğer keylilik ve veznilik ile cins birliği illet olmuş olsaydılar bu vasıflara haiz nesneler
bir arada bulunduğunda ribanın tahakkuk etmesi gerekirdi. Oysa sadece ribevî malların
bir arada bulunması ile riba tahakkuk etmez. Yukarıda değinildiği gibi fazlalıkla
mübadelesi üzerinde antlaşma olmalıdır.
38
Zerka, Mustafa Ahmed, el-Medhalü’l-fıkhiyyü’l-âmm, Dimeşk 2004, I, 391-392.
39
Erdoğan, Mehmet, “Şart” md., Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 519.
40
Şer’i manada şart, bulunduğunda hükmün kendisine zorunlu (vücubi) olmaksızın izafe edildiği şeyden
ibarettir. Bkz. Cürcânî, Ta’rifât, s.126.
20
Bu iki vasıf ribanın tahakkuk şartları olduğuna göre neden ribanın illeti
denilmektedir? Bir başka ifade ile bu vasıfların hem illet ve hem de şart olmaları
mümkün müdür? Bir şey, farklı hükümler için farklı tesirler icra edebilir. İşlevlerin
farklılığı nedeniyle icra ettikleri tesirlere göre de bir hüküm için illet, bir başka hüküm
için şart, bir diğer yerde de mani veya sebep konumunda olabilirler. Riba akdindeki
fazlalık, akdi fasit veya batıl kılma hükmünün illetidir. Bu fazlalığı da haram kılan illet,
ribanın şartları olan cins birliği ile keylilik ve veznilik özelliğine sahip olmalarıdır. Bu
nedenle “Ribevî malların mübadelesindeki fazlalık” gibi riba, hüküm itibariyle bu
nesnelere izafe edilmiştir. Nitekim keylilik-veznilik ve cins birliği gibi iki vasıf,
hükmün izafe edildiği veya nispet edildiği şey olarak illet konumundadır. Burada
ribanın haramlık hükmü, ribevî mallara nispet veya izafe edildiği için bu iki vasıf fıkıh
usulü diliyle hükmün illeti konumuna getirilmiş olmaktadır.
Söz konusu iki vasıf, akit içinde akdin konusu olmaları hasebiyle şart
konumundadırlar. Dolayısı ile cins birliği ile keylilik ve veznilik ribanın tahakkuk
şartlarıdır.
Klasik fıkıh kitaplarında ribevî mal olma hükmünün illeti ile ribanın tahakkuk
şartları “ribanın illeti” başlığı altında bir araya getirilerek ribanın illeti şeklinde ifade
edildiğini görmekteyiz. İmam Şâfiî cins birliğini illet değil özellikle şart olarak ifade
eder. Şâfiî’nin illetle şart arasındaki farkla ilgili değerlendirmesi şu şekildedir: Cins
birliğini illet değil, şart kabul ettik. Çünkü hüküm, var olma veya yok olma bakımından
illetle birlikte döndüğü gibi şartla birlikte de döner. Şartla illet arasındaki fark etkileri
yönündendir. Cins özelliği o mala fazladan bir değer katmadığı ve hüküm ancak o fazla
değerin bulunmasıyla sabit olduğu için biz cins birliğini illet değil şart saydık.41 İmam
Şâfiî, “o mala” ifadesini kullanırken “ribevî mallardan” bahsetmektedir. Yani ribevî mal
olma hükmünün illetinden bahsetmektedir. Şart dediği “cins birliğini” ribevî mal olma
hükmüne bir katkısı olmadığı için ribevî mal olma hükmü için cins birliği vasfına gerek
olmadığını söylemektedir. İmam Şafii “Hüküm ancak o fazla değerin bulunmasıyla
sabit olduğu için” ifadesi ile de mübadele edilenlerin aynı cins olması durumunda
41
Serahsî, el-Mebsut. XII, 213.
21
Gazzâlî’nin kendinden önceki dönemlerde illet ve şart gibi kavramlarla ilgili bir
değerlendirmesini konu ile alakalı gördüğümüz için tezimize taşımayı uygun gördük.
Gazzâli, şart, mahal, rükün, sebep ve illet gibi kavramlar için, kendi dönemine kadar
fakihler arasında ittifakla kabul edilmiş terimler bulunmadığını, fakihlerin bu kavramları
farklı anlamlarda kullandıklarından bahsetmektedir.42 İllet hükmün vücûbu için, şart
hükmün vücudu için bulunması gerektiği yönüyle kanaatimizce aralarındaki bu
benzerlikten hareketle hükmün illete nispeti ile şarta izafe edilmesi arasında fark
gözetilmeyerek şart, illet olarak tesmiye edilmiştir. Ayrıca ribanın, ribevî mal olma
hükmünün illeti ve riba akdinin tahakkuk şartları şeklinde iki ana başlık altında
değerlendirilmemesi bu kavramların yerli yerince kullanılmamasına, özellikle ribanın
şartlarının illet olarak ifade edilmesi gibi bir yaklaşımla klasik fıkıh kitaplarında sürekli
bir kullanım şekli haline gelmesine neden olduğu kanaatindeyiz. Nitekim bu
kanaatimizi Ömer b. Abdulaziz el-Mütrik (v.1405) doğrulamaktadır. Çünkü o, riba ile
ribevi mal olma hükmünün illetini farklı başlıklar altında değerlendirmiştir. er-Ribâ
ve’l-muâmelatü’l-masrafiyye fî nazari’ş-Şerîati’l-İslâmiyye isimli eserinde ribevi mal
olma hükmünün illetini müstakil bir başlık altında incelemiştir.43 Dolayısı ile biz de
diyoruz ki, ribevi mal olma hükmü için illet doğru bir tabir olup riba akdi için bu tabir
yerine ribanın tahakkuk şartı olarak tesmiye edilmelidir.
Akit, iki tarafın bir konu üzerinde anlaşmış olduklarına delalet eden icap ve kabul
lafızları ile meydana gelir. Bununla birlikte günümüz İslam hukukçularına göre akdin
unsurları olarak mütalaa edilen iki akit taraf ile akdin konu veya mahalli, Ca‘feriye’ye
42
Boynukalın, Mehmet, “Fıkıh Usûlünde şart kavramı”, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 36 (2009/1),
s.21.
43
el-Mütrik, Ömer b.Abdulaziz, er-Ribâ ve’l Muâmelatü’l-masrafiyye fi nazari’ş-Şerîati’l-İslâmiyye, yy,
ty., s.90.
22
Normal bir satım akdi tetkik edilecek olursa; akde konu olan mal, meta ve
materyaller ribevî mal olma hükmüne tabi mallardan değil ise akitte şart koşulan
fazlalığın faiz olmayacağı aşikardır.45 Bir bey‘ akdinde mübadele edilen nesneler
Ca‘feriyeye göre ribanın tahakkukuna neden olan cins birliği ile keylilik veya veznilik
gibi şartları haiz nesneler ise her ne kadar bu şartlar ribanın tahakkuk şartları olsa da
normal akdi ifsat eden veya mebide bulunması gereken vasıflara aykırı bir yönleri
olmayıp, fazlalığın meşruiyetine mani olan yani ribaya neden olan şartlardır. Bu nedenle
akdi fasit kılan şartlar değil, akdi fasit kılan bu şartlarda yapılan bir mübadelede talep
edilen fazlalıktır. 46
44
Akdin unsur veya şartlarından olan iki akit tarafı ve mebi ile ilgili Ca’feriyye mezhebi şu şartları
belirlemiştir. İki akit tarafı ile ilgili şartlar: 1)- Bülûğ yani mümeyyiz de olsa çocuğun bey’i sahih
değildir. 2-) Akıllı olmak 3-) Alışverişinde kararlı olmak. Gayr-i ciddi olmamak 4-) İhtiyar sahibi
olmak. Mükrehin bey-i sahih olmaz 5-Tasarrufa malik olmak. Mülk sahibi yahut vekil, veli veya vasi
olma. Mebi İle ilgili şartlar: 1-) Mebinin ayn olması. İhtiyata uygun olan menfaat, iş veya bir hak
olmamalıdır. 2-) Miktarların tespit edilmiş olması 3-) Mübadele edilen tarafların cinslerinin, kalitesini
belirleyen ve kendisine duyulan talebi etkkileyen vasıflarının bilinmesi. 4-) Her iki tarafın mutlak mülk
olması gerekir. Mülkiyeti intikal etmemiş malın satışı caiz değildir. 5-) Teslimi mümkün olmak.
Humeynî, Tahrîru’l-vesîle, I, 504-518; Ayetullah Uzmâ Hüseyin Vâhid Horasanî, Tevzîh’ul-Mesâil
Risalesi, s. 363-365.
45
Bilmen, Kamus, VI, s. 107 md. 412; Serahsî el-Mebsut, XII, 219.
46
Serahsî el-Mebsut XII, 211.
47
Akit, tarafeynin bir hususu iltizam ve teahhüd etmeleridir ki icab ve kabulün irtibatından ibarettir.
Mecelle (nşr. A. H. Berki) md.103, İstanbul, s. 29.
48
ez-Zerka, el-Medhal, I, 387; Serahsî, el-Mebsut, XII, 202.
23
taraflı olarak verilen fazlalık akit olarak mütalaa edilmeyeceğinden riba akdi olarak
değerlendirilmemektedir.
Bir akit işlemi olan faiz, Hanefi fakihlerine göre fasit bir akittir. 49 Diğer üç imama
göre ise fasit ve batıl kavramları bir satım akdinde aynı anlama geldiğinden her fasit
olan satım akdi batıl ve her batıl olan satım akdi de fasittir. 50
Ali Bakkal ise faiz akdini müstakil olmayan bir akit olarak değerlendirmektedir.52
Kanaatimizce bu yaklaşım İslam hukukuna göre, mübadele edilen materyallerin ribevî
mal olmaları durumunda bey’, karz ve sarf gibi akitlerin faiz akdine dönüşebilmeleri ve
bu akitlere bağlı olarak ortaya çıkmaları göz önüne alınarak yapılan bir
değerlendirmedir.
Nitekim Serahsî ribanın fıkhi tarifini şöyle verir: “Riba, satım sözleşmesi
sırasında şart koşulan ve karşılığı olmayan fazlalıktır.”53 Bu tanımda Serahsî ribayı bey‘
akdi içindeki “karşılığı olmayan fazlalık olarak” tanımlarken bir bey’ akdinin hangi
şartlarda riba akdine dönüştüğünü belirtmiş ama riba akdi ifadesini kullanmamıştır.
Esasen Serahsî’ye göre bey’ ile faiz arasındaki fark sadece helallik ve haramlık yönü
iledir. Serahsî, “Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır” ayetini delil göstererek faizi
ticaret kavramı içinde değerlendirmiş bey‘ için helal olan ticaret, faiz için de haram olan
ticaret şeklinde bir sınıflandırmaya giderek her ikisini de taraflar arasında yapılan ticari
bir mübadele ameliyesi olarak değerlendirmiştir. 54
49
Mavsılî, el-İhtiyar li ta’lili’l-Muhtar, II, 30.
50
Bilmen,Ömer Nasuhi,Hukuku islâmiyye ıstılahât-ı fıkhiyye kamusu, İstanbul, VI, 89.
51
Mavsılî, el-İhtiyar, II, 30.
52
Bakkal, Ali, Faiz, Şanlıurfa 2005, s.34.
53
Serahsî, el-Mebsut, XII, 203.
54
Serahsî, el-Mebsut, XII, 201.
24
Klasik fıkıh kitaplarının ticaret veya büyû bölümünde ele alınan faiz, İslam
hukukuna göre fasit veya batıl akit olduğundan müstakil bir akit olarak
değerlendirilmemekle beraber günümüzde faiz akit veya sözleşmeleri yapılmaya devam
etmekte, faiz hayatını bu sözleşmeler marifetiyle sürdürmektedir.
Ayrıca yaş hurma ile kuru hurmanın misli misline satışları caiz değildir. Çünkü
yaş hurma kuruduğunda eksilir.57 Dolayısıyla yaş hurma ile kuru hurmanın tartılarak
sağlanan eşitlikleri arızi bir eşitlik olup tam bir eşitlik değildir.
Cins birliği ile keylîlik ve veznîlik olmak suretiyle oluşan “benzerlik veya
eşitlilik” anlamında kullanılan mümâselet lafzını Hanefiler şu şekilde açıklarlar: “İki şey
arasında mumâselet, şekil ve mana itibariyle olur. Ölçü (keylî-veznî) şekil itibariyle,
cins birliği ise mana itibariyle denkliği meydana getirir.”60 Şeklen eşitlikten kastedilen,
miktar eşitliği olup bu, ölçü ve tartı ile sağlanır. İki şeyin aynı cins olması da mana
55
Tûsî, en-Nihâye s. 377; Muhakkik Hillî, el-Muhtasaru’n-Nâfiu fi fıkhi’l-İmâmiyye, Beyrut, ty., s. 151.
56
Tûsî, el-Hilâf, III, 47.
57
Tûsî, en-Nihâye, s. 377-378.
58
Serahsî, el-Mebsut, XII, 213.
59
Serahsî, el-Mebsut, XII, 205-206.
60
Merginânî, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mubtedî, II, 62; Serahsî, el-Mebsut, XII, 218.
25
itibariyle eşitlik anlamına gelir. Mübadele edilenlerin bu iki yönüyle eşit olmaları
mümaselet lafzı ile ifade edilmektedir.
Şâfiî’ye göre ise ribevî malların kendi cinsleriyle değiştirilmesi ancak şer‘î ölçüler
ile aralarında eşitlik bulunması ve akit meclisinde bedellerin teslim alınması durumunda
caizdir.61 Buna göre Şâfiî de meşruiyet şartlarından birincisi eşitlik, ikincisi ise kabzdır.
İslâm ile muhatap olan Cezire Araplarının hayatında faiz, öteden beri iktisadi bir
olgu olarak yerleşmiş ve teamül haline gelmişti. Bu açıdan riba yasağı ile ilgili
düzenleme de muhatap toplumun benimsemesi için tedricî bir şekilde yapılmıştır.
Sağlıklı bir ekonomi tesis etmek için de bir taraftan mufavada62, müdarebe63 ve benzeri
ticari ve iş ortaklıkları ile ilgili müesseseler tavsiye edilirken diğer taraftan sadaka,
infak, zekât, karz-ı hasen sosyal yardımlaşmanın aslî unsurları haline getirilmiştir.
Böylece ihtiyaçları karşılamada ve sermayeyi işletmede başvurulan faizden doğan
boşluk bu meşru unsurlarla kapatılmıştır. Nitekim Bakara suresinde olduğu gibi Rum
30/38-39. ve Âl-i İmrân 3/134. ayetlerde de faiz söz konusu edilirken karşılıksız
yardımlaşma ve infak da teşvik edilmiştir.
Riba yasağının tedricî olarak nasıl yerleştiğinin görülmesi açısından son tahlilde
Kur’anda şiddetli bir şekilde yasaklanan ribanın geçtiği ayetlere kısaca değinmek yararlı
olacaktır.
Riba ayetlerinde nüzul sırası, nüzul sebepleri ve tahrîm lafızları ile ilgili
açıklamalara ayrıca kendi başlıkları altında değinilecektir. Faiz ile ilgili ayetlerin kısa
açıklamaları Şiî müfessir Tabatabâî’nin belirttiği nüzul sırasına şöyledir:
61
Serahsî,el-Mebsut, XII, 211.
62
Mufavada şirketi, İslam Hukukunda, eşitlik üzerine kurulan bir ortaklıktır. Ortaklar birbirlerinin vekili
ve kefili oldukları bu şirkette, sermaye ve alınan kar eşittir. Fazla bilgi için bkz. Komisyon, Dini
kavramlar sözlüğü, DİB Yayınları, İstanbul 2009, s.401.
63
Müdarebe, emek-sermaye ortaklığıdır. Bir taraftan sermaye diğer taraftan da emek olmak üzere
akdedilen bir tür ortaklıktır. Kâr aralarında belirlenecek orana göre paylaşılır. Erdoğan, ‘mudarebe’
md., Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.387.
26
“İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz, Allah katında
artmaz. Ama Allah’ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekât verirseniz; işte bunu
yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır.”
Bu ayet, Mekke döneminde nazil olmuş olup bu ayette Allah, ekonomik anlamda
bir kazanç yolu olarak faizin, insanların kazançlarında nemalanarak artış
sağlayabileceğini, ancak insanın ihtiras ve gayreti sonucu faiz yolu ile sağladığı
kazanım ve birikimin kendi nezdinde bir kıymet ifade etmeyeceğini ve meşruiyet
itibariyle rızasına muvafık bir kazanım olmadığını veciz bir şekilde bildirmektedir.
64
Tabatabâî, el-Mîzan fi tefsîri’l-Kur’ân (Çev. Vahdettin İnce), İstanbul 2012, II, 608.
65
Bakkal, Faiz, s. 96.
27
“Ey iman edenler! Faizi kat kat artırılmış olarak yemeyin ve Allah’tan sakının,
umulur ki kurtulursunuz.”
İslâm’ın temel prensibi, her halükarda Allah’ın rızasını kazanma idealini hayatın
merkezine koyup yaşama hedefi haline getirmektir. Haram kılınan şeyler, objesi insanı
büyüleyecek kadar cazip görünse de içeriği insanın dünyevî ve uhrevî felaketini
hazırlayan bir mahiyete sahiptir. Rum suresinde de riba ve infak kavramları bu
yönleriyle öne çıkarılmış Allah’ın rızasına muvafık olanın infak olduğu bildirilmiştir.
Rum suresinde faizle ilgili ayetin tefsirinde bu tahlil yapılmış olmasına rağmen haram
kılındığı Âl-i İmrân suresi 130. ayetle açıklanmıştır.
Uhud savaşından sonra Medine’de nazil olan bu ayetle ilgili olarak Tabatabâî
şöyle demektedir: “Faizle ilgili yasağı ilk kez bildiren ayet olarak Âl-i İmrân suresinde
yer alan şu ayeti örnek gösterebiliriz: “Ey iman edenler! Faizi kat kat artırılmış olarak
yemeyin ve Allah’tan sakının, umulur ki kurtulursunuz.”66
66
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 607-608.
67
Tabatabâî, el-Mizan II, 607-608.
68
Tabatabâî, el-Mizan IV, 27.
28
Din, insan fıtratına aykırı veya selim fıtrata uygun düşmeyen temel hak ve
hürriyetlere tecavüz anlamına gelen saldırı ve fiilleri haram kılmıştır. Bu bağlamda tabii
emek ve kazancı haksızca ve orantısız şekilde sahiplenerek ekonomik dengeleri sarsan,
toplumun huzurunu ifsat eden faizin, insan fıtratına da aykırı olduğu aşikârdır.
Selim fıtrata aykırı olan faizin aklen meşruiyeti kabul edilmezken, ilahi dinlerde
de yasaklanmasından daha tabii bir şey olamaz. Çünkü hem fıtrat ve hem de dinin faiz
konusunda aynı yargıda bulunduklarına dair gerçeği, erdemli kişilerin tarih içinde faize
karşı ne denli mücadele ettiklerinden ve ilahi dinlerde de faiz yasağından anlamaktayız.
Bu cümleden olarak faizin Yahudilerde de yasaklandığı Kur’an’da bildirilmiştir.
ِّ َخ ِذ ِه ُم
ُالربَا َوقَ ْد نُ ُهوا َعْنه
ِ ِ ِ ِات أ ُِحلَّت ََلم وب
ْ ) َوأ061( صدِّه ْم َع ْن َسبِ ِيل اللَّه َكث ًيا
َ َ ُْ ْ
ٍ فَبِظُْل ٍم ِمن الَّ ِذين هادوا حَّرمنَا علَي ِهم طَيِّب
َ ْ َْ ْ َ ُ َ َ َ
ِ ِ اط ِل وأَعت ْدنَا لِْل َكافِ ِر
ِ ِ َوأَ ْكلِ ِه ْم أ َْم َو َال الن
)060( يما
ً ين مْن ُه ْم َع َذابًا أَل
َ َ ْ َ ََّاس بِالْب
69
Tabersî, Ebu Ali el-Fadl b. el-Hasan, Mecmau’l-beyân fi tefsiri’l-Kur’ân, Beyrut 2006, II, 312.
70
Örnek olarak bkz. Beyzavî, Envâru’t-Tenzîl, I, 585.
71
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 122.
29
yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helal kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram
kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.”
Ayet, faiz ve diğer yasaklanan hususlara mesafeli olma ve tavır alma konusunda
önemli mesajlar vermektedir. Din ve fıtratın örtüşmesi (Rum 30/30) sadece Yahudilere
ait bir olgu olmayıp ayet-i kerimede bildirildiği gibi tüm insanları kapsamaktadır. Bu
nedenle Tabatabâî, Yahudiler hakkında Kur’an’da bildirilen yasağın, Müslümanlar için
de geçerli olduğu görüşündedir.72
ِّ ك بِأَن َُّه ْم قَالُوا إََِّّنَا الْبَ ْي ُع ِمثْ ُل ِ الربا ََل ي ُقومو َن إََِّل َكما ي ُقوم الَّ ِذي ي تخبَّطُه الشَّيطَا ُن ِمن الْم ِ َّ
ََّحل
َ الربَا َوأ َ س ذَل
ِّ َ َ ْ ُ َ ََ ُ َ َ ُ َ َِّ ين يَأْ ُكلُو َن
َ الذ
اب النَّا ِر ُه ْم
ُ َص َح
ْكأَ ِف َوأ َْمُرهُ إِ ََل اللَّ ِه َوَم ْن َع َاد فَأُولَئ ِ ِ ِ ِّ اللَّهُ الْبَ ْي َع َو َحَّرَم
َ َالربَا فَ َم ْن َجاءَهُ َم ْوعظَةٌ م ْن َربِّه فَانْتَ َهى فَلَهُ َما َسل
فِ َيها َخالِ ُدو َن
“Faiz yiyenler, ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin ayakta durması gibi bir
hayat sürdürmekten başka bir tarzda ayakta durmazlar. Bu onların “Alışveriş de ancak
faiz gibidir” demelerinden dolayıdır.”
72
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 608.
30
“Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır” ayet-i kerimesinde Allah, alışveriş
ve faizin farklı ameliyeler olduğunu belirttiği gibi ayetin zahiri ile alışveriş ve faizin
hükmünü de ifade etmektedir.
73
Daha fazla bilgi için bkz. Tabatabâî, el-Mîzân, II, 613.
74
“Ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin ayakta durması gibi bir hayat sürdürmekten başka bir
tarzda ayakta durmazlar.” ifadesinin orijinalinde geçen “kıyam” kavramı ile kastedilen hayata atılmak
ve maişet işini yerine getirmektir. Arapların da kullanımlarında yer verdiği gibi, “kıyam” kavramının
bir anlamı da budur.” Fazla bilgi için bkz. Tabatabâî, el-Mîzân fî tefsîri’l-Kur’ân, II, 612.
75
Daha fazla bilgi için bkz. Tabatabâî, el-Mîzân, II, 615.
31
Allah, faizle ilgili yasak ve emrini öğüt lafzı ile beyan etmiş, itaat edip, faiz
yasağından içtinap edenler için geçmişte olanın kendilerine ait olmakla beraber
yargılamada keyfiyet ve inisiyatifin kendine ait olduğunu bildirmektedir. Tabatabâî’ye
göre “Öğütün gelmesinden maksat, Allah’ın koyduğu hükmün ulaşmasıdır.
Vazgeçmekten maksat da tövbe etmek ve Allah’ın yasakladığı fiili bir daha
işlememektir. Geçmişin kendisine ait olması ile kastedilen de hükmün, konulduğu
zamandan öncesine dönük olmasıdır. Dolayısıyla “artık geçmişte olan kendisinindir ve
işi de Allah’a aittir” sözünün anlamı şudur: “Kim günaha geri dönerse, artık onlar ateş
ehlidir, orada sürekli kalacaklardır” cümlesinin işaret ettiği sonsuz azap onlar için
geçerli olmaz. Dolayısıyla onlar yok edici azaptan kurtulmak suretiyle geçmişte
yaptıklarından yararlanırlar. Üzerlerinde bir tek şu kalıyor: İşleri Allah’a aittir. Belki de
bazı hükümlerde onları serbest bırakır ya da kaçırdıklarını elde etmelerini sağlayacak
bir hükme tabi tutar onları.”77
Ayrıca Tabatabâî, “Kim geri dönerse, artık onlar ateş ehlidir, orada sürekli
kalacaklardır” ifadesinin Kur’an’ın genel ilkelerinden biri olduğuna da işaret
etmektedir.78 Hüküm kendisine ulaştıktan sonra gereğini yapması icap ederken eski
teamülleri sürdürüp ve ısrarla faiz almaya devam edenler için “ateş ehlidirler” yargısı
kullanılmakta, “orada sürekli kalacaklardır” ifadesinin iktizası ise inkârcı kategorisine
alınmalarını lüzumlu kılmaktadır. Tâbersî ayeti, faizi helal kılan kâfirleri kapsadığı
şeklinde tefsir eder.79
76
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 618-619.
77
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 620.
78
“Bu ayet şu açıdan son derece ilginçtir. Şöyle ki, “öyleyse kime rabbinden bir öğüt gelir de” diye
başlayan ifadenin içerdiği kolaylaştırıcı durum ve sert hüküm sırf faize özgü değildir. Bilakis, genel bir
ilkedir ve bütün helak edici büyük günahlar için geçerlidir.” Tabatabâî, el-Mîzân, II, 620.
79
Tabersî, Mecmau’l-Beyân fi tefsîri’l-Kur’an, II, 169.
32
anlamına gelir.”80 şeklinde açıklamaktadır. Ayrıca Mutezilenin iddia ettiği gibi büyük
günah işleyenlerin ebediyen cehennemde kalacaklarına delalet ediyorsa da ayetin
delaletinin, “hükme teslim olmamakla beraber günah işleme durumuna özgüdür”
şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmektedir.81
“Allah, faizi yok eder, sadakaları artırır. Şüphesiz Allah, hiçbir içine günah
yerleşip de fazlasıyla inkâr edeni sevmez.”
Faizli işlemlerle ulaşılan olumlu sonuçlar bireysel ve tek yönlüdür. Birilerine ait
emek ve kazançların sermayedarlara orantısız ve haksızca transferi anlamında faiz, adil
olmayan bir kazanç ve zulümdür (Bakara 2/279). Faizlerin üst üste yığılmasıyla oluşan
servetleri yok etmek Allah için zor değildir. Buzun sıcakta erimesi gibi Allah bereketini
giderir.82 Nezdinde manen hiçbir değer ifade etmeyen faiz, maddeten de takdiri ile yok
olur, tükenir.
Tabatabâî, ayet-i kerimede geçen yok etme ile kastedilenin, emeğin faiz
muamelesiyle güdülen amaçlar bağlamında geçersiz kılınışı olduğunu belirtir.83 Bu, bir
nevi faize meşruiyet tanımamak suretiyle yok hükmünde görmek anlamında da
değerlendirilebilir.
80
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 621.
81
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 622.
82
Tabersî, Mecmau’l-Beyân, II, 169.
83
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 626.
33
ِِ ِّ ين َآمنُوا اتَّ ُقوا اللَّهَ َوذَ ُروا َما بَِق َي ِم َن
َ الربَا إِ ْن ُكْنتُ ْم ُم ْؤمن
ي ِ َّ
َ يَاأَيُّ َها الذ
Allah, önceki ayetlerde hüküm ve iradesini öğüt lafzı ile açıklayarak haram
kılınmış faizle, dünyevi beklenti ve kazanma hırsıyla iştigal edilmemesini imanın gereği
olduğunu belirtmektedir. Benzer şekilde, haram kılınmasına rağmen faiz alacaklarının
kazanılmış bir hak gibi değerlendirilmemesini, meşruiyetini kaybetmiş faiz
alacaklarının bırakılmasını sert bir şekilde emretmektedir. “Faizden arta kalanı bırakın”
emrini Tabatabâî şöyle yorumluyor: “Bu ifade gösteriyor ki, ayet-i kerimenin indiği
sıralarda müminlerin içindeki bazı kişiler faiz alıyorlardı. Bunların birtakım insanların
üzerinde faiz alacakları vardı. İşte burada bu tür alacaklardan vazgeçmeleri isteniyor ve
arkasından şu tehdit cümlesine yer veriliyor: “Şayet böyle yapmazsanız, Allah’a ve
Resulüne savaş açtığınızı bilin.”84
وس أ َْم َوالِ ُك ْم ََل تَظْلِ ُمو َن َوََل تُظْلَ ُمو َن ِ ِِ ِ َّ ِ ٍ ِ ِ
ُ ُفَإ ْن ََلْ تَ ْف َعلُوا فَأْذَنُوا ِبَْرب م َن الله َوَر ُسوله َوإ ْن تُْبتُ ْم فَلَ ُك ْم ُرء
“Şayet böyle yapmazsanız, Allah’a ve Resulüne savaş açtığınızı bilin. Eğer tövbe
ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir; böylece ne zulmetmiş olursunuz, ne de zulme
uğratılmış.”
84
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 627.
34
“Ey iman edenler! Ribadan arta kalanı bırakın” ayetinin nüzul sebebi ile ilgili
hem Sünnî ve hem de Şiî kaynaklarda benzer rivayetler mevcuttur. Nüzul sebebi ile
ilgili rivayetlerin, faiz ayetlerinin tefsirini ve ulaşılabilecek sonuçlarını etkilemesi
bakımından bir yönlendirmeye neden olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü faiz
yiyenler diye başlayan ve birbirini takip eden bu ayetler, Müslümanlara hitap ederken
faize sıcak bakanlar konusunda da önemli hükümleri ihtiva etmektedir. Bu itibarla
nüzul sebepleri ile ilgili rivayetlerin sahih olanlarını bilmek ve bu sebepler ışığında ilgili
ayetleri yorumlamak daha sağlıklı sonuçlar çıkarılmasını kolaylaştıracaktır.85
Tabatabâî’ye göre Şiî ve Sünnî kaynaklardan gelen rivayetlerde nüzul sebebi ile ilgili
ortak nokta ayetin, Muğireoğulları’nın Sakif aşireti üzerindeki faiz borçlarıdır.86
85
Ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak el-Mizan tefsirine taşınan rivayetlerden biri şöyledir: Tefsir’ul-
Kummi’de şöyle deniyor. Faiz yiyenler diye başlayan ayet inince, Rasûlullah efendimizin (s.a.v.)
yanında oturan Halid b. Velid ayağa kalktı ve şöyle dedi: “Ya Rasûlullah, babam Sakif’te faizle borç
veriyordu, ölürken de bunları almamı vasiyet etti.” Bunun üzerine şu ayet indi: “Ey inananlar,
Allah’tan korkup-sakının ve eğer inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın.” Tefsir’ul-Kummi I, 93.
Buna yakın bir rivayet de Mecmau’l-Beyân tefsirinde İmam Muhammed Bâkır’dan rivayet edilmiştir.
Mecma’ul-Beyân’da Süddi ve İkrime’nin şöyle dedikleri rivayet edilir: Bu ayet, Abbas ve Halid b.
Velid’in bazıları üzerinde bulunan faiz borçlarından arta kalanları hakkında inmiştir. Bu ikisi cahiliye
döneminde ortaktı ve Sakif aşiretinin bir kolu olan Amr b. Umeyr oğullarına faizle borç para verirlerdi.
İslâm geldiği sırada bunların faizden birikmiş büyük miktarda malları vardı. Bu ayet inince Rasûlullah
efendimiz şöyle buyurdu: “Haberiniz olsun, cahiliye döneminin bütün faiz muameleleri geçersizdir. İlk
geçersiz kıldığım faiz, Abdulmuttalib’in oğlu Abbas’ın faizidir. Cahiliye döneminin bütün kan davaları
da iptal edilmiştir. İlk iptal ettiğim kan davası, Abdulmuttalib’in oğlu Hârise’nin oğlu Rebia’nın kan
davasıdır. Rebia, Leys oğulları arasında süt çocuğu olarak büyüdü, Hüzeyl tarafından da
öldürülmüştü.” Tabatabâî ilgili ayetin nüzul sebebi hakkında sünni kaynaklara da atıfta bulunur. “ed-
Durru’l-Mensur tefsirinde Ebu Davud, Tirmizi (sahih olduğunu belirterek), Nesei, İbn Mace, İbn Ebî
Hatim ve Beyhaki (Sünen’inde) Amr b. el-Ahvas’dan şöyle rivayet ederler: “Amr, Resulullah’ın Veda
haccı’na katıldığını belirttikten sonra, onun şöyle buyurduğunu söyler: “Haberiniz olsun, cahiliye
dönemindeki bütün faizler geçersizdir. Ancak sermayeniz sizindir. Ne zulmetmiş olursunuz, ne de
zulme uğratılmış olursunuz.” Daha fazla bilgi için bkz. Tabatabâî, el-Mîzân, II, 634.
86
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 635.
35
Kur’an’da riba ile ilgili ayetler, farklı surelerde bulunmaktadır. Hangisinin önce
hangisinin sonra nazil olduğu hususunda farklı görüşler mevcuttur. Nüzul sırası, ribanın
haram kılınışı ile ilgili hususlarda açıklama ve yorumlar arası değerlendirme yapmak
bakımından önemlidir.
Tabatabâî, önce Rum, sonra Âl-i İmrân ve daha sonra Bakara suresindeki riba
ayetlerinin nazil olduğu görüşünü şöyle ifade etmektedir: “Âl-i İmrân suresindeki faiz
yasağından önce, Mekke dönemi inişli Rum Suresinin 30. ayeti şöyledir: “İnsanların
mallarından artsın diye, verdiğiniz faiz Allah katında artmaz. Ama Allah’ın rızasını
isteyerek verdiğiniz zekât is, işte kat kat artıranlar onlardır.” Bu da gösteriyor ki, faiz,
daha Rasûlullah efendimizin görevlendirilişinin ilk dönemlerinde, hicretten önce
kaçınılması gereken bir ekonomik muamele olarak algılanıyordu. Nihayet Âl-i İmrân
suresindeki ilgili ayette kesin olarak yasaklandı. Sonra Bakara suresindeki ilgili
ayetlerde bu yasak pekiştirildi. Ayetlerin akışı, yasağın daha önce gerçekleştirildiğini
gösteriyor. Bundan da anlıyoruz ki, Bakara suresindeki bu ayetler, Âl-i İmrân
suresinden sonra inmişlerdir.
Öte yandan yüce Allah’ın “Ondan nehyedildikleri halde faiz almaları”87 sözünde
vurgulandığı ve onların diliyle anlatılan “Ümmiler konusunda üzerimizde bir
sorumluluk yoktur.” (Âl-i İmrân 3/75) sözünden de anlaşıldığı gibi, faizin Yahudilik
dininde yasak olması, bunun yanında Kur’an’ın onların kitabını tasdik etmesi ve onların
kitabında yer alan yasağın neshedildiğine ilişkin açık bir kanıtın da bulunmaması,
bunun İslâm’da da haram olma niteliğini sürdürdüğünü gösterir.88
Diyanet İslâm Ansiklopedisinde ayetlerin nüzul sırası ile ilgili olarak da önce
Rum suresi sonra Bakara, sonra Âl-i İmrân ve daha sonra da Nisâ suresindeki ayetlerin
nazil olduğu belirtilmektedir.89 Âl-i İmrân suresindeki “Ey iman edenler kat kat
artırılmış olarak faiz yemeyin” ayeti ile ilgili olarak da “hicretin 2. veya 3. yılında
87
Nisa, 4/161.
88
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 608.
89
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 112.
36
Bakara suresindeki faiz ayetlerinden sonra nazil olduğu tahmin edilen”90 ifadesi
kullanılmaktadır.
B. Rivayetlerde Faiz
Ca‘feriyye mezhebinde sünnet lafzı, masum imamlara isnat edilen söz, fiil ve
tasvip anlamında da kullanılmaktadır. Kendilerine isnat edilen haberler “ya ilham
yoluyla ya da bir önceki imamın bir sonrakine nakletmesiyle elde edilmiştir” şeklinde
açıklanmaktadır. Söz konusu haberler, şer’i delilin rivayet veya nakli değil delilin bizzat
kendisidir.91
Diğer bir açıklamaya göre ise masum imamlara intikal eden haberlerin veya
bildirdiklerinin kaynağının, sadece Allah Resulü olduğu şeklinde anlaşılması gerektiği
şöyle ifade edilir. Nitekim “Şia’nın inandığı velayet ve imamet inancı gereğince, bu
zatlar kendi yanlarından hiçbir şey söylememektedirler ve kendilerinin de açıkça
belirttikleri üzere isnat etmeseler dahi bütün söylem ve açıklamaları sadece Allah
Resulünün söz, fiil ve takrirlerini nakletmekten ibarettir.”92
90
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 112.
91
Karaman, “Şia’da Fıkıh Usûlü ve Şer’i Deliller”, s. 16.
92
Küleynî, el-Usûl mine’l-Kâfî, (Trc: Abdullah Turan, S. Seccat Karakuş), İstanbul, ty. I, 3.
37
ب ِمْنهُ ماَلً ََلْ يقبل اهللُ منه ِ ِ الربا م ََل اهلل بطْنَهُ من نار جهن
َ تس
َ وا ْن ا َك،َّم ب َق ْدر ما اَ َك َل
َ ََ َ ُ َ ِّ * َم ْن اَ َك َل
ٌ َشْيئًا ِم ْن َع َملِ ِه َو ََلْ يََزْل يف لَ ْعنَ ِة اهللِ و املَلَئِ َكة ما كان عنده قيا
.ط
َ
* Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah, faiz yiyen kimsenin karnını yediği
ölçüde cehennem ateşiyle doldurur. Faizden kazandığı malla yapacağı hiçbir iyiliği de
kabul etmez. Faizli maldan elinde bir kırat da olsa Allah’ın ve meleklerin laneti her
daim onun üzerinde olur.”93
Bu hadis, faiz alarak dünyevî hayatlarını sürdürenlerin ahirette müthiş bir cezaya
çarptırılacaklarına, dünyada sair amellerinin sıhhatine zarar vererek Allah nezdinde
kabulüne mani olacağına işaret etmektedir. Ayrıca bu rivayet, faizle Allah’ın rızasını
kazanacak bir amel ve hayır işlenemeyeceğine, bunu yapanın Allah ve meleklerin
lanetinden kurtulamayacağını açıkça ifade etmekte ve bu işlemin ne denli büyük bir
günah olduğuna ve dolayısıyla faizden kaçınmak gerektiğine vurgu yapmaktadır.
* Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ki Allah faiz yiyene, faiz yedirene,
faizi yazana ve buna şahitlik eden herkese lanet etmiştir.”94
Bu hadis sadece faizli muamele yapanların değil aynı zamanda faizli muameleye
doğrudan ve dolaylı katkısı bulunanların da sorumluluk taşıdıklarını belirtmektedir.
.الربا
ِّ ب ِ ِ
ُ * َشُّر الْ َم َكاسب َك ْس
93
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa ilâ tahsîli mesâili’ş-şerîa, 2. Baskı, Kum, h. 1414, XVIII, 122, Riba, 1,
hadis no: 23284.
94
Humeynî, Ruhullah Musavi, Tahrîru’l-vesîle, I, 536; Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 127, hadis no:
23299. Bu hadis, farklı lafızlarla Sünnî kaynaklarda da rivayet edilmiştir: Mesela Buhârî’de yer alan
bir rivayet şöyledir: “Hz Peygamber, köpeğin parasını, kan almadan elde edilen parayı yasakladı. Yine
o, dövme yapan ve yaptıranı, faiz yiyeni, yedireni, bu işleri yapmaktan alıkoydu. Resim yapan ile
dövme yapan ve yaptıranları lanetledi.” Buhari, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahîhi Buharî,
(çev. Osman Güman, Mehmet Odabaşı, M. Beşir Eryarsoy), İstanbul 2009, II, 309, Buyû, hadis no:
2076. Müslim’de yer alan rivayet ise şöyledir: “Hz. Peygamber, faiz yiyene, yedirene, faiz muamelesini
yazı ile tespit edene ve bu iş için şahitlik edenlere lanet etti ve onlar (günahda) müsavidirler.” Müslim,
Ebû’l-Hüseyin el-Kuşeyri en-Nisâbûrî el-Haccâc, Sahîh-i Müslim, (çev. Mehmet Sofuoğlu), İstanbul,
2003. V, 122, hadis no: 106.
38
ِ من: قلت: قال،السماء راَيت قوماً يريد احدهم ان يقوم وَل يقدر عليه من عظم بطنه
هؤآلء َْ ُ َْ
ِ ي ِب اَِل ِ
َ * لَ َّما اُسر
.الربا ِ
ِّ هؤآلء الذين ياكلون:ائيل؟ قالُ يا جرب
* Bir diğer rivayet şudur: “Hz. Peybamber şöyle buyurmuştur: Miraca
yükseldiğimde, ayağa kalkmak isteyip de karınlarının şişliğinden kalkamayan bir grupla
karşılaştım. “Bunlar kimdir ey Cebrail!” diye sordum. O da “Onlar, faiz yiyenlerdir!”
dedi.96
Hz. Peygamber fazili muamelede bulunanları Hz. Ali’ye hitaben şu şekilde tavsif
etmktedir: “Ey Ali! Faiz yetmiş kısımdır. En düşük mertebesi, insanın kendi annesiyle
Mescid-i Haram’da nikâh kıyması gibi olmasıdır.”97
95
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 122, Riba, 1, hadis no: 23282.
96
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 123, Riba, 1, hadis no: 23285.
97
Humeynî, Ruhullah Musavi, Tahrîru’l-vesîle, I, 536; Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 121, Riba,
hadis no: 23281
39
ٍ ِ
ِّ * اذا اَر َاد اهللُ بَِقوم َهَل ًكا ظَ َهَر فِي ِهم
الربا
* Hz. Ali şöyle demiştir: “Allah bir toplumu helak etmek istediğinde içlerinde faiz
ortaya çıkar.”98
Bu rivayet esasen önemli bir hususa dikkat çekmektedir. Faiz, fertlerin hayatında
birçok olumsuz hadiseye neden olmakla belki fertleri ilgilendiren boyutuyla ciddiye
alınmayabilir. Fakat ulusları, milletleri ve ülkeleri helake götürmesi küçümsenecek bir
tehlike değildir. Daha önce belirtildiği üzere faiz enflasyonu körükler, üretim, tüketim
ve istihdamı olumsuz yönde etkileyerek sosyo-ekonomik değerleri ve dengeleri ifsat
eder. Hz Ali’nin belirttiği bu husus, bugün faizin hâkim olduğu ekonomilerdeki sosyal
ve ekonomik dengelerin bozulduğu haksız kazanç temin edenleri cesaretlendirdiği gibi
iktisadi verilerle de birebir örtüşmektedir.
،ُضه
َ اب فيما أقْ َر
ِ ِ
ٌ س لَهُ عْن َد اهلل ثَو
ٍ ِ َ أعطاهُ أكثَر ِِمَّا ٍ
ْ فَإن،أخ َذهُ بَِل َش ْرط بَْي نَ ُهما
ِ
َ َولَْي،ُباح لَه
ٌ أخ َذهُ بَل َش ْرط بَْي نَ ُهما فَ ُه َو ُم َ َ ِمَّا
ِ
َ ضا َويَ ْش ََِت ُط أ ْن يَُرَّد أ ْكثَ َر ِما
،ُأخ َذه َّ (فََل يَْربُوا عِْن َد اهللِ) وأما الربا احلَر ُام فَ ُه َو:ََّوُه َو قَ ْو ُل اهللِ َعَّز َو َجل
ُ الر ُج ُل يُ ْق ِر
ً ض قَ ْر
.احلَر ُام
ْ فَ َهذا ُه َو
* İmam Sadık’tan şöyle nakledilmektedir: “Faiz iki kısımdır; biri helal, diğeri de
haramdır. Helal olan faiz, insanın kardeşine herhangi bir şart koşmadan verdiği, ama
verdiği kimseden geri ödeme sırasında daha fazlasını almayı umduğu borçtur. Bu
durumda borçlu kimse kendi rıza ve isteğiyle alacaklıya borcundan fazlasını verirse bu
fazlalık helaldir, ancak alacaklıya herhangi bir sevap ulaşmaz. Zira yüce Allah “Çünkü
98
Hür el-Âmilî, Vesâ’ilu’ş-Şîa, XVIII, 123, Riba, 1, hadis no: 23286.
40
bu, Allah katında artmaz” buyurmaktadır. Haram faiz ise birine borç verildiğinde, daha
fazlasıyla geri ödeme yapılmasının şart koşulduğu borçtur.”99
Faizle iştigal edenler ahirette ağır cezalara maruz kalacaklardır. Faiz vasıtasıyla
edinilen kazançlar meşru değildir. Faizle uzaktan yakından ilişkili olanlar sorumluluk
bakımından aynı kapsam ve kategoridedir. Faizin topyekûn sosyo-ekonomik düzeni
ifsat ettiği bir hakikattir. Ancak, faiz akdine dâhil edilmeyen yani şart koşulmayan
hediye kabilinden fazlalık ise caizdir.
99
Hür el-Âmilî, Vesâ’ilu’ş-Şîa, XVIII, 160-161, Riba, 18, hadis no: 23389.
41
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Ca‘ferîlerde hicri ilk iki asırda fıkhi problemlerin çözümü, ehl-i beyt imamları
tarafından üstlenilerek rivayet ve nakle dayalı fıkıh anlayışları, son imamın gaybete giriş
tarihi olan hicrî 260 yılına kadar sürmüştür.
Hicrî 329 yılına kadar süren ilk gaybet-i suğra döneminde imam ile tabileri
arasında naipleri tarafından iletişim kurulmakta idi. Bu dönem, şer’i meselelerin
çözümü konusunun, problem olduğu dönemdir. Çünkü imamlar, hayatta iken kendileri
Kur’an ve Sünnet çizgisinde sorunlara çözüm getiriyorlardı. Gaybetle beraber fıkhî
meselelerin nasıl çözüleceği tartışılır hale gelmiştir. Bir kısım âlimler, rivayet ve naklin
dışına çıkılmamalı düşüncesinde iken, diğer bazı âlimler, imamların kullandıkları ve
tavsiye ettikleri istinbat ve ictihat teknikleri ile istidlal etme yolunu açmaya
çalışıyorlardı.100 Rivayet ve naklin dışına çıkmayan anlayışı benimseyen Ahbariler veya
rivayet fıkıhçıları olarak bilinen ekolde rey, kıyas, içtihat teknik ve yöntemleri
reddedilmiştir. Müntesiplerinin sorunlarına sadece Kur’an ve Sünnette çözüm önerilmiş,
masum imamların fetva ve içtihatları yeterli görülmüştür. Çünkü imamların sahip
oldukları bilgi ve içtihatları nas mesabesinde olup bir rivayet veya bir nakil değil
Allah’ın lütfettiği bir ilham yahut bir önceki imamın bir sonrakine öğretmesi şeklindeki
100
Karaman, Hayreddin, “Ca’feriyye”, DİA, VII, 5.
42
bir bilgidir. Dolayısıyla söyledikleri bir delilin nakli olmayıp delilin kendisidir. Bu
anlayışta olanlara göre şer’i deliller, Kur’an ve Sünnetten ibarettir. 101
Buna mukabil Usulîler veya içtihat fıkıhçıları olarak bilinen ekol, masum
imamların karşı çıktıkları şeyin nassa rağmen ortaya konulan rey ile Sünnilerin zanna
dayanan kıyasları olduğunu ileri sürerek Kur’an ve Sünnetten çıkarılan prensiplerle
“aklın şer’i hükmü zorunlu kılıcı kuralları” ile yapılan istidlâl ve içtihadın
meşruiyetini savunan, hükmün bulunmadığı yerde istıshaba başvuran ve kendilerini
savunma adına masum imamların içtihadı teşvik ettiklerine dair ilgili rivayetleri
serdetmişlerdir. Nitekim Muhakkik Hıllî kıyas istisna edildiği takdirde kendilerinin de
bir takım yollarla içtihat yöntemlerini kabul ettiklerini ifade eder.102
Hicri üçüncü asrın başlarında özellikle küçük yaşta imamete getirilen Muhammed
el-Cevad’ın liyakat ve ehliyetini, son İmam Muhammed Mehdi’nin gaybete girişi ve
takip eden yıllarda imamet ve masumiyet gibi kavramlarla ilgili haberlerin
yorumlanmasıyla ortaya çıkan anlayış, kısmen Sünni usulle de karşılaştırılarak bahis
konusu kavram ve ilkeler, metodolojilerinin temel disiplinine dönüştürülmüştür. Ayrıca
bu disiplin imamın bilgi ve masumiyetini de merkeze alan bir metodolojidir.103
Şer‘î hükme ulaşmanın bir yolu ve yöntemi olarak kıyas, nas veya icmâ ile sabit
bir hükmün illetine dayanır. Bu illet sayesinde kıyas yoluyla hükmün uygulama alanı
genişletilir.
101
Karaman, “Şia’da Fıkıh Usûlü ve Şer’i Deliller”, s. 1-6.
102
Muhakkik Hillî, Me’âricu’l-usûl, (tahkîk: Muhammed Hüseyin er-Ridavî), 1. Baskı, 1403, Müessesetu
Âli’l-Beyt, s.180.
103
Hakyemez, Cemil, Şiî İmâmiyye Fıkhının Teşekkül Süreci ve İmamet, s.12-24.
43
İslâm hukuk metodolojisinde şer’i hükme ulaştırdığı kabul edilen iki tür kıyas
kullanılmaktadır. Birincisi mantıkta temsil/analoji olarak adlandırılan fıkhî kıyastır,
ikincisi ise mantıkta tümdengelim/dedüksiyon olarak adlandırılan mantıkî kıyastır. Şia,
Sünnilerin kullandığı fıkhî kıyası kabul etmemekle birlikte mantıkî kıyası kabul
etmektedir. Çünkü tümdengelim şeklindeki kıyas, mahiyeti itibariyle umumun delaleti
kapsamına girmektedir.
Şia’da Seyyid Muhsin Kazımi’ye gelinceye kadar deliller arasında zikredilen akıl
delilinden kastedilenin ne olduğu hususu ve içeriği konusunda tatmin edici bir açıklama
yapılmamıştır. Seyyid Muhsin Kazımi döneminde akıl delili, iki mukaddime ve
neticeden ibaret mantık kıyası şeklinde açıklanmıştır. Kazımi’ye kadar aklî delil, aklın
değerlendirme ve tercih kabiliyeti şeklinde açıklanmıştır. Son dönemlerde aklî delil,
“şer’î hükmü, akli değerlendirmelerle zorunlu olarak kabule götüren aklî hükümdür”,
başka bir ifadeyle “şer’î hüküm hakkında kesin bilgiye ulaştıran aklî kaziyyedir”
şeklinde tanımlanmaktadır.107
104
Karaman, “Şia’da Fıkıh Usulü ve Şer’i Deliller” s. 26.
105
Mahmesani,Suphi Receb, Felsefetu’t-teşrî fi’l-İslam (çev. Y. Çolak, İbrahim Paçacı, Dursun Aygün,
Mustafa Baş, Ömer Gülden, İslam Hukuk Felsefesi), s. 53.
106
Mutûn-u Erbaa şu kitaplardan oluşmaktadır: 1) el-Kâfi, Küleyni, 2) Men la yahduruhu’l-fakih, Şeyh
Sadûk, 3) el-İstibsar, Tûsî, 4)Tehzibu’l-ahkâm, Tûsî.
107
Bkz. Karaman, “Şia’da Fıkıh Usulü ve Şer’i Deliller” s. 24-25.
44
Sonuç olarak Ca‘ferilere göre aklî delil, şer’i hükmün kaynağı olmadığı gibi aklın
bir hükmün bina edildiği illeti de bilmesi mümkün değildir.
Her ne kadar sonraki dönemlerde genel kabule mazhar olmuş olsa da şer‘î hükme
ulaşmanın bir yöntem ve yolu olarak kıyas, başlangıçta usulcüler arasında derin
tartışmalara konu olmuştur. İçtihadın en belirgin formu olan kıyas, kabul ve ret
açısından mezheplerin ehl-i hadis ve ehl-i rey şeklindeki yelpazede aldıkları yeri de
belirlemede önemli bir yere sahiptir.
Diğer taraftan kıyası kabul edenler illetin mahiyeti, tespit yolları, bazı hükümlerin
ilhakının nassın delaleti ile mi yoksa kıyasla mı olduğu gibi kıyasla ilgili tali konularda
kendi aralarında farklı görüşlere sahiptirler.
Kıyas karşıtı Şii-İmami usulcüler ise kıyası reddetmekle beraber illetin belli
şartlarda işlevini kabul etmekte ve illetin konumuna göre hüküm bina edilmekte yine
illetin yapısına göre hükmün ta‘diye ve ilhakı sağlanmaktadır.
Ca‘feriyye mezhebi, hükümle illet arası ilişkiye veya hükümlerin illete bina
edilmesi konusuna Sünnilerde olduğu gibi metodolojilerinde önemli bir yer
vermişlerdir. Bu konuda Allâme Tabatabâî de hükümle illet arasındaki kaçınılmaz
ilişkiye işaret ederek “illet kavramı” konusunda şöyle bir yorum yapar: “Diğer bir
ifadeyle varlıklar arasındaki nedensellik ve malullük olgusu bir kenara atılarak her şey
aracısız bir şekilde yüce Allah’la irtibatlandırılıyor. Bu görüşün batıl olduğu apaçık ve
herkes tarafından bilinen bir şeydir. Ayrıca bu yaklaşım, Kur’ân yöntemine aykırıdır.
Çünkü Kur’ân’da hükümler ve yasalar özel ya da genel maslahatla illetlendirilir.”108
108
Tabatabâî, el-Mîzân, II, 619
45
olduğu hususunda bir niza bulunmamaktadır. İllet zannî olursa yahut malum olmakla
beraber hükmün bu illete bina edilip edilmeyeceği zannî olursa netice de zannî olur ve
şer’iyyatta delil olarak kullanılması ihtilaflıdır.”109
والسرقة، الزنا يوجب احلد: كقوله، يوجب ثبوت احلكم ان ثبتت العلة،النص على علة احلكم و تعليقه عليها مطلقا
َل، وان َل ينص، فان نص مع ذلك على تعديته وجب: أما إذا حكم يف شئ ِبكم مث نص على علته فيه.توجب القطع
فإنه ُيتمل أن يكون، اخلمر حرام ألهنا مسكرة: إذا قال: مثاله،جيب تعدية احلكم اَل مع القول بكون القياس حجة
. ومع اَلحتمال َل يعلم وجوب التعدية، وُيتمل أن يكون معلَل]باسكار اخلمر،[التحرمي]معلَل[باَل سكار مطلقا
Mansus illetin diğer vasıflara nisbeten müessir bir unsur olduğunu ise şöyle
açıklar: Şa’ri illeti nasda belirtirse illetin konumu kendisi dışındaki hükmün bina
edilebileceği illet olabilecek vasıfları izale eder. Böylece hükmün tadiyesi caiz olur ve
bu nevi delil burhan niteliğindedir. İlgili konuda delil olarak verdiği misallerden biri
şöyledir: Hz. Peygamber’e yaş hurma ile kuru hurmanın misli misline satışı soruldu.
109
Muhakkik Hillî, Me’âricu’l-usûl, s.183.
110
Muhakkik Hillî, Me’âricu’l-usûl, s.183.
111
Muhakkik Hillî, Me’âricu’l-usûl, s.183.
46
Ca‘feriyye, hükmün gerekçesi olarak kabul edilen illeti, nassda bulunması şartıyla
kabul eder. Mansus illetin, lafzın delaletinden anlaşılan mefhum yoluyla hükmün
kapsamını genişletebileceğini, müstenbat illetle amel etmeyi ve bu illetleri, (fıkhi kıyası
delil olarak kabul etmediklerinden) kıyasta kullanmayı reddederler.
Ca‘ferîlerin tadiye veya ilhak konusunda hükmün kıyas yoluyla değil de illet
mansus olursa meskûtun mantuka ilhak edilebileceği değerlendirmeleri, H. Yunus
Apaydın tarafından şu şekilde açıklanmaktadır.
“Aynı nasta meskûtun mantuka ilhakını kıyasa karşı olmalarına rağmen Nazzam
ve Şia kabul etmekle beraber bahis konusu edildiği gibi bunun kıyas değil lafzın
delaletinden anlaşılan mefhûm-ı muvâfık olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak kıyası da
bir ilhak türü sayan sünni usûlcülerin çoğunluğu bu hususu celî kıyas veya vazıh kıyas
gibi isimlerle kıyas türleri arasında sayarak kıyasın en kuvvetli şekli olduğunu
söylemişlerdir.”112
112
Apaydın, Yunus, “Kıyas”, DİA, XXV, 532.
113
Muhakkik Hillî, Me’âricu’l-usûl, s.187.
114
Muhakkik Hillî, Me’âricu’l-usûl, s.194.
47
1) Kıyasla amel etmek zanla amel etmektir. Zanla amel etmek de caiz değildir.
Kıyasla amelin zanla amel etmek olduğu açıktır. Caiz olmadığına gelince, “İsra 36,
Yunus 36, Bakara 169 ayetleri bu hususa işaret etmektedir.”
2) Şia’da kıyasla amel edilmeyeceğine dair icma edilmiş olup Ehl-i Beyt
imamlarından da bu konuda mütevatir haberler nakledilmiştir.
3) Kıyasla amel etmek caiz olsaydı buna delalet eden delil bulunurdu. Oysa delil
yoktur. Dolayısıyla kıyasla amel caiz değildir.
4) Kıyasla amele dair bir bilgi varid olsaydı, şeriat ehli arasında mutlaka
bilinirdi.116
Ca‘feriyye mezhebinde, diğer fıkhi konularda olduğu gibi riba konusunda da illet
naslarda belirtilmedikçe ribevî mallarda kapsamın bilinemeyeceği fıkhi görüşünü
hâkimdir.
115
Muhakkik Hillî, Me’âricu’l-usûl, s.187.
116
Muhakkik Hillî, Me’âricu’l-usûl, s.188.
48
ihtilaf ettiklerine işaret eder. Mademki ihtilaflar kıyas nedeniyledir. Bize göre kıyas
batıldır. Ribanın tespitinde fer’i yola itibar edilmez, görüşünü ileri sürer.117
Ca‘ferî usûl bilgilerince hükmün bağlandığı illet, nassda açıkça belirtilir ve sair
cüzlerine de ilhakı gerekli kılarsa bunu nassın delaletinden anlaşılan mefhum-u muvafık
olarak değerlendirir ve amel ederler.
Tûsî, ribevî mallarda ribanın tahakkukunu kastederek istinbat edilen illetle kıyas
yapıp riba hükmünün bu kapsamdaki nesnelere ilhak edilemeyeceğini ifade etmek
istemektedir.
Tûsî, “riba ancak nassla sabit olur, illetlerden bir illetle değil” derken Ca‘fer es-
Sâdık’a َل يكون الربا إَل فيما يكال أو يوزنşeklinde bir görüş nispet edilir. Bu görüşe göre; riba
sadece keylî ve veznî olan nesnelerde tahakkuk eder ve dolayısıyla riba hükmünün tüm
keylî ve veznî nesneleri kuşatacağını sonucu çıkar. Kısacası keylî ve veznî olan
nesneler, ribevî mallar kapsamına dâhil edilince hükmün ilhakı kendiliğinden
gerçekleşmiş olmaktadır. Ancak َل يكون الربا إَل فيما يكال أو يوزنifadesi bir haber midir yoksa
Ca‘fer es-Sâdık’a ait bir ictihat mıdır? Eğer ictihat ise hangi usûlle illet tespit edilmiştir.
Bu hususlardaki değerlendirmeler, ilgili bölümlerde yapılacağından burada ayrıntı bilgi
verilmeyecektir.
Ca‘feriyye mezhebine göre Kur’ân’da faizle ilgili ayetlerden usûl itibariyle tahrîm
ifade edenler veya haram hükmünü gerekli kılıcı bir üslubun kullanıldığı ayetler, nüzul
sırasına göre şöyledir: İlk kez ribanın haram kılınması Âl-i İmrân suresinde ribanın
yasaklandığına dair nehiy kipi ile bildirilen; “Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak
faiz yemeyin…”118 ayet-i kerimesidir.
117
Şeyh Tûsî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Hasan b. Ali, el-Hilâf, yy, h. 1411, III, 46.
118
Âl-i İmrân, 3/130.
49
Allâme Tabatabâî ribanın ilk kez bu ayetle haram kılındığını belirterek119 “Kat kat
artırılmış olarak” kaydının ise faizin baskın niteliğine işaret ettiğini belirtir. Çünkü ona
göre, faiz doğal olarak sürekli katlanır ve başkalarının malını eritip faize verilen ana
mala katmak suretiyle faiz konusu malın ise kat kat artacağı120 yorumuyla burada bir
takyidin söz konusu olmadığını ifade etmektedir.
Mamafih Hz. Peygamberden haram kılınan ribanın, “kat kat artırılmış olarak”
lafzı ile mukayyet kılınan birleşik faiz olduğuna dair ne sünni kaynaklarda ne de Ca‘ferî
kaynaklarda bir haber varid olmuştur.
Tahrîm ifade eden bir üslubun kullanıldığı diğer iki ayet bakara 275 ve 278 nolu
ayetlerdir. 275 nolu ayet-i kerimede geçen الربَا
ِّ َحَّرَمlafzı usûl itibariyle tahrîm ifade
121
etmekle beraber ribanın ilk kez haram kılındığı ayet değildir. el-Mîzân fî tefsîri’l-
Kur’ân’da Allâme Tabatabâî bu ayetlerde ilk kez tahrîm ifade etmeye özgü bir dil
kullanılmadığını, teşri dilinin122 farklı olduğunu söylemektedir.123 Allâme Tabatabâî
sadece 278 nolu ayet-i kerimede bu dilin (teşri dili) kullanıldığını belirtir. Bakara suresi
278 nolu: “Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve eğer inanmışsanız, faizden arta kalanı
bırakın.” ayeti ile ilgili olarak da şu yorumu yapmaktadır: “Bu ayetin akışı gösteriyor ki,
müslümanlar, faiz yasağına ilişkin önceki direktiften sonra, hala faizli muameleye
devam ediyorlardı. Aralarında belli ölçüde faizle iş görüyorlardı. Bunun üzerine yüce
Allah, bundan vazgeçmelerini ve borçlulardan asıl borcun dışındaki faizi almamalarını
emretmektedir.”124
“Ribadan arta kalanı terk ediniz.” ayetindeki ilgili kısımdır. Burada da yine emir kipi ile
verilen borç mukabilinde alınacak olan ribadan arta kalanının terk edilmesi
kastedilmektedir ki, bu ayetle riba ilk kez haram kılınmış değildir. Borç olarak verilmiş
anaparanın alacaklıya ait olduğu, ribadan arta kalanın bırakılması ve terk edilmesi tekit
ve tebyin edici bir tarzda emredilmektedir.
119
Bkz, Tabatabâî, el-Mîzân, II, 607-608
120
Bkz, Tabatabâî, el-Mîzân, IV, 27-28
121
Bakara 2/275.
122
Teşri dili ile hüküm ifade etmeye yönelik emir-nehiy kipleri gibi bir üslup kastedilmektedir.
123
Bkz, Tabatabâî, el-Mîzân, II, 607
124
Bkz, Tabatabâî, el-Mîzân, II, 608.
50
Arapların kendi aralarında öteden beri teamül haline getirdikleri riba lafzına
yükledikleri anlamın ötesinde yani tür ve kapsamı konusunda ayetlerde bir açıklama
olmadığından söz konusu riba lafzının mücmel olarak zikredildiğini görmekteyiz.
Usûl itibariyle ribanın niçin veya hangi gerekçelere binaen haram kılındığı
belirtilmemiştir. Bu nedenle ayetlerde mansus illetten bahsetmek mümkün değildir.
Zaten sünniler olsun Ca‘ferîler olsun ne sarahaten ne de işareten ayetlerde tahrîme
gerekçe gösterilecek bir veriden de bahsetmemektedirler.
B. Rivayetlerde İllet
Araştırmamız, illet konusu ve illet lafzı ile iç içe olduğundan bu lafzın geçtiği
haberlerin tahlil edilmesi uygun görülmüştür. Böylece illet lafzının hangi anlamda
kullanıldığı ve geçtiği haberlerin neye delalet ettiği de anlaşılmış olacaktır.
Faizin haram kılınması ve faizle ilgili öne çıkan olumsuz hususların bahis konusu
edildiği bu rivayetler incelendiğinde bir kısmındaki gerekçelerin haram kılınmak
suretiyle faizin yol açtığı birtakım mefsedetleri engellemek, fert ve toplum yararına olan
şeyleri tesis etmeye yönelik olduğu görülecektir.
Bazı rivayetlerde ribanın illeti sarih olarak ifade edilmiştir. Bunlardan bazıları
şunlardır:
.* إَّنا حرم اهلل عز و جل الربا لكيَل َيتنع الناس من اصطناع املعروف
إنه لو كان الربا حَلَل لَتك الناس التجارات وما ُيتاجون:* سأل أبا عبداهلل (عليه السَلم) عن علة حترمي الربا؟ فقال
. فيبقى ذلك بينهم يف القرض، فحرم اهلل الربا لتنفر الناس من احلرام إَل احلَلل وإَل التجارات من البيع والشراء،إليه
Allah faizi insanlar haramdan helale, ticarete ve alışverişe yönelsinler diye haram kıldı.
Allah’ın (c.c) faizi haram kılması aralarında borç alıp verme konusunu korumuş
oldu.”126
والقرض صنائع، وتركهم القرض، ورغبة الناس يف الربح، وتلف األموال،* وعلة حترمي الربا بالنسيئة لعلة ذهاب املعروف
. وملا يف ذلك من الفساد والظلم وفناء األموال،املعروف
* “Borçta faizin haram oluşunun nedeni hayır işlerin ve malların yok olması,
insanların menfaatçiliğe yönelmesi, (karşılıksız) krediyi ve hayır amaçlı borç vermeyi
terk etmeleridir. Hiç kuşkusuz faizde fesat, zulüm ve sermayenin zayi olması vardır.”127
Burada hükmün maslahata bina edilmesi gibi bir durum olmamakla beraber
Ca‘ferilerin maslahatla ilgili görüşlerini açıklamakta yarar var. Onlar, ıstıslah delilini
reddederek hükmün maslahata bina edilmesini kabul etmezler. Çünkü Ca‘ferîlerde
maslahat ya nassla ya da akıl ile bilinir. Dolayısıyla maslahat ya vahye ya da akla
racidir. Bunun dışında bir delil (ıstıslah) olmadığını söylerler.128
126
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 120, Riba, 1, H. No; 23277.
127
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 121, Riba, 1, H. No; 23280.
128
Bkz, Karaman, “Şia’da Fıkıh Usûlü ve Şer’i Deliller”, s. 28
52
hangi malları kapsadığı ile ilgili gerekçe Hz Peygamber (s.a.v.)’den varid olan
rivayetlerden anlaşılmaktadır.
َل يكون الربا إَل فيما يكال أو يوزن:* وروى عبيد بن زرارة عن أِب عبداهلل عليه السَلم قال
İllet olarak kabul edilen keylî ve veznî olma vasfının zikredildiği başka haberler
de nakledilmiştir. Yine Ca‘fer es-Sâdık’tan nakledilen aşağıdaki haberde de keylî veya
veznî olma ile beraber cins birliği de şart koşulmaktadır. Haber bir mübadele işlemini
ifade ettiğinden fazlalığın meşruiyetini veya riba olarak değerlendirilmesini belirleyen
şartın cins birliği şartı olduğu görülmektedir. Konu mübadele olunca ribanın her iki
şartını da (keylilik-veznilik ve cins birliği) haberde görmekteyiz.
فإاذ كان َل يكال وَل يوز ن فَل بأس به، كل شئ يكال أو يوزن فَل يصلح مثلي مبثل إذا كان من جنس واحد:* مث قال
.اثني بواحد
129
Tabersî, Mecmau’l-Beyân fi Tefsîri’l-Kur’an, c.II,s.168.
130
Şeyh Sadûk, Men la yehduruhu’l-fakîh, III, 178, Riba, H. No:3996.
53
* “Sonra şöyle dedi: Ölçülen ve tartılan her şeyin bire iki misliyle alım satımları
aynı cins olduklarında uygun olmaz. Ölçülüp tartılmayan şeylerin mübadelelerinde ise
bire mukabil iki misliyle alım satımlarında bir beis yoktur.”131 Bu haberde, mübadele
edilenler keyli veya vezni ve aynı cins olurlarsa bire mukabil iki misliyle yani fazlalıkla
mübadelenin doğru olmadığı belirtilmektedir.
Birinci haberde sadece ribevî mal hükmünün illeti olan keyli - vezni vasıfları
bahis konusu edilirken ikinci haberde bir mübadele söz konusu olduğundan ribanın
şartlarından da bahsedilmektedir.
* “Her ölçülen ve tartılan şey aynı hükme tabidir.” 133 Bu itibarla Hanefiler de bu
haberden hareketle illetin nassla belirtildiğini yani mansûs olduğunu kabul eden bu
konudaki yaklaşımlarını ortaya koymaktadırlar. 134
131
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 153, Riba, 16, H. No: 23367
132
Mavsılî, el-İhtiyar, II, 30.
133
Mavsılî, el-İhtiyar, II, 30.
134
Serahsî, el-Mebsut, XII, 209.
135
Şeyh Sadûk, Men la yehduruhu’l-fakîh, III, 187, Sarf, hadis no: 4037.
54
وَل تبيعوا الورق بالورق إَل مثَل مبثل وَل تشفوا،َل تبيعوا الذهب بالذهب إَل مثَل مبثل وَل تشفوا بعضها على بعض
* “Altın ile altını ancak eşit olarak değişin. Birini diğerinden fazla yapmayın.
Gümüş ile gümüşü ancak eşit olarak değişin. Birini diğerinden fazla yapmayın.
136
Dinar: (ç. denanir) On şer’i dirhem (32,5 gr) halis gümüş değerinde kabul edilen altındır. Bir miskal
ağırlığında altın sikke. Bir dinar Mekkelilere göre 24, Iraklılara göre de 20 kırat (=72 habbe=4,25 gr)
ağırlığındadır. Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 104, İstanbul, 2010.
137
Dirhem: Muayyen ağırlıkta (6 danik=48 habbe=2.979 gr) gümüş parçası. Gümüş sikke. Tartı birimi
olarak kullanılan dirhem ise 51 habbe=3.171 gr ağırlığındadır. Osmanlılarda okkanın 400’de biri
(3.148 gr). Bkz. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 104.
138
Tûsî, el-Hilâf, III, 42.
55
Bunlardan (akit meclisinde) mevcut olmayanı, akit meclisinde peşin olarak bulunan
karşılığında değişmeyin.”139
Tûsî’nin “faiz konusunda varit olan rivayetlerin Ebû Said el-Hudri hadisinin
benzeri olduğu” şeklinde verdiği bilgiden hareketle sünni ve Ca‘ferî kaynakların bir
kısmı taranarak benzeri rivayetler tespit edilmeye çalışılmıştır.
والذهب بالذهب مثل مبثل ليس فيه، الفضة با الفضة مثل مبثل: عن احلليب عن أِب عبداهلل عليه السَلم قال،وروى محاد
Sünni kaynaklardan Müslim’de Ubade b. Samit ve yine Ebû Said el-Hudri’nin ilk
ravisi olduğu fakat senedinde farklı ravilerin bulunduğu ve farklı lafızlarla rivayet
edilen hadisler bahis konusu rivayetin benzeri hadislerdir.142
139
Tûsî, el-Hilâf, III, 43; Sahîhi Buhari, II, 346, Buyû, H. No: 2177, Sahihi Müslim, V, 102, Riba, Hadis
No: 75 (584)
140
Şeyh Sadûk, Men la yehduruhu’l-fakîh, III, 187, Sarf, hadis no: 4037
141
Bkz. Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 165-166, Sarf, 1, hadis no: 23395, 23396, 23397, 23399.
142
Bkz. (Ubade b. Samit hadisi) Sahihi Müslim, H. No: 81, V, 108. (Ebû Said el Hudri Hadisi) Sahihi
Müslim, V, 109, Sarf, H. No: 82. (Ebû Said el Hudri Hadisi) Sahihi Müslim, V, 104, Riba, H. No: 76.
56
Sünni ve Ca‘ferî kaynaklarda Ebû Said el-Hudri hadisine benzer haberlerde ortak
ifade “altının altına mukabil, gümüşün gümüşe mukabil mübadelelerinde eşit ve peşin
olarak mübadele edilmeleridir.” şeklinde olmasıdır.
Ca‘feriyye mezhebinde altın ve gümüşte ribaya neden olan illet; cins ile ölçü ve
tartı birliğidir. Nitekim Ca‘fer es-Sâdık’a isnat edilen haberde aralarında cins ve tartı
birliği bulunan altın ve gümüşün meşru satış şekli ortaya konulmaktadır. Şöyle ki;
“…gümüşle gümüş misli mislinedir, altınla altının satışları misli mislinedir…” Söz
konusu haberde eşit ve peşin olarak satışlarına müsaade edilen altın ve gümüş, bilindiği
gibi tartılarak satımı yapılan materyallerdir. Yani, ölçü ve tartı kullanılarak satışı
yapılan tüm materyaller, mansus illetle ribevî mallar kapsamına girmekte ve altın altın
mukabilinde, gümüş gümüş mukabilinde fazlalıkla veya veresiye mübadele
edildiklerinde riba tahakkuk ettiğine göre “cins birliği”nin de ribanın tahakkuk
şartlarından olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla altının altın mukabilinde ve gümüşün
gümüş mukabilinde fazlalıkla veya veresiye satışları haramdır.
Ancak cinsler değiştiğinde peşin olmak kaydıyla bire mukabil iki misliyle
alışveriş yapılabilir.
سألته عن بيع الذهب بالفضة مثلي مبثل يدا بيد؟ فقال َل: عن أِب عبداهلل (عليه السَلم) قال،عن حممد بن مسلم
.بأس
143
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 208, Sarf, 21, hadis no: 23507.
144
Bkz. Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 167.
57
َّ الرجل يبيع
َل بأس:الدراهم باالدَّناني نسيئة؟ قال َّ : قلت له:الساباطي عن أِب عبداهلل عليه السَلم قال
ِّ روي عن عمار
.به
* “Ca‘fer es-Sâdık’tan Ammar es-Sebâti şöyle rivayet etti: Ona, birinin dirhemleri
dinar mukabilinde vadeyle sattığını söyledim. O da bir beis yok dedi.”146
Ca‘feriyye’de ölçüyle ölçülen ve tartıyla tartılan her şey, ribanın tahakkuk ettiği
sınırlar içinde değerlendirilir. Şeyh Tûsî, mezhebde ittifaken kabul edilen bu anlayışı
şöyle açıklar: “Bize göre riba, yenilebilir bir şey olup olmamasına bakılmaksızın tüm
ölçülebilir ve tartılabilir şeyler de caridir.”149
Altı cins eşya ile ilgili olarak da: “Ribanın altı cins eşyada vuku bulduğu
konusunda ümmet arasında ihtilaf yoktur.” ifadesini kullanır. Tabersî, bu altı eşyada
fazlalığın haram kılınışını Nebi (s.a.s.) tarafından nassla belirlendiğini yani mansus
olduğunu söyler.150
Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz olarak bilinen bu maddeler, Tûsî’nin de
dediği gibi ümmetin “ribevî mallar kapsamında” olduğu konusunda ittifak ettiği
145
Muhakkik el-Hillî, Şeraʾiʾu’l-İslâm, II, 298.
146
Şeyh Sadûk, Men la Yehduruhu’l-Fakîh, III, 186, Sarf, hadis no: 4036.
147
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 171.
148
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 172, hadis no: 23417
149
Tûsî, el-Hilâf, III, 43.
150
Tabersî, Mecmau’l-Beyân fi tefsiri’l-Kur’an, II, 168.
58
maddelerdir. Ubade b. Samit ve Ebû Said el-Hudrî’nin rivayetlerinde bu altı cins eşya
bir arada zikredilmektedir.
Tûsî’nin dediği gibi Davud b. Ali ve Ehl-i zahir bu altı şeyin dışında ribanın
tahakkuk etmediğini söylerler.
Riba; zahirilerin dediği gibi sadece bu altı sınıf malda mı cereyan etmektedir
yoksa ribevî malların kapsamı daha geniş bir alanı kuşatabilir mi?
Sünni bilginler, bu altı sınıf maddede tespit ettikleri illetten hareketle kıyas delilini
kullanır ve ribevî malların kapsamını genişletirler.
Ca‘ferîler ise Hanefilerle aynı illeti kabul etmekle beraber illeti tespit yöntemleri
ve hükmün tadiyesi konusunda metodolojik olarak daha farklı bir yol izlemektedirler.
İlgili yerlerde kıyas ve hükmün tadiyesi konusunda Ca‘ferîlerin görüşlerine yer verildi.
Ca‘ferîlere göre illetin mansûs olmasının yanı sıra tadiyeyi de gerekli kılan bir içerik
arzetmesi gerekir. Faiz konusunda Ubeyd b. Zürare’nin Ca‘fer es-Sâdık’a isnat ettiği َل
يكون الربا إَل فيما يكال أو يوزن152 haberinde ribanın ancak ölçülebilen ve tartılabilen şeylerde
vuku bulacağı açıkça anlaşılmaktadır. Bu haber hükmün bina edildiği illeti belirttiği gibi
altı sınıf maddenin dışında da her ölçülebilen ve tartılabilen şeyde haram olan riba
hükmünün tadiyesini de gerekli kılmaktadır. Yani hem illet ve hem de hükmün
tadiyesini gerekli kılan anlam lafızda mevcuttur. Çünkü ölçülerek veya tartılarak alım
satımları yapılan nesnelerde ölçü ve tartı o nesneler için vazgeçilmez bir vasıftır.
Ca‘fer es-Sâdık’a isnat edilen haber imama ait bir ictihat ise Hanefilerle Ca‘ferîler
arasında illeti ifade itibariyle bir fark bulunmamaktadır. Ancak sünni kaynaklarda da153
وكذلك كل ما يكال او يوزنşeklinde benzer bir hadisin bulunması İmam Ca‘fer es-Sâdık’ın bu
151
Muhammed el-Bâkır’a isnat edilen haber için bkz. Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 141, Riba, 9,
hadis no: 23335. Ca’fer es-Sadık’a isnat edilen haber için bkz. Şeyh Sadûk, Men la yahduruhu’l-fakîh,
III, 181, Riba, hadis no: 4013.
152
Şeyh Sadûk, Men la yehduruhu’l-fakîh, III, 178, Riba, hadis no: 3996.
153
Mavsılî, el-İhtiyar, II, 30.
59
habere muttali olduğu ihtimalini akla getirmektedir. Dolayısıyla haber, Ca‘fer es-
Sâdık’a ait bir ictihat değil de Sünnet (nass) olarak kabul edilirse metodolojilerine göre
illet haberde belirtilmiştir veya mansustur denilebilir. Şu kadar farkla şii kaynaklarda
sünni kaynaklardaki hadisin benzeri154 َل يكون الربا:وروى عبيد بن زرارة عن أِب عبداهلل عليه السَلم قال
إَل فيما يكال أو يوزنşeklindeki bu haber Hz. Peygambere isnad edilmeyip İmam Ca‘fer’e
isnad edilen bir haber olarak verilmiştir. İfade şekli hüküm ifade eden bir ictihadı
yansıtmaktadır.
Varid olan haberlere göre Ca‘feriye, altı sınıf maddenin satışları söz konusu
olduğunda aynı cinslerin eşit ve peşin satılmaları gerektiğini, farklı cinslerin satışları
söz konusu olduğunda peşin olmak kaydıyla fazlalıkla satışın mümkün olduğunu
belirtmektedir.
Nitekim Muhakkik el-Hıllî, “Aynı cinslerin satışı söz konusu olduğunda eşit ve
peşin, cinsler farklı olduğu takdirde peşin olmak kaydıyla eşit veya fazlalıkla satış caiz,
ancak veresiye durumunda ise ihtiyata uygun olan böyle bir satışın yapılmamasıdır.”155
diyerek ribevî malların mübadelelerinde meşru satışın kriterlerini açıklar.
Ebû Ca‘fer Muhammed el-Bâkır’a isnat edilen bir haberde de farklı cinslerin
fazlalıkla satışlarının sadece peşin olması gerektiği belirtilmektedir.
* “Ribevî mallar kapsamında olan” iki cins farklı olduğunda bire mukabil iki
misliyle peşin olarak satışlarında bir beis yoktur.156
Haberde yer alan yeden bi yedin lafzı peşin satışı ifade etmektedir. Ancak haberde
nesie durumunu vuzuha kavuşturan, diğer bir ifade ile caiz olup olmadığına dair bir lafız
bulunmadığından, ihtiyatla amel edilmiş, nassı ön plana çıkaran Ca‘feriyye mefhum-ı
muhalifle amel etmemiştir.
154
Şeyh Sadûk, Men la yehduruhu’l-fakîh, III, 178, Riba, hadis no: 3996.
155
Muhakkik el-Hillî, Şeraʾiʾu’l-İslâm, II, 298.
156
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 141, Riba, 9, hadis no: 23334.
60
Borçta ribanın tahakkuku için gerekli sebep, şart koşulan fazlalık veya kazançtır.
Menfaatin söz konusu olduğu her borçta bu menfaat veya fazlalık, riba olarak
değerlendirilir. Ca‘fer es-Sâdık’a yöneltilen “kazanç sağlayan her borç fasittir” şeklinde
görüşlerin olduğu sorusuna “ en güzel borç kazanç sağlayan değil midir?” şeklinde
esprili bir karşılık vermiştir. Doğrusu soru içindeki “kazanç” lafzı şart koşulan fazlalık
anlamında faiz, cevapta ise şart koşulmadan hediye niyetiyle verilen fazlalıktır.”159
Dolayısıyla borcunu iade eden kişinin hediye olarak sunduğu bundan istisna edilmiştir.
157
Tûsî, el-Hilaf, III, 46.
158
Tûsî, el-Hilaf, III, 47.
159
Şeyh Sadûk, Men la yehduruhu’l-fakîh, III, 185, Riba, hadis no: 4028.
160
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 160-161, Riba, 18, hadis no: 23389.
61
Sünni kaynaklarda da yer alan “Kazanç sağlayan her borç faizdir.” ifadesi usûl ve
fıkhî yönüyle değerlendirildikten sonra faizin, sarf ve karz esasları ile mutabık olduğu
belirtilmiştir.161
Ca‘feriyye mezhebinde keylî ve veznî olmayıp ma’dudattan olan yani adet veya
taneyle alınıp satılan mal, meta ve materyaller ribevî mallar kapsamına girmemekle
beraber aynı cinslerin alım satımı söz konusu olduğundan dolayı birtakım tereddütlere
neden olduğu da bilinmektedir. Bu nevi mallarla ilgili değerlendirmelerin yapıldığı ve
farklı görüşlerin ortaya çıktığı haberler Ca‘fer es-Sâdık’a nispet edilmektedir. Konuyla
ilgili haberlerin burada değerlendirilmesinde yarar vardır.
، والثوب بالثوبي، َلبأس به: سألته عن البيضة بالبيضتي؟ قال: عن أِب عبداهلل (عليه السَلم) قال،عن منصور بن حازم
كل شئ يكال أو يوزن فَل يصلح مثلي مبثل إذا كان من: مث قال، َل بأس به: فقال، والفرس بالفرسي، َلبأس به:قال
. فإاذ كان َل يكال وَل يوز ن فَل بأس به اثني بواحد،جنس واحد
* “Mansur b. Hâzim Ebû Abdullah’tan (Ca‘fer es-Sâdık) şöyle nakletti: “Ona iki
yumurtaya mukabil bir yumurtayı sordum. Bir beis olmadığını söyledi. İki elbise
mukabilinde bir elbiseyi? Sordum yine bir beis olmadığını söyledi. İki at mukabilinde
bir atı? sorduğumda bir beis olmadığını söyleyerek şöyle devam etti; Ölçülen ve tartılan
her şeyin bire iki misliyle alım satımları aynı cins olduklarında uygun olmaz. Ölçülüp
tartılmayan şeylerin mübadelelerinde ise bire mukabil iki misliyle alım satımlarında bir
beis yoktur.”162
Bu habere göre, keylî ve veznî olan aynı cins materyallerin bire mukabil iki
misline alınıp satılmasının doğru ve uygun olmadığı ama bu materyallerin keylî ve
veznî olmadığında fazlalıkla satışlarında bir beis olmadığı görülmektedir.
161
Çeker, Orhan, “Mecellede ele alınmayan üç konu: Faiz, Sarf ve Karz, Selçuk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 1994, sayı: 5, s.99-118; Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 113-114.
162
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 153, Riba, 16, hadis no: 23367
62
والدابة، والبعي بالبعيين، سألت أبا عبداهلل (عليه السَلم) عن الثوبي الردئي بالثوب املرتفع:عن حممد بن مسلم قال
. كره ذلك علي (عليه السَلم) فنحن نكرهه إَل أن خيتلف الصنفان: فقال،بالدابتي
* “Ebû Abdullah’a (Ca‘fer es-Sâdık) iyi bir elbiseye mukabil iki elbiseyi, bir
deveye mukabil iki deveyi, iki hayvana mukabil bir hayvanı (fazlalıkla alım satımını)
sordum. Bunu Ali (a.s.)’ın kerih gördüğü gibi biz de her iki sınıf farklı olmadıkça
mekruh kabul ederiz şeklinde kerih gördüğünü söyledi.”163
Keylî ve veznî olmamakla beraber bir yumurtanın iki yumurta mukabilinde alınıp
satılması gibi şeylerin sınıflar farklı olmadıkça kerhen caiz olduğu şeklinde bir görüş
ortaya çıkmaktadır.
Farklı bir değerlendirmeye neden olan üçüncü haber de yine Ca‘fer es-Sâdık’a
isnat edilmektedir.
.وما عد عددا وَل يكل وَل يوزن فَل بأس به اثنان بواحد يدا بيد و يكره نسيئة
* “Sayı ile alınıp satılan şeyler, keylî ve veznî olmadıkça bire mukabil iki misline
peşin olarak alım satımlarında bir beis yoktur. Vadeli veya veresiye ise mekruh kabul
edilir.”164
Bu habere göre keylî ve veznî olmamakla beraber adetle alınıp satılan aynı cins
materyallerin peşin olarak fazlalıkla satışlarının mümkün, veresiye durumunda ise
mekruh görülmesidir.
Yukarıda geçen haberler tahlil edildiğinde; keylî ve veznî olmayıp adetle alınıp
satılan mal ve materyallerin satışlarında birinci habere göre; peşin veya veresiye hiçbir
beis olmadığı,
İkinci habere göre ise; sınıfları farklı olmadıkça kerhen caiz olduğu,
Üçüncü habere göre ise; keylî ve veznî olmayıp adet veya tane ile satılan şeylerin
peşin fazlalıkla satışlarının mümkün veresiye halinde ise kerhen caiz olduğu şeklinde
bir sonuç çıkmaktadır.
163
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 154, Riba, 16, hadis no: 23371
164
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 153, Riba, 16, hadis no: 23366
63
وَل جيوز إَل، وَل جيوز نسية، احليوان باحليوان واحدا باثني َل بأس به نقدا:وروي جابر أن النيب صلى اهلل عليه وآله قال
.أجل
İkinci Görüş: Bu görüşe göre, ma’dudatta riba yoktur. Bir kısmının bir kısmı
mukabilinde ister eşit ister fazlalıkla, ister peşin ve isterse veresiye olsun satışları
caizdir.167 Tûsî, bu görüşü de şöyle savunmaktadır:
“Bu hususta bizim delilimiz “Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.”
ayetidir. Ayrıca asl olan ibahadir. Mübah olmadığını söylemek delil gerektirir. Üstelik
mezhebimiz bu konuda icma etmiştir. Onlardan nakledilen haberler de buna dalalet
etmektedir.”168
165
Tûsî, el-Hilâf, III, 48.
166
Tûsî, el-Hilaf, III, 48.
167
Tûsî, el-Hilaf, III, 50.
168
Tûsî, el-Hilaf, III, 51.
64
Tekrar ifade edilecek olursa bu nevi takasların caiz, mekruh veya ihtiyaten
menedilmesi gibi görüşler arasında genel yaklaşım “Vesailu’ş-Şia”da da belirtildiği
üzere kerih görülmesidir.169
İnsanlar ya bilerek kazanç sağlamak üzere riba akdi yaparlar yahut bilmeden
kendilerini ribanın tahakkuk ettiği bir anlaşma ve sözleşme içinde bulabilirler.
169
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 153, Riba, 16, hadis no: 23366.
170
Özsoy, “Faiz”, DİA, XII, 110.
65
Şartlardan her ikisinin yani cins birliği ile keylîlik-veznîlik vasfının veya birinin
cins birliği ya da keylîlik-veznî vasfının mevcudiyetine göre şu sonuçlar ortaya
çıkmaktadır:
Keylilik-veznilik ile cins birliği şeklinde her iki şartın bulunduğu mal ve metanın
mübadeleleri eşit (aynı ölçüde) ve peşin olmalıdır. Mesela; bir kg ekmeklik buğday
mukabilinde mübadele edilecek tohumluk buğdayın da bir kg olması gerekir. Bunların
fazla şekilde mübadeleleri ister peşin ister veresiye olsun haramdır.171 Mübadele
edilenlerden birinin bir süre sonraya bırakılması da caiz değildir.172 Ribevî mallar
kapsamında olup da her iki şartın bulunduğu bir akitte şart koşulan ayni fazlalık ribe’l
fadl, vadeli satış durumunda ise ister mütefadilen ister mütesaviyen olsun ribe’n-nesie
olarak tahakkuk eder. Eşit mübadele edilen ribevî malların veresiye veya nesie hali bir
yaklaşıma göre mekruh173 bir diğer yaklaşım haram174 olduğu şeklindedir.
Aralarında cins birliği bulunmayan farklı cinslerin ama keyli ve vezni olanların
satışları veya mübadeleleri söz konusu olduğunda peşin olmak kaydıyla fazlalıkla
satışları caizdir.175 Hububatta veya keyli olmakla beraber farklı cins hububatın
birbirleriyle mübadeleleri durumunda peşin fazlalık caiz, nesie şeklinde ise mekruhtur.
176
Bir farkla ki, arpa ile buğday bu kategoriye dahil edilmemektedir. Ne peşin fazlalıkla
ve ne de veresiye eşit veya fazlalıkla satışları caiz değildir. Çünkü arpa ve buğday
Hanefi ve diğer bazı mezheplerin hilafına aynı cinstir. Cins olarak aynı kategoride
171
Tûsî, en-Nihâye, s.376.
172
Muhakkik Hillî, Şerâiʾu’l-İslâm, II, 298.
173
Tabersî, el-Mutlef mine’l-muhtelef beyne eimmeti’s-selef, Kum 1410, I, 464.
174
el-Hasiri es-Seyit Ali Tabatabâî, eş-Şerh’us-Sağir Kum 1409, II, 70.
175
Muhakkik Hillî, Şerâiʾu’l-İslâm, II, 298.
176
Tûsî, en-Nihâye, s.377.
66
bulundukları için arpa ile buğday “cinsler değiştiğinde”177 diye başlayan haberin
hükmüne girmemektedir.
Altın ve gümüşün bir biriyle mübadelesine gelince peşin fazlalıkla caiz veresiye
ise caiz değildir.178 Çünkü, “kabz” sarf işleminde mübadelenin sıhhat şartıdır. Bu
itibarla altın ve gümüşün peşin fazlalıkla satışları caiz iken arpa ve buğdayda olduğu
gibi veresiye satışları caiz değildir. Arpa ve buğdayın peşin veya veresiye satışlarına
mani olan şey aynı cins olmaları, altın ve gümüşte ise kabzın şart olmasından dolayı
peşin satışları caiz iken veresiye satışları caiz değildir.
* “Mübadele edilecekler farklı cinsler olduğunda, peşin olarak bire mukabil iki
misliyle satışında bir beis yoktur.”179 Örneğin bir kg buğdayla iki kg mısırın satın
alınması gibi.
177
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 144.
178
Tûsî, en-Nihâye, s. 377.
179
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 144.
180
Muhakkik Hillî, Şerâiʾu’l-İslâm, II, 298.
67
Hanefi mezhebinde ise cinsler farklı olduğunda fazlalıkla satışa müsaade edilirken
vadeli veya veresiye satışına müsaade edilmemektedir. Riba hadislerindeki “”يداً بيد
kaydı veresiye satışa müsaade edilmediğinin delili olarak değerlendirilmektedir.
Ca‘feriyyenin bu konuda istidlal ettiği haber, Ca‘fer es-Sâdık’a isnat edilen ribevî
mallar kapsamında bulunmayıp ancak aynı cins malların satışı hususunu açıklayan
haberlerdir. Mesela aşağıda vereceğimiz haber buna ilişkindir.
. سألته عن الشاة با الشاتي والبيضة با البيضتي قال َل بأس ما َل يكن كيَل او وزنا:عن منصور قال
* Mansurdan rivayet edildiğine göre; “Ona Ca‘fer es-Sâdık’a bir keçi karşılığında
iki keçinin ve bir yumurta karşılığında iki yumurtanın satışını sordum. “Keylî ve veznî
olmadıkça bir beis yok”181 diye cevap verdi.
Hür el-Âmilî, bu haberin bu tür satışların kerhen caiz olduğuna delalet ettiğini
belirtmektedir. Bu satışın cevazına delalet eden bir başka haber de şöyledir:
.وما عد عددا وَل يكل وَل يوزن فَل بأس به إثنان بواحد و يكره نسيئة
* “Ölçülmeyen ve tartılmayan fakat adetle alınıp satılan şeylerin bire mukabil iki
misliyle satışlarında bir beis yoktur. Fakat, bu şekilde vadeyle satışları kerih
görülmüştür.”182
Şerâiu’l-İslâm’da ise Ca‘feriyye mezhebine göre; “keylî ve veznî olmayan tane ile
alınıp satılan aynı cinslerin satışı söz konusu olduğunda mesela; bir yumurta iki veya
daha fazla yumurta, bir elbise iki veya daha fazla elbise mukabilinde peşin olmak
kaydıyla fazlalıkla satışları caizdir ancak veresiye ise ihtiyata uygun olan böyle bir
satışın yapılmamasıdır.”183 görüşü belirtilmektedir. Buna göre, keylî ve veznî olmayıp
sayılarak alınıp satılan fakat ribanın tahakkuk şartlarından biri olan aynı cinsten olan
181
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 152-153.
182
Hür el-Âmilî, Vesâilu’ş-Şîa, XVIII, 153.
183
Muhakkik Hillî, Şerâiʾu’l-İslâm, II, 299.
68
şeylerin fazlalıkla peşin olarak satışlarında bir beis olmayıp belirli bir süre sonuna
bırakılması ise ihtiyaten uygun görülmemiştir. Tûsî’nin de ilgili konudaki yaklaşımı
aynıdır. Ölçülüp tartılmayan şeylerde aynı cins şeylerin fazlalıkla peşin satışları caizdir.
Fakat nesie halinde bu alış-veriş caiz olmaz. Bir elbisenin iki elbise, bir hayvanın iki
hayvan, bir evin iki ev, bir kölenin iki köle mukabilinde satışında ihtiyata uygun bu
şekilde satılmaları değil de dinar ve dirhem karşılığında satılmalarıdır. 184
1. Her iki vasfın bulunduğu bir alışverişte fazlalıkla ve veresiye ödeme caiz
olmayıp haramdır.
2. İki vasıftan birisi bulunduğunda peşin fazlalıkla satış caiz veresiye ise ihtiyaten
caiz olmayıp veya kerhen caizdir. Altın ve gümüş kabzdan dolayı ve arpa ile
buğday ise aynı cins olduğundan bu kapsamın dışındadır.
3. Bu vasıflardan biri olan cins birliği bulunup da ribevî mallar kapsamında
olmayan adetle alınıp satılan şeylerde ise yine peşin fazlalıkla satışları caiz
veresiye durumunda ise kabul gören görüşe göre ya ihtiyaten caiz olmayıp ya da
yine kerhen caizdir.
Şartlardan biri bulunduğunda peşin fazlalıkla satış caiz, veresiye satışın ise haram
oluşu Hanefilerin görüşüdür. Nitekim “Bir herat kumaş karşılığında yine herat kumaşı
vererek selem yapmak caiz değildir. Çünkü Hanefilere göre cins birliği veresiye satışta
faiz nedenidir.185
Ca‘ferilerde cins birliği ile keylî ve veznî olma vasıfları taşıyan malların satış
akdinde fazlalık ribaya neden olurken şartlardan birinin bulunması durumunda akdin
durumu yani fasit olup olmadığı kesin değildir. Bu durumla ilgili, Ca‘feri mezhebinde
nass bulunmadığından ihtiyatla amel edilmesi veya mekruh olduğu kanaati hâkimdir.
Bu konuda Hanefilerden ayrılmakla beraber, ihtiyaten böyle bir satışa müsaade
edilmemesi veya kerih görülmesi sonuçta Hanefilere yakın görüş içinde oldukları
şeklinde değerlendirilebilir.
184
Tûsî, en-Nihâye, s. 377.
185
Serahsî, el-Mebsût, XII, 224.
69
Para, eşyanın maddi değerini ölçme ve ifade etmede kullanılan bir birim olduğu
gibi takas ve trampada itibari değeri ve satın alma gücü ile mübadele edilen taraflardan
birinin yerini alarak ticari hayata aktivite kazandırmış, büyük küçük her nevi ihtiyacı
karşılama işlevlerine kolaylık getirmiştir.
Asr-ı Saadette tedavülde kullanılan para dinar ve dirhemdi. Yöreye göre farklı
sikkeler halinde basıldıklarından ağırlıkları da farklı olabiliyordu. Altın ve gümüş
olduklarından ribevî mallar kapsamında olup ribanın tahakkuk ettiği nesneler oldukları
hadislerle sabittir.
Tavzîhu’l-mesâil’de buna işaret edilerek bazı taklit mercilerinin187 aynı cins kâğıt
paraların fazlalıkla satışlarına müsaade ettikleri belirtilir. Şöyle ki; “Türk lirası, dolar,
186
Tûsî, en-Nihâye, s. 377.
187
Merci’-İ Taklîd: Şia dünyasında yer eden önemli bir dini anlayış. Bu telakkiye göre bir taraftan Mehdi
beklenirken bir taraftan da halkın her alanda hayatlarını müçtehit olan fakihlere (mercilere) sorarak,
onlardan alacakları fetvalara göre yaşamaları zorunlu olmaktadır. Kendilerine her alanda başvurulan
merciler önceleri birden fazla olabilmekteydi. Kitle iletişim araçlarının çoğalması ile sayıları azaldı.
Büyük merciler yanında, onlara uyan fakat yerel işleri deruhte eden özel merciler de bulunuyordu.
Humeynî ile birlikte geliştirilen velayet-i fakih kavramıyla fakihin devlet yönetimi ile ilgili selahiyet
ve sorumluluğu gündeme geldi ve ilmi ve dindarlığı ile tanınmış en büyük fakihin kamu velayetini de
haiz bulunacağı (genel merciiyyet ve rehberlik, imamın naibliği) fikri benimsendi. Böylece genel
70
İran tümeni ve benzeri olan bütün kâğıt paraların maliyeti vardır. Zira her devlet
tarafından kâğıt para nispetinde onlara değer biçilmiş ve ülkenin tamamında tedavülde
olup kabul edilmektedirler. Dolayısıyla bunlar maliyet bulmuş olup istedikleri zaman
bunları mali olmakta düşürebilirler. Bu paralar tartı veya ölçü ile satılmazlar, işte bu
cihetten dolayı bazı fakihler (Allah makamlarını yüce etsin) şöyle buyurmuşlardır; Bu
paraları kendi cinsinden olanla fazlalıkla değiştirmek caizdir. Aynı şekilde bu paraları,
zimmetde borç olduğu takdirde, nakit olarak fazlalık ve noksanlığa muamele etmek
caizdir.”188
Mali itibarı farklı olan paralarda fazlalık o paranın itibarı ile ilgili olup farklı
cinsler yahut yabancı paraların fazlalıkla mübadele edilmeleri veya bozdurulmaları yani
döviz satışı caizdir. Mesela yüz doları üç yüz Türk lirası mukabilinde bozdurmak
gibi…189
Ribevî mallar içinde mütalaa edilen nesnelerden, hangilerinin aynı veya farklı
cinsler olduğu konusunda arpa ile buğdayın aynı cins olup olmadığı örneğinde olduğu
gibi araştırma ve değerlendirmeler yapılmış ve ilgili yaklaşımlar ortaya konmuştur. Cins
tespitine konu olan şeyler, özellikle yiyecek türü şeylerle, imal edilen mamul şeylerdir.
1. Buğdayla arpa ikisine de yemek ismi nispet edildiğinden riba konusunda zahir
olan görüşe göre her ikisi de bir cins veya aynı cinstir.
2. Hurma ürünü; nevileri farklı olsa da bir cinstir. Üzüm de böyle mütalaa edilir.
merciiyyet ve rehberlik, daha önceleri fetva, kaza, cezaların infazı, kısıtlıların velayeti, imama ait
mallar üzerinde tasarruf yetkisi gibi geniş bir yelpazede etkisini gösteren velayet kavramından daha da
genişlemiş, devlet kurma ve yönetim sahasını da içine almıştı. Diğer bütün merciler ona tabi
oluyorlardı. Özel merciler, sadece zekât ve humusun toplanması ve dağıtılması gibi yerel vazifeler icra
ediyorlardı. Bkz. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, ‘Merci-i taklid’ md., s. 363
188
Ayetullah Uzmâ Hüseyin Vâhid Horasanî, Tevzîh’ul-Mesâil Risalesi (Çev. M. ve D. Aksu), İstanbul,
2009, s. 502-503,
189
Ayetullah Uzmâ Hüseyin Vâhid Horasanî, Tevzîh’ul-Mesâil Risalesi, s. 501.
71
3. Bir cinsten imal edilen her şeyin satışında fazlalık haramdır. Buğday ile unu,
arpa ile unu gibi. Hurmadan imal edilen pekmez hurma ile üzümden imal edilenin
üzümle satışı gibi. Yani, herhangi bir ürün ile kendisinden imal edilen şeyler aynı cins
olarak kabul edilmektedir.
4. İki cins şeyden üretilen mamülün satışı iki cinsin mukabilinde caiz olur. İki
cinsten biri mukabilinde ise ancak cinsine nispeten paha olarak daha fazla olmak
kaydıyla satış mümkündür.
6. Vahşi hayvanlar, aynı cins evcil olanlarına nazaran farklı bir cins olarak kabul
edilir.
7. Sütler aynı cins olup olmamakta etlere tabidir. Aynı cins sütlerle, o cinslerden
üretilen kaymak, yoğurt ve keşk gibi ürünlerin fazlalıkla satışı caiz olmaz.
8. Sirkeler kendisinden üretilen ürüne tabidir. Üzüm sirkesi başka bir sirkeye
nazaran farklı cinstir ve peşin olmak kaydıyla fazlalıkla satışı caiz olup veresiye
satışında ise ihtiyatla hareket edilmelidir.
9. Etler hayvanların ismine göre değişir. a) İnek ve camıs inek eti olarak mütala
edildiği için bir cinstir. b) Keçi ve koyunda koyun eti olarak değerlendirildiği için bir
cinstir.190
Tûsî, belirtildiği üzere cins belirlemede haberleri delil olarak esas almaktadır.
Muhakkik el-Hıllî cins tespiti yaparken, aynı cins olduğu hükmüne ulaşmada
hangi delillerden hareket ettiği konusunda bir açıklama yapmamıştır.
190
Son 9 madde için bkz. Muhakkik Hillî, Şerâiu’l-İslâm, II, 298.
72
Bir takım şeylerin satışları bir muhitte götürü usulüyle, bir başka muhitte de ölçü
ve tartı ile yapılıyorsa hüküm, ölçü ve tartı ile yapılması şeklindedir. Çünkü tartı ve
ölçüde fazlalık haramdır. 192
Kur’ân, ribayı mutlak olarak haram kılmıştır. Ancak faizin cereyan etmeyeceği
yerlerle ilgili varid olan rivayetlerden hareketle, şu kişi ve kesimler arasında faizin vuku
bulmadığı kaynaklarda yer almaktadır:
5) Müslüman ile zımmi arasında meşhur olan görüşe göre riba söz konusu olur.193
191
Muhakkik Hillî, Şerâiu’l-İslâm, II, 299.
192
Tûsî, en-Nihâye, s. 378.
73
Vesâilu’ş-Şia’da ilk üç madde ile ilgili İmam Bâkır şöyle diyor: “Babayla oğlu,
köleyle sahibi ve karı-koca arasında faiz yoktur. Faiz seninle malik olmadıkların
arasında vuku bulur.”194
İhtiyatın bir uygulama ilkesi olup olmadığı hususu tartışma konusu olmuştur.
Usûliler reddederken Ahbâriler haramla ilgili şüpheli konularda şer’i bir teamül olarak
uygulamışlardır.198
Faiz konusunda genellikle nassın bulunmadığı veya hükümle ilgili şüphenin söz
konusu olduğu yerlerde “ihtiyat” ilkesiyle amel edilmiştir. Misal olarak; ribevî mallarda
cinsler değiştiğinde peşin fazlalıkla satış caizken veresiye satışın caiz olup olmadığı
nassla beyan edilmediğinden Hanefilerin hilafına Ca‘feriyyede ihtiyatla amel edilmesini
veya ihtiyaten böyle bir satışa müsaade edilmemesi şeklinde bir yaklaşımla “ihtiyat”
ilkesinin işletildiğini görmekteyiz.
Faiz kapsamındaki birtakım işlemleri faiz hükmü dışında tutmaya yönelik çözüm
yolları üzerinde çalışmalar yapılmış olduğu ve özellikle borç ve kredi konularında bazı
mercilerin “haramdan helale kaçış yolu” şeklinde bir ifade kullanarak tespit ettikleri
bazı çözümleri tavsiye ettikleri de bilinmektedir.199 Bu tür çözüm yolları hile-i şer’iyye
olarak da isimlendirilmektedir. Bazı mercilerce bu yollarla faiz bir şekilde
meşrulaştırılırken bazı fakihler bu yolların faizin haram oluşunu izale edemeyeceğini
şüphe, tereddüt ve kuşkudan hali olamayacağından hareketle bu yolların ihtiyatla
karşılanması gerektiğini ve ihtiyatla amel edilerek bu çözüm yollarına mesafeli
olunmasını önemle tavsiye etmektedirler.
198
Bkz. Karaman, “Şia’da Fıkıh Usûlü ve Şer’i Deliller”, s. 30-31.
199
Horasanî, Ayetullah Uzma, Tevzîhu’l-Mesâil, s. 494
200
Humeynî, Tahrîru’l-vesîle, I, 538.
75
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Her iki ekole (usulî-ahbarî) göre de masum imamlardan sadır olan tüm verilere
Sünnet nazarıyla bakmaları ve masum imamlar hakkında içtihadı caiz görmemeleri
irdelenmesi gereken bir konudur.
Nitekim Şeyh Tûsî; ribanın sabit olduğu şeylerin, illetlerden bir illetle değil de nassla
sabit olduğunu, Ehli kıyasın dinar ve dirhemin illetinde ihtilaf ettiklerini, bu yüzden
ihtiyat yolunun Ca‘feriyyenin kıyasla ilgili görüşünü gerektirdiğini söyler.
Riba konusunda hüküm ihtiva eden haberlere bakıldığında bir kısmı ribevî
malların tespitine yönelik haberlerdir. Bu malların kapsamına ölçülebilir-tartılabilir
vasfına haiz mal ve meta dâhil edilmektedir. “Ölçülebilir-tartılabilir” gerekçesine delil,
İmam Sâdık’a isnat edilen “ölçülebilir ve tartılabilir şeylerin dışında riba yoktur.”
haberidir. Ancak faiz konusunda, İmam Muhammed el-Bâkır ve Ca‘fer es-Sâdık’tan
rivayet edilen haberlere bakıldığında bu haberlerin bu iki imam tarafından ne muttasıl
ve ne de mürsel olarak Efendimiz’e (s.a.v) isnat edilmemiştir. Ayrıca sünni mezheplere
oranla ribevî malların ölçü ve tartıya nisbet edildiği haberlerin sayısı Ca‘feriyyede daha
fazladır. Bu itibarla illetin tespit edildiği bu haberlerden bir kısmının İmam Muhammed
el-Bâkır ve İmam Ca‘fer’in ictihatları olduğu düşünülmektedir. Çünkü bu haberlerin
çoğu Ca‘fer es-Sâdık’a yöneltilen sorulara verilen cevaplar şeklinde nakledilmiştir.
Sünnilerde olduğu gibi Ca‘feriyye’de de riba konusunda ribevî mal olma hükmü
ve illeti ile ribanın illeti olarak ifade edilen ribanın tahakkuk şartları iç içe anlatılmakta
veya bir akitte ribanın tahakkukuna neden olan şartlar, ribanın illeti şeklinde bir başlık
ile ifade edilmektedir. Oysa ribevî mal olma hükmünün illeti ve ribevî malların tespiti
müstakil bir başlık altında, riba akdi veya ribanın tahakkuku ayrı bir başlık altında bahis
konusu edilerek konunun daha iyi anlaşılabilirliği sağlanabilir. Klasik fıkıhçıların ribevî
mal olma hükmünün illeti ile ribanın tahakkuk şartlarını ribanın illeti başlığı altında
toplamalarını sadece ribaya mahsus ortak bir anlatım ve üslûp şekli olarak görüyoruz.
77
Faizli ödünç almak zorunda kalacak kişiler içinde faizli işlemin yapısı
değiştirilerek “şer’i yol/hile-i şer’iyye” denilen çözüm yolları ile bu ihtiyaçlarını
karşılayabilecekleri şeklinde bir metot önerilirken belirtildiği gibi bazı fakihlerce
ihtiyatla hareket edilmesi de tavsiye edilmektedir.
İslâmın genel ilkelerinden biri, haksız kazancı tasvip etmemesi, bu tür kazanç
yollarına “batıl yol” ismini vererek haram kılmasıdır. Hırsızlık, rüşvet, ihtikâr, özellikle
faiz ve her türü haram kılınarak mazur görülmesine inisiyatif tanınmamıştır. Hatta aynı
cins ürünlerin mübadelesinde kalite farkına dahi itibar edilmeyerek peşin ve eşitlik
ilkesine itibar edildiğini görmekteyiz. Böylece sermaye veya emeğin erimesi ve yok
olmasına veya adil olmayan transferlerle sermaye sahiplerine dönmesine neden olacak
faizin tüm türleri haram kılınmış ve yasaklanmıştır.
Sonuç olarak emek ve sermaye ortaklığından ulaşılan kazancın meşru ama akdin
başında henüz kâr ve kazancın belirgin olmadığı bir sözleşmede konulan faiz miktarının
orantısız ve sermaye lehinde pozitif ayrımcılık veya muhtemel kâr payı üzerine peşin
konulan artı fazlalıktır. Yani başka bir ifadeyle sömürüdür. Çünkü gelişmiş ülkelerde
faiz oranlarının düşük olması piyasa değerlerini korumak adına iktisadi bir disiplin olup
faiz oranları bu disiplin gereği kâr payı seviyesine çekilmektedir.
Haksız kazanç yolunun tıkanması adına hiçbir inisiyatife müsaade etmemek için
hem alış veriş hem de borç faizinin Ca‘ferî mezhebinde de haram kılınışı, ribanın
şartları ve ribevî malların kapsamı delil ve metodolojik gerekçeleri ile birlikte
açıklanmıştır.
78
KAYNAKÇA
Kitaplar
Kur’ân-ı Kerim Meali, D.İ.B. Yayınları, Red. İbrahim Paçacı, Harun Özdemirci, Dr.
Ekrem Keleş, Doç. Dr. M. Nihat Hatipoğlu, Vahdi Boydaş, Yaşar Çolak,
Mustafa Baş, Ankara, 2005.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahîhi Buharî, Ter. Osman Güman,
Mehmet Odabaşı, M. Beşir Eryarsoy, İstanbul 2009.
Mahmesânî, Subhi Receb, Felsefetü’t-Teşrî ‘ fi’l-İslâm, Çev. Dr. Y. Çolak, Dr. İbrahim
Paçacı, Dr. Dursun Aygün, Dr. Mustafa Baş, Ömer Gülden, İslâm Hukuk
Felsefesi, Ankara-2009.
Muhammed Bakır es-Sadr, İslâm Ekonomi Doktrini, Trc. Mehmet Keskin, Sadettin
Ergün, 3. Baskı, İstanbul, 1980.
Serahsî, Şemsü’l-eimme Ebû selh Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed, el-Mebsut, Editör
Prof. Dr. Mustafa Cevat AKŞİT, İstanbul, 2008.
Tabersî, Ebu Ali el-Fadl bin el-Hasan, Mecmau’l-beyân fi tefsiri’l-Kur’an Beyrut 2006.
Yazır, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili c.II, s. 974. İstanbul
Boynukalın, Mehmet, Fıkıh Usûlünde Şart Kavramı, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 36
(2009/1), s.21
Çeker, Orhan, Mecelle’de Ele Alınmayan Üç Konu: Faiz, Sarf ve Karz, Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1994.
Dönmez, İbrahim Kâfi, “Şia”, İlmihal I, (İslâm Dini), Ankara, 2012, 1, 30.
Hakyemez, Cemil, Şiî İmamiyye Fıkhının Teşekkül Süreci ve İmamet, Hitit Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008/1, c. 7, sayı:13, s. 7-36.
Makaleler:
Acar, Ali, Faiz ve Toplum İlişkisi, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010, sayı:
16, İslâm İktisadı Özel sayısı, s. 187-196.
Acar, Ali, İslâmi İktisad’ın Esasları İsimli Kitabın Para ve Faiz ile İlgili
Kısımlarının İncelenmesi, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010, sayı:
16, İslâm İktisadı Özel sayısı, s. 111-124.
Acar, Ali, Spekülasyon Motifi ile Para Talebi ve Para - Faiz Kavramlarının
Analizi, İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2010, sayı: 16, İslâm İktisadı
Özel sayısı, s. 59-76.
Altan, Mikail - Suna Akten Çürük Modern İktisat Bilimi Açısından Para
ve Faiz, Fıkhi Açıdan Finans ve Altın İşlemleri -Tebliğ ve Müzakereler-
Tartışmalı İlmi Toplantı, 27-28 Nisan 2012, Meram\Konya, 2012, s. 29-45.
Baktır, Mustafa, İslâm Hukukunda Zaruret Hali ve Faiz İlişkisi, Editör: Mehmet
Bayyiğit, I. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri
Kongresi, 1997, s. 741-759.
Coşkun, Mustafa, Faiz-Banka ve İslâm, İslâm Medeniyeti, 1972, cilt: III, sayı: 25, s.
38-41.
Coşkun, Mustafa, Faiz-Banka ve İslâm, İslâm Medeniyeti, 1972, cilt: III, sayı: 26, s.
41-43.
Coşkun, Mustafa, Faiz-Banka ve İslâm, İslâm Medeniyeti, 1973, cilt: III, sayı: 33, s.
34-38.
Coşkun, Mustafa, Faiz-Banka ve İslâm -VIII-: İslâm Dini, Faizi Niçin Haram
Kılmıştır?, İslâm Medeniyeti, 1973, cilt: III, sayı: 34, s. 33-37.
Coşkun, Mustafa, Faiz-Banka ve İslâm III, İslâm Medeniyeti, 1973, cilt: III, sayı: 27,
s. 32-36.
83
Coşkun, Mustafa, Faiz-Banka ve İslâm IV, İslâm Medeniyeti, 1973, cilt: III, sayı: 29,
s. 36-40.
Coşkun, Mustafa, Faiz-Banka ve İslâm V, İslâm Medeniyeti, 1973, cilt: III, sayı: 30, s.
27-32.
Coşkun, Mustafa, Faiz-Banka ve İslm -VI-, İslâm Medeniyeti, 1973, cilt: III, sayı: 32,
s. 38-42.
Çeker, Orhan, Mecelle’de Ele Alınmayan Üç Konu: Faiz Sarf ve Karz, Ahmet Cevdet
Paşa (1823-1895), (Sempozyum: 9-11 Haziran 1995), 1997, s. 343-360.
Çeker, Orhan, Mecelle’de Ele Alınmayan Üç Konu : Faiz, Sarf ve Karz, Selçuk
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1994, sayı: 5, s. 99-118.
Dalgın, Nihat, Faiz Yasağıyla İlgili Farklı Yaklaşımlar, İslâm Hukuku Araştırmaları
Dergisi, 2010, sayı: 16, İslâm İktisadı Özel sayısı, s. 77-110.
Döndüren, Hamdi, İslâm’da Para, Kredi, Faiz ve Enflasyon İlişkileri, Para, Faiz ve
İslâm, 1992, s. 183-216.
Ersoy, Arif, Faizsiz Banka ve İşlevleri, Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli [Faizsiz
Kredileşme Sistemi], 1987, s. 1-17.
Erişen, Ali, Faizsiz Banka Muhasebesi ve İşleyişi, Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli
[Faizsiz Kredileşme Sistemi], 1987, s. 159-170.
Fındıklı, Remzi, Faizsiz Kredileşme Sisteminde Genel Hizmetler, Faizsiz Yeni Bir
Banka Modeli [Faizsiz Kredileşme Sistemi], 1987, s. 61-75.
84
Gül, Ali Rıza, Faizsiz Bankacılığın Dinî Temeli Açısından Mudârabe İle Selef
Yöntemlerinin Mukayesesi, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
2005, cilt: XLVI, sayı: 1, s. 43-83.
Günenç, Halil, Faiz, Finans ve Borsa ile İlgili Bazı Meseleler, Editör: Mehmet
Bayyiğit, I. Uluslararası İslâm Ticaret Hukukunun Günümüzdeki Meseleleri
Kongresi (Konya, 1996), 1997, s. 244-270.
Kumaş, Salih Mehmet, Faizsiz Bir Finans Yöntemi Olarak Venture Capital Sistemi
ve İslâm Bankacılığı ile Mukayesesi, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, 2007, cilt: XVI, sayı: 1, s. 279-298.
Orman, Sabri, Modern İktisat Literatüründe Para, Kredi ve Faiz, Para, Faiz ve
İslâm, 1992, s. 1-68.
Özek, Ali, Faiz ve Kredileşme, İslâm Hukuku Açısından Tarihten Günümüze Kredi ve
Finans Yöntemleri Tartışmalı İlmi İhtisas Toplantısı İstanbul, 08-09 Mayıs
2010, 2011, s. 113-127.
Özsoy, İsmail, Fıkıh Doktrininde Para ve Faiz, Fıkhi Açıdan Finans ve Altın
İşlemleri -Tebliğ ve Müzakereler- Tartışmalı İlmi Toplantı, 27-28 Nisan 2012,
Meram\Konya, 2012, s. 75-132.
Özsoy, İsmail, Kredi Faizi: Kur’ân’a Göre Bir Değerlendirme, İslâmî Sosyal
Bilimler Dergisi, 1994, cilt: II, sayı: 3, s. 30-41.
85
Sayı, Ali, Faiz ve Faizin Tarihi Gelişimi, Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli [Faizsiz
Kredileşme Sistemi], 1987, s. 19-37.
Tekir, Sabri, Faizsiz Sistemde Kredileşme ve Kredi Müessesesi, Faizsiz Yeni Bir
Banka Modeli [Faizsiz Kredileşme Sistemi], 1987, s. 77-95.
Üçok, Coşkun, “Selçuk Türkiyesinde Faizle Para İkrazına Dair Hukukî Bir
Vesika” Hakkında, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1953, cilt:
II, sayı: 1, s. 41-49.
Yavuzer, M. Salih, Yeni Bir Faizsiz Banka Modelinde Senet Çıkarılması ve Senet
Çeşitleri, Faizsiz Yeni Bir Banka Modeli [Faizsiz Kredileşme Sistemi], 1987, s.
98-119.
Zeki Aral, Namık, Diyanet İşleri ve Faiz Meselesi, Diyanet İlmi Dergi [Diyanet İşleri
Başkanlığı Dergisi], 1969, cilt: VIII, sayı: 90-91, s. 362-365.
Zeytinoğlu, Erol, İslâm’da ve Diğer Sistemlerde Faiz, Para, Faiz ve İslâm, 1992, s.
91-116.
Doktora çalışmaları:
Gül, Ali Rıza, 2001, Tarihi Bağlamı Çerçevesinde Kur’ân’da Riba Yasağı
86
Kaya, Süleyman, 2007, XVIII. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Nazari Ve Tatbiki Olarak
Karz İşlemleri
Özsoy, İsmail, 1991, İslâm İktisadında Faiz Ve Çağımızda Ortaya Çıkan Problemler
Çimen, Selim, 2010, İslâm Hukukunda Faizin İlleti İle İlgili İhtilaflar
Karamık, Hilal, 2010, İslâm Hukukuna Göre Faiz Kavramı Ve Faize Farklı
Yaklaşımların Değerlendirilmesi
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Soyadı: Yeter
Uyruğu: T.C.
E-posta: catalzeytinmüf@diyanet.gov.tr
EĞİTİM
YABANCI DİLLER
Türkçe
Arapça
Almanca