Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 5

ŞEFAAT KAVRAMI

“ ‫ شفع‬Şef’ı” kökünden türemiş olan “ ‫ شفاعة‬şefaat” sözcüğünün sözlük anlamı “Bir


şeyi benzeri olan başka bir şeye eklemek, onu desteklemek, bir şeyi çiftlemek ve
esirgemek”tir. Sözcük zaman içerisinde “Yüksek mevkide bulunan birinin düşkün birine
yardım etmesi, onu koruması, onun korunmasına aracılık etmesi, onu yalnız bırakmayıp ona
destek olması” anlamında kullanılır olmuştur.

Sözcüğün terim anlamı ise “Bir kimsenin bağışlanmasını istemek, bir kimseden başka
biri için iyilik yapmasını, onun zararına olan davranışlardan vazgeçmesini rica etmek, başkası
hesabına yalvarmak, rica etmek, birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda
bulunmak” demektir.

Kısaca şefaat “aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek” anlamlarına gelir.

Arapça’da başkası lehine talepte bulunana [şefaat edene] “‫ الّش افع‬eş-şafi” veya “
‫ الّش فيع‬eş-şefi” denir.

“Şefaat” kavramının doğru anlaşılabilmesi için konunun aşağıdaki başlıklar altında


incelenmesinde yarar görmekteyiz.

- Allah’tan başka şefaatçi yoktur: Şefaat sadece Allah’a aittir. Bu konuda ilk
öğrenilmesi gereken husus, şefaat yetkisinin sadece Allah’a ait olduğudur.
44
De ki: “Bütün yardım, destek, kayırma Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca
O’nundur. Sonra yalnızca O’na döndürülürsünüz.”

(Zümer/ 44)
4
Allah, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı evrede oluşturan ve de en büyük taht üzerinde
egemenlik kurandır. O’nun astlarından size bir yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakın ve bir
destekçi, iltimasçı yoktur. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?

(Secde/ 4)

- Yüce Allah, kendilerinden razı olduğu kulları için, dilediğine şefaat/yardım izni
verebilir: Allah’ın izni ve emri olmadan kimsenin kimseye şefaat/yardım etmesi söz
konusu değildir. Allah’ın izni ile şefaat/yardım edecekler de ancak Allah’ın
kendilerinden razı olduğu kulları için şefaat edebilirler.
3
Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde
egemenlik kuran, işi yönetip duran Allah’tır. Dünyada yardım edecek, destek olacak kişi
ancak O’nun izninden/ bilgisinden sonra yardım edebilir. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde
O’na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?

(Yunus/ 3)
26-28
Ve onlar: “Rahmân [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah], çocuk
edindi” dediler. Rahmân, bundan arınıktır. Aksine onlar armağanlar verilmiş kullardır. Onlar,
O’nun sözünün önüne geçemezler; onlar, yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, Rahmân’ın
çocukları saydıkları şeylerin önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve onlar, O’nun hoşnut
olduğu kimselerden başkasına yardımda/destekte bulunmazlar. Bununla birlikte onlar O’na
duydukları derin saygı ve sevgiden dolayı ondan uzaklaşma korkusundan tir tir titrerler.

(Enbiya/ 26-28)

Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah’ın kendilerinden razı olduğu
kimseler şefaat [yardım] edemezler, ancak şefaat [yardım] edilirler.

- Yüce Allah, güzel bir şefaatle şefaat edene izin verdiği gibi, kötü bir şefaatle şefaat
edene de izin verebilir:
85
Kim hayır ve iyiliklere aracı olmakla yardımcı olursa, bundan kendisine bir pay vardır. Kim
de kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle veya kötülük çığırını açmakla yardımda bulunursa,
ondan kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye güç yetirendir.

(Nisa/ 85)

İyi ve güzele aracılık ve yardım etme anlamındaki “şefaat-ı hasene”, iman edip
Allah’ın ve kullarının haklarına riayet ederek müminlerin iyiliği ve yararı için uğraşmak,
onları kötülüklerden ve uğrayabilecekleri zararlardan korumaya çalışmak demektir. Kötü ve
zararlıya aracılık ve öncülük etmek anlamına gelen “şefaat-ı seyyie” ise müminlerin ve
insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmak
demektir. Kur’an, gerek “şeffat-ı hasane”de ve gerekse “şeffat-ı seyyie”de bulunanların
dünyada ve ahirette bu davranışlarının sonuçlarından pay alacaklarını bildirmektedir.

- O gün şefaat yoktur, kimseden şefaat kabul edilmeyecektir:


48
Ve hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir
kimseden yardımın, adam kayırmanın kabul edilmediği, kimseden fidyenin/kurtulmalığın
alınmadığı ve hiçbir kimsenin yardım olunmadığı güne karşı Allah’ın koruması altına girin.

(Bakara/ 48)
123
Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden kurtulmalık kabul edilmeyeceği,
yardımın, iltimasın hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve suçluların yardım olunmadığı güne
karşı Allah’ın koruması altına girin.

(Bakara/ 123)

Görüldüğü gibi ahirette kimseye şefaat ettirilmeyecektir. O gün sadece Allah’ın izin
verdikleri, bildikleri gerçeğe tanıklık edebilirler:
86
Ve onların, O’nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler yardıma, desteğe, iltimasa mâlik
olamazlar. Ancak hakka şâhit olan Zat bunun dışındadır. Onlar da biliyorlar.

(Zühruf/ 86)
Yukarıdaki Kur’an ayetleri ışığında anlıyoruz ki, Necm/ 26. ayette geçen “meleklerin
şefaati”, bu dünyaya yönelik şefaattir ve bu şefaat, müşriklerin şans tanrısı, bereket tanrısı,
yağmur ve rahmet tanrısı, onların melek şefaatçisi, insanların Allah’a yaklaştırıcısı gibi
inançları ile asla bağdaşmaz.

Ayette sözü edilen şefaat, Yüce Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve haklarında yardım
takdir ettiği kulları için doğadaki melekleri/güçleri harekete geçirerek bu kullara yardım
ettirmesidir.

Bunun örneklerini bir kısmını “Melek kavramı” başlığı altında da verdiğimiz şu ayetlerde
görmek mümkündür:
123-127
Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz
diye size Bedir’de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç
bin (melekle) haberci âyetle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabreder ve
Allah’ın koruması altına girerseniz, evet sizi Rabbiniz destekler. Ve eğer onlar, ansızın
üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş /eğiten/ gönderilmiş beş bin haberci âyetle
yardım eder. Ve Allah, bu yardımı size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın
diye yaptı. Ve bu yardım, sırf Allah, kâfirlerden; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek
reddetmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden
kimseler olarak dönüp gitsinler diye, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün
olmayan/mutlak galip olan ve en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan Allah
katındandır. Öyleyse Allah’ın koruması altına girin. (Âl-i Imran 123-127)
9
Hani siz, Rabbinizden yardım diliyordunuz da Rabbiniz, “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin
haberci âyetle size yardım ediyorum” diye karşılık vermişti.
10
Bunu da Allah, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve
yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp
edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi
engelleyen/sağlam yapandır.
11
Hani Rabbiniz, yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle
temizlemek, kötü niyetli kişinin pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet
vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize bir su indiriyordu.
12
Ve hani, Rabbin doğal güçleri programlıyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, haydin
inanmış kimselere sebat verin. Ben, kâfirlerin; Kendimin ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddetmiş olan kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun,
onlardan tüm parmak uçlarına/eklemlerine de!” (Enfal 9-12)
25
Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size
güven vermişti de onun size bir yararı olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar
gelmişti. Sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.
26
Sonra Allah, Elçisi’nin üzerine ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma
duygularını/ morallerini içlerinde oluşturdu ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Kâfirleri;
Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu,
kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimselerin cezasıdır. (Tövbe/ 25,
26)
9
Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti
de Biz, onların üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Ve Allah,
işlemiş olduklarınızı çok iyi görendir.
10
Hani onlar, üst tarafınızdan ve sizden daha aşağıdan size gelmişlerdi. Ve hani gözler
kaymıştı, yürekler gırtlaklara ulaşmıştı. Ve siz Allah hakkında zan yaptıkça zan
yapıyordunuz.
11
İşte burada mü’minler yıpratılmak sûretiyle imtihan edilmiş ve çok şiddetli bir sarsıntı ile
sarsılmışlardı.
12
Ve o vakit münâfıklar ve kalplerinde bir hastalık bulunanlar; zihniyeti bozuk kimseler:
“Allah ve Elçisi bize bir aldanıştan başka bir vaat yapmamış” diyorlardı.
13
Ve hani bunlardan bir grup: “Ey Yesrib/Medîne halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen
dönün” diyorlardı. Onlardan bir kısmı da, “Evlerimiz gerçekten savunmasızdır” diyerek
Peygamber’den izin istiyorlardı. Hâlbuki evleri savunmasız değildi. Onlar, sadece kaçmak
istiyorlardı. (Ahzab/ 9- 13)
26,27
Hem de Allah, Kitap Ehlinden kâfirlerle yardımlaşanları kalelerinden indirdi. Ve
kalplerine korku saldı: Siz onların bir kısmını katlediyordunuz, bir kısmını da esir
alıyordunuz. Ve Allah, onların arazilerine, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız
bir yere sizi son sahip yaptı. Ve Allah, her şeye en iyi güç yetirendir. (Ahzab/26, 27)
5
Gökler üstlerinden neredeyse çatlayacaklar. Tüm güçler ise Rablerinin övgüsüyle birlikte
noksan sıfatlardan arındırıyorlar ve yeryüzünde bulunan kimseler için bağışlanma diliyorlar.
Gözünüzü açın! Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Şûra/ 5)
43
Yoksa onlar, Allah’ın astlarından birtakım destekçi, yardımcı, torpilciler mi edindiler? De
ki: “Onlar hiçbir şeye güç yetiremez ve akıl erdiremezse de mi böyle yapacaksınız?”
44
De ki: “Bütün yardım, destek, kayırma Allah’ındır. Göklerin ve yerin mülkü yalnızca
O’nundur. Sonra yalnızca O’na döndürülürsünüz.”
45
Ve Allah, “bir tek” olarak anıldığı zaman âhirete inanmayan kişilerin yürekleri burkulur da,
O’nun astlarından olan kimseler anıldığı zaman derhal yüzleri gülüverir. (Zümer/ 43- 45)
48
Öyleyse Rabbinin kararı için sabret, bunalan kişi gibi olma. Hani o, bir kez aşırı
bunaldığında Rabbine seslenmişti. 49Eğer Rabbinden o’na bir iyilik ulaşmasaydı, kınanmış bir
durumda, boş bir yere atılacaktı. 50Ancak, Rabbi o’nu seçti, sonra da iyilerden biri yaptı.
(Müddessir/ 48-50)

Bu konuyla ilgili Bakara/ 255, En’âm/ 51, Yunus/ 3, 18, Secde/ 4 ve Sebe/ 23. ayetlerde
okunmalıdır.

Halk arasında yaygın olarak “ümmetinden günahkâr olanların günahlarının affedilmesi için
peygamberimizin Allah katında aracılık etmesi” şeklinde tanımlanan şefaat anlayışının
Kur’an’a ters olduğu özellikle belirtilmelidir. Peygamberimizin günahkârlara destek olup
hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlaması, tabir yerinde ise “Allah nezdinde
torpil yapması” anlamına gelen bu anlayış, başta “… Sen ateştekini kurtarabilir misin?” diyen
Zümer suresinin 19. ayetine olmak üzere Kur’an ayetlerine terstir. Bu konuda hadis adıyla
dolaşan söylentilerin hepsi de uydurmadır. Rasülüllah’ın Allah’a ortak olmaya kalkması,
Kur’an dışı bir inanç ve uygulamya sahip olması kesinlikle düşünülemez.

Bu anlayış sahipleri bilmelidirler ki, bu anlayışlarını değiştirmedikleri takdirde


peygamberimizin şefaat değil, şikâyet ettiği ümmetine dâhil olacaklardır:
30
Elçi de: “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân’ı mehcur/ terk edilmiş bir
şey edindiler” dedi.

You might also like