Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 34

Yeni doğan güneşin ruhumu aydınlatmasıyla uyanan tabiat aşığı

ben, huzur bulmak için kendimi gürültülü fırtınanın kollarından


kurtararak, doğanın koynunda eşsiz güzellikleri incelemek üzere ağacın
altında uzanmış ve tabiatın sanatının ne denli mükemmel oluşunu
izlemekle kendimi huzurun tatlı kollarına bırakıyorum. Karşımda
oynayan çocukların neşesinden mutluluk duyuyor,kuşların ötmesiyle
oluşan melodinin güzelliğiyle kendi kalbimde huzur buluyorum. Bu
huzurlu yerin görüntüsü, melodisi zihnimdeki fırtınaların dehşetini ve
gürültüsünü tamamen yok ederek yerini tamamen güzelliğe vermekle
ruhumu rahatlatıyor.Bu manzara,kesinlikle sanata aktarılacak kadar
muhteşem. Kendimi bir sanatçı olarak bu manzarayı sanata aktarmayı
görev olarak görüyorum. Ama her zaman sanatıma hayran olduğum kadar
ondan korkuyorum. Bir sanatçının görevi her şeyi olduğu gibi sanata
aktarmak mıdır? Kendi ruhundan bir parça katmadığın zaman asla bir
sanat eseri denilemez kesinlike, tüm o eseri yaşatan ve onu canlandıran
şey sanatçının kendi ruhu değil de nedir? Ama bu güzelliği kabuslarla
süslemek istemiyorum, kendi fırtınam hep kendi içimde saklı olsun
isterim. Ah, bir insanı kendisi kadar yoran ve kendisi kadar mahvedebilen
başka bir varlık var mıdır? En azından benim için hep böyleydi. Ve işte
yine kendimi kendi dünyamda kaybediyorum ve kendi zihnimin içinde
sıkışarak, düşüncelerimin ağırlığı altında eziliyorum. Rahatlamaya
çalışırken bile kendi kabuslarımı kendimle taşıyorum ve kendi kendimi
mahvediyorum.

Ah şu çocuklar, ne kadar da hayat dolular. İnsanlar arasında en fazla


sevdiklerim çocuklardır. O meraklı gözlerle her şeyi incelemeye çalışan
ve bunu yaparken hiç bir şeyden çekinmeyen, dansetmesini ve
eğlenmesini bilen, kötülükten ve saçmalıktan daim uzak olan o neşeli
varlıklar. O yüzden onları izlerken hep mutlu olur, içim neşeyle dolar.
İnsan denilen varlık yaşlandıkça gerçekten çirkinleşen bir varlık. Yaşlılar
çocukları hiç ciddiye almazlar, sanki kendileri gerçekten zihinsel bir
olgunluğa erişmiş, ne istediklerini bilen kimselerdir. Gerçekteyse yaşam
konusunda çocuklardan daha başarısızdırlar, çocuklar eğlenmesini ve
hayatın tadını çıkarmasını başarırken yaşlılar daha bi hayat uğruna
hayatın kendisinden ve başka yaşamlarda yeredinebilmek için kendin
yaşamlarından vaz geçmezler mi? İsteklerine gelince suçladıkları
çocuklar gibi, ne istediklerini kendileri de bilmezler. Kazanmak ve
ilerlemek için değil, sadece istemek için isterler. Ve tüm bu kargaşanın
ortasında ben varım bir de.

Ben ne istiyorum?

Durmadan soru sorarak ilerledim tüm yolculuğum boyunca, gidilen


tüm yollardan geçmiş, kendime kendim için yeni yollar çizmiş ve
engellere göğüs gererek cevapların peşinde koştum hep. İşte ben de bu
dünyada gerçeklerin aşığı, onların, korkuyu bilen ama korkuyu yenen
kişidir gerçek bir gezgin. Bu yola çıktığım zaman tüm acılarıma ve
korkularıma aldırış etmeyerek o umut ışığının peşinden koşmaya devam
ettim, gerçeğe olan sonsuz aşkım ve sevgim beni bu yolda sonsuzadek
yürütmeye yetecektir. En azında öyle umut ediyorum!
5 Kasım.

Günlerdir beklediğim mektup önümde durarken bir yandan onu


okumak için sabırısızlanıyor bir yandan da okumaya tereddüt ediyordum.
Her zaman umut etmeyi sevmişimdir, ve bu sefer de ediyorum. Eserimin
anlaşılarak insanları çevreleyen o karanlığı aydınlatmasına inanıyorum.
Heyecanla mektubu açarak okumaya başlıyorum.

“Eserinizi çok dikkatle inceledikten sonra size teşükker etmek isterim


sayın Ralph, gösterdiğiniz çaba gerçekten saygıya değer. Fakat kesinlikle
yazdıklarınız yayınlamamız için uygun değil. Yazılarınız gerçekten
oldukça uzak, ele aldığınız konular ilgi çekici değil, anlatım şekliniz çok
kötü. Kelimeleri doğru kullanmayı öğrendiğiniz zaman bu işe
başlamanızı tavsiye ederim.”

Kaçıncı kez hayal kırıklığına uğradığımı, kalbimin parçalara


bölündüğünü hatırlayamıyorum. Bu güne kadar zihnimle algıladıklarımı,
kalbimle hissettiklerimi, ruhumla yarattıklarımı dile getirerek insanlığa
güzel bi hediye vermekti tek niyetim. Neden tüm güzel şeyler hep
mahvedilerek karanlığa atılır ve orada çürümesi için bırakılır? Gerçekten
uzakmış, sizin gerçeklikleriniz nedir peki?, daha kendilerini bile
tanıyamayan insanların dilinden işte gerçekler diye dökülen sözler
zırvanın ta kendisi değil midir? Yayınladıklarınız gerçeği anlatmak için
mi yoksa insanların o alçak ruhlarını tatmin etmek için mi vardır? Herkes
kendi duymak istediğini sayfalara aktararak onu gerçekdiye kaleme aldığı
zaman sizin buna karşı çıkmanız gerekirken desteklemeniz bizzat
sahtekarlığın ta kendisidir değil midir? Ele aldığınız konular ilginç
değilmiş, sizin fakir ruhlarınızın gıdası mıdır daha ilginç olan? Yaşamayı
bilmezsiniz ama yaşamın bizzat kendisini anladığınızı söyleyerek onu
anlatmanızdan daha gülünç ve utanılacak bir şey var mıdır bu hayatta?
Her şeyden çok da beni çileden çıkaran şey bu saçmalığın insanlar
tarafından alkışlanarak desteklenmesidir. Aptallar için yazanların hep
geniş bir okur kitlesi olur. Ve anlatım şeklim, yazarın görevi herkese bi
şey anlatmak için eserin derinliğini bozmak değil, ola bildiğince zor
anlaşılacak şekilde derin yazmaktır. Tüm duygularını ve düşüncelerini
sayfalarda kelimelerin arasında olabildiğince mükemmel şekilde
saklayarak kendi sanatını yaşatmaktır. Benim görevim gerçeği
anlatmaktır, gerçeği insanların isteği üzerine farklı şekillere sokarak ve
istedikleri tarzda dile getirerek sanata hakaret etmek değildir. Hala umut
var mıdır tüm bu karanlığın kollarında esir düşmüş olan insanlık için?
Kendim durmadan karanlığın en derinlerine dalarak umut ışığınını
bulmak için tüm karanlığa göğüs gererek o ışığı kendi kalbime taşıdım.
Umudun olmadığı yerde umut, ışığın olmadığı yerde ışık olmayı kendine
görev edindi bu gezgin. Tüm acılara karşı durmadan ayakta kalmayı ve
her şeye meydan okumayı görev edindi kendine bu gezgin. Olamadığı tek
bi şey vardı sadece.

İnsan olmak!

Herkesi aydınlatmak uğruna kendini karanlıkta hepsederek ruhu yavaş


yavaş çürüyen bir gezginin ruhu kadar yaralı bi ruh var mıdır bu hayatta?
Mum gibi olmayı seçtim kendi kaderime, herkesi aydınlatmak uğruna
kendini tüketmeyi göze alan ve gerekirse ölüm karşısında bile dimdik
durmayı göze aldı yüreğim. Kendi kalbinde bunca güzellikleri barındırıp
insanlara ilham olarak ruhlarını aydınlatan yüce bir ruhun, kalbindeki
ıztırap denizinde boğulmadan tüm fırtınalara göğüs gerdikten sonra
gecenin karanlığında birer yıldız gibi parlayarak gökyüzünün en
muhteşem görüntüsü olarak izlenilmeyi ve anlaşılmayı haketmez miydi?
İçimdeki tüm güzellikleri sonuna kadar sunmaya hazırken insanların
güzel olan her şeye karşı ilgisizliği hatta düşmanlığı kalbimdeki fırtınanın
en yıkıcı olanıdır. Her gün incinen, sızlayan ruhumu durmadan
yenilemekten yoruldum, kendimi huzurun tatlı kollarına bırakarak
mutluluğun kadehinden bir yudum da olsa içmek en büyük
dileğimdir.Oysa sadece bu ruhun dünyasında keder ve acı dolaşırken
güzel ve yüce olan hisslerin hasretiyle yanıp tutuşmaktayken kalbimin
feryadından başka bir şey duyamamakdır en büyük endişem. Tüm
bunların özlemindeyken çizdim kendi kaderimi bunlara göğüs germeğe
hazırlanarak. Bir gün tüm bunların benim ve benim yolumdan gidenlerin
yaşaması umuduyla dolup taşan yüreğimin sesinden giderek vardım kendi
haikatime. Yaşamak isterim bir gün tüm bu kabusların biteceğini ve
fırtınaların dineceğini görmek için.

Peki ama bitmezse?

Hayır Ralph, sana umutsuz olmak yakışmıyor, sen umudunu kesersen asıl
fırtına başlar ve kendi yol arkadaşları ihanet etmiş sayılmaz mı tüm
umudunu kaybetmen? Sırtlarını dayayacak bir abileri, kardeşleri
olmadıkları zaman karanlığın dehşetli görüntüsü tüm gücüyle onları kendi
içine çekerken seni onları yalnızlıklarıyla baş başa bırakman onlara ihanet
sayılmaz mı? Peki ya ben sırtımı kime dayayacağım ey Ralph, yalnızım,
hem de hiç kimsenin olmadığı kadar yalnızım. Ne doğanın melodisini, ne
de içimdeki fırtınanın sesini duyan var. Doğanın melodisiyle dansederken
bir deli, fırtınanın dehşetiyle ürkerken bir ahmak olarak tanınırken
içimdeki hüznün ne kadar büyük, duygularımın ne kadar şiddetli
olduğunu kimsenin farkedemiyor oluşu kalbime saplanan bir hançer gibi
yaralıyor ruhumu.
Tüm bu kadar acı, sırtlanamayacağım kadar ağır, bırakamayacağım kadar
önemli. Ve ben de tüm bunlara katlanacak ve hâlâ yaşaya bilecek kadar
deli. Evet bir deli, bu kadar düşüncenin zihinde dönebilmesi ve kendimin
bunlara katlanabilmesi için kendi sınırlarını aşan bir deli olmam gerek.
Sadece deli olmak mı? Düşünebileceğinizden çok daha fazla hastalığı
taşıyor tüm ruhum, ama iyileşmek istediğimi kim söylemiş ki? Beni ben
yapan ve özel kılan şeylerin hepsinin nedeni ruhumdaki hastalıkların
bıraktıkları izler değil midir? O yüzden seviyorum tüm hastalıklarımı ve
en az sevdiğim kadar nefret ediyorum o hastalıkların bende bıraktığı
lekelerden. Zihnimdeki düşüncelerin oluşturduğu fırtınalara engel
olamıyor onun şiddetiyle zihnimin duvarlarında durmadan
sürükleniyordum. Ama o fırtınaların gücü ve muhteşemliği karşısında da
hayran kalmadan duramıyor kaçmak istesem bile kaçamıyordum. Neden
bana acı veren her şeyden nefret ettiğim kadar acılarımı da seviyorum?

Çünki yaşamama izin verilen tek hiss acı.


Acılarımı unutmak ve yeniden o güzel düşünclerimi bularak
huzurun tatlı kollarında dinlenmek için gittiğim bir yer vardı hep. Canım
her sıkıldığında ve kendimi her kötü hissettiğimde hızlıca toparlanır,
sakinleşmek için oraya koşardım. Masanın başından kalkarak, okuduğum
mektubu buruşturup çöp kutusuna attım. Hala öfkeli ve bir o kadar
kızgınken, yüzümü yıkamak için aynanın karşısına geçtiğim zaman
karşılaştığım görüntüde anlatılacak o kadar çok şey vardı ki. Genç
olmasına rağmen yaşlılığın o yorgunluğu şimdiden yüzünde öyle bi yer
edinmişti ki, insanın içi ürperiyordu. Bu ürkünç varlığın gözlerindeyse
bunların tam tersi olan, baktıkça insana umut veren bir ışık sanki tüm
dünyayı aydınlatmaktaydı. İnsan kendisini nasıl hem korkunç hem de
sevimli bulabilir ki? Zamanından fazla çabuk yaşlandın ihtiyar, ama nasıl
olur da hala çocuk kalmayı başarabildin?

Kafamda düşünceler dönüp dolaşırken üzerimi değişmek için


odamın kapısını açarak içeri girdim. Oda o kadar fazla dağınıktı ki
hareket etmekte zorlanıyordum. Her köşesi benim karalamalarımla
doluyken üstüne okuduğum kitaplar da odayı hayli zor hareketedilebilir
kılmıştı. Hayatım boyunce pek düzenli biri olduğum söylenemez, sıkça
bu dünyadan uzak, oluşturduğu kendi dünyasında yaşayan birinden ne
beklersiniz ki. Kıyafet dolabımdan siyah ceketimi alıp giydikten sonra
yatağımın üzerindeki paltomu giyerek odamdan çıkarken gözüm hep bu
karalamalara takılı kalmıştı. Şu karalamalar, hiç kimse tarafından
sevilmeyen, beğenilmeyen, bir delinin kendi aklındakileri kağıtlara
aktarışı. Belki de artık onları atmam gerek, hiç kimseye faydası olmayan
bana da zorluk olan, bu karalamalara ne yapacağımı döndüğüm zaman
karar vereceğim.
Odayı terkedip pencereye doğru yaklaşarak perdeyi araladım. Güneş
kendini gizleyerek bulutların arasında kaybolmuş, siyah bulutlar
gözyüzünü kaplamıştı. Rüzgar tüm şiddetiyle esiyor, sonbaharın gelişi
kendini belli ediyordu.Fazla oyalanmadan kaldığım daireyi terkedip
merdivenleri inerken, oturduğum evin sahibi olan bay Albert'la
karşılaştım. Kendisi alman asıllı bir ailede Hamburg'ta doğmuş ve ailenin
ilk çocuğu olarak dünyaya gözlerini açmıştı. Bir sene sonra ailenin ikinci
çocuğu olan Paul, iki sene sonra kız çocukları olan Karoline dünyaya
gelmişti. Babası oldukça seçkin bir avukattı, ve oğlunun da kendisiyle
aynı yolda yürümesini isteyen baba, daha
çocukken Albert'i sert bir eğitime tabi tutmaya çalışmıştı. Başlarda tüm
öğretmenler tarafından sevilen ve diğer çocuklardan daha başarılı olan
Albert, babasının sevimli evladı ve kardeşi için örnek alınması gereken
biriydi. İlerleyen yıllardaysa Albert giderek tembelleşmiş, derslerden
uzaklaşmış, edindiği yeni arkasaşlarıyla herkese zorbalık yapan ve
çevrede nefret edilen biri haline gelmişti. Görünen o ki Albert ta kendi
çevresinin etki gücünden kaçamamış ve babası da Albert'taki bu değişimi
geç farketmişti. Babası evladı üzerindeki baskıyı artırsa da fayda
etmemiş, zamanla alkol bağımlısı olmuş ve tüm gününü kumarhanelerde
geçirir olmuştu. Babası ise böyle bir oğula sahip olduğu için kendinden
utanıyor ve kendi saygınlığını oğlu yüzünden giderek kaybettiğini
düşünüyordu. Albert'ın yakın arkadaşı Wilhelm'den kendi adına büyük
miktarta para alıp kumarhanede hepsini kaybettiğini öğreninceyse deliye
dönmüş ve Albert'i evlatlıktan reddetmişti. 2 yıl sonra dünyaya veda eden
babanın mirası bölüştürülmeye gelince Albert mirastan pay koparmak
için elinden geleni yaptıysa da başarılı olamadı. Bu olaylardan 1 sene
sonra Albert' ın yıldızı rus asıllı bir aile olan Yugov ailesiyle tanışınca
döndü.
Hamburg'tan Berline taşınan Albert kendisini nüfuslu ve zengin biri
olarak bu aileye tanıtarak ailenin küçük kızı olan Polina ile nişanlandı.
Kendisinin pek akıllı biri olduğu söylenemez ama kurnaz bir adamdır.
Polina ise ne zeki ne de kurnaz bir kadındır. Toplumda kendi saygınlığı
korumak ve güzel giyinmek dışında pek bir gayesi olmayan sıradan bir
kadındır. Polinayla nişanlandıktan sonra onların servetinden kopardığı
paralarla kumar oynamış ve şansı yaver gitmiş. Bu işlere de ordan
topadığı paralarla başlamış zaten.
-Hey Ralph, tam 2 aydır kirayı ödemiyorsun. Bizim anlı şanlı üniversite
mezunumuza da bakın, felsefe sana ekmek getirmiyor mu yoksa Ralph?
- Sadece bu aralar durumum pek iyi değil, en kısa sürede kirayı
ödeyeceğim konusunda şüpheniz olmasın bay Albert.
- En kısa süredeymiş. Ne kadar sürede Ralph! Ne zaman sorsam öylece
geçiştiriyorsun. Ne oldu? Yoksa o çok kıymetli gördüğün beşparaetmez
yazılarına para basan yok mu? Hahahah. Konu eğitim olduğunda bilginin
değerini anlatır durursun, o kıymetli felsefeni öve öve bitiremezsin.
Söylesene ne işine yaradı? Beş paran yok bu gün seni sefil.
- Tüm namus ve şerefini sattığın o para denilen haltı bu hafta alıcaksın,
daha fazla asabımı bozma da yolumdan çekil şimdi.
- Şeref ve namustan konuşana da bakın, burada senden bin kat daha
şerefliyim be kendini beğenmiş budala ( eğer buraya başka bi kiracı
bulsaydım tekmeyi hemen basardım bu hergeleye.)
Para para para!

Hepsinin dini imanı para zaten. Çok garip neden bilir misiniz? Daha iyi
bir yaşam dilerler ve para için tüm zamanlarını feda ederler, fakat para
peşinde koştuklarından hayatın kendisini yaşayamazlar. Daha iyi bir
yaşam dilerler fakat ne için yaşadıklarını bilmezler. İsteklerinin neden bu
şekilde olduğunu kavrayamayacak kadar aptal olduklarından vahşi
hayvanlar gibi kendi arzularının peşinde koşar dururlar ve kendi dişlerini
karşılaştıkları herkese geçirmeden bırakmazlar.

Dairemden çıkar çıkmaz zihnimde canlanan tablonun bu kadar çirkin


motiflerle süslenmesini hiç istemezdim. Bir an önce apartmandan
uzaklaşarak yakınımda bulunan ve hergün ziyaret ettiğim parka yürüdüm.
Hergün en az bir defa bu yolda yürür, kendi geçmişimi hatırlar, onunla
yüzleşir ve zihnimde dönen düşüncelerle başbaşa kalırdım.
Paltom oldukça eskimiş, rengi solmuş olduğundan herkesin dikkatini
çekiyor, bazen insanlar uzaktan bana bakarak alaycı bir tavırla kendi
aralarında gülüyorlardı.
Bir aydan fazladır yeni bir palto almak istesem de istediğim gibi
ilerlememişdi işlerim. Her zaman etraftaki manzararnın tadını çıkarmak
ve düşüncelerimle de başbaşa kalmak için oturduğum banka yanaştım.
Bu saatlerde parkın bu kısmında hep sessizlik hakim olur. Bu sessizliğin
merkezinde bulunan ben, her zaman olduğu gibi hızlıca kendi zihnime
yolculuk yaparak, kaybettim kendimi sahnelerin arasında.

Ah, kendimi tanıtayım sizlere! Acıların ortasında savaşan yalnız Ralph'ın


bu öyküsü sunayım sizlere. Gözlerimi açtığım andan itibaren huzur
bulduğum tek şey kendi annemin kucağıydı hep, tüm korkuların ve
huzursuzlukların kaybolarak yerini huzur ve mutluluğa bırakan kutsal bir
mekandı sanki. Güzelliğiyle, o tatlı bakışıyla insanı büyüleyen, ilk
adımlarımda hep benimle olup seven kutsal bir kadındı annem. Beni ben
yapan herşeyin temelini kurarak sonsuza kadar benimle birlikte
yaşayacak olan varlıktır benim için. Hergün benimle ilgilenir, bolca kitap
okuyarak beni o büyülü evrene celbederdi daha çocukken. Yazmayı,
okumayı, yüce olana beslenen büyük sevgiyi annemle öğrendim ve ona
olan sevgimle birlikte taşıdım bana bıraktığı mirası. Öğrettiği en büyük
şeyse her zaman umut etmeyi öğretmekti bana. Bugünse sen yoksun artık
hayatımda, umutun ta kendisini sen temsil ediyordun daha çok benim
için. O kadar çok özlüyorum ki seni, senle olan anılarım o kadar az, fakat
az olduğu kadar da değerli ki , dayanamıyorum yaşadığım bu özlemin
gücüne. Babamın gidişinden sonra hergün hissettirmeden de olsa
yavaşça soluyordu kendisi. Hiç affetmedin bu yüzden babamı. Kendisini
hiç tanımadım, annem hep meraklı ve keşif arzusuyla dolu çılgın bir insan
olarak bahsederdi ondan. Her ne olursa olsun kendisi hakkında kötü
konuşmaz ve birgün geri döneceği düşüncesini aklından çıkarmayarak
umutla beklerdi dönüşünü. Annemi daha çocukken akciğer iltihabı
yüzünden kaybetmiştim. O günden itibaren benim her şeyimle ninem
ilgilenmiş ve hep beni desteklemişti. Okul dönemlerimde hep başarılı bir
öğrenciydim. Öğretmenler tarafından sevilen ve herkese örnek alınması
gerekilen bir öğrenci olarak tanınıyordum. Annemin bende bıraktığı izler
yüzünden edebiyata daha fazla ilgi besler ve okumaya doyamazdım.
Homeros'un eserlerine, yunan tragedyasına, Shakespeare' in yazdıklarına
daha küçükken aşık olmuş ve onlardan ilhamlanarak içimdeki bu ilgi tarif
edilemeyecek bir hisse dönüşmüştü. İlerleyen yaşlarda felsefeyle
tanışmış ve en az edebiyata karşı olan merakım felsefe için de oluşmuştu.
Çok geçmeden Frankfurt'ta felsefe bölümü okumayı hedefleyerek sıkıca
çalışmış ve en sonunda isteğime ulaşmayı başarmıştım. Arkadaş çevreme
gelirsek her iki dönemde hep yalnızdım ve bu durumdan hep
memnundum. Ah zaman zaman bu durumdan yakınsak bile en sonda hep
yalnızlığı tercih ederiz zaten. Bize göre değildir sıradan insanların sıradan
hayatlarının köşesinde durmak. Bizim yalnızlığımızı elimizden almaya
yetecek kadar yüceliğe sahip değildir o kıymetli ve değerli gördükleri
kelimeler. Hep yalnızlığı seçtim o yüzden, kalbim bu durum karşısında
acılar içinde kıvranarak, duygularıyla haykırsa bile geri adam atmadım
hiç. Gönlüm aç kaldı belki onca güzel duyguya, insanlığa has olan o
güzel mutluluğa, buna rağmen hiç pesetmedim ama. Doğanın, yaşamın
mükemmel sanatıyla besledim kendi kalbimi karanlığın en dip
noktasında. Ve hep yansıtmayı sevdim ruhumu yaratan güzellik tüm
benliğime hükmederken. Yükselin ey duygularım ! Şimdi uçma vaktidir,
gökyüzünü güzelliğinizle süsleyerek imzanınızı eklemenizin zamanıdır.
Taşıyın beni yükseklere, gerçeğin doğduğu yere!
İşte yine kaybediyorum kendimi, duygularımı, düşüncelerimi, beni
ben yapan şeyleri sizlere açıklarken. Hergün buraya gelir, dökerim içimde
saklı kalan kelimeleri doğanın kendisine, beni onun kadar iyi dinleyen
birisi olmadığından. Zaman zaman herkes yapmalı bence, içinde olduğu
karmaşadan sıyrılarak başbaşa kalmalı kendisi ve düşünceleriyle.
Kendisiyle hesaplaşmalı ve dertleşmeli insan.
Ralph düşüncelere dalmış, karşısında duran büyük çınara gözlerini
dikmiş, her zamanki yerini alarak bu büyük dünyada küçük evrenini
yaratmıştı. Öylesine dalgındı ki ona yaklaşarak soru soran birini birkaç
saniye sonra farketti.
-Bayım...
Kusura bakmayın, sizi rahatsız ettim de. Yanlış anlaşılmayı istemem, asla
dilenci değilim. Fakat bazı sorunlardan dolayı zor durumda kaldım,
sizden rica etsem bana biraz yardım etmeniz mümkün müdür acaba?
Karşımda 20 li yaşlarında, oldukça şık giyinmiş, uzun boylu bir adam
vardı. Oldukça yakışıklı bir gençti, öyle güzel giyinmişti ki, sanki önemli
bir avukatın veya memurun evladı gibiydi.
-Elbette, nasıl yardım edebilirim?
- Sadece biraz para vermeniz yeterli, tekrardan söylüyorum bayım, lütfen
beni dilenci sanmayın. Beni öyle biri olarak tanımanızı istemem
Üzerimde biraz para kalmıştı, cebimden çıkarıp ona uzattım.
-Buyurun bakalım.

Genç adam ona uzattığım parayı aldıktan sonra, uzunca bir süre paraya ve
bana bakıp durdu. Verdiğim paradan memnun değilmiş gibi duruyordu.
Yüzü öyle bir hal almıştı ki, sanki beni parçalamaya çalışan bir kaplan
gibiydi. Devamındaysa genç adam fazla oyalanmadan arkasını döndü ve
bir şeyler söyleyerek teşekkür bile etmeden uzaklaştı.
(Verdiği paraya da bak hele, dilenci bile almıyor bu parayı artık. Budala
herif!)
Tüm bunlar olup biterken hava kararmış, göküyüzünün hakimiyetini Ay
kendi ellerine alarak ışığıyla gecenin dansçılarını selamlar olmuştu.
Ayağa kalkarak ayın güzelliğine içimde övgüler yağdırmış ve onun en iyi
dansçılarından biri olduğumu söylemiştim muhteşemliğine tüm
yüreğimle. O kadar güzel parlıyorsun ki ey gökyüzünün sahibi ve ışığın
efendisi!
Karanlıkta sana hayran olan bu aşığın kalbindeki duyguları ve ruhundaki
hasreti gör ve senin varoluşunla ruhumun nasıl da huzur bulduğunu anla.
Ve hep bu kadar güzel bir şekilde parla hepimiz için. Biz yıldızları
kendinle beraber yaşat hepimiz için.

Gecenin karanlığında ayın muhteşem ışıkları yolumu


aydınlatmaktaydı. Rüzgar tüm şiddetiyle esiyor, kendi bestesini dünyaya
sunarak azametini gösteriyordu. Günün normalde çoğu saatinde insanlarla
dolu olan sokak neredeyse bomboş kalmış ve sessizliğe bürünmüştü. Bu
sükutu bozan tek şey sokakta dolaşan ayyaşların kavgaları ve rüzgarın
esintisiydi sadece. Hava iyice soğumuş ve paltom soğuk karşısında beni
sıcak tutamayacak kadar eskimişti. Yürürken titriyor, daha hızlı
yürüyerek apartmana doğru hızlıca varmaya çalışıyordum. Beş dakikalık
bu yürüyüşün ardından hızlı merdivenleri çıkarak dördüncü kata vardım.
Anahtarları cebimden çıkarıp kapıyı açarken, Albert'in dairesindeki
gülüşme seslerini duydum. Anlaşılan kendi tayfasını toplayıp yine ziyafet
vererek kumar oynatıyordu domuz herif. Daha fazla seslerini duymak hiç
istemiyordum, hızlıca içeri girip kapıyı kitledikten sonra odama girerek
paltomu ve ceketimi çıkarıp yatağa fırlattım. Ardından çalışma masamın
yanındaki sandalyeme geçerek derince bir nefes aldım ve yazdığım
eserlere tekrardan bakarak hayallere daldım. Anlık öfkenin gücüyle
hepsini yakmak ve yok etmek istedim bir an, fakat yazdığım şiileri, özel
parçaları elime alarak baktığımda yapamadım hiç. Göz yaşlarım
istemsizce akarken kıyamadım yazdığım bunce esere. Hiç kimse
tarafından sevilmese de, değer görmese de, anlaşılmasa da hepsi yine de
özel bir hazineydi benim için. Onları yok edemezdim, ben var olduğum
sürece benle yaşayacak ve benimle bir olacaklardı hep. Doğaya, tabiata
ve içinde barındırdığı her güzelliğe övgü dolu cümlelerimle onlara karşı
olan aşkımı yansıttığım şiirlerimle başbaşa kaldım biraz. Her misrayı
okurken daha da duygulanarak kalbimin ulaştığı derinliklere dalarak
seyahet ettim kendime. Daha fazla devam edemedim ama, Ah! Ey Ralph,
keşke burada yazan her bir cümledeki anlam uçarak konsaydı her varlığın
kalbine, diyerek bıraktım yazılarımı masamın üzerine. Yazılarımı bir
kenara bırakırken çalışma masamın üzerindeki Johann Goethe'nin yazmış
olduğu "Faust" u gördüm birden. Daha çocukken hayrandım onun yazmış
olduğu her esere ve yansıttığı her düşünceye. Kendi fikirlerini ifade edişi
ve duygularını bu kadar güzel yansıtmasıyla büyülenmiş ve ruhunu
edebiyatla süslemesi karşısında hayran kalmıştım. Kitabın sayfalarını
yavaşça çevirirken yazmış olduğu şiirlerin etkisiyle büyülenmiş
hissediyor, sanki bir kuş gibi özgürce yükseklere uçuyordum.
Yazdıklarından ilhamlanarak büyülü sözcüklerimi kağıtlara dökmeyi
dilemiştim yine. Biran kalemi elime almış, boş kağıtlara uzanmaya
çalıştım. Yapmamalısın Ralph! Yapmamalısın. Elimdekileri tekrardan
hızlıca masaya bırakarak pencereye yanaştım. Bir süreliğine sadece
karanlığı izledim sessizce, saat epey geç olduğundan ayyaşlar bile yoktu
ortalıkta. Sadece karanlık ve onu izleyen ben kalmıştık ortalıkta. Bu
sessiz ve uzun bakışmanın ardından arkamı karanlığa dönerek yatağıma
yaklaşmış ve ceketimi dikkatle dolabıma yerleştirmiştim. Öte yandan
paltoma baktıkça sinirlerim bozulmuştu. Bir an paltoyu elime alıp
camdan fırlarmayı bile düşündüm öfkeden. Kendine gel Ralph, maalesef
daha ihtiyacın var buna -dedim kendime. Ardından yatağa geçerek
uzandım ve gözlerimi kapadım. Biraz rahatlamak ve dinlenmek
istiyordum sadece. Hergünün bu kadar ağır mı geçiyor? -diye sorarsanız-
elbette efendim. Ne beklersiniz ki? İnsanlarla uğraşmak zordur, kendinle
uğraşmaksa hep daha zordur kendine meydan okumayı bilen insan için.
Bu savaşın ardından yorgunluğumu gidermek için biraz uykunun iyi
geleceğine eminim. Yani umarım...
-Uyansana Ralph!
Bugüne kadar zaten uyuduğun yetmedi mi?
Daha ne kadar uzak kalacaksın seni çağıran yıldızlara ve gökyüzünü
aydınlatan ışıklara. Neden gelmiyorsun benimle birlikte yükseklere,
düşüncenin doğduğu ve ruhun oluştuğu yere. Yükseldikçe keşfedelim bu
eşsiz dünyanın her köşesini ve sunalım insanlara her güzelliğini. Ne de
çabuk unuttun ey Ralph. Gerçeği bildiğin sürece kainatı bile
fethedebilirsin.
Ralph: Kimsin sen ey adam, bana yaklaşarak haykırdın bu cümleleri
bana?
- Doğru soruları sormayı bildiğin halde hiç soramadın düzgün soruyu,
doğrunun ne olduğunu bildiğin halde şüpheyle doldurdun çizdiğin yolu.
Sorarım sana Ralphie, seni sen yapan herşeyden, umutlarından,
arzularından bu kadar çabuk mu vazgeçmeli insan? Yolculuğun engellerle
dolu olduğunda, ayağına batan taşlar yüzünden durması mı gerekir
zirveyle hasret ve aşkla bakan kişinin?
- Sussana seni be ey hayalperest!
Düzelmez ne kadar uğraşsan da dünyanın yönü, kalbimizin ve zihnimizin
gücüyle nasıl da fethedebilirsin karanlığı. Bizim fethetmemiz gereken tek
şey kendi varlığımız değil de nedir. Kendi evrenimizde yaşayarak her
kısmını güzelliklerle süsleyip sadece kendimize has bir dünyanın
varlığıyla yaşamaktan daha güzeli var mıdır bu hayatta. Değer mi ki
içimizde saklanan bu eşsiz, sonsuz güzelliği bu karanlık sulara sunmak?
Değer mi hiç saf düşünceleri bu kirli dünyanın önüne sunarak kirletmek?
Layık mıdır ki onlar bizim olanı görmeye, duymaya, anlamaya ve
sevmeye?
Hayır Ralph...
Hayır...
Hiç kimseye borcun yok, dünyaya karşı bir vazifen ve bir görevin yok,
tek görevin kendine! Uyma bu hayalperestin söylediklerine. Kaç deha
kayboldu o söylediği yollarda acı içinde kıvranırken Ralph! Bizleri kimse
sevmez, biz her şeyimizi dünyaya sunarız, tüm sevgimizi, her
düşüncemizi, ruhumuzun her parçasını.
Dünya her şeyimizden faydalanarak karanlığın merkezinde bir umut ışığı
bulmuşken bize ayrılan köşe hep karanlık oldu. İşte budur dünyanın
nankörlüğü, bizler efendisi olmalıydık aslında tüm insanlığın, herkesin
saygısını ve sevgisini hakederken, bunu bile önemsemedik tüm
servetimizi onlara sunarken. Yolumuzun önüne engel sürmeselerdi
yeterdi bilgiye olan aşkımız bizleri sevgiyle beslemeye. Bizle alay
etmekle, bize nefret etmekle kalmadı, fakat bu nankörler, her yolumuzun
önüne sürdükleri engellerle bıktırırarak ruhumuzu karanlıkta çürümeye
mahkum bırakarak alaycı gülüşleriyle keyif aldılar bizim bu halimizden
sadece. Şimdiyse söyle bana, borçlu muyum tüm bu insanlığa?

- Yeter artık...
Gözyaşlarım durmadan süzülürken, yüzümde derin izler bırakmış olan
acının varlığını hergün hissetmek ne kadar korkunç bilir misin?
Ona hayalperest dersin ama, sen kendin nesin peki? Kendi gururunla
övünür durursun, zekanla gurur duyar üstün varlığınla kutsanmış
olduğunu düşünürsün.
Belki de haklısındır, ama bunlara sahip olmak bizim lanetimiz değil de
nedir. Ne şekilde yaşarsak yaşayalım, kalbimiz bizi bu dünyaya
bağlayarak biz zincir gibi insanlara kaçmamıza bir engel.Bilginin varlığı
bize mutluluktansa hüzün ve keder getirir sadece. Bilginin kudreti ve
gücü bile
yetmez bu şiddetli eksikliğin ve boşluğun yerini doldurmaya. Mutlak
surette ne kadar yükseğe gidersek gidelim, zincirlerimiz bizi daha sert
şekilde aşağıya çeker. Düşünceleri derin olan bir varlığın duyguları daha
şiddetli akar, daha çok ister ve bu hayatta bize bırakılan tek şey acı
olduğundan herkesden daha sert bir biçimde acı hissederiz. Keşke bazen
tüm bunlar kabus olsa dediğimiz zaman, acının şiddetli varlığıyla
kıvranırken, bunların bir rüya olmadığını, çoktan uyandığımızı
farkediyoruz her seferinde. Bir kere uyanmışsak asla uyuyamıyoruz bizler
ve bu korkunç dünyanın bizim için yazdığı kadere esir oluyoruz sadece.

- Ah kardeşim, ne kadar da karanlık görüyorsun bu dünyayı!


Ve umutsuzluk ne kadar da derinden nüfuz etmiş kalbinin derinliklerine.
Zaten seni çürüten de bu kadar derin umutsuzluk içerisinde olman değil
midir? Herkesin içerisinde yaşadığın dünya bizzat kendisinin tasavvuru,
tasarımı değil midir?
Tüm bu dünyanın değişmeyeceğini kabul etmeyi reddediyorum doğru
olsa bile ,fakat ben içimzde var olan sevginin gücü karşısında insanlığın
ruhunun zenginleşeceğini düşünmeyi tercih ediyorum. Zekanın
kudretinden çok kalbimin sevgisini üstün görüyorum, tıpkı eskiden
yaşamış bir dahi olan Voltaire gibi.
İnsan zeka karşısında eğilir ,fakat sevgi karşısında diz çöker. Ve her
şeyden zor olan bir şey varsa, o da her şeyden önce sevilen olma
kapılarını kapatıp sadece sevgi veren olmaktır.

Hahaha!
Sevgi veren olmakmış!
Neden hep bizler veririz de kendi hakkımızı almayız! Artık yeterli değil
mi beşparaetmez insanların emrinde yaşamak ve de bazılarıyla eşit
muameleye maruz kalmak! Bizler üstün olanlarız!
Hiç kimsenin boyunduruğu altına girmem ben asla, herkesi kendi emrime
tabi tutarım ama. Kendi hedeflerini bile belirleyemeyecek kadar aptal ve
varlıklarını anlamlandıramayacak kadar salak olan bu sürüyü kontrol
ederek, onlara hükmetmek varken neden söylediklerini yapmak
zorundayım? Gerçek bir amacı olan, gerçekten düşünmeyi bilen ve
kendini yönetebilen birey olarak benim bu yeryüzünün efendisi! Aksini
iddia ederek var mıdır benim karşıma çıkmaya cesareti olan? Kendi
yolumu çizmek uğruna hiç bir şeyden çekinmem ve cesaretimi kıracak,
beni korkutacak ve yolumdan koparacak kadar büyük bir varlık yoktur
karşıma çıkacak!
-Zırva, zırva ve Zırva...
Hepiniz kendinizi bir şey olmaya zorluyorsunuz, bense tam tersi kendimi
serbest bırakan bir dansçıyım. Dansım seslenen müzik için değil, kendim
içindir sadece. Etrafımda dönenleri umursamam, gökyüzündeki bulutları
izlemem, amaç için yürümem. Sadece serbest bırakarak kalbimin istediği
yere sürüklerim kendimi sürekli kahkaha atarak.

Ralph: Anlayamıyorum, hepinize soruyorum bu soruyu!


Kimsiniz sizler?

- Hala anlayamadın değil mi Ralph?


Bizler seniz. Senin varlığındaki ayrı düşüncelerin, farklı duyguların
fiziksel haliyiz sadece. Ah, kendimi tanıtmayı unuttum değil mi? Gerçi ne
farkeder? Açıklamakla açıklamamak arasında ne fark var ki?
Açıklamasam bile bir şekilde açıklamış sayılmaz mıyım? Sizlere gelince
beyler, en azından son konuşan delinin dediklerinde birazcık doğrular
vardır. Hepiniz kendinizi bir şey olmak için zorluyor, kendinizi
istediğiniz biçime evirmek uğruna paralıyorsunuz. Gerçi konuşan delinin
sizden ne farkı vardır ki, o da bir düşüncenin etkisi altında sürüklenen biri
değil mi? Üstelik sizin aksinize düşüncenin derinliklerine inmeden esiri
olduğundan sizden daha geride bile sayılır. Ama ne farkeder? Hepiniz
daha da büyüme arzusuyla yanıp tutuşan ve bu isteklerine ulaşma uğruna
farklı yollar çizen varlıklar değil misiniz? Çizdiğiniz farklı yolları
belirleyen şeyse sizi yöneten düşünceleriniz ve duygularınızdan ibaret.
Daha da geniş anlatmam gerekirse, yaşamın size sunduğu zekanın,
yaşamın karşımıza çıkardığı problemleri gelişmesi ve sunduğu motiflerle
zenginleştirilerek evrilmesi sonucu doğan düşüncenin çizdiği yolun
yolculayırız hepimiz. Sizden farkım ne peki biliyor musunuz?
Ben de bir kuklayım, sizden farklı olarak iplerimi görebiliyorum sadece.
Peki ya sen Ralph?
Sen hangi düşüncenin esirisin? Uyumak bile düşüncelerden kaçmak için
yetersiz, fırtınalar zihnimde dönmeye devam ederken bu beladan kaçışım,
sığınacak bir limanım hiç mi yok tanrım?
İstediğim tek şey basit bir uykuydu sadece. Düşünceler o kadar fazla esir
etti ki beni vücudum bu yükü artık kaldıramıyor, soğuk ter bedenimi
kaplıyor ve kalbim durmadan hızla atıyordu. O kadar takatsizdim ki
yerimsen kalkamıyor, yanımdaki bardağa bile uzanamıyordum. Hiç
kıpırdamayıp öylece tavanı izledim hiç bir şey söylemeden ve hiç bir şey
düşünmeden. Bir süreliğine odamın tavanında ağını kurmuş olan
örümceğin hareketlerini izledikten sonra tüm odayı öylesine izlemeye
başladım sadece. Kim bilir, belki de bu küçük odada yeni bir keşif,
içimdeki açlığı bastıracak bir buluş ve kendim için küçük bir eylence
bulurdum belki. Ah, ne vardı ki bu küçük odada zaten? Çalışma masam
ve gardırobum dışında her tarafı kaplamış olan kitaplarım ve
karalamalarım. Onlara bakmamak bakmaktan daha iyi bir fikir benim
için. Daha küçükken hep annem azarlardı bu konuda beni. Bazen öylesine
derin bir şeyle karşılaşır veya öylesine önemli bir anıyı, düşünceyi
hatırlarsınız ki, saatlerce o şeyde kaybolur ve içinde bulunduğunuz
dünyadan hızla uzaklaşırsınız. Çocukken de, şimdi de çokça yaşıyorum
sizlere bu söylediğimi. İnsanlar bunu garip görerek, dalgınlığımı
dikkatsizlikle olarak görür her zaman. Dikkatsizlik mi? Bense herkesten
daha dikkatli olduğumu düşünüyorum kendimin. Ve herkesten daha iyi
biliyorum dikkat edilmesi gereken her şeyi.

Yine iç dünyama dalmışken, kapımın çalınması beni bu dalıştan kopardı.


Ah, üstüste 4 kere, Samuelden başkası değil kesinlikle. Tek dostum, tek
sırdaşım ve tek fikir yoldaşım. Babası fransız asıllı bir fizikçiydi,
ülkelerarası konferans nedeniyle Almanya'ya ziyaret edince Samuel'in
annesi Marie ile tanışmış ve bir yıllık ilişkilerinin ardından evlenmeye
karar vererek Hamburg'a taşınmışlardı. Fakat oldukça mutlu ve güzel
şekilde ilerleyen evlilikleri pek uzun sürmedi. Samuel daha iki
yaşındayken, babası gece saatlerinde ziyafetten içkili bir şekilde eve
dönerken hırsızlar tarafından soyulmaya çalışıldığı zaman direnmiş, fakat
bu direnişi canını mâl olmuştu. Eşinin ölüm haberini alan anne bu haberi
kaldıramamış ve haberi aldıktan çok az bir süre sonra kalp krizinden
hayata veda etmişti. Ardından kimsesi olmadığı için yetimhaneye verilen
Samuel zamanla büyümüş ve zekasının ne kadar keskin olduğunu daha
çocukken herkese kanıtlamaya başlamıştı bile. Okul hayatındaki
başarıları tüm öğretmenleri tarafından hayranolunası bir biçimde
övülürken, üniversite yılları onun için pek parlak sayılmazdı. Genç
Samuel ateşli bir ruha sahip, bilgiye doyumsuzluğu ile bilinen, hiç
kimsenin duymadığı fikirlere sahip ve aynı zamanda hiç kimsenin
beğenmeyeceği ve anlayamacağı türden düşüncelerle taşkın biriydi. Daha
üniversitenin ilk yıllarında öğretmenlerin
neredeyse hepsiyle tartışmış, yöntemlerinin uygunsuz , fikirlerinin yanlış
ve eksik olduğunu sertçe bir dille söylemiş olduğundan üniversiteyi
bırakmıştı. Ah o kadar uzun ki bu dostumuzun hikayesi, bazen benden
bile uzun diyorum onun hakkında düşünürken.

-Ralphiee...
Seni hergele, geç saatlere kadar çalıştığın için hâlâ yatağından
kalkamadın mı?
Yoksa yine kendi zihnine yolculuklar yaparak beni duyamayacak kadar
derinlere mi daldın?

- Tahmin et.
- Kesinlikle ikinci.
- Nerden anladın?
- Pek zor değil Ralphie, seni tanıdığımdan eğer ilk seçenek olsaydı,
toparlanman bu kadar kısa olmazdı. Malum seni toparlamak için
dakikaları geç, günler lazım.
- Güne başlar başlamaz iltifatlarını duymak açıkça söylemem gerekirse
çok hoşuma gitti Sam!
- Ne demek, seni gömmesi oldukça eğlenceli Ralph. Bu şeref sadece bana
ait.
- Aman ne şerefmiş.
- Konuşmayı bırak da sen bana yiyecek bir şeyler var mı onu söyle asıl.
Gerçekten çok fena acıktım, biraz peynire ve taze ekmeye hayır demem
doğrusu, kahveyi de ayrıca hazırlarsın Ralphie öyle değil mi?
- Maalesef beyefendi, sizlere bugün kahve ikram edemeyeceğim. En son
2 gün önce tüm kahveyi tüketmiş olduğumdan geriye bir şey kalmadı hiç.
Dolapta peynir olacaktı ama, istediğin kadar yiyebilirsin.
- Sen katılmıyor musun?
- Hiç aç değilim Sam.
- Yazıların yine hakettiği ilgiyi görmedi değil
mi? Odaya adımımı attığım ilk andan itibaren, yüzündeki ifadenden her
şey öylesine belli oluyor ki.
- Karalamalarımı senden ve benden başka beğenen kimse yok maalesef
sevgili dostum. Çabalamaktan ve hergün umut ederek bu sefer
başaracağımızı düşünmekten yoruldum sevgili Sam.

- Biliyorum yorgun düştüğünü. Ve her şeye rağmen elinden kalemi


bırakamayacağını, umutsuzluğun doruklarında bile olsan yazmaya devam
edeceğini ve yine bir şekilde umut edeceğini. Ve umudunun
şiddetlenerek, duygularının kalbini aşıp dans edeceğini. Ve bu dansın
hüzünle sonlanıp kendi kabuğuna çekileceğini. Ve her şeyin tekrar
edeceğini. Ama her ne olursa olsun sevgili dostum, bir gün başaracağını
ve tüm zorlukları aşacağını biliyorum ve sana güveniyorum. Ve seni
yaşamım boyunca tanıdığım herkesten daha çok seviyorum. Yazdıklarına
gelirsek, onlara asla karalama demeni istemiyorum, bu kadar derincesine
içten yazılmış kelimeler ve ustalıkla süslenmiş motifler bir karalamaya
değil, bir sanat eserine aittir. Senin eserine aittir, sevgili Ralphie.
- Bugüne kadar beni hep destekledin, hep yanımda oldun. Gerektiğinde
bana yol bile gösterdin. Arkadaşlığımızın değeri benim için çok yüksek.
- Gözlerindeki ışıltıyı gördüğüm ilk andan bu yana seni seviyorum
dostum ve ne kadar değerli olduğunu anlıyorum. Şimdiyse üzülmenin
değil, daha da güzel yazmanın zamanıdır Ralphie. Artık mızmızlanmayı
keserek bana katılacak mısınız sayın Ralph hazretleri?
- Ah, pekâlâ. Üzgünüm gerçekten, 2-3 gündür neredeyse tüm parayı
harcadığımdan eve bir şey alamıyorum.
-Şu şişko domuz kirayı yine mi arttırdı yoksa? Senin yerinde olsam
cidden o pisliğin canını çok fena yakar ve güzelce rezil ederdim.
Ahahaha, belki beleşe bile otururdum burada. Kendi sözde başarı dolu
hayatını güzel bir biçimde saygın kitlesi karşısında açıklamaktan onur
duyacağını söylemen yeterli bir cümle bence.
- Senin kadar sert ve acımasız olmak hiç bana göre değil Sam!
- Olmak zorundasın, çünki olamazsan aşağılık insanlar tarafından işte
böyle muamele görürsün. Benim içim her biri deney faresinden farksız
olan birer yaşam parazitinden ibaretler sadece. Kendi düşüncemi onlar
yükler, ruhlarına kendimden parça üfler ve devamında neler olacağını
izlemekten büyük bir keyif alırım sadece. Ahlaklı davranmayı kes
Ralphie. Kendilerini yönetmeyi bilemeyen insanlar yönetilmeyi hakeder!
- İnsanları yönetmeyi hiç sevmedim bugüne kadar, hepsi benim için o
kadar sıkıcı ve boş ki...
Onlarla geçirdiğim her saniye ruhumden kopan sanat parçaları gibi.
- Biliyorum. Yönetmek istediğin tek şeyin kendin olduğunu biliyorum.
Arzuladığın şeyin ne olduğunu da. Fakat arzuların seni aştığı gibi,
arzularına giden yol da kendine hükmetmekten fazlasını gerektirir.
Öğreneceksin dostum, zamanla herşeyi öğrenecekin.
- Göreceğiz sevgili dostum...
- Paran bittiğine göre yine bizim ihtiyarın yanına gideceksin değil mi?
- Bobby ile çalışınca kendimi gerçekten rahat hissediyorum. İşimi
oldukça özenle yaptığımdan o benden memnun, paramı tam dediği saatte
ve dediği miktarda ödediği için ben de ondan memnunum.
- Hayır, hayır...
Siz iki deliyi bir birinize bağlayan şeyler tamamen farklı. Gerçi kötü bir
şey değil, iyi bulmuşsunuz birbirinizi siz iki deli. Hadi üzerini değiştir de
o ihtiyara bir uğrayalım. Öten hafta sıradan bir kumaşı salağın tekine
italyan parça diye yutturup elimdeki parayla Bobby'ye çok güzel bir ceket
diktirdim. Bakalım bizim babalıkta hâlâ ne kadar iş var.
-Beş dakika ver bana sadece. Üzerimi değiştirip hemen geliyorum.
- Fazla süslenip püslenme yine Ralph. Moda sergisine değil, bizim
babalığa godiyoruz.
- Tamam...

Samuel odayı terkederek kapıyı kapatmış ve dairenin karşısında Ralph'ın


gelişini beklemekteydi. Samuel kapının karşısında durmuşken bu sırada
dairenin gerçek sahibi ve Ralph'ın komşusu bay Albert' la karşılaştı.

- Sen de kimsin?
- Ralph'ın yakın arkadaşı diyelim.
- Anlaması pek güçlük değil evlat, sen de bizim küçük avareye
benziyorsun şöylesine bir bakınca.
- Doğrudur. Zamanında bana babalık yapacak bir babam olmadığından
genç yaşlarımda sizin gibi baba parası yemeye pek alışkın değilimdir.
- Lafını bil de konuş seni küçük velet. Şimdi olduğum konuma kendi
zekam ve gücümle gelmiş bulunmaktayım. Sizin yaşlarınızdayken tüm
gücümle çalışıp, zahmetimle elde ettim elimde olan her şeyi.
- Ah, eıbette. Eminim öyledir. Babanız vefat ettiği zaman mirastan
kendinize pay koparmaya ne kadar hevseliydiniz öyle değil mi? Her gece
kumarhane köşelerinde süründüğünüz gecelerin ne denli zahmetli bir iş
olduğunu da biliyorum açıkçası.
- Seni adi... Ne cüretle benimle böyle konuşabilirsin küçük fare.
- Size hiç yakışmıyor doğrusu böylesine kötü kelimeler bay Albert.
Çevreniz misafirler hakkında böylesine konuştuğunuz duyarsa
saygınlığınıza zarar gelmesinden endişeliyim açıkçası. Sizin gibi babası
tarafından evlatlıktan reddedilmiş kumarbaz bir düzenbazın saygınlığını
kaybetmesini istemem açıkçası.

Bu sözler ardından Albert'ın yüzünde tasviredilemez bir öfke yer edinmiş


ve sinirden deli olma noktasına gelmişti. Hemen kendi dairesine dönerek
kapıyı sertçe kapatmış ve hatta ardından bir kaç kez bağırmıştı.
- Tanrı aşkına, yine ne yaptın Samuel?
- Hiç, buradaki bir kaç çöpü temizliyordum sadece. Lafı fazla uzatmadan
hadi gidelim artık. İhtiyar bizi bekler.

Genelde rüzgarın ve yağmurun esiri olan bu topraklar yerini güneşin


parlak ışıklarına bırakmış ve tüm canlılar güneşin azameti karşısıda
saygıyla eğilmişti. Kuşlar bu mükemmel görüntü karşısında hayranlığını
kendi besteleriyle ifade ederken, bizim Ralph manzara karşısında coşan
ruhunu serbest bırakmış ve daha da yükseklere uçması için özgür
bırakmıştı kalbini. Tüm bedenini doğaya sunarak yok olmayı ve aynı
zamanda ölümsüzlüğü dilemişti sanki.

- İşte vardık dostum. Dışarıda oturup çay yudumlamadığına göre işleri


bayağı yoğun olmalı.
- Haklısın, yoksa şimdiye bir kaç adam da toplayıp satranç tahtasında
kendi maarifetini de gösterirdi bir şeyler içerken.
- Kesin kaybederdi, bu deli haliyle bile zor başa çıkıyoruz. Öfkeli bir
zırdeliyle uğraşmayı hiç istemem.
- Ah, o dediğine katılıyorum işte. Gidelim görelim de şimdi nasıl bir ruh
halindeymiş. Ralph ve Samuel Bobby'nin yanına giderken, o sırada
dükkanın kapısı sertçe açılmış ve Bobby' nin öfke dolu ,aşağılayıcı
sözlerle bir adamı kovduğu görülmüştü.
- Seni yaşlı moruk, yok bu seçim sanata hakaretmiş. Sanatın ruhuna
yapılmış saldırıymış. Aptal herif!
- Bu kelimeleri bana mı dedin seni kendini beğenmiş aptal! Hepsini sana
teker teker yedireceğim bu kelimeleri. Bobby eline dükkanında sakladığı
sopayı alarak sinirli bakışlarıyla adamın üstüne doğru yürürken, olayları
anlayamamış olan Ralph ve Samuel Bobby'i zaptetmeye çalışır. Adamsa
bu fırsattan istifade ederek, hızlıca ortadan kaybolur.
- Bobby!. Kendine gel iki dakika. Yine neler oldu? Açıklasana bizlere.
- Beni tutmayın ikiniz de. O budala herifi gebertmem gerekti söylediği
onca sözden sonra. Ne denli bir aptal yeşil renkle mor rengi
uyumlandırmayı mantıklı bir hareket olarak görebilir ki? İnsanın doğayla
olan bağını yansıtarak bedenimizin başlangıç tohumlarını büyüten ve tüm
ruhumuza huzur aşılayan bu sahneye kalbimizin derinliklerindeki
karanlığı uyandıran korkunç motifleri eklemek hangi mantığa uyar? Ben
bir terzi olabilirim, fakat terzi olduğumdan çok ben bir sanatçıyım. Sanat
için dikerim, yaratırım ve yaşarım. Sunulan para için sanat yapmam ve
para için sanata hakaret etmem.
- Sakinleş biraz ama babalık. Her seferinde böylesine köpürüyorsun. O
herif yüzünden sinirleneceğine neden bizlere son diktiğin o muazzam
parçalardan göstermiyorsun?
- Doğru, özellikle senin şu yeni ceket. Bana göre en iyi işlerimden biri.
Senin gibi bir kurnaz dolandırıcıyı pek güzel temsil etmekte. Dolandırıcı
dediğime bakma, yine de iyi çocuksun Sam. Az yardımın dokunmadı
bana bu hayatta.
- Nerdeyse bu sözlerden sonra ağlayacaktım ihtiyar. Duygulandım.
- İşte senin ceket. Gece mavisi!
Karanlığa yakın olanı temsil eden, ama karanlıktan uzak olan ve umut
aşılayan.
- Gerçekten, ben çok beğendim Bobby. Yine kendi sanatını konuşturmuş
ve ortaya muazzam bir iş çıkarmışsın.
- Çok yakında senin için de bir süprizim
olacak Ralph. İkinizi de seviyorum çocuklar, ama Ralph'ın bende
uyandırdığı duygular, bana aşıladığı o ilham kesinlikle daha fazla ve
etkileyici. Sırf bu ilham uğruna sana büyük bir teşekkür borçluyum evlat.
Bu arada çalışmaya geldin öyle değil mi?
- Güzel iltifatların için teşekkür ederim Bobby ve evet. Yine zor bir
durumdayım, işleri toparlamak uğruna çalışmaya mecburum.
- Her zaman anlaştığınız gibi. Aynı iş ve aynı miktar.
- Anlaştık bile.
- Ve Samuel. Ceketi almadan önce parayı alayım. Bu sefer yemem, her
seferinde beni kandırıp yumşatarak bir kaç ay ortalıktan kayboluyorsun
hergele.
- Hadi ama Bobby, senden ayrılamayacağımı biliyorsun, çünki senin
kadar işine önem veren ve sanatını bu kadar mükemmel icra eden kimseyi
tanımıyorum ve tanıyamayacağım da. Gerçekten üzerimde çok az para
kalmasa hemen şimdi verirdim, fakat durumların kötü olduğunu
biliyorsun işte. Senin o güzel kalbinin beni anlayacağına eminim sevgili
Bobby.
- İşte yine yapıyorsun aynı numarayı.
- Hadi ama Bobby, en azından Ralph'ın hatırı için.
- Pekâlâ Sam. Fakat o parayı bu günün sonuna doğru getirmezsen senin
de kemiklerini kırarım ama ona göre.
- Nasıl istersen Bobby. Şimdilik ben de sizlere veda edeyim. Uğramam
gereken bir yer var, akşam yine muhtemelen gelirim buralara.
- Yine hangi balık oltana takıldı bakalım?
- Babalık, hepten vicdansız bildin sen de bizi be.
- Özür dilerim evlat. Senin kadar masum bir adamı böylesine suçlamak
bana yakışmaz.
- Uğramayalı bayağı eğlenceli olmuşsun Bobby.
- Senden kopardığım bir kaç numara diyelim. Bu arada ben de çıkıyorum.
Uzun zamandır birikmiş olan bir kaç önemli mesela vardı, uğraman çok
iyi olud Ralph. Dükkan sana emanet, tüm kıyafetlerin işini hallettim, geri
kalan şeyler sana kalmış. Akşam döndüğüm zaman hesabı yaparız.
- Olur Bobby, görüşürüz.

Samuel ve Bobby dükkandan ayrılırken, Ralph hemen işe koyulmuş ve


kıyafetleri ütülemeye başlamıştı. İki saatten kısa bir sürede neredeyse
hepsini bitirmiş geriye son bir elbise kalmıştı. Açık pembe tonlarda,
genelde gelinlikler için kullanılsa da günlük giyim için de oldukça şık ve
sofistike bir görüntü çizen bu farbalada ilinç bir şeyler sezmiştim.

Şimdiye kadar böylesine bir güzel kokuyla daha önce asla


karşılaşmadım tüm hayatım boyunca. O kadar güzel bir koku ki, tüm
varlığım bu tarifedilemez koku karşısında titriyor ve kokladıkça daha da
meftun oluyordum. Öylesine merak etmiştim ki bu muhteşemliğin hangi
meleğe ait olduğunu. Durmadan tahminler yapıyor, zihnimde bu meleği
tasvir etmeye çalışıyor ve canlanan sahneler karşısında kendimden
geçiyordum. Tüm elbiselere verdiğim ilginin defalarca kez fazlasını bu
elbiseye vererek özenle ütüledim ve köşeye yerleştirdim. Bobby'nin bana
vermiş olduğu işleri tamamlamış ve kendi köşeme çekilerek bir şeyler
okumaya karar vermiştim. Daha çok geçmemişti ki, dışarıdan Samuelin
sesini duymuştum. Merakımdan dışarı çıktığım zaman Samuel satranç
masasının başına geçmiş, yine iddaya girerek bizim ihtiyarlardan para
koparmaya çalışmaktaydı.

- Şimdiyse parayı görelim, yine bana kaybettin ihtiyar.


- Samuel! Senin kadar şanslı ve uyuz bir insan daha önce asla görmedim.
Al şu lanet olası parayı da önümden kaybol şimdi.
- Ne oldu? Tekrar oynamıyor musun yoksa? Amma da erken küstün sen
de be.
- Ne çabuk döndün Samuel, borcun yüzünden en az buralarda bir kaç
hafta dolaşmazsın diye düşünmüştüm.
-Ceblerim dolu Ralphie, en kötü ihtimalle benim yakama yapıştığı zaman
hemen öderim. Ama şu an Bobby'yi şu masaya davet edip öfkesini
kullanarak ceketi beleşe yaptırtmış olmak daha çekici geliyor. Bu arada
bizim babalık daha gelmedi değil mi? O gelene kadar senle bir maç
yapalım Ralphie ve yine yenilgiye hazır ol.
- Kesin öyledir Samuel, bazı konularda benden çok daha zeki ve kurnaz
olabilirsin dostum, fakat bu tahtanın hakimi benim.

Beyazlarla oyuna başlayan Ralph italyan açılışına girmiş ve


Samuel'se çift at savunmasıyla yanıt vermişti. Ardından Ralph at fedası
yaparak kendi saldırısıyla Samuel'in şahını zayıflatmış ve onu zorlamıştı.
Samuelin hamle yapmasını beklerken bir yandan o elbisenin sahibini
düşünüyor diğer yandansa Bobby'nin dönüşünü bekliyordu.
Ah Bobby, hayat sana da hiç kolay günler yaşatmadı değil mi?
Büyükannesi buranın en önemli ressamlarından biriydi eskiden.
Küçüklüğünde büyükannesiyle bolca vakit geçirip, ondan sanatın
inceliklerine dair bolca bilgi edinmiş ve hayranı olduğu Leonardo Da
Vinci'yi ilk defa o zaman duymuştu. Gittikçe sanata duyduğu ilgi ve sevgi
artmış ve zamanın büyük bir kısmını kendi odasına kapanarak çizimler
yapmaya adamıştı. Büyükannesinden hep yaşamı boyunca büyük bir
sevgi ve özlemle bahsetmiş, yaşlılıktan dolayı ölümünü bugüne kadar bile
kabullenememişti. Peki bu sanat delisi olan insan elinde fırça tutacağına
neden iyneyle iplik tuttu diye sorarsanız babası yüzünden derim. Babası
hep onu doktor olması için zorlamış, durmadan bu konuda azarlayarak
yaptığı resimlerin değersiz ve harcadığı vakitin boşa geçirilmiş olduğunu
söylemişti. Her geçen gün babayla oğul arasındaki bu gerginlik
büyümekteydi. Birgün Bobby evine dönerken odasında çizmiş olduğu
tüm eserlerin toplanarak yakılmış olduğunu gördüğünde öfkeden delirmiş
ve babası tarafından bunun yapıldığını anlamıştı. Öfkeden deliye dönen
Bobby hiç kimseye bir şey söylemeden babasınım kendi çekmecesinde
sakladığı silahı elinde alarak bahçeye çıkmış, ağacın gölgesinde
dinlenmeye çekilerek keyifle içkisini yudumlayan babasını nişan alarak,
arkası ona dönükken silahı ateşlemişti. Silahın patlamasıyla herkes
bahçeye koşmuştu. Uşaklar ve Bobby'nin annesi gördükleri manzara
karşısında ufak bir şok geçirmiş ve ardından uşaklardan biri hızlıca
Bobby'nin elindeki silahı kapmıştı. Bobby ise uzun süre duraklamış ve
kendisini sorgular konumda bulmuştu. Fakat gözlerindeki öfke hala
dinmemiş ve bakışları hâlâ herhangi bir insanı küle çevirecek kadar sertti.
Babasına bu durum karşısında hemen ilk yardım gösterilmiş ve
bacağındaki kurşun çıkarılarak dikiş atılmıştı. Tüm olanların şokunu yeni
atlatan baba oğlunun hapis kararının aleyhine bir şey söylememiş ve hatta
oğlunu evlatlıktan reddetmişti. Annesi bu durum karşısında derin bir
üzüntü yaşasa da kocasından korktuğundan ve onun katı kararlarını
gözden geçirmeyeceğini bildiğinden oğlunun kaderine razı olmuştu.
Öfkesi hala dinmemiş olan Bobby hayatın kendisine seçtiği kaderi
yaşayarak keşfedince hayata karşı daha da derin bir öfke beslemeye
başlamıştı. Hapis yattığı sürede kendi hayatının şanssız bir kader uğruna
kurban gittiğini sürekli düşünmüş ve duygusal patlamaların eşlik
etmesiyle içsel olarak çökmüştü. Ateşli ruhu artık eskisi kadar parlamıyor
ve dünyaya kendi gücünü kanıtlamak için çabalamıyordu. Kaderin ondan
yana asla olmayacağını düşünerek hapishanede kendi içine kapanık bir
mahkum olarak köşesine çekilip düşünerek geçirdi tüm zamanını. Uzun
süreli işkencenin ardından tüm gençliğini bu duvarlar arsında kaybetmiş
olan Bobby umutsuzca şehrin yolunu tuttu. Bu kadar süre içerisinde
şehrin böylesine değişeceğini düşünememiş ve bir yandan dört duvar
arasında sınırlı olan hayatın o sınırı aşınca inanılmaz ölçüde
renkleneceğini tahmin edememişti. Etrafındaki her şeyi dikkatle
inceliyor, meraklı gözlerle insanlara bakıyordu. Önünde toplanan büyük
ölçüde bir kalabalık vardı. Kendisi de merak ederek kalabalığa doğru
yürüdüğü zaman, pek de önemli ve meşhur sayılmayan bir ressamın
kendi eserlerini sergilediyini gördüğünde içinde bastırmış olduğu
duygular sanki açığa çıkmak için hareketlenmeye başlamıştı. Uzun
süredir bir sanat eseri görmeden yaşamış olan bu adam, şiddetli açlığını
az da olsa giderecek bir büfe bulmuştu sanki. İlk baktığı zaman
gözlerinden yaşlar akmış, sonra ise eserde kullanılan her bir rengi
defalarca incelemiş ve eserin ruhunu deflarca tekrardan bulup, tekrardan
kaybederek anlamanın verdiği zevki tatmıştı. O kadar uzun süredir o
fırçayı elinde tutmayı istemiş ve kendi dokunuşlarını tuval üzerinde
yapmayı arzulamıştı ki. Kendi trajik geçmişini durmadan hatırlıyor ve
hayatının böyle olmaması gerektiğini haykırıydu kendi kalbinde. Keşke
tüm gençliği böylesine şanssız bir akıntıya kapılıp gitmeseydi. Belki
bugün elinde fırça tutarak tüm dünyaya hitabedebilecek olan eserlerin
sahibi olabilir ve kendi imzasını yaşamın ruhuna bırakabilirdi. Tüm
resimler sergilendikten ve bazıları satıldıktan sonra kalabalık dağılmaya
başlamıştı. Bobby ise kendi yaşamının derinliklerine yolculuk yapmış ve
kalabalık dağıldıktan bir süre sonra kendine gelebilmişti. Bu olayların
ardından cebinde beş kuruş parası bile olmadığını ve geceyi nasıl
geçireceğini düşündü şehrin merkezinde gezinerek. Hava karalmaya
başlamadan yapabileceği her işe gönüllü olarak karşılaştığı her işyerine
gitti. Bir kaç denemeden sonra umutları giderek tükenmeye başlamıştı.
Hapishaneye düşmesi ve suçunun da ağır olması nedeyinle kimse onu işe
almak istemiyor ve öfkeli bakışlarla gitmesini istiyorlardı.

- Suç işledikten sonra cezamızı dört duvar arasında en kötü bedelle, can
sıkıntısıyla öderiz. Yıllarca aynı noktada, aynı sıkıcı nesneler ve aynı
sıkıcı insanlarla durur ve işkence çekeriz. Bu son bulduğunda ise yeni bir
azap peşimize düşer ve bizi hiç bırakmaz. Eski hapishane mahkumu!.
Geçmişte gerçekletirdiğiniz bir olay yüzünden cezasını çektiğinizi
sanarsınız ve çektikten sonra tekrardan çekersiniz. Kimse size güvenmez,
sevmez, anlamaz ve anlamaya da çalışmaz. Karşınızda daha parlak bir
dünya vardır artık ,ama o dünyaya dokunamazsınız. Bazen dokunmayı
bırakın göremezsiniz bile. İçinde yaşayıp bu nimetlerden faydalanan
insanlar çok mu masum? Hergün kaç insanı kandırıp dolandırıyorlar, kaç
insanın kalbini kırıp utanmadan yalan söylüyorlar? Onlar buraya layık ta
ben değil miyim? Babam olan o herifin benim yıllarımı harcayarak en
kıymetli düşüncelerimi, özel duygularımı ve zahmetimi yansıttığım
eserlerimi yoketmesi cinayet değil de benim onu cezalandırmam mı
cinayet? Dünya fazla garip, fazla adaletsiz. Bense bir türlü buna
alışamayan bir dengesiz.

Tam 3 günlük arayışın ardından daha iş bulamayan, yorgunluktan


ve açlıktan ölmek üzere olan Bobby için bugün de pek farklı
görünmüyordu. Şansını biraz da terzide denemek istedi. Pek de büyük
olmayan bu kulübede her şey öylesine düzenliydi ki, daha bir şey
demeden kendi giyiniminden dolayı dükkandan kovulacağına emindi. Her
türden rengareng kumaşlar, ipek parçalar, düzenle yerleştirilmiş ütüler ve
nadide çiçekler vardı. Oldukça hoş bir koku tüm odayı sarmıştı.
-Buyurun bayım, bir şeyler mi istemiştiniz?

Karşımda yaşı çok kolay 70-i devirmiş, zayıf bünyeli, gözleri iyice
zayıflamış olduğundan gözlük takan bir ihtiyar vardı.

-Bayım, 3 gündür ben bu şehirde iş aramaktayım. Ne kadar ücret


verirseniz verin çalışmaya razıyım. Yeter ki size kendi maarifetlerimi
göstermem için bana şans verin.
-Bayağı yaşlandım, artık yürümek bile benim için işkenceden farksız
evladım. Bana yardımcı olup burada benim yerime işleri yürütebilecek
birini aramaktayım. Ama ne becerikli, ne de güvenilir bir çırak
bulamadım bir türlü. Daha önce nerede çalıştın ve hangi işlerle uğraştın.
-Bayım, doğrusu söylemek gerekirse hapisten daha yeni çıktım ve
neredeyse tüm gençliğimi de orada bıraktım. Pek bir iş tecrübem olduğu
söylenemez. Fakat sizi temin ederim ki, çok hızlı öğrenen biriyim.
-Hangi suçtan dolayı bu kadar ağır bir cezaya mahkum edildiniz?

Bobby başından geçen her bir olayı ihtiyara anlattıktan sonra,


gözlerini bu adama diker ve merakla ne diyeceğini beklemeye başlar.
-Böyle bir kader bana ait olsaydı ne yapacağımı hiç bilmezdim. Seni
yaptığından dolayı suçlayamam. Senin kadar çılgın ve cesur olsaydım
belki de ben de yapardım senin yapacağını evlat. Senin kadar ne cesurum
ne iradeli. Hapishane gibi bir yerde 1 seneye bile kalmaz ölüp giderdim
belki de. Başıma gelen olayların etkisinden çıkamaz ve hayatım boyunca
bu şoku atlatamazdım. Tüm bu şeyler için bile sana yeterince saygı
duyabilirim oğlum. Deminden beri ellerine bakıyorum. Onları daha da iyi
görmem için bana doğru uzat.
-Anlayamadım...
-Görmeme izin ver sadece, yıllar geçmiş bile olsa hala o sanatçı ruhun bu
ellerde varolmaya ve izini sürdürmeye devam ediyor. Ve her işi mahir bir
şekilde yapabileceğini haykırıyor.
-O işlerin benden gittiğini düşümüştüm hapishanede geçirdiğim sürede,
böyle şeyler düşünen bir insanla tanışmak beni gerçekten mutlu etti.
-Beni mutlu eden şeyse aradığım çırağı sonunda bulmam oldu veya ben
öyle düşünüyorum. İş istemekte hala kararlıysan ben teklifini kabul
ediyorum Bobby!
-Öylesine şaşkınım ki, beni böylesine güzel bir yerde çırak olarak
kabulettiğiniz için size ne kadar teşekkür etsem de az. İlk iş olarak
isminizi öğrenebilir miyim?
-Ben Frank, sevgili Bobby.
İşte bizim çılgın Bobby ve onun geçmişi. Zamanla Frank ile
aralarında olan bağ ilerlemiş ve baba oğul ilişkisine dönüşmüştü. Birlikte
çok işler yapmış ve bir sürü güzel anıları olmuştu. Dikişten tut ticarete,
her işi Frank sayesinde öğrenmişti bu meslekte Bobby. Frank günün
birinde ölüm döşeğinde iken, tüm varlığı olan dükkanını Bobby’e
devretmişti. Daha Bobby ile tanışmadan 4 sene önce karısını kaybetmiş,
tek kızı olan Lorie’den ise Fransa’ya gittikten sonra haber alamamıştı. O
yüzden en yakını ve sevdiği tek kişi olan Bobby onun için tek varisti.
Bugün çalıştığı ve kendi değimiyle eserlerini yarattığı dükkan da Frank’in
ona bıraktığı mirastır.

-Klasik piyon fedalarınla hamle öne geçmeyi planlamış olabilirsin yine


Ralphie, fakat o piyonu destekleyerek vezire çıkmama sadece üç hamle
kaldı. Şimdiden yenilgiyi kabullen dostum, benim kadar kimse bu oyunda
uzman değil.
-O üç hamleyi yapmaya fırsat bulabilecek misin bakalım Sam. Al
bakalım.
- At fedası? Sona bu kadar yakınken daha da yaklaşmak mı istedin mata?
- Az öncesi bahsettiğin üç hamlenin ilkini yapabildin mi Sam? Onu söyle
sen bana.
-Bir hamleden bir şeyler kaybetmeyiz be dostum. Önceki maçlarımızı
hatırlatırım. Fedaların ve yaptığın ataklar bana bu sefer de işlemez.
-Bu hamlemi de savuştur öyleyse, vezir H7 şah!

Bu hamle karşısında şaşıran Samuel bir müddet tahtaya bakar ve Ralphın


bunu neden yaptığına anlam veremez ilk başta. Ardından az önce yapmış
olduğu at fedasıyla H7 piyonunun pozisyonunu bozarak hattı açtığını,
yaptığı vezir hamlesiyle de şahın G hattına kaçışını engellediğini görür.

-Mecburen veziri almak zorundayım ve sonra da kale H3 hamlesi ile beni


kazanmana katlanmak. Öyle olsun Ralphie, bugünlük sen kazandın. Ve
sadece çok şanslıydın diyelim. Normalde oynasak karşımda hiç
duramayacağını sen de iyi biliyorsun.
-Ah, hiç bilmez miyim beyefendi, daha açılışta sizin gibi bir atak
oyuncusuna sadece savunma yaptırdığımı ne kadar çabuk unutuyor sunuz
ama?
-Canımız savunma yaparak oynamak istemişti. Bakıyorum da millet
bundan kendisi için anlam çıkarmaya ne kadar da hevesliymiş.
-Tabi efendim.
Samuel ve Ralph birbirileriyle şakalaşırken, Bobby çoktan işlerini
tamamlamış ve dükkana doğru yola çıkmııştı. Onun gelişini uzaktan
farkeden Samuel Ralph’a söyler:
-Bizim babalık geliyor Ralph, oyunumuz buraya kadar. Babalıkla ne
kadar karşılaşmazsak benim ceplerim, onun da sinirleri açısından bir o
kadar iyi. Sana iyi günler ve bu deliyle de iyi şanslar.
- Sana da dostum ve hızlıca topukla. Hemen.
- Bana mı iseni hergele? Onun korkusundan yaşamım boyunca
gerçekleştirdiğim koşular sayesinde kazandığım tecrübe ile yarışlara
katılmayı bile düşünüyorum. Hadi görüşürüz, gece senin eve uğrarım
canım belki.

Samuel hızlıca koşup, ortalıktan kaybolurken Bobby oturduğumuz


masaya telaşlı bir şekilde yaklaşarak az önce Samuel’in oturduğu yere,
tam karşıma geçmişti.
-Tüm bu telaşın neden? Seni pek aceleci görmeye de alışkın değilim.
-Çok uzun konu Ralph, sana önemli bir şey diyeceğim. Yarın öğlenden
sonra tekrardan şehir dışına uğramak zorundayım. Halletmeli olduğum
çok önemli bir meselem var ki, bu da en az 3 günümü alacağa benziyor.O
yüzden daha şimdiden giderek, ucuz bir otelde oda kiralamak istiyorum.
Böylece daha rahat hissederim acele etmeye gerek olmadığından. Ben
burada olmadığım sürede her işi sana devretmek istiyorum, zaten senden
başka kimseye de güvenemem. Samuel ile bu konuyu konuşsam, gittiğim
andan itibaren dükkanı kumarhaneye çevirir. Kesin buradaydı değil mi?
İnkar etmeye çalışmayın. Ben geldiğim zaman şimdi oturduğum sandelye
iki kişi ayakta olmasına rağmen boştu. Muhtemelen geldiğimi görüp
kaçmıştır.
- Hep yapınca artık tahmin etmsesi zor olmuyor senin için.
-O hergele ile hiç uğraşamayacağım. Döndüğümde mutlaka kucağıma
düşecektir.
-Ne kadar da sevgi dolu bir ilişki var ama aranızda. Gerçek baba oğul
ilişkisi gibi.
-Ne demezsin.
-Merak etme Bobby, gözüm gibi bakarım bana olan emanetine. Yine de
uzun zamandır çalışmadığımdan eskisi kadar yetenekli sayılmam. En kısa
sürede dönmeye bak sen.
-Biliyorsun sen de, işlerimi aksatmayı ve uzatmayı hiç sevmem. En kısa
sürede döneceğim. Şimdilikse vedalaşalım sevgili Ralphie.
-Hoşçakal Bobby, gözün arkada kalmasın kesinlike.

Oldukça yorucu geçen günün ardından Ralph tüm işleri halletmiş


ve dükkanı kapadıktan sonra apartmana doğru yürümeye başlamıştı. Bir
yandan kızıl güneşin gökyüzünde yavaş yavaş kayboluşunu izliyor ve
günbatımında ortaya çıkan bu manzaranın güzelliğine hayranlıkla
bakıyordu. Hava her zaman olduğu gibi değil de oldukça sessizdi bugün.
Rüzgarın asiliği güneşin güzelliğine teslimiyetini kabul ederek yerini
huzura bırakmıştı şimdilik.

-Giderken acaba kitapçıya uğrasam mı? Bir şeyler alamayacağım, para


olsa da almayacağım zaten belli. Ah, yine de inceleme yapmayı ve
özellikle de herkesin bayldığı şu yazarcıkları eleştirmeyi bayağı bir
seviyorum. Başka güne kalsın diyelim, yorgunluktan bayılmak üzereyim.

Ralph kendi dairesinin olduğu apartmana girerken sakince yürüyerek


anahtarı çıkarıp kapısının kilidini açmak istedi. Albert ile karşılamayı
kesinlikle istemiyordu. Anahtarı kullanacağı sırada kapının zaten açık
olduğunu farketti.

-Bazen yedek anahtarı artık farklı yerde saklasam mı diye az


düşünmüyorum Sammy.
-Hadi ama, kalbimi kırıyorsun Ralphie. Hem eliboş gelmedim kaba herif.
-Tanrı aşkına, nerden buldun bu kadar parayı da bunları alabildin?
-Kumarı hiç oynamam, ama kumar oynamadan hep kazanırım. Bir
adamın 2 kere elinde fazla şanslı denebilecek türden kartlarla kazandığını
görünce doğal olarak adamın hile yaptığını düşünerek ona yaklaştım. İyi
bir gözlemci sayılırdı, benim onu izlediğimi çoktan farkına varmıştı,
oynarken yanına yaklaşıp onu daha dikkatle izlediğimde terlemeyi
başlamasından ve gözlerini sürekli hareket ettirmesinden sonra da hile
yaptığına emin olmuştum. Masada kazandığı tüm parayı toparlayınca ben
de yavaş yavaş arka masaya yöneliyormuşcasına yaparak çıkışa doğru
yürüdüm. Tahmin ettiğim gibi adam ürkmüş ve üçüncü oyunla dikkatleri
daha da üzerine çekmemek adına kumarhaneyi terk etmeye karar
vermişti. Boyu 1.60 larda, şişman, fazla korkak bir herifti. Kumarhaneyi
terkeder etmez direkt çıkışta nereye gidiyorsun diyerek ona seslendim.
Sesimden korkan adam arkasını dönerek bir süre donuk ifadeyle bana
baktı. Etrafta ikimizden başka kimse yoktu ve ben de bundan
faydalanarak hamlemi daha açıkça yaptım. Ona aslında kumarhanede
çalışan bir görevli olduğumu ve hile yaptığınden en başından haberimin
olduğunu fakat belli etmediğimi söyledim. Diğer kumarhane işçilerinin
onu hemen sokak sonunda çoktan beklediğini eğer suçunu kabullenmezse
çok güzel bir dayak yiyeceği yalanını soğukkanlılıkla uydurup onu
kandırdım. Ralph, gerçekten görmen lazımdı ama o herifi öylesine
korkuttum ki cidden bayılacaktı az daha. İnsanlarla böylesine eğlenmeyi
seviyorum sevgili dostum. Bizim meseleye dönecek olursak ancak benle
anlaşması karşılığında bu dertten kurtulabileceğini söyleyerek elindeki
paranın büyük bir bölümünü elinden aldım. Aldığım gibi de direkt buraya
geldim.
-Bazen nasıl bu kadar acımasızlaşabiliyorsun hiç anlayamıyorum.
-Hadi ama, ağlamaya devam mı edeceksin yoksa ziyafete mi
katılacaksın?
-Öyle açım ki, bu ziyafeti doğrusu hiç bi şeye değişmem. Bir de en
sevdiğim yemeklerle donatmışsın masayı, şef Antonio’nun işçiliğine
benziyor doğrusu.
-Öyle evet, ama emin olmak için yemeklerin güzel kokmasından çok
yemekler için ödediğim paranın miktarını bilmelisin.
-Buraya kadar gelebilmen bile mucize doğrusu, vurgun büyükmüş
anlaşılan. Şu masaya baksana: gnocchi, lazanya, arrosticini ve timballo
-Hem de ne büyük. Konuşmayı bırak ta şu şaraptan biraz da bana ver
açgözlü. Uzun zamandır lazanya tatmamıştım. Kesinlikle enfes.
-Daha elimi yeni sürmüştüm, ne bu pisboğazlık? Hep lazanya denerdim
her gittiğmde, bu sefer yeni bir şeyler deneyeceğim.
-Hadi be laflamayı bırak artık, sabah erkenden mi kalkacaksın bu arada?
-Evet, Bobby 3 günlüğüne ortalarda olmayacakmış. Mecbur onun yerine
her işi ben yapacağım bu süre zarfında.
-En azından 3 günlüğüne ölüm tehlikesiyle yüzleşmeyeceğim.
-Hazır bu kadar parayı da bulmuşken tarihte bir ilk yaparak bizim
ihtiyarın parasını ödemeye ne dersin?
-Benden sana bir tavsiye Ralph, mecbur olmadıkça kimseye para verme.
Borçlu olsan bilen yapma. Yarın neyle karşılaşacağını bilemeyeceğin bir
dünyadasın. Acımasız olmayı da bilmelisin bu hayatta, eğer sen herkese
acırsan dünya sonunda sana acımaz.
-İşte, hiç alışamayacağım buna sanarım. Boş verelim şimdilik iyisi mi,
ziyafetten sonra iyice uyumak istiyorum.
-Alt tarafı bi kaç kıymetli laf söyledik, bu kadar da yorulma be.
Takılıyorum sana, hep sen verecek değilsin ya, bugün de benden olsun
ziyafet. Şu son kadehleri senin şerefine içelim şimdiyse hadi Ralph!
Son kadehleri tokuşdurduktan sonra şerefe diyerek içen ikili kucaklaşarak
gecenin devamında bir biriyle vedalaşır. Her zaman etrafı temizlemeyi
ihmal etmeyen Ralph yorgunluğundan buna yeltenmez bile. Üstünü yavaş
yavaş çıkarıp yatağa geçerek sarhoşluğun da etkisiyle uykuya dalar.
Dün gecenin yorgunluğu ile derin uykuya dalmış olan Ralph
kapının çalınmasıyla uyanmıştı. Şiddetli baş ağrısıyla uyanmıştı bu sabah,
ardından kapıyı kimin çaldığını öğrenmek üzere kapıyı açtı.

-Merhabalar Ralph hazretleri, kapıda dikilmeye devam mı edeceksin


yoksa beni içeri mi alacaksın?
-Hadi geç Sam, sabah sabah bu kadar mızmızlanmayı çekecek halim yok.
-Diyene de bakın, dün gece bayağı sağlam içmiştin, bünyenin buna alışık
olmadığına çok uzun zamandır şahidim. Bir kaç bardak su iç te hızlıca
kendine gelmeye bak. Daha dükkana uğrayıp işlerle ilgilenmen lazım. O
yüzden erken uğrayıp sana bir görüneyim dedim. Ah dostum, ben
olmasam sen yapardın bu hayatta.
-Tabi tabi, klasik huyundan bir kerecik de olsa vaz geçtiğini görürsem
ağlayacağım.
-Ne varmış huyumda? Senin gibi sürekli mızmızlanmam mı gerekli
Ralphie?
-Ah, tamam tamam. Senle hiç tartışmaya girecek halim yok. Şimdilik
soğuk bir duş alıp hızlıca toparlanmak istiyorum. İstersen günün
devamında senle buluşuruz.
-Pekala, görüyorum ki beni kovmaya çok heveslisin. Darıldığımı
söylemeliyim doğrusu. Dükkana vaktinde uğra canım, Bobby değil de
ben canına okurum senin.
-Tamam, hadi ama.
-Görüşürüz öyleyse.
-Görüşürüz, Sam.

Soğuk bir duşun ardından aynanın karşısına geçen Ralph


konuşmaya başlar:

-Güzel miyim yoksa çirkin mi hiç fikrim yok. Gözlerimi ve onda yatan
masumane ifadeyi seviyor, içinde dolaşan umuda hayran oluyordum.
Aynı zamanda yüzümde yer edinmiş olanın acının mimiklerimde yer
edinişinin farkına vardıkça kendimden ürküyordum. Gülemiyor, denesem
bile hep o sahte ifadeyi görünce de hiç gülümsememeyi daha güzel
buluyordum. Kendimi çok seviyorum ve sevdiğim kadar da nefret
ediyorum. İnsan bir birine zıt olan bu kadar rengi, ifadeyi nasıl olur da
aynı anda kendi varığında taşır? Bu sorular beni öylesine yorup, canımı
zaman zaman yaktı ki, kendim hakkımda düşünmeyi sevemedim bir türlü.
Ralph’ın ruhu kendi vücudunda durmak yerine dünyanın her köşesine
yayılmak istiyor, o vücutla bir olduğunda ne olacağını bildiği ve bunun
felaketi olacağını önceden gördüğü için. Ruhum bırak ta yayılsın her yere
ilham perileri olarakm ve zihnim daha da yaratarak yücelsin herkesi
aydınlatmak uğruna. Belki de böyle bir olabilirim ruhumla ve sadece
böyle kucaklayabilirim bedenimi ruhumla. Aklıma Lao Tzu’nun
“Tao Te Ching” eserindeki şu misralar geliyor.

Gök kalıcı, yer uzun ömürlüdür.


Kalıcı ve uzun ömürlüdürler,
Zira kendileri için yaşamazlar.
Uzun yaşamaları da bundandır.

Bu yüzdendir ki ermiş kişi:


Kendini geriye atar, ama kendini ön safta bulur.
Kendini dışarıda tutar, ama kendini müesses bulur.
Bunlara sebep kişisel çıkarlarının olmaması değil midir?
Ve kişisel çıkarlarını tam olarak böyle gerçekleştirir.

Bugüne kadar hiç kendim için yaşamadım, sevilmedim sadece sevdim,


düşünülmedim sadece düşündüm. Her sıradan insanın bile tattığı o güzel
şeylerden ben uzak kaldım. Hep ama sevdim her şeye rağmen hayallerimi
ve hayallerimde kendim değil de hep insanlık ve yücelişi vardı sadece.
Tek arzum var şimdiyse benim, hayallerimin sadece hayal olarak değil de
gerçekliğin kendisi olması. Buna sadece umut etmiyorum, gerçek olması
için kendime ve benim gibilere umut oluyorum, günün birinde bu neden
yüzünden kendimi feda etmem gerekse bile.

Kıyafetlerimin çoğusu eskidir, uzun süredir doğru dürüst bir işle


ilgilenmediğimden ve yazılarıma fazla bel bağladığımdan elimdeki para
sadece karnımı doyurmaya ve Albertla uğraşmaya yetiyordu. Bobby bana
her ne kadar onun için güzel bir parça yaratabileceğinden ve bunu
karşılıksız olarak yapacağından bahstetse de ben kabul etmemiştim. Tüm
bunlardan başka neredeyse hiç giyinmedim ve özel günlere sakladığım
oldukça şık bir mavi frak, keten fırfırlı beyaz bir gömlek, diz hizasında
beyaz pantolon, kırmızı bir yelek ve siyah çizmelerim vardı. Bugün
onlara baktığımda nedense giyinmek ve güzel görünmek vardı içimde. Ne
zaman olacak ki zaten özel bir gün. Dolapta kalıp çürüyeceğine giy de en
azından keyfini sür kendine dedim.Sakal uzatmayı hiç sevmem, o yüzden
her sabah traş olurum. Tüm hazırlıklarımı tamamlayıp, en son frakımı da
giyindikten sonra paltoya bakmak gerçekten canımı yakmıştı. Böylesine
bir kıyafetlerle eskimiş, solmuş bir paltonun uyumu gerçekten canımı
sıkmıştı. Öylesine canımı sıkmıştı ki bir an bu soğukta palto giymemeyi
bile düşünmüştüm. Baçka çaremiz yoktu ama mecburen giyecektim, at
arabası için de ilave para harcayamazdım ayrıca. İsteksizce giyindikten
sonra kapıyı kitleyip bizim Bobbynin mekanına ilerledim. Hava pek de
soğuk saylmazdı üstelik sabah olmasına rağmen.

You might also like