Nasıl Derviş Olunur

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 13

Bugünün Dervişi

Tasavvuf bir kişilik inşa mektebi. İçi ve dışıyla ihsan kalitesinde bir Müslümanlığı yaşama
disiplini. Bu çok ulvî bir ufuk. Bu ufku yakalayabilmek öyle kolay değil. Bilmeyi, bulmayı ve
olmayı gerektirir. Bu yolculuğa çıkana birçok isimler verilmiştir tarih boyunca… Mürid
denilmiş, sâlik denilmiş, derviş denilmiş. İsimler önemlidir ve fakat her şey isimden ibaret
değil elbette.
O ismin içinin nasıl doldurulduğu çok daha önemli. Her çağ, zaman ve mekanın şartlarına
göre kendi dervişini doğurmuş kabiliyeti nispetinde. Kimi zaman zayıf ve hastalıklı, kimi
zaman gürbüz ve yüksek nitelikli olmuş bu doğuşlar ve oluşlar… Düne ait olanı sorgulamak
değil işimiz. Biz bugünü konuşalım; bugünün dervişini yani Hak erini…
Nakşî terbiye geleneğinde altı çizilen önemli esaslardan birisi de “Vukûf-i zamânî”dir. Bu
ifade “zamanı doğru okumak ve gereğini kuşanmak” diye izah edilir. Bu yönüyle derviş,
donuk bir kişilik değil, her an yeni olanla belli bir çerçevede buluşan ve o âna uygun en
doğru tavrı ve davranışı kuşanan bir kişidir. Diğer bir ifadeyle onun hali, satırlara sığan bir
çerçeveden ziyade Rabbiyle beraberlik yaşayan gönlünün ilhamlarıyla oluşur. O, bir ayağını
şeriat zeminine sağlamca oturttuktan sonra zaman ve mekânın ihtiyaçlarına ve lüzumuna
göre bu temel kaynaktan kopmadan ve asla onunla çatışmadan tam aksine ondan beslene
beslene sürekli kendisini yenileyen bir eylem insanıdır.
Bu durum “ne yapılacak” ve “nasıl yapılacak” arayışında olan kıvrak bir zihni, halden hale
yükselen ve heyecanı pörsümeyen diri bir gönlü ve her an yeni bir cehd/mücahede içinde
olan aktif bir bedeni gerekli kılar. Bu çerçevede şu soruya bir cevap arayalım: Yaşadığımız
çağa nasıl bir derviş donanımı gereklidir?
SAĞLAM BİR AKİDE…
İnançların alabora olduğu ve saymakta zorlanacağımız nice sapkın görüşlerin serbestçe
dolaşıma girdiği çağımızda öncelikle sağlam bir inanç çerçevesi gönle yerleştirilmelidir. Bu
gayenin tahakkuku için “Ehl-i sünnet inanç esasları”nın bilgi boyutu taklitten tahkike
öğrenilmelidir. Şüpheler giderilmelidir. Derviş insan, bu alandaki bilgi seviyesini önce kendi
gönlünü pekleştirecek seviyeye ulaştırmalı sonra da diğer gönüllere taşıyacak kıvama
yükseltmelidir.
SÖZDEN HÂLE GEÇİŞ…
İman, sözden kalbe inmelidir. Kalpteki iman; amel, davranış ve ahlak olarak kişiliğe
dönüşmelidir. “Ben Müslümanlardan biriyim” sözünün zeminini “sâlih amel ve kâmil ahlak”
oluşturmadan İslâm’ı temsil ve hele hele “Hakk’a davet” iddiası, boş bir temenniden ibaret
kalacaktır. Derviş, daha çok hâl dili ile konuşan insandır. Çağın söz dili çoğalmış hatta söz
gürültüsüne dönüşmüştür. Görsel idrakin arttığı günümüzde göz ve gönüllere nurânî yüzler,
davranış ve ahlâkında muhabbet, ihlas ve ihsan enerjisi yayan mücessem ve münevver
kişilikler sunulabilse, hiç şüphesiz en etkili bir İslam daveti gerçekleştirilebilecektir.
HALVETİ CELVETTE YAŞAMAK…
Çağın dervişi, Hak’la yaşadığı kıymetli yalnızlığını yani “halvet”i bugün kendi kûşe-i uzletinde
değil halk içinde (celvette) yaşayabilmelidir. Toplumun içinde erimeden kalabilmek elbette
kolay bir dava değildir. Manevi terbiyenin esaslarından biri olan “Halvet der encümen”
ifadesi “topluluk içinde Hak’la beraberlik yaşamak” demektir. Bu ifade kimi zaman “el kârda
gönül Yâr’da” şeklinde de söylenegelmiştir. Toplum içinde diri kalmanın yolu gönlü Hakk’a
vermekten geçer. Bu yönüyle tasavvufta “zikr-i daimî” diye bilinen “Hakk’ı her an hatırda
tutma, O’nu unutmama” hâlini kazanabilmeyi hedef haline getirmek ve bu kıvama ermek
zaruridir. Aksi halde erimek mukadderdir. Modern zamanların Hak yolcuları bu konuda da
maharet kesbetmek durumundadırlar.
Bu kıvam içinde topluma hizmet sunmak, çağın dervişinin cihadlarından biri olmalıdır. Şayet
bu yapılamazsa vaktin gereğini kuşanma mesuliyetinden kaçmış olacaklardır ki bunun
sorumluluğu da büyük olacaktır. Sâhibu’l-vefa Mûsa Efendi’nin şu sözleri çağa göre derviş
niteliğinde olması gereken değişime dikkat çekmektedir:
“Artık bugün, «bir lokma bir hırka devri» geçti. İnsan kendi nefsinde yaşasa bile, aile hayatı
var, cemiyet hayatı var, bunu tatbik edemez. Herkes çalışacak. Dünyaya çalışmak, zâhiren
dünya gibi olsa da mânevîyata mâni değildir. Yani para, kasada olursa mâni değil; gönle
girerse o zaman mâni olmuş oluyor. Mutlak sûrette hizmet etmek ve faydalı olabilmek
kaydıyla hem dünyaya çalışacağız, hem de mânevî dersimizi inkişâf ettireceğiz. Onunla
bunun hiçbir tenâkuzu yok. Bazı insan ne onu yapabilir ne de bunu. Muhakkak iş yapmak
zarureti var. Zenginlik, hüsn-i istimal edilecek olursa, huzur kaynağı hâline gelir. Bilhassa
devrimizde buna pek çok ihtiyaç görülmektedir. Devletimizin, milletimizin, fertlerin buna
ihtiyacı vardır. Ama yerinde kazanıp, yerinde sarfetmesini bilmek şartıyla. Yalnız
kazanmakla, mal, mülk yığmakla iktifa etmeyip, Allah Teâlâ’nın rızasına uygun hayırlar
yapılırsa, o servet ne bereketli bir maldır. Harcadıkça Rabbimiz Teâlâ Hazretleri onun
bereketini ziyadesiyle çoğaltır. İnsan zaman gelecek inzivaya çekilecek, hakkıyla ibâdet
edecek, zaman gelecek iş görecek”
İHSAN KALİTESİNDE İŞ GÖRMEK…
Yaptığını sağlam, güzel ve sanatkârene bir ruhla yapmak. Derviş Hak’la beraberliği bir hayat
tarzı haline getirmiş ya da bu hali gerçekleştirmeye çalışan bir kişilik demektir. Bu yönüyle o,
Hakk’ın murakabesinde iş gördüğünün farkındadır. Gönlünde Hâlık’la böyle bir kıvam
yaşayan kulun O’nun yaratıklarıyla ilişkilerinde de samimiyet, sadakat, tazim, muhabbet ve
sadakat olması tabiidir. “İnsan ihsana mağluptur, mecluptur” denilir. Yani ihsan ediciyi
sevmek, ona hayran olmak ve nihayet ona yakın olmak ve hatta onun gibi olmaya çalışmak
bütün varlığın özüne konulmuş bir kanun-i ilahidir.
İşte çağın dervişi bu gerçeğin farkında olarak hemen her işte “ihsan” kalitesini kendisi için
riayet edilmesi gereken bir farz bilmelidir. Nitekim Allah Resûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-
“Allah her işte ihsan üzere amel etmeyi farz kılmıştır” buyurur.
ÜLFET VE MUHABBET ÜZERE BİR İLİŞKİ İNŞA ETMEK…
Müseccel Allah düşmanları hariç hemen herkesle hatta tüm varlıkla barışık olmak ve sevgi
alışverişinde bulunmak, modern zamanların dervişinde bulunması gereken önemli bir
ahlaktır. Bencilleşerek ve yalnızlaşarak tadı kaçan dünyamızın yeniden ağzının tadının
gelmesi diğer bir ifadeyle seviye kazanması, ancak böylesi muhabbet ve ülfet fedailerinin
yayacağı pozitif enerji ile sağlanabilecektir. Ruhsuzlaşan, katılaşan ve kabalaşan iletişim
üslubunun yeniden inşası, Allah ile nitelikli beraberlik yaşayan gönüllere sahip dervişlerin
ipeksi dokunuşlarıyla gerçekleşebilecektir. Dervişlik her şeyle ilişkiyi kesmek değil, her
şeyle doğru bir şekilde bir ilişki inşa etmektir. Her şey ilgiyle büyür ve gelişir. Bozulmalar da
onarılmalar da ilgi iledir. Önemli olan ilgiyi gösterenin kişilik kalitesidir.
Hülasa dervişlik her çağa lazım bir ihtiyaçtır. Ancak çağın gereğini kuşanmadan içi boş bir
sloganla dervişlik iddiasında bulunmak da kelimenin içini boşaltmak diğer bir ifadeyle
kelimeye hakkını vermemektir. Bu itibarla derviş olmak zor zanaat ise de olmaya çalışmak
bile kıymetlidir.
Dervişlik Alâmetleri
Modern zamanlar insanı çürütüyor. Sadece bedenin isteklerine yoğunlaşan insan, ruhunun
çığlıklarına bigâne kalıyor. Bu sıkıntılı bir durum şüphesiz ama daha sıkıntılısı bunun farkında
olmamaktır. Çok az kimse ruhunun derdine düşüyor, çünkü bu derdi dert görmüyor. Herkes
maddiyatın kıskacında kendi kendine yetebileceği zannı ile avunuyor. “Bireyselleşme”
çılgınlığı özel hayatları değerler üstü bir yere taşımış, kimse hayatına karışılsın istemiyor.
Ekonomik özgürlük böyle bir hayatı mümkün kılacak yegâne imkân olarak yüceltiliyor.
Parayı bulanın her şeyi bulacağı ve her tatmini yaşayacağı zannı modern insanın düştüğü en
büyük tuzaktır.
Modern zaman insanı zavallı bir hesapçıya dönüşmüştür. Güya adı rasyoneldir ama pratikte
sadece çıkarını düşünen bir hasistir. Menfaatini azamileştirmek için hiçbir fırsatı kaçırmaz.
Eli ile uzanıp aldığını, gözü ile bakıp gördüğünü vaat edilene tercih eder. Aşkınlık, fedakârlık
ya da diğerkâmlık sevmediği hasletlerdir. Bir vazife çıktığında “niye başkası yapmıyor” diye
sızlanır. Bir sıkıntı isabet ettiğinde ise “niye başkası değil de ben” diye… Modern zamanın
ideal tipi herkese yan çizmekle maruf bir bencildir. Bu tipin ne kendisine ne de insanlığa
hayrı olmadığı cemiyette ve tabiattaki mahut neticelerden bellidir.
Modern zaman insanı böyle diye iyiler ve iyilik sükût mu edecek? Karanlık ne kadar koyu ve
kesif olsa da aydınlık tamamen kaybolmaz. Modern zaman insanı kötünün ve kötülüğün
ayartmasına kapılmıştır. Kötüler ne kadar çok ve tesirli olsa da iyiler iyiliklerini yapmaya
devam edecek. Bu, Habil ve Kabil’den beri devam eden bir savaştır. Savaş stratejisiz
yürütülmez. Madem kötüler bir tip ve yöntem ile hep kendini güncelliyorsa iyilik de öyle
yapmalıdır. İyiler kadim iddialarının zamaneler gözündeki cazibesini artırmak zorundadır.
İyiler aslında yeni bir kişilik tipi gerekiyor. Benliğini aşmış, bencilliği düşman bilmiş, biraz
aykırı, biraz muhalif, çokça aşkın ve anlamlı bu kişilik tipi dervişlik olabilir.
Derviş, modern zamanların ideal tipinin tam karşıtı bir tiptir. Derviş, bir anti-moderndir.
Hesapçı değil hasbîdir. Kendisini düşünmez. Bu mânâda aklın zirvesindedir, çünkü âlemin
kendisi için yaratıldığı mânâ ile yaşar. O mânâ sevgidir. Derviş bir sevgi sanatkârıdır. O kimi,
ne kadar ve nasıl sevmek gerektiğini bilmekle kalmaz, aynı zamanda nefretin, çıkarın ve
kinin karşısında sevginin nasıl bir hayat tarzına dönüşeceğini duruşu ve tavrıyla ispat eder.
Derviş, sevgi patentli bir hayatın ispatını önce kendinde gerçekleştirmiş insandır. İçimizde
nefis dediğimiz karanlık bir taraf var. Onu alt edemeden, onu hakka doğru bir yolculuğa ikna
etmeden ortalığı bürüyen karanlıkla mücadele edemeyeceğiz.
GÜÇ NE İÇİNDİR?
Derler ki dünyayı narsistler yönetirler. Dervişler ise dünyaya mânâsını verirler. Güç ne
içindir, varlık ne içindir, hayat ne içindir? Bunu size ancak bir derviş söyler. Gerçi derviş çok
konuşmaz, onu nadiren işitiriz. Hali ve tavrı onun sessiz ve sözsüz tercümanıdır. Derviş hiç
terhis görmeyen bir savaşçıdır. Sulhu olmayan bir savaşa tutuşmuştur. Düşmanı içindeki
bencilliğin ve o bencilliğin dışa yansıyan tezahürleridir. Aza kanaat edişi, dünyanın süslerine
aldanmayışı ve faniliğinin farkında oluşu dervişin en güçlü silahlarıdır. Dervişlik; tamah eden,
dünyaya aldanan ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığı için savaşı kaybetmesi an meselesi olan
modern insanın son umududur.
Dervişlik, umudun müşahhas halidir. Umut, sadece ve sadece Allah’a muhtaç olduğumuzu
bilmektir. Modern zaman insanı ilah-insan olma yolunda fütursuzca yürüyor. Bu hem
kendisinin hem de âlemin intiharı anlamına gelecek bir hadsizliktir.
Dervişin umut oluşu haddini bilmesindedir. Derviş hâkimiyetin ve gücün kimde olduğunu
bilmekle kalmaz, bunu yaşar. Yaşaması da yetmez, bunu sanatkârane bir üslupla yorumlar.
Yorumu hâli, tavrı ve duruşudur. O yorum bakan herkese ferahlık verir, kimseyi yormaz.
Herkes bir şekilde yaşar, dervişler yaşatır. Herkes sever ya da sevilir, dervişler sevdirir ve
sevindirir. Bir dervişin yanı kendinize, derununuza ve mânânıza en yakın olduğunuz yerdir.
Onunla beraberken insani yanlarınızda filizlenme hissedersiniz, gönlünüzün farkına
varırsınız. Gönlün bir hayatı olduğunu ve bu hayatın aslında yaşadığımız hayatın alternatifi
olduğunu anlarsınız. Eğer dünyaya bütün bağlarınızla bağlanmışsanız bir derviş varlığı ve
duruşu ile içinizde sızı olur. O sızı sizde hâlâ ümit olduğunun bir işaretidir. O sızının üzerine
yürüyen hakkındaki muradı bulma yoluna girer.
Modern zamanlarda dervişlik dediğimizde, insanlığın bencillik ve çıkarla gittiği istikametin
aksine gidebilmeyi başarmayı anlıyoruz. Derviş akan sele karşı yüzen gönlü arı insandır. O
alıp eline kalbini insanların arasında dolaşabilecek bir saflık ve duruluğa sahiptir. Bu saflık ve
duruluk simasına aksetmiştir. Devamlı mütebessimdir. Kalbi zengindir, böyle olduğu için
mükrimdir. Elinde tutmaz, saçıp savurmaz. Kime, nerede ve nasıl ikram edeceğini iyi bilir.
Zaten bu biliş dervişin kalbinin sanatıdır. Derviş kalbinin sanatı ile yaşayan insandır.
Biz dervişliği seviyoruz. Derviş olmayı bir gaye-i hayal olarak önemsiyoruz. Dervişlik
aslında bir kemal yolculuğudur. Haddini bilmek, kimin ne kıymeti var ise onu takdir etmek
ve sevgi ile hizmeti hayatın gayesi haline getirmek dervişliğin özüdür. Dervişlik buradan
bakınca azlardan olmayı seçmektir. O yüzden derviş gariptir. Çoğunluk ya onu ciddiye almaz
ya da teklifini...
Modern zamanlarda dervişliğin özeti, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş Peygamber
Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in en kıymetli üç sünnetinin bir şahsiyet olarak
temsilidir. Bu üç sünnet Rabbimize karşı duruş, yaratılanlara karşı duruş ve dünyaya karşı
duruştur. Tıpkı Rasûlullah Efendimiz gibi Rabbimize çok şükreden bir kul olmak, yaratılanlara
şefkat ve merhametle hizmet etmek ve dünyayı ve süslerini kalbimize sokmamak nebevî
örneklikten mülhem bir derviş duruşudur.
Dervişlik, Enes radıyallahu anh’a yapılan şu nebevî ikaz ile Rasûlullah Efendimiz ile birlikte
cennette olabilme çabasıdır: “Yavrucuğum! Sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar
gönlünde kimseye karşı kin beslemeden durabiliyorsan, bunu yapmaya çalış. Yavrucuğum!
İşte bu benim sünnetimdir. Benim sünnetimi kim canlı tutarsa beni seviyor demektir. Beni
kim severse, cennette benimle beraber olur”
Herkes derviş olamaz diyenler dervişliği bir sınıfa, statüye ya da zamana indirgeyip yanlış
yapıyorlar. Herkes istidadına göre dervişlikten nasip alabilir. Dervişlik bir hal, duruş ve
tavırdır. Allah herkesi kendisine dost olmak için yaratmıştır. Dervişlik bu gayenin tahakkuku
için gayret eden, gayreti ile de herkese örnek olan insandır. O dünyadan elini eteğini
çekmemiş, tam tersi herkesten fazla hayatın içinde, sevdirmeye ve sevindirmeye
kilitlenmiştir. Elinin emeği ile geçinir, zenginlik içinde yüzse bile Allah’a muhtaç olduğunu
bilir. Hakkın muradının halkın iyiliği, güzelliği ve hayrında olduğunu bilir. O yüzden herkes
derviş olmaya çalışmalı, en azından dervişliğin hasreti ile yaşamalıdır.
BİR AYET BİRÇOK DERS
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de
göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!
Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi
olanlar ulaşabilir.” (Fussilet 34-35)
Bu iki ayet dervişliğin özünü verir. Derviş, sabır ve diğer büyük ahlâkî hasletlerden nasibi
büyük olandır. Böylesi öfkeliyken sabreder, kötülüğe mâruz kaldığında bağışlar. Bu büyük bir
ahlaktır. Nebevi ahlak da bundan başkası değildir.
Dervişin en mühim hasleti hilmdir. Hilm, ahlâkın bütün güzelliklerini içinde toplayan bir
haslettir. Şiirin en güzelini bilen, hitabeti seven, ticaret ve siyasette büyük devletler yarışan
Cahiliye insanının cehaleti hilm yoksunluğu sebebiyleydi. Hilm serkeşlik ve saldırganlığın
karşıtıdır. Bu açıdan hilmden uzak olmak esas akıldan yoksunluktur. Hilmi ile ahlâkını
güzelleştirmiş derviş aslında aklı ile temayüz etmiştir. Ne var ki modern cahiliyenin insanı
dervişi garipser, önemsemez, ciddiye almaz.
Derviş kendisini ciddiye almayanlara bakarak halini değiştirmez. O’nun en mühim özelliği
kendi iyilik siyasetini, başkasının kötülük siyaseti karşısında değiştirmemesidir. Birileri kötü
olabilir, kötülükte ısrar da edebilir. İyi, kötüye bakarak halini ve tavrını değiştirmez. Dervişlik
iyi ile iyi olmak değil, kötü ile iyi olmaktır. İyiliğe iyilik her kişinin kârı, kötülüğe iyilik ise er
kişinin kârıdır. Erlik erkeklik ya da kadınlık değil, dervişliktir.
“İnsanlar iyilik yaparsa biz de iyilik yaparız, şayet zulmederlerse biz de zulmederiz» diyerek
her hususta başkalarını taklit eden şahsiyetsiz kişiler olmayınız! Lâkin kendinizi, insanlar
iyilik yaparsa iyilik yapmaya, kötülük yaparlarsa zulmetmemeye alıştırınız!”

Adı her ne olursa olsun Allah Teala’nın tahdit ettiği çerçeveye riayet edilmemesi Müslümanı
fasıklığa, fücura ve dalalete sürükler. Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminden günümüze kadarki
süreçte hakiki manada tasavvuf fıkıhtan; tarikat şeriattan ayrılmamıştır. Muhtelif
zamanlarda tasavvuf adı altında ortaya çıkan ve ifrat-tefrit uçlarında cereyan eden aşırılıklar,
yine her dönemin şeriata vâkıf tarikat ehli uleması tarafından tashih ve tanzim edilmiştir.
Hevâ ve hevesini din edinip şahsına çağıranların ipliği, tarikatı şeriattan farklı görmeyen
hakikat ehli kimseler eliyle pazara çıkarılmıştır.
Manevi eğitim
Tasavvuf, irfan ehlinin ifadesiyle “Kartvizit dağıtır gibi ders kâğıdı dağıtmak veya bir ajansa
abone olur gibi ders-evrâd u ezkâr alma işi değildir.” Nitekim manevi eğitim olarak bilinen
kalp terbiyesinde belirli metotlar gereklidir. Bunu da pozitif ilimlerde mahir olan hocalar
olduğu gibi manevi eğitimde de üstâd olan mürşidlerin talim ve terbiye usulleri ile elde
etmek icap eder. Ancak bir kimsenin manevi dersinin olması, o kimsenin şeriattan bağımsız
olduğu, helal-haram mes'ûliyetlerinden muaf tutulduğu, manevi ders-tövbe aldığı
mürşidinin-şeyhinin o kişiyi ahirette kurtaracağı gibi batıl ve garantici inanışlara
götürmemelidir. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kendi kızı Hz. Fatıma’ya “Amellerini artır;
babanın peygamber oluşuna güvenme.!” mealindeki ikazı kulluk ve ameli olmadığı
müddetçe insanı ahirette kurtaracak herhangi bir dayanağının olamayacağını ifade etmekte;
“İnsan için ancak amelinin karşılığı vardır.” (Necm/53-39) ayetini tefsir etmektedir.
ZÜHD, TAKVA VE DERVİŞLİK…
Tasavvuf tekkeye-dergâha, ilim medreseye, ibadet ise camiye hapsedildiğinde ilim
tasavvuftan, ibadet hayatın bizatihi kendisinden tecrit edilmiş olur. Nitekim İslam; inziva,
tecrit ve infirat dini değil; camide olduğu kadar çarşıda, evde olduğu kadar sokakta, sulhta
olduğu kadar savaşta, okulda olduğu kadar meslekte, ibadetlerde olduğu kadar evlilik
hukukunda, alışverişlerde olduğu kadar ceza hukukunda da cari olan bir ilahi sistemin adıdır.
Ebû Hanîfe’nin talebelerinden İmam Muhammed’e gelerek zühd ve takvâ (tasavvuf) ile
alakalı kitap yazmasını isteyen kimselere İmam Muhammed cevaben “Sizlere helal kazancın
nasıl olacağı, alışverişlerde helal ve haram dairesinin ne olduğu ile alakalı Kitâbü’l-bey’
(alışveriş hukuku) kitabını yazdım.”demiş; helal kazanç elde etmenin, alışverişlerde
hakkaniyet ve adaleti tesis etmenin takva ve tasavvufu temin eden en önemli unsur
olduğunu vurgulamıştır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) “Yediği, içtiği, giydiği ve beslendiği
her şey haram olmasına rağmen ellerini kaldırıp bir de Yâ Rabbi, Yâ Rabbi diyerek dua eden
bir kimsenin duası nasıl kabul olunur; şaşılacak şey.” ifadesiyle zühd, takva ve dervişliğin
gündelik işlerde helal-haram hassasiyetinin korunmasına bağlı olduğunu ifade etmiştir.

Tasavvuf kimi zaman İmam Rabbânî’nin hurafeleri tarikattan temizleyip şeriatın emrettiği
çerçevede Müslümanca bir hayatı telkin ettiği Mektûbât’ı; kimi zaman İmam Ebû Hanîfe’nin
gündüz yaptığı ictihad ve yetiştirdiği talebelerine ilaveten kırk yılı aşkın süredir yatsı
namazının abdestiyle kıldığı sabah namazlarının huşûdur.
Kimi zaman aklî ve naklî ilimleri tahsil edip tekkesinde irşâd eden Akşemseddin’in Fatih
Sultan Mehmed’i İstanbul’u Gülzâr yapan padişah olarak yetiştiren feraseti iken kimi zaman
annesinin sözüne sadakatinden dolayı Hz. Peygamber’i (s.a.v.) göremeden ayrılmak zorunda
kalan Veysel Karânî’nin anne duasına gösterdiği ihtimamıdır.
O’NUN DIŞINDA HERKESİN SÖZÜ TARTIŞILABİLİR!
Kimi zaman Hz. Peygamber’in (s.a.v.) kabri başına gelip “Şu kabrin sahibi Hz. Muhammed
Mustafa dışında herkesin sözü tartışılabilir, tenkit edilebilir ve reddedilebilir. Sadece
Peygamber’in (s.a.v.) sözü kayıtsız şartsız kabul edilmek zorundadır.” diyen İmam Mâlik’in
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) olan fart-ı muhabbet ve sadakati; kimi zaman “Hz. Muhammed
(s.a.v.) öldürüldüyse artık yaşamanın ne anlamı var. O halde kalkın ve Hz. Peygamber (s.a.v.)
ne uğrunda öldüyse siz de o uğurda canınızı verin.” diyen Enes b. Nadr’ın (r.a.)
Peygambersiz bir hayatı yok sayan ufku ve gayret-i dîniyyesidir.
Kimi zaman kadı iken bir mürşide bende olup tüm varlığını ve dünyayı elinin tersiyle ittiğini
tevsik eden Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin çarşıda ciğer satan tevâzûu iken kimi zaman
İslami ilimleri en âlî derecede tahsil etmesine rağmen Taptuk Emre’nin kapısında -kendi
ifadesiyle- köle olan Yunus Emre’yi üstadının tabiriyle “Bizim Yunus” yapan vefa ve
bağlılığıdır.
Kimi zaman Mısır’ı fethetmesine ve devletinin sınırlarını kat be kat artırıp tüm dünyaya
hükmedecek kuvvet ve kudrete eriştirmesine rağmen Şeyhülislâm Kemal Paşazâdenin atının
ayaklarından sıçrayan çamurlu kaftanını vefat ettikten sonra kabrinin üzerine konmasını
vasiyet eden Yavuz Sultan Selim’in alçak gönüllülüğünde; kimi zaman kendi zamanının tüm
pozitif ve şer'î ilimlerini tahsil etmesine rağmen Şems-i Tebrizî’nin sorduğu bir sual ile
gönlüne düşen kıvılcımı harlayıp Mesnevi-i Şerif başta olmak üzere ciltler dolusu beyitlerle
Allah sevgisini ve Peygamber muhabbetini bir “sazlıktan koparılmış bir ney’in” lisanından
anlatan Hz. Mevlana’nın manevi iklimindedir.
Bu sebeple tasavvuf bizden, hayattan ve yaşamdan ayrı-gayrı bir yerde, ulaşılamaz bir
mevkide, sadece bir kesimin eriştiği bir mertebede, elde edilemez bir kertede değil; kitap ve
sünnetin gölgesinde ve kendisindedir.
HEM BUGÜNÜN HEM GELECEK ZAMANIN DERVİŞİ OLMAK
Helal kazancın haramla kirlenip şüpheli hale gelmemesi için hassasiyet gösterilmesi, sadece
modern zamanın değil; zamanın ötelere ulaşan dervişliğidir. Mesaisine ve görev tanımına
riayet ederek nafakasını temin eden bir çalışan, yaşadığı zamanın dervişidir. Sattığı ürünün
kalitesini, bozuk veya eksik/noksan olan tarafını söyleyerek müşteriyi aldatmaktan sakınan
kimse, içinde bulunduğumuz zamanın hem dervişi hem mücahididir. Sahih olan İslam’ı sahih
olarak öğrenip kalem ve kelamıyla sahih şekilde anlatmaya çalışan; okuduğu okulda bunun
hakkını vermeye gayret eden genç kardeşimiz her dönemin hem mollası hem dervişidir.
Eşine ve çocuklarına maddi ve manevi hassasiyet gösteren bir erkek evinin ve çevresinin
dervişi; kocasının hakkına riayet eden bir kadın Hz. Hatice ve Hz. Fatıma’nın yaşadığımız
zamandaki müridi; asrın dervişidir. Yalnız kaldığı bir ortamda Allah Teâlâ’nın gördüğünün
farkında olan bir kimse, “Onca çiçek aradım; ancak bu tavuğu kesmek için Allah Teâlâ’nın
görmediği, O’nun olmadığı hiçbir yer bulamadım.” diyerek üstadı Üftâde hazretlerinin
gönlünü teskin eden Aziz Mahmûd Hüdâyî’nin yol arkadaşıdır.
Hülasa tasavvuf, akademik çevrelerin veya sanal alemin teorik olarak tartıştığı hayattan
kopuk mâlâyânî malzemesi değildir. Bilakis tasavvuf şeriatın çizdiği çerçeveye sadakat ve
Allah Teala’nın tahdit ettiği nizam ve intizama liyakattir. Hakk’ın emrettiklerini halkın içinde
iken ikâme edebilme hassasiyeti ve temrinidir. Şeriatın emrettiği hükümlerin manevî
alemimizi inşa ve imar edecek surette tatbik edilmesidir. Beşerî münasebet ve dünyevî
meşguliyetler içerisinde Hakk ile olan iltisâkı kuvvetli tutabilmektir. Asır ve çağları aşıp
ötelere ulaşan dervişliğin, mürid ve muhibbî olmanın yolu ise bulunduğumuz yeri tekke
telakki ederek yaşantımızın ve halet-i rûhiyemizin samimiyet, rızay-ı ilahi ve muhabbetullâh
ile tezyin edilerek marifetullâha erişilmesine bağlıdır.
Modern Zamanda Nasıl Derviş Olunur?
“Dervişlik olaydı tâc ile hırka/Biz dahî alırdık otuza kırka” diyen Hz. Yunus, dervişliğin bir ruh
ve şu’ûr meselesi olduğunu söylerken keskin bir ihsan duygusuna erme niyet ve gayreti diye
anlatmaktadır. Bu manada derviş olmak kolay, fakat derviş kalmak daha zordur.
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz
Modern dünyanın Müslüman, gayrimüslim ya da derviş her türlü çağdaş insanı üç önemli
putla karşı karşıyadır: Materyalizm, kapitalizm ve sekülerizm.
Materyalizm, ruh ve manadan uzak sadece madde ve fizikî hayata ait algıyı önceleyen bir
yapıya sahiptir.
Kapitalizm ise duygu, ahlak ve etik kaygılardan yoksun paraya yaslanan ve ekonomik gücü
öne çıkaran bir sistemi önermektedir.
Sekülerizm ise ahiret, hesap ve öte dünyayla ilgili kaygıları görmezden gelen sadece dünya
merkezli bir düzeni ön görmektedir.
Genelde Müslüman ve özelde derviş gönüllü insan modern çağın bu üç putuyla mücadele
için tasavvufun önerdiği esaslardan yararlanabilir. Şöyle ki Allah ile ilişkilerde ihsan
kıvamında bir imanı hayatın merkezine alındığında insanoğlu maddeye kulluktan, dünya
peşinde koşmaktan kendisini daha kolay bir biçimde yönetebilir. Çünkü tasavvufî öğretilerin
temelinde ihsan, takva ve istikamet ile hayatı farklı gözle görmek ve gönül âleminde uyanık
bir kalple hayatı yönetmek vardır.
İnsan hayatının ilişkileri bakımından üç önemli merhale olduğu açıktır. Bunlardan birisi kulun
Allah ile ilişkileridir. İkincisi hemcinsleri olan insanlarla ilişkileridir. Üçüncüsü ise dünyadan
ve dünya nimetlerinden yararlanma konusundaki durumu ve tavrıdır.
Alemi ve evreni fiziki bir alemden ibaret görmeden metafizik bir yaratıcının varlığına inanan
bir mümin derviş, dilini ve kalbini Allah zikriyle meşgul etmek suretiyle materyalist dünyanın
baskılarından kendi gönül dünyasına iltica eder. İnsanoğlu fıtratı gereği sığınma ihtiyacı
duyan bir varlıktır. Sığınma ihtiyacı da en yüksek şekilde Allah’a iman ve teslimiyetle
gerçekleşir. Zihinlere düşürülmek istenen şüphelerden arınmış mutmain bir kalbe sahip olan
derviş, ibadet, zikir ve tespihiyle bir yandan gönlünü Allah’a raptederken diğer yandan
tasavvuftaki “halvet der encümen” ilkesiyle “el karda gönül yarda” anlayışına uygun bir
biçimde sekülerizmin tuzaklarından da materyalizmin tuzaklarından da kurtulma şansı elde
eder.
Kulun hemcinsleriyle ilgili münasebetlerinde İslam’ın Müslümana, tasavvufun mürîd ve
dervişlere talim ve telkin ettiği merhamet algısı yaratılan her varlığı sevmek ve imkânlarını
onlarla paylaşmak şeklinde ganî bir gönle erişmek demektir. Bu yüzden modern çağda
ekonomik açıdan “insan insanın kurdudur” gibi bir anlayışı egemen kılan vahşi kapitalizm
karşısında “Müslüman Müslümanın, derviş dervişin yurdudur” şeklindeki şefkat anlayışını
hâkim kılar.
Müslümanın ve çağdaş dervişin en büyük problemlerinden birisi de dünya nimetlerinden
yararlanmadaki ölçüdür. İnsanoğlunun tûl-i emel ve hırs gibi dünyevî arzularını tetikleyen ve
ona sürekli nalıncı keseri gibi kendi çıkarlarını kayırma duygusu telkin eden anlayışı, İslam’ın
israf karşısındaki tavrı dervişliğin “Bir lokma bir hırka” anlayışıyla buluşunca zühd libasına
bürünür. Böylece insan ihtiyaçlarını kontrol altında tutabilme alışkanlığı elde eder. Burada
çağdaş hayatın en büyük zulmü olan reklam zulmü devreye girmekte ve insanlara sürekli
yeni ihtiyaçlar üretmektedir. Oysaki İslami ve tasavvufi anlayışa göre ihtiyaçlar
sınırlandırılmalıdır. Bir şeyin ihtiyaç olduğuna medya araçları değil bizim değerlerimiz yön
vermelidir. Dolayısıyla çağdaş dervişin modern hayattaki en büyük çabası gönül âlemini
yüceltmek, insani ilişkileri saflaştırarak dost halkasını genişletmek ve insanın kendi
değerlerini paylaşan kimselerle bir arada bulunması olmalıdır.
Prof. Dr. İrfan GÜNDÜZ
Olmak Kolay, Kalmak Zor!
Derviş: “muhtaç, yoksul ve dilenci” gibi anlamlarda kullanılan farsça bir kelimedir. Yaygın
kabûle göre; “kapı önü” anlamına gelen farsça der-pîş terkîbinin dönüşümünden alınmıştır.
“Dervişlik yâr olup bâr olmamak” diye tanımlanır. Herkesin yâr ve yardımcısı olmak, fakat
kimseye yük olmamak şeklinde anlatılan ve anlaşılır.
Hz. Mevlânâ: “Sarayın kapısını çal ve sabırla bekle. Hemen oradan ayrılma! Mutlaka kapıyı
sana açan biri bulunur. Böyle bir kapı kimseye ebediyyen kapalı tutulmaz” dediği gibi,
sadece Allah’a el açan ve yalnız O’ndan yardım bekleyen ve O’nun kapısında duran kimseler
dervişliğin markası hâline gelmiştir.
Derviş kelimesi, daha sonraları zühdü ve tasavvufu ifâde etmek üzere Arapça fakîr ve fakr
kelimelerinin yerine kullanılmış, zamanla daha farklı ve daha geniş bir muhtevâ kazanmıştır.
Bu gelişim ve değişime paralel olarak derviş kelimesi; hem yoksul kişi, hem de zengin bile
olsa Allah’a muhtaç olduğunun şuuruna sahip sûfî anlamında kullanılır olmuştur.
Derviş: “Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk/Pâdişah konmaz saraya hâne mamûr
olmadan” beytinde anlatılan gönlün ayrık otlardan arındırılması, ahlâkî hasletlerle
donatılarak ilâhî feyzin inişine ve yerleşmesine zemin hazırlanması anlamında çalışan tâlip
demektir.
Dünyayı bir deniz, insanı da gemiye benzeten Hz. Mevlânâ; gemi denizi ayaklarının altına
aldığında yüzer ve istediği yere gider, aksi halde gemi delinip su aldığında nasıl batarsa,
derviş te dünyayı sandalye gibi ayaklarının altında kullanan sâlik, dünyâyı cebinde ve
cüzdanında taşıyan ve gönlüne asla sokmayan kemal yolcusu demektir.
“Dervişlik olaydı tâc ile hırka/Biz dahî alırdık otuza kırka” diyen Hz. Yunus, dervişliğin bir ruh
ve şu’ûr meselesi olduğunu söylerken keskin bir ihsan duygusuna erme niyet ve gayreti diye
anlatmaktadır. Bu manada derviş olmak kolay, fakat derviş kalmak daha zordur.
Prof. Dr. Ali NAMLI
Gerçek Derviş Zaman ve Mekan Üstüdür
Yol anlamına gelen “tarîk” ve “tarikat” kelimesi aynı zamanda usul ve metot anlamına da
gelmektedir. Farklı tasavvufî yollar ve ekollerdeki metot çeşitliliği ve zenginliği zamana,
şartlara, insanların meşreb, karakter ve tabiatlarındaki farklılıklara göre değişik
uygulamalara imkân vermiştir. Zikrin cehrî ya da hafî olarak yapılması, evrâd ve ezkârın
tertîbi, sayısı, yapılacağı vakitler, zühdün maddiyatı tamamen terk etmek ya da dünya
sevgisini gönülden çıkarmak olarak anlaşılması ve uygulanması, halvetin halvet der-
encümen (halk içinde Hak ile olmak) şeklinde de tatbik edilmesi gibi farklı terbiye usulleri bu
konuda verilebilecek pek çok misalden birkaçıdır.
Tarih boyunca farklı dönemlerde bazı tasavvuf yollarının ve usullerinin revaç bulup
bazılarının gerilemesi, hatta ortadan kalkması zamanın ruhuna göre tasavvufî hayatın
şekillenmesi ve kendini yenilemesi olarak değerlendirilebilir.
Tasavvufî konularda ictihâda dayanan uygulamalar ve yorumlar hakkında karar verecek olan
mürşid-i kâmiller, hatta ekmellerdir. Modern zamanların bazı problemleriyle ilgili hariçten
gelen çözüm teklifleri, mesela büyük şehirlerde yaşanan trafik problemi gibi günlük hayatın
zorluklarını tasavvufi anlamda “çile” saymak tasavvufî hayatın mahiyetinden bîhaber
olanların öne sürecekleri bir fanteziden ibarettir.
Esas mesele zaman ve mekanın getireceği zorlukları ve engelleri zaman ve mekan üstü
prensiplere sarılarak aşmak ve “gerçek derviş” olmaktır. Gerçek derviş, gayesi ve matlûbu
sadece Allah olan kimsedir. Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye ederek güzel ahlâkın kemâline
ulaşmıştır. Tevhidin hakîkatine erdiğinden masivâ ve ağyâr, yâni Allah dışında ne varsa hepsi
gözünden silinmiş, eşyânın ve hâdisâtın tesirinden ve boyunduruğundan âzâd olmuştur.
Ezelî ve ebedî olan, belli bir zaman ve mekânla sınırlı olmaktan münezzeh olan Allah ile
beraberlik şuuruna ulaşan, hatta daha da ileri giderek Allah’ta fânî olma mertebesine eren,
en azından bu yolda bulunan kimse zamânî ve mekânî olmaktan kurtulmuş, zamanı ve
mekanı aşmış demektir. Bu idrake ve şuura ulaşan dervişe göre zamanın klasik, modern
veya post-modern olması ya da sayılması fazla bir şey ifade etmez. Bilakis ulaştığı olgunluk
seviyesine göre onu zamanın fitnelerine, türlü zorluklara ve sınamalara karşı daha metin ve
dayanıklı hale getirir.
Prof. Dr. Necdet Tosun
Dervişliğe Her Zamankinden Daha Çok Muhtacız
Dünyanın bin yılda görmediği büyük gelişme ve değişmeleri son kırk yılda görmüş
bulunuyoruz. Köyümüze elektrik geldiğinde altı yaşlarındaydım. Eve kablo çekilip prizlerin
bağlandığını hatırlıyorum. Oysa şimdi dijital çağı ya da uzay çağını yaşıyoruz. Bu büyük
değişim toplumun hayat tarzını ve düşünce biçimlerini de etkiliyor. Mahalle bilincinin,
komşuluğun, içtimaî hayatın önde olduğu bir devirden apartman dairelerinin bireysel hayat
tarzına doğru bir geçiş dönemi yaşanıyor. Medya ve sosyal medyanın bilgi bombardımanı
içinde doğrular ile yanlışlar karışık bir vaziyette insanlara servis ediliyor. Dünyevîleşme her
zamankinden daha fazla zihinleri meşgul eder hâle gelmiş durumda. Reklamlarla konfora
özendirilen kanaatsiz bir nesil oluşturuluyor.
Böyle bir devirde İslamiyet’in manevî boyutu demek olan tasavvufa ve dervişliğe her
zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz açık bir gerçektir. Zaten maneviyatını yitiren
Batı dünyasının insanları da çoğunlukla tasavvuf sayesinde İslam’a yönelmektedirler.
Yüzlerce yıllık bir geleneğe sahip olan tasavvufî ekoller, maneviyat okulları, akıntıya kapılmış
kitleler için âdetâ can simidi görevi yapabilecek durumdadır. Ancak bu maneviyat ocakları
da temel prensiplerinden vaz geçmeden dünyanın hızlı değişimine ayak uydurmak
zorundadırlar.
Meselâ eskiden tekke hayatında mürid mürşidini daha sık görebilmekte, problemlerini
anlatıp çözüm arayabilmekte iken, bugün sayıları yüzbinlere ulaşan müridlerin şeyh
efendilere birebir ulaşabilmesi zorlaşmıştır. Öte yandan kitap, dergi ve medya üzerinden
şeyhinin yazılarına, sohbetlerine, vaazlarına daha çabuk ulaşabilme imkânı vardır. Dijital
çağın imkânları faydalı olmakla birlikte, insanları gerçek manada yetiştiren şey göz göze
bakarak, gönül gönüle vakit ayırarak yapılan eğitimdir. Bu sebeple sohbet halkalarının ve
dostluk gruplarının ihmal edilmemesi gerekir.
Tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüşen dünyada iş hayatının yoğunluğu ve büyük
şehirlerin sorunları stresli bir toplum ürettiği için, birçok tasavvuf ekolü eski eğitim usullerini
günün şartlarına adapte etme yoluna gitmişler, meselâ zikir sayılarını azaltmışlardır. Ayrıca
eğitim seviyesi yükselen ve daha bireysel düşünmeye başlayan nesiller bazı tarikatların
intisap ritüelleri ve râbıta gibi uygulamalarını abartılı ve gereksiz bulmaktadırlar. Bu sebeple
bazı tasavvuf ekolleri daha sade ve günümüz insanına daha uygun bir tasavvuf anlayışı
geliştirmeye başlamışlardır. Öte yandan yeni nesiller arasında yaygınlaştığı anlaşılan Deizm
gibi akımlara karşı geleneksel maneviyat ocakları olan tasavvuf ekolleri bir “iman
kurtarma” ve “maneviyat aşılama” görevi üstlenmektedirler.
Burada insanların, özellikle gençlerin önündeki en büyük problem hakikî tasavvuf yolları ile
sahtelerini ayırma konusunda ortaya çıkmaktadır. Materyalizmden bunalan nesiller
tasavvufta huzur bulmak için bir arayışa girdiğinde bu yolun istismarcılarıyla karşılaşıp
soğuyabilmektedirler. Ancak unutulmamalıdır ki peygamber efendimizin (a.s) vefatından
hemen sonra sahte peygamberler de ortaya çıkmıştır. Sahte peygamberler çıkmış diye
hakikî dinden soğumadığımız gibi, sahte tasavvuf ehli çıkmış diye bu büyük maneviyat
okulundan uzak kalmak anlamsız olacaktır.
Hulâsa, tasavvufî ekollerin başındaki insanlar temel prensiplerden vaz geçmeden zamanın
şartlarına göre tasavvufî eğitim usullerinde bazı değişiklik ve sadeleştirme yoluna gitmeli;
tasavvuf yoluna bağlı olan dervişler de moda felsefelerin tesirinde kalmadan İslâmî ve
tasavvufî eserleri okuyup sohbet ve zikir halkalarına devam etmeli, ferdiyetçi hayat
tarzından kurtulup ümmetle kaynaşma ve topluma faydalı olma derdinde olmalı, muhabbeti
diri tutmalıdırlar.

You might also like