Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 13

1

YÜKSEK LİSANS SEMİNERİ

FENOMENOLOJİ VE BİLİNÇ

Phenomenology and Consciousness

Selin Güleroğlu1

Pamukkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü

Sistematik Felsefe ve Mantık Anabilim Dalı, Denizli, Türkiye

Pamukkale University, Institute of Social Sciences

Department of Systematic Philosophy and Logic, Denizli, Turkey

Öz

Bu çalışmanın ilk bölümünde, fenomen ve fenomenoloji kavramlarının ne


olduğu tanımlanıp, fenomenolojinin bazı kavram, yöntem ve amacına değinilmesinin
ardından, ikinci bölümde bilinç kavramının ne olduğu ve birtakım problemleri ele
alınarak, fenomenolojide bilinç kavramına değinilecek ve özellikle de Edmund
Husserl’in görüşleri çerçevesinde bir yoldan gidilerek fenomenoloji ve bilinç kavramı
tartışılacak ve değerlendirilecektir.

Anahtar Kelimeler: fenomen, fenomenoloji, bilinç, saf bilinç, paranteze alma yöntemi

Abstract

In the first part of this study, the phenomenon is defined and the concept of
phenomenology, phenomenology of some concept, method and after explaining its
purpose, in the second chapter, phenomenology and the concept of consciousness will
be discussed and evaluated by taking a path within the framework of Edmund
Husserl's views.

Key Words: phenomenon, phenomenology, consciousness, pure consciousness,


bracketing method

Kısaltmalar:

Hua: Husserliana Baskısı

1
Pamukkale Üniversitesi, Felsefe Bölümü, Yüksek Lisans Öğrencisi
2

İÇİNDEKİLER

ÖZ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------1

I . BÖLÜM

FENOMEN VE FENOMENOLOJI--------------------------------------------------------------3

I.I Fenomen Kavramı--------------------------------------------------------------------------------------3

I.II Avrupa Bilimlerinin Krizi-----------------------------------------------------------------------------4

I.III Fenomenoloji-------------------------------------------------------------------------------------------5

II. BÖLÜM

BİLİNÇ

II.I Bilinç Kavramı-------------------------------------------------------------------------------------------8

II.II. Fenomenolojide Bilinç Kavramı------------------------------------------------------------------10

SONUÇ………………………………………………………………………………-11

KAYNAKÇA--------------------------------------------------------------------------------------13
3

I.BÖLÜM

FENOMEN VE FENOMENOLOJİ

1.1 FENOMEN KAVRAMI

Felsefede fenomen kavramı, duyularla algılanabilen her şey, görüngü veyahut


görünüm olarak açıklanabilir. (Çüçen, 2013: 383) Fenomenoloji ise fenomenlerin
bilgisi, görüngü bilim şeklinde tanımlanabilir. Fenomen kavramı daha özel olarak ele
alındığında, “kendini gösteren” olarak ortaya çıkmaktadır. “Fenomen, şeyin kendisinin
tezahürü olarak anlaşılır ve fenomenoloji bu nedenle nesnelerin görünme ya da tezahür
etme biçimi ve bu görünüşün olanak koşulları üzerine felsefi bir düşünümdür.” (Zahavi,
2018: 92) Aslında fenomenoloji de hakikatin özünü, doğasını yakalamak olarak
karşımıza çıkar. Bu kavramlardan söz edilirken, aslında iki anlamın gizil olarak onların
içinde saklandığı ifade edilebilir. Bunlardan biri görünen, bir diğeri ise gerçek olan yani
kendini gösterenin gerçeklik durumudur. Buradan şöyle bir anlam çıkarılabilir; demek
ki görünenin arkasında bir gerçeklik durumu yani asıl öz olarak da adlandırılabilecek bir
şey mevcuttur. İşte fenomenoloji de bu “öz” kavramı ile ilgilenmektedir. Hakikatin
bilinmesi bir şekilde gölgelenmektedir ve hakikat ise öz’de yatmaktadır. Görüngü
bilimin hedefi ise bir nevi özü temaşa etmektir. Temaşa, adeta özü yakalayan bir bakıştır
ve hakikati yakalamak, şeylere bütüncül bir pencereden ve işin arka planına bakmaktır.
Dolayısıyla fenomenoloji, özü hedefleyen bir felsefedir.

Fenomenolojinin içeriğine kapsamlı bir şekilde değinmeden önce,


fenomenolojideki fenomen kavramı ile diğer ilimlerdeki fenomen kavramı arasında
nasıl bir fark olduğuna değinmemiz yerinde olacaktır. Fenomeni duyularla algılanabilen
her şey olarak metnin giriş kısmında tanımlamıştık. Fenomenolojideki fenomen
kavramını diğer ilimlerdeki fenomen kavramından ayıran en temel fark; diğer ilimlerin
kendi objelerine takındıkları tavrın fenomenolojideki fenomen kavramının kendi
nesnesine takındığı tavırdan farklı olmasıdır. Husserl’e gelinceye kadar fenomen
kavramı, realiteye ait olan fenomenler anlamında kullanılmıştır. Diğer bir deyişle onlar
burada ve şu anda karşımıza çıkan fenomenlerdir. Hâlbuki fenomenolojideki fenomen
kavramı yani Husserl’in kastettiği fenomen kavramı, reel bir karakterden değil de
mahiyet fenomeni olarak adlandırılabilecek olan bir fenomenden bahsetmektedir. İlk
bahsi geçen realiteye ait olan fenomenler doğal bir tavıra karşılık gelmektedirler.
4

Mahiyet fenomenleri ise “fenomenolojik refleksiyon” denilen bir tavra dayanmaktadır.


Fenomenolojik tavır doğal tavrın tam zıddıdır. Aslında fenomen kavramının, diğer
ilimlerde ve fenomenolojide birbirinden farklı olarak alınmasında belirleyici olan en
temel fark, nesnelerine takındıkları tavrın bu noktada farklılaşmasıdır. Bu konunun
ayrıntılarına “Fenomenolojide Bilinç Kavramı”na değinirken yer vereceğiz.

Fenomenoloji dendiğinde ilk aklımıza gelen isimler Franz Brentano ve onun


öğrencisi Edmund Husserl’dir. Husserl, fenomenolojiyi yeni bir yöntem olarak
tasarladığı için fenomenolojinin kurucusu olarak kabul edilir. Onun nasıl bir yöntem ile
fenomenolojiyi tasarladığına değinmeden önce, bu fikirlerinin oluşmasında büyük
oranda etkili olan “Avrupa Bilimlerinin Krizi” hakkında neler söylediğine ve
psikolojizmi nasıl eleştirdiğine değinmek yerinde olacaktır.

1.2. Avrupa Bilimlerinin Krizi

Husserl’in, fenomenolojiyi ortaya koyarken asıl amacı, yeni bir felsefe inşa
etmek istemesiydi. Dolayısıyla onun tasarladığı yöntemdeki merkezi şey bir hakikat
arayışıdır. Husserl’in inşa etmek istediği felsefedeki asıl amaç; kendini gösterenin
ardındaki gerçeklik yani bir özü yakalama çabasıdır.

Edmund Husserl, “Avrupa Bilimi’nin Krizi” adlı eserinde batı kültürünün


doğasını ve özsel kimliğini kaybettiğini ifade etmektedir. Ona göre günümüz Avrupa
kültürü, evrensellik anlayışını bir nevi yitirmiştir. Husserl’in fenomenolojiyi ortaya
koyması da “Avrupa Bilimlerinin Krizi” ile başlar. Çünkü analitik felsefeye göre
evrende her şey fizikseldir, objektif ve nesneldir. Husserl ise buna karşı çıkmaktadır.
Çünkü onun amacı; sıkı ve ön yargılardan kurtulmuş bir bilim ortaya koymaktır. O,
bilimlerin yıllar boyunca insanın varlığına ve dünyanın nasıl göründüğüne ve de en iyi
dünyanın nasıl bilinebileceğine ilişkin yanlış bir yaklaşım geliştirdiklerine inanmaktadır.
Bu yaklaşım ise, doğal bilimlerin temel olarak dünyanın fiziksel olduğu inancıdır.
Bunun anlamı ise şudur; insan kültürü ve ruh âlemi de nedensel olarak fiziksel şeylere
dayanmaktadır. Diğer bir deyişle her şey, fiziksel bir doğa tarafından kapsanmaktadır.
Husserl ise böyle bir doğalcılığa ve indirgemeciliğe karşı çıkmaktadır. Çünkü doğa
bilimleri, hayatın bütün alanlarına sınır tanımaz bir şekilde yayılmıştır ve bu da
hakikatin önündeki en büyük engellerden biridir. Fakat onun eleştirisi; doğa bilimlerinin
kendisine yaptığı bir eleştiri değil daha çok onun yöntemlerine yaptığı bir eleştiridir.
Hatta Husserl, “Tin alanının ya da manevi dünyanın fizik bilimi tarzında veya doğa
5

bilimlerinin ölçüleriyle kurulup anlaşılması gerektiğinde ısrar etmenin, o, modern


bilimsel akılcılığın ilkelliğini yansıttığını ifade etmektedir.” ( Cevizci 2009: 1114)

Husserl bunun yanında psikolojizmi de eleştirmiştir. “Epistemoloji algılama,


inanma, yargıda bulunma ve bilmenin bilişsel doğasıyla ilgilidir ve tüm bu fenomenler
fizik fenomenleridir. Bundan dolayı onların yapısını araştırmak ve doğasını anlamanın
yolu psikolojiye bağlı olmaları gerektiğidir. Bu, bilimsel ve mantıksal akıl yürütme için
de geçerlidir ve sonuç olarak mantık psikolojinin bir parçası olarak, doğası ve geçerliliği
empirik bir araştırmaya dayanan psikolojik düzenlilikler olarak mantık yasaları şeklinde
kabul edilmelidir. Dolayısıyla psikoloji mantığın teorik temelini sağlar.” (Hua 18/64,
18/89, Aktaran: Zahavi, 2018: 23)

“Oysaki Husserl’e göre bahsedilen tutum, mantık ve psikoloji arasındaki farkı


göz ardı etme hatasına düşmektedir. Dolayısıyla psikolojiyi mantığa indirgemek, sonuç
olarak mantık yasalarına karakterini veren idealliği, şüphe edilemez kesinliği ve a
prioriliği göz ardı eden düzenli bir kategoridir.” (Hua 18/79-80. Aktaran: Zahavi, 2018:
23) Bahsi geçen özellikler hiçbir zaman ruhun olgusal-empirik doğasına başvurarak
tesis edilemez ve açıklanamaz. İşte bu noktada Husserl, psikolojizmi eleştirerek ve aynı
zamanda Avrupa Bilimlerinin Krizi eserinde düşüncelerine yer vererek, yepyeni bir
bilim ve felsefe inşa etme yoluna girmiştir. Aslında onun yapmak istediği, Avrupa
bilimlerinin göz ardı ettiğini ortaya koyarak yeni bir yöntem geliştirmek istemesidir.
Bundan dolayı da fenomenolojiyi yeni bir felsefe inşa etmek için geliştirmeye başlar.

1.3. Fenomenoloji

Fenomenolojiye göre öz, kavram haline getirilen bir şey değildir, tamamen
gerçekliktir. Aslında bu felsefede temaşa edilen şey gerçekliktir, öz’dür. Dolayısıyla öz
de bu fenomenlerde aranmalıdır. Fenomenlerde aranan hakikat, yargılarla dile
getirilemez dolayısıyla onu betimlemek, geniş kapsamlı dilsel bir ifade ile onu anlatmak
anlamına gelmektedir. (Fenomenolojik Betimleme) Dünya bir fizikçinin gözüyle
bakıldığında bir saf bilince ihtiyaç duyulmaz fakat insan dünyasının hakikati üzerinde
durduğumuzda “Bilinç saf mı yoksa değil mi?” gibi bir soru ortaya çıkmaktadır. İşte bu
noktada, bakış açısının değiştirilmesi gerekmektedir. Çünkü o değiştirilmediğinde, hep
aynı şeyleri görür ve aynı şeyleri söyleriz. Dolayısıyla bir hakikate de ulaşamayız.
6

Hayat kategorize edilirken, beş tümelle ya da kavramlarla bunu yapamayız. Bu


yüzden bir betimlemeyi kullanmak zorunluluk arz etmektedir. Diğer bir deyişle
akışkanlık içinde olan öz yakalanmak zorundadır. Fenomenoloji bu bağlamda, yeni bir
felsefe edinilmesi gerektiği ve yeni bir bilim felsefesi iddiasını ifade etmektedir. Her
kendini gösteren bilginin arkasında bir özsel hakikat mevcuttur ve bu da yeni bir felsefe
yapma biçimi anlamına gelmektedir. İşte akışkan yaşama dünyasının olguları, ancak bu
şekilde anlatılabilmektedir.

Fenomenolojinin ilk halkası olarak Franz Brentano ve onun öğrencisi Edmund


Husserl görülmektedir. F. Brentano, Alman idealistleri ve Immanuel Kant’a cephe
almaktadır. Çünkü; Brentano’ya göre onlar, hayali bir şeylerden söz etmektedir ve kesin
bir bilgi elde etme yöntemini izlememektedirler. Dolayısıyla kesin bilgiye de
ulaşamazlar. Onların tutumu bilim dışı bir tutumdur ve kurgusal felsefeyi
soysuzlaştırmışlardır. Bundan dolayı ciddi sorunlar meydana gelmiştir. Yargılar köksüz
kalmıştır. Fakat fenomende bunların karşılığı nasıl iddia edilmektedir? Bu yüzden
Kant’ın bilgi anlayışı temelsizdir ve fenomenlerden kopmadan doğruya erişmemiz
lazımdır. Husserl’in aksine psikoloji Brentano;’ya göre göz ardı edilemez. Çünkü insan
olgusu ve doğa olgusu birbirinden farklıdır ve insanın psikolojik bir durumu vardır.

“Fenomenoloji, karşılaştırır, ayrım yapar, bağlar, ilişkiye sokar, parçalara böler,


öğelerine ayırır. Ama her şeyi saf görmeyle yapar.” (Husserl, 2003: 82-83)

Edmund Husserl, fenomenolojiyi yöntem olarak geliştirdiğinden dolayı


fenomenolojinin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Hocası Brentano’nun
düşüncelerini geliştirerek yeni bir felsefe ortaya koymayı amaçlamış ve bir yöntem
ortaya koymuştur. Onun ilgilendiği öz fenomenleri, görünüşün ardındaki gerçeklikle
ilgilenir. “Husserl’e göre görünüş yoluyla elde edilen veriler, bir şeyi bize mutlak olarak
veremezler.” (Husserl, 1995: 23)

İlk başta da bahsi geçtiği gibi, Husserl’in ele aldığı fenomenler öz


fenomenleridir. Öz fenomenleri refleksiyonlu bir tavra dayanmaktadır ve bu noktada
doğal tavırdan ayrılmaktadır. “Nasıl matematik, geometri ve mekanik, kesin bilmenin
temeli ise; fenomenoloji de, felsefe, mantık ve psikolojinin temelidir.” (Husserl, 1995:
17) Fenomenoloji, diğer bilimlerin aksine bir öz bilgisi elde etmeyi amaçlamaktadır.
Bunu yapmak için de Husserl’ göre bir yöntem uygulanmalıdır. Bu “Fenomenolojik
Redüksiyon” (ayıklama, paranteze alma), diğer bir deyişle “Epokhe”dir. Husserl bu
7

yöntemi öz bilgisine ulaşmak için kullanmaktadır. Çünkü görelilik bizi hakikatten


uzaklaştırır ve bu bağlamda rölativiteye ve pozitivist anlayışa da karşı çıkmıştır Husserl.
Aynı zamanda görünen ve gerçeklik arasındaki ayrımdan söz ederken, daha net
anlaşılmak adına şu sözleri kullanmaktadır:

“Tekrar edersek, görünüş ve gerçeklik arasındaki ayrım muhafaza edilebilse de,


Husserl’e göre iki ayrı âlem arasında varolan bir ayrım değildi, söz konusu ayrım
görünüşler âleminin içindeki ayrımdır. Bu nesnelerin, üstündeki bir bakışla nasıl
görünebilecekleri arasındaki ayrımdır.” ( Aktaran: Zahavi, 2018: 93)

Fenomenolojik redüksiyon olmadan refleksiyon olamaz. Çünkü öncelikle


irrealiteler paranteze alınmalıdır, ondan sonra refleksiyon diğer bir deyişle
fenomenolojik tavır harekete geçmelidir. “Husserl’in kastettiği redüksiyon yöntemi şu
öğelerden oluşmaktadır: Bir şeyi ayraca almak, bir şeyi dışarıda bırakmak; aktlarda, bir
aktı eylem dışı bırakmak, yargılamaktan kaçınmak, refleksiyon.” (Husserl, 1995: 18)

Doğal tavır sergilenirken, hayatın içinde olan özne gibi bir tutum takınırız. Bu da
hayatın içerisindeki var oluş biçimimizi anlatmaktadır ve böylesi tavır ise bizi hakikate
götüremez. Çünkü doğal tavırda saf bilinç alanı yoktur. Anılarımız, donanımlarımız, iç
niteliklerimiz vardır ve bunlar da hakikati gölgeleyen bir engel oluştururlar. Bundan
dolayı “Husserl, nesne karşısındaki tavrımızın fenomenolojik tavır olması gerektiğini
ifade etmektedir. Çünkü fenomenolojik tavrın yöneldiği varlık alanı “mutlak bilinç
alanı”dır.” (Husserl, 1995: 19) Redüksiyon ile objedeki nitelikler geçici olarak
paranteze alınmalıdır ve böylelikle de öz’e yani hakikate, görünenin ardındaki soyut
gerçekliğe ulaşılabilmektedir.

“Fenomenolojik tavrın yöneldiği alan saf bilinç alanıdır. Bu alan dışındaki


varlıklar ise transcendent, saf bilinç alanına giren varlıklar ise immanent varlıklardır.
İşte bunlar ise fenomenolojinin konusudur.” (Husserl, 1995: 21) “Immanent öz alanını
elde etmek için doğal tavrı, Husserl’in terimleri ile söylersek, Generalthesis’i ayraç
içine almalı ve ona epoche uygulamalı; yani bir dünyanın varlığı ve yokluğu hakkında
bir yargı ileri sürmekten vazgeçmeliyiz. Dış dünya ve bu dünyayı ele alan bilimler de
ayraca alınmalıdır. Aynı şekilde bütün kültür kurumları, teknik yapıtlar, sanat ve bilim,
her türlü estetik ve pratik değerler de ayraca alınmalıdır. Bundan başka hukuk ve din de
ayraç içine alınmalıdır. Bu şekilde doğal tavrı gerekli kılan, doğal ve tinsel bilimlerin
bütün bilgileri ayraca alınmalıdır.” (Husserl, 1995: 19)
8

“Transcendent varlık hangi türden olursa olsun bizlere ancak görünüşü ile
verilebilir. Immanent varlık ise bunun tam aksidir. Husserl’e göre görünüş yoluyla elde
edilen veriler, bir şeyi mutlak veremezler. Çünkü bir şeyi mutlak olarak verememek
görünüşün yapısı gereğidir. (Husserl, 1995: 23)” Immanent varlıklar bir şeyi mutlak
olarak verebildiklerinden dolayı fenomenolojinin ilgilendiği varlık alanı içerisindedir.
Transcendent varlıklar nasıl ki bir şeyi mutlak olarak veremiyorlarsa, immanent varlık
ise onun tam aksi olarak yapısı gereği bir şeyi mutlak olarak verebilmektedir. Şimdi
ikinci bölümde, fenomenolojinin de konusu olan bilincin ne olduğuna ve bazı
problemlerine değinelim. Sonrasında da fenomenolojide bilinç kavramını ele alarak
metnimizi sonuçlandıralım.

II. BÖLÜM

BİLİNÇ

2.1 BILINÇ KAVRAMI

Bilinç kavramı, belki hepimizin sıklıkla zikrettiği fakat üstünde çok derin
düşünülmeyen bir kavramdır. Bilinç denildiğinde, aslında aklımıza basitçe bir şekilde
“farkında olma durumu” gelmektedir. Bu farkındalık, düşündüğümüz ve davranışa
dökülen eylemlerimizden haberdar olmamıza karşılık gelmektedir. Fakat daha derine
inilmeye kalkışıldığında, “bilinç” bu kadar da basit bir kavram değildir. Aksine
tartışmalı ve net şekilde ne olduğu üzerinde hüküm verilememiş ve de hakkında farklı
teorilerin olduğu bir kavramdır. Bu yazıda da bilincin söz konusu tartışmalı kısımları ele
alınacak ve fenomenolojide bilinç kavramına değinilerek bir değerlendirmede
bulunulacaktır.

Metnin girişinde az evvel de bahsettiğimiz gibi, bilinç basitçe ve ilk aklımıza


geldiği şekliyle farkında olma durumu ve bizlerin tüm algılarını kapsayan bir şey olarak
tanımlanabilmektedir. Fakat daha derine inildiğinde böyle bir tanım yetersiz
kalmaktadır. Çünkü bilinç somut olarak gösterebileceğimiz ve de ne olduğu hakkında
kesinkes hüküm verebileceğimiz bir kavram değildir. Aksine çok farklı teoriler ortaya
atılarak tartışılmış, bunun yanında tek bir tanımla ifade edilemeyen bir kavramdır.
Bundan dolayı konuya girerken bir örnek vererek başlamak yerinde olacaktır:
9

“Dişinizi lokal anestezi yaptırmadan doldurtmak ile yaptırarak doldurtmak


arasındaki farkı düşünün. Fark şudur: lokal anestezi acı duymamanızı sağlar. Tabii
uyuşturucu madde işe yararsa!” “Yine, gözlerinizi açık tutmanız ile kapalı tutmanız
arasındaki farkı düşünün. Gözlerinizi kapattığınız zaman, kaybolan şey bilinçli görsel
deneyiminizdir.” (Papineau, Selina, 2019: 3)

Bu ikisi arasındaki ayrım, fark olarak açıklanmaktadır fakat bu doğru değildir.


Çünkü bilincin tanımını yapamadan örnek vererek konuya giriş yapmamızın en önemli
sebebi nesnel bir tanımın bilincin özünü ifade edemiyor olduğudur.

“David Chalmers, bilinçle ilgili “kolay sorunlar” ile “zor sorunlar” arasında
ayrım yapar. Ona göre kolay sorunlar beynin nesnel şekilde araştırılması ile ilgili olan
sorunlardır.” (Aktaran: Papineau, Selina, 2019: 19) İşte bilinçle ilgili olan zor sorun ise
“öznel bilinç” hakkındadır. Çünkü öznel bilinci tanımlamak ve anlamak pek de
mümkün değildir. Bundan dolayı birçok farklı görüş ortaya çıkmıştır.

Bilincin öznel ve nesnel deneyimi ele alındığında; bu konuya ilişkin üzerinde


durulabilecek en güzel örnek Thomas Nagel’ın yarasa örneği olacaktır. Nagel “Yarasa
Olmak Nasıl Bir Şeydir?” sorusunu sorarak bir makale yayımlamış ve bu konuya ilişkin
birtakım argümanlarda bulunmuştur. Ona göre biz, yarasaların fiziksel özellikleri
hakkında birtakım nesnel bilgilere sahip olabiliriz. Fakat asla bilemeyeceğimiz bir şey
vardır. O da yarasa gibi olmanın nasıl bir şey olduğu deneyimidir. Çünkü Nagel’a göre
burada bilincin öznel niteliği devreye girmektedir. Bilim bize yarasa beyni hakkında
birçok şey söylerken, bir yarasa olmanın nasıl bir şey olduğu hakkında bir şey
söylemiyor. Yarasaların hislerini öznel bir şekilde kavrayamayacağımızdan dolayı, yine
bilincin öznel niteliği kısmına verilebilecek cevap burada boş kalıyor. Aynı zamanda
Nagel’a göre deneyimin öznel karakteri tam anlamıyla türe özgüdür. Yarasaların bir
bilince sahip olduğunu kabul ederiz ve bilim bize onların fiziksel özellikleri hakkında
birçok şey söyler fakat bir insanın bakış açısından yarasanın öznel niteliğini kavramanın
olası olmadığını ifade eder. Çünkü ancak öznel deneyim, “o organizma gibi olmaklık”
ölçüsünde ifade edilebilir. Nagel şöyle söyler:

“Söz konusu bakış açısı, sadece tek bir kişiye ait değildir. Daha ziyade bir
türdür.” (Nagel, 2015: 154)
10

Aynı zamanda şunu da belirtmek gerekir ki; bir insan diğer bir insanın öznel
deneyimini türleri aynı olduğundan dolayı, tam olarak olmasa bile sınırlı bir ölçüde
bilebilmektedir. Fakat yarasa olmanın nasıl bir şey olduğu hakkında bir şey
söyleyemezler. Çünkü daha önce de ifade edildiği üzere bilincin öznel niteliği, o
organizma gibi olmaklığı gerektirir.

“Ben yarasa olmanın, bir yarasa için nasıl bir şey olduğunu bilme
arzusundayım. Fakat bunu hayal etmeye çalıştığımda, kendi zihnimin kaynaklarıyla
sınırlanırım ve bu kaynaklar bu iş için yetersizdir.” (Nagel, 2015: 150) Bu sözlerinden
de anlaşıldığı üzere T. Nagel yine burada bilincin öznel niteliğini vurgulamakta ve başka
bir türün öznel niteliğini hayal etmeye çalıştığımızda bile kendi zihinlerimizin
kaynakları tarafından sınırlandırılacağımızı ifade etmektedir.

2.2. Fenomenolojide Bilinç Kavramı

Tüm bu anlatılanlara bakılarak şöyle bir sonuç çıkarsanabilir: Bilincin öznel


deneyimi problemli bir konudur ve üzerinde kesin bir hüküm verebilmek mümkün
değildir. Çünkü öznel deneyim, göreliliği kapsamaktadır. Bundan dolayı tek, evrensel
bir öznel deneyimden söz edilmesi olanak dışı kalır. İşte Husserl’in fenomenolojide
bilinç kavramına değinirken, bilinci saf olarak ele almasının sebebi, ön yargılardan
arındırılmış bir bilinç ortaya koymaktır. Böylece “saf bilinç” kavramı ile hakikate
ulaşılabilecekti. Çünkü söz konusu yargılar, hakikatin önündeki en büyük engeldi.
Aslında Nagel’in öznel deneyimin problemli olmasına değinirken kullanmış olduğu
yarasa örneği, öznel deneyimin birtakım yargıları da kapsamış olmasından dolayı
bilinemeyeceği üzerineydi. Tam da bu noktada Husserl, kesin bir felsefe inşa etmek için
oluşturduğu bu fenomenolojik yöntemle hakikati gölgeleyecek olan yargıları geçici
olarak askıya alarak, dolayısıyla göreliliği de bir kenara bırakarak, özü görüleyen bir
bilinç inşa etmeye çalışmıştır.

Husserl’e göre sözü edilen bilinç, “saf bilinç”tir. Dolayısıyla bilinç burada
mutlak bir varlığı temsil etmektedir. Fakat realite ise onun tam tersi olan ve görünüşler
alanının kapsamı içerisine gire bir varlık tarzıdır. “Realite görünüş alanına çıkan,
görülebilen ve asla mutlak olarak verilmeyen, olasılığa bağlı olan bir varlık tarzıdır.
Bilinç ise, varlığı bakımından, görünüş alanına çıkamayan, bize görünüş olarak
verilemeyen, gereklilik taşıyan, mutlak bir varlıktır.” (Husserl, 1995: 25)
11

Söz konusu olan bilinç, saf olarak ele alındığında, mutlak bir varlık olduğu
saptanabilir. Bu yüzden kapalıdır ve ne ondan içeri bir şey girebilir, ne de çıkabilir.
Husserl’de bilinç, aynı zamanda yönelimseldir ve onun yönteminde ele alınmak istenen
esas şey ise özü görüleyen yönelim halindeki bir bilinçtir. Ona göre bilinç, doğanın bir
parçası değildir. Çünkü daha önce de sözü edildiği üzere doğa bilimleri de paranteze
alınmış olan alanın içinde yer almalıdır. Bunun sebebi ise doğanın da hakikati
gölgeliyor olmasıdır.

Bilinç varlığı mutlak olan bir varlık alanını temsil eder. Doğa Bilimlerinin de
paranteze alındığı düşünüldüğünden bilincin doğaya bağlı olmayan ve varlığı
kendisinden başka bir alana dayanmayan bir varlık alanı olduğu ifade edilebilir.
Transcendent varlık alanı bilinç karşısında göreceli bir alan olduğundan ve bunun
yanında insan, hayvan, gibi doğadaki birtakım organik realiteler de ayraca alınmalıdır.
Göreceli olan şeyleri mutlak olarak var olan olarak kabul etmek anlamsızlıktan başka
bir şey değildir.

Husserl’e göre saf bilinç, her şeyden önce var olandır. Bu noktada o anlam veren
ve mutlak-birincil olan bir varlık alanı"dır. “Husserl’e göre bilginin niteliği, yani mutlak
ya da göreceli olması, insanın bilgi organlarına bağlı değildir, varlığın niteliğine
bağlıdır.” (Husserl, 1995: 18)

Fenomenolojideki bilinç kavramı hakkında özetle şunlar söylenebilir ki;


buradaki bilinç mutlak ve saf bilinç alanına ait olan şeydir. Aynı zamanda o her şeyden
önce var olandır. Dolayısıyla anlam veren şey niteliğindedir. Göreceli varlık alanının
dışında olduğundan dolayı da immanent varlık alanı kapsamındadır. İşte buradaki bilinç
özü görüleyen saf bir bilinç olduğu için de hakikati bize gösteren bir aynadır.

SONUÇ

Fenomenoloji ve bilinç kavramı birlikte alındığında; cevap verilmesi gereken ilk


soru fenomen kavramının fenomenolojideki karşılığının ne olduğudur. Çünkü
fenomenolojideki fenomen kavramı diğer ilimlerdeki fenomen kavramından ayrı olarak
tanımlanmaktadır. Fenomenolojinin kapsamına giren fenomen öz fenomenleriyken
diğer ilimlerde ilmine göre bu değişkenlik göstermektedir. Örneğin; fizikte bu fiziksel
fenomenler iken psikolojide ise ruh fenomenleri olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte tam
da bundan dolayı bu ayrım çok iyi bir şekilde belirtilmelidir. Çünkü fenomen
12

kavramının fenomenolojide farklı olmasının sebebi; diğer ilimlerin nesnelerine


takındıkları tavrın farklı olmasıdır. Dolayısıyla fenomenolojide tavır fenomenolojik
refleksiyon olduğundan dolayı farklılık burada arz etmektedir.

Husserl fenomenolojinin kurucusu olarak kabul edilmekte ve onu bir yöntem


olarak geliştirerek yeni bir felsefe inşa etmeye çalışmaktadır. Bunu yapmak istemesinin
amacı hakikati gölgeleyen şeyleri bir kenara bırakarak şeylerin arkasındaki soyut
gerçekliğe ulaşmak istiyor olmasıdır. Bunun için de redüksiyon yani diğer adıyla
paranteze alma yöntemini ortaya koyarak hakikati gölgeleyen unsurların geçici olarak
paranteze alınması gerektiğini söylemektedir. Böylelikle diğer ilimlerin nesnelerine
takındıkları doğal tavır yerine fenomenolojik tavırla nesnelere yönelinerek hakikate
ulaşılabilecekti. Bundan dolayı Husserl’in ortaya koymuş olduğu bu yöntem oldukça
değerlidir.

Bilinç kavramı ise hem fenomenolojide hem de genel itibariyle problemli olarak
ele alınan bir kavramdır. Bunun en önemli sebebi ise bu kavramın öznel açıdan ele
alınmaya çalışıldığında ona verilebilecek cevapların oldukça kapalı olmasından
kaynaklanmaktadır. Çünkü bilincin nesnel deneyimi bir şekilde açıklanabilir fakat farklı
türlerin ve aynı türdeki farklı canlıların öznel deneyimi nesnel bir şekilde açıklanamaz.
Bu noktada Nagel yarasa örneği ile birlikte bilincin öznel deneyiminin “o organizma
gibi olmaklık”ın ne olduğu ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bundan dolayı bu
öznel deneyim türe özgüdür Nagel’a göre. Husserl ise fenomenolojide bilinç kavramını
ele alırken aslında ortaya koymuş olduğu paranteze alma yöntemiyle bu probleme
çözüm getirmiş gibi görünmektedir. Çünkü Husserl burada saf bilinç kavramı ile özü
görüleyen ve epokhe metoduyla yargılardan arındırılmış bir bilinç kavramını ortaya
koymuştur. Aslında hakikate giden yolun ön yargılardan arındırılmış saf bir bilinç
olduğunu ifade ederek değerli bir yöntemi ortaya koymuş ve az önce sözü edilen öznel
deneyim problemine bir noktada çözüm getirmiş görünmektedir.
13

KAYNAKLAR

Cevizci, Ahmet, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, 2009

Çüçen, A.Kadir, Felsefeye Giriş, Sentez Yayıncılık, 8. Baskı, Ankara, Ocak 2013

Husserl, Edmund, Fenomenoloji Üzerine Beş Ders, çev: Harun Tepe, Bilim ve Sanat
Yayınları, 2. Baskı Ankara, 2003

Husserl, Edmund, Kesin Bir Bilim Olarak Felsefe, Yapı Kredi Yayınları, çev: Tomris
Mengüşoğlu, 2. Baskı, Ekim 1995, İstanbul

Nagel, Thomas, Zihin ve Evren-Materyalist Neo-Darwinci Doğa Görüşü Neden


Neredeyse Kesinlikle Yanlış, çev: Özge Çağlaar Aksoy, Jaguar Kitap, 1. Baskı, Mart
2015, İstanbul

Papineau, David ve Howard Selina, Bilinç-Bilincin Kaynağını ve Zihin İle İlişkisini


Daha İyi Anlamak İçin Çizgibilim, Say Yayınları, çev: Sinan Köseoğlu, 1. Baskı, 2019
İstanbul

Zahavi, Dan, Husserl’in Fenomenolojisi, Say Yayınları, çev: Seçim Bayazıt, 1. Baskı,
2018, İstanbul

You might also like