Cisim Birincil

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 38

Birincil

Kategoriler

- “Dahası dersin ki; cevher ya yalın ya da bileşiktir. Bu ikinciyle madde ve suret bileşiminden
oluşan bileşik cevheri kastediyorum. Yalın ise ya bileşiğin kurulmasına dâhil olmayıp, aksine
ondan muaf ve ayrıktır; ya da onun kuruluşuna dâhildir. Onun kuruluşuna dahil olan da ya
masanın varlığına ağacın dâhil olması gibi dâhil olur ve madde diye isimlendirilir, ya da
masanın şeklinin masaya dâhil olması gibi olur ve suret diye isimlendirilir. Madde tek başına
dikkate alındığında bileşiğin bilfiil bir varlığı bulunmaz, daha bileşiğin maddeyle ancak
bilkuvve bir varlığı olur. Suret ise, meydana gelmesiyle bileşiğin ne ise o olarak varlığa
geldiği şeydir.”89
- “Cevherlerin tümü bir konuda (mevzu) bulunmama özelliğinde eşit bir şekilde ortaktırlar…
hiçbir cevher bir konuda olmadığı gibi bir konuda olan hiçbir şey de cevher değildir.”98
- “[…] bitişik [muttasıl] nicelik bütün doğal cisimlerde farklılaşma olmaksızın bulunurken
nitelikler doğal cisimlerde farklı farklı bulunur.”107
- “Eğer nicelik maddeyle birlikte olan cisimlik ise ve dolayısıyla cismi cisim olarak kuruyor
ise bu durumda cevherlerin kurucu sureti/biçimi olması uygun olur. Suret cevher olduğundan
bu durumda nicelik de cevherdir… Bize göre, bilinmelidir ki her cisim sonludur. Ne var ki
cisim olması bakımından cismin tanımı “cisim”in ve sonlu olması bakımından “sonlu”nun
tanımlarından başkadır. Cisimlik tanımı cisim olarak kurulduktan sonra 1 her cisme sonluluk
lazım gelir/gerekir. Bu nedenle cisim bazen cisim olarak akladilirken sonluluk, konuların
talep edilen arazları kendilerini apaçık kılan burhanlarla ortaya konulmadıkça akledilemez. Bu
yüzden sonluluk cismin mahiyetine dahil değildir ve dolayısıyla yüzey de cismin tanımının
bir parçası değildir. Bununla birlikte her cisim sonlu olsa da boyutların cisimde bilfiil
meydana gelmesi zorunlu değildir. Zira küre olması bakımından küre cisimdir, fakat onu tek
bir son kuşatmaktadır ve onda bilfiil ayırt edilmiş boyutlar farz edilmez. Dahası cismin cisim
olmasının nedeni; doğasında ve yapısında, ortak tek bir doğru üzerinde dik açıyla kesişen
mutlak üç boyutun varsayılabilme özelliğinin bulunmasıdır. İşte cisimliğin sureti de budur.
Buna göre içinde bir boyut farz etmene imkân veren bir şey ve sonra onunla dik açıyla kesişen
başka bir boyut sonra da ilk ikisiyle dik açıyla önceki kesişme üzerine kesişecek üçüncü bir
boyut; işte cisim budur. Bundan sonra iki cisimden biri boyutlardan birini veya ikisini veya
üçünü kabul etme bakımından ya da büyüklük ve küçüklük bakımından birbiriyle
farklılaştığında bu farklılaşma kesinlikle mutlak olarak üç boyutu farz edilebilme hususunda
olmayacaktır. Birinin diğeriyle farklılaşması zikredildiği gibi, kabul ettiği boyutlar açısından
olacaktır. Dolayısıyla o, üç boyutu kabul etmesi yönünden mutlak olarak cisimdir. Aynıyla üç
boyutu (yani var olan üç boyutu) ya da eğer mümkünse kendisinde bilfiil mevcut üç boyutu
kabul etmesi yönünden ise (yani bu tahsisle) ölçülebilir olmasına göre cisimdir. Bu ölçme
ister onu tayin etmesin ister tayin etsin, cisim olması ölçülebilir olması bakımındandır.
Cevhersel sureti olan cisimlik sureti ise ki bu bir cisimde diğerinden fazla değildir, ilk kısım
(yani mutlak cisim) grubundandır ve cevherin suretidir. Dahası bu cevherdir ve araz değildir.
Üç boyuttaki sınırlı ya da sınırsız ölçmeye arız olan belirlenen (muayyen) ise nicelik
grubundan arazdır. Aynı cisim kendisinde bazen niceliğe göre farklılaşmanın arız olması ve
surete göre farklılaşmamanın arız olması bakımından var olur. Çünkü mum hangi şekli alırsa
alsın zikredilen suret üzere mutlak üç boyutu kendisinde varsaymanın doğru olmasını
muhafaza eder ve bu onda farklı bir durum olmaz. Oysa herhangi bir şekille sınırlandığında
ise, kendisinde bilfiil ya da bilkuvve sınırlandığı ve belirlendiği uzunluk, genişlik ve derinlik
boyutlarıyla farklılaşır. Zira mumun şekli küre olduğunda kendisine ilişen sınırlı boyutların
nispeti, şekli kare oldu zaman kabul edeceği belirlenmiş sınırlı boyutların nispetinden başka
1
Cisim olarak dış dünyada gerçekleştikten sonra?
olur ki işte bu onun niceliğidir. Su genleşme sırasında cevherini su olarak muhafaza ederken
hacmini artırır. Dolayısıyla cinssel cisimliğinin2 yanında türsel cevherliği sabit kalırken
cisimsel ölçüsü [mikdâr] değişir.”108,109
- Cisimsel suret hiçbir şekilde ölçülemez, ölçülen şey niceliktir: “Birisi çıkıp ta diyemez ki,
“küresel cisim küp şekline geldiğinde onun boyutları değişmez, çünkü o yüzölçümü
bakımından önceki durumuna eşittir.” Şöyle ki sen ileride şunu öğreneceksin; eşit ya bilfiil
denk olana denir ya da bilkuvve olana denir. Buna benzer şekillerin ise gerçekte eşitliği
yoktur. Aksine herhangi bir anlamda onlar için “eşitlik kuvvetindedirler” denilir. Kuvve
halinde olan ise henüz mevcut değildir. İlk anlamda cisimlik kesinlikle hiçbir şeyle
ölçülmez. Çünkü ölçülenin ya ölçüye eşit olması ya da ondan farklı olup daha küçük olması
gerekir. Ölçülene denk olan ise ölçülenin farklı olduğu şeyle denk olduğu şeyi ölçemez. Daha
küçük olan ise kendisini ölçen şeyden farklı olur. Ölçülen bir şey ise, kendisini ölçenin
cinsinden olan şeylerin tümünden farklı olamaz. Aksine kendisini ölçenin cinsinden olan bazı
şeylerden farklı olmalıdır. Aynı şekilde ölçen şey, cisimlerin birbirlerinden ölçen ve ölçülen
diye farklılaşmadıkları anlamda karar kılmaz. Şu halde cisimlerin ölçülmesi bu öteki anlam
iledir ve dolayısıyla da o anlam niceliktir.”
- Cisimsel suret ve nicelik olan suret birbirinden başkadır. Eşitlik, farklılık ve ölçme vaki olan
şey nicelik olan cisimliktir, cisimsel suret değildir. Nicelik olan cisimlik bir arazdır: “Eğer
kendisinde eşitlik, farklılık ve ölçme vaki olan şey, cismin kendisiyle cisim olduğu anlamdan
başka olursa bu durumda cisimsel suret nicelik olan cisimlik olmaz. Aksine nicelik olan
cisimlik ki bu araz olan niceliktir, başka bir anlamda cisimliktir. İşte o, cisimsel surete yakın
ve ona sürekli gerekli olsa da bizim işaret ettiğimiz cisimliktir.” 110
- “Yüzeyin de kendisinde bulunduğu nicelikten başka bir sureti vardır ki bu suret içinde
zikredilen sıfatta iki boyut varsayılabilmesi bakımındandır. Bunun (yani başka sıfata sahip
olmanın) nedeni, herhangi bir şeyin sonunun bu şeyde üç boyutu varsaymayı mümkün
kılmasıdır. Aynı şekilde bu suret onu arazilikten çıkarmadığı gibi bir konuya ihtiyaç
duymaktan da kurtarmaz. Onun niceliği ise cisimde sabit olan ve değişmeyen nicelik gibidir,
ancak cisimdeki nicelik değildir… Yüzeyin, niceliğin gerektirdiği ve kurduğu bir sureti
bulunduğu zaman cevher olması zorunlu değildir. “Herhangi bir türün sureti bir arazı
gerektirir” dediğimizde işte bu şey cevherdir. Dahası bu tek başına cismin suretinde bulunur.
Dolayısıyla nicelik kısmından olan cisimlik zorunlu olarak suret olan cisimliği gerektirir.
Cismin tanımlanması gerektiğinde ve cismin sureti niceliği ile birlikte soyutlandığında ya da
nicelik zihinde ondan soyutlandığında, soyutlanmış bu cisim matematiksel cisim olarak
isimlendirilir.”110
- Nicelik sürekli (muttasıl) ve kesikli (munfasıl) olmak üzere ikiye ayrılır. Bir başka açıdan
nicelik parçalarının konumu olan ve parçalarının konumu olmayan diye iki ayrılır.
- Süreklinin birkaç anlamı vardır: i) niceliğin faslı olan, ii) büyüklük (el-a‘zâm) olmaları
bakımından büyüklüğe eklenen araz ve iii) doğal olması bakımından büyüklüklere (el-a‘zâm)
eklenen araz.
i) Niceliğin faslı olan sürekli: “Fasıl olan bitişiğe gelince, bunun özelliği, bizzat tek bir ölçüye
[mikdâr] söylenmesi ve mukayese için başka bir ölçüye ihtiyaç duymamasıdır. Çünkü onun
tanımı; kendisi için iki parça arasında bir son olan ortak bir sınır etrafında topladığı parçaların
varsayılması mümkün olan şeklindedir. Başka bir itibarla, o parçalardan birinin sonudur. Yani
tahayyülde birine işareti daha yakın kabul ettiğinde sanki diğerinin başlangıcı ve öncesi gibi
olur. Dolayısıyla bu bütüne “o bitişiktir” [süreklidir] denilir. Onda bilfiil kopma ve parça
bulunması şart değildir. Aksine onda aranacak olan, bunu vehmetmenin ve varsaymanın

2
Cinssel cisimliği mutlak cisim anlamında kullanıyor olsa gerek. Çünkü su genleşirken iki şeyi korur: i) kendisinde
üç boyutun farz edilmesinin mümkün olduğu süreklilik sureti, ii) türsel bir suret olarak su olmaklık. Aynı
zamanda korumadığı bir şey vardır: o da sahip olduğu nicelik bir başka deyişle gerçekleşmiş boyutlar.
imkânın bulunması şartıdır. [İşte süreklinin bu anlamı niceliğin kendisine ve kesikliye
ayrıldığı anlamdır.]3
Araz olan süreklilikler: “Bitişiğin son iki anlamı başkalarına göre söylenmeleri bakımından
geneldir. Dolayısıyla o anlamlarda bitişik zati anlamda bitişik değil aksine başkasıyla bitişik
olur.”
ii) Büyüklük (el-a‘zâm) olmaları bakımından büyüklüğe eklenen araz olarak süreklilik: “O
halde bitişik [muttasıl], kendisinde bilfiil tek bir uç ve son bulunan ve bu ucun da aynıyla
kendisine bitişilenin ucu olduğu şeye denilir. Öyle ki şayet bu iki uç ayrı son olsaydı
bitişmenin [ittisâl] mekânı teğet/temas 4 olurdu. Örneğin bir doğrunun diğer bir doğruyla
kendilerini bir fasılla birleştiren dik açı üzerindeki tek bir noktanın, her iki doğru için de uç
olması durumundaki gibi. Yine başka bir örnek de şudur; cismin karalık ve aklık gibi iki
arazının ayrı ayrı içinde bulunacak iki parçası olduğunda, arazlardan her birinin diğeri içinde
bulunduğu şeyde olmayacağı açıktır. Çünkü o arazlardan her biri kendisini diğerinden başka
kılacak özel bir mevzuya/konuya sahiptir. Arız olan için doğa bakımından ittifak eden şeyler
sayıca değişmez. Bu yüzden, içinde aklığın yayılma özelliği olan şey sonlu olduğu gibi içinde
karalığın yayılma özelliği olan şey de sonludur ve bütün bunlar bilfiildir. O halde varsayılan
iki “son” iliştiğinde iki tane son olmazlar, aksine ortada bir son bulunur. İşte bu bitişiklik
bazen nicelikler için olur ki buradaki nicelikler de kendisine yalnızca niceliklerin eklentileri
ilişen niceliklerdir. Örneğin dik açının iki doğrusunun konumu[nun yapısı] gibi ve ya
yukarıda örneklediğimiz karalığın bedeli olarak varsayılabilecek teğet ile aklığın yerine beden
olacak teğet olmayan durumu gibi. Öyle ki bu durumda doğal bir arazla birlikte alınmış
olmayacak ve bu nedenle de iki parça, yüzey ya da cisimden ayırt olacaktır. Dahası bu
bitişiklik [ittisâl] öyle bir toplanmadır ki şayet içindeki “sonlar/nihayetler” konu [mevzu]
içinde bir ve konu [mevzu] bakımından ise yine iki olsaydı, bu bitişikliğin bedeli teğet olan
bir tür toplanma olurdu.”
iii) Doğal olması bakımından5 büyüklüklere (el-a‘zâm) eklenen araz: “Üçüncü (tür) bitişikliğe
[ittisâl] gelince, bu kendisine bitişilenin, nihayetinin buluştuğu konuma bağlı ucunun ortadan
kalkacağı hareketinde bitişiğin [muttasıl] lazımı/gerekeni olduğu türdür. Hareketi sırasında
söz konusu lüzum hali yapışma [mülâsaga] veya örgülü olma [müşâbeke] şeklindeyse bu
bitişiklikte [ittisâl] teğetliğin bulunması imkânsız değildir. Çünkü cisim, başka bir cismin
yanında, hareket ettirilip ve de konumundan ucu diğerini izleyen uç olacak şekilde nakledilip
böylece diğeri de olduğu gibi onunla beraber olur ise bu durumda cisme “kendisine bitişilen”
[muttasıl bih] denilir. Bu bağlama göre gerçek bitişiklik her ne kadar ismi bitişiklikten izafete
nakledilmiş olsa da ilkidir. Çünkü onun için aralarında göreli bitişiklik bulunan parçalar
vehmedilir.”112
- Cisimdeki yüzey ve yüzeydeki çizgi süreklidir, zaman da süreklidir. Ama zaman içindeki an
ve çizgi içindeki nokta sürekli olamayacak iki şeydir: “Nicelik bitişik [muttasıl ve bitişik
olmayan diye ikiye ayrıldığına göre nicelik babından olan cisim nasıl bitişik [muttasıl]
olmasın? Sen bu cismi parçaları arasında ortak bir sınır varsaymanın mümkün olmasına göre
yüzey olarak görürsün. Bazen de yüzey için bunun benzerini çizgiyle görürsün. Oysa çizgi
nokta ile göremezsin ki zaman da böyledir. Zira biz zamanda geçmişi ve geleceği kendisiyle
bitişen [yettesilu] vehmedilmiş bir şey görürüz ki o da “an”dır.”113
- Duyulur cismin parçalanması cisimsel suret ile değil nicelik iledir: “Bu duyulur cisim ancak
kendisinde bir boyut olması bakımından parçalanır [tecezze’]. Bu yüzden bu boyut kendisine
bölüneceğine bölünür. O halde onun parçasının olması bu ölçüye [mikdâr] sahip olması

3
Tercüme hatalıydı. Demek istediği bu anlama sahip olan nicelik sürekli olurken bu anlama sahip olmayan
nicelik kesikli olmaktadır.
4
Burada eden kelimesi vardı çıkardım böyle daha anlaşılır oluyor.
5
Harekette olması bakımından demek istiyor gibi
bakımındandır.6 Yoksa onun mutlak cisim olması ya da cevhersel cisim olması bakımından
değildir. Bildiğin gibi onun parçasının olması farklı ve eşit olmasına göredir, yoksa farklılık
ve eşitliği [yalnızca] kabul etmesine göre değildir. bu durumda parçalanma birinci tarzdaki
cisme, sureti bakımından değil, nicelik sahibi olması bakımından arız olur.” 113
- Parçalanma her ne kadar kendisinde maddenin ortaklığı bulunsa da büyüklük olması
bakımından büyüklüğe arız olur. Beraberinde hareket ve mekândan ayrılma olan parçalanma
ile kendisinde sadece parçalanın belirlenmesi söz konusu olan parçalanma birbirinden
başkadır.113
- Ayrışık nicelik sayıdır: “Ayrışık niceliğe gelince, o parçalarının ortak bir sınırı bulunmayan
yedi gibidir. Çünkü yediyi üçe ve dörde parçaladığında onlar arasında ortak bir uç
bulamazsın. Zira sayılardan sadece birliğin ucu vardır. Üç olan parça ile dört olan parça
arasında ortak bir “birlik” bulunmaz. Şayet bulunacak olsaydı ve bu da o sayıların
birliklerinden olsaydı bu durumda yedi sayısı eksilecek ve birlikleri/birimleri altı olacaktı.
Eğer o yedinin dışında olursa yedinin tertibi sekiz birlikten oluşacaktı.”113,114
- Zaman yenilenmede olan niceliktir: “Şimdi biz deriz ki; bitişik [muttasıl] nicelik sadece
niceliği olduğu şeyde karar kılmış veya karar kılmış olmayan değildir, dahası o
yenilenmededir [teceddüd]. Şunu vazedelim ki, yenilenme yoluyla olan bizatihi her bitişik
[muttasıl], kesinlikle cismin bir hali olan bir hareket özelliğidir (heyet). Zira bu zamandır ki
açıklaması fizik ilmindedir. Karar kılmış niceliğe gelince, büyüklük [azm] ve ölçü [mikdâr]
olarak kabul edilmelidir. Onun uzamı kaçınılmaz olarak ya tek bir boyut olur ve tek bir
parçalanmayı kabul edip dikine parçalanma ilişmeyen olur ki işte bu çizgidir, ya da değişik
yönlerde parçalanabilir olan ve sonra kendisinde dik kesişen iki boyut farz edilebilecek
şekilde dikine parçalanmalar ilişen ve bundan başkası mümkün olmayan olur ki bu da
yüzeydir. Bitişik [muttasıl] niceliğin üç yönde parçalanma kabul eden ölçü [mikdâr] olmasına
gelince, işte bu nicelik türünden olan cisimdir. Buna göre o bu nitelikte olması bakımından
cisim diye isimlendirilir. Bunlara bazen derinlik [ümgan], uzunluk [semegan] ve kalınlık
[sihanen] denir. Kalınlığa gelince yüzeyler arasındaki dolgu olduğu için denilir, derinlik ise
aşağıya doğru inen kalınlıktır, yani yukarıdan aşağıya itibar edilir. Uzunluğa gelince yükselen
kalınlıktır, yani aşağıdan yukarıya doğru itibar edilir.”114

Nicelik

Sürekli Kesikli

Karar kılmamış ve
Karar kılmamış ama
Karar kılmış yenilenmede
yenilenmede olan
olmayan

Büyüklük Zaman Sayı

Tek boyutlu: çizgi

İki boyutlu: yüzey

Üç boyutlu: cisim

- “Ayrışık [munfasıl] niceliğe gelince, bunun sayı olmasından başkası mümkün değildir. Zira
ayrışığın [munfasıl] kuruluşu/varlığı ayrık [müteferrik] şeylerdendir. Ayrık [mütefferik] şeyler
de tekillerdendir ve tekiller ise birler/birimlerdir. Birimler ya bölünmemesi bakımından
bölünmeyen anlamın kendisidir ya da içinde birlik bulunan, birliğe sahip olan birliğin
taşıyıcısı başka bir varlığı olan şeydir.”115,116
6
Yani farz edilmesi bakımından değildir.
- Niceliğin özellikleri: “Buna göre deriz ki; antik filozoflardan bir kısmı şu anlama gelecek
şeyler söylemişlerdir: Niceliğin öncelikli iki özelliği vardır. Birinci niceliğin ölçmeyi
mümkün kılmasıdır. İkincisi ise niceliğin zıttının olmamasıdır. Sonra bu iki özellikten iki
başka özellik daha doğar. Ölçmeyi mümkün kılmasından eşit ve eşit olmayan denilme özelliği
ortaya çıkar. Zıttının bulunmamasından ise artma ve eksilmeyi kabul etmeme özelliği
doğar.”128 “Aynı şekilde onun doğasında ne zayıflama ne şiddetlenme/güçlenme ne de eksilme
ve artma bulunur. Bunun kastım niceliğin başka bir nicelikten daha fazla ve daha eksik
olamayacağı değildir. Ancak kastettiğim niceliğin, ortak olduğu başka şeylerden nicelik
olmak bakımından daha şiddetli ve daha fazla olamayacağıdır. Buna göre üç, üçlük
bakımından başka bir üçten, dört dörtlük bakımından başka bir dörtten ve çizgi çizgilik
bakımından başka bir çizgiden daha şiddetli değildir.”135
- “[…] nicelik için üç hakiki özellik zikredilmiştir: 1- Zatı nedeniyle parçası bulunur. 2 – Zatı
nedeniyle ölçmeyi mümkün kılar. 3 – Zatı nedeniyle eşitliği ve eşit olmayışı kabul eder.
Nicelik için iki göreli özellik daha zikredilmiştir ki bunlar zatında/özünde zıtlığı kabul
etmemesi ve yine özünde daha güçlü ve daha zayıf olmayı kabul etmemesidir.”136

Fizik 1

1) Cisim: “[…] doğal cisim, kendisinde bir uzamın ve bununla kesişen kurucu diğer bir
uzamın ve de her ikisiyle de birden kesişen kurucu üçüncü bir uzamın varsayılması mümkün
olan cevherdir. Onun bu nitelikte olması, kendisini cisim haline getiren biçimdir (suret).
Cisim varsayımsal üç boyuta sahip olması 7 açısından cisim değildir. Zira kendisinde mevcut
olan uzamlar bilfiil, değişse bile cisim, mevcut sabit bir cisim olarak kalır. Çünkü mum
parçası ya da bir miktar suda en, boy ve derinlik olarak uçları sınırlı bilfiil boyutlar meydana
gelebilir. Sonra şekil olarak değiştiği zaman bu belirlenmiş boyutların dış dünyadaki
varlığının her biri bozulur ve başka boyutlar ve uzamlar meydana gelir. Cisim, cisimliğiyle
kalıcıdır; bozulmamış ve değişmemiştir. Onun için zorunlu gördüğümüz bu biçim ise,
kendisinde bu uzamların varsayılabilmesi bakımından sabittir, bozulmaz.”12, 13
2) “Bu doğal cisim, cisim olması bakımından belirli ilkelere sahip olduğu gibi oluşabilir,
bozulabilir ya da kısaca değişebilir olması bakımından da ilave ilkelere sahiptir.” Jon 14
3) Madde ve suret: “Cisim olması bakımından cisim için heyûlâ (madde) olan bir ilke ve suret
(biçim) olan bir ilke bulunur: İster (bu suret) mutlak cisimsel suret olsun, ister cisimlerin
suretlerinden türsel bir suret olsun, isterse de cisim beyaz, güçlü ve doğru şeklinde alındığı
zamanla arazî suret olsun.”
- Üç tür suret zikrediyor: a) mutlak cisimsel suret, b) türsel suret, c) arazi suret.
- Heyula suretten ayrılamaz: “Yine (doğa bilgininin) şunu da vaz’ etmesi gerekir: Heyûlâ olan
bu (ilke), kendisiyle kâim olacak (şekilde) kesinlikle biçimden soyutlaşamaz. Ve de bilfiil
olarak ancak suretin meydana gelmesiyle var olabilir ve böylece bu (suret)le bilfiil varlık
kazanır. Kendisinden ayrılan suret, eğer bu ayrılma ancak onun yerine geçecek ve onun yerini
dolduracak başka bir suretin meydana gelmesi ile birlikte gerçekleşmez ise heyûlâyı bu
yüzden bilfiil bozuluşa uğratır.”
- Heyula: “İşte bu heyûlâ, bilkuvve sureti veya suretleri kabul edici olması bakımından
suretlerin heyûlâsı diye isimlendirilir.”
- Mevzu: “Ve bilfiil sureti taşıyıcı olması bakımından da bu konumda suretlerin konusu
(mevzu) diye isimlendirilir. Burada konunun anlamı, mantıkta ele aldığımız cevher betiminin
parçası olan konu (özne) değildir. Zira heyûlâ bu anlamda kesinlikle özne (konu) olamaz.”

7
En önemli nokta “sahip olması”. Sahip olmak ile kastettiği gerçekleşmiş olmak. Cisim, üç boyutun
gerçekleşmesiyle cisim değildir, üç boyutun farz edilmesi ile cisimdir. Gerçekleşen uzamlar cismin çapının
niceliğidir, cisme eklenendir ve değişendir. Ancak cismin sureti ve cevheri değişmez.
- Madde ve tinet: “Diğer taraftan tüm suretler için ortak olması açısından ise ‘madde’ ve
‘tinet’ diye isimlendirilir.”
- Ustukus: “Çünkü çözümlemeyle (tahlil) kendisine ulaşıldığı için o, bileşik bütünün biçimi
kabul eden yalın parçası olur ve ustukus diye isimlendirilir. Bunda ona benzer olan her şey de
böyledir.”
- Unsur: “Bu anlamda bileşimin kendisiyle başlaması nedeniyle de yine aynı şey ‘unsur’ diye
isimlendirilir. Bunda ona benzer olan her şey de böyledir.
Sanki o (heyûlâ), kendisinden başlandığı zaman unsur, bileşikten başlanıp kendisine ulaşılınca
‘ustukus’ diye isimlendirilir. Çünkü bileşiğin parçalarının en yalın olanı ustukustur.”14
4) Fail ve gai neden: “İşte bunlar cismin kuruluşuna (varlığına) dâhil olan ilkelerdir. Ayrıca
cismin etkin (fail) ve gâî (ereksel) ilkeleri vardır. Fail olan (ilke), cisimlerin suretini
maddesinde doğa haline getirendir. Buna göre (o) maddeyi surede varlığa getirip (kurup) ve
bu ikisinden de suretiyle etki eden, maddesiyle de etkilenen bileşik varlığı kurar. Gâî olan
(ilke) ise kendisi sebebiyle bu suretlerin maddelerde doğalaştığı şeydir.”15
Burada söz konusu olan fail de gaye de ortak olan fail ve gayedir. Ortak iki şekilde anlaşılır:
Ortak fail: a) Failin onda diğer faillerin kendisi üzerinde sıralandığı birinci (temel) fiili
yapması açısından ortak olmasıdır; tıpkı ilk maddeye ilk cisimsel sureti veren gibi. Ve yine
gaye bütün doğal durumların peşinden gittiği gaye olması bakımından böyledir.
b) Genellik yoluyla onda ortak olmasıdır; tıpkı tikel durumların tikel faillerinden her biri için
yüklem olan tümel fail gibi. Ve yine tıpkı tikel durumların tikel gayelerinden, her biri için
yüklem olan tümel gaye gibi.
İki ortaklık arasındaki fark: “İlk anlam bakımından ortak olan, varlıkta sayısal olarak tek olan
bir zâttır; akıl ona çoklar üzerine bir yüklem olmasına imkân vermeksizin kendisi olması
bakımından işaret eder. İkinci anlam bakımından ortak olan ise varlıkta tek bir zat değildir.
Aksine pek çok zatları alan, fail ve gaye olması açısından akılda ortak olan akledilir bir
durumdur. Dolayısıyla bu ortak olan, çoklar üzerine yüklem olur.” 15 (İlki Tanrı’ya işaret
ederken ikincisi yalnızca akli bir tümel olarak fail ve gaye gibi durmakta.)
- Devamında İbn Sînâ eğer böyle bir ilke varsa onun tartışmasının fizik biliminde
yapılamayacağını, ilk felsefede yapılması gerektiğini ifade ediyor. Dolayısıyla İlk Fail ya da
Son Neden tartışması ilk felsefede yapılmalıdır: “Birinci tarzda bütün için ortak olan fail ilke,
eğer doğal nesnelerin bu tarz etkin (fail) bir ilkesi varsa, doğal olmaz. Çünkü her doğal olan,
bu ilkeden sonra gelir ve bu ilke, doğal olması nedeniyle değil onların ilkesi olması sebebiyle
hepsiyle bağıntılıdır. Eğer (bu) ilke, doğal olsaydı [ya] kendisi için ilke olmuş olurdu ki bu da
imkânsızdır. Ya da etkin (fail) ilkesi ondan başkası olacaktır ki bu da bir çelişkidir. Durum
böyle olunca, (bu fail ilke) doğal olan nesnelerle hiçbir şekilde karışmadığı için doğa
bilimcisinin hiçbir açıdan onun hakkında bir araştırma yapması (söz konusu) olmaz. Ve onun
(bu ilkenin) doğal nesnelerin ve doğal olmayan varlıkların ilkesi olması umulur. Bu durumda
onun nedenselliği, varlık bakımından doğal durumlara özgü nedenin nedenselliğinden ve eğer
var ise doğal nesnelerle özel bir bağıntısı bulunan durumlardan daha genel olur.”16
5) Yoksunluk ilkesi: Cismin a) başkalaşan (müteğayyir), b) yetkinleşen (müstekmil) ve c)
sonradan meydana gelen (hâdis) ve oluşan (kâin) olması anlamları birbirinden başkadır.
- Başkalaşandan anlaşılan, onun, var olmaya son veren bir sıfata sahip olması ve başka bir
sıfata sahip hale gelmesidir. Dolayısıyla burada üç faktör vardır: a) başkalaşan sabit bir şey, b)
önceden var iken sonra yok olan bir durum ve c) önceden yok iken sonra var olan bir durum.
Başkalaşan olması bakımından cisim için; a) kendisinden ve kendisine doğru başkalaşmayı
kabul edici bir durum, b) meydana gelen bir suret ve c) bu suretin ortadan kalkan suretle
birlikte söz konusu olan bir yokluğunun da bulunması gerekir. “Tıpkı siyahlaşan bir elbise,
beyazlık ve siyahlık gibi; beyazlık var olduğu için siyahlık yok idi.”17
- Yetkinleşenden anlaşılan: “(Cismin) yetkinleşen olmasından anlaşılan şey ise, onun için
kendisinde bulunmayan bir durumun, kendisinde bir şey ortadan kalkmaksızın sonradan
meydana gelmesidir; tıpkı durağının (hareketsizin) hareket etmesi gibi.” 17 Durağan bir cismin
harekete geçmesinde eksilen bir şey yoktur sadece yoksunluk ortadan kalkmaktadır,
yoksunluk ise sabit bir şey değildir. Yetkinleşen şey için üç faktör söz konusudur: a) eksik
olarak var olan fakat sonradan yetkinleşen bir zat, b) zatta meydana gel bir durum ve c) ve
meydana gelen durumu önceleyen bir yokluk. Yokluk, şeyin başkalaşan ve yetkinleşen
olmasının şartıdır. “Ve eğer aksedilmeksizin varlığı zorunlu olarak, hangi türden olursa olsun
başka bir şeyin varlığına neden olan şeylerin tümü ilke ise, yokluk da ilke olur. Eğer bu bir
şeyin ilke olması için yeterli değil ise, varlığı hangisi olursa olsun bir durumu gerektiren her
şey ilke olmaz; aksine öncelik ve sonralık olmaksızın kendisi için ilke olan bir durumla
birlikte varlığı (herhangi bir şeyi) gerektiren (ilke) olur. Bu durumda yokluk ilke değildir.
İsimlendirme konusunda tartışmamızın bize bir faydası yoktur. Dolayısıyla döndürme
olmaksızın ilke yerine ‘kendisine ihtiyaç duyul ani kullanalım. Bu durumda, cismin
başkalaşan veya yetkinleşen olmasında başkalaşma ve yetkinleşmeyi kabul edici olanı,
yokluğu8 ve suretin tümünü kendisine ihtiyaç duyulan (olarak) buluruz.”17,18
“Cismin oluşan ve sonradan meydana gelen olmasından anlaşılan, sonradan meydana gelen
bir durumu ve önceleyen bir yolduğu ispatlamamızı zorunlu kılar. Bu meydana gelen ve
oluşan şeyin, oluş ve sonradan meydana gelişinin, oluşan suretin yokluğuyla birlikte iken,
sonra ondan ayrılan ve böylelikle yokluğu iptal eden bir cevherin varlığını öncelemesine
ihtiyaç duyup duymadığına gelince bu, açıklamasını yakın (zaman) da yapacağımız bir durum
değildir. Aksine bunu Doğa bilimcisi için ilke olarak vaz’ etmeyi, tüme varımla onu ikna
etmeyi ve burhan ile onu delillendirmeyi metafizikte yapmamız gerekir. 9”18
6) Cisim mutlak cisim olması bakımından heyulası ve cisimsel sureti vardır ki bu cisimsel
suret arazî nicelikleri ya da kendisini yetkinleştiren türsel suretleri gerektirir. Cismin
başkalaşan, yetkinleşen ve oluşan olması bakımından ise bunlara ilave olarak yokluk ilkesi
vardır.10 “Başkalaşan, yetkinleşen ve oluşanı kapsayanı aldığımız zaman, ilkeler heyûlâ, yapı
ve yokluk olur. Eğer başkalaşanı özelleştirirsek [yalnızca başkalaşan göz önüne alındığında]
ilkeler heyûlâ, yapı [heyet] ve yokluk olur.”19
7) Suret: “Tüm yapıları suret diye isimlendirelim ve bununla, kabul edici olanda sonradan
meydana gelen ve onu özel bir sıfatla nitelenmiş hale getiren tüm durumları kastedelim.” 19
8) Yokluk: “Bu yokluk mutlak bir yokluk değildir. Aksine bir tarz varlığı olan bir yokluktur.
Zira bu yokluk, belirli bir maddede kendisine bir yetenek ve hazırlığın bulunduğu şeyin
yokluğudur. Çünkü insan, tüm ‘insan olmamaklık’tan oluşuyor değildir; aksine insan
olmaklığı kabul edici olan ‘insan olmamaklık’tan oluşur. Oluş, yokluk değil suret iledir.
Bozuluş ise suretle değil yokluk iledir.”19

Üçüncü Fasıl: Bu İlkelerin Ortak Oluşunun Niteliği Hakkında

8
Jon s. 19: Aristotle, who regarded privation, sterēsis, as principle in an accidental sense; see his Physics
1.7.190b27, and 1.7.191a13–l5.
9
Jon s. Avicenna has argued that, in the case of what is changeable and what is perfected, there must be three
factors: (1) an underlying thing, (2) a form, and (3) a privation. In the case of what is generated and comes to be
in time it is likewise obvious that there is something that comes to be — the form — and a privation. What is
not obvious is whether there must always be a pre-existing underlying thing. That is because if there must be,
then it is quite easy to show that the world is eternal, which, in fact, is the issue to which Avicenna is alluding
here. See Ilāhīyāt 4.2, where he argues that matter must precede all generation and temporal coming to be and
thus provides the key premise in his argument for the eternity of the world; see also 3.11 of the present work
where, despite his claim that this issue should not be treated in the science of physics, he provides arguments
much like those found in the Ilāhīyāt.
10
Dolayısıyla yokluk cismin değişimi göz önüne alındığında gündeme gelir; cisim olması bakımından cisim için
yokluk söz konusu değildir.
1) Cisimlerin bir kısmı oluş ve bozuluşu kabul edicidir yani maddesinin suretini yenileyen ve
bırakandır. Diğer bir kısmı ise oluş ve bozuluşu kabul edici olmayıp aksine varlığı ibda’
(benzersiz yaratma) yoluyladır. Dolayısıyla bunların zikredilen iki tarzdan birinci tarz üzere
ortak heyulası olmaz.11 “Zira aynı heyûlânın bazen oluşan ve bozulan sureti kabul etmesi
kabul etmesi ve bazen de doğasında bozulmayan ve de maddî bir oluşu bulunmayan sureti
kabul etmesi söz konusu olmaz.”23
2) Suret söz konusu olduğunda da yalnızca cisimsel suret ilk anlamda ortak ilke olarak doğal
şeylerde bulunur. Ancak cisimler ilk anlamda ortak bir ilke olarak türsel surete sahip
değillerdir. Eğer değişim esnasında cisimler bu cisimsel sureti de kaybediyorlarsa bu cisimsel
suret de onlar arasında ilk anlamda ortak bir ilke olarak bulunamaz. İbn Sînâ’nın cisimsel
suretin ilk anlamda ortak bir ilke olup olmadığı konusunda ne düşündüğünü tam olarak
anlayamadım.
3) “Yokluğa gelince, onun kendi durumundan da açıktır ki onun grubundan bu birinci tarzda
ortak bir yokluğun bulunması caiz değildir. Çünkü bu yolduk, oluşma özelliğine sahip bir
şeyin yokluğudur. Oluşma özelliğine sahip olduğu zaman, oluşması uzak görülemez. Bu
durumda da yokluk kalıcı olmaz. Dolayısıyla da ortak olmaz.”25
4) “İki anlamdan diğer tarz üzere ortak olana gelince; (bu) üç ilke [madde, suret ve yokluk],
oluşan ve başkalaşan nesneler için ortak olarak bulunur. Zira tümü, her biri için heyûlâ, suret
ve yolduğun bulunmasında ortaktırlar.”25
5) Ortak olan bu tümeller için oluşa ve bozuluşa uğramazlar denir. Tümellerin oluş ve
bozuluşa uğramadıkları iki bakımdan söylenir. İlk bakımdan “alemde ilk ferdin bulunduğu bir
ilk zamanın ve onda kendisine tümelin yüklendiği bir şahsın ya da bir miktar ilk şahsın
bulunduğu ve onlardan önce bir vakit olduğu ve o vakitte onlardan hiçbirinin olmadığı bir
zaman bulunmadığını kastederiz. “İkinci açı ise onların (tümellerin) mahiyetinin insanın
mahiyeti gibi incelenmesidir. Acaba insan, insan olması bakımından mı oluşa veya bozuluşa
uğramaktadır.”25 Oluşa ve bozuluşa uğrama insan olması bakımından insan anlamından
olumsuzlanır. Ortak ilkeler de ikinci anlamda oluşa bozuluşa uğramaz anlamına gelmektedir.
Dış dünyada heyulanın oluşu: “Onlardan [madde, suret ve yokluk?] dış dünyada var olanlara
yöneldiğimizde ise burada oluşa ve bozuluşa uğrayan heyûlâlar bulunur. Tıpkı sedir için ağaç,
mürekkep için afsa ve zâc (is) gibi. Kendisine işaret ettiğimiz birinci heyûlâ, oluşa ve
bozuluşa uğramaz. Onun meydana gelişi ancak yaratmayla ilgilidir.”
Dış dünyada suretin oluşu: “Suretler ise; onların bir kısmı oluşa ve bozuluşa uğrar, ki bunlar
bozulan- oluşanlarda olanlardır; bir kısmı da oluşa ve bozuluşa uğramaz ki bunlar da
yaratılmışlarda olanlardır. Bunlara ‘oluşa ve bozuluşa uğramazlar’ denmesi diğer bir
anlamadır. Zira belki de bozulan-oluşan nesnelerdeki suretler için ‘onlar, oluşa ve bozuluşa
uğramazlar’ sözü onların oluşup bozulmuş olmak için (henüz) madde ve suretten oluşan
bileşik olmadığı anlamına söylenebilir. Zira bu durumda oluş ile suretin konu için meydana
gelmesi kastedilir ve oluşan bu ikisinin toplamı olur; bozuluş için de buna karşılık gelen söz
konusudur.”
Dış dünyada yokluğun oluşu: “Yokluğun oluşu ise -eğer bir oluşu varsa önce oluşmamışken
sonra meydana gelmesi olduğunda, onun meydana gelişi ve varlığı kendi başına meydana
gelen bir zâtı olanın varlığı (gibi) değildir. Aksine onun varlığı arazî olur. Zira belli bir şeyin
belli bir şeydeki yokluğu onda onun kuvvesi olmasıdır. Dolayısıyla yine onun için arazî
bakımdan oluş ve bozuluş tarzı söz konusu olur. Yokluğun oluşu, suretin maddeden
bozulması ve akabinde bu nitelikle bir yolduğun meydana gelmesidir. Onun bozuluşu ise
suretin meydana gelmesidir; ki bu durumda bu nitelikteki yolduk var olmaz. Bu nedenle

11
Birinci tarz dediği: Altta yatan ve diğer her şeyin ondan sonra sıralı bir şekilde geldiği bir anlamda ortak olma.
Mesela ilk maddeye biçimsel sureti veren diğer suret vericilerin kendisinden sonra suret vermesine olanak
vermiştir. Ancak madde bu anlamda bir ortaklığa sahip değildir. Çünkü en alta indiğimizde birbirinden farklı iki
madde ile karşılaşmaktayız.
yokluk, arazî bir yokluktur; tıpkı varlığının arazî olması gibi. Yolduğun yokluğu surettir;
ancak suretin varlığı ve kıvamı (kuruluşu) ona kıyasla değildir. Aksine bu ona bir tür
değerlendirme ile arız olur. Bu yolduğun kuruluşu (kıvamı) ve varlığı bizzat bu surete kıyas
edilmesiyledir. Dolayısıyla yokluğun yokluğu, belki de sonsuza kadar bir nesneye arız olan
göreli değerlendirmelerden surete ilişen bir değerlendirmedir. Yokluk üzerine olan kuvve de
bu konumdadır. Çünkü gerçek kuvve, fiile ve yetkinleşmeye kıyasladır ve yoklukla ne
yetkinleşme olur ne de onun gerçek bir fiili vardır.”26

Dördüncü Fasıl: Varlığın İlkeleri Hakkında Parmenides ve Melissos’un Söylediklerinin


Araştırılması

1) Faslın girişinde Antik Filozofların var olan hakkındaki ortaya koydukları ilkelerini
sıralıyor. Sonra Parmenides ve Melissos’un söyledikleri üzerinde duruyor. Amacı Parmenides
(varlık sonludur) ve Melissos’un (varlık sonsuzdur) söylediklerini uzlaştırmak gibi duruyor:
a) “[…] nerdeyse onların var olan ile göstermek istedikleri, yerinde öğrendiğiniz gibi gerçek
mevcut olan Zorunlu Varlık’tır ki; O sonsuzdur, hareketsizdir, gücü sonsuzdur ya da her şeyin
kendisinde nihayet bulduğu gaye olması anlamında sonludur. Onda son bulanın onda son
bulması bakımından O’nun sonlu olduğu hayal edilir.
b) “Yahut da onların (Melissos ve Parmenides) amaçları başka bir şey gibidir ki; bu da var
olanın doğası olması bakımından var olanın doğasının tanım veya resim olarak tek (aynı) bir
anlam olmasıdır. Diğer mahiyetler var olanın doğasının kendisinden başkadır. Çünkü onlar,
varlığın kendisine iliştiği ve kendisine gerektiği şeylerdir; tıpkı insanlık gibi. Zira insanlık
mahiyettir ve var olanın kendisi değildir. Varlık da onun bir parçası değildir. Aksine varlık,
başka yerlerde açıkladığımız gibi, onun tanımının dışındadır ve ona arız olur. Bu nedenle
O’nun (nerdeyse) Zorunlu Varlık’a benzeyen mevcudun, sonlu olduğunu söyleyen sanki onun
kendinde sınırlı olduğunu, çokluğa giden değerler olmadığını kasteder; onun sonsuz olduğunu
söyleyen ise onun sonsuz nesnelere arız olduğunu kastetmiş olur. Başka yerlerde öğrendiğin
üzere, insan olması bakımından insanın, varlık olan olması bakımından varlık olan olmadığı
senin için kapalı bir şey değildir. Aksine onun anlamı, onun dışındadır. Kategorilere dâhil
olan durumların tümü bunun gibidir. Dahası onlardan her biri varlık için konudur ve varlık
onun lâzımı olur (varlık ona devamlı gerekir.)”30
- Parmenides ve Melissos’u inkar etmenin mümkün olmadığını düşünüyor. Çünkü onların
aleyhinde getireceği birçok öncül beklenen neticeden daha kapalı olacaktır.
2) Diğer filozoflarla ilgili olarak da: “[…] ilkenin bir olduğunu söyleyenlere iki yönden
eleştiri yöneltilebilir: Birincisi, onların ilkenin bir olduğunu iddia etmeleri açısındandır.
İkincisi ise onların bu ilkenin su veya hava olduğunu söylemeleri açısındandır. Bu ilkenin su
ya da hava olması yönünde onlara yöneltilecek eleştiri hakkındaki görüşlerimizi ortaya
koymanın en uygun yeri, genel ilkeler değil oluşan ve bozulan nesnelerin ilkelerini ele
aldığımız yerdir.12 Zira onlar bu ilkeyi aynı zamanda bozulan-oluşan nesnelerin ilkesi yerine
koymuşlardır. Onların ilkenin bir olduğuna dair görüşlerinin bozukluğunu gösteren şudur:
Onların öğretileri, tüm durumların cevherlerinde ortak, arazlarında farklı durumlar olduğunu
kabul eder. Ve onlar türselleşmiş fasıllarla (ayrımlarla) cisimlerin farklılaşmasını geçersiz
sayıyorlar. Cisimlerin türselleşmiş fasıllarla farklılaşacağı, ilerde bizim için açık olacaktır. Bu
oluşan nesnelerin, kendilerinden oluştuğu ilkelerin sonsuz olduğu iddialarına gelince; onlar
oluşan şeyler hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadıklarını itiraf etmiş oldular. Zira ilkeleri
sonsuz olduğu için (sonsuz olanın) bilgisi kuşatılamaz, dolayısıyla da onlardan oluşanların
bilgisi de kuşatılamaz. Oluşan nesnelerin bilgisine ulaşmanın yolu bulunmadığı için yine
onların ilkelerinin sonsuz olduğunu nasıl bilebilirler ki! Onların, bu sonsuz olanı boşlukta
yayılmış veya karışımda geçici olarak bulunan parçalanamayan parçacıklar olmakla
12
El-Kevn ve’l-fesad
nitelemeleri açısından çelişkilerinin gösterilmesi ise; yine bununla bozulan-oluşanların
ilkelerini incelediğimiz yerde ilgilenmemiz daha uygun düşer.”32

Fizik 2

- Ardışık: […] ardışık olan iki şey, onlardan ilki ve İkincisi arasında kendi cinslerinden bir şey
bulunmayanlardır; örneğin ardışık evler gibi. Zira ilkine ardıl olan, kendisi ve ilki arasında
kendi cinslerinden bir şey bulunmayandır ki, bunlar bazen peş peşe evler gibi türleri denk
olurken bazen de insan, at, ip ve ağaç dizisi gibi türleri farklılaşan olur.”4
- Teğet: “Teğet olana gelince o, kendi ucuyla ‘o şuna teğettir’ demlenin ucu arasında, konum
sahibi hiç bir şey bulunmayan şeydir.”5
- Girişken: “İki şeyin her birinin diğerinin ucuyla buluşması aşırıya gittiği hatta diğerinin
zatıyla tamamen buluştuğu zaman bu, teğet olmaz. Aksine girişen olur. Zira girişmek, bir
zatın tümünün diğerine girmesinden başka bir şey değildir. Bu giriş ise, onlardan birinin,
‘kendisine girişilen’ denilenlerin tünü ile buluşmasından başka bir şey değildir.”5
- Çift olmak (‘Çift olmak’ ise, ardıl olması bakımından ardıl olan teğetin halidir.”
- Sürekli: “‘Bitişik’e gelince, o bağlamlarında zikrettiğimiz üç anlam üzere kullanılan ortak
bir sözcüktür. Onlardan ikisi, bir şeye başkasına kıyasla kullanılır [a ve b], birisi de başkasına
kıyasla değil kendiliğinde [c] kullanılır. [a] O ikiden birisi ise, başkasıyla bitişik olması
bakımından ölçü için kullanılır. Kendisinin ve başkasının ucu aynı (bir) olduğu zaman, bu
durumda bitişik olanın ve kendisine bitişilenin her birinin [i] ya mutlak olarak ya da [ii] arazî
bakımdan bilfiil meydana gelmiş olması zorunlu olur.
[i] Eğer mutlak ve kendi varlığında olursa, onun için kendi varlığında mutlak bir uç olur; tıpkı
açının iki çizgisinden biri gibi. Zira o, diğerinden başka, bilfiil mevcut bir çizgi olduğu için
diğeriyle bitişiktir ve kendisinin bilfiil bir ucu vardır. Fakat bu (uç) diğer çizginin ucuyla
aynıdır.
[ii-x] Arazî (ilintisel) bakımdan olanın ise bir kısmı varsayımsaldır. Tıpkı iki parçalı bilfiil bir
çizgi vehmettiğimiz veya varsaydığımız zaman ve birini diğerinden varsayımsal olarak
ayırdığımızda, böylece onun için aynıyla diğerinin ucu olan bir uç belirginleşmiş olur.
Dolayısıyla onlardan her biri için ‘diğeriyle bitişiktir’ denilir. 13 Ve onlardan her biri ancak
varsayım devam ettikçe aynıyla mevcuttur. Varsayım zâil olunca ne öteki ne de beriki (parça
mevcut) olur. Aksine tek bir bütün olur ve bilfiil kendisinde bölünme olmaz. Şayet
varsayımsal olarak vâki olan, varsayılmış olmayıp kendinde mevcut olsaydı, daha sonra
açıklayacağımız üzere, sonu olmayan parçaların bilfiil varlığı imkânsız olmazdı ki, bu
imkânsızdır. Kısaca, bitişiğin parçalarında ancak bir şekilde varsayımdan sonra işaretin
kendisine yönelmesiyle ‘bu olan’ bir şey bulunur. Aynı şekilde öteki de diğer bir tarz
varsayım ile kendisine işaretin yönlendirilmesiyle öteki olur. Kendilerine yönelen işaretler
bakımından öteki öteki, beriki de berikidir. Eğer iki (işaret) de bâtıl olursa, bu durumda ‘bu ve
öteki olmaları bakımından bu ve öteki kalıcıdır’ denilmesi olanaksız olur. Keşke
belirginleştirici başka bir sebep varsayılmış olsa! Varsayımsal olarak ârız olan ise bu
varsayımın zevaliyle (bitip gitmesiyle) iptal olur. Tıpkı daha sonra ortaya çıkacağı üzere,
bitişiğin bilfiil parçası yoktur. Dolayısıyla beriki olan bir parça ve öteki olan bir parça, daha
önce bilfiil mevcut olmaksızın sonradan onun için meydana gelir ki, bu da işarete bağlı olan
bir durumdur, işaret bitip gittiği zaman, işaretin nedenlisi de kalıcı olmaz. Dolayısıyla bundan
sonra ‘işaret ortadan kalksa bile, ötekinin berikinden belirginleşmesi gereklidir’ demek
imkânsızlaşır. Çünkü berikinin ve ötekinin onda oluşu ancak işaret iledir. Bu yüzden sanki
şöyle denilmiş gibi olur: “Eğer işaret ortadan kalkarsa, işaret olması gereklidir.” Bitişiğin
13
Bu muttasılı, asıl anlamıyla muttasıldan ayıran şey arızi olanda iki parçanın birbirine sürekli olduğu
söylenirken, asıl anlamıyla yani kendinde muttasıl olanda parçalar farz edilmekte ancak bu parçaların birbirine
sürekli olduğu söylenmemekte aksine sadece onda söz konusu parçaların farz edilebilmesi dikkate alınmaktadır.
parçalarındaki hal, diğer şeylerin birbirlerinden ayrışık olarak bilfiil mevcut olan
parçalarındaki hal gibi değildir. Zira oradaki işaret, gösterir ama fiilde bulunmaz. Buradaki
işaret [bitişikteki] ise, fiilde bulunur ve de gösterir.
[ii-y] Arazî bakımdan olan (bitişmelerden biri de) belirli bir kısma yerleşen arazın
özelleşmesidir. Öyle ki, bu araz bitip gittiği zaman, bu özelleştirme de bitip gidecektir;
örneğin, tümü beyaz olmayan ya da tümü ısınmayan cisim gibi. Bu yüzden onun için
beyazlık, bir parça olarak varsayılır; beyazlık bitip gittiği zaman bu varsayım da bitip gitmiş
olur.
[b] İkinci yöne gelince, buna göre ‘kendisine bitişik olunan’ denilen şey, diğerinden
uzaklaştıracağı bir yönde yer değiştirdiğinde diğeri de ona bağlı olur ki buna ‘bitişik’ denilir.
Dolayısıyla bu, daha önce söylediğimiz bitişikten ve yapışıktan daha genel bir durumdur. Ve
de iki sonun, bilfiil iki olması ve harekette devamlı gerektirmenin bulunuşundan sonra ortada
bilfiil bir teğet olma bulunması mümkün olur. Ve yine bitişiğin ve kendisine bitişilenin
sonunun aynı olması mümkün olur. Ancak buradaki bitişik isminin bu anlamda onun üzerine
geçirilmesi, onun sonu ve diğerinin sonunun aynı olması bakımından olmaz. Aksine
zikredilen tarzda harekette ona bağlı olması bakımındandır.
[c: kendinde bitişik] Yine, aralarında ilk anlamda bitişme olan, yani aralarında beriki ve
ötekinin ucu olan ortak bir sınır bulunması anlamındaki parçaların varsayılması mümkün
olduğu zaman, şey için ‘kendinde bitişiktir’ denilir. İşte bitişiğin tanımı budur. ‘O (bitişik),
sürekli bölünmeyi kabul eden şeylere bölünendir’ denilen ise, bitişiğin resmidir (betimidir).
Bu da onun (bitişiğin) mahiyetinin kurucusu olmaması nedeniyledir. Çünkü bitişik, ilk
anlamda gerçek şekliyle anlaşılır. Bu anlamın ona eklenip eklenmediği ise ancak burhan ile
anlaşılır. Buna göre o, bitişiğin devamlı gereken arazlarındandır ki, onların bitişik için
varlığının açıklanmasında orta terime ihtiyaç duyulur.”9-11
- “‘Tek tek’ sözümüze gelince o, her biri için, parçası kendisini ve diğerini kuşatan (genel) bir
mekânın parçası olmayan özel bir mekân bulunan şeyler için kullanılır. Beraberliğin mekânda
kullanılması, tıpkı her birinin zamanının diğerinin zamanı olması gibi, onlardan her birinin
mekânının aynıyla diğerinin mekânı olması şeklinde zamanda kullanılmasına benzer değildir.
Çünkü bu, mekânda olanaksız iken zamanda olanaksız değildir. Aksine, mekânda ancak tek
bir şeymiş gibi bir araya toplanmış şeyler için ‘beraber’ denilir. Bu şeylerin bütünü için bir
mekân, her biri için de özel bir mekân vardır ki bu özel mekândan bir parça genel mekânda
bir parça olur. ‘Orta’ ve ‘ara’; hangi başkalaşım olursa olsun başkalaşımın, zamanda
başkasına doğru olmadan önce, kendisine doğru vukû bulduğu şeydir. İşte bu şeyler
amaçladığımızın bilgisinde faydalı olan şeylerdir. Bununla beraber onlar, nicelik sahibi
olmaları bakımından doğal nesnelere gerekli olan hallerdendir.”11

Cisimlerin Bölümlenmelerindeki Halleri


A) Cisimler kesinlikle parçalanamayan sonlu sayıda parçacıktan oluşmuştur
i) Parçacıkların kendileri birer cisimdir: Bunlar gerçek (atomcu) öğreti Demokritos, Proclus
ve Epikür’ün bağlılarıdır. Onlara göre “Bu cisimlerden oluşan bileşim, yalnızca teğet (değme)
iledir ve sonradan onlardan, kesinlikle bir bitişik meydana gelmez. Duyulur cisimler gerçek
bitişik değildirler. Çünkü bu ilk cisimler, duyulur cisimlerde birbirlerinden ayırdedilmiş
şekilde mevcutturlar ve ayrıklaşmış bölünmeyi kabul etmeyip aksine vehimsel bölünmeyi
kabul ederler. Bununla birlikte onlardan bazıları küçük, bazıları da büyüktür. Buna göre,
gerçek (atomcu) görüş sahipleri, bilfiil parçası olmayan duyulurlardan büyük bir cismin
olmasını mümkün görürler ve parçaların, bilfiil ayrışık olarak meydana geldikleri zaman bir
kere daha buluşmalarını mümkün görürler. Bu yüzden onlardan tek bir şey meydana gelir ve
onlardan her birinin özelliği de ortadan kalkar, dolayısıyla aynıyla sabit kalmaz. Kaldığımız
yere dönüyor ve şöyle diyoruz: Ancak Demokritos’un takipçileri diğer parça taraftarlarından,
diğerlerinin parçayı cisimden başka kabul etmeleri bakımından farklılaşırlar.” 13
- “Kendisinde son bulunan bu parçayı cisim olarak kabul edenlere gelince, onlar Demokritos
taraftarlarıdır ki onlar şöyle demişlerdir: “Cisim kaçınılmaz olarak ya, bölünmeyen
kendisinden olmayacak şekilde tümüyle bölünür, ya da tümüyle bölünmez. Eğer doğasında
bölünmek bulunur ise, bu durumda vâki olması imkânsız değildir. İmkânsız olmayana ise, var
olarak varsayıldığı zaman olanaksızlık ârız olmaz. Aksine, belki olanaksızdan başka olan
yanlış ârız olur. Olanaksızdan başka olan yanlışı da olanaksız gerektirmez. Dolayısıyla
cisimde her mümkün bölünmenin kesinlikle fiile çıktığını varsaydığımızda, bu durumda
kaçınılmaz olarak ya ‘bir şey olmayan’ meydana gelir ya noktalar meydana gelir ya da
bölünmeyen cisimler meydana gelir. Ancak (bölünmenin) bir şey olmayanda veya noktalarda
son bulması olanaksızdır. Zira eğer bozuluşu bir şey olmayana doğru olursa, bu durumda
birarada oluşumu ‘bir şey olmayan’dan olur ki, bu da olanaksızdır. Eğer noktalara doğru
bozulup varırsa, bu durumda onun biraradalığı noktalardan olur ki, bu da yine imkânsızdır.
Bilginler noktaların, tek bir noktanın hacminden fazla olmayan, tamamen buluşan, birbirlerini
buluşmaktan perdelemeyen ve birarada oluşmaya doğru hareket edip de bir mekân doldurana
dönüşmeyen ve de kendisinden bitişiğin sonradan meydana gelmediği, toplanmış bir nicelik
olduğu hususunda görüş birliğine varmışlardır. Dolayısıyla geriye onun vehim ve varsayımla
olması hariç, doğasında ayrışma ve bölünme bulunmayan cisimlere bozulup varan olması
kalır.”15,16
ii) Parçacıklar bölünemeyen çizgilerdir
iii) Parçacıklar ne çizgi ne de cisimdir ne de kendilerinde çapları ve boyutları vardır: ii)
numaralı seçenek ve iii) numaralı seçenekler arasında ayrım yapmadan beraber anlatıyor gibi:
“Cisim olmayan parçalanamayan parçacık görüşünde olanlara gelince, onların delillerinden
birisi şudur:14
[Birinci delil] Her cisim kesinlikle ayrıklaşmayı kabul edicidir. Ayrıklaştığı zaman da onun
parçaları, (ilk başta) olduğu şeklindeki biraradalık halinin karşılığı olur. Durum böyle olunca
her cisimde ayrıklaşmadan önce bir, birarada oluşum (telif) bulunur. Eğer kendisinde
biraradalık bulunmasaydı, (parçalarına) dağıtmanın güçlüğü ve kolaylığı hususunda cisimler
farklı farklı olmazdı. Onlar dediler ki; ‘bu, onların cinslerinin farklı farklı olması nedeniyle
değildir’. Ve (onlar burada) cins ile türsel doğayı kastediyorlar. Yine onlar dediler ki: “Bu
durum ne fâilin farklı farklı olması ne bir şeyin yolduğu ne de zikrettikleri kısımlar
nedeniyledir. O halde bu, birarada oluşma nedeniyledir. Onda birarada oluşma bulunduğu
zaman, onu bitip giden olarak vehmetmemiz imkânsız olmaz. Tümüyle bitip gittiği zaman da
geriye kendisinde biraradalık olmayan kalır ve de kendisinde biraradalık bulunmayan, cisim
değildir. Çünkü her cisim bölünür, kendisinde biraradalık bulunmayan ise bölünmez”. Bu
delillendirmenin başlangıcı Demokritos’a aittir; ancak, birazcık ondan sapılmıştır. Bu durum
onun delilini ortaya koyduğumuz zaman anlaşılacaktır.
[İkinci delil] Yine onlar dediler ki; “şayet cismin parçaları sonlu olmasaydı, sonsuz olurdu ve
cisim için bölümler ve yarımlar içinde sonsuzca bölümler ve yarımlar olurdu. Dolayısıyla
hareketli, bir mesafeyi katetmek istediği zaman, onun yarısını katetme ihtiyacı duyar, bundan
önce de yarının yarısını katetmeye ihtiyaç duyar ve de sonlu bir zamanda sonsuz yarımları
katetme ihtiyacı duymuş olurdu. Dolayısıyla da ebediyen mesafeyi kat edememesi zorunlu
olurdu. Ve adımları hızlı olan Aşil’in, adımları yavaş olan kaplumbağaya yetişmemesi gerekir
ve atom (zerre), üzerinde seyreden ayakkabının katetmesinden boşta kalmazdı.” Buna göre ilk
örnek antik filozoflara, ikinci örnek sonrakilere aittir. Ancak hareket mevcuttur, dolayısıyla da
cismin kısımları sonludur.
[Üçüncü delil] Onlar dediler ki, “şayet cisim sonsuza kadar bölünür olsaydı, bundan hardal
tanesinin yeryüzünü tamamen kaplayacak bir miktarda bölünmesi zorunlu olurdu.”
[Dördüncü delil] Yine onlar dediler ki, “şayet cisim sonsuza kadar bölünür olsaydı, bundan
dolayı hardal tanesi, bölümlerinde büyük dağın bölümlerine eşit olurdu ki bu imkânsızdır.
14
Jon Mcginnis bunların kelamcılar olduğuna dair dipnot düşmüş s.275 4 numaralı dipnot.
[Beşinci delil] Onlar yine dediler ki, “nokta, kaçınılmaz olarak ya kendi başına kâim (kurulu)
bir cevher olur ya da olmaz. Eğer kendi başına kâim olur ise, bu durumda parçalanamayan
parça (atom) meydana gelmiş olur ve kendisiyle buluşan da başka bir nokta olur ki, bu
durumda noktaların ardışıklığı bir cismin faili olur ya da bu cismin fâili olan yüzeyin fâili olan
çizginin faili olur. Eğer nokta araz olur ise, bu durumda bir yerleşilene (mahal) yerleşir ve bir
yerleşilene yerleşen her şey, ona eşit olan bir şeye yerleşir ve onun benzeri olur ki, bu
durumda nokta parçalanamayan bir cevhere yerleşmiş olur.”
[Altıncı delil] Yine onlar dediler ki, “eğer cismin sonsuz parçalara bölünmesi mümkün olursa,
sonsuz parçalardan bileşmesi de mümkün olur ve başkasıyla beraber sonsuz bir bileşimle
bileşmesi mümkün olur. Onlar şöyle de demektedirler: “Noktası noktasına paralel gelecek
şekilde veya noktası noktasıyla buluşacak şekilde ya da onunla girişik olacak şekilde ya da
anlaşılan manayı gösterecek istediğiniz herhangi bir isimle ifade edilecek şekilde, bir çizgiyle
örtüşen bir çizgi varsaydığımız zaman, sonrasında çizgi hareket ettiğinde teğet olan nokta,
teğet olandan başkası haline gelecektir ve teğet olanın bitip gitmesi bir defada olacaktır. Buna
göre bir an içinde teğet olmayan haline gelecektir. Ki o, söz konusu bu anda, ilk noktanın
ardından gelen nokta ile buluşur olacaktır. Dolayısıyla nokta, çizgide ardışık olacak ve çizgi
de onların biraradalığından oluşacaktır. Zira söz, tıpkı ilk noktanın teğet oluşu hakkındaki
gibi, ikinci noktanın teğet oluşunun bitip gitmesi üzerinedir. Geriye kalanları da aynı şekilde
(olacaktır.) [Yedinci delil] Öklides’in dik açıların en küçüğü olarak kabul ettiği bölünmeyen
açının varlığı da onların delillerindendir.
[Sekizinci delil] Ve yine pürüzsüz yüzey üzerindeki kürenin hareketi hakkında demiş
oldukları “noktadan sonra vâki olan nokta, teğet değil midir? Dolayısıyla kürenin yüzeyini
oluşturan çizgi, noktaların bir araya gelmesinden oluşur” sözünü de söylediler.”13-15
B) Cisim sonsuz parçacıktan oluşmuştur15: “Cisim için sonsuz parçaların varlığını kabul
edenlere gelince, onları buna, cisimlerin bileşiminin parçalanamayan parçacıklar (atomlar) ve
parçalanamayan cisimlerden olmasının imkânsızlığı sevk etmiştir. Onlar dediler ki; “her ne
kadar bilfiil ayrışımsalar da cisimler de kendilerinde bölümlere sahiptirler. Bu yüzden eğer
belirlenim ve varsayım ile parçalanırlarsa, kesin olarak (bilfiil) ayrışma olmasa bile onların
her bir parçası cisimden bir kısım ve bir parça olur.” Onlar dediler ki, “geriye cismin
parçalarının sonsuz olması kalır. Bu sebeple cisim, sonsuz bir bölünmeyle bölünür. Çünkü
varsayımsal ya da ayrıklaşımsal bölünme, ancak cisimde birbirine komşu olarak var olan
parçalar üzerinde ortaya gelebilir. Dolayısıyla cismin parçaları, bölünme olasılığı bakımından
olur. Eğer sonsuz bir şekilde bölünme olası ise, cisim sonsuz parçalara sahip olur.” Atom
taraftarları bunları sıkıştırdıkları ve ayakkabı, atom, kaplumbağa ve Aşil meselesine
başvurdurttukları zaman, özetle hareketin sonsuz yarımlar üzerinde gelip de bir gayeye
kesinlikle ulaşmıyor olmasına (dikkatlerini) çektikleri zaman, onlar Epikür’ün sığındığı şeye
sığınarak ‘tafra’ (sıçrama) teorisini benimsediler. Buna göre cisim, bazen terk edilen sınırdan
(kalkıp) amaçlanan sınırda meydana gelecek şekilde bir mesafeyi, ortada olan ile
buluşmaksızın ve onunla paralel olmaksızın kat eder. Bu (görüşün) ayrılıkçılarından Epikür’e
benzer olan ilk kişiler, bunun için değirmen taşının ve topacın ucuna yakın olan çemberin
dönüşünü ve merkeze yakın olan diğer çemberlerin dönüşünü bir örnek olarak ortaya
getirmişlerdir. Onlar şöyle demişlerdir: “Şayet uçta olan parça ortada olan parçanın
hareketiyle beraber eşit olarak hareket edecek olsaydı, aynı mesafeyi beraberce kat ederlerdi.
Ortada olanın durağanlığı ise olanaksızdır. Zira o, bir kısmı bir kısmım gerektiren bitişiktir.
Bu yüzden açıktır ki, ortada olan hareket eder ve onun sıçraması az olur. Bununla birlikte uçta
olan hareket eder ve daha çok sıçrama yapar hatta ortada olan boyuttan daha çok boyutta
meydana gelir. Zikredilen ilk ayrılıkçılar, tafrayı ve bu açıklamayı gerektirmesini saçma
bulup, bitişik hareketin durağanlığın aracılığı olmaksızın (meydana gelen) hareketten daha
hızlı olmasını mümkün görmedikleri zaman ortayı takip edenin, uçtaki durağanlıklardan daha
15
Jon Mcginnis buna İbrahim el-Nazzam gibi görünüyor şeklinde not düşmüş s. 279, 11.dipnot.
çok durağanlık yaşamasını kabul etmek zorunda kaldılar. (Yine onlar) ortada olan
durağanlığın mekânlı olmasını ve de hareket anında değirmen taşının parçalarının birinin
diğeriyle beraber hareket etmesini gerektirmeyecek, aksine birinin durağanlaşıp diğerinin
hareket etmesini gerektirecek şekilde bir dağılma ile birbirlerinden dağıldığına hükmetmek
zorunda kaldılar. Dolayısıyla (bu gruplardan) biri sıçrama (tafra) saçmalığını diğeri de
dağılma saçmalığını devam ettirmişlerdir.”16-17
C) Her cismin i) ya kendisinde bilfiil mevcut olan sonlu parçaları vardır: tekilleşmiş
parçalarından her biri aynı şekilde bilfiil parçaları olmayan bir cisim olur. [Bu noktadan sonra
esasen c-i ve c-ii birleşmiş gibi görünmektedir. Çünkü Bilfiil parçaları olan cismin parçalarına
indiğimizde inilen parçalar artık bilfiil parçaları olmayan cisimler haline gelmektedir.]
Dolayısıyla cisim ya parçası olmayan bir cisim olur ya da parçası olmayan cisimlerin bir
araya gelmesinden oluşur. Burada kastedilen cismin ittisal yoluyla bir olduğudur. Yoksa
cismin bölünmeyi kabul etmediği söyleniyor değildir. Aksine bölünmeyi sürekli olarak kabul
eder. “Bölündükçe dışarı çıkan, kendinde bölünme olan cisimdir. Ancak bazen kendisini
bölenin yokluğu ya da bölenin ölçümünden kaçması veya da onun katılığı veyahut da
karılmasının imkânsızlığı sebebiyle bölünmüyor olabilir. O, kendisinde bir ortanın
varsayılması ihtimalini taşır. Her cismin bölünmeden önce kesinlikle bir parçası yoktur,
aksine parçasının fâili, bölünmenin varlığıdır. Bölünme ya da bitişmenin ayrıştırılmasıyla ya
da ona yerleşerek bir arazın bir parçayı belirginleştirmesiyle olur ki, bu araz, tıpkı beyazlık
gibi göreli değildir ya da simetri ve paralellik gibi göreli bir arazdır. Veyahut da (bölünme)
vehmetme ve varsayım ile olur.”13
ii) ya da esasen bilfiil parçalara sahip değildir

Bunlar Hakkındaki Doğru Görüşün İspatı ve Yanlışın İptali

B’ye cevap: “Cisimde bilfiil sonsuz parçaların bulunduğu görüşünde olan öğretiye gelince,
bunun geçersizliği, [i] sonlu bir zamanda sonsuz şeylerin katedilmesinin olanaksızlığı
yönünden açığa çıkar. [ii] Ve sıçramanın ispatının kendiliğinde apaçık geçersiz olması
nedeniyle açığa çıkar.
[iii] Ve de şöyle açığa çıkar ki; her çok ancak birlerden olduğuna göre Bir bilfiil mevcut
olmadığı zaman, ‘çok’ da (mevcut) olmaz. Birin parçası olmadığı zaman da sonsuz parçalar
olmaz. Tek bir parça, bir olması bakımından bölünmez. Ona benzer birler kendisine göreli
kılındığında (tamlama yapıldığında), kaçınılmaz olarak bu görelilik (tamlama) [x] ya teğet
olma yoluyla olacak, [y] ya girişim yoluyla olacak [z] ya da bitişme [ittisal] yoluyla olacaktır.
[z] Eğer bitişme yoluyla olur ise, bitişik ondan sınırlı ölçülerden oluşacaktır ki, bu durumda
da o görüş geçersiz olur.16 [y] Eğer girişim yoluyla olursa17, her ne kadar varlıkta sonsuz
katlara ulaşsa da ondan bir ölçü meydana gelmeyecektir. [z] Eğer buluşma yoluyla olur ise, bu
durumda iki parçadan her biri özel bir konum gerektirecek ve birazdan açıklayacağımız üzere,
kendinde onun için cisimsel bir ölçü olması zorunlu olacak ve o bir cisim olacaktır. Cisim,
benzerleri sonlu sayıda cisimlerle birlikte bulunduğunda bu bileşimden kuşkusuz bir cisim var
olacak ve bunun, parçaları sonsuz olan cisimle, büyüklükte sınırlının sınırlıya olan bağıntısı
gibi bir bağıntısı olacaktır. Bu bağıntı üzere o, parçalarda artırıldığında sonlu parçaların
biraradalığından oluşan, kendi miktarına ulaşır. Ve bu durumda da o, sonlu sayıdaki
parçalardan olan ona eşit bir cisim olur. Bu şekilde ilk cisim de sonlu sayıda parçalardan
oluşur.”18,19

16
Sürekli olan sınırlı büyüklüklerden oluşur?
17
Şimdi sınırlı sayıda [mesela 2] parçadan oluşan bir cisim [x] düşünelim. Bunun yanında sonsuz parçadan
oluşan bir cisim [y] düşünelim. X cisminin y cismine bir oranı olacaktır. x cismini oluşturan parçaların sayısını
artırıldığında sonunda x cisminin büyüklüğü y cisminin büyüklüğüne ulaşacaktır. Bu durumda sonsuz
parçalardan oluştuğu farz edilen y cisminin de aslında sonlu parçalardan oluştuğu açığa çıkmaktadır.
- C-i seçeneğine cevap gibi görünen pasaj: “Cisimlerin bitişme nedeniyle ayrıklaşma ile
bölünmeyen cisimlerde son bulduğu görüşünde olan öğretiye gelince, bu cisimlerin durumu
ile ilgili inceleme hususundaki sözümüzü erteliyoruz. 18 Zira onlar, bölünmenin kendisinde son
bulduğu parçaların, kendileri için parçalar varsayılma olasılığına sahip olmalarını imkânsız
görmüyorlar; ancak onlar bunun bilfiil vâki olmasını imkânsız görüyorlar. Belki biz bunu caiz
görürüz ya da görmeyiz, dolayısıyla bu, diğer bir tür inceleme ile ilgilidir. Ancak ona özgü
bağlam, ustukuslar hakkındaki incelemedir.”19
- A-iii seçeneğine bir başka deyişle kelamcılara cevap gibi görünen pasajlar:
“Cisimleri cisim olmayanların biraradalığından oluşturan öğretiye gelince, bunun
geçersizliğini açıklamamız gerekmektedir. Buna göre biz deriz ki, bu parçalar toplanıp da
onlardan cisim oluştuğu zaman, [A] ya salt ardışıklık yoluyla [B] ya teğet olma yoluyla [C] ya
girişimlilik yoluyla [D] ya da bitişiklik [süreklilik] yoluyla toplanacaktır.” 18
Çünkü toplanmış şeylerin aralarında bir boyut [1] ya vardır [2] ya da yoktur. [1] Eğer
aralarında bir boyut varsa bunlar [A] ardışıklık yoluyla bir aradalardır. Ancak böylesi
toplanmış şeylerden duyuda sürekli olan bir cisim meydana gelmez. [2] Eğer aralarında boyut
yoksa söz konusu parçaların buluşmaları [i] ya tamamendir [ii] ya da tamamen değildir. [i]
Eğer buluşmalar tamamen ise bunlar [C] girişimlilik yoluyla bir aradalardır. Böylesi bir yolla
bir araya gelen parçaların toplamlarıyla ölçü (kadr) artmaz. Çünkü onlar toplandıklarında
uzunluğu, genişliği ve derinliği olmayan ‘bir’ gibi olurlar. Bu parçaların toplanmaları bir
cisim oluşturacak şekilde olmadığı için cisim kendilerine doğru indirgenemez. [ii] Eğer
buluşmaları tamamen değilse [a] ya parçaların her birine mahsus olan kendisi vasıtasıyla diğer
parçayla buluştukları bir şey vardır [b] ya da kendisi vasıtasıyla buluştukları bu şey her ikisi
için de ortaktır. Birinci durum [B] teğet olma iken ikinci durum [D] sürekliliktir. Her iki
durum için geçerli olmak üzere bu parçaların her biri meşgul ya da meşgul olmayan, temas
edilen ya da temas edilmeyen olacaktır. Dolayısıyla eğer girişimli olmazlarsa onlardan biri
[x], diğeriyle [y] buluşur ve bir başkası [z] o ikisinden biri [y] ile buluşur. y’nin aracı konumu
nedeniyle [z] zorunlu olarak [x] ile buluşmaktan engellenir. Bu durumda da [z], [x] ve [y] ile
farklı bakımlardan temas eder. Dolayısıyla [y] bölünebilir olmaktadır. Bütün bu akıl
yürütmenin neticesi olarak: “O halde cisimlerin bölünmesi, herhangi bir tür bölünmeyle
bölünmesi mümkün olmayan parçalarda son bulmaz. Diğer ölçüler, yani yüzeyler ve çizgiler
de bunun gibidir.”19
Sonsuzca bölünme ancak bilkuvve anlamdadır, sonsuzca bölünmüş bir cismin olması
mümkün değildir: “Biz cisim için ancak onun parçalanabilir parçası olmasını gerekli
görmekteyiz. Sonsuzca yarımlara bölünmüş bir cismin olması mümkün değildir…” 20 “Dahası
gerçek, senin istediğin her bölünmenin ve bilkuvve sonsuz olan bölünme sınıflarından tek tek
her birinin cisimde vâki olmasının mümkün olmasıdır. Tümün vâki olacağı kesinlikle doğru
kabul edilmez. Zira ihtiyaç duyulan ilk şey, bölünmeyi gerçekleştirenlerin bilfiil sonsuz
olmasıdır ki, bu olanaksızdır.”35
- Sonlu cisimlerin sonlu cisimlerde son bulduğunu ve bunun böylece sonsuza kadar
sürdüğünün vehmedildiğini söyledikten sonra İbn Sînâ şöyle demektedir: “Vehmetmenin

18
Bölünmenin [kendilerinin] sürekliliği (bunun ittisal değil infisal olması gerektiğine dair dipnot için bk s. 282)
ayrılma ile bölünemeyen cisimde son bulduğunu iddia eden görüş. Düzeltilmiş haliyle açıklanırsa: Bölünmenin
ayrılma (tefrik) ve kesikli olma (infisal) özelliğine sahip olmayan cisimlerde son bulduğunu düşünen görüştür.
Bunlar unsur düşüncesine savunanlara benziyor.
19
Sayfa 20 alıntıyı Arapçasıyla beraber al.
20
Fizik 2 sayfa 20. Tercüme bana ait
gerektirdiği şey ve hükmü de bu yönlerdendir. Çünkü vehmetme hiçbir şeye, üzerinde
belirginleşeceği bir sınır koymaz. Aksine vehm için sürekli ondan fazlasını vehmetme
sözkonusudur.”48

Bir Cismin veya Büyüklüğün veya [Sayılanlardaki21] Sayının Sonsuz Sıralama Sahibi
Olamayacağı ve Tümüyle veya Parçasal Olarak Hareketli Olan Cismin Sonsuz
Olamayacağı

-Başlangıç cismin sonluluğu yazısında var oradan alınacak.


- “Denilmiştir ki: eğer [sonsuz cisim] dairesel hareket etseydi, onun dairesel bir şekli olurdu;
ayrıca, onun iki yarıçapı da sonsuz olurdu ki bu durumda da sonsuz olan katlanmış olurdu.
Ayrıca bu durumda, merkezin dışında varsayılan hareketli çizgi ile kendisinden ya da
kendisine doğru yer değiştirilen durağan çizgi arasındaki boyut sonsuz olurdu. Sonra sonlu
zamanda [bu sonsuz boyutun] kat edilmesi gerekirdi. Ancak bu imkânsızdır.” 22 İbn Sînâ bu
delili doğruluğuna emin olacak şekilde tam olarak anlayamadığını ifade etmektedir. “[i] Şöyle
ki, onların öğretiminde dairesel tarzda hareketli olan her hareketlinin dairesel bir şeklinin
olmasının zorunluluğu benim için kesin bir kanıt halinde oluşmamıştır 23. [ii] Yine aynı şekilde
onların öğretiminden, bir yönde sonsuz olanın katının olmaması da benim için kesin bir kanıt
halinde oluşmamıştır. Eğer bunu, sonsuz olanın artmayı kabul etmeyeceğinin açıklanmasıyla
açıklarsa ve onun neden artmayı kabul etmediğini açıklarlar ise, sonra daire bahsiyle meşgul
olurlarsa üstlenilmesi gerekmeyen aşırı bir şeyi üstlenmiş olurlar. Zira onların ‘bu, artmayı
kabul etmez’ açıklaması onlara yeterli gelir 24 ve onlar, çapın yarılanması yönünden yarısı ve
katı durumlarının aracı terim olmasına25 muhtaç değillerdir. Ayrıca yarının sadece sınırlı olan
için olacağı ve katın da böyle olması umulur. [iii] Boyut bahsine gelince, iki çizgi arasındaki
bu boyutun kesinlikle sonsuz olacağı konusu benim için zorunlu olmayan bir şey iken nasıl
olur da bir de onu dışarıdan iki çizgi kuşatır! 26 Şayet bu doğru olsa, sonlu bir zamanda
katetmenin zikredilmesinden vareste kalırdım. 27 Aksine yalandan bir çelişki anlıyorum ki o da
sonsuz iken iki çizginin onu sınırlandırmasıdır. Bunun neden zorunlu olmadığına gelince,
bunun nedeni şudur; boyut sürekli arttığı zaman ortada sonsuz bir boyutun meydana gelmesi
zorunlu olmaz. Aksine artma, sonsuza kadar giden olur. Her artma da sonlu üzerine sonlu ile
olur. Dolayısıyla her boyut sonlu olur. Tıpkı sayının durumu konusundan bildiğimiz gibi o
artmayı sonsuza kadar kabul eder. Ve fakat her sayı sonlu olarak meydana gelir. Sonu
olmayan bir sayı ise, meydana gelemez. Çünkü sonsuz düzende bir sayı kendisinden önceki
sayı üzerine ancak bir sonlu ile artabilir.”52-53
- “Yine biz deriz ki, “sonsuzun parçalarının her konumda durağanlaşması ve her konuma
doğra hareket etmesi zorunludur; çünkü her konum onun için doğaldır” 28 sözü de yine benim
21
Başlıkta geçmiyor ama bölümün ilk cümlesinde sayılırlardaki ibaresi var.
22
Jon Mcginnis 329.sayfa Jon bunu söyleyenin Aristoteles olduğunu ifade etmektedir. Delilin ikinci kısmını ben
Aristoteles bölümünde yazmışım ama ilk kısmını yazmamışım Gökyüzü Üzerine’den kontrol etmem lazım.
23
Aristoteles’te bu ifade açık bir biçimde geçmiyor ancak İbn Sînâ’nın söylediği şekilde dairesel hareket eden
cismi daire şeklindeki cisim olarak düşünüyor.
24
Sonsuzun artmayı kabul etmediğini kanıtladıklarında sonsuz cisim olamayacağını zaten kanıtlamış olurlar
çünkü bunu kanıtlayabilirlerse sonsuz cismin iki yarıçapı da sonsuz olamayacağı için sonsuz cisim olamaz.
25
Türkçe tercümede ‘aracılığına’ şeklinde geçen ibare ‘aracı terim olmasın’ şeklinde değiştirilmiştir.
26
Bir daireden sonsuza doğru uzayan iki çizgi farzettiğimizde Aristoteles bu çizgiler arasındaki mesafenin sonsuz
olması gerektiğini iddia etmektedir. İbn Sînâ’nın buradaki itirazı ise eğer aradaki boyut sonsuzsa iki çizgi
tarafından sınırlanmasının mümkün olmadığıdır. Dolayısıyla iki çizgi arasında kalıyorsa aradaki boyut sonlu
olmak zorundadır.
27
Yani delili kabul etmek zorunda kalırdım.
28
Sonsuz cisim ya eşbiçimlidir ya da değildir akıl yürütmesinin a seçeneği yani bütünün eşbiçimli olması
durumunun imkansız olduğu yönündeki iddiya karşı çıkıyor.
gerçeğini kavrayamadığım ve anlayamadığım şeylerdendir.” 54 Çünkü herhangi tek bir şeyin
birçok yeri olduğunda ve her biri ona doğası gereği ait olduğunda onun bu yerlerden her
birinde durması ya da her birinden uzaklaşması gerekli değildir. Aslında bu yerlerden
herhangi biri -cisim herhangi birinde şans eseri var olabilir- cismin onun bütünün külli yerinin
sınırları içerisindedir ki cisim onda doğal olarak sükûn bulur ve ondan kaçmaz. Aynı durum
örneğin havanın bütünün bölgesinde bulunan hava parçaları ya da toprağın bütünün
bölgesinde bulunan toprak parçaları için de geçerlidir. Eğer durum böyle olmazsa doğal
hareket ya da sükûn da olamaz çünkü bütünün bölgesi daima parçaların işgal ettiği yeri aşar.
Zira tek bir şeyin her biri onun için doğal olan konumları olduğu zaman, ona bu konumların
her birinde durağanlaşması ve de her birinden hareketli olmasının gerekmesi zorunlu değildir.
Çünkü bu konumların benzerlerinde cisim için tümeli olan konumun bütünü arasından
hangisinde meydana gelmek denk düşerse düşsün o, doğal olarak durur; tıpkı havanın doğal
mekânının bütününde olan havanın parçalarından bir parçanın ve toprağın doğal mekânındaki
toprağın parçalarından bir parçanın hali gibi. Şayet bu olmasaydı hiçbir doğal durağanlık ve
hareket olmazdı. Çünkü doğal mekân, parçaları meşgul olan üzerine sürekli olarak fazlalaşır.
Belki bunun, benim anlamadığım bir açıklama yönü daha vardır.”54
- Sonsuz bir cismin parçaları için doğal bir hareket yoktur 29: “Bu cismin parçaları için doğal
bir hareketin olmadığına gelince, bu doğrudur. Zira kaçınılmaz olarak ya cisim bütün
yönlerden sonsuz olur ve bu yüzden onun parçaları için hareketle talep edilen [ve] hareketin
ilkesiyle [başlangıç noktası] farklı olan bir konum olmaz. [Ya da o eğer diğerini dışlayacak
şekilde tek bir yönde [sonsuz] olursa -bu durumda parça sınırlayan noktanın dışında yani
sınırlanan yönde olduğunda hareket eder- parça kaçınılmaz olarak doğası gereği talep ettiği
bir yöne doğru hareket eder.]30 Ancak parçanın talep ettiği (mekânın) bütünün talep ettiğiyle
aynı olması zorunludur. Bütün ise doğal olarak bir mekân talep etmez. Çünkü ne aynı cinsten
ne de aynı olmayan cinsten bir mekânı vardır. ‘Aynı cinsten’ (ifadesi) ile yüzeyiyle benzer bir
yüzeyin olmasını kastediyor ve ‘aynı cinsten olmayan’ (ifadesi) ile de tıpkı bizim nezdimizde
ateşin yüzeyinden hava için olan (yüzey) gibi, doğasındaki yüzeyle benzer olmayan bir
yüzeyin olmasını kastediyorum. Bütünün doğası bir mekân talep etmediği ve (bir mekân)
onun için özelleşmeyip onunla belirginlik (varlık) kazanmadığı zaman, parçanın doğası da bir
mekân talep etmez. Çünkü onun bir benzeri olan bütünün doğal mekânı, denk gelen herhangi
bir konumda durağanlaşır ve de bütünün doğal mekânından başka bir doğal mekân olmaz…
Doğası ile bir mekân talep etmeyen de doğasıyla hareket etmez. Çünkü doğa ile hareketin
doğal olmayan mekâna doğru olduğu, dahası tümel ve benzeri bir mekâna doğru olduğunun
zannedilmesi, geçersizliği senin için açık olan bir durumdur. Dolayısıyla buradan da biliyoruz
ki, parçaları için somut sınırlı sayıda yönlere doğru doğal hareketleri olan cisimlerin tümü
sonludur. Buna göre tümelliği böyle olan cismin (durumu) da açıktır.”54-55
- “Yine biz deriz ki, ölçüleri [mekâdîr] sınırlı cisimlerin sayılarının sınırsız olması mümkün
değildir. Zira kaçınılmaz olarak onlar ya birbirlerine teğet olurlar ya da mekânda yayılmış
(şekilde) ayrı ayrı olurlar. Eğer onlar ayrı ayrı olurlarsa ve şayet biz onları birbiriyle buluşan
teğetler olarak vehmedersek tüm yönlerden bütünün hacmi, onu içeren 31 şeyin hacminden
daha küçük ve ortaya daha yakın olur. Bu yüzden o, hacmi sonlu olur ve kendi yerinden teğet
olma yerine kadar katettiği ölçü kadar ilk hacimden az olur. Dolayısıyla ilk hacim de sonlu
olmuş olur. [Dolayısıyla sonlu hacimde mevcut olan (cisimlerin) sayı da sonlu olmuş olur.
Çünkü sınırlı olanda bilfiil mevcut olan parçalar sayısal olarak sınırlıdır.] 32”55,56

29
Bu delilin Aristoteles’te karşılığını bulamadım. Sanki sonsuz cismin parçaları ya eşbiçimli ya da eşbiçimli
olmayan olacak şekilde kurulan delile ilave olarak zikrediyor.
30
Köşeli parantez içerisindeki cümlenin tercümesi bana ait.
31
Türkçe tercümede içerdiği şeklinde geçiyordu ancak anlamca böyle daha doğru görünüyor.
32
Tercüme bana ait
- Doğrusal yönde olan hareket sonsuza kadar gidemez: “Buradan da bilinir ki, hareketin
doğrusal yönde sonsuza kadar gidici olması mümkün değildir. Çünkü sen boyutların sonlu
olduğunu öğrendin33 ve senin için yönlerin sonluluğu ve de hareketin, örneğin sınırsız olan bir
‘aşağı’ya doğru olmasının olanaksız olduğu önceden geçmişti. Aynı şekilde ‘yukarı’ da
böyledir. Zira ‘aşağı’ sınırlanmış olduğu zaman onun karşılığı da (yukarı) kuşkusuz
sınırlanmış olur. Aynı şekilde eğer ‘yukarı’ sınırlanmış olursa, onun karşılığı da kuşkusuz
sınırlanmış olur. Eğer mevcut olmaz ise karşılık da olmayacaktır. Dolayısıyla aşağı için bir
karşılık olmadığında aşağı, aşağı olmaz. Çünkü aşağı, yukarıya kıyasla aşağıdır.”56
- “Sonsuzu -suyun ya da ateşin doğasının sonsuz olması gibi başka bir doğaya sonsuzluğun
arız olması bakımından değil- sonsuz olması bakımından bir ilke ve ustukus yapanların
iddiası da mümkün değildir. Bunun imkânsız olduğuna dair delil şöyledir: sonsuz olan ya
bölünebilen ya da bölünemeyendir. Eğer o bölünemeyense o düşünülen anlamda sonsuz
olmaz aksine olumsuzlama bakımından sonsuz olur; tıpkı noktaya sonsuz denildiğinde olduğu
gibi. Ancak onlar bunu istememektedirler. Onların istediği anlam sonsuzun istediğimiz her
şeyi alabileceğimiz olmasıdır. Eğer bölünebilen ise, başka bir doğaya bölünemeyen olduğu
için (çünkü sonsuz olması bakımından sonsuzun doğası dışında bir doğa yoktur) her parça
bütünün doğasına sahip olmalıdır ve bölünme ile çevrelenen ve sınırlanan parça da ayrıca
sonsuz olmalıdır ki bu saçmadır.”34
- Söylediklerimizden [i] sonsuz bir cismin ve [ii] doğası ile sonsuz hareketli olan cismin
ve [iii] de etkileneni sonsuzca etkileyen ustukussal bir cismin varlığı olmadığı; aynı
şekilde [iv] doğasında bilfiil sonsuz sıralama olan sayılar da olmadığı 35 açıklığa
kavuştuğu için, geriye cisimlerde diğer bir tarz ile sonsuz olanın varlığı hakkında bunun
doğru olup olmadığını derinliğine düşünmemiz kalıyor ki o da [v] (cisimlerin)
büyümesidir.”36
- [v] “Buna göre biz deriz ki, öncekilerden birisi, tıpkı cisim, küçüklükte kendisinden daha
küçük olmayan bir sınır gerektirmeksizin bölünmede son noktaya kadar gittiği gibi, aynı
şekilde onun büyüklük tarafında da böyle olduğunu zannetti. Ona göre nasıl ki bu bölünme
bilfiil beraber meydana gelmeyip bir şeyden sonra bir şey şeklinde meydana geliyorsa ve
kendisinden daha küçük olmayan bir sınırda sonlanmıyorsa ve aynı şekilde büyüklükte de
böyledir. Dedi ki; “Zira cismin bilfiil sonsuz büyüklüğünün varlığı olanaksız olsa bile, ona
doğru yol tutmak olanaksız değildir; tıpkı sayıların artmasındaki hal gibi.” Buna göre, bu
öğreti incelenmeli ve nasıl doğru olup olmadığı iyice düşünülmelidir. Dolayısıyla biz deriz ki,
[i] o bir yönden doğru diğer [ii] bir yönden doğru değildir. [i] Bu öğretinin doğru olduğu yöne
gelince, bu şu nedenledir: Sen vehmetmede sonlu bir cismi durmayan bir bölme ile
bölebilirsin ve yine sen vehmetmede bölünmüş olandan bir parça almaya devam eder ve onu
diğer bir parçaya veya cisme ekleyebilirsin. Bu durumda olduğundan daha büyük olur. Sonra
kalandan, ondan daha küçük olan bir parça alırsın ve onu ilk artışa ilave edersin. Dolayısıyla
bu artış artmaya devam eder. Onda her sonra gelen, ilkinden daha küçük olur. Bu artışların
kendisine ilave edildiği cisim, kendisinden bölünmüş cismin toplamının meydana geldiği
artışların hepsine eşit olma (seviyesine) ulaşmaz. Bu tarzdan bir artırma cismi rastgele bir
büyüklüğe ulaştırmaz. [Aksine bu artmanın aşmayı bir kenara bırak kendisine ulaşamayacağı
bir sınır vardır.]37 [ii] Büyüklükte her sınıra ulaştıracak şekilde cismi büyütme veya artırma
özelliği olan artırma tarzına gelince, bu özürlüdür ve küçüklük kıyasına göre değildir. Çünkü
bölünme cismin dışında bir şeye ihtiyaç duymaz. Büyüme ve artma ise ya asla eklenen bir

33
Fizik 3.makale 6 ve 7.fasıllar civarı olsa gerek
34
Jon Mcginnis sayfa 334.
35
Likewise, there are no numbers having a natural ordered position that are actually infinite.
36
Sayfa 56. Bu beş maddeyi cismin ekleme bakımından sonluluğunu anlatırken çerçeve olarak kullan.
37
Türkçe tercümede anlaşılmaz bir şekildeydi ben çevirdim. Bu örnek Aristoteles Fizik 3.6.206bf4ff’de
geçiyormuş.
madde ile olur ki bu cisimler için sonsuz parçaların olmasını zorunlu kılar ya da durmayan bir
seyrelme ve yayılma ile olur ki bu olanaksızdır. Çünkü her seyrelme, boşluğun ya da
doluluğun parçasında seyrelmek ihtiyacındadır. Bütün bunlar bildiğin gibi sonludur. [Diğer
taraftan] Boşluk, varlığı olmayan bir özelliktir. [Ayrıca] Yine bu, bir yönü gerektiren
hareketin ancak bir sınırı olduğu takdirde mümkün olması nedeniyle olanaksızdır.”57,58

Sonu Olmayanın Varlığa Girmesinin ve Girmemesinin Niteliğinin Açıklanması ve Bilfiil


Sonu Olmayanın Varlığını Kabul Edenlerin Delillerinin Çürütülmesi

- “Bütün bunlar açıklığa kavuştuğu için şimdi parçanın bölünmesinde, sayının artırılmasında
ve buna benzer şeylerde sonu olmayanın varlığının nasıl mümkün olduğunu bilmemiz uygun
düşer.”59 “Biz deriz ki sonsuz, [i] bazen sonsuzla nitelenen durumlar38ı kapsar [ii] bazen de
sonsuzun hakikatinin kendisi kastedilir. Tıpkı “o yirmi zir'adır” dediğimizde bazen onunla
yirmi zir'a olan odunu kastedip bazen de bu niceliğin doğasını kastetmemiz gibi. Aynı şekilde
bu doğanın kendisi için sonsuzdur deriz ve bununla şunu kastederiz: o kendisinden ne alırsan
al haricinde tekrar olmaksızın bir var olan bulduğun şeydir. Bunu söylediğimizde
kastettiğimiz, [sonsuzun] kendisinde duracağı ve son bulacağı bir sınıra ulaşamayacağıdır.
Dolayısıyla o henüz sonsuzdur yani duracağı yerin sınırına ulaşmamıştır.
Zikrettiğimiz doğalardan sonsuz olduğu söylenen şeylere gelince, tamamının değil her birinin
bilkuvve mevcut olduğu söylemek bizim için doğrudur. Buna göre sayılarının sonu olmayan
şeylerin her biri sırayla bilkuvve mevcuttur. Tüm olması bakımından tüm [sonsuz] ise ne
bilkuvve ne de bilfiil mevcuttur. Ancak -eğer böyle bir şey söylenebilirse- parçaları
bakımından bilaraz [sonsuz] olması hariçtir.39
Sonsuzun doğasının kendisine gelince ilk anlam 40 bunlara bilkuvve ya da bilfiil ait olan bir
şey değildir. Bu böyledir çünkü eğer var olursa ya o başka bir şeye ait olan belirli bir araz olur
ki biz bir şeye sonsuzluğun arız olmasının mümkün olmadığını açıklamıştık 41 ya da sonsuz
olması bakımından o kendisinde kaim olan bilfiil mevcut bir doğa ya da ilke olur 42 ki bu bir
grubun görüşüdür ve bunu da reddetmiştik. İkinci anlama gelince 43 o bilfiil olarak daima
mevcuttur. Çünkü biz bölünebilmeyi daima bilfiil buluruz öyle ki o [bölünme] varlığa
girmede kendisinden sonra bir sınır olmayan bir sınıra ulaşmaz.
Dolayısıyla sen bir şeyin [i] nasıl bilkuvve sonsuz olduğunu, [ii] nasıl bilfiil sonsuz olduğunu
ve [iii] nasıl ne bilkuvve ne de bilfiil sonsuz olduğunu öğrendin.
Onlardan bilfiil olan, bilkuvve doğadan boşta kalamaz. Çünkü bunun anlamı, onun [sonsuz
hakkında bilfiil olanın] bilkuvvenin doğasının ortadan kalkmasına 44 neden olmamasıdır
bunun yerine bilkuvve olanın doğası onda daima korunur. Dolayısıyla sonsuz olanın kalıcılığı
ve hakikati bilkuvve olanın varlığıyla ilişkilidir ve dolayısıyla o fiil olan suretin tabiatının
yerine maddenin tabiatı ile ilişkilidir. Şimdi, bütün ya bir suret ya da surete sahip olandır ve
dolayısıyla sonsuz olan bir bütün değildir. Açıkladığımız şeylerden bilirsin ki sonsuz ademî
bir doğaya sahiptir ve bazılarının iddia ettiği gibi her şeyi kuşatmamaktadır aksine [kendisi],
suretle kuşatılmaktadır. Çünkü o maddenin gücüdür (kuvvet).”45
- Bütün pasajdan çıkarım: Sayı bilkuvve sonsuzdur, cismin bölünmesi ise hem bilfiil hem de
bilkuvve sonsuzdur. Sayı ve cismin bölünmesi arasındaki fark sayının yalnızca vehimle
38
Sayılar
39
Sayıların her biri bilkuvve sonsuzdur ama tamamı (küll) dikkate alındığında ne bilkuvve ne de bilfiil mevcuttur.
40
Ekleme bakımından olsa gerek
41
Bu seçenek cisimlerin büyüklükçe olması anlamına geliyor olsa gerek
42
Bu da Pisagorcuların sonsuzu bir ilke olarak görmesi anlamına geliyor olsa gerek
43
Sonsuzun bölünebilmesi anlamı olsa gerek.
44
[Türkçe tercümenin metninde zevâl kelimesi zaman olarak yazılmış]
45
Jon Mcginnis sayfa 337-338.
ilişkisi olmasına rağmen bölmenin fiille de ilişkisi olmasıdır. Bölme, bir hareket içermesi
bakımından fiil ve dolayısıyla bilfiil olabilirken, sayının sonsuzca sayılması herhangi bir
hareket içermediği için bilfiil olarak nitelenememektedir. Cismin bölünmesi bilfiil iken aynı
zamanda kendisinde bilkuvvelik de korunmaktadır. Dolayısıyla sonsuzun kalıcılığı ve
hakikati bilkuvve olanın varlığıyla ilişkidir bu nedenle de suret yerine maddeyle ilişkilidir.
Bütün bir suret ya da surete sahip olan olduğu için sonsuz bir bütün değildir. Esasında sonsuz
ademî bir doğaya sahiptir ve her şeyi kuşatan değil suret tarafından kuşatılandır.

Sonsuz

Sonsuzla nitelenen şeyler Sonsuzun hakikatinin kendisi

Her biri tek tek bilkuvve


İlk anlamı bu şeyler için ne
mevcuttur. Buna göre sayıları İkinci anlamı bilfiil mevcut
bilkuvve ne de bilfiil
sonsuz olan şeylerden her biri olan bir şeydir: Bölünme
mevcuttur
tek tek mevcut olur.

Tüm olması bakımından tüm


Ya diğer bir şeye arız olur ki
ise ne bilkuvve ne de bilfiil
imkansızlığı gösterildi.
mevcuttur.

Ya da sonsuz olması
bakımından kendliğinden kaim
olan bilfiil bir mevcut veya ilke
olur ki bu da geçersiz kılındı.

- “Eğer birisi, “sonsuz bölünme [inkısâm], suret olan niceliğe eklenen bir özelliktir” derse,
buna şöyle cevap verilir: Bölünme iki yönde kullanılır; birincisi ayrıklaşma [iftirâk] ve
koparılmadır [inkitâ‘]. Bu, niceliğe maddenin istadadı 46 nedeniyle eklenir. İkincisi ise şeyin
doğasında (o) şeyden başka bir şeyi varsayma ve böyle olmaya devam etmenin bulunması
anlamında bölünmedir. Bu da büyüklüğe kendisi bakımından eklenir. İlkinde bir hareket
bulunması gerekir. İkincisinde ise bir harekete ihtiyaç duyulmaz. İlki gerçek bölünmedir ki o,
şeyin halini başkalaştırır. İkincisi ise vehmedilmiş bir durumdur. İlkini büyüklük kendi
nedeniyle kesinlikle kabul etmez. Çünkü kabul edenin kabul edilenle beraber kalıcı olması
zorunludur. Şöyle ki, (ilk anlamda bölünme) ârız olduğunda ilk büyüklüğün varlığını iptal
eder. Çünkü ilk büyüklük ancak, bu belirli süreklilidir; yoksa kendisinde belirli bir ittisal olan
şey değildir. Çünkü defalarca öğrendin üzere büyüklük, sürekliliğin kendisidir; yoksa
kendindeki süreklilikle sürekli olan şey değildir. Zira ayrışma [infisâl] ârız olduğu zaman,
dağıtan [kişi ya da şey] ilk büyüklüğü iptal eder ve diğer iki büyüklüğü sonradan meydana
getirir. Ve ancak öncesinde bilkuvve iken, diğer iki sınırlı sürekliyi sonradan bilfiil meydana
getirir. Şayet onlar bilfiil olsalardı, tek bir süreklide sonsuz bilfiil sürekliler olurdu.” 47
Bölünme 1: Ayrıklaşma ve koparılma. Niceliğe maddenin istidadı nedeniyle eklenir. Hareket
bulunması gerekir. Gerçek bölünmedir şeyin halini başkalaştırır. Büyüklük kendisi nedeniyle
bu bölünmeyi kesinlikle kabul etmez. Çünkü kabul edenin kabul edilenle beraber kalıcı
olması zorunludur. Bu bölünmede arız olduğunda ilk büyüklüğün varlığını iptal eder. Çünkü
ilk büyüklük bu belirli sürekliliktir. Yoksa kendisinde belirli bir ittisal olan şey değildir.
46
İstidad kelimesi Türkçe çevirinin Arapça metninde yok Jon Mcginnis’in çevirinin metninde var.
47
Sayfa 60,61. Bazı değişikliklerle Türkçe tercümeden
Çünkü büyüklük kendisinde süreklilik bulunan şey değil sürekliliğin bizzat kendisidir.
Ayrışma arız olduğunda bunu yapan ilk büyüklüğü ortadan kaldırır ve iki yeni büyüklüğü
bilkuvveden bilfiile çıkarır.
Bölünme 2: Şeyin doğasında o şeyden başka bir şeyi varsayma ve böyle olmaya devam
etmenin bulunması anlamındadır. Büyüklüğe kendisi bakımından eklenir. Harekete ihtiyaç
duyulmaz. Vehmedilmiş bir durumdur. Bu bölünme biçiminde büyüklüğün kendisi ortadan
kalkmaz.
- “Maddenin kabul ettiği bölünmeyi maddenin ancak kendisi için olan niceliğin varlığı
sebebiyle kabul eder olması yadırganamaz.”61 İbn Sina’ya göre insanlar sanki şöyle
düşünmektedirler: Heyulanın onu devamlı ayrıklaştıran bölünmeye hazırlayan bir sureti vardır
ki bu suret cisimselliktir. Bir de bundan engelleyen ya da (sürekli bölünme) gerçekleştiğinde
heyula üzerinde sabit kalmayan bir sureti daha vardır. Buna örnek olarak şöyle demektedirler:
et sürekli bölündüğü zaman et olarak kalmaz aksine et olmaklık iptal olur ve cisimlik kalır.
Sonra bunu incelemeye geçiyor: “Biz, “niceliksel suret maddeyi, maddeye özgü olan
bölünmeye hazırlar” dediğimiz zaman bu hazırlanmanın bir surete ait olması zorunlu değildir.
Çünkü fiili yapanın kendisinde bir fiil olması zorunlu değildir. Aynı şekilde bu suretin fiile
hazırladığı şeyin çıkışıyla beraber kalıcı olması da zorunlu değildir. Çünkü cismi doğal
durgunluğuna yaklaştıran ve onu doğal durgunluğa hazırlayan harekettir ancak hareket onunla
[durgunlukla] beraber kalıcı olmaz. Zira [hareketin] fiili bir hazırlık üretmektir. Dolayısıyla
onun [hareket] hazırlığı üretmekle beraber bulunması zorunludur. Aynı şekilde niceliğin fiili
de hazırlamadır. Bölünme ise bir başka şeyden kaynaklanır.”48
- “Sonsuzun var olduğu tarz öğretildi. O sayılara katını almada arız olur ve [sayılar] birliğe
doğru sonludur. Büyüklüğe ise yarısını alma ve eksilmede arız olur. [Büyüklük] katını alma
bakımından ise sonludur. Çünkü onun büyüklük olması bakımından yarılanması, ilki bir olan
sayı olması bakımından katının alınmasıdır49. Bir sayının ilkesidir ve sayı birden başlayıp iki
olur. Harekete sonsuz bölünme üzerinde bulunduğu50 büyüklük nedeniyle ârız olur.”51
- “Zamana gelince, onda vehmedilen bölünme hazırlığı vardır ve [bölünme] ona büyüklük
olması bakımından ve zatı gereği arız olur. Bilfiil belirli olan [bölünme] ise hareket sebebiyle
arız olur. Bilfiil vaki olan ile vehmedilen ve hazırlık olan arasında fark vardır. Çünkü
büyüklükler zatı gereği kendilerine sonsuzca vehimsel bölünme arız olması için ve
[bölünmeye] hazırlık olmaları için vazedilmişlerdir. Bunun fiile çıkışı ise bir başka şey
nedeniyledir. Buna göre 'bu [sonsuz bölünme buna hazır olma] zamana hereket sebebiyle arız
olur' denildiğinde sonsuzca bilfiil peş peşe şeyler şeklinde vâki olan arız kastedilir. Hazırlığın
doğası ise büyüklük olması bakımından zamandır. Hareket buna [hazırlığı] sağlamaz. Aksine
o, bu hazırlığı gerektirecek bir tarzda olan zamanı, var eder. Tıpkı, örneğin sayanın, sayarak
ya da başka bir iş ile on sayısını var kıldığında onu çift yapıyor olmayıp aksine onu var kılıyor
ve onun varlığının çift olmayı gerektiriyor olması gibi. Katetme olması bakımından harekete
gelince, tıpkı bölmede ona sonsuzluk arız olduğu gibi aynı şekilde katını alma ve artışta da
sonsuzluk arız olur. Ve sonluluk ile sonluluğun yokluğu özelliği harekete ancak kendi
zatından dolayı olan nicelik sebebiyle eklenmediği için diğer bir nicelik sebebiyle ona eklenir.
Yoksa mesafenin niceliği sebebiyle eklenmez. Çünkü mesafe sonludur. Şu hâlde ona diğer bir
nicelik sebebiyle eklenir ki o da zamandır. Bu durumda hareket zamanı varlık nedenidir ve
zaman hareketin sonlu ya da sonsuz büyüklük olmasının nedenidir. Ancak hareket ettirici
hareketin varlığının nedenidir ve bu yüzden zamanın varlığının ilk nedenidir ve ilk yetkinlik

48
Şifa Fizik 2 sayfa 61 Tercüme büyük oranda bana ait.
49
John Mcginnis Arapçasında katı alınması olarak geçmesine rağmen tercümeyi yanlışlıkla yarılanması olarak
yapmış.
50
Burada mesafeyi kast ediyor olması lazım.
51
Şifa Fizik 2 sayfa 62 Tercüme büyük oranda bana ait.
olan hareketin kalıcılığının da nedenidir. Onun kalıcılığını niceliğinin uzamının artışı izler ki
bu da zamandır.
Hareket ettirici hiçbir bakımdan zamanın sonsuza uzamaya hazırlıklı oluşunun nedeni
değildir. Aksine o hareket sonsuzca devam edecek şekilde zamanın sonsuzca uzamlı
olmasının nedenidir.52 Çünkü bu [hazırlıklı olma] zamana zatı gereği aittir tıpkı bölünebilirlik
durumunda olduğu gibi. Ancak bu anlamın zaman için bilfiil varlığı hareket vasıtasıyla
hareket ettirici nedeniyledir tıpkı onun için bölünmenin bilfiil varlığının, dışarıdan bölen bir
şey sebebiyle olması gibi.”53 Dolayısıyla hareket, bu arızın [sonsuzluğun] zaman için var
olmasının sebebidir. Zaman da bu arızın [sonsuzluğun] hareket için var olmasının sebebidir.
Ancak bu bir yönden diğeri ise bir başka yöndendir. Harekete gelince, o, hareket ettirici
hareketi kesmeyip aksine onunla [hareketle] sürekli olduğunda hareket ettirici nedenden sonra
bu arızın gerçekten zamana ait olmasının nedenidir. Zaman ise hareketin sonsuz büyüklük
sahibi olmasının nedenidir. Çünkü zaman hareketin ölçülmesinin nedenidir. Dolayısıyla
sonsuzluk ona hareketin bunu gerektirmesi ve zamanın da onu bu şekilde var kılması 54
yoluyla öncelikli olarak arız olduğunda onun [zamanın] aracılığıyla hareket için arız olduğu
söylenir -evveli olarak değil aksine i) onun arızı olan zamanın böyle olması nedeniyle
hareketin kendisi de arızi olarak böyle kabul edilir. Yani arızı da böyle kabul edilmiştir.
Ayrıca ii) arız olan için böyle denilmesi nedeniyle (hareket için de böyle denilmiştir.) Bu
sıklıkla olan şeylerdendir. Çünkü pek çok şey, bu durum için öncelikli bir sıfat olan bir durum
olarak var olur. Ve bu sıfat bu yönden onun için birinci değil ikinci bir sıfat olur ve ikinci
kasıtla olur.”55
- “Onun (sonsuzun) ispat edilmesi hakkında kullanılan delile ve orada söylenen katını alma,
bölme, oluş-bozuluş, zaman ve benzeri durumlara gelince, bilinmelidir ki, sonlu bizim
söylediğimiz tarzdan başka bir varille şeklinde bulunamaz. [İddialardan birisi:] Onların ‘her
sonlu diğer bir şeyde son bulur’ yollu söyledikleri ise, doğruluğu kabul edilmiş bir şey
değildir. Zira bir şeyin sonlu olması ve onun sonunun diğer bir şey nezdinde olması denk
düştüğü zaman o, sonlu ve buluşan olur. Sonlu olması bakımından da onun sadece bir sonu
vardır. Onun sonlu oluşunun anlamı da budur. Buluşan olması bakımından ise, onun sonu
diğer bir şey nezdindedir. Bu yüzden onun sonunun diğer bir şey nezdinde oluşu, buluşmanın
gerektirdiği bir dunundur. Yoksa sonluluğun bir gereği değildir. Zira sonluluğunun gereği,
sadece bir sona sahip olmasıdır. Onun sonunun diğer bir şey nezdinde oluşu ise, onun
anlamına eklenmiş diğer bir anlamdır. Şayet her sonlunun kendi cinsinden ya da başka cinsten
bir şeyle buluşuyor olması gerekseyeli, belki onların söyledikleri doğru olur ve her cisim bir
cisimde son bulurdu. Fakat her sonlunun kendi cinsi ile, cismin kaçınılmaz olarak bir cisimle
buluşacağı şekilde, buluşuyor olması zorunlu değildir. Sen hareketin durağanlıkta son
bulduğunu biliyorsun ki, o da salt yolduk ya da zıttır. [İddialardan bir diğeri:] Tevehhüm
bahsine gelince, diyelim ki bu doğru kabul edilmiş olsun. Ancak bundan varlıkların, varlıkta
sonsuz olmaları gerekmez. Aksine varlıklar vehmetmede sonsuzdurlar.”64

Etki Etme ve Etkilenme Bakımından Cisimlerin Sonlu Olması

- İddia: Sonsuz bir cismin zamansal olarak bir başka cisimde fail olması ya da bir başka cisim
tarafından zamansal olarak münfail olması mümkün değildir. Sonsuz bir cismin zamansal

52
Türkçe tercümede bu ikinci cümle de olumsuz olarak kullanılmıştır: “(Hareket ettirici) hiçbir yönden zamanın
sonsuza kadar uzamaya hazırlıklı oluşunun nedeni değildir ve de zamanın sonsuz hareket olacak şekilde sonsuza
kadar uzar olmasının nedeni de değildir.” (Fizik 2 sayfa 63). Ancak anlam bakımından İngilizce tercüme daha
doğru gözükmektedir.
53
Şifa Fizik 62,63 Tercüme hem İngilizce hem Türkçe tercümelerden bazı müdahalelerle aktarılmıştır.
54
Türkçe tercümede “zamanı bu şekilde var kılması yoluyla” şeklinde geçiyor
55
Şifa Fizik 63 Düzeltmelerle Türkçe tercümeden.
olarak bir başka cisimde fail olmamasının nedeni İbn Sînâ’ya göre şudur: Münfail cisim ya
sonludur ya da sonsuzdur.
a) Münfail cisim eğer sonlu ise fiil ve infial cisimler arasında onlardan her birinin doğası
nedeniyle cereyan eder yoksa onların sonlu ya da sonsuz olması nedeniyle değil. Eğer
münfailin failden olan infiali ikisinin doğası nedeniyle olur ise bu durumda onlardan [fail ve
münfail] biri olan münfailin bir parçasının diğerinin (fail) bir parçasından münfail olma
özelliği olur. Buna göre, belirli bir sürede, sonsuzun bir parçası sonluda ya da (sonlunun) bir
parçasında fiil yaptığı zaman, bu zamanın sonsuzun (tamamının) bu fiili yapma zamanına
oranı, sonsuzun gücünün sonlunun gücüne oranı gibidir. Çünkü (örneğin) cisimler büyük
oldukça güçleri de şiddetli olur ve fiili de daha etkin ve (fiilinin) zamanı da daha kısa olur.
Dolayısıyla bundan sonsuz olanın fiilinin zaman almaması zorunlu olur ama zaman aldığı farz
edilmişti.
b) Eğer münfail cisim sonsuz ise [i] onun bir parçasının münfail olmasının bütünün münfail
olmasına oranı, iki zamanın birbirine oranı gibidir. Dolayısıyla ondan her bir parçanın
infialinin zamanda olmaksızın gerçekleşmesi zorunlu olur. Bunlardan küçük olan parçanın
infiali büyük parçanın infialinden daha hızlı olur. Çünkü küçüklük, hızı belirler. Dolayısıyla
zamanda olmayan oluşandan daha hızlı bir şey olmuş olur. [ii] “Yine edilgin için bir parça [x]
varsaydığımızda ve (bu parça) zamanda olmaksızın edilgen olduğunda kaçınılmaz olarak ya
onu takip edenin [y] infiali onun [x] infialiyle beraber olacak ve dolayısıyla da bütünün infiali
[x+y] zamanda olmaksızın vaki olacak ya da [y] ondan [x] sonra vaki olacaktır. Buna göre
ondan [y] sonra diğer bir parça [z] varsaydığımızda, kaçınılmaz olarak bu parça [z], ya onun
[y] beraber edilgin olacak ve dediğimiz şey ona arız olacaktır [başa dönülecektir]. Ya da
ondan sonra yine zamanda olmaksızın edilgin olacaktır ve bu durumda da anlar art arda
gelecektir ki, gerçek bunu engeller56.”57 Bu delil fail üzerinden kurulmuştur ancak münfail
üzerinden kurulması da bunun karşılığı olarak mümkündür. Bu delil neticesinde İbn Sînâ’nın
ulaştığı sonuç: “Buradan da bilinmektedir ki, birbirilerine zamansal bir fiilde bulunan ve
büyüdükçe güçleri artan ustukusların hepsi sonludur.”58
- İddia: Cisimlerden hiçbir cisimde zorlamalı ya da doğal sonsuz şiddette bir hareket ettirme
gücü yoktur. Bir başka deyişle cisimler hareket ettirme gücü bakımından da sonludur. Çünkü
bu zamanda olmaksızın fiilde bulunmayı gerektirir. Ancak zaman almayan bir hareketin
bulunması imkânsızdır. Onun zamanda olmaksızın meydana gelmesinin gerekmesinin nedeni
ise güç ne şiddetlendikçe süreç kısalır ve dolayısıyla güç sonsuz şiddette olursa süreç de
sonsuz küçüklükte olmalıdır.66,67

Doğal Cisimlerin Aşırı Küçülme Sırasında Suretten Sıyrılacağı, Dahası Onlardan Her
Biri İçin Daha Azında Suretlerini Koruyamayacakları Bir Sınırın Bulunduğu
Hususunda Söylenenlerin Takip Edilmesi, Aynı Şekilde Kendisinden Daha Kısası
Olmayan Hareketin Olduğu Hakkında Söylenenlerin Takip Edilmesi

- Bu fasılda araştırılacak şey: cisimlerin süreklilik boyunca suretlerini koruyup korumadığı ve


sonsuza kadar bölünmesiyle birlikte [türsel] suretlerin de kalıcı olup olmayacağı yani
cisimlerin küçüklük bakımından bölünmede sonsuz olmaları ve cisimsellik suretini
korumaları gibi diğer formları mesela su olmak, hava olmak ve benzerlerini koruyup
korumadıkları.

56
Zaman anların art arda gelmesinden oluşmamaktadır. Zamanda anlar ancak farz edilme ile vardır. Zamanın
bölünmesinin sonsuzluğu konusunda bu husus incelenecektir.
57
Fizik 2 Sayfa 65,66 tercüme büyük oranda bana ait. Tırnak içerisindeki kısmı doğrudan Türkçe tercümeden
aldım.
58
Sayfa 66
- Karışım olmaları bakımından cisme ait olan suretler söz konusu olduğunda, karışımla
kazanılmış suretlerinden yoksun yalınlara döndürecek bir tahlil tarzı var görünmektedir.
- Meşşailer’den önceki59 dönemlere atfedilen pozisyona göre cisimler bölünme esnasında
parçalarda son bulur. Eğer daha da bölünürlerse onlarda suret mevcut olmaz. Öyle ki onlara
göre belirli bir su miktarı suyun olası en küçük miktarıdır. Aynı şekilde ve diğer unsurlar için
de böyledir. Onların yalınlar hakkındaki düşünceleri böyleyse et ve kemik gibi parçaları
müteşabih olarak görülen bileşikler de hayli hayli böyledir. Onlardan bir grup şöyle demiştir:
“[…] durum böyle olmazsa ise sürekli her bir küçükten daha küçük bir şeyin olması mümkün
olur. Suda, havada, ateşte, toprakta, ette, kemikte ve benzerinde bu mümkün olduğu zaman,
yalınların parçalarını (rastgelen) herhangi bir sınırda almamızda (kabul etmemiz) mümkün
olacaktır. Dolayısıyla onlardan, tıpkı, su, hava, ateş ve topraktan oluşan şeyler gibi karışım
yoluyla olan oluşu ve yine tıpkı etin ve kemiğin bileşiminden oluşan canlılar gibi, bileşim
yoluyla olan şeyler de oluşur. Buna göre hayvansal ve bitkisel oluşanların dilediğimiz ölçüde
[kadr] olması mümkün olur. Buna göre, sivrisinek ölüsünde bir filin meydana gelmesi de
mümkün şeylerden olacaktır!”87 (Onlara göre fili böldüğümüzde bir noktada fil olmaktan
çıkar, aynı şekilde et ve kemiği böldüğümüzde bir noktada et ve kemik olmaktan çıkar hatta
aynı şekilde unsurları böldüğümüzde bir noktada unsur olmaktan çıkar. Eğer durum böyle
olmazsa küçüklükte fille aynı büyüklükte (ebatta) sinek olması mümkün olur.) “Onlar şöyle
diyebilirler: “Bunun karşılığı olarak bir sivrisineğin filin ölçüsünde olması gerekmez. Çünkü
karışım, parçaların büyüklüğünü değil küçüklüğünü gerektirir. Zira parçalar büyüdükleri
zaman ve büyükken buluştuklarında onların karışımından kaynaklanan fiil küçüğün
[parçalarının] üreteceği [fiil] olmaz. Bu nedenle karıştırılan macunların oluşumuna dövülüp
yoğrulması ancak belirli bir derecede yardımcı olabilir. Ondaki büyük parçalar kuvvelerin
birbirine nüfus etmesini engeller.”60 “Onlar söyle diyebilirler (hatta belki onlardan biri
söylemiştir de): Eğer bu imkân61 canlıların ustukuslardan oluşumu hakkında gerçek olsaydı
yalnızca mutlak imkân olmazdı. Aksine var olana kıyasla çoğunlukla olan bir imkân olması
gerekirdi. Bu daha azın karışımının daha çoğun karışımından önce olması nedeniyledir. Zira
daha çok olan, daha az olandan meydana gelir. Aynı şey bileşim [terkîb] için de geçerlidir:
Önce olanın varlığı sonra olanın varlığından önceliklidir. Bu yüzden parçaları daha küçük
olan karışımlar, varlık bakımından öncelikli olur. Bu durumda da fillerinin varlığının bırakın
sivrisineğin ölçüsünü kedilerin ölçüsünde olmasının imkânsız sayılacak nadirlikte olmayan bir
durum olması zorunlu olurdu. Ne ki biz, sivrisinek ölüsünde olanı eş adlılık dışında nasıl fil
diye isimlendirebiliriz! Çünkü fillerin fiilleri bu ölçüden çıkmaz.” 62 Bu söylenenlerin
değerlendirmesine gelince: “Bu izah [hüküm] zorunlu olarak Anaksagoras’a, onun karışım
hakkındaki sözüne -ona göre karışım parçaları müteşabih cirimlerden oluşandır ve onların
ayırt edilmesi yalnızca bir tür karışmanın gerektirdiği tarzdadır ve onunla yalnızca bir şey
oluşur- karşı olacaktır. Bu görüş Anaksagoras için kaçınılmaz olan gerekli bir görüştür. Zira
o, oluşun tümünü karılma [ihtilat] ve ayırt edilmeye bağıntılar. Ancak Meşşâîler’in yöntemine
göre bu zorunlu değildir. Çünkü onların yöntemine göre azın karışımının çoğun karışımından
önce olması doğru değildir. Çünkü eğer az olanla sayıca az olan kastedilirse bu doğrudur
ancak bu onlar için fayda vermez. Çünkü onların [Anaksagoras gibi düşünenlerin] sözleri
büyüklük bakımından az olan hakkındadır. Sayıda daha az olanın karışımının sayıda daha çok
59
Arapça ibare şu şekildedir: “‫”ان الظاهر من الم ذاهب المنس وبة الي ص دور المش ائين‬. Türkçe tercümede “Meşşâîlerin
(Peripatetikler) sudur (varlığın meydana çıkışı görüşüne) mensup öğretilerinden açıktır ki…” şeklinde
karşılanmıştır. Ancak metnin devamından anlaşılan İbn Sînâ’nın burada Anaksagoras ve takipçilerinin görüşlerini
özetlediğidir ki kendisi de açıkça Anaksagoras ismine atıf yapmaktadır. Dolayısıyla sudur kelimesini
“başlangıçlar” anlamında almak ve Meşşâîler kelimesinden önce bir “önce” kelimesi takdir etmek
gerekmektedir.
60
Sayfa 87 tercümede düzenlemeler yaptım
61
Sivrisinek ölüsünde fil olması imkanı olsa gerek
62
Sayfa 88 tercümede düzenlemeler yaptım
olanın karışımından önce olması, büyüklükte daha az olanın karışımının büyüklükte daha çok
olanın karışımından önce olmasını gerektirmez. Çünkü büyüklük bakımından az olanın,
büyüklük bakımından daha çok olandaki varlığı mutlak bilkuvve bir varlıktır. Sayı
bakımından az olanın sayı bakımından çok olandaki varlığı ise bilfiil bir varlıktır. Büyüklük
bakımından az olan bilfiil olduktan sonra yok olduğunda ondan bir karışım kesinlikle zorunlu
olmaz. Aksine büyüklük bakımından uygun olan, büyüklükte daha çok olanın karışımının
daha az olanın karışımından önce olmasıdır. Çünkü daha çok olan büyüklükte [form
tarafından] kuşatılmış ve meydana getirilmiştir 63. Daha az olan ise kuşatılmamış ve de
meydana getirilmemiştir.”64 İkinci bir itiraz olarak: “Ve yine Meşşâîlerin usullerine göre, eğer
meydana geldiyse küçük parçalardan meydana gelmiş karışımın, türsel suretin meydana
gelmesinde yeterli olması zorunlu değildir. Çünkü 65 karışımla beraber büyüklüğün de şart
olması beklenir. Bunun nedeni de şudur; tür olarak herhangi bir cisimle birlikte meydana
gelmekle birlikte fâil nefis için cisim, ancak nefsin kendisini örneğin fiilleri ve hareketleri için
bir alet olarak kullanmaya uygun halde olduktan sonra tam bir şekilde hazır olur. Çünkü
insanın insan olarak yaratılması ancak bedenin insanî fiilleri yerine getirmesine göre olduğu
zaman olabilir. [Bu insani fiiller], (herhangi bir engel olmadığı farz edilerek) kendisi
aracılığıyla en azından ev aradığı ve yaptığı güç ve aletlere sahip olduğu ve elbiseler
yapabildiği ve varlığı için yapmak zorunda olduğu diğer şeyleri yapabildiği şeylerdir. Aynı
şekilde güçlü rüzgarların ona eseceği ve düşük niteliklerin [sıcak, soğuk, ıslak ve kuru] onu
değiştireceği şekilde olmamak [da insanî fiillerle mümkündür]. Sanki insani nefs yalnızca -
eğer engelleyen yoksa- insani hareketleri canlandırma özelliğine sahip olan bedenlerle var
olabilir. Durum böyle olunca, karışımın kendisinin meydana gelmesi, insan türünün meydana
gelmesinde yeterli değildir. Ne ki herhangi bir tür için hazır olan karşımın meydana gelmesi
için benzerinde meydana gelip doğduğu bir mekân ve benzerinden doğduğu bir madde ve
güçlü aletlerle hareket ettirme ve durağanlaştırma üzerine fiilde bulunan nefsânî bir kuvve
gereği vardır. Şayet bu madde karışımsal yeteneğiyle beraber çok az bir miktarda olur ise,
hazır olan nitelikten bir defada münfail olur. Ve o, karışımsal suretini doğal hareketle
kendisini yetkinliğine dair suretlerine doğru ulaştıracak kadar koruyamazdı. Aksine hiçbir
karışıcı nefsani kuvve buna benzer bir maddeyle ilgili olmaz. Açıktır ki bu kıyas,
Anaksagoras’tan başkasını reddetme hususunda fayda vermez.”66
- Gerçek bölünmede suret bir noktadan sonra korunamaz. Varsayılan bölünmede ise suret hep
kalıcıdır: “Biz deriz ki; cisim bölünmede en uç noktaya iki yönde gider: Birincisi ayrışma ve
dağılma yoluyla olur. İkincisi ise, ayrışma ve dağılma yoluyla olmayandır ki, sen bu iki yönü
de öğrenmiş durumdasın. Bölünmesi ayrışma, dağılma ve parçaları ayrı ayrı olmaya yoluyla
değil de bir kısmına özgü olan araz ya da ona [cismin tamamına] özgü olan örneğin teğet
olma, paralel olma ve benzeri görelilik yoluyla olana gelince; bundan, bölünmenin yalın cismi
orada sureti yitireceği bir sınıra ulaştırması zorunlu değildir. Çünkü bu suret toplamına
yayılmış onunla örtüşmüştür. [Şayet cismin parçalarından herhangi biri küçüklüğü nedeniyle
cismin suretinde paya sahip olmasaydı, birbirine benzer parçaların bir boyutu olurdu ki bu
durumda [bölünme sonucunda] ya cisim var olmaya son verirdi ya da parçalardan en küçük
olan ve bu sureti taşımaktan en uzak olan kalıcı olurdu ki bu durumda da cisim, hiçbir bu
surete sahip olmayan parçalardan düzenlenmiş olurdu.] 67 Ve ancak bu suret, onların [bu
parçaların] toplanmasıyla meydana gelirdi. Toplanma olması bakımından toplanma ise, ancak
sayı ve özellikleri sağlar. [Cisimlerin toplanma bakımından olması da büyüklük ve onun şekil

63
Türkçe tercümede yanlış bir biçimde kuşatılmamış şeklinde yazılmış.
64
Sayfa 88 tercüme düzeltmeli.
65
Türkçe tercümede dolayısıyla yazıyor.
66
88,89 tercüme düzeltmeli
67
Köşeli parantez içerisindeki tercüme bana ait.
ve konum arazlarından başka mutlak toplanma olması bakımından bir özellik artışı
sağlamaz.]68 Bunlardan hiçbirisi de ateşsel ve topraksal değildir ki, fertlerinde mevcut
olmayıp toplanma nedeniyle bütününde mevcut olsunlar! Ve yine o [Belirli bir büyüklük
eşiğinin altındaki parça] karışım (mizaç) gibi de değildir. Çünkü karışım doğaları farklı farklı
olanlardandır. Bununla beraber [ayrıca] karışım dahi karar kıldığı şeyde karar kıldığı zaman
ortaya çıkar ve hükmü de yalın suretin hükmüdür ki bu da açıklanmasında çok bir çabaya
ihtiyaç duyulmayan şeylerdendir. Durum bu nitelikte olunca, açık seçiktir ki suyun her
parçasında su olmaklık vardır. Ve bu yöndeki bölünme [farz edilen bölünme], en küçük
parçayı tümden farklı kılmaz.”90
- “Ayrışma [infisal/discontinuity) ve ayrı ayrı olma (tebayün/disconnection) üzerine olan
diğer tarzdaki bölünmeye gelince, küçüklükte aşırıya kaçmak, cismin suretini
koruyamamasının sebebi olur gibidir. Zira cisimler küçüldükçe başkasının onda hızla fiilini
yapma yeteneği de çoğalır ki, bu daha sonra senin için açıklanacak bir şeydir. 69 Buna göre
cisimden bir şeyin küçüklüğü aşırıya gittiği ve tümelliği ayrıştığında 70 bir zaman sureti
üzerine kalıcı olması olanaksız gibidir. [Ancak aksine o kendisini çevreleyen cisimlere
dönüşür ve onlarla sürekli olur. Böyle olunca o karışım oluncaya kadar suretini koruyamaz.
Dolayısıyla eğer durum böyleyse şu söylenen doğru olamaz: toprak olma formunu koruyan en
küçük cisim ateş olma formunu koruyan en küçük cisimden daha büyüktür. Çünkü hava
olarak var olabilen en küçük [miktar] kaçınılmaz olarak ateşin doğasının elverişli olduğu oluş
ve bozuluşa elverişlidir (ve belki de daha uygundur).] Durum böyle olunca toprağa dönüşme
özelliği de olur. Toprağa dönüşme özelliği olduğu zaman da ateşe dönüşmüş toprak, dönüşen
ateşin hacminden küçük olur. Çünkü ateş, toprağa dönüştüğü zaman hacmi küçük hale gelir ki
bu, Meşşâîler’in temel ilkesidir ve gerçek olması beklenir. Ancak bu “en küçük miktardaki
ateşin tekil toprak parçasına dönüşme özelliği yoktur aksine o olmaksızın bilfiil var olacak
şekilde sayısal olarak ondan ayrık olmayan toprağın parçası olarak süreklilik üzeredir”
denilmedikçedir. Aksine [bunu diyene göre] bir damla suyun, tekil bir damla olarak bilfiil
varlığının gitmesi bakımından su seliyle bitişmesi [ittisal] gibi olur. Ancak ondan [su
damlasından] bütünü olan selde bir artış oluşur ve o, bizim onu tekil varsaymamıza göre olur
ve fakat ayrışma ve tekilleşme bakımından ise böyle olmaz. Eğer birisi bunu derse
hükmetmede taraf tutulmuştur.71 Kuşkusuz onun [en küçük ateş cismi], toprağın tümüyle
tesadüf ettiği [karşılaştığı] yerde (halde hale) dönüşümü zorunlu değildir. Çünkü unsurların
parçalarının çoğu, tümüne özgü olan hayyizin (doğal mekânın) kendisinde olmadan başkasına
doğru dönüşür. Ki bu ölçüsü duyulur olan büyük bir parçadır. 72 Sadece hayal edin hareken
eden küçük parça ne kadar değişecektir! 73 Bununla birlikte kuşkusuz bitişmesi zorunlu
değildir. Aksine bu doğaya dönüşme ve onunla teğet kalması mümkündür.”91,92

68
Köşeli parantez içerisindeki tercüme bana ait.
69
4.12
70
Jon Mcgnnis: when the body exceeds its degree of smallness and separates off from its collective kind
71
Jon Mcginnis: Should one say this, they have been swept away by the sea of their own fancy.
72
For many parts of the elements undergo alteration into one another in that very same region that is proper
to its whole, while being a large part of appreciable size
73
Türkçesi: “Küçük olan, nasıl böyle olmasın!”
Metafizik

İkinci Makale

Birinci Fasıl: Cevherin Tanımı ve Ana Hatlarıyla Kısımları

Bir Şeyin Varlığı

Bizzat Bilaraz

Cevher : Kesinlikle bir konuda olmayandır. Arazı mevcut


kılandır. Araz ile var olmamaktadır. Şu halde cevher varlıkta
önce gelendir.

Araz: Varlığı ve türü kendinde meydana gelmiş başka bir şeyde


onun bir parçası gibi olmayacak şekilde ve ondan ayrılması
mümkün olmaksızın var olandır. Bir konuda bulunan mevcuttur.
Araz bir başka arazda bulunabilir. Ancak her ikisi birden yine bir
konudadır.

- Herhangi bir şey iki şeye göre aynı anda cevher ve araz olamaz. Mesela “sıcaklık ateşin
cisminin dışında arazdır ancak bir bütün olarak ateşte araz değildir. Çünkü sıcaklık, ateşte
ateşin bir parçası olarak bulunur. Dolayısıyla sıcaklığın ateşteki varlığı, arazın ateşteki varlığı
gibi değildir. Dolayısıyla cevherin varlığı gibidir” demek hatalıdır. 54 İbn Sina buna yanıt
olarak mahal ve konu (mevzu) arasında ayrım yapıyor. Konu: ‘kendisiyle ve türüyle var olan’,
ardından bir parçası gibi olmaksızın bir şeyin onda var olmasının sebebi haline gelen şeydir.
Mahal ise, herhangi bir şeyin yerleştiği ve o yerleşen şeyle herhangi bir hale giren şeydir.
Mahalle yerleşen şeylerin mahalli bilfiil mevcut yapmaları veya onu bizzat bir türe
dönüştürmeleri mümkündür. Bir konuda değil de bir mahalde bulunan bu şeye suret ismi
verilir. Başka bir mahalde bulunmayan mahalle (madde) gelince o da kesinlikle bir konuda
bulunamaz. Çünkü bir konuda bulunan her mevcut bir mahalde bulunan mevcuttur ve bunun
aksi alınamaz. Dolayısıyla gerçek mahal de bir cevherdir. Bu toplam da (her biri bir cevher
olan, mahal olan madde ve ona yerleşen suret toplamı) da bir cevherdir.54,55
Sayfa 56:

Cevher

Cisim Cisim değil

Cismin parçası değil, bütünüyle


Cismin parçası
ondan ayrık

Nefs: Hareket ettirmek


Suret şeklinde cisimlerle bir
tasarruf ilişkisi vardır

Akıl: Her yönden


Madde
maddelerden uzaktır

İkinci Fasıl: Cisimsel Cevher ve Ondan Meydana Gelen Şey

- Cisim tek bir bitişik (muttasıl) cevherdir ve bölünmeyen parçalardan oluşmamaktadır. Cisim
uzun geniş ve derin cevherdir.57 Uzun, geniş ve derinin anlamları yazıda var oradan alınacak.
Önemli olan husus cismin cisim olması söz konusu uzunluk, genişlik ve derinliğe bilfiil sahip
olmasına bağlı değildir.
- “Sonu olmayan bir cisim tasavvur eden kimse, cisim olmayan bir cisim tasavvur etmiş
değildir ve sonluluğun yokluğunu da ancak cisim olarak tasavvur edilen şey için tasavvur
eder. Ancak o kimse tıpkı cisim alettir deyip önermenin iki basitinde yani konu ve yüklemde
değil tasdikte hata eden kimse gibi yanılmıştır.”58 Sonsuz bir cisim tasavvur etmek sorunlu
değildir. Sorun ‘cisim, sonsuzdur’ şeklinde tasdik bildiren bir yargıda bulunmaktadır.
- Cismin resmi: “Cisim bir cevherdir ki bunda başlangıç olarak herhangi bir boyut varsayman
mümkündür ve bu başlangıç uzunluk olur. Sonra yine bu boyutla dikey olarak kesişen bir
başka boyut varsayabilirsin ve bu ikinci boyut genişlik olur. Yine söz konusu iki boyutla
dikey olarak kesişen üçüncü bir boyut daha varsayabilirsin ve bu üçü tek bir yerde
karşılaşırlar. Bu üç boyuttan başka bu sıfata sahip dikey bir boyut varsayman mümkün
değildir. Cismin bu sıfata sahip olması, kendisi sayesinde uzun, geniş ve derindir denilerek
cisme işaret edilen şey demektir. Nitekim cisim, bütün boyutlarda bölünebilendir denilir. 74 Bu
sözle kastedilen, olmuş bitmiş bilfiil bir bölünme değil, cismin söz konusu bölünme
varsayımına uygun olduğudur. Şu hâlde cismin şöyle tarifi gerekir: O, sureti böyle olan
cevherdir ve o, bu sûret sayesinde neyse o olur. Sonra cismin sonları ve yine sonları arasında
varsayılan diğer boyutlar, şekilleri ve konumları cismi var (kaim) kılan şeyler değil aksine
onun cevherine tabidirler. Bazen bunlardan birisi veya tamamı bazı cisimlerin gereği olur;
bazen de bunlardan herhangi biri veya bir kısmı bazı cisimlerin gereği olmazlar. Bir mum
alsan ve bu mumu o sonlar arasında sayılı, ölçülü [mukadder] ve sınırlı olarak bilfiil boyutları
74
Cümlenin doğru tercümesi şöyle olmalıdır: “Tıpkı cisim, bütün boyutlarda bölünebilendir denilmesi gibi.” İbn
Sînâ burada iki şeyi birbirine eşitliyor gibi: ilk olarak cismin kendisinde üç boyut farz edilmesine imkan veren şey
olması ve ikinci olarak yine cismin bütün boyutlarda bölünebilme varsayımına uygun olmasıdır.
olduğu varsayılan bir şekle soksan sonra da o şekli değiştirsen, bu boyutlardan o sınır ve
ölçüde [mikdâr] bilfiil durumda bulunan hiçbiri kalmaz; Aksine öncekilerden sayıca farklı
başka boyutlar ortaya çıkar. Şu halde bu boyutlar, nicelik kategorisine girer. Bir cisme -
örneğin felek gibi- bir tek (türden) boyutlar lazım olsa, bu onun cisim olmaklığı bakımından
değil ikincil yetkinliklerini koruyan başka bir doğa nedeniyledir. Gerçekte cisim olmaklık,
yukarıda söylediğimiz üç boyutun varsayılmasına kabiliyetli bitişiklik [ittisâl] suretidir.
Bu anlam, ölçüden [mikdâr] ve matematiksel cisimden farklıdır. Bu cisim, söz konusu surete
sahip olmak bakımından daha büyük veya daha küçük olmak suretiyle, başka cisimden farklı
olmadığı gibi ona eşit olması, onunla sayılması, onu sayması, ona ortak olması veya ondan
ayrı olması suretiyle de o şeye uygun değildir. Bütün bunlar cismin, ölçülü [mukadder] olması
ve bir parçasının onu sayması bakımından sahip olduğu niteliklerdir. Ancak cismin bu şekilde
düşünülmesi yukarıda anlattığımız cisim olmaklığı bakımından düşünülmesinden farklıdır. Bu
şeyleri, yararlanabileceğin başka bir yerde daha geniş bir şekilde açıkladık. Bundan dolayı bir
tek cismi oluşturan şey, ısıtmayla genleşir ve soğutmayla da yoğunlaşır. Bu şekilde onun
cisim- olmaklığının ölçüsü [mikdâr] farklılaşır, ama yukarıda zikrettiğimiz cisim olmaklığı
farklılaşmaz ve değişmez. İşte doğal cisim, bu sıfattaki bir cevherdir. Matematiksel cisim
sözüyle, ya cismin varlıkta değil nefste bulunması dikkate alınarak sınırlı ve ölçülü
[mukadder] olması bakımından sureti kastedilir; veya ister zihinde ister maddede olsun cismin
sınırlı ve ölçülü bir bağlantıya, sahip olması bakımından yine söz konusu özellikte bitişikliğe
sahip bir ölçü kastedilir. Şu halde matematiksel cisim, zâtı itibariyle sana açıklamış
olduğumuz cismin bir ilişeni, yüzey onun sonu, çizgi ise sonunun sonudur. Bunlar hakkında
aşağıda ayrıntılı açıklama yapacak ve bitişikliğin bunlara ve doğal cisme nasıl iliştiğini
inceleyeceğiz.”
- “Önce şunu söyleyelim: Cisimler doğaları gereği bölünürler ve bunun ispatında gözlemler
yeterli değildir. Çünkü biri şöyle diyebilir: Gözlenen cisimlerden hiçbiri tek başına bir cisim
değil, cisimlerden oluşmuş şeylerdir. Tek cisimler ise, duyulur değildir ve onların herhangi bir
şekilde bölünmeleri mümkün değildir.” Cisimler doğaları gereği bölünebilirlerdir.
Bölünmeyen parçaların şekilleri itibariyle farklı olduğunu ki bu Demokritos ve okulunun
görüşüdür Fizik 3.4.’te reddetti. Şimdi ise bölünmeyen parçaların doğasının ve şeklinin
benzer olduğunu iddia eden görüşü reddedecek:
i) Eğer en küçük cisim ne bilfiil ne de bilkuvve bölünemeyen ise yani nokta gibiyse bu cisim
duyulur cismin kendisinden olmasının imkansızlığı hususunda noktanın hükmünü alır. Ancak
eğer böyle değil de ii) zatı bakımından cisimde bir kısmının diğerinden ayrılması mümkün
ama cisim vehimde kendisi hakkında varsayılabilecek iki parçayı ayıran ayrımı [bilfiil olarak]
kabul etmiyorsa şöyle deriz: “[atomun bir parçası ile diğer parçası arasındaki durumun bir
atomla diğer atom arasındaki durumdan, atomların birleşmemesi/coagulate (iltihâm) ve
parçaların ayrılmaması bakımından farklılaştıran şey [a] ya şeyin doğasından ve cevherinden
[b] veya doğa ve cevheri dışında bir sebepten kaynaklanır.” 75 “[a] Doğa ve cevherin dışındaki
sebep, [x] ya doğa ve cevherin madde için suret ve araz için mahal örneğindeki gibi, bilfiil
kendisiyle var olduğu bir sebeptir [y] veya doğa ve cevherin kendisiyle var olmadığı bir
sebeptir. [y] Eğer doğa ve cevherin kendisiyle var olmadığı bir sebep ise, doğa ve cevher
bakımından [atomlar arasında] ayrıldıktan sonra kaynaşma ve kaynaşmadan sonra ayrılma
mümkündür. Bu durumda, söz konusu cisimlik doğası kendisi bakımından bölünmeyi kabul
eder; bölünmemesi ise dış bir sebepten dolayıdır. İncelediğimiz hususta bu kadarı bize yeter.
[x] [Bölünemez] parçalardan [ya da atomlardan] her biri o sebep sayesinde var oluyorsa, bu
var olma ya o şeyin doğa ve mahiyetine dahildir veya bilfiil varlığına dahildir ve mahiyetine
dahil değildir (ki bu durumda [bir atom ve diğeri arasında] farklılık olur). Bu durumda ortaya
çıkacak ilk sonuç bu [atomik] cisimler cevherliklerinde farklılaşacaktır. Oysa onlar bu görüşte
değildir. İkinci olarak, bölünebilirlik söz konusu cisimlere ait cisimlik doğasu için imkânsız
75
The Metaphysics of The Healing sayfa 52
değildir. Bölünebilirlik ancak ve ancak cisimlik doğasının farklı türleri kabul eden sûreti
bakımından cisimler hakkında imkansızdır ki biz bunu reddetmiyoruz. [Çünkü] Bir şeyin
cisimliğine ilişerek o cismi bölünme ve başkasıyla ittisale konu olmayan bir tür olarak var
etmesi mümkündür. Bu bizim felek hakkındaki görüşümüzdür. Burada gerek duyulan şey,
cisimlik doğası olması bakımından cisimlik doğasınun bunu reddetmemesidir.”76
- “Şu halde öncelikle şöyle deriz: Cisimlik, cisimlik oluşu bakımından bölünmeye konu olmaz
değildir, bunu inceledik. Dolayısıyla her bir cisimlik doğasında bölünebilirlik vardır. Böylece
cismin sûreti ve boyutlarının bir şeyde var olduğu açıklık kazanır. Çünkü söz konusu
boyutlar, birazdan ortaya koyacağımız gibi, bizzat bitişikliktirler [ittisal] veya bitişikliğe
ilişen bir şeydirler. Yoksa bitişikliğin kendilerine iliştiği şeyler değildirler. Boyutlar lafzı,
bitişikliğin iliştiği şeylerin değil, bitişik [muttasıl] niceliklerin adıdır. Bitişikliğin ta kendisi
olan veya bizatihi bitişik olan şey, bitişiklik kaybolduğu halde kendisi olarak kalamaz. O
halde her bitişme bir boyuttur77; bölündüğünde ise, o boyut ortadan kalkar ve başka iki boyut
ortaya çıkar.62 Bitişiklik gerçekleşince de burada bitişiklikle kastettiğim araz olan değil, fasıl
olan anlamdır ve nitekim bunu daha önce başka bir yerde açıklamıştık- başka bir boyut
meydana gelmiştir ve her biri bütün özellikleriyle ortadan kalkmıştır. Öyleyse cisimlerde,
bitişmeye, bölünmeye ve de bitişmeye ilişen sınırlı ölçülere konu olan bir şey vardır. Cisim,
cisim olması bakımından cisimlik sûretine sahiptir. Bu durumda cisim, bilfiil bir şeydir. Cisim
hangi istidat olursa olsun- istidadı olması bakımından bilkuvvedir. Bir şey, bilkuvve olması
bakımından bir şey olup bilfiil olması bakımından başka bir şey değildir ki, kuvvenin cisme
ait oluşu fiilin cisme ait oluşu yönünden olmasın. Dolayısıyla cismin sûreti, sûret olmada
kendisinden farklı başka bir şeye ilişir. Şu hâlde cisim, kendisine kuvvetini veren şey ile fiilini
veren şeyden bileşik bir cevherdir.78 Onun bilfiil sahip olduğu şey sûreti iken, bilkuvve sahip
olduğu şey maddesi, yani heyûlâdır. Birisi şöyle sorabilir: Heyûlâ da bileşiktir, çünkü heyûlâ
kendinde heyûlâdır, bilfiil cevherdir ve aynı zamanda istidatlıdır. Bunu şöyle cevaplandırırız:
Heyûlânın cevheri ve onun bilfiil heyûlâ oluşu, heyûlânın herhangi bir şeye istidatlı bir cevher
oluşundan başka bir şey değildir. Heyûlânın cevherliği, onu bilfiil şeylerden bir şey
yapmamakta aksine onu sûret kazanarak bilfiil bir şey olmaya hazırlamaktadır (istidatlı hale
getirmektedir). Onun cevher olmasının anlamı, bir konuda bulunmayan bir şey olması
demektir. Buradaki olumlama, “o bir şeydir” yargısıdır; “o bir konuda değildir” ise
olumsuzlamadır. “O bir şeydir” ifadesinden onun bilfiil belirli bir şey olması gerekmez çünkü
bu (bir şey olmak) geneldir ve bir şey, kendine özgü bir faslı olmadığı sürece salt genel bir
şeyle bilfiil bir şey haline gelmez. Oysa heyûlânın faslı, her şeye istidatlı olmasıdır.
Dolayısıyla onun sahip olduğu zannedilen sûreti, istidatlı ve kabil olmasıdır. 63 Öyleyse ortada
heyûlânın kendisiyle bilfiil olduğu bir hakikati ve kendisiyle bilkuvve olduğu başka bir
hakikati yoktur. Ancak heyulaya dışarıdan bir hakikat gelir ve bu hakikat sayesinde o bilfiil
hale gelir ama kendinde ve zâtının varlığı bakımından bilkuvve olur. İşte bu hakikat ise
sûretin ta kendisidir. Heyûlânın söz konusu iki anlama nispeti, mürekkebin, heyula ve sûret
olana nispetinden daha çok basitin, cins ve fasıla nispetine benzer. Bundan ortaya çıkan şudur:
Cisimlik sûreti, cisimlik sûreti olması bakımından maddeye muhtaçtır. Çünkü cisimlik
sûretinin doğası, kendinde cisimlik sûretinin doğası olması bakımından farklılaşmaz. Çünkü
o, tek ve basit bir doğa olup kendisine katılan fasıllarla [cisimsellik [sureti] olması
bakımından]79 türlere ayrılmaz. Fasıllar ona katılırsa, dışarıdan izafe edilen şeyler ve madde
ile birlikte bulunan sûretlerden biri olurlar. Fakat heyûlâyla birlikte bulunmaları, kendilerine

76
Şifa Metafizik 61,62; The Metaphysics of The Healing sayfa 52,53 Çeviride esas olarak Türkçe tercüme esas
alınmıştır ancak yer yer Arapça asıl metin ve İngilizce tercümeden faydalanarak değişiklikler yapılmıştır.
77
İngilizce tercümede ‘her bitişmenin boyutu’ şeklinde çevrilmiş
78
Cismin kendisi hem bilkuvve hem bilfiil değildir. O bilkuvve olan maddeden ve bilfiil olan suretten
mürekkeptir.
79
Türkçe tercümede ‘cisim olması bakımından’ şeklinde çevrilmiş ama benim tercümem daha doğru.
gerçek fasıl olma hükmünü kazandırmaz. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Cisimlik, başka bir
cisimlikten farklılaştığında bu farklılaşma ya bunun sıcak, ötekinin soğuk olması veya bunun
feleğe ait bir doğa, otelcinin yersel bir doğaya sahip olmasından kaynaklanır. Bu, bir çizgi,
yüzey veya cisim olmak suretiyle bir tür olmadığı sürece kendinde gerçekleşmiş bir şey
olmayan ölçü [mikdâr] gibi ve yine iki, üç veya dört olmak suretiyle bir tür (olarak var)
olmadığı sürece tahakkuk etmiş bir şey olmayan sayı gibi değildir. Sonra [mikdâr]
gerçekleştiğinde onun tahakkuku, dışarıdan kendisine eklenen bir şey olmaz. Zira sayı
olmaklık veya ölçü olmaklık gibi cinslik doğasının altında, işaret edilen ve kendisine başka
bir doğanın izafe olması sayesinde türlere ayrılan bilfiil bir doğa vardır. Hatta ikilik doğasının
kendisi, ikiliğe yüklenen ve ona özgü olan sayılık doğasının ta kendisidir; yine uzunluğun
kendisi, uzunluğa yüklenen ve ona özgü olan ölçü olmaklığın ta kendisidir. Ama burada
durum böyle değildir; aksine cisimliğe başka bir sûret izafe edildiğinde 64 fasıl olduğu
zannedilen o sûret ve cisimlik beraberce cisimlik olmazlar. Bilakis cisimlik, kendinde
meydana gelmiş ve tahakkuk etmiş olarak onlardan yalnızca biri olur. Biz burada cins gibi
olanı değil sûret gibi olanı kastediyoruz. Bunların arasındaki farkı Kitâbu’l burhân’da
öğrenmiştin. Burada birazdan bunun açıklaması gelecektir. Fakat sana açıklanan hususta
bunların farkını kavradın. Ölçü gibi olanın, kendinde sahip olduğu şeylerle türlerinin
farklılaşması mümkündür. Ama mutlak ölçü, bunların hiçbirine sahip değildir. Çünkü mutlak
ölçü için sabit bir zâtın oluşması ancak bu zâtın bir çizgi veya yüzey olmasıyla gerçekleşir.
Söz konusu zât, bir çizgi veya yüzey olarak husule geldiğinde ise çizginin zâtı gereği
yüzeyden bir fasılla ayrılması mümkün olur ki bu fasıl, ölçüsel doğayı çizgi veya yüzey olarak
gerçekleştiren şeydir. Hakkında konuştuğumuz cisimlik ise kendinde meydana gelmiş bir
doğadır. Bu cisimliğin tür olmaklığı, kendisine eklenen bir şey ile gerçekleşmez. Öyle ki
cisimliğe hiçbir anlam eklenmediğini düşünsek ve (sadece) cisimlik olsa, zihnimizde
yalnızca bir madde ve ittisal hâsıl olur. Yine ittisal ile birlikte başka bir şey
olumladığımızda, bunun nedeni ittisalin kendisinin ancak başka şeyin ona izafesi ve
bitişmesiyle hâsıl olduğundan değil ittisalin tek başına bilfiil olarak var olmadığını açıklayan
başka deliller nedeniyledir. Bir şeyin bilfiil mevcut olmaması, onun doğasının hâsıl olmaması
demek değildir. Şüphesiz aklık ve karalıktan her birinin doğası, kendi zatında olan en
mükemmel tahsisle belirgin bir anlam olarak meydana gelmiştir, ama bilfiil olarak ancak
maddede var olabilir. Mutlak olarak ölçünün ise işaret edilen bir doğa olarak husulü ancak ve
ancak zorunlu olarak bir çizgi ve yüzey kılınmasıyla mümkündür ki böylece var olması
mümkün hale gelecektir. Yoksa ölçünün, ölçü olarak var olması mümkündür sonra onu çizgi
veya yüzey olması izler65 ve bu da söz konusu şeyin zâtı meydana gelmiş olsa bile o şey
olmaksızın bilfiil var olamaz demek değildir. Zira ölçü böyle değildir. Hatta cisimliğin,
kendisiyle ve kendisinde var olduğu sebeplerle varlık kazanmış olması ama cisimliğin hiçbir
fazlalık olmaksızın yalnızca cisimlikten ibaret oluşu düşünülebilir. Oysa ölçünün kendisiyle
ve kendisinde var olduğu sebeplerle varlık kazanmış olması ama onun hiçbir fazlalık
olmaksızın yalnızca ölçü olması düşünülemez. Şu halde ölçü, husule gelmiş bir şey olarak var
olmak için zâtı gereği fasıllara ihtiyaç duyar; O fasıllar da ölçünün zâtileridir ve meydana
gelmeleri için ölçüyü ölçüden farklı bir şey olmaya muhtaç kılmazlar. Dolayısıyla bir ölçünün
bizzat sahip olduğu bir şeyde, başka bir ölçüden farklı olması mümkündür. Oysa cisimlik
doğası, cisimlik olması bakımından basit, meydana gelmiş ve kendisinde farklılaşma
bulunmayan bir doğadır. Salt cisimlik sureti, salt cisimlik suretinden cisimliğe dâhil bir fasılla
farklılaşmaz. Cisimlik suretine ilişen şey, o sûretin doğasının haricinde bir şey olarak
ilişebilir. Öyleyse bir cisimliğin maddeye muhtaç olması ve bir cisimliğin de maddeye muhtaç
olmaması mümkün değildir. Cisimlik suretine hariçten ilişenler, onu hiçbir şekilde maddeye
muhtaç olmaktan müstağni kılmaz. Çünkü maddeye muhtaç olmak, cisimliğin ve bütün
maddede bulunanların zâtı nedeniyledir. Yine cisimliğin maddeye muhtaç olması, bir ilişenle
birlikte cisimlik olması bakımından değil, cisimlik olması bakımındandır. Şu halde cisimlerin,
madde ve sûretten telif olduğu açıklık kazanmıştır.”66
Üçüncü Fasıl: Cisimsel Madde Sûretsiz Olmaz

- “Şimdi şöyle deriz: Bu cisimsel maddenin suret olmaksızın bilfiil var olması imkânsızdır.
Bunu kısaca açıklayan şeylerden biri şudur: Daha önce açıkladığımız gibi bilfiil, meydana
gelmiş ve var olan bir şeyin ve yine başka bir şeyi kabul istidadının var olduğu her varlık,
madde ve sûretten bileşiktir. Ama madde, madde ve sûretten meydana gelmemiştir.
Cisimsel madde, cisimlik sûretinden ayrılırsa, [1] ya onun cisimlik sûretinden ayrıldığında
kendisine ait varlığında bir konumu ve mekânı olur [2] veya olmaz.
[1] Bir konumu ve mekânı olur, [a] bölünmesi de mümkün ise, o hiç şüphesiz ölçü [mikdâr]
sahibidir; oysa ölçüsünün olmadığı varsayılmıştı. [b] Bölünmesi mümkün olmazsa ve konumu
da varsa bu durumda o hiç kuşkusuz noktadır ve çizginin onda son bulması mümkündür.
Çeşitli yerlerde öğrendiğin gibi, zâtı tekil olan şeyin mekânlı olması mümkün değildir.
[2] Bu cevherin konumu yok ve işarete konu olmuyor, aksine akli cevherler gibiyse, [a] ya
bütünüyle meydana gelmiş boyut ona bir anda yerleşir [b] veya o, kesintisiz bir hareketle
ölçüsünün yetkinliğine doğru hareket eder.
[a] Eğer ölçü ona bir anda yerleşmiş ve o da ölçüye girmekle belirli bir mekânda meydana
gelmişse, bir mekânda bulunuyorken ölçü kendisine rastlamıştır. Aksi halde bir mekân ona
diğer mekândan daha layık değildir. Bu durumda o cevher mekâna izafe edildiğinde ölçü ona
rastlamıştır. Şu halde hiç kuşkusuz o içinde bulunduğu mekânda iken ölçü ona rastlamıştır.
Dolayısıyla o cevherin mekânlı olması gerekir, ama duyulur olmaması umulur. Oysa onun
kesinlikle mekânlı olmadığı varsayılmıştı. Bu bir çelişkidir.
Mekânda bulunmanın ölçüyü kabulünden dolayı o cevherde bir anda meydana gelmiş olması
imkânsızdır. Çünkü o cevher, bir mekânda değilken ölçü onunla karşılaştığında, [i] ona bir
mekânda olmayarak ilişmiş ve ölçü onunla bulunması muhtemel farklı mekânlardan belirli bir
mekânda iken karşılaşmamıştır. Bu durumda o cevherin bir mekânı olmayacaktır ki, bu
imkânsızdır. [ii] Ya da bir kısmına tahsis olmaksızın bulunması muhtemel olan bütün
mekânlarda bulunur ki bu da aynı şekilde imkânsızdır.
Bu husus bir çamurun heyûlâsının (sûretinden) soyutlandığını sonra da o çamurun sûretinin
çamurda gerçekleştiğini düşündüğümüzde daha açıklık kazanacaktır. Çamur bir mekânda
değilken o çamurun sûretinin onda gerçekleşmesi mümkün değildir. O çamurun, çamur için
bilkuvve doğal mekân olan bütün mekânlarda bulunması da mümkün değildir. Çünkü
çamurluk, çamurun türüne ait bütün mekânları işgal etmesini sağlamaz ve onu bulunduğu
mekânın bir yönüne diğerinden daha layık kılmaz. Çamur ancak ve ancak mekânın bütünlüğü
içerisinde özel bir yönde bulunabilir; çamurun özel bir yönde bulunması ise, herhangi bir
durum o yönü çamura tahsis etmedikçe mümkün değildir. Zira ortada yalnızca sûretin
maddeyle birlikteliği vardır. Bu ise yeryüzünün parçalarına ait doğal yönlerden herhangi bir
yönde hâsıl olabilir. Daha önce öğrendiğin gibi, mekânın bir yönünde böylesi bir bulunma, iki
sebeple olabilir. Birincisi; bir zorlayıcının zoru ile mekânın yakınında bulunmasıyladır ki söz
konusu zorlayıcı, o yakınlığı doğrusal bir hareket ile bizzat o mekâna yönelmeye tahsis eder.
İkincisi ise o şeyin başlangıçta o mekânda varlık kazanmasıdır. Söz konusu yakınlıkla veya
bir taşıyıcının taşıması sayesinde o mekânda varlık kazanmasıyla belirli bir mekânda bulunur.
Daha önce bu hususta doyurucu açıklama yapılmıştı.80
Çamura ait heyûlâ, soyutlandıktan sonra hususileşmez. Sonra, çamurluk sûretinin bir yönde
bulunabilmesi için o yönle bir ilişkisinin olması gerekir. İlk olarak bizzat heyûlâ olması

80
Çamurun meydana gelebilmesi için madde, suret ve konum gerekmektedir. Konum da ancak cisimsel suret
sayesinde mümkün olabilmektedir. Cisimsel suret olmaksızın konum gerçekleşemez dolayısıyla madde bilfiil
varlık kazanamaz.
nedeniyle ve ikinci olarak sûret kazanması nedeniyle değil söz konusu ilişki nedeniyle çamur
o yönde bulunmaktadır. İşte o ilişki bir konumdur.
[b] Aynı şekilde onun ölçüyü tam olarak kabul etmesi bir anda değil de bir yayılma ile olması
durumunda, yayılabilen her şeyin yönleri bulunduğundan ve yönleri olan her şey de konum
sahibi olduğundan, o cevher, bir konum ve mekâna sahip olacaktır. Oysa onun konumu ve
mekânı olmadığı söylenmişti. Bu bir çelişkidir.
Bütün bunları gerektiren, onun cisimsel sûretten ayrıldığı şeklindeki varsayımımızdır. Oysa
onun bilfiil var olması, ancak cisimsel sûretle kaim olmasıyla mümkündür. Gerek bilkuvve ve
gerekse de bilfiil mekânı olmayan bir zât, nasıl olur da niceliği kabul eder? Şu halde açıklık
kazanmaktadır ki: Madde ayrı kalamaz.”69
- “Özetle, herhangi bir vakitte iki olabilen her şeyin zâtının doğasında bölünebilirlik vardır ve
bu istidadın ondan ayrılması imkânsızdır. Kimi zaman zâtın istidadının dışında bir ilişen,
bölünmeyi engelleyebilir. İşte bu istidat, ancak ve ancak ölçünün zâta bitişmesiyle mümkün
olmaktadır. O halde geriye şu kalır: Madde, cisimsel sûretsiz olamaz. Bu cevher, kendisine
yerleşen bir ölçüyle nicelik olduğundan bizatihi nicelik değildir ve bu nedenle onun zâtının
herhangi bir çapı değil de belirli bir çapı ve bir ölçüyü değil de diğerini kabul etmesi zorunlu
değildir. Çünkü cisimlik sureti birdir ve kendinde parçalara ayrılmayan ve nicelikli olmayıp
başkası nedeniyle parçalanan ve nicelik kazanan şeyin, var olması mümkün herhangi bir
ölçüye olan nispeti tek bir nispettir. Aksi halde onun zâtı itibariyle bir ölçüsü olacaktır ve bu
ölçü ondan fazla olanla değil de ona eşit olanla örtüşecektir. Böylece açıklığa kavuşmaktadır
ki madde yoğunlaşmayla küçülür ve genleşmeyle büyür. Bu duyulur bir şeydir. Hatta
maddenin belirli bir ölçüye sahip olmasının, varlıkta o ölçüyü gerektiren bir sebepten dolayı
olması zorunludur. Söz konusu sebep ise ya maddede bulunan sûret ve arazlardan biridir veya
onun dışındaki bir sebeptir. Maddenin dışında olan bir sebep ise, bu durumda o ölçüyü ya
başka bir şey aracılığıyla veya özel bir istidat sebebiyle verir. Bu takdirde de bunun hükmü ile
birinci kısmın hükmü aynı olur ve cisimlerin hallerinin farklılaşması nedeniyle ölçülerinin
farklılaştığına varır. Veya ölçüyü verme onun sebebiyle ve aracılığıyla olmaz ki, bu durumda
cisimler, hem niceliği kazanmada eşit olurlar hem de eşit hacme sahip olacaklardır. Bu ise
yanlıştır. Bununla birlikte o sebepten bir şey nedeniyle olmaksızın belirli bir hacmin çıkması
zorunlu değildir. Bu şeyle kastettiğim, maddeye izafe edilen (göreli kılınan) bir şarttır ki,
madde bizzat madde olması nedeniyle değil, bu şart sayesinde belirli bir ölçüyü hak eder ve
yine madde kendisini nicelikli olarak tasavvur edenin bulunması nedeniyle değil, o şart
sayesinde bir tasavvur edenin kendisini o hacim ve nicelikle tasavvur etmesini hak eder. Şart
mutlak olarak tür bakımından farklılaşabileceği gibi, güçlülük zayıflık balonundan da
farklılaşabilir. Her ne kadar güçlülük zayıflık bakımından farklılaşma, kimi zaman tür
bakımından farklılaşmaya yaklaşsa da mutlak olarak tür bakımından farklılaşma ile güçlülük-
zayıflık bakımından farklılaşma arasındaki farklılık, düşünenlerce malumdur. Şu halde
bilinmiş oldu ki heyulanın bizzat kendisi farklı ölçülere hazırlıklıdır. Bu da doğa ilimlerinin
ilkesidir. Yine her cisim, hiç kuşkusuz bir mekânda bulunur. Ama cismin belirli bir mekânda
bulunması, cisim olması nedeniyle değildir. Aksi halde bütün cisimlerin o mekânda olması
gerekirdi. Öyleyse cisim hiç şüphesiz zâtındaki bir sûretten dolayı o mekânda bulunmaktadır.
Bu açıktır. Cisim (a) ya çeşitli şekillere girmeyi ve bölünmeleri kabil (kabul edici) değildir ve
dolayısıyla cisim olması nedeniyle değil bir sûret nedeniyle böyle olur (yani çeşitli şekillere
girer ve bölünür), (b) Ya da cisim onları (yani şekilleri ve bölünmeleri) kolaylıkla veya
zorlukla kabul eder. Her nasıl olursa olsun cisim Doğa ilimlerinde anlatılan suretlerden birine
sahip olur. Öyleyse cisimsel madde sûretten ayrı kalamaz. Madde, bilfiil sûretle vardır.
Öyleyse madde vehimde sûretten soyutlandığında varlıkta kendisiyle beraber olmayan bir
işleme tabi tutulmuştur.”72-73

Necat
İkinci Bölüm: Tabii Hikmet Hakkında

Birinci Makale

- Fizik biliminin konusu: “Onun konusu, kendilerinde değişmenin meydana gelmesi ve


hareket ile durağanlıkların [sükûnat] farklı yönleri ile nitelenmeleri açısından cisimlerdir.” 103
- “Doğal cisimlerin mahal olan madde ve bu mahalle yerleşen suretten oluştuğunu
söyleyebiliriz. Maddenin surete olan nispeti, bakırın heykele olan nispeti gibidir. Üç bölgenin
her bir sureti için [madde] geneldir, çünkü her bir cisimde ilk olarak bulunan bir uzam ile bu
uzamı dik olarak kesen ikinci bir uzam ve bu iki uzamı dik açıyla kesen üçüncü bir uzam
bulunur. Dik açı, dik olan boyutun, iki yönden birine diğerinden daha fazla meyli olmayan
boyutla kesişmesiyle meydana gelir. Bu, cismin kendinde tek bir şey olsa bile üç bölgeye
sahip olması anlamına gelir. Bu cisimde bulunan bölgeler kendisi için konulmuş madde ve
onun yapısı ile birlikte olmaksızın varolmaz. Madde de kendisinde bu bölgelerin bulunduğunu
farzettiğimiz boyuttan soyutlanamaz. Ayrıca bu maddenin tanımına, onun varlığının bir
parçası olarak ne bu boyut ne de bu bölgeler alınır. Aksine bunlar [boyut ve bölgeler]
maddeye yerleşmiş olup onunla bitişik olsalar da maddenin kendisinin dışındadırlar.
Maddenin kendisi için de bir büyüklük ve bölge yoktur. Çünkü bunlar maddenin zatına ait
değildir, aksine o bunu kabul hazırdır…”104
- Cisimlerin bölünmesi:
a) Doğal cisimler bilfiil ve bilkuvve olarak sınırlı şekilde bölünür
b) Doğal cisimler sonsuz bilfiil cüzlerden meydana gelir
c) Doğal cisimlerin bazıları cisimlerden bileşmiş olan cisimlerdir: i) Koltuk gibi suret
açısından benzer olanlardan, ii) canlının bedeni gibi suret açısından farklı olanlardan. Doğal
cisimlerin bazıları da tekil (müfret) ve bileşik cisimlerdir. Mürekkep olanların bilfiil sınırlı
cüzleri vardır ve cüzler de cisimlerin kendilerinden oluştukları tekil cisimlerdir. Tekil cisimler
ise o anda kendilerine ait bilfiil bir cüzleri olmaz, onlar kuvve halinde sınırsız cüzlere
bölünürler, her biri de diğerinden küçüktür. Onların bölünmesi kesinlikle bölünmeyen bir
cüzde son bulmaz, cüzlerden her iki kısımda da sınırlı olan bir şey bulamayız.
- Cüzlere bölünme: i) Sürekliliğin bölünmesiyle, ii) ya arazın, onun bir kısmının çözünerek
ayrıştırılması suretiyle bir kısmına izafesiyle, ya beyazlık gibi arazın izafe edilmemesiyle ya
da teğet olma ve paralel olma gibi arazın izafe edilmesiyle, iii) vehim yoluyla olur. Eğer bu
üçünden biri mümkün olmazsa tekil cismin bilfiil olan bir cüzü olmaz (yani yalnızca bilkuvve
olur).107 Matlup olan kesinlikle bölünebilmede sınır olmamasıdır.109
- Diyorum ki, sürekli niceliğin zatının mevcudiyeti, ne sınırı olmayan bir konuma sahip olarak
meydana gelir ne de kendisiyle birlikte var olan bir sıraya konulmuş olan sayı sınırsızdır.
Zatının sıraya konulmuş olmasıyla, bir kısmının zatında diğerlerinden doğal olarak daha önce
olmasını kastediyorum.”129 Sonsuz bir büyüklükten parça alma delilini kullanıyor.
- Var olanın taksimi
Var olan

Cevher Araz

Mahalde değildir Mahalde olan

Kendisinde bileşim Mahalde bulunup bu İçerisinde bulunduğu yakın mahal onunla


olmayan bizatihi mahal: mahallin varlığında var edilip bizatihi var olmuş değil ama
Mutlak heyula zorunludur bununla birlikte o onun için kurucu unsur:

Madde ve cisimsel
suretten mürekep Maddî suret Suret
cisimler

Akıl ve nefs gibi ayrık


suretler

*Mahal olanın ikinci kısmındaki suretten kastı muhtemelen türsel suret, maddi suret dediği de
cisimsel suret olsa gerek.
- “Cisimsel suretin maddesi cisimsel suretten yoksun olmaz. Eğer boyutlardan yoksun olsaydı
kesinlikle nicelik sahibi olmazdı ve zatı bölünmezdi. Hatta onu reddederdi. Yani onun
kuvvesinde ayrık bir cevher haline gelmesi için zatında bölünme olmazdı. Ona büyüklüğün
girmesi mümkün olmazdı. Çünkü bölünemeyen bölünen ile örtüşemez.” 201 (Cisimsel suret ile
boyutları eşitliyor. Sonra boyutlara nicelikli olmayı ve bölünmeyi iliştiriyor.)
- “[…] Cisim, içerisinde bilfiil üç boyut bulunmasıyla cisim olan birşey değildir. Çünkü her
cisimde bilfiil olarak nokta ve çizgilerin bulunması gerekli değildir. Çünkü cismin içerisinde
herhangi bilfiil bir kesit, çizgi ve noktaların bulunmadığı bir küre olarak cisim olması da
mümkündür. Başkası olmaksızın kendisinde belirlenmiş uçlar tarafından 201 belirlenmiş olan
üç boyutun olması gerekli değildir. Ancak cisme hareket etmek ve teğet olmak gibi eklenen
bir şart ile birlikte ilişmesi bunun dışındadır. Yüzeye gelince, o, cisim olması hatta sınırlı
olması bakımından cismin tanımına girmez. Sınırlılık cismin mahiyetine dahil değildir.
Aksine o kendisine gerekli olan eklentilerdendir. Cismin mahiyetini ve hakikatini akletmemiz,
nefiste onu tespit etmemiz, onun sınırlı olduğunu akletmeksizin doğru olur. Aksine o ancak
burhan ve nazar ile bilinir. Hatta cisim, ancak her biri birbirine dik olan üç boyutun
farzedilmesinin mümkün olması açısından bir cisimdir. Üçün üzerinde olması mümkün
değildir. Öncelikle uzunluk, ona dik olarak genişlik ve müşterek bir sınır olarak da her ikisine
dik olan bir derinlik varsayılır. Bunun dışında olması mümkün değildir. Cisim böyle olması
açısından cisimdir. Ondaki bu anlam cisimsel surettir. İçerisinde meydana gelen sınırlı
boyutlar ise, onun için suret değildir. Aksine o nicelik kategorisindendir. Onlar kurucu
unsurlar değil eklentilerdir. Onun kendisinden kaybolmayacak cisimsel bir sureti vardır.
Onun, bununla birlikte, sınırları ve şeklinin kendileri ile sınırlandığı boyutlar vardır. Onun
içerisinden hiçbir şeyin kendisi için sabit kılınması gerekmez… İlk anlam cisimsel surettir. O
da doğa bilimcilerinin disiplinine ait olan bir konudur veya onların konusu içerisine dahildir.
İkinci anlam, nicelik kategorisinden olan cisimdir. Bu, matematikçilerin disiplinine ait bir
konudur veya onların konularına giren birşeydir. O cismânî cevherlere ilişen bir şeydir. O ne
bizatihi var olan bir şeydir ne de ilk anlamdır. Şu [cisimsel suret] bir maddede var olur ve bu
da [araz olan boyutlar] bir konudadır. Yani şu surettir ve bu ilişendir. Boyutlar ve cisimsel
suretin, kendisini var eden bir mevzu ya da heyuladan oluşması gerekir. Nicelik
kategorisinden olan boyutlar ise, onların durumu açıktır. Onlar var olabilirler de
olmayabilirler de. Sabit olarak nitelenen mevzu, şeklin değişmesi ile birlikte onda var olan
şeyi sabit kılmaz. Konu ise birdir.”202-203
- İlk maddenin ispatı: “Cisimsel surete gelince, ya sürekliliğin kendisi olması ya da
sürekliliğin kendisine gerekli olan tabiat olmasından dolayı onsuz olmaz. Öyle ki sürekliliğin
kendisine gerekmesi dışında var olmayabilir. Eğer sürekliliğin kendisi ise cisim sürekli
olabilir, sonra kesintiye uğrar. Burada kaçınılmaz olarak her ikisinin bilkuvve olduğu bir şey
vardır. Sürekliliğin kendisi, sürekli olması açısından kesintiye uğramayı kabul etmez. Çünkü
sürekliliği kabul eden şey kesintiye uğraması sırasında yok olmaz. Süreklilik ise kesintiye
uğrama esnasında yok olur. O halde sürekliliğin dışında olan şey, kesintiye uğramayı ve
bizatihi sürekliliği kabul edendir. Ne kesintiye uğramayı kabul eden bilkuvve bir süreklilik ne
de zatından dolayı sürekliliğin gerekliği olduğu bir tabiat vardır. Burada cisimsel suretin
dışında, kendisine süreklilik ve süreksizliğin birlikte iliştiği bir cevher olduğu açıktır. O da
cisimsel surete bitişik olandır. O cisimsel suretle birleşmeyi kabul edendir. Böylece o cismânî
süreklilikten kendisine gereken ve kendisini var eden ile tek bir cisme dönüşür.”203
- “O halde cisimsel suret, cisimsel suret olması açısından farklılaşmaz. Bir kısmının maddede
var olup bir kısmının var olmaması mümkün değildir.”203

İşaretler ve Tembihler

- “Bazı insanlar şuna inanmışlardır: her cisim, cisim olmayan ama cisimlerin kendisinden
oluştuğu parçaları bir arada tutan eklem yerlerine sahiptir. Ayrıca onlar bu parçaların ne
kesme ne koparma ne de vehim ve varsayım yoluyla bölünmeyi kabul ettiğini ve bu
parçalardan tertipte/sıralamada ortada vâkî olanın iki tarafın/ucun birbirine teması
perdelediğini iddia ettiler. Hâlbuki ortada olan böyle olduğu zaman taraflardan her birinin
diğeriyle buluşandan başka bir şeyle buluşacağını bilmemektedirler. Zira iki taraftan hiçbiri
bütünüyle onunla [ortada olanla] buluşmaz.”81
- “Diğer bazı insanlar neredeyse bu tür ancak sonsuz parçalardan olan bir bileşimden
bahsederler. Ancak onlar sonlu olsun ya da sonsuz olsun her çokluğun hem biri hem sonluyu
içerdiğini bilmezler. Eğer çoklukta içerilen her sonlu, hacimleri Bir’den büyük olmayan
birliklerden müellef ise birlerin telifi büyüklükte artmaz ama belki sayıda artabilir. Eğer sonlu
bir çokluk, hacimleri birin hacminden büyük olan birliklerdense ve her yönde bir hacim
olacak şekilde aralarında bütün yönlerde görelilikler mümkünse bu durumda bir cisim
olacaktır. Bu cismin hacminin, birlikleri sonsuz olanın hacmine oranı; büyüklüğü sonlu olanın
hacminin büyüklüğü sonlu olanın hacmine oranıyla aynı olacaktır. Fakat hacimdeki artış, telif
ve düzendeki artışla görelidir. Dolayısıyla sonlu birlerin sonsuz birlerle oranı, sonlunun
sonluyla oranı gibi olur ancak bu saçma ve imkansızdır.”82
- “İnceleme cismin sonsuz eklemlerin telifiyle oluşmasının caiz olmadığını ve her bir cismin
ayrışmayan83 sonlu eklemlerinin olması gerekmediğini zorunlu kıldığı zaman, bu durumda
uzamlarının eklemleri bulunmayan bir cismin varlığının imkânı zorunlu olmaz mı! Dahası bu
cisim kendinde tıpkı duyu nezdinde olduğu gibidir. 84 Fakat o hiçbir şekilde ayrışmayan
şeylerden değildir aksine onun ayrışmayı kabul edici olması zorunludur. Ve de eklemlerin
vaki olması, ya dağılma [fekk] ve kopma [kat‘] ile ya ‘alacalı’da olduğu gibi cisimde karar
81
Sayfa 80. Tercümeyi Türkçe ve İngilizce tercümelerden düzenlemelerle yaptım. Delil burada bitiyor gibi.
Bölünmeyen farz ettiğimiz şeyler temas ettikleri yönlerinin ve temas etmedikleri yönlerinin farklı olması
nedeniyle aslında bölünüyor olmaktadırlar. Şifa Metafizik’te benzeri bir akıl yürütme geçmişti. İki tarafın ortada
olanla buluştuğu yönleri başka başkadır. İki tarafta olanlar ortada olanla bütünüyle buluşmamaktadırlar.
82
İngilizce tercüme sayfa 60-61.
83
Kelimenin aslı infisal. Dolayısıyla bölünme şeklinde tercüme etmek daha doğru.
84
İngilizce tercümede dipnot 5’te bir ve bölünmemiş şeklinde belirtilmiş: s. 189.
kılmış iki arazın ihtilafıyla/farklılaşmasıyla ya da şayet dağılma bir sebepten dolayı imkânsız
olursa vehim ve varsayma yoluyla olur. Telif, bölünmeyi kabul etmediği zaman bölünme
yönlerinden birinin, özellikle de vehmî olanın sonsuza kadar sürmesi zorunlu olmaz mı?” 81-82
- Büyüklükler sonsuzca bölündüğü için hareket ve zaman da sonsuzca bölünür: “Sen, bilmiş
olduğun büyüklüklerin sonsuzca bölünmesi ihtimalinden, onlardaki hareketin ve bu hareketin
zamanın da aynı şekilde olduğunu ve onların da hareket ve zaman bakımından bölünmeyen
şeylerden müellef olmadığını bileceksin.”82
- Bölünmeyi (infisal) kabul eden ittisalin kendisi olmaz bir üçüncü şeye (maddeye ihtiyaç
vardır): “Sen cismin yoğun ve bitişik/muttasıl ölçülerinin [büyüklük] olduğunu ve ona bazen
ayrışma [infisâl] ve dağılmanın [infikâk] arız olduğunu öğrenmiştin. Ve biliyorsun ki, bizatihi
bitişik olan, aynıyla iki durumla vasıflanmış bir şekilde bitişme ve ayrışmayı kabul edici
değildir. o halde bu kabul kuvvesi, bilfiil kabul edilenin varlığından ve onun yapı ve
suretinden başkadır. Bu kuvve, bizatihi bitişik olanın zatından başkası içindir ki o (bitişik
olan), ayrışma anında yok olur; ve bitişme geri dönerken de onun benzeri yenilenmiş olarak
geri döner.”82
- “Belki de sen öyle dersin: “Şayet bu gerekli ise ancak dağılma [fekk] ve ayrıştırmayı [tafsîl]
kabul eden şeyde gerekli olur. Hâlbuki bana göre bütün cisimler böyle değildir.” Şayet bu
hatırına gelirse bil ki; cismanî uzamın doğası kendisinde birdir. Onun kabul ediciden müstağni
olması ya da ona ihtiyaç duyması birbirine benzer. Bazı hallerinde kendisinde kaim olan şeye
ihtiyaç duyduğu bilindiği zaman, onun doğasının kendisinde kaim olan şeyden müstağni
olmadığı bilinir. Şayet onun doğası bizatihi kaim olanın doğasıysa, zatının olduğu yerde o bu
doğaya sahip olacaktır. Çünkü o harici niteliklerle farklılaşan ve fasıllarla farklılaşmayan
gerçekleşmiş bir tür doğadır.”85
- Yahut da sen şöyle diyebilirsin: “Tek olan cismanî uzam elbette ayrışmayı [infisâl] kabul
etmez. Zira varsayım, vehimler ve benzerlerine göre vaki olanın dışında ancak kendisinde
bölünme ihtimali olmayan yalın cisimlerden bileşmiş/mürekkep cisim ayrışır.” 86 Şayet bu
aklına gelirse bil ki varsayımsal ve vehmî veya tıpkı alacalıdaki siyahlık ve beyazlık gibi
karar kılmış iki arazın ihtilafı ile vaki olan veya da iki simetriğin veya iki paralelin veya
birbirine temas eden iki şeyin ihtilafı gibi olan iki göreli, bölünende ikilik meydana getirir.
İkisinden her birinin doğası diğerinin sahip olduğu doğaya, bütünün doğasına ve aynı türe ait
olan harici şeyin doğasına sahip olur.87 Ve her biri arasında doğru olan şey, diğer iki şey
arasında da doğru olur. O halde ikiliği ve dağılmayı ortadan kaldıran süreklilik iki sürekli için
doğru olduğu gibi iki ayrı [mütebayin] için de doğru olur. Benzer şekilde, sürekli birliği
ortadan kaldıran dağılma da iki ayrı için doğru olduğu gibi iki sürekli için de doğru olur ancak
gerekli olan ya da ortadan kalkabilir olan uzamın doğasının haricinde bir şey [buna] mani
olup engellemedikçe. Belki bu engel doğal bir lazım olsaydı, bilfiil bir ikilik olmazdı ve
doğanın türlerinin fertleri arasında bir bölünme olmazdı. Aksine onun türleri fertlerinde
olurdu.”88
- “Senin için apaçık ortaya çıkmadı mı ki, ölçü [mikdâr] olması bakımından ölçü veya cirmî
(cismanî) suret olması bakımından cirmî suret kendisini kaim kılan ile birlikte bulunur ve
onda bir suret olur. Ve öteki de o suretin heyulası ve kendiliğinde ne bir ölçüsü ne de cirmî bir
sureti olan bir şey olur.”84
- “Sen fark etmiş olmalısın ki eğer bir boyut için dolulukta ya da boşlukta uzarsa sonsuza
kadar gidemez. Aksi takdirde aynı noktadan uzanan iki tane sonsuz uzamın aralarındaki

85
Sayfa 82-83. Son iki cümle İngilizce tercüme baz alınarak yapılmıştır. İngilizce tercüme sayfa 62.
86
Yalın cisimler varsayım ve vehim ile bölünebilir. Bunların dışındaki bölünme ancak yalın cisimlerden mürekkep
olan cisimler için mümkündür. Bir başka deyişle bu iddiaya göre hareket içeren bölünme yalın cisimlerde son
bulur.
87
Bu cümlenin tercümesi İngilizce tercümeden.
88
Büyük orandaİngilizce tercüme sayfa 63
boyutun artmaya son vermemesiyle beraber farz edilmesi mümkündür. Aynı şekilde
aralarında aynı derecede artan boyutlar farz etmek de mümkündür. Bu boyutların sonsuza
kadar gittiğini farz etmek mümkündür. Böylece ilk farz edilen [boyut] üzerindeki sonsuz için
artış mümkün olmaktadır. Çünkü var olan her artış üzerinde arttığı şey ile birlikte tek bir
boyutta olabilir. Eğer mümkün herhangi bir artış varsa, bütün bu mümkünleri [artışları] içeren
bir boyutun olması mümkün olur. Aksi takdirde mesafelerin vukuunun imkânı, üzerinde artma
imkânı olmayan bir sınıra kadar olurdu. Böylece ancak sınırlı şeyi kapsayan şeyin varlığı,
kuvvedeki sınırsız olan gruptan olabilirdi. Bu şekilde iki mesafe, artma bakımından
büyüklüğünü aşamayacağı bekki bir sınırda sınırlı hale gelmiş olur. Şüphesiz orada iki boyut
sına erer ve bu sınırın ötesine nüfuz edemez. Aksi takdirde mümkün olanın ötesinde artık
mümkün olacaktır. Bir başka deyişle sınırsız şeyler grubundan bir sınırlı olacaktır ancak bu
imkansızdır.
Açıktır ki, orada ilk iki boyut arasında, içinde sonsuzca var olan artışların bulunduğu bir
boyutun bulunma imkânı vardır. Böylece sonsuz bir şey, iki çevreleyici arasında çevrelenmiş
olur. Bu da muhaldir. Bunun muhal oluşu başka açılardan ortaya çıkabilir, orada hareketten
(bahsinden) yararlanılabilir veya yararlanılmaz, ancak anlattıklarımız yeterlidir.” 89
- “Cisim, kesiti olan düzlemde son bulur, düzlem kesiti olan çizgide son bulur, çizgi de kesiti
olan noktada son bulur. Cisme, cisimliğinin kaim olması bakımından değil aksine cisim
oluşundan sonra ona sonluluğun gerekmesi bakımından yüzey lazım gelir. Buna göre onun ne
yüzey sahibi olması ne de sonlu olması cisim olarak tasavvur edilmesine giren bir durumdur.
Bu nedenle bazen bir grubun, tasavvur ettikleri şeyin imkânsızlığı onlara açık oluncaya kadar
sonsuz bir cisim tasavvur etmeleri mümkündür.”90

89
Çeviri büyük oranda İngilizceden bazı cümleler doğrudan İngilizceden. Türkçe tercüme sayfa 84-85, İngilizce
tercüme sayfa 64-65.
90
Türkçe sayfa 91

You might also like