Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 15

Uluslararası

İslâm Bilgeleri
Zirvesi
Tebliğler
Bilim Kurulu / Science Committee
Prof. Dr. Ahmet Taşğın (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya)
Prof. Dr. Azmi Özcan (İstanbul Üniversitesi, İstanbul)
Konsept Danışmanı / Concept Advisor
(Phd) Dr. Erol Cihangir
Koordinatörler / Coordinators
Prof. Dr. Ahmet Taşğın (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Konya)
Doç Dr. Emek Üşenmez (İstanbul Üniversitesi, İstanbul)
Doç. Dr. İlyas Topsakal (İstanbul Üniversitesi, İstanbul)
Dr. Ahmet Hakan Yılmaz (18 Mart Üniversitesi, Çanakkale)
Nermin Taylan (Başbakanlık Osmanlı Arşivleri, Arşiv Uzmanı)
Azimet Bucak (1453 / İletişim Ajansı)
Organizasyon ve Yayına Hazırlayan / Organization
1453 / İletişim Ajansı
+90 216 557 88 07 • www.ajans1453.com
Sekreterya / Secretariat
(Phd) Dr. Derya Aydın
Tasarım / Design
1453 / İletişim Ajansı
Hayrullah Aycın
Çeviri / Translation
Atlantik Tercüme Hizmetleri
Baskı / Press
Marmara Matbaası
+90 212 612 99 87

® Şanlıurfa Valiliği
Tebliğlerin içerik sorumluluğu tebliğ sahiplerine aittir.
Tebliğ ve görseller kaynak gösterilerek kullanılabilir.
The authors are responsible for the contents of the articles.
The content of the articles and the visual materials may the used only by making relevant references.

www.sanliurfa.gov.tr
1. Baskı / 1st Editions
İstanbul / Haziran 2017 / June 2017
İçindekiler
Protokol Konuşmaları
Dr. Hüseyin Efendi Kazanoviç 8-9
Suriye
Dr. Mahmut El Habbaş 10
Baş Kadı, Diyanet İşleri Başkan Müsteşarı ve
İslami İlişkiler Bölüm Başkanı
Nihat Çiftçi 11
Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı
Güngör Azim Tuna 12-13
Şanlıurfa Valisi
Dr. İsmet Yılmaz 14
T.C. Milli Eğitim Bakanı
Prof. Dr. Mehmet Görmez 15-18
Diyanet İşleri Başkanı

Zirve Açılış Konuşması


Prof. Dr. Mehmet Görmez 20-24
Diyanet İşleri Başkanı

I. Gün / I. Oturum
Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün / Ankara Üniversitesi 26-29
Toplumsal Birlik, Farklılık ve Ayrılığın Sınırları Üzerine
Dr. Necdet Subașı / Başbakan Müşaviri 30-35
Alim, Bilge ve Entellektüel Kavramsallaştırmaları -
"İslam Dünyası Özelinde Bir Tartışma"
Emin İsa El Osmani 36-38
İslam Toplumu ve İslamofobi Üzerine Düşüncelerin Yansıması

II. Oturum
Şeyh Dr. İkrime Sait Sabri 40-48
Kutsal Mescidi Aksa İmam Hatibi
İslam Yüksek Kurulu Derneği Başkanı- Kudüs
Abartı, Aşırılık ve Teröre Karşı Koymada Ulemanın Rolü
Prof. Dr. Ali Çelik 49-53
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Toplumsal Barışı Sağlamada Hz. Peygamber'in Sünnetinde Bazı Temel İlkeler
Nawaf Takruri 54-58
Filistin Dışındaki Âlimler Derneği Başkanı
Meşru Direniş ve Terör Arasındaki Fark
Doç. Dr. Adil Şen 59-61
Osmangazi Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
İslam Tarihinde Toplumsal Barışı Tesis Etme Çabasına Örnek Bazı Uygulamalar Üzerine Bir Bakış
III. Oturum
Prof. Dr. Ahmet Taşğın 64-66
Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri
Bilimler Fakültesi Sosyoloji Bölümü / Konya
Dünya Katolikliği ve Müslümanların Krizi:
Kıraate İkradan Başlamak
Lütfi Bergen / Hukukçu, Yazar 67-80
Farabi’nin Siyaset Teorisi ile Katip Çelebi’nin
“Düstûru’l-Amel Li Islâhi’l-Halel” Eserinden Hareketle
“Denge Düzeni” veya “Mizan Siyaseti” Üzerine Bir Teklif
Yrd. Doç. Dr. Mahmut Ay 81-91
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Tefsir Anabilim Dalı öğretim Üyesi
Kur’an’da Savaş ve Barış “Bağlamsal Bir Okuma Denemesi”
Dr. Ömer Müftüoğlu 92-94
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
Tefsir Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi
Şiddeti Doğuran Söylemlere Kur’an’dan Kaynak Bulma
Hevesiyle Yapılan Bazı Usul Hataları

II. Gün / I. Oturum


Dr. Faid Mustafa 96-98
Filistin Devleti Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Prof. Dr. Azmi Özcan 99-100
İstanbul Üniversitesi
​Sömürgeci Tehditler ve İslam Dünyası
Yrd. Doç. Dr. Selim Argun 101-103
İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi
Küresel Tehditler ve Bölgesel Trendler Kıskacında
İslam Dünyasının Geleceği

II. Oturum
Dr. Abdur-Rahman Mangera 106-107
White Thread Press - www.zamzamacademy.com
Laiklik ve İslamofobi
Yrd. Doç. Dr. Abdullah Hikmet Atan 108-112
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
Nebevî Estetik ve Hayat
Prof. Dr. Ahmet Yıldırım 113-117
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi,
Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Ankara
Hoşgörü ve Müsamaha Sembolü, Bilge Şahsiyet Hoca Ahmed Yesevî
Prof. Dr. Bedri Gencer 118-125
Yıldız Teknik Üniversitesi
Keşf-i Kadimin Altı Kapısı
III. Oturum
Doç. Dr. Nurullah Ardıç 128-133
İstanbul Şehir Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
İslamofobinin Toplumsal ve Siyasi Sonuçları
Prof. Dr. Saffet Haliloviç 134-139
Bosna Hersek Snesta Üniversitesi İslami Eğitim Fakültesi.
Tefsir ve Kuran İntrobiyolojisi Hocası
Dünya İslam Alimleri Birliği Sekreterliği Kurulu Üyesi
İslamofobinin Nedenleri ve Çözüm Yolları
Romas Jakubauskas (Ramazan Yakuboğlu) 140-142
Vilnius / Litvanya Müftüsü
Müslüman Azınlık Olarak Litvanya Tatarları ve İslamofobi
Reis Yangliçev / İlahiyatçı, Moskova/Rusya 143-144
Rusya’da İslâm ve Müslümanlarının Durumu

IV. Oturum
Prof. Dr. Ersin Özarslan 146-148
Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı
İslam Ülkeleri Arasında Bilginin İletişim Boyutu
Üzerine Bazı Dikkatler
Şeyh Muvaffak Şhâzeli Suriye 149-150
Siyeri Pakı Nebiden Hoşgörü Manzaraları
Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya 151-158
İstanbul Üniversitesi
Selam (Barış) Yurdunun Birarada Yaşama İlkeleri
Rifat Feyziç 159-162
Karadağ Müftüsü
Karadağ’dan İslâm ve Barışa Bakmak

V. Oturum
Prof. Dr. Fikret Karaman 164-171
İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Kelam Anabilim Dalı
Batı'nın İslam Barışına Karşı Tutum ve İmajı
Kamil Samatov 172-173
Hantı-Mansi Özerk Okrugu-Yugra İslam Cemaati İmamı
İslamofobi Karşısında Batı Ülkelerinin Tavrı ve Hanti Mansi Müslümanları
Prof. Dr. Adas Yakubauskas 174-177
Beşeri Bilimler Doktoru, Mykolas Romeris Üniversitesi Öğretim Üyesi,
Litvanyalı Tatar Toplulukları Birliği Başkanı, Vilnius Mykolas Romeris Üniversitesi
Litvanya Tatar Müslümanları Cemiyeti Başkanı
Dün ve Bugün Litvanyalı Tatarlar
Sawadogo Yacouba 178-179
Burkina Faso Yardım Cemiyeti Başkanı
Batı Afrika’da Terör ve Terörist Hareketler
Prof. Dr. Bedri Gencer
Yıldız Teknik Üniversitesi

Keşf-i Kadimin
Altı Kapısı
Çağdaş dünya, modern Batı üstünlüğünün etkisiyle kızışan Şimdi de keşf edilecek kadimin muhtevasına bakalım. İnsa-
din, ideoloji ve medeniyet-eksenli tikelciliklerin evrenselcilik nın ilk tabiatı olarak fıtratın isimsiz türü hikmet, isimli türü
mücadelesinden yorgun düştü. İnsanlığın özlemi, sıfır-top- şeriattır; Allah, hikmeti filozoflara ilham ederken şeriatı pey-
lamlı bir oyun mantığına ölümcül bir mücadele yerine her- gamberlere vahy eder. Her şeriat hikmet, ancak her hikmet
kese barış getirecek kadimin keşfidir. Yegâne çıkış noktası, şeriat değildir. İkisinin de ortak gayesi, insanlığı dünyevî
yaşanan krizi fıtrattan uzaklaşmadan kaynaklanan evrensel adalet ve selamete, şeriatınki ise iki cihan saadetine kavuştur-
bir kriz olarak görmektir. Mesele, Batı’ya karşı kısır bir mi- maktır. Kadim dünyada topluluklar ister şeriata, ister hikme-
silleme yarışına girmek, ümitsiz bir kendi din ve medeniyeti- te mazhar olsun, ortak bir hikmete dayanıyorlardı. Modern
ni kabul ettirme mücadelesi vermek yerine bütün insanlığın dünyada ise tam aksine Rönesans ile başlayan modernleşme
kayb ettiği kadimi keşiftir. sürecinin sonunda hikmeti kayb eden Batı’nın etkisiyle bütün
dünya hikmeti kayb etti; dünya, geçmişte hikmette buluşur-
İnsanlığın hayatî ihtiyaç duyduğu bu vizyon kadar bu viz- ken modern çağda hikmetsizlikte buluşur hale geldi.
yonu gerçekleştirme misyonunu kimin üstleneceği sorusu da
önemlidir. İnsanlığın selameti için kadimin keşfi misyonunu Dolayısıyla asıl eksen olarak alınacak hikmete göre çağları
ifa edebilecek yegâne topluluk son peygamberin ümmetidir. hikemî/gayr-i hikemî olarak ufkî (yatay) ayırıma tâbi tuta-
Bunun kaynağı olarak dört âyete atıf yapabiliriz. Çıkış nokta- biliriz. Amudî (dikey) ayırımdan kasıt ise, çağların ve top-
sı, kısır bir misilleme, tikelciliklerin evrenselcilik mücadele- lulukların Doğu/Batı, İslâm/Hıristiyan şeklindeki ideolojik
sine vücut veren Batı karşısında mağlubiyet hissini nefy ede- ayırımlarıdır. Geleneksel/modern çağ ayırımı, daha çok
cek mutlak gâlibin Allah olduğu inancına yeniden dönüştür. kronolojik bir ayırıma işaret ederken hikemî/gayr-i hikemî
Geçmişte Haçlılar veya Moğollar ile savaşta yere düşen bir ayırımı, bunun muhtevasına delalet eder. Gerek amudî=ideo-
Müslüman, ayağa kalktıktan sonra Yûsuf Sûresi 12/21. âyet- lojik, gerek kronolojik ayırımlar, sun’î, mücerret ve yanıltıcı
ten alınma “Ve lâ ğâlibe illallâh (Ve Allah’tan başka gâlip ayırımlardır. Bizi kısır ideolojik tikelciliklerin evrenselcilik
yoktur)” diyebiliyordu. Endülüs’te el-Hamra Sarayı’nın tavan mücadelesinden kurtaracak, insanlığın ortak kaybını ve ih-
ve duvarları, bu sözün yüzlercesiyle kaplanmıştı (Menocal tiyacını gösterecek asıl ufkî ayırım, hikemî/gayr-i hikemî
2000: 10). İkincisi, “Bu günleri ki insanlar arasında dolaştı- ayırımıdır. Postmodernizm, insanlığın kayb ettiği hikmete
rırız” âyetiyle (Âl-i İmrân, 3/140) birlikte okunduğunda, İs- dönüş yolundaki ortak arayışın, ümidin adıdır. Ancak mo-
panya gibi bir beldenin Müslümanların elinde kalsa da çıksa dernlik fıtrattan ve hikmetten uzaklaşma olarak görülmedik-
da tek gâlibin ancak Allah olduğunu belirten bu söz, Müslü- çe onu aşma arayışının da doğrudan fıtrat ve hikmete dönüş
manlara en büyük teselli gücünü sağlıyordu. Ancak modern ümidi vermesi beklenemez; modernlik iyi tanımlanmadan
Batı’nın gelişi, Müslümanlara sonsuz metanet veren bu inancı aşılamaz.
sarstı; Batılılar karşısında yere düştükten sonra ayağa kalkan
bir Müslüman, artık aynı şeyi diyemiyordu. Dolayısıyla bugün insanlığın selameti, kadimin keşfine, bu
da insanlığın “ne”den ve “nasıl” uzaklaştığının tespitine bağ-
Üçüncüsü, “Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsi- lıdır. Nasıl kayb ettiğinin teşhisiyle ancak insanlığın “ne”ye
niz, marufu emreder, münkerden vazgeçirirsiniz” (Âl-i İm- ve “nasıl” dönebileceği ümidi doğabilir. İnsanlığın “ne”yi
rân, 3/110) ve dördüncüsü “Ve onlar ki “Ey Rabbimiz! Bize kayb ettiğinin tespitinde özellikle lafız/mefhum münasebeti
zevcelerimizden ve zürriyetlerimizden gözler aydınlığı ihsan meselesi önemlidir. Kayb edilen şeyin lafzı değiştiğinde teş-
et ve bizi takvâ sahiplerine imam kıl!” derler” âyetleri, doğ- his nisbeten kolaydır; ancak lafzı yerine mânâsı değiştiğinde
rudan Muhammedî ümmetin insanlığa rehberlik misyonunu iş zorlaşır. Mesela modernleşme sürecinde fıtrat yerine âdet,
ifade ediyordu. hikmet yerine medeniyet, sünnet yerine kültür, din yeri-

118

İslâm'ın evrensel mesajı:


Barış, Adalet, Özgürlük
ne religion, teoloji ve ideoloji kavramları çıkmıştır. Burada âdet mânâsına gelir. Âdet, beşerî amelin nefse dönüşü, insa-
mesele, sekülerleşme sürecinde bu kavramların nasıl dönüş- nın yaşadığı gibi inanması, ikinci tabiatın kazanılması tarzı,
tüklerini ve birbirlerine nasıl tekabül ettiklerini tespittir. An- sünnet ise ilk tabiat olarak fıtratın tarzı demektir.
cak bu süreçte marifet ve hakikat gibi kavramların lafızları
değişmediği halde mânâları tamamen değişmiştir. Sonuç, İngilizce “nature/nurture” ayırımı, “fıtrat/âdet” ile “çocuk-
küllî=umumî’nin yerini alan cüz’î=hususî’yi ifade eden bü- luk/ergenlik” ayırımının karşılığı sayılabilir. Batı’da Rous-
tün bu kavramların insanlığı kısır tikelciliklerin evrenselcilik seau gibi aydınların da düşündüğü üzere, “nature/nurture”
mücadelesine sürüklemesidir. ayırımı, “saflık/bozulmuşluk” ayırımına tekabül eder. “İlk
tabiat” olarak fıtrat, saflık, bozulmamışlık demektir ve en
Burada “Keşf-i Kadimin Altı Kapısı” olarak saydığımız “Fıt- müşahhas olarak çocuklarda görülür. Fıtrat, Kur’ân’da fıtra-
rat, Din, Hikmet, Sünnet, Marifet, Hakikat”, aslında “Şeriat, tullâh, hadiste ise fıtratü’l-İslâm olarak geçer. Öyleyse Fah-
Tarikat, Marifet, Hakikat” diye bilinen dinin dört kapısına reddin Râzî’nin de ilgili âyetin tefsirinde belirttiği üzere fıtrat,
tekabül eder. Fıtrat, hepsinin temeli, Hikmet ve Sünnet de “tevhid”dir. Âyet, bezm-i elestte Allah’ın “Ben sizin Rabbiniz
Tarikatın umumî ve hususî isimleri olarak alındığında dinin değil miyim” sorusuna karşılık Âdem’in zürriyetinin “belâ”
dört kapısı, keşf-i kadimin kapıları olarak altıya çıkar. Bu dört cevabına atıfta bulunur. Bu yüzden tevhid, ahde vefa ve sıdk
kapı, ilahî selamet yolu olarak dinin zâhir/bâtın, ilim/amel, u sadakat demektir; insanın fıtratı doğruluk üzerinedir. “Ço-
kesb/vehb, vesile/maksad, illet/gaye boyutlarını oluştururlar. cuktan al haberi” sözünün de belirttiği üzere, çocuk fıtraten
Bir bütün olarak bakıldığında asıl gaye, Hakikate ermektir; yalan söylemeyi bilmez; büyüdükçe âdeten yalan söylemeyi
ilk üç kapı bunun illetidir. Teşbihle anlatılırsa, din ağacının veya diplomatik konuşmayı öğrenir. İnsan çocukken her şeyi
Şeriat gövdesi, Tarikat dal ve yaprakları, Marifet meyvesi, eliyle dokunarak tanır, büyüdükçe aletlerle tanımayı öğrenir.
Hakikat lezzetidir. Çocukta görülen bu hususiyetler, insan fıtratını gösterir. Fıt-
ratın erkek ve kadına has boyutları da vardır. Mesela sakal,
Buna göre Din-Sünnet-Tasavvuf münasebetine tekabül eden erkeğin fıtratıdır; bunu kesmek, aynen insanın parmağını
Şeriat-Tarikat-Marifet, Hakikati taşıyan bir sacayağı gibidir. kesmesi gibi fıtratı bozmaktır. Sakal, kadının fıtratı olmadığı
Dinin dayandığı bu “Din yolu Sünnet, sünnet yolu Tasavvuf” için, patolojik olarak çıkan sakalını kesen bir kadın ancak fıt-
formülünü son devrin büyük velilerinden Osman Bedrüddîn ratını bozmuş sayılmaz.
Erzurûmî (1994: I/73, 340-44) şöyle ifade eder: “Cenâb-ı
Hakk’ın biz hidayete buyurduğunda hiç şüphe yoktur. Zîra Allah, insanı ahsen-i takvim üzere yarattığı için fıtrat, hüsn=-
bir kerre, -elhamdülillâh sümme elhamdülillâh- İslâm üzere güzelliktir; vasıf/sıfat olarak fıtrat/fıtrî, hüsn/hasen (güzellik/
yaratılmışız. İkinci olarak Ehl-i sünnet ve cemâat mezhebin- güzel) ayırımına tekabül eder. Bu, özellikle Allah’ın cema-
deyiz. Üçüncü olarak turuk-ı ‘aliyyenin ekmel, eslem ve es- linin aynası olan yüzde görülür. Erkek için sakal, kadın için
heli olan Tarikat-i Nakşibendîyeye mensubuz.” Bunlar, alter- saç, suret güzelliğinin ana unsurları, fıtrat ve zinettir (süs).
natif değil, organik bir bütün oluşturacak şekilde birbirlerine Akide, suret ve sîret olarak insanın üç boyutuna dair tevhid ve
açılan hiyerarşik kapılardır; birinden geçmeden diğerinden sıdk, sakal gibi hususiyetler, fıtrî ve hasen(güzel)dir. Sadece
geçilemez. Düalistik perspektife göre şeriat zâhir, illet, haki- ilim kazanma istidadındaki akl-ı heyûlânî denen akla sahip
kat bâtın, gayedir. Şeriat ilim=öğretim, tarikat amel=eğitim- bir çocuk bile bu fıtrî=güzel olanı hemen tanır. Mesela bazı
dir. Şeriat ve tarikat kesb, marifet ve hakikat, vehbdir. Marifet tecrübelerin gösterdiği gibi bir bebek, sakallı babası sakalını
vesile, hakikat maksattır. kestikten sonra yadırgayarak ondan yüzünü çevirmektedir.
Fıtrat Bu yüzden örf, hüsn olarak fıtratın, güzelin tanınması de-
mektir. Fıtratın tanınması olarak örf, ikinci tabiat olarak
Batılı insan, kendini ve dolayısıyla Rabbini bilme imkânıyla âdetin birinci tabiat olarak fıtrata uygun, güzel bulunan ve
birlikte fıtratı da kayb etmiştir. “Fıtratü’l-İslâm, dinü’l-İslâm, bulunmayan (müstahsen ve müstakbeh) türlerini gösterir. O
şeriatü’l-İslâm, sünnetü’l-İslâm” gibi hepsi İslâm’a izafe edi- halde âdet, fıtratla olduğu gibi örfle karşılaştırılır; “fıtrat/âdet,
len tabirlerin ifade ettiği üzere, “fıtrat, din, şeriat, sünnet” örf/âdet” gibi. Örf ile âdet arasında umum/husus münasebeti
kavramları bir elmanın farklı yüzleri gibidir. Ancak bütün vardır; her örf âdet, ancak her âdet örf değildir. Yani âdet,
bunların aslı “fıtrat” kavramıdır: “Artık hanîf olarak dine nötral=mubahtır; bir merciyle bunun değeri, fıtrata uygunlu-
özünü ver, Allah’ın insanları üzerine yarattığı fıtratına. Al- ğu belirlenir. Ziya Gökalp (1981: 123-133), örfîyi belirleyen
lah’ın yaratışı için değişiklik yoktur. İşte müstakîm olan din örfe hissiyat-ı âmme, aynı kökten gelen marufu belirleyen
budur. Ancak insanların çoğu bilmezler” (Rûm, 30/30). “Şey- kamuoyuna ise efkâr-ı âmme adını verir. Örfî, örf=hissiyat-ı
ler zıtlarıyla ayırt edilir” kaidesince fıtrat, âdet ile karşılaştı- âmmeye göre fıtrî=hasen (güzel), maruf ise kamuoyu=efkâr-ı
rılarak en iyi anlaşılabilir. Basitçe fıtrat, ilk tabiat, âdet, ikinci âmmeye göre fıtrata uygun=müstahsen (güzel bulunan) âdet
tabiattır. Rabbimiz, bu yaşadığımız Halk veya Hikmet âle- demektir. Buna göre maruf, fıtrî ile âdînin (fıtrat ile âdetin)
mini diyalektik bir tarzda, zıtlardan vahdete gidecek şekilde arasında yer alır; hasen-müstahsen-mubaha (müstakbeh) kar-
yaratmıştır. Gaye, gayr-i mükemmel yaratılmış insanın mü- şılık olarak fıtrî-maruf-âdî sıralaması ortaya çıkar.
kemmele gitmesidir. Bu yüzden insan tabiatının bu bilkuvve
ve bilfiil boyutlarına karşılık olarak din de hem fıtrat, hem Mesela hiç yönlendirme yapılmadan ilk kez yazması isten-

119

İslâm'ın evrensel mesajı:


Barış, Adalet, Özgürlük
diğinde bir çocuk, Arap alfabesinde olduğu gibi sağdan sola liklik, ilahî kurtuluşta beşerî cüz’î iradeye pay tanıdığı halde
doğru yazar. Şu halde sağdan sola yazmak, gözün tabiatına insanın “aslî günahkârlığı” anlayışını bırakmamıştı (Shaw
uygun fıtrî, Latin alfabesinde olduğu gibi soldan sağa yaz- 1982: 308). Beşerî haysiyet olmadan beşerî failiyetin de bir
mak, fıtrata mugayir bir âdettir. Hasen-müstahsen-mubaha mânâsı, meşruiyeti olamazdı.
(müstakbeh) karşılık olarak örfî-maruf-âdî’yi bir misalle mu-
kayese edebiliriz. Kadim hekimlere göre “Mümin günde bir, Çünkü iradelilik failiyet mânâsına geldiğinden, teodise zih-
insan iki, hayvan üç öğün yer.” Buna göre bugün İngilizcede niyetine göre insanın irade sahibi olması, potansiyel şer faili,
kahvaltı mânâsında kullanılan breakfeast kelimesinin Türk- küllî irade sahibi olması ise mutlak şer faili olması demekti;
çede nakz-ı sıyâm denen etimolojik mânâsının da belirttiği Lord Acton’ın ünlü “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlak
üzere, insanın fıtratına uygun, örfî-hasen olan, günde tek yozlaştırır” sözünün bir başka açıdan ifade ettiği gibi. Teo-
öğün yemek yemektir. İki öğün maruf-müstahsen, kapita- dise zihniyeti için ilahî veya beşerî, küllî iradenin her türü
lizmle birlikte ortaya çıkan üç öğün yemek ise aslında fıtrata tehlikeliydi. Çözüm, bir bütün olarak irade ve failiyetin gayr-i
mugayir, müstakbeh bir âdettir. Dolayısıyla mutlak olarak iradî, mekanistik bir “görünmez el”e atfıydı. Hobbes’un Levi-
nötral=mubah olan âdî, müstahsen olmadığı takdirde müs- athan’ı, Adam Smith’in “görünmez el”i, hep bu görünmez ca-
takbeh olur. navarları, iradesiz failleri temsil ederler. Sonuçta adeta okul-
ların imhasıyla eğitim probleminin de imhasının sanılması
Modern dünyanın bunalımı, insanın kapitalizmle giderek gibi, bizzat insanın ortadan kaldırılmasıyla şer probleminin
fıtratından uzaklaşmasından ve sonunda âdetin fıtratı ez- de ortadan kaldırılacağı varsayılmıştır.
mesinden kaynaklanmaktadır. Geleneksel ziraat ekonomisi,
insanın fıtrî geçim tarzıdır. Modern kapitalist ekonomi ise o Sonuç, fıtratın ve insanın silindiği modernliktir, modern
kadar fıtrattan uzaklaşmıştır ki sonunda üzerine yaratıldığı ekonomi, siyaset vs. insansız ekonomi, siyaset vs.dir. Mo-
fıtratla birlikte bizzat insan kayb olmuştur. Adam Smith’in dern çağ, insansız insancılık (hümanizm), selefsiz selefîlik,
“görünmez el” kavramının ifade ettiği üzere modernlik, tâ sünnetsiz sünnîcilik, mektepsiz maarif çağıdır. Tıp, psiko-
özünde şer=zulüm probleminin, bunun için de zulmün öznesi loji, sosyoloji, ekonomi gibi önceden “beşerî, insanî” denen
ve nesnesi olarak bizzat insanın nefyi projesidir. Bu bakım- modern sosyal bilimler, insansız bilimlerdir. Bunların insan
dan modernizmin mekanistik, radikal deizme dayandığı söy- tasavvuru, aslında bir makinedir. Mesela kadim kültüre göre
lenebilir. Klasik deizm, bir bakıma Tanrı ile İnsan arasında insanın ölümü vefat, yani sayılı nefeslerini tamamlayarak
bir işbölümünü öngörür; Ulûhiyet Allah’a, Rubûbiyet Tabiat nefes-i Rahman’ın sahibine kavuşması iken modern tıp için
üzerinden Beşer’e atf edilir. Modernizmin dayandığı radikal “X olmak”, yani bir makinenin durması demektir. Modernlik
deizm ise ilahî ve beşerî, küllî ve cüz’î iradenin nefy edildiği, fıtratla birlikte bizzat insanın kaybı olduğu için “hümanistik
Adam Smith’in tabiriyle bir “görünmez el”le işleyen bir dü- ekonomi, sosyoloji, psikoloji, eğitim vs.” gibi çağdaş postmo-
zen öngörür. dern eserlerdeki “hümanistik” kelimesi, hem insanî, hem fıtrî
mânâsına gelir. Dolayısıyla çağımızda Jules Henry’nin Cul-
İslâm’da, tasavvufta da “Varlığın başka bir günahla karşı- ture Against Man (1963) ile E.F. Schumacher’in Small Is Bea-
laştırılamayacak bir günahtır” utiful: Economics As If People Mattered (1973) adlı eserlerin-
sözü uyarınca insan iradesinin/varlığının nefyi hedeflenir de görüldüğü gibi sosyal bilimciler, modernleşmeyi özünde
(Erzurûmî 1994: II/204); ancak bu hedef, beşerî cüz’î ira- fıtrattan uzaklaşma olarak tahlil ve tenkit etmektedirler.
denin küllî ilahî iradede yok olmasıyla gerçekleşir. Hâlbuki
Batı’da küllî irade ve adalet sahibi bir Allah’ı tanıma imkânı Din
kalmamıştır. Teodise probleminin özünde, insanın fıtrî ma- Modern dünyada fıtratla birlikte din’in de umumî ve hususî
sumiyetinin itirafı veya inkârı yatıyordu. İslâm’a göre Hz. mânâsı kayb olmuş ve tikelciliklerin evrenselcilik mücadele-
Âdem’in işlediği, “günah” değil, peygamberlere has bir “zel- sine vesile kılınmıştır. “Din bir, şeriatlar muhteliftir” hadisi,
le”ydi; insanın zimmetinin beraatı, fıtrî masumiyeti asıldı. ilk peygamberden son peygambere kadar Allah’ın gönderdiği
Ancak geleneksel Katolik doktrini formüle eden Augustine’a dinin, tek ortak bir tevhid dini olduğunu, ancak geniş mânâ-
göre Âdem ile Havva’dan tevarüs ettiği aslî günahtan dola- da “âdet” denen beşerî amel alanının tanzimi için gönderilen
yı insanın tarihî kurtuluş imkânı ve ümidi kalmamıştı. Ona şeriatların ümmetlere göre değiştiğini bildirir. Batı’da sekü-
göre kurtuluş, sadece tövbe ve imanı kolaylaştıran ilâhî fazla lerleşme sürecinde din, önce religion kavramına dönüştürül-
(divine grace) bağlıydı. müş, daha sonra da evrenselcilik mücadelesine yol açacak
Rönesans ile doğan hümanizm, Katolikliğin “aslî günah, şekilde çoğullaştırılmıştır.
düşkün insan” doktrinine karşı beşerî haysiyetin ikrarı, kah- Sekülerleşme sürecinin özünde ilahî menşeli din’in religion’a
hâr küllî ilahî iradeye karşı beşerî hürriyetin, yani, hür cüz’î dönüşmesi yatar. Birbirlerinin karşılığı olarak kullanılsalar
iradenin temellükü demekti (Langer 2014: 16-19). Bu arayış, da aslında Arapça din ile religion, farklı kavramlardır. Eski
zamanla beşerî cüz’î iradenin küllî ilahî iradeye karşı vurgu- Yakın Doğu dillerinde din, mutlak olarak kullanıldığında
lanması ve sonunda onun yerine geçirilmesi yanılsamasına şeriat=yasa mânâsına gelir (Smith 1991: 98–102, 289–90).
vardı. Bu ise insanın “aslî günahkâr, düşkün” karakterinden Hâlbuki Romalı Cicero ile doğan Latince religion, şeriatı ol-
dolayı daha büyük bir şerri davet etmek demekti. Zira Kato-

120

İslâm'ın evrensel mesajı:


Barış, Adalet, Özgürlük
mayan bir inanç yığını mânâsına gelen pagan bir kavramdır. rek onlara karşı itham konusu yapılmaktadırlar. İlahî şeriatın
Erken Hıristiyan apolojet Lactantius (250–325), otantik din ortak bünyesinin, evrensel özünün keşfiyle çağımızda Müs-
kavramı yerine pagan religion kavramını Hıristiyanlığa mâl lümanlara karşı yürütülen bu mücadelenin haksızlığı, kirlili-
ettiği içindir ki Batı, religion’dan ona alternatif “medeniyet, ği de ortaya çıkacaktır.
kültür, ideoloji, dünyagörüşü” gibi pagan kavramlara geç-
mekte zorlanmamıştır (Schott 2008). Hikmet

Batı’da sekülerleşme sürecinde din, religion kavramına dö- Modernliğin ana kaybı hikmettir. Batı, modernleşme süre-
nüştürüldükten sonra evrenselcilik mücadelesine yol açacak cinde fıtratla birlikte hikmetten giderek uzaklaşmış ve so-
şekilde çoğullaştırılmıştır. Bu teksir, hem umumî olarak nunda ondan kopmuştur. İslâm’da Modernleşme, 1839-1939
hak-batıl dinler arasında, hem hususî olarak İbrahimi din isimli eserimiz, sosyal bilimlerin ana kavramı sayılabilecek
içinde yapılmıştır. Avrupa’da XIX. asırda Ârî ve Sâmî dil ve modernleşmenin mukayeseli bir perspektiften incelenmesi
ırkları, iki dinî zihniyetin ifadesi olarak kutuplaştırıldı. Hı- yolundaki çalışmalarımızın ürünüydü (Gencer 2017). Bu,
ristiyanlığın Ârî din geleneğinin zirvesini temsil ettiğini gös- modernleşmenin “amudî” bakımdan mukayesesi sayılabilir.
termek için Budizm gibi geleneksel olarak pagan dinlerden “Amudî mukayese”den kasıt, İslâm dünyasında modernleş-
sayılan inançlar, “dünya dini” konumuna yükseltildi (Masu- menin Batı kültüründen etkilenme (akültürasyon) sürecinin
zawa 2005). bir ürünü olarak alınmasıdır. Amudî mukayese, Batı dünya-
sındaki modernleşme anlaşılmaksızın İslâm dünyasındaki
Bu “dünya dinleri”ni “İbrahimî dinler” kavramsallaştırma- modernleşmenin de tam olarak anlaşılamayacağı önkabulü-
sı izledi. Şeriat, “usûlü’d-dîn” (dinin temelleri-akideler) ve ne dayanır. Bilahare çalışmalarımız ilerledikçe modernleş-
“fürû‘u’d-dîn” (dinin dalları-kaideler) denen asıl/fer’ olarak menin “ufkî mukayese”sine uzandık. “Ufkî mukayese”den
iki kısımdan oluşur. Din, geniş mânâda aslî ve fer’î kısımla- kasıt, evrensel bir olgu olarak modernleşmenin zıddıyla mu-
rıyla şeriatın bütününü, dar mânâda aslî kısmını ifade eder. kayesesidir. Modernliğin geleneksel dildeki karşılığı “bid’at”,
Bütün insanlık, ilkinden sonuncusuna bütün peygamberlere bid’at “sünnet”in zıddı, sünnet ise “hikmet”in hususî adıdır.
gönderilen bu tek ilahî din İslâm’a tâbi‘dirler. Millet, bu dar
mânâda “dinde=İslâm’da tutulan nebevî yol” olarak dinin O halde ancak hikmetten kopuş süreci olarak alınarak evren-
hususî adıdır. “Din bir, şeriatlar muhteliftir” hadisi, Hz. İb- sel bir olgu olarak modernleşmenin özüne nüfuz edilebilir.
rahim’e tâbi‘ Yahudi, Hıristiyan ve Muhammedî ümmetlere 2011 yılında çıkan Hikmet Kavşağında Edmund Burke ile
tek din, üç şeriatın gönderildiğini belirtir. Ancak din, şeriatı Ahmed Cevdet başlıklı çalışmamız, bu ufkî mukayesenin
getiren Kitap’ta temellendiği için son peygamber Muham- ürünüydü. Evrensel bir olgu olarak modernleşme, aslında Ed-
med ‘aleyhi’-salâtü ve’s-selâmın getirdiği son kitap Kur’ân-ı mund Burke ile Ahmed Cevdet gibi farklı ülkelerden aydın-
Kerim ile önceki şeriatlar da hükümsüz kalmıştır. ların buluştuğu “hikmet kavşağı”ndan uzaklaşma süreciydi.
Bu iki aydının düşünüş tarzı karşılaştırıldığında aslî (hikmet)
Dolayısıyla normatif (hak, teşrîî) mânâda tek bir “İbrahimî ile arızî (bid’at=modernlik)’nin farklı coğrafyalarda tezahür
din=millet-i İbrahim” ile ona bağlı Kitab ehli Yahudi, Hıris- tarzları arasındaki şaşırtıcı benzerlik görülebilir ve dolayı-
tiyan ve Muhammedî “İbrahimî ümmetler” vardır. Normatif sıyla ufkî mukayesenin yapılacağı asıl ayırımın Doğu/Batı
mânâda tek İbrahimî dinin yozlaşmış türleri olarak Yahudi- yerine hikmet/bid’at olduğu fark edilebilirdi.
lik ve Hıristiyanlığa, Budizm, Konfüçyanizm gibi deskriptif
(tasvirî) mânâda “dinler” denebilir, “İbrahimî dinler” dene- Hakkın hikmet isimsiz, şeriat isimli ifadesidir. Dinlerin ay-
mez. İslâm, bütün peygamberlere gönderilen tek dinin hususî dınlarının ana işi, hakkın isimli ve isimsiz ifadeleri olarak
adı olduğu halde çağımızda son dinin adı olarak dilimizde hikmet ile şeriatı telif etmektir. Paul sayesinde Hıristiyanlık,
yaygınlaşmıştır. Burada kasd edilen, “Son peygamber ve bunu göze almak yerine şeriatı tasfiye kolay yoluna sapınca
ümmetin dini”dir. Bu bakımdan çalışmalarımızda olduğu sonuçta hakkın iki düsturunu da kayb etti. Batı’da hikmet ile
gibi, Yahudilik, Hıristiyanlık, İslâm ile “son din, üç din” veya akıl kavramlarının karışması buna örnektir. Hikmetin kay-
“İbrahimî denen dinler” tabirleri, sırf deskriptif mânâda kul- bı, başlıca Stoacılar ile keşf edilen “nutk=hikmet” mânâsı-
lanılabilirler. na gelen Yunanca logos’a Philo tarafından Hz. İsa’ya delalet
eden “kelime” mânâsı verilmesiyle başladı. Ortaçağlar Av-
Çağımızda tek İbrahimî dinle birlikte tek şeriat, şeriatların rupa’sında Aquinas gibi bilgeler tarafından logos’un Latince
özü de kayb edildi. “Din bir, şeriatlar muhteliftir”, ancak karşılığı reason ile Aristocu hikmete dönüş imkânları araştı-
muhtelif şeriatların da Hz. Mûsâ’ya vahy edilen “evâmir-i rıldı; ancak bu kez Aydınlanma’nın “reason”a “akıl” mânâsı
aşere=on emir” denen bir özü vardır. Namaz ve oruç gibi iba- vermesiyle hikmet tamamen kayb edildi. Bugün de Türki-
detler, Yahudi, Hıristiyan, Muhammedî bütün şeriatlarda emr ye’de İngilizce reason’a akıl mânâsı verilmesi, Batı üzerinden
edilen temel vecibelerdir; değişen, özleri değil, şekilleridir. hikmetin keşfini önlemektedir.
Katl, zina, sirkat, faiz, içki gibi günahlar, bütün vahy edilmiş,
hatta pagan dinlerde bile nehy edilmiş, tesettür, sünnet, helal İngiltere’deki “The Age of Reason” tabirinin ifade ettiği gibi,
et gibi vecibeler hepsinde emr edilmiştir. Ancak çağımızda Batı’da pagan hikmet ile Hıristiyan teolojinin terkip edildiği
bu evrensel ilahî, şer’î emirler Müslümanlarla özdeşleştirile- skolastisizmin hâkim olduğu ortaçağlardan sonra gelen Rö-

121

İslâm'ın evrensel mesajı:


Barış, Adalet, Özgürlük
nesans ve Aydınlanma, pagan hikmet ile Hıristiyan teolojinin Sünnet
terkibinin imkânsızlığının kabulü üzerine başlayan pagan
hikmetin yeniden keşfini arayış çağlarıydı. XVIII. den XIX. “Keşf-i Kadimin Altı Kapısı” olarak saydığımız “Fıtrat,
asra, Aydınlanma’dan İdeoloji çağına geçiş sürecinde Samuel Din, Hikmet, Sünnet, Marifet, Hakikat”ten hikmet, dinin
T. Coleridge (1772-1834), hikmetin bayraktarı olarak çıktı. dört kapısından Şeriat’a da Tarikat’a da tekabül eder. Buna
O, teslisçi teolojiyle “kelam” mânâsını kazanan “logos”un göre hikmet, ahlakın “ne”si ile “nasıl”ını birleştiren, dinin
aslında “nutuk=hikmet” mânâsına geldiğini keşf ederek Ba- diğer adıdır. Dinin özü ahlaktır; mesele, bu gayenin “nasıl”
tı’yı yeniden hikemî bir dünyagörüşüne dayanmaya çağırdı gerçekleştirileceğidir. Hadis, “ne”yi tavsiye, Sünnet, “nasıl”
(Perkins 1994). Ancak artık fıtrata aykırı kapitalizme dayalı tahkik demektir. Peygamberler, “ne”de birleşirler, “nasıl”-
modernlikte hikmete dönüş imkânı kalmamıştı; inandıkları da ayrılırlar. Geleneksel edeb-sünnet ahlakında olduğu gibi
gibi yaşamayanların yaşadıkları gibi inanması kaçınılmazdı. “ne” “nasıl”da, din (hadis) sünnette, ilim amelde, öz şekilde,
hüküm edebde, doğru güzelde içkindir. Amel güzelliğinin
Geldiğimiz Emir âlemi, Kudret ve Akıl, yaşadığımız Halk bütünlüğü, en net dinin direği namazda görülebilir. Lafzen
âlemi ise Hikmet ve His âlemidir. Bir bebek, sıcak sobayı “dua” mânâsına gelen “salât”ın özü “niyaz”, şekli “namaz”-
bile dokunarak tanımaya çalışır. İleri kapitalizmde insanlı- dır; bunlar etle tırnak gibi birbirinden ayrılmaz. Sünnet’in
ğın haps edildiği simülasyon âleminde hisle birlikte din ve karşılığı Yahudilerde derech, Hıristiyanlarda counsel, Çinli-
hikmet de kaçınılmaz olarak kayb edilmiştir. Dil, dünyanın lerde tao kavramıdır. Sünnetin umumî ismi edeb’in Latince
aynası, varlığın evidir; Batı’nın sekülerleşme sürecinde din karşılığı decorum, Almanca karşılığı bildung, Çince karşılığı
ve hikmete yabancılaşması da dilden anlaşılabilir. Yunanca li kavramıdır. Modern değer ahlakı, amelin özünü şeklinden,
ve Latincede aslında hikmet mânâsına gelen logos ve reason değerini edebinden ayırarak insanlığı ahlakî kaosa sürük-
kelimeleri, sekülerleşme sürecinde içleri boşalarak kelam ve lediği için Alasdair MacIntyre gibi postmodern filozoflar,
akıl mânâlarını kazanmış, diğer taraftan din, religion, hikmet insanlığın selameti için tekrar ortaçağ edeb ahlakına dönüşü
de sadece tecrübî-sübjektif boyutunu anlatan wisdom=bilge- savunmaktadırlar.
lik kavramına indirgenmiştir. Batı’da yaygın “ilahî bilgelik”
(divine wisdom) tabirinde olduğu gibi, tecrübeyle kazanılan Yahudi, Hıristiyan dâhil bütün kadim ümmetler edeb ahla-
hikmet, bilgelik, her şeyin yaratıcısı Allah’a nasıl izafe edile- kını benimser. Değişen, Sünnet-i Hadîse mânâsında Sünnet-
bilir? Aslında Arapça gramatik olarak müennes ve dolayısıy- tir. Sünnetin umumî ismi tarikat, İngilizce way gibi “yol ve
la kadın ismi olan hikmetin erkek ismi olarak kullanılması tarz” olarak iki mânâya gelir: Saadet “yol”u tarik, bu yolda
ise bizim hikmete yabancılaşmamızın göstergesi sayılabilir. yürüme “tarz”ı sîret. Tarik, Sünnet-i Kadîme veya doğrudan
Hikmet, Sîret, Sünnet-i Hadîse veya doğrudan Sünnet olarak
Zamanla Türkçede medeniyet olarak yerleşen civilisation, adlandırılabilir. Nitekim İmâm Şâfîî (2010: 72), er-Risâle’de
Batı’da sekülerleşme sürecinde “seküler hikmet” olarak ka- selefe dayanarak Kur’ân’da çeşitli âyetlerde geçen “Kitab ve
dim hikmetin yerine geçirildi. Hikmet, Allah’ın insanlara hikmet” ifadesindeki hikmet’in sünnet mânâsına geldiğini
bahş ettiği anonim bir düstur olarak hiçbir dine izafe edil- söyler (Bakara, 2/129, 2/151, 231; Âl-i İmran, 3/164; Nisâ,
meden mutlak olarak kullanılan bir kavramdır. Hâlbuki 6/113; Cuma, 18/2; Ahzâb, 33/34). Kur’ân’da sünnetin Rasû-
medeniyet, hikmet gibi önceleri mutlak olarak kullanılırken lüne değil, sadece Allah’a atf edildiği iddiasının boşluğu da
daha sonra “Avrupa medeniyeti, Hıristiyan medeniyeti, İslâm böylece ortaya çıkar. Eamm (daha umumî) ehassa (daha hu-
medeniyeti” gibi coğrafya ve dinlere izafet edilmeye başladı. susî), Hikmet Sünnete şamil olduğu için Kur’ân’da Rasûlul-
Bugün Türkiye dâhil İslâm dünyasında sıkça yapıldığı gibi lâha eamm Sünnet-i Kadîme mânâsında Hikmetin verildiği
medeniyet kavramının İslâm’a izafe edilerek özselleştirilmesi beyan verilmiştir.
girişimleri, bir din olarak İslâm’ın algılanmasında yozlaşma-
ya yol açacaktı. Romantik bir yaklaşımla İslâm gibi bir dine Bunların ikisi de kendi içlerinde ikiye ayrılabilir. Tarik=-
izafe edilerek zaman ve mekân bakımından makro, normatif Sünnet-i Kadîme, dinde tutulan, şeriata giden yol, Tarikat-ı
bir sistem olarak kurgulanan bir medeniyet, kasd edilsin edil- Muhammediyye ve dareyn saadetine götüren yol, Sırât-ı
mesin, din gibi algılanmaya başlayacaktı. Böylece sonunda Müstakîm, Sîret=Sünnet-i Hadîse de Tarikat-ı Muhamme-
Batı’da olduğu gibi İslâm dünyasında da din ile medeniyet diyye ve Sünnet-i Seniyye olarak ikiye ayrılır. Bir tabloyla
birbirine karıştırılmaya, İslâm’ın din mi, medeniyet mi oldu- gösterecek olursak:
ğu tartışılmaya başladı.
Sünnet
Geçmişte Bağdat veya Endülüs’te olduğu gibi zeitgeist, hik- Way
metti; topluluklar, hikmete sahiplikte buluşuyordu. Modern- Bid’at
leşme ve sekülerleşme sürecinde ise Batı, bizzat hikmeti kayb Yol Tarz
Tarik Sîret
ettiği gibi akültürasyon ile Doğu-İslâm dünyasına da kayb et- Hikmet Sünnet
tirdi. Böylece modern dünya, gene ortak bir ruhta, daha doğ- Sünnet-i Kadîme Sünnet-i Hadîse
rusu ruhsuzlukta, hikmetsizlikte buluşur hale geldi. Tarikat-ı
Sırât-ı Müstakîm Tarikat-ı Sünnet-i
Muhammediyye
Saadet yolu Muhammediyye Seniyye
Şeriat yolu

122

İslâm'ın evrensel mesajı:


Barış, Adalet, Özgürlük
Tarik=Hikmet=Sünnet-i Kadîmenin kısmı olarak Tarikat-ı ederler. Bir amudî ayırım daha yapılarak hikmet dinin ilmî,
Muhammediyye ile ancak müminler, şeriat ve âdet olarak sünnet ise amelî boyutuna tahsis edilebilir. Çünkü alelıtlak
dinde tutulacak yolu, dini nasıl tatbik edeceklerini, nasıl kullanıldığında hikmet şeriat (ilim), sünnet tarikat (amel) de-
amel edeceklerini, amelin güzel tarzını öğrenebilirler. Bunu mektir.
öğrenmeden de ebedî saadete giden yol olarak Sırât-ı Müs-
takîm’i bulamazlar. Sîret=Sünnet=Sünnet-i Hadîsenin kısmı “Hikmet/sünnet” ayırımının seküler karşılığı olan “mede-
olarak Tarikat-ı Muhammediyye, tarz bakımından Muham- niyet/kültür” ayırımıyla ilgili Protestan ve Katolik dünyalar
medî ümmeti geçmiş ümmetlerden, Sünnet-i Seniyye veya arasındaki yoğun tartışmalar da işte bu kavramların çok-yön-
Kur’ân’ın tabiriyle Sebîl-i Müminîn ise peygamber ve ashabı- lü, amudî ve ufkî, dar ve geniş semantik ayırımlarından kay-
nın yolunu izleyen Sünnet ve Cemaat ehlini hadis-i şeriflerde naklanmaktadır. Bu kavramların ayırımlarına göre bunlara
“bizden değildir” diye dışlanan din içindeki Bid’at ve Firkat bağlılık tarzlarının dönüşüm süreci olarak modernleşme ve
ehlinden ayırır. sekülerleşmenin tarifleri de değişir. Modernleşme, hikmet ile
sünnetin dar mânâlarına göre sekülerleşmeden ayrılan dar,
“Fıtrata uygun, güzel tarz” olarak sünnet kadim ve evrensel- geniş mânâlarına göre ise sekülerleşmeyi de kapsayan geniş
dir. Hz. Âdem’den beri mümin/müşrik, yeryüzünde sakalını mânâ kazanır. Dar mânâda modernleşme, sekülerleşmeye
kesen, başını açan, tırnaklarını bırakan biri yoktu, ama dinde vücut veren nitel bir içtimaî değişim süreci olarak tanımlanır.
vahdete karşılık şeriatların ihtilafı gibi sünnetin tarzı da pey- Max Weber’in The Protestant Ethic and the Spirit of Capita-
gamberler ve ümmetlerine göre Sünnet-i Hadîse olarak deği- lism adlı eserinin başlığına da yansıyan ayırıma göre, Batı
şir. Buna çarpıcı bir misal olarak Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü örneğinde kapitalistikleşme modernleşmenin, Protestanlaş-
ve’s-selâm, babasından öğrenerek el tırnaklarını sırayla kesen ma sekülerleşmenin hususî isimleri olarak belirir.
bir Yahudi çocuğunu görünce tırnak kesme tertibini değişti-
rerek ümmetine has bir tarz vermiştir. Sakal kesme, müsle O halde sekülerleşme, dar mânâda dinin ilmî boyutunu ifade
(organ kesme) ve fıtrat-ı tağyir olduğu için Hz. Âdem’den eden hikmet ve sünnetten, modernleşme, dar mânâda dinin
beri yeryüzünde sakalsız bir Müslüman olmamıştır. Ancak amelî boyutunu ifade eden hikmet ve sünnetten, sekülerleş-
Efendimiz ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, “Müşriklere muhalefet meyi de kapsayan geniş mânâda ise, dinin ilim ile amel bo-
edin, benzemeyin” diye bu konuda da ümmetine has bir tarz yutlarını kapsayan geniş mânâda hikmet ve sünnetten uzak-
vermiş, Sünnet-i Hadîse ortaya koymuştur. Mesela Yahudiler laşma şeklinde bir nitel değişim süreci demektir. Hikmetin
ve müşriklerde saç ve sakalın ikisi de uzatılırken Efendimiz seküler karşılığı olduğuna göre Türkçede medeniyet denen
‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, “Bıyıkları kısaltın, sakalları (bir medenîleşme (civilization), hayat ile düşünce tarzındaki de-
kabza) uzatın” diye ümmetine has bir suret vermiştir. ğişim süreçlerinin birleştiği geniş mânâda modernleşmenin
hususî ismi olur. Kavramların dar mânâlarında ise modern-
“Şeyler zıtlarıyla ayırt edilir” kaidesince bid’at zıddı sünnet- leşme “hikmetten medeniyete”, sekülerleşme ise “sünnetten
le tanımlanır. Geleneksel olarak bid’at, tarz=sîret=Sünnet-i kültüre” geçiş süreci olarak ayrılabilir. İslâm’da sünnetin
Hadîse olarak sünnetin zıddını, tesbih âleti gibi peygamberin bizzat din sayılmasında olduğu gibi, Protestan dünyada Paul
yapmadığı, yepyeni bir amel tarzını ifade eder. Modernlik, Tillich gibi teologların da kültürü bizzat din saymaları bu
lafzen bid’at mânâsına gelir. Ancak Batı kaynaklı modernlik, yüzdendir.
sadece Sünnet-i Hadîseye değil, aynı zamanda Sünnet-i Ka-
dîmeye, yani bizzat hikmet ve fıtrata aykırı bir noktaya ulaş- Marifet
mıştır. Sünnet bid’atle karşılaştırıldığı gibi Kur’ân’da geçen Vardığımız sonuca göre irfan/marifet ayırımının sırrı, “Nef-
abes de illet olarak hikmetle karşılaştırılabilir. Ancak hikmet sini tanıyan Rabbini tanır” sözünde yatar. İnsanın nihaî ya-
gibi çok zengin bir kavramın tam zıddını bulmak kolay de- ratılış gayesi, Rabbini tanımaktır. Ancak “Nefsini tanıyan
ğildir. Modernlik eğer hikmetten kopuş ise hikmeti de fıtra- Rabbini tanır” sözünün de ifade ettiği gibi, insanın Rabbini
ta aykırı Batılı modernliğin hususî ismi olarak kapitalizmle tanıması, nefsini tanımasına bağlıdır. Daha umumî olarak
ortaya çıkan ve Türkçede medeniyet denen civilization ile eserden müessire intikal mantığıyla ‘Alîmi tanıma yolu, ‘Âle-
karşılaştırabiliriz. mi tanımaktır. ‘Âlem ise âlem-i kübrâ=makro-kozmos ile
Yukarıda hikmet ile sünnet kavramlarını daha ziyade tarikat âlem-i suğra=makro-kozmos olarak ikiye ayrılır. Yunanlı-
denen dinin amelî boyutu bakımından karşılaştırdık. Mo- lar tarafından Kâbe gibi kâinatın merkezi olduğuna inanılan
dernleşme/sekülerleşme ayırımını daha net yapabilmek için Delphi’de Apollon Tapınağı’nın alınlık veya eşik denen giriş
hikmet ile sünneti amudî (arasında, inter) ve ufkî (içinde, int- kısmının üzerinde altın harflerle yazılı olan Yunanca kehanet
ra) olarak iki bakımdan ayırabiliriz. Amudî ayırım, aidiyet (hikmet cümlesi), marifetin evrensel formülünü veriyordu:
(umum/husus), ufkî ayırım ise mânâ (semantik çap) kriterine nosce te ipsum. Latinceye gnothi seauton, İngilizceye know
göre yapılır. “Sünnet-i Kadîme/Sünnet-i Hadîse” olarak ifade thyself olarak tercüme edilen bu cümle, hadis-i şerif diye de
ettiğimiz amudî ayırıma göre hikmet, fıtratın isimsiz, hâlidî, bilinen (Nefsini tanıyan Rabbi-
umumî, sünnet isimli, nebevî, hususî türüdür. Ufkî ayırıma ni tanır) sözündeki “nefsini tanı” veya “kendini bil” demektir.
göre ise hikmet ile sünnet, dar mânâda dinin ilmî boyutunu, “İrfan” İngilizceye “gnosis”, “marifet” ise “knowledge” ola-
geniş mânâda dinin ilmî ve amelî boyutlarını birlikte ifade rak tercüme edilmektedir. “Nefsini tanı” cümlesinin Latince

123

İslâm'ın evrensel mesajı:


Barış, Adalet, Özgürlük
karşılığı gnothi seauton, “irfan”ın nefsi, “marifet”in ise Rabbi 2 –Şunu bildim ki hiçbir şey bilmemişim (εἶδα ουδὲν εἶδα).
tanımaya delalet ettiğini gösterir. Yani “hakâyık-ı eşya bahsinde hiçbir şey bilmediğimi öğren-
dim” demektir. Lâ-edriyye (agnosticisme)nin düstûr-ı esasîsi
Keşf-i kadim için modern dünyada marifet imkânının nasıl budur. En büyük feylesoflar bu sözü meşk ittihaz ederek tek-
kayb edildiğini, bunun için de önce marifeti, bunun için de rar etmekten usanmamışlardır. Bizde Fahruddin Razi, İbn-i
“Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat” diye bilinen dört kapıdan Sina, Ömer Hayyam ve emsâli gibi en büyük mütefekkirin,
mürekkep dinin gayesini anlamak gerekir. Filozoflar, insanın bu mânâyı mutazammın hakîmâne rubâiler yazmışlardır.
nihaî gayesinin Allah’a benzemek (teşebbüh-billâh) olduğunu [Agnosticisme sözüne bakınız!]
söylerler. Sûfîlerin anlayışında bu gaye, “Allah’ın isimleriyle
ahlâklanmak” (tahalluk bi’l-esmâ) diye ifade edilir (TDVİA Ancak pagan hikmet çağında nefsini ve kemal sıfatlarıyla
1988-2013: 20/497). Dolayısıyla esmâ-i husnâ şârihliği, ta- olmasa da Rabbini tanıyabilen Batı, Hz. İsa’nın gönderildiği
savvufun ana ilgi alanlarından biri olmuştur (Kartal 2009). vahiy çağında nefsini ve Rabbini tanıma imkânını kayb et-
Gazâlî (1999: 29), el-Maksadü’l-Esnâ fi Şerhi Esmâillâ- miştir. Descartes’ın “Düşünüyorum o halde varım” sözüyle
hi’l-Husnâ’da, “Kulun kemali ve saadeti, hakkında tasavvur varlık/bilgi, makro-kozmos/mikro-kozmos münasebetini
olunduğu kadarıyla Allah Teâlâ’nın ahlakıyla tahalluk ve sı- tersine çevirmesiyle Bat için nefsi ve Rabbi tanıma imkânı
fatları ve isimlerinin mânâlarıyla tahallîde yatar” der. Bunun kayb olmuştur. Batılı insan, modern tecrübî bilimdeki büyük
bir hadis-i şeriften alınan “tahalluk bi-ahlâkıllâh” (Allah’ın atılımıyla okyanusların, uzayın derinliklerini keşf ederken
ahlakı ile ahlaklanma) yerine “tahalluk bi’l-esmâ” olarak kendini keşiften aciz kalmıştır. Alexis Carrel (1939: 27-28),
ifade edilmesi mânâlıdır. Dâvûd Kayserî, ismi, zât ve sıfatın İnsan Denen Meçhul adlı ünlü eserinde der ki: “İnsan, her
birlikteliği olarak tanımlar. Zât, bir sıfatta muayyen hale gelir şeyin ölçüsü olmalıdır. Aksine insan içinde yarattığı dünya-
ve zâtın o sıfatta tecellî etmesine isim denir (Bayrakdar 2009: da bir yabancıdır. Bu dünyayı kendisi için tanzimden acizdir,
79). zira kendi tabiatına dair amelî bir bilgiyi haiz değildir. Böy-
lece cansız şeyler hakkındaki bilimlerin canlı varlıklar hak-
Dinin dört kapısından Şeriat ve Tarikatten geçerek tezkiye-i kında bilimlere muazzam galebesi, insanlığın bugüne kadar
nefs etmek tahalluk, Marifet ve Hakikatten geçerek tahliye-i maruz kaldığı en büyük felaketlerden biridir.”1
ruh etmek tahakkuk’tur (Erzurûmî 1994: I/477). İbnü’l-‘A-
rabî’nin izahıyla tahalluk, kulun sıfatlarının ilâhî sıfatlarda, Modern Batı’da insanın nefsi sayesinde Rabbini tanıma imkâ-
tahakkuk, kulun zâtının Hakkın zâtında fânî olmasıdır (Ko- nını kayb etmesiyle gnostisizmin mânâsı da kökten değişmiş-
nuk 1999: III/111). İsim, zât ile sıfatın birlikteliği ise tahalluk tir. Maniheizmin de dayandığı gnostisizm, şerrin kaynağını
bi’l-esmâ, dinin dört kapısından geçerek tahalluk ve tahak- düalistik bir tarzda açıklama teşebbüsüdür; maksat, Tanrı’yı
kuku başarmak demektir. Şu halde gaye, tahalluktan tahak- şerrin faili olmaktan kurtarmaktır. Maniheizm, âlemin ha-
kuka, irfandan marifete, nefsini tanımadan Rabbini tanımaya yır ve şerri temsil eden nur ve zulmet olarak iki ezelî özden
geçmektir. Dinin ilk iki kapısı Şeriat ve Tarikat, İrfan, nefsi yaratıldığı inancına dayanır. Maniheik zihniyete göre şerrin
tanıma, Marifet ise Rabbini tanıma, daha doğrusu, tanıma faili ve ortamı olarak mikro-kozmos ve makro-kozmos, in-
aczinin şuuruna varmak, İrfan’dan Muhabbetullâha, gnos- san ve âlem, Nur âleminin tanrısı değil, Hıristiyan gnostik-
tisizmden agnostisizme geçiş sırrını yakalamak demektir. lerin tabiriyle Zulmet âleminin tanrısı Demiurge tarafından
Yani aslında gnostisizm nefsi tanıma, agnostisizm ise Rabbi yaratılmıştır.
tanıma aczidir. Hz. Ebubekir, “İdrakin derkinden acz, idrak-
tir” sözüyle bunu kasd eder. Ancak bilahare satanistler, tam aksine Hıristiyanlığın tan-
rısını zulmet âleminin tanrısı, şerrin faili Demiurge, onun
Rıza Tevfik (2015: ), Kâmûs-ı Felsefe’de, marifeti şöyle açık- düşmanı Şeytan’ı ise hayrın faili olarak görmüşlerdir (Lewis
lar: 2001: 95-96). Böylece Batılı, nefsi aşmak yerine nefsi yücelt-
me ve Rahman’ı-Rabbini tanıma yerine Şeytan’ı tanımaya
“Sokrat’ın şu iki vecizesi en kıymetli cümel-i hikemiyyeden- yönelmiş, gnostisizm satanizme dönüşmüştür. Bugün en
dir: somut İslamofobi örneğinde görüldüğü gibi, kimlik tanımı-
nın vesilesi olarak geleneksel etnik ötekileştirmeyi düşman-
1 – Kendini bil! (γνῶθι σαυτόν) Yani “en evvel kendi mâhi-
laştırmaya çeviren, tanrıyı kıyamete zorlayan, uluslararası
yetine nazar et” ve “hakikatini bil” demektir. Meşhûr Delf
münasebeti sıfır-toplamlı bir oyun olarak görerek yeryüzünü
Mabedi (Le Temple de Delphes)nin kapısı üzerinde yazılı
cehenneme çeviren, işte bu gnostik-satanik zihniyettir.
olan bu mühim sözü Sokrates, pek beğenmiş ve benimsemiş-
ti. Bu vecize hadîs-i şerîfinin Hakikat
mantûk-ı münîfine tamamen muvafıktır. Tasavvufta âdeta
bir düstûr-ı hikmet olmuş ve bilcümle mutasavvıfîn bunun Baştan beri anlattığımız gibi, Hıristiyan Batı, teodise krizi-
mânâsını şerh etmekle uğraşmışlardır. nin etkisiyle Hakkı tanıma imkânını kayb edince Hakikati

1 “Man should be the measure of all. On the contrary, he is a stranger in the world that he has created. He has been incapable of organizing this world for himself, beca-
use he did not possess a practical knowledge of his own nature. Thus the enormous advance gained by the sciences of inanimate matter over those of living things is one of
the greatest catastrophes ever suffered by humanity.”

124

İslâm'ın evrensel mesajı:


Barış, Adalet, Özgürlük
de kayb etmiştir. “Hak/Hakikat” münasebetini kabaca “Hak/ Fıkıh mezhepleri, içtihatla vücuda gelir. Usûl ehli, “İctihâd
Hikmet” münasebetine mütekabil olarak alabiliriz. Hak küllî, vahy-i hafîdir” derler (Konuk 1999: III/108). Yani Hak da Ha-
ama Hakikat cüz’îdir; Hakk e’lâ (mertebesiz), ama Hakikat kikat de, şeriat da fıkıh da vahiy-kaynaklıdır. Ancak Batı, bu
mertebeli (hiyerarşik), Hak bir, ama Hakikat müteaddittir. Hak/Hakikat münasebetini bulamadığı için sonunda poziti-
Mesela dinde Hak birdir, peygambere vahy edilen şeriattır; vizm ve nihilizm gibi doktrinlere yansıyan şekilde hakikatin
ancak dört mezhep tek Hakka bağlı dört hakikati temsil eder. inkârına varmıştır.

Kaynakça of Religion, Folklore, and Popular Culture. Santa Barbara:


ABC-CLIO.
Bayrakdar, Mehmet (2009) Dâvûd el-Kayserî. İstanbul: Kur-
tuba. Masuzawa, Tomoko (2005) The Invention of World Religions:
or How European Universalism was Preserved in the Langu-
Carrel, Alexis (1939) Man, the Unknown. New York: Harper age of Pluralism. Chicago: University of Chicago Press.
& Brothers.
Menocal, Maria Rosa-Scheindlin, Raymond P.-Sells, Micha-
Erzurûmî, Osman Bedrüddîn (1994) Gülzâr-ı Sâminî Soh- el (eds.) (2000) The Cambridge History of Arabic Literature:
betler. İstanbul: Marifet. The Literature of Al-Andalus. Cambridge: Cambridge UP.
Gazâlî, Ebû Hâmid (1999) el-Maksadü’l-Esnâ fî Şerhi Es- Perkins, Mary Anne (1994) Coleridge’s Philosophy: The Lo-
mâillâhi’l-Husnâ. Mahmud Bico (yay.), Dımaşk: es-Sabâh. gos as Unifying Principle. Oxford: Oxford UP.
Gencer, Bedri (2017) İslâm’da Modernleşme, 1839-1939. An- Rıza Tevfik (2015) Kâmûs-ı Felsefe. Recep Alpyağıl (yay.),
kara: Doğu Batı. Ankara: Doğu Batı.
Gökalp, Ziya (1981) Makaleler V, Rıza Kardaş (yay.), Ankara: Schott, Jeremy M. (2008) Christianity, Empire, and the Ma-
Kültür Bakanlığı. king of Religion in Late Antiquity. Philadelphia: University
of Pennsylvania Press.
Henry, Jules (1963) Culture Against Man. New York: Ran-
dom House. Shaw, Joseph M. et al. (eds.) (1982) Readings in Christian Hu-
manism. Minneapolis: Augsburg.
Kartal, Abdullah (2009) İlâhî İsimler Teorisi: Allah-İnsan
İlişkisi. İstanbul: Hayy Kitap. Schumacher, E.F. (1973) Small Is Beautiful: Economics As If
People Mattered. London: Blond and Briggs.
Konuk, Ahmed Avni (1999) Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve
Şerhi, I-IV. Mustafa Tahralı, Selçuk Eraydın (yay.), İstanbul: Smith, Wilfred Cantwell (1991) The Meaning and End of Re-
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı. ligion. Minneapolis: Fortress.
Langer, Ullrich (2014) Divine and Poetic Freedom in the Re- eş-Şâfiî, Muhammed b. İdris (2010) er-Risâle. Abdülfettah b.
naissance: Nominalist Theology and Literature in France and Zâfir Kebbâre (yay.), Beyrût: Dâru’n-Nefâis.
Italy. Princeton Princeton UP.
TDVİA (1988-2013) Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklope-
Lewis, James R. (2001) Satanism Today: An Encyclopedia disi, I-XLIV, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.

125

İslâm'ın evrensel mesajı:


Barış, Adalet, Özgürlük

You might also like