Professional Documents
Culture Documents
Ruhi Hoca Ve Sayko Liseliler Özgürbayındır Iç 1 1
Ruhi Hoca Ve Sayko Liseliler Özgürbayındır Iç 1 1
Ruhi Hoca Ve Sayko Liseliler Özgürbayındır Iç 1 1
&
SAYKO LİSELİLER
Özgür BAYINDIR
CİNİUS YAYINLARI
ÇAĞDAŞ TÜRK YAZARLARI | ----------------
Özgür BAYINDIR
RUHİ HOCA VE SAYKO LİSELİLER
ISBN 978-605-127--------------
Baskı ve cilt:
Cinius Sosyal Matbaası
Çatalçeşme Sokak No:1/1
Eminönü, İstanbul
Tel: (212) 528 33 14
Printed in Türkiye
RUHİ HOCA
&
SAYKO LİSELİLER
ÖZGÜR BAYINDIR
İÇİNDEKİLER
Giriş..................................................................................................7
1. Bölüm: Öğretmenlik İlkeleri - İlk Ders.................................13
İlke 1...............................................................................................18
İlke 2...............................................................................................22
İlke 3...............................................................................................28
İlke 4...............................................................................................31
İlke 5...............................................................................................36
İlke 6...............................................................................................40
İlke 7...............................................................................................43
İlke 8...............................................................................................46
İlke 9...............................................................................................49
İlke 10.............................................................................................51
2. Bölüm: Sayko Liseliler.............................................................55
Pet Şişe...........................................................................................57
Uzun Eşşek....................................................................................62
Sıralar ve Öğretmen Sandalyesi..................................................67
Saykoluk İçimizde........................................................................70
Instagram.......................................................................................77
Sihirbazlar Çetesi..........................................................................86
Zorbalık.........................................................................................90
3. Bölüm: Rehberlik Odası..........................................................97
Bire Bir Görüşmeler...................................................................103
Merve...........................................................................................105
Burak............................................................................................111
Nuray............................................................................................116
Hüseyin........................................................................................123
Melih, Karsu, Emre, Begüm, Hakan ve Aslı............................129
4. Bölüm: Çıkmaz Sokak...........................................................135
Son Söz.........................................................................................138
Giriş
M
erhaba;
Ben Ruhi Hoca… Ruhi Ölmez
Anlatacağım hikâyelerde temel amacım, aklınızı
biraz olsun karıştırmaya çalışmak. Eğer aklınız karışıksa bu daha
iyi, zira bu sefer ters etki yapıp aklınız başınıza gelebilir.
Öğrenci, küçük yaşlardan itibaren okula giden insandır. Bu
manada işe giden herhangi bir çalışandan ya da askerden çok
da farkı yoktur. Eğer 8. ya da 12. sınıfta öğrenci iseniz ve orta-
da hazırlanılması gereken bir sınav varsa okul yerine dershane
ya da kursa gidilmesi gerekebilir. Ama bu sınıflar haricinde
öğrenci açısından okula gitmenin hiçbir izah edilebilir tarafı
yoktur. Gitmesi gerekiyordur ve gidiyordur. Gitmek istiyor
mudur? Duruma göre değişir. Öğrenci eğer okulu eğlenceli bir
yere dönüştürmeyi başarmışsa - ki bunun yolu eğlenmekten,
şaka yapmaktan ve dalga geçmekten geçiyordur- istiyordur; yok
eğer okul klasik anlamda zihinlerde çağrışım yapan bir yer ise
8 | Ö z g ür BAYINDIR
Öğretmenlik İlkeleri
Öğretmenlik İlkeleri
İlk Ders
İ
çimde acayip bir korku var, öğretmenler odasından ayrılı-
yorum, keşke hep burada kalsam ama nafile…
“Dönülmez akşamın ufkundayım
Vakit çok geç
Bu son fasıldır ey ömrüm
Nasıl geçersen geç”
Dilimde bu ölümsüz eser ile yürüyorum. Koridorda bekle-
yen öğrencilerin şuh kahkahaları kulaklarımda yankı yapıyor.
Herkesin el işareti ile beni gösterdiği ve şaşkınlık içinde bir öğ-
rencinin diğerinin sağ böbreğinin üzerine bir dirsek geçirmesi
ile afallayanlar gözümden kaçmıyor.
Koridorun sonundaki kız ise ağzının kaç dakikadır açık
14 | Öz g ür BAYINDI R
Ş
akaları kaldırabildiğimi belli edersem belki işin cazibesi
ortadan kalkar diye düşünerek, şöyle bir giriş yaptım:
“Gençler; adım Ruhi, soyadım Ölmez. Okulun adı da
Şehit Mehmet Ölmez. Açıkçası Mehmet’le sık sık görüşüyoruz.
Aslında bu okulu o tavsiye etti, tam bana göre diye.” İlk önce
kimse bir şey anlamadı gibi geldi bana ama kısa bir aradan
sonra gözlerini bana dikmiş bakan bir kız o beklenen espriyi
yaptı; “Ruhlar âleminden mi tanışıyorsunuz hocam?” diye.
İşler yoluna girmeye başlamıştı. Sonuçta sıra dışı olaylar beni
geriyordu. Ruhlar âlemi esprisi zaten alışık olduğum bir durum
olduğu için, rahatladım. “Aynen!” dedim, “hepinizle daha ya-
kından tanıştıkça ölmüşlerinizin birçoğundan haber getiririm.”
diye karşılık verdim. “Gerçi artık hiç ölmeyecekler ama…” diye
de ekledim.”
Orta sıralardan bir başka öğrenci; “Gerçekten alanında tam
uzman bir öğretmenimiz oldu, ne kadar teşekkür etsek az.”
diye ekledi. Öğrenciler artık havaya girmişti. Herkesin giderek
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
K
orkular ve tecrübeler ile geçirdiğim ilk haftadan sonra
defterimde bir tane sağlam ilke ile dünyanın en zor
mesleğine devam ediyordum. Aslında bu, kısa sürede
yaptığım çok ve büyük bir işti. Bu arada okulda “ruh” üzerine
ne kadar espri varsa artık derslerimde daha bir profesyonelce
kullanılıyordu. Öğrencilerin ve hatta bazı öğretmenlerin de bu
muhabbetten aldığı zevk bambaşkaydı. Dilimizde ne kadar da
“ruh”lu kelime, ifade, deyim varmış; ben de bunları öğreniyor-
dum. Dalga geçmek eğlenmenin tek adresi bu ülkede, insan
beyninin dalga geçerken bambaşka bir mutluluk hormonu
salgıladığını düşünüyorum. Yani birinin dalga geçerken ve
başkalarını güldürürken kendisini taçsız bir kral gibi hissettiğini
gözlemlemek hiç de zor değil.
İlk hafta öğrencilere, sorunları olduğunda randevu
alabileceklerini ve mutlaka benimle konuşmalarının faydalı
olacağını izah etmeye çalışmıştım. Artık her sınıfa haftada
sadece bir ders saati giriyor, diğer zamanımı öğrencilerle bire
bir görüşerek geçiriyordum. Tabii o bir ders onlar için özlenen
ve beklenen bir zaman dilimi oluyordu. Dersi sadece bir
eğlence aracı olarak gören öğrenciler açısından bir hazineye
dönüşmüştüm. Çünkü onların bu “ruh” üzerinden başlattıkları
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
olmaya çalışacağım.”
Dostum Ruhi’ye, “Hanımefendiye bence biraz kaba davran-
dın.” dememe kalmadan “Basit vakalardan nefret ederim.” diye
sözümü kesti. Ona kapıyı açmadan ve herhangi bir şekilde onu
görmeden yaşını, zararsız olduğunu ve bir bayan olduğunu nasıl
anladığını sorma ihtiyacı hissettim. O da; “Çok basit doktor, bunu
biraz dikkatli düşünsen sen de yapabilirsin.” diye ekledi. Onun
bu tarz konuşmaları kendimi aptalmışım gibi hissettiriyordu.
Ardından “Doktor!” dedi, “kapının çalınış şeklinde bir nezaket
vardı ve rahatsız etmekten korkan birinin çalışına benziyordu.
Kapı aralığından gelen ‘Michael Kors Women’ parfüm kokusu
bana onun 40 yaş üstü bir bayan olduğunu ama 45’inden de fazla
olmadığı hissini verdi. O beklediğim otuz saniye içinde kadının
birkaç defa derin bir iç çektiğini duydum. Tabii bu o kadar bel-
liydi ki, onun sıkıntılı olduğunu hissettiriyordu. 30 saniye içinde
bir daha kapıyı çalmaması, içinde geri dönme niyetini de açık
etmişti. Olay bu kadar basit.” dedi. Aslında ben de olayın basit
olduğuna ikna olmuştum.
Ertesi akşam eve gelen Ruhi “Hey Doktor, Halil’e ne oldu biliyor
musun?” dedi. “Hangi Halil?” dedim. “Hani dün gelen kadının
oğlu.” “Bilmiyorum.” deyince “Tabii ki okul kurallarına aykırı
hareket ettiği için disiplin kuruluna sevk ettim.” dedi. “Nasıl oldu
bu?” diye sordum.
“Tam da beklediğim gibi oldu, olay o kadar basitti ki zaten
kendini ilk on dakikada ele verdi. Halil derse başladığımda boşluğa
bakıyor ve parmaklarını istemsiz olarak hareket ettiriyordu. Bu,
gözümden kaçmadı; sonra sık sık kitabını açıp kapatıyor ve ardın-
dan bana sırıtıyordu. Bu kadarı benim için yeterliydi. Onun bir
sosyal medya bağımlısı olduğu o kadar belliydi ki. Kendi kendime
‘Bu çocuk telefonsuz yaşayamaz.’ dedim. Aslında ilk aklıma gelen
şey yanında telefon getirmiş olabileceğiydi. Ama nöbetçi öğrenci
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
T
uhaf bir huyu vardı; el şakaları. Evet, arkadaşlarına el
şakaları yapmadan duramıyordu. Kimisinin kulağına
ses çıkartacak şekilde vuruyordu, kimisinin ensesine. En
sevdiği şakalar da tam oturacakken arkadaşının sırasını çekmek,
bazen gıdıklamak, bazen sırtına kocaman bir tokat indirmek.
Sınıfın en kısası ile arasında en az yirmi santimetre fark vardı.
Dolayısı ile aynı sınıfta olduklarına inanmak çok zordu. Bazen
gidip onu kaldırır ve yere bırakırdı. Arkadaşlarının tahammülü
kalmamıştı ama yapabilecekleri pek bir şey de yoktu. Sınıfın
en irisi oydu. Açıkçası ona herhangi bir itirazda bulunmak,
gözlerini hastanede açmak anlamına geliyordu. Öğretmenler
açısından da durum pek farklı değildi. Hiçbir öğretmenin onu
azarladığını görmedim. Ertesi sabah bir sürpriz ile karşılaşmayı
hiçbiri istemezdi.
Adı Gülizar; tanımlamamdan bir erkekten bahsettiğim
sonucunu çıkartmış olabilirsiniz. Zaten bir erkekten farkı yok,
lakabı “Hulk.”
Tabii bir kız öğrenci olduğu için onu nasıl kontrol altına
alacağımı ilk etapta bilemedim. Kimseyle dalga geçmiyor,
dersi dikkatlice dinliyor, kolay kolay gülmüyordu. Bu duruşu
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
Ö
ğretmenliğin en zor yanlarından biri de böyle büyük
bir okulda nöbetçilik yapmak. Haftada bir okulun çe-
şitli yerlerinde, ayda bir de pansiyonda yatılı nöbetim
vardı. Öğrencilerin kendilerini tamamen nöbetçi öğretmene
göre ayarladıklarını gördüm. Eğer kendisinden korkulan biri
değilseniz, bir okulda olmasını şaşkınla karşılayacağınız birçok
olaya ve eşyaya rastlayabilirsiniz.
Bekâr olduğum için -herhangi bir işim yoksa- zamanımın
çoğunu okulda geçiriyordum. Cumartesi günüydü. Okulda yatılı
kalan öğrenci sayısı 900 civarı erkek, 400 civarında da kız iken,
bu sayı hafta sonları evci çıkanlardan sonra 200 ile 80’e kadar
düşüyordu. Tabii kız öğrencilerin nöbetçisi de bayanlar oluyordu
ama kız ile erkek ilişkilerinde hepsi bizi ilgilendiriyordu.
Okul büyük ormanlık bir kampüs içindeydi. İçinde bir sürü
bina vardı. Eski bir Köy Enstitüsü olduğu için 70 yıllık binalar
göze çarpıyordu. Amfi tiyatrosu, resim atölyesi, müzik atölyesi,
ağaç işleri atölyesi, matbaa, konferans salonları, tören alanı,
öğrenci ve öğretmen lokalleri, spor salonu, cami, tek katlı loj-
manlar, hamam, futbol sahası, basketbol sahası, dinlenme parkı,
meyve bahçeleri ile her şeyin düşünüldüğü devasa bir yer. Tabii
çoğu yapı atıl durumda ve harabe. Öğrenciler için her türlü kaçış
32 | Öz g ür BAYINDI R
ayan beyan kayıt altına alınıyordu. Bu hâlimle tam bir gizli ajan
gibiydim, ama olsun sonuçta en sıkıştığım anda bunlar benim
için bir kurtarıcı olacaktı. Hele hele ağzında sigara ile kadraja
girenler için durum daha da zordu.
Tabii o günün nöbetçisi ben değildim. Ama hafta sonu için
bir bilgi edinmiştim. Fakat Pazar günü çok şaşırtıcı bir şey oldu.
Bütün öğrenciler okuldaydı ve okul dışına kaçan öğrenci sayısı
da çok azdı. Hemen nöbetçi öğretmenin kimin olduğuna baktım.
Evet, bu Adil Hoca’ydı. Macera arayan birkaç öğrenci hariç hiç
kimse onunla herhangi bir şekilde karşılaşmayı ummazdı. Adil
Hoca yazın pardösü, kışın uzun siyah paltosuyla bir hayalete
benziyordu. Ayakları sanki yerden kesilmiş, âdeta uçuyordu.
Onu akşam karanlık olduğu hâlde hâlâ okul dışında olan öğ-
rencilerin gökyüzünde üzerlerine doğru gelirken gördükleri
şehir efsanesi olarak anlatılırdı. Eğer böyle bir durumla karşı-
laşmamışlarsa muhtemelen okula girdikleri birkaç dakika içinde
nefesini enselerinde hissedip, o paltonun içinde kaybolacaklardı.
İşte çok merak ettiğim manzara gerçekleşti. Heyecandan
kalbim ramazan davulu gibi gümbürdemeye başladı. Duvardan
atlayan birkaç öğrenci sessizce ilerlerken avcılarının sahasına
yaklaştıklarının farkında değillerdi. Çocuklar tam paçayı
kurtardıklarını sandıkları anda gözlerinin ferini söndürecek
el feneri ışığı parlamaya başladı. Teker teker gözlerine tutup,
kapatıyor, ardından bir diğerinin gözlerine tutuyordu. Konuş-
muyordu, zira konuşulacak bir şey yoktu. Çocuklar ecellerinin
geldiğini anlamışlardı. Adil Hoca’nın asıl korkutucu yanı bu
değil, gözlerinin şaşı olmasıydı. Çocuklar ay ışığında şöyle böyle
gördükleri bu gözlerin kime baktığından emin olamadıkları
için işkence çekiyorlardı. İçlerinden bir tanesi; “Ne olur vur ho-
cam…” deyip bağrını açtı. “Vur ama ne olur daha fazla bekletme,
bir an önce bitsin bu işkence…” Adil Hoca pelerinini çıkardı ve
34 | Öz g ür BAYINDI R
G
ünlerden pazar, saat sabahın dokuzu, kapımın sert ve
telaşlı bir şekilde vurulduğunu duyuyorum. Bahçeli
bir evde giriş katta oturduğum için balkona çıkıp kim
olduğuna bakmak daha güvenli görünüyordu. Öyle yaptım. O
da kim? Bekir bu.
“Bekir, hayırdır evladım, bir şey mi oldu böyle telaşlısın?”
“Evet, hocam ya! Aslında buraya hiç gelmemeliydim ama
sizi çok sevdiğim için başka gidecek bir kapı gelmedi aklıma.
Ruhum beni buraya getirdi.”
“He he he,” diye de sırıtmayı ihmal etmedi. Güya şirin olmaya
çalışıyordu. Oysa pis pis gülüyordu.
“Anlat evladım…” dedim, “elimden geldiğince yardımcı
olmaya çalışayım.”
“Hocam acilen memlekete gitmeliyim.”
“Nedenmiş o?”
“Beni yıllarca köyde göğsünün kıllarında büyüten bir dedem
vardı”
“Ee vardı”
“Hocam inanabiliyor musunuz?”
“Neye Bekir?”
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
Z
aman hızla ilerliyordu, çok şükür ilk dönem geride
kalmıştı. Şimdi iyice kavradım ki bilim insanları za-
man makinesini bulmuş ve beni de kobay olarak kul-
lanmışlardı. Ergenius denilen dış görünüşleri itibari ile insana
benzeyen ama aslında çok daha farklı olan yaratıkların yaşadığı
bir çağa gönderilmiştim. Bunların bazı hayvanlardan aldıkları
üstün özellikler sayesinde göründüklerinden çok daha fazla
gelişmiş olduklarını fark ettim. Mesela kene gibi yapışabiliyor-
lardı. İstediklerini alana kadar asla bırakmıyorlardı. Eğer olur
da öfkelenirseniz ve üzerlerine yürürseniz keseli sıçan gibi ölü
taklidi yapabiliyorlardı. Ayılar gibi kış uykusuna yatıp ihtiyaçları
dışında hiç yataktan çıkmayabiliyorlardı. Evet, ilginç savunma
mekanizmaları sadece bu kadar değil, içlerinden bazıları tehdit
anında bol sümüklü özel karışımlarını yüzünüze fışkırtabiliyor
ve hiçbir şey olmamış gibi “Grip olmuşum da hocam…” deyip
uzaklaşabiliyordu.
PDR öğretmen olarak sınav yapmıyorduk ama ben onlara
sınav hakkım olduğunu, istersem değerlendirmemi buna göre
yapabileceğimi söyledim. Hepsi de inandı. Çalışma masamda
bilgisayarımı açtım. Sınav hazırlayacaktım fakat tadını çıkart-
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
H
er ne kadar öğrenciler haylaz da olsa onları seviyor-
dum. Tabii onlar bu sevgi ve hoşgörümü sınırsızca
kötüye kullanmaya çalışsalar da. Okulda bazı öğ-
retmenlerin çok güçlü göründüklerini ve asla sıkıntı yaşama-
dıklarını fark ettim. Göründükleri anda öğrencilerin, ne biz
ona bulaşalım ne de o bize, diye köşe bucak saklandıklarını
ve onların nöbetlerinde daha sakin olmaya çalıştıklarını da.
İçimden “Ulen, ne rahat be! Böyle öğretmen olabilsem ilkeye
milkeye gerek yok, tabii not defterlerine not almak da…” diye
söylendim. Zira çektiğim sıkıntılar öğretmenliği bırakmayı bile
düşündürtmüştü bana.
Her neyse gelelim mevzuya; bendeniz okumayı, düşünmeyi
ve araştırmayı yaşamının merkezine koymuş biriyim. Fakat bir
sorun var; düşünme işini illa ki yalnız ve yürürken yapmam
gerekiyor. O nedenle sık sık yürüyüşe çıkar, konuyu belirler
ve düşünmeye başlarım. E tabii kendi kendime konuşmadan
da edemiyorum. Yolda kendi kendime konuşmam da diğerleri
için pek sağlıklı olmadığım kanısı veriyor doğal olarak. Yine bir
gün karşımda biri varmış gibi kendimi kaptırmış yürüyorum,
bazen de tartışmaya falan giriyorum. Bizim okuldan bir grup
da bir kafede oturmuş muhabbet ediyorlarmış. Tabii uzaktan
44 | Öz g ür BAYINDI R
Ö
yle böyle derken Nisan ayı gelmişti, öğretmenliğimin
altıncı ayını da geride bırakmıştım. Kâbus gibi gün-
lerin geride kaldığını tam olarak söyleyemiyorum.
Yaşadıklarımı iyi değerlendirmem bana yarar sağlamadı diye-
mem ama yine de öğrenecek çok şey var, diye düşünüyorum.
Dışarıda tam bir bahar havası hâkimdi. Yağmurlu, soğuk
ve zaman zaman karlı bir kışın ardından bu bahar günü sınıfta
olmak hiç de cazip değildi. O nedenle bir fırsatını bulup dışarı
çıkmayı istemiyor değildim. Ama bu teklifi ben yapamazdım,
zira dışarıda olmak için bir sebep yoktu. “Hava ne kadar güzel
gençler…” dedim, zaten dersi kaynatmaya hazır bir sınıf, Arda
hemen olayı anladı ve “Dışarı çıkalım mı hocam…” dedi.
Aslında fena fikir değil dedim ama bir sorunumuz var. “Hasan
Hoca’yı nasıl ikna edeceğiz? Hasan Hoca, müdür yardımcısıdır
kendileri. Kolay kolay ikna olmaz.”
Arda atıldı hemen. “Hocam o işi bana bırakın, bu işlerde
ustayımdır.” Neyse, kimseye tam olarak güvenemesem de başka
çarem yoktu. Arda sevinçle geldi.
“Tamam hocam, çıkabiliriz.” Ben de rahatlamıştım.
“Nasıl oldu bu iş?” diye sorduğumda ise Arda:
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
Kalkıp koşa koşa sınıfa gittiğimde teneffüs bitmiş yeni bir ders
başlamak üzereydi. Selahattin Hoca ise göbeğini bir sağa bir sola
sallaya sallaya geliyordu. Arda ortada yoktu. Selahattin Hoca
yanıma yaklaştı ve;
“Hocam, prensiplerinizden asla taviz vermeyin, verilen her
taviz sizi ilkesiz ve daha duygusal yapar.” dedi ve sınıfa girdi.
Arda da koşa koşa kapıya kadar yaklaştı. Bir anda daha önce
tecrübe ederek belirlediğim ilkeler geldi aklıma; not defterimi
açıp gözden geçirdim. Selahattin Hoca haklıydı. Yeni bir ilkem
daha olmuştu. Hatanın bende olduğunu anlayıp bir anda yumu-
şadım ve Arda’ya gülümsedim. O da sırıtıp içeri girdi.
Öğretmenlik İlkeleri 8: Taviz verme
İlke 9
A
slında bütün sorun duygularımdı. Onların bana yap-
tıklarını bu kadar kabullenmemin tek sebebi çabuk
üzülmem ve onları da üzmek istemememdi. Kırılgan-
lığımın yanı sıra çabuk sinirlenmemem ve genelde bunu içimde
yaşamamdı. Ancak kendimi iyi tanımama ve çözüm yollarını
iyi bilmeme rağmen uygulamada yeteri kadar başarı sağlayamı-
yordum. Hani “Terzi kendi söküğünü dikemez.” derler ya. İşte
o hesap. Ne olursa olsun duygularıma hâkim olacaktım. Yani
bana ne yaparlarsa yapsınlar, üzülmeyecek, öfkelenmeyecek,
kırılmayacaktım. Bunun için ruh gibi olmaya karar verdim. As-
lında adım da bedenim de öyleydi ama ben ruhumu bedenimle
bütünleştirip tam bir ruh olmaya karar verdim.
Pazartesi derse yüzümde tam bir duygusuzluk hâli ile
girdim. Öğrenciler ilkin başıma bir iş geldiğini düşündüler,
sanırım o nedenle “Hocam, ruh gibisiniz.” “Hocam ruhunuz
mu yaralandı?”
gibi sözlerle takılmaya başladılar. Ben ise hiç cevap vermi-
yordum. Sürekli tersleyerek ve susturak karşılık veriyordum.
İşe yaramıştı. Artık laf atmalar kesilmişti. Son derece ciddi bir
şekilde dersi anlatmaya başladım. Sorular soruyordum, ce-
50 | Öz g ür BAYINDI R
S
on bir ilke daha bulmalıydım; bu benim kısa zamanda
profesyonel öğretmenliğim için vurucu bir hamle olma-
lıydı. Evet, düşününce eksiğim ortaya çıktı. Onlar sürekli
planlar yapıyorlardı, ama ben çok safça hareket ediyordum.
Onların planlı ve organize işlerini tahmin etmeliydim. Bunu
yapabilmem için bir öğrenci tanımlaması yapmam şarttı. Bu
tanımlamayı yapabilecek kadar tecrübeye sahiptim artık ve
seneye daha donanımlı bir öğretmen olarak rahata erecektim.
Öğrenci, okula zorunlu olduğu için gelir ve sınavlardan
ailesinin kabul edebileceği puanları almayı hedefler. Eğlenmek
ve gülmek birincil hedeftir, karşı cinsle iletişimin onun
dünyasında hassas bir yeri vardır. Çoğu öğrenmek için çalışmaz.
Okul sıkıcıdır ve o bu sıkıcı yerde biraz olsun rahatlamaya
çalışmaktadır. İç dünyası onu farklı olmaya ve böylece kişiliğini
ortaya çıkarmaya iter. O nedenle saçma sapan şeyleri dene-
mekten çekinmez. Bencilliği onu cesaretli kılar bazen de içine
kapanmaya sürükler.
Öğrenci budur, öyleyse onun olaylara her zaman böyle
bakacağını bilmeliyim. Sorduğu sorular, sarf ettiği cümleler ve
kurduğu iletişim bu sınırlar içindedir.
52 | Öz g ür BAYINDI R
Sayko Liseliler
Sayko Liseliler
S
ayko; Türkçe’ye psikopat olarak İngilizce’den geçen
psychopath sözcüğünün kısaltılmış hâlidir. Yani
“psycho”. Psikopat kelimesi eskiden her türlü akıl
hastalığı formunu kapsayan bir terim olarak kullanılırdı. Bugün
ise psikopat terimi, psikiyatride empati ve vicdan eksikliği ile
karakterize olan bir kişilik bozukluğu olarak tanımlanmakta, bu
kişilik bozukluğunu ifade etmek için kullanılmaktadır.
Bugün sayko bu anlamının dışına tamamen çıkmış olmasa
bile daha farklı anlamlarda da kullanılmaya başlanmıştır. ‘Kural
tanımayan, çılgın ve eğlence için her türlü tehlikeli ve garip
davranışı gerçekleştirebilen kişiler’ için kullanılır hâle gelmiştir.
Genelde saykolar ergendir ve beyinleri, -bedenlerinin gelişimine
ayak uyduramadığı için- ilk etapta çalışmayabilir. Eskiden bozuk
televizyonu çalıştırmak için iki yanından vururlardı ya, işte onlar
da bu tarz bir darbeye ihtiyaç duyabilirler. Gerçi vurunca daha
da kötü olma riski var ama neyse bazen de işe yarıyor işte. Eğer
liseli ergenleri görüp de gayri ihtiyari “Yuh artık! Bunlar kafayı
56 | Öz g ür BAYINDI R
B
oş bir pet şişe teneffüslerde en etkili eğlence aracıdır.
Gelin-damat, sigara-çakmak, poğaça-çay, nane-limon,
tahin-pekmez nasıl vazgeçilmez ikililer ise pet şişe-
çöp kovası da işte öyledir. En klişe oyun türü basket atmaktır.
Trabzon’da duyulan silah sesine kayıtsız kalamayan tipik bir
Karadenizli gibi birisinin basket atmasıyla domino taşı etkisiyle
birbirini tetikler. Basket atmaya çalışan ergen kendinden emin
bir şekilde nişan alır ve atışını gerçekleştirir, ama girmez. Onu
izleyen diğerleri hunharca gülmeye başlarlar. Bu tepki karşı-
sında, koşarak pet şişeyi tekrar eline alır ve bir daha dener, bir
daha, bir daha… Fakat nafile, o artık bir “loser”dır. Böğürerek
gülenlerden biri “Çekil lan beceriksiz…” diyerek onu iter ve
atışını tek seferde gerçekleştirir. “Ooooo yaşşa kanka…” diyerek
birbirine sarılırlar ve böğürme sesi had safhaya ulaşır.
Bir pet şişenin kendini en rahat hissettiği yer çöp kovasıdır.
Âdeta iki sevgili gibidirler. Bu pet şişeyi sevgilisi ile buluşturma
işi bitti mi? Hayır! Bu sefer o pet şişe boş değil. 1/3 oranında
doldurulmuş su ile ilk yapılacak etkinlik şişeyi havaya atıp yerde
58 | Öz g ür BAYINDI R
durdurmaya gelmiştir. Artık ellerinde pet şişe olan her bir say-
konun nihai amacı ya bir şeyin üstünde düz durdurmak ya da
çöp kovasına uzaktan atıp içine girmesini sağlamak. Bu başarı
her gerçekleştiğinde istisnasız bağırmalar ve böğürmeler takip
etmelidir. Yoksa bütün bu uğraşının da bir amacı olmayacaktır.
İşte böyle, pet şişenin doyasıya sömürüldüğü bir teneffüste
öğrencilerden birini özel görüşmeye çağırmak için sınıflardan
birine girmeye niyetlenmiştim. Aslında teneffüslerde her bir
sınıfın ne kadar tehlikeli olduğunu iyi biliyordum. O nedenle
genelde bu iş için koridordan bir öğrenciyi seçip rica ederdim
ama bu sefer dalgınlığıma gelmiş olmalı. Sınıfın kapısına
yaklaşmamla dışarı iri yarı bir yaratık, diğerlerini sağa sola
savura savura çıktı ve duvara güm diye çarpıp yere çakıldı. Bu
hâliyle gidip “cama vuran bir kuşa” benziyordu. Öldüğünden
emin olmak için yanına yaklaştım ve tam dürtecekken kediden
başka dokuz canlı olan bir türün de bu olduğunu anladım.
Hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktı, üstünü başını temizler
gibi yapıp “he he” diye sırıtarak uzaklaştı. Sanırım “tuvalet”
denilen kutsal mekâna gidiyordu. (Hemen tepki vermenize
gerek yok, gerçekten tuvaletin “def-i hacet” dışında ne kadar
derde derman olduğunu bir bilseniz siz de oranın “kutsal” bir
yer olduğu konusunda bana hak verirsiniz.)
Henüz şoku üzerimden yeni atmıştım ki, kapının yanında
bulunduğundan habersiz olduğum çöp kovasının sath-ı mailine
girmişim. Atılmaktan eğri-büğrü olmuş o 1/3’ü su ile dolu olan
pet şişeler bir anda el bombası gibi üzerime yağmaya başladı.
Daha önceden basket denemesinde atılmış birkaç boş pet şişe
ise kapıdan kimse giremesin diye mayın olarak döşenmişti. El
bombaları ve mayınlarla çok iyi korunan o sınıfa tabii ki gire-
medim. Kendimi kapının dışında duvara yasladım. Cebimden
gaz bombasını çıkarıp içeri attım. Öksüre öksüre dışarı çıkmaya
60 | Öz g ür BAYINDI R
Ö
ğrenci demek kaos demek, kaos demek uzun eşşek
demek. Bu oyunun adı uzuneşek değil, uzun eşşektir.
Zira eşek bir hayvan iken eşşek, kafalarını birbirinin
apış arasına sokmuş her bir takımda üç ya da dört adet bulunan
iki takım saykodur.
Bu oyunu kim icat ettiyse ilk önce aklından başka bir şey
geçtiği kesin. Şimdilerde sosyal mesafeye dikkat ettiğimiz dik-
kate alınırsa, o kafanın, önündeki poponun içinde kaybolması
davranışı akıl dışı. Zaten akıllıca bir oyun olsa anlatmazdım.
Eşek olmayı istemek ayrı bir garabet, onu geçtim hadi. Diyelim,
kafalarınızı birbirinin bacaklarının içinden geçirerek, dışarıdan
bakıldığında çok namüsait görünmeyi göze aldınız, peki kim
yastık olacak denilince “ben” diyen arkadaşın sevincine ne de-
meli? Yahu uzuneşek oyununa katılmak istiyordun da tepene
birisi binecek korkusundan, yastık olarak katılma sevincine mi
terfi ettin? Kafaların bir diğerinin arkasıyla bütünleşmiş olma
görüntüsünden daha kötüsü varsa o da yastık ile o yastığın apış
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
S
ınıfta en çok bulunan oyun ve eğlence aracı elbette sıra-
dır. En az on, en çok yirmi beş civarında bulunur. Eğer
tekli ise çok daha fazla. Bizim okulda sınıflar otuzar kişi
olduğu için on beş adet çiftli sıra var. Yani on beş sıra ve on beş
oturak. Toplamda otuz eder. Artı, dönen öğretmen sandalyesi.
Onu saymazsak olmaz. O zaten başlı başına bir eğlence aracı.
Yapılanlar adına bu gözler neler gördü anlatamam. Yok,
gerçekten anlatamam. Neyse çok ısrar ettiniz anlatayım bari:
-Sıralardan kule ve kale yapanları,
- İki sırayı yaklaştırıp sıralardan tutunarak ellerinin üzerinde
takla atanları,
- Sırayı engelli yapıp üzerinden atlayanları ya da atlayamayıp
yere çakılanları,
- Sıranın üzerine çıkıp atlayanları,
- Sırayı askılığa asıp bir başkasını zorla üzerine oturtup hem
askılığı hem sırayı hem de çocuğun kafasını kıranları,
68 | Öz g ür BAYINDI R
S
ayko olunmaz sayko doğulur. Nasıl ki, “Bu çocukta iş yok,
insanın önce içinde olacak arkadaş.” deniliyorsa benzer
durum saykoluk için de geçerlidir. Yok, öyle kafana göre
sayko olmak, doğuştan getirdiğin bir yatkınlık olmalı. Mesela,
bir sayko pet şişe, çöp kovası, sıra, öğretmen masası ile sandal-
yesinden sonra sıra eğlence adına başka malzeme bulamamışsa
en önemli potansiyelini açığa çıkarır ve gerekirse bu uğurda
kendini feda eder.
Teneffüslerde sınıflara korktuğumdan giremediğimi söyle-
miştim. O nedenle öğretmenler toplantısında gerçekten ama
gerçekten okula öğrenmek için gelen bir öğrenci bulabilmek
adına yardımcı olabilmeleri için arkadaşlarımdan rica ettim.
İyi arayabilmeleri adına hepsine birer tane mum verdim. Bir
hafta süren özverili ve titiz çalışmalarımız sonuç verdi. Yıllardır
kendisini ustalıkla gizleyen Hatice sınıfta olan biteni öfke içinde
günlüğüne döküyormuş. Kimse dışlamasın diye sahte gülü-
cüklerle bütün bu manyaklıklara göz yumuyormuş. Kendisini
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
Pembe Günlüğüm
lamaya. Bir anda Mert girdi sınıfa koşa koşa, bi atladı çocuğun
üzerinden; eğer karnına bassaydı, gözleri yuvalarından pörtlerdi.
Bitti mi, daha bitmedi. Ben önce bir kere atlar bitirirler diye dü-
şündüm. Mert başladı Batuhan’la ip gibi atlamaya. Sadece sağa
sola sallasalar iyi, bildiğin 360 derece döndürüyorlar. O kollar
nasıl dönmedi hâlâ inanamıyorum. Hadi atladınız madem,
güzelce doğrultsanıza çocuğu; sonra yere attılar ya…
(Hatice’ciğim neden bu kadar dert ediyorsun, atan memnun,
atılan memnun, atlayan memnun, atlatan memnun. Yeter ki sana
bir şey olmasın. Relaks ol, rahatla.)
O
çilekeş tarihçiler, yememiş içmemiş insanlık tarihini
çağlara ayırmış. Kendi cahilliğimiz fazla ortaya çıkma-
dan sözü değerli tarih profesörümüz Dilber Hoca’ya
bırakalım:
“Efendim, cahilliğinizi kalp ile tasdik edip dil ile ikrar ettiğinize
şahit olmak beni ziyadesi ile bahtiyar etti. Zaten gün içinde karşı-
laştığım tüm cahilleri deşifre etmek beni de oldukça bunaltmıştı;
böylece en azından biraz olsun soluklanmış oldum. Şimdi gelelim
zurnanın zırt dediği yere. İnsanlık tarihini ikiye tefrik edecek
olursak tarih ve tarih öncesi çağlar adını veririz. Peki, ne oldu da
tarih bu şekilde tefrik oldu? Bu kadar ehemmiyetli olan vakıa ne
olmuş olabilir diye tabii ki merak etmiyorsunuzdur. Zaten cahil-
lerle âlimler arasındaki fark da bu zannımca. Âlim bilmediklerini
merak eder, cahil her şeyi bildiğini sandığı için merak etmez. Ver
kızım heyecan müziğini!
Tarih Instagram’la başlar. Ondan önceki yaşam ilkel bir ya-
şamdı. Mesela poz verme diye bir durum vardı. Poz verme; saflığı
78 | Öz g ür BAYINDI R
B
enim fark edemediğim en önemli skandallardan birisi
ise bazı derslerimde sınıfın internet kafeye dönmesiydi.
Dönmüş olmasıydı. Dönmüş de haberimin olmama-
sıydı. Neyse işte! Okey, batak gibi oyunlar aynı masada otur-
mak zorunda olmadan da oynanabilirmiş. Biri bir uçta öteki
bilmem nerede, hiç önemli değil; adam okeye dönüyor ama
aynı zamanda gıkı çıkmadan dersi de dinliyor. Hey Allah’ım
ne acayip durumlar. Savaş oyunları, strateji, araba yarışları ne
ararsan var(mış). Tabii benim yine haberim yok. Dersi kendi
çapımda anlatmaya çalışıyorum. Normalde arka masalarda bir
sürü gürültü olurken bazı günler çıt çıkmıyor. Ben de kendimce
gururlanıyorum. Dersimi sevdirmeyi başardım falan diye. Tabii
ders dışında herhangi birilerinin gammazlaması çok yüksek
bir olasılık olduğu için en elverişli ders tabii ki Ruhi Hoca’nın
dersiymiş. Dersin ortasında her şeyin yolunda olduğu bir anda
Faruk ayağa kalktı ve “Hocam…” dedi “artık dayanamayacağım,
etrafınıza bir bakın! Herkes ama herkes telefonlarıyla oyun ağı
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
B
u satırları okuyan bebek bekleyen ebeveynlere sesle-
niyorum. Çocuklarınıza Efe ya da Yiğit gibi isimler
koymayın ne olur. Ya isimleri gibi oluyorlar ya da böyle
olamadıklarında isimlerinin altında eziliyorlar. Gerçi benim
ailemin yaptığı daha vahim ama biz bundan sonrasına bakalım.
Efe küçükken gelişimi iyi bir çocukmuş. Adından da aldığı ce-
saretle arkadaşları arasında grup liderliğine kadar yükselmeyi
başarmış. Ta ki, sekizinci sınıfta bir trafik kazası geçirene kadar.
Uzun bir süre yatakta kaldıktan sonra gelişimi yavaşlamaya
başlamış. Tabii bizim Efe bu durumu kabullenememiş. Liseye
geldiğinde eski ihtişamını yeniden kurma adına bir hayli çaba
harcamış. Hâlâ bu çabası da bitmiş değil. Geçen sene en çok
benimle uğraşanların başında Efe geliyordu. Tabii ben başıma
gelen her olayı size anlatmadım. Saf Ruhi zamanlarımın parlak
dönemini yaşarken öğrencilerimin birine sadece birine sert
davranmayı başarmıştım. Gerçi hiç işe yaramadığı gibi her şey
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
Rehberlik Odası
Rehberlik Odası
R
ehberlik odası, gerçekten okul koridorlarının şaşaasın-
dan kaçıp kurtulmak ya da kendini “kızgın kumlardan
serin sulara” atmak isteyenlerin kapıyı kapattığında
derin bir oh çekeceği yerdir. Eğitim açısından profesyonelce
ama mütevazı.
Mütevazı derken benim yaşam standartlarıma göre, yoksa
size göre bayağı lüks. Mesela bir kahve makinem var. Kimin
evinde kahve makinesi var ki? Senin var mı? Onun var mı?
Yok. Bazıları benim bu kahve makininesine karşı takıntım
olduğunu söylüyor. Külliyen yalan! Kim? Mesela, Ebru Hoca.
Eyyy Ebru Hoca, benim kahve makinesi takıntım olsa sürekli
ondan bahsederim. Bahsediyor muyum? Hayır. Benden önce bu
okuldan herhangi bir kimse kahve nedir, kahve makinesi nedir
bilir miydi? Hayır. Varsa yoksa çay. Zaten senin neden kahve
makineme düşman olduğunu bilmiyor değilim. Aslında sen
bir kahve düşmanısın. Hepiniz kahve düşmanısınız, Müdire
Hanım da kahve düşmanı. Değil on kişi, tüm okul karşımda
98 | Öz g ür BAYINDI R
“
Merrbakadaşlar, rehberlik odama hoş geldiniz. Buünsizl-
rlecanlıkanlıheyecanlıvebirkadardameraklıhikayelerle
karşınızda olacağım. Odama abone olup “like” atmayı
unutmayın. Şimdiden keyifli seyirler.”
Son beş yıla Youtuber’ların çağı desek hiç de yanlış bir
ifade kullanmış olmayız. Doksanlı yıllarda ilk özel televizyon-
lar kurulduğunda, birisi çıkıp heyecanla karşısında sürekli
izlediğimiz o kanallardan gün gelip de herkesin bir tane sahip
olacağını söyleseydi herhâlde soluğu “Ruh ve Sinir Hastalıkları
Hastanesinde” alırdı. Kanalı olmayanın “ezik” olduğu bir devri
yaşıyoruz. Elinde telefonla “YouTube’a yüklerim bak…” diyerek
tehdit etmek, artık en korkutucu tehdit çeşitlerinden birisi oldu.
Gençlerin artık doktor, avukat, mimar, mühendis ya da öğret-
men olmak gibi bir hedefi yok. Çünkü hiçbirisi “YouTuber”lık
kadar kazandırmıyor. Kazandırsa bile sizi ünlü yapmıyor. Ayrıca
“Vay arkadaş, küçücük çocuğun parkta oyun oynadığı video
altmış beş milyon izlenmiş.” diyerek şaşırtmıyor.
Aramızda kalsın, benim de hayalim ünlü ve çok kazanan
bir YouTuber olmak. Yani bin abone, dört bin dakika izlenmek
zor olmasa gerek. Tek formül var; videon saçma sapan olsun ve
bol bol gülün.
Merve
N
eyse odama geri dönelim. İlk anlatacağım masal
kahramanı, pardon öğrenci, ünlü bir YouTuber olan
Merve. Neden bu bölüme bu şekilde giriş yaptığımı
anlamış olmalısınız. Merve’nin sorunu Youtube kanalı yüzün-
den ne derslerine ne de ailesine yeteri kadar vakit ayırabiliyor
oluşu. Nasıl ki ev hanımları/ ev erkekleri “Bugün ne pişirsem!”
sorunsalıyla boğuşuyor, aynı bunun gibi Merve de sürekli “Bu-
gün hangi içeriği üretsem…” kaygısıyla yaşıyor. Takipçileri ile
sürekli etkileşimde olmak ve yapılan yorumlara göre video ko-
nusu belirlemek onun için gerçekten zor bir durummuş. Merve
gerçekten iyi para kazanıyor. Ne var bunda canım para kazanmak
için bunlar şart diyerek durumu doğal karşılayabilirsiniz. Ama
bu durum size göre öyledir.
Eğer bir durum sizi ve çevrenizdekileri olumsuz etkiliyorsa o
artık bir sorundur. Hatta çözülmezse giderek çözümü zorlaşan
bir sorun. İşte Merve sabah uyanıyor, bugün hangi konuyla
ilgili video hazırlasam diye düşünüyor. Okula gidiyor, derste de
106 | Öz g ür BAYINDIR
TikTok…
YouTube her ne kadar eğlence merkezli olsa da insanlar
sonuçta bilgi kaynağı olarak da kullanıyorlar. Fakat bu TikTok
yok mu? İnsanların beynini önce mutfak robotundan geçirip
sonra da kafatasının içine geri koymaya yarayacak türden sanal
bir öğütücü. Kardan adam gibi giderek eriyen türden insanlar
oluşturmanın en etkili yolu. Ama yaptım, evet, bu günahı ben
de işledim. Para tatlıydı. Hem zaten herkes her şeyi para için
yapmıyor mu?
Sınıftakilerin aklına ilk TikTok fikrini ben soktum. Sonra
zaten kafalarının içlerinde patladı. YouTube kanalı açıp özgün
içerikler hazırlamak herkes için kolay değildi ama TikTok herkes
için çok daha kolaydı.
‘Filler tepişir, çimenler ezilir”’
Artık büyük oyunu bozmanın vakti geldi hocam. Buradan
tüm dünyaya sesleniyorum. Eğer başıma herhangi bir şey gele-
cekse bundan Amerika ile Çin sorumludur.
Biz gençler olarak küresel güçlerin maşası olduk hocam.
“YouTube kimin?”
“Amerika’nın.”
“TikTok kimin?”
“Çin’in.”
“Merve, Merve… Kendine gel lütfen. Siyasete girersen daha
fazla maşası olursun. Sen konuya dön.”
“Özür dilerim hocam. TikTok aslında bir virüs. Büyük oyunu
yine bozayım mı?”
“Merve…”
Çin Amerika’nın dünya üzerindeki etkisini kırmak için bu
virüsü üretti. Telefonuna yüklersen bu virüs sana bulaşıyor ve
telefondan da insana, yakında tüm dünyayı kasıp kavuracak
salgınlara hazır olun. Demedi demeyin, Merve’yi dinleyin.
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
R
ehberlik odamın kapılarını şimdi de Burak ile açıyo-
rum. Burak odamın müdavimlerindendir. Çünkü onu
öyle uzun uzun dinleyecek benden başka kimse yok. O
sorgulamaktan ve düşünmekten eyleme geçemeyen bir genç.
İlla ki meseleyi didik didik edecek, işi gücü “anlam” aramak.
Almış eline bir “neden” silahını sağa sola düğün magandası
gibi ateş ediyor.
Her görüşmemizde ona “Evladım, o silah çok tehlikelidir,
nereden buldun ki onu. O ruhsatsız taşınmaz ve kullanılmaz.
Önce eğitimini almalısın ve emniyeti her zaman açık olmalı. Bu
silahı mutlaka gerekli bir hedefe nişan alarak kullanmalısın.”
diye nasihat vermek zorunda kalıyorum. Ama bu iş o kadar
kolay değil.
Bir gün derse girmek için tam odamdan çıktım –zaten hep
odamdan çıkarım- kulağımın yanından “piyuhh” diye bir kurşun
geçti. Can havliyle kendimi odama attım. Dizlerimin üzerine
112 | Öz g ür BAYINDIR
T
eneffüslerde odamın kapısı açık olur, böylece öğrenciler
ile sürekli temas hâlinde olurum ama teneffüs bittikten
sonra kapımı kapatırım. Böylece kendimi daha rahat ve
güvende hissederim. Gizli saklı bir şey yapmasanız da bazen
odanızın kapısını kapatmak, ya da yalnız bir yerde telefonla
konuşmak kişinin güven ihtiyacını temsil eder. Özel bir durum
olmasa bile insanların izlemesi veya dinlemesi rahatsız edicidir.
Eminim benim gibi olan birçok öğretmen vardır. Kapının üstüne
açılan o küçük pencereden onları izlemek isteyen -haklı olarak-
idareciler olabilir. Ama benim gibi öğretmenler, izlendiklerinde
“kaygı” duyarlar ve işlerine odaklanamayabilirler. Her ne kadar
kapılarını kapattıklarında “görevini suiistimal eden” öğretmenler
olduğu gibi. Bu durumda idarecilerin öğretmenleri iyi tanıması
ve hangi öğretmenin kaygı düzeyinin yüksek oluğunu belirle-
mesi gerekir.
Odamda oturmuş öğrenci dosyalarını tek tek incelerken kapı
çalındı. Böyle bir durumda müdür gibi “gir” demek hiç âdetim
RUH İ HO C A & S AY KO L İ SE L İ L E R
“
Vallahi bıktım artık şu çocuktan.” diyerek girdi odama
Selma Hoca. “En fazla on dakika dayanabildim. Dayak
yemişten beter oldum. Sinsi bir aslanın zavallı bir ceylana
saldırmayı beklediği gibi bana pusu kuruyor bu çocuk. Bir gün
beni çiğ çiğ yiyecek diye çok korkuyorum. Ne olur Ruhi Hocam
benim dersimde bir kafese falan kapatalım, şu çocuğu.” diye
devam etti gergin bir şekilde. “Hayırdır Selma Hocam, otur ba-
kalım, biraz sakinleşmeye çalış.” dedim ve ona bir kahve ikram
ettim. “Kimden bahsediyorsun?” diye sorsam da, onun cevap
vermesine fırsat vermeden “Dur, tahmin edeyim: Hüseyin mi?”
dedim. “Tabii ki Hüseyin, kim olacak başka?” diye cevap verdi.
“Yine ne yaptı?” dememe kalmadan başına geleni anlatmaya
başladı. “Derse girmemle Hüseyin’le göz göze gelmemiz bir oldu.
Sanki hipnoz olmuştum. Gözlerimin içine baktıkça Hüseyin
yavaş yavaş kaynanama dönüşmeye başladı. İlkin halüsinasyon
görüyorum sansam da oydu. Kaynanamın bakışları ‘parmak izi’
gibi sadece ona özgüdür, o nedenle inanmaktan başka çarem
124 | Öz g ür BAYINDIR
B
irisi kalemini düşürse, kalem hareket etmeye başlıyor,
sıraların üzerindeki kitap ve defterler sürekli yön değiş-
tiriyor, sınıfın merkezine doğru dönüyorlardı. Kimsenin
sebebini bilmediği ve izah edilemeyen olaylar… Sanki sınıfın
ortasında bir çekim alanı oluşuyordu. Lanetli bir girdap gibi
yavaş yavaş herkesi içine çekiyordu. Fakat ilginç olan, bu olay
teneffüslerde ve her derste değil sadece belli zamanlarda oluyor-
du. Öğrencilerden birkaçı bunu bana anlattığında istemeyerek o
küçük dikdörtgen pencereden izlemeye başladım. Her gün fırsat
buldukça gidip bir süre izliyordum. En sonunda bir şeyler fark
etmeye başladım. Salih’in elinde küçük bir top vardı ve oynarken
elinden düşürdü. Onu almak istediğinde top hareket etmeye
başladı. İşte o zaman fark ettim Melih’in Karsu’ya baktığını
ama Karsu’nun Melih’e değil de Emre’ye baktığını. Gizem ara-
lanıyordu, Kurtlar Vadisi Konsey Toplantısı gibi Emre Begüm’e
bakıyor, Begüm Hakan’a, Hakan Aslı’ya ve tahmin edeceğiniz
üzere Aslı da Melih’e.
130 | Öz g ür BAYINDIR
Çıkmaz Sokak
Çıkmaz Sokak
İ
nsanların toplu hâlde yaşamak zorunda olduğu iki yer var:
Okul ve askeriye. Bu iki yerde de amaç “idare etme ve edil-
me” merkezli olarak gelişir ve asıl amaç her zaman unutulur.
Topluluğu oluşturanlar kendi istekleri ile orada bulunmadıkları
için, kurallara uymayı reddeder, kendi arzu ve tercihlerine göre
yaşamak isterler.
İdare edenler ise huzur ve düzen için konulmuş kuralları
uygulamak zorunda oldukları için çoğu kez otoriter olmanın
kaçınılmaz olduğu sonucuna varırlar. Otoriterlik, idare edenlere
gizli bir haz verir; bunun karşılığı olarak ise topluluk genel
olarak otoriteyi reddetme eğilimindedir. Otorite, kendi gücünü
topluluk üzerinde göstermediğinde bir düzen ve intizam sorunu
ortaya çıkacağını öngörür. Hak ihlalleri ve şiddeti engelleme-
nin tek yolunun otoriterlik olduğu inancı benimsenir. Böylece
idareciler, yavaş yavaş otoriterliğe sürüklenir, çoğunluk korku
ile yönetilebilir hâle gelir.
Ama topluluk içinde -tıpkı idarecilerin otoriterlikten haz
136 | Öz g ür BAYINDIR
K
itap burada bitti, ama Ruhi Hoca’nın Sayko Liselilerle
imtihanı bitmedi. Her sınıf farklı bir dünya, her öğrenci
farklı bir kıta, her öğretmen farklı bir coğrafyadır. Bu
kitabın pandemiden dolayı okula uzun zamandır gidemeyen
öğrenci ve öğretmenlere lise yıllarını hatırlatan ve tebessüm
ettiren bir araç olması ümidiyle…