Toprak Işık - Azgın Tekeler - İletişim Yayınları

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 204

TOPRAK IŞIK

€184-10-6002
yesdol 'YOYI

4
yı9n “unu
Semi

/
YOYI
UOĞZV
'iğnej|
|NGuR1s|
YeJdol
19|9491
-d#6l
8002
:- “W90Z
NSSI
€-4640-40-4/46-8/6
ÖORİM(O wissELcoLLECT!ES
Terugbezorgen voor

8&RL OKT 2013


0SD JUL b015
TOPRAK IŞIK » Azgın Tekeler
TOPRAK IŞIK 1973 yılında Elazığ'da doğdu. Çocukluğu ve ilkgençlik yılları İnegöl'de
geçti. 1996 yılında Bilkent Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölü-
mü'nden mezun oldu. Dört yıldır, “az” mühendislik yapıyor, zamanının çoğunu yaz-
maya ayırıyor. Öykü ve denemeleri Kül, Kül Öykü, Patika dergileri ile wwwaciksite.
com adresinde yayımlandı.
İletişim'den daha önce çıkan öykü kitapları: Sırabaşı (2002), Halat Gösterisi
(2003), Kız Ararken (2006).
2006'da Kül Sanat Yayınları'ndan çıkan, Sıradana Övgü adlı bir deneme kitabı da
bulunmaktadır.

İletişim Yayınları 1318 e Çağdaş Türkçe Edebiyat 177


ISBN-13: 978-975-05-0597-3
© 2008 İletişim Yayıncılık A. Ş.
1. BASKI 2008, İstanbul

EDİTÖR Murat Gültekingil


KAPAK Latif Demirci
UYGULAMA Hüsnü Abbas
DÜZELTİ Defne İpek
BASKI ve CİLT Sena Ofset
Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11
Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 03 21

İletişim Yayınları
Binbirdirek Meydanı Sokak İletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 e Faks: 212.516 12 58
e-mail: iletisim©iletisim.com.tr * web: wwwiletisim.com.tr
TOPRAK IŞIK
Azgın Tekeler

wisseicollectie
www.oba.nl
İÇİNDEKİLER

Samimi İkna Edici ve Güzel Bacaklı Bir Satış Elemanı .....7


İbrahim ve Nergis, Konuklarını Bekliyorlar................... 15
Güner Şarapova'dan Etkilenirmi?............................ 21
Gençlere Bokınca Güner Ülkeye Acıyor...................... 31
Başarılı Bir Satış Elemanı, Ama KötüBir Şoför............ 41

GünerPijamasınıGiyemiyor................................................ 59
GünerCeyda'yakefiloluyor................................... 71
Paçalı Donlu Kadının Kocası ve Kalkınma Bankası .......77
ek ela ye 7 A 87
Güner'in Yardım ve Yataklığa İhtiyacıVor.................... 99
Güner Hattori Hanzo'nun Raketine Korşı................ 109
Genc Eyler Boş Beş imame kekre Kn 117
HalitBozenbDuygusollaşıyor......................................... 123
Sonra Birden... 0440151140100
2 107

Starbucks'takiSohbetinDevomi.............................. 155
Güner'in Romantizmi billereDestan............................ 139
Bu Yaşta Erkeklerde Oluyormuş Böyle Şeyler............ 145
Psikolojik Bir Dürüm. 2) a em ie 155
Güner BirBilendenTaktikelıyor................................. 161
Güner'in Başından Aşağı Kaynar Su Dökülüyor.......... 169
Ceyda Tebdil-i Mekânda Ferahlık Arıyor..................... 179
KarıKocafArosındaMuhabbet................................. 187
Samimi İkna Edici ve Güzel Bacaklı
Bir Satış Elemanı

Sokağın köşesindeki ihtişamlı şirket binası, etrafındaki çe-


limsiz yapıları pek bir gariban gösteriyor. Binanın önünde,
satış elemanlarının ve yöneticilerin kullanımına tahsis edil-
miş bir sürü araba var. İki saat önce bu sokağa emekli bir al-
bay geldi taksiyle. Arabaların park edilişindeki düzensizliği
içinden eleştirerek girdi güvenlik elemanlarının gözetimin-
deki kapıdan. Ondan yaklaşık bir saat sonra da, yine emekli
albay gibi iş görüşmesi için, genç bir kadın geçti aynı güven-
lik kontrolünden. Her ikisi de insan kaynakları bölümünün
ardından mali işler koordinatörlüğüne götürüldüler.
Halit, elli beş yaşında. Bu büyük şirketin mali işler koor-
dinatörü. Şu an ciddi görünmek için büyük gayret sarf edi-
yor. Bu uğurda onu en çok zorlayan iki şey, karşısındaki ka-
dının güzel bacakları... Bacak bacak üzerine attığında, dizi-
nin bir karış yukarısına kadar açılıyor eteği ve Halivin ilgi-
sini çeken bir görüntü çıkıyor ortaya. Arada sırada çaktır-
madan göz atsa sorun yok, ama hedefe kilitlenen bakışları-
nın orada takılıp kalması, yaratmak istediği ciddi mülakat
atmosferine zarar veriyor.
— Aa ben satış elemanı mı olacağım?
Güzel bacakların sahibi Ceyda sordu bunu. Albay'dan
sonra gelen görüşmeci... Yirmi sekiz yaşında, kumral saçlı,
ince bir kadın. O, nasıl bu iş görüşmesinin satış elamanlığı
için yapıldığını fark ettiğinde şaşırdıysa Halit de soru karşı-
sında aynı duyguyu hissetti. İlanda bunun belirtilmiş oldu-
gunu hatırlattı.
— Haa, ben ona dikkat etmedim.
Dikkat etmedim dediği şey, elli sayfalık bir banka sözleş-
mesinin mikroskobik boyutlarda yazılmış kazıklayan mad-
deleri değil, başvurduğu işin pozisyon tanımı...
— Hangi pozisyon olduğunu bilmeden mi yaptınız başvu-
runuzu?
Çok doğal bir biçimde olumlu yanıtladı bu soruyu. Hangi
şehir olduğuna bakmış. Daha doğrusu hangi şehir olmadı-
ğına bakmış.
— Anlattım ya İzmir'de daral gelmişti.
Halit, görüşmenin Ceyda'nın monoloğuyla geçen ilk yir-
mi dakikasını hatırladı. Hiç sıkılmamıştı. Genç bir kadının
özel yaşantısını dinlemekten keyif almayacak kadar da mü-
lakat ciddiyetiyle kafayı bozmuş değil çok şükür. Gülümse-
yerek, burada şansının yaver gitmesini diledi. Ceyda, onun
temennisine yürekten katıldığını belirtti. Ve telefon çaldı.
Ahizeye uzanırken, kibar bir erkek olarak izin istedi Halit.
Ceyda gülümseyerek izin verdi ona. Konuşmadaki “evet
efendim”, “sepet efendim” lerin sayısından karşı tarafta
önemli birinin olduğunu anladı Ceyda.
— Tabii hemen geliyoruz, deyip telefonu kapattı Mali İşler
Koordinatörü.
Heyecanlı olduğu, Ceyda'nın bacaklarına bakmamak için
gayret sarf etmemesinden belli. Ve bu yüzden doğrudan gö-
rüşmecinin bacaklarına seslendi:
— Genel müdürümüz, görüşmeye hazırmış.
Ceyda, cümle içinde geçen “genel müdür” unvanından
ya da Halit'in telaşından hiç etkilenmedi. O, kısa iş yaşamı
boyunca şirket hiyerarşisinin baskısını üzerinde hissetmeyi
asla başaramadı.
— Ama ben size iş hakkında bilgi vermedim!
Telaştan öte biraz korku da var Halitin sesinde. Ceyda,
sakin ve yumuşacık bir ses tonuyla:
— Yoo, verdiniz. Satış elamanı olacağım işte, dedi.
Görüşmenin şirket tarafını temsil eden adam bunu du-
yunca rahatlamadı. Ayağa kalkmıştı, tekrar oturdu.
— Ne satacağınızı bile söylemedim, deyip yine ayağa kalktı.
Aynı yumuşak ve sakin sesle ne satacağını sordu Ceyda.
Ona göre hop oturup hop kalkacak bir sorun yok ortadaâ.
İki sözcüklük basit sorusu birkaç sözcükle yanıtlandığında
problem çözülecek. Halit kısaca düşündü ve yerine oturup
hızla işin tanımını yaptı: Tekstil makineleri satan bir şirket
burası. Üç beş tekstil ustası bir araya gelip atölye kuruyor-
lar. Halitin Patronu'nun şirketi de onlara krediyle makine
veriyor. İşleri iyi giderse kredilerini geri ödüyorlar. Ceyda
işleri iyi gitmezse ne olduğunu sordu? “O zaman mal varlı-
ğı olarak üzerlerinde ne var ne yoksa donlarına kadar el ko-
yuyoruz.” Halitin normalde vereceği yanıt bu olurdu. Mü-
lakat ciddiyeti ve onları bekleyen genel müdür engel oldu
içinden geldiği gibi konuşmasına. İşleri iyi gitmezse borcun
tahsili için kanuni yollara başvuruyor.
— Mafya falan mı?
İstanbul ve borç tahsilinde pürüz yaşanması söz konusu
olunca Ceyda'nın aklına kendiliğinden bu olasılık geldi.
— Hayır tabii Ceyda Hanım. Aslında borcun tahsil edilmesi
kısmı pek de satış elemanını ilgilendirmiyor. Ne diyordum?..
Bir süre kafasını toparlamak için bekledikten sonra hızla
devam etti: Makinelerin çoğu Japonya'dan az bir kısmı da
İtalya'dan geliyor. Satış elemanı, iş kurmaya hevesli girişim- .
9
cileri tekstil makinelerini almaya ikna ediyor. İşin tanımını
bunlara benzer net cümlelerle yapmasının ardından Cey-
da'ya baktı. Ceyda, karmaşık sorunları basitleştirmekten
duyduğu keyfi açığa vurarak:
— Tamam, kolaymış. İtalyan'dan alıp Japon'a satıyoruz,
dedi.
Kaşlarını kaldırdı Halit.
— Hayır Ceyda Hanım! İtalyan'dan ya da Japon'dan alıp
bizimkilere satıyoruz.
Bunun daha da kolay olduğunu söyledi Ceyda. Neticede
bizimkiler dediği bizimkiler. Türkçe konuşanlar... Bu işi ke-
sinlikle yapabileceğini belirtti. Halit içini çekti ve:
— Peki, dedi.
Yüzünde hiç de ikna olmuş bir ifade yok. Ceyda onun bi-
raz rahatlatılması gerektiğini düşündü.
— Kesinlikle, çok kolay.
Ayağa kalktı Halit.
— İyi güzel, gidelim öyleyse.
Kapıyı açıp Ceyda'ya döndü. O da ayakta ama henüz
adım atmış değil.
— Olumlu kanaatte bulunacaksınız değil mi?
Halit anlamadan bakınca, Ceyda zaten açık olan sorusu-
nu biraz daha anlaşılır hale getirdi. Halitin, Patron'a kendi-
sinin işi kıvırabileceğini söyleyeceğinden emin olmak isti-
yor. Halit kısa ve net bir yanıt vermek yerine politik bir üs-
lup kullandı: Onun görevi şirket hakkında bilgi vermek.
Adayın işe kabulü konusundaki karar tamamen genel
müdürün tasarrufunda.
Ve elini kapıya doğru uzatarak Ceyda'ya yolu gösterdi.
Ceyda davetin gereğini yapmak yerine geri oturdu. Bacak
bacak üstüne attı ve karşısındaki koltuğu göstererek:
— Buyurun lütfen, dedi.
Halit şaşkınca baktı.
10
— Ceyda Hanım, genel müdürümüz sizi bekliyor.
— Tamam o zaman acele edelim.
—Ben de onu diyorum Ceyda Hanım.
Tekrar eliyle kapıyı gösterdi Halit.
— Aynı şeyi söylüyoruz Halit Bey. Buyurun lütfen!
Halit ayakta, açık kapıyı gösterirken, Ceyda da oturmuş
karşısındaki koltuğa buyur ediyor onu. Aynı anda gerçekleş-
tirilmesi mümkün olmayan davetler bir süre çatıştıktan son-
ra Halit sıkıntıyla içini çekip oturdu ve hızla şunu söyledi:
— Tamam Ceyda Hanım, benim fikrim sorulursa olumlu
görüş bildireceğim.
Hemen ardından da altında ateş varmış gibi kalktı. Ceyda
çok etkilenmedi aldığı garantiden. Tekrar koltuğu gösterdi:
— Lütfen Halit Bey!
Halit gülümseyen kadına bir süre baktı. Dediğini yap-
mazsa odadan birlikte çıkmalarının mümkün olmayacağını
kesin biçimde anlayınca yeniden oturdu. Ceyda daha da
tatlı bir ses tonuyla ondan kendisini dinlemesini rica etti.
— Dinliyorum.
— Sizce ben samimi bir insan mıyım?
Nereden çıktığını anlamadığı bu soruyu nasıl yanıtlaya-
cağını da bilemedi Halit.
— İş görüşmesinde bile hiç çekinmeden özel hayatımı or-
taya döktüğüme göre öyleyim değil mi?
Evet bu doğru. Mülakatın ilk kısmı Ceyda'nın aşk hayatı-
nın kısa film senaryosu formatında sunulmasıyla geçmişti.
— Doğru öylesiniz.
Ceyda gülümsedi ve devam etti:
— O zaman güvenilir bir insanım.
Halit yine, ne diyeceğini bilemedi.
— Çünkü samimiyim, açık sözlüyüm.
Halit, gözlerini kıstı, çok az düşündü ve Ceyda'nın ba-
caklarına bakarken, heceleyerek:
1
— Mantıklı, dedi.
Ceyda, öğrencisinin başarısıyla heyecanlanan bir öğret-
menin sevinciyle:
— Mantıklı tabii, dedi.
Ve sıradaki soruyu yöneltti: Peki ikna edici miydi? Kısıtlı
zamanı en iyi şekilde kullanmak amacında olan soru sahibi
yanıtı kendisi verdi. Kesinlikle ikna ediciymiş. Şu an yap-
tıkları şey bunun çürütülemez kanıtıymış: Genel müdür
onları beklerken oturmuş hâlâ konuşuyorlar; çünkü Ceyda
onu oturup konuşmaya ikna etmiş. Evet, saptama doğruy-
du. Buna da onay verdi Halit.
— Üstelik bir de sizi hakkımda olumlu görüş bildirmeye
ikna edersem benim için olumlu görüş bildirmekten hiç
korkmayın.
Acaba onun söylediği şey kendisinin duyduğu şey midir,
emin olmak için tekrar etti Halit:
— Beni hakkınızda olumlu görüş bildirmeye ikna ettiğiniz
için mi sizin hakkınızda olumlu görüş bildirmekten kork-
mayayım?
— Sonucun sebep olması şaşırtıcı değil mi? Aynı mantıkla
isteseydim sizi hakkımda olumsuz görüş bildirmeye de ik-
na edebilirdim: “Ben sizi hakkımda olumlu görüş bildirme-
ye ikna edemediysem, hakkımda olumsuz görüş bildirme-
niz doğrudur; çünkü ikna edici bir eleman değilim.”
Halitin kafası karmakarışık oldu. Ceyda başarısından
emin neşeyle devam etti:
— İkna edici bir insan olduğum çok açık. Sizi beni almaya
ikna ettiğim gibi, onları da tekstil şeylerini almaya ikna
edebilirim. Ben geldiğimde görüştüğünüz bey... Neydi adı?
Halit, Ceyda'nın samimi, güvenilir ve ikna edici olmasıy-
la Güner'in ne ilgisi var bilmiyor, ama bunu ona sormayı
düşünmüyor. Şu an Ceyda pantolonunu çıkart dese ona bi-
le itiraz etmez. Aslında daha az güvenilir, samimi ve ikna
12
edici kadınlardan da böyle bir talep gelse düşünmeden yeri-
ne getirir.
— Güner Bey'le görüşmüştük.
— Güvenlik amiri olarak almayı düşünüyoruz demiştiniz
değil mi?
— Öyle.
— Sizin askeri liseden arkadaşınız... Bir arkadaşınızın mü-
dür olarak alınmasını sağlayacak kadar etkilisiniz.
— Henüz alınıp alınmayacağı belli değil Ceyda Hanım.
— Alınacak, alınacak. Sizin arkadaşınızdan iyisini mi bu-
lacaklar, deyip güldü.
Alttaki ve üstteki yiyiniz yerini değiştirdikten sonra
devam etti:
— Siz aslında mali işler koordinatörüydünüz değil mi?
— Evet öyleyim Ceyda Hanım. Kalksak artık...
Elbette ki kalkma teklifi ciddiye alınmadı. Mantık zinci-
rini kusursuz sona bağlamadan ipin ucunu bırakmak ni-
yetinde değil Ceyda. İş görüşmelerini mali işler koordina-
törü olduğu halde kendisinin yapması konusuna dikkat
çekti. Halit, bu noktayı mülakatın en başında açıkladığını
hatırlattı. İnsan kaynakları müdürü aniden istifa edip git-
tiği için görev ona kalmıştı. Ceyda kendi kafasındaki sıra-
yı takip etti. Bu iş görüşmesini birlikte yapıyor olmaları-
nın anlamı şu: Patronun mali işler koordinatörüne özel
bir güveni var. Tamam Halit de bunu biliyor ve onu daha
fazla bekleterek gözündeki değerini lekelemek istemiyor.
Yine kalkmayı teklif etti. Buna karşılık samimi ve ikna
edici aday meselenin kalbine geldiğini anlatan bir el işare-
ti yaptı.
— Anafikir şu: Samimi ve güvenilir görüntü veren bir ele-
man üstüne bir de ikna ediciyse ve kimi ikna edeceğini de
biliyorsa kesinlikle satış için yaratılmıştır.
Halit'in aklı, bir an önce şu sohbeti bitirmekte olduğu
13
halde, duyduğu mantıklı geldi. Ceyda, bir süre son sözleri-
nin etkisini tarttı ve:
— Söylediklerim aklınıza yattıysa kalkalım, deyip ayaklandı.
Halit hemen fırladı yerinden ama bir şey söylemedi. Cey-
da bunun üzerine geri oturdu:
— Yatmadıysa, aklınızdaki soru işaretlerini giderene kadar
devam edelim.
Yani genel müdür biraz daha beklesin.
— Yo yo yo! Çok iyi anladım sizi ve kesinlikle ikna ol-
dum, dedi Halit.
Ceyda gülümseyerek kalktı. Nihayet kapıdan çıkarlarken:
— Gerçekten samimi bir insansınız, dedi Halit.
— Öyleyim, dedi Ceyda.
Üç beş dakika sonra odaya yalnız başına geri döndü Ha-
lit. Şimdi Ceyda ve genel müdür baş başa görüşüyorlar.
Kendi kendine “Samimi, ikna edici ve deli,” dedi. Genel
müdür, Ceyda'dan önce de Güner'le görüşmüştü. Nasıl geç-
tüğini merak etti. Telefonu kaldırıp insan kaynaklarını ara-
dı. Şu an başında bir müdür olmadığı için kendisine bağlı
olan bölüm... Telefonu Halit'in deyimi ile şirketin çıtırların-
dan Müge açtı. Halit, Güner'i sordu. Oradaymış. Telefona
istedi eski arkadaşını ve yeni güvenlik amirliği adayını.
Karşı taraftaki tok erkek sesi “Alo,” diyeni kadar Ceyda'nın
düzgün bacaklarını düşündü.
Görüşmenin nasıl geçtiğini sorduğu anda Güner'in tele-
fonda rahat bilgi veremeyeceği geldi aklına. Orada bekle-
mesini, kendisinin gelip onu alacağını söyledi. Telefonu ka-
pattı ve Albay'ı almaya gitti.

14
ibrahim ve Nergis,
Konuklarını Bekliyorlar

Mutfakla salon arasında mekik dokuyan bu genç kadının


adı Nergis. Kısa boyunu annesinden, esmer tenini ve hafif
kıvırcık saçlarını babasından almış. Güzel sayılmaz, ama
çirkin de değil. Yüzü azıcık gülse sempatik olduğu söylene-
bilirdi. Haftada bir ağırladığı konukları için sofranın kusur-
suz olmasını istiyor.
Kanepede oturan adam da İbrahim. Ne esmer ne beyaz,
ne uzun ne kısa, ne şişman ne zayıf... Her şeyi ortalama. Ya-
şı bile öyle. Otuzunda. Görünüşünün dikkat çeken tek ta-
rafı iri burnu... Bir de para kazanma ihtirası var onu sıra-
danlıktan kurtaran.
Kucağındaki dizüstü bilgisayarın klavyesini ara ara tıkır-
datırken gözlerini kırpmadan bakıyor ekrana. İki yanında
bilgisayar çıktıları ve borsa kitapları... Şu anki düşünsel yo-
gunlaşmasına ve ciddiyetine bakan, Amerika Merkez Ban-
kası'nı yönetiyor sanır. Aslında İbrahim de bu işi Greens-
pan ya da Bernanke Efendi'den daha iyi yapacağına borsa-
daki tüm parası üzerine bahse girebilir. Kendine güvenen
bir yatırımcı o. Aynı zamanda Nergis'in de kocası...
15
Salata tabağını masanın ortasına koyarken suyunu salma-
sın diye ne yapmaması gerektiğini düşündü Nergis. Tuzunu
mu, limonunu mu, yağını mı sonradan koymak gerekiyor-
du, hatırlayamadı. Garanti olsun diye hiçbirini koymamaya
karar verdi.
İbrahim bilgisayarını kapatmadan kanepeye bırakıp ses-
sizce karısına yaklaştı. Arkasından sarılıp boynunu öptü.
Cilveden uzak bir sesle:
— Yapma, dedi Nergis.
İbrahim salatanın yanındaki tabaktan bir sarma alıp ağzı-
na attı.
— Nasıl, doyurabilecek misin amiri?
Nergis çatık kaşlarla baktı kocasına:
— İbrahim!
— Ee kaç aydır amir ama Nergis. Koca şirketin güvenli-
ginden sorumlu. Sadece güvenlik de değil. Arabalar da ona
bağlıymış. Sonra yaka kartları... Stratejik önemi haiz bir gö-
rev yani.
— Önemi haiz denmez ona. Öneme haiz! Öneme!
Ağzındaki lokmayı güçlükle yuttu İbrahim. Nergis güzel
olup olmadığını sordu. İbrahim böylesini ilk defa yediğini
söyledi.
— Atıyorsun, dedi Nergis.
“Atmıyorum; daha önce hiç pirinçleri tamamen çiğ sarma
yememiştim,” diye düşündü İbrahim.
— Lokum, lokum, dedi.
Nergis, üst üste duran çorba kaselerini dizmeye başladı.
— Bazı mesleklerin ismi ya da tüm öteki unvanları bastıran
bir ağırlığı oluyor Nergis. Bak mesela Kral Lui... Lui olmak mı
daha önemlidir, kral olmak mı? Kral olmak tabi. O yüzden
Lui Kral diyemezsin. Doktor İsmail dersin. İsmail Doktor di-
yemezsin. Bekçi Murteza dersin. Murteza Bekçi diyemezsin!
— Uzatma İbrahim, deyip mutfağa gitti Nergis.
16
Elinde bir tepsi, üstünde sürahi ve bardaklarla döndü.
Getirdiklerini masaya bırakıp İbrahim'e suları doldurmasını
emrettikten sonra yine mutfağa gitti. İbrahim, ilk bardağı
taşırınca masa örtüsünün 1slaklığını sarma tabağı ile gizledi.
Sesini yükselterek devam etti:
— Bir insan güvenlik amiri ise Nergis...
Taşırdığı bardaktan bir yudum alıp dudak payı kalmasını
sağladı ve bunu amirin oturacağını tahmin ettiği yere, baş
köşeye koydu.
— Mesleğin karizması, civarına ne isim yaklaştırır ne de
bir başka unvan.
Nergis mutfaktan döndü.
— Yüzüne niye “Baba, baba,” diyorsun madem?
Gülerek:
— Kızdırmak için, dedi.
Anlamadan baktı Nergis.
— Damadı olduğumu hatırlasın diye...
Nergis yapmacıktan bir öfkeyle kaşlarını çatarak peçete-
leri uzattı.
— Diz bakalım şunları Bankacı İbrahim!
— Derhal sevgili meslektaşım!
Bir süre sessiz devam ettiler. Bu evliliğin konuşan yarısını
İbrahim oluşturuyor. Nergis'e kalsa evde bütün bir akşamı
üç beş protokol cümlesiyle geçirebilir. Yine İbrahim bozdu
sessizliği:
— Nergis!.. Şimdi amir... Pardon baban, hatta babam, yaş-
landı ya...
Nergis kaşlarını çattı. Aslında onun normal yüz ifadesi
bu. Diğer insanlar gibi düz kaşlarla görüntü verebilmek için
neredeyse özel gayret sarf etmesi gerekiyor.
— Nereden çıktı o İbrahim?
İbrahim karısının sorusunu hiç dikkate almadan devam
etti:
17
— Ben de gencim ya... Hem de kızının kocasıyım... Ondan
kıskanıyor beni.
Nergis, kocasının saçmalamalarından bıktığını belli eden
bir ses tonuyla:
— Aman İbrahim, aman, dedi.
Ve yine İbrahim ağzını açana kadar kısa süreli bir ses-
sizlik...
— Nergis...
— Söyle!
İbrahim devam etmeden önce çatalları dizmeye başladı.
— Çatallar sola İbrahim, çatallar sola!
Karısının uyarısı doğrultusunda çok da önemsemeden
gerekli düzeltmeyi yaparken:
— Haftada altı gün annenlerde yemekteyiz, dedi.
— Fena mı, işten gelip bir de yemekle uğraşmıyoruz işte.
Bıçakları aldı İbrahim.
— Kalan bir günde de biz onları çağırıyoruz.
Nergis, İbrahim'in çatalların yanına koyduğu bıçakları
alıp oturacakların sağına dizerken ne demek istediğini sor-
du. İbrahim geriye doğru sessiz bir hamleyle masadan bir
adım uzaklaştı ve Nergis'e arkasından sarıldı.
— Yani, hiçbir akşam baş başa olmamış oluyoruz.
Boynunda hissettiği Nefes içini gıdıkladı Nergis'in. Dö-
nüp İbrahim'in yanaklarını okşarken küçük bir çocukla ko-
nuşur gibi:
— Ama yemekten sonra baş başa oluyoruz. En azından
belli bir saatten sonra, dedi.
— Bu gece de belli bir saatten sonra baş başa olabilecek
miyiz?
Sorusunun yanıtını beklemeden karısının kalçalarına ar-
sız bir hamle yaptı. Nergis, biraz şaka biraz ciddi, sertçe
vurdu İbrahim'in eline ve belirleyici noktaya parmak bastı:
Paraları ne kadar artmıştı?
18
— Epey bi artmıştı, dedi İbrahim gülümseyerek ve hava
atarak.
Nergis, cilveyle göz kırptı başarılı yatırımcıya.
— Bakarız o zaman.
İbrahim Nergis'i öpmek üzereyken ve Nergis de buna izin
vermek üzereyken zil çaldı. Nergis aceleyle itti kocasını:
— Kapıya bak İbrahim! Ben çorbanın altını açayım, deyip
mutfağa koştu.
İbrahim kendi kendine “Mükemmel zamanlama yani Gü-
ner Bey!” dedi. Kapı otomatiğine bastı ama zil çalmaya de-
vam etti. Nergis mutfaktan seslendi:
— Takıldı herhalde yine İbrahim! Git de aç!
— Gidiyorum!
— Acele et!
Sesini kalınlaştırarak şarkı söyleyen bir çizgi film kahra-
manı gibi:
— Acele ediyorum. Babam kapıda bekletilmekten nefret
eder, dedi. :
Güner'in kapıda ya da bir başka yerde bekletilmekten
nefret ettiği doğru, ama İbrahim kesinlikle acele etmiyor.
Bu yüzden de zil ara ara çalmaya devam ediyor. Nergis
mutfağın kapısından kafasını uzattığında İbrahim'i dans
eder gibi şaklabanlıklar yaparken gördü.
— İbrahim!
— Yetiştim amirim, diye bağırdı İbrahim ve nihayet daire
kapısından çıktı.
han
ai sile
Güner Şarapova'dan Etkilenir mi?

Zil çalıyor. Salonda kimse yok. İçerideki odadan televizyon


sesi geliyor. Şu, “bakın insanların ailelerinde ne rezillikler
oluyor” konulu programlardan biri... Dört kadın aynı anda
bağırıyor. Öfkeli beşinci çığlık olarak zaman zaman sunucu
da katılıyor koroya. Çalmaya devam eden zili duyamamaya
devam eden Ayten, gözlerini ve kulaklarını ayıramıyor ek-
randan. Bugünkü tam onun zevkine göre... Olgun adam,
olgun eş, genç sevgili üçgeninde yaşanan aşk, evlilik ve cin-
sellik öyküsü... Ya da Ayten'in deyimi ile azgın bir tekenin
gözler önüne serilen rezilliği... Ellisinden sonra yoldan çı-
kan erkeklerin sayısındaki artış, sorumluluk sahibi bir va-
tandaş olarak fevkalade endişelendiriyor onu. Boyu bosu
devrilesice erkeklere bildiği en etkili bedduaları gönderiyor.
Bir yandan da azgın tekeleri paylaşamayan hemcinslerini
fırçalıyor: “Tüh akılsızlar! Hiç mi kafa yok sizde!”
Güner karısından umudunu kesince kapıyı kendi anahta-
rıyla açıp girdi. Birkaç saniye içerideki odadan gelen gıdak-
lamaları dinledikten sonra:
— Ayteeen! Ayteen, diye bağırdı.
21
Televizyonun sesi kesildi.
— Ben geldim Ayteen!
Ayten salona gelip kocasını kapının önünde dikilir gö-
rünce şaşırdı.
— Aa, zili niye çalmadın?
— Yarım saat kadar çaldım; daha da devam ederdimi, ama
komşulara acıdım.
Ayten gidip kocasının elindeki çantayı aldı. Gülerek:
— Kızdın tabii, dedi.
Güner'in bu dünyada sevmediği bir şey varsa kapıyı ken-
di anahtarıyla açıp eve girmektir. Issız bir adaya düşse ya-
nında olmasını isteyeceği üç şeyden biri sırf bu yüzden ka-
rısıdır. İkincisi de karısının çantasını elinden aldıktan sonra
önüne koyacağı terlikleri... Dolayısıyla üçüncü hayati ge-
reksinim, çantası oluyor.
Ayakkabılarını çıkartırken, konuyla ilgili hassasiyetini
hatırlattı Güner. Ayten, kocasının önüne terliklerini koydu
ve geçiştirerek:
— Biliyorum biliyorum, dedi.
Güner homurdanmaya devam etti:
— Yalnız insanlar gibi...
Birlikte yatak odasına giderlerken Ayten:
— İçeride boynu altında kalasıca bir adam var, dedi.
Güner karısının sözünü kesti: ;
— İçeride bir adam var! Giyinik mi bari?
Ayten yüzünü tiksintiyle buruşturarak şakasının bile iğ-
renç olduğunu söyledi ve nefes almadan devam etti: Rezil
adam, kızı yaşında bir aşifte bulmuş, evinden ayrılmış dost
hayatı yaşıyormuş. Akılsız kadın da çıkmış televizyona hâlâ
bu azgın tekeyi eve getirmeye çalışıyormuş. Güner'in, karı-
sının heyecanla anlattığı bu tip öykülere yorumu hep aynı:
“İzleme böyle şeyleri yavrum!” Ayten'in verdiği yanıt da hiç
değişmiyor: “Canım zaman geçsin diye...” Ve birlikte yatak
22
odasına girerlerken hikâye devam ediyor. Öteki şırfıntının
annesini bulmuşlar telefonla. Bağırış çağırış girmişler bir-
birlerine. Ayten anlatırken bir yandan da kocasının soyun-
masına yardım ediyor. Güner, elli beş yaşında uzun boylu
geniş omuzlu kocaman göbeğine ve poposuna rağmen ka-
rizmatik görünümlü bir adam değil de küçük bir çocuk-
muşçasına... Gömleğinin düğmelerini parmaklarının ezber-
lediği hareketlerle hiç takılmadan çözüyor.
— Yani elin azgın tekesi yüzünden kendi masum tekeni
yarım saat diktin kapıda Ayten!
— Ee güzelim erken geldin. Yoksa kulağım zilde olurdu.
Güner, karısının uzattığı eşofman altını geri çevirip atleti-
ni çıkarttı.
— Maçım bitince terli terli beklemeyeyim dedim.
Ayten şaşırarak ne maçından bahsettiğini sordu. Güner
göğsünü şişirip karnını içeri çekti ve aynada vücuduna bak-
tı. Bunu yirmi sene önce yaptığında karnında altı adet bak-
lava dilimini sayabiliyordu. Şimdi ise bire kadar sayabiliyor.
Tek parça hamur olarak...
— Masa tenisi turnuvası yapıyoruz ya...
Minik bir şaşkınlık çığlığı attı Ayten. Güner bunu geçen
hafta anlattığını hatırlattı: Yeni gelen insan kaynakları mü-
dürü, ortak aktivite olsun, sinerji doğsun diye böyle faali-
yetler organize ediyor. Tamam, Ayten kendisine verilen bu
bilgiyi hatırlıyor, ama onun şaşırdığı başka bir şey: Gü-
ner'in de eline raketi alıp söz konusu aktiviteye dahil olma-
sı... Düşüncesini kocasıyla paylaştı. Güner şişirdiği pazula-
rını yokladı.
— Ben katılmayacağım da kim katılacak?
Külhanbeyi ağzıyla ekledi:
— Çekmecedeki madalyalar senin çeyizinden mi çıktı
yavrum?
— Kırk sene önce aldığın madalyalar...
23
Küçümseyen bir ifadeyle söyledi bunu Ayten. Güner algı-
lamakta zorlandı önce. Kendine geldiğinde:
— Ne kırk senesi yahu, Kuleli'deydim ben onları kazandı-
gımda, dedi.
Ayten kirli sepetine atmak üzere Güner'in atletiyle göm-
leğini topaklayıp eline aldı ve ayıplayarak:
— Koca emekli albay, dedi.
Kırk sene meselesinde takılıp kaldı Güner. Mırıldanarak
“On beş yaşındaydım.” dedi. Karısının arkasından banyoya
giderken, geçen yılları hesaplamaya çalışıyordu.
Gömlek ve atleti kirli sepetine atıp kocasına döndü Ayten:
— Sen şimdi çocuklar gibi masa tenisi mi oynuyorsun?
Ve sonunda elli beş eksi on beşle yüzleşmek zorunda kal-
dı Güner:
— Ha siktir kırk sene olmuş!
— Ne kırk sene olmuş?
Öfkeyle:
— Masa tenisi oynamanın nesi çocukluk Ayten, dedi.
Ayten, Güner'in pantolonunu da yıkamaya karar verdi-
ginden yatak odasına döndü. Güner de peşinden gitti.
— Hoplayıp zıplarken sakatlayacaksın bir tarafını.
Güner sanki kırk sene, az önce birden bire üstünden geç-
miş gibi canı sıkkın yatağa oturdu.
— Her şeyin bir yaşı var güzelim.
Karısının cümlesiyle yeniden kendine geldi.
— Her şeyin bir yaşı var da nasıl verdim raketi eline idari
işler müdürünün?
Ayağa kalktı.
— Şeyin yaşıtı...
Hatırlamaya çalışarak yüzünü buruşturdu.
— Şeyin işte, şeyin!.. Adı gelmedi aklıma.
Biraz daha zorlandıktan sonra “şey”in adını değilse de
onu anlatacak doğru tanımı buldu:
24
— Damadının işte canım! Damadının!
Ayten gülerek:
— İbrahim... Senin kızının kocası, dedi.
— Hah işte! Samet de onun yaşıtı.
— Samet kim?
— İdari işler müdürü. Tipi, huyu, suyu her şeyi aynı İbra-
him... Yalnız bunun bizimkinde bulunmayan bir meziyeti
var: Kızımla evli değil.
— Ay Güner yapma böyle şakalar! Ayıp vallahi!
— Hiç de değil, dedi Güner.
Samet'le maçlarını hatırlamak iyi gelmişti Güner'e. Heye-
canla anlatmaya başladı. Bir ters bir düz!.. Nereye gönder-
diyse oradan çakmış kafasına. Anlatırken maçı yeniden ya-
şıyor. Elindeki hayali raketle gerçekten de bir ters bir düz,
nereye gönderiyorsa oradan çakıyor Samet'in kafasına. So-
nuç: Üç sıfır.
— Bi' de uyanıklık yapıyor aklınca: Servisleri kullanırken
çığlık atıyor. |
Sesini incelterek kadın gibi çığlık attı Güner. Ayten ir-
kildi:
— Ayonebe!?
— Dikkatimi dağıtmak için Şarapova efekti yapıyor çakal.
Ayten o şey efektinin ne olduğunu anlayamadığından su-
ratını buruşturarak:
— Nee, diye sordu.
— Var ya canım şu Rus tenisçi... Hani servis kullanırken
donu görünen...
Ve konu aniden Ayten'i çok ilgilendirir bir hal aldı. Elin-
deki pantolonu yatağın üzerine bırakarak Güner'in elin Rus
tenisçisinin donunu nereden bildiğini sordu. Sanki karısı-
nın gözlerini yuvalarından fırlatan Rusya Bayrağı'nı bilme-
siymiş gibi geçiştirdi soruyu Güner:
— Canım kız ünlü... Herkes biliyor, dedi.
25
Ve karşısında tak tak kafasına çaktığı damadının yaşıtı
Samet varmışçasına külhan beyi ağzıyla meydan okudu:
— Sen dedim, sesini değil, Şarapova'nın kendisini getir-
seydin dağıtamazdın dikkatimi.
Arkasından da keyifle güldü.
— İyi demişsin. Bu yaştan sonra...
İşte bu da Ayten'in yorumu. Güner'in algılaması biraz za-
man aldı ama anladıktan sonra da kafasına balyoz yemiş gi-
bi afalladı. Durumu tam olarak kavrayabilmek için bir süre
düşündü.
Ayten lafını sokmuş olmanın rahatlığıyla konuyu değiş-
tirmek için, terli terli su içip içmediğini sordu kocasına.
Kaşlarını çatarak Ayten'e baktı Güner.
— Nasıl yani bu yaştan sonra?
— Basbayağı işte, dedi Ayten.
Karşılıklı bakıştıkları kısa bir sessizlik oldu.
— Bu yaştan sonra benim dikkatim öyle şeylerle dağılmaz
anlamında mı?
Uzaylıyla konuşur gibi sözcüklerin üzerinde ayrı ayrı du-
rarak sordu bunu Güner. Ayten de tane tane konuşarak ya-
nıt verdi:
— Nasıl şeylerle dağılmaz anlamında mı?
Açık açık konuşmakta zorlandığı için el kol hareketlerin-
den medet umarak: d
— İşte böyle seksi kızlarla falan, dedi Güner.
Ayten sinirlendi:
— Ay güzelim, nasıl konuşuyorsun sen öyle seksi kızlar
meksi kızlar!?
Ayten'in söylediğini duymadı bile Güner.
— Yani ben demek istedim ki... Maça o kadar iyi konsant-
re oldum manasında yani...
— İyi, tamam, dedi Ayten kızarak.
Güner düşünceli düşünceli içini çekti. Gamlanmıştı.
26
— Öteki türlü mü anlaşılmıştır?
— Hangi türlü?
— Canım işte şey deyince...
Yine elini kolunu salladı Güner.
— Yani işte Şarapova'nın sesiyle değil kendisiyle bile dik-
katimi dağıtamazsın deyince...
— Ay Güner, bilmece gibi konuşma!
— Hani benden o işler geçti; artık açıp önüme koysanız
kılım kıpırdamaz gibi...
Gözlerini dehşetle açan Ayten, açıp önüne koydukları şe-
yin ne olduğunu sordu. Güner alabildiğine masumca yanıt-
ladı:
— Şarapova'yı...
Ve Ayten panterleşti:
— Güneer!
Güner, konuyla ilgili kamuoyuna bilgi veren bir hükümet
sözcüsü edasıyla, Allah'a şükür gücünün kuvvetinin yerin-
de olduğunu belirtti. i
— Sapıtmıyorsun değil mi Güner?
Güner, yine karısını duymadan kendi kendine:
— Ben niye öyle dedim ki yahu, diye sordu.
Varlığını hatırlatabilmek için “Güner!” diye bağırdı Ay-
ten. Artık acil durum pozisyonuna geçmişti.
— Ne var Ayten!? Ne var!?
Her sözcükte ayrı ayrı takılarak:
— Ne ne ne demek Şapofofa'yı açıp önüme koysalar? Şopa-
pofa'yı açıp önüne koyacak birilerini mi buldun, dedi Ayten.
Şu an elli beş yıllık erkeklik kariyeri tehlikede olduğundan
hiç de böyle bir sorgulamayı çekecek halde değil Güner.
— Ya bi' dur ya Ayten!
— Halite mi özendin Güner?
Halit, üç ay önce Ceyda ile mülakat yapan şu sevimli
adam. Evli bir erkek olarak sadakat sicili idamlık. Yani Ay-
27
ten, böyle bir arkadaşın teşviki ile kocasının yoldan çıkabi-
leceğini düşünmekte çok haklı.
Güner, anlaşılmıyor olmasına isyan ederek öfkeyle:
— Benim dediğim başka bir şey yavrum, dedi.
Kocasının sert tepkisi üzerine gerilimi biraz azaltması ge-
rektiğini düşündü Ayten.
— Neymiş güzelim senin dediğin?
Adamcağızın dediği çok açıktı aslında. Otuz yaşında bir
gençle maç yapmış ve galip çıkmışken berbat bir pot kır-
mıştı. Karısı için tekrar etti:
— Ettiğimiz lafın gideceği yeri düşünmediğimizden kendi
dilimizle süngüsü düşüğe çıkartacağız adımızı.
— Aman Güner, düşündüğün şeye bak!
Düşündüğü şey önemsiz bir şeymiş gibi söyledi bunu Ay-
ten, ama Güner hiç de rahatlamadı. Kadın aklının anlayabi-
leceği bir hassasiyet değil söz konusu olan.
— Ayten! Bi dile düştün mü esas duruşta fotoğrafını çek,
yaka kartına yapıştır yine kurtulamazsın şerefsizim.
— Ne esas duruşu be, dedi Ayten önce.
Hemen ardından da şifreyi kendi kendine çözdü:
— Aaa! k
Güner, Ayten'in yüksek frekanslı çığlığını meselenin öne-
mini kavramasının delili olarak kabul etti.
— Harem ağası gibi dolaş ondan sonra.
— Günerim, bi'tanem, deli deli konuşma!
Güner, elindeki bir şeyi tavana fırlatır gibi kolunu savu-
rarak:
— Yaptırırlar mı adama artık güvenlik amirliği Ayten,
dedi.
Mesele güvenlik amirliği yapabilirlik ruhsatına bağlanın-
ca çileden çıktı Ayten:
— Ay şaka etmiyorsan iyice saçmaladın Güner! Güvenlik
amirleri damızlık mı güzelim?
28
ilk anda doğru gibi gözüken bu itirazın yanlış olduğunu
adı gibi biliyor Güner, ama karısına nasıl anlatacağını bile-
miyor. Erkek beynine ve erkek bi' şeyine sahip olmayanları
aşan bir mevzu bu.
— Hayır yani yüzün tutmaz, dedi.
Ayten, yatağın üzerinden kocasının pantolonunu aldı.
— Hadi Güner, hadi banyoya gir artık! Çocuklar gelecek
neredeyse...
Güner karısının peşinden küçük bir çocuk gibi çıktı. Kü-
vete girip sıcak suyu açtı. Yıkanırken kafasında hep aynı
soru vardı: Ben niye öyle dedim ki yahu?

29
Gençlere Bakınca Güner, Ülkeye Acıyor

Güner, Ayten, Nergis ve İbrahim salonda oturuyorlar. Her


zamanki gibi güzel bir akşam yemeğiydi. Kızına el vermeyi
becerememiş olsa da, Ayten çok iyi bir aşçı. İbrahim tıka
basa dolmuş göbeğini yoklayıp gerindi.
— Vallahi akşamları oturduğu sofrayı bilen, babama ne bu
hal diye sormaz.
İltifat anlamında söyledi bunu. Yani kayınvalidesine ilti-
fat olarak... Güner sert ve soğuk bir ifadeyle sordu:
— Hangi hal?
Başarılı yatırımcı İbrahim, ettiği lafın nereye gittiğini gö-
rüp ve kayınpederinin sinirlendiğini hissedip korktu. Gö-
bek çevresini işaret edip kekeleyerek:
— Yani böyle, dedi.
Ve kalçalarının etrafında da geniş bir daire çizerken yine
kekeledi:
— İşte yani...
Çizdiği dairelerin büyüklüğüne bakan, İbrahim'in kırdığı
potu mu tamir etmeye çalıştığını yoksa kayınpederini biraz
daha sinirlendirmeye mi uğraştığını anlayamaz.
31
Güner damadının tarifinden anladığını söze döktü:
— Göt göbek anlamında mı?
Evet, İbrahim'in tam olarak kastettiği buydu. Nergis te-
laşla araya girdi:
— Sen babamın gençliğini görecektin İbrahim...
— Güzel adamdı babanız, güzel, dedi Ayten.
Güner, huysuz, sert ve soğuk:
— Bu “dı” ne demek Ayten? Güzelliğim mi kalmadı,
adamlığım mı, dedi.
Ayten kocasının alınganlığına bir anlam veremedi ve güldü:
— Ay bugün babanız bi' tuhaf çocuklar. Siz gelmeden önce
de şeye taktı...
Son anda Güner'in taktığı o şeyin çocukların yanında an-
latılmayacak bir şey olduğunu fark ederek:
— Şeye... Şşşeeyee, deyip kaldı.
Önce Nergis sordu:
— Neye taktı anne?
Sonra da İbrahim:
— Neye taktınız baba?
— Sor annene de anlatsın, dedi Güner öfkeyle.
Ayten, herkesin yanıtını kendisinden beklediği soruyu
duymazdan gelip ortaya bir başka soru atarak sohbeti daha
konuşulabilir bir alana sektirdi:
— İbrahim oğlum ne oldu paranız?
İbrahim koltukta şöyle bir toparlandı, göğsünü şişirdi ve
avcu para doluymuş da önemsemeden yere saçıyormuş gibi
elini sallayarak, son haftada yüzde yirmi falan arttığını söy-
ledi. Bu “falan”ın anlamı şu: Bizim para, bir yatırım dehası
olarak benim çizdiğim rotada aldı başını gitti. Artık küsu-
ratlarla hesap yapıp kafamızı boşuna yormuyoruz.
- Bir haftada yüzde yirmi!.. Ee çok iyi oğlum, dedi Ayten.
“Herhalde yani,” der gibi baktı İbrahim ve biraz daha ka-
bardı:
32
— Daha da artar. Bu Avrupa Birliği işleri yolunda giderse...
— Güner, sen de koysana borsaya, dedi Ayten.
Bugün bir tuhaf olup, onlar gelmeden önce de şeye tak-
mış olan Güner:
— Yok yok iyi böyle; şimdi sen borsaya koyarsın, yüzde
yirmi yüzde on, yarın birisi anayasa atar, birisi hapşırır,
borsa bize toptan bi' koyar doğrultamayız belimizi, dedi.
Ayten şaşırdı.
— Ee İbrahim daha da artar diyor.
Huysuz adam Güner, İbrahim'in nasıl o kadar emin oldu-
gunu sordu. İMKB vahiy mi gönderiyormuş ona? İbrahim,
başarılarının verdiği güvenle hoş gördü bu kıskanç azarı. Gü-
lümseyerek risk faktörünü açıkladı: Bir ihtimal, Avrupa Birli-
ği işlerinde sakatlık çıkarsa problem olacakmış. Güner, o bir
ihtimalin ne kadar bir ihtimal olduğunu sorarak devam etti
saldırısına. Yanıt net: Çok az bir ihtimal. Bunun üzerine Gü-
ner, Kıbrıs meselesinde bir takılma olursa ne olacağını sordu.
İbrahim, bunun zaten Avrupa Birliği sürecinde sorun yaşan-
ması olasılığı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belir-
tünce Güner, Kuzey Irak kartını sürdü ileri. Ya oradaki karı-
şıklık bizi de içine çekerse?.. İbrahim baktı ki adam işin ucu-
nu bırakmayacak alttan alan, rüşvetçi bir gülümsemeyle:
— Vallahi anlıyorsunuz baba siz bu işlerden, dedi.
Güner “Hah şöyle yola gel!” der gibi baktı damadına ve
karısına döndü:
— Gördün mü Ayten; şurada ilk aklımıza gelenleri saydık,
bi' ihtimal oldu üç ihtimal.
O dakikaya kadar atışmayı sadece izleyici olarak takip
eden Nergis, tehditkâr bir ifade ile:
— Ibrahim, ihtimal hesaplarında bir yanlışlık yok değil
mi, dedi.
— Korkma Nergis, denk gele hisse almıyorum ben. Analiz
yapıyorum.
33
Bu yanıt Nergis'i değilse bile Ayten'i çok rahatlattı. İbra-
him'in yaptığı analizlerin bütün o kötü olasılıkları çürüttü-
güne inanmakta hiç zorlanmadı. İbrahim analiz yapıyorsa
Avrupa Birliği işlerinde bir sakatlık çıkmaz. Kuzey Irak me-
selesinde bir takılma olmaz. Ve kimse Anayasa atmaz, kim-
se de hapşırmaz.
— Bak Güner, çocuk analiz yapsın da biz de alalım birkaç
hisse.
— Hiç aklından geçirme Ayten! Üç kuruş paramız var
onunla da kumar oynayacak değilim. d
— Niye kumar olsun Güner? Çocuk analiz yapıyorum diyor.
Güner öfkeyle içini çekip İbrahim'e hesap makinesi kul-
lanıp kullanmadığını sordu.
— Kullanıyorum baba, dedi İbrahim soruya bir anlam ve-
remeden.
— Diyelim ki, iki yazdın çarpıya bastın bi” daha iki yazdın,
eşittire bastın. Ne gösteriyor senin makine? Dört değil mi?
İbrahim kayınpederinin nereye varmaya çalıştığını anla-
madan:
— Evet, dedi.
— Ama başka yerlerde başka hesap makineleri var, dedi
Güner.
Ve devam etti: O makineler ikiyle ikiyi çarpınca büyük
patronlar ne istiyorsa onu gösteriyormuş. Bizim borsayı da
ekonomiyi de o makinelerle yapılan analizler belirliyormuş.
— Aa biliyorum baba! Onun fıkrası da var hatta. Çok zen-
gin bir adam tüm işlerinin başına birini geçirmek için iş gö-
rüşmesi yapacakmış...
Güner kızarak kesti damadının sözünü.
— Mesele o değil İbrahim! Sen benim mesajımı aldın mı?
Aslında İbrahim'in fıkrayı anlatmak isterken maksadı,
“iki çarpı iki, siz ne isterseniz o çıksın” buluşunun kayın-
pederine ait olmadığını göstermekti. Onun olmadığı bir za-
34
man karısına ve kayınvalidesine anlatmak üzere fıkrayı bir
kenara bıraktı.
— Anladım da baba, böyle yaklaşmak bana biraz komplo
teorisi oluyormuş gibi geldi.
— Evladım ben bu işin komple teorisi diye anlattım ama
sen istersen öteki türlü anla, dedi Güner.
Ardından İbrahim'i büyük yatırımcıların avlandığı ortam-
larda dolaşıp biriktirdikleri üç kuruş parayı ziyan etmemek
konusunda uyardı.
— Bak kızım olduğundan biliyorum, Nergis kabak gibi
oyar seni.
Sağlam bir “Yaparım bilirsin!” bakışı gönderdi Nergis ko-
casına. Ayten:
— Ay niye oysun canım, dedi kızını hiç tanımıyormuşçasına.
İbrahim rakipsiz zekâsına rağmen burnunun dikine gi-
den bir insan olmadığını, kayınpederinden bile gelse man-
tıklı yorumların hakkını teslim edeceğini gösterdi:
— Son değerlendirmenize yüzde yüz katılıyorum baba.
Nergis'in beni kabak gibi oyması kısmına...
— Vallahi aslında benim de içim rahat değil de ev alana
kadar...
Bunu söyledikten sonra da kaşlarını çattı ve olası oyma
eyleminin muhakkak mağdurunu muhatap alarak:
— Evi aldık mı borsa morsa yok artık İbrahim, dedi Nergis.
Ayten, kocasının borsada oynamadığını, ama buna rağ-
men kendisinin de içinin hiç rahat olmadığını söyledi:
— Yarın İlker okulu bitirse ne iş yapacağı belli değil kızım.
Yarın İlker okulu bitirse... Güner'in bu konuda söyleye-
cek çok sözü var.
— Aynı İlker'den bahsediyorsak Ayten Hanım, o okulu ya-
rın bitiremez. Öbür gün ya da daha öbürsü gün de bitire-
mez. Okulu bitirdiğini biz görür müyüz onu da bilmem.
İbrahim, kayınbiraderinin Kıbrıs'ta rahatının çok iyi ol-
35
duğunu, okulu bu yüzden bitirmediğini söyledi. Ayten de
damadını onayladı:
— Hu, çok sevmiş öyle diyor.
— Ama bak İbrahim! Senin borsadan oğlana bi okul ala-
cak kadar kazanılıyorsa biz de gireriz, dedi Güner.
İbrahim için hava hoş. Nasıl olsa senet vermiyor. Avrupa
Birliği işlerinde sakatlık çıkmazsa o kadar bile kazanabile-
ceklerini söyledi. Nergis, tehditkâr bir bakış daha gönderdi
kocasına:
— Biz o kadar istemiyoruz yalnız değil mi İbrahim?
İbrahim sesini çıkartmadı.
— Ev parasını denkleştirdik mi çıkıyoruz, dedi Nergis.
Yeteneğiyle aynı ölçüde pişkin olan yatırımcı geniş geniş
güldü.
— Tamam çıkarız. Ben senin kardeşinin bi” diploması ol-
sun diye... Hazır yani Avrupa Birliği Gemisi de istim al-
mışken... |
Güner, bu kez de Avrupa Birliği Gemisi'nin batmayacağı-
na dair elinde bir senet olup olmadığını sordu damadına.
— Hükümet istiyor Avrupa Birliği'ni baba. Sonuçta ekono-
mi oraya bağlı.
Avrupa Birliği, Kıbrıs, ekonomi, Kuzey Irak... Bunlar Gü-
ner'in Başbakan'dan daha fazla fikir sahibi olduğu konular.
Öfkeyle ekonominin neden oraya bağlı olduğunu sordu.
— Globalleşme işte...
Güner daha da öfkelendi.
— Nedir bu globalleşme!?
İbrahim globalleşmenin tanımı üzerinde hiç düşünmemiş
olduğunu şaşırarak fark etti. Yine de zorladı kendisini:
— Yani işte bütün dünya birleşiyor.
Güner, bu hap gibi yanıt üzerine burnundan soluyarak
başını iki yana salladı.
— Kızdırdın babamı İbrahim, dedi Nergis.
36
— Niye? Globalleşmek için bana sormadılar ki. Ben sade-
ce olanı söylüyorum.
Damadına esaslı bir Osmanlı tokadı atacakmış gibi elini
kaldırdı Güner:
— Yahu siz nasıl iktisatçısınız? Nedir globalleşme diyo-
rum, dünya birleşiyor diyorsunuz. Bunun iktisadi, sosyolo-
jik, psikolojik, ne bileyim ben, başka bi' sürü lojik açıkla-
ması yok mudur?
— Vardır, dedi İbrahim hiç önemsemeden.
— Peki nedir?
İbrahim biraz düşündükten sonra toparlayamayacağını
anladı ve:
— Vallahi baba Avrupa Birliği sürecinde bir sakatlık çıkarsa
borsa düşer. Ben bunu biliyorum, diyerek çıktı işin içinden.
Güner, aşağılayarak baktı damadına ve onun gibi gençleri
.cebinden çıkartacağını söyledikten sonra:
— Bak anlatayım size nedir globalleşme, dedi.
Nergis hiç âdeti olmadığı halde neşelendi:
— Anlat baba anlat!
— Globalleşme, dedi Güner.
Ve sanki seminer teklifi ondan gelmemiş de zorla sözlüye
kaldırılmış gibi duraksadı. Odadaki üç kişinin ağzının içine
baktıklarını görünce bir nefeste yaptı tanımı:
— Globalleşme diyerekten, istedikleri ülkeyle istedikleri
gibi oynamalarıdır.
Dağ taklidi yapan kayınpederinin doğurduğu fareye sırı-
tarak burun kıvırdı İbrahim:
— Bu da çok lojik bir açıklama olmadı baba.
— Oldu baba oldu, dedi Nergis.
Globalleşme karşıtı adam, cılız tanımının bıraktığı boşlu-
gu doldurmak için konuyu çarpıttı.
— Kıbrıs'ı elimizden alacaklar.
Ayten buna çok şaşırdı:
37
— Ay gerçekten mi?
Nutkuna devam etti Güner. Biz limanları açmazsak çağı-
rırlarmış yabancı yatırımcıyı, borsa düşermiş. Borsa düşerse
ekonomi çökermiş.
— Ekonomi çökerse hükümet ne olur İbrahim?
— Ee, gider tabii.
İşte Güner'in orijinal analizinin doruğa çıktığı nokta da
burası. Bu zinciri başından gören ya da görmesi sağlanan
hükümet, testi kırılmadan önlem alıyor. Yarın iktidarı vere-
ceğine bugün Kıbrıs'ı veriyor.
Ayten kocasının siyasi değerlendirmelerinin ağırlığına ya-
kışmayacak biçimde güldü:
— Ay bari İlker okulu bitirmeden vermeseler.
— Daha iyi işte anne, Avrupa Birliği'nden almış olur diplo-
masını, dedi Nergis.
Patavatsız anne, bir adım daha ileri götürdü şakasını:
— O zaman versinler.
Güner çok bozuldu:
— Biçimsiz bir şaka oldu Ayten!
— Kızma güzelim kızma! Kimse benim şakama bakıp ver-
mez senin Kıbrıs'ını.
— Vermez ama bi' uzlaşma da lazım.
Bu uzlaşma isteğinin sahibi de İbrahim.
— Ne uzlaşmasıymış o, dedi Güner.
— Yani işte sorunun çözülmesi için...
— Bak İbrahim kızdıracaksın yine babamı.
Çoktan kızmış olan baba:
— Sorun çözülmezse borsa düşer değil mi İbrahim, diye
sordu öfkeyle. i
Ve İbrahim, gecenin en ağır tahrik bombasını gönderdi
kayınpederine:
— Sadece borsa değil ki baba, bütün ada sırtımızda kambur.
— Ettiğin lafa bak İbrahim! Kızdın değil mi baba?
38
Kızmak ne kelime!.. Çok sert bir cisimle kafasına en az
iki defa vurmak istiyor.
— Sırtımızda kamburmuş!.. Kaç lira yatırmışız, kaç lira
batırmışız!? Ne veri var da elinde bol keseden atıyorsun?
Üniversite okumuş adamsın, medya papağanı gibi konuş-
masana ulan!
İbrahim pişkin pişkin sırıttı:
— Kızmışsınız vallahi baba.
— Sizin okuduğunuz üniversiteler!..
— Yok baba, iyisi de var. İbrahim böyle, dedi Nergis.
İbrahim pişkin gülümsemesini koruyarak, karısını onay-
ladı ve yalnız kendisine bakıp karar vermemesini önerdi
kayınpederine.
— Keşke sana bakıp karar vermiş olsam. Yanmış yanmış
kızımın başı yanmış derdim.
Şimdiki gençlerin hepsi İbrahim gibiymiş. Koca ülkenin
başının yandığını düşünüyor Güner. Ayten kocasına abart-
tığını söyledi. Güner duymazdan geldi karısını.
— Bak İbrahim şuraya geliyorsun tek kârın midende gö-
türdüklerin olmasın. Kafana da bir şeyler sok!
— Anne babam fena laf çarptı bana.
İbrahim kayınpederini yeterince kızdırmayı başardığın-
dan gayet keyifli.
— Öfkeli o bugün öfkeli, sizinle ilgisi yok, dedi Ayten.
Çocuklar gelmeden önce taktığı şu mesele geldi Güner'in
aklına ve iyice köpürdü. Bağırarak, çayın hazır olup olma-
dığın sordu. Nergis bakmak için mutfağa gitti. Ayten:
— Kalkın hadi balkonda içelim çayı, dedi.
Ve gülerek ekledi:
— Nutkunu orada atarsın halk da dinler.
Gerçekten de gecenin kalan bölümünde balkonda devam
etti Güner devlet ve memleket meselelerini değerlendirme-
ye. Seçim konuşması kıvamında bir nutuk oldu. Daha çok
39
Avrupa Birliği'ne yüklendi. Birliğin, Kıbrıs'ı kuzey güney
sorunu çözülmeden alması korkunç bir hataydı. Bugünkü
hükümet çok hukukluluk için istiyordu Avrupa Birliği'ni.
Onların derdi özgürlük adı altında şeriat kanunlarını iç hu-
kuka dahil etmekti. Ülke çıkarlarını düşünseler görüşme-
lerde almaları gereken pozisyon çok açıktı: Görüşelim ona-
ya kalsın. Nokta, bitti, tamam!
Ve Avrupa Birliği'ni sırf borsadaki parası artsın diye iste-
yen İbrahim'i fena fırçaladı, ama bu konuda kızı bile des-
teklemedi onu. Nergis ev alana kadar İbrahim'in banka soy-
gunculuğu yapmasını bile yakalanmaması koşuluyla ahlaki
açıdan yargılamayı düşünmüyor. Ayten yine meseleyi tam
olarak kavrayamadı ve neredeyse, kocasının Avrupa Birli-
gi'ne sırf çocukların parası artmasın diye karşı olduğu so-
nucunu çıkarttı.
Geceden en fazla akılda kalacak olan, Güner'in Avrupa
Birliği'ne yaptığı açık çağrıydı: Gelin açlığı tartışalım! Su
sorununu konuşalım! Ozon tabakası ne olacak diye düşü-
nelim! Yüz seksen ülke için ortak bir bütçe hazırlayalım!
Bunlara evet deyin, en önce ben size gelmezsem namerdim!

40
Başarılı Bir Satış Elemanı,
Ama Kötü Bir Şoför

Güner'in ertesi gün masasına oturduktan sonra yaptığı ilk


iş Samet'i aramak oldu. Hani şu damadının yaşıtı olan, topu
nereye gönderdiyse oradan kafasına kafasına çaktığı idari
işler müdürünü... Samet hemen maçı hatırladı ve Güneri
bir kez daha tebrik etti.
— Teşekkür ederim Sametçiğim, sen de güzel oynadın, de-
di Güner.
Ardından da maç sonrası aralarında geçen konuşmayı ha-
tırlayarak gülmeye başladı. Söz konusu olan çok komik bir
yanlış anlaşılmaymış. Akşam da aklına gelmiş ve gülmekten
karnı ağrımış. Henüz, o yanlış anlaşılmanın ne olduğunu
söylemediğinden Samet hiçbir şey anlamayıp sessiz kaldı.
— Hani dedin ya Şarapova taklidi yaptım diye...
Ve bunu duyunca Samet, konuyu hatırladığını hafif bir
Şarapova çığlığıyla belli etti. Bu konuda öyle becerikli ki
ünlü tenisçiyle servis kullanırken onu seslendirmek için
anlaşma yapabilir.
— Yahu ben onu Navratilova ile karıştırmışım yahu!..
41
Samet bayan tenisçileri havalanan etekler seviyesinde ta-
kip ettiği için Navratilova'nın lezbiyen olduğunu söyledi
hemen.
— Evet biliyorum. Gladyatör gibi pazıları vardı karının.
Zaten onun için etkilenmedim. Zannettim ki sen onun tak-
lidiyle beni korkutmaya çalışıyorsun.
Samet, gladyatör pazılı lezbiyen Navratilova ile Rus dilbe-
rinin çığlığı arasında hiçbir ilişki kuramadı.
— Yani onun kadar iyi oynuyorum manasında yapıyorsun
diye düşündüm.
Bir kahkaha molasının ardından devam etti:
— Ben Şarapova'nın sesini duyacağım da aklımda masa te-
nisi kalacak... Hangisi sağ elim, hangisi sol elim, hangisi ra-
ket, hangisi top, hepsini unuturdum vallahi. Akşam ikisini
karıştırdığımı fark edince e güldüm yahu.
Ve yine güldü.
— Allah Navratilova'dan razı olsun, dedi Güner.
Ağırbaşlı güvenlik amirinin ilk defa bu türden muhabbe-
tine tanık olan Samet şaşırdı. Onu tekrar tebrik etmek dı-
şında bir şey diyemedi.
Yanlış anlaşılmayı düzelttiğinden emin olan Güner her
zamanki ciddi ve soğuk sesiyle teşekkür edip:
— İyi çalışmalar, dedi ve kapattı telefonu.
İçi rahatlamıştı. Sorunu çözmekteki becerisinden dolayı
gurur duydu kendisiyle. Dünden kalan evrakları dosyala-
maya başladı. Güvenlik amirliğini kayıt ve dosyalama açı-
sından Osmanlı Hariciye Nezareti ile aynı kalitede yöneti-
yor. Tüm yazışmalar, faturalar, arabaların belgeleri, perso-
nelin temiz kağıtları, kimlik bilgileri... Hepsini muntazam
biçimde kayıt altına alıyor ve ayrı ayrı dosyalıyor. Bilgisayar
kullanma alışkanlığı da olmadığından hâlâ elde yapıyor
tüm çalışmalarını.
Öğlene doğru Ceyda girdi odasına. Halit'in işe alınması
42
konusunda olumlu kanaatte bulunduğu parlak satış elema-
nı... Aynı zamanda güzel bacaklı... İşe başlayalı üç ay olma-
sına rağmen hâlâ cihazların adlarını yanlış söyleyebiliyor,
ama nasıl beceriyorsa çok iyi satış yapıyor. Herhalde ikna
edici ve samimi bir insan olduğu için...
Cıvıldayan sesiyle:
— Merhaba Güner Bey, dedi.
— Merhaba Ceyda Hanım.
Bu başarılı satış elemanı çok kötü bir şoför. Kazalardan
ancak panayırlardaki çarpışan arabaların sürücüleri kadar
uzak durabiliyor.
Güner, çekmecesinden Ceyda'nın arabasının anahtarını
çıkartıp uzattı:
— Buyurun Ceyda Hanım.
Anahtarı alırken:
— Bir daha sorun çıkartmaz değil mi, dedi Ceyda.
Anlamadan baktı Güner. Şakacı sürücü gülümsedi.
— Yani diyorum, bir daha kaza yapmaz değil mi?
Güner de gülümsedi:
— Ee o biraz da sürücüsüne bağlı.
Ceyda her zamanki teklifsizliği ile Günerin masasının
önündeki koltuklardan birine oturdu. Bu şirkette çalışmaya
başladığından beri odasında en fazla zaman geçirdiği insan-
lardan birisi güvenlik amiri. Güner'den hiç hoşlanmıyor ol-
saydı da şartlar bunu zorlardı ama Ceyda işe aynı günlerde
başladığı bu karizmatik adamın sohbetinden özellikle hoş-
lanıyor. Aslında Güner çok fazla konuşmuyor. Ceyda anla-
tırken o tebessüm ediyor, şaşırıyor, dinlediklerine uygun
tepki neyse onu veriyor.
— Anlattım ya Güner Bey, bu kez gerçekten hiç suçum yok-
tu. Ben duruyordum, adam resmen geldi arkadan çarptı.
Kazanın nasıl olduğunu biliyor Güner. Tutanağın fotoko-
pisi dahil tüm belgeleri dosyalamıştı.
43
— Trafik akarken en ol şeritte duruyormuşsunuz Ceyda
Hanım, dedi gülerek.
Bacak bacak üzerine attı Ceyda. Her zamanki gibi dizinin
birkaç parmak üzerinde dar eteklerinden birini giymiş.
— Ay siz de anlayışsız polis gibi o koca kafalı adamın tara-
fını tutarsanız darılırım vallahi.
Güner neşeyle güldü. Karşısındaki açılmış bacaklara bak-
mamaya çalışarak ve Halit'in aksine bunu başararak:
— Yok yok, onun tarafını tutmuyorum, dedi.
Ceyda gözlerini kocaman açıp isyankâr bir tavırla:
— Nasıl oldu hiç anlamadım: Hem mağdurum hem suçlu!
Adam gözümü çıkartıyordu. Kör olabilirdim Allah koru-
sun, dedi.
Güner için burada yeni olan bilgi “kör olabilirdim” kıs-
mı. Masasında Ceyda'ya doğru eğildi ve şaşırarak sordu:
— Kör mü olabilirdiniz?
— Tabii! Yanlış anlaşılmasın diye söylemedim. Tamoan
gözüme rimel sürüyordum.
“Yuh artık!” diye geçirdi Güner içinden ve güldü.
— Bunu söylememeniz iyi olmuş, gerçekten yanlış anlaşı-
labilirdi.
— Arkam boştu Güner Bey. Sonradan çıktı o herif. Al-
lah'tan el aynamı bulamadığımdan dikiz aynasını kullanı-
yordum. Yoksa nasıl görecektim herifi arkamdan Azrail gibi
gelirken. Kazık gibi saplanacaktı gözüme.
Ceyda'nın bahsettiği olasılığın verdiği dehşetle irkildi
Güner:
— İiygğ! Düşünmesi bile fena!
Bunu söylerken yüzünü buruşturup omuzlarını birbirine
yaklaştırdı ve bütün vücudunu titretti. Ceyda'nın çok hoşu-
na gitti Güner'in tepkisi.
— Aa ne yaptınız öyle?
Soruyu duymadan:
â4
— Sahiden ucuz atlatmışsınız, dedi Güner.
— Bi daha yapsanıza ne olur!
Güner bunu da duymadı. Hiç umulmadık kazalardan do-
gan umulmadık kötü sonuçlara örnek olarak askerlik geç-
mişinden bir anıyı anlatmak üzere giriş yaptı:
—Bir gün Tugay'da banyo kazanı patlamıştı...
Ceyda patlayan banyo kazanını umursamadan, cilveyle
tekrarladı isteğini:
— Hadi hadi ne olur bi' daha yapın!
— Neyi bir daha yapayım?
Elinden geldiğince Güner'in ürkmüş tepkisini taklit etti
Ceyda. Utanarak güldü Güner.
— Hadi ama hadi hadi, ne olur yapın!
Genç kadının ısrarına boyun eğen Güner aynısını yapa-
bilmek için ciddileşip konsantre oldu. Ceyda sirke gitmiş
küçük bir kız çocuğu gibi hevesle bekledi gösterinin başla-
masını. Ve Güner şovunu başarıyla tekrar icra etti. Ceyda
sevinçle yerinde kıpırdanarak:
— Bi daha! Bi' daha, dedi.
Güner bir daha yaptı aynısını. Ceyda daha bir neşelendi.
Güner “Bu da benden olsun,” deyip bir tane daha patlattı.
Karşılıklı bir süre güldükten sonra Ceyda ciddileşerek:
— Çok insansınız, dedi.
Güner şaşırdı:
— Öyle miyim?
Koltuğunda toparlandı Ceyda.
— Yani tepkiniz... Çok insanca oldu.
İnsanca tepki veren sert güvenlik amirinin yüzü kızardı.
Mahçup bir eda ile teşekkür etti. Ceyda ona gülümseyerek
bakarken bu utangaç halin Güner'i daha bir sevimli yaptığı-
nı düşündü. Bir kızın babasına ya da tombiş amcasına his-
settiği yakınlığı duydu ona karşı. Uzanıp yanaklarını mın-
cıklamak geçti içinden.
45
— Aldınız mı arabanızı Ceyda Hanım?
Arkasındaki sese dönünce Halit'i gördü Ceyda.
— Aldım aldım! Güner Bey de garanti verdi, bir daha kaza
yapmayacakmış.
Halit doğrudan işle ilgili konuşmuyorlarsa her zaman ta-
kındığı dalgacı tavrı ile:
— Öyle mi amirim, diye sordu.
Gülerek:
— Öyle, öyle, dedi Güner.
Ceyda:
— Ben çıkayım, deyip kalktı.
Elindeki anahtarı gösterek teşekkür etti Güner'e.
— Rica ederim Ceyda Hanım.
— Görüşmek üzere Halit Bey.
— Görüşmek üzere Ceyda Hanım, dedi Halit.
Ceyda kapıdan çıkana kadar bekledikten sonra Güner'e
imalı imalı baktı Halit. Güner anlamazdan geldi ve Halit
ciddileşti:
— Soruşturacaksın değil mi amirim?
Güner önce neyi diye sordu, ama Halit bir şey demeden
hatırladı.
— Yahu Halit, lojistik ve ulaştırmanın bana bağlı olduğu-
nu işe başladıktan sonra öğrendim; şimdi de sınır ötesi ha-
rekât mı çıktı?
Neşeyle söyledi bunları ve devam etti.
— Levazım da bendeyse haberim olsun. Kazan defteri fa-
lan da tutayım, dedi.
Halit az önce Ceyda'nın oturduğu koltuğa geçti.
— Senin hatırlı tanıdıkların vardır amirim. Görevin oldu-
gundan değil, sevabına yardım bekliyoruz.
Güner daha önceki itirazını tekrarladı. Bu işin neyini so-
racaktı ki? Halit de her zamanki yanıtı verdi: Ondan öğren-
mesini istediği, bahse konu adamın gerçekten vurucu gü-
46
cünün olup olmadığıydı. Belki de blöf yapıyordu.
Güner geçiştirmek için neşeyle:
— Yahu bunu soruşturmaya gerek var mı? Adı Tayyar olan
adamın vurucu gücü olmaz mı, dedi.
Halit sıkıntıyla içini çekti.
— Amirim inan kafa bulunacak mevzu değil. Genel mü-
dür fevkalade önem veriyor hadiseye.
Genel müdür aynı zamanda bu çok ortaklı şirketin yüzde
altmış hissesinin sahibi. Fevkalade önem verdiği olay, bir
alacak meselesiyle ilgili. Daha doğrusu alamama meselesiy-
le ilgili, Makinelerin borcunu ödeyemeyen başarısız giri-
şimcilerden biri, hadiseyi Tayyar Bey'e havale etmiş.
— Peki tamam, soruştururum. Öncelikle şu isim mesele-
sinden başlıyorum.
Güner'in hâlâ dalga geçtiğini gören Halit sesini çıkart-
madı.
— Bakalım adı gerçekten Tayyar mı? Belki Emre, Berk fa-
landır; Tayyar taklidi yapıyordur uyanık.
Esprilerine gülünmediğini görünce Güner de ciddileşti
ve gerçekten gerekli soruşturmayı yapacağını söyledi. Ko-
nuşmanın alaylı başlangıcı yüzünden Halit ona inanmakta
zorlandı. Ancak Güner sözünü birkaç kez daha tekrarladık-
tan sonra ikna oldu.
— Peki öyleyse, bu mesele çok önemli, dedi.
Bir süre sessiz oturduktan sonra göz kırptı.
— Neye borçluyuz amirim bu neşenizi?
Güner'in yanıt vermesine kalmadan da ekledi:
— Ceyda'yla bir ilgisi var mıdır?
Halit'in Güner'i kızdıran bu soruyu sormasında, arkada-
şının az önce verdiği laubali yanıtların da payı var, ama asıl
sebep kadınlardan konuşmaya bayılması. Gözü sahalarda
kalmış eski bir çapkın o. Rahat bir nefes almak için geliyor
arkadaşının yanına. Rahat nefes alması da ancak istediği
47
konulara temas edebildiği sohbetlerle mümkün. Kadınlar... .
Halit çok seviyor onları.
Fena halde ciddileşti Güner.
— Onu da nereden çıkarttın yahu?
— Ne bileyim ben. Geçen gün pek bi' fingirdeşiyordunuz
da... Bugünküne tam yetişemedim, ama yine işler fena de-
gildi anladığım kadarıyla.
Açık kapıya bakarak kızdı Güner:
— Saçmalama Halit!
Halit, Güner'in tepkisini hiç umursamadı. Kendi kendine
konuşur gibi:
— Kaplan! Kaplan, dedi.
Birden hayvanlar alemine kayan konuyu takip etmekte
zorlandı Güner.
— Ne kaplanı?
Halit yerinden kalkmadan gövdesini Güner'in masasına
doğru yaklaştırdı. .
— Bunu yatakta bi düşün amirim! Ne alli be!
Kısık ve tutkulu bir sesle söyledi bunu. Güner, Halit'ten
daha da alçak sesle ama öfkeyle:
— Niye yatakta düşüneyim canım? Ne biçim laf o öyle
Halit, dedi.
Koltuğunda geri yaslanıp kahkaha attı edepsiz muhab-
betlerin tutkulu adamı.
- Korktun mu amirim?
Güner iyice öfkelendi:
— Niye korkayım yahu?
Halit sakinleşti birden. Parmağındaki evlilik alyansıyla
oynarken:
— Vallahi ben olsam korkarım, dedi.
— Neden korkarsın?
— İşte onunla aynı yatağa düşsem...
Bunu söylerken başıyla, az önce Ceyda'nın çıktığı kapıyı
48
işaret etti. Bütün şirket kapıya toplanmış da onları dinliyor-
larmış gibi korktu Güner.
— Yahu Halit, duyan falan olacak sapığa çıkacak adımız.
Sertçe geriye yaslandı Halit. Kolunu Güner'e doğru savu-
rurken:
— Aman be amirim! Senin bu şirkete girmene neden aracı
oldum ben, dedi.
Gerçekten bir yanıt beklediğinden durdu.
— Ha neden oldum?
— Şirketin güvenliği sağlam ellerde olsun diye değil mi,
dedi Güner gülerek.
Yine masaya doğru eğildi Halit. Sözcükleri avcunun üs-
tünden sektirerek gönderiyormuş gibi kolunu Güner'e uza-
tarak onun şirkete alınmasına aracı olmasının nedenini
açıkladı: Gelsin de muhabbet edelim diye... Ve arkasına
- yaslandı.
— Bak ben üniversite okudum. Yurtta da kaldım, öğrenci
evinde de. Hiçbir yerde o askeri lisenin koğuş muhabbetini
bulamadım.
Hesabı dün yaptığı için kaç sene öncesine gitmesi gerek-
tiğini biliyor Güner. Ergenlik çağındaki mavi pijamalıların
doldurduğu bir yatakhane canlandı gözlerinin önünde. Yeni
yetme bedenleri rahat bırakmayan hormonların bel altı şa-
kalarda yolunu bulduğu ranza muhabbetlerini duyar gibi
oldu.
— O zamanlar on beş on altı yaşındaydık Halit.
O yılların iki sene sonrasından bahsediyormuşçasına:
— Şimdi de elli beş yaşındayız, dedi Halit.
Genç bir adam çevikliğiyle yerinden kalkıp kapıyı kapattı.
— Hem muhabbeti de mi yasak artık?
Halit yerine geri otururken, Güner “neyin artık muhab-
betinin de mi yasak” olduğunu sordu. Kravatını gevşetip
gömleğinin yakasını çözdü Halit.
49
— Yani diyorum, o işlerin muhabbetini de mi yapamaya-
cağız artık?
Son sözcüğün üstüne bastırarak söyledi bunu. Bir süre
sessizlik oldu. Güner konuşma sırasının kendisinde oldu-
gunu anladı ve alacağı yanıttan korkarak sordu:
— Neden artık?
Halit hiç beklemeden yapıştırdı:
— Yirmi beş yaşında değiliz de ondan artık!
Ve Güner de hiç beklemeden patladı:
— Hiç ilgisi yok!
Halit, sakin karşıladı Güner'in tepkisini.
— Vallahi amirim bende ilgisi var.
Karısıyla ağız birliği etmiş gibi Halitin de böyle saçma sa-
pan konuşmalar yapması canını sıktı Güner'in. Hem de Şa-
rapova potunun hemen ardından...
— Ben bir şey hissetmedim. Gücüm kuvvetim yerinde çok
şükür, dedi küskünce.
İnanmadığını belli ederek sırıttı Halit.
— Maşallah, maşallah da, oturduğun yerden anlayamazsın
onu.
Sinirlendi Güner:
— Ne var canım bunda anlamayacak!? İnsan kendini bil-
mez mi!?
Halit, bütün derdi Güner'i sinirlendirmekmiş de, doğru
damarı yakalamışken tadını çıkarmak ister gibi gülümse-
yerek devam etti: Her zaman onun bildiği gibi olmayabi-
lirmiş.
— Misal; sen kendini sustalı zannedersin. Bastın mı... Şak!
Açılacak... Sonra bi kavgaya girersin, iki elinle açamazsın
bıçağını.
Tiyatroda rolünü oynuyormuş gibi son derece canlı ton-
lamalarla söyledi bunları.
— Anlatabildim mi amirim?
50
Sesini çıkartmadı Güner. Şu kavgada açılmayan sustalı
benzetmesinde takılı kalmıştı aklı.
— Çift vurup tek saydığımız vakitler geride kaldı.
Yarım nefeslik bir boşluğun ardından da o vurgulu sözcü-
gü ekledi: “ARTIK.”
Kapının kapalı olmasına güvenerek öfkeyle bağırdı Güner:
— Canım gençlik sadece hazır kıta kısrak kovalamak mı-
dır?
Halit “anladım ben seni” gibisinden göz kırparak:
— Kısrak gibi değil mi, dedi.
— Kim?
— Ceyda.
— Yahu bak!..
Güner artık sinirlerini kontrol edemediğinden konuş-
makta zorlanıyor. Elini kolunu sallayarak fırçaladı arkada-
şını;
— Aklın takılmış kalmış oraya. Koca şirketin maliyesini
emanet ettikleri adama bak!
Gülümsedi Halit:
— Hadi hadi söyle! Biz bizeyiz korkma!
— Ne korkacam yahu!?
Halit göz kırptı:
— İyi değil mi?
Güner kafasını iki yana salladı. Halite'e baktı; hâlâ yanıt
bekliyor.
— Değil, deyip kestirip attı.
— Niye?
— Çünkü tipim değil, dedi Güner.
Bu yanıt çok hoşuna gitti Halit'in. Neşeyle güldü.
— Bak sen! Sevsinler! Buldun da tipin olmayanları ayıkla-
mak mı kaldı?
— Arıyor muyum ki bulayım?
— Arasan kim peki senin tipin?
51
Güner yanıt vermedi. Halit yine şeytan taklidi yaparak
göz kırptı:
— Hı?
Aramadığı için bulmayan adam bir kez daha kükredi:
— Yahu Halit, yaşın ilerledikçe uslanacağına... Hepten!..
“Hepten sapıtıyorsun”la “hepten aklın şeyinde takılı kalı-
yor” arası bir şeydi eksik kalan cümlenin devamı.
— Söyle söyle, muhabbet ediyoruz, dedi Halit arkadaşının
ayıplamasını ciddiye almadan.
Güner yanıt vermeden kurtulmasının mümkün olmadığı-
nı anladı. Bir an düşündü. Kafasının içinde iç gıcıklayıcı bir
çığlık yankılanırken minicik etekler havalandı ve sonrasını
hayal etmeye utandı.
— Şöyle yumuşak yüzlü... Yani... İşte...
Güner'in, sular seller gibi akan bu anlatımın üstüne bir
de beceriksiz jestlerle göğüs, kalça ve vali çizmesi, Halit'i
çok eğlendirdi. Sonunda:
— Şarapova canım mesela, dedi Güner.
- Kim?
— Var ya şu tenisçi kız... Rus... Hani çok yaman servis
kullanıyor.
Halit kahkaha attı:
— Hem Rus hem tenisçi ha!.. Tadından yenmez!
Bu yorum hoşuna gitti Güner'in. Koltuğunda doğrulup
aldığı nefesle göğsünü şişirerek kabardı. “Biz seçtik mi böy-
le seçeriz!” anlamında bir gülümse oturdu yüzüne.
— Baş edebilirsen tabii...
Ardından da küt diye bunu söyledi Halit. Güner'in gü-
lümsemesi anında kayboldu. İçindeki nefesi, tek molekül
oksijenini kullanamadan geri verdi. Yüzüne “Biz seçtik baş-
kası mı yiyecek!” itirazı oturdu ve bağırdı:
— Ne demek yahu bu baş etmek!? Anlamıyorum senin di-
lini ben!
52
— Anlamazsın tabii. Çocuklarının anasından başka kadın
görmedin ki.
Afalladı Güner. Doğru, Halitin deyimi ile çapkınlıklarla
süslü ya da kendisinin terminolojisi ile çapkınlıklarla kirli
bir geçmişi yok. Peki bu onun erkekliğini gölgeler mi? So-
ruyu kendisinin değil, başkalarının nasıl yanıtlayacağı
önemli.
— Yok ya! Ne biliyorsun, dedi.
Halit, Güner'in masasına doğru eğildi. Konunun gizliliği-
ne gereken önemi verdiğini belli etmek için, sesini iyice kı-
sarak:
— Gördün mü, dedi.
— Ben sevmem böyle şeyleri anlatmayı.
Halit elinin tersiyle havaya sert bir tokat atarak:
— Ee ben hep anlatıyorum ama sana, dedi.
— Anlatmasan ne olur ki? Bi” gazetelerden okumadığımız
kaldı.
— Vallahi o da olursa şaşma! Müberra yemin etti, bi daha
denk getirsin televizyonlara verecekmiş beni.
Güner güldü. Ayten'in o programları çok sevdiğini söy-
ledi.
— Belki o da telefonla bağlanır, dedi.
— Aman aman! Müberra beni nasıl korkutmuşsa kâbusu-
nu bile gördüm. Hani şu muhasebedeki Aynur var ya...
Güner konunun kendi mahremiyetinden uzaklaşmasına
sevindi. Tatlı sert bir tonda:
— Çek muhabbeti dibe, çek hadi, dedi.
Ve Halit kâbusunu anlatmaya başladı. Aynur'la odasında
koltukta oturuyorlarmış. Birden kapı açılmış. Müberra or-
dusuyla dalmış içeri.
— Üstümüze çevrilmiş bazuka gibi kameralar... Aydınlat-
ma fişeği gibi patlayan flaşlar... Suratıma tüküren piyade
teyzeler... Uyanmasam kalpten gidiyordum vallahi.
53
Güner, onun bir kızla odada oturması yüzünden böyle
bir şamatanın kopartılmasını anlamlı bulmadığını belirtti.
— İyi de aynı koltuktayız, dedi Halit.
Güner kahkaha attı.
— Dosya alırken kucağıma düştü deseydin.
— O düştü ama kıyafetleri düşmedi değil mi, dedi Halit.
— Ee hak etmişsin sen.
Uyandığında ter içindeymiş. Müberra'nın onun gözünü
fena korkuttuğunu söyleyerek alay etti Güner. Kâbus mağ-
duru hiç gocunmadı:
— Kırk yıllık arkadaşıma yalan mı söyleyeceğim, korktu
tabii!
— Uslansana madem!
— Uslandım zaten.
— Ee aklın hep orada.
“Boş versene” gibisinden elini salladı Halit.
— Aklım orada olsa ne?.. Bu yaştan sonra... Bi gözümde
kaldı bi dilimde.
Güner'in neşesi yine kayboldu. Halit'in cinsel performan-
sı onu çok fazla ilgilendirmez ama “bu yaştan sonra” dediği
yaş kendi yaşı olduğundan içerledi.
— Yahu yaşla ne ilgisi var?
Bir bilen edasıyla:
— Var var! Sen uçkurunu bi tuvalette bi” de evinin yatak
odasında çözdüğünden bilemezsin, dedi Halit.
İşte yine kaldıkları yere döndüler. Güner'in sevmediği
yere...
— Erkek adamın anlatmayacağı sırları olur.
Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olarak yaşadığı maceraları arka-
daş sohbetine meze etmeyeceğini belirten bir ajan havasın-
da söyledi bunu. Halit etkilenmedi:
— Bak! Sen Sindi'yle Türk'ün fıkrasını biliyorsun değil mi?
Bilmediğini söyledi Güner.
54
— Hani bi Türk'le Sindi Kreyfırt adaya düşmüş...
Halit'in ifadesiyle Sindi daha iyi bir seçeneği olmadığın-
dan Türk'le işi pişirmeye başlamış. Bir ay, iki ay, üç ay... Yi-
ne Halit'in ifadesiyle hep aynı koreografi...
— Sonunda amirim, “sıkıldım” demiş Sindi. Bizimki, “Valla-
hi ben de sıkıldım,” demiş. “Peki napalım?” Sindi “Biraz fan-
tezi yapalım,” demiş. “Tamam o zaman bekle!” demiş bizim
adam. Koşa koşa gitmiş gemiden erkek kıyafetleri getirmiş. |
Haliti dinlerken yine neşelenmeye başlamıştı Güner. Ti-
yatrocu gibi canlandırarak anlatmasına gülüyordu.
— Sindi'ye “Giy bunları!” demiş. “Allah!” demiş Sindi,
“Herif fantezinin kralını hazırlıyor.” Bi de kara bıyık yap-
mış Sindi'ye... Kostüm hazır, tamam başlayalım aktiviteye.
Sanki olayın kahramanı olan Türk, kendisiymiş gibi coş-
muştu Halit.
— Bağırma ulan, duyan olacak!
Uyarıyı umursamadan devam etti:
— Bizim oğlan atmış kolunu Sindi'nin omzuna...
Bunu söylerken yanındaki erkek kılığına girmiş hayali
Sindi'yle fıkranın şanslısının pozisyonunu aldı. Ve tıpkı
onunla konuşuyormuş gibi:
— Var ya biliyor musun, tam üç aydır Sindi'ye kayıyorum,
deyip kahkaha attı.
Güner de fıkrayı komik bulduğunu söyleyerek arkadaşı-
na katıldı. Kahkahaların kesilmesinin ardından, Halit bu
fıkrayı neden anlattığını sordu. Amir yanıt veremedi. Ana
fikir şuymuş: Biz Türkler, ıssız bir adada da olsak anlatma-
dan duramazmışız.
— Anlatmıyorsan amirim ya bizden değilsin ya da ortada
Sindi Mindi yok!
Fıkranın öncesinde kaldıkları yere döndüklerini görünce
neşesi kayboldu Güner'in.
— Sen öyle san!
55
Eliyle, koluyla, yüzüyle inanmadığını belli eden her tür
jest ve mimiği yaparak:
— Hadi canım, dedi Halit.
Amirin biriken öfkesi yine infilak etti:
— Ulan inanman için noter huzurunda mı şey yapmam
gerekiyordu?
Hemen ardından da taşkınlığının faturasını Halive kesti:
— Kötü kötü konuşturuyorsun insanı. İyice sapıttın sen
Halit! Böyle devam edersen bu adamla hiçbir ilişkim yoktur
yazıp ilan panosuna asacağım.
— Kızma amirim ya! Laflıyoruz şurada.
Amir kızmıştı bir kez.
— Canım laflıyoruz da hep bel altı hep bel altı!.. Çük mu-
habbetinden başka konu yok mu?
Halit güldü.
— Bak ben sohbetlerimizin bir düzeyi olsun isterim ami-
rim. Bazı şeylerin takma adlarını tercih edelim lütfen.
Malum muhabbet dışında konuşulabilecek konuların
başlıklarını sıraladı Güner hızla: Avrupa Birliği, Irak, eko-
nomi, terör...
— Azıcık da bunlardan konuşalım yahu!
Halit ağzını hafiften yana kaydırarak alaycı biçimde gü-
lümsedi.
— Yani şimdi benimkiler bel altı diye bunlardan konuşa-
cağız öyle mi?
- Beğenmedin mi hiçbirini?
Bir süre düşündü Halit.
— Beğendim beğendim de...
Sıkıntıyla ensesini kaşıdı.
— Bel altına inmeden bu konulardan nasıl konuşacağız?
Ekonominin vaziyetine “yengen” deyip geçtik; peki Ameri-
ka'nın Irak'a yaptığının adını ne koyalım? Neticede çok dü-
zeyli bir ilişki olduğunu söylemek mümkün değil,
56
Güner güldü.
— Yahu sen her şeyin gırgırındasın.
— Amirim, ben aslında o kadar duyarsız bir insan sayıl-
mam. Etrafımda olana bitene kendimce bakarım bakması-
na da... i
— Konuşmayı sevmezsin.
— Hani başkasının gerdeğini seyredip pozisyon değerlen-
dirmesi yapmak ters bana.
Güner yine güldü:
— Bir lafın da bel üstünde başlayıp bel üstünde bitsin be!
Kısa bir sessizliğin ardından da ekledi:
— Ya duvağın altındaki senin yüzünse?..
Konuşmak için önerdiği konu başlıklarının vatandaş ola-
rak Halit üzerindeki etkilerine gönderme yapıyor. Güner'in
devlet ve memleket meselelerine ilgisi doğrudan kendini ta-
raf kabul etme seviyesinde. Sanki Avrupa Birliği bizzat şahıs
olarak onu alıp almamayı düşünüyor. Kıbrıs Akdeniz'de
kendi adası ya da arsası... Halit ise bunlara benzer konular-
da tavrını yine kendine has üslubuyla ortaya koydu:
— Ona uygun bir söz de var amirim, ama şimdi sert kaçar.
Hani davalı mavalı...
Güner, Halit'in ağzına gelen bazı sözleri ayıp olur diye
yutmasına şaşırdı.
— Demek sen de bir otosansür kullanıyorsun ha?
— Kullanmasaydım poşete koyarlardı beni, deyip kalktı
Halit.
Yakasını ilikleyip kravatını düzeltti.
— Kaçayım ben artık.
Biraz sonra kapıdan çıkacak ve yine ciddi iş yaşamına dö-
necek,
— Mali işler koordinatörlüğü güvenlik amirliğine benze-
mez. Ben boşladım mı maaşlarınızı alamazsınız Allah mu-
hafaza, dedi.
57
Gidip kapıyı açtı. Çıkarken de sordu:
— Açık mı bırakayım, kapatayım mı?
Güner, ondan başkasıyla saklısı gizlisi olmadığını söyle-
yip açık kalmasını istedi.
— İyi o zaman bi gün kapıyı kapalı görürsem içeride ne
olduğunu anlarım. Hadi görüşmek üzere.
— Hadi Allah ıslah etsin, dedi Güner.
Halit'i gönderirken neşeliydi Güner, ama yalnız kalınca yi-
ne aklı sohbetin belli noktalarına takıldı. Bu yaştan sonra...
Bir kavgaya girersin, iki elinle açamazsın bıçağını... Tadından
yenmez ama baş edebilirsen... Bugünlerde yaşıyla ilgili saçma
değerlendirmeler daha mı sık çıkıyor acaba karşısına? Sen
babamın gençliğini görecektin İbrahim. Güzel adamdı baba-
nız. Yani babanızda şimdi göt göbek birbirine karışmış ama
eskiden filinta gibi adamdı. Şarapova'yı açıp önüne koysalar
kılı kıpırdar mı kıpırdamaz mı belli değil. Bütün bu saçma-
lıkların doğru olma olasılığı ruhunu donduran soğuk bir
rüzgâr gibi esti bir an. Eğer onlar haklılarsa, yani bazı şeyler-
den artık “di” li geçmiş zaman ekiyle bahsetmesi gerekiyorsa,
zamanın tedavi edici kollarına da bırakamaz kendini. Elli be-
şinde, hem Rus hem tenisçi olana kılı kıpırdamayan adam
beş sene sonra beterin beteri olur. Can sıkıntısıyla içini çekti
Güner ve dosyalama faaliyetlerine devam etti.
Öğleden sonra, mesai bitimine yakın yine Ceyda ziyaret
etti Güner'i. İşle ilgili değil sadece muhabbet için geldiğini
söyledi. Ve sadece muhabbet ettiler. Üstelik Ceyda'nın kap-
tanlığında gelişen sohbetin güzergâhı, Güner'in ilerleyen
yaşına hiç uğramadı. İki arkadaş gibi konuştular.
Güvenlik amiri mesaisini bitirip arabasına atladığında
Ceyda'yla sohbetlerinin pozitif etkisi altındaydı. Yol boyu
“Ayva çiçek açmış yaz mı gelecek?” şarkısını, bittikçe başa
alarak söyledi.

58
Güner Pijamasını Giyemiyor

Ayten kapıyı açar açmaz, Güner bir öpücük kondurdu ya-


nağına. Âdetten olan selamlaşma seremonilerinin bir parça-
sı değil bu, ama Ayten farklılığı fark etmedi. Kocasına hoş
geldin deyip elinden çantasını aldı ve önüne terliklerini
koydu.
— Hoş bulduk yavrum.
— Nasıl geçti günün?
Bu soru da sıradan değil. Güner salonun ortasına gelmiş-
fani . Durdu ve Ayten'e baktı:

— Hayırdır yavrum?
— Ne hayırdır?
Ayten'in yanağını okşadı.
— Elektrikler mi kesik?
— Yoo.
— Televizyon bozuldu?
— Niye?
Güner güldü.
— Kim karısının yanına kimi katmış, anlatmıyorsun.
Ayten bir an durup düşündükten sonra anladı kocasını.
59
— Haa! Ay ömürsün!
Güner, doğrudan yatak odasına geçmek yerine kanepeye
bıraktı kendini.
— Sen öyle birdenbire nasıl geçti günün diye sorunca ha-
zırlıksız yakalandım.
Ayten de kocasının yanına oturdu. Bugünkü programa
dayanamamış, sinirleri bozulmuş ve sonuna kadar izleye-
memiş. Güner uzanıp karısının yanağından makas aldı.
— Kızdırdılar mı yavrum seni?
Birkaç saat önce hayata pozitif bakmanın büyüsünü fark
etmiş bir insan olarak pek bir sevgi doluydu. Halit ne kadar
içini sıktıysa Ceyda da o kadar ferahlatmıştı onu. Sohbetle-
rin sırası farklı olsaydı büyük olasılıkla eve gelirken direk-
siyon başında Makber'i söyleyecekti. Ayvalar çiçek açma-
mış, her yer karanlık olacaktı. Öte yandan karısı Güner'in
neşesine omuz verecek havada değil bugün. Evet, gerçekten
kızdırmışlar onu. Toplumun ahlaki çöküşüne tanık olduk-
ça, ki ahlaki çöküşle kastettiği erkeklerin karıları dışında
arayışlara girmeleri, Ayten kahrından ölüyor. Hatta biraz
abartarak denebilir ki, Avrupa Birliği tarafından ulusal ba-
gımsızlık onuru zedelenmiş Güner'e dönüyor.
— Torun sahibi adam!.. Bi kız bulmuş kendine yirmi ya-
şında...
Güner alay ederek şaşırmış gibi yaptı
— Bak sen!..
— Ayol senin neyine bu yaştan sonra?..
İşte yine yaş mevzusu. Güner ciddileşerek adamın kaç
yaşında olduğunu sordu.
— Nerden baksan ellisini geçmiştir.
Yani Güner gibi... Konunun canını sıkacak bir rota izle-
yeceğini fark etti Güner. Pozitif bakışını koruma gayretiyle
elini çapkınca karısının bacağına uzattı.
— Ne olmuş yani ellisini geçmişse?
60
Ayten çok önemli bir şey söyleyeceğini belli etmek için
kocasının eline hafifçe vurdu.
— Bak kırkından sonra azanını demişler ya... O laf yanlış
artık. Ellisinden sonra ellisinden!..
— Ne olmuş ellisinden sonra?
Ayten, yine kocasının sorusunu duymadan kendi kafasın-
dakini anlatmaya devam etti.
— Kızı da anlamadım. Ayol hadi adam, aynası yok da bil-
miyor kendini; sen niye herife gözünü açıp bakmıyorsun?
— Çirkin mi, diye sordu Güner, meselenin adamın tipsiz-
liği olmasını umarak.
Yanıt olarak Ayten, adamın başında üç tel saç kaldığı ve
bunların ikisinin beyaz olduğu bilgisini verdi. Güner eliyle
kafasını yokladı. Saçlar yerinde, ama artık onda da beyaz
oranı üçte ikiye yakın. Yine ayva çiçeklerini soldurmama
gayretiyle çapkın bir külhanbeyi gibi:
— Kız olgun erkeklerden hoşlanıyormuş demek ki, dedi.
— Belli onun neden hoşlandığı, belli!..
Güner makas aldı karısının yanağından.
— O da olabilir tabii. Neticede hayatın bir parçası...
Ayten anlamadı.
— Ne de hayatın bir parçası?
— Oişişte, dedi Güner göz kırparak.
— Hangi iş?
İpucu olarak öpücük gönderdi anlayışsız karısına. Ve ni-
hayet anladı, hayatın o parçasının sadece rezilliklere vesile
olduğuna inanan kadın.
— Aay Güner!
Güner, Ayten'in böğrünü çimdikledi.
— Haksız mıyım yavrum?
— Ben parayı dedim, parayı!
Güner bu kez de çapkın çapkın bıyıklarını burarak her
şeyin para olmadığını söyledi. Üstüne bir de kanepede bir
61
popo genişliği kayıp karısına sarıldı. Ayten ustaca kurtuldu
kocasının kollarından ve:
— Canım derdi o iş olsa ellisini geçmiş adamı ne yapsın,
dedi.
Hiç olmadı şimdi bu. Güner sıkıntıyla kafasını kaşıdı.
— Niye?
— Nasıl niye?
Nasıl anlatsam diye bir an durdu Güner. Halit'le konuş-
malarını hatırladı. Onun can sıkan imalarını...
— Yani adam ellisini geçti diye baş edemez mi kızla?
— Baş etmek mi?
— İlla genç birini mi bulması lazım?
Ayten kanepeden kalktı.
— Ee her şeyin bi' yaşı var tabii.
Güner de kalktı. Her şeyin bir yaşı var... Anayasaya bunu
onaylayan bir madde de koysalar o farklı düşünüyor. Yü-
zünde çapkın bir gülümseme ve bıçkın adımlarıyla Ayten'e
doğru yürüdü. Karısının kalçasına hafifçe vurdu.
— Bu şeyin yaşı mı olur be yavrum?
Ayten geçiştirerek:
— Hadi hadi, git de soyun, dedi.
Güner bıyıklarını burdu yine. Emekli olduktan sonra hiç
kesmediği gür bıyıklarını...
— Soyunurum yavrum! Emrin olur!
Ve söylediğini yapmak üzere yatak odasına gitti. Ayten
arkasından seslenip yardım isteyip istemediğini sordu. Nor-
malde bunu da sormadan yatak odasına birlikte gitmeleri
gerekirdi, ama Güner'in münasebetsiz el kol hareketleri ür-
küttü onu biraz. Güner yine çapkınca:
— Çağırırım ben seni, dedi.
Bunu da anlamadı Ayten. Kendi kendine, “İyi madem,”
deyip sofrayı hazırlamaya koyuldu. Masanın üzerindekileri
topladı. Mutfaktan örtüyü getirip serdi. Tabakları dizerken
62
dışarıdan gelen sesleri dinledi. Yanında birisi varmış gibi
“Geldiler!” deyip koştu ve kapıyı açtı. İbrahim'in eli zile
uzanmıştı. Ayten neşeyle:
— Nasıl ama daha çalmadan duydum zili, dedi.
İbrahim ve Nergis içeri girdiler. Nergis:
— Vallahi anne biz de televizyonun sesini duymayınca ev-
de yoksunuz herhalde diyorduk, dedi.
Ayten onlara da bugünkü programı sevmediğini söyledi.
Tam neden sevmediğini anlatmak üzereyken, Güner yatak
odasından seslendi:
— Ayteen! Minik kuşum!
Nergis, annesine takıldı:
— Ooo anne! Allah muhabbetinizi artırsın.
— Efendim, diye bağırdı Ayten.
Kısa bir sessizliğin ardından Güner'in yanıtı yine muhab-
bet dolu oldu:
— Yavruum!
— Güneer, dedi Ayten.
Çocukların geldiğini haber verecekken Nergis fısıltıyla
engelledi onu.
— Söyleme anne geldiğimizi!
Ve İbrahim'i dürterek yine alçak sesle dinleyip öğrenme-
sini emretti. İbrahim'le Nergis kanepeye oturdular. Ayten
de karşılarındaki koltuğa geçti.
— Ne oldu Güner?
— Özledim seni aşkım.
Ayten'in sesi cilveli bir hal aldı:
— Ay ne özlemesi be?
Ve yatak odasındaki romantik muhabbet adamı, hissettiği
özlemi tanıdığı en şöhretli âşıkları referans göstererek tarif
etti:
— Mecnun'un Leyla'yı özlemesi! Ferhat'ın Şirin'i!.. Ke-
rem'in Aslı'yı!..
63
Nergis İbrahim'i dürttü. Yeni gelin gibi nazlı nazlı kırıttı
Ayten.
— Nerden çıktı şimdi bunlar Güner?
— Ürkek ceylanım benim!..
Ayten ürkek ceylan aksanıyla seslendi:
— Güneer!
Devrini yakalamış bir motor gibi seriye alarak devam etti
Güner:
— Çiçeğim, bebeğim, minik kuşum!..
Annesinin kalbine işleyen bu iltifatlar, kocasının da ka-
fasına kafasına insin diye bir kez daha dürttü İbrahim'i
Nergis.
— Ahu gözlüm, dilber dudaklım, bal tenlim!..
Ve bir sessizlik oldu. Dinleyiciler kadın ruhunu okşayan
yeni sözler beklerlerken sertçe bağırdı Güner:
— Ayten! Gel çabuk yardıma ihtiyacım var yahu!
İşte bu Ayten'in daha iyi bildiği bir konuşma şekli. Üze-
rinde iğreti duran ahu gözlü, ürkek ceylan kostümünden
kolayca sıyrılıp bağırarak pijamaların en alt çekmecede ol-
duğunu söyledi. Güner'in yanıtı bir tuhaf: Şu an pijama
giyebilecek durumda değilmiş. Bunun ne demek olduğunu
anlamayan Ayten:
— Niye, diye seslendi.
Güner, Tuzsuz Deli Bekir aksanıyla yanıtladı onu:
— Şu an ancak entari giyebilirim.
Dinleyiciler birbirlerine baktılar. Bu da ne demek ki? Ay-
ten yanlış duyduğunu düşünüp kızıyla damadına sordu:
— Ne dedi?
Nergis ellerini iki yana açıp anlamadığını gösterdi.
— Entari dedi, ben dikkatli dinliyorum.
İbrahim söyledi bunu. Ayten kafası daha da karışmış ola-
rak yine kocasına seslendi:
— Ne entarisi Güner?
64
Yatak odasından gelen yeni yanıtla durum daha da için-
den çıkılmaz bir hal aldı.
— Sünnet entarisi yavrum!
Ayten'in gözleri kocaman açıldı.
— Aa!
Keşke en azından konunun fallusa gittiğini anlasa da da-
ha fazla deşmeseydi.
— Niye, diye bağırdı.
Yanıt çok çabuk geldi.
— Takım taklavat açısından.
Ayten'in açılan ağzı öylece dondu kaldı. Nergis bir şey
söylemeye hiç teşebbüs etmedi. İbrahim ise sanki bayanlar
duymamışlar gibi tekrarlamaya kalktı:
— Takım...
Ve Ayten devamını ağzına tıktı damadının.
— Duydum duydum!
Güner'in sesi yine yetişti içeriden:
— Şu an Güner Çelik'e pijama giydirmek namümkün!
Ama asmak pek mümkün! Pijamayı diyorum Ayten!
Ayten merakına yenik düşüp kızıyla damadına bakarak:
— Ne asması be, dedi.
— Ben anladım ama utanırım.
Zeki ve utangaç yatırımcı, bunun ardından karısını dürt-
tü. “Anlaştık” işaretindeki gibi baş parmağı açık, yumruk
yaptığı sağ elini apış arasına koydu ve hiç ses çıkartmadan
ağzını “askı” der gibi açıp kapattı. Az kalsın Nergis'in göz-
leri yuvalarından fırlayıp İbrahim'in baş parmağının iki ya-
nına konarak tarifi kusursuz hale getirecekti. Sessiz filmi
karşıdan izlemiş olan Ayten dehşete düştü. Ciğerlerinin
olanca gücüyle:
— Güner çocuklar geldi, diye seslendi.
Çok geçti artık. O daha kısacık cümlesinin yarısına gel-
meden Güner avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı bile.
65
“Coştum yine dalgalanıyorum ben” şarkısını kendi yazdığı
sözlerle icra ediyordu:
— Azdım yine dalgalanıyorum ben, düz duvara tırmanıyo-
rum ben.
— Güneer!
Güner, bestesi sözlerine çok da uymayan coşkulu şarkısı-
na bir süreliğine ara verip bağırdı:
— Ayten yavrum; geldiğinde beni bulamazsan tavana bak!
Tavanda değilsem okun gösterdiği yönün tersine git!
En az masallarda devlerin ya da cinlerin sorduğu bilme-
celer kadar karışık bu tarif bir kez daha dinleyicileri afallat-
tı. Ve Ayten kızıyla damadına baktı yine:
— Ne oku be?
Nergis, anlamadığını belli eden jest ve mimiklerle konu-
nun kendisini aştığını gösterdi annesine. Zeki yatırımcı ka-
rısını dürttü. Az önceki sessiz filminin çok benzerini sun-
du. Tırmandığı düz duvardan tavana geçen Güner... Ve
ok!.. Ayten yine damadının yardımıyla şifreleri çözünce bir
kez daha dehşetle bağırdı:
— Güneer!
Güner konserine yeniden başlamıştı. Yar gelmeyince tur-
nasının susmadığı yerdeydi. Ve oraya dinleyicilerin sesi asla
ulaşamıyordu.
— Çayırda buldum seni! Ellere vermem seni!
Yeniden düzenlediği şarkının bu bölümünü marş coşku-
suyla söylüyordu. Ayten öfkeyle bağırdı:
— Güner çocuklar geldi!
Aynı nakaratta takılıp kaldı Güner:
— Çayırda buldum seni! Ellere vermem seni!
Ve tempoyu gittikçe hızlandırarak devam etti:
— Çayırda buldum seni! Ellere vermem seni! Çayırda bul-
dum seni! Ellere vermem seni!
— Güneer!
66
Nergis:
— Duymuyor anne! Git istersen, dedi panikle.
— Çocuklar geldi diyorum Güner!
Nergis'le İbrahim'e döndü Ayten:
— Ay çocuklar siz de ses versenize!
— Duymaz ki anne, çok fena bağırıyor, dedi Nergis.
İbrahim kendi kendine konuştu:
— Bağırmasa da duyacak halde değil.
Ve Güner ağzında şarkının aynı nakaratıyla, üstünde atlet
ve külot, salona daldı. Yumruk yaptığı elleri gol atmış bir
futbolcu gibi karnının iki yanında donup kaldı. Dört kişi
için de hiç bitmeyen birkaç saniyelik sessizliğin ardından
Güner güçlükle açtı ağzını. “Siz ne zaman geldiniz çocuk-
lar?” sorusunu sözcükler arasına saniyeler koyarak sordu.
Yanıt beklemedi. Ötekilerin de yanıt vermeye niyetleri yok-
tu zaten.
— Hoş, dedi Güner.
Sonra:
— Geldiniz, dedi.
Uygunsuz pozisyonunu fark edip kollarını indirdi.
— Annenize pijamalarımın yerini soracaktım da...
Yine sessizlik...
— Pijamalarım nerede Ayten?
Ayten bu işi oturduğu yerden yapabilirmiş gibi yerinden
kalkmadan:
— Dur ben gelip vereyim, dedi.
— Sen gelip ver, dedi Güner.
Gitmek için arkasını döndüğünde ekledi:
— Pijamalarımı...
Ayten kalkıp kocasının peşinden gitti. İbrahim suratında
sinir bozucu bir gülümsemeyle:
— Öğrendim Nergis. Not almadım ama çok dikkatli dinle-
dim, dedi.
67
Nergis sinirli sinirli baktı kocasına
— Ne var! İnsanların ev hali!
İbrahim üç beş saniye sessiz kalmayı başardıktan sonra
güldü. Nergis neden güldüğünü sormadı.
— Allah'tan bizi gördü, dedi İbrahim.
— Ne demek o?
— Gözü kararmıştı Nergis. Bizi fark etmeye de bilirdi Al-
lah muhafaza.
— İbrahim!
— Bi şey demedim Nergis.
Kayınpederinin böylesine komik duruma düşmesi İbra-
him'in sulandırmadan bırakabileceği bir mevzu değil. Ner-
gis korkusu bile durduramaz onu. Sırıtmaya devam etti ve
kendi kendine:
— Ev hali, normal, dedi.
Bu kez sesini çıkartmadı Nergis. Ayten'le Güner yatak
odasından döndüler. Az önce Ayten'in oturduğu koltuğa
geçti pijamalı Güner.
— Hoş geldiniz çocuklar.
— Hoş geldiniz çocuklar.
İkinci “hoş geldiniz”in sahibi Ayten. Bunu dedikten son-
ra utangaç güldü:
— Ay ben de yeni görüyormuşum gibi...
Önce Nergis sonra da İbrahim “Hoş bulduk,” dediler.
Kimse ne diyeceğini bilemediğinden bir süre sessizlik oldu.
Güner sırf konuşmuş olmak için:
— İbrahim şey ne oldu, dedi.
İbrahim hangi şeyden bahsettiğini anlamadan baktı ka-
yınpederine. Güner dilinin ucundaymış da hatırlayamıyor-
muş gibi sıkıntıyla elini salladı ve sonunda:
— Kalktı mı, dedi.
Acaba kaldığı yerden devam mı ediyor diye, diğer üç kişi
korkarak baktılar ona.
68
— Ney kalktı mı diye, sordu İbrahim.
Hemen ardından da Ayten aynı soruyu tekrarladı.
— Şey diyorum işte oğlum, şey... Borsa borsa çıktı mı?
Ayten çok rahatladı.
— Paranızı soruyor oğlum baban, paranızı? Çıktı mı borsa?
— Bu aralar azıcık girdi, dedi İbrahim.
Güner “Nedir ulan o giren?” anlamında baktı damadına.
Şimdi sıkıntı sırası İbrahim'deydi.
— Bu aralar biraz, dedi ve takıldı.
Doğru sözcüğü bulamamanın sıkıntısıyla yüzünü buruş-
turarak:
— Bu aralar borsa biraz, dedi.
Ve nihayet aradığını bulunca müjdeli bir haber verir gibi
coşkuyla devam etti.
— Düştü baba! Bu aralar borsa biraz düştü!
O da rahatlamıştı. Güner kaşlarını çattı.
— Düşer tabii. Gidip paşa paşa hazine bonosuna soksay-
dın...
Der demez de faullü sözcük kullandığını fark edip topar-
ladı:
— Yani hazine bonosuna koysaydın...
Yok, bu da aile ortamına uygun bir cümle olmadı. Sinirle-
ri fena bozuldu ve:
— Öğr, dedi.
Finans terminolojisine fevkalade hâkim olan İbrahim ye-
tişti yardımına.
— Hazine bonosu alsaydık...
Evet, Güner'in söylemek istediği tam olarak buydu.
— Tabii! Zamanında dinlemiyorsunuz insanı!..
Yine sıkıntılı bir sessizlik başladı. Ayten kalkıp:
— Ben yemeği hazırlayayım, dedi.
Nergis de kalktı.
— Ben sana yardım edeyim anne.
69
Ayten aynı bilgiyi bir başka formatta tekrar verdi:
— Ben sofrayı hazırlamaya gidiyorum.
Ve Nergis:
— Ben sofrayı hazırlamana yardım edeyim anne, deyip Ay-
ten'in peşinden mutfağa gitti.
Güner karısıyla kızının arkalarından garip davranışlarına
anlam veremiyormuş gibi baktı ve yalnız kaldıklarında İb-
rahim'e döndü:
— Çok mu kötü?
İbrahim gülmemek için kendini zorlayarak:
— Yok baba, bu aralar biraz kâr realizasyonları var ondan,
dedi.
— Siz niye realize etmiyorsunuz kârınızı?
İbrahim bu konuyla ilgili uzun bir seminer verebilecek
kadar çok şey biliyor, ama şimdi kahkaha atmadan bunu
yapması mümkün değil. Kısaca geçiştirdi:
— Uzun vadeli düşünüyoruz baba. Oyuncu değil, yatırım-
cıyız biz.
— Oyuncu değil yatırımcısınız. Kulağa hoş geliyor ama
hayırlısı...
İbrahim gülmemek konusunda kendisini daha fazla zor-
larsa karın kaslarında bir yırtılma olacağını fark etti. Yerin-
den fırlayıp banyoya doğru koştururken:
— Ben ellerimi yıkayayım, dedi.
Arkasından:
— Hergele, dedi Güner.
Ve zili neden duymadığını düşündü.

70
Güner Ceyda'ya Kefil oluyor

Güner'in, kendi tanımlamasıyla çocuklara maskara olması-


nın üzerinden iki hafta geçti. Ceyda ile gittikçe sıklaşan
sohbetlerinden birindeler. Süreç içerisinde Güner hiç fark
etmeden daha az dinleyen ve daha çok anlatan olmaya da
başladı. Şimdi de Güner anlatıyor. Hikâyenin özeti şu:
Adam makineleri almış, borcunu ödememiş. Ödeyemeyince
de Tayyar denen herifi sokmuş devreye.
— Ay çok heyecanlı! Tayyar mafyaymış değil mi, dedi
Ceyda.
Önemsemeden elini salladı Güner. Hikâye şöyle devam
etti: Herif, şirkete haber göndermiş; öteki tarafı dinledim,
şimdi bir de sizin kayıtları kontrol edeceğim demiş. Ondan
sonra da hangi tarafın haklı olduğuna karar verecekmiş.
Ceyda Güner'in sözünü kesti.
— Bak sen eşşoğlueşşeğe!
Güner şaşırdı, ama hoşuna da gitti. Harbi kadın diye dü-
şündü. Son zamanlarda Ceyda'nın böyle çıkışlarının sayısı
arttı. Harbi kadın, küfrü hiç duyulmamış gibi hikâyenin de-
vamını sordu.
71
Halit sohbet esnasında Güner'e aynen böyle anlatmış.
Dertleşmek babında falan... Güner de onlara ne yapacakla-
rını sormuş. Ceyda, Halit'in yanıtını tahmin etti:
— “Tayyar Bey adamlarını gönderecek, anlatacağız duru-
mu” mu dedi?
— Aynen öyle.
Karşısında Halit varmış da onu fırçalıyormuş gibi elini
sallayarak devam etti Güner:
— Deli misiniz ya siz dedim. Yıllık iki yüz milyon dolar
ciro yapan şirket!.. Allah'ın silahlı soytarısına hesap mı ve-
receksiniz?
Sonra da Halit'in ezik ve çaresiz bir biçimde “Ee ne yapa-
lım yani?” demesini canlandırdı. Arkasından da yine şirke-
tin zor durumunda kalıbını ortaya koyan kendisi olarak eli-
ni masaya vurdu: “Sen şu herifle beni bir görüştür!” demiş.
— Görüştünüz tabii?
Bu tip sorunlardan ayda ortalama dört bis tane çözüyor-
muş gibi rahatlıkla:
— Konuştuk. Ve bitti, dedi.
Ceyda çok etkilendi.
— Vay be! Resmen tek başınıza çözdünüz yani sorunu?
Bütün mütevazı kahramanlar gibi Güner de mahcup oldu.
- Sorun çözmek demeyelim de... Anlattım işte soytarıya.
Bakkal hesabı değil bunlar, aklının ermeyeceği işlere karış-
ma sen dedim.
— Anladı mı hemen hayvan?
Bu da hoşuna gitti Güner'in. Gülümsedi:
— Soruşturmuştur tabii, biz kimiz, neciyiz diye.
Ve Güner'in boşa konuşacak adam olmadığını anlayınca
da kuyruğunu kıstırıp kaçmıştır. Bu yorumu Ceyda yaptı.
Güner devamını getirdi. Meslek hayatından bahsetti. Onca
sene dağda bayırda kanunsuzlukla mücadele etmiş adam,
şehrin göbeğindeki eşkıyaya pabuç bırakmazdı elbette.
72
— Tayyarlar'la başımız belaya girerse kimin gölgesine sığı-
nacağımız belli artık.
— Estağfurullah, dedi Güner.
Kısa bir sessizlik... Sayısı gittikçe artan bu sessizlikler sı-
rasında göz göze geliyorlar ve Güner utanıyor. Yine öyle
oldu.
— Bizim de kendimize göre bir çevremiz var elbet, dedi
Güner mahcup mahcup.
Ve yine sessizlik... Ceyda gülümseyerek Güner'in gözleri-
nin içine bakıyor. Güner gözlerini kaçırıyor.
- Sizinle sohbet etmek çok iyi geliyor bana Güner Bey.
— Teşekkür ederim, ben de sizin sohbetinizden keyif alı-
yorum, dedi Güner yutkunarak.
Ceyda içini çekti.
— Rahatlamış ayrılıyorum yanınızdan.
— Ben bir şey yapmıyorum ki Ceyda Hanım.
— Yapıyorsunuz yapıyorsunuz.
Ne yaptığını sordu Güner. Konuşması, ağır oturaklı du-
ruşu, kendinden emin halleriyle Güven veriyormuş Cey-
da'ya.
— İnsanın koynunuzda uyuyası geliyor.
Güner afalladı bunu duyunca. Ne diyeceğini bilemedi.
Kalp atışları hızlandı. Ceyda onun zorlandığını görünce cil-
veyle güldü:
— Ay ne olur yanlış anlamayın! O manada söylemedim.
Güner bir kez daha güçlükle yutkundu ve:
— Yok ben de o manada anlamadım zaten, dedi.
— Niye?
Yersiz, beklenmedik ve çok zor bir soru bu Güner için.
Doğru yanıt, “Yalan söyledim. Yani o manada anlamadım
derken yalan söyledim.” Bal gibi de o manada anladı ve bu
yüzden kızarıp bozardı zaten.
— Niye o manada anlamadınız?
73
Zorlanarak kırık dökük bir şeyler söylemeye çalıştı Güner:
— Yani sizin hakkınızda... O manada... Şey etmem... Hani
size o gözle...
Ceyda araya girdi:
— Yani ben koynunuza girip sevişsem anlamında demedim.
Güner açısından durum gitgide kötüleşiyor.
— Yok, zaten hani... Uyumak dediniz.
Güner durumu toparlayabilmek için can çekişircesine
çırpınırken, Ceyda onu keyifle seyrediyor. Güner'in aklına
Halit'in ona “kaplan” dediği geldi.
— Ay utandırdım sizi.
Kıpkırmızı bir yüzle:
— Evet biraz utandım galiba, dedi Güner.
Ve yine o bildik sessizlik... Bu kısa mola sırasında biraz
rahatladı utangaç adam.
— İşte bu yüzden hoşuma gidiyor sizinle konuşmak.
— Beni utandırabiliyorsunuz diye mi?
— Benim babam da çok utangaç bir insanmış, dedi Ceyda.
Babasından bahsetmeye başladı. Doğru dürüst hatırlamı-
yormuş. Hep yurtdışında çalışmış. Sadece tatillerde gelip
birkaç hafta kalırmış. Yavaş yavaş hüzün çöktü Ceyda'nın
sesine. Annesi hep günün birinde babasının onları da yanı-
na alacağını söylermiş, ama o gün hiç gelmemiş. En son ye-
di yaşında görmüş Ceyda babasını.
Ceyda uzunca bir süre susunca hikâyenin bittiğini dü-
şündü Güner. O da üzülmüştü.
— Allah rahmet eylesin, dedi.
Ceyda anlamamış gibi baktı ona. Bir şey söyleyecekti san-
ki, ama vazgeçti.
— Bakın ama ne güzel yetiştirmişsiniz kendinizi. Yetim
halinizle iş güç sahibi olmuşsunuz.
Ceyda yine yorum yapmadan baktı ona.
— Ben size asıl şey için gelmiştim... Evimi değiştiriyorum.
74
Sesindeki hüzün kaybolmuş her zamanki bıçkın ve neşeli
haline dönmüştü.
— Ataşehir'de bir arkadaşla beraberdik ya...
Güner ev değiştirmesinin nedeni ulaşım problemidir di-
ye düşünerek, her gün köprü geçmenin zor olduğunu söy-
ledi. Sebep bu değilmiş. Ceyda'nın ev arkadaşı yakında ev-
lenip kocasıyla yaşamaya başlıyor. Şu an kaldıkları evin ki-
rası tek başına ödemek için fazla olduğundan başka bir yer
arıyormuş.
— Ev tutarken bana kefil olur musunuz? Siz neticede
emekli askersiniz. Türkiye'deyiz. Yalnız kadına hep önyargı
var. Yalnız erkek olsan sorun yok ama.
Son cümleyi çok öfkeli söyledi. Güner yorum yapmak
zorunda hissetti kendisini:
— Haklısınız bayan olmak daha zor.
Ceyda bir süre düşündü ve harika bir buluş yapmış gibi,
babasını oynayıp oynayamayacağını sordu. Az önce koynu
na girip uyumak istediğini söyleyen kadının bu teklifi biraz
canını sıktı Güner'in. Bozularak:
— Babanızı mı, dedi.
Ceyda yine bir süre düşündü ve bunun olmayacağına ka-
rar verdi. Kararını da dillendirdi. Güner de aynı kanıda.
Heveslenerek:
— İnanmazlar mı, dedi.
Ceyda başıyla onayladı.
— Soyadlar tutmayacak ya...
Güner'in inanmazlarla kastettiği bu değildi. Yine bozul-
muş haline döndü. Ceyda yeni bir buluş daha yaptı.
— Hah tamam! Dayım olursunuz, dayım!
Müstakbel dayı yorum yapmadı. Daha doğrusu Ceyda
ona bir şey söyleyecek kadar zaman bırakmadı.
— Olursunuz değil mi?
Ve yanıt beklemeden sevinçle teşekkür etti.
75
— Tamam olurum, dedi Güner çaresizce.
Neşeyle ve şımararak ellerini çırptı Ceyda.
— Yaşasın! Anlaştık o zaman!
Ayağa kalktı.
— Görüşmek üzere dayıcığım!
— Görüşmek üzere, dedi Güner arkasından mahzun
mahzun.

76
Paçalı Donlu Kadının Kocası
ve Kalkınma Bankası

Güner'in evinde birçok defa olduğu gibi yine uzun uzun zil
çaldı. Ayten, içeride izlediği programdan kopup kapıyı aç-
maya gelene kadar... Karşısında kızıyla damadını görünce
şaşırdı. Hafta sonu olmasına rağmen bu kadar erken gelme-
leri normal değil.
— Aa siz miydiniz?
Sert adımlarla önce Nergis içeri girdi.
— İyi akşamlar anne.
Arkasından da İbrahim, iyi akşamlar diledi.
— İyi akşamlar çocuğum. Hoşgeldiniz.
Nergis habersiz geldikleri için kusura bakmamasını istedi
annesinden. Haftanın beş ya da altı günü burada oldukları-
na göre gereksiz bir özür bu.
— Ne haberi canım, sizin eviniz burası.
— Zili çaldık çaldık, kapı açılmayınca evde yoksunuz
sandık.
Nergis kocasına hiç bakmadan öfkeyle:
— Sanmadık! Sen sandın! Evde olmasalar bu televizyon
sesi ne demedim mi ben sana, dedi.
77
İbrahim sesini çıkartmadı. Ayten, zil yüzünden başından
kalktığı programı hatırladı ve kızıyla damadına, toplumun
çivisinin çıkmış olduğunu gösterir yeni havadisleri aktardı:
Adamın on yıldır ikinci evi varmış; karısının ise hiçbir şey-
den haberi yok...
İbrahim getirdiği gülleri kaynanasına uzattı. Ayten ace-
leyle teşekkür etti. Güner'in hiç böyle huyları olmamasın-
dan yakındı.
— İbrahim'in de huyu olduğundan değil anne, dedi Nergis.
Ayten kızını duymadan vazo getirmek için odadan çıktı.
— Sen iste ben her gün getiririm aşkım.
— İyi bundan sonra da çiçeğe yatır paramızı!
Ayten elinde vazoyla döner dönmez on yıldır ikinci evi
olan adamın rezilliği hakkında bilgi vermeye devam etti:
Söz konusu utanmaz adam iki de çocuk yapmış metresin-
den. Üç tane de karısından varmış. Nergis araya girerek an-
nesinden damadına son iki haftada paralarının ne kadar
arttığını sormasını istedi.
— Ne kadar arttı çocuğum?
Nergis kocasını delici bakışlarıyla dürttü:
— Söyle söyle İbrahim!
İbrahim'in yanıtını beklemeden diğer a televizyonu
kapatmak için gitti Ayten.
© — Ya, tamam... Dün yüzde beş düştü.
Ayten içeriden seslendi:
— Aferin aferin oğlum! İnşallah hep böyle gider.
Salona döndüğünde nefes almadan iki kadının kamerala-
rın önünde birbirlerine saydıklarını anlatmaya başladı.
Adamın karısının ve metresinin... Yüzleri olsa bir daha in-
san içine mümkün değil çıkamazlarmış. Nergis, konuyu yi-
ne İbrahim'in boğazını sıkacağı sahaya getirme gayretiyle:
— Ondan önceki günler ne kadar kaybettiğini de sor an-
ne, dedi.
78
— Ondan önceki günler ne kadar kaybettin oğlum?
İbrahim ezilip büzülerek:
— Son iki haftada yüzde elli falan düştü, dedi.
Ayten bu kez de yorumu vazoya su koymak için mutfağa
giderken yaptı.
— Aferin çocuğum! Baban
da seni dinleseydi işte...
Mutfakta güllerin vazoya sığmayan yapraklarını ayıklar-
ken devam etti anlatmaya. İbrahim'in yanında söylemeye
utanıyormuş; bu genç olan ötekinin yatarken giydiği paçalı
donlara kadar dökmüş ortaya. Şerefsiz adam, bi de karısı-
nın dedikodusunu yapmış demek ki. Yoksa nereden bilecek
o aşifte bunun gece yatağındaki halini?
İbrahim karısına bakıp yüzsüzce güldü:
— Bak, annem ne güzel anlayışla karşılıyor.
— Annem şu an banttan yayında, dedi Nergis öfkeyle.
Mutfaktan, açılan suyun sesi geldi. İbrahim işe yaramaya-
cağını bildiği halde karısını yatıştırmaya çalıştı. Yatırımcı-
lık, analiz yeteneği ve zekâ istediği kadar sabır işiydi de. Sa-
kin olmak gerekliydi ve her şey kontrolü altındaydı.
— Kontrolü altındaymış! Bi? de kontrolün altında olmasa
yatırdığımız sıfırlar üstüne de borçlu çıkardık herhalde.
— Nergisçiğim grafiği gösterdim sana. Şu anki destek sevi-
yesi mümkün değil kırılmaz. Dibi gördük biz. Bundan son-
ra hep çıkış...
Ayten vazodaki güllerle döndü mutfaktan.
— Aslında o adi adamı çıkartıp rezil etmeleri lazım. Karısı-
nın paçalı donlarını ona giydirip sergileyecekler erkek diye...
Nergis, yine hiç yüzüne bakmadan İbrahim'i azarlamaya
devam etti:
— İki hafta önce de grafik mırafik soktun gözüme, ama
dediğin gibi olmadı.
İbrahim en sevimli haliyle yalakalık yaptı karısına:
— Bravo bak! Fiyat grafiğiydi o. Ne güzel hatırlıyorsun.
79
Ayten sırasıyla bi” kızına bir damadına baktıktan sonra:
— Aa siz beni dinlemiyorsunuz ayol, dedi. -
İbrahim şu an kesinlikle kaynanasının sohbetini Ner-
gis'inkine tercih eder. Neticede anlattığı olaylarla ilgili kim-
se onu suçlayamaz.
— Dinliyoruz anneciğim. Karısı yatağa paçalı donlarla gir-
“diğinden adam başka kadına kaçmış.
Ayten hemen damadının uzattığı yerden yakaladı konuyu.
— Amaaan! Adam azdıktan sonra kadın ne giyerse giysin
tutamazdı onu. Niyetini bozmak isteyene bahane mi yok!
Yemeğin tuzu az olmuştu ondan gözüm dışarı kaydı deyi-
verir.
— Haklısınız vallahi. Ne oldu peki, olay bir sonuca bağ-
landı mı?
— Hayırdır İbrahim, ilgi alanların değişti bakıyorum, dedi
Nergis oturduğu yerde diğerinin üzerine attığı bacağını öf-
keli öfkeli sallarken.
— Ay ilginç ama kızım. Bak, adamın yalan söylediği nereden
belli: Üç çocuk eski kadından iki tane yenisinden var ya...
— Toplam beş, dedi İbrahim.
Nergis bakışlarıyla ateş etti kocasına.
— Maşallah iyi anlıyorsun hesap işlerinden.
— Çocukların yaşları iç içe, dedi Ayten.
Nergis de İbrahim de anlamadan baktılar.
— Nasıl iç içe, dedi İbrahim.
Durum şu: Adamın dostundan olan çocukları beş kişilik
- kadronun en küçük ikisi değil. İbrahim anlamış gibi:
— Hee, dedi.
Ayten programı izlerken bu konuyu hemen keşfetmiş,
ama ondan başka kimse kavrayamamış durumu. Az kalsın
kendisi arayıp soracakmış:
— Madem paçalı donlarını beğenmiyordun o çocukları ki-
min yardımıyla yaptı bu kadıncağız?
80
Kaynanasının analizini anladığında İbrahim çok etkilendi
ve “Vauv!” diye de bir ses çıkardı.
— Anne bırak şunları, dedi Nergis bacağını sallamaya de-
vam ederek.
— Bıraktım bıraktım. Babanız olsaydı bu kadar da anlattır-
mazdı.
Nergis, babasının nerede olduğunu sordu. Haftasonları
genellikle evde olurdu Güner.
— Yeğenine ev tutmaya gitti.
— Babamın yeğenlerinden kimse yok ki anne burada.
— İş yerinden yeni bir yeğen edindi.
— Ne demek anne o?
— Aman ne bileyim ben! Şirkette bi? kız var yeni ev tutu-
yormuş... Yalnız gitmesin diye...
İbrahim aslında kendisi unutulmuşken susmaya devam
etse daha iyiydi, ama dayanamayıp gülerek kayınpederinin
dayı mı yoksa amca mı olduğunu sordu. Nergis'in hiç hoşu-
na gitmedi bu soru:
— Çok mulazım İbrahim?
— Laf olsun diye sordum canım.
Ayten İbrahim'in merakını giderdi: Güner dayı olmuş.
Kız baştan babası olmasını istemiş, ama inanmazlar diye
dayıya çevirmişler. İbrahim:
— Olmaz tabii, soyadlar tutmayacak ki, dedi.
Yok, ondan değilmiş. Kız “Sizi genç görünce şüphelenir-
ler yalancı çıkarım,” demiş. İbrahim bunu hiç mantıklı bul-
madı. Kayınpederinin akranlarının kırk yaşında bile kızları-
nın olabileceğini söyledi. Şu an, gözlerinin üzerinde kaşla-
rının olmasına bile sinirlenen Nergis öfkeyle çattı kocasına:
— Babam kaç yaşında İbrahim?
— Bilmem. Elli beş falan mı?
İbrahim'in, babalıkla ilgili yorumu istediği kadar man-
tıklı olsun; son iki haftada paralarını yarıya indiren bir ya-
81
trımcı o. Güneş doğudan doğuyor dese yine kızacak Ner-
gis ona.
— İşte o analizlerini de böyle hesaplarla yapıyorsun da on-
dan iki haftada kaybettin iki yılda kazandığımızı.
Tartışıp tatsızlığı büyütmek niyetinde değil İbrahim. Yine
de doğru bildiğini haykıracak kadar yürekli.
— Vallahi on beş yaşında bir erkek, baba olmak için ge-
rekli donanıma sahiptir, dedi.
Kendi kendine konuştuğu için sesini fazla yükseltmeye
gerek duymadan söyledi bunu.
— Duymuyorum İbrahim! Duymuyorum, diye bağırdı
Nergis.
Ayten nihayet farkına vardı kızıyla damadı arasındaki
gerginliğin. Daha doğrusu Nergis'in gerginliğinin...
— Ee bağırıyorsun çocuğa kızım. Korkusundan konuşa-
mıyor ki.
Öfkeli genç kadın, aralıksız sallanan bacağını indirdi.
Oturduğu yerde annesine doğru eğilerek isyan etti:
— Boşuna mı kızıyorum anne? Sen paçalı donlu kadının
kocasını anlatmaktan dinlemedin ki!
Şaşırdı Ayten. Neyi dinlemediğini sordu.
— Borsada ne kadar para kaybettiğini söyletiyorum sen
aferin diyorsun.
Yo, bu Ayten'in hiç beklemediği bir haber.
— Aa paranız düşüyor mu?
— Düşüyor tabii.
— Niye? -
Bunu öyle bir sordu ki, sanki onların paralarının düzenli
olarak artacağıyla ilgili bir doğa kanunu var. Durumun böy-
le olmadığını belirtir açıklama İbrahim'den geldi:
— Anne bu borsa. Garantisi yok ki. Yükselebilir de düşe-
bilir de.
— Ama sen analiz yapıyordun oğlum.
82
Nergis annesini de cepheye dahil ettiğini düşünerek tek-
rar eski oturma pozisyonuna döndü ve kaldığı yerden baca-
ğını sallamaya devam etti. Bunu İbrahim'i tekmeliyormuş
gibi hırsla yapıyor.
— Avrupa Birliği Gemisi falan da diyordu.
İbrahim kendisini haksızlığa uğramış hissetti. İnsanların
anlamadıkları konularla ilgili ona yüklenmeleri canını sıkı-
yor. İktisat mezunu karısının bile aklı ermedikten sonra,
kaynanasına nasıl anlatabilirdi ki analizlerini. Riskin ne de-
mek olduğunu mümkün değil sokamazdı kafalarına.
— Yaa, ben sektörü doğru seçtim. Bankacılık kazandıracak
dedim, ama işte Kalkınma Bankası şey çıktı.
“Hadi buyurun buna da itiraz edin!” der gibi koydu se
rine bu basit ama kapı gibi açıklamayı. Yani Kalkınma Ban-
kası'nın şey çıkmasını...
— Ney çıktı, dedi Nergis öfkeyle.
Bu yanıtın nasıl daha açık hale getirileceğini bilemedi İb-
rahim. Her şeyden önce olaya farklı açılardan bakıyorlar.
Örneğin İbrahim, kendi seçtiği banka hissesinden zarar et-
se bile, genel olarak bankacılık sektörünün kârlılığını
öngörmesini takdir ediyor. Buna bir bakıma yatırımcı
sportmenliği de denebileceğini düşünüyor. Ve yatırımcı
gerçekçiliği ile, karısından ya da kaynanasından aynı ol-
gunluğun beklenemeyeceğini biliyor. İbrahim'in bildiği son
bir şey daha: Bunları bu şekilde Nergis'e anlatsa parçalar
onu, çünkü karısının mizah duygusu sıfır. Açıklamaya de-
vam etti İbrahim:
— Bak mesela Nergis, sigortacılık sektörünü de doğru tah-
min ettim. Şimdi bu Avrupa Birliği işlerinden dolayı sigor-
tacılık Türkiye'de büyüyecek dedim. Neden? Çünkü Avru-
pa ülkelerinde özel sigortacılık yaygın. Git bak hisselerine,
son iki yıldır ne kadar yükselmiş...
Yalanı varsa bir daha seans görmek nasip olmasın İbra-
83
him'e. Gerçekten de aynen bu analizi yapmıştı sigorta his-
seleri için.
— Onlardan niye almadın madem?
Allah için güzel soru, diye düşündü İbrahim. Delikanlı
gibi, hiç kıvırmadan almamasının nedenini söyledi:
— Eşeklikten! Vallahi billahi eşeklikten!
İbrahim'e sert bakışlarından birini daha gönderip yemin
etmesine hiç gerek olmadığını söyledi Nergis.
Ayten için neredeyse paçalı donlu kadının kocasının ye-
diği haltlar kadar üzücü çocukların para kaybetmeleri.
— Çok mu kaybınız?
— Halkalı'da beğenmediğimiz evler vardı ya anne, dedi
Nergis.
— Keşke onlardan alsaymışsınız bir tane.
— Artık onların tek odasına ancak yetiyor paramız.
Karısının olayı dramatize ettiğini düşündü İbrahim. Sabır
isteyen yatırımcılık işinde insanın sinirleri de sağlam olma-
lı. Ve aklından bir şey daha geçirdi: Yatırımcı adam evlen-
mek için acele etmemeli.
— Hay Allah! Benim de şimdi canım sıkıldı, dedi Ayten.
Nergis işaret parmağı açık sağ elini kocasına doğru ara-
lıksız sallarken:
— Ben sana bir yıldır ne diyordum ama İbrahim? Ha ne
diyordum, dedi.
İbrahim düşündü ve bir yıldır karısının kendisine dediği
şeyi bulamadı.
— Ne diyordun hayatım?
— Elimizdeki peşinatı verelim, kalanına da kredi kullanı-
rız, alalım evimizi demiyor muydum?
Evet doğru, bunu diyordu Nergis. İbrahim de kabul et-
medi ama neden?
— Hayatım, ben hesabını yaptım. Adamların verdiği “Ena-
yiysen buraya gel, yabancıya gitme!” kredisiydi.
84
Ayten bütün sıkıntısına rağmen gülmeden edemedi.
— Ne kredisi, ne kredisi?
Nergis'in hoşuna gitmedi İbrahim'in esprili anlatımı.
— Aman anne, espri yapıyor aklınca.
Şundan emin ki, babası burada olsaydı İbrahim'in müna-
sebetsiz esprilerine annesi gibi gülmezdi. Bu düşüncenin
yarattığı çağrışımla babasının nerede olduğunu sordu.
— Dedim ya işte yeğenine ev tutmaya gitti.
— Ay sahi! Kafa kalmadı ki. Bir haftadır deliye döndüm
öfkeden. |
“O bir haftayı sen bir de bana sor!” diye geçirdi içinden
İbrahim. Para kaybetmek önemli değil. Nasılsa geri kazanı-
lır, ama normal zamanda yeterince huysuz olan Nergis'in
öfkeli haline katlanmak yok mu...
— Canınızı sıkmayayım diye size de söyleyemedim.
İbrahim'e kalsa hâlâ da onların canını sıkmaya gerek
yoktu. Kaybettiklerini geri kazandıktan sonra söyleme ta-
raftarıydı o.
— Aslında hâlâ da sıkmamalıydık sizin canınızı, dedi İb-
rahim.
Ayten itiraz etti bu düşünceye. Onların derdinin kendile-
rinin de derdi olduğunu ve dertlerin paylaştıkça azaldığını
söyledi.
— Öyle vallahi, şimdiden biraz ferahladım, dedi Nergis.
— Yalnız bence babama söylemeyelim. Bir de o üzülmesin.
Nergis İbrahim'in iyi niyetinin altında başka nedenler
aradı.
— Bi' de o üzülmesinmiş. Korkuyorum demiyor da...
— Aman çocuklar! Gelen mala gelsin. Ben şimdi size bi'
ayranlı çorba yaparım, borsa morsa kalmaz aklınızda, deyip
ayaklandı Ayten.
İbrahim, çalışmanın karısına iyi geleceğini düşündü-
günden:
85
— Nergis de yardım eder, dedi.
Nergis kocasına kötü kötü baktı, ama yine de kalkıp an-
nesiyle birlikte mutfağa gitti. İbrahim, derin bir nefes aldı.
Keşke mutfağın kapısını, karısının arkasından üç beş aylığı-
na kilitlemek mümkün olsaydı. Sakin kafayla analizlerini
yeniler ve zararlarını fazla fazla telafi ederdi. Uygulanması
mümkün olmayan hayalini bırakıp sigorta sektörünü dü-
şünmeye başladı. Batı yaşam tarzının ülkeye oturmasıyla
birlikte yıldızı parlayacak ve onları kurtaracak olan sektö-
rü... Bu defa tüm parayı tek hisseye yatırmak da yok. Orta-
ya karışık yapacak. Biri “şey” çıksa bile beşinden mutlaka
kazanacak.

86
Dayı-Yeğen Baş Başa

Oturduğu koltukta odayı inceliyor. Tavanda aydınlatma


yok. Üç köşede ayaklı lambalar var. Tam karşısındaki du-
varda çıplak bir kadın resmi asılı. Arkası dönük ama yüzü
yandan görünüyor. Omzundan sarkan havlu geniş kalçala-
rının yarısını gizlemiş. Utangaç bir insan olmasaydı, bu hoş
resme daha fazla zaman ayırırdı. Solundaki konsola çevirdi
bakışlarını. İçki şişeleri ve kadehler dizili. Konsolun karşı-
sındaki yemek masasının sandalyelerini çok garip buldu.
Her birinin rengi ayrı. Masanın üzerindeki su ısıtıcısına ba-
kıp, çayı kahveyi misafirin gözü önünde hazırlamak ayıptır,
diye düşündü. Görgüsüzlüğü yapan küçük hanımın terbi-
yesinden sorumlu olmadığı için konuyla ilgili bir uyarı yap-
mayı geçirmedi aklından.
— Teşekkür ederim Ceyda Hanım. Her şey çok güzeldi.
Güner ve Ceyda yine baş başa oturuyorlar ama bu kez,
hatta ilk kez şirkette değiller. Ceyda'nın evindeler. Ceyda
burayı geçen hafta tuttu ve kontrat için kefilliğini yapan
adama kendi elleriyle hazırladığı teşekkür yemeğini yedirdi
az Önce.
87
— Ay ne demek! Ben teşekkür ederim. En sevmediğim şey
yalnız yemek yemektir. Bakın yalnız uyumak değil. Yalnız
oturmak değil. Yalnız film seyretmek hiç değil, ama çatalı
bıçağı elime aldığımda tek başınaysam moralim bozuluyor.
Ceyda Güner'in konuşacağını fark edince susup bekle-
di. Güner yemek yerken durumunu daha az yadırgamıştı.
Oysa böyle boş ellerle otururken bir utangaçlık çöktü
üzerine.
— Geldim ama sizi zor durumda bırakır mıyım diye de
endişeliyim.
— Niye zor durumda kalayım ki, dayım değil misiniz, de-
di ve güldü Ceyda.
— Yalnızca ev sahibiniz dayı diye biliyor beni. Komşular .
tanımıyorlar ki.
Oturduğu yerde diklendi komşularından çekinmeyen
yeğen.
— Onlara neymiş? Hem sevgilim olsanız ne karışırlar?
Ceyda ara ara yapıyor bunu. Birden olmadık bir laf edi-
yor ve Güner'in kalp atışlarını hızlandırıyor. “İnsanın koy-
nunuza girip uyuyası geliyor”daki gibi... Üstelik bu defa ev-
de baş başa olmanın gerginliği de var Güner'in üzetinde.
Ağzından çıkanı duymadan:
-— Sevgiliniz, dedi ve kaldı.
Ceyda çok sıradan bir konuşmaymış gibi devam etti.
Herkesin evi ayrıymış. Kendi kapısından içeri ister dayısını
alırmış, ister sevgilisini...
Ömrünün yarısından fazlasını üniforma içinde geçirmiş
biri olarak asi insanları çok sevmez Güner, ama bu kıza ya-
kışıyor bıçkın ağızları.
— Öyle tabii de, sizin için kötü düşünmelerini istemem.
Kaygısızca elini salladı Ceyda.
— Amaan! Beğenmeyen küçük oğluna almasın. Teyzemin
lafıydı bu.
88
Güner gülümsedi. Ceyda teyzesini anlattı. O da kendisi
gibi kimsenin ne düşündüğüne önem vermezmiş. Durum-
ları bozulup annesi çalışmaya başlayınca ona teyzesi bak-
mış. Babası öldükten sonra yoksul düştüler herhalde, diye
düşündü Güner ve içinde ona karşı bir şefkat uyandı.
— Aslında ben böyle hanımlı beyli konuşmayı sevmiyo-
rum arkadaşlarımla.
Duyduğunu anlamakta zorlandı Güner. Daha bir cümle
önce teyzesinden bahsediyorlardı.
— Biz arkadaşız değil mi?
— Öyleyiz tabii, dedi Güner çekinerek.
Eğer öyleysek bu benim en garip arkadaşlığım, diye de
düşündü.
— Benim adım Ceyda, senin adın Güner. O zaman ne ge-
rek var hanıma beye?
— Sen öyle diyorsan...
— Zaten benim hanım bir tarafım da yok.
— Estağfurullah.
— Gerçekten öyle, deyip kalktı Ceyda.
Mutfağa gitti. Güner yalnız kalınca yine odayı gözden ge-
çirdi. Bir yerlerde asılı aile fotoğrafı falan aradı gözleri. Bu-
lamadı. Ceyda bir tepsi içinde iki kupa ve şeker kasesiyle
döndü. Tepsiyi masanın üzerine, su ısıtıcısının yanına bıra-
kırken:
— Genel ölçülere göre kötü kızım ben, dedi.
Kendi kendine konuşuyormuş gibi de ekledi:
— Hatta her ölçüye göre kötü kızım.
— Yok canım, dedi Güner.
Ceyda, çıplak kadın tablosunun önündeki koltuğa otur-
du yine bir bacağını altına alarak.
- Öyleyim öyle. Beni olduğumdan farklı bilmeni iste-
mem. Ay hep iş yerinde sohbet ediyorduk, şimdi böyle
evimde olunca neşelendim birden. Hayyam'ı sever misin?
89
— Efendim?
— Üniversitede bi sevgilim vardı... Asistandı. Üniversite-
de bir tane sevgilim yoktu, bir sürü sevgilim oldu da... He-
men hepsi de asistan hoca falandı. Yalnız bütün akademik
kadroyu sıraya dizdim gibi de anlaşılmasın. Hep yaşı ben-
den büyük olgun erkeklerden hoşlandım. Ay konuyu dağıt-
um! İşte sevgililerimden biri Hayyam'a âşıktı. Ben de ondan
alıştım. Siz de sever misiniz?
Güner, Hayyam'ın nasıl yazdığını merak ederek:
— Ben de severim, dedi.
Soluklanmadan devam etti Ceyda:
— Onun öyle bi şiiri vardı. “Ben ne görünüyorsam oyum;
ya sen ne görünüyorsan o musun?” diyordu.
Söz şairden, şiirden açılınca kendisinin de hepten kazma
olmadığını göstermek için bir şeyler demesi gerektiğini dü-
şündü Güner. Hayyam'ı onaylayarak han
— Çok güzel demiş.
Ve bir başka şairle devam etti:
— Mevlana da der ya, “Ya olduğun gibi görün ya göründü-
gün gibi ol!” diye.
Ceyda sözün Mevlana'dan açılmasını bekliyormuş. Öyle
de olsan böyle de olsan gel, diyen tasavvufçuyla kucaklaşı-
yormuş gibi kollarını iki yana açtı.
— Haa, Mevlana'yı çok seven bir sevgilim de vardı. Okur-
du ama anlamazdı, dedi.
— Niye?
— Salaktı. Zaten o yüzden terk ettim.
Ayağa kalkıp masaya gitti. Kupalara ısıtıcıdan sıcak su
doldururken salak olduğu için terk ettiği sevgilisi hakkında
bilgi vermeye devam etti: Erkek, çirkin olabilirmiş. Yaşlı,
şişko, kısa, kel... Hepsine tamam ama, salak modellerine
mümkün değil katlanamıyormuş.
— Gerçi pişman değilim. Sayesinde Mesnevi'yi okudum.
90
Kupalardan birini Güner'e uzattı.
— Buyur!
Ceyda kulbundan tuttuğu için Güner üstten kepçe gibi
kavradı kupayı. Ve aynı anda, ev sahibesi hanımın dudakla-
rından gülle gibi bir cümle düştü kafasına.
— Eşek götü öpmek iyi değildir!
Sesin kaynağına bu kadar yakın olmasaydı yanlış duydu-
gundan şüphelenir, böylesine şaşırıp irkilmezdi. Kupadaki
kaynar su da çalkalanıp elini fena halde yakmazdı. Acıdan
kontrolünü kaybedince suyun tamamını üstüne döktü Gü-
ner. Küçük bir çocuk gibi bağırdı:
— Aaah!
Ceyda, durumun hassasiyetine uygun biçimde çok hızlı
düşündü ve inisiyatifi ele aldı.
— Çıkart çabuk! Çıkart çıkart!
Ordu komutanının emirlerini yerine getiren bir teğmen
çevikliğiyle itaat etti Güner. Hızla kemerini çözüp pantolo-
nunu sıyırdı.
— Yandın mı?
— Kurtardım galiba?
Bunu söyledikten sonra Güner bacaklarına baktı. Kafası-
nı kaldırınca Ceyda'nın da manzarayı seyrettiğini gördü.
Hemen ardından da göz göze geldiler. Yanmaktan kıl payı
kurtulan adam durumun uygunsuzluğunu çabuk kavradı.
Eğilip pantolonunu çekmek üzereyken:
— Bırak bırak! Ben arkamı döndüm, dedi Ceyda.
Ve dediğini yaptı. Şimdi Ceyda'nın arkasında, pantolonu
aşağı sıyrılmış bir adam, önünde de bir masa ve masanın
üzerinde bir örtü var. Gidip o örtüyü aldı ve geri geri yak-
laştıktan sonra Güner'e uzattı.
— Al!
Bu kısacık sesi çıkartırken bile güldüğü belli oldu. Güner
tam sarınacakken vazgeçti.
91
— Bu dantelli, dedi.
Ceyda neredeyse kahkaha attı.
— Bir şey olmaz, kimseye söylemem ben, dedi Güner'in
çekincesini yanlış değerlendirerek.
— Hayır yani bunun aralıkları var.
Ceyda yine güldü.
— Tamam ben başka bir şey getireyim, dedi ve odadan
çıktı.
Güner yalnız kalınca donunu açıp, tabii ki aşağı indirme-
den açıp, hızlı hızlı üflemeye başladı. Ne olur ne olmaz,
belki yanmıştır da olayın heyecanından acı hissetmemişim-
dir diye düşünerek yapıyordu bunu. Geçenlerde kızıyla da-
madının karşısında düştüğü durum geldi aklına. Olmadık
ortamlarda olmadık insanlara bu kadar sık donlu görüntü
veren birisi muhafazakâr iç çamaşırlarından asla vazgeçme-
meliydi. i
Üflemeye devam ederken kendi kendine söylendi:
- Mevlana'dan bahsederken nereden geldik eşek şeysine
anlamadım ki!
Ceyda gülerek kapıdan seslendi:
— Yanmadığından emin misin?
Güner yapmakta olduğu eyleme anında son verip panikle
geri geri kaçmaya çalıştı, ama ayak bileklerindeki pantolo-
nu unutmuştu. Düştü. Koca beden yerle buluşunca muaz-
zam bir gürültü çıktı ve hatta Ceyda ayaklarının altındaki
zeminin sarsıldığını hissetti. Koşarak içeri girdi.
— İyi misin?
— İyiyim! İyiyim! Girme!
Aslında Ceyda'ya göre, Güner'in bu noktadan sonraki
hassasiyeti hiç de mantıklı değil. Yine de anlayışla karşıladı
yerdeki donlu adamı.
- Tamam, bakmıyorum. Geri geri geliyorum.
Arkası dönük yaklaşmaya başladı yerdeki kazazedeye.
92
— Vallahi bakmıyorum! Ay niye yemin ediyorsam?.. Sanki
röntgenci miyim ben? Yok buna röntgenci denmez. O, bi-
riyle biri şey yaparken dikizleyendi.
— Aman dikkat et, sen de düşme, dedi Güner.
— İyi aklıma getirdin. Sen o haldeyken ben de düşersem
izahı çok güç bir durum olur.
İzahı güç durumu kafasında canlandırınca çocukluğunda
izlediği komedi filmleri geldi aklına. Neşeyle güldü.
— Hele bir de üstüne düşersem... Bak yine saçmalıyorum.
Kim görecek de kime izah edeceğiz?
— Ceyda, dedi Güner onun kontrolsüzce ii gö-
rüp uyarma gereği duyarak.
— Hem görseler bile niye izah etmek zorundayız?
Bunu söylediğinde Güner'in yanına kadar gelmişti. Gü-
ner takılmasın diye bacaklarını topladı ve yine uyardı:
— Ceyda!
— Ev benim, beden benim.
Evin ve bedenin sahibi, Güner'i önünde görünce çok şa-
şırdı. Yine güldü.
— Ay pardon! Geri viteste fazla gitmişim.
Arkasını döndükten sonra elindekini Güner'e uzattı.
— Kırmızı sever misin bilmiyorum ama başka eteğim yok.
Daha önce hiç etek giymediği için korktu Güner.
— Etek mi getirdin!?
— Pantolonlarımda rahat edemezsin diye düşündüm.
— Çarşaf falan getirseydin, dedi Güner.
— Ne fark eder canım, bu da anvelop etek. Beline dolu-
yorsun, masa örtüsü gibi bir şey...
Gülerek ekledi:
— Hem de dantelsiz.
Güner, paçalarındaki pantolondan kurtulup kalktı. Zo-
runlu olarak paraşütle atlayan bir adamın çaresizliği ile ete-
ği beline doladı.
93
— Oldu mu, döneyim mi?
— Oldu, oldu.
Ceyda onu tepeden tırnağa süzerken, Güner bacakların-
dan yukarıya doğru hoş bir serinlik hissetti.
— Ay kırmızı açtı vallahi seni!
İltifatına karşılık beklemeden, eğilip yerdeki pantolonu
aldı.
— Neyse, şekersiz su... Şimdi ütüyle kuruturum ben onu.
Pantolonu sandalyelerden birinin arkalığına asıp yine
çıktı odadan. Güner yalnız kalınca konsolun aynasında
kendisine baktı. Geniş bedenini ancak kavrayabilmişti etek.
Frikik vermemek için otururken dikkat etmesi gerektiğini
düşündü. Ve bunu Ceyda yokken yapmasının daha rahat
olacağına karar verdi. Az önce oturduğu koltuk ıslak oldu-
gundan yandakine geçti ve mini etekten vazgeçemeyen mu-
hafazakâr bayanlar gibi son derece kontrollü oturdu. Üstü-
ne bir de çekiştirerek eteğin kenarlarını altına sıkıştırdı.
— Ay abartma o kadar Güner! Kendimi sapık gibi hissedi-
yorum vallahi!
Ceyda, kucağında ütü masası, kapının ağzında dikiliyor-
muş. İrkildi Güner. Elinde bir bardak daha sıcak su olsa
onu da dökerdi. Ütü masasını kazanın olduğu koltuğun
önünde açtı ve yine çıktı. O dönene kadar yanlış bir şey ya-
parken yakalanmamak için hiç kıpırdamadı Güner. Misafi-
rini utandırmaktan zevk alan genç kadın, elinde ütüyle
döndü. Fişi koltuğun arkasındaki prize taktı. Pantolonu
masanın üzerine serdi.
— Kupayı öyle üstten kepçe gibi tutunca, tam diyecektim
yanarsın diye...
Ütüyü kontrol etti. Henüz ısınmamıştı.
— Yok, irkilince sallandı. Ondan sonra yandı elim.
Duyduğuna bir anlam veremedi Ceyda.
— İrkilince mi?
94
— Daha doğrusu şaşırınca...
— Niye şaşırdın?
Sorusunun yanıtını beklemeden masanın üzerindeki ısıtı-
cıyı gösterip kendisine su almasını istedi Güner'den. Gü-
- nerin kupası hâlâ yerdeydi. Eteğiyle eğilip onu alamayacağı-
nı düşündü. Ceyda endişesini fark edip yerden kupayı kendi-
si aldı ve mutfağa gitti. Elinde bir tepsiyle döndü. Getirdiği
yeni kupaya su doldurup koltuğunda eteğiyle mahsur kalmış
adama, kahve için gerekenleri tepside sundu. Ve ardından
ütüye başladı. Ceyda'yı seyrederken elinin işe çok yatkın ol-
duğunu düşündü Güner. Besbelli ki becerikli bir kadındı.
— Şaşırınca demiştin, dedi Ceyda yarım kalan konuyu ha-
tırlayarak.
Anlamadan baktı Güner.
— Şaşırınca kupa sallandı dedin ya...
Bir an düşündü ve hatırladı Güner:
— Haa! Birden şey deyince...
Tamam, bu kadar açıklama yeterli. Konunun kapanması-
nı umut ederek kahvesinden bir yudum aldı.
— Ney deyince?
Geçiştirmeye çalıştı.
— İşte, eşek dedin ya...
— Eşek mi dedim?
— Mevlana'dan sonra...
Ceyda hatırladı ne dediğini.
— Haa! Ağzının tadını bilen eşek götü öpmez dedim.
Ceyda bunu tekrarlarken Güner elindeki kupayı sıkı tuttu.
— Evet bu manada bir şey söyledin.
— Ben değil, Mevlana söylemiş.
— Mevlana mı söylemiş?
Söz konusu tavsiyenin Mevlana'ya ait olduğu iddiası, o
cümlenin genç bir kadının ağzından kafasına düşmesi ka-
dar şaşırttı Güner'i.
95
Ceyda ütüye ara verdi:
— Vallahi bak, ilk duyduğumda ben de atıyor dedim. Hani
salak olan sevgilim vardı ya, o söylemişti. Sonra açıp göste-
rince, yani Mesnevi'yi açıp gösterince, inandım. Yeterince
harbi değilmiş ama matrak adammış. Aynı dönemde yaşasay-
dık Hüsamettin Çelebi yerine ben yapardım sekreterliğini.
Ve tekrar ütüye devam ederken şuh bir kahkaha atarak
ekledi:
— Belki aramızda bir elektriklenme olurdu.
Güner acaba bu kız beni işletiyor mu diye düşündü.
— Hiç bilmiyordum Mevlana'nın öyle şeyler söylediğini.
Ceyda yine kesti ütü yapmayı. Sert bir sesle azarlar gibi
konuşmaya başladı:
— Bilmezsin tabii! Kimse bilmiyor! Her şeyi canınızın is-
tediği gibi görmeye alışmışsınız! Nur yüzlü bir ihtiyar çiz,
altına da “Gel gel, ne olursan ol yine gel!” yaz tamam! İşte
sana Mevlana! Kim okuyacak bin küsur sayfa Mesnevi'yi!
Oysa bizim gördüğümüzden başka bir dünya daha var bak-
tığımız her şeyin arkasında.
Durdu ve düşündü:
— Güzel laf ettim, dedi gülerek.
Güner de güldü:
— Bravo!
İçinden de “Bu kız neler söylüyor böyle?” diye düşündü.
Entel falan galiba. Oysa iş yerindeki sohbetlerinde fark et-
tirmemişti bunu.
— Mevlana diyordum, adam eşeğiyle işi pişirirken şey yo-
luna giden kadını da yazmış, kocasını armut ağacına çıkar-
tıp aşağıda sevgilisiyle oynaşan uyanık aşifteyi de...
— Armut ağacı mı?
— İnanmıyorsan bir de armut ağacına çık da bak!
Ne demekti şimdi bütün bunlar? İyiden iyiye bilmece gi-
bi konuşmaya başlamıştı Ceyda.
96
— Anlamadım ama, dedi.
— Boş ver!
Ceyda pantolonu yokladı. Henüz tam olarak kurumadığı-
nı görünce devam etti ütüye.
— Benim demek istediğim... İnsanların olduğu gibi görün-
meyip göründükleri gibi olmamalarından rahatsızım.
Ve birden onu gafil avlamaya çalışır gibi Güner'e dikti
gözlerini.
— Sen ne diyorsun bu konuda?
Ne diyebilirdi ki bu konuda? Bir kere konuyu takip ede-
medi. Eşek şeysi... Şey yoluna giden kadın... Armut ağacı...
Zaman kazanmak için kahvesinden bir yudum aldıktan
sonra:
— Harbi olmak lazım tabii, dedi.
Yorum hoşuna gitti Ceyda'nın. Güldü.
— Çok hoşsun!
Teşekkür etti Güner. İnsanların iki yüzlülüğünden rahat-
sız olan kadın nutkuna ve ütüsüne kaldığı yerden devam
etti. Ana fikir şu: Altına imza atmadığın kurala uymazsan
ahlaksız değilsin. İsterse toplumun yüzde yüzünün kutsal-
lığına inandığı bir kural olsun o. Ama eğer sen bir kuralı ta-
nıdıysan uyacaksın. Yoksa ahlaksız sayılırsın. Senden başka
herkes o kuralı saçma, gülünç ya da yanlış bulsa da... Ken-
disi öyle yapıyormuş. Peki bundan dolayı başı ağrıyor muy-
muş? Evet ağrıyormuş ama vicdanı rahatmış.
Yorum yapmayı aklından geçirmeden dinledi Güner. As-
lında o konuşmayı, hatta tartışmayı seven bir insan. Bugün-
kü tutukluğunun sebebi, konuların kendisine bir miktar
yabancı olması ve daha da önemlisi çekingenliği.
Ceyda pantolonu bir kez daha kontrol etti ve:
— Evet! Pantolonunuz hazır efendim. Eskisinden daha
kuru ve daha ütülü. Ne zaman isterseniz giyebilirsiniz,
dedi.
97
— Hemen giymek isterim.
Ceyda pantolonu uzattı.
— Buyur!
Ve arkasını döndü.
— Ben bakmıyorum.
Güner'in etekten kurtulması çok zor oldu. Beline sarar-
ken kullandığı kuşağı kör düğüm yapmış. Ceyda yardım
teklif edince hepten eli ayağı birbirine dolandı. Eteği çıkart-
tı, bu kez pantolonu giyerken dengesini kaybetti. Neyse ki
bir tarafını kırmadan giyinmeyi başardı sonunda.

98
Güner'in Yardım ve Yataklığa İhtiyacı Var

Bazen Halit de, gerçekten Güneri sırf sohbet etmek için şir-
kete aldırdığını düşünüyor. Günde ortalama iki kez ziyaret
ediyor onu. Kimi zaman yarım saat sürüyor muhabbetleri.
Kapıyı kapattıkları da oluyor. Şimdiki gibi... Güner'in sert
karakterini bilmeyen biri, aralarında erkek erkeğe bir ro-
mantizm olduğundan bile şüphelenebilir.
Aldığı haber müthiş coşturdu Halit'i. Heyecanla anlatıyor:
— Benim bi” Nejla vardı... Bi” keresinde tutturdu külotlu
çorap giyeceksin diye! Hayatta olmaz öyle şey diyorum, an-
lamıyor! Bir ay düşmedi yakamdan! Sonunda mecbur...
“Sonunda mecbur”un devamı, ipek dokunuşlu süper in-
ce naylon çorap içinde kıllı bacaklar... Güner, bu kadarını
kafasında canlandırmadığı halde utangaç bir gülüşle sustur-
du arkadaşını.
— Dur bi' dur! Fantezi olsun diye giymedim eteği.
Onun gibi bir adamın fantezi olsun diye etek giymesi ye-
terince garip ama fantezi dışında bir amaçla giymesi daha
da garip. Duyduğunu onaylatma ihtiyacı hissetti Halit;
— Fantezi olsun diye giymedin mi?
— Yok, dedi Güner gülmeye devam ederek.
99
— Peki niye giydin?
— Üstüme sıcak su düküldü. Yandım.
— Hır?
— Pantolonu o yüzden çıkarttım.
Durup düşündü bir süre Halit. Telefon edip “Anlatacakla-
rım var,” diye Güner çağırmıştı onu odasına. Girer girmez
de Ceyda'yla baş başa yemek yediklerini, hem de yemeği
Ceyda'nın evinde yediklerini öğrenmişti. Sonra geceye ait
diğer ayrıntıların ucu görününce, Halit muhabbetin fena
halde köpüreceğini düşünerek kapıyı kapatmıştı. Ama şim-
di, haber sahibi eteği üstüne sıcak su döküldüğü için
giydiğini söylüyor. Canı sıkıldı.
— Ee yerde yuvarlandık dedin!
— Ben yuvarlandım, o değil. Pantolonu aşağı sıyırdığımı
unutup yürümeye kalkınca...
Olayı kafasında tam olarak canlandıramamasına rağmen
didiklemedi Halit. Merakı hayal kırıklığının altında ezilip
görünmez oldu.
— Hu... Bi şey olmadı yani, dedi burun kıvırarak.
— Yahu ne olsun daha ilk günden?
Bu cümledeki “ilk günden” vurgusu ilgisini çekti Halit'in.
Kısa bir sessizliğin ardından sordu:
— Ama olsun istiyorsun değil mi?
Güner'in gözlerine gençlik yıllarından kalma bir parıltı
oturdu. Bir süre Halive baktı. Elini masaya vururken kararı-
nı kesin olarak şu anda vermiş gibi:
— İstiyorum anasını satayım, yalan mı söyleyeceğim en
kral arkadaşıma, dedi.
İşte Halitin görmek istediği Güner bu.
— Hah şöyle! Yola gel be!
Güner, etrafındaki duvarları yıkıp sınırları kaldırırcasına
iki elini iki yana savurdu ve zincirlerini kırmaya karar ver-
miş bir dev gibi isyan etti.
100
— Ne var yani hiç mi kırmızı ışıkta geçmeyeceğiz şu ha-
yatta!
Halit, bütün parasını yatırdığı atın ileri fırlamasını izli-
yormuşçasına karşıladı bu coşkuyu: i
— Yürü be koçum, kim tutar seni!
Ve Güner aniden sakinleşti.
— Kim tutacak, Ayten tutar. Zaten her gün abuk sabuk
programlarla kafasını karıştırıyorlar kadıncağızın.
“Biz bu alemlerde piştik!” gibi bir havaya girdi Halit.
— Dikkatli olacaksın, dedi.
Güner, masasında Halit'e doğru eğilip sesini alçalttı.
— Bak bu masa tenisi turnuvası var ya...
Halit, gözünü karartıp kırmızı ışıkta geçmekten bahseden
adamın konuyu masa tenisine taşımasına hiçbir anlam ve-
remedi. “Ne ilgisi var?” anlamında baktı.
— İki maç sonra şampiyonum. Ödül Hilton'da bir yemek.
Yine boş baktı Halit. Zafer işaretindeki gibi iki parmağını
uzattı Güner. i
— İki kişilik!..
Üstüne bir de çapkınca göz kırptı. Ve nihayet uyandı Ha-
lit. Arkadaşını kucaklayacakmışçasına oturduğu yerde açtı
kollarını.
— Vay amirim! Az değilmişsin sen yahu!
Ceyda'yla baş başa yemek yiyeli beri Güner de biliyor az
olmadığını, ama yine de planladığı eylemi bir de arkadaşı-
nın ağzından dinlemek istiyor.
— Nasıl olur?
Halit yıllardır bu sohbet için bekliyormuş gibi kendinden
geçti:
— Yakışır amirim, yakışır! Arkasından da onu eve bırakır-
sın! Bi kahve içmeye çağırır seni! Tamam ama bu defa so-
yunup yuvarlanma sırası sende, dersin. O da güldü mü
böyle bi sinerji, bi' enerji, bi” libido çıkar ortaya ki!..
101
Halit'in sözünü kesti Güner:
— Ayten'e yemeğe seninle gideceğimi söyleyeceğim.
— Ee tabii iş yerinden bi yavruyla çıkacağız demen uygun
kaçmayabilir.
— Sen de Müberra'ya aynısını söyleyeceksin.
— Vallahi benim sicil bozuk. Müberra huylanabilir, ama
senin için yaparım.
Sevindi Güner:
— Allah razı olsun!
— Allah senin de tuttuğunu demir etsin, deyip kahkaha
attı Halit.
Güner'in, Halitin yapacağı iyiliğin hatırına bu espriye
gülmesinin ardından bir sessizlik oldu:
— Yahu peki kız kabul edecek mi senin yemek teklifini?
Güner endişelendi birden:
— Bilmem! Etmeyebilir mi?
— Bana sorma, sen bileceksin onu.
— Ee çok anlıyordun ya bu işlerden, dedi Güner öfkeyle.
Halit koltuğunda toparlandı. Ciddi bir hal aldı yüzü.
— Sen şimdi, onun evindeki yemekte durum ne merkez-
deydi anlat!
— Neyini anlatayım? İşte evine çağırdı...
— Ne yediniz?
— Fark eder mi?
İşaret parmağını Güner'in gözüne sokar gibi uzattı:
— Eder! Mesela karides falansa mesaj vardır.
— Ne mesajı?
Güner'in cahilliğinden bezmiş gibi açıkladı Halit:
— Karides işte amirim! Direk mala gider! Viagra'nın de-
nizden çıkanıdır bu nimet.
Konunun oraya gelmesi her zamanki gibi öfkelendirdi
Güneri:
— Yahu çık artık şuradan be!
102
Ve yine her zamanki gibi Halit aldırmadı onun kızması-
na. Hatta yine her zamanki gibi daha da keyiflendi:
— Tahin helvası da iyidir. Daha alışık olduğumuz tat, de-
yip kahkaha attı.
Güner, konuyu asıl olması gereken yere çekmeye alel
— İyi tamam tamam! Yemekte böyle bi' romantizm falan
olmadı. Ketçaplı makarna yedik. Bi' de salata...
— Güzel! Sıcak bir yemek, dedi Halit parmağını şıklattık-
tan sonra.
Yanında şarap da olsaymış tamammış. Güner kola içtikle-
rini söyledi.
— Kolayı geç! Gece boyu hiç alkol değmedi mi dudakları-
nıza?
Güner, sanki alkol almış olsaydı bunu hatırlamakta zor-
lanması mümkünmüş gibi biraz düşündükten sonra olum-
suz yanıt verdi.
— Yemekten sonra oturup sohbet ettik. Ben kahve içtim, o
meyve çayı...
Ve Halitin yüzü karardı:
— Ulan yoksa bu seni gerçekten dayı niyetine mi çağırıyor?
Güner, aşk hayatı onun iki dudağının arasındaymış gibi
arkadaşının gözlerinin içine merhamet dileyerek baktı:
— Öyle midir?
— Hani böyle konu komşuya sergilemek için... Sahipsiz
değilim diye...
Koruma kalkanı niyetine çağırıldığından şüphelenilen
adam, fena halde hayıflanarak elini dizine vurdu.
— Yapma be! Biz de kendi kendimize gelin güvey mi olu-
yoruz?
Bu herifi kafaya almanın da hiç tadı yok, diye düşündü
Halit. Ne söylense yiyor.
— Dur amirim, dur! Hemen salıveriyorsun yelkenleri. Ka-
fa yapıyorum!
103
Güner “İnansam mı?” diye baktı Halite. Onun hep yaptı-
ğı şey, ama bir kez kurt düşmüştü içine. Kendisi devam etti
Halit'in kaldığı yerden:
— Ya ben şimdi bunu yemeğe çağırdığımda, “Ne ilgisi var
Güner, yaşına başına yakışıyor mu?” derse...
Halit'in kulakları dikildi birden. Çok önemli bir delil ya-
kalamış dedektif heyecanı ile sordu:
— Sana Güner mi diyor?
Güner gayet sakin yanıtladı.
— Sevmiyormuş hanımlı beyli konuşmayı. Ben de ona
Ceyda diyorum.
Gözleri parladı Halit'in.
— Baştan söylesene şunu amirim! Bu şarabın yerini fazla
fazla tutar.
Güner, saf saf baktı.
— Ciddi misin?
— Öyle tabii, dedi Halit.
Kadın ve erkeğin yatağa giden yakınlaşmalarında tanımlı
basamaklar varmış. Karşılıklı şarap içmek gibi... “Seninle
konuşmak beni rahatlatıyor,” demek gibi, ki bu ikincisi
“Konuşurken bile rahatlıyorum kim bilir başka şeyler yap-
sak ne olurum?” anlamına gelirmiş. Protokol gereği birbiri-
ne hanım ve bey demesi gereken iki kişi, hitap için sadece
ezan sesiyle imamın kulaklarına üflediği isimlerini kullanı-
yorlarsa bunun anlamı “Sevişsek ne güzel olur,” demekmiş.
Ezan sesi kısmı da önemliymiş, çünkü gâvur memleketle-
rinde kadın ve erkek yakınlaşmalarını farklı yorumlamak
gerekliymiş.
Gözlem ve tecrübelerinden beslenen değerlendirmelerini
bitirdikten sonra Güner'e baktı.
— Ben yine de emin değilim. Ters bir yanıt alırsam...
— Ne olur? İncilerin mi dökülür?
İncileri dökülmezmiş, ama bozulurmuş. İçinde ısınmaya
104
başlayan nefesini burnundan verdi Halit. “Anlaşıldı, bu çay-
lakla çok işimiz var,” diye düşündü. Sağ elini, işaret parma-
ğı açık Güner'e doğrulttu.
— Bak! Kural bir: Çapkın adam yüzsüz olur.
— Öyle mi diyorsun?
— Ben demiyorum! Ben aktarıyorum! Çapkınlığın kitabı-
nı yazanlar diyor.
İncilerinin dökülmemesi için gereksiz hassasiyet gösteren
çaylak, yumuşak başlılıkla:
— Tamam peki, elimden geldiğince bu kuralı uygularım,
dedi.
Halit, hastasına yaşamak istiyorsa verdiği reçeteye uymak
zorunda olduğunu söyleyen bir doktorun otoriterliğiyle:
— Kırmızı ışıkta geçmek istiyorsan uygulayacaksın tabii,
dedi.
Kesin ifadelerle konuşması Güner'in, Halit'e güvenini
artırdı. Birlikte yorumlamaları gereken başka neler vardır
diye geceyi düşündü:
— Ha bi' de erkeklerle ilgili şey dedi: Yaşlı, şişman, çirkin,
kısa, kel olabilir, ama yeter ki salak olmasın.
Halit parmağını şıklattı:
— Süper! Çoğunu sağlıyorsun sen!
— Hergele, dedi Güner gülerek.
Düne kadar böyle şakalara çok bozuluyordu, oysa şimdi
kendine daha fazla güvenen bir insan olduğundan aldır-
mıyor.
— Şaka yapıyorum amirim. Senin karizman yeter yahu.
— İnşallah yeter, dedi Güner.
Ardından da kural ikinin ne olduğunu sordu.
— O senin durumunda lazım değil amirim.
Güner ısrar edince Halit kural ikiyi neşeyle açıkladı: Çap-
kın adam güzel çirkin ayırmaz. Uçana kaçana!.. Ve bir kah-
kaha patlatıp ayağa kalktı.
105
— Kaçayım ben artık!
Kapıya doğru giderken arkasını dönüp masadaki raketi
işaret etti:
— Haa, bu arada şampiyon olacam derken bi” sakatlık da
çıkarma! Hoplayıp zıplarken belini sakatlarsın, ateş hattın-
da silahsız kalırsın, Allah muhafaza.
Güner sıkıntıyla karşıladı uyarıyı.
— Aman!.. Ayten'le ağız birliği etmiş gibi...
Halit eliyle eyvallah yapıp kapıya gitti ve kola uzandığın-
da durup arkasına döndü:
— Ayten de mi aynı konuya parmak bastı?
— Hangi konuya?
— Canım işte masa tenisi oynarken belini sakatlama ko-
nusuna...
— Evet, dedi Güner başıyla da onaylayarak.
Ona göre tamamıyla gereksizdi böyle uyarılar.
— Onca sene paraşütçülük yapmış adamım ben!
Halit, harika bir nokta yakaladığında hep yaptığı gibi yi-
ne parmağını şıklattı:
— Süper!
— Tamam üstte biraz yağ var, ama bu gövdenin altı hep
kas yahu.
— Vallahi süper, dedi Halit.
Güner ise kendi sazını çalmaya devam etti. Yattığı yerde
yemeden içmeden yirmi kilo verseymiş alttan bir Herkül çı-
karmış. Gençlik yıllarında biriktirdiği kaslar gevşemeden
aynen duruyormuş. Halit sözünü kesti.
- Belini sakatlıyorsun amirim! Şampiyonluk maçından
sonra evde inim inim inliyorsun!
Yine hastasına kesin talimatlar veren otoriter doktor ol-
MUŞtU.
— Niye, diye sordu Güner hiçbir şey anlamadan.
Halit, yakaladığı noktanın ayak üstü geçiştirilmeyecek
106
kadar önemli olduğuna karar verdi. Güner'in masasının
karşısındaki koltuğa oturdu tekrar.
— Kendimden biliyorum, her ihtimali düşünmek lazım.
— Ne ihtimali?
© — Kahve ortamında bilmişlik yapan bir bıçkın gibi sağ dizi-
ni öne doğru çıkartıp sağ kolunu üstüne yatırdı Halit. Yum-
ruk yaptığı sol elini de böğrüne dayayıp “r” lere bastırarak
açıklamaya çalıştı: Yarın öbür gün Ceyda'nın kafayı bozma-
sı olasılığından bahsetti, ki zaten hali hazırda dengesinin
yeterince sağlam olduğu söylenemezmiş. İşte bu kayışı ta-
mamen kopartan Ceyda, Ayten'i arıyor ve “Senin kocan ba-
na vurdu!” diyor. Güner araya girdi:
— Niye vurayım canım kıza?
Öldürecek Halit'i bu aceminin anlayışsızlıkları. Kahkaha
attı:
— Ya bi şeyi de anla be!
— Haa!
Halit böyle bir durumda Ayten'in ne diyeceğini sordu. Bu
konuda hiçbir fikri olmadığından aynı soruyu arkadaşına
geri gönderdi Güner. Az önceki bıçkın adam eli belinde
kavgacı bir mahalle kadınına dönüştü:
— Hadi oradan şırfıntı! Belini doğrultamayan adam nasıl
ilişecek sana?
Bu kez çabuk anladı Güner:
— Haa!
Ayağa fırladı Halit. Tribünleri coşturmaya çalışan bir ami-
go gibi Güner'i hareketlendirmeye çalıştı:
— Kalk hadi kalk! Görelim bakalım şu sakat Güner'i!
Güner'in oynamaya hiç niyeti yok. Hayatı boyunca ciddi
yaşamış bir insan olarak hoşlanmıyor böyle hafifliklerden.
— Ya bırak, maymun etme insanı!
Halit yanına gidip koluna yapıştı Güner'in. Çekiştirmeye
başladı.
107
— Kalk dedim, kalk!
Güner direniyor.
— Bırak Halit!
İkili mücadele epey sürdükten sonra Halitin tüm gücüy-
le asılmasıyla oturduğu yerden üç beş adım ileri fırladı Gü-
ner. Halit bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordu. Boş varil
gibi koltuğundan kopartıp fırlattığı arkadaşına şaşkınlıkla
baktı. Elini beline koyup acıyla feryat etti Güner:
— Ahh! Ahh! Belim! Belim!
Halit korkarak geri çekildi. Sesinde neşe ve coşku yok artık:
— Amirim! Amirim o kadar asılmadım ki!
Güner acılı ahlar ve oflarla inleyerek bir ayak boyunu
geçmeyen adımlarla yerine dönmeye çalışıyor. Galiba nefes
almakta bile zorlanıyor. Halit yediği halttan sonra ona yar-
dım etmek için bile yaklaşmaya korkuyor. İçinden geçen
şu: Ulan resmen sakatladım herifi! Bu sakarlığı ancak bir
eşek yapabilir.
Güner yüzünü buruşturarak koltuğuna oturdu. Derin bir
nefes alıp verdi ve bu nefes büyülüymüş gibi aniden can-
landı.
— Nasıl, idare eder mi?
Kısa bir “Ne oluyor lan!” şaşkınlığının ardından müthiş
rahatladı Halit.
— Allah cezanı vermesin amirim!
Güner, şimdiye kadar kendisini işletme fırsatlarını hiç
kaçırmayan adamdan bütün intikamını almış olmanın key-
fiyle sırıtarak bakıyor.
— Fena değildi ha?
— Oskarlık, dedi Halit ve çıktı.

108
Güner, Hattori Hanzo'nun
Raketine Karşı

Yine bir mesai bitiminin ardından evine döndü Güner. Özel


bir gün bu. Zili çaldı. Fazla uzamadan Ayten gelip açtı kapı-
yı. Güler yüzle karşıladı kocasını:
— Hoşgeldin güzelim.
Karısının almasını beklemeden taşıyacak gücü kalmamış-
çasına elindeki poşetlerle çantayı hemen yere bıraktı. Ge-
çen hafta Halit'e sakat rolü oynarkenki acılı ses tonuyla:
— Hoşbulduk, dedi.
Ayten fark etmedi kocasının sıkıntısını.
— Bak saatinde geldin mi hiç kapıda beklemiyorsun.
Belini tutarak, çantayla poşetleri işaret etti Güner.
— Şunları alır mısın Ayten?
Sesi gittikçe perişanlaşıyor. Ayten hâlâ uyanmadan, eğilip
yerdekileri aldı ve kocasına gününün nasıl geçtiğini sordu.
Normalde Güner'in bu soruya önceden olduğu gibi yine şa-
şırması gerekirdi. Yani karısının, televizyonda izlediklerin-
den bahsetmeden gününün nasıl geçtiğini sormasına... Oy-
sa şimdi belinin ağrısından etrafında olan biteni algılayacak
durumda değil zavallı. Günü şöyle geçmişti Güner'in:
— Of belim!
109
Ayten elindeki poşetle çantayı masanın yanına bırakıp
kocasına döndü ve nihayet durumu anlayıp çığlık attı:
— Aaa! Ne oldu sana?
Minik minik adımlarla kanepeye doğru yürürken, şampi-
yon olduğunu söyledi. Kanepeye ulaşınca çok dikkatli ma-
nevralarla oturdu. Sanki poposu camdan yapılmış da sün-
gere biraz sertçe temas ederse tuzla buz olacak...
— Belini mi sakatladın yoksa?
Şampiyon inledi:
— Perişanım Ayten!
Ayten karşısına geçip sağ elinin tersini sol avcunun içine
vurarak saydırmaya başladı: O kadar demişti, ama dinlete-
memişti. Sonunda gençler gibi hoplaya zıplaya sakatlamıştı
işte kendini. ş .
— Bu yaştan sonra senin neyineydi be güzelim masa tenisi!?
Bu yaştan sonra şu senin neyine? Bu yaştan sonra bu senin
neyine? Güner, artık böyle cümlelere eskisi gibi sert tepkiler
vermiyor. O kendisi herkesten iyi biliyor bu yaştan sonra ne-
yin onun neyine olduğunu. Kararını da kendisi veriyor.
— Değdi mi yani şimdi, dedi Ayten yine azarlayarak.
Kalbinin sesini dinleyerek yanıtladı Güner:
— Değdi vallahi, değdi!
Ve hemen bir acılı “ah” daha çekti.
— Değmişmiş! Bak şu haline! Uzan hadi, uzan!
Ayten'in yardımıyla uzanmaya çalışırken inlemeye devam
etti. Şu an oynadığı oyun çok hınzırca geliyor ona. Haylaz
“bir öğrenci olmamıştı ama haylaz arkadaşlarına hep özen-
mişti. Kısmet ellisinden sonrayaymış, diye düşündü.
— Eve nasıl geldin bu halde?
Doğru ya, kanepede tırtıl gibi kıvranan adam, nasıl direk-
siyon başında trafikle baş etti? Bu soruyu pas geçti Güner.
— Aah! Şampiyon oldum Ayten!
— Hah ne güzel! Bi! şampiyonluğun eksikti! Yatalak falan
110
kalırsan kupanı koyarız karşına, seyredersin.
Fırçanın kupaya dokunmasına sevindi Güner. Şampiyon-
luk ödülünden bahsetmenin tam sırası diye düşündü.
— Kupa falan yok ki, dedi.
Ve küçümseyerek ekledi:
— Tek bi' yemek...
— Ne, tek bi yemek?
Acısının asıl sebebi organizasyon komitesinin cimriliğiy-
miş gibi, şampiyonluk ödülünün sadece bir yemek olduğu-
nu söyledi. Tabii yine inlemeler eşliğinde...
— Çok bile vermişler, dedi Ayten kızarak.
— Aslında gitmem ama Halite söz verdim.
Ayten, masanın yanına bıraktığı poşetleri almaya gidiyor-
du ki durdu.
— Ne sözü?
Verdiği bilgi çok sıradanmış gibi bir tonlamayla:
— Şampiyon olursam yemeğe onu götüreceğime, dedi.
Ayten Güner'in ayak ucuna oturdu.
— Yemeğe Haliti mi götürüyorsun?
Sesinin frekansına bakılırsa, bu durum ona hiç de normal
gelmedi.
— Evet. Yoksa sen mi gelmek isterdin?
— Yok canım... Ben niye kocamla yemeğe çıkmak isteye-
yim ki, dedi Ayten alaycı bir küskünlükle.
Güner şaşırmış gibi yaptı:
— Aa, gerçekten mi?
Ayten cıkcıklayarak kafasını iki yana salladı. Onun bildi-
gi, insan böyle yemeklere ya karısıyla ya da sevgilisiyle gi-
dermiş. Bunu da sanki Güner'le Halit'in arasında romantik
bir ilişki varmış gibi kinayeli söyledi. Güner, bu uygunsuz
durumun sorumluluğunu Halit'in üzerine attı. Daha turnu-
vanın başında yapışmış yakasına.
— Bi de maçlarda tezahürat diye bi sürü şebeklik falan
111
yapınca geri çeviremedim.
— Koca adamlar çocuklar gibi!.. Sonra o şirkette müdürüz
diye dolaşıyorsunuz!
— Yavrum istediğin yemek olsun, ben seni Paris'e götürü-
rüm be!
— İyi iyi çok duyduk biz bunları, deyip kalktı Ayten.
Gidip masanın yanındaki poşetleri yerden aldı.
— Bu ne?
Güner'in yanıt vermesine gerek kalmadan da anladı onun
ne olduğunu.
— Ay sen yine mi karides aldın?
— Güzel oluyor be Ayten, dedi Güner çocuksu bir masu-
miyetle.
Ayten mutfağa giderken söylendi:
, — Nerden çıktı bu karides merakın anlamadım ki! Leş gi-
bi de kokutuyor mutfağı!
Yattığı yerden seslendi Güner:
— Tahin helvası da aldım.
Bu da son günlerde Güner'in sofrasının olmazsa olmazla-
rından. Ayten mutfaktan bağırdı:
— Tahin helvası vardı zaten.
— İbrahim geçen Antep fıstıklısı çok güzel oluyor demişti
ya... O seviyor diye aldım.
Ayten yüzünde inanmamış bir gülümsemeyle döndü
mutfaktan.
— Damadın seviyor diye aldın?..
— Evet, ne var bunda? Sonuçta damadımdır.
Az önce kalktığı yere, Güner'in ayak ucuna oturdu Ayten.
— Ee zaten damadın diye kızıyordun ya...
Güner, kesin bir tavırla inkâr etti bu doğru saptamayı. İb-
rahim'e sırf adam olsun diye çattığını söyledi ve tabii ki Ay-
ten bu saçma savı ciddiye almadı. Bugün onların da gelece-
gini söyledi Ayten.
112
— Sen geldikleri değil gelmedikleri günleri söyle!
— N'apsın kız? İşten çıkınra bi de yemekle uğraşamıyor,
dedi Ayten.
Bunu anlayışla karşılayabilir Güner. Sonuçta kızının ağır
yaşam yükü altında ezilmesi istediği son şey, ama gelirken
yanında kocasını da getirmesine katlanamıyor. Bu konuda-
ki fikirlerinin anlayışla karşılanmayacağını da biliyor. Bu
büyük günün asıl meselesine döndü yine:
— Bugünkü çok heyecanlıydı ama Ayten. Askeri liseden
beri böyle maç yapmamıştım.
Sesi, beli kırılmış bir adamınki gibi çıkmıyor bunu söy-
lerken. Ayten ciddiye almadı onu.
— Maçı boş ver, sonuca bak!
— Sonuç?.. Kazandım işte!
Sesindeki heyecan miktarını arttırarak devam etti:
— Oğlan altı ay Japonya'da kalmış...
— Hangi oğlan?
— Rakip! Koray! Bana kadar herkesi tak tak devirdi!
Ayten kendisine en ilginç gelen kısmı sordu:
— Niye gitmiş Japonya'ya?
Bu sorunun yanıtının Güner için hiç önemi yok.
— Ne bileyim ben, dedi.
Ona göre meselenin dikkate değer tek kısmı, genç rakibi-
. nin masa tenisçisi olarak Japonya'da pişmesi. Şirkette namı
yayılmış çocuğun. Millet Güner'e takılıyormuş:
— Koray, Hattori Hanzo'nun raketiyle oynuyor. Mümkün
değil yenemezsin amirim!
— Hattori Kanso kim ayol?
— Kil Bil mi, Kıl Bil mi ne bi” film varmış. Oradaki çekik
gözlü kılıç ustası... Bu da raketi Japonya'dan getirmiş ya...
Ayten anlayarak güldü. Güner yattığı yerde doğrulup
oturur pozisyona geçti.
— Maç öncesi benim bile içimde bi' şüphe!.. Ulan ya ye-
113
nemezsem?.. Servis bunda başladı. Bir, iki, üç, beş... Sayı
alamıyorum.
Sustu. Anlatmaya devam etmeden önce nefes alarak kon-
santre oldu.
— Sonunda direğin dibine baktım...
Gerçekten Ceyda'yı görüyormuşçasına ileride bir noktaya
dikti gözlerini.
— Direğin dibine mi baktın?
Yakalanmış gibi irkildi. Hemen toparladı kendini:
— Halit direğin dibinde dikilmiş seyrediyor. Dedim ki ken-
di kendime “Ulan saçmalama! Karşındaki Hattori Hanzo'nun
raketi değil kendisi olsa kaç yazar? Paraşütçü Albay Güner
Çelik5sin sen!” Bi! coştum ondan sonra Ayten. İlk seti ben al-
dım, ikinci seti o... Üçüncü set bende, dördüncü onda...
— Ay ben bile heyecanlandım, dedi Ayten maçın havasına
girerek.
— Sen son seti izleyecektin Ayten!
Sakatlanan belini unutup ayağa kalktı.
— Bi Hattori Hanzo alıyor, bi Albay Güner!.. Bi! Hattori
Hanzo, bi Albay Güner!.. Yirmi üç yirmi üçe kadar uzadı.
— Ece?..
Sanki anlatan adam şampiyon olduğunu baştan söyleme-
miş gibi heyecanla sonucu bekliyor Ayten. Spiker de ağır-
dan alıyor. Bir süre sessizliğin ardından:
— Servis onda, dedi.
— Hotturi Hanzu'da?..
Güner o ana döndü. Masanın başında elinde raketle kon-
santre oluyor ve güç almak için gözlerini aynı yere dikiyor.
— Ceyda'ya!..
Korkunç bir dil sürçmesi!.. Neyse ki kıvrak bir manev-
rayla kurtuldu.
— ..nın yanındaki Halite şöyle bir göz ucuyla baktım. O
da bana bakıyor, dedi.
114
Ve Ceyda'nın gözlerini hissetti üzerinde.
— O direğin dibinde değil miydi?
— Maç heyecanlı yavrum! Dört set olmuş! Direk bile aynı
yerde durmakta zorlanıyor!
Ayten çok mantıklı buldu bu açıklamayı. Güner servis
kullanıyormuş gibi pozisyon aldı.
— Askeri lisedeyken geliştirdiğim özel bi servisim var. İş-
te dedim gizli silahı çıkartmanın tam zamanıdır Güner!
Ve hayali topu havaya atıp, hayali raketi, kendi icadı en-
teresan manevrayla savurarak servisi kullandı:
— Bi gönderdim topu!..
— Yavaş, belin!..
Ayten'in uyarısıyla zafer anından hemen eve döndü Gü-
ner ve inledi:
— Ah belim!
Yavaşça kanepeye geri oturdu. Deminki gibi güçlü ve he-
yecanlı olmayan bir sesle maçı bitirdi:
— Karşılayamadı Hattori Hanzo.
— Yat! Yat, dedi Ayten.
— Tamam iyiyim, iyi!
Ayten gülerek:
— Halitle koşup sarıldınız mı birbirinize, diye sordu.
Güner, ne ilgisi var gibisinden baktı.
— Ayol, deyip duruyordun ya hani yok direğin dibindeydi
yok bilmem ne...
— Haa! Yemekte sarılırız artık.
Ayten kalktı.
— Sıcak bi” havlu getirip masaj yapayım ben beline.
— Vallahi iyi olur, dedi Güner minnet yüklü bir sesle.
Ayten odadan çıktığında mutlu bir insan olduğunu dü-
şündü Güner. Hayatta bazen kırmızı ışıkta geçmek iyi bir
şeydi. Yakalanmamak için yeterli dikkat ve özeni göstermek
koşuluyla...
115
Genç Evliler Baş Başa

İbrahim ve Nergis baş başa oturuyorlar. İbrahim kanepede,


Nergis koltukta... İbrahim'in yüzü Nergis'e dönük ama
Nergis'in yüzü İbrahim'e dönük değil. Hâlâ kiralık evlerin-
deler. Üç beş ay önce, bugünlerde artık ellerinde bir tapu
olacağını zannediyorlardı. Daha doğrusu Nergis öyle zan-
nediyordu. İbrahim'in gözü çok daha yükseklerdeydi. Haf-
tada yüzde yirmi artan parası, yirmi haftada ne kadar art-
mış olursa şimdi o kadar zengin olacağına inanmıştı. Ne
yazık ki hayatta bazen iki çarpı iki dört etmiyor. Banka he-
saplarına bakınca bir mucize gerçekleşmemesi durumun-
da, ki bu iki çarpı ikinin bir milyon etmesi gibi bir durum,
aylar sonra da düzenli kiralarını ödemeye devam edecekler
gibi görünüyor.
Nergis canı sıkkınken hep yaptığı şeyi yapıyor. Bacak ba-
cak üstüne atmış üstteki bacağını onu kızdıran şeyi tekme-
ler gibi aralıksız sallıyor. Kollarını göğsünde kavuşturmuş,
kaşları çatık...
İbrahim karısını seyrederken bu öfkeli hallerin onu daha
da çekici yaptığını düşünüyor.
117
Odadaki ağır havayı kırmak için sesli sesli güldü İbra-
him. Nergis dönüp bakmadı ve ağır hava bir süre daha de-
vam etti. İbrahim'in aklına daha iyi bir fikir gelmediği için
tekrar güldü. Bu kez Nergis kocasına soğuk bir bakış attı.
İbrahim, karısının aksine doğası gereği neşeli bir insan.
İç sıkıntısı pek de dayanabildiği bir duygu değil.
— Sevişelim mi?
Az önceki gülmeler gibi ilgisizce geçiştirilebilecek bir çı-
kış değil bu. Nergis soru sahibine döndü.
— Ay çok romantiksin!
Ve sesini iyice kalınlaştırıp ayı aksanıyla soruyu taklit etti:
— Sevişelim mi?
Ardından da sinirli sinirli güldü.
— Bu hafta yoğunum İbrahim. Banka müfettiş dolu.
İbrahim teklifinin hemen kabul edilmesini beklemiyordu
zaten. Şaşırmadı. Yalnız mazeret biraz komik geldi ona. Bir
süre sessiz kaldıktan sonra:
— Sanki müfettişlere sözün varmış gibi oldu, dedi mah-
zun mahzun.
— Sabahın köründe kalkıyorum İbrahim!
Yine sessizlik... Geçen hafta banka müfettiş dolu değilken
de sevişmemişlerdi. Ya da hafta sonu, ertesi gün sabahın
köründe kalkmaları gerekmiyorken...
İbrahim çekinerek, eylem teklifine masum bir kılıf uy-
durmaya çalıştı:
— Yok... Sen canım sıkılıyor dediğin için...
Nergis bunu söyleyeli yarım saat olmuştur. Yarım saattir
de canının sıkılmaya devam ettiği çok açık.
— Canım annemlerin durumuna sıkılıyor, dedi Nergis.
İbrahim yorum yapmadı. Birkaç saniye sonra Nergis de-
vam etti:
— Kadın alışmış yıllardır saat altıda kocasının evde olma-
sına...
118
Bu akşam, yemeği onlarda yerlerken sofrada Güner yok-
tu. Aslında İbrahim kesinlikle şikâyetçi değil bundan. Daha
iyi zamanlarında bile kayınpederiyle aynı ortamda bulun-
maktan pek fazla haz etmezken şimdi hiç karşılaşmamayı
kesinlikle tercih ediyor. Yani borsadaki paranın durumu
aralıksız yokuş aşağı giderken...
— Ama baban da sıkılmış demek ki hayatım...
Kayınpederini değil, mevcut durumu savunmak için söy-
ledi bunu.
— Neden sıkılmış, dedi Nergis tersleyerek.
— Yani her akşam her akşam eve kapanmaktan...
Nergis başını çevirip kocasına dikti öfkeli gözlerini:
— İbrahim babam yeni evlenmedi! Ben kendimi bildim bi-
leli onların hayatı böyleydi!
Yıllarca bir biçimde olması, sonsuza kadar o biçimde de-
vam edeceği anlamına gelmez, diye düşündü İbrahim. Za-
ten mantıklı olan uzun süre devam eden şeyden sıkılıp de-
gişiklik aramaktır. Karısıyla farklı düşündüklerinde, aklın-
dan geçenleri hiç değiştirmeden söze dökerse gerilim çıktı-
gını biliyor İbrahim. Çekinerek:
— Ellisinden sonra adamın canı biraz değişiklik istemiş
demek ki, dedi.
Nergis onu hiç duymamış gibi bacak sallama eylemine
devam etti. Biraz bekledikten sonra yine sessizliği İbrahim
bozdu:
— Briç normal de... Sinemaya falan da birlikte gitmeleri
tuhaf.
— Hı?
Güldü İbrahim.
— Hani bi' de aşk filmi falansa...
Çok kızdı Nergis.
— İbrahim sen ne diyorsun ya?
İbrahim'in dediği şey, kayınpederinin son günlerde yap-
119
uklarıyla ilgili. Geç saatlere kadar briç partilerine takılmalar
ve Halit'le birlikte sinemaya gitmeler...
— Bi şey demiyorum hayatım, dedi korkarak.
— Komik olmaya mı çalışıyorsun?
Evet, buydu gerçekten amacı. Odadaki ağır hava, dağılsın
güle oynaya sohbet etsinler.
— Neşelen diye bir tanem...
Kafasını iki yana sallayarak cıkcıkladı Nergis.
— Aşk filmi falansaymış...
Ve yine sessizlik... Bütün geceyi konuşmadan sıkıntı için-
de geçirmek becerebileceği bir iş değil İbrahim'in.
— Yemeklerin kalitesi de bariz düştü.
Karısı yorum yapsın diye boşuna bekledi.
— Bugünkü karnıyarığı sırf ayıp olmasın diye yedim.
Yine Nergis bir şey söylesin diye bekledi ve Nergis bir şey
söyledi:
— Yemek kalitesi düşünecek halde değil kadıncağız İbra-
him!
Harika bir fikir geldi İbrahim'in aklına. Kaynanası kendi-
ni ev işine ya da yemek yapmaya bile veremediğine göre da-
ha mühim bir uğraş lazımdı ona oyalanması için. Düşünce-
sini karısıyla paylaştı. “Nasıl bir uğraş?” gibisinden baktı
Nergis. İbrahim en sevimli yüz ifadesini takınıp elleriyle de
pandomim yaparak:
— Torun morun olsa, dedi.
Gülmesine engel olamadı Nergis. İbrahim cesaretlendi ve
nihayet istediği atmosfer değişimini yaratabileceğine inandı,
— Ben kendi adıma kaynanam için hiçbir zahmetten
kaçmam.
— Doğur o zaman bi' tane!
— Önce bayanlar, dedi İbrahim.
Nergis yine güldü.
— Bu hafta çok yoğunum İbrahim.
120
Evet bunu daha önce söylemişti. Bu haftanın mazereti
belliydi.
— Müfettişler, dedi İbrahim.
Nergis'in yüzündeki gülümsemenin devam ettiğini gö-
rünce konunun kapanmadığını düşündü.
— Hem o zaman baban da briçten çok torunuyla ilgilen-
meye başlar.
— Fedakâr damat!
Nergis'in kaşları çatılmasa da yüzündeki gülen ifade kay-
boldu.
— Sen de maşallah paraları batırdıkça coşuyorsun.
İbrahim'in konuyla ilgili düşüncesi şu: Borsada zarar et-
memiz, yatak odasında da batmamızı gerektirmez! İkisi ta-
mamen ayrı şeyler soğuk kadın!
Aklından geçenleri kendine sakladı.

121
Halit Bazen Duygusallaşıyor

Bugün cumartesi. Güner ve Halit öğlene kadar çalıştıktan


sonra birlikte çıktılar şirketten. İstiklal Caddes'inde Star-
bucks'talar. Güner'in kahve içeceği bir mekân değil burası,
Halitin ısrarıyla oturdular. İçtiği şey de kahve değil zaten.
Cafe Latte... Halit, sevgilisi genç birinin, modern mekânları
ve oralarda yiyilip içilen yeni şeyleri öğrenmesi gerektiğini
söyledi. Bir süre lattelerini yudumlayıp hiç konuşmadan
caddeden geçenleri seyrettiler. Kendi kendine söylenerek
yürüyen kara kuru kızı işaret etti Halit:
— Bak bu deli, dedi.
Güner'in ilgisini çekmedi. Sonra Halit, İstiklal Caddesi
müdavimleri hakkında bilgi vermeye başladı. Sokağın giri-
şindeki kör kavalcıyı görüp görmediğini sordu. Görmediğini
söyledi Güner. Aslında o kör değilmiş ve onlardan dört tane
varmış. Biri kız, üçü erkek... Birbirlerine çok benzediklerine
göre kardeş falan olmalıymışlar. Nöbetleşe körleşiyorlarmış.
Kim görmüyorsa kavala o üflüyor, yanındaki de para toplu-
yormuş. Akşamları cadde daha ilgi çekici oluyormuş. Yol ke-
narında performans sergileyenlerin sayısı artıyormuş. Genç-
lerden darbuka çalan bir grup varmış, sadece onları seviyor-
123
muş. Gerisi dilenmek için eline herhangi bir alet alıp gürültü
yapanlar... Hele içlerinde saz çalan bir adam varmış ki, yete-
rince para toplayamazsam bu sokak bu ıstırabı çekmeye de-
vam edecek, mesajlı bir konser veriyormuş her gece.
Halit, geçen hafta saat on ikiden sonra da devam etmiş
gezmeye. Kafaları güzelleşmiş kadınlı erkekli bir grup gece
ikide, darbukacıların önünde uzun uzun oynamışlar. Halit
özenmiş. Elinden gelse o da yaparmış aynısını.
Dört aydır, haftada ortalama üç gün, yardım ve yataklık
olsun diye güya Güner'le buluşuyor Halit. Boş boş dolaşı-
yor sokaklarda. Üniversite yıllarını hatırlıyor. Bazen de ki-
tapçılarda zaman öldürüyor. Ceyda'nın Güner'e bahsettiği
şairleri okuyor. Hayyam'ı, Sabahattin Ali'yi...
Güner'in anlattıklarıyla hiç ilgilenmediğini görünce ken-
disinin merak ettiği konuya geçti:
— Nasıl işler?
Güner, neden bahsettiğini anladığı halde:
— Hangi işler, dedi.
— Yapma şunu be amirim! O kadar yardım ve yataklığımı-
zın karşılığı bu mu?
Gülümseyerek:
— İyi, dedi Güner.
— İyi, süper mi? İyi, idare ediyoruz mu?
— İyi, süper.
Halit, kafasını iyice Güner'e yaklaştırıp alçak sesle:
— Kız yırtıcı değil mi, dedi.
— Nasıl yani? '
— Haşin mi?
Güner kızdı. Halitle bu yüzden böyle muhabbetlere gir-
mediğini söyledi. Halit alınmadı. Ona göre yaşananlara çok
uygundu sorduğu sorular. Göz kırparak:
— Hu, nasıl Ceyda, dedi.
Güner gülerek kafasını iki yana salladı ve:
124
— İyi, dedi.
— Yatakta nasıl yatakta?
Güner, ısırması turmalaması olmadığını söyleyince hayal
kırıklığına uğradı.
— Kaplan gibi görünüyordu halbuki. Bak benim bir Nejla
vardı...
— Şu sana külotlu çorap giydiren?..
Halit hayretle:
— Sen nereden biliyorsun onu yahu, dedi.
Güner gülünce de hatırladı kendisinin kazayla anlattığı-
nı. İşte bu Nejla, bir gün boynunda tam dört diş izi bırak-
mış. Yakasını aşağı çekip yara izini gösterdi.
— Bu diş izi değil ki, dedi Güner.
— Buna bakınca diş izi görseydin başka tarafımda da ek-
mek bıçağı izi olurdu.
Tıraş olurken kestiğini söylemiş Müberra'ya.
— İyi yemiş, dedi Güner.
— Nasıl yemeyecek? Biraz derin dalmışım kan kaybından
geberiyordum az daha.
Güner güldü.
— Öyle dertlerim yok Allah'a şükür.
— Derdin öylesi dost başına amirim.
— Aman eksik olsun, dedi Güner.
Ceyda ile ilişkilerinin başında, Güner'de dikkat çeken ilk
değişiklik daha neşeli bir insan olmasıydı. Oysa son zamanlar-
da, yasak elmayı ısırmadan önceki halinin bile gerisine döndü.
— Biraz yılgın gördüm seni, dedi Halit.
— Yoo.
İstediği kadar inkâr etsin, Halit ilk günlerdeki keyfinin
kaybolduğundan emin.
— Öyle öyle. İlk haftalarda bi” coşmuştun...
Güner huysuzca iyi olduğunu söyledi yine. Halit, çok
mahrem mevzulara dokunacağında hep yaptığı gibi Gü-
125
ner'e doğru eğildi ve sesini iyice alçaltarak:
— Karidesle tahin helvası kesmiyorsa başka reçeteler de
var, dedi.
— Başka ne reçeteler var?
Güner daha çok kendi sorduğu soruya sinirlenerek:
— Yahu kadınla erkek arasında olabilecek tek sorun o mu-
dur, dedi.
— Başka ne olabilir ki?
- Güner, bir süre açılıp açılmamak konusunda tereddüt ya-
şadıktan sonra:
— Gitgide hırçınlaşıyor bu, dedi.
Halit parmağını şıklattı:
— Tam tahmin ettiğim gibi. Kaplan değil mi kaplan!?
— Onu demiyorum ben Halit!
Bu adamla konuşmak mümkün değil diye düşünüp san-
dalyesinde geriye yaslandı Güner.
— Tamam peki şaka yaptım. Anlat hadi!
Konuşacak başka kimsesi olmadığı için anlattı Güner:
Ceyda artan bir tempoyla huysuzlaşıyormuş. Kafasını top-
luma takmış. İnsanlar iki yüzlüymüş. Gerçekleri işlerine
geldiği gibi görmezden geliyorlarmış. Kadınla erkek arasın-
da çifte standart varmış. Özellikle bu sonuncusu çileden çı-
kartıyor onu. Halit, Güner'i dinledikten sonra:
— Ee bunların hepsi doğru, dedi.
Güner bunların hepsinin doğru olup olmadığını bilmi-
yor. Bildiği şu ki, tüm bunların sorumlusu o değil.
— İlk zamanlarda sadece anlatıyordu. Şimdi sinirlenmeye
de başladı.
Doğru söylüyor Güner. Ceyda'nın hareketlerinde normal
denge yasalarıyla açıklanması güç dalgalanmalar görülmeye
başladı. Üç gün önce, hoş bir sohbetin içindeydiler. “Tom-
bişim, tombişim,” diyerek yanaklarını okşuyordu olgun
sevgilisinin. Sonra birden...
126
Sonra Birden...

Yataktalar. Ceyda'nın üzerinde siyah, etekleri dantelli bir


gecelik var.
— Tombişim benim, tombişim!
Sevgilisi yanaklarını mıncıklarken Güner de coşuyor:
— Yavrum!..
Balayının tadını çıkartan genç bir çift de olsalardı böyle
oynaşırlardı herhalde. Halinden çok memnun Güner. Cey-
da'nın vücudunun en tadına doyulmaz bölgelerinden ma-
kaslar alıyor. Genç sevgilisi kaçarken o kovalıyor, gıdısını,
kulaklarını öpmeye çalışıyor. Yani içini köpük köpük ka-
bartan bir oyun oynuyorlar. Gençlik aşısı, eğlence, mutlu-
luk... Bu şölen böyle giderken, ne olduysa oldu ve Ceyda
haşinleşmeye başladı. Güner'in kulaklarını çekiyor, kafasını
sarsıyor. Oyuncağına kötü davranan sorunlu çocuklar gi-
bi... Hâlâ bunlar aşk oyununun haşin yaramazlıkları olarak
görülebilir.
— Aah! N'aptın yavrum!?
Ceyda'nın yaptığı şu: Güner'i iki kulağından tutup kendi-
ne çekti ve kafasını hart diye ısırdı.
127
— Yerim seni, yerim!
Güner acı içinde başını ellerinin arasına aldı.
— Bu ne biçim sevgi göstermek yahu!?
— Sevgi göstermedim ki.
Bir kez daha ahladı Güner.
— Beynimde dişlerinin izi çıkmadıysa ne olayım!
Ceyda yataktan inip volta atmaya başladı. Her biri üç beş
adımlık birkaç turdan sonra aniden olduğu yerde durup
Güner'e döndü.
— Ben şimdi senin elinin kiri miyim?
Güner bu muhabbeti biliyor ve hiç sevmiyor. Hemen ka-
patamazsa yine canı fena halde sıkılacak.
— Yahu yine mi aynı muhabbet?
Ceyda bir elini beline koydu.
— Öyleyim değil mi?
Güner ortamı yumuşatmak içi yalakalık yapmayı denedi:
— Dedim ya bebeğim, sen benim çiçeğimsin, çiçeğim!..
İşe yaramadı. Ceyda yatağa gelip Güner'in göbeğini fena
halde çimdikledi.
— Aah! Yahu ne oluyor sana?
Ve dolaşmaya devam etti.
— Ben senin karını tanıyor muyum Güner? Tanımıyorum
değil mi?
— Tanımıyorsun.
— Sen karını tanıyor musun? Tanıyorsun değil mi?
Güner ne diyeceğini bilemedi. Nereye varmak istediğini
düşünürken boş boş baktı Ceyda'ya. Ceyda bağırdı:
— Tanıyorum desene be!
— Tanıyorum, dedi Güner korkuyla.
— Seviyor musun?
Yanıt vermezse kızacağını biliyor. Seviyorum derse de kı-
zabilir. Korkarak ve tereddütle:
— Seviyor muyum, dedi.
128
— Seviyorum de!
Sevdiğini söyledi Güner. Ceyda yürümeyi bırakıp ona
döndü.
— Hah, bak gördün mü? Sen tanıdığın ve sevdiğin karını
aldatıyorsun,'bense sadece tanıdığım bir adamla yatağa giri-
yorum. Niye ben daha kötü oluyorum ha? Niye?
Güner'in bütün keyfi kaçtı.
— İçimi sıktın Ceyda!
Yataktan kalkmaya hazırlanırken Ceyda yanına geldi.
Göğüslerini ona sunuyormuş gibi elleriyle destekleyip sal-
layarak:
— Açarım ben senin içini açarım, dedi hâlâ hırçın ama bir
o kadar da cilveyle.
Güner, durum düzeliyor diye düşünüp göğüslere doğru
bir hamle yapınca Ceyda geri çekildi. Bu defa da karısının
göğüsleri olup olmadığını sordu. Anlamadan baktı Güner.
Göğüslerini yine alttan destekleyerek Güner'e doğru salladı
hırçın kadın.
— Böyle kocaman kocaman ikizleri var mı?
— Yavrum n'apıyorsun anlamıyorum ki seni!
Ceyda öfkeyle bağırdı:
— Var mı yok mu?
Güner de bağırarak karısının göğüsleri olduğunu söyle-
yince sakinleşti sorunun sahibi.
— Güzeel. Göğüsleri var. Peki karının...
Ceyda'nın el hareketlerinden sıradaki soruyu anladı Gü-
ner. Öfkeyle: i
— Evet ondan da var, dedi.
Ceyda fırlayıp onu parçalayacakmış gibi üzerine atılarak
bağırdı:
— Bağırma bana! Bağırma!
Güner korkuyla sindi ve Ceyda yumuşacık bir sesle de-
vam etti:
129
— Kocam değilsin, dayım değilsin.
“ÖP'ledi Güner.
— Karının osu da var, busu da var...
Bunu söylerken osunu ve busunu işaret etti.
— Yeterli tesise sahip yani.
Güner, kendini psikopat bir savcı tarafından sorguya çeki-
liyormuş gibi hissetti. Gerilime daha fazla dayanamayarak:
— Yeter Ceyda, dedi.
Psikopat sorgucu umursamadı kurbanının isyanını.
— O zaman benim koynumda ne işin var?
Sesini çıkartmadı Güner. Ceyda bir süre bekledikten son-
ra sırıttı.
— Ne oldu ha? Ne oldu, niye konuşmuyorsun?
— Yavrum!..
Devamını getiremeyeceğini bildiği halde sırf ağzından bir
şey çıkmış olsun diye söyledi bunu Güner.
— Bu mesele hakkında fikrin yok mu?
— Yok, dedi bezgince.
Ceyda yine sırıttı.
— Yaa!.. Avrupa Birliği hakkında fikrin var, Irak sorunu
hakkında var, ekonomi konusunda var, ama kendi yediğin
halta gelince dut yemiş bülbül!..
Yardım gelmesi mümkünmüş gibi etrafına bakındı Gü-
ner, Artık pek bir çaresiz ve zavallı görünüyor.
— Konuşsana hadi!
Güner konuşmuyor.
— Bu konuda bir demeciniz yok ha?
Güner aslında sessizliğini korumak niyetindeydi, ama Cey-
da'nın sesindeki ve gözlerindeki alaya dayanamadığından:
— Var güzelim, var, dedi sonunda.
— Hadi söyle de öğrenelim, niye benim koynumdasın?
Güner derin bir nefes alıp düşündü ve doğruluğundan
emin olduğu kısa açıklamasını dillendirdi:
130
— Çünkü erkeğim!
Ceyda daha uzun bir açıklama beklediğinden şaşırdı. Bir
an ne diyeceğini bilemedi. Sonra yine o alaycı tavrını takı-
narak kötü kötü sırıttı.
— Vay! Çok ince gördün amirim.
Güner, içinden doğru olması için çok derin olması gerek-
mez diye düşündü. Aklından geçeni Ceyda ile paylaşmadı,
çünkü beklediği şey Ceyda'nın kendi görüşlerinin doğrulu-
gu konusunda ikna olması değil. Sadece yatışmasını istiyor.
Ceyda'nın sesini çıkartmadan birkaç tur attığını görünce
acaba fırtına geçti mi diye umutlandı.
- Karın şimdi birinin koynundaysa ne olacak?
Sert bir soru oldu bu.
— Ne ilgisi var Ceyda?
— Yok mu?
— Yok!
Elini çenesine koyup ağır ağır yürümeye devam ederken:
— Muhasebedeki Haldun öyle demiyor ama, dedi.
— Hangi konuda?
— Karın konusunda.
Güner'in bedenine öfke, şaşkınlık ve dehşet dalgası ya-
yıldı.
— Ne demek şimdi bu yahu? Ağzından çıkanları kulağın
duyuyor mu senin?
— Hiç ummazdın değil mi, dedi Ceyda gülümseyerek.
Ardından da açtığı yarayı parmaklamaya devam etti: Az
önce karısının osunu bi de busunu sorarken aslında yanıt-
ları Haldun'dan almışmış. Güner'in başı döndü, eli ayağı
titremeye başladı:
— Sen şimdi!.. Haldun!.. Ayten!..
— Cümle kur, cümle! Anlamıyorum ne dediğini.
Güner bağırarak, o eşekoğlueşeğin karısı hakkında ileri
geri mi konuştuğunu sordu.
131
— Yoo, onu da nereden çıkarttın, dedi Ceyda gayet sakin
bir biçimde.
— Demin dedin ya Ayten'in osunu bi de busunu...
— Haldun ne bilsin be senin karının osunu bi' de busu-
nu!? Denedim seni.
Göğsünü kabartıp kollarını iki yana açtı ve sesini iyice
kalınlaştırarak külhanbeyi taklidi yaptı:
— Ben er-ke-kim, bulduğum çukura çökerim, ama karım
evde tek başına!..
Ardından da bir kahkaha patlattı:
— Testi geçtiniz amirim!
Güner kalkıp hızlı hızlı giyinmeye başladı. Ceyda yatağa
oturdu ve bacak bacak üstüne attı.
— Nereye?
Yanıt vermeden gömleğinin düğmelerini acele acele ilik-
ledi Güner.
— Daha Avrupa Birliği'nden konuşmadık.
Gömleğinin eteklerini pantolonun içine soktu ve fermu-
arını sertçe kapatıp kemerini hızla bağladı.
— İşte o konuda yetkilileri uyarmaya gidiyorum, dedi.
Ceyda anlamadı.
— Girmeden önce iki kere düşüneceksin, dedi kapıya gi-
derken.
Ve Güner çıktı. Ceyda yalnız kalınca kendi kendine:
— Aferin güzel espri, dedi.

132
Starbucks”'taki Sohbetin Devamı...

Güner, Ceyda'nın huysuzluklarını mahrem ayrıntılara gir-


meden anlattı. Halit, bir doktor ciddiyetiyle dinledi onu ve
kısa bir değerlendirmenin ardından çözüm önerisini koydu
masaya. Ceyda'nın suyuna gitmesi gerekiyor. Hatta yalaka-
lık yapması... Ceyda bir diyorsa, Güner üstüne ekleyip iki
demeli. O hep böyle yapıyormuş. Müberra'ya bile...
— İyi de erkeklere giydirirken doğrudan beni de araya ka-
tıyor.
Halit güldü.
— Ee ne var bunda? Müberra isim bile veriyor.
Karısının taklidini yaptı:
— Halit sen rezilsin! Rezil! Öyleyim diyorum. Adi şerefsiz
bir adamım ben.
Tavsiye Güner'in hiç hoşuna gitmedi ve bunu asla yapa-
mayacağını belirtti. Tavsiye sahibi ise zamanla alışacağını
söyledi. Kendisi geçenlerde kâbusunu bile görmüş. Müber-
ra ile evlendikleri gece... Karısı gerdek odasında yatakta
oturuyor. Halit yanına gidiyor ve duvağı kaldırmasıyla Mü-
berra, “Rezil! Rezil!” diye bağırmaya başlıyor.
133
Güner, sanki şu an evlilik dışı ilişkisi olan kendisi değil-
miş gibi ayıpladı arkadaşını. Hak ediyormuş, çünkü gözü
hep dışarıdaymış.
— Ee içeride vaziyet parlak olmayınca ne yapacaksın? Ba-
zen diyorum Müberra acaba beni taşıyıcı baba olarak mı
kullandı.
Anlatmaya devam edecekti, ama Güner sözünü keserek
böyle özel mevzuların konuşulmasını doğru bulmadığını
belirtti. Kendisi, Ceyda'yla olanları anlatırken bile utanıyor-
muş aslında.
Güner'in, özel mevzuların konuşulması ile ilgili görüşü,
Halitin zihninin derinlerindeki bir anıya dokundu. Yoğun
bir hüzün bulutu gölgeledi hep üzerinde taşıdığı neşesini.
Güner, arkadaşının gözlerinin daldığını fark edip yarıda bı-
raktı konuşmasını.
Halit, ne yaptığını bilmeden önündeki kâğıt bardakla oy-
nuyor. Güner'e hiç bakmadan sanki caddeden geçen insan-
lara konuşuyormuş gibi:
— Hani ben seninle yıllar önce konuşmak istemiştim...
Müberra'yı ilk aldatışımdı. Yirmi beş yıl önce, dedi.
Güner, onun bahsettiği konuşmayı hatırlamadı. Ortamın
her zamanki neşeli haline dönmesi için espri olsun diye ev-
leneli yirmi beş yıl mı olduğunu sordu. Halit gülmedi. Ba-
kışlarını sokaktan ayırıp Güner'in gözlerine doğrulttu ve
yirmi beş yıl önce ilk kez aldattığı Müberra ile yirmi sekiz
yıl önce evlendiğini söyledi. Ardından da yine caddeden ge-
çen insanlara anlatmaya devam etti.
— Nasıl vicdan azabı duymuştum... Dayanamayıp sana
gelmiştim.
Aralarına uzunca bir duraklama koyduğu bu iki cümle-
nin ardından nefes aldı ve tekrar Güner'e çevirdi gözlerini.
Güner, arkadaşının tek kası kıpırdamayan donuk yüzüne
bakarken kendini suçlu hissetti.
134
— Aa hatırladım! Çok kötüydün yahu! Ulan bi' o adama
bak bi de şimdikine!
Halitin sitemkâr ifadesinde yumuşama olmadı. O içli
adamdan, sonraki arsız çapkına geçişin nedeni, tek bir söz-
cükle hatırlattığı şu engellemede gizliymişçesine:
— Anlattırmamıştın, dedi.
— Nasıl anlattırmamıştım yahu? Kız hani o işin öncesinde
yanağından makas almıştı değil mi?
Sanki o yatakta daha dün yatmış gibi lekeli çarşafları ha-
turladı Halit. Kadının kirli saçlarının kokusunu duydu ve
suratındaki buzdan maske nihayet parçalandı. Öfkeyle elini
salladı. i
— Ulan benim anlatmak istediğim otel odasında profesyo-
nel bir kızcağızla yediğim bok muydu?
Güner gözlerini kırpıştırdı. İlk oturduklarında gördükleri
kara kuru, deli kız aynı yönde hızlı hızlı yürüyerek geçti.
Söylenerek... Halit yirmi beş yıl önceki otel odasına gitti.
Kadın esmerdi. Jöleli saçları metal bir peruğa benziyordu.
Parayı peşin istedi. Halit'in uzattığı banknotu arsız bir ça-
buklukla kaptı ve cüzdandan dışarı sarkmış ikinci bir tane-
sini işaret ederek onun da kendisine gelmek istediğini söy-
ledi. Kuş gibi cikcikleyerek yaptı bunu. Halit hiç konuşma-
dan o parayı da verdi. Kadın, müşterisinin cömertliğinden
memnun gülümsedi ve yanağından makas alırken kız arka-
daşından mı ayrıldığını sordu. Halit, karısından ayrıldığını
söyledi. Ve kadın üzerindeki tek parça elbiseden cilvesiz bir
beceriklilikle sıyrıldı. Sevişirlerken o son ana geldiğinde
hüngür hüngür ağlamaktan korktu Halit. Daha sonra uzun-
ca bir süre başka kadınlarla birlikte olurken de aynı korku-
yu hissetti. Tam o anda hıçkırıklara boğulup kendini kadı-
nın kollarına birakmak... Ama bu hiç olmadı.
İçini çekip Güner'e baktı. Yine cümlelerinin arasına uzun
boşluklar koyarak konuştu.
135
— Yatak odası mühimdir. Orası yıkıldı mı bi” daha kolay
kolay tamir edemezsin. Yirmi beş sene can çekişirsin enkaz
altında.
Güner şaşırmaya devam etti. Şu an karşısındaki adam
onun kırk yıldır tanıdığı arkadaşı değil.
— Ne oldu sana yahu?
Garipleşmesinin nedenini açıklamayı hiç düşünmeden,
bir kez daha içini çekti Halit ve nefes verirken sıkıntılı ha-
vadan sıyrılıp eski neşeli, umursamaz haline döndü:
— Bu akşam n'apıyorduk amirim?
— Briç oynuyoruz işte...
Halit güldü.
— Hesapta iki aydır oynuyoruz, ama ben briç bilmiyo-
rum ki.
— Öğren, kaliteli oyundur, dedi Güner.
— Evliliğe benzediğini duymuştum, iyi bir eşin yoksa iyi
bir elin olmalıymış.
Üstüne bir de kahkaha attı.
— Ulan on dört yaşında takıldın kaldın yahu!
— Yakışmıyor değil mi amirim?
— Yok yok iyi böyle. Hüzünlü halin hiç çekilmiyor.
— Bak hüzün deyince aklıma geldi. Ceyda'nın Hayyam ne
demiş: Her yeni gün doğarken/Bir gün de eksilir ömür-
den/Her şafak hırsız gibidir/Elinde bir fenerle gelen.
Güner, Halit'in hüzünlü haline dönmesinden korktuğu
için rubai üzerine yorum yapmadı. Ceyda, canını o kadar
yakarken bir de arkadaşının garipliklerine maruz kalmak
başına gelmesini isteyeceği son sıkıntı. Kalktılar. Güner
arabasını otoparktan almak için Tünel tarafına yöneldi.
Normalde Halit de onunla yürürdü, ama bugün bir acayip
ya... Yalnız kalmak için ters yönü seçti. Beyoğlu kitapçıları-
na girip yeni şiirler okudu. Arka sokaklarda gezdi. Alkolik
dilencilere içki parası verdi. Pişmanlıktan nefret ettiği için
136
“Acaba şöyle yapsaydım nasıl olurdu?” sorusundan uzak
durmaya çalışarak, geçmişini düşündü.
Güner, kaldıkları yerden kavgaya devam edecekleri endi-
şesiyle gitti Ceyda'ya. Korktuğu başına gelmedi. Genç ve de-
li sevgilisi, öpücüklere boğarak karşıladı onu. Özür niyetine
aldığı hediyeleri giydirdi ısrarla: Tavşanlı pembe terlikler...
Güner'in yaptığı menemeni yediler birlikte. Bol domatesli
ve yumurtaları az pişmiş...

137
Güner'in Romantizmi Dillere Destan

Masasında çalışırken sakin geçen haftayı düşünüyor Güner.


Galiba işler artık yoluna girdi. Ceyda günlerdir Halit'in de-
yimi ile arıza çıkarmadı. Belki de artık uslanmaya karar ver-
di. Eğer öyleyse verdiği fiziksel yorgunluk dışında tadından
yenmez bir ilişki bu. Fiziksel yorgunluk derken, Güner iki
ev ve iş arasında mekik dokumaktan kaynaklanan yıpran-
mayı kast ediyor. Yoksa hâlâ yaşıyla ilgili saçma sapan yo-
rumların doğruluğuna inanmıyor.
Kapısı çalındı. Bu da son haftaların getirdiği değişiklikler-
den. Artık genellikle kapısı kapalı oluyor. Güner'in ses verme-
sini beklemeden açıldı kapı. Bunu yapan şirkette bir kişi var.
Halit, içeri girerken Amerikan filmlerindeki gibi selamla-
dı Güner'i.
— Amirim!..
Teklifsizce geçip Güner'in masasının önündeki koltuğa
oturdu.
— Siz anlatmayı sevmiyorsunuz ama...
Cümlenin girişinden arkadaşının nelerden bahsedeceğini
anlayınca önce kapıyı kapatmasını istedi Güner. Halit, aslın-
139
da kapıyı kapatmaya hiç gerek olmadığını söyleyerek, denile-
ni yapmak üzere ayağa kalktı. Güner onu, yine her zamanki
gibi, “anlat anlatk” diye yakasına yapışmaması konusunda
uyardı. Halit güldü. Böyle bir şey yapmayacakmış, zaten buna
gerek de yokmuş. Sevindiğini söyledi Güner, arkadaşının
söylediklerinin arkasında başka anlamlar aramadan. Halit dö-
nüp yerine oturdu. Hiç sesini çıkartmadan öylece bekliyor.
Sanki buraya her zamanki gibi sohbet etmeye değil de yüzün-
de hınzır bir gülümsemeyle arkadaşını seyretmeye gelmiş.
— Hayırdır, dedi Güner.
Sesini çıkartmadı Halit. Yalnızca yüzündeki gülümseme
biraz daha gevrekleşti. Güner, onu konuşmak için ikna et-
meye çalışmadan sabırla bekledi. Ve Halit konuştu.
— Tavşanlı terlikler ha...
Duyduğunu tam anlamadan otomatik olarak sordu Güner:
— Ne tavşanlı terliği?
— Tavşanlı pembe terlikler...
Güner, bu adam neden bahsediyor diye bir an düşündü
ve bildiği tek tavşanlı pembe terlikleri hatırlamakta gecik-
medi:
— Haa, Ceyda almış. Çok sevimli oluyormuşum diye zorla
giydiriyor.
Önce utanarak güldü, fakat kısa sürede yüzündeki ifade
dondu:
— Ne zaman anlattım ben sana onu yahu?
— Sen anlatmadın ki.
— Ben anlatmadım mı?
Evet, Güner de emin Ceyda'nın özür hediyesi hakkında
Halit'le konuşmadığından. O zaman kaçınılmaz bir soru da-
ha var kovalaması gereken.
— Sen nereden biliyorsun peki?
— Aynur'dan öğrendim.
— Şu rüyanda kucakladığın kız?..
140
— Güzel parça. Tövbe etmeseydim hemen yazılırdım.
Güner allak bullak oldu. Karma karışık bir suratla:
— Hadi canım, dedi.
Halit arkadaşının tepkisinin neye olduğunu bildiği halde
dalga geçmek için yanlış anlamış gibi yaptı:
— Vallahi bak. Çok hoş kalçaları var.
Zaman geçtikçe hücum eden kanın baskısı artıyordu Gü-
ner'in beyninde. Öfkeyle bağırdı:
— Yahu başlatma Aynur'un kalçalarından! Bunu ondan
öğrendiğin doğru mu?
Her zamanki gibi yine arkadaşının öfkesinden etkilenme-
di Halit. Kravatını gevşetip geriye yaslandı. Allah'tan Ceyda
onun kadar ketum değilmiş. En yakın arkadaşının ilişkisini
çoluk çocuktan dinledikleriyle öğrenmek zorunda kaldığı
için ayıpladı onu.
— Halit! Şaka değil mi bu?
— Yahu sen çok güzel menemen yapıyormuşsun. Böyle
bol domatesli, sulu sulu...
Sayıklar gibi geçen cumartesi yaptığını söyledi Güner.
Sonra da beterin daha az beteri geldi aklına ve bunları ona
Ceyda'nın mı anlattığını sordu.
— Dedim ya Aynur'dan öğrendim diye...
Yine bağırdı Güner:
— Aynur nereden biliyormuş canım benim Ceyda'ya yap-
tığım menemeni?
Aynur Sema'dan öğrenmiş. Sema'nın kimden öğrendiğini
Halit de bilmiyor, yalnız Ceyda ile Sema üç aydır küslermiş.
Şu an kafası karışık olduğundan bulmacayı tam olarak çö-
zemeyebilir diye ek bir açıklama da yaptı Halit: Yani Sema
ile Ceyda arasında en az bir kişi daha olmalıymış.
Güner önce yıkıldı sonra çıldırdı.
— Yahu bu kız deli mi!?
— Ee deli tabii, dedi Halit.
141
— Yani bu kadar deli mi?
Ne kadar deli olduğu konusunda belki fikir verir diye an-
latmaya devam etti Halit: Güner'in şampiyonluk yemeğin-
deki romantizmi de şirketin kızları tarafından büyük tak-
dirle karşılanmış. Oysa hiç belli etmiyormuş. İçindeki İtal-
yan erkeğini gizlemeyi çok iyi beceriyormuş.
Halit'in derdi ölüyü tekmelemek. Güner'in ilişkisi konu-
sunda ketumluğunun acısını çıkartmaktan büyük zevk alı-
yor şu an. Güner şampiyonluk yemeğini düşündü.
— Ne romantizmi?
— Mumlar ve güller...
Sanki bütün mesele yemeğin romantizmiymiş, mum ya
da gül yoksa yaşanan sadece bir açlık giderme eylemi ola-
rak kabul edilebilirmiş gibi:
— Mum ya da gül yoktu ki, dedi Güner.
— Şu kadarını söyleyebilirim, sen şu anşirketin Kazano-
vassısın. Tahtıma oturdun.
Güner, salı akşamı çıkarken yanından geçtiği kızların ne-
şesini hatırladı. Garipsemişti. Üstelik aynı kızlar çarşamba
günü de çok mutluydular.
— Ulan ben de bu santraldeki kızlar falan beni gördükçe
neden gülüyorlar diyordum!
Halit her iki elini de başparmakları açık biçimde yumruk
yaparak Güner'in başarısını onayladı:
— Kulağı geçen boynuzsun sen amirim!
— Şimdi bütün milletin her şeyden haberi var mı?
Cehennemin kapısında “Şimdi ben öldüm mü?” diye sor-
maktan farksız bu. Refakatçi şeytan alay etmeye devam etti:
— Vallahi ben şirketteki ilişkilerimde mesafeli olmayı ter-
cih ediyorum. Güzel kızlar dışındakilerle de böyle muhab-
betlere girmiyorum.
Güner, fırlayıp masanın üzerinden uçarak Halit'e kafa
atabileceğine inansaydı denerdi.
142
— Ulan alay edilecek bir durum mu bu?
Halit güya yatıştırmaya çalıştı onu:
— Ne var canım bunda? İnsanın en iyi referansı sevgilile-
ridir. Kız senin için Allah muhafaza silahı tutukluk yapıyor
deseydi daha mı iyiydi?
Tüyleri diken diken oldu Güner'in.
— Yoksa oralara kadar da mı anlatmış?
— Bilmiyorum. Aynur ağırbaşlı kızdır. O konuya girmedi.
Daha doğrusu ayrıntı vermedi. Ama bacakların güzelmiş.
Özellikle anvelop etek çok yakışıyormuş.
Güner ellerini gökyüzüne doğru açtı:
— Allahım bu kâbus olsun! Uyandır beni Halit!
Halit aynı yollardan defalarca geçmiş birisi olarak anlam
veremedi onun olayı bu kadar önemsemesine. Hamama gi-
rip terlemekti aslında bu. Alay etmeyi bıraktı.
— Büyütme amirim! Panik de yapma! Serinkanlı değer-
lendirelim durumu. i
Güner duymuyormuş gibi baktı ona. Ve serinkanlı olma-
sa da durumu kendisi değerlendirdi:
— Ulan sen deliyi ş'apacağına akıllı seni ş'apsın! Başka bi'
değerlendirmeye de gerek yok!
Bu özlü sözün ardından ayağa kalktı. Masasında oturup
beklemek dışında bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyor.
Kapıya doğru yürüdü:
— Nereye, diye sordu Halit.
Deliyle konuşmaya gidecekmiş. Halit, delinin satışa çıktı-
ğını, bugün belki de hiç gelmeyeceğini söyleyince yeniden
masasına döndü ve telefona saldırdı. Ceyda'yı arıyor. Çok
garip... Telefon kapalı. Bu daha da korkuttu Güner'i. Yine
kapıya gitti:
— Nereye amirim, napıyorsun?
Halit onu güçlükle geri oturttu. Güner, Ceyda Ayten'e de
pembe terliklerden bahsetmiş midir diye korkuyor. Şimdiye
143
kadar bahsetmediyse bile mutlaka yapacak bunu. Telefonu-
nu da özellikle kendisi ulaşamasın diye kapattığını düşünü-
yor. Belki tam şu anda yediği menemen üzerine konuşuyor-
dur Ayten'le. Hemen evi aradı. Telefon meşgul çalsaydı ol-
duğu yere yığılabilirdi. Ayten'in konuşmasında bir gariplik
olup olmadığını anlamaya çalıştı. Büyük olasılıkla hiçbir
şeyden haberi yoktu, ama Ayten ona ısrarla bir şey mi oldu-
gunu sordu, çünkü Güner'in sesi titriyordu. Öğlen yemeği
için eve geleceğini söyleyip kapattı telefonu.
O eve gidip Ayten'in dış dünya ile bağlantılarını denetim
altına alırken, Halit de Ceyda'ya ulaşmaya çalışacak.

144
Bu Yaşta Erkeklerde
Oluyormuş Böyle Şeyler

Ayten, kanepede oturmuş, buğulu gözlerle karşısındaki du-


varı seyrediyor. Böyle bir rezilliği televizyonda görse tüyleri
diken diken olurdu. İşte o programlardaki evlerden birisi
oldu kendisininki de. Hatta daha da beteri... Otuz yıldır ay-
nı yorgan altında yattığı adamın böyle bir şey yaptığına ina-
namıyor. İki çocuğunun babası, aslan gibi kocası... Tek ba-
şına katlanamayacağı kadar büyük bir felaket bu. Kızını ve
damadını arayıp hemen gelmelerini istedi. Dakikada bir sa-
ate bakıyor.
Ve nihayet zil çaldı. Hemen kalkıp kapıyı açtı. İbrahim ve
Nergis içeri girdiler. İkisinin de yüzü endişeli.
— Anne ne oldu, dedi Nergis.
Ayten konuşmak için ağzını açtı ama başaramadı. Sadece
nefes alıp verdi. Nergis ve İbrahim sabırsızlıkla bekliyorlar.
Nergis bir kez daha ne olduğunu sordu. Yine yanıt yok. Ay-
ten gidip kanepeye oturdu. Nergis'le İbrahim de yanına
geçtiler.
— Korktuk anne, dedi İbrahim.
Ayten kendini toparlamaya çalıştı bir süre ve:
145
— Ay anlatacağım. Vallahi anlatacağım, yoksa çatlayaca-
gım derdimden, dedi.
Yine sustu. Hafif hafif ileri geri sallanmaya başladı. Nergis
öfkeli.
— Ne oldu anne?
Ayten derince bir nefes aldı.
— Bi cesaretimi toplayayım...
— Fena bi” şey, dedi İbrahim.
Bir süre daha beklediler, ama Ayten'den hâlâ ses çıkma-
yınca Nergis'in sabrı taştı.
— Hastalık falan mı anne?
— Dur söyleyecem, dur!
İbrahim konunun kayınpederiyle mi ilgili olduğunu so-
runca Ayten olumlu anlamda başını salladı. Bunun üzerine
İbrahim tahminini bir adım daha ileri taşıdı:
— Kanser mi?
— Ne kanseri be İbrahim, diye tersledi kocasını Nergis.
Ve sonunda Ayten giriş cümlesini ağzından çıkartmayı
başardı:
— Babanızın ilişkisi var.
Nergis şaşkınca çığlık attı:
— Aaa!
İbrahim bilmişlik yaptı:
— Bu yaşta erkeklerde oluyormuş böyle şeyler.
— Emin misin anne, dedi Nergis duyduğuna inanmakta
zorlanarak.
— Eminiiim!..
Bunu söyledikten sonra ağlamaya başladı. İbrahim Ner-
gis'e baktı, Nergis Ayten'e... Odanın içinde ağlama dışında
bir ses kalmadı. Ayten konuşabilecek kadar sakinleşince
Nergis:
— Konuştun mu babamla, dedi.
— Konuşmadım.
146
Ve yine yüksek sesle ağlamaya başladı.
— Konuşmak lazım, dedi İbrahim.
Nergis sertçe baktı kocasına:
— Sus İbrahim!
Sonra da:
— Konuşmak lazım anne, dedi.
— Ee ben de onu dedim, dedi İbrahim kendi kendine.
Nergis bir süre kafasının içinde durumu tarttıktan sonra,
kararını açıkladı:
— Babam yapmaz öyle şey!
Ayten'in ağlaması azaldı.
— O nerede şimdi?
— Sus İbrahim! Anne bi' yanlışlık vardır. Babam nerede?
İbrahim kendi kendine:
— Ben de onu sordum, dedi.
— Onunla berabecer!
Ayten üçüncü kez en üst perdeden ağlamaya başladı. İb-
rahim, sanki kayınvalidesinin yanıtı açıklama gerektiriyor-
muş gibi Nergis'e:
— Sevgilisinin yanında demek ki, dedi.
— İbrahim!
— Sustum!
Nergis sakinleşmeye çalıştı. Üç kişi arasında en güçlü
kendisinin olduğuna inandığından olayın kontrolünü ele
alması gerektiğine karar verdi.
— Ağlama anne! Önce bi' durumu anlayalım, sonra hep
beraber babamla konuşur, doğruysa sorarız hesabını.
Hesap sormaktan bahsedilen kişi kayınpederi olunca İb-
rahim kıyıda kalmasının kendisi için daha iyi olacağını dü-
şündü.
— Şey, ben karışmasam...
Nergis de Ayten de onu duymadılar.
— Yok konuşamayız kızım.
147
İbrahim kendi diyaloğuna devam etti.
— Hani beni yabancı gibi gördüğünden...
Nergis, sanki konuşamayız diyen annesi değil de kocasıy-
mış gibi İbrahim'e bakıp öfkeyle:
— Niye konuşamayacakmışız, dedi.
— Ee sinirli bir insan tabii Nergis. Şey olabilir.
— Hiç bi şey olmaz! Sinirlenecek birileri varsa o değil!
Karısının da en az babası kadar sinirli bir insan olduğunu
bildiğinden kendi görüşünde ısrar ederse “şey” olabileceği-
ni tahmin ederek geri attım attı İbrahim:
— Tamam, konuşun.
Nergis annesine döndü yine:
— Kimmiş anne, tanıyor musun?
Ayten birkaç kez burnunu çektikten sonra İbrahim'e
baktı:
— Siz de tanıyorsunuz.
İbrahim şaşırdı:
— Ben de mi tanıyorum?
Konunun kendisi için en üzücü yerlerinden birine geldi-
ginden başını sallarken hıçkırıklara boğuldu Ayten.
— Kim anne?
Nergis çok sert sordu bunu. Ayten doya doya ağlayıp ra-
hatladıktan sonra devam etmek isterdi aslında, ama kızını
bekletmekten çekindi. Hıçkırıklarının arasında “Ha..” “Ha-
li...” gibi sesler çıkartırken İbrahim ve Nergis ne dediğini
anlamak için dikkat kesildiler. Ve İbrahim doğru yanıtı bul-
muş bir yarışmacı sevinciyle bağırdı:
— Halit! Halit! Halit diyorsunuz değil mi anne?
Nergis, tokat gibi bir bakış attı kocasına.
— Evet İbrahim! Babam Halit Amcayla sevgili!
Ayten bunun üzerine daha içten ağlamaya başladı.
— Hayır Nergis! Halit Amca'nın karısıyla sevgili.
Sonra da müthiş bir gizemi çözmüş gibi:
148
— Tabii ya! Babamın çevresinden başka kim var ki benim
tanıdığım, dedi.
Nergis'in de aklına yattı İbrahim'in son söyledikleri. Çar-
pık ilişkiler yumağı bir pembe dizide mahsur kalmış olma-
nın dehşetiyle:
— Müberra Teyze mi anne, dedi.
Ayten başıyla olumsuz yanıt verip sustu. Az önceki hıçkı-
rıklarına yakışmayan bir netlikle:
— Söyleyeceğim ama İbrahim'den utanıyorum, dedi.
— Ne demek anneciğim, ben de sizin oğlunuz sayılırım.
İbrahim bunu söyledikten sonra durup hızla düşündü.
Kayınvalidesi, kocasının bir kadınla ilişkisi olduğunu açık-
larken çekinmedi ondan, ama sıra bu kadının kim olduğu-
nu söylemeye geldiğinde birden utandı. Öyleyse sorun ka-
dının kim olduğu... İbrahim'in tanıdığı birisi olması... Ve
adayların sayısı bir elin parmaklarından bile az. İbrahim ak-
lındaki isimlerin yarısını Müberra Teyze'de tükettikten son-
ra dünya başına yıkılmış gibi bağırdı:
— Yoksa benim annem mi?
Ve neredeyse ağlayarak devam etti:
— Bak aklıma gelmişti. Babanı çok karizmatik buluyordu.
— Üşüttün iyice İbrahim! Babam anneni nerede görecek
de!..
“De”den sonrasını söylemek istemedi. Ayten onlara bir
süre konuşmadan baktıktan sonra:
— Keşke kadın olsa, dedi.
Hemen ardından da yine şiddetle ağlamaya başladı. İbra-
him'in beyni, hâlâ başına gelen umulmadık felaketin, geç-
mişteki işaretlerini bulup çıkarmakla meşgul:
— Son zamanlarda hep yalnızlıktan yakınıyordu zaten
Nergis!..
Sessizlik... Ayten'in hıçkırıkları dışında uzun bir sessiz-
lik... Nergis'in de İbrahim'in de ağızları açık.
149
— Keşke kadın olsa mı?
İlk önce Nergis çıktı girdiği zihin felcinden. Sonra da İb-
rahim:
— Nasıl keşke kadın olsa ya!?
Ayten sustu. Onlara uzun uzun baktı ve bombayı patlattı.
— Babanız sapınık!
Şimdiye kadarkilerin hepsini gölgede bırakacak bir şid-
dette ağlamaya başladı. Nergis çığlık attı:
— Nece!
— Halit'le ilişkisi var!
“Halit Amcanız'la ilişkisi var,” diyecekken son anda to-
parladı kendini. Yaşananlardan sonra amcalık unvanını ko-
ruması elbette ki mümkün değil.
— Yok canım, dedi Nergis kaşı gözü acayip biçimde oyna-
yarak.
— Kızacaksın ama Nergis, bu da benim aklıma gelmişti.
Nergis şu an İbrahim'e kızamayacak kadar allak bullak
olmuş durumda. Kafasını iki yana sallıyor.
— Hayır anne! Hayır hayır! Mümkün değil olmaz öyle
şey!
İbrahim için ise beklenen ve gerekli temellere sahip bir
olay bu. Tabii “annemi atlasın da skandal nerede isterse
orada patlasın” düşüncesi de var. O yaşta erkeklerde böyle
eğilimlerin sonradan ortaya çıkabileceğini söyledi, konu-
nun uzmanıymış gibi bir edayla. Nergis İbrahim'in sinirleri-
ni bozması sayesinde az da olsa sıyrıldı şaşkınliğından. Ona
şimdiye kadarki en öfkeli bakışlarından birini gönderdi.
— Sen bi' sus İbrahim!
Ve annesine döndü.
— Anne nereden çıkarttın bunu?
Ayten ağlamasını kesti. Derin derin nefes alıp verdikten
sonra anlatmaya başladı:
— Baban hani masa tenisi oynuyordu ya şirkette...
150
Nergis, kesinlikle bu noktadan yola çıkarak babasının sa-
pık olduğu sonucuna ulaşılacağına inanmıyor:
— Ece, dedi.
İşte o maçı anlatırken kaç kez ağzından kaçırmış Güner.
Halit'le bakıştık falan demiş. Yok direğin dibindeymiş, yok
Ceyda'nın yanındaymış. Resmen sevgilisi gibi bahsetmiş
ondan.
— Bu mu yani anne, dedi Nergis kızarak.
İbrahim karısının babasına karşı aşırı güvenini bildiğin-
den kayınvalidesine omuz verme gereği duydu. Şampiyon-
luk yemeğine de birlikte gittiklerini hatırlattı ve eklemeden
de geçmedi: İnsan öyle bir yemeğe ya karısını götürürmüş
ya da... “Ya da”dan sonrasını getiremedi, çünkü karısı sus-
masını emretti.
Ayten'in aslında elinde gerekli bütün deliller var. Şu an
yaptığı sadece başına gelen hiç umulmadık felaketin geç-
mişteki işaretlerini ortaya dökmek. Baş başa yenilen yemek-
ten sonra da gün aşırı buluşmalar vardı. Buna da itiraz etti
Nergis. İnsan normal arkadaşı ile de buluşurmuş. İbrahim
yine kayınvalidesine destek olmak için sinemaya falan da
beraber gittiklerini hatırlattı.
— Gittikleri aşk filmiymiş, dedi Ayten ağlayarak.
Nergis açılmadan kapattı kocasının ağzını:
— İbrahim sakın bi şey söyleme!
— Yok anne belki savaşlı bi” aşk filmidir. Kornelli'nin
Mandolini gibi mesela. Değil mi Nergis?
Bunu söylerken İbrahim'in kendisi bile dalga mı geçtiğini
yoksa karısına yalakalık mı yaptığını tam olarak bilmiyor.
Ayten sonunda geçmiş günlerin kırık dökük delillerini
bırakıp asıl kanıta gelmeye karar verdi.
— Bugün öğleden önce eve geldi. Yemek yemeye diye..
— Babam öğlen yemeğine eve mi geliyor?
İbrahim, bugün kayınpederinin öğlen yemeğine eve gel-
151
mesi Halitle. aralarındaki aşkın kesin deliliymiş gibi sordu
bunu. Babasının sapıklığını kabul etmemekte direnen karı-
sının dikkatini çekmek için...
— Bi şeyden haberim var mı diye ağzımı aradı hep, dedi
Ayten ağlayarak.
Nergis, eşcinsel babaların varlığını hiçbir koşulda kabul
etmeyen bir bağnazın huysuzluğuyla, ağzını aradığını nasıl
anladığını sordu. Ayten yanıt olarak üç kez üst üste burnu-
nu çekti. Küçük odada yemek yiyorlarmış. Yemek yemek
de sayılmazmış aslında. Güner öylesine önündekileri didik-
liyormuş.
— Sonra telefon çaldı. Ben açtım. Arayan Halit'ti...
Hemen ardından bir ağlama molası daha verdi. İbrahim
demirin tavında dövülmesi gerektiğini düşünerek:
— Sevgili gibi mi konuştular, dedi.
— Evet İbrahim, annemin şahitliğinde evlenme teklif et-
miş babam Halit Amca'ya!
Nergis, güya olayı ciddiye alınmayacak iie saçma bul-
duğundan rahatlıkla espri yapabiliyor.
Ayten kendini toparladıktan sonra devam etti. Önce tele-
fonda tuhaf tuhaf konuşmuşlar. Hani gizli işler çeviriyorlar-
mış gibi... Bir şeyler döndüğünden şüphelenip odadan çık-
mış. Mutfağa gider gibi yapmış. Hatta mutfağın kapısını da
sertçe kapatmış ve sessizce koridora dönüp içeriyi dinlemiş.
İşte dünyayı başına yıkan cümleler:
— “Aşkım nasıl yaparsın bunu?” dedi. Sonra da “Tamam
geliyorum,” dedi.
Yine hıçkırıklara boğuldu. Nergis'in ağzı açık kaldı. Bir-
likte sinemaya gitmek ya da briç oynamak gibi bir delil de-
gil bu.
— Emin misin anne?
Dünyanın döndüğünü kabul etmesine bir soru kalmış
engizisyon yargıcından daha mutlu değil şu an.
152
— Kulaklarımla duydum kızım.
İbrahim, dünyanın dönmediğini, havada ampul gibi asılı
durduğunu öğrenmiş bir Galileo gibi güya şaşırdı:
— Hadi be!
— Telefonu kapatınca da Halit çağırıyor deyip gitti.
— Yemeğini bitirmeden mi?
Sorunun sahibi İbrahim.
— Bitirmeden.
Ayten tabaklarda yarım kalmış yemekler, başına gelen fe-
laketin en hüzün veren tarafıymış gibi içli içli ağladı.
— Tamam anne, yeterli, dedi Nergis.
— Evet evet bu kadarı yeter. Zaten bundan sonrasını din-
lemeye ben utanırım.
Sonrasında Ayten onları takip etmiş de yatakta basmış
olamayacağına göre İbrahim'in çekincesi saçma.
Ayten'in gözlerinde yaş kalmadı. Ağlaması sadece boğaz-
dan gelen kuru bir sese dönüştü önce. Sonra o da kaybol-
du. Kimse ne diyeceğini bilemedi bir süre. İbrahim'in aklı-
na o müthiş ayrıntı gelene kadar sessizlik devam etti:
— Babamın beli de sakattı değil mi?
— Ne ilgisi var İbrahim?
— Yani bu daha da kötü.
— İbrahim!
Bu ince mevzu konuşulurken Ayten'in bakışları pinpon
topu gibi kızıyla damadı arasında gitti geldi. Ve bahse konu
ayrıntıyı anlayınca dökecek yeni göz yaşı bulmayı başardı.
İbrahim, kırdığı potu mu tamir etmeye çalışıyor yoksa
kabahatinden büyük özür mü arıyor kendisi de tam olarak
bilmeden:
— Ortada bi sevgili varsa zaten kadın olamaz diye ş'ettim
Nergis, dedi.
— Bi sus İbrahim! Bi” sus!
— Tamam, sustum!
153
En fazla beş saniye sürdü suskunluğu.
— Ama kendimden beklerdim babamdan beklemezdim.
Ayten de kocasına aynı konuda aynı seviyede güvenmiş
olmanın verdiği hayal kırıklığı ile yeni bir ağlama solosu
geçti:
— Aslan gibi kocam!..
— Tamam anne, madem eminiz hiç uzatmaya gerek yok.
— Bence de yok, dedi İbrahim.
— Başka kadın olsa yine neyse. Allahım en kötüsü geldi
başıma!
İbrahim can güvenliğini düşünerek içinden konuştu:
Evet, beterin de beteri vardır, bu durum için geçerli değil,
çünkü zaten bu durum benzer olaylarda teselli için akla ge-
tirilen beterin beteri. Daha kötüsü ne olabilir ki? Kayınpede-
rin ikinci bir kıllı sevgilisi olduğunu öğrenmek mi? Bunları
kendine sakladı, ama hiçbir şey söylemeden de edemedi:
— Aralarında mühim bir sorun var herhalde.
Nergis, İbrahim'in alışık olduğu bakışlarından birini gön-
derdi kocasına.
— Yemeğe diye gelip yemeğini bitirmeden gittiğine göre...
Ayten de Nergis de İbrahim'in yorumuna anlam vereme-
diler. İbrahim devam etti:
— İkisi de erkekken ne sorun olabilir ki? Biri kadın biri
erkek olsa, biri hamile olur falan... Yani kadın olan hamile
olur falan...
Ayten yine göz yaşları dökmeden ağlamaya başladı.
— İbrahim sus!
İbrahim susacağına:
— Kıskançlık olabilir belki, dedi.
— İbrahim mahsus mu yapıyorsun?
— Hayır Nergis, öyleyse kavga falan ediyorlardır şimdi di-
ye diyorum. Bi' de ikisi de erkek ya hadise büyür diye!..
Ayten ağlamaya, Nergis öfkeden çıldırmaya devam etti.
154
Psikolojik Bir Durum

Hızlı bir gün yaşıyor Güner. Ayten'i gözlemleyip hiçbir şey-


den haberi olmadığını anladığında Halitin telefonu yetişti.
Ceyda'ya ulaşmış. Hatta yanındaymış. Karısının mutfağa
gitmesini fırsat bilip aralarındaki kapalı iki kapıya da güve-
nerek telefona Ceyda'yı istedi ve anlayışsız sevgilisiyle şir-
ket dışında görüşmek üzere randevulaştılar.
Şimdi de İstiklal Caddesi'nde on gün önce Halit'le otur-
dukları Starbucks'ta konuşuyorlar. Kafenin ara sokaktaki
masalarından birindeler. Ceyda aslında içeride oturmak
istedi, ama Güner gözden uzak olmak için ısrar etti. Şu
an, etraftaki birçok insanın duymak isteyeceği, Güner'in
ise kimsenin duymasını istemeyeceği konulardan bahse-
diyorlar.
— Hilton'daki yemeği de anlatmışsın, dedi Güner hâlâ bu-
na inanamayarak.
— Anlattım tabii.
— Güller, mum falan...
Ceyda Güner'in lafını ağzına tıktı:
— Haa merak etme, senin eksiklerini kapatarak anlattım.
155
Özellikle o Sema şırfıntısının en Kp gitsin diye. Çatla-
mıştır kıskançlıktan.
— Ya karımın da kulağına giderse?
— Bak Sema'dan beklerim. Bana kötülük olsun diye her
şeyi yapar o cadı.
Güner, kafasını sabahtan beri öğrendiği her şeyi unutana
kadar önündeki masaya, o yetmezse sağındaki duvara defa-
larca vurmak istiyor.
Ceyda, Güner'in bardağının yanındaki şeker paketini işa-
ret ederek kullanıp kullanmayacağını sordu. Lattesi biraz
acı olmuş. Ve onunki de aynı mı diye Güner'inkinin tadına
baktı. Aynıymış.
— Of Allahım!
Bunun o kadar da kötü bir şey olmadığını, biraz şeker
atınca düzeleceğini söyledi Ceyda. Ve şeker poşetini açıp
kendi bardağına döktü. Yavaş yavaş karıştırdı. Güner'e de
içeriden şeker getirip aynısını yapmasını tavsiye etti.
— Off Allahım, dedi Güner bir kez daha.
Bu kez Ceyda kayıtsız kalmadı.
— Büyütüyorsun Güner. Vallahi büyütüyorsun!
— Güzelim nasıl büyütüyorum? Bütün şirket ilişkimizi bi-
liyormuş!
Ceyda bir kez daha lattesinin tadına baktı ve eliyle “iyi
olmuş” işareti yaptı.
— Ben evli bir adamım!
— Biliyorum, dedi Ceyda omuz silkerek.
Güner, kaç defa tekrarladığını kendisinin de unuttuğu
soruyu sordu yine: “Niye böyle yapmış.”
— Nasıl yaptım?
— Yahu bir gazeteye ilan vermediğin kalmış, biz Güner
Çelik'le sevgiliyiz, dosta düşmana duyurulur diye...
Ceyda kıkırdadı.
— Esprili erkeğim benim!
156
Sonra da lattesini işaret ederek soğuk olduğunu söyledi.
“Ekstra hat” istemek gerekliymiş aslında. Güner nereye va-
racaklarını ya da bir yere varmayı umup ummadığını da bil-
meden devam etti sorularına.
— Canımı yakmak için mi yaptın?
— Yoo.
— Evet evet onun için yaptın değil mi?
— Saçmalama Güner! Biliyorsun niyetim o olduğunda kafa-
nı ısırıyorum. Namının yayılması niye yaksın senin canını?
— Demek namımı yaydın?
Caddeden geçen insanlara baktı Güner. Özellikle de er-
keklere... Onlara, şu an başlarının kendisininki gibi bir be-
lada olmadığını düşünerek imrendi.
— Skor! Sadece skor, dedi Ceyda.
Neden bahsettiğini anlamadan baktı Güner. Ceyda otur-
duklarından beri devam eden rahat ve umursamaz tavrına
yakışmayan bir asabilikle:
— Tabii! Şimdi senin için ben artı birim değil mi, dedi.
— Ne artı biri Ceyda?
— Elde ettiğin kadınların sayısı işte!
- Böyle bir tartışmaya girerse çıkamayacaklarını tecrübele-
rinden biliyor Güner.
— Ya dur çarpıtma konuyu! Neden anlattın millete?
Sırıttı Ceyda.
— Ben öyle saklı gizli ilişkiler yaşamaya karşıyım.
Güner isyan ederek bunun aynı zamanda kendisinin de
ilişkisi olduğunu söyledi.
— Tamam da senin ilişkini saklayıp sadece benimkini an-
latamazdım ki. Ortada bir tek ilişki var.
— İyi de neden anlatıyorsun?
— Ay takıldın kaldın vallahi ha! Dedim ya, ben saklı ilişki-
lere karşıyım.
“Seni Allah'a havale ediyorum,” der gibi gökyüzüne baktı
157
Güner. Sonra kendi durumunun da o katta çok makbul ol- .
madığını hatırladığından mıdır nedir eğdi başını.
— Baştan niye söylemedin bunu?
Ceyda ağzını açmak üzereyken kendi sorusunu kendisi
yanıtladı.
— Sormadım ki, değil mi?
— Evet, dedi Ceyda.
Konuşmak sadece Güner'in daha çok çileden çıkmasına
neden oluyor. eyl bütün derdinin, onu zayıf yerin-

nu anlıyor. Yine de içinden geçeni söylemeden edemedi:


— Hayır zaten normalde yapılan şey saklamak değil midir?
— Güner nasıl saklayacaksın? Hadi bugün yemeğe çıktık
sakladık, evde buluştuk sakladık, seviştik sakladık. Yarın
öbür gün çocuk doğdu mu onu da mı saklayacağız? Odun-
lukta mı yetiştireceğiz?
Güner, kalbinde bir sıkışma hissetti. Gözleri karardı, başı
döndü. Kısacası Azrail'ini görmüş gibi oldu.
— Çocuk mu?
Ceyda sandalyesinde silkindi ve masaya hafif bir tokat attı:
— Hadi bunu da bilmiyordum de!
— Neyi?
— Bizimki gibi dayı yeğen ilişkilerinde çocuk olacağını.
— Sen hamile misin Ceyda?
Muzaffer bir gülümseme yayıldı Ceyda'nın yüzüne.
— Nihayet! Dört ay geçti ama yılmadık, takım ruhuyla ça-
lıştık ve sonunda başardık.
Bütün bunların kâbus olma olasılığı var mıdır diye ken-
dini yokladı Güner? Olmadığına karar verince bayılmak
geçti içinden. Hatta ölmek... İkisini de uygulanabilir bul-
madı.
— Yahu sen şimdi beni, haberim yokken baba mı bıraktın?
— Ne mi yaptım?
158 1
Hemen ardından da kıkırdayarak Güner'in bu esprili ta-
rafını çok sevdiğini söyledi. Güner artık, ölmüş eşeğin kurt-
tan korkmayacağı yere geldiğini düşündüğünden bir espri
daha patlattı:
— İyi cenazemde anlatır güldürürsün milleti.
Buna gülmedi Ceyda. Kaşlarını çattı.
— Sakın ha! Kemalettin'in yetim büyümesine asla izin
vermem!
— Kemalettin mi?
— Kız olursa da Zuhal. Yeni isimleri sevmiyorum. Büyü-
yünce de kullanabilsinler diye eskilerden seçtim.
Güner, yine gökyüzüne baktı ve yine oradan hayır gelme-
yeceğini hemen anladı. i
— Yahu sen resmen deliymişsin!
— Öyleyim değil mi, dedi Ceyda kabararak.
Nihayet Güner artık konuşmanın faydasız olduğuna ka-
rar verdi. Sessizce oturup yine caddeden geçenleri seyret-
meye başladı. Şimdi ben de şu insanlar gibi tasasız yürüyor
olabilirdim, diye düşündü. Onların hepsinin işlerinin tıkı-
rında olduğuna dair elinde belge varmış gibi... Dört beş ay
önce yaşadığı sıkıntıları unutup Ceyda'yla ilişkiye girerek
dertsiz başına dert aldığını düşündü bir an. Lamba cini çık-
saydı karşısına, hanlar, hamamlar kervansaraylar değil, sa-
dece tüm bu yaşadıklarının kâbus olmasını dilerdi. Hiçbir
zaman yaşam karşısında çok özgün yorumlar geliştirebilen
bir adam olmadı ama “insan elindekilerin kıymetini kaybet-
tükten sonra anlıyormuş” şeklinde değerlendirmeler yapa-
cak kadar da basma kalıp düşünmezdi. Şimdi ise tam ola-
rak aklından geçen bu.
— Nihat haklı mıdır ne?
Daldığı düşüncelerden Ceyda'nın sesiyle sıyrıldı.
— Şu Ankara'daki...
Kimden bahsettiğini anladı Güner. Ceyda'nın eski sevgili-
159
lerinden... Psikiyatr olan... Onun da salak olduğunu söyler-
di. Neredeyse önceki hayatında Freud olduğunu zannedi-
yormuş.
— Bu son aşamaymış. Yani herkese duyurmak...
Ceyda kendi kendine konuşur gibi devam etti.
— Yani babam beni terk etmedi... Beni çok seviyor hepiniz
duyun aşaması...
Sesini çıkartmadı Güner. Ceyda gülümseyerek baktı ona.
— Güya ben böyle ilişkiden ilişkiye koşarken babamı arı-
yormuşum.
Sonra da karşısındaymış gibi “Salak!” dedi Nihat'a. İki sa-
tır psikoloji okuyan her ukalanın yapabileceği yorumlardan
öteye gidememiş kendi durumuyla ilgili: Çocukluğunda ba-
basıyla ilişkisi sorunlu bir kadın kendisinden yaşlı erkek-
lerle birlikte oluyorsa kesinlikle babasını arıyordur.
Farkında olmadan güldü Güner.
— Niye güldün?
— Babayı arayan sensin, ama bulan benim.
Ceyda da güldü. Bardağında kalan latteyi içti ve kalktılar.

160
Güner Bir Bilenden Taktik Alıyor

Ceyda ile konuştuktan sonra işe döndü Güner. Halit'le bir-


likte durum değerlendirmesi yaptılar ve bekleyip olayların
nasıl gelişeceğini gördükten sonra pozisyon almanın en
doğru strateji olacağına karar verdiler. Ve olaylar hızlı geliş-
ti: Akşam eve gidince zili uzun uzun çalmasına rağmen ka-
pı açılmadı. Kendi anahtarını kullanarak girdi içeri. Berbat
bir gece geçirdi.
Sabah mesai başlar başlamaz, sırdaşını arayıp hemen gel-
mesini istedi. Telefonda ayrıntıya girmeden sadece ölüm
kalım meselesi olduğunu söyledi. Bir dakika geçmeden Ha-
lit geldi. Güner'in direktifi ile kapıyı kapatıp her zamanki
yerine oturdu. Hiç oyalanmadan konuya girdi Güner: Ayten
eşyalarını toplayıp kızının evine gitmiş.
— Konuşmak istedim, telefona bile gelmedi.
— Hadi ya! Öğrenmiş mi her şeyi?
Başını salladı Güner. Halit bir süre düşündükten sonra:
— Şanslı adamsın. Müberra hep beni evden atardı, dedi.
Güner tehdit ederek işaret parmağını Halit'e doğru salladı.
— Espri yapma! Sakın espri yapma!
161
Durumun gerçekten ciddi olduğunu anlayıp alttan aldı
Halit. Sinirlenmemesini önerdi arkadaşına. Onlar bugünleri
en baştan düşünmüşler.
— Neyini düşündük, dedi Güner kızarak.
— Belini neden sakatladım ben senin?
Çoktan unuttuğu bel sakatlığı bir anlam ifade etmedi Gü-
ner'e. Halit etrafta başkaları varmış da onlara gösteriyormuş
gibi işaret parmağını Güner'e doğrultarak:
— Sen sakat bir adamsın, dedi.
Ve ayağa kalkıp eli çenesinde birkaç adım attıktan sonra
durup Güner'e döndü.
— Tamam, bir yaramazlık yaptın ama elinden ya da şeyin-
den ne kadar geliyorsa o kadar! Dokuz kusurlu hareketten
biri yok yani!
Şimdi anladı Güner, Halit'in sakatlıkla neyi kast ettiğini.
— Yani yatmadım mı diyeyim?
— Yattın mı? ç
Bunu gerçekten şaşırmış gibi sordu Halit.
— Yattım tabii!
Karşısındaki, ormanda maceralarıyla ilgili palavra atan
bir avcıymışçasına baktı Halit.
— Bu belle?.. Atıyorsun! Gözümle görsem inanmam!
— Peki ne yaptım o zaman, dedi Güner masumca.
Halit arka arkaya sıraladı Güner'in yaptıklarını:
— Yaralarını sarmaya çalıştın! Kendine güvenini kazan-
mak için eşeklik ettin! Şut çekmeden kale ağzında top çe-
virdin! Hatta o bile yok! O bile yok! Maça da çıkmadan sa-
ha etrafında düz koşu yaptın!
Güner bu garip anlatım karşısında serseme döndü.
— Yahu anlayacağım dilde konuşsana!
Halit, belagatının can alıcı kısmını bitirmiş olmanın ra-
hatlığı ile koltuğuna geri oturdu. Kravatını gevşetip yaka-
sındaki düğmeyi çözdü.
162
— Canım sen artık yaşlı bir adam sayılırsın! Gençlik elden
gitmiş, kuş ötmez kervan geçmez bir çöldesin. Anladın mı?
Boş boş baktı Güner. Halit sağ kolunu anlayışı kıt arka-
daşına doğru sallayarak:
— Kuş ötmez diyorum amirim! Kuş ötmez! Kuru çeşmeye
taşınmışsın yani!
— Haa!..
Güner anladı ve sinirlendi.
— Olur mu öyle şey yahu!?
— Olur olur! Kendine acındırmak en iyi yöntemdir! Deli-
kanlılığı düşünmenin sırası değil şimdi! i
Güner, Halitin önerdiği savunmanın kendi kafasındaki
anlamını dillendirdi:
— Yani erkekliğimden taviz mi vereceğim?
Halit, gerçekten iğreniyormuş gibi aşağılayarak baktı ona.
— Erkekliğin mi kalmış senin yahu?
— Bana bak!..
— Prova yapıyoruz prova! Kendin bile inanmalısın.
Tekrar ayağa kalkıp odayı adımlamaya devam etti.
— En son bel rahatsızlığı mahvetti seni!
Yürümesini kesti ve aklına gelen çok önemli soruyu
sordu:
— Haa bu arada Ayten'le son zamanlarda bir müsabaka
yok değil mi?
Müsabaka, Güner'in kafasında bir çağrışım doğuurlü, ama
emin olamadı. Gözlerini kırpıştırdı.
— Müsabaka derken?..
— Evet evet!
Haddini bilmez bir sineği elinin tersiyle tokatlar gibi ko-
lunu savurdu Güner.
— Sana ne ulan!
Halit gelip Güner'in masasına koydu ellerini. Gözlerini
onun gözlerine dikip tane tane ve sert konuştu:
163
— Bak amirim, ben bir bilenim! Tecrübelerimden yarar-
lanmak istiyor musun istemiyor musun?
— Dinliyorum işte, dedi Güner neredeyse kekeleyerek.
Halit masadan uzaklaştı. Kendine çeki düzen veriyormuş
gibi kravatıyla oynadı. Derin bir nefes aldıktan sonra ciddi
ve sert bir tonda tekrar sordu:
— Bu bel sakatlığından sonra Ayten'le bi müsabaka olma-
dı değil mi?
— Olmadı, dedi Güner doktorundan utanan bir kadın
hasta gibi.
— Güzel!
Düşüncelerini toparlamak için biraz yürüdü Halit. Tekrar
konuşmaya başladığında sesi yine canlıydı:
— İşte sen böyle erkekliğim elden gidiyor mu diye karalar
bağlamışken Ceyda çıktı karşına. Baştan koruyup kollamak
için yaklaştın. Yalan mı? Gittin ev tutsun diye dayısı oldun.
Gel gör ki onun niyeti başkaymış.
Son cümleyi söylerken hızla geriye dönüp Güner'e dikti
gözlerini.
— Anladım, dedi Güner.
Yine yürümeye başladı Halit.
— Sıfır hatayla yırtamazsın, dedi sakince.
Bir sonraki cümlede sesi daha güçlüydü:
— Senin de eşekliğin oldu!
Ve yine olduğu yerde çakılıp Güner'e dikti gözlerini.
Eliyle onu işaret ederek mahkemede sanığı köşeye sıkıştır-
mış bir savcının sertliği ile sordu:
— Neydi senin eşekliğin? Ha neydi?
Hem korktu, hem sinirlendi Güner.
— Do... do... doğru konuş be!
Halit hiç umursamadı onun tepkisini. Coşkuyla devam etti.
— Yaralı halin yüzünden kızın ilgisi etkiledi seni. Guru-
run okşandı ama montaj yok! Kesinlikle yok!
164
Halit montaj için de anlayışı kıt arkadaşına yardımcı ol-
sun diye bir el hareketi yaptı.
— İyi de dedikodularda fazlası var, dedi Güner.
Hepten coşup bağırdı Halit:
— Yalan! Onlar kızın uydurması. Senin üzerinden hava at-
mış kaltak!
— Güzel konuş! Hakaret etme kıza!
— Tamam peki, senin üzerinden hava atmış hanımefendi.
Sergilediği performanstan yorulmuş olarak yerine oturdu
Halit. Bir süre sessiz kaldılar. Bu arada Güner'in kafasına
öteki konu takıldı.
— Hepsi güzel de, ya öteki mesele?
— Neymiş öteki mesele? Çaresiz sorun yoktur! Söyle!
Güner lafını ederken bile korkarak:
— Hamilelik meselesi işte canım, dedi.
Dün bu meseleyi konuşup sonuca bağlattıklarını hatırlat-
tü Halit önemsemeden. Güner'in içi rahatlamadı:
— Ne sonuca bağladık? Ultrasona sokmuşuz gibi, hamile
değildir dedik geçtik.
— Ee sen dedin büyük olasılıkla beni cezalandırmak için
yapıyor diye. Anladım da, korktum zannedip rahatlasın di-
ye belli etmedim dedin.
— Tamam da...
— Ben de sana bravo dedim. Çok profesyonel davranmış-
sın dedim. Yine aynısını diyorum: Bravo!
Evet, dün konuştukları bunlardı. Gerçi Güner'in bu ha-
beri aldığı anda yalan olduğunu anlayıp Ceyda'yı kızdırma-
mak için korkmuş gibi yaptığı doğru değildi. Daha sonra,
birlikteliklerinin özel ayrıntılarını düşününce böyle bir so-
nuca varmıştı.
Halit onun hâlâ kafasından kötü düşünceyi atamadığını
anladı.
— Yok yok, düşünme! Öylesini hiç düşünme, dedi.
165
— Tamam ama bi' de doğruysa?..
— Ceyda gerçekten seni baba bırakmışsa?..
— Yani o zaman n'apacağız?
Çaresiz dert yoktur diyen adam durup düşündü. Önce
çenesini, sonra ensesini kaşıdı.
— O zaman amirim...
Güner onun ağzının içine bakarken bir süre daha devam
etti sessizlik.
— Sıçtın!
Bunu söyledikten sonra rahatça arkasına yaslandı.
— Oof! Oof! Bu yaştan sonra kime uydum da azgın tekeli-
ge özendim?
Halit yine koltuğunda toparla:.dı:
— Tamam, hepimiz bir gün öleceğiz! Moralini şimdiden
bozmana gerek yok!
— Kime uyduğum belli aslında, dedi Güner kendi kendi-
ne konuşur gibi.
— Tamam dedim tamam! Şimdi dikkatimizi dağıtmama-
lıyız.
Yine ayaklandı Halit.
— Hamle bir: Ne yapıp ne edip Ayten'le konuşuyorsun!
— Benimle görüşmüyor ki!
— Yahu kızının evinde değil mi? Git dayan kapıya!
— Gururumu ayaklar altına alıp?
Bu mazeret kızdırdı Halit'i.
— Ne gururu amirim? Karının kızının karşısında mı düşü-
nüyorsun gururu? Burada bütün bi şirketin diline düşmüş-
sün... Sen bir yaptıysan Deli Ceyda bin anlatıyor. Konsolos
gibi yürürken kızlar seni tavşanlı pembe terliklerinle görü-
yorlar...
Güner, Halit'in sözünü kesti:
— Tamam canım uzatma!
— Anlaştık öyleyse, dedi Halit.
166
İkisi de susunca Güner akşam eve gittiğinde Ayten'in olma-
yacağını düşündü. Zili çalmadan, kapıyı kendisi açıp girecek-
ti içeri. Bu ona çok acı geldi ve kararını kesin olarak verdi:
— Evet, bu akşam gidiyorum. Zaten kapıyı kendi anahta-
rımla açıp Ayten'in olmadığı bir eve girme fikri öyle koyu-
yor ki bana, dedi hüzünle.
Halit bunu duyunca irkildi ve bir an düşünüp parmağını
şıklattı:
— Harika!
— Nesi harika be, dedi Güner acısıyla alay edildiğini dü-
şünerek.
— Tekrar et bunu amirim! Tekrar et!
Emir öyle kesindi ki, Güner askerliğin verdiği alışkanlık-
la düşünmeden yerine getirdi gereğini. Hüzünlü bir robot
gibi tekrarladı aynı cümleyi.
Heyecanlanmıştı Halit:
— “Koymak” yok! O sözcüğü çıkart! Şu hassas dönemin
terminolojisine uygun bir sözcük değil o. Şöyle söyle:
Güner'in cümlesini, son derece teatral ve duygulu bir bi-
çimde yeniden yorumladı:
— Ayten! Kapıyı kendi anahtarımla açıp senin olmadığın
bir eve girme fikri kahrediyor beni!
Ve hemen rolünden sıyrılıp yine otoriter bir sesle Güner'e
sordu:
— Aklında böyle başka cümleler var mı?
— Nasıl cümleler, dedi Güner saf saf.
Halit bağırdı:
— Arabesk, damardan, salya sümük!.. Her ne dersen işte!..
— Bilmem.
Ayağa kalktı Halit. Gömleğinin düğmesini ilikleyip kra-
vatını düzeltti.
— Akşamki konuşmaya kadar bulsan iyi edersin. Ne ka-
dar çok duygusallık, o kadar iyi!
ir 167
Kapıya doğru gitti. Elini kola atmışken döndü:
— Yalnız dediğim gibi; koymak, sokmak, vurmak gibi söz-
cükleri ayıkla.
Ve odadan çıkarken:
— Gelişmelerden haberim olsun, dedi.
— Kapıyı kapat! Kimseyi görecek halim yok, dedi Güner.
Yalnız kalınca da ekledi:
— Tavşanlı pembe terliklerimle...

168
Güner'in Başından Aşağı
Kaynar Su Dökülüyor

Akşam oldu. Güner gururunu ayaklar altına alma kararını


uygulamak üzere kızının evine gitti. Kapıyı İbrahim açtı.
Nergis ve Ayten evde yoklarmış. Nereye gittiklerini sordu.
Yanıt olarak İbrahim yine suçlu suçlu:
— Evde yoklar, dedi.
Ve Güner kükredi:
— Annen nereye gitti İbrahim!?
İbrahim neredeyse korkudan sıçradı ve:
— Yatak odasına gitti, dedi.
Bunun üzerine Güner de yatak odasına gitmeye karar
verdi, ama daha salonun ortasına gelmişken içeriden Nergis
çıkıp önünü kesti.
— Annem seninle görüşmek istemiyor baba!
— Hoş bulduk kızım, dedi Güner iğneleyen ama duygulu
bir sesle.
Nergis umursamadı babasının sitemini.
— Annenle konuşmamız lazım, dedi tekrar içerideki oda-
ya doğru yürürken.
Nergis onu engellemek için kollarını iki yana açtı.
169
— O konuşmak istemiyor!
ilk defa bu kadar sertti babasına karşı. İbrahim yemek
masasının arkasında dikilmiş korkarak izliyor baba kızı.
— Ama ben onunla konuşmadan şu kapıdan çıkmayacağım!
Bunu söylemesinin ardından, tam Nergis'i önünden çek-
mek için hamle yapmıştı ki savunmasını belinin sakatlığı
üzerine oturtacağı geldi aklına. Ve ters bir hareket yapmış
gibi iki büklüm olup belini tutarak inledi:
— Ah belim! Belim!
Yavaş yavaş birkaç adım atıp sağındaki kanepeye bıraktı
kendisini. Bir süre derin derin nefes alıp verdikten sonra
güçlükle bağırdı:
— Ayten! Seninle konuşana kadar buradayım, haberin
olsun!
Ve içeriden yanıt geldi:
— Konuşacak bir şey kalmadı Güner!
Karşılaştığı ilk barikattan sonra bu kadar çabuk diyalog
kurabileceğini ummuyordu Güner. Sevindi. Odalar arası
bağırtılı görüşme devam etti:
— Beni dinlersen her şeyi anlayacaksın Ayten!
— Böyle bir şeyi anlamak istemiyorum Güner!
İbrahim kendini güvende hissettiği köşesinde sessizce:
— Anlaşılmaz ki zaten, dedi.
Güner dünyanın en acılı ve zor işini yapıyormuş gibi
kalkmaya çalıştı:
— Bekle geliyorum Ayten!
— Kendini daha fazla küçültme Güner!
Iki eli yerde, vücudunun kalanı kanepedeyken çok ya-
kından gelen bu sesi duyunca hemen başını kaldırdı Güner,
Karısı saklandığı odadan çıkıp salona gelmişti. Çok sevindi.
Yapmakta olduğu zor işe devam edip ayağa kalktı.
— Baş başa konuşalım Ayten, sana her şeyi açıklayacağım.
— Ne söyleyeceksen burada söyle!
170
Kollarını göğsünde kavuşturmuş, Güner'e hiç bakmadan
konuşuyor Ayten.
— Baş başa Ayten, dedi Güner yalvarır gibi.
— Çocuklar her şeyi biliyor. Anlattım onlara.
— Evet biliyoruz baba, dedi Nergis şimdiye kadar babasın-
dan hep esirgediği huysuzluğu ile.
Güner sırayla kızına, damadına ve en son karısına baktı.
— Çocukların yanında konuşamam Ayten, dedi konunun
hassasiyeti dolayısıyla anlayış bekleyerek.
— İsterseniz ben çıkayım baba.
İbrahim'in bu iyi niyet gösterisi Nergis tarafından kesin
bir ifade ile geri çevrildi:
— Çıkmiıyorsun İbrahim!
Güner yine herkesi tek tek süzdü. Karısının ve kızının ta-
viz vermeyeceklerini anladı. İçini çekti.
— Burada mı konuşacağız yani?
Bir süre sessizlikten sonra içli bir sesle devam etti:
— Peki, kabul! Bi” de benden dinlesinler. Yalnız şunu da
bilmeni isterim ki, çocukların önünde bunları konuşmam
bile seni ne kadar sevdiğimin ispatıdır Ayten.
Ayten Güner'in tiradını kesti:
— Hâlâ beni sevmekten bahsediyor. Sapık!
Ağlamaya başladı. Güner sanki el ele tutuşacaklarmışça-
sına elini Ayten'e doğru uzattı:
— Ne olur önce bi” dinle!
— Ay nesini dinleyeyim bunun!?
— Ayten yaralıydım ben!
Bunu söyledikten sonra Halitle konuştuklarını hatırla-
mak için üç beş saniye düşündü. Etkisine güvendikleri o
cümleyi Halitin yorumlayışını getirdi gözlerinin önüne ve
Ayten'in kalbine nişan alıp seslendi:
— Kapıyı kendi anahtarımla açıp sensiz bir eve girme fikri
bana öyle ko...
171
Yasaklı sözcüğü ilk hecesinde kesmeyi başararak:
— Kahrediyor beni Ayten, dedi.
Yarattığı etkiyi görmek için karısına ve kızına baktı. Ay-
ten'in burnunu çeke çeke mendiliyle gözlerini silmesini
olumlu buldu. Nasıl devam edeceğini bilemedi. Kafasında
Halit'in sesi yankılandı: Kendine acındırmak en iyi yön-
temdir.
— Yaşım geçti sandım, dedi.
Ayten ilk kez gözlerini ona dikti:
— Yaşın geçti diye böyle mi yapman lazımdı?
— Bi de belim sakatlanınca...
— Ne var yani belin iyileşene kadar bekleyemez miydin?
Yapmayı planladığı duygulu konuşmanın bu kadar sık
kesintiye uğrayacağını düşünmemişti Güner. Konsantrasyo-
nunu kaybetti ve teatral üslubunu terk ederek:
— Yahu bak, çocukların yanında açık açık konuşturma
beni Ayten! Belim sakat dedim işte, dedi.
Ayten, Güner'e doğru bir adım attı. Ellerini beline koydu.
— Sen asıl beni çocukların yanında kötü kötü konuştur-
ma! Belin sakat diye mi sapık oldun?
Karısının sert çıkışı korkuttu Güneri. Tatlı ve uysal bir
frekansa ayarladı sesini.
— Aytenciğim yaptığımı savunuyorum sanma, ama sapık-
lık da denmez buna.
— Bence sapıklık! Ben henüz sizin kadar modernleşeme-
dim Güner Bey!
Güner yardım bekler gibi etrafına bakındı. Nergis anne-
siyle aynı keskin üslupla:
— Bence de sapıklık, dedi.
Olayın bütününde tarafsızlığını baştan açıklamış İbrahim
bile sesini çıkartmadan duramadı. Masanın arkasından ka-
yınpederinin duymayacağından emin olduğu bir sesle:
— Bence de, dedi.
172
Güner durup kafasını toparladı. Gururu ayaklar altına al-
mak tamam, ama bu kadarı da fazla artık. Yine de uzlaşma
yolunu seçti.
— Ahlaksızlık diyelim... Ama inan belli bir yerden öteye
gitmedik.
Tekrar sapıklık meselesine dönülmesin diye soluk alma-
dan devam etmek niyetindeydi ki, Ayten iğrenerek baktı
ona ve sözünü kesti.
— Ay sus, bi' de ayrıntıya girme!
Aceleyle:
— Benimki aslında güven tazelemekti, dedi Güner.
Ayten'in yüzündeki iğrenmiş ifade biraz daha ağırlaştı.
— Ay inanmıyorum! Güven tazelemeye de bak! İki kıllı
Herif!..
Güner tepkileri umursamadan kendi kafasındakileri sıra-
lamak niyetindeydi. Halit'in sesi yankılandı yine kafasında:
Sıfır hatayla yırtamazsın! Senin de eşekliğin oldu!
— Yahu tamam şimdi ben de yaptığımı doğru bulmuyo-
rum ama...
Birden kafasına balyoz yemiş gibi durdu. Halitin öğütle-
rini, kendi düşüncelerini... Kafasındaki her şeyi bastıran bir
başka ses: İki kıllı herif!.. Ayten mi demişti bunu?
— Ne iki!.. Ne iki kıllı herifi be!..
Ayten ona “Sen neden bahsediyorsun?” ya da “Yanlış bir
şey duydun herhalde,” der gibi bakmıyor. Yüzünde hâlâ ay-
nı iğrenme...
— Ay konuşmak istemiyorum, deyip ağlamaya başladı
Ayten. i
— Ne demek iki kıllı herif?
Karısından umudunu kesince kızına dikti gözlerini.
Onun da yüzünde aynı iğrenmiş ifade...
— Kadın olsa yine affetmeye çalışırdım. Aslan gibi kocam...
Hıçkırıklarının arasında bunu söyledi Ayten.
173
— Babam demeye utanıyorum!
Serseme döndü Güner. Bakışları defalarca kızıyla karısı
arasında gitti geldi. Kafasında hep aynı sesler. İki kıllı he-
rif!.. Babam demeye utanıyorum... Kadın olsa... Öfkeyle
bağırdı:
— Siz ne diyorsunuz yahu!?
Yanıt yok. İbrahim'e dikti gözlerini.
— İbrahim ne diyor bunlar?
Ondan da yanıt yok. Ve Güner hiçbir İbrahim'in karşı ko-
yamayacağı bir sertlikte kükredi:
— Ne diyor bunlar İbrahim!?
İbrahim topu bir an önce kendi kucağından atmak için
kekeleyerek ama aceleyle yanıtladı:
— Şey baba, siz Halit Amca ile sevgilisiniz ya...
Güner'in ayaklarının altındaki zemin, sesle yarışan bir
trenin rayları gibi kaydı. Ceyda'nın hamile olduğunu söyle-
diği andakinden çok daha büyük bir şok!.. Baş dönmesi göz
kararması ne ki, yedi kat gök yıkıldı, tuz buz oldu. Sakin
bir hayalet gibi:
— Ulan siz üşüttünüz mü kafayı, dedi.
Otuz yıl aynı yastığa normal bir erkek olarak birlikte baş
koyduğu kadına baktı. Yine bağırmadı.
— Ayteen?..
— Telefonunu dinledim. “Aşkım” dedin Halit'e. Yalan mı?
Ayten bir süre hıçkıra hıçkıra ağladıktan sonra devam
etti.
— Dün... Sonra da Halit çağırıyor deyip çıktın evden.
- Güner, Ceyda ile yaptığı telefon konuşmasını hatırladı.
— Yahu o konuştuğum Halit değildi.
— Ay bi” de salak yerine koyma beni. Telefonu ben açıp sa-
na verdim.
— Telefonu sen açtığında konuşan Halit'ti, ama benim ko-
nuştuğum Halit değildi.
174
— Bu çok inandırıcı olmadı baba.
İbrahim yine köşesinde sessizce onayladı karısını.
— Evet bence de.
Ve Güner yaşadığı büyük şokun ardından silkinip kendi-
ne geldi. Bağırmaya başladı:
— Çıldırtmayın insanı ulan! Halit değildi diyorsam Halit
değildir. Halit telefonu açtıktan sonra ona verdi.
Ayten iki gündür kendini, kocasının kıllı birileriyle dü-
şüp kalktığına öyle inandırmıştı ki, aklına gelen tek olasılı-
gı dillendirdi hiç düşünmeden:
— Başka bir adama mı aşkım dedin.
— Evet!
Güner de bunu düşünmeden söyledi. Sonra düzeltmek
için “Hayır!” dedi. Bunun anlatmak istediği anlama gelme-
yeceğini fark edip tekrar “evet”e döndü.
— Evet!.. Başkasıydı ama Halit değildi. Yani Halit de değil-
di adam da değildi.
Güner'in kendi kafası bile karıştı. Derdini anlatamamak
öfkesini daha da artırdı. Elli beş yıldır arslanlar gibi taşıdığı
erkekliğine sürülmüş lekeyi temizleyememekten başka bir
korku kalmadı kafasında.
— Ööööf! Ulan aşkım demem için illa bi herif mi olması
lazım!? Telefonda konuştuğum Ceyda'ydı! Ona aşkım de-
dim! Arayan Halitti, ama telefonu Ceyda'ya verdi!
Ayten ağlamayı bırakıp:
— Hangi Ceyda'ya, diye sordu.
— Deli Ceyda'ya işte!.. Şirketteki!.. Dayısıyım diye ev tut-
masına yardım ettiğim Ceyda!.. İşte Ceyda'yı saklamak için
Halit'i kullandım! Ulan nasıl beklersiniz benden öteki tür-
lüsünü!?
Hepsinin yüzlerine tek tek suçlayarak baktı. Soruyu İbra-
him üstüne alındı.
— Şey baba beliniz de sakat olunca...
175
Güner bu noktaya kadar çılgın gibiydi, ama bunu duyun-
ca tam anlamıyla çıldırdı.
— Benim belimde bir şey yok ulan! O da yalandı!
Ve bütün evi, hatta apartmanı, sallayarak zıplamaya baş-
ladı. Üstüne bir de sağlam bir belin yapabileceği figürleri
gösterdi. Kötü niyetli bir kalp bu figürlerden bir kısmının
yatakta yapılan türden olduğunu söyleyebilir.
— Benim Ceyda ile ilişkim var! Dört aydır Halir'le buluş-
maya diye ona gidiyorum!
Nefes nefese kaldığından dinlenmek için sustu. -
— Sen beni yeğenim dediğin kızla mı aldattın?
— Evet! Allah belamı versin ki evet!
Nergis'le Ayten birbirlerine baktılar. İbrahim:
— Keşke Müberra Teyze'yi aramasaydınız, dedi.
Güner çok yorulduğu için oturmak üzereydi. Son habe-
rin yarattığı yeni dehşet dalgasıyla fırladı.
— Bi de Müberra'yı mı aradınız?
— Sen gelmeden hemen önce, dedi Nergis.
Güner son zamanlarda yardımına büyük ihtiyaç duyduğu
makam sahibine çevirdi kafasını. Yukarı baktı ve feryat etti:
— Allaaah!
Panikle cebinden telefonunu çıkarttı. Ceyda ararsa diye
kapatmış olduğu telefonunu... Eli ayağı birbirine dolandığı
için açamadı. Masanın üzerinden İbrahim'e uzattı:
— Aç ulan şunu!
İbrahim de yoğun stres altında çalışabilen bir insan değil.
Telefonu yere düşürdü. Hemen alıp karısına uzattı. Nergis
telefonu açıp babasına verdi. Güner, panik içinde Halit'in
numarasını ararken telefon çaldı. Ekranda “Halit” yazdığını
görünce hemen açtı Güner ve hattın diğer ucundan gelen
sesi odadaki herkes duydu:
— Yaktın beni Güneer!
Güner kekeleyerek:
176
— Halit tamam, yanlış anlaşılma olmuş, dedi.
Halit yine bağırdı:
— Müberra bana inanmıyor. Televizyonlara ulaşmaya çalı-
şıyor!
— Nece!
Halit'in aynı şeyi tekrarlamasını beklemeden odadakilere
döndü:
— Müberra televizyonlara ulaşmaya çalışıyormuş!
Bu haber en çok Ayten'i çarptı.
— Ay Nergis, çabuk ara Müberra'yı!
Nergis telefona koştu. Babası gelmeden önce kullandığı
numarayı sehpanın üzerinden alıp becerikli parmaklarla
tuşladı.
Ayten, şuursuzca oraya buraya gidip gelirken bir yandan
da dövünüyor:
— Ay Allahım bütün Türkiye'ye rezil olacağız!
— Meşgul çalıyor, dedi Nergis.
Ayten ellerini dizine vurdu:
— Ay ulaştı mı yoksa?
— Halit! Engel olsana ulan Müberra'ya, diye bağırdı Güner.
Telefondaki ses:
— Dışarı attı beni nasıl engel olayım, dedi.
Üstelik kapı da içeriden kilitliymiş. Nergis bir kez daha
kötü haber verdi:
— Yok, hep meşgul çalıyor.
Ayten, bir erkekle aşk yaşamadığını öğrendiği aslan gibi
kocasına çevirdi yüzünü:
— Güner, ne olur bir şeyler düşün!
— Oraya gidelim bir tanem, dedi Güner.
Ve telefonu ağzına götürerek bağırdı:
— Haliit! Ben sizin kapıyı kırmaya geliyorum Halit!
— Evet gidelim, dedi Ayten ve kapıya koştu.
— Ben de bir yandan ulaşmaya çalışayım, dedi Nergis.
177
İbrahim olayın dışında kaldığı için sevinirken Nergis.
onun da gitmesini istedi. Kapıyı kırarken yardım gerekebi-
lirmiş.
Güner, Ayten ve İbrahim koşarak çıktılar.

178
Ceyda Tebdil-i Mekânda Ferahlık Arıyor

Olaylı geceden bir hafta sonra alçılı sağ kolu askıda masa-
sında oturan Güner'in kapısı çalındı. Gel demesine gerek
kalmadan açılınca Halit'tir sanmıştı ama yanılmış.
— Gelsene, dedi Güner.
— Vedalaşmaya geldim, dedi Ceyda.
Kapıyı arkasından kapatmadan içeri girdi. Haberi Ha-
li
farıtten almıştı Güner.

— Duydum, gidiyormuşsun, dedi.


— Sevindin mi?
— Üzüldüm.
Gülümsedi Ceyda.
— Harbi ol lütfen!
İçini çekti Güner.
— Senin için en iyisi neyse o olsun.
Güner'in başının üstünde bir noktaya dikti gözlerini Cey-
da. Donuk donuk konuştu: Sıkılmış artık bu şehirden. Bir
kez daha tebdil-i mekânda ferahlık arayacakmış. Güner se-
sini çıkartmadı. Ceyda da onun yorum yapmasını bekleme-
di zaten.
179
— Karın affetmedi mi seni?
— Kızının yanında.
— Gidip konuş onunla! Harbi konuş ama... Delikanlı gi-
bi!.. Kıvırmadan!.. Dişi köpek kuyruk salladı, erkek köpek
olarak peşine düştüm de!
Direktif verir gibi sertçe söyledi bunları.
— Estağfurullah, dedi Güner.
— Bence de estağfurullah ama adını böyle koymuş top-
lum. Elimden başka bir şey gelmiyor.
Yine topluma geldiysek işler karışabilir, diye düşünüp
korktu Güner. Ceyda biraz sessizlikten sonra:
— Her dakika insanlardan uzaklaşmaktan başka, dedi.
Anlamadan baktı Güner.
— Kafam, diyorum. Acayip bir dimağ taşıyor. Her dakika
insanlardan uzaklaşıyor.
Güner gülümsedi.
— Yine şiir mi?
— Sabahattin Ali.
Ve aslına sadık kalmaya çalışmadan düz cümleler halinde
devamını getirdi şiirin. Bu dünyanın bir dürbünün ters ta-
rafı gibi olduğunu söyledi. Burada en büyük, en asil şeyin
küçüldüğünü... Burada yalanın para eden biricik iş ve her
şeyin yapmacık bir gösteriş olduğunu...
Onun doğallıktan uzaklaşmadan olmadık yerde böyle şi-
irler okuyabilmesine her zamanki gibi şaşırdı Güner.
— Güzel şiirmiş.
— Doğru şiir, dedi Ceyda.
Bir süre sessizliğin ardından Güner, Hüsamettin'i yalnız bü-
yütürken zorlanıp zorlanmayacağını sordu. Hüsamettin değil
Kemalettin demeliydi ya, Ceyda da fark etmedi isim hatasını.
— Biraz canın yansın istedim, ama inandıramadım değil mi?
Gülümsedi Güner. Yine sustular. Güner hissettiği şefkat
duygusunun etkisiyle:
180
— Senin bi' suçun yoktu. Ben kendim ne yaptığımı bilerek
yaptım baştan beri, dedi.
Ceyda kaşlarını çattı.
— Herhalde! Lisenin önünden almadım seni!
Acaba yine kaplana mı dönüşüyor diye korktu Güner,
Ceyda elini uzattı. Güner yerinden kalkıp yanına gitti. Sağ-
lam eliyie onu omzundan tutup kendine doğru çekti ve al-
nından öptü.
Ceyda kapıya doğru yürürken de arkasından seslendi:
— Ceyda!..
Dönüp baktı Ceyda.
— Sen artı bir değildin.
Yutkundu.
— Çarpı ikiydin, dedi.
Ceyda gülümsedi ve çıkıp gitti.
Güner içini çekti. Yerine otururken kendi kendine “Bir
dürbünün ters tarafı gibidir bu dünya,” dedi. Şiirin kalan
mısralarını hatırlamaya çalışırken Halit girdi içeri.
— Vedalaşmaya mı gelmiş?
İçini çekti Güner yine.
— İyi kızdı aslında.
Halit geçip koltuğa oturdu.
— Delikanlıydı, dedi Güner.
— Aklın kaldıysa sen de git peşinden, ama sakın Halit'ley-
dim deme!
Güner böyle bir niyetinin asla olmadığını, bu kadarının
ona fazlasıyla yettiğini belirtti, ki gerçekten samimiydi.
— Çabuk akıllandın, dedi Halit.
— Sana göre epey çabuk.
Halit bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslandı.
— Zaten akıllanacaksan başında akıllanırsın. Sonradan is-
tesen de dikiş tutturamazsın.
— Yirmi beş yıl sürer diyorsun.
181
Elini salladı Halit.
— Daha da sürer.
— Rahat dur! Kapı kıracak hal kalmadı bende. Sabaha ka-
dar uğraşır bi? kanalın numarasını düşürür Müberra.
Son yaşanan rezalet, Halitin korkusunu artıracağına daha
da cesurlaşmasına neden oldu. Masumiyetinin ortaya çık-
masının ardından, Müberra ile aralarında çok şiddetli bir -
kavga patladı. Yıllardır içinde biriktirdiklerinin az bir kıs-
mını döktü ortaya Halit. Müberra da ilk kez hakaret etmek
dışında bir şeyler söyledi ona. Örneğin kendisinin de yıllar
süren evlilikleri boyunca bir kadın olarak mutluluktan uç-
madığını... Aşk, meşk, romantizm, her nasıl adlandırılacak-
sa, bunların hiçbirinde ayaklarının bir kez olsun yerden ke-
silmediğini... Yine de aklından başka erkeklerin kucağına
atlamayı geçirmediğini... O, adam gibi bir erkek olsaydı
evindeki kadının kalbini kazanmayı becerir, mutluluğu
kendi yuvasında yakalardı. Halit ise bunların basma kalıp
soğuk kadın savunmaları olduğunu söyledi. Öyle değilse
bile konuşmak için yirmi beş yıl geç kalmışlar. Sırf Müber-
ra'nın sorunlarının varlığını kabul etmemekteki inadı yü-
zünden...
Şu an evliliğine dair, doğruluğundan emin olduğu tek bir
değerlendirmesi var: Elbirliği ile sivriltip yirmi beş yıl otur-
dukları kazığın üzerinden artık onları kaldırmaya hiçbir
mutsuzluğun ya da rezilliğin gücü yetmez. Konuyla ilgili
daha fazla kafa yormak istemiyor.
Güner'e Ayten'le ilgili bir gelişme olup olmadığını sordu.
Hayır, bir gelişme yok. Güner hâlâ kapıyı kendi anahtarı ile
açıp giriyor eve ve bu ona fena halde koymaya devam edi-
yor. Arkadaşının durumuna üzüldü Halit.
— Yumuşar zamanla be.
Onu rahatlatmak için değil, gerçekten öyle olacağına ina-
narak söyledi bunu.
182
— Bugün öğleden sonra konuşmayı deneyeceğim. Çok
umudum yok ama...
— Çalıştın mı?
Güner “Ne çalışması?” der gibi baktı.
— Ezberleseydin söyleyeceklerini. Avukat gibi hazırlana-
caksın bu olaya amirim. Kafadan döktürmeye kalkarsan ol-
maz o İŞ.
Güner böyle bir şey yapmayı düşünmüyor, çünkü şimdi-
ye kadarki tecrübelerinden, ezberleyince hepten katıp ka-
rıştırdığını biliyor.
— İnkâr et!
— Nasıl inkâr edeyim ulan!? Kendim bas bas azığı
Ceyda benim sevgilim diye.
— Erkekliğime sürülen lekeyi temizlemek için panikleyip
uydurdum dersin. İnsan o biçim zan altındayken İngiltere
Kraliçesi'ni bile affetmez.
Güner güldü:
— Ayten de yer bunu?..
— Vallahi sen bilirsin ama ben olsam öyle yapardım.
— İstersen Halit'le Ceyda'nın ilişkisi vardı diyeyim. Arka-
daşımı korumak için kendimi ateşe attım.
— De anasını satayım! Ölmüş eşek kurttan korkar mı?
O dediğinin, yani ölmüş eşeğin kendisi olduğunu söyledi
Güner.
— Senin daha mahkemen bile olmadı, dedi Halit.
İyi haldi, ilk suçtu derken zaten dişe dokunur bir ceza al-
mayacakmış. O da paraya, daha doğrusu takıya çevrilecekmiş.
— Sen devam et alay etmeye!
— Alay ediyorsam namerdim! Analiz ediyorum ben
amirim.
Bir şey söylemedi Güner. Onun için durumunun analiz
edilecek bir tarafı yok. Boyundan büyük işlere özenip ka-
bak gibi ortada kaldığını düşünüyor sadece. Gençlik ateşi
183
içini kavururken rahat durup ellisinden sonra bu haltı ye-
mesine bir anlam veremiyor. Bunları söyledi Halite.
Halit ona şüpheyle bakıp gerçekten böyle mi düşündüğü-
nü sordu.
— Böyle düşünüyorum tabii. Akıllı adam işi miydi yani
benim ki?
- Parmağını şıklattı Halit:
— Mükemmel!
Bu hareketi tanıyor Güner. “Nesi mükemmel?” diye sor-
madı ama Halit açıkladı: En iyi ajan, ajan olduğunu bilme-
yen ajanmış. İfadesini, bu yürekten inanmış boynu bükük
ruh haliyle verirse üste alacaklı bile çıkarmış.
— Yahu kusura bakma, ama saçmalıyorsun sen Halit! Ben
bi' bok yedim gidip bunu delikanlıca karımla konuşmaktan
bahsediyorum. Dava mava yok ortada!
- Halit hiç alınmadı. Bir bilen olarak Güner'e ilk savunma-
sından önce akıl verdiği kostüme büründü yine:
— Bak amirim, ben yıllardır bu kadın erkek mevzularına
bakıyorum, gördüğüm nedir biliyor musun?
Güner'in “Neymiş?” diye sormasını beklemedi.
- Kavga! Müsabaka! Dövüş! Kadınla erkeğin savaşı!..
Güner'in aklına, bu maceranın en başından beri Halit'in
kullandığı ifadeler geldi: “Sen kendini sustalı sanırsın.”
“Ateş hattında silahsız kalmak...” “Ayten'le bir müsabaka...”
- O senin bakışın, dedi gülerek.
Ve ekledi:
- Biraz da Ceyda'nın...
“Sözümü kesme!” der gibi baktı Halit. Yıllardır içinde bi-
riktirdiklerini ortaya dökmek için beklediği anı bulmuşça-.
sına coşkuyla devam etti:
— Erkek neden bu kadar kışkiırtılır amirim? Kadın neden
hep iffetini savunmaya hazırlanır? Nedir iffet amirim ha?
Nedir? Sadece çocuk yapmak ya da kocayı yemlemek için
184
sevişmektir. Bunun ötesinde erkeğin erkekliği hep düş-
mandır!
Halitin heyecanlı hali komik geldi Güner'e. İçinde bu-
lunduğu sıkıntılı durumu bir anlığına da olsa unuttu.
— Sen kadınlara kızmışsın, dedi gülerek.
Halitin yüzü komik bir şaşkınlık ifadesine büründü.
Üzerine atılan suçlamayı kovmaya çalışır gibi iki elini de
kendinden öteye doğru savurdu.
— Haşa sümme haşa! Ben kadınlara kızmam. Kadınları se-
verim ben. Kimseyi suçlamıyorum. Tespit yapıyorum. Bu
toplumda yetişmiş bir erkek olarak sen öteki türlüsünü se-
versin, ama öyle kadına katlanamazsın.
O bunları anlatırken Güner kalkıp kapıyı kapattı.
- Bizim erkeğimiz zevk için sevişen kadına katlanamaz
amirim. Mesela sen kızının...
Sevişmek ve kızı arka arkaya cümlelerde geçince Güner
müdahale etme gereği duydu.
- Yahu kızımdan başka örnek yok mu?
— Tamam peki benim kızım olsun. Üç oğlum oldu ama
kızım olsaydı... Yok Müberra kendi kafasına göre yetiştirir-
di. Bak amirim kadın ve erkek yatağa girdiklerinde kıyafet-
lerini çıkarttılar diye yeterince çıplak olmazlar. Ruhlarını
da soymaları gerekir. Karşındakini düşman ya da rakip diye
görüyorsan nasıl çıkartırsın toplumun sana giydirdiği zırhı?
Nasıl bırakırsın çocukluktan beri eline verdikleri silahını?..
Halit, ondan yanıt bekler gibi sustu ve Güner'e baktı.
— Müberra seni ya da Ayten beni, düşman diye mi görü-
yor?
Utana sıkıla ekledi:
- Yani o iş esnasında...
“Sen ne anlamaz adamsın!” dercesine elini salladı Halit.
— Halit'i, Güner'i, Ahmet'i, Mehmet'i değil amirim. Erkeği!..
—- Ulan benden başka bir erkek daha mı var orada?
185
— Var tabii! Kadının kafasına yerleştirilmiş olan... Bedeni
yatağındakiyle ama ruhu kafasındakiyle sevişiyor. Erkeğin
de kafasında bir kadın var!
Güner gülerek:
— Vallahi ben hiç o kadar kalabalık olduğumuzu fark et-
medim, dedi.
Halit gülmedi. Biraz sonra söyleyeceklerini daha etkili İsi
mak isteyen bir dram oyuncusu gibi susmuş bekliyor. Gü-
ner, onun bu konulara fazla önem vermesi yüzünden kafayı
yediğini düşündü. Ona göre durumun derinliğine kurcalan-
ması gereken bir anlamı yok. Varsa da Güner'i fazla ilgilen-
dirmiyor. O sadece kurulu eski düzenini geri istiyor.
— O cennete girebilmek için ruhunun üzerinde bir çınar
yaprağı bile kalmamalı amirim.
Gözleri hayali bir noktaya takılıp kalmışken söyledi bunu.
— Hangi cennete, dedi Güner.
— Kadın ve erkeğin yatakta birlikte ölerek girecekleri cen-
nete.
Durup bekledikten sonra ekledi:
— Anladın mı amirim?
Güner güldü:
— Anladım. “Savaşma seviş!” muharebe meydanı için de-
gil yatak odası için söylenmiş bir sözdür.
Parmağını şıklattı Halit:
— Bravo! Süper!
Heyecanlanmak iyi gelmişti ona.
— Gazan şimdiden mübarek olsun, dedi ve çıktı.
Güner, bunun da kafası acayip bir dimağ taşıyor, diye dü-
şündü.

186
Karı Koca Arasında Muhabbet

Güner öğleden sonra mesainin bitmesini beklemeden kızı-


nın evine gitti. Ayten'i yalnız denk getirip baş başa konuş-
mak için... Apartman kapısını açık bulunca geriye açtırması
gereken tek kapı kaldığı için sevindi. Ve o engeli de kurnaz-
ca aştı.
— Çocuklar komşulara rezil olmasınlar diye açtım, dedi
Ayten Güner'i içeri alırken.
— Karşı komşu... Kapıyı aralamış da ona bağırdım.
— Rezilliğimizi herkesin bilmesine gerek yok, dedi Ayten
kocasına hiç bakmadan.
Güner koltuğa, Ayten kanepeye oturdu. Güner içini çek-
tü. Birkaç saniye sonra aynısını Ayten de yaptı. Sessizlik bi-
raz daha uzayınca:
— Ee, dedi Ayten.
Yüzü soğuk ve kızgın. Güner konuşmaya başlamakta çok
zorlandı:
— Kendimi savunacak değilim.
— Yok bi” de savunsaydın, dedi Ayten onunla konuşmu-
yormuş da kendi kendine söyleniyormuş gibi.
187
Sıkıntıyla saçlarını karıştırdı Güner.
— Kendini anlatmak diyelim benimkine. İçini dökmek...
Bunu söyledikten sonra yine takılıp kaldı. Aslında geçen
günlerde, özellikle uyuyamadığı gecelerde saatlerce konuş-
muştu Ayten'le. Oysa şimdi konuya nereden gireceğini bile-
miyor. Uzunca bir süre bekledikten sonra hiç düşünmeden,
doğrudan aklına geldiği gibi içini dökmeye başladı.
— Senin olmadığın bir evde yalnız yaşamak çok fena ko-
yuyor bana. Kapıyı kendi anahtarımla açıp eve girmek...
Beş yaşında bir çocuk gibi hissediyorum kendimi. Annesini
babasını kaybetmiş...
Durup nefes aldı.
— Uzun uzun düşünüyorum. Hep düşünüyorum. Ben bu...
Doğru sözcüğü aramak için durdu.
— Bu boku ben niye yedim diye... Geçenlerde Halit bana
sitem etti. Yıllar önce derdini anlatmak istemiş dinlememi-
şim. Müberra ile sorunlarını... Yatak odası sorunlarını...
Sonradan kendisi utanır diye anlattırmamışımdır. Şimdiki
aklım olsaydı dinlerdim. Hadi git bunları aynen Müberra'ya
da anlat derdim.
Kendi kendine konuşur gibi.
— Gerçi o cadı dinler miydi bilmem ama, dedi.
Ve sesini yükselterek Ayten'e baktı. Ayten'in yüzü ona
dönük olmadığından gözlerini yakalayamadı.
— Bak Ayten! Ben seni evliliğimiz boyunca hiç aldatma-
dım. Gençken bile!..
Heyecanlanmıştı.
- Ellinden sonra azdın işte, dedi Ayten yine ona bakma-
dan.
Ellisinden sonra azmak... Güner en çok da buna kafa
yormuştu.
- Bunu ben de çok düşündüm Ayten. Neden altmışa mer-
diven dayamışken?..
188
Yanıtı şu an arıyormuş gibi susup düşündü ve daha sakin
devam etti:
— Gençken zaten içinde alev alev yanan bir ateş var. Kime
neyi ispatlayacaksın ki? Ama yaşın ilerledi mi bütün dünya
seni kızdırmaya çalışıyor sanki.
Ve onu kızdırmaya çalışan dünyayı bağırarak seslendirdi:
— Sen artık yaşlısın! Sen artık bittin! Hayat seni taca attı!
Artık senin neyine!..
Yine bir süre sustu.
— Karın bile sana kocamış muamelesi yapıyor. Kendi ken-
dinden şüphelenir oluyorsun. Tabii için de eskisi gibi harıl
harıl yanmıyor ya... Dışarıdan bir rüzgâr buldun mu...
Dışarıdan bir rüzgâr bulduktan sonrasını anlatmaya ge-
rek görmedi Güner. O zaten işin bilinen tarafı. Ayten yüzü-
nü kocasına döndü. Gözleri çakmak çakmak.
— Düşündün düşündün bunları mı buldun?
— Evet. i
— Ben artık torun sahibi olacak adamım benim neyime
şey diyeceğine...
— Ney diyeceğime?
— Şey işte!..
Güner şaşkın şaşkın baktı karısına.
— Ayten sen beni hiç anlamamışsın yahu!
Ayten yine yüzünü ondan öteye çevirdi.
— Yaşıma başıma bakmadan azdım dedin işte!
— Ayten...
Kaldığı yerden hüzünlü konuşmasına devam edecekken
durdu ve düşündü Güner. Bütün bu maceranın en başında
oldukları yerdeydiler. Yani, “Sen artık yaşlısın. Senin neyi-
ne...” noktasında... Bunu fark edince hırçınlaştı:
— Bravo yani! Bravo! Bu kafayla bu hale getirdin evliliği-
mizi!
Ayten kalçasına iğne batırılmış gibi sıçradı oturduğu yerde.
189
— Ne! Ne! Demek ben getirdim evliliğimizi bu hale ha!?
— Sen getirdin tabii! Ooh! Söyledim de rahatladım. Sen
getirdin! Yaşım biraz geçti diye tümden cenaze muamelesi
yaptın bana!
— Ay vallahi inanamıyorum! Keçileri tamamen kaçırmış-
sın sen Güner!
Güner artık Ayten'in söylediklerini neredeyse hiç duymu-
yor. Öfkesinin ve isyanının sesini dinleyerek konuşmaya
başladı.
— İnsan biraz kocasını anlar. Bak o Müberra cadısının za-
vallı Halit'i düşürdüğü halleri anlattım sana ama girmedi
kafana.
Ayten yüzünü buruşturdu.
— Zavallı Halit mi?
— Zavallı tabii! O çocuk kendi yatak odasında bi? muhab-
bet bulabilseydi elin karılarının külotlu çorabını giyer miydi?
— Ne külotlu çorabı be!?
Güner sağlam elini aralıksız Ayten'e dö sallayarak:
— Kadın dediğin kocasına biraz muhabbet gösterir, mu-
habbet, dedi.
Ayten sesini yükselterek tekrarladı sorusunu:
— Ne külotlu çorabı?
— Hah sansasyonel bi şey süs ya ona takıldın değil
mi?
— Ay Halit külotlu çorap mı giymiş, dedi Ayten merakla
ama yüzünü de tiksintiyle buruşturarak.
Güner elini sallamaya devam etti:
— Muhabbet diyorum ben, muhabbet! Karı koca arasında
muhabbet! Yani yatak odasının şenlenmesi!..
— Tamam onu anladım da Halit külotlu çorap mı giy-
miş?
Konuşmanın orada takılıp kalacağını fark ederek geçiştir-
meye çalıştı Güner:
190
— Yahu canım, işte laf arasında ağzından kaçırdı. Bunun
bi sevgilisi varmış buna külotlu çorap giydirmiş.
— Ay iğrenç!
— İğrenç miğrenç, aralarındaki muhabbet işte.
— Ha ben sana öyle muhabbet göstermediğimden sevgili
buldun kendine. Kaynar suda bozuluyor diye dantelli don
kullanmıyordum ama bilseydim sana alırdım.
Durdu ve alayının dozunu artırarak ekledi:
— Yatak odamız şenlensin diye...
Ayten'in belaltı darbeleri sarstı Güner'i.
— Yok yok, seninle konuşmak mümkün değil! Boşuna
gelmişim ben buraya!
Kalktı, kapıya doğru yürürken ekledi:
— Ben muhabbet diyorum o bana dantelli don giydirmeye
kalkıyor! Biz tamamen kopmuşuz yahu! Eskiden birbirimi-
zin gözüne baksak okurduk içimizi.
Elini kapının koluna uzattı.
— Yine de bokun büyüğünü ben yedim. Bunun için özür
dilerim senden, dedi hüzünle.
Hiç acele etmeden açtı kapıyı.
— Neyse hadi, sağlıcakla kal!
Adımını dışarı atmadan önce Ayten'in vedasına karşılık
vermesini bekledi. Ve Ayten konuştu:
— Sen beni saf yerine koydun hep, ama ben her şeyi anlı-
yordum.
Biraz sessizlikten sonra tekrar:
— Her şeyin farkındaydım ben, dedi.
Güner kapıyı kapattı. Ayten devam etti:
— Sana uysaydım da bu yaştan sonra yeni evliler gibi oy-
naşsa mıydık?
Ayten'e döndü Güner.
— Ne olurdu oynaşsaydık?
Uzun bir sessizlikten sonra dalgın dalgın yanıt verdi Ayten:
191
— Güzel olurdu.
Biraz durduktan sonra aynı dalgın sesle yine:
— Güzel olurdu, dedi.
Ve ardından hırçınlaştı:
— Gözün daha çok dışarı kayardı!
— Yahu gençken dışarı kaymamış benim gözüm!..
Ayten bağırdı:
— O zamanlar ben de gençtim!
Güner “Sen hâlâ gençsin,” diyordu ama sözünün yarısın-
da Ayten yine bağırdı:
— Hâlâ genç falan değilim! Elli yaşındayım! Nasıl yarışa-
caktım dışarıdaki aşiftelerle!? Evde gözünü açtın mı dışarı-
da kapatacak mıydın!?
Güner de yükseltti sesini:
— Ee nedir yani çözüm? Kocanı hadım etmek mi?
— İyi işte, aferin sana! Hadım olmamışsın! Damızlık gibi
korumuşsun kendini!
Güner konuşacakken vazgeçti. Gidip Ayikniin yanına
oturdu.
— Aytenim, yavrum!.. Ben...
Sol koluyla şefkatle sarıldı Ayten'e. Ayten karşılık verme-
di, ama direnmedi de. Güner ağlamak üzere olduğunu his-
setti. Bunun kendisine yakışmayacağını düşünürken kapı
açıldı.
Nergis'le İbrahim girdiler içeri. İkisi de e gözüküyor.
Nergis şaşırarak:
— Baba, dedi.
İbrahim de aynı şaşkın yüz ifadesiyle kayınpederine:
— Hoşgeldiniz, dedi.
Ayten burnunu çekerek, neden erken geldiklerini sordu.
— Kutlama yapmak için, dedi Nergis.
Ayten'i de alıp yemeğe gideceklermiş. Güner duygulu hali-
ni maskelemek için damadına takılarak kutlamanın sebebini
192
sordu. Borsa tavana mı vurmuş? Hayır, borsa normal seyrin-
de devam ediyor. Sevinçli haber İbrahim'in işiyle ilgili.
— İbrahim işini değiştiriyor. Maaşı neredeyse iki katına çı-
kacak, dedi Nergis kendisinden beklenmeyen bir neşe ile.
— Ne işiymiş bu, dedi Güner.
İbrahim ne işi olduğunu söylemekte kararsız.
— Siz alay edeceksiniz ama...
— Yatırım danışmanı oluyor baba. Amatörlükten profes-
yonelliğe geçiyor. Artık o da ötekiler gibi başkalarına para
kaybettirip maaş alacak, dedi Nergis cıvıldayarak.
İbrahim sırf konuyu değiştirmek için:
— Siz barıştınız mı, dedi.
Güner gülümseyerek karısına baktı:
— Barıştık mı Ayten Hanım?
Herkes merakla Ayten'in yanıtını beklerken o sorunun
kendisiyle ilgisi yokmuş gibi durup bekledi ve:
— Saçın başın yağ içinde Güner, dedi.
Güner damadına döndü:
— Yemeğe ben de geliyorum İbrahim.
Nergis, bir süre bekleyip bunun mutlu son demek oldu-
gunu anladı ve:
— Hadi hemen hazırlan anne! Biz dışarıda bekliyoruz, dedi.
— Burada niye beklemiyoruz?
İbrahim'i kolundan çekti Nergis:
— Gel İbrahim, gel!
— Haa anladım, dedi İbrahim.
— Anlayışlı borsa fatihim benim!
İbrahim'le Nergis çıktılar. Üç beş saniye konuşmadan
oturduktan sonra Ayten'in bakışlarını yakalamaya çalıştı
Güner.
— Hadi hazırlanmıyor musun?
Ayten gözlerini kocasından kaçırdı.
— Ben barıştık demedim!
193
— Biliyorum. Ben de yemeğe geliyorum dedim sadece.
— İyi, karnın sıcak bir çorba görür, dedi Ayten ayağa kal-
karken.
Güner de kalktı.
— Yardım edeyim sana.
Ayten olduğu yerde dikilip sertçe baktı kocasına.
— Neyime yardım edecekmişsin?
— Valizlerini toplamana.
Biraz bekledikten sonra:
— Çocuklara yük olmamak için dönüyorum, dedi Ayten.
— Biliyorum.
— Karşı komşular da evde değiller. Dün tatile gittiler onlar.
Hınzırca gülümsedi Güner:
— Öyle mi?
— Öyle.
Güner “hadi gidelim” anlamında karısının sırtına dokun-
du nazikçe.
— Bekletmeyelim çocukları.
Tam salondan çıkarlarken kocasına dönüp:
— Güner, dedi Ayten.
— Efendim?
— Dantelli don sana hiç yakışmaz.
— Ama sana çok yakışır, dedi Güner.
Ardından da kalçasına bir şaplak attı. Ayten cilveyle seke-
rek salondan çıktı. Güner peşinden gitti.

194
V

N
nbdibiblion
|

0101
Toprak Işık yeni kitabı Azgın Tekeler'de, orta yaşa gelmiş,
biraz da üstüne çıkmış erkekleri anlatıyor. Kendilerinden
genç kadınlarda, kaybettikleri gençliklerini tekrar bulma
sevdasına kapılan bu erkeklerin cinsellik takıntıları ve
çapkınlıkları, Toprak Işık'ın kalemiyle güçlü bir.mizah an-
latısına dönüşüyor. |

“Toprak Işık, 'mizahın çemberinden geçmiş” bir yazar olarak bu


kitabında da, sıradan insanların gündelik hayatlarına burnunu
sokuyor!.. İyi de yapıyor...”
'g Latif Demirci

“Erkek olmanın evrensel korkularına, bizimki *gibi şenlikli bir


toplumsal baskı da eklenince ademoğlunun başına ne komik
belalar açılabileceğini keyifli bir vodvil tadında, ustalıkla anlat-
mış Toprak Işık.”
Atilla Atalay

O penbare Bibliotheek Amstördari

Anı .2 OOO O393416

ISBN-13: 978-975-05-0597-3
İLETİŞİM (o1318
ÇAĞDAŞ TÜRKÇE
EDEBİYAT 177 İ İl Il.
(89750'50 59 73

You might also like