Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 6

AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ

FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON YÜKSEKOKULU

BİLİM FELSEFESİ

204211018 Cennet ÖZER

4.SINIF
BİLİM FELSEFESİ VİZE ÖDEVİ

Yanlışlanabilirlik: Popper’a göre bir kuram veyahut kuramsal bilgi yanlışlanabildiği ölçüde doğru
sonuçlar ortaya koyabilir. Yanlışlama ile yanlışlanabilirlik ayrımına da değinene Popper, yanlışlama
için bir kuramın önermelerinin artık yeni önermelerle çelişmesi durumudur demektedir.
Yanlışlanabilirliği ise bilimsel bilginin, bilimselliğin ölçütü olarak ele almaktadır. Örneğin “Çarşamba
günleri hiç yağmur yağmaz.” Önermesi bilimseldir. Çünkü herhangi bir Çarşamba günü yağmur
yağarsa yanlışlanabilecektir. Popper yanlışlanabilirliği kesin doğruların olmadığı anlamında
söylememektedir. Ona göre bilim koşulsuz doğrulara ulaşma yolu değil, daha doğru bilimsel içeriklere
yönelme uğraşıdır. Bir sorunun açık bir şekilde ortaya koyulabilmesi hipotezle mümkündür, Hipotez
ise; varlığa dair parça parça bilgilerimiz ışığında bir varlığın veya olayın işleyişi ile ilgili zihnimizde
tasarladığımız ama henüz geçerliliği test edilmemiş bilgidir. Bu sorunun çözümü ise ilk başta ortaya
atılan sorun ile alakalı ya da o sorunu çözmeye yönelik yeni varsayım(hipotez) üretilmesi ile
sağlanacaktır. Sunulan önermelerin sorgulanması yani soruna yeni öneriler getirilmesi için kullanılan
yegane yol ise yanlışlamadır. Sorunlar çürütüldüğünde yeni bilimsel gerçekler ortaya çıkarılacak ve
böylelikle bilim doğrulandığı için değil yanlışlanabildiği ölçüde genişleyip ilerleyecektir. Popper bu
durumda hem doğa bilimlerinin hem de sosyal bilimlerin problemlerin üzerine giderek deneme
yanılma yoluyla bilgiye ulaşma çalışmalarını söylemektedir. Yalnızca deney ve gözlem yoluyla
bilimsel bilgiye yönelik kuramsal çabalar Popper’a göre yanlıştır ve bilim bu şekilde daha doğru
bilgiye ulaşamayacaktır. Yanlışlama teorisi temelde eleştirme potansiyeli üzerine kuruludur. Bir teori
eleştirilebiliyorsa geçerlidir ve onun bu özelliği bilimselliğini arttırmaktadır. Çünkü bir teorinin eksik
yanlarının bulunması yeni bil bilginin keşfine yol açacaktır. Eleştiri olmazsa yanlışların mantığı
çalışmayacaktır. Bilim iki ya da daha fazla görüş içerisinde tartışabiliyorsa gelişim gösterebilecektir.

Yanlışlama teorisi deney ve gözlemi reddetmez. Teorik birikimi de yıkmaz Popper gözlem ve
deneylerin belli bir teori ışığında yapılacağını ifade etmektedir. Ancak karşı çıkılan durum doğrulma
yoluyla oluşturulan doğmaların önüne geçmektedir. Bilim eleştirel olmalıdır. Popper doğrulama
sürecinde doğrudan karşı çıkmamakta, bilimsel bilgiye erişimde doğrulamanın da bir yol olduğunu
söylemektedir. Yanlışlama eleştirisini ise sadece doğruya ulaşma yolunun yanılacağı üzerinde
getirmektedir. Ona göre önemli olan bilimsel bir bilginin sınanabilir olmasıdır.

Test edilebilirlik/ Sınanabilirlik: Bilimsel faaliyetlerde önemli olan verili olanın gözlemlenmesi değil,
daima hipotezlerin sorgulanarak yeni hipotezlerin ortaya çıkarılmasıdır. Bu bağlamda gözlem yoluyla
deneyler yaparak oradan kuramlar oluşturmaya giden tümevarımsal süreç gerçekliği çarpıtmaktadır.
Bilimsel gözlem açısından hiçbir zaman; genel teori içindeki bizim bilimsel fikrimize rehberlik
edecek, sayısız gözlem arasında bize ilgi çekici olarak gelen, bilimsel bilgiler olmadan yola
çıkılmamalıdır. Buradaki yola çıkış daha önce gözleneni hesaba alıp yeni bir problem ya da hipotez
kullanarak bilimsel gelişmenin devam ettirilmesidir. Bilimsel bir faaliyetin cevaplanması gereken ise
kuramlar nasıl edilir olmalıdır. Tümevarım sürecini bilimsel bir faaliyet olarak görmeyen Popper bu
tür uğraşların gerçeklikle örtüşmediğini vurgulamaktadır. Çünkü tüme varmak imkansızdır. Popper
yanlışlama teorisi ve tümevarım eleştirisindenden sonra bilimsel bilgi üretim sürecine eleştirel aklı
oturtmaktadır. Bilim adamının eleştirel bir bakış açısıyla fikirlere yaklaşması, böylelikle yeni bilimsel
fikirlere ulaşma çabası Popper’ın bilgiye yaklaşımının da temel noktasını oluşturmaktadır. Popper her
zaman daha iyiye ulaşmak için açık toplumların sürekli kendini geliştirmesi gerektiğini de
söylemektedir. Popper’ın ideal düzen olarak tanımladığı bu toplumlarda bilim adamlarının
hipotezlerini test edebilmekte ve eleştirel kapasitelerini kullanarak elde ettiği bulguları geçici bir
süreliğine olduğunu bilmektedir. Bazen doğru olarak görülen şeyler değişebilmekte ve eski
kesinliklerini yitirebilmektedir. Doğruluğa ulaşma bilimsel bir faaliyettir fakat yanlışlama süreci kesin
ve net doğruya ulaşılmayacağı yönünde bir girişimdir aslında bu düşünce bir yerde bulunacak her
hipotezin sınanabilirliğini bir ölçüde eleştirmektedir sınanabilen her eleştiri bilimin alanını genişleten
bir adım olarak görülür. Popper doğruya ulaşmayı yeni eleştirileri kabul etmeme noktasında
eleştirmektedir. Bilimsel bir bilgide eksiklik kabul etmek aslında tam da bu noktada bilimin
ilerlemesine yardımcı olmak, bilimin çapının genişlemesini sağlamaktır. Bilim yanlışlanabilirlik
ölçütünü sağlaması gerekmektedir. Çünkü bilim aslında insan işidir.

Bilgi içeriği: Popper’ın asıl sorunu, bilgimizin artması ya da gelişmesidir ve bu da ancak bilimin
gelişimiyle mümkündür. Ona göre bilimin hedefi, bilgimizin artmasına yardımcı olmaktır ve bu ancak
kuramlarımızın içeriğini artırmakla mümkün olmaktadır. Kuramların içeriğini artırmanın yolu da,
kuramların deneyim dünyası hakkında çok fazla şey söyleyerek, kendilerini yanlışlanabilme ihtimaline
açmalarıyla gerçekleşmektedir. Çünkü bilim, yüksek bilgi içeriğine ve bilimsel bir bilgiye ancak bu
şekilde ulaşabilmektedir. Bu yüksek bilgi içeriklerine ulaşmak, yani kuramların kendilerini
yanlışlanma riskine karşı açmaları ise, Popper için eleştirel bir olaydır. Çünkü eleştiriden önce, zihnin
üretimi olan bu ilk kuramlar, bilim öncesi bir bilgiyi anlatır. “Her bilim öncesi bilgi, ister hayvana
özgü olsun, ister insana, dogmatiktir. Bilim, dogmatik olmayan yöntemin, yani eleştirel yöntemin
bulunmasıyla başlar.” Buna göre Popper için bilim, dogmatik ve kesin yanıtlar vermeyi amaçlamaz.
Tersine bilim, sonu olmayan ama çözümsüz de olmayan bir görevle tanımlanmıştır. Bu görev de,
bilimin tavrını ortaya koyar.

Paradigma: Kuhn, bilim adamları tarafından kabul görmüş olan inançlar bütününe veya problemlerin
nasıl anlatılması gerektiği konusunda üzerinde hemfikir olunan geleneklere paradigma adını vermiştir.
Tarihte Kopernik astronomisinin, Newton dinamiğinin veya dalga optiğinin zamanında kabul görmüş
gelenekler olduğunu ve bunların her birinin birer paradigma olduğunu ifade ediyordu. Kuhn’a göre
paradigma bilimsel sorgulamanın temeli idi ve bir konu hakkında bilim adamlarının ortaklaşa ortaya
koydukları modelin içinde paradigma kavramı yatıyordu. Kuhn’a göre “Bir konuda zihinsel veya
kavramsal modele sahip olmak demek o konuda bir paradigmaya sahip olmak demektir. Bilim
adamlarının hangi deneyleri nasıl yapacaklarını, hangi sorunları öncelikli kabul edeceklerini, hangi
soruları soracaklarını belirleyen şey sahip oldukları paradigmalardır. Belirli bir paradigmaya sahip
olmayan bir bilim adamı olguları bir araya bile getiremez, çünkü paradigmanın olmadığı yerde bilimin
gelişmesini sağlayan tüm olgular eşit derecede önceliklidir. Bir olgu diğerlerinin içinden seçilmiş ise
bu paradigma sayesinde olur.” Kuhn, bilimin gelişmesinde anahtar terimin paradigma olduğunu öne
sürer. Ona göre “Paradigma terimi bilimle iç içedir: Ortak bir paradigmaya sahip olan bilim adamları,
teorileri arttırırken, zamanla daha doğru ve kesin ölçümlere ulaşırken ve nihayet normal bilimin
sınırlarını genişletmek için çabalarken bu paradigmayı kullanırlar.”

Normal Bilim: Kuhn bilimsel istikrarın zaman zaman gerçekleşen bilimsel devrimlerle bozulduğunu
öngörüyor ve bilimsel devrimlerin yapısını bu şekilde özetliyor: “Bilimsel teoriler, doğa olaylarını
açıklayabildiği sürece bilime ‘normal bilim’ denir. Doğa olaylarını açıklayan teorilerin bütünü bilim
adamlarının sahip olduğu paradigmaları şekillendirir. Normal bilim sürecinde bilimsel istikrar
sürerken, bilim adamlarını araştırma sonuçları öyle bir noktaya getirebilir ki araştırma bulguları sahip
oldukları paradigmalarla çelişir. Başlangıçta paradigmaları tehdit eden bu bulgular kabul edilmek
istenmez ve görmezlikten gelinir. Ancak araştırma safhaları ilerledikçe ve çeşitliliği arttıkça elde
edilen bulguların kabul görmekte olan paradigma ile olan çelişkisi artar ve bilimin inatçılığı kırılmak
zorunda kalır. Bu kriz durumunu aşmak için bilim adamları eski paradigmalarını yeni bir paradigma
ile değiştirmek zorunda kalırlar. Bilimsel istikrar ve süreklilik böylece bozulmuş olur. Periyodik
olarak bilimsel devrimler bu aşamalarla sürüp gider. Bir zamanlar bilimsel devrim olan yeni
paradigma artık normal bilim haline gelmiştir. Bir sonraki yeni bir bilimsel devrime kadar bilim,
istikrarını ve sürekliliğini korur.

Devrimci Bilim: Bunalım dönemi ile beraber paradigmanın başarılı olduğu döneme ait araştırma
kuralları gevşer ve bilim insanları paradigmanın kendisini bile düzeltecek kadar yaratıcı düşünmeye
başlarlar. Devrimci bilim dönemi boyunca bilimsel topluluğun üyeleri egemen paradigmanın ve
rakiplerinin temel ilkelerini yeniden tartışmaya başlarlar. Araştırma önemli aykırılıklar (anomaliler) ve
onların bağlamları üzerine yoğunlaşır. Eğer devrimci bilim evresinde yürütülen bu araştırma bilimsel
topluluk tarafından kabul edilen yeni bir kuram ortaya koyarsa, bu yeni kuram yeni bir olağan bilim
dönemine yol açacağından ötürü bilimsel bir devrim gerçekleşmiş olur. Bilimsel bir devrim de
önceleri kabul görmüş bir kuram yeni bir tanesi adına yadsınır ve birikimci olmayan ama gelişimci bir
süreç olduğu kabul edilir. Bilimsel devrimler de buna çok benzer bir şekilde, yani eldeki paradigmanın
araştırmayı zaten kendisinin odaklamış olduğu bir doğa parçasını incelemek için gerekli işlevi artık
yapmadığının hissedilmesi ile başlar.

Bunalım/Kriz dönemi: Bunalım süreci ise eski paradigmanın yanıt veremeyişi ile yeni paradigmanın
oturtulmaya çalışıldığı dönemdir. Bunalım, bir anlamda yeni kuramların ortaya çıkması için bir
önkoşuldur. Çünkü mevcut paradigmanın ortaya çıkan sorunlara düzenli olarak yanıt verdiği
durumlarda ortada bir çelişki yoktur ve dolayısıyla ortada bir bunalım dönemi de yoktur. T. Kuhn’a
göre, bunalım döneminde bilim adamının paradigmaya duyduğu güven azalsa da, aykırı örneklerle
karşılaşılsa da, mevcut paradigmanın terk edilmesi kolay olmamaktadır. Bununla birlikte, Kuhn’a göre
karşı örneklerin olmadığı bir olağan dönem de mevcut değildir. Bundan dolayı olağan dönemi bunalım
döneminden ayırt eden şeyler olağan dönemin hiçbir aykırılık barındırmaması değil sadece ortaya
çıkan çelişkilere vereceği cevapların zayıflaması ve tutarlılığın azalmasıdır. Anomalilerle karşılaşan
bilim adamının ilk çabası mevcut paradigmaya ait olan kuramları karıştırarak çelişkiyi giderecek bir
çözüm bulmasıdır. Bu adeta yırtılan bir elbiseye bir yama yaparak veya bozulan bir makinayı tamir
ederek yeniden kullanmaya devam etme çabasıdır. Çünkü mevcut paradigmayı ayakta tutma çabası
vardır. Mevcut paradigmayı ayakta tutmaya çalışma sebeplerinden başlıcası, olası bütün sorunlara
çözüm getirme iddiasında bulunan paradigmaların yeniliklere, farklılıklara kapalı olacak biçimde
taşıdığı dogmatik karakterdir. Çünkü mevcut paradigmayla evreni, olguları ve kendisini
anlamlandırmış olan bir bilim adamı için -veya sıradan bir insan için- kökten bir değişim oldukça
zordur. Aristotelesçi paradigma ile Kopernikçi paradigma arasındaki evrenin merkezi üzerine olan
farklılık ve sonradan gelenin öncekini ortadan kaldırmasıyla oluşan paradigmal değişimin felsefe ve
bilim tarihinde yarattığı etki, duyusal verilerden hareketle Güneş’in Dünya’nın etrafında döndüğüne
inanmış olan herhangi bir insan için de oldukça çarpıcı olmuştur. Özetle, mevcut paradigmanın
sunduğu çerçevede çözümlenemeyen sorunların bilim adamını yeni arayışlara sürükleyecek kadar
çoğalması bunalım dönemini meydana getirir. Bunalım döneminin ardından da mevcut paradigma
terkedilip yeni bir paradigma benimsenir.

Eşölçülemezlik: Kuhn’a göre, rekabet içerisinde olan paradigmalar eşölçülemezdir, çünkü


paradigmalar yalnızca kuramları değil, kuramlarla birlikte değerlendirme standartları ve ölçütlerini de
içermektedir. Bu sebepten dolayı, paradigma kendi değerlendirme standartlarını belirlemektedir. Bu
görüşün bir sonucu olarak rekabetçi iki paradigma arasında tarafsız ve yansız bir tartışma yürütmenin
imkansız olduğu sonucu gün yüzüne çıkacaktır. Bu sonuç Kuhn’un bilim felsefesiyle ilişkilendirilen
en tartışmalı ve radikal iddialardan birisini oluşturmaktadır. Eşölçülemezliğin üç çeşidi vardır.
Bunlardan ilki, bilimsel kuramların yöntemlerinin kıyaslanması, karşılaştırılması ve değerlendirilmesi
anlamında ortak bir ölçütün olmadığını vurgulayan metodolojijk eşölçülemezliktir. Diğer
eşölçülemezlik türü ise duyusal deneyimin teoriye bağlı olmasından dolayı gözlemsel kanıtların teori
karşılaştırması için ortak bir temel sağlayamadığını ifade eden gözlemsel eşölçülemezliktir.
Eşölçülemezliğin son türü ise farklı olağan bilim dönemlerine ve paradigmalara ait kuramların
kavramlarının ve tanımlamalarının başka bir paradigma bağlamında tam olarak tercüme
edilemeyeceğini iddia eden semantik eşölçülemezliktir. Kuhn’un özellikle metodolojik ve gözlemsel
eşölçülemezlik tezleri sonraki bilimlerin daha önceki bilimler üzerine kurularak ilerlediğini iddia eden
realistik bilimsel ilerleme anlayışı için bir meydan okuma olarak değerlendirilmiştir. Daha öncede
bahsedildiği üzere Kuhn’a göre, bilim birikimsel bir şekilde ilerleme sağlamamaktadır. Bu şu anlama
gelir; Einstein’ın kuramının başarısı Newton’un kuramı üzerine kurularak elde edilen bir başarı
değildir, çünkü iki kuramda da kullanılan “kütle” gibi anahtar terimler anlam bakımından farklılıklar
göstermektedir. Dolayısıyla, Kuhn'un kötü pratik sonuçları olan bir tür göreciliği temsil ettiği ve
bunun sonucunda entelektüel pasifliği teşvik ettiği iddia edilebilir.

You might also like