Professional Documents
Culture Documents
Ders Adi Ünite Adi Ünite No Yazar Hastalıklar Bilgisi Hastalıklar Bilgisine Giriş 1 Dr. Öğr. Üyesi HATİCE POLAT
Ders Adi Ünite Adi Ünite No Yazar Hastalıklar Bilgisi Hastalıklar Bilgisine Giriş 1 Dr. Öğr. Üyesi HATİCE POLAT
Ders Adi Ünite Adi Ünite No Yazar Hastalıklar Bilgisi Hastalıklar Bilgisine Giriş 1 Dr. Öğr. Üyesi HATİCE POLAT
Ödem oluşturan durumlar ; kalp yetmezliği, ven tıkanmaları, nefrotik sendrom, yanıklar, malnütrisyon,
açlık, kronik diareler, siroz, fil hastalığı, lenf kanseri.
Sıvı Elektrolit Dengesini Düzenleyen Sistemler
• Endokrin sistem: Hormonlar ile dengeyi sağlar.
• Gastrointestinal sistem: Normal koşullarda su ve elektrolitlerin vücuda tek giriş yolu
gastrointestinal yoldur.
• Renal sistem (böbrekler): Böbrekler Na+ ve H+ iyonları konsantrasyonlarını düzenlemelerinin
yanı sıra su miktarını da düzenlemekten sorumludur.
• Sinir sistemi: Susama merkezi, osmoreseptörler ve volüm reseptörleri ile su ve Na+ dengesini
kontrol eder.
• Kardiyovasküler sistem: Kalp ve büyük damarlardaki volüm ve basınç reseptörleri ile sıvı ve
elektrolit dengesinin düzenlenmesinde rol oynar.
• Solunum sistemi: Akciğerlerden su buharı şeklinde sıvı kaybı ve H+ konsantrasyonunun
düzenleyicisi olarak görev yapar.
Su Sodyum Dengesizlikleri
Hipernatremi (Kanda sodyum yoğunluğunun fazla olması): Sodyum değerinin 145 mEq/l’nin üzerinde
olmasıdır.
Tedavi: Tedavi, nedene yönelik olmalıdır.
Hiponatremi (Kanda Sodyum yoğunluğunun az olması): Sodyum değerinin 135 mEq/l’nin altında olmasıdır.
Tedavi: Tedavi, nedene yönelik olmalıdır. Sıvı alımı kısıtlanır, su atılımını arttırmak için diüretik (idrar
miktarını arttıran ilaçlar ) verilir, sodyum çok düşükse sodyum verilir. Yaşam bulguları kontrol edilir. Aldığı
çıkardığı sıvı takibi (AÇST ) yapılır.
Potasyum Dengesizlikleri
Hiperkalemi: Serum potasyumunun düzeyinin 5 mEq/l’ nin üzerinde olmasıdır.
Tedavi: Hafif durumlarda, potasyum kısıtlanır. K+ atılımına neden olan diüretikler verilir (lasiks).Ağır
vakalarda % 10’luk kalsiyum glukonat infüzyon şeklinde verilir. İnsülin ve glikoz infüzyonları
yapılır.Bikarbonat verilir. Potasyumun bağırsaktan atılmasını sağlamak için Kayexalate oral ya da lavman
şeklinde verilir.
Hipokalemi: Serum potasyumunun 3,5 mEq/l’ nin altında olmasıdır.
Tedavi: Nedeni araştırılmalıdır. Potasyum kaybı, diyet ya da ilaçlarla karşılanır. Diyetle verilmesi daha
güvenlidir. Orta ya da ciddi düzeyde hipokalemi varsa intravenöz yolla potasyum klorür verilir. EKG takibi
yapılır.
Kalsiyum Dengesizlikleri
Hiperkalsemi: Serum kalsiyum düzeyinin % 10,5 mg/dl’nin üstünde olmasıdır.
Tedavi: Altında yatan neden tedavi edilmelidir. Diyette kalsiyum ve D vitamininin alımı kısıtlanır. İzotonik
solüsyonların IV verilir. Diüretikler verilir. Steroidler, fosfat ve kalsitonin uygulanır.
Hipokalsemi: Serum kalsiyumunun %8,5 mg/dl’ın altında olmasıdır.
Tedavi: Hastaya IV kalsiyum tuzları verilmelidir. Hipokalsemi ağır değilse ve hastada tetaniler yoksa oral
kalsiyum laktat veya kalsiyum glukonat- kalsiyum klorid verilebilir. D vitaminini de vermek gerekir.
Kalsiyumdan zengin gıdalar verilir.
Magnezyum Dengesizlikleri
Hipermagnezemi: Serum magnezyum (Mg) düzeyinin 2,7 mEq/l’nin üstünde olmasıdır.
Hipomagnezemi: Serum magnezyum düzeyinin 1,5 mEq/l’nin altında olmasıdır.
Tedavi: Magnezyum eksikliği, IM veya IV olarak magnezyum sülfat verilerek tamamlanır. Yaşam bulguları
ve EKG değişiklikleri izlenmelidir.
ASİT-BAZ DENGESİ
Asit-baz dengesi dendiği zaman, akla beden sıvılarındaki H+ yoğunluğu gelir. H iyonu dengesi ve
dengesizlikleri, genellikle asit-baz dengesi ve dengesizlikleri olarak adlandırılmaktadır. Suda çözündüğü
zaman ortama H+ veren maddelere asit, OH- taşıyarak ortamdan H+ alan maddelere ise baz denir.
Solüsyonların H+ yoğunlukları pH ile ifade edilir. pH’ın düşük olması H+’larının yüksek konsantrasyonda
olduğunu (asidoz); pH’ın yüksek olması H+’larının düşük konsantrasyonda olduğunu gösterir (alkoloz).
Arteriyel kanın normal pH’ı 7.4 tür. Venöz kanda ve interstisiyel sıvılarda 7.35 tir. Arteriyel kanın pH’ı
7.4’ten yukarıda olduğu zaman alkaloz; 7.4’ten aşağıda olduğu zaman asidozdan bahsedilir. İnsanın
yaşamını en fazla birkaç saat daha sürdürebileceği pH değerleri ise en düşük 7.0; en yüksek 7.7
civarındadır.
Vücutta pH’ı Kontrol Eden Sistemler
• Tampon sistemleri
• Solunum sistemi
• Renal sistem
ASİT-BAZ DENGESİZLİKLERİ
• Asidozlar: Solunum asidozu, metabolik asidoz.
• Alkalozlar: Solunum alkalozu, metabolik alkaloz.
ŞOK
Çeşitli etkenlere bağlı olarak oksijen yetersizliği nedeniyle kan ve kan ile ilgili yapıların dengesinin ani
bozulması sonucu yaşamı tehdit eden bir durumdur.
Şokun Evreleri: Şok, genel olarak 3 evrede incelenebilir. Bunlar:
• Evre [Başlangıç evresi (kompanse evre)]
• Evre (Dekompanse şok evresi)
KANSER
Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kardiyovasküler
hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebidir. Diğer hastalıklara karşı etkin tedavi yöntemlerinin kullanıma
girmesi ve yaşam standardının yükselmesine bağlı olarak ortalama yaşam süresinin uzaması ve gelişen
teknoloji ile çevresel karsinojenlere maruz kalmanın artmasıyla giderek daha sık görülen bir önemli sağlık
sorunu hâline gelmiştir.
Dünya genelinde kanserlerin en az üçte biri önlenebilir ve diğer üçte biri ise taramalar ile erken teşhis
edilip tedavi edilebilir kanserlerdir. Bu nedenle korunma ve erken teşhis oldukça önemlidir.
Tüm kanserler, DNA dizisindeki birtakım anormalliklerle oluşmaktadır. Kanserlerin %10-15’inin, kalıtımsal
olduğu yani ebeveynlerden gelen genlerle aktarıldığı, geriye kalan %85-90’lık kısmının ise yaşam boyunca
canlı hücrelerdeki DNA’nın mutajenlere maruz kalması, hücre DNA’ sındaki hafif ilerleyici değişiklikler ve
kopyalama hataları oluşması ile şekillendiği düşünülmektedir.
Mutasyona neden olan etkilerin önemli bir kısmı hücrenin mutasyonlara karşı hassas olduğu hücre siklusu
esnasında gerçekleşir. Hücre siklusu, DNA sentezinin gerçekleştiği S evresi, mitoz bölünmenin izlendiği M
evresi ve bu iki temel süreç arasında kalan geçici duraklama evreleri olan G1 ve G2 evreleri olmak üzere,
başlıca 4 evrede gerçekleşir. Hücre siklusunda G -S geçişinde, G -M geçişinde ve metafaz-anafaz geçişinde
kontrol noktaları bulunmaktadır. Hücre siklusu kontrol noktalarında değişimler kanser gelişimine neden
olabilir.
Kanser hücreleri büyümelerini durduramaz ve ölemezler. Hücreler diğer hücre ve dokulara invaze olurlar.
Hücre tipine özgü özelliklerini kaybederler. Vücudun uzak bölgelerine taşınırlar. Kendi büyümesi için
gerekli olan hormonları üretirler, büyümeyi desteklemek için bağ dokusu geliştirebilirler.
KANSER EPİDEMİYOLOJİSİ
Ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kardiyovasküler hastalıklardan sonra en sık görülen ikinci
ölüm sebebi olması açısından önemli bir toplum sağlığı problemidir. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı en son
verilerine göre erkelerde en çok görülen kanser çeşidi trakea, bronşit, akciğer kanserleri iken kadınlarda ise
meme kanseridir. Çocukluk çağı kanserleri içerisinde ilk sırayı lösemiler almaktadır.
KANSERİN ETİYOLOJİSİ
Kanserin nedenleri kesin olarak bilinmemekle beraber olası nedenlerle değiştirilebilir ve değiştirilemez
etkenler olarak iki grup altında incelemek mümkündür. Değiştirilemeyen etkenler; yaş, cinsiyet ve aile
öyküsüdür. Değiştirilebilir etkenler ise sigara, alkol, beslenme, mesleki riskler, virüsler, bakteriler,
radyasyon ve stres gibi çevresel etkenlerdir.
KANSERDEN KORUNMA VE EKEN TANI
Kanserden korunmanın primer, sekonder ve tersiyer olmak üzere üç farklı düzeyi vardır. Bu korunma
düzeyinde hedef kansere neden olduğu bilinen risk faktörleri ile karşılaşmanın önlenmesi ve kanserden
korunma konusunda birey ve toplumun farkındalık düzeyinin geliştirilmesi ve risk faktörleri ile
karşılaşmanın engellenmesidir. Sekonder korunma düzeyi kanserin erken teşhisi ve etkili bir şekilde
tedavisini içerir. Asemptomatik kişilerde erken tanı amacıyla tarama önerilen kanser türleri meme, serviks,
kolon ve rektum ve prostat kanserleridir. Hastalıklı bireylerin, uygun tedavi ve iyileştirme yaklaşımları ile
hastalığın olumsuz sonuçlarından korunması ise tersiyer korumadır.
KANSERDE EVRELEME VE TANI
Tanı anında kanserin evresi, daha önceki benzer evredeki hastalara ait deneyime ve tedavi sonuçlarına
dayanan en uygun tedavinin seçilmesinde prognozu belirleyen anahtar faktör ve en kritik unsurdur. Klinik
olarak en yaygın kullanılan sistem Tümör-Nod-Metastaz (TNM) evreleme sistemidir. Bu evreleme
sisteminde farklı sayısal değerler kullanılarak ‘T’ primer tümörün boyutunu, ‘N’ bölgesel lenf nodu
tutulumunun varlığını ya da yokluğunu ve ‘M’ uzak metastaz varlığını ya da yokluğunu göstermektedir.
Endokrinoloji iç salgı bezlerinde gerçekleşen metabolik olayları veya daha geniş anlamda, organizmanın
tümünde veya bir bölümünde üretilen kimyasal haberciler yoluyla organizma içinde gerçekleşen iletişim
veya kontrolü inceleyen bir bilim dalıdır. Endokrin sistemin temel fonksiyonu metabolizmayı, sıvı ve
elektrolit dengesini, kan basıncını, glikoz-lipid-karbonhidrat-kemik metabolizmaları gibi iç ortam
fizyolojisini, büyüme ve gelişmeyi, beslenme ve dış değişkenlere uyum, üreme, seksüel gelişim, yaşlılık ve
davranışı düzenlemektir.
Endokrin sistem, vücutta bir kontrol ve düzenleme sistemidir ve sinir sistemi ile karşılıklı bir ilişki içindedir.
Hipotalamus, hipofiz, tiroid, paratiroid, timüs, böbrek üstü bezleri, pineal bez, pankreas ve gonadlar gibi
endokrin bezler olarak adlandırılan doku ve organlardan oluşmuştur. Endokrin bezler, hormon adı verilen
kimyasal mesajcıları üretip, kan dolaşımına salgılayarak uzaktaki hedef organlarına haber gönderir.
Hormonlar; kanalsız iç salgı bezlerinde sentez edilen ve kanla taşınarak gittikleri belli hedef doku
hücrelerinde etki gösteren organik bileşiklerdir. Hormonların salgılanması feedback mekanizması ile
düzenlenir. Hormonlar, dolaşımda serbest veya transport proteinlere bağlı olarak bulunurlar. Hormonlar
genel olarak yapısı yönünden protein ve polipepditler, steroidler ve tirozin amino asidi türevleri olarak üç
gruba ayrılır.
Salgılandıkları yere göre sınıflandırılmaktadır:
Hipotalamus Hormonları: Hipotalamusta diğer sinir hücrelerinden farklı olarak hormon üreteren ve
hormonları kana verme özellikleri ile tanınan salgıladıkları hormonlara nörohormonlar denir. Bu hormonlar
TRH, GnRH, PRH, CRH, GH-RH tır. Ayrıca hipotalamustan, hipofiz hücrelerinin aktivasyonunu engelleyen
hormonlarda salınmaktadır. Bu hormonlara “inhibe eden hormonlar” denir.
Hipofiz Hormonları; adenohipofizden GH, ACTH, TSH, FSH, LH, prolaktin ve MSH salgılanır. Nörohipofizden
ise oksitosin ve ADH salgılanır.
Tiroid Hormonları; tiroid bezinin folliküler hücrelerinden tironaminler (T3-T4) olarak adlandırılan iki önemli
hormon ve parafolliküler hücrelerinden ise kalsitonin üretir.
Paratiroid bez hormonları; kemik dokusunda kemik yıkımını hızlandırarak kemikten kana kalsiyum geçişini
uyarır ve kalsiyumun ince bağırsaklardan emilimi ve böbreklerden geri emilimini artırır.
Adrenal Bez Hormonları; adrenal bezin medulla ve korteks olmak üzere iki kısmı bulunmaktadır. Bu
bölümlerden farklı hormonlar salgılanmaktadır. Medulladan katekolaminler adı verilen adrenalin ve
noradrenalin salgılanırken korteksten mineralokortikoidler, glikokortikoidler ve androgen salgılanmaktadır.
Pankreas hormonları; insülin, glukagon ve somatostatin hormonu salgılamak pankreasın endokrin
fonksiyonudur.
ENDOKRİN SİSTEM HASTALIKLARINDA TANILAMA
Hastanın genel görünümü, vücut şekli, yağ dağılımı, büyüme durumu, kilosu, yaşam bulguları
değerlendirilir ve cilt gözlenir. Vücut kıllarında tırnaklarda değişme olup olmadığı araştırılır.
Hastanın enerji düzeyinde değişiklik ve yorgunluk olup olmadığı, soğuk ve sıcak toleransı, boyunda şişme,
ellerde titreme, terleme, idrar değişiklikleri, hafıza kusurları, durgunluk, psikolojik durumu, uyku düzeyinde
ve davranışlarında değişiklik olup olmadığı araştırılır.
HİPOFİZ BEZİ HASTALIKLARI
Hipopituitarizm: Hipofiz bezinde üretilen bir veya birden fazla hormonun ya da tüm hormonların
yetersizliği sonucu gelişen klinik sendromdur. Belirtiler, eksik olan hormonun eksiklik derecesi ve ortaya
çıkış zamanına bağlı olarak değişir. Tedavisinde yetersiz hormon yerine konulmalıdır.
Hiperpitüiterizm: Hipofiz bezinden bir ya da daha fazla hormonun aşırı salgılanmasıdır. Genellikle ACTH ve
GH hormonlarının aşırı salgılanması ile ilişkilidir. GH fazla salgılandığında akromegali ya da jigantizim
ortaya çıkmaktadır. Akromegali hipofiz bezinde büyüme hormonu salgılayan adenomun neden olduğu
Deri insan vücudunun en geniş organı olup insanın genel görünümünün aynasıdır. Görünüme ek olarak
deri, genel sağlığın ve birçok hastalık durumunun göstergesidir. Bireyin fizik ve ruh sağlığında önemli rolü
olan bir organdır. Derideki yapısal ve fonksiyonel bozukluklar hem lokal hem de fonksiyonel birçok
bozukluğa neden olmaktadır. Ayrıca birçok sistemik hastalıkta deriye ilişkin bulgular vardır. Bu nedenle
deri bütünlüğünün korunması ve sürdürülmesi çok önemlidir.
DERİNİN YAPISI
Deri vücudun en geniş organıdır. Vücudun tamamını sararak dış ve mekanik etkilerden korur. Deri solunum
sistemi, sindirim sistemi ve ürogenital sistemin vücut dışına açılan giriş kapılarında müköz membran olarak
devam etmektedir. Saç ve tırnaklar da derinin ekleri ya da uzantıları olarak tanımlanmaktadır. Deri
epidermis, dermis ve subkutan doku olarak üç tabakadan oluşmaktadır.
Epidermis derinin en dış tabakasıdır. Epitel hücrelerinden oluşmuştur. Yapısı damarsızdır ve her 28 günde
bir yeni hücrelerle yeniden oluşur. Ayak tabanı ve avuç içi hariç içten dışa doğru 5 tabakadan olur.
Melonisit (%5) ve keratonisitlerden (%95) oluşmaktadır.
Dermis, epidermis tabakasının altında bulunur. Deriye destek ve dayanıklılık sağlar. Ortalama 1-4 mm
kalınlığa sahiptir. Dermis tabakasında damarlar, kollajen ve elastik lifler, kıllar, kıl kökleri, ter ve yağ bezleri
mevcuttur. Ayrıca sinirler, lenfatik damarlar, saç folikülleri ve sebaköz bezlerde bulunur. Dermis, papiller
dermis ve retiküler dermis olmak üzere iki tabakadan oluşmaktadır.
Subkutan doku dermisin altında uzanan derinin en alt tabakasıdır. Temelde bağ dokusundan ve yağ
dokusundan oluşmuştur.
Tırnaklar, kıllar ve bezleri içeren deri uzantıları derinin anatomik yapısında yer alır. Bezler, yağ bezleri,
ekrin bezler ve apokrin bezler olarak vücutta dağılmıştır.
DERİNİN İŞLEVLERİ
Derinin; koruyucu görevi, vücut ısı regülasyonunu sağlama, duyu görevi, immünolojik yanıtta rol oynama,
D vit sentezleme gibi metabolik fonksiyonu ve deri altı yağ dokusunun soğuk ve travmaya karşı izalasyon
görevi işlevleri vardır.
DERİ LEZYONLARININ TİPLERİ
Aşağıda deride görülen lezyon tiplerinden bazıları verilmiştir.
Makül: Kabarıklık ya da çöküntünün olmadığı, sınırlı deri rengi değişikliğidir. Her boyutta ve her renkte
olabilir.
Papül: Genellikle <0.5 cm çapında yüzeysel, deriden kabarık lezyonlardır.
Vezikül-Bül: Vezikül (<0.5 cm) ve bül (>0.5 cm)sınırlandırılmış, deriden yüksek, sıvı içeren yüzeysel
kavitedir.
Ülser: Dermis ve subkutan dokunun içine ve altına uzayabilen, şekil ve boyutu değişebilen deri kaybıdır.
Atrofi: Bir derinin bir tabakasının ya da bütün tabakalarının azalmasını ifade eder.
Nodül: Yaklaşık 0,5-2 cm boyutlarında, deri yüzeyinden kabarık, katı, sert veya yumuşak palpe edilebilen
yapılardır.
Spider anjioma: Yaygın olarak üst gövde üzerinde bulunan, yoğun kan damarları olan kenarları düz, parlak
kırmızı noktalardır.
Ekimoz: Travma, hemofili, karaciğer hastalığı ya da C ve K vitamini eksikliği nedeniyle kanın yüzeysel
damarlardan doku aralığına sızmasıyla ortaya çıkan düzensiz lezyonlardır.
DERİ HASTALIKLARINDA TANILAMA
Öncelikle deri, saç, saç derisi, tırnaklar ile ilgili daha önce yaşanılan sorunlar, deri belirtilerine neden
olabilecek vücut sistemleri değerlendirilir. Deri döküntülerinin özelliği, başlangıcı, nasıl değiştiği ve
kullanılan ilaçların etkisi değerlendirilir.
Tanı İşlemleri
KAN HÜCRELERİ
Eritrositler (kırmızı kan hücreleri/alyuvarlar): Eritrositler, lipoprotein
moleküllerinden yapılmış bir zarla çevrili konsantre hemoglobin eriyiği olarak tanımlanabilir. Olgun
eritrositler bikonkav, çekirdeksiz, disk şeklinde küçük hücrelerdir. Kemik iliğinde yapılırlar. Yaşam süreleri
yaklaşık olarak 120 gündür. Eritrosit yapımı için gerekli besin maddeleri; demir, B12 ve folik asit, vitamin C
ve proteindir. Eritropoezi uyaran temel faktör dokulardaki hipoksidir. Eritropoez eritropoetin tarafından
kontrol edilir. Eritropoetin, böbrek dokusundan salgılanır. En önemli fonksiyonu hemoglobini taşımaktır.
Normalde 1 mm3 kanda erkeklerde 5.000.000-5.500.000;
kadınlarda 4.500.000-5.000.000 dolaylarındadır. Eritrositler, dalak ve karaciğerde parçalanırlar.
Hemoglobin: Eritrositlerin içinde %35 dolayında hemoglobin vardır. Hemoglobinin görevi, oksijeni
akciğerlerden alıp dokulara götürmektir.
Kadında %12-16 g, erkekte %14-18 g’dır.
Lökositler (beyaz kan hücreleri=akyuvarlar): Lökositler renksiz ve çekirdekli
olup iki temel tipi vardır. Kemik iliğinde yapılırlar. Lökositlerin görevi, vücudu enfeksiyonlara ve doku
yaralanmalarına karşı korumaktır. Normalde 1 mm3 kanda 5.000-10.000 arasındadır.
Trombositler (Kan pulcukları): Kanın pıhtılaşmasında görevi vardır.
Normalde 1 mm3 kandaki sayısı 250.000-500.000 arasındadır.
ERİTROSİT HASTALIKLARI
Eritrosit sayısının normalden fazla oluşuna eritrositozis; eritrosit sayısının normalden az oluşuna da
eritrositopeni denir. Eritrositlerin en önemli ve yaygın olan hastalığı anemilerdir.
Anemiler: Anemi, kanın oksijen ihtiyacını karşılayacak hemoglobin içeriğinin
yetersizliği durumudur. Hemoglobinin erkekte %14 g’ın altına, kadında %12 g’ın altına düşmesidir.
Demir Eksikliği Anemisi: Sık karşılaşılan bir anemi şeklidir. Demirin yetersiz
emilim ya da fazla kaybı ile ilgili anemi olarak tanımlanır.
Aplastik Anemi (Hipoplastik Anemi): Kemik iliğindeki bütün hücresel elemanların ileri derecede azalması ve
iliğin yağ dokusuyla işgal edilmesi
şeklinde tanımlanabilir.
Vitamin B12 (Kobalamin) Eksikliği Anemisi: B12 vitamini eksikliğine bağlı
makrositik bir anemidir. B12 vitamini bağırsaktan emilip kana karışabilmesi için mideden salgılanan
intrensek faktör denilen bir madde ile birleşmesi gerekir. Pernisiyöz anemi (B12 vitamini eksikliğinin özel
bir şekli olup otoimmün nedenlere bağlıdır).
Folik Asit (Folat) Eksikliğine Bağlı Anemi: Folik asit ve yeşil yapraklı sebzelerde,
karaciğer, böbrek, yumurta, bira mayası, kuru fasulye, kuru yemişler ve turunçgillerde bol miktarda
bulunur ve pişirme esnasında büyük bir kısmı inaktive olur.
Sickle Cell Anemi (Orak Hücreli Anemi): Eritrositler, Hb S denilen hemoglobin tipi içerirler.
Talasemiler: Bu isim altında genetik bir mutasyon nedeniyle globin
polipeptidlerinden (alfa, beta, gama, delta) bir tanesinin sentezinin azalması veya durmasıyla meydana
gelen hafif veya ağır hipokrom-mikrositer anemilerdir. Eksik olan polipeptid zincire göre; beta talasemi,
alfa talasemi, gamma talasemi, delta talasemi olarak sınıflandırılır.
Genellikle beta zinciri etkilenir ve beta talasemiler sık görülür. Ülkemizde de en sık görülen tipi, beta
talasemileridir.
β (Beta) Talasemi (Akdeniz Anemisi, Konjenital Leptositoz): Beta
talasemilerde, beta zinciri yapımı azalmış buna karşılık alfa zinciri artmıştır. Otozomal resesif geçiş
gösteren genetik bir hastalıktır.
Özofagus Varisleri
Karaciğer sirozunda meydana gelen portal hipertansiyonun bir sonucu olarak özofagus varisleri
ortaya çıkmaktadır. Özofagus varis kanamaları; üst gastrointestinal sistem kanamaları içinde, ölüme en çok
neden olan etmenlerdir. Büyük kanamalarda tanı yöntemleri ve acil tedavi beraber yürütülür.
MİDE VE DUEDONUM HASTALIKLARI
GASTRİT
Denge testi için ise Romberg test ya da gövde denge testi yapılır.
Diğer tanı yöntemleri;
• Kafatası ve Spinal Kord Radyografisi
• Bilgisayarlı Tomografi (BT)
• Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG)
• Elektroensefalografi (EEG)
• Lomber Ponksiyon (LP)
• Elektromiyografi (EMG)
• Serebral Anjiyografi
SİNİR SİSTEMİ HASTALIKLARI
KAFA İÇİ BASINÇ ARTIŞI SENDROMU (KİBAS)
Kafa içi basıncı artarak normal değerin üzerine çıkması KİBAS olarak tanımlanır. Normal kafa içi
basıncı 10-20 mmHg’dır.
KİBAS’ın etiyolojisinde; yer kaplayıcı lezyonlar, beyin tümörü, kafa travması,
beyin ödemi, bebeklik döneminde kafatası süturlarının erken kapanması gibi pek çok faktör yer almaktadır.
Bilinç düzeyi değişikliği, solunum ve vazomotor işlev bozuklukları, bilinç bozukluğu, huzursuzluk,
konfüzyon, motor yanıtta bozulma, pupillerde dilatasyon, solunum ritmi ve biçiminde değişiklik görülür.
Bradikardi, nabız basıncında ve sistolik basınçta artma geç evre bulgularıdır.
Beyin anjiyografisi, BT ve MR sık kullanılan tanı yöntemleridir. Tedavide ilk olarak kafa içi basınç
izlenmelidir.
MİGREN
Migrenin etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik faktörlerin ve çevresel faktörlerin etkin
olduğu, orta şiddette veya şiddetli baş ağrısı ile karakterize kronik bir nörovasküler hastalıktır.
Hastalarda, sıklıkla tek taraflı, zonklayıcı, enseden başlayan baş ağrısı,
bulantı-kusma, depresyon, konsantrasyon bozukluğu, ışığa ve gürültüye hassasiyet gibi belirtiler
YAŞLILIK KAVRAMI
Yaşlı nüfusun artışıyla birlikte günümüzde “geriatri” ve “gerontoloji” kavramlarına yönelik ilgi artmıştır.
Geriatri; yaşlılık ve hastalıklarını ele alan tıp dalıdır. Gerontoloji ise Yunanca yaşlı insan olarak tanımlanan
“Geront” ve Fransızca ilim anlamına gelen “logie” kelimelerinden türetilmiştir. Gerontoloji yaşlanma
olayını inceleyen tıp dalıdır. Yaşlanmayı bilimsel yöntemlerle sosyolojik, ekonomik, biyolojik ve çevresel
açıdan inceler. Gerontoloji, daha çok yaşlanma süreciyle ilgilenirken geriatri daha çok yaşlılarda görülen
hastalıkların tedavisi üzerine çalışmalar yapmaktadır.
Yaşlılığın standart bir tanımı olmamakla birlikte kronolojik, biyolojik, psikolojik veya sosyolojik pek çok
alanda tanımı bulunmaktadır.
Kronolojik Yaşlanma
Kronolojik yaş; doğum yaşı ya da takvim yaşı olarak ifade edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yaşlılık
dönemi için kronolojik tanımlamayı dikkate almakta ve bu dönemi “65 yaş ve üzeri” olarak bildirmektedir.
Biyolojik ( Fizyolojik ) Yaşlanma
İnsanın biyolojik yaşı, vücut yaşı olarak da ifade edilebilir. Organlar düzeyinde fonksiyon azalması,
dokularda yıpranma ve tahribatın artması; kısaca vücudun yapısal ve işlevsel olarak değişimidir.
Psikolojik Yaşlanma
Deneyimlerin artmasıyla oluşan davranış değişikliği ve davranışsal uyum yeteneğinde yaşa bağlı
değişimlerdir. Zekâ, hafıza ve duygu gibi alanlarda fonksiyon yitimi olarak bunun yanı sıra geçmişe özlem,
geleceğe ilişkin güvensizlik duygusu, kimi zaman da önceden gerçekleştirilemeyen idealler ve başarısızlıklar
için üzülme biçiminde ortaya çıkar.
Sosyal Yaşlanma
Bireyin çalışma hayatında, toplumsal ilişkilerinde, sosyal aktivitelerindeki yeteneğinin azalarak kaybolması,
toplumsal statü ve beklentilerinin değişmesi sosyal yaşlanmayı tanımlamaktadır. Başka bir ifadeyle sosyal
çevreye uyum sağlayamama durumudur.
YAŞLILIK SÜRECİNDE MEYDANA GELEN DEĞİŞİKLİKLER
Yaşlanma, bireysel farlılıklar göstermekle birlikte genetik ve çevresel faktörlerden, yaşam tarzından, kronik
hastalıklardan ve fizyolojik başa çıkma yollarını kullanma durumlarından etkilenmektedir.
Yaşlı Bireylerde Görülen Fizyolojik Değişiklikler
Yaşlanmayla birlikte pek çok yetersizlikle karşı karşıya kalan bireyler; kardiyovasküler, solunum, sindirim,
üriner ve genital, endokrin, sinir, kas iskelet ve bağışıklık sistemleri ile ilgili fizyolojik değişikliklerle de
mücadele etmek zorundadırlar. Ayrıca yaşlılık sürecinde beş duyu organın fonksiyonlarında azalmalar
görülmektedir.
Yaşlılıkta Yaşanan Ruhsal Sorunlar
Yaşlılıkta yaşanan ruhsal sorunlar arasında; depresyon, anksiyete, uyku bozuklukları, kişilik değişikliği ve
alınganlık ve demans (bunama) yer almaktadır.
YAŞLILIKTA SIK GÖRÜLEN KRONİK HASTALIKLAR
Dünya genelinde yaşlıları etkileyen kronik hastalıklar arasında; kardiyo-vasküler hastalıklar, kanserler,
diyabetes mellitus, kronik obstrüktif akciğer hastalıkları (KOAH), serebrovasküler hastalıklar, alzehimer,
artrit ve osteperoz gibi kas-iskelet sistemi bozuklukları ve görsel sorunlar yer almaktadır.
Kardiyovasküler Hastalıklar
Kardiyovasküler hastalıklar arasında en sık kronik kalp yetmezliği, kalp ritim bozuklukları, koroner kalp
hastalıkları ve hipertansiyon görülmektedir.
Kardiyovasküler hastalıklar açısından hipertansiyon önemli bir risk faktörüdür. Felç, kalp krizi, kalp
yetersizliği gibi hastalıkların en sık karşılaşılan ve tedavi edilebilir sebebi hipertansiyondur.