Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 48

HÜSEYİN CAHİT

YALÇIN BEYE

AÇIK MEKTUP

YAZAN
Ahmed Bedevi Kuran
Basıldığı yer:
TÜRKİYE BASIMEVİ
İstanbul
(Ulus) gazetesinde tahrikât zanni tevlid
eden «Ordu ve Politika» başlıklı yazı münasebe­
tiyle yarım asırdan beri matbuat âleminde oyna­
dığınız rolü, resmî ve gayri resmî muhafilde ya­
rattığınız anarşiyi tadat ve umumî efkâra sun­
mağı zarurî buluyorum, beni mazur görünüz.
Edebiyat sahasındaki ehemmiyetiniz ve
neşrettiğiniz bir yığın eserlerle gençliğe pek
kıymetli mütalâa mevzuları sunduğunuz muhak­
kak olmakla beraber sonsuz ihtirasınız, bazı
şahsiyetlere karşı tecavüz ve tasaddide reva gör­
düğünüz densiz hareketler, gazetecilik hayatı­
nızı kapkara bir renge boyamış ve tahripkâr
kaleminiz sizi çok fena bir giriveye sevk eyle­
miştir. Gazetecilik vasfına matuf bu ruhî su­
kutunuz, memlekete ve Türk milletine de bü­
yük zararlar vermiştir.
Hiddet buyurmayınız! Bu kanaatimi de-
lâil ve vakıalariyle isbat etmeğe çalışacağım.
Böyle intacı güç bir meseleye hasrı emel edi­
şim, doğrusu, sizde hak ve kakikate karşı ufak
bir meyil mevcut ise, belki ruhunuzda aksülâ-
mel husule gelir ve bütün matbuat âleminiz
boyunca halkta yarattığınız huzursuzluklar­
dan nedamet ve hicap duyarsınız, ümidiyledir.
Hasretini çektiğim bu gayeye ulaşıp ulaşa-
mıyacağımı takdir edememekle beraber öteden
beri Türklüğe iras ettiğiniz fenalıklara, hiç ol­
mazsa, bu vesile ile artık nihayet vermeniz
memuldür, kanaatindeyim.
Bilirsiniz ki ilk tecavüzkâr hareketiniz
İkinci Meşrutiyetin ilânından sonra Prens Saba­
hattin Bey hakkında tecelli eylemişti. Bu ilim
adamının sekiz, dokuz sene vatan cüda Avrupa-
da Sultan Abdülhamit istibdadiyle mücadele et­
tikten sonra hasret çektiği memlekete avdetin­
de İstanbul halkının gösterdiği ilgi ve minnet­
tarlık takdirlerini zati edibaneleri hazmedeme-
miş ve kıskanmıştınız. Bu yersiz ve mesnetsiz
hissiyatı körükleyen, aşağıda tafsil edilecek,
bir hâdise de sizi tahrik etmiş ve bu mücahit
hakkında, körü körüne, tecavüze başlamıştınız.
Malûm-u alileri olduğu üzere devri istibda­
dın son karanlık günlerinde yer yer kurulan giz­
li halâskâr cemiyetlerden biri bulunan Selânikte-
ki komiteye zati faziletkârilerinin işti­
raki, Talât ve Mithat Şükrü Beyler tarafından
size teklif edilmiş; fakat bu daveti reddetmek­
te tereddüt göstermemiş ve hürriyet mücadele­
sine taalûk eden bu mesaiye, Mercan İdadisi
müdürlerinden bulunduğunuz o günlerde, katı­
lamamıştınız.
Bu kararın esbabını taharriye ve red se­
bebini tenkide kendimde hak göremiyorum.
Çünkü o tarihlerde bu gibi mahrem teşekkülle­
re intisab, çok tehlikeli idi ve mükâfatı asgarî
— 5 —

sürgüne gitmekti. Tabiî sizin bu gibi istibdat


aleyhtarı teşebbüslerle iştigaliniz Yıldız sara-
ynıca haber alınırsa hakkınızda tatbik edilecek
en hafif ceza, hiç. olmazsa, aslen mensup bulun­
duğunuz Arnavutluk camiası semtine veya baş­
ka bir mmtakaya nefyedilmeniz olurdu. Buna
meydan vermeğe ve rahatınızı bozmağa mecbu­
riyetiniz yoktu.
Lâkin Meşrutiyet ilân edildiği vakit, gayri
ihtiyarî, teessüre tutuldunuz. Niçin daha evvel
hürriyetçi camiaya intisaptan çekindiğinize üzül­
dünüz ve bu yüzden, o günlerin şöhretlerinden
biri olamadığınıza ve bu bahtiyarlığa ulaşama­
dığınıza müteessir oldunuz, değil mi?
Fakat bu kederimizi bertaraf edecek nagi-
hanî bir fırsat zuhur edivermişti. Meşrutiyetin
ilânından kısa bir müddet sonra vaktiyle zati-
edibanelerini cemiyete ithale muvaffak ola-
nııyan ve bilâhare, Talât Paşanın vefatı müna­
sebetiyle, bu keyfiyeti yazdığı üç makale ile
umumî efkâra sunan (ittihat ve Terakki) men­
suplarından Mithat Şükrü Bey, her ne bir fikre
mübteni ise, yine yakanızı bırakmamış ve bir
matbaa vaadi mukabilinde sizin cemiyete iştira­
kiniz teklifini yenilemiş ve zati alileri, ye­
ni bir hataya düşmemek için, bu daveti bü­
yük bir iştiyak ve hahişle kabulde tered­
düt göstermemiştiniz. Zira «Jon Türk» lere
karşı izhar edilen senpatilerin, nümayişlerin ru­
hunuzda yarattığı ihtiraslı tesirler henüz dü-
güncelerinize hâkimdi. Ve bu vesile ile emelinize
ermek, ruhunuzu tatmin etmek imkânları doğa­
caktı. Nitekim (İttihat ve Terakki) cemiyeti
namına mebus namzedi ve mebusluk bu yoldaki
arzunun ilk mükâfatı olmuştur.
Mithat Şükrü Beyin size devrettiği matba­
ada (Tanin) gazetesinin neşrine başladığınız
halde matbuat âleminde henüz matlûp veçhile
gazelseralık edemiyordunuz. Çünkü Sultan Ab-
dülhamit devrinde istipdatla mücadele eden Av-
rupadaki «Jon Türk» 1er arasında, bilirsiniz ki,
birtakım rekabetler belirmişti. Fakat bu zavat
memlekete döndükten sonra, muvakkat bir müd­
det için, mevcut ihtilâf veya anlaşamamazhk-
ların terkini, Istan bulda Şeref Efendi Sokağın­
daki «İttihat ve Terakki» merkezinde Prens Sa­
bahattin Beyi temsil eden Doktor Nihat Reşat,
Hüseyin Tosun; «İttihat ve Terakki» namına iş-
tirâk eyleyen Cemal ve İsmail Hakkı Beylerle
(Paşalar) yapılan toplantılarda kararlaştırmış
ve sizin Mithat Şükrü Beye karşı muhaliflere
tecavüz vadisinde kabul ettiğiniz andlaşmaya
henüz sıra gelmemişti. Zaten Prens Sabahattin
ve Satvet Lûtfi Beylerle bazı arkadaşlar da it­
tihat ve Terakki zümresinde vazife almışlardı.
Bu sebepten dolayı kısa bir müddet matbuat
âlemindeki neşriyat faaliyetiniz sakin geçmiş,
rastgele tecavüz ve tasaddilere imkân bu­
lamamıştınız. Hattâ bu günler zarfında,
aşağıya aynen ilâve edileceği veçhile, arızî ola­
rak, tarafı âlilerinde hüsnü niyet izleri dile te­
zahür eylemiş ve Prens Sabahattin Bey lehinde
makale neşretmiştiniz.
Bununla beraber o üzücü günlerde akalli-
yetere ve Türk olmıyan müslüman unsurlara,
aldığınız talimat ve telkinat dairesinde, tecavü­
ze ve Osmanlılık camiasını yekdiğeri aleyhine
tahrike başlamış ve meşrutiyet inkılâbının Os­
manlılık lehinde kazandırdığı beynelmilel tevec­
cüh ve tarafdarlığı baltalamağa koyulmuştunuz.
Hülâsa OsmanlIları birbiri aleyhine cephe alma­
ğa teşvik ediyordunuz. Muhtelif gazeteler tara­
fından ve makulât dairesinde nazarı dikkatini­
zin celbedilmesi ve tavsiye edilen itidal düşün­
celeri sizde hiçbir tesir halkedemiyor, partinin
port parolu rolünüzü önliyemiyordu.
Vakta ki memlekette yarattığınız bu anar­
şik hali bertaraf etmek, meşrutiyet usullerine
ve demokrasi esaslarına uygun olarak iktidarı
ikaz eylemek maksadiyle (Ahrar Fırkası) te­
şekkül etti. Artık sizin zevkinize pâyan yoktu.
Hücum edecek bir hedef, tecavüz eyliyecek şah­
siyetler belirmiş ve evvelce kabul ettiğiniz taah­
hütlerin ifasına zemin hazırlanmıştı.
Esasen matbaa sahibi olmanızı temin eden
(ittihat ve Terakki) liderleri de zatialii sada-
katpenahilerine vaadinizi hatırlatmakta gecik­
memişler ve sizi bir bayrak olarak kullanmakta
istical göstermişlerdi. Böyle bir teşvikin husul
ve budusuna can ve gönülden teşne bulunduğu-
— 8 —

nıız için giz de hemen seli i seyifle faaliyete geç­


miş, öteden beri teşne bulunduğunuz şöhret hır­
sının zabonü olarak yazmağa başlamıştınız.
Maatteessüf bu hastalığınızın izleri etrafa
da sirayet etti; neşriyatınız, amiyane ve avam-
firibane mugalata ve demagojileriniz her sınıf
halk arasında büyük tepkiler uyandırdı; muhi­
te saçtığınız gayız ve kinlerle bütün memleket
dalgalandı. Her vatandaş hüzün ve kederle ne
yapacağını şaşırmış ve ne yapmak lâzım geldiği
hususunda tereddüde düşmüştü.
itimat ediniz ki o devri fetretde, zımnî
bir surette, huzur ve sükûnun iadesi ve anarşi­
nin izalesi çaresine baş vurulması arzusu, bütün
halkı en ziyade meşgul eden bir mevzu haline
girmişti.
İşte yarattığınız bu anarşinin sonunda 31
Mart Hâdisesi patlak vermiştir. Vahdeti gibi
cahil bir yobazın tahrik ve teşviki, neşriyatınız­
dan ıztırap duyan meşrutiyetin ilânında büyük
bir rol oynamış bulunan Avcı Taburları efradını
bile çileden çıkartmıştı.
Ektiğiniz anarşi tohumu nihayet bu züm­
reyi isyana ve vaktiyle emirlerine tebeiyet et­
tikleri ve fakat o günlerde sağa, sola saldırma
hususunda sizi teşvik ve tergipten bir an hali
kalmıyan (ittihat ve Terakki) rüesası aleyhine
kıyama mecbur kaldılar.
Hattâ cahilane bir asabiyetle harekete ge­
— 9 —

çen bu askerî küme, sizi yok etmek, memleke­


ti mevcut anarşiden kurtarmak amaciyle Mecli­
si Mebusan kapısında, simaca müşabehetiniz
bulunan bir mebusu, Arslan Beyi öldürmekte
bile mahzur görmedi.
inanınız ki vücudunuzu muzır bir mikrop
telâkki eden bu bedbahtlere bu küstah enerjiyi
nefheden sizin gayri tabiî ef’al ve sekenatınız
olmuştur. Nitekim bu asiler ne Meclisin dağıl­
masına taraftarlık göstermiş ve ne de Abdülha-
midin iadei istibdadına alet olmuşlardır. Böyle
cahil bir zümrenin kıyamı Kabakçı Mustafa,
Patrona Halil isyanları kabilinden bir hareket
olmakla, bu kıyamın gayri tabiî bir ahval yarat­
tığı muhakkak bulunmakla beraber bu zemini
manen ihzar eden saraydan tardedilen bende-
gândan, Vahdeti ve daha diğer müfsit türedi­
lerden ziyade, emin olunuz, siz oldunuz. Diğer­
leri sizin yarattığınız atmosferden istifade eme­
line düşmüşlerdir. Matbuatta lâyüsal amma ye-
fal harekâtınız bu felâketi ihzara saik olmuş­
tu; buna inanınız!
İlk defa (Tanin) gazetesi intişar etmeğe
başladığı zaman Tevfik Fikret Bey gibi o dev­
rin en değerli ve namuslu şahsiyetleri sizinle
mesai birliği yapmışlardı. Bu zavat sizin gayri
tabiî harekâtınızı ve gizli telkinlerle herkese
hücum ettiğinizi görünce (Tanin) den ayrılmış­
lardır. Devri istibdatta «Sis) manzumesini ya­
ratan Tevfik Fikret Bey.
— 10 —

«Bir devri şeamet: yine çiğnendi


yeminler;
«Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i
bitlendi!
«Kanun diye topraklara sürtüldü
cebinler;
Kanun diye, kanun diye kanun te­
pelendi;

vadisinde şiirler yazmağa başlamış; (Yeyin


efendiler; yeyin bu han iştiha sizin!) demekten
kendini alamamıştı. Bu hâdise de sizin ne kadar
kör bir alet menzilesine düştüğünüzü ayan, be­
yan anlatır.
Tuhaftır, Meşrutiyet devrinde, muhterem
ruhunuzun hedefi bütün şöhretleri baltalamak,
Sabahattin, Lütfi Fikri, Rıza Nûr ve Manastırda
Şemsi Paşa vak'asını yaratan Sadık Beyle­
re ve emsallerine insafsızca hücum etmek
olmuştu. Daha evvelleri Paris'ten İkdam gaze­
tesine edebî makaleler yazan Ali Kemal Beye de
vaktiyle kindarlık göstermiş ve Meşrutiyetten
sonra da kendinize matbuat âleminde rakip te­
lâkki ettiğiniz edebî vasıflan yanında, tıpkı si­
zin gibi, siyasî akidesi mübhem bir muharrire te­
cavüzden bir türlü fariğ olamamıştınız.
Ne yazık ki bu zaafınız bütün hayatınız bo­
yunca devam etmiştir. Atatürk’e çatmaktan, is­
met Paşa’yı kötülemekten, hattâ Türk ordu­
sunun en nezih bir siması bulunan Müşir Fevzi
— 11 —

Çakmağı teçhilden veya bunlar gibi millet


büyüklerini halkın sevgisinden mahrum bırak­
mağa ceht ve gayret eylemekten bir an hali kal­
madınız! Buna nazire olarak size güler yüz gös­
teren değersiz bazılarım yersiz desteklemekten
de hazer etmediniz.
Siz, bağlandığınız camia iktidarda iken mu­
arızlarına hücum etmeği bir düstur ittihaz et­
miş; muhalefette bulunduğunuz hengâmelerde
iktidara her fırsatla çatmağı akide haline getir­
miş bir varlıksınız. Dimağınızı tahrik eden ha­
kim vasıf tarizden ibarettir.
O devri fetrette siz okadar tecavüzkâr bir
lisan kullanıyor, her tarafa öyle saldırıyordu­
nuz ki bu yolsuz hareketinizi memleket için
fena ve muzır telâkki eden Sadrazam Kibnslı
Mehmet Paşazade Şevket Bey, Hukuk mezunu
olmasına ve yaptığı işin fenalığını müdrik bu­
lunmasına rağmen, nefsine hâkim olamıyarak
Meclis-i Mebus an kapısında zatinize el kaldır­
mak zaafına bile düşmüştü.
Anladığıma göre nazarınızda ne memleket
menfaati mevzuubahis, ne de her hangi suretle
milletin ikbal ve istikbali varidi hatırdır. Düz-
cesi bütün harekâtınızda mahza kendi görüş ve
düşünüş tarzınızın tatbikini desteklemeğe hasrı
emel etmiş bulunuyorsunuz. Ruhunuzu tazyik
eden hastalık yalnız bu gayeye ulaşmak ve bu
yolda ihtirasınızı tatmindir.
Siz siyaset sahnesinde dramatik hareketler­
— 12 —

den zevk alıyorsunuz. Zavallı kaleminizi, tut­


tuğunuz taraflar lehinde ve şuursuz bir üs­
lûpla kullanmaktan bir türlü sarfı nazar ede­
miyorsunuz. Şahsiyatla uğraşmak, muhalifleri­
nizi tezlil eylemek sizin için bir akide halinde
tecelli eylemektedir.
Yazılarınızda siyasî, İçtimaî ve İktisadî saha­
lara ancak tenkit mahiyetinde temas eder, en
iptidaî bir tarzda da olsa noktai nazar izharın­
dan içtinap eylersiniz. Bu hususta bir usul, bir
prensip ileri sürmeği esirger, tenkit zaviyesin­
den mütalâa beyan etmeği müreccah bulursu­
nuz.
Maamafih prensibiniz yalnız menfi görüş­
ten ibaret de değildir. Tenkit ve tecavüzlerinize
iltizam ve müdafaalar katıldığı da çok defa va-
kidir. Hattâ tarafgirliğiniz mesnetsiz de olsa
noktai nazarınıza mutabıkmış gibi benimser ve
bu gibi hususatta bilâ perva hiddet ve şiddet
ibrazından bile çekinmezsiniz.
Nitekim Lozan Muahedesi müzakere edilir­
ken Düyunu Umumiyeyi indî bir raporla muha­
fazaya yeltenen sabık Maliye Nazırı Cavit Bey
dostunuzu matbuatta müdafaa etmekten çekin­
mediniz. Memleketin uzun senelerden beri ka­
nını emen bu müessesenin devam ve bahasını
musib bulmuştunuz.
Bu ahvallerden anlaşılıyor ki zatıalilerine
hulûl eden ve etmesini bilen her fert makbul; ve
yamandığınız her camia ve teşekkül haricindeki
— 13 —

topluluğa mensup bulunanlar, tarafınızdan ten­


kit ve tel'ine müstahaktır.
Doğrusu sizin gibi bir münevver zatin ma­
ruz bulunduğu bu gibi ahvalden ben azap duy­
maktayım.
Fakat en ziyade hayrete şayan olan nokta,
sizde mevcut bu ruhî anarşinin giderilmesi hu­
susunda hiç bir emek sarfına lüzum görmeme­
niz ve sakat yolda gazel seralık etmekten haz
ve zevk duymanızdır. Bundan nâşi, hayatınızın
cereyan tarzını, sizin son defa neşrettiğiniz ha­
tırata istinaden, ben bu satırlarda tenkit ediyo­
rum. Kanaatlerim kaleminizden sudur eden
esaslara dayandığı için itiraza maruz kalmaz,
zanmndayım.
Halkçı gazetesinde intişar eden hatıratın en
acıklı safhası memleket meselesini ilk defa
İlmî bir metoda bağlamak istiyen Türk müte­
fekkiri Prens Sabahattin Bey aleyhine aldığı­
nız cephe ve takındığınız tavırdır.
Bir memlekete arız olan fenalıkların mem­
ba ve mas dam ferdî ve İçtimaî terbiyedeki za­
aftan ileri geldiği ve alıare tecavüzün de bu du­
rumdan neş’et eylediği bu suretle anlaşılmış olu­
yor.
İlim ve irfandan beklenen gayenin halkı bi­
lim kafasiyle tahlil ve müşahedeye alıştırmak
olduğunu benden ve herkesten ziyade takdir
edecek bir seviyede bulunduğunuz halde şahsî
fazilet ve meziyetleri takviye maksadiyle, fer­
— 14 —

din istinat noktası, evvelâ kendi nefsine karşı


itimat beslemesidir; kanaatini gençliğe telkin
etmek istiyen Sabahattin Beye karşı bu kadar
acı hücum ve tecavüzün esbabı nedir?
ikinci Meşrutiyetin ilânından sonra idare
mekanizmasını keyif ve arzularına göre idare et­
mek istiyen birtakım komitecilerin her türlü ca­
hilane hareketlerini desteklemek neden icap et­
mişti. Bu noktaların tenvirine tenezzül buyru-
lursa minnettar olurum.
Bakınız Meşrutiyet devrindeki ilk makalele­
riniz ne kadar samimî ve munistir.
6/Eylül/1324 tarihli fanin gazetesinde in­
tişar eden «Adem-i Merkeziyet» başlıklı bir ya­
zınızda [.. Sabahattin Beyefendinin «varye­
te» tiyatrosunda meslek-i siyasî ve İçtimaîle­
rine dair verdikleri konferans cidden şayanı
dikkat idi. Sabahattin Beyefendinin konferans­
ta verdiği teminat mucibi memnuniyet oldu..
Adem-i merkeziyet vahdet-i Osmaniyeye muga­
yir telâkki ediliyordu... Sabahattin Beyin bu
endişelere kat’î bir hatime çekmeleri bilhassa
şayanı teşekkürdür...] diyen siz değil misiniz.
Bu satırlar benliğinizi İttihat ve Terakki
manzumesine tamamen teslim etmediğiniz ve
şahsiyetinizi henüz muhafazaya muktedir bu­
lunduğunuz ve yukarıda bahsi geçen kısa an­
laşma müddeti içinde, memleket hakkında güt­
tüğünüz riyasız ilgi ve alâkaya taallûk eden
günlere ait duygulardır, değil mi ?
— 15 —

Muhtelif iklimlerde, müteaddit unsurlardan


terekküp eden Osmanlı imparatorluğu camiası­
nın hükümet merkezinde tanzim edilen ka­
nunlar çerçevesi dahilinde idare edilemiyeceğini
Yemen ile İzmirin, aşiret halkiyle Bahrisefit
ahalisinin aym âdab ve usule tabi tutulamıya-
cağını tabiî müdrik bulunuyordunuz.
Fakat sonra bu kanaatiniz hüsufa uğradı
ve takdir duygunuz değişti. Taahhüt ettiğiniz
şartlara uygun olarak (ittihat ve Terakki)
topluluğu haricinde kalanlara taaddi ve tecavü­
zü iltizam eylediniz. Ezcümle 20/Kasım/1324
tarihli «intihabat başlıklı» yazınızla [Prens Sa­
bahattin Bey fırkası intihabatta Rum patrik­
hanesi ile birleşmiştir. Noktai iştirak tevhidi
menafidir. Sabahattin Bey fırkası, yahut namı
diğerle Fırka-i Ahrar Rum patrikhanesine yar­
dıma, patrikhane imtiyazını muhafazaya söz ve­
riyorlar ; buna mukabil patrikhanede rum mün-
tehibi Banilerine Sabahattin Beyi ve fırka nam­
zetlerini intihap etmelerini emredeceğini vaad
eyliyor.] tarzında idare! kelâma başladınız.
Bu lisan-ı gayız ve garazınız ilk mebus se­
çimi arifesinde intişar etmişti. Maksadınız seç­
menlerin muhaliflere rey vermesini önlemekti,
değil mi?
Bilirsiniz ki Sabahattin Bey, mebus namze­
di olmadığı gibi Ahrar Fırkası mensubu da değil­
di. Hattâ seçimlerden bir gün evvel yüksek
mektep talebelerinin istirham ve ısrarı üzerine
Fevziye Kıraathanesinde verdiği konferansta
«. . biz, ne mebusluğa, ne de memurluğa namzet
olduk; hiç bir kuvve! beşeriyeden şahsımız
namına hiçbir muavenet istemedik, istemiyo­
ruz. Hükümeti sabıkaya karşı ne kadar müsta­
kilsek, hükümeti hazıra ve müstakbeleye karşı
da o kadar müstakiliz; o kadar müstakil ola­
cağız. .” demiş bulunuyordu.
Prensin bu hitabesinin samimî olduğunu
teyit eden diğer bazı fırsatlar da zuhur etme­
miş değildir. Ezcümle Kâmil Paşa hükümetinin
sukutunu mucip olan Bab-ıâli baskınını müte­
akip Talât Paşa’nın riyaset ettiği ve Doktor
Esat Paşa ile Şerif Ali Haydar Beyin iştirâk ey­
ledikleri bir heyet tarafından Kuruçeşmedeki
yalısında kendisine yapılan nezaret teklifini bu
idealist mütefekkir bilâ tereddüt reddeylemişti.
Prens Sabahattin Bey İçtimaî prensiplere
ökadar bağlıydı ki Meşrutiyetten evvel Paris-
ten bizlere gönderdiği bir mektupta «. .. . biz
yalnız idare tarzımızın değişmesini istemekle
kalmıyoruz, Abdülhamidi ortadan kaldırmakla
hürriyet ve istiklâli- şahsi temin edilemez. Se­
faletlerimizin hakikî esbabını keşifle izalesi ça­
resine dört elle sarılmadıkça bugünkü Abdülha-
mid’in yeri boş kalmaz. O gider, yerine başkası
geçer!..»
Diye yazmış, memleket idaresi nokta! naza­
rından ilmi- içtimain değişmez kaideleri ile biz-
leri tenvir eylemişti.
— 17 —

Filvaki Meşrutiyet ilân edildi. Sultan Ab-


dülhamıt atıl bir hale getirildi. Fakat onun ye­
rine bir sürü hükümdar taslağı türeyivermişti.
Demek Sabahattin Beyin görüşü tamamen doğ­
ru idi.
Hüseyin Cahit Bey, yukarıya kaydettiğim
makalenizde bahsi geçen Patrikhane meselesin­
de hataya düşüyor ve iftiraya yelteniyorsunuz.
Çünkü Meşrutiyetten sonra Patrikhane ile an­
laşmak istiyen Prens Sabahattin Bey veya Ah-
rar Fırkası değil, bilfiil teşebbüse geçen ittihat
ve Terakki rüesası olmuştur. Nitekim Talât Bey
Patrikhane imtiyazlarının devam ve bekasının
mahfuziyetini patrik efendiye iblâğa lüzum
hissettiği bir gün, keyfiyetin alâkadar maka­
ma tefhimini Ahrar Fırkası müessislerinden
Fazlı Beyden, seçimlerden evvel, rica ve patrik­
haneye gitmesini dilemiştir. Belki de asıl mak­
sadı rey avcılığından ibaretti. O nokta meçhul­
dür.
Hüseyin Cahit Bey, zatialilerinin Meşruti­
yet devrinde etrafa savurduğu tahkir ve tezyif­
ler yalnız Sabahattin Beye inhisar etmiyordu.
İndinizde (İttihat ve Terakki) iktidarına muha­
lefet eden her vatandaş menfur ve meş’umdu.
Bu kanaati diğer bir misalle tevsik zaruretinde-
yim.
(Meclis-i Mebusanın Hali) ünvanlı bir ma­
kalenizde [. .. Bu gün hükûmet-i Osmaniyenîn
kendisini selâmete çıkaracak şu idarei meşruta
— 18 —

ile itilâf edememesi idareî meşrutanın hüküme­


ti Osmaniye için bir eser-i zaaf ve nifak olma­
sı bazı manafii ecnebiye iktizasındandır.] de­
dikten sonra [. . ittihat ve Terakki Meclisi Me-
busanın memlekete bir masdar-ı nikbet olma­
sına hiçbir zaman meydan vermiyecektir, bura­
sım kat’î olarak temin ederiz. . ] tehdidini sa-
vurmuştunuz.
Bu satırlarla Mecliste mevcut akalliyet me­
busları hedef tutuluyor zehabı verilerek gün­
den güne kuvvet kesbeden Lûtfi Fikri, Rıza
Nûr ve Hoca Mecdi ve Vasfi Efendiler muhale­
fetini sindirmek gayesi güdülmüş, bu vesileden
bilistifade bazı sevilen şahsiyetleri hiyaneti va­
taniye ile ithama nefsinizde kuvvet ve salâhi­
yet görmüştünüz. Ayıp olmazsa sorabilir mi­
yim? Halkın seçtiği mebuslar hakkmdaki bu
mütehakkim tavır ve eda neye istinat ediyor ve
amacınız neye matuf bulunuyordu ?
Evvel ve âhir kör körüne müdafaa ve ilti­
zam ettiğiniz (İttihat ve Terakki) rüesasının
bir ara yekdiğerlerine düşman kesildiklerine ve
Birinci Cihan Harbi sırasında Suriye eşrafını
keyfî bir hükümle asan Cemal Paşa’nın Sadra­
zam Talât Paşa ile Dahiliye Nazırı Canbolat Be­
ye, ipek ticareti münasebetiyle hakaretamiz tez­
kereler yazdığına herhalde vakıfsınız!
Bunlardan ve Suriyelilerin Türklere düş­
man olmasını mccip olan gayri kanunî asma­
lar, kesmelerden sarfı nazar Cemal Paşa’nın
— 19 —

harp esnasında şahsî birtakım tavizat mukabili


Ruslarla işbirliği yapmak kararı verdiğini ve
Türkleri esaret zincirine bağlamak hevesine
düştüğünü acaba bilmiyor musunuz? Çarlık
devrine ait mahrem vesikalar bu keyfiyeti mey­
dana koymaktadır.
Enver Paşa’nın Sarıkamış’ta, hotbehot
ve keyfî verdiği tecavüz emriyle yetmiş bin
güzide Türk askerinin kanına girdiğini unuttu­
nuz mu? Bütün bunlara rağmen hatıratta, bu
muhteris egoistler ve mensup bulundukları fır­
ka hakkında nasıl takdirkâr bir kalem kullanı­
yorsunuz bir türlü aııhyamıyorum!
Öyle bir teşekkül ki, zaman mefhumu na­
zarı dikkate alınırsa, efaliyle cizvit mezali­
mini geride bırakmış, matbuat sahasında hoş­
larına gitmeyen münevverleri, Haşan Fehmi,
Ahmet Samim ve Zeki Beyleri muhalefet yap­
tıklarından dolayı köprü başlarında, sokak or­
talarında öldürmeği mubah saymıştır. Masuni­
yeti şahsiyeyi haiz katiller, ceza yerine belki tak­
dire mazhar olmuşlardır! Hattâ bu tecavüz ha­
reketleri hududumuzu aşmış, Paris’te Şerif Pa-
şa'ya kadar ulaştırılmıştı!
Günagûn ihtiraslarla halkın istirahatini sel-
beden İttihat ve Terakki rüesasının memleket­
te yarattığı o devr-i zulmeti, cereyan eden bin
bir yolsuz ve usulsüz ahval hakkmdaki bahsi
uzatmağı artık faydasız gördüğüm için ay ve
günleri atlamak ve safsatalı neşriyatınız zama­
— 20 —

nında size atfedilen nazik bir hâdisenin vukuu­


na meydan verdiğinizi hatırlatmak istiyorum.
Bu vak’a da, zannımca, sağa, sola saldırışların
aksülâmeli olsa gerek.
Her halde hatırınızda olsa gerek­
tir ki 13/Teşrinisani/1327 tarihinde Trabzon
polis müdürü sabıkı Sabri Bey zatıalilerine hi­
taben, Alemdar gazetesinde, bir mektup yayın­
lamıştı. Bunu aynen aşağıya kaydediyorum:
Hüseyin Cahit Beye
Ben mülga Zaptiye Nezareti müstantik-i
sabıkı ben denizim. Zatıalileri bu memuriyetim
esnasında (hilaf olmasın) üç dört defa diyece­
ğim, Zaptiye Nazırı Şefik Paşa’yı ziyaret eder,
ve ziyaretinizi bittahsis gecenin beşinden sonra­
ya hasrederdiniz, görürdüm. Hattâ mülakatınız,
olkadar mahremane geçerdi ki, siz Nazır Paşa­
nın yanında bulundukça iki üç memur müstes­
na olmak şartiyle içeruya girmek memnu idi.
Gecenin böyle geç vakitlerinde hayli zaman te­
kerrür eden ziyaretiniz merhum ile aranızda
bir samimiyete delâlet etse gerektir. Bahusus
hasbelvazife nazırı görmekliğim icap ettiği bir
defa da, ceplerinize avuç dolusu mecidiye yer­
leştirmekte olduğunuzu gördüğüme nazaran
meyanenizde samimiyetten başka bir adem-i
külfetin de bulunduğunu görür, binaenaleyh
başkalarının bilemiyeceği bazı esrarına mahrhm
olabileceğinize itimadım arttığından tâ o za­
mandan beri dağ-ı derunum kalan bir sırra
kesb-i ıttıla emeliyle bugün zatıalilerine müra­
caat ediyorum. Malûmu âlileridir ki Şefik Paşa
hafiye ihbarnamelerinin imzalarını makasla oy­
duktan sonra ancak memurin-i aidesine teslim
ederdi. Hatır nişan-ı âcizanemdir ki dem-i soh­
betinizin hitamında ve avdetiniz akabinde mer­
hum her vakit zili basar, ekserisinin meali
mekteplere, talebelere ait olup tamik-i tahkikat
edilmek üzere altı oyuk bir iki kâğıt verirdi,
işte anlıyamadığım nokta burası acaba bu jur-
nallar kimindir dersiniz? Eğer şu ukdemi halle
muvaffak olursanız, minnettarınız olurum. Bu
vesile ile de ihtiramat-ı kadimemi müceddeden
takdime cür’et eylerim efendim hazretleri.
Mülga Zaptiye Nezareti Müstantiki
ve Trabzon Polis Müdür-i Sabıkı
Sabri

Bu münasebetle şu noktayı da hatırlatmak


icap eder ki Ebüzziya Tevfik Bey bile sizin Mer­
can idadisi müdürlüğüne tâyininizi Yıldız Sara­
yının tensib ve tasvibine bağlı bulunduğu kana­
atindedir.
Nitekim aşağıdaki yazısiyle bu kanaatini
bildirmiştir.
(1944) de neşredilen Ebüzziya takvimi­
nin 13/Mayıs/1944 tanhine ait sahifesinde
şöyle bir kayıt vardır.
Mercan İdadisi müdürünün hamiyet ve
hürriyet bezirgânlığı
«134 — Sultan Hamid devrinin son gününe
kadar Mercan İdadisi müdürlüğünde bulunma­
nın mühim bir mânası vardır. Sultan Hamid,
devrinin sonlarına doğru ve alelûmum mektep­
lere ve o meyanda idadi mekteplerine çok ehem­
miyet vermekte ve o mekteplere, gençliğin
uyanmasına bilhassa mâni olacak mutemet
kimseleri tâyin ettirmekte idi. O zamanda hür-
riyetperverlikten, hamiyetinden ve namusun­
dan zerre kadar şüphe edilen bir kimseye ida­
di müdürlüğü değil, hattâ mektep kalfalığı bi­
le verilmezdi. Tanin sahibi gayet akıllı, kurnaz
ve hesabını bilir bir adam olduğu için, Meşru­
tiyet ilân edilir edilmez, dostu Cavit Beyin de
himayesi sayesinde (Tanin) i çıkararak İtti­
hat ve Terakkinin çığırtkanlık vazifesini üstü­
ne aldı ve o sayede Kümelideki erbab-ı kıyamın
yaptığı hizmetlerin İstanbul’da parsasını ko­
layca toplamağa başladı.»
Ben ne gazete münderecatı ve ne de Ebüz-
ziya Tevfik Beyin ileri sürdüğü noktai nazar
hakkında şahsî mütaâa dermeyan etmek fik­
rinde değilim. Yalnız bütün bu ahval ve hare­
kâtın saiki yine sizin umumî efkârda yarattığı­
nız yeis ve nefretin bir mukabelesidir, demekle
iktifa edeceğim.
Bununla beraber matbuat hayatında işle-
— 23 —

eliğiniz hataların hudut ve hesabı gayri mahdut


ve adedi sayısızdır. Maziyi daha ziyade deşme­
mek için Birinci Cihan Harbi safhasını sükûtla
geçiştirdikten sonra bahsi Millî Mücadeleye inti­
kal ettirmek istiyorum.
Bu bahiste de yine yaya kalıyorsunuz, Hü­
seyin Cahit Bey, Osmanlı İmparatorluğu, mü­
dafaa ettiğiniz muhteris hizbin siyasetiyle
çökmüş, Mustafa Kemal Paşa’nm (Atatürk)
direktifi ve Türk milletinin azim ve iradesiyle
millî varlığımız ve meskûn bulunduğumuz mm-
takalar düşman istilâsından kurtarılmış ve bir
Cumhuriyet yaratılmıştı.
Artık bunu başaranlar hakkında, gayri
ihtiyarî de olsa, hürmet ve minnet hissi besle­
mek hepimize terettüp eden bir vazife iken za-
tıâlileri Atatürk rejimine karşı aleyhdar
bir cereyan yaratmak sevdasına düş­
tünüz, itiyadınızı bir türlü terk edemiyordu­
nuz. Bu sebepten naşi Çorum menfasına gön­
derildiniz. Bukadan olağan işlerden addedile­
bilir.
Oradan avdetinizden sonra bir alış veriş
muamelesinden dolayı Rus (Arkos) şirketinden
hükmen matlûbunuz olan (70) bin küsur lira­
nın zatıalilerine verilmesine Halk Partisi iktida­
rının mümanaat ettiği zehabına kapıldığınız
için menfada iken, Çorum’da dostluk peyda,
ettiğiniz Rifat Tavukçu’ya gönderdiğiniz
bir mektupta İsmet Paşa aleyhinde bazı kelime­
— 24 —

ler sarf etmekte mahzur görmemiştiniz. Bu


hususa nüfuz ve vukufumun şekil ve şemailini
lütfen bana sormayınız.
Halbuki bilâhare İsmet Paşa tarafından
Halk Partisi çerçevesi dahilinde mebusluğunuz
temin edilince ahval ve etvarnıızda büyük te­
beddüller husule gelmiş, dün aleyhinde tenkit­
ler savurduğunuz yeni mahminizin fedakâr bir
müdafii kesilmiş ve kaleminizi mensup olduğu
Halk Partisi lehine bir silâh gibi ,kullanmak­
tan bir türlü sarfı nazar edemez olmuştunuz.
Esiri kin ve husumetin sadakate tebdilini hâlâ
da idame eyliyorsunuz! Dünkü husumetin hüsu-
file bugünkü sadakatin tüluu, mebusluğun te­
mini minnettarlığına, ve Ulus gazetesinde ulu
orta yazmak imkânının doğmasına bağlı bulun­
sa gerek. Çünkü böyle bir gazeteye ihtiyaç ha­
sıl olmuştu: Artık fanin gazetesini okuyan
yoktu.
Bir kere düşününüz; şimdi muhalefet kad­
rosunda iken kabınıza sığmayorsunuz. Yann
hoşlanmadığınız iktidar değişir ve sizin şimdilik
tesahüp eder göründüğünüz parti mevkie hâ­
kim olursa ahval-i âlemin ne şekil alabileceğini
evet, bir kere düşününüz! Bugün sizi sustur­
muş zannedilenler hakkında vukubulacak taz­
yikin hududunu ben bir türlü tâyin edemiyo­
rum, Öyle bir fırsat zuhurunda hınç ve husu­
metinizi izhara mâni bir engel kalmıyacağına
göre tecavüzünüze maruz kalmıyacak bir fert
— 25 —

tasavvur olunabilir mi? Öyle bir tebedülün vu­


kuunda korkarım kaleminizin şerareleri müt­
tefik ve dost hükümet ülkelerinde de akisler
uyandıracak, Meşrutiyet devrinde olduğu gibi,
sayenizde yeni husumetlere, yeni yeni çıkmaz­
lara yol açılacaktır!
Her halde yer yerinden oynar, belki de
(31) Mart havf ve telâşı memlekette tekrra baş
gösteril'. Artık siz o vakit temsil ettiğiniz bu
iktidar rolündeki muvaffakiyetin neşesile mağ­
rur ve iftihara müstağrak, sahneye konacak
yeni piyeslerin ihzariyle demküzar olur, ve ren­
gârenk hilkatlere bürünürsünüz, değil mi?
Ben ciddî söylüyorum. Siz de samimî ola­
rak itiraf ediniz. Yeni sahne âlemi bu yolda te­
celli etmez mi? Zaten iktidara ulaşılınca dram
sahnesi başka şekilde izhar edilemez. Aksi
takdirde mevkiin tebedül ve tahavvülünde ne
mâna var? Birtakım gürültü ve patırdılar pat­
lak vermeli ki matbuat âleminin zevki anlaşıl­
sın!
Hattâ (İtthat ve Terakki) usullerine tebe-
an, Ahrar Fırkası hakkında olduğu gabi, de­
mokrasiyi tebcil için! muhalefet fırkası kapıla­
rına birer kilit aşılmalı, dostlar alış verişte gör­
sün kabilinden bir âlem-i hay-huy yaratılmalı
ve muarızlar tel'in ve tekfire başlanmalı, Meş­
rutiyet devrinde olduğu gibi, aynı zamanda, ya­
şasın demokrasi sadaları arş-ı âlâya yükselme­
li, öyle değil mi!
— 26 —

Şimdi «Ulus» gazetesinin kapanmasını, her


hangi bir gazetenin mahkemeye verilmesini
hazmedemiyorsunuz. Bunda yerden göğe ka­
dar haklısınız. Filhakika demokrasi mefhumu
yalnız iktidar mensuplarına bahşedilmiş bir im­
tiyaz değildir. Bundan sizin, bizim ve her va­
tandaşın istifade hakkı, Anayasa mucibince^
mahfuzdur.
Fakat dün, Meşrutiyet devrinde böyle bir
tarık-ı narevayi memlekette usul haline soktu­
ğunuz düşünülür, hoşunuza gitmiyenlerin;
hürriyet, adalet ve müsavat talebi küstahlığın­
da bulunanların, kalpleri vatan sevgisi ve mu­
habbetiyle çarpan bazı bedbaht vatandaşların!
his ve duygularını körletmeğe çalıştığınız o acı
demler derhatır buyrulursa bu günkü
gayritabiî ve usulsüz telâkki ettiğiniz hallerin
sizlerden örnek alınarak tatbik edilmekte bu­
lunduğunu kabul etmek mantıkî olmaz mı ? Far­
zı muhal olarak bu gün devr-i azametinizin
yolsuzluklarına müşabih ahvalin mevcudiyetini
bir an kabul etsek bile, kıskanmayınız, hiç bir
iktidar İttihat ve Terakkiyi taklide bihakkin
muvaffak olamaz, kabine ulaşamaz!
Ben, demokrasi tatbikatında usul ve âdaba,
kanunî çerçeveler dahilinde, riayet edilmesini
can ve gönülden ister ve bu hususta baskı ya­
pılmasını şiddetle protesto eylerim. Lâkin, yol­
suz şekilde, iktidarın her hal ve şanım tenkidi
de tasvip edenlerden değilim. Usulsüz ahval ve
müsbet hatalar tenkit ve tasrih edilmeli. Şu
kadar var ki öteden beri tatbik ettiğiniz şahsi­
yatla uğraşmak sistemine artık nihayet veril­
melidir. Medenî muaşeret kaidelerine rücu şart­
tır.
Ne idi o devri- şeamet! (ittihat ve Terak­
ki) iktidarının zulmünden vıkaye-i nefs için
Sadrazam Kâmil Paşa, Dahiliye Nazırı Reşit
Bey ve Sadık, Gümülcineli İsmail, Hakla Ha-
lit, Asaf Muammer, Şevket ve Siret Beyler mem­
leketi terketmiş; muhalefetin kalbur üstü ge­
lenlerinden fırka lideri İsmail Hakkı Paşa, Dr.
Celâl Paşa, Kalemi Mahsus Müdürü Edip, ga­
zete muharrirlerinden Ferit (Tek), Refi Cevat
(Ulunay), Refik Halit (Karay) Beyler, Şeyh
Nailî, Melâmiler Şeyhi Salih, ulema ve müder­
rislerden birkaç şahsiyet ve tfham gazeetsi
muharrirlerinden Muallim Ziver ve Erkânı harp
Yüzbaşısı Nevres ve daha yüzlerce vatan­
daş bir vapura doldurularak bilâ sual vela
cevap, Sinop menfasına gönderilivermişlerdi.
Hattâ Rıza Nûr ve bazıları hudut harici edil­
mekten azade kalamamışlardı.
Bu zulümler yalnız İstanbul sakinlerine in­
hisar etmemişti. Trabzon’da intişar eden (Ta­
rık) gazetesi sahibi Haşan Hicabı Beyle Nem-
lizade Salim ve daha bazıları hakkında bu usul
itisaf ve tazyik de tatbik edilmişti.
Filvaki bu gibi zulümler istibdat devrinde
de tatbik olunmamış değildir. Bir zamanlar tev­
— 28 —

kifhanelerde mahfuz tutulan yetmiş sekiz va­


tan evlâdı bir ara Taşkışla’ya toplanmış, yek-
nasak hapishnae elbisesi giydirilerek, eşyai ti­
cariye gibi Şeref vapuru ambarına doldurulmuş
ve Trablusgarba gnderilivermişlerdi.
Fakat bu mağdurlar yalan yanlış muhake­
me edilmiş, zahirî bir istintak görmüşlerdi.
Halbuki yedi, sekiz yüze baliğ olan Sinop men­
fileri suale maruz ve müstahak görülmiyerek
sıcak aile yuvalarından koparılmış ve bir emri
kara kuşi ile bir vapura tıkılarak Sinop kalesi­
ne sevkedilmişlerdir.
Bu kıyastan da anlaşılacağı üzere sizin mü­
dafaa ettiğiniz devir, istibdada rahmet okuta­
cak bir yevm-i şeamettir!
Artık bu gibi usullerin tekrar revaç bulma­
sını istemeyiz. Memleketin böyle işkencelere
tahammülü kalmamıştır. Fakat Hüseyin Cahit
Bey, itiraf ediniz ki devr-i dilarayı! Meşruti­
yette cereyan eden yukarıda bir nebze bahset­
tiğim keyfî ve zalimane tasallutlara zatı âli-i
adaletpenahüeri! lâk ayıt kalmış, hattâ (fanin)
gazetesi bir kelime-i teessür ve telehhüf izha­
rına lüzum bile görmemiş ve tasvipkâr bir hava
yaratmıştı.
Demek oluyor ki bu bir sürü kanun harici
tatbikatı mubah gördünüz ve, belki de zalim
âmillerini, yüksek huzurlarında alkışladınız. Siz
bu kadar usulsüzlüklere lâkayıt bulundu­
ğunuz halde başkalarını tenkide hakkınız var
— 29 —

mı? Bırakınız; artık bu vadideki söz hakkını


erbabına terk ediniz. Doğrusu bu haller si­
zin gibi ilim adamlarına hiç yakışmıyor. Nev-
ima mücadele şeklinde tecelli eden bu hataları­
nızın yarının gençliğinde fena akisler uyandır­
ması, bazı zayıf hasletleri yanlış yollara sevk
eylemesi muhtemeldir. Elhazer! buna meydan
vermeyiniz! Şunu da işaret edeyim ki siz Meş­
rutiyet devrinde öteden beri mektum ve mestur
tutulan akalliyetlere ait millî hislerin yalnız iz­
har ve inkişafına sebep olmakla kalmamıştınız,
aynı zamanda memlekette yarattığınız huzur­
suzluklarla Türk! er arasına da niza ve nifak to­
humlan saçtınız, bazı aile mensuplarını bile
yekdiğerlerine hasim ve düşman eylediniz. Bunu
da biliniz!
Meşrutiyet devrinde patlak veren ihtilâfın
ana hattı (adenvi merkeziyet) olduğunu ka­
bul edersiniz. Halbuki (ittihat ve Terakki) ih­
tidan, nahiyeler nizamnamesini hazırlamakla,
İdarî bakımdan, buna taraftar olduğunu izhar
ettiği gibi senelerce bu mevzuu istismarla- cina­
yet ve bir hiyanet telâkki eyleyen zatınız da
Cumhuriyetin ilânından sonra Halk Partisi hü­
kümetine (adem-i merkeziyet) in tatbikini tav­
siye eylemiştiniz.
Hissiyatınıza mağlûben Osmanlılık devrin­
de akalliyetler vardı; yahut diğer unsurlar
mevcuttu, demeyiniz. Çünkü o düşünceler, tat­
— 30 —

bikat ve ihtiyaç bakımından, sizi daha ziyade


ilzam eder.
Bu suretle anlaşmazlıkların ruhu, ihtiras ve
mevkii iktidar endişesi olduğu taayyün etmiyor
mu? İstifsarım her noktai- nazardan acı ol­
makla beraber müsaadenizle sorabilir miyim,
hani o tavahhuş ettiğimiz akalliyetler, unsurlar,
ne oldu?
İşte Sabahattin Beyin emel ve gayesi bu
camiaları Türklüğe bağlamak ve Osmanlılığa
samimî olarak mal etmekti. Bu siyasî ve İçtimaî
inceliği maatteessüf sathî görüşlüler takdir
edemedi.
Esasen bir ideal ve mefkure bilgisizliğe ve
kifayetsizliğe kurban edilmemeli; ve hiç bir
vakit tel'in ve tekfir mevzuu olmamalı, değil
mi? Filvaki atalarımız «Atarlra taşı dıraht-ı
meyvedar üzere» mısraını beyhude yere söyle­
memişlerdir. Efalinizde yoksa bu mefhumemi
tebiyet etmiştiniz?
Siz vaktile İdarî (ademi- merkeziyet) mem­
lekette tatbik edilirse bütün Adalar Yuna­
nistan olur diyordunuz. Ya şimdi. . . . Daha
fazla söylemeğe millî his ve idrakim mânidir.
Müdafaa ettiğiniz idare tarzı bu korkuyu ta­
hakkuk ettirmedi mi?
Tahkir ve tezli! için daima fırsat kolladı­
ğınız diğfer unsurlar, asılıp kesilmelerini alkışla­
dığınız Arap ve hudut bekçimiz bulunan Arna­
vut camiaları iltizam eylediğiniz iktidar saye-
— Si­

sinde bugünkü hali iktisap etmiş bulunuyorlar.


Yarattığınız manevî telkinlerin aksi tesiriyle bu
neticeye ulaşmadılar mı?
Yukarki satırları karalamaktan maksa­
dım aşağıda zikredilecek Halkçı gazetesinde çı­
kan hatırattaki kanaatlerin ne kadar indî oldu­
ğunu, Meşrutiyet tarihinde cereyan eden ve bu
vekayile kıyasa zemin hazırlamak, istitlâl tari­
kiyle eserden müessire intikali kolaylaştırmak­
tır.
İşte şimdi Meşrutiyet hâdisetınm cereya­
nına katiyen tevafuk etmeyen hatıratınıza nakli
kelâm ediyorum.
18 numaralı tefrikada [İttihat ve Terakki
rüesası Meşrutiyeti iade için mücadele ederken
Meşrutiyetten sonrasını düşünmemişlerdi. Meş­
rutiyet bir kere iade edilince bir tılsım tesiriyle
işlerin kendi kendiliğinden düzeleceğine hükme­
diliyordu . . ] diyorsunuz.
Hüseyin Cahit Bey, bu itiraf sizin için hicap
averdir. Çünkü böyle yanlış bir inançla ha­
reket eden bu ihtilâlci grubunu, Avrupadaki,
Jön Türk mücadelesi sırasında, İlmî bir idrâk
ve anlayışla ikaza çalışan, uzun müddet tenfir
ve tezlil etmeğe - uğraştığınız Prens Sabahat­
tin Bey olmuştur. Bu içtimaiyatçı mütefekkir,
uzun seneler bu noktai nazarı gaye ittihaz eyle­
mişti. Hattâ bu mefkure uğruna (Terakki ve
İttihat) grubundan, Birinci Paris Kongresi mü­
nasebetiyle ayrılmıştır. Eğer zatıalileri Meşru-
— 32 —

tiyetin ilânında hem fikriniz İttihatçılar­


dan, İçtimaî düşünce bakımından, bir gömlek
fazla irfan ve idrake malik idiyseniz
İkinci Meşrutiyetin ilânından sonra niçin Sa­
bahattin Beyi desteklemediniz ve kanaatlerine
müzaharet etmediniz. Bu İlmî metodların kas-
den aksini iltizam eylemek memlekete fenalık
değil midir? Bugün bu mefküreye ulşamış bu­
lunuyorsanız vaktiyle o fikri ibda eden ve ha­
yata gözlerini kapamış bulunan bu muhterem
vatan evlâdı hakkında hâlâ hicap aver lisan
kullanmak fecaatini nsıl irtikâp ediyorsunuz.
Bu, bir nevi zebun keşlik olmaz mı? Kaldı ki
Meşrutiyetin ilânı üzerine Satvet Lütfi Bey, Sa­
bahattin Bey grubu namına size bazı İlmî tek­
lifler dermeyan eylemişti. Hüsnü kabule maz-
har olamadı. Çünkü ne iktidarı temsil ve ne de
bir matbaa temin edebiliyordu.
19 numaralı tefrikda [. . Şahsî teşebbüs
melekemiz hiç temrin görmemiş olduğu, daima
hükümet gölgesi altında, adeta tüfeyli bir va­
ziyette yaşamak fikri dimağımıza hâkim bu­
lunduğu için serbest hayat mücadelesi alanına
atılırken, bir an için içimde bir tereddüt ve kor­
ku hissetmiş olduğumu hâlâ hatırlıyorum. . ]
diyorsunuz.
Pekâlâ! Teşebbüs-ü şahsî kimin mahsulü­
dür. Siz Meşrutiyetten evvel sürü sürü yazıları­
nızda hiç bu tâbiri kullandınız mı? Bu mefhu­
mu, vaktiyle sizin düştüğünüz tereddüde kapıl­
— 33 —

madan, gençlerin serbest hayata atılmalarını


temin maksadiyle siyasî akidesinde bir alâmeti
farika olarak istimale lüzum gören Prens Sa­
bahattin Bey değil midir? Siz ne hak
ve sıfatla tel'in ve tekfir ettiğiniz bir zatın bir
siyasî teşekkülde alem olarak kullandığı bir
vasfı benimsemeğe yelteniyor ve ondan istiane­
ye çalışıyorsunuz. Bu hal sizin gibi bir münev­
vere yakışır mı?
(33) numaralı tafrikada Girit’ten bahsedi­
yor ve bu husustaki yazıların cemiyetin hoşuna
gitmediğini, Arap ve Arnavutların bile sinirlen­
diğini işaret eyliyorsunuz. Bu, pek tabiidir. Si­
zin bu ve buna mümasil vesilelerle Arapları
tahkir, Arnavutları tezlil ve akalliyetleri tenfir
eden neşriyatınızdan kalbinde en ufak bir va­
tan duygusu besleyen her vatandaş müteessir
oluyordu. İmparatorluk unsurlarını Türklüğe
hasım eyliyen böyle lüzumsuz taşkınlıklarınız
düşman ekmeğine yağ sürmekten başka neye
yaradı. Bunun acısını bizler ve Balkan Harbin­
de istilâya uğrayan vatandaşlar çekti. Zatiali-
niz de belki bu halden teessür duydunuz! Bu fe­
lâket ve vakitsiz yapılan milleti hâkime iddia­
larının, tabiî olarak, diğer unsurlarda uyandır­
dığı aksülâmelin bir neticesi değil mi?
(35) numaralı tefrikada Osmanlı unsurla­
rına karşı reva gördüğünüz tecavüzleri müda­
faa ederken mensup olduğunuz prti hakkında
[İttihat ve Terakki Cemiyeti tecrübesiz ve ip­
— 34 —

tidai. . bir teşekkül] gibi tâbirler kullanıyorsu­


nuz. Ne garip bir haleti ruhiye! Beyefendi;
öyley ise (İttihat ve Terakki) hesabına niçin
etrafa saldırdınız ve muhtelif unsurların Türk­
lüğe husumet izhar etmesine yol açtınız. Kastı­
nız ne idi ? Hangi şıkkı terviç ediyor ve ne gibi
bir neticenin husulünü bekliyordunuz! İmpara­
torluğun, Osmanlılığın sukutu bu tarzdaki neş­
riyatla vücut buldu. Hattâ son defa serlevha
olarak kullandığınız «Ordu ve Politika» başlığı
da müessir bir anarşi zemini yaratmaz ve Türk­
lüğü yeniden müşkül bir duruma sokmaz mı,
acaba! Bu kadarı artık fazla olmaz mı? Mama­
fih Balkan Harbi sonunda yazdığınız (Millet-i
Mahkûme) serlevhalı makale, Balkanların zi­
yamı tasvib eder mahiyetteki o yazınız bu hu-
sustalti düşüncenizi belâgan mabelâğ meydana
koymuştur, bu kâfi!
(40) numaralı tefrikada Girit hakkında
verdiğiniz takririn Mecliste fena karşılandığını
saklamıyorsunuz. Bu takrirden evvel ve Mecli­
sin ilk küşadmdan tamam on beş gün sonra ale­
lacele verdiğiniz bir takrirle Sadrazam Kâmil
Paşa’dan istizahta bulunmuş, hempalarınızın
telkin ettiği maksadın husule gelmediğini ve
hükümeti devirmek imkânı vücut bulmadığım
görünce bu ikinci takririn verilmesine lüzum
görmüştünüz, değil mi?
Hüseyin Cahit Bey, elinizi vicdanınıza ko­
yarak cevap veriniz; bu takrirler imparatorlu­
— 35 —

ğun felâkete yuvarlanmasına mukaddeme teş­


kil eylemedi mi? Vatanseverlik perdesi altında
yaptığınız bu şovenliğin sonu nereye vardı!
Emin olunuz ki basit bir tetkik yapan bu çıl­
gınlıkların birer ihtiras vesikası bulunduğunu
ve bu halin Esi kanlıların aleyhimize birleşmesi­
ne saik olduğunu itirafta tereddüt etmez. Bir
defa Meşrutiyet devrine yeni erişilmiş, ordu ve
donnama meflûç; idare mekanizması ise henüz
kurulamamış ve memleket bir anarşi halinde­
dir.
Böyle bir durum içinde kıvranan impara­
torluğun muhafaza ve idamesi için alınması za­
rurî tedbirlere başvurulmadan AvrupalIların
haksız olarak bizden nez’ ettikleri, hattâ Adada
sakin İslamların toptan mübadeleye tâbi tutul­
duğu Girit hakkında takrir vermek, Mecliste
boy göstermekten, şahsî ihtiraslara mesnet ara­
mak arzusundan başka neye hamledilebilir.
öyle bir devir ve zaaf k iistibdadın son
günlerinde mübadele suretiyle Girit'ten İzmir’e
gelen bazı Türk vatandaşlarımızı beynelmilel
zulüm ve itisaf hamileri İzmir limanında, kendi
topraklarımızda asmış ve hükümetimiz buna
karşı bir kelime-i itiraz serdetmek imkânını bu­
lamamış iken bu itişafların mas darı olan bu
ada hakkında, öyle zayıf bir anımızda, takrir
vermeğe kıyam esmayı üstümüze sıçratmak
olmaz mıydı?
Bu gibi siyasî teşebbüsler idarenin tanzi­
— 36 —

mine ve ordunun ıslah ve tensikine pekâlâ ta­


lik edilebilir, hattâ bir, iki samimî dost hükü­
met tedarikine tevessül olunduktan sonra hak­
kımızın istirdadına vesile aranırdı, değil mi?
Hüseyin Cahit Bey.
Bahusus Balkan hükümetleri tamamen
aleyhimize cephe almış, hattâ Makedonyadaki
beynelmilel ıslahat teşkilâtı henüz mevkiini ter-
ketmemiş ve gayri müslim tebaamızı aleyhimi­
ze tahrik etmekle meşgul bulundukları bir sıra­
da yeni bir niza vesilesi yaratmak caiz miydi!
Acaba Girit hakkında cereyan eden beynelmilel
müzakerelerden ve devletlerin gasıb Yunan hü­
kümetine karşı, Rusların tazyikiyle, katlandık­
ları taahhütlerin şeklinden haberdar mıydınız.
(97) Yunan Harbinde galebemize rağmen biz­
den kopardıkları bu vatan parçası hakkında
sebkat etmiş diğer mevzuat-ı mütenevviadan ne
gibi bir malûmata sahip ve güvene malik bulu­
nuyordunuz !
Harp neticesinde bize tediyesi kararlaştırı­
lan dört milyon lira tazminatı harbiyeden bile
Rusların teklifi üzerine sarfı nazar edilmiş, as­
ker zayiatı ve ihtiyar edilen masarifi külliye si­
neye çekilmişti. Siz takrir takdiminden, istizah
talebinden ne bekliyordunuz. İtiraf ediniz ki bu
semeresiz galeyanlarınızla Balkan ittfakma ha­
zırlık yapmış oldunuz; hattâ tebaamız Rumlara
karşı ortaya attığınız boykot hareketleri, genç­
liğin uruk-u hamiyetle tatbikine kalkıştığı bu
— 37 —

millî duygu nişaneleri Balkanların elimizden


çıkmasına bir vesile teşkil eyledi ve bunun ye­
gâne müsebbibi zatıaliniz oldunuz! Maama-
fih itiraf edeyim ki bu takrirleriniz se­
meresiz kalmadı, maksada erişmiş ve Kâmil
Paşa’yı mevkiinden uzaklaştırmıştınız!
Balkan zayiatından evvel vuku bulan ve
Balkan Harbinin zuhurunu kolaylaştıran Tırab-
lusgarp bahsine sizi karıştırmıyorum. Çünkü o
felâket doğrudan doğruya adlü ihsan mü­
messili geçinen ve Mecliste, aldığı ültimatom­
dan iki gün evvel, İtalyan dostluğundan bahse­
den Hakkı Paşa ve kabinesinin, bahusus Tırab-
lusgarpte mevcut silâhları berayı ıslah îstanbula
celp eden ve oradaki gönüllü teşkilâtını feshey-
leyen orada mevcut askerleri Yemen’e gönde­
ren Mahmut Şevket Paşa’nın ve Vali ve Ku­
mandan Müşir İbrahim Paşa’yı İtalyanların ar­
zusuna tebaan azle karar veren ve o nuntakayı
âmirsiz bırakan hükümetin hatası veya cinaye­
tidir. Bu meseleden zatıalileri sadece ve evlevi-
yetle Hakkı Paşa hükümetini desteklemekten
ve Mecliste cereyan eden divanı âliye sevk mü­
zakeresindeki lâkaydiden manen ve mebus sıfa-
tiyie maddeten mes'ulsünüz, o kadar!
Bu vesile ile şu noktayı da işaret edeyim ki
bu Trablusgarp Harbi, Osmanlı İmparatorluğu­
nun çökmesine ve ecdadımızın mübarek kanları
bedeli olarak vaktile elde edilen mukaddes top-
— 38 —

paklarımızın bix* hamlede bizden nez’ine sebep


teşkil eylemiştir.
Trablusgarpte öteden beri İtalyanların gö­
zü olduğu herkesçe malûmdur. Sultan Abdülha-
mid idaresi, bütün müşkülâta rağmen, iyi kötü
o kıtayı muhafaza edebilmişti. Beynelmilel — İn­
giliz, Fransız, Alman, Rus ve İtalyanlar arasın­
da cereyan eden mutat anlaşmalar — aleyhimi­
ze verilen bu husustaki kararlar hilâfına bu
mmtakayı tacevüzden korumuştu.
Fakat sizin müdafaa ve iltizam eylediğiniz
(İttihat ve Terakki) iktidarı yalnız muhalefeti
ezmeği ve yok etmeği umde edinmiş, memleket
ihtiyaçlarına lâkayıt kalarak yukarıda bir neb­
ze tafsil ettiğim tarzda Trablusgarp için İtal-
yanlara zımnen işgal davetnamesi sunmuştur.
Hattâ Roma Sefiri Kâzım Beyin ikaz ve istir­
hamlarına, İtalyada şimalden cenuba giden yük
vagonlarında Trablusgarp levhaları bulunduğu­
nu ihbar etmesi hilâfına meseleye lâkaydi gös­
terilmiştir.
Bütün bu hâdiseler Roma sefirliğinden sa­
darete gelen adlü ihsancı Hakkı Paşa hüküme­
ti zamanında vukua gelmiştir.
İş bu kadarla kalmamıştır. Trablusgarp
tecavüzünü fırsat sayan Bulgarlar, Balkanlar­
da bir ittifak vücude getirmek teşebbüsüne ko­
yulmuşlardı. Bunu nazarı dikkate alan Yuna­
nistan ve Sırbiye hükümetleri kendi kuvvetleri­
ne, belki, güvenemediklerinden Türkiye ile an­
— 39 —

laşmağı daha muvafık bulmuşlar ve Londra


sefirlerini meşhur Alihanla görüşmeğe ve do-
layısiyle Türlüye Sefiri Tevfik Paşa ile bir mü­
zakere zemini hazırlamağa teşebbüs etmiş, ufak
bir menfaat mukabili ittifaka dahil olmıyacak-
larını ileri sürmüşlerdir.
Yunanistanuı istediği kendi şimendöfer
hatlarının, Ayrupa ile muvasala temini için, Se­
lanik hattına bağlnaması ve Sırpların da, sahil­
den mahrum bulunmaları dolayısiyle, toprakla­
rımızdan ithalât ve ihracata teshilât gösteril­
mesi gibi şeylerdi.
Fakat Tevfik Paşa’nuı merkeze arzeylediği
bu keyfiyete cevap bile verilmemiş, bütün va­
kitler, sizin tâbiriniz veçhile, alçak muhalefetin
ifnasına hasrolunmuştur. Zaten siz de aşağı­
daki satırlarınızla müdafaa ettiğiniz iktidarın
ne kadar zayıf olduğunu itiraf ediyorsunuz.
(45) numaralı tefrikada [Cemiyetin hükü­
met işlerinde bir bilgisi, tecrübesi yoktu. . ]
buyuruyorsunuz. Fesuphanallah! Memleketin en
maruf ve tecrübeli simalarından biri olan Kâ­
mil Paşa’nın iskatı için Meclis riyasetine tak­
rirler yağdıran zatıalüeri değil mi? Bun­
ları sıralamakla her halde posta me­
muru Talât Efendinin iktidara gelmesine ze­
min hazırlıyor ve memleketi daha iyi idare ede­
ceğine kani bulunuyordunuz? Yahut Napolyon
mukallidi Enver Paşa’nın diktatörlük salâhiyet­
— 40 —

lerinin tezahürüne hizmet eyliyordunuz! değil


mi?
Tefrikada mevzuu bahis edildiği veçhi­
le zatinizce İttihat ve Terakki hükümetleri
bu kadar cahil ve tecrübesiz idiyseler niçin
bu liyakatsizler nam ve hesabına her
fikri boğmağa ve ileri sürülen en makul düşün­
celeri baltalamağa uğraştınız. Kastiniz ne idi,
doğrusu çok merak edilecek bir keyfiyet!
(157) numaralı tefrikada [.. Mahmut
Şevket Paşa öldürülmemiş olsaydı, Umumî
Harpte Tiirkiyenin takip edeceği siyaset hiç
şüphesiz ki bütün bütün başka olurdu.. ] de­
dikten sonra (. . Almanya ile ittifak muahede-
namesi Sadrazam Sait Halim Paşa’nm muvafa­
kat ve arzusu ile akdolunmuştu. Fakat Umumî
Harbe sadrazamın haberi olmaksızın iştirak et­
tik .. ] kaydini ilâve ediyorsunuz. Bu ifade ile
yapılan usulsüzlüğü tenkit ve harbe taraftar
olmadığınızı itiraf eyliyorsunuz, demektir.
O halde idare mes'uliyetini deruhte eden
bir sadrazamın haberi olmaksızın iki muhteri­
sin temayülde harb badiresine katılışımızı sü­
kûtla geçiştirmek, hâlâ bu cinayete âmil olan
fırkanın müdafii rolünü oynamak ne ile adlan­
dırılabilir..
Kanaatiniz haricinde vuku bulan bu ah­
vale neden vaktile cephe almadığınızı ve buna
cesaret edememiş iseniz niçin kaleminizi kırıp
bir köşeye çekilmediğinizi öğrenmek mümkün
— 41 —

müdür. Şahsî ihtiraslarla vatana hiyanette bu­


lunanlar arasında kalmaktan üzülmediniz mi?
Halbuki dostunuz Cavit Bey, Maliye Nezaretin­
den istifa vermekte tereddüt etmedi ve başkala­
rına numune-i hareket teşkil eyledi.
Bununla beraber siz harb aleyhdarlığmızı
da gizlediniz. Hattâ sunî bir eda ile harb taraf­
tarı görünmekten çekinmediniz. Trablusgarp ve
Balkan Harblerinin memlekette yarattığı hüzün
ve kederi, İdarî keşmekeşi nazarlardan gizle­
mek için halkı yeni bir felâkete sürüklemek hu­
susunda teşvik ve teşyie başladınız.
Nitekim 8/Ağustos/1914 tarihli (fanin)
gazetesinde:
«Düşman ülkesi viran olacak
Türkiye büyüyüp Turan olacak»
gibi beyitler neşrile ortalığa ümitler saldınız.
Bu yetmiyormuş gibi halkı hayalî emellere bağ­
lamak gayesiyle:
Vatan ne Türküyedir Tiirklere,
ne Türkistan!»
Vatan büyük ve müebbet bir ül­
kedir Turan!»
gibi neşidelerin yayılmasına alet olmağı vazife
edindiniz. Bu lâübalilikler size yakışır mı idi.
Maamafih (163) numaralı tefrikadaki
maskaralığa bakılırsa sizde Hakperestlik na­
mına en basit bir hissin mevcut olmadığı­
m kabul zarureti vardır. Bu tefrikada
[. . Şehit mağfur Mahmut Şevket Paşa’nın ka­
nıyla bulaşık ellerini henüz kurutmadan Atma­
ya koşan Sabahattin. . ] diyorsunuz. Bu cüm­
lenizle Prens Sabahtatin Beyi Mahmut Şevket
Paşa’nın katili olarak tanıtmak istiyorsunuz.
Buna nasıl irfan ve vicdanınız kail oldu, bile­
mem. Prens Sabahattin Bey insan öldürmek
değil; hayvan itlafını bile bir nevi işkence say­
dığından hayatında katiyen et ve balık bile ye­
memiştir. Bu İnikatta olan bir insanın ellerini
vatandaş kanıya lekelemesine imkân var mı­
dır ?
Kaidıki Sabahattin Beyin Mahmut Şevket
Paşa hâdisesiyle katiyen alâkası yoktur. Ma­
lûmunuz bulunduğu veçhile Nazım Paşa ile Ya­
ver Tevfik ve Nafiz Beylerin İttihatçı sergerde­
ler tarafından Babıâlide katlinden sonra biz-
ler, Sabahattin Bey dostları taklibi hükümet
meselesi denilen hâdise ile meşgul olmuştuk. Bu
iş İstanbul muhafızı Cemal Paşa’nın 13/Şu-
bat/1329 tarihli beyanname ile gazetelerde ilân
ettiği veçhile, İttihat ve Terakki iktidarının
muhalefete reva gördüğü tazyiki Babıâlide bir
nümayiş icrası suretiyle protesto etmek hede­
fi taşıyan bir teşebbüstü. Hâdise fiiliyata inti­
kal ettirilemedi ve bizler divanı harp karariyle
Bodrum kalesine gönderildik. Fiilen iştirâk et­
mediği bu meseleden dolayı Sabahattin Beye
divanı harpçe bir sual bile tevcih edilmemiştir.
1-0 ---

Fakat hiç haberdar bulunmadığı Mahmut Şev­


ket Paşa meselesi dolayısiyle rastgele hüküm­
ler veren divanı harp, bir çok masumlar misillû,
Sabahattin Beyi de gıyaben idama mahkûm et­
mişti. Şüphesizdir ki zatıâlileri bu hükme isti­
naden Sabahattin Beyi de maznunlardan adde­
diyorsunuz.
Hüseyin Cahit Bey, bu kanaatinizde de
bermutat yanıldığınız cereyan eden ahval ve
muhtelif vekayile sabittir. Ezcümle Fransadan
istikraz akdi için Paris’e giden Maliye Nazırı
Cavit Bey, müşkülâta maruz kaldığı sıralarda
bizleri Sinob’a göndermek üzere Bodrum’dan
İstanbul’a celbeden hükümet, bir konbinezon
hazırlamış ve mahkûm arkadaşlarımızdan Sat-
vet Lûtfi Beyi payitaht hapishanesinde alıkoy­
muştu.
Maksat Fransa Maliye Nazırı Mösyö Kay-
yo’nım dostu bulunan Prens Sabahattin Beyle
temas etmek ve Paris’te bulunan sabık İstok-
holm Sefiri Şerif Paşa’nın baltaladığı istikraz
meselesini emniyet altına almaktı. Nitekim
Satvet Lûtfi Bey mahkûmiyetine rağmen Ta­
lât Bey tarafından, müstear bir pasaportla,
Prensle temas için Paris’e gönderilmiş ve is­
tikraz akdi kuvveden fiile çıkarılmıştır.
Bu hal gösteriyor ki Prens Sabahattin Be­
yin mahkûmiyeti Senbolik bir şeydir. Öyle ol­
masaydı ne Talât Bey bu müracaate başvurur,
ne de Maliye Nazırı Cavit Bey, Paris’te kendi­
— 44 —

siyle: temas tesisini hüsnü telâkki eylerdi. Öyle


değil mi? Beyefendi!
(155) numaralı tefrikada [. . O hain mu­
halifler.], [.. Hain ve alçak..] muhalefetin
yaptığı diyorsunuz. Bendeniz koca Osman­
lI İmparatorluğunu üç, beş sene içinde
hâk ile yeksan eden (İttihat ve Terakki) müte-
gallibesinin samimî bir muhalifi sıfatiyle mu­
halefete ve muhaliflere izafe ettiğiniz bu vasıf­
ları protesto ederim. Ve o günkü muhalefetin
top-yekûn bir ifade ile tahkir ve tezyifini de
haksızlık sayarım. Anlaşılan muhalifleri­
nize Don Kişotvari hücum etmek zaafından
henüz kurtulamadmız. İktidarda bulunduğunuz
zamanlar muhaliflere; bugün olduğu gibi, mu­
halefette iken iktidara sell-i seyif eylemek zati-
alileıince bir akide haline gelmiş, bundan bir
türlü vazgeçemiyorsunuz. Ne yazık!
Hüseyin Cahit Bey, bilirsiniz ki Prens Sa­
bahattin Bey hanedana intisabı dolayısile hu­
dut harici edilmişti. İkinci Cihan Harbi sonunda
İsviçreden bana yazdığı bir mektupta: «Vatan­
daşlık hakkını kaybetmekle beraber ben Tür­
küm ve doğduğum yer Türkiyedir. Binaenaleyh
memleketimi düşünmekten beni hiç bir kuvvet
men edemez. Bu itibarla endişelerimi açıkça
yazıyorum:
Şimdi hükümetimizin yapacağı en mühim
iş, bir an evvel memleketin vaziyetini Amerika­
lılara anlatmak ve istikbal için onlardan yardım
— 45 —

temini imkânını emniyet altına almaktır. Rus


komşularınızın tecavüzünden masun kalmak
ancak bu tarikle mümkündür. Aksi takdirde o
ebedî düşmanımız Türkiyeyi istilâ için bin bir
vesile icat etmekten çekinmez» diyordu.
Son nefesine kadar vatan aşk ve iştiyakile
yanan bu zat, ruhunu teslim etmezden bir lâh­
za evvel o bitkin parmaklarile dudakları üstüne
koyduğu Türk bayrağım öper ve koklarken
kendinden geçmiş ve ebediyete kavuşmuştur,
işte siz böyle bir vatanseveri tezyife cüret et­
miştiniz. Taksiratınızın affını Cenabı Haktan
dilerim!
Memleketin selâmeti ve istikbali bakımın­
dan yukarki görüşünün isabeti, bu gün Garp
Dünyasının takibe mecbur kaldığızaruret ve bi­
zim de o zümreye iltihakımız bakımından, ileri
sürdüğü Amerikalılara bağlnamak lüzum ve
düşüncesinin ne kadar yerinde olduğu da mey­
dandadır.
Bendeniz vaktile bu büyük mütefekkirin bu
tavsiyelerini alâkadarlara arzetmiş ve Ameri-
kaya daha o vakit salâhiyeti! bir heyet gönde­
rilmesini hatırlatmıştım.
Kaldı ki tafra füruşane tenkit ve hiya-
neti vataniye ile ithama reva görülen Prens Sa­
bahattin Bey, bütün hayatı boyunca maruz
kaldığı bir sürü haksız tarizlere karşı en ufak
bir hissi husumet, hattâ bir kelime! şikâyet iz­
har etmemiş, yalnız cehlin ilme galebesini tees­
— 46 —

sürle karşılamış; bununla beraber memleket


duygusunu bir lâhza ruh ve dimağından silme-
miştir.
İnanınız Hüseyin Cahit Bey ki ihtiyarî
menfa hayatında pek yakininde yaşadığım
Prens Sabahattin Bey, en ziyade hücumunuza
maruz kalmasına rağmen hakkınızda bile ufak
bir kelimsi iştika sarfetmiş değildir, ve sağlığın­
da hiç bir kimse için hasmane bir söz söyleme­
miştir. İlim ve irfanına zamimeten bu kadar
munis ve halûk böyle bir insan nümunesine va­
ki tecavüzlere neden lüzum hissedildi, bilmem!
Hüseyin Cahit Bey, biraz samimî olalım.
(İttihat ve Terakki) iktidarı Tuna’dan Hind De­
nizine; Adrikatik’ten Kafkaslar’a ulaşan, Afri­
ka’nın Mısır ve Trablusgarp gibi en mühim iki
kıtasına sahip bulunan Bir imparatorluğu, Os­
manlI İmparatorluğunu tevarüs etmişti.
Kabul edelim ki bu yapı çürüktü. Yer yer
çöküntü nişaneleri gösteriyordu. Fakat bu top­
rakları o beğenmediğimiz Sultan Abdülhamid’-
in idaresi iyi, kötü (33) sene muhafaza edebil­
mişti. Ya sonra ne oldu? Buna veri­
lecek cevap, zati devletlerinin elan müdafaası­
na yeltendiğiniz (İttihat ve Terakki) rüesa ve
bendegânıııın tevarüs ettikleri bu muazzam im­
paratorluğu, kısa bir müddet zarfında, en kor­
kunç bir lâkaydi ve biganelikle izmihlale sürük­
ledikleri ve harabesini düşmana terk ile hayat
kaygusuna düştükleri değil mi?
Şimdi bu facianın asıl mesulleri kimdir?
suali veridi hatır olabilir. Hüseyin Cahit Beye­
fendi! Buna verilecek cevap çok acıdır. Çünkü
bu felâkete (İttihat ve Terakki) rüesası âmil
olmakla beraber fiiliyatta onları destekliyen ve
müdafaalarını deruhte eyleyenler ve yanlış yola
sevk edenler de vardır. Ve bu vazifeyi benimse­
yenlerin alemdarlık sancağında Hüseyin Cahit
ismi menkuştur.

You might also like