Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 6

ŞATHİYE1

Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü,


Bostan ıssı kakıyıp der; ‘ne yersin kozumu?’
Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım,
Nedir diye sorana, bandım verdim özünü.
İplik verdim cullaha, sarıp yumak etmemiş,
Becid becid ısmarlar, gelsin alsın bezini.
Bir serçenin kanadın kırk katıra yüklettim,
Kırk çift dahi çekemedi, şöyle kaldı yazılı.
Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere,
Yalan değil gerçektir, ben de gördüm tozunu.
Bir küt ile güreştim, elsiz ayağım aldı,
Güreşip basamadım, gövündürdü özümü.
Kafdağı’ndan bir taşı şöyle attılar bana,
Öylelik yola düştü, bozayazdı yüzümü.
Balık kavağa çıkmış, zift turşusun yemeğe,
Leylek koduk doğurmuş, baka şunun sözünü.
Gözsüze fısıldadım, sağır sözüm işitmiş,
Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü.
Bir öküz boğazladım, kakladım sere kodum,
Öküz ıssı geldi der, boğazladın kazımı.
Yunus bir söz söylemiş, hiçbir söze benzemez,
Münafıklar elinden örter mana yüzünü.2

1
Ciddî bir düşünce ve duyguyu ince bir alay veya şaka yoluyle dudaklarda bir tebessüm uyandıracak şekilde,
bâzan da sembolik bir dille anlatan şiir ve sözlere verilen isim [Tasavvufta ve bilhassa Bektâşî şiirinde görülen
şathiyeler, aslında vahdet-i vücut anlayışına dayandığı ve şerhedildiği zaman çok mânidar tarafları olduğu, ilgi
çekici görüş ve kavramlara işâret ettiği anlaşıldığı halde, Allah ile senli benli konuşur gibi yazılmış
olduklarından ve şerîata aykırı hissini verdiklerinden şerîat ehlince çok tenkîde uğramıştır. Bunlara şathiyyât-ı
sûfiyâne de denir]
2
anda: orada
ıs: sahip
kakımak: azarlamak, öfkelenmek, kızmak
koz: ceviz
kerpiç: çiğ tuğla, çamurdan yapılmış tuğla
poyraz: kuzeydoğu yönünden esen rüzgar, genelde soğuk havayı getirir
banmak: suya veya başka bir sıvıya batırmak
cullah: dokumacı
becid becid: çabuk, acele, derhal
yazılıkalmak: şaşırmak, hayret etmek
küt: engelli, bacağı sakat olan
gövündürmek: yakmak
öylelik: öylesine, öylece, öyle bir şekilde
bozayazdı: az kalsın bozuyordu
Dolap niçin inilersin3
Dolap niçin inilersin derdim vardır inilerim
Ben Mevla'ya aşık oldum anın için inilerim
Benim adım dertli dolap suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş Çalap anın için inilerim
Beni bir dağda buldular kolum kanadım kırdılar
Dolaba layık gördüler anın için inilerim
Dülgerler beni yondu her azam yerine kondu
Bu iniltim Hakk'tan geldi anın için inilerim
Suyum alçaktan çekerim dönüp yüksekten dökerim
Görün şu ben ne çekerim anın için inilerim
Ben bir dağın ağacıyım ne tatlıyım ne acıyım
Ben Mevla'ya du'acıyım anın için inilerim
Derviş Yunus eydir ahi gözyaşı döker günahı
Hakk'a aşıkım vallahı anın için inilerim

zift: kara sakız


turşusun: turşusu
koduk: eşek yavrusu, sıpa
kaklamak: pastırma yapmak, kurutmak
ser: tepe, doruk, zirve
münafık: Allah’a, Peygamber’e ve diğer îman esaslarına inanmadığı halde inanmış gibi görünen ve öyle davranan
kimse

3
inilemek: inlemek, ağlamak
dolap: Dönerek iş gören çark, çıkrık; Bostan sulamak için gözleri bağlı bir beygir tarafından döndürülmek
sûretiyle bostan kuyusundan su çekmeye yarayan düzenek
Mevla: Allah
yalap yalap: parıl parıl, parıldayarak, ışık sıçarak
Çalap: Tanrı, Allah
dülger: Yapıların kapı, pencere dışındaki kaba tahta ve ağaç işlerini yapan usta.
eydir: der, söyler
ahi: kardeş
Bana seni gerek seni4
Aşkın aldı benden beni bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum bana seni gerek seni
Aşkın aşıklar öldürür aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem Mecnun olup dağa düşem
Sensin dün ü gün endişem bana seni gerek seni
Sufilere sohbet gerek ahilere ahret gerek
Mecnun'lara Leyli gerek bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra bana seni gerek seni
Cennet cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver onları bana seni gerek seni
Yunus'durur benim adım gün geldikçe artar odum
İki cihanda maksudum bana seni gerek seni

4
Bana seni gerek seni: Benim sana ihtiyacım var, bir tek sana
dün ü günü: dün ve bugün, sonsuza kadar
yerinmek: üzülmek, şikayet etmek
avunmak: kendini teselli etmek
tecelli: ortaya çıkma, görünme, belirme
ahret: ahiret, öbür dünya, beka alemi
anda: orada
Yunus’durur: Yunus’tur
cihan: dünya, alem, evren
maksut: amaç, gaye, maksat
od: ateş
huri: cennet kızı, peri
Severim ben seni5
Severim ben seni candan içeri
Yolum ötmez bu erkandan içeri
Nereye bakar isem dopdolusun
Seni kanda koyam bundan içeri
O bir dilberdürür yoktur nisanı
Nişan olur mu nişandan içeri
Beni sorma bana bende değilem
Suretim boş gezer dondan içeri
Beni benden alana ermez elim
Kadem kim basa sultandan içeri
Tecelliden nasip erdi kimine
Kiminin maksudu bundan içeri
Kime değdi ise ol dost nazarı
Onun şu'lesi var günden içeri

5
bir şeyden içeri: bir şeyin ötesinde/bir şeyden daha
ötmek: geçmek
erkan: temel, esas, direkler
kanda: nereye
dilber: güzel
nişan: işaret, belirti, iz; nişan yüzüğü
suret: dış görünüş, şekil, biçim
don: elbise
kadem: ayak, adım
tecelli: kader, ilahi kudretin meydana çıkması, görünmesi
nasip: talih, baht, bir kimsenin payına düşen şey
maksut: amaç, gaye, maksat
didar: yüz, görünüş, tecelli; Cenâbıhakk’ın (Allah'ın) müminlere vâdettiği görünüşü, tecellîsi
şu'le: alev, ışık, parıltı
derman: kuvvet, güç
hakıykat: hakikat - dinî hayatın en yüksek seviyede yaşanarak ilâhî sırlara aşina olunmasıdır.
marifet: Allah ve O’nun sıfatları, fiilleri, isimleri ve tecellileri hakkında mânevî tecrübeyle doğrudan elde edilen
bilgi anlamında bir tasavvuf terimi.
diyanet: din kuralları ve bunlara tam uyma, bağlı olma durumu.
mezhep: bir dinin, anlayış ve görüş ayrılıkları dolayısıyla ortaya çıkan, belirli kuralları, kendi içinde tutarlı inanç
ve davranış bütünlüğü bulunan büyük kollarından her biri. anlayış, görüş, inanç
şeş: altı sayısı
Senin aşkın beni benden alıptır
Ne şirin derd bu dermandan içeri
Şeriat tarikat yoldur varana
Hakıykat marifet andan içeri
Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var Süleyman'dan içeri
Unuttum din diyanet kaldı benden
Bu ne mezhebdürür dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür imandan içeri
Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Ki kaldı kapıdan andan içeri

Sensin Kerim sensin Rahim6


Sensin Kerim sensin Rahim Allah sana sundum elim
Senden artık yoktur emim Allah sana sundum elim
Ecel geldi va'de erdi bu ömrün kadehi doldu

6
Kerim: cömert, ulu, büyük
Rahim: bağışlayan, merhamet eden Allah
em: ilaç, deva, çare, derman
ecel: son, ölüm
vade: zaman, mühlet, mehil
uş: işte
kefen: Gömülmek için hazırlanan bir müslüman ölüsünün kabre konmak üzere yıkandıktan sonra sarıldığı bez,
kefin
salaca: ölü taşınan dört kollu düz tahta
makber: mezar
çün: çünkü, madem ki, ne vakit ki
şeşmek: çözmek, çıkarmak
eşmek: kazmak
Münker ile Nekir: kabirde insanı ilk sorguya çekecek olan meleklere verilen ad
Sırat köprüsü: İslâm inanışına göre, âhirette cehennem üzerinde kurulacak olan, müminlerin üstünden kolayca
geçerek cennete gireceklerine, kâfirlerin ise üzerinden cehenneme düşeceklerine inanılan köprü
amel: çalışma, iş, ibadet, uygulama
figan: Bağırarak ağlama, inleme.
eylemek: etmek
didar: Cenâb-ı Hakk’ın müminlere vâdettiği görünüşü, tecellîsi.
Kimdir ki içmeden kaldı Allah sana sundum elim
Dilim tetiği bozuldu canım gövdeden üzüldü
İşte gözlerim süzüldü Allah sana sundum elim
Uş biçildi kefen donum Hazrete yönelttim yüzüm
Aceb nice ola halim Allah sana sundum elim
Salacamı getirdiler makberime yatırdılar
Halka olup oturdular Allah sana sundum elim
Çün cenazeden şeştiler üstüme toprak eştiler
Hep koyubanı kaçtılar Allah sana sundum elim
Getirdiler buna eşip indirdiler ona şaşıp
Yumdular toprağım eşip Allah sana sundum elim
Geldi Münker ile Nekir her birisi sordu bir dil
İlahi sen cevap vergil Allah sana sundum elim
Aldı beni ince yola iletti Sırat köprüsüne
Amelime yok umudum Allah sana sundum elim
Görün aceb oldu zaman gönülden eyleriz figan
Ölür çün anadan doğan Allah sana sundum elim
Yunus tap uzat bu sözü Allah'ına tutgıl yüzü
Didardan ayırma bizi Allah sana sundum elim

You might also like