Akis Magazine Number 690 Year 1967

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 36

pe

cy
a
Cilt: XXXIX Yıl: 14 s a y ı : 690

SAHİBİ VE BAŞYAZARI:
Metin Toker
YAZI İŞLERİNDEN SORUMLU
AKİS HAFTALIK
G E N E L YAYIN M Ü D Ü R Ü : AKTÜALİTE
Kurtul Altuğ DERGİSİ
MÜESSESE MÜDÜRÜ: RÜZGÂRLI SOK. No : 15
ANKARA-TEL: 11 89 92
Tacettin Tezer P. K. 582

BU SAYIDA YAZI İŞLERİ KURULU:


İÇ HABERLER KISMI: Teoman
Erel, Yılmaz Gümüşbaş — MA- Kendi Aramızda
GAZİN KlSMl: Jale Candan, Tüli Önümüzdeki haftadan itibaren AKİS, tek bir forma halinde çıkacaktır.
Sezgin, Hüseyin Korkmazgil — Bu durum, 12 Ekim tarihinde değişik biçimde çıkacak olan AKİS'e
SİNEMA: Nijat özön — DÜN­ kadar devam edecektir. AKİS'in okuyucuların hizmetine girdiğinden bu
YADA: T. Kemal — TİYATRO: yana dileğimiz sadece şu olmuştur: AKİSİ, gündengüne değişen şartlara
Lûtfi Ay — İKTİSAT: Mehmet ayak uyduran, sıkmadan ciddi politika yapan ve yazdığı her zaman doğru
Tuğrul — Spor: Naci Ertez olan bir aktüalite dergisi haline getirmek...
İstihbarat Tel: 10 73 82 14 yıllık yayın hayatında AKİS, sanırım, bu görevini başarıyla, ama
hayli meşakkat pahasına yerine getirmiştir. AKİS'in vurucu güç olduğu
KAPAK KOMPOZİSYONU : devrelerde bu, böyle olmuştur; bir intikal devresini kazasız belâsız geçir­
meğe çabaladığımız günlerde bu, böyle olmuştur.
K.YA Şimdiyse, AKİSİ, günün ve Türkiyenin şartlarına uygun, yepyeni bir
dergi haline getirmenin hazırlığı içinde bulunuyoruz. Bana öyle geliyor
KAPAK B A S K I S I :
a
ki okuyucu, herşeyden önce, elinde nefis bir yayın organı görmek iste­
mektedir. Bu demektir ki, ilk dikkati çeken, ele alınan derginin dış ve
Başnur Matbaası — Ankara genel görünüşüdür. Muhteva, daha sonra gelmektedir. Bu bakımdan,
AKİSİ temiz ,güzel, doyurucu bir basla İçinde ve tamamen değişik bir
cy
FOTOĞRAF: tertiple okuyucuya sunmak arzusu içindeyiz. Pek çok plân hazırladık ve
bu plânların tatbik mevkiine konulması için imkânlarımızı seferber et-
T.H.A. — Dinçer Olcay tik.
12 Ekim tarihinde yayımlanacak olan AKİS, sanırım ki, bundan 13
KLİŞE: yıl 4 ay önce yayımlanan ilk AKİS gibi, çeşitli çevrelerde büyük yankı­
Doğan Klişe lar yapacaktır.
Şimdi işin hazırlık safhasındayız ve ne derece başardı olduğumuzu,
ABONE ŞARTLARI; 12 Ekim günü çıkacak olan AKİS gösterecektir.
pe

AKİS'in "yeniden doğuş" hazırlıkları devam ederken, bir yandan


3 aylık (12 nüsha) 12.50 lira da siyasi olaylar dikkatle izlenmektedir. Nitekim bu hafta, kapak konusu
olarak Kral Hüseyin seçilmiştir. Ortadoğuda kriz devam ederken Kral
6 aylık (25 nüsha) 25.40 lira Hüseyinin memleketimize gelmiş olman, önemli bir olaydır. Zirve top­
1 senelik (52 nüsha) 50.00 lira lantısının akabinde Hüseyinin Türkiyeye gelmesi ve diplomatik temas­
Geçmiş sayılar 250 kuruştur. larda bulunması, Ortadoğu sorununda yeni gelişmelerin bir işareti sa­
yılmalıdır. Nitekim YURTTA OLUP BİTENLER kısmımızda yer alan
"Ziyaretler" başlıklı yazı, Ortadoğu sorununu, Kral Hüseyin mihveri et­
İLAN ŞARTLARI : rafında gözler Önüne sermektedir.
Bir başka yazı, "A.P." başlığı altında, iktidar partisi içinde - özellikle
Santimi 20 lira İstanbul teşkilâtında - ortaya çıkan kargaşalığı anlatmaktadır. İstan­
3 renkli arka kapak 3000 lira bulda patlak veren ve A.P. İktidarının başını hayli ağrıtacağa benzeyen
bir yolsuzluk isnadı ve akabinde kurulan tahkik heyetinin İstanbulda
AKİS Basın Ahlâk Yasasına yaptığı çalışma, İl Gençlik Kolu Başkanı Ergin Toyerin istifası ve verdi­
uymayı taahhüt etmiştir. ği beyanat, gözlerin, ister istemez A.P.'ye çevrilmesine sebep olmuştur.
"A.P." başlıklı yazıdan A.P.'nin içyüzünü ve durumunu öğrenmek müm­
DİZİLDİĞİ YER: kün olacaktır.
Rüzgârlı Matbaa Saygılarımla

BASILDIĞI Y E R :
Hürriyet Matbaası - Ankara
BASILDIĞI TARİH:

6.9.1967
3
AKİS
HAFTALIK AKTÜALİTE MECMUASI
Cilt: XXXIX Sayı: 690 9 Eylül 1967

YURTTA OLUP BİTENLER

a
cy
pe

Nurculardan bir grup, adalet önünde


Görünen tehlike

Millet viz bırakmamış ve onlara ait oyla­


rı AP'ye aktarmıştır. Sonra da, atı
AP Genel Başkanına karşı tam bir
vaziyet almıştır.
İki belâlı uç alanın Üsküdarı geçtiği felsefesine
Din devleti kurucularının da, es­
Bu hafta içinde, Türkiyede, en dü- uygun şekilde onlara borcunu öde­
meye yanaşmamıştır. Şimdi, eski ki Demokratların da Demirciden a-
şünceli adamlardan biri Süley- lacak hakları bulunduğunu hiç kim­
man Demircidir. AP Genel Başkanı, Demokratlar ve en aşırı sağ Demi­
se iddia edemez. AP Genel Başkanı,
seçimlerde cömertçe kullandığı relin yakasına yapışmışlardır. DP-
bilinen fütursuzluğuyla kudreti ha­
malzemenin faturaları kendisine liler bir "sosyal klüp" kurarak faa­ ricindeki ve aslında niyetli de olma­
gelmeye başladığı için ve ödeme liyete geçmek kararlarım açıkla­ dığı vaadleri bol keseden yapmış­
kudretine sahip olmadığından bü­ mışlardır ve Celâl Bayar gürültülü tır. Seçim kampanyası sırasında De­
yük bir sıkıntının içine düşmüştür. bir Ege seyahatinin hazırlığını ta­ mireli dinleyen her Demokrat, eğer
Son iki fatura, seçim hesapları­ mamlamıştır. Hizb-üt tahrir ise, iktidarı tek başına AP alırsa DP'nin
nın en yüklü faturalarıdır. Birinin dağıttığı son beyannamesinde Demi­ Yassıada takımına siyasî hakları­
altında "DP adına Celâl Bayar", ö- reli bir "sahte müslüman" ilân et­ nın iade edileceğine inanmıştır. O
tekininkinde "Din devleti temsilcisi miş, elinde hiç bir kudret bulunma­ takım Demireli bunun için Genel
Hizb-üt tahrir" imzası vardır. De­ dığım, asıl iktidarın Orduda oldu­ Başkanlığa getirmiş, bunun için
mirci bütün seçim kampanyası bo­ ğunu, Demi relin ancak basit bir AP'yi tutmuştur.
yunca bu iki kuvvete vermedik tâ­ memur sayılabileceğini söylemiş, Hizb-üt tahrir de kendi mantık

4 9 Eylül 1967
HAFTANIN İÇİNDEN

AKİS HAKKINDA!
MetinTOKER

Önümüzdekt sayıdan itibaren AKİS, dört haftalık seleleri, başka konuları, başka anlayışı olan bir mem­
bir süre için yepyeni bir dergi olmanın hazırlık dev­ lekettir ve türk basını başka vasıflar, başka özellikler
resine giriyor. Bu süre içinde dergiyi bugünkü şekliy­ kazanmıştır. Bugünkü haliyle AKİS, bunların gerektir­
le, fakat tek forma halinde çıkaracak, haftanın akis­ diği dergi değildir.
lerini okuyucularımıza vermekte devam edeceğiz. Bu
Ama, bizim teşhisimiz, türk toplumunda ve türk
arada yeni AKİS hakkında da peyderpey sizlere bil­
basınında gene bir derginin yerinin boş olduğudur.
giler sunacağız. Bütün mesaimiz yeni AKİS üzerinde
AKİS'ten sıkılan ve Hayat ile tatmin olmayan çok ge­
olacaktır ve gayretlerimizi onun hazırlığı alacaktır.
niş bir okuyucu kütlesi kendi dergisinin özlemi için­
Yeni AKİS 12 Ekim Perşembe günü çıkacak ve dedir.
Türkiyenin bir büyük ihtiyacını karşılayacaktır. Yeni AKİS bu dergi olacaktır.
AKİS bugün, 13. yılını tamamlamış bulunuyor. Bu dergiyi hazırlamanın bir dev iş olması yü­
zündendir ki dört haftalık bir sıkı çalışma devresini
a
Bundan 13 yıl önce, AKİS'i çıkarmaya karar ver­
memiz, türk toplumunda ve türk basınında bir boş­ kendimiz için zorunlu bulduk. Her şeyimiz, her şeyi-
miz kafamızdaki derginin icabına uygun olarak değiş­
luğun bulunduğunu hissetmemizin neticesi oldu. Bil­
diğiniz AKİS tarzında bir dergiye Türkiyede ihtiyaç mektedir. Kadromuz, tertibimiz, baskımız, kapağımız,
olayları alış ve veriş tarzımız, okuyucularla münase­
cy
vardı. Bazıları aksi inanç söylediler. Böyle bir dergi­
sin tutmayacağı, ilgi çekmeyeceği, önemsenmeyeceği betlerimiz, sayfalanınız, fotoğraflarımız... İnsanlar ih­
görüşünü savunanlar, ciddi dergilerin yaşamayacağı tiyarlarken dergiler, öncelikle ihtiyarlarlar. AKİS'in
tezini benimseyenler belki de çoğunluktaydılar. bir devresini kapatıp yeni bir devresini açmak kara­
lımız bunun neticesi olmuştur.
Bizim kafamızdaki ciddi bir dergiydi. Ama, meşhur
olmuş sloganımızla, bir "Sıkmayan Ciddi Dergi". İlk AKİS'in tabiatı, bir devrin olaylarının zoruyla
teşekkül etmiştir. Bizim o zaman düşündüğümüz AKİS
AKİS tecrübesi başarı kazandı. Her mânada ve bir savaş organı, çok politik bir dergi değildi. 1954 se­
pe

her sahada. Türkiyenin politika ve fikir hayatında bü­ çimleri henüz yapılmıştı. Sıkmadan ciddi haber veren,
yük rol oynadı. Demokrasi savaşında önemli hizmet biraz alaycı, muzip, okuması kolay, fikirleri zihinler­
gördü. Tesiri engin oldu. Türk basınında bir çığır açtı. de yumuşak şekilde yerleştiren, hafif taraftarıyla in­
3ugün çok gazetede "AKİS üslûbu" ile yazılmak­ sanları ele alan, ama belirli bir memleket ve dünya gö­
tadır. Bugün çok gazetede resim altlan "AKİS tarzın- rüşü olan bir dergi istiyorduk. Ne var ki demokrasi
da" tertiplenmektedir. AKİS ismi şimdi Türkiyenin her için savaş bir aydın için haysiyet meselesi olduğu gün,
tarafında, her aydın tarafından bilinen bir isimdir. bu rejime karşı dikilenlerin başında AKİS bulundu.
Bu, onun tabiatım etkiledi ve AKİS savaşçı bir organ
Eğer para kazanmak bir başarının delillerinden bi­ olarak bugüne geldi..
ri sayılırsa, AKİS onu da yaptı. 5 bin liralık bir banka
kredisiyle İşe başlayan AKİS, bugün büyük bir tesisin Türkiyede, gerçi bugün de bir savaş veriliyor. Ye­
sahibidir ve AKİS hakkında herkes her şeyi söylemiş­ ni AKİS bu savaşta bir tarafın vurucu kuvveti filan
tir, fakat vardığı noktanın sadece kendi gayret ve ça­ olmayacaktır. Zaten sosyal ve ekonomik alandaki bu
lışmasının sonucu bulunmadığını hiç kimse iddia ede­ savaş o tarz kuvvetlere de İhtiyaç hissettirmemekte-
memiştir. AKİS'in hayatında, tirajının 150 bine var­ dlr. AKİS sayfaları, daha başka bir çok şeyin yanında,
dığı devreler olmuştur. Türkiyede bu boyda tiraj ya­ o savaşı da seyredebileceğiniz cazip bir ekran olacak­
pan dergilerin ilki AKİS'tir. tır.

Bugün AKİS, şimdiki haliyle eskimiştir. Nasıl bun­ Şimdi, kollarımız sıvanmış halde, kafalarımız
dan 13 yıl önce türk toplumunun ve türk basınının bir plânlarla dolu, tasavvurlarımızı tartışarak, onları kâ­
AKİS'e ihtiyacını hissetmişsek, bugün, hiç üzüntü duy­ ğıtlar üstüne dökerek Türkiyenin gene en Önemli ve
en renkli, canlı dergisi yapacağımız yeni AKİS'in ha­
madan, hû toplumun ve bu basının artık AKİSİ mo­ zırlıkları başına geçiyoruz.
noton, renksiz bulduğunu, AKİS'in ona cazip gelme,
diğini söylüyoruz. 13 yılın sonunda Türkiye başka me- İmtihan günümüz 12 Ekimdir.

9 Eylül 1967 5
YURTTA OLUP BİTENLER AKİS

silsilesi içinde gerçek bir alacaklı­ sın!- kendisini son derece müşkül
dır. Seçim kampanyası boyunca De­ mevkide bırakmıştır. Bilhassa, "DP
mirelin ağızından düşmeyen lâf şu
olmuştun "Bu memlekette herkes
adına Celâl. Bayar" imzalı fatura
AP'nin içinde karışıklık yaratacak­
Kim geldi?
serbestçe, korkmadan müslüman tır. Bayarın tabiriyle "Eski Su Mü­ Bu hafta Salı günü, Ankara-
olduğunu söyleyebilecek, ibadetini dürü" şimdiye kadar bir kuvveti lılar Başkente kimin geldi­
rahatça yapacaktır." Bu, elbette ki, başka bir kuvvete karşı kullanarak, ğini, resmi ziyaret sahibinin
AP iktidarına kadar memlekette bu yani Alinin külahını Veliye, Velinin- kim olduğunu pek çıkaramadı­
imkânların bulunmadığı mânasına kini Aliye giydirerek ayakta kala­ lar. Gerçi üç renkli bayraklar,
gelmekteydi. Yani, din konusunda bilmiştir. bizim ay yıldızlı bayrağımızın
Atatürk devrinde ve onu takip eden Şimdi, hem Ali, hem de Veli ka­ yanındaydı ama, çok kimse
devrelerde verilenden daha çoğu falarına külah istemektedirler. işin başka cephesine baktı ve
Demirel tarafından verilecekti. Bir defa, sıkıyı görünce AP bina­ İçlerine bir merak düştü:
sının penceresinden kaçıp politika- Acaba Cumhurbaşkanı sa­
Türkiyede bütün iktidarlar bo­ yı terkettiğini bildiren Süleyman yın Sunay mı Ankarayı şeref-
yunca herkes, her isteyen ibadetini Demirel aynı yolu tekrar tutarsa lendirmişti, yahut Sunay ile
rahatça yapmıştır. Camiye gidene hiç kimse şaşmayacaktır. Belki De­ ilgili bir hadise mi kutlanıyor­
de, gitmeyene de hiç kimse karış­ mirelin kafasında, eski Demokrat­ du?
mamıştır. Müslüman olduğunu giz­ lara da, din devletî hayal edenlere Zira Ulus ile Kızılay ara­
lemeye ihtiyaç hisseden çıkmamış­ de karşı Türkiyede bir kuvvet ol­ sındaki bulvar parçasında Ür­
tır. İsteyen orucunu da tutmuştur, duğu için bu kuvvetin gölgesinde dün Kralı Hüseyinin 13 tane
namazım da kılmıştır. "icra-i iktidar" etmek plânı vardır portresi asılmıştı.
Bunun üstünde, bir iktidar din ama, hem o, sadece bir "icra-i lûbi- 32 tane de Sunayınki..
konusunda ne yapabilir? Devleti yat" olacaktır, hem de malın esas Hani, yağcılığın böylesine
din devleti haline getirir! Hizb-üt sahibi mühürü de teslim almakta de, pes!
tahrirde temsilcisini bulan en aşırı gecikmeyecektir.
sağ da zaten Demirelden bunu iste­
mektedir.
Halbuki Türkiyedeki gerçek
aZiyaretler
senboğa hava alanına inen genç
Kralı, burada Cumhurbaşkanı Su­
kuvvetler ne eski Demokratlar ko­ nay, Başbakan Süleyman Demirel,
nusunda, ne din devleti bahsinde Başkentte bir misafir bazı Bakanlar, yüksek rütbeli ko­
cy
Demirelin, yaptığı vaadleri tutma­ (Kapaktaki Kral) mutanlar ve diğer ilgililer karşıla­
sına müsaade ederler. AP Genel Ürdün Kralı Hüseyin, Cumhur­ dılar.
Başkanı, ilkel politika anlayışı yü­ başkanı Cevdet Sunayın davetli­ Uçak alana indiği anda gayet ne­
zünden -Bu anlayış şudur: Seçim si olarak, haftanın başındaki Salı şeli olduğu görülen ve pilot kabi­
zamanı aldatırsın aldatabildiğin günü Türkiyeye geldi. Bizzat kullan­ ninden foto muhabirlerine neşeli
kadar oyları alınca nanik yapar­ dığı jet uçağı ile saat 11.30'da E- pozlar veren Kral Hüseyin, az son­
ra kendisini karşılamağa gelen, An-
karadaki Ürdünlü öğrencilerin sevgi
gösterileri üzerine ziyadesiyle duy-
pe

gulandı ve bir ara, gözlerinin yaşar­


dığı çok kimsenin gözünden kaçma-
dı. Ürdünlü öğrenciler, ellerinde, ü-
zerlerinde "Kahraman Kralımız,
hoş geldiniz!", "İsraile aman ver­
meyin!", "Harp, harp, harp!" sözle­
ri yazılı dövizler taşıyor ve genç
Krallarıyla Övündüklerini söylüyor­
lardı.
Kral Hüseyin, Türkiyedeki ilk
konuşmasını bu hava içinde yaptı:
"— Sizlere Şeria nehrinin ve
halkımın selâmlarını getirdim! Biz
sadece görevimizi yaptık. Anavata­
nımızı ve Kudüsümüzü savunduk.
Yenilgimizden ibret ve gerekli ders-
leri aldık" dedi.
Türk ve Ürdün bayraklarıyla süs­
lenip, Cumhurbaşkanı Cevdet Su­
nay ile Kral Hüseyinin resimleri a-
sılmış Bulvarı takiben Çankayada
Ürdün Kralı Hüseyin ve karşılayıcıları misafir kalacağı köşke giden genç
Kral, akşamüzeri Anıt-kabiri ziya­
Ürdünden dostluklarla ret ederek saygı duruşunda bulun-

6 9 Eylül 1967
AKİS YURTTA OLUP BİTENLER

du. Aynı akşam Çankayada, Sunay rulmuştur. Ünlü ingiliz komutanla­ tehlikeleri Arap Lejyonu sayesinde
tarafından şerefine bir ziyafet ve­ rından Glubb Paşanın örgütleyip çok defa kolayca atlatmaktadır a-
rildi. çalıştırdığı Arap Lejyonu, son A- ma, örneğin 1958 buhranı sırasın­
Bu satırların yazıldığı sırada alı­ rap-İsrail savaşında da ortaya çık­ da olduğu gibi, tahtını korumak için
nan bilgiye göre, resmî görüşmeler tığı gibi, Ortadoğunun en iyi ve ce­ bazan Batının yardımını da aramak
ertesi gün Çankayada başlıyacaktır. saretli birliklerinin başında gelmek­ zorunda kalmaktadır. Hatırlanaca­
Sunay ile Kral Hüseyin arasındaki tedir. Bilindiği gibi, Glubb Paşa, Ür­ ğı üzere, 1958 Irak ihtilâlinden son­
bu görüşmelerde Başbakan Demirci dün için bütün yaptıklarına rağmen, ra Ortadoğuda çıkan büyük buh­
de hazır bulunacaktır. Resmî bir a- arap kamuoyunun baskısı üzerine, randa koltukları sallananlardan
çıklama yapılmamış olduğundan, 1956 yılında bu ülkeden uzaklaştı­ Lübnan Devlet Başkanı Camille Şa­
görüşmelerin mahiyeti hakkında rılmıştı. mlın ülkesine amerikan askerlerini
birşey söylemek mümkün değildir. Kral Hüseyin, ülkesinde kuvvet­ Çağırırken, Kral Hüseyin de ingiliz
Fakat Dışişlerine yakın çevreler, li bir yönetim kurmayı becermiş ol­ askerlerinin yardımını aramıştı. Bu
son Arap - İsrail savaşının kritiği­ masına rağmen, arap kamuoyunun davranışı, kendisini, arapların gö­
nin yapılabileceğini ve bu savaşta baskılarına karşı her zaman çok Am- zünde büsbütün kötülemiş ve Am-
büyük zararlara uğrayan Ürdün
Kralının Türkiyeden bazı isteklerde
bulunacağını belirtmektedirler.
Ankarada üç gün kalacak olan
Kral Hüseyin, Perşembe günü İs-
tanbula gidecektir. Burada da üç
gün kalıp Ortaköy Şifa Yurdunda
bir süredenberi tedavi edilmekte o-
lan babasını ziyaret edecek ve 11
Eylül Pazartesi günü Türkiyeden
ayrılacaktır.
Kral Hüseyin ve arap dünyası
a
Ürdünün yeni Washington Büyük
Elçisi Abdülhamid Arif, geçtiği­
miz haftanın ortalarında, amerikan
cy
başkentindeki Beyaz Evin muhte­
şem dekoru içinde düzenlenen bir
törenle itimat mektubunu Başkan
Johnson'a sunarken yaptığı konuş­
mada, ülkesinin, şimdiye kadar Ba­
tı karşısında izlediği dostluk poli­
tikasını bundan sonra değiştirmek
zorunda kalabileceğini söylediği za­
pe

man, buna pek az kimse şaştı. Oysa


eğer bu sözler, son Arap-İsrail sa­
vaşından önce söylenseydi, bunları
dinleyenler, ya Büyük Elçinin ne
dediğini bilmediğine inanır, ya da
kendi kulaklarından şüpheye düşer­
lerdi.
Gerçekten; bu hafta içinde Türki- Kral Hüseyin Ankarada
yeyi ziyaret etmekte olan Kral Hü- Küçük başın büyük derdi
seyinin Ürdünü, şimdiye kadar, Or-
tadoğuda Batıya en yakın ülke ola­
rak tanınmıştır. Aslında, Ürdünün, yarlı olmuştur. Bunun başlıca ne­ man ile Kahire arasındaki zaten hiç­
bu bölgedeki Batı çıkarlarını koru­ deni, Ürdünde bulunan ve sayısı bir zaman iyi olamayan İlişkileri
mak için, Filistinin bir kısım top­ yüzbinleri aşan Filistin göçmenleri­ büsbütün bozmuştur. Mısır ile Ür­
rakları üzerinde İngiltere tarafın­ dir. Bu göçmenler, Ürdünün, 1948 dün arasındaki ilişkilerin iyi ola­
dan kurulmuş yapma bir devlet ol­ savaşı şırasında, 1947 Birleşmiş mamasının görünürdeki nedeni,
duğu bile söylenebilir. Ürdün, eko­ Milletler kararı gereğince kurulan Kral Hüseyinin izlediği Batı taraflı­
nomisini biraz geliştirinceye kadar Arap Filistinin topraklarını İsraille sı politikadır. Ancak bu görünürde­
İngilterenin yaptığı yardımlarla a- paylaşmasını bir türlü bağışlama- ki nedenin daha derinlerinde. Baş­
yakta durabilmiş, iyi-kötü bir eko­ makta ve Filistin Kurtuluş Hare­ kan Nasırın Ortadoğudaki taçlı baş­
nomik düzeye eriştikten sonra da keti lideri Şukeyrînin de Kahireden lara karşı duyduğu allerjinin yattı­
gene Londranın yardımını almağa yaptığı kışkırtmalarla, zaman za­ ğından şüphe edilemez.
devam etmiştir. Öteyandan, Ürdün man, Hüseyin için gerçek bir' tehli­ Kral Hüseyin ve Başkan Nasır
ordusu da İngilterenin yardımıyla ke olmaktadırlar. Gerçi Kral Hüse­ Başkan Nasırın arap dünyasındaki
ve ingiliz subayları tarafından ku­ yin, Filistin göçmenlerinden gelen önemini bilen Kral Hüseyin,

9 Eylül 1967 7
YURTTA OLUP BİTENLER AKİS

belirtmek gerekir ki, 1948 savaşın­


da arapların büyük kızgınlığına rağ­
men kendi sınırlan içine kattığı bu
topraklar, Ürdünün ekonomik ba­
lâmdan en gelişmiş bölgesiydi. Ür-
dündeki tarıma elverişli 12 kilomet­
rekare toprağın yarısı bu bölgede
bulunuyor ve sebze üretiminin yüz­
de 65'i, meyva üretiminin yüzde 80'i,
zeytin üretiminin yüzde 85'i, tahıl
üretiminin de yüzde 30'u buradan
almıyordu. Aynı biçimde, bölge, en­
düstri bakımından da gelişmiş olup,
3 bin 700 endüstriyel, 6 bin de tica­
rî teşebbüsü barındırıyordu. Öte-
yandan, gene bu bölgede bulunan
Kudüsün ikinci yarısından sağlanan
turizm gelirleri de hiç de küçümse­
necek gibi değildi.
Arap - İsrail savaşı ve Ürdün
Kral Hüseyin, askerleri arasında Son Arap-İsrail savaşının Ürdü­
İki ateş ortasında bir adam nün başına getirdiği birinci fe­
lâket, bu verimli toprakların kimbi-
lir ne kadar bir süre için elden çık­
sırlı liderle zaman zaman anlaşmak ründüğü bir sırada, Mayıs ayının ması ise, ikinci felâket de, göçmen­
istememiş değildir. Fakat çoğu za­
man, Kahirede üslenen Filistin Kur.
a
en son gününde, bütün dünyanın
şaşkınlığı alasında Kahireye uçan
ler sorununun şimdi bir kere daha
ve daha ağır bir biçimde ortaya
tuluş Hareketi lideri Şukeyrînin çe­ Ürdün Kralı Hüseyin, orada Başkan çıkmasıdır. Bilindiği gibi, üzerinde
virdiği dolaplar yüzünden, bu anlaş­Nasırla bir ortak savunma andlaş- İsrail devletinin kurulduğu Filistin
ma denelemeleri şimdiye kadar u- ması imzalamıştır. Aslında, bu olar topraklarında yaşayan arapların bü-
cy
zun ömürlü olamamıştır. İki ülke­ ya hiç de fazla şaşmamak gere­ yük çoğunluğu, bu devletin kurul­
nin arası her yeniden açıldıkça da, kirdi. Çünkü Kral Hüseyin, bir ke­ masından sonra İsrailin komşusu o-
Başkan Nasır, Kral Hüseyini, Orta- re korkaklıkla suçladığı Mısır li­ lan arap devletlerine, bu arada ö-
doğuda emperyalizmin ve siyoniz- derini İsrail karşısında şimdi yal­ zellikle Mısır ve Ürdüne sığınmış­
min ajanı olmakla suçlamıştır. Bu­ ınız bırakacak olursa, arap kamuo­ lardır. Mısır, bu göçmenleri, şimdi
na karşılık Kral Hüseyinin söylediği yu karşısında pek güç durumlara
de, Ürdünün kendi başına İsraile İsrailin eline geçmiş bulunan Gaz­
düşecek ve hele, çıkacak savaş Mı­ ze bölgesine yerleştirmiş; Ürdün de,
karşı birşey yapamıyacağıdır. Hattâ, sırın zaferiyle sonuçlanırsa tahtında başta Ürdün ırmağının batı kıyısı
pe

Nasırın bu suçlamalarından bıkan oturması bile imkânsız hale gele­


Ürdün Kralı, bu yılın başlarında, olmak üzere, çeşitli yerlere serpiş-
cekti. İşte bütün bu düşüncelerle­ tirmiştir. Ürdün ırmağının batı kı­
bir israil misilleme baskınına uğra­ dir ki Kral Hüseyin, sadece, 31 Ma­
dıktan sonra, mısırlı liderin, Gaz­ yısı savaş, sırasında İsrail tarafın­
yısta Nasırla ortak savunma andlaş- dan işgal edildikten sonra, burada­
ze bölgesinde bulunan Birleşmişması imzalamakla kalmamış, aynı
Milletler Kuvvetlerinin varlığına gü­ ki Filistin göçmenleri büyük bir pa­
zamanda, savaş patlak verir vermez, niğe kapılarak yeniden yerlerini
venerek bol keseden konuştuğunu üç cephede Savaşmak istemeyen İs-
söyleyecek kadar ileri gitmiştir. E- yurtlarını bırakmışlar ve bu sefer
railin yaptığı bütün tarafsızlık ve de ırmağın batı. yakasına geçmeğe
ğer bu suçlamasının sonunda, ken­ karışmazlık çağrılarına rağmen,
disini İsrail ile savaşa sürükleyecek başlamışlardır. Savaş sonunda bü­
Mısır ve Suriyenin yanında savaşa
durumlar yaratacağını bilseydi, Kral da katılmıştır. Fakat savaştan önce tün ekonomik ve askerî gücünü yi­
Hüseyin, herhalde, Nasırı bu kadar bütün arapların yaptığı hesaplar tiren Ürdünün, yerlerinde kalmala­
rahatça korkaklıkla suçlayamazdı. gibi Kral Hüseyinin hesapları da sa- rı için yaptığı bütün çağrılara rağ­
vaş alanlarında yanlış çıkmış ve men, ırmağın batı yakasına geçen
Gerçekten, araplarla İsrail ara­ Ürdün, Arap Lejyonunun bütün di­ göçmenlerin sayısı 170 bin dolayla­
sındaki son savaşa giden gerginlik. renmeleri boşa gidince, Mısırla bir­ rında olarak kestirilmektedir.
patlak verdiği zaman Kral Hüse­ likte bu savaştan en ziyanlı ayrılan İsrailin, işgal ettiği bölgede bu­
yinin, bu suçlamasını karşılamak is­ devlet oluvermiştir. lunan Filistin göçmenleri karşısında
teyen Başkan Nasır, Birleşmiş Mil­ İzlediği politika, bugün hâlâ hara­
letler Genel Sekreteri U Thant'tan Ürdünün, son Arap-İsrail sava­ retli bir tartışma konusudur. Bazı­
Gazze bölgesindeki mavi berelilerin şında uğradığı en büyük kayıp, hiç larına göre, İsrail, bu topraklara
derhal geri çekilmesini istemiş ve şüphesiz, Ürdün ırmağının batı kı­ yerleşmek niyetinde olduğu için,
bundan sonra da olaylar hızla bir­ yılarıdır. Bu kıyıları İsraile kaptır­ göçmenlerin Ürdün ırmağının batı
birini kovalamağa başlamıştır. dıktan sonra Ürdün, şimdi, 1948 sa­ kıyısına kaçmalarını istemiş, hattâ
Arap ülkeleriyle İsrail arasında vaşından önceki şuurlara dönmüş arapları zorla yerinden yurdundan
çatışmanın çıkması kaçınılmaz gö­ bulunmaktadır. Şurasını özellikle etmeğe kalkışmıştır. Bazılarına gö-

8 9 Eylül 1967
AKİS YURTTA OLUP BİTENLER

re ise. İsrail, bunlara hiçbir zorla­ söylemişlerdir. Bu arada İngiltere- da verdiği bir demeçte, "Durum
mada bulunmamış, göçmenler ken­ nin, Ürdünü büsbütün kaybetme­ gerçekten çok tuhaf. Öteye kaçanla­
diliğinden ırmağın öte yakasına mde için bir oyuna başvurduğu da rın sayısı, buraya geri dönenlerden
kaçmışlardır. Kesinlikle bilinen şu­ görülmektedir. İngiltere, İsraile çok. Yaptığımız işin ne anlamı var,
dur ki, ister zorlasın, ister zorla­ yolladığı aracılarla, göçmenler soru­ anlayamıyorum?" demiştir.
masın, İsrail, işgal ettiği toprakları nuna sahip çıkmış ve Telâvivin, Ür­ Türkiyeye niçin geldi?
olduğu kadar, Ürdüne akan Filis­ dün ırmağının doğusuna göçenlerin Kral Hüseyinin, araplar arasında
tin göçmenlerini de, Ammanı kendi­ şimdi yeniden batıya dönmelerine ortak bir politika çizilmesi için
siyle görüşmelere oturtmak için, itin vermesini sağlamaya çalışmış­ yaptığı çalışmalara gelince; bu ça­
birer baskı aracı olarak kullanmak tır. İngilterenin yaptığı bu çalışma­ lışmalar, başlangıçta, Başkan Nası­
niyetindedir. İsrail Hükümeti için­ lar sonunda Telaviv, göçmenlere, rın araplararası dayanışmadan çok
deki aşırılar, bu toprakların kendi­ evlerine dönmeleri için, geçen ayın Sovyetler Birliğinden medet umması
lerinin olması gerektiğini savunur­ sonluna kadar verdiği mühleti şim­ yüzünden fazla halı ilerlememişti.
larken, bazı İsrail yöneticileri de, e- di bir süre daha uzatmış bulunu­ Fakat Sovyetler Birliğinin, Glassbo-
ğer Ürdün kendileriyle görüşmeye, yor. Fakat bu uzatmaya rağmen, son 10 buluşmasından sonra araplara
yanaşırsa, hem toprak anlaşmazlığı­ üç ay içinde doğuya geçen 170 bin yaptığı yardımı yalnız söze dayan­
nı, hem de göçmenler sorununu ko­ kişiden ancak 35 bini geriye dön­ dırması üzerine, şimdi Başkan Na­
laylıkla çözmenin işten bile olmıya- müştür. Buna karşılık, doğuya göç, sır da, arapların kendi göbeklerini
cağını ileri sürmektedirler. Bu yö­ hâlâ bütün hızıyla devam etmekte­ kendileri kesmesi gereğini anlamış­
neticilere göre, eğer Ürdün İsrail ile dir. Göçmenlerin geri dönüşünü dü­ tır. Bu anlayış ve yenilginin verdiği
görüşmelere yanaşacak olursa, bunu zenleyen İsviçre Kızılhaç örgütü gö­ gerçekçilik üzerinedir ki Nasır, Su­
artık, gerçekleri kabul etmek lüzu­ revlilerinden Franc S. Payot, geçen riye Ve Cezayirin, bir yere ulaşmı-
munu anlayan öteki arap devletleri haftanın sonlarına doğru bu konu­ yacâk toplantıların bir yana bıra-
de izleyeceklerdir.
Kralın telâşı ve İngiltere
En verimli topraklarından yoksun
a
kaldıkça ve Ürdün ırmağının ba­
tısından göçmen akını devam ettik­
çe krallığının yavaş yavaş ölüme
cy
sürükleneceğini bilen Kral Hüseyin,
buna karşılık İsrail ile tek başına
görüşmelere girerse bütün arap
kamuoyu tarafından bir "hain" ola­
rak damgalanacağını ve tahtını uzun
süre koruyamıyacağını da pek iyi
bilmektedir. Bunun içindir ki, sa­
vaştan sonra bütün diplomatik ça­
lışmalarım iki yöne, batılıların yar­
pe

dımım ve araplar arasında, İsrail


karşısında izlenecek bir ortak poli­
tika çizilmesini sağlamağa yönelt­
miştir. Bu amaçla, savaşın hemen
ertesinde Birleşmiş Milletlere gide­
rek, dünya kamuoyunun dikkatini
ülkesinin talihsiz durumu üzerine
çekmiş,. ondan sonra da Washing­
ton, Londra ve Pariste çeşitli gö­
rüşmeler yapmıştır. Fakat Amman -
dan çok Kahireye dönük görünen
De Gaulle'ün dışında, batılı devlet­
ler, İsrailin, işgal ettiği topraklardan
geri çekilmesini sağlamak için a-
raplara yardımcı olmağa niyetli gö­
rünmemişlerdir. Öyle anlaşılıyor ki,
Londra ve Washington, tıpkı Telâ-
viv gibi, savaşın yarattığı kuvvet
durumunun arapları İsrailin varlığı­
nı kabule zorlayacak en önemli fır­
sat olduğunu düşünmektedirler. O-
nun için de, Kral Hüseyine, eğer
kendilerinden yardım bekliyorsa,
yapacağı ilk işin İsraille görüşme Ürdün Kralı Hüseyin sarayında
masası başına oturmak olduğunu İğneli fıçı üzerinde gibi

9 Eylül 1967 19
YURTTA OLUP BİTENLER AKİS

kılıp yeniden silâha sarılınması için terdiği sırada, İstanbulda, Süley-


yaptıkları baskıları bir yana iterek, maniyenin öğrenci kahvelerinden
geçtiğimiz hafta Sudanın başkenti birinde geçti. Yakışıldı üniversiteli,
Hartumda bir arap zirve konferansı bundan onbeş gün önce AP'den, ol-
toplanmasına razı olmuştur. Fakat dukça firaklı bir şekilde istifa eden,
araplar arasında İsraile karşı si­ İstanbul AP İl Gençlik Kolu Baş­
lâhlı bir dayanışmanın imkânsızlığı kam Ergin Toyerdi. Üç yıl önce AP
bu konferansta bir kere daha anla­ Kadıköy teşkilâtına kaydım yaptır-
şılmıştır. O kadar ki, itibarına dü­ mış ve dokuz aydanberi de AP'deki
şüreceği bütün gölgeye rağmen, sağcılarla verdiği savaşı zaferle bi-
Başkan Nasır bile, hiç değilse bir tirerek, İl Gençlik Kolu Başkanlığı­
süre, İsraile karşı diplomatik yol­ nı elde etmişti.
lardan gitmek gereğini kabul etmek
zorunda kalmış bulunuyor. (Bak: AP"ye niçin geçtimdi.
DÜNYADA OLUP BİTENLER). Bu Ergin Toyer,
birlik yokluğu karşısında şimdi, "— Madem ki bu kadar idealist
Kral Hüseyin için yapılacak tek şey bir gençsin, niçin bu partiye gir­
olarak, ya bugünkü durumun sü­ din?" sorusuna şu cevabı verdi:
rüncemede kalmasına ve böylece, " —Neden mi? Çok haklısınız.
kolu kanadı kırılmış krallığının ya­ Ben, AP'ye geçtiğim zaman, bir
vaş yavaş ölmesine göz yummak, ya inancım vardı. Önce, 1961 Anayasa­
da, günâhın artık kendisinden git­ sına inanmış, ona bağlanmıştım. Bu
tiğini ileri sürerek, görünüşü kur­ ölçü, bu duygu ile demokratik dü­
tarmak için bulunacak dolaylı bir zenin yürümesi için AP'nin varlığını
yoldan İsraille görüşmelere giriş­ da gerekli buluyordum. Fakat, bu­
mek kalıyor. günkü bezirganların, aracı ve tefe­

yin, İsraille görüşmelere gidecek bu


a
İşte, bazılarına göre, Kral Hüse- Ergin Toyer ci sınıfının sözcüsü olan bir AP'nin
değil, neo-liberalist bir AP'nin var­
dolaylı yolun Ankaradan geçip geç- Açılan bir çift göz lığının şart olduğunu kabul ediyor­
miyeceğini anlamak için Türkiyeye dum.
gelmiş bulunmaktadır.
cy
AP'de -tabiî, İstanbul teşkilâ­
tında neler olduğunu anlamak i- Parti içindeki son durumlar,
çin, herşeyden önce, bu teşkilâttaki AP'nin artık böyle bir çizgiye geti-
A.P. grupları bilmekte fayda vardır. Bu rilemiyeceğini ortaya koydu. Ben de
artık, partinin, böyle bir çizgiye ge­
Günşığına çıkan gerçekler teşkilâtta üç grup vardır:
leceğine inanmıyorum!"
Ortaşekerli kahvesinden bir yudum 1 — Lâikliği inkâr eden ve kendi­ İstanbul AP teşkilâtında son
alan genç, lerine 'mukaddesatçı' ismini veren günlerde neler dönmektedir? Bunu
"
— Tamamen miğdeden geçen grup. Osman Turan ve arkadaşları­ merak edenler, muhalif partililer­
pe

bir bağlantı var orta yerde. Gerçi, nın grupu. Buna Bilgiç de dahildi den çok, AP'lilerdir. CKMP, YTP ve
dışardan bakıldığı zaman ortada eskiden. MP'lilerin bütün dikkatlerinin de
bir hizipleşme görülüyorsa da, as­ bu çatışmanın üzerinde toplandığı
2 — Bunlara karşı olan, Demi­ bilinmektedir.
lında bunun da, miğdeye giden yol­ rel grupu'. Bu grup partiye miğdele-
daki bir çatışmadan öte bir anla­ riyle bağlı, başka şey gözetmiyen ki­ Geçtiğimiz haftanın başında A-
mı yoktur bence. Hizipleşme, grup­ şilerden ibarettir. İstimlâkleri yar KİS muhabiri ile konuşan Ergin
laşma, klikleşme gibi lâfların ar­ panlar, büyük ihaleleri alanlar, ara­ Toyerin sözleri, AP içinde tam bin
kasında yatan gerçek, budur; başka cılık, tefecilik.. ne derseniz, bu gru- gününü harcamış bir gencin dramı­
birşey değil!" dedi. pun elemanlarının işidir, geçimi­ nı anlatmak bakımından önemlidir.
Uzun boylu, esmer, yakışıklı, dir. Aslına bakılırsa, AP İl Gençlik
yirmidört yaşlarında bir gençti ve Kolu Başkanının söyledikleri, ay­
İktisat Fakültesi 3. sınıf öğrencisiy­ 3 — Bir de bunların dışında, ta­ lardır söylenenlerin bilinen anla­
di. mamen sinsice çalışan, fırsat kollı- mından öte bir anlam taşımamak­
yan, diğerlerine nisbetle daha kül­ tadır. Ancak, hiçbir AP'li, bugüne
Alnının üzerine dökülen siyah
türlü geçinen grup vardır ki, bun­ kadar, su aşağıdaki gibi orijinal ve
perçemini geriye attıktan sonra söz­
lar Erol Akçal, Refet Sezgin, Aydın yapıcı bir beyanat vererek AP'den
lerine şöyle devam etti:
Yalçın ve arkadaşlarıdır. Bunların istifa etmemiştin
"— Süleyman Demirel, bugün arzulan, ilerde, Yüksel Menderesi
için, partiye miğdesinden bağlı bu "— Tutucuların, aracıların, bor­
lider olarak ortaya çıkarmaktır. sacıların ve hepsinden öte, dazlak
kişileri elde tutmak zorundadır ve Yüksel Menderesi teşkilâta lanse e-
onlardan yana olduğunu göster­ bir zekânın esiri olmaktan kurtula­
debilecek güçtedirler ve bunu yapa­ mayacağına artık kesinlikle inandı­
miştir. Sizinle ilk defa tanışıyorum. bilirler de... Bu sonuncu gruptan
Şu kadarını söyliyeyim ki, ben ğım Adalet Partisinden istifa ediyo­
ise kimsenin haberi yoktur!" rum. Adalet Partili seçmenin ekono­
memleketini ve İnsanlarını seven bir
gencim. Onun için, kimliğiniz değil. Bu konuşma, haftanın başında mik problemlerine ve folkloruna
gazeteci olmanız önemlidir bence. Pazartesi günü, saatlerin 13.10'u gös- uygun düşecek bir mücadeleyi so-

10 9 Eylül 1967
AKİS YURTTA OLUP BİTENLER

nuna kadar, yalnız başıma da ol­ bulunmayanlar, bugün milyoner ol" ki, AP'nin en ileri kilit mevkilerini
tam, götürmekte kararlıyım!" muşlardır. Bütün bunlar, Tekinel tutanlar dahi bunu bilmemektedir­
Bu haftanın ilk günü, AP İl Genç­ sayesinde olmuştur. Beni İhraç et­ ler.
tik Kolu Başkanının yukarda sade­ tiler AP'den. Üzüntüm, niçin beni AP Genel Başkanının gözdesi o-
ce bir pasajı bulunan konuşma­ ihraç ettikleri noktasında düğüm­ labilecek bir mevkie -AP İl Genç­
sından tam 15 saat önce de, lâ­ leniyor. Elbette bir nedeni var bu­ lik Kolu Başkanlığına, gelmiş bir
civert pantalonlu, naylon beyaz nun..." gencin, artık tahammül noktasını
gömlekli, oldukça esmer kırçıl dal­ Divan Otelinin karşı tarafına bir aşan bir nedenle AP'den ve bulun­
galı saçlarım ikide bir sıvazlıyan or­ gece önce park eden gösterişli ara­ duğu mevkiden istifa etmesi hayli
ta boylu, kırk yaşlarında bir şahıs, banın sahibinin anlattıkları, bütün garip karşılanmıştır. Sanılıyordu
Elmadağdaki ünlü Divan Otelinin İstanbulluları çok yakından ilgilen­ ki, AP'deki herkes, birtakım ard dü­
barında gene AKİS muhabirine sun­ direcek bir hava taşımaktadır. şüncelerin tatbik sahasına konul­
tan anlatıyordu: Dağılan rüya masına çaba sarfetmektedir. Oysa
"— Bundan beş-altı yıl öncesi­ gerçekten de, İstanbul teşkilâtında kazın ayağı hiç de öyle değildir.
ne kadar cebinde bir simit parası Öylesine bir oyun oynanmaktadır İstifası bütün AP teşkilâtında

Kafa bu olursa, traş da böyle olur!


Son Havadisin yazarı, AP'nin mil­ met adamları Allah adını ağızları­
letvekili, İmralının ziyaretçisi, na almamalıdırlar. Solcu yazarla­
Demirelin şakşakçısı -"Demirel ra, komünist bilinen kimselere iti­
konuşurken saatler birer dakika bar edilmeli, milliyetçi yazarların
gibi geçiyor. O ne tâlâkat, o ne be­ kalemleri kırılmalıdır. Öğretmen­
lagat, o ne üslûp, o ne fikir, o ne ler solculardan seçilmeli, bütün
ilim, o ne zerafet, o ne celâdet, o teşekküllerin başlarına solcular
ne teravet.." diye yazmıştır- Tekin getirilmelidir."
Erer, kafasının bazı şeyleri alma­
ması yüzünden ve elifi gördüğün­
a Nasıl, kafa! Bir gerçeği böyle­
sine ters anlamak, için insanda ne
de mertek sandığı İçin komünizm­ kafa lâzımdır, değil mi?
le mücadele konusunda kriptola­ Tekin Ererin yazdıkları "Bun­
cy
rın 1 numaralı yardımcısı olduğu lar yapılırsa komünizmin köküne
bu dergide belirtildiğinden kızmış­ kibrit suyu ekilir" diye kendisinin
tı. Sütununda söylenmişti. ve AP.'li borazanların her gün öt­
Kafanın ne olduğunu herkese türdükleri türküdür.
gösterecek yeni bir örneği, Erer
daha bu haftanın başında, Allah- Ortanın Solundaki CHP'nin
tan vermiş bulunuyor. ise şöyle dediğini, artık ümmi va­
tandaşlar bile duydu:
Bu yaman adama göre, C H P .
"Komünizmle mücadele böyle
pe

Türkiyede bir komünist faaliyetin


varlığını kabul etmektedir. olmaz. Bu soyguna ve sömürüye
Doğrudur. Etmektedir. elverişli düzen değiştirilmedikçe,
Bu faaliyetle en tesirli müca­ gerekli sosyal ve ekonomik tedbir­
dele yolunun da Ortanın Solu po­ ler alınmadıkça, Toprak Reformu
litikasının takip edilmesi olduğu­ yapılmadıkça, zenginler daha zen-
nu söylemektedir. ginleştirilip fakirler daha fakirleş-
Tekin Erer tirildikçe, vergi adaleti kurulma­
Doğrudur. Söylemektedir. dıkça, sosyal adalet uygulanma­
Tekin Erer bunları belirttikten Türkiyedeki bütün komünizmle dıkça, emekçilerin ellerindeki hak­
sonra ve C.H.P.'lilerin "Türkiyede lar alınmak istendikçe, yabancıla­
komünist faaliyetleri vardır. Ko­ mücadele dernekleri, buna müma­
sil dernekler kapatılmalıdır. Pi­ ra imtiyazlar tanındıkça, partizan­
münist tehlikesi mevcuttur. Ancak lık yarası işletildikçe siz ağızınız-
bununla mücadele tarzı A.P.'lile- yasayı Lenin, Stalin, Karl, Marks,
Nazım Hikmete alt kitaplar dol- la kuş tutsanız komünizm denilen
rin yaptığı gibi olmamalıdır" de­ illet gelir, memleketin başına her
diklerini naklederek şöyle devam durmalı, gazetelerde böyle eserler
tefrika edilmeli, milliyetçi kitap ve geçen gün biraz daha belâ olur!"
etmektedir:
"Ya nasıl olmalıdır? Komü­ neşriyat yapılmamalıdır. Radyo­ Ya, Tekin Erer, biraz kafa bu
nizmle nasıl mücadele etmeli, bu larda sol neşriyat yapılmalı, T.R.T. basit gerçeği anlamaya yeter de
tehlikeyi nasıl önlemeliyiz? İşte ye solcu bilinen kimseler yerleşti­ artar bile. Kızacak hiç bir şey yok.
onların tedbirleri: rilmelidir. Okullara din dersleri Kafa dediğin de, ne yapalım, Al­
Milliyetçi gazeteler kapanmalı, konulmamalı. İmam - Hatip okul­ lah yapısıdır.
hiç olmazsa halk tarafından okun- ları, İslâm Enstitüleri tahdit edil­ Vâ mı bunun başka türlü-çe­
mamalı, satıştan baltalanmalıdnr. melidir. Bilhassa devlet ve hükü­ şitli izahı?

9 Eylül 1967 11
YURTTA O L U P B İ T E N L E R AKİS

mundan tâviz vermezse, çok yakın- bar edilmemesini ve gazetelerde yer


da AP içinde bir kaynaşma olacak verilmemesini rica etti. Karşısında-
ve Bozbeyli Meclis Başkanlığından kileri inandırıp işi sağlama bağlıya­
alınarak, yerine Hasan Dinçer ata­ bilmek için, doğru söylediğine dair
nacaktır. yeminler sıraladı. Sesi tedirgin ve
ağlamaklıydı.
AP'den kopmamın nedenleri ol­
dukça köklüdür. AP, programına Ne var ki bu telâşlı adam, eksik
aldığı hiçbir meseleyi halletmiş de­ tedbir almış olduğunu ve çok geç
ğildir. Onlarca toprak meselesi kaldığım anlamakta gecikmedi. Ay­
-bence toprak reformu, olan dâva, rıca, yağmurdan kaçarken de dolu­
hâlâ ortada durmaktadır. Ya vergi ya tutulmuştu. Zira, mahalli gazete­
mevzuatı? Bu meselenin de üzeri­ lerde yayımlanmasını önlemeğe ça­
ne eğilinmiş değildir. Hüdayinabît lıştığı haber, hemen ertesi gün, bü­
bir şekilde kalmıştır." yük tirajlı Milliyet gazetesinde
manşetten beş sütün üzerine veril­
Yıllarca AP'nin içinde yaşamış di.
ve şimdi hiçbir partiye girmiyece-
ğini, tek başına da olsa mücadeleyi Türkiye Kömür işletmeleri -TKİ-
sürdüreceğini söyliyen Ergin Toyer, Genel Müdürü Behzat Firuzdan
Demirelle de zaman zaman çatış­ başkası olmayan bu telâşlı adamın
mıştır. AP İstanbul teşkilâtı hak­ duyulmasını önlemeye çalıştığı ha­
kında ilginç fikirleri vardır. Hattâ ber, kendisi tarafından- Başbakan
bunları bir kitapta toplamağa çalış­ Süleyman Demirele "çok gizli ve
maktadır. zata mahsus" kaydıyla verildiği ile­
ri sürülen bir gizli raporla ilgiliydi.
Firuzun telâşı bununla da bitmedi.
Hükümet Skandalin patlak vermesinden bir
gün sonra, Pazartesi günü, olay hak­
I. Hakkı Tekinel "Arz-ı hizmet eylerim.." kında bilgi almak için Genel Müdü­
a
Bir çuval incir Bir telâşlı adam, haftanın başın­ rü arayanlar, kendisini yerinde bu­
daki Pazar günü Ankaradan, te­ lamadılar. Özel Kaleminden, Genel
lefonla, Zonguldak ta yayımlanmak­ Müdür Firuzun, toplantıya katılmak
bomba gibi patlıyan Ergin Toyerin ta olan mahalli gazeteleri aradı. Te­
anlattıkları, Süleyman Demirelin İs- üzere, İstanbula gittiği bildirildi.
cy
lefona çıkan gazetecilere kendini Aynı gün gelen haberden, Firuzun,
tanbulda nasıl bir kıskaç içinde ol­ tanıttı ve Zonguldakta bir sendika
duğunu izah edecek niteliktedir. İstanbulda da, gazeteciler tarafın­
tarafından yayımlanmakta olan ga­ dan sıkıştırılınca, olayı yalanlama­
Toyerin istifasından bir hafta zetenin son sayısındaki, kendisiyle ğa çalıştığı öğrenildi. Fakat aynı Fi­
önce, AP Genel Başkan Yardımcısı ilgili haberin asılsız olduğunu, iti­ niz, bu yalanlama çabalarından
Mustafa Gülcigil başkanlığında üç
kişilik bir soruşturma kurulunun
İstanbula gelişinden ve soruşturma-
1arın dan pek az kimsenin haberi ol­
pe

du. Gizlice gelen ve sinsice çalışan


Soruşturma Kurulunun bu haftanın
ilk günü verdiği raporun ne oldu­
ğunu ise bilen yok gibidir.
Kendisine gelen heyetleri hiç
kaale almıyan Ergin Toyer,
"— Sizin bunca zamandır AP de
kalmanıza hayret etmemek müm­
kün değil. Bunu nasıl açıklarsınız?"
sorusuna, başta da değinildiği gibi,
şu karşılığı verdi: ,
"— Ben, 1961 Anayasasının işle-
meşinden yanayım. Bu Anayasanın
işlemesi için, ortada olumlu, akıl­
lı bir AP'nin mevcut olması lâzım;
bezirganların, aracı sınıfın sözcüsü
durumundaki AP'nin değil! Neo -
liberalist bir AP'nin varlığının şart
olduğuna inanıyorum, bunu kabul
ediyorum. Buna inanan samimi bir İşçi liderleri: Demirsoy ve Tunç
kişi daha var: Ferruh Bozbeyli! Şa­
yet Bozbeyli de idealinden ve tutu­ Suçlu aranıyor

12 9 Eylül 1967
AKİS YURTTA OLUP BİTENLER

hemen bir gün sonra birdenbire


dikleşti ve,
"— Raporda belirtilen tedbirler,
münafıklara karşı alınmıştır. Ayrı­
ca, gazetelerde belirtilen raporun
meali de tahrif edilmiştir" dedi.
Raporu ele geçiren Türkiye Ma­
den İşçileri Sendikası yöneticileri
ise, o sırada. Genel Müdür tarafın­
dan "yemin - kasem" inkâr edilen
raporun noterden onaylı suretleri­
ni çoğaltmakla meşguldüler.
"Beyfendi"ye ne zaman "sunul­
duğu" kesin olarak anlaşılamayan
'raporda Genel Müdür Behzat Firuz,
"havzanın -yani Zonguldak kömür
havzasının- hususiyetleri ile olay­
ların sureti cereyanları ve bunlar
hakkında alınması mümkün olabi­
lecek bazı tedbirleri şahsen zatı
devletlerine arzetmeyi faydalı ve
vazife telâkki ettiğim için bu muh­
tırayı takdim etmekteyim" diyor
ve, bir zehir hafiye becerikliliği ile
tesbit ettiği hususları sıralıyordu.
Firuza göre, kömür işçileri "sinirli
insanlar "dı ve ayrıca "şımarmışlar'-
di da... Olayların "müsebbibi" du­
rumundaki sendikalar da bunları
devamlı olarak "tahrik ediyorlar­
dı. Ayrıca CHP ve TİP, bölgedeki
a
işçilerle yalandan ilgileniyordu. İş­
letmede "persona grata" haline ge­
cy
len bir şahsın davranışları da hu­
zursuzluğun bir başka sebebini teş­
kil ediyordu. Özellikle CHP Genel
Sekreteri Bülent Ecevit, işçiler için
tehlikeli bir insandı ve şunların bi­
linmesinde fayda vardı:
"Havzayı kendisine gaye edinmiş
parti, bugün için Ortanın Solu slo­
pe

ganı ile ortaya atılmış olan ana mu­ İşçinin Sesi gazetesindeki muhtıranın fotokopisi
halefet partisidir. Sloganın alem-
darlığını yapanların en başında bu­ Neredesin "Kanun Devleti"?
lunan Bülent Ecevitin son seçim-
lerde Ankaradan Zonguldağa trans­ Örneğin, önce havzada bir toplum fından 1965 Kozlu olaylarının mü­
fer edilmesi de, bu cereyanın hav­ polisi kurulmalı, herhangi bir ola­ sebbibi olarak bilinen ve iş arka­
zaya verdiği ehemmiyeti göstermek­ ya derhal müdahale edecek bir as­ daşlarınca "babası hakkında bile
tedir. Seçimlerde umulan neticeyi keri birlik, havza yakınlarında "tab- rapor düzenleyebilir" şeklinde ta­
alamamış olmasına rağmen, ana ye" edilmeliydi. Bölgedeki birinci nımlanan TKİ Genel Müdürünün bu
muhalefet partisinin bugünkü Ge­ derecedeki idareciler, örneğin vali, istekleri, "Yüksek Kat"ca dikkate
nel Sekreteri, havzada iddia sahibi polis müdürü, jandarma komutanı, alındı. Bundan iki ay önce bir grup
olmak istemektedir. Buna ulaşmak millî emniyet başkanı, hükümetin toplum polisi, yirmi gün önce de bir
için de her tedbiri alacağı ve dolayı­ programım benimsemiş kimseler­ askerî birlik Zonguldağa gelerek, iş­
sıyla havzada her huzursuzluğun el den seçilmeliydi. Grev ve Lokavt çi ve işyerleri çevrelerinde "tabye"
altından müşevviki bulunacağı, Kanunlarıyla Sendikalar, Kanunun­ edildiler. Aynı günlerde, Grev ve
mantık ölçülerine göre bir politi­ da gerekli" değişiklikler yapılarak, Lokavt Kanununu kuşa çeviren ça­
kadır." "şımaran" işçi ve sendikalara had­ lışmalar başladı. Bu arada, muh­
leri bildirilmeliydi. Ayrıca, bölgeye temelen, "AP programını benimse-
Okey! ''yetkili ağızlar" çağrılarak, milli miş yüksek memurlar" meselesi de
İşte bu tehlikeli durumlar sebebiy- yetçi hareketler ihya edilmeliydi. halledildi.
ledir ki, TKİ Genel Müdürü Beh­
zat Firuz, "Zat-ı Devlet"ten bazı Sendikacılar ve özellikle Zongul­ Ne var ki, evdeki hesap -çok za­
tedbirlerin alınmasını istiyordu. dak Kömür Havzaları işçileri tara­ man ve çok işte olduğu gibi bu de-

9 Eylül 1967 13
YURTTA OLUP BİTENLER AKİS

fa da çarşıya uymadı. Rapor, sendi­ Olayın çeşitli çevrelerdeki yankı­ essesesi"nin kurulup halk yararına
kacılar tarafından ele geçirildi. Bu ları bu şekilde devam ederken, CHP başarılı çalışmalar yapmaya başla­
konuda şimdiye kadar neden bir Merkez Yönetim Kurulu üyesi ve masıyla patlak vermiştir. Halkın
açıklama yapmadığı sorulan Türki­ Sakarya milletvekili Hayrettin Uy­ içine girdiklerinde "bir köylü ço­
ye Maden İşçileri Sendikasının Ge­ sal, meseleyi, bir soru Önergesiyle cuğu", iktidarlarını sağlayan ve
nel Başkanı Mehmet Alpdündar, Meclise getirdi. Uysal, önergesinde, ayakta tutan "kudretli çevreler"de
şunları söyledi: Genel Müdür Firuzu, "iktidar par­ "Johnson'un özel dostu" oldukları­
"— Rapor, uzun süredir elimdey­ tisinin düpedüz bir militanı", "fa­ nı kasılarak söyleyenlerin, bizzat
di, fakat yayınlamadım. Raporda şist yönetimlerdeki demokrasi ta­ kendi hemşehrilerine ve yüzbinlerce
belirtilen toplum polisi ve askerle­ nımayan bir parti komiseri" gibi türk köylüsüne reva gördükleri bu
rin gönderilmesi teklifinin gerçek­ hareket etmekle suçladı. oyunun hikâyesi şöyledir:
leşmesini bekledim." Olay, hangi yönünden bakılırsa Türk halıcılığını kalite, desen ve
İşçi kuruluşlarının tepkileri bakılsın, demokratik düzenin teme­ renk yönünden geliştirerek, ona Av­
Bir "siyasî jurnal" olarak kabul e- line konulan bir dinamit niteliği ta­ rupa pazarlarındaki eski itibarını
şımaktadır. Jurnallerle ayakta tu­ kazandırmak ve köylerde, halıcılık
dilen raporun açıklanması, ra­ tulmağa çalışılan bir iktidarın hal­
poru alanlarla verenler arasında bü­ yapmağa elverişli olduğu halde im­
ka ne sağladığını, azıcık tarih bilgi­ kânsızlık sebebiyle âtıl durumda
yük bir panik yaratırken, özellikle si olanlar pekâlâ bilirler. AP İktida­
işçi çevrelerinde nefret uyandırdı. yatan, binlerce insana ait "uyur
rı, memleketi, bir dar boğaza sok­ enerji"yi harekete getirip organize
Başbakan Süleyman Demire!, ken­ ma gayreti içinde görünmektedir.
disiyle konuşan bir gazeteciye, ga­ edebilmek amacıyla, 1966 yılında,
yet öfkeli bir şekilde, "Benim habe­ Sümerbank Genel Müdürlüğü bün­
yesinde bir "Halıcılık Müessesesi"
rim yok!" derken, çeşitli kuruluş­
lar, yayınladıkları bildirilerle, TKİ
İdare kurulmuştur. Plânlama Kurulunun
Genel Müdürü ile Hükümeti ağır Biraderler saltanatı da onayından geçen bu yeni kuru­
şekilde suçladılar. Türk-İş Genel luşun başına, o güne kadar Sümer-
Türkiyenin, "ağababalar"la "para bankta Yünlü Sanayi Müdürü ola­
Sekreteri Halil Tunç, bu konuda babalan" dışında kalan halkının rak görev yapmakta olan Zehra
verdiği bir demeçte, yararına olan her davranışa ve ku­ Özgür adında bir yüksek mühendis
"— Gizli raporlar, jurnallerle gö­ ruluşa karşı "cihad" açtığı çeşitli
te girip, yerlerini sağlamlaştırmaya
a
olaylarla belirgin hale gelen AP
getirilmiştir. Zehra Özgür, aynı za­
manda, bir halıcılık müessesesini
çalışan ikiyüzlü kişilerin işbaşında iktidarı, şu günlerde de türk halı­ savunan ve bunun projelerini ha­
tutulması, hükümetlerin de bu çeşit cılığının defterini dürecek tedbir­ zırlayan tecrübeli bir teknisyendir.
davranışları benimsediklerini gös­ ler peşindedir. İktidarın Isparta
cy
Müessese faaliyete geçtikten
terir" dedi. şubesindeki "biraderlerde birtakım sonra ilk işi, halıcılık konusunda
Türkiye Maden-İş Federasyonu zevatı ziyadesiyle memnun edecek geniş bir araştırma yapmak olmuş,
ise, Yayımladığı bildiride, TKİ Ge­ bu tedbirler, halı dokuyarak ekme­ bu arada, uluslararası fuarlara katı­
nel Müdürü Behzat Firuzun bu ha­ ğini kazanan binlerce insanı da larak, hah dış piyasasını hazırlama­
reketini "jurnalcilik" olarak nite­ perişan edecektir. ya başlamıştır. Ayrıca, üretici ile
lendirdi. Bildiride, dikkati çeken şu Olay, Sümerbank Genel Müdür­ de sıkı temaslar kurulmuş, pilot
paragraf da yer alıyordu: lüğü bünyesinde "Halıcılık Mü- bölge olarak seçilen Isparta ve çev­
"TKİ Genel Müdürü, basiretsiz ve resindeki halıcılık kooperatiflerine
pe

beceriksiz tutumu ile Zonguldak yün desen, tezgâh ve krediler ve­


kömür havzasında işçiler arasında rilmiştir. Organize çalışmanın fay­
huzursuzluk çıkmasına ve dolayısı dalarını anlayan köylüler, kısa za­
ile 1965'te Zonguldakta iki işçinin manda ya eski kooperatiflere gi­
şehit olması ile sonuçlanan olayla­ rerek veya yenilerini kurarak, bu­
rın doğmasına sebep olmuştur. Aynı ralarda toplanmaya ve her türlü
basiretsiz tutumu ile Genel Müdür, ilişkilerini bu kooperatifler kana­
Zonguldak havzasını bîr huzursuz­ lıyla yürütmeye başlamışlardır.
luk diyarı haline getirmiş, işyerleri­ Üreticinin kooperatife ilgisi
ne partizanlığı sokmaya çalışmış, Isparta çevresinde, bu dönemde, 37
işçileri kamplara ayırmış, sendika­
ları bölmek amacı ile yeni sendika­ köyü içine alan 10 kooperatif ku­
lar kurulmasının teşvikçisi olmuş­ rulmuş, Halıcılık Müessesesi de
tur. Şu anda, Genel Müdürün tutu­ bunlara 442 tezgâh, bol iplik ve iş­
mu yüzünden Zonguldak, kaynayan çilik kredileri sağlamıştır. Isparta
bir kazan halini almıştır. Her an ye­ ve çevresinde halıcılıkla uğraşan
ni olayların doğabileceğini çok iyi 96 köyden önemli bir kısmının kısa
bilen Genel Müdür, kendi hatalı tu­ zamanda derlenip kooperatiflerde
tumunu değiştireceği yerde, suçu birleşmesi, bu işi yürütenleri sevin­
başkalarının üstüne atmakta ve iş­ dirmiş, kooperatif sayısını genişlet­
çiyle askeri karşıkarşıya getirmek mek İçin yapılan çalışmalar yoğun­
için Zonguldak yakınlarında aske­ Zehra Özgür laşmıştır. Üreticinin kooperatiflere
rî birlik bulundurulmasını istemek­ ilgisi her geçen gün anmaya baş­
İlâhlar kızarsa.. lamıştır. Çünkü, kooperatifler, or-
tedir."

14 9 Eylül 1967
AKİS YURTTA OLUP BİTENLER

taklarının emeklerini daha iyi


değerlendirmekte, tüccar ve âmil ta­
bir edilen aracılardan fazla para
ödemektedirler. Örneğin, tüccar ve
âmil, 1000 düğüm başına 50-60 ku­
ruş öderken; kooperatifler 95 kuruş
ödemeğe başlamışlardır. Ayrıca, ü-
retici, dokuduğu halikın yok paha­
sına aracılara kaptırma endişesin­
den de kurtulmuş ve gerçek değeri­
ne kooperatiflere satmağa başla­
mıştır.
Halkın bu ilgisi karşısında kı­
sa zamanda gelişen ve çoğalan ko­
operatifler, ortakları olmayan köy­
lüleri de uyarabilmek amacıyla pro­
pagandaya başlamışlardır. Bunlar­
dan Bozkurt Kooperatifi, yayınla­
dığı bir broşürde, halka gerçeği şöy­
le anlatmıştır: "Patronun önceden
verdiği 5-10 liraya boyun büküp e-
mir altına girme, emeğini ona ye­ Sümerbank Genel Müdürlüğü
dirme! Göz nuru döktüğün işten
başkası zengin olurken, sen ancak Devlet kapısı mı, tüccar yapısı mı?
karnını doyurabiliyorsun. Koopera­
tifimiz sırf seni düşündü. Koopera­ radaki iplik Fabrikasının genişle­ kardeşler"le ilgili çok ilginç iddia­
tif, senin sırtından adam olanı or­ tilmesini istemişti. lar ortaya atıldı: CHP Parti Mecli­
tadan kaldırıp, kân sana bıraktı. Bu çatışmaların keskinleştiği gün­ si üyesi ve Samsun milletvekili
Hemen kooperatif ile anlaş, tezgâ­ lerde, İktidann Isparta şubesinin Kâmuran Evliyaoğlu, Başbakan Sü­
Ankara üzerindeki baskısı artmış ve leyman Demirelin cevaplandırması
hını, ipliğini al, işini evine kur!.."
İstemezük!
a
Sanayi Bakanı Mehmet Turgut, orta
da hiçbir sebep yokken, o zamanki
isteğiyle; Meclis Başkanlığına ver­
diği bir soru önergesinde, Şevket ve
Ne var ki, aynı günlerde Ispartada Sümerbank yöneticilerine Halıcılık Hacı Ali Demirel biraderlerin çevir­
bir cadı kazanı kaynamaya baş­ Müessesesinin çalışamaz hale gel­ dikleri işlerin açıklanmasını isti­
cy
lamıştır. Köylülerin kooperatiflere mesi için baskı yapmaya başlamış, yordu. Soru önergesinde belirtildi­
girmesi, kendilerine halı dokuma­ bununla da yetinmeyerek, müesse­ ğine göre, Şevket ve Hacı Ali Demi­
ması, satmaması ve işçilik ücret­ senin başındaki Zehra Özgürü Ba­ rel, ortağı ve yöneticisi bulundukla­
lerinin yükselmesi karşısında deli­ kanlıkta bir göreve atamayı de­ rı "Cennet" ve "Sultan" Turizm Şir­
ye dönen tüccar ve aracılar, üreti­ nemiştir. Fakat Zehra Özgür diren­ ketleri için muhtelif yerlerden 4
ciyi kandırmak ve kooperatifleri miş ve Bakanlığa gitmemiş, bunun milyon 460 bin lira kredi almışlardı.
kötülemek için açtıkları kampanya­ üzerine yapılan baskılar daha da Ayrıca, yine Demirel biraderle­
nın bir fayda vermediğini görünce, artmıştır. Yapılan işin Türkiye ve re ait -Nazmiye Demirelin kardeşi
pe

işi "Yüce Kafa havaleyi uygun halk yararına olduğunu bilen Sü­ de ortaktır- Terakki Şirketine, Ke­
bulmuş ve suyu başından kurut­ merbank yöneticileri de baskıya ban Barajı inşaatında kullanılacak
mayı kararlaştırmışlardır. Çünkü bir noktaya kadar dayanmışlarsa keresteleri temin ve nakil işi veril­
bunlar, o güne kadar hem işçiye da, Zehra Özgür, geçtiğimiz Ma­ mişti.
düşük ücret veriyor, hem kalitesiz yıs ayı ortalarında birgün, görevin­ Kâmuran Evliyaoğlunun, Başba-
malzeme kullanıyor, hem de eksik den alınarak, "Teknik Müşavir" adı kan Demirelden cevabını istediği hu­
düğümlü halıları ateş pahasına pi­ altında kızağa çekilmiştir. suslardan birisi de, Hacı Ali De­
yasaya sürebiliyorlardı. Bu yüzden' Muhtemeldir ki, önümüzdeki ay­ mirelin hissedarı ve müteahhidi ol­
kısa zamanda milyoner olanların lar içinde Halıcılık Müessesesi ta­ duğu Ankara Özel Yükseliş Koleji
sayısı hergün artmaktaydı. Fakat mamen dağıtılacak veya iş yapamaz için 8 milyon liralık kredinin ne­
bu arada Türkiyenin halı ihracatı hale getirilecektir. Bunun sonunda reden ve nasıl sağlandığıydı.
hızla düşüyor ve yabancı piyasa Ispartadaki "biraderler" ile, çoğu AP İktidarının Isparta şubesi o-
artık, türk halılarını beğenmiyordu.. AP'li olan hah tüccar ve amilleri larak bilinen "Demirel biraderler"in,
Durumdan memnun olmayanla­ yine eski kazançlarına kavuşacak­ bunlara benzer "türlü çeşitli" işler­
rın başında, Başbakan Süleyman lar, Sümerbank ve kooperatifler sa­ den milyonlar kazandıkları herkes­
Demirelin kardeşi Şevket Demirel yesinde bunlara haraç ödemekten çe bilinmektedir. "En Büyük Demi-
geliyordu. Nazmiye Demirelin kar­ kurtulan üreticiler, kaderleriyle yi­ rel"in bunlara vereceği cevabı kes­
deşi olan bir şahısla Terakki Limi­ ne başbaşa kalacaklardır. tirmek ise güç değildir: Herhalde,
ted Şirketi adı altında hah ticareti Cevap bekleyen sorular önce, "Yok böyle şey!" diyecek, son­
yapan Şevket Demirel, Halı Mü­ T ü r k halıcılığı, böylesi ayak oyun­ ra peşinden ekleyecektin.
essesesinin başındaki Zehra Özgü­ larıyla baltalanır, binlerce aile­ "___ Bunlar, türlü çeşitli söylen­
rün Ispartada bulunduğu birgün, nin ekmeğiyle oynanırken geçtiği­ tilerdir. Ancak, ben vâ dersem vaa-
bu konuyu onunla tartışmış ve bu- miz haftanın sonlarında "Demirel dır.."

9 Eylül 1967 15
İ K T İ S A D İ VE MALİ SAHADA
adlı özel raporunda belirtildiği gi­ "Siyaset üstü siyaset"
Çalışma bi, köylerde, 6-14 yaşlarındaki ço­ Sendikalarımızın durumu ise ayrı
cukların en az üçte biri çalışmak­ bir rezalettir. 1965'de, 1 milyon
Kanunlar ve haklar 624 bin 303 işçiden ancak yüzde
Türkiye Kömür İşletmeleri -TKİ- tadır. Bu çocuklarla kadınlar ve
gençkızlar hem tarlalarda, hem de 11.6'sı bir sendikaya yazılmak lüzu­
Genel Müdürü Behzat Firuz ta­ munu hissetmiştir. Bugünkü sendi­
rafından Başbakan Süleyman De­ kilimcilik halıcılık gibi işlerde, kö­
tü iş şartları yüzünden, alabildiğine kacılık yüzünden işçiler, bu istek­
mirele verildiği basına intikal e- sizliklerinde yerden göğe kadar
den -verenin ve alanın yalanlamala­ istismar edilmektedirler. Köylerde
haklıdırlar. "Siyaset üstü siyaset"
rına rağmen, Maden-İş Sendikasın- şartlar, toprak işçisinin istismarı şampiyonu bazı sendikacıların, top­
ca "sureti elimizdedir'' denilen- ra­ için pek elverişlidir. Meslek hasta­ lu iş sözleşmelerine rağmen ücret
por vesilesiyle (Bak: YURTTA 0- lıkları, genellikle 8 saatin üstünde artışında bir hızlanma sağlıyama-
LUP BİTENLER - "Hükümet") iş­ çalışma süresi, beslenme bozuklu­ dıkları, Plânlamanın raporunda tes-
çiler sorunu günün konusu olmuş­ ğu ve iş emniyeti diye birşeyin bu­ bit edilmiştir. Siyasî bir bilince da-
tur. lunmaması sebebiyle, 9.7 milyon yanmıyan, işçinin siyasî yönden bi­
kırsal işgücü, açık bir yığın prob­ linçlenmesinden veya bilinçlendiril-
Bilindiği gibi, işçilerin, genel an­ lemle karşıkarşıyadır. mesinden -çeşitli nedenlerle, ödü
lamda çalışanların durumu, 1936'- kopan şimdiye kadarki sendikacılık
danberi kısmi kanunlarla ele alın- Ucuz işçilik, ücretlerin avans o- anlayışı, işçi kitlesine ekonomik çı­
kar sağlamak politikasını da, başa­
rı ile yürütememiştir. Sendika ha­
reketinin arada sırada iktidarlarla
cilveleşmesinde asıl bu neden üze­
rinde durmak gerekir.
Amerikada, Lâtin Amerika so­
runları ite uğraşan siyasal bilimci­
lerin bazıları şimdi, "sırf ekonomik
a çıkar ve ücret artışı politikasına
dayanan sendikacılığın az gelişmiş
ülkelerde, toplumun diğer sosyal
tabakaları ile -örneğin işçilere göre
iyice imtiyazsız olan köylülerle- iş­
cy
çiler arasında çıkar, düşünce, duygu
ve politik tutum ayrılığı yaratacak
bir yol olduğunu" belirtmektedir­
ler. Pek çokları, siyasî kampanya
ve hareketlerde işçilerle köylüler
arasında beliren tutum farklarım
bu bir çeşit "imtiyaza sendikacılık
anlayışlına bağlamaktadırlar. Hat­
pe

ta bazıları, bu yolun, halkı, içerde­


İşçiler toplu halde ki ve dışardaki sömürücülere karşı
Çalışana değil, çalıştırana bak! girişilecek bir politik uyanma prog­
ramında ikiye bölmeğe yaradığını
larak verilmesi -yani, "teşkilâtlan­ temel görüş olarak almaktadırlar.
mış, en son, "Grev, Lokavt ve Toplu
Sözleşme Kanunu"na büyük ümit­ mamış halk kredisi"!- yüzünden Türkiyede de sendikalarımız bu
ler bağlanmıştır. Ama, çalışanlar köylerdeki el sanatlarında da istis­ yolda işe başlamışlardır. Ama bir
görmektedirler ki, Türkiyenin eko­ mar alabildiğine yaygındır. yandan, ufalana ufalana gücünü
nomik ve sosyal yapısı değişmedik­ kaybetmeye yüztutan, -zira, 1948'de
çe, bir elden kendilerine verilenler, Kamu kesimindeki işletmelerde sendika başına ortalama 722 işçi
hemen, ikinci bir elle geri alınmak­ çalışanlar -memur ve işçiler- 291
tadır. bin kadardır. Gene raporda açıkça
belirtildiği gibi, "genel bütçeye bağ­ DİŞ TABİBİ
1937'de Türkiyede, İş Kanununa lı olan yerlerde bütün memur ve iş­
tâbi 180 bin 374 işçi vardı. Şimdi çi personelin yüzde 43'ü, katma
bu sayı, 938 bini bulmuştur. Basın-İş bütçeli yerlerde ise personelin yüz­ M U S T A F A G O R E K
Kanununa tâbi 1985 kişi ve Deniz-İş de 53'ü hiç tahsilsiz veya en fazla
Kanununa tâbi 12 bin 289 kişi de ilkokul diplomalıdır. Atatürk Bulvarı, Bolu Apt.
bunlara eklenmelidir. Tarım kesi- No: 84/7 Telefon: 17 20 10
nünde faal nüfus, 9 milyon 738 bin­ 'Çalışma Bakanlığı için raporda,
dir. Bunlar, 15-64 yaş grupundaki- "birinci Plânda kendisine verilen Kızılay — Ankara
lerdir. Plânlama Teşkilâtının Nisan görevleri yapamamaktadır" denil­ (AKİS: 353)
1967 tarihli, "Çalışma Sorunları" mektedir.

16 9 Eylül 1967
AKİS İKTİSADİ VE MALİ SAHADA

düşerken, aradan geçen bu süre simde olmuştur ve olmaktadır- çıp­ mektedir:


içinde sendikalı işçi sayısı yüzde 600 lak günlük ücretlerdeki Artışın yıl­
arttığı halde, bugün sendika başına lık ortalama olarak yüzde 10.7 ora­ "1964-1965'de toplu iş sözleşme­
ortalama 570 kişi düşmektedir-, nında olduğu. Toplu İş Sözleşme­ lerinin yüzde 71.6'sı anlaşma ile so­
ğer yandan ücret artışlarım bile sinden sonra hemen o yıl, 1964'de bu nuçlanmış, yüzde 28.4'ünde anlaş­
hızlandıramadığı için "ekonomik çı­ artışın yüzde 14'e çıktığı ve bir bu maya varılamamıştır. Bu anlaşmaya
kar" güdüsüne dayalı amerikan tipi yılda artışın yüzde 3.3 oranında hız­ varılamayan iş sözleşmelerinde sen­
sendikacılık politikasında bile ba­ landığı, 1964'de toplu sözleşmelerin dikaların greve gittikleri ise yüzde
şarılı olamıyan sendikacılarımız ücretlere etkisinin yüzde 1.23 ora­ 3.5 oranında olmuştur."
şimdi "zorunlu" bir silkinme ve u- nında kaldığı, 1965'de ise 1964'e gü­
yanma devrine girmeye başlamış­ re bir artış olmadığı" açıklanmak­
tadır. Yeni iş imkânı yaratmada gerileme
lardır.
Öte yandan, ekonomide yeni iş ya­
Plânlamanın raporunda, "1955- Gene raporda, sendikacılığımızın
1963 devresinde kamu kesiminde ne kadar "halim - selim" bir sen­ ratma imkânları da gerilemeyi
-en yüksek ücret artışı hep bu ke­ dikacılık olduğu da şöyle belirtil - başlamıştır. Plânlamanın ayni rapo­
runda, "1955-1963 arasında yıllık or­
talama yüzde 2.76 oranında yeni iş
gücü yaratılabilirken, son iki yıldır
bunun yüzde 2.06 oranına indiği"
belirtilmektedir. Bu oran, ortadaki
mevcut milyonlarca işsize iş bul-
mak şöyle dursun, nüfustaki artış
yüzünden, işlerin daha da kötüye
gitmesini bile önleyemiyecek kadar
gülünç bir orandır.
a Bir başka problem ise iş kazaları,
meslek hastalıkları ve iş yerlerinde­
ki çalışma şartlarının bozukluğu ve
çalışma emniyetinin yokluğu yüzün­
cy
den meydana gelen ölümlerden or­
taya çıkan ekonomik kayıplarla il­
gilidir.
İş hayatının emniyetsizliği, dene-
timsizlik yüzünden sadece iş yerle­
rindeki kazalardan ölen işçi sayısı,
1965 yılında 2065'dir. Bu rakam, tra-
pe

fik kazalarında ölenlerinkine yakın­


dır. Sakatlık, has talik ve ölüm yü­
zünden kayıp ise Plânlamanın ra­
porunda, "toplam olarak, bu sebep­
lerden millî ekonominin kaybı, 57
bin 251 normal işçinin bir yıllık me­
saisine eş bir hacmi bulmaktadır"
şeklinde açıklanmaktadır. Raporda
aynen şöyle denilmektedir:
"Hastalık, kaza ve Ölüm yüzün­
den ekonominin kaybı 17 milyon 175
bin iş saatidir. Bu, diğer bir deyiş­
le, 57 bin 251 normal işçinin tam
bir yıllık toplam çalışmalarının so­
kağa atılması ile eş anlamdadır."
İktidarlar, güneşi balçıkla sıva­
ma hevesinden vazgeçip, uzmanla­
rın yazıp Önlerine koydukları bu
(Basın A: 20248) — 346 gibi raporları dinlemelidirler.

9 Eylül 1967 17
DÜNYADA OLUP BİTENLER
İçin, bir de bu konferansa katılma­ dünyasındaki bu iki aşın ucun Har­
Ortadoğu yanlardan bahsetmek gerekiyor. tam Konferansına katılmaktan çe­
Zenginin malı, fakirin çenesi Konferansta İsrail ve Batı karşısın­ kinmesi, konferansın bir kavga
Geçtiğimiz haftanın başlarında Su­ da ılımlı bir politika izlenmesini is­ meydanı olmasını önlemiş ve İsrail
dan başkenti Hartumda çalışma­ teyen krallıkların ağır basacağını karşısında etkisinin ne olacağı pek
larına başlayan Arap zirve konfe­ önceden bilen Suriye, Hartuma hiç­ bilinmese bile, bazı ortak kararla­
ransı, aynı haftanın sonlarında top­ bir temsilci yollamamış, onunla ay­ tın alınmasını sağlayabilmiştir. He­
lantılarını kapatırken, ortalıkta, nı düşüncede olan Cezayir ise Dışiş­ le Yemen üzerinde Nasır ile Faysal
çevresine ateş püsküren iki kişi gö­ leri Bakanı Buteflikayı göndermek­ arasında varılan anlaşma, Mareşal
rünüyordu. Bunların birincisi, bu le yetinmişti. Buna karşılık, bu gi­ Sallâl tarafından torpillenmemesi
konferans sırasında Mısır Devlet bi konferanslardan fazla birşey çık- sağlanırsa, araplar arasındaki bü­
Başkam Nasır ile Suudi Arabistan mıyacağını düşünen Tunus, Libya yük bir anlaşmazlığın artık sona e-
Kralı arasında Yemen konusunda ve Fas liderleri de Hartuma kendi­ rebileceği ümidini getirmesi bakı­
yapılan pazarlığa pek kızan Yemen leri gelmemişler, tıpkı Cezayir gibi, mından, konferansın en mutlu so­
Cumhurbaşkanı Mareşal Sallâl, i- Dışişleri Bakanlarını yollamışlardı. nucu sayılabilir.
kincisi de konferansta İsraile karşı Fakat, işin doğrusu şudur ki, arap Konferans çalışmalarım yakın-
püskürülmesini istediği ateşi bula­
mayan Filistin Kurtuluş Hareketi
lideri. Ahmet Şukeyrî idi. Toplantı
ların kapalı kapılar arkasında geç­
mesine rağmen dışarıya sızan ha­
berlerden anlaşıldığına göre, Mare­
GEÇEN HAFTA DÜNYADA
şal Sallâl ile Şukeyrînin kızgınlıkla­
rı o kadar büyüktü ki, bunlar, kon­ GÜNEY VİETNAM — Amerika Savunma Bakam McNamara'nın,
feransın son toplantısına katılma­ Başkan Johnson ile kendi arasında bulunduğu söylenen görüş ayrılığı­
mayı bile düşünmüşler, fakat öteki nı Senato komisyonlarında yaptığı bir konuşma ile açığa vurması ve
liderlerin u r a n üzerine bu düşün- Kuzey Vietnama yöneltilen hava akınlarının Vietnam milliyetçilerinin
direnme bilincini kuvvetlendirmekten başka hiçbir şeye yaramadı­
çelerinden vazgeçmek zorunda kal­
mışlardı.
a
ğını söylemesi üzerine Washington kulislerinde dönmeye başlayan
Konferansın bu kızgın adamları­ çeşitli söylentiler ve dolaplar bir yandan bütün hızıyla devam eder­
nın yanısıra, toplantılarda bazı üz­ ken, öteyandan geçtiğimiz haftanın son gününde, Birleşik Amerikanın
Güney Vietnamda oynadığı demokrasicilik komedisinin bir perdesi
cy
gün liderlerin arasında en göze çar­
panlar, Mısır Devlet Başkam Albay daha -ve tabii, beklenileceği gibi- bugünkü askeri liderler ikilisinin
Nasır ile Ürdün Kralı Hüseyindi. düzmece başarısıyla kapandı. Aylardır alabildiğine propagandası ya­
Son Arap - İsrail savaşı sırasında pılan Güney Vietnam seçimleri sonunda şimdiki Başkan Nguyen
en ağır kayıplara uğrayan iki dev­ Van Tiyönün gene Devlet Başkanlığına, Başbakan Mareşal Kao
letin liderleri olan Nasır ve Hüse­ Kinin de Başkan Yardımcılığına getirildiği anlaşılmaktadır. Süngüle­
yin, bu konferansın kendi dertle­ rin gölgesinde ve yalnızca askeri yönetime şirin görünen adayların ka­
rine deva olabileceğini zaten sanmı­ tılmasıyla yapılan bu oylamaya gerçek bir seçim diyebilmek için insa­
yorlardı. Kral Hüseyin, Hartuma, nın fazlaca saf olması gerekmektedir.
pe

arap kamuoyu karşısındaki son gö­ G Ü N E Y A R A B İ S T A N — Güney Arabistandaki 16 sultanlık, şeyh­


revini yapıp, ondan sonra kendi ba­ lik ve emirliğin gerici liderlerinin yönetiminde kurulan Güney Ara­
şının çaresine serbestçe bakabilmek bistan Federasyonunun, elinden gelen bütün çabayı harcadığı halde
amacıyla gelmişti. Nasır ise, Har­ buralardaki milliyetçilik akımı karşısında daha fazla yaşayamıya-
tuma hareket etmeden hemen önce cağına artık inanmış görünen İngiltere geçtiğimiz hafta, nihayet
Kahirede kendisine k a n ı yapılmak bu Federasyonun yönetimini milliyetçilerin eline bırakmaya karar
istenen bir darbeyle uğraşmak ve vermiş görünüyordu. Eğer şimdi Güney Arabistanda bir milliyetçi
şimdiye kadar en yalan arkadaşı yönetim kurulacak olursa, buradaki Federasyonun bir parçası olma­
diye bilmen Mareşal Amrı tutukla­ makta direnen Adendeki karışıklıkların da kendiliğinden sona
mak lorunda kalmıştı. İsrail yenil­ ereceği düşünülmektedir. Ancak, İngilterenin şimdi oynamak iste­
gisinin arkasından gelen bu ikinci diği oyunun asıl amacı bu değildir. Londra Hükümeti, Güney Arabis­
tekmenin, hedefine varmasa bile, tan yönetimini buradaki milliyetçi örgütlerden yalnızca birine, Ulu­
Nasıra çok dokunduğuna hiç şüphe sal Kurtuluş Cephesine bırakmağa niyetli görünerek, bu örgütle öte­
yoktu. Üstelik, son aylardaki diplo­ kilerin, özellikle FLOSY diye adlandırılan ve Adenin Yemene katıl-
matik gelişmelerden sonra Nasır, masını sağlamağa çalışan Güney Yemen Kurtuluş Cephesinin ara­
artık m a i l karşısında Sovyetler sını açmak ve Adendeki varlığını koruyabilmek için bundan sonra
Birliğinden de fazla birşey bekle­ milliyetçilerle gericiler arasındaki değil, milliyetçilerin kendi arala­
memek gerektiğini anlıyor ve bu, o- rındaki ayrılıklara dayanmak istemektedir.
nu daha da büyük çaresizlikler içi­
ne atıyordu.
Konferansa katılmıyanlar
Hartum Konferansının havasını BUNLAR DA OLDU
anlatırken, tabloyu tamamlamak

18 9 Eylül 1967
AKİS DÜNYADA OLUP BİTENLER

dan izleyenler, Hartumda en çok hususun uygulanması, anlaşmazlığa vermekten başka birşeye yaramadı­
Mısır lideri Nasırın gösterdiği ılım­ yabana üç arap devletinin, Irak, ğını da kabul edince, bu ambargo­
lılığa hayret etmişlerdir. Ancak bu Fas ve Sudanın yollıyacağı gözlem­ nun kaldırılmasına karşılık, başta
ılımlılık, biraz önce de belirtildiği ciler tarafından izlenecektir. Ye- Suudi Arabistan olmak üzere, Lib­
gibi, bir çaresizliğin sonucudur. mendeki yabana müdahalesi önlen­ ya ve Kuveyt de, petrol gelirlerin­
Başkan Nasır, İsrail karşısında dikten sonra da yemen halkı bir den bir ortak yardım fonu kurul­
ne Sovyetler Birliğinden, ne de öte­ plebisite çağrılacaktır ki ,bu plebi­ masını ve bu fonda birikecek para-
­i arap devletlerinden fazla birşey sitin ne sonuç vereceği hiç belli ol­ larm savaştan zarar gören arap ül­
beklenmesi gerektiğini attık çok madığı için, cumhuriyetçiler anlaş­ kelerine dağıtılmasını kabul etmiş­
iyi anlamış olmalıdır. Bu durumda maya fena halde içerlemektedirler. lerdir. Bu paralar şimdi Nasıra,
yapılacak tek şey, kaybedilen top­ Nasırın, Yemen konusunda, cum­ hem ekonomisine, hem de ordusuna
rakları geri getirecek ve Süveyş ka­ huriyetçileri gücendirmek pahası­ yeniden çekidüzen vermek fırsatını
nalının yeniden açılmasını sağlaya­ na da olsa, Faysalla anlaşması, Fay­ verecektir. Fakat bütün mesele, va­
cak bir diplomatik çözüm yolu bul­ salı da Süveyş kanalının kapanma­ rılan bu anlaşmanın yürüyüp yürü-
maktır. Bundan başka, Mısır savun­ sından büyük zarara uğrayan Misi­ miyeceğidir. Çünkü geçmişteki olay­
masıyla ekonomisine de yeniden bir na ekonomik durumu konusunda lar, petrol krallıklarının, paraları­
çekidüzen vermek gerekmektedir. daha anlayışlı olmağa zorlamıştır. na pek düşkün olduklarını ve ver­
İşte, aradığı diplomatik çözüm yo­ Hele Başkan Nasır, Batıya karşı uy­ dikleri yardım sözlerini kısa zaman-
lu için Başkan Nasır, geçen hafta gulanan petrol ambargosunun Orta- da unuttuklarım açıkça göstermek-
Tito plânından medet umarken, ö- doğudaki petrol krallıklarına zarar tedir.
teyandan Mısır savunmasını ve eko­
nomisini yeniden düzenlemek için
de Yemen batağından kurtulmaya
ve zengin arap krallıklarının - Suu­
di Arabistan Kuveyt ve Libya - yar­
dımını sağlamaya çalışmıştır.
Tito plânı ve Nasır
Araplar için görünüşü kurtaracak
a
bir plân olarak nitelendirilen Ti­
to plânı, şu satırların yazıldığı sı­
cy
rada, İsrail ve onu destekleyen ba­
tılı devletler tarafından yetersiz
bulunmaktadır. Hatırlanacağı gibi,
Yugoslav Devlet Başkam Mareşal
Tito tarafından hazırlanan bu plân,
İsrailin, işgal ettiği arap toprakla­
rından çekilmesine karşılık arapla-
rın da İsraile saldırmazlık sözü
vermelerini ve büyük devletlerin
pe

İsrailin toprak bütünlüğünü güven­


ce altına almalarını öngörmektedir.
Hemen anlaşılacağı üzere, plânda,
arapların İsraili tanımaları diye
birşey sözkonusu olmadığı gibi, is­
rail gemilerinin Süveyş kanalından
yararlanmaları da sözkonusu değil­
dir. Bu bakımdan, Tito plânı İsrail
ve Batılılar tarafından yetersiz bu­
lunmakta, Ortadoğu sorununun ye­
niden Birleşmiş Milletler çerçeve­
sinde ele alınması istenmektedir.
Tito plânının Batıda uyandırdığı
yankılar, Başkan Nasır için hayal
l a n a olmuştur. Fakat buna karşı­
lık, geçen hafta Kral Faysalla yap­
tığı Yemen anlaşması, eğer başarıy­
la uygulanabilirse, Nasırı önemli
bu başağrısından kurtaracaktır.
Gerçekten, bu anlaşmada Yemende-
ki Mısır kuvvetlerinin bu ülkeden
geri çekilmesi, buna karşılık, Faysa­
lın da İmamcılara yaptığı yardımı
kesmesi öngörülmektedir. Bu iki

9 Eylül 1967 19
Tüli'den haberler
Başkentin iki dulu çesinde, İstanbula turist, olarak ge­ Bu yemeğe Bayar da davetliymiş
Başkentte dul pek çok, ama sahne- len eski Osmanlı hanedanından ama, yabancı elçilerle karşılaşmak
deki dullar daha ağır basıyor ve Nilüfer ve Neslişah sultanlarla eski i s t e m e m i ş . Yabancılarla karşılaş­
kendilerinden daha çok bahsettiri­ Demokratlar bir öğle yemeğinde mak, eski Demokratlarla karşılaş­
yorlar. Önceki, yıllar bütün başkent- buluştular. Yemeği, AP İzmir mil­ mak kadar kolay değil, tabiî.
liler, hayranlıkla, "Şen Dul" Azra letvekili Settar İksel ile eşi Selma Osmanlı hanedanının kadınları,
Günden bahsediyorlardı; geçtiği­ İksel veriyordu. Büfesi güzel, çer- Türkiyedeki rejim değişikliğini bil­
miz hafta da "Şâhâne Dul" Nisa kestavuğu ve revanisi nefisti. Celâl seler de, sultanlıktan vazgeçmiyor,
Serezli çıktı sahneye. Değerli akt­ Bayarın kızı Nilüfer Gürsoy, koca­ kendilerine "hanımefendi" diyenle­
risin oyunu çok beğeniliyor ve ti­ sı Ahmet Gürsoy, Yardımcılar, Ça- re irkilerek bakıyorlar. Fakat, bir­
yatrodan çıkanlar, birbirlerine, Ni­ vuşoğlular, eski devrin kalkındırdı- çok kimsenin sözlüğünde "Sultan"
sa Serezlinin özel hayatına ait hi­ ğı işadamlarından İsmail Ağar, eski sözcüğünün bulunmadığını bilme­
kâyeler anlatıyorlar. Geçen yıl ak­ elçilerden Memnan Tepelen, Rıfkı leri gerekir.
tör Metin Serezliden ayrılan, fakat Zorlu, Fatin Rüştü Zorlunun kızı
sanatı ön-plânda geldiği için yal- Misafirlerine nadide şaraplar ik­
Sevin Yener ve yaz tatilini İstanbul- ram eden ve Fransız Elçisiyle şarap
nızlığı kolayca yenen Nisa Serezli, da geçiren Fransız ve Belçika Elçi­
özel hayatında sahnedeki gibi şâhâ­ sohbeti "yapan Settar İksel, bir yan­
leri, macar ve rus prensesleriyle dan da İzmir yolculuğunun izlenim­
ne bir dul değil ama, çok güzel ve
saygıdeğer yanları da var.
a
pek karışık bir davetli grupu, deniz
kıyısında güzel bir gün geçirdi. Ni­
lerini anlatıyordu. Fakat, İzmir yol­
culuğunu Başbakan Süleyman De­
Geçmişe mazi denir lüfer Gürsoy, kocasıyla beraber bir mire1 ile birlikte yapmamış. Eski
Geçtiğimiz hafta Çiftehavuzlarda, köşede oturuyor, babası Celâl Ba- Büyük Elçi, nedense, AP İktidarıyla
yara ait soruları cevaplandırıyordu.
cy
deniz kıyısında bir köşkün bah­ çok ilgili görünmüyor. Önümüzde-
pe

Nisa Serezli
Sahnedeki "Şâhâne Dul"

20 9 Eylül 1967
AKİS TÜLİDEN HABERLER

ki günlerde İzmire Celâl Bayar ile fesörlerle doçentler Cerrahpaşa Tıp den sonra yıldızı pek parlamışa
birlikte gitmeğe hazırlanıyormuş. Fakültesine geçtikten sonra ortaya benziyor.
Bu haberi duyanlar, Settar İkselin bazı meseleler çıktı, birçok kulis Balerinler İstanbulda
Celâl Bayara AP milletvekili mi, başladı. Dr. Prof.lar bu kulislerle Devlet Tiyatrosu, geçen mevsimi
yoksa bir eski dost olarak mı re­ uğraşadursunlar, sosyetede de bir İstanbulda "My Fair Lady" adlı
fakat ettiğini merak ediyorlar. Ama, yılan hikâyesidir aldı yürüdü. Bel- müzikal komedi temsilleriyle ka­
AP'nin bazı kanatlarıyla eski DP'li- ki de duymuşsunuzdur; İstanbul patmıştı. Devlet Balesi ise bu mev­
ler o kadar içiçeler ve geçmişe ma­ Tıp Fakültesinin son toplantısında, simi İstanbulda açıyor. Geçtiğimiz
zi denildiğini bilmekten o kadar u- Ulaştırma Bakam Saadettin Bilgiç Pazar, Bale bölümünün sanatçıları,
zaklar ki... alkışlarla içeri girmiş ve sayın otobüslerle İstanbula gittiler. İs­
Geçtiğimiz hafta İhsan Çavuşoğ- Prof.'lar, kendisine parlak teşekkür tanbul bu gelişten, tabii, çok hoş­
lunun, Kalenderdeki evinde Celâl sözleri söylemişler. Mesleği doktor­ landı. Çünkü, özel tiyatrodan yana
Bayar şerefine verdiği ananevi ye­ luk, şimdiki görevi de Ulaştırma enflasyonist bir şehir olan koca İs­
mekle, İsmail Ağarın Abdullahın E- Bakanlığı olan, AP içindeki durumu tanbul, baleye yıllardır hasret. Ne
mirgânındaki restoranının arka sa­ ve felsefesi de çok iyi bilinen Bilgi­ var ki bu geliş, Baleden Mete 17-
lonunda verdiği yemek de eski DP ­in alkışlarla selâmlanmasına yal­ ğur-Suna Bayer çiftinin balayını
havasındaydı, İsmail Ağarın, geçen nız üç bilim adamı karşı koymuş kısa kesti. Mete Uğur, opera prova­
yıl verdiği ziyafetlerde baş misafiri ve kurulu terketmişler. Bu olay Tıp larına başladığı için, eşinin İstanbul
olan Aysel Madranın bu sefer davet­ Fakültesinde değil de bütün fakül­ yolculuğuna katılamadı.
liler arasında bulunmaması kimse­ telerde geçseydi, karşı koyanların Hamburgdan nikâhlarla
nin gözünden kaçmadı. Aysel Madra sayısı acaba kaç olurdu ve bu yılan CHP'li olduğu için İktidarın hışmı­
bu zengin işadamının evlenme tekli­ hikâyesi değişir miydi? na uğrayıp da işinden olan, U-
fini daha geçen yaz reddettiği için, mumî Mağazaların yardımsever, şa­
herhalde, protokol listesinden de GP'de düğün hazırlığı kacı eski Genel Müdürü Rauf Kan­
silinmiş olacak. Güven Partisi Genel Başkanı Prof. demir, geçtiğimiz hafta birdenbire
Veda yemekleri başladı Turhan Feyzioğlu ve eşi Leylâ Hamburga uçup döndü. Sebep mi?
İstanbul sosyetesi, bor geceyi bir Feyzioğlu, bugünlerde, politikadan Sebep gayet basit: Bir gönül işi!
çok, düğün hazırlığıyla uğraşıyor­
başka partide, bir başka, ama
mutlaka bize özgü parıltılı, şıkır­
tın bir şıklık içinde geçirmekten
a
lar. Kızları Saide Feyzioğlunu ani­
den nişanladılar ve çabucak düğün
Efendim, Kandemirin Almanya-
da İşletme Ekonomisi öğrenimi
yapmakta olan oğlu Erhun Kande­
yorulmamışa benzer. Şimdi de ve­ hazırlığına geçtiler. Saide Feyzioğ­ mir gönlünü bir alman kızına kap­
da yemeklerine hazırlanıyor. Bu lu daha çok genç, okul çağında bir tırmış. İşte, baba Kandemir, bu
cy
hafta birçok klübün veda yemeği kız. Fakat bazı gençkızlar, erken yüzden Hamburga uçmak zorunda
var. Ankaradan sonra İstanbulda evlenmekten hoşlanıyorlar. Güven kaldı. Nikâh töreni, Hamburg Kon­
da çok popüler olan Zaliha da Mo­ Partisi Başkanının damadı da genç solosluğunda yapılmış. Gelin Elscha
da Klübünün veda yemeğinde şar­ bir bankacı, ama, kayınpederinin Mensen, şirin mi şirin, hanım ha­
la söylemeğe hazırlanıyor. Geçtiği­ Ortanın Soluna yaptığı hamleler­ nımcık bir kızmış.
miz hafta Florence Nightingale te­
sisi yararına verilen yemeğin misa­
firleri, Zalihanın şarkılarını çok be­
pe

ğenmişler, klüp kapanmadan önce ÖĞRENCİLERE!


bir defa daha dinlemek istiyorlar.
Doğrusu, Florence Nightingale tesi­ YENİ DERS YILININ YAKLAŞMASI DOLAYISI İLE ÖZEL OLARAK
si yararına verilen yemek de güzel İMAL ETTİĞİMİZ AVRUPA İPLİĞİNDEN MAMUL ÜTÜ İSTEMİYEN
geçti. Raif Dinçkökler, Reşit Egeli­ D İ O L E N ÇOCUK GÖMLEKLERİ VE KAZANOVA ÇOCUK İÇ
ler, Kadir Haslar, Çifçiler, Aziz Bo- ÇAMAŞIRLARI ÇOK UCUZ FİYATLARLA SATIŞA ARZ EDİLMİŞTİR.
rovalılar arasında, Derneğin faal
üyesi Hasel Sporelin ingiliz arka­ D İ O L E N G Ö M L E K L E R İ N İ N ÖZELLİKLERİ:
daşları, giyimlerindeki sadelikle İs­ Ütü İstemez — Çekmez — Yaka Bozulmaz — Nylon Gibi Terletmez —
tanbul ve Londra şıklığı arasındaki Temiz Dikişli — Üstün Kalite — Ucuz Fiyat.
farkı belirtiyorlardı. Yemeği hazır­
layanlar. Moda koyunun koyu ma­ Her boy D İ O L E N çocuk gömlekleri; 32.50 TL.
viliğine biraz da şiir katmak iste­
mişler, Ümit Yaşarı da davet et­ Çocuk Bisiklet Fanilaları
mişlerdi. Ümit Yaşarın aşk ve has­ " Slip Külotları
ret üzerine yazdığı mısralar, orta-
yaşlı kadınların gözlerini parlattı.
Yemeğin genç misafirleri ise Timur
Selçukun şarkılarıyla duygulandı­
lar.
İzmir Caddesi No: 25 (Anadolu Kulübü Karşısında)
Bir yılan hikâyesi daha Yenişehir — Ankara
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakülte­
(AKİS:352)
si ikiye bölünüp de bir kısım pro­

9 Eylül 1967 21
....

a
cy
Vah vah...keşke UNIROYAL alsaydı!
pe

S a ğ l a m ve r a h a t lâstikler .üzerinde l â s t i k . . . Ü s t ü n , f r e n e m n i y e t i sağ­


y o l a l ı r k e n h e r şoför a r k a d a ş sık layan lâstik... Defalarca sırt geçi-
sık böyle lâstiği p a t l a m ı ş vasıtalara rilebilen lâstik...
rasgelir. Gözü, bu manzaraya takı­ Siz, d e v a s ı t a n ı z ı U N I R O Y A L lâs­
lır. S o n r a vah v a h , d e r geçer. Vak- tikleri ile d o n a t a r a k lastikten ya-
tiyle p a t l a y a n l â s t i k l e r d e n o da çek­ na r a h a t ediniz.
miştir. Lâstik patlamasının ne dert­
li, n e k a d a r c a n s ı k ı c ı b i r i ş o l d u ğ u ­
nu çok iyi bilir.
işlerinin erbabı olanlar bu d u r u m a
d ü ş m e m e k için s i m d i b i r t e k lâstik
seçiyor: U N I R O Y A L ! Evet... UNI-
R O Y A L ! T e r k i b i n d e h a r i k a birleş­
tirici C V C b u l u n a n lâstik... S a d e c e
n a y l o n iplik k u l l a n ı l a r a k i m a l edi­
len lâstik... I s ı n m a y a e n m u k a v i m Y a m a n şoförün lastiği

UNIROYAL, meşhur U.S. ROYAL lâstiklerinin yeni ismidir.

22 (Manajans: 2660) —347


S P O R
Futbol tada kan gövdeyi götürmeğe başla­
mış, Kayserideki, Kocaelindeki kar­
Kehanet değil! şılaşmalar tehlike çanlarım çaldır­
Boludaki Boluspor - İzmirspor mağa başlamıştı.
karşılaşmasında çıkan olayları Yöneticisi, taraftarı, futbolcusu,
incelemek için toplanan Futbol Fe­ ilk maçla birlikte harcanılan yüz-
derasyonu, bu sezon ilk cezayı Bo- binleri şampiyonluklarında başlıca
luspora verdi. Federasyon, hakemin etken olarak kabul etmişler, puan
dövülmesinde, İzmirsporlu futbol­ kaybı karşısında tepki göstermiş­
cuların tartaklanmasında Boluspor- lerdi. Hele son dakikadaki golle ye­
luları suçlu görmedi, ancak Bolu nilmek, Boluspor taraftarlarını çi-
seyircilerinin taşkınlığı yüzünden leden çıkarmış, hakemin başarısız­
Bolu Stadı iki ay süreyle kapatıldı. lığı, olayların sebebi olarak ileri
Bu, Boluspor için gerçekten ağır sürülmüştü. Bu olayların, spor a-
bir cezaydı. Çünkü, lige büyük bir damlarını ve gerçek spor ilgililerini
iddia ile giren, yarım milyondan endişeye düşürmemesi imkânsızdı.
fazla transfer ücreti ödeyen ve iki Bütün yetkililer, II. Türkiye Liginin
teknik adamına 11 bin lira aylık ve­ geleceğinden endişe duyduklarını a-
ren Boluspor, kendi sahasındaki çıkça belirttiler, seyircileri yardıma
tam dört maçını başka sahada oy­ Ö. Şeref Apak
çağırdılar. Karanlık işler
namak zorunda bırakılıyordu.
Futbol Federasyonunun Bolu- Hakemlere gelince..
sporla ilgili kararı, spor çevrelerin­ boykot yapılması için karar aldık.
de küçük bir sürpriz dahi uyandır­ Futbol Federasyonunun Boluspor - Yönetim Kurulu, bu kararı uygula­
madı. Çünkü sporla ilgili veya il­ İzmirspor olayım ele aldığı sıra­ maktan korktu. Bunun sonucu, o-
gisiz herkes, II. ligdeki olayların larda Türkiye Futbol Hakemleri laylar çoğaldı, dayak yiyen hakem-
çok erken başladığı görüşündeydi. Birliğinin Genel Kurul toplantısı ler listesine yeni arkadaşlarımız ek.
İşin biraz gevşek tutulması, yeni o-
a
Ankarada yapıldı. Ankara, İstanbul
ve İzmirin onar, öbür bölgelerin
lendi. Bu Yönetim Kurulu işbaşın­
da kaldığı sürece hakemlik müesse­
laylara yol açabilirdi. Futbol Fede­
rasyonu, bu bakımdan, yönetme­ ikişer temsilcileri Ankarada toplan­ sesi darbe yemekten kurtulamaya­
likleri uygulayabilmek amacıyla, o- dılar. Toplantıda yalnız ve yalnız caktır" diyordu.
cy
layı en küçük noktasına kadar elden Bolulu temsilcilerin bulunmadığı
dikkati çekti. Boluda bir hakemin İstanbul ve İzmir temsilcileriyle
geçirdi ve sonuçta bu karan verdi. Muslihittin Güreri destekleyen An­
Karardan önce de yetkinler düşün­ dövülmesinden kısa bir süre sonra
toplanan Hakemler Birliği Genel kara ve Anadolu hakemleri, toplan­
celerini açıklamışlardı. Devlet Ba­ tının başındanberi çatışmaya baş­
kam Kâmil Ocak, "kimsenin gözü­ Kuruluna Bolulu temsilcilerin gel­
memesi, bu balomdan anlamlı kar­ ladılar. Bu çatışma, özellikle An­
nün yaşına bakmıyacağız!" demiş, kara ve Anadolu grupunun oylarıy­
Beden Terbiyesi Genel Müdürü Ul­ şılandı. Hakemlerin hepsi de, top­
lantıya dolu gelmişlerdi. Söz alan la Genel Kurul Başkanlığına seçilen
vi Yenal ile Futbol Federasyonu Osman Yereşen ile İzmirin lideri
pe

Başkam Orhan Şeref Apak da II. her hakem, derdini iyice ortaya
döktü. Dövülen, hakemlerdi; olma­ Hakkı Gürüz arasında çok belirliy­
Ligde düzenin sağlanması için en di. Hakkı Gürüz, Muslihittin Gürer
sert cezalara başvurulacağım be­ dık hakaretlere uğrayanlar, hakem­
lerdi; Teşkilâtça küçük görülenler ve arkadaşlarına Birlik içinde ilk
lirtmişlerdi. Devlet Bakam Ocak bu bayrak açan kişi olarak biliniyor­
konuda ayrı bir titizlik göstermiş. yine hakemlerdi. Bütün bunlar kar­
şısında, hakemleri koruyacak bir du. Gürüz taraftarları, Ankaraya
Genel Müdür ile Federasyon Başka­ gelmeden Önce İstanbullu hakemler­
nının görüşmesini» telefonla, saat tek kişi bile yoktu. Özellikle İstan­
bul ve izmirli temsilciler, her ko­ le temas kurmuşlar, onları da Mus­
başı izlemiş, en önemlisi de, Fede­ lihittin Gürer ve arkadaşlarına kar­
rasyonu hemen toplantıya çağırmış­ nuşmada Teşkilâtın ilgisizliğinden,
Yönetim Kurulunun görevini yap­ şı harekete geçmiş olarak görünce
tı. İşte, bu görüşmelerin ve toplan­ Ankara yolculuğuna büyük bir neşe
tının sonucudur ki Bolulu taraftar­ mamasından söz açtılar. Türkiye
Futbol Hakemleri Birliği Yönetim içinde çıkmışlardı.
ların suçluluğu tespit edilmiş ve bu
durumdan Boluspor zarar görmüş­ Kurulundakilerin görevlerinin yal­ Oysa, Ankaraya gelince işin ger­
tür. nız demeç yermekten ibaret olduğu çek yönü ortaya çıktı. Çünkü Anka­
ileri sürüldü. Başkan Muslihittin ralı temsilciler, kulis faaliyetinde,
Türkiye Liglerinin başlayışı sı­ Gürer olsun, öbür yöneticiler olsun,
rasında II. Türkiye Ligindeki iddialı İstanbul ve İzmirden çok daha tec­
sırasında gerekli çıkışları yapıyor­ rübeli olduklarını hemen ortaya
takım sayısının fazlalaşması sebe­ lar, ancak bu sözlerini hiçbir zaman
biyle olayları önlemenin zor olaca­ koydular. Örneğin, Birlik Başkanı
uygulayamıyorlardı. Bir İstanbullu Sakarya milletvekili Muslihittin
ğı, bu sütunlarda belirtilmişti. Bo- temsilci, "Bu Yönetim Kurulu bizi
ludaki olaylar, bu görüşü doğrula­ Gürerin kardeşi Fazıl Gürer, yıl-
temsil edemez. Hakemlerin yararı­ laryılı hakem komiteleri seçiminde
dı. Dermeçatma bir düzen, güven­ na olacak hiçbir karar uygulanma­
lik tedbirleri ve açılış öncesi verilen büyük ün yapmış bir kişiydi. Bu­
dı. Ne oldu hakemlerin 'Kara gün Merkez Hakem Kurulunda gö­
demeçlerin olaylara engel olması Gün'ü? Biz, her yıl 8 Mayıs günü
gerçekten imkânsızdı. Daha ilk haf- revli bulunan Fazıl Gürerin, Ana-

23
9 Eylül 1967
SPOR AKİS

Ulvi Yenal eklendi. Oysa biz, bizi' Rahmi Magat, basit bir oyuna gi­
güldürecek bir Genel Müdürü, ter­ rişmiş. Amatör Millî Takım aley­
cih ederiz" diyorlardı. hinde yazı yazan Saltığı milliyetçi
olmamakla suçlamıştı. Bu, Orhan
Amatörler meselesi Şeref Apakın çevresindeki kişilerin,
gerçekleri yazan gazetecilere karşı
İki hafta önce bu sütunlarda, Fut­ saldırılarından sadece biriydi. Olay­
bol Federasyonunun dışında bulu­ lar bu şekilde gelişirken, Türkiyenin
nan bir kimsenin akıl erdiremiyece - büyük tirajlı ve spor alanında söz
ği bir konuya değinilmiş, Tunusa sahibi bir gazetesi "Skandal", "Bu
gidecek Amatör Millî Futbol Takı­ Amatör Takım Tunusa gidemez"
mımızın kadrosunda bir tek bile a-
şeklinde yayın yapınca, Federasyon
matör futbolcu bulunmadığı yazıl­
mıştı. Aradan birkaç gün geçmeden, Başkam Orhan Şeref Apak küplere
gazetelerin hemen hepsi bu konuya bindi. Dört bir yandan hücumlar
eğildi. Bu futbolcuların çoğunluğu başlamıştı. Aylar önce Avrupa Fut­
100 veya 50 bin lira almış futbolcu­ bol Birliğinin tahkikatından kurtu­
lardı. Türkiyenin, en çok transfer lan, yüzbinler alan futbolcuları
ücreti alan futbolcularından kuru­ Avrupa Futbol Birliğine amatör ola­
lu takımı elbette ki amatör takım rak kabul ettiren Orhan Şeref A-
olamazdı. Basındaki bu yayın, baş­ pak, çevresine ateş saçıyordu. Tu­
ta Orhan Şeref Apak olmak üzere, nusa harekete birkaç gün kala orta­
Futbol Federasyonundaki herkesi lığı karıştırmak doğrudan doğruya
telâşlandırdı. Orhan Şeref Apak, ga­ Federasyonu sabote etmek değildi
Kâmil Ocak zetecileri, önemli bir millî sınav sı­ de neydi?
Kim kime, dum duma... rasında Federasyonu ve kendisini Bu yüzden Orhan Şeref Apak,
sabote etmekle suçluyordu. Apaka gazetecilere küstü. Spor yazarların­
göre, bu futbolcuların hepsi ama­ dan genellikle kaçan, bu konu üze­
doludan gelen hakemleri kardeşinin tördü. Para almış olabilirlerdi ama,
a
tarafına çekmesi güç değildi. Teşkilâtça amatör görünüyorlardı.
rine eğilmek istemeyen Apak, ki­
minle karşılaşsa, "Bunların hepsi
İstanbul ve İzmirin Muslihittin Çünkü bu futbolcuların sözleşmele­
ri Federasyon tarafından onaylan­ benim için bir tertip. Herkes beni
Gürere karşı çıkardıkları başkan sabote ediyor" diyordu. Oysa A-
adayı Dr. Mustafa Çakarın başkan­ mamıştı.
pakı sabote eden kimse yoktu. Ga­
cy
lık seçimini 6 oyla kaybetmesi yine zeteler, Amatör Millî Takım kadro­
de ilerdeki toplantılar için Ankara­ Federasyondaki öbür kişiler ise
Orhan Şeref Apaktan aşağı kalma­ sunda bulunan futbolcuların hep­
lılara endişe verecek derecede ö- sinin kaçar para aldıklarını Apak
nemliydi ama, İstanbul temsilcile­ dılar. Örneğin, bugünedek Federas­
yon içinde gençliği, çalışkanlığı ve kadar biliyorlardı. Avrupa Futbol
rinin Ankaradan elleri boş olarak
döndükleri de bir gerçekti. doğruluğu ile tanınmış olan bir Birliği, Millî Olimpiyat Kurulu, bu
Rahmi Magat bile feryat ediyordu. futbolcuları amatör olarak kabul e-
İzmir ise yalnız Hakkı Gürüzü Rahmi Magat ile gazeteci Cemal debilirdi ama, en azı 30-40 bin lira
Yönetim Kuruluna sokabilmişti. Saltık arasında, bu konu yüzünden, transfer ücreti alan bu futbolcula­
pe

Toplantının başında, olaylar karşı­ 19 Mayıs Stadının koridorunda bir rın kazançlarım duymayan kimse
sında birleşen futbol hakemleri, se­ tartışma geçti. kalmamıştı.
çimler yaklaşınca, dövülen, hakare­
te uğrayan arkadaşlarını unuttular,
birbirleriyle kırankırana çekişme­
ğe koyuldular. Bu çekişmeyi dağı­

Ş A F A K
tan tek kişi, Beden Terbiyesi Genel
Müdürü Ulvi Yenal oldu. Ulvi Ye-
nal, çok kısa bir süre önce İstanbul.
daki hakem semineri sırasında ha­
kemlere hitaben yaptığı konuşma­ MANİFATURA MAĞAZASI
da, kendisini dinleyen herkesi duy­
gulandırmış, birçok hakemi ağlat-
mıştı. Durum, Ankarada da aynıy­
dı. Ulvi Yenal konuttu, hakemler MEHMET ve TURGUT GÜDÜLLÜOĞLU
ağladılar. Birbirlerine düşen ha­
kemler, Ulvi Yenalin sözleriyle öy­
Pamuklu, yünlü ve ipekli çeşitleriyle emrinizdedir.
lesine etkilendiler ki herşeyi unut­
tular. Ancak Ulvi Yenal salonu ter-
kettikten sonra kendilerine gelebil- Atatürk Bulvarı No: 88/A, Yenişehir — Ankara
diler.
Yenal gittikten sonra hakemler, (AKİS: 349)
"Bizi ağlatan çoktu, bunlara bir de

24 9 Eylül 1967
T İ Y A T R O ve bu garip davranışı açıklamasını
istemek zorunda kalıyor.
Orgon'u bu açıdan inceleyince, o-
yun boyunca yalnız dadılığım ettiği
meğe karar veren, onu hor gördüğü Mariane'ı değil, bütün aileyi çekip
Fransa için oğlunu evden kovan, ona çek­ çeviren o zeki, toksözlü ve cesaret-
Planchon'un "Tartuffe"ü mecesinde gizlediği, eski bir dostu­ li Dorine'e Moliere'in - Orgon'un
Tiyatro yazarımız Lûtfi Ay, na ait, siyasi belgelerden bahsetmek Tartuffe'e olan tutkusu üzerine -
Fransa izlenimlerini yazmakta gafletini gösteren hep kendisidir. söylettiği şu sözler, Planchon'un yo­
devam ediyor. Aşağıda, bu se­ Bu konularda Tartuffe'ün en küçük rumuna büyük bir aydınlık getiri­
rinin üçüncü yazısını bulacak­ bir dileği bile olmamıştır. Cleante'- yor: "— Bu Tartuffe'e tutulalı bir
sınız. ın belirttiği gibi, bu davranışının alıktır olup çıktı... Ona öylesine tut­
nedeni, derin bir sofuluk da değil. kun ki, gözüne ne ana görünüyor,
Bu akşam Avignon, Moliere'i alkış­ ne oğul, ne kız, ne de karı... İnsan
ladı. Moliere'e ve onun "Tartuf- O halde? Orgon'u böyle körükörüne
Tartuffe'e bağlayan ne olabilir? sevgilisine de bundan fazla muhab­
fe"üne yeni bir yüz, yeni bir ifade bet gösteremezi"
kazandıran Roger Planchon'u... Bu­
rada ne Moliere'i, ne de ölümsüz e- Orgon'da homoseksüalite Rene Allio'nun, açıkhavaya uy­
serini anlatmıya lüzum var. Ama Bu sorunun cevabını Planchon, ho- guladığı dekor ve kostümleri bu yo­
Planchon'u ve yorumunun özellikle­ moseksüel duygularda buluyor. rumu tamamlıyor. Papalar Sarayı-
rini biraz anlatmalıyım.
"Tartuffe"ün sahneye koyucusu
henüz otuzaltısında, ama şimdiden,
Fransız tiyatrosunun yarınını hazır-
lıyan ustalardan biri. Tiyatroculuğa
amatör sahnelerde başlamış, arka­
daşlarıyla düzenlediği turnelerde
istidadını geliştirmiş, 1952'de, Lyon',
da, Komedi Toyatrosunu kurmuş,
1957'de de -Lyon'un bir mahallesi
haline gelen - Villeurbanne Şehir Ti­
a
yatrosunun başına getirilmiş. Bu ö-
nemli bölge tiyatrosu, çok geçme­
den, onun çalışmaları sayesinde, ye­
ni bir üslûp yaratmış, Parisle boy
cy
ölçüşür olmuş. Burada Shakespea-
re'den Brecht'e, Moliere'den Ada-
mova kadar sahneye koyduğu oyun-
lar, ününü bütün Fransaya yaymış.
Planchon, "Tartuffe"ü 1963'de
sahneye koymuştu. Ama geride bı­
raktığı - en azından elliyi aşkın - re­
pe

ji içinde hâlâ en çok sözü edilen - ve


afişte kalan- mizansenlerinden bi­
ri odur. Jacques Lemarchand diyor
ki; "Bu 'Tartuffe', bütün bir kuşa­ Avignon Festivalinde Moliere'nin "Tartuffe"ü
ğın malı olacak!". Planchon'u başa­ Planchon'un yeni yorumu
rıyla ulaştıran, eseri yani bir açıdan
ele alması. Yorumu, bellibaşlı kişi-
lerin "kim oldukları"nı değil, "ne Ona göre, Orgon'u Tartuffe'e bağ­ nın bir duvarını, yani sahneyi, boy-
yaptıkları"nı araştırmaya dayanıyor. layan, bu çeşitten bir eğilimdir. A- danboya kaplayan, çırılçıplak uzan­
ma, kendisinin de farkında olmadı­ mış bir "İsa" panosu, bütün oyuna
Geleneğin tanıttığı Orgon-Tartuffe ğı, bilinçaltı bir sapık eğilim... Ni­ "sensuel" bir hava katıyor. Meyilli
ikilisini, o koyu burjuva aile çevresi tekim, Planchon'un Orgon'u, geziye -ve sahici- bir parke üzerine yer­
içinde gelişen entrikayı, seyirciye çıkarken herkesi kucaklıyor, öpü­ leştirilmiş 17. yüzyıl üslûbunda bir­
unutturmağa çalışmış. Orgon'u, a­ yor, ama Elvire'le vedalaşmayı ak­ kaç parça eşya, sadeliği içinde za­
şırı sofuluğun gözlerine perde çek­ lına bile getirmiyor. Tartuffe'ün ka­ rif kostümler, kişilerin "beşeri" yön­
tiği bir budala gibi değil, ne yaptı­ rısına saldırdığı sahnede, -inanma­ lerini duyurmağa çalışan oyunu, ö-
ğım bilen, her isteğini, herşeye rağ­ dan ve "istemeye istemeye" - sak­ zellikle Jacques Debary'nin (Orgon),
men, yerine getiren, dediğidedik bir landığı masanın altından çıkmak Michel Auclair'in (Tartuffe) ve A-
"Efendi" olarak görüyor. Gerçekten bilmiyor. O kadar ki Elvire, ne ök­ nouk Ferjac'ın (Elvire) çok ölçülü
de bütün aksiyona hakim olan, o- sürmelerin, ne masayı yumruklama­ ve nüanslı oyunlarını, süslemeğe ye­
nun iradesidir. Tartuffe'ü, o düzen­ nın, ne de iki anlamlı sözlerinin fay­ tiyor. Festival seyircisi de, bu erotik
baz papaz bozuntusunu evine alma­ da ettiğini görünce, kocasından, çağda, Freud'u iyi bilen bir sahne­
ğa, ona kızını, malını mülkünü ver­ haklı bir öfkeyle, ortaya çıkmasını ye koyucunun "Tartuffe" gibi ka-

9 Eylül 1967 25
TİYATRO AKİS

Avignon'da türkler
Avignon Festivalinin büyük özel­
liklerinden birinin "Uluslararası
Gençlik Karşılaşmaları" olduğunu
anlatmıştım. Çeşitli ülkelerden gelen
üçbinden fazla genci biraraya geti­
ren bu "karşılaşmaları yakından
görmek istedim ve çoğunun toplan­
dığı Avignon Lisesinde İstanbullu
bir türk genciyle karşılaştım: An­
kara yokuşunun ünlü otellerinden
birinin sahibinin oğlu olan ve Lo-
zanda Siyasal Bilgiler Fakültesin­
de okuyan Semih Vaner. Bana, gru-
pundaki italyan, yugoslav, fransız
arkadaşlarını tanıttı. Lisenin büyült
yemekhanesinde hep beraber yemek
yerken bana, Avignon'daki temsil­
lerden, açık oturumlardan, ünlü sa­
nat adamlarıyla her konuda tartı-
şabilmekten ne kadar memnun ol­
duklarım, tiyatro kültürlerinin ne
kadar zenginleştiğini anlattılar.

Yemekten sonra, Kız Lisesinin


bahçesine gittik. Yüzyıllık çınarların
"Mavi, Beyaz, Kırmızı" gölgesinde Albert Simon, gençlere
a
Fransız aristokrasisinin ve İhtilâlinin panoraması Moliere'i, "Tartuffe"ü, Planchon'un
yorumunu açıklıyordu. Burada Pa­
lıplaşmış sanılan klâsik oyunlara irleri, hafifmeşrep kadınlar, Kral­ ris Büyük Elçimiz Nurettin Verginin
-ve kişilere - ne ilgi çekici yeni an­ cılar, İhtilâlciler, Cumhuriyetçiler.-kıza Nur Verginle karşılaşmak bizim
cy
lamlar, ifadeler kazandırabileceğini Yirmiye yakın kişi, 21 tablo bo­ için güzel bir sürpriz oldu. "Yedi
görmüş oluyor. yunca, olayların akışına kendileri- Balkonlu Ev"in çevirmeni, birkaç
ni kaptırarak lüksten sefalete, şa­ gün için, temsilleri izlemeğe gelmiş,
"Mavi, Beyaz, Kırmızı" todan hapishaneye kadar, her du­ Albert Simon gibi ünlü bir Molie-
re uzmanının konuşmasını da ka­
Poger Planchon'un Avignon'da sun­ ruma aynı kayıtsızlık içinde inti­ çırmak istememiş. Onlarla beraber
duğu ikinci oyun, fransız bay­ bak ederek maceralarım yaşıyor­ Albert Simon'u dinlerken, Devlet
rağının renklerini ve kendi imza­ lar. Ama hiçbiri, Pariste olup biten Konservatuvarının Tiyatro bölü­
sını taşıyor. İkinci adı da özü hak­ ve kendilerini şehirden şehire, hat­
pe

münde, Dil ve Tarih-Coğrafya Fa­


kında bir fikir vermeğe yetiyor: tâ Fransadan İtalyaya göçetmek zo­ kültesinin Tiyatro Kürsüsünde oku-
"Les Libertins". runda bırakan sosyal ve politik ge­
lişmelerin bilincine varmış değil­ yan gençlerimizden fransızca bilen­
Bu 21 tabloluk oyunda Planchon, dir. Oyunun fikir yapısı, bu yüzden, leri Avignon Festivaline göndermek­
tiyatro yazarı olarak, dramatik bir belki yetersiz kalıyor. Ama Planc­ le neler kazanabileceğimizi düşün-
fresk halinde, Fransada 1788'den hon'un çizdiği tablo, 1789 İhtilâlinin düm. Uluslararası Tiyatro Ensti­
1800'e -Bastille'in zaptından Ma- öncesinde ve sonrasında, sonsuz bir tüsünün Türkiye Milli Merkezi, vak­
rengo savaşma- kadar geçen olay- "libertinage" içinde yaşıyan, imti­ tiyle isabetli bir iş yapmış, Devlet
ları canlandırmış. Bu panorama i- yazlı soylular sınıfının maddi ve Tiyatrosundan, İstanbuldan birkaç
genç oyuncumuzu bu Festivale gön­
çinde sahneye çıkardığı kişiler, soy- mânevi çöküşünü kaçınılmaz hale
dermişti. Avignon'a gidenlerden biri
lu bir taşra ailesinin ve çevresinin getiren nedenleri ve İhtilâl Fran- de Coşkun Tunçtandı. Fransada
dinî, ahlâkî ve siyasî bütün inanç­ sasının düştüğü anarşiyi açıkça gös- kaldı, Parise yerleşti. Şimdi Paris
larım yitirmiş, sinik kişileri: genç teriyor. sahnelerinde sahneye eserler ko­
ve güzel karısını kendi alemine bı­ yuyor, çevirileri oynanıyor. Pek ya­
Andre Acouart'ın havayı veren
rakmış, bir aktrisle yaşıyan miras­ -ve hızla değişen- dekor ve kos­ landa Ankarada, Devlet Tiyatrosu
yedi bir Marki; neye inandığı ve gü­ tümleri içinde Jean-Pierre Cassel sahnesinde, Moliere'in "Kadınlar
vendiği pek belli olmıyan Başpisko­ (Marki), Michel Auclair (Başpisko­ Mektebi"ni de onun mizanseniyle
pos bir ağabey; çeşitli eğilimler, fi­ pos), Marie Dubois (Markiz), Da- seyredeceğiz.
kirler ve alabildiğine dengesiz bir nielle Volle (Aktris), Claude Lochy
yaşantı içinde eğlenen, nükteler sa­ (Halk Şairi) gibi tecrübeli sanat­ İlk denemenin verdiği bu güzel
vuran, kaçan, kovalayan, ölen, öl­ çıların renkli, canlı oyunları zevkle sonuç, ilgilileri, bu konu üzerinde
düren subaylar, rahipler, halk şa­ izleniyor. önemle durmağa yöneltmelidir.

26 9 Eylül 1967
S İ N E M A film çevirir ve 1956'daki 49 filmin
31'ini yine 31 film şirketi meydana
getirirken, 1966'da 231 filmin yalnız
39'unu 39 yapımevi meydana getir­
miş, geri kalanı, her. yapımevine
Türkiye daki durum yakından incelendiğin­
de, bu gerçek iyice belirmektedir. 2'şer, 3'er, 4'er... 11'er olarak dere­
1966 yılında sansüre tamamlanmış ce derece yükselmek şartıyla düş­
1 sandalye +1 masa = 1 film müştür. Bütün bu rakamlar, yirmi
Bir ülkede film enflâsyonu, man­ olarak sunulan filmlerin sayısı
231'dir. Bu 231 filmi 85 yapımevi yıldanberi sinema endüstrimize hâ­
tar biter gibi çoğalan gecekon­
du yapımevlerinin sinema endüstri­ meydana getirmiştir. Yapımevi ba­ kim olan anlayış ve uygulamanın,
sini sarmasıyla kendisini gösterir. ­­­a düşen ortalama film sayısı bazan dışarıdan bakınca şaşırtıcı o-
Genellikle, yapımevi başına düşen 2.7'ye yükselmiştir. Ama bu yükse­ lan görünüşüne rağmen, hiç değiş-
film sayısı 1-2'yi geçmez. Çoğu za­ liş, gecekondu yapımevlerinin, ka­ meksizin süregeldiğinl ortaya koy­
man yapımevleri, tek fimi çevirmek pasitelerini çok aşan sayıda çırpış­ maktadır. Bazılarının "sinemamız­
için kurulmuştur. Zaten çoğu da, tırma filmler meydana getirmele- da gelişme" dedikleri şey de, işte
bu tak filmi çevirdikten sonra or­ riyle sağlanmıştır. Nitekim 1966 yı­ bu kof rakamların altında yatan,
tadan kaybolur, yerini bir başka lı içinde 7 yapımevi 6'şar film, 2 ya­ değişmiyen gerçektir.
"mantar" yapımevi alır. Bunun tam pımevi 7'şer film, 3 yapımevi 8er
karşıtı gibi görünmesine rağmen film ve yeni bir rekor olarak 2 ya­
aslında "1 sandalye + 1 masa = 1 pımevi de 11'er film çevirmiştir. O- Sinemacılar
film" formülüne hiç de aykırı gö- nar yıllık arayla ele alınacak üç yıl­ Bir oyuncunun ölümü
rünmiyen bir şekli daha vardır. O da sinemamızın durumu, yapımevi
da, yukarıdakinin aksine olarak, bir Sinema seyircilerinin en gençleri,
yapımevinin normalin üstünde film ve film yapımındaki bu enflâsyon­ Paul Muni'yi ancak, son filmi o-
çevirmesidir. Yılda yarım düzine­ cu gelişmeyi, aynı zamanda formü­ lan 1959'daki "The Last Angry Man -
den iki düzineye kadar film çevi­ lün değişik kılığına rağmen, filmle­ Son kızgın adam "dan tanırlar. Ama
ren, gerçekte kapasitesi 1-2 filmlik- rin değişmiyen niteliğini ortaya uzun yıllar perdeden ayrı kalmış,
ten başka olmıyan yapımevlerinin koymaktadır: 1946'd'a film yapımı­ son filmleri büyük bir özellik gös-
çalışması bu sınıfa girer. Yukarıda­ na fiilen 4 yapımevi katılmış ve 4 termiyen Muni'nin değerini "Son
ki formül, böyle bir durumda şu­ film ortaya koymuştur, yani her kızgın adam"la anlamak hayli güç­
nun için bozulmuş sayılmaz ki, or­
taya konan bu yarım düzine, bir
a
yapımevine 1 film düşmektedir. On
yıl sonra 1956'da film yapımına fi­
tür. Yine sinema seyircilerinin ço­
ğu için Muni, Charles Vidor'un
düzine, iki düzine filmin hepsi "çır- ilen 37 yapımevi katılmış ve 49 film 1945'te çevirdiği ve Chopin'in haya­
pıştırma"dır ve hepsi sıkılsa, için­ meydana getirmiştir. Her yapım­ tim anlatan "A Song to Remember -
cy
den bir filmlik malzeme ve emek ­ine ortalama 13 film düşmekte­ Unutulmaz şarkı"da Chopin'in ho­
ya çıkar ya çıkmaz. dir. 1966'da ise, yukarıda belirtildi­ cası rolünü oynıyan adamdır. Muni,
ği gibi yapıma 85 yapımevi katılmış bu filmdeki kısacık rolüyle, zama­
Sinemamızın, özellikle 1948'den ve 231 film meydana getirmiştir, her nın moda oyuncusu Chopin - Cor-
sonraki döneminde rastlanan du­ yapımevine on yıl öncesinin iki ka­ nel Wilde ile Georges Sand - Merle
rum, "1 sandalye + 1 masa = 1 tı film, yani 2.7 film düşmektedir. Oberon'u rahatça silerek dikkati
film" formülüne tıpatıp uygun geçi­ 1946'da 4 yapımevinin her biri l'er çekiyordu.
yordu. Yanlış koruma sistemi, or­
pe

taya birdenbire bir sürü yapımevi


çıkarmıştı ve bu yapımevlerinin her
biri, yılda 1-2 film meydana getiri­
yordu. Nitekim, 1950-59 arasındaki
on yıllık dönem topluca ele alındı­
ğında, her yılın yapımevi başına
düşen ortalama filminin 1.5'i aşma­
dığı görülür. Yine bu dönemde
ve aynı zamanda sinemamızın tâ
başlangıcından 1960'a kadar yılda
5 filmden fazla çeviren yalnız bir
yapımevi ortaya çıkmıştır ki, o da
çok ve ucuz çırpıştırma film çevir­
mekle ün yapmış bir yapımevidir ve
o bile yılda 5 filmlik rekoru iki se­
ferinde 6, bir seferinde 8, bir sefe­
rinde de 9 filmle kırmıştır.
1960'tan sonraki dönemde, "1
sandalye + 1 masa = 1 film" for­
mülünün ikinci versiyonu, ilkinin
yerini alır. Yani yapımevlerinin
meydana getirdiği yıllık film sayısı
bazan çok büyük rakamlara yükse­
lir ama, yukarıda da belirtildiği gi­
bi, bunların hemen hepsi çırpıştır­ Muni, "Ben bir p r a n g a mahkumuyum"da
ma filmlerdir. Nitekim 1966 yılın­ Beyazperdede unutulmaz roller

9 Eylül 1967 27
SİNEMA AKİS

Ama, Muni'nin beyazperdedeki a- yük başarılarını sağladı. Bunların ki başarısından sonra sahneden de,
sıl başarıları, 1929'dan 1939a kadar başında, 1932'de Howard Hawks'ın perdeden de çekildi ve geçen hafta
uzanan on yıllık dönemde yer al­ yönetiminde çevirdiği "Scarface - bir kalp krizinden bayata gözlerini
maktadır ve bu dönemde çevirdiği Alkapon" gelmektedir. "Alkapon", yumuncaya kadar, çok sevdiği bu
bir avuç filmiyle Muni, sinemanın Muni'nin birazdan "uzman"ı olaca- iki alandan da ayrı yaşadı.
hem sahne, hem de perdede aynı ğı biyografik filmlerin ilkidir ve Sabır, titizlik ve çalışkanlık
başarıyı ve kaliteli oyunu gerçek­ Muni bu filmde, içki yasağı Ameri- Birçok meslektaşının aksine Muni
leştirmiş sayılı oyuncularından biri­ kasının en ünlü gangsteri Alka- ne sahnede, ne de perdedeki
dir. pon'u bütün gaddarlığı, kurnazlığı meslek hayatında hiç bir "metod"a
1895'te Polonyada doğmuş olan ve tikleriyle, en küçük ayrıntıları­ bağlı kalmamıştır. Eğer "metod"
bu musevî asıllı, ufak tefek yapılı na kadar canlandırmasıyla dikkati, adı verilebilirse, Muni'nin uygula­
adam, tiyatro oyuncusu olan bir ai­ çekmektedir. dığı tek metod sabır, titizlik ve yo­
leden gelmektedir. Kendisi, henüz Gangster filmleri arasında ilk rulmak bilmez bir çalışmadır. Per­
küçük yaştayken, ailesiyle birlikte şaheser sayılan bu filmden sonra, dede bir avucu aşmıyan filmlerin-
Birleşik Amerikaya göç etmiş, ilk Muni, Mervyn Le Roy'un "I'm a deki unutulmaz kompozisyonların-
defa 1918'de New York'taki musevî Fugitive From a Chain Gang - Ben da da, sahnedeki başarılarında da
tiyatro topluluğu olan "Yiddish bir pranga mahkûmuyum'u (1932) hep bu ilkelere bağlı kalışının büyük
Art Theater"da sahneye çıkmıştır. çevirdi. Amerikan adalet sisteminin payı vardır. Muni'nin çalışma tar­
1926'ya kadar bu toplulukla bütün sert bir eleştirmesi olan "Ben bir zının en iyi örneklerini, biyografik
Birleşik Amerikayı dolaşan Muni, pranga mahkûmuyum", Muni'nin filmlerine hazırlanışında görmek
aynı yıl "Yiddish Art Theater"dan başarısına çok şey borçludur ve mümkündür. Yılda kendisine su­
ayrılmış ve ertesi yıl, Burnet ile Ab- filmin, kamuoyundan gizlenen bir­ nulan dört senaryodan istediği iki­
bot'un bir polis dramı olan "The çok gerçeği açığa vurması, ameri­ sini seçen Muni, senaryoyu sadece,
Four Walls - Dört duvarcıyla sah- kan infaz sisteminde köklü değişik- bir "ham madde" olarak kabul e-
nede ilk büyük başarısını kazanmış. likler yapılmasına yol açmıştır. der, senaryonun dışında bir sürü
kaynaktan yararlanmadan film çe­
tır. Bu piyesteki başarısı; Muni için,
aynı zamanda başka önemli deği­
a
1936'da Pearl Buck'ın, o vakitler
virmeye yanaşmazdı. Emile Zola'yı
"best-seller" niteliği kazanan "The
şikliklere de' yol açmıştır: Aynı pi­ Good Earth - Toprak ana" -veya canlandırmak için yaptığı hazırlık
yeste başrolü oynıyan Bella Fin- "Sarı esirler" romanının beyazper­ bunun güzel bir örneğidir. İşe önce
kel'le evlenmiş, e zamana kadar a- fizik benzerlikten başlıyan Muni.
cy
deye aktarılışında Louise Rainier
sıl adı olan Frederich Meyer Weisen- ile birlikte başarılı bir çinli kompo­ Zola'nın bellibaşlı bütün fotoğraf-
fround adını kullanırken, 1929'da zisyonu yaratan Muni, 1936'da, hep­ larını incelemiş, bu cansız fotoğraf­
sinemaya geçince Paul Muni adını si de William Dieterle'nin yöneti- lardan aynı zamanda Zola'nın dav­
kullanmaya başlamıştır. minde çevirdiği ünlü biyografik ranışlarını, hareketlerini çıkarmaya
İki alanda başarı filmler serişine başladı. Bunların çalışmıştır. Zola'nın bütün eserleri­
Muni, sinemaya, William K. Ho- ilki, kendisine bir Oscar kazandı­ ni okumuş, Zola hakkında yazılan
ward'ın çevirdiği "The Valiant'- ran "The Story of Louis Pâsteur- başlıca kitapları incelemiş ve Zo­
Yiğit"le başladı. Bir süre yalnız si­ Pasteur'ün hayatı"dır. Tıp alanının la'yı zamanının olayları içinde ele
pe

nemada çalıştı. 1931'de Elmer Rice'- ünlü kişisini yarattığı bu filminden almıştır. Filmin içinde önemli bir
ın "Counsellor-at-Law - Hukuk da- sonra Muni, ertesi yıl, bu defa ede­ yer tutmasına rağmen, yine de Zo­
nışmanı" piyesinde ikinci büyük ba­ biyat alanının ünlü kişilerinden Zo­ la'nın hayatının sadece bir bölümü­
şarısını kazandı ve bu piyesten son­ la'yı 'The Life of Emile Zola . Emi­ nü meydana getiren Dreyfus dâva-
ra 1939'a kadar kendini yalnız sine­ le Zola'nın hayatı"nda canlandırdı. sı için senaryodaki bölümle "yetin-
maya vererek, bu alandaki en bü- Nihayet 1939'da, John Huston'un miyen Muni, Fransadan bu dâvanın
bir senaryosu üzerine hazırlanan bütün duruşma tutanaklarının foto­
"Juarez"de, Meksikanın yerli asıllı kopilerini getirtip incelemiştir. Ay­
büyük liderini unutulmaz bir usta­ larca süren bu titiz çalışma sonunda
HER ÇEŞİT ESKİ ve lıkla canlandırdı. filmin çekimi gerçekleştirilirken.
artık kameranın karşısında oyuncu
YENİ KİTAP Muni, 1939'da yeniden sahneye Ptul Muni değil, her yönüyle müm­
döndü ve sahne ile perde çalışmala­ kün olduğu kadar Zola'yı andıran
ALINIR — SATILIR rını birarada yürütmeğe başladı. bir ihsan bulunmaktaydı.
Ama bu defa ağırlık noktası artık
KİTAP İHTİYAÇLARINIZ sahneye kaymıştı. Nitekim bu dö­
İÇİN BIR TELEFON nemde filmlerinden çok, piyesler-
deki oyunuyla ününü sürdürdü. Operatör Doktor
KAPIDIR. 12 38 47 Bunlar arasında özellikle Maxwell
Anderson'un "Key Largo", Sidney MUZAFFER ARGUN
ADRES: BÜTÜNDÜNYA Howard'm They Knew What They
KİTAP SARAYI Wanted - Ne istediklerini biliyor­ Kadın Hastalıkları
Selanik Caddesi No: 6/2 lardı" ve "Death of a Salesman - Sa- Mütehassısı
tıcının ölümü" piyesleri başta gel­ Tel: 12 79 43
(AKİS: 350) mektedir. Ancak, kalbinden rahat­
sız olan Muni, 1953"te "Inherit the (AKİS: 351)
Wind - Rüzgârın mirası" piyesînde-

28 9 Eylül 1967
Bir baştan bir başa
Birleşik Amerika.,
ancak bizimle.
a
cy
pe

Ne gün isterseniz sizi o gün götürürüz.


Ö n c e sizi N e w Y o r k ' a g ö t ü r e c e ğ i z . uçurabiliriz. B u y ı l B i r l e ş i k A m e r i -
Eğer Californiaya gitmekte iseniz, ka'yı keşfetme yılıdır. P a n A m se-
New York'u ziyaretiniz, bilet ücretini­ y a h a t a c e n t e l e r i n d e b ü t ü n tafsilâtı
ze tek bir kuruş ilâve etmeyecektir. bulabilirsiniz. Bizimle gittiğiniz yer
Bundan başka, günlük yeni jet sefer- neresi olursa olsun, m e v c u d u n en
lerimizden biri ile şimdi sizi New i y i s i ile u ç t u ğ u n u z u f a r k e d e c e k s i n i z .
York'tan doğruca San Francisco'ya Bu da güzel bir histir.

29
(Manajans: 2663) — 348
niçte buldum. Burada türkler ve
başka esmer adamlar vardı. Bunlar,

ARAŞTIRMA
neden gülümsedikleri hiç de bilin­
meyen, iyi ve yoksul kimselerdi.
Vursan da, dövsen de gülüyorlar­
dı. Ben bunlara da acımıştım. Çün­
kü, herkesin kendine ait bir işi, ha­
yatla bir ilişkisi vardı."
Bu sözler, kendine özgü bir ha­
yat ve insan anlayışı, kendi tarzın­
da bir insan tarafı bulunan bir kim­
çok kimseye, birbirlerini öldürmek­ se, bir komutan tarafından söyleni­
ten üzüntü duyup duymadıklarım
Rus köylüsü sorduğum zaman, hiçbir üzüntü
yordu. Kendisini takdir eder ve hat­
tâ sever görünen askerlerine iyi
duymadıklarını söylediler: muamele ediyor ve mesleğini sevi­
"— Onun bir tüfeği var, benim yordu.
de bir tüfeğim var. Demek ki, biz Ona Rusyadan ve Rusyanın dün­
Dayaktaki keramet eşitiz. Birbirimizi öldürürsek ne yada taşıdığı önemden söz etmek
çıkar? Dünya bizden kurtulur." istedim. Sigarasını içerken, dalgın
Bugün, Kızılordunun önemli tü­ bir şekilde beni dinliyordu. Birden,
Dünyanın hiçbir yerinde kadının, menlerinden birinin komutanlığını
rus köylerinde olduğu gibi insaf­ gözleri büyük bir iç sıkıntısıyla kı­
yapmakta olan, Avrupa savaşına ka­ sıldı ve içini çekerek, bana şu söz­
sızca ve vahşi şekilde dövülebilece- tılmış bir asker, bana, bu konuda
ğini düşünemiyorum.. Gene muh­ leri söyledi:
çok orijinal bir cevap vermişti:
temelen, dünyanın hiçbir yerinde, "— Oh, tabii!.. Rusya çok muh­
"— İç savaş kolay. Fakat insana teşem ve değişik bir güç teşkil edi­
aşağıdakilere benzer halk sözleri güç gelen, yabancılara karşı savaş-
bulamıyacaksınız: yordu. Fakat şimdi, eğer benim fik­
maktır. Çünkü, seninle açık konuş­ rimi soracak olursanız, o, tam anla­
"Karıın değnekle döv, sonra yak­ mak isterim yoldaş, bir rusu öl­
laş ve dinle: eğer nefes alıyorsa, kı­ mı ile, pisliğe gömülmüştür."
dürmek daha az üzücüdür: Biz çok Öyle sanıyorum ki, savaş bu tipte
pırdanıyorsa, daha cam sopa isti­ kalabalığız ve çok fakir bir hayat
yor demektir." sürüyoruz. Bir köyü yaktığımızı dü­ pek çok insan yaratmıştır ve çok
"Kadın, bir erkeğin hayatında
a
şün, ne çıkar? Zaten kendiliğinden sayıdaki budala çetebaşıların sahip
iki defa önem kazanır: birincisi, o- yanacak değil mi? Sonra bu, niha­ oldukları psikoloji de bu psikolo­
nu ilk defa eve götürdüğün zaman; yet bir iç torun, bir nevi manevra­ jidir.
ikincisi; mezara götürürken.." dır ve eğiticidir. Fakat ben Dünya
cy
"Kadınlar ve hayvanlar için mah- Savaşında Prusyada iken durum Aptal değil, gerçekçi!
keme yoktur." bambaşka idi: Yârabbim, o zaman,
"Kadın ne kadar dayak yerse, oranın insanlarına, yakılıp yıkılan
yemeği o derece iyi olur." köylerine, şehirlerine, genellikle bü­ Konu gaddarlıktan açılınca, Rus­
Köylerde, halkın yüzlerce yıllık tün kuruluşlarına nasıl acırdım! yada "pogrom'ların yahudilere
tecrübesinden gelme, böyle, pek Bilinmeyen bir sonuç için muazzam karşı giriştikleri mezalimden söz
çok atasözü vardır. Bu öğütlere say­ bir kuruluşu yıkıyorduk. Doğrusu, etmemek mümkün değildir. Pog-
gı gösterilir ve çocuklar bu zihni­ bunu miğde bulandırıcı bulmuş­ romların, iktidarı ellerinde tutan
yet ve anlayış içinde yetiştirilirler. tum. Hayatın vahşetine tanık olmak­ budala gaddarlar tarafından yöne­
pe

Rusyada zaten, çocuklar da aynı tan öylesine bıkmıştım ki, yarala­ tilmiş olmaları hiçbir şeyi ve hiç
şekilde dövülürler. Bu konuyla il­ nınca âdeta memnuniyet duydum. kimseyi temize çıkaramaz. Yahudi-
gili olarak, Moskova bölgesinde iş­ Sonra kendimi Kafkasyada, Yude- lerin öldürülmesine ve herşeylerinin
lenen cinayetler hakkında bilgi sa­
hibi olabilmek için, Moskova Mah-
kemesinin 1901'den 1910'a kadarki
raporlarını karıştırdım. Bu inceleme
Maksim Gorki anlatıyor!
sonunda, işkence edilmiş çocukla­ 1922lerde, kendisinden rus halkını anlatması istenen büyük
rın sayısının ve küçüklere karşı iş­ rus yazarı Maksim Gorki, o güne kadar akıllı - uslu, halim - se­
lenmiş cinayetlerin beni altüst etti­ lim, sabırlı, kan dökmekten, insanlara eziyet etmekten hoşlan­
ğini söylemek isterim. Rusyada ge­ mayan insanlar olarak tanıtılan rus halkını, bir büyük yazar ba­
nellikle, karşıdaki kim olursa ol­ ğımsızlığı içinde, gerçekçi bir açıdan anlatmaktadır. Bu, Çekhov
sun, dövmeyi çok severler. Halkın ve İvan Buninle başlıyan tenkitçi bir tanıtmadır. Rus halkını,
görüşü, dayaktan geçirilmiş kimse- özellikle de rus köylüsünü iyi tanımak, İhtilâlin temelinde yatan
nin değerlendiği merkezindedir. sebepleri anlamak demektir. Gorkinin yaptığı da budur.
Hattâ, şu anlamda bir de söz var­ Rus köylüsü, maksatlı bir "halkçı edebiyat'ın tanıttığı gibi,
dır: "Dayakla eğitilmiş bir adam, uysal, kan dökmekten hoşlanmıyan, hatıralara saygılı, itaatkâr,
dayaksız yetişmiş iki adamdan üs­ devlet gücüne körükörüne bağlı, aptal bir köylü değildir. Büyük
tündür." İhtilâli öncesi ve sonrasıyla yaşamış" olan, rus köylüsünü çok
Dayak atmayı mutluluğun önem­ iyi tanıyan Gorki, teşhisini koymaktadır: "O, budala değil, ger-
li bir şartı olarak kabul eden ata­ çekçidir."
sözleri bile vardır. Örneğin, bunlar­ Batılı, cedlerinin eserlerini, doğduğu günden itibaren elinin
dan biri şöyle der: "Yaşamak güzel altında bulur ve onlarla haşır - neşir olarak büyür. Oysa ki rus
olabilirdi, eğer dövülecek kimse bu­ köylüsü, sonsuz stepte toprak, ekin, ot ve kardan başka birşey
lunsaydı.." görmez. Elinden alınmış, üzerinde tam bir köle hayatı sürdüğü
İç savaşa faal olarak katılan bir- topraklar, ona, "hatıralara saygısızlık" telkin eder.
9 Eylül 1967
30
AKİS ARAŞTIRMA

yağma edilmesine bu budalaların, lerle karşılaşmışımdır. Tabiat, rus ma vurmak lâzımdır!", "insanın ye­
yüzlerce pogromisti, yahudi kadınla­ köylüsünü budala yaratmamıştır ve mek için kudreti vardır da, çalış­
rın memelerini kesmeye, çocukla­ o, bunu bilir. O, çetin hayatım en mak için yoktur", vs. gibi...
rını boğmaya, kafataslanna çivi çak­ iyi şekilde yansıtan birçok hüzün­ O, bu çeşit binlerce atasözüne,
maya zorlamadıktan açıktır. Bu ca­ lü şarkı, birçok gaddar ve bayağı tekerlemeye sahiptir ve bunları us­
navarlıkları daima, kütlelerin ken­ masal ve binlerce atasözü yaratmış­ talıkla kullanmasını bilir. Bunları
di inisyatiflerinin bir eseri olarak tır. Mujik, hiçbir zaman, aptal de­ çocukluğundanberi duyar ve içle­
kabul etmek gerekir. ğildir. "Şeytandan korkma, insan­ rinde saklı bulunan hüznü, acıyı,
Peki ama, XIX. yüzyıl rus ede­ lardan kork", "yakınlarını döv, ya­ gerçeği, kendi kendisiyle alayı ve in­
biyatının bütün dünyaya o kadar bancılar seni sayarlar" gibi sözler, sanlara karşı birikmiş kini çok iyi
güzel ve ikna edici bir dille anlat­ hep onundur. Doğruluk kavramı kavrar, insanlar ve özellikle de şe­
tığı akıllı-uslu, halim-selim ve iyi hakkında pek de iyi bir kanaati yok­ hirde yaşıyanlar onu çok rahatsız e-
rus köylüsü, bu yılmak nedir bil­ tur; "gerçek, insanı beslemez", der; derler. Bunlar, mükemmel birer tu­
mez, gerçek ve adalet düşkünü in­ "eğer iyi yaşıyorsan, yalanın ne ö- feylidirler ve onun alınterini ve ka­
san nerededir? nemi var?", der; "doğru adam, bir nını emerek semirmişlerdir. Bu yüz­
budala kadar zararlıdır", der. den o, âdeta ilâhî bir sevgiyle bağlı
Gençliğimde, bu tanıma uygun bulunduğu bu topraklar üzerinde
bir insanı Rusya köylerinde çok a- Rus köylüsü, kendini her işi yap­ boşuna yaşadığına inanır. Rus köy­
ramış, fakat ne yazık ki bulama­ mağa muktedir ve yetenekli saydığı lüsü, etiyle, kanıyla bağlı bulundu­
mışımdır. Köylerde daha çok, işine için, şu atasözlerini yaratmıştır: ğu bu toprakların, kendisinden zor
geldiği zaman saf görünmeyi mü- "bir rusa vur; o, sana hemencecik kullanarak çalındığı inana içinde­
kemmelen beceren gerçekçi köylü­ bir saat yapıversin", "vurmak, dai­ dir.
a
cy
pe

Vladimir İliç Lenin. Onu bu kıyafet içinde, böylesine "kendini bırakmış", bir kanapede oturur halde görüp
de, "koca ihtilâli yapan adam bu mu?" diye hayret etmemek mümkün mü? İşte, Bolşevik İhtilâlinin bir
özelliği de, halktan ayrı düşmemeğe çalışan liderlere sahip olmasıdır. Dışın sessizliğine bakıp da için uysal­
lığına hükmetmek, rus halkını tanımamak demektir.

9 Eylül 1967 31
ARAŞTIRMA AKİS

miyle yanlıştır. Bunin, herşeyden yelerine şu soruyu yöneltmişti:


Rus edebiyatında köylü önce, çok iyi bir sanatçıdır ve bü­ "— Sizler, ey bilim adamları, lüt­
tün mesele de bundan ibarettir. Fa­ fen bana, şu sorunun cevabım verin
Rus köylüsü, Byron'dan çok önce, kat zamanımızın rus edebiyatında, bakalım: Bir adam, benim ineğimi
"köylünün alınterinin, mal sahibi­ köyün korkunç cehaleti hakkında boğazlamıştı. Onu öldürdüm ve bu
nin ismine bedel olduğunu" anlamış- daha açık ve belirli, aynı oranda a- defa ben, onun ineğini kaçırdım.
tır. "Halk dostları edebiyatı", "poli­ cı örnekler bulmak da mümkündür. Şimdi, bu inek yüzünden ceza gör-
tik bir kargaşalığın hizmeti altın­ Buna örnek olarak, Orlow Devleti­ mem gerekir mi, gerekmez mi?"
da", köylüyü lüzumundan fazla ide- nin yetenekli bir köylüsü olan İ- Kendisine, ineği kaçırdığı için de­
alize etmiştir. Fakat XIX. yüzyılın van Volni tarafından yazılan "Genç­ ğil de, adamı öldürdüğü için ceza­
sonundan itibaren köy ve köylü lik", moskovalı bir köylü olan Se­ landırılmayı bekleyip beklemediği
bahsinde rus edebiyatı kesin şekilde men Podyaçevin yazıları ve Sibir­ sorulunca o, çok sakin bir şekilde,
değişmiş, ona daha az acıyan, da­ yalı genç yazar Vsevolodun görülme­ şu cevabı vermişti:
ha gerçekçi bir tavır takınmıştır. miş bir güç ve parlaklığa sahip ro­
Bu yeni tavır ilk defa, Anton Çek- manları gösterilebilir. Bu insanlar­ "— Yooo... Bu, hiç de önemli de­
hovun "Vadide" ve "Mujikler" adlı da, kendilerine etleri ve kanlarıyla ğil! Şimdi insanlar çok ucuzladılar."
hikâyelerinde görülmüştür. yakın olan ve halen de ilişkilerini Bu cevap, çok karakteristiktir ve
kesmedikleri bir "yer"e karşı Ön­ cinayetin, alelade birşey halini al­
XX. yüzyılın ilk yıllarında, zama­ yargılı ve düşmanca duyguların var dığını göstermektedir. Bu, iç sava­
nımızın en iyi rus yazarlarından bi­ olduğunu düşünmek, sanırım, müm­ şın ve çeteciliğin en belirli bir "yan-
ri olan İvan Buninin hikâyeleri ya­ kün olmıyacaktır. Bunlar, köylünün kı"sıdır.
yınlandı. Onun, "Akşam sohbetleri" hayatını ve duygularını, köyün kaba
ile, dil güzelliği ve katı gerçekçili­ zevklerini ve acısını, yargı tarzını
ği yönünden ilgiyi çeken bir başka Köylü kafası
herkesten iyi bilmektedirler.
uzun hikâyesi, "Köy",rus köylüsü­
ne karşı girişilen bu yeni, tenkitçi Çok az neşeli olan bu bölümü bi­ Şimdi de size, köylü kafasının ye-
davranışın başka örnekleridir.
a tirmeden önce size, 1921 yılında U- ni fikirleri nasıl karşıladığının
rallarda bilimsel bir geziye katılan bir örneğini vermek isterim.
Rusyada, Bunin için, asaleti yü­ üyelerden birinin anlattıklarını an­
zünden taraf tuttuğu ve hattâ köy- Köylü bir köy Öğretmeni, bana
lüye düşmanlık duygularıyla dolu latacağım:
şu mektubu yazmıştı:,
cy
bulunduğu söylenir. Tabii bu, tama- Bir köylü, bu bilimsel gezinin ü- "Tanınmış bilim adamı Danvin,
pe

Göz alabildiğine uzanan step vs üzerinde, arabası, çadırı, tenceresi ve kayıtsızlığıyla rus köylüsü. Rus ede-
biyatına güçlü eserler kazandıran step, ayni zamanda, rus köylüsünün tabiatının oluşumunda da büyük rol
Oynamıştır. O, bu uçsuz - bucaksız topraklatın, zor kullanılarak kendisinden gaspedildiğine inanmıştır.
İhtilâlin temel sebeplerinden biri de budur.

32 9 Eylül 1967
AKİS ARAŞTIRMA

var olmak için insafsız bir mücade­ hoşuna gitmiyecektir, fakat bu tu­ cahilin, okumuşluğu olmıyan bir
leyi kabul etmek zorunluğunu bi­ tucu ve İhtilâle karşıt ideolojilere kimsenin gerçekte ne dinsiz, ne de
limsel yoldan' ispat etmiştir ve zayıf, son vermenin zamanı çoktan gelmiş, dindar olabileceğine ve sağlam, de­
işe yaramaz kimselerin ortadan kal* tir. İşe yaramaz kimselerin beslen­ rin bir imana giden yolun, cehale­
dırılmasına bir diyeceği olmadiğı- mesi millete çok pahalıya mal ol­ tin çölünden geçebileceğine inanmı­
nı söylemektedir. Eski zamanlarda maktadır ve bu masrafı sıfıra indir­ yorum.
ise, ihtiyarların, atıldıkları çukur­ mek gerekmektedir." Dindar köylülerle konuşup, de­
larda ölüme mahkûm edildikleri ve. Şu sırada Rusyada, bu tip pek ğişik mezheplerin hikâyesini dinler­
ya bir ağaca çıkarılarak, olgun mey- çok mektup, rapor ve proje kaleme ken, dikkatimi en çok çeken şey,
va düşürülür gibi silkelenip düşü­ alınmaktadır. Bunlar gerçekten çir­ kafayı çalıştırma bahsinde göste­
rüldükten sonra kemiklerinin kırıl­ kin ve üzücüdür ama, köylünün ka­ rilen uzvî ve kör bir şüphecilik ol­
dığı bilinmektedir. Bunlar gözönün- lasının, acemice de olsa, kendisi i- muştur. "Cehaletin şüpheciliği" şek­
de tutulacak olursa, işe yaramaz in­ çin yepyeni bir yöne doğru uyan­ linde tanımlıyabileceğim bir düşün­
sanların, daha yumuşak bir şekilde maya ve çalışmaya başladığını gös­ ce mekanizması ile karşılaşmıştım.
ortadan kaldırılmalarına ben de ta­ termektedir: Köy, bütünüyle, dev­ Mezhepçilerin, devlete bağlı diyanet
raftarım, örneğin bunları, uygun leti düşünmeğe koyulmuştur. işlerinden uzak durma, kaçma kay-
bir şeyle tıkayıp öldürmek müm­ gularında ben, daima, yalnızca şekil
kündür. Bu tedbirler, yaşama mü­ ve özellikle dogmalardan değil, ge­
cadelesini veya hiç olmazsa bu mü­ Rus köylüsü ve din nellikle devlet hayatı organizasyo­
cadelenin şeklini çok yumuşatacak­ nundan kaçma isteğini sezmişimdir.
tır. Budalalar, kafadan sakatlar, de­ Bir inanışa göre, rus köylüsü, tam Çünkü bu inkârda, hiçbir yaratıcı
liler, caniler ve belki de şifa bulmaz anlamıyla dindardır. Fakat, hal­ düşünce izine, yeni bir inanç araş­
hastalar, kamburlar, körler ve baş­ kın dinsel hayatını yeterli bir dik­ tırmasına götürecek yola rastlama­
kaları için de aynı metodu uygula­ katle izlediğim halde ben, doğrusu, mışım dır. Bu, daha çok, az gelişmiş
mak iyi olur. Tabii, böyle bir kanun, bunu hiç hissetmedim. Ben, düşün­ bir düşünce mekanizmasının, kap­
bizim mızmız entelektüellerimizin me yeteneğinden yoksun bir kara- samını ve bağlarını hiçbir zaman
a
cy
pe

Yıllarca süren iç savaş, rus halkının ve özellikle rus köylüsünün hiç de, İhtilâl öncesi rus edebiyatında
çizilen gibi olmadığını ortaya kovmuştur. Rusa göre, bir rusu öldürmek, bir ineği boğazlamakla birdir.
Birincisinin hesabını vermek, ikincisinin hesabını vermekten daha kolaydır. Gorki, yıllarca içinde yaşadığı
ve düşlerine kadar tanıdığı rus köylüsü için "gaddar", "İnsana eziyet etmekten zevk alan", "dayağı seven",
"maddiyatçı", "çıkarına düşkün" sıfatlarım kullanmaktan çekinmemektedir. Bu, rus köylüsünü "melek"
gibi tanıyanlar için oldukça şaşırtıcı bir durumdur.

9 Eylül 1967 33
ARAŞTIRMA AKİS

anlıyamıyacağı olay ve fenomenleri Kilisenin aldatmacalarını en ka­ "— Bizim, mucizelere ihtiyacımız
pasif ve kısır bir şekilde inkâra yö­ ba şekilde teşhir eden bazı olaylar» yoktur. Biz, gün ışığında, tereddüt­
nelmesidir. tanık olanlardan en az bir kişiye, süz, korkusuz yaşamak istiyoruz.
örneğin, saygı duydukları bir tapı­ Oysa ki birçok mucize hazırlanmış
Öyle sanıyorum ki İhtilâl, rus nakta, vaktiyle ölmezliğine inanmış ve duyduğumuza göre yola da çık?
köylüsünde çok derin dinsel duy­ oldukları kokulu ve temiz bir vü­ mıştır: Örneğin, köylere de elektrik
guların var olduğuna inanmanın cut yerine yarıyarıya çürümüş ke­ ışığı vereceklermiş. Sözde, daha az
yanlışlığım ortaya çıkarmıştır. Yer- miklerin veya çirkin bir kuklanın yangın olacakmış. Allah işitsin!
sizlikten çok, açıkça düşünce öz­ meydana çıkarılması karşısında ne­ Yalnız, eğer yanılır da bir düğmeye
gürlüğünü ispatlamak amacı ile köy ler hissettiklerini sordum. Bazıları, yanlış basarlarsa, işte kıyamet o za­
kiliselerinde klüplerin ve tiyatro­ bunun da bir mucize olduğunu ve man kopar. Çünkü, köy birden tu­
ların açılmış olmasına ben, çok az bu kutsal vücutların, imansızlar ta­ tuşur. İşte, neden çekinmemiz ge­
önem vermekteyim. Tapınaklara rafından yapılacak kötülükleri bil­ rektiğini anladınız mı şimdi? Bu­
karşı da daha kaba ve çirkin bazı dikleri için, mezarlarından çıkıp nunla size hatırlatmak isterim ki,
davranışları tespit etmek mümkün saklandıklarını; diğerleri ise, bu hi­ şehir kurnaz, köy budaladır. Onu
olmuştur. Bunu, din adamlarına lenin, iktidardakilerin kutsal vücut­ kolayca aldatabilirler. Bu ise önemli
karşı duyulan düşmanlık, onu kü­ ları yok edeceklerini bilen din a- bir iştir. Askerler bize, savaş sıra­
çültme isteği ve gençliğin, "herke­ damları tarafından, karışıldık sıra­ sında elektrikle bütün bir alayı bir­
sin saygı gösterdiğine ben kafa tu­ sında ve bu aziz vücutları, korumak den öldürdüklerini anlatıyorlardı."
tarsam, sanki ne olur?" tarzındaki amacıyla, hazırlandığını söylediler.
cüretli ve saf merakı ile açıklamak Din adamları, sözde, o zaman ger­ Bu "caliban" şüphelerini dağıt­
da pekâlâ mümkündür. çek vücutları ortadan kaldırmış ve mak için çalışıyordum. O zaman,
bunların yerine, şimdi teşhir edilen şu akıllı cevabı aldım:
mankenleri koymuşlardı! "— Birisi herşeyi biliyor, diğeri
Bu konuda birkaç örnek
hiçbir şeyi bilmiyor. İşte bu, her fe­
Tabii, bu şekilde konuşanlar yal­ lâketin başıdır. Eğer hiçbir şey bü-
Şimdi sayacağım olaylar, yukarda- nızca, köyün eski, cehaleti temsil mezsem, nasıl inanabilirim?"
eden mensuplarıdır. Daha genç ve
kilerle kıyaslanamıyacak derece­
a
eğitilmiş köylüler, kilisenin halkı
de önemlidir: Örneğin eski "Lavta
de Kiev" kilisesi ve Trinite ve Aziz nasıl aldatmış olduğunu bilmekte
Serge" manastın gibi, büyük bir ta­ ve,
cy
rihi ve dinî rol oynamış bulunan, "— İyi ki gerçeği meydana çı­
üstelik halkın çok derin bir saygı kardılar. Bir yalan eksik olsun" de­
gösterdiği tapınakların tahribi, köy­ mekteydiler.
lülerde, beklenilenin tersine, ne iti­
raza, ne de herhangi bir karışıklığa
yol açmıştır. Sanki, Rusyanın herbir "Bilmeden nasıl inanırım?"
köşesinden dindarları kendine çeken
bu dinsel merkezler, büyülerini bir­ Fakat hemen sonra bunlar, o za­
denbire yitirivermişlerdir. Oysa ki
pe

man ardıardına tespit ettiğim ve


köy, açlıktan kıvranan Moskova ve akıllarına gelen şu düşünceleri ifade
Petersburgdan esirgediği yüzbinler- etmişlerdir:
ce kilo buğdayı, silâh elinde, canını
dişine takarak koruyordu. "— Din adamlarının marifetleri Gelecek Yazı
meydana çıktıktan sonra, şimdi de,
Daha sonra, köy çevrelerindeki doktorlarla bilim adamlarını mua­
Sovyetler, halkın son derece saygı yeneden geçirmeli ve karıştırdıkları Cehalet, okumuşluk,
gösterdiği bazı dinsel anıtları açtı­ haltları millete açıklamalı!" aslık ve sonuç
ğı zaman da ayni halk, olayı, gene
büyük bir ilgisizlik içinde, sessiz- Bunu söyleyen köylüyü, ne de­
soluksuz seyretmekle yetinmiştir. mek istediğini açıklamaya ikna e-
debilmek için çok uğraşmam ge­
Esasen, bunların halka tekrar açı­ rekmişti. Nihayet, biraz mahcup bir
lışı da, genellikle büyük bir kaba­ eda ile:
lıkla ve hassasiyetten uzak bir şe­
kilde yapılmış ve bu açılışlara, din­ "— Tabii, siz inanmazsınız ama,
sel anıtların mucize yaratıcı gücü­ şimdi diyorlar ki, havayı zehirle­
ne ve temizliğine inananların duy­ mek de mümkündür ve o zaman ne
gularını çirkin şekilde alaya alan insan kalır, ne hayvan. Hepsi ta-
yabancılar ve dinsizler de faal şe- mam! Şimdi herkes hain oldu, kim­
şilde katılmışlardır. Fakat bu hare­ se kimseye acımıyor ki.." dedi.
ketler dahi, daha dün "thaumatur- Kendini komünist diye tanıtan,
ges"lerin mezarları önünde saygıy­ bölgesel sovyet örgütüne bağlı bir
la eğilenlerin itirazlarına daha fazla başka köylü ise bu üzücü düşünce­
sebep teşkil etmemiştir. yi daha da derinleştirdi:

34 9 Eylül 1967
pe
cy
a
pe
cy
a

You might also like