Download as odt, pdf, or txt
Download as odt, pdf, or txt
You are on page 1of 9

Gözün, kulağın, dişin bile doktoru oluyor da “dil”in doktoru

neden olmasın, daha doğrusu benim gibi bir ‘dil doktoru’


neden muayenehane açamasın?” cümleleri Prof. Dr. Hayati
DEVELİ’nin “Dil Doktoru” adlı eserinin ilk yazısından
alınmıştır. Develi yine bu satırlarının devamında ‘dil
hastaları’nın kendisine “Doktor beyim dilim yanıyor!”, “Doktor
amca dilimin ucunda sivilce çıktı!” gibi şikayetlerle
başvurmayacaklarını ama “Doktor bey köpeğime ‘canısı’ adını
verdim, doğru mudur acaba?”, “Doktor bey gazeteye bir
makale yazdım, imlâsı kurallara uygun mudur, kontrol edebilir
misiniz?”, “Efendim ‘army konsept’ yerine hangi lafı
kullansak?” gibi sorularla bir dil doktorunun
karşılaşabileceğini vurgulamaktadır.

Develi’nin “Dil Doktoru” adını taşıyan eseri on yıldır


gazete ve dergilerde yayımladığı dil ve Türkçe ile ilgili
yazılarından oluşmaktadır. Yukarıdaki paragrafta da görüldüğü
gibi Türkçenin meseleleri, hocanın kendisine has nüktedânlığı
ile ele alınmış olduğu için eminiz ki okuyucu bu eseri bir
solukta bitirecektir. Eser “Dil Anatomisi”, “Dil Patalojisi”,
“Köktendilcilik”, “Frenk Elması”, “Vaşington Portakalı”,
“Mektebin Bacaları” ve “Homo Polemicus” olmak üzere yedi
ana başlık ve bunlara bağlı alt başlıklardan oluşmaktadır.

Eserde, önce dil ile varlık ilişkisi ele alınmış, daha sonra dilin
önemini belirten Mevlâna’nın şu sözlerine yer verilmiştir : “Dil
tencerenin kapağına benzer : Oynadı, açıldı mı içinde ne
yemek var, anlarsın. Aklı keskin adam tencerede tatlı yemek
mi var, sirkeli ve ekşi aş mı? Dumanından anlar.”. Bu satırların
devamında dil ne kadar gelişmişse kültürün de o oranda
gelişeceği, yüksek kültürünü kaybeden toplumlarda ise bizim
gibi dilin ayağa düşeceği belirtilmiştir. Bilindiği gibi dil,
nesiller arasındaki bildirişimi sağlayan en önemli ögedir, dilin
nesiller arasındaki ilişkisini sağlayan dikey boyutu nesilleri
birbirine bağlar ve onları yok olmaktan kurtarır. Uzlaşılmış
göstergeler sistemini, yani dili kesintiye uğratan bir toplum
kültür toplumu olamaz. Develi’nin bu cümleleri bizim bugün
eğitim ve kültür alanlarında ne seviyede olduğumuzun en
büyük göstergesidir.

Türkiye Türkçesinin yazı dilinin İstanbul ağzına


dayandığı herkesin malumudur. Develi, bu bilginin tam olarak
doğru olmadığını, bugün kullanılan standart dilin İstanbul ağzı
temeline dayanan, ancak diğer Anadolu ağızlarından da birçok
unsurun alındığı İstanbul ağzı olma özelliğini kaybetmiş ortak
ağız olduğunu düşünmektedir. Buna da en büyük sebep
Türkiye’nin dört bir yanından İstanbul’a yapılan göçlerdir.

Yaşadığımız bilgi çağında her şey o kadar hızla


ilerliyor ki, biz Türkler teknoloji üretmek yerine -Süt içmek için
kapıda inek beslemek olur mu hiç!- üretilen teknolojik ürünleri
alıyor ve sadece bir kısmının adını Türkçeleştirmeye gayret
ediyoruz. Develi konu ile ilgili olarak dünyada son sekiz
senelik zaman dilimindeki gelişmeler ve bunlarla birlikte
dilimize giren terimlerden bahsetmektedir : SMS (kısa mesaj),
polifonik melodi, LCD ekran, plazma tv, ADSL, webcam,
mortgage… Teknoloji üretemediğimiz için bu tür ürünlerle
birlikte isimlerini de almak zorunda kalıyor, sonra da en kolay
yaptığımız şeyi yapıyor ve “Türkçe fakir!” diyoruz.
Batılılaşma çabalarının sonucu olarak Türkçeye
özellikle Amerikan İngilizcesinden giren kelimeler Türkçe için
çoğu zaman bir tehlike olarak algılanmış; Türkçenin
bozulduğu, yıprandığı öne sürülmüştür. Develi bu konuda
şunları söylemektedir : “Türk dili tehlikedeymiş. Hiç
zannetmem. Asıl tehlikede olan Türklerdir. Her kim nasıl tarif
ediyorsa, asıl tehlikede olan “Türk kimliği”dir.”.

Bazen televizyonlarda sanatçı dediğimiz ve


toplumumuza örnek olması gereken bazı insanların modern
görünmek adına “görl firendim” gibi lafları, konuşmalarının
arasına serpiştirdiğini görürüz. Zaten bildikleri yabancı dil de
birkaç kelimedir bu tür insanların. Develi, Aylin Livaneli’nin bir
yazısında “mülakat” kelimesini eski bularak bunun yerine
“interview” kelimesini tercih etmesini “Livaneli Sendromu”
olarak adlandırmakta ve kitabı boyunca bu terimi
kullanmaktadır. Ona göre, bu tür kelimeleri tercih edenler
genellikle yabancı ülkelerde bulunmuş, İngilizce eğitim almış,
mesleklerini icra ederken İngilizce ile içli dışlı olan yüksek
yaşama standardına sahip olan insanlardır. Develi, Livaneli
Sendromunu bir okumuş hastalığı olarak görmekte ve şunları
söylemektedir: “Okumuş adam, başka bir dille, çoğu zaman
prestijli bir dille iç içe yaşar, onunla öyle bir hemhâl olur ki,
onun kelimelerini, söz kalıplarını, hiç gerekmeyen yerlerde
ana dilli ortamlarına taşımaya başlar. Bunun kendi dilinde tam
karşılığı yok zanneder. Halbuki vardır, ama o kelimeyi yahut
terimi kullanmak okumuşa ilâve bir itibar kazandırmadığı için,
yabancı kelimeyi kullanır.”
Develi sadece Türkçenin değil Fransızca, Rusça
hatta Anglo-Sakson İngilizcesinin dahi Anglo-Amerikan
İngilizcesinin etkisi altında kaldığını söylemekte ve bu dilin
dünyada “ortak iletişim dili” hâline geldiğini belirtmektedir.
Develi, dilde bir zaman yapılan sadeleştirme, daha doğrusu
Arapça, Farsça kökenli kelimeleri atma hareketinin Türkçeyi
fakirleştirdiğini ve nesiller arasındaki “dikey bildirişim”i
kopardığını belirtmektedir.

Reklamlarda yabancı dil kullanıldığında veya bir


reklam tamamen yabancı dille hazırlandığında Türkçeciler
olarak hemen o reklama ve ürüne karşı tepki gösteriyoruz.
Genel olarak, standart Türkçe dışında, yani İstanbul ağzına
dayanmayan, başka bir ağza dayanılarak hazırlanan
reklamlarda ise genellikle tebessüm ediyoruz. Develi de
Türkiye’deki farklı ağız özelliklerinin kullanıldığı reklamların
Türkçeye bir zararı olmayacağını söylemektedir. Develi, ağız
kullanımının dili bozmayacağını, öyle olsaydı Karagöz ve orta
oyunlarında kendi bölge ağızları ile konuşan tiplerin Türkçeyi
çoktan bozmuş olmaları gerektiğini vurgulamaktadır.

Özellikle bilim çevrelerinde Türkçenin fakirliğinden


ve gittikçe fakirleştiğinden sıkça yakınılmaktadır. Develi, bu
konuda G. LEWİS’in kelime sayısı bakımından dünya dilleri
arasında İngilizceye yaklaşan tek dil olarak “Osmanlıca”yı
gördüğünü belirtmektedir. Dil uzmanı olmayan ve dil uzmanı
olsa da genellikle siyasi sebeplerle Osmanlıcaya yabancı dil
muamelesi yapanların aksine Develi Osmanlıcanın Türkçeden
başka bir dil olmadığını vurgulamaktadır. Develi’ye göre
Türkçenin fakirleşmesinin iki sebebi vardır : “Birincisi,
dünyadaki baş döndürücü fikrî ve teknolojik gelişmelere ve
dolayısıyla kavram ve nesne adlarındaki zenginleşmeye ayak
uyduramaması; ikincisi, dilde yaşayan kelimelerin nesebi
beğenilmeyip atılması.”. Burada bilim adamlarının Türkçeyi
fakir görmeleri de şöyle açıklanmıştır: “Fikir ve eşya planında
neredeyse hiçbir buluşa, hiçbir yeniliğe imza atmamış olan
Türk entelektüelinin ana dilini fakirlikle suçlaması, tarlaya
tohum ekmeyip de hasat uman çiftçinin hâline benziyor.
Nadirattan olarak, herhangi bir şey keşfeden ilim ve fikir
adamlarımız da buna Grek-Latin kökenli adlar takmayı pek
seviyorlar.”.

Develi, Osman Nedim TUNA’nın “Sümer ve Türk


Dillerinin Târihî İlgisi ile Türk Dilinin Yaşı Meselesi” adlı
eserine dayanarak Türkçenin en az yedi bin yıllık geçmişle
dünyanın yaşayan en eski dillerinden olduğunu belirtmiştir.
Böyle dünyanın en eski dillerinden biri olan Türkçenin zengin
bir dil olup olmadığı sorusu her zaman gündemde olmuştur.
Develi, bu konuda zenginliğin nasıl ölçüleceğinin belli
olmadığını, kelime sayısı ve özellikle tarihî derinliği ile
Türkçenin zengin bir dil olduğunu vurgulamaktadır. İngilizce
karşısında Türkçe diğer diller gibi bir hayli fakir
görünmektedir. Develi, bunun sebebini de Arap olsun, Türk
olsun, Alman olsun, Japon olsun dünyadaki pek çok insanın
ürettiği kavram ve nesnelere İngilizce isimler vermelerine
bağlamaktadır.

Dünyada saf dil olmadığı, bir dilin etkileşimde


bulunduğu kültürlerden kelime alıp verdiği malumdur. Develi,
bu konuda bir dilde “öz” ve “alıntı” kelimelerin
bulunabileceğini, ama dili kullananların kelimelerin kökeni ile
uğraşmamaları gerektiğini belirtir. Develi, İngilizcenin %75’inin
yabancı kelimelerden oluştuğunu, ama İngiliz aydınlarının
kelimelere öz veya üvey diye muamele etmediklerini söyler.
Develi, ayrıca G. LEWİS’e dayanarak İngilizler de bu mantıkla
hareket etselerdi, dillerinden “to state, to communicate, to
affirm, to declare, to assert, to express, to narrate, to impart,
to report” kelimelerini atmaları ve bu fiilleri yalınızca “to
tell” fiili ile ifade etmeleri gerekirdi, demektedir.

Çoğumuz dilimizdeki yabancı kelimelerle meşgul olduğumuz


için Türkçenin başka dillere verdiği kelimeler üzerinde pek
durmayız. Bu konuda, Prof. Dr. Günay KARAAĞAÇ
tarafından “Türkçe Verintiler Sözlüğü” adlı bir devâsâ eser
hazırlanmıştır ve şu anda basılmaktadır. Develi de eserinde
Türkçenin özellikle Arapçaya verdiği “aşçı, arabacı, baltacı,
kavurma, döşek, paşa, koğuş, başlık…” gibi pek çok kelime
bulunduğunu gözler önüne sermektedir.

Belli bir grup 1983’ten sonra Türk Dil Kurumunun kapatıldığını


hâlâ iddia etse de buranın dimdik ayakta olduğu hepimizin
malumudur ve kurum, o tarihten sonra akademik bir hüviyete
bürünmüştür. Develi eserinde eski TDK’cılarla yeni TDK’cıları
yabancı kelimelere karşılıklar bulma bakımından da
karşılaştırmış ve yeni TDK’cıların daha aklı başında ve bilimsel
çalıştıklarını söylemiştir. Develi, yeni TDK’cılar eski
TDK’cıların sahip olduğu medya desteğine sahip olmadıkları
için yabancı kelimelere bulunan karşılıkların yayılmadığını
belirtmektedir.
Yabancı dillerden alıntılar “kültür alıntıları” ve “özenti
alıntıları” diye ikiye ayrılmaktadır. “Kültür alıntıları” kültürel
ilişkiler sonucunda dile girer. Bu alıntılar, bir dil için normaldir
ve dilin zenginleşmesine sebep olur. “Özenti alıntıları” dilde
var olan kelime ve kavramların yerine başka dillerden kelime
almak demektir. Develi’ye göre bu “özenti
alıntıları” “kendilerini çok bilgili göstermek, hitap ettiği kişi ya
da kişilere o yabancı-üst kültüre ne kadar yakın olduğunu
ispat etmek; toplumda oluşan kimlik kırılmasının da etkisiyle
kendisinin aslında başka ve yüksek bir kimliğe sahip
olduğunu, mensubu bulunduğu yerli halktan farklılaştığını
anlatmaya çalışmak” amacıyla kullanılır. Develi bu konu ile
ilgili son olarak, Türkiye’de üretilen eşyalara yabancı isim
verildiği sürece, dili yabancı kelimelerin istilasının süreceğini
bildirmiştir.

Yabancı kelimelerin Türkçede çok kullanılır olması pek çok


kişi tarafından “dil kirlenmesi” olarak adlandırılmıştır. Develi
bu terimi “içi boş ve bilimsel temeli olmayan” bir terim olarak
görmektedir. Ona göre her dönemde dilimize yabancı dillerden
kelimeler girmiştir. Bunların bir kısmı ihtiyaçtan bir kısmı da
özenti sonucu dile girmiştir, fakat Türkçenin asıl yapısı hiç
değişmemiştir. Develi, yabancı kelime sorunun bir dil sorunu
olmadığını; yabancı kelimelerin bir kültür ve aydın sorunu
olduğunu belirtmektedir.

Yüzümüzü Batı’ya çevirdikten sonra dilimize giren Fransızca


kelimeleri söylendiği gibi yazmaya başladık. Önceleri İngilizce
kelimeleri de orijinal imlâlarına bakmadan söylendikleri gibi
yazdık. Sonraları, yabancı dille eğitim yaptığımız için
toplumumuzun büyük bir çoğunluğu İngilizceyi bülbül gibi
şakır olduğu için alıntı kelimeleri “club” diye yazıp “kılap” diye
okumaya başladık. Develi, TDK’nın 1996 basım tarihli İmlâ
Kılavuzu’ndaki “Ödünçlemeler, yani dilimize mal olmamış
yabancı kelimeler orijinal imlaları ile yazılırlar.” ifadesine karşı
çıkmaktadır. Develi, yabancı bir kelimenin dilimize mal olup
olmadığına kim karar verecek diyerek yukarıdaki ifadenin
bulanıklığını ortaya koymaktadır. Yine Develi’ye göre, yabancı
kelimeleri orijinal imlaları ile yazarsak kelimelerin alındığı
dillerin imlâ kurallarını da öğretmek gerekecektir. Develi’nin bu
konudaki teklifi şudur : “Yabancı kelimeler, özel isimler de
dahil, okundukları gibi
yazılırlar.”. Develi, “kasaba” yerine “casaba”, “paşa” yerine “p
asha”, “Leyla” yerine “Laila” yazanların bir ayakları Avrupa’da
olan sosyetelere hitap ettiklerini, halkımızın da
bunlara “Coondra” yazılışı ile karşılık verdiklerini (!)
belirtmektedir.

Türkiye’de büyük bir kesim yabancı dille eğitime karşıdır.


Bunun yanında çocuğum erken yaşlardan itibaren şu
İngilizceyi halletsin, diyen ana ve babalar da vardır. Bize göre
yabancı dille eğitim, o ülkenin gençlerinin ömürlerini heba
etmek demektir, gençlerin en güzel yıllarını katleder; yani
cinayettir. Develi, İngilizce öğretmek için eğitim dilinin toptan
İngilizceye çevrilmesinin gönüllü sömürgelik anlamına
geldiğini savunmaktadır. Yabancı dille eğitim görenlerin kendi
düşüncelerini daha iyi ifade edeceği iddiasını eski
başbakanlardan Tansu ÇİLLER’in yaptığı gaflardan örnekler
vererek çürütmektedir. Biz, yabancı dille eğitim gören
öğrencilerin ne ana dillerini ne de İngilizceyi tam olarak
öğrenemediklerini düşünüyoruz. Yabancı dille eğitim
İngilizceyi tam olarak öğretseydi, İngilizce eğitim görüp de
asistanlık sınavına başvuran gençler kursa gitmeksizin ÜDS
veya KPDS’den 50 alabilirlerdi. Bir araştırma yapılırsa, yabancı
dille eğitim görüp de bu sınavları kursa gitmeden geçemeyen
asistan adaylarının ne kadar çok olduğu görülecektir.

Etimoloji dilciliğin en fazla bilgi birikimi ve araştırma isteyen


alanıdır. Bu meşakkatli alana Türkler fazla el atmamış,
Türkçenin etimolojik sözlüklerini de daha çok Sevortyan,
Keresteciyan, Nişanyan gibi Ermeniler yazmıştır.
Nişanyan, “Elif’in Öküzü ya da Sürprizler Kitabı” adlı bir kitap
yayımlamıştır. Develi, burada Nişanyan’ın Türkçenin söz
varlığını önce 30000, sonra 11700, en sonunda ise 150’ye
düşürdüğünü hayretle anlatmaktadır. Develi’nin eleştirdiği bir
nokta da Nişanyan’ın türemiş kelimeleri de Türkçenin söz
varlığından düşmesidir.

Prof. Dr. Hayati DEVELİ, “DİL DOKTORU” adlı eserinde


günümüz Türkiye Türkçesinin güncel sorunlarını esprili bir
dille ele almıştır. Piyasada bu konu ile
ilgili “amatörler” tarafından yazılmış pek çok eser vardır, ama
bu eser her açıdan Türkçenin güncel sorunlarına dair bir
“profesyonel” tarafından yazılmış en iyi eserdir. Türkçe şuuru
taşıyanların bu eseri okumalarını ve okutmalarını tavsiye
ediyoruz.

You might also like