Ders Adi Ünite Adi Ünite No Yazar Hastalıklar Bilgisi Hastalıklar Bilgisine Giriş 1 Dr. Öğr. Üyesi HATİCE POLAT

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 38

DERS ADI Hastalıklar Bilgisi

ÜNİTE ADI Hastalıklar Bilgisine Giriş


ÜNİTE NO 1
YAZAR Dr. Öğr. Üyesi HATİCE POLAT

HASTALIKLAR BİLGİSİNE GİRİŞ


Bu ünitede öncelikle hastalığın tanımını yapmaya çalışacağız. Daha sonra tarihsel süreç içerisinde
insanoğlunun yaradılışından günümüze kadar farklı şekillerde ortaya çıkmış olan hastalıklardan
bahsedeceğiz. Bu tarihsel süreçte hastalığın bireyler tarafından algılanmasını, baş etme yollarını etkileyen
kültür ile ilişkisini ele aldıktan sonra günümüzde birçok ülke tarafından kullanılan hastalık göstergeleri ve
hastalıkların sınıflandırılmasından bahsedeceğiz.
Hastalığın Tanımı
Hastalığın tanımı Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “Organizmada birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla
sağlığın bozulması durumu, rahatsızlık, çor, dert, sayrılık, illet, maraz, maraza, esenlik karşıtı. Ruh sağlığının
bozulması durumu” olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma göre hastalık, sağlığın bozulması durumudur.
Hastalık ruh sağlığının bozulması anlamında da kullanılmıştır.
Aslında hastalığı belirli kalıplarla tarif etmek oldukça zordur. Çünkü hastalık yalnızca objektif bazı belirti ve
bulgularla tanımlanıp ölçülen bir durum değildir. Kişinin sosyal çevresi ve kültürü de hastalık algısının
oluşmasında etkilidir.
Hastalığı açıklamak için bazı kuramlar geliştirilmiştir. Bu kuramlar Tek ajan kuramı, çoklu neden kuramı ve
ekolojik sistemler kuramıdır. Bu kuramlar hastalığın nedenini bir ya da birden fazla etkene veya kişinin
uyum kapasitesine bağlar.
Hastalıkların nedensellik ve ilişki kavramına göre anlaşılabileceği ileri sürülmüştür. Bu görüşte, etki-sonuç
arasındaki ilişkiden bahsedilir. Bu ilişkinin olabilmesi için belli kriterler vardır. Bunlar ilişkinin kuvveti,
ilişkinin tutarlılığı, özgüllüğü, zamana uygunluğu ve elde bulunan bilgilerle uyumlu olmasıdır. Yani bir
etkenin hastalık oluşturabilmesi için o etken ile hastalık arasında kuvvetli bir ilişkinin olması gerekir.
Günümüzde bilgisayar ve akıllı telefon kullanımına bağlı gelişen kas ve eklem hastalıklarının olduğu
aşikârdır. Bu durum birçok ülkede böyledir. Bu problemler bilgisayarın uzun süreli ve aşırı kullanımından
kaynaklanmaktadır. Yani belli bir süre geçtikten sonra bu tür hastalıklar kişilerde oluşabilir. Bu konu ile ilgili
yapılan birçok bilimsel araştırma da bulunmaktadır. O hâlde biz bilgisayar kullanımı ile eklem bağ
hastalıkları arasında bir ilişkiden bahsedebiliriz.
Hastalıkların Tarihçesi
Hastalık tarih boyunca insanların yaşamlarında olmuştur. Hastalık gözle görünen ya da görünmeyen
nedenlere bağlanmıştır. Hatta doğa dışı güçlere bağlanmıştır. Hastalığın iyileştirilmesinde kullanılan
yöntem ne olursa olsun amaç kötü ruhları uzaklaştırmak olmuştur. Hastalığın doğaüstü güçlerden
kaynaklandığı inancı Yahudilikte yaygındı. Eski Türklerde de Şaman inanışa göre insanın sahip olduğu
ruhlardan birinin kaybolması hastalıklara neden olurdu.
Hipokrat, hastalıkların vücutta bulunan sıvıların dengesizliği nedeni ile ortaya çıktığını düşünmüştür. Bunlar
kan, balgam, sarı ve kara safradır. Hipokrat hastalıkların tedavisinde dinsel ve tıbbi uygulamaların
birbirinden ayrılması gerektiğini savunmuştur. Hastalıkların oluşumunda etkili olduğunu düşündüğü
miasma teorisini savunmuştur. Miasma kirlenme, lekelenme anlamındadır. Bu teori dünyanın birçok
yerinde kabul görmüş ve 19. yüzyıla kadar etkisini sürdürmüştür.
Orta çağda mikroorganizmalar gözle görülmeyen tohum ya da hayvanımsı şeyler olarak kabul görmüştü.
Bu varlıkların insan vücudunda bulunması hastalıklara neden oluyordu. Ancak bunun ispatlanması oldukça
zaman aldı. Çünkü hastalık olduğu için bu varlıkların insan vücudunda oluştuğu düşüncesi daha çok
hâkimdi.
19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde bazı mantar hastalıklarının etkeni ve şarbon mikrobu keşfedildi.
Pasteur’un fermantasyon konusundaki çalışması da mikroorganizmaların varlığını açıklamada etkili oldu.
Pasteur kurduğu deneylerle tavuk kolerası üzerinde çalışmalar yaptı. Çalışmaları sonucunda ilk başarısını, 9
yaşında bir çocuğa yaptığı kuduz aşısı ile sağlamıştır.

1. Ünite - Hastalıklar Bilgisine Giriş 1


20. yüzyıla gelindiğinde penisilin ve antibiyotiğin keşfedilmesi ile görülen hastalıklar değişim göstermiştir.
Yoksulluk hastalıkları olarak adlandırılan hastalıklar yerini medeniyet ve zenginlik hastalıklarına bırakmıştır.
Yaşam koşullarındaki değişim, bulaşıcı hastalıkların kontrol altına alınması, beklenen yaşam süresinin
artması ile beslenme alışkanlıkları ve sigara alkol gibi bağımlılıklar yaşlılık hastalıkları olarak da bahsedilen
kronik hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Tarihimizde önemli yere sahip olan Osmanlı döneminde de birçok bulaşıcı hastalıkla mücadele edilmek
zorunda kalınmıştır. Hatta bulaşıcı hastalıkların neden olduğu ölümler savaşların neden olduğu ölümlerden
fazla olmuştur. Veba, kolera, çiçek, sıtma, cüzzam, tifo ve tifüs salgınlarıyla baş etmek için dönemin
padişahları tarafından tecrit etme, çevre koşullarını düzenleme ve aşılama gibi yöntemler kullanılmıştır.
Günümüzde hâlâ önemini koruyan kronik hastalıklara geri dönecek olursak bu hastalıklar artık “bulaşıcı
olmayan hastalıklar” olarak da adlandırılır. Dünya Sağlık Örgütü tarafından, uzun süren ve yavaş ilerleme
gösteren hastalıklar olarak tanımlanmıştır. Kronik hastalıkların altı aydan uzun sürmesi, ilerleyici olması,
geri dönüşünün olmaması, ataklarla seyretmesi ve ömür boyu sürmesi önemli özellikleri arasındadır.
Kronik hastalıklar yalnızca bireyi değil aynı zamanda bireyin ailesini ve ülke ekonomisini de olumsuz yönde
etkiler. Ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre yalnızca diyabet ve diyabetin ortaya çıkardığı sağlık
problemlerinin maliyeti yaklaşık 13 milyon liradır. Diyabet dışında ülkemizde kanserler, kalp damar
hastalıkları, KOAH, Böbrek yetmezliği gibi birçok kronik hastalık ve bu hastalıkların ortaya çıkardığı sağlık
sorunları görülmektedir.
Hastalık ve Kültür
Hastalığın tanımını düşündüğümüzde, hastalığı yalnızca biyolojik ve ruhsal olumsuz bazı değişimlerle
sınırlandırmamamız gerekir. Hastalığın sosyal ve kültürel faktörlerle birey tarafından nasıl algılandığı da
oldukça önemlidir. Kültür birçok faktörden etkilenerek oluşur. Bunların başında örf, adet, inanç gelenek ve
görenekler gelir. Kültür hastalıkların belirlenmesi ve tedavisinde etkili olan bir faktördür. “Hastalandığımızı
nasıl anlarız, hangi belirtiler hastalığı işaret eder, hastalandığımızda kime başvururuz, yaşadığımız
toplumda bireye ne zaman hasta rolü verilir?” gibi soruların cevabı kültürden etkilenir.
Hastalık Göstergeleri
Dünyada ve ülkemizde sağlık ve hastalık durumlarını belirlemek ve zamanla değişimini izlemek için bazı
göstergeler kullanılır. Bunlar hız, oran, insidans, prevelans, morbidite ve mortalitedir.
Yine bir toplumun sağlık hizmetlerinin planlı ve etkin olarak yürütülebilmesi için o toplumun hastalık
yükünün belirlenmesi gerekir. Hastalık yükünü belirlemede kullanılan bazı ölçütler kullanılmaktadır.
Bunlardan en sık kullanılan DALY olarak bilinen “yeti yitimine ayarlanmış yaşam yılı”dır.
Hastalıkların Sınıflandırılması
Sınıflandırılma hastalıklara ait sayısal veriler elde etmek için yapılmaktadır. Bu sınıflandırmada dünyada ve
ülkemizde ICD dediğimiz Uluslararası Hastalık Sınıflandırması kullanılmaktadır. Uluslararası olan bu
sınıflama ile ülkeler arasında karşılaştırma yapma olanağı sağlanmaktadır. Bu sınıflama, aynı zamanda
hastalıkların yükü ve maliyetine ilişkin veriler elde etmeyi de sağlamaktadır.

1. Ünite - Hastalıklar Bilgisine Giriş 2


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Sıvı-Elektrolit, Asit-Baz Dengesi, Dengesizlikleri ve Şok
ÜNİTE NO 2
YAZAR Doç. Dr. SEHER ERGÜNEY

SIVI ELEKTROLİT DENGESİ


Yaşam için iki temel madde, su ve oksijendir. Organizmadaki (vücut) bütün metabolik olaylar su ile
gerçekleşir ve artık madde yine su ile taşınarak organizmadan uzaklaştırılır. Organizmadaki toplam su
miktarı; yaşa, cinse ve yağ oranına göre değişmekle beraber beden ağırlığının %60’ı sudur. Yaş arttıkça
bedendeki su miktarı azalır.
Vücut sıvılarının büyük bir kısmını su oluşturur. Geri kalanı ise suda erimiş maddelerdir. Bunların çoğu
elektrolitlerdir. Çok küçük bir miktarı da elektrolit olmayan maddelerdir.
Sıvı Alımı ve Çıkarılması: Su, vücuda içecekler, yiyecekler ile alınır ve oksidasyon
(metabolizma) ile sağlanır. Böbrekler, gastrointestinal sistem, deri ve akciğerler yolu ile kaybedilir.
Erişkin bir birey normal koşullarda 24 saatte alması gereken sıvı miktarı 2600 mililitredir (ml). Bunun 1200
ml’ si ağızdan alınan sıvı içeceklerle, 1100 ml’ si besinlerdeki su ile alınır. 300 ml’si ise alınan gıdaların
oksidasyonu ile oluşur. Alınan bu sıvının 1500 ml’si idrarla, 400 ml’si akciğerlerden solunum yoluyla, 600
ml’si terleme ile, 100 ml’ si de defekasyonla olmak üzere 2600 ml sıvı kaybedilir.
Elektrolitler: Su gibi çözücüde iyon adı verilen anyon (- yüklü partikül) ve katyonlara (+yüklü partikül)
ayrılarak elektrik akımını ileten inorganik bileşiklerdir. Herhangi bir elektrolit solüsyonunda anyon ve
katyon miktarları eşit olmalıdır. Hücre içi temel katyonlar, potasyum ve magnezyum; temel anyonlar ise
fosfat ve proteinlerdir. Hücre dışı temel katyon, sodyum; temel anyonlar ise klor ve bikarbonattır.
Beden Sıvılarının Dağılımı: Bedende hücre içi ve hücre dışı olmak üzere iki ana bölümde bulunan
beden sıvıları; su ve suda çözünmüş elektrolit, gazlar ve besin maddelerini içerir.
Hücre içi (intrasellüler) sıvı: Beden hücrelerinde bulunan sıvıdır ve toplam beden sıvısının da %55’ini
oluşturur.
Hücre dışı (Ekstraselüler) sıvı: Toplam beden sıvısının %45’ini oluşturur. Hücre için gerekli madde
alışverişinin yapıldığı sıvıdır.
Ödem: Vücutta yerel veya yaygın biçimde hücreler arası boşlukta normalden fazla miktarda sıvı
birikmesidir.

Ödem oluşturan durumlar ; kalp yetmezliği, ven tıkanmaları, nefrotik sendrom, yanıklar, malnütrisyon,
açlık, kronik diareler, siroz, fil hastalığı, lenf kanseri.
Sıvı Elektrolit Dengesini Düzenleyen Sistemler
• Endokrin sistem: Hormonlar ile dengeyi sağlar.
• Gastrointestinal sistem: Normal koşullarda su ve elektrolitlerin vücuda tek giriş yolu
gastrointestinal yoldur.
• Renal sistem (böbrekler): Böbrekler Na+ ve H+ iyonları konsantrasyonlarını düzenlemelerinin
yanı sıra su miktarını da düzenlemekten sorumludur.
• Sinir sistemi: Susama merkezi, osmoreseptörler ve volüm reseptörleri ile su ve Na+ dengesini
kontrol eder.
• Kardiyovasküler sistem: Kalp ve büyük damarlardaki volüm ve basınç reseptörleri ile sıvı ve
elektrolit dengesinin düzenlenmesinde rol oynar.
• Solunum sistemi: Akciğerlerden su buharı şeklinde sıvı kaybı ve H+ konsantrasyonunun
düzenleyicisi olarak görev yapar.

SIVI ELEKTROLİT DENGESİZLİKLERİ


Sıvı-Elektrolit Dengesizliklerine Neden Olan Faktörler
• Sıvı-elektrolitlerin az olması
• Sıvı-elektrolitlerin fazla olması

2. Ünite - Sıvı-Elektrolit, Asit-Baz Dengesi, Dengesizlikleri ve Şok 3


• Sıvı-elektrolitlerin bedende tutulması
• Düzenleyici sistemlerin bozulması

Su Sodyum Dengesizlikleri
Hipernatremi (Kanda sodyum yoğunluğunun fazla olması): Sodyum değerinin 145 mEq/l’nin üzerinde
olmasıdır.
Tedavi: Tedavi, nedene yönelik olmalıdır.
Hiponatremi (Kanda Sodyum yoğunluğunun az olması): Sodyum değerinin 135 mEq/l’nin altında olmasıdır.
Tedavi: Tedavi, nedene yönelik olmalıdır. Sıvı alımı kısıtlanır, su atılımını arttırmak için diüretik (idrar
miktarını arttıran ilaçlar ) verilir, sodyum çok düşükse sodyum verilir. Yaşam bulguları kontrol edilir. Aldığı
çıkardığı sıvı takibi (AÇST ) yapılır.
Potasyum Dengesizlikleri
Hiperkalemi: Serum potasyumunun düzeyinin 5 mEq/l’ nin üzerinde olmasıdır.
Tedavi: Hafif durumlarda, potasyum kısıtlanır. K+ atılımına neden olan diüretikler verilir (lasiks).Ağır
vakalarda % 10’luk kalsiyum glukonat infüzyon şeklinde verilir. İnsülin ve glikoz infüzyonları
yapılır.Bikarbonat verilir. Potasyumun bağırsaktan atılmasını sağlamak için Kayexalate oral ya da lavman
şeklinde verilir.
Hipokalemi: Serum potasyumunun 3,5 mEq/l’ nin altında olmasıdır.
Tedavi: Nedeni araştırılmalıdır. Potasyum kaybı, diyet ya da ilaçlarla karşılanır. Diyetle verilmesi daha
güvenlidir. Orta ya da ciddi düzeyde hipokalemi varsa intravenöz yolla potasyum klorür verilir. EKG takibi
yapılır.
Kalsiyum Dengesizlikleri
Hiperkalsemi: Serum kalsiyum düzeyinin % 10,5 mg/dl’nin üstünde olmasıdır.
Tedavi: Altında yatan neden tedavi edilmelidir. Diyette kalsiyum ve D vitamininin alımı kısıtlanır. İzotonik
solüsyonların IV verilir. Diüretikler verilir. Steroidler, fosfat ve kalsitonin uygulanır.
Hipokalsemi: Serum kalsiyumunun %8,5 mg/dl’ın altında olmasıdır.
Tedavi: Hastaya IV kalsiyum tuzları verilmelidir. Hipokalsemi ağır değilse ve hastada tetaniler yoksa oral
kalsiyum laktat veya kalsiyum glukonat- kalsiyum klorid verilebilir. D vitaminini de vermek gerekir.
Kalsiyumdan zengin gıdalar verilir.
Magnezyum Dengesizlikleri
Hipermagnezemi: Serum magnezyum (Mg) düzeyinin 2,7 mEq/l’nin üstünde olmasıdır.
Hipomagnezemi: Serum magnezyum düzeyinin 1,5 mEq/l’nin altında olmasıdır.
Tedavi: Magnezyum eksikliği, IM veya IV olarak magnezyum sülfat verilerek tamamlanır. Yaşam bulguları
ve EKG değişiklikleri izlenmelidir.
ASİT-BAZ DENGESİ
Asit-baz dengesi dendiği zaman, akla beden sıvılarındaki H+ yoğunluğu gelir. H iyonu dengesi ve
dengesizlikleri, genellikle asit-baz dengesi ve dengesizlikleri olarak adlandırılmaktadır. Suda çözündüğü
zaman ortama H+ veren maddelere asit, OH- taşıyarak ortamdan H+ alan maddelere ise baz denir.
Solüsyonların H+ yoğunlukları pH ile ifade edilir. pH’ın düşük olması H+’larının yüksek konsantrasyonda
olduğunu (asidoz); pH’ın yüksek olması H+’larının düşük konsantrasyonda olduğunu gösterir (alkoloz).
Arteriyel kanın normal pH’ı 7.4 tür. Venöz kanda ve interstisiyel sıvılarda 7.35 tir. Arteriyel kanın pH’ı
7.4’ten yukarıda olduğu zaman alkaloz; 7.4’ten aşağıda olduğu zaman asidozdan bahsedilir. İnsanın
yaşamını en fazla birkaç saat daha sürdürebileceği pH değerleri ise en düşük 7.0; en yüksek 7.7
civarındadır.
Vücutta pH’ı Kontrol Eden Sistemler
• Tampon sistemleri
• Solunum sistemi
• Renal sistem

ASİT-BAZ DENGESİZLİKLERİ
• Asidozlar: Solunum asidozu, metabolik asidoz.
• Alkalozlar: Solunum alkalozu, metabolik alkaloz.
ŞOK
Çeşitli etkenlere bağlı olarak oksijen yetersizliği nedeniyle kan ve kan ile ilgili yapıların dengesinin ani
bozulması sonucu yaşamı tehdit eden bir durumdur.
Şokun Evreleri: Şok, genel olarak 3 evrede incelenebilir. Bunlar:
• Evre [Başlangıç evresi (kompanse evre)]
• Evre (Dekompanse şok evresi)

2. Ünite - Sıvı-Elektrolit, Asit-Baz Dengesi, Dengesizlikleri ve Şok 4


• Evre [Geri dönüşsüz (Irreversible) ya da geç şok evresi]
Şokun Sınıflandırılması: Altta yatan nedene göre şok için farklı gruplandırmalar yapılmıştır.
Hipovolemik Şok: Hipovolemik şok, intravasküler volümün azalmasına bağlı gelişen ve en yaygın görülen
şok tipidir.
Kardiyojenik Şok: Kardiyojenik şok, kardiak outputun yeterli doku perfüzyonunu sağlayamadığı durumlarda
oluşur. Kalbin pompa gücünün bozulması sonucu ortaya çıkar.
Septik Şok: Genellikle gram (–) mikroorganizmaların, stafilokok ve enterokokların neden olduğu şok tipidir.
Virüs ve mantarlar da, özellikle immün sistemi yetersiz olan kişilerde septik şoka neden olabilir.
Nörojenik Şok: Nörojenik şokta vazodilatasyon gelişir ve kardiyak output düşer. Nörojenik şok; beyne
ilişkin hastalıklar, derin genel anestezi, spinal anestezi, spinal kord yaralanmalar, hipoglisemi, uzun süre
sıcağa maruz kalma, aşırı dozda sedatif, barbitürat ya da narkotik ilaçların alınması sonunda ortaya çıkar.
Anafilaktik Şok: Anafilaksi, alerjik reaksiyonun en ağır şeklidir. Anafilaktik reaksiyonlar, kişinin daha önce
duyarlılık kazandığı bir allerjenlerle temas etmesi sonucu oluşmaktadır.

2. Ünite - Sıvı-Elektrolit, Asit-Baz Dengesi, Dengesizlikleri ve Şok 5


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Kansere Genel Bakış
ÜNİTE NO 3
YAZAR Prof. Dr. ELANUR YILMAZ KARABULUTLU

KANSER
Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kardiyovasküler
hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebidir. Diğer hastalıklara karşı etkin tedavi yöntemlerinin kullanıma
girmesi ve yaşam standardının yükselmesine bağlı olarak ortalama yaşam süresinin uzaması ve gelişen
teknoloji ile çevresel karsinojenlere maruz kalmanın artmasıyla giderek daha sık görülen bir önemli sağlık
sorunu hâline gelmiştir.
Dünya genelinde kanserlerin en az üçte biri önlenebilir ve diğer üçte biri ise taramalar ile erken teşhis
edilip tedavi edilebilir kanserlerdir. Bu nedenle korunma ve erken teşhis oldukça önemlidir.
Tüm kanserler, DNA dizisindeki birtakım anormalliklerle oluşmaktadır. Kanserlerin %10-15’inin, kalıtımsal
olduğu yani ebeveynlerden gelen genlerle aktarıldığı, geriye kalan %85-90’lık kısmının ise yaşam boyunca
canlı hücrelerdeki DNA’nın mutajenlere maruz kalması, hücre DNA’ sındaki hafif ilerleyici değişiklikler ve
kopyalama hataları oluşması ile şekillendiği düşünülmektedir.
Mutasyona neden olan etkilerin önemli bir kısmı hücrenin mutasyonlara karşı hassas olduğu hücre siklusu
esnasında gerçekleşir. Hücre siklusu, DNA sentezinin gerçekleştiği S evresi, mitoz bölünmenin izlendiği M
evresi ve bu iki temel süreç arasında kalan geçici duraklama evreleri olan G1 ve G2 evreleri olmak üzere,
başlıca 4 evrede gerçekleşir. Hücre siklusunda G -S geçişinde, G -M geçişinde ve metafaz-anafaz geçişinde
kontrol noktaları bulunmaktadır. Hücre siklusu kontrol noktalarında değişimler kanser gelişimine neden
olabilir.
Kanser hücreleri büyümelerini durduramaz ve ölemezler. Hücreler diğer hücre ve dokulara invaze olurlar.
Hücre tipine özgü özelliklerini kaybederler. Vücudun uzak bölgelerine taşınırlar. Kendi büyümesi için
gerekli olan hormonları üretirler, büyümeyi desteklemek için bağ dokusu geliştirebilirler.
KANSER EPİDEMİYOLOJİSİ
Ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kardiyovasküler hastalıklardan sonra en sık görülen ikinci
ölüm sebebi olması açısından önemli bir toplum sağlığı problemidir. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı en son
verilerine göre erkelerde en çok görülen kanser çeşidi trakea, bronşit, akciğer kanserleri iken kadınlarda ise
meme kanseridir. Çocukluk çağı kanserleri içerisinde ilk sırayı lösemiler almaktadır.
KANSERİN ETİYOLOJİSİ
Kanserin nedenleri kesin olarak bilinmemekle beraber olası nedenlerle değiştirilebilir ve değiştirilemez
etkenler olarak iki grup altında incelemek mümkündür. Değiştirilemeyen etkenler; yaş, cinsiyet ve aile
öyküsüdür. Değiştirilebilir etkenler ise sigara, alkol, beslenme, mesleki riskler, virüsler, bakteriler,
radyasyon ve stres gibi çevresel etkenlerdir.
KANSERDEN KORUNMA VE EKEN TANI
Kanserden korunmanın primer, sekonder ve tersiyer olmak üzere üç farklı düzeyi vardır. Bu korunma
düzeyinde hedef kansere neden olduğu bilinen risk faktörleri ile karşılaşmanın önlenmesi ve kanserden
korunma konusunda birey ve toplumun farkındalık düzeyinin geliştirilmesi ve risk faktörleri ile
karşılaşmanın engellenmesidir. Sekonder korunma düzeyi kanserin erken teşhisi ve etkili bir şekilde
tedavisini içerir. Asemptomatik kişilerde erken tanı amacıyla tarama önerilen kanser türleri meme, serviks,
kolon ve rektum ve prostat kanserleridir. Hastalıklı bireylerin, uygun tedavi ve iyileştirme yaklaşımları ile
hastalığın olumsuz sonuçlarından korunması ise tersiyer korumadır.
KANSERDE EVRELEME VE TANI
Tanı anında kanserin evresi, daha önceki benzer evredeki hastalara ait deneyime ve tedavi sonuçlarına
dayanan en uygun tedavinin seçilmesinde prognozu belirleyen anahtar faktör ve en kritik unsurdur. Klinik
olarak en yaygın kullanılan sistem Tümör-Nod-Metastaz (TNM) evreleme sistemidir. Bu evreleme
sisteminde farklı sayısal değerler kullanılarak ‘T’ primer tümörün boyutunu, ‘N’ bölgesel lenf nodu
tutulumunun varlığını ya da yokluğunu ve ‘M’ uzak metastaz varlığını ya da yokluğunu göstermektedir.

3. Ünite - Kansere Genel Bakış 6


Kanda bazı tümörlerin varlığını ve gelişimini tespit etmek amacıyla bazı parametreler kullanılmaktadır.
Bunlara tümör markerleri adı verilmektedir.
Kanser vücutta bazı fonksiyonların bozulması, hematolojik değişimler, enfeksiyon, kanama, iştahsızlık,
paraneoplastik sendromlar, ağrı ve strese neden olmaktadır.
KANSERDE TEDAVİ
Kanser tanısı konulan hastaların özelliklerine ve hastalığın durumuna göre kemoterapi, radyoterapi,
cerrahi tedavi, hedefe yönelik tedaviler, hormon tedavileri ve kemik iliği nakli gibi yöntemlerin biri veya bir
kaçı tedavide birlikte uygulanabilir. Her yöntemin kendine özgü avantaj ve dezavantajlarının bulunması,
kanserin kişiye özgü bir hastalık olması, tedavilerin kişiden kişiye farklılık gösterebilmesi nedeniyle tek bir
kesin tedavi yönteminin varlığından bahsetmek mümkün değildir.
Kemoterapi tümör hücresinin ölümünü sağlamak için sitotoksik ilaç ve kimyasal madde verilmesini içerir. .
Bu tedavide hedef sağlıklı hücreler üzerinde minimal etki ile mümkün olduğunca çok sayıda tümör
hücresini yok etmektir. Bu nedenle tedavi etkinliğini arttırmak ve olası komplikasyonları azaltmak amacıyla
tek bir ajan yerine birden çok ajan kombinasyon hâlinde verilir. Bu ilaçlar hazırlanırken ve uygulanırken
tehlikeli ilaçlarla güvenli çalışma standartlarına uyulmalıdır. Kemoterapide kullanılan ilaçlar yalnızca kanser
hücrelerini değil aynı zamanda normal hücreleri de etkileyerek hastalarda kanama, enfeksiyon, yorgunluk,
saç dökülmesi, ağızda yaralar ve ishal gibi birçok probleminde ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Başka bir kanser tedavi yöntemi radyoterapidir. Kanserli hücrelerini iyonizan ışınlar kullanarak öldürmeye
dayanan bir tedavi yöntemidir. Radyoterapinin amacı; çevre sağlam dokuya en az zararla, dikkatlice
ölçülmüş radyasyon dozunun, belirlenmiş tümöre verilmesidir. Radyoterapi sırasında verilecek toplam ve
günlük doz hekim tarafından hastanın patolojisin ve evresine göre belirlenir. Klinikte temel olarak
radyoterapi, eksternal ve internal olmak üzere iki farklı şekilde uygulanır. Hastaya belli uzaklıktan
radyoterapinin uygulanması işlemi eksternal radyoterapidir. İnternal radyoterapi; radyasyon kaynağının
kapalı bir alanda tutulduğu brakiterapi ya da açık kaynakların vücuda verildiği radyofarmasötik tedavi
olmak üzere iki şekilde uygulanır. Radyoterapi DNA’ da ölümcül yaralanmaya neden olur, bu nedenle hızla
çoğalan kanser hücrelerinin yanında normal hücreleri de yok edebilir. Deri hasarı, eritem, saç dökülmesi,
deri veya derideki doku nekrozu, geçici veya sürekli kısırlık gibi lokal akut etkileri olabildiği gibi hayat
süresinin kısalması veya vaktinden önce yaşlanma, tümör oluşma ihtimalinin artması gibi olası gecikmiş
etikleri de vardır.
Kanser hastalarında tanı, evreleme, iyileştirmeye yönelik uygulanan cerrahi işlemler onkolojik hasta bakımı
ve tedavi sürecinde daima önemli bir rol üstlenmiştir. Günümüzde tümörlerin yaklaşık %90’ ının tanı ve
evrelemesinde, cerrahi yöntemler kullanılmakta ve tüm kanserlerin %60’ ından fazlası cerrahi ile tedavi
edilmektedir. Kanser cerrahisi genel olarak; primer, adjuvan, sitoredüktif, profilaktik, kurtarma cerrahisi,
palyatif, terapötik ya da destekleyici amaçlı araçların yerleştirilmesi, tedaviye yanıtın değerlendirilmesi
şeklinde uygulanmaktadır.
Hedefe yönelik tedavi kanser gelişimine neden olan moleküler anormalliğe veya hedefe karşı doğrudan
geliştirilen tedavidir. Hücre büyüme sinyalini bloke ederek yeni damar oluşumunu inhibe ederek,
apopitozisi indükleyerek, immun sistemi uyararak ve kanser hücresine toksisite gösterecek molekülü
kanser hücresine ulaştırarak etki gösterir.
Hormonoterapide amaç farklı ilaç kullanarak bu kanser türlerinin hormona duyarlılığını ortadan kaldırarak
kanserin tedavisini sağlamaktır. Örneğin Tamoksifen meme dokusunda bir östrojen antagonisti olarak
kullanılmaktadır.
Kanserin bir başka tedavi yöntemi kemik iliği naklidir. Genellikle kemik iliği nakli olarak bilinen uygulama
bugün hematopoetik kök hücre nakli adı ile anılmaktadır. Kemik iliği ya da hematopoetik kök hücre nakli,
kemik iliğinin benign, malign hastalıklarının, solid tümörlerin, genetik bozuklukların ve immunolojik
hastalıkların tedavisinde tercih edilmektedir. Hastanın kendisinden ya da doku grubu uyumlu kişiden kök
hücrelerin toplanıp hazırlama rejiminden sonra hastaya verilmesine periferik kök hücre nakli adı verilir.
Genel anestezi altında özel aspirasyon iğneleri ile posterior iliak kemiğinden aspire edilerek toplanan
ürünün hastaya verilmesine ise kemik iliği nakli denir.

3. Ünite - Kansere Genel Bakış 7


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Solunum Sistemi Hastalıkları
ÜNİTE NO 4
YAZAR Dr. Öğr. Üyesi HATİCE POLAT

SOLUNUM SİSTEMİ HASTALIKLARI


Solunum sisteminin temel görevi bedenin yaşamsal gereksinimi olan oksijeni sağlamak ve karbondioksidi
atmaktır. Solunum fizyolojik bir olay olup kişinin yaşamı için gerekli oksijeni sağlar. Bu nedenle soluk alma
ve hayatta kalma eş anlamda algılanır. Solunum sistemi hastalıkları sık görülen hastalıklardır. Tüberküloz,
pnömoni, Kronik Obstriktif Akciğer Hastalıkları, amfizem bu sistemin en sık görülen hastalıklarındandır.
Solunum Sisteminin Yapısı ve Fonksiyonları
Solunum sistemi alt ve üst solunum yollarından oluşur. Üst solunum yolları; burun, farenks, larenks,
trakeadan, alt solunum yolları; bronşlar ve akciğerlerden oluşur.
Solunum sisteminde gaz değişimi alveollerde gerçekleşir. Bronşioller dallanarak alveol kanallarını ve üzüm
salkımı görünümüne sahip alveol keseciklerini oluşturur. Bu keseciklerin açık kalmasını sürfaktan maddesi
sağlar.
Solunum olayının ilk basamağı olan ventilasyon nefes alma ve nefes vermeyi içerir. Nefes almak aktif bir
olayken nefes vermek pasif bir olaydır. İkinci aşama olan diffüzyon, alveollerde oksijen ve karbondioksitin
yer değiştirmesi yani gaz alış-verişidir. Üçüncü aşama olan perfüzyon ise oksijen ve karbondioksidin kanda
taşınmasıdır. Bu taşıma işi eritrositler içinde bulunan hemoglobinin oksijen ve karbondiokside bağlanması
ile gerçekleşir. Solunum olayının gerçekleşmesi medulla oblangata da bulunan solunum merkezi tarafından
kontrol edilir. Bu merkez kandaki oksijen karbondioksit ve pH değişimlerine duyarlıdır.
Belirtiler ve Anormal Solunum Sesleri
Solunum sitemi hastalıklarında öksürük, balgam çıkarma, nefes darlığı gibi semptomlar sıklıkla
görülmektedir.
Solunum sisteminde akciğer seslerinin olmaması/azalması, wheezing, ronküs, plevral friksiyon sesi, raller,
frotman anormal bulgulardır. Öpne normal solunum olarak tanımlanırken apne solunumun durmasıdır.
Bradipne solunumun anormal sayıda yavaşlamasıdır. Takipne, solunumun anormal sayıda hızlanmasıdır.
Dispne, zorlu ve güç sarf ederek yapılan solunum şeklidir. Solunumun derinliğinin artmasına hiperpne,
solunum derinliğinin azalmasına hipopne, solunum hızı ve derinliğinin artmasına hiperventilasyon,
solunum hızı ve derinliğinin azalmasına hipoventilasyon denir.
Kussmaul solunum; birbirine eşit, derin inspirasyon ekspirasyon hareketlerinin bulunduğu, orta derecede
ya da hızlı, düzenli bir solunum şeklidir.
Cheyne-stokes solunum, birbirini izleyen apne-hipoventilasyon-hiperventilasyon-apne periyodlarından
oluşur.
Solunum Sistemi Hastalıklarının Tanısı
Solunum sistemi hastalıklarının tanısında birçok fizik muayene, radyolojik, laboratuvar ve endoskopik
incelemelerin yanı sıra hasta öyküsü de önemli veriler sağlar. Spirometre adı verilen cihaz ile akciğer
kapasitesini ölçmek için yapılan solunum fonksiyon testleri de hastalıkların tanısında, evrelendirilmesinde
ve hastaların takibinde kullanılır. Özellikle enfeksiyon hastalıklarında kullanılacak antibiyotiğe karar vermek
için kültür incelemeleri yapılır. Solunum sistemi hastalıklarının tanısında hatta bazen tedavisi için kullanılan
bir yöntem de bronkoskopi’dir. Bu yöntem ile solunum yollarında tıkanıklığa yol açan balgam ve ya yabancı
cisim çıkarılabilir.
Üst Solunum Yolu Hastalıkları
Bir üst solunum yolu hastalığı olan Grip (Enflüanza)’in etkeni enflüenza virüsüdür. A, B ve C tipleri vardır.
Astım, KOAH gibi kronik akciğer hastaları, diabetes mellitus, kalp, böbrek hastaları, kanser hastaları,
bağışıklık sistemi baskılanan çocuk ve erişkinler, 50 yaşın üzerinde olan bireyler risk gruplarını oluşturur.
Hastalığın spesifik bir tedavisi yoktur. Hastaların yeterli sıvı alınması, istirahati sağlanır. Gribe karşı

4. Ünite - Solunum Sistemi Hastalıkları 8


koruyucu olarak her yıl sonbahar bitmeden grip aşısı yaptırılmalıdır.
Soğuk algınlığı, sinüzit, faranjit ve laranjit de üst solunum yolu hastalıklarındandır. Bu hastalıkların
tedavileri genellikle hastaların semptomlarını hafifletmeye yöneliktir. Genellikle viral etkenler nedeni ile
ortaya çıkan bu hastalıklar da gereksiz antibiyotik kullanımından kaçınmak gerekir.
Alt Solunum Yolu Hastalıkları
Alt solunum yolu hastalığı olan bronşit; bronşların akut ya da kronik inflamasyonudur. Kronik bronşit, üç
yılı aşkın bir sürede her yıl üç aydan daha uzun süren öksürük eşliğinde balgam çıkarma ile tanımlanır.
Sigara hava kirliliği, virus, mikoplazma, bakteri enfeksiyonları, kimyasal gazların inhalasyonu, kronik
iritasyon hastalığa neden olur.
Tedavinin amacı; Sekresyonların çıkarılması ve bronşların açık tutulması, normal fonksiyonlarını
sürdürmesi, enfeksiyonların ve fiziksel yetersizliğin önlenmesidir.
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı(KOAH) broşit ve amfizemi kapsayan solunum sisteminin en sık görülen
hastalığı olup kronik ve ilerleyici özellik gösterir.
Sigara içme, pasif içicilik, mesleki nedenlerle zararlı maddelere maruz kalma, havadaki polenler, genetik
anormallikler KOAH için risk faktörleridir. Hastalığın tanısında ve evrelendirilmesinde solunum fonksiyon
testleri (SFT) kullanılır. Hastalık hafif, orta, ağır ve çok ağır olmak üzere dört evrede ele alınır. Bu
evrelemede SFT sonuçlarının yanı sıra farklı parametrelerde kullanılır. Diğer kronik hastalıklarda olduğu
gibi KOAH hastalarında da hastanın yaşam kalitesini korumak ve arttırmak önemlidir. Tedavide temel
amaç; nefes darlığı ve diğer belirtilerin azaltılması, alevlenmelerin önlenmesi, akciğer fonksiyonlarının en
iyi düzeyde tutulmasıdır.
Astım bronşiyal, bronşiyal düz kaslarının reversible kasılması, mukus hipersekresyonu, mukoza
enflamasyonu ve ödem ile karakterize bir hastalıktır. Etyolojisinde genetik ve çevresel etkenler rol
oynamaktadır. En önemli etken ise alerjenlerdir. Alerjenlerin tespit edilmesi için cilt testleri kullanılır. Aynı
zamanda hastanın atak geçirmesine neden olan alerjenleri kendisi de takip etmelidir. Sigara dumanı, soğuk
havada yürümek, kuvvetli kokular, deterjan kokuları, üst solunum yolu enfeksiyonları, kedi ya da kuş tüyü,
küf kokusu, astım krizini tetikleyen faktörlerdir.
Astım komplikasyonları, status astmatikus, astım atağı/astım nöbeti, kosta kırığı, pnömoni, atelektazi’dir.
Bronşektazi, bronşların ve bronşiyallerin geri dönüşümsüz olarak genişlemesidir. Konjenital ve edinsel
olarak ikiye ayrılır. Çoğunlukla çoçukluk çağında, enflüenza, kızamık, boğmaca, enfeksiyon hastalıklarının
komplikasyonları olarak ortaya çıkar.
Pnömoni akciğer dokusunun inflamasyonudur. Tedavi edilmezse hastalar solunum yetmezliğine girebilir.
Özellikle yaşlı, bebek, kanser tedavisi alan, bağışıklığı baskılanmış kişiler, kronik hastalığı olan kişilerin
hastanede yatarak tedavisi gerekebilir.
Tüberküloz bulaşıcı, infeksiyöz, inflamatuar, akut veya kronik gidişli bakteriyel bir infeksiyondur. Bireyin
bulaştırıcı olması için aktif tüberküloz hastası olması gerekmektedir.
Tanı, PPD testi, fiziksel muayene, akciğer grafisi, balgamda Aside Rezistan Bakterilerin (ARB) aranması ile
konur. Tedavi programı başlangıç ve idame olarak iki bölüme ayrılır.
Hastalığın oluşum şekli, bulaşma yolları ve tedavinin amaçları konusunda, hijyen ve el yıkamanın önemi
hakkında, solunum izolasyonunun nedenleri ve önemi konusunda, ilaç tedavisini bırakmaması gerektiği
konusunda hasta ve ailesinin bilgilendirilmesi önemlidir.
Korunmada en önemlisi, hastalığın doğru zamanda ve hızlı biçimde tanılanması ve iyileşene kadar uygun
tedavinin yapılmasıdır. BCG ile aşılama, koruyucu tedavi hastalığın ortaya çıkışını önlemek amacıyla
uygulanmaktadır.
Plevranın inflamasyonu plörazi olarak tanımlanır. Göğüsün yan tarafında keskin bir ağrı vardır. Bu nedenle
hastanın ağrısının rahatlatılması önemlidir. Plevral boşlukta hava birikimi sonucunda pnömotoraks ve kan
birikmesi sonucunda da hemotoraks hastalıkları meydana gelir. Travma, cerrahi girişimler ya da akciğer
hastalıklarına bağlı olarak ortaya çıkabilirler.
Vasküler hastalıklar
Solunum sisteminin vasküler bir hastalığı olan pulmoner emboli pulmoner dolaşımın tıkanması sonucunda
meydana gelir. Tedavisinde subkutan olarak heparin tedavisi uygulanır. Ancak önemli olan risk gruplarının
belirlenerek gelişiminin önlenmesidir.
Solunum sisteminin bir diğer vasküler hastalığı ise pulmoner hipertansiyondur. Bu hastalık genellikle başka
bir hastalığın komplikasyonu olarak ortaya çıkar. Pulmoner dolaşımdaki damarlardaki basınç artmıştır.
Tedavisinde diüretikler ve dijitaller sıklıkla kullanılır.
Diğer Hastalıklar
Akut respiratuar distres sendromu, gaz zehirlenmeleri, boğulmalar, çeşitli hastalıkların komplikasyonu
olarak ortaya çıkan ciddi bir durumdur. Hastalar mekanik ventilasyon cihazlarına bağlanarak genellikle
yoğun bakımlarda takip edilir.

4. Ünite - Solunum Sistemi Hastalıkları 9


Özellikle çeşitli maddelere uzun süre maruziyet nedeniyle çeşitli mesleki hastalıklar görülmektedir. En sık
olarak kömür işçilerinde görülür.

4. Ünite - Solunum Sistemi Hastalıkları 10


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Kardiyovasküler Hastalıklar
ÜNİTE NO 5
YAZAR Doç. Dr. NURAY DAYAPOĞLU

KARDİYOVASKÜLER SİSTEMİN YAPI VE FONKSİYONLARI


Kardiyovasküler sistemin görevi vücut hücreleri için gerekli olan oksijen, besin ve hormonları sağlamak ve
hücresel atık ürünler ile karbondioksidi vücut hücrelerinden uzaklaştırmaktır. Bu sistem kalp, kalp
damarları ve periferik vasküler sistemden oluşur.
Kalbin Konumu
Kalp, göğüs ön duvarı arkasında, orta kısımda iki akciğer arasında yer alır. Kas dokusundan oluşmuş bir
organdır. Kadınlarda yaklaşık 250-280 gr, erkeklerde 280-300 gr ağırlığındadır.
Kalbin Odacıkları ve Kapakları
Kalp, sağda ve solda birer atrium (kulakçık) ve ventrikül (karıncık) olmak üzere dört boşluktan oluşur.
Sağdaki kulakçık ve karıncığı triküspit kapak; soldaki kulakçık ve karıncığı ise mitral kapak ayırır. Kalbin sol
karıncığının bitimi ile kalpten çıkan ve insanın en büyük atardamarı olan aort damarının başlangıcı arasında
aort kapağı vardır. Benzer olarak pulmoner kapak sağ karıncık ile pulmoner damar arasındadır.
Kalbin Damarları
Kalbin sağ sistemine tüm vücuttan gelen kanı toplayan damarlar (vena cava inferior ve vena cava superior)
ile toplanan kanı akciğerlere gönderen pulmoner arterler bulunur. Kalbin sol bölümünde ise akciğerlerden
oksijenlenmiş kanı getiren pulmoner venler ile bu kanı tüm vücuda gönderen aort damarı bulunur.
Kalbin Tabakaları
Kalp, endokard, miyokard ve perikard olmak üzere üç tabakan meydana gelmiştir. Kalbin dış yüzünü
perikard denilen çepeçevre bir zar kaplar.
Kalbin Çalışması
Ventrikülün her atımda pompaladığı kan volümüne strok volüm adı verilir ve her kalp atımında ventrikül
60-80 cc kan pompalar. Kalbin bir dakikada kalpten pompaladığı kan volümü kardiyak-output olarak
adlandırılır.
Kan Dolaşımı
Kalbin sağ kısmı; sağ atrium, sağ ventrikül, pulmoner arter, vena kava superior ve vena kava inferiordan
oluşmuştur. Bu kısım küçük dolaşımı (pulmoner dolaşım veya akciğer dolaşımı) sağlar. Kalbin sol kısmı ise
pulmoner venler (2’si sağ, 2’si sol tarafta, toplam 4 adet), sol atrium, sol ventrikül ve aorttan oluşur. Bu
kısım ise büyük dolaşımdan (sistemik dolaşım) sorumludur.
Kalbin Uyarı ve İleti Sistemi
Kalbin kasılarak kendisine gelen kanı pompa gibi davranarak fırlatması elektrik akımları sayesinde kasılması
ile olur. Bu akımlar milivoltlar düzeyindedir. Bu akımlar ancak özel cihazlarda yükseltilerek kayıt edilebilir
hâle getirilebilir (elektrokardiyogram veya EKG).
KARDİYOVASKÜLER SİSTEM HASTALIKLARINDA TANI YÖNTEMLERİ
Kalp hastalıklarının değerlendirilmesi kapsamlı bir sağlık öyküsü (anamnez), gözlem, fizik muayene,
laboratuvar testleri ve görüntüleme yöntemlerinin uygulanmasını kapsar.
Elektrokardiyografi (EKG)
Kalbin çalışması sırasında oluşan elektriksel aktivitenin vücudun değişik yerlerine konulan elektrotlar
aracılığıyla kaydedilmesi esasına dayanır. EKG esas olarak elektriksel olayları gösterir ve mekanik olayları
hakkında bilgi vermez.
Ekokardiyografi (EKO)
Ultrason (yüksek frekanslı ses kullanımı) ilkesine dayanan bir görüntüleme yöntemidir. Günümüzde
kardiyolojik hastalıkların tanısında yaygın olarak kullanılan girişimsel olmayan tekniklerden biridir.
Kardiyak Kateterizasyon ve Anjiyografi
Kalp fonksiyonları hakkında kapsamlı bilgi veren invaziv (girişimsel) bir yöntemdir. Değişik amaçlar

5. Ünite - Kardiyovasküler Hastalıklar 11


doğrultusunda tasarlanmış özel yapıdaki kateterlerin damarlara ya da kalp boşluklarına yerleştirilmesine
kalp kateterizasyonu denir.
Kalp anjiyogarfisi ise, genellikle femoral veya radiyal arterden girilerek koroner arterlerin yapısının, kalp
kasının kasılma gücünün, kalp kapaklarında kaçak veya darlığın tespit edilip kaydedildiği bir yöntemdir.
KALP HASTALIKLARINDA ORTAK BELİRTİ VE BULGULAR
Dispne (Nefes darlığı), ağrı, ödem, siyanoz, yorgunluk, palpitasyon (çarpıntı), senkop (bayılma), üfürüm,
hempotizi, taşikardi, öksürük ve disfaji (yutma güçlüğü) kalp hastalıklarında en sık karşılaşılan belirti ve
bulgular arasındadır.
KORONER ARTER HASTALIKLARI
Koroner arter hastalıkları (KAH), koroner arterlerin genellikle bir plakla daralması veya tıkanması gibi
miyokardın (kalp kasının) beslenmesini bozan çeşitli faktörlerin rol aldığı bir tablodur.
Ateroskleroz
Arter duvarlarının kalınlaşıp elastikliğini kaybettiği arter hastalıklarından bir grubunu oluşturur.
Arteriosklerozis arterlerin sertleşmesi anlamında kullanılan genel bir ifadedir.
Ateroskleroz için değiştirilemeyen risk faktörleri; ileri yaş, erkek cinsiyet, genetik yatkınlık ve birinci derece
akrabalarında koroner arter hastalığı öyküsüdür.
Aterosklerozun değiştirilebilir risk faktörleri; sigara kullanımı, hipertansiyon, diyabet, obezite, yaşam tarzı,
stres, aşırı alkol ve kahve tüketimi, hiperkalsemi, kadınlar için oral kontraseptif (doğum kontrol hapı)
kullanımı, kandaki total kolesterol düzeyinin (200 mg/dl’den) yüksek olması, kandaki HDL kolesterol
düzeyinin (35 mg/dl’den) düşük olmasıdır.
Aterosklerozun önlenmesi ve kalp hastalıklarından korunmada sigaranın bırakılması, hipertansiyon ve
kolesterol düzeyinin kontrol altına alınması, sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazandırılması, yüksek riskli
grupta düşük doz aspirin kullanılması, diyabetin kontrol altına alınması, hareketsiz yaşamdan uzak
durulması, şişmanlığın önlenmesi önerilmektedir.
Anjina Pektoris (Göğüs Ağrısı)
Anjina pektoris, miyokard iskemisi sonucu gelişen göğüs ağrısı ve baskı hissi ile karekterize ve iskemik
ataklar ile seyreden klinik bir sendromdur.
Anjinanın ilk belirtisi genellikle göğüs ağrısı ya da huzursuzluktur. Klasik anjina pektorise bağlı ağrı
genellikle dinlenme ve istirahatle geçer.
Bu hastalıkta tıbbi tedavinin amacı; miyokardın oksijen ihtiyacını azaltmak, miyokarda ulaşan kan miktarını
artırmak, göğüs ağrısını kontrol altına almaktır. Tedavide öncelikle diyabet ve hipertansiyon gibi tüm
koroner risk faktörlerinin kontrol altına alınması önem taşır. Bu amaçla ilaç tedavisinde; antikoagülanlar,
antilipemik, anjiyotensin inhibitörleri, beta blokerler, kalsiyum kanal blokerleri ve nitrat grubu ilaçlar
kullanılmaktadır.
Miyokard İnfarktüsü (Kalp Krizi)
Uzun süreli iskemi sonucu miyokard hücrelerinin geri dönüşümsüz olarak hasar gördüğü ve öldüğü
(nekroz) tablodur.
Hastalar oldukça şiddetli bir göğüs ağrısı tarif ederler. Dinlenme, pozisyon değişikliği ve nitrat grubu
ilaçların uygulanmasına rağmen hafiflemeyen bir göğüs ağrısı vardır. İnatçı ve uzun süreli olan ağrı,
sıkışma, ağırlık hissi, baskı, yanma, daralma ve ezilme hissi şeklinde tanımlanır.
Miyokard hücrelerini korumak ve hasarı önlemek amacıyla hastalığın erken dönemde tanılanması ve
tedaviye en kısa sürede başlanması hayati önem taşımaktadır. Hasta yoğun bakım ünitesine yatırılarak
tedavi altına alınır. Tedavide ilk yapılması gereken iş ağrının ve korkunun giderilmesidir.
KALP YETMEZLİĞİ
Kalp yetmezliği, kalbin, dokuların metabolik gereksinimini karşılayacak miktarda kanı perifere ve hayati
organlara pompalama yeteneğinin zayıflaması sonucu gelişen klinik bir sendromdur. Kalp yetmezliği bir
hastalık değil çeşitli kalp hastalıkların komplikasyonu olarak ortaya çıkan klinik bir tablodur.
Kalp yetmezlikleri sağ ya da sol kalp yetmezliği ya da total kalp yetmezliği şeklinde gelişebilir. Kalbin sol
tarafının mekanik pompa gücünün azalmasına sol kalp yetmezliği, sağ tarafının mekanik pompa gücünün
azalmasına ise sağ kalp yetmezliği denir.
Kalp yetmezliği hastalarında tedavide amaç; miyokardın kasılma gücü ve etkinliğini artırmak, belirti ve
bulguları iyileştirmek, hastane başvurularını önlemek ve sağ kalımı artırmaktır. Kalp yetersizliğinin kontrol
altına alınmasında diüretik grubu ilaçlardan, dijital ve diğer pozitif inotrop ilaçlardan ve vazodilatatör
ilaçlardan faydalanılır. Aynı zamanda hastanın istirahat, diyet uygulaması ve yaşam tarzının düzenlenmesi
gerekmektedir.
PERİFERİK DAMAR HASTALIKLARI
Periferik damar hastalıkları; periferdeki arter ve venlerde daralma, tıkanma, inflamasyon ve ven
kapaklarında oluşan patolojilere bağlı olarak gelişen hastalıklardır. Periferik damar hastalıkları arasında;
arterioskleroz, buerger hastalığı, raynaud hastalığı, varisler ve tromboflebit sayılabilir.
5. Ünite - Kardiyovasküler Hastalıklar 12
Hipertansiyon ise, tüm dünyada ve ülkemizde önde gelen sağlık sorunları arasındadır.
Buerger Hastalığı
Buerger, alt ve üst ekstremitelerde orta ve küçük çaptaki arterlerde tekrarlayan enflamasyonlar ile
karekterize olan bir hastalıktır. Daha sık alt ekstremitelerde ortaya çıkar.
Nedeni tam olarak bilinmemektedir. Tedavide amaç ekstremitelerin dolaşımını desteklemek, hastalığın
ilerlemesini önlemek, ortaya çıkabilecek enfeksiyon ve travmaları engellemektir.
Raynaud Hastalığı
Raynaud hastalığı; soğuk ve emosyonel strese bağlı el ve ayak parmaklarının yineleyici vasopazmı ile
karakterize bir tablodur. 20-40 yaş kadınlarda erkeklere oranla daha fazla görülür. Daha çok soğuğa maruz
kalmayla (soğuk su ile el yıkama ya da soğuk hava) ya da sinirlenme ile damarlarda spazm ortaya çıkar.
Raynaud hastalığı genellikle el ve ayak parmaklarında ortaya çıkar.
Raynaud hastalığının tedavisi koruyucu amaçlıdır. Vücut ısısının korunması, eldiven ve çorap kullanılması,
sigaranın bırakılması, emosyonel stresin azaltılması ve egzersiz, destekleyici tedavi yaklaşımını
oluşturmaktadır.
Venöz Tromboembolizm
Venöz tromboembolizm, venöz dolaşımda oluşan trombozların genel ismidir. Venöz tromboembolizm
sıklıkla alt ekstremite derin venlerinde (derin ven trombozu) ve pulmoner venlerde (pulmoner emboli)
ortaya çıkar.
Kesin nedeni bilinmemektedir.
Bu hastalıkta tedavinin amacı; trombüs gelişiminin ve komplikasyonların önlenmesidir. Antikoagülan
tedavi (heparin) ile trombüs gelişimi önlenebilmektedir. Var olan trombüslerin eritilebilmesi için ise
trombolitik ajanların kullanılması gerekir.
HİPERTANSİYON
Hipertansiyon arter içi kan basıncının artması ile karekterize, genetik, edinsel etmenler ve metabolik
bozuklukların rol oynadığı bir sendromdur. DSÖ’ye göre hipertansiyon tanısının konulması için farklı
günlerde yapılan ölçümlerde sistolik kan basıncının (büyük tansiyonun),140 mm Hg’nın üzerinde ya da
diyastolik kan basıncının (küçük tansiyonun), 90 mm Hg ve üzerinde olması gerekmektedir.
Primer hipertansiyonda bazı risk faktörlerinin önemli olduğu düşünülmektedir. Bu risk faktörleri şunlardır:
•Yaş
• Cins
• Kalıtım
•Beslenme alışkanlıkları ve şişmanlık
•Stres
• Sigara ve alkol
• Fazla tuz alımı
• Hareketsiz yaşam tarzı
Hipertansiyon vasküler sistemin bir hastalığı olduğundan, damarsal olarak zengin dokular özellikle
etkilenir. Bu organlar; beyin, kalp, gözler ve böbreklerdir.
Hipertansiyon tamamen tedavi edilebilen bir hastalık değil, kontrol altına alınabilen bir hastalıktır.
Tedavinin amacı, yüksek kan basıncına bağlı olarak gelişebilecek komplikasyonları önlemektir. Tedavi ile
kan basıncı değerinin 140/90 mmHg’nın altında, diyabet ve böbrek hastalığı olanlarda ise 130/80
mmHg’nın altında tutulması hedeflenir.
Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaçlara antihipertansif ilaçlar denir. Bu ilaçlar; diüretikler, alfa ve beta
blokerler, ACE (angiotensin converting enzim) inhibitörler, angiotensin II reseptör blokerleri, kalsiyum
kanal blokerleridir.
Hipertansiyonla etkin bir şekilde mücadele edilmesi ve önlenmesi yaşam tarzı değişikliğini gerektirir.

5. Ünite - Kardiyovasküler Hastalıklar 13


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Endokrin Sistem Hastalıkları
ÜNİTE NO 6
YAZAR Prof. Dr. ELANUR YILMAZ KARABULUTLU

Endokrinoloji iç salgı bezlerinde gerçekleşen metabolik olayları veya daha geniş anlamda, organizmanın
tümünde veya bir bölümünde üretilen kimyasal haberciler yoluyla organizma içinde gerçekleşen iletişim
veya kontrolü inceleyen bir bilim dalıdır. Endokrin sistemin temel fonksiyonu metabolizmayı, sıvı ve
elektrolit dengesini, kan basıncını, glikoz-lipid-karbonhidrat-kemik metabolizmaları gibi iç ortam
fizyolojisini, büyüme ve gelişmeyi, beslenme ve dış değişkenlere uyum, üreme, seksüel gelişim, yaşlılık ve
davranışı düzenlemektir.
Endokrin sistem, vücutta bir kontrol ve düzenleme sistemidir ve sinir sistemi ile karşılıklı bir ilişki içindedir.
Hipotalamus, hipofiz, tiroid, paratiroid, timüs, böbrek üstü bezleri, pineal bez, pankreas ve gonadlar gibi
endokrin bezler olarak adlandırılan doku ve organlardan oluşmuştur. Endokrin bezler, hormon adı verilen
kimyasal mesajcıları üretip, kan dolaşımına salgılayarak uzaktaki hedef organlarına haber gönderir.
Hormonlar; kanalsız iç salgı bezlerinde sentez edilen ve kanla taşınarak gittikleri belli hedef doku
hücrelerinde etki gösteren organik bileşiklerdir. Hormonların salgılanması feedback mekanizması ile
düzenlenir. Hormonlar, dolaşımda serbest veya transport proteinlere bağlı olarak bulunurlar. Hormonlar
genel olarak yapısı yönünden protein ve polipepditler, steroidler ve tirozin amino asidi türevleri olarak üç
gruba ayrılır.
Salgılandıkları yere göre sınıflandırılmaktadır:
Hipotalamus Hormonları: Hipotalamusta diğer sinir hücrelerinden farklı olarak hormon üreteren ve
hormonları kana verme özellikleri ile tanınan salgıladıkları hormonlara nörohormonlar denir. Bu hormonlar
TRH, GnRH, PRH, CRH, GH-RH tır. Ayrıca hipotalamustan, hipofiz hücrelerinin aktivasyonunu engelleyen
hormonlarda salınmaktadır. Bu hormonlara “inhibe eden hormonlar” denir.
Hipofiz Hormonları; adenohipofizden GH, ACTH, TSH, FSH, LH, prolaktin ve MSH salgılanır. Nörohipofizden
ise oksitosin ve ADH salgılanır.
Tiroid Hormonları; tiroid bezinin folliküler hücrelerinden tironaminler (T3-T4) olarak adlandırılan iki önemli
hormon ve parafolliküler hücrelerinden ise kalsitonin üretir.
Paratiroid bez hormonları; kemik dokusunda kemik yıkımını hızlandırarak kemikten kana kalsiyum geçişini
uyarır ve kalsiyumun ince bağırsaklardan emilimi ve böbreklerden geri emilimini artırır.
Adrenal Bez Hormonları; adrenal bezin medulla ve korteks olmak üzere iki kısmı bulunmaktadır. Bu
bölümlerden farklı hormonlar salgılanmaktadır. Medulladan katekolaminler adı verilen adrenalin ve
noradrenalin salgılanırken korteksten mineralokortikoidler, glikokortikoidler ve androgen salgılanmaktadır.
Pankreas hormonları; insülin, glukagon ve somatostatin hormonu salgılamak pankreasın endokrin
fonksiyonudur.
ENDOKRİN SİSTEM HASTALIKLARINDA TANILAMA
Hastanın genel görünümü, vücut şekli, yağ dağılımı, büyüme durumu, kilosu, yaşam bulguları
değerlendirilir ve cilt gözlenir. Vücut kıllarında tırnaklarda değişme olup olmadığı araştırılır.
Hastanın enerji düzeyinde değişiklik ve yorgunluk olup olmadığı, soğuk ve sıcak toleransı, boyunda şişme,
ellerde titreme, terleme, idrar değişiklikleri, hafıza kusurları, durgunluk, psikolojik durumu, uyku düzeyinde
ve davranışlarında değişiklik olup olmadığı araştırılır.
HİPOFİZ BEZİ HASTALIKLARI
Hipopituitarizm: Hipofiz bezinde üretilen bir veya birden fazla hormonun ya da tüm hormonların
yetersizliği sonucu gelişen klinik sendromdur. Belirtiler, eksik olan hormonun eksiklik derecesi ve ortaya
çıkış zamanına bağlı olarak değişir. Tedavisinde yetersiz hormon yerine konulmalıdır.
Hiperpitüiterizm: Hipofiz bezinden bir ya da daha fazla hormonun aşırı salgılanmasıdır. Genellikle ACTH ve
GH hormonlarının aşırı salgılanması ile ilişkilidir. GH fazla salgılandığında akromegali ya da jigantizim
ortaya çıkmaktadır. Akromegali hipofiz bezinde büyüme hormonu salgılayan adenomun neden olduğu

6. Ünite - Endokrin Sistem Hastalıkları 14


nadir görülen bir hastalıktır. Akromegalik hastalar genel olarak; yüzde kabalaşma, el, ayak, kol ve
bacaklarda büyüme, baş ağrısı, hâlsizlik, aşırı terleme ve gonadal disfonksiyondan yakınırlar. Cerrahi tedavi
ilk tedavi seçeneği olarak düşünülmelidir.
Diyabetes İnsipitus: ADH salınımında yetersizlik sonucu oluşan bir hastalıktır. Santral ve nefrojenik
diyabetes insipitus olmak üzere iki klinik şekli vardır. Aşırı idrar çıkarma, aşırı susama ve aşırı su içme en
önemli belirtileridir. Tedavide amaç, ADH eksikliğini tamamlamaktır.
TİROİD HASTALIKLARI
Tiroiditler: Tiroidit, tiroid bezinin enflamasyonudur. Viral enfeksiyonlara bağlı olarak tiroid bezinin akut
inflamasyonu nedeniyle subakut tiroidit ve kronik tiroidit olarak iki şekilde görülür.
Hipotiroidi: Doku düzeyinde tiroid hormonu yetersizliği veya nadiren etkisizliği sonucu ortaya çıkan bir
hastalıktır. Hâlsizlik, yorgunluk, kilo alma, unutkanlık, konsantrasyon zorluğu, cilt kuruluğu, saçlarda
dökülme, üşüme, kabızlık, seste kabalaşma, düzensiz adet kanamaları, infertilite, kas sertliği, kas ağrıları,
depresyon, demans görülebilir. Kalıcı hastalığı olanlarda tedavi hayat boyudur. Tedavide T4 preparatı,
levotiroksin kullanılır.
Tirotoksikoz/Hipertiroidi: Tiroid hormon yapımının artmasından kaynaklanan tiroid hormon fazlalığıdır. En
sık nedeni Graves hastalığıdır. Hâlsizlik, sinirlilik, konsantre olamama, uykusuzluk, çarpıntı, kilo kaybı, nefes
darlığı, sıcağa tahammülsüzlük, iştah artışı, kilo kaybı, adet bozuklukları, kısırlık, terleme, yumuşak
dışkılama, ishal ve göz belirtileridir. Hipertiroidisi olan hastalar genellikle ayakta tedavi görür. Ancak tiroid
krizi gelişirse hastaneye yatması gerekir. Graves hastalığına bağlı hipertiroidi tedavisinde; antitiroid ilaç,
radyoaktif iyot ve cerrahi tedavi yapılır.
PARATİROİD HASTALIKLARI
Hipoparatiroidi: PTH salınımında yetersizlik ya da PTH’a verilen yanıtın bozulması sonucu ortaya çıkan
hipokalsemi tablosudur. Belirtiler parathormonun serum kalsiyum düzeyinin azalmasına bağlıdır. Kan
kalsiyum düzeyi 7 mg/100 ml’nin altına indiğinde iletim bozuklukları ve kasılmalar ortaya çıkar. Tedavinin
amacı, serum kalsiyum düzeyinin 9-10 mg/dl’ye çıkarılması ve kalsiyum düşüklüğüne bağlı ortaya çıkan
belirtilerin giderilmesidir. Bu amaçla oral kalsiyum preperatları verilir. Akut olarak ortaya çıkmışsa hemen
intravenöz kalsiyum glukonat yapılmalıdır.
Hiperparatiroidizm: Günümüzde 3. en sık karşılaşılan endokrin sistem hastalığıdır. PTH salgısının aşırı artışı
sonucu kalsiyum fosfat ve kemik metabolizmasının bozulmasıdır. Hastalığın erken evrelerinde kemik
tutulumları hafif olabilir. Osteoporoza bağlı kırıklar ve sırt ağrısı görülebilir. Hastalarda hâlsizlik, kas zayıflığı
ve çabuk yorulma olur. Neden tümör ise cerrahi olarak çıkarılmalıdır. Genel önlemler yeterli hidrasyon,
diüretik kullanımı ve hareketsizlikten kaçınma, kalsiyum alımının sınırlandırılmasıdır.
ADRENAL BEZ HASTALIKLARI
Adrenal Yetmezlik (Addison Hastalığı): Adrenal korteksten adrenokortikal hormon yapımı yetersizdir.
Hastalarda glukokortikoid, mineralokortikoid ve androjen hormonların eksikliğine bağlı çeşitli belirti ve
bulgular gelişir. Hastaların hemen tümünde kronik yorgunluk, hâlsizlik, isteksizlik, iştahsızlık ve kilo kaybı
görülmektedir. Tedavide yaklaşım; eksik olan glukokortikoid, mineralokortikoid ve gerekirse androjenleri
yerine koymaktır. Tedavide uzun etkili glukokortikoidler tercih edilmektedir. Mineralokortikoid
replasmanında genellikle sentetik bir mineralokortikoid olan fludrokortizon kullanılır.
Cushing Sendromu: Çeşitli sebeplere bağlı olarak gelişen kronik glukokortikoid fazlalığıdır. Santral tipte
obezite, yüzde akne, aydede görünümü ve bufalo hörgücü görüntüsü olur. Kas kuvvetsizliği ve yorgunluk
vardır. Tedavi yaklaşımı etiyolojiye göre değişir ve tedavi alternatifleri cerrahi tedavi, radyoterapi ve
medikal tedavidir.
Feokromositoma: Adrenal medüllanın kromaffin dokusundan kaynaklanan bir tümördür. Hipertansiyon
eşliğinde çarpıntı, baş ağrısı ve terleme epizotları vardır. Tedavide cerrahi olarak tümör çıkarılır.
DİABETES MELLİTUS
İnsülin salınımı, insülin etkisi veya bu faktörlerin her ikisinde de bozukluk nedeniyle ortaya çıkan
hiperglisemi ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. Diyabet; etiyolojik olarak Tip I, Tip II,
gestasyonel diyabet ve diğer spesifik tipler olmak üzere sınıflandırılmaktadır. Tip I Diyabet pankreas adacık
beta hücrelerinin yıkımı ve mutlak insülin eksikliği ile karakterizedir. Tip II Diyabet ise iİnsülin sekresyonu
veya insülin aktivitesindeki hasar sonucu gelişen hiperglisemi ile karakterizedir. Gestasyonel diyabet ilk
defa gebelikte ortaya çıkan glikoz tolerans bozukluğudur. Genel olarak ağız kuruluğu, çok su içme, sık
idrara çıkma, sürekli açlık hissi, kilo kaybı, bulanık görme, yorgunluk ve hâlsizlik gibi yakınmalar vardır.
Tedavi tıbbi beslenme tedavisi, fiziksel egzersiz, ilaç tedavisi (oral antidiyabetikler-insülin), bireysel izlem
ve diyabet eğitimidir.

6. Ünite - Endokrin Sistem Hastalıkları 15


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Deri Hastalıkları
ÜNİTE NO 7
YAZAR Prof. Dr. ELANUR YILMAZ KARABULUTLU

Deri insan vücudunun en geniş organı olup insanın genel görünümünün aynasıdır. Görünüme ek olarak
deri, genel sağlığın ve birçok hastalık durumunun göstergesidir. Bireyin fizik ve ruh sağlığında önemli rolü
olan bir organdır. Derideki yapısal ve fonksiyonel bozukluklar hem lokal hem de fonksiyonel birçok
bozukluğa neden olmaktadır. Ayrıca birçok sistemik hastalıkta deriye ilişkin bulgular vardır. Bu nedenle
deri bütünlüğünün korunması ve sürdürülmesi çok önemlidir.
DERİNİN YAPISI
Deri vücudun en geniş organıdır. Vücudun tamamını sararak dış ve mekanik etkilerden korur. Deri solunum
sistemi, sindirim sistemi ve ürogenital sistemin vücut dışına açılan giriş kapılarında müköz membran olarak
devam etmektedir. Saç ve tırnaklar da derinin ekleri ya da uzantıları olarak tanımlanmaktadır. Deri
epidermis, dermis ve subkutan doku olarak üç tabakadan oluşmaktadır.
Epidermis derinin en dış tabakasıdır. Epitel hücrelerinden oluşmuştur. Yapısı damarsızdır ve her 28 günde
bir yeni hücrelerle yeniden oluşur. Ayak tabanı ve avuç içi hariç içten dışa doğru 5 tabakadan olur.
Melonisit (%5) ve keratonisitlerden (%95) oluşmaktadır.
Dermis, epidermis tabakasının altında bulunur. Deriye destek ve dayanıklılık sağlar. Ortalama 1-4 mm
kalınlığa sahiptir. Dermis tabakasında damarlar, kollajen ve elastik lifler, kıllar, kıl kökleri, ter ve yağ bezleri
mevcuttur. Ayrıca sinirler, lenfatik damarlar, saç folikülleri ve sebaköz bezlerde bulunur. Dermis, papiller
dermis ve retiküler dermis olmak üzere iki tabakadan oluşmaktadır.
Subkutan doku dermisin altında uzanan derinin en alt tabakasıdır. Temelde bağ dokusundan ve yağ
dokusundan oluşmuştur.
Tırnaklar, kıllar ve bezleri içeren deri uzantıları derinin anatomik yapısında yer alır. Bezler, yağ bezleri,
ekrin bezler ve apokrin bezler olarak vücutta dağılmıştır.
DERİNİN İŞLEVLERİ
Derinin; koruyucu görevi, vücut ısı regülasyonunu sağlama, duyu görevi, immünolojik yanıtta rol oynama,
D vit sentezleme gibi metabolik fonksiyonu ve deri altı yağ dokusunun soğuk ve travmaya karşı izalasyon
görevi işlevleri vardır.
DERİ LEZYONLARININ TİPLERİ
Aşağıda deride görülen lezyon tiplerinden bazıları verilmiştir.
Makül: Kabarıklık ya da çöküntünün olmadığı, sınırlı deri rengi değişikliğidir. Her boyutta ve her renkte
olabilir.
Papül: Genellikle <0.5 cm çapında yüzeysel, deriden kabarık lezyonlardır.
Vezikül-Bül: Vezikül (<0.5 cm) ve bül (>0.5 cm)sınırlandırılmış, deriden yüksek, sıvı içeren yüzeysel
kavitedir.
Ülser: Dermis ve subkutan dokunun içine ve altına uzayabilen, şekil ve boyutu değişebilen deri kaybıdır.
Atrofi: Bir derinin bir tabakasının ya da bütün tabakalarının azalmasını ifade eder.
Nodül: Yaklaşık 0,5-2 cm boyutlarında, deri yüzeyinden kabarık, katı, sert veya yumuşak palpe edilebilen
yapılardır.
Spider anjioma: Yaygın olarak üst gövde üzerinde bulunan, yoğun kan damarları olan kenarları düz, parlak
kırmızı noktalardır.
Ekimoz: Travma, hemofili, karaciğer hastalığı ya da C ve K vitamini eksikliği nedeniyle kanın yüzeysel
damarlardan doku aralığına sızmasıyla ortaya çıkan düzensiz lezyonlardır.
DERİ HASTALIKLARINDA TANILAMA
Öncelikle deri, saç, saç derisi, tırnaklar ile ilgili daha önce yaşanılan sorunlar, deri belirtilerine neden
olabilecek vücut sistemleri değerlendirilir. Deri döküntülerinin özelliği, başlangıcı, nasıl değiştiği ve
kullanılan ilaçların etkisi değerlendirilir.
Tanı İşlemleri

7. Ünite - Deri Hastalıkları 16


Deri biyopsisi, patch testi, fotopatch testi, wood ışığı muayenesi, tzank simir testi, prick testi ve kültür
yapılarak deri hastalıklarında tanılama yapılmaktadır.
SIK GÖRÜLEN DERİ HASTALIKLARI
Seboreik Dermatit; Göğüs, saçlı deri ve yüzde çok sık görülen yaygın inflamatuar bir deri hastalığıdır.
Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte etyolojisinde birçok faktörün rol aldığı multifaktöriyel bir
hastalıktır. Hormonlar (androjenler), beslenme durumu, enfeksiyon, yorgunluk ve basınç değişiklikleri bu
faktörlerden bazılarıdır. Tipik lezyonları yavaş gelişen ve sınırlı plaklardır. Bulgular çoğunlukla burun
kanatlarının kıvrım yerlerinde, göz kapaklarının serbest kenarlarında, sakallarda, kafa derisinde, koltuk
altında, kasık ve memelerin kıvrım yerlerinde görülür. Kortikosteroidli kremler enfeksiyonu baskılar.
Antifungal tedavi bu hastalıkta primer tedavi seçeneğidir.
Akne Vulgaris; Türkçe olarak “Ergenlik Sivilcesi” diye anılır. Nedeni yağ bezlerindeki büyüme ve aşırı
çalışmadır. Ortaya çıkması ise kişisel yatkınlığa yani kalıtsal özelliklere bağlıdır. Akne, yağ bezlerinin fazla
bulunduğu başta yüz olmak üzere sırt, göğüs ve omuzlarda yerleşir. Başlangıç lezyonları komedonlardır.
Tedaviler yavaş gelişimlidir. Hastaya hedef olarak 6 aylık bir süre verilmeli, bu sürenin sonunda %80-90
iyileşme olacağı, fakat tedavi bırakılınca yineleyebileceği, bu nedenle alt düzey bir tedavinin sürekliliğinin
gerekli olduğu vurgulanmalıdır.
İmpetigo; başlangıçta eritemli vezikül olarak görünen ve daha sonra üzerinde bal rengine benzeyen
kabuklanmalara dönüşen yüzeysel cilt enfeksiyonudur. Havlu, tarak, vb eşyaların ortak kullanılması ya da
akıntılı lezyonların olduğu deriye dokunulması ile bulaşabilir. Sıklıkla koltuk altı, boyun ve kasık gibi nemli
kıvrım bölgelerini tutar. Yüzde, ellerde ve ayaklarda görülür. Krutlar, ılık sabunlu su ile yıkanarak kaldırılır
ve uygun antibiyotiklerle tedavisi yapılır.
Erizipel ve selülit: Erizipel derinin daha yüzeysel tabakalarını ve deri lenfatiklerini tutarken selülit daha
derine deri altı dokusunun içine kadar yayılım gösteren yumuşak doku enfeksiyonudur. Erizipelde
inflamasyon alanı etrafındaki normal deriye göre kabarıktır ve tutulmuş ve tutulmamış deri arasında keskin
bir hat vardır. Selülitte ise bu hat belirgin değildir. Antibiyotik tedavisi yapılır.
Folikülit; kıl kökü iltihabıdır. En sık yüzde görülür. Küçük bir sivilce gibi başlar ve büyük bir çıbana
dönüşebilir. Kültür sonucuna uygun antibiyotik tedavisi yapılmalıdır.
Herpes Zoster (Zona); suçiçeği virüsünün neden olduğu deri üzerinde eritematöz kökenli veziküller ile
kendini gösteren bir viral enfeksiyondur. Vücut direncinin azaldığı bireylerde daha fazla görülmektedir.
Deri döküntülerinden 2-3 hafta öncesinde etkilenen bölgede ağrı olabilir. Döküntüler eritemli papüller ve
plaklar şeklinde başlar. Saatler içerisinde plaklardan veziküller gelişir. Tedavide antiviral ajanlar,
antikonvülzanlar ve ağrı kesiciler kullanılmaktadır.
Siğiller; insan papilloma virüsünün (HPV) neden olduğu epidermis içinde yer alan bir kabarıklıktır. Virüs
insandan insana temas ile bulaşır. Tedavi edilmeden geçebildiği gibi salisilik asit ve laktik asit içeren
ilaçlarla, kriyoterapi (dondurma) ve elektrodesikasyon (tahrip etmek amacıyla siğil içine elektrik akımı
vermek) gibi yöntemlerle de tedavi edilebilir.
Tinea; mantar enfeksiyonları içinde en sık görülenidir. Tinea kapitis, kafa derisinde ve saçlarda oluşan
bulaşıcı mantar enfeksiyonudur. Tinea korporis, gövde mantarı olarak adlandırılır. Tinea pedis, ayakta ve
özellikle parmak aralarında görülen mantar enfeksiyonudur. Tinea unguium ise tırnaklardaki mantar
enfeksiyonudur. Tedavide ilk seçenek antifungal ilaçlardır.
Bit enfeksiyonu; önemli bir halk sağlığı sorunudur. Başlıca üç tipi; saç biti, vücut biti ve pubis bitidir. Saç
bitinde; genellikle başın ve kulakların arkasında çıplak gözle görülebilen gümüş gibi parlak, oval şekilli saça
yapışmış, güçlükle çıkarılan yumurtlar vardır. Kaşınma görülür. Vücut biti boyun, gövde ve uyluklarda
giysilerin altında kalan bölgelerde görülür. Pubis bitinde ise genital bölgede özellikle geceleri artan şiddetli
kaşıntı vardır. Öncelikle lindan (KWell) içeren veya % 5 permetrin (Elimite) içeren şampuanlarla, daha
sonra bol su ve sabunla saç ve vücudun yıkanması önerilmektedir.
Psöriasis Vulgaris: Psoriasis, keskin sınırlı parlak eritemli üzeri sedef rengi beyaz, kolayca dökülen plaklarla
karakterize kronik inflamatuar bir hastalıktır. Lezyonların büyüklükleri ve şekilleri farklılık gösterir. Tipik
yerleşim yerleri saçlı deri, sakral bölge, diz ve dirseklerdir. Tedavi seçenekleri hastalığın şiddetine, süresine,
önceki tedaviler ve yanıtına göre değişebilmektedir. Lokal tedaviler birçok vakada yeterli olmaktadır. Lokal
tedaviden yarar sağlanamayan hastalarda fototerapi, PUVA ve sistemik tedaviler kullanılmaktadır.
Melanom (Malign Melanom); melanosit hücrelerin çoğalmasından kaynaklanan melanositlerin
farklılaşması sonucu oluşan nevus (ben) hücrelerinden gelişen malign tümörlerdir. Güneşe uzun süre
maruz kalma, kalıtsallık, çok sayıda nevüs’ u olma malign melomanın oluşumu için etkendir. Farklı klinik
tipleri vardır. Klinik tiplerine göre lezyonlar vücudun farklı bölgelerinde ve farklı şekillerde yerleşim
gösterir. En kötü prognozlu olan nodüler melanomadır. Tedavide cerrahi, immunoterapi ve radyoterapi
kullanılmaktadır.
Melanom dışı kanserler; bazal hücreli karsinomlar ve skuamoz hücreli karsinomdur.

7. Ünite - Deri Hastalıkları 17


Bazal hücreli karsinomlar; epidermisin bazal tabakasında anormal hücre büyümesi ile karakterizedir. En sık
görülen deri kanseridir. En önemli etyolojik faktör uzun süreli güneşe maruz kalmadır. Genellikle açık
yaralar, kırmızı lekeler, pembe oluşumlar, parlak yüzeyli yumrular veya yara izleri olarak görülebilirler. 2
cm den büyük olan lezyonlarda nüks oranı yüksektir. Şüpheli lezyonlar cerrahi olarak çıkarılmalıdır.
Skuamoz hücreli karsinom; derinin epidermis tabakasındaki skuamöz hücrelerin aşırı çoğalmasıdır.
Vücudun her tarafında görülmekle birlikte, en yaygın güneşe maruz kalan bölümlerde meydana gelir.
Lezyonlar en sık kulak kepçesi, yüz, alt dudak, ağız, alın ve el sırtında görülür. İlk tercih edilen tedavi şekli
cerrahi olarak tümörün çıkarılmasıdır.

7. Ünite - Deri Hastalıkları 18


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Üriner Sistem Hastalıkları
ÜNİTE NO 8
YAZAR Doç. Dr. MEHTAP KAVURMACI

ÜRİNER SİSTEM ANATOMİ VE FİZYOLOJİSİ


Üriner sistem; böbrekler, üreterler, mesane ve üretradan oluşmaktadır. Gelin öncelikle böbreklerimizi
tanıyalım. Üriner sistemin en önemli organlarından olan böbrekler, yapı ve fonksiyonları bakımından
değişik özellikler gösterir. Böbreklerimiz omurganın her iki yanında, karın boşluğu arkasında ve bel
bölgesinin biraz üzerinde yer alır. Normalde her insanda iki tane böbrek bulunur. Fakat sağlıklı tek bir
böbrek de sağlıklı bir yaşam sürdürmeye yeterlidir. Böbrekler, medulla ve korteks olmak üzere iki
bölümden oluşur. Medulla, böbreğin içte kalan kısmına denir. Böbreğin dıştaki kısmına korteks denir.
Böbreğin fonksiyon yapan en küçük ünitesi nefrondur. Her böbrekte yaklaşık bir milyon tane nefron
bulunur; bu küçük yapılar kendilerine gelen kanı devamlı süzerek idrarı meydana getirirler. Böbreklerimizin
en önemli görevi vücudumuzda su dengesini sağlamak ve kandaki üre, kreatinin gibi zararlı maddeleri
vücuttan uzaklaştırmaktır. Böbrekler bu işlevlerini idrar üreterek gerçekleştirirler.
ÜRİNER SİSTEM FONKSİYONLARI
Üriner sistem, sıvı-elektrolit ve asit-baz dengesinin sürdürülmesinde ve idrar oluşumunu sağlamakta çok
önemli bir yere sahiptir. İdrar oluşum süreci nefronlarda, glomerular filtrasyon, tübüler reabsorbsiyon ve
tübüler sekresyon olmak üzere üç aşamada gerçekleşir. Glomerül Filtrasyon Hızı (GFH), belirli bir zaman
diliminde glomerüllerden süzülen kan miktarıdır. Bu miktar, erişkin bir bireyde ortalama 125 ml/dakikadır.
Üreterler (İdrar Yolu) böbreğin süzdüğü idrarı mesaneye taşıyan sistemidir. Her böbrekten bir tane üreter
çıkar. Üreterlerin görevi, oluşan idrarı her iki böbrek pelvisinden alarak mesaneye götürmektir. Mesane,
böbreklerde oluşan idrarın, üreterler aracılığıyla boşaltıldığı ve depolandığı organdır. Üretra, idrarı vücut
dışına taşıyan ve işeme arasında idrar kaçışını önleyen mukoz membranla kaplı ve kas yapısında bir
kanaldır. Erkek ve kadınlarda uzunlukları farklıdır. Ayrıca böbreklerden kan basıncını kontrol altına alan
çeşitli hormonlar da salgılanır. Kemik iliği uyarılarak kan yapımı teşvik edilir. Vücudumuza dışardan alınan
D vitamininin kullanılmasını sağlayarak kandaki Ca seviyesini dengeleyen böbreklerimiz sağlıklı bir kemik
yapısının devamını sağlar. Bu nedenle böbrek hastalıklarında vücudun tüm fonksiyonları etkilenmektedir.
ÜRİNER SİSTEMİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Üriner sistem problemi olan hastaların değerlendirilmesi, öykü ve fizik muayene ile yapılır. Hastadan öykü
alınırken; hastanın mevcut sağlık sorunları ve şikâyetleri, geçmiş sağlık öyküsü, ailesel öyküsü, kullandığı
ilaçları, alerjileri, beslenme öyküsü ve psikososyal durumunu içeren ayrıntılı anamnez alınmalıdır. İdrar
analizi, üriner sistemin değerlendirilmesinde ilk yapılan çalışmalardan biridir. İdrar analizinde genellikle
idrarın rengi, kokusu, görünümü, yoğunluğu, pH’ı, elektrolit, glİkoz, keton, protein, aminoasit, hematüri
açısından mikroskobik analizleri yer alır. Üriner sistem hastalıklarının tanısı için idrar, kan muayeneleri,
böbrek fonksiyon testleri, radyolojik çalışmalar ve biyopsi gibi çeşitli incelemeler yapılmaktadır.
ÜRİNER SİSTEM HASTALIKLARI
Miksiyon Bozuklukları
Üriner sistem hastalıkları arasında, üriner inkontinans, üriner retansiyon, nörojenk mesane gibi miksiyon
bozuklukları bulunmaktadır. Hem nörojenik hem de nörojenik olmayan bozukluklar, yetişkinlerde işeme
işlev bozukluğuna sebep olabilir. Miksiyon süreci, mesanenin çalışmasına aracılık eden son derece
koordineli nörolojik yanıtlaları kapsamaktadır. Fonksiyonel bir üriner sistem mesanenin düzgün şekilde
dolmasını ve mesanenin tam olarak boşalmasını sağlar. Üriner inkontinans, kişide sosyal ve hijyenik
sorunlara neden olan, istemsiz idrar kaçırmadır ve kadınlarda erkeklerden daha sık görülmektedir.
Üriner Sistemin Enfeksiyon Hastalıkları
Üriner sistem enfeksiyonları en yaygın bakteri kaynaklı hastalıklardan biri olup kadınlarda daha sık

8. Ünite - Üriner Sistem Hastalıkları 19


görülmektedir. Üriner sistem enfeksiyonları enfeksiyonun üriner sistemdeki yerine göre üst veya alt idrar
yolu enfeksiyonu olarak sınıflandırılabilmektedir. En sık görülen üriner sistem enfeksyonları, sistit,
piyelonefrit ve glomerülonefrittir. Sistit, mesanenin iltihaplanmasıdır ve zamanında tedavi edilmezse
hastalık böbrekleri de etkileyecek biçimde yayılıp mesane ve böbreklerde kalıcı hasarlar oluşturabilir.
Piyelonefrit böbrek pelvisinin ve parankiminin bakteriyel enfeksiyonudur. Enfeksiyon sıklıkla önce alt idrar
yollarında başlar ve böbreklere ulaşır. Glomerülonefrit, böbrek glomerüllerinin inflamatuvar hastalığıdır.
Glomerülonefrit, akut ve kronik glomerülonefrit olarak ikiye ayrılır.
Nefrotik Sendrom
Böbreğin glomerullerinde ve tubuluslarında bozuklukla seyreden bol proteinüri, ağır ödem, kan
proteinlerinin azalması, kanda lipit ve kolesterolün yükselmesi ile kendini gösteren bir glomerül
hastalığıdır. Nefrotik sendrom tanısı olan hasta, genelde hastanede yatırılarak tedavi edilir ve yatak
istirahatine alınır. Tedavide amaç; protein kaybını yerine koymak, ödem oluşmasını önlemek ve hastanın
genel durumunu düzeltmektir.
Diyabetik Nefropati
Diyabetes melitus (şeker hastalığı) tanısı olan hastalarda damar yapısındaki değişikliklere bağlı görülen
böbrek yetmezliğidir. Diyabetik nefropati, diyabete özgü böbrek hastalığıdır. Diyabetik nefropatide en
önemli tedavi edici girişimler; kan şekerinin sıkı kontrolü, antihipertansif tedavi ve diyetle protein
alınmasının sınırlanmasıdır.
Polikistik Böbrek
Böbrek, en sık kist oluşturan organlardan biridir. Böbrek kistleri genellikle iyi huyludur bununla birlikte
böbreklerde çok sayıda kist bulunması, böbrek yetmezliğine sebep olabilmektedir. Tedavide amaç,
hastalığın kronik böbrek yetmezliğine doğru ilerlemesini önlemektir. Kistlerin büyümesini önlemek için
günlük idrar miktarı 1-2 litrenin altında tutulmalıdır.
Böbrek Taşları
Böbrek taşları, idrarda çözülemeyen ve atılamayan kristallerin birikmesi ve bir araya gelmesi sonucunda
oluşan ve toplumda sık görülen bir üriner sistem hastalığıdır. Böbrek taşlarının nedeni tam olarak
bilinmemekle beraber beslenme alışkanlıkları, yeterli sıvı alınmaması, genetik yatkınlık, bazı ilaçlar ve bazı
hastalıkların böbrek taşı oluşumunda rol aldığı düşünülmektedir.
Böbrek Tümörleri
Böbrek parankiminde gelişen bening (iyi huylu) ya da malign (kötü huylu) tümörlerdir. Bening olanlar yavaş
gelişir. Böbreğin şekil ve fonksiyonlarını bozmaz. Böbrek tümörlerinde önemli olan malign tümörlerdir.
Malign tümörler, böbreklerin yapısını ve fonksiyonlarını bozar ve vücudun diğer bölümlerine yayılırlar.
Tümörlü böbrek ve çevre dokuları cerrahi olarak çıkartılır (nefrektomi). Daha sonra kemoterapi ve
radyoterapi uygulanır.
Böbrek Yetmezliği
Üriner sistem hastalıklarının en önemlisi böbrek yetmezliğidir. Böbrek yetmezliği, böbreklerin görevlerini
yapamaması ve fonksiyonlarını kaybetmesi durumudur. Böbrek yetmezliği, akut ve kronik böbrek
yetmezliği olarak ikiye ayrılır. Akut böbrek yetmezliği böbreklerin fonksiyonlarını ani ve hızla
kaybetmesidir. Bu tablo zamanında tedavi edilmezse ölümle sonuçlanır. Zamanında ve yeterli tedavi ile
genellikle düzelir. Kronik böbrek yetmezliği, vücudun sıvı-elektrolit ve metabolik dengesinin devamını
sağlamak için gerekli olan böbrek işlevlerinin ilerleyici ve geri dönüşümsüz şekilde bozulmasıdır. Kronik
Böbrek Yetmezliğinde hastanın yaşamını sürdürebilmesi için böbrek işlevlerini yerine getirecek yerine
koyma tedavilerinin uygulanması gerekir. Bu tedavi şekilleri diyaliz ve böbrek transplantasyonudur.
Diyaliz tedavisi böbrek işlevlerinin bozukluğu nedeni ile atılamayan metabolik atıkların ve sıvının vücuttan
uzaklaştırılmasını sağlamak amacıyla uygulanan bir tedavi yöntemidir. Hemodiyaliz hastadan alınan kanın,
yarı geçirgen bir membran (zar) ve hemodiyaliz makinesi aracılığı ile sıvı ve metabolik atıklardan
temizlenerek tekrar hastaya verilmesi işlemidir.
Periton Diyalizi, hastanın periton boşluğuna belirli aralıklarla diyaliz sıvısı verilerek toksik ve metabolik
ürünlerin bu sıvıya geçmesi ve elektrolit dengesinin sağlanması için bir süre beklettikten sonra geri
alınması yöntemidir. Periton diyalizinde yarı geçirgen zar olarak hastanın kendi periton zarı kullanılır.
Periton diyalizi uygulanabilmesi için, hastanın karnına kateter yerleştirilir.
Böbrek transplantasyonu, geriye dönüşümsüz son dönem böbrek yetersizlikle hastaların tedavisi için, canlı
ya da kadavra vericilerden alınan bir böbreğin hastaya nakline böbrek transplantasyonu denir.
Transplantasyon son dönem böbrek yetersizliğinin en seçkin tedavi şeklidir.

8. Ünite - Üriner Sistem Hastalıkları 20


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Kan Hastalıkları
ÜNİTE NO 9
YAZAR Doç. Dr. SEHER ERGÜNEY

KAN HÜCRELERİ
Eritrositler (kırmızı kan hücreleri/alyuvarlar): Eritrositler, lipoprotein
moleküllerinden yapılmış bir zarla çevrili konsantre hemoglobin eriyiği olarak tanımlanabilir. Olgun
eritrositler bikonkav, çekirdeksiz, disk şeklinde küçük hücrelerdir. Kemik iliğinde yapılırlar. Yaşam süreleri
yaklaşık olarak 120 gündür. Eritrosit yapımı için gerekli besin maddeleri; demir, B12 ve folik asit, vitamin C
ve proteindir. Eritropoezi uyaran temel faktör dokulardaki hipoksidir. Eritropoez eritropoetin tarafından
kontrol edilir. Eritropoetin, böbrek dokusundan salgılanır. En önemli fonksiyonu hemoglobini taşımaktır.
Normalde 1 mm3 kanda erkeklerde 5.000.000-5.500.000;
kadınlarda 4.500.000-5.000.000 dolaylarındadır. Eritrositler, dalak ve karaciğerde parçalanırlar.
Hemoglobin: Eritrositlerin içinde %35 dolayında hemoglobin vardır. Hemoglobinin görevi, oksijeni
akciğerlerden alıp dokulara götürmektir.
Kadında %12-16 g, erkekte %14-18 g’dır.
Lökositler (beyaz kan hücreleri=akyuvarlar): Lökositler renksiz ve çekirdekli
olup iki temel tipi vardır. Kemik iliğinde yapılırlar. Lökositlerin görevi, vücudu enfeksiyonlara ve doku
yaralanmalarına karşı korumaktır. Normalde 1 mm3 kanda 5.000-10.000 arasındadır.
Trombositler (Kan pulcukları): Kanın pıhtılaşmasında görevi vardır.
Normalde 1 mm3 kandaki sayısı 250.000-500.000 arasındadır.
ERİTROSİT HASTALIKLARI
Eritrosit sayısının normalden fazla oluşuna eritrositozis; eritrosit sayısının normalden az oluşuna da
eritrositopeni denir. Eritrositlerin en önemli ve yaygın olan hastalığı anemilerdir.
Anemiler: Anemi, kanın oksijen ihtiyacını karşılayacak hemoglobin içeriğinin
yetersizliği durumudur. Hemoglobinin erkekte %14 g’ın altına, kadında %12 g’ın altına düşmesidir.
Demir Eksikliği Anemisi: Sık karşılaşılan bir anemi şeklidir. Demirin yetersiz
emilim ya da fazla kaybı ile ilgili anemi olarak tanımlanır.
Aplastik Anemi (Hipoplastik Anemi): Kemik iliğindeki bütün hücresel elemanların ileri derecede azalması ve
iliğin yağ dokusuyla işgal edilmesi
şeklinde tanımlanabilir.
Vitamin B12 (Kobalamin) Eksikliği Anemisi: B12 vitamini eksikliğine bağlı
makrositik bir anemidir. B12 vitamini bağırsaktan emilip kana karışabilmesi için mideden salgılanan
intrensek faktör denilen bir madde ile birleşmesi gerekir. Pernisiyöz anemi (B12 vitamini eksikliğinin özel
bir şekli olup otoimmün nedenlere bağlıdır).
Folik Asit (Folat) Eksikliğine Bağlı Anemi: Folik asit ve yeşil yapraklı sebzelerde,
karaciğer, böbrek, yumurta, bira mayası, kuru fasulye, kuru yemişler ve turunçgillerde bol miktarda
bulunur ve pişirme esnasında büyük bir kısmı inaktive olur.
Sickle Cell Anemi (Orak Hücreli Anemi): Eritrositler, Hb S denilen hemoglobin tipi içerirler.
Talasemiler: Bu isim altında genetik bir mutasyon nedeniyle globin
polipeptidlerinden (alfa, beta, gama, delta) bir tanesinin sentezinin azalması veya durmasıyla meydana
gelen hafif veya ağır hipokrom-mikrositer anemilerdir. Eksik olan polipeptid zincire göre; beta talasemi,
alfa talasemi, gamma talasemi, delta talasemi olarak sınıflandırılır.
Genellikle beta zinciri etkilenir ve beta talasemiler sık görülür. Ülkemizde de en sık görülen tipi, beta
talasemileridir.
β (Beta) Talasemi (Akdeniz Anemisi, Konjenital Leptositoz): Beta
talasemilerde, beta zinciri yapımı azalmış buna karşılık alfa zinciri artmıştır. Otozomal resesif geçiş
gösteren genetik bir hastalıktır.

9. Ünite - Kan Hastalıkları 21


Glikoz 6 Fosfat Dehidrogenaz (G6PD) Eksikliğine Bağlı Anemi: Bu hastalıkta
kadınlar genellikle taşıyıcı iken erkeklerde hastalık gelişir.
Herediter Sferositoz: Otozomal dominant ve resesif kalıtım gösteren bir
eritrosit membran (zar) bozukluğudur.
Edinsel Hemolitik Anemiler: Bu gruptaki anemilerde hemoliz nedeni eritrosit
dışındadır.
Polisitemiler: Polisitemi, eritrosit üretim ve miktarının artması olarak tanımlanır. Polisitemiler başlıca iki
gruba ayrılır: Gerçek polisitemilerde kırmızı küre kitlesinin hakiki bir artışı söz konusudur. Rölatif
polisitemilerde plazma hacmi azaldığı için polisitemi olmuştur.
Polisitemi Vera (Primer Polisitemi): Kemik iliğinin proliferatif, bir hastalığıdır.
Eritrositoz, trombositoz ve lökositoz bulunur.
LÖKOSİT HASTALIKLARI
Lösemiler: Lösemi, lökosit hücre tiplerinden birinin anormal çoğalmasıdır. Lösemiler, klinik gidişlerine göre
akut ve kronik olmak üzere 2 gruba ayrılırlar.
Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL): Olgunlaşmamış lenfosit öncüllerinin
anormal şekilde çoğalması ile karakterizedir.
Akut Miyeloid Lösemi (AML): Akut miyeloid lösemi; granülositik, eritroid,
megakaryositer veya monositer serilerin herhangi birinden kaynaklanabilir ya da karma farklılaşma da
olabilir.
Kronik Lenfositik Lösemi (KLL): Kan, kemik iliği, lenf nodu, dalak ve diğer
organlarda ilerleyici lenfosit birikimi ile karakterize bir hastalıktır.
Kronik Miyeloid Lösemi (KML): Anemi, granülositoz ve sıklıkla trombositoz
ve splenomegali ile karakterize bir hemopoetik sistem hastalığıdır.
Multipl Miyeloma
Plazma hücrelerinin anormal proliferasyonudur. Kemik iliğinde anormal plazma hücrelerinin neden olduğu
tek ya da daha fazla tümör oluşumu ile karakterli ve daha sonra kemik harabiyetiyle seyreden neoplastik
bir hastalıktır.
Lenfomalar: Lenfomalar, kaynağını lenfoid dokudan alan hücrelerin kanseridir. Hodgkin Hastalığı (Hodgkin
Lenfoması/HL): Lenfoid dokunun malignitesidir.
Hodgkin hastalığı, reed-Sternberg hücresi denilen bir hücre ile karakterizedir.
Hodgkin Dışı Lenfomalar (HDL): Lenfositlerin profilasyonu sonucu oluşur.
B veya T lenfosit kökenli olabilir. HDL çoğunlukla lenf bezlerini tutar.
KANAMA BOZUKLUKLARI
Purpuralar: Purpura terimi, küçük miktarda kanın deri, mukoza ya da
doku içine sızmasını ifade eder.
Alerjik Purpura (Henoch -Schönlein Purpurası): Alerjik purpura küçük kan damarlarının akut ya da kronik
enflamasyonu sonucu gelişen purpuradır. İlaçlara Bağlı Purpuralar
Belladon türevleri kinin, penisilin, aspirin, sülfamidler, kumadin gibi ilaçlar purpuraya neden olabilir.
Herediter Hemorajik Telenjektazi (Osler-Weber-Rendu Hastalığı): Kapiller
dilatasyona bağlı olarak ciltte ve mukozada küçük kırmızı lezyonlar oluşur. Bunlara telenjektazi denir.
İdiopatik Trombositopenik Purpura (ITP): Trombositlerin immünolojik nedenlerle yıkımının arttığı en sık
rastlanan hastalık idiopatik trombositopenik
purpuradır.
Pıhtılaşma Hastalıkları
Hemofili: Hemofili, konjenital olarak geçen bir kanama hastalığıdır. Faktör VIII
ve faktör IX eksikliğinin genetiği aynıdır.
KAN TRANSFÜZYONLARI
Kan, tam olarak verilebildiği gibi; plazma, trombosit süspansiyonu, konsantre eritrosit gibi kan türevleri
şeklinde de verilebilir. Kan transfüzyonları, kliniklerde değişik şekillerde gerçekleştirilebilir.
Kan Transfüzyon Komplikasyonları: Hemolitik reaksiyon, alerjik reaksiyon,
dolaşımın yüklenmesi, ateş reaksiyonu, hiperkalemi, hipokalsemi ve spesifik enfeksiyonların bulaşmasıdır.
KEMİK İLİĞİ TRANSPLANTASYONU
Kemiklerin içinde bulunan süngerimsi bir doku olan kemik iliği vücudun kan hücrelerini yapan kök
hücrelerini içerir. Kemik iliği transplantasyonu, uygun vericiden alınan kemik iliğinin hastaya intravenöz
infüzyonu ile yapılır.
Kemik İliği Transplantasyonunun Kullanıldığı Hastalıklar
• Akut ya da kronik lösemiler
• Talasemiler

9. Ünite - Kan Hastalıkları 22


• Orak hücreli anemi
• Aplastik anemiler
Kemik İliği Aspirasyonu ve İnfüzyonu: Kemik iliği vereceğine dair beyanı
imzalamalıdır. Kemik iliği aspirasyonu için en uygun kemik, pelvis kemikleridir. Kemik iliği aspirasyonu,
ameliyathanede genel veya spinal anestezi altında yapılır.

9. Ünite - Kan Hastalıkları 23


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Sindirim Sistemi Hastalıkları
ÜNİTE NO 10
YAZAR Prof. Dr. MEHTAP TAN

SİNDİRİM SİSTEMİ ANATOMİ VE FİZYOLOJİSİ


Sindirim sistemi; ağızdan başlayıp özofagus, mide ve bağırsaklar ile devam ederek anüste sona eren,
yaklaşık 8 metre uzunluğunda bir yapıdır. Sindirim sisteminin yardımcı organları; karaciğer, pankreas, safra
kesesi ve safra yollarıdır.
Ağız, besinlerin vücuda girdiği ve sindirimin başladığı yerdir. Midede peristaltik hareketler ile 1-3 saat
içinde, ince bağırsaklarda 3-10 saatte, kalın bağırsakta 24 saatte boşalma sağlanır. Kontraksiyonlarla yani
birbirini izleyen kasılmalarla, kimüs, sürekli küçük parçalara ayrılır.
SİNDİRİM SİSTEMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE TANI YÖNTEMLERİ
Öykü Alma
Hastanın sosyodemografik özellikleri, öz geçmişi, soy geçmişi, yakınması, hastalık öyküsü, yaşam
şekli, yeme alışkanlığındaki değişiklikler ve sağlıkla ilgili alışkanlıkları sorgulanır.
Tanı Testleri
Laboratuvar testleri, radyolojik incelemeler, ultrasonografi, tomografi, endoskopik incelemeler.
Görüntüleme
Görüntüleme yöntemleri; x-ray ve kontraslı madde ile yapılan radyografi, bilgisayarlı tomografi (BT),
magnetik rezonans (MR) ve sintigrafidir.
SİNDİRİM SİSTEMİ HASTALIKLARINDA SIK GÖRÜLEN SEMPTOMLAR
Ağrı, retrosternal yanma (pirozis), yutma (odinofaji), disfaji, regürjitasyon, ağız kokusu (halitosis),
hazımsızlık, gaz, bulantı ve kusma, bağırsak alışkanlıklarında değişikliktir.
ÖZOFAGUS HASTALIKLARI
Akalazya
Alt özofagus sfinkterinin gevşeyememesi ve düz kas peristaltik
hareketlerinin azalması veya kaybolması sonucu, besinlerin farenksten mideye iletilmesinde bozuklukla
ortaya çıkan bir durumdur.
Mekanik dilatasyon ya da cerrahi yöntemle tedavi edilir. İlaçlarla özofagus
alt sfinkterinin açılması sağlanabilir.
Kalazya
Kardiyo-özofageal sfinkterde yetmezlik söz konusu olup mide içeriğinin
özofagusa geri dönmesidir. Özellikle yenidoğanda beslenmeyi takiben görülen sürekli kusmalar olursa
kalazya düşünülmelidir.
Hastaya, mide asidini arttıran gıdalardan kaçınması, az ve sık aralıklarla yemesi, beslenme sonrası
sırtüstü yatmaması açıklanmalıdır. Antiasit ilaçlar, mide asiditesini azalttığı için geçici olarak yarar
sağlayabilir. Sigara, kahve ve çay önerilmemektedir.

Gastroözofajial Reflü (GÖRH)


Gastroözofajial reflü (GÖR), mide içeriğinin özofagusa geri kaçmasıdır.
Tıbbi, endoskopik ve cerrahi tedavidir. Ayrıca yaşam stili ve diyet düzenlemeleriyle reflüyü azaltmaktır.

Özofagus Varisleri
Karaciğer sirozunda meydana gelen portal hipertansiyonun bir sonucu olarak özofagus varisleri
ortaya çıkmaktadır. Özofagus varis kanamaları; üst gastrointestinal sistem kanamaları içinde, ölüme en çok
neden olan etmenlerdir. Büyük kanamalarda tanı yöntemleri ve acil tedavi beraber yürütülür.
MİDE VE DUEDONUM HASTALIKLARI
GASTRİT

10. Ünite - Sindirim Sistemi Hastalıkları 24


Mide mukozasının akut ve kronik inflamasyonu olarak tanımlanır.
Gastritte tedavi nedene yöneliktir. Semptomları artıran yiyeceklerden ve
içeceklerden sakınılır. Hasta, ağızdan alabiliyorsa irrite etmeyen diyet önerilir. Yeterince sıvı alamıyorsa
parenteral sıvı verilir. Yaşam tarzını düzenlemesine ilişkin eğitim verilmeli, sigara ve alkol tüketilmemesi
gerektiği söylenmelidir.
PEPTIK ÜLSER
Peptik ülser, mide duedonum ya da yemek borusunda ortaya çıkan
muskularis mukozayı aşan doku kaybıdır.
Peptik ülser midede gelişirse gastrik ülser; duedonumda gelişirse duodenal ülser; özofagusta
gerçekleşirse özofageal ülser olarak adlandırılır.
Komplikasyonları
Kanama, perforasyon, penetrasyon, fistül, obstrüksiyon ülserlerde görülen komplikasyonlardır.
Karaciğer Hastaliklarinda Görülen Ortak Belirtiler
Sarılık (ikterus), akolik gaita (camcı macunu), karında asit ve ödem, ağrı, hâlsizlik–yorgunluk,
iştahsızlık, bulantı ve kusma, kanama, puriritis (kaşıntı), fetör hepatikus, ateş, spider angiomata (arteriel
örümcek), kaput meduza, özofagus varisleri ve hemoroitleri karaciğer hastalıklarında görülen ortak
belirtilerdir.
VİRAL HEPATİTLER
Viral hepatit; primer olarak karaciğeri etkileyen, hepatik hücre nekrozu ve inflamasyonuyla oluşan
sistemik bir enfeksiyondur. Akut viral hepatitlere A, B, C, D, E hepatotrop virüsleri neden olur. Hepatit A ve
E, enfeksiyöz hepatite neden olur.
HEPATİT A
Hepatit A virüsünün (HAV) yol açtığı karaciğerin enfeksiyon hastalığıdır. HAV’in kuluçka dönemi 15-50
(ortalama 30) gündür.
HAV insanlara özgüdür ve hastalıklı insan dışkısı ile sağlıklılara bulaşır. Bulaşma genellikle fekal ve oral
(ağız-dışkı) yolla olur, genelde virüs bulaşmış yemek veya içeceklerle vücuda girer.
Kronikleşmez. Hepatit A, esas bulaşma yolu fekal-oral olduğundan dolayı hijyene dikkat edilmesi en etkili
yöntemdir.
HEPATİT B
Hepatit B virüsü (HBV) ile oluşturulan karaciğerin enfeksiyon hastalığıdır. Tüm vucut sıvılarında
bulunan HBV’nin kuluçka dönemi 28-180 (ortalama 70-80) gündür.
HBV’ nin Bulaşma yolları:
• Parenteral Bulaşma,
• Perinatal Bulaşma,
• Horizontal Bulaşma,
• Cinsel Bulaşma.
Tedavi
Hastalığın istirahat dışında belli bir tedavisi yoktur. Bu hastalarda tedavi destekleyici tedavidir. Özel
diyete gerek olmamakla birlikte bol karbonhidratlı yüksek kalorili besinlerin verilmesi gerekmektedir.
Korunma
İmmunizasyon: Hepatit B için temas öncesi immunizasyon uygulanması gereken kişiler; bütün
yenidoğan bebekler, daha önce aşılanmamış çocuklar ve ergenlerdir.
Hepatit B aşısı önerilen kişi ve gruplar; sağlık personeli ve hastane çalışanları, hematoloji-onkoloji -
hemodiyaliz ünitesi hastaları ve çalışanları, zeka geriliği olan ve bu bireylerin izlendiği merkezlerde
çalışanlardır. HBsAg pozitif anneden doğan bebekler, kan bankası ve kan ürünleri yapan merkez çalışanları,
mâhkumlar, intravenöz uyuşturucu ve ilaç kullananlar ve cinsel yaşantıları nedeni ile hayat kadınları ve
homoseksüeller risk taşırlar.
Aşı takvimi: Erişkinlerde, adölesanlarda yaşa göre doz uygulamasındaki farklar göz önüne alınarak sıklıkla
0-1 ve 6. aylarda aşı uygulanır. Dört dozluk aşılama şeması ise 0-1-2-12. ay şeklindedir.
SİROZ
Karaciğerde yaygın olarak nekroz, nodüler ve fibroz doku ve rejenerasyonun
bir arada bulunduğu, ilerleyici ve geriye dönüşü olmayan hastalıktır.
Viral hepatit virüsleri, kronik alkolizm, metabolik nedenler, hepatotoksik ilaçlar ve kimyasal maddeler
sayılabilir. Bu etiyolojik faktörlere göre siroz sınıflandırılmaktadır.
• Alkolik siroz (Laennec),
• Postnekrotik siroz,
• Biliyer siroz,
• Kardiyak siroz,
• Wilson siroz.
10. Ünite - Sindirim Sistemi Hastalıkları 25
Tedavi
• Tedavi daha çok komplikasyonlara yöneliktir.
• İstirahat, yeterli kalori ve vitamin içeren diyet, sıvı ve tuz kısıtlaması yapılır.
• Solunum sıkıntısı varsa semi fowler ya da fowler pozisyonu verilir.
• Hastanın aldığı çıkardığı, günlük kilo takibi, abdominal bel çevresi ölçümü ve cilt bakımı yapılır.
• Eğer hastanın özofagus varisi varsa hematemez ve melena gibi varisin kanama belirtileri izlenir.
• Tedavide en etkili yöntem karaciğer transplantasyonudur.
SAFRA KESESİ HASTALIKLARI
Kolesistit
Kolesistit, safra kesesinin akut ve kronik inflamasyonudur. Genellikle safra taşlarıyla birlikte olur.
BAĞIRSAK HASTALIKLARI
İrritabl Bağırsak Sendromu
İrritabl bağırsak sendromu (İBS), aralıklı ve tekrarlayıcı bağırsak işlevlerinde
değişim görülen bir belirtiler kompleksidir. İBS' de hastalığı açıklayacak yapısal ve biyokimyasal
anormallikler bulunmamaktadır. İrritabl bağırsak sendromunun etiyolojisinde depresyon, anksiyete gibi
psikolojik faktörler, genetik, yağ oranı fazla veya irritan yiyecek tüketimi, alkol ve sigara alışkanlıklarının
etkili olduğu düşünülmektedir.
Malabsorbsiyon Sendromu
Malabsorbsiyon; yağlar, karbonhidratlar, proteinler, mineraller ve
vitaminlerin emiliminin bozulmasıyla ortaya çıkar. Malabsorbsiyon, sıklıkla ince bağırsak hastalıklarında
görülür.
Malabsorbsiyon sendromunun etiyolojisinde iki ana neden yer almaktadır. Bunlar:
• Bağırsak lümeni içerisinde veya fırçamsı kenarda sindirim bozukluğu
• Sindirim maddelerinin bağırsak mukozasındaki bir bozukluk nedeniyle kan ve lenf dolaşımına
geçememesi
Akut İnflamatuar Bağırsak Hastalıkları
Gastrointestinal sistemin alt kısmında bakteriyel, viral ya da fungal enfeksiyonlara bağlı akut
enflamasyon gelişebilir. Apandisit ve divertikülit bunlardan bazıları olup peritonite yol açabilir.
Crohn Hastalığı
Crohn hastalığı; kökeni bilinmeyen, bağırsakların kronik ve spesifik olmayan inflamatuar bir hastalığı
olup gastrointestinal sistemin herhangi bir yerini tutabilir.
Tedavinin amacı; inflamatuvar süreci kontrol altına almak, belirtileri azaltmak, metabolik ve
beslenmeyle ilgili sorunları ortadan kaldırmak ve iyileşmeyi sağlamaktır. İlaçlar ve beslenme, tedavinin ana
noktalarıdır.

10. Ünite - Sindirim Sistemi Hastalıkları 26


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Sinir Sistemi Hastalıkları
ÜNİTE NO 11
YAZAR Prof. Dr. MEHTAP TAN

SİNİR SİSTEMİNİN ANATOMİ VE FİZYOLOJİSİ


duyusal, otonom, bilişsel ve davranış ile ilgili işlevlerin kontrolünden sorumludur. Sinir sistemi, nöron ve
nöroglia olmak üzere iki tip hücreden oluşur.
Nöron
Sinir sisteminin temel yapı ve görev birimi nörondur. Nöronlar üç grupta sınıflandırılır. Bunlar; duyu
nöronları, merkezî sinir sistemi nöronları, motor nöronlardır. Bir nöron; soma, dendrit ve akson denilen üç
ana kısımdan oluşur. Nöronun kısa ve çok sayıda olan uzantılarına dendrit denir. Tek ve dendritten uzun
olan uzantısına da akson denir. Bir nöronun aksonu ile başka bir nöronun dendritinin karşılaştığı yere ise
sinaps denir. Aksonun etrafını yalıtkan bir zar olan miyelin kılıfı sarmaktadır. Gövdeden çıkan akson, sinir
hücresinden gelen uyarıyı hedef nöron ve/veya dokuya taşımakla görevlidir.
Nöroglia
Nöroglia; nöronları koruma, besleme ve yapısal destek sağlama görevlerini yerine getirir. Beyin ve
spinal kord hücrelerinin %40’ı nöroglia hücrelerinden oluşmuştur.
Sinir sistemi, merkezî ve periferal sinir sistemi olmak üzere iki bölümden oluşmuştur.
MERKEZÎ SİNİR SİSTEMİ
Merkezî sinir sistemi; Beyin ve medulla spinalis olmak üzere iki bölümden oluşur.
Beyin
Beyin dışta korteks (gri madde) ve iç kısımda medulla (beyaz madde) dan oluşmuştur. Beyin;
serebrum (ana beyin), beyin sapı ve serebellum (beyincik) bölümlerinden oluşur. Beyin, tüm uyarıları
toplar, entegre eder ve yorumlar. Aynı zamanda istemli ve istemsiz motor aktiviteyi başlatır.
Serebrum (Ana beyin)
Merkezî sinir sisteminin kranium içinde yer alan bölümüdür, yaklaşık 1400 gr ağırlığındadır.
Serebrum, iki hemisfere ayrılır. Her bir hemisfer; paryetal, oksipital, temporal ve frontal lob olmak üzere
dört loba ayrılır.
Frontal lob, ağız, dil, larinks ve konuşmayı sağlayan karmaşık kas aktivitelerini koordine eder ve ayrıca
kişilik ve davranışlarla ilgili merkezler vardır.
Paryetal lob, temel duyuların ve tat duyusunun toplandığı merkezler vardır. Temporal lob, işitme alanı,
davranış ve duyuların kontrolü, görsel ve işitsel algılama alanları bulunur. Müzik, değişik hayvan sesleri,
gürültü gibi işitsel bilgiler temporal lobun işitsel alanında depolanır.
Oksipital lob, görme merkezi buradadır.
Beyin Sapı
Orta beyin, pons ve medulla oblangata (bulbus) olmak üzere üç bölümden oluşur. Öksürme, hıçkırık,
kusma, emme ve yutma işlevlerinden sorumlu merkezler de buradadır. Refleks hareketleri, kalp atımlarını
ve solunum hızını kontrol eder.
Serebellum (Beyincik)
Serebellum, tüm vücut kaslarının hareketlerini ve kasılma zamanını koordine
eder.
Medulla Spinalis (Omurilik/Spinal kord)
İstemli ve istemsiz refleksler organize eder. Medulla spinaliste; 8 servikal, 12 torokal, 5 lumbal, 5
sakral ve 1 koksigeal olmak üzere 31 çift spinal sinir ve bunların kökleri bulunmaktadır.
Beyni Koruyan Yapılar
Beyin; dışta kafa kemikleri, içte meninksler ve beyin omurilik sıvısı ile korunur.
Kan Beyin Bariyeri
Kan beyin bariyeri ile beyin, esas besin maddelerini alabilirken zararlı maddelerden ve patojenlerden

11. Ünite - Sinir Sistemi Hastalıkları 27


korunmuş olur.
PERİFERİK SİNİR SİSTEMİ
Periferik sinir sistemi, 12 çift kraniyal (kafa) sinir ve 31 çift spinal (omurilik) sinirden oluşmuştur.
Periferik sinirler; merkezî sinir sistemi ile duyu organları, kaslar, bezler, organlar arasındaki bağlantıyı
sağlar.
Periferik sinir sistemi, somatik sinir sistemi ve otonom sinir sistemi olmak üzere ikiye ayrılır.
Otonom Sinir Sistemi
Sempatik ve parasempatik sinir sistemi olarak ikiye ayrılır.
Sempatik Sinir Sistemi
Korku, kavga, saldırı ve ağrı gibi strese neden olan durumlarda işlev görür. Asetilkolin ve norepinefrin
adı verilen nörotransmitter madde salgılar. Nörotransmitterler; vücutta kızarma, avuç içlerinde terleme
gibi yanıtların oluşumundan sorumludur.
Parasempatik Sinir Sistemi
İç organların kontrolünü sağlar. Sakin ve stressiz durumlarda parasempatik sistem asetilkolin
salgıladığından kolinerjik sistem olarak da adlandırılır.
SİNİR SİSTEMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sinir sisteminin değerlendirilmesi öykü alma, nörolojik muayene ve sinir sistemine özgü tanı
yöntemleri ile yapılır.
Nörolojik Muayene
Nörolojik muayenede pupillalar; büyüklük, şekil ve ışığa reaksiyonu açısından kontrol edilmelidir.
Sağlıklı bir insanın pupilla büyüklüğü 2-3,5 mm’dir. Normalde her iki pupilla eşittir ve ışıkta pupillalar
küçülür.
Pupilla değerlendirilirken kullanılan terimler aşağıda verilmiştir.
• İzokori: Her iki pupillanın eşit olması
• Anizokori: Pupillaların eşit olmaması
• Miyozis: Pupillanın küçülmesi
• Midriyazis: Pupillanın büyümesi
• Işık reaksiyonu: Işık tutulduğunda pupillanın küçülmesi.
Kas Kitlesi, Gücü ve Tonusunun Değerlendirilmesi
Kaslar; inspeksiyonla, palpasyonla ve gerektiğinde ölçümle değerlendirilir, simetrisine bakılır, karşı
taraf kas ile kıyaslanır.
Denge ve Koordinasyonun Değerlendirilmesi

Denge testi için ise Romberg test ya da gövde denge testi yapılır.
Diğer tanı yöntemleri;
• Kafatası ve Spinal Kord Radyografisi
• Bilgisayarlı Tomografi (BT)
• Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG)
• Elektroensefalografi (EEG)
• Lomber Ponksiyon (LP)
• Elektromiyografi (EMG)
• Serebral Anjiyografi
SİNİR SİSTEMİ HASTALIKLARI
KAFA İÇİ BASINÇ ARTIŞI SENDROMU (KİBAS)
Kafa içi basıncı artarak normal değerin üzerine çıkması KİBAS olarak tanımlanır. Normal kafa içi
basıncı 10-20 mmHg’dır.
KİBAS’ın etiyolojisinde; yer kaplayıcı lezyonlar, beyin tümörü, kafa travması,
beyin ödemi, bebeklik döneminde kafatası süturlarının erken kapanması gibi pek çok faktör yer almaktadır.
Bilinç düzeyi değişikliği, solunum ve vazomotor işlev bozuklukları, bilinç bozukluğu, huzursuzluk,
konfüzyon, motor yanıtta bozulma, pupillerde dilatasyon, solunum ritmi ve biçiminde değişiklik görülür.
Bradikardi, nabız basıncında ve sistolik basınçta artma geç evre bulgularıdır.
Beyin anjiyografisi, BT ve MR sık kullanılan tanı yöntemleridir. Tedavide ilk olarak kafa içi basınç
izlenmelidir.
MİGREN
Migrenin etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik faktörlerin ve çevresel faktörlerin etkin
olduğu, orta şiddette veya şiddetli baş ağrısı ile karakterize kronik bir nörovasküler hastalıktır.
Hastalarda, sıklıkla tek taraflı, zonklayıcı, enseden başlayan baş ağrısı,
bulantı-kusma, depresyon, konsantrasyon bozukluğu, ışığa ve gürültüye hassasiyet gibi belirtiler

11. Ünite - Sinir Sistemi Hastalıkları 28


görülür.Migren ataklarında analjezikler, nonsteroid antienflamatuvar ilaçlar, antiemetikler ve migrene
özgü ilaçlar verilir.

MULTİPL SKLEROZ (MS)


MS’in etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte, hastalığın oluşmasında genetik, otoimmün ve
çevresel faktörler etkili olduğu, merkezî sinir sistemindeki inflamasyon ve nöronların etrafını saran myelin
kılıfın kaybı, hatta zaman içinde myelinin altındaki aksonun hasarı ile karakterize, kronik ve progresif
nöroimmun bir hastalıktır. Motor işlev bozukluğu, kas gücü kaybı, görme ile ilgili problemler, konuşma ve
koordinasyon bozukluğu, uyuşukluk, vertigo, iğnelenme, parestezi, cinsel fonksiyon bozuklukları ve
mesane bağırsak kontrol bozuklukları gibi semptomlar görülmektedir. Kesin bir tanı testi
bulunmamaktadır. Tedavi atak tedavisi, immünomodülatör tedavi ve semptomların tedavisinden oluşur.
İNME (STROK)
İnme, beyin kan akımının bozulmasına bağlı oluşan klinik tablodur. Geçici iskemik atak; inme belirti
ve bulgularının 24 saatlik bir süre içinde ortadan kalktığı nörolojik tablodur ve bazen inmenin ön habercisi
olmaktadır.
İnme iskemik inme ve hemorajik inme (kanayıcı) olarak iki şekilde gelişmektedir.
Değiştirilemez risk faktörleri; yaş, cinsiyet, ırk, aile öyküsü ve genetik faktörlerdir. Değiştirilebilir risk
faktörleri ise; hipertansiyon, şeker hastalığı, kalp hastalıkları, hiperlipidemi, obezite, sigara ve alkol
tüketimi ve oral kontraseptif kullanımıdır.
Konuşma ve anlama bozukluğu, hafıza, düşünme, öğrenme ile ilgili kayıplar, uyuşukluk, vücudun bir
bölgesinde kuvvetsizlik ve günlük yaşam aktivitelerini yerine getirmede güçlükler görülür. Tedavi, inmenin
türüne göre düzenlenir.
EPİLEPSİ (SARA HASTALIĞI)
Epilepsi; idyopatik, semptomatik veya kriptojenik olabilir. Hastaların yarısının etiyolojisinde genetik
faktörlerin rolü düşünülmektedir. Epilepsi nöbetleri, travmatik beyin hasarları, diyabet, beyin içi kanaması,
beyin tümörleri, ateş gibi nedenlerle tetiklenebilir.
Epilepside nöbetler, parsiyel nöbetler ve generalize nöbetler olmak üzere ikiye ayrılır.
Generalize nöbetlerde; Absans (Petit mal), myoklonik, tonik, tonik , atonik, tonik-klonik (grand mal),
sınıflandırılamayan epilepsi nöbetleri olarak
farklı şekillerde görülebilmektedir.
Bilgisayarlı beyin tomografisi ve elektroensefalografi (EEG) tanıya yardımcı olur.
Epilepsinin tedavisinde antiepileptik ilaçlar ve cerrahi tedavi kullanılır.
PARKİNSON
Parkinson hastalığı, dopamin eksikliğinin neden olduğu dejeneratif, kronik ilerleyici, nörolojik bir
hastalıktır. Genetik faktörler ve çevresel faktörler, hastalığın oluşmasında etkendir.
İstirahat tremoru, rijidite, hareketlerde yavaşlama (bradikinezi), hareketsizlik (akinezi), konuşmada
yavaşlama ve spontan mimik hareketlerinin ortadan kalkması ve göz kırpmasının azalmasıyla ortaya çıkan
“maske yüz” görülmektedir.
Hastalığın tanısı nörolojik muayene, öykü ve klinik belirtilere dayanarak konur. Dopamin ön maddesi
olan levodopa kullanılmaktadır. İlaç tedavisi ile kontrol altına alınamayan hastalara cerrahi tedavi
uygulanmaktadır.
ALZAYMIR
Beynin bazı bölgelerinde nöron hücrelerinin kaybı ve metabolik azalma ile birlikte mental işlevlerini
yerine getirememe, kişilik değişikliği, sözel ve motor becerilerin kaybedilmesi ile karakterize, ilerleyici,
dejeneratif bir hastalıktır.
Hastalığın oluşmasında yaşlılık önemli bir risk faktörüdür ve 65 yaş sonrası hastalığın görülme sıklığı
artmaktadır ayrıca genetik faktörler ve çevresel faktörler rol oynamaktadır.
Zaman ve yerle ilgili oryantasyon bozukluğu, unutkanlık, bildik objelerin isimlerini unutma, konuşma
yeteneğinde bozulma gibi belirtiler görülür.
Tanıda, öykü ve nörolojik muayene ayrıca MR ve bazı laboratuvar testlerinden de faydalanılır. Tedavi
semptomatik olarak yapılmaktadır.
MENENJİTLER
Menenjit, beyin ve spinal kordu çevreleyen meninkslerin enfeksiyonudur.
Menenjiti oluşturan etkenler; bakteriler, virüsler, mantarlar ve diğer etkenlerdir. En sık görülen
belirtiler, ateş ve ense sertliğidir. Hastalarda baş ağrısı, bulantı, kusma, mental durum değişikliği, bozulmuş
bilinç, konfüzyon, deliryum veya koma görülebilmektedir.
Anamnez, fizik muayene ve laboratuvar bulgularının yanı sıra kesin tanı, LP yapılarak alınan BOS
incelemesi ile konur. Tedavide menenjite sebep olan mikroorganizmanın türüne göre antibiyotik
11. Ünite - Sinir Sistemi Hastalıkları 29
tedavisi başlanır.
MYASTENİA GRAVİS
Sinir kas kavşağında yer alan asetilkolin reseptörlerinin patojenik antikorlarca yıkıma uğratıldığı,
edinilmiş bir otoimmün bir hastalıktır.
En tipik bulgu ileri derecede yorgunluktur, diplopia (tek taraflı ya da çift taraflı çift görme), pitozis (göz
kapağının düşmesi), yüz, konuşma ve çiğneme kaslarında güçsüzlük, periyodik olarak konuşamama
(disartria), yutma güçlüğü (disfajia), tipik bir yüz görünümü (ifade bozukluğu, alın kırışıklığı, zayıf, burundan
gelen boğuk bir ses) mevcuttur.
Tedavideki amaç, timektomi ile antikor yapımını azaltmak, plazmaferezis ile dolaşımdaki antikorları
temizlemek, antikolinesteraz kullanarak nöromüsküler bağlantıda salgılanan asetil kolinin etkinliğini
artırmaktır.

11. Ünite - Sinir Sistemi Hastalıkları 30


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Bağışıklık Sistemi Hastalıkları
ÜNİTE NO 12
YAZAR Doç. Dr. MEHTAP KAVURMACI

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ ANATOMİ VE FİZYOLOJİSİ


Bağışıklık sistemi vücudu enfeksiyonlara karşı korumayı sağlayan hücre, doku ve moleküllerin oluşturduğu
bir yapıdır. Sağlıklı bir yaşam için immün sistem fonksiyonlarının normal biçimde sürmesi esastır. Vücudun
savunmasında rol alan doku ve organlar primer ve sekonder lenfoid organlar olarak adlandırılır. Primer
lenfoid organlar timüs ve kemik iliğidir. Kemik iliği tüm immün hücrelerin kökeni olan kök hücrelerin
bulunduğu dokudur. Timus, immünitede görev alan hücrelerin üretildiği, olgunlaştığı ve antijene yanıt
verebilecek hâle ulaştığı bölgedir. Sekonder lenfoid organları, tonsiller, lenf düğümleri, dalak ve lenfoid
dokulardır. Bu doku ve organlar tüm vücuda yayılan kan ve lenfatik damarlar ile birbirine bağlanır. İmmün
sistemin hücreleri, fagositik hücreler, mast hücreleri, eozinofiller, bazofiller, antijen sunan hücreler ve
lenfositlerdir.
BAĞIŞIKLIK TÜRLERİ
Organizmada doğal bağışıklık ve kazanılmış bağışıklık olmak üzere iki tip bağışıklık vardır. Doğal bağışıklık,
canlılarda doğal olarak bulunan ve onu mikroorganizmaların olumsuz etkilerinden koruyan bağışıklıktır.
Kazanılmış bağışıklık, bir yabancı ajan ile karşılaşıldığında uyarılan, yalnızca ona özgü olarak gelişen ve o
ajanla bir kez daha karşılaşıldığında daha güçlü yanıt verilmesini sağlayan sistemdir. Kazanılmış bağışıklık
aktif ve pasif bağışıklık olmak üzere ikiye ayrılır. Aktif Bağışıklık: Hastalığı geçirerek ya da aşı yolu ile
kazanılan bağışıklıktır. Pasif Bağışıklık: Başka insanda ya da hayvanda oluşturulan antikorların verilmesiyle
ya da bebeğin anne karnında dolaşımdan antikor almasıyla kazanılan bağışıklıktır. Kazanılmış bağışıklıkta
immün yanıtlar hümoral ve hücresel olmak üzere iki grupta incelenir.
Hümoral Bağışıklık; B lenfositleri tarafından oluşturulur. B lenfositleri de kanda ve lenfoid dokuların belirli
bölgelerinde yer alırlar. B lenfositlerinin olgunlaşmasıyla oluşan plazma hücreleri antikor adı verilen
proteinleri üretir. B lenfositleri özgün antijeni ile karşılaştığında çoğalarak bir kısmı plazma hücrelerine
dönüşür ve immunglobulinleri (Ig) üretirler. Hücresel Bağışıklık; T lenfositlerinin oluşturduğu immün yanıta
hücresel bağışıklık denir. Timusta örgütlenen T lenfositleri timusu terk ederek kana karışır ve periferik
lenfoid dokuların belli bölgelerine yerleşir. T lenfositlerinin fonksiyonları açısından farklı tipleri vardır.
Bunlar; sitotoksik (killer) T hücreleri, yadımcı (helper) T hücreleri ve süpresör (baskılayıcı) T hücreleridir.
Organizmanın immünolojik olmayan savunma mekanizmaları; Deri ve Mukozalar, Solunum Sistemi,
Sindirim Sistemi ve Genito-Üriner Sistemdir. Deri ve mukozalar, sağlam olan deri, patojen
mikroorganizmalara karşı güçlü bir engel oluşturur. Mukozalarda özel sıvıları ile bakterilerin ölmesine
neden olarak bakterilerin yerleşmesine engel olur. Servikal mukus, prostatik sekresyon ve gözyaşı, mukoza
sıvılarına örnektir. Solunum Sistemi, özel sekresyonları ve epitel yapısı ile savunma işlemini yerine getirir.
Sindirim Sistemi, gerek ağız florasının etkisi gerekse salyadaki lizozim gibi enzimler ilk koruyucu
mekanizmalardır. Sindirim sisteminde en önemli direnç mekanizması mide asididir. Genito-Üriner Sistem,
bu sistemin doğal mukoza yapısı ve kas yapısı, enfeksiyonların önlenmesini sağlamaktadır.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Bağışıklık sisteminin değerlendirilmesi öykü ve fizik muayene ile yapılır. İmmün sistem hastalıklarının
tanısında, tam kan sayımı, periferik yayma, serum Ig düzeyleri, spesifik antijen -antikor testleri ve
hipersensitiviteyi değerlendirmek için dermal ve intradermal alerji testleri kullanılmaktadır.
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ HASTALIKLARI
İmmün Yetersizlikler
İmmun yetmezlik sendromları; primer immün yetmezlik (doğumsal) ve sekonder immun yetmezlikler
(edinsel, sonradan kazanılan) olmak üzere iki grupta incelenir. Primer immün yetmezlik hastalıkları primer
ya da doğumsal immün yetmezlik bozuklukları sonucunda gelişen kronik ve/ya da yineleyen

12. Ünite - Bağışıklık Sistemi Hastalıkları 31


bakteriyel, fungal, protozoal ve viral enfeksiyonlarla seyreden hastalıklar grubudur. Primer immün
yetmezlik tipik olarak bebeklik ve çocukluk çağında sık tekrarlayan ve beklenmeyen infeksiyonlarla kendini
gösterir.
Sekonder immün yetmezlikler, sebepleri nonimmün sistemik hastalıklar (örn. diabet, beslenme yetersizliği.
HIV infeksiyonları) ve immünosiipressif tedavilerdir. Sekonder immün yetmezlikler ayrıca kritik hastalığı
olan, yaşlı veya hastanede yatan hastalarda da ortaya çıkabilir. İmmün yetmezliklerin spesifik bir tedavisi
yoktur. Tedavi, semptomları hafifletmeye ve iyileştirmeye yönelik yapılır.
AIDS, insan bağışıklık sistemini çökerten HIV (İnsan Bağışıklık yetmezliği Virüsü -Human Immune Deficiency
Virüs )’in neden olduğu bir sendromdur. HIV infeksiyonu immün sistemin ağır baskılanmasıyla seyreden bir
sendromdur. HIV proteinlerine karşı vücutta oluşmuş antikorları tespit etmek için enzim-linked
ımmünosorbent assay (ELISA) testi ve bunun Western Blot testi ile doğrulaması yapılır. Erken semptomatik
dönemde, ateş, nedeni tespit edilemeyen kilo kaybı, tekrarlayan diyare atakları, baş ağrısı gibi semptomlar
görülür. Geç semptomatik dönem fırsatçı infeksiyonların tanı, tedavi ve profilaksisi bu dönem için önem
taşımaktadır. Bulaşma yolları; kan ve kan ürünleri ile bulaşma, kontrolsüz cinsel ilişki (özellikle eşcinsel
erkek alıcı), infekte anneden bebeğe bulaşma, nosokomiyal bulaşmadır. AIDS’e ait spesifik bir tedavi
yöntemi yoktur. Tedavide amaç, viral replikasyonun maksimum düzeyde baskılanmasıdır.
Otoimmün Hastalıklar
Otoimmün hastalıklar, vücudun kendi dokularını antijen olarak kabul edip antikor üretmesi ile oluşan
hastalıklardır. Hashimoto tiroiditi, insüline bağımlı diabetes mellitus, myastenia gravis, membranöz
glomerulonefrit gibi.
Aşırı Duyarlılık Reaksiyonları ve Alerjik Durumlar
İmmün sistem bazen yabancı maddelere aşırı duyarlılık (hipersensitivite) gösterebilir ve alerjik reaksiyon
gelişebilir. Alerjik astım, alerjik rinit (nezle), mevsimsel alerjik rinit, mesleki alerji, ürtiker ve anjiyonörotik
ödem, kontakt dermatit, atopik dermatit gibi.
İlaç alerjileri, ilacın kullanılmasından sonra ortaya çıkan beklenmeyen klinik belirtilerdir. Sıklıkla alerjik
reaksiyona neden olan ilaçlar; penisilinler, radyografik kontras maddeler, aspirin, sulfanamitler ve
hormonlardır. Hastada ilaç reaksiyonları genellikle akut olarak ortaya çıkar. Hastada deri döküntüleri,
ürtiker, ateş, bulantı, kusma, ishal, anaflaksi, bronkospazm, nefropati ve trombositopeni gibi belirtiler
görülebilir.
Besin alerjileri, besinlerin alerjen olarak kendisine duyarlı kişilerde oluşturdukları sistemik alerjik
reaksiyonlara besin alerjileri denir.
Anaflaksi, çok kısa zamanda ani olarak gelişen, şoka benzer ağır semptomlar veren, ölümle sonuçlanabilen,
acil müdahale gerektiren bir tablodur. En sık anaflaksiye neden olan ajanlar; parenteral uygulanan ilaçlar,
aşı ve serum uygulamaları ve arı böcek sokmaları sayılabilir. Anaflaksi, derhal tedavi edilmesi gereken acil
bir durumdur. Hastanın hava yollarının açıklığı sağlanır, oksijen verilir, trakeotomi seti hazır bulundurulur
ve hastanın durumu uygunsa şok pozisyonu verilir.

12. Ünite - Bağışıklık Sistemi Hastalıkları 32


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Kas-İskelet Sistemi Hastalıkları
ÜNİTE NO 13
YAZAR Prof. Dr. MEHTAP TAN

KAS İSKELET SİSTEMİNİN YAPI VE FONKSİYONU


Kemiklerin Yapı ve Fonksiyonu
Vücutta 327 eklem bulunmaktadır. Eklemleri inceleyen bilim dalına artroloji denir.
Kemiğin 1/3’ünü organik kısım yani kemik hücreleri ve ilgili yapılar; 2/3’ünü ise inorganik elementler
meydana getirir. Kemikleri dıştan periosteum denilen kemik zarı sarar. Kemikler, dışta sert olan kompakt
kemik; içte ise yumuşak olan süngerimsi kemik olmak üzere iki değişik tipte kemik yapısından meydana
gelmiştir. Kemikler yapılarına göre sınıflandırılır:
• Uzun kemikler: humerus (kol kemiği), femur (uyluk kemiği).
• Kısa kemikler: El bileği ve ayak bileği kemikleri kısa kemiklerdendir.
• Yassı kemikler: İnce, yassı ve kavisli kemiklerdir. Kafatası kubbesi kemikleri, kaburgalar, kürek
kemiği, göğüs kemiği ve kalça kemikleri yassı kemiklerdendir.
• Düzensiz şekilli kemikler: Vertebra (omur), alt çene ve üst çene kemikleri ve elmacık kemikleri
düzensiz kemiklerdendir.
• Susamsı kemikler: patella (diz kapağı kemiği).
Kemik Gelişimi
Kemik gelişimi embriyonel dönemde başlayan ve doğumdan sonrada devam eden bağ doku ve kıkırdak
dokunun kemiğe dönüşmesidir.
İskelet Sistemi
Eklemler ile kemiklerin bir araya gelmesiyle oluşan çatıya iskelet denir. Yenidoğan iskeletinde 270
kemik, yetişkin iskeletinde ise 206 kemik bulunur.
İskelet sistemi;
• Vücudumuza şekil verir.
• Kas ve bağ yapılarının tutunmasına yarar.
• İç organların korunması ve tutunmalarına yarar.
• Mineral ve yağ deposudurlar.
EKLEMLERİN YAPI VE FONKSİYONU
Vücutta 327 eklem bulunur, eklemler hareket sistemimizi oluşturan temel yapılardan biridir.
Eklemlerin dört temel hareketi vardır. Bunlar; fleksiyon, ekstansiyon, abduksiyon ve adduksiyondur.
Eklemler; oynar eklem, yarı oynar ve oynamaz olarak üçe ayrılır.
Oynar Eklemler
Kemikler arasındaki boşluklarda eklem sıvısı (synovia) vardır. Eklemler; eklem yüzü, eklem kıkırdağı,
eklem kapsülü, eklem sıvısı (synovia), eklem boşluğu, eklem bağları, menisküs gibi yapılardan oluşur.
Oynar Eklemler
Oynar eklemlere örnek olarak omuz, dirsek, kalça eklemlerini verebiliriz.
Yarı Oynar Eklemler
Hareketleri sınırlı olan eklemlerdir. Örnek olarak kaburgalar ile sternum arasındaki art. costosternalis
gosterilebilir.
Oynamaz Eklemler
Kemiklerin birleştikleri yerde bulunur. Kafa kemikleri arasındaki
süturlar örnek olarak verilebilir.
KASLARIN YAPI VE FONKSİYONU
Ortalama 600 ayrı iskelet kası bulunmakta olup kemiklerin hareketini sağlayan, kasılabilme özelliğine
sahip, hareketin aktif organlarıdır.
Kaslar, mikroskopik şekilleri ve fonksiyonlarına göre düz, çizgili ve kalp kası olarak üç gruba ayrılırlar.

13. Ünite - Kas-İskelet Sistemi Hastalıkları 33


İSKELET KASLARI
Gövde kasları ve ekstremite kaslarından oluşur. Toraks, abdomen, sırt, baş, boyun gövde kasları; kol,
bacak ekstremite kaslarıdır.
BAĞ DOKUSU
Bağ dokuları, hücre yapılarına göre, fibröz bağ doku, kıkırdak bağ doku, kemik doku olarak üç grupta
toplanır. Organları ve vücudun diğer bölümlerini destekler ve korur. Kan damarlarından zengin olduğu için
aralarını doldurduğu doku ve organların beslenmesini ve metabolizma artıklarının uzaklaştırılmasını sağlar.
Vücudun sıvı regülasyonunda iş görür.
Bağ dokusu tipleri; gevşek bağ doku, sert bağ doku, elastik bağ doku (adipose), hematopoietik doku,
kuvvetli bağ dokusudur.
KAS İSKELET SİSTEMİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE TANI YÖNTEMLERİ
Eklem ve bağ dokusu hastalıklarında aile öyküsü, fizik muayene, görüntüleme yöntemleri,
laboratuvar yöntemlerinden yararlanılır.
KAS-İSKELET HASTALIKLARI
Artritler
Artrit, eklem enflamasyonu anlamına gelir. En sık görülen artritler; romatoid artrit ve osteoartrittir.
Romatoid Artrit
Etiyolojisi tam olarak bilinmeyen, genetik, enfeksiyon, hormonlar,
çevresel faktörler ve oto-immünite sorumlu tutulan, bağ dokusunun enflamasyonu ile karakterize olan
kronik, sistemik kalıcı ve ilerleyici bir hastalıktır. Kadınlarda ve 35-60 yaşlarında sık görülür.
Eklemlerde deformite, hareket kısıtlığı ve ağrı vardır. Sabah tutukluğu, periferik eklemlerde simetrik
poliartritler, fleksör kaslarda spazma bağlı olarak fleksiyion kontraktürü, cilt altında nodüller, kuğu boynu
deformitesi veya bunun tersi düğme iliği deformitesi vardır.
Romatoid artrit, eklemler dışında kalp, akciğer, göz ve damarları da tutar.
Tanı, öykü, fizik muayene, kan testleri, serumda romatik faktör (RF) (%85), artroskopi, biyopsi ve
radyografi ile konur.
Romatoid artritin tedavisinde kullanılan ilaçları non steroid, antienflamatuar ilaçlar ve
kortikosteroidler kullanılır. Tedavide amaç; ağrıyı ve enflamasyonu gidermek, deformiteleri önlemektir.
Ostreoartrit (Dejeneratif Artrit)
Eklemlerde sertlik, Heberden ve Bouchard nodülleri, kızarıklık, şişme, duyarlılık, hareket kısıtlılığı ile
seyreden dejeneratif eklem hastalığı ve düşük seviyeli enflamasyon ile eklemlerde bir tür tampon gibi işlev
gören kıkırdağın anormal bir ölçüde yıpranması veya bu eklemleri kayganlaştıran sinoviyal sıvının azalması
ile karakterize bir hastalıktır.
Etiyoloji primer ve sekonder olarak sınıflandırılmaktadır. Anatomik sebepler (doğumsal kalça çıkığı,
bacak boyu eşitsizliği, hipermobilite sendromları), travmatik sebepler (büyük eklem travması, eklemde
kırık ya da osteonekroz varlığı, mesleki kronik zedelenmeler), enflamatuar sebepler (inflamatuar artropati,
septif artrit) sekonder sebepleri oluşturmaktadır.
Tanı, laboratuvar, görüntüleme yöntemleri ile konulmaktadır. Sedimantasyon hızının, lökosit sayısının
normal oluşu ve romatoid faktör pozitifliği tanı koydurucu belirti ve bulgulardır. Sabah sertliğinin oluşu da
önem taşır.
Tedavi; ağrı ve semptom kontrolü, hasta ve ailenin eğitimi, eklem fonksiyonlarının korunması, kas
gücünün korunması, sakatlığın önlenmesi, komplikasyonların önlenmesi ve rehabilitasyonu kapsar.
Ankilozan Spondilit
Ankilozan spondilitte; genetik yatkınlık, enfeksiyonlar ve çevresel faktörler etiyolojiden sorumlu
tutulmaktadır. Genellikle erken evrede sakroiliak eklemlerde enflamasyona yol açan ve hastalık ilerledikçe
aksiyel omurgayı da etkileyebilen kronik, inflamatuar bir hastalıktır.
Ankilozan spondilitte; özellikle sabahları yataktan kalktıktan sonra bel ağrısı ve tutukluğu olur ve üç aydan
uzun sürer. Göğüs ağrısı, eklem tutulumları; eklem dışı bölgelerde hassasiyet, özellikle iliak kristada, büyük
trokanterde ağrı, hassasiyet, yorgunluk, kilo kaybı olabilir.
Tanıda öykü, fizik muayene, laboratuvar ve radyolojik bulgulardan faydalanılır. Ayrıca 1984 Modifiye
Newyork sınıflandırma kriterleri kullanılmaktadır.
Tedavide farmakolojik olmayan ve farmakolojik yöntemlerden yararlanılmaktadır. AS’nin
tedavisinde amaç; deformitelerin engellenmesi, ağrının ve tutukluğun giderilmesi, yaşam kalitesinin
artırılması, tedaviye aktif katılımın sağlanmasıdır.
Sistemik Lupus Eritemotozus (SLE)
Etiyolojisi tam olarak bilinmeyen, güneş, ultraviyole ışınları, travma, hormonlar, stress ve genetik gibi
faktörlerin neden olabileceği, birçok organın damar ve bağ dokularını tutarak lokal ve sistemik belirtilere
neden olan, otoimmün, sıklıkla 15-40 yaşlar arasında genç kadınlarda görülen inflamatuar hastalıktır.

13. Ünite - Kas-İskelet Sistemi Hastalıkları 34


Sistemik lupus eritemotozus’da yorgunluk, ağrı; döküntü, ateş, mide rahatsızlığı, baş ağrısı ve baş
dönmesi atak dönemlerinin habercileridir.
Sistemik sklerozda; cilt renginde koyulaşma (psödoakantozis) ve açılma (vitiligo benzeri) şeklinde
pigmentasyon değişiklikleri; yüzde, burun üzerinde ve her iki yanakta yer alan kelebek şeklinde eritemler
oluşur.
Tanı, anamnez, fizik muayene ve laboratuvar bulgularına dayanılarak konur. Amerikan Romatizma
Derneği (ACR) tarafından 1997’de yenilenen SLE sınıflama kriterleri tanıda kullanılmaktadır.
SLE’nin tedavisinde amaç; hastanın ağrısının azaltılması, maksimum semptom kontrolünü sağlayacak
ilaç tedavisini sürdürmesidir.
Sistemik Skleroz (Skleroderma)
Genetik ve çevresel faktörler etiyolojiden sorumlu tutulduğu, başlangıç yaşı 30-50 yaşları olan
kadınlarda erkeklere göre daha sık olarak görülen,
ciltte fibrozis ve değişebilen şekillerde diğer visseral organ tutulumları ile karakterize, çoklu-sistemli
otoimmün bir hastalıktır.
En belirgin belirti, yüzde maske yüz olarak isimlendirilen tutulumdur yüzdeki tutulumun sonucu,
yüzün mimik hareketleri neredeyse yapılamaz hâle gelir. Depresyon, vücut görünüşünden hoşnutsuzluk
gibi psikososyal sorunlar görülebilir.
Tanıda, cilt değişiklikleri, sklerodermayı diğer hastalıklardan ayıran en temel özelliktir. Cilt, kalınlaşır
ve esnekliğini kaybeder; cilt renginde koyulaşma veya açılma (vitiligo benzeri, tuz ve biber) şeklinde
pigmentasyon değişiklikleri vardır.
Genel laboratuvar taramaları, cilt biyopsisi, solunum fonksiyon testleri tanıyı desteklemede kullanılır.
Tedavi, semptomatik ve destekleyicidir.

13. Ünite - Kas-İskelet Sistemi Hastalıkları 35


DERS ADI Hastalıklar Bilgisi
ÜNİTE ADI Geriatrik Sorunlar
ÜNİTE NO 14
YAZAR Doç. Dr. NURAY DAYAPOĞLU

YAŞLILIK KAVRAMI
Yaşlı nüfusun artışıyla birlikte günümüzde “geriatri” ve “gerontoloji” kavramlarına yönelik ilgi artmıştır.
Geriatri; yaşlılık ve hastalıklarını ele alan tıp dalıdır. Gerontoloji ise Yunanca yaşlı insan olarak tanımlanan
“Geront” ve Fransızca ilim anlamına gelen “logie” kelimelerinden türetilmiştir. Gerontoloji yaşlanma
olayını inceleyen tıp dalıdır. Yaşlanmayı bilimsel yöntemlerle sosyolojik, ekonomik, biyolojik ve çevresel
açıdan inceler. Gerontoloji, daha çok yaşlanma süreciyle ilgilenirken geriatri daha çok yaşlılarda görülen
hastalıkların tedavisi üzerine çalışmalar yapmaktadır.
Yaşlılığın standart bir tanımı olmamakla birlikte kronolojik, biyolojik, psikolojik veya sosyolojik pek çok
alanda tanımı bulunmaktadır.
Kronolojik Yaşlanma
Kronolojik yaş; doğum yaşı ya da takvim yaşı olarak ifade edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) yaşlılık
dönemi için kronolojik tanımlamayı dikkate almakta ve bu dönemi “65 yaş ve üzeri” olarak bildirmektedir.
Biyolojik ( Fizyolojik ) Yaşlanma
İnsanın biyolojik yaşı, vücut yaşı olarak da ifade edilebilir. Organlar düzeyinde fonksiyon azalması,
dokularda yıpranma ve tahribatın artması; kısaca vücudun yapısal ve işlevsel olarak değişimidir.
Psikolojik Yaşlanma
Deneyimlerin artmasıyla oluşan davranış değişikliği ve davranışsal uyum yeteneğinde yaşa bağlı
değişimlerdir. Zekâ, hafıza ve duygu gibi alanlarda fonksiyon yitimi olarak bunun yanı sıra geçmişe özlem,
geleceğe ilişkin güvensizlik duygusu, kimi zaman da önceden gerçekleştirilemeyen idealler ve başarısızlıklar
için üzülme biçiminde ortaya çıkar.
Sosyal Yaşlanma
Bireyin çalışma hayatında, toplumsal ilişkilerinde, sosyal aktivitelerindeki yeteneğinin azalarak kaybolması,
toplumsal statü ve beklentilerinin değişmesi sosyal yaşlanmayı tanımlamaktadır. Başka bir ifadeyle sosyal
çevreye uyum sağlayamama durumudur.
YAŞLILIK SÜRECİNDE MEYDANA GELEN DEĞİŞİKLİKLER
Yaşlanma, bireysel farlılıklar göstermekle birlikte genetik ve çevresel faktörlerden, yaşam tarzından, kronik
hastalıklardan ve fizyolojik başa çıkma yollarını kullanma durumlarından etkilenmektedir.
Yaşlı Bireylerde Görülen Fizyolojik Değişiklikler
Yaşlanmayla birlikte pek çok yetersizlikle karşı karşıya kalan bireyler; kardiyovasküler, solunum, sindirim,
üriner ve genital, endokrin, sinir, kas iskelet ve bağışıklık sistemleri ile ilgili fizyolojik değişikliklerle de
mücadele etmek zorundadırlar. Ayrıca yaşlılık sürecinde beş duyu organın fonksiyonlarında azalmalar
görülmektedir.
Yaşlılıkta Yaşanan Ruhsal Sorunlar
Yaşlılıkta yaşanan ruhsal sorunlar arasında; depresyon, anksiyete, uyku bozuklukları, kişilik değişikliği ve
alınganlık ve demans (bunama) yer almaktadır.
YAŞLILIKTA SIK GÖRÜLEN KRONİK HASTALIKLAR
Dünya genelinde yaşlıları etkileyen kronik hastalıklar arasında; kardiyo-vasküler hastalıklar, kanserler,
diyabetes mellitus, kronik obstrüktif akciğer hastalıkları (KOAH), serebrovasküler hastalıklar, alzehimer,
artrit ve osteperoz gibi kas-iskelet sistemi bozuklukları ve görsel sorunlar yer almaktadır.
Kardiyovasküler Hastalıklar
Kardiyovasküler hastalıklar arasında en sık kronik kalp yetmezliği, kalp ritim bozuklukları, koroner kalp
hastalıkları ve hipertansiyon görülmektedir.
Kardiyovasküler hastalıklar açısından hipertansiyon önemli bir risk faktörüdür. Felç, kalp krizi, kalp
yetersizliği gibi hastalıkların en sık karşılaşılan ve tedavi edilebilir sebebi hipertansiyondur.

14. Ünite - Geriatrik Sorunlar 36


Kanser
Yaş, kanser için tek başına en önemli risk faktörlerinden birisidir. Yaş ilerledikçe kanser riski artar. Bütün
kanser vakalarının yarısı 65 yaş üzerinde olup kanser ölüm sebepleri arasında kalp hastalıklarından sonra
ikinci sırada yer almaktadır.
Türkiye’de yaşlılarda en sık görülen kanserler erkeklerde akciğer, prostat, mesane, kolon ve rektum
kanseridir. Kadınlarda ise meme, kolon/rektum, akciğer ve deri kanserleridir.
Serebrovasküler Hastalıklar (İnme)
İnme tüm dünyada koroner kalp hastalığı ve tüm kanserler ardından üçüncü sıklıkta gelen ölüm nedenidir.
İnme sıklığı ve inmeye bağlı ölümler yaşla birlikte artış göstermektedir. İnmeler iskemik (tıkayıcı) ve
hemorajik (kanamalı) inme olmak üzere ikiye ayrılır. İnmelerin çoğunluğu iskemik tiptedir. Hemorajik
inmede ise beynin herhangi bir kısmında kanama olmakta ve bu kanın neden olduğu fazla basınç, oluştuğu
bölgedeki hücrelerinin ölmesine yol açmaktadır.
Alzheimer Hastalığı
Fiziksel ve psikolojik yönleriyle Alzheimer, yaşlıları ve bakım verenleri en çok yıkıma uğratan hastalıklardan
biridir. Hastalığın başlaması ve seyri yavaş olduğu için başlangıcı belirlemek zordur. En erken belirtiler
öğrenme bozukluğu, yeni edinilen bilgileri saklama yetersizliğidir. Hasta, konuşmakta güçlük çeker ve
tanıdık mekânlarda kaybolmaya başlar. Bir süre sonra yargı bozukluğu başlar ve günlük yaşam aktivitelerini
yapmada yardıma muhtaç hâle gelir. Halüsinasyonlar görebilir. Son evre tam bir bağımlılık ve hareketsizlik
evresidir.
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH)
Tüm dünyada yaşlı hastalarda KOAH insidansı çok yüksektir. Yaşlı hastalarda KOAH nedeniyle hastaneye
başvuru ve hastaneye yatış sıklığı da artmaktadır. Sigaranın bırakılması ve pasif maruziyetin önlenmesi,
mesleksel ve çevresel maruziyetin kontrol altına alınması, KOAH’tan korunmada önemlidir.
Artritler
Artritler, yaşlı bireyde aktivite kısıtlılığına, bağımlılığa ve rahatsızlığa neden olduğu için önemli bir sağlık
sorunudur. Kas ve eklemlerdeki bağ dokusunun bozulması, denge ve yürüme bozukluklarını ortaya çıkarır.
Osteoartrit, yaşlı popülasyonda en sık görülen eklem hastalıklarından biridir. Hastanın günlük yaşam
aktivitelerini, hayat kalitesini ve sosyal performansını önemli ölçüde bozan bir morbidite nedenidir. Klasik
olarak eklem kıkırdağı hastalığı olarak bilinse de tüm eklemi ilgilendiren dejeneratif bir hastalıktır. Sıklıkla
omurga, kalça ve diz ve omuz eklemlerini tutmaktadır.
Osteoporoz
Artan ortalama yaşam süresi geriatrik hastalarda birtakım sorunları da beraberinde getirmektedir.
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de osteoporoz önemli bir problemdir. Bu hastalık yalnızca
en sık görülen metabolik kemik hastalığı değil aynı zamanda yaşlı popülasyonun en sık karşılaşılan
problemlerinden birisidir. “Osteoporoz; düşük kemik kütlesi ve kemik dokusunun yapısının bozulması
sonucu kemik kırılganlığında ve kırığa yatkınlıkta artışla karekterize olan sistemik bir iskelet hastalığıdır”.
Görme Sorunları ( Senil Katarakt )
Normalde saydam ve şeffaf olan lensin kısmen ya da tamamen şeffaflığını, saydamlığını kaybederek
sertleşmesi ve bulanıklaşmasına katarakt denir.
Katarakt oluşmasına neden olan sebepler çok çeşitli olabilse de en sık görülen şekli yaşın ilerlemesi ile
ortaya çıkan senil kataraktır. Tüm kataraktların yaklaşık 2/3’ü senil kataraktır. Senil katarakt belirtileri;
görme seviyesi ve kalitesinde azalma, renkleri görme ve ayırt etmede azalma, ışıktan rahatsız olma,
kamaşma, çift görme, bulanık görme ve kontrast duyarlılıkta azalma gibi bulgulardır.
YAŞLILIKTA GELİŞEBİLECEK SORUNLAR
Düşmeler
Yaşlı bireylerin karşılaştığı sorunlar içinde en ciddi olanı ve en sık görüleni düşmelerdir. Yaşlılarda düşme;
korku ve kaygı oluşturan, yaşam kalitesini olumsuz etkileyen ve bağımlılık oluşturan önemli bir durumdur.
Düşme, bireyde oluşturduğu sağlık problemleri ve engellilik yanında, oluşturduğu bakım yükü ve sağlık
maliyeti ile aynı zamanda aileler ve toplum için de önemli bir toplum sağlığı sorunudur. Yaşlı hastalar,
genellikle düşmeler konusunda kendiliğinden bilgi vermediklerinden her yaşlı bireyin -yılda en az bir defa-
düşme öyküsünün olup olmadığı sorgulanmalı; denge ve yürüme problemleri bakımından
değerlendirilmelidir. Fizik muayene ve öykünün yanı sıra “Morse Ölçeği” gibi düşme riskini değerlendirme
ölçekleri kullanılabilmektedir. Düşme sonucunda yaşlılarda yumuşak doku yaralanması, kırık, kafa
travması, beyin kanaması, yeti kaybı ve düşme korkusu gibi sorunlar gelişebilmektedir.
Çoklu İlaç Kullanımı (Polifarmasi)
Dört ya da daha fazla ilacın aynı anda kullanılması “polifarmasi” olarak tanımlanmaktadır. Polifarmasi;
tedavi uyumsuzluğuna, yan etki artışına ve ilaç etkileşimlerinin görülmesine yol açmaktadır. Yaşlıların

14. Ünite - Geriatrik Sorunlar 37


farklı hekimlere başvurarak çok sayıda ilacı reçete ettirmesi, hekimlerin çok sayıda ilaç yazma eğiliminde
olması, çok sayıda reçetesiz ilaç satılması, yaşlıların yakınlarının ilaçlarını kullanma eğiliminde olması,
sıklıkla birden fazla hastalığın bir arada bulunması ve eğitim düzeyinin düşük olması gibi nedenlerle
yaşlılarda çoklu ilaç kullanımı klinik bir sorun oluşturmaktadır.
Yaşlılarda olası ilaç etkileşimlerine bağlı olarak gelişen yan etkiler; ağız kuruluğu, konfüzyon, bilişsel
bozukluk, hipotansiyon, akut böbrek yetmezliği, ödem ve kalp yetmezliğinin artması, gastrointestinal
fonksiyonlarda değişme, yürüyüş ve hareket bozukluklarıdır. Bu yüzden yaşlı bireylerde yeni bir ilaç
başlanacağı zaman ilaç etkileşimleri, emilim ve atılım yolları dikkatle değerlendirilmelidir. Sağlık öyküsü ve
organ fonksiyonları dikkatle incelenmelidir. Yaşlılara uygun daha kolay uygulanır bir tedavi programı
verilmeli ve yan etkiler öğretilmelidir. Tedavi programı gözden geçirilerek gereksiz ilaç kullanımı
azaltılmalıdır. Mümkün olduğu kadarıyla günlük tek doz ilaçlar tercih edilmelidir. Eklenecek yeni ilacın olası
yan etkileri ve ilaç etkileşimleri izlenmelidir.
Yaşlı İstismarı ve İhmali
Yaşlı istismarı, yaşlı bireyin sağlık veya iyilik durumunu tehdit eden, ona zarar veren, herhangi bir davranış
ya da eylemdir. Yaşlı ihmali ise yaşlıya bakım veren bireyler tarafından yiyecek, giyinme, barınma, ısınma,
ekonomik destek, temizlik, güvenlik ve sağlık bakımı gibi fiziksel, sosyal veya duygusal ihtiyaçlarının
karşılanmamasıdır. İstismar kasıtlı bir durum olmasına karşın, ihmal kasıtlı ya da farkında olmaksızın (pasif
ihmal) şeklinde gerçekleşebilmektedir.
Yaşlı istismarı ve ihmali ile ilgili istatistiklere genellikle olayların eksik rapor edilmesi nedeniyle
güvenilmemektedir. Ancak yılda 5 milyondan fazla yaşlının ekonomik istismara uğradığı tahmin
edilmektedir.
Yaşlı istismar ve ihmalini önlemek için her ülkenin kendi koşulları doğrultusunda çeşitli düzenlemeler
yapması gerekmektedir. Yapılacak düzenlemelerin mümkün ölçüde yaşlı bireylerin kendi ortamlarında
bakımı ve korunmalarını sağlayacak biçimde olması gerekmektedir. Aynı zamanda yaşlı bireylere yönelik
her türlü şiddet ve ihmal davranışları karşısında caydırıcı yasal düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.

14. Ünite - Geriatrik Sorunlar 38

You might also like