Professional Documents
Culture Documents
Ağzı Çiçekli Adam
Ağzı Çiçekli Adam
Oyuncular:
Efekt: Uzaklaşan bir trenin sesi duyulur. Sessiz müşterinin ayak sesleri duyulur.
Sessiz Müşteri: Bir dakika yüzünden, biliyor musunuz! İstasyona giriyorum ve trenin
kalktığını görüyorum.
Sessiz Müşteri: Doğru! Elim o paketlerle dolu olmasaydı, yeterdi! Bir eşeğinkinden
çoktu yüküm! Ama kadınlar - sipariş... sipariş... - bitmek tükenmek bilmez. Tam üç
dakika uğraştım, arabadan indikten sonra, bütün o paketlerin ilmeklerini parmaklarıma
geçirebilmek için; parmak başına iki paket.
Ağzı Çiçekli Adam: Aman ne hoş! Ben olsaydım ne yapardım, biliyor musunuz? Hepsini
arabada bırakırdım.
Sessiz Müşteri: Tabii siz kadınların yazlıkta ne biçim şeyler olduklarını bilmiyorsunuz.
Ağzı Çiçekli Adam: Nasıl bilmem! Hem de çok iyi bilirim, onun için diyorum ya, giderken
hiç bir şeye ihtiyacımız olmayacak derler.
2
Sessiz Müşteri: Evet. Müzik...Gittikten sonra da ‘ufacık bir şeye ihticamız var
dedikleri zaman altından neler çıkmaz. Bazen yazlığa tasarruf yapmak için gittiklerini bile
söylerler. Sonra ufacık, kirden tahtaları kararmış bir köy evine girdikleri zaman, orasını
tertemiz, zengin, göze çarpar bir hale getirmek için de ellerinden geleni yaparlar. Ve o
zaman başlarlar. Ama kadınların işleri güçleri budur diyeceksiniz. “Ah şekerim şehre
kadar bir uzansan, bir iki şeye ihtiyacım var”. “Evet” dedin mi siparişlerin arkası kesilmez.
“Filanca da şunu rica etti. Yandaki komşu da bir iki ufak şey istiyor”. Kabul etmişim gibi
de devam ederler. “Madem gidiyorsun, geçerken şunları da alıver, şuralara da
uğrayıver...” Sorarım size; şehirde kalacağınız 3 saat içinde bu kadar şeyi nasıl
alırsınız?... Buradaki evin anahtarlarını da almadım. Treni kaçırdım... Şimdi işin yoksa
kahve köşelerinde üç saat pinekle bakalım.
Sessiz Müşteri: O bir yığın paketi istasyonda, emanete bıraktım ve gidip bir
lokantada akşam yemeği yedim; sonra da can sıkıntısından tiyatroya gittim. Sıcaktan
bayılacaktım. Çıkışta, ne yapayım diye düşündüm. Saat on iki olmuş bile, ilk trense saat
dörtte. Üç saatlik uyku için otele para vermeye değmez dedim ve buraya geldim. Bu
kahve sabaha kadar kapanmıyor, değil mi?
Ağzı Çiçekli Adam: Kapanmaz, merak etmeyin. Demek bütün paketleri emanete
bıraktınız?
Sessiz Müşteri: Evet. Niye soruyorsunuz? En sağlam yer orası değil midir? İyi de
bağlamışlardı.
Ağzı Çiçekli Adam: Yo, yo, bunu demek istemedim! Genç satıcıların o kendilerine özgü,
satılan malı sarma sanatları... Ne eller! Geniş, çift kat, kırmızı, yumuşacık bir kâğıt...
Yalnızca görmesi bile bir zevk... Serin okşayışını duyumsamak için yüzünü süreceği gelir
insanın, öylesine düz... Kâğıdı tezgahın üstüne yayar ve güzelce katlanmış, hafif kumaşı
kibar bir kesinlikle kâğıdın ortasına yerleştiriverirler. Ellerinin sırtıyla, kâğıdın bir ucunu
alttan kaldırır, sonra öteki ucunu üstüne getirirler; ve bir de ağız bırakırlar burada, kıvrak
bir incelikle; sonra kâğıdı diğer iki yandan, üçgen biçiminde katlar, iki ucunu alta kıvırır
ve sicim kutusuna uzanırlar; bağlamaya yetecek kadar çekip alır ve öylesine çabuk
bağlarlar ki onların bu ustalığına hayran olacak zamanı bile bulamadan, paketi,
parmağınızı geçireceğiniz ilmiği de hazır olarak, size sunduklarını görürsünüz.
Ağzı Çiçekli Adam: Ben mi? Günlerimi böyle geçiririm. Bir dükkânın vitrini önünde bir
saat kımıldamadan durup içeriyi seyredebilirim. Kendimi unutuyorum. Şeymişim gibi
geliyor bana... o kumaş... Gerçekten oradaki o ipekli kumaş, o püskül, o kırmızı yahut
mavi kurdele olmak isterdim... Hani tezgâhtarlar metreyle ölçtükten sonra, - nasıl
yaparlar, gördünüz mü hiç? - kâğıda sarmadan önce sol ellerinin başparmağıyla
serçeparmağına toplayıverirler ya.
Koltuklarındaki, ellerindeki ya da ilmiklerinden parmaklarına taktıkları paketle dükkândan
çıkan erkek ya da kadın müşterilere bakıyor, görünmez oluncaya kadar izliyorum onları,
gözlerimle... Düşler kurarak. Uuu, neler kuruyorum, bir bilseniz! Nerdeee?
Çok önemli bunlar, çok...
Ağzı Çiçekli Adam: Çünkü, ancak düş kurarak hayata bağlanabiliyorum. Tıpkı bahçe
parmaklıklarına sarılan bitkiler gibi... (sessizlik)İnsan düş gücünü daima kullanırsa
tanımadıklarnın hayatına bile sahip olabiliyor. Zaten tanıdıklarımın hayatı beni hiç
ilgilendirmez. Düş gücümün nasıl çalıştığını bir bilseniz. Şunun, bunun, ötekinin evini bile
gözümün önüne getirebiliyorum. İçine yerleşiyorum. O hayatın sahibiyle alın yazımı
3
paylaşıyorum. Biliyor musunuz bazen o evin kokusunu bile duyarım. Her evin kendine
özgü bir kokusu vardır. Benimkinin, sizinkinin... kendi evinizdeki kokunun farkına
varamazsınız... Bu sizin hayatınızın kokusudur çünkü anlıyor musunuz? Galiba
anlıyorsunuz?
Sessiz Müşteri: Evet. Düş kurmaktan büyük bir keyif alıyor olmalısınız.
Ağzı Çiçekli Adam: Söyleyin bana, hiç iyi bir doktora gittiniz mi siz?
Ağzı Çiçekli Adam: Telaşlanmayın. Böyle bir doktorun bekleme odasını gördünüz mü
diye soracaktım. Hani şu hastaların muayene sıralarını bekledikleri.
Ağzı Çiçekli Adam: Ya, sahi, hasta değildiniz... Hastalar da dikkat etmezler.
Hastalıklarıyla uğraşmaktan...
Bazıları da, oturdukları koltuğun koluna anlamsız biçimler çizen parmaklarına dalıp
giderler. Düşünür ve hiçbir şey görmezler.
Doktorun yanından çıkınca, bekleme odasından geçerken, az önce, henüz bilmediğiniz
hastalığınızı öğrenmek için beklerken oturduğunuz iskemleyi, üstünde yine kendi
bilinmeyen derdine dalmış bir hastayla, ya da boş, böyle bir hastayı beklerken görmek ne
etkileyicidir, değil mi? .....
Ne diyorduk? Haa, tamam... Düş kurmanın keyfi. - Kimbilir niçin, hastaların sıralarını
beklediği doktor bekleme odalarındaki bir iskemleyi düşündüm hemen!
trenden, yazlıkta sizi bekleyen ailenizden, sizde var olduğunu düşünebileceğim dertlerden
keyif filan almadığım da kesin.
Dört,beş,on yıl sonra bu saçmalıkların tadını düşünebiliyor musunuz? Belki bizi hayata
tekrar bağlamak için bu saçmalar, bu belalar bile birer tatlı anı olacaktır; işte o anda
kapınıza dayanan ölüm kurtuluş değil de felaket gibi görünecektir gözünüze.
Sonra düşünün ki, bazıları için hayatın sonu, gün meselesi oluyor.
Ağzı Çiçekli Adam: Beni gözlüyor, uzaktan. Git tekmele diyor şeytan. Boşuna ama.
Tekmelendikçe sırnaşan kancık köpeklerden farkı yok. Bu kadın benim için neler
çekmiştir, bilemezsiniz. Yemeden içmeden kesildi. Hep peşimde böyle, gece gündüz,
uzaktan uzağa izliyor beni. Başörtüsünün, giysilerinin bir tozunu bile silkelemiyor artık. -
Kadına benzer yeri kalmadı, paçavraya döndü. Daha otuz dört yaşında, şakaklarına ak
düştü. Çok sinirleniyorum, inanın. Üstüne atılıp haykırıyorum bazan, sarsıyorum: "Salak!"
diye haykırıyorum. Sesini bile çıkarmıyor. Öyle bakıyor yüzüme, öyle ki içimden gözlerini
oymak geliyor. Ne yapsam boş. Peşime takılmak için uzaklaşmamı bekliyor yine.
Ağzı Çiçekli Adam: Zavallı kadın mı dediniz? Bu kadın benim evde oturmamı istiyor,
anladınız mı?
Oturacağım, o bana baksın, anlamsız gevezeliklerine devam etsin, aşkıyla etrafımı sarsın,
sevgisiyle her an rahatımı sağlasın... ben? Ben de bekleyeceğim. Hiçbir şey yokmuş gibi,
her günki odamda mutfak saatinin tik-taklarını dinleyerek bekleyeceğim. İşte onun
istediği bu. Bilmem ki nasıl anlatsam size...
Ağzı Çiçekli Adam: Müsaade edin! Biraz daha. Ölüm; garip, iğrenç, korkunç bir böcek
olsa ve yoldan geçen birinin yakasına konsa. Siz de onu görseniz. Yolda durdurup:
“Afedersiniz, müsaade eder misiniz? Yolunuzu kestim ama üzerinize ölüm konmuş”
demez misiniz? Şöyle iki parmağınızı uzatıp onu fırlatıp atmaz mısınız? Ne mükemmel
olurdu doğrusu...
Fakat ölüm bir böcek değil. Bu gelip gaçenlerin arasında birçokları onu üzerlerinde
taşıyorlar, ama görünmüyor. Onun için de korkusuz, rahat rahat dolaşıp, yarınki,
yarından sonraki hayatlarını kuruyorlar. Örneğin ben.
Şimdi söyleyin bana: bu çiçek ağzımın içindeyken sakin, sessiz köşemde oturabilir miyim?
Söylüyorum bunu karıma, soruyorum: “Nedir benden istediğin? Öpeyim mi seni yani?”
“Evet öp beni” diyor.
Geçen gün ne yaptı biliyor musunuz? Dudaklarını bir toplu iğne ile delik deşik etti,
kanattı, sonra başımı iki eli arasına alarak beni ağzımdan öptü. Benimle beraber ölmek
istiyormuş.
Herhalde evde oturacak değilim. Vitrinleri seyretmeliyim, tezgahtarların el çabukluğuna
hayran olmalıyım...
Çünkü kafam bir an boş kalırsa çevremdeki bütün hayatı yok etmeyi düşünebilirim.
Örneğin sizin gibi son treni kaçırmış, hiç tanımadığım birini tabancamı çıkarıp şuracıkta
öldürebilirim.
Korkmayın, böyle bir niyetim yok. Şaka yaptım.
Kayısı zamanıdır şimdi... Nasıl yersiniz onları? Üzerindeki incecik zarıyla mı? İkiye
bölersiniz, biraz sıkınca meyva ıslak bir çift dudağa benzer... Ah! Ne güzel şey...
Bana bir iyilik yapın. Yarın sabah erkenden gideceğiniz o küçük köyün istasyonunda
trenden indikten sonra evinize kadar yürüyün. Yolda üzerinde pırıl pırıl kırağı parlayan bir
demet yeşilliği koparın, koparın ve sayın. Kaç tane ot koparmışsanız o kadar yaşayacak
günüm var demektir.