Tarih

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 22

Türkiye Cumhuriyeti

Galatasaray Üniversitesi
Galatasaray Lisesi

2021-2022 Eğitim Öğretim Yılı


Tarih Dersi
Müze Gezisi Dönem Ödevi

Ali Kaan DESTİCİ


10/E
49
Öğretmen: Bülent BİLGE
İçindekiler

Önsöz

Osmanlı Bankası Müzesi

Topkapı Sarayı Müzesi

Sultanahmet Meydanı

Deniz Müzesi

Genel Değerlendirme

Kaynakça
Önsöz

Öncelikle bu ödev aracılığı ile günlük yaşamımızda sürekli


gördüğümüz ama belki de hayat koşuşturmacası nedeni ile gezmeyi
ertelediğimiz bu müzeleri gezme fırsatı doğurması ve güzide müze
seçimleri nedeni ile tarih öğretmenim Sayın Bülent Bilge'ye ve bu gezide
beni yalnız bırakmayan arkadaşım Kemal Sarp Cömert'e teşekkürlerimi
iletmek istiyorum. Yazımda tarih öğretmenimiz tarafından belirlenen dört
müzenin tarihi, müzelere yaptığımız gezi ve müze hakkındaki
izlenimlerimiz yer alıyor.Yazımda alıntı yaptığım ve kullandığım kaynakları
kaynakça kısmında bulabilirsiniz. Keyifli bir okuma dilerim.
Osmanlı Bankası Müzesi
A) Giriş

Osmanlı Bankası Müzesi Karaköy


Bankalar Caddesi (Voyvoda Caddesi)’nde
yer alan günümüzde Salt Galata adı
altında faaliyet göstermekte olan bir özel
müze olarak arkasındaki yaklaşık 150 yıllık
tarihe ışık tutmaktadır. Bina Levanten asıllı
ünlü İstanbullu mimar Alexandre Vallaury (Foto 1) tarafından 1890 yılında
yapılmıştır. Kendisi o dönemde binayı Osmanlı Bankası Genel
Müdürlüğü olarak tasarlamış olsa da bu binayı tasarlamasından 10 yıl
kadar önce kendisine Osman Hamdi Bey tarafından verilen Müze-i
Hümayun’u inşaa etme görevini tamamlayarak döneminde müze binası
olarak tasarlanan 8-10 müzeden birinin mimarı olma şansı elde etmiştir.
Binanın müzeleşmesi ise Osmanlı Bankası’nın Garanti Bankası ile
birleşmesi sonucu Garanti Bankası yetkilileri tarafından olmuştur.

B) Osmanlı Bankası Tarihi


Osmanlı Bankası 1855 yılında Stephen Sleigh ve Peter
Pasquali adına iki İngiliz müteşebbisin projesi olarak ortaya çıktı ve
dönemin İngiliz Kraliçesi Viktorya’nın desteği ile 1956’da ile hayata
geçti. Dönemin hükümdarı Sultan Abdülmecid'in tanzimat
reformlarına hız kazandırmak amaçlı yayınlanan Islahat Fermanı ile
gayrimüslimlere tanınan yeni haklar ve bankacılık maddeleri nedeni
ile dönemin devlet finansmanı ihtiyacına kısmi bir cevap olan
banka zamanla etkinliğini artırarak başarılı bir gelişme sağladı.
Kurulmasının üzerinden 10 yıl dahi geçmeden 1862’de sermayisi
iki katına, £1.000.000’a çıkarılan banka günden güne ihtiyaç
duyulan devlet bankası statüsüne aday olmaya başladı. Yine aynı
yıl Osmanlı Devlet mali istikrarı için büyük bir sorun niteliğinde olan
kaimeler %40 nakit ve %60 borç tahvili karşılığında tedavülden
kaldırılmıştır. Kaimeler devletin mali sıkıntılarına çözüm olma
amaçlı basılmış kağıt paralar olsa da altınla aynı seviyede tutulma
vaadini karşılayamayıp karşılıksızca
basılmış ve ciddi bir değer kaybı
yaşayıp halkı büyük zarara uğratmıştır.
Kaimelerin tedavülden kaldırılma
projesinin mimarı Fransız hükümeti
tarafından 1859’da İstanbul’a
gönderilen daha sonra da 1863-1867
yılları arası Osmanlı Bankası Genel
Müdürü olacak Alexandre de Ploeuc
(Marquis de Ploeuc)’tür(Foto 2). Kaldırılan kaimeler yerine ise
Osmanlı Bankası banknot ihraç etmeye başladı. 1863’ün Haziran
ayında banknot tasarımları ile başlayan süreç aynı yılın 16 Kasım
gününde ilk meyvelerini verdi ve 3 gün içerisinde çok mütevazi bir
miktarda 29.992 lirayı temsilen 14.996 banknot çıkarıldı. Bu
banknotların en önemli özelliği ise anında altına çevirebilir
olmalarıydı.Banka kasasında her daim banknotların 3’te 1’ine denk
bir altın rezervi bulundurmak zorundaydı. Yine aynı yılda 6 yıldır
Osmanlı İmparatorluğu resmi devlet bankası olarak hizmet veren
Ottoman Bank bu görevi Bank-ı Osmanlı-i Şahane’ye bıraktı. Bu
değişimin nedeni ise bu denli büyük bir
imparatorluğun resmi devlet bankası
görevinin tamamı İngiliz sermayeli bir
bankaya bırakılmasıydı. Bank-ı Osmanlı-i
Şahane Ottoman Bank’ın aksine Fransız
sermayedarlara da sahipti. Banka kuruluş
sürecindeki başarıyı devamında istikrar
sağlayamadı ve zor günler geçirdi. Bu zor
günlerin birincil nedeni ise devletin mali
sıkıntılarıydı. 1870’lerdeki iç ve dış borç
yükü ve balkanlardaki ayaklanmalar devleti
iflasın eşiğine getirdi. 6 Ekim 1875’de
Sadrazam Mahmud Nedim Paşa (Foto 3) Osmanlı tarihinin en
tartışmalı mali kararı ile Heyet-i Vükela ile beş yıl süreyle Osmanlı
tahvil kuponlarının ödemelerinin yarısının nakit, yarısının da %5
faizli tahviller şeklinde yapılacağı ilân edildi. Bu karar gizli bir
moratoryum anlamındaydı ve devletin geri kalan kredi itibarı ve
güvenilirliğini ortadan kaldırdı.Bu olay üstüne 1876 Sırbistan ve
Karadağ harpleri hükümeti aciz bıraktı ve hükümet kaimelere geri
dönüş kararı aldı. Bu ikinci karşılıksız para macerası da halk ve
devlete en az ilki kadar zarar verdi ve 2.5 yılda kaimeler altına karşı
%90 değer kaybetti. Osmanlı Devleti borçlarını kapatma yolunda
Rüsum-u Sitte gibi birçok atılım yapmış olsa da bu atılımlar
yetersiz kaldı ve daha kapsamlı bir çözüm arayışı başladı. 1881
Muharrem Kararnamesi imzalandı. Buna göre
Osmanlı'nın borcu yarı yarıya indiriliyordu,
fakat karşılığında da kurulacak Düyun-u
Umumiye İdaresi'ne devlet gelirlerinin önemli
bir kısmı teslim edilerek ödemeler teminat
altına alınıyordu. Bu kurum devlet içinde
devlet etkisi yaratarak güçlü bir konuma
gelmiştir. 1889 yılında Genel Müdürlük
görevine gelen Sir Edgar Vincent (Foto 4) ile banka bir revizyon
yaşamıştır. Sir Edgar Vincent Kahire yıllarında yöneticilik vasfını ve
ticari dehasını ispatlamış genç bir yönetici olarak bankayı hızlı bir
revizyon dönemine sokmuş genel merkezi giriş kısmında
bahsedilen şuanki binaya taşımış birçok cari ve ticari hesap
açılmış 1889'da Adana ve Konya, 1890'da Denizli ve Sofya,
1891'de Balıkesir, Beyoğlu, Samsun, Trabzon ve Uşak, 1892'de
Bağdat, Mersin, Basra ve Rusçuk, 1893'te ise Ankara şubeleri
hayata geçirilerek hızlı bir şubeleşme yoluna gidilmiştir. Ancak
Vincent'in iddialı politikası bu genç yöneticinin aşırı hırsının kurbanı
oldu. 1895'te kendi yaratmış olduğu spekülatif borsa hareketleri bir
krize dönüşüp bankanın varlığını tehlikeye sokmuş, kısa bir süre
sonra kendisinin iş hakkı feshedilmiştir. İlerleyen tarihlerde de
bankayı sorunlu günler beklemektedir. 1895 Borsa Krizi gibi
ekonomik krizlerin yanı sıra 1896 da bankanın Ermeni milliyetçileri
tarafından işgali ve Selanik şubesinin bombalanması gibi terörizm
faaliyetlerini de atlatmak zorunda kalmıştır. 1900 lü yıllara
gelindiğinde ise 1908 ihtilali etkileri banka nehzinde de görülmeye
başlanmış bankanın milliyeti tartışılmaya başlanmış,1914 yılındaki
Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Cihan Harbi’ne girmesi ile bankanın
İngiliz ve Fransız müdürleri yerlerini Osmanlı müdürlere bırakmış
böylece banka hükümet tarafından el konulma sorununu
atlatmıştır. Ancak Osmanlı’nın 1918 sonbaharındaki yenilgisi ve
işgali ile bankayı terk eden İngiliz ve Fransız müdürler tekrar görev
başına geçmiştir. Banka idaresinin savaş durumu hakkında ileri
görüşlü tahmin politikaları görülmüştür. Mali açıdan hazırlıksız
savaşa girip ağır yenilgiler alan Osmanlı ise savaş sonunda evrak-ı
nakdiye adı altında kağıt paralar basma politikası izlemiş bu
paraların ilki altın karşılığı garanti edilerek çıkarılsa da 2. seri ile bu
garanti kaldırılmış ve yüklü miktarda farklı kupürler halinde
Almanya’dan kalitesiz para ihraç edilmiş bu paralar da dönem
karışıklığı içinde bolca taklit edilip ekonomik bir kriz ortamı
oluşmuş para %80 değer kaybetmiştir. Bu duruma savaş sonrası
kıtlık da eklenince enflasyon %300 ile %5.000 arasında
artmıştır.Cumhuriyet sonrasında ise banka önceden de
bahsettiğimiz öngörülü politikası nedeni ile yumuşak bir geçiş
beklese de Ankara’daki milliyetçi ve cumhuriyetçi yönetim ve halk
ile sorunlu ilişkiler yaşamıştır. Bu sorunlu ilişkilerin başlıca sebebi
ise bankanın geçmişi ve gayrimüslim halk ile yakın ilişkileridir.
Ankara’da yapılan görüşmeler sonucu banka resmi banka
statüsünü bir süre daha devam ettirse de bu dönem açık bir
şekilde gerçek bir bağımsız devlet bankası kurma sürecinin
sonuçlanması ile sonlanacaktı. Nitekim anlaşma sonucunda banka
da hükümet yanlısı bir politika ile milliliğe daha çok önem vermeye
başlayıp Ziraat ve İş Bankası’nın kuruluş sürecinde bu bankalara
finansman sağlamak amacı ile kredi vermiştir. 1931 yılındaki
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın kuruluşuyla banka 75 yıl
önceki basit ticari banka statüsüne geri dönmüş 1940’ta kurulan
yerli özel bankalar ile birlikte de pazarda rekabet edemez olup
BNP grubu yani Paris merkezli Paribas bankası tarafından Doğuş
Grubu’na satılmış ardından da 2001 krizi sonrasında Garanti
Bankası ile birleşerek tarihe karışmıştır

C) Osmanlı Bankası Müzesi Gezi Notları

Müze ismini sıkça duyduğum Salt Galata içinde yer alması


ile beni şaşırttı zira girişte uzun bir süre ayrı bir kapı aradığım için
girişi bulamamıştım ancak sonrasında müzeye giriş yapabildim.
Banka gezim benim için çok heyecanlıydı çünkü öncesindeki
araştırmalarım ve ailem ile tartışmalarım bu konuyu benim için ilgi
çekici kılmıştı zira bankacılık benim için baba mesleği sayılabilir
ailemde en yakın olduğum insanlar öncelikle babam ve teyzem
bankacı ve ailemin geri kalanı da ya bankacılık yapıyor ya
bankacılık tahsili görmüş ya da benzer finans ve ekonomi sektörü
üzerinde çalışıyor. Buna ek olarak çocukluğum bankalarda geçti ve
en yakın aile dostlarımızın da hep bankalarla ilişkileri oldu:Benim
kendisi ile olmasa da eşi ile tanışma şansı bulduğum ben
doğmadan vefat etmiş İş Bankası kurucu ortağı aile dostumuzdan
günümüzde Kuveyt Türk Genel Müdürü ve Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası Genel Müdür Yardımcısı aile dostumuza
bankacılık sektöründe her kademeden insan ile tanıştım ve evdeki
sohbetlerimizin içinde hep bankacılık oldu. Bundan dolayı en uzun
tuttuğum bölüm de Osmanlı Bankası hakkında oldu. Şahsen uzun
uzun okuma yapıp ailem ile tartıştığım bu konuyu gözlerimle
gördüğüm tarihi unsurlar ile unutmaz oldum. Bahsi geçen küpürler
kayıt defterleri gibi unsurlar şuan bile çok karmaşık olan sistemin
eskiden ne kadar korkutucu düzeyde karmaşık olduğunu gösterdi.
Topkapı Sarayı Müzesi

A) Topkapı Sarayı ve Müzesi Tarihi

1453 İstanbul’un fethi sonrasında Fatih Sultan Mehmet’in


isteği üzerine yapımına karar verilen Topkapı Sarayı 15 yıl civarında
bir sürede tamamlanmıştır. Tamamlanma tarihi 1478 olsa da 19.
yüzyıla kadar sürekli olarak genişleyen saray bu yönüyle
Dolmabahçe gibi saraylardan ayrılır. İstanbul’un en eski ve tarihi
bölgelerinden biri üzerine kurulu olan saray yaklaşık 700.000
metrekarelik bir alana yayılmıştır ve yaklaşık 400 yıl yani Sultan
Abdülmecid dönemine kadar imparatorluğun merkezlerinden biri
ve padişahların evi olmuştur. Dolmabahçe’ye taşınan sultanlar ile
birlikte imparatorluğun sanat idare ve eğitim merkezi sıfatını da
yavaş yavaş kaybeden saray tarihi rolü ile önemini sürdürmüştür.
Cumhuriyet döneminde müze haline getirilen saray 3 Nisan
1924 tarihli açılışı ile Cumhuriyet’in ilk müzesidir. 300.000 arşiv
belgesi barındıran saray dünyanın en büyük saray müzelerinden de
biridir.
4 avlu barındıran saray bu avlular etrafındaki mimari yapılar
ile birlikte günümüzde 300.000 metrekarelik bir alanı kaplar.
Sarayı oluşturan avlular sırasıyla Alay Meydanı yani 1. Avlu,Divan
Meydanı (2. Avlu) Enderun Avlusu (3. Avlu) ve 4. Avludan
oluşmaktadır.
Sarayın Genel Görüntüsü

B) Topkapı Sarayı
Hakkında Genel Bilgiler
İstanbul’un fethi sonrası Fatih Sultan Mehmet tarafından
yaptırılan saray 19. yüzyıla kadar faaliyet göstermiş sonrasında ise
devlet protokolü Dolmabahçe Sarayı’na taşınmıştır. Fatih Sultan
Mehmet ve sonrasında gelen padişahların sanat, imparatorluğun
idare, eğitim yaptığı yerdir. Topkapı Sarayı tüm ek yapılarıyla
beraber inşa edilmemiştir, 19. yüzyıla kadar yapılar eklenmiştir.

Sarayı yapan mimarlar ise Mimar Sinan, Fatih Sultan


Mehmet, Acem Ali, Davud Ağa ve Sarkis Balyan’dır. Barok
Mimarisi ve Osmanlı Mimarisi kullanılarak yapılmıştır. Saray, 1985
yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne girmiştir.
C) Topkapı Sarayı Müzesi Gezi Notları
Topkapı Sarayı belki de gezdiğim en kompleks mekan. 3.
gezişim olmasına rağmen hala tam olarak anlayamadım. Daha
önce yaptığım 2 turistik istanbul gezisinin de ilk durağı olan bu
sarayı ödev için tekrar gezmeme rağmen aslında tam olarak
özümseyemediğimi itiriaf etmem gerek. Belki de yatakhaneye
dönüş saatinden dolayı gezimi yarıda kesmemin bunda etkisi
vardır belki de telefonumun şarjını bitirmemin.Ancak şanslıyım ki
geziyi yaptığım arkadaşım Nurettin de benimle birlikte gezimizi
fotoğrafladı. Bu sarayın en güzel kısmı belki de içindeki müze
kısımları ancak bu kısımlar fotoğraflanmaya uygun değil. Uygun
değil aslında doğru kelime de sayılmaz fotoğraflanabilir değil
denmeli belki de (!). Nedeni ise ülkemizdeki deli zırvası yasaklar.
Neyse ki en beğendiğim kısım olan sedef kakmalar
fotoğraflanabilir. Sedef kakmaların sevmemin nedeni ise
enstrumanlarla ilişkime dayanıyor. Sedef kakma lüthiyelikte yani
enstrüman yapımcılığında özel bir yere sahip batıda özellikle
gitarlarda doğuda ise ud ve kanunlarda sedef bolca kullanılıyor.
Ancak sedef bu sarayda heryerde! Bu durum beni çok
heyecanlandırdı diyebilirim. Altın varak gibi süslemelerden çok
daha estetik çok daha asil duruyor sedef kakma bence. Müze
içinde her zaman tadilat gören bir kısım olduğu için sanırım bütün
sarayı tek seferde gezmek imkansız ancak bu bir sorun da teşkil
etmiyor çünkü zaten gez gez bitmiyor. İslam dini için de önemli bir
müze olduğu aşikar çünkü içinde Mukaddes Emanetler gibi
devasa bir bölüm var. Genel olarak müze çıkışında atalarımızın
keyiflerine ne kadar düşkün olduklarını düşünüyorum. Şuanki
yöneticiler için de durum farklı değil ama eski yöneticiler daha
rafine zevkleri olan insanlarmış, şuan estetik lüksle
karıştırılıyor.Şuan değerli metallere ilgi var eskisi gibi işçiliğe,
emeğe, geometriye değil.
Sultanahmet Meydanı

A) Sultanahmet Meydanı Tarihi


Fatih’te bulunan Sultan Ahmet Meydanının Bizans
döneminde Konstantinopolis’teki adı Hipodrom ve Osmanlı
İmparatorluğu döneminde At Meydanı idi. Bu Meydanın alanları
içerisinde Roma Sirki bulunmaktaydı. Ortasında Kayzer Wilhelm
için yapılmış bir ziyaret hatırası olan Alman Çeşmesi bulunur.
Doğusunda Sultan Ahmet Camii, Batısında ise Türk ve İslam
Eserleri Müzesi ile İbrahim Paşa Sarayı yer alır.
Bizans yapıları ve abidelerine bir zamanlar ev sahipliği
yapmıştır fakat günümüze kadar ulaşan çok az kalıntı vardır.
Hipodrom yanındaki Büyük Saray (İmparatorluk Sarayı) deniz
kenarına kadar uzanırdı. Saraydan sadece salonun yer mozaik
panosu günümüze kadar ulaşmıştır. Milerium Zafer Takı
Sultanahmet Meydanı ve Agusteion ile cadde arasında bir
caddede bulunurdu. Bu cadde romaya uzanırdı ve ilk kilometre
taşına ev sahipliği ederdi. Hamamlar, mabetler, idare ve sosyal
merkezler meydan yakınlarına yapılırdı. Semt merkezi önemini
tarihten bugüne kadar korumuştur. İstanbul’un en önemli abideleri
olan Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi
bu meydanda yer alır. Şehirdeki ana caddeler buradan başlardı.
Yan yolları dar ve basamaklarla yokuş aşağı uzanırken anayol
kaldırımları da iki katlı yani galerili inşa edilmişlerdir. Roma
İmparatorluğu ve Bizans İmparatorluğu döneminde eğlence,
toplantı ve spor merkezi olan meydanda araba yarışları müzisyen
toplulukları, dansözler, akrobatlar, vahşi hayvanlarla gösteriler ve
toplantılar yapılırdı. Roma İmparatorluğu bu etkinlikler için bolca
tatil günleri yapmıştır. Devlete karşı isyanların da merkezidir, Nika
Ayaklanması örnek olarak verilebilir. U harfine benzeyen
hipodromun doğusunda imparator locası vardı. Ortasında ise kum
kaplı sahayı ikiye ayıran, arabaların etrafında yarış yaptığı alçak bir
duvar ve bu duvarın üstünde de abideler ile ünlü at yarışçılarının ve
atlarının heykelleri yer alırdı. Hipodrom günümüze 4 metre
yükselmiş bir zemin ve 3 abide ile ulaşabilmiştir; Örme Dikilitaş,
Obelisk ve Yılanlı Sütun. Osmanlı dönemindeki bazı festivallere de
ev sahipliği yapmıştır. Hipodromun batısındaki İbrahim Paşa Sarayı
16. yüzyılın özel sarayların günümüze gelen tek örneğidir. Büyük
kemerlerle donatılmış tuğla bir yapı olan yuvarlak güney ucu
günümüze kadar ulaşmıştır. Girişinde 4. yüzyıla ait sarayın ve biraz
ilerisinde ise Aya Öfemiya Bizans Kilisesi’nin kalıntıları bulunur.
Osmanlı dönemindeki Yeniçeri isyanları, şehzade sünnet düğünleri
ve Halide Edip’in ünlü mitingi bu meydanda gerçekleşti.

B) Sultanahmet Meydanı Gezi Yazısı


Sultanahmet Meydanı belki de bu geziden en az keyif
aldığım mekan. Oldukça etkileyici büyüklükte olmasına rağmen
beklentimi karşılamadı bunun nedeni ise bence daha önceki iki
ziyaretimde sabah çok erken saate burada oluşum. Böyle yerler
sabah çok daha etkileyici çünkü cep telefonunuzu çaldırmama
çabası çevreyi incelemeyi zorlaştırıyor. Sabahları ise her yer boş
gezinize tek eşlikçi güvercinler. Dev dikili taşlar daha etkileyici,
daha endamlı.
Deniz Müzesi

A) Deniz Müzesi Tarihi


Deniz Müzesi “Müze ve Kütüphane İdaresi” adı altında
Tersane-i Amire’de küçük bir binadan kurulmuştur.Kuruluş emri 2.
Abdülhamit'in izni altında dönemin Bahriye Nazırı Bozcaadalı
Hasan Hüsnü Paşa tarafından verilmiştir.Müzenin günümüzdeki
yerine taşınması 1961 yılında olmuştur. Günümüzde kullanılan bina
önceleri Maliye Binası olarak kullanılmıştır. Müzenin resmi adı
Deniz Müzesi ve Arşivi Müdürlüğü’dür. Ancak müze bu bina ile
sınırlı kalmamıştır. Ana teşhir binası yanındaki hangar ve uçak
onarım atölyesi olarak kullanılan alanın da müzeye dahil olması ile
genişleyen müze 1971 yılında çeşitli ilavelerle beraber Tarihi
Kayıklar Galerisi adı altında eklenen kadırga ve saltanat kayıkları ile
genişletilmiştir. Müze bu amaçla tasarlanmadığından bir süre sonra
yeniden inşası uygun görülmüş 2005 yılında bu konuda açılan
yarışma sonucu 2013 yılında yeniden tüm kısımlarıyla ziyarete
açılacak şekilde restore edilmiştir.

B) Deniz Müzesi Gezi Notları

Öncelikle bu müze beni


beklediğimden çok daha fazla
etkiledi, bunu belirtme zorunluluğu
hissediyorum. Müzeye girişte
gördüğüm Savarona (Foto 1)beni
ortaokul yıllarıma götürdü. İnkılap
tarihi öğretmenim İpek Hanım’ın bize
Savarona’dan bahsetmesini hala net bir
şekilde hatırlıyorum Atatürk’ün deniz
sevgisinin belkide en büyük kanıtıdır
Savarona.Müzenin devamında ise özellikle
bu sene Bülent Hocamızın bize bolca
önemini anlattığı Çaka Bey (Foto 2)başta
olmak üzere diğer Türk denizciler ve büstleri
bizi karşılıyor.Girişte bu kadar fazla büstün
kronolojik sıralanması aslında 101 dersi
niteliğinde ve bence çok güzel planlanmış. Müze saltanat kayıkları
(Foto 3) ve saray görevlilerinin kayıklarının (Foto 4)sergilendiği
büyük bir salon ile devam ediyor. Saltanat sahiplerinin lüks
düşkünlüğü burada da bizi karşılıyor,zaman değişti ama hala
yöneticiler aynı lüks düşkünlüğüne sahip.Atatürk bu kayıklar
yanında Savarona ile mütevazi zevkini
sergiliyor. Salon sonunda ise çıkmaya
hazırlanırken üst katı keşfediyorum. Aslında
müze daha yeni başlıyormuş. Dürüst
olmalıyım aslında üst kat daha
etkileyici.Kayıklar oldukça ihtişamlı ama 5.
kayıktan sonra o devasa boyutlar
gözümüzde normalleşmeye başlıyor. Üst
kısım alışılagelmiş müze mimarisine daha
yakın ve bence daha etkileyici.Müzede Atatürk’ün yatlarda
kullandığı plaklar (Foto 5) özellikle dikkatimi çekti. Müziğe verdiği
değer çok açık bir şekilde ortada. Müzede bence en ilgi çekici
kısım ise en sonda karşımıza çıkıyor. Jeff
Hakko tarafından bağışlanan dalgıçlıkla ilgili
bu kısım gerçekten çok farklı ürünlere ev
sahipliği yapıyor. Hakko ailesi Vakko’nun
sahibi bir aile.Vakko Vitali Hakko tarafından
kurulmuş ve şapka döneminden büyük
önem kazanmış bir marka isminin nereden
geldiği ise gayet açık. Aynı aile tarafından
bağışlanan kitaplar da okulumuzun oldukça
yakınındaki Atatürk Kültür
Merkezi’nde sergileniyor. Bir
ailenin halka yapabileceği oldukça
büyük bir jest olarak
yorumluyorum. Ülkenin
aydınlanması için çok önemli
bağışlar hepsi. Jeff Hakko
bölümünde birçok dalgıç giysisi
(Foto 6) var ve hepsi oldukça
etkileyici.Sona yaklaşırken ve vir
kapanış yapmaya çalışırken
aslında bu müzede bu ödevin
tamamını kapsayacak kadar öğe
olduğunu düşünüyorum. Belki de
daha fazla, sancaklar,gemici
malzemeleri, maketler. Daha çok
fotoğraf çekmememin pişmanlığı
içimi kaplıyor.

Genel Değerlendirme
Bu dönem ödevi her gün görüp hayat koşuşturmasından
inceleyemediğimiz mekanlara göz atmayı onları özgürce gezmeyi ve
sonrasında haklarında yazı yazabilecek araştırmayı yapıp onlara, onların
tarihine hakim olmayı sağlaması açısından çok yararlıydı. İki eski kıtayı
ve onlarca medeniyeti birleştiren kadim İstanbul’u daha yakından tanıma
fırsatı buldum.Her gün ya da en azından her hafta uğradığım semtlerin
benden önceki sakinlerini öğrenme fırsatı buldum gezdiğim sokakların
önemini daha iyi anladım. İstanbul tarihin her yerde olduğu sokaklarının
tarihle birbirine bağlandığı tarih ile örülmüş bir şehir. Her İstanbullu bu
müzeleri gezmeli İstanbul’u tanımalı. Bu İstanbul’u anlamayı İstanbul’da
yaşamayı kolaylaştırıyor bizi daha iyi birer İstanbullu kılıyor

Kaynakça
https://denizmuzesi.dzkk.tsk.tr/tr
http://www.obmuze.com
www.wikipedia.org
www.millisaraylar.gov.tr

You might also like