Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 81

TC.

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ

FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ

TARİH BÖLÜMÜ

LİSANS BİTİRME TEZİ

M.Ö. 3. BİNYILDAN 2. BİNYILA MEZOPOTAMYA-

ANADOLU İLİŞKİLERİ

HAZIRLAYAN

Fatma SOĞANDERELİ

15157063

TEZ DANIŞMANI

Prof. Dr. Yusuf KILIÇ

Denizli, 2019
ONAY

15157063 Fatma SOĞANDERELİ tarafından hazırlanan, “M.Ö. 3.


BİNYILDAN 2. BİNYILA MEZOPOTAMYA- ANADOLU İLİŞKİLERİ” başlıklı bu
çalışma, jürimizce/ bölüm başkanlığımız tarafından Pamukkale Üniversitesi Lisans, Eğitim
Öğretim Sınav Yönetmeliği’nin ilgili maddeleri uyarınca Lisans Bitirme Tezi olarak kabul
edilmiştir.

Tez Danışmanı Bölüm Başkanı

Prof. Dr. Yusuf KILIÇ Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL

…./….. /2019
ÖNSÖZ

Eski Doğu tarihinin üç önemli medeniyet coğrafyaları olan Mezopotamya, Mısır ve


Anadolu; tarihin en eski devirlerinden itibaren sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel ilişkiler
geliştirmişlerdir. Bu medeniyetlerden Mezopotamya ve Mısır M.Ö. 4. Binyılın sonlarında
kendilerine has bir yazı icat ederek tarihi devirlere daha erken girerlerken, Anadolu’nun yazı
ile tanışması M.Ö. 2. Binyılın başlarında Asur Ticaret Kolonilerinin faaliyetleri ile
gerçekleşecektir.

Tez çalışmamda M.Ö. 3. Binyıldan 2. Binyıla Mezopotamya-Anadolu İlişkileri başlığı


altında, Mezopotamya ile Anadolu arasındaki siyasi, ticari ve kültürel ilişkileri, yazılı
kaynaklar ve arkeolojik kaynakların sunduğu veriler ışığında ortaya koymaya çalıştım.

Giriş bölümünde öncelikle Mezopotamya ve Anadolu’nun coğrafi özellikleri hakkında


bilgiler verilmiştir.

Tezin birinci bölümünde; Mezopotamya’ya yerleşen ve çivi yazısının icadı ile


medeniyetin başlangıcını sağlayan Sümer toplumlarından başlayarak, Akad ve Yeni Sumer
Devleti devri sonlarına kadar Anadolu ile ilişkiler genel olarak Mezopotamya tarihi merkezli
olarak araştırılmıştır. Bu dönem Anadolu’sunda yazının yokluğundan dolayı Anadolu’nun
prehistorik dönemleri hakkında bilgilerimiz kısıtlıdır. Ancak Mezopotamya’dan Anadolu’ya
seferler yapan Akad kralının Anadolu ile ilişkilerini anlattığı ilk yazılı belge olan Şartamhari
Metinleri sayesinde, Anadolu’nun siyasi ve iktisadi durumu hakkında dolaylı olarak bilgi
edinilmektedir.

Tezin ikinci bölümünde; M.Ö. 2. Binyılın başında Anadolu’da Hititlerin büyük


imparatorluklarını kurmadan önce etkili olan Hatti, Luwi ve Hurri şehir krallıkları hakkında
bilgiler verilmiştir. M.Ö. 2. Binyılın başında Asur Ticaret Kolonileri sayesinde
Mezopotamya-Anadolu arasındaki ilişkiler son derece canlı bir hal almış, bu dönemde
Anadolu’da yazılmış olan Kültepe tabletleri, Mezopotamya-Anadolu ilişkilerini aydınlatması
açısından tablet örnekleri tez çalışmamda kullanılmıştır. Anadolu’daki Asur ticari faaliyetleri
bölgeye gelen Hitit göçlerine kadar sürmüştür. Anadolu’da merkezi bir devlet kuran Hititlerin
giderek güçlenmesi sonrasında, Güney Mezopotamya’daki Babil Devleti üzerine yaptığı sefer
ile Babil- Hitit ilişkileri açıklanmış ve bu konu ile tez çalışmam son bulmuştur.
“M.Ö. 3. Binyıldan 2. Binyıla Mezopotamya-Anadolu İlişkileri” konulu tez
araştırmamın planlanması, yürütülmesi, yazılmasında emeği geçen, lisans öğrenimime ilk
başladığım gün ilk dersim olan İlk Çağ Tarihi Dersiyle tanışma fırsatına ulaştığım ve lisans
öğrenimim boyunca onun verdiği engin bilgiler ve nasihatlerle hedeflerime bir adım daha
yaklaştığım kıymetli hocam Prof. Dr. Yusuf KILIÇ’a en içten teşekkürlerimi sunarım.

Hayatımın bu en yorucu ve en keyifli yolculuğu süresince bana destek, anlayış ve


sabırlarını esirgemeyen, bütün sıkıntılarımda her daim yanımda olan bütün aileme ve
özellikle sevgili ve fedakâr annem Ayşe SOĞANDERELİ’ye, değerli babam İsmail
SOĞANDERELİ’ye, sevgili ablalarım Sevgi TASLACI, Medine Özlem TASLACI, Habibe
UYANIK, biricik kardeşim Hasan Murat SOĞANDERELİ’ye, mutluluk kaynağım olan
yeğenlerime ve bütün dostlarıma sonsuz minnetlerimi sunarım.

Fatma SOĞANDERELİ

Denizli/2019
İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER ............................................................................................................. 1

GİRİŞ ............................................................................................................................. 1

BİRİNCİ BÖLÜM ........................................................................................................ 4

1.MÖ. 3. BİNYILDA MEZOPOTAMYA -ANADOLU İLİŞKİLERİ .................... 4

1.1.Sumer-Anadolu İlişkileri.................................................................................................... 4

1.2.Akad-Anadolu İlişkileri .................................................................................................... 10

1.3. Yeni Sumer Devri-Anadolu İlişkileri ............................................................................... 22

İKİNCİ BÖLÜM ........................................................................................................ 30

2.M.Ö.2. BİNYIL MEZOPOTAMYA-ANADOLU İLİŞKİLERİ ......................... 30

2.1. Hitit Öncesi Toplumları İle Olan İlişkiler ........................................................................ 30

2.1.1. Hattiler ........................................................................................................................ 30

2.1.2. Luwiler ........................................................................................................................ 31

2.1.3. Hurriler........................................................................................................................ 33

2.2. Asur Ticaret Kolonileri Devri .......................................................................................... 36

2.2.1. Ticari İlişkiler ............................................................................................................... 38

2.2.2. Siyasi İlişkiler ............................................................................................................... 47

2.3. Babil-Hitit İlişkileri.......................................................................................................... 63

SONUÇ ........................................................................................................................ 68

KAYNAKÇA............................................................................................................... 72
1

GİRİŞ

Mezopotamya Ön Asya’nın eskiçağdaki üç önemli medeniyet merkezinden biridir.


Mezopotamya adı Hellen dilindeki “Mésos=orta” ve “Potamos=ırmak” sözcüklerinden
türemiş olup, “İki nehir arası” anlamına gelen coğrafi terimdir. Mısırlılar da bu bölgeye iki
nehir arası anlamına gelen “Naharina” adını vermişlerdir. Sümerliler bölgeye “Kengi” ismini
verirken, İslami dönemlerde “Cezire” (ada) ismi kullanılmıştır.

Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeyi ifade eden Mezopotamya eskiçağ tarihi
içerisinde coğrafi olarak Toroslardan Basra Körfezi’ne kadardı. Ancak bölgedeki siyasi
oluşumlar Kuzey Suriye ve Basra Körfezi’nin doğusunun da Mezopotamya ile anılmasını
gerekli kılmıştır. Toroslardan Bağdat’a (Babil) olan kısım “Yukarı Mezopotamya” ya da
“Asur ülkesi” Bağdat’tan Basra Körfezi’ne kadar olan bölüm ise sırasıyla Akad, Babil ve
Sumer ülkesi adları ile anılmıştır. Basra Körfezi’nin doğusu Elam, güneydeki kısım ise Kalde
olarak adlandırılmıştır. Mezopotamya’nın iki ayrı bölge şeklinde anılmasında farklı özellik
gösteren yeryüzü şekilleri de etkili olmuştur.1

Mezopotamya iki yüksek dağ ile çevrilmiştir. Biri batıda bölgeyi Kuzey
Suriye’den ayıran Amonos dağları, diğeri ise doğuda İran sınırından başlayarak uzanan
Zağros dağlarıdır.2

Mezopotamya’ya can veren Dicle ve Fırat nehirleridir. Bu nehirler Anadolu’dan


doğup Basra Körfezi’ne dökülürler ki Mezopotamya’da bereketli ovaların meydana gelmesini
sağlamışlardır. Şekil itibariyle de bu topraklara “Bereketli Hilal” denilmiştir. Öyle ki kuraklık
nedeniyle Asya bozkırlarını terk eden kavimlerin ve aynı şekilde Arabistan çöllerinden
göçenlerin ilk hedefleri Mezopotamya olmuştur. Mezopotamya jeolojik yapısı, hem bölgeyi
istilalara karşı açık hale getirirken hem de Mezopotamya’nın dışarıya açılımını
kolaylaştırmıştır. Dicle ve Fırat nehirleri doğal yol olarak Mezopotamyalıların ihtiyaç
duyduğu hammadde ve değerli madenlerin ticaretinde kullanılmasının yanında, tarihsel süreç
boyunca Akad, Guti, Hurri, Amurru, Kassit, Mitanni ve Arami gibi göç eden toplumların
bölgeye geliş rotasını da belirliyordu. Bu doğal yapı ve elverişli yaşam bölgeye istilaları

1
Ekrem Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Basın Yayın, Bursa, 2008, s. 21.
2
Amélie Kuhrt, Eski Çağ’da Yakındoğu, C.I, (Çev. Dilek Şendil), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul,2017, s. 1.
2

artırmıştır ki her gelen devlet kısa sürede yıkılmıştır. Mezopotamya’nın istila edilmesine bir
etken de iklimdir. Kışların kısa, yazların uzun sürdüğü elverişli iklim koşulları bölgede
yerleşimin yoğun olmasını sağlamıştır.3

Anadolu, üç tarafı denizlerle çevrili olması dolayısıyla, eskiçağ tarihçileri ve


filologlar tarafından coğrafi olarak Asya kıtasına benzetilmiş ve “Küçük Asya” tabirini
almıştır.4

Anadolu, iklimi, yeryüzü şekilleri, akarsu kaynakları ile insanların yaşamına


elverişli topraklardır. Akdeniz, Karadeniz ve karasal iklimin hâkim olduğu Anadolu’ da
insanların sosyo-ekonomik hayatları bir bakıma iklim şartlarına ve jeolojik yapıya uygun
olmuştur. Öyle ki ovalık alanda yaşayanlar çiftçilikle uğraşmışlar, dağlık bölgede yaşayanlar
ise hayvancılıkla geçimlerini sürdürmüşlerdir.5

Anadolu stratejik ve jeopolitik konuma sahip olduğu için eski çağlardan bu zamana
birçok kavimin istilalarına uğramıştır. Eski doğu ve eski batı medeniyetlerinin kesiştiği yerde
bulunur. Mezopotamya, Suriye ve Doğu Akdeniz’e hâkim konumda olan Anadolu pek çok
medeniyete beşiklik etmiş, doğu-batı kültürlerinin kaynaştığı bir bölge olmuştur.6

Anadolu’da bulunan Doğu Karadeniz ve Toros dağları, denize paralel uzandıkları


için geçit vermiyordu. Anadolu’ya yapılan göçler, Kafkaslar üzerinden Demirkapı Geçidi ile
diğer yol ise Amonoslar ve Gülek Boğazı vasıtasıyla yapılıyordu.7

Mezopotamya siyasi tarihine baktığımızda, Mezopotamya’da siyasi egemenliğin,


arada kesintiler olsa da Güney Mezopotamya’dan kuzeye doğru, önce Akad bölgesine daha
sonra Asur bölgesine geçtiği görülmektedir. Bu coğrafyanın önemli siyasi ve kültürel
dönüşümlerini yaratan uygarlıklar şunlardır:

1. Sümerler ve Kent Devletleri (M.Ö. 3500-2000)


2. Akadlar (Doğu Samiler) (M.Ö.2350-2150)

3
Kemalettin Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi Başlangıcından Perslere Kadar, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2008, s.20.
4
Veli Sevin, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2001, s. 2.
5
Firuzan Kınal, Eski Anadolu Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara ,1991, s. 8.
6
Bülent İplikçioğlu, Eskiçağ Tarihinin Ana Hatları, Bilim Teknik Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 71.
7
B. İplikçioğlu, a.g.e., s. 71.
3

3. Babilliler (Batı Samiler) (M.Ö.1900-539)


4. Asurlular ve Aramiler (M.Ö. 2000-612)8

8
İsmail Güven (Ed.), Uygarlık Tarihi, Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2014, s. 44.
4

BİRİNCİ BÖLÜM

1.MÖ. 3. BİNYILDA MEZOPOTAMYA -ANADOLU İLİŞKİLERİ


1.1.Sumer-Anadolu İlişkileri

M.Ö. 4. Binyılın ortalarında Orta Asya’dan Güney Mezopotamya’ya gelen


Sumerler, yerleştikleri ırmak kenarlarındaki bataklık bölgeleri kurutup, verimli bahçelere
dönüştüren; tarlalar açarak zengin ve bağımsız siteler kurarak Mezopotamya’da tarihin ilk
uygarlığını oluşturan kavimdir.9

Sumerler, ilk olarak Mezopotamya’nın güneyindeki, Fırat kıyısındaki Eridu’ya


yerleşmişlerdir, daha sonra Uruk kentini siyasi merkez olarak benimsemişlerdir.10 Bu bölgeye
daha önce yerleşmiş bulunanların mevcut köy kültürünü, “şehir kültürüne” dönüştürmüşlerdir.
Ayrı ayrı cemaatler şeklinde bataklık alanları ada ada kurutarak 35 tane şehir devleti
kurmuşlardır. Eridu, Ur, Uruk, Lagaş, Umma, Şuruppak ve Kiş şehir devletleri önde gelenleri
arasında sayılabilir.11

Sumer şehir devletlerinde her şehrin ayrı bir tanrısı vardır. Her şehrin en yüksek
olan tepesinde tanrıları adına yapılmış mabetleri vardı. Halk bu mabedin etrafında evlerini
yerleştiriyor ve ortak bir emekle dış tehlikelere karşı sur inşa ediyorlardı.12

Sumerler, yönetim şekli olarak “Teokratik Mabet Sosyalizmi”ni benimsemişlerdir.


Bu sisteme göre Sumer halkı topraktan elde ettiği ürünleri, yetiştirdiği veya avladığı
hayvanlar gibi elde ettiği bütün mallarını mabede teslim etmek zorundaydılar. Mabet
görevlileri yani rahipler ve memurlar bu malları Sumer halkındaki her aileye ihtiyacına göre
dağıtıp geri kalanıyla da Mezopotamya’da bulunmayan kereste, taş ve maden gibi maddeler
alınıyordu.13

Sumerlerdeki bu sosyalizm, Sumerlerin medeniyeti başlatmayı sağlayan yazının


keşfedilmesi olayını gerçekleştirmiştir. M.Ö.3200’lerde rahipler, her vatandaşın mabede

9
Ekrem Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Basın Yayın, Bursa, 2008, s. 32.
10
E. Memiş, a.g.e., s. 30.
11
İ. Güven, a.g.e., s. 45.
12
K. Köroğlu, a.g.e., s. 68.
13
E. Memiş, a.g.e., s. 31.
5

getirdiği malı unutmamak veya teslimatı vesikalandırmak için kil tabletlerin üzerine ancak
kendilerinin anlayabileceği şekilde her şahıs için belli bir işaret, onun karşısına da getirdiği
malın resmini yapmaya başladılar. Fakat bu sistemde birtakım karışıklıklara yol açtığı
anlaşılınca bunu önlemek için çareler düşündüler. İşaretleri ve resimleri belirli bir sistem
halinde şifre gibi kullanmayı denediler. Bu hususta ilk adım, her işaret bir hece olarak kabul
edildi. Böylece yaş kil üzerine üçgen uçlu bir kamışla sonraları madeni uçla yazıldığı ve
işaretlerin çiviye benzediği için modern araştırıcılar “çivi yazısı” denilen yazı sistemi
Sumerler tarafından keşfedilmiş oldu. Tarihi devirlerin başlamasını sağlayan çivi yazısı,
doğuda İran’dan batıda Anadolu’da ve Akdeniz’e kadar yayılmış ve M.Ö.1.yüzyıla kadar
uzanan yaklaşık üç bin yıllık zaman dilimi içerisinde kullanılmıştır.14

Kemalettin Köroğlu, Sumer dili ile çivi yazısı ilişkisini ve yazının gelişimini
şöyle açıklamıştır:

“Zamanla dilin yapısına göre karmaşık, ancak belli kuralları olan bir
yazı sistemi doğdu. Bu gelişim süreci üçüncü binyılın ortalarına doğru tamamlandı ve
gerçek anlamda bir çiviyazısı oluştu. İlk yazılan belgelerin Sümerce olduğu
anlaşılmaktadır. Sonraları çiviyazısını kendine uyarlayan her toplum dillerinin
özelliklerine uygun değişiklikler yaparak bu sistemi geliştirdi. Yazının yaygınlaşmaya
başlaması bir yazıcı sınıfının ve okul geleneğinin oluşmasını sağladı. Bulunan
tabletler arasında, öğrencilerin yazıyı öğrenirken yaptıkları tekrarları gösteren
"karalama defterleri" türünde olanlar da vardır. Uruk tabletlerinin bir bölümü de
alınıp satılan malların listesini, hayvan ve görevli isimlerini içeren sözlük listeleridir.
Bu listeler, başlangıçta tapınaklarda bulunan okullarda uzun yıllar boyunca okuma
yazma öğretilirken kopyalanmış ve çoğaltılmıştır.”15

Sumerler, Uruk Dönemi (M.Ö.4000-3100) sonrasında Cemded Nasr Dönemine


(M.Ö.3100-2900) geçmiştir. Bu dönemde mimari, sanat ve teknik alanlarda gelişmeler
yaşanmıştır. Uruk döneminin standart çanak çömleği yerine, kırmızı-siyah renkte, geometrik
ve doğadan alınan motiflerle süslü yeni bir tür elde edilmiştir. Bağdat’ın 100 km güneyinde

14
Yusuf Kılıç, “Eski Ön Asya Toplumları Arasında Yazı ve Dil Etkileşimi”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, Temmuz, 2009, Sayı 4, s. 126.
15
K. Köroğlu, a.g.e., s. 55.
6

bulunan Cemded Nasr kentinde bu yeni modanın doğmasından dolayı döneme de Cemded
Nasr Dönemi denilmiştir. Bu döneme ait mimari kalıntılarda en önemlisi, güneşte kurutulmuş
veya pişirilmiş kerpiçten (tuğladan) inşa edilmiş, düz damlı, drenaj sistemi olan büyük bir
dini/resmi yapıdır. 16

Kabartma sanatında, aslan avı figürleri kullanılmıştır. Uruk kentinde bulunan bir
metre boyundaki mermer vazo buna en güzel örneklerdendir. Bu vazoda yüksek rütbeli bir
görevli, tanrıça İnanna’ya hediye sunmaktadır. Diğer bir önemli örnek ise gerçek ölçülere
göre yapılmış kireçtaşından bir kadın maskıdır.17

Sumerce olduğu belgelenebilen ilk çivi yazılı tabletler, Cemdet Nasr, Ur ve Tel
Ukair gibi kentlerde bulunmuştur. Çivi yazılı kil tabletler ve özellikle silindir mühürler, bu
dönemdeki ticari ve kültürel ilişkilerin alanını saptamada belirleyici örneklerdir. Güney
İran'da henüz çözümlenememiş Proto Elamca yazısı da olasılıkla Mezopotamya'daki
gelişmelerin etkisiyle yetkinleştirilmiştir. Mısır hiyeroglif yazısının aynı dönemde ortaya
çıkışında da benzer kültürel etkiler olmalıdır. Nitekim hem İran'da hem de Mısır'da,
üzerindeki bezemeler açısından Cemdet Nasr dönemi özellikleri gösteren silindir mühürler ele
geçmiştir. Ancak Güney Mezopotamya'nın sınırlarını aşan bu türde buluntuların sayısı, Uruk
döneminde olduğu kadar çok değildir. Bu nedenle Cemdet Nasr döneminde Güney
Mezopotamya'nın ticari ve kültürel alandaki etkinliğinin sınırlı olduğu öngörülür. Bu kültürün
kuzeye yayılımının izleri ise dönemi buluntularıyla en iyi temsil eden Diyala bölgesindeki
Hafaje ve Tel Asmar kentinde karşımıza çıkar.18

Silindir mühürlerde ve objeler üzerinde en dikkati çeken figür rahip-kral


betimlemesidir. Sakalları ve saç şekli ile diğerlerinden farklı olan hükümdar topluluğa liderlik
eder. Diğer figürler ise buğday başağı ve sığır betimlemeleridir ki bunlar Sumerlerin sosyo-
ekonomik durumlarını yansıtır. Sumerlerde büyük binaların bulunması ve bu yapıların
inşasında kullanılan ender parçalar (kayda değer miktarda taş ve kakmacılık için değerli

16
A. Kuhrt,a.g.e., s. 29.
17
A. Kuhrt, a.g.e., s. 56.
18
K. Köroğlu, a.g.e., s. 57.
7

malzemeler) kullanılması, bu emtiaların uzaklardan getirildiğini ve dolayısıyla gelişmiş bir


ticaret sisteminin olduğunu gösterir.19

Sumer tabletleri tarihin bilinen en eski yazılı vesikalarıdır. Genel olarak resmi
kayıtlar, anlaşmalar ve ticari evrak niteliğindeki tabletlerin çoğunluğunu, ekonomik ilişkiler
oluşturuyordu. Yazının icadı ile medeniyet başlamış ve okullar açılmıştı ve dolayısıyla yeni
bir meslek olan katiplik ortaya çıktı. Katipler yazı yazmanın dışında geometri ve aritmetik
bilmek zorundaydılar. Ticari ilişkilerde gelişme sağlamak amacıyla ağırlık ve uzunluk ölçüleri
hakkında bilgili olmaları gerekiyordu.

Resim1: Urukagina’nın koni biçimindeki Reform Talimatnamesi tableti

Mezopotamya tarihinde Sumerlerin medeniyeti kurmaları neticesinde bilinen ilk


yazılı hukuk metinleri ortaya çıkmıştır ve kralların kanun buyurmaları geleneği Ön Asya
toplumları arasında yayılmaya başlamıştır. M.Ö. 2350 yılında Lagaş kralı Urukagina’nın
Sumerce ve çivi yazısıyla yazılmış olan tarihi kitabesi, kanundan ziyade “Reform
talimatnamesi” niteliğindedir. Fransızların 1878’de Lagaş’da yaptığı arkeolojik kazılarında
buldukları bu talimatname, üçü koni, biri oval biçimdeki dört kil belge üzerine yazılmıştır.

19
A. Kuhrt, a.g.e., s. 31.
8

Metnin ilk tercümesini yapan Thureau Dangin’dir. Bu adaletnamenin kırık olmayan


bölümlerinden anlaşıldığı kadarıyla kral soyundan olmayan Urukagina, kral Ur-Nanşe’nin
baskı ve zulmüne karşı bir darbe yapıp yönetimi ele geçiren tarihin ilk devrimcisidir. Tahta
geçtiğinde kendinden önce meydana gelen yolsuzlukları, halkın hoşnutsuzluğunu ve
huzursuzluğunu ortadan kaldırmış20 ve Lagaş halkını özgürlüğe kavuşturarak günümüz
sosyalizminin temellerini atmıştır. Bir önsöz ve bir sonsöze sahip olan talimatnamenin
arasındaki asıl reform kısımlarından biri de bir kadının birden fazla erkekle evli olması
(poliandri) uygulamasına son vermesidir. Bu reformdan önce karısını boşamak isteyen erkek
ödemek zorunda olduğu yüksek miktardaki nafaka ve vergiyi ödememek için eşinin başka
erkekle evlenmesine engel olmuyordu. Özel mülkiyet reformunun getirdiği zenginlikle,
kocalar bu meblağları ödeyebilmiş ve çok kocalı kadınlardan oluşan toplum düzeni
değişmiştir.

Sumerler ihtiyaç duydukları kereste, dayanaklı yapı taşları ve madenleri komşu


ülkelerden ve uzak memleketlerle yapılan alışverişle elde ediyordu. Ticaretlerinde, yelkenliler
durmadan nehir ve Basra Körfezi boyunca gidip geliyordu. Kervanlar için yeni yollar
bulundu. Mallar katır ya da öküzlerin çektiği arabalarla taşınırdı. Nitekim Sumerlere ait olan
tekerleğin bulunuşu ile hayatın birçok yönünde kolaylık gelmiş ve seramik yapımı, ulaşım ve
tarım vs. alanlarda gelişme sağlanmıştır. Tüm Mezopotamya, Mısır ve Suriye Sumerler’in
pazarı olduğundan dağları ve çölleri aşan kervanlar, bu dönemde İndus vadisine kadar
uzandılar. Ekonomik ilişkilerin gelişmesi coğrafi bilgileri de arttırdı. Sumer toprakları
gelişmiş bir karayolu ile kaplandı. Yapılan ticari temaslar ile sadece ekonomik anlamda değil,
kültürel anlamda da etkileşim oluyordu; farklı gelenek ve görenekler ile bilim teknik
sayesinde bir alışveriş gerçekleşmiş oluyordu.21

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Eski Doğu üçgenini oluşturan üç medeniyet
merkezinden Mısır ve Mezopotamya, M.Ö. 4. binyılın sonlarında, kendilerine has birer yazı
icat ederek tarihi devirlere girdikleri halde, Anadolu’da bu dönemde yazı bulunmadığı için,
Anadolu hakkında yeterince bilgi edinemiyoruz. M.Ö.3000-1200 yılları arasında Anadolu’da
Tunç devri yaşanmıştır. Tunç devri 3 ana bölüme ayrılır:

20
Yusuf Kılıç, Eskiçağ Aile Hukuku, Çizgi Kitabevi Yayınları, 2018, s. 31.
21
İ. Güven, a.g.e., s. 50.
9

1.Eski Tunç Devri (M.Ö.3000-2000)

2.Orta Tunç Devri (M.Ö.2000-1500)

3.Yeni Tunç Devri (M.Ö.1500-1200)22

Tarihçiler için en karanlık olarak adlandırılan dönem M.Ö.3000-2000 yılları arasına


tarihlenen Eski Tunç Devri’dir. Özellikle M.Ö. 3000-2500 yılları arasına tarihlenen dönem
hakkında hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Ancak bu döneme ait arkeolojik buluntular üzerinden
tarihi bilgi kırıntıları elde edebiliyoruz ki; bu dönemde kullanılan araç ve gereçlerin
yapımında çok fazla bakır kullanıldığı için, Eski Tunç Çağı’nın ilk yarısı “Bakır çağ” olarak
adlandırılmıştır.

Eski Tunç Çağı’nın ikinci yarısını oluşturan M.Ö.2500-2000 yılları arasındaki


dönem ise Anadolu tarihi açısından tam bir dönüm noktasıdır. Zira Anadolu ile Mezopotamya
medeniyetlerinin gerek siyasi gerek ticari ve gerekse de kültürel yönden temasa geçtikleri ilk
dönemdir. Mezopotamya bölgesinin özellikle dağlar ve ormanlardan yoksun olması taş,
maden ve kereste gibi hayati ihtiyaçlarının ithal edilmesini zorunlu hale getirmiş ve ticari
ilişkiler gerçekleşmiştir.

Anadolu’da Alişar ve Truva’da birinci ve ikinci tabakalar arasında bulunan silindir


mühürler Anadolu ile Mezopotamya münasebetinin daha 3. Binyıl başlarında başladığını
göstermektedir. Adab kralı Lugal-anne-mundu ile Uruk kralı Lugal-zaggisi’nin Amanoslar’a
(Sedir Ormanları) ve Yukarı memlekete (Anadolu) kadar vardıklarını bildiren ifadeler
vesikalarda bulunmaktadır.

Sumer şehir devletleri zamanında Mezopotamya çevresindeki komşu


memleketlerle ilişkiler kurulmasına rağmen, Anadolu ile kurulan ilişkilerin yazılı bir metne
aktarıldığı dönem Akad Devleti dönemindedir. Bu metinlerin asıl önemi, henüz yazı ile
tanışmamış olan Anadolu’nun M.Ö.3. Binyılına ait bilgilerinin dolaylı da olsa ilk kez kayıt
altına alınmış olmasıdır.

22
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Ekin Yayınevi, 2015, s. 21.
10

1.2.Akad-Anadolu İlişkileri

M.Ö. 2500’lerden itibaren Arabistan yarımadasından Mezopotamya’ya doğru


başlayan, Doğu Sami kavimleri olarak adlandırılan Akadlılar yavaş yavaş Sumer toplumları
arasına karışarak göçlerini sürdürdüler.23Yüzyıllarca Sumer bölgesinde yaşamış olan
Akadlılar, başlangıçta Sumer kültürünü benimsemişlerdir. Siyasi ve askeri birlikten yoksun
olan bu bedevi kabileler, Sumer sitelerinde işçi, çoban ve ücretli asker olarak geçimlerini
sağlıyorlardı.24Akad kültürü ve dili, samilerin kendilerine özgü kültür ve dil özellikleri ile
Sumerlilerin kültür ve dil özelliklerinin kaynaşmasından ortaya çıkmıştır. M.Ö. 2350’lerde
Akadlılar Mezopotamya’da nüfuslarını arttırdılar ve Sargon liderliğinde başkenti Agade
(Akade) olan şehirde Akad Devletini kurdular. Akad(e), bugünkü Bağdat kentinin güneyinde,
Doğu Samilerinin merkezi olan ve yeri henüz belirlenememiş yerleşim birimidir.25 Sumer
idaresi kalkmış ve Sumerler, Akad Devleti altında sakin bir halk olarak yaşamışlardır.

Akad Devleti, Ön Asya dünyasında bir dönüm noktasıdır. Sumer şehir


devletlerinde olduğu gibi aralarında rekabet bulunan Site devletlerinden ziyade, Akad Devleti
bu site devletlerini (Ur, Uruk, Lagaş, Umma, Larsa ve Kiş Krallığını) kendi yönetimi altında
birleştirerek imparatorluk görünümünü almıştır.26

Mezopotamya’da siyasi birliği sağlayan Sargon, kendisini “Şarkişşatti” yani


“Dünya Kralı” ilan etmiştir.27

Akad kralı I. Sargon, cesaretli, atılgan ve gözü hiçbir şeyden kaçmaz bir insandı.
Daimî bir ordu kurup, gerçekleştirdiği seferler ile haklı olarak, tarihin “ilk dünya hâkimi”
unvanlı hükümdarı olmuştur.28

Kral Sargon, bütün Mezopotamya’ya hâkim olduktan sonra Anadolu başta olmak
üzere Elam, Mısır ve Suriye memleketleri üzerine seferler düzenleyerek topraklarını
genişletmiş ve bu politika halefleri tarafından da sürdürülerek devam etmiştir.29

23
Ekrem Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Basın Yayın, Bursa,2008, s. 34.
24
Şemseddin Günaltay, Yakın Şark Elam ve Mezopotamya, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara,1987,
s. 287.
25
B. İplikçioğlu, a.g.e., s. 50.
26
İ. Güven, a.g.e., s. 50.
27
Ekrem Memiş, Eski Çağda Mezopotamya, 2012, s. 58
28
B. İplikçioğlu, a.g.e., s. 50.
11

Sargon, seferlerini iki yönde sürdürmüştür; ilki Doğudaki Elam ülkesi olmuş ve
birçok kenti zapt ettikten sonra bölgeyi vasal (vergi ödeyen, bağlı) durumuna getirmiştir.
Susa’yı eyalet haline getirdi. İkinci yönde ise Anadolu tarafına yönelerek Kuzey Suriye
tarafında ilerledi. Akad orduları, Fırat Nehri’ni takip ederek Mari (Tel Hariri) ve Halep’in
güneyindeki Ebla (Tel Mardih) krallıklarını denetim altına aldı.30 Bir vesikada: “Fırat
kenarındaki Tut-tul şehrini zapt edince, bu şehrin tanrısı Dagan’a kurbanlar sunduğu,
bunun üzere adı geçen tanrının Mari, İbla ve İarmuti memleketlerinin hâkimiyetini
Sedir ormanlarına (Amanoslar) ve Gümüş dağlarına (Toroslar) kadar Sargon’a
verdiği” belirtilmektedir.31

MÖ. 2350- 2150 yılları arasında yaklaşık iki yüz yıl varlığını sürdüren Akad
İmparatorluğu sınırları güneyde Basra Körfezi’nden doğuda Elam’a, batıda Akdeniz’den
kuzeyde Orta Anadolu topraklarına kadar uzanıyordu.

Sargon’un 56 yıllık hükümdarlık dönemindeki seferleri, zaferleri ve doğumundan


ölümüne tüm hayatı efsaneleştirilerek olağanüstü bir şekilde, torunu Naramsin’e ait
“Şartamhari Metinleri”nde anlatılmıştır.32 "Savaşın Kralı" (Şartamhari) olarak adlandırılan
ve Mısır'da el-Amarna'da, Orta Anadolu'da Kültepe ve Boğazköy'de (Hattuşa) ele geçen bu
tür belgeler, bu efsanevi kralın Amanos Dağlarını aşıp Anadolu içlerine girdiğini hatta
Akdeniz'de Kıbrıs (Alaşia) ve Girit'e kadar ulaştığını aktarır. Bu kayıtların gerçeği ne denli
yansıttığını bilememekteyiz. Arkeolojik olarak belgelenemese de yazıtlara göre Sargon, Tuz
Gölü'nün güneyindeki Puruşhanda (Acemhöyük) adlı kentte oturan Akadlı tüccarların yardım
istemesi üzerine, Orta Anadolu'ya ordusuyla sefer yapan ilk kraldır.33 Sargon, bu şehirde
ticaret yapan yerli tüccarlar ile Akadlı tüccarlar arasında çıkan anlaşmazlığı çözerek, sükûneti
sağlamış ve Mezopotamya’ya elinde büyük ganimetle geri dönmüştür.34

Bir sömürge imparatorluğu haline gelen Akadlılar, uzak yerlere seferler


yapabilseler de buraları uzun süre ellerinde tutabilmeleri düşünülemez. Nitekim daha
Sargon’un yaşlılığında tutulmuş olan kayıtlarda birçok kentin ve hatta Akade çevresindeki

29
Ekrem Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Basın Yayın, Bursa,2008, s. 34.
30
K.Köroğlu, a.g.e., s. 78.
31
Ekrem Memiş, Eski Çağda Mezopotamya, 2012, s. 58,59.
32
E. Memiş, a.g.e., 2012, s. 60.
33
K.Köroğlu, a.g.e., s. 79.
34
Hüseyin Sever, “Mezopotamya ve Anadolu Medeniyetleri ile İlişkiler”.
12

kentlerin bile isyan ettiği anlatılır. Sargon bu isyanları başarı ile bastırdı, ancak tam olarak
bilinmemekle birlikte suikast sonucu öldürüldüğü düşünülmektedir.35

Anadolu’da Kültepe’de Asurlu bir tüccarın arşivinde bulunan ve Asur Ticaret


kolonileri döneminde (M.Ö.1900-1700) yazıldığı tahmin edilen bir tablet, Sargon’un
Anadolu’daki faaliyetleri hakkında bilgi vermesi bakımından ilgi çekicidir. Eski Asur Lehçesi
ve dönemin çivi yazısı ile yazılan bu tablet, Sargon’un efsanevi kişiliği ve ilk imparatorluğun
kurucusu olması dolayısıyla tarihte derin izler bırakmasının ve ölümünden 400 yıl sonra bile
insan hatıralarında yer almasının göstergesi olarak kabul edilir.

Prof. Dr. Tahsin Özgüç’ün Kültepe’de 1958 yılı kazı döneminde bulduğu bu
tableti, Prof. Dr. Cahit Günbattı şöyle tercüme etmiştir:

“Kral Sarru-kîn, Akad kralı, dört (cihanın kralı), kuvvetli kral. Tanrıların
görüşmeleri üzerine, tanrı Adad ona güç verdi. Doğudan batıya (metinde: güneşin
doğuşundan batışına) kadar (bütün) ülke(leri) zaptettim ve bir günde 70 şehri yendim.
Onların krallarını yakaladım ve şehirlerini mahvettim. Gücün beyi Adad ve
mücadelenin sahibesi İştar’a yemin edeyim! : Ceylanı gördüm ve tuğlayı nehre attım
ve süratle hareket ettiğim sırada kemerim kırıldı ve sarûm’u koydum ve süratle
hareket edip ceylanı yakaladım. Tuğlayı sudan çıkardım. Adad ve İştar’a yemin
edeyim! Her gün bin sığır (ve) 6 bin koyun kestim.7 bin muharibim, her gün önümde
yiyecekleri göğüs eti;3 bin habercim, yiyecekleri sağrı eti (ve) bin seçkin adamım her
gün doyuncaya kadar yiyecekleri butlar (yüzünden)......... itiraz ettiler ve 7 bin
muharibim göğüs eti yedi. Geri kalana göğüs eti yetişmedi ve (bu yüzden) onun k.'su
olan kusamanum sığırını kesti ve sonrakine göğüs etini verdi. Ahçım (sığırın) bacağını
ayırdı ve (bu sebepten) onun kusuru olarak 100 sığır (ve) 200 koyun kesti ve kölelerimi
doyurdum. Adad ve İştar’a yemin edeyim! 7 yıl bir buçuk ay karanlıkta askerlerimle
birlikte oturdum. Ayrılışımda, akik ve lapis-lazuliyi kamışa bağladım ve ülkeye (halka)
paylaştırdım. Amanos dağlarını ikiye ayırdım ve onların arasına bir kazık gibi
heykelimi diktim. Tukris kralını (bir) posta sardım. Hutura (lılar)'ın bibin(n)u’ları
başlarına koydum. Alaşia’yı bir kadın gibi başlarına örttüm. Amurrular’ın (sanki)
onların babası gibi…Kilarlılar’ın başlarını bir sırımla bağladım. Diğer taraftan,

35
Mustafacan Baştopuz,” Akkad Dönemi ve Anadolu ile İlişkileri”, academia.edu, s. 3.
13

Kanisliler’(in) sutuhhum’unu serbest bıraktım. Hattum (lular)’ın kafalarının ortasının


derisini yüzdürdüm. Luhmulula(ın)! ..............onların sutuhhum'unu gönderdim.
Göklerin 13' zirvesine elimle dokundum. Niçin tablette artırayım? Anum beni
reddetmedi. Ben kral olarak, Yukarı ve Aşağı Ülkeyi ele geçirdiğim için, kral Adad
adaklarımı artırsın”36

Sargon’dan sonra yerine geçen oğlu Rimuş (2278-2270) döneminde de isyanlar


devam ettiği için Rimuş dönemi, düzen ve istikrar sağlamaya çalışmakla geçmiştir. Rimuş
adının geçtiği Kuzey Suriye’deki Tel Brak’ta bulunan bir yazıtta “Yukarı ve Aşağı Denize
kadar (Akdeniz’den Basra Körfezi’ne kadar) tüm ülkeyi bir arada tuttuğunu iddia etmesi
çabalarının kanıtıdır.

Rimuş’tan sonra kardeşi Maniştuşu başa geçmiştir. Onun döneminde de ülkedeki


istikrar tam olarak sağlanamamıştır. Akad orduları, isyan eden Elam ve kuzeydeki Asur
üzerine başarılı seferler düzenlemiştir. Maniştuşu’nun bir yazıtında Ninive’de tanrıça İştar
adına bir tapınak yaptırdığı, bir başka yazıtında ise gemilerle Aşağı Deniz’i geçip 32 kralı
yendiği anlatılır.

Sumer kral listelerinde; Rimuş’un 9 yıl, Maniştuşu’nun 15 yıl tahta kaldığı bilgisi
vardır. Bu iki kral da babaları Sargon gibi suikast sonucu öldürülmüştür.37

Maniştuşu’dan sonra Sargon’un torunu Naramsin tahta geçmiş ve kral olmuştur.


Selefleri Rimuş ve Maniştuşu’nun aksine Naramsin, dedesi Sargon gibi fütuhatçı bir politika
izlemiş ve askeri fetihler düzenlemiştir. Akad imparatorluğu sınırlarını, Arap Yarımadası’nın
kuzey sınırına ve Batı İran’ın içlerine kadar genişletmiştir.

Akad döneminde, yapılan seferler hakkında yazılmış birçok özgün belge ve


kopyaları mevcuttur. Anadolu ile gerçekleştirilen ilişkilerin kayıt altına alındığı en eski ve en
önemli belge olan Şartamhari Metinleri “Savaşın kralı” kral Naramsin’e aittir.
Anadolu’nun M.Ö.3.binyılına ait bilgilerini öğrendiğimiz ilk yazılı kaynak olan Şartamhari

36
Cahit Günbattı,” Kültepe’den Akadlı Sargon’a Ait Bir Tablet”, s. 136.
37
C.Bülbül, 37 Cemil Bülbül, Eskiçağ Tarihinde Sami Göçleri, ( Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Afyon
Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyonkarahisar 2005, s. 25.
14

Metinleri üç nüshaya sahiptir. Biri Mezopotamya’da Babil’de, biri Mısır’da Tel El


Amarna’da, bir diğeri de Anadolu’da Hattuşaş Boğazköy arşivinde ele geçmiştir.

Şartamhari Metinleri’nin Hattuşaş’daki nüshasında; Akad imparatoru Naramsin’in


Sedir Ormanları’nı (Amanoslar) ve Gümüş Dağları’nı (Toroslar) aşarak Anadolu’ya girdiği ve
Hatti kralı Pampa’nın önderliğindeki 17 şehir devletinin oluşturduğu koalisyon ile yaptığı
savaş anlatılır. Bu koalisyonda Kaniş (Kültepe), Puruşhanda ve Kusaura (Konya Aksaray)
gibi şehir devletleri bulunuyordu.38

Resim2: Şartamhari Metni Babil Nüshası

Şamtamhari metinlerinin Hattuşaş arşivinde ele geçirilen kopyasının ilk 7 satırı


kırık olup, metin,8. satırdan itibaren şöyle devam etmektedir:

8. Bana karşı bütün memleketler isyan ettiler.

9. GUŞUA kralı Anmanailu, Pakki kralı Bumanailu

10. Ulluwi (Ullama) kralı Lupanailu, sonra ... kralı .... inmipailu

38
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Ekin Yayınevi, 2015, s. 22.
15

11. Hatti kralı Pampa, Kaniş kralı Zipani, …. kralı Nur-Dagan

12. Amurru kralı Huwaruvaş, Paraşi kralı Tişenki

13. Armanu kralı Mudakina, Sedir dağları kralı İşgippu

14. Larak kralı Ur-larak, Nikku kralı Ur-banda

15. Türki kralı İlşu-Nail, Kuşaura kralı Tişkinki

16. Toplam 17 kral, ki onlar savaşa girdiler ve ben onları vurdum.

17. Hurriler'e karşı bütün orduyu seferber ettim ve sonra (tanrılara)


şarap takdim ettim.

18. O zaman savaşçılarıma, binlerce düşman askeri hiç mukavemet


etmedi.

Şartamhari Metinleri’nin arka yüzünün tahrip olduğu için, eksik cümlelerden


anlaşıldığına göre, Naramsin ve Akad ordusu düşman karargahına geceleyin ani bir baskın
düzenlemişler ve bu baskın sonucunda düşmanlarını yenilgiye uğratmışlardır.39

Şartamhari Metinleri’nin önemi; Anadolu orjinli olmamakla birlikte, Anadolu


hakkında bilgi veren ilk kaynak olmasıdır ki M.Ö. 3. Binyılda Anadolu yazı ile henüz
tanışmamıştı.

Metnin içeriğinden de anlaşıldığına göre M.Ö. 3. Binyılın sonlarında Anadolu’da


büyük bir merkezi devlet yoktur. Her bir şehirde küçük krallıkların hükmettiği bir yönetim
şekli hakimdi. Kendi aralarında rekabet halinde olan bu krallıklar, Anadolu’ya dışardan gelen
bir saldırı karşısında güçlerini birleştirerek, en güçlü krallığın liderliğinde mücadele
ediyorlardı. Ancak yazılı belgeden de görüldüğü üzere Akad imparatoru Naramsin, 17
Anadolu krallığı koalisyonu ile savaşmış ve bu savaşta galip gelmiştir. Naramsin bu belgede
ayrıca kral ENLİL mabedini inşa ettirdiğini belirtmiştir.40

39
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Ekin Yayınevi, 2015, s. 22.
40
Turgut Yiğit,” Akadlar Devrinde Anadolu’nun Siyasal Yapısı”, A.Ü.D.T.C.F. Dergisi ,S. 40, Ankara 2000,
s. 23.
16

Ekrem Memiş, Şartamhari Metinleri içerisinde geçen krallıklardan 15. Satırda


bulunan Türki kralı İlşu-Nail adından yola çıkarak Türki kelimesinin Türk olduğunu iddia
etmiştir. Öyle ki Türklerin Anadolu’ya gelmelerinin ve Anadolu’daki Türk varlığının M.S.
1071 Malazgirt Zaferi’nden binlerce yıl önce gerçekleştiğini savunur. M.Ö. 3500’lerde Sumer
Türklerinin -ki Ekrem Memiş Sumerlerin de Türk olduğu kanısındadır- Orta Asya’dan göçüp
Mezopotamya’ya yerleştikleri sırada, başka bir Türk topluluğunun da Kafkaslar üzerinden
gelip Doğu Anadolu’ya yerleşerek Türki Krallığı adında şehir devletini kurduğunu belirtir.
Ancak Anadolu’da yazı olmadığı için M.Ö. 4. ve M.Ö. 3. Binyıl yaşantıları hakkında sınırlı
bilgiye sahibiz.41

Boğazköy arşivindeki Şartamhari metininde anlatılan Naramsin’in Anadolu seferine


ait olayları, Ur’da bulunan Naramsin’in Subartu’ya ve yüksek memleket diye adlandırılan
Anadolu’ya yaptığı seferlerinin anlatıldığı belge olan Ur Vesikası ile karşılaştırılıp doğruluğu
kabul edilmiştir.42

Naramsin, Anadolu şehir devletleriyle yaptığı savaştan galip bir şekilde dönerken
çok sayıda ganimeti de memleketine götürmüştür. Bu ganimetlerin çoğunluğunu bakırdan ve
gümüşden yapılmış olanlar oluşturur. 43

Anadolu, Amanus bölgesini Akadlılar'ın lehine kaybetmekle, Güneydoğu sınırındaki


güvenliğini de tehlikeye sokmuş oluyordu. Hakikaten, Amanus geçitleri, Akadlılar'ın eline
geçtiği için, Mezopotamya kavimleri, diledikleri zaman Anadolu içlerine kolaylıkla
girebilirlerdi.

41
Ekrem Memiş,” Ortadoğu’da Türklerin Varlığı Tartışmaları”, s. 647.
42
C. Bülbül, a.g.t, s. 28.
43
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Ekin Yayınevi, 2015, s. 25.
17

Resim3: Naramsin’in Diyarbakır Pir Hüseyin Köyü’nde bulunan, bazalt taşından


yapılmış meşhur zafer steli.

Akad imparatorluğunun kralı Naramsin döneminde Anadolu ile ilişkilerin kanıtı olan
yazılı vesikaların yanında, bazı arkeolojik buluntular da Anadolu’da Akad seferlerinin
delilleridir. Naramsin’in Güneydoğu Anadolu bölgesine ulaştığını gösteren, Diyarbakır’ın
doğusundaki Pir Hüseyin adlı köye diktirdiği meşhur zafer steli, Naramsin’in buradaki
başarılarının kanıtıdır. Günümüzde İstanbul Eski Şark Eserleri Müzesi'nde sergilenmekte olan
bu stelde Akad kralı Naramsin, Sümer heykellerinde olduğu gibi sağ omzunu açıkta bırakan
bir giysi ile resmedilmiştir. Sümer heykelleri genellikle saçsız ve sakalsız yapılırken, artık
Sami asıllı krallıklar olan; Akad, Babil ve Asur gibi krallıklarda krallar erkeklik sembolü
olarak saç ve sakalla birlikte gösterilmeye başlanmıştır.44

44
K. Köroğlu, a.g.e., s. 81.
18

Resim4: Akad krallarından Sargon’a ait olan


döküm tekniği ile tunçtan yapılmış bu mask sakal
sembolünün kullanıldığını gösteren önemli arkeolojik
buluntulardan biridir.

Resim5: Naramsin’e ait İran’ın

Susa kentinde bulunan ünlü dikili taşı,

günümüzde Louvre Müzesi’nde

sergilenmektedir.
19

Naramsin bu zafer stelini, İran sınırındaki Zağros dağlarında yaşayan Lullubi adlı
kabileye karşı kazandığı zaferini ölümsüzleştirmek adına Babil yakınlarındaki Sippar kentine
diktirmiştir. Ancak bu zafer stelini binyıl sonra Elamlılar ganimet olarak alıp İran’ın Susa
kentine götürmüşlerdir.

Akad kralı bu stelde en üstte düşmanlarını yenerek dağa doğru ilerlerken


betimlenmiştir. Üzerinde kısa peştemala bürünmüş olan kral, silah olarak eline okları ile bir
yay almıştır. Akad askerleri ise kısa gömlekleriyle betimlenmiş ve ellerinde balta ve mızraklar
ile dağınık vaziyette yürümektedirler. Naramsin’in başına taktığı boynuzlu başlık, onu tanrı-
kral imajıyla ön plana çıkarmıştır. 45

Mezopotamya’da hükümdarların ilk defa tanrısallık öğesiyle ilahlaştırılması


Akadlar döneminde başlamıştır. Naramsin Sumer kralları gibi mabudun(tanrının) Patesi’si
yani vekili olmamış, bizzat kendini tanrı ilan etmiştir.46 Birçok yazıtta da Akad Kralı
Naramsin’in adının yanına tanrı olduğunu belirten işaret konulmuş ve Naramsin “Akad
Tanrısı” olarak bahsedilmiştir.47

Kuzey Irak’taki Dohuk yakınlarında bulunan ve zengin Akad dönemi sanatının


önemli örneklerinden olan dökme bakır bir heykeldeki yazıt Naramsin’in tanrılaştırılması
hakkında bilgiler verir:

“Naram-Sin, kudretli Akad kralı: Dünyanın dört köşesi ona düşmanca karşı
durunca İştar’ın aşkıyla dokuz savaştan muzaffer çıktı, onu tutsak almak için sefere
çıkan kralları bile alt etti. Kentini kuvvetli kılmak için bütün gücüyle bastırmakta
başarılı olduğu için kenti (yani kent sakinleri), Eanna’nın İştar’ına, Nippur’un
Enlil’ine, Tuttul’un (Belih suyu ile Fırat’ın kavuştuğu yere yakın) Dagan’ına, Keş’in
Ninhursagna’sına, Eridu’nun Enki’sine, Ur’un Sin’ine, Sippar’ın Şamaş’ına,
Kuthu’nun Nergal’ine yakararak onun kentleri Akad’ın tanrısı olmasını dilediler ve
Akad’ın ortasında ona bir tapınak yaptılar.” 48

45
C. Bülbül, a.g.e., s.36.
46
Ş. Günaltay, a.g.e., s. 306.
47
Hans Nissen, Ana Hatlarıyla Mezopotamya, 2004, s. 199.
48
A. Kuhrt, a.g.e., s. 66.
20

Naramsin’in krallığı döneminde Mezopotamya’nın bütün sınırlarında mücadelelere


giriştiği tabletler üzerindeki kayıtlardan ve omina (fal) metinlerinden anlaşılabilir. Öyle ki
Asurbanipal tarafından dikilen bir kitabede, Naramsin’in Elamlıların isyanıyla karşılaştığı ve
isyanı bastırıp onları itaat altına aldığı yazılıdır.

Elam isyanını üzerine, Naramsin’in Elam memleketine yaptığı seferi anlatan


“naru” metinleri (edebiyatı) heyecanlı bir macera romanı anlatımına sahiptir. Vücutları Hurri
kuşları gibi (tüylü) ve yüzleri kargaya benzeyen Umman Mandalar (Barbarlar) önce
Puruşhanda’yı, sonra Subartu, Gutium, Elam ve nihayet Meluhha’yı (indus vadisini) 90.000
kişilik ordularıyla ele geçirmişlerdi. Naram-Sin bunlara karşı saldırıya geçmeleri için
askerlerine emir veriyor ve “eğer kan akarsa, onlar da bizim gibi Ölümlü insanlardır, eğer kan
akmazsa, onlar ebedi cinler, Enlil’in yaratıklarıdır” diyor. Sonra bu mahluklardan 12 esir
alınıyor ve bunların kanları aktığı için, Manda cenkçilerinin de kendileri gibi âdem oğlu
oldukları anlaşılıyor. Ne var ki, meydana gelen savaşta Akad orduları yeniliyor. Bunun
üzerine Naram-Sin bir orakel (fal) açtırıyor, ancak neticenin olumsuz olmasına rağmen, tekrar
taarruza geçiliyor. Akad ordusu tekrar mağlup oluyor. Ancak, bu sırada iyilik seven Tanrı Ea
(Enki) işe müdahele ediyor, zaferi Naram-Sin'e nasip etmek suretiyle hikâyeyi tatlı
sonuçlandırıyor. Bu efsanede manda cenkçilerinin (barbarlar) Gutiler olduğu ve Naramsin’in
bu istilacı kabilelere karşı savaştığı anlaşılmaktadır.49 Bu savaşların arkeolojik kanıtları ise
Paikuli'den Horen üzerinden İran'a giden yol üzerindeki Tardunni kaya kabartması ile
Saripul’deki kitabeli kabartmadır.50

Naramsin’in batı seferlerinden bahsetmek gerekirse, Amurru ve Kenan


memleketlerini istila ettiği gerçektir, ancak Mısır’ı zapt ettiği iddiaları doğru değildir.
Akadlıların Suriye ve Filistin’e kadar birçok bölgeyi etkisi altına aldıkları, daha sonra Fenike
adını alacak olan limanlarda ve özellikle Sidon (Sayda), Tir (Sur), Biblos (Byblos)
limanlarında oldukça önemli ticari faaliyette bulundukları bilinmektedir.51

Akdeniz çevresi ile Suriye arasındaki ticaretin ilerlediğini göstermesi bakımından,


Kıbrıs’ta bulunan Naramsin’in bir memuruna ait kitabeli bir vazo ile Amurrularla

49
C. Bülbül, a.g.e., s. 37.
50
Füruzan Kınal, Eski Mezopotamya Tarihi, Ankara 1983, s. 79.
51
Ş. Günaltay, a.g.e., s. 304.
21

Kenanlıların ortak oluşturdukları tanrıçaya ait çıplak küçük bir heykel önemli arkeolojik
buluntulardır.52

Naramsin’e ait bir kitabenin Asurca kopyasında; kralın Tibar dağında Aram kralı
Harşamatki’yi yendiği anlatılıyor. Aram adının ilk defa görülmesinden dolayı bu kitabe büyük
öneme sahiptir.53

Naramsin bu büyük seferlerinden sonra sınırlarını doğuda Elam’a, batıda


Akdeniz’e, kuzeyde Anadolu’ya ve güneyde Basra Körfezi’ne kadar genişletmiş, bu başarılar
ona ilk defa “Dört İklim Kralı-Şar Kibratim Arbaim” unvanını kazandırmıştır.54

Naramsin’den sonra Akad İmparatorluğu’nun başına başarılı krallar gelmediği için


imparatorluğun zayıflamaya başladığı görülmektedir. Naramsin’den sonra tahta geçen Şar-
Kalli-Şarri döneminde bu şanlı hanedanlığın ansızın çökmesinin sebepleri; Zağros
Dağları’nda yaşayan dağ kavimlerinden olan Gutilerin Mezopotamya üzerine saldırıya
geçmeleri ve Güney Mezopotamya’daki (Lagaş, Kiş, Uruk gibi) birkaç yerel hükümdar olan
Sumer şehir devletlerinin rahip-krallarının (Ensi) isyan etmeleridir.55

Geniş imparatorluk topraklarına sahip olan ve eskiçağ tarihinde dünyanın ilk


sömürgeci devleti olan Akadlılar, içinde barındırdığı birçok değişik unsurlar ve bunların
arasındaki din ve dil farklılığı nedeniyle, M.Ö. 2150’lerde Guti akınlarıyla yıkılmıştır.56

Akad imparatorluğunun çöküşüne dair bir diğer görüş de daha sonraki dönemlerde
yaşamış bir bilgin olan Nippurlu tarihçi tarafından ortaya atılmıştır. Bu tarihçinin yazdığı
Akad’ın Lanetlenmesi adı verilen tablete göre; Naramsin’in kendini tanrı ilan etmesi ve
Nippur’daki tanrı Enlil mabedini yağmalaması nedeniyle, tanrılar kralı Enlil, Akadlıları
cezalandırmak için dağ kavimleri olan Gutileri Mezopotaya’yı istila etmeye göndermiştir.57

52
Ş. Günaltay, a.g.e.,1987, s. 304.
53
Ş. Günaltay, a.g.e.,1987, s. 304.
54
F. Kınal, a.g.e., s. 80.
55
Amélie Kuhrt, a.g.e., s. 67.
56
Ekrem Memiş, Genel Tarih, Tablet Yayınları, 3. Baskı, Konya, 2002, s. 139.
57
C. Bülbül, a.g.t., s. 42.
22

İran’daki Zağros dağının eteklerinde yaşayan ve son derece savaşçı bir toplum olan
Gutiler, M.Ö. 2150-2050 yılları arasında Mezopotamya’ya bir asır boyunca hâkim
olmuşlardır.

1.3. Yeni Sumer Devri-Anadolu İlişkileri

Akad devletini yıkan Gutiler Mezopotamya’da bir asır hakimiyet sürseler de


buradaki köklü kültürün altında kalmışlardır. Bu dönem yazılı belgeleri az olması nedeniyle
karanlık kalmıştır. Bu dönemde Lagaş kenti bağımsızlığını korumayı başarmış, tapınaklarını
ve sulama sistemlerini tamir etmiştir.

Akad devletinin yıkılışıyla Güney Mezopotamya’daki köklü Sumer kültürüne sahip


kent devletleri bağımsızlıklarına kavuştular. İlk önce Lagaş kenti kral Gudea önderliğinde
bağımsızlığı ile öne çıktı. Bunu Uruk kenti takip etti ve kral Utu-Hegal buradaki hakimiyetini
sağladı.58

Uruk kralı Utu-Hegal, Ur kentinin başına yönetici (ensi) olarak Ur-Nammu’yu atar.
Ur-Nammu Ur kentinin yönetimini ele geçirdikten sonra Sumer ve Akad mirasını alarak
bölgede tek egemen güç olan “III. Ur Sülalesi”, “Yeni Sumer” ya da “Sumer Rönesansı”
denilen dönemi başlatmıştır. Bu girişimiyle Ur-Nammu “Sumer ve Akad ülkelerinin kralı”
ünvanını almıştır.59

Ur-Nammu Mezopotamya’da hakimiyetini sağlayabilmek için kentlerin başına


kendi valilerini atamıştır. Valilere ve komutanlarına gönderdiği mektupları ve
talimatnameleri, bürokratik idare sistemini kurduğunun göstergeleridir.

Bu dönem hakkında bilgi veren önemli kaynaklar Lagaş kralı Gudea’ya ait siyah
diyoritten yapılmış sayısı çok fazla olan heykelleridir. Bu heykeller kralın seçkinliğini gösterir
ve hayranlık uyandırdığı için çok fazla taklit edilmişlerdir. İnce taş oyma vazolar da bu
dönemin önemli sanat eserlerini oluşturur. Yazılı belgelere bakarsak en uzun ve en erken
Sumer edebi metinlerinin birkaçı Gudea dönemine aittir.60

58
K. Köroğlu, a.g.e., s. 87.
59
Kemalettin Köroğlu, a.g.e., s. 87.
60
A. Kuhrt, a.g.e., s. 74.
23

Gudea döneminde Anadolu ile ilişkilerin anlatıldığı A-Silindiri diye bilinen


metinde;

“Tanrı Ningirsu’nun En-rahibi Gudea, (o zamana kadar) hiç kimsenin


girmemiş olduğu Sedir Dağı’na yol yaptı. Onun (= Sedir Dağı’nın) sedir ağaçlarını
büyük baltalarla kesti. Sedir salları devasa yılanlar gibi Sedir Dağı’ndan nehrin
suyu (istikametinde) aşağıya akıyordu…” bilgilerine ulaşılıyor.

Gudea’ya ait diğer bir metin olan B-Heykel Yazıtı’nda Anadolu hakkında;

“O (=Gudea), Tanrı Ningirsu tapınağını inşa ederken, onun sevgili kralı


Ningirsu, ona (Gudea’ya) Yukarı Deniz’den Aşağı Deniz’e kadar (bütün) yolları
açtı. Amanos’da, Sedir Dağı’nda 60 kübit uzunluğundaki sedir kütüklerinden, 50
kübit uzunluğundaki sedir kütüklerinden (ve) 25 kübit uzunluğundaki KU ağacı
kütüklerinden müteşekkil sallar kurdu…” yazılıdır. 61

Bu metinlerden hareketle kral Gudea zamanın da Akad dönemi başlayan Anadolu


seferlerinin devam ettiğini ve buradaki kaynakları kendi ihtiyaçları doğrultusunda
Mezopotamya’ya taşıdıklarını öğrenmekteyiz. Kral Gudea Lagaş kentinde yaptırmak istediği
tapınak binaları için, 1100 km uzaklıktaki Amanoslar’dan kereste getirtmiştir. Aradaki
mesafenin fazla olması, Fırat Nehri üzerinden kolay ve hızlı bir yolla taşımacılığın
yapılmasını başlatmıştır. Dolayısıyla Amanoslar ve Fırat Nehri’nin Mezopotamya ekonomisi
için ne derece önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

Anadolu’da bulunan Hahhum kenti Mezopotamya-Anadolu ilişkilerinde daima


önemli bir kent olarak öne çıkmıştır. Akad döneminde Sargon’a ait tabletlerde adı geçen
Hahhum kenti, Naramsin’in Anadolu’ya yaptığı seferlerde kendisine karşı kurulan 17 kentten
oluşan koalisyonun içinde yer almıştır. Yeni Sumer Devri’nde ise Hahhum kentinin adı Lagaş
kralı Gudea’nın inşaat kitabelerinde geçmektedir. Kral Gudea tanrısı Ningirsu adına yaptırdığı
tapınakların süslemesi için çevre kentlerden getirttiği nesneleri sayarken, Hahhum
Dağlarından ve Meluhha ülkesinden altın tozu getirttiğini şöyle açıklar:

61
Ekrem Memiş,” Ortadoğu’da Türklerin Varlığı Tartışmaları”, s. 649.
24

Gudea Statü B, VI: …33)ku3-gi sahar-ba 34) hur-sag Ha-hu-um-ta


35)imta-e-du(/ed3) 36) šita2 ur-sag-eš5-a 37)mu-na-gar 38)ku3-gi sahar-ba
39)kur Me-luhha-ta 40)im-ta-e-du(/ed3) 41)e2-mar-uru5-še3 42)mu-na-dim2

33-37) “O Hahhum Dağlarından toz altını (cevher halinde) getirdi,


(Ningirsu’nun) üç aslan başlı gürzünü kapladı. 38-42) O Meluhha ülkesinden toz altını
(cevher halinde) getirdi ve (onu Ningirsu’nun) sadağını yapmak için kullandı.”

Hahhum şehrinin Fırat Nehri kıyısında olduğu ve Mezopotamya ile Anadolu


arasında yapılan hammadde alışverişinde stratejik bir konumda bulunduğu bu belgelerden
anlaşılmaktadır. Bu kentin lokalizasyonu konusunda da birçok görüş ortaya atılmıştır.
Bunların içinden Adıyaman içinde kalan Eski Samsat’da yer aldığı ve altın meselesinden
dolayı Elâzığ bölgesinde yer alan Eski Harput’ta olduğu görüşleri öne çıkmıştır.62

III. Ur Hanedanlığı, Ur-Nammu liderliğinde Mezopotamya’da yüz yıldan sonra


yeniden büyük bir siyasal güç konumuna gelmiştir. Valileri sayesinde doğuda Elam, kuzeyde
Asur kenti üzerinde merkezi yönetimini koruyan Ur-Nammu, komşu ülkelerle de siyasal
ilişkilerini geliştirmiştir. 63
III.Ur Hanedanlığının sınır güvenliğini kudretli ve genel vali
statüsünde bulunan s u k k a l m a h elinde tutuyordu, bu isim daha sonra III.Ur Hanedanlığı
yıkılınca Elam hükümdarlarınca krallık unvanı olarak kullanılacaktır.64

III. Ur Hanedanlığı Kuzeybatıda Akdeniz'e ulaşan Fırat yolu üzerindeki Mari,


Tuttul, Ebla ve Akdeniz kıyısındaki Biblos gibi kentlerle de siyasi ilişkiler kurulmuştur.65Bu
ülkelerle ilişkilerinde savaşları engellemek veya ittifaklarını sağlamlaştırmak adına siyasi
evlilikler yoluyla politik adımlar atılmıştır. Genellikle III. Ur devletinden prenseslerin doğu ve
kuzeydeki hükümdarlarla evlendiği görülür. Sadece bir prens vardır; Ur-Nammu’nun oğlu
Mari kralının kızıyla evlenmiş ve dostluk ilişkilerini kuvvetlendirmiştir.66

Yazının keşfinin sahibi olan Sumerler, Sumer Rönesansı döneminde eğitim ve


öğretim sisteminin geliştirilmesine önem verdiler. Ekonomik sistemin devam ettirilebilmesi

62
İrfan Albayrak, “Eski Asurca Kaynaklara Göre Asur-Anadolu İlişkilerinde Hahhum Krallığı’nın
Önemi”2018, Anadolu Arşivleri Dergisi, Cilt 12, Sayı 2 s. 4.
63
K. Köroğlu, a.g.e., s. 88.
64
A. Kuhrt, a.g.e., s. 80.
65
K. Köroğlu, a.g.e., s. 88.
66
A. Kuhrt, a.e.g, s. 82.
25

için rahipler çocuklara mabetlerde okuma-yazma öğreterek katiplik mesleğinin gelişmesini


sağlamışlardır. Nitekim kazılarda, üzerlerinde hece işaretleri yazılı okul tabletleri
bulunmuştur. Ayrıca bu dönemde yazıldıkları ve kopya edildikleri bilinen Asurbanipal ’in
kitaplığında bulunan Sumerce “E dubba” yani “Tablet evi” serisi, Sumer okullarındaki
eğitim sistemini gösteren belgelerdir.67 Birçok resmî belgede Sumerce’nin yeniden
kullanılmaya başlandığı görülse de dönemin dünya dili haline gelen Akadça’dan da
vazgeçilmemiştir.

III. Ur Sülalesi kralları, merkezi yönetimlerini sürdürebilmek için bölgelerin gelir


ve giderlerinin kayıt altına alınmasını istemişlerdir. Girsu (Tello), Umma ve Nippur
yakınındaki Puzriş-Dagan (Drehem) gibi kentlerde tutulmuş belgeler oldukça ayrıntılı bir
içeriğe sahiptir. Canlı hayvan alımı ve dağıtımı ile yerleşik askerler tarafından canlı hayvanla
ödenen bölgesel vergiler (gunma-da) bölgenin gelirlerinin çoğunluğunu oluşturuyordu.68
Tarlalarda ve değirmenlerde çalışan, hasat toplayan, dokuma yapan, kamış kesen, kanal
kazan, teknelere mal yükleyen ve tekneleri çeken insanların sayısı titizlikle tutulmuş ve
bunlara yapılan ödemeler belirtilmiştir. Ödemeler genellikle, bira, ekmek, yağ, soğan ve balık
gibi yiyecek maddeleri karşılığında yapılıyordu. Denizaşırı ülkelerle veya nehir yoluyla
ulaşılan uzak bölgelerle yapılan ticaret de devletin kontrolü ve izniyle, kayıtlara geçirilmesi
koşuluyla gerçekleşirdi.69

Ur-Nammu döneminde Yeni Sumer Devleti sınırlarını “Kadastro Tableti” denilen


vesika ile tahmin edebiliyoruz. Bu belgede bazı şehirlerdeki mabetlerin sahip oldukları
taşınmaz mallar kayıt altına alınmıştır. Böylece bu şehirlerin etrafındaki nehirler, kanallar,
mabetler gibi belirli ya da doğal çizgilerle arkeolojik kazıların imkân verdiği ölçüde Yeni
Sumer Devleti sınırları; kuzeyde Tel Bırak’tan, Asur bölgesi dahil olmak üzere, Basra
Körfezi’ne kadar olan alanı kapsar.

Mezopotamya’da hukuki anlamda yazılı belge olan Urukagina reform


talimatnamesinden üç asır sonra ortaya çıkan dünya tarihinin ilk yazılı kanun metni III. Ur
Sülalesi ilk kralı olan Ur-Nammu’ya aittir. Ur-Nammu Kanunları’nın yazılı olduğu tablet

67
C. Bülbül, a.g.t., s. 42.
68
A. Kuhrt, a.e.g., s. 80.
69
K. Köroğlu, a.g.e., s. 91.
26

İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki Nippur koleksiyonu arasında bulunmuş ve Samuel Noah


Kramer tarafından neşredilerek günümüze kazandırılmıştır. Bu kanun metni önsöz, sonsöz ve
maddeler mahiyetinde bulunmuş ancak çok iyi korunamamışlardır.70 Giriş bölümünde
metinde;

“…Dünya yaratıldıktan sonra Tanrı An ve Tanrı Enlil, Ur krallığını Ay


tanrısı Nanna’ya verdi. Bir gün Ur-Nammu, Ur’da tanrı temsilcisi olarak seçildi. O,
sınır komşusu Lagaş ile savaş yaptı ve onun valisi Namani’yı tanrı Nanna’nın gücüyle
öldürdü. Urun sınırını eski haline getirdi. Uzunluk ve ağırlık ölçülerini namuslu ve
değişmez yaptı. Öküzü, yetimi, zengine ezdirmedi. Dulu güçlünün eline
bırakmadı…Yoksulu zenginin eline düşürmedi…” şeklinde bilgiler görülmektedir.71

Yasada demokratik bir devrim yaptığını ve halkını hak ve hürriyetlerine


kavuşturduğundan bahseder. Kanun maddelerinin genelinde kaçakçılık, köleler ve özgür
insanların evlat edinmeleri, cinsel suçlar, yalancı şahitlik ve tarımla ilgili hükümlere genişçe
yer verilmiştir. Küçük yaralamalar ve sulh-hukuk davalarında belirli maddi cezalar verilirken,
cinayet suçunun cezası ölüm olarak belirlenmiştir. Sumerlilerin aile hukukuna bakarsak bu
kanunla tek kadınla evlenme ve evliliğin tablet üzerinde resmileştirilmesi zorunluluğu
getirilerek ailenin sağlam temellere dayandırılması sağlanmıştır.72

III. Ur Sülaleleri döneminde, Güney Mezopotamya’da kral Ur-Nammu ve oğlu


Şulgi zamanlarında bazı şehirlerde büyük inşa projeleri gerçekleştirildiği görülür. Bunların en
önemlisi Ur kentindeki ziggurattır. Ur zigguratı günümüze kadar sağlam kalabilmiş anıtlardan
biridir. Kademeli bir şekilde yükselen bu ziggurattın tepesinde tapınak yer alır. 73 Kralların
inşaat faaliyetlerini gösteren inşaat kitabeleri ise, iktidar yıllarını “sene isimleri” ile
göstermeleri bakımından tarih için çok önemli vesikalardır.74

70
Y. Kılıç, a.g.e., s. 32.
71
Gökberk Yiğit, Urukagina, Ur-Nammu, Hammurabi Kanunları ve Çelişkileri, s. 3.
72
Y. Kılıç, a.g.e., s. 33.
73
K. Köroğlu, a.g.e.,2008, s.90.
74
C. Bülbül, a.g.t., s. 45.
27

Resim6: Ur zigguratı canlandırma. Ur kenti kazılarını yürüten Woolley, Ur zigguratı


rekonstrüksiyonunu da yapmıştır.

Kral Şulgi, Yeni Sumer Devleti’nin gücünü kuvvetlendirebilmek için, Akad kralı
Naramsin’de olduğu gibi tanrı-kral unvanını kullanmıştır.46 yıllık hükümdarlığı boyunca III.
Ur Sülalesi devletinin yıkılmaması için yapılanma yoluna gitmiştir. “Kral Guru” adında yeni
bir hacim ölçüsünü ekonomiye kazandırmıştır. Krallığı döneminde yeni takvim uygulamasına
geçildiği görülmüştür.

Şulgi hakkında bilgi veren Samuel Noah Kramer, Şulgi’nin hızlı bir koşucu
olduğundan bahseder. İlk uzun mesafe koşusu şampiyonu olan kral, Nippur-Ur şehirleri
arasında koşmuştur. Yol çalışmalarına önem vermiş ve yol üzerinde seyahat edenlerin
dinlenebilecekleri konaklama yerleri inşa ettirerek ulaşımı hızlandırmış ve güvenli ulaşımı
sağlamıştır.75

Kral Şulgi başarılı bir idare sergilemiş olsa da onun oğulları tarafından düzenlenen
bir suikastla tahtan indirildiği tahmin edilmektedir.76

75
S. N. Kramer, Tarih Sumer’de Başlar, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı Yayınevi, 2002, s. 340.
76
F. Kınal, a.g.e., s. 95.
28

III. Ur Sülaleler devri son hükümdarları olan İbbi-Sin ve Şu-Sin dönemlerinde Ur


devletinin sorunları su yüzüne çıkmış ve Mezopotamya’daki son Sumer yönetimi olan Yeni
Sumer Devleti yıkılmaya başlamıştır.

Mezopotamya’da kurulmak istenen imparatorluk düşüncesi Akadlar’dan sonra III.


Ur Sülalelerinde de kalıcı olarak kalmamıştır. İmparatorluğun çökme sebeplerine gelince; çok
geniş bir alana yayılan hükümdarlık, dağınık şekildeki şehirlerin yönetilememesi ve bölgeye
gelen göçlerin etkisidir.

Elam ve Şimaşki’den gelen birleşik orduların kral İbbi-Sin’i esir almışlar ve


Elamlılar vahşetle Ur şehrini yağmalamışlar ve ateşe verip yakmışlardır.

Yeni Sumer Devleti’nin yıkılmasındaki asıl önemli güç, Arabistan çöllerinden gelen
ikinci göç dalgası olan Batı Sami olarak adlandırılan Amurrular’dır. M.Ö. 3. Binyılın sonları
ile M.Ö. 2. Binyılın başlarında Mezopotamya’ya gelmeye başlayan Amurrular, Sumerliler
tarafından MARTU adıyla anılıyordu. Martu Sumerce’de “BATI” anlamına geldiği için Batı
Sami kavimlerinden bu adla bahsetmişlerdir.77 Sumerce tabletlerde Martular; “çiğ et yiyen”,
“ölülerini gömmeyen”, “tahılı bilmeyen”, “evleri olmayan” gibi tabirlerle anılmış ve bu halkın
medeniyetten uzak oldukları vurgulanmıştır.

Amurrular, Mezopotamya’ya Suriye-Filistin dağları üzerinden Kuzey Suriye'ye


geldikleri ve oradan Büyük Fırat kervan yolunu takip ederek, Mari, Terqa, Hana gibi başlıca
kervan durak yerlerinden geçerek Mezopotamya'ya ulaşan bu göçebe kabilelerden bir kısmı
Dicle'yi takip ederek, kuzeye Asur ile Kerkük arasındaki bölgeye de varmışlardı.

III. Ur Sülaleleri döneminin çöküş içerisine girdiği yıllarda kral Şu-Sin tarafından
Amurru göçlerini engellemek için “Martu Duvarı” yaptırılmıştı. M.Ö. 2034 yılında yapılan
bu büyük duvar o senenin adını almıştır. Ancak bu duvar bu bedevi kabilelerin
Mezopotamya’ya göçlerini engelleyememiştir. Göçebe olan ve hayvancılıkla geçinen
Amurrular Mezopotamya’ya gelince yerleşik hayata ayak uydurmak zorunda kalmışlar ve
şehirlerde ücretli işlere girmeye başlamışlardır. Bu karışık ortamda açlık ve kıtlık

77
C. Bülbül, a.g.t, s. 48.
29

oluşmasından dolayı isyanlar baş göstermiş ve Mari, İsin, Larsa, Eşnunna, Asur ve Babil gibi
devletler bağımsızlıklarını ilan etmiştir.78

M.Ö. 2. Binyıl başlarına gelindiğinde neredeyse Mezopotamya şehirlerinin


tamamında Amurru soyundan gelen insanlar yaşamaktadır. Bunların önemli bir kısmı da
askeri birliklerde görev yapmaktadırlar. Bu birliklerin komutanlığını üstlenen bazı kimseler
zaman içinde oturdukları şehrin valisi bile olmuşlardır. İsin şehri valisi İşbi-Erra, Eski Babil
sülalesini kuran Sumu-Abum, Terqa’da I. Şamşi-Adad’ın babası İla-Kabkabahu, Karkamış
kralı Ablahanda ve Larsa valisi Naplanum bunların ilk akla gelenlerdir. Askeri sahada
son derece hünerli olan bu valiler, III. Ur Devleti’nin yıkılmasında başrolü oynamışlardır.
Fakat M.Ö. 18 yüzyıl ortalarına gelindiğinde Amurru asıllı iki savaş beyi daha tarih
sahnesinde boy göstermeye başlayacaklardır ki bunlar; Asur kralı I. Şamşi Adad ve Babil
kralı Hammurabi’dir, her ikisi de son derce iyi bir eğitimden geçmiş olan bu krallar, Amurru
bedevilerini şehir hayatına daha çabuk uyum sağlayabilmeleri için her türlü çabayı
harcamışlardır. Hamurrabi kanunları bu çabanın elle tutulur kanıtlarından biridir.

78
A. Kuhrt, a.g.e., s. 96.
30

İKİNCİ BÖLÜM

2.M.Ö.2. BİNYIL MEZOPOTAMYA-ANADOLU İLİŞKİLERİ


2.1. Hitit Öncesi Toplumları İle Olan İlişkiler

Anadolu’nun prehistorik döneminde hangi kavimlerin yaşadıklarını arkeolojik


bulgular ve Mezopotamya kavimlerinin Anadolu ile ilişkilerinin göstergesi yazılı
kaynaklardan öğrenebilmekteyiz. Mezopotamya ve Mısır medeniyetleri kendilerine özgü yazı
sistemini icat edip tarihi devirlere M.Ö.4. Binyılın sonlarına doğru (3200lerde) girmelerine
karşın, Anadolu’nun yazı ile tanışması M.Ö. 2. Binyılın başlarında Asur Ticaret Kolonileri
Çağı’nda (M.Ö.1950-1750) gerçekleşmiştir.

Anadolu’da yazının bilinmediği döneme ait bilgileri veren, Akad kralı Naramsin’in
Anadolu seferini ve 17 şehir devletine karşı savaşıp galip geldiğini anlattığı Şartamhari
Metinleri, Anadolu’da yaşayan bu küçük beyliklerin isimlerinin geçmesi bakımından
önemlidir. Bu metin dolayısıyla Anadolu’da siyasi bir birlikten yoksun ancak bir tehlike
karşısında birleşen, etrafı surlarla çevrili birçok şehir devleti olduğunu biliyoruz.

Hitit imparatorluğu öncesinde Anadolu’da etkili olan kavimler; Hattiler, Luwiler ve


Hurrilerdir.

2.1.1. Hattiler

Hatti devleti, Anadolu’da M.Ö.2500-2000/1700 yılları arasında etkili olmuş bir


uygarlıktır. Öyle ki Anadolu Yarımadası Hatti Ülkesi olarak anılmıştır. İlk kez Akad dönemi
kaynaklarında kullanılan bu tabir, en son M.Ö. 7. Yüzyıl Asur yıllıklarında görülmüş ve
Anadolu 1500 yıl boyunca Hatti Ülkesi olarak tanınmıştır.79 Şartamhari Metinlerine göre
Naramsin karşısında Anadolu’da şehir devletlerinin kurduğu koalisyonun önderliğinde Hatti
kralı Pampa bulunuyordu.

Eski Tunç Devrinde Orta Anadolu’da Kızılırmak (Halys)kavisi ile Toroslar


arasında ve Yeşilırmak’a kadar uzanan sahada yer alan Hatti ülkesi80 Anadolu’nun
protohistorya (ön tarih) uygarlığıdır. Yani henüz yazıyı kullanmadıkları için tarihsel sürece

79
Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Phoenix Yayınevi,2014, s. 15.
80
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, 2015, s.28.
31

dahil olmamışlardır. Ancak Hattilerin konuştukları dil, inandıkları din yaşattığı örf ve adetler
hakkında Hititler yolu ile birçok bilgiye ulaşabiliyoruz.

Yapılan araştırmalar Hititlerin kültür ve inanç bakımından Hattilerden oldukça


etkilendiklerini ortaya koymuştur. Hatti kültürüne ait en önemli eserler Alacahöyük’te
bulunmuştur. 1935’te Atatürk’ün himayesinde başlayan kazılar sonucu bugün Anadolu
Medeniyetleri Müzesinde sergilenen güneş kursları, altın kupalar, heykelcikler gibi birçok
eser ortaya çıkarılmıştır. Hattilere ait süsleme ve bezeme şekillerinin Anadolu’nun birçok
yerinde görülmesi bu uygarlığın ne kadar yayılmış olduğunu göstermektedir. Hatti halkı,
hayvan biçimli tanrı kültünü geliştirmiş, özellikle de boğa önemli bir simge olmuştur. Bir
başka buluntu yeri de Tokat Horoztepe’dir. Burada da ana tanrıçaya ait idoller ve tören zilleri
bulunmuştur. Ancak buluntuların büyük bölümü yurt dışına kaçırılmıştır.

Boğazköy’de bulunan Hattice ve Hititçe yazılmış vesikalardan Hititler’in uygarlık


ve inanç/mitoloji bakımından Hattilerden oldukça etkilendiklerini ortaya koymuştur. Hititler
kendilerini Nesice konuşan Nesililer olarak anmalarına rağmen, ülkelerine Hatti ülkesi
demeleri ve din ile ilgili tabletlerde rahibin Hatti dilinde konuştuğunu belirtmeleri bu etkiyi
göstermektedir. Ayrıca özel isimlerin birçoğu da Hatti dilinden gelmektedir.

Hattuşaş arşivinde bulunan hem Hattice hem de Hititçe yazılmış birçok edebi
eserlerin başında üç nüsha halinde ele geçen Ay mitosu gelir. Hattiler Ay tanrısına “Kusku”
diyorlardı. Bu metinde Kusku gökten yeryüzüne düşer. Hilammarın (tapınak) üzerine
düşmesini anlatan destan(epos) Hattilerin zengin hayal dünyalarının eseridir.

Hititlerin Hattilerden aldıkları bir diğer mitos ise Illuwianka mitosudur. Bu mitosun
içeriğinde yılbaşlarında kutlanan “Purulliyaş Bayramı”nda düzenlenen dansların bir kısmı
anlatılmaktadır.81

2.1.2. Luwiler

Anadolu’nun Güney sahil ovalarında, Toros dağlarının ötesinde ve Batı Anadolu


kıyılarında yaşayan Hint-Avrupalı olan Luwi kavimlerinin kökenler hakkında birçok görüş

81
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, 2015, s.30.
32

vardır. Hint-Avrupai bir dil olan Luwice konuşan bu kavime ait kültürel bulgulara Mersin-
Yümüktepe ve Tarsus-Gözlükule kazılarında rastlanılmıştır.

Hitit vesikalarına göre Luwilerin yaşadıkları bölgelerden olan Antalya ve çevresine


“Arzava memleketleri” veya eş anlamı olan “KUR-URU Lu-wia” diyorlardı. Bu kavmin
diline de Lui(li)ce demişlerdir.

Filologlar Hattuşaş’da bulunan yazılı dökümanlar sayesinde oradaki kültürler ile


ilgili kapsamlı bir resim çizebilmektedirler. Hititler kendi yazı dillerini oluşturmak için Akad
Çivi Yazısı’nın aslen Babil’de ortaya çıkmış olan Kuzey Suriye’ye ait bir biçimini kullandılar.
Hititler bu yazı dilinde farklı dillerdeki metinleri bir araya getirdiler: Hititlerin dili Nesili;
yerli Hatti halkının dili Hattili, Anadolu’nun batısında ve güneyinde konuşulan dil Luwili
(Luwice) ve Anadolu’nun kuzeyinde konuşulan Palaca (çok az sayıda yazılı metni ele
geçmiştir). Hititçe ise başkent Hattuşaş’ın çevresinde özellikle üst tabakanın yazı dili şeklinde
kullanılmıştır.82

Benno Landsberger Ankara Üniversitesi’nde çalışırken Adana’daki Karatepe’nin


keşfedilmesi ile Luwice üzerine yaptığı araştırmalarını kitaplaştırmıştır. M.Ö. 3. Binyıldan,
Helenistik döneme (M.Ö.330-30) kadar Güney ve Güneydoğu Anadolu’da varlığını
göstermiştir. Bu sürede Luwice’nin gelişimi 5 safhada gerçekleşmiştir:

1. ss ve nt son ekli yer adlarının Luwice’si

2. Hitit metinlerindeki Luwili olarak gösterilen metinlerle Iştanuwa metinlerinin


Luwice’si

3. İşaretli kelimelerin Luwice’si

4. Muva ve ziti sonekli şahıs adlarının mensup olduğu Luwice

5.Hitit Hiyeroglifi denilen resim yazısının dili.83

82
Zangger, E., Mutlu, “Luviler: Bir Anadolu Uygarlığı ile ilgili Çalışmalar”, İdil Dergisi, cilt V, S.24,2016, s.
1058.
83
E. Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 37.
33

Luwiler, M.Ö. 2000’lerin başlarında Batı Anadolu’daki ticaretten kaynaklı


ekonomik ihtiyaçtan dolayı kendilerine özgü Luwi Hiyeroglif yazısını geliştirmişlerdir. Bu
yazı 1400 yıl kadar kullanımda kalmış ve M.Ö. 600’lü yıllarda ortadan kalkmıştır. Erken
örnekleri daha çok resmi mühürler üzerinde görmek mümkündür. Söz konusu mühürlerde,
merkezde yer alan isim ve unvan hiyeroglif ile, etrafı ise çivi yazısıyla yazılırdı.

2.1.3. Hurriler

Anadolu’nun protohistorik devirlerin sonunda yani Asur Ticaret Kolonilerinin


Anadolu’ya gelmeye başladıklarında Anadolu’da bulunan kavimlerden bir de Hurriler’dir.
Hurriler Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Mardin merkezli olmak üzere, Musul ve
Kerkük dolaylarında oturuyorlardı. Filolojik araştırmalar Hurri dilinin Asya kökenli olduğunu
ve M.Ö.9-6 yüzyıllar arasında Doğu Anadolu’da güçlü bir devlet kuran Urartuların dillerine
benzemektedir, dolayısıyla M.Ö.1. Binyılda ortaya çıkan Urartular ile M.Ö. 3. Binyıl
kavimlerinden Hurrilerin akraba oldukları bilgisine varırız.84

M.Ö. 3. Binyılın ortalarından M.Ö. XII. Yüzyıla kadar varlıklarını devam


ettirdikleri bilinen bu kavmin, Eskiçağ Ön Asya tarihçileri arasında hangi adla anılması
konusunda sorunlar çıkmıştır. Bu sorun Hurri-Subari isimlerinin çatışmasıdır. Tevrat’ta geçen
Levant’ın güneyinde (Lut Gölü’nün güneydoğusunda) İsrailoğullarından önce yaşamış
halklardan biri olarak anılan Horitlerin/Horluların Hurrileri çağrıştırmaktadır. Güney
Mezopotamya’da Hurrilerin Subari olarak adlandırılması Subartu (kuzey) kelimesinden
hareketle burada yaşayanlara kuzeyde yaşayanlar anlamında Subari denilmesi ikinci bir terim
olarak karşımıza çıkmıştır.85

Hurri-Subari adlandırması meselesi 1906 yılında başlayan Boğazköy kazılarında


çivi yazılı tabletlerin bulunmasına kadar devam etmiş ve B. Hrozny’nin bu kavim için
kullandığı Hurri adı genel kabul görmüştür.86

Hurri şahıs isimlerine ulaştığımız ilk kaynaklar Akad devri (M.Ö.2350-2150)


vesikalarıdır.87Akadlılar dönemine ait Nippur metinlerinde, Hurrice adı geçen bir kadının yine

84
E. Memiş, a.g.e., s. 38.
85
Adil Alpman, “Hurriler”, A.Ü.D.T.C.F. Tarih Araştırmaları Dergisi, Sayı 25, Ankara, 1981-1982, s. 284.
86
A. Alpman, a.g.m., s. 284.
87
E. Memiş, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, s. 115.
34

Hurrice adlı birine armağan olarak gönderdiği dokumaların yanında gönderdiği not niteliğinde
belge ele geçmiştir. Yine Akadça yazılmış bir kral yazıtında Hurrice adı geçen bir adamın
Urkiş’de (Habur üçgenindeki Tell Amuda) bir tapınak kurduğundan söz edilir. 88

Hurri kültürü kuzeyde Kafkasya’dan güneyde Suriye’ye; batıda Malatya-Elâzığ


bölgesinden doğuda Urmiye Gölü’ne kadar yayılmıştı. Anadolu’nun yerli kavmi olarak
Hurrilerin kültürü Neolitik Çağ’dan itibaren gelenekçi bir şekilde geldiği düşünülmektedir.
Bu kültürün en önemli maddi kalıntıları sözü edilen coğrafyalarda ele geçirilen benzer renk,
biçim ve süsleme özellikleri gösteren keramiklerdir. Hurri kültürünün ikinci özelliği ise Doğu
Anadolu bölgesinde geliştirdikleri mimari yapılardır. Yuvarlak yapıda, duvarları kerpiçten
yapılmış ortasında merkezi bir direğe sahip tek kapılı arı kovanına benzeyen bu yapılar
Transkafkasya Kuzeybatı İran ve Van bölgelerinde olası bir göçebe veya yarı-göçebe
saldırılarında çabucak terk edilecek evlerdir.89

Akad imparatorluğu zamanında (M.Ö. 2350-2150) Naramsin’in Anadolu yaptığı


seferde kendisine karşı kurulan koalisyonun içinde yer alan ve Şartamhari metinlerinde adı
geçen Hurrilerin, Akad Devleti sonu III. Ur sülaleler devrinin başında Kuzey
Mezopotamya’daki Samarra şehrine (Bağdat’ın 90 km. kuzeyinde Dicle üzerinde) hâkim
oldukları bronz bir tablette kayıt altına alınmıştır. Samarra tableti olarak anılan bu tablet
günümüzde Louvre müzesinde sergilenmektedir. Tablette Dicle’nin doğusundan kuzeye
doğru uzanan bölgede bulunan Nawar ve Urkiş şehirlerinin kralı olarak adlandırılan Arişen’in
bu bölgede tanrı Nergal adına bir tapınak yaptırdığı anlatılmaktadır.90

Asur Ticaret Kolonileri çağında (M.Ö. 1950-1750) Kültepe tabletlerinde çok fazla
Hurri şahıs ismine rastlanılmıştır. Orta Fırat bölgesindeki Mari arşivlerinde de Hurrice
yazılmış dini metinler ele geçirilmişti. Ayrıca Kuzey Suriye’deki Alalah’daki (Tel Açana)
kazılarda Hurri sanat eserleri ve Hurri şahıs isimlerinin geçtiği tabletler bulunmuştur.

M.Ö. 2. Binyılın ortalarına gelince Hurriler Asya içlerinden gelen Hint-Ari bir
kavim olan Mitannilerin istilasına uğramıştır. Mitanniler geniş Hurri boylarını egemenlikleri
altın alarak başkenti Waşşugani olan yerde Hurri-Mitanni devletini kurmuşlardır. Waşşugani

88
A. Kuhrt,a.g.e. , s. 371.
89
E. Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 39.
90
Gürkan Gökçek, Asurlular, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2015, s. 70.
35

şehrinin yerinin nerede olduğu kesin olarak belirlenememiştir. Araştırmalara göre Waşşugani
kentinin Urfa-Ceylanpınarı’nda, Mardin’de91 ve Resulayn civarında92 olabileceği görüşleri
ortaya konulmuştur.

Hurri-Mitanni devleti idare yapısını kuvvetlendirdikten sonra, dönemin büyük


devletleri olan Hitit ve Mısır’dan sonra adı anılan devlet konumuna gelmiştir. Hitit devletinin
güçsüz olduğu 15. Yüzyılda, aşağıda Asur devleti ile Güney Anadolu’daki Kizzuvatna Beyliği
Hurri-Mitanni egemenliği altına girmiştir. Hurri kralı Mattivaza’ya ait Boğazköy’de bulunan
belgelerden öğrendiğimize göre Mitanni kralı Şauşsattar altın ve gümüş işlemeli bir kapıyı
Asur’dan başkent Waşşugani’ye getirtmiştir. Mitanni kralları, Mısır kralları IV. Tutmosis,
III.Amenofis ve IV. Amenofis dönemlerinde Mezopotamya’da istediklerini yapacak
güçteydiler. Öyle ki Mitanni kralı Tuşratta, hasta olan Mısır firavununa şifa bulması için
Ninive’de bulunan tanrıça İştar heykelini iki kez Mısır’a göndermiştir.93

Mitanniler kendilerini Maiteni olarak adlandırmışlardır, Asur kaynaklarında


Hanigalbat olarak geçen, Hititlerin Hurri-Mitanni dedikleri devletin, kendine özel asıl arşivi
Kerkük yakınlarındaki Yorgantepe’de yani Nuzi dağında bulunmuştur. Nuzi arşivi, Mitanni
devletinin siyasal ve toplumsal yapısını anlayabilmemiz için önemli kaynaklardır. Diğer bir
bilgi veren kaynaklar ise Hatay’daki Alalah’da (Açana) bulunan Akadça yazılmış çivi yazılı
belgelerdir.94

Hurriler kültürleri ve dini inançları ile Hititleri çok etkilemişlerdir. Hattuşaş


kazılarında Hurrice yazılmış dini metinlerin bulunması ve Hurrilerin baş tanrısı Teşup ve
onun eşi Hepat’ın isimlerinin aynen alınması bu etkinin göstergeleridir. Edebiyat alanında da
Hurri kökenli Kumarbi Efsanesi, Hitit mitolojisi ve kültürel alanına girerek geniş tesirler
bırakmıştır. Nitekim Hitit kral ve kraliçeleri Hurrice isimler taşımışlardır.

Hurri-Mitanni Devleti’nin M.Ö. 2. Binyılın ortalarında sahip olduğu büyük


gücünü, Hitit kralı Şuppiluliuma seferleri ile kırmış ve Hititler’e bağlı Asur’a tampon bir ülke

91
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 41.
92
F. Kınal, Eski Anadolu Tarihi, TTK Basımevi, Ankara, 1987, s. 93.
93
E. Akurgal, a.g.e., s. 174.
94
A. Kuhrt, a.g.e., s. 374.
36

haline getirmiştir. M.Ö. 1200’lerde gerçekleşen Ege Kavimleri Göçü neticesinde hem Hitit
İmparatorluğu hem de Hurri-Mitanni Devleti yıkılmışlardır.95

2.2. Asur Ticaret Kolonileri Devri

Asurlular, M.Ö. 2. Binyılın başlarında ikinci Sami göçü olan Batı Sami grubundan
Amurrular ve kuzeybatıdan gelen Hurri toplumlarının kaynaşmasından oluşan kavimdir. Eski
Asur döneminde adından söz ettiren sülalelerin kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte, kral
isimlerinden hareketle önce Amurrulu, sonrasında da Akad kökenli Asurluların yönetimi ele
geçirdiği anlaşılmaktadır. Hurriler ise Asur'un zayıfladığı dönemlerde ülkeye egemen
olmuşlardır.

Asur tarihi çok genel bir değerlendirmeyle üç başlık altında incelenir: İkinci
binyılın ilk yarısı "Eski Asur"(M.Ö.2000-1600), ikinci yarısı "Orta Asur"(M.Ö. 1500-1000),
M.Ö. 1000-612 yılları ise "Yeni Asur" olarak adlandırılır.96

Eski Mezopotamya’da krallar, soylarının eskiliğinin ve krallıklarının meşruluğunun


kanıtı olarak kral listeleri düzenletmişlerdir. Asur kralları da bu geleneğe uyarak Asur ve
Korsabad’da bir takım kral listeleri yazdırmışlardır. Eksi Asur dönemi kayıtlarından biri de
Asurlu tüccarların Anadolu’daki ticari faaliyetlerinin kayıtlarını içeren Kültepe Tabletleri’dir.
Kültepe’de ele geçen limmum97 listelerinden Asur krallarının idare yılları hakkında daha
sağlıklı bilgilere ulaşıyoruz. Kral listelerine göre, ikinci binyılın ilk yarısında Asur'da kırkın
üzerinde kral hüküm sürmüştür.

Korsabad kral listesi, Eski Asur krallarını beş gruba ayırarak değerlendirir;
çadırda oturan krallar, Terqa Sülalesi, Hurrili Sülale, Puzur-Aşşur Sülalesi ve Şamşi-Adad
Sülalesi. I. Grupta 17 kral ismi çadırda oturanlar olarak yer alır. Bu kralların baba isimleri ve
idare süreleri belli değildir. Sadece ilk 12 ismin kabile adı geri kalan 5 ismin şahıs adı olduğu
anlaşılır. II. Grup Terqa Sülalesi Asur şehrinde hüküm süren Sami isimli krallardan oluşuyor.

95
E. Memiş, a.g.e., s. 42.
96
Gürkan Gökçek, Asurlular, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2015, s. 35.
97
Mezopotamya tarihleme sisteminde yıllara verilen memuriyet unvanıdır. Kültepe tabletlerinde daha
çok ticari konulu yazışmalarda kullanılan bu sistemin amacı, her sene bir görevlinin ismi bir yıla verilmek
suretiyle, bir ticari işlemin veya bir olayın hangi yılda olduğunu belirlemektir.
37

III. Grupta Hurrice isimli krallar gelir ve nitekim 27., 28. Ve 29. Krallara Hurrili Sülaleler adı
verilmiştir. Listenin IV. Grubunda 30. Kral olarak Puzur-Aşşur gelmektedir. Hurrilerden
yönetimi geri almış ve onun haleflerinden itibaren kayıtlarda krallar baba isimleri ile birlikte
yazılmaya başlanılmıştır. Bu sülale döneminde Asur ile Anadolu arasındaki canlı ticaretin
başladığı bilinmektedir. Puzur-Aşşur’dan sonra oğlu Şalim-Ahum geçmiştir. Şalim-Ahum
tanrı Asur adına yaptırdığı mabet ve Şarri-Dagan Sarayı’nın anlatıldığı inşaat kitabesi ile
tanınır. Şalim-Ahum’un oğlu İlişuma kral olduğunda kendisini “Tanrı Asur’un Rahibi” ilan
etmiştir. İnşaat kitabesinde tanrı İştar adına yaptırdığı mabetten bahseder. Akadlıların hürriyet
kazanmalarını İştar sayesinde olduğunu söylerken, Asurluların soylarının Akadlardan
geldiğini ima eder. Hurrilerden kurtulmalarının da bu tanrı sayesinde olduğuna inanıyorlardı.
İlişuma’dan kalan diğer kitabelerden iki su kaynağından Asur şehrine su getirttiğini, Asur’un
devlet konumuna kadar alt yapısının geliştiğini ve komşu ülkelere akınlar yaparak sınırlarını
Güney Mezopotamya’ya kadar genişlettiğini öğrenmekteyiz.98

Eski Asur tarihinde, Asur Ticaret Kolonileri devri kral I. İrişum zamanında
başlamıştır. Nitekim kralın ismi Kültepe Limmum Listelerinde en erken kral olarak
geçmektedir. Kral ticari faaliyetlerin sistemli gelişmesine büyük bir önem vermiştir.

Kuzey Mezopotamya'da Eski Asur Krallığı'nın siyasal olarak söz sahibi olması, I.
Şamşi-Adad (M.Ö. 1813-1781) döneminde, bölgenin Eşnunna Krallığı'nın baskısından
kurtulmasıyla başlar. Krallık yılları belli olmamakla birlikte, listelerde Şamşi-Adad öncesinde
I. Erişum/İrişum, lkunum, I. Sargon (Şarru-kin), II. Puzur-Aşşur, Naram-Sin ve II.
Erişum/İrişum adlı altı kralın adı geçer.99

Asurlular döneminde Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ilişkiler, Asurlu


tüccarların Anadolu üzerine yaptıkları ticaret ile başlamıştır. M.Ö.2. Binyılın başlarında
Anadolu’ya akın eden Asurlu tüccarlar, Anadolu’da 250 yıl sürecek Asur Ticaret Kolonileri
Devri’ni başlatarak tarihi öneme imzalarını atmışlardır. Asur Ticaret Kolonileri çağında (M.Ö.
1974-1723) henüz yazı ile tanışmamış olan Anadolu yazıyı öğrenmiş ve Anadolu, tarihi
devirlere bu çağ ile girmiştir. Öyle ki Kayseri Kültepe’de çıkarılan 23.500 tablet Anadolu
tarihini aydınlatan en eski yazılı kayıtlardır.

98
G. Gökçek, a.g.e., s. 39.
99
K. Köroğlu, a.g.e., s. 102.
38

Asurlu tüccarlar Mezopotamya’dan çıkıp Anadolu’nun iç kesimlerinin bazı


yerlerinde irili ufaklı Pazar yerleri olan karum ve wabartum adı verilen ticaret merkezleri
kurmuşlardır. Tüccarlar bu ticaretlerini rahatlıkla sürdürebilmek için Anadolu’nun yerel
beyliklerine vergi ve ödemeler yapıyorlardı. Asurluları Anadolu’da aktif kılan etkenlerden biri
Anadolu’da siyasal birlik oluşturamayan şehir devletleri yönetiminin olmasıydı. Bu bilgiler
Akad dönemi kayıtlarındaki Anadolu siyasal durumunun Asurlular döneminde de devam
ettiğinin göstergesidir. Diğer bir etken ise Asurluların Anadolu’ya gelip yoğun ticaret
yapabilme gücüne sahip olmalarıdır.

Asurluların bu derece güçlü olabilmelerinin temelinde, Mezopotamya’da gelişen


özel mülkiyet hakkı vardır. Sümerlilerin “Devlet Mülkiyeti” anlayışının yerini, Asur’da
“Şahsi Mülkiyet” anlayışı alması sonucunda Asur Devleti ve halkı süratle kalkınmış, dışarı
açılma ihtiyacı duymuştur. Akadlardan beri süregelen ticari ilişkiler ve alışveriş şartları
bakımından Anadolu en uygun pazar yeri olarak seçilmiştir. Bunun neticesi olarak 1900’lü
yıllarda Anadolu’da Asur Ticaret Kolonileri kurulmuştur.100

2.2.1. Ticari İlişkiler

100
G. Gökçek, a.g.e., s. 49.
39

Kuzey Mezopotamya’daki Asurlu tüccarların Anadolu ile ticaret yapma fikirleri


bir anda gelişmemiştir. Mezopotamya Anadolu arasında tarih boyunca ticari ilişkilerin
Neolitik devirlere kadar götürülebilir. Hammadde ihtiyacının karşılanması amacıyla yapılan
ticari ilişkiler Sumer, Akad ve III. Ur Sülaleleri devirlerinde de sürmüştür. III. Ur
hanedanlığının yıkılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Asurlular, kısa sürede hızlı bir
gelişme göstermişlerdir.101

Kral I. Erišum, Asur krallığının geleceğini sağlama almak için, ticaret alanında
çeşitli reformlar yapmış ve Anadolu ile sistemli bir ticareti başlatmıştır. Ticarette devlet tekeli
kaldırılmış, serbest ticaretin aile fertleri ve onların kuracağı firmalar tarafından yapılmasının
yolu açılmıştır.

M.Ö. 2. Binyılın başlarında Anadolu’nun maden zenginliğinden yararlanmak


isteyen Asurlu tüccarlar, o dönemde eksik olan siyasi birliğin doğurduğu otorite boşluğundan
istifade ederek neredeyse ellerini kollarını sallayarak Anadolu’nun içlerine kadar gelmişler ve
getirdikleri lüks üretim malları karşılığında bolca ham maden satın alıp götürmüşlerdir.

Asurlular, Anadolu ile ticareti burada kurdukları ticaret kolonileri aracılığıyla


sürdürmüşlerdir. Yani ticaret yerleşmeleri ve bu yerleşmelerin belli bir organizasyon
çerçevesinde bulunuyor olması dolayısıyla da sistemli ve düzenli bir ticaret söz konusudur.
Kurulan ticaret kolonilerinden büyüklerine “karum”, küçüklerine ise “wabartum”
denilmekteydi. Asurca liman anlamına gelen karum, büyük ticaret yerleşmeleri olup,
Anadolu’nun belli başlı şehirlerinin yanında kurulmuş olanlardı. Wabartum kelimesi ise
Akadça “yabancı, misafir” anlamına gelen “ubarum” sözcüğünden gelmektedir. Wabartumlar,
küçük yerleşmelerde ya da ticaret yolları üzerinde tüccarların konakladıkları, mal
depoladıkları yerlerdir.102

101
Ahmet Ünal, Eski Anadolu Siyasi Tarihi, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, Ankara, 2018, s. 248.
102
G. Gökçek, a.g.e., s. 49.
40

Resim7:Kayseri Kültepe Kaniş Höyüğü ve Karumu

Kültepe Kaneş; Kayseri’nin yirmi kilometre kuzeydoğusundaki Kültepe’de olduğu


tespit edilen Kaniş Kültepe, Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nı yansıtan en önemli merkezdir.
Burada yapılan kazılarda, höyüğün üzerinde asıl kent yerleşmesiyle yerel yöneticilerin saray,
höyüğün eteklerindeki ovada Asurlu tacirlerin oturduğu bir “karum” ortaya çıkarılmıştır.
Kaniş şehrinin alanı yaklaşık yirmi hektar iken, karumun daha geniş alana yayıldığı tespit
edilmektedir. Höyükte şehrin idarecisi ve yerliler yaşantılarını sürdürüyor iken, tüccarlar ise
höyüğün eteklerindeki karumda oturuyorlardı. Buluntuların en önemlisi Eski Asur diliyle ve
çivi yazısıyla yazılmış 23.500 kil tabletten oluşan zengin bir arşivdir. Ticari ve özel
yazışmalarla ilgili olan bu tabletler Anadolu’nun Orta Tunç Çağı’ndaki toplumsal ve
ekonomik hayatı aydınlatan ilk yazılı belgeler olarak tarih çağlarının başlangıcının
habercisidir. Kaniş şehrinin etrafı bir surla çevrili olduğu gibi Kaniş Karum yerleşmesinin de
aynı şekilde tahkim edilmiş olduğu anlaşılmıştır.

Kültepe’deki ilk kazıyı 1893/94 yılında Fransız bilgini E. Chantre yapmıştır, bunu
1906’da höyükte sondajlar yapan H. Winckler izlemiştir, eline geçen önemsiz gördüğü
buluntuları da yayınlamamıştır. Aynı yıl burada çalışan H. Grothe çeşitli tabakalara ait
oldukça önemli buluntular çıkarmıştır. Bu buluntuları J. Curtius yayınladı. 1925’de Çek
bilgini F. Hrozny, burada kendinden öncekilerden daha uzun süre çalışmış, fakat Büyük Hitit
devleti çağından daha eskiye inememiştir. Ancak Hrozny Kültepe’yi sadece tablet bulmak
41

amacıyla kazdığından modern arkeoloji teknikleriyle bir kazı gerçekleştirmemiştir. Halbuki


tabletlerden elde edilen bilgilerle arkeolojik belgeleri kontrol etmek gerekirdi. Bu durumu
dikkate alan Türk Tarih Kurumu (TTK) Kültepe’de yeniden kazı yapılmasını kararlaştırmış ve
Tahsin Özgüç başkanlığındaki bir ilim heyeti tarafından 1948’de kazılara yeniden
başlanmıştır. Kazılar ilk önce Kültepe’nin eteğinde yapılmış, sonra tepe de kazılmıştır. Bu
kazılarda tepenin eteğindeki düzlüğün tabletlerdeki Karum denilen Asurlu tüccarlara ait pazar
mahallesi, tepenin de o zaman ki Kaniş şehrinin harabesi olduğu anlaşılmıştır.103 Tahsin
Özgüç 1948’den 2005 yılında vefat edene kadar aralıksız olarak kazı başkanlığı görevini
devam ettirmiştir. T. Özgüç’ten sonra, öğrencisi Fikri Kulakoğlu, başkanlığı devam
ettirmektedir.

Kültepe’deki Kaniş Höyüğü kazılarında şehrin olduğu kısım 17 yapı katından


oluşurken104, aşağı kesimdeki Kaniş Karumu ise dört yapı katından oluşmuştur. Bu kazılarda
en alt kattaki IV. Ve III. yapı katlarında hiç yazılı belge ele geçmemiştir. Asur Ticaret
Kolonileri Çağı’na ait Eski Asurca yazılmış tabletlerin çoğuna kazıların II. tabakasında
ulaşılmıştır. En üstte yer alan I. tabaka ise a ve b olmak üzere iki safhada incelenir. Bunlardan
altta kalan I b bölümünde sadece 150 tablet ele geçmiş olanlar, Kültepe vesikalarının en geç
dönemlerine ait olanlarıdır. Bundan başka I b katında “Habur Kapları” denilen seramik
bulunduğundan, bu yapı katının Eski Hitit devri ile veya Babilli Hamurrabi’nin zamanı ile
çağdaş olduğu anlaşılmıştır.105

Kültepe’den başka, Çorum’daki Boğazköy ve Yozgat’daki Alişar’da da birer Asur


ticaret kolonisi bulunduğu bilinmektedir. Ama ne yazık ki, Kaniş’ten sonra en önemli karum
olan Puruşanda’nın yeri henüz tam olarak bulunamamıştır. Acemhöyük’deki buluntulara
dayanarak Puruşanda Karumu’nun burası olduğu tahmin edilmektedir. Tamkarum denilen
tüccarlar Asur’dan yünlü kumaşlar, çeşitli hazır giysiler ve kalay getirip, Anadolu’dan altın,
gümüş ve bakır götürüyorlardı. Anadolu’nun zengin maden yatakları ve Mezopotamya’nın
maden fakiri olması bu ticareti kesintiler olsa da her zaman ayakta tutuyordu.106

103
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 73.
104
Gürkan Gökçek, Asurlular, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2015, s. 51.
105
Füruzan Kınal, Eski Anadolu Tarihi, 1987, s. 60.
106
Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Phoenix Yayınevi,2014, s. 40.
42

"Koloni Çağı" olarak adlandırılan bu süreçte Asurlular yalnızca Orta Anadolu'daki


büyük pazar yerlerinde yoğunlaşmamışlardı. Elâzığ’da Fırat'ın geçiş noktası üzerindeki İmi-
kuşağı adlı höyükte oturanların neredeyse tümüyle Mezopotamya çevresinde bu dönemde
yaygın olan Habur türü çanak çömlek kullandıklarının belirlenmesi, ticaret yolları boyunca
Asurluların yaşadıkları küçük kolonilerin kurulmuş olabileceği düşüncesini doğrular.107

Yerli Anadolu halkıyla takas esasına dayanan ticaret ilişkileri kurmak üzere, Orta
Anadolu’nun güney ve güney doğusuna gelmiş olan Asurlu tüccarlar, eski Anadolu’nun
kültürel ve ekonomik hayatına yeni boyutlar eklemişlerdir ve ilk kez bu kadar kapsamlı ticaret
merkezleri kurmuşlardır. Bu döneme ait olan belgelerin neredeyse tamamına yakını ticari
mektuplardan, borç senetlerinden, mahkeme zabıtlarından ve hesap listelerinden
oluşmaktadır. Bunlar arasında sosyal ve siyasi hayata dair bilgiler içeren tabletler de
bulunmaktadır. Özellikle aile içi haberleşme, evlilik, boşanma, isyan, hastalık, kaçakçılıktan
dolayı tutuklanan ve hapse atılan tüccarlar gibi konulara temas eden tabletler, bize bu
dönemin sosyal ve siyasi yapısı hakkında kısmen de olsa önemli bilgiler vermektedir.108

Orta Anadolu’da bulunan Kaniş ile Dicle Nehri’nin sağında kalan Asur’un
Başkenti Asur arası yaklaşık 1000 km’dir. Bu yolun kervanlarla o dönemde bir kez gidip-
gelinmesi 3 ay sürmekteydi. Bu da yolların açık olduğu mevsimlerde, bir yılda ancak 2 kez
yapılabildiğini gösteriyor. Son derece yorucu, maceralı ve tehlikeli geçen bu ticaret
yolculuğunu Asurlu erkekler gerçekleştiriyordu. Kadın tacirlerin katıldığı çok nadir
görülmüştür. Bunun aksine Anadolulu kadınların ticarette daha aktif oldukları, tahıl ticaretiyle
uğraşmaları, kadın-erkek eşitliği bakımından ilginçtir. Örneğin Tupezialga isimli kadın ekmek
ve buğday satıyordu. Kadınlar ödünç para veriyorlardı. İçlerinde hali vakti iyi olanlar
evlerinde temizlikçi kadın bile tutabiliyorlardı.109

Asurlu tüccarlar Asur’da bulunan malları Anadolu’ya getirerek satmışlar ve burada


bulunup ülkelerinde bulunmayan malları da ülkelerine götürerek büyük oranda kazanç elde
etmişlerdir Asurlu tüccarların ticaretteki asıl amacı, Anadolu’ya satılmak üzere kalay ve
tekstil ürünlerini getirip, karşılığında da gümüş, altın ve değerli taşlar alarak Asur’a

107
Kemalettin Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi, s. 105.
108
Gül Kahveci, Asur Ticaret Kolonileri Çağında Tekstil Ürünleri ve Ticareti, ( yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Nevşehir, 2017, s. 7.
109
Ahmet Ünal, Eski Anadolu Siyasi Tarihi, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, Ankara, 2018, s. 248.
43

göndermekti. Ticareti yapılan kumaşların ise çoğu genellikle yünlüydü ve keten çok az
kullanılmaktaydı. Metinlerde ismi en çok geçen ve en fazla bilgi edinilen kumaşların başında,
kutanūm kumaşı bulunmaktadır. Bu kumaşın, çarşaf ya da elbise şeklinde kullanılmış olduğu
düşünülmektedir. Diğer kumaş isimleri pirikannum, abarniūm, išrum, saptinnum gibi çok
değişik türde kumaşlardır. Bunun dışında çok ucuza satışı yapılan kumaş çeşitleri de
bulunmaktaydı. İşte bu kumaşlar Anadolu’da büyük karla satıldığından tekstil ticareti Asurlu
tüccarlar için büyük önem arz etmekteydi. Asur’dan Anadolu’ya ihraç edilen mallar arasında
40 kadar çeşidi bilinen kumaş (ṣubātum) ve elbiseler (lubuštum) başta gelmektedir.
Anadolu’ya getirilen kumaş ve dokuma ürünlerinin sadece Asur’dan değil, Asur’a komşu olan
diğer bölgelerden de getirildiği bilinmektedir ve bunların ticareti Asur’dan
yönetilmekteydi.110

Asur’dan Anadolu’ya gelen tüccarlardan, Puşuken adında bir tüccarın karısı Lamassi
ile yazıştığı mektupları Kültepe tabletleri arasında bulunmuştur. Lamassi, Asur’da dokuduğu
kumaşları Anadolu’da ticaret yapan eşine göndermektedir. Mektupta Lamassi kocasına
sıkıntıda olduğunu ve neden gönderdiği kumaşların parasını yollamadığını sorarken, bir
yandan da Asur’da olup-bitenler hakkında bilgi vermektedir. Puşuken’nin Lamassi’nin
yazdığı mektup, halen Geneve Sanat ve Tarih Müzesi’nde MAH. 16.209 numaralı olarak
sergilenmektedir. Son derece ilginç bilgiler veren mektup şöyledir:

“Biliyor musun, insanlık ne kötüleşti. Kardeş kardeşi yiyecek. Herkes


komşusunu yutmaya çalışıyor. Buraya gelme şerefini bize lütfet. İş mecburiyetlerini
kopar. Küçük kızı, Asur’un kucağına yerleştir. Ah! Şehirde yün çok pahalı. Parayı
bana tahsis edeceğiniz zaman, 1 mina gümüşü yünün içine yerleştir. Vergi için bana
yolladığın 1 mina gümüşü, kontrolörler istediler. Ben senin için korkuyorum, fakat
ben onu daha vermedim. Onlara şöyle dedim: limu(seneye adını veren en yüksek
devlet adamı) benim evime gelsin, gerekirse evi götürsün. Kız kardeşin, hizmetçi
kızlardan birini satışa çıkardı. Onu ben, 14 sekel’e aldım. Kız kardeşin Sallim-
ahum, sen gittiğinden beri iki ev inşa ettirdi. Acaba biz ne zaman bunu yapacağız?

110
Gül Kahveci, Asur Ticaret Kolonileri Çağında Tekstil Ürünleri ve Ticareti, ( yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Nevşehir, 2017, s. 18.
44

Hiç mi? Assur-Malik’in sana daha evvelce getirdiği kumaşlara gelince, parasını
bana niye yollamıyorsun?”111

Asurlular, bakır kaynakları zengin Anadolu’ya büyük olasılıkla, Afganistan’dan


getirdikleri kalay ve yerlilerin çok beğendikleri Babil dokumalarını satıyorlardı. Kalay
Anadolu insanı için çok önemli bir madendi. Çünkü kalay ile bakırı karıştırıp elde ettikleri
tunç ile daha sağlam silah aletleri üretiyorlardı. Ancak kalaya sahip olmayan Anadolu,
Asurluların getirdiği kalayı kullanarak Orta Tunç Çağı adının hakkını vermişlerdir.
Dokumanın bir bölümü tüccar aileler tarafından Asur’da hazırlanıp, ailenin Anadolu’daki
reisine gönderilirdi. Ailenin ekonomik düzene entegre olması, Asur ticaretinin esasını
oluşturuyordu. Kalayın tamamı, dokumanın bir bölümü ticaret malıydı. Ayrıca süs taşları
lapis lazuli, akik, hematit de getirilip satılıyordu. Asurlu tüccarlar ekonomik değeri yüksek
ağırlığı hafif mallar genelde tercih ediyorlardı. Tüccarlar kalaydan %100 kâr elde ederken,
tekstilden de %200 kâr elde ediyorlardı. Ancak tekstilin satışı kalay satışından daha zordu. Bu
nedenle tüccarlar daha çabuk satılabilen ve ihtiyaç olan mamullerin pazarlanmasına
yönelmişlerdir. Ticari mallar içerisinde demir ve lapis lazuli benzeri baz malların satılmasında
tüccarlar ekonomik rol oynamışlardır. Ancak sadece pahalı ürünler değil tekstil, arpa, bakır ve
de kalay satmışlardır.112

Kalay Asur’da gümüş ile satın alınmaktaydı. Asurlu tüccarların Anadolu’dan


Asur’a gümüş götürmekteki gayretlerinin bir açıklaması da bu durum olmalıdır. Gümüş, bir
maden olmasının yanında, câri değeri olan bir para gibiydi ve onunla her şeyi satın almak
mümkündü. Bir birim gümüş ile 14 ya da 16 birim kalay satın alınabilirdi. Asur’dan
Anadolu’ya getirilen kumaşların hemen tamamı iyi kalitede ve tanınan yünlü kumaşlardı.
Bunların çoğunun Babil’den Asur’a getirildiği, ancak Asurlu kadınların da gelişmiş bir kumaş
üretimine sahip oldukları anlaşılmaktadır. Asurlu kadınların dokudukları kumaşları
satılmak üzere Anadolu’ya gönderdikleri ve çok değişik kalitede kumaş cinslerinin varlığı
bilinmektedir. Kumaşların ebatları konusunda genel bir ifade kullanmak doğru olmamakla
beraber bir metinde 4,5 x 4 metre olduğu belirtilmektedir. Asur’da satın alınan kutānu cinsi
bir kumaşın fiyatı gümüş olarak 3,5 ile 6 šeqel (yaklaşık 28 gr. ile 48 gr.) arasında

111
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 85.
112
Kürşat KOÇAK, “Asur Ticaret Kolonileri Çağında Ticareti Yapılan Mallar ve Vergiler”, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Sayı: 27, 2009/2, s. 213.
45

değişmekteydi. Ancak daha kaliteli kumaşların fiyatı 10 šeqel’e (yaklaşık 80 gr.) kadar
çıkmaktaydı. Bir de kalayı sarmak suretiyle muhafaza etmek için kullanılan daha ucuz çeşitler
vardı. Kumaşlar Anadolu’da Asur’dakinden 3 ya da 4 katı fiyata satılabildiklerinden kumaş
ticareti kârlı idi. Ancak kumaşların fazla yer kaplaması itibarıyla bir eşek yükü kumaşın
değeri kalayınkinden daha azdı. Ayrıca özellikle yünlü kumaşların güveden korunabilmesi
için sıklıkla havalandırılması gereği tüccarlar için çok câzip değildi.113

Asurlular, bu gelişen ve güçlenen sistemli ağlarıyla uluslararası ticaretin önemli bir


örneğini temsil etmişlerdir. Ekonomik amaçlı geldikleri bu topraklarda da büyük pazar yerleri
kurarak kar etmeye başlamışlardır. Asur ekonomisinin bu kadar başarılı bir düzeye ulaşması
şu şekilde açıklanmaktadır:

“1. Eski Asur ekonomik sisteminin temelinde ‘ev’, ‘aile’ veya ‘hane’nin (bītum)
yer aldığı görülmektedir.

2. Eski Asur sisteminde yer alan bir başka önemli unsur da ‘ortaklık’tır; bu, bir
grup yatırımcının, ortak bir sermaye fonu, ‘torba’ (naruqqum) oluşturarak, uzak mesafe
ticaretinde aktif rol alan tüccarların yatırım yapmaları ilkesine dayanıyordu. Böyle bir
ortaklığı veya cemiyeti düzenleyen, bilinen tek sözleşme de Amur-İštar adlı bir kişinin
‘torba’sına on dört kişi tarafından 26 mana altın yatırıldığı; kendisinin de buna 4 mana
eklediği ve böylece toplam sermayenin 30 mana altın ettiği belirtilmektedir. Amur-İštar bu
parayla, 12 yıl boyunca ticaret yapacaktır. Elde edilen kazancın bölüşülmesi de belli kurallara
bağlıdır ve Amur-İštar kazancın üçte birini alabilecektir. Son kural, belirtilen süreden önce
yatırımını çekmek isteyen kişilerin, altın için kendi zararlarına olan bir değişim oranı kabul
etmek zorunda oldukları ve kazançtan pay alamayacakları belirtilmektedir.”114

Asurlu tüccarların Anadolu’da elde ettiği gelirlerin bir kaynağı da borç para
vermelerinden kazandıkları faizdi. Faiz karşılığı borç para verme tüccarlar arasında çok
yaygındı. Kültepe tabletleri içerisinde büyük öneme sahip olan Asurlu tüccarlara ait senet

113
Sebahattin Bayram, “Ortadoğu’daki En Eski Uluslararası Ticaret ve Esasları”, Ortadoğu’ya Bakış,
Editörler: Victoria Bilge Yılmaz, Sayim Türkman, Nobel Akademik Yayıncılık, 2017, s. 23.
114
Tahsin Özgüç, Kültepe (Kaniš/Neša), Yapı Kredi Yayınları, 2005, s. 22-23.
46

niteliğindeki tabletlerde; alacaklının, borçlunun, ödeme tarihleri ve şahitlerinin isimleri


belirtilmiş ve belge mühürlenmiştir.115

Asurlu tüccarlar kendi aralarındaki alışverişlerde, borç verme ve borçlanmalarda


yıllık %60 civarında faiz uyguladıkları halde, yerli (Anadolulu) halka ise bazen %240’lara
varan yüksek faizle borç para vermişlerdir. Bu suretle yerli halkı kendilerine bağımlı
kılmışlar, iktisadi olarak yerli halk üzerinde nüfuz sahibi olarak onları işlerinde gündelikçi
olarak çalıştırmışlardır.116

Asurlu tüccarların, mallarını Anadolu’ya taşırken aslında birden çok güzergâh


alternatifine sahip oldukları anlaşılmaktadır. Onların güzergâh tercihlerini belirleyen temel
unsur, eğer Kaniş’e kadar geleceklerse, Fırat Nehrinin nereden geçilmesi konusuydu. İşte bu
durumda Hahhum kenti öne çıkan bir eski Anadolu şehri ve krallığı olarak öne çıkmaktadır.
Kervanların sıkça Hahhum üzerinden Anadolu içlerine geçişi tercih etmeleri, burada nehri
geçmek için uygun bir geçidin olduğu ve güvenliğin yerel otoritelerce iyi sağlanmasıyla ilgili
olmalıdır. Metinler gösteriyor ki burası yani Hahhum, adeta kervanların, ulakların ve
tüccarların bir araya gelip, mesaj ve malların değişimini yaptıkları ve alacak ve borçlarını
tahsil ettikleri bir buluşma ya da hesaplaşma noktası haline gelmiştir. Hahhum’dan sonra
kervanların uğradıkları şehirler sıralanırken Timelkiya-Šalahšuwa-Hurama ve Kaniş şeklinde
bir güzergâh verilmektedir. C. Günbattı bu sıralı şehirlerin her birinde bir Asur karumu
olduğunu ve bu merkezlerin Elbistan ovasındaki höyükler olabileceğine dikkat çekerek,
buradaki höyüklerin oluşum sürecinin M.Ö. 4. binlere kadar uzandığı bilgisini aktarmaktadır.
Kaniş’e ulaşmak için Asur’dan hareket eden kervanlar için ilk hedef Hahhum veya Zalpa
oluyordu.117 Asur’dan Anadolu’ya gelen kervanların geçmiş oldukları düşünülen muhtemel
güzergâhları ise şöyle sıralayabiliriz: “Kervan, Asur’dan hareket ettikten sonra Ninive, Šubat-
Enlil ve Balikh’i geçip Karkamış’a ulaşır ve daha sonra da şu yolları izler:

1. yol: Doğrudan kuzeye yönelen ve Samsat yakınından ve Malatya’dan geçip Kaniş’e


uzana yol.

115
Gürkan Gökçek, Asurlular, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2015, s. 54.
116
Hüseyin Sever, “Yeni Belgelerin Işığında Koloni Çağında (M.Ö.1970-1750) Yerli Halk İle Asurlu
Tüccarlar Arasındaki İlişkiler”, Belleten Dergisi, Cilt LIX, Sayı 224, 1995, s. 5.
117
İrfan Albayrak, “Eski Asurca Kaynaklara Göre Asur-Anadolu İlişkilerinde Hahhum Krallığı’nın Önemi”,
Anadolu Arşivleri Dergisi, Cilt 12, Sayı 2, 2018, s. 8.
47

2. yol: Karkamış’tan sonra kuzey-batıya yönelen ve Maraş yakınlarından ve


Göksun’dan geçip Kaniş’e uzanan yol.

3. yol: Karkamış’tan batıya doğru ilerleyen ve Niğde’ye geldikten sonra kuzeye


yönelerek Kaniş’e uzanan yol.

4. yol: Karkamış’tan sonra batıya yönelen ve Niğde’ye gelen yoldan sonra biraz daha
kuzey-batı yönünde ilerleyen ve Tuz Gölü’nün hemen kuzeyinden bu defa kuzey-doğu’ya
yönelip Kaniş’e uzanan yol.”118

2.2.2. Siyasi İlişkiler

Mezopotamya ile Anadolu arasında en canlı ilişkilerin başladığı Asur Ticaret


Kolonileri devrinde Asurlu tüccarların, kendi aralarında, Anadolu’nun yerli halkı ve
yöneticileri ile yaptıkları iş görüşmelerini ele alan belgelerden, günümüzden 4000 yıl önce
Anadolu ve Mezopotamya arasındaki başta iktisadi hayat olmak üzere siyasi, sosyal ve dini
hayat hakkında bilgi edinmek mümkündür. Anadolu’da Asur Ticaret Kolonilerinin belli başlı
şehir devletlerinde bulunan karum ve wabartumlarda (özellikle Kültepe Kaniş Karumu’nda)
Eski Asurca yazılmış çivi yazılı tabletler; yerel krallıkların idari teşkilatı, yerel toplumun
hukuki yapısı, aile düzeni ve Asurlu tüccarların ticari entrikaları ve çekişmeleri hakkında bilgi
vermektedir.119

Kültepe tabletlerinden edindiğimiz bilgilere göre Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda


Anadolu’da yüze yakın yerel krallık olarak adlandırılan şehir devletleri olduğu bilinmektedir.
Aralarında siyasi bir birlik olmaması nedeniyle, otorite boşluğundan faydalanan Asurlular çok
kolay bir şekilde Anadolu’ya girmiş ve ticaret merkezleri kurmuşlardır. Metinlere göre
Anadolu’daki yerel beylerin kullandıkları unvanlar şöyledir:

ruba’um rabium = LUGAL.GAL “büyük kral”

ruba’um = LUGAL “kral”

rubatum = SAL.LUGAL “kraliçe” ve “prenses”

118
Gül Kahveci, Asur Ticaret Kolonileri Çağında Tekstil Ürünleri ve Ticareti, Yüksek Lisans Tezi, s. 9.
119
Gürkan Gökçek, Asurlular, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2015, s. 52.
48

rabi simmilti “merdiven büyüğü, kral naibi, veliaht”120

Anadolu, Mezopotamya ve Mısır’daki gibi zengin, kalabalık ve şatafatlı memur,


idareci, bürokrat, hizmetçi isimlerine sahip olmasa da yerel saraylarda oldukça gelişmiş idare,
seremoni ve bürokrasi sistemini yazılı metinlerden görebilmekteyiz. Bunlar arasında “baş asa
taşıyıcı” (rabi hattim = LU GIRDU), “baş saki” (rabi saqe =SAGI), “sofracı, garson” (rabi
paşşure = LU BANŞUR), “muhafız kıtası şefi” (rabi martim = MEŞEDİ), “levazım memuru”
(rabi kaki = LU TUKUL), “hediye şefi”, “aşçı başı”, “keçi idarecisi”, “at yetiştiricisi”,
“çobanlar”, “baş bahçıvan” v.s. gelmektedir. Halkın işlerini sistemli ve kontrollü bir şekilde
görmek için teşkilatlanmış ve bir nevi lonca teşkilatı kurmuşlardı. Bu memuriyetlerin hepsinin
daha sonra 600 bürokrattan oluşan Hitit idare sistemine geçtikleri açıkça bellidir.

Anadolu’daki kentlerde krallık yönetiminin kurulu olduğunu metinlerden bey, kral


veya saray gibi kuruluş isimlerinin varlığı ile saptanabilir. Buna bakarak Anadolu’daki bazı
şehir krallıkları şunlardır:121

Akide Luhuşattia Taişama

Ankuva Mamma Tamnia

Dadania Mari Timelkia

Durhumit/ Turhumit Naduhtum Tuphia

Hahhum Nenaşşa Tukris

Harkiuna Puruşhattum Ullamma

Haşşu Şalatiwara Urşu

Hattuş Şamuha Uşunala

Hurama Şibuha Wahşuşana

Kaniş Şihwa Waşhania

Kapitra Şinahuta/ Şinahutum Zalpa

120
Ahmet Ünal, Eski Anadolu Siyasi Tarihi, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, Ankara, 2018, s. 263.
121
Ahmet Ünal, Eski Anadolu Siyasi Tarihi, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, Ankara, 2018, s. 263.
49

Kastama Şirmuin ….)hanaum

Kuşşara

Anadolu’da Puruşhattum, Hahhum ve Kuşşara gibi büyük şehirlerde raba’um


rabi’um adı verilen büyük krallıklar vardı. Diğer şehirlerdeki ruba’um adı verilen krallar
büyük krallara bağlı idiler. Aynı zamanda normal olarak şehir ve yakın çevresini idare eden
müstakil krallar da bulunuyordu. Kültepe metinlerinde ülkesini idare eden kadın yönetici olan
rubatum’dan da bahsedilmiştir. Rubatumlar eşi ruba’um rabi’um veya yalnız ruba’um ile
birlikte ülkesini yönetebildikleri gibi, kendi başlarına da ülkelerini yönetebiliyorlardı.

Anadolu yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ile iklimi bakımından eski çağlardan beri
çeşitli kavimlerin ilgi odağı olmuş ve zaman zaman istilalara uğramıştır. Asurlu tüccarlar da
Kuzey Mezopotamya’ya en yakın ve en olanaklı bölge olan Anadolu’ya ticari amaçlarla
gelmişler, siyasi veya idari bir gaye gütmemişlerdir.

Asurlu tüccarların Anadolu’yu tercih sebeplerinden birisi ve en önemlisi de bu


bölgede sulh ve sükûn ortamının daima var olmasıdır. Çünkü ticaret kervanları Asur’dan yola
çıkıp altı ay sonra ancak Kültepe-Kaniş’e varabilmekteydiler. Bu kervanların emniyetini
Anadolu’nun yerli krallıkları üstlenmişler ve yol güzergahları boyunca karakollar
kurmuşlardır.122

Anadolu krallıkları ile tüccarlar arasındaki ilişkiler kentin konumuna göre


değişmekteydi. Asurlu tüccarlar için önemi büyük olan kentlerin yöneticileri daha sert ve
mesafeli davranabilirken, küçük kentlerin beyleri bu tüccarlara karşı daha samimi
olabilmekteydi. Küçük bir kent-beyliği olan Tumana kralı bir Asurlu’ya yazdığı mektupta:
“...iyi bilinen bir gerçektir ki, bütün Asurlular benim ailemin bir parçasıdır…” gibi ifade
kullanırken, daha merkezi otorite olan kentlerin beyleri ise yerine göre tüccarları
cezalandırabilir ya da onlarla görüşmeyi reddedebilirdi.

Eski Asur toplumundaki bu ticari faaliyetlerin işleyişi ile ilgili bütün önemli
kararları alan, saraydaki kraldan ziyade, Asur’un en önemli vatandaşlarından oluşan şehir

122
Hüseyin Sever, “Yeni Belgelerin Işığında Koloni Çağında (M.Ö.1970-1750) Yerli Halk İle Asurlu
Tüccarlar Arasındaki İlişkiler”, Belleten Dergisi, Cilt LIX, Sayı 224, 1995, s. 3.
50

meclisidir ve kral, meclis toplantılarına idareci olarak başkanlık etmektedir. Belgelerde


kraldan nadiren tek başına ama çoğunlukla şehir ile bağlantılı olarak bahsedilmektedir ve
kralın rolü, Anadolu’daki kolonilere ve özellikle Kaniş’e yazılan ve kralın kendisinden
“denetçi” ya da “müfettiş” veya “vekil” olarak tercüme edilebilecek waklum unvanıyla
bahsettiği görevli çok sayıda mektuptan anlaşılmaktadır. Belgeler meclisin hukuki bir organ
olarak işlev gördüğünü ve aynı zamanda ticari politikalar ve siyasi ilişkilerle ilgili kararlar da
alan bir kurum olduğunu göstermektedir. Şehirdeki işler, vergilerin toplanması ve diğer
ekonomik meseleler kralın saraydan yönlendirmesiyle değil meclis üyeleri arasından kura
çekilerek bir yıllığına görevlendirilen ve o yıla ismini veren Limmum (eponim)
sorumluluğunda yürütülmekteydi.123

Anadolu kentlerinde saray ve tüccarlar arasında yapılan diplomatik antlaşmaların


çoğunda Asur kent-devletinden gönderilen elçiler bulunmaktaydı. Mesela Kaneş ile bir
antlaşma yapılması gerekiyorsa, bunu tüccarlar bireysel olarak yapamazdı. Bunun yerine
Kārum Evi’nin ileri gelenleri, Asur’dan gelen elçiler ile birlikte, yerel saray kurumu ile bir
yazılı sözleşme yapardı. Bu sözleşme o bölgede bulunan ya da bulunacak olan her Asurlu
tüccar için geçerliydi. Taraflar arasında yapılan bu antlaşmaların çoğunda aşağıdaki
hususların yer almasına dikkat edilmekteydi:

Saray ve kralın hakları:

*Saray, tüccarların kentte getirdikleri kumaştan %5 civarında ve kalaydan ise 2/65


oranında yani her eşek yükünden dört mina vergi alabilirdi. Saray ya da krala ödenen bu
vergi, nishatum-vergisi (gümrük vergisi) olarak bilinmekteydi.

*Saray, ithal edilen kumaşın %10’nun ilk satın alma hakkına sahipti.

*Husārum (Lapis lazuli =lacivert taş) ve amutum( henüz sadece süs eşyası
yapımında kullanılan demir), ticaretinde tekeli bulunmaktaydı.

Asurlu tüccarların hakları:

123
Sebahattin Bayram, “Ortadoğu’daki En Eski Uluslararası Ticaret ve Esasları”, Ortadoğu’ya Bakış,
Editörler: Dr. Victoria Bilge Yılmaz - Dr. Sayim Türkman, Nobel Akademik Yayıncılık, 2017, s. 22.
51

*Anadolu’da bulunan kārum ya da wabartumlarda yerleşme ve duruma göre


konaklama hakkı ve bulundukları bölgenin sarayı tarafından korunma talebi.

*Kārumlarda yaşayan tüccarlar, siyasal ve hukuksal olarak Asur kent devletinin bir
uzantısı oldukları için, Anadolu’da da kendi hak ve hukuklarına bağlı kalmalarına, Asurluların
kendi aralarındaki anlaşmazlıklarda izin verilmekteydi.124

Asurlu tüccarlar, Anadolu’da istedikleri gibi ticaret yapamamakta, yerli beyler ile
yapmış oldukları antlaşmalar çerçevesinde ticarî faaliyetlerin sürdürmekteydiler. Bu
antlaşmalar sayesinde, yerli beylerin idaresindeki Anadolu sarayları, ihtiyaç duydukları
ürünleri elde etmekte ve Asurlu tüccarlar da mallarını satabilmek için geniş bir pazar yeri
bulma şansına sahip olabilmekteydiler. Ancak, Asurlu tüccarlar ile Anadolu sarayları
arasındaki ilişkilerin her zaman olumlu yönde olmadığı, zaman zaman bazı anlaşmazlıkların
çıktığı görülmektedir. Asurlu tüccarların, yerli idareciler tarafından alınan birtakım
vergilerden kurtulmak ve yasaklanmış bazı malların ticaretini yapmak için yasadışı yollara
başvurdukları ve gümrük izni olmadan malı şehre sokmak için “harrān suk/qinnim” “gizli yol,
dar yol” adı verilen yolları kullanarak kaçakçılık yaptıklarını metinlerden öğrenmekteyiz.

Asurlu tüccarların kaçakçılık yaptıklarını yazılı metinde geçen ifadeler açıkça


ortaya koymaktadır. Metnin ilgili satırları şöyledir:

“… 28) pá – zu – ur – tù – šu DUMU Er – ra – a a – øé – er 29) Pu – šu – ke


– en6 ú – šé – ri – am – ma 30) pá – zu – ur – tù – šu i – øí – bi – it – ma 31) Pu –
šu – ke – en6 É.GALlúm iø – ba – at – ma 32) a – na ki – šé – er – ší – im i – dì..”

“28-29) ...onun kaçak malını Erraya’nın oğlu Puşuken’e sevk etmişti ve 30-32)
onun kaçak malı yakalandı ve saray Puşuken`i hapse attı...”

Metinden anlaşıldığı kadarıyla, Anadolu sarayları, kaçakçılık hususunda Asurlu


tüccarlara karşı oldukça sert tutumlar içerisinde idi. Benzer şekilde başka bir metinde de
borcundan dolayı bir Asurlu’nun firmasına, sarayın el koyduğu görülmektedir. Metnin ilgili
satırları şöyledir:

124
Hatice Gül Küçükbezci, “Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda Asurlu Tüccarlar İle Anadolu Halkı
Arasındaki İlişkiler”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2011, sayı 26, s. 27.
52

“1) Šu – Be – lúm DUMU me-er-e 2) Da – lá – áš iš – al – šu – nu 3) um –


ma Šu – Be – lúm – ma 4) É a – bi – ku – nu É.GALlúm 5) iø – ba – at – ma 6) a
– bi KÙ.BABBAR a - na 7) É.GALlim iš – qúl..”

“1–3) Šu–Bēlum, Dalaš’ın oğullarına sordu. Šu-Bēlum şöyle (söyledi):


Babanızın firmasını saray tuttu ve babam gümüşü saraya tarttı…”125

Asurlu tüccarların, Eski Asur dilini bilmeyen Anadolu halkı ile metinlerde
“targumannum” şeklinde geçen “tercüman”lar vasıtası ile iletişim kurdukları anlaşılmaktadır.
BIN IV, 193’de geçen “GAL ta- ar – gu – ma – ni” “tercümanlar âmiri” ifadesi, o
dönemlerde tercüman olarak görev yapan kişilerin bulunduğunu; rabî (büyük) ile
derecelendirilmesi de bunun bir meslek grubu olduğunu göstermektedir. Anlaşıldığı kadarıyla
Asurlular ve Anadolular arasında iletişim zorluğu yaşanmamış, tercümanlar vasıtasıyla iki
tarafın anlaşmaları sağlanmıştır.126

Asur Ticaret Kolonileri döneminde Anadolu şehir beyliklerinin siyasi hedefi,


sınırları içerisinde yer alan maden yatakları ve ticaret yolları gibi zenginlikleri kontrolü
altında tutabilmek, ticaret bölgesi ve çevresindeki siyasi istikrarı sağlamak için yeterli güce
hâkim olmaktı. Bundan dolayı kent-beyliklerin arasında zaman zaman sorunlar
yaşanabilmekteydi. Bu durum Asurlu tüccarlar arasında yapılan mektuplara yansımıştır.

Kemal Balkan tarafından ele alınan önemli Kt. g/t 35 mektubu Mama Beyi Anum-
hirbi tarafından Kaneš kralı Warşama’ya yazılmıştır ve kent-beylikleri arasında yaşanabilen
sorunları ve bunların vasallıkları gibi konuları aydınlatmaktadır:

“Mama rubausu şöyle söyler: Kaniš rubausu Waršama’ya de ki: ― sen


bana mektup gönderdin ve (bu mektubunda) dedin ki: kölem Taišama’lıyı ben teskin
edeceğin. Fakat sen kölen Sabuahalı’yı teskin ediyor musun? Mademki Taišama’lı
senin köpeğindir, ne için başka šarrularla münakaşa ediyor? Benim köpeğim
Sabuha’lı diğer šarrularla münakaşa ediyor mu? Taišama’lı bir rubau bizim aramızda
üçüncü bir rubau olmalı mı? Düşmanım beni öldürür öldürmez (yener yenmez, yendiği

125
Esma Öz, Asur Ticaret Kolonileri Döneminde Anadolu’nun Sosyal ve Etnik Yapısı, ( Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 7.
126
Esma Öz, Asur Ticaret Kolonileri Döneminde Anadolu’nun Sosyal ve Etnik Yapısı, ( Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 7.
53

zaman) Taišamalı memleketime akın edip on iki şehrimi tahrip etti. (Bu şehirlerin)
sığırlarını ve koyunlarını alıp götürdü. O şöyle dedi: rubaum ölmüştür. Bu sebebten
(benim kuş) avcısının tuzağını kaldırdım. O memleketimi koruyacak ve bana kalp
verecek (=beni cesaretlendirecek) yerde memleketimi yalnız yakmakla kalmadı, fakat
dumanı da pis kokuttu. Baban İnar, Haršamna Şehrini dokuz yıl boyunca muhasara
ettiği zaman benim memleketim (benim halkım) senin memleketine akın edip tek bir
sığır veya tek bir koyun öldürdü mü? Bugün sen bana mektup yazıyorsun ve şöyle
diyorsun: Ne için yolu benim için serbest bırakmıyorsun? Yolu senin için serbest hale
getireyim (=getireceğim). Şahitler (=elçiler) [….] […..] sinler. şehri [….] ve [….]
yolu [….] [serbest hale] getireyim. [….] 17 adamla [buraya] gelsinler.
[………………….] onların [….] buraya [………] memleketin […………] buraya
getirdikleri [………….] ve [………sen] bana [bir mektup gönderdin] ve şöyle dedin:
yemin edelim. Önceki yemin kâfi değil mi? Senin habercin =(elçin) bana gelsin ve
sonra benim habercim sana muntazaman gitsin. Tarikutana gümüş yerine taşları
mühürleyip (burada) bıraktı. Bu (hareketler) tanrılara iyi midir?...”127

Kültepe’de bulunan bu mektup Anadolu’nun siyası tarihi göstermesi açısından son


derece önemlidir. Kaniş kralı Warşama’nın henüz ele geçmeyen mektubuna cevaben yazılmış
olan 57 satırlık mektup, Warşama’nın iki memleketin ortak sınırlarındaki düşmanlıklarına
karşılıklı olarak son verilmesini, yeni bir antlaşma yapılmasını ve sınırların açılmasını talep
etmesi üzerine yazılmıştır. Mektuptan öğrendiğimize göre Kaniş kralı Warşama’nın babası
İnar zamanında, Kaniş krallığı ve Mama krallığı arasında bir antlaşma yapılmış ancak bu
antlaşma daha sonraları bozulmuştur. Mektuptan o dönemde Anadolu’da çok sayıda yerel
krallıkların olduğu, bunlardan bazılarının ruba’um rabium (büyük kral) adı verilen büyük
krallar tarafından yönetildiği ve diğer küçük şehirlerin bu krallıklara vasal (bağlı)
bulundukları, krallıklar arasında ara sıra sürtüşmelerin olduğu veya siyasal ve ekonomik
egemenlik mücadelesi içinde oldukları bilinmektedir. Asurlu tüccarların ise bu dönemde şehir

127
Hatice Gül Küçükbezci, M.Ö. 2. Binyılın İlk Çeyreğinde (Assur Ticaret Kolonileri Çağı’nda) Orta
Anadolu’nun Sosyoekonomik Yapısı, ( Yayınlanmamış Doktora Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Konya 2011, s. 56.
54

krallıklarına vergi ödemek şartıyla onların himayesinde, şehirlerin kenarlarında kurulmuş olan
pazar yerlerinde (karum/wabartum) ticari faaliyetlerini sürdürdükleri anlaşılmaktadır.128

Mama kralı Anum-hirbi’nin bu mektubunun ne zaman yazıldığı kesin olarak


bilinmemekle birlikte, Kaniş kralları İnar ve Warşama’nın Asur Ticaret Kolonileri çağının son
kralı I.Şamşi-Adad çağdaş oldukları tahmin edilmektedir. Mama kralı Anum-hirbi hakkında
ise ismi dışında başka bilgi yoktur. Fakat Anum-hirbi isminin Hurrice olduğu bilinmektedir.
Dolayısıyla bu zamanda bu bölgede yaşayan halkın, filolojik bakımdan konuştukları dil
itibariyle Asya kökenli ve M.Ö. IX. Yüzyılda Doğu Anadolu bölgesinde merkezi bir devlet
kuran Urartular ile akraba olan Hurriler olduğu tahmin edilmektedir. Mama şehrinin ise
bugünkü Andırın civarında veya Maraş’ı Toros Dağları’na bağlayan uzantıda olduğu
düşünülmektedir.129

Asurlu tüccarlar ile saraylar arasındaki anlaşma belgelerinde detaylı şartların yer
aldığı belgeler de mevcuttur. Örneğin Kaneş Karum II. katta bulunan Kt n/k 794 belgesi, adı
açıklanmayan fakat Güney Anadolu’da yer alan bir krallık ile Asurlu tüccarlar arasında
yapılan bir antlaşmadan bahsetmektedir. Bu antlaşmaya göre kral, bölgesinde Asurlulara ait
kayıp yükleri araştırmakla ve bunları bulup sahiplerine teslim etmekle yükümlüydü. Ayrıca
kral, yine bu sözleşmeye göre, Asurlu tüccarların can güvenliğini sağlamakla sorumluydu,
fakat herhangi bir kan akıtma olayı olursa da yine kral, sanıkları Asurlulara teslim etmesi
gerekmekteydi. Asurluların bu antlaşma metnine ekledikleri bir başka madde ise, bahsi geçen
krallığın Akadlıları bölgeye sokmaması ile alakalıdır. Yine bu sözleşmeye göre kral,
kendinden önce tahta bulunan babasının koyduğu maddelerin dışına çıkmayıp ve bunlarla
sınırlı kalmalıydı. Kt n/k 794 metnine göre Asurlu tüccarların yükümlü oldukları hususlar ise
şunlardı; Anadolu’ya ya da Asur’a giden her eşek için, bu bölgenin kralına 12 šeqel kalay ve 1
¼ šeqel gümüş ödemeleri gerekmekteydi. Dahası, herhangi olumsuz bir durumda (kargaşadan
dolayı bölgeden kervan geçmeyecek olursa), Asurlular, krala Hahhum’dan 5 mina kalay
göndereceklerdi.130

128
Gürkan Gökçek, Asurlular, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2015, s. 56.
129
G. Gökçek, a.g.e., 2015, s. 57.
130
Hatice Gül Küçükbezci, “Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda Asurlu Tüccarlar İle Anadolu Halkı
Arasındaki İlişkiler”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 26, Konya, 2011, , s. 28.
55

Asur Ticaret Kolonileri döneminin Kültepe’de bulunan binlerce çivi yazılı tabletin
arasında siyasi ilişkileri kayıt altına alan diğer bir belge de Cahit Günbattı tarafından
yayınlanan Kt 2001/k 217 numaralı tablettir. Bu belgenin önemi, Anadolu şehir krallıklarının
ve hatta Asur’un siyasi konumunu açıkça göstermesidir. Belge geçen bilgilere göre
Anadolu’nun iki şehri olan Harsamna ile Zalpa arasındaki savaşta Asurlular Zalpa şehrini
destekleyince, Harsamna krallığının Asur kervanlarına yolu kapattığı ifade edilmektedir.
Bunun üzerine Asur şehrinin elçileri Harsamna kralına bu belge olarak elimize geçen
mektubu yazmışlardır. Yani bu mektubu yazan Asur şehri elçileri (şipru şa Alim) koloniler ile
yerel krallık arasındaki ilişkileri düzeltmek için arabuluculuk ederler.

Bu belge Kültepe’nin Ib katında bulunduğu için, Asur Ticaret Kolonileri’nin son


dönemlerinde de Anadolu şehir devletlerinin aralarında hala mücadelelerin devam ettiği
bilgisini verir. Asur için ise Anadolu ile ticari ilişkilerini sürdürdüğünün ve krallıklarla
münasebetlerini canlı tutmaya çalıştığı görülür. Mektuptan anlaşıldığına göre Asur’un
Anadolu’nun yerel krallıkları üzerinde siyasal bir baskı uygulamadıkları hatta bazı krallıkların
Asur ile eşit siyasal güce sahip olduğu çıkarılabilir. Nitekim Asur elçileri Harsamna kralının
adını söylerken “büyük kral” unvanını kullanmışlardır. Öyle ki Anadolu’nun Harsamna’nın
güçlü yerel krallıklarından olması dolayısıyla Asur kervan yollarını istediği zaman
kapatabiliyor ve ticareti sekteye uğratabiliyordu. Bu mektubun tercümesi şöyledir:

“Harsamna kuvvetli beyimiz Hurmeli’ye, kölelerin Asur şehrinin elçileri


şöyle söyler: “Beyimiz Güneş (Hurmeli) bize bir mektup gönderdi ve sen (ayrıca) bize
elçilerin Hazalam ve Hudurla’yı gönderdin ve bize yolları kapamandan dolayı büyük
bir üzüntü içinde olduğunu bildirdin. Mektubun buraya ulaşmadan önce beyimiz, kral
Şamşi-Adad öldü. Oğlu İşme-Dagan babasının tahtına oturduğu güne kadar biz
elçilerimizi gönderemedik ve (bu arada) sen buraya şöyle yazdın: ‘Beyiniz (Şamşi-
Adad) Zalpalı’ya (Zalpa kralına) asker verdiğinde, siz niçin ayaklarına kapanmadınız
ve onu Zalpalı’ya asker vermekten alıkoymadınız?’ Beyimiz Güneş bu konuyu buraya
yazmadan önce, biz burada ihmalkâr davranmadık. Tekrar tekrar beyimizin
ayaklarına kapandık (ve) şöyle dedik: ‘Vazgeç! Zalpalı’ya asker verme ve (bu
yüzden)kardeşin büyük kral Harsamnalı (Hurmeli) ile kötü olma!’. Bu dileğimizi
sunduk ve ayaklarına kapandık, fakat o şöyle dedi: ‘Siz tüccarlar benim mi
kölelerimsiniz yoksa Harsamnalı’nın mı kölelerisiniz? Elbette (gerektiğinde) silahı
56

çekip arkamdan geleceksiniz ! Siz ticaretle (meşgul) tüccarlarsınız, elinizden geldiği


kadar (iş) seyahatlerine çıkın ! Biz yüce kralların arasına siz niçin giriyorsunuz?’ Sen
beyimizsin, biz senin köleleriniz. Burada her gün düzenli olarak tanrı Aşşur’un
huzurunda siz beyimiz Güneş’in hayatı ve Harsamna şehrinin iyiliği için dua ediyoruz.
İşte, Kaniş ve Harsamna’nın hiç tanımadıkları iki elçimiz Takiki’nin oğlu Ahiya’yı ve
İnna-Su’en’in oğlu Beliya’yı, bizim ikimizin (gösterdiği çabanın) şahitleri olarak sana
gönderdik. Aynı zamanda, armağan (olarak) iyi kalitede 80 parça Asur kumaşını ve 20
parça Akad kumaşını giyinmen için sana gönderdik. Elçilerimiz meselesiyle ilgilen ve
kardeşlerin için kararından vazgeç ve kapadığın yollar(aç). Gümüş senin
gümüşündür. (…..) ve biz devamlı olarak seyahat eden senin köleleriniziz. Yollar
serbest bırakılır bırakılmaz, önceden olduğu gibi (……...). Senin sözün (…………..)
elçilerimiz (……….). Tanrı Aşşur’un huzurunda senin hayatın ve Harsamna’nın
selameti için dua edelim.”131

Harsamna şehrinin hem bu metinde hem de Mama kralı Anum-hirbi’nin, Kaniş


kralı Warşama’ya yazdığı mektupta adının geçmesi dikkat çekicidir. Kaniş kralı Warşama’nın
babası İnar’ın dokuz yıl boyunca Harsamna’yı kuşatma altında tuttuğundan bahsedilmiştir.
Şehir büyük ihtimalle Kaniş krallığı hakimiyetindedir. Bugün Harsamna kentinin nerede
olduğu hakkında kesin bir bilgi olmasa da Kemal Balkan buranın Gürün, Çetinkaya, Ulaş,
Şarkışla ve Gemerek arasında yayılan atlarıyla ünlü Uzunyayla bölgesinde olabileceğini ifade
etmektedir. Zalpa şehrinin ise hem eski Asur hem de Hitit belgelerinde adı geçmesi
dolayısıyla biri Anadolu’nun kuzeyinde diğeri güneyinde olmak üzere iki farklı Zalpa şehri
olduğu görüşü ortaya çıkmıştır. Bu metinde bahsi geçen şehir Anadolu’nun güneyindeki
Zalpa şehridir. Güneydeki Zalpa şehrinin de tam olarak lokalizasyonu yapılamamakta
olduğundan, Zalpa’nın Suruç, Gaziantep civarı, Karasu üzerinde İslahiye’nin doğusunda
aranması gerektiğine dair görüşler vardır.132

Asur Ticaret kolonileri devrinin nasıl sona erdiğine dair kesin bilgi yoktur. Ancak
Koloni devrinin sonlarına doğru Anadolu’ya gelen Hint-Avrupalı kavimlerin göçleri ile Asur
Ticaret Kolonileri zayıflamış ve Anadolu siyasal düzenini değişmiştir.

131
G. Gökçek, a.g.e., 2015, s. 59.
132
G. Gökçek, a.g.e., 2015, s. 60.
57

Kemal Balkan, Kaniş kentinin son kralı olarak Warşama’yı göstermekte ve bu kral
zamanında Kaniş Krallığı’nın, Kuşşara kralı Pithana ve oğlu Anitta tarafından bir gece ani bir
baskınla ele geçirildiğini kabul etmektedir. Çünkü Kültepe kazılarının Karum Ib
tabakasındaki bir saray harbesinde, üzerinde “Kral Anitta’nın Sarayı” ibaresi yazılı hançer
(kama veya mızrak ucu da olabilir) bulunmuştur. Bu tabaka hem Karum bölgesinin hem de
Kaniş şehrinin bir yangınla tahrip edilmiş kısmıdır. Bu durumdan dolayı karum ve şehrin bir
istilaya uğradığı bilgisini çıkarabilmekteyiz.

Resim 8: Kuşşara kralı Anitta’nın Kültepe’de ele geçen bronz kamasının üzerindeki
yazıt Hitit siyasal tarihinin en eski yazılı belgesidir. Bu hançer, Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenmektedir.
58

Resim 9: Anitta’nın hançeri üzerindeki yazı “E GAL A-ni-it-ta ru-ba-im” ( Kral


Anitta’nın sarayı)

Ancak Kral Anitta’ya ait günümüze kadar gelen ve kendi adıyla anılan belgelerde
kralın ele geçirdiği şehirler arasında Kaniş adı geçmemektedir. Daha sonraki Hitit
metinlerinde de bu şehirden söz edilmez. Kuşşara kralı, Anitta’nın tabletlerinde belirttiğine
göre; idare merkezini Kuşşara şehrinden Neşa şehrine taşıdığı bilgisinden, Neşa şehri diye
anılan yerin Kaniş şehri olduğu, H.G.Güterbock ve Sedat Alp’in araştırmaları sonucu
kanıtlanmıştır. Hititlerin Neşa olarak adlandırdıkları şehrin Kaniş şehri olabileceği
Kaniş=Neşa kelimelerinden de çıkarılabilir. Ka eki Hattice bir ön ektir. Böylece kalan Nş
kökünün Neşa olduğu, Heinrich Otten tarafından ileri sürülmektedir.133

Hititlilerin ataları sayılan Kuşşaralı Pithana oğlu Anitta için daha sonraları Hititler
tarafından üç nüsha halinde yazılmış, Boğazköy arşivleri içinde bulunan “Anitta Tableti”,
Anadolu’nun o dönemi hakkında bilgi vermesi bakımından ilginçtir. Metin şöyledir:

Anitta Tableti

1 Kuşşara Kralı Pithana’nın oğlu Anitta (şöyle der):Konuş:

2 Göğün Fırtına Tanrısına (karşı) iyi idi.

3 ve Fırtına Tanrısına (karşı) iyi olunca,

4 Neşa kralı Kuşşara kralına (karşı) savaş açtı [ ].

133
Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, Phoenix Yayınevi,2014, s. 36.
59

5 Kuşşara [kr]alı şehirden aşağıya [ki]tle halinde ge[ldi,]

6 [ve Ne]şa’yı geceleyin güçlü bir saldırı ile al[dı].

7 [N]eşa kralını yakaladı ve Neşalılardan

8 hiçbirine kötülük yapmadı.

9 [Onları] (kendisinin) anaları, babaları yaptı.

10 Babam [Pi]thana’dan sonra aynı yılda

11 Bir savaş kazandım. Güneş Tanrısı tarafından(doğudan)

12 [ha]ngi ülke başkaldırdı ise, onların hepsini [y]en[dim].

13 [ ] Ullama’yı...

[14 [ ]. Arkadan H[(atti)] kralı [(gel)di.]

15 [Onu da…] ‘de yendim. [ ]16 [Neşa.] [ ]

17 Ha[rk]iuna’yı sıcak bir zaman [da yendim.]

18 [Ulla]ama’yı geceleyin güçlü (bir saldırı) ile aldım.

19 [ … ]’yı sıcak bir zaman[da yendim.]

20 Onu Göğün Fırtına Tanrısına adadım.

21 [ ] Fırtına Tanrısına tekrar… ettik.

22 Kim benden sonra kral olursa,

23 [ … ]’yı ve Harkiuna’yı Ne[şa’dan]

24 tekrar hiç kimse iskân etmesin. Ne[şa] onun

25 düşmanı olsun. Ve bütün ülkenin

26 [ düşmanı ] olsun. Ve (bir) arslan gibi [bütün] ülke [onu yensin?].

27 [ … ] bir şey [ … ] sa, [

28 [ ] iskân ederse, onu Fırtına Tanrısına […sınlar]

29. . . . . [30 Babam [Pithana’dan] sonra

31 deniz [kenarındaki] Zalpuwa’ya [sefere gittim.]

32 [Ve] deniz [kenarındaki Zalpuwa’yı yendim.]


60

33 Tablet üzerindeki bu sözleri [Neşa’daki] büyük kapıma [koydum ….]

34 Gelecekte [hi]ç kimse bu [tableti] kırmasın.

35 Kim onu kıra[rsa Neş] a’nın düşmanı o [lsun].

36 İkinci kez tekrar Hatti kralı Piuşti ge[ldi,]

37 getirdiği yardımcılarını Şalampa’da [yendim.]

38 Zalpuwa’dan denizden içeri olan bütün ülkeleri [zaptettim.]

39 Eskiden Zalpuwa kralı Uhna Tanrı Şiuşimm[i’yi] (tanrı heykelini)

40 Neşa’dan Zalpuwa’ya götürd[ü].

41 [Ar] kadan da (ben) Büyük Kral Anitta Tanrı Şiuşimmi’yi

42 [Z] alpuwa’dan tekrar Neşa ya gö[türdüm.]

43 Zalpu[wa] kralı [H]uzziya’yı da sa [ğ olarak]

44 Neşa’ya götürdüm. Hattuşa…

[45 [ d ] okundu (?). Onu (bir yana) bıraktım. O

46 sonra aç kalınca, onu tanrı Şiuşmi

47 taht tanrısına teslim etti. Onu geceleyin

48 güçlü ( bir saldırı ) ile aldım, yerine üzerlik otu (?) ektim.

49 Kim benden sonra kral olursa

50 ve Hattuşa’yı tekrar iskân ederse,

51 Göğün Tanrısı onu ezs[in!]134

Metinden anladığımıza göre; Anitta’nın babası Kuşşaralı Pithana Neşa kentini zapt
etmiş ve burada bulunanlara eziyet etmemiş, saygılı davranmıştır. Babasından sonra kendisi
başa geçince Hatti memleketine (Hattuşa)sefer yaptığını söyler. Anitta Metni’nin en ünlü
satırları 47. ila 51. satırlardır. Anitta, yine bir gece saldırısı ile Kral Piyušti’yi yenerek
Hattuşa’yı ele geçirir. Şehri yıkarak yerine yaban otu eker. Ve kendisinden sonra Hattuşa’yı
yeniden iskân edecek kişiyi de lanetler. Bu satırlarda savaş tarihi açısından önemli bir bilgiyle
karşılaşıyoruz: Bir şehri, ele geçirmek için “gece baskını” taktiğinin uygulanması. Bu taktik o

134
Sedat Alp, Hititler Devrinde Anadolu, TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları, İstanbul, 2001,s. 53
61

döneme ait genel bir uygulama mıydı yoksa Kuşşara krallarının bir buluşu muydu, kesin bir
şey söyleyemiyoruz. Anitta Anadolu’da bulunan dağınıklığa son verir. Kazandığı askeri
başarıları sayesinde merkezi bir politik güç haline gelir. Kaneş’i almasıyla çok önemli bir
ekonomik üstünlük kazanan Kuşşara krallığı, Hızla merkezileşen ve güçlenen bu devlet
Hititlere kadar uzanacaktır. Kendini “Kuşşaralı adam” olarak tanımlayan ancak adını Hattuşa
şehrinden alan I. Hattuşili ise Anitta’nın lanetini umursamadan Hattuşa’yı, Hititlerin başkenti
yapacaktır.

Resim 10 : Anitta Tableti, Anitta: “Gelecekte hiç kimse bu [tableti] kırmasın - Kim onu
kırarsa Neşa’nın düşmanı olsun”.
62

Hitit krallarının ataları olarak kabul ettikleri Kuşşara krallarından sonra Hitit tahtına
Puşarumma Sülalesi’nden gelen krallar geçerler. Bu sülale hakkında bilgi veren en eski
vesikalardan biri Hattuşaş arşivinde bulunan I. Hattuşili’nin vasiyetnamesidir. Bu vesika
aracılığı ile Hattuşili zamanından önceki zamanları öğrenmek mümkün olmaktadır. Söz
konusu vesikalardan öğrenildiğine göre I. Hattuşili’nin büyük babası Puşarumma’nın (I.
Tutalya) Labarna ve Papadilma adlarında iki oğlu vardı. Puşarumma Labarna’yı veliaht olarak
seçmişti. Fakat onun ölümünden sonra iki kardeş arasında taht mücadeleleri başlamıştı.
Puşarumma’nın arzusuna rağmen asiller meclisi olan Pankuş ve komutanların oluşturduğu
Dugudlar meclisi Papadilmah’ın tarafını tutmuşlardı. Fakat neticede Labarna tahtı ele
geçirmiştir. Çünkü gerek kurban listelerinde gerekse Telepinuş Fermanı’nda Labarna kral
olarak gösterilmektedir. 1968 yılına kadar eski Hitit sülalesinde iki Labarna’nın yaşadığı
kabul ediliyordu. Fakat Alman bilgini H. Otten, söz konusu yılda yayınlanmış olduğu
makalesinde I. Hattuşili ile I. Labarna’nın aynı kişi olduğu fikrini ortaya atmış, ona göre
Labarna Hattuşaş şehrini aldıktan sonra Hattuşili lakabını almıştır.135

I. Hattuşili’nin siyasi faaliyetlerini bize anlatan belgeler Telepinuş Fermanı ile 1957
Boğazköy kazılarında bulunan I. Hattuşili’ye ait arşivlerdir. Hattuşili döneminde Hitit
memleketi Hurri kavimlerinin istilasına uğramış fakat Hattuşili’nin yaptığı Arzava ve Halep
seferleri ile Hitit Devleti Akdeniz ticaretine fiilen katılmaya başlamış ve bu durumda devletin
ekonomisi epeyce gelişmişti. Halep kralının himayesine almakla da Kuzey Suriye’deki canlı
ticarete katılmış oluyordu. I. Hattuşili bu seferini Halep kralı III. Yarim-lim zamanında
yapmış ve bu savaş Hitit kralının zaferi ile sonuçlanmıştır. I. Hattuşili’ye ait olan ve ondan
önceki iç olaylar hakkında bilgi veren vasiyetnamedir. Hattuşili zamanında Hitit Devleti’nin
teşkilatı ve iç durumu hakkında da bilgi vermektedir. Vasiyetnamenin Halep Seferi’nden önce
mi yoksa sonra mı yazıldığı konusunda bir bilgi bulunmamaktadır. Hattuşili devletin
ekonomik faaliyetlerinin güney cephesinde olduğunu daha o zaman keşfetmiş bu da onun ileri
görüşlülüğünü kanıtlamaktadır. Hattuşili’nin ölümünden sonra tahta I. Murşili geçmiştir.
Hattuşili ona geniş sınırları olan bir devlet bırakmıştır. I. Murşili bu toprakları muhafaza

135
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s.90.
63

etmekle kalmamış onun döneminde isyan eden Halep krallığına son vermiştir. Dönemin en
büyük kültür merkezi olan Babil’i de fethetmiştir.136

2.3. Babil-Hitit İlişkileri

M.Ö. 2. Binyılın başlarında Arabistan çöllerinden Mezopotamya’ya gerçekleşen


ikinci Sami göçü olan Amurru göçleri sonrasında, Mezopotamya’daki III. Ur hanedanlığının
Elamlılar tarafından yıkılmasından sonra bağımsızlığını kazanan kentlerden biri de Babil’dir.
Babil, diğer siyasi bağımsız krallık olan komşuları Larsa, Eşnunna, Asur ve Mari gibi
krallıkları saf dışı bırakarak Güney Mezopotamya’da merkezi bir devlet olmak istiyordu.
Babil krallığını üç bölümde incelemek mümkündür:

1. Eski Babil Krallığı (M.Ö.2000-1500)


2. Orta Babil Krallığı (M.Ö.1500-1000)
3. Yeni Babil Krallığı (M.Ö.1000-539)

1894’de Sumu-Abum önderliğinde bağımsız bir devlet kuran Babilliler, altıncı kral
olan Hamurrabi dönemine kadar, Eski Babil hanedanı kralları döneminde daha çok kenti
korumak amacıyla surlar inşa etmişler, ekonomik canlanmayı sağlamak için kanallar
açtırmışlardır.

Eski Babil krallığında 11 kral iş başına gelmiştir. Bunların içinden altıncı kralı olan
Hammurabi, başa geçtiği ilk devirler atalarının yaptığı gibi savaştan uzak durmuştur. Kendini
iç işlerine adamış ve bürokrasiyi etkin hale getirmiştir. Zira yıllıklarında belirtildiği üzere
ikinci yılı “Hammurabi topraklarında özgürlüğü ve eşitliği tesis etti” şeklinde tarihe geçmiştir.

Babil şehrinin yükselişi, Hammurabi’nin Mezopotamya’daki küçük büyük şehir


krallıklarını zapt edip, merkezi bir imparatorluk haline gelmesiyle gerçekleşir. Babası
zamanında ele geçen İsin şehrinden sonra, Hammurabi ilk önce Rim-Sin idaresindeki Larsa
şehrini kendi eyaleti haline getirdi. Daha sonra eski müttefiki olan Zimri-Lim idaresindeki
Mari şehrini ele geçirmiştir. Kuzey Mezopotamya’da bu devirde Asurlular güçlenmişti. Asur
kralı Şamşi-Adad döneminde gücünü koruyan Asur, halefleri zamanında çöküş dönemine
girmiştir. Hammurabi’nin Asur şehri üzerinde ne kadar etkili olduğu açık değildir. Kuzey

136
E. Memiş,a.g.e.,s.91.
64

Mezopotamya’nın siyasi durumu hakkında bilgi veren Mari arşivindeki mektup nadir
kaynaklardan biridir:

“Kendi başına yeterince güçlü hiçbir kral yok. 10 ya da 15 kral,


Hammurabi’yi, Babilli adamı izliyor; bir o kadarı Larsalı Rim-Sin’i izliyor; bir ok
kadarı da Eşnunnalı İbal-piel’i; bir o kadarı da Katnalı Amut-pi’el’i ve 20’si de
Yamhadlı Yarim-Lim’i izliyor.”137

Asur Devleti’nin bu metinde adının geçmemesi, siyasi olarak gücünün kaybolduğunun


kanıtıdır. Nitekim Asurlular, Anadolu’daki Ticaret Kolonileri faaliyetlerine Hititlerin baskıları
sonucu son vermek zorunda kalmışlardır. Dolayısıyla zayıflayan Asur Devleti uzun bir dönem
Babil ve Hurri egemenliklerinde el değiştirmeye başlamıştır.

Hammurabi'nin 35. yılında Mari'nin tümüyle yıkıldığı, yıl isimlerinde şu not ile
belgelenir: "Anu ve Enlil'in emriyle (Hammurabi) Mari'nin surlarını ve Malgum'un surlarını
yok etti". 43 yıllık uzun saltanatının sonlarında artık Mezopotamya'da kendisine direnecek
güçlü bir devlet kalmamıştı. Hammurabi bütün bu başarılarına karşın, kanunlarını yazdırdığı
ünlü stelinde kendisini bağışlayıcı, bolluk ve bereket getiren, tanrıların isteği doğrultusunda
hareket eden, dindar bir kral olarak tanımlamıştır. Kullandığı unvanlara "Dünyanın Dört Bir
Yanının Kralı" ile "Sümer ve Akad Kralı"nı da eklemiştir. Diğer krallıklardan farklı
olarak, adını ölümsüzleştiren de ayrıntılarını bilemediğimiz siyasal başarıları değil, kendini
tanrı huzurunda resmettirdiği, altına da kanunlarını yazdırdığı stelidir. Siyasal eylemlerinin
yanı sıra, gerçekleştirdiği toplumsal reform ve yasalar, ününü günümüze kadar taşımıştır.138

137
G. Gökçek, a.g.e., 2015, s. 68.
138
Kemalettin Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi, s. 111.
65

Resim 11: Hammurabi Kanunları, “Eğer bir adam……..”

Hammurabi, Mezopotamya'daki geleneksel anlayışı ve Sami kökenli toplumlardaki,


"kısasa kısas" olarak değerlendirilen ağır cezalar öngören kanunları, 2.25 m. yüksekliğindeki
bazalt steli üzerine yazdırmıştır. Kendisi, güneş tanrısı Şamaş'ın karşısında durmaktadır. Tanrı
Şamaş, dağları temsil eden yükseltiler üzerindeki tahtında oturmaktadır. Başında boynuzlu
başlık ve omuzları üzerinde alevler yükselir. Sippar'da dikilmiş olan anıt, Susa'da
bulunmuştur. Eski Babilce yazılan Hammurabi yasaları bir prolog, bir epilog ve 282
maddeden oluşan metnin gerçek anlamda bir yasa derlemesi olmadığı açıktır. Burada
hükümlerin yerine getirilmesi, mahkeme sistemi ve yargıçlardan söz edilemez. 139

Kanun metni giriş kısmında; Hammurabi’nin, egemenliği altına aldığı birçok şehrin
tanrılarının kült ihtiyaçlarını karşılamayı görev edindiği, güçsüzleri, zayıfları koruduğu,
memlekette âdaleti sağladığı ve ayrıca halkının koruyucusu olarak tanrılara karşı olan
görevlerini yerine getirdiği vurgulanmaktadır. Sonuç da ise; Hammurabi kendisine uzun bir
methiyeden sonra şöyle der: “Yer ve göğün büyük hâkimi Šamaš’ın emriyle, memlekette
doğruluk parlasın, haksızlığa uğramış olan kişi, şikâyet için, “doğruluk kralı” adlı heykelin
önüne gitsin, taşımın yazısını okusun, seçkin sözlerimi duysun, yazıtım şikâyetini ona
aydınlatsın, hükmünü görsün, kalbi rahatlasın.”. Son sözde ise adil bir kral olarak kendi

139
Kemalettin Köroğlu, Eski Mezopotamya Tarihi, s. 109.
66

Şahsına, özellikle güçlülerin haksızlıklarına ve kötü niyetlerine karşı zayıfların korunması


gerektiğini belirtir. Hammurabi’nin beyanlarına uymayan ya da onları değiştirenleri, özellikle
de bunları yapacak olan gelecekteki hükümdarları lanetleyip cezalandırmaları için Babil
tanrılarına yakarır. Hammurabi Kanunu’nun ele aldığı konular genellikle mahkemeye karşı
işlenen suçlar, hırsızlık ve yataklık suçları, çeşitli arazi ve ev işleri, ticaret ve alış-veriş, evlilik
-aile-mülkiyet, evlatlık edinme, taarruz ve kısas, meslek adamlarına ait suçlar, ziraat konuları,
çeşitli kira ücretleri ve nihayet esirler üzerinde toplanmaktadır.140

Babil, Hammurabi’nin ölümünden sonra, kendisinin halefleri olan krallar zamanında


hızlı bir çöküşe girmiştir. Babil’e bağlı olan Larsa başta olmak üzere Ur, Uruk ve İsin gibi
kentlerin Babil'e karşı güç birliği yaparak isyan başlattıkları, Babil krallarının bunları
önlemeye çalışmışlarsa da devleti kurtarmaya güçlerinin yetmediği ve bu suretle Hitit
İmparatorluğu ikinci kralı olan I. Murşili’nin burada bulunan kaostan faydalanıp çok kolay bir
şekilde Mezopotamya’ya girebildiği görülmektedir.

Kuşşuralı adamın soyundan gelen, kendilerini Neşalı olarak tanıtan ve başkent


Hattuşaş’da Hitit İmparatorluğunu kuran I. Hattuşili’nin, Hattuşaş arşivinde bulunan Akadça
ve Hititçe iki dilde yazılmış vasiyetnamesinden, Hitit krallarının Halpa(Halep) krallığına
savaş açtığı ve Kuzey Suriye yolu üzerindeki Aruvar, Karkamış (Cerablus) ve Urşu (Urfa?)
gibi yerleri zapt ederek bu bölgeden gelebilecek Hurri saldırılarını önlediği anlaşılmaktadır.

Mezopotamya ve Anadolu ilişkilerinde, şimdiye kadar Mezopotamyalılar tarafından


istilaya maruz kalan Anadolu, ilk defa reaksiyon gösteriyor ve istila gelecek bölgelere hâkim
olmak suretiyle Mezopotamya’nın kuzeyine seferlere çıkıyor. Kuzey Suriye, o çağın
dünyasını oluşturan üç büyük uygarlık bölgesi, Anadolu, Mezopotamya ve Mısır arasında
bulunuyor olması ve coğrafi koşullarının uygun olmasıyla ticaret yollarının kesiştiği yerdi.
Bunun yanı sıra bölgenin sahip olduğu doğal zenginlikler buraya ekonomik açıdan çekicilik
kazandırıyordu. Bunun da I. Hattuşili’nin hedefini Kuzey Suriye’ye yöneltmesindeki
nedenlerden biri olduğu kabul edilmektedir.141

140
Aylin Durmuş, Eski Doğu ve Eski Batı Toplumlarında Karşılaştırmalı Kadın Profili (Mezopotamya,
Anadolu ve Yunanistan Toplumları), Yüksek Lisans Tezi(yayınlanmamıştır), Pamukkale Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Denizli, 2014, s. 19.
141
Yusuf Kılıç, Salih Başol, Hitit Devletinde Sefer Organizasyonu Üzerine Bir Not, Cahit Günbattı’ya
Armağan, Ankara, 2015, s. 146.
67

Hattuşili’nin Halep seferi sırasında mı yoksa yakalandığı bir hastalıktan mı öldüğü


kesin bilinmemekle beraber, Halep krallığının tam olarak zapt edilemediği bilgisinden dolayı
seferde ölmüş olabileceği ihtimali yüksektir. Nitekim vasiyetnamesinde oğlu Huzziya’yı
azledip yerine veliaht tayin ettiği küçük oğlu I. Murşili, babasının intikamını almak için Halep
krallığı üzerine sefer çıkmış ve şehri zapt etmiştir.142

Hitit kralı Murşili’nin Mezopotamya seferinin, Halep krallığını ve çağdaş uygar


dünyanın merkezi Babil krallıklarını yıkmasındaki ana sebep, babasının intikamını almak olsa
da oradaki zengin kentleri yıkmak, yok etmek ve yağmalamak gibi amaçları da bunda
etkiliydi. Babil şehrini ele geçirmeden önce Halep’ten sonra daha güneybatıdaki Ebla’ya
yöneldikleri ve burayı Asur, Kassit ve Hurrilerle oluşturdukları koalisyon ile yıkmışlar ve
buradan da I. Murşili ganimet elde ettikten sonra, burayı büyük tahribatla Kassit yönetimine
bıraktı. Buranın idaresini Kassitlere bırakması Hitit işgalinin söz konusu olmadığının
kanıtıdır. Öyle görünüyor ki Hitit kralı I. Murşili’nin aklında, Akadlarda olduğu gibi “Cihan
İmparatorluğu” fikri bulunmamaktaydı.

Babil devletine bakmak gerekirse, devletin başında Hammurabi soyundan gelen


Şamşuditana bulunuyordu. Bu dönemde o güçlü krallığın zayıflamasına; iç karışıklıklar,
isyanlar, taht kavgaları, Kassit tehdidi, Hurriler ve kralın yaşını başını almış olması nedenleri
etkilidir.

Murşili’nin 1595'te Hattuşaş’dan yaklaşık 1200 km uzaklıktaki Babil üzerine sefere


çıkıp, Babil’deki hanedanlığa son vermesi ona “Babil Fatihi” unvanını kazandırmıştır. Fakat
Babil’in fethi esnasında Hitit güçleri anavatandan çok uzaklaşarak lojistik destek ve malzeme
sıkıntısı çektikleri için, Babil’den elde ettikleri ganimetleri bile yolda bırakıp geri dönmek
zorunda kalmışlardır. Zira bu kadar uzak bir yere yapılan bir askeri sefer için uzun süre
başkent Hattuşaş’dan uzak kalınması, yönetici sınıfın I. Murşili’ye komplo ve suikastlar
düzenlemelerine imkân vermiştir.

Babil’in fethi, Hitit tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü Hititlerin Babil’e
girmeleri ile Mezopotamya medeniyetinin kapıları Anadolu’ya açılmıştır. Babil kültürü
Hititler üzerinde büyük bir tesir yapmıştır ki, Murşili Anadolu’ya dönerken bu kültürü

142
Füruzan Kınal, Eski Anadolu Tarihi, 1987, s. 86.
68

Anadolu’ya taşımak için pek çok bilim adamı, sanatkâr, kâtip ve mimarı beraberinde
götürmüştür. Babil’in fethi o zamanki Ön Asya dünyasında büyük yankılara yol açmıştır. Bu
olay Babil kronik yazılarında “ Hititli adam geldi, Babil’i fethetti” diye yazmışlardı. Babil’in
fethi ile Hitit Devleti’nin sınırları Basra Körfezi’ne kadar uzanmıştı.143

Murşili’yi bekleyen diğer bir sorun ise, Hititlerin komşusu olan, Karadeniz
Bölgesinin dağlık alanlarında konargöçer yaşam süren Kaşkalar, Hattuşaş’taki başıboşluktan
faydalanıp akınlar düzenlemişler ve Hititleri askeri ve siyasi açıdan büyük kayıplar
verdirmişlerdir.144

I. Murşili Babil’den ayrılırken, Hana Kralı Kassit asıllı Gandaş’ı Babil’e vali olarak
bıraktığı tahmin edilmektedir. Babil’in kuruluşundan beri Güney Mezopotamya bölgesine
inerek yetiştirdikleri atları buradaki insanlara satan Kassitlerin, bu bölgedeki egemenlikleri
M.Ö. 12. Yüzyıla kadar sürmüştür. Ancak Asurlu beyler M.Ö. 12. Yüzyılda Kassitlerin Babil
hakimiyetine son vermişlerdir. 145

SONUÇ

İnsanlık tarihine baktığımızda toplumlar en eski çağlardan itibaren küreselleşme


yolunda birbirleriyle etkileşim içinde olmuşlar ve siyasi, sosyal , iktisadi ve kültürel ilişkiler
geliştirdikleri bilinmektedir. Bu bağlamda Ön Asya dünyasının iki önemli medeniyeti olan
Mezopotamya ve Anadolu coğrafyası arasındaki ilişkileri neolitik çağa kadar götürmek
mümkündür. Nitekim obisiyen ticaretinin kökeni Neolitik Çağ’a kadar gitmektedir.

Anadolu coğrafi konumu ile stratejik bir öneme sahiptir. İklim koşullarının insan
yaşamına ve faaliyetlerine elverişli olması ve doğal kaynaklarının zenginliği, su kaynaklarının
bol olması ve verimli tarım arazileri ile çevresindeki kavimlerin göz odağı olmuş ve istilaya
uğramıştır.

143
Ekrem Memiş, Eskiçağ Türkiye Tarihi, s. 95
144
Yusuf Kılıç, Salih Başol, Hitit Devletinde Sefer Organizasyonu Üzerine Bir Not, Cahit Günbattı’ya
Armağan, Ankara, 2015, s. 146.
145
Yusuf Kılıç, Eskiçağ Aile Hukuku, Çizgi Kitabevi Yayınları, 2018, s. .
69

M.Ö. 3. Binyıldan 2. Binyıla Mezopotamya-Anadolu ilişkilerinde, öncelikle


Mezopotamya bölgesine Orta Asya’dan geldikleri bilinen ve burayı yerleşim yeri haline
getirip kent devletleri halinde yaşamayan başlayan Sumer kavimleri ile Anadolu ilişkilerine
baktığımızda; ilk ilişkilerin Adap’lı Lugal-anne-mundu ile Uruk kralı Lugal-zaggesi’nin
Amanoslar’a (Sedir Ormanları) ve Yukarı memlekete (Anadolu) kadar vardıklarını bildiren
ifadeler vesikalarda bulunmaktadır.

M.Ö. 3. Binyıl sonlarına doğru Arabistan yarımadasından Mezopotamya’ya ilk göç


eden Doğu Sami kavimleri, öncelikle Sumer toplumları içinde asker, çoban gibi işlerde
çalışarak nüfuzlarını giderek artırmışlardır. Sargon önderliğinde yönetimi ele geçiren Doğu
Sami kavimleri başkent Akade’de Akad devletini kurmuşlardır. Sumer kent devletlerini birer
birer yenen Akad kralı, merkezi bir imparatorluk oluşturmuştur. Akadlar sınırlarını
genişletmek için birçok yere seferler düzenlemişlerdir.

Akadların Anadolu seferi, Anadolu’da ticaret yapan Akadlı tüccarların Sargon’dan


yardım istemesi üzerine yapılmıştır. Anadolu’yla yapılan bu savaşı daha sonra Akad kralı olan
Naramsin yazdırdığı. Şartamhari Metinleri’nden öğrenmekteyiz. Bu metinlere göre Sargon,
Anadolu seferinden zaferle çıkmış ve çok sayıda ganimetle dömüştür. Bu galibiyetin Sargon’a
kazandırdığı bir diğer gelişme ise “Şarki-Şatti” ,“Dünya Kralı” unvanı kazandırmasıdır.
Hakikatten Sargon’un geliştirdiği sömürgeci imparatorluk onu “ilk dünya hakimi” yapmıştır.

Akad dönemi, Anadolu ile etkileşim halinde olan diğer kral Sargon’un torunu
Naramsin’dir. Naramsin dedesinin izinde fetih hareketlerini devam ettirmiştir. Anadolu
seferini anlattığı Şartamhari Metinleri’nde 17 şehir devletinin oluşturduğu koalisyonu
yendiğini anlatır. Bu metinler Anadolu hakkında dolaylı olarak bilgi veren ilk yazılı
belgelerdir. Metinden anlaşıldığına göre; M.Ö. 3. Binyıl sonlarında Anadolu’da büyük bir
devlet yoktu. Etrafı surlarla çevrili, aralarında hakimiyet rekabeti olan ancak bir tehlike
anında birleşebilen küçük şehir krallıkları vardır.

Akad imparatorluğu, bir süre sonra içinde barındırdığı farklı dil ve dine sahip
toplulukların isyanları ve Zağros dağlarından gelen Guti akınları ile yıkılmıştır. Diğer bir
rivayete göre ise kendini tanrı ilan eden Naramsin’i, tanrı Enlil onu cezalandırmıştır. Guti
kavimlerinin, Akad devletinden sonra Mezopotamya topraklarında hakimiyetleri bir asır
sürmüştür.
70

M.Ö. 2050 yılında Sumer toplumları Gutilerin hakimiyetine son vererek Sumer
Rönesansı’nı başlatmışlardır. Yüzyıl sürecek olan Yeni Sumer devrinde de Anadolu ile
ilişkiler artarak devam etmiştir. Çünkü Akadların Anadolu seferleri ile Anadolu keşfedilmiş
ve geçiş güzergahları öğrenilmiş; bu sayede Anadolu kapıları Mezopotamyalılara açılmıştır.

Kral Gudea Lagaş kentinde yaptırmak istediği tapınak binaları için, 1100 km
uzaklıktaki Amanoslar’dan kereste getirtmiştir. Aradaki mesafenin fazla olması, Fırat Nehri
üzerinden kolay ve hızlı bir yolla taşımacılığın yapılmasını başlatmıştır. Dolayısıyla
Amanoslar ve Fırat Nehri’nin Mezopotamya ekonomisi için ne derece önemli olduğu ortaya
çıkmaktadır.

III. Ur hanedanları döneminde Mezopotamya’da merkezi idarelerini sağlama almak


isteyen krallar kendine bağlı olan kentlere valilerini atamışlardır. Bu düşüncenin krallıklarda,
Akadlıların yaşadıklarından ders çıkarmaları sonucu oluştuğu tahmin edilmektedir. III. Ur
hanedanlığı döneminde hukuk alanında ilk defa yazılı kanun olan Ur-Nammu Kanunları
çıkarılmıştır. Eğitim alanında gelişmelerin yaşandığı ve tapınak inşasına önem verdikleri, çivi
yazılı tabletlerden ve günümüzde hala sağlam bir şekilde duran Ur Zigguratı’ndan
anlaşılmaktadır.

Yeni Sumer Devleti valilerle sürdürmek istediği imparatorluk düşüncesini


gerçekleştirememiştir. Nitekim Arabistan çöllerinden gelen İkinci Sami Göçü olarak bilinen
Amurrlular, Mezopotamya siyasi durumunu bir anda değiştirmiştir. III. Ur devleti yıkılmış ve
Amurrulu yöneticiler idaresinde birçok şehir krallıkları bağımsız olmuşlardır. Bu devletlerin
içinde en etkilileri olarak kuzeyde Asur Devleti, güneyde ise Babil devleti ön plana çıkacaktır.

M.Ö. 2. Binyıl Anadolu’sunda yüzlerce küçük şehir devletlerinin idaresiyle


karşılaşmaktayız. Burada büyük Hitit imparatorluğu kurulmadan önce en etkili kavimler
Hattiler, Luwiler ve Hurriler’dir.

Asurlular döneminde Mezopotamya ile Anadolu arasındaki ilişkiler, Asurlu


tüccarların Anadolu üzerine yaptıkları ticaret ile başlamıştır. M.Ö.2. Binyılın başlarında
Anadolu’ya akın eden Asurlu tüccarlar, Anadolu’da 250 yıl sürecek Asur Ticaret Kolonileri
Devri’ni başlatarak tarihi öneme imzalarını atmışlardır. Asurlu tüccarları ticaret yapabilme
gücüne kavuşturan etmen, özel mülkiyet hakkına kavuşmalarıdır. Kayseri Kaniş Kültepe,
71

Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nı yansıtan en önemli merkezdir. Kurulan ticaret kolonilerinden
büyüklerine “karum”, küçüklerine ise “wabartum” denilmekteydi. Kültepe’de bulunan
tabletler; Eski Asur diliyle ve çivi yazısıyla yazılmış 23.500 kil tabletten oluşan zengin bir
arşivdir. Anadolu krallıkları ile tüccarlar arasındaki ilişkiler kentin konumuna göre
değişmekteydi. Asurlu tüccarlar için önemi büyük olan kentlerin yöneticileri daha sert ve
mesafeli davranabilirken, küçük kentlerin beyleri bu tüccarlara karşı daha samimi
olabilmekteydi. Kültepe tabletlerinde bulunan mektuplardan dönemin siyasi ve ticari ilişkileri
hakkında çok değişik bilgilere ulaşılabilir. Asurluların Kaniş’de ticaret yapabilmeleri şehrin
kralına vergi ödemeleri ile mümkün olabiliyordu. Vergiyi alan krallık da Asurlu tüccarlar için
yolların güvenliğini sağlayıp, tehlikelerden koruyorlardı.

Asur Ticaret Kolonileri devri; muhtemelen Anadolu’ya gelen Hint-Avrupa kökenli


Hititlerin M.Ö. 1750’lerde Kaniş Karumu’nu yakması ve merkezi idaresini kurmaya
başlamasıyla son bulmuştur.

Kuşşuralı adamın suyundan gelen Hititler, ilk önce Neşa diye adlandırdıkları Kaniş’de
daha sonra I. Hattuşili’nin başkent Hattuşaş’da Hitit devletini kurmalarıyla giderek güçlerini
artırmışlar ve ilk kez Anadolu kavminin Mezopotamya üzerine sefere çıktığı görülmüştür. I.
Murşili tarafından gerçekleştirilen Babil seferi; Hattuşaş’tan yapılan en uzak sefer olması
nedeniyle Murşili buraya hakim olamamıştır. Hatta elde ettiği ganimetleri bile su sıkıntısı
çektikleri için yollarda bırakıp geri dönmek zorunda kalmıştır. I. Murşili’nin “Babil Fatihi”
olarak anılmasının nedeni Önasya dünyasında Hamurrabi sayesinde güçlü devlet imajını
kazanmış Babil devletini yıkmış olmasından ileri gelmektedir. Bu yıkımdan sonra Babilliler,
400 yıl kadar süre boyunca konargöçer olan Kassitlerin himayesinde kalmışlardır.
72

KAYNAKÇA

AKURGAL Ekrem, Anadolu Kültür Tarihi, Phoenix Yayınevi,2014.

ALBAYRAK İrfan, “Eski Asurca Kaynaklara Göre Asur-Anadolu İlişkilerinde


Hahhum Krallığı’nın Önemi” 2018, Anadolu Arşivleri Dergisi, C. 12, S. 2, s. 1-11.

ALP Sedat, Hititler Devrinde Anadolu, TÜBİTAK Popüler Bilim Yayınları, İstanbul,
2001.

ALPMAN Adil, “Hurriler”, A.Ü.D.T.C.F. Tarih Araştırmaları Dergisi, S. 25, Ankara,


1981-1982, s. 143-192.

BAŞTOPUZ Mustafacan,” Akkad Dönemi ve Anadolu ile İlişkileri”, academia.edu.

BAYRAM Sebahattin, “Ortadoğu’daki En Eski Uluslararası Ticaret ve Esasları”,


Ortadoğu’ya Bakış, Editörler: Victoria Bilge Yılmaz, Sayim Türkman, Nobel Akademik
Yayıncılık, 2017.

BÜLBÜL Cemil, Eski Çağ Tarihinde Sami Göçleri, 2005, s. 25

DURMUŞ Aylin, Eski Doğu ve Eski Batı Toplumlarında Karşılaştırmalı Kadın Profili
(Mezopotamya, Anadolu ve Yunanistan Toplumları), Yüksek Lisans Tezi(yayınlanmamış),
Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Denizli, 2014.

GÖKÇEK Gürkan, Asurlular, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, 2015.

GÜNALTAY Şemseddin, Yakın Şark Elam ve Mezopotamya, Türk Tarih Kurumu


Basımevi, Ankara,1987.

GÜNBATTI Cahit,” Kültepe’den Akadlı Sargon’a Ait Bir Tablet” III. Uluslararası
Hititoloji Kongresi Bildirileri, Amkara, 1998, s.131-155.

GÜVEN İsmail (Ed.), Uygarlık Tarihi, Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2014.

İPLİKÇİOĞLU Bülent, Eskiçağ Tarihinin Ana Hatları, Bilim Teknik Yayınevi,


İstanbul, 1994.
73

KAHVECİ Gül, Asur Ticaret Kolonileri Çağında Tekstil Ürünleri ve Ticareti, (


yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Nevşehir, 2017.

KINAL Firuzan, Eski Anadolu Tarihi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara ,1991.

KINAL Füruzan, Eski Mezopotamya Tarihi, A.Ü.D.T.C. Yayınevi, Ankara 1983.

KILIÇ Yusuf, Eskiçağ Aile Hukuku, Çizgi Kitabevi Yayınları, 2018.

KILIÇ Yusuf, BAŞOL Salih, Hitit Devletinde Sefer Organizasyonu Üzerine Bir Not,
Cahit Günbattı’ya Armağan, Ankara, 2015, 145-146.

KOÇAK Kürşat, “Asur Ticaret Kolonileri Çağında Ticareti Yapılan Mallar ve


Vergiler”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 27, 2009/2, s. 209-227.

KÖROĞLU Kemalettin, Eski Mezopotamya Tarihi Başlangıcından Perslere Kadar,


İletişim Yayınları, İstanbul, 2008.

KRAMER Samuel N., Tarih Sumer’de Başlar, (çev. Hamide Koyukan), Kabalcı
Yayınevi, 2002.

KUHRT Amélie, Eski Çağ’da Yakındoğu, C.I, (Çev. Dilek Şendil), Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul,2017.

KÜÇÜKBEZCİ Hatice Gül, “Asur Ticaret Kolonileri Çağı’nda Asurlu Tüccarlar İle
Anadolu Halkı Arasındaki İlişkiler”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2011,
sayı 26, s. 27.

KÜÇÜKBEZCİ Hatice Gül, M.Ö. 2. Binyılın İlk Çeyreğinde (Assur Ticaret Kolonileri
Çağı’nda) Orta Anadolu’nun Sosyoekonomik Yapısı, ( Yayınlanmamış Doktora Tezi), Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 2011.

ÖZGÜÇ Tahsin, Kültepe (Kaniš/Neša), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,2005.

MEMİŞ Ekrem, Eskiçağ Medeniyetleri Tarihi, Ekin Yayınevi, Bursa, 2008.

MEMİŞ Ekrem, Eskiçağ Türkiye Tarihi, Ekin Yayınevi, Bursa, 2015.


74

MEMİŞ Ekrem, Genel Tarih, Tablet Yayınları, 3. Baskı, Konya, 2002.

MEMİŞ Ekrem, “Ortadoğu’da Türklerin Varlığı Tartışmaları”,


(https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=362434&/Ortado%C4%9Fuda-
T%C3%BCrklerin-Varl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-
Tart%C4%B1%C5%9Fmalar%C4%B1-/-Prof.-Dr.-Ekrem-Memi%C5%9F-).

MUTLU Serdal, ZANGGER E., “Luviler: Bir Anadolu Uygarlığı ile ilgili
Çalışmalar”, İdil Dergisi, cilt V, S.24,2016, s. 1037-1078.

NİSSEN Hans, Ana Hatlarıyla Mezopotamya, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul,


2004.

ÖZ Esma, Asur Ticaret Kolonileri Döneminde Anadolu’nun Sosyal ve Etnik Yapısı, (


Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

SEVER Hüseyin, “Mezopotamya ve Anadolu Medeniyetleri ile İlişkiler”(


https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=362445&/Mezopotamya-ve-Anadolu-
Medeniyetleri-%C4%B0le-%C4%B0li%C5%9Fkiler-/-Prof.-Dr.-H%C3%BCseyin-Sever-).

SEVER Hüseyin, “Yeni Belgelerin Işığında Koloni Çağında (M.Ö.1970-1750) Yerli


Halk İle Asurlu Tüccarlar Arasındaki İlişkiler”, Belleten Dergisi, Cilt LIX, Sayı 224, 1995, 1-
16.

SEVİN Veli, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası 1, Türk Tarih Kurumu Basımevi,


Ankara, 2001.

ÜNAL Ahmet, Eski Anadolu Siyasi Tarihi, Bilgin Kültür Sanat Yayınları, Ankara,
2018.

YİĞİT Turgut,” Akadlar Devrinde Anadolu’nun Siyasal Yapısı”, A.Ü.D.T.C.D., S. 40,


2000, s. 13-28.

YİĞİT Gökberk, Urukagina, Ur-Nammu, Hammurabi Kanunları ve Çelişkileri,


academia.edu.
75
76

You might also like