Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 272

3206 J ALFA J CORPUS J 1

ARMAGAN ÜZERİNE DENEME

MARCEL MAUSS (1872-1950)


Fransız, sosyolog ve antropolog. Sosyal antropolojinin ve Fransız
etnolojisinin kurucuları arasında anılmaktadır. Emile Durkheim'in
hem yeğeni hem de öğrencisidir. Eserleri antropolojinin yanı sıra
felsefe, sosyal bilimler, sosyal psikoloji, arkt>oloji gibi birçok farklı
alanda da etkili olmuştur. Eserlerinden bazıları şunlardır: Sosyoloji ve
Antropoloji, Kurbanın İşlevi ve Doğası Üzerine Deneme, Büyünün Genel
Teorisi Üzerine Bir Taslak, Henri Hubert' le birlikte Sıniflandırmanın
Dört İlkel Formu.

NiHAN ÖZYILDIRIM
1972'de Ankara'da doğdu. Ankara ÖzelTevfik Fikret Lisesini ve An­
kara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bö­
lümünü bitirdi. Çeşitli işlerle uğraştı. Fransızcadan edebiyat ve sosyal
bilimler çevirileri yaptı. Kuruluşundan itibaren Çevirmenler Mes­
lek Birliği (Çevbir) üyesidir. Tokyo University of Foreign Studies
ile TTK ortaklığıyla gerçekleştirilen Osmanlı Kitabeleri Projesi'nin
ekibinde yer almakta, kitap çevirmeye ve yayına hazırlamaya devam
etmektedir.
Armağan Üzerine Deneme
© 20 1 6,ALFA Basım Yayım Dağıtım San. veTic. Ltd. Şti.

Essai Sur le Don


© 2012, Presses Universitaires de France

Kitabın Türkçe yayın hakları Alfa BasımYayım Dağıtım Ltd. Şti.'ne aittir.Tanıtım amacıyla,
kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında, yayıncının yazılı izni olmaksızın
hiçbir elektronik veya mekanik araçla çoğaltılamaz. Eser sahiplerinin manevi ve mali
hakları saklıdır.

Yayıncı ve Genel Yayın Yönetmeni M. Faruk Bayrak


Genel Müdür Vedat Bayrak
Yayın Yönet�eni Mustafa Küpüşoğlu
Çeviren Nihan Özyıldırım
Editör İrem Özhamaratlı Akay
Kapak Tasarımı FüsunTurcan Elmasoğlu
Sayfa Tasarımı ZuhalTuran

ISBN 978-605-1 71-535-3


1. Basım: Nisan 201 8

Kitapta geçen Latince kavramlarıTürkçeleştirmemize yardımcı olan


Prof. Dr. Çiğdem Dürüşken'e katkılarından dolayı teşekkür ederiz.

Baskı ve Cilt
Melisa Matbaacılık
Çiftehavuzlar Yolu Acar Sanayi Sitesi No: 8 Bayrampaşa-İstanbul
Tel: 0(21 2) 674 97 23 Faks: 0(2 1 2) 674 97 29
Sertifika no: 12088

Alfa Basım Yayım Dağıtım San. ve T ic. Ltd. Şti.


Alemdar MahallesiTicarethane Sokak No: 1 5 341 1 O Cağaloğlu-İstanbul
Tel: 0(2 1 2) 5 1 1 53 03 Faks: 0(2 1 2) 519 33 00
www.alfakitap.com - info@alfakitap.com
Sertifika no: 1 0905
MARCEL MAUSS

ARMAGAN
ÜZERİNE DENEME
ARKAİK TOPLUMLARDA DEGİŞ TOKUŞUN BİÇİMİ VE NEDENİ
Florence Weber'in Sunuşuyla

Çeviren
NİHAN ÖZYILDIRIM

ALFAıcoRPus
"Zorlama, güç, otorite; z amanında bu terimleri
kullanabildik, bu terimler kendi değerine haiz­
dirler; ancak bu kolektif b eklenti kavramı fik­
rimce üzerinde ç alışmamız gereken en temel
kavramlardan b iridir. Hukuk ve iktisadın b aşka
üretici kavramını bilmiyorum: "bekliyorum"; bu
bütün kolektif nitelikli eylemlerin tanımıdır. " 1

Marcel Mau s s , "[Paranın toplumsal işlevleri hakkında tartış­


ma] . François Simiand'ın bir bildiris inin ardından katkı: 'La
monnaie, realite s ociale ,"' Annales sociologiques, 1 934, s eri
D, fasikül 1 , s. 59-62; Marcel Mauss, Oeuvres, c. II, ed. V. Ka­
rady, Paris, Minuit, 1 968, s . 1 1 7 içinde tekrarlanmıştır.
İÇİNDEKİLER

SUNUŞ
PAZARSIZ YÜKÜMLÜLÜKLER ETNOGRAFYASINA DOGRU, 11

E tnogra fik Bir S osyo lo ji . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .


. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12

S osya l G üv en li ği Kurmak . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 14

1. Şa şırt ıc ı Bir Metin . . . . ..


. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .15
Metnin Olu şumu . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . l7

2. Potlaç v e Kula: İki Kurum v e Yorum lar ı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19

Yer li Kavram lar Bi lims el Kavram lar Ha lin e G eldi . . . . . . . . . 20

İtib ar Müc a delesi Olarak Potlaç:


Hiy erar şiyi Yer leştirm ek . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .
. . . . . . . . . . . 22

Kula 'nın Çi ft e Do la şım ı ve Mutat Kar şılık lılık . . . . . . . . . . . . . . . 24

Zaman , Bo rç ve Ki şi s el Tahakk üm . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. 2 8
. .

İki Okuma İlk esi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . 29

Devir mi Ticari İşlem mi : İns an lar Aras ın da


Nas ıl Bir İli şki Var dır ? . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . ..
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Maus s çu Arma ğan Bir Kr edi E y lemi Deği ldir . . ....... . . . . ... . 32

3. Şey lerin g üc ü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 34

Hau: Ruhtan Kar şılığa . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35

R ehin v e Nexum: Ki şis el Şey ler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . 40

Ticari İşlem , Dua , Nezak et : Etki li Etki leşim ler . . . . . . . . . . . . . . 41


E tk il eşim R it üell eri v e Toplum s a l A la nla r . . . . . .. . .. . . . . . .. . . . . .43

Ba ğlamsal Rasyo nal it e . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 45

Pa ra nın Rol ü . .. . . . . . . .. . .. . . ... . . .. . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 47

4. T eo rik Hedefl erin A rkas ında S iyas i Hedefl er . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 49

Neden A rma ğa n? . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 50

İkt is atç ıla rın Et nom erk ez c il iğine Ka rşı. . . . . . . .. . . .. ....... . . . . . 51

.. . Ha ng i Hukuk v e Menfaat Ku ral ı? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 53

İk i Zo ru nlu luk, İk i Menfaat . . .. . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 54

Hay ırs ev erl iğe S o n Verm ek . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 56

Armağan Üzerine Denem e ' nin S iya s a l Kök eni . . . . . . . . . . . . . . 59

İşç i Bahç eleri: İşt en Ko nuta . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .. . . . . . . . . . . . .60

Çal ışma nın Yeni Bir Ta nım ına Do ğru ? . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 62

A rm a ğa nı S o nuca Ba ğlamak İç in
Arm ağan Üzerine Deneme'yi Okumak . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . 64

Su nu şu n Bib l iyog ra fyas ı , 65

GİRİŞ
ARMAGAN VE ÖZELLİKLE HEDİYELERİ GERİ
VERME ZORUNLULUGU ÜZERİNE, 69

Öndey iş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 69

P ro g ram . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 72

İz lenen Metot . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . 74

Y ük üm lülük . A rma ğa n v e Potlaç . . . . . . . .... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 75

BİRİNCİ BÖLÜM
DEGİŞ TOKUŞ EDİLEN ARMAGANLAR VE
ONLARI GERİ VERME ZORUNLULUGU (POLİNEZYA), 82

I - Top lam Yük ümlülükl er, E rk eğin Ma lla rına


Ka rşıl ık Ka dının Ma ll a rı (S amo a ) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 82

II - Veril en Şey in Ruhu (Mao ri) . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 87

III - Diğer T ema la r: Verm e Zo ru nlu lu ğu,


A lma Zo ru nlulu ğu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . 92

IV - Tespit . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 96

İnsa nla ra Verilen Hediy e v e Ta nrıla ra Verilen Hediy e . . . . 96


İKİNCİ BÖLÜM
BU SİSTEMİN GENİŞLEMESİ CÖMERTLİK, ŞEREF, PARA, 108

I - Cöm ert li ği n Kura llar ı. A ndama n A da la r ı . . . . . . . . . . . .. . .. . . . . . . . 1 08

II - Arma ğa n Deği ş Toku şlar ının İlk eleri , S eb ep leri


v e Yo ğu nlu ğu (Mela nezya ) ........ ........... ... . . . ..... ................. 1 1 0
Di ğer Mela nezya Top lum lar ı .. . ................................ .......1 35

III - Kuz eybat ı Am erika ..... ... . . ...... . ............ ........ . ...... . . .........1 39
Şer ef v e İtibar ..... ........... ............................ ........... . .. .......1 39
Üç Zoru nlu luk : Verm ek, A lmak , G eri Verm ek . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 56

Şey leri n G üc ü................................................ .... .... ........... 1 69


"Şöhr et Paras ı" ............................... . ................................. 1 80
İlk So nuç .... .......................... .... . .................. ................... ..1 89

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ESKİ HUKUK VE ESKİ İKTİSAT
SİSTEMLERİNDE BU İLKELERİN İZLERİ, 190

I - Şahsi Hukuk v e E şya Hukuku


(Ka dim Roma Hukuk u) . . . . . .......... . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . .. ... . . . . 1 92

ŞERH 200
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ... . .. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . .. . . .. . . . . .. . . .. . . ...

Di ğer Hi nt -Avrup a Hukuk Sist em leri ............................208

II- Klasik Hi ndu Hukuku ...................................................... 21 0

Arma ğa n T eorisi .......... .......... .......................................... 21 O

III - Cerm en Hukuku (R ehi n v e Arma ğa n) .. ...... ................... 225


Kelt Hukuku ..................................................... ................233
Çi n Hukuku .... ......... .......... ............................. ..................23::3

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SONUÇ, 235

I - Ah lak Aç ıs ında n S o nuç lar . . . . .. . . . ... . ... . . . . . . . ....... . .. ... .. . ........235

II - İktis a di S o syo lo ji ve Siyasa l İktisat


Aç ıs ında n S o nuç lar ........... ....................................... .......245

III - G enel S os yo lo ji ve Ah lak Aç ıs ında n S o nuç lar .............256

Dizi n, 267
SUNUŞ

PAZARSIZ YÜKÜMLÜLÜKLER
ETNOGRAFYASINA DOGRU

A rmağan Üzerine Deneme'yi , yayımlanışından seksen


yılı aşkın süre sonra niçin okumalı? Fransız s osyolog
Marcel Mauss 'un ( 1 87 2 - 1 950) 1 925'te yayımlanmış
olan bu metni, hiç şüphe yok ki s osyal antropolojinin
en meşhur ama aynı z amanda en karanlık metnidir.
1 950'deki yeniden b asımıyla ve Claude Levi-Straus s ' un
Mauss'un eseri için yazdığı girişle 2 1 . yüzyılın b aşında
geniş kitlelere ulaşan sosyal bilimlerin bu yol göste­
rici metni 1 954'te İngilizceye çevrilmiştir. Potlaç gibi
Kızılderili kökenli ya da kula gibi Okyanusya kökenli
kavramları antropolojinin çok ötesine, iktisat, yönetim,
pazarlama b ilimlerinin uluslararası dünyasına yaya­
rak, giderek artan bir kitle tarafından tanınmıştır.
Mau s s , bu öncü eserin tamamlanmamış ve eksik
olduğunun gayet iyi farkındaydı . "Aslında," der, sözle­
rini sonuçlandırırken, bunlar tarihçilere, etnograflara
sorduğumuz sorulardır daha çok, bir sorunu çözmek­
ten ve kesin bir cevap vermekten ziyade, önerdiğimiz
araştırma konularıdır." İşte bu yüzden bu metni "kalp
12 1 A R M AGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

ç arpıntısıyla v e kafa karı şıklığıyla"1 okuyabiliyorduk


ancak: çünkü yeni dünyaların kapılarını açıyordu. Bu
metin, Work in p rogress, b ütün bir b ilim camiasını
bu başlanmış ama bitirilmemiş işi yeniden ele alma­
ya heveslendirdi . Yüz elli altı sayfalık ilk b askısında
iki asırlık b ilimsel ç alışmayı bir araya topladı : önce ,
kendisinin s entezini yaptığı 1 9 . yüzyıla v e 2 0 . yüzyılın
b a şlarına ait etnografik b elgeleri ve ç alışmaları topla­
dı; s onra da bunlar h akkındaki teorik yeniden yorum­
ları ve bunlardan ilham alan ampirik araştırmaları ak­
tardı . Eserin elden ele dolaşması kuş aklarının, kendi
dallarının, uzmanlık alanlarının, epistemolojik ya da
siyas al kanılarının birbirlerinden uzaklaştırdığı ara ş ­
tırmacıları yakınlaştırdı .
E serin bugün okunması, açtığı p erspektiflerin öne­
minin anlaşılması ve bunların kökenlerinde, günümüz­
de daha iyi incelenmiş bir alan olan pazarsız yüküm­
lülükler alanına etnografik yaklaşımın p rensiplerinin
yeniden bulunması demektir. Bunun aynı z amanda,
armağan p aradigmasını çözüme ulaştırmayı öğrenmek
olduğunu da göreceğiz .

Etnografik Bir Sosyoloji


A rmağan Üzerine Deneme'yi kaleme alındığı b ağlama
yeniden yerleştirirs ek, iki savaş arası dönemde Ma­
uss'un Durkheim so syolojisinden etnografik sapması­
nın ilk ve en belirgin ilmeği bu es erdir. Mau s s , dayıs ı
Emile Durkheim'ın ( 1 858- 1917) önerdiği gibi, so syo­
lojinin merkezine, kendi bağlamları içinde s oyut sos­
yal olguları -intihar oranları ya da sağ elin üstünlüğü
gibi- değil, fakat Armağan Üzerine D e n e m e 'nin terim­
lerine uygun olarak, "toplumun ve kurumlarının tama-

C. Levi-Strauss , Introduction a l 'oeuvre de Marcel Mauss


[ 1 950] , Paris , PUF, 20 1 2 .
PAZARSIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R ETN O G RAFYASINA D O G RU 1 13

mını [. . . ] harekete geçiren," "toplumun yakaladığı kıs a


anın" kavranmasını v e "fikirler y a da kurallardan ziya­
de, [ . . ] ins anların, grupların ve onların davranışları ­
.

nın" anlaşılmasını s ağlayan karmaşık olguların somut


geniş bütünlüğünü, "bütün s osyal olguları" yerleştire­
rek ihtiyatlı b ir Kopernik devrimi gerçekleştirmiştir.
Önce Malinowski, daha sonra da haleflerinin uygu­
lamış olduğu etnografik yöntemin prensibini açıkça
b elirtmek suretiyle Marcel M aus s 'un gerçekleştirdiği
bu teorik devrim, tarihçilerle sosyologlar arasında i ş ­
b irliğini mümkün kıldığı için Marc Bloch tarafından
takdir edilmiştir. Etnograf, gözlemleyebildiği kadarıy­
la insanlar arasındaki karşılıklı b ağımlılık ilişkilerini
izlemeye ç alışır; hem dahil olduğu yüz yüze karşılıklı
etkileşimlerde ve hazır bulunduğu törenlerde bunla­
ra doğrudan doğruya ş ahit olur, hem de bu karşılıklı
b ağımlılık ilişkilerini , işleyişini ve doğuşunu doğru­
dan doğruya gözlemleyebileceği maddi tertib atın ve
kurumların aracılığıyla gerçekleştirir. Bu doğrudan
gözlem ilkesi, gözlemcinin araştırması esnasında göz­
lemlediği kişilerin hayatını paylaştığı araştırmalardan
çıkan yerel monografi biçimi altında uzun süre redde­
dilmişti . 1 Ancak kıs a bir s üredir, bu doğrudan gözlem
ilkesi araştırmacı ile araştırılanın belirli bir yerde, fi­
ziksel olarak birlikte bulunması kısıtlamasından ba­
ğımsız çalışmalara ilham veriyor: mesela, arşivlerin
mikro-tarihs el bir biçimde okunması,2 tarihsel etnog­
rafya3 ya da çok-bölgeli etnografik araştırmalar,4 bu

B. Malinowski, Les A rgonautes du Pacifique occiden tal


[ 1 922] , a. y.
A. Farge, Le Gout de l 'archive, Pari s , Seuil, 1 989.
G. Laferte, La Bourgogne et ses vins: image d 'origine
contrôlee, Pari s , Berlin, 2006.
G. E . Marcus , "Ethnography in/of the World System: the
Emergence of Multi-Sited Ethnography," Ethnography Th-
14 j A R M A G A N ÜZER İ N E D E N E M E

araştırmalar sırasında gözlemci mekanından koparıl­


mış toplum s al alanların ya da kendi aralarında b ağ­
lantılı birçok toplums al alanın ortasında dolaşır. 1

Sosyal Güvenliği Kurmak


Ancak A rm ağan Üzerine Deneme yalnızca b ilimsel bir
eser değildir. Aynı zamanda Durkheimcı sosyolojinin
siyasetle ilişkisinde bir dönüm noktasını temsil eder.
Nasıl ki Durkheim'ın eseri III. Cumhuriyet'in entelek­
tüel temellerinden b iri olarak2 ortaya çıkabildiyse, A r­
mağan Üzerine Deneme de Fransız tarzı bir s osyal gü­
venliğin icadında temel halkalardan b irini oluşturur.
B ir kere maaşlarını verdikten sonra toplumun, onun
hayatını var eden çalışanlara karşı b orcunun bitmiş
olmadığını, yaşlılık ve iş sizlik durumlarında da onla­
ra insani yaşama koşullarının sağlanmasının bir borç
olduğunu ifade ederek Maus s , o dönemde s osyal p o­
litikaları oluşturan hayırseverlik ilkelerinden, Arma­
ğan Üzerine Deneme 'nin s onuç bölümünde hatırlattığı
"zengin ' s adakacı'nın bilinçsiz ve onur kırıcı himaye­
si"nden ayrılır. Bunların sadaka olmaktan çıkıp toplu­
mun bütünü üzerinden b ireylerin açık hakları olarak
düşünülmesiyle toplums al yükümlülüklerin icadının
yolunu açar.
Mauss 'un çalışmas ı , ç ağdaş toplumlara çok uzun
süre temkinli yaklaşmış bir antropolojik disiplinin dü-

rough Thick and Thin içinde, Princeton, Frinceton Univer­


sity Pre s s , 1 998, s. 79- 1 04 .
F . Weber, "Settings, Interactions a n d Things . A P l e a for a
Multi-integrative Ethnography," Ethnography, c. 2, 4, 200 1 ,
s . 475-499; Fr. Çeviris i S . B e aud, F. Weber, Guide d e l'enquete
de terrain, Faris , La Decouverte, 2 0 1 0, s. 308- 3 3 3 .
J. -1. Fabiani, Les Philosophes d e la Republique, Fari s , Minuit,
1 988.
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R E T N O G R AFYASINA D O G RU 1 15

şündürdüğü gibi, b atılı toplumlarla (Biz) dünyanın geri


kalanı (Onlar) arasındaki büyük ayrımın tuz aklarına
düşmemişti. Tam aksine, onun ilkel ve arkaik toplum­
lardaki armağan analizleri , "hukukumuzun ve iktisa­
dımızın içinde bulunduğu krizin ortaya koyduğu bazı
sorunlara" cevap bulmak zorunluluğundan ileri geli­
yordu; ü stelik, Rusya'da l 9 1 7 'den itibaren Bolşevizm,
İtalya'da l 922 'den itibaren faşizm gibi aşırı uç çözüm­
lerin, pazar kapitalizminde toplumsal eşitsizlikleri dü­
zeltecek ve bunun doğurduğu iktisadi krizleri öngöre­
bilecek akılcı bir reforma ağır b astığı z amanlara denk
geliyordu. Maus s'un öns ezilerinin, s alt ücretin ötesin­
de bir karşılık getiren armağan gibi, ücretli çalışmayı
toplums al dayanışmanın merkezine yerleştiren uygun
bir model biçiminde gerçekleşmesi için yirmi yıl, bir
dünya savaşı ve Fransa'da bir i ç s avaş gerekecekti . Alt­
mış yıl sonra , ücretli toplumun dönüşümleri, muhafa­
zakar ya da kıtas al denen bu Avrup a modelini tehlike­
ye attı . 1 A rmağan Üzerine Deneme'yi yeniden okumak
için bir s ebep daha.

1. ŞAŞIRTICI BİR METİN

A rmağan Üzerine Deneme'nin konusu gayet titizlikle


sınırlandırılmıştır: "teoride gönüllü, gerçekteyse zo­
runlu olarak verilen ve geri verilen" hediye değiş to­
kuşları . Bu konu bugün Fransızcada "armağan ve kar­
şı-armağan [don et contre-don]" adıyla, İngilizcedeyse
maussian gift adıyla biliniyor.
Metnin akışı, bu özel fen o menin varlığını, evrensel­
liğini ve karmaşıklığını ilk iki başlık b oyunca incele­
necek bir soruyla ortaya koyar; (geri verme zorunlu-

G. E sp ing-Anders on, Les Trois Mondes de l 'Etat-providence,


Fari s , PUF,"Le Lien social ," 1 999.
16 1 A R M A G A N ÜZER İ N E D E N E M E

luğu nereden geliyor?) v e B üyük Okyanus , Polinezya,


Melanezya, Kuzeybatı Amerika adaları ve kıyılarının
karşılaştırmalı bir etnografyasını geliştirir. Ardından,
üçüncü bölüm b oyunca aynı fenomeni eski Hint-Avru­
p a hukuklarında, Roma'da, Hindistan'da, C ermen hu­
kukunda inceler. Nihayet Mauss , "içinde bulunduğu­
muz [bu ilk iki bölümün konusu] ya da bizden hemen
önceki [bu üçüncü b ölümün konusu] toplumlarda" bu
fenomenin analizini yapmakla yetinmez, dördüncü bir
s onuç bölümünde "bu ahlak ve bu iktis at bizim top ­
lumlarımızda istikrarlı bir ş ekilde ve tabir caizse alt­
tan alta hala devam ediyor" tespitinde bulunur.
Bugün bu fenomene verilen ismin de ispatladığı gibi,
burada karşılaştırmalı bir s osyoloji keşfi vardır, her
ne kadar bu keşfin kap s amı ve doğası tartışmalı kals a
d a . Gerçekten d e bazıları maussian gift te armağanın
'

özünü, radikal müphemliğini görürken, başkaları onda


sadece b asit devirle ticari işlem arasında bir karışık­
lığın kaynağı görür; 1 b azılarının maussian gift 'te bir
p aradigma2 gördükleri yerde, b aşkaları ticari olmayan
yükümlülüklerin bir formunu görür yalnızca. Ben de
tartışmaya katılacağım: b ence Armağan Üzerine De­
neme'de Mauss , kendi çeşitliliği içinde ticari olmayan
yükümlülüklerin tamamını tasvir etmiştir, ancak et­
nografik olarak zaten iyi yerleşmemiş fenomenler ara­
sındaki sınırları her z aman yeterince s ağlam çizme­
miştir. Aynı zamanda, b enim açıklamaya çalış acağım
bir eklemlenme ve bir dinamik telkin etmiştir.
Açık ve güçlü bir metin olmakla b eraber A rmağan
Üzerine Deneme ş aşırtıcıdır da; okurun, s ayesinde
kaybolmak pahasına çağlar ve kıtalar arasında seya-

A. Testart, Critique du don . Etudes sur la circulation nan


marchande, Fari s , Syllep se, 2007.
A. C aille, A nthropologie d u don: le tiers paradigme, Paris ,
Desclee d e Brouwer, 2000 .
PAZARSIZ Y Ü K Ü M L Ü LÜ K L E R ETN O G RAFYASINA D O G RU 1 17

hat edebileceği bir b elgesel kayıtlar dizisidir; İskandi­


nav Edda'sı ve eski Hint Veda'sından B üyük Okyanus
kıyılarına; b atıda Trobriand Adaları'nın ve Malinows­
ki'nin incelediği kula'ların bulunduğu Melanezya'dan
doğuda Kwakiutl yerlilerinin yaşadığı ve Boas 'ın ince­
lediği potlaç'ların bulunduğu Alaska'ya kadar.
A rmağan Üzerine Deneme gerçekten de s armal bir
ş ekilde kaleme alınmıştır. B üyük Okyanus ve ötesinde­
ki farklı toplumlardaki aynı etnografik olgular bütünü
dört bölümde aktarılır: giriş bölümünde kısaca soru­
nun sunuşu yapılır; birinci bölümde, incelemeye konu
olan, verme zorunluluğuyla tanımlı fenomenin varlığı
gösterilmeye ve verilen şeyin hau'sunda sorulan s oru­
nun (bu zorunluluk nereden geliyor?) cevabı bulunma­
ya çalışılır ("Değiş Tokuş E dilen Armağanlar"); ardın­
dan, ikinci b ölümde ("C ömertlik, Şeref, Para") sistemin
yayılması gösterilir ve mesele, vermek, kabul etmek ve
geri vermek şeklindeki üçlü zorunluluğa teşmil edilir;
nihayet, orada da aynı ilkelerin bulunduğunu göster­
mek için eski hukuk sistemlerine ayrılmış üçüncü b ö ­
lümün ardından, aynı etnografik olgular s onuç bölü­
münde yeni den ele alınır. Bu bölüm de yine s armal bir
şekilde, önce ahlakı (yani s osyal politikayı ) , sonra ikti­
s adi s osyoloj iyi ve siyasal iktisadı , nihayet genel s o s ­
yolojiyi v e yeniden ahlakı e l e alan üç b ölüme ayrılmış
olarak kaleme alınmıştır.

Metnin Oluşumu
Mauss bu çalışma esnasında, her toplumsal s istemin
tutarlılığının teslim edilmesi ve gerçeğin mantık un­
surlarına bölünmemesi gerektiğini keşfettiyse de, yaz ­
ma tarzını tam olarak bu keşfe adapte etmemiştir. B u
akıl yürütmenin açıkça gün ışığına çıkmasını s ağladığı
toplumsal olguları, bu keşfin tereddütlerinin izleriyle
18 1 A R M A G A N Ü Z E RİN E D E N E M E

dolu bir akıl yürütmenin arkasından bulup çıkarmak


okura düşmektedir. E lbette okur, doğrudan doğruya
b ilimsel bir konunun inşasına katkıda bulunur; ancak
etnografik, diğer bir deyişle gözlemlenebilir bir konu­
nun inşası söz konusudur, s oyut bir konunun değil .
Armağan Üzerine Deneme aynı zamanda, tamamıyla
etnografik bir metindir, etnografyayı bir bilims el teori
saygınlığına yükselten bir metindir, her ne kadar yaza ­
r ı ikincil kaynaklardan etnografya yapıyor o l s a da . Fa­
kat bu yazar, belgeleri b aşka kaynaklardan doğrular ve
etnografyayla tarih arasındaki derin yöntem b enzerli­
ğini ortaya koyarak kaynakları bir tarihçi gibi kullanır.
A rmağan Üzerine Deneme'de yeniden ele alınan
unsurların geçtiği makalelerin kronolojisini oluştur­
mak, metnin oluşumunu anlamayı ve aynı zamanda bu
okuma zorluğunu aşmayı sağlar. Mauss öncelikle, 1 9 1 4
tarihli, "Para Kavramının Kökenleri" adlı bir metinde
p aranın kökeniyle ilgilenmiştir; ki bu konu ikinci bö­
lümdeki uzun bir notta yeniden ele alınır. Daha sonra,
1 920'de yayımlanan, "po tlaç'ın Melanezya'ya yayılma­
sı" hakkında 1 920 tarihli kısa bir metinde, Boas tara­
fından incelenmiş olan Kwakiutl p o tla ç'ı ile Melanezya
kula'sını ilişkilendirir. Bu iki makale arasında başka
yayını yoktur, savaş onu çalışmaktan alıkoymuş , ancak
Britanyalı ve Avustralyalı askerlerin beden tekniklerini
gözlemleme fırsatı vermiştir. Mauss 1 92 1 'de, "Traklarda
sözleşmenin eski bir biçimi" hakkında, ikinci ve üçün­
cü bölümlerin şablonunu oluşturan uzun bir makale
yayımlar. 1 92 3'teyse, ilkel para, değiş tokuş ve arkaik
sözleşme hakkındaki çalışmaların bütününün prensi­
bini keşfeder: "Hediyeleri Geri Verme Zorunluluğu" adlı
bir makale, bu kez birinci bölümün konusuna, özellikle
de "bilge Maori" Tamati Ranapiri'nin (Maus s 'un Tamati
Ranaipiri şeklindeki transkripsiyonu hatalıdır) b ir met­
ninde bulunan yerli kavramı hau hakkındaki meşhur
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü LÜ K L E R ETN O G RAFYASIN A D O G RU 1 19

tartışmalı analizine kaynak oluşturur. Nihayet, 1 924'te


yayımlanan " Gift, gift" metni, armağanın müphemliği
hakkındaki üçüncü bölümün akıl yürütmesini tamam­
lamak üzere, 1 92 1 tarihli makaleyi bütünler.
B aşka ş ekilde ifade etmek gerekirse, okuma sıra­
sı keşif sırasıyla aynı değildir. Keşif sırasını yeniden
oluşturabildiğimiz kadarıyla Maus s , en uzun bölüm
olan ve içinde bir şekilde düşüncesinin ilk temelleri ­
ni bulduğumuz ikinci bölümün konusunu oluşturan
Büyük Okyanus etnografyasıyla b aşlamıştır. Üçün­
cü b ölüm analizin düğümünü oluşturur: eski hukuk
sistemleri h akkındaki çalışma ve nexum [bağlanma,
borç es areti] , ikinci b ölümün etnografik analizlerinin
tamamlanmasını sağlarken, en s onunda keşfedilen
gift kelimesinin müphemliği kitabın bütününün ta­
mamlanmasını sağlar. En kıs a bölüm olan ve Tamati
Ranapiri'nin metniyle hau kavramını yeniden ele alan
b irinci bölüm, üçüncü b ölümün esas kısmından s onra
kaleme alınmıştır. Giriş ve s onuç kısımlarınıysa Ma­
uss'un 1 925'te yazdığı anlaşılmaktadır. Biz bu yazılış
sırasını izleyerek, s ayısız okumanın yardımıyla pot­
laç ve kula'yı tasvirle başlıyoruz, ardından nexum'un
analiziyle yerlilere ait hau kavramını birlikte ele alı­
yoruz. Sonra da Mauss'un giri şte ve üç sonuçta ortaya
koyduğu siyasal meseleleri yerli yerine koyarak birinci
bölümde önerilen teorik bütünü tartışıyoruz.

2. POTLAÇ VE KULA:
İKİ KURUM VE YORU MLARI
Maus s 'un o rtaya koydukl arını ve yolunu açtığı oku­
malar palimpsestos 'unu ele almadan önce, bugün et­
nograflar arasında tam bir mutab akat oluşturan ve
Levi-Strauss 'un getirdiği meşhur eleştiriden hemen
20 1 A R M AG A N ÜZE R İ N E D E N E M E

kurtulmayı s ağlayan b i r noktayı açıklığa kavuştura­


lım: Strau s s ' a göre Maus s , bir yerli yorumunun, b ilge
Maori Tamati Ranapiri'nin yorumunun kurb anı ol­
muştu ve bu yüz den de vaat edilmiş toprakların yani
yapı s al analizin kıyısında kalmıştı. Mau s s ' un hau
kavramı , karşılıklı etkileşimlerin nesneleri ve maddi
çerçeves iyle ilgilenen bir etnografya için heyecan ve­
rici p ersp ektifler açtığı halde, Mauss 'un bu kavramı
kullanma ş eklinin eleştirisi alanın kalıp yargıların­
dan biri haline gelmiştir. Dolayısıyla yerli kavramla­
rının itib arsızlaştırılması üzerinde kıs aca durmaya
değer.

Yerli Kavramlar Bilimsel Kavramlar Haline Geldi


Etnografya, yerli kategorileri ciddiye almak için, ya­
pısalcı kesinlikleri bıraktı; hem fiili b oyutları içinde
-söylemek yapmaktır- hem de tasviri boyutları içinde:
söylemek, toplumsal gerçekliği anlama göre birimlere
ayırmaktır. Düşünümsel etnografya, önsezilerle bağını
kop armaktaki bilimsel kapasitesini, yerli ya da yerel
kavramlarla (emics) , etnograf ya da tarihçinin kavram­
ları (etics) arasındaki mes afeden alır. Emics-etics ayrı­
mı gerçekte çift katmanlıdır.
İlk seviyede bu ayrım, gözlemlenen ins anların
(emics) düşünce kategorileriyle, bir b aşka toplumdan
gelmiş olan gözlemcininkiler (etics) arasındaki far­
kı b elirtir. Bu ayrım, Trobriand Adaları'nda bulunan
ve Malinowski tarafından incelenmiş olan kula ve
gimwali arasındaki yerli kavramsal karşıtlık ile Mali­
nowski'nin yazdığı dil o lan İngilizcede g ift ( armağan)
ve barter (tramp a) terimleriyle o luşturulmuş kavram­
s al çift arasındaki fark üzerine akıl yürütmeyi sağlar.
Bununla birlikte, ikinci bir seviyede kula'daki emic
kavramı, anlamını başka bir bilimsel k avramla -B o-
PAZA RSIZ Y Ü K Ü M LÜ L Ü KL E R E T N O G R AFYASINA D O G RU 1 21

as'ın incelediği Amerikan yerlilerinin dilinden alınmış


potlaç'la- ilişkisinden alan bir b ilimsel terim haline
gelmi ştir. Bu terimler iki farklı yerli diline ait olduğu­
na göre , kula ile potlaç karşılaştırması ancak bilimsel
dünyada mümkündür. Bu karşılaştırma, oldukça fazla
anlam taşıyan armağan kavramını açıklığa kavuştur­
muş olan Malinowski, Boas ve Mauss okumaları etra­
fında s ayısız tartışmaya atıfta bulunur. Bilimsel dile
girmiş bu yerli kavramları halihazırda, araştırmacılar
tarafından kullanılan gift kavramının emic yani kendi­
leri de kendi toplumlarının yerlileri olan araştırmacı­
ların so syal dünyasında kullanılan bir kavram olarak
kabul edilme sine izin verir. İki karşıt terimin, emics
(kula sonra gift) ve etics'in (gift sonra kula) sırasının
değişmesi, hem gözlemleyen hem gözlemlenen kişile­
rin kullandıkları kavramlardan ayrı, bilimsel bir dil
inşasının işaretlerini verir. Burada ve b aşka yerlerde,
toplumların bütününe ait etnografik bilgi çıkmış, bü­
yümüştür.
Yerli kategorilerini (emics) anlamak için yab ancı
gözlemcinin merkezi kaydırması, onu kendi toplumu­
nun geçerli kategorilerinden (etics) vazgeçirir. Mesafe
almak yoluyla b ir etnografya oluşturmak, bu merkez
kaydırmayı b ir anlamda vekalet yoluyla gerçekleştir­
mek ve b öylece antropolojik yaklaşıma niteliğini veren
mesafeli b akışı elde etmek için geçmişteki ya da egzo­
tik bir B aşka Yer hakkında çalışmaları göz den geçir­
mektir.
Mauss 'un girişimi bugün bize Levi- Strauss'unkin­
den daha güncel gözükmektedir: bizim için olduğu gibi
Mauss için de, Büyük Okyanus ve ardından Batılı kav­
ramlar tarihi üzerinden yapılan uzun bir dönemeç, ça­
ğımızın gerçekliğini düşünmek için araçlar verir.
22 1 A R M A G A N ÜZER İ N E D E N E M E

İtibar Mücadelesi Olarak Potlaç: H iyerarşiyi Yerleştirmek


Herkes hak ettiğini alır: Maus s , "hediye sisteminin
bir tür devasa üretimi" dediği potlaç'ı, "armağan de­
ğiş tokuşunun yüce bir hali" olarak sunduğu kula'nın
ardından ikinci b ölümde incelediyse de, potlaç'ı giri ş ­
ten itib aren "agnostik türde b i r toplam yükümlülükler
sistemi"nin varlığını göstermek için kullanır. Ve Ma­
uss 'un ilk okurlarının, önce Georges B ataille'ın, 1 ardın­
dan Claude Lefort' un2 dikkatini çeken potlaç olmuştur.
1 9 . yüzyılın s onlarında Amerikalı antropolog Franz
Boas 'ın incelediği Kuz eyb atı Amerika'daki yerli top­
lumlarda, Alaska (Tlingit ve Haida) ve İngiliz Kolombi­
yası'nda (Haida, Ç immesyan ve Kwakiutl) var olan bir
kurum söz konusudur. Bu toplumların özellikleri, zen­
gin olmaları ve şehirlerde toplandıkları ve yoğun bir
sosyal hayat yaşadıkları kış hayatlarıyla dağıldıkları
yaz hayatlarının farklı olmasıdır. O zamandan beri,
b irçok kolonyal güçle ticaret yapan b u b alıkçıların
birdenbire zenginleşmelerine ve aldıkları malların az
b ulunur hale gelmesiyle itib arlı mallarda ani bir zen­
ginlik yaş amalarına b ağlı olarak, Boas 'ın incelediği
potlaç'ların, önceki sistemin bir tür yozlaşmış şeklini
temsil ettiği ortaya konmuştu . 3
Maus s , " agnostik tipteki toplam yükümlülüklerin"
tamamını b elirtmek için, potlaç kavramının sistematik
hale getirilerek, terimi kullanan toplumların ötesine
genişletilmesini önerir. Potlaç, bütün bir kabileyi hatta
birçok kabileyi bir araya toplayan, zenginliklerin nere-

G. B ataille, "La notion de depense," La critique sociale, 1 93 3 ,


no:7; yeniden basımı L a part maudite, Faris , Minuit, 1 96 7 .
C . Lefort, "L'echange ou la lutte d e s homm e s ," Les Temps m o ­
dernes, 1 95 1 , s . 1404- 1 4 1 7.
I. Schulte-Tenckoff, Potlatch: co nquete et i nvention. Reflexi­
on sur un concept anthropologique, Laus anne, d'En bas,
1 986.
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M L Ü LÜ K L E R E T N O G R AFYASINA D O G RU 1 23

deyse tamamen tahribine (bazı yerliler zenginliği "öl­


dürmek"ten söz ederler) kadar varan ve kabile reisleri
arasındaki rekabet ve mücadele ilkesine dayanan mu­
azzam bir şölendir. Bu cömertlik mücadelesinde peşin­
den koşulan amaç, farklı gruplar ve bunların temsil­
cileri arasında hiyerarşi oluşturmaktır: en güçlü olan,
zenginliği tahrip ederek de olsa en fazla zenginlik ar­
mağan eden o lacaktır. Mau s s , potlaç'ın ancak hiyerar­
şinin sabit olmadığı, her törende yeniden söz konusu
edilmeye müs ait olduğu toplumlarda var olabildiği dü­
şüncesini ortaya atar. Birinci bölümün sonunda , Poli­
nezya kula'sı ile Amerikan yerlilerinin potlaç'ı arasın­
daki farkı po tlaç'ın Polinezya'da ortadan kaybolması
hipotezine b ağlayan çok önemli notun ("po tlaç olabil­
mesi için rekabet, mücadele, yıkım temaları eksiktir
sadece" der orada) altını çizdiği durum budur. " [Bura­
da] potlaç'ın temel şartlarından b iri eksiktir; reislerin
rekabeti sonucu anlık olarak b elirlenecek hiyerarşinin
değişkenliği. "
B i r potlaç'ın, maddi b i r kazanç arayışından uzak
olan önderleri, zenginliğin kendisine duydukları bütün
küçümsemeyi ve kendi onurlarına, itib arlarına verdik­
leri bütün değeri açığa vurmak zorundadırlar; her biri
kendisini, en cömert, en s avurgan olarak göstermeli­
dir. Bu cömertlik mücadelelerine girişen aslında, ön­
derlerin onurları, mana'ları 1 ya da terimin Ç incedeki
anlamıyla "yüz"leridir.2 Ç eşitli zenginlik transferleri
iki seviyede analiz edilebilir: b ir potlaç'ın içinde, anlık
değiş tokuş ritüeli sisteminde, ev sahibi hediyeler ve­
rir ve kabul eder, böylelikle orada hazır bulunan, ister

A. Weiner, Inalienable Possesions. The Paradox of Keeping- W­


hile- Giving, Berkeley, Los Angeles, University of C alifornia
Pre s s , 1 992 , s. 49-54.
E. Goffman, Les R ites d 'interaction [ 1 967], Pari s , Minuit,
1 974.
24 1 A R M AG A N ÜZ E R İ N E D E N E M E

potlaç'ın b ağlılığını teyit ettiği kendi kabilesinin üye­


leri, ister rekabet ettiği diğer kabile reisleri söz konusu
olsun, uygun düz eyde olmak zorundaki insanların bü­
tünü karşısında cömertliğini gösterir. Hediye vermek­
sizin potlaç yapmanın hiçbir anlamı yoktur; hediye
getirmeden oraya gitmenin de. İkinci bir seviyedeyse;
bir po tlaç'ın her seçkin davetlisi, sırası gelince kendi­
si de b eraberindekilerin bütününe bir potlaç sunmak
zorundadır, böylelikle z aman içinde ertelenmiş bir
transfer dizisine girer, bununla b erab er bu potlaçlar­
dan hiçbiri, bir öncekinin, ödenmesi zorunlu olan kar­
şılığı olarak kabul edilmez. Potlaç'ı hiçbir z aman iade
etmeyebilirim: onurumu kaybederim muhakkak ama
hiç kimse gelip bu b orcu talep edemez.
Bir yandan B ataille , diğer yandan Claude Lefort
A rmağan Üzerine Deneme'den yalnızca potlaç'ı al­
mışlardır. Bunda armağanın, değiş tokuşun, hatta mo­
dern tüketimin özünü görmüşlerdir. Onların okuması
karams ardır: bütün değiş tokuş mücadeledir, bütün
cömertlik mücadelesi iktidar mücadelesidir ve arma­
ğan, sınır tanımayan bir yıkım sürecinden başka bir
şey değildir.

Kula'nın Çifte Dolaşımı ve Mutat Karşılıklılık

Mauss, yalnızca rekabetin varlığı ya da yokluğu açı­


sından birbirinden ayırılan, iki toplam yükümlülük­
ler sistemi olarak kabul ettiği kula ile p otlaç'ın akra­
b alığı konusunu birçok kez ısrarla ele alır. B en kendi
adıma, bence en temel fark olan ve A rmağan Üzerine
Deneme 'nin çelişkili okumalarının dayandığı bu fark
üzerinde durmak istiyorum. Potlaç'ın aksine, ins anlar
ve gruplar arasındaki hiyerarşinin oluştuğu ve mutat,
anlık bir devirler bütünüyle, birbirine b a ğlanan birçok
devir dizisini birleştiren agnostik bir sistem olan kula,
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R ETNOG RAFYA SINA D O G RU 1 25

törensel değiş tokuşun bu b arışçı ve düzenli biçimi, çif­


te bir mutat işlemler dairesiyle oluşmuştur ve bu i ş ­
lemler esnasında, son derece istikrarlı, kurallı ilişkiler
kurulur.
Kula'yı ilk inceleyen Malinowski'dir; Trobriand
Adaları'nda büyük bir b olluk içindeki ve uzun süreli
değiş tokuş döngülerini gözlemlemiştir. Bu adaların
sakinleri , düzenli aralıklarla uzun yolculuklara çıkan
zengin b alıkçılar, tüccarlar, denizcilerdir ve bu yolcu­
luklar esnasında b azı değerli şeyler, vaygu 'a'lar, hep
aynı yöne doğru dolaşımdadır: mwali' ler yani bilezik­
ler, b atıdan doğuya giderken, soulava'lar yani kolyeler
doğudan b atıya gider. Bu kez esas mesele, itib arlı or­
taklara kalıcı olarak b ağlanmaktır. Nihayet, öyle görü­
nüyor ki, yolculuklar arasında geçen z amana rağmen
ve bir vaygu 'a 'nın bütün dolaşımı boyunca, verilen her
vaygu 'a için, b ağış çısı dönüşte bir karşılık almayı ta­
lep edebilirdi.
Kula'ya p aralel olarak, gimwali adı altında, para­
nın olmadığı, pazarlığın ve kazanç arayışının dışarı­
da bırakılmadığı bir p azar biçimi de işlemektedir ve
"gimwali yapıldığı" gibi "kula yapmak" açıkça yas aktır.
Adalar arasındaki bu aynı yolculuklar esnasında ritüel
kula değiş tokuşları ve ticari gimwali değiş tokuşla­
rı gerçekleşir, ancak bu ikisinin dolaşımları birbirine
karışmaz: tüketim malları değerli şeyler karşılığında
değiş tokuş edilemez . Kula'nın görüldüğü Massim böl­
gesinde yürütülmüş olan çok sayıda etnografik araş ­
tırma, 1 Mauss 'un Armağan Üzerine Deneme'yi kaleme
aldığı sırada hatalı yerleşmiş olguların belirlenmesini
sağladı. Aynı şekilde bugün biliyoruz ki, kula ş eyleri,
kula dolaşımının içine sokabiliyoruz ve dı şına çıkara-

J. W. Leach, E . Leach (ed.ler) , The Kula: New Perspectives on


Massim Exchange, C ambridge, C arnbridge University Pre s s ,
1 983.
26 1 ARMAGAN ÜZER İ N E D E N E M E

biliyoruz . 1 Malinowski'yi vaygu'a'ları para olarak ka­


bul etmekten alıkoyan, dolaşımlar arasındaki bu sız­
dırmazlıktı; oys aki Mauss ve onun arkasından bütün
iktisadi antropoloji bunları, bir borcu kap atabildikleri
yani bir ödeme ş ekli teşkil ettikleri için "bizimkileri ön­
celeyen bir para formu" o larak değerlendirdi . Üstelik,
yakın tarihlerde etnografya , bu değerli şeylerin gerek­
tiğinde, sıradan mallar karşılığında edinilebildiğini ya
da satılabildiğini gösterdi. Malinowski'nin değiş to ­
kuşları incelediği dönemde durumun zaten böyle olup
olmadığını doğrulamak kalıyor geriye : Beş yüz yıldan
daha öncesine ait arkeolojik izler sistemin sürekliliği­
ni isp atlıyor olsa da, Boas 'ın incelediği potlaç üzerine
gerçekleştirilen tarihsel çalışma, Malinowski'nin ince ­
lediği kula için yapılmamıştı .
Demek ki kula , düzenli değiş tokuşlarla birbirlerine
b ağlanan kişiler arasında, mutat bir karşılıklılık ilke­
sine göre i şler. Zincirin herhangi bir noktasında, b asit
bir karşılıklılık, biri diğerine M bileziği karşılığında S
kolyesini hediye eden iki kula ortağını birbirine b ağ­
lar, bu davranış sürekli bir işlem oluşturur <M karşı­
lığında S>. Weiner' e göre,2 bu değerli ş eylerin her biri,
elinden geçtiği herkesin izini taşır, ancak yalnızca onu
kula dolaşımına sokan kişi oradan çıkarabilir. Kolye­
ler dolaşımın bir yönü, bilezikler diğer yönü boyunca
elden ele geçtiğine göre, genelleşmiş b ir karşılıklılık
kula ortaklarının bütününü birbirlerine b ağlar.
Maus s , potlaç'ın kula'dan eski olduğu ve potlaç'ın
Polinezya'da ortadan kalkmasının hiyerarşinin sürekli
hale gelmesiyle bağlantılı olduğu tarihsel hipotezini or­
taya attı: " [Potlaç'ın] bu bölgenin bir b ölümünde orta-

A. Tesart, Critique du don. Etudes sur la circulation nan


marchande, a.y. , s . 1 76.
A. Weiner, Inalienable Possessions. The Paradox of Kee­
ping- While- Giving, a.y.
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü KL E R E T N O G RAFYASINA D O G RU 1 27

dan kalkmış olması için gerçekten de b ir seb ep var. O


da şu; neredeyse bütün adalarda, klanlar kesin olarak
hiyerarşi oluşturmuş durumdalar [ . . ] . Aynı şekilde, Ma­
.

orilerde bütün diğer adalardakinden daha fazla [potlaç]


izleri buluyorsak bu kesinlikle, orada reisliklerin yeni­
den kurulmuş ve ayrı ayrı klanların rakip haline gelmiş
olmasından. " Aksine potlaç, kolonyal ticaretten kaynak­
lanan zenginlik akışının seb ep olduğu, kula'nın bozul­
muş bir biçimi gibi görünmektedir. Potlaç ve kula'nın
gimwali gibi iç ya da dış ticari dolaşımlara eklemlen­
mesi her halükarda toplam yükümlülükler sisteminin
dinamiklerini anlamak için temel bir noktadır. Daha ba­
sitleştirirsek, Alaska'da potlaç, dış ticaretle elde edilen
zenginliklerin dolaşımının ikili bir formudur: klanların
içinde, değerli şeylerin b ağımlılara (geri veremeyecek
olanlara) yeniden dağıtımıdır, rakip klanlar arasında si­
metrik davranışlar schismogenese'i* modeline uyan, her
iki partnerin diğerine üstün gelmeye çalıştığı bir itibar
savaşıdır. Bu ikinci durumda, tamamıyla içsel bir bağ­
lantı dinamiği vardır. Kula ise aksine, bağımlılık ve re­
kabetin bu savaşçı ikili mantığından kaçar gibidir.
Mauss s onuç bölümünde, potlaç ile kula arasındaki
b ağlantıyı yeniden ele alır ve bir anda birinden diğeri­
ne geçebilecek toplam yükümlülükler sisteminin, "şö­
len ve savaş arasındaki" büyük değişkenliği üzerinde
daha genel bir şekilde durur. İkili normatif s onucunu
da buradan çıkarır: yeniden dağıtım armağanıyla (sa­
daka) yaratılan b ağımlılıktan kaçınmak; potlaç'ın re­
kabeti içindeki gidiş gelişlerden kaçınarak, armağanın
pozitif bir modeli olarak kula'dan ilham almak.

Antropolog Gregory B ateson tarafından oluşturulan bu kav­


ram, kelime anlamıyla bölünerek oluşmak anlamına gelmek­
tedir. Antrop olojide gruplar arasındaki sosyal davranışların
değişik biçimlerini ifade etmek için kullanılmıştır -ed.n.
28 1 ARMAGAN ÜZER İ N E D E N E M E

Zaman, Borç ve Kişisel Tahakküm


Şimdi, bir araya gelişleri toplam yükümlülükler sis­
temleri potlaç ve kula'yı oluşturan ikili b ağlantısal
atomlara geri dönersek, Mauss'un analizinden iki te­
mel noktayı çıkartabiliriz: bir yandan, sıkıştırılamaz
bir zaman aralığı ilk armağanla (açılış armağanı ya da
ilk potlaç) karşı-armağan ı (geri verilen armağan) ayı ­
rır; diğer yandan armağan, armağan vereni yüceltir,
armağan alanı alçaltır.
Pierre Bourdieu, potlaç'ın tartışmacı b oyutunu top ­
lam yükümlülükler sistemi ölçeğinde değil, armağanı
veren ve alan arasındaki ikili ilişki ölçeğinde ele alan,
armağanın karamsar bir okumasını bu iki noktadan
-Mau s s 'un metninde her ikisi de b irçok kez ele alınır­
yola çıkarak gerçekleştirmiştir.
Bu aynı ölçekte Levi-Strauss, A ve B p artnerleri ara­
sındaki b asit karşılıklılığın analizini yap arak hem ilişki­
nin b arışçı ve dengeli niteliğine hem de değiş tokuş ha­
reketinin anlık olma özelliğine dikkat çekmiştir: mesela
bir evlenme töreni esnasında, karı koca arasında alyans
denen yüzüklerin değiş tokuşu. Böyle bir sembolik hare­
ket, Bourdieu'nün armağan hakkındaki kişisel tahakküm
analizine uymaz; çünkü burada temel bir unsur eksiktir,
armağanı karşı-armağandan ayıran ve kişisel tahakkü­
mü kuran süre, ama aynı zamanda, yüzüklerin birbirinin
aynısı olması karı kocanın eşitliğini sembolize ettiği için
de Bourdieu'nun analizine uymaz bu.
Bourdieu'ye göre, Maussçu armağanı , iki eşdeğer ma­
lın anlık değiş tokuşundan ayıran, armağan ile karşı-ar­
mağan arasındaki süredir; anlık olma hali diğer üç de­
ğiş tokuş türünün de özelliğidir: ticari ve p arasal işlem,
parasız ticari işlem (trampada olduğu gibi, partnerlerin
aradıkları iki mal arasında tam bir denklik varsa) , ritüel
işlem (yüzük örneğinde olduğu gibi , değiş tokuş edilen
mallar birbirinin aynıysa) . İşte hem armağan verenin
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R ETNOG RAFYASINA D O G RU 1 29

armağan alana şiddet uygulamasına -bu zaman zarfın­


da armağan verene b orçlu kalmaya zorlanmıştır- , hem
de bu şiddeti hesapsız bir cömertlik görüntüsüyle mas­
kelemesine izin veren, bu süredir. B ourdieu bu ş ekilde,
Mauss'un açtığı alanlardan birine, kurgu ve toplumsal
yalan alanına kayıt düşer. Armağanı b orca yaklaştıran
da yine bu zaman aralığıdır: armağan alan armağan ve­
renin bağımlılığı altına girer, ona tabi olur.

İki Okuma İlkesi


Bourdieu'nün öne sürdüğü armağan ile borç arasın­
daki b ağı tartışmadan önce, Mauss 'un metninden ve
onun yol açtığı çok s ayıda okumadan edindiğimiz ba­
kış açısını b elirleyelim.
Bir yandan, Mauss 'un yararlandığı etnografik bilgi­
lere üç önemli düzeltme getirildi. Bunlardan iki tane­
sini daha önce dikkate almıştım: Schulte-Tenckhoff'un
tarihsel incelemesi, 1 B oas 'ın analizini yaptığı potlaç
formlarının kendine özgü b ağlamını geri kazanması­
nı s ağladı; Mauss 'un yorumunu reddetmeksizin, aksi­
ne ortaya çıkış şartlarını b elirlemek ve potlaç ile kula
arasında Mauss 'un vars aydığı tarihsel bağı tersine çe­
virmek suretiyle yaptı bunu. Weiner'in çalışmasında2
en üst düzeyine çıkan etnografik analizler, Malinows­
ki'nin kula analizini, kula'nın potlaç'tan daha da fazla
ayırt edilmesini sağlayarak derinlemesine değiştirdi .
Sahlins ' in,3 Tamati Ranapiri'nin taonga'ların (şeylerin

Schulte-Tenckhoff, Potlatch: conquete et invention. R efiexi­


on sur un concept anthropologique, a.y.
A. Weiner, Inalienable Possessions. The Paradox of Kee­
ping- While- Giving, a.y.
M. S ahlins , Age de Pierre , age d' abondance, l' economie des
societes primitives [l 972], giriş P. Clastre s , Pari s , Gallirnard,
1 97 6 .
30 1 A R M AGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

gücü) hau'su hakkındaki bir metninin yeni çevirisin­


den yola çıkarak ileri sürdüğü ve Weiner ve Tessart ta­
rafından da ele alınmış olan eleştirisini aş ağıda yeni­
den ele alacağım.
Buna p aralel olarak, ticari olmayan işlemler1 etnog­
rafyasındaki son ilerlemeler, kula ve p o tla ç'ın b ağlı
olduğu iki yükümlülük biçimini kesin olarak ayırt et­
meyi gerektiriyor: ticari işlem ve devir. Bir ticari işlem,
talep edilebilir bir karşılık içerir; s onuçta, <A'ya karşı­
lık B> ş eklinde kaydedilen bir bütün olarak düşünül­
melidir. B karşılığı verilmediği sürece bir ticari işlem
eksik kalır; bu durumda , <P:ya karşılık B b orç> şeklin­
de kaydedilir. Bunun aksine <A> şeklinde kaydedilen
devir, talep edilebilir bir karşılık içermez, bir devir di­
zisinin p arçası olduğunda b ile <A><B><C> . . . şeklinde
kaydedilir.
Dolayısıyla ister ticari ve parasal işlemler, ister p a ­
rasal olmayan ticari işlemler, ister törensel işlemler
söz konusu olsun, ticari işlem terimini, karşılığın ta­
lep edilebilir olduğu yükümlülüklere ayırıyorum. <A'ya
karşılık B borç> şeklindeki açılıp kap anmamış hesap ­
ları, tamamlanmamış ticari işlem ya da yarı-ticari iş­
lem olarak adlandırıyorum. Bu tamamlanmamış ticari
işlemler çeşitli şekillerde olabilir: finansal kredi , tica­
ri borç, törensel işlemler, bir yardımlaşma kurumuyla
üyeleri arasındaki, bir sigorta şirketiyle müşterileri
arasındaki , sosyal güvenlikle hak s ahipleri arasındaki
hesabı kap anmamış ilişkiler.
Devir teriminiys e, talep edilebilir karşılığı olmayan
yükümlülükler için kullanıyorum ve bu yükümlülük-

Bkz. A. Tesart, Critique du don. Etudes sur la circulation


nan marchande, a.y. ; V. Zelizer, The Purchase of Intimacy,
Princeton, Princeton University Pres s , 2 005; F. Weber, "Tran­
sactions Marchandes, echanges rituels , relations personel­
les. Une etnographie economique apres l e Grande Partage,"
Geneses, no: 4 1 , Aralık 2000, s. 85- 1 0 7 .
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R ETN O G R AFYASIN A D O G RU 1 31

lerden ikisinin, <A> <B> ş eklinde kaydedilen art arda


gelişini çifte devir olarak adlandırıyorum. Nihayet,
aynı iki p artner arasındaki açık ilişki s üresindeki top ­
lam yükümlülükler dizisini (devirler ya da ticari işlem­
l er) yükümlülükler zinciri ş eklinde adlandırıyorum.

Devir mi Ticari İşlem mi:


insanlar Arasında Nasıl Bir İlişki Vardır?
Viviana Zelizer'in1 önerilerine p aralel olarak, tic ari ol­
mayan yükümlülüklerin analizinde üç s eviye belirledi­
ğimde -bir yükümlülüğün iki p artneri arasındaki iliş­
kinin niteliği, yükümlülüğün biçimi (b asit ya da ikili)
ve karşılığın niteliği (p arasal ya da değil)- böyle bir
tanımlamadan yanaydım. Birçok noktada aynı fikir­
de olmadığım, fakat talep edilebilir karşılık ile talep
edilebilir olmayan karşılık arasındaki can alıcı fark
konusunda aynı fikirde olduğum Testart'ın okuması,2
beni terminolojimi b elirlemeye ve geniş yükümlülükler
bütünü içinde, talep edilebilir karşılığı olan tic ari i ş ­
l e m <Piya karşılık B borç> i l e talep edilebilir karşılığı
olmayan devri <A> ayırt etmeye itti. Dolayısıyla her za­
man üç ayrı analiz s eviyesi b elirliyorum : ilişkinin ni­
teliği, yükümlülüğün biçimi (ticari işlem ya da devir) ,
devredilen malların niteliği (p arasal ya da değil) .
Bu temel ayrım, Mauss 'un metnini bütün karmaşık­
lığı içinde, ama onun incelediği farklı değiş tokuş sis­
temlerini karşı karşıya getirerek okumaya izin veriyor:
1 . Bir yandan , ticari değiş tokuş sistemi gimwali, sıra­
dan mallara dayanan ticari işlemden <A'ya karşılık
B> oluşmuştur; bu işlem esnasında iki p artner ara­
sındaki ilişki silinir ve bu iki mal arasındaki denk-

V. Zelizer, The Purchase of Intimacy, a.y.


A. Tesart, Critique du don. Etudes sur la circulation n a n
marchande, a.y.
32 1 A R M A G A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

lik, ticari işlemler v e b ağlams allıktan çıkarılmış he­


s ap işlemleri dizisinin hem sonucu hem şartıdır;
2 . Diğer uçtaysa po tlaç, tartışmacı bir kişisel ilişki­
ninin schismogenetique mantığıyla birbirlerine
b ağlanan <A> <B> <C> devirlerinden oluşur, bura­
da herkes, bir b ağımlılık ilişkisini kabullenmediği
sürece kendi sunduğu hediyenin aldığı hediyeden
daha güzel olması için rekabet eder;
3. Bu ikisinin arasındaki kula, kendine özgü tören­
sel şeylere dayanan işlemlerden m wal i'ye karşılık
-

soulava <M'ye karşılık S>- oluşur ve bu işlemler


esnasında p artnerler arasındaki ilişki siyasi ittifak
olarak b elirlenir.
Potlaç (b ağımlılık ve rekabet) ve kula (ittifak) ile
Mauss, armağan edilen şeyin getirdiği kişisel ilişkinin
hesaba katıldığı, muhtemel yükümlülükler bütününü
araştırır, bunun aksine birbirleriyle değiştirilebilir
malların birbirleriyle değiştirilebilir bireyler arasın­
da dolaştığı yükümlülükler, kişisel ilişkileri bir kenara
b ırakmayı mümkün kılar: ticari işlem (parasal ya da
ayni) , basit anonim devirler (paras al ya da değil) gibi.
Batılı toplumlarda kişisel ilişkileri işin içine sokan
yükümlülükler de vardır: işin bağımlılık tarafında sa­
daka ama aynı zamanda kayırmacılığın s iyasi ilişki­
si; rekabet tarafında kamusal anıtlar ya da mesenlik
uygulamaları; ittifak tarafındaysa, kişisel ilişkilerin
güven inş asını sağladığı durumlarda ticari müşteri
kitlesinin sadakatinin kazanılması (piya s a kurumları
zayıfladığı sırada) .

Maussçu Armağan Bir Kredi Eylemi Deği ldir


Bourdieu'deki borç metaforu ile Mau s s 'taki ve ondan
önce B o as 'taki kredi metaforu, terimin metaforik olma­
yan anlamıyla kredi sözleşmelerini etn ografik biçimde
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü KL E R E T N O G R AFYASINA D O G RU 1 33

analiz etmeye çalıştığımız anda s orun yaratmaktadır.


Ticari işlem ile devir arasındaki biçimsel ayrım kabul
edilirse bu sorun ortadan kalkar. Bu, ne değiş tokuş
edilen malların niteliğine , ne iki devir arasında geçen
süreye, fakat mevcut kişilerin durumu tanımlamasına
b ağlıdır. Bu b akış açısından, B ourdieu, şu s atırları yaz ­
dığında eleştiriyi önc eden görmüş gibidir: "Sosyoloji,
nesnelci b ir tasvirle yetinirse armağan değiş tokuşunu
' al gülüm-ver gülüm' e indirger ve armağan değiş toku­
şu ile kredi eylemi arasındaki farkı ortaya koyamaz . " 1
Gerçekten d e , bir kredi sözleşmesi, kredinin açılmasın­
dan son bulmasına kadarki bütün devirlerin birliğini
sağlarken, armağan değiş tokuşu, açıkça birbirinden
ayrı iki devir içerir, bunlardan ikincisi birincisinin
başlattığı ilişkiye s on vermez. Analiz yapan kişi elbette
burada ertelenmiş bir ticari işlem , borç ya da kredi­
den b aşka bir şeyin söz konusu olmadığı değerlendir­
mesini yapabilir: burada bir hata, hatta bir zevksizlik,
bir nezaketsizlik bulan yerliler tarafından bu yoruma
şiddetle karşı çıkılırken, s osyolog, iki kahramanının
fikrine karşı, kendisinin b ir ilişkinin hakikatini açığa
çıkarma kap asitesine inandırmak için çırpınacaktır.
Sosyolog ancak, değiş tokuşun p artnerleri arasında b ir
anlaşmazlık, yanlış anlama ya da çatışma olduğunda
bütün nesnelleştirme haklarını yeniden ele alır.
İncelenen yükümlülüğün, iki kahraman arasında
dengeli b ir ittifaka mı, b ağımlılığa ya da rekabete mi
tekabül ettiğini anlamak için, ona anlamını veren kar­
şılıklı eylem kısmını, b elirsizliğe yer bırakmayacak
şekilde ayırab ilmek çok önemlidir. Bir b aşka deyişle
kahramanların, "ilk armağan"ın hangisi olduğunu ve
dolayısıyla "karşı- armağan"ın hangisi olduğunu belir­
lemek için mutabakata varmaları gerekir. Bu durumda,

P. B ourdieu, "L' economie des biens symb olique, " R aisons


pratiq ues, Faris, Seuil, "Points E s s ais," 1 994.
34 1 ARMAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

eğer karşılık verildiyse ittifak, verilmediyse b ağımlılık


söz konusudur. Bu mutabakat olmaksızın, sonu gelmez
bir rekabet s armalına girme tehlikesi büyüktür. B azı
vakalarda, durumun tanımı hakkındaki belirsizlik -ki
şu anda olan budur- ancak bir üçüncü kişi tarafından
ortadan kaldırılabilir; bu işten çıkarı o lmayan bir iz­
leyici, gerektiğinde etnografın kendisi, çiftli grupların
bir temsilcisi ya da bir hukuki otoritenin yetkilendir­
diği bir profesyonel söz konusu olabilir. 1 Üçüncü bir
kişinin müdahalesi yorumu tayin eder; Viviana Zeli­
zer'in hukuka b aşvurma konusunda ortaya koyduğu
budur2 ve iki p artner arasındaki ilişkileri donduran da
işte bu hukuka başvurmadır.

3 . ŞEYLERİN GÜCÜ

A rmağan Üzerine De n eme'nin, "programının" açıkla ­


masında, b izzat Maus s tarafından altı çizilen c a n alıcı
çifte soruyu ortaya koyan giriş bölümüne geri dönelim:
" Geri kalmış ya da arkaik toplumlarda , alınan hedi­
yenin zorunlu olarak geri verilmesini s ağlayan hukuk
ve menfaat kuralı nedir? Hediye edilen şeyde, hediye
alanın geri vermesini gerektirecek hangi güç vardır?"
Aslında soru, A rmağan Üzerine Deneme'de ele alınan
üç zorunluluktan s adece biriyle ilgilidir, geri verme
zorunluluğuyla . Bu çifte soru b irçok tespiti akla geti­
rir. Birinci tespit: Mauss, hukuk ve menfaat kuralları­
nı bir araya getirerek, iktis at bilimiyle birlikte teorik
bir tartışmaya dahil olur, biz de daha s onra buna geri
döneceğiz . İkinci tespit: Gerçekte mecburi , zorlanmış

F. Weber, "Trans actions Marchande s , echanges rituels , relati­


ons personelles . Une etnographie economique apres le Gran­
de Partage," a.y.
V. Zelizer, The Purchase of Intimacy, a. y.
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü LÜ KL E R ETNOG R AFYASINA D O G RU 1 35

ve çıkarcı ols a bile, armağan her zaman için gönüllü


olarak, özgürce ve ücretsiz verildiğine göre, hukuk ve
menfaat kuralı ancak kahramanların b ilgisi dışında
işleyebilir. Dolayısıyla Mau s s , "ticari işleme eşlik eden
bu harekette yalnızca kurmaca, şekilcilik ve toplumsal
yalan vardır" dediği uç durumları hatırlatarak, b içimi
(hediye, cömertçe sunulan armağan) esastan (zorunlu­
luk ve iktis adi menfaat) ayrıştırmayı düşünür.
Anc ak Mauss , daha sonra B ourdieu tarafından be­
nimsenecek olan bu yolu açsa da bir b aşkasını takip
etmek üzere bunu hemen terk eder. Üçüncü tespit: Bi­
rincisini netleştirmekten uzak olan ikinci soru aslında,
gerçek ticari i şlemler etnografyasına doğru keskin bir
kayma meydana getiriyor.

Hau: Ruhtan Karşılığa

Hediye edilen şeyde, hediye alanın geri vermesini ge­


rektirecek hangi güç vardır? Bu soru, armağan veren,
verilen şey ve armağan alan arasında düğümlenen
dar ilişkideki değiş tokuşun sebebini arıyor. Armağan
alanı onu geri vermeye zorlayan "güç," verilen şeyin
"içinde" bulunacaktır. A rmağan Üzerine Deneme nin '

ilk yorumlarına, yani Claude Levi- Strau s s 1 ve C laude


Lefort'un2 yorumlarına b akars ak, burada bir analiz
zafiyeti vardır, zira Mauss bir yerli teori sini b enimse­
mekle yetinir. Şeylerin doğrudan doğruya kendileriyle,3
maddi tertibatlarla4 ilgilenen, yerlilere ait gerekçeler

C. Levi - Straus s , Introduction a l 'oeuvre de Marcel Mauss


[ 1 950] , a.y.
C . Lefort, "L'echange ou la lutte des homme s , " a.y.
A. Appadurai (ed . ) , The Social L ife of Things: Commodities in
Cultural Perspectives, C ambridge/New York, C ambridge Uni­
versity Pre s s , 1 986.
Bkz. M. C allon, Laws of the Market, Oxford, Blackwell Pub -
36 1 ARMAGAN Ü ZE R i N E D E N E M E

repertuarını1 yeniden oluşturmaya çalışan v e kişisel


ilişkileri2 inceleyen ç ağdaş etnografya için burada,
bunların aksine gerçek bir teorik ilerleme vardır. Buna
daha yakından b akalım.
Mauss'un, ona genel kap s amda görünen bu yerli
kavramını, Yeni Zelanda'daki Maori toplumunu ince­
lerken keşfettiğini görmüştük: değiş tokuş edilen şey­
lere, taonga 'lara orada bir ruh, hau bahş edilmiştir. Ar­
mağan alanın üzerinde baskı yaratan zorunluluk, atıl
olmayan bu şeylerden gelir.
Maus s , etnolog Els don Best'in Maori bilgi kaynağı
olan Tamati Ranapiri'nin bir metnine dayanır. Ranapi­
ri, 'b ana daha önceden verdiğinin karşılığı olarak b ana
verdikleri ş eyi ( taonga) s ana vermek zorundayım'ı
açıklamak için hau 'yu yani şeylerin gücünü ileri sürer:
"[üçüncü bir kişi tarafından] bana verilen taonga bu,
önceden [senin tarafından] b ana verilen taonga 'nın
hau'su bu."3 Mauss'un b aşvurduğu ilk tercüme hau 'yu
"ruh" ile karşılar ve analize, Armağan Üzerine Dene­
me'nin b azı yorumcularının vurguladığı gibi, ruhani
ya da canlı bir yön verir. Mauss ise hau'da, mana'da
insanlar için gördüğü büyülü gücün, ş eyler için bir
dengini görür ve bunu çoğu kere "şeref, " "yüz" olarak
çevirir.
Tamati Ranapiri'nin metninin daha dikkatli bir oku­
ması ve Sahlins 'in Mauss'un kullandığı çeviriye getir-

lisers, 1 998; ayrıca bkz. M. Callon, F. Lascourmes , Y. B arthe,


Agir dans un mo nde incertain. Essa i sur la democratie te­
chn ique, Fari s , S euil, 200 1 .
L . B oltanski , L . Thevenot, De la justification. Les eco n o mies
de la grandeur, Faris, Gallirnard, 1 99 1 .
Bkz. F. Weber, L e travail a- côte. Etude d 'ethnographie o u v­
riere, Fari s , EHE S S , 1 989 ve J. Godb o ut, A. C aille ortak çalış ­
masıyla, L'Esprit du don , Faris, La D ecouverte, 1 99 2 .
A. Tesart, Critique du don . Etudes sur l a circulation n o n
marchande, a.y. , s . 1 97.
PAZARSIZ Y Ü K Ü M L Ü LÜ K L E R E T N OG RAFYASINA D O G R U 1 37

diği eleştiri, bir taonga'nın hau'sunun, ilk devirin or­


taya çıkardığı -faizle borç verme anlamındaki- faizden
(yield) başka bir şey olmadığını düşündürmektedir. En
azından S ahlins'in önerdiği anlam budur. Tesrart, daha
b asit ve daha tatminkar şekilde, hau'yu "karşılık" ola­
rak çevirmeyi önerir. B enzer bir b içimde, erken ortaçağ­
da mülkiyet işlemlerinin analizinde, b elgeler üzerinde
yapılan incelemeler, pretium kelimesinin fiyat şeklinde
değil, karşılık şeklinde tercüme edilmesi eğilimini ya­
r�mıştı; bu işlemler b azen ayni, bazen p ara karşılığı,
b azen yüksek b azen düşük değerde oluyordu. 1
Bununla birlikte, ş eylerin gücü mes elesini bir kena­
ra mı b ırakmak lazım? Ben aksini s avunacağım.
Gimwali tipinde bir sistemde, piyas anın temelini
oluşturan hukuki kurumlarda olduğu gibi, nesneler,
onları değiş tokuş eden bireylerden ayrıdır ve (şeylerle
ilgili olan) "ayni hak" (kişilerle ilgili olan) "şahsi hak" -
tan ayrıdır. Toplam yükümlülükler sistemlerinde, şey­
ler kişilerden ayrı değildir; ş eylerle kişiler "karışmı ş ­
tır" d e r Mauss . Dilde bu temel farklılığı belirtmek için
Maus s'un, B azin tarafından açığa çıkarılmış termino ­
lojisini izleyec eğim: 2 toplam yükümlülükler, şeylerin
(değerli şeyler, tılsımlar, Maori terimini kullanmak
gerekirse ta o ng a'lar) kişiler (tüzel kişiler) arasında
dolaşımını içerir. Ben kendi adıma , bunları şeyleri ve
kişileri işin içine dahil eden ticari olmayan yükümlü­
lüklerden ayırt etmek için, ticari işlemlerde nesne ve
b irey terimlerini muhafaza etmeyi öneriyorum.
Hau terimi , Tamati Ranapiri tarafından E lsdon
B est'e, bütün "pazar"ın dışında, "sabit fiyat" olmaksı-

L . Feller, A. Gramain, F. Weber, La Fortune de Karol. Marche


de la terre et liens personnels dans les Abruzzes du haut
Moyen Age, Rome, E cole française de Rome, 2005.
J. B azin, "La chos e donne," Critique, no: 596-597, 1 997, s.
7-25.
38 1 A R M AG A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

zın geri verme mecburiyetini açıklamak için kullanıl­


mıştır. O halde hau, bir sözleşme e snasında önceden
b elirlenmiş bir karşılık değildir. B elirlenmiş olan, ve­
rilen ş eyin bir karşılığı olması gerektiğidir. Mauss 'un
incelediği metin s onuna kadar okunurs a , hau'nun bir
adalet ve müeyyide b oyutu taşıdığı görülür. "Bu ikin­
ci taonga'yı kendime s aklamış olsaydım" der Ranapi­
ri "başıma ciddi bir bela gelebilirdi, hatta ölebilirdim
bile." İşte bu ikili adalet ve müeyyide boyutunu Maus s ,
"şeylerin gücü" ifadesiyle tercüme e der.
Mauss , bu Maori açıklamasını, ticari olmayan fark­
lı yükümlülük analizlerini yap tığı toplumlara teşmil
eder. İki nokta üzerinde ısrarla durur. Bir yandan, b e ­
lirli b ir güçle donatılmış bu şeyler, sıradan nesneler­
den ayrıdır, tıpkı Roma hukukunda, familia'nın (ki­
şilerden ve ş eylerden oluşan grup) res'lerinin (temel
şeyler) , ticari işlemler için kullanılabilen küçükb aş
çiftlik hayvanları ve parayı ifade eden pecunia'dan
ayrı olması gibi (Fransızcada p arasal anlamına gelen
pecuniaire kelimesi Latince pecunia'dan gelir) . D emek
ki Maori toplumunda değerli ş eyler, yani taonga' lar,
kendine özgü bir kişilikle ve hatta bir isimle donan­
mıştır. Diğer yandan Mauss, bu şeyler ile onları elinde
bulundurmuş olan kişiler arasındaki ilişki üzerinde
durur: dolaşımda olan şey, arasında dolaştığı kişilerin
izlerini kendisinde taşır. "Armağan veren tarafından
bırakılmış olsa da, hala ondan b ir p arçadır."
Verilen ş eyde kişinin mevcudiyeti; Malinowski'nin
topraklarını , Trobriand Adaları'nı, kendi halefinin çı­
kardığı sonuçlarda eksik olan kadınlara, onların pra­
tiklerine, onların kişisel eşyalarına ve onların kudre ­
tine yönelik bir dikkatle ziyaret etmiş olan Annette
Weiner'in b aşlıca argümanıdır. 1 Daha teorik ikinc i bir

A. Weiner, Women of Valu.e, Men of Renown: New Perspe­


ctives in Trobriand Exchange, Au s tin , University of Texas
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü LÜ K L E R ETNOG RAFYASINA D O G RU 1 39

eserinde Weiner, Maus s ' un ardından, Taç'ın üzerinde­


ki mücevherler gibi verilmesi mümkün olmayan bazı
değerli ş eylerin aktarılamaz niteliğini vurgular. 1 Ona
göre karşılıklılık, aslında bu aktarılamazlık üzerine
dayanan değiş tokuşun yüzeysel bir veçhesidir. Verilen
şeyin ruhu nihayetinde, onun s ahiplerinin her birinin
kişiliğinin izinden ib arettir. Yani şeyler, bütün tarihle­
rini kendi Üzerlerinde taşırlar.
Fransız antropolog Maurice Godelier,2 aktarılan
kullanım hakkıyla aktarılamaz olarak kalan mülkiyeti
ayl!":_arak bu teoriyi yeniden ele alır. Bu devredilemez
şeylerin bütününü iktidarın hayalgücüne b ağlar. Bu
sonuçlar özellikle, b atılı toplumlarda aile içi aktarım­
ların incelenmesine gayet iyi uygulanabilir. 3 Muhafaza
edilen her ş ey, bana onu atmayı ya da s atmayı yasak­
layan kişisel bir iz taşır. Burada yine, s osyoekonomik
b ağlam değişikliklerini incelemek ilginçtir: kişisel ba­
ğın maddi kaynaklardan daha önemli hale geldiği zen­
gin sınıflarda gösterişli hediyeler pazarının ilerleme­
si, internet üzerinden değiş tokuş edilen bir "gereksiz
hediyeler" s apması yarattı. Burada, 20. yüzyılda kula
mallarının kula dolaşımından çıkabildiği massim böl­
gesinde olduğu gibi, bir norm değişikliği izi bulunup
bulunmadığı sorulabilir. Ç ağdaş toplumlarda, toplum­
s al alanlar arasındaki sınırların ihlali karşısında ah­
laki kınamayı ortadan kaldırmadan, alıp kabul etme
mecburiyeti h afiflemiş gibi görünüyor. Bu konuda sis­
tematik bir tarih araştırması henüz yap ılmadıys a da,
hediye kuralları değişmez değildir. Böyle bir dönüşü-

Pre s s , 1 976; Fr. çev. La Richesse des femmes o u commen t


l 'esprit vient aux hom mes: iles Trobriand, Fari s , Seuil , 1 983.
A. Weiner, Inalienable Possessions. The Paradox of Kee­
ping- While- Giving, a.y.
M. Godelier, L'Enigme du don, Paris, Fayard, 1 9 96.
A. Gotman, Heritier, Pari s , PUF, 1 988.
40 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

mün e n iyi örneklerinden biri, 1 9 . yüzyılın sonlarında,


B asel toplumundaki evlilik hediyeleridir. Yerleşmiş bir
alışkanlık birdenbire "b arb ar bir adet"e dönüştü: bir
hediyeyi taşıyan hizmetçiyi, h ediyenin değerinin b elir­
li bir oranı tutarında b ahşişle ödüllendirmek, yani bir
b akışta hediyenin değerini de doğru olarak bilebilmek
gerekiyordu. Bu nezaket kuralı , birkaç yıl içindeki top ­
lumsal dönüşümlerle ortadan kalktı. 1

Rehin ve Nexum: Kişisel Şeyler


Mau s s , Armağan Üzerine Deneme'nin üçüncü bölü­
münde arkaik hukukları incelememiş olsaydı, daha
önceden bildiği ve arkadaşı Robert Hertz' in büyük bir
dikkat gösterdiği Tamati Ranapiri'nin bu metnine bun­
c a dikkat atfetmezdi . Mauss burada, sözleşme taraf­
larını birbirlerine b ağlayan ve hareketlerin şekilciliği
ve ritüel ifadeler gibi sözleşmenin gücünü oluşturan
nexum hukuk teorisi üzerinde durur. Nexum terimi
somut olarak "düğüm," daha net olaraks a, bir rehin, re­
hin b ırakılmış ş ey anlamına gelir. Roma hukukundaki
nexum gibi C ermen hukukundaki rehin de, değeri az
fakat kişisel bir ş eydir; mesela bir eldiven, sözleşme
taraflarından b iri tarafından diğerine verilir ve onu
sözleşmeyi uygulamaya, sözüne sadık kalmaya z o rlar.
Rehin, onu veren -daha doğrusu bir meydan okuma
sırasında eldivenin fırlatıldığı gibi fırlatan- kişinin
şerefini ortaya koyan kişisel bir şeydir, ama aynı za­
manda ister istemez alan kişinin şerefini de ortaya
koyar. Bu kez , daha önce birbirlerine b ağlanan değerli
şeylerin aksine, rehin öncelikle iki kişiyi birb irlerine
b ağlayan ş eydir.

P. S arasin, "Une coutume barbare. Les fonctions signifiantes


de l' argent dans une societe bourgeoise vers 1 900," Geneses,
no: 1 5 , Mart 1 994, s . 84- 1 02.
PAZAR SIZ Y Ü KÜ M L Ü L Ü K L E R ETN O G R AFYASINA D O G RU 1 41

Rehin v e sembolü karşılaştırmak, Mauss'un arkaik


hukuk sistemleri hakkındaki nihai tespitlerinin kap ­
samını daha iyi anlamamızı s ağlar. Sembol (başka bir
nesneyi temsil eden nesne) olarak "ikiye bölünmüş olan
rehinin her bir yarısı, sözleşme taraflarından biri tara­
fından muhafaza edilirdi." Fakat bir s embol -mesela
p ara ya da Fransa'da C umhuriyet'i temsil eden Mari­
anne- daha b aştan, b elirli bir topluluğa mensup bütün
bireyler tarafından anlaşılabilir, evrensel bir birleşme
değeri taşır. Bunun aksine rehinin kendine has etkisi,
arasında teati edildiği ins anlarla kesin olarak sınır­
landırılmıştır. Ç ağdaş etkileşimlerde (ticari işlem ya
da hediye) hem evrensel s emboller hem de kişiler arası
rehinler bulunmaktadır. Semboller arasında p ara her
biçim altında bulunur; nakit, çekler, kredi kartları , he­
diye p aketleri ya da üzerinde "bu bir hediyedir" yazan
kartonlar. Rehin olaraksa; yalnızca b enim imzam bulu­
nur, bu imza beni s ana karşı bu eylem için sorumlu tu­
tar ve imzamın değeri devlet tarafından teminat altına
alınmış olsa dahi, imzam bu sözleşme dışında hiçbir
şeyi kap samaz. Ama özel rehinler de vardır; bir kitabın
ya da kartonun üzerine elyazımla yazdığım ithaf gibi :
"Florence'tan C aroline'e dostlukla." Ticari y a d a siya­
si p azarlamanın, b ankacımın, araba tamircimin ya da
milletvekilimin benimle sıcak bir kişisel ilişki içinde
olduğuna b eni inandırmak için bu sözde kişisel işa­
retlerle nasıl oynadığını biliyoruz; baş arısız oldukları
söylenebilir mi?

Ticari İşlem, Dua , Nezaket: Etkil i Etkileşimler


Son olarak, Maus s'un b irinci bölümün ve girişin so­
nunda ortaya koyduğu iki eklentiye dikkat çekelim:
tanrılara sunulan hediye, nezaket teatisi. Bu iki ek­
lenti, maddi ş eylerin ve zenginliğin devrinin analizi -
42 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

nin ötesinde , A rmağan Üzerine Deneme'nin gerçek bir


etkileşimler analizini kaps adığını da teyit eder. Aynı
zamanda, A rmağan Üzerine Deneme'yi, Mauss'un
araştırmalarının bütününün içine yerleştirmeyi de
mümkün kılar.
Tanrılara sunulan hediye analizi , Mauss'un A rma­
ğan Üzerine Deneme'den daha önceki iki çalışmasına
açıkça atıfta bulunur: tanrılarla etkileşimin, kuts al ve
dindış ı arasındaki sınıra göre daha az yer tuttuğu eski
kurb an analizi1 ve özellikle, nevi şahsına münhasır [sui
generis] bir eylem olarak analizini yapmaya çalıştığı
dua üzerine tamamlanmamış tezi . 2 Bu iki durumda da
Maus s , bu dini fenomenlerin sözleşme ve armağan­
la akrabalığına dikkat çekmişti . Ancak Kurban'dan
Dua'ya ve A rmağan' a, Mauss 'un ayin analizi dönüştü:
dikkati, kurban yoluyla kutsamadan ayinlerin etki gü­
cüne ve ayinlerin maddi etki gücünden de toplumsal
etki gücüne kaydı .
A rmağan Üzerine Deneme'ye p aralel olarak M au s s ,
nezaket teatileri üzerine çalışmasını s ürdürür. 1 92 1 'de ,
Journal d e psychologie'de, b i r "selamlama aracı"3 ve
bir "etkileşim halindeki"4 grup incelemes i olarak sun­
duğu, "Duyguların Zorunlu İfadesi" adlı kıs a bir maka­
le yayınlar. O rtaya konan soru, A rmağan Üzerine De­
neme ' nin sorusuna çok benzer: hem Avustralya cenaze
ritüellerinde duyguların ifadesinin zorunlu niteliğini
göstermek hem de yalan hipotezini reddetmek söz ko-

H . Hubert, M. Mauss , "Essai s u r la nature et la fonction d u


s acrifice" [ 1 899) , Melanges d 'histoire des religions içinde, Fa­
ris , Felix Alcan, 1 92 9 .
M. Mau s s , La Priere [ l 909) , CE uvres içinde, c. 1 : Les fonctions
sociales du sacre, Faris , Minuit, 1 96 8 , s. 3 5 7 -477.
M. Mau s s , "Essais de sociologie," Faris, Seui l , 1 97 1 , s . 8 1 ; bu
metin, "Ouadrige" baskısının Sociologie et psychologie a dl ı 9 .
cildinde yeniden e l e alınacaktır.
A .g.e. , s. 83.
PAZAR S I Z Y Ü K Ü M LÜ L Ü KL E R ETN O G R AFYAS I N A D O G RU 1 43

nusudur: bu zorunluluk o duyguların s amimiyetinden


ve yoğunluğundan bir ş ey eksiltmediği gibi, tam aksi ­
ne onları üretir d e . Bu akıl yürütme, Pascal'ın, inan­
cın üreticisi olarak ayin hakkındaki akıl yürütmesini
hatırlatır. Nihayet 1 92 6 'da, "teşrifat ve zorb alık adetle­
ri"ni, meşhur "esprili akrabalık"ın* özelliklerini, b aşka
bir yerde yas aklanmış bir davranışın istisnai olarak
zorunlu olduğu kendine özgü ilişkileri analiz eder. Bu
nezaket teatilerinin -burada nezaketsizlik- yalnızca,
A rmağan Üzerine Deneme'de incelenen değiş tokuşla­
rın bir biçimi olduğunu bir kere daha b elirtir.

Etkileşim Ritüelleri ve Toplumsal Alanlar


La Pri e re ' in elyazmasından vazgeçtiği sırada da Ma­
uss'un, ritüellere ve büyüyle alakalı ya da dini ritüel­
lerin toplumsal ritüellere doğru kayışına ilgisi devam
eder: ritüellerin edims elliği kavramından yararlanma­
s a da, biçimin ya da ifadenin etkililiğine inanmıştır.
Ç ağdaş etnografya için, 1 s elamlaşma yöntemi en basit
ifadesine indirgenmiştir, bir göz kırpma, iki kişinin
toplums al anlamda birlikte var oluşunu ve birbirleri­
ni etkileme kap asitelerini temin eder. Daha genel ola­
rak, ritüeller, toplumsal hayatın akışı içinde, kendine
has kurallarıyla bir mekan, bir "toplums al alan" ayırır.
Aynı ş ekilde, bu alan üzerinde geçerli olacak ve dış a ­
rıda kalacak eylemler arasındaki ayrımı sağlama ala­
c ak bir törenin gösterişli açılış yöntemidir bu. Hau, iki

Parentes a plais anteries: B atı Afrika'ya özgü bir davranış


biçimidir, toplumsal rahatlama s ağlamak amacıyla aynı ai­
lenin ya da aynı etnik grubun üyelerinin birbirleriyle dalga
geçmelerine hatta hakaret etmelerine imkan verir, kimi za­
man da bu davranışı zorunlu kılar -ed.n.
F. Weber, "Settings, Interactions and Things . A Plea for a Mul­
ti-integrative Ethnography," a . y.
44 1 AR MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

şey arasındaki ilişkiyi dile getiriyor v e oluşturuyors a ,


nexum iki k i ş i arasındaki ilişkiyi dile getiriyor v e oluş­
turuyors a, nezaket ifadeleri de bir etkileşimi başlatır
ve bitirir, yani b aşka ş eyler arasında ticari işlemlerin
ve devirlerin ayırt edilmesine izin verir.
Pazar dışı yükümlülüklerin bu şekildeki bir etnog­
rafik analizi, farklı toplums al alanların kesişme nok­
tasındaki bireysel uygulamaların analizine yönelik, iç
içe geçmiş dünyaların çoksesli teorilerine 1 b ağlanıyor;
bu alanların kurums al inşasına ve buraya dahil olma­
nın yerli yöntemlerine dikkat çekiyor. Pazarın ve arma­
ğanın birlikte var olduğu b izim kendi toplumlarımızı
inceleyen Mauss gibi, kula ve gi m wal i nin b irlikte var
'

oluşunu inceleyen Malinowski gibi, farklı toplumsal


alanlarda b irçok davranış ilkesinin birlikte var oluşu
üzerinde duruyor.
Bu farklı davranış ilkeleri , düşman dünyalara değil,
hem ritüel olarak ayrılmış hem de toplumsal olarak
b ağlantı halinde olan dünyalara atıfta bulunur. Doğal
olarak yalıtılmış olmayan bu dünyalar, günlük hayatın
argacında birbirlerini dokumuşlardır. Bu sürekli üst
üste gelişlere rağmen onları ayrı tutan kurumsal, mad­
di ve hukuki mekanizmalar nelerdir? Bireyler bir dün­
yadan diğerine geçişi nasıl b elirl erler? Bir dünyanın
diğerini ele geçirmesinden nasıl kaçınırlar? Bu s oru­
lara c evap vermek için, bu dünyalar arasındaki ayrımı
yaratan değişik süreçlerden hangisiyle i lgilenildiğine
b ağlı olarak birçok yaklaşım mümkündür: hukuk s o s ­
yo -tarihi, maddi v e kurumsal mekanizmalar s osyoloji­
si ya da etkileşim ritüelleri etnografyası. Her halükar­
da, bu iç içe geçmiş dünyalar teorisi için , bu dünyal ar
arasındaki -mesela rasyonalite dünyasını armağan

Bkz . V. Zelizer, The Purchase of Intimacy, a.y. ve C . Dufy, F.


Weber, L'ethnographie economique, Paris , La Decouverte,
"Repere s ," 2007 .
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R ETNOG RAFYASINA D O G RU 1 45

dünyasından ayıran- alanda bir uzmanlaşmanın ka­


bul edilmesi söz konusu değildir, daha çok kendilerine
has işleyişlerinin ve aynı z amanda bu farklı döngüler
arasında bireylerin gidiş gelişlerinin incelenmes i söz
konusudur.

Bağlamsal Rasyonalite
Uzun bir tartışma, b ireysel rasyonaliteyi aksiyom ola­
rak alan disiplinler ya da akımlarla (homo reconomi­
cus hipotezi üzerine kurulu iktisadi teoriler, "rasyonel
seçime dayalı" denen s osyolojik akımlar) , incelenen
davranışların rasyonalitesini iddia etmeksizin, yerli­
lerin akıl yürütme şekillerini kendi çeşitliliği ve kar­
maşıklığı içinde anlamaya çalışanları karşı karşıya
getirdi . Burada da yine düşman dünyalar teorisi, bi­
reysel rasyonalite postülasının (herkes sistematik ola­
rak kendi menfaatini izleyecektir) doğrulandığı evreni,
duyguların ya da rutinin yön verdiği mantık ya da akıl
dışı davranışlar evreninin karşısına çıkarır. İndirge­
meci teoriler, bütün ins an davranışlarını rasyonaliteye
ya da aksine duyguya ve rutine bağlı kabul eder. İç içe
geçmiş dünyalar teorileri ise, yerlilerin akıl yürütmele ­
rinin ortaya çıkışı v e b i r arada varoluşuyla ilgilenme­
den önce, z amana ve duruma göre bu akıl yürütmelerin
çoğulluğunu esas alır.
Yükümlülüklerin etnografik incelemesine geri dö­
nersek, iç içe geçmiş dünyalar teorilerinin önerdiği yo­
rumlama anahtarı, b elirli bir etkileşimin çarp ışma ol­
maksızın devam etmesini sağlayan nesnel ya da öznel
mutluluk koşullarını incelemekten ib arettir. İki durum
ortaya çıkar. Ya yükümlülüklerin, hiçbir b elirsizliğe yer
bırakmayacak şekilde, hukuki ya da normatif bir sis­
temle ve bir maddi mekanizmayla çerçevesi çizilmiştir.
Yükümlülüğün partnerlerinden her biri ne yapmakta
46 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

olduğunu biliyordur v e bu zımni bilgiyi diğerleriy­


le p aylaşır. Genel durum budur: yemeğimi kas abımın
lütufkarlığından b eklemem; Trobriandlı da, kula tö­
rens el sistemine dahil olduğunda, davranışını gimwa­
li'nin ticari ilkelerine göre ayarlamaz ve bunun tersi
de geçerlidir. Ya da b elirli bir ticari işlemin değişik
partnerlerinin elinde bunu düşünmenin b irçok değişik
yolu vardır ve eylemlerini değişik sicillere kaydetmek
için bu belirsizlikten yararlanırlar. Yeniden iki durum
ortaya çıkar: ya yanlış anlama ticari işlemin devam et­
mesini sağlar ya da onun kesintiye uğraması veya bir
çatışma üzerine b elirsizlik çıkar.
Dolayısıyla etnografik çalışma, karşılıklı etkileşim­
lerin incelikli analizinden b aşlayarak, bu etkileşim­
lerin p artnerleri açısından kendi anlamını bulduğu
toplumsal b ağlamları günışığına çıkarmaktan ib a­
rettir. B enim toplumsal alan diye adlandırdığım 1 bu
b ağlamlardır ve bunlar, öncelikle dilin ve etkileşimin
nitelendirilmesinin çeşitli prosedürlerinin oluştur­
duğu, bilişsel çerçeveler gibi iş görür. Dilbilimsel bir
cemaat ölçeğindeki toplumsal kategorilerin inş asına
ve yükümlülüklerin hukuki olarak nitelendirilmes in e
ilgi buradan gelir (mesela b u bir armağandır, bu b i r
borçtur) . Aynı ş ekilde, s özün edims el b oyutuna ilgi d e
buradan gelir: b i r etkileşimi kalıp ifadelerle açmak,
b elirsi zliğe yer vermeksizin ne yapmakta o lduğunu
s öylemenin b ir yoludur. Nezaket ritüelleri sosyal ola­
rak etkili tekniklerdir: bir olayı, b enzer olaylar dizisi
içine yerleştirmeye yarar ve anlamlı sekans açıp kapat­
mak için kullanılır. Ritüellerin ötesinde, maddi meka­
nizmalar, "burada ne olduğu"nun anlamını belirler. Bu
maddi mekanizmalar arasında yerler, duruşlar, hare­
ketler (duruma uyarlanmış bedensel alışkanlık, h exis)

F. Weber, "Settings , Interactions and Things . A Plea for a Mul­


ti-integrative E thnography," a.y.
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R E T N O G R AFYASINA D O G RU 1 47

sayılabilir, ama aynı zamanda teknik gereçler, özellik­


le tescil eğrileri ya da sütun halinde sıralandığında
hesap işlemleri yapılmasını s ağlayan listeler yoluyla
yükümlülüklerin diziler içinde kayıt prosedürlerinin
tamamı da sayılabilir. Burada, Jack Goody'nin baş­
lattığı 1 yazı antropolojisinin meselelerini ve bunların,
yazılı formların kullanımına geçildikten s onra hukuk
etnografyası yönündeki muhtemel uzantılarını, aynı
z amanda kayıt teknikleri etnografyasının meseleleri­
ni de buluyoruz.2 B öylelikle , bir çubuğun üzerine, bir
kere borç ödendikten s onra üzeri çizilen çentikler at­
mak suretiyle tutulan bir b orç kayıt sistemi,3 dünya­
nın öbür ucunda hediye değiş tokuşuyla farklılaşan
işlemin ne olduğuna dair maddi bir iz bırakır. Bunun
tersine, bir yas vesilesiyle sunulan ve kabul edilen tö­
rensel yükümlülüklerin bütününü not etmek için bir
defter açılması, içinde bir hediye değiş tokuşu olduğu
düşünülen yerli birliğine dair maddi b ir iz bırakır.4

Paranın Rolü
İçine p aranın dahil olduğu ticari olmayan değiş tokuş­
ların etnografik analizleri, Mauss'un ortaya koymuş
olduğu klasik soruyu yeniden ele almamızı s ağlar: pa­
ranın değişik işlevleri her z aman üst ü ste binmiş du-

J. Goody, La Raison graphique. La domestication de la


pensee sauvage ( 1 968] , Pari s , Minuit, 1 97 9 .
N. C oquery, F . Menant, F. Weber, Ecrire, compter, mesurer.
Vers une histoire des rationalites pratiques, Pari s , E d . de la
rue d'Ulm, 2006.
N. C oquery, F. Menant, F. Weber, Ecrire, comp ter, mesurer.
Vers une histoire des rationalites pratiques, a.y. içinde L .
Kuchenbuch.
N. C oquery, F. Menant, F. Weber, Ecrire, compter, mesurer.
Vers une histoire des rationalites pratiques, a.y. içinde A.
Bens a.
48 1 ARMAGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

rumda mıdır? Bunun ötesinde, yerine getirdiği işleve


göre, kişisel ilişkilerde paranın oynadığı rolün ne ol­
duğunu sormamızı da s ağlar.
Aynı şekilde, p ara biçimi de dahil olmak üzere mi­
rasın devri, canlıları , onları bütün kişisel ilişkilerden
b ağımsızlaştırmaktan daha fazlasını miras aldıkları
ölülere b ağlamaya katkıda bulunur: s embol-para, sonu
gelmez borçla b ağdaşabilir ve miras sorumlu kılar. 1
Aksine, ö deme aracı olarak p ara borçluyu borcundan
kurtarır ve kişisel ilişkiyi keser, aynen boşanma anın­
da ödenen p arasal nafaka gibi. Diğer yandan, p arasal
karşılığın olmaması ticari işlemin yalnızca gerçekleş­
tirilmesini değil, analizini de daha karmaşık hale geti­
rir, çünkü değiş tokuş e dilen mallar iki ayrı pazarda da
bir değere s ahiptir. 2 Paranın olmaması, ticari bir işle­
mi ne ritüel bir işleme ne de bir kişisel ilişki unsuru­
na dönüştürmeye yeter. Zaten, p arayla ölçülebilecek ve
standart bir iş sözleşmesinin p arçası olabilecek " ayni
ö demeler"in açığa çıkardığı da budur.
Bireylerin anonimliği, talep edilebilir karşılığı olan
ticari işlemler, p ara; yükümlülüklerin bu üç b oyutu
analitik olarak b irbirinden ayrıdır, bu da, yalnızca iki
değil, olanaklı sekiz kombinasyon telakkisine izin ve­
rir - modernite tarafında, anonim birey, p azar, modern
p ara; karşı tarafta, kişisel ilişkiler, pazarın yokluğu ve
ilkel p ara. Birey ve p azarsız para: işte so syal güvenlik.
Pazar, para ve kişisel ilişki: işte son derece sık rast­
lanan, öyle ki profesyonel aşamaların çoğunda gerç ek
anlamda yasaklamanın mümkün olmadığı tic ari iliş­
ki . Kişisel ilişkiler, p azarın yokluğu ve modern p ara:

S. Gollac, "Faire ses p artage," Terrain, no: 45, 2005, s . 1 1 3-


1 24.
L . Feller, A. Gramain, F. Weber, La Fortune de Karol. Marche
de la terre et liens personnels dans les Abruzzes du haut
Moyen Age, a. y.
PAZA R S I Z Y Ü K Ü M LÜ LÜ K L E R ETNOG RAFYASINA D O G RU 1 49

p ara ş eklindeki törens el armağanlar. Birey v e p arasız


p az ar: ticket-restoranlar . . . Yükümlülüklerin üç boyu­
tu analitik olarak ayırt edildiği andan itibaren dikkate
alınabilecek olan bütün bu kombinasyonlar, iktisadi
etnografya için perspektifler açar.
Kısacası, etkileşimlerin doğası üzerinde en belir­
gin s onuçları olan, hesap birimi olarak p aradır: mal­
lara, z arara ya da kara değer biçilmesi, değiş tokuşun
bütün taraflarının kabul ettiği, muğlaklıktan uzak
bir denklik s ağlar ve farklı yorumlar arasındaki ça­
tışma riskini en aza indirir. Testart'ın, kula'da talep
edilebilir bir karşılığın varlığı hakkındaki ifadeleri­
nin ötesinde; bir t a o nga 'ya ilk devri ("B ana bir taonga
veriyorsunuz; onu b ana s abit bir fiyat olmadan veri ­
yorsunuz; bu konuda pazarlık yapmıyoruz") esnasın­
da değer b içilmemiş olması, kişiler arasındaki tören­
sel işlemlerin herhangi bir değer biçme içermediği
ş eklinde yorum ihtilaflarına özellikle konu oldukla­
rını düşündürmektedir ve görünüşe b akılırs a da içer­
miyor olması gerekir.

TEOR İ K H ED EFLERİ N
4.
ARKAS I N DA SİYAS İ HEDEFLER
Son olarak, A rmağan Üzerine Deneme 'nin yazılışının
siyasi b ağlamıyla, 2 1 . yüzyıl başlarının siyasi bağla­
mını karşılaştıralım: refah devletinin başlangıcından
yirmi yıl önce, ideolojik olarak s arsılmasından yirmi
yıl s onra. Her iki durumda da, pazar ekonomisini dü­
z eltirken hayırseverliği yeniden gündeme getirmeye­
cek bir yükümlülük sistemi icat etmek ya da yeniden
icat etmek söz konusuydu .
50 1 ARMAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

Neden Armağan?
İncelenen konunun hafife alınacak bir yanı yoktur. Ma­
uss hediye değiş tokuşuyla ilgilenerek, 20. yüzyılın dö­
nemecinde, s osyologlar, ins anseverler ve işçi hareketi
arasındaki, ilk sosyal kanunların ortaya çıkışını müm­
kün kılan konsensüsün sarsılmasıyla damgalanan bir
dönemde , pazarın natüralist tas avvurunun teorik bir
eleştirisiyle, s osyal yardımlaşmanın hayırs ever tasav­
vurunun siyasi bir eleştirisini gerçekleştirir. 1
A rmağan Üzerine Deneme'den önce, daha önceden
incelenmiş olan bu ticari olmayan yükümlülükler bi­
limsel bir konu oluşturmuyordu . Dolayısıyla A rma­
ğan Üzerine Deneme'de p azar ekonomisinin klasik
analizlerinin eleştirel bir tamamlayıcısı vardır: eğer
bütünlüğüne vurgu yapılmak isteniyorsa bir armağan
ekonomi si analizi kullanılabilir; eğer heterojenliğine
vurgu yapılmak isteniyors a, p az arsız ekonomilerin bir
analizi kullanılab ilir.
B öylelikle Mau s s , muazzam bir kişisel etkileşim­
ler evrenini ya da Durkheim'ın "sosyal hayatın s erbest
akımları"2 dediği ş eyi, b ireysel tuhaflıklar p sikoloj isin­
den kopararak sosyolojiye b ağlar. Gerçekten de, gönül­
lü bireysel eylemlerde bile toplumsal kuralların var­
lığını açığa çıkarır. Ve bu keşfe daha b aştan evrens el
bir kapsam verir: burada -Durkheimcıların z ayıf bir
işbölümünü anladıkları anlamda- özellikle ilkel , ele­
menter ya da arkaik hiçbir şey yoktur, ama der, "burada
bizim toplumlarımızın üzerine inşa edildiği insani te­
mel taşlarından birini bulduğumuza inanıyoruz"; bun­
dan modern B atılı toplumları anlayın . Büyü hakkında-

C . Topalov (yönetiminde) , Laboratoires du nouveau siecle. La


nebuleuse reformatrice et ses reseaux en France, 1 880- 1 9 1 4,
Paris , E HE S S , 1 999.
E . Durkheim, Les R egles de la methode sociologique, Pari s ,
Alcan, 1 89 5 , s . 1 9 .
PAZA R SIZ Y Ü KÜ M L Ü LÜ KL E R ETNOG RAFYASI NA D O G RU 1 51

ki çalışmasında, toplumsal kurum olarak Durkheimcı


din s osyolojisini, tam olarak kendisini en çok zorlayan
konuya, iki birey yani büyücü ve müşterisi arasındaki
özel ilişkiye uyguladığı gibi, Maus s burada da Durk­
heimcı sözleşmeler ve kurumlar analizini, tam olarak
kendisini en çok zorlayan konuya, gönüllü hediyeye,
serbest ve menfaatsiz eyleme uygular.

İktisatçı ların Etnomerkezciliğine Karşı . . .


E lbette Mau s s , öncelikle ilkel toplumlarda hediye de­
ğiş tokuşunu incelemekle b aşlar. Bunu yaparak Mali­
nowski'nin i zlediği siyasal iktisat eleştirisiyle karşı
karşıya gelir: "klasik iktisatçıların pazarın ve p aranın
ortaya çıkışını açıklamak için kullandıkları "tramp a
efs anesi"ni reddetmek ve tam aksine ilkel toplumların
üyelerinin iktisadi davranışlarının karmaşıklığını gös ­
termek. " Bu amacı, yaklaşık bir yüzyıl sonra, 1 905 'ten
itibaren, iktis at biliminin kavramlarının ve araçlarının
tarihsel olarak konumlandırılmış niteliğini keşfeden
ve püritenlerin hayatının özünde marjinalist iktisadi
akıl yürütme modelini bulan Alman s osyolog Max We­
b er'in amacıyla karşılaştırmamamız için seb ep yoktur. 1
Bugün, Max Weber'den s onra iktis at tarihinin ve Ma­
linowski'den sonra iktis adi etnografyanın, muhayyel
homo reconomicus' a evrensel güdüler yükleyen iktis at
b iliminin etnomerkezciliğini ilan etmeye yöneldiğini
s öyleyebiliriz. O halde, insan davranışlarıyla ilgili ev­
rensel b ir anahtara ulaşmaktan uzak olan iktis atçılar,
ancak b aşkalarının davranışlarına, tarihsel ve kültürel
olarak konumlandırılmış kendi akıl yürütmelerini yan­
sıtacaklardır.

M. Weber, L'Ethique protestante et l'esprit du capitalisme


[l 905] , çev: I. Kalinowski, Pari s , Flammarion, "Champ s," 1 99 5 .
52 1 ARMAGAN Ü ZE R İ N E D E N EM E

Ancak iki s avaş arası dönemde Frans a'da çalışan,


Maus s 'un da p arçası olduğu ikinci kuş ak Durkheimcı
sosyologları asıl ilgilendiren, Weber için olduğu gibi
iktisadi kavramların kültürel kökeninden ya da Mali­
nowski için olduğu gibi iktisadi davranışların kültürel
çeşitliliğinden ziyade, iktis adi fenomenlerin toplums al
boyutlarıydı. Durkheimcılar iktis adi olguların bu top ­
lum s al boyutunu açıklığa kavuşturmaya çalıştılar; ge­
rek François Simiand1 ve Maurice Halbwachs 'ın2 ince ­
lediği para, fiyat hareketleri v e ücretler gibi çağdaş ve
açıkça kolektif fenomenler için, gerek görünüşte birey­
s el ve egzotik bir fenomen olan armağan için, ki Mauss
bunu, kendi çalışmalarıyla Simiand ve Halbwachs ' ın
çalışmaları arasındaki bağı gözden kaçırmadan yaptı.
Sonrasındaysa, kökleri Max Weber'in eserine da­
yanan bir kültür tarihi, kavramlarını Malinowski'nin
eserinden alan bir iktis adi etnografya ve Durkheim'ın
ilhamını taşıyan bir iktis adi tarih ve sosyoloji arasın­
daki bu yaklaşım farkları; bugün siyasal ikti s a dın,
tarihin, sosyolojinin ve antropolojinin farklı eleştirel
akımlarının ilham aldığı , iktisat bilimine söz birliği
olmaksızın yöneltilen eleştirilerin aynı noktaya yönel­
mesinden daha önemsiz görünüyor.3 İktisat biliminin,

F. Sirniand, Le Salaire, l 'evolution sociale et la monnaie. Es­


sai de theorie experimen tale du salaire, Paris , Alcan, 1 93 2 ; F.
Simiand, "La monnaie, realite s ociale, Annales sociologiqu­
"

es, D serisi, n o : 1 , s . 1 -86.


M. Halbwachs , Les Expropriations et le prix des terrains d
Paris (1 860- 1 900) , Pari s , Cornely, 1 909; M. Halbwachs, L'evo­
lution des besoins dans les classes ouvrieres, Fari s , Alc an,
1 93 3 .
P. S teiner, L a Sociologie economique, Paris, L a Decouverte,
"Reperes," 1 999; P. Steiner, L'Ecole durkheimienne et l 'eco­
nomie. Sociologie, religion et connaissance, Cenevre Droz, ,

2005; C . Dufy, F. Weber, L'ethnographie economique, a .y.; F.


Simiand, Critique sociologique et economie, metinleri n se-
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M LÜ L Ü K L E R E T N O G R AFYASINA D Q {j R LJ 1 53

komşularının ampirik s onuçlarını bütünleştirmeyi öğ­


rendiği iki s avaş arası dönemden bu yana, kaydettiği
gelişmeleri hafife almamak ş artıyla .

. . . Hangi Hukuk ve Menfaat Kuralı?


Hediye değiş tokuşlarıyla ilgili ilk soruya geri döne­
lim: "Geri kalmış ya da arkaik toplumlarda, alınan
hediyenin zorunlu olarak geri verilmesini s ağlayan
hukuk ve menfaat kuralı nedir?" Bunun, iktisatçıların
p az ar hakkındaki klasik sorularıyla yakınlığına dik­
kat etmek gerekir. B en, Steiner'in, Mauss'un metniyle
Adam Smith'in Milletlerin Zenginliği 'ndeki bir metni
arasında kurduğu son derece düşündürücü p aralelliği
takip ediyorum: 1 "İnsanların malları gerek p ara, gerek
bir b aşka mal karşılığında değiş tokuş ederken doğal
olarak uydukları kuralları inceleyeceğim" diye yaz ar
Adam Smith özet olarak, "Göreli değer ya da malların
değişim değeri diyebileceğimiz şeyi belirleyen bu ku­
rallardır. "
Smith, yine d e değiş tokuşu belirleyen hukuk kura­
lını görmez: armağanın, fakat aynı zamanda hırsızlığın
da aksine, değiş tokuş bir devir değil, karşılığın talep
edilebilir olduğu bir ticari işlemdir, ki bu da, bir top­
luluğun (devlet ve memurları, mafya ve işbirlikçileri,
kulüp ve içtüzüğü) , karşı gelecek olan bireylere (terimin
hem fizyolojik hem siyasal anlamıyla) ya da kişilere (tü­
zel kişi ya da bir grubun temsilcisi anlamında) kuvvet
yoluyla dayatacağı meşru müeyyidelerin olduğunu var­
sayar. Diğer bir deyişle, bu hukuk kuralına s aygıyı te­
minat altına alan bir üçüncü taraf vardır; devletin tem-

çimi ve giriş J. - C . Marcel ve P. Steiner, Pari s , PUF, "Le lien


social," 2006.
P. Steiner, L'Ecole durkheimienne et l 'economie. Sociologie,
religion et connaissance, a.y. , s . 1 86.
54 1 ARMAGAN Ü Z E R İ N E D E N EM E

silcisi, mafyanın tetikçisi ya da Yunan trajedilerindeki


koro. Kanunu b ilmemek özür teşkil etmez : herkes, ona
aykırı davranan dahi bir kuralın ihlal e dildiğini bilir.
Smith' e göre ticari değiş tokuş kuralları hem "do­
ğal" dır, tarihs el değildir ve hem de değiş tokuş edilen
mallar arasında bir denklik inşasını yani bu malların
göreli fiyatlarını açıkladıklarına göre belirleyicidir.
Benim değiş tokuşa dahil oluşumu ve hangi fiyatla da­
hil olduğumu açıklayan bir menfaat kuralıdır.
Ne hukuka ne p azar ekonomisine ait bir konuda,
hem hukukçunun hem iktisatçının sorusunu aynı anda
sormak, Mauss için, p azar kurumu dışındaki salt top ­
lums al zorunlulukların niteliğini anlayabilme aracı ol­
muştu. Alınan hediyeyi geri vermek, s atın alınan malın
p arasını ödemeyi gerektiren aynı hukuk kuralına mı
dayanır? Bir karşılıklı etkileşim oyununa dahil olmak
ve onu izlemek, b ir p azara dahil olmakla aynı menfaat
kuralına mı b ağlıdır? Soru, konunun kendi sinden ay­
rılamaz: Mauss'un ayrı tuttukları, görünüşte serbes t
ve ücretsiz, gerçekteyse zorunlu ve çıkarcı bireysel ey­
lemlerdir.

İki Zorunluluk, İki Menfaat


Bu evrede Mauss 'un sorusu sorun yaratır çünkü iki tür
zorunluluk arasında karışıklık yaratma riski vardır:
hukuki zorunluluk; karşılık talep edilebilir olduğunda
başlanmış bir ticari işlemi kapatacaktır ve toplumsal
zorunluluk; kazanmanın ya da kaybetmenin mümkün
olduğu, takip edilebilen ya da yarıda kesilebilen devir
ve miras oyununu oynamayı gerektirir.
Kula partnerim zamanı geldiğinde, b ir önceki yol ­
culukta o n a sunduğum bileziğin karşılığında, aramız­
daki ittifakın niş anesi olan kolyeyi bana s unm az s a;
değerli bir taonga malı sunduğum kişi, onun karşılı-
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R E T N O G RAFYASINA D o G RU 1 55

ğında bir b aşkasını alır ve b ana sunmazsa, her ikisi


de meşru müeyyidelerle karşı karşıya kalırlar: büyü
yoluyla ölüm (Tamati Ranapiri'nin düşündüğü müey­
yideydi bu) , borçlu olunan ş eyi geri almak için b askın,
hatta bir sömürge subayına b aşvurulması. 1 Burada
tamamıyla hukuk evreni içindeyiz, yani bu iş devlet
tarafından ücreti ödenen ya da ödenmeyen bir p rofes­
yoneller grubuna teslim edilmiş olsun olmasın, meşru
olarak güce b aşvurulması söz konusudur. Ve bu söz­
leşme ister p azar ekonomisinde olduğu gibi yalnızca
mallarla ilgili olsun, ister aynı zamanda bir evlilik ya
da iş sözleşmesi gibi kişileri de kap s asın, burada yine
sözleşme evreni içindeyiz .
B u soru aynı z amanda, iki tür menfaat arasında bir
karışıklık yaratma riski de taşır; kayıp sız değiş tokuşa
ya da karı maksimize etmeye yönelik s alt iktis adi men­
faatle, şerefini ya da itibarını korumaya yönelik daha
geniş anlamda tanımlı menfaat arasında. Amerikalı ik­
tis atçı Thorstein Veblen'in2 çalışmalarından bu yana,
iktis atçılar itib ar mallarını tanıyorlar ve bir tüketici­
nin gösterişli mallar konusundaki bireysel tercihlerini
hesaba katmayı biliyorlar. Bununla b irlikte, po tlaç'ta
keşfedilen "zorunlu asalet"in ve cömertlik mücadele­
sinin, cömertliğin agnostik boyutuyla b ağdaşmayan
diğerkamlık kavramlarının fakirliğine b akılırsa , eşiği
aşıp aşmadığı pek de kesin değildir. Potlaç oyununda,
schismogenese gibi , B ateson tarafından modellemesi
yapılmı ş , etkileşime (davranışların katlanarak taklit
edilmesi) has bir dinamik vardır: iki davranışın, et­
kileşimin ortasında ortaya çıkışı burada simetriktir.
Schismogenetique model şüphesiz, oyun teorisinden

A. Tes art, Critique du don. Etudes sur la circulation non


marchande, a . y. , s . 1 75.
T. Veblen, Theorie de la classe de loisir ( 1 899] , Faris, Galli­
mard, 1 970.
56 1 ARMAG A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

kaynaklanan matematik formüllerle bütünleştirilebi ­


lir, aynen tekrarlanan oyun teorisinin itibarın rolünü
hesaba katmayı bildiği gibi .

Hayırseverliğe Son Vermek


Değiş tokuşun iktisadi teorisinin zımni eleştirisi bir
yana, s adakanın tamamıyla açık olan eleştirisinin,
A rmağan Üzerine Deneme'nin asıl siyasi meselesini
teşkil ettiğini söylemek ab artılı olmaz . Sadaka, geri
dönüşü olmayan, geri veremeyecek durumdaki fakirler
almayı kabul ettiklerinde gurur kırıcı olan bir arma­
ğan türüdür. "Yapılan hayır, onu kabul eden için yara­
layıcıdır ve bizim ahlak anlayışımızın bütün çabası,
' sadakacı' z enginin bilinçsiz ve onur kırıcı himayesini
ortadan kaldırmaya yöneliktir."
Sosyal p olitikaları hayırseverliğe dayalı kökenlerin­
den kurtarmak, kabul edilebilir ve tahkir edici olmak­
tan uzak hale getirmek için öncelikle bunun anlamını
dönüştürmek gerekir. Mauss 'un kavramsal çab ası, o
dönemde oluşum halinde bulunan s osyal politikaları,
fakirlere yapılan armağanlar gibi değil , ücretleri ye­
terli bir karşı - armağan teşkil etmeyen ç alışanlara, ça­
lışmalarıyla yaptıkları ilk armağanların karşılığında
verilen karşı-armağanlar olarak sunmaya yönelikti. Ne
p atronlar ne de toplum, der Maus s , ücretlerini verdik­
ten s onra onlara karşı "borcunu ödemiş" sayılmazlar.
Bugün olsaydı , iş sözleşmesinin tamamlanmamış ol­
masından söz edilebilirdi. Fakat Mauss'u sıkıntıya s o ­
kan v e ancak 1 945 'ten sonra tamamlanabilecek olan,
işyerlerinin toplums al borcunu toplumun tamamına ,
p atron paternalizminden (zengin "sadakacı") müşterek
anonimliğe doğru kaydıran harekettir. İşçi hareketi, en­
telektüeller ve insansever burjuvazi arasındaki yakın­
laşmanın onyıllar içinde hazırladığı bu hareket, tam
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M LÜ LÜ K L E R ETNOG RAFYASINA D O G RU 1 57

ifadesini, sosyal güvenliği getiren özgürleşme h amle­


sinde bulacaktı. Fakat bugün, l 990'larda refah devle­
tinin ideolojik olarak ilk söz konusu edilişinden yir­
mi yıl s onra, sosyal yardım politikaları, hayırseverliğe
doğru bir geri gidiş riskinden kaçınmayı b eceremedi :
az ya da çok s ofistike biçimler altında bu politikalar,
sürekli bağış kabul edenleri ("devlet yardımı alanlar,"
asgari ilave gelirden (rmi)* yararlananlar, fakirler) sü­
rekli bir b orçla zincire vuruyor. Bugün asıl eksik olan,
mali imkanlardan ziyade, eylemcileri, entelektüelleri,
ins anseverleri "dayanışmayı yeniden düşünmek" için
yeniden bir araya getirebilecek bir harekettir.
Hayırseverliğe son vermek için Mau s s , bunun kar­
şılığı olarak düşünülebilecek bir sosyal p olitikanın
cevap vereceği "ilk armağan"ı öne çıkarmayı seçmişti.
İnsansever ve "onun" fakirleri arasındaki kişisel haki­
miyet ilişkisini kırmak için birçok b aşka yol mümkün­
dür. Bir grup içinde, mesela aile grubu içinde, kaynak­
ların ortaklaştırılması öne çıkarılabilir: 1 Bir boş anma
esnasındaki anlaşmazlıklar, s armalın belirsiz, fani
ufkunu kaybetmesinden ve şimdi, geçmişteki hikaye­
yi bir grubun dağılması ışığında yeniden okuyarak
"hesapları yapma"nın gerekliliğinden ileri gelmez mi?
Tahkir edici olmayan bir cömertliği ortaya koymak için
uğraşılabilir: Luc B oltanski'nin yapmaya çalıştığı bu­
dur; kendine has bir tutum, agape, hesap sız, eşsiz bir
aşk tanımlamak.2 Bir b aşka analiz çizgisi bağışçıların

Revenu minimum d 'insertion: Fransa'da 1 988- 2009 arasın­


da yürürlükte olan bir s osyal yardım modeli -çn.
F. Weber, "Four penser la p arente contemporaine," D. Debor­
deaux, F. Stroebel (yönetiminde) , Les Solidari tes familiales
en questio n . Entraide et tra nsmissio n içinde "Droit et s o ­
ciete ," Faris, LGDJ, c. 3 4 , 2002 , s . 73 - 1 06 .
L. B oltanski, L'Amour e t la justice comme competences. Tro­
is essais de sociologie de l 'action, Faris , Metailie, 1 990.
58 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

anonimliğini ö n e çıkarır. B ağış alan, bağış yapanın


kimliğinden haberdar olmazs a , nasıl istemeyerek eşit
olmayan bir kişisel ilişki içine girebilir? Bu anonimli­
ği verginin yeniden dağıtımı ilkesi gibi düşünebiliriz .
Biyoetiğe b ağlı b a z ı kuruluşlar, kesin olarak b ağışçı­
ların anonimliğine dayanarak, kan b ağışı ya da organ
b ağışı gibi, geri dönüşü olmayan b ağış ilkesini muha­
faza ederler; b öylece bağış çının cömertliğine hiçbir
ş ey gölge düşüremez , aynı z amanda da b ağışı alanın
b ağışçıya bu muazzam, ödenmesi imkansız borcu, onu
sonsuz bir kişisel b ağımlılık ilişkisine girmek zorunda
bırakmaz . 1
D aha nadir olan anonim olmayan b ağışçıların du­
rumu -mesela b ağış alanın ailesine mensup organ ba­
ğışçıları- bu analizi daha da ileri götürmeye izin verir.
B ağış, aynı aileden iki kişi arasında karşılıklı bir ilişki
olsaydı, b ağışçının eyleminden vazgeçme (yaşayanlar
arasındaki b ağışları geri dönüş süz kılmak bir hukukçu
takıntısıdır) ya da bunu b ağış alana, ya önceden (ş an­
taj ş eklinde) ya da her şey olup bittikten sonra (minnet
duyma zorunluluğu şeklinde) çok p ahalıya "ödetme"
riski olurdu . Bunun tersine b ağı ş , kaynakların müşte­
rekleştirilmesi üzerine kurulu bir kolektife kaydedilir­
se, hiç kimsenin ne z aman ve nasıl başladığını s öyle ­
yemeyeceği b i r değiş tokuş s armalının unsurlarından
biri haline gelir. Böylelikle Mauss 'un katettiği yolu
tersinden gidiyoruz: Maus s grupların analizinden iliş­
kilerin analizine geçmişti, biz ilişkilerin analizinden
grupların analizine geliyoruz, grup aidiyetinin -bunun
herkese neye malolduğu da dahil- ne ifade ettiğini ih­
mal etmemek şartıyla .

P. Steiner, " L e d o n d'organes: une affaire d e famille?", An­


nales: Histoire, Sciences sociales, Mayıs 2004, s . 2 5 5 - 2 8 3 ; K.
Healy, Last Best Gifts. Alturism and the Market far Human
Blood and Organs, Chicago , Chicago University Pre s s , 2 006.
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M L Ü LÜ K L E R E T N O G R AFYASINA D O G RU 1 59

Armağan Üzerine Deneme nin Siyasal Kökeni


'

Mau s s , b i r yandan R u s Bolşevizmi1 i l e İtalyan faşiz­


minin kendi terimlerine göre "sosyolojik değerlendir­
mesi"ni yapmaya çalıştığı sırada A rmağan Üzerine
Deneme'yi kaleme almıştı; aynı zamanda da milletler
arasındaki b ağlar, milletler arasındaki işbölümü ve
enternasyonalizm hakkında düşünüyordu. A rmağan
Üzerine Deneme'nin sonuçları arasında, 1 920'li yıllar­
daki entelektüellerin büyük umutlar b ağladıkları Mil­
letler C emiyeti'nin metaforu olan Yuvarlak Masa'ya bir
atıf bulunur. Militan s osyalist ve Jaures hayranı olan
Mauss, 1 920'de Fransız Komünist Partisi'ni ortaya çı­
karan b ölünmenin zayıflattığı bir s osyalist partiyi ak­
tif olarak desteklemeye çalışıyordu. A rmağan Üzerine
Deneme, Durkheim'ın bireyle devlet arasındaki kolek­
tif aracılar fikriyle b ağını kop aran bu siyasal çözüm
arayışlarının izini taşır; gerçekten de Maus s , Rus s ov­
yetlerinde ve İtalyan faşist organiz asyonlarında bu
aracı kolektiflerin izini bulmaktan kaygı duyuyordu.
On ya da yirmi yıllık bir süre içinde, Maus s'la yakın
ilişki içinde olan b azı inanmış Durkheimcıların, sosya­
list hareketin içinden çıkan aşırı sağ hareketlere dahil
olmalarıyla -Marcel Deat gibi Vichy rejimine çeşitli de­
recelerde bulaşmamış olsalar da- ortaya çıkan geriye
gidişle bu kaygı daha da haklı hale gelmiş görünüyor­
du. Vichy rejiminin cumhuriyetçi -yani Durkheimcı­
kökenlerinin2 gölgede kalmasına b ağlı olan bu siyasal
kaymalar, elbette Durkheime sosyolojisinin Frans a'da
uzun süren araf dönemini bir oranda açıklar.

M. Mau s s , "Appreciation politique du bolchevisme," Revue


de metaphisique et de morale, no: 3 1 , s. 1 03 - 1 3 2 .
G. Noiriel , L e s Origines republicaines de Vichy, Faris, Hac­
hette, 1 999.
60 1 A R MAGAN Ü Z E R i N E D E N E M E

işçi Bahçeleri: İşten Konuta


1 92 5 'te Mauss , hayırseverliğe son vermek için siyasi
olmaktan çok hukuki ve kolektif olmaktan çok iliş­
kisel çözümler aramaktadır. Top lam yükümlülükler
sisteminde "tespit ve tasavvur edebileceğimiz," aynı
z amanda da "toplumlarımızın yöneldiğini görmek iste­
yeceğimiz en eski iktis at ve hukuk sistemini" bulduğu­
na inanır: serbestçe ve zorunlu olarak vermek.
Maus s'un işçi örgütlenmelerine ve kooperatiflere
ilgisi iyi bilinir. İşçi b ahçeleri hareketine olan ilgisiy­
se o kadar iyi bilinmez. Bunu gitmek istediğimiz yö ­
nün bir örneği olarak sıralar: "Mademki aile ocaktır
ve topraktır [bu hareket, La Ligue du coin de terre et
du foyer* adını taşır] , toprağın hukukun ve s ermaye
iktisadının dışında kalması normaldir. "Homestead"ın
eski ve yeni kanunları ve "haczedilemez aile mülkü"
hakkındaki daha yakın tarihli Fransız kanunları, eski
durumun b ekasıdır ve ona doğru bir dönüştür. " 1 870'li
yılların p atroncu p aternalizminden çıkmış fakat onun­
la b ağını kop armış işçi b ahçeleri, so syal Katoliklik ve
ruhb an karşıtı radikalizm arasında orijinal bir sente­
zi temsil eder. Uzun süre Nord milletvekilliği yapmış
olan başrahip Lemire ve radikal inançları olan b ostan
s endikacılarından Jules Cure'nin çifte desteğiyle, işçi
b ahçeleri, üçlü bir yeniden vasıflandırma için fırsat
oldu : 1 900'lü yılların başlarından itib aren, b ahçecilik,
bir iş olmaktan çıkıp boş vakit uğraşına dönüştü , ki
pazarları çalışmanın dini sebeplerle yasak olduğu bir

Ulusal Ortak B ahçeler Federasyonu: 1 9 .yüzyılın s onlarından


itibaren, ihtiyaç duyulan bölgelerde belediyeler tarafından
tarım yapılması amacıyla bölge halkına araziler tahs i s edil­
miştir. B u girişimle işçilerin kendi yiyeceklerini temin etme­
lerinin sağlanması ve hayat şartlarının iyileştirilmesi amaç­
lanmıştır -ed.n.
PAZA R SIZ Y Ü K Ü M L Ü LÜ KL E R E T N O G RAFYASINA D O G RU 1 61

dönem v e ortamda, p azar günleri bununla uğraşmanın


meşruiyeti hakkındaki tartışmalar da bunun gösterge­
sidir; l 920'li yıllarda b ostan parselinin, hak getirme­
yen bir imtiyazdan, haczedilemez ya da Annette Wei ­
ner'in dediği gibi devredilemez b i r mülke dönüşmesi
hakkındaki kanun teklifinden söz etmiştir Mauss ; as­
lında yalnızca başrahip Lemire'in s avunduğu ve s onu­
c a ulaşmayan bir projedir söz konusu olan; yine aynı
yıllarda, toprakları kullandıran ve yöneten eşrafla ona
minnettar olan bostancılar arasındaki ilişki, bo stan­
cıların bir masraf p ayı ödemek zorunda kaldıkları ve
bostanın ürünlerini kendilerine iyilik yap ana gururla
hediye edebildikleri anda tersine dönmüştür. 1
İşçi b ahçeleri, kıtlıkla mücadelenin ve "toprak yalan
söylemez" şeklindeki Vichyci sloganla b ağlantılı olarak
ahlaki yenilenmenin bir aracına dönüştükleri s avaş
yıllarında yeniden anlam değiştirecektir; daha s onra,
ücretli emek ve kitle tüketiminin kıyısında, popüler
kültürün unutulmuş bir nişi olarak kaldıkları , II. Dün­
ya S avaşı'ndan sonraki otuz yıllık hızlı kalkınma dö­
neminde işçi b ahçelerinin anlamı yeniden değişecektir.
Kitlesel işsizliğin yükselmesiyle, işçi bahçeleri kendi­
sini asgari ilave gelir (rrni) karmaşasının, daha s onra
da dayanışma iktisadının hatalarının arasında buldu.
Asgari ilave gelir'den (rmi) yararlananlara ödenen top ­
lamdan, bostancının kaçındığı harcamaların tahmini
toplamını düşecek bir süre öngörüldü. Bir boş z aman
uğraşını iktis adi olarak kazançlı hale getirmek için,
bostanların ürünlerine yönelik satış ağları icat edil­
di. Her iki durumda da, asgari ilave gelir (rmi) ya da
p arasal kaynak arayışı gimwali mantığına dayalıyken,
bostanların kula dolaşımına dayalı olduğu ve b o stan-

F. Weber, L'Honneur des jardiniers. Les potagers dans la


France du Xxe siecle, Pari s , B elin, 1 998.
62 1 AR MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

cıların kendilerinin, bu i k i toplumsal alanı ayrı tutmak


için çab aladıkları pek akla getirilmedi .

Çalışmanın Yeni Bi r Tanımına Doğru


Sosyal korumanın, ücretli çalışmaya b ağlı hakların
talep edilebilir ve anonim karşılığı olarak görüldüğü
ve ücretlilerin hak sahiplerini de kap sadığı bir örne­
ğin krize girmesinin ardından, yeni yeniden vasıflan­
dırmalar hayal etmek için aynı anda hem A rmağan
Üzerine Deneme'den hem de asırlık işçi b ahçeleri tec­
rübesinden ilham almayı engelleyen bir şey yoktur.
Uluslararası hale gelmeyi baş aramamış olması bir
yana, bu s osyal koruma modeli, olasılık koşullarını -
erkeğin ücretli çalışmasıyla ücretlinin hak s ahiplerini
yani karısıyla çocuklarını da kaps ayan so syal haklar
arasındaki b ağ- muğlak bıraktığı için kendini kabul
ettiremedi . Kadınların iş hayatına girişi ve ailevi dö­
nüşümler bu sistemi sarstı, uzun bir aktif hayat süre­
sinin tamamını , tam zamanlı ücretli çalışana uyarladı.
Haklarının s onuna gelmiş iş sizler, henüz hiç çalışma­
mış olan gençler, tek ebeveynli aileler sistemin dışında
kalıyor. Buna rağmen Britanya ya da Amerika modeli
üzerinden fakirlere yardım yoluna girmeli mi? Genel
sağlık sigortası buralarda denendi . Böyle bir yardım
bir yandan, daha önceki örnek üzerinden çalıştıkları
için ödeme yapmak zorunda kalan fakir çalış anların
aleyhine olduğu ve bütün yararlanıcılarını , iyi ve kötü
fakirler şeklinde tahkir edici figürlere hap settiği için
hiç düşünülmedi .
Neden vaktiyle işçi b ahçelerinde olduğu gibi, ortak
giderlere zorunlu katılımın kurtarıcı değerini yeniden
vurgulayarak, faaliyet esnasında yeniden tanımlama
yapmak yoluna gitmiyoruz? Ortaklıklarda katılım p ayı
aracılığıyla, sosyal haklara ulaşımı de facto tam za-
PAZA R SIZ Y Ü KÜ M L Ü L Ü K L E R E T N O G R AFYASIN A D O G RU 1 63

manlı çalış anlara ve emekliliği hak etmiş olanlara ayı­


ran eşikleri ortadan kaldıran, b ir gönüllü statüsü, bir
aile sorumlusu statüsü, bir yarı-zamanlı çalış an statü­
sü yaratmak i çin öğrenci statüsünden ilham alınabilir.
Elbette şirketlerin çeşitli biçimler altında kaçak çalış ­
mayı artırmak için bundan yararlanıp yararlanmadık­
larını denetlemek ş artıyla .
Kadınların gerçekleştirdiği ücretsiz yeniden üretimi
gölgede b ırakan, tam z amanlı, ücretli erkek istihdamı
modeline son vermek, iki sistemi kesin olarak ayırmak­
tır; profesyonel çalışma ve ücretlendirilmeyen hiçbir
kar üretmeyen çalışma. İkincisi için bir s osyal statü
yaratmak, her iki statünün b elirli saatler süresince bir
arada var olmasına izin vermek demektir. Böylece üc­
retlendirilmeyen çalışmanın profesyonel çalışma kar­
ş ısında değerini düşüren indirgemeciliğe de, bu ikisi
arasındaki sınırı -tarihsel olarak değişken olan- kabul
ederek ve eklemlenmelerini kolaylaştırarak son veril­
miş olur. B öyle bir reform, ne yalnızca tek bir ulus sevi­
yesinde kendini ortaya koyabilir ne de gelişmiş uluslar
kulübüne has olabilir. Artık küresel ölçekte çözümler
bulmak gerekir, bu da gelişmiş ülkelerin, kayıtsız ça­
lış anların çalıştıklarını ispat ettikleri anda yas al hale
getirilmeleriyle işe b aşlamalarını gerektirir. Ama aynı
z amanda işletmelerin de kendi çalış anlarının da bu­
nun bir ürünü olduğu ücretsiz toplumsallaşma çalış ­
masını tanımaları gerekir.
Bireyin topluluğa armağanını temsil eden ücretsiz
bir sosyal çalışmanın varlığını kabul etmek, buna pa­
ralel olarak sosyal çalışmacılar nezdinde bir oluşum
politikasının da yürütülmesi şartıyla, birçok vakada,
yardımlaşma içinde ortaya çıkan hayırseverlik tutku­
suna son verilmesini s ağlayacaktır. Bunlar aslında,
kendi halkları hakkında p sikolojik ve özcü bir yaklaşı­
ma hap solmuşlardır, kendi sınıf ahlaklarıyla mücadele
64 1 A R M AG A N Ü Z E R İ N E D E N E M E

halindedirler v e yalnızca bir statü onların onurlarını


geri kazanmalarına yeteceği h alde, "insanca" muamele
etmek istedikleri bireylere s osyal haklarını teslim et­
mekten acizdirler.

Armağanı Sonuca Bağlamak İçin Armağan Üzerine Deneme'yi


Okumak . . .
B u okumanın s onucunda, toplam yükümlülüklerin,
büyük bir karmaşıklığın ancak bir kısmını ya da daha
doğrusu bazı p arçalarını temsil ettiğini tespit ettik.
Tek bir armağan ş ekli yok, birçok armağan ş ekli var;
armağanın müphemliği iki ş ekilde yayılır. Öncelik­
le etnografik gözlem ölçeğinde, yorumlarını b elirle­
yec ek maddi ve biliş sel çerçeveden yoksun olan yü ­
kümlülüklerin müphemliğiyle . D aha s onra , teorik bir
b akış açısından, -b ağımlılık getiren kişisel b o rçla
özgürleştiren karşılıklı yardımlaşmayı da unutma ­
dan- po tlaç'ta siyasal rekab etle kula'da siya s al ittifak
aras ında gidip gelen armağanın kendi kategorisinin
müphemliğiyle .
Bununla birlikte , özellikle Fransa'da antropolo­
jik çalışmalar, armağan ile p azar aras ındaki iki uçlu
karşıtlığı vurgulamak için bu iç farkları en aza indir­
geyen birleştirici okumalara yol açtı . Antropolojinin
tezgahından geçmiş kavramların -ki onlar olmaksızın
etnografik inceleme araçlarından mahrum kalırdı - , sa­
rahatini kavramak için Mauss'un metnine ve 1 950'ler­
den beri onun sebep olduğu birbirine zıt okumalara
yeniden dönmek hiç de faydasız değil.

Florence Weber
PAZAR SIZ Y Ü K Ü M L Ü L Ü K L E R E T N O G RAFYASINA D O G RU 1 65

SUNUŞUN BİBLİYOG RAFYASI


APPADURAI A. (ed.), The Social Life of Things: Commodities in
Cultural Perspective, C ambridge/New York, C ambridge Uni­
versity Pre s s , 1 986.
BATAILLE G. , "La notion de dep ense," La critique sociale, no 7 ,
1 933; L a Part maudite içinde yeniden basım, Pari s , Minuit,
1 967.
BAZIN J. , "La chose donnee," Critique, no 596-597, O c ak- Şub at
1 99 7 , s. 7 - 2 5 .
B O LTANSKI L., L'Amour et la justice comme competences. Trois
essais de sociologie de l 'action, Paris, Metailie, 1 990.
BOLTANSKI L . , TH E VENOT L., De la justification . Les econo­
mies de la grandeur, Paris, Gallimard, 1 99 1 .
B OURDIEU P. , "L'economie des biens symb oliques ," Raisons
pratiques, Paris, Seuil, "Points E s sais," 1 994.
CAILL E A. , Anthropologie du don; le tiers paradigme, Paris,
Desclee de Brouwer, 2000.
CALLON M. (ed. ) , Laws of the Market, Oxford, Bl ackwell Publis­
hers, 1 998.
CALLON M . , LAS C OUMES P. , BARTHE Y. , Agir dans un monde
incertain. Essai sur la democratie technique, Paris, Seuil,
200 1 .
C O OUERY N. , MENANT F. , WEBER F. , E crire , compter, mesurer.
Vers une histoire des rationalites pratiques, Paris, E ditions
rue d'Ulm, 2006.
DUFY C . , WEBER F. , L'Ethnographie econo mique, Pari s , La De­
couverte, "Reperes," 2007 .
DURKHEIM E . , Les Regles de la methode sociologique, Paris, Al ­
can, 1 89 5 .
E SPING-ANDERSEN G. , Les Trois Mondes de l 'E tat-providence,
Paris, PUF, "Le lien social," 1 999.
FABIANI J. L , Les Philosophes de la Republique, Paris, Minuit,
- .

1 988.
FARGE A . , Le Go ılt de l 'archive, Paris, Seuil, 1 989.
FELLER L . , GRAMAIN A . , WEBER F. , La Fortune de Karol. Mar­
che de la terre et liens personnels dans les Abruzzes du ha ut
Moyen Age, Roma, E cole française de Rome, 2005.
GODB OUT J. , CAILL E A. ile birlikte, L'Esprit du don, Paris, La
Decouverte, 1 992.
GODELIER M., L'E nigme du don, Pari s , Fayard, 1 996.
66 1 A R M AGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

GOFFMAN E . , Les Rites d 'interaction [ 1 967), Pari s , Minuit, 1 974.


GOLLAC S., "Faire ses p artages ," Terrain , no 45 , 2005, s. 1 1 3 - 1 24.
GOODY J. , La Raison graphique. La domestication de la pensee
sauvage [ 1 968) , Pari s , Minuit, 1 97 9 .
GOTMAN A . , Heriter, Faris, PUF, 1 988.
HEALY K., Last Best Gifts. Altruism and the Market far Human
Blood and Organs , C hicago, C hicago University Pre s s , 2006.
HALBWAC HS M., Les Expropriations et le prix des terrains a
Faris (1 860-1 900) , Fari s , C ornely, 1 90 9 .
HALBWACHS M . , L'E volution d e s besoins dans les c l a s s e s ouv­
rieres, Fari s , Alcan, 1 93 3 .
HUBERT H . , MAUSS M. , « E s s ai s ur la nature et la fonction d u
sacrifice» [ 1 899), Melanges d'histoire des religions içinde,
Faris , Librairie Felix Alcan, 1 929, 2 . baskı.
LAFERTE G. , La Bourgogne et ses vins: image d'origine
contrôlee, Fari s , Belin, 2006.
LEACH J.W. & LEACH E . (ed.), The Kula: New Perspectives on
Massim Exchange, C arnbridge, C arnbridge University Pre s s ,
1 983.
LEFORT C., "L'echange ou la lutte des hornmes ," Les Temps mo­
dernes, 1 95 1 , s . 1 404- 1 4 1 7 .
L E VI- STRAUS S C . , "Introduction a l'oeuvre de Marcel Maus s , "
Mauss M . , Sociologie e t anthropologie içinde, Fari s , PUF,
1 950.
MALINOWSKI B. , Les Argonautes du Pacifique occidental
[l 922], M. Panoff'un sunuşuyla, Fari s , Gallirnard, 1 989.
MARCUS G.E . , "Ethnography in/of the World System: the Erner­
gence of Multi-Sited E thnography," Ethnography Throu­
gh Thick and Thin içinde, Princeton, Princeton University
Press , 1 998, s . 7 9 - 1 04.
MAUSS M., "La Priere" [ 1 909] , CEuvres, c . 1 i çinde: Les fonctions
sociales du sacre, Fari s , Minuit, 1 968, s. 357-477.
MAUSS M., "Appreciation politique du bolchevisrne," Revue de
metaphysique et de morale, no 3 1 , 1 924, s. 1 03 - 1 3 2 .
NOIRIEL G. , Les Origines republicaines de Vichy, Pari s , Hachet­
te, 1 999.
SAHLINS M . , Age de p ierre, age d 'abondance, l 'economie des
societes primitives [ l 972], Pierre C lastres'ın girişiyl e , Fari s ,
Gallirnard, 1 976.
SARASIN P. , "Une couturne barb are. Les fonctions signifiantes
de L'argent dans une societe b ourgeoise vers 1 900," Geneses,
no 1 5 , Mart 1 994, s. 84- 1 02 .
PAZARSIZ Y Ü KÜ M L Ü LÜ K L E R ETNOG RAFYAS I N A D M RU 1 67

S C HULT E - TE N C KHOFF I . , Potlatch: Conquete et invention. Ref­


lexion sur un concept a nthropologique, Lozan, E d. D'En bas,
1 986.
SIMIAND F. , Le Salaire, l 'evolution sociale et la monnaie. E s s ai
de theorie experimentale du salai re, Pari s , Alcan, 1 93 2 .
SIMIAND F. , " L a monnaie, realite sociale," A nnales sociologiqu­
es, D s erisi, 1 , 1 934, s. 1 -86.
SIMIAND F. , Critique sociologique de l 'economie, metinleri se­
çen ve giriş J. -C. Marcel ve P. Steiner, Pari s , PUF, "Le l ien s o ­
cial," 2006.
STEINER P. , La Sociologie economique, Pari s , La Decouverte,
"Reperes," 1 999.
STEINER P. , "Le don d' organes: une affaire de familles?", Anna­
les: Histoire, Sciences sociales, Mayıs 2004, s. 255-283.
STEINER P. , L'E c ole durkheimienne et l 'economie. Sociologie, re­
ligion et connaissance, C enevre, Droz, 2005.
TESTART A . , Critique du don. Etudes sur la circula tion nan
marchande, Faris, Syllep se, 2007.
TOPALOV C . (yönetiminde) , Labora toires du nouveau siecle. La
nebuleuse reformatrice et ses reseaux en France, 1 880- 1 9 1 4,
Pari s , EHESS, 1 999.
VEBLEN T. , Theorie de la classe de loisir [ 1 899] , Paris, Galli­
mard, 1 970.
WEBER F. , Le Travail a-côte. Etude d 'ethnographie ouvriere, Fa­
ris , EHESS, 1 989.
WEBER F. , L'Honneur des jardiniers. Les potagers dans la Fran­
ce d u XXe siecle, Paris , Belin, 1 998.
WEBER F. , "Transactions marchandes, echanges rituel s , rela­
tions personnelles. Une ethnographie economique apres le
Grand Fartage," Geneses no 4 1 , Aralık 2000, s . 85- 1 07 .
WEBER F. , "Settings , Interactions and Things . A Plea for a Mul­
tiintegrative Ethnography," Ethnography, c. 2, no 4, 200 1 , s .
475 -499; Fr. çevirisi S. Beaud, F. Weber, Guide d e l 'enquete de
terrain içinde, Paris, La Decouverte, 2 0 1 0 , s. 308-333.
WEBER F. [2002], "Pour penser la p arente contemporaine," De­
bordeaux D., Strobel P. (yönetiminde) , Les Solidarites fam i­
liales en questions. En traide et transmission içinde, Paris ,
LGDJ, "Droit e t Societe," c. 3 4 , 2002, s . 7 3 - 1 06 .
WEBER M . , L'E thique protestante e t l 'esprit du capitalisme
[ 1 905] , çev. I. Kalinowski, Paris , Flammarion, "Champ s , " 1 99 5 .
WEINER A. , Women of Value, Men of Renown: New Perspec­
tives in Trobriand Exchange, Austin, University of Texas
68 1 ARMAGAN ÜZER İ N E D ENEME

Press , 1 976; Fr. çevirisi La Richesse des femmes ou comment


l 'espri t vient a ux hommes: iles Trobrian d , Pari s , Seuil, 1 983.
WEINER A . , Inalienable Possessions. The Paradox of Keeping- W­
hile- Giving, B erkeley/Los Angeles, University of C alifornia
Press , 1 99 2 .
ZELIZER V., The Purchase of Intimacy, Princeton, Princeton Uni­
versity Pre s s , 2005.
G İ R İŞ

ARMAGAN VE ÖZELLİKLE HEDİYELERİ GERİ


VERME ZORUNLULUGU ÜZERİNE

Ön deyiş
Aşağıda İskandinav Edda'sının en eski şiirlerinden
Havamal'in b irkaç kıtası var. 1 Bu kıtalar, okuru doğ­
rudan doğruya bizim göstermeye çalışacağımız fikirler
ve olgular atmosferine sokacağından, bu çalışma için
ön deyiş işlevi görebilir. 2

39 B öylesine cömert bir insan görmedim hiç


Ve konuklarını beslemekte bunca geniş
Öyle ki "kabul etmek kabul görmedi,"
Ne de b öylesine . . . . . . . . . . (sıfat eksik) bir ins an ki
Kendi malından
Öyle ki geri almak ho şuna gitmedi . 3

Bizi bu metinden hab erdar eden Cassel'dir, Theory of Social


Economy, c. II, s. 345. İskandinav bilimadamları, kendi ulu­
sal antik dünyalarının bu özelliğine alışıktırlar.
Maurice C ahen bizim için bu çeviriyi yapmak nezaketini
gösterdi .
Özellikle dördüncü mısrada sıfat eksik olduğu için bu kıta
karanlıktır, ama eli açık, savurgan gibi bir kelimeyle ta­
mamlandığında anlam aydınlanır. Üçüncü mısra da zordur.
70 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

41 Silahlarla v e giyeceklerle
Do stlar hoşnut etmeli b irbirlerini;
Herkes kendinden bilir bunu (kendi tecrübeleriyle)
Karşılıklı bedi ye verenler
En uzun süreli dostlardır,
İşler güzel gelişirse eğer.

42 İns an do st olmalı
Dostuna karşı

C assel bunu şöyle çevirir: "kendisine s unulanı almayan."


C ahen'in çevirisi bunun aksine, tam kelimesi kelimesinedir.
"Deyim müphemdir" diye yazar, "bazıları bunu şöyle anlar:
"geri almak onun hoşuna gitmedi ," diğerleriyse şöyle yorum­
l ar: "bir hediye kabul etmiş olmak, onu geri verme zorun­
luluğu getirmiyordu. " Ben doğal olarak ikinc i açıklamayı
b enimseme eğilimindeyim." E ski Nors dilinde uzmanlığımız
olmamasına rağmen başka bir yorum yap acağız. Bu deyimin
muhtemelen "kabul etmek kabul gördü" şeklindeki eski bir
alıntıya tekabül ettiği açık. Bunu böyle kabul edersek, mısra
ziyaretçiyle ziyaret e dilenin içinde bulundukları zihin duru­
muna imada bulunur. Herkesin misafirperverliğini ya da he­
diyelerini, s anki hiçbir zaman geri almak zorunda değilmiş­
çesine sunduğu vars ayılır. Bununla birlikte, yine de herkes ,
ziyaretçinin hediyelerini y a da e v sahibinin karşı-yükümlü­
l üklerini , bunlar hem mal hem de aynı zamanda bütünleyici
taraflarından biri oldukları sözleşmeyi güçlendirmenin bir
aracı olduğu için kabul eder.
Bu kıtaların içinden daha eski bir kısmı ayırt etmek mümkün
gibi görünüyor bize. Hep sinin yapısı aynı, tuhaf ve açık. Her
birinde hukuki bir alıntı merke z i oluşturuyor: "kabul etmek
kabul görmedi" (39), "birbirlerine hediye verenler dosttur"
(4 1 ) , "hediyelerin karşılığında hediyeler vermek" (42 ) , "ruhu­
nu onun ruhuna katmalı ve hediyeler değiş tokuş etmeli" (44) ,
"cimri her zaman korkar hediyelerden" (48) , "verilen bir he­
diye karşılığında bir hediye bekler hep" ( 1 45) vs. Bu, gerçek
bir halk deyişleri derlemesidir. Bu atasözü ya da kural, onu
geliştiren bir yorumla çevrilidir. Demek ki burada, yalnızca
kadim bir hukuk biçimiyle değil, aynı zamanda kadim bir
edebiyat biçimiyle de karşı karşıyayız.
A R MAGAN VE ÖZE L L İ K L E H E D İ Y E LE R İ G E R İ V E R M E j 71

Ve hediye vermeli hediyeye karşı;


Gülüms emesi olmalı
Gülümsemeye karşı
Ve hilesi yalana karşı .

4 4 Bilirsin, eğer varsa


Güvendiğin bir dostun
Ve iyi bir sonuç istiyorsan
Ruhunu onun ruhuna katmalı
Ve hediyeler değiş tokuş etmeli
Ve onu sık sık ziyarete gitmeli.

44 Ama b aşka birisi vars a


Eğer güvenmediğin
Ve iyi bir sonuç istiyorsan,
Ona güzel s özler s öylemeli
Ama s ahte düşünceler taşımalı
Ve hile vermeli yalana karşı.

46 B öyledir işte
Güvenmediğine karşı
Ve duygularından kuşkulandığına,
Onun yüzüne gülmeli
Ama istemeden konuşmalı:
Verilen hediyeler alınan hediyelere b enzer olmalı.

48 C ömert ve değerli insanların


Hayatı en iyisidir;
Hiç kaygıları yoktur onların.
Ama b ir ödlek korkar her şeyden;
C imri her zaman korkar hediyelerden.

C ahen 1 45 . kıtaya da dikkatimizi çeker:

1 45 Dua etmemek yeğdir (istememek)


Fazla kurb an vermekten (tanrılara) :
72 1 A R M A G A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

Verilen b i r hediye karşılığında b ir hediye bekler


hep .
Adak getirmemek yeğdir
Onu fazla harcamaktan.

Progra m
Konunun ne olduğunu görüyoruz. İskandinav uygarlı­
ğında ve daha birçok b aşkalarında, değiş tokuşlar ve
sözleşmeler, teoride gönüllü, gerçekteyse zorunlu ola­
rak yapılan ve geri verilen hediyeler şeklinde ortaya
çıkar.
Bu çalışma, daha geniş incelemelerin bir p arçası
s adece. Yıllardır, ilkel denen ve arkaik diyebileceğimiz
toplumları oluşturan çeşitli kesimlerin ya da alt-grup ­
ların, hem sözleşme hukuku düzeni hem de iktis adi
yükümlülükler sistemi üzerinde çalışıyoruz. Burada
devasa bir olgular bütünü var. Ve bunlar kendi içlerin­
de son derece karmaşık. Protohistorya toplumların­
dan itib aren bizimkilerin öncülü olan toplumların tam
anlamıyla s osyal hayatını oluşturan her şey birb irine
karışıyor. Bizim önerdiğimiz adlandırmayl a, bu "total"
s osyal fenomenlerde, aynı anda ve tek s eferde her türlü
kurum ifadesini bulur: dini, hukuki, ahlaki -aynı za­
manda siyasi ve ailevi; iktisadi- ve bunlar, üretimin ve
tüketimin ya da daha çok yükümlülüğün ve dağıtımın
özel biçimlerini kabul ederler; bu olguların ulaştığı
estetik fenomenleri ve bu kurumların ortaya koyduğu
morfolojik fenomenleri ise belirtmiyoruz.
Son derece karmaşık bu temalar ve hareket h alin­
deki toplumsal şeylerin çokluğu arasından biz burada
yalnızca, derin fakat münferit bir özelliği ele almak i s ­
tiyoruz: bu yükümlülüklerin sözde gönüllü, görünüşte
serbest ve karşılıksız olmakla birlikte zorunlu ve çı-
A R MAGAN VE ÖZE L L İ KLE H E D İ Y E L E R İ G E R İ V E R M E 1 73

karcı olan niteliğini ele almak istiyoruz . Tic ari i şleme


eşlik eden bu davranışta yalnızca kurmaca, ş ekilcilik
ve toplumsal yalan olduğunda ve işin esasında zo­
runluluk ve iktis adi çıkar bulunduğunda bile bunlar
neredeyse her zaman cömertçe sunulan hediye biçimi
altındadır. Değiş tokuşun zorunlu bir b içimine -yani
toplumsal işb ölümüne- bu görünümü veren bütün çe­
şitli ilkeleri net olarak belirtsek bile, aslında b u ilke­
lerden tek b ir tanesini inceleyeceğiz. Geri kalmış ya da
arkaik toplumlarda, alınan hediyenin zorunlu olarak
geri verilmesini sağlayan hukuk ve menfaat kuralı ne­
dir? Hediye edilen şeyde, hediye alanın geri vermesini
gerektirecek hangi güç vardır? Diğerlerini de belirt­
mekle birlikte, özellikle üzerinde duracağımız mese­
le budur. Ç ok sayıda olguyla bu b elirli soruya cevap
vermeyi ve bununla b ağlantılı meselelerin incelenme ­
sinde nasıl bir yol tutulabileceğini göstermeyi umuyo­
ruz . Aynı şekilde, hangi yeni s orunlarla karşı karşıya
geldiğimizi de göreceğiz: bu sorunlardan b azıları söz­
leşme ahlakının süreklilik arz eden yapısıyla ilgilidir,
yani günümüzde bir biçimde ayni hak hala şahsi hakka
b ağlıdır; diğer sorunlar ise en azından bir kısmıyla de­
ğiş tokuşa her zaman yön veren ve bugün hala bireys el
çıkar kavramını kısmen tamamlayan biçimlerle ve fi­
kirlerle ilgilidir.
B öylece ikili bir amaca ulaş acağız. Bir yandan, bizi
çevreleyen ya da bizden hemen önce gelmiş olan top ­
lumlarda ticari işlemlerin doğası hakkında bir anlam­
da arkeoloj ik sonuçlara ulaşacağız. İddia edildiği gibi
iktisadi b ir p azardan yoksun olan değil -zira bize göre
pazar, bilinen hiçbir topluma yabancı olmayan insani
bir fenomendir-, fakat değiş tokuş düzeni bizimkinden
farklı olan toplumlarda değiş tokuş ve sözleşme feno­
menlerini tasvir edeceğiz. Burada, tüccar kuruluşları
ve onların b aşlıca icadı olan p aradan önce pazarı gö-
74 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

receğiz; b i r yandan s özleşmenin v e s atışın nasıl yapıl­


dığını, diğer yandan paranın modern diyebileceğimiz
(Semitik, Helenik, Helenistik ve Romalı) biçimlerinin
bulunmasından önce pazarın nasıl işlediğini göreceğiz.
Bu işlemlerde etken olan ahlakı ve iktisadı göreceğiz.
Bu ahlak ve iktis adın bizim toplumlarımızda hala
sürekli olarak nasıl, tabir caizse alttan alta işlediğini
tespit edeceğiz. Burada toplumlarımızın üzerine inşa
edildiği insani temel taşlardan birini bulduğumuza
inanıyoruz . Buna göre, hukukumuzun ve iktisadımızın
içinde bulunduğu krizin dayandığı b azı sorunlar hak­
kında birtakım ahlaki sonuçlar çıkarabiliriz, işte üze­
rinde durmaya çalış acağımız yer de burası olacak. Top ­
lumsal tarihin , teorik s osyolojinin, ahlaki sonuçların,
siyasi ve iktis adi pratiklerin bu sayfası bizi aslında,
eski olmasına karşın hep yeni kalan s oruları yeni bir
biçimde bir kere daha sormaya götürür. 1

İzlenen Metot
Belirli bir karşılaştırma metodu izledik. Öncelikle , her
zaman olduğu gibi, konumuzu yalnızca belirlenen ve
seçilen alanlarda inceledik: Polinezya, Melanezya, Ku­
zeybatı Amerika ve bazı büyük hukuk sistemleri. D aha
sonra doğal olarak, belgeler ve filolojik çalışmalar saye­
sinde bilinç yapısını kavrayabildiğimiz toplumların hu-

Şu kaynağı inceleyemedim: Burckhard, Zum Begriff der Sc­


henkung, s . 53 vd.
Fakat Anglo sakson hukuku açısından bizim aydınlatacağı­
mız olguyu Pollock ve Maitland gayet iyi sezmiştir, History
of English Law, c. II, s. 82: "The wide word gift, which will
cover sale, exchange, gage and lease." Krş . , a.g. e. , s. 1 2; a.g.e. ,
s . 2 1 2 - 2 1 4: "Yas alar dahilinde hiçbir karşılıksız armağan
yoktur. "
Neubecker'in C ermen drahoması hakkındaki tahlilinin ta­
mamına da bakınız, Die Mitgift, 1 909, s . 6 5 vd.
A R MAGAN VE Ö Z E L L İ K L E H E D İ Y E L E R İ G E R İ V E R M E 1 75

kuk sistemlerini seçtik yalnızca, çünkü burada terimler


ve kavramlar söz konusu; bu da karşılaştınnalarımızın
alanını biraz daha daraltıyordu. Nihayet, her inceleme,
kendi bütünlüğü içinde birbiri ardına tasvire zorunlu
olduğumuz sistemlere yöneldi; her şeyin birbirine ka­
rıştığı, kurumların bütün yerel rengini ve belgelerin ta­
dını kaybettiği sabit karşılaştırmadan vazgeçtik. 1

Yükümlülük. Armağan v e Potlaç


Bu çalışma, D avy ile b enim, sözleşmenin arkaik b içim­
leri hakkında uzun zamandır s ürdürdüğümüz araştır­
malar dizisinin bir p arçasını o luşturuyor.2 Bunun bir
özetini yapmak gereklidir.
*****

Öyle görünüyor ki, ne bizimkine yakın bir çağa kadar


ne de ilkel ya da aş ağı toplumlarda -ki son derece ya­
nıltıcı b içimde onları böyle adlandırıyoruz- doğal ikti­
s at denen şeye benzer bir şey hiçbir zaman var olmadı . 3
Tuhaf ama klasik bir yanılgıyla, bu iktis at tipini ortaya
koymak için Cook'un Polinezyalılarda değiş tokuş ve
trampayı içeren metinleri s eçildi.4 Biz burada aynı Po-

Notlar ve büyük puntolarla yazılmamış olan her şey yalnızca


uzmanlar için gereklidir.
Davy, Foi juree (Travaux de l 'Annee Sociologique, 1 922); bkz.
Maus s , Une forme archa'ique de contrat chez les Thraces, Re­
vue des Etudes grecques, 1 92 1 içindeki bibliyografik bilgi­
ler; R. Lenoir, L'Institution du Potlatch, Revue Philosophique,
1 924.
M . F. Somlo , Der Güterverkehr in der Urgesellschaft (Institut
Sol vay, 1 909) adlı eserde bu olgular hakkında güzel bir tar­
tışma ve değerlendirme sunmuştur ve bizim de izleyeceğimiz
yol izlenmeye başlanmıştır (s. 1 56 ) .
Grierson, Silent Trade, 1 903 b u önyargıya s o n vermek için
gerekli argümanları zaten ortaya koymuştu. Von Mos zkows-
76 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D EN E M E

linezyalıları inceleyecek olmamız a karşın onların hu­


kuk ve iktis at konusunda doğa durumundan ne kadar
uzak olduklarını göreceğiz .
Bizimkilerden önceki iktisat v e hukuklarda, bireyler
arasındaki bir alışveriş esnasında, malların, zengin­
liğin ve ürünlerin b asit değiş tokuşuna neredeyse hiç
rastlanmaz. Öncelikle karşılıklı olarak yükümlülük al­
tına giren, değiş tokuş ve sözleşme yapan, bireyler de­
ğil topluluklardır; 1 sözleşme esnasında hazır bulunan

ki, Vom Wirtschaftsleben der p rimitiven Völker, 1 9 1 1 de aynı


şekilde; ancak o, çalmayı ilkel olarak değerlendirir ve s onuç­
ta çalmayı alma hakkıyla karıştırır. W. Von Brun, Wirtschaft­
sorganisation der Maori (Beitr. De Lamprecht, 1 8) , Leip zig,
1 9 1 2 içinde Maorilere ait olgulara dair iyi bir açıklama bulu­
nabilir, bu eserde bir bölüm değiş tokuşa ayrılmıştır. "İlkel''.
denen toplumların iktisadı hakkındaki en yakın tarihli toplu
çalışma ise şudur: Koppers , E thnologishe Wirts chaftsord­
nung, Anthropos, 1 9 1 5- 1 9 1 6, s . 6 1 1 -65 1 , s. 97 1 - 1 079; çalışma
özellikle doktrinlerin serimlemesi açısından iyi dir; geri ka­
lanı biraz diyalektiktir.
Son yayınlarımızdan bu yana, Avustralya'da, özellikle ölüm
vesilesiyle, yalnızca klanlar ve fratri arasında değil, kabile­
ler arasında da düzenlenen bir yükümlülük başlangıcı tespit
ettik. Kuzey topraklarındaki Kakadularda, ikinci definden
s onra üçüncü bir cenaze töreni vardır. Bu tören esnasın­
da ins anlar, kurgusal da olsa büyü yoluyla ölümün failinin
kim olduğunu belirlemek için bir tür hukuki soruşturma
yürütürler. Ancak Avustralya kabilelerinin çoğunda olanın
aksine, hiçbir şekilde kan davası güdülmez. İns anlar, onla­
rın mızraklarını toplayıp karşılık olarak ne i steyeceklerini
belirlemekle yetinirler. Ertesi gün bu mızraklar b aşka bir
kabileye, mesela Umoriulara götürülür, onların yerindeyse
bu taşımanın amacı tam olarak anlaşılır. Burada mızraklar,
sahiplerine göre paketlenip hazırlanmıştır. Önceden b ilinen
bir tarife uyarınca, i stenen nesneler bu p aketlerin karşısına
konmuştur. Daha s onra her şey Kakadulara taşınır (Baldwin
Spencer, Tribes of the Northern Territory, 1 9 1 4 , s. 247) . S ör
Baldwin bu nesnelerin mızraklar karşılığında yeniden de­
ğiş tokuş edilebileceğini belirtir, ki bu o lguyu çok iyi anla-
A R MAGAN VE Ö Z E L L İ K L E H E D İ Y E L E R İ G E R İ V E R M E 1 77

kişiler tüzel kişilerdir: gerek gruplar halinde arazide


birbirlerini karşılayarak, gerek reisleri aracılığıyla, ge­
rek aynı anda her iki şekilde karşı karşıya gelenler, bir­
birinin karşısına çıkanlar, klanlar, kabileler, ailelerdir. 1
Üstelik değiş tokuş ettikleri mallar, zenginlik, taşınırlar
ve taşınmazlar, yalnızca iktis adi olarak işe yarar şeyler
değildir. Değiş tokuş edilenler her şeyden önce neza­
ket, şölenler, ayinler, askerlik görevi, kadınlar, çocuklar,
danslar, şenlikler, p anayırlardır; Pazar ise bunun kısa
anlarından biridir sadece ve zenginliğin dolaşımı, çok
daha genel ve çok daha kalıcı bir anlaşmanın unsurla­
rından biridir. Nihayetinde bu yükümlülükler ve kar­
şı-yükümlülükler, aslında özel ya da kamusal savaş ris ­
k i altında kesinlikle zorunlu olmakla birlikte, hediyeler
yoluyla çoğunlukla gönüllü bir görüntü altında devreye
girer. Biz bütün bunları, toplam yükümlülükler sistemi
[systeme de prestation totales] şeklinde adlandırmayı
teklif etmiştik. Bize öyle görünüyor ki bu kurumların en
s af hali, genel olarak Avustralya ya da Kuzey Amerika

yamadık. Aksine o, bu cenazelerle değiş tokuşlar arasındaki


b ağlantıyı anlaşılması zor bulur ve "yerlilerin bu konuda fi­
kirleri olmadığı"nı ekler. Bununla birlikte bu usul gayet iyi
anlaşılabilirdir: kan davasının yerini alan ve aslında kabi­
leler arası b ir p azar işlevi gören bir tür düzenli bir hukuki
yapı söz konusudur. Şeylerin bu şekil de değiş tokuşu aynı
zamanda, b arışın ve yas ortamında dayanışmanın teminatı­
nın da değiş tokuşudur; aynen Avustralya'da evlenme yoluy­
l a birleşmiş ve ittifak kurmuş aile klanları arasında olağan
olarak uygul andığı gibi . Şu farkla ki, bu kez uygulama kabi­
leler arasındadır.
Pindaros gibi bir geç dönem ş airi bile şöyle der: vrnv(c,t
yaµ�p� rrporr( vwv o'LKo8Ev o'LKaÔE, (Olympiques, VII, 4. Bütün
bu pasaj , bizim de tasvir edeceğimiz hukuk durumunun et­
kisi altındadır. Şimdi , zenginlik, evlilik, lütuf, ittifak, birlikte
yenen yemek ve adanmış içki temaları , hatta evliliğin kış­
kırttığı kıskançlık, bütün bunlar güçlü ve yorumu hak eden
sözlerle temsil edilmiştir.
78 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

kabilelerinde iki fratri [phratrie] ittifakıyla temsil edi­


lir; burada ayinler, evlilikler, malların tevarüsü, hukuk
ve menfaat b ağları , askeri ve ruhani rütbeler, her şey
tamamlayıcıdır ve kabilenin iki yarısının işbirliğini ön­
görür. Mesela oyunlar, özellikle kabileler tarafından yö­
netilir. 1 Kuzeybatı Amerika'nın iki kabilesi, Tlinkitler ve
Haidalar, bu uygulamaların doğasını, şu güçlü ifadeyle
dile getirirler: "iki fratri birbirlerine s aygı gösterir."2
Kuzeyb atı Amerika'nın bu son iki kabilesinde ve
bütün bu bölgede , bu toplam yükümlülüklerin elbette
tipik fakat gelişmiş ve görece nadir bir biçimi ortaya
çıkıyor. Bunu potlaç olarak adlandırmayı teklif ettik,
zaten Amerikalı yazarlar da, Vancouver'dan Alaska'ya
b eyazların da yerlilerin de günlük dilinin parçası ha­
line gelmiş olan chinook adlandırmasını kullanıyorlar.
"Potlaç" esas en "beslemek," "tüketmek" anlamına gelir. 3

Ö zellikle Omahalarda top oyununun dikkat çekici özellikleri


için bkz. Alice Fletcher ve La Flesche, O maha Tribe , Annual
Report of the Bureau of American Anthropology, 1 90 5 - 1 906,
XXVII, s . 1 97 ve 366.
Krause , Tlinkit Indianer, s . 234 ve devamında, tasvir ettiği
kutlamalar, ayinler ve sözleşmelerin niteliğini, -bunlara pot­
laç i smini vermeksizin- çok iyi görmüştür. Porter'in Report
on the Population and Resources ofAlaska, Eleventh Ceusus
( 1 900) içinde Boursin s. 54-66 ve Parter, a.g.e., s. 3 3 , po tlaç'ın
karşılıklı yüceltme özelliğini, bu kez isim vererek gayet iyi
görmüşlerdir. Ancak bunu en iyi belirten Swanton'dur: Soci­
al Conditions, Beliefs, and Linguistic Relationship of the of
the Tlingit Indians, Ann. Rep. of the Burea u of A mer. Eth n . ,
1 905, XXVI, s . 345, vs krş . bizim gözlemlerimiz , A n n . Sac. , c .
X I , s . 207 v e Davy, Foi juree, s . 1 72 .
Potlaç kelimesinin anlamı hakkında bkz . B arbeau, B ulletin
de la Societe de Geographie de Quebec, 1 9 1 l ; Davy, s . 1 62 .
Yine d e önerilen anlam asıl kökene dayanıyor gibi görün­
müyor bize. Aslında Boas, potlaç kelimes inin anlamı için -
Kwakiutl'da doğrudur bu ama Chinook'da değil- der. Feeder,
besleyici anlamını b elirtir, kelime anlamıyla "place of b eing
satiated," karın doyurulan yer demektir bu. Kwakiutl Texts ,
AR MAGAN VE ÖZE L L İ KLE H E D İ Y E L E R İ G E R İ V E R M E 1 79

Epey zengin olan, adalarda ya da kıyıda yahut Kayalık


Dağları'yla kıyı arasında yaş ayan bu kabileler, kışları­
nı sürekli bir ş enlik h alinde geçirirler: ziyafetler, pa­
nayırlar ve pazarlar; bunlar aynı zamanda kabilenin
tantanalı bir toplantısıdır. Kabile burada hiyerarşik
cemiyetlerine, çoğu z aman bunlarla ve klanlarla ka­
rıştırılan gizli cemaatlerine göre sıralanır; ve hepsi,
klanlar, evlilikler, inisiasyonlar, Şamanizm ve büyük
tanrılar kültü seansları, klanın kolektif ya da münferit
atalarının, totemlerinin s eansları, bütün bunların hep ­
si, içinden çıkılmaz bir ayinler yumağı içinde, hukuki
ve iktisadi yükümlülükler yumağı içinde; insan toplu­
munda , kabilede ve kabile konfederasyonlarında hatta
uluslararası anlamda siyasi derecelerin tespiti yumağı
içinde birbirine girer. 1 Fakat bu kabilelerde dikkat çe­
kici olan, bütün bu uygulamalara yön veren rekabet ve
hasımlık ilkesidir. İş s avaşa, bu şekilde karşı karşıya
gelen reislerin ve soyluların öldürülmesine kadar gi­
der. Diğer yandan da i ş , rakip reisle aynı anda ortağı
(büyükbab a, kayınpeder ya da damat) da gölgede bı­
rakmak için, biriktirilen zenginliklerin aşırı derecede
tahribine2 kadar gider. Bu anlamda bir toplam yüküm­
lülük vardır; bütün klan, reisi aracılığıyla, herkes için,

Second Seri e s , Jesup Expedit., c. 10, s . 43 , no. 2; krş . a .g.e., c.


III, s . 255, s . 5 1 7 , bkz. Pol. Ancak potlaç'ın iki anlamı, "arma­
ğan" ve "besin" birbirini dışlamaz, yükümlülüğün esas biçi­
mi burada, en azından teoride beslenmeyle ilgilidir.
Potl aç'ın hukuki yönünü Adam şu makalelerinde incelemiş­
tir: Zeits chr. f. vergleich. Rechtswissenschaft, 1 9 1 1 ve vd ve
Fests chrift a Seler, 1 920 ve Davy, Foi juree içinde. Dini ve
iktisadi yönler de önemsiz değildir ve ele alırken bunların
da esası teşkil ettiği unutulmamalıdır. İşin içine dahil olan
kişilerin ve değiş tokuş ya da tahrip edilen eşyanın dini do­
ğası gerçekten de sözleşmelerin doğasıyla, onlara atfedilen
değerle alakasız değildir.
Haidalar zenginliği "öldürmek" derler.
80 1 A R M AGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

sahip olduğu v e yaptığı h e r şey için anlaşma yapar. 1


Fakat bu yükümlülük, reis tarafından gayet belirgin
şekilde agnostik bir hale büründürülür. Yükümlülük
esasen katlanarak artar, aşırıdır ve burada her şeyden
önce, daha s onra klanlarının yararlanacağı bir hiye ­
rarşiyi kendi aralarında temin etmek için s oyluların
yaptıkları bir mücadeleye ş ahit olunur.
Daha az tehlikeli ve daha b elirgin ama aynı z aman­
da daha uzun biçimde, agnostik toplam yükümlülük­
ler olarak adlandırılabilecek bu tür kurumlar için pot­
laç ismini muhafaza etmeyi öneriyoruz.
Şimdiye kadar bu kurumun örneklerini yalnızca
Kuzeyb atı Amerika kabilelerinde, Kuzey Amerika yer­
lilerinin bir bölümünde,2 Melanezya'da ve Papua'da
bulmuştuk. 3 Bunun dışındaki her yerde, Afrika'da, Po ­
linezya'da, Malezya'da, Güney Amerika'da, Kuzey Ame­
rika'nın geri kalanında, klanlar ve aileler arasındaki
değiş tokuşun esası, toplam yükümlülüklerin daha
basit bir türünde kalmış gibi gelmişti bize. Bunun-

Bkz. Hunt'un belgeleri , Boas, E thnology of the Kwakiutl,


XXXVth A nnual Rep. Of the Bureau of A merican Eth n . , c.ll,
s. 1 340 içinde. Burada, klanın potlaç için reis e katkılarını
getirme şeklinin ilginç bir tasviri ve çok ilginç konuşmalar
bulunabilir. Reis özellikle ş öyle der: "Bu benim adıma ol­
mayacak. Sizin a dınıza olacak ve bir potlaç için mallarınızı
verdiğiniz söylendiğinde kabileler arasında meşhur olacak­
sınız" (s. 1 342 , 1 . 3 1 vd) .
Gerçekten de potlaç bölgesi, Kuzeybatı Amerika kabileleri ­
nin sınırlarını aş ar. Özellikle Alaska E skimolarının "asking
Fes t ival lerini, komşu yerli kabilelerin taklidinden farklı bir
"

şey olarak değerlendirmek gerekir.


Bkz. Ann. Sac. , c. XI, s. 1 0 1 ve c. XII , s. 3 7 2 - 3 74 ve A n thropo­
logie, 1 920 (Fransız Antropoloji E sntitüs ü oturumları [ C . R .
d e s s eances de l'Institut français d' Antropologie]) içindeki
gözlemlerimiz . Lenoir, Güney Arnerika'da gayet net iki potlaç
olgusu iş aret etmiştir (Expeditions maritirnes en Melanesie,
Anthropologie, Eylül 1 924 içinde) .
A R MA(jAN VE ÖZE L L İ K L E H E D İ Y E L E R İ G E R İ V E R M E 1 81

la birlikte, bugün daha derin araştırmalar, Kuz eybatı


Amerika'da, Melanezya'da ve diğerlerinde olduğu gibi
gözü dönmüş rekabete, zenginliklerin tahribine dayalı
bu değiş tokuşlar arasında, tarafların hediyeleri yarı ş ­
tırdığı, daha ılımlı b i r ö n e geçme arzusuna dayanan
hatırı s ayılır miktarda ara biçimler ortaya koymuştur:
aynı b ayram hediyelerimizde, ş ölenlerimizde, düğünle ­
rimizde, basit davetlerimizde bizim rekabet ettiğimiz
ve kendimizi yine, Almanların dediği gibi revanchie­
ren 1 [karşılık vermek] zorunda hissettiğimiz gibi . Bu
ara biçimleri antik Hint-Avrup a dünyasında , özellikle
Traklarda tespit ettik.2
Kurallar ve fikirler gibi diğer temalar, bu tip bir hu­
kukun ve iktisadın içinde yer alır. Bu manevi mekaniz­
malar arasında en önemli olan, gayet açık ki , alınan he­
diyeyi geri vermeye zorunlu kılandır. Bu zorunluluğun
ahlaki ve dini sebebi, hiçbir yerde Polinezya'da olduğu
kadar aşikar değildir. Burayı özel olarak inceleyelim,
alınan bir şeyi geri vermeye ve genel olarak gerçek söz­
leşmeler yapmaya iten gücün ne olduğunu açıkça gö­
receğiz.

Thurnwald, Forsch ungen a uf den Salomo Inseln, 1 9 1 2 , c. III,


s . 8, bu kelimeyi kullanır.

Rev. des Et. grecques, c. XXXIV, 1 92 1 .


B İ R İ N C İ BÖLÜM

DEGİŞ TOKUŞ EDİLEN ARMAGANLAR VE ONLARI


GERİ VERME ZORUNLULUGU (POLİNEZYA)

1
TOPLAM YÜKÜMLÜLÜKLER , ERKEGİ N MALLARI NA
KARŞILIK KADININ MALLARI (SAMOA)
Sözleşmeye dayalı armağanlar sisteminin genişlemesi
hakkındaki bu araştırmalarda, uzun süre , Polinezya'da
gerçek anlamda potlaç yokmuş gibi görünüyordu . Ku­
rumların buna en çok yaklaştığı Polinezya toplumları,
"toplam yükümlülükler" sistemini; kadınlarını, erkek­
lerini, çocuklarını, ayinlerini vs ortaklaştıran klanlar
arasındaki daimi anlaşmalar sistemini aşmıyor gibiydi.
Özellikle Samoa'da incelediğimiz olgular; evlilik esna­
sında, reisler arasındaki dikkat çekici armalı hasır de­
ğiş tokuşu adeti, bize, bu seviyenin üzerinde gibi görün­
memişti. 1 Rekabet, yıkım, kavga unsurları eksik gibiydi,
oysaki Melanezya'da bu unsurlar vardı. Nihayetinde çok
az olgu vardı. Şimdi daha az eleştirel olacağız.

' Davy, Foi juree, s . 1 40'da bu değiş tokuşlar, evlilik ve söz­


leşmeyle ilişkileri bağlamında incelenmiş tir. Bunları n b aşka
bir genişlemesi olduğunu göreceğiz.
D E G İ Ş TO K U Ş E D İ L E N A R M AG A N LAR 1 83

Öncelikle, S amoa'daki bu anlaşmaya dayalı hediye


sistemi evliliğin epey ötesine uzanır; şu olaylara da
uygulanır: bir çocuğun doğumu, 1 sünnet,2 hastalık,3
kızların ergenliği,4 cenaze ayinleri , 5 ticaret.6
Ayrıca potlaç'ın iki temel unsuru kesin olarak ka­
nıtlanmıştır: b iri onur, itibar, z enginliğin verdiği "ma­
na,"7 diğeriyse bu "mana "yı , bu otoriteyi , bu tılsımı ve
otoritenin kendisi olan bu z enginlik kaynağını kaybet-

Turner, Nineteen years in Polynesia, s. 1 78; Samoa, s. 82 vd;


Stair, Old Samoa, s. 1 75 .
Kramer, Samoa Inseln, c . I I , s . 52-63.
Stair, Old Samoa, s . 1 80; Turner, Nineteen years, s . 2 25; Sa­
moa, s . 1 42 .
Turner, Nineteen years, s . 1 84; Samoa, s . 9 1 .
Kramer, Samoa Inseln, c . II, s . 1 05; Turner, Samoa, s . 1 46.
Kramer, Samoa Inseln, c . II, s . 9 6 ve s . 3 6 3 . Ticari s efer olan
"malaga" (krş. "walaga," Yeni Gine) gerçekten de, komşu
Melanezya takıma dalarına yap ılan s eferlerin özelliği olan
po tlaç' a çok yakındır. Kramer, ileri de s ö zünü edeceğimiz
"oloa"lar karşılığında "tonga"ların değiş toku şu için "Ge­
genges chenk" kelimesini kullanır. Ayrıca, Rivers ve Elli­
ot Smith ekolünden İngiliz etnografların da, B o a s ' ı takip
ederek bütün Amerikan potlaç s isteminde bir ö dünç dizisi
gören Amerikalı etnografların da müb alağalarına düşme­
mek gerekir. Bununla birlikte , kuruml arın yolculuğuna ge­
niş bir bölüm ayırmak gerekir; özellikle de adadan adaya,
limandan limana, u z ak mes afeler arasında, çok e ski za­
manlardan beri , yalnızca nesneleri değil onları değiş tokuş
etme b içimlerini de taşımış olması gereken hatırı sayılır
bir ticaretin söz konus u o lduğu bu durumda. Malinowski,
daha ileride atıfta bulunduğumuz çalışmalarında bu o lgu­
yu yakalamıştır. Bkz. Bu kurumlardan bazıları (Kuzeyb atı
Melanezya) hakkındaki bir inceleme, R. Lenoir, Expediti­
ons maritimes en Melane sie, A n thropologie, Eylül 1 924
içinde.
Maori klanları arasında öne geçme yarış ı her durumda sık­
lıkla belirtilmiştir, özellikle de şenlikler konusunda, ör. S. P.
Smith, Journal of the Polynesian Society (bundan s onra JPS
ş eklinde anılacak) , XV, s . 87.
84 1 A R M A G A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

m e k kaygısıyla bu armağanları geri vermenin mutlak


zorunluluğu . 1
Bir yandan Turner'ın bize s öylediği gibi: "Doğum
kutlamalarından sonra, erkeğin m alları yani oloa'ları
ve kadının malları yani tonga'ları alınıp verildikten
s onra, karı ve koc a eskisinden daha zengin olmazlar.
Fakat büyük bir onur kabul ettikleri ş eyi görmüş olma­
nın tatminini yaş arlar: oğullarının doğumu vesilesiy­
le toplanmış mal mülk yığınlarını."2 Diğer yandan bu
armağanlar, onları yaratan hukuk durumundan b aşka
karşı-yükümlülük olmaksızın, zorunlu ve sürekli ola­
bilir. Kız kardeşin ve kız kardeşin dolayımıyla kayın­
biraderin, eniştenin kendi kardeşlerinden ve kayınbi­
raderlerinden yetiştirmek üzere aldıkları çocuk da b ir
tonga, bir kadın malı olarak adlandırılır.3 Yani o , "yerli
nitelikteki malların,4 tonga'ların çocuğun ailesinden

Burada tam anlamıyla patlaç'ın bulunmadığını söylememi ­


zin sebebi, karşı-yükümlülüğün katlamalı niteliğinin burada
mevcut olmamasıdır. Bununla birlikte Maori hukukunda gö­
receğimiz gibi, geri vermeme durumu "mana"nın, Ç inlilerin
deyimiyle "yüz"ün kaybını getirir; S amoa'da da aynı kaygıyla
vermek ve geri vermek durumu gözlemlenir.
Turner, Nineteen years, s. 1 78; Samaa, s. 52. Kuzeybatı Ame­
rika patlaç'ında bu yıkım ve onur temas ı esastır, bkz. örn.
Parter, 1 1 th Census, s. 34.
Turner, Nineteen years , s. 1 78; S amoa, s . 83 'te delikanlıyı "ev­
l atlık" olarak adlandırır. Ama yanılır. Bu adet tam anlamıyla
"fosterage" dır, öz ailenin dışında eğitim verilmesi dir; çocuk
babasının kız kardeşinin ailesinde, aslında kız kardeşin ko­
cası olan eniştesinin evinde yetiştirildiğine göre, bu "fo s ­
terage" b i r anlamda ailenin anne tarafına dönüş demektir.
Polinezya'nın ikili akrabalık s ınıflandırması olan bir ülke
olduğu unutulmamalıdır; kadın tarafı ve erkek tarafı. Bkz.
Els don B e st'in çalışması (Maari Namenclature, Ann. Sac. , c.
VII, s . 420) hakkındaki raporumuz ve Durkheim'ın gözlemleri
(A nn. Sa c . , c. V, s. 37) .
Turner, Nineteen years, s . 1 79; Samaa, s. 8 3 .
D E G İ Ş T O K U Ş E D İ LE N A R M AG A N LAR 1 85

bu aileye akmaya devam ettiği kanaldır. Diğer yandan


çocuk, ebeveyni için, onu evlat edinen diğer ebeveyn­
den yabancı nitelikte mallar (oloa) elde etme vasıtası­
dır ve bu çocuk yaş adığı s ürece devam eder. " " . . . [Do­
ğal b ağların] bu şekilde feda edilmesi, yerli ve yabancı
mallar arasında sistematik bir dolaşım kolaylığı [yara­
tır] . " Sonuçta, kadının malı olan çocuk, anne tarafının
ailesinin mallarının b ab a tarafının ailesinin mallarıy­
la değiş tokuşunu s ağlayan vas ıtadır. Ç o cuğun, enişte­
sinin evinde yaşamakla açıkça orada yaş ama hakkının
olduğu ve bunun sonucunda onun malları üzerinde ge­
nel bir hakka sahip olduğu tespit edilmiştir. Bu tespit,
"fosterage" sisteminin, Malenezya'da kız kardeş tara­
fından yeğene , eniştesinin malları üzerinde verilen bu
genel hakka yakın olduğunu gö stermek için yeterlidir. 1
O rtada potlaç olması için yalnızca rekabet, mücadele,
yıkım temaları eksiktir.
Ama iki terime dikkat edelim: oloa, tonga özellikle
de ikincisini ele alalım. Bunlar evli kadının özel eşya­
larına [parapharnalia] işaret e der, özellikle de s öz ko­
nusu evlilikten doğan kızların tevarüs ettikleri evlilik
hasırları, 2 yeni kurulan aileye kadın tarafından geri
dönmesi ş artıyla getirilen dekorasyonlar, tılsımlar
b öyledir;3 bunlar s onuçta gayrimenkule b ağlı menkul­
lerdir. Oloa'lar4 çoğunlukla , özel olarak kocaya ait eş­
yalar, enstrümanlar anlamına gelir; bunlar esas olarak

Bkz. Fiji vasu'su hakkındaki gözlemlerimiz, Anthropologie,


1 92 1 içinde IFA tutanakları .
Kramer, Samoa Inseln, toga başlığı altında, c. I, s . 482.
A .g.e. , c . I , s. 296; krş . s . 90 (toga=Mitgift); s . 94, oloa karşılı­
ğında toga değiş tokuşu.
A .g.e. , c. I , s . 477 . Violette, Dictionnaire Samoan-Français,
"toga" başlığı altında şöyle diyor: "ince hasırlar ve oloa'dan
oluşan ülke zenginlikleri, evler, küçük gemiler, kumaşlar,
tüfekler gibi zenginlikler" ( s . 1 94, sütun 2); ve zenginlikleri ,
malları, yab ancı maddeleri kaps ayan h e r şeyi oa'ya gönderir.
86 1 A R M AGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

taşınır mallardır. B u terim ş imdilerde b eyazlardan g e ­


l e n şeyler için de kullanılıyor. 1 B u elbette yeni b i r an­
lam genişlemesidir. Ve Turner'in şu çevirisini göz ardı
edebiliriz: "Oloa - foreign"; " tonga - native." Bu çeviri
ilgisiz değilse bile kesinlikten uzak ve yetersizdir, zira
tonga diye adlandırılan b azı malların, oloa diye adlan­
dırılan diğer b azı mallara göre toprağa, klana, aileye
ve kişiye daha fazla bağlı olduğunu ispatlar. 2
Ancak gözlem alanımızı genişletirsek, tonga kavra­
mı hemen b aşka bir vüs at kazanıyor. Bu kavram Mao­
ri, Tahiti, Tonga, Mangareva dillerinde, mal-mülk olan
her şeyi; z engin, kudretli, etkili kılan her şeyi; değiş
tokuş edilebilen, karşılık olarak kullanılabilen her şeyi
ifade eder. 3 Bunlar yalnızca hazineler, tılsımlar, arma­
lar, hasırlar ve kuts al idollerdir, hatta b az en gelenek­
ler, kültler ve büyülü ritüellerdir. Burada, bütün Mala-

Turner, Nineteen years, s . 1 7 9 , krş . s . 1 86. Tregear ( taonga


b aşlığının altında toga kelimesinde), Maori Comparative Di­
ctionary, s. 468'de b u adı taşıyan mallarla oloa adı altındaki
malları birbirine karıştırır. Bunun bir ihmal olduğu açıktır.
Le Rev. E lla, Polynesian native clothing, JPS, c. IX, s. 1 6 5,
ie tonga'ları (hasırlar) şöyle tasvir eder: "Bunlar yerlilerin
başlıca zenginliğiydi; vaktiyle mal değiş tokuşlarında, ev­
liliklerde ve nezaket gerektiren özel ves ilelerle p aras al bir
araç gibi kull anılıyordu. Bunlar ailelerde çoğunlukla "heir­
loms" (ata yadigarı) olarak muhafaza edilir ve yaşlı "ie"lerin
malları , b azı meşhur ailelere ait olmuş olmakla tanınır ve
daha fazla takdir edilir," vs. Krş . Turner, S amoa, s. 1 20 . İleride
göreceğimiz gibi, bütün bu deyimlerin Melanezya'd a , Kuzey
Amerika'da, bizim folklorumuzda karşılıkları vardır.
Kramer, Samoa Inseln, c. II, s. 90, 93.
Bkz . Tregar, Maori Comparative Dictionary, ad verb. taonga:
(Tahiti dili) , tataoa, mallardan vermek, faataoa, mallardan
vermek, karşılamak; (Markiz Adaları dili) Lesson, Polyne­
siens, c. II, s. 2 3 2 , taelae; krş . "hediyeleri çeker" tiau tae- tae,
verilmiş hediyeler, "yab ancı mallar elde etmek için verilen
kendi ülkelerinin malları, hediyeleri"; Radiguet, Derniers Sa­
uvages, s. 1 57 . Tahu kelimesinin kökeni , v s .
D E G İ Ş TOKUŞ E D İ L E N A R M AG A N LAR 1 87

yo- Polinezya dünyasında, hatta bütün Pasifik'te yaygın


olduğuna emin olduğumuz bu mal-tılsım kavramıyla
karşılaşıyoruz. 1

il
VERİLEN ŞEYİN R U H U ( MAO R İ )
B u gözlem bizi son derece önemli bir tespite yöneltiyor.
Taonga'lar, en azından hukuk ve Maori dini teorisinde
kişiye, klana, toprağa kuvvetle b ağlıdır; onun "mana "­
sının, büyülü, dini ve ruhsal gücünün taşıyıcısıdır. Sör
G. Grey2 ile C . O. Davis'in3 derledikleri bir atasözünde
taonga'lardan, onları kabul eden kişiyi yıkıma uğrat­
maları dilenir. Demek ki, geri verme hakkının özellikle
de zorunluluğunun gözlemlenmediği durumda bunlar,
bu gücü içlerinde barındırıyorlar.
Özlemini yürekten hissettiğimiz dostumuz Hertz, bu
olguların önemini sezmişti; sözünü edeceğimiz olguyu
içeren fişin üzerine, dokunaklı alicenaplığıyla "Davy ve
Mauss için" notunu yazmıştı. C olenso ş öyle der:4 "Bir
tür değiş toku ş ya da daha doğrusu, daha s onra değiş
tokuş edilmesi ya da geri verilmesi gereken hediyeler
verme sistemleri vardı . " Mesela , kurutulmuş b alık kar­
şılığında kavrulmuş kuşlar, hasırlar değiş tokuş e dilir. 5

Bkz. Maus s , Origine de la Notion de Monnaie, Anthropologie,


1 9 1 4 (IFA tutanakları) , burada sözü geçen hemen hemen bü­
tün olgular, Kara Afrikalılar ve Amerikalılar hariç, bu bölge­
ye aittir.
Proverbs, s. 1 03 (çev. s. 1 03 ) .
Maori Mementoes, s . 2 1 .
Transactions of New-Zealand Institute, c . I , s . 3 54.
Yeni Zelanda kabileleri, Maori gelenekleri gereği teorik olarak
balıkçı, ziraatçı ve avcı şeklinde ayrılmışlardır ve devamlı su­
rette kendi ürünlerini değiş tokuş etmeleri beklenir, krş . Els­
don Best, Forest-Lore, Transact. N.-Z. Inst. , vol. XLII, s . 435.
88 1 A R M AGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

Bütün bunlar kabileler y a da "hiçbir şarta b ağlı olmak­


sızın dost olan aileler" arasında değiş tokuş edilmiştir.
Ancak Hertz, önemini her ikimizin de gözden kaçır­
dığı -zira bundan b en de haberdardım- bir metni daha
dikkate almıştır, bunu kayıtları arasında yeniden bul­
dum.
R. Els don Best' e bilgi s ağlayan en önemli Maoriler­
den biri olan Tamati Ranaipiri, şeylerin ruhu hau ko­
nusunda, özellikle de ormanın ve onun b arındırdığı av
hayvanlarının ruhu konusunda, tamamıyla tesadüfen
ve hiçbir önyargı olmaksızın bize sorunun anahtarını
veriyor. 1 "Size hau'dan bahsedeceğim Hau esen rüz­
. . .

gar değildir. Hiçbir şekilde. Farz edin ki b elli bir eşya­


ya sahip siniz ( taonga) ve bu eşyayı b ana veriyorsunuz;
bunu bana b elirli bir fiyatı olmadan veriyorsunuz.2 Bu
konuda p azarlık yapmıyoruz. B en bu eşyayı üçüncü bir
kişiye veriyorum, o da aradan b elirli b ir z aman geçtik­
ten sonra, ö deme ( utu)3 olarak bir şey vermeye karar
veriyor, b ana bir şey hediye ediyor ( taonga) . Onun b ana
verdiği bu taonga, b enim sizden aldığım ve ona vermiş
olduğum taonga'mn ruhudur (hau) . Sizden almış oldu­
ğum taonga'lar karşılığında aldığım taonga'ları size
geri vermem gerekir. Hoş (rawe) da olsa nahoş (kino) da
olsa bu taonga'ları kendime s aklamam benim açım­
dan doğru ( tika) olmaz. Onları size vermek zorundayım
çünkü onlar sizin b ana vermiş olduğunuz taonga'nın

A .g.e. , s. 43 1 Maorice metin, çev. , s. 439.


Hau kelimesi, Latincedeki spiri tus gibi, hem rüzgar hem ruh
anlamına gelir, daha doğrusu, en azından bazı durumlarda,
cansız ve bitkis el ş eylerin ruhu ve kudreti anlamındadır,
mana kelimesi ise insanlara ve tinlere ayrılmıştır ve Mela­
nezya diline göre daha nadir olarak şeyler için kullanılır.
Utu kelimesi kan davasında intikam alanların tatmini , taz­
minatlar, geri ödemeler, s orumluluk vs anlamlarında kulla­
nılır. Fiyat anlamına da gelir. Karmaşık bir ahlak, hukuk, din
ve iktisat kavramıdır.
D E G İ Ş T O K U Ş E D İ LE N A R M AG A N LA R 1 89

bir hau'sudur. 1 Bu ikinci taonga'yı kendime s aklasay­


dım başıma ciddi bir bela gelebilirdi, hatta ölebilirdim
bile. B öyledir hau, özel mülkiyetin hau'su, taonga'nın
hau'su, ormanın hau'su. Kati ena. (Bu konuda bu ka­
darı yeter) . "
Bu önemli metin b irkaç yorumu h a k e diyor. Tama­
mıyla Maori; hala belirsiz bu teolojik ve hukuki zihni­
yetle, "sırlar evi" doktrinleriyle dolu, ama yer yer şaşı­
lacak kadar açık bu metin, bize müphemlikten b aşka
bir şey sunmuyor: üçüncü bir kişinin işin içine girme­
si. Ancak Maori hukukçuyu daha iyi anlamak için şunu
söylemek yeterli olur: " Taonga' ların ve kesin olarak
kişisel olduğu söylenen mall arın hepsinin bir hau'su,
bir ruhsal gücü vardır. Siz b ana bundan bir tane ve ­
rirsiniz , ben onu üçüncü bir kişiye veririm; o da bana
b aşka bir tane verir, çünkü benim hediyemin hau'su
onu bunu yapmaya iter; ben de bunu size vermek z o ­
rundayım çünkü aslında sizin taonga'nızın hau'sunun
ürünü olanı size geri vermem gerekir. "
Bu ş ekilde yorumlandığında, buradaki fikir yalnızc a
açıklığa kavuşmuyor, Maori hukukunun temel fikirle­
rinden biri olarak da ortaya çıkıyor. Alınan, değiş tokuş
edilen hediyede zorunluluk getiren, alınan şeyin atıl
olmamasıdır. Hediyeyi veren bırakıp gitmiş olsa da, o
şey hala ondan bir p arçadır. Hediye aracılığıyla, hedi­
ye verenin bundan yararlanana müdahale hakkı olur,
aynen mal s ahibinin malı aracılığıyl a hırsıza müdaha­
le hakkı olduğu gibi.2 Ç ünkü taonga, kendi ormanının,

He hau. Bu iki cümlenin çevirisi E lsdon Best tarafından kı­


s altılmı ştır, b en yine de onu takip ediyorum.
R. Hertz, Peche ve l 'Expiation çalışmasının bir kısmı i çin, bu
konuda çok s ayıda ispatlayıcı nitelikteki olguyu bir araya ge­
tirmişti. Bu olgular, hırsızlığın müeyyidesinin; mana'nın, mal
sahibinin çalınan şey üzerinde muhafaza ettiği kudretinin
büyülü ve dini etkisinden başka bir şey olmadığını ispatlar.
Üstelik tabularla çevrelenmiş ve mülkiyetin işaretleriyle işa-
90 1 A R M AGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

kendi bölgesinin, kendi toprağının hau'su i l e c a n bul­


muştur; gerçek anlamda "yerli"dir: 1 hau, malları elinde
bulunduranların hepsini takip eder.
Hau , yalnızca ilk armağan alanı, muhtemel bir
üçüncüyü değil, t a o ng a ' n ın devredildiği bütün birey­
leri takip eder. 2 Aslında doğduğu yere, ormanın ve kla-

retlenmiş bu şey, hau'nun yani ruhs al kudretin etkileriyle de


yüklüdür. Ç alınan şeyin intikamını alan, hırsızı ele geçiren,
onu büyüleyen, ölüme sürükleyen ya da aldığını geri verme­
ye zorlayan bu hau'dur. Bizim ortaya koyduğumuz bu olgular,
Hertz'in kitabının hau ya ayrılmış bölümünde bulunmaktadır.
'

R. Hertz'in çalışmasında, burada sözünü ettiğimiz mauri'ler


hakkında belgeler bulunabilir. Bu mauri'ler hem tılsımlar
hem koruyucular [palladium] hem de klanın ruhu hapu 'nun,
onun mana'sının ve toprağının hau'sunun içinde bulunduğu
mabetlerdir.
Els don Best'in b elgeleri, özellikle de dikkate ş ayan hau whi­
tia ve kai hau ifa desini içerenler, bu noktada yoruma ve
tartışmaya muhtaçtır. B aşlıca pasajlar şuradadır: Spiritual
Concepts, Journal of the Polynesian Society, c. X, s. 10 (Ma­
ori dilindeki metin) ve c . IX , s . 1 98. Bunları gerektiği şekilde
ele alamayız, ama yorumumuz şöyle: "hau whitia averted
hau" diyor Els don B est ve çevirisi doğru gibi görünüyor. Zira
hırsızlık günahı ya da ödememe yahut karşı-yükümlülükte
bulunmama günahı, ruhun, hau'nun yoldan çıkmasıdır, ay­
nen bir anlaşma yapmayı ya da hediye vermeyi reddetme
durumlarında olduğu gibi (bu durumlar hırsızlıkla karıştı­
rılır) . Bunun aksine kai hau, hau whitia'nın basit e şdeğeri
olarak değerlendirildiğinde hatalı çevrilmiştir. Gerçekten de
ruhu yeme eylemine işaret eder ve whanga hau ' nu n eşan­
lamlısıdır, krş . Tregear, Maori Comp. Dict., kai ve whangai
maddeleri; fakat bu eşdeğerlik basit değildir. Ç ünkü bu ya­
zım, kai gıdanın yazılışıdır ve bu kelime, orada b orçlu kalma
hatasından dolayı, bu beslenme b irliği sistemine atıfta bulu­
nur. Dahası da var: hau kelimesi de bu fikirler alanının içine
girer: William s , Maori Dict. s. 23, ilgili maddede şöyle der:
"hau, alınan hediyenin minnettarlığı olarak verilen h e diye . "
S o n derece önemli kaihau-kai ifadesine de dikkat çekiyoruz,
Tregear, MCD, s. 1 1 6 : "bir kabilenin bir diğerine s un duğu bir
gıda hediyesini geri vermek; şenlik (Güney adası) . " Aslında
D E G İ Ş T O K U Ş E D İ L E N A R MAGAN LAR 1 91

nın kutsal sığınağına ve s ahibine geri dönmek isteyen


hau'dur. İlk b ağışçı s on b ağış alan haline geldiğinde,
kendi sıraları gelmiş olan b ağışçılara bu ilk b ağışçı
üzerinde otorite ve iktidar s ağlayacak eş değer ya da
daha yüksek bir değer -kendilerine ait olanlardan, ta­
onga'larından, mallarından ya da çalışmalarından ya­
hut ş ölenleri, ş enlikleri ve hediyeleri yoluyla ticaretle­
rinden- geri verinceye kadar, taonga ya da -kendisi de
zaten b ir tür birey olan- onun hau'su1 bu kullanıcılar
dizisine b ağlanır. S amoa ve Yeni Zelanda'da, zenginlik­
lerin, b edellerin ve armağanların zorunlu dolaşımında
hakim fikrin işte bu olduğu anlaşılıyor.
Böyle bir olgu, Polinezya'da ve hatta Polinezya dı­
şında, iki önemli toplums al fenomen sistemini aydınla­
tıyor. Öncelikle bir şeyin aktarımının yarattığı hukuki
b ağın niteliği anlaşılıyor. Biraz sonra bu noktaya geri
döneceğiz . Bu olguların genel b ir zorunluluk teorisine

bu ifade, geri verilen bu hediyenin ve bu şenliğin kendi baş­


langıç noktasına geri dönen ilk yükümlülüğün ruhu olduğu
anlamına gelir: "gıdanın hau'su o lan gıda." Bu kurumlar ve
bu fikirlerde, bizim Avrup alı söz dağarcığımızın büyük bir
özenle ayırt etmeye çalıştığı her türlü ilke birbirine karışır.
Taonga'lar, sahipleriyle ilişkilerinin onlara sağladığı hau'nun
dışında bile bireyselliğe s ahip gibi görünmektedirler. İsim­
leri vardır. En iyi döküme göre (Tregear'ınki, alıntı yapılan
yerde, s . 3 60, paunamu maddesi, C olenso'nun elyazmaların­
dan alıntı ) , s ınırlı olarak yalnızca şu kategorileri kap sarlar:
reislerin ve klanların kutsal mülkiyeti olan meşhur yeşim­
taşları yani paunamu' lar; genellikle gayet nadir, münferit ve
çok iyi yontulmuş olan tiki'ler; ayrıca çeşitli türlerde hasır­
lar, ki bunlardan biri, kuşkusuz S amoa'daki gibi arma işlen­
miş olanı karawai adını taşır (Maori dilinde, bize S amoa di­
lindeki aloa kelimesini hatırlatan tek kelime budur, alaa'nın
Maori dilindeki eş değerini boş yere aramıştık) .
Maori b elgelerinden birinde, Karakia 'lara yani tek tek ad­
landırılan ve aktarılabilir kişisel tılsımlar kabul edilen bü­
yülü formüllere taanga adı verilir: Jaur. Pal. Sac. , c . IX, s . 1 26
(çev. s . 1 33 ) .
92 1 A R M A G A N ÜZ E R İ N E D E N E M E

nasıl katkıda bulunabileceğini göstereceğiz. Ama şu an


için Maori hukukunda, hukuk bağının, şeyler üzerinden
kurulan b ağın, ruhların b ağı olduğu nettir, zira o şeyin
kendisinin de bir ruhu vardır, o şey de ruhtandır. Bun­
dan şu sonuç çıkar; birisine bir şey sunmak, kendinden
bir şey sunmaktır. Ayrıca b öylelikle armağanlar yoluy­
la değiş tokuşun, toplam yükümlülükler dediğimiz her
şeyin ve bunların arasında "p o tlaç"ın da niteliği daha
iyi kavranır. Bu fikirler sisteminde, b aşkasına, aslında
onun doğasının ve cevherinin bir p arçası olanı geri ver­
mek gerektiği açıkça ve mantıken anlaşılır; çünkü biri­
sinden bir şey almak, onun manevi özünden, ruhundan
bir şey almak demektir; bu şeyin elde tutulması tehli­
keli ve ölümcül olacaktır. Sırf bu durum gayrimeşru
olacağı için değil; aynı zamanda yalnızca ahlaki olarak
değil, fiziki ve manevi olarak da kişiden gelen bu şey, bu
öz, bu besin, 1 bu mallar, taşınırlar ya da taşınmazlar, bu
kadınlar ya da evlatlar, bu ayinler ya da inanç birlikleri,
büyüsel ve dini olarak sizi ele geçirdiği için de tehlikeli
ve ölümcül olacaktır. Nihayet bu verilmiş olan şey, atıl
bir şey değildir. C anlıdır, çoğu zaman bireyselleşmiştir,
Hertz'in adlandırdığı şekliyle "ilk ocağına" geri dönme­
ye ya da içinden çıktığı klan ve toprak için kendi sini ika­
me edecek bir eşdeğerini üretmeye meyleder.

111
D İ G E R TEMALAR: VERM E ZORU N L U L U G U,
ALMA ZORU N LULUGU
Toplam yükümlülük kurumunu ve potlaç'ı tam ola­
rak anlayabilmek için, bunların tamamlayıcısı olan
iki başka anın açıklamasını araştırmak kalıyor geriye;

Elsdon Best, Forest-Lore, a.g.e, s. 449 .


D E G i Ş T O K U Ş E D İ LE N A R M AG A N LA R 1 93

çünkü toplam yükümlülük yalnızca alınan hediyelerin


geri verilmesi zorunluluğunu getirmez , aynı derecede
önemli iki b aşka zorunluluğu daha gerektirir: b iri he­
diye verme zorunluluğu, diğeriyse hediye alına zorun­
luluğu. Bu üç zorunluluğun, aynı karmaşık bütünlüğün
bu üç temasının eksiksiz teorisi, Polinezya klanları
arasındaki bu s özleşme biçiminin tatminkar bir temel
açıklamasını verecektir. Şimdilik yalnızca konunun ele
alınına b içimini b elirtmekle kalıyoruz .
Alına zorunluluğuyla ilgili çok sayıda olgu kolayca
bulunabilir. Ç ünkü bir klan, bir ev ahalisi, bir toplu­
luk, bir konuk, konukseverlik talep etmemekte, 1 hedi­
ye almamakta, alışveriş yaprnarnakta,2 kadınlar ve kan
yoluyla ittifak kurmamakta serbest değildir. Dayak'lar
da, bütün bir hukuk ve ahlak sistemini, hazırlanması­
na ş ahit olunan ya da yapımına katılınan yemeği pay­
laşmayı unutmamak vazifesi üzerine kurrnuşlardır.3

Maorilerin gayet anlamlı " Tahu'nun tahkiri" ifadesi altında


s ınıflandırdıkları olgular sisteminin incelenmesinin yeri
burasıdır. En önemli belge şu eserde yer alır: Els don Best,
Maori Mythology, Jaur. Pal. Sac. içinde, c . IX, s . 1 1 3 . Tahu
genel anlamda besinin "sembolik" ismidir, onun kişileştiril­
mesidir. "Kaua e takahi ia Tahu" yani " Tahu yu tahkir etme" '

ifadesi, kendisine sunulan yiyeceği reddeden kişinin karşı ­


sında kullanılır. Ama Maori ülkesinde gıdayla ilgili inanç­
ların incelenmesi bizi çok uzaklara götürür. Bu tanrının, bu
gıda hipo stazının, bitkilerin ve barışın tanrı sı R anga ile aynı
olduğunu söylemekle yetinelim; böylece şu çağrışılar daha
iyi anlaşılır: konuks everlik, besin, cemaat, barı ş , değiş tokuş,
hukuk.
Bkz. E ls don Best, Spir. C on c . , Jaur. Pal. Sac. , c. IX, s. 1 98.
Bkz. Hardeland, Dayak Wörterbuch, indjak, irek, pahuni
maddeleri c. I , s . 1 90, s . 397 a. Bu kurumların karşılaştırmalı
incelemesi, bütün Malay, Endonezya ve Polinezya uygarlık
alanına genişletilebilir. Tek zorluk kurumu tanımaktadır.
Mesela, Brunei Devleti'nde (Borneo) s oylular, daha sonra
yüksek faizle ve yıllar boyunca karşılığı ödenen kumaşlar
94 1 A R M A G A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

Verme zorunluluğu da daha önemsiz değildir; bunun


incelenmesi insanların nasıl değiş tokuş yapar hale gel­
diğini anlamamızı sağlayabilir. Yalnızca birkaç olguyu
belirtebiliriz. Vermeyi reddetmek, 1 davet etmeyi ihmal
etmek, aynı şekilde almayı reddetmek,2 savaş ilanıyla
denktir; ittifakı ve c emaati3 reddetmektir bu. Bunun dı-

hediye ederek ticaret yaptıkları Bisayalardan bu suretle ver­


gi alırlardı; Spencer Saint-John bunu "zorunlu ticaret" adıy­
la tasvir eder. (Life in the forests of the far East, c . II, s. 42) .
Hata şuradan kaynaklanmaktadır; uygarlaşmış Malayların
kendileri de, kendilerinden daha az uygarlaşmış ve artık hiç
anlamadıkları kardeşlerinin bir adetinden faydalanıyorlar­
dı. Bu türden bütün Endonezya olgularını sıralamayacağız.
(bkz. daha ileride, Kruyt, Koopen in Midden Celebes adlı ça­
lışmanın raporları) .
Savaş dansına davet etmeyi ihmal etmek, Güney adasında
puha adı verilen bir günah, bir hatadır. H. T. De C roisille s ,
Short Traditions of the South Island, JPS, c. X, s . 76 (not: ta­
hua, gift offood) .
Maori konuk ağırlama ritüeli şunları içerir: konuğun reddet­
memesi ama aynı zamanda istekte de bulunmaması gereken
bir davet olduğunda; konuk, etrafına bakmaksızın misafir
olacağı eve (kastlara göre değişir) doğru gitmelidir; ev sahibi
ona olabildiğince çabuk bir yemek hazırlatmalı ve alçakgö­
nüllülükle yemeğe katılmalıdır; yabancı ayrılırken yolluk ni­
teliğinde bir hediye alır (Tregear, Maori R ace, s. 29), bkz. daha
ileride bunun tıpkısı olan Hindu konuk ağırlama ayinleri.
Aslında iki kural, gerektirdikleri karşıt ve uyumlu yükümlü­
lükler gibi, ayrılmaz biçimde birbirine karışır. B u karışımı
ifade eden bir atas özü vardır: Taylar (Te ika a maui, s. 1 32,
atasözü no 60) bunu yaklaşık olarak şöyle çevirir: "When raw
it is seen, when cooked, it is taken. " "(Yabancıların gelmesini
bekleyip) piştiğinde onlarla p aylaşmak zorunda kalacağına,
bir yiyeceği yarı pişmiş yemek daha iyidir."
Efsaneye göre Reis Hekemaru (Maru'nun hata s ı ) , yabancı
köy tarafından görüldüğü ve kabul edildiği zamanlar hariç
"yiyecek" almayı reddediyordu. Kafilesi fark edilmeden geç­
tiğinde, onun ve maiyetinin geri dönüp yiyecek p aylaşmasını
rica etmek üzere ulak yolladıklarında, şöyle cevap veriyordu:
"yiyecek ardım sıra takip etmez." Bununla şunu demek isti-
D E G İ Ş T O K U Ş E D İ L E N A R MAGAN LAR 1 95

şında, insanlar verir çünkü buna zorunludurlar, çünkü


armağan alanın, armağan verene ait olan her şey üzerin­
de bir tür mülkiyet hakkı vardır. 1 Bu mülkiyet, tinsel bir
bağ gibi ifade ve tasavvur edilir. Aynı şekilde Avustral­
ya'da, avının bütün ürününü kayınbabasıyla kaynanası­
na borçlu olan damat, onların tek bir nefesinin yediğini
zehirleyeceği korkusuyla onların karşısında hiçbir şey
yiyemez.2 Yukarıda, Samoa'da anne tarafından yeğen ta­
onga'nın bu türden hakları olduğunu ve bunların Fiji'de
anne tarafından yeğenin (vasu) sahip olduğu haklarla
karşılaştırılabileceğini gördük.3

yordu; "kafasının kutsal ardına" (yani köy civarını geçtikten


s onra) sunulan yiyecek onu verenler için tehlikeli olacaktır.
B uradan şu atasözü çıkmıştır: "Yiyecek Hekemaru'yu ardı
sıra takip etmez" (Tregear, Maori Race, s. 79) .
Turhoe kabilesinde Elsdon Best'e (Maori Mythology, JPS, c.
VIII, s . 1 1 3) bu mitoloji ve hukuk ilkelerinin yorumunu yap ­
mışlardır. "Ünlü bir reisin bir ülkeyi ziyaret etmesi gerektiği
zaman, ' onun mana'sı ondan önce gider.' Yörenin insanları iyi
yiyecek elde etmek için avlanmaya ve balık tutmaya koyulur­
lar. Hiçbir şey yakalayamazlar; 'çünkü mana'mız önden gitti, '
bütün hayvanları, bütün balıkları görünmez kıldı; 'mana'mız
onları uzaklaştırdı' . . . vs." (Bunu, yiyecekleri ins anlardan uzak
tutan don ve kar, Whai riri (suya karşı işlenen günah) hak­
kında bir açıklama izler.) Bu biraz müphem yorum, üyeleri
başka klandan bir reisi karşılamak için gerekeni yapmayan
bir avcılar hapu'sunun topraklarının ne durumda olacağını
tasvir eder aslında. Bir "kaipapa yani yiyeceğe karşı bir hata"
işlemiş olmalılardı ve bu yüzden ürünleri ve av hayvanları ve
balıkları, kendilerine ait yiyecekleri yok olmuştu.
Ör. Arunta, Unmatjera, Kaitish, - Spencer ve Gillen, Northern
Tribes of Central Australia , s. 6 1 0.
Vasu hakkında özellikle bkz. Williams'ın eski belgesi, Fiji
and the Fijians, 1 858, c. I, s . 34 vd krş . Steinmetz, Entwi­
cklung der Strafe, c. II, s. 24 1 vd. Bu anne tarafından yeğen
hakkının yalnızca ailevi ortaklıkta karşılığı vardır. Ancak di­
ğer hakların, mesela evlenme yoluyla akrabalığın ve genel­
likle "meşru hırsızlık" denen şeyin getirdiği hakların tas av­
vurunu s ağlar.
96 1 A R M AG A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

Bütün bunlarda, sunmak v e almak hak v e vazife­


lerine tekabül eden bir tüketme ve geri verme hakla­
rı ve vazifeleri dizisi vardır. Ama her şeyden önce or­
tada, belirli bir ölçüde ruhun p arçası olan şeyler ile
kendilerini b elirli bir ölçüde şeyler gibi gören bireyler
ve gruplar arasında bir tinsel b ağlar karışımı olduğu
kavranırs a, simetrik ve karşı haklar ve vazifelerin bu
dar karışımı çelişkili gözükmez.
Bütün bu kurumlar yalnızca bir olguyu , bir toplum­
sal düzeni, b elirli bir zihniyeti ifade eder: gıda, kadın­
lar, çocuklar, mallar, tılsımlar, toprak, çalışma, hiz­
metler, ruhani görevler ve rütbeler, her şey, aktarıma
ve teslime konu olur. Şeyleri ve ins anları içeren tins el
bir maddenin sürekli değiş tokuşu varmışçasına, her
ş ey, klanlar ve bireyler arasında gidip gelir, zümreler,
cinsiyetler ve kuşaklar arasında yeniden p aylaştırılır.

iV
TESPİT
insanlara Verilen Hediye ve Tanrılara Verilen Hediye
Bu hediyeler iktisadı ve ahlakında dördüncü bir tema
daha rol oynar; tanrılara ve doğaya niyet ederek ins an­
lara verilen hediyeler. Bunun önemini ortaya çıkarmak
için gereken genel incelemeyi yapmadık. Üstelik eli­
mizdeki olgular, kendimizi sınırlandırdığımız alanlara
ait değil. S onuçta, hala iyi anlayamadığımız mitolojik
unsur, bir s oyutlama yap abilmemiz için fazlasıyla güç­
lü. Dolayısıyla kendimizi birkaç bildirimle sınırlıyoruz .
Kuzeydoğu Sibirya'nın bütün toplumlarında1 ve

Bkz . Bogora s , The C hukchee (Jesup North Pacific Expediti­


on; Mem. of the American Museum of Natural History, New
York) , c . VII. Hediye verme, alma, geri verme ve konuk ağırl a-
D E G i Ş T O K U Ş E D İ LE N A R M AGAN LA R 1 97

batı Alaska E skimolarıyla 1 B ering Boğazı'nın Asya kı­


yılarındaki E s kimolarda potlaç,2 yalnızca cömertlik
yarışındaki ins anlar üzerinde değil, yalnızca oraya

ma zorunlulukları, deniz kıyısındaki Chukchee'lerde, Renne


C hukchee'lerine göre daha belirgindir. Bkz. Social Organiza­
tion, a .g.e. , s. 634, 637. Krş . Kurban kuralı ve rengeyiği kesi­
mi. Din, a .g.e. , c. II, s. 3 7 5 : davet etme vazifesi, konuğun iste­
diğini talep etme hakkı, konuğun hediye verme zorunluluğu.
Verme zorunluluğu teması tamamıyla E skimol ara aittir. Bkz .
şu çalışmamız, Variations saisonnieres des Societes eskimo,
s . 1 2 1 . Son yayımlanan E skimo derl emelerinden birinde hala
cömertliği öğreten bu tür masallar bulunur. Hawkes , The
Labrador E skimis (Can. Geological Survey, Anthropological
Series), s. 1 59 .
Alaska Eskimolarının şenliklerini, E skimo unsurlarıyla Kı ­
zılderili p otl a ç'ından ö dünçlerin bir bileşimi olarak değer­
lendirmiştik (Variations saisonnieres dans les Societes eski­
mo, A nnee Sociologique, c . IX, s. 1 2 1 ) . Ancak bizim yazdığımız
dönemden bu yana, ileride göreceğimiz üzere, C hukchee'ler­
de ve Sibirya Koryak'larında da, aynen hediye adeti gibi pot­
laç da olduğu ortaya çıktı . Sonuç itib ariyle ö dünçlerin kay­
nağı Amerika Kızılderilileri yerine bunlar da olabilir. Ayrıca
S auvageot'nun (Journal des Americanistes, 1 924) E skimo
dilinin Asyalı kökenleri hakkındaki güzel ve makul hipotez­
lerini de hesaba katmak gerekir; bu hipotezler, arkeologlarla
antropologların, E skimoların ve E s kimo uygarlığının köken­
leri hakkındaki en sağlam fikirlerini teyit eder. Nihayetinde
her şey, batı E s kimolarının, doğu ve orta Eskimolarına göre
dejenere olmak bir yana, dilbilimsel ve etnolojik olarak kök­
lerine daha yakın olduklarını ortaya koymaktadır. Thalbitzer
bunu ispatlamış görünüyor.
Bu şartlar altında daha kesin konuşmak ve doğu E skimo­
larında potlaç olduğunu ve potlaç'ın onlarda çok eski ta­
rihlerden beri yerleşik olduğunu s öylemek gerekir. Batıdaki
kutlamalara özgü ve bir kısmının Kızılderili kökenli olduğu
gayet açık olan totemler ve masklar kalıy'Jr geriye; sonuçta
s eb ebini doğudaki E skimo toplumlarının azalmasına dayan­
dırmadığımızda, Arktik Amerika'nın doğu ve orta bölgelerin­
de E skimo potla ç'ının ortadan kaybolmasını pek iyi açıkla­
yamıyoruz.
98 1 A R M AG A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

devrettikleri ya da orada tükettikleri şeyler üzerinde


değil , orada hazır bulunan, oraya iştirak eden ve insan­
ların adlarını taşıdıkları ölülerin ruhları üzerinde de,
ayrıca doğa üzerinde de bir etki yaratır. Ruhların ada­
şı "name- s akes" olan insanlar arasındaki hediye değiş
tokuşu, ölülerin ruhlarını, tanrıları, şeyleri , hayvanla­
rı , doğayı "onlara karşı cömert" 1 olmaya teşvik eder.
Hediye değiş tokuşunun z enginliği bollaştırdığı açık­
l aması yapılır. Nelson2 ve Porter,3 bize bu şenliklerin ve
bunların ölüler üzerindeki, Eskimoların avladıkları av
hayvanları, b alinalar ve b alıklar üzerindeki etkilerinin
iyi b ir tasvirini vermişlerdir. İngiliz avcılarının diliyle
bunlara "Asking Festival,"4 "Inviting in festival" isimle­
ri verilir.
Bu şenlikler genellikle kış köylerinin sınırlarını aşar.
Bu E skimolar hakkındaki yeni çalışmalardan birinde,
doğa üzerindeki bu etki özellikle vurgulanmıştır. 5

Hall, Life with the Esquimaux, c. II, s . 320. Bu ifadenin Alas­


ka potlaç'ı üzerindeki gözlemlerle ilgili olarak değil, ortak­
laşa kış şenlikleri ve hediye değiş tokuşundan b aşka bir ş ey
bilmeyen orta bölge E skimolarıyla ilgili olarak bize ulaşmış
olması s on derece dikkate ş ayandır. Fikrin po tlaç kurumu­
nun sınırlarını aştığını ispatlar bu.
E skimo s about B ehring Straits, XVIIIth Ann. Rep. of the Bur.
Of A m . Eth n . , s . 303 vd.
Porter, Alaskan, XIth Census, s. 1 3 8 ve 1 4 1 ve özellikle Wran­
gell, Statistische Ergebnisse, vs, s. 1 32 .
Nelson, Krş . Hawkes'de "asking stick," The Inviting-in Fe­
ast of the Alaskan Eskimos, Geological Survey. Memoire 45.
An thropological Series, II, s . 7.
Hawkes, a.y. , s . 7 ; s . 3; s . 9 , bu şenliklerden birinin tasviri:
Malemiut'a karşı Unalaklit. Bu karmaşık durumun en karak­
teristik özelliklerinde biri , ilk günkü bir dizi komik yüküm­
lülük ve burada verilen hediyelerdir. Diğerini güldürmeyi
başaran kabile, ondan istediği her şeyi talep edebilir. En iyi
dansçılar değerli hediyeler alırlar, s. 1 2 , 1 3 , 1 4. B u , mitoloji­
de epey yaygın olan bir temanın -kıskanç ruhun güldüğünde
D E G İ Ş T O K U Ş E D İ LE N A R MAGAN LAR 1 99

H atta Asya E skimoları, bir tür mekanik düzenek icat


etmişlerdir; her türlü ihtiyaç maddesiyle donanmış b ir
çark, tepesine denizaygırı kafası yerleştirilirmiş olan
bir tür yağlı direğin üzerine takılır. Direğin bu kısmı,
eksenini oluşturduğu tören çadırının üzerinden çıkar.
Bir b aşka çark yardımıyla çadırın içinden kullanılan
direk, güneşin hareketi yönünde döndürülür. Bütün bu
temaların birleşimi daha iyi ifade edilemezdi. 1
Bunun, Kuz eydoğu Sibirya'nın en uç b ölgelerinde
yaş ayan C hukchee'lerde2 de Koryak' larda da potlaç ol­
duğu açıktır. Ancak uzun "Thanksgiving C eremonie"ler3
esnasındaki bu zorunlu ve gönüllü armağan, hediye
değiş tokuşu, daha çok deniz kıyısında yaş ayan C huk­
chee'lerde görülür; onların komşuları olan, biraz önce
sözünü ettiğimiz Asya E s kimoları Yuit'lerde de böyle­
dir. Kışın çok s ayıda yapılan bu şükran törenleri , bütün
evlerde birbiri ardına tekrarlanır. Kurban şöleninden

sakladığı şeyi salıvermesi- ritüel temsilinin çok net ve çok


nadir (yalnızca Avustralya ve Amerika'da bunun başka ör­
neklerini biliyorum) bir örneğidir.
"Inviting in Festival" ayini zaten, angekok'un (şaman ) , mas­
kesini taşıdığı insan ruhlarına "inua," ziyarette bulunmasıy­
la s on bulur, bunlar danslardan memnun kaldıklarını ve av
eti yollayacaklarını bildirirler. Krş . foklara verilen hediyeler.
Jennes, Life of the Copper Eskimos, Rep. of the Can . A rtic
Exped . , 1 92 2 , c. XII, s. 1 78 , n . 2.
Hediye hukukuyla ilgili diğer temalar da çok gelişmiştir, me­
s ela rei s , "naskuk," ne kadar nadir olursa olsun hiçbir he­
diyeyi ya da yemeği reddetmek hakkına sahip değildir, aksi
takdirde ilelebet gözden düşer, Hawkes, a.g. e. , s. 9.
Hawkes, Dene'lerin (Anvik) C hapman (Congres des America­
nistes de O uebec, 1 907, c. II) tarafından tasvir edilen şenlik­
lerini Kızılderililerin E skimolardan bir ödüncü olarak değer­
lendirmekte (s. 1 9) kesinlikle haklıdır.
Bkz. şekil, Chukchee, c. VII (II), s. 403 .
B ogoras, a.g. e. , s . 399-40 1 .
Jochelson, The Koryak, Jesup North Pacific Expedition, c . VI,
s. 64.
1 00 1 A R MAGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

artanlar denize atılır ya da rüzgara saçılır; geldikleri


yurtlara geri dönerler ve kendileriyle b irlikte, gelecek
yıl geri dönecek olan öldürülmüş av h ayvanlarını da
götürürler. Jochelson, Koryak'larda da b enzer şenlikler
olduğundan söz eder, ama b alina şenliği hariç bunlara
katılmamıştır. 1 Koryak'larda kurban sisteminin çok ge­
lişmiş olduğu gayet açıktır.2
Bogoras,3 haklı olarak bu adetlerle Rus "Koliada" -
sı arasında yakınlık kurar: maskeli çocuklar evden eve
dolaş arak yumurta, un isterler ve kimse onları reddet­
meye ces aret edemez . Bunun bir Avrupa adeti olduğu
malumdur.4
Bu anlaşma ve değiş tokuşların insanlar arasındaki
b ağlantıları ve bu anlaşma ve değiş tokuşların insan­
larla tanrılar arasındaki b ağlantıları Kurban teorisinin
bütün bir yönünü aydınlatır. Özellikle ins anlar arasın­
da sözleşmeye dayalı ve iktisadi ritüellerin gerçekleş ­
tiği bu toplumlarda bunları mükemmelen anlarız, ama
bu insanlar maskeli ve çoğu z aman şamanistik enkar­
nasyonlardır ve adını taşıdıkları ruh tarafından ele ge­
çirilmişlerdir: bunlar aslında yalnızca ruhların temsil­
cileri olarak hareket ederler. 5 O halde bu değiş tokuşlar
ve bu sözleşmeler, yalnızca ins anları ve şeyleri değil,
onlarla az ya da çok bütünleşmiş olan kuts al varlıkları

A .g.e. , s. 90.
Krş. s. 98 "This for Thee."
Chukchee, s . 400.
Bu tür adetler hakkında bkz. Frazer, Golden Bough ( 3 . baskı ) ,
c. III, s . 78-85, s . 9 1 vd; c. X, s . 1 69 v d . Bkz. daha ileri s i .
Tlingit potlaç'ı hakkında bkz . d a h a ileride s . 1 95 vd. B u özel ­
lik bütün Kuzeybatı Amerika potlaç'ının temel u n surudur.
Bununla birlikte fazla göze çarpmaz, çünkü ritüel , doğa üze­
rindeki etkisinin ruhlar üzerindeki etkisinden daha belirgin
olması için fazla totemistiktir. Özellikle Bering B oğazı'nda,
Saint-Lawrence Adasında Chukchee'lerle Eskimolar arasın­
da yapılan potlaç'ta bu özellik daha nettir.
D E G I Ş TOKUŞ E D İ L E N A R MAGAN LAR 1 1 01

da girdaplarına alırlar. 1 Haida ve Eskimo potlaç'ı şek­


lindeki iki türden biri olan Tlingit potlaç'ının durumu
tam olarak budur.
Dönüşüm gayet doğaldı. İnsanların anlaşmak zo­
runda kaldıkları ve tanımı gereği onlarla anlaşmak
için orada olan ilk varlık gruplarından b iri, her ş eyden
önce, ölülerin ruhları ve tanrılardı. Gerçekten de ş eyle­
rin ve dünya mallarının gerçek s ahibi onlardı.2 En ge­
rekli olan onlarla değiş tokuş yapmaktı ve en tehlikeli
olan onlarla değiş tokuş yapmamaktı. Buna karşılık,
en kolay ve en güvenli değiş tokuş onlarla yapılandı .
Adak sunma amacıyla yok etme, zorunlu olarak geri
verilecek bir b ağıştır. Kuzeybatı Amerika ve Kuzeydoğu
Asya'daki bütün potlaç biçimlerinde bu yok etme te­
ması vardır.3 Kölelerin öldürülmesi, değerli yağların
yakılması, b akırların denize atılması, hatta s oyluların

Bkz. bir potlaç miti, B ogora s , Chukchee Mythology, s. 1 4, 1 .


2 . İki ş aman arasında şöyle bir diyalog geçer: "What will you
answer" [C evabın ne olacak] yani "give as return p resent"
[karşı armağan olarak ver] . Bu diyalog bir kavgayla biter;
s onra iki ş aman aralarında anlaşırlar; sihirli bıçaklarını ve
s ihirli kolyelerini değiş tokuş ederler, s onra ruhlarını ( sihirli
yardımcılarını) , nihayet bedenlerini (s. 1 5 , 1 . 2 . ) . Fakat uçuş ­
larını v e yere inişlerini tam anlamıyla başaramazlar; çünkü
bileziklerini ve "tassel"lerini , "my guide in motion" [benim
yol göstericim hareket halindedir] değiş tokuş etmeyi unut­
muşlardır: s. 16 1 . 1 0 . S onunda dönüşlerini tamamlarlar. Bü­
tün bu ş eylerin ruhun kendis iyle aynı ruhs al değere sahip
oldukları , ruh oldukları görülür.
Bkz. Jochels on, Koryak Religion, Jesup. Exped . , c. VI, s. 30.
Ruhların dansıyla (kış törenlerinin şamanizmi) ilgili bir
Kwakiutl ş arkısı bu temayı yorumlar.
Bize her şeyi öbür dünyadan gönderiyorsunuz, ruhlar! duy­
gularını ins anlardan çekip alanlar. Aç olduğumuzu duymuş­
tunuz, ruhlar! ... Sizden çok şey al acağız ! vs.
Boas, Secret Societies and Social Organization of the Kwaki­
utl Indians, s . 483 .
Bkz. Davy, Foi juree, s . 224 vd v e daha ileride bkz. s . 20 1 .
1 02 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

evlerinin ateşe verilmesi yalnızca gücü, zenginliği ve


çıkarsızlığı göstermek için değildir. Aynı zamanda da
yaşayan enkarnasyonlarıyla, isimlerini taşıyanlarla,
inisiye olmuş müttefikleriyle aslında karışmış olan
ruhlara ve tanrılara adak sunmak içindir.
Ama bu insan desteğine ihtiyacı olmayan ve b elki de
potlaç'ın kendisi kadar eski olabilec ek b aşka bir tema
daha ortaya çıkmaktadır: tanrılardan satın almak ge­
rektiğine ve tanrıların, şeylerin p ahasını geri vermeyi
bildiklerine inanılır. Bu fikir, belki de hiçbir yerde, Sele­
bes Toraca'larında olduğu kadar tipik bir şekilde ifade
edilmez. Kruyt ş öyle der: 1 "mal sahibi, ruhlardan ken­
disinin" ama gerçekte "onların" olan mallar üzerinde
b azı eylemler gerçekleştirme hakkını "s atın almalı" dır.
"Kendi" ağacını kesmeden önce, hatta "kendi" toprağını
sürmeden, "kendi" evinin direğini dikmeden önce tan­
rılara b edelini ödemelidir. Hatta Toraca'ların gündelik
ve ticari göreneklerinde2 satınalma kavramı son derece
az gelişmiş görünürken, ruhlardan ve tanrılardan s atı­
n alma kavramı bilakis son derece sağlamdır.
Malinowski , biraz sonra anlatacağımız değiş tokuş
biçimleri konusunda, Trobriand'dakiyle benzer türde
olgulara dikkat çeker. Kötü bir ruhu, bir "tauvau"yu,
ona ait bir ceset bulduklarında (yılan ya da kara yen­
geci) , ona bu vayg u 'a'lardan, kula değiş tokuşlarında
kullanılan bu değerli nesnelerden birini, -süsleme, tıl­
sım, aynı zamanda zenginliği- sunmak suretiyle büyü­
ler ve bertaraf ederler. Bu armağanın, bu ruhun ruhu
üzerinde doğrudan bir etkisi vardır. 3 Diğer yandan, mi­
la-mila4 şenlikleri yani ölülerin şerefine yapılan potlaç

Koopen in midden Celebes. Meded . d. Konink. A ka d . v. Wet . ,


Afd. letterk. 5 6 ; seri B, n o 5 , s . 1 63- 1 68, s . 1 58 v e 1 59 .
A .g.e. , alıntının 3 . ve 5 . sayfaları.
Argona uts of the Western Pacific, s. 5 1 1 .
4
A .g.e. , s . 7 2 , 1 84.
D E G İ Ş T O K U Ş E D İ L E N A R M AGAN LAR 1 1 03

esnasında, iki çeşit vaygu 'a, kula vayg u 'a'ları ve ilk


kez 1 Malinowski 'nin "daimi vayg u 'a'lar" olarak adlan­
dırdıkları , reisinkinin aynısı olan bir platform üzerin­
de sergilenir ve ruhlara sunulur. Bu onların ruhlarını
hoşnut eder. Bu değerli ş eylerin gölgelerini ölüler diya­
rına2 götürürler; orada da ölüler, tantanalı bir kula'dan
dönen yaş ayan insanların yarıştığı gibi zenginlik yarı­
şı yapmaktadır. 3
Yalnızca bir teorisyen değil, s ahada yaş amış değerli
bir gözlemci de olan Van O s s enbruggen, bu kurumların
bir b aşka özelliğini fark etmiştir.4 İns anlara ve tanrı­
lara sunulan armağanların bir amacı da birbirleriyle
b arış ortamını kazanmaktır. B öylece kötü ruhlar, daha
genel anlamda, kişileşmiş olmas a bile kötü etkiler
uzaklaştırılır. Ç ünkü bir ins anın laneti, kıskanç ruh­
ların içinize girmesini , sizi öldürmesini , kötü etkilerin
harekete geçmesini s ağlar ve insanlara karşı yapılan
hatalar, suçluyu uğursuz ruhlar ve şeyler karşısında
zayıf düşürür. Van O s s enbruggen, özellikle Ç in'de dü­
ğün alaylarının para atmasını ve hatta nişanlıyı almak
için ö denen p arayı bu şekilde yorumlar. Bu, kendisin-

S . 5 1 2 (zorunlu değiş tokuşa konu olmayanlar) . Krş . B alama,


Spirits of the Dead, Jour. of the Royal Anthropological Insti­
tute, 1 9 1 7 .
Bir Maori miti olan Te Kanava, Grey, Polyn. Myth. , E d. Rout­
ledge, s. 2 1 3 , ruhların, perilerin, kendi onurlarına s ergilenen
pounamu'ların (yeşimtaşları vs) (diğer bir deyişle taonga)
gölgesini nasıl aldıklarını anlatır. Mangaia'nın tamamen
aynısı olan b ir mit, Wyatt Gill, Myths and Songs from the
South Pacific, s. 2 5 7 , kırmızı s edef dairelerden kolyeler hak­
kında aynı şeyi ve bunların nasıl, güzel Manap a'nın teveccü­
hünü kazandığını anlatır.
S. 5 1 3 . Malinowski, Tlingit ve Haida potlaç'larıyla tamamen
aynı olan bu o lguların yeniliğini biraz abartır, Arg . , s. 5 1 0 vd.
Het Primtieve Denken, voorn. in Pokkengebruiken . . . Bijdr.
ta t de Taal-, Land-, en Volkenk. v. Nederl. Indie, c. 7 1 , s. 245
ve 246 .
1 04 \ ARMA(jAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

den itib aren bütün b i r olgular zincirinin açığa çıkaca­


ğı ilginç bir öneridir. 1
Burada, kurban aktinin tarihine ve teorisine nasıl
giriş yapılabileceğini görüyoruz. Kurban akti, sözünü
ettiğimiz türden kurumları gerektirir ve buna karşılık,
bunları mükemmelen gerçekleştirir; zira veren ve geri
veren tanrılar, küçük bir ş eyin yerine büyük bir şey
vermek için buradadırlar.
Aktin iki gösterişli ifadesinin -Latincede do ut des ,
S anskritçe dadami se, dehi m e - 2 dini metinlerde d e
muhafaza edilmiş olması b elki de tamamen tesadüf
değildir.

Diğer tespit, sadaka: Daha s onra, hukuk sistemleri­


nin ve dinlerin gelişimi içinde, ins anlar bir kere daha
tanrıların ve ölülerin temsilcisi olarak ortaya çıkarlar,
aslında bunu hiç b ırakmamışlardır. Mesela Sudan Ha­
us alarında, " Gine buğdayı" olgunlaştığında sıtma ya­
yılır; bu sıtmadan s akınmanın tek yolu, fakirlere bu
buğdaydan hediye vermektir.3 Aynı Hausalarda (bu kez
Trablusgarp 'takilerde) , Büyük Dua (B aban Salla) esna­
s ında çocuklar (Akdenizlilerin ve Avrupalıların ade­
ti) evleri ziyaret ederler: "Girmeli miyim? . . . " "Ey uzun
kulaklı tavşan ! " diye cevap verilir, "bir kemik karşılı-

C rawley, Mystic R ose, s . 386, daha önce bu tür bir hip otez
dile getirmişti ve Westermarck sorunu sezip i spata girişmiş ­
ti. Özellikle bkz . History of Huma n Marriage, 2. baskı, c . I, s .
3 94 vd. Fakat aslında, durumu iyi görememişti . Ç ünkü top­
l am yükümlülükler sistemini en gelişmiş potlaç s i stemiyle
bir tutmuştu; oys aki bütün bu değiş tokuşlar, özellikle de
kadınların değiş tokuşu ve evlilik bu potlaç sistemin yalnız­
ca bir p arçasıdır. Eşlere verilen armağanlarla teminat altına
alınan evliliğin verimliliği hakkında bkz . daha ileri s i .
Vajasaneyisamhita, b k z . Hubert v e Maus s, E s sai s u r l e Sacri­
fice, s . 1 05 (A nnee Sac. , c . II) .
Tremearne, Haussa Superstitions and Customs, 1 9 1 3 , s . 5 5 .
D E G İ Ş T O K U Ş E D İ L E N A R M AG A N LA R 1 1 05

ğında hizmet alınır." (Fakir, z enginler için çalışmaktan


mutludur. ) ç-ocuklara ve fakirlere verilen bu armağan­
lar ölüleri hoşnut eder. 1 B elki Haus alardaki bu a detler
Müslüman kökenlidir2 ya da Müslüman, zenci ve aynı
z amanda Avrup alı ve B erberi kökenlidir.
Her halükarda, burada nasıl, bir sadaka teorisinin
ortaya çıkmaya başladığı görülüyor. Sadaka bir yandan,
armağanın ve servetin3 ahlaki bir kavrayışının meyve­
sidir, diğer yandan kurban kavramının meyvesidir. C ö ­
mertlik zorunludur, çünkü Nemesis , fakirlerin v e tanrı­
ların intikamını, b azı insanların, kurtulmaları gereken
mutluluk ve zenginlik fazlalığından alır: bu, adalet il­
kesi haline gelmiş kadim armağan ahlakıdır. Tanrılar
ve ruhlar, onlara verilen ve gereksiz adak törenlerinde
tahrip edilen p aylarının fakirlere ve çocuklara verilme­
sini onaylarlar.4 Burada Samilerin ahlaki fikirler tari­
hini anlatıyoruz. Arapçadaki sadaka,5 köken itibariyle,
aynen İbranicedeki zedaqa gibi, yalnızca adalet demek­
tir; zamanla bugünkü anlamıyla sadakaya dönüşmüş­
tür. Hatta, daha sonra Hıristiyanlık ve İslamla birlikte
dünya çapına ulaşan hayır ve sadaka öğretisinin ortaya
çıkışının, Kudüs'te "Fakirler"in zaferiyle , mişnaik dö­
nemle aynı zamana denk geldiğini söyleyebiliriz. İşte bu

Tremearne, The Ban of the Bari, 1 9 1 5, s . 2 3 9 .


Robertson Smith, Religion of t h e Semites, s . 283 . "Fakirler
Tanrı mis afiridir. "
Madagaskar Betsimisarakaları, iki reisten birinin kendine
ait olan her şeyi dağıttığını, diğerinin hiçbir şey dağıtma­
yıp her şeyi s akladığını anlatırlar. Tanrı s erveti cömert olana
verdi ve cimriyi harap etti. (Grandidier, Ethnographie de Ma­
dagascar, c. II, s . 67, n . a . ) .
S a daka, cömertlik v e eliaçıklık kavramları hakkında bkz.
Westermarck, Origin and Development of Moral Ideas, I, böl.
XXIII, olgular derlemesi.
S adakanın bugün hala geçerli olan büyülü değeri için daha
ileriye bkz.
1 06 \ A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

dönemde zedaqa kelimesi anlam değiştirir, zira Kutsal


Kitap'ta s adaka anlamına gelmez .
Ama biz asıl konumuza geri dönelim: armağan ve
geri verme zorunluluğu.

Bu b elgeler ve yoruml ar, s adece yerel bir etnografik ya­


rar getirmez . Bu veriler bir karşılaştırmayla genişleye­
bilir ve derinleşebilir.
Potlaç kurumunun tamamı 1 değilse bile, p o tlaç 'ın
temel unsurları2 Polinezya'da aynı şekilde yer alır; her

B ugünkü Polinezya toplumlarında bu kurumun bulunmadığı


varsayılsa da, Polinezyalıların göçlerinin içinde erittiği ya
da yerini al dığı uygarlıklarda ve topluml arda var olmuş ol­
ması mümkündür ve Polinezyalılarda, göçlerinden önce bu
kurumun bulunuyor olması da mümkündür. Elbette bu kuru­
mun bu bölgenin bir bölümünde ortadan kalkmış olmasının
bir s ebebi var. O da şu ki, klanlar neredeyse bütün adalarda
kesin bir hiyerarşi içine girdiler ve hatta bir monarşi etra­
fında toplandılar; dolayısıyla po tla ç'ın temel şartlarından
biri ortadan kalktı: reislerin rekabeti s onucu anlık olarak
belirlenecek hiyerarşinin değişkenliği. Aynı şekilde, Maori­
lerde diğer bütün adalardan daha fazla bunun izine (belki de
ikinci oluşumun) rastlıyorsak, bunun s ebebi reisliğin orada
kesin olarak yeniden kurulmuş olmas ı ve münferit klanların
orada rakip haline gelmiş olmalarıdır.
S amoa'daki Malenezya ya da Amerikan tipi zenginlik tahribi
içi bkz . Kramer, Samoa Inseln, c. I. s. 375. Bkz. indeks , ifoga
maddesi. Maori muru'su, yani malların hata s ebebiyle tah­
ribi bu bakış açısıyl a da incelenebilir. Madagaskar'da Lo­
hateny'lerin ilişkileri de aynı şekilde, eski p o tla ç'ın izlerini
taşır; kendi aralarında ticaret yapmak zorundadırlar, birbir­
l erine hakaret edebilirler, birbirlerinin evlerinde birbirleri­
ne zarar verebilirler. Bkz. Grandidier, Ethnographie de Ma­
dagascar, c . II, s. 1 3 1 ve s. 1 32 - 1 33 'deki notlar.
Bütün bir literatürü yeniden okumak gibi bir çalışmayı tekrar
yapamadık. Ancak araştırma tamamlandıktan sonra ortaya
çıkan sorular oluyor. Fakat etnograflar tarafından birbirin­
den ayrılmış olgu sistemlerinin yeniden düzenlenmesiyle,
Polinezya po t la ç ının daha başka önemli özelliklerinin bu-
'
D E G İ Ş T O K U Ş E D İ LE N A R M A G A N LA R 1 1 07

halükarda armağan değiş tokuşu orada da kuraldır.


Ancak yalnızca Maorilere ya da duruma göre Polinez ­
yalılara ait olsaydı, bu � ukuk temasının altını çizmek
salt alimlik olurdu. Konunun yerini değiştirelim. En
azından geri verme zorunluluğu'nun b a şka bir geni ş ­
leme alanı olduğunu gösterebiliriz. Aynı ş ekilde, diğer
zorunlulukların genişleme alanlarını da b elirteceğiz
ve bu açıklamanın birçok b aşka toplum grupları için
de geçerli olduğunu isp atlayacağız .

lunacağından kuşkumuz yok. Mesela, Polinezya'daki yiyecek


sergileme şenliği olan hakari'lerde, (bkz. Tregear, Maori Race,
s . 1 1 3) Koita Melanezyalılarının aynı adı taşıyan, aynı şenlik­
leri hekarai 'lerdekiyle tamamıyla aynı sergileme şekli, aynı
iskeleler, aynı yığma şekli, aynı yiyecek dağıtımı söz konusu­
dur. Bkz. Seligmann, The Melanesians, s. 1 4 1 - 1 45 ve resimler.
Hakari hakkında ayrıca bkz. Taylar, Te ika a Maui, s. 1 3; Yeats ,
A n account of New Zealand, 1 83 5 , s . 1 3 9. Krş . Tregear, Maori
Compara tive Dic. , Hakari maddesi . Krş . Grey'de geçen bir mit
(Grey, Poly. Myth. , s. 2 1 3 ( 1 855 baskısı) , s. 1 89 (Routledge po­
püler baskısı) ) , Maru hakari'sini, savaş tanrısını tasvir eder;
armağan alanların törenle seçimi, Yeni Kaledonya, Fiji ve Yeni
Gine şenliklerindekiyle tıpatıp aynıdır. Çevirebildiğim kada­
rıyla, bir ş arkının içinde geçen, bir hikairo (yiyecek dağıtımı)
için Umu taonga (taonga fırını) oluşturan bir konuşma (sir E .
Grey, Konga Moteatea, Mythology and Traditions, i n New-Ze­
aland, 1 853, s . 1 3 2) şöyle: (2. kıta) :
Şu taraftan taonga'larımı ver bana
Tao nga 'larımı ver bana, ki yığın yapayım onları
Toprağa doğru yığın yapayım
Denize doğru yığın yap ayım
Vs Doğuya doğru

Taonga' larımı ver bana.

Birinci kıta muhakkak taştan t aonga 'lara göndermede bu­


lunuyor. Tao nga kavramının bu yiyecek şenliği ritüelinin ne
ölçüde ayrılmaz bir p arçası olduğunu görüyoruz. Krş. Per­
cy Smith, Wars of the Northern against the Southern Tribe s ,
JPS, c. VIII, s . 1 56 (Hakari de T e Toka) .
İ Kİ NC İ BÖLÜM

BU SİSTEMİN GENİŞLEMESİ
CÖMERTLİK, ŞEREF, PARA

CÖMERTLİGİN KURALLARI . ANDAMAN ADALARI*


Öncelikle Peder S chmidt' e göre en ilkel ins anlar olan
Pigmelerde de bu adetlerin olduğunu b elirtelim. 1

NOT: Buradaki ve devamındaki bütün olgular, aralarındaki


bağlantıyı incelemek amacında olmadığımız, oldukça çeşitli
etnografik bölgelerden alınmıştır. E tnolojik bir bakış açısına
göre , bir Pasifik uygarlığının varlığı hiçbir şekilde şüphe gö­
türmez ve mesela Melanezya potlaç'ıyla Amerika potlaç'ının
ortak özelliklerini, aynı şekilde kuzey Asya potlaç'ıyla kuzey
Amerika potlaç'ının kimliğini kısmen açıklar. Fakat diğer
yandan , Pigmelerdeki bu başlangıçlar epey olağandışıdır.
Daha s onra sözünü edeceğimiz Hint-Avrupa potlaç'ının iz­
l eri de bundan aşağı kalır değildir. Dolayısıyla kurumların
göçleri hakkındaki bütün moda görüşlerden kendimizi s akı­
nacağız. Bizim durumumuzda ö dünçten söz etmek ç ok kolay
ve çok tehlikelidir, b ağımsız buluşlardan söz etmek de daha
az tehlikeli değildir. Üstelik bizim ortaya koyduğumuz bütün
her şey, bugünkü kısıtlı bilgilerimizin ya da cahilliklerimizin
s onucudur. Şimdilik, bir hukuk temasının niteliğini ve çok
geniş dağılımını göstermekle yetinelim; bundan tarih yaz­
mak, yapabilirlerse , başkalarına kalsın.
Die Stellung der Pygmiienvölker, 1 9 1 0 . Biz bu noktada Sch­
midt ile aynı fikirde değiliz. Bkz . A nnee Sac. , c. XII, s. 6 5 vd .
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 09

Brown 1 906'dan bu yana Andamanlar (Kuzey adası)


arasında bu türden olguları inceledi ve yerel gruplar
arasındaki konukseverliğe ve ziyaretlere -şenlikler, gö­
nüllü ya da zorunlu değiş tokuşlara hizmet eden fu­
arlar- (aşıboyası ticareti ve orman ürünlerine karşılık
deniz ürünleri, vs) dair mükemmel ifadelerle bunları
tasvir etti: "Bu değiş tokuşların önemine rağmen, yerel
grup ve aile, b aşka durumlarda , aletlerle vs yetinmeyi
bildikleri için, bu hediyeler ticaretle ve daha gelişmiş
toplumlardaki değiş tokuşla aynı amac a hizmet etmez .
Amaç, h e r ş eyden önce manevidir, bundan maksat,
oyunun içindeki iki kişi arasında dostça bir duygu ya­
ratmaktır, eğer yapılan bu etkiyi yaratmamış s a her şey
boşa gitmiş demektir " 1 . . .

"Hiç kimsenin sunulan b i r hediyeyi reddetme özgür­


lüğü yoktur. Herkes , erkekler ve kadınlar, cömertlikte
birbirlerinin önüne geçmeye çalışırlar. En çok ve değerli
hediyeyi kimin verebileceği konusunda bir tür rekabet
vardı. "2 Hediyeler evliliği damgalar, iki ebeveyn çifti ara­
sında bir hısımlık oluşturur. Her iki "taraf'a da aynı ma­
hiyeti verir ve bu mahiyetin özdeşliği bundan böyle, iki
hısım grubunun, nişanlılığın ilk anından son günlerine
kadar, birbirlerini görmesini, birbirleriyle konuşmasını
tabu haline getirecek -ancak sürekli hediye değiş tokuş
etmelerine izin verecek- yasakla kendini gösterir. 3
Gerçekteyse bu yas ak, karşılıklı olarak bu türden
alacaklılarla bu türden borçlular arasındaki mahremi-

A ndaman Islanders, 1 92 2 , s . 8 3 : "Her ne kadar nesnelere he­


diye olarak bakılıyor idiyse de, eşit değerde bir şeyler almak
b eklenirdi, verilen hediye beklentiyi karşılamazsa öfke du­
yulurdu."
A .g.e. , s . 7 3 , 81; Brown daha s onra, sözleşmeye dayalı bu fa­
aliyet durumunun ne kadar i stikrarsız olduğunu, çoğunlukla
bunları gidermek amacında olsa da, nasıl ani dalaşmalara
s ebebiyet verdiğini gözlemler.
A .g.e.
11O 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

yeti v e korkuyu ifade eder. Bunu b i r ilke olarak e l e alır­


s ak, şu gerçeği de gösterir: mahremiyeti ve eşzamanlı
uzaklaşmayı açıklayan aynı tabu, aynı anda "kaplum­
b ağ a yeme ve domuz yeme" törenlerinden 1 geçen ve
aynı şekilde hayatları boyunca hediye değiş tokuşuna
mecbur olan, her iki cinsiyetten gençler arasında da
yerleşmiştir. Avustralya'da da bu türden olgulara rast­
lanır. 2 Brown ayrıca, uzun ayrılıkların ardından karşı ­
laşma, kucaklaşma, gözyaşlarıyla selamlaşma ayinle­
rine dikkat çeker ve b unlarda hediye değiş tokuşlarının
nasıl eş değer olduğunu3 ve duygularla insanların nasıl
işin içine karıştığını gösterir.4
E sasen bütün bunlar karışımlardır. Ruhlar ş eylerin
içine karıştırılır; şeyler ruhların içine karıştırılır. Ha­
yatlar karıştırılır ve böylece karışan kişiler ve ş eyler
kendi çevrelerinden çıkar ve b irbirlerine karışırlar:
s özleşme ve değiş tokuş tam olarak budur.

il
ARMAGAN D E G İ Ş TOKUŞLARI N I N İLKELERİ ,
SEBEPLERİ VE YOG U N LU G U (MELANEZYA)
Melanezya halkları potlaç'ı Polinezyalılardan ya daha
iyi muhafaza etmişler ya da daha iyi geliştirmişlerdir.

A .g.e.
Bu olgu, gerçekten de, Narrinyerri 'lerde ngia-ngia mpe'lerin
kalduke ilişkileriyle ve Dieri'lerde Yutchin 'lerle karşılaştırı­
labilir; bu ilişkilere daha s onra geri döneceğiz.
A .g.e.
4
A .g.e. Brown, bu cemaat gösterilerinin, duygu özdeşlikleri­
nin, bunların gösterilmesinin hem zorunlu hem serb e s t nite­
liğinin mükemmel bir sosyolojik teorisini verir. Burada, daha
önce dikkat çekmiş olduğumuz, zaten bununla bağlantılı
başka bir s orun vardır: Duyguların zorunlu ifa desi, Jo urnal
de Psychologie, 1 92 1 .
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 111

Ama bu bizim konumuz değil . Her halükarda, bütün


bu armağanlar sistemini ve bu değiş tokuş b içimini,
hem Polinezyalılardan daha iyi muhafaza etmiş , hem
de geliştirmişlerdir. Ve p ara kavramı 1 onlarda Polinez­
ya'ya nispetle çok daha net olarak ortaya çıktığı için,
bir yönüyle sistem karmaşıklaşmış ama aynı z amanda
b elirginleşmiştir.

Yeni Kaledonya - Yeni Kaledonyalılara dair Leenhar­


dt' ın topladığı karakteristik b elgelerde, yalnızca açık­
lamak istediğimiz fikirlere değil, aynı zamanda onların
ifadesine de yeniden rastlıyoruz. Leenhardt, pilou-pi­
lou'yu ve şenlik sistemini, hediyeleri, p ara da dahil2
her türlü yükümlülüğü tasvire başlamıştır, ki bunları
potlaç olarak nitelendirmekte tereddüt etmemek gere­
kir. Çığırtkanın tumturaklı nutuklarındaki hukuk söz­
leri tamamıyla tipiktir. Yine ş ölenin tatlı p atatesleri­
nin3 törensel sunuluşu esnasında çığırtkan ş öyle der:
"Wi . . . 'lerde, vs , b izim karşılaşmamış olduğumuz eski
pilou 'lar vars a , bu tatlı p atates hemen oraya koşar, ay­
nen z amanında benzer bir tatlı p atatesin onlardan bize
geldiği gibi . . . "4 Geri gelen bu şeyin kendisidir. Aynı
konuşmanın daha sonrasında, "bu yiyecek p aylarının
üzerine, eylemlerinin etkisinin ve güçlerinin inmesine"
izin veren, ataların ruhlarıdır. "Yapmış olduğunuz eyle -

Polinezya için p ara meselesinin yeniden e l e alınması iyi


olurdu. E lla'nın Samoa hasırları hakkındaki alıntısı. Büyük
baltalar, yeşimtaşları, tiki'ler, ispermeçet balinası dişleri de,
birçok denizkabuğu ve kristaller gibi p ara olarak kullanılı­
yordu şüphesiz.
La Monnaie neo-caledonienne, R evue d 'Ethnographie, 1 92 2 ,
s . 328, özellikle cenaze s onrası p aralar v e prensiple ilgili ola­
rak s . 332. La Fete du Pilou en Nouvelle-C aledonie, A nthro­
pologie, s . 226 vd.
A .g.e., s . 236-237; krş . s. 250 ve 2 5 1 .
S. 247; krş . s . 250-2 5 1 .
112 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

nı i n s onucu bugün ortaya çıkıyor. B ütün kuş aklar onun


ağzında göründü. " Bu hak bağlantıs ını tasvir etmenin
aynı derecede etkili b ir başka yolu da şudur: "Şenlikle­
rimiz, tek bir söz, tek bir çatı yapmak için, s amandan
dam p arçalarını birleştirmeye yarayan b ir tığın hare­
ketleridir. " ' Geri gelenler aynı ş eylerdir, geçirilen aynı
ipliktir.2 B aşka yazarlar da bu olguları b elirtirler.3

Trobriand Melanez dünyasının diğer ucunda, Yeni


-

Kaledonyalılarınkine denk, gayet gelişmiş bir sistem


vardır. Trobriand Adaları' nın s akinleri, bu ırkların en
uygarları arasındadır. Avrupalıların gelişinden önce
çanak çömlek, denizkabuğundan p ara , taş b alta ve de­
ğerli eşya imalatçıları , bugünse z engin inci avcıları
olan Trobriandlılar, her zaman iyi tüccarlar ve gözü pek
denizciler olmuşlardır. Malinowski, onları İason'un
yoldaşlarıyla karşılaştırarak, onlara şu gerçekten isa-

Pilo u, s . 263. Krş . Mo nnaie, s . 3 3 2 .


Bu ifade, Polinezya'nın hukuki s embolizmine a i t görünmek­
tedir. Mangaia Adaları'nda barı ş , tanrıların ve klanların bir
araya geldiği, "sıkıca bağlanmış" bir çatı altında "üstü sıkı­
ca kapalı bir ev" şeklinde s embolleştirilir. Wyatt Gill, Myths
and Songs of the South Pacific, s. 294.
Le Pere Lambert, Moeurs des Sauvages neo-caledoniens,
1 900, çok s ayıda potlaç tasvir eder: 1 856 yılına ait bir tane,
s . 1 1 9; cenaze şenlikleri dizisi, s . 234-235; bir ikinci defin
potlaç'ı, s. 240-246; Lambert, mağlup bir reisin tahkirinin
hatta göç edişinin, geri verilmemiş bir hediyenin ve potlaç'ın
müeyyidesi olduğunu kavramıştır, s. 53; "her hediyenin kar­
şılık o larak bir b aşka hediye talep ettiğini" anlamıştır, s. 1 1 6;
Fransızcadaki "karşılık" [un retour] popüler deyiminden ya ­
rarlanır: "nizami karşılık"[retour reglementaire] , "karşılık­
lar" zenginlerin kulübelerinde s ergilenir, s. 1 25 . Ziyaret hedi­
yeleri zorunludur. Bunlar evliliğin şartıdır, s. 1 0 , 9 3 - 94; geri
alınamazlar ve özellikle birinci dereceden kuzen olan ben­
gam' a "karşılıkları misliyle verilir," s . 2 1 5 . Hediyelerin dansı
olan trianda, s. 1 58 , dikkate değer bir ş ekilcilik, ritüelcilik
ve harmanlanmış hukuki estetik vakasıdır.
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 13

b etli adı vermiştir: "B atı Pasifik'in Argonotları . " Betim­


leyici sosyolojinin en iyi örneklerinden biri olan ve bizi
ilgilendiren konuya odaklanan kitabında Malinowski,
kula adını taşıyan, 1 bütün bir kabileler arası ve kabi­
leler içi ticaret sistemini bize tasvir eder. Aynı hukuk
ve iktis at ilkelerinin yönettiği bütün kurumların tasvi­
rini hala b ekliyoruz: evlilik, ölüler şenliği, inisiasyon,
vs , s onuç olarak bizim vereceğimiz tasvir henüz eğreti
olacaktır. Anc ak olgular esas ve aşikardır.2
Kula, bir tür büyük p o t la ç'tır; büyük çapta bir kabi­
leler arası ticaretin hareketini sağlayarak bütün Trob­
riand Adaları'na, E ntrecasteaux Adaları ile Amphlett

Bkz. Kula, Man, Temmuz 1 920, no 5 1 , s. 90 vd; A rgonauts of


the Western Pacific, Londre s , 1 92 2 . B aşka şekilde belirtilme­
diği sürece, bu kısımdaki bütün referanslar bu kitaba aittir.
B ununla birlikte Malinowski , tasvir ettiği olguların yenili­
ğini ab artır, s . 5 1 3 ve 5 1 5 . Öncelikle, kula aslında, Melanez­
ya'da çok yaygın türdeki , kabilelerarası bir po tlaç'tan başka
bir ş ey değildir ve Peder Lambert'in tasvir ettiği , Yeni Kale­
donya'daki s eferler ve Fijililerin büyük Olo- Olo s eferleri vs
de bunun p arçasıdır. Bkz. Mau s s , Extension du potlatch en
Melanesie, Proces-verbaux de l 'IFA, Anthropologie içinde,
1 920. B ana öyle geliyor ki kula kelimesinin anlamı, aynı tür­
deki başka kelimelerin anlamına bağlanıyor, mesela ulu-ulu.
Bkz. Rivers , History of the Melanesian Society, c. II, s. 4 1 5
v e 485, c . I, s . 1 60. Ama kula bile bazı taraflarıyla , Ameri­
kan potlaç'ına nispetle daha az karakteristiktir, çünkü İngi­
liz Kolombiyası kıyısına göre a dalar daha küçük, toplumlar
daha fakir ve daha güçsüzdür. İngiliz Kolombiyası'nda kabi­
lelerarası potlaç'ın bütün özellikleri bulunur. Hatta gerçek
uluslararas ı potlaç'lara da rastlanır; mesela: Tlingit'e karşı
Haida (Sitka aslında ortak bir şehirdir ve Nass Irmağı bir
daimi karşılaşma yeridir); B ellacoola'ya karşı, Heiltsuq'a
karşı Kwakiutl; Ç immesyan'a karşı Haida, vs; bu z aten eş­
yanın tabiatında vardır: değiş tokuş biçimleri normal o larak
yayılabilirdir ve uluslararasıdır; şüphesiz burada olduğu
gibi başka yerlerde de, eşit derecede zengin ve eşit derecede
denize yakın bu kabileler arasındaki ticaret yollarını hem ta­
kip etmiş hem de açmışlardır.
114 \ A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

Adaları'nın b i r kısmına yayılır. B ütün b u topraklarda


bütün kabileleri dolaylı olarak, b azı büyük kabileleri
de doğrudan doğruya ilgilendirir: Amphlettler'de Dobu,
Trobriandlar'da Kiriwina, Sinaketa ve Kitava, Wood­
lark Adasında ise Vakuta kabileleri . Malinowski, mu­
hakkak ki çember anlamına gelen kelimenin çevirisini
vermiyor. Gerçekten de bütün bu kabileler, bu deniz se­
ferleri , bu değerli eşyalar ve bu kullanım nesneleri, bu
yiyecekler ve bu şenlikler, ayinle ve cinsellikle ilgili her
türden bu hizmetler, bu erkekler ve bu kadınlar, sanki
bir çembere 1 alınmışlardı ve bu çemberin çevresinde
ve z amanın ve uzanım içinde, düzenli bir hareketi ta­
kip ediyorlardı .
Kula ticareti s oylu sınıfların işidir.2 Bu ticaretin
reislere özgü olduğu anlaşılmaktadır, bunlar hem fi­
loların, kanoların reisleridir, hem tüccardırlar, hem
kendi vasallarından, aynı zamanda tebaaları da olan
çocuklarından, kayınbiraderlerinden armağan alırlar
ve aynı zamanda çeşitli feodal köylerin reisleridirler.
Kula ticareti s oylu bir ş ekilde, görünüşte tamamıy­
la çıkarsızca ve tevazu içinde kendini gösterir.3 Kula,
Gimwali adı verilen, ticaret mallarının b asit iktis adi
değiş tokuşundan özenle ayrılır.4 Gimwali, kula dışın­
da, kabilelerarası kula birlikleri olan ilkel, büyük fuar­
larda ya da kabile içi küçük kula pazarlarında uygula­
nır: gimwali, her iki tarafın kıran kırana pazarlığıyla
diğerinden ayrılır, bu kula 'ya yakışmaz bir davranış­
tır. Kula'yı gereken ruh yüceliğiyle yürütmeyen b iri
hakkında, "gimwali gibi yürütüyor" denir. En azından

Malinowski "kula ring" ifadesini tercih eder.


A .g. e. , "noblesse oblige."
A .g.e. , değerli bir kolye verirken söylenen tevazu sözleri şöy­
ledir: "bugünkü yiyeceğimin kalanı, al onu; onu getirdim."
A .g.e. , Malinowski, s . 1 87 , tamamıyla didaktik biçimde ve Av­
rupalıların anlamasını sağlayabilmek için kula'yı, "ödemeli
(karşılıklı) törens el değiş tokuşlar" arasında sıralar; ödeme
sözü de değiş tokuş sözü de Avrup alılara aittir.
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 115

görünüşte kula, -aynen kuzeybatı Amerika potlaç'ı


gibi- b irilerinin vermesine, diğer birilerinin almasın a
dayanır; 1 b i r s eferinde armağan alanlar, gelecek sefe­
re armağan verenler olurlar. Kula'nın en eksiksiz, en
gösterişli, en gelişmi ş , en rekabetçi biçiminde,2 yani
büyük deniz s eferleri olan Uvalaku'larda bile kural,
değiş tokuş edecek hiçbir ş eye sahip olmaksızın hat­
ta verecek hiçbir şeye s ahip olmaksızın yola çıkmaktır,
yiyecek değiş tokuşu söz konusu olsa bile, istemekten
dahi uzak durulmalıdır. Yalnızca alıyor gibi görünmek­
ten üzüntü duyulur. Sonraki sene, ziyaretçi kabile, zi­
yaret ettiği kabilenin filosunu ağırladığında hediyeler
misliyle geri verilir.
Bu arada, en küçük çaplı kula'larda, deniz yolculu­
ğundan, gemi yüklerinin değiş tokuşu için yararlanılır;
soylular da b izzat ticaret yap arlar, zira bu seferlerde
çok s ayıda yerli grubu vardır; çok s ayıda eşya arzu,3
talep ve değiş tokuş edilir ve kula'ya ek olarak her tür­
den bağlantı da kurulur. Ama kula her zaman asıl he­
def ve bu ilişkilerin en önemli anı olarak kalır.
Armağan verme de çok gösterişli biçimler alır, alı­
nan ş ey hor görülür, ondan kaçınılır, ancak ayak dibine
atılır atılmaz alınır; armağan veren ab artılı bir teva­
zu gösterir:4 Hediyesini deniz kabuğu sesi eşliğinde
tantanayla getirdikten sonra yalnızca elinde kalmış
olanları verdiği için özür diler ve verilen ş eyi, rakibi
ve p artnerin ayağının dibine atar. 5 Bu esnada deniz ka-

Bkz. Primitive Economics of the Trobriand Islanders , Econo­


m ic Jou rnal, Mart 1 92 1 .
Tanarere ayini, s eferin ürünlerinin Muwa kumsalında sergi­
lenmesi, s. 3 74-3 7 5 , 3 9 1 . Krş . Dobu Uvalaku'su, s. 3 8 1 (20-2 1
nisan) . En güzel olanı yani en talihlisi, en iyi tüccar olanı
belirlenir.
Wawoyla ritüeli, s. 3 5 3 -3 54; wawoyla büyüsü, s. 360-363.
Bkz. daha yukarısı.
Bkz. baştaki resim ve levhaların fotoğrafları, bkz . daha ileri­
de s . 1 1 9 vd.
116 1 ARMAGAN Ü Z E R i N E D E N E M E

buğu v e çığırtkan, bu devredişin ulviliğini herkes e ilan


eder. Bütün bunlarda cömertlik, özgürlük ve özerklik,
aynı z amanda büyüklük gösterilmeye çalışılır. 1 Bunun­
la b irlikte, aslında bunlar zorunluluk, h atta şeyler üze­
rinden zorunluluk mekanizmalarıdır.
Bu değiş tokuş -bağışların esas nesnesi, bir tür p ara
olan vaygu 'a' lardır. 2 Bunun iki türü vardır: hayvan

İstisnai olarak, bu törelerin, Ethique d Nicomaque'ın


µEyaAorrprnna ve EAE8EpLa hakkındaki güzel paragraflarıyla
karşılaştırılabileceğini belirtelim.
PARA KAVRAMININ KULLANILMASINA DAİR İLKE NOTU:
Malinowski'nin itirazlarına rağmen (Primitive Currency,
Economic Journal, 1 923) bu terimi kullanmakta ısrar edi­
yoruz. Malinowski, istismar edilmesi durumuna karşı Se­
ligmann'ın nomenklatürüne daha baştan karşı çıkmış (Ar­
gonauts, s. 499, n. 2) ve bu nomenklatürü eleştirmişti . Ona
göre para kavramı yalnızca değiş tokuş aracı olarak değil,
fakat aynı z amanda değer ölçmek için bir ölçü birimi olarak
da kullanılan nesnelere özgüdür. Bu tür toplumlarda değer
kavramının kullanımı konusunda, Simiand da bana b enzer
itirazlarda bulundu. Bu iki bilimadamı kendi bakış açıların­
dan muhakkak ki haklılar; p ara ve değer kelimelerini dar an­
lamıyla anlıyorlar. Bu hesaba göre, ancak p ara varsa iktisadi
değer vardır ve ancak değerli şeyler, biriken zenginlikler ve
zenginlik iş aretleri reel olarak p araya çevriliyorsa; yani de­
ğeri tayin edilmiş , kişisellikten çıkartılmı ş , onu basan devlet
otoritesi hariç her türlü tüzel, kolektif ya d a gerçek kişiy­
le ilişkisi kesilmiş ise p ara vardır. Fakat bu şekilde ortaya
konan sorun , kelimenin kullanımına konması gereken keyfi
sınır .sorunudur. Benim fikrimce, bu ş ekilde ancak ikinci bir
p ara tipi tanımlanabilir: bizimki.
Altının, bronzun ve gümüşün p araya çevrildiği toplumlar­
dan önceki bütün toplumlarda, değiş tokuş ve ödeme aracı
olarak kullanılan başka şeyler de olmuştu; taşlar, denizka­
bukları ve özellikle değerli metaller. E trafımızdaki birçok
toplumda, aslında aynı sistem haia işliyor ve bizim tasvir
ettiğimiz de bu .
Bu değerli şeylerin, bizim ödeme aracı olarak kabul etme
alışkanlığında olduğumuz şeylerden farklı olduğu doğru.
Öncelikle , iktisadi niteliklerine, değerlerine ek olarak bunla -
B U S i STEM i N G E N i Ş L E M E S i 1 117

rın büyülü bir niteliği vardır ve her şeyden önce tılsımdırlar:


Rivers'in, Perry ve Jackson'ın dedikleri gibi bunlar "life gi­
vers"tır. Üstelik, bir toplumun içinde ve hatta toplumlar ara­
sında çok genel bir dolaşımları vardır; ama haia kişilere ya
da klanlara (ilk Roma p araları gentes tarafından basılmıştı) ,
eski s ahiplerinin kişiliğine ve tüzel varlıklar arasındaki geç­
miş anlaşmalara bağlıdırlar. Değerleri haia sübjektif ve kişi­
s eldir. Mesela Melanezya'da ipe geçirilmiş denizkabukların­
dan p aralar hala armağan verenin karışıyla ölçülür. Rivers ,
History of the Melanesian Society, c. II, s. 527; c. I, s . 64, 7 1 ,
1 0 1 , 1 60 vd. Ş u deyimi krş . Schulterfaden : Thurnwald, Forsc­
hungen, v s , c. III, s . 41 vd, c. I, s . 1 89 , bkz . 1 5; Hüftschnur, c. I,
s . 263, 1 . 6, vs. Bu kurumların başka önemli örneklerini de gö­
receğiz. Bu değerlerin hala değişken olduğu ve bir birim, bir
ölçü için gereken niteliğe s ahip olmadığı doğrudur: mesela
bunların fiyatı, kullanıldıkları işlemlerin sayısı ve büyüklü­
ğüyle artar ya da azalır. Malinowski , yolculukları sırasında
itibar kazanan Trobriand vaygu 'a'larıyla taç mücevherleri­
ni çok hoş bir şekilde karşılaştırır. Aynı şekilde, Kuzeybatı
Amerika'nın armalı bakırlarının ve S amoa hasırlarının her
potlaç'ta, her değiş tokuşta değerleri artar.
Fakat diğer yandan, iki b akış açısıyla, bu değerli şeyler bizim
toplumlarımızdaki parayla aynı işleve s ahip , dolayısıyla en
azından aynı tür içinde sınıflandırılmayı hak ediyor. Bunla­
rın bir s atın alma güçleri vardır ve bu güç hesaplanabilirdi.
Şu Amerikan "bakır"ına, şu kadar örtüyle ödeme yapılır; şu
vayg u 'a şu kadar s epet tatlı p atatese tekabül eder. Bu sayı ,
devlet otoritesince değil başka bir şekilde belirlenmiş olsa
da ve kula'lar ve potlaç'lar silsilesi içinde değişiklik göster­
se de bir sayı fikri vardır. Üstelik bu satın alma gücü gerçek­
ten de borçtan kurtarıcı niteliktedir. Her ne kadar yalnızca
belirli bireyler, klanlar ve kabileler arasında ve yalnızca or­
taklar arasında geçerli olsa da, daha az kamusal, daha az
resmi, daha az s abit değildir. Malinowski'nin arkadaşı Bru­
do, aynen onun gibi Trobriand'da uzun süre yaş amıştı ve inci
avcılarının ücretini Avrup a p arasıyla ya da sabit kurlu tica­
ret mallarıyla olduğu kadar vaygu 'a'larla da ödüyordu. Bir
sistemden diğerine geçiş herhangi bir s arsıntı olmaksızın
yaş andı, demek ki mümkündü. Armstrong, Trobriand'a kom­
şu Rossel Adasının p araları h akkında gayet net bildirimler-
118 1 ARMAGAN Ü ZE R İ N E D E N EM E

kabuğundan yontulup cilalanan v e önemli vesilelerle


sahipleri ya da onların akrabaları tarafından takılan
güzel bilezikler yani mwali'ler; kırmızı istiridye sede­
finden, maharetli Sinaketa oymacılarının işlediği kol­
yeler yani soulava'lar. Bunları kadınlar gösterişle ta­
karlar, 1 istisnai olarak da erkekler, mesela c an çekişme

de bulunur ve eğer hata varsa bizdekiyle aynı hata olduğun­


da ısrar eder. A unique monetary system, Econamic Jaurnal,
1 924 (bildiri taslağı) .
Bize göre ins anlık uzun süre, el yordamıyla arayışlar içinde
olmuştur. Öncelikle, ilk evrede, neredeyse tamamı büyülü ve
değerli b azı şeylerin kullanımla yok olmadığını bulmuştur
ve onlara satın alma gücü vermiştir; bkz. Mauss , Origines de
la notion de Monnaie, A nthropalagie, 1 9 1 4, !FA tutanakları.
(Bu sırada biz ancak p aranın uzak kökenini bulabilmiştik.)
Daha s onra, ikinci evrede, kabile içinde ve dışında bu şey­
lerin dolaşımını s ağlamayı başardıktan s onra ins anlık, bu
satın alma enstrümanlarının, zenginliklerin sayılmasının ve
dolaşımının aracı olarak kullanılabileceğini buldu. B u , bizim
tasvir etmekte olduğumuz dönemdir. Ve işte bu dönemden
itibaren, S ami toplumlarda epey eski bir çağda -ama b aşka
yerlerde belki o kadar eski değil- , üçüncü evrede, bu değerli
şeylerin gruplarla ve insanlarla ilgisini kesmek, onları değer
ölçüsünün , hatta rasyonel değils e bile evrensel ölçünün dai­
mi enstrümanları yapmak düşüncesi gelişti.
Dolayıs ıyla fikrimizce, bizimkileri önceleyen bir p ara formu
olmuştur. Kullanım nesnesi olanları , mesela Afrika'da ve As­
ya'da, bakırdan, demirden vs plakaları ve külçeleri s aymı­
yoruz bile; bizim antik toplumlarımızda ve bugünkü Afrika
toplumlarındaki s ürü hayvanlarını (bununla ilgili olarak
bkz. daha ileride s. 207 n. 1 ) da s aymıyoruz.
Bu son derece geniş sorunlarla ilgili olarak taraf tutmak zo­
runda kalmış olduğumuz için özür diliyoruz. Fakat bunlar
bizim konumuzu yakından ilgilendiriyor ve açık olmamız ge­
rekiyordu.
XIX. Levha. Anlaşılan, Kuzeybatı Amerika'daki "pren s e s "ler
gibi Trobriandlar'da da kadın ve başka bazı kişiler bir şekil­
de resmigeçit nesnelerini sergilemeye yarıyorlar . . . onl arı bu
şekilde "büyülemelerinden" bahsetmiyoruz bile. Krş . Thur­
nwald, Farsch. Salama Inseln, c. I, s. 1 38 , 1 5 9 , 1 92 , bkz. 7.
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 119

durumunda. 1 Ama normal ş artlarda bunlar biriktirilir.


Bunları elde bulundurmanın zevki için bunlara s ahip
olunur. Birinin üretimi , diğerinin avcılığı ve kuyumcu­
luğu , bu iki değiş tokuş ve itib ar nesnesinin ticareti,
daha laik ve kaba b aşka ticaretlerle b irlikte Trobriand­
lıların servet kaynağıdır.
Malinowski'ye göre bu vaygu 'a'lar, bir tür döngüsel
hareketle ilerler: m wali'ler yani bilezikler, düzenli ola­
rak b atıdan doğuya ulaşırlar, soulava'lar ise hep doğu­
dan b atıya yolculuk ederler. 2 Zıt yöndeki bu iki hareket,
bütün Trobriand, Entrecasteaux, Amphlett Adaları ile
tek tek adalar olan Woo dlark, Marshall B ennett, Tube ­
tube adaları, nihayet işlenmemiş bileziklerin geldiği
Yeni Gine'nin güneydoğu ucundaki kıyılar arasında
gerçekleştirilir. Burada bu ticaret, Yeni Gine'den (Gü­
ney Mas sim)3 gelen aynı nitelikteki ve Seligmann'ın
tasvir ettiği büyük seferlerle karşılaşır.
Prensipte bu zenginlik iş aretlerinin dolaşımı sürek­
li ve kesindir. Ne onları fazla uzun süre tutmalıdır, ne
yavaş davranmalıdır, ne onları elden çıkartmakta katı
olmalıdır,4 ne belirli bir manada -"bileziğin manasın­
da," "kolyenin manasında"- belirlenmiş p artnerler dı­
şında birisini bundan yararlandırmalı dır. 5 Bunlar bir
kula'dan diğerine kadar saklanmalıdır, s aklanabilir ve

Bkz. daha ilerisi.


Bkz. s . 82'deki harita. Krş . "Kul a," Man, 1 920, s . 1 0 1 . Mali­
nowski bu dolaşımın mitik sebeplerini ya da başka bir an­
lamını bulamadığını söyler. Bunları b elirlemek çok önemli
olacaktır. Ç ünkü eğer s ebep , bu nesnelerin mitik bir yolu
izleyerek belirli bir çıkış noktas ına geri dönme eğiliminde­
ki herhangi bir yöneliminde olsaydı, bu olgu, Polinezya'daki
Maori hau'su ile ş aşılacak şekilde birbirinin aynı olacaktı.
Bu uygarlık ve bu ticaret hakkında bkz . Seligmann, The Me­
lanesians of British New- Guinea, böl. XXXIII vd. Krş . Annee
Sociologique, c. XII, s . 3 74; A rgonauts, s . 96.
Dobu ins anları "kula'da katıdır," Arg. , s . 94.
A .g.e.
1 20 1 ARMAGAN Ü Z E R i N E D E N E M E

bütün camia, reislerinden b irinin elde ettiği bu vay­


gu 'a'larla gurur duyar. Hatta cenaze ş enliklerinin, bü­
yük s 'oi'lerin hazırlığında olduğu gibi, hep alıp hiçbir
şey vermemenin s erbest olduğu fırs atlar da vardır. 1
Bu yalnızca ş enlik verildiği sırada her ş eyi geri ver­
mek, her şeyi harcamak içindir. O halde, alınan hediye
üzerinden s ahip olunan bir mülkiyet söz konusudur.
Ama bu b elirli türde bir mülkiyettir. Bu mülkiyetin, biz
modernlerin b irbirinden özenle ayırdığımız her türden
hukuk ilkesine ait olduğu s öylenebilir. Mülkiyettir ve
temellüktür, rehindir ve kiralanan ş eydir, satılan ve sa­
tın alınan ve hatta tevdi edilen, havale edilen şeydir ve
ş artlı vasiyettir; çünkü başka biri için kullanmak ya da
üçüncü bir kişiye , "uzak partner"e, muri muri'ye2 dev­
retmek ş artıyla size verilmiştir. Malinowski'nin keş­
fettiği, yeniden bulduğu, gözlemlediği ve tasvir ettiği
iktis adi, hukuki ve ahlaki karmaşık bütün (complexus)
böyledir.
Bu kurumun ayrıca, mitik, dini ve büyülü yüzü de
vardır. Vaygu 'a'lar önemsiz ş eyler, b asit paralar değil­
dir. Bunların her birinin, en azından en pahalı olanla­
rının ve en çok arzu edilenlerinin ve aynı itibara sa­
hip b aşka nesnelerin3 her birinin bir adı,4 bir kişiliği,
bir hikayesi hatta romanı vardır. Öyle ki, bazı bireyler
onların adlarını alır. Bunların gerçek anlamda b irer
kült nesnesi olduğunu söylemek mümkün değildir, zira
Trobriandlılar kendi tarzlarında p o zitivisttirler. Fa­
kat mümtaz ve kutsal tabiatlarını takdir etmemek de

s. 502 , s. 492.
"Remote p artner" (muri muri, krş . muri Seligmann, Melane­
sians, s. 505, 752 ) , "partnerler" dizisinin en azından b ir kıs ­
mınca tanınır, aynen bizim banka temsilcileri gibi.
Bkz . tören nesneleri hakkındaki yerinde ve genel kap samda
yapılan gözlemler, s. 89 ve 90.
S. 504, çiftlerin isimleri, s . 89, s . 2 7 1 . Bkz. mit, s . 323: bir sou­
lava'dan söz etme biçiminin nasıl anlaşıldığı.
B U S i STE M İ N G E N İ Ş L E M E S i 1 1 21

mümkün değildir. Bunlara s ahip olmak, "kendi içinde


neşelendirici, kuvvetlendirici ve yatıştırıcıdır. " 1 S ahip ­
leri bunlara ellerler ve saatler b oyunca b akarlar. Basit
b ir temas, bundaki erdemlerin aktarılmasını sağlar.2
Vaygu 'a'ları ölmekte olan kişinin alnına , göğsüne ko­
yarlar, karnına sürerler, burnunun dibinde oynatırlar.
Bunlar ölmekte olan kişinin rahatlığını s ağlar.
Ama dahası da var. Sözleşmenin kendisinde de, vay­
gu 'a' ların bu niteliğinin etkileri hissedilir. Yalnızca
bileziklerle kolyeler değil, bütün mallar, süslemeler,
armalar, partnere ait olan her şey -kendine ait ruh­
la değilse de duyguyla- öylesine canlıdır ki, onlar da
sözleşmenin tarafı olurlar.3 Ç ok güzel bir ifade, "deniz­
kabuğunun büyüsü" ifadesi,4 "aday p artner"in talep et­
mesi ve alması gereken şeyleri canlandırdıktan sonra
büyülemeye, ona doğru sürüklemeye5 yarar.

s. 512.
S. 5 1 3 .
S. 340, yorum, s. 34 1 .
D enizkabuğunun kullanımı hakkında bkz. s . 340, 387 , 47 1 .
Krş . levha LXI. Denizkabuğu her uzlaşmada, birlikte yenen
yemeklerin her önemli anında, vs çalınan enstrümandır. De­
nizkabuğu kullanımının tarihi hakkında değilse bile yayıl­
ması hakkında bkz. Jackson, Pearls and Shells (Univ. Manc ­
hester Series, 1 92 1 ) .
Şenlikler v e sözleşmeler esnasında trompet ve davul kul ­
lanımına, siyahi (Gineliler ve B antular) , Asyalı, Amerikalı,
Hint-Avrupalı, vs top lumların çoğunda rastlanır. Bu adet,
burada incelediğimiz hukuk ve iktisat temasına bağlanır ve
kendisine ve tarihine ait ayrı bir incelemeyi hak eder.
S. 340 . Mwa nita, m wanita. Krş . i lk iki dizedeki (bizce 2. ve
3 . ) Kiriwina dilindeki metin, s. 448. Bu kelime, siyah halkalı
uzun solucanlara verilen addır, kırmızı istiridye disklerin­
den yapılan kolyeler bunlarla özdeşleştirilir, s. 34 1 . Bunu
çağırma-yakarma izler: "Birlikte oraya gelin. Sizi birlikte
oraya getireceğim. Birlikte buraya gelin. Sizi birlikte buraya
getireceğim. Gökkuşağı orada yükseliyor. Gökkuş ağını ora­
da yükselteceğim . Gökkuşağı burada yüks eliyor. Gökkuşağı-
1 22 1 ARMAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

[Bir coşkunluk1 alıyor p artnerimi,2]


Bir coşkunluk alıyor köpeğini ,
Bir co şkunluk alıyor kuş ağını,

Aynı minvalde şöyle devam ediyor: " . . . gwara'sını (hin­


distancevizi ve tembulle ilgili tabu) ;3 . . . bagido 'u kol­
yesini . . . ; . . . bagiriku kolyesini; . . . bagidudu kolyesi-
• 4 ,,
nı, vs.

nı burada yükselteceğim." Malinowski, yerlilere dayanarak


gökkuşağını basit b ir alamet olarak kabul eder. Ama bu s ede­
fin çeşitli yansımaları anlamına da geliyor olabilir. "Birlikte
b uraya gelin" ifadesi, sözleşmede bir araya toplanacak de­
ğerli şeylerle ilintilidir. "Bura" ve "ora" kelimeleriyle yapılan
kelime oyunu, b asit bir şekilde bir çeşit yapım eki olan m ve
w sesleriyle temsil edilmiştir; büyüde bunlar sıklıkla kulla­
nılır.
D aha sonra söze giriş bölümünün ikinci kısmı geliyor: "Ye­
gane adam b enim, yegane reis b enim, vs." Ancak bu b a şka
b akımlardan, özellikle potlaç b akımından ilginçtir.
Bu şekilde çevrilmiş o lan kelime , krş . s. 449, "itching" ya da
"state of excitement" anlamına gelen m wana ya da m wayna
kelimesinin reduplika syon şekli olan munumwaynise keli ­
mesidir.
B urada bu türden bir dize olması gerektiğini vars ayıyorum
çünkü Malinowski, büyünün bu temel kelimesinin, partneri
etkisi altına alan ve onun cömertçe hediyeler vermesini sağ­
layacak olan zihin durumunu ifade ettiğini açıkça söyler, s.
340.
Genellikle kula ve s 'oi yani cenaze şenlikleri için, gerekli yi­
yecekleri ve tembul cevizini, aynı şekilde değerli nesneleri
toplamak için zorunlu kılınır. Krş . s . 347 ve 350. Büyülenme
yiyeceklere yayılır.
Çeşitli kolye isimleri. Bunlar bu e serde incelenmemiştir. Bu
isimler, kolye anlamına gelen bagi ( s . 3 5 1 ) ile başka kelime­
lerden oluşmuştur. B unu diğer özel, aynı zamanda b üyülü
kolye isimleri izler.
Bu ifade, bir Sineketa kula'sı ifadesidir, orada kolye aranır
ve bilezik b ırakılır, yalnızca kolyelerden söz edilir. Aynı ifade
Kiriwina kula'sında da kullanılır; ancak bunda bilezik aran-
B U S İ ST E M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 23

Daha mi tik, 1 daha tuhaf fakat daha yaygın b ir b aşka


ifade, aynı fikri dile getirir. Kula p artnerinin yardıma
çağırdığı ve ona kolyeler (Kitava'da mwali) getirmesi
gereken yardımcı b ir hayvanı, bir timsahı vardır.
Tims ah düş üstüne , getir adamını, it onu gebo­
bo'nun (s andalın amb arı) altına .
Tims ah, getir b ana kolyeyi, getir b ana bagido'u'yu,
bagiriku'yu vs . . . .
Aynı ritüelin önceki bir ifadesinde bir yırtıcı kuş
yardıma çağrılır. 2
Ortakların ve sözleşme yapanların (Dobu'da ya da
Kitava'da, Kriwinalılara ait) sonuncu büyü ifadesinde
bir kıta3 vardır, ki bunun iki yorumunu vermiştik. Ritü­
el zaten çok uzundur; uzun uzun tekrarlanır; kula'nın
kara listeye aldığı her şeyi, yas aklanması gereken kin
ve s avaşla alakalı olan bütün her şeyi, dostlar arasında
b aşlangıç yap abilmek için sıralamak amacındadır.

dığından farklı bilezik çeşitlerinin isimleri zikredilir, ifade­


nin geri kalan kısmı aynı kalır.
İfadenin s onu da ilginçtir, ama bir kere daha söyleyelim,
yalnızca potlaç açısından: '"'Kula yapacağım" (ticaretimi ya­
pacağım) , kula'mı aldatacağım (partnerimi) . Kula'mı çala­
cağım, kula'mı yağmalayacağım, gemim batana kadar kula
yapacağım . . . Şöhretim gök gürlemesidir. Adımım yer sarsın­
tıs ı . " C ümlenin bitişi tuhaf bir şekilde Amerikanvari bir gö­
rünüm taşır. Salomonlar'dakine benzer. Bkz. daha ilerisi .
S. 344, yorum s. 345. İfadenin s onu biraz önce aktardığımızla
aynıdır: "'Kula' yapacağım", v s .
S . 343 . Krş. s . 449, dilbilgisi açısından yorumuyla birlikte ilk
dizenin metni.
S. 348. Bu kıta bir mısra dizisinin arkasından gelir (s. 347 ) .
"Hiddetin (aynen deniz gibi) çekiliyor Dobu'nun adamı." Son­
ra aynı dizi "Dobu'nun kadını" ile devam eder. Krş . daha ileri ­
s i . Dobu'nun kadınları tabudur, ancak Kiriwana'nın kadınla­
rı ziyaretçiler için fahişelik yap arlar. Büyülü sözlerin ikinci
kısmı da aynı şekildedir.
1 24 1 A R MA(jAN ÜZE R i N E D E N E M E

Hiddetin, burnundan s oluyan bir köpek,


Savaş b oyan, burnundan s oluyan bir köpek,
Vs.

Diğer yorumlar şöyle der: 1


Hiddetin, uslu köpek, vs.
ya da:
Med cezir gibi çekiliyor hiddetin, köpek oynuyor;
Med cezir gibi çekiliyor öfken, köpek oynuyor
Vs .

Bunu ş öyle anlamak lazım: "Hiddetin oyun oynayan


köpeğe dönüşüyor. " Burada aslolan, kalkıp s ahibinin
elini yalamaya gelen köpek metaforudur. Dobu kadını
bunu yapmaz s a erkeği yapmalıdır. S ofistike, skolasti ­
ğ i n içinden a m a yerli olduğu açık ikinci bir tercüme der
Malinowski, geri kalan hakkında b ildiklerimizle daha
iyi çakışan bir b aşka yorum getirir: "Köpekler burun
buruna oynuyor. Köpek kelimesini kullandığınız za­
man, uzun süredir s öylendiği gibi, aynı şekilde değerli
şeyler de (oynamaya) gelir. Bilezikler verdik, kolyeler
gelecek, bunlar birbirleriyle karşılaşacak (birbirlerini
koklamaya gelen köpekler gibi) . " İfade ve mesel gayet
ho ş . Kolektif duyguların bütün örgüsü bir kalemde ve­
riliyor: ortakların muhtemel kini, vaygu 'a'ların b üyüy­
le s on bulan tecridi; ins anlarla değerli şeylerin , oyna­
yan ve sese koşan köpekler gibi bir araya toplanması .
Bir başka s embolik ifade de, dişil semboller olan
m wali'ler yani bileziklerle eril semboller olan so ula­
va'ların yani kolyelerin evliliğidir; bunlar birbirlerine
meyleder, erkeğin kadına meylettiği gibi.2
Bu çeşitli metaforlar, Maorilerin mitik hukuk an­
layış ının b aşka terimlerle ifade ettiğinin tamamıyla

s. 348, 349.
S. 356, belki de burad a bir yönelme miti vardır.
B U S İ ST E M i N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 25

aynısını ifade eder. Bir kere daha s öylemek gerekirse ,


s osyolojik olarak bu, ş eylerin, değerlerin, s özleşmele­
rin, ifade edilmiş olan insanların bir karışımıdır. 1
Yazık ki bu işlemlerin tabi olduğu hukuk kuralını pek
iyi bilmiyoruz. Ya Malinovski'ye b ilgi veren Kiriwinalılar
bunun farkında değillerdi ve yanlış ifade ettiler; ya da
Trobriandlılar için s on derece açık olduğuna göre, bu da
yeni bir araştırmanın konusu olmalıydı. Elimizde yal­
nızca ayrıntılar var. Bir vaygu a nın ilk armağanı vaga
' '

"opening gift"2 adını taşır. Bu ilk armağan açılışı yapar,


armağan alanı kesin olarak bir karşı armağan yani yo ­
tile3 vermek zorunda bırakır, Malinowski bu kelimeyi
son derece isab etle "clinching gift" yani işlemi "perçinle­
yen armağan" olarak çevirmiştir. Bu son armağanın bir
başka adı da kudu'dur; ısıran, gerçekten kesen, ayıran
ve koparan diş .4 Bu zorunludur; mutlaka beklenir ve il­
kine eşdeğer olması gerekir; fırsat olursa kaba kuvvetle
ya da baskınla da alınabilir;5 gerektiği gibi karşılığı ve­
rilmemiş bir yotile'nin intikamı büyü ya da en azından
hakaret6 ve kin yoluyla alınabilir.7 Yotile'yi geri verebile-

Burada çoğunlukla Levy-Bruhl'un kullandığı terimden ya­


rarlanabilirdik: "katılım ." Ama bu terimin kökeninde kar­
maşalar, karışımlar ve özellikle hukuki özdeşleştirmeler, şu
anda tasvir etmeye çalıştığımız türden cemaatler vardır.
Biz burada p rensipleri ele alıyoruz, sonuçlara geçmek yara­
sız olacaktır.
S. 345 vd.
s . 98.
B elki bu kelimede, domuz dişinden eski p araya da gönderme
vardır, s. 3 5 3 .
Lebu adeti, s . 3 1 9 . Krş . Mit, s . 3 1 3 .
Şiddetli şikayet (injuria) , s . 3 5 7 (bu türdeki çok sayıda şarkı
için bkz. Thurnwald, Forsch . , I) .
S. 359. Meşhur bir vaygu 'a hakkında şöyle denir: "İnsanlar
onun uğruna öldü." Anlaşılan, en azından Dobu'daki vakada
(s. 356) yotile her zaman bir mwali yani işlemin dişil ilkesi
olan bileziktir: "We do not kwaypolu or pokala them, they
1 26 1 AR MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

cek durumda olmayan, gerekirse yalnızca deriyi "delen,"


ısırmayan, işi bitirmeyen bir basi hediye edebilir. Bu bir
tür bekleme hediyesidir, erteleme faizidir; armağan ver­
miş olan alacaklıyı yatıştırır; ama ileride armağan ver­
mesi gereken borçluyu 1 borcundan kurtarmaz. Bütün bu
ayrıntılar tuhaftır ve bu deyimlerle her şey çarpıcıdır;
fakat müeyyide yoktur. Acaba bu müeyyide tamamıyla
manevi2 ve büyüye dayalı mıdır? "Kula'da katı" olan kişi,
yalnızca hor görülür ve muhtemelen büyülenir mi? Sada­
katsiz partner b aşka şey de kaybetmez mi; asalet rütbe­
sini ya da en azından reisler arasındaki yerini? İşte hala
b ilinmesi gerekenler bunlardı.
Fakat diğer bir yandan bu sistem gayet tipiktir.
D aha ileride sözünü edeceğimiz eski C ermen hukuku
hariç, gözlemlerin ve tarihi, hukuki ve iktisadi b ilgile­
rimizin bugünkü durumunda, Malinowski'nin Trobri­
and'da bulduğundan daha net, daha tam, daha b ilinçli
ve diğer yandan, onu kayda geçiren gözlemci tarafın­
dan daha iyi anlaşılmış bir armağan- değiş tokuş pra­
tiğine rastlamak zordur.3
Bunun temel formu olan kula'nın kendisi de, a s ­
lında Trobriand Adaları'nın iktisadi v e sivil hayatının

are women. " Ancak D obu'da yalnızca bilezik aranır ve duru­


mun başka bir anlamı da olmayabilir.
Burada çeşitli ve birbirine karışmış birçok işlem sistemi ol­
duğu anlaşılmaktadır. Basi, kolye, krş . s . 98 ya da daha düşük
değerde bir bilezik olabilir. Ama kesin olarak kula o lmayan
başka nesneler de basi olarak verilebilir: aynı zamanda para
çeşitleri de olan kireç spatulalar (tembul için) , kaba kolyeler,
cilalanmış büyük baltalar (beku) , s. 3 5 8 , 48 1 , burada işin içi­
ne karışır.
s. 1 57 , 359.
Malinowski'nin kitabı d a , Thurnwald'ın kitabı da gerçek bir
sosyoloğun gözleminin üstünlüğünü gösteriyor. Zaten Thur­
nwald'ın Buin'de mamoko (c. III, s. 40, vs) üzerine, "Trost­
gabe" üzerine gözlemleri bu olgulardan bir kısmı için bize
rehberlik etmiştir.
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 27

bütününü kap s adığı anlaşılan geniş bir yükümlülükler


ve karşı-yükümlülükler sisteminin en gösterişli anın­
dan b aşka bir şey değildir. Özellikle de uluslararası
ve kabileler arası kula, bu hayatın en yüksek noktası
gibidir; şüphesiz ki varoluşun ve büyük seyahatlerin
amaçlarından biridir. Ama bunlara yalnızca reisler ve
denizci kabilelerin reisleri, hatta daha doğrusu bazı
denizci kabilelerin reisleri katılır. Kula yalnızca diğer
kurumları somutlaştırır, bir araya toplar.
Her ş eyden önce vaygu 'a değiş tokuşu kula esna­
sında, p azarlıktan ücrete, ısrardan salt nezakete, ek­
siksiz mis afirperverlikten geçiştirmeye ve utanmaya
giden son derece çeşitli bir gamdaki bir b aşka değiş
tokuşlar dizisi içine yerleşir. İlk olarak, tamamıyla tö ­
rensel ve rekabetçi olan1 tantanalı büyük seferler yani
uvalaku'lar hariç bütün kula'lar, sıradan değiş tokuş­
lar olan gimwali için fırs attır ve bu p artnerler arasın­
da olmak zorunda değildir.2 Daha dar birliklerin yanın­
da, müttefik kabilelerin bireyleri arasında bir s erbest
p azar vardır. İkinci olarak kula p artnerleri arasında,
kesintisiz bir zincir gibi, ek hediyeler verilir ve alınır
ve mecburi alışverişler olur. Kula için bunlar aynıdır.
Kula'nın oluşturduğu ve onun ilkesi olan3 ortaklık, "ta­
lepkarlar" tarafından ısrarla talep edilen bir ilk hedi­
yeyle, vaga ile başlar; bu ilk armağan için, bir dizi ilk
hediyeyle bir anlamda ö deme yapılan, henüz b ağımsız
müstakbel p artneri ayarlamaya çalışmak mümkündür.4

s. 21 1.
S. 1 89 . Krş . levha XXXVII. Krş . s . 1 00, "secondary trade."
Krş . s . 93.
B u hediyelerin wawoyla şeklinde genel bir isim taşıdıkları
anlaşılmaktadır, s. 353-354; krş . s. 360-36 1 . Müstakbel p art­
nerin sahip olabileceği bütün nesnelerin açıkça sıralandığı
ve "co şku"yla armağan vereni seçmesi gereken bir büyü ifa­
desindeki woyla, "kula courting" ile krş . , s. 439 . Bunu takip
eden hediye dizisi kesinlikle bunlar arasındandır.
1 28 1 ARMAG A N ÜZE R İ N E D E N EM E

Karşılık vayg u 'a'sı olan yotile'nin, yani 'perçin'nin geri


verileceğinden emin olunsa da, vaga'nın verileceğin­
den ve "talepkarların" kabul edileceğinden emin oluna­
maz. Bu hediye talep etme ve kabul etme biçimi b ir ku­
raldır; bu şekilde yapılan hediyelerin her birinin özel
bir a dı vardır; bunlar sunulmadan önce sergilenir; bu
durumda bunlar "pari"lerdir. 1 Diğerleri , sunulan nes ­
nenin soylu ve büyülü mahiyetine işaret eden bir ni­
telendirme taşır. 2 Fakat bu sunulanlardan birini kabul
etmek, oyuna girmeye -kalmaya değilse bile- hevesli
olduğunu göstermektir. Bu hediyelerin isimlerinden
bazıl arı , bunların kabulünün getirdiği hukuki duru­
mu ifade eder:3 bu kez mesele s onuçlandırılmış kabul
edilir; bu hediye normal ş artlarda yeterince kıymetli
bir ş eydir: mesela cilalı taştan büyük bir balta, b ali­
na kemiğinden bir kaşık. Bunu kabul etmek vaga'yı
yani arzulanan ilk armağanı vermeye gerçek anlamda
söz vermek demektir. Ama insan bunda hala yalnızca
yarı- partner durumundadır. S adece törensel gelenek
bunu tam olarak tamamlar. Bu armağanların önemi

En genel terim budur: "presentation goods," s. 43 9 , 205 ve


350. Vata 'i kelimesi, Dobulular tarafından verilen aynı hedi­
yeleri ifade eder. Krş . s . 39 1 . Bu "arrival gifts" şu ifadede sıra­
lanır: "kireçten çanağını, kaynıyor; kaşığım, kaynıyor; küçük
s epetim , kaynıyor, vs" ( aynı tema ve aynı ifadeler, s. 200) .
Bu genel isimler dışında, çeşitli ş artlar altındaki çeşitli he­
diyeler için özel isimler vardır. Sinaketalıların Dobu'ya getir­
dikleri (vice versa değil) yiyecek sunuları, çanak çömlekler,
hasırlar, vs pokala adını taş ır; bu, ücret, sunu vs anlamını
taşır. Gugu 'a'lar "personal belongings" da pokala'dır, s. 50 1 ,
krş . s . 3 1 3 , 270, birey müstakbel partnerini ayarlamaya ç alış ­
mak (pokapokala, s . 360) için buradan yola çıkar, krş . s . 369.
B u toplumlarda, kişisel kullanıma ait ş eylerle "properties"
yani aileye ve dolaşıma ait kalıcı şeyler arasında farka dair
çok keskin bir duygu vardır.
Ör. s. 3 1 3 , buna.
Ör. Kaributu'lar, s . 344 ve 358.
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 29

ve özelliği , yaklaşan s eferin muhtemel p artnerleri ara­


sında vuku bulan olağandışı rekabetten kaynaklanır.
Karşı kabileden, mümkün olan en iyi p artneri bulmaya
çalışırlar. Dava mühimdir: zira yaratılmaya çalışılan
birlik, p artnerler arasında bir tür klan oluşturur. 1 O
halde seçmek için ayartmak, göz boyamak gerekmekte­
dir. 2 Top lums al seviyeleri hesaba katarak,3 diğerlerin­
den daha önce hedefe ulaşmalıdır ya da diğerlerinden
daha iyi ulaşmalıdır. B öylelikle , doğal olarak en zengin
kişilere ait olan en zengin ş eylerin en fazla miktarda
değiş tokuşunu kışkırtmak gerekir. Yarış , rekabet, gös­
teriş yapma, azamet ve çıkar arayışı bütün bu eylemle­
rin altında yatan çeşitli güdülerdir.4
İşte varış armağanları; diğer armağanlar bunlara
karşılık verir ve bunlara denktir; bunlar ayrılış (Sina­
keta'da tala 'i denir) , 5 veda armağanlarıdır; varış arma­
ğanlarından her zaman daha üstündürler. Yükümlülük
ve artan oranda karşı-yükümlülük döngüsü, kula 'nın
yanında tamamlanmıştır.
Bu işlemler devam ettiği sürece, doğal olarak ko­
nuk ağırlama, yiyecek yükümlülükleri ve Sinaketa'da
kadınlarla6 ilgili yükümlülükler olmuştu. Nihayet, bü­
tün bu süre boyunca, her z aman düzenli olarak verilen

Malinowski'ye şöyle söylenir: "Partnerim hemşerim (kaka­


veyogu) gibidir. Bana karşı s avaşabilir. Gerçek akrabam (ve­
yogu) göbekbağı gibidir, hep benim tarafımda olacaktır" ( s .
276) .
Kula büyüsü olan mwasila bunu ifade eder.
Sefer reisl eriyle kano reisleri hazır bulunmaktadırlar.
Kas abwaybwayreta adlı eğlenceli bir mit, s. 342, bütün bu
dürtüleri bir araya toplar. Gumakarakedakeda adlı meşhur
kolyeyi kahramanın nasıl ele geçirdiği, bütün kula ortakla­
rını nasıl uzaklaştırdığı vs görülür. Ayrıca bkz. Takasikuna
miti , s. 307.
S. 390. Dobu'da, s . 362, 365, vs.
Sinaketa'da, D obu'da değil.
1 30 1 A R MAGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

b aşka ek armağanlar araya girer. Hatta b i z e öyle geli­


yor ki, bu korotumna'ların değiş tokuşu, taş b altalar1
ve kavisli domuz dişleri2 değiş tokuş edildiğinde, ku­
la'nın ilkel bir b içimini temsil eder.
Zaten bütün bu kabileler arası kula, bizim anla­
dığımız anlamda, yalnızca daha genel bir sistemin en
gösterişli, en dramatik, abartılı durumudur. Kabilenin
kendisini bir bütün olarak, kendi sınırlarının, hatta çı­
karlarının ve haklarının dar çemberinden çıkarır; ama
normal olarak içeride, klanlar, köyler aynı türden b ağlar­
la bağlanmıştır. Bu kez evlerinden çıkanlar, birbirlerini
ziyaret edenler, ticaret yapanlar ve birbirleriyle evle­
nenler yalnızca yerel gruplar ve onların reisleridir. Belki
de bu, artık kula olarak adlandırılmaz. Bununla birlikte,
Malinowski, "deniz kula'sı"nın tersine, haklı olarak "iç
kula" dan ve reisi değiş tokuş nesneleriyle donatan "kula
cemaatleri"nden bahseder. Fakat bu durumlarda gerçek
anlamıyla potlaç'tan bahsetmek abartılı olmaz . Mesela
cenaze şenlikleri yani s 'oi3 için Kiriwinalıların Kitava'ya
ziyaretleri vaygu 'a'ların değiş tokuşundan b aşka şeyler
de içerir; bunlarda bir tür yalandan saldırı (youlawa­
da) ,4 domuzların ve tatlı patateslerin sergilenmesiyle
birlikte bir yiyecek dağıtımı görülür.
Diğer yandan, vaygu 'a'lar ve bütün bu nesneler, her
zaman reislerin bizzat kendileri tarafından elde edilmiş,
üretilmiş ve değiş tokuş edilmiş değildir5 ve belki de de-

Taş balta ticareti hakkında bkz. Seligmann, Melanesians, v s ,


s . 350 v e 3 5 3 . Korotumna'lar, A rg . , s . 365, 358, gen ellikle iş­
lenmiş balina kemiğinden kaşıklar, basi olarak da kullanılan
işlenmiş sp atulalardır. B aşka ara armağanlar da vardır.
Doga, dogina.
S. 486-49 1 . Bu adetlerin, Kuzey Mas sim denen bölgenin bü­
tün uygarlıklarına yayılışı hakkında bkz . Seligmann, Melan . ,
s . 584. Walaga'nın tasviri, s . 594 v e 603 , krş . Arg . , s . 486-48 7 .
s. 479 .
S. 472 .
B U S i STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 31

nilebilir ki bunlar, reisler tarafından ne kendileri için


üretilmiş , 1 ne kendileri için değiş tokuş edilmiştir. Bun­
ların çoğu reislere, daha alt kademedeki akrabalarından,
özellikle aynı z amanda vasalları2 da olan kayınbirader­
lerinden ya da başka yere verilmiş olan oğullardan ar­
mağan olarak gelir. Dönüşte, seferdekiler geri geldikle­
rinde, vaygu 'a'ların çoğu , köylerin, klanların reislerine
ve hatta müttefik klanların sıradan ahalisine büyük bir
tantanayla devredilir; s onuçta s efere doğrudan ya da
dolaylı, çoğunlukla fazlasıyla dolaylı katılmış olanlara
devredilir.3 Bunlar da bu şekilde ödüllendirilmiş olur.
Nihayet, bu iç kula sisteminin yanında ya da üstün­
de, altında, çevresinde ve bizim fikrimizce temelindeki
değiş tokuş edilen armağanlar sistemi , Trobriandlıla­
rın bütün iktisadi, kabilesel ve ahlaki hayatını istila
eder. Malinowski'nin isabetle ifade ettiği gibi, hayatın
içine işlemiştir bu. "Vermek ve almak" b ir s abitedir.4
Hayat s anki armağanların sürekli ve her yöne doğru
akıntısıyla geçer; zorunlu olarak ve çıkar için, alice­
naplıkla ve hizmet için, meydan okuma ya da rehin
olarak verilen, alınan , geri verilen armağanlar. Zaten
Malinowski'nin yayınını tamamlayamadığı bütün bu
olguların tasvirini burada yapamayız . Öncelikle bun­
lardan başlıca iki tanesine yer verelim.

Kayınbiraderlerin m wali üretimi ve armağan, youlo adını ta­


şır, s . 503, 280.
S . 1 7 1 vd; alıntı s . 98 vd .
Mesela kanoların yapımına, çanak çömleğin ya da gerekli
malzemenin toplanmasına katkıda bulunanlar.
S. 1 67 : "Bütün kabile hayatı bir "vermek ve kabul etmek" s a ­
bitesidir; bütün törenler, bütün yasal v e geleneksel eylemler,
maddi bir armağan ve ona eşlik eden bir karşı armağanla
yapılır; verilen ve kabul edilen zenginlik, toplumsal düze­
nin, reisin iktidarının; kan yoluyla akrabalık bağlarının ve
evlenme yoluyla akrabalık bağlarının başlıca araçlarından
biridir." �rş . s. 1 75- 1 76 ve passim (bkz. dizin: Give and Take) .
1 32 1 A R MA(jAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

Kula ilişkisine fazlasıyla b enzer bir ilişki de wasi


ilişkisidir. 1 Bu ilişki b ir yanda tarım kabilelerinden di­
ğer yanda denizci kabilelerden p artnerler arasında dü­
z enli ve zorunlu değiş tokuşlar tesis eder. Ç iftçi ortak,
ürünlerini gelip b alıkçı ortağın evinin önüne koyar. O
da bir başka sefer, büyük bir b alık avının ardından,
avının ürününü misliyle geri vermek üzere tarımla uğ­
raş an köye gidecektir.2 Yeni Zelanda'da da aynı işbölü­
mü sistemini tespit etmiştik.
Bir b aşka önemli değiş tokuş biçimi de sergileme
görünümünü alır. 3 Bunlar sagali'lerdir4 yani hasat, re­
isin kulübesinin inşası, yeni kanoların yapımı, cenaze
şenlikleri gibi çeşitli vesilelerle yapılan büyük yiyecek
dağıtımlarıdır.5 Bu p aylaştırmalar reis e ya da onun kla­
nına hizmet vermiş olan gruplar arasında yapılır: ka­
noların oyulduğu büyük ağaçların dikimi, gövdelerinin
ve kalasların nakliyesi, ölenin klanından olanların ver­
dikleri cenaze hizmetleri vs gibi. Bu dağıtımlar Tlingit
potlaç'ının tam anlamıyla dengidir; mücadele ve reka­
b et teması aynı şekilde burada da ortaya çıkar. Klanlar­
la fratrilerin, müttefik ailelerin karşı karşıya geldikleri
görülür ve genellikle bunlar, reisin şahsiyetinin kendini
hissettirmediği ölçüde oluşmuş gruplardır.
Fakat zaten kula'yla çok ilişkili olmayan bu grup hak­
ları ve bu kolektif iktisada ek olarak, bütün bireysel de-

Partnerler çoğunlukla aynı olduğundan, çoğunlukla kula


ilişkisiyle aynıdır, s. 1 93; wasi tasviri için bkz . s. 1 87- 1 88 .
Krş . , levha XXXVI.
Bütün engellere ve tamamıyla toplumsal bir zorunluluk yü ­
zünden ava çıkmak ve önemli ücretleri kaybetmek durumun­
da kalan inci avcılarının kayıplarına rağmen bu mecburiyet
bugün de devam etmektedir.
Bkz . levha XXXII ve XXXIII.
Sagali kelimesi dağıtım anlamına gelir (Polinezya dilindeki
hakari gibi), s. 49 1 . Tasvir s . 1 47 - 1 50; s. 1 70, 1 82- 1 83 .
Bkz . s . 49 1 .
B U S İ STE M i N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 33

ğiş tokuş ilişkileri bize bu türden gibi görünüyor. Belki


yalnızca birkaç tanesi b asit trampa düzenine girer. Bu­
nunla birlikte, bu ancak akrabalar, müttefikler ya da kula
ve wasi p artnerleri arasında yapıldığından, değiş toku­
şun gerçek anlamda serbest olması mümkün görünmü­
yor. Genellikle, alınan ve mülkiyeti herhangi bir şekilde
ele geçirilen şeyi kişi kendine saklamaz, meğer ki ondan
vazgeçemiyor olsun; olağan olarak bu şey, bir b aşkasına,
mesela kayınbiradere devredilir. 1 E dinilen ve verilen şey­
lerin aynı gün içinde size geri döndüğü vakidir.
Her türden yükümlülüklerin, şeylerin ve hizmetle­
rin karşılığı bu çerçevelere girer. Bunlardan en önemli
olanları, karışık olarak aşağıdadır.
Kula'da gördüğümüz pokala2 ve kaributu'lar3 yani
"sollicitory gift"ler, bizim ücret dediğimiz şeye büyük
oranda tekabül eden çok daha geniş bir türün cinsleri­
dir. Bunlar tanrılara, ruhlara sunulur. Ücretin bir başka
genel adı vakapula,4 mapula'dır;5 bunlar tanıma ve hüs -

s. 1 75 .
S . 3 2 3 , diğer terim kwaypolu, s . 3 56.
S. 3 7 8 - 3 7 9 , 354.
S. 1 63 , 373. Vakapula'nın özel başlıklar taşıyan altbölüm­
leri vardır, mesela: vewoulo (initial gift) ve yomelu (final
gift) (bu, kula ile özdeşliği ispatlar, krş . yotile vaga ilişkisi).
Bu ö demelerin belirli bir miktarı özel başlıklar taşır: kari­
budaboda kelimesi kanolarda çalışanların ve genel olarak
-mesela tarlalarda- çalış anların harc amalarını, özel olarak
da hasat için son ödemeleri (bir kayınbiraderin yıllık hasat
yükümlülüğü durumunda urigubu, s . 63-65, s. 1 8 1 ) ve kol­
ye yapımının bitişi için yapılan ö demeleri ifade eder, s. 3 94
ve 1 83 . Yeterince büyük olduğunda sousala başlığını da alır
(Kaloma diskl erinin imalatı, s. 3 7 3 , 1 83 ) . Yo ulo , bilezik ima­
latının ödemesine verilen başlıktır. Puwayu, oduncu ekibine
teşvik olarak verilen yiyeceğin adıdır. Bkz. güzel şarkı, s. 1 2 9 :
Domuz, hindistancevizi (içecek) ve tatlı p atatesler
Bittiler ve biz çekiyoruz devamlı . . . çok ağırlar.
Vakapula ve mapula, pula fiilinin farklı kipleridir; vaka, fiile
1 34 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

nükabul göstergeleridir v e iade edilmeleri gerekir. Bize


göre Malinowski bu konuda, evlilikte cinsiyetler arası
iktis adi ve hukuki ilişkileri tamamıyla aydınlatan çok
büyük bir keşif yapmıştır: 1 Koca tarafından eşine veri­
len her türden hizmet, kadının sunmuş olduğu hizmet
için bir ücret-armağan olarak kabul edilmiştir. Kur' an
kadın tarafından sunulanı "tarla" olarak adlandırdırır.
Trobriandlıların b iraz çocuksu olan hukuk dili, her
türlü karşı-yükümlülük için ayrı isimlerin kullanımını
çoğaltmıştır: telafi e dilen yükümlülüğünün ismi ,2 veri­
len şeyin ismi,3 koşulların ismi,4 vs . B azı isimler bütün
bu değerlendirmeleri hes ab a katar; mesela bir büyücü­
ye verilen ya da bir unvanın elde edilmesi için verilen
armağan laga5 şeklinde adlandırılır. Bütün bu söz da­
ğarının, ayırmakta ve tanımlamaktaki tuhaf elverişsiz­
likle ve tuhaf nomenklatür incelikleriyle ne derecede
karmaşık hale geldiğine inanmak zordur.

ettirgen anlam katan bir ektir. Mapula hakkında bkz. s. 1 78


vd, 1 82 vd. Malinowski bunu çoğunlukla "repayrnent" şeklinde
çevirir. Bu genellikle "yakı" ile karşılaştırılır, zira verilen hiz­
metin acısını ve yorgunluğunu yatıştırır, nesnenin kaybını ya
da verilen sırrı, devredilen unvanı ya da ayrıcalığı telafi eder.
S . 1 79 . "Cinsel s ebepler için armağanlar"ın adı buwana ve
sebuwana'dır.
Bkz . önceki notlar: Kabigidoya gibi, s. 1 64, yeni bir kanonun
yükümlülük törenini, onu yapan insanları, gerçekleştirdikle­
ri eylemi "yeni kanonun başını p aralamak" vs ifade e der ve
zaten misliyle geri verilmiş olan hediyeleri. Başka kelimeler­
se kanonun bulunduğu yeri, s. 1 86; hoş geldin armağanları­
nı, s. 2 3 2 , vs ifade eder.
Buna, "big cowrie shell" armağanı, s. 3 1 7 .
Youlo, hasar esnasındaki çalışmanın telafisi olarak verilen
vayg u 'a , s. 280.
S . 1 86 , 426 vs, misliyle yapılan bütün karşı-yükümlülükle­
ri b elirtir. Zira büyülü ifadelerin basitçe satın alınma s ı için
başka bir isim vardır; ula- ula (hediye-fiyatlar çok önemli ol­
duğunda sousala, s. 1 83 ) . Hediyeler canlılara olduğu kadar
ölülere de sunulduğunda yine ula- ula kullanılır (s. 1 83 ) .
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 35

Diğer Melanezya Toplumları


Melanezya'nın diğer noktalarıyla karşılaştırmaları ço­
ğaltmak gerekli değildir. Bununla birlikte s ağda solda
karşımıza çıkan b azı ayrıntılar, Trobriandlılarla Yeni
Kaledonyalıların, akrab a halklarda görülmeyen bir
ilkeyi anormal bir ş ekilde geliştirmedikleri kanaatini
güçlendirecek ve bunu ispatlayacaktır.
Potlaç'ı tespit etmiş olduğumuz Melanezya'nın gü­
ney ucunda yani Fiji'de, armağan sistemine dahil baş­
ka dikkat çekici kurumlar da yürürlüktedir. Kere-kere
adı verilen bir dönem vardır ki, bu dönem boyunca hiç
kimseden gelen hiçbir şey reddedilemez . 1 Evlilik esna­
sında iki aile arasında armağanlar değiş tokuş edilir2
vs. Üstelik, ispermeçet b alinası dişinden yapılan Fiji
parası, Trobriand parasıyla tamamen aynı türdendir.
Bu p aralar tambua3 adını taşır; kabilenin "maskot"u,
tılsımı ve uğuru türündeki taşlar (iri dişler) ve süsle­
melerle tamamlanır. Fijililerin tambua'larına karşı
besledikleri duygular, bizim az önce tasvir ettikleri­
mizle tamamen aynıdır: "Onlara oyuncak bebek mu­
amelesi yaparlar; sepetinden çıkarırlar, hayranlıkla
b akarlar ve onların güzelliğinden söz ederler; irileri­
ni yağlayıp temizlerler. "4 Bunların sunuluşu bir dilek
oluşturur; kabul edilmeleriyse sorumluluk altına gir­
mek demektir. 5
Yeni Gine Melanezyalıları ve onlardan etkilenmiş bazı
Papualılar, paralarını tau-tau6 şeklinde adlandırırlar;
bu da aynı türdendir ve Trobriand parasıyla aynı inanış -

B rewster, Hill Tribes of Fiji, 1 92 2 , s . 9 1 -92.


A .g. e., s . 1 9 1 .
A .g.e. , s . 2 3 . Tambu, tabu kelimesini hatırlatmaktadır.
4 A .g.e. , s . 24.
A .g.e. , s. 26.
Seligmann, The Mela nesians (sözlük, s . 754 ve 7 7 , 9 3 , 94, 1 09 ,
204) .
1 36 1 AR MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

ların konusudur. 1 Fakat bu adı, "ödünç domuz" anlamına


gelen (Motu ve Koita) tahu-tahu2 ile de karşılaştırmak
gerekir. Bu ad3 bize yabancı değildir. S amoa ve Yeni Ze­
landa'da, taonga kelimesinin kökü olan Polinezya dilin­
deki aynı terim, mücevherlere ve aileye girmiş mülklere
işaret eder. E şyalar gibi kelimeler de Polinezyalıdır.4
Melanezyalıların ve Yeni Gine Papualılarının potlaç
yaptıkları bilinmektedir.5
Thurnwald'ın Buin6 kab ileleri ve B anaro ' lar7 hak­
kında bize ulaştırdığı güzel b elgeler b ize zaten birçok
karşılaştırma noktası s ağlamıştı . Değiş tokuş edilen
ş eylerin, özellikle de ş arkıların, kadınların, aşkın,
hizmetlerin karşılığı olduğu ş ekliyle p aranın dini
niteliği açıktır; p ara, Trobriand Adaları'nda olduğu
gib i , bir tür rehindir. Nihayet Thurnwald, üzerine çok
çalışılmış bir özel vaka olarak,8 h em bu karşılıklı ar­
mağanlar sistemini hem de h atalı olarak s atın alma

Bkz . doa' ların tasvirleri, a.g.e. , s. 89, 7 1 ,9 1 , vs .


A .g. e. , s . 95 ve 1 46.
Yeni Gine körfezindeki kabilelerin, Polinezya dilinde aynı
anlamdaki kelimeyle aynı adı verdikleri bu paralar, bu ar­
mağanlar sisteminin tek nesnesi değildir. Yukarıda Yeni Ze­
l anda hakari'si ile Seligmann'ın tasvir etmiş olduğu (bkz .
The Melanesians, s . 1 44- 1 45 , l evha. XVIXVIII) Yeni Gine'de­
ki (Motu et Koita) yiyecek sergileme şenlikleri hekarai'lerin
aynı olduğunu belirtmiştik.
Bkz. daha yukarıs ı . Tun kelimesinin Mata (B anks Adaları) di­
yalektiğinde -ki bunun taonga ile aynı olduğu açıktır- satın
almak anlamı (özellikle bir kadını) taşıdığı dikkat çekmekte­
dir. C o drington, geceyi satın alan Oat mitinde (Melanesian
Languages, s . 307-308, n . 9) şöyle tercüme eder: "yüks ek bir
fiyatla s atın almak." Aslında bu, Melanezya'nın bu kısmında
ispatlandığı üzere, potlaç kurallarını izleyerek yapılan bir
s atın almadır.
Bkz . A nnee Sociologique, XII, s. 372'deki belgeler.
Özellikle bkz. Forsch . , III, s. 38-4 1 .
Zeitschrift für Ethnologie, 1 922.
Forsch. , III, levha 2 , n . 3.
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 37

yoluyla evlilik diye adlandırılan şeyi en iyi ş ekilde ay­


dınlatan olgulardan birini analiz etmiştir. S atın alma
yoluyla evlilik aslında her anlamda yükümlülükler
içerir, dünür- ailenin yükümlülükleri dahi l : eb eveyni
karşılık olarak yeteri kadar hediye göndermeyen ka­
dın geri gönderilir.
S onuç olarak adaların bütün halkı ve muhtemelen,
onlarla akrab a olan Güney Asya halkının bir kısmı,
aynı hukuk ve iktis at sistemini b iliyor.
Polinezyalılara göre daha zengin ve tüccar o l an bu
Melanezya kabileleri hakkında edinilmesi gereken fi­
kir, olağan ş artlarda edinilecek olandan çok farklıdır.
Bu ins anlar dışa açık bir ekonomiye ve bizim çiftçi ­
lerimizin ya da bizim kıyıl arımız daki b alıkçı köyle ­
rinin y ü z yıl öncesine kadar b ildiğinden d a h a güçlü
ve daha hızlı ilerleyen s on derece gelişmiş bir değiş
tokuş sistemine s ahiptirler. Adaların ve diyalektlerin
sınırlarını aşan, geniş b ir iktis adi hayatları , hatırı s a­
yılır bir ticaretleri vardır. Verilen ve alınan hediyeler­
le, s atın alma ve s atış sistemini gayet güçlü bir şekil­
de ikame ederler.
Bu hukuk s istemlerinin ve daha s onra göreceğimiz
gibi C ermen hukukunun da, tökezlediği nokta, ikti s a ­
d i v e hukuki kavraml arını s oyutlamak v e b ölmek ko ­
nusundaki beceriksizlikleriydi . Zaten bunu yapmaya
ihtiyaçları da yoktu . Bu toplumlarda , ne klan ne aile,
ne kendilerini ayrıştırmayı ne eylemlerini ayrıştırma­
yı bilir; ne de bireyler, ne kadar etkili ve b ilinçli olur­
larsa olsunlar, birbirlerine karşı çıkmaları gerektiğini
ve eylemlerini birbirlerinden ayrıştırmayı bilmeleri
gerektiğini anlarlar. Rei s , klanıyl a birleşir, klanı da
onunla; b ireyler, tek bir b içimde davranmaları gerek­
tiğini hi s s ederler. Holme s , Finke'nin ağız kısmında
(To aripi ve N amau) tanıdığı kabilelerin kullandıkla­
rı iki dilde -biri Papua diğeri Melanezya dili-, "s atın
1 38 \ A R MAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

a l m a v e s atış ı , ö dünç verme v e ö dünç almayı ifade et­


mek için tek bir terim" olduğunu incelikli bir ş ekilde
tespit eder. Birbirine "zıt i şlemler aynı kelimeyle ifa ­
de edilir. " 1 "Açıkçası, b i z i m bu terimleri kullandığımız
anlamda ö dünç almayı ve ö dünç vermeyi bilmezler­
di , ancak her zaman ödünç alınan için karşılık olarak
verilen ve ö dünç iade edildiğinde i ade edilen bir şey
vardı ."2 Bu ins anların ne s atış ne de ödünç fikirleri
vardır, ancak yine de aynı işlevi gören hukuki ve ikti­
s adi işlemler yaparlar.
Aynı şekilde trampa kavramı Melanezyalılarda, Po ­
linezyalılarda olduğundan daha doğal değildir.
En iyi etnograflardan b iri olan Kruyt, satış kelime­
sinden yararlanarak, orta Selebes sakinleri arasındaki
bu zihniyeti s arahatle tasvir eder.3 Bu arada Toraca'lar
uzun süredir, büyük tüccarlar olan M alaylarla temas
halindedirler.
İnsanlığın, görece zengin, çalışkan, önemli bir artı
değer yaratan bir kısmı, bu şekilde, b izim bildiğimiz ­
den farklı biçimlerde v e farklı s ebeplerle p ek ç o k şeyi
değiş tokuş etmeyi b ilmiştir.

In Primi ti ve New-Guinea, 1 924, s. 294.


Aslında Holmes , ara armağanlar s istemini epey kötü tasvir
eder, bkz . daha yukarıda basi.
Bkz. yukarıda anılan çalışma. Hatalı olarak " s atın almak,
s atmak" şeklinde çevirdiğimiz kelimelerin anlamındaki be­
lirsizlik yalnızca Pasifik toplumlarına özgü değildir. Bu ko­
nuya daha s onra döneceğiz, ama şu andan itibaren şunu ha­
tırlayalım; bizim günlük dilimizde dahi s atış kelimesi, satış
kadar satın almayı da ifade eder; Ç incedeyse, satma ve s atın
alma eylemlerine iş aret eden iki tek heceli kelime arasında
yalnızca bir ton farkı vardır.
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 39

111
KUZEYBATI AMERİKA

Şeref ve İtibar
B azı Melanezya ve Polinezya halklarına dair bu göz­
lemlerden, bu armağan rejiminin epey kesin bir tablo­
su çıkıyor z aten. Maddi ve manevi hayat ile değiş tokuş
orada, çıkarsız ve aynı zamanda zorunlu bir b içimde
işliyor. Üstelik bu zorunluluk, mitik, hayali ya da sem­
b olik ve kolektif biçimde kendini ifade ediyor: değiş
tokuş edilen şeylere b ağlı olan bir çıkar görünümü alı­
yor; bu şeyler asla kendilerini değiş tokuş edenlerden
tam anlamıyla ayrılmazlar; tesis ettikleri cemaat ve
ittifak, görece bozulamaz niteliktedir. Aslında s osyal
hayatın bu sembolü , yani değiş tokuş edilen ş eylerin
etkisinin kalıcılığı, arkaik türe, bölümlere ayrılmış bu
toplumların alt-gruplarının, daimi olarak birbirlerine
geçmiş olma ve birbirlerine mecbur oldukları duygusu
taşıma tarzlarını epey doğrudan doğruya anlatır.
Kuzeybatı Amerika'nın yerli toplumları aynı kurum­
ları ortaya koyarlar, yalnız onlar, daha radikal ve daha
b elirgindirler. Öncelikle trampanın orada bilinmediği
s öylenebilir. Avrupalılarla uzun bir temastan 1 sonra
dahi, burada daimi olarak yapılan hiçbir hatırı sayı­
lır zenginlik devrinin,2 gösterişli potlaç3 kalıplarından
başka şekilde yapıldığı görülmemiştir denebilir. Bu
kurumu kendi bakış açımızla tasvir edeceğiz.

NOT: Öncelikle bu toplumların kıs a bir tasviri gerek-

1 8 . Yüzyıldan itibaren Ruslarla, 1 9. yüzyılın başlarından iti­


baren de Kanadalı Fransız avcılarla temas söz konusudur.
Yine de köle s atışı için bkz . Swa n ton, "Haida Texts and Myt­
h s , " Bur. A m . Ethn. Bull. , 2 9 , s. 4 1 0 .
Bu "potlaç"a ilişkin özet bir bibliyografya daha yukarıda ve­
rilmişti.
1 40 1 AR MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

lidir. S özünü edeceğimiz kabilelerin, halkların ya d a


daha ç o k kabile gruplarının1 tamamı, Alaska'nın Ku­
zeyb atı Amerika kıyılarında, Tlingit ve Haida'da ve İn­
giliz Kolombiyası'nda, özellikle Haida, Çimmesyan ve
Kwakiutl'da yaşamaktadır. 2 Avdan ziyade denizde, ır-

Bu kısa tablo, doğrulaması yapılmaksızın çizilmiştir ama


gereklidir. Kabilelerin s ayıları ve i simleri b akımından da,
kurumları b akımından da bu tablonun tam olmadığını belir­
telim.
Ç ok s ayıda kabileyi ayrı tutuyoruz, özellikle ş unları: 1 . Noot­
ka (Wakash grubu ya da Kwakiutl) , Bella Kula (komşu); 2 . Gü­
ney kıyısındaki S alish kabilesi. Diğer yandan, potlaç'ın ya­
yılmasına ilişkin araştırmaların daha güneye, Kaliforniya'ya
kadar inmes i gerekmekteydi . Burada -başka bakış açıların­
dan ilginçtir ki- bu kurum, Penutia ve Roka denen grupla­
rın toplumlarına yayılmış görünmektedir: bkz . örn. Powers ,
Tribes o f C alifornia (Contrib. t o North Amer. Ethn., III) , s . 1 53
(Pomo) , s . 238 (Wintun) , s . 303, 3 1 1 (Maidu); krş . s . 247 , 3 2 5 ,
3 3 2 , 3 3 3 , başka kabileler için; genel gözlemler, s . 4 1 1 .
Ayrıca, bizim birkaç kelimeyle tasvir ettiğimiz kurumlar ve
s anatlar s on derece karmaşıktır ve orada bazı şeylerin bu­
lunmaması bazı şeylerin bulunmasından daha az tuhaf de­
ğildir. Mesela, güney Pasifik uygarlığının s on katmanında
olduğu gibi burada da çömlekçilik bilinmez.
B u toplumların incelenmesini mümkün kılan kaynaklar çok
s ayıdadır; fazlasıyla filolojik, transkripsiyonu yapılmış ve
ç evrilmiş metinlerden oluştukları için gayet güvenilirdirler.
Bkz. Davy, Foi juree, s. 2 1 , 1 7 1 ve 2 1 5 'deki özet bibliyografya.
Şunları da eklemek gerek: F. Boas ve G. Hunt, Ethnology of the
Kwakiutl (bundan sonra Ethn. Kwa. şeklinde anılacak) , 35th
An. Rep. of the Bur. of Amer. Ethnology, 1 92 1 , bkz . daha ileri­
deki tutanak; F. B o a s , Tsimshian Mythology, 31 st An. R ep. of
the Bur. of A mer. Eth n . , 1 9 1 6 , yay. tarihi 1 923 (bundan s onra
Tsim. Myth. şeklinde anılacak) . B ununla birlikte bütün bu
kaynakların bir s akıncası vardır; ya eski olanlar yetersizdir
ya da yeni olanlar bütün ayrıntılarına ve derinliklerine rağ­
men, bizi ilgilendiren bakış açısından mükemmel değildirler.
B oas'ın ve Jesup Expedition'daki meslektaşlarının dikkatle­
ri maddi uygarlık, dilbilim ve mitolojik edebiyata yöne likti.
Daha eski etnografların (Krause, Jacobsen) ya da daha yeni
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 41

maklarda yaptıkları b alıkçılıkla geçinirler; ancak Me­


lanezyalılar ve Polinezyalılardan farklı olarak tarımla
uğraşmazlar. Bununla b irlikte ç ok zengindirler ve şu
anda b ile balıkçılık, avcılık ve kürkçülükten, özellikle
Avrup a'ya oranla hesaplandığında önemli bir fazlalık
elde ederler. Amerika'nın bütün kabilelerinin en sağ­
lam evleri onlarındır ve son derece gelişmiş bir sedir
ağacı s anayileri vardır. Kanoları iyidir ve her ne kadar
açık denize çıkmasalar da adalar ve kıyılar arasında
deniz yolculuğunu iyi b ilirler. Zanaatlerde çok ileri-

etnografların ( Sapir, Hill Tout, vs) çalışmaları da aynı yönde­


dir. Hukuki ve iktisadi analiz, demografi bunlar baştan ele
alınamasalar bile tamamlanmayı beklemektedir. (Bununla
birlikte Alaska ve İngiliz Kolombiyası'ndaki çeşitli nüfus sa­
yımlarıyla s osyal morfoloji başlamı ştır. ) B arbeau bize Çim­
mesyanların eksiksiz bir monografisini vaad etmiştir. Bu
zaruri bilgiyi bekliyoruz ve en kısa zamanda benzerlerini de
görmeyi diliyoruz , zaten bunun z amanı geldi bile. İktisat ve
hukukla ilgili birçok husustaki eski belgeler; çoğu Kanada'da
Geological Survey'in Bulletin'inde ya da Proceedings of the
R oyal Society'de yayımlanmış olan Rus s eyyahların, Krau­
s e 'nin ( Tlinkit Indianer) , Dawson'un (Halda, Kwakiutl, Bel­
lakoola'lar, vs hakkında) belgeleri; Swan'ın (Nootka) , Indians
of C ap e Flattery, Smiths. Con trib. ta Knowledge'i , 1 870; May­
ne'ın, Fo ur years in British Columbia'sı, Londra, 1 86 2 , hala
en iyileridir ve yayım tarihleri onlara tartışılmaz bir otorite
verir.
Bu kabilelerin nomenklatüründe b ir zorluk vardır. Kwakiutl ­
lar bir kabile oluştururlar ve aynı zamanda, onlarla konfede­
rasyon yap arak bu isim altında gerçek bir millet oluşturan
b aşka birçok kabileye adlarını verirler. Her seferinde hangi
Kwakiutl kabilesinden söz ettiğimizi belirtmek için uğraşa­
cağız. B aşka şekilde b elirtilmediği sürece, gerçek anlamıyla
Kwakiutllar söz konusu demektir. Zaten kwakiutl kelimes i
zengin, "dünyanın dumanı" anlamına gelir v e bizim tasvir
edeceğimiz iktisadi olguların önemine daha baştan kendisi
işaret eder.
Bu dillerdeki kelimelerin imlasının bütün ayrıntılarını tek­
rarlamayacağız.
1 42 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

dirler. Özellikle , 1 8 . yüzyılda demirin gelişinden evvel,


Ç immesyan ve Tlingit topraklarında s af halde bulunan
b akırı toplamayı , eritmeyi, kalıb a dökmeyi ve dövme­
yi b iliyorlardı. Bu b akırlardan, üzeri armalı b azılarını
p ara olarak kullanıyorlardı. Diğer bir p ara türü de mu­
hakkak ki, çilkat1 denen, üzeri hayranlık uyandıracak
ş ekilde işlenmi ş , halen s üsleme olarak kullanılan ve
b azıları oldukça değerli olan dokumalardı . Bu halkla ­
rın mükemmel profe syonel heykeltıraşları v e desina­
törleri vardır. Pipolar, tokmaklar, bastonlar, b oynuz­
dan oyulmuş kaşıklar, vs etnografik koleksiyonumuzun
süsleridir. B ütün bu uygarlık oldukça geniş sınırlar
içinde, dikkat çekici şekilde tekbiçimlidir. En azından
dilleri itib ariyle, en az üç farklı halka ait oldukları hal­
de, bu toplumların, çok eski tarihlerde birbirlerine ka­
rıştıkları açıktır. 2 Kış hayatları , en güneydeki kabileler
dahil, yaz hayatlarından farklıdır. Kabilelerin ikili bir
morfolojisi vardır: ilkbaharın sonundan itib aren av­
lanmak, dağlarda kök ve meyve toplamak, ırmaklarda
s omon avına çıkmak için dağılırlar, kış gelir gelmez de
yeniden " şehir" denen yerlerde toplanırlar. Ve bu top ­
lanma süresince, sürekli bir coşkunluk hali içine girer­
ler. Sosyal hayat son derece yoğun, yazın gerçekleşebi­
lecek dini kabile toplanmalarından da daha yoğun hale
gelir. Bir tür sürekli taşkınlık halidir bu. Bir bütün ola­
rak kabileler kabilelere, klanlar klanlara, aileler aile­
lere devamlı ziyarette bulunurlar. Tekrarlanan, devam
eden, çoğunlukla her biri zaten çok uzun olan ş enlikler
söz konusudur. Evlilik, çeşitli ritüeller, büyük b a ş arı -

Ç ilkat dokumaları hakkında bkz . Emmon s , The C hilkat Blan­


ket, Mem. of the A mer. Mus. of nat. Hist. , III.
Bkz. Rivet, Meillet ve C ohen, Langues du Monde, s . 6 1 6 vd
içinde. Tlingit ve Haida'yı kesin olarak Atabask dil ailesinin
dallarına indirgeyen Sapir'dir, Na-Dene Languages , A m eri­
can An thropologist, 1 9 1 5 .
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 43

lar vesilesiyle, dünyanın en zengin kıyılarından bütün


yaz ve s onbahar b oyunca büyük bir mah aretle topla­
nan her şeyi hesapsızca harcarlar. Ö zel hayat bile böy­
le geçer; b ir fok öldürdüklerinde, meyvelerle köklerin
bulunduğu b ir kas ayı açtıklarında kendi klanlarından
ins anları davet ederler; bir b alina karaya vurduğunda
herkesi davet ederler.
Bu medeniyet manevi anlamda da dikkat çekecek
derecede tekbiçimlidir, her ne kadar anne tarafından
gelen fratri düzeniyle (Tlingit ve Haida) b ab a tarafın­
dan gelen, Kwakiutllarla karışmış klan arasında sıra­
lanmış olsa da, toplumsal örgütlenmenin ve özellikle
de totemizmin genel nitelikleri bütün kabilelerde he­
men hemen aynıdır. Bu kabilerlerde de B anks Adala­
rı'nda , Melanezya'da olduğu gibi, yersiz olarak gizli
cemaatler diye anılan , çoğu z aman uluslararası olan
cemiyetler vardır. Ama burada erkek toplumlarıyla
-özellikle Kwatkiutllarda- kadın toplumları, klan ör­
gütlenmeleriyle örtüşür. Armağanların bir kısmı ve
ileride sözünü edeceğimiz karşı-yükümlülükler, Mela­
nezya'da olduğu gibi , 1 bu cemiyetlerde dereceleri ve art
arda gelen yükselmeleri2 ö demeye yöneliktir. Bu cemi-

Derece kazanımı için yapılan bu ödemeler hakkında bkz.


Davy, Foi juree, s. 300- 305. Melanezya için bkz . örnekler Cod­
rington, Melanesians, s . 1 06 vd, vs; Rivers, History of the Me­
lanesian Society, I, s . 70 vd.
B u "yükselme" kelimesi hem gerçek anlamıyla hem mecaz an­
lamıyla anlaşılmalıdır. Vajapeya (geç Veda dönemi) ritüelinin,
bir dereceye yükselme ritüeli içermesi gibi, Melanezya ritü­
elleri de aynı şekilde genç reisi bir platforma çıkarmaktan
ibarettir. Kuzeybatıdaki Snahnaimuq'lar ve Shushwap'lar
da, reisin, üzerinde potlaç'ını dağıttığı bu iskeleyi bilirler.
B o a s , 9th Report on the Tribes of North- Western Canada.
Brit. Ass. Adv. Sc. , 1 89 1 , s . 39; J th Report (B. Ass. A dv. Sc. ,
1 894) , s . 459 . Diğer kabileler yalnızca üzerinde reislerin ve
önemli cemiyetlerin yer aldığı platformu bilirler.
1 44 \ A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

yetlerin v e klanların ritüelleri, reislerin evliliklerinin,


"b akır s atışları"nın, inisiasyonların, şamanik törenle­
rin, cenaze törenlerinin akabinde olur, cenaze törenleri
Haida ve Tlingit topraklarında daha gelişmiştir. Bütün
bunlar, sürekli verilen bir dizi "p otlaç" esnasında ger­
çekleşir. Her yöndeki başka potlaç'lara cevap veren her
yönde potla ç 'lar söz konusudur. Aynen Melanezya'daki
gibi, daimi bir give and take'tir bu, daimi bir "verme
ve almadır. "
Son derece tipik b i r olgu v e aynı zamanda b u ka­
bilelerin ayırt edici bir özelliği olan potlaç, değiş to ­
kuş edilen armağanlar sisteminden b a şka bir değildir. 1
Bundan bir yandan yalnızca sebep olduğu şiddetle,
abartıyla, çatışmayla ayrılır, diğer yandan da hukuki
kavramların yetersizliğiyle, özellikle iki Kuz ey halkı
olan Tlingitlerle Haidalarda2 Melanezya'dakine nispet­
le daha b asit, daha kab a bir yapıyla ayrılır. Sözleşme­
nin kolektif niteliği3 burada, Melanezya'da ve Polinez­
ya'da olduğundan daha iyi ortaya çıkar. Bu toplumlar
görünüşe rağmen temelde, b asit toplam yükümlülük­
ler dediğimiz şeye daha yakındırlar. Aynı şekilde huku­
ki ve iktis adi kavramlar orada, netlikten ve bilinçli bir

Mayne, Dawson, Krause, vs gibi eski yazarlar po tlaç meka­


nizmasını bu şekilde tasvir ederler. E ski yazarlardan bir bel­
ge koleksiyonu için özellikle bkz. Krause, Tlinkit Indianer, s.
1 87 vd.
Eğer dilbilimcilerin hipotezi doğruysa ve Tlingitlerle Haida­
lar Kuzeybatı uygarlığını benimsemiş Atabasklar i s eler (Bo­
as 'ın pek de uzak olmadığı bir hipotezdir bu) , Tlingit ve Ha­
i da potlaç'ının kaba niteliği kendiliğinden açıklanmış olur.
Kuzeybatı Amerika potla ç'ındaki şiddetin, bu uygarlığın,
potlaç'ı zaten bilen halklardan iki aile grubunun karşılaş­
ma noktasında bulunuyor olmasından ileri gelme ihtimali
de vardır; bunlar, Kaliforniya 'nın güneyinden gelen bir uy­
garlıkla Asya'dan gelen bir uygarlıktır (bu konuda bkz. daha
yukarısı).
Bkz. Davy, Foi juree, s . 247 vd.
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 45

kesinlikten daha uzaktır. Bununla b irlikte uygulamada


ilkeler formel ve yeterince açıktır.
Ancak yine de burada iki kavram, Melanezya pot­
laç' ında ya da Polinezya'nın daha gelişmiş ya da daha
ayrışmış kurumlarında olduğundan daha b elirgindir:
kredi, vade kavramlarıyla şeref kavramı. 1

Potlaç hakkında Boas 'ın yazdığı en iyi şey şu s ayfadır: 1 2th


Report on the North- Western Tribes of Canada. B. A. A dv. Sc. ,
1 898, s . 54- 5 5 (krş. Fifth Report, s . 38): "Britanya kolonisi Kı­
zılderililerinin iktisadi sistemi, uygar halklarda olduğu gibi
büyük oranda kredi üzerine kuruludur. Kızılderili bütün gi­
rişimlerinde arkadaşlarının yardımına güvenir. Daha sonra ­
ki bir tarihte onlara bu yardımın karşılığını ödeyeceğine söz
verir. Bu alınan yardım , bizim p arayla ölçtüğümüz gibi Kızıl­
derililerin dokumayla ölçtükleri değerli bir şeyse, bu ödün­
cün değerini fazlasıyla geri vermeye söz verir. Kızılderililerin
yazılı sistemi yoktur, dolayısıyla güvenilirliğini s ağlamak
için anlaşma herkesin önünde yapılır. Bir yanda borç söz­
leşmeleri yapmak, diğer yanda b orçları ödemek, işte potlaç
budur. Bu iktisadi sistem öyle bir noktaya kadar gelişmiştir
ki, kabilenin bir araya gelmiş bireylerinin tamamının sahip
olduğu s ermaye, mevcut kullanılabilir değerlerin miktarını
çok aşmıştır; bir b aşka deyişle şartlar bizim toplumumuz­
dakiyle tamamıyla aynıdır: bütün alacaklarımızı ö detmeye
kalksaydık, bütün bunları ö demek için aslında hiçbir şekil­
de yeterince para olmadığını görürdük. Bütün alacaklıların
alacakl arını ödetme girişiminin sonucu, toplumumuzun ya­
ralarını sarmak için çok uzun zaman harcayacağı yıkıcı bir
p anik olurdu.
"Bütün arkadaşlarıyla komşularını büyük bir potlaç' a davet
eden Kızılderilinin, uzun yıllar süren çalışmalarla biriktiril­
miş bütün ürünleri s açıp s avuruyor gibi görünse de akıllıca
ve övgüye değer olduğunu takdir edebileceğimiz iki şeyi göz
önünde bulundurduğunu iyi anlamak lazım. Birinci amacı
borçlarını ödemektir. Bu herkesin önünde, birçok törenle ve
bir anlamda noter onayıyla yapılır. İkinci amacıysa, çalış­
malarının meyvel eriyle, kendisi için de çocukları için de en
büyük faydayı s ağlayabileceği yatırımı yapmaktır. Bu şenlik­
te hediye alanlar onları, halihazırdaki girişimleri için kul­
lanacakları ödünçler olarak alırlar, ancak birkaç yıllık bir
1 46 1 ARMAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

Armağanların, geri verileceklerine dair kesin bir


inançla elden ele geçtiklerini Melanezya'da, Polinez­
ya'da görmüştük, bunun "teminat"ı da verilen şeyin,
bizzat bu "teminat"ın kendisi olarak değeridir. Ama
muhtemel bütün toplumlarda vadeyi b elirlemek arma­
ğanın doğası gereğidir. Ortak bir yemek, bir kava da­
ğıtımı, elde edilen bir tılsım, durum gereği hemen geri
verilemez. Bütün karşı -yükümlülükleri yerine getirmek
için "zaman" gereklidir. Ziyarette bulunmak, evlilik an­
laşmaları , ittifaktar yapmak, b arışı tesis etmek, oyun­
lara ve düzenlenen çarpışmalara katılmak, alternatif
şenlikler kutlamak, ritüel ve onurs al hizmetler vermek,
karşılıklı olarak " s aygılar sunmak,"1 söz konusu oldu ­
ğunda, -toplumların z enginliği ölçüsünde daha da çok
ve daha da değerli şeyler de dahil- değiş tokuş edilen
her ş eyde vade kavramı mantık gereği işin içine girer.
Şu andaki iktisat ve hukuk tarihi, bu konuda büyük
oranda hatalıdır. Modern fikirlerle yüklü olduğundan,
gelişim hakkında2 a priori fikirlerden oluşur, sözde zo­
runlu bir mantığı takip eder; aslında eski gelenekler­
den ileri gidemez . Hiçbir ş ey, Simiand'ın deyimiyle bu

süre sonunda bunları, hediye verene ya da onun mirasçı sına


misliyle geri vermek gerekir. Bu yüzden potlaç, Kızılderililer
tarafından, henüz gençken onları yetim bıraktıkları takdir­
de, çocuklarının refahını teminat altına alan bir araç olarak
görülür. . . "
"Borç, ödeme, borç yatırma, ödünç" terimlerini, "verilen he­
diye" ve "geri verilen hediye" terimleriyle değiştirirs ek, ki za­
ten Boas da s onunda bu terimleri kullanmıştır, potlaç içinde
kredi kavramının işleyiş şekli hakkında epey net bir fikir
ediniriz.
Şeref kavramı hakkında bkz . B o a s , Seventh Report on the N.
W Tribes, s . 57.
Tlingit terimi: Swanton, Tlingit Indians, s . 42 1 , vs .
Vade kavramının yalnızca peşin kavramı kadar eski değil,
aynı zamanda onun kadar basit ya da belki de onun k adar
karmaşık da olduğunun farkına varılamamıştır.
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 47

"bilinçsiz sosyoloji" den daha tehlikeli değildir. Mese­


la Cuq şunları da s öyler: "ilkel toplumlarda yalnızca
tramp a düzeni akledilebilir; daha ilerlemiş olanlarda
peşin s atış uygulaması da vardır. Vadeli s atış uygar­
lığın üst bir aşamasının özelliğidir; ilk olarak peşin
s atışla b orcun dolaylı bir b irleşimi ş eklinde ortaya çı­
kar. " 1 Gerçekteyse çıkı ş noktası başka taraftadır. Bu­
nunla ilgilenmeyen hukukçuların ve iktisatçıların bir
kenara b ıraktığı bir hukuk kategorisindedir; o da arma­
ğandır, özellikle en eski biçimiyle yani bu incelemede
ele almadığımız toplam yükümlülük biçimiyle arma­
ğan. Oys aki armağan, zorunlu olarak vade kavramını
getirir. Gelişim, trampa ekonomisi hukukundan satışa,
s atışta da peşinden vadeliye geçişi s ağlamamıştır. Vak­
tiyle b irbirinden ayrı olan z amanların b asitleşmesiyle,
yakınlaşmasıyla bir yandan trampa , diğer yandan da
vadeli ve peşin s atın alma ve satış , aynı zamanda da
ö dünç , bu alınan ve zaman içinde geri verilen hediye­
ler sistemi üzerine kurulmuştur. Zira, tasvir ettiğimiz
aşamayı geride bırakmış olan hiçbir hukuk sisteminin
(özellikle de Babil hukukunun) , etrafımızda yaş amaya
devam eden bütün arkaik toplumların bildikleri vadeyi
bilmediklerini ispatlayan hiçbir şey yoktur. D avy'nin
daha önce üzerinde çalışmış olduğu,2 sözleşmenin bir­
leştirdiği "zamanın iki anı" meselesini çözmenin b asit
ve gerçekçi bir başka yolu da budur.
Kızılderililerin bu işlemlerinde, şeref kavramının
oynadığı rol hiç de az değildir.
B aşka hiçbir yerde, bir reisin bireysel itibarı ve
klanının itib arı, alınan armağanları harcamak ve sizi
minnet altında bırakanları minnet altında bırakacak
ş ekilde misliyle geri vermekteki titizliğe b ağlı değildir.

Birinci B abil hanedanı dönemi sözleşmeleri hakkında ince­


leme, Nouv. Rev. Hist. du Droit, 1 9 1 0, s. 477 .
Davy, Foi ju ree, s . 2 0 7 .
1 48 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

Tüketim v e yıkım, orada gerçekten de sınırsızdır. Bazı


po tlaç'larda s ahip olunan her ş ey harcanmalı , hiçbir
ş ey saklanmamalıdır. 1 En z engin olan ve en çılgın­
c a harcayan öne geçer. Husumet ve rekab et her şeyin
temelini oluşturur. Bireylerin cemiyet ve klanlardaki
siyasi statüsü ve her türlü derece, s avaşla, ş ans ese­
ri, mirasla, ittifakla , evlenmeyle yahut "mülk s avaşı"2
ile de elde edilir. Fakat her ş ey, s anki bu b ir "zengin­
lik s avaşı"3 imiş gibi tasavvur edilir. Ç ocukların evli-

B ütün mülkün dağıtılması: Kwakiutl, Boas, Secret Societies


and Social Organization of the Kwakiutl Indians, Rep. Amer.
Nat. Mus. , 1 895 (bundan sonra Sec. Sac. şeklinde anılacak) , s .
469. Acemilerin inisiasyonu durumunda, a .g.e. , s . 5 5 1 , Koski­
mo. Shushwap : yeniden dağıtım, Boas , 7th Rep. , 1 890, s. 9 1 ;
Swanton, Tlingit Indians, 2 1 st Ann. Rep. Bur. of A m . Ethn.
(bundan s onra Tlingit şeklinde anılacak) , s . 442 (bir konuş­
mada) : "Onu göstermek için her şeyi harcadı" (yeğeni) . Oyun­
da kazanılan her şeyin yeniden dağıtımı, Swanton, Texts and
Myths of the Tlingit Indians, Bull. no 39 Bur. of Am. Ethn .
(bundan s onra Tlingit T.M. şeklinde anılacak) , s . 1 3 9 .
Mülk s avaşı hakkında bkz . Maa'nın ş arkısı, Sec. Sac. , s . 5 7 7 ,
s . 602 : " B i z mülkle s avaşıyoruz." Karşıtlık, zenginlik s avaşı,
kan s avaşı, 1 895 'te Fart Rupert'te yapılan potlaç'taki konuş­
malarda da geçmektedir. Bkz. Boas ve Hunt, Kwakiutl Texts,
l re s erie, Jesup Expedition, c . III (bundan sonra Kwa, c. III
şeklinde anılacak) , s. 485, 482; krş . Sec. Sac. , s . 668 ve 6 7 3 .
Ö zellikle bkz . Haiyas miti (HaYda Texts , Jesup, V I , no 8 3 ,
Masset); Haiyas oyunda "yüzünü" kaybeder ve bundan dolayı
ölür, kız kardeşleriyle yeğenleri yasını tutarlar, bir intikam
potlaç'ı verirler, o da dirilir.
Bu hususta, bizde bile sözleşme olarak değil şerefin s ö z
konusu olduğu v e bırakılamayacak malların bırakıldığı b i r
durum olarak kabul e dilen oyunu incelemek yerinde o l acak­
tır. Oyun potlaç'ın ve armağanlar sisteminin bir biçimidir.
Kuzeybatı Amerika'ya kadar yayılması dikkat çekicidir. Her
ne kadar Kwakiutllarda bilinse de (bkz. Ethn . Kwa . , s . 1 394,
ebayu başlığı altında: lepa başlığı altında, s . 1435, krş . lep,
s . 1448 , "ikinci potlaç, dans"; krş . s . 1 42 3 , maqwacte b a ş lığı
altında) onlarda, Haidalarla, Tlingitlerle ve Çimmesyanlarla
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 49

liği , cemiyetteki mevkiler, ancak değiş tokuş edilen ve


geri verilen potlaç'lar esnasında elde e dilir. Ve yine
potlaç'ta kayb edilir; aynen s avaşta, oyunda, yarışta,
mücadelede kaybedildiği gibi . 1 Bazı vakalarda söz ko­
nusu olan vermek ve almak bile değildir, size geri ve­
rilmesini istiyormuş havası yaratmak dahi istenmediği
için tahrip etmek2 söz konusudur. Mumbalığı yağı ya

karşılaştırılacak kadar büyük b ir rol oynamadığı anlaşıl­


maktadır. Bunlar müzmin ve sürekli oyunculardır. Haidalar­
da çomak oyununun tasviri için bkz . Swanton, Ha'ida (Jesup
Exped . , V, 1 ) , s. 58 vd, 1 4 1 vd, figürler ve i simler için; Tlin­
gitlerde aynı oyun, çomak isimleriyle tasvir için: S wanton,
Tlingit, s. 443 . Kazanan p arça olan sıradan Tlingit naq'ı Ha­
idalardaki djil' in dengidir.
Hikayeler, oyunlara, her şeyini oyunda kaybeden reislere dair
efs anelerle doludur. Bir Çimmesyan reisi çocuklarını ve ebe­
veynini dahi kaybetmiştir: Tsi m . Myth. , s . 207, 1 0 1 ; krş . Boas,
a.g.e. , s . 409 . Bir Haida efs anesi, Çimmesyanların Haidalara
karşı bir toplu oyununun hikayesini anlatır. Bkz. Ha'ida T. M. ,
s . 3 2 2 . Krş . aynı efsane: Tlingitlere karşı oyunlar, a.g. e . , s . 94.
B o a s 'ta bu türden temaların bir kataloğu bulunabilir, Tsi m .
Myth. , s . 847 ve 843 . Adap ve ahlak gereği galib, mağlubu,
karısını ve çocuklarını s erbest b ırakmalıdır, Tlingit T. M. , s.
1 3 7 . Bu özelliğin Asya efsaneleriyle akrabalığının altını çiz­
meye gerek yoktur.
Zaten burada inkar edilemez Asya etkileri vardır. Asya kay­
naklı ş ans oyunlarının Amerika'da yayılması hakkında E . B.
Tylor'ın güzel çalışmasına bkz . , On American Lot-game s , as
evidence of Asiatic Intercourse, Bastian Festschr. Ek olarak,
Int. A rch . f Ethn., 1 896, s. 55 vd.
Davy, meydan okuma ve rekabet temalarını açıklamıştı. Buna
b ahis temasını da eklemek gerekir. Bkz. örn. Boas, Indianis­
che Sagen, s. 203-206. Yiyecek b ahsi, güreş bahsi, yükselme
bahsi vs, efs anelerde geçer. Temalar kataloğu için krş . a.g . e. ,
s . 363. B ahis günümüzde dahi bu hukukların ve bu ahlakın
bir kalıntıs ıdır. Yalnızca şerefi ve itibarı ortaya sürer ve bu
arada zenginliğin dolaşımını s ağlar.
Tahrip potlaç'ları hakkında bkz . Davy, Foi juree, s. 2 24. Buna
şu aş ağıdaki incelemeleri de eklemek gerekir. Vermek zaten
1 50 1 AR MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

tahrip etmektir, bkz . Sec. Soc. , s . 334. B azı b ağış ritüelleri


tahribat içerir: örn . çeyiz ödemesinin yapılması ritüeli ya da
B oas'ın deyimiyle "evlilik borcunun yeniden ö denmesi," "ka­
noyu batırmak denen bir formaliteyi de kapsar: Sec. Soc. , s .
5 1 8, 5 2 0 . Fakat bu tören temsilidir. Bununla birlikte, Haida
ve Ç immesyan potlaç'larına ziyaretlerde, gelenlerin kanoları
gerçekten tahrip edilir. Ç immesyanlarda , gelen kano , için­
deki her şeyin karaya çıkarılmasına özenle yardım ettikten
sonra tahrip edilir ve dönüşte daha güzel kanolar verilir:
B oas, Tsi m . Myth. , s. 338.
Fakat tam anlamıyla tahrip etme, harcama yapmanın bir üst
biçimini teşkil ediyor gibi gözükmektedir. Ç immesyanlarda
ve Tlingitlerde buna "mülkiyeti öldürmek" denir. Boas, Tsim.
Myth. , s . 344; Swanton , Tlingit, s . 442 . Aslında, dokumaların
dağıtımına da bu adı verirler: "onu görmek için onca dokuma
yok oldu," Tlingit, a.g.e.
Potlaç'taki bu tahribat uygulamasında iki itici güç daha et­
kili olur: Birincisi s avaş temasıdır: potlaç bir savaştır. Tlin­
gitlerde "savaş dansı" nitelemesini taşır, Swanton, Tlingit, s .
458, krş . s . 436. Nasıl k i bir savaşta öldürülen mal sahipleri­
nin maskeleri , isimleri ve ayrıcalıkları ele geçirilebiliyors a,
aynı şekilde bir mülkiyet s avaşında da mülkiyet öldürülür:
ya diğerleri ele geçirmesin diye kendi mülklerini öldürürler
ya da geri vermeye zorunlu olacakları ya da geri veremeye­
cekleri malları onlara vermek suretiyle başkalarının mülkle­
rini öldürürler.
İkincisi ise kurban temasıdır. Bkz. daha yukarısı. Mülkiyet
ö dürülebiliyorsa canlı demektir. Bkz. daha ilerisi. Bir çığıt­
kan şöyle der: "Reisimizin gayretleriyle mallarımız hayatta
kalsın, bakırlarımız kırılmasın . " Ethn. Kwa . , s. 1 28 5 , 1 . 1 .
Hatta belki "yaq" kelimesinin, ölü gibi uzanmak, potlaç'ı da­
ğıtmak anlamları, krş . Kwa. T. , III, s . 59, 1. 3 ve dizin, Ethn .
Kwa . , b u şekilde açıklanabilir.
Fakat ilke olarak, normal kurbanda olduğu gibi, tahrip edi­
len şeyleri ruhlara, bu durumda klanın atalarına devretmek
söz konusudur. Bu tema Tlingitlerde doğal olarak daha geliş­
miştir (Swanton, Tlingit, s. 443, 462) , onlarda atalar potlaç'ta
hazır bulunmakla ve tahribattan yararlanmakla kalmaz, ken­
di yaşayan adaşlarına verilen hediyelerden de yararlanırlar.
Ateş yoluyla tahribat bu temanın özelliği gibi görünmektedir.
B U S İ ST E M İ N G E N İ Ş LE M E S İ 1 1 51

da b alina yağı kutularını bütün olarak yakarlar, 1 ev­


leri ve binlerce dokumayı yakarlar; rakiplerini e zmek
için, "alçaltmak" için en p ahalı b akırları kırarlar, suya
atarlar.2 Bu şekilde s adece kendilerinin değil, aileleri­
nin de toplumsal kademesini ilerletirler. Dolayısıyla
bu, hatırı s ayılır zenginliklerin daimi olarak harcan­
dığı ve devredildiği bir hukuk ve iktisat sistemidir. Bu
devirler, değiş toku ş , h atta ticaret, satış olarak da ad­
landırılabilir;3 fakat bu ticaret asildir, teşrifatla ve cö­
mertlikle doludur ve her halükarda, b aşka bir niyetle ,
hızla kazanç s ağlamak amacıyla yapıldığında belirgin
bir hakaretin konusu olur.4

Tlingitlerde bkz. çok ilginç mit, Tlingit T. M. , s . 82. Haida, ateş


içinde kurban (Skidegate); Swanton, Halda Texts and Myths,
Bull. Bur. A m . Ethn. , no 29 (bundan sonra Hai"da T. M. şeklinde
anılacak) , s. 36, 28 ve 9 1 . Bu tema Kwakiutllarda çok b elirgin
değildir, ancak onlarda da "Ateşe Oturan" adında bir ilah var­
dır ve ona, karşılık ödemek için, mesela hasta çocuğun kıya­
fetleri kurban edilir: Ethn. Kwa . , s . 705, 706.
Boas, Sec. Sac. , s . 353, vs .
Bkz . daha ileride , p !Es kelimesi hakkındaki bahis .
"Değiş tokuş ve "satış" sözlerinin dahi Kwakiutl diline ya­
bancı olduğu anlaşılmaktadır. B oas 'ın çeşitli sözlüklerinde
satış kelimesini ancak bir bakırın satışa çıkarılması konu­
sunda buldum. Ancak bu açık artırmaların da satıştan geri
kalır tarafı yoktur, bu, bir tür b ahis , bir tür cömertlik mü­
cadelesidir. Değiş tokuş sözünü ise, yalnızca L'ay ş eklinde
buldum: ama sözü edilen metinde (Kwa. T. , III, s. 77, 1. 41 ) bir
isim değişimi hakkında kullanılıyor.
Şu deyimlere bkz. "Yemekte açgözlü" Ethn. Kwa . , s. 1 462, "hız­
la s ervet yapmak arzusunda," a.g.e. , s . 1 394; bkz. "küçük re­
isler" e karşı şu güzel beddua: "Müzakere eden küçükler; ça­
lışan küçükler; yenilen . . . ; kano vermeye söz veren . . . ; verilen
mülkü kabul eden . . . ; mülkiyeti arayan . . . ; yalnızca mülkiyet
için çalışan . . (mülkiyet olarak çevrilen kelime "maneq"tir,
.

bir iyilikte bulunmak anlamındadır, a.g. e. , s. 1 403) , hainler."


A .g. e. , s. 1 28 7 , 1 5- 1 8. s atırlar, krş . potlaç veren reis ve alan ve
hiçbir zaman geri vermeyen insanlar hakkında bir başka ko-
1 52 1 A R M AGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

Polinezya 'da çok güçlü bir şekilde etkili olan, Mela­


nezya'da ise hep var o lan şeref kavramının burada ger­
çek tahrib atlara seb ep olduğu görülüyor. Bu noktada
da klasik öğretim, ins anları harekte geçiren dürtülerin
önemini ve bizden önce gelen toplumlara b orçlu olduk­
larımızı doğru değerlendiremiyor. Huvelin gibi birikim
s ahibi bir bilgin bile, etkisiz olarak bilinen ş eref kav­
ramını büyüsel etki kavramından çıkars amak zorun­
da his setmiştir kendini. 1 Ş eref ve itib ar kavramında
yalnızca, büyünün yerini alan şeyi görür. Hakikat ise
çok daha karmaşıktır. Büyü kavramı bu uygarlıklara
ne kadar yabancıysa ş eref kavramı da en fazla o kadar
yab ancıdır.2 Polinezya mana'sı da bizzat, yalnızca her

nuşma: "onlara yiyecek verdi, onları getirtti . .. onları sırtına


çıkardı . . . ", a.g. e. , s. 1 293; krş . 1 29 1 . "Küçükler"e karşı başka
bir beddua için bkz . , a .g. e. , s. 1 3 8 1 .
B u türden bir ahlakın n e ikti s ada ters olduğunu n e de
toplumsal tembelliğe tekabül ettiğini düşünmelidir. Ç im­
mesyanl ar cimriliği kınarlar ve başkahraman Karga'nın
(yaratıcı ) , cimri olduğu için nasıl b abası tarafından geri yol ­
landığını anlatırlar: Tsim. Myth. , s . 6 1 , 444. Aynı m i t Tlingit­
lerde de vardır. O da aynı şekilde, konukların tembelliği ve
dilenciliğini kınar ve Karga'nın ve kendilerini davet ettirmek
için şehir ş ehir gezen ins anların nasıl cezalandırıldıklarını
anlatırlar: Tling i t M. T. , s. 260 , krş . 2 1 7 .
Injuria , Melanges Appleton; Magie et Droit individuel , An­
nee Sac. , X , s . 28.
Tlingitlerde dans etmek şerefine ulaşmak i çin ödeme yapılır:
Tl. M. T. , s. 1 4 1 . Dans düzenleyen reisin ö demesi. Ç immes­
yanlarda: "Her şey şeref için yapılır. .. Zenginlik ve gösterişin
s ergilenmesi her şeyin üzerindedir. " B o a s , Fifth Report, 1 89 9 ,
s . 1 9, Mayne, Four Years, s . 265'da Duncan şunları söylüyor­
du: "nesnenin basit b eyhudeliği için." Üstelik, yalnızca yük­
s elme vs değil, mesela "bakırı kaldırmak" (Kwakiutl) , Kwa. T. ,
III, s. 499, 1. 26 "mızrağı kaldırmak" (Tlingit), Tl. M. T. , s . 1 1 7 ,
"(cenaze v e totem) potlaç(ı) direğini kaldırmak," evin "kirşini
kaldırmak," yağlı direği kaldırmak gibi çok sayıda ritüel de
bu türden ilkeleri ortaya çıkarır. Potlaç'ın amacının "en yüce
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 53

varlığın büyü s el gücünü değil, aynı zamanda şerefini


de sembolize eder ve bu kelimenin en iyi çevirilerin­
den biri otoritedir, zenginliktir. 1 Haida ve Tlingit pot­
laç'ı karşılıklı hizmetleri şeref kabul etmeye dayanır.2
Avustralyalılar gibi gerçekten ilkel kabilelerde bile şe­
ref meselesi bizdeki kadar hass astır ve armağanlarla
olduğu kadar yükümlülüklerle, yiyecek sunularıyla,
öncelik hakkıyla ve ayinlerle de memnuniyet sağlanır.3

aile"nin hangi si olduğunu bilmek olduğu unutulmamalıdır


(Reis Katishan'ın Tlingit Karga miti hakkında yorumları, Tl.
M. T. , s . 1 1 9 , n. a.) .
Tregear, Maori Comparative Dictionary, Mana maddesi.
Zenginlik kavramının kendisini incelemek de yerinde olacak­
tır. Bizim bakış açımızla zengin kişi, Polinezya'da mana'sı
olan, Roma'd a "auctoritas"ı olan, bu Amerikan kabilelerin­
deyse "geniş," walas (Ethn. Kwa . , s. 1 396) olan kişidir. Fakat
zenginlik kavramıyla, otorite kavramıyla, hediye alanlara
emretme hakkıyla potlaç arasındaki ilişkiyi kesin olarak
belirtmemiz gerekir: bu çok nettir. Mesela Kwakiutllarda en
önemli kabilelerden biri Walasaka'dır (aynı zamanda bir ai­
lenin, bir dansın ve bir cemiyetin adıdır bu); bu ad, potlaç'ta
dağıtım yapan, "yukarıdan gelen büyükler" anlamındadır;
walasila yalnızc a zenginlik değil, aynı zamanda "bir bakı­
rın açık artırmaya konması ves ilesiyle dokuma dağıtımı"
anlamına da gelir. Bir başka mecaz da kişinin, verilen pot­
laç 'larla "ağır" hale geldiği telakkisine dayanır: Sec. Sac. , s .
5 5 8 , 5 5 9 . Reisin, zenginliklerini dağıttığı "kabileleri yuttuğu"
söylenir; "mülkiyetten kus ar" vs.
Bir Tlingit ş arkı sı, Karga fratri hakkında şöyle der: "Kurtları
" valuable" kılan odur. " Tl. M. T. , s. 398, no 3 8 . Verilen ve geri
verilen "saygı" ve "şeref' ilkeleri armağanları kap sar ve bu
iki kabilede gayet s arihtir. Swanton, Tlingit, s. 45 1 ; Swanton,
Hai'da, s. 1 6 2 , bazı hediyelerin geri verilmesinden muaf tu­
tulma .
Krş . daha ilerisi (sonuç) .
Talep edilmeyen, vakarla kabul edilen armağanın ve şenliğin
teşrifatı bu kabilelerde son derece belirgindir. Bizim açımız­
dan öğretici olan, Kwakiutl , Ha'ida ve Ç immesyanlara ait üç
olguyu belirtmekle yetinelim: reisler ve s oylul ar şenlikler-
1 54 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

İnsanlar, imza atmayı öğrenmeden ç o k önce, ş erefleri­


ni ve isimlerini ortaya koymayı bilmişlerdir.
Kuzeybatı Amerika potlaç'ı , anlaşmanın biçimini
ilgilendiren her konuda yeterince incelendi . Yine de
bizi ilgilendiren konu b akımından D avy ve Leonhard
Adam'ın bu konuda yaptıkları çalışmayı , bulunması
gereken en geniş çerçeveye yerleştirmek gerekir. Zira
potlaç hukuki bir fenomenden daha fazlasıdır: "top ­
lamlar" diye adlandırmayı önerdiğimiz şeylerden biri ­
dir. Potlaç, dinidir, mitolojiktir ve ş amanistiktir çünkü
buna dahil olan reisler, adlarını taşıdıkları , danslarıy­
la dans ettikleri , ruhları tarafından ele geçirildikleri
ataları ve tanrıları orada temsil eder, teces süm ettirir­
ler. 1 İktisadidir ve Avrup a değerleriyle sayıya döküldü-

de az yer, çok yiyenler vasallar ve sıradan insanlardır; onlar


tam anlamıyla "müşkülpesent" davranırlar: Boas, Kwa. Ind.,
Jesup . , V, II, s. 427 , 430; çok yemenin tehlikesi, Tsim. Myth. ,
s . 5 9 , 1 49, 1 53 , v s (mitler); şenlikte ş arkı söylerler, Kwa. Ind . ,
Jesup Exped . , V, I I , s . 430, 43 7 . "Açlıktan ölmediğimiz s öylen­
s in diye" deniz kabuğu çalınır." Kwa. T., III, s . 486 . Soylu asla
talepte bulunmaz. Hekim ş aman asla ücret istemez, "ruhu"
bunu yapmasını yas aklar. Ethn. Kwa, s. 73 1 , 742; Hafda T. M. ,
s . 238, 239. Bununla birlikte Kwakiutllarda bir "dilencilik"
dansı ve cemiyeti vardır.
Tlingit ve Haida potlaç'ları bu ilkeyi özellikle geliştirmiştir.
Krş . Tlingit Indians, s . 443 , 462. Krş . Tl. M. T. , s. 373 'teki ko­
nuşmalar; konuklar tütün içtiği sürece ruhlar da içer. Krş .
s . 385, 1. 9: "Biz burada sizin için dans edenler, biz aslında
kendimiz değiliz. Burada dans etmekte o lanlar, uzun süre
önce ölmüş amcalarımız." Konuklar, ruhturlar ve uğurdur­
lar gon a 'qadet, a.g.e. , s. 1 1 9 , not a. Aslında burada yalnızca
adağın ve armağanın iki ilkesinin karışıklığı var; doğa üze­
rindeki eylem hariç olmak üzere , bu belki daha önce s aydı­
ğımız bütün durumlarla karşılaştırılabilir. Canlılara vermek
ölülere vermek demektir. Önemli bir Tlingit hikayes i ( Tl. M.
T. , s. 2 2 7 ) , dirilen birinin kendis i için nasıl po tlaç yapıldı­
ğını bildiğini anlatır; po tlaç vermedikleri için yaşayanlara
s item eden ruhlar teması yaygındır. Muhakkak ki Kwakiutl -
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 55

ğünde bugün dahi bu muazzam ticari işlemlerin değe­


rini, önemini , sebeplerini ve etkilerini ölçmek gerekir. 1
Potlaç da bir toplums al morfoloji fenomenidir: kabi­
lelerin, klanların, ailelerin hatta milletlerin bir araya
toplanmaları, gözle görülür bir asabiyet, bir tahrik
hali yaratır: kardeş olunur ama yine de yab ancı kalı­
nır; devasa bir ticaret ve daimi bir yarışmanın içinde
iletişim kurulur ve ters düşülür.2 Ç ok fazla sayıdaki
estetik fenomeni geçiyoruz. Nihayet, hukuki b akış açı­
sından dahi , bu sözleşmelerin biçiminden ve s özle ş ­
menin insani amacı diye adlandırabileceğimiz ş eyden
daha önce çıkardıklarımıza ek olarak, sözleşme taraf­
larının (klanlar, aileler, toplumsal dereceler, nikahlar)
hukuki statülerine ek olarak, şunu da eklemek gerekir:
sözleşmelerin maddi nesnelerinin, değiş tokuş edilen
şeylerin verilmelerine ve özellikle de geri verilmelerine
s eb ep olan özel bir faziletleri vardır.

Bizim incelememiz açısından -eğer yeterince yerimiz ol­


saydı- Kuzeybatı Amerika potlaç nın dört formunun ay­
'

rımını yapmak faydalı olurdu: 1 ) Fratrilerin ve reislerin


ailelerinin yalnız ya da hemen hemen yalnız oldukları
bir potlaç (Tlingit); 2) Fratrilerin, klanların, reislerin ve
ailelerinin hemen hemen eşit rol oynadıkları bir potlaç;
3) Klanlar tarafından karşı karşıya getirilmiş reisler
arasında bir potlaç (Çimmesyan); 4) Reislerin ve cemi­
yetlerin potlaç'ı (Kwakiutl) . Fakat bu yoldan ilerlemek

ların ilkeleri de aynıydı . Örn. konuşmalar, Ethn. Kwa. , s. 788.


Çimmesyanlarda yaş ayanlar ölüleri temsil eder; Tate, Boas'a
şöyle yaz ar: "Sunular özellikle bir şenlikte verilen hediyeler
şeklinde tezahür eder." Tsim. Myth. , s. 452 (tarihi efs aneler) s .
287. Hai:dalar, Tlingitler v e Çimmesyanlarla karşılaştırmalar
için tema koleksiyonu, Boas , a.g. e . , s. 846 .
B k z . daha ileride b akırların değeri hakkında bazı örnekler.
Krause, Tlinkit Indianer, s. 240, Tlingit kabileleri arasındaki
bu birbirine yaklaşma şekillerini iyi tasvir eder.
1 56 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

çok uzun olurdu, üstelik b u dört formdan üçünün ay­


rımı (Çimmesyan biçimi hariç) Davy tarafından ortaya
konmuştur. 1 Nihayet bizim çalışmamızla ilgili olarak,
yani armağanın üç teması, verme zorunluluğu, alma
zorunluluğu ve geri verme zorunluluğu açısından, pot­
laç ın bu dört formu büyük oranda birbirinin aynıdır.
'

Üç Zorunluluk: Vermek, Almak, Geri Vermek


Verme zorunluluğu potlaç'ın özüdür. Bir reis kendisi
için, oğlu, damadı ya da kızı için,2 ölüleri için3 potlaç lar '

vermek zorundadır. Kabilesinin ve köyünün, hatta aile­


sinin üzerindeki otoritesini koruması, reisler arasında­
ki rütbesini -ulusal ya da uluslararası- elinde tutması4

Davy, Foi juree, s . 1 7 1 vd, s . 2 5 1 vd. Ç immesyan formu Haida


formundan pek de göze b atacak derece ayrılmaz . B elki klan
orada daha fazla ortadadır.
Potlaç ile siyasi statü, özellikle de damadın ve oğulun statü­
s ü arasındaki ilişki konusunda D avy'nin tanıtlamasına ye­
niden b aşlamak gereksizdir. Şölenlerin ve değiş tokuşların
törensel değerini yorumlamak da aynı ş ekilde gereksizdir.
Örn. biri kayınpeder biri damat iki ruh arasında kano değiş
tokuşu, artık "tek bir kalp" olmalarını sağlar: Sec. Sac. , s. 387.
Kwa. T. , III, s . 2 74'teki metin şunu ekler: "s anki isimlerini
değiş tokuş etmişler gibiydi . " Ayrıca bkz. a.g.e. , III, s. 2 3 : bir
Nimkish (diğer Kwakiutl kabilesi) şenliği mitinde, düğün şö­
leninin amacı, "ilk defa yemek yiyeceği köye" kızı görkemli
bir şekilde sokmaktır.
Haidalar ve Tlingitlerdeki cenaze potlaç'ı doğrulanmış ve
yeterince incelenmiştir; Ç immesyanlarda ise bunun, özel­
likle yasın sonuyla, totem direğinin dikilmesiyle ve ölünün
yakılmasıyla ilgili olduğu anlaşılıyor: Tsim. Myth . , s . 534 vd.
Boas 'ın Kwakiutllarda cenaze p o tla ç ı olduğuna dair bir kay­
'

dı yoktur, fakat bir mitte bu tarz bir potlaç tasvirine rastla­


nır. Kwa . T. , III, s . 407 .
Bir arma üzerindeki hakkını korumak için potlaç, Swanton,
Hai'da, s . 1 07 . Bkz . Leg.ek'in hikayesi, Tsim. Myth. , s. 3 8 6 . Leg.
ek en önemli Ç immesyan reisinin unvanıdır. Ayrıca bkz. a .g.e. ,
B U S İ ST E M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 57

ancak, ruhların ve s ervetin1 kendisine mus allat oldu­


ğunu ve onlar tarafından korunduğunu, servetin onu,
onun da serveti ele geçirdiğini ispatlamasına b ağlıdır;2
ve bu serveti ancak onu harcayarak, dağıtarak, b aşka­
larını hakir görerek, onları "kendi adının gölgesi" altına
alarak3 ispatlayabilir. Kwakiutl ve Haida soylusu, Çin­
li alim ve memurlarla tamamen aynı "yüz" kavramına
sahiptir.4 Mitik büyük reislerden, potlaç vermeyen biri

s . 364, bir başka önemli Çimmesyan reis unvanı taşıyan Nes­


balas reisin hikayeleri ve Haimas reis ile nasıl dalga geçtiği.
Kwakiutllarda (Lewikilaq) en önemli reis unvanlarından biri
Dabend'dir (Kwa. T. , III, s. 1 9 , 1. 22; krş . dabend-gal 'ala, Ethn.
Kwa . , s. 1 406 , sütun: l ) , reis , po tlaç tan önce "nihayetine ere­
'

meyen" anlamına gelen bir isim taşırken potlaç tan s onra "ni­ '

hayetine eren" anlamına gelen bu i smi alır.


Bir Kwakiutl reisi şöyle der: "Bu b enim gururumdur; ailemin
adları, kökleri , bütün atalarım . . . " (ve burada, hem bir unvan
hem de sıradan bir i sim olan adını reddeder) , "maxwa bağış ­
çıları idiler" (büyük potlaç) : Ethn . Kwa . , s . 887, 1 . 54; krş . s .
843 , 1 . 70.
Bkz. daha ileride, bir (konuşmada) : "Mülklerle sarılıyım.
Mal mülk zenginiyim. Mal mülk s aymanıyım. " Ethn.Kwa. , s .
1 280, 1 . 1 8 .
Bir bakır satın almak, onu s atın alanın "adının altına" koy­
maktır, B o a s , Sec. Sac. , s. 345. Bir başka mecaz ise şudur; pot­
laç verenin adı , verilen po tlaç'la "ağırlık kazanır," Sec. Sac. ,
s . 349 , alınan po tla ç la "ağırlık kaybeder" Sec. Sac. , s. 345 .
'

Armağan verenin armağan alan üzerinde üstünlüğü olduğu


fikrini taşıyan başka deyimler de vardır: armağan alan, ken­
dini geri satın almadığı sürece bir tür köledir (Haidalar "adı
kötü" derler bu durumda, Swanton, Hai'da , s. 70; krş . daha
ilerisi); Tlingitler şöyle der: "armağanları , onları alanların
s ırtına yüklerler," Swanton, Tlingit, s. 428 . Haidaların zih­
niyetini ele veren iki deyimleri vardır: iğnesini "götürmek,"
"hızla koşturmak" (krş . yukarıdaki Yeni Kaledonya deyimi) ,
bunun "kendisinden aş ağı biriyle mücadele etmek" anlamına
geldiği anlaşılmaktadır, Swanton, Hai'da, s. 1 62 .
Bkz. Haima s 'ın hikayesi; özgürlüğünü, ayrıcalıklarını, mas­
kelerini ve diğerlerini, yardımcı ruhlarını, ailesini ve malla­
rını nasıl kaybetti, Tsim. Myth . , s . 3 6 1 , 362.
1 58 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

hakkında "çürük surat" denir. 1 Buradaki deyim Çin'de­


kinden daha kesindir. Zira Kuzeybatı Amerikalılarda
itibarı kaybetmek ruhu kaybetmektir: gerçekten de pot­
laç'ta, 2 armağanlar oyununda3 kaybedilen, "yüz" dür,
dans maskesidir, bir ruhu cisimleştirme, bir arma, bir
totem taşıma hakkıdır, bu ş ekilde oyunda ortaya kon­
muş olan persona'dır, tıpkı s avaşta4 ya da bir ritüel ha-

Ethn. Kwa . , s . 805; B oas'ın Kwakiutl yazarı Hunt, ona şöyle


yazar: "Reis Maxuyalidze ( aslında "potlaç veren") neden hiç
şenlik vermedi bilmiyorum. Heps i bu. Bu yüzden ona Gelsem
adı verildi, yani Ç ürük Surat." A .g.e. , 1 . 1 3 - 1 5 .
Verilmiyor olsa da, alınıyor olsa da potlaç gerçekten tehlikeli
bir şeydir. Mitik bir potlaç' a gelen ins anlar bundan dolayı
ölmüşlerdir (Ha'ida T. , Jesup, VI, s. 626; krş . s. 667, aynı mit,
Ç immesyan) . Karşılaştırmalar için krş . , Boas, Indianische
Sagen , s. 356, no 58. Potlaç'ı verenin cevherine karışmak teh­
l ikelidir: mesela, aşağı dünyada bir ruhlar potlaç'ında tüke­
timde bulunmak. Kwakiutl efs anesi (Awikenoq) Ind. Sagen . ,
s . 239. Bkz. kendi etinden yiyecek çıkaran Karga miti (birçok
örnek) , C tatloq, Ind. Sagen, s. 76; Nootka, a.g. e. , s . 1 06 . Karşı­
laştırmalar: B o a s , Tsim. Myth. , s. 694, 695.
Potlaç aslında bir oyun ve zorlu bir imtihandır. Mesela bu
imtihana, şölen boyunca hıçkırık tutmaması da dahildir.
"Hıçkırıktansa ölüm" derler. B o a s , Kwakiutl Indian s , Jesup
Expedition , c. V, bölüm II, s . 42 8 . Bkz. bir meydan okuma
sözü: "Konuklarımıza boş alttırmaya çalışalım (tabakları) . . " .

Ethn. Kwa . , s . 9 9 1 , 1. 43; krş . s. 992. Yiyecek vermek, yiyece­


ği geri vermek, intikam anlamına gelen kelimeler arasındaki
anlam belirsizlikleri hakkında bkz . terimler sözlüğü (Ethn.
Kwa . , yenesa, yenka maddeleri : yiyecek vermek, telafi et­
mek, intikamını almak) .
Bkz . daha yukarıda, potlaç ve s avaşın denkliği . Değneğin
ucundaki bıçak Kwakiutl potlaç'ının bir sembolüdür, Kwa.
T. , III, s . 483 . Tlingitlerde bu, yukarı kaldırılmış mızraktır,
Tlingit M. T. , s. 1 1 7 . Bkz. Tlingitlerde telafi potlaç'ı ritüelle­
ri. Klooların Ç immesyanlara karşı s avaşı , Tling. T. M. , s. 43 2 ,
433 , n . 34; biri s i köle edinilmiş olduğu için yapılan danslar;
birisi öldürülmüş olduğu için danssız p o tla ç'lar. Krş . daha
ileride bakır armağan verme ritüeli, s. 22 1 , n. 6.
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 59

tasıyla 1 kaybedilebileceği gibi. Bütün bu toplumlarda


herkes , vermek için acele eder. Kış aylarının bir anı bile
yoktur ki gösterişli törenleri ve bir araya gelişleri dı­
şında bile, arkadaşları davete ve avdan elde ettikleriyle
tanrılardan ve totemlerden gelenleri onlarla p aylaşmaya
mecbur olmasınlar;2 yararlanan konumunda oldukları3

Kwakiutllardaki bu ritüel hataları için bkz . B o a s , Sec. Sac. , s .


433 , 5 0 7 v s . Bunun kefareti b i r potlaç ya da e n azından bir
armağan vermektir, bu kesindir.
Burada, bütün bu toplumlarda, son derece önemli b ir hu­
kuk ve ritüel ilkesi söz konusudur. Zenginliklerin d ağıtımı
hem bir ceza, hem ruhlar karşısında bir şefaat arayışı, hem
de ins anlarla cemaatin birliğini yeniden tesis rolü oynar. P.
Lamb ert zaten daha önce, Kanakl arda anne tarafından akra­
baların, aralarından birinin, babanın ailesinde kan kaybet­
mesi durumunda tazminat talep etme hakkını tespit etmişti,
Moeurs des sauvages neo-caledoniens, s . 66. Bu kurum aynı
şekilde Çimmesyanlarda da bulunur, Duncan, Mayne, Four
Yea rs, s . 265; krş . s . 296 ( oğulun kan kaybı durumunda pot­
laç) . Maorilerdeki muru kurumu da muhtemelen bununla
karşılaştırılmış olmalıdır.
E sirlerin kurtarılmas ı için yapılan potlaç1ar da aynı şekilde
yorumlanmalıdır. Zira bu s adece esiri geri almak için değil­
dir, onun esir olmasına s ebep o lmuş aile, "ismini" yeniden
tesis etmek için de potlaç vermelidir. Bkz. Dzebasa 'nın hika­
yesi, Tsim. Myth. , s. 388. Tlingitlerde de aynı kural geçerlidir,
Krause, Tlinkit Indianer, s . 245; Parter, Xlth Census, s . 54;
Swanton, Tlingit, s. 449 .
Kwakiutllarda, ritüel hatasının kefareti olan çok sayıda potlaç
bulunur. Fakat çalışacak olan ikizlerin ebeveyninin kefaret pot­
laç ına dikkat etmek gerekir, Ethn. Kwa . , s. 69 1 . Sizi terk etmiş
'

bir kadını geri kazanabilmek için özellikle de bu sizin hatanız


sonucuysa kayınpedere bir potlaç verilmelidir. Bkz. sözlük,
a.g. e. , s. 1 423, sütun 1 , alt. Bu ilkenin kurmaca bir kullanımı
da olabilir: reisin biri bir potlaç vesilesi yaratmak istediğinde,
yeniden zenginliklerin dağıtımı için bir bahanesi olsun diye,
karısını kayınpederine yollar. Boas, 5th Report, s. 42 .
Şenliklerdeki ve balık avından, hasattan, avdan , konserve
kutularının açılmasından sonraki mecburiyetlerin uzun bir
listesi için Ethn. Kwa . , s. 757 vd; krş . s. 607 vd, teşrifat vs
için.
Bkz. daha yukarısı.
1 60 1 A R M A G A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

potlaç1ardan gelen her şeyi onlara yeniden dağıtmaya


mecbur olmadıkları; reislerden, 1 vasallardan, akraba­
lardan2 gelen herhangi bir hizmeti3 armağanlarla takdir
etmeye mecbur olmadıkları bir an bile geçmez; bütün
bunları yapmamak, en azından soylular için teşrifatı ih­
lal ve toplumsal konumunu kaybetme tehlikesi getirir.4
Davet etme zorunluluğu, klandan klana ya da ka­
bileden kabileye uygulandığında son derece açıktır.
Ancak aile, klan ya da fratri5 üyelerinden başkalarına

Ç immesyanlarda, reislerin potlaç'ı ile vasalların po tlaç 'ı


arasındaki p aylaşımı gerekli kılan ve her iki tarafı da hesaba
katan dikkate değer bir kurum vardır. Her ne kadar bu, ra­
kipleri karşı karşıya gelen klanlarla fratriler tarafından bö­
lünmüş değişik feodal sınıflar içinde gerçekleşiyor olsa da,
sınıftan sınıfa uygulanan hukuk ku ralları da vardır, B o a s ,
Tsim. Myth. , s . 5 3 9 .
Akrab alara yapılan ö demeler, Tsim. Myth . , s . 534; krş . Davy,
Foi juree, Tlingitlerde ve Haidalardaki zıt sistemler ve aile­
ler arasında potlaç'ın dağıtımı için, s. 1 96 .
Bkz. Tsim. Myth. , s . 5 1 2 , 439; krş . s . 534, hizmetlerin ö deme­
s i için. Kwakiutl, örn. Dokumaların s ayımını yap ana ödeme,
Sec. Sac. , s. 6 1 4, 629 (Nimkish, yaz şenliği) .
Masset'nin yer verdiği bir Haida miti (Ha!da Texts , Jesup, VI,
no 43) , yaşlı bir reisin nasıl yeterince potlaç vermediğini anla­
tır; diğerleri artık onu davet etmezler, bu yüzden ölür, yeğen­
leri onun heykelini yaparlar, bir şenlik verirler, onun adına on
şenlik verirler; bunun üzerine yeniden doğar. Mas set'nin bir
başka mitinde, (a. g . e . , s . 727), bir ruh, rei slerden birine giderek
şöyle der: "Senin çok malın var, bir potlaç yapmalısın" (wal=­
dağıtım, krş . walgal, potlaç kelimesi) . O da bir ev yaptırır ve
inşa edenlere ödeme yapar. Bir başka mitte, a.g.e. , s. 7 2 3 , 1 . 34,
reisin biri şöyle der: "Hiçbir şeyi kendime saklamayacağım,"
krş . daha ileride: "On kez potlaç yapacağım (wal) ."
Klanların düzenli olarak karşı karşıya gelme şekilleri hak­
kında (Kwakiutl) , Boas, Sec. Sac. , s. 343; (Çimmesyan) , Boas,
Tsim. Myth . , s . 497 . Fratrilerin topraklarında bu kendinden
böyledir, bkz . Swanton, Hai'da , s. 1 62 ; Tlingit, s. 424. B u ilke
Karga mitinde dikkate değer şekilde ortaya konmuştur, Tlin­
git T. M. , s . 1 1 5 vd.
BU S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 61

sunulduğunda davet anlamlıdır, katılabilecek olan, 1


katılmak isteyen2 ya da katılmaya gelen3 herkes , ş enli­
ğe ya da potlaç' a4 davet edilmelidir. Unutmanın meşum
sonuçları vardır.5 Önemli bir Ç immesyan miti,6 Avru­
pa folklorunun temel temalarından biri olan, vaftizde
ve düğünde unutulan kötü peri temasının hangi ruh
hali içinde ortaya çıktığını gösteriyor. Bunun üzerine
dokunan kurumların kumaşı, burada açıkça kendini
gösterir; hangi uygarlıklarda bunun işlediğini görü­
yoruz. Çimmesyan köylerinden birinden bir prenses,

Doğal olarak, teamüllere aykırı davrananları, şenlik verme­


miş olanları, şenlik adları olmayanları davet etmekle kendi­
lerini yükümlü görmezler, Hunt, Ethn. Kwa. içinde, s . 707;
potlaç vermemiş olanlar, krş . a.g. e . , dizin, Waya ve Wayapo
Lela maddeleri altında, s. 1 3 95; krş . s. 358, 1. 2 5 .
Bu noktada, yetimi, terk edilmiş olanı , çıkagelen fakiri davet
etmemenin tehlikesi hakkındaki -bizim Avrup a ve Asya folk­
loründe de aynı olan- sürekli tekrarlanan anlatı çıkar karşı ­
mıza . Örn . Indianische Sagen, s . 3 0 1 , 3 0 3 ; b k z . Tsim. Myth. ,
s . 2 9 5 , 292: totem, totemik tanrı olan bir dilenci. Temalar ka­
taloğu, B o a s , Tsim. Myth. , s . 784 vd.
Tlingitlerin dikkate değer bir deyimleri vardır: konuklar
"yüzmekte" kabul edilir, kanoları " deniz üzerinde dolaşmak­
tadır," taşıdıkları totem direği yoldan sapmıştır, onları dur­
duran potlaç'tır, davettir, Tl. M. T. , s . 394, no 22; s. 395, no 24
(nutukların içinde) . Kwakiutl reisinin en yaygın unvanların­
dan biri, "kendisine doğru kürek çekilen"dir, "gelinen yer"dir,
örn . Ethn. Kwa . , s. 1 87 , 1. 1 0 ve 1 5 .
Birisini ihmal ederek yapılan hakaret, onun akrabalarının
da po tlaç' a gelmekten imtina etmel erine sebep olur. Bir Çim­
mesyan mitinde ruhlar, Büyük Ruh davet edilene kadar gel­
mezler, o davet edildiğinde hep si gelirler Tsim. Myth., s. 277.
Bir hikayede, büyük reis Nesbalas'ın davet edilmediği, diğer
Ç immesyan rei slerinin de gelmedikleri ve şöyle dedikleri an­
latılır: "O reis , onunla aramızı bozamayız ." A .g.e. , s. 357.
Hakaretin s iyasi sonuçları vardır. Örn. Tlingitlerle Doğu Ata­
basklarının potlaç' ı , Swanton, Tlingit, s . 43 5 . Krş . Tling. T. M. ,
s. 1 1 7.
Tsim. Myth . , s . 1 70 v e 1 7 1 .
1 62 1 AR MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

"sus amuru ülkesi"nde hamile kalır v e mucizevi b i r


şekilde "Küçük Sus amuru"nu doğurur. Ç ocuğuyla bir­
likte, b abasının reis olduğu köyüne geri döner. "Kü­
çük Sus amuru" büyük pisib alıkları avlar, büyükb abası
da bunlarla bütün diğer kabile reislerine ş enlik verir.
Reis onu herkes e tanıtır ve b alık avı sırasında, hay­
van biçimiyle onunla karşılaşırlars a öldürmemelerini
tembih eder: "İşte sizin için bu yiyeceği getiren toru ­
num, b e n de bu yiyeceği s i z e sunuyorum konuklarım. "
B öylece büyükbaba , kış boyu süren kıtlık esnasında,
"Küçük Sus amuru"nun getirdiği b alinaları, fokları ve
her türden taze b alığı yemek için evine gelen köylü­
lerin getirdikleri her türden mallarla zengin olur. Fa ­
kat bir reisi davet etmeyi unutmuşlardır. Günlerden
bir gün, bu ihmal edilen kabilenin kanosunun tayfası,
denizde ağzında kocaman bir fok bulunan "Küçük Su­
s amuru" ile karşılaşır, kanonun okçusu "Küçük Susa­
muru"nu öldürür ve foku alır. Büyükb ab a ile kabileler,
unutulan kabilede neler olduğunu öğrenene kadar onu
ararlar. Kabile özür diler; "Küçük Sus amuru"nu tanı­
mıyorlardır. "Küçük Sus amuru"nun prenses annesi ke­
derinden ölür; istemeden suçlu olan rei s , büyükbab a
reise kefaret olarak her türden hediyeler getirir ve mit
s on bulur: 1 "İşte bu yüzden, reisin oğlu olduğunda ve
bir isim konulduğunda, onu tanımayan kalmasın diye
büyük şenlikler yapılırdı ." Potlaç, malların dağıtımı;
askeri, hukuki, iktisadi, dini, kelimenin her anlamıyla
"tanıma"nın temel eylemidir. Reis ya da oğlu "tanınır"
ve ona "minnettar" olunur.2
Zaman zaman Kiwakiutlların ve bu gruptan b aşka

Boas, bir yerli olan yazıcısı Tate'nin metninden bu cümleyi


not eder, a.g.e. , s. 1 7 1 , n . a. Aksine, mitin ahlaki dersini mitin
kendisiyle birleştirmek gerekir.
Krş . Ç immesyan miti Negunaks 'ın ayrıntıları , a.g. e. , s. 287 vd
ve bu temanın muadilleri için 846. sayfanın notları.
BU S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 63

kabilelerin ş enliklerinin ritüeli, 1 bu zorunlu davet ilke­


sini ifade eder. Törenlerin bir kısmının Köpeklerinkiyle
b aşladığı da olur. Bunlar, bir evden çıkıp diğerine zorla
giren maskeli insanlarca temsil edilir. Bu tören, Kwa­
ki utlların kabilesinin diğer üç klanının insanlarının,
aralarındaki en yüksek dereceli klan olan Guetelaları
davet etmeyi ihmal ettikleri olayı anmak için yapılır.2
"Profan" kalmak istemeyen Guetelalar dans evine girip
her ş eyi yerle b ir etmişlerdir.
Alma zorunluluğu da daha az zorlayıcı değildir.
Bir armağanı ya da potlaç'ı reddetme hakkı yoktur.3
Bu şekilde davranmak, geri vermek zorunda olmaktan
kaygı duyulduğunu gösterir, geri verilmediği sürece
"ezik" kalacak olmanın kaygısıdır bu. Aslında, şimdi­
den "ezik" olmaktır. Adının "ağırlığını kaybetmek"tir;4
ya daha b aştan yenildiğini kendine itiraf etmektir5 ya
da aksine b azı durumlarda, galibiyetini ve yenilmez
olduğunu kendine ilan etmektir.6 Gerçekten de, anla­
şılan o ki, en azından Kwakiutllarda, hiyerarşi içinde

Örn. Frenküzümü şenliğinin davetinde çığırtkan şöyle der:


"Sizi davet ediyoruz, siz gelmemiş olanlar. " Ethn . Kwa . , s .
752.
B o a s , Sec. Sac., s . 543 .
Tlingitlerde, davet edildikleri potlaç' a iki yıl geciken davetli ­
ler "kadınlar" dır, Tl. M. T. , s . 1 1 9 , n . a .
B o a s , Sec. Sac . , s . 345.
Kwakiutl . Yağı kusmaya sebep ol sa da, fok şenliğine gelmek
zorunludur, Ethn . Kwa . , s. 1 046; krş . s. 1 048: "heps ini yemeye
çalış . "
B u yüzden b azen davetlilere kaygıyla hitap edilir; zira s u ­
nuyu reddederlerse kendilerini daha üstün gösterecekler
demektir. B ir Kwakiutl reisi bir Koskimo reisine (aynı millet­
ten bir kabile) şöyle der: "Güzel sunumu reddetmeyin yoksa
utanç duyarım, kalbimi geri çevirmeyin, vs. Ben iddiacılar­
dan değilim, yalnızca kendilerini satın alanlara (=kendile­
rine verenlere) verenlerden değilim. İşte böyle dostlarım."
B o a s , Sec. Sac. , s . 546.
1 64 1 A R MAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

kabul edilmiş b i r konum, eski potlaç'lardaki zaferler,


daveti reddetmeye ya da orada bulunuluyors a arma­
ğanı reddetmeye izin verir ve bu s avaşa s ebep olmaz .
Fakat reddeden kişi için potlaç zorunludur; özellikle de
bu reddetme ritüelinin kesin olarak gözlemlenebilece­
ği yağ şenliğini daha zengin kılmak gerekir. 1 Kendisi­
nin daha üstün olduğuna inanan reis, ona sunulan yağ
dolu kaşığı reddeder; dışarı çıkar, "b akır"ını bulmaya
gider ve bu b akırla " ateşi s öndürmeye" (yağın ateşini)
gelir. Bunu , bu meydan okumanın altını çizen ve kendi­
si de bir b aşka potlaç vermeyi reddeden reisi bir başka
yağ şenliği sorumluluğu altına sokan bir dizi formalite
izler. 2 Ama ilke olarak her armağan her zaman kabul
edilir ve hatta övülür.3 Sizin için hazırlanmış olan yi­
yeceği yüksek sesle takdir etmeniz gerekir.4 Fakat bunu
alıp kabul eden bilir ki, kendisi de taahhüt altına gir­
miştir. 5 İns an bir armağanı "sırtına alır."6 Bir ş eyden

Boas, Sec. Sac. , s. 3 5 5 .


B k z . Ethn. Kwa . , s . 7 74 v d , yağ v e meyve şenliğinin bir b aşka
tasvirini Hunt vermiştir ve anlaşılan en iyisi de budur; bu ri­
tüelin, kişinin davet etmediği ve vermediği durumlarda kul ­
lanıldığı anlaşılmaktadır. Rakibi küçümsemek için yapılan
aynı türden bir şenlik ritüeli , aynı E s kimol ardaki gib i , davul
eşliğinde şarkılar (a .g. e. , s. 770; krş . s. 764) da içerir.
Haida ifadesi: "Aynı şeyi yap, bana güzel yiyecekler ver"
(mitin içinde) , Haida Texts , Jesup VI, s. 685, 686; (Kwakiutl ) ,
Ethn. Kwa . , s . 767, 1 . 39; s . 7 3 8 , 1 . 32; s . 7 7 0 , PoLelasa hikayesi.
Memnun kalınmadığını belirten şarkılar çok beli rgindir
(Tlingit) , Tlingit M. T. , s . 396, no 26, no 2 9 .
Ç immesyanlarda reislerin, potlaç konuklarının onlara getir­
dikleri hediyeleri incelemek üzere bir ulak gönderme kural­
ları vardır, Tsim. Myth., s. 1 84; krş . s. 430 ve 434. 803 yılın­
daki bir papazlar meclisine göre, C harlmagne'ın s arayında
bu tür bir teftişle görevli bir memur vardı. Demeunier'nin
s özünü ettiği bu durumu bana Maunier hab er verdi .
Bkz. daha yukarısı. Krş . Latince aere obaeratus deyimi, bor­
ca batmış .
BU S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 65

ve bir şenlikten yararlanmaktan daha fazlası yapılmış,


bir meydan okuma kabul edilmiştir; kabul edilebilmiş­
tir çünkü kişi geri vereceğinden, 1 eşit olduğunu2 ispat
edeceğinden emindir. Bu şekilde karşı karşıya gelerek
reisler kendilerini komik durumlara düşürürler ve hiç
şüphesiz b öyle olduğu hissedilir. Aynen eski Galya'da
ya da C ermanya'da olduğu gibi; bizim öğrenci, asker ya
da köylü şenliklerimizde, davet sahibini tuhaf bir şe­
kilde "şerefyab etmek" için yığınla yiyeceğin yutulmaya
kalkışıldığı gibi . Hatta meydan okuyanın mirasçıları
dahi bunu yerine getirir. 3 Vermekten imtina etmek, ay­
nen almaktan,4 geri vermekten imtina etmek gibi ahde
vefasızlıktır. 5
Salt yıkıma dayanmadığı sürece, geri verme zorun­
luluğu6 potlaç'ın tamamıdır. Sıklıkla kurb an etmeye

Tlingitlerdeki Karga miti, Karga'nın nasıl bir şenliğe katıl­


madığını, çünkü diğerlerinin (karşı fratri; Karga'ya karşı
olan fratri yazması gereken Swanton hatalı çevirmiş) gürül­
tücü göründüklerini ve dans evinde iki fratriyi ayıran orta
çizgiyi geçtiklerini anlatır. Karga onların yenilmez olmala­
rından korkmuştur, Tl. M. T. , s . 1 1 8.
Kabul etmenin ardından gelen eşitsizlik Kwakiutl konuşma ­
larında çok iyi ortaya konmuştur, Sec. Sac. , s . 355, 667, 1 . 1 7 . ,
vs; krş . s . 669, 1 . 9.
Örn . Tlingit, Swanton, Tlingit, s . 440 , 44 1 .
Tlingitlerdeki bir ritüel , daha fazla ödetmeye, diğer yandan
da ev s ahibinin, konuğu bir hediyeyi kabul etmeye zorlama­
sına izin verir: memnun olmayan konuk çıkmaya davranır;
hediye veren, ölmüş bir atanın ismini zikrederek ona iki ka­
tını sunar, Swanton, Tlingit Indians, s . 442 . Muhtemelen bu
ritüel , iki tarafın, atalarının ruhlarını temsil etme nitelikle­
rine tekabül eder.
Bkz. Ethn. Kwa . , s . 1 2 8 1 'deki konuşma: "Kabile reisleri asla
geri vermezler . . . kendi kendilerini gözden düşürürler ve sen,
kendi kendilerini gözden düşürenler arasında büyük reis
gibi yükseliyorsun."
Bkz . büyük reis Legek'in (Ç immesyanların prensi unvanı)
potlaç'ı sırasındaki konuşma (tarihsel anlatı) , Tsim. Myth . ,
1 66 1 A R MAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

dayalı v e ruhlar için kazançlı olan bu yıkımların, anla ­


şıldığı kadarıyla koş ulsuz olarak verilmesi gerekmiyor,
özellikle de bunlar, klan içinde üst düzeydeki bir reisin
ya da z aten üst düzeyde kabul edilen bir klanın reisi­
nin eseriyse . 1 Ama normalde potlaç her zaman misliyle
geri verilmelidir ve hatta bütün armağanlar misliyle
geri verilmelidir. Oranlar genelde yıllık yüzde 30 ila
1 00 arasında değişir. Verilen bir hizmet için dahi uy­
ruk, reisinin b ir dokumasını alır, reisin ailesinin evli­
liği, reisin oğlunun başa geçmesi vs gibi vesilelerle iki
tane geri verecektir. Reis de elbette, elde ettiği malla­
rı, karşı klanların onun yaptığı ihs anları geri vereceği
s onraki potlaç'larda yeniden dağıtacaktır.
Layığıyla geri verme zorunluluğu buyurucu b ir ku­
raldır. 2 Kişi geri vermezse ya da buna denk bir değeri
tahrip etmezse "yüzünü" sonsuza dek kaybeder. 3
Geri verme zorunluluğunun yaptırımı, borç için kö­
leliktir. En azından Kwakiutllarda, Haidalarda ve Ç im-

s . 386; Haidalara şöyle denir: "Reislerin arasında s onuncu


olacaksınız çünkü büyük reisin yaptığı gibi bakırları denize
atmaya muktedir değilsini z . "
İşin ideali, b i r potlaç verilmesi v e bunun geri verilmemesi
olurdu. Bir konuşmada şöyle denir: "Geri verilmeyecek olanı
vermek istiyorsun." Ethn. Kwa . , s. 1 28 2 , 1 . 63. Potlaç vermiş
olan kişi ağaçla, dağla karşılaştırılır (krş . daha yukarıda) :
"Ben büyük reisim, büyük ağacım, siz benim altımdasınız . . .
b enim çitimin altındasınız . . . size mülkü veriyorum." A .g.e. ,
s . 1 2 90 , 1 . kıta. "Potlaç'ın direğini dikin, el uzatılamaz olan,
bu tek kalın ağaçtır, bu tek kalın köktür . . " A.g. e., 2 . kıta. Ha­
.

idalar bunu mızrak mecazıyla ifade ederler. Almayı kabul


edenler "onun (reisin) mızrağından geçinirler," Haida Texts
(Masset) , s. 486 . Bu zaten bir mit türüdür.
Bkz. gereği gibi geri verilmeyen po tlaç hakkındaki h akaret
anlatısı, Tsim. Myth. , s. 3 1 4. Çimmesyanlar, Wutsenalukların
kendilerine borçlu olduğu iki bakırı asla unutmazlar, a .g. e. ,
s. 364.

Meydan okuyanınkine eşit değerde bir bakır "kırılmadığı"


sürece "isim" kırık kalır, Boas, Sec. Sac. , s . 543 .
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 67

mesyanlarda bu yaptırım işler. Gerçekten de bu kurum,


niteliği ve işlevi itib ariyle Roma'daki nexum ile karşı­
laştırılabilir. Borcu ya da potlaç'ı geri ödeyemeyen kişi
mevkisini kaybeder, özgür insan mevkisini bile. Kwaki­
utllarda, itibarı iyi olmayan biri ö dünç aldığında "bir
köleyi s atmak" ifadesi kullanılır. Bu ifadeyle Roma ifa­
desinin özdeşliğine dikkat çekmek gereksizdir. '
Haidalar,2 küçük yaşta nişan için genç bir reisin an­
nesine hediye veren bir anne hakkında, s anki Latince
deyimi b ağımsız olarak yeniden bulmuşlar gibi , "üzeri­
ne tel koyuyor" derler.
Fakat, aynen Trobriand "kula"sının armağan değiş
tokuşunun üstün bir durumundan b aşka bir şey olma­
ması gibi, Kuzeyb atı Amerika toplumlarındaki potlaç
da, hediyeler sisteminin devasa boyutlarda bir ürü­
nünden b aşka bir şey değildir. En azından fratri top ­
raklarında, Haidalarda ve Tlingitlerde , eski toplam yü­
kümlülüğün önemli izleri kalmı ştır, zaten bu, önemli
bir akrab a kabile grubu olan Atabaskların ayırıcı özel ­
liğidir. Her "hizmet"te , her şeyle ilgili olarak hediyeler
değiş tokuş edilir; ve her şey daha s onra hatta hemen
o sırada, derhal yeniden dağıtılması için geri verilir. 3

Bu şekilde itib ardan düşmüş bir b irey, zorunlu bir dağıtım­


dan ya da yeniden dağıtımdan ödünç aldığında "ismini rehin
bırakır," "bir köle s atıyor" şeklindeki ifade de bununla eşan­
lamlıdır, Boas , Sec. Sac. , s. 34 1 ; krş . Ethn. Kwa . , s. 1 45 1 , 1424,
kelgelgend maddesi altında; krş . s. 1 420.
Nişanlı henüz doğmamış olabilir, sözleşme genç adamı ipo­
tek altına alır, Swanton, Haida, s . 50.
Bkz. daha yukarısı. Özellikle Haidalarda, Ç immesyanlarda
ve Tlingitlerde barış ayinleri yükümlülüklere ve hemen ar­
dından gelen karşı-yükümlülüklere dayanır; temelde bunlar,
rehinlerin ( armalı b akırlar) ve rehinelerin, kölelerin ve ka­
dınların deği ş tokuşudur. Örn . Ç immesyanların Haidalara
karşı s avaşında, Haida, T. M. , s. 395: "Her taraftan kadınlar­
la, kendi karşıtlarıyla çok evlilik yaptıklarından, yeniden öf­
kelenebileceklerinden kaygı duydukları için barış yaptılar."
1 68 1 ARMAGAN ÜZER İ N E D ENEME

Ç immesyanlar da hemen hemen aynı kuralları muha­


faz a etmişlerdir. 1 Kwakiutllardaysa b irçok durumda,
bu kurallar potlaç dı şında da işler. 2 Zaten aşikar olan
bu nokta üzerinde fazla durmayacağız: eski yazarlar
potlaç'ı b aşka şekillerde tasvir etmiyorlar, öyle ki in­
s an bunun ayrı bir kurum olup olmadığını sorabilir
kendine. 3 En kötü şöhretli fakat en incelenmeye değer

Bkz. Haidaların Tlingitlere karşı s avaşında bir tazminat pot­


laç'ı, a.g.e. , s. 3 9 6 .
B k z . d a h a yukarısı ve özellikle, B o a s , Tsim. Myth . , s . 5 1 1 , 5 1 2 .
(Kwakiutl) : her iki yönde art arda mal dağıtımı, B o a s , Sec.
Sac. , s. 4 1 8; ritüel h ataları için ödenen cezaların sonraki
s ene geri ödenmesi, a .g.e. , s. 596; gelini s atın alma ücretinin
misliyle geri ödenmesi, a.g. e. , s. 3 6 5 , 3 6 6 , s . 5 1 8 - 520, 5 6 3 , s .
423, 1 . 1 .
Potlaç kelimesi h akkında bkz . yukarısı. Zaten b u terimin
kullanılmasını gerekli kılan fikrin de nomenklatürün de ku ­
zeyb atı dillerinde, Chinook b azlı anglo -indien "s abir" dilinin
verdiği türden bir kesinlik taşımadığı anlaşılıyor.
Her halükarda Ç immesyan dili, kabileler arası büyük potlaç
yaok (Boas [Tate] , Tsim. Myth. , s. 537; krş . s . 51 l ; krş . s. 9 6 8 ,
potlaç şeklinde yanlış çevrilmiştir) i l e diğerleri arasında ay­
rım yapar. Haidalar "wagal" ile "silka" Swanton, Haida, s. 3 5 ,
1 78, 1 79 , s . 68 (Ma s s et'nin metni) , cenaze potlaç' ı i l e diğer
s ebeplerden yapılan potlaç arasında ayrım yaparlar.
Kwakiutl ve C hinook dillerinde ortak olan "poLa" (doymak)
kelimesinin (Kwa. T. , III, s. 2 1 1 , 1. 1 3 . PoL tok, a.g. e. , III, s. 2 5 ,
1 . 7) Kwakiutl dilinde potlaç'ı değil şöleni y a da şölen etkisi­
ni iş aret ettiği anlaşılmaktadır. "poLas" kelimesi ş ölen veren
anlamına gelir (Kwa. T. , 2. seri; Jesup , c. X , s. 79, 1 . 1 4; s. 43 ,
1. 2) ve aynı zamanda, doyulan yer anlamını da taşır. (Dzawa­
daenoxu reislerinden birinin unvanı hakkındaki efs ane .) Krş .
Ethn. Kwa . , s . 770, 1. 30. Kwakiutl dilindeki en yaygın isim
"p !Es"tir, rakibin ismini "alçaltmak" (dizin, Ethn. Kwa . ,) ya da
boş altmak suretiyle s epetleri (Kwa. T. , III, s . 93, 1 . l; s . 45 1 , 1 .
4) . Kabile içi ve kabileler arası büyük potlaç'ların kendileri­
ne özgü bir adı olduğu anlaşılmaktadır: maxwa (Kwa T. , III,
s . 45 1 , 1 . 1 5) ; Boas bu kelimenin ma kökünden, epey tuhaf bir
şekilde iki ayrı kelime daha türetir: bunlardan biri mawil'dir
BU S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 69

kabilelerden biri olan C hinooklarda, po tlaç kelimesi­


nin armağan anlamına geldiğini hatırlayalım. 1

Şeylerin Gücü
Analizi biraz daha ileri götürebilir ve potlaç'ta değiş
tokuş edilen şeylerin içinde, armağanları dolaşıma, ve­
rilmeye ve geri verilmeye zorlayan bir erdem olduğunu
isp atlayabiliriz.
Öncelikle, en azından Kwakiutllar ve Çimmesyanlar,
çeşitli türlerdeki mallar arasında, Romalıların ya da
Trobriandlıların ve Samoalıların yaptıkları ayrımın ay­
nısını yaparlar. Onlar için bir yanda tüketim ve adi pay­
laşım nesneleri vardır.2 (Değiş tokuş izine rastlamadım) .
Diğer yanda ise ailenin değerli eşyaları, 3 tılsımlar, arma-

yani inisiasyon odası, diğeriyse katil balinaya verilen isim­


dir (Ethn. Kwa . , dizin ) . Gerçekten de Kwakiutllarda, her tür
potlaç'ı ve aynı zamanda ödemelerin ve yeniden ö demelerin
ya da daha doğrusu armağanların ve karşı- armağanın çeşitli
türlerinin her birini ifade etmek için çok sayıda teknik terim
bulunur: evlilikler için, şamanlara tazminat için, avanslar
için, gecikme faizleri için, kısacası her tür dağıtımlar ve ye­
niden dağıtımlar için. Örn. "men (a), " "pick up," Ethn. Kwa . ,
s . 2 1 8: "Genç kız elbis elerinin, toplaması için halka atıldığı
küçük bir potlaç"; "payol," "bakır vermek"; kano vermek için
başka bir terim, Ethn. Kwa . , s. 1 448. Terimler çok s ayıdadır,
değişkendir ve somuttur, ayrıca bütün arkaik nomenklatür­
lerde olduğu gibi birbirleriyle çakışırlar.
Bu anlam ve belirtilen referanslar için bkz. B arbeau, Le Pot­
latch, Bull. Sac. Geog r. Q uebec, 1 9 1 1 , c. III, s. 278, n . 3 .
Belki satış nesneleri de.
Ç immesyanlarda mallarla tüketim mallarının ayrımı çok
açıktır, Tsim. Myth. , s. 43 5 . Mektuplaştığı Tate'e göre Boas
şöyle der: "Zengin gıda (krş . a.g. e. s . 406) "rich food" denen
şeye s ahip olmak, ailede haysiyeti muhafaza etmek için esas­
tı. Fakat tüketim mall arı zenginliğin bileş enlerinden sayıl­
mıyordu. Zenginlik, biriktirildikten sonra potlaç'ta dağıtılan
tüketim mallarının ya da başka türden malların s atışıyla
1 70 1 AR MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

l ı bakırlar, deri örtüler, annalı dokumalar bulunur. B u


nesneler sınıfı, kadınların evlilik esnasında damada ak­
tardıkları "ayrıcalıklar,"1 çocuklara ve damatlara aktarı-

(aslında değiş tokuş edilen armağanlar demeliydik) elde edi­


liyordu ." (Krş . daha yukarıda s . 1 28 , n . 8 , Melanezya)
Kwakiutllar da aynı şekilde, basit tüketim mallarıyla zen­
ginlik-mülk (bu iki kelime denktir) ayrımı yaparlar. Zengin­
lik-mülk kavramının iki adı olduğu anlaşılıyor, Ethn. Kwa . , s .
1 454. Birincisi yaq ya d a yaq (Boas'ın kararsız filoloğu) , krş .
dizin, s . 1 393 (krş . yaqu, dağıtmak) . Bundan türemiş olan iki
kelime var "yeqala ," mülk ve "yaxulu" tılsımlı mallar, evli ka­
dının malları , krş . türemiş kelimeler ya, a.g. e. , s. 1406. Diğer
kelime "dadekas"tır, krş . dizin, Kwa. T. , III , s . 5 1 9; krş . a .g. e. ,
s . 473 , 1 . 3 1 ; Newettee diyalektinde, daoma, dedemala (dizin,
Ethn. Kwa . ) . Bu kelimenin kökeni da'dır. Bunun anlamı da,
Hint-Avrupa dillerindeki, bunun aynısı o lan "da" kökünün
anlamına tuhaf bir şekilde b enzer: kabul etmek, almak, elde
taşımak, ele almak, vs. Türemiş kelimeler bile açıklayıcıdır.
Bir tanesi "ona büyü yapmak için dü şmanın kıyafetinin bir
p arçasını almak" demektir, bir başkası ise "ele koymak," "eve
koymak" (manus ve familia'nın anlamlarını karşılaştırın,
bkz. daha ilerisi) (b akır satın alınmasının öncesinde veril­
miş, faiziyle geri dönecek örtüler hakkında); bir başka keli­
me de "rakibin yığınının üzerine bir miktar örtü bırakmak"
bunu yapmak "onları kabul etmek" anlamındadır. Aynı kök­
ten türetilmiş bir başka kelime ise daha da tuhaftır: "dade­
ka, birbirini kıskanmak," Kwa. T. , s. 1 3 3 , 1 . 22; elbette bunun
o rijinal anlamı şöyle olmalı: alınan ve kı skançlık uyandıran
ş ey; krş . dadego, savaşmak; malla s avaşmak şüphesiz.
Aynı anlamda ama daha belirgin başka kelimeler de vardır.
Örn. "evin içindeki mal," mamekas, Kwa. T. , III, s. 1 69 , 1 . 20.
Bkz. çok s ayıda aktarım konuşması, Boas ve Hunt, Ethn.
Kwa . , s. 706 vd.
Manevi ve maddi olarak değerli olup da (özellikle yararlı
kelimesini kullanmıyoruz) bu türden inançların konus u ol­
mayan neredeyse hiçbir şey yoktur. Öncelikle gerçekten de
manevi şeyler; mallar, mülkler, armağanlar ve değiş t okuş
nesneleridir. Mesela daha ilkel uygarlıklarda, Avus tralya uy­
garlıklarında , kabileye aktarılan şey zaten kabileden g eçmiş
olan ve ondan öğrenilen temsildir, corroborree'dir, aynı ş ekil-
B U S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 71

lan isimler ve p ayeler kadar gösterişle aktarılır. Bunların


durumunda devirden söz etmek bile doğru değildir. Bun­
lar, satış ve gerçek anlamda başkasına devir nesnelerin­
den ziyade ödünç nesneleridir. Kwakiutllarda bunlardan
bir kısmı potlaç'ta görünse bile başkasına devredilemez.
Aslında bu "mülkler," ailenin ancak çok büyük zorlukla
ayrıldığı, b azen hiç ayrılamadığı sacra'lardır.

de Tlingitlerde de, potlaç'tan s onra, potlaç vermiş olanlara


karşılık olarak bir "dans" bırakılır, Swanton , Tlingit Indians,
s. 442 . Tlingitlerdeki en dokunulmaz ve en çok kıskançlık
uyandıran temel mülkiyet, totemin adı ve armasıdır, a,g,e. , s .
4 1 6 , v s ; zaten mutlu v e zengin kılan odur.
Totemik amblemler, şenlikler ve potlaç, bu patlaç1arda elde
edilen isimler, diğerlerinin size geri vermesi gereken ve ve­
rilen patlaç'larda s atın alınmış olan hediyeler, bütün bunlar
birbirlerini izler: örn. Kwakiutl, bir konuşmada şöyle der:
"Ve şimdi benim şenliğim ona gidiyor" (damadı kastederek,
Sec. Sac. , s . 3 5 6 ) . Bunlar, gizli cemiyetlerin bu şekilde verilen
ve geri verilen "makamları" ve "ruhları"dır (bkz . mülklerin
derecesi ve derecelerin mülkü hakkında bir konuşma) , Ethn.
Kwa . , s . 47 2 . Krş . a.g.e. , s . 708, bir başka konuşma: "İşte kış
ş arkınız, kış dansınız, herkes onun üzerinden, kışın örtüsü
üzerinden mülkiyet alacak; bu sizin şarkınız, bu sizin dansı­
nız." Kwakiutl dilinde, s oylu ailenin tılsımlarını ve ayrıcalık­
larını ifade e den tek bir kelime vardır: "klezo" kelimes i yani
"arma, ayrıcal ık," örn. Kwa., T. , III , s. 1 2 2 , 1 . 3 2 . Çimmesyan­
larda, dansta ve geçit töreninde kullanılan maskelerle arma­
lı şapkalar, patlaç'ta verilen miktara bağlı olarak (reisin tey­
zeleri tarafından "kabilenin kadınlarına" yapılan hediyelere
bağlı olarak) "şu kadar miktar mal" şeklinde adlandırılır:
Tate, Boas, Tsim. Myth. , s. 54 1 .
Bunun tersine, mesela Kwakiutllarda, şeyler manevi durum
üzerinden tas avvur edilir, özellikle de iki değerli şey, temel
tılsımlar yani "ölüm veren" (halayu) ve "hayat suyu" (bunla­
rın tek bir kuartz kristali olduğu açıktır) , sözünü ettiğimiz
dokumalar vs. İlginç bir Kwakiutl deyişinde bütün bu kadın
malları büyükb ab ayla özdeşleştirilir, ki bunlar, toruna geri
verilmek üzere damada ödünç bırakıldığından bu da doğal ­
dır, Boas, Sec. Sac. , s . 507.
1 72 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

Daha derinlikli gözlemler, Haidalarda da eşyalar


arasında aynı ayrımın olduğunu ortaya çıkaracaktır.
Bunlar gerçekten de mülkiyet, s ervet kavramlarını E s ­
kilerin tarzında tanrılaştırmışlardır. Amerika'da nadir
rastlanan mitolojik ve dini bir çabayla, bir soyutlama­
yı maddeleştirmeye kadar ileri gitmişlerdir: "Mülk Ka­
dın" (İngiliz yazarlar Property Women derler) , bunun
mitlerini ve tasvirini biliyoruz . 1 H aidalar için "Mülk
Kadın"ın, anneden, hakim fratrinin yani Kartallar'ın
ana tanrıçasından daha az kalır yanı yoktur. Fakat di­
ğer bir yandan, tuhaftır ki, uzaktan uzağa Asya dün-

Djilaqons miti şurada bulunabilir: Swanton, Haida, s. 92, 9 5 ,


1 7 1 . Masset'nin versiyonu ise şuradadır: Haida T. , Jesup , VI,
s. 94, 98; Skidegate' inki , Haida T. M. , s. 458. Bu mitin ismi,
Kartallar fratrisine mensup Haida ailelerinin bir kısmının
i sminde geçer. Bkz. Swanton, Haida, s. 282, 283, 292 ve 2 9 3 .
Masset'de talih tanrıçasının a d ı daha ç o k Skil 'dir, Haida T. ,
Jesup, VI, s . 6 6 5 , 1. 28, s. 306; krş . dizin, s . 805. Krş . Skil kuş u,
Skirl (Swanton, Haida , s . 1 20). Skiltagos b akır-mülk demektir
ve "b akırların" bulunma şeklinin efs anevi anlatısı bu isme
b ağlanır, krş . s . 1 46 , fig. 4. Yontulmuş bir direk Djilqada'yı,
onun bakırını ve direğini ve armalarını temsil eder, Swanton,
Haida, s. 1 2 5; krş . levha. 3 , fig. 3 . Bkz. Newcombe tasvirl eri ,
a .g.e. , s . 46 . Krş . figürlü röprodüksiyon, a .g.e. , fig . 4. Fetişi
çalınmış şeylerle doldurulmuş ve feti şin kendis i de çalınmış
o lmalıdır.
Tam unvanı , a.g.e. , s. 92, "gürültü yap an mülkiyet"tir. Ayrıca
dört ismi daha vardır, a.g. e. , s. 9 5 . "Taş kıyısı" (aslında ba­
kır kıyısı, a.g.e. , s . 1 1 0 , 1 1 2) unvanını taşıyan bir oğlu vardır.
Ona ya da oğluna ya da kızına rastlayanlar oyunda mutlu
o lur. Sihirli bir bitki s i vardır; ondan yiyen zengin olur; aynı
şekilde örtüsünün bir parçasına dokunan, sıraya dizdiği
midyeleri bulan da zengin olur, vs, a.g.e. , s. 29, 1 09 .
İsimlerinden biri , "evde mal duruyor" dur. Birçok kişi Skil ile
oluşturulmuş unvanlar taşır: "Skil'i bekleyen," "Skil ' e giden
yol." Bkz. Ha'ida jenealojik listeleri, E. 1 3 , E. 14; Karga fratri­
s indeyse, R. 1 4, R. 1 5 , R. 1 6 .
Bunun "Veba Kadın"ın karşıtı olduğu anlaşılıyor, krş . Ha ida
T. M. , s. 299.
BU S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 73

yasını ve antik dünyayı hatırlatacak şekilde, "kraliçe"1


ile, çelik çomak oyunundaki her şeyi kazanan ve kıs ­
men adını taşıdığı a n a p arçayla aynı gibidir. Bu tan­
rıça, Tlingit2 topraklarında yeniden ortaya çıkar, kültü
değilse bile miti, Ç immesyanlarda3 ve Kwakiutllarda4
görülür.
Bu değerli ş eylerin bütünü, sihirli dullukpayını oluş ­
turur; bu çoğunlukla , verenle ve alıcı ile, aynı zaman­
da klanı bu tıls ımlarla süsleyen ruhla da ya da ruhun
bunları kendisine b ağışladığı klanın kahraman- anlatı­
cısıyla da özdeştir. 5 Her halükarda, bu ş eylerin bütünü,

Ha'i dalardaki djil et Tlingitlerdeki naq hakkında bkz . daha


yukarısı, s. 1 40, n. 3 .
Mit, Tlingitlerde bütünüyle yeniden ortaya çıkar, Tl. M . T. , s .
1 73 , 2 9 2 , 3 6 8 . Krş . Swanton, Tlingit, s . 460. Stika'da Skil adı
Lenaxxidek'tir kuşkusuz. Ç ocuğu olan bir kadındır bu. Süt
emen bu çocuğun gürültüsünü duyarlar; arkasından koş ar­
lar; çocuk onları tırmalars a ve bu yara izlerinde oluş an ka­
bukların parçalarını s aklarlars a, bu kabuklar onların mutlu
ins anlar olmalarını s ağlar.
Ç immesyan miti eksiktir, Tsim. Myth. , s . 1 54, 1 97 . Boas,
a.g.e. , s . 746, 760'taki notlarla karşılaştırın. Boas özdeşleş­
tirme yapmamıştır ama bunun böyle olduğu açıktır. Çim­
mesyan tanrı çası bir "zenginlik elbisesi" (garment of wealth)
giymiştir.
Oominoqa yani "zengin" (kadın) mitinin de aynı köke daya­
nıyor olması mümkündür. Kwakiutllarda bazı klanlara özgü
bir kültün konusu gibi görünmektedir bu, örn. Ethn. Kwa . , s .
8 6 2 . Ooexsoteno q'ların bir kahramanı "taştan vücut" unva­
nını taşır "beden üzerinde mülkiyet"e dönüşür, Kwa. T, III, s .
1 87; krş . s . 247.
Bkz. örn . Katil Balinalar klanı miti, Boas, Handbook of Ame­
rican Languages, 1 , s . 554- 5 5 9 . Klanın kahraman- anlatı­
cısı kendisi de Katil B alinalar klanının üyesidir. "Sizin bir
logwa'nızı (bir tılsım, krş . s. 554, I, 49) bulmaya çalışıyorum"
der, karşılaş tığı insan görünümlü ama katil balina olan bir
ruha, s. 5 5 7 , 1 . 1 22 . Ruh onu kendi klanından olduğu için
tanır; balinaları öldüren bakır uçlu zıpkını verir (s. 557'deki
metinde unutulmuştur) : katil balinalar "kiler-whales"tir.
1 74 1 A R M A G A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

h e r zaman, bütün b u ruhs al kökenli v e ruhsal doğalı


kabilelerin içindedir. 1 Üstelik bir kutunun, daha doğ­
rusu, kendine ait güçlü bir ş ahsiyeti olan,2 konuşan,
sahibine b ağlanan, onun ruhunu b arındıran vs , arma­
lı3 bir büyük kas anın içindedir.4

Aynı zamanda ona (potlaç) ismini de verir. İsmi, "doyma yeri,"


"kendini doymuş hissederek" olacaktır. Evi, "ön tarafında bir
katil balina resmiyle" "katil b alina evi" olacaktır. "Ve evdeki
yemeğin katil balina olacak (katil b alina biçiminde olacak)
ve halayu (ölüm veren) ve "hayat suyu" ve kesme bıçağın ola­
rak kuvars dişli bıçak" (katil balinalar olacak) , s . 5 5 9 .
İçinde b i r b alina bulunduran v e b i r kahramana kendi adını
veren mucizevi bir kutu, "kıyıya vuran zenginlikler" unvanını
taşıyordu, Boas, Sec. Sac. , s. 3 74. Krş . "mal mülk bana doğru
sürükleniyor," a.g. e. , s . 247, 4 1 4. Mal mülk "gürültü yap ar,"
bkz. yukarısı. Mas s et'nin önemli reislerinden birinin unvanı,
"Malı mülkü gürültü yap an" dır, Haida Texts, Jesup , VI, s. 6 84.
Mülkiyet canlıdır (Kwakiutl) : "Mallarımız onların çabalarıy­
la hayatta kalsın, bakırımız kırılmasın,''. diye şarkı söyler
Maamtagilalar, Ethn. Kwa . , s. 1 28 5 , 1 . 1 .
E s asında, her yeni inisiasyonda ve evlilikte olduğu gibi , bu­
nun devredilmesi alıcıyı " doğaüstü" bir bireye, bir bilene
(inisie) , bir ş amana , büyücüye, s oyluya, bir cemiyet içinde
dansın ve makamın gerçek hak s ahibine dönüştürür. Bkz .
Kwakiutl aile hikayelerindeki konuşmalar, Ethn. Kwa . , s .
965,966; krş . s . 1 0 1 2 .
Ailenin kadına ait eşyaları , erkekler, kızları ya da damatla­
rı arasında dolaşan ve yeni inisiye olduklarında ya da ev­
lendiklerinde oğlan çocuklara geri dönen mallar genellikle
süslü ve armalı bir kutuda ya da kasada tutulur. B unların
b oyutları, yapılışı ve kullanımı tamamen bu Kuzeybatı Ame­
rika uygarlığına özgüdür (Kaliforniya Yurok'larından B ering
B oğazı'na ) . Genellikle bu kutunun üzerinde figürler ve özel­
liklerini taşıdığı totemlerin ya da ruhların gözleri vardır;
bunlar, resimlerle süslü dokumal ar, "hayat" ve "ölüm" tılsım­
ları, maskeler, maske-şapkalar, şapkalar ve taçlar, yaydır.
Mit çoğu z aman ruhu , bu kutuyla ve onun içeriğiyle karı ş ­
tırır. Örn . Tlingit M. T. , s . 1 73 : gonaqadet kutuyla , b akırl a ,
ş apkayla v e çıngırakla özdeştir.
Mucizevi kutu her zaman esrarengizdir ve evin gizemleri
arasında s aklanır. Birbirinin içinde kutulanmış çok s ayıda
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 75

Bu değerli şeylerin her birinin, bu zenginlik göster­


gelerinden her birinin -aynen Trobriandlardaki gibi­
kendi ş ahsiyeti, kendi adı, 1 kendi nitelikleri , kendi kud-

kutular içinde kutular bulunabilir (Haida) , Masset, Haida


Texts, Jesup , VI, s. 395. Kutunun i çinde ruhlar da bulunur,
mesela "fare kadın" (Ha'ida), HTM, s . 340; mesela s adakatsiz
kutu sahibinin gözlerini oyan Karga. Bkz. bu temanın örnek­
lerinin kataloğu, B o a s , Tsim. Myth. , s. 854, 8 5 1 . Yüzen kutu­
nun içine kap atılmış güneş miti en yaygın olanlardan biri­
dir (katalog, B o a s , Tsim. Myth. , s. 641 , 549 ) . E ski dünyada bu
mitlerin uzantılarını görüyoruz.
Kahraman hikayelerinin en yaygın epizotlarından birisi,
içinde bir balina bulunan küçücük kutuyla ilgili bölümdür,
kutu kahraman için epey hafif fakat herkes için çok ağırdır,
B o a s , Sec. Sac. , s. 3 74; Kwa. T. , 2. seri , Jesup, X, s. 1 7 1 ; ba­
linanın yiyeceği tükenmez, a.g.e. , s . 2 2 3 . Bu kutu hareketli­
dir, kendi hareketiyle yüzer, Sec. Sac. , s. 3 74. Katlian kutusu
zenginlikler getirir, Swanton, Tlingit Indians, s . 448; krş . s.
446. Çiçekler, "güneş gübresi," "yakmak için odun yumurtası,"
"zengin edenler," başka deyişle içinde bulunan tılsımlar, zen­
ginliklerin kendisi de beslenmelidir. Bu kutulardan b irinin
içinde, "sahiplenilmek için çok güçlü" ve maskesi taşıyanı
öldüren ruh vardır ( Tlingit M. T. , s. 34 1 ) .
Bu kutuların isimleri çoğunlukl a, patla ç'taki kullanımla­
rını belirtir. Büyük bir Haida yağ kutusu anne adını taşır
(Mass et, Haida Texts, Jesup , VI, s. 758). "Kırmızı dipli kutu"
(güneş), "kabileler denizi"ne "su yayıyor" (su, reisin dağıttığı
örtülerdir) , Boas, Sec. Sac. , s. 5 5 1 ve n. 1 , s. 5 64.
Mucizevi kutu mitolojisi, aynı ş ekilde Kuzey Asya Pasifik
toplumlarının da tipik bir özelliğidir. Karşılaştırılabilecek
güzel bir mit örneği, Pilsudski, Material far the Study of the
A i'nu Languages, Krakov, 1 9 1 3 , s. 1 24- 1 2 5 'te bulunabilir. Bu
kutu bir ayı tarafından verilmiştir, kahraman, tabuları in­
celemek zorundadır; kutu, altından ve gümüşten eşyalarla,
zenginlik getiren tılsımlarla doludur. Kutu tekniği zaten bü­
tün Kuzey Pasifik'te aynıdır.
"Aile eşyaları ayrı ayrı adlandırılmıştır" (Haida), Swanton,
Haida, s. 1 1 7; hep sininin isimleri vardır: evler, kapılar, ta­
baklar, yontma kaşıklar, kanolar, somon tuzakları . "Mülkiye­
tin kesintisiz zinciri" deyimiyle krş . Swanton, Haida, s. 1 5 .
Kwakiutllar tarafından , klanlar tarafından adlandırılmış
1 76 1 AR MAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

reti vardır. 1 B üyük abalon2 kabukları , bununla kaplı

olan şeylerin listesini de soyluların, erkeklerin ve kadınla­


rın ve onların, dan s , po tlaç, vs gibi , kendileri de mülkiyet
olan ayrıcalıklarının çeşitli unvanlarını da biliyoruz. Bizim
mobilya diyebileceğimiz , aynı ş artlarda isim verilmi ş , kişi­
leştirilmiş şeyler şunlardır: tabaklar, ev, köpek ve kano . Bkz.
Ethn. Kwa . , s. 793 vd. Hunt bu listede bakırların, büyük aba­
lon denizkabuklarının , kapıların isimlerini zikretmeyi ihmal
etmiştir. Figürlü bir tür kanoya takılmış bir kordona dizilmiş
kaşıklar, "kaşıklardan çapa hattı" adını taşır (Boas, Sec. Sac. ,
s . 42 2 , bir evlilik borçlarını ödeme ritüelinde). Çimmesyan­
larda isim verilenlerse şunlardır: kanolar, bakırlar, kaşıklar,
taş çanaklar, taş bıçaklar, reislerin tabakları , Boas, Tsim.
Myth. , s . 506 . Köleler ve köpekler her zaman için değerli mal­
lar ve ailelerce evlat edilmiş varlıklardır.
Bu kabilelerde tek evcil hayvan köp ektir. Her klanda (muh­
temelen reisin ailesinde) ayrı bir isim taşır ve s atılamaz.
Kwakiutllar "onlar da bizim gibi insan" derler, Ethn. Kwa. , s.
1 2 60 . Büyücülüğe ve düşmanların s aldırılarına karşı "aileyi
korurlar. " Bir Koskimo reisi ile köpeği Waned'in nasıl birbir­
lerinin yerine geçtiklerini ve aynı adı taşıdıklarını anlatan
bir mit vardır, a.g.e., s . 835; krş . daha yukarısı (Selebes). Krş .
L ewiqilaqu'nun dört köpeğini anlatan fantastik mit, Kwa. T. ,
III, s. 1 8 ve 20.
"Abalon," C hinookların "sabir" dilinde, büyük "haliotis (de­
nizkulağı)" kabuklarını ifade eder; bunlar süsleme olarak,
buruna (Boas, Kwa . Indian s , Jesup , V, I, s. 484) ve kulağa
(Tlingit ve Halda , bkz. Swanton, Haida, s . 146) takmak için
kullanılır. Aynı şekilde armalı örtülerin, kemerlerin, ş apka­
nın üzerine de yerleştirilir. Örn. (Kwakiutl), Ethn. Kwa . , s.
1 069. Awikenoq'larda ve Lasiqoala'larda (Kwakiutl grubu
kabileleri) abalon kabukları siperliklerin ve tuhaf bir ş ekil ­
de Avrup a'da kullanılanlara benzer biçimli kalkanın etrafına
dizilir, B o a s , 5th Report, s . 43 . Bu sip erlik türü, bakır s iper­
liklerin ilkel şekli veya dengi gibi görünmektedir, ki bunların
biçimleri de tuhaf bir şekilde ortaçağı andırır.
B ugün nasıl ki bakırın para değeri varsa, zamanında da aynı
şekilde abalon kabuklarının para değeri taşıyor olduğu an­
laşılmaktadır. Bir Çtatlolq miti (güney S alish'leri) iki kişili­
ği, K'obois "bakır" ile Teadjas'ı "abalon" birleştirir; bunların
oğullarıyl a kızları evlenir ve oğlan, ayının "metal k a s a s ını"
alır, maskesini ve potlaç'ını ele geçirir, Indianische Sagen, s.
BU S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 77

kalkanlar, bununla süslenmiş kemerler ve örtüler; ar­


malı, üzerine yüzler, gözler, insan ve hayvan figürle­
ri işlenmiş dokuma örtüler, 1 evler ve kirişler ve süs-

84. Bir Awikenoq miti , denizkabuğu isimleriyle bütün bakır


isimlerini "ayın kızları"na bağlar, a.g. e. , s. 2 1 8 -2 1 9 .
Haidalarda bu denizkabuklarının her biri, en azından yüksek
değerli ve tanınır ise, kendi adını taşır, Melanezya'da da ay­
nen böyledir bu, Swanton, Haida , s . 146. Başka yerde bireyleri
ya da ruhları isimlendirmeye yararlar. Öm. Ç immesyanlarda
özel adlar dizini, Boas, Tsim. Myth. , s. 960. Krş . Kwakiutllarda
klanlara göre "abalon adları," Ethn. Kwa., s. 1 26 1 - 1 275, Awi­
kenoq, Naqoatok ve Gwasela kabileleri için. Burada muhak­
kak ki uluslararası bir kullanım olmuştu. Awikenoq mitinde,
Bella Kula'ların abalon kutusu (denizkabuklarıyla zenginleş­
miş kutu) da zikredilmiş ve tam olarak tasvir edilmiştir; üste­
lik kutu, ab alon örtüyü muhafaza eder ve her ikisi de güneşin
pırıltısına sahiptir. Mitin içinde anlatısı yer alan rei sin adı
Legek'tir, Boas, Ind. Sag . , s . 2 1 8 vd. Bu isim, en önemli Ç im­
mesyan reisinin unvanıdır. Mitin nesneyle birlikte yolculuk
etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Masset'nin aktardığı bir Haida
mitinde, "Yaratıcı Karga" mitinde, karganın karısına verdiği
güneş bir abalon kabuğudur, Swanton, Haida Texts, Jesup , VI,
s. 3 1 3 , s. 227. Ab alon adları taşıyan mitik kahramanlar için
bkz . örn . , Kwa. T., III, s. 50, 222, vs .
Tlingitlerde bu denizkabukları köpekb alığı dişleriyle b ağ­
daştırılmıştı , Tl. M. , T., s . 1 29 . (İspermeçet balinası dişinin
kullanımıyla karşılaştırın, daha yukarıda, Melanezya .)
Bütün bu kabilelerde ayrıca, dentalia (küçük denizkabukları)
kolye kültü vardır. Özellikle bkz. Krause, Tlinkit Indianer, s .
1 86 . Kısacası burada paranın, Melanezya'dakiyle, daha genel
olarak da Pasifik'tekiyle aynı kullanıma hizmet eden, tamı ta­
mına aynı biçimlerini, aynı inançlarla yeniden buluyoruz.
Bu diğer denizkabukları zaten, Alaska'yı işgalleri sırasında
Ruslarla da yapılan ticaretin konusuydu ve bu ticaret, Kali­
forniya Körfezi'nden Bering Boğazı'na her iki yönde de işli­
yordu, Swanton , Haida Texts , Jesup, VI, s. 3 1 3 .
Örtüler de kutular gibi resimlerle süslüdür; hatta çoğu za­
man örtülerde kutuların desenleri taklit edilir (bkz. figür,
Krause, Tlinkit Indianer, s. 200) . Her zaman ruhsal bir taraf­
ları vardır bunların, krş . şu ifadeler: (Haida) , "ruh kemerleri ,"
yırtık örtüler, Swanton, Haida, Jesup Exped , V, 1, s . 1 65; krş .
1 78 1 ARMAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

lemeli duvarlar1 canlı mahh1klardır. H e r ş ey konuşur,


çatı, ateş, heykeller, resimler; çünkü büyülü ev yalnızca
reis ve onun adamları ya da karşı fratrinin adamları
tarafından değil, aynı zamanda tanrılar ve atalar tara­
fından da yapılmıştır;2 ev, ruhlarla yeni inisiye olmuş
gençleri hem içine alır hem kusar.
Bu değerli şeylerin3 her b irinde zaten, kendiliğinden
bir üretici has sa vardır.4 Bu yalnızca iş aret ve teminat

s. 1 74. Belirli sayıdaki mitik manto , "dünyanın mantoları" -


dır: (Lilloet) , Oals miti, Boas, Ind. Sagen , s . ı 9-20; (Bellakula) ,
"güneşin mantoları" dır, Ind. Sagen, s . 2 60; bir balık manto­
su: (Heiltsuq) , Ind. Sagen, s. 248; bu temanın örneklerinin
karşılaştırması, Boas, a .g. e. , s. 359, no: 1 1 3 .
Krş . konuşan hasır, Haida Texts; Masset, Jesup Expedition ,
VI, p. 430 v e 43 2 . Örtü, hasır, örtü olarak kullanılan deri kül­
tü , Polinezya'daki hasır kültüne yaklaşmış olmalıdır.
Tlingitlerde evde her şeyin konuş tuğu kabul edilir, ruhlar
evin direkleriyle ve kirişleriyle konuşurlar, evin direklerden
ve kirişlerden söz ederler, ruhlar da kirişler ve direkler de
konuşurlar ve böylece diyalog totemik hayvanlar, ruhlar ve
ins anlar ve evin eşyaları arasında dolaşır; bu, Tlingit dininin
nizami bir ilkesidir. Örn . , Swanton, Tlingit, s. 458, 459. Kwa­
kiutllarda ev dinler ve konuşur, Kwa. Ethn., s. 1 279, 1 . 1 5 .
Ev, bir tür mobilya olarak tasavvur edilir. (Bilindiği gibi, C er­
men hukukunda ev, uzun süre bu statüde kalmıştır) . Ev taşı­
nır ve kendi kendini taşır. Bkz. göz açıp kapayıncaya kadar
kurulan ve özellikle de bir büyükb ab anın verdiği "sihirli ev"
konusundaki çok sayıda mit (kataloglayan Boas, Tsim. Myth . ,
s . 852, 853). Bkz. Kwakiutllardan örnekler, Boas, Sec. Sac. , s .
3 7 6 , figürler ve levhalar, s . 3 7 6 ve 380.
Bunlar aynı zamanda değerli, sihirli ve dini şeylerdir: 1 .
Kartal tüyleri , çoğunlukla yağmurla, yiyecekle, kuvarsl a , "iyi
tıp"la özdeşleştirilir. Örn . Tlingit T. M. , s. 3 83 , s . 1 2 8, vs; Ha1-
da (Masset) , Haida Texts, Jesup , VI, s. 292; 2. Kamışlar, tarak­
lar, Tlingit T. M. , s. 385. Ha!da , Swanton, Haida, s. 38; B o a s ,
Kwakiutl Indians, Jesup , V, bölüm I I , s . 455; 3 . Bilezikler, ö rn.
Lower Fras er kabilesi, Boas, Indianische Sagen, s . 36; ( Kwa­
kiutl), Boas, Kwa. Ind. , Jesup , V, II, s. 454.
Kaşıklar, tabaklar, bakırlar dahil bütün bu nesneler Kwakiutl
dilinde logwa genel başlığını taşır, bu da tam olarak tılsım ,
BU S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 79

değildir; z enginliğin iş areti ve teminatıdır, mevkinin,


bolluğun sihirli ve dini ilkesidir. 1 Süslenmiş ve oyul­
muş , üzerine klanın ya da mevkinin totemi işlenmiş,
gösterişle yemek yemekte kullanılan tab aklar2 ve ka-

doğaüstü şey anlamına gelir. (Bkz. Origines de la no tion de


monnaie başl ıklı çalışmamızda bu kelime hakkında yaptığı ­
mız incelemeler ve Hubert ve Maus s , Melanges d 'histoire des
Religions'daki önsözümüz .) "Logwa " kavramı mana kavramı­
nın tamamıyla aynısıdır. Ancak bu durumda ve bizi ilgilen­
diren konuyla ilgili olarak, zenginliğin ve yiyeceğin "hassası"
zenginliği ve yiyeceği üretir. Tılsımdan, "geçmişteki büyük
mülkiyet artırıcı" olah "logwa"dan söz eden bir konuşma
vardır, Ethn. Kwa . , s . 1 280, 1 . 1 8 . Bir mitte , bir "logwa"nın
nasıl "mülk e dinmekten memnun" olduğu, dört "l ogwa "nın
(kemerler vs) nasıl mülk biriktirdiği anlatılır. Bunlardan biri ,
"mal mülkün birikmesini sağlayan şey" adını taşırdı , Kwa. T. ,
III, s . 1 08 . Gerçekte zenginliği yaratan zenginliktir. Bir Haida
deyişi, ergen kızın taktığı abalon kabukları hakkında "zengin
kılan mülk"ten söz eder, Swanton , Haida, s. 48 .
Bir maske "yiyecek elde eden" diye adlandırılmıştır. Krş . "ve
yiyecekten yana zengin olacaksınız" (Nimkish miti) , Kwa.
T. , III, s . 36, 1 . 8. Kwakiutllarda en önemli s oylulardan biri ,
"davet eden," "yiyecek veren," "kartal tüyü veren" unvanlarını
taşır. Krş . Boas, Sec. Sac. , s. 4 1 5 .
Sepetler v e resimli fıçılar (mesela meyve toplamakta kulla­
nılanlar) da aynı şekilde sihirlidir; örn . : Haida miti (Mass et) ,
Haida T. , Jesup, VI, s . 404; çok önemli bir Oal s miti , turnaba­
lığı, somon ve gökgürültüsü kuşunu [oiseau-tonnerre-thun­
derbird] ve bu kuşun bir tükrüğüyle meyvelerle doldurduğu
s epeti karıştırır. (Lower Fras er River kabilesi) , Ind. Sag. , s .
34; bununla özdeş Awikenoq miti, Sth Rep . , s . 2 8 , bir sepet
"asla boş kalmayacak" adını taşır.
Tabaklar, üzerine oyulan figüre göre adlandırılır. Kwakiut­
llarda bunlar "hayvan reisler"i temsil ederler. Krş . daha yu­
karısı. Bunlardan biri, "kendini dolduran tabak" adını taşır,
B o a s , Kwakiutl Tales ( C olumbia University) , s. 264, 1 . 1 1 . B azı
klanların tabakları "logwa"dır; atalarından biriyle, Davetçi
ile (bkz . sondan bir önceki not) konuşmuşlar ve ona bunları
almasını söylemişlerdir, Ethn . Kwa . , s. 809. Krş . Kaniqilaku
miti, Ind. Sag. , s. 1 98; krş . Kwa. T. , 2 . seri , Jesup , X, s. 205:
1 80 1 A R MAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

şıklar1 c anlı şeylerdir. Bunlar, ruhların atalara verdik­


leri, yiyecek yaratan ve yok edilemez araçların repli­
kalarıdır. Bunlar dahi büyülü kabul e dilir. Bu şekilde
ş eyler, ruhlarla, onları yap anlarla, yemek yemeye yara­
yan araçlars a yiyeceklerle karıştırılır. Kwakiutl tab ak­
larıyla Haida kaşıkları son derece katı bir dolaşımın
temel mallarıdır ve klanlarla reislerin aileleri arasında
özenle p aylaştırılırlar. 2

" Şöhret Parası " 3


Anc ak önemli inançların ve hatta bir kültün4 nesnesi
olanlar özellikle, potlaç'ın asli malı olan armalı ba­
kırlardır.5 Her şeyden önce bütün bu kabilelerde, bir

dönüştürücün nasıl, (kendisine eziyet eden) kayınbabasına


sihirli bir s epetin meyvelerini verdiğini anlatır. Bunlar dut
dikenine dönüşmüş ve onun bütün vücudundan çıkmıştır.
Bkz. daha yukarısı.
Bkz. daha yukarısı, a.g.e.
B u ifade Almancadan -"Renommiergeld"- alınmış ve Kricke­
berg tarafından kullanılmıştır. Kalkanları yani aynı z aman­
da para da olan plakaları ve özellikle po tla ç'ta reislerin ya
da yararına potlaç verilen kişilerin taşıdıkları gösteriş nes­
nelerini ifade eder.
Note sur l'origine de la notion de monnaie adlı çalışmamız­
da yapmış olduğumuz bir hatayı düzeltme fırsatı yakalamış
olduk burada. Laqa, Laqwa (Boas her iki yazımı da kullanır)
kelimesini logwa ile karıştırmıştık. O zaman Boas'ın bu iki
kelimeyi çoğunlukla aynı şekilde yazması gibi bir özrümüz
vardı. Fakat o günden bu yana, bunlardan birinin kırmızı,
bakır, diğerinin ise yalnızca doğaüstü şey, değerli şey, tılsım,
vs anlamına geldiği kesinleşti . Bununla birlikte bütün bakır­
lar logwa 'dır, bu da tanıtlamamızın geçerli olduğunu göste­
rir. Ancak bu durumda, bu kelime bir tür sıfat ve eşanlamlı
kelimedir. Örn. Kwa. T. , III, s. 1 08 , b akır olan "l ogwa "nın iki
unvanı: "mal mülk edinmekten memnun" olan, "malın mülkün
birikmesini sağlayan." Fakat bütün logwa'lar bakır değildir.
Ne kadar tartışılmış o lurs a olsun, Kuzeybatı Amerika'nın
bakırcılığı hala fazla tanınmamaktadır. Rivet, Kolomb ön-
BU S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 81

canlı varlık olarak b akır kültü ve miti vardır. 1 B akır, en


azından Haidalarda ve Kwakiutllarda, kendisi de bir
kült nesnesi o lan s omonla özdeşleştirilmiştir.2 Fakat

cesi kuyumculuk hakkındaki değerli çalışmasında, Journal


des American istes, 1 92 3 , bu konuyu bilerek bir kenara bı­
rakmıştır. Her halükarda bu s an atın Avrupalıların geli şin­
den daha eski olduğu kesin gözükmektedir. Kuzey kabileleri
Tlingitler ve Çimmesyanlar, C opper Irmağında bakır arıyor,
işletiyor ya da buradan b akır ediniyorlardı. Krş . eski yazar­
l ar ve Kraus e , Tlinkit Indianer, s. 1 86 . Bütün bu kabileler
"büyük b akır dağı"ndan söz eder: (Tlingit) . Tl. M. T. , s . 1 60;
(Ha'ida) , Swanton, Haida, Jesup , V, s. 1 30; (Ç immesyan) , Tsim.
Myth. , s . 299.
B akır canlı dır; b akırın madeni, dağı büyülüdür, "zenginlik
bitkileri"yle doludur, Mas set, Haida Texts, Jesup , VI, s. 68 1 ,
6 9 2 . Krş . Swanton, Haida, s . 1 46 , b aşka mit. Gerçekten de,
bir kokusu var, Kwa. T. , III, s . 64, 1 . 8 . Ç immesyanlarda b akır
işleme ayrıc alığı, önemli bir efs aneler döngüsünün konusu­
dur: Tsauda ve Gao miti , Tsim. Myth . , s . 306 vd buna eşde­
ğer temaların kataloğu için bkz. Boas, Tsim. Myth. , s . 856.
Bellakulalarda bakırın kişileştirildiği anlaşılmaktadır, Ind.
Sagen , s . 26 1 ; krş . Boas, Mythology of the Bella C o o la Indi­
ans , Jesup Exp . , I , bölüm 2 , s. 7 1 , burada b akır miti abalon
kabuğu mitiyle birleşmiştir. Ts audalardaki Çimmesyan miti,
ileride konu edilecek olan somon mitiyle ilişkilenir.
Kırmızı olduğu için b akır güneşle özdeşleştirilmiştir, örn .
Tlingit T. M. , n o 39, no 8 1 ; "gökten düşmüş ateş"le (bir bakırın
adı) özdeşleştirilmiştir, B o a s , Tsimshian Texts and Myths, s .
467; v e bütün b u durumlarda s omonla da özdeşleştirilmiş tir.
Bu özdeşleştirme özellikle, s omon ve b akırın insanları olan
Kwakiutllardaki ikizler kültünde çok nettir, Ethn. Kwa . , s .
6 8 5 vd. Mitik sekans şöyle olmalıdır: ilkbahar, s omonun ge­
lişi, yeni güneş, kırmızı renk, bakır. B akır ve s omon kimli­
ği Kuzey milletlerinde daha belirgindir (bkz . C atalogue des
cycles equivalents [Eş değer döngüler kataloğu] , B o a s , Tsim.
Myth. , s . 856) . Ö rn. Mass et'deki Haida miti, Haida T. , Jesup ,
VI, s . 6 8 9 , 69 1 , 1. 6 vd, n. l ; krş . s . 6 9 2 , mit no: 7 3 . Burada
Polykratos'un kuzusu efs anesinin tam bir eş değerini bulu­
yoruz : b akır yutmuş s omon efs anesi, Skidegate (HTM, s. 8 2 ) .
Tlingitlerde (onların arkasından da Haidalarda) , a d ı İngiliz-
1 82 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

bu metafizik v e teknik mitoloji unsuruna ek olarak, 1


bütün bu b akırların her b iri ayrıca, b ireysel ve özel
inançların konusudur. Klanların reislerinin ailelerinin
başlıca b akırlarının her b irinin kendi adı, 2 kendine has

ceye Moudly-end (s omonun adı) diye çevrilen yaratığın miti


vardır; bkz. Sitka miti : bakır zincirler ve s omonlar, Tl. M. T. , s .
307. Kutunun içindeki bir somon insana dönüşür, Wrangel'in
diğer versiyonu ise, a.g.e. , no: 5. B unun eş değerleri için bkz.
Boas, Tsim. Myth. , s . 857. Bir Ç immesyan bakırı "ırmaktan
yukarı doğru giden b akır"adını taşır, burada s omona gön­
derme olduğu açıktır, Boas, Tsim. Myth. , s. 857.
B u bakır kültünü kuvars kültüne yaklaştıranın ne olduğunu
araştırmak yerinde olurdu, bkz. daha yukarısı. Örn. Kuvars
dağı miti , Kwa. T. , 2. s eri, Jesup , X, s. 1 1 1 .
Aynı şekilde, en azından Tlingitlerde , yeşimtaşı kültü b akır
kültüyle karşılaştırılmalıdır: bir yeşim-somon konuşur, Tl.
M. T. , s. 5. Bir yeşimtaşı konuşur ve i simler verir, Sitka, Tl. M.
T. , s. 4 1 6 . Son olarak, denizkabukları kültünü ve bunun b akır
kültüyle ortaklıklarını hatırlatmak gerekir.
Çimmesyanlardaki Ts auda ailesinin, b akırın sırlarının ku­
rucusu ya da bunların tas arruf hakkının s ahibi gibi görün­
düklerini görmüştük. Dzawadaenoqu prens ailesinin miti
(Kwakiutl), aynı türden bir mit gibi görünmektedir. B akır
yapımcısı Laqwagila'yı zengin Qomqomgila ve bakır yapan
"zengin (kadın)" Oomoqoa ile b ağdaştırır, Kwa. T. , III, s. 50;
ve bütün bunları, gökgürültüsü-kuşunun b akır kokan oğlu
olan ve b akır kokan ikizler doğuran bir kadına dönüş en be­
yaz bir kuş a (güneş) b ağlar, Kwa. T. , III, s. 6 1 -67.
Her bakırın kendi adı vardır. Kwakiutl konuşmaları "ismi
olan büyük b akırlar"der, Boas, Sec. Sac. , s . 348, 349 , 3 5 0 . B a ­
k ı r isimlerinin listesinde maalesef, bunların daimi s ahipleri
olan klanlar belirtilmez, a.g. e. , s. 344. Büyük Kwakiutl ba­
kırlarının isimleri hakkında epey bilgimiz vardır. Bu i simler,
onlara b ağlı olan kültleri ve inançları gösterir. Bakırlardan
biri "Ay" adını taşır (Nis qa kabilesi), Ethn. Kwa., s . 8 5 6 . B a ş ­
kaları, temsil ettikleri v e bunları kendilerine veren ruhun
adını taşırlar. Örn. Dzonoqoa, Ethn . Kwa. , s. 142 1 ; b unun
üzerinden temsili yeniden üretirler. Diğer b azıları, totemle­
rin kurucu ruhlarının ismini taşır: b akırlardan birinin adı
"castor'un yüzü"dür, Ethn. Kwa . , s . 1 427; b ir başkas ınınki
BU S İ ST E M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 83

ferdiyeti ve geçirdikleri potlaç'ların çalkantılarının ya­


nında, hatta kısmi ya da bütüncül yıkımların 1 ötesinde ,
kelimenin tam anlamıyla kalıcı, aralıksız, büyülü ve ik­
tis adi kendine has değeri2 vardır.

"deniz aslanı" dır, a.g. e. , s. 894. B azı isimler yalnızca biçime


göndermede bulunur, "T şeklinde b akır" ya da "uzun üst çey­
rek," a.g. e. , s. 862. B azılarınıns a daha b asit isimleri vardır,
"Büyük bakır, " a.g.e. , s. 1 289, "Çınlayan b akır," a.g. e. , s. 962
(aynı z amanda bir reisin adı) . B aşka isimler, tecessüm ettik­
leri ve değerini yoğunlaştırdıkları potlaç' a atıfta bulunur.
Maxtos elem şeklindeki b akır adı, "b aşkalarının utanç duy­
duğu" demektir. Krş . Kwa. T. , III, s. 452 , n. 1 : "borçlarından
dolayı utanç duyuyorlar" (borç : gagim) . Bir diğer isim, "arbe­
de s ebebi" Ethn. Kwa . , s . 893, 1 02 6 , vs.
Tlingit b akır isimleri hakkında bkz. Swanton, Tlingit, s. 42 1 ,
405 . İsimlerin çoğu totemiktir. Haida ve Çimmesyan b akırla­
rının isimleri hakkındaysa, yalnızca s ahipleri olan reislerin
isimlerini taşıyanları biliyoruz.
Tahrip ilkesi hakkında bkz. daha yukarısı. Bununla birlikte,
bakırların tahribinin kendine has bir özelliği olduğu anla­
şılmaktadır. Kwakiutllarda p arça parça yapılır bu, her pot­
laç' ta yeni bir çeyreği kırılır. Diğer potlaç'lar esnasında, par­
çaların her birini yeniden ele geçirip tamamlanıncaya kadar
bu p arçaları birleştirmeye uğraşmaktan gurur duyarlar. Bu
tür bir bakırın değeri artar, Boas, Sec. Sac. , s . 334.
Her halükarda bunları harcamak, kırmak, bunları öldürmek
demektir, Ethn. Kwa . , s. 1 28 5 , 1 . 8 ve 9. Genelde kullanılan
ifade "denize atmak"tır; Tlingitlerde de bu aynıdır, Tl. M. T. , s .
6 3 ; s . 3 9 9 , ş arkı n o : 43 . E ğer bakırlar batmazs a , karaya otur­
mazsa, ölmezs e , bu demektir ki sahtedirler, tahtadandırlar,
b atmamaktadırlar. (Haidalara karşı bir Ç immesyan potlaç'ı
hikayes i , Tsim Myth . , s. 3 6 9 ) . Parçalandıklarında, "kums alda
öldükleri" s öylenir (Kwakiutl) , Boas, Sec. Sac. , s . 5 64 ve n. 5.
Tlingitlerde bakırların değeri yüksekliğine göre değişiyor ve
köle s ayısıyla hesaplanıyordu, Tl. M. T. , s . 337, 260, s . 1 3 1
(Sitka ve Skidegate, vs , Çimmesyan) , Tate, B o a s , Tsim Myth. ,
s . 540 içinde; krş . a.g.e. , s . 43 6 . E ş değer prensip : (Haida) ,
Swanton, Haida, s . 1 46 .
B o a s , her bakırın potlaç dizisiyle nasıl değerini artırdığını
iyi incelemiştir; mesela: 1 906- 1 9 1 0 civarında, Lesaxalayo
1 84 1 A R M AG A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

Bunun dışında, na sıl zenginlik zenginliği çekerse,


nasıl haysiyet şerefi , ruhların elde edilmesini ve güzel
ittifakları1 getirirse -ve tam tersi-, b akırların da diğer
b akırları çağıran, çekici bir hass ası vardır. B akırlar
c anlıdır, otonom bir h areketleri vardır2 ve diğer bakır­
ları da sürüklerler.3 Kwakiutllarda, bunların araların­
dan biri,4 "b akır sürükleyen" olarak adlandırılır ve ba-

b akırının güncel değeri, h e r biri 4 dolardan 9000 yün örtü,


50 kano, 6000 düğmeli örtü, 260 gümüş bilezik, 60 altın bile­
zik, 70 altın küpe, 40 dikiş makinesi, 2 5 fonograf, 50 maskey­
di ve çığırtkan şöyle derdi : "Prens Laqwagila için bütün bu
zavallı şeyleri vereceğim. " Ethn . Kwa . , s. 1 3 52; krş . a.g.e. , 1 .
2 8 , burada bakır, bir "balina b edeni" ile karşılaştırılır.
Görünüşe bakılırsa Kwakiutllarda iki tür bakır vardı : aileden
çıkmayan, ancak yeniden eritmek için kırılabilen en önemli
bakırlar ve işlenmemiş olarak dolaşımda bulunan, daha az
değerli olan ve ilk gruptakilerin uydusu olarak hizmet veren
diğerleri. Örn. Boas, Sec. Sac. , s. 5 64, 5 7 9 . Kwakiutllarda bu
ikincil bakırları elde tutmak şüphesiz, asal et unvanlarını ve
ikinci sınıf rütbeleri elde tutmaya tekabül ediyordu, bakırlar
da bunlarla birlikte reisten reise, aileden aileye, kuşaklar ve
cinsiyetler arasında yolculuk ediyordu. Anlaşıldığı kadarıy­
la, büyük unvanlar ve büyük bakırlar klanların, en azından
kabilelerin içinde sabit kalıyordu. B aşka türlü olması da
zordu zaten .
Reis Hayas 'ın potlaç'ıyla ilgili bir Haida miti, bir bakırın na­
sıl şarkı söylediğini anlatır: "Bu şey çok kötü. Dur Gomsiwa
(bir şehrin ve bir kahramanın adı); küçük bakırın etrafında
çok bakır var." Haida Texts, Jesup , VI, s . 760. Kendi kendine
"büyük" olan bir "küçük bakır" ve onun etrafında toplanan
diğerleri söz konusudur. Krş . yukarıda bakır-somon.
Bir çocuk şarkısında, Ethn. Kwa., s. 1 3 1 2 , l . 3, 1 , 14, ş öyle der:
"Kabile reislerinin büyük isimleri adına bakırlar, onun etra­
fında toplanacaklar." B akırların , "kendiliğinden reis in evine
düştüğü" kabul edilir (bir Haida reisinin adı, Swanton , Hai­
da, s . 274, E ) . "Evde birb irleriyle karşılaşırlar," "orada b irbir­
lerini bulan yassı şeyler"dir, Ethn. Kwa., s . 701 .
Bkz . "Davet sahibi" (Ooexsot' enox) miti içindeki "Bakır g eti­
ren" miti, Kwa. T. , III, s. 248 , 1 . 25, 1 . 2 6 . Aynı bakır "mülkiyet
BU S İ STEM İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 85

kırların nasıl, s ahibinin ismiyle b eraber onun etrafında


toplandığını anlatan ifade, "bana doğru akan mülkiyet"
şeklindedir. Bir başka sık rastlanan b akır adı da "mül­
kiyet getiren"dir. Haidalarda ve Tlingitlerde b akırlar,
onları getiren prens esin etrafında bir "kale"dir; 1 b aşka
yerlerde, bunu elinde bulunduran reis2 yenilmez olur.
B akırlar, evin "tanrıs al yassı eşyasıdır. "3 Ç oğu z aman
mit, b akırları veren ruhları ,4 b akırların s ahiplerini ve

getiren" diye adlandırılır, B o a s , Sec. Sac. , s. 4 1 5 . Davet s ahibi


unvanını taşıyan s oylunun gizli ş arkısı şöyledir:
"Bana mülkler 'getiren' yüzünden adım 'bana doğru yönelen
mülkiyet' olacak."
"B akır 'getiren' yüzünden b akırlar bana doğru yöneliyor."
Kwakiutl dilindeki metin tam olarak "Aqwagila" der, yani
"bakır yapıcı," basit bir şekilde "getiren" değil.
Örn . Bir Tlingit patlaç'ı konuşmasında, Tl. M. T. , s . 379; (Çim­
mesyan) b akır bir "kalkan"dır, Tsim. Myth . , s. 385.
Yeni inisiye olmuş bir oğulun onuruna yapılan b akır bağış­
ları hakkındaki bir konuşmada, "verilen b akırlar bir ' zırh'tır,
bir mülk zırhı," Boas , Sec. Sac. , s . 557. (B oyun etrafına asılan
b akırlara imada bulunarak) . Genç adamın unvanı da zaten
Yaqois 'dır, "mülkiyet getiren ."
Ergen Kwakiutl prenseslerin kapatılması esnasındaki önem­
li bir ritüel, bu inançları çok güzel yansıtır: prensesler, ba­
kırlar ve abalon kabukları taşırlar ve bu sırada onlar da ba­
kırların "evde karşılaşan tanrısal, yassı eşyalar" şeklindeki
unvanını alırlar. Onların ve kocalarının "kolaylıkla bakırlara
s ahip olacakları" da söylenir, Ethn. Kwa., s. 70 1 . "Evdeki ba­
kır" bir Awikenoq kahramanının kız kardeşinin unvanıdır,
Kwa. T., III, s. 430. Bir tür swayamvara -Hindunun kocasının
bir seçimi- öngören Kwakiutl s oylu kızının şarkısı belki de
aynı ritüele aittir ve şöyle der: "b akırların üzerinde oturuyo­
rum . "Evin tabaklarına" s ahip olacağım gün için annem bana
kuş ak dokuyor, vs ." Ethn. Kwa., s. 1 3 1 4.
B akırlar çoğu zaman ruhlarla özdeştir. Bu, çok iyi bilinen ,
kalkan ve c anlı hanedan arması temasıdır. B akırın ve "Dzo­
noqua"nın ve "Oomino qa"nın özdeşliği, Ethn. Kwa., s . 1 42 1 ,
860. B akırlar totemik canlılardır, B o a s , Tsim. Myth. , s . 460.
B aşka durumlarda, yalnızca bazı mitik c anlıların s emb ol-
1 86 1 AR MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

b akırların kendisini , hep sini özdeşleştirir. 1 Bir ruhun


gücünü, diğer birinin zenginliğini neyin s ağladığını
ayırt etmek imkansızdır: b akır konuşur, homurdanır;2
verilmeyi , tahrip edilmeyi ister, sıcak tutulması için
örtülerle örtülür, aynı şekilde reis de dağıtması gere ­
ken örtülerin altına gömülür. 3
Fakat diğer yandan, mallarla birlikte4 zenginlik ve

leridir. "B akırdan alageyik" ve onun "bakırdan boynuzları"


Kwakiutl yaz şenliklerinde rol oynar, B o a s , Sec. Sac. , s. 630,
6 3 1 ; krş . s. 7 2 9 : "Bedeninin üzerindeki büyüklük" (bedeninin
üzerindeki zenginlik anlamında) . Çimmesyanlar bakırları
"ruhların s açları ," Boas, Sec. Sac. , s. 3 2 6 , "ruhların necase­
ti" (temalar kataloğu, Boas, Tsim. Myth. , s . 837) olarak; sa­
mur-kadının pençeleri , a.g. e. , s . 563, olarak kabul ederler.
Ruhlar, bakırları ken di aralarında verdikleri bir potlaç'ta
kullanmışlardır, Tsim. Myth . , s. 285; Tlingit T. M. , s. 5 1 . B akır­
lar onların "hoşlarına gider. " Karşılaştırmalar için bkz. B o a s ,
Tsim. Myth . , s . 846; b k z . daha yukarısı.
Neqapenkem'in (On Arşın Yüzlü) şarkısı: "Ben bakır p arçala­
rıyım, kabile reisleri de kırılmış bakırlar. " Boas , Sec. Sac. , s .
482; metin v e harfiyyen çevirisi için krş . s . 667.
D andalayu bakırı verilmek için "evinde homurdanır," Boas,
Sec. Sac. s . 622 (nutuk). Maxtoslem bakırı "kendisini kırma­
dıkları için şikayet eder." Onun karşılığında verilen örtüler
"onu sıcak tutar," B o a s , Sec. Sac. s. 5 7 2 . "Diğer bakırların bak­
maktan utanç duydukları" unvanını taşıdığı hatırlanacaktır.
Diğer bir bakır potlaç' a katılır ve "utanç duymakta" dır, Ethn.
Kwa . , s . 882, 1. 32.
"Malı gürültü yap an" reisin mülkiyetinde olan bir Haida ba­
kırı (Mass et) , Haida Texts , Jesup, VI. , s . 689 , kırıldıktan s onra
şarkı söyler: "Burada çürüyüp gideceğim, dünyanın m alını
s ürükledim" (ölüme, potlaç yüzünden) .
Armağan verenin ya da alanın, örtü yığınlarının altına gö­
mülmesi ya da bunun üstünde yürümesi ş eklindeki i ki ritü­
el eşdeğerdir: bu durumlardan birinde kendi zenginliğinin
üzerinde, diğerindeyse altındadır.
Genel gözlem . Kuzeybatı Amerika'da, hangi törenler, harca­
malar, tahribatlar esnasında, nasıl ve neden malların dev­
rolduğunu iyi biliyoruz. Bununla birlikte, şeylerin, özellikle
de bakırların geleneğinde, aynı eylemin büründüğü biçimler
B U S İ STE M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 87

şans da devredilir. İnisiyeyi b akırların, tılsımların sa­


hibi yap an, onun ruhu, yardımcı ruhlarıdır; bu b akır­
larla tılsımların kendisi de elde etmenin araçlarıdır;
b akırı , zenginliği, rütbeyi, nihayet ruhu , zaten eş değer
olan her şeyi elde etmenin. Aslında, b akırlarla, aynı
zamanda servet biriktirmenin ve birbirini izleyen pot­
laç'ların da aracı olan zenginliğin diğer daimi b içim­
leri, maskeler, tılsımlar vs aynı anda göz önüne alınır­
sa, her şey bunların kullanımıyla ve etkisiyle karışmış
olur. 1 Bu biçimlerle mevkiler elde edilir; çünkü zen­
ginlik elde edildiğinde ruh elde edilir; ve ruh da kendi
sırası geldiğinde engelleri yenen kahramanın s ahibi

hakkındaki bilgimiz yeterli değil . Bu sorun bir araştırma ko­


nusu olmalıdır. Az da olsa bildiklerimiz son derece ilginçtir
ve mülkiyet ile mülk s ahipleri arasındaki bağlantıyı gösterir.
Mesela, Kwakiutllardaki, "b akırı adın gölgesine bırakmak"
denen bakır devrine ve yeni sahibine " ağırlık veren" kaza­
nımına tekabül edenler, B o a s , Sec. Sac. s. 349; Haidalarda,
bir toprak s atın alındığını göstermek için bir bakırın kal­
dırılması, Haida T. M. , s. 86; yine onlarda bakırdan, Roma
hukukunda olduğu gibi, vurma maksadıyla yararlanılması:
bakırın verildiği kişilere bakırla vurulur: bu ritüel bir hika­
yeyle doğrul anmıştır (Skidegate) , a.g. e. , s. 43 2 . Bu durumda,
bakırın dokunduğu şeyler ona eklenir, onun tarafından öldü­
rülür; zaten bu da bir "barış" ve " armağan" ritüelidir.
Kwakiutllar, en azından bir mitte (Boas , Sec. Sac. s. 383 ve
385; krş . s. 6 77, 1 . 1 0) , E skimolarda da görülen bir devir ayi­
ninin hatırasını saklamışlardır: kahraman verdiği her şeyi
ısırır. Bir Haida miti, Fare Hanım'ın verdiklerini nasıl "yala­
dığını" tasvir eder, Haida Texts , Jesup, VI, s. 1 9 1 .
Bir evlilik ayininde (sembolik kanoyu p arçalama) , ş u ş arkı
söylenir:
" Gidip Stevens dağını p arçalara ayıracağım. Ateşim için taş­
lar yap acağım ondan (cam kırıkları) .
" Gidip Oatsai dağını p arçalayacağım. Ateşim için taşlar ya­
pacağım ondan.
"Zenginlikten ona doğru yuvarlanmakta, büyük reislerden.
"Zenginlikten ona doğru yuvarlanmakta her taraftan;
"Bütün büyük reisler onun tarafından korunacak."
1 88 1 ARMAGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

olur; ve dolayısıyla bu kahraman, ş am anistik transla­


rını, ritüel danslarını, idaresinin hizmetlerini kendisi­
ne ö detir. Her ş ey birbirine b ağlanır, b irbirine karışır;
eşyaların kişiliği vardır, kişiliklerse bir anlamda kla­
nın daimi eşyalarıdır. Unvanlar, tılsımlar, b akırlar ve
reislerin ruhları sesteştir ve eş anlamlıdır, 1 doğaları ve
işlevleri aynıdır. Malların dolaşımı, erkeklerin, kadın­
ların ve çocukların, ş ölenlerin, ayinlerin, törenlerin ve
dansların, hatta şakaların ve hakaretlerin dolaşımını
izler. Aslında dolaşım aynıdır. Şeyler veriliyor ve geri
veriliyors a bunun sebebi, ins anın kendisine "saygılar"
-buna "nezaket" de diyoruz- sunması ve kendisine geri
sunmasıdır. Fakat aynı zamanda ins an vererek kendini
verir ve eğer kendini veriyorsa, insan kendini -kendini
ve malını- b aşkalarına "borçlu" dur.

Bunlar zaten en azından Kwakiutllarda birbirinin aynıdır.


B azı soylular potlaç'larıyla özdeşleştirilmiştir. Baş reisin baş­
lıca unvanı Maxwa'dır yalnızca, bu da "büyük potlaç" anlamı­
na gelir, Ethn. Kwa . , s. 972, 976, 805 . Krş . aynı klandaki "pot­
laç veren" vs gibi isimler. Aynı milletin bir başka kabilesinde,
Dzawadeenoxularda, başlıca unvanlardan bir "Palas." Gene­
alojisi için bkz. daha yukarısı s . 1 55 , n. l; bkz. Kwa. T. , III, s.
43 . Heiltsuqların en önemli reisi, "Oominoqa," "Zengin" denen
ruhla ilişki içindedir ve "Zenginlik s ağlayan" adını taşır, a.g. e. ,
s . 427, 424. Oaqtsenoqu prensleri "yaz isimleri" taşırlar yani
özellikle "mülkiyet" e işaret eden klan isimleri, "yaq"lı isimler:
"b eden üzerinde mülkiyet," "büyük mülkiyet," "mülkiyet s ahi­
bi," "mülkiyet mekanı," Kwa. T. , III, s . 1 9 1 ; krş . s . 1 87 , 1 . 1 4 .
B i r başka Kwakiutl kabilesi Naqoatoqlar reislerine "Maxwa"
ve "Yaxlem" unvanlarını verirler yani "potlaç," "mülkiyet"; bu
isim "Taş Beden" mitinde karşımıza çıkar. (Krş . Taş kaburga,
Servet Hanımın oğlu, Haida.) Ruh, ona şöyle der: "Senin adın
"Mülkiyet" olacak, Yaxlem." Kwa. T. , III, s . 2 1 5 , 1. 3 9 .
Aynı şekilde Haidalarda, b i r reis " S atın alınamayan adam"
(rakibin satın alamadığı bakır) adını taşır, Swanton, Ha ida,
s . 2 94, XVI, I . Aynı reis , "Her şey karıştı" adını da taşır yani
"potlaç meclisi," a.g. e. , no:4. Krş . daha yukarıdaki "Evdeki
mülkiyet" unvanları .
B U S İ ST E M İ N G E N İ Ş L E M E S İ 1 1 89

İlk Sonuç
Böylelikle, dört önemli halk grubunda şunları bulduk:
Öncelikle iki ya da üç grupta potlaç'ı; ardından pot­
laç'ın ana s eb ebini ve normal b içimini; ve ardından,
buradan yola çıkarak ve bütün bu gruplar içinde, değiş
tokuşun arkaik biçimini yani sunulan ve geri verilen
armağanları . Üstelik bu toplumlarda şeylerin dolaşı­
mını , hakların ve kişilerin dolaşımıyla özdeşleştirdik.
Gereğinde burada durabilirdik. Bu olguların s ayısı,
genişliği, önemi, çok uzun bir geçiş dönemi b oyunca,
ins anlığın çok büyük bir kısmında geçerli olmuş; aynı
zamanda da bizim anlattığımızdan b aşka halklarda da
var olan bir rejimi tas avvur etmemize izin vermekte­
dir. Yine bunlardan yola çıkarak şöyle bir tas avvurda
bulunabiliriz: bu değiş tokuş-armağan ilkesi, (klandan
klana, aileden aileye) "toplam yükümlülük " aşamasını
geçmiş, ancak bununla birlikte, tam anlamıyla bireysel
sözleşmeye, p aranın geçerli ol duğu p azar, daha doğru­
su s atış aş amasına ve özellikle, ayarı sabit ve damgalı
parayla muhammen bedel kavramına henüz ulaşma­
mış toplumların ilkesidir.
Ü Ç Ü NCÜ BÖLÜM

ESKİ HUKUK VE ESKİ İKTİSAT


SİSTEMLERİNDE BU İLKELERİN İZLERİ

Şimdiye kadarki bütün olgular, E tnografya olarak ad­


landırılan alandan derlendi . Ü stelik bunlar, B üyük
Okyanus kıyılarının nüfusunu oluşturan toplumların
içinde yer alıyordu. 1 Ç oğunlukla bu tür olgulardan me­
raktan dolayı ya da gerektiğinde, bizim toplumlarımı­
zın, "ilkel" denen bu tür kurumlardan ne kadar ayrıldı­
ğını ya da onlara ne kadar yakın olduğunu ölçmek için,
karşılaştırma amacıyla yararlanılır.
Bununla birlikte, toplumsal gelişimin bir dönemini
anlamamıza yardım ettiğine göre, bu olguların genel
bir s o syolojik değeri vardır. Ama dahası da var. Bunla­
rın toplums al tarih açısından da önemi vardır. B u tip
kurumlar gerçekten de, bizim biçimlerimize doğru , bi­
zim kendi hukuk ve iktis at biçimlerimize doğru geçişi
s ağladı . Bunlar, b izim kendi toplumlarımızı tarihs el
olarak açıklamaya yardım edebilir.

Doğal olarak bunların başka uzantıları olduğunu biliyoruz


ve araştırma geçici olarak bu nokta da duruyor.
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 1 91

Bizimkilerden hemen önce gelen toplumlar tarafın­


dan kullanılan değiş tokuşların ahlakı ve pratiği, biraz
önce analizini yaptığımız bütün ilkelerin az ya da çok
önemli izlerini hala muhafaza eder. Bizim hukuk ve ik­
ti sat sistemlerimizin, öncekilere b enzer kurumlardan
çıktığını ispatlayabileceğimize inanıyoruz . 1
Ayni h aklarla ş ahsi hakları, kişileri ve ş eyleri kes­
kin b içimde ayırt eden toplumlarda yaşıyoruz (bu
karşıtlık şu anda hukukçuların kendileri tarafından
da eleştiriliyo r) . Bu temel bir ayrım : bizim mülkiyet,
devretme, değiş tokuş sistemimizin bir b ölümünün
koşullarını oluşturuyor. Oys aki bu, öncesinde incele­
diğimiz hukuka yab ancıdır. Aynı şekilde bizim uygar­
lıklarımız, Sami, Yunan ve Roma uygarlıklarından bu
yana , zorunluluk ve karşılıksı z olmayan yükümlülük
ile armağan arasında keskin bir ayrım yap ar. Fakat
bu ayrımlar büyük uygarlıkların hukukl arında gayet
yakın tarihli değil midir? Bu uygarlıklar, bu s oğuk ve
hes ap çı zihniyeti taşımadıkl arı bir ön evreden g eçme ­
mişler miydi? Kişilerin ve ş eylerin birbirine karıştı ­
ğ ı bu armağan değiş tokuşu adetini onlar da uygu­
lamamışlar mıydı? Hint-Avrup a hukuk sistemlerinin
b azı ö zelliklerinin analizi, onların da bu dönü ş ümden
geçtiklerini ortaya koymamızı sağlayacaktır. Roma'da
bunun izlerini buluruz. Hindistan'da ve C ermanya'da,
görece hala yakın denebilecek bir dönemde, hala güç­
lü olan bu hukuk sistemlerinin faaliyette olduğunu
görürü z .

Meillet, Henri Levy-Bruhl v e özlemini duyduğumuz Huvelin,


bundan s onraki p aragraf için bize çok değerli fikirler verme
nezaketini göstermişlerdir.
1 92 \ A R M AGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

1
ŞAHSİ H U KUK VE EŞYA H U KUKU
( KA D İ M ROMA H U KU K U )
B u arkaik hukuk sistemleriyle, Roma hukukunun1 ger­
çek anlamda tarih s ahnesine çıktığı dönemden önceki
eski hukuk ve ilk ortaya çıktığı dönemdeki C ermen hu­
kuku2 arasındaki bir karşılaştırma, bu iki hukuk siste­
mini aydınlatır. Ö zellikle de hukuk tarihindeki en tar­
tışmalı sorunlardan birinin yeniden ortaya konmasını
s ağlar: n exum [b ağ] teorisi.3

B ilindiği üzere, On İki Levha Kanunları'nın vars ayıma da­


yalı olarak yeniden oluşturulmuş haliyle kitab eler yoluyla
muhafaza edilmiş b azı kanun metinleri dışında, Roma hu­
kukunun ilk dört yüzyılına ait ancak pek zayıf kaynaklara
s ahibiz. Bununla birl ikte , Lambert'in aşırı eleştirel tavrını
kabullenmeyeceğiz, L' His toire traditionnelle des Douze Tab ­
les (Melanges Appleton) , 1 906. Ancak Roma tarihçilerinin,
h atta Roma "antikacıları"nın teorilerinin büyük bir kısmı­
nın ancak hipotezler olarak görülebileceğini de teslim etmek
gerekir. Biz de kendimizi, listeye yeni bir hipotez eklemeye
mezun görüyoruz.
C ermen hukuku hakkında bkz. daha ilerisi.
Nexum hakkında bkz. Huvelin, "Nexum," Dict. des Ant.; Ma­
gie et Droit individuel (A nnee, X) ve Annee Sociologique, VII,
s. 472 vd; IX, 4 1 2 vd; XI, s . 442 vd; XII, s . 482 vd içindeki
analizleri ve tartışmaları; Davy, Foi juree, s . 1 3 5; Roma tarih­
çilerinin bibliyografyası ve teorileri için bkz. Girard, Manuel
elementaire de Droit romain, 7. baskı , s . 3 54.
Huvelin ve Girard, her türlü görüş arasından bize gerçeğe en
yakın olanlar gibi görünüyor. Huvelin'in teorisi için yalnızca
bir tamamlayıcı ek önerip bir itirazda bulunacağız . "Hakaret
hükmü" (Magie et Droit ind . , s. 28; krş . Injuria, Mel. Appleton)
fikrimizce, yalnızca büyülü değildir. Ç ok net bir durumdur,
eski hukuk sistemlerinden po tlaç' a uzanan bir kalıntıdır. Bi­
rinin borçlu diğerinin alacaklı olması , bu şekilde, diğerine
nispetle üstün durumda olanı k arşı s ındakine yani kendine
minnettar olana hakaret edebilir duruma getiriyordu . B ura-
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 1 93

Konuyu fazlasıyla aydınlatmış olan bir çalışmada1


Huvelin, nexum'u C ermen kökenli wadium'la ve genel
olarak s özleşme dolayısıyla verilen "ek teminatlar"la
(Togo, Kafkasya, vb) karşılaştırmış, s onra da bunla­
rı , uzaktan yapılan b ağlama büyüsüyle ve s özleşme­
yi yap anla temas eden her şeyin diğer tarafa verdiği
kudretle kıyaslamıştır. Ama böyle bir açıklama, ancak
b azı olgular için geçerlidir. Büyünün yaptırımı sadece
bir imkandır ve en nihayetinde verilen eşyanın tabia­
tının ve manevi niteliğinin bir s onucudur. İlave temi­
nat özellikle de Cermen wadium'u,2 teminat değiş to -

dan hareketle , Joking relationships "esprili akrab alık," özel­


likle de Winnebago (Sioux) hakkındaki bir dizi kayda değer
ilişkiye , l 'Annee Sociologique'in bu sayısında dikkat çektik.
[Roma'nın ilk dönemlerinde s oylu sınıf (patricii) biraz p a ­
raya kıyıp avamla (plebs ) yaş a dığı gerilimi hafifletmek ve
onu elinde tutmak istedi. Fakir halktan borç almaya başladı.
Borç alırken de kendini b orç veren kişiye teslim etti; bir an­
lamda s attı. B öylece hem ödünç almış hem de ödünç vermiş
oldu. Bu alışveriş per aes et libram deyimiyle [b akır ve tera­
ziyle] dilde nesnelleşti . Ç ünkü bu ödünç alıp verme işlemi
belli bir merasimle yapıldı. Bu merasim sırasında borcu ve­
ren ile borcu alan arasında söz alıp vermeden kaynaklanan
bir bağ oluştu . Kısaca taraflar birbirine bağlandı. Latincede
bu bağ ya da bağlanmaya nexum [bağ, bağlanma; borç esa­
reti , yükümlülüğü, hatta kanuni ipotek] adı verilir. Bu terim
nectere [bağlamak] fiilinden türemiştir. Sonradan Roma hu­
kukunda nexum terimi , bakır ve teraziyle yapılan bir borç
akdi olarak bilindi . Bu akde göre , nexus [bağlanmı ş , b orçlu;
külfet altına giren, borçlanan, borçlandırılan] vaadini yerine
getirip borcunu ödeyene kadar vaadinin, b orcunun ve ala­
caklısının esareti altına girer ve hür bir vatandaş olmasına
rağmen alacaklısının a deta kölesi olur. Bu yüzden nexum,
hukuki bir vecibe , adeta boyun borcudur. Borç ö denmediği
takdirde , alacaklısı borçluyu evine götürüp kendine gerçek
anlamda köle yapar -ed .n.]
Huvelin, Magie et Droit individuelle, A nnee, X.
Bkz. daha ilerisi, s . 2 1 5 . Wadiatio hakkında bkz. Davy, An­
nee, XII, s . 5 2 2 ve 523.
1 94 1 AR MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

kuşundan daha fazlasıdır; hatta muhtemel bir büyülü


etkiyi oluşturmaya yönelik hayat teminatlarından da
fazladır. Teminat olarak bırakılan eşya çoğunlukla de­
ğersizdir; örneğin Roma hukukunun sözlü akitlerin­
deki [stipulatio] b itki s apları [stips1] ve C ermen sözlü
akitlerindeki [stip ulatio] üstünde h arfler yazılı değ­
nekler lfestuca notata] gibi ş eyler değiş tokuş edilir.
H atta Sami kökenli arrhes2 [kaparo] bile avanstan öte
bir anlam taşır. Bu eşyaların kendileri canlıdır. E ski­
den zorunlu olarak verilmiş , karşılıklılık gerektiren
armağanların uzantılarıdır bunlar. Sözleşme tarafla­
rı bunlarla birbirine bağlanmıştır. Bu anlamda, bu ek
değiş tokuşlar, şeklen tarafların ruhlarının ve bu ruh­
lara karışmış nesnelerin gidiş gelişlerini temsil eder. 3

Stips kelimesinin bu yorumu, Isidore de Seville'inkine daya­


nır, V, s. 24, 30. Bkz . Huvelin, Stip s , s tipulatio, vs (Melanges
Fadda) , 1 906. Girard , Manuel , s. 507, n. 4, Savigny'den sonra,
Varron ve Fes tus 'un metinlerini, bu s af ve basit, mecazlı yo­
rumun karşısına koyar. Fakat Festu s , gerçekten de "stipulus"
"firmus" [s ağlam, sert anlamına gelen bu iki kelimeyi eskiler
birbiriyle aynı anlamda kullanır, bkz. Justinianus Instituti­
ones 3, 1 5 -ed.n.] dedikten s onra, maalesef kısmen s ilinmiş
bir cümlede bir " [ . . . ?] defixus"tan, belki yere çakılmış bir çu­
buktan söz etmek durumunda kalmıştır (krş . B abil'de Ham­
murabi döneminin sözleşmelerinde, toprak satışı esnasında
değnek atılması, bkz . Cuq, E tude sur les contrats , vs, Nouvel­
le Revue historique du Droit, 1 9 1 0 , s. 467) .
Bkz . Huvelin, alıntı yapılan yerde, Annee Sociologique, X
içinde, s . 3 3 .
Roma tarihçilerinin tartışmalarına girmiyoruz; ancak Hu­
velin ile Girard'ın nexum hakkındaki gözlemlerine biz de
birkaç gözlem ekliyoruz. 1 . Kelimenin kendisi nectere'den
[bağlanmak] gelir ve bu kelime hakkında Festus (ad verb . ;
krş . obnectere maddesinde), R o m a rahiplerinden elimize
ulaşmış nadir belgelerinden birini muhafaza etmiştir: Na­
puras stramentis nectito [Samandan örülü iplerle] . B elge
açıkça, s aman düğümleriyle mülkiyetin dokunulmazlığına
kinayede bulunmaktadır. Demek ki, tradita [teslim edilmiş]
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M LE R İ 1 1 95

eşyanın kendisi de damgalanıp bağlanıyor ve alıcının [acci­


piens] eline bu bağla geçiyordu. B öylece onu bağlayabilecek­
ti. 2. Nexus [bağlanmış] olan kişi, alıcıdır [accipiens] . Öyleyse
nexum [bağlama akdi] usulüne göre alıcı, aslında s atın alın­
mıştır [emp tus] . Emptus kelimesi genellikle satın alınmış
olarak çevrilir ( bkz. daha ileride) , ama emp tus'un buradaki
asıl manası mal edilmiş [accep tus] demektir. Eşyayı alan kişi
sadece satın alınmış olmakla kalmaz, aynı zamanda ödünç
verilip borçlandırıldığı için [ikraz ve istikrazla] b orçlusunun
zilyetliğine geçer. Ç ünkü eşyayı almıştır ve eşyanın kendi­
siyle birlikte kendisine ödünç verilen bakır külçeyi de almış­
tır. Bu akit işleminde damna tio [mahkumiyet] , municipato
[merasimle yapılan temlik] gibi muamelelerin olup olmadı­
ğı tartı şılmalıdır (Girard, Man . , s. 503 ) . Hiç bu tartışmalara
girmeksizin fikrimizi söylememiz gerekiyorsa, bu terimler
az çok birbirinin eşanlamlısıdır. Krş . yazıtlardaki köle sa­
tış işlemlerinde kullanılan nexo manicipioque [bağlama
ve temlik akdiyle] ve emit manicipioque accepit [satın aldı
ve temlik akdi usulünce kabul etti] ifadeleri . İleri s ürdüğü­
müz bu fikrin anlaşılmaz bir yanı yok, çünkü birinden bir
şey alırsanız kendinizi ona damnatus, [mahkum] edersiniz,
s atın alınmış [emptus] olursunuz , borç yüzünden esaret al­
tına [nexus] girersiniz. 3 . Öyle görünüyor ki Roma uzmanları
ve hatta Huvelin, bağlama akdinin [nexum] usulleriyle ilgili
ayrıntıları yeterince dikkate almamışlardır; tunç külçenin
yazgısını, Fes tus 'un onca tartıştığı l ' aes nexum' u (ad verb.
nexum) . B ağlama [nexum] merasimi sırasında bu bakır p ar­
çası verici tarafından alıcıya teslim edilir. Ama bizim düşün­
cemize göre, alıcı vaat edilen hizmetini yerine getirmekle ya
da eşyayı veya ücretini ödemekle kendini hemen öyle kurta­
ramıyor, çok daha önemli bir şey yapıyor, bu bakırı aynı tera­
ziyle ve aynı tanıklarla alacaklısına geri veriyor. Dolayısıyla
önce satın alıyor, s onra ediniyor. Nexum'un ifası [solutio]
Gaius tarafından, (III, 1 74'de) gayet iyi açıklanmıştır. (metin
büyük oranda yeniden oluşturulmuştur; biz Girard'ın kabul
ettiği şekliyle okumayı tercih ediyoruz, krş . Manuel, s. 50 1 ,
n . ; krş . a.g.e. 75 1 ) . Peşin s atışta, verme ve alma eylemlerinin
her ikisi de adeta aynı anda ya da az bir arayla gerçekleşti ­
rildiğinden, bu iki sembol (maden ve terazi) vadeli b i r satışta
ya da ö dünç verme merasiminde olduğu kadar dikkat çek-
1 96 1 ARMAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

Nexum yani hukuk bağı , ş ahıslardan olduğu kadar


şeylerden de kaynaklanmaktadır.
İşte bu şekilcilik şeylerin önemini kanıtlar. Roma
Ouirites [vatandaşlık] hukukunda, mal devrinin -temel
mallar; köleler ve hayvanlar, daha s onraysa taşınmaz
mallardı- avam, dindışı ve b asit bir tarafı yoktu. Mal
devri her zaman usule uygun ve karşılıklıdır; 1 hatta
grup halinde yapılır: beş şahit, en azından arkadaş , bir
de "kantarcı . " Bizim modern , s alt hukuki ve salt iktisa­
di kavrayışlarımıza göre her türlü tuhaf düşünceyle iç
içe geçmiştir. Huvelin'in gayet iyi tespit ettiği gib i , mal
devrinin tesis ettiği nexum bu dini temsillerle dolu­
dur, yalnız Huvelin bunları münhasıran büyüyle ilişki­
li kabul etmiştir.
Roma hukukunun en eski sözleşmesi olan nexum ,
elbette kolektif s özleşmeler zemininden v e aynı z a ­
manda borçlandırıcı eski armağan sistemlerinden ay-

memiştir, dolayısıyla fazla söz edilmeden geçilmiştir. Ama


nereden bakarsanız bakın heps i aynı. Bu yorumumuz doğ­
ruys a, törensellikten kaynaklanan, nesneden kaynaklanan
b ağın yanı sıra , sırayla verilen ve alınan ve akit tarafların­
ca da aynı kefede tartılan hane tibi libram primam postre­
mamque b akır külçeden kaynaklanan başka bir bağ [nexum]
daha söz konusu. 4. Dahası, varsayalım bu bronz sikkelerin
henüz tedavülde olmadığı, kantara vurulan bu külçelerin,
hatta inek şeklinde kalıplanmış bakır p araların [aes jlatum]
henüz olmadığı devirlerde yapılan bir Roma akdini h ayali­
mizde canlandırıyoruz (İlk Roma sikkesinin Romalı kavimler
[gentes] tarafından inek şeklinde basıldığını biliyoruz , muh ­
temelen bunlar bu kavimlerin sürülerini temsil eden bir nevi
paraydı) . Ü creti gerçek ya da temsili bir inekle ödenene bir
s atış da hayal edelim. İşte o zaman hayvanın ücretinin veya
muadili bir şeyin ödenirken alıcı ile s atının nasıl bir araya
getirildiğini anlarız; her sürü satışında ya da devir tesl imin­
de onları alan kişi, temlik eden kişiyle b öyle bir süreliğine
(satışın feshini gerektiren kusurlar vs) bağlantıda kalır (bkz .
ileride, Hindu hukuku ve folklörü).
Varron, De re rustica, II, s . 1, 1 5 .
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 1 97

rılmıştır. Roma borçlar hukuku sisteminin eski döne­


mi, b elki hiçbir zaman kesin olarak yazılamayacaktır.
Bununla birlikte, bunu hangi yönde araştırmak gerek­
tiğine iş aret edebildiğimizi düşünüyoruz.
Şeylerin arasında muhakkak ki, büyülü ve dini bağ­
ların ötesinde, kanuni usullerdeki terimlerin ve tavır­
ların yarattığı bir b ağ da vardır.
Bu bağ, Latinlerin ve İtalik halkların hukukunun
çok eski b azı terimleriyle de vurgulanmıştır.
Bu terimlerden bazılarının etimolojisi bu yöne mey­
lediyor görünmektedir. Aş ağıdakileri hipotez olarak
b elirtiyoruz.
B aşlangıçta muhakkak ki şeylerin de bir kişiliği ve
bir tesiri vardı .
Şeyler, Justinianus hukukunun ve b izim hukuku­
muzun anladığı gibi etkisiz varlıklar değildir. Öncelik­
le ailenin p arçasıdırlar: Roma'daki familia [aile] kav­
ramı yalnızca kişileri değil, ailenin tüm mal varlığını
da [res] içine alır. Digesta'da1 bunun tanımı vardır ve

Familia'yla [aile] ilgili olarak bkz. Dig . , L, XVI, de verb. sign . ,


n o 1 95 , § 1 . Familiae appellatio, v s ve i n res ve i n personas
diducitur, vs (Ulpianus) [Aile kavramının altına hem ailenin
mal varlığı hem de aile efradı girer (Ulpianus)] . Krş . Isidore
de Seville, XV, 9, 5. Geç Roma hukukunda, mirasın bölünme
davasına, actio fam iliae erciscundae adı verilirdi, Dig . , XI, il.
Ayrıca Code lll, XXXVllI. Buna karşılık, res (mal) eşittir fami­
lia (aile); On iki Levha kanunları, V,3 (super pecunia tutelave
suae rei [serveti (sürüsü) ve vesayeti altında] . Krş . Girard, Tex­
tes de droit romain, s. 869, n.; Manuel, s. 322; Cuq, Instituti­
ons, l, s. 37. Gaius, il, 224'de bu metni şu şekilde düzenliyor:
"super fam ila pecuniaque: ailesi ve serveti altında." Demek,
Familia egale res et substan tia [Familia, res (mal) ve substan­
tia'ya (gelir kaynakları) eşit] , ayrıca Yasa (JUSTINIAUS) , VI,
XXX, 5. Krş . familia rustica et urbana, [efendilerinin çiftlik
arazilerinde çalışan köleler, şehirde efendisinin ev ahalisin­
den sayılan köleler, yani çiftliklerdeki ev halkı ile şehirdeki
ev halkı] Dig., L. XVI, de verbe sign . , no 1 66.
1 98 1 ARMAGAN ÜZER İ N E D E N E M E

Antikçağ'da erken dönemlere gidildikçe, aile lfam ila]


kelimesinin daha ziyade ailenin tüm mal varlığını [res]
kastetmesi s on derece dikkat çekicidir, 1 hatta daha da
geri gittiğimiz de bu kelimenin erzak ve ailenin geçim
kaynaklarını kap sadığı görülür. Fam ilia kelimesiyle il­
gili en iyi etimoloji, hiç şüphesiz, onu Sanskritçe dha­
man (ev) kelimesiyle ilişkilendiren etimolojidir.2
Dahası, ş eyler ikiye ayrılıyordu. Familia ile pecunia
arasında bir ayrım yapılıyordu; yani eve ait şeyler­
le (köleler, atlar, katırlar, eşekler) ahırların uzağında­
ki meralarda otlayan sürüler arasında.3 Aynı şekilde,
satış sözleşmelerindeki usullere göre res manicipi ve
res nec manicipi arasında da ayrım yapılıyordu.4 Res
Mancipi, kıymetli ş eylerden oluşuyordu, taşınmazlar
hatta çocuklar bile buna dahildi; ele alma [manu(s)+ca­
pere] anlamına gelen mancipa to5 [merasimle yapılan
temlik sözleşmesi] usulleri haricinde yer değiştirme

Cicero , De Dratione, 56; Pro Caecina, VII. Terence, Decem


-

dierum vix mihi est familia .


Walde, Latein. etymol. Wörterb. , s . 70. Walde, önerdiği eti­
moloji konusunda tereddüttedir, ancak tereddüde gerek yok­
tur. Üstelik, asıl res, özellikle familia 'nın mancipium ' u , köle
mancipium'dur, bunun diğer adı olan famulus, fam ilia ile
aynı etirnoloji dendir.
Sacratae leges (bkz. Festus, ad verbum) ve daha b irçok metin
tarafından doğrulanan familia pecuniaque aynını hakkında
bkz . Girard, Textes, s. 84 1 , n. 2; Manuel, s. 274, 263, n. 3. No­
rnenklatürün her zaman çok güvenilir olmadığı doğrudur ama
Girard'ın görüşünün aksine biz, vaktiyle, daha başlangıçta çok
keskin bir aynın olduğuna inanıyoruz. Bu bölünme zaten, Osk
dilinde de karşımıza çıkar, famelo in eituo (Lex Bantia, 1 . 1 3) .
Res manicipi i l e res nec manicipi ayrımı, ancak 5 3 2 yılında,
Roma Ouirites [vatandaşlık] hukukunun aceleyle yürürlük­
ten kaldırılmasıyla Roma hukukundan silindi .
Manicipatio hakkında bkz . daha ilerisi. Böylesine geç bir dö­
neme kadar manicipatio'nun gerekli ya da en azından yasal
olması, familia'nın res mancipi'den ayrılmasının ne kadar
büyük bir zorlukla olduğunun isp atıdır.
E S K İ H U KU K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 1 99

söz konusu olamazdı . Fam ilia ile pecunia arasındaki


ayrımın res m ancipi ile res nec mancipi arasındaki
ayrımla örtüşüp örtüşmediği çok tartışılmıştır. Bizim
için, işin kökeninde b öyle bir örtüşme olduğu kuşku
götürmez. Mancipatio usulü s atışa konu olmayan şey­
ler, meralardaki küçükbaş hayvanlar ve pecunia yani
fikri, adı ve şekli hayvan süründen gelen p aradır. De­
nebilir ki, Ç imnesyan ve Kwakwala dilini konuş an yer­
li halkların yaş adığı topraklarda az önce b elirttiğimiz
ayrımın aynısını, Romalı emektarlar da [veteres] yap ­
mıştır; yani "evin" kalıcı ve temel şeyleri (İtalya'da ve
Fransa'da da hala böyle denir) ile geçici olan şeylerini ,
erzakını, uzak meralardaki davarını, metallerini ve pa­
rasını, kısaca henüz özgürlüğünü eline almamış çocuk­
ların b ile alıp satabileceği şeylerini ayırmıştır.
Ayrıca, ilk dönemlerde, temlik işlemine konu olan
bir res [eşya] ille de somut, ele gelen, basit ve pasif bir
nesne olmasa gerek. Görünüşe b akılırs a, en iyi etimo ­
loji, bunu S anskritçe, armağan, hediye, hoş şey anlam­
larındaki rah, ratih1 kelimesiyle karşılaştıran etimo­
lojidir. Res [eşya] her ş eyden önce karşıdaki insanın
hoşuna giden bir şey olmalıdır. 2 Dahası, res [e şya] her
zaman ailenin mülkiyetini belirten bir damgayla dam­
galanır. Böylece resmi bir temlik işleminin3 [manci­
patio] , temlik edilen bu eşyalara [mancipi] kanuni bir

Pecunia [para], pecus [davar, sürü] kelimesinden türetilmiş­


tir -ed .n.
Bu etimoloji hakkında bkz. Walde , s . 650, ad ve rb . krş . rayih,
mülkiyet, değerli şey, tılsım; krş . Zendçede aynı anlama gelen
rae, rayyi; krş . eski İrlandacadaki rath, "karşılıksız hediye . "
O sk dilinde res kelimesinin karşılığı egmo'dur, krş . Lex Bant.,
1 . 6, 1 1 , vs Walde, egmo ile egere'yi [gereksinim duymak]
bağlantılandırır, "eksikliği duyulan şey"dir bu. E ski İtalyan
dillerinde, verilen ve hoşa giden şey, res ile, eksikliği duyulan
ve beklenen şey egmo için birbirini karşılayan ve birbirinin
zıddı olan iki kelimenin olması mümkün görünmektedir.
Bkz. daha ilerisi.
200 1 AR MAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

b ağ yüklediği de anlaşılmış olur. Ç ünkü temlik edilen


ş ey, alıcının [accipiens] elinde kısmen ve b elli bir süre
asıl sahibinin "ailesine [familia]" ait bir mülk olmaya
devam eder. Dolayısıyla hem onu bağlar, hem de şu
anki zilyedini kullanım hakkına s ahip kişiyi [posses­
sor] bağlar, ta ki bu zilyet akitte kendine düşen vaadini
yerine getirip bu b ağdan kurtulana kadar; yani malın
ilk sahibini b ağlayan karşılığı , yani bir ücreti ya da bir
hizmeti verip de kendini rehinden kurtarana kadar.

ŞERH
E şyanın tabiatında bir güç olduğu fikri, Roma hukuku­
nun özellikle iki cephesinde hep göz önünde bulundurul­
muştur: Hırsızlık [furtum] fiilinde ve ayni akitlerde [re] .
Hırsızlık1 söz konusu olduğunda, bunun beraberin­
de getireceği davaların, borçların eşyadaki gizil güçten
kaynaklandığı aşikardır. E şyanın tabiatında s onsuz
bir yaptırım gücü [aeterna auctori tas2] vardır, bu güç
eşya çalındığında ve temelli kaybedildiğinde kendini
gösterir. Bu b ağlamda Roma'daki mülkiyetin, Hindu ya
da Haida'nın mülkiyetinden bir farkı yoktur.3
Ayni akitler [re] hukuktaki en önemli dört akdi olu ş ­
turur: Karz , Vedia , Rehin v e Ariyet. İsimsiz akitlerin ba­
zıları da, -özellikle satışla ilgili akitler olmalarından
ötürü, ilk akit tipleri arasında s ayılmış olduğunu dü­
şündüğümüz armağan ve değiş tokuş 4 akitleri- isimsiz

Huvelin, Furtum (Melanges Girard) , s . 1 59 - 1 75; Etude sur le


Furtum. 1 . Les sources, s. 2 7 2 .
Kadim b i r kanun olan Lex A tina'dan b u terimi muhafaza
eden Aulugelle, XVII, 7, O uod subruptum erit ejus rei aeter­
na auctoritas esto . Krş. Ulpianus'tan alıntılar, III, s . 4 ve 6;
krş . Huvelin, Magie et Droit individuel, s . 1 9.
Bkz. daha ilerisi. Haidalarda malı çalınan kişinin hırsızın ka­
pısına bir tabak bırakması yeterlidir, çalınan şey geri gelir.
Girard, Manuel, s. 265. Krş . Dig . , XIX, IV, De permut. , 1 , 2 :
permuta tio autem ex re tradita initium obligationi p rae-
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ STEM L E R İ 1 201

akitler kap s amında telakki edilmiştir; ki z aten böyle


de telakki edilmeleri gerekirdi. Bizim hukukumuzda
bile, tıpkı Roma hukukunda olduğu gibi, hukukun çok
eski usullerini yok s aymak1 mümkün değildir: Arma­
ğanda bulunulacaksa, mutlaka önceden borç teşkil
edecek bir şeyin ya da bir hizmetin sunulmuş olması
gerekir. Örneğin nankörlükten dolayı bir armağanının
geri alınabilmesinin olağan, hatta b elki de doğal bir
hukuki müessese olduğu açıktır; bu Roma hukukunda
yenidir, 2 ama b izim hukuk sistemlerimizde değişmez
bir etmendir.
Ama az rastlanan bu durumlar kısmidir ve ancak
bazı sözleşmeler için geçerlidir. Bizim tezimizse daha
geneldir. Roma hukukunun çok eski dönemlerinde, bir
şeyin [res] teslim [traditio] işleminin -sözlerin ve ya­
zının ötesinde- en temel unsur olduğunu göstermeyen
tek bir örnek bile bulamayız . Zaten Roma hukuku bu
meselede hep tereddütte kalmıştır.3 Bir yandan, değiş
tokuşların teşrifatının ya da en azından sözleşmenin,
aynen tasvirini yaptığımız arkaik hukuklarda emredil­
diği üzere gerekli olduğunu ilan eder, nunquam nuda
traditio transfert dominium4 [salt teslimatla, mülki­
yet intikal etmez] der; aynı z amanda, Diocletianus 'un­
ki5 (MS 298) gibi geç bir dönemde şunu da ilan eder:
Traditionibus et usucapionibus dominia, nan nudis
pactis transferuntur [mülkiyet, yalnızca borç akitle­
riyle değil, teslim ve zaman aşımına b ağlı iktisapla in-

bet [Trampa akdinde (permutatio ) , peşinen edada bulunmak,


karşı edayı gerektirir] .
Mod. Regul. , Dig., XLIV, VII , de Obl. et act. , 5 2 , re obligamur
cum res ipsa intercedit [ayni olarak ödeme yapıldığında,
ayni olarak b orçlanırız] .
Justiniaus (MS 532), Yasa VIII, LVI , 1 0.
Girarad, Manuel, s. 308.
Paul, Dig . , XLI, I , 3 1 , 1 .
Code, II, III, De pactis, 20.
202 1 AR MAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

tikal eder] . R es, yani yükümlülük y a da şey, akitte temel


unsurdur.
Üstelik çok tartışılmış olan bütün bu meseleler, söz
dağarcığı ve kavram sorunlarıdır ve eski kaynakların
fakirliği söz konusuyken, bunları çözmek için elimizin
güçlü olmadığı açıktır.
Bu noktaya kadar biz kendi yorumlarımızdan emi­
niz . Bununla birlikte, daha da ileri gitmek ve hukukçu­
larla dilbilimcilere içinde araştırma yapılabilecek ge­
niş bir yol göstermek belki de mümkündür ve bu yolun
sonunda b elki de, On İki Levha Kanunları esnasında,
hatta çok daha öncesinde çökmüş bütün bir hukuku
tasavvur edebiliriz. Familia , res gibi diğer hukuk te­
rimleri, derin bir incelemeye uygundur. Bir dizi hipotez
ortaya koyacağız; bunların hepsi ayrı ayrı çok önemli
olmayabilir, ancak hepsi bir araya geldiğinde oldukça
ağırlıklı bir bütün oluşturur.
Akit ve b orçla ilgili çoğu terim ve bazı sözleşme şe­
killeri, traditio [teslim] eyleminin salt kendinden kay­
naklanan manevi bağlara atfedilebilir gibi görünüyor.
Akit tarafı öncelikle bir reus'tur [zanlı; borçlu]; 1 her
şeyden önce karşısındakinin eşyasını almış ve onun da­
valısı [reus] olmuştur, yani eşyanın kendi üzerinden vic­
dani olarak o kişiye bağlanmıştır.2 Bu etimoloji daha önce

Reus kelimesinin anlamı -suçlu, yükümlü- hakkında bkz.


Mommsen, Römisches Strafrecht, 3. baskı. s . 1 89 . Kl asik yo ­
rum, ş ahsi kamu hukukunu, özellikle ceza hukukunu ilkel
hukuk usulü sayan, ayni haklar ve akitleri modern incelikler
olarak gören bir tür tarihsel a priori'ye dayanır. O halde söz­
leşmenin kendisinden hakların çıkarımını yapmak s on dere­
ce kolay olacaktır!
Zaten reus , hukuk diline ait olduğu kadar dinsel dile de aittir
(bkz. Wis sowas, Rel. u. Kultus der Römer, s. 320, n. 3 ve 4) :
vati reus, Eneide, V, 237; reus qui va ta se numinibus abligat)
(Servius, Ad Aen . , IV, v. 699). Reus un eşdeğeri voti damna­
'

tus'tur [adağını veya vaadini yerine getirmeye mecbur olan]


(Virgile, Eglagues, V. 80); ve damnatus=nexus [mahkum=-
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ STEM L E R İ 1 203

önerilmişti. Ama hiçbir anlam ifade etmediği gerekçesiyle


sık sık itirazlara konu olmuştu. Oysa anlamı çok açıktır.
Him'in de dikkat çektiği gibi1 sahiden reus [borçlu] keli­
mesinin kökeninde res 'in genetivus [mülkiyet] hali [rei]
söz konusudur ve buna -os takısı getirilerek oluşturan
rei-jos kelimesinin yerine geçer. Şeyin mülkiyetine giren
kişi demektir. Him ve onun bu fikrini tekrarlayan Walde,2
haklı olarak res kelimesini bu b ağlamda "dava" ve rei-jos
kelimesini "dava olunan" şeklinde çevirdiler. 3 Ancak bu
çeviri ihtiyari bir çeviridir ve en başından res' e [eşyaya]
hukuki bir dava anlamı yükler. Oysa kendi yüklediğimiz
anlamı kabul edecek olursak her eşya [şey] ve her eşya­
nın teslimi bir vakıa, bir kamu davası olduğundan, "dava
olunan" ifadesi kelimeye sonradan yüklenen ikincil bir
anlamdır. Reus kelimesine, suçlu anlamı yüklemekse faz­
lasıyla yoruma dayalı olur. Bu yüzden biz, anlamlar gene­
alojisini olağan olarak izlenenin tam tersi yönde izleye­
ceğiz; bu kelimenin 1 . olarak "bir şeyin fiili hakimiyetine
[zilyetliğine] giren kimse," 2. olarak "bir şeyin tesliminden
[tradition] ileri gelen hukuki davaya konu olan kimse," 3 .

borçlu] olduğuna göre b u önemli b i r göstergedir. B i r dilekte


bulunmuş olan kişi , bir şey söz veren ya da bir şey alan ki­
şiyle tam olarak aynı konumdadır. Borcunu ö deyinceye ka­
dar damnatus'tur [mahkum] .
Indo-germ. Forsch. , XIV, s . 1 3 1 .
Latein. Etymol. Wörterb . , s . 65 1 , a d verb. reus.
En eski Roma hukukçularının yorumu da böyledir (C icero ,
De Or. , II, 1 8 3 , Rei omnes quorum de re disceptatur); ka­
falarında her zaman res = dava anlamı vardı. Ama bu, On
İki Levha, II, 2 , zamanının hatırasını taşır, o dönemde reus
yalnızca davalıyı değil, davadaki her iki tarafı, yakın dönem­
deki yargılama usulünün actor'u ile reus'unu belirtirdi . Fes ­
tus , ( a d verb. reus, krş . diğer fragman "pro utroque ponitur,"
On İki Levha'yı yorumlayarak, bu konuda çok eski iki hukuk
alimini zikreder. Krş . Ulpianus Dig . , II, XI, 2, 3, alteruter ex
litigatoribus. Her iki taraf da dava tarafından eşit ş ekilde
bağlanmıştır. Daha önceden de tarafların ilgili şey tarafın­
dan eşit şekilde bağlandıklarını vars ayabiliriz.
204 1 A R M AGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

olarak d a "suçlu v e sorumlu kimse"1 anlamına geldiğini


vurgulamaktan yanayız. Böyle bakacak olursak, akitteki
bütün şibri cürüm [faili kusurlu bulunmadığı veya haklı
olduğu halde tazminat borcu doğuran suç] , nexum [borç]
ve actio [dava] nazariyeleri biraz da olsa aydınlanmış
olur. Sırf bir şeye sahip olma, alıcıyı [accipiens] "yarı suç­
lu" bir hale getirir (damnatus [mahum] , nexus [esir] , aere
obaeratus [borç külfetine girmiş, borçlu] ) , verenle [tra­
dens] karşılaştırıldığında manen daha düşük, ahlaken de
eşit olmayan (magister [efendi] , minister [hizmetli])2 bir
duruma indirger.
Aynı şekilde, mancipatio 'ya3 dahil değilse bile, uy-

Bir şeyden s orumlu, bir şeyin sorumlu kıldığı anlamına ge­


len reus kavramı, Festus'un andığı Romalı eski hukuk alim­
lerine yab ancı değildir (ad verb . ) , "reus s tipulando est idem
qui stip ulator dicitur, . . . reus promittendo qui suo nomine
alteri quid promisit" vs Festus 'un, correalite [Roma huku­
kunda borçlu ile alacaklı arasındaki b ağımlılık rabıtası -çn.]
denen bu teminat s isteminde bu kelimelerin anlaml arının
değişime uğramasına atıfta bulunduğu açıktır; fakat eski
yazarlar b aşka şeyden söz etmektedir. Zaten correalite, (Ul­
pianus, Dig., XIV, VI, 7, 1 ve başlık Dig . , XLV, II, de d uo. reis
const.) bireyi şeye , bu durumda davaya ve onunla beraber
correaux " arkadaşları ve akrab aları"na bağlayan bu çözül­
mez bağ anlamını korumuştur.
Osk dilindeki Lex Bantia'da minstreis = minoris partis ( 1 .
1 9) , b u davada kaybeden taraftır. İtalyan lehçelerinde b u te­
rimlerin anlamı hiçbir zaman kaybo lmamıştır!
Roma hukukçuları bu mancipatio ve emptio venditio ayrımını
çok gerilere götürüyor gibidirler. On İki Levha döneminde ve
muhtemelen epey sonra, salt uzlaşmaya dayalı sözleşmeler şek­
linde satış sözleşmeleri olması pek mümkün gözükmemektedir,
daha sonra, yaklaşık olarak tespit edebildiğimiz bir tarihlen­
dirrneyle O. M. Scaevola döneminde böyle olmuştur. On İki Lev­
ha, venum duuit [satış yaptı] sözünü yalnızca, yapılabilecek
en törensel satışı belirtmek için kullanır, bu da muhakkak ki
ancak bir mancipatio ile, -bir erkek çocuğun mancipatio 'suy­
la- gerçekleştirilebilir (XII T. , IV, 2). Diğer yandan, en azından
mancipi şeyler için, bu dönemde satış münhasıran, sözleşme
olarak bir mancipatio ile gerçekleştirilir; o halde bütün bu te-
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 205

gulanmış olan biçimin çok eski bazı özellikleriyle, ka­


dim Roma hukukunda emp tio venditio'ya 1 [alım s atım]
dönüşecek olan alım - s atımla bu fikirler sistemini bağ­
lantılandırıyoruz . İlk olarak da bu işlemin her z aman
traditio'yu2 [teslim] ç ağrıştırdığına dikkat ediyoruz.
İlk hamil, yani tradens [teslim eden] kendi malını gös ­
terir, onu kendisinden ayırır, teslim eder ve bu ş ekilde
alıcıyı [accipiens] s atın alır. Mancipatio kelimesinin

rimler eşanlamlıdır. Eskiler, bu karışıklığın izlerini taşıyorlar­


dı. Bkz. Pomponius, Digeste, XL, VII, de statuliberis: "quoniam
Lex XII, T. , emtionis verbo omnem alienationem complexa vi­
deatur." Buna karşılık, mancipatio kelimesi, uzun süre boyun­
ca, Actions de la Loi dönemine kadar, zaman zaman karıştırıl­
dı ğı .fiducia gibi, salt uzlaşmaya dayalı sözleşmeler anlamında
kullanıldı. Bkz . Girard, Manuel, s. 545; krş . s. 299'daki belgeler.
Mancipatio, mancipium ve nexum da şüphesiz, çok eski bir
tarihte, birbirinden farksız olarak kullanılıyordu.
Bu eşanlamlılığı göz önünde tutmakla birlikte, "evin [fami­
lia]" bir p arçasını oluşturan malların [mancip atio usulü]
s atışını dikkate alıyoruz ve Ulpianus 'un muhafaza ettiği
ilkeden yola çıkıyoruz, XIX, 3 (krş. Girard, Manuel, s. 303 ) :
"mancipatio . . . propria alienatio rerum mancipi."
Varro'da emp tio [s atın alma] , mancipa tio anlamına gelir: De
re rustica , II, 1 , 1 5; II, 2, 5; II, V, 1 l ; 1 0, 4.
Bu traditio'ya, manumissio [azat etme] -yani kendi kendini
s atın aldığı kabul edilen kölenin azadı- formalizmi içinde
bize kadar muhafaza edilen bu türden ayinlerin eşlik ettiği
dahi düşünülebilir. Mancipa tio'd a [temlikte] iki tarafın ha­
reketleriyle ilgili fazla bilgimiz yoktur, diğer yandan, manu­
missio' nun (Festus , p u ri maddesi altında) yönteminin temel­
de, sürü hayvanlarının emptio venditio'su [alım s atımı] ile
özdeş olduğu kolayca dikkat çeker. Belki de tradens [teslim
eden] teslim ettiği şeyi eline aldıktan sonra ona elinin ayası­
ya vuruyordu . Vus rave yani domuzu tokatlamak (Banks Ada­
ları, Melanezya) ve bizim p anayırlarımızda satılan hayvanın
sağrısına tokat atmak karşılaştırılabilir. Ancak metinler,
özellikle de Gaius'un metni , bu özel alanda, elyazmalarının
keşfiyle günün birinde şüphesiz doldurulacak olan boşluk­
larla dolu olmasaydı bu hipotezleri ortaya atmazdık.
Haidalardaki, armalı bakırla "vuruş" formalizmine özdeş bir
formalizm bulduğumuzu da hatırlatalım.
206 1 A R M A(j A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

a s ı l karşılığı işte bu işlemdir. Malı alan kişi, onu eline


alır. Sadece onu almış olduğunu ikrar etmekle kalmaz,
aynı z amanda onu ödeyene kadar kendisinin de satın
alındığını ikrar eder. Burada tek bir manicipato nun '

söz konusu olduğunu kabul etmek ve bunu kendine


mal etme eylemi olarak anlamak alış ılagelmiştir ama
bu tek işlemde eşyalar ve kişilerle ilgili aynı nitelikte
birçok b aşka s ahiplenme işlemi de mevcuttur. 1
Diğer yandan, emptio venditio nun2 [alım s atım] iki
'

ayrı eylem mi yoksa tek bir eylem mi olduğu meselesi


uzun uzadıya tartışılır. Peşin s atışta bu iki eylem bir­
biriyle çakış abildiği halde, görüldüğü gibi , her ikisi­
ni de ayrı ayrı hesaba katmamızı gerektiren bir s eb ep
daha var. Nasıl ki daha ilkel hukuk sistemlerinde ar­
mağan verilmesi sonra armağanın geri verilmesi söz
konusuysa, aynı şekilde eski Roma hukukunda önce
satışa sunma, s onra ödeme söz konusudur. Bu ş ekilde
bütün sistem, hatta özel hükümler kolayca anlaşılır.3
Aslında yararlanmış olduğumuz resmi b eyanlara
bakmak yeterlidir; b akır külçenin temliğiyle ilgili b eya­
na, kendini satın alan 4 kölenin altını kabul b eyanına (bu
altın "saf, temiz, umumi ve kendinin olmalı" puri, probi,
profani, sui) . Bunların her ikisi de medeni hukukta Uus
civile)5 korunmuş olan eski dönemlerdeki davar ve köle
alım muamelelerinin izlerini taşır. Malın ikinci s ahibi,
malı ancak kötülüklerden, özellikle de tılsımlı kötülük­
lerden arındırıldığında kabul eder ve ancak bunu geri
verebileceği ya da telafi edebileceği, ücretini ö deyebi-

Bkz . daha yukarıda nexum üzerine gözlemler.


C uq, Institutions juridiques des R omains, c. II, s. 454.
Bkz. daha yukarısı. Stipulatio, b a stonun iki tarafının değiş
tokuşu, yalnızca eski rehinlere değil, eski tamamlayıcı arma­
ğanlara da tekabül etmektedir.
Festus, ad manumissio.
Bkz . Varron, De re rustica: 2, 1 , 1 5; 2, 5; 2, 5, 1 1 : sanos, noxis
solutos, vs .
E S K İ H U KU K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 207

leceği için kabul eder. Şu ifadelere dikkat edelim: red­


dit pretium, reddere [ücretini geri ö dedi, geri ö de (mek)] .
Görüldüğü gibi b u ifadede hala dare1 fiilinin izleri var.
Zaten Festus , emere (satın almak) teriminin anlamını
ve hatta bunun ifade ettiği hukuk biçimini açıkça mu­
hafaza etmiştir. Ayrıca şöyle der: "abemi to significat
demito vel auferto; emere enimanti qui dicebant pro
accipere" [Abemito, alıp götürmek anlamına gelir; çün­
kü eskiler emere (satın almak) fiilini, accipere (birinden
bir şey almak, kabul etmek) fiilinin yerine kullanır] (abe­
mito maddesi altında) ve başka bir yerde şu anlama geri
döner: "Emere quod nunc est mercari antiqui accipie­
bant pro sumere" [Şimdi bir şeyi birinden almak (meca­
zi) anlamına gelen s atın almak (emere) fiili yerine, eski­
ler üstlenmek (satış akdine dayanarak almak, tutmak)
anlamına gelen sumere fiilini kullanıyorlardı] (emere
maddesi altında) , bu da zaten Latince kelimenin bağ­
landığı Hint-Avrupa kökenli kelimenin anlamıdır. Eme­
re, almak, birinden bir şey kabul etmek anlamına gelir.2
Diğer terim olan emptio venditio [alım satım] ise,
s anki satışın alametleri olan fiyat ve p ara henüz yok­
ken yalnızca trampayı ve bağışı bilen ihtiyatlı Roma­
lıların mevzuatından3 b aşka bir mevzuatı çağrıştırıyor
gibidir. Kökeni venum dare [fiyat vermek; lütfetmek]
olan vendere [s atmak] fiili arkaik,4 hatta prehistorik

Aynı şekilde, mutui datio, [karşılıklı olarak verme; alıp verme,


alım satım] vs deyimlerine de dikkat edilmelidir. Aslında Ro­
malılarda, traditio'ya dayanan bütün bu eylemleri belirtmek
için, vermek anlamına gelen dare dışında başka kelime yoktur.
Walde, a.g.e. , s. 253.
Dig . , XVIII, I, 3 3 , Paul'den alıntılar.
-

Bu tip kelimeler hakkında bkz. E rnout, C redo-C raddha (Me­


langes Sylvain Levi, 1 9 1 1 ) . R es ve başka birçok kelime için
olduğu gibi, İtalyan-Kelt ve Hint-İran hukuki kelime dağar­
cığı arasında bir özdeşlik durumu daha karşımıza çıkıyor.
B ütün bu kelimelerin arkaik biçimlerine dikkat edelim: tra­
dere [vermek, devretmek], reddere [geri vermek, iade etmek] .
208 1 ARMAGAN ÜZ E R İ N E D E N E ME

karakterde bir terkiptir. Bileş enlerinden birinin , arma­


ğan ve aktarım çağrıştıran dare [hediye etmek, vermek]
fiili olduğundan hiç kuşku yok . Diğer b ileş eninin ise,
satış değil, satış fiyatı anlamına gelen Hint-Avrupa kö­
kenli bir kelimeden, Yunanca wvtj , Sanskritçe wasnah
kelimesinden alındığı anlaşılmaktadır, zaten Hirn 1 bu
kelimeyi çeyiz , yani bir kadının alış fiyatı anlamına ge­
len Bulgarca bir kelimeyle ilişkilendirm ektedir.

Diğer Hint-Avrupa Hukuk Sistemleri


Kadim Roma hukukuna ilişkin bu hipotezler daha çok
prehistorik düzene aittir. Latinlerin hukuku, ahlakı ve
iktisadı, bu biçimleri taşıyor olmalıydı, ancak kurumla­
rı tarihsel döneme dahil olunca bunlar unutuldu. Zira,
Kuzey ve Batı Sami halklarının izinden giderek, 2 şahsi
haklarla ayni haklar ayrımını icat edenler, satışı arma­
ğandan ve değiş tokuştan ayıranlar, ahlaki zorunluluk
ile sözleşmeyi ayrı tutanlar ve hepsinden önemlisi,
ayinler, haklar ve çıkarlar arasındaki farkı kavrayan­
lar Romalılarla Yunanlardır.3 Büyük ve kutlu, gerçek bir

Bkz. Walde, a.g.e. , Vendere maddesi altında.


Ç ok eski bir terim olan licitatio'nun [fiyat verme; açık ar­
tırmalarda artırma ve eksiltme] , savaşın ve (açık artırma
ile) satışın denkliğinin izini taşıyor olması da muhtemeldir:
"Licitati in mercanda sive pugnando contenden tes" [lici­
tatus denen kişiler, savaşta veya ticarette kıyasıya rekabet
edenler] diyor Festuc, ad verb. Licistati; tlingit, kwaki u tl te­
rimiyle karşılaştırın: "mülkiyet savaşı"; krş . daha yukarı s ı ,
açık artırma v e potlaç için .
Neredeyse bütün sözleşme yönteml erine, MÖ 5. yüzyılda, Mı­
sır'da Philae [C eziretül Birbe] Yahudilerinin Aramca p apirü s ­
lerinde tanık olunduğu bilinmektedir. Bkz . C owley, A ramaic
Papyri, Oxford, 1 92 3 . Ungnad'ın B abil sözleşmeleri üzerine
çalışmaları da malumdur, bkz. Annee, XII, Huvelin, s. 508 ve
Cuq, E tudes sur les contrats de l' epoque de la Ire Dyn astie
babylonienne (Nouv. Rev. Hist. du Dr. , 1 9 1 0) .
Yunan hukukunu ya d a özellikle İyonlar ve Dorların b ü yük
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ STEM L E R İ 1 209

devrimle, bu modası geçmiş ahlakın v e bu fazla riskli,


fazla masraflı, fazla müsrif, şahsi telakkilere ipotekli;
pazarın, ticaretin ve üretimin gelişimine ayak uydura­
mayan, yani tek kelimeyle iktisadi olmayan bu armağan
ekonomisinin ötesine geçmiş olanlar onlardır.
Üstelik, b izim bütün yeniden kurgulamamız doğru
olab ilecek bir hipotezden b aşka bir şey değildir. An­
cak b aşka Hint-Avrup a hukuk s istemlerinin, gerçek ve
yazılı hukuk sistemlerinin, görece bize yakın tarihsel
çağlarda, kab aca ilkel denen ancak olsa olsa arkaik
olan Okyanusya ve Amerika toplumlarındaki, tasvirini
yapmış olduğumuz türden bir sistemi tanımış olmala ­
rıyla bunun ihtimal derecesi artar. Demek k i bir oran­
da güvenle bunu genelleştirebiliriz.
Bu izleri en iyi muhafaza etmiş olan iki Hint-Avrupa
hukuk sistemi, C ermen hukuku ile Hint hukukudur.

kanun tedvinlerini öncelemesi gereken hukuk kalıntılarını,


farklı Yunan halklarının bu armağan kurallarını gerçekten
bilip bilmediklerini söyleyebilmek için yeterince inceleme­
dik. Bunun için çeşitli meseleler hakkında bütün bir litera­
türü yeniden göz den geçirmek gerekiyordu: armağan, evlilik,
rehin (bkz . Gernet, Eyyual, Revue des Etudes grecques, 1 9 1 7;
krş . Vinogradoff, Outlines of the History of Jurisprudence,
I, s. 235) , konukseverlik, faiz ve sözleşmeler, ki bunların an­
cak bazı parçalarını bulabilirdik. İşte bunlardan bir tanesi:
Aristote, Ethique a Nicomaque, 1 1 23 a 3 , s oylu yurttaş ve
onun kamusal ve özel harcamaları , zorunlulukları ve görev­
leri hakkında, yab ancıların karşılanmasını, sefaretleri belir­
tiyor, "karşılıklı hediye alıp verme, hediyeleşme" [Kal öwpnxç
Kal UVTLÔWp EaÇ] , nasıl harcadıklarını söylüyor, "kamu yararı­
na" [d ç-ra K o tva] ve şunu ekliyor, "bu kişilerin verdiği hediye­
ler kutsal sunulardan farksızdır" [Ta BE öwpa TOlÇ ava8tj µacnv
EXEL T L o µO Lov] "Armağanların kutsamayla benzer bir tarafları
vardır" (krş . daha yukarısı s. 1 46, n. 1 , Çimmesyan) .
Günümüzde geçerli diğer iki Hint-Avrupa hukuk sistemi -Ar­
navutluk ve Osetya- bu türden kurumlar s ergiler. Bu halklar­
da, evlilik, ölüm vs gibi durumlarda aşırı israfı yas aklayan
ya da sınırlandıran kanunları ya da modern kararnameleri
bildirmekle yetineceğiz, örn. Kovalewski, Coutume con tem­
poraine et Loi ancienne, s. 1 87 , n.
21 O 1 ARMAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

il
KLASİK HİNDU H UKUKU1

Armağan Teorisi
NOT: Hindu hukuk b elgelerinden yararlanmakta çok
ciddi bir zorluk vardır. Bunları otorite düzeyine çıka­
ran düsturlar ve epik kitaplar brahmanlar tarafından,
kendileri için değils e bile, en azından muzaffer olduk-

Hindu hukukunu, Kuts al Kitap 'a nispetle epey geç tarihli


iki metin derlemesi dizis i aracılığıyla biliyoruz. En eski dizi
Dharmasutra tarafından oluşturulmuştur, Bühler bunların
Budizm öncesi bir tarihe ait olduğunu belirlemiştir (Sac­
red Laws, Sacred Books of the East içinde, giriş) . Ancak bu
sutra'ların -üzerine kurulduğu geleneğin değilse bile- bir
kısmının, Budizm sonrası bir tarihe ait olmadıkları kesin
değildir. Her halükarda bunlar, Hinduların Çruli, yani Vahiy
dedikleri şeyin p arçasıdır. Diğer dizi ise, sm rti yani Gelenek
ya da Dharmaçastra dizisidir: başlıca kitabı Manu Düsturu
olan ve sutra'nın hemen arkasından gelen Kanun Kitapl arı .
Ancak biz daha çok, Brahman geleneğinde smrti ve Castra
(öğretilen gelenek ve kanun) değerine sahip, uzun bir epik
belgeden yararlandık. A nuçasanaparvan (Mahabharata'nın
XIII . kitabı) armağan ahlakı konusunda kanun kitapl arından
farklı şekilde açıklayıcıdır. Diğer yandan bununl a aynı değe­
re ve aynı ilhama sahiptir. Özellikle, bunun yazılışının teme­
linde aynı şekilde, Manava'ların B rahmanik ekolünün gele­
neği olduğu anlaşılmaktadır, Manu Düsturu'nun kendisi de
buna dayanır (bkz . Buhler, The Laws of Manu, Sacred Books
of the East içinde, s . LXX vd). Zaten bu parvan ile Manu'nün
birbirlerini naklettikleri söylenebilir.
Her halükarda bu son belgeye değer biçilemez . Yorumunda da
söylendiği gibi, muazzam bir armağan destanının muazzam
kitabı dana-dharmakathanam'a , kitabın üçte birinden faz­
lası, kırktan fazla "ders ayrılmıştır." Üstelik bu kitap Hindis ­
tan'da fazlasıyla popülerdir. Şiir, Dharma'nın enkamasyonu
olan büyük kral Yudhisthira'ya, ölümü esnasında oklardan
oluşan yatağının üzerine uzanmış büyük Kahin-Kral Bhis­
ma'nın Kanun'u nasıl trajik bir şekilde naklettiğini anlatır.
Bunu bundan böyle A nuç. olarak anacağız ve genell ikle iki
referans belirteceğiz: dize no ve adhyaya'ya göre dize no.
E S K İ H U K U K VE E S K i İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 21 1

ları ç ağda kendi yararları doğrultusunda yazılmıştır. 1


Bunlar bize yalnızca teorik bir hukuku gösterirler. Do­
layısıyla ancak, bir yeniden inş a çabası s onucu, içer­
dikleri çok s ayıda itirafın yardımıyla , diğer iki kastın,
ksatriya ve vai çya n ı n hukukunun ve iktisadının ne
'

olduğunu s ezebiliriz. Bu durumda, b iraz s onra anlata­


cağımız "armağan kanunu" teorisi, danadharma, ger­
çekte yalnızca brahmanlara uygulanır, talep ettikleri
şekliyle bunu alırlar . . . yalnızca dini hizmetleriyle ve
bir de armağanın kendilerini zorunlu kıldığı ş ekilde
geri verirler. Doğal olarak, bu brahmanlara armağan
verme görevi birçok buyruğun konusunu oluşturur.
S oylu ins anlar arasında, prens aileleri arasında, çok
s ayıdaki kastın ve ırkın içinde, sıradan insanlar ara-

Kuralların değilse bile, çastra'ların ve destanların yazılışı­


nın, sözünü ettikleri Budizme karşı mücadeleden s onraki bir
döneme ait olduğu birkaç özellikten anlaşılabilir. Bu dine
göndermelerle dolu olan A nuçasanaparvan için bu kesindir
(özellikle bkz. Adhyaya, 1 20). Hatta belki de -kesin yazılış
tarihleri daha geç olab ileceğinden- aynı parvan'da (adhya­
ya 1 1 4, dize 1 0 ) , tam olarak armağan teorisi hakkında Hıri s ­
tiyanlığa da b i r atıf bulunabilir, b u parvan'da Vyas a şöyle
der: "incelikle öğretilen kanun böyledir (nip unena , Kalkü­
ta) (naip unena, B ombay)": "kendi benliğine ters olanı baş­
kasına yapmasın, dharma'nın (kanun) özeti budur (5673.
dize) . Fakat diğer yandan, ifade yöntemlerini ve atasözlerini
oluşturan b rahmanların kendi kendilerine böyle bir buluşa
ulaşmış olmaları da imkansız değildir. Gerçekten de bir ön­
ceki dize (dize 9=5672) son derece brahmanik bir tarzdadır:
"Bir başkası arzunun peşinden gider (ve yanılır) . Reddedi ş ­
te v e armağanda, mutlulukta v e mutsuzlukta, hoşnutlukta
ve hoşnutsuzlukta , insan kendine (kendi benliğine) (şeyleri)
taşıyarak bunları ölçer, vs" Nilakan tha'nın yorumu formel ­
dir ve gayet orijinaldir, Hıristiyanca değildir: "Birisi kendini
başkalarıyla karşı karşıya getirirse, böylelikle (ba şkalarını
kendisiyle karşı karşıya getirir) . İstemenin ardından bir red­
dedişi insan kendisi nasıl kabullenir bunu hissederek . . . vs ,
ne vermek gerektiği görülür."
21 2 1 ARMAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

sında başka ilişkilerin sürüyor olması muhtemeldir.


Bunları güçlükle keşfedebiliyoruz. Fakat önemli değil.
Hindu olgularının çok önemli bir boyutu vardır.
E ski Hindistan, Aryan kolonizasyonunun hemen
sonrasında, aslında iki yönden bir potlaç ülkesiydi. 1
Öncelikle potlaç, vaktiyle çok daha kalabalık olan
ve Hint nüfusunun b üyük bir bölümünün temelini
oluşturan iki büyük grupta da görülmektedir: Assam
kabileleri (Tibeto -Birmanlar) , Munda s oyu kabileleri
(Avustro-Asyalılar) . H atta bu kabilelerin geleneğinin
brahmanik bir dekor içinde sürüp gittiğini varsayma­
mız da mümkün. 2 Mesela çıkagelen bir mis afiri davet
etmeksizin yemek yemeyi yasaklayan kurallarda -"ar­
kadaş ı katılmadığı halde halahalah (yiyen kişi) b alık
yiyor" - , B atak'ların indjok'u ile ve Malezya konukse-

Kadim bir çağdan, R ig Veda 'nın yazıldığı dönemden itib aren


kuzeydoğudan Hindistan' a gelen Aryanların pazarı , tücca­
rı, fiyatı, p arayı, satışı bilmediklerini söylemek istemiyoruz
(bkz . Zimmern , Altindisches Leben, s. 257 vd) : Rig Veda, IV,
24, 9 . Özellikle A tharva Veda bu iktis ada yabancı değildir.
İndra kendisi de bir tüccardır. (Hymne, III, 1 5 , Kauçika-sut­
ra içinde, VII, l; VII, 10 ve 1 2 , satışa giden adam ritüelinde) .

Ayrıca bkz. dhanada, a .g. e. , c. 1 ve vajin, İndra'nın s ıfatı,


a.g. e.
Aynı şekilde, Hindistan'da sözleşmenin kökeninin yalnızca
bu o lduğunu, malların devrinin gerçek, kişisel ve formel ta­
rafı olduğunu ve Hindistan'ın başka zorunluluk biçimlerin­
den, mesela haksız fiilden haberdar o lmadığını da söylemek
istemiyoruz. Yalnızca şunu göstermeye çalışıyoruz: bu hukuk
sistemlerinin yanında b ir başka hukukun, bir başka ikti s a ­
d ı n v e b i r başka zihniyetin varlığını.
Özellikle buralarda -aynen Aborijin kabilelerinde ve millet­
lerinde olduğu gibi- klanların ve köylerin toplam yüküm­
lülükleri olmalıdır. Brahmanlara getirilen, her ne olursa
olsun, "çokluk" olanı kabul ve özellikle onların verdiği b ir
şenliğe katılma yasağı, ( Vasis tha , 1 4, 1 0 ve Gautama, XIII,
1 7; MANU, IV, 2 1 7) , muhakkak ki bu tür uygulamaları hedef
almaktaydı.
E S K İ H U KU K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 213

verliğinin diğer ilkeleriyle karşılaştırılabilecek bir


kurumun izleri görülebilir. 1 Diğer yandan, aynı türden
olmasa bile aynı tarz kurumlar, en eski Veda'da bazı
izler b ırakmıştır. Neredeyse bütün Hint-Avrupa dünya­
sında2 bunlara rastladığımızdan, Aryanların da bunla­
rı Hindistan' a taşıdıklarına inanmak için sebeplerimiz
var.3 İki akım şüphesiz, Veda'nın sonraki kısımlarıyla

Anuç. , dize 505 1 ve dize 5045 ( Adh. 1 04, dize 98 ve 95) :


=

"esansı kaçmış sıvıyı tüketmesin . . . sofraya onunla b irlikte


oturana sunmadan yemesin" (yorum: oturttuğu kişi onunla
birlikte yemek zorundadır. )
Mesela, yeni tıraş o l a n gencin y a d a genç inisiyenin ana-ba­
basına, niş anlılara vs arkadaşlarının yaptıkları hediye yani
adanam, daha ileride söz edeceğimiz C ermen gaben'i ile -
nitelik olarak bile- özdeştir (bkz . grhyasutra'lar (ev i çi ritü­
eller) , Oldenberg, Sacred Books bu çeşitli başlıklar altında
dizinde) .
Bir başka örnek, hediyelerden (yiyecekten) kaynaklanan şe­
reftir, Anuç. , 1 22 , dize 1 2 , 13 ve 1 4: "Şerefliler, şeref verirler;
süslüler, süslerler. "Bir armağan veren var burada diyorlar,"
her taraftan şanı yükseliyor. " (Anuç. , dize 5850.)
E timolojik ve semantik bir inceleme, Roma hukuku hakkında
elde ettiklerimize benzer s onuçlar elde etmemizi s ağlayacak­
tır. En eski Veda belgeleri, etimolojileri Latince terimlere göre
çok daha açık olan kelimelerle doludur ve bunların hepsi,
p azarla ve s atışla ilgili olanlar dahi, değiş tokuşların, arma­
ğanların, bahislerin, böyle şeylerden söz ettiğimizde olağan
olarak aklımıza gelen sözleşmelerin yerini tutuğu bir sistem
varsayar. Vermek şeklinde çevirdiğimiz Sanskritçe kelimenin
anlamlarındaki (zaten genellikle diğer Hint-Avrupa dillerin­
de de bulunan) belirsizlik çoğunlukla göze çarpar: da ve bu­
nun sayısız türevi vardır. Örn. ada, kabul etmek, almak, vs .
Mesela, teknik olarak satış eylemini en iyi ifade eden iki
Veda kelimesini ele alalım: parada çulkaya; bir fiyat karşı­
lığında s atmak ve pan fiilinden türetilmiş bütün kelimeler,
örn. pani, tüccar. Parada kelimesi, vermek anlamına gelen
da'yı içerir, ayrıca Latincedeki pretium [para, kıymet] ke­
limesinin teknik anlamını taşıyan çulka, başka bir anlama
gelir: yalnızca değer ve fiyat değil, s avaş bedeli, nişanlının
214 \ AR MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

v e iki büyük ovanın v e iki büyük ırmağın yani İndus


ve Ganj'ın kolonizasyonuyla aynı dönemde birleşmiş ­
tir. Ve yine şüphe yok ki bu iki akım birbirlerini güç­
lendirmiştir. Aynı ş ekilde, edebiyatın Vedik dönemle­
rinden ayrıldığımız anda, aynen bu adetler gibi tuhaf
bir ş ekilde gelişmiş bu teoriyi buluyoruz . Mahabara ta
devas a bir potlaç'ın hikayesidir; Kauravaların Panda­
valara karşı zar oyunudur; Pandavaların kız kardeşi ve
çok eşli zevcesi Draup adi tarafından yapılan nişanlı
yarışması ve s eçimidir. 1 Aynı efs anevi döngünün baş­
ka tekrarlarına, destanın en güzel bölümleri arasında
rastlanır, mesela Nala ve Damayanti'nin romanı , bütün
Mahabarata gibi, bir evin inşasını, bir zar oyununu vs2
anlatır. Ancak anlatının edebi ve teolojik gidiş atıyla
her şeyin şekli değişir.
Zaten şu andaki tanıtlamamız , çok sayıdaki kökeni
düzenlememizi ve bütün sistemi hipotetik olarak ye-

bedeli, cinsel hizmet ücreti, vergi, haraç anlamları da taşır.


Daha Rig Veda döneminde pani (tüccar, cimri, açgözlü ve
yab ancılara verilen bir ad) kelimesini türetmiş olan pan ve
p ara anlamına gelen pana (daha sonra meşhur karsapana) ,
vs, s atmak, aynı zamanda da oynamak, bahse girmek, bir ş ey
için kavga etmek, vermek, değiş tokuş etmek, tehlikeye at­
mak, cüret etmek, kazanmak, kullanmak anlamlarına gelir.
Üstelik, şereflendirmek, övmek, takdir etmek anlamındaki
pan fiilinin ilkinden farklı olduğunu düşünmek için s eb ep
yoktur. Para anlamındaki pana, aynı zamanda, satılan ş ey,
ücret, bahis ve oyun konusu olan şey, oyun evi ve hatta ko­
nukseverliğin yerini alan han anlamlarına da gelir. B ütün
bu söz dağarı, yalnızca potlaç'ta birleşen fikirleri birbirine
bağlar; her şey, daha s onraki s atış sistemini kavramak için
faydalanılan ilk sistemi ortaya koyar. Fakat bu yeniden inşa
girişimini etimolojiyle takip etmeyelim. Hindistan'ın duru­
munda bu gerekli değil, hem de şüphesiz bizi Hint-Avrup a
dünyasından uzaklaştırır.
Destanın özeti için bkz. Mhbh. Adiparvan, lect. 6.
Bkz . örn . Hariçcandra efs anesi, Sabhaparvan, Mahbh. , kitap
II, lect. 1 2; diğer örn. Virata Parvan, lect. 72.
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 215

niden kurmamızı gerektirmiyor. 1 Aynı şekilde, bunun­


la ilgili olan sınıfların niceliğinin, bu sistemin ortaya
çıktığı çağın, bir karşılaştırma çalışmasında tam ola­
rak belirlenmesine ihtiyaç yoktur. Daha s onra, burada
bizim ele almayacağımız s ebeplerden dolayı bu hu­
kuk sistemi yok olmu ş , yalnızca brahmanların kulla­
nımında devam etmiştir; fakat MÖ 8. yüzyıldan MS 2.
ya da 3. yüzyıla kadar, altı ila on yüzyıl arasında bir
süre zarfında kesinlikle yürürlükte kalmış olduğu söy­
lenebilir. Ve bu da yeterlidir: brahmanların destanı ve
kanunu eski atmosferde hala hareket halindedir: hedi­
yeler hala zorunludur, ş eylerin kendilerine has erdem­
leri vardır ve bunlar insanların p arçasıdırlar. S osyal
hayat biçimlerinin tasviriyle ve bunların sebeplerinin
incelenmesiyle kandimizi sınırlayalım. Basit tasvir ye­
terince tanıtlayıcı olacaktır.

Tanıtlamamızın ana konusu olan geri verme zorunluluğu


hakkında Hindu hukukunda pek az olgu bulabildiğimizi
kabul etmek gerekir, belki bir tek şu hariç, Manu, VIII, 2 1 3 .
Bunun en açık olanı bile onu yasaklayan kurala dayanır. Kö­
keninde cenaze çraddha 'sının yani brahmanların fazlasıyla
geliştirdikleri ölüler yemeğinin, birbirini davet etmek ve ia­
de-i ziyarette bulunmak için bir vesile olduğu anlaşılmak­
tadır. Bu şekilde davranmak resmi olarak yas aklanmıştır.
A nuc. , dize 43 1 1 , 43 1 5 XIII , lect. 90, v. 43 vd: "Çraddha'ya
=

yalnızca arkadaşlarını davet eden göğe yükselmez. Ne dost­


ları ne düşmanları, ancak tarafsızları davet etmelidir, vs . Ar­
kadaş olan rahiplere sunulan rahip ücreti şeytani adını alır"
(piçaca) dize 43 1 6 . Bu yasak, geçerli adetlere nispetle gerçek
bir devrim niteliği taşır şüphesiz. Hukukçu şair dahi bunu
belirli bir zamana ve belirli bir ekole bağlar. ( Vaikhanasa
Çruli, a.g. e. , dize 4323 lect. 90, dize 5 1 ) . Kurnaz brahmanlar,
=

gerçekten de tanrıları ve ruhları , onlara sunulan hediyeleri


kendilerine vermekle görevlendirmişlerdir. Ölümlüler toplu­
luğu hiç şüphe yok ki cenaze yemeklerine arkadaşlarını da­
vet etmeye devam edecek. Zaten günümüzde de Hindistan'da
devam ediyor. Brahmansa geri vermiyor, davet etmiyor ve
hatta aslında kabul de etmiyordu. Yine de onların düsturları ,
bizim vakamızı açıklamak için yeterince belge içermektedir.
21 6 1 ARMAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

Verilen şey, h e m bu hayatta hem ö b ü r hayatta kendi


mükafatını yaratır. Verilen şey bu dünyada, veren için,
kendisinin aynısını otomatik olarak yaratır: 1 bu şey
kaybolmamıştır, kendi kendini yeniden üretir; aynı şey
çoğalmı ş olarak hemen orada bulunur. Verilen yiyecek,
bu dünyada verene geri dönecek yiyecektir; o kişi için
öbür dünyada da aynı yiyecek vardır; o kişinin yeniden
doğuşlar dizisinde de yine bu yiyecek vardır:2 suların,
kuyuların ve çeşmelerin verilmiş olması susuzluğa
karşı teminattır;3 kıyafetler, altın, şemsiyeler ve kızgın
toprağın üzerinde yürümeyi s ağlayan s andaletler, bu
hayatta da diğer hayatta da size geri döner. Hibe ettiği­
niz ve başkası için mahsul veren toprak, bu dünyada ve
öbür dünyada ve gelecekteki yeniden doğuşlarda sizin
yararınızı artırır. "Nasıl ki ay günden güne neşvünema
bulursa, toprak armağanı da bir kez verildi mi yıldan
yıla (hasattan hasada) artar. "4 Toprak, ekinler, gelirler,
vergiler, madenler, hayvanlar peyda eder. Bunlarla ya­
pılan armağan, vereni de alanı da bu aynı ürünlerle
zenginleştirir.5 Bütün bu hukuki-iktisadi teoloji, s onu
gelmez muhteşem vecizelerle, sayı sız manzum derlem-

Vas. Dh. su . , XXIX, 1 , 8 , 9 , 1 1 - 1 9 = MANU, IV, 2 29 s. Krş . Anuç. ,


64- 69 arası bütün metinler (Paraço ra dan alıntılarla). Kita­
'

bın bu bölümünün temelinde bir tür dua var gibi dir; yarı
yarıya astrolojiktir ve bir danakalpa ile başlar, metin 64, bu
danakalpa, hangi burçlar altında neyin kim tarafından kime
verilmesi gerektiğini belirler.
Anuç. , 3 2 1 2; köpeklere ve çudra'ya, "köpek için pişirene" ve­
rilenler dahil (susqui köpeği pişiriyor) çvapaka (= metin 6 3 ,
dize 1 3 . Krş . a.g.e. , dize 4 5 = dize 3 2 4 3 , 3 248) .
Bkz. Yeniden doğuşlar dizisinde verilen şeylerin yeniden bu­
lunmasının biçimleri hakkındaki genel ilkeler (XIII, metin
1 45 , dize 1 - 8, dize 2 3 ve 30) . C imrilere ilişkin yaptırımlar da
aynı metinde, 1 5 ila 2 3 . dizelerde açıklanmış tır. Cimri özel­
likle "fakir bir ailede yeniden doğar."
A nuç. , 3 1 35; krş . 3 1 62 (= metin 62, dize 3 3 , 90) .
Dize 3 1 36 (=a.g. e. , dize 90)
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 21 7

lerle gelişir ve düsturların da destanların da bu konu­


da kaynakları tükenmez . 1
Verilen her ş ey, toprak, yiyecek zaten kişileştirilmiş­
tir, karşılıklı konuşulan, sözleşmede taraf olan canlı
varlıklardır bunlar da. Verilmek isterler. Vaktiyle top ­
rak, güneş -kahramanla, Jamadagni'nin oğlu Rama ile
konuşurdu; Rama onun şarkısını duyduğunda onu ta­
mamen rsi Kaçyapa'ya verdi; toprak, şüphesiz ki antik
bir dil olan kendi dilinde şöyle diyordu : 2

A l b eni (armağan alan)


Ver b eni (armağan veren)
Vererek b eni yeniden elde edeceksin .

Temelde bütün bu parvan, bu Mahabarata şarkısı, şu soru­


ya verilmiş bir cevaptır: Talih, istikrarsız tanrıça Çri nasıl
elde edilir? İlk cevap şudur; Çri ineklerin arasında, onların
tezeklerinin ve idrarlarının içinde, bu inek tanrıçaların on­
lara izin verdiği yerde ikamet eder. Bu yüzden inek armağan
etmek mutluluğu teminat altına alır (metin 82; bkz . daha
ilerisi, s. 1 48 , n. 3 ) . Tam anlamıyla Hindu ve hatta Hindi s ­
tan'ın bütün ahlaki doktrinlerinin temelini teşkil eden ikinci
bir cevap ise, Talihin ve Mutluluğun sırrının (metin 1 6 3) ver­
mekte, esirgememekte, Talihi aramamakta fakat onu dağıt­
makta olduğunu öğretir, böylelikle Talih bu dünyada ve öte
dünyada kendiliğinden, yaptığınız iyilik biçimi altında size
geri döner. Kendinden vazgeçmek, yalnızca vermek için elde
etmek, işte doğanın kuralı ve gerçek kazancın kaynağı budur
(dize 5657 = metin 1 1 2 , dize 2 7 ) : "Herkes günlerini, yiyecek
dağıtarak verimli kılmalıdır."
3 1 36. Dizede (= metin 62, dize 34) bu kıtaya gatha denir. Çlo­
ka değildir bu; demek ki eski bir gelenekten kaynağını alır;
üstelik s anıyorum ki ilk yarım- dize, mamevadattha, marn
da ttha, marn dattva mamevapsyaya (dize 3 1 3 7 = metin 62,
dize 3 5 ) , ikincisinden ayrı tutulabilir. Zaten 3 1 3 2 . dize onu
daha önceden ayırır (= metin 62, dize 30). "ineğin buzağısı­
na koşması gibi, bu memeliler sütlerini akıtıyorlar, bununla
kutsanan toprak, toprakları armağan verene koşuyor. "
21 8 1 ARMAGAN Ü ZE R İ N E D E N EM E

ve bu kez biraz düz b i r brahman dili kullanarak şunu


ekliyordu: "bu dünyada ve öbür dünyada, verilen şey ye­
niden kazanılır." Ç ok eski bir düsturda, 1 tanrılaştırılmış
yiyecek olan Anna'nın, şu dizeyi beyan ettiği s öylenir:

Tanrılara, ruhlara, onların hizmetkarlarına ve


konuklarına vermeden kendi çılgınlığı içinde
beni tüketen, (b öylelikle) zehir yutar, ben onu tü­
ketirim, ben onun ölümüyüm.
Ama agnihotra'yı sunan, vaiçvadeva'yı2 ta­
mamlayan için ve ardından -memnuniyet, saflık
ve inanç ile- beslemesi gerekenleri besledikten
sonra kalanları yiyen için tanrı yiyeceği olurum
ben ve b enden zevk alır.

Paylaşılmak yiyeceğin doğası gereğidir; onu b aşkasına


p ay etmemek "onun özünü öldürmek"tir, kendisi için de
b aşkaları için de onu yok etmektir. Brahmanizmin ha­
yırseverliğe ve konukseverliğe dair, aynı zamanda hem
materyalist hem idealist yorumu böyledir.3 Zenginlik
vermek içindir. Bunları alacak b rahman olmasaydı,
"zenginlerin zenginliği beyhude olacaktı. ''4

Baudhayana Dh. su. , 1 1 , 1 8 , bunun s adece konukseverlik ku­


rallarıyla değil, Yiyecek Kültü ile de çağdaş olduğu açıktır,
bunun da vedik bölgenin eski biçimleriyle çağdaş olduğu ve
bütünleştiği Vişnuculuğa kadar devam ettiği söylenebilir.
Geç vedik dönemin brahmanik adakları . Krş . Baudh. Dh. su.,
1 1 , 6, 4 1 e t 42 . Krş . Taittiriya A ranyaka, VIII, 2 .
Bütün teori , rsi Maitreya i l e Krsna d vaipaayana 'nın enkar­
nasyonu olan Vyasa arasında geçen meşhur konuşmada or­
taya konur (A nuç. XIII, 1 20 ve 1 2 1 ) . B rahmanizmin Budizme
karşı mücadelesinin izlerini bulduğumuz bu konuşmanın,
(özellikle bkz. 5802. dize (=XIII, 1 20, dize 1 0) ) tarihi bir önemi
de olmuş olmalıdır ve Krişnacılığın yenildiği bir çağa atıfta
bulunuyor olmalıdır. Ancak öğretilen doktrin eski brahman
teolojisinin doktrinidir, hatta belki de, Hindistan'ın en e ski,
Aryanlar öncesi milli ahlakının doktrinidir.
A .g.e. , dize 583 1 (= metin. 1 2 1 , dize 1 1 ) .
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 219

Bilmeden yiyen yiyec eği öldürür ve yenen yiye­


cek de onu ö ldürür. 1

Cimrilik hukukun döngüsünü kesintiye uğratır, mezi­


yetler, yiyecekler sürekli olarak b irbirlerini yeniden
doğurur. 2
Diğer yandan, Brahmanizm bu değiş tokuş oyunun­
da, aynen hırsızlıkta olduğu gibi, mülkiyeti açıkça kişiy­
le özdeşleştirmiştir. Brahmanın mülkiyeti brahmanın
kendisidir. "Brahmanın ineği zehirdir, ağulu bir yılan­
dır," der büyücülerin Veda'sı.3 Kadim Baudhayana4 şunu
ilan eder: "Brahmanın mülkiyeti, oğulları ve torunlarıy­
la birlikte (suçluyu) öldürür; zehir, (zehirden) değildir;
brahmanın mülkiyeti (isabetle) zehir diye adlandırılır."

A .g. e. , dize 5832 ( 1 2 1 , dize 1 2) . Kalküta edisyonuyla an­


=

nam'ı okumak gerekir, artham'ı (Bombay) değil . İkinci ya­


rım - dize belirsizdir ve muhakkak ki hatalı aktarılmıştır.
Ancak yine de bir anlam ifade e der. "Onun yediği bu yiye­
cek, yiyecek olan şey, öldürülenin katilidir bu, cahil." Bunu
izleyen iki dize de yine esrarengizdir fakat fikri daha açıkça
ifade eder ve bir rsi'nin adını taşıması gereken bir doktrine
atıfta bulunur: 5834. dize ( a . g . e . , 14), "bilge, bilgin, yiyecek­
=

leri yiyerek onların yeniden doğmasını sağlar, o efendi i s e ,


sırası geldiğinde - yiyecek onun yeniden doğmasını sağlar"
(5863) . "İşte (şeylerin) gelişimi . Zira alanın meziyeti verenin
meziyetidir (ve tersi) , zira burada tek bir yöne giden tekerlek
yoktur." Paratap (Mahab arata) tercümesi uzun uzun açıkla­
malıdır ama burada mükemmel yorumlara dayandırılmıştır
ve tercüme edilmeyi hak etmektedir (güzelliğini bozan tek
bir hata vardır, evam jayanti , dize 1 4: burada yeniden dünya­
ya getirilen yavrular değil yiyecektir) . Krş . Ap. Dh. s u . , 1 1 , 7
=

ve 3 . "Konuğundan önce yiyen, yiyeceği, mülkiyeti , soyu, sürü


hayvanlarını , ailesinin değerini yıkıma uğratır. "
Bkz. daha yukarısı.
A tharvaveda , v. 1 8 , 3; krş . a.g.e. , v. 1 9 , 1 0 .
I , 5 v e 1 6 (krş . daha yukarıda çalınmış res'in aeterna aucto­
ritas'ı) .
220 1 A R M A G A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

Mülkiyet kendi yaptırmını kendi içinde barındırır, çün­


kü o kendisi brahmanın içindeki korkunç olan şeydir.
Brahmanın malının çalınmasının bilinçli ve isteyerek
olmasına bile ihtiyaç yoktur. Mahabarata'nın bizi en
çok ilgilendiren b ölümü Parvan'ın, 1 bütün bir "metni ,"
Yadus'ların kralı Nrga'nın, adamlarının hatası yüzün­
den, bir brahmana bir başka brahmana ait bir inek ver­
diği için nasıl kertenkeleye dönüştüğünü anlatır. İneği
alan brahman, tamamen iyi niyetle onu geri vermek,
hatta yüz bin b aşka inekle değiştirmek istememiştir;
inek evinin p arçasıdır, hane halkındandır:

Mekanlara ve zamana alıştı, iyi bir sağmal inek,


uysal ve çok s adık. Sütü tatlı, değerli ve b enim
evimde kalıcı (dize 3466) .
(Bu inek) , benim zayıf ve sütten kesilmiş kü­
çük çocuğumu besliyor. Ben onu veremem . . . (dize
3467) .

Bu ineğin alındığı brahman da başkasını kabul etmez .


İnek, geri dönülemeyecek ş ekilde her iki brahmanın
malıdır. Bu iki reddedişin arasında zavallı kral, uğra­
dığı lanet yüzünden binlerce yıl boyunca büyülenmiş
olarak kalır. 2
Verilen armağan ile armağan eden arasındaki, mal
ile mal sahibi arasındaki bağ, hiçbir yerde, inek arma­
ğanına ilişkin kurallarda olduğu kadar sıkı değildir.3

Metin 70. Bu metin ineklerin armağan edilmesi hakkındadır


(bunun ritüeli 69. metinde verilmiş tir) .
1 4. Dize ve devamı. "Brahman'ın ineğinin Nrga'yı (öldürdü­
ğü) gibi, brahmanın malı öldürür,'' dize 3462 (=a.g. e. , 33) (krş .
3 5 1 9 = metin 7 1 , dize 3 6) .
Anuç. , metin 7 7 , 72; metin 7 6 . B u kurallar, biraz inanılması
zor ve kesinlikle teorik bir ayrıntı b olluğuyla anlatılmıştır.
Ritüel belirli bir ekole, Brhasp ati ekolüne dayandırılmıştır
(metin 76) . İcraattan önce üç gün üç gece, sonra da üç gün
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ STE M L E R İ 1 221

Bu kurallar meşhurdur. Kral Dharma,1 (kanun) , desta­


nın b aşkahramanı Yudhisthira, bu kuralları inceleyerek,
arpa ve inek tezeğiyle beslenerek, yerde yatarak krallar
arasında bir "boğa"ya dönüşür. İneğin sahibi üç gün üç
gece boyunca onu taklit eder ve "ineğin buzağısını" göz­
lemler.2 Üç gecede bir sadece "ineğin us areleri" ile besle­
nir: su, tezek, idrar. (Çri yani Talih, idrarda ikamet eder.)
Üç gecede bir ineklerle birlikte, onlar gibi toprağın
üzerinde yatar; "kaşınmadan, haş aratları tedirgin et­
meden," böylelikle "onlara has ruhla" özdeşleşerek3 diye
ekler yorumcu. Ahıra girdiğinde, onlara kutsal isimlerle
seslendiğinde4 şunu da ekler: "inek annemdir, boğa ba­
bamdır, vs . " İlk ifadeyi bağış eylemi sırasında tekrar­
layacaktır. Ve işte devir işleminin gösterişli anı budur.
İneklerin övülmesinin ardından armağan alan şöyle der:

Siz neyseniz b en de oyum, bu gün sizin özünüze


dönüştüm, sizi vererek kendimi veriyorum5 (dize
3676) .

sürer; hatta bazı şartlarda on gün de sürer. (Dize 3 5 3 2 = me­


tin 7 1 , 49; dize 3597 7 3 , 40; 3 5 1 7 = 7 1 , 3 2 . )
=

Sürekli b i r "inek armağanı" içinde yaşıyordu (gavam prada­


na) , dize 3695 = metin 76, dize 30.
Burada ineklerin armağan verene ve armağan verenin inek­
lere gerçek bir inisiasyonu söz konusudur; bir tür esrardır
bu, upanitesu gosu, dize 3667 (=76, dize 2 ) .
Bu aynı zamanda s aflaştırıcı b i r ritüeldir. Bu şekilde bütün
günahlardan da kurtulur (dize 3673 = metin 76, dize 8 ) .
Samanga (bütün uzuvları olan) , Bah ula (geniş , yağlı), dize
3670 (krş . dize 6042 , inekler şöyle der: "Bahula, Samanga.
Sen kaygısızsın, sen huzurlusun, sen iyi dostsun") . Destan
bu isimlerin Veda'dan ve Çruti'den olduğunu belirtmeyi de
ihmal etmez. Kutsal isimler gerçekten de Atharvaveda'da yer
alır, V, 4, 1 8 , dize 3 ve dize 4.
Tam ifade şudur: "sizin bağışçınız olan ben kendimin bağış­
çısıyım ."
222 1 A R MAGAN Ü Z E R İ N E D E N E M E

Ve armağan alan bunu kabul ederken (pratigrahana


yaparken) ! ş öyle der:

Zihinde deri değiştirmiş (devredilmiş) , zihinde


alıp kabul etmiş , ululayın biz ikimizi, siz Soma
(aya ait) ve Ugra (güneşe ait) biçimliler (dize 3677) .2

B rahman hukukunun diğer ilkeleri tuhaf bir b içimde,


daha önce tasvirini yaptığımız b azı Polinezya, Mela­
nezya ve Amerika adetlerini hatırlatır. Armağanı alma
b içimi garip bir ş ekilde b enzerdir. B rahmanın alt edil­
mez bir gururu vardır. Önce, her ne o lurs a olsun pa­
z arla işi olmasını reddeder. Hatta oradan gelen hiçbir
şeyi kabul etmemelidir.3 Şehirlerin, p azarların, p ara­
nın olduğu bir milli iktis atta brahman, eski Hint-İran
çobanlarının ve aynı zamanda, büyük ovaların yab ancı
ve yerli çiftçilerinin iktis adına ve ahlakına s adık ka­
lır. Hatta fazlasını vererek onu küçük düşürdüklerinde
b ile4 bu asil tavrı korur. 5 Mahabarata'nın iki "metni,"
yedi rsi'nin yani büyük Kahinlerin ve onların adam­
larının nasıl, kıtlık z amanında kral Ç aivya Vrsadarb ­
ha'nın kendilerine sunduğu muazzam hediyeleri , hatta

"Ele geçirme eylemi"; bu kelime, accipere, A.aµ�avnv, take, vs


ile tam olarak eşdeğerdir.
Rituel, "susam p astasından ya da acı yağ pastasından inek­
ler," aynı şekilde "altından, gümüşten" inekler s unulabilece­
ğini öngörür. Bu durumda bunlara gerçek inek muamelesi
yapılır, krş . 3523, 3839 . Ayinler, özellikle ticari işlem ayinleri
biraz daha yetkinleşmiştir. Bu ineklere ritüel isimleri veril­
miştir. Bunlardan biri "gelecek" anlamına gelir. İneklerle b ir­
likte kalmak, "inek adağı" daha da ağırlaştırılmıştır.
Ap. Dh. su. , 1 , 1 7 ve 1 4, MANU, X, 8 6 - 95. Brahman satın alın­
mamış olanı satabilir. Krş. Ap. Dh. s u . , 1 , 1 9, 1 1 .
Krş . Anuç. , metin 93 ve 94.
Krş . daha yukarıs ı s. 88, n. 3; s. 1 07 , n. 2, Melanezya, Pol inez­
ya; (C ermanya) , s . 2 1 1 , n. 3; Ap. Dh. su. , 1 , 1 8, l ; Gautam a Dh.
su., XVII, 3.
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M LE R İ 1 223

altından incirleri reddederek kral Ç ibi'nin oğlunun be­


denini yemeye gittiklerini anlatır; Kahinler kral Ç aivya
Vrs adarbha'ya şöyle cevap verirler:

Ey kral, krallardan hediye kabul etmek başlan­


gıçta bal gibidir, sona gelindiğinde zehir gibidir
(dize 4459 = metin 9 3 , dize 34) .

Bunu iki b eddua dizisi takip e der. Bütün bu teori as­


lında epey komiktir. Tamamı armağanlarla yaş ayan
bu kast, armağanları reddetmek iddiasındadır. 1 Sonra
uzlaşırlar ve kast, sunulanları aniden kabul eder.2 Ar­
dından, kimlerden hangi ş artlarda nelerin kabul edi­
lebileceğine3 dair uzun listeler ortaya konur,4 açlık du ­
rumunda5 hafif kefaretler ödeme şartıyla kabul etmeye
varıncaya kadar. 6
Armağanın verenle alan arasında tesis ettiği b ağ, bu
ikisi için çok güçlüdür. Daha önce incelediğimiz bütün
sistemlerde ve hatta daha fazlasında olduğu gibi, biri di­
ğerine fazlasıyla bağlıdır. Hediye alan hediye verene ba­
ğımlı olur.7 İşte bu yüzden brahman kabul etmemeli ve
kraldan daha az dilemelidir. İlahlar arasında ilah olarak

Ap. Dh. s u . , 1 , 19 ve 1 3 , 3, burada bir başka brahman ekolü


olan Kanva alıntılanmıştır.
Manu, IV, s. 233.
Reddedilmesi gereken şeyler listesi. Ap. , 1, 1 8 , l ; Gautama,
XVII. Krş . Manu, IV, 247 -250.
Gautama Dh. su. , XVII, 6, 7; Manu, IV, 253. Brahmanın arma­
ğan kabul edebileceği ins anların listesi, Gautama, XVII, 1 7;
krş . Manu, IV, 2 1 5 -2 1 7 .
Bkz. bütün metin 1 36 , Anuç. Krş . Manu, IV, s . 250; X, s. 1 0 1 ,
1 02 . Ap. Dh. su. , I , 1 8, 5-8; 1 4- 1 5; Gaut. , VII, 4 , 5 .
Baudh. Dh. s u . , 1 1 , 5 , 8; IV, 2 , 5 , Tarats amandi'lerin ezberden
okunmas ı = Rigveda, IX, 58.
"Bilgelerin gücü ve ışıltısı, kabul etmeleriyle (almalarıyla)
yok olup gider." "Ahp kabul etmek istemeyenden s akın kendi­
ni ey kral ! ," Anuç. (dize 2 1 64 = metin 35, dize 34) .
224 1 ARMAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

o, kraldan üstündür v e almaktan başka bir şey yaparsa


yakışıksız bir davranışta bulunmuş olur. Kralın tarafına
gelince, onun ne verdiği kadar nasıl verdiği de önemlidir. 1
D olayısıyla armağan, hem verilmesi gereken hem
kabul edilmesi gereken, bununla birlikte alması teh­
likeli olan ş eydir. Verilen şeyin kendisi de, iki taraflı
ve gayri kabili rücu bir b ağ oluşturur, özellikle de bir
yiyecek armağanı söz konusuysa. Armağan alan, arma­
ğan verenin öfkesine2 ve her biri de diğerine b ağımlı­
dır. Ayrıca düşmanın evinde yemek yenmemesi gerekir.3
Her türlü arkaik tedbir alınmıştır. Aynen Hindu ede­
biyatçıların yaptıkları gibi, düsturlar ve destan da, bu
armağan, armağan verenler ve verilen şeylerin; ver­
me ve alma biçiminde hiçbir hata olmaması için, gö­
reli olarak,4 titizlikle ve dikkatle ele alınması gereken
terimler olduğu temasını kap s ar. Her şey teşrifattır;
p az arda, nesnel bir b içimde, bir fiyat karşılığında bir
şeyin alınması gibi değildir durum. Hiçbir şey ilgisiz
değildir. 5 Sözleşmeler, ittifaklar, mal aktarımları , veren

Gautama, XVII, 1 9 , 12 vd; Ap . , I, 1 7 , 2. Armağan teşrifatı yön­


temi , Manu, VII, s . 86.
Krodho hanti yad danam. "Öfke armağanı öldürür, A n uç. ,
3638 = metin 75, dize 1 6 . "
Ap. , II, 6, 1 9; krş . Manu, III, 5 , 8, ab sürt teolojik yorumla bir­
likte: bu durumda "insan misafirinin hatasını yer." Bu yorum ,
kanunların, brahmanların temel mesleklerinden birini uygu­
lamalarına getirdiği genel yas ağa dayanmaktadır, ancak uy­
gulamadıkları sanıldığı halde bunu hala uygulamaktadırlar;
bu meslek günah yiyiciliktir. Her halükarda, tarafların hiçbiri
için, armağanın hayırlı olmayacağı anlamına gelir bu.
Öbür dünyada insan, kendisinden yiyecek kabul ettiklerinin
tabiatıyla ya da yiyeceklerini midesine indirdiklerinin tabi­
atıyla ya da yiyeceğin kendi tabiatıyla yeniden doğar.
Bütün teori , yakın tarihli gibi görünen metinde özetlenmiştir.
Anuç. , 1 3 1 , özellikle danadharma ( dize 3 = 6278) başlığı altın­
da: "Hangi armağanlar, kime, ne zaman, kim tarafından." B ura­
dan armağanın beş saiki çok hoş bir şekilde ortaya konmuştur:
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ S AT S İ ST E M L E R İ 1 225

ve alan kişiler arasında bu mal aktarımının yarattığı


b ağlar; bu iktis adi ahlak anlayışı, bu bütünün tamamı ­
nı hesaba katar. Sözleşme tarafl arının doğası ve niye­
tiyle verilen şeyin doğası birbirinden ayrılmaz . 1
Hukukçu ş air, bizim tasvir etmeye çalıştığımızı mü­
kemmelen ifade etmeyi b ilmiştir:
Burada, (tek bir taraftan dönen) tek bir ç ark yok.2

111
C E R M E N HUKUKU (REHİN V E ARMAGAN )
Armağan teorilerinin eski ve eksiksiz izlerini3 günü-

görev, kendiliğinden brahmanlara armağan verildiğinde; çıkar


("bana veriyor, bana verdi, bana verecek"); kaygı ("ben ona ait
değilim, o bana ait değil , bana zarar verebilir"); sevgi ("o benim
için değerli, ben onun için değerliyim") , "ve gecikmeksizin veri­
yor"; merhamet ("fakir ve azla yetiniyor") . Bkz. metin 37.
Verilen şeyi arındırma ritüelini incelemek de yerinde olurdu,
ancak bu ritüelin de, armağanı , onu verenden kop armanın
bir yolu olduğu açıktır. Kuça bitkisinin sapının yardımıyla
su serpilir (yiyecek için bkz. Gaut. , dize 2 1 , 18 ve 1 9 , Ap. , II,
9 , 8. Krş . borçtan arındıran su, A nuç. , metin 69, dize 21 ve
Pratap 'ın yorumları (ad lokum, s. 3 1 3 ) .
Dize 5834, bkz. daha yukarısı s . 2 0 5 , n. 1 .
Olgular, oldukça geç tarihli eserlerle tanınmıştır. E dda şar­
kılarının yazıya geçmesi, İskandinavların Hıristiyan olma­
larından çok s onradır. Ama öncelikle geleneğin yaşı, yazıya
geçirilmesinin yaşından çok farklı olabilir; ayrıca geleneğin
bilinen en eski biçiminin yaşı kurumun yaşından çok farklı
olabilir. Burada, eleştirinin hiçbir zaman gözden uzak tut­
maması gereken iki eleştiri ilkesi vardır.
Bu durumda, bu olgulardan yararlanmanın hiçbir tehlike­
si yoktur. Öncelikle, tarif ettiğimiz hukukta bunca yer tu­
tan armağanların bir kısmı , C ermenlerde bizi doğrulayan
ilk kurumlar arasındadır. Tacitus da iki tür armağan tasvir
etmiştir: evlilik sebebiyle armağanlar ve bunların armağan
verenlerin ailelerine gelme biçimleri (Germania, XVIII, daha
s onra geri döneceğimiz kısa bir başlık altında); ve reislere
226 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

müze kadar muhafaza edememiş iseler d e C ermen top ­


lumlarının, gönüllü olarak ya da zorla verilen, alınan,
geri verilen armağanlar biçimi altında, çok net ve çok
gelişmiş bir değiş tokuş sistemleri olmuştur, öyle ki bu
kadar tipik olanına zor rastlanır.
C ermen uygarlığında da uzun süre pazar yoktu. 1 Te­
melde feo dal ve köylü olarak kalmış olan bu uygarlıkta ,
s atın alma ve s atış fiyatı kavramının hatta bu s özcük­
lerin kökeni çok yakın tarihli gibi görünüyor.2 Bu uy­
garlık bütün potlaç sistemini , özellikle de armağanlar
sistemini daha eski den geliştirmişti. Klanların kabile­
ler içinde, bölünmemiş ailelerin klanlar içinde3 ve ka­
bilelerin kendi aralarında , reislerin kendi aralarında,

verilen ya da reislerin verdikleri soylu armağanlar ( Germa­


nia, XV) . Ayrıca bu a detler, bizim böyle izler bulabileceğimiz
kadar uzun süre korunabildiyse bu, sağlam olmalarından ve
bütün C ermen ruhuna güçlü kökler salmış olmalarındandır.
Bkz . Schrader ve onun belirttiği referansl ar, Reallexikon der
indogermanischen Altertumskunde, Markt, Kauf maddesi
altında.
Kauf [alım; satın alma] kelimesinin ve bundan türeyen bü­
tün kelimelerin, Latincede tüccar anlamına gelen ca up o 'dan
geldiği biliniyor. Leihen [ödünç almak/vermek], lehnen [da­
yamak; yaslanmak], lohn [ödül; aylık, gelir], bürgen [kefil
olmak], borgen [ödünç almak/vermek] vs kelimelerinin an­
lamlarındaki belirsizlik gayet iyi bilinmektedir ve bunların
teknik kullanımının yakın tarihli olduğunu isp atlar.
Burada, Bücher'in Entstehung der Volkswirtschaft [Ulusal
Ekonominin Oluşumu}, kapalı ekonomi , geschlossene Ha­
uswirtschaft [kap alı ev ekonomisi] meselel erini söz konusu
etmiyoruz. Bu bizce yanlış ortaya konmuş bir s orundur. Bir
toplumda iki klan olduğu anda, bunlar kaçınılmaz o larak
kendi aralarında anlaşma yapar, kadınları (egzogami) ve
ayinleriyle birlikte mallarını değiş tokuş eder, en azından
yılın belirli dönemlerinde ve hayatın getirdiği bazı ves ilerle.
Kalan zamanlarda, çoğu zaman çok sınırlı olan aile, k endine
kapanmış olarak yaşardı . Ancak ailenin hep böyle yaşadığı
bir zaman hiç olmamıştır.
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M LE R İ 1 227

hatta kralların kendi aralarında, ailevi grubun kapalı


dairesi dışında ahlaki ve iktis a di ş ekilde yaşadıkları
ölçüde -ki bu ölçü epey geniştir- , armağan ve ittifak bi­
çimi altında, mümkün olduğu kadar büyük rehinler ve
rehineler, şölenler, hediyeler aracılığıyla birbirleriyle
ilişki kuruyor, birbirlerine yardım ediyor, ittifak kuru­
yorlardı. D aha yukarıda Havamal'dan alınan bütün he­
diye dualarını görmüştük. Bu güzel E dda manzarasına
ek olarak üç olguyu daha b elirteceğiz.
Almancada geben ve gaben 'den [geb en: vermek; ga­
ben:vermek fiilinin geçmiş zamandaki çekimi] türemiş
kelimelerin çok zengin söz dağarı hakkında derinlikli
bir inceleme henüz yapılmamıştır. 1 Bunlar tuhaf bir şe­
kilde çok sayıdadırlar: Ausgabe [bask; masraf; ö deme],
Algabe, A ngabe [bildirim; b eyan; b öbürlenme], Hinga­
be [fedakarlık; düşkünlük] , Liebesgabe [bağış; hayır] ,
Morgengabe [zifaf gecesinin sab ahında güveyin geline
verdiği hediye] , en garibi Trostgabe (teselli hediyesi) ,
vorgeben [önceden b elirlemek; avantaj tanımak] , verge­
ben (s açıp s avurmak ve affetmek) , widergeben [vererek
direnmek] ve wiedergeben [geri vermek, iade etmek];
Gift [zehir] , Mitgift [drahoma] , vs incelemesi; bu keli­
melerle ifade edilen kurumların incelemesi de henüz
yapılmamıştır. 2 Buna karşılık, bütün bir hediyeler, ar-

Bu kelimeler için bkz . Kluge ve farklı C ermen dillerinin baş­


ka etimolojik sözlükleri . Bkz. Von Amira Abgabe,
Ausgabe, Morgengabe üzerine (Hdb., Hermann Paul) ( dizinde
yer alan sayfalar) .
En iyi çalışmalar hala şunlardır: J. Grimm, Schenken und
Geb en, Kleine Schriften, II, s. 1 74; ve Brunner, Deutsche Re­
chtsbegriffe besch. Eigentum. Ayrıca bkz . Grimm, Deutsche
Rechtsalterthümer, I, s. 246 , krş . s . 297, Bete [pancar] Gabe =

[armağan; yetenek] hakkında. Koşulsuz armağandan z orunlu


armağana geçildiği hipotezi faydasızdır. İki tür armağan her
zaman birlikte var olmuştur ve iki özellik C ermen hukukun­
da her zaman birbirine karışmıştır.
228 1 AR MAGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

mağanlar sistemi, bunun, gelenek v e folklor içindeki


önemi , geri verme zorunluluğu da dahil olmak üzere,
Richard Meyer tarafından, b ilinen en zevkli folklor
çalışmalarından birinde, hayran olunası biçimde an­
latılmıştır. 1 Biz yalnızca oraya atıfta bulunuyoruz ve
şimdilik ve zorunlu kılan b ağın gücüyle; değiş tokuş,
sunu, bu sununun kabul edilmesi ve geri verme zorun­
luluğunun oluşturduğu A ngebinde [hediye; armağan]
hakkındaki değerli tespitleri akılda tutuyoruz.
Zaten kısa bir süredir devam etmekte olan bir ku­
rum var, bu kurum şüphe yok ki Alman köylerinin
ahlaki ve iktis adi göreneklerinde de devam ediyor ve
iktisadi açıdan olağandışı bir öneme sahip : Gaben2
[yetenek] , Hinduların adanam 'ının tam bir eş değeri .
Vaftiz, komünyon ayinleri , ni şan ve düğün törenleri sı­
rasında davetliler -ki çoğu zaman bütün köy davetli­
dir- mesela düğün yemeğinin ardından ya da bir önce­
ki gün ya da sonraki gün (Gulden tag) genellikle değeri
düğün masraflarından çok daha yüksek olan hediyeler
sunarlar. B azı Alman ülkelerinde, evlenen kadının çe­
yizini, düğün gecesinin sab ahında ona sunulan bu Ga­
ben [yetenek] oluşturur ve Morgengabe [zifaf gecesinin
s ab ahında güveyin geline verdiği hediye] oluşturur ve
Morgengabe adını taşır. B azı yerlerde bu armağanların
cömertliği, genç çiftin doğurganlığının da teminatı ­
dır. 3 Niş an töreninde ilişkiler kurulması, vaftiz anne-

Zur Geschichte des Schenkens , Steinhausen Zeitschr. f Kul­


turgesch, bkz. s. 1 8 vd.
Em. Meyer, Deutsche Volkskunde, s. 1 1 5, 1 68, 1 8 1 , 1 83 , v s . Bu
konuda bütün C ermen folklorü elkitaplarına başvurulabilir
(Wuttke, vs) .
Burada, "gelinin fiyatı"nın büyülü ve hukuki doğas ı hak­
kında van O s s enbruggen'in ortaya attığı soruya (bkz . daha
yukarısı) bir başka cevap daha buluyoruz . B u konu da bkz.
Fas 'ta evli çiftler için yapılan ve evli çiftlerin yerine getir­
dikleri çeşitli yükümlülükler arasındaki ilişkiler teorisi,
Westermarck, Marriage ceremonies in Morocco, s . 361 vd ve
burada atıfta bulunulan kitap bölümleri.
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M LE R İ 1 229

lerle vaftiz b ab aların, hayatın çeşitli anlarında, vaf­


tiz evlatlarına yardım etmek (Helfete) için verdikleri
çeşitli armağanlar da önemlidir. Bizim bütün davetle
ilgili, davet edilmeyenlerin lanetlenmesi, davetlilerin
kuts anması ve cömertliğiyle -hele de p eri iseler- ilgili
adetlerimize, mas allarımıza, efs anelerimize çok tanı­
dık olan bu tema dikkat çekmektedir.
İkinci bir kurum, C ermen sözleşmelerinin her türün­
de rehin gerekliliği 1 de aynı kökenlere dayanır. Bizdeki
rehin (gage) kelimesi dahi buradan yani wadium'dan
(krş . İngilizce wage, maaş) gelir; Huvelin,2 C ermen wa­
dium'unun3 sözleşmelerin bağlantısını anlamak için
bir araç sağladığını daha önce göstermiş ve bununla
Roma'daki nexum arasında yakınlık kurmuştu. Gerçek­
ten de Huvelin' in yorumladığı gibi, kabul edilen rehin,
C ermen hukukunda sözleşme taraflarının birbirleri
üzerinde etkide bulunmalarını sağlar; çünkü taraflar­
dan biri diğerine ait bir şeyi elinde tutmaktadır, diğe-

Burada rehinlerle pey akçelerini karıştırıyor değiliz, p ey ak­


çesi her ne kadar -Yunancada ve Latincede isminden anla­
şılabileceği gibi- Sami kökenli olsa da, bizimkiler gibi yeni
olan C ermen hukukuna ait bilinir. Hatta bazı adetlerde, bun­
lar eski armağanlarla birbirine karışır, mesela bazı Tyrol
lehçelerinde Handgeld' e "Harren" denir.
Aynı şekilde rehin kavramının evlilik konusundaki önemini
göstermeyi ihmal ettik. Yalnızca C ermen lehçelerinde "s atı ­
nalma fiyatı"nın Pfand [mevduat; teminat; güvence; depozi­
to] , Wetten [bahis; bahse girmek], Trugge ve Ehethaler isim­
lerini de aldığına dikkat çekiyoruz .
A nnee Sociologique, IX , s . 29 v d . Krş . Kovalewski, Coutume
con temporaine et loi ancienne, s . 1 1 1 vd.
C ermen wadium'u hakkında şunlar da incelenebilir: The­
venin, C ontribution a l' etude du droit germanique, No uvelle
Revue Historique du Droit, IV, s . 72; Grimm, Deutsche Re­
chtsalt., I, s . 209-2 1 3 ; Von Amira , Obliga tionen Recht; Von
Amira , in Hdb. D'Hermann Paul, I, s. 2 54 ve 248. Wadiatio
hakkında, krş . Davy, Annee Sac. , XII, s. 522 vd.
230 1 ARMAGAN ÜZER İ N E DENEME

riys e o şeyin sahibi olduğu için isterse ona büyü yapa­


bilecektir, ayrıca çoğunlukla rehin ikiye bölünürdü ve
sözleşme taraflarının her biri bunun yarısını muhafaza
ederdi. Bu açıklamaya bir b aşkası da eklenebilir. Büyüy­
le müeyyide araya karışabilir ama tek bağ bu değildir.
Verilen ve rehne koyulan şey, kendine has özelliğiyle
kendisi de bir bağdır. Öncelikle rehin zorunludur. C er­
men hukukunda bütün sözleşmeler; bütün satışlar ve
satın almalar, ödünçler ve emanetler bir rehin oluşu­
mu içerir; sözleşmenin diğer tarafına genellikle fazla
değerli olmayan bir nesne verilir: teslim edilen şeyin
ödemesi sırasında geri verilecek bir eldiven, bir metal
para (Treugeld) , bir bıçak, bizde hala topluiğne. Huvelin
zaten, verilen şeyin düşük değerli ve çoğunlukla kişisel
olduğuna dikkat çekmişti; haklı olarak bu olguyla "ha­
yat rehni," "life-token" teması arasında yakınlık kurar. 1
Bu şekilde aktarılmış olan şey, gerçekten de bunu ve­
ren kişinin bireyselliğiyle yüklüdür. Bu şeyin onu alan
kişinin ellerinde olması, s özleşme tarafını sözleşmeyi
uygulamaya, bu şeyi geri s atın alarak kendini geri satın
almaya sevk eder. Yani nexum bu şeyin içindedir, yalnız­
ca büyülü eylemlerde değil, yalnızca sözleşmenin göste­
rişli biçimlerinde, kelimelerde, yeminlerde, teati edilen
ayinlerde, el sıkışmalarda değil; yazılı belgelerde, büyü
değeri olan "eylemer"de, her tarafın kendi p ayını muha­
faza ettiği "ölçüler" de, herkesin diğerinin varlığına işti­
rak ettiği ortak yemeklerde de vardır.
Wadia tio'nun iki özelliği , şeyin bu gücünü zaten i s ­
p atlar. Öncelikle rehin, zorunlu kılmakla v e b ağlamak­
la kalmaz , aynı zamanda onu teslim eden kişinin şere­
fini ,2 otoritesini, "mana" sını da rehine koymuş olur.3 Bu

Huvelin, s . 3 1 .
Bris saud, Manuel d 'Histoire du D roit français, 1 904, s . 1 38 1 .
Huvelin, s . 3 1 , n . 4, bu olguyu münhasıran, bas it b ir ahlaklı­
l ık temasına dönüşecek olan ilkel büyü ayininin yozlaşması
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ ST E M L E R İ 1 231

kişi, bu b ahis-taahhütten kurtulmadığı sürece aşağı


bir konumda kalır. Zira, kanunların wadium'u olarak
çevrilen wette, wetten 1 kelimesi, "rehin" anlamı taşı­
dığı kadar "bahis" anlamı da taşır. B orçluyu zorlayıcı
b ir araçtan çok, bir yarışmanın bedeli ve bir meydan
okumanın müeyyidesidir bu. Sözleşme son bulmadığı
sürece borçlu, bir b ahsin kaybeden tarafı , bir yarışın
ikincisi gibidir ve b öylece yatırdığından daha fazlası­
nı , ödemesi gerekenden daha fazlasını kaybeder; üs­
telik aldığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır
ve mal sahibi, rehin geri çekilmediği s ürece hak iddia
edecektir. Diğer özellikse, rehin kabul etmenin tehli­
kesini gösterir. Zira yalnızca veren yükümlülük altına
girmez, alan da b ağımlı olur. Aynen Trobriandlar'da
armağan kabul edenler gibi, verilen şeyden dolayı gü­
zensizlik duyar. Bu yüzden bu, çentikli ve rünik karak­
terlerle dolu bir festuca notata2 [iş aretli çubuk] -mu­
hafaza ettiği ya da bir kısmını etmediği bir oyma- ise
alıcının ayakları dibine atılır,3 o da bunu ya yerden alır
ya göğsüyle karşılar (in laisum) ama elden almaz. Bü­
tün ritüel meydan okuma ve güvensizlik biçimindedir
ve her ikisini ifade eder. Zaten İngilizcede bugün dahi,
throw the gage, throw the gauntlet' e denktir. Ç ünkü
rehin, aynen verilen şey gibi, karşılıklı her iki taraf için
tehlike içerir.

üzerinden yorumluyor. Fakat bu yorum kısmidir, faydasızdır


(bkz . daha yukarısı s . 1 44, n. 3) ve bizim öne sürdüğümüze
özgü değildir.
Wette, wedding kelimelerinin akrab alığı üzerinde daha son­
ra duracağız. Bahis ile sözleşmenin ikizanlamlılığı Fransız­
cada da kendini gösterir, mesela: se defier ve defier [güven
duymamak ve meydan okumak] .
Festuca nota ta hakkında bkz. Heusler, Institutione, I, s . 76
vd; Huvelin, s. 33, oymaların kullanımını hafife almı ş gözük­
mektedir.
Huvelin , s. 3 6 , n. 4.
232 1 ARMAGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

Üçüncü olguya gelince; verilen y a d a devredilen


şeyin temsil ettiği tehlike , şüphesiz hiçbir yerde , eski
C ermen hukuku ve eski C ermen dillerinde olduğu ka­
dar iyi hissedilmez . Bu durum, bu dillerin bütününde
gift kelimesinin, bir yandan armağan diğer yandan ze­
hir ifade eden çifte anlamını açıklar. Başka bir yerde
bu kelimenin semantik tarihini açıklamıştık. 1 Bu uğur­
suz armağan, zehre dönüşen hediye ya da mal teması,
C ermen folkloründe temel bir yere s ahiptir. Ren'in al­
tını onu ele geçiren için ölümcüldür, H agen'in çeşmesi
oradan içen kahramana uğursuzluk getirir; C ermenle­
re ve Keltlere ait bu türden b inlerce ve binlerce masal
ve roman hala duyarlığımızı işgal etmektedir. Bir E dda

Gift, gift. Melanges Ch. Andler, Strasbourg, 1 924. Bize , neden


Yunancadaki ô6mcr, doz, zehir dozunun Latincedeki trans­
krip siyonu olan dosis' in çevirisi gift'in etimolojisini incele­
mediğimiz s oruldu. B u etimoloji, erken ve geç dönem Alman
diyalektlerinin, yaygın kullanımı olan bir şeye bilimsel bir
isim verdiklerini vars ayar; ki bu da alışılmış bir semantik
kural değildir. Üstelik, bu çeviri için gift kelimes inin seçimi­
ni ve bazı C ermen dillerinde bu kelimenin "armağan" anlamı
üzerinde etkili olan tersine dilbilimsel tabuyu da açıklamak
gerekecektir. Nihayet, Latince transkrip siyonunda dosis ke­
limesinin zehir anlamında kullanılması, eskilerde de, bizim
tasvir ettiğimiz türden fikir ve ahlak kuralı ortaklıkları ol­
duğunu isp atlar.
Gift'in anlamındaki belirsizlikle Latincedeki venenum'un
[iksir] , <p LATpov'un [büyü, aşk büyüsü] ve cpcip µaKov' un [ik­
s ir, zehir, büyü] anlamındaki belirsizliği karşılaştırmıştık;
venia, venus, venenum [iksir] ile vanati (Sanskritçede hoşa
gitmek) ve gewinnen, win (kazanmak) karşılaştırmasını da
buna eklemek gerekir (Breal, Melanges de la societe linguis­
tique, c. III, s. 4 1 0) .
B u arada bir alıntı hatasını d a düzeltmek gerekir. Aulu - Gel­
le bu kelimeler üzerine uzun uzun yazmıştı ama Homero s ' u
alıntılayan o değildi (Odyssee, IV, s . 2 2 6 ) ; kitabında b u alın­
tıyı yapan, kendisi de hukukçu olan Gaius idi, Douze Tables
(Digeste, L, XVI, De verb. signif , 2 3 6) .
E S K İ H U K U K VE E S K İ İ KT İ SAT S İ STE M L E R İ 1 233

kahramanı 1 olan Hreidmar'ın Loki'nin lanetine cevap


verdiği kıtayı alıntılamakla yetinelim:

Hediyeler verdin,
Ama aşk hediyeleri vermedin,
İyicil bir kalple vermedin,
Hayatlarınızdan çoktan sıyrılırdınız,
Tehlikeyi bilmiş olsaydım eğer.

Kelt Hukuku
Hint-Avrup a cemaatinin bir b aşka ailesi olan Kelt
halkları da bu kurumları biliyordu muhakkak; Hub ert
ve ben, bu iddiayı isp atlamaya b aşladık. 2

Çin Hukuku
Nihayet büyük bir uygarlık olan Çin uygarlığı da, ar­
kaik z amanlardan bugüne, bizi ilgilendiren hukuk ilke­
sini elbette muhafaza etmiştir; her ş eyin ilk sahibiyle
arasındaki çözülmez b ağı kabul eder. Bugün dahi mal­
larından birini satan birisi,3 bu menkul mal bile ol sa,

Reginsmal, 7 . Tanrılar Hreidmar'ın oğlu Otr'u öl dürür;


Otr'un derisini altınla kaplayarak bunu telafi etmek zorun­
da kalırlar. Ama tanrı Loki bu altını lanetler ve Hreidmar
yukarıdaki kıtayla cevap verir. Bu bilgiyi üçüncü dizeye dik­
kat çeken Maurice C ahen'e b orçluyuz: "iyicil bir kalple," af
heilom hug 'un klasik çevirisidir ve aslında "şans getiren bir
zihin yapısıyla" anlamındadır.
Le Suicide du chef Gaulois adlı bu çalışmayı , Revue Cel­
tique 'in gelecek sayılarından birinde, Hubert'in notlarıyla
birlikte bulabilirsiniz.
Çinlilerin gayrimenkul hukuku, C ermen hukukunda ve bizim
eski hukukumuzda olduğu gibi, geri alım hakkıyla s atışı ve
akrabaların -geniş bir çerçevede - , mirastan çıkmaması ge­
reken satılmış mal ve sermayeleri geri satın alma hakkını
tanır, buna aynı soydan olanların geri çekme hakkı denir.
Bkz . Hoang (Varietes sinologiques), Notions techniques sur
234 1 A R M AG A N Ü Z E R İ N E D E N E M E

kalan bütün hayatı b oyunca s atın a l a n karşısında bir


tür "malına ağlama" hakkını s aklı tutar. Peder Hoang,
s atıcının alıcıya verdiği bu "sızlanma bileti" modelle­
rini kaydetmişti. 1 Ki şinin takibi hakkıyla karışmış bir
tür nesnenin takibi hakkıdır bu; bu h ak, nesnenin ke­
sin olarak b aşkasının mülküne geçmesinden ve "gayri
kabili rücu" sözleşmenin tamamı uygulandıktan çok
s onra bile satıcıyı takip eden bir haktır. Devredilen şey
üzerinden, bu yıpranabilir bir şey bile ols a, sözleşmey­
le kurulan birlik geçici değildir ve s özleşme tarafları
sürekli b ağımlılık içinde kabul edilirler.
Annam ahlakına göre hediye kabul etmek tehlikeli­
dir. Bu son olguya dikkat çeken Westermarck,2 bunun
önemini kısmen sezinlemiştir.

la propriete en Chine, 1 897, s . 8 ve 9. Ancak bunu çok fazla


dikkate almıyoruz; toprağın kesin satışı insanlık tarihinde,
özellikle de Çin'de çok yeni bir şeydir. Roma hukukuna kadar,
daha sonra da bizim eski Cermen ve Fransız hukuklarımız­
da toprak satışı birçok sınırlamayla çevrelenmişti , bu, eviçi
müşterek mülkiyetçilikten ve ailenin toprağa, toprağın aileye
derinden bağlı olmasından ileri geliyordu, ki bunun ispatı da
basitti; mademki aile ocaktır ve topraktır, toprağın hukukun
ve sermaye iktisadının dışında kalması normaldir. Gerçekten
de eski ve yeni "homestead" kanunları ve "haczedilemez aile
mülkleri" hakkındaki daha yeni Fransız kanunları , eski du­
rumun devamlılığı ve bu eski duruma dönüş anlamına gelir.
Dolayısıyla daha çok menkul mallardan söz ediyoruz.
Hoang, a.g. e. , s . 1 0, 1 09, 1 3 3 . Bu olgulara dair b ilgiyi Mestre
ve Granet'nin nezaketine borçluyum , onlar bunu zaten ken­
dileri Ç in'de tespit etmişlerdi .
Origin . . . of the Moral Ideas, c. I, s . 594. Westermarck, bizim
ele aldığımız türden bir s orun olduğunu hissetmişti ama
bunu yalnızca konukseverlik hakkı açısından ele aldı . Yine de
onun Fas 'taki ar adeti (talep edenin zorunlu kurbanı, a .g.e. ,
s . 386) ve "Tanrı ve nimet karşılığını öder" ilkesi ( deyimler
Hindu hukukundakilerle dikkat çekecek derecede aynıdır)
hakkındaki gözlemlerini okumak gerekir. Bkz. Westerrnarck,
Marriage Ceremonies in Morocco, s. 365; krş . Anthr. Ess. E. B.
Tylor, s. 373 vd.
D Ö R D Ü N C Ü BÖLÜM

SONUÇ

AH LAK AÇISINDAN SONUÇLAR


Bu gözlemleri b izim kendi toplumlarımıza genişletmek
mümkündür.
Bizim ahlakımızın ve hayatımızın hatırı s ayılır bir
kısmı da, armağan, zorunluluk ve özgürlüğün birbiri­
ne karıştığı bu aynı atmo sferde durmaktadır. Neyse ki
henüz her ş ey yalnızca alış ve s atış terimleriyle sınıf­
landırılmış değildir. Şeylerin s atış değerlerine ek ola­
rak hala bir duygusal değeri de vardır, eğer yalnızca
bu türden değerlerin var olduğunu kabul edersek tabii.
Bizde sadece b ir tüccar ahlakı yok. Hala eski z amanla­
rın örf ve adetlerine s ahip insanlar ve sınıflar var ve
en azından yılın bazı dönemlerinde ve b azı vesilelerle
neredeyse hepimiz buna riayet ediyoruz .
Geri verilmeyen armağan, özellikle d e geri verme ni­
yeti olmaksızın alındığında, hala onu kabul etmiş olanı
daha aşağı bir mertebeye indiriyor. Emerson'un gayet
merak uyandırıcı On Gifts and Presents1 denemesini

E ssais, 2. seri, V.
236 1 ARMAGAN ÜZER İ N E D E N E M E

hatırlatmak C ermen alanından çıkmak anlamına gel­


mez . Sadaka hala onu kabul eden için yaralayıcıdır1 ve
bizim ahlakımızın bütün ç abası, zengin "sadakacı"nın
bilinçsiz ve onur kırıcı hamiliğini ortadan kaldırmaya
yöneliktir.
"Nezaket" gibi davet de iade edilmelidir. Burada,
bu olgu üzerinde eski geleneksel z eminin, eski soylu
potlaç'ların izleri görülmektedir, aynı şekilde insan fa­
aliyetinin bu temel s aiklerinin -aynı cinsten bireyler
arasında rekabet,2 insanların şu "asıl emperyalizmi­
nin"- ortaya çıktığı görülmektedir; bir yandan toplum­
sal zemin diğer yandan hayvani ve p sikolojik zemin söz
konusuyken ortaya çıkan budur. Ayrıca so syal hayatla­
rımızda, bizde hala söylendiği şekliyle ifade edersek
"altta kalmak" istemeyiz. Alınandan fazlasını vermek
gerekir. " Geri dönüş" her zaman daha pahalı ve daha
büyüktür. Lorraine'de geçen çocukluğumuzda, en mü­
tevazı bir hayatla kendini sınırlayan köylü aile de, dini
b ayramlar, evilik, komünyon ya da defin törenleri söz
konusu olduğunda konukları için kendini helak e der­
di . Bu gibi durumlarda "büyük efendi" olmak gerekir.
Hatta halkımızın bir bölümünün sürekli böyle davran­
dığı ve konukları, kutlamaları , "b ayram hediyeleri" söz
konusu olduğunda hesap sızca p ara harcadıkları söy­
lenebilir.
Davet verilmek ve kabul edilmek zorundadır. Biz­
de liberal zümrelerde bile bu adet vardır. Daha elli yıl
önce, hatta b elki daha da yakın z amanda, Almanya'nın
ve Fransa 'nın bazı b ölgelerinde düğün şölenine bütün
köy katılırdı; herhangi birinin bundan imtina etmesi
kötü bir iş aret, kıskançlık ve "nazar" alameti ve kanıtı
s ayılırdı. Frans a'da birçok yerde hala herkes törene ka-

Krş . Kuran, Sure II, 265; krş . "Kohler," Jewish Encyclopaedia ,


I , s. 465.
William James , Principles of Psychology, II, s . 409 .
SONUÇ 1 237

tılır. Provence'ta, bir çocuğun doğumu esnasında, her­


kes hala yumurta ve b aşka semb olik hediyeler getirir.
S atılan şeylerin de ruhları vardır, bu şeyler eski
sahipleri tarafından takip edilirler, onlar da eski sa­
hiplerini takip ederler. C ornimont'da, Vosges vadilerin­
den birinde , şu sözünü edeceğimiz adet yakın zamana
kadar yaygındı ve b elki de b azı ailelerde hala devam
etmektedir: s atın alınan hayvanlar eski s ahipleri­
ni unutsunlar ve "evlerine" geri dönmeye kalkmasın­
lar diye ahırın kapı kirişine bir haç yapılır, s atıcının
yuları s aklanır ve hayvanlara elden tuz verilirdi . Ra­
on-aux-Bois'da ise, ocak çengelinde üÇ kez çevrilmiş
tereyağlı ekmek dilimi sağ elle hayvanlara verilirdi .
Ailenin p arçası olan büyükbaş hayvanlar söz konusu
olduğunda, ahır evin bir p arçası s ayılırdı. Bunlardan
başka birçok Fransız adeti, s atılan şeyi satıcıdan ko ­
parmak gerektiğini gösterir, mesela; satılan şeye vur­
mak, s atılan koyunu kamçılamak, vs . 1
Hatta denebilir ki hukukun bütün bir bölümü, sa­
nayicilerin ve tüccarların hukuku, bu dönemde ahlakla
çatışma halindedir. Halkın ve üreticilerin iktis adi ön­
yargıları , üreticilerin ürettikleri şeyi takip etmek ko ­
nusundaki kararlı isteklerinden ve emeklerinin, onları
kardan yararlandırmaksızın yeniden satılmasının ya­
rattığı yaralayıcı duygudan ileri gelir.
Günümüzde eski ilkeler, kanunlarımızın keskinliği­
ne, s oyutlamalarına ve insaniyetsizliğine mukavemet
ediyor. Bu açıdan, oluşum halindeki hukukumuzun bir
kısmı ve b azı adetler geçmişe geri dönmeye dayanıyor.

Kruyt, Koopen, vs, Selebes Adaları'ndan bu tür olgular aktarır,


s. 1 2 . Krş . De Toradja 's . . . Tijd. v. Kon. Batav. Gen . , LXIII, 2; s .
299, mandanın ahıra girme ayini; s . 296, uzuvları ayrı ayrı, vü­
cudunun bir parçası ardından başka bir parçası satın alınan
ve yiyeceğine tükürülen köpeğin s atın alma ritüeli; s. 28 1 , kedi
hiçbir sebeple satılmaz, ancak ödünç verilir, vs .
238 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

V e b izim rej imimizin Roma v e Sakson duygusuzluğu


karşısındaki bu tepkisi tamamıyla s ağlıklı ve güçlü­
dür. Hukukun ve adetlerin bazı yeni ilkeleri bu şekilde
yorumlanabilir.
E lyazmalarının, ilk kez yapılan makinanın ya da ori ­
jinal sanat eserlerinin, yalnızca satış eyleminin ötesin­
de, sanats al, edebi ve bilimsel mülkiyetinin tanınması
için çok uzun süre b eklemek gerekti. B ir yazarın ya da
mucidin, ins anlığa hayırlı bu kişinin mirasçılarına,
hak sahibinin yarattığı şeyler üzerinde bazı haklardan
daha fazlasını tanımakta toplumların fazla bir çıkarı
yoktur; bunların, bireysel zihnin olduğu kadar kolek­
tif z ihnin ürünü olduğu ilan edilir; herkes bunların bir
an önce kamu malı olmasını ya da zenginliklerin ge­
nel dolaşımına girmesini arzu eder. Bununla birlikte,
yaşayan sanatçıların ve onların hemen ardından ge­
len mirasçılarının resimlerinin, heykellerinin ve s anat
nesnelerinin kıymet artışı skandalı, 1 923 Eylülünde
çıkan bir Fransız kanununa ilham verdi; bu kanun, bu
s an at eserlerinin müteselsil satışındaki bu mütes elsil
kıymet artışı üzerinden s anatçıya ve onun hak sahiple­
rine bir takip hakkı veriyordu. 1

Bu kanunun ilham kaynağı , es erlerin müteselsil sahiplerinin


karının gayrimeşruluğu ilkesi değildir. Kanun çok az uygu­
lanmıştır.
E debi mülkiyet ve bunun türevleriyle ilgili Sovyet kanunla­
rını incelemek bu açıdan son derece ilginçtir; Sovyetler'de
önce her şey millileştirildi; bunun ardından yaşayan s anat­
ç ının çıkarına zarar verildiğinin ve bu şekilde ulus al yayın
tekeli için yeterli kaynağın yaratılamayacağının farkın a va­
rıldı . Bunun üzerine, kamu malı o l an en eski klasikler için
dahi, Rusya'da yazarları koruyan vasat yasalardan öncekiler
i çin dahi telif hakları yeniden tes i s edildi. Şu anda i s e s öy­
lenene göre Sovyetler modern bir kanun kabul etti. A slında
S ovyetler de aynen bizim ahlak anlayışımız gibi , bu konular­
da kişi hakkını mı yoksa şeyler üzerindeki hakkı mı s e çmek
gerektiği konusunda tereddütte.
SONUÇ 1 239

B ütün s osyal güvenlik mevzuatımız , çoktan gerçek­


leşmiş olan bu devlet sosyalizmi , şu ilkeden ilham alır:
çalışan kişi hayatını ve emeğini bir yandan kamuya bir
yandan p atronlarına vermiştir ve sosyal güvenlik için
işbirliği yapması gerekiyorsa , onun hizmetlerinden ya­
rarlanmış olanlar, maaş ö demesiyle ona karşı b orçla­
rını ifa etmiş o lmayacaklarından, kamunun temsilcisi
olarak bizzat devlet, p atronlarının ve kendisinin işbir­
liğiyle işçiye, iş sizliğe, hastalığa, yaşlılığa, ölüme karşı
bir güvence borçludur.
Son dönemdeki gayet işe yarar bazı uygulamalar,
mesela Fransız sanayicilerin b ağımsız olarak ve gayet
etkili b ir şekilde, ailelerine b akmakla yükümlü işçiler
yararına geliştirdikleri aile yardım s andıkları; b irey­
lerin birbirlerine b ağlanması, vazifelerin ve bu vazi­
felerin temsil ettiği maddi ve manevi yararın derece­
sinin farkına varılması ihtiyacına kendiliğinden c evap
vermektedir. 1 Benzer topluluklar, Almanya'da ve B elçi­
ka'da da aynı derecede baş arıyla işlemektedir. Büyük
Britanya'da ise, binlerce işçiyi etkileyen bu korkunç
ve uzun süren işsizlik döneminde, loncalar tarafından
organize edilen, iş sizliğe karşı zorunlu olac ak bir sos­
yal güvenlik hareketi ortaya çıkıyor. Kentler ve devlet,
sanayi ve p azarın genel koşullarının s ebebiyet verdi­
ği muazzam harcamaları, işsizlere yapılan ödemeleri
sırtlanmaktan bitkin düşmüş durumdadır. Önemli ik­
tis atçılar ve s anayinin öndegelenleri (Mr. Pybus , Sir
Lynden Macas sey) işletmelerin bu iş sizlik sandıklarını
loncalar üzerinden kendilerinin örgütlemesi, kendile­
rinin bu fedakarlığın altına girmesi için harekete geç­
tiler. Sonuç olarak, işçi güvenliğinin ve iş kaybına karşı
korunmanın maliyetinin, her s anayinin genel masraf­
larının p arçası olmasını istiyorlardı .

Pirou daha önce bu tür tespitlerde bulunmuştu.


240 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

Bütün bu ahlak anlayışı v e b u mevzuat, bizim fikri­


mizce bir düzensizliğe değil, hukuka geri dönüşe teka­
bül etmektedir. 1 Bir yandan, mesleki ahlakın ve kurum­
sal hukukun filizlendiğini ve işin içine dahil olduğunu
görüyoruz . Sanayi gruplarının şu ya da bu korporatif
işin yararına oluşturdukları bu tazminat sandıkları ,
bu yardımlaşma kurumları , saf bir ahlakın gözünde
hiçbir şekilde lekelenmemiştir, şu nokta hariç; yöne­
timleri tamamen işverene aittir. Üstelik bunlar, etkili
gruplardır: devlet, b elediye teşkilatları, kamusal yar­
dım kuruluşları , emekli s andıkları, tasarruf sandık­
ları, yardım kurumları, işverenler, ücretliler; mesela
Almanya'nın, Alsace -Lorraine'in sosyal mevzuatında
bütün bunlar birleşmiştir ve yakında, Fransa'nın sos­
yal güvenliğinde de böyle olacaktır. Dolayısıyla yeni­
den bir grup ahlakına varıyoruz .
Diğer yandan, devletin v e devletin altgruplarının
kollamak istediği , bireylerdir. Top lum, toplumsal en
küçük birime yeniden kavuşmak istemektedir. Top lum,
hakkaniyet duygusunun ve hayırseverlik, "sosyal hiz­
met," dayanışma gibi daha da saf başka duyguların
birb irine karıştığı tuhaf bir ruh hali içinde bireyi arar
ve çevreler. Armağan, özgürlük ve armağanda z orun­
luluk temaları, cömertlik teması ve verilmesi gereken

Burada hiçbir yıkımı tavsiye etmediğimizi söylemeye gerek


yoktur. Pazarı, alış ve s atışı yönlendiren hukuk ilkeleri, ki
bunlar sermaye oluşumunun kaçınılmaz koşullarıdır, yeni
ve daha eski ilkelerin yanında var olmayı sürdürebilirler ve
s ürdürmelidirler.
Bununla birlikte, ahlakçının ve yas a koyucunun, sözde doğal
hukuk ilkelerinin kendilerinin önünü kesmesine izin verme­
meleri gerekir. Mesela, eşya hukukuyla şahıs hukuku arasın­
daki ayrımı yalnızca bir soyutlama, hukukumuzun b azı kı­
sımlarının teorik bir özeti olarak kabul etmek gerekir. B unun
yürürlükte kalması gerekir; fakat kendi köşesinde k a lmalı ­
dır.
SONUÇ 1 241

kazanç teması, uzun zaman önce unutulmuş hakim bir


motifin yeniden ortaya çıkışı gibi, geri dönmektedir.
Ancak, olguyu tespit etmek yeterli değildir, bun­
dan bir uygulama, bir ahlak hükmü çıkarmak gerekir.
Hukukun b azı soyutlamalardan -ayni hak, ş ahsi hak
ayrımı gibi- kurtulmak yolunda olduğunu s öylemek;
satışın ve hizmetlerin ö denmesi şeklindeki kaba huku­
ka başka haklar eklemek yolunda olduğunu s öylemek
yeterli değildir. Bu devrimin iyi olduğunu s öylemek ge­
rekir.
Öncelikle "Soyluların luzumsuz harcama" alışkan­
lıklarına geri dönüyoruz ve geri dönmeliyiz. Anglo ­
sakson kültüründe olduğu gibi, günümüzdeki başka
birçok ilkel ve son derece medeni toplumlarda oldu­
ğu gibi, zenginlerin kendilerini, -gönüllü olarak veya
zorunlu olarak- yurttaşlarının mutemeti sayma dü­
şüncesine dönmeleri gerekir. Bizim kültürümüzün de
kaynağı olan antik uygarlıkların birinde borçların affı
Liübile] , diğerinde kamu hizmetleri [liturgies] , korola­
ra veya kadırgaların donatımına mali katkı s ağlama
[choregies ve trierarchies ] , toplu ziyafetler tertipleme
[syssities] gibi kamu görevleri , ayrıca şehrin valisinin
ve konsül üyelerinin zorunlu harcamaları vardı . Bu tür
kanunlara yeniden ulaşmalıyız. Bunun dışında, birey
için, bireyin hayatı, s ağlığı, eğitimi -ki bu zaten kar­
lı bir şey- , ailesi ve ailesinin geleceği için daha fazla
kaygı olmalıdır. Hizmet kiralama, gayrimenkul kirala­
ma ve zahire satış sözleşmelerinde daha fazla iyi niyet,
duyarlılık, cömertlik olmalıdır. Faiz vurgunculuğunun
meyvelerini sınırlandıracak bir yol bulunmalıdır.
Bununla birlikte bireyin çalışması gerekir. Birey,
b aşkalarından çok kendisine güvenmeye zorlanma­
lıdır. Diğer yandan, kişisel olarak da grup olarak da
çıkarlarını s avunmalıdır. C ömertliğin fazlası ve komü­
nizm, bireye de topluma da, çağdaşlarımızın egoizmi
242 1 ARMAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

v e kanunlarımızın b ireyciliği kadar zararlı olur. Ma­


h a bh a ra t a da, kötü bir orman cini , çok fazla ve gereği
'

yokken veren bir brahmana şu açıklamayı yap ar: "İşte


bu yüzden z ayıf ve s olgunsun . " Keşişin hayatından da
Shylo ck'un* hayatından da aynı derecede uzak durul­
malıdır. Bu yeni ahlak hiç şüphesiz, gerçekle idealin iyi
bir karışımı üzerine kurulacaktır.
D olayısıyla arkaik olana, temel b ilgilere geri döne­
biliri z ve dönmeliyiz; birçok toplumun ve sınıfın tanı­
dığı hayat ve eylem motiflerini orada buluruz : halka
vermenin sevinci; cömertçe yapılmış sanatsal har­
camaların zevki; konukseverliğin, özel ve halka açık
kutlamaların zevki . S osyal güvenlik, yardımlaşma ve
işbirliğinin getirdiği özen, meslek gruplarının, İngiliz
hukukunun "Friendly Societies" adıyla süslediği bütün
bu tüzel kişilerin yarattığı özen; s oylunun işletmecisi­
ne sağladığı b asit kişisel güvenceden daha değerlidir,
işverenin tahsis ettiği günlük ücretin sağladığı küçük
hayattan daha değerlidir hatta değişken bir kredi üze­
rine kurulu kapitalist tasarruftan da daha değerlidir.
Bu ilkelerin hüküm sürdüğü bir toplumun neye
b enzeyeceğini tasavvur etmek mümkündür. Büyük mil­
letlerdeki serbest mesleklerde , bir dereceye kadar bu
türden b ir ahlak ve iktisat anlayışı zaten işlemektedir.
Şeref, çıkar gözetmeme, mesleki dayanışma buralarda
ne boş laftan ibarettir ne de çalışmanın gerekliliğiyle
çelişkilidir. Diğer meslek gruplarını da aynı şekilde in­
sanileştirelim ve bunları daha da kusursuz hale geti­
relim. Bu, Durkheim'ın sık sık tavsiye ettiği büyük bir
ilerleme olacaktır.
Bize göre , bu yapıldığı takdirde hukukun sağlam
temeline, normal toplums al hayat ilkesine geline c ek-

Shakespeare'in Venedik Taciri oyunundaki Yahudi tefeci ka­


rakter -çn .
SONUÇ 1 243

tir. Yurttaşın ne çok iyi ve çok ö znel, ne de duyarsız ve


çok gerçekçi olması arzu edilmelidir. Yurttaşın kendi ­
ne dair keskin bir duyusu olmalıdır, aynı şekilde baş­
kalarına , toplumsal gerçeğe dair de keskin bir duyusu
olmalıdır (hatta bu ahlaki ş eylerde bir b a şka gerçeklik
yok mudur?) . Yurttaş kendini, alt-grupları, toplumu he­
saba katarak davranmalıdır. Bu ahlak ezelidir; en ge­
lişmiş toplumlarda da, yakın gelecekteki toplumlarda
da, hayal edebileceğimiz en az gelişmiş toplumlarda
da ortaktır. En temelde olan budur. Artık hukukun te­
rimleriyle dahi konuşmuyoruz , ins anlardan ve insan
gruplarından söz ediyoruz, çünkü her zaman etkili
olan ve her yerde etkili olmuş olan onlardır, toplum­
dur; ruhuyla, etiyle , kemiğiyle insan duygularıdır.
Bunu ispat edelim. Klandan klana toplam yüküm­
lülükler sistemi diye adlandırmayı önerdiğimiz sistem
-klanın içinde bireyler ve gruplar her ş eyi aralarında
değiş tokuş ederler-, tespit ve tasavvur edebildiğimiz
en eski iktisat ve hukuk sistemini meydana getirir. Bu,
armağan- değiş tokuş, ahlakının içinden çıktığı temeli
oluşturur. Bu sistem, bütün boyutlarıyla , bizim top ­
lumlarımızın yönelmesini istediğimizle aynı tiptedir.
Hukukun bu uzak evrelerini anlamak için, çok farklı
toplumlardan alınan iki örnek verelim.
Pine Mountain'deki 1 (Oueensland'in doğudaki mer­
kezi) bir corroboree'de ( dramatik halk dansı) , herkes
kendi sırası geldiğinde, bir elinde mızrağının fırlatı­
cısını tutarak, diğer elini arkasına alarak kutsanmış
mekana girer; mızrağını dans alanının diğer ucundaki
çembere fırlatır, bu esnada yüksek sesle geldiği yerin
adını s öyler, "Kunyan b enim diyarım" gibi . 2 Ardından,

Roth, Games , Bul. Ethn. Queensland, s. 23, no 28.


Klan adının bu şekilde beyanı, Avustralya'nın doğu bölgele­
rinin tamamında çok yaygın bir adettir ve ismin şerefi ve
erdemi sistemine bağlanır.
244 1 AR MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

b i r a n için durur v e bu sırada arkadaşları diğer eline


bir "hediye b ırakırlar," mızrak, bumerang, başka bir si­
lah. "İyi bir s avaşçı, eliyle tutabileceğinden daha fazla
hediye alabilir, hele de evlilik çağında kızları vars a . " 1
Winnebagoların kabilesinde (Siyu kabilesi) klan re­
isleri meslektaşlarına,2 diğer klanların reislerine son
derece karakteri stik konuşmalarla hitap ederler, bun­
lar, Kuzey Amerika Kızılderililerinin bütün uygarlık­
larına yayılmış bu teşrifatın3 örneğidir. Klan şenliği
sırasında her klan, diğer klanların temsilcileri için ye­
mek pişirir, tütün hazırlar. İşte mesela Yılanlar klanı
reisinin konuşmasından p arçalar:4 "Sizi selamlıyorum;
güzel; b aşka türlü nasıl s öyleyebilirim? Ben z avallı,
değersiz bir adamım ve siz beni hatırladınız. Güzel . . .
Ruhları düşündünüz ve b enimle b irlikte oturmaya gel­
diniz . . . Tab aklarınız az sonra doldurulacak, sizi tekrar
s elamlıyorum, ruhların yerini alan siz insanları , vs . " Ve
reislerin hep si yemeklerini yedikten, ateş içinde tütün
sunuları yapıldıktan sonra, kap anış ·cümlesi ş enliğin
ve bütün yükümlülüklerin ahlaki etkisini ortaya koyar:
"Gelip bu makamda oturduğunuz için size teşekkür
ediyorum, size minnettarım. B eni ces aretlendirdiniz . . .
(Vahiy almış ve sizde vücut bulan) büyükbabalarınızın
takdi si ruhların takdisine denktir. Benim şenliğime ka­
tılmanız çok iyi. Bu o lmak zorunda, çünkü atalarımız
şöyle der: "Hayatlarınız zayıftır ve ancak ' cesurların

Evlilik taahhütlerinde hediye değiş tokuşu yoluyla anlaşma­


ya varıldığını düşündüren önemli bir olgudur bu.
Radin, Winnebago Trib e, XXXVIIth A nnual Report of the Bu­
reau of American Ethnology, s. 320 vd.
Bkz. art E tiquette , Handbook of American Indians, Hodge.
S. 326, istinai olarak, davet edilen reislerden ikisi Yılan kla ­
nı üyesidir. Bu konuşmaların bir cenaze törenindekiyl e (tü ­
tün) tam anlamıyla örtüşebilir olduğu düşünülebilir. Tlingit,
Swanton, Tlingit Myths and Texts (Bull. of Am. Ethn . , no 3 9 ) ,
s . 372.
SONUÇ 1 245

öğütleri' ile gücünüzü takviye edebilirsiniz . " Siz bana


öğüt verdiniz . . . Bu b enim için h ayattır. "
İns anoğlunun evriminin bir ucundan diğer ucuna
hikmet anlayışı değişmez . Her zaman için ilke o lmuş
ve olacak olan , hayatımızın ilkesi olarak kabul edilir:
kendinden sıyrılmak, serbestçe ya da zorunlu olarak
vermek; bunda yanılma tehlikesi yoktur. Güzel bir Ma­
ori atasözü ş öyle der:

Ko Maru kai a tu
Ko Maru kai mai
ka ngohe ngohe.
"Aldığın kadar ver, her şey çok iyi olacak."1

il
İ KTİSAD İ SOSYOLOJ İ VE SİYASAL
İ KTİSAT AÇISINDAN SONUÇLAR
Bu olgular yalnızca ahlak anlayışımızı aydınlatmak­
la ve idealimize yönelmemize yardım etmekle kalmaz;
aynı z amanda bu olguların bakış açısıyla en genel ik­
tis adi olguları daha iyi analiz edebiliriz, hatta bu ana­
liz b izim toplumlarımıza uygulanabilir en iyi yönetim
usullerini sezmemize yardımcı olur.
Birçok kere gördük ki bütün bu değiş tokuş - arma­
ğan iktis adı, sözde doğal iktis adın, faydacılığın çerçe­
vesi içine girmekten bir hayli uzaktır. Bütün bu halk­
ların -netleştirmek için s öyleyelim, büyük neolitik
uygarlığının temsilcileridir onlar- iktis adi hayatının

Rev. Taylar, Te Ika a Maui, Old New Zealand, s. 1 30, atasözü


42 , kısaca "give as well as take and all will be right" şeklinde
çevrilmiştir ama kelimesi kelimesine çevirisi muhtemelen
şöyledir: Maru ne kadar verir, Maru o kadar alır ve bu iyidir,
iyidir. (Maru savaş ve adalet Tanrısıdır. )
246 1 AR MAGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

önem arz eden bütün fenomenleri v e bu geleneklerin


bize yakın toplumlardaki ya da bizim adetlerimizde­
ki izleri, bilinen çeşitli iktis at sistemlerini karşılaştır­
mak istemiş olan az s ayıdaki iktis atçının şemalarında
genellikle yer almaz . 1 Bütün çalışmasını "ilkel" iktis at
hakkındaki geçerli doktrinlerin " ayağını kaydırmaya"
adayan Malinowski'nin gözlemlerine bir tekrar olarak
kendi gözlemlerimizi ekliyoruz . 2
İşte gayet sağlam b ir olgular zinciri:
D eğer kavramı bu toplumlarda işlevini yerine ge­
tirmektedir; çok büyük miktarlarda üretim fazlası bi­
rikmiştir; bunlar çoğunlukla boşu boşuna, görece mu­
azzam bir lüks içinde harcanmıştır3 ve hiçbir ş ekilde
ticari bir durum söz konusu değildir; değiş tokuş edi­
len z enginlik göstergeleri ve p ara türleri4 vardır. Fakat
bu çok zengin iktisat hala dini unsurlarla doludur: pa­
ranın hala sihirli gücü vardır ve hala klana veya b ireye
b ağlıdır;5 ayinler ve mitler, çeşitli iktisadi faaliyetlerin,
mesela pazarın içine işlemiştir; bu faaliyetler törensel,
zorunlu ve etkili bir niteliği muhafaza ederler;6 ayin­
lerle ve haklarla doludurlar. Bu açıdan b akıldığında,
Durkheim'in iktis adi değer kavramının dini kökenleri

B ucher, Entstehung der Volkswirtschaft (3. baskı) , s. 7 3 , bu


iktisadi fenomenleri görmüş , fakat bunları konukseverliğe
indirgediğinden önemini takdir edememiştir.
A rgonauts, s. 1 67 vd; Primitive Economics, Economic Jour­
nal, Mart 1 92 1 . Bkz. J. G. Frazer'in Malinowski'nin A rgona­
u ts 'undaki önsözü.
Bunun en ileri vakalarından biri, C hukcheelerde köp eklerin
kurban edilmesidir. En güzel köpeklere sahip olanların bü­
tün kızak köpeklerini katledip yenilerini satın almak z o run­
da kaldıkları görülmüştür.
Bkz. daha yukarısı.
Krş. daha yukarısı.
M alinowski , A rg., s . 9 5 . Krş. Frazer, Malinowski'nin kitabına
önsöz.
SONUÇ 1 247

hakkında sorduğu soruya cevap vermiş oluyoruz . 1 İk­


tis at tarihinin, ihtiyatlı Latinlerin izinden giderek -ki
onlar da Aristoteles'in2 izinden gidiyorlardı- işbölü­
münün kökenine yerleştirdiği bu olgular, s on derece
hatalı bir şekilde değiş tokuş , "trampa," yararlı şeylerin
değiş-tokuşu [permutatio]3 olarak adlandırılan şeyle­
rin biçimleri ve sebepleriyle ilgili birçok soruya da ce­
vap veriyor. Birçoğu zaten yeterince aydınlanmış olan
her çeşit toplumda, dolaşımda olan, yararlı olandan
b aşka bir şeydir. Klanlar, yaş grupları ve -anlaşmala­
rın s onucu ortaya çıkan birçok ilişki yüzünden- genel­
likle cinsiyetler, sürekli bir iktisadi coşkunluk c anlılık
halindedirler ve bu heyecan hali de p ek b asit s ayılmaz;
bizim alış ve satışlarımız , hizmet kiralamalarımız ya
da b ors a oyunlarımız çok daha yavandır.
Bununla birlikte, bu geldiğimiz noktanın çok daha
ilerisine gidebiliriz. Faydalandığımız başlıca kavram­
ları bozabilir, karıştırabilir, renklendirebilir ve başka
türlü tanımlayabiliriz. Kullanmış olduğumuz, hediye,
armağan gibi terimler de tam olarak doğru değil. Bun­
lardan daha başkasını bulamıyoruz , hepsi bu kadar.
Birbirinin karşısına koymaktan hoşlandığımız hukuk
ve iktisat terimleri var: özgürlük ve zorunluluk; cö­
mertlik, eliaçıklık, lüks ve tasarruf, çıkar, fayda, bütün
bunları yeniden değerlendirmek gerekir. Biz bu konu­
da yalnızca bulguları ortaya koyabiliriz: mesela Trob-

Formes elementaires de la vie religieuse, s . 598, n . 2.


Pal. , I. kitap, 1 257 a, 1 0 vd; değiş-tokuş [µmi ô6<JLÇ] kelimesine
dikkat, a.g. e. , 25.
Digeste, XVIII, I; De Contr. Emt. , 1. Paulus, ihtiyatlı Romalı­
ların "permutatio"nun satış olup olmadığı hakkındaki büyük
tartışmalarını açıklar. Hukuk aliminin Homeros'u yorumlar­
ken yaptığı hata dahil, bütün bu bölüm ilginçtir. II, VII, 472-
47 5 : o(u (orn satın almak anlamına gelir, ancak Yunan para­
ları , heps i de belirlenmiş değerlere sahip bronz, demir, deri ,
inek ve kölelerden oluşuyordu .
248 1 A R M AG A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

riandları e l e alalım . 1 Burada söz konusu olan, tasvir


ettiğimiz bütün iktis adi eylemlere ilham veren karma­
şık bir kavramdır; bu kavram, ne tamamıyla özgür ve
tamamıyla karşılıksız yükümlülük kavramıyla karşı ­
lanabilir, ne de tamamıyla yarar peşindeki üretim ve
değiş tokuş kavramıyla karşılanabilir. Burada bahse­
dilen kavram gelişmiş bir tür melezdir.
Malinowski , Trobriandlılarda tespit ettiği bütün ti­
cari işlemleri , s aikler, çıkar ve çıkarsızlık açısından sı­
nıfl andırmak için ciddi bir çaba s arf etti . 2 Bunları salt
armağan ve p azarlık sonrası s alt trampa arasında sı­
raladı.3 Bu sınıflandırma aslında uygulanabilir değil­
dir. Malinowski'ye göre salt armağan tipi, evli çiftler
arasındaki armağandır.4 Bizce, Malinowski tarafından
dikkat çekilen ve tüm ins anlık tarihindeki bütün cin­
s el ilişkilere parlak bir ışık tutan en önemli olgulardan
b iri kesinlikle, erkeğin karısına "sabit" ödemesi olan
map u la 'yı,5 verilen cinsel hizmet karşılığında ö denen
bir tür ücretle karşılaştırmasına dayanır. 6 Aynı ş ekil­
de, reislere verilen hediyeler vergidir; yiyecek dağıtımı
(sagali) çalışmalar karşılığında, tamamlanmış ayinler
karşılığında -mesela cenaze nöb eti durumunda- veri ­
len tazminattır. 7 Aslında bu armağanlar tamamen ser-

Aynı şekilde Araplardaki sadakayı; nişan parasını, a daleti ,


vergiyi de ele alabilirdik. Krş . daha yukarı sı.
A rgona uts, s. 1 77 .
B u vakada satış olmaması dikkat çekicidir, zira vaygu 'a yani
p ara değiş tokuşu yoktur. Trobriandlıların ulaştıkları iktisa­
di derecenin zirvesi, değiş tokuşta para kullanımına kadar
gitmez.
Pure gift.
A .g.e.
Bu kelime, evlenmemiş kızların yaptıkları bir tür meşru fuh­
şun ödemesi anlamında da kullanılır; krş . Arg., s. 1 83 .
Krş. daha yukarısı. Sagali kelimesi (krş . hakari) dağıtım de­
mektir.
SONUÇ 1 249

best olmadıkları gibi, gerçek anlamda çıkarsız da de­


ğildirler. Bunlar çoğunlukla karşı-yükümlülüklerdir ve
hem hizmetlerle şeylerin karşılığını ö demek için hem
de aynı zamanda, kazançlı bir işbirliğini sürdürmek
için yapılır, 1 hatta bu işbirliği , mesela b alıkçı kabile­
lerle2 tarımla ya da çömlekçilikle uğraşan kabileler
arasındaki işbirliği gibi, reddedilebilir değildir. Zaten
bu olgu yaygındır, buna örneğin Maori ve Ç imme syan3
vs b ölgelerinde de, rastlamıştık. O halde klanları hem
birleştiren hem bölen, işgüçlerini ayıran ve onları de­
ğiş tokuşa zorlayan, hem mistik hem pratik bu gücün
nerede yattığı görülmektedir. Bu toplumlarda dahi, bi­
rey ve grup ya da daha doğrusu alt-grup , yüce bir hak
olan anlaşmayı reddetme hakkını her zaman hiss eder:
malların dolaşımına bir cömertlik görünümü veren de
budur; ancak diğer yandan, normal şartlarda bu red­
dedişe ne hakları vardır, ne de bundan çıkarları; ve bu
uzak toplumları yine de bizim akrabamız kılan da bu­
dur.
Para kullanımı b aşka düşünceler telkin edebilirdi.
Trobriandların vayg u 'a'ları, b ilezikleri ve kolyeleri ,
Kuzeybatı Amerikalıların b akırları ya da İrokuaların
wamp un'u hem zenginliktir, hem zenginlik gö stergesi-

Krş . daha yukarısı; özellikle de kayınbiradere urigubu arma­


ğanı: işgücü karşılığında has atın ürünü .
Bkz. daha yukarısı.
Maori , bkz. daha yukarısı. Bir potlaç mitinde işbölümü (ve
Çimmesyan klanl arı arasındaki şenlikte bunun nasıl işle­
diği) hayranlık uyandıracak şekilde tasvir edilmiştir, Boas,
Tsimshian Mythology, XXXIst A nn. Rep. Bur. Am. Ethn . , s.
2 74, 275; krş . s . 378. Bu türden örnekler fazlasıyla çoğaltı ­
labilir. Bu iktisadi kurumlar gerçekten, çok çok daha az ge­
lişmiş toplumlarda bile vardır. Mesela bkz. Avustralya'da,
kırmızı aşıboyası yatağı sahibi o lan yerel bir grubun önemli
pozisyonu (Aiston ve Horne, Savage Life in Central Austra ­
lia, Londra, 1 924, s . 8 1 , 1 30) .
250 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

dir, 1 hem değiş tokuş v e ödeme aracıdır, aynı zamanda


verilmesi h atta tahrip edilmesi gereken şeylerdir. Bun­
lar yalnızca onları kullanan kişilere b ağlı rehinlerdir
ve bu rehinler onları bağlar. Ancak diğer yandan, bun­
lar zaten p arasal göstergeler olarak kullanıldıkların­
dan, yenilerini edinmek için bunları , ticaret mallarına
ya da hizmete dönüştürmek suretiyle vermek çıkarla­
rına uygundur, ki onlar da z aten sırası geldiğinde yeni­
den paraya dönüşecektir. Gerçekten de Trobriand ya da
Ç immesyan reis inin bir dereceye kadar, hareketli ser­
mayesini daha sonra yeniden oluşturmak üzere, uygun
zamanda p arasını elinden çıkarmayı b ilen kapitalistle
aynı şekilde iş gördüğü söylenebilir. Çıkar ve çıkarsız­
lık aynı zamanda zenginliklerin dolaşımının ve bunla­
rı izleyen zenginlik göstergelerinin arkaik dolaşımının
bu b içimini açıklar.
Zenginliklerin tamamıyla tahribi dahi, zannedildiği
gibi tam anlamıyla kayıtsızlığa tekabül etmez. Bu ali­
cenaplık eylemleri dahi bencillikten bağımsız değildir.
Hatırısayılır miktarda ve uzun süre biriktirilen mal­
ların, özellikle potlaç söz konusuysa,2 bir anda veril­
diği ya da tahrip edildiği tüketim tarzının tamamıyla

Bkz. daha yukarısı. C ermen dillerinde genel olarak p arayı


ifade eden token ve zeichen kelimelerinin denkliği, bu ku­
rumların izlerini taşır: bir iş aret olarak para, paranın ta­
şıdığı iş aret ve paranın rehin olması tek bir şeydir ve aynı
şeydir; aynen bir kişinin imzasının onu sorumluluk altında
b ırakan şey olması gibi.
Bkz. Davy, Foi juree, s. 344 vd; Davy (Des clans a ux Empi­
res; Elements de Sociologie, I) bu olguların yalnızca önemini
abartmıştır. Potlaç hiyerarşi tesis etmek için yararlıdır ve
çoğu zaman tesis eder de ama mutlaka gerekli değildir. Zira
Afrika topluluklarında, Nigritlerde ya da Bantularda ya pot­
laç yoktur ya da pek gelişmemiştir veya belki kayb edilmiştir
ve yine de mümkün olan bütün siyasi örgütlenme biçimleri ­
ne sahiptirler.
SONUÇ 1 251

israfa dayalı, neredeyse her z aman abartılı , çoğu za­


man tamamıyla tahripkar biçimi , bu kurumlarda tam
anlamıyla bir aşırı harcama, çocuksu bir s avurganlık
havası yaratır. Gerçekten de, sadece faydalı ş eyler yok
edilmekle , gıdalar fazlasıyla tüketilmekle kalmaz , yal­
nızca tahrip etmenin zevki için de tahrip edilir, örneğin
Ç immesyan, Tlingit ve Haida reislerinin suya attıkları ,
Kwakiutl reisleriyle müttefik kabilelerin p arçaladıkla­
rı bu b akırlar, bu paralar gibi. Ama bu armağanların ve
bu gözüdönmüş tüketimin, bu kayıpların ve bu çılgın­
ca zenginlik tahrib atının s aiki, özellikle de potlaç top ­
lumlarında, hiçbir şekilde çıkarsız değildir. Reislerle
vas allar arasında, vas allarla kullanıcılar arasında, bu
armağanlar aracılığıyla hiyerarşi tesis edilir. Vermek,
üstünlüğünü göstermektir, daha fazla, daha yukarıda,
magister olmaktır; geri vermeden ya da daha fazlasını
geri vermeden kabul etmek, tabi olmak, müşteriye ve
hizmetçiye dönüşmektir, küçülmektir, alta düşmektir
(minister) .
Mwasila1 adı verilen büyüye dayalı kula ritüeli, an­
laşmanın müstakbel tarafının, her türlü çıkardan önce
toplumsal, hatta kab a üstünlük peşinde olduğunu gös ­
teren ifadeler ve sembollerle doludur. B öylece p artner­
leriyle birlikte kullanacakları tembul cevizini büyüle­
dikten sonra, reisi, onun arkadaşlarını , domuzlarını,
kolyeleri, s onra "kafa"yı ve onun deliklerini, ayrıca ge­
tirilen her şeyi, pari leri, giriş hediyelerini vs, bütün
'

bunları büyüledikten s onra, büyücü biraz mübalağay­


la şu ş arkıyı s öyler: 2

A rg . , s . 1 99 - 20 1 ; krş . s . 203.
A .g.e. , s . 1 99 . Bu şiirde dağ kelimesi Entrecasteaux Adala­
rı'nı ifade eder. Kano, kula için getirilen malların ağırlığıyla
b atacaktır. Krş . diğer ifade s. 200, yorumlarıyla birlikte me­
tin s . 44 1 ; krş . s . 442 , "köpürmek" kelimesiyle ilgili ilginç söz
oyunu. Krş . s. 205 'teki ifade; krş . daha yukarıda s . 1 76 , n. 1 .
252 1 ARMAGAN ÜZER İ N E D ENEME

Dağı deviriyorum, d a ğ kıpırdıyor, dağ yıkılıyor,


vs. Büyüm Dobu dağının zirvesin e yükseliyor . . .
Kanom yüzecek . . . , vs . Şöhretim gökgürültüsü gi­
bidir; adımım uçan büyücülerin gürültüsü gibi ­
dir. Tudududu .

Birinci olmak, en güzel , en ş anslı, en güçlü ve en zen­


gin olmak, işte istenenler bunlardır ve böyle elde edi­
lir. Daha s onra reis , aldığı armağanları vasallarına ve
akrabalarına yeniden dağıtarak mana'sını teyid eder;
kolyelere karşılık bilezikler, konukseverliğe karşılık zi­
yaretler, vs sunarak reisler arasındaki derecesini ko ­
rur. Böyle bir durumda zenginlik, her açıdan, faydalı
bir şey olduğu kadar bir itibar aracıdır da. Peki bizde
durumun farklı olduğundan emin miyiz ve bizde zen­
ginlik her şeyden önce, insanlara emretmenin aracı de­
ğil midir?
Şimdi, az önce armağan ve çıkarsızlık kavramları­
nın karşısına koyduğumuz diğer kavrama gelelim: çı­
kar kavramına, b ireysel fayda arayışı kavramına. Bu
da yine , zihinlerimizde işlediği şekilde kendini ortaya
koymaz . Trobriandlı ya da Amerikalı reisleri, Andaman
klanlarını vs b azı b enzer saikler harekete geçiriyors a
veya vaktiyle cömert Hinduların, soylu Cermenlerin ve
Keltlerin armağanlarını ve harcamalarını yine bu aynı
saikler teşvik ediyor idiyse de, bu saikler, tüccarın,
bankacının ve kapitalistin duygusuz sebeb iyle aynı
değildir. Bu uygarlıklarda ins anlar çıkar p eşindedir,
ama bizim z amanımızda olduğundan farklı bir biçim­
de. Servet biriktirilir ama harcamak için, "zorunlu kıl­
mak" için, "sadık adamlar" edinmek için. Diğer yandan,
değiş tokuş yapılır ama bunlar daha çok lüks ş eyler,
süs eşyaları , giyecekler ya da hemen tüketilecek şey ­
ler, şölenlerdir. Alınanlar misliyle geri verilir, ancak
bu, "ertelenmiş bir tüketimin" kaybını telafi etmek için
SONUÇ 1 253

değil, ilk armağan vereni ya da ilk değiş tokuş edeni


küçük düşürmek içindir. Ç ıkar söz konusudur ama bu,
bizi yönlendiren çıkara b enzemez.
Bir yandan, alt-grupların içinde, Avustralya ve Ku­
zey Amerika (Doğu ve büyük bozkır) klanlarının ha­
yatlarını düzenleyen görece düzensiz ve çıkarsız ikti ­
sat ile, diğer yandan, Sami ve Grek halkl ar tarafından
bulunmalarından bu yana, b izim toplumlarımızın en
azından kısmen tanımış oldukları, bireysel ve s alt çı­
kara dayalı iktisat arasında, koskoc a bir iktisadi ku­
rumlar ve olaylar dizisi sıralanmıştır ve bu dizi, bunca
iştiyakla teorisi yapılan iktis adi rasyonalizme tabi de­
ğildir.
Kökeni muhas ebe tekniğine dayanan çıkar kelimesi
bile daha yenidir; muhasebe defterlerinde, tahsil edi­
lecek getirilerin karşısına Latince "interest" yazılırdı.
E ski ahlak anlayışlarının içerisinden en Epikürosçu
olanlarında, iyilik ve zevk arayışı vardır ama maddi
fayda arayışı yoktur. Kar ve birey kavramlarının yürür-
1 üğe girmesi ve ilke düzeyine çıkarılması için, rasyo ­
nalizmin ve merkantilizmin zaferini b eklemek gerekti .
Bireysel çıkar kavramının zaferi yaklaşık olarak, Man­
deville (Arılar Masalı) sonrasına tarihlendirilebilir.
Böyle "bireys el çıkar" gibi kelimeler Latinceye, Grek­
çeye ya da Arapçaya çok zor ve ancak dolaylı olarak
çevrilebilir. Hatta klasik Sanskritçe yazan ve bizdeki
çıkar fikrine oldukça yakın olan artha kelimesini kul­
lanalar dahi , başka eylem kategorilerinde de olduğu
gibi, çıkar konusunda bizden farklı bir fikre sahiptiler.
Klasik Hindi stan'ın kutsal kitapları , zaten insan faali­
yetlerini şu ş ekilde ayırmıştır: kanun (dharma) , çıkar
(artha ) , arzu (kama) . Ama söz konusu olan her şeyden
önce siyasi çıkardır: kralın ve brahmanların, p apazla­
rın çıkarı , krallığın ve her bir kastın çıkarı . Nitiçastra­
ların geniş edebiyatı iktisadi değildir.
254 1 A R MAGAN ÜZE R İ N E D E N E M E

Çok yakın b ir zamanda, insandan "iktisadi hayvan"


yaratanlar, bizim B atı toplumlarımızdır. Ama henüz
hepimiz bu türden yaratıklar değiliz. Kitleler arasında
da elitler arasında da, s alt ve mantıksız harcama yay­
gındır; bu harcama biçimi hala asaletimizden kalan
b azı fosillerin özelliğidir. Hama cecanamicus ardımız ­
da değildir, önümüzdedir; ahlak ve vazife ins anı gibi;
bilim ve akıl insanı gibi. İnsan, çok uzun süre b oyunca
b aşka bir şeydi; hesap makinesinden daha karmaşık
bir makine haline geleli pek uzun zaman olmadı .
Zaten ne mutlu ki, şu s ab it ve buz gibi s oğuk çıkar
hesabından hala uzağız . Halbwachs ' ın işçi sınıfları
için yapmış olduğu gibi, biz b atılı orta sınıfların tüke­
timimizin ne olduğu, kendimize ait harcamalarımızın
ne olduğu , derinlemesine, istatistiki olarak analiz edil­
sin. Ne kadar ihtiyacı tatmin ediyoruz? Ve nihai ama­
cı fayda olmayan ne kadar eğilimi tatmin etmiyoruz?
Zengin ins an gelirinin ne kadarını kendi kişisel yararı ­
na ayırır, ayırabilir? Zenginin lükse, sanata, çılgınlığa ,
hizmetçilere yaptığı harcamalar, onu eski zaman soy­
lularına ya da geleneklerini anlattığımız b arb ar reisle­
re b enzetmez mi?
Bunun böyle olması iyi midir? O ayrı bir soru . Salt
harcama dışında b aşka harcama ve değiş tokuş etme
yollarının olması b elki de iyidir. Bununla birlikte, bize
göre, en iyi iktisat metodu, bireysel ihtiyaçların hesa­
b ını yapmak değildir. İnanıyorum ki kendi zenginliği­
mizi artırmaya çalışırken en iyi muhasebeciler, en iyi
yöneticiler haline gelsek bile salt finans çılar o larak
kalmamalıyız . Bireyin hoyratça amaçlarının p eşinde
koşması, topluluğun amaçlarına ve huzuruna, ç alışma
ritmine ve sevinç kaynaklarına ve -geri dönüş etkisiy­
le- bireyin kendisine zarar verir.
Kapitalist kurumlarımızın önemli birimlerinin, bir­
liklerinin, çalışanlarını gruplar halinde kendilerine
SONUÇ 1 255

bağlamak istediklerini yakın z amanda gördük. Diğer


yandan, ister patronlara ister işçilere ait olsun, bütün
sendika toplulukları genel çıkarları, kendi mensup ­
larının ve hatta meslek b irliklerinin özel çıkarl arıyla
aynı ş evkle s avunduklarını ve temsil ettiklerini iddia
ederler. Bu güzel nutuklar elb ette metaforlarla s üslen­
miştir. Bu arada yalnızca ahlakın ve felsefenin değil,
iktisadi kanaatin ve iktis at s an atının kendisinin de bu
"toplums al" s eviyeye yükselmeye b aşladığını görmek
gerekir. Hem başkaları hem kendileri için dürüstçe
yerine getirdikleri çalışma karşılığında, hayatları bo­
yunca ücretlerini dürüstçe alacaklarından emin insan­
ların ancak en iyi şekilde çalıştırılabilecekleri açıktır.
Değiş tokuş yapan üretici, bir kez daha ama bu kez güç­
lü bir ş ekilde, aslında her z aman his s etmi ş olduğunu
his seder; bir üründen ya da çalışma süresinden daha
fazlasını değiş tokuş etmektedir; zamanını, hayatını,
kendinden bir şeyleri vermektedir. Dolayısıyla aşırıya
kaçmadan da olsa bu armağanın telafisini ister. Bu te­
lafiyi reddetmek, onu tembelliğe ve düşük randımana
itmek olur.
Belki de hem so syolojik hem pratik bir sonuca iş aret
edebilirdik. Muhammed' e Mekke'de nazil olan meşhur
Teğabün "karşılıklı aldatma," (kıyamet günü)* Suresi'n­
de Allah ş öyle der:

1 5 . Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imti­


handır; Allah katında ise büyük bir mükafat var­
dır.
1 6 . O h alde, gücünüz yettiği kadar Allah' a kar­
şı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat edin, kendi
iyiliğiniz için harcayın. Kim nefsinin cimriliğin-

Teğabun, aldanma anl amına gelmektedir. Kıyamet gününde


inanmayanların aldanışları ortaya çıkacağı için bugüne"Yev­
mü't-Teğabun (aldanma günü)" denmiştir -ed.n.
256 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

den korunurs a i ş t e onlar kurtulu ş a erenlerin ta


kendileridir.
1 7. E ğer siz Allah' a güzel bir b orç verirseniz
Allah onu size, kat kat öder ve sizi b ağışlar. Allah
şükrün karşılığını verendir, Halimdir (hemen ce­
zalandırmaz, mühlet verir) .
1 8 . O, gaybı da, görünen alemi de bilendir, mut­
lak güç s ahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.*

Allah adını toplumun ya da meslek grubunun adıyla


değiştirin veya dindars anız her üç ismi toplayın; sada­
ka kavramını işbirliğiyle, bir işle, b aşkasını düşünerek
yerine getirilmiş b ir yükümlülükle değiştirin; zahmet­
li bir yaratma sürecindeki iktis at sanatı hakkında iyi
bir fikir edinmiş olursunuz. Bunun b azı iktis adi toplu­
luklarda ve kendi çıkarlarının, ortak çıkarın anlamını
çoğunlukla yöneticilerinden daha iyi bilen kitlelerin
kalbinde zaten ortaya çıktığı görülür.
Belki de toplumsal hayatın bu karanlık köşelerini
inceleyerek, ulusların, ulusların ahlakının ve iktis adı­
nın girmesi gereken yolu biraz olsun aydınlatmayı ba­
ş arabiliriz.

111
GENEL SOSYO LOJ İ V E
AHLAK AÇISI N DAN SONUÇLAR
Takip etmiş olduğumuz metod hakkında bir tespitte
daha bulunmamıza izin verilsin isteriz .
Bu çalışmayı bir model olarak önermek istediğimiz ­
den değil . Bu çalışma tamamıyla bulgulardan ib aret-

Ayetlerin çevirileri D iyanet İşleri Başkanlığı'nın internet si­


tesinden alınmıştır: http ://mushaf. diyanet.gov. tr/ -çn .
SONUÇ 1 257

tir. Tamamlanmış değildir ve analizi çok daha ileriye


götürülebilir. 1 Aslında, bir sorunu çözmekten ve kesin
bir cevap vermekten ziyade, daha çok da tarihçilere ,
etnograflara sorduğumuz sorular, önerdiğimiz araştır­
ma konularıdır bunlar. Bu yönde gidildiğinde çok sayı­
da olguyla ulaşacağımıza ikna olmuş olmak şimdilik
bizim için yeterlidir.
Fakat durum böyleyse bu, bir sorunun bu şekilde ele
alınması durumunda bulgusal b ir ilkenin var olmasın­
dandır, biz de zaten bunu açığa çıkarmak istiyoruz. İn­
celediğimiz olguların hep si, tabir caizse, bütünsel ya
da b elki genel -ama bu kelimeyi daha az s eviyoruz­
toplums al olgulardır. Yani bu olgular b azı durumlarda
toplumun ve topluma ait kurumların (po tlaç, karşı kar­
şıya gelen klanlar, b irbirlerini ziyaret eden kab ileler
vs) bütününü harekete geçirir, başka durumlardaysa,
özellikle bu değiş tokuşlar ve sözleşmeler daha çok bi­
reyleri kap s adığındaysa, yalnızca kurumların çok bü­
yük b ir kısmını harekete geçirir.
Bütün bu fenomenler aynı z amanda hukuki, iktisa­
di, dini ve hatta estetik, morfolojik vs dir. Özel hukuk
ve kamu hukuku, örgütlü ve yaygın ahlak anlayış ı açı­
sından hukukidirler, kesinlikle zorunludurlar ya da sa­
dece övülür ve ayıplanırlar, siyasi ve ailevidirler, aynı

İncelediklerimizle birlikte, araştırmalarımızın üzerinde en


çok yoğunlaşmış olması gereken alan Mikronezya'dır. Özel­
likle Yap 'ta ve Palaoslar'da, son derece önemli bir p ara ve
sözleşme sistemi vardır. Hindiçin'nde de, özellikle Mon-Kh­
merler arasında, Ass am'da ve Tibeto -Birmanlarda yine bu
türden kurumlar bulunmaktadır. Nihayet Berberiler, tha­
oussa denen dikkat çekici bir adet geliştirmişlerdir. (Bkz.
Westermarck, Marriage Ceremonies in Morocco. Bkz . ind.
Present maddesi). Bizden daha uzman olan Doutte ve Mau­
nier, kendilerini bu olgunun incelemesine a damışlardır. E ski
S ami hukuku da, bedevi geleneği de çok değerli belgeler or­
taya koyacaktır.
258 1 AR MAGAN ÜZ E R İ N E D E N E M E

zamanda klanlarla aileleri olduğu kadar toplumsal s ı ­


nıfları da ilgilendirirler. Dinidirler: katı dinin v e bü­
yünün ve animizmin, ayrıc a yaygın dini ahlak anlayı­
şının alanına girerler. İktis adidirler: zira değer, fayda,
çıkar, lüks, zenginlik, kazanma, biriktirme fikri, diğer
yandansa tüketim, hatta tamamıyla israfa yönelik salt
harcama fikri, bugün bizde olduğundan farklı anla­
şıl s a da bu fenomenlerde mevcuttur. Diğer yandan bu
kurumların önemli bir estetik yönü vardır, biz bu ince ­
lemede bunu özellikle dikkate almadık. Ancak artlarda
icra edilen danslar, ş arkılar ve her türden geçit tören­
leri , köyden köye ve birinden diğerine aktarılan dra­
matik temsiller; üretilen, kullanılan, süslenen, p erdah­
lanan, toplanan ve s evgiyle devredilen bütün nesneler,
sevinçle alınan ve başarıyla sunulan her şey, herkesin
katıldığı şölenler; hepsi, yiyecek, nesneler ve hizmetler,
hatta Tlingitlerin dedikleri gibi "saygı , " her şey heyecan
vesilesidir, üstelik yalnızca ahlak ya da çıkar düzeninin
heyecanının değil. 1 Bu durum yalnızca Melanezya için
değil, özellikle Kuzeyb atı Amerika'daki potlaç sistemi
için ve bundan daha da fazla, Hint-Avrupa dünyasının
p azar- şenliği için geçerlidir.2 Son olarak, bunlar açık­
ça morfolojik fenomenlerdir. Her şey, bir araya toplan­
malar, fuarlar ve p azarlar esnasında ya da en azından
bunların yerini alan şenlikler esnasında geçer. B ütün
bunlar, Kwakiutllardaki kış potlaç'ında olduğu gibi,

Bkz . Trobriandlardaki "Kula" da " Güzellik ritüeli," Malinows­


ki , s . 334 ve devamındakiler, 336, "partnerimiz bizi görüyor,
yüzümüzün güzel olduğunu görüyor, vaygu a ların ı bize fır­
' '

latıyor." Paranın süsleme olarak kullanılması hakkında krş.


Thurnwald, Forschungen, III, s. 39; krş . parayla süslenmiş
bir erkek ya da kadını ifade etmek için Prachtbaum deyimi,
c . III, s . 1 44, bkz . 6, 13; 1 56, bkz. 1 2 . B aşka bir yerde reis

"ağaç" olarak belirtilmiştir, I, s . 2 9 8 , v . 3. B aşka bir yerde s ü s ­


lenen k i ş i bir parfüm yayar, I, s . 1 92 , v . 7; v . 1 3 , 1 4.
Nişanlı p azarı; şenlik kavramı , feria fuar.
SONUÇ 1 259

bir mevsimlik sosyal kons antrasyonu aşabilecek ya da


Melanezyalılardaki deniz seferlerinde olduğu gibi haf­
talar s ürecek toplanmalar gerektirir. Diğer yandan, en
azından yolların, pistlerin, denizlerin ya da göllerin ol­
ması gerekir ki huzur içinde ulaşım s ağlanabilsin. Ka­
bile içi ve kabileler arası ya da uluslararası ittifaklar,
yani commercium [ticari ilişki, ticaret] ve connubium
[evlilik ilişkisi, kız alıp verme] gerekir. 1
Dolayısıyla bunlar, temalardan fazlasıdır, kurum­
ların unsurlarından fazlasıdır, karmaşık kurumlardan
fazlasıdır, hatta mesela, din, hukuk, iktis at, vs şeklinde
bölünmüş kurumlar sisteminden fazlasıdır. İşleyişini
tasvir etmeye çalıştığımız, "bütünler"dir, bütün ola ­
rak toplums al sistemlerdir. Dinamik y a d a fizyolojik
durumda toplumlar gördük. Bunları sanki donup kal­
mışlar gibi , statik durumda ya da ölü gibi incelemedik,
aynı şekilde, hukuk kurallarına, mitlere, değerlere ve
fiyata göre ayrıştırıp lime lime etmedik. Hepsini bir
bütün olarak kabul ederek işin özünü, bütünün hare­
ketini, yaş ayan tarafı , toplumun ve ins anların kendi­
lerinin ve b aşkası karşısındaki durumlarının duygu­
sal olarak farkına vardıkları kıs acık anı kavrayabildik.
So syal hayatın bu somut gözlemi, henüz yalnızca se­
zinlemeye başladığımız yeni olguları bulmanın araçla­
rını b arındırır. Bizim fikrimizce hiçbir şey, toplumsal
olguların incelenmesinden daha acil ve daha yararlı
değildir.
Bu incelemenin ikili bir avantajı vardır. Öncelikle
bir genellik avantajı söz konusudur, zira genel işleyi­
şe dair bu olguların, çeşitli kurumlardan ya da her za­
man tesadüfi olarak az ya da çok yerel renkler taşıyan
kurumların çeşitli temalarından daha evrensel olma
ihtimalleri vardır. Ama daha önemlisi bir gerçeklik
avantajı söz konusudur. B öylelikle toplumsal şeylerin

Krş . Thurnwald, a.g. e. , III, s. 36.


260 1 AR MAGAN Ü ZE R İ N E D EN E M E

kendilerini, somut o larak, oldukları gibi görmek müm­


kün olur. Toplumlarda, fikirlerden veya kurallardan
daha fazlası kavranır, ins anlar, gruplar ve onların dav­
ranışları kavranır. Mekanikte kütlelerin ve sistemlerin
ya da denizin içinde ahtap otların ve denizş akayıkla­
rının hareketlerini gördüğümüz gibi bunların hareket
ettiklerini görürüz. Kendi ortamlarında ve kendi duy­
gularında yüzen çok sayıda ins anın, hareketli güçlerin
farkına varırız.
Tarihçiler haklı olarak, s osyologların çok fazla so­
yutlama yaptıklarını ve toplumun çeşitli unsurlarını
birbirlerinden fazlasıyla ayırdıklarını düşünürler ve
buna itiraz ederler. Onlar gibi yapmak, verilen neyse
onu gözlemlemek lazım. Verili olan Roma'dır, Atina'dır,
ortaçağ Fransızcasıdır, şu veya bu adanın Melanez­
ya dilidir, ama duanın ya da hukukun kendisi değil­
dir. Mecburen biraz fazla b ölüp s oyutladıktan s onra,
sosyologların bütünü yeniden meydana getirmek için
uğraşmaları gerekir. Böylece çok faydalanılabilecek
veriler bulacaklardır. Ayrıca p sikologları memnun et­
menin yolunu da bulacaklardır. Psikologlar kendi ay­
rıcalıklarının fazlasıyla farkındadırlar, özellikle de
p s ikop atologlar s omut olanı inceliyor olmanın kesin­
liğine sahiptirler. Hepsi de, yetilerine göre ayrılmamış
bütünlüklü varlıkları incelemek ya da onları gözlemle­
mek zorundaydılar. Onları taklit etmek lazım. B ütüne
dayanan s omutun incelenmesi s osyolojide mümkün­
dür ve daha ilginç ve daha açıklayıcıdır. Biz, bütünlük­
lü ve karmaşık varlıklar olan ins anların , sayısal olarak
b elirlenmiş miktarının bütünlüklü ve karmaşık tep ­
kilerini gözlemliyoruz . Ayrıc a kendi organizmaları ve
ruhları [psychai] içinde ne olduklarını tasvir e diyoru z ,
aynı zamanda bu kitlenin davranışını ve buna tekabül
eden psikozları da -duygular, fikirler, k alab alığın ya
da örgütlü toplumun ve onun alt-gruplarının irade-
SONUÇ 1 261

si- tasvir ediyoruz. Fikirleri ve duyguları çoğunlukla


yorum olan ve nadiren güdü olan kitleleri ve kitlelerin
tepkilerini de görüyoruz. Sosyolojinin ilkesi ve amacı ,
grubun bütününü v e bu grubun davranışının bütünü­
nü anlamaktır.
B elirttiğimiz bütün olguların morfolojik derinlik­
lerini bügünden b akarak anlamayı deneyecek kadar
zamanımız olmadı; bu, dar bir konuyu gereksiz yere
genişletmek olurdu . Bununla birlikte , b elki de, en azın­
dan izlemek istediğimiz metoda örnek olması için, bu
araştırmaya hangi yolda devam edeceğimizi belirtmek
faydalı olur.
Bizim Avrup alı toplumlarımız hariç, burada anlat­
mış olduğumuz bütün toplumlar bölünmüş toplumlar­
dır. Hint-Avrup a toplumları dahi, On İki Levha öncesi
Roma; Edda'nın yazılışına kadar, daha geç dönem Cer­
men toplumları; b aşlıca edebiyat es eri yazılana kadar
İrlanda toplumu, hala klan temeline ve en azından içe­
ride nispeten b ölünmemiş , dış arıdaysa nispeten birbi­
rinden yalıtılmış büyük aileler temeline dayanıyordu.
Bütün bu toplumlar, bizim birliğimizden ve kifayetsiz
bir tarihin onlara verdiği birlikten uzaktırlar ya da
uzaktılar. Diğer yandan, bu grupların içindeki b irey­
ler, ayırıcı bir özellikleri olsa da , bizim olduğumuzdan
daha az kederli, daha az ciddi, daha az cimri ve daha
az b encildiler; en azından dış görünüşte bizden daha
cömert, daha eliaçıktılar ya da öyleler. Kabile ş enlikleri
sırasında, birb irlerinin karşısına çıkan klanların ve it­
tifak yap an ya da karşılıklı olarak inisiye olan ailelerin
törenlerinde gruplar birbirlerini ziyaret ettiğinde; hat­
ta daha gelişmiş toplumlarda -"konukseverlik" kanu­
nu olgunlaştığında - , arkadaşlık ve tanrılarla sözleşme
kanunları "p azarın" ve şehirlerin "huzurunu" güvence
altına alır hale geldiğinde; gayet uzun bir zaman bo­
yunca ve çok sayıda toplumda, insanlar tuhaf bir ruh
262 1 A R MAGAN Ü ZE R İ N E D E N E M E

haline, ab artılı b i r kaygı v e düşmanlığa v e yine ab artı­


lı b ir cömertliğe ulaştılar, fakat bütün bunlar yalnızca
bizim gözümüzde çılgınlıktı . Bizden hemen önce gelen
ve hala etrafımızı kuş atmakta olan b ütün toplumlarda
ve hatta yaygın ahlak anlayışımız içindeki birçok adet­
te hep bir seçim yapmak gerekir: tam anlamıyla gü­
venmek ya da hiçbir şekilde güvenmemek; silahlarını
bırakmak ve büyüden vazgeçmek ya da geçici konuk­
s everlikten kızlara ve mallara kadar her şeyi vermek.
İşte bu gibi durumlarda ins anlar mes afeli tavırlarını
bıraktılar ve karşılıklı olarak vermeye ve almaya baş­
lamayı bildiler.
Ç ünkü b aşka bir çıkar yolları yoktu. Karşı karşıya
gelen iki grup insan ya birbirlerinden uzaklaşırlar -
eğer ki bir güvensizlik hissederlerse- ya birbirlerine
meydan okuyup kavga ederler ya da müzakere ederler.
Bizimkilere oldukça yakın hukuk sistemlerinden, bi­
zimkinden pek de uzak olmayan iktisat sistemlerine
kadar, müttefik bile olunsa hep yab ancılarla "müza­
kere edilmiştir. " Trobriandlardaki Kiriwina insanla­
rı Malinowski 'ye ş öyle demişlerdir: 1 "Dobu ins anları
bizim gibi iyi değiller, gaddarlar, yamyamlar; biz Do­
bu'ya gittiğimiz zaman onlardan çekiniyoruz . B izi öl­
dürebilirlerdi . Ama işte zencefil kökü tükürüyorum ve
fikirleri değişiyor. Mızraklarını b ırakıyorlar ve b izi iyi
karşılıyorlar. " Hiçbir şey, şenlikle savaş arasındaki de­
ğişkenliği bundan daha iyi açıklayamaz.
En iyi etnograflardan b iri olan Thurnwald, bir baş­
ka Melanezya kabilesi hakkında, genealojik bir ista­
tistikte,2 bu ins anların nasıl grup halinde ve bir anda
şenlikten savaşa geçtiklerini gösteren belirli bir olay
anlatır. Buleau adlı bir rei s , Bobal adlı bir başka reisle
adamlarını, muhtemelen uzun bir şölen dizisinin ilki

Arganauts, s . 246 .
Salama Inseln, c. III, tablo 85, not 2 .
SONUÇ 1 263

olan bir ş ölene davet etmiştir. Bütün bir gece b oyun­


ca aynı dansları tekrarlamaya başlarlar. Sab ah a hep ­
si de, önceki gecenin, dansların ve ş arkıların etkisiyle
galeyana gelmiş durumdadırlar. Buleau'nun basit bir
çıkışması üzerine B ob al'ın adamlarından biri onu öl­
dürür. Ve topluluk köyün kadınlarını katleder, s oyar ve
kaçırır. Thurnwald'a "Buleau ile Bobal daha çok arka­
daştılar ve s a dece rakiptiler" denmiştir. Biz hepimiz bu
olguları, kendi çevremizde dahi gözlemledik.
Akıl ve duyguyu karşı karşıya koyarak, bu tarz ha­
şin çılgınlıkların karşına b arış iradesini çıkararak in­
s anlar, s avaşı, yalnızlaşmayı ve durgunluğu ittifakla,
armağanla ve ticaretle ikame etmeyi baş arabildiler.
Bu araştırmalarımız sonunda bulabileceğimiz ise
şudur: Toplumlar, kendilerinin, alt-gruplarının ve ni­
hayet bireylerinin ilişkilerine , vermeye, almaya ve geri
vermeye istikrar kazandırmayı bildikleri ölçüde geliş ­
mişlerdir. İşe başlamak için öncelikle mızrakları bırak­
mayı bilmek gerekmiştir. Yalnızca klandan klana değil,
kabileden kabileye ve milletten millete ve hepsinden
önemlisi bireyden bireye malların ve insanların değiş
tokuşu bu şekilde baş arılmıştır. Ancak bundan son­
ra insanlar kendilerini oluşturmayı, karşılıklı olarak
çıkarlarla yetinmeyi ve nihayet silahlara b aşvurma­
dan bunları savunmayı bilmişlerdir. Ancak bu şekil­
de, klanlar, kabileler, halklar, birbirlerini katletmeden
karşı karşıya gelmeyi ve b irbirlerini kurban etmeksi­
zin kendilerini vermeyi bildiler ve aynı şekilde yarın,
bizim medeni olduğu iddia edilen dünyamızda, sınıf­
ların, milletlerin ve bireylerin bunu bilmeleri gereke­
cektir. İns anların hikmetinin ve dayanışmasının daimi
sırlarından biri buradadır.
Bunlardan başka bir ahlak, başka bir iktisat, başka
bir toplumsal pratik yoktur. Bretanyalılar, Chroniques
d A rth u r da, Kral Arthur'un Kernevekelili bir marangoz
' '
264 1 A R M A G A N ÜZ E R İ N E D E N E M E

yardımıyla nasıl kendi sarayının harikasını icat ettiğini


anlatırlar: 1 etrafında şövalyelerin artık kavga etmedik­
leri mucizevi "Yuvarlak Masa." Daha öncesinde "sefil bir
haset"in getirdiği aptalca dalaşmalarda, düellolar ve
ölümler en güzel şölenleri kana buluyordu. Marangoz
Arthur' a şöyle dedi: "Sana çok güzel bir masa yapacağım,
bin altı yüz kişi ve daha fazlası oturabilecek ve etrafın­
da dönebilecek ve hiçbiri dışarıda kalmayacak . . . Hiçbir
şövalye kavgaya girişemeyecek, zira burada yukarı sevi­
yedekiyle aşağı seviyedeki aynı zeminde olacak." Burada
hiçbir "yüksek taraf' olmadığı için kavga da olmadı .
Arthur'un Mas asını götürdüğü her yerde s oylu mai­
yeti neşeli ve yenilmez olarak kaldı . Bugün de milletler
bu şekilde güçlü ve zengin, mutlu ve iyi olabiliyorlar.
Halklar, sınıflar, aileler, bireyler, ancak aynen ş övalye­
ler gibi, ortak zenginliğin etrafına oturmayı b ildikle­
rinde zenginleşebilecekler ve mutlu olabilecekler. İyiyi
ve mutluluğu uzaklarda aramak gereksiz. O burada,
uyulması zorunlu b arışta; sırasıyla ortaklaşa ve tek­
b aşına düzenli çalışmada; biriken, sonra da eğitimin
öğrettiği ş ekilde karşılıklı s aygıyla ve karşılıklı cö­
mertlikle yeniden dağıtılan zenginlikte.
Bazı vakalarda bütün olarak ins an davranışının,
bütünüyle toplums al hayatın nasıl incelenebileceği
görülüyor. Aynı zamanda bu somut incelemenin , nasıl
yalnızca bir adetlerin bilgisine değil, kısmi bir s osyal
bilime ama aynı zamanda ahlakla ilgili s onuçlara ya
da daha çok -eski tabirle s öylers ek- "civilite,"* şimdiki
deyimiyle "civisme" ile ilgili s onuçlara da ulaştıracağı

Layamon Brut, dize 22736 vd; Brut dize 9994 vd.


Civilite kavramı daha çok, özel alan içerisinde bireylerin bir­
birleriyle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara s aygı göste­
rilmesi anlamında kullanılır. Civisme ise, bireylerin kamus al
alan içerisindeki düzenlemelere siyasal bir bilinçle riayet
etmeleri anlamında kullanılır -ed.n.
SONUÇ 1 265

görülüyor. Bu tarz çalışmalar gerçekten de, çeşitli es­


tetik, ahlaki, dini , iktis adi itici güçlerin, çeşitli maddi
ve demografik etkenlerin s ezilmesini, ölçülmesini, kar­
şılaştırılmasını s ağlar; ki bunların tamamı toplumu
oluşturur ve ortak hayatı meydana getirir ve bunun bi­
linçli istikameti, kelimenin Sokratik anlamıyla, en yüce
sanat olan Politikadır.
DİZİN

A dam, L eonhard 79, 1 54 Bogoras , V. G. 96 , 99, 1 00 , 1 01


A is ton v e Horn e 249 Bours in 78
Amira , K . Von 22 7 , 229 Breal, M. 232
A r is tot el es 247 Br ewst er 1 35
Armstrong 1 1 7 Bris sau d 230
Aulu - G ell e 200, 232 Brown 1 09, 1 1 0
Brun, W . von 76
Balama 1 03 Burckhar d 74
Barb eau, M. 78, 1 41 , 1 69 Büch er, M. 226
Best, E l s don 36, 37, 84, 87 , Bühl er, G. 2 1 0
88, 89, 90 , 92 , 93 , 95

Bo as , R 1 7 , 1 8, 20, 21 , 2 2 , 26, Cah en , Mauric e 69 , 70 , 71 ,

29, 3 2 , 7 8 , 80, 83 , 1 01 , 1 40 , 233

1 43 , 1 44 , 1 45 , 1 46, 1 48, Cass el , K. G. 69 , 70


1 49 , 1 50 , 1 51 , 1 52 , 1 54 , Chapman 99
1 55 , 1 56 , 1 5 7 , 1 5 8, 159, Cic ero 1 98 , 203
1 60 , 1 61 , 162 , 1 63 , 1 64 , Co dr ington, R . H. 1 36 , 1 43
1 66, 1 67 , 1 68, 1 69 , 1 70 , Col enso 87 , 91
1 71 , 1 73 , 1 74, 1 75 , 1 76, Cook 75
1 7 7 , 1 7 8 , 1 79 , 1 80 , 1 81 , Cowl ey 208
1 82 , 1 83 , 1 84 , 1 85 , 1 86, Crawl ey 1 04
1 87 , 249 Crois ill es , H. T. de 94
268 1 ARMAGAN ÜZER İ N E DENEME

Cuq 1 47 , 1 94 , 1 97 , 2 0 6 , 208 Hard eland 9 3


Hawk es 9 7 , 9 8 , 9 9
Davis , C. O. 8 7 H ertz , R . 40, 8 7 , 8 8 , 8 9 , 9 0 , 9 2
Davy, G . 75, 78, 79, 82, 87, H eusl er 2 3 1
1 0 1 , 1 40, 1 4 3 , 1 44, 1 47 , Hill Tout 1 4 1
1 4 9 , 1 54 , 1 56 , 1 60 , 1 92 , Hirn 203 , 208
1 93 , 2 2 9 , 2 50 Hoang, P ed er 2 3 3 , 2 3 4
Dawson 1 4 1 , 1 44 Hodg e 244
Dem euni er 1 64 Holm es 1 37 , 1 38
Dio cl etianus 20 1 Hom eros 2 3 2 , 24 7
Doutte 2 5 7 Hub ert , H . 42 , 6 6 , 1 04 , 1 79 ,
Durkh eim 12, 14, 50, 52, 5 9, 233
84, 242 , 246 Hunt , G . 8 0 , 1 40, 1 48 , 1 58 ,
1 6 1 , 1 64, 1 70, 1 7 6
Ella, R ev. 8 6 , 1 1 1 Huv elin 1 52 , 1 9 1 , 1 92 , 1 93 ,
E m erson , R . W. 2 3 5 1 94 , 1 95, 1 96 , 200, 2 0 8 ,
E mmons 1 42 2 2 9 , 2 30, 2 3 1
E rnout, A. 207
Isido r e d e Sevill e 1 94 , 1 97
F estus 1 94 , 1 95 , 1 9 8 , 203 ,
204, 205 , 2 0 6 , 207 Jack s on 1 2 1
Fl etch er, Ali c e 78 Jacob s en 140
Fraz e� � G. 1 00 , 246 Jam es , William 2 3 6
G J enn es 9 9
Gaius 1 95 , 1 97 , 2 0 5 , 2 3 2 Joch el s o n 9 9 , 1 00 , 1 0 1
G ern et 2 0 9 Justinianus 1 94 , 1 9 7
Gill, Wyatt 1 03 , 1 1 2
Girard 1 92 , 1 94 , 1 95 , 1 97 , Klug e 2 2 7
1 98 , 200, 2 0 5 Kohl er 2 3 6
Grandidi er 1 05 , 1 06 Kopp ers , W. 76
Gr ey 8 7 , 1 03 , 1 07 Koval ewski 2 0 9 , 2 2 9
Gr ey, Sir E . 1 07 Kram er, A . F. 8 3 , 8 5 , 8 6 , 1 06
Gri erson 7 5 Kraus e 78, 1 40 , 1 4 1 , 1 44 ,
Grimm, J. 2 2 7 , 2 2 9 1 55 , 1 59 , 1 7 7 , 1 8 1
Krick eb erg, W. 1 80
Halbwachs , M . 5 2 , 6 6 , 254 Kruyt , M . 94, 1 02 , 1 3 8 , 2 3 7
Hall 98
DİZİN / 269

La Fl es ch e, B.E . 78 Mo szkowsk i, Von 75


Lamb ert , P eder 1 1- 2 , 1 1 3 , 1 59 ,
1 92 Nel son 98
Layamon 2 64 Neub eck er 7 4
L eenhar dt 1 1 1 Newcomb e 1 72
L eno ir, R. 7 5 , 80, 8 3
Lev i-Straus s , Clau de 1 1 , 1 2 , Oldenb erg 2 1 3
1 9, 2 1 , 28, 3 5
Levy- Bruh l, H. 1 2 5 , 1 9 1 Pau l, Hermann 20 1 , 2 0 7 , 2 2 7 ,
229
Mac a s s ey , S ir Lyn den 2 3 9 Pau lus 247
Ma linowsk i, B. 1 3 , 1 7 , 2 0 , 2 1 , P erry v e Jacks on 1 1 7
2 5 , 2 6 , 2 9 , 3 8 , 44, 5 1 , 5 2 , P ilsu dsk i 1 7 5
8 3 , 1 02 , 1 03 , 1 1 2 , 1 1 3 , 1 1 4, P in daros 7 7
1 1 6 , 1 1 7 , 1 1 9 , 1 20, 1 22 , P irou 2 3 9
1 24 , 1 2 5 , 1 2 6 , 1 2 9 , 1 3 0, Po llock v e Ma itlan d 7 4
1 3 1 , 1 34, 246 , 248, 2 5 8 , Pompon ius 205
262 Part er 7 8 , 84, 9 8 , 1 59
Man dev ille, B. 2 5 3 Pow ers 1 40
Mas s et 1 48 , 1 60, 1 66 , 1 68 , Pybus 2 3 9
1 7 2 , 1 74 , 1 7 5 , 1 7 7 , 1 7 8 ,
1 7 9 , 1 8 1 , 1 86 Ra digu et 8 6
Maun ier 1 64 , 2 5 7 Ra din, P. 2 4 4
Mau s s , Marc el 5 , 1 1 , 1 2 , 1 3 , Rana ip ir i, Tamata 1 8 , 8 8
1 4 , 1 5, 1 6, 1 7 , 1 8, 1 9, 20, R ivers , W. H. R . 8 3 , 1 1 3 , 1 1 7 ,
2 1 , 22, 23, 24, 25, 26, 2 7 , 1 43
28, 29, 3 1 , 32, 34, 35, 36, R ivet, P. 1 4 2 , 1 80
3 7 , 3 8 , 3 9 , 40, 4 1 , 42 , 43 , Roth 243
44, 47 , 50, 5 1 , 5 2 , 5 3 , 54,
56, 57, 58, 59, 60, 6 1 , 64, S a int -John , Sp enc er 94
6 6 , 75, 87, 1 04, 1 1 3 , 1 1 8 , S ap ir, E. 1 4 1 , 1 42
1 79 S auvag eot 9 7
Mayn e 1 4 1 , 1 44, 1 52 , 1 5 9 S chm idt , P eder 1 08
Meillet , A . 1 42 , 1 9 1 S chra der 2 2 6
Mey er, E m . 2 2 8 S el igmann, C. G. 1 07 , 1 1 6 ,
Mey er, R ichar d 2 2 8 1 1 9 , 1 20, 1 3 0, 1 3 5 , 1 3 6
Momms en 202 S erv ius 202
270 1 A R M A G A N Ü ZE R İ N E D E N E M E

Simiand, François 5 , 5 2 , 1 1 6 , Theveni n 2 2 9


146 Thurnwald, M . 8 1 , 1 1 7 , 1 1 8 ,
Sitka 1 1 3 , 1 82 , 1 83 1 2 5 , 1 26 , 1 3 6 , 258, 2 5 9 ,
Skidegate 1 5 1 , 1 72 , 1 8 1 , 1 83 , 262, 263
1 87 Tregar 8 6
Smith , Adam 5 3 , 54 Tremearne 1 04 , 1 05
Smith, Elliot 83 Turner 8 3 , 84, 8 6
Smith, Percy 1 07 Tylor, E . B . 1 49
Smith, Rob ertson 1 05
Smith, S. P. 8 3 Ulpianus 1 97 , 200, 203 , 204,
S omla, M . F . 7 5 205
Spencer, Sir B . 7 6
Spencer ve Gillen 95 van ü s s enbruggen 2 2 8
Stair 83 Van ü s s enbruggen 1 03
Steinhausen 2 2 8 Varro 205
Steinmetz, S. R . 9 5 Veblen, Thorstein 55, 6 7
Swan 1 4 1 Vinogradoff 209
Swanton, J. R . 7 8 , 1 46 , 1 48 , Virgil e 202
1 49 , 1 50 , 1 5 1 , 1 53 , 1 56 , w
1 5 7 , 1 59 , 1 60 , 1 6 1 , 1 65 , Wal de 1 98 , 1 99 , 203 , 207 , 208
1 67 , 1 68 , 1 7 1 , 1 72 , 1 7 3 , Westermarck 1 04, 1 05 , 2 2 8 ,
1 75 , 1 76 , 1 7 7 , 1 78 , 1 79 , 2 34 , 257
1 8 1 , 1 83 , 1 84 , 1 88 , 244 Williams 90, 95
Wis s owas 202
Tacitus 2 2 5 Wuttke 228
Taylar 9 4 , 1 07
Taylar, Rev. 245 Yeats 1 07
Terence 1 98
Thalbitzer 9 7 Zimmern 2 1 2

You might also like