Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 247

Midilli - İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti

Olive-ail Trade Between İstanbul and Midilli

Zeki ARıKAN"

Öz

Osmanlı İmparatorluğu, zeytinyağı üretim ve tüketiminde tarihin derinliklerine


giden bir mirası devralmış ve sürdürmüştür. Öyle ki Osmanlı egemenliğinde
bulunan Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve adalarda zengin bir zeytincilik kültürü
varlığını sürdürmüştür. Zeytin ve zeytinyağının üretimi, vergilendirilmesi ve

• Profesör, Ege Üniversitesi,Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.


i Braudel, La Mediterranee le monde mediterraneen a I'epoque de Philippe II, Paris,
1966,1,218.
2 Hayri Ertem, Boğazköy Metinlerine Göre Hititler Devri Anadolu'sunun Florası, TTK,
Ankara, 1974,69-70.
3 Arif Müfit Mansel, Ege ve Yunan Tarihi, TTK, Ankara, 1963, 181.
4 M. Rostovtzeff, The Social and Economic History of the Helienistic World, üxford,
1964,3 cilt, pek çok yerde, özellikle 355, 356, 556, 1189,1253,1254 vb.
5 T.R.S. Broughton, Roman Asia Minor, An Economic Survey of Ancien Rome, Baltimore,
1959, LV, 611.
6 Kur'an, VI, 99,142; XXIV, 35.
7 Kur'an, XXIII, 20.
g Kur'an, XXIV, 35.
9 Xavier de Planhol, Les fondementsgeographiques de I'histoire de I'lslam, Flommaarion,
Paris, 1968, pek çok yerde; aynı yazar, De la plaine pamphylienne aux lacs pisidiens.
N~~adisme et vie paysanne, A. Maisonneuve, Paris, J958, 40,77,158,248 vb.
Lo ümer Lütfi Barkan, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Imparatorluğu'nda Zirai Ekonominin
Hukuki ve Mali Esasları, İstanbul, 1943, I, Kanunlar, 207, 215, 217; John Christos
Alexander, Towards a History of Post-Byzantine Greece: The Ottoman Kanunnames for
the Grek Lands, Circa, 1500-Circa 1600, Athens, 1995, tür.yer.
ii Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri,
Enderun, İstanbul, 1983,27,48,91,354.
12 Robert Mantran & Jean Sauvaget, Reglements fiscaux ottomans Les provinces syriennes,
Beyrouth, 1951,46,48,71,99, 100 vb.
13 Emile Y. Kalodny, La population des i1es de la Gr_ce, Aix-en-Provence, i974, I, 161.
14 Suraiya Faroqhi, "Rural Society in AnatoIia and the Balkans during the sixteenth century",
Turcica, LXII (1977), nı-ın.
15 Zeki Ankan, XV-XVI. yüzyıııarda Hamit Sancağı, İzmir, 1988, tür.yer.
16 çağatay Uluçay, XVII. yüzyılda Manisa 'da Ziraat, Ticaret ve Esnaf Teşkilatı, İstanbul,
1942,41-42.
2 Zeki Arıkan

pazarlanması belirli kurallara bağlanmış ve bu kurallar kanunnamelerde


açıklanmıştır. Adalarda ve Ege bölgesinde üretilen zeytinyağının büyük ölçüde
İstanbul' a tahsis edilmesi, başkentin gereksiniminin karşılanmasına yönelik önlem
olarak görülmektedir. Adalar içinde Midilli, bu bağlamda önemli bir merkezdi.
Midilli-İstanbul arasında kurulan ticari ilişkiler büyük ölçüde zeytinyağı alımına
bağlı bulunuyordu
Anahtar Kelimeler: Osmanlı İmparatorluğu, Zeytinyağı Ticareti, İstanbul,
Midilli
Abstract
Ottoman Empire took over and continued the legacy related to olive oil
production and consumption which goes back to depth of past. The rich olive culture
continued its existence in North Africa, East Medditerrenean and islands which
were under the Ottoman sovereignty. The rules conceming to the production,
taxation and marketing of olive and olive oil were settled and these rules were
disclosed in kanunnames. Allocation of a great share of the olive oils produced in
islands and Agean region to İstanbul is seen as precaution for supplying the need of
the capital. Among the islands the Midilli was an important center and the trade
relations between the İstanbul and Midilli was mainly based on olive oil
procurement.
Key Words: Ottoman Empire, Olive Oil Trade, İstanbul, Midilli
Zeytin, Akdeniz ülkelerinin kıyı şeridinde yetişen en eski ürünlerinden
biridir. Fernand Braudel, zeytinin Akdeniz havzasında yaygınlaşmasını,
bitkilerin yer değiştirmesiyle açıklamaktadır]. Eski çağlarda, kıyı bölgeleri
dışında zeytinin Hititlerde bilindiği; zeytinin ve zeytinyağının törenlerde
kullanıldığı anlaşılmakla birlikte Hitit dilinde zeytini anlatan bir sözcüğün
bulunmayışı da dikkati çekmektedir. Akadça metinlerde hem zeytin, hem
zeytin ağacı anlamına gelen (İ giszertium) sözünün Akadça olduğu
biliniyor2•
Eski Yunan dünyasında zeytinin ekonomik ve ne kadar önemli bir yer
tuttuğunu belirtmeye bile gerek yoktur, sanırı m3 . Firavunlar döneminde
Mısır'da zeytin bilinmeyen bir nesne değildi. Fakat zeytin alanları sınırlıydı
ve zeytin yalnız yiyecek olarak tüketiliyordu. Helenistik dönemde zeytin
üretimi epeyce genişletildi ve hatta Mısır bu dönemde Suriye'den,
Yunanistan'dan zeytinyağı ithal eden bir ülke konumuna geldi. Gerek
Helenistik gerek Roma dönemlerinde zeytin ve zeytinyağı Akdeniz
ticaretinin ana maddelerinin başında geliyordu4• Roma döneminde Anadolu
kıyılarında ve adalarda zeytin yetiştiği bilinmektedir. Ancak en nitelikli
zeytinler Attik yarımadasında ve İtalya'da elde ediliyordu. Küçük Asya'da
elde edilen zeytinin daha çok yerel gereksinimleri karşıladığı
anlaşılmaktadır.
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
3

İslam dünyası, daha başlangıçta bile zeytin i biliyordu. Hatta Kur'an'da


bir çok yararlı ağaç ve meyve arasında sık sık zeytine ve zeytinden elde
edilen yağa gönderme yapılmaktadır6• Turusina'da Tanrı'nın yarattığı ağacın
meyvesinin ve yağının insanlara katık olduğu dile getirilmektedir7• Yine
Kur'an'a göre Doğu'ya ve Batı'ya özgü olmayan kutsal zeytin ağacından
elde edilen yağın, yıldızlar kadar parlak olduğu da vurgulanmaktadır8•

İslamın yayıldığı Akdeniz havzasında zeytin, zeytinyağı kültürü önemli


bir yer tutmaktadır. Bu kültür geniş ölçüde işlenmiş ve değerlendirilmiştir9•
Osmanlı İmparatorluğu'nun yayılmış olduğu alanlarda var olan zeytin
üretiminde herhangi bir kesinti söz konusu olmadı. Osmanlı
kanunnamelerinde zeytin ürününün nasıl değerlendirildiği, nasıl
vergilendirildiği konusunda bir takım hükümlerin yer aldığını biliyoruzlO.
Ayrıca şer'iyye sicillerinde ve narh defterlerinde de konuyla ilgili kayıtların
bulunması dikkati çekmektedirI I.Suriye' de zeytin ağaçlarının Romani
(Kafiri) ve İslami olarak ikiye ayrıldığı görülmektedirıı. Böyle bir ayırıma
başka yerde rastlanmamaktadır. Ege adaları, Batı Anadolu, Akdeniz ve
Suriye kıyıları zeytinin bol bol yetiştiği ve zeytinyağı üretilen bölgeler
olarak görülmektedir. Kaldı ki Türklerin yönetimleri altına giren ülkelerde
alışkanlar pek değişmemiş, daha önce var olan üretim ilişkilerinde de köklü
bir değişiklik olmamıştır. Ancak vergilendirme, işletme vb. alanlarda yer yer
müdahaleler olmuştur. Bundan ötürü bütün Ege adalarının ekonomisinde
tarımında büyük bir yer tutan zeytin/zeytinyağı üretimi varlığını korumuş ve
sürdürmüştür13 •
Zeytin meyvesinin en önemli özelliği yağ çıkarılmasına elverişli
olmasıdır. Tane olarak da tüketilir. Sabun üretiminin en temel maddesi de
zeytinyağıdır. Zeytinyağı mutfakta yemeklik olarak kullanıldığı gibi, aşağıda
görüleceği üzere, çok geniş ölçüde hassa ahırlarında da kullanılmaktadır. Bu
kullanım at ve deve gibi hayvanların yağlanmasıyla ilgilidir.
Suraiya Faroqhi, klasik dönemde Ege ve Rumeli kıyılarında
zeytinyağının yemeklik olarak tüketilip tüketilmediğini sorgulamaktadır.
Hamit sancağında görüldüğü gibi, haşhaş ekiminin yağ elde etmeye yönelik
olduğu üzerinde durmaktadırl4• Gerçekten bu sancakta, vergi hasıllarından
anlaşılacağı gibi, afyon üretilmekte ve birçok yerde de tahunhanelerin yani
yağ değirmenlerinin bulunduğu görülmektedirl5. Öte yandan Manisa' da
susam ziraati oldukça gelişmişti ve bu bitkiden şırlagan denilen yağ elde
edilmekte ve tüketilmekteydi. Susam işleyen yağhaneler, köylere kadar
yayılmıştı. Bütün sancağın gereksinimini karşıladıktan başka bu yağ dışarıya
da satılıyordul6.
Zeytinyağı, gelenekselOsmanlı mutfağında az olarak kullanılmakla
Zeki Arıkan
4

birliktel? daha çok aydınlatmada yakacak olarak kullanılıyordu. Ayrıca


sabun üretimi, yukarıda değinildiği gibi, geniş ölçüde zeytinyağına bağlıydı.
Zeytinin yetiştiği, işletildiği ve tüketildiği yerlerde genellikle zeytinyağı
değirmeni de bulunur. Sözgelimi İzmir kazasında 1528'de sadece 7 köyde 33
değirmen taşı varken, 1575'te değirmen bulunan köy sayısı 12'ye,
değirmentaşı sayısı da 66'ya çıkmıştırl8. Tapu-Tahrir defterlerinde
zeytinliklerden ve zeytin pazarından da söz edilmektedir. Nitekim,
Manisa'da Tahtakale semtinde bir zeytin pazarı vardıl9. Ağriboz'la ilgili
Tapu- Tahrir defterlerinde buradaki zeytinliklerden, zeytin ağaçlarından,
zeytin bahçelerinden de ve zeytinyağı öşründen söz edilmektedir2o• Girit
adasıyla ilgili defterlerde ise zeytinyağı üretimi konusunda daha ayrıntılı
veriler yer almaktadır2! .
Zeytinciliğe bağlı olarak kısaca sabun üretimi konusunda da kısaca bilgi
vermek gerekir. Yukarıda İzmir kazasında sabunculuğun XV -XVi.
yüzyıllarda önemli bir gelişme gösterdiğine işaret etmiştik. Bu bağlamda
Manisa' da da sabunculuk oldukça ileri düzeyde idi. Anadolu' da en çok
sabun üreten sancaklar Saruhan, Sığacık ve Aydın idi. Belgelere göre
XVII.yüzyılın ilk yıllarında sabunculuk gerek Saruhan'da gerekse diğer
sancaklarda pek iç açıcı durumda değildi. 1007 (1598-1599) tarihli bir
ferman suretindeki şu ifade bu konuda bize önemli bir fikir vermektedir22:
"Haliya vilayet-i mezburede vaki olan sabunhanelerde işlenen sabunlar
evvelki kaide üzerine işlenmeyüp ve işlendiği takdirde murdar içyağları ilhak
olımup envaı hile ve hud' aları ilam olunmağın gerü alınup sabık üzere
işlen üp çiğ işlenmeyüp sabıkda olıgeldüğü üzere işlenmek emrim olmuşdur."
Sığacık ve Aydın sancaklarında da durum pek parlak değildi.
Buralardaki sabunhanelerde de "kalp ve yaramaz" sabun işlendiği, ahalinin
şikayetinden anlaşılıyordu23•

17 Stefanos Yerasimos, Suıtan Sofraları, 15. ve 16. yüzyıllarda Osmanlı Saray Mutfağı,
YKY, İstanbul, 2000. Zeytin ve zeytinyağının Osmanlı mutfağındaki yerini inceleyen son bir
eser: Suraiya Faroqhi ve Christoph K. Neumann (editörler), Soframız Nur Hanemiz.Mamur
Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (Çev. Zeynep Yelçe), Kitap yay., Istanbul,
2006, dizin.
IR Mübahat S. Kütükoğlu, XV. ve XVI. Asırlarda İzmir Kazasının Sosyal ve İktisadi
Yapısı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir, 2000,157-159.
19 Feridun M. Emeeen, XVI. Asırda Manisa Kazası, TIK, Ankara, 1989,74.
20 Evangelia Balta, VEubee lı latin du XV' siecle, Economie et population. Les registres
de Pannee 1474, Athens 1989, 36, 37; Aynı yazar, Rural and urban Population in the
sancale of Euripos in the early 16lh century, Athens, 1992, 106, 133.
ıı Evangelia Balta, "Olive eultivation in Crete at the time of the Ottoman Conquest", Osmanlı
Araştırmaları/Journal of 9ttoman Studies, XX (2000), 143-164. Girit için bk. Ayşe
Nükhet Adıyeke, Osmanlı Imparatorluğu ve Girit Bunalımı (1896-1908), TIK, Ankara,
2000.
11 U\uçay, XVII' inci Yüzyılda Manisa'da, 82-83, 127.
23 Uluçay, Manisa'da, 82-83,128.
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
5

Yukarıda zeytinyağının Osmanlı mutfağında az yer tuttuğuna değindik.


Ancak, imaret tesislerine alınan zeytinyağının yalnız aydınlatmak için değil
aynı zamanda mutfakta da tüketildiği görülmektedir24•
XVII. yüzyılın ünlü gezginlerinden Corneil le Brun, İstanbul
sakinlerinin, daha doğrusu Türklerin etlerini ve ekmeklerini tadıandırmak
için zeytinyağını bir çeşİt sos olarak da kullandıklarına dikkat etmiştes.
"Türkler etlerini tatlandırmak için de çoğu kez zeytinyağı
tüketmektedirler. Biraz tuzla birlikte, tereyağı yerine ekmeğin üstüne sürerek
de yenilmektedir. Eğer zeytinyağına biraz limon, ya da sirke ve karabiberle
tuz katılıp birlikte karıştırılırsa kimi balık türleriyle iyi giden bir sos elde
edilmektedir." Kaldı ki XVIII.yüzyılla ilgili arşiv belgeleri Midilli, Kalonya
ve Molova kazalarından gelen yağların bir kısmının ahalinin yemekliğine
tahsis edildiğini açıkça ortaya koymaktadı?6.
Osmanlı saray mutfağında çok geniş ölçüde sadeyağ tüketiliyordu27. S.
Faroqhi, İç Anadolu' da, zeytinyağının bilindiğini fakat buna karşılık
sadeyağın tüketildiğini belirtmektedir. Bu, beslenme rejimi ve alışkanlığı ile
ilgili olduğu kadar, bölgede hayvancılığın geniş ölçüde gelişmiş olmasıyla
da bağlantılıdır. Çünkü Mevlana Celalettini Rumi zaviyesinin hesapları bu
kuruma sadeyağ yanında kuyrukyağı ve zeytinyağı alındığını ortaya
koymaktadır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki kuyrukyağı ve zeytinyağı
aydınlatmada kullanılmaktadır28.
XVI. yüzyılda Akdeniz ve Karadeniz' de zeytinyağı ticareti oldukça
canlı ide9• Ege bölgesinden Kırım'a gönderilen ürünler arasında zeytin ve
zeytinyağı önemli bir yer tutuyordu30• Kefe'den de İstanbul'a önemli ölçüde
sadeyağ ihraç ediliyordu31. Gemiciler Biga yarımadasından fasulye alır,
bunları Kuzey Afrika kıyısında Trablusgarp'ta sattıktan sonra gemilerine
zeytinyağı yükleyip İstanbul'a dönerlerdi. Bunalım yıllarında, sözgelimi
1590 yılında olduğu gibi, bu ticareti sürdürebilmek için, tüccarların
zeytinyağını gerçekten Osmanlı başkentine getireceklerini güvence altına
alacak kefil göstermeleri zorunlu kılınmıştı32. 985 (1577) tarihli, Bergama
kadısına yazılmış bir mühimme kaydında, Midilli kadısı Karaca Ahmetoğlu

24 Ömer Lütfi Barkan, "Edirne Civarında Bazı İmaret Tesislerinin Yıllık Muhasebe
Bilançoları", Belgeler, 1/2 (1964),275.
25 Alıntı Robert Mantran, Istanbul, 202; Krş. Cornelius le Brun, Voyage au Levant, Rouen-
Paris, 1728, I, 427-428. .
26 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet (Iktisat), 339 (28 Ra 1201).
rı Halil İnalcık, The Ottoman Empire. The Classical Age, 1300-1600, Phoenix, London,
2003,130.
28 S. Faroqhi, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, Tarih Vakfı, İstanbul, 1993 262,264.
29 Braudel, Mediterranee, tür.yer.
30 Faroqhi, Kentler, 114.
31 İnalcık, Ottoman Empire, 130.
32 Faroqhi, Kentler, ıo5.
Zeki Arıkan
6

Ali'nin, köylüden düşük fiyatla zeytin ve zeytinyağı alıp Bağdat'a yüksek


fiyatla sattığı, böylece halka zarar verdiği konusunda çelişkili haberler
33
geldiği belirtilmekte, durumun incelenmesi emredilmektedir .

Zeytinyağının ihracına izin verildiğini kanıtlayan belgeler de yok


değildir. Sözgelimi ötedenberi Ağriboz'da bulunan Fransız tüccarları, satın
aldıkları zeytinyağının gümrük ve diğer resimlerini ödüyor, ayrıca beher
kıyye34 için de 3 akça resm-i miri veriyorlardı. Resm-i miri ödenmedikçe
gemilerine zeytinyağı yüklemelerine olanak yoktu. 5 Rebiülahir 1206 (2
Kasım 1791) tarihli bir belge, İstanbul'daki Fransız elçisinin başvurusu
üzerine düzenlenmiş35 ve bütün ayrıntılara açıklık getirilmiştir. Fransız
6
tüccarlarının zeytinyağını "sabun ima li için" ithal ettikleri anlaşılmaktadır .
Sözü edilen belgede şöyle denilmektedir:

"Ağrıboz iskelesinde li-ec/i' l-t-ticare ikamet eden Françe tüccarının


öteden beri iştira eyledikleri revgan-ı zeyt ber muceb-i şurut lazım gelen
resm-i gümrük ve rüsumat-ı mirisini eda eyledikten sonra müstemen
sejinelerine tahmilen Frengistan canibine sabun imaliçün nakl
eylediklerinde ziyade nesne talebiyle tüccar-ı mersuma taaddi ve rencide
ettürmeyesin ... "
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Batı Anadolu'da zeytinciliğin önemli bir
gelişme gösterdiğine şüphe yoktur. Midilli'den gelen RumIarın Ayvalık
[Kidonia]'ı kurmaları Batı Anadolu zeytinciliğine yeni ufuklar açtı.
Ayvalık'ı çevreleyen zeytinlikler sayesinde burası kısa sürede büyük bir
zeytinyağı ve sabun üretim merkezi durumuna geldi. Bu ekonomik
etkinliklerine şarapçılık, dericilik ve tuz üretimiyle daha geniş açılımlar
sağladı3? Öte yandan yine bu yöredeki zeytin ağaçlarının sayımlarıyla ilgili
visalelerin Tapu/Tahrir defterlerine eklenmesi de ayrıca dikkati çekmektedir.

33 BOA, Mühimme Defted (MD), 33, no. 352.


14 Kıyye: 400 dirheme eşit ağırlık ölçüsü 12.828 kg.dır. Bk. Walther Hinz, Islamische Masse
und Gewichte, Leiden, 1955,24,36.
35 BOA, Cevdet, İktisat, 1268.
36 xvııı-xıx. yüzyıllarda Marsilya, uluslararası önemli bir zeytinyağı pazarı haline gelmişti.
Marsilya'da üretilen sabunla,r büyük bir üne kavuşmuştu. Marsilya tüccarları Kuzey Afrika,
Doğu Akdeniz, Ispanya ve ıtalya'dan zeytinyağı ithal ediyorlardı. Krş. Patrick Boulanger,
Marseille marche international de I'huile d'olive, un produit et des hommes, 1725-1825,
Marseille, Institut Historique de Provence, 1996. Marsilya, XVi. yüzyılda Akdeniz dünyası ve
Avrupa'nın belli başlı merkezleriyle bağlantısı olan önemli bir ticaret merkezi idi. Bk.
Braudel, Mediterranee, 1,197-203 ve pek çok yerde. Ayrıca bk. Paul Masson, Histoire du
Commerce français dans le Levant an XVii" siecle, Paris, 1896; aynı yazar, Histoire du
commerce français dans le Levant an XVIII" siecle, Paris, 1911; Katsumi Fukasawa,
Tonıerie et le Commerce du Levant d'Alep a Marseille, CNRS, Paris, 1987,6. Ayrıca bk.,
Voyages de Richard Pockocke.(Tr~d. Par M. Eydous), Neuchatel, 1773, V, 359.
37 Besim Darkot, "Ayvalık", lA (Islam Ansiklopedisi), Il, 78; Ahmet Yorulmaz, Ayvalık'ı
Geı.erken, Ayvalık, 2000, 6.baskı; Hıfzı Erim, Ayvalık Tarihi, Ankara, 1948. Hüdavendigar
vilayeti salnamelerinde dikkate değer ayrıntılar bulunmaktadır.
MidilIi-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
7

Karesi mufassalına eklenmiş visaledeki bir kayıt üzerinde ayrıca durulmaya


değer38:
"Kable 't-tahrir ve bade 't-tahrir gars olunan zeytun eşcarlarını
ashapları muvacehelerinde tadat ve muvafık-ı şer' le tahrir ve onunda bir
öşür alına deyü emr-i ali-şan sudur etmekle ... " 1182 (1768-1769)
Prof. Mantran'ın deyimiyle bir mide kent (capitale-ventre) olan
İstanbul'un iaşesi, doğrudan doğruya devleti ilgilendiren temel sorunların
başında geliyordu39•
Gerçekten, Prof. Mantran'a göre, çevresiyle birlikte 700-800.000 bir
nüfusu barındıran İstanbul 'un beslenmesi öncelikli sorunlardan biri idi.
Saray, saray hizmetlileri, ordu mensupları, vakıf görevlileri ... vb. bütün
bunların iaşesinin sağlanması o günün koşullarına göre oldukça zordu. Kaldı
ki İstanbul yalnızca bir tüketim, değişim ve dağıtım merkezi olarak
görülmektedir40• Daha doğrusu İstanbul, birinci derecede önemli bir üretim
merkezi değildir. "Endüstri" burada az gelişmiştir. Bunun yanında İstanbul
ilkel maddeler açısından da dışa bağımlıdır. Beslenme için gerekli olan tahıl,
pirinç, sebze, kuru ve yaş meyveler, yağ, bal, kasaplık hayvan vb.
imparatorluğun çeşitli yörelerinden gemilerle buradaki iskelelere getiriliyor
ve buralarda dağıtımı yapılıyordu41• Başkente gerekli gıda ve ihtiyaç
maddeleri yalnız imparatorluk, içinden elde edilmiyor, Avrupa ülkeleriyle
yapılan ticaret de gerekli nesneleri sağlıyordu. Bütün imparatorluk başkentin
beslenmesi açısından belirli bölgelere ayrılmış ve bu yörelerde elde edilen
ürünlerin İstanbul' a gönderilmesi için yükümlü kılınmıştı. Sözgelimi
Mısır'dan pirinç, baharat ve şeker geliyordu. Kefe'den yüklenen sadeyağ,
peynir vb. İstanbul'a ulaşıyordu. Limni42 ve Midilli'den beyaz peynir,
Bursa'dan kestane, Ege kıyılarından sebze ve meyve geliyordu43. Tahıl
gereksinimi için neredeyse bütün imparatorluk seferber edilmişti. Akdeniz
kıyıları, Batı Anadolu, Marmara bölgesi, Eflak-Boğdan, Karadeniz kıyıları
gibi yerler İstanbul'a buğday gönderen bölgelerdi44. Bu yörelerden gelen
buğday, Unkapanı'nda fırıncılara dağıtılırdı. Ancak unutmamak gerekir ki
kiler-i amire, imarethane, daruşşifa vb. kuruluşların taşradaki vakıf
arazilerinden elde edilen buğday doğrudan doğruya buralara

38 nOA, TT 153'e ekli visale.


39 Mantran, İstanbul, 179.
40 Mantran, İstanbul, 179.
41 Aynntı, Mantran, İstanbul, 180-230.
42 Heath W. Lowry, Fifteenth Ce~tury Ottoman Realities Christian Peasant Life on the
Aegean Islands of Limnos, Eren, Istanbul, 2002.
43 Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, TTK, 1989,260-265.
44 Mantran, İstanbul, 188; Braudel, Mediterranee, I, 528; Mauric Aymard, Venise, Rauguse
et le commerce du bM pendant la seconde moitie du XVI" siecIe, Paris, 1966. Lütfi Güçer,
'.'XVIII. yüzyıl Ortalannda (stanbuI'un İaşesi İçin Lüzumlu Hububatın Temini Meselesi",
Iktisat FakÜıtesi Mecmuası (IFM), XI/I-4, (1949-1950), 397-416.
Zeki Arıkan
8

gönderiliyordu4S. Fakat yine de kaçakçılık eksik olmuyordu. Bütün


46
buyruklara, yasaklamalara karşın kaçakçılığın önüne geçilememiştir .
Osmanlıda ihraç yasağı yalnız tahılla sınırlı kalmıyor, esnafın gereksinimi
olan hammaddeden stratejik diye nitelendirilebilecek metaya kadar çok geniş
bir alanı kapsıyor, fakat bu yasaklama, zaman zaman verilen akitnamelere
göre daralıp genişliyordu47.
Bu genel çerçeveyi çizdikten sonra asıl üzerinde durmak istediğimiz
konuya dönebiliriz. Midilli ile İstanbul arasındaki zeytinyağı ticareti bu
çalışmamızın ana konusudur.
Midilli, Batı Anadolu kıyılarına oldukça yakın bir adadır. Ada,
yuvarlaklandırılmış bir üçgen biçiminde olup, denize dar çıkışlarla bağlanır
fakat içeriye doğru genişleyen iki körfez bulunur. Bunlar; güneydoğuda Yera
ve güneyde Kalonya körfezIeridir. Bütün bu körfezler küçük ölçekteki
gemiler için eşsiz birer sığınak oluştururlar. Adanın içine iyice sokulan
körfezler, Midilli'ye parçalı bir görünüm kazandırmıştır48. Yera, Kalonya ve
Sığn limanları önemlidir ve işlektir. Bizans yönetiminde bulunan Midilli,
imparatorun kızkardeşiyle yaptığı evlilik dolayısıyla ada, Cenevizli
Francesco Gattiluso'ya bırakıldı ve böylece başlayan egemenlik bir
yüzyıldan fazla sürdü49. Midilli, Sultan II. Murat zamanında Baltaoğlu
Süleyman Bey tarafından yapılan baskı üzerine yılda dört bin düka vergi
vermeyi kabul etmiştiSO. 1456'da İmroz, Limni ve Samedirek adaları
fethedildi. Gelibolu sancak Beyi İsmail Bey komutasındaki bir donanma da
Molova'ya çıkarma yaptı. İsmail Bey çevreyi yağma ve tahrip etti. Fakat
Midilli kuşatmasını kaldırarak Gelibolu'ya döndüsı. Bununla birlikte vergi
düzenli olarak ödeniyordus2. Midilli'de kardeş kavgaları başlamış, ada
İtalya'dan ve Aragonya'dan gelen korsanların bir üssü haline gelmişti.
Bunun üzerine adayı kesin olarak Osmanlı topraklarına katmaya karar veren
Fatih Sultan Mehmet, Mahmut Paşa komutasındaki donanmayı Midilli'ye
gönderdi. Kendisi de karadan Ayazmend'e geldi ve karargahını burada
kurdu. Kuşatma 27 gün sürdü. Dük ve Midilli halkı daha fazla

45 Güçer, "İstanbul 'un ... ", göst.yer., 398.


46 M.A. Cook, Population Pressure in Rural Anatolia 1450-1600, London, 1972.
47 Zeki Arıkan, "Osmanlı İmparatorluğu'nda İhracı Yasak Mallar (Memnu Meta)", ProfDr.
Bekir Kütükoğlu Armağan~, İstanbul, 1997,279-306. .
48 Besim Darkot, "Midilli", lA, VIII, 282. Piri Reis (Kitab-ı Bahriye, Istanbul, 1935, 130).
Midilli 'nin coğrafi konumu, limanları ve çevresinde bulunan adaları hakkında oldukça
ayrıntılı bilgiler vermektedir. Midilli'ye gidemeyen Evliya Çelebi (Seyahatname, İstanbul,
1935, IX, 179) burasının liman ve kalelerinin bulunduğundan söz eder; havasının latifliği ve
peynirinin çok ünlü o!duğu üzerind~ durmakla yetinir. Ayrıca bk. Bahr-i Sefid Kılağuzu
(Adalar Denizine Ait), Istanbul 1331 (Ingilizceden çevrilmiştir), 140-149.
49 Kritovulos, Tarih-i Sultan Mehmet Han-ı Sani, (Çev. Karolidi), İstanbul, 1328, 105.
so İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, TIK, Ankara, 1964, II, 35.
sı Kritovulos, a.g.e., 127.
52 Dukas, Bizans Tarihi, (Çev. V.L. Mimiroğlu), İstanbul, 1956,208.
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
9

direnemeyeceklerini anladıkları için teslim olmaya karar verdiler. Fatih,


Ayazmend'den hemen Midilli'ye gitti. Kent resmen teslim edildi (16 Eylül
1462). Fatih dük ve halka iyi kabul gösterdi. Kendilerine armağanlar verdi.
Fatih kenti seyrederek çok beğendi. Adanın diğer kale ve kasabalarındaki
ahali bölüm bölük gerek teslim oldu53• Ada halkı üç kısma ayrıldı54.
Kritovulos bu konuda şunları yazmaktadır55:

"Padişah hazretleri şehrin sekenesini yani bilcümle rical ve nisvan ve


sıbyanı toplayarak bunları üç kısma tefrik ve birinci kısmının senevi bir
vergi itasıyla şehirde ikamet ve mallarından intifa eylemelerine müsaade
eyledi. İkinci kısmı İstanbul'a naklettirdi. Üçüncü kısmı ise taht-ı esarete
alarak asakire tevzi etti ve ele geçen İtalyan esakir-i muvazzafasını
katlettirdi. Adadaki kale ve kasabalar evvelce oldukları hal üzre terk
olunmuşlarsa da sonra bunlardan birkaçı istisna edilerek diğerleri hedm ve
sekenesi İstanbul'a nakledilmiştir."56

Osmanlı yönetim düzeni, ele geçen yerlerdeki nüfus, ekonomik ve mali


kaynakların belirlenmesi için bir sayımı (tahrir) zorunlu kılıyordu. Bu, timar
sisteminin uygulanmasına da esas oluyordu57. Ege adaları Osmanlı yönetimi
altına alındığı zaman da burada sayımlar yapılmış ve bu ilk sayımların
bazılarının sonuçları günümüze ulaşmıştır58.

Feridun M. Emecen, Midilli'nin fethinin ardından bir sayım yapılmış


olmasını mümkün görmektedir9• Doğrudur, çünkü Aşıkpaşazade'nin ifadesi,
fetihten hemen sonra Midilli'de bir sayım yapıldığını ortaya koymaktadır60:
"Padişah, Mahmud Paşa'ya eyidür: "var, bu hisarın malını zabt et. Ve
cemi halkını defter eyle. Sipahisini ve şehürlisini ve köylüsini ve her kişinün
ne kadar nakdi vardur, ve gayri cins kumaşların bile zabt eyleyüb bana

53 Kritovulos, a.g.e., 162; Uzunçarşılı, 11,162.


54 Joseph von Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, (Çev. Mehmet Ata), İstanbul, 1329,111,
73. Hammer, adanın bu tarihteki nüfusunu 20.000 olarak göstermektedir.
55 Kritovulos, a.g.e., 163. Krş. 165. A

56 Hammer, III, 74. Kemalpaşazade, Tevarih-AI-i Osman, (Haz. Şerafettin Turan), TTK,
Ankara, 1991, VII, 222. Bu kaynakta bütün ahalinin tutsak olarak kabul edildiğini ve üç
bölüğe ayrıldığını belirtilmektedir. Bir bölüğü Frenkten yardıma gelmiş olanlardı ki bunlar
kılıçtan geçirildi. Bir bölüğü de hizmete yarar raiyetti. Bunlar vüzera ve ümeranın hizmetine
verildi. Ziraatle uğraşan üçünçü bölük de "yerli yerinde mukarrer kılındı." Uzunçarşılı 'nın bu
konuda Gelibolulu Mustafa Ali'den yaptığı alıntıda (II, 37 not i) benzer ifade yer almakta
fakat halk.ın "dört kısma taksim" olunduğu üzerinde durulmaktadı,r. Ayrıca bk. Nicolae Jorga,
Osmanlı Imparatorluğu Tarihi, (Çev. Nilüfer Epçeli), Yeditepe, Istanbul, 2005, Il, 111.
57 Ömer Lütfi Barkan, Enver Meriçli, Hüdavendigar Livası Tahrir Defterleri, TTK,
Ankara, 1988, I, Giriş bölümü.
58 Heath W. Lowry, Fifteenth Century Ottoman Realities Christian Peasant Life on the
Aegean Islands of Limnos, Eren, İstanbul, 2002. .
59 Feridun M. Emecen, "Ege Adaları'nda Mali Yapı", Ege Adaları'nın Idari, Mali ve Sosyal
Yapısı, (ed. İdris Bostan), ŞAEMK, Ankara, 2003, 59. .
60 Ahmet Aşıki, Tevarih-i AI-i Osman, (Yay. N. Atsız), Istanbul, 1949,211.
Zeki Arıkan
10

bildür" dedi. "Mahmud Paşa dahi çadırına geldi. Eminler ve yazıcılar


gönderdi. Padişahun emrini tamamen bikusur yerine getürdi.,,61
Hammer, Midilli'nin doğal zenginliklerinden söz etmekte ve ünlü
şarapları üzerinde durmaktadır62. Fakat Midilli adası, Ege denizinde bulunan
birçok ada gibi "dağ ve taş yer olmakla ziraat ve hiraset kalil olup" buğday,
arpa ve sair hububat, koyun, keçi gibi küçükbaş hayvan vb. Ayazmend ve
Bergama kadılıklarından sağlanıyordu63• Ancak ada, bağ, zeytin ve
meşeliklerle kaplıdır. Bundan ötürü zeytinyağcılık, şarapçılık, balıkçılık
oldukça gelişmişti. Meşeliklerden palamut elde edilir64• Dut, incir, ceviz,
kestane, badem ağaçlarının da doğal zenginliğin birer parçası olduğunu
unutmamak gerekir. Zeytinyağcılığa bağlı olarak Midilli önemli bir sabun
üretim merkezi idi65•
Adada revgan-ı zeyt (zeytinyağı) değirmenlerinin ve zift karhanelerinin
bulunduğu Midilli adası kanunnamesinde belirtilmektedir66• Kaldı ki
İstanbul'un çeşitli gereksinimlerini karşılayan ürünlerin bir bölümü de
Midilli'den geliyordu. Zeytinyağı dışında, Prof. Mantran'ın vurguladığı gibi,
Midilli' den İstanbul' a zift67, reçine, peynir ve gemi yapımında kullanılmak
üzere kereste gönderiliyordu68• 1548-49 tarihinde düzenlenmiş olan Midilli
mufassalından anlaşıldığına göre burada bir de tuzla işletiliyordu. Ancak,
burada bir takım yolsuzlukların yapıldığını ve buna engelolmak için hüküm
gönderildiği defterdeki kayıttan anlaşılmaktadır69. Sözkonusu tarihlerde bu
tuzlanın yıllık geliri 32.000 akça idi.

61 Aşıkpaşazade, bu tahrinin sonuçlarının padişah tarafından değerlendirildiğini de


eklernektedir. Nitekim padişah, "kendüye layık neyise esirden ve maldan" ve diğer çeşitli
kumaşlardan almıştır. Gerisini ulema ve fukara arasında paylaştırdı. Yerli sipahileri dağıttı.
Şehir halkından güvendiği kimseleri yerli yerine koydu. Bir kadı atadı. "şehrün MU kalan
evlerini ihtiyarıyle gelen Müslümanlara mülklüğe" verdi. Kiliseler mescide dönüştürülmüş ve
burası bir sancakbeyliği haline konulmuştur.
62 Hammer, III, 75.
63 Cevdet Küçük, Feridun M. Emecen, İdris Bostan ve diğerleri, Ege Adalarının Egemenlik
Devri Tarihçesi, SAEMK, Ankara, 2001,72 (Bundan böyle Ege Adalarının).
64 Midilli'de elde edilen palamut.oldukça nitelikliydi. XVIII. yüzyılda burada toplanan 3000
ton palamut Trieste, Marsilya ve Ingiliz tüccarlarına satılıyordu. Bk. Patrick Boulanger, "L'ile
de Mytilene et le negoce français au XVıııe siecle", Les villes dans I'Empire otoman:
Activites et Sodetes, Paris, 1991, i, 273-298.
65 Gülden Sarıyıldız, "The Soap production of Lesbos", Fifth International Congress on
History Organized by the Institute for Neohellenic Research NHRF, Lesbos and
. Ayvalık; on ınteractive Histdorical Relationship in the Northeastern Aega, Midilli, 16-19
O<:~ober2003 (görülemedi). .
66 Omer Lütfi Barkan, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Imparatorluğu'nda Zirai Ekonominin
Hukuku ve Mali Esasları, Kanunlar, i, İstanbul, 1943,335-336.
67 İstanbul tersanesine zift gönderilen yerlerden biri de Midilli adasıydı. Midilli' den her yıl
200 kantar zift ocaklık ayrılmıştı. Bedeli Midilli gümrük gelirlerinden ödenmek üzere tahsis
edilen Midilli zifti-hassa kayıklar için tüketiliyordu.İdris Bostan, Osmanlı Bahriye Teşkilatı,
xvn. yüzy'ı1da Tersane-i Amire, TTK, Ankara, 1992, 130-131.
68 Mantran, Istanbul, 211,212,319,445. Krş. Ege Adalarının, 192, 193.
~ BOA, TT 264,6. Bk. Lütfi Güçer, ':XV-XVII. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu'nda Tuz
Inhisarı ve Tuzlaların Işletme Nizarnı", IFM, 23 (1961-1963), 128-130.
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
II

1709 tarihini taşıyan ve geç bir dönemde düzenlendiği anlaşılan Midilli


kanunnamesine göre, adada uzun süre sayım yapılmamış, her şey yüzüstü
bırakılmış, bağ ve bahçeler harap olmuş, bundan ötürü yeni bir sayım
yapılarak tekrar "nizam" verilmesi yoluna gidilmiştir70•
Midilli'nin zeytinyağı kaynakları fetihten sonra bir mali kaynak birimi
yani mukataa haline getirildi. Çünkü adanın temel "hasılat-ı mirisi revgan-ı
zeytten ibaret" idi7l. Adanın diğer kaynakları (mu m üretimi, balık avcılığı,
pazar gelirleri vb.) iltizama verildiği halde zeytinyağı ihracı doğrudan
doğruya İstanbul'a bağlı bir konuma getirilmişti72•
Midilli'nin iskeleye satılmak üzere sevk edilen zeytinyağından alınan
gümrük vergisi geliri Zilhicce 1157 (Ocak 1745)'de veziriazam Seyyid
Hasan Paşa'nın oğlu İbrahim'in uhdesindeydi. Bu mukataa alanı, Midilli'yi
ve karşı Anadolu sahili iskelelerini Urla'ya kadar içine alıyordu73• 1790'lı
yıllarda Midilli'yi gezen Oli-vier, adanın nüfusunu 40.000 olarak vermekte
bunun eşİt şekilde Türklerle RumIardan oluştuğunu yazmakta, burada
üretilen 40.000 kental zeytinyağının tamamen İstanbul'a gittiğini
belirtmektedir. Yine onun verdiği bilgilere göre vaktiyle Fransızlar
zeytinyağını buradan aldıkları halde şimdi daha ucuz olan Girit ve
Molova' ya yönelmişlerdir74•
Adanın Osmanlı yönetimi altına geçmesinden sonra burada bulunan LO
manastır, arazi vergisi ve cizye vergisinden muaf tutulmuş buna karşılık
sarayahırları için zeytinyağı vermekle yükümlü kılınmışlardı. Fakat bu
manastırlar yükümlülüklerini yerine getirmiyorlardı. 1084 (1673) yılından
1094 (1683) yılına kadar geçen süre zarfında manastırdaki rahiplerin
zimmetlerinde ödenmemiş zeytinyağı kalmıştı. Bunların ödenmesi için
hükümler gönderiliyordu. 27 Safer 1094 (25 Şubat 1683) tarihinde
gönderilen buyrukta hangi manastırların ne kadar zeytinyağı ödemesi
gerektiği üzerinde durulmakta ve bu yağların tahsil edilmesi yoluna
gidilmektedir75• Bu bağlamda buyrukların gönderilmeye devam edilmesi,
söz konusu manastırların görevlerini aksattıklarını ortaya koymaktadır76.

70 Barkan, Kanunlar, 333/5. Bu sayımın. ada halkının şikayet i üzerine yapıldığı mühime
kayıtlarından (Mühime 115, 629/2753) anlaşılmaktadır. Krş. Ege Adalarmm, 121-122.
Aslında Midilli adasıyla ilgili elde bulunan en eski kanunname 893 (1488) tarihine kadar geri
gitmektedir. Bir ferman biçiminde hazırlanan bu kanunname daha çok gümrük tarifeleri ile
ilgilidir (Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, Fey Vakfı,
İstanbul, 1990, I, 458-463). 955 (1548), 989 (1581) tahrirlerinden sonra düzenlenen
kanunnameler için bk. Ayhan Afşın Ünal, XVI. yüzyılda Cezair-i Bahr-i Setid Eyaleti,
Midilli Sancağı, Erciyes Un.iversitesi Sosyal Bilimler Ensti!üsü, doktora tezi, 2001.
7i Emecen, "Ege Adalarının Idari Yapısı", Ege Adalarının Idari Mali ... , 63.
72 Emecen, göst.yer., 63.
73 Emecen, göst.yer., 65.

74 Olivier, Türkiye Seyahatnamesi, (Çev. Oğuz Gökmen, II. Kitap, İstanbul, 1991,38-39.
75 Ege Adalarının, 108.
76 Ege Adalarının, 119-120.18 Rebiülahir 1119 (19 Temmuz 1707) tarihli bu hükümden
anlaşıldığına göre kimi manastırlar borçlarını ödemiş fakat 4473 vukiyyeden 787 vukiyye
alacak kalmıştır.
Zeki Arıkan
12

"Midilli ve Molova ceziresinde vaki dokuz pare manastırdan istabl-ı


amireme ber vech-i ocaklık beher sene harac-ı arazileri mukabelesinde dört
bin dörtyüz yetmiş üç vukıyye77 revgan-ı zeyt vermek üzere hazine-i amirden
defterlerinde mukayyet olup ... " (l8 Rebiü' lahir 11 ı9 = 19 Temmuz 1707).
Yukarıda da belirttiğimiz gibi saray ahırlarına gönderilen zeytinyağı
buradaki "miri develer yağlanmasıçün" tüketiliyordu 78.
Midilli İstanbul'un zeytinyağı ve sabun gereksinimi karşılamakla
yükümlü merkezler arasında yer almaktadır. Başbakanlık Osmanlı
Arşivi'nde bulunan tarihsiz bir belge öteden beri Akdeniz yöresinden
İstanbul' a zeytinyağı ve sabun göndermek zorunda olan mahallel'in tam bir
listesini vermektedir. Belge tarihsiz olmakla birlikte XVIII.yüzyılın
sonlarına tarihlenebileceği olasıdır. Çünkü burada Ayvalık'ın da listeye dahil
olduğu görülmektedir. Ayvalık ise ancak XVIII.yüzyılın ortalarında
79
kurulmuştur :
Ötedenberü Bahrisefid Canibinden Asitane-i Saadete revgan-ı zeyt ve
sabun gelen mahallerdir ki zikr olunur:
An canbi-i Midiltü: revgmH zeyt - sabun.
An canib-i Kazdağı: revgan-ı zeyt - sabun.
An canib-i Cezire-i Girid; Kandiye ve Hanya ve Resmo: revgan-ı zeyt -
sabun.
An canib-i Atina: revgan-ı zeyt - sabun.
An canib-i İzmir: sabun.
An canib-i Edremid: revgan-ı zeyt.
An canib-i Molova: revgan-ı zeyt.
An canib-i Ayvalık: revgan-ı zeyt.
An canib-i Yunda adası: revgan-ı zeyt.
An canib-i Agriboz - revgan-ı zeyt.
Burada Midilli'nin yanında ona bağlı olan Molova'nın ayrı bir yöre imiş
gibi yazılması dikkati çekmektedir. Yunda adası da daha sonra Midilli'ye
bağlanmıştır. Listeden anlaşıldığına göre Akdeniz'deki, Batı Anadolu'daki
belli başlı merkezler zeytinlzeytinyağı üretim merkezlerine tamamen
İstanbul'un gereksinimine tahsis edilmiş bulunmaktadır. Belgenin ekindeki
şu açıklama da dikkati çekmektedir80:

77 Vukiyye: 400 dirhem = 1.2828 kg. Bk. Hinz, 24, 36.


78 Ege Adalarının, 135-136 (21 Zilhicce 1132 = 24 Ekim 1720). Krş. Ege Adalarının, 144-
145.
79lBOA, Cevdet İktisat, 1451/2.
80 BOA, Cevdet İktisat, 1451/2. Ayrıca bk. Ahmet Refik, On İkinci Asr.ı Hicride İstanbul
Hayatı (1689-1785), İstanbul, 1930, yeniden, Enderun, İstanbul, 1988,202-204.
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
13

Fimahad Der Aliyye' de mukim ibadullahın refah-ı hal ve tevsı-ı


H ••

akvatları [yiyecekleri, azıkları] içün zikr olunan mahallerden kayıklar ile


revgan-ı zeyt ve sabunun Asitane-i Saadete peyderpey nakl ve tesyirine
kemal-i ihtimam ve dikkat ve ahar mahallere neşr ü perakende olmakdan
mücanebet ve Asitane tarafından gerek sabun ve gerek revgan-ı zeyt
bezirganlarının vilayetleri tarafına hajiyyeten hilaf-ı mevzi hareketlerine bir
takrib muttali olunduğu halde isim ve şöhretleriyle der Aliyye 'ye tahrir ve
ilama mübaderet olunması içün mahall-i merkume vüllatı ve hükkam ve
zabitanına hitaben müekked evamir-i aliye suduru muvaf-ı re'y-i ali/eri
buyrulur ise emrüferman devletlü ... "
Bundan anlaşıldığına göre söz konusu yörelerden elde edilen zeytinyağı
ve sabunun İstanbul'a gönderilmesine büyük bir özen gösteriliyordu. Gerek
saray mutfağı gerek İstanbul halkı için gerekli olan ürünün miktarı kadılara
ve mukataa müfettişIerine bildiriliyor, onlar da "olugelen adet ve kanun ve
narh-ı cari81 üzre cem ve tedarik" ettikleri nesneleri iskeleIere nakledip
başkente gönderilmek üzere gemilere yüklüyorIardı. Bütün bunları kotarmak
için de merkezden bir görevli gönderiliyordu. 22 Safer 1018 tarihini taşıyan
Manisa, Aydın, Saruhan sancaklarındaki kadılara ve müfettişIere gönderilen
hükümden anlaşıldığına göre saray mutfağı için gerekli olan üzüm, badem,
bal, nar, börülce, incir vb. yanında ikiyüz kantar sabun ve ikiyüz kantar da
zeytinyağı isteniyordu82. Bu yağın yemeklik için de kullanılabileceğini
hesaba katmak gerekir, diye düşünüyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu önce İstanbul'un gereksinimini karşılamak, iç
üretim ve tüketim arasında denge kurmak için öteden beri bir dizi ürün ve
metanın dış satımını yasaklıyor, bununla ilgili hükümler çıkarıyordu.
Stratejik olarak nitelendirilebilecek olan buğday, tuz, şap gibi ürünler için
konulan yasaklar daha sıkı idi hatta bu yasaklar Batı dünyasına karşı bir çeşit
baskı öğesi olarak da kullanılıyordu. Ancak ne var ki bu yasakların tam
olarak uygulandığını söylemek zordur. Özellikle verilen ahitnamelerde bu
sınırlamaların sık sık kaldırıldığı görülmektedir. Nitekim Fransa'ya verilen
1603 kapitülasyonlarında dışarıya satılması yasak olan pek çok ürünün söz
konusu ülkeye satılabileceği belirtilmişti83.
XVI. yüzyılda zeytin ve zeytinyağı dış satımının yasak madde
kapsamında olmadığı anlaşılmaktadır. Fakat zeytin ve zeytinyağı da zaman
zaman "memnu meta" kapsamına alınabiliyordu. Bu, Mehmet Genç'in

81 Geçerli olan narh üzerinden. Narh için bk. Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlılarda Narh
Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh Defteri, İstanbul, 1983.
82 çağatay Uluçay, XVII. Yüzyılda Manisa'da Ziraat, Ticaret ve EsnafTeşkilatı, İstanbul,
1942,129-131.
83 Bu kapitülasyonlann metni Türkçe ve Fransızca olarak basılmıştır. Bk. Türker Acaroğlu,
"Dünyada Basılan İlk Türkçe Kitap", BelIeten, 197 (1986),508-530.
Zeki Arıkan
14

deyimiyle Osmanlı'nın uyguladığı provizyonizm84 ilkesine de uygundu.


Çünkü Osmanlı için öncelikle iç pazarın doyurulması, halkın sıkıntıya
düşmesine yol açabilecek ihtiyaç maddelerinin dış satımının sınırlandırılması
çözülmesi gereken sorunların başında geliyordu. Bu tür uygulamalarda doğal
afetlerin, kıtlığın, üretim düşüklüğünün de belirleyici roloynadığını
85
vurgulamak gerekir. Nitekim 980 (1572) tarihli bir mühimme kaydına göre
Midilli'den harice yağ, bal ve saire verilmesine kadılar tarafından engel
olunması isteniyordu:
"Cezire-i Midüllü ve Molova kadılarına hüküm ki zikr olunan kazalara
kaht müstevli olmağla İstanbul'dan tereke talep olundukça kiih İstanbul'dan
ve kiih Rumeli'nden tereke ile memlu mübalağa gemiler irsal olunub her
gemide ne kadar tereke konulup ve ne tarihde irsal olundukları yazılub
ahkam ile irsal olunmuşdur şimdiye değin tereke ile ne kadar gemi varub ve
her gemide ne kadar tereke tahmilolunmuştur Südde-i saadetimde malum
olmak lazım olmağın buyurdum ki vusul buldukda tehir eylemeyüb şimdiye
değin taht-ı kazanızda olan iskeleiere ne kadar gelmişdir ve her gemi ne
kadar tereke varub ne tarihde tahmil olunup ve size ne tarihde varub vasıl
olduklarını ve bilcümle eğer tereke ile ve eğer sair zadüzevad ile ne kadar
gemiler varub ne makule zad ve zahire alub gidüb ve kangı reislerdir
mufassal ve meşruh yazub arz edesiz Kura yerinden yani kaliteler ve fırkata
ve sandallar Midüllü ve Molova'ya gelüb tereke ve bal ve yağ ve sair
zadüzevaddan buldukların ziyade baha ile satun alub reaya çekdüğü
muzayaka ol ecilden idüğü istima olunur Bu babda dahi mukayyet olub bir
ferde emr-i şerifime muhalif deryaya ve bilcümle Midüllü' den ve
Molova' dan hariç y"erlere asla bir habbe tereke ve bal ve yağ ve sair
zehairden nesne vermeyüb men ve def eyleyesiz ... "
Burada kısa bir anımsatma yapmakta yarar olduğunu düşünüyoruz.
İzmir XVII.yüzyıldan başlamak üzere özellikle XVIII.yüzyıl boyunca
Avrupa'ya ihraç edilen ve Avrupa'danalınan ürünlerin önemli bir çıkış ve
giriş kapısıydı. Bu ürünler içinde zeytin ve zeytinyağı da önemli bir paya
sahipti. Pamuk, ipek, yapağı, tiftik, tahıl vb. gibi ürünler de ihracatta
önemliydi86• Bu süreç, son yıllarda iktisat tarihçileri ve tarihçiler tarafından
Osmanlı ekonomisinin Avrupa ekonomisiyle bütünleştiği şeklinde
değerlendirilmektedir. Bunu doğrulayacak kanıtlar da yok değildir8? Fakat

84 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi, İstanbul, 2000, 46-48.


85 BOA, Mühimme J;>efteri (MD),XIX, 169 (19 Safer 980 = 1 Temmuz 1572).
86 Daniel Goffman, ıZmir and the Levantine World, 1550-1650, Universty of Washington
Press, 1990; Elena frangakis-Syret, The Commerce of Smyrna in the Eighteenth Century
(1700-1820),Athens, 1992.
87 lmmanuel Wallerstein, The Modern World-System II. Mercantilism and the
Consolidation of the European World-Economy, 1600-1750, New York, 1980. Ayrıca bk.
ı. Wallerstein, H. Decdeli and R. Kasaba, "The incorporation of the Ottoman Empire into the
World-economy", The Ottoman Empire and the World-Economy, Ed. By Nuri İslamoğlu-
İnen, Cambridge University Press, 88-100+402-404.
Midiııi-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
15

unutmamak gerekir ki Osmanlı ekonomisi bu dönemde bile bir takım


yasaklarla dolu bulunuyordu. Osmanlı imparatorluğu dışarıya sürekli olarak
ham madde ya da sınırlı ölçüde mamul madde ihraç ediyordu. Oysa
dışarıdan aldığı hep mamul madde idi. Daha doğrusu ithalat ve ihracatta
eşitlik değil eşitsizlik ve dengesizlik vardı. Bu ekonomiyi bir bütünleşme
olarak değerlendirmenin ne kadar doğru olduğunu sorgulamak gerekir.
Zeytinyağı ve sabun da yine bu yasak kapsamı içinde yer alıyordu. II
Muharrem 1179 (20 Haziran 1765) tarihli Hanya muhafızı vezir Mehmet
Paşa'ya yazılan bir hüküm dikkat çekicidir. Bundan anlaşıldığına göre88:
Hanya iskelesinden öteden beri her yıl İstanbul' a bol miktarda sabun
naklediliyor ve halk da sabun konusunda herhangi bir sıkıntı çekmiyordu.
Fakat yakın bir zamanda "efrenç taifesine" buradan sabun ihraç etmek izni
verilmiştir. Oysa Hanya'dan "zeyt yağının ve gerek sabunun bir vukiyyesi
mahall-i ahara nakl ve füruht olunmasına izin ve ruhsat veri/meyüb
cümlesinin İslambol'a nakl ve sevk olunmasına kemal-i ihtimam ve dikkat"
edilmesi gerekiyordu. Çünkü sabun ve zeytinyağına İstanbul'da daha ziyade
lüzum vardı.
Birkaç yıl sonra İzmir kadısına yazılan bir hükümde de89 İzmir, Midilli
ve bunların çevresindeki kazalarda has ıl olan zeytinyağının İstanbul, İzmir
ve sabuncu esnafının ihtiyaçları giderildikten sonra, geri kalan miktarın
müstemen taifesine ve sair tüccara satılabileceğine cevaz veriliyordu. Fakat
müstemen tüccara90 satılan zeytinyağının beher kıyyesinden üçer akça resim
alınacağı, İstanbul'daki sabuncu esnafına tahsis edilen yağın da yine her
kıyyesinden 1 akça resim alınacağı ifade edilmektedir.
Anlaşıldığına göre İstanbul 'un zeytinyağı gereksiniminin
karşılanmasında Midilli ilk sırada yer alıyordu. Şöyle ki İstanbul camiIerine,
mescitlerine ve ahalisine gerekli olan zeytinyağının sağlanmasında Midilli
ve ona bağlı Ayazmend merkeze yakın olmaları bakımından büyük önem
taşımaktadır. "Zikr olunan mahallerde hasıl olan revgan-ı zeyt gerek
Memalik-i İslamiye ve gerek memalik-i efrençten bir mahalle gitmeyüp
cümlesi Der Aliyye'ye nakl" edilmesi gerekiyordu. Oysa sözkonusu adada
resm-i mir-i revgan adı altında bir resim ihdas olunmuş ve burada has ıl olan
"revgan-ı zeyt resm-i miri tahsi/ine medar için efrenç taifesine" satılmaya
başlanmıştır91• Bundan ötürü İstanbul' a gelen zeytinyağı miktarı oldukça
azalmış (ekall-i kalil) ve buna bağlı olarak giderek de fiyatı artmıştır.
Bundan ötürü söz konusu mukataanın malikane kaydının silinerek bundan
böyle Midilli'de hasıl olan zeytinyağından müstemen taifesine bir dirhem

88 BOA, Cevdet İktisat, 2122.


89 BOA, Cevdet İktisat, 91 (29 Şevval 1182 = 8 Mart 1769).
90 Ali ıhsan Bağış, Osmanlı Ticareti'nde Gayri Müslimler: Kapitülasyonlar, Avrupa
Tüccarı, Beratlı Tüccarlar, Ankara, 1983.
91 BOA, Cevdet Belediye, 7004, 8 S 1190 (=29 Mart 1776).
Zeki Arıkan
16

dahi satılmaması emrediliyordu. Elbette üretilen bütün zeytinyağı da


İstanbul' a gönderilecekti.
Öte yandan Midilli'den ve diğer yerlerden İstanbul'a gelecek zeytinyağı
kimi gemi sahipleri tarafından İnoz'a getiriliyor ve oradan da başka yerlere
herhalde dış ülkelere gönderiliyordu92• Bu gibilere karşı çeşitli önlemlerin
alındığı görülmektedir.
Zeytinyağının İstanbul' a gönderilmesi için yapılan işlemler, uygulanan
yöntemler aşağı yukarı her yerde ve her zaman birbirine benziyor, pek
değişmiyordu: İstanbul'da zeytinyağına duyulan gereksinirnin önemini
vurgulayan bir hüküm ilgili yerin yetkililerine gönderiliyor ve hüküm kadı
tarafından mahkemede tescil ediliyordu. Sonra, "Cümle ahali-i kaza huzur-ı
şer'e davet ve muvacehelerinde feth ve kıraat ve mazmun-ı münifi cümleye
te/him" olunuyordu. İlgililer de has ıl olacak zeytinyağını gemilerine
yüklemeyi ve yükledikleri yağın miktarını belirten pusulalar vererek
ürünlerini İstanbul' a götüreceklerini taahhüt ediyorlardı93• Fakat buna
uymayan voyvoda ve kocabaşı1ar da vardı. Nitekim böyle bir buyruk, aslında
Midilli' ye bağlı olan Yunda adasına gönderildiği zaman voyvoda ve diğer
kocabaşılar şer'i mahkemeye çağrıldıkları zaman voyvoda Hüseyin,
fermanın okunmasına bile engelolmuş, Dolap Ağzı denilen yerde kaçak
olarak gemiye zeytinyağı yüklemiştir94. Ayvalık kazası95 naibine ve Bergama
voyvodası Karaosmanzade Elhac Ömer'e, kazanın zabitan ve vücuhuna
yazılan aynı tarihli bir hükümde de kocabaşıların, "hasılolan zeytinyağınin
hilaf-ı ferman mugayir-i rıza ecnebiye" satıldığı belirtiliyor ve bunun
İstanbul' dan gelen gemilere yüklenmesinin gerektiği üzerinde duruluyordu.
Belgeler kimi zaman Midilli ve kazalarından İstanbul' a gönderilen
zeytinyağının miktarı konusunda aydınlatıcı bilgiler vermektedir. Sözgelimi
96
1794/95 yılında zeytinyağı yüklenen 10 gemi İstanbul'a gönderilmişti .
97
Yine Midilli adasından 9 Şaban 1212 (27 Ocak 1798) tarihinde 5000 kantar
98
zeytinyağı alınmış ve İstanbul'a gönderilmek üzere gemilere yüklenmiştir .
Anlaşıldığına göre İstanbul' da zeytinyağı tüccarları bulunuyordu ve bunlara
Midilli' deki ortakları aracılığıyla zeytinyağı gönderiliyor bunların adları
gönderilen zeytinyağı miktarıyla defterlere yazılıyordu99• Ölçümlerde

92J30A, Cevdet İktisat, Cemizziyeahir 1195 (=Mayıs 1781).


931BOA,C~vdet Belediye, 404, Ramazan 1204 (1789-90).
94Cevdet, Iktisat, 1589/2, 18 Rebiulahir 1210/2 Ekim 1795.
95Ayvalık kazasında zeytinyağı üretilen "emlak-i hum(}yun" vardı. Bu çiftliklerde önemli
ölçüde zeytinyağı üretimi yapılıyordu. BOA, Cevdet Iktisat, 1504/1, 22 Recep 1241 (4
Aralık 1825).
96 BOA, Cevdet, Belediye, 1059, 19 Muharrem 1209 (1794-95). " ... Cezire-i mezbureden
şimdiye değin ne mikdar revgan-ı zeyt geldiği tafahhus ve istiksa olundukda cezire-i
mezbureden revgan-ı zeyt, tahmil olunan on adet" geminin toplam 1860 kantar yükü
Istanbul'a ulaşmış, yükü belirtilmeyen bir gemi de kazaya uğramıştır. Ayrıca Ayvalık ve
Yunda adası kadılannın da "harekete müteahhit" olduklarını gösteren ilamları ... "
97Kantar, 44 Oklsa (56,452 kg.).
98BOA, Cevdet Iktisat, 2185.
99BOA, Cevdet İktisat, 310.
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
17

miktarları bilinen vukiyye ve kantarın yanında desti de kullanılmaktadır.


"Bir desti zeytinyağının altı yüz dirhemden ibaret" olduğu
belirtilmektedirloo. 10 Rebiülahir 1214 (11 Eylül 1799) tarihli belgeden
anlaşıldığına göre bir desti yağ üç buçuk kuruş olmak üzere, Midilli,
Molova, Kalanya kadıları yeterli miktarda zeytinyağını İstanbul' a
göndermeyi kabul ediyorlardı.
Yukarıda sözü edilen 10 Rebiülahir 1214 (11 Eylül 1799) tarihli bir
belgeden anlaşıldığına göre bir desti zeytinyağını üç buçuk kuruştan satmaya
razı olan Midilli, Molova, Kalanya kadıları yeterli miktarda ürünü İstanbul'a
göndermeyi kabul ediyordu. Kemer, Edremit kazaları toplam 5000 kantar
zeytinyağını İstanbul'a gönderilmek üzere tüccara teslim edeceklerdi.
Ayvalık kazası 2000 kantar, Yunda adası da 350 kantar için taahhütte
bulunmuşlardı 101.
1215 yılı Martında (1801) Midilli'de eski zeytin ağaçlarından (eşcar-ı
atik) hasılalan 30805 desti, İstanbul yağ tüccarlarının buradaki ortakları
aracılığıyla gönderilmişti. Bunun 4000 destisi olageldiği üzere Donanma-yı
Humayun kalyanlarına verilmiştilO2• Ertesi yıl, Midilli'den İstanbul'a toplam
7 gemi içinde 2955 kantar zeytinyağı sevk edilmiştiI03. Bu konuda daha açık
bir fikir vermek için söz konusu belgenin suretini aşağıya alıyoruz:
"Midilli adası iskelesinden Dersaadet'e sevk olunan zeytinyağı
mikdan.
Medine-i Midilli'den bôferman-ı celilü'ş-şan matlub-ı şahaneleri
buyrulan revgan-ı zeytten bu defa nefs-i Midilli iskelesinden tahmi! olunan
revgan-ı zeyt sefinelerinden tahmi! ve Der Aliyye'ye sevk ve tisyar kılınan
sefain reisieriyle hamuleleri mikdar ve gemisinin defteridir ki ber muceb-i
iilişan zikr ve beyan olunur ...
Revanoğlu sefinesi kıt' a 1, kantar 350
Manolaki reis sefinesi kıt' a 1kantar 450
Panayot reis sefinesi kıt' a 1 kantar 550
Hüseyin reis sefinesi kıt'a 1kantar 510
Ahmet reis sefinesi kıt'a 1kantar 195
Müftü Mehmet Reis sefinesi kıt'a 1kantar 500
Sefain 7, kantar 2955
Yalnız iki bin dokuz yüz kantardır
(Mühür)"

100 BOA, Cevdet ıktisat, 1252/1 (lORecep i2 i4 = 11 Eylül 1799).


101 BOA, Cevdet Iktisat, 1252/1 , iO Rebiülahir 1214 (= 11 Eylül 1799).
102 BOA, Cevdet İktisat, 310. Burada teker teker MidiIli'deki tüccarların
İstanbul'daki
ortaklarının da adı yazılmıştır. Ortakların hem Müslüman hem de Hıristiyan olduğu
anlaşılıyor. Yani İstanbul'daki bir Müslüman tüccarı MidiIli' deki ortağı Hıristiyan
olabiliyordu.
103 BOA, Cevdetİktisat, 1544, 15 Cemaziyelahir 1217 (13 Ekim 1802).
Zeki Ankan
18

Yine bu bağlamda, İstanbul'da oturanların "zaruret-i muzayakadan


masun olmaları ziyade sa 'y ve dikkat olunmak ahass-ı metalib-i pidaşahane
olduğuna binaen Midilli iskelesinden sefaine tahmil ve miktar-ı keyfiyeti ve
rüesanın esamisi beyaniyle yedierine memhur irsaliye itasıyla Der Aliyye'ye
revgan-ı zeyt ve sabun irsal ve tesyiri hususuna memur kılınan ... " Çukadar
Ali Ağa gereken görevi yerine getirmişti 104. Toplam 16 gemiye 4662 kantar
zeytinyağı ve 855 kantar sabun olmak üzere 5517 kantarlık bir yük
İstanbul'a sevk edilmişti.
Yukarıda da belirtildiği gibi İstanbul' a zeytinyağı ve sabun
göndermekle yükümlü yerlerden biri de Ayvalık idi. Burası 1818-1819
(12:34) tarihinde İstanbul' a 27.900 kantar zeytinyağı ve 4.852 kantar da
sabun göndermeyi yüklenmiş ve bu yükümlülük de kazanın kadısı ilamıyla
tescil edilmişti 105:
"Der-i devlet mekine arz-ı dai-i kemineleridir ki Ayvalık kazasından
senevi onbeş bin dört yüz kantar revgan-ı zeyt ve dört bin kırk yedi kantar
sabun tertip olunmuş olup ve badehu revgan-ı zeyt üzerine beş yüz kantar
zam ile on yedi bin dokuz yüz kantara iblağ kaza-ı mezkurdan külliyetlü zeyt
yağı ve sabun husule geldüğü dahi ol vechile tekrar on yedi bin dokuz yüz
kantar revgan-ı zeytin üzerine bu defa dahi riıüceddeden on bin kantar zam
ile yirmi yedi bin dokuz yüz kantara iblağ ve dört bin kırk yedi kantar
sabunun dahi üzerine sekiz yüz beş kantar ilave olunarak dört bin sekiz yüz
elli iki kantara iblağ olunmağla bundan böyle ol mikdar zeyt yağı ve sabun
beher sene tamamen irsal ve tertib-i mezkur ikmal olunmadıkça mahall-i-
ahara bir vukiyye ve bir dirhem revgan-ı zeyt ve sabun verilmemesi babında
tenbihat ve tekidatı havi şedidü' i mazmun cümleye hitaben şeref riz-i sad
buyrulan ferman-ı celilüşşan tataran-ı hazret-i sadaret penahiden Emin Ağa
kulları yediyle kaza-i mezbur mahkemesine ledelvürud ve't-tescil ve bilcümle
lazımü'l huzur muvacehelerinde feth ve kıraat olundukda sem'an ve taaten
merasimini ba'del eda ve sonra cevabıarında her ne kadar ez'af-ı muzayaka
ise dahi tertib-i cedidi dahi edaya sa'y ve gayret üzre olduklarımızı der-i
devlet medara arz-ı ilam ediver deyü takrirleri bi' l-iltimas paye-i serir-i
alaya arz ve ilam olundu Bakiferman ... "
1821-1830 yılları arasında yani Yunan a.yaklanması sırasında Batı
Anadolu, adalar büyük zarara uğradı. Çıkan ayaklanmaların bastırılması
aşamasında Rum reayanın önemli bir bölümü adalara kaçıyordu. Ayvalık
kasabasında çıkan ayaklanma oldukça kanlı bir biçimde bastm1dı. Kasabanın
25,000 olarak hesaplanan nüfusu ancak 6.000' e düştü. Batı Anadolu'da incir,
üzüm, zeytinyağı vb. üretiminin düştüğünü gören Sultan II. Mahmut, kaçan

~04 BOA, Cevdet İktisat, 1604, Rebiülevvel 1230 (Şubat-Mart 1815). Krş. BOA, Cevdet
Iktisat, 350, Rec~p 1232 (Mayıs-Haziran 1817).
105 BOA, Cevdet Iktisat, 12.
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
19

reayaya her türlü güvence vererek bunları geri çağırdııo6. Fakat daha önceki
üretim-tüketim dengesini sağlamak kolay değildi. İşin ilginç tarafı
ayaklanma yıllarını kapsayan dönemle ilgili belgeler yok denecek kadar
azdır. Ancak bunların benim gözümden kaçmış olabileceğini de kabul
ediyorum. Nitekim Aralık 1831 tarihli bir belgeden anlaşıldığına göre
"Midilli cetiresinin revgan-ı zeyt mahsulatında asar-ı kıllet ve nedret rivayet
ve ihbar olunmakda" idi ıo7.
Yed-İ Vahİd'İn Kaldırılması ve Sonuçları
Kapitülasyonlarıo8, Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik varlığı tehdit
eden ve gelişmesini önleyen en önemli etkenlerin başında geliyordu. Buna
bağlı olarak yabancı tüccarlardan %3 oranında bir gümrük alınıyordu.
XVIII.yüzyıl sonlarından başlamak üzere her devlet için ayrı ayrı gümrük
tarife defterleri düzenlenmeye başlandııo9. Buna bağlı olarak ortaya
çözülmesi güç sorunlar çıktı. Tarifelerin sık sık yenilenmesi gündeme geldi.
Kal'a-i Sultaniye antlaşmasında (1809) Osmanlı İmparatorluğu'nda üretilen
ve stratejik olarak nitelendirilebilecek mallar için uygulanan yed-i vahit
(tekel) gittikçe genişleyen Avrupa ticareti bakımından bir ayakbağı olarak
görülüyordu. İngilizlerin bu konudaki şikayetlerinden biri Anadolu
mahsulatı üzerine uygulanan yed-i vahidten başka Mısır valisi Mehmet Ali
Paşa'nın bu sistemi bütün Mısır'ı kapsayacak biçimde genişletmesiydi1ıo.
İngilizlerin esas amacı kimi stratejik ürünlere uygulanan tekel sisteminin
kaldırılmasıydı. Bunun için İngilizler yed-i vahidin kötü bir uygulama
olduğunu, kaldırılmasının halkın çıkarına olacağı tezini işlemeye ve Osmanlı
devlet adamlarını buna inandırmaya çalıştılar. Ancak sistemin
kaldırılmasının yabancıların devletin iç işlerine karışabileceğinden kaygı
duyuluyordulll. Tekel 'in kaldırılması ile görüşmeler 1254 (1838) yılına
kadar sürdü. Sonunda Balta Limanı antlaşmasının dördüncü maddesi
uyarınca kaldırıldı. Buna göre Britanya tebaası Osmanlı ülkesinde üretilen
bütün maddeleri, istisnasız olarak ihraç etmek iznini elde ediyordull2•
İngilizlere verilen daha başka ayrıcalık ve haklar da bu antlaşmada yer
alıyordu.
, Üzerinde durmak istediğimiz asıl nokta şudur: Yed-i vahid'in 1838
Balta Limanı antlaşmasıyla kaldırıldığı bilinmekle birlikte böyle bir kararın

106 Zeki Ankan, "1821 Ayvalık İsyanı", BelIeten, 203 (1988),571-600.


107 BOA, Cevdet Belediye, 104 (Evaslt-ı receb 1247 = 16-25 Aralık 1831) .
• !OR Halil İnalcık, "İmtiyazat", Encyclop~die de !'Islam (Eı2), IV, 1179-1189.
109 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-Ingiliz Iktisadi Münasebetleri (1580-1838), Ankara,
1974, I, 74. .
110 Kütükoğlu, Osmanlı-~ngiliz, 97.
iii Kütükoğlu, Osmanlı-Ingiliz, 88.
112 Yusuf Kemal Tengifşenk, "Tanzimat Devrinde Osmanlı Devletinin Harici Ticaret
Siyaseti", Tanzimat I, Istanbul, 194Q, 282"320; Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni,
Ankara, 1969,50-52; Kütükoğlu, Türk-Ingiliz, 93.
Zeki Ankan
20
ll3
çok daha önceden uygulamaya konulduğu anlaşılmaktadır . 3
Cemaziyelahir 1249 (=18 Eylül 1833) tarihli bir belgede " .. Revgan-ı zeyt
hususunda yed-i vahid usulü külliyen fesh ve hüsn-i nizamı istikmal"
olunmuş ve bununla ilgili gerekli işlemlerin yapılmasına zecriye muhassılı
Necip Efendi memur edilmiştir. O da Midilli'ye özel adamlar göndermiş ve
Midilli muhafızı Mir İsmail de bu kişilerin gelmesine kadar hiç bir tarafa yağ
kaçırılmamasına özen göstermiştir. Bununla birlikte herhalde İstanbul için
tahsis edilen zeytinyağının "peyapey irsaline gayret" olunmakta ise de yağ
konusunda birçok müdahaleler gündeme gelmiştir. Bu müdahalelerin nazır
tarafından yapıldığı söylentileri yayılmıştır. Oysa:
"Dersaadetten maada mahall-i saireye bir dirhem yağ ve sabun
verilmemiş ve ferman-ı iili vürudundan sonra bir kimseden yed-i vahid
ruhsatı namıyla beş kuruş ahz ve tahsil olunmamış Dersaadet' e gönderilen
yağ ve sabunların iktiza eden rüsumat-ı icapları memur-ı mumaileyh
ha~:retleri tarafından Dersaadet'te tahsil olunmak üzere bu tarafta olan
memurları taraflarından fakat rüesa yedierine birer kıt'a memhur tezkere
verilerek gönderilmiş bu veçhile kullarının hilaf-ı rıza ve mugayir-i irade-i
seniyye vechen minelvücuh müdahale-i bendegiinem vukua gelmemiş
olduğu ... " 114
Zeytinyağının"Der Aliye tertibi fazlası" dışarıya ihraç ediliyordu.
Nitekim elimizde bulunan bir arşiv belgesi Edremit ve Kemer-Edremit
kazalarında elde edilen zeytinyağının fazlasının dışarıya satışı ile ilgili bir
listeyi kapsamaktadırlls.
1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret antlaşmasından i16 öncesine ilişkin başka
belgeler de zeytinyağında yed-i vahit usulünün kaldırıldığını kesin olarak
kamtlamaktadır. Ancak bu yeni uygulama herhalde İstanbul için gerekli olan
zeytinyağı ve sabunun sağlanması konusunda bir takım yükümlülükleri de
birlikte getiriyordu. Midilli, Yunda, Kemeredremit, Molova, Ayvacık,
Emrudabad kasabalarının yükümlülükleriyle ilgili belgeler bu bakımdan
önemlidir1l7. Bundan anlaşıldığına göre İstanbul'da bulunan zeytinyağı
tüccarlarının "enva-ı fesada mütecasır" olmalarına karşılık, yeni bir ferman
çıkarılmış ve halk, gereken meblağın eksiksiz sağlanması konusunda tam bir
güvence vermiştir. Verilen ayrıntılara göre, eskiden olduğu gibi muhtar,
vücuh, yerli tüccarlar ve mansure hazinesi tarafından rüsumat tahsiline

ll3BOA, Cevdet ıktisat, 2102.


114 UOA, Cevdet Iktisat, 2102.
115 UOA, Cevdet İktisat, 1493/2 (Zi1kade 1250 = Mart 1835).
116 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı.İngiliz, I, 92-126.
117 BOA, Cevdet İktisat, 1302/1, 1251 (1835). "Mukaddema bu irade-i seniyye yed-i vahid
usulünün terkiyle 49 senesi şevvalinden itibaren cezire-i mezbur [Midilli] ile sair mahall-i
malumeden Dersaadet için tertib olunan yüz elli bin kanlar revgan-ı zeyt ve sabunun işbu elli
iki senesi ramazanı gayetine değin mukaddema her bir mahal için mikdan tahsis olunan üç
senelik ... "
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
21

memur olan görevlinin nezaretinde her yıl yapılacak tahminler sonunda


zeytinyağı ve sabunun İstanbul tertibi fazlası dışarıya satılabilecektir.
İstanbul için ayrılan zeytinyağının ala, temiz ve tortusuz olarak safi olmasına
özen gösterilecektir. Sabun da temiz ve kuru olacaktırlls. İstanbul' a
gönderilen mahsulün bedeli mansure hazinesinden karşılanacaktır.
Bu belgeden anlaşıldığına göre, yukarıda belirtilen yörelerin her biri
kendi hisselerine düşen zeytinyağı ve sabunu sağlamak için gereken
güvenceyi vermişlerdirl19. Buna göre 150.000 kantar olarak hesapla.nan
İstanbul'un zeytinyağı ve sabun gereksiniminin ilgili yerlere göre dağılımı
şöyledir:
Yunda 1.200 kantar
Edremit ve Kemer Edremit 350
Midilli 67.950
Ayvacık maa Kızılcatuzla 5.000
Ayazmend ve Emrudabad 9.000
Toplam 83.500
Görüldüğü gibi 150.000 kantar zeytinyağı ve sabunun yarıdan fazla bir
bölümü Midilli, Biga ve Karesi çevresinden sağlanmaktadır. Midilli 'nin bu
çerçevede % 67.950 bir payla çok önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz.
Ayvalık ise bu listede yer alamamaktadır. Gerekli olan zeytinyağı ve
sabunun diğer yöre ve adalardan sağlandığına şüphe yoktur.
Ünlü Türk yazar, şair ve gazetecisi Namık Kemal, 1877 yılında
Midilli'de "ikamete memur" edildi. 19 Temmuz 1877'de Midilli'ye hareket
eden Namık Kemal'in bu sürgünlük yaşamı iki yıl beş ay sürdü. 18 Aralık
1879 tarihinde de sancağın mutasarrıflığına getirildi ve 1884 yılına kadar bu
görevde kaldı. 15 Ekim 1884 tarihinde buradaki görevinden ayrıldı ve yeni
görev yeri olan Rodos'a gitti. Namık Kemal, kısa sürede titiz bir yönetici
olduğunu kanıtladı. Onun saraya gönderdiği layihalar ve yazdığı
l20
mektuplar , Midilli'nin sosyal, ekonomik ve kültürel durumuna önemli bir
ışık tutmaktadır. İşte bu layiha ve mektuplarda adanın ekonomisinde çok
büyük bir yer tutan zeytin ve zeytincilikle ilgili son derece dikkate değer
ayrıntılar bulabiliyoruz.
Namık Kemal'e göreIZI adanın en birinci ürünü zeytin tarımıdır. Zeytin
ağacı ise oldukça zor yetişir. Ada halkının geçimi öteden beri zeytinciliğe ve
bağcılığa bağlıdır. Fakat 1264 (1849) yılında kışın çok şiddetli geçmesinden
ötürü hemen hemen bütün zeytin ağaçları donmuş ve bundan sonra ağaçların

LLS 44 vukiyyenin bir {\antar-ı Rumi olduğu belirtiIme~tedir.


119 Krş. BOA, Cevdet Iktisat, 1909, 1253 (1837-38); Irade (Dahiliye), 10835.
1211 Fevziye Abdullah TanseL, Namık Kemal'in Hususi Mektupları, TTK, Ankara, 1973, III,
VI, Midilli Mektupları.
ııı Tansel. Namık Kemal'in .... III. 37-40.
Zeki Ankan
22

kütüklerini üretken kılmak ya da zeytin yetiştirmek ya da yabani zeytinlikler


açıp aşılamak pek kolayolmamıştır. Bunun sonucunda halk için bir de
"murabaha belası" ortaya çıkmıştır. Kısacası, zeytinciliği geliştirmek için
uygulanan borç-faiz yöntemi pek verimli olmamış, halk sürekli olarak ağır
borı~ altında ezilmeye mahkum edilmiştir. Halkı murabaha pençesinden
kurıtarmak için hükümet kimi yerlerde yararı bilinen "Menafi-i Umumiye
Sandığı "nın kurulmasına öncülük etmiş ve. istenen yarar sağlanamamıştır.
Bilgisizlik ve parasızlık, onun deyimiyle "maarif ve sermaye noksanı"
yalnız tarımda değil, ticarette de kendini göstermektedir122• Namık Kemal'e
göre, zeytinciliği ilerletmek ve belki çöküşünü durdurmak için yapılması
l23
gereken işlerin başında gelen burada bir banka şubesi açmaktır .
Midilli'deki zeytinlikler yaklaşık otuz yedi bin ailenin tasarrufundadır.
Bunların da sahip oldukları zeytin alanları dağınıktır. Zeytinin toplanması,
işlenmesi, değirmenlere götürülmesi uzun bir zamana bağlı bulunmaktadır.
Bundan ötürü ahali zeytini uzun süre saklayabilmek için tuzlamak
zorundadır. Bu ise epeyce pahalıya malolmaktadır. Bir mudl24 zeytinin
gereği gibi saklanabilmesi için elli okka tuza gereksinim vardır. Bir mud
zeytinden ondokuz desti yağ hasıl olduğuna göre o kadar ürünün tuzu için
dahi nakliyesi ve tüccarın karı ile birlikte otuz yedi buçuk kuruş kadar tuz
harcanmaktadır. Böylece şu anda yirmi beş kuruşa satılan bir desti
l25
zeytinyağı için verilen öşrünün üçte birinden fazla vergisi ödenmektedir .
Halkın bu konudaki yakınmalarından, başvurularından olumlu bir sonuç
alınmamıştır.. Buna bağlı olarak tuz kaçakçılığı oldukça genişlemiştir.
Midilli'de yılda sekiz yüz bin kantar ya da buraca bilinen ölçülere göre beş
milyon altı yüz bin desti kadar yağ ve bu hesapla yaklaşık üç yüz bin mud
zeytin hasıl olmaktadır126• Namık Kemal, tuz konusunda da sağlıklı öneriler
getirmektedirl2? .
Namık Kemal, Midilli zeytinciliği açısından bir başka konuya da dikkati
çekmektedir. Zeytinliklerin altlarının ekilmesi nedeniyle, koyunlar için
gerekli otlak bulunamamış ve koyunlar Anadolu'ya götürülüp satılmaya
başlanmıştır. Önceleri koyunlar zeytinliklerde rahat rahat dolaşırken,
zeytinlik sahiplerinin para istemeye başlaması sonucunda, ağaçlar

122Tansel,Namık Kemal'in , VI,41.


123Tansel, Namık Kemal'in , VI, 38: "Bu cihetlerle Midilli'nin zeytunculuğunu terakkiye
sevk etmek ve belki tedenniden men' eylemek daha mühim ve müessir bir çare tedarikine
muhtaç olarak o çare de mütalea-i çekeraneme göre buraya bir banka şubesi getirebilmektir."
124 Mud: Hacım ölçüsü. Bursa mudu 1112.5 litre, Karaman mudu 69.5 litreye eşitti. W. Hinz,
48. Ancak Tanzimat döneminde bu ölçülerin değiştirilmesine çalışılmış, fakat
uJgulanamamıştır.
ı Tansel, Namık Kemal'in , VI, 39.
126 Tansel, Namık Kemal'in , VI, 39.
127 Tansel, Namık Kemal'in , VI, 40.
MidiIIi-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
23

gübrelenememiş, koyun sayısı da giderek azalmaya yüz tutmuşturl28.


Yağhane ve sabunhanelerin giderek azalması da zeytinciliğin çöküşüyle
ilgili olsa gerektirl29.
1885 (1303) salnamesine göre Midilli'de yıllık zeytin üretimi
45.161.290 kg., zeytinyağı üretimi 11.612.550 kg. idi.
Sonuç
Osmanlı İmparatorluğu, zeytinyağı üretim ve tüketiminde tarihin
derinliklerine giden bir mirası devralmış ve sürdürmüştür. Öyle ki Osmanlı
egemenliğinde bulunan Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve adalarda zengin bir
zeytincilik kültürü varlığını sürdürmüştür. Zeytin ve zeytinyağının üretimi,
vergilendirilmesi ve pazarlanması belirli kurallara bağlanmış ve bu kurallar
kanunnamelerde açıklanmıştır. Adalarda ve Ege bölgesinde üretilen
zeytinyağının büyük ölçüde İstanbul'a tahsis edilmesi, başkentin
gereksiniminin karşılanmasına yönelik önlem olarak görülmektedir. Adalar
içinde Midilli, bu bağlamda önemli bir merkezdi. Midilli-İstanbul arasında
kurulan ticari ilişkiler büyük ölçüde zeytinyağı alımına bağlı bulunuyordu.
Arşiv belgelerinden çıkan sonuca göre, zeytinyağındaki tekel yöntemi
(yed-i vahid) 1838 Balta Limanı antlaşmasından daha önce kaldırılmıştı.
Kaldırılmıştı ama, İstanbul için gerekli olan yağ ve sabunun öncelikle
sağlanması yoluna gidilmesi için de gerekli önlemler alınmıştı.

Kaynaklar

i. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)

BOA, Cevdet Belediye, 7004, 8 S 1190 (=29 Mart 1776).


BOA, Cevdet Belediye, 404, Ramazan 1204 (1789-90).
BOA, Cevdet, Belediye, 1059, 19 Muharrem 1209 (1794-95)

BOA, Cevdet Belediye, 104 (Evaslt-ı receb 1247 = 16-25 Aralık 1831).
BOA, Mühimme Defteri (MD), xıX, 169 (19 Safer 980 = 1 Temmuz 1572).
BOA, Mühimme Defteri (MD), 33, no. 352.
BOA, Cevdet İktisat, 2122.

BOA, Cevdet İktisat, 91 (29 Şevval 1182 = 8 Mart 1769).


BOA, Cevdetİktisat, Cemizziyeahir 1195 (=Mayıs 1781).

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, "Namık Kemal 'in Mektupları::.", BelIeten, 42 (1947).


128

Şengül Ayağuz, Cezayir-i Bahr-i Sefid Vilayeti, E.U. Sosyal Bilimler Enstitüsü, YLT,
129
1989,86.
Zeki Ankan
24

BOA, Cevdet, İktisat, 1589/2, 18 Rebiulahir 1210/2 Ekim 1795.

BOA, Cevdet İktisat, 1451/2.


BOA, Cevdet İktisat, 1504/1,22 Recep 1241 (4 Aralık 1825).

BOA, Cevdet İktisat, 2185.

BOA, Cevdet İktisat, 310.


BOA, Cevdetİktisat, 1252/1 (10 Recep 1214 = 11 Eylül 1799).

BOA, Cevdetİktisat, 1302/1,1251 (1835)


BOA, Cevdet İktisat, 1909, 1253 (1837-38); İrade (Dahiliye), 10835.

BOA, Cevdetİktisat, 1544, 15 Cemaziyelahir 1217 (13 Ekim 1802).


BOA, Cevdet İktisat, 1604, Rebiülevvel1230 (Şubat-Mart 1815).

BOA, Cevdet İktisat, 350, Recep 1232 (Mayıs-Haziran 1817).

BOA, Cevdet İktisat, 12.


BOA, Cevdet İktisat, 2102.
BOA, Cevdet, İktisat, 1268.
BOA, Cevdet İktisat, 1493/2 (Zilkade 1250 = Mart 1835).

BOA, Cevdet (İktisat), 339 (28 Ra 1201).


BOA, TT 153'e ekli visale.

BOA, TT 264, 6.
II. Kitap ve Makaleler
Acaroğlu Türker, "Dünyada Basılan İlk Türkçe Kitap", Belleten, 197 (1986)

Ahmet Aşıki, Tevarih-i Al-i Osman, (Yay. N. Atsız), İstanbul, 1949


Akgündüz Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, Fey Vakfı,
İstanbul, 1990, i
Alexander John Christos, Towards a History of Post-Byzantine Greece: The
Ottoman Kanunnames for the Grek Lands, Circa, 1500-Circa 1600, Athens,
1995
Arıkan Zeki, xv-xvı. yüzyıllarda Hamit Sancağı, İzmir, 1988
Ankan Zeki, "1821 Ayvalık İsyanı", Belleten, 203 (1988)
Ankan Zeki, "Osmanlı İmparatorluğu'nda İhracı Yasak Mallar (Memnu Meta)",
ProfDr. Bekir Kütükoğlu Armağanı, İstanbul, 1997
Midilli-İstanbul Arasında Zeytinyağı Ticareti
25

Avcıoğlu Doğan, Türkiye'nin Düzeni, Ankara, 1969

Aymard Mauric, Venise, Rauguse et le commerce du ble pendant la seconde moitie


du XVI e siec!e, Paris, 1966.

Ayoğuz Şengül, Cezayir-i Bahr-i Sefid Vilayeti, E.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü,
YLT,1989

Bahr-i Sefid Kılağuzu (Adalar Denizine Ait), İstanbul 1331 (İngilizceden


çevrilmiştir)

Bağış Ali İhsan, Osmanlı Ticareti'nde Gayri Müslimler: Kapitülasyonlar, Avrupa


Tüccarı, Beratlı Tüccarlar, Ankara, 1983.

Balta Evangelia, L'Eubee cl lafin du XVe siec!e, Economie et population. Les


registres de l'annee 1474, Athens 1989; Rural and urban Population in the
sancale of Euripos in the early 16th century, Athens, 1992

Balta Evangelia, "Olive cultivation in Crete at the time of the Ottoman Conquest",
Osmanlı Araştırmaları/Journal of Ottoman Studies, XX (2000)

Barkan Ömer Lütfi, xv-xvı. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu'nda Zirai


Ekonominin Hukuku ve Mali Esasları, Kanunlar, 1, İstanbul, 1943

Barkan Ömer Lütfi, Meriçli Enver, Hüdavendigilr Livası Tahrir Defterleri, TTK,
Ankara, 1988, i

Barkan Ömer Lütfi, "Edirne Civarında Bazı İmaret Tesislerinin Yıllık Muhasebe
Bilançoları", Belgeler, 1/2 (1964)
Braudel F., La Mediterranee le monde mediterraneen cl l'epoque de Philippe II,
Paris, 1966,1.

Bostan İdris, Osmanlı Bahriye Teşkilatı, XVıı. yüzyılda Tersane-i Amire, TTK,
Ankara, 1992

Boulanger Patrick, Marseillemarche international de l'huile d'olive, un produit et


des hommes, 1725-1825, Marseille, Institut Historique de Provence, 1996.
Boulanger Patrick, "L'ile de Mytilene et le negoce français au XVIIIe siecle", Les
villes dans l'Empire otoman: Activites et Societes, Paris, 1991, i
Broughton T.R.S., Roman Asia Minor, An Economic Survey of Ancien Rome,
Baltimore, 1959, LV
Cornelius le Brun, Voyage au Levant, Rouen-Paris, 1728, i
Cook MA., Population Pressure in Rural Anatolia 1450-1600, London, 1972.
Darkot Besim, "Midilli", İA, VIII,

Darkot Besim, "Ayvalık", İA (İslam Ansiklopedisi), II


Zeki Arıkan
26

Dukas, Bizans Tarihi, (Çev. V.L. Mimiroğlu), İstanbul, 1956

Emecen Feridun M., XVI. Asırda Manisa Kazası, TTK, Ankara, 1989
Emecen Feridun M., "Ege Adaları'nda Mali Yapı", Ege Adaları'nın İdari, Mali ve
Sosyal Yapısı, (ed. İdris Bostan), SAEMK, Ankara, 2003

Erim Hıfzı, Ayvalık Tarihi, Ankara, 1948.


Ertem Hayri, Boğazköy Metinlerine Göre Hititler Devri Anadolu'sunun Florası,
TTK, Ankara, 1974
Evliya Çelebi, Seyahatname, İstanbul, 1935, IX
Faroqhi Suraiya, "Rural Society in Anatolia and the Balkans during the sixteenth
century", TUfcica, DUl (1977)
Faroqhi Suraiya ve Neumann Christoph K. (editörler), Soframız Nur Hanemiz
Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek ve Barınak, (Çev. Zeynep Yelçe),
Kitap yay., İstanbul, 2006
Faroqhi S., Osmanlıda Kentler ve Kentliler, Tarih Vakfı, İstanbul, 1993
Frangakis-Syret Elena, The Commerce of Smyrna in the Eighteenth Century (1700-
1820), Athens, 1992

Fukasawa Katsumi, Toilerie et le Commerce du Levant d'Alep lı Marseille, CNRS,


Paris, 1987
Genç Mehmet, Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet ve Ekonomi, İstanbul, 2000
Goffman Daniel, İzmir and the Levantine World, 1550-1650, University of
Washington Press, 1990
Güçer Lütfi, "XVIII. yüzyılOrtalarında İstanbul'un İaşesi İçin Lüzumlu Hububatın
Temini Meselesi", İktisat Fakültesi Mecmuası (İFM), XI/I-4, (1949-1950)

Güı;:er Lütfi, "XV-XVıı. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğu'nda Tuz İnhisarı ve


Tuzlaların İşletme Nizarnı", İFM, 23 (1961-1963)
Hammer Joseph von, Devlet-i Osmaniye Tarihi, (Çev. Mehmet Ata), İstanbul, 1329,
III
Hinz Walther, lslamische Masse und Gewichte, Leiden, 1955
İnalcık Halil, The Ottoman Empire. The Classical Age, 1300-1600, Phoenix,
London, 2003
İnalcık Halil, "İmtiyazat", Encyclopedie de l'Islam (EI2), IV
Jorga Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, (Çev. Nilüfer Epçeli), Yeditepe,
İstanbul, 2005, II
MidiIli-İstanbulArasında Zeytinyağı Ticareti
27

Kalodny Emile Y., La population des fles de la Gr_ce, Aix-en-Provence, 1974, i

Kemalpaşazade, Tevarih-Al-i Osman, (Haz. Şerafettin Turan), TTK, Ankara, 1991,


VII

Kritovulos, Tarih-i Sultan Mehmet Han-ı Sani, (Çev. Karahdi), İstanbul, 1328

Küçük Cevdet, Emecen Feridun M., Bostan İdris ve diğerleri, Ege Adalarının
Egemenlik Devri Tarihçesi, SAEMK, Ankara, 2001

Kütükoğlu Mübahat S., Osmanlılarda Narh Müessesesi ve 1640 Tarihli Narh


Defteri, Enderun, İstanbul, 1983

Kütükoğlu Mübahat S., XV. ve XVI. Asırlarda İzmir Kazasının Sosyal ve İktisadi
Yapısı, İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir, 2000

Kütükoğlu Mübahat S., Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri (1580-1838),


Ankara, 1974, i

Lowry Heath W., Pifteenth Century Ottornan Realities Christian Peasant Life on the
Aegean Islands of Limnos, Eren, İstanbul, 2002.
Mansel Arif Müfit, Ege ve Yunan Tarihi, TTK, Ankara, 1963

Mantran Robert & Jean Sauvaget, Reglements fiscaux ottomans Les provinces
syriennes, Beyrouth, 1951

Masson Paul, Histoire du Commerce français dans le Levant an XVIIe sCcle, Paris,
1896; Paris, 1911

0livier, Türkiye Seyahatnamesi, (Çev. Oğuz Gökmen, II. Kitap, İstanbul, 1991
Piri Reis (Kitab-ı Bahriye, İstanbul, 1935).

Planhol Xavier de, Les fondements geographiques de l'histoire de l'Islam,


Flommaarion, Paris, 1968; De la plaine pamphylienne aux lacs pisidiens.
Nomadisme et vie paysanne, A. Maisonneuve, Paris, 1958

Refik Ahmet, On İkinci Asr-ı Hicride İstanbul Hayatı (1689-1785), İstanbul, 1930,
yeniden, Enderun, İstanbul, 1988

Rostovtzeff M., The Social and Economic History of the Helienistic World, Oxford,
1964,3 cilt
Tansel Fevziye Abdullah, Namık Kemal'in Hususi Mektupları, TTK, Ankara,
1973
Tengirşenk Yusuf Kemal, "Tanzimat Devrinde Osmanlı Devletinin Harici
Ticaret Siyaseti", Tanzimat I, İstanbul, 1940
Uluçay Çağatay, XVII. yüzyılda Manisa'da Ziraat, Ticaret ve Esnaf Teşkilatı,
İstanbu1,1942
UzunçarşıIı İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, TTK, Ankara, 1964, II
UzunçarşıIı İsmail Hakkı, "Namık Kemal'in Mektupları ... ", Belleten, 42
Zeki Arıkan
28

(1947).
Ünal Ayhan Afşın, XVI. yüzyılda Ceza ir-i Bahr-i Sefid Eyaleti, Midilli
Sancağı, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, doktora tezi, 2001.
Yerasimos Stefanos, Sultan Sofraları, /5. ve /6. yüzyıllarda Osmanlı Saray
Mutfağı, YKY, İstanbul, 2000.
Yorulmaz Ahmet, Ayvalık'ı Gezerken, Ayvalık, 2000, 6.baskl
Wallerstein Immanuel, The Modern World-System II. Mercantilism and the
Consolidation of the European World-Economy, /600-1750, New York, 1980.
Wallerstein 1., H. Decdeli and R. Kasaba, "The incorporation of the Ottoman
Empire into the Wor1d-economy", The Ottoman Empire and the World-
Economy, Ed. By Nuri İslamoğlu-İnen, Cambridge University Press.
Üç Türk Hükümdarının Yaptırdığı Üç Sağlık Kurumu:
Tolunoğulları, Zen~iler ve Memlüklerde
Sağlık Hizmetleri
Three Health Institutions Which Established by Three Turkish
Rulers: Health Care Services in Tolunids, Zangids and
Memluks

Eşref BVHARALI*

Öz

Modern bilimin gelişmesinde, İslam uygarlığının etkisi sık sık dile'getirilir.


Felsefeden astronomiye pek çok Müslüman bilim adamından, bu münasebetle
zikredilir. Ancak belki de bu konuda en çok söz konusu edilmesi gereken husus,
modern tıp biliminin gelişmesinde Türklerin katkılarıdır. Bu konuda kaleme alınan
yazılar, daha çok bilim adamları ve onların eserleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Tıp
bilimini, sağlık idaresi, sağlık anlayışları ve sağlık birimlerinin işletim sistemleri ile
bir bütün olarak düşündüğümüzde, bu hususlarda yeterince çalışmanın
bulunmadığını görmekteyiz.

Tolunoğulları, Zengiler ve Memlükler döneminde birçok hayır işleri


gerçekleştirilmiş; hastaneler, medreseler, camiler, köprüler, hanlar, hamamlar vb.
sosyal tesisler yapılmıştır. Bu çalışmada üç Türk hükümdarının yaptırdığı üç sağlık
kurumu hakkında bilgi vereceğiz.

Anahtar Kelimeler: Bimaristan, Sağlık Hizmetleri, Tolunoğlu, Nurettin Zengi


ve Kalavun.

Abstract

The effect of Islam civilizations on the development of modern science is often


talked about. A lot of Muslim scientists can be mentioned on this aspect from

• Prof. Dr. A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü.


Eşref Buharalı
30

philosophy to astronomy, but most probably the contribution of the Turks to the
development of the modern medicine is the issue that must be handled the most. The
artides written on this subject generallyas a whole with medical administration,
health understanding, management of health departments we see that there has not
been enough studies on these subjects.
During the periods of Tolunids, Zangi and Memluks a lot of charities had been
achieved; hospitals, madrasa, mosques, bridges, inns, Turkish bahts and similar
social foundations had been established. In this study, information about three
hospitals having been built by three Turkish sovereings will be given.
Key Words: Bimaristan, Healt Care, Tolunid, Nur al-din Zangi, Qala'un.

Modern bilimin gelişmesinde, İslam uygarlığının etkisi sık sık dile


getirilir. Felsefeden astronomiye pek çok Müslüman bilim adamından, bu
münasebetle zikredilir. Ancak belki de bu konuda en çok söz konusu
edilmesi gereken husus, modern tıp biliminin gelişmesinde Türklerin
katkılarıdır. Bu konuda kaleme alınan yazılar, daha çok bilim adamları ve
onların eserleri üzerinde yoğunlaşmaktadır. Tıp bilimini, sağlık idaresi,
sağlık anlayışları ve sağlık birimlerinin işletim sistemleri ile bir bütün olarak
düşündüğümüzde, bu hususlarda yeterince çalışmanın bulunmadığını
görmekteyiz.
Tolunoğulları, Zengiler ve Memlükler döneminde birçok hayır işleri
gerçekleştirmişler, hastaneler, medreseler, camiler, köprüler, hanlar,
hamamlar vb. sosyal tesisler yapılmıştır.
Bu çalışmada üç Türk hükümdarının yaptırdığı üç sağlık kurumu
hakkında bilgi vereceğiz. Bu hastanelerden ilki Tolun (Dolunay) oğlu
Ahmet' in Kahire' de yaptırdığı hastanedir. B ilindiği üzere 868-905 yılları
arasında bir Dokuz-Oğuz (Uygur) Türk'ü olan Tolunoğlu Ahmet, Mısır'da
ilk Türk devletini kurmuştur. Kısa zamanda Şam, Halep, Antakya, Adana ve
Tarsus bölgesi bu devletin sınırları içine dahil edilmiştir.
Kaynaklarda bu hastanenin inşası hakkında iki tarih verilmektedir. İlki
M.873 (H.259) diğeri ise M. 875 (H.261) yılıdır. Bazı müelliflere göre bu
hastane Mısır'da yapılan ilk hastanedir. Bu hastane Tolonoğlu Ahmet'in
emri üzerine yapılmış. Buranın yapımı için 60.000 dinar harcanmıştır. al-
kata'i' şehrinde (bugünkü Kahire çevresi) kurulan bu hastane, Mısır'da
kııırulan ilk teşekkülü hastanedir.
Tolunoğlu Ahmet, ayakkabıcılar çarşısı, kapalı çarşı ile köle pazarında
bulunan binaların gelirlerini bu hastaneye vakfetmiştir. Burada ne bir
memlüğün ne de askeri sınıftan birinin tedavi edilmemesi şartı koşulmuştur.
Yani sadece sivil halka hizmet verilmiştir. Temizliğe de dikkat edilerek
hastane bünyesinde kadın ve erkekler için iki ayrı hamam yaptırılmıştır.
Üç Türk Hükümdannın Yaptırdığı Üç Sağlık Kurumu:
31

B U hastaneye başvuran hastalar kıyafet ve paralarını hastane


sorumlusuna emanet ettikten sonra hastanenin özel verdiği elbiseleri
giyerlerdi. Hastaların ilaçları, yiyecekleri ücretsiz verilir ve tedavileri ise şifa
buluncaya kadar karşılıksız olarak yapılırdı. Hastalar iyileşince de onlara
piliç ve ekmek verilir ve ardından emanete alınan para ve elbiseleri iade
edilerek taburcu olmalarına izin verilirdi. Tolonoğlu Ahmet, Cuma günleri
hastaneyi ziyaret eder, ilaç depolarını kontrol ettikten sonra doktorların
çalışmalarını takip ederek hastalarla bizzat ilgilenir ve onları teselli etmeye
çalışırdı.
Yazımızda ele aldığımız ikinci hastane yine bir Türk hükümdarı olan
Nureddin Zengi'nin Şam'da yaptırdığı Nuristan hastanesidir.
Nureddin Mahmut Zengi (ölm.1174) Musul Atabeği İmadeddin
Zengi'nin oğludur. Nureddin Zengi Suriye'yi ele geçirdikten sonra Fatimi
hakimiyetini ortadan kaldırarak Mısır'ı fethetmiştir.
Nureddin Zengi'nin Şam'da yaptırdığı hastane ülkesinde inşa ettirdiği
pek çok hastanenin en büyüğü ve en önemlisi idi. Sultan Nureddin Mahmut
Zengi Haçlılarla savaştığı sırada bir Frank komutanını esir almış, o da canını
kurtarmak için 5 kale ve 500.000 dinar fidye vermiştir. Sultan, elde ettiği bu
parayı yaptıracağı bu hastane için harcamıştır. Bir yüksek tıp okulu halinde
gelişen ve kendi adıyla anılan "Nuristan" hastanesinde herkes tedavi edilirdi.
Hatta bizzat kendisi gelip bu hastanede tedavi olmuştur. Burada ender
bulunan ilaçlar bile yoksul ve zengin ayırmaksızın herkese verilirdi. Daha
sonraki yüzyıllarda bu hastane bir tıp okulu (medresesi) olarak faaliyet
göstermiştir. Meşhur tarihçi İbn'ül Esir (1232) bu hastanede muayene
olduktan sonra, doktor ona bedava ilaç verince İtiraz ederek doktora varlıklı
biri olduğunu söylemiştir. Hekim ona "Durumunuzu biliyorum. Ancak
herkes Nureddin Zengi'nin ihsanından yararlanıyor. Hatta Selahaddin
Eyyubi'nin çocukları ve onun hanedanına mensup insanlar bile bu
hastanenin ilaçlarından karşılıksız olarak faydalanıyorlar. Sultan burayı
yoksul ve zengin Müslümanlara vakfetmiştir." der. Tarihçi Safedi 'nin
bildirdiğine göre; EI- Muhammedeyn b. Ubeydullah b. El-Muzaffer, burada
çok bilgili bir hekim olarak ün yapmıştı. Matematik, astronomi ve musiki'
alanında uzmandı. Ud başta olmak üzere diğer enstrümanları da iyi
çalabiliyordu. Aynı zamanda da bestekardı. Babası da hekim olan EI-
Muhammedeyn, babası başta olmak üzere pek çok ünlü hekimden dersler
aldı. Kısa zamanda kendini gösteren EI-Muhammedeyn Şam'da Nureddin
Zengi tarafından kurulan bu hastanenin başına getirildi. Kaynağımız onun bu
görevindeki çalışmaları hakkında değerli bilgiler vermektedir. O hastalarını
ekibiyle birlikte dolaşır, onlara yazdığı reçeteler hemen temin edilirdi. Vizite
işlemini bitirdikten sonra kaleye çıkar sultan ın ve başkalarının hastalarına
bakardı. Bu işi de bittikten sonra hastaneye döner, burada özel olarak boydan
boya döşenmiş eyvanda otururdu. Burası aynı zamanda bilimsel çalışma
Eşref Buharalı
32

yaptığı bir kütüphane idi. Sultan Nureddin Zengi pek çok tıp kitabını bu
hastaneye vakfetmişti ve bu kitaplar söz konusu eyvanın başköşesindeki iki
kitaplıkta bulunuyordu. EI-Muhammedeyn, buraya geldiğinde bu mesleki
kitaplar huzuruna getirilir, doktorlar ve diğer sağlık görev lileri gelir yanına
otururlardı. Burada öğrencilerin de katıldığı tıbbi müzakereler yapılırdı.
Kitapların okunup incelenmesi ve müzakereler 3 saat kadar bir zaman alır,
ardından bu ünlü hekim atına binerek evine dönerdi. Kaynakta bu şahsın
H.570'de öldüğü belirtilmektedir.
Şam'ın Timur tarafından fethine kadar bu hastane faaliyetini sürdürmüş
ve halka hizmet vermeye devam etmiştir. Bu hastanenin binası bugün İlim
ve Tıp Müzesi olarak kullanılmaktadır.
Ele aldığımız üçüncü hastane ise Memlük Türk devletinin dördüncü
hükümdarı olan Sultan Kalavun'un yaptırdığı hastanedir. Mısır Türk
Sultanlığı Arapça kaynaklarda "Türkiye Devleti" olarak geçmektedir. Bu
devlet 1250-1517 yılları arasında Mısır, Suriye ve Arabistan'da hüküm
sürmüştür.
Bir Kıpçak Türkü olan Melik Mansur Kalavun(1279-1290) Mısır Türk
Sultanı Beybars (1260-1277) zamanında gazi komutan olarak Şam
bölgesinde akınlar düzenlediği sırada M.1276 (H.675) yılında şiddetli bir
kulunç hastalığına yakalanmış, hekimler Şam'daki yukarıda sözünü ettiğimiz
Nureddin hastanesinden (Nuristan) temin ettikleri ilaçlarla onu tedavi
etmişlerdi. Kalavun iyileştikten sonra bu hastaneyi ziyaret ederek oraya
hayran kalmıştır. Tanrı ona hükümdarlığı nasip ettiği takdirde benzer bir
hastaneyi Kahire'de yaptıracağına dair adakta bulunmuştur. Kalavun tahta
geçince hastane, kubbe (türbe) ve medreseden oluşan tesisler için M.l283
(18 Rebiyülevvel H.682) tarihinde Eyyubi hanedanına mensup Munise
Hatun' a ait Kutbiyye Kasrını istimlak ederek ona karşılığında Zümrüt Kasrı
ile bir miktar para vermiş ve tesislerin yapılması için veziri AImeddin
Sancar'ı görevlendirmiştir. Vezir Sancar Kutbiyye, Kasrının büyük salonu
ve dört eyvandanın bulunan şadırvanlara dokunmadan M.l284 (Rebiyülahır
H.683) tarihinde büyük şenliklerle inşaatı başlatmış ve yoğun bir çaba
neticesinde tesisi II ay gibi kısa bir sürede tamamlamıştır. Bu hastaneye
Sultan Kalavun'ın adından esinlenerek Büyük Mansuri Hastanesi adını
vermiştir.
Meşhur seyyah İbn Batuta (1335) bu hastaneyi görmüş; "Buranın
güzelliğini ve mükemmelliğini anlatmaya kalkışan kişi aciz kalır" demiştir.
Burada pek çok hizmet veren birimler ve sayılmayacak kadar ilaçlar
hazırlanmakta olduğunu ve hastanenin varidatının günlük 1000 dinara
ulaştığını da söylemektedir.
Bu müessesenin vakfiyesi elimizdedir; ayrıca yazılı kaynaklarda da
konu ile ilgili bilgiler vardır. Bu müessesenin devamını sağlamak ve
Üç Türk Hükümdannın Yaptırdığı Üç Sağlık Kurumu: 33

vazifelerini aksatmadan yürütmek amacıyla inşaat tamamlandıktan sonra


Mısır ve Şam'da bulunan kendi mülkünden pek çok çarşı ve dükkanı,
hamamları, hanları, bağları ve bahçeleri sultan buraya vakfetmiştir. Sultan
vakfın mahiyetinin devamı için tahsis edilen mülklerin mevkilerini ve
sınırlarını, öngördüğü hizmetlerin ifa edilebilmesi için gerekenleri, vakfın ne
şekilde yürütüleceğini ve gelirlerin nasıl harcanacağını, hekim ve personelin
hususiyetlerini ve bu görevlilerin çalışma şartlarını vakfiyede belirtmiştir. Bu
mevkufattan elde edilen yıllık i milyon dirhemlik meblağın çoğu hastaneye
harcanmış, geri kalan kısmı da kubbe (türbe), medrese ve öksüz çocukların
okuluna tahsis edilmiştir. Ayrıca vakıftan hasıl olan gelirin bir miktarı da
vakfın imarına ve binaların bakımına bırakılmıştır.
Vakfiyeye göre nazır (yönetici) veya naib, buraya vakfedilen bina ve
arazileri günün rayicine göre 3 yıllığına kiraya verirdi. Bu mevkufatlar suçlu
ve gücünden çekinilen şaibeli kimselere kiraya verilmezdi. Nazır vakfın
gelirinden hastanenin her türlü ihtiyacını karşılardı. Şayet harcanan para
yetersiz kalırsa kimseyi mağdur etmemek için ilave para ödemekte de
serbestti. Nazır vakıf gelirinden hastaneye tayin ettiği Müslüman hekimlerin
maaşIarını günün şartlarına göre tespit etmekte de serbestti. Vakfiyeye göre
bu hastanede Müslüman olmayan hekim ve personel çalışamazdı. Ayrıca
buradan Hıristiyan ve Musevi hastalar da yararlanamazdı.
M.1284 (H.683) tarihinde Sultan Kalavun hastanenin açılış törenine
bizzat katılmış, buraya komutanlar, kadılar ve alimlerle birlikte gelerek
kendisine tahsis edilen makarnda oturduktan sonra hastanenin şifalı
içeceklerinden bir kadeh içmiş; "Burasını benim gibilere ve benden aşağıda
olanlara, meliklere ve askerlere, küçük ve büyük komutanlara, küçüklere ve
büyüklere, kadınlara ve erkeklere, hür ve kölelere vakfettim" demiştir.
Vakfın şartına göre bu hastaneye hastalar teker teker veya toplu halde
müracaat edebilmekteydiler. Zengin, yoksul, yerli ve yabancılar, yaşlı, genç,
çocuk, delikanlı, yeni doğmuş erkek ve kız bebekler ile kadın ve erkek
hastalar buradan yararlanmaktaydılar.
Vakfiyeye göre bu hastaneye göz hastaları, iç hastalıklardan şikayetçi
olanlar, ruh ve sinir hastaları, özürlü hastalar başta olmak üzere bütün
hastalar hiçbir engelle karşılaşmadan başvurabilmekteydiler. Buraya
müracaat eden hastaların maddi durumlarına bakılmaksızın tedavileri
ücretsiz olarak yapılmakta ve hastanede kalış süreleri hastaların sağlıklarına
kavuşuncaya kadar olabilmekteydi. Hastanede yatan hastaların bakımına
engel olamayacak şekilde evlerde yatan yoksul hastalara da bakılıyor, vizite
hizmeti ile birlikte ilaçları da veriliyordu. Şayet vakfın gelirinde azalma
olursa, nazır önceliği hastaların yiyeceğine, içeceğine, ilaçlara ve özellikle
gözlerinden rahatsız olan hastalara tanırdı. Nazırın uyması gereken diğer bir
husus da varlıklıyı yoksula, yerliyi yabancıya tercih etmemesiydi. Ayrıca bu
Eşref Buharalı
34

kutsal kabul edilen hastanenin mali durumu göz önünde tutulmak kaydıyla,
şifa bulup taburcu olanlara uygun giyecekler veriliyordu.
Hastanede vefat edenlerin yıkanması, kefenlenmesi, ceset ve
kefenlerine sürülen kokular ve mezar kazıcıların ücreti yine vakıf tarafından
karşılanmaktaydı. Evlerinde ölen yoksul hastaların da cenaze masrafları bu
vakıf tarafından ödeniyordu.
Bu hastanede doktorlardan başka, kadın ve erkek hastabakıcılar ile
personel ve diğer hizmetliler de görevlendirilmış ve çalışma saatleriyle ilgili
yönetmelik açıkça belirlenmiştir. Hastaların elbiselerinin yıkanması, koğuş
ve diğer mekanların temizlenip düzeltilmesi ve hastaların diğer ihtiyaçlarının
karşılanması da sağlanmıştır.
Tefriş edilen hastanede hastaların sağlık durumları göz önünde tutularak
demir ve ahşaptan yapılmış karyola, onun üzerinde de pamuktan yapılmış
yatak, yorgan ve kılıfı ile kaliteli deriden mamul yastıklar yerleştirilmiştir.
Nil nehrinden su temin edilerek bütün koğuş ve bölümlere su şebekesi
kurulmuştur. Yatan hastalara her gün misk verilmiş ve yemek yerken de
kullanmaları için halis topraktan yapılmış kase ve kaplar, içecekler için de
camdan ve saf topraktan mamul kadehler dağıtılmıştır. Yine kullanmaları
için kulplu maşrapalar, ibrikler vb. gereçler verilmiştir. Aydınlanma ise
kandillerle sağlanmaktaydı. Yaz aylarında hastaların sıcaktan bunalmamaları
için hurma ağacı yapraklarından yapılmış yelpazeler hastalara
dağıtılmaktaydı.
Vakfiye şartnamesine göre hastalar için her gece ud çalan maaşlı dört
kişi tarafından bir konser veriliyordu. Böylece hastaların moral ve
maneviyatları yükseltilmeye çalışılıyordu.
Aynı zamanda bir tıp fakültesi olan bu hastanede bütün hastalıklar
tedavi edilmeye çalışılıyordu. Burası tam teşekküllü bir eğitim hastanesi
olup iki bölümden oluşmaktaydı. Bir bölümü erkeklere diğeri ise kadınlara
tahsis edilmişti. Her bölüm de kendi içinde ayrı kısırnlara ayrılmıştı. Bunlar
dahiliye, cerrahi, göz hastalıkları ve ortopedi kısımlarındanoluşmakta idi.
Bu kısımların başında da birer yönetici görev yapmaktaydı.
Dahiliye bölümü de kendi içinde hastalıkların türüne göre küçük
kısırnlara ayrıımıştı. Bunlar ateşli hastalıklar, ruh ve sinir hastalıkları,
enfeksiyon hastalıkları, ishal hastalıkları ve benzerlerinden oluşmaktaydı.
Hastanenin her kısmında hastaların sayısına ve koğuşların genişliğine
göre 1-3 hekim görev yapıyordu. Hekimler vardiya usulü ile çalışıyorlardı.
Yani gece-gündüz hastanede hekimler bulunmaktaydı. Doktorlar hastaları
muayene edip sağlık durumlarını inceledikten sonra ihtiyaçları olan gıda ve
ilaçları gözlem kağıdına yazarlar ve onlara şefkatli davranıp morallerini
yükseltirlerdi.
Üç Türk Hükümdarının Yaptırdığı Üç Sağlık Kurumu:
35

Diğer .bir husus da doktorların hastanede tam zamanında bulunmalarına


dikkat edilmesiydi. Özellikle göz hekimlerinin hastaların muayene olmadan
geri dönmemeleri için her gün sabah erken saatlerde görevlerinin başında
bulunmaları gerekmekteydi. Dikkati çeken diğer bir önemli nokta da; göz
hekimlerinin hastayı tedavi ederken mutlaka dahiliye doktoruna danışıp
onunla birlikte karar vermesiydi. Zira belki de göz hastalığının sebebi
dahiliye kaynaklı olabilirdi. Bu bize o dönemde doktorlar arasındaki
işbirliğini ve bugün yapılan konsültasyondan farksız olduğunu
göstermektedir.
Tıp alanıyla ilgilenen hekimlerin başı, yani başhekim, sırf bu iş için
tefriş edilmiş dershanenin büyük kürsüsünde tıp öğrencilerine muhtelif tıbbi
konularda dersler veriyordu. Görülüyor ki, bu hastanede sadece hastaların
tedavisi yapılmıyor aynı zamanda tıp eğitimine de önem veriliyordu. Burada
bugünkü modern tıp fakültesi hastanelerindeki öğretim üyelerinin verdiği
uygulamalı eğitime benzer bir uygulamanın olduğu anlaşılmaktadır.
Hastanede hastaların tedavisi için gereken bütün ilaçlar bulunuyordu. Çeşitli
hastalıklar için laboratuarlarda, ilaç ham maddeleri, merhemler, sürmeler,
göz tedavisinde kullanılan ilaçlar, zehirlenmeye karşı kullanılan panzehirler,
mide ağrılarında kullanılan otlar, haplar vb. ilaçlar hazırlandıktan sonra
şişelere konulup depolarda muhafaza altına alınırdı. Bu ilaçların muhafazası
ve dağıtımı için bir eczane oluşturulmuştu. Burada dinibütün, güvenilir ve
dirayetli iki görevli bulunmaktadır. Görevlilerden biri eczacı olup ilaçları
doktorların yazdığı reçetelere göre diğer görevliye verir; diğer görevli de
hastaların kullandığı ilaçları titizlikle kontrol ederek hastalara ulaşmasını
sağlardı. Diyetisyenlik görevini de üstlenen bu kişi, aynı zamanda mutfaktan
da sorumlu olup yemek dağıtılırken hastaların sağlık durumlarını göz önünde
bulundururdu. Gıdaların temiz tutulması amacıyla yiyeceklerin üzeri
kapatılırdı. Hastalıkların bulaşmaması için, hastaların ayrı ayrı tabaklardan
yemek yemeleri zorunlu idi.
Mutfakta çorba, pilav, piliç vb. yemekler pişirilir, içecekler kaynatılırdı.
Mutfağın bir bölümünde kiler-erzak depoları bulunmakta; burada pirinç,
şeker, et, sakatat, tatlılar, süt ürünleri, çeşitli meşrubatlar, hurma, meyve,
yasemin, hatta yerli salatalık vb. yiyecek ve içecekler bulundurulurdu.
Mutfağın başka bir bölümü de kazanlar, tabaklar v.b gereçler için tahsis
edilmiştir. Ayrıca hastanenin bahçesinde sebzelerin yetiştirilmesi için bir yer
ayrıımıştı.
Sultan Kalavun, vakfın başına Emir Candar İzzeddin Aybek'i atamıştı.
Vakfiyeye göre; hayatta olduğu sürece nazırlık Aybek'in uhdesinde kalacak;
adı geçen vefat ederse evkafın nazırlığına Aybek' in erkek çocukları
bakacaklardı. Bunun mümkün olmadığı durumda Şafi mezhebinin kadısı bu
görevi yürütecekti.
Eşref Buharalı
36

Sultan Kalavun'un defnedildiği kubbenin (Türbe) üzerine kuşlar için


her gün 600kg yem atılması hükmü de vakfiyeye kaydedilmiştir. Kalavun
hasta ve sakat insanların sağlığa kavuşturolmasıyla o kadar ilgili görülmüştür
ki ölümünden sonra türbedeki sandukası üzerinde bulunan hırkası özürlü
çocuklar, kısır kadınlar ve çeşitli hastalıklara duçar olmuş, on binlerce hasta
tarafından ziyaret edilerek buna el sürmesi halinde iyileşeceklerine dair bir
inanç oluşmuştur. Zaman içinde yıkılan bu hastanenin yerine 1915 yılında
bir göz hastanesi yapılmıştır.

Kaynaklar ve Tetkikler
_ Alptekin, C, Dimaşk Atabegliği, İstanbul, 1985.

- Alptekin, C, "Zengi", İ.A, XIII ,526.


_ Brockelmann, C, İslam Ulusları ve Devletleri Tarihi, çev: Neşet çağatay,
Ankara, 1992.
_ Ebu Şame, Kitabü'l Ravzateyn fi Ahbarü'd Devletyn en-Nuriye ve's-Salahiye,
nşr. - M.H.M. Ahmed, Kahite, 1958.
_ El Kalkaşandi, Subhü'l-A'şa fi Sına'at el-İnşa, 14 cilt, Beyrot, 1987.
_ EI-Makrizi, Kitab al-Mava'iz va al-İ'tibar fi Zikr al-Hitat ve al Asar, 2 cilt,
Beyrot.
_ En-Nam'imi, Ed-daris fi tarih el-Medaris, 2 cilt, nşr. İbrahim Şemseddin, Beyrot.
_ Hitti, P.K, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, 4 cilt, Türkçe tercümesi Salih Tuğ,
İstanbul, 1959.
_ Hitti, P.K, Tarih Suriye ve Lübnan ve Filistin, Arapça tercümesi: Kemal Yazıcı,
Beyrot, 1959.
_ İbn Habib, Tezkiret en Nebih fi Eyyam el-Mansur ve Benihi, nşr. M. Muhammed
Emin, 3. cilt, Kahire, 1976-1986.
_ İbn Kadi Şuhbe, el-Kavakibü'd DUffiye fi's Sira en-Nuriye, nşr. MZaid, Beyrut,
1971.
_ İbn Tanrı Birdi, En-Nücumü'z-Zahire fi Mülük Mısır ve'l Kahire, 16 cilt, Kahire,
1963.
- İbn Battuta, Tuhfetün - nuzzar, Beyrot, 1964.
_ Manaz Abdullah, Suriye'nin Başkenti Şam'da Türk Dönemi Eserleri, Kültür -
Bakanlığı/1342, Ankara,1992.
_ Zettersteen, K.V., "Nur-ed-Din Zengi", İ.A. iX, 359.
Üç Türk Hükümdarının Yaptırdığı Üç Sağlık Kurumu:
37

Resim 1: Nuristan'ın Planı. Kare planlı ve


açık avlulu (20xI5m.) bir plana sahip olan
yapının merkezinde kesme taştan dikdörtgen
bir havuz (7x8,5m.) bulunmaktadır. Yapının
her cephesinde eyvanlar bulunmaktadır.
Yapı içindeki odalar avluya açılır. Batı
eyvanında mukarnaslı bir kubbe bulunur.
Güneydeki eyvanda mermer kaplama bir
mihrap bulunur. Doğudaki büyük eyvan
,.. (8x7,5m.) doktorların toplandıkları ve ders
verdikleri odadır. Bu yapı çeşitli dönemlerde
tadilat ve tamiratlar geçirmiştir.
Resim 1: Nurettin Zengi
Bimaristanı'nın (Nuristan)
Pta.nı. archnet.org. ArchNet
Image ID: IMG07962

Resim 3: Nurettin Zengi Birnaristanı 'nın


(Nuristan) I.ç Avlusu. archnet.org. ArchNet
Image ID: IMG0511

Resim 2: Nurettin Zengi


Birnaristanı 'nın (Nuristan)
Portıılı. archnet.org. ArchNet
Image ID: ISY0646
Eşref Buharalı
38

Resim 4: Nurettin Zengi Bimqristanı 'nın


(Nuristan) Batı Eyyanı Kubbe Içi. archnet.
argo ArchNet Image ID: ISY0646.

Resim 5: Kalayun Resim 6: Kalayun Külliyesinin


Külliyesinin Genel Dıştan Görünüşü. arch.net. org.
Görünüşü. archnet.org. ArchNet Image ID: ICRI374.
ArchNct Image ID: ICR1368
Üç Türk Hükümdarının Yaptırdığı Üç Sağlık Kurumu:
39

Resim 7: Kalavun
Maristanın Giriş Bölümü. Resim 8: Sultan Kalavun Türbesinin
arch.net.org. ArchNet Dıştan Görünüşü. archnet.org.
Image ID: ICR1377 ArchNet Image ID: IHC0600
Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adların Önemine Dair
Bazı Örnekler!
Some Pointers on the Importance of Personal Names in the
Gttoman Detailed Cadastral Registers

M. Mehdi İLHAN"
Öz

Osmanlı' da insan gücü temel faktörlerden biri olduğundan vergi toplama


amacıyla tapu tahrir defterlerine kaydedilen ve bu yolla bize intikal eden iş yapmaya
muktedir er kişilerin adları ad bilimi (onomastik) çalışmaları için son derece zengin
bir veri tabanı oluşturmaya zemin sayılabilirler. Bu makalede tapu tahrir
defterlerindeki kişi adlarının (anthroponym) çeşitliliğine dikkat çekilmiş ve etnik,
dini, sosyal statü ve sosyo-ekonomik yansımaları incelenmiştir. Bilhassa kişi adları
üzerinde çalışma yapacak araştırmacıların dikkat etmeleri gereken hususlar
üzerinde durulmuş ve tarafsız bir çalışma yapmanın gerekliliği vurgulanmıştır.
Aslında tapu tahrir defterlerindeki kişi adları üzerinde yapılacak çalışmalar bu
makalede de işaret edildiği gibi son derece renkli etnik ve dini bir mozaiğe sahip
olan Osmanlı Imparatorluğu 'nda ve bilhassa insanların huzur içinde yaşadıkları
dönemlerde dini ve kültürel etkileşimin kaçınılmaz olduğunu sergiliyecektir.
Anahtar Kelimeler: Tapu Tahrir Defterleri, Ad Bilimi (Onomastik), Kişi
Adları, Osmanlı İmparatorluğu
Abstract

This paper represents the importance of personal names (anthroponomy) as


they appear in the OUoman detailed cadastral registers and some pointers for the
researchers in onomastics. As man power was one of the basic factors for the
OUomans, they recorded the names of every adult male capable of doing work as a

i Bu makale 1993 yılında Uluslararası Üçüncü Türk Kültürü Kongresi 'ne sunulan bildirinin
ilaveler ile genişletilmiş halidir. Bakınız M. Mehdi İlhan, "Tapu Tahrir Defterlerindeki Şahıs
Adlan Hakkında Bazı Notlar", Uluslararası Üçüncü Türk Külıürü Kongresi, Bildiriler 25-29
Eylül 1993, ı. Cilt, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara 1999, s. 85-95 .
• Profesör, Australian Naıional University, Turkish Language and Culture, Cenıre for Arab
and lslamic Studies (The Middle East and Central Asia)
M. Mehdi İlhan
42

tax payer regardless of his religion and race. Therefore, an extremely rich data of
the personal names has been preserved through these registers. In this article the
importance and the variety of these personal names have been pointed out, and their
ethno-religious and socio-economic identities are scrutinized. Researchers in
onomastics should pay specijic attention to this type of analysis and make every
attempt to be impartial in their study of these names. In fact such studies will
demonstrate, as it is also emphasized in this article, that the subjects of a
multicultural and multi-religious society such as that of Ottornan Empire could not
avoid social and c~ltural interaction so long they lived in peace and serenity.
Keywords: Detailed Cadastral Registers, Onomastic, Anthroponym, Ottoman
Empire

Osmanlı İmparatorluğu 'nda tapu tahrir defterlerinin, her ne kadar,


vergileri toplamak için yapıldıkları ileri sürülmekte ise de tahrirler gözden
geçirildiklerinde işin bu kadar basit olmadığı hemen kendiliğinden anlaşılır.
Tahrirler yapılmadan vergilerin toplanması şüphesiz büyük sorunlara yol
açabilirdi. Ancak Osmanlılar bu tahrirleri yaparken son derece sistematik bir
yol takip etmişler ve bu tahrirlerden başka alanlarda da yararlanılması için
vergilerin ve vergi mükelleflerinin yanında bir çok diğer bilgilere de yer
vermişlerdir2. Dolayısıyla tapu tahrir defterlerini iyice incelediğimizde
büyük bir ihtimalle bu defterlerin diğer defterlerin (örneğin ruznamçe, kale
defterleri) yanında bir çok diğer alanlarda da kullanıldıkları anlaşılır.
İmparatorluk şüphesiz bu defterleri askeri gücünü, ticaret kapasitesini ve
sosyo-ekonomik yapısını tespit etmede kullanıyordu. Büyük bir ihtimalle
bunu bilinçli olarak yapıyordu. İmparatorluğun topraklarındaki insan gücünü
ve nüfusunu bilmesi daha kararlı adımların atılmasında şüphesiz yardımcı
oluyordu. İmparatorluk içinde nüfus dağılımının bilinmesi her ne kadar
vergilerin toplanması açısından gerekli idiyse de nüfus dağılımı, toprakların
ekilmesi ve dolayısıyla vergi gelirlerinin arttırılması açısından da gerekli idi.
Osmanlının sistematik bir iskan politikası izlediği şüphesizdir. Ancak bu
politikanın ne derecede bir asimHasyon amacını taşıdığı sorgulanabilir ve
böyle bir sorgulamanın cevabı uzun ve yorucu bir çalışmayı gerektirdiği gibi

2 Tahrirlerin nasıl yapıldıkları hakkında bk. M. Mehdi İlhan, "The Process of Ottoman
Cadastral Surveys during the Second Half of the Second Century: A Study Based on the
Documents from Mühimme Defters", Anuaral lnstitutului de lstorie şi Archeologie "-1. D.
XENOPOL ", XXIVil, 1987, Iaşi, pp. 17-25 ve bu makalede verilen bibliyoğrafya. O. L.
Barkan, "Türkiye'de İmparatorluk Devrinin büyük nüfus ve arazi tahrirleri ve hakana mahsus
istatistik defterleri", İktisat Fakültesi Mecmuası, 1ı/2, İstanbul 1940, s. 20-59, 214-247; Halil
İnalcık, Hicri 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, Ankara 1954" s. xı-xxxvı;
Iren Beldicieanu-Steinherr, N. Beldicieanu, "Reglement Ottoman concemant le recensement
(premiere moitie. du XVIe siecle", Südost-Furschungen, vol. XXXVII, 1978,s. 1-40; M.
Mehdi İlhan, "Tahrir Faaliyeti ve bu Faaliyet Esnasında Karşılaşılan Güçlükler", Ata Dergisi,
sayı VII, Konya 1997, s. 85-103.
Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adların Önemine Dair Bazı Örnekler 43

bizi bir neticeye de ulaştırmayabilir. Zira Osmanlı için ön planda gelir


kaynakları yer almakta idi. Ancak gelir kaynaklarından bahsettiğimizde
aklımıza sadece doğal zenginlikler değil bu gelir kaynaklarının işlenmelerini
mümkün kılacak insan gücü gelmelidir. İşte tapu tahrir defterlerinde
Osmanlıların bu faktörü ön plana aldıkları ve dolayısıyla iş yapmaya
muktedir her er kişinin tescil edildiklerini görüyoruz. Böylece Osmanlılar
bize tarihin temel kaynağını teşkil eden insanın geride bırakabileceği en
temel öğeyi yani adlarını bu defterler ile miras bırakmış oluyorlar. Bu adlar
hakkında araştırma yapmak ve sözlüklerde derlemek ilme yapılacak en
büyük katkılardan biri olur kanısındayım. Ancak İstanbul Başbakanlık
Arşivinde binin3 ve Ankara Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-i
Kadime Arşivinde 350'nin4 üzerinde olan tapu tahrir defterlerindeki adlar
çeşitlilik ve son derece zenginlik arz ettiklerinden bu doğrultuda çalışmaların
oldukça yorucu olacağı ve çok uzun zaman alacağı kanısındayım. Mamafih
böyle bir girişim ancak bir komisyon çalışmasıyla mümkün olabilir. Zira bir
çok milletleri ve dolayısıyla dilleri bağrında barındıran Osmanlı hiç bir
ayrım gözetmeden İmparatorluğun hemen hemen tüm sancaklarında bu
tahrirleri yapmıştır. Defterlere tescil edilen adlar hangi dilden olursa olsun
Osmanlı alfabesine transkribe edilmek suretiyle yazılmışlardır. Dolayısıyla
bu adların okunması sadece Osmanlıca bilmeye bağlı olmayıp bölgede
konuşulan dilleri ve hatta mahalli lehçeleri bilmeye de bağlıdır. Bunun daha
ötesinde karşımıza siyakat yazısını okumanın güçlüğü çıkmaktadır.
Katiplerin bazı yerlerde kısaltmalar kullanmaları, bir adın bir kaç şekilde
okunması ve adlar arasındaki benzerlikler bu güçlükleri daha da
arttırmaktadır. Bilhassa Balkan ülkelerine ait defterlerdeki Gayri
Müslimlerin adlarını okumak bölgeye ve bölgede konuşulan dillere yabancı
bir kimse için hemen hemen imkansızdır. Balkan tarihçilerinin de büyük bir
ihtimalle Doğu veya Arap eyaletlerine ait defterleri okuduklarında aynı
güçlükler ile karşılaştıkları kanısındayım.
Osmanlı İmparatorluğu eyaletlerinin neredeyse tümünü kapsayan bu
defterlerdeki şahıs adları sistematik bir şekilde yayınlandığı takdirde
İmparatorluğun değişik eyaletlerinde dini ve kültürel etkilerin neticelerini
kısmen de olsa anlamamız mümkün olabilir5. Örneğin Kansu ve Şahkulu
adların İzmir'de ve Niğbolu'da ne oranda kullanıldıklarını bilmemiz coğrafi
çevre ve kültürel etkilerden ilmi çerçeveler içinde bahsetmemizi
sağlayacaktır. Kullanılan adların oranı da şüphesiz önemlidir. Adana
yöresinde Mehmed (Muhammed) adının i 763 kişi (toplam nüfusun % 8.57)

3Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Ankara 1992, s. 189


4 Aslıhan Doğan, Tapu Kadastro Kuyud-i Kadime Arşivi Mufassal, İcmal, Evkaf ve Derdest
Defterlerinin Toplu Kataloğu, Ankara 1993. s. 9.
s Her ne kadar Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün yayınladığı muhasebe
defterleri serilerinin dizinlerinde kişi adları mevcut ise de bunlar kapsamlı bir araştırma için
yeterli değillerdir.
M. Mehdi İlhan
44

ve 'Ali adının 1449 kişi (toplam nüfusun % 7.12) tarafından kullanılması


doğalolmakla birlikte sadece Adana'da değilOsmanlı'nın diğer
eyaletlerinde de dinin ne derece etkili olduğunun bir emaresidir. Bu adları
Ahmed, Mustafa, İbrahim, Hasan, Hüseyin ve Hamza gibi adların takip
etmesi ve bu gibi adları kullananların oranının % 70'e varması Arap
etkisinden ziyade dini etkide aramak bence daha yerinde olur. Arapça
kökenli bu adlara etnik kimlik yakıştırmamız da doğru olmaz. Ancak
Türklerin çoğunlukta olduğu bir bölgede çok az da olsa Ebu Hureyre, Ebu'l-
Beyt, Ebu'l-Leyl ve Ebu'l-Hind gibi adların kullanılması Arap etnik 6
kimliğinin bir emaresi olur demekten ziyade olabilir dememiz gerekir •
Gayr-i Müslimlerin Arap kökenli İslami adlardan (örneğin Ahmed, Mehmed,
Mustafa) ziyade Türkçe adlar? kullanmaları Türk kültürünü benimsemiş
olmalarından kaynaklanabilir. Adana'da toplam nüfusun % 2'sini oluşturan
Ermenilerin Karagöz, Balı, Budak, Kaplan, Arslan, Tanrıverdi, Tanrıvermiş,
Durak, Karaca, Karakoç, Aydın, Tombul, Sarı, Kara, Arık, Gökçe, Elagöz,
s
Elvan gibi adlar kullanmaları bunun en güzel örneği sayılabilir . Dr. Yılmaz
Kurt'un makalelerinde yer alan bu örnekleri çoğaltmak ve çeşitli
mütalaalarda bulunmak mümkündür. Tapu Tahrir defterlerindeki
çalışmalarına 1990 öncesi başlayan Dr. Yılmaz Kurt'un9 kendi çalışmalarına
ilaveten gerek kendisinin gerekse Prof. Dr. Melek Delibaşı'nın mezuniyet
tezi olarak öğrencilerine yaptırdıkları mufassal tahrir defterlerindeki adları
okuma ameliyesinin ve üzerinde yürüttüğü çalışmanın henüz sonuçlandığını
sanmıyorumıo. Ayrıca Almanya'nın şirin bir kenti olan Erlangen'da 18-19

6 Yılmaz Kurt, "Adana'da 1572 Yılında Kullanılan Türk Erkek Şahıs Adları", Belleten,
LVII/218, 1992,s. 174-177.
7 Türkçe Kişi adlarının birer listeleri için bakınız Mehmet Yusufoğlu, "Şeriye Sicil
Defterlerinde Türkçe Kişi Adları," ANıT 3, s. 11-12,4, s. 11-12,6, s. 21-22, Konya (1949);
Halit Ongan, "Şer' iye Sicillerinde Geçen Türkçe Kişi Adları," Türk Etnografya Dergisi 1
(1956), s. 92-94;
8 Yılmaz Kurt, "Adana'da 1572 Yılında Kullanılan Türk Erkek Şahıs Adları", Belleten,
LVII/218, 1992, s. 181.
9 Yılmaz Kurt, "Adana Sancağında Kişi Adları", Ankara Üniversitesi DTCF Tarih
Araştırmaları Dergisi, XV/26, 1990-91, Ankara 1991, s. 169-252; aynı yazar., "Adana'da
1572 yılında Kullanılan Türkçe Erkek Şahıs Adları", Belleten, LVII/218, 1992, s. 173-200;
aynı yazar., "Kozan'da Şahıs Adları", Belleten, LVIII/223, 1994; aynı yazar, "Kozan (Sis)
Sancağı'nda Kişi Adları," Türk Kültürü Araştırmaları, 28 (1990), s. 365-378; aynı yazar.,
"çorum Sancağı Kişi Adları: XVI. Yüzyıl", Bel/eten, LlX/224, s. 76-119.
Lo Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi'nde erişebileceğimiz bu tezlerde genellikle
aynı metot takip edilmiştir. Bir kısmını incelediğim bu tezlerden Zeynep Sarışık'a (Bursa
Sancağı Kişi Adlarının Değerlendirilmesi, yöneten Prof. Dr. Melek Delilbaşı, Ankara 1993)
yaptırılan tezde şahıs adları üzerine Türkiye'de ilk çalışanların Bahaddin Yediyıldız ve Özkan
ızgi ile Yılmaz Kurt olduğuna, Dünya'da onomastik çalışmaları ve dolayısıyla yapılan
kongrelere dikkat çekildikten sonra Türklerde ad verme geleneği hakkında kısa bilgi
verilmiştir. Daha sonrada Bursa sancağı kişi adları tabiat hadiselerine bağlı adlar, hayvan,
bitki, renk ve vakte bağlı adlar, kıymetli taş ve maden adları, ve peygamber adları olmak
i);zere çeşitli sınıflandırmalara tabi tutularak bilgisayara dökülmüşlerdir. Ankara (İlhan Aksoy,
Ozgül Oztürk), Bursa (Ahmet Demirel), Kastamonu (Jülide Akyüz), Amasya (Fatma
Beğendik), Tarsus (Cuma Atılgan), Konya (Alpay Bizbirlik), Bolu (Mehmet Gener), Bozok
(Ayşe Demirayak, Fatma Gökmen) Uzeyr (Teblime Bakırhan) şahıs adları üzerinde tez
Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adların Önemine Dair Bazı Örnekler
45

Mart 1994 tarihleri arasında yapılan Tahrir Defterleri Kongresinde şahıs


adları üzerine araştırmayı üstlenen Dr. Yılmaz Kurtil çeşitli dergilerde
kısmen yayınlanan çalışmalarını büyük bir ihtimalle halen sürdürmektedir.
Aslında böyle bir çalışmanın Erlangen'da karar alındığı gibi Osmanlı
Devletinin sınırları içinde vaktiyle yer almış olan tüm devletlerin tahrir
defterleri üzerinde çalışan araştırmacılarının işbirliği ile yürütüldüğü
takdirde bir dereceye kadar sağlıklı olabileceği kanısındayım. Dolayısıyla bu
makalede yapılan değerlendirmeler birer sonuç olmayıp tapu tahrir
defterlerindeki şahıs adları üzerine yapılacak çalışmalarda altları çizilecek ve
bu konuda araştırma yapanların şimdiye kadar yer yer değindikleri birer
örnektirler.
Tüm tapu tahrir defterlerinde meskun mezara'a, köy, nahiye, kasaba ve
şehirlerin adlarını müteakip er kişilerin adları aile reisi veya iş yapmaya
muktedir bekarların (mücerredlerin) adları takip etmektedir. Tescilin daha
ziyade kişilerin sosyal statülerine göre sıralandıkları göze çarpmaktadır.
Hemen hemen tüm defterlerde şahıs kendi adı ile birlikte baba adı ile
tanımlanmaktadır. Bilhassa cemaatların tescilinde bazen bir tek adla
yetinildiğini görüyoruz. Şahısların meslekleri ile tanımlanmaları da daha
ziyade kasaba ve şehirlerde göze çarpmaktadırl2. Tüm bu ortak öğelere
rağmen tescil edilen adlar arasındaki farklılıklar defterden deftere daha
doğrusu sancaktan sancağa değişmektedir. Bölgeler arasındaki farklılıklar ise
daha büyüktür. Balkanlara ait defterler ile Doğu Anadolu defterleri
karşılaştırıldıklarında bu farklılıklar kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Ancak burada sunacağım bilgiler daha ziyade Güney-Doğu Anadolu ve Arap
eyaletlerine ait bir kaç defterden alındığından tüm defterler için bir
genellerne anlamında alınmamalıdır13•

rıaptınlan sancaklardan bir kaçıdır.


i M. Mehdi İlhan, '''Defter Congress" (Tahrir Defterleri Kongresi)', Belleten LVIII/221,
Ankara 1994, s. 232.
12 Genellikle defterlerde meslekler şahıs adının altına mesleğini belirlemek amacıyla yazılırlar
(örneğin Başbakanlık Arşivi, Amid Defteri, No. 64). Mamafih Şehrizor Defterinde (TKGM,
Kuyud-i Kadime Arşivi, No. 351, v. 108b) Etçin köyü altında tescil edilen şahıslar için
meslekler ilk adlarının başında veya sonunda birer unvan gibi kullanılmışlardır, örneğin
"Haddad. Felah; Abbas Zerger; Yarbeg Tirger; İsma'il Tüfengi; Name-i Kefeşduz; Ba-'AIi
Neccar; ısma'i! Buhaver" . Bu köyde mesleklerde görülen bu çeşitlilik bu köyün sakinlerinin
zanaat erbabı ve zengin olduklarını gösterir. Tapu tahrir defterlerinden örneğin BOA 64 nolu
Amid sancağı defterinde kullanılan meslek nevilerinin bir tasnifi için bakınız M. Mehdi ılhan,
Amid (Diyarbakır): 1518 Tarihli Defter-i Mufassal, Ankara 2000, s. 104-106.
13 Şahıs adlarının da transkribe edildiği Balkanlara aİt defterlerden bir kaçını örnek vermek
gerekirse:
G. BayerIe, Ottoman Tributes in Hungary according to Sixteenth Century Tapu Registers of
Novigrad, The Hague-Paris, Mouton 1973.
Gy. Kaldy-Nagy, Kanuni Devri Budin Tahrir Defteri (1546-1562), Ankara 1971.
Bruce W. McGowan, Sirem Sancağı Mufassal Tahrir Defteri, Ankara 1983.
Evangelia Balta, "Rural and Urban Population in the Sancak of Euripos in the Early 16th
Century", A-Xcıov Ev-ioıxGıv McaeW ıy ,29/1990-1991, Athens 1992, s. 55-185.
46 M. Mehdi İlhan

İncelediğim defterlerde bazen "'Abd" (4) yerine '''ayn'' (b,


"Allah"
kelimesi yerine "elif" ('/) veya "elif-Iam"'ın (JI) kullanıldığını görüyoruz14•
Bedre'd-din, Hayre'd-din, ve Nasre'd-din gibi adlarda "elif-Iam" (JI)
yazılmamış ve bu adların sonları "in" (örneğin Bedrin) ile bitmiştir. Bazı
adların bir kaç şekilde okunduklarını görüyoruz. Bir kaç örnek vermek
gerekirse en basiti "fa" (~), "ra" (J1) ve "ha" (l:••.• ) harfl~rinden oluşan ye
üç ayrı şekilde okunabilecek kelimedir: "Ferec" (,r;:..,;J), "Ferah" ( C.,;J)
ve "Ferruh" ft)) adları. Bu kelimeyi bazen "Core" rr::....r:- adıyla karıştırmak
ta mümkündür. ~ynı şekilde :"ayn'~'(C), "vav" (J) ve."sad" iJt.'. harflerinden
oluşan kelime "Gavs" L~ ~'; '''Ivad'' ve '''Avd'' i~~ olarak okunabilir.
"Ha" (.A), "ba" (y) ve "lam" (J:) veya "ba" (y) harflerinden oluşan kelime-
yi "Habel" (~ ), "Habeb" (~), "Habib" (~) ve hatta "Cenab"
(y~) şeklinde okumamız mümkündür. "Ibe" (~i ) ve "Ine" (~L)
adları noktalama olmadığı zaman Osmanlıca'da aynı şekilde yazılırlar.
"Cavid" ('~ J~) ile "David" veya "Davud" ( ~)b ) için bilhassa siyakat
yazısında aynı şey söylenebilirıs. Ermenilerin sık kullandıkları "Pedros"
'ıJJJ-4) adının "Petros" CıJ J..rn, "Peros" ('01':).),0 ve hatta "P~ros"
( .V-.;Jl,) adlarından ayırmak bazen mümkün değildirl6. "Sunkur" ( JiJ~.'~)
adının bazen "Sunğur" (;)~) veya "Ferid" adının "Ferit" şeklinde yazılmış
olması bilhassa fonetik ile uğraşan dilcilerin dikkatini ceIp eder sanırım.
"Ya'kub" (Y~) adının gayri-Müslimlerce "Yakob" (y:.A), "Yakobe"
( 'k~. ) ve "Yokob" ('4ljijlJ şeklinde yazıldığını görüyoruz17• Ayrıca
noktalama olmadığı takdirde Yakut adını da Yakob olarak okumamız
mümkündür. Bu ad Çankırı Vakıf defterinde noktalandırılmıştır18• "Toros",
"Turhan", "Turmuş", "Torna" ve "Toto" gibi adların bazen "te" \ı.:.ı) ve bazen
de "ta" (J,) ile yazıldıklarını görüyoruz19• Aynı şekilde "Zekeriya" adının
da "zal" veya "ze" ile yazıldığı da vakidirzo,
Aynı evde veya ailede birden fazla evli veya bekar er kişi var ise bunlar
genellikle "veled-i", "bin", ve "birader-i" tabirleri ile tanımlanırlardı. Ayrıca
bazı defterlerde "veledeş", "biradereş", "birader-i müşarün ileyh",
"biraderzade-i" ve hatta "ahu", "ahi-yi diğer" ve "sabi-yi" tabirlerine
rastlamamız mümkündürzı, İkinci derecede yakınlıkların tanımı için '" amu-

14 Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM) Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra Defteri, No. 94,
Vf. 41a-42a
IS Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Amid Defteri, No. 64, s. 8, 96, 98,104,134, 135, 168
16 a.g.d., s. 158,170 ve 185
17 a.g.d., s. 88, 136; 21, 38,141
18 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Kengiri Kengiri Yakıf Defteri No. 578 (Miladi 1579), vr.
96a.
19 Başbakanlık Arşivi, Amid Defteri, No. 64., s. 41, 18,28, 104,47, 112,42,48,53.
20 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Kengiri Yakıf Defteri No. 578 (Miladi 1579), Vf. 96a ve
97a.
21 BOA, Amid Defteri, No 64, s. 117,53,17,35,10; TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra
Defteri, No. 94, v. 19a ve Trablusşam Defteri, No. 203, v. lOb
Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adların Önemine Dair Bazı Örnekler 47

yi", "dayi-yi", "hal-i" ve "damad-i" tabirlerini tespit edebildim22• Bazı


hallerde kullanılan bu yakınlık tabirlerinden ailenin etnik kökenini tespit
etmemiz mümkün olabilir. Örneğin Maraş defterinde "veled-i" tabiri yerine
"bin" tabirinin sadece bir veya iki yerde kullanılması sadece bu ailelerin
zayıf bir ihtimal de olsa Arap kökenli oldukları fikrini bize vermektedir.
"Şerifzade" tabirinin bu şahıslardan biri için kullanılmış olması bu fikri
doğurmaktadır23. Diğer taraftan Çankırı Vakıf Defteri 'nde yerine göre "bin",
"ebnai", "veledi", "evladi" ve "oğli " tabirlerinin kullanıldıklarını da
görüyoruz ki bu gibi durumlarda ailelere etnik bir kimlik yüklememiz hiç de
mümkün değildir24•
Cema'atlar altında tescil edilen şahısların bazen sadece ilk adlarının
(örneğin "İbrahim" veya "Tur' Ali") ve bazen de ilk adlarının "nam" takısı
ile (örneğin '" Ali nam") kullanıldıklarını görüyoruz25. Bu katibin kendini
bazen yormak istemediği manasına gelmekle birlikte bu şahısların kabile
arasında bu şekilde nam yaptıkları manasına da gelir. Bu gibi adlara
verilecek en güzel örnek Amid sancağında ki Çingene cema'atı (cema'at-i
Karaçiyan) ile Şehrizal sancağında ki Sarilu cema'atıdı?6. Bu cema'atlarda
göze çarpan bir hususiyet de tescil edilen ilk şahsın "kethuda" olması ve
kethudanın kendisinin veya babasının adının cema' ata verilmiş olmasıdır. Bu
hususiyet bilhassa Erbil ve Şehrizol defterlerinde bariz bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Cema' atlardan gayri köy ve mahallelerin de seçkin ve ileri
gelen sakinlerinden adlarını aldıklarını tescil edilen ilk şahsın köy veya
mahalle ile aynı adı taşımasından anlıyoruz. Bunun en iyi örneği Basra
defterinde geçen Safer köyü ile Basra şehrinin on dokuz mahallesidir.
Basra'nın diğer mahallelerinin de tahrir yapıldığında hayatta olmayan ileri
gelen seçkin kişilerden adlarını aldıklarına şüphe yoktu?? Mamafih bunun
tahrir eminIerinin ve katiplerinin işlerine geldiği için yapmış oldukları bir
uygulamanın neticesi olduğu kanaatine varsak dahi mahalle ve köylere

22 BOA,AmidDefteri,No. 64,s. 16, 13, 147.


23 "Ahmed b. Mustafa b. Ahmed, şerifzade", R. Yinanç-M. Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri,
A. Ü. OTAM Yayını No. 1, Ankara 1988, s. 14.
24 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi Kengiri Vakıf Defteri No. 578 (Miladi 1579).
25 Bilhassa cemaatlar bu gibi şahıs adlarını çoğu zaman yerleştikleri bölgelerde yer adları
olarak ta kullanmaktadırlar. Bakınız Bahaeddin Yediyıldız, "Türkiye'de Yer Adı Verme
Usulleri ve Yer - Adı Değişikliklerinin Tarihi Gelişimi", Türk Yer Adları Sempozyumu
Bildirileri, 11-13 Eylül 1984, Ankara: Başbakanlık Basımevi 1984, s. 26-27. O. Şaik Gökyay,
"Türkçe Yer Adlarında Kişilerin ve Olayların Payı", Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri,
11-13 Eylül 1984, Ankara: Başbakanlık Basımevi 1984, s. 251.
26 BOA, Amid Defteri, No. 64, s. 9; TK GM Kuyud-i Kadime Arşivi, Şehrizol Defteri, No.
351, v. 116b.
27 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra Defteri, No. 94, v. 51a ve 15b-32b; karşılaştır BOA,
Basra Defteri, No. 282, s. 38-67. Ondokuz mahallenin adları şöyle idi: Havace Fudayl; Hasan
v. Meziyyet; Bişaret Heyyayi; Şükrü 'I-lah v. Hayru'l-lah; Haci Muhammed; Re'is Halil;
Hamid v. Hüseyin; Seyyid 'Ali Kevvaz; Bezzaz v. 'Ali; Hilal v. Süleyman; Sa'd v. Kutami;
Muhammed v. Sultan; 'Anber v. Hüseyin; Ramazan v. Celal Hannak; Salim v. Farah; Hamis
v. Seyf; Satiyan be-ism-i Nasır Sati; Ferah v. 'Ali Berduş.
M. Mehdi İlhan
48

verilen bu adların gunumuze kadar geldiğini de biliyoruz. Zira 1518


tarihinde Amid sancağında yapılan tahrirde tescilde çabukluk sağlansın diye
Amid şehrinin, kale kapılarından müştak, sadece dört mahalleye (Mahalle-i
Bab-ı Cebel; Babi'l-Ma'; Bab-ı Mardin ve Bab-ı Rum) ayrılmasına karşın
lS40'da yapılan tahrirde cami, mescit, tekke ve şahıs adlarından müştak 40
civarında mahalleye ayrılması bunun bir Osmanlı uygulamasının olduğunun
ispatı olduğu gibi Diyarbakır şehrinde her iki defterdeki adların hala
kullanıldıkları vakidir8• Bir çok yerlerde buna benzer durumlar göze
çarpmaktadır. Dr. Halime Doğru Sivrihisar mahallelerini a)Eski Mahalleler,
b)Kişi ismi verilen mahalleler, c)Meslekle ilgili mahalleler ve d)Ermeni
mahalleleri diye dörde ayırmış ve bir çoğunu adlarının günümüze kadar
kullanılabildiklerini vurgulamıştır. Aynı şekilde Sivrihisar mahallelerinde
iskan edilen boyların -örneğin Kılınç, Araklu, Kayalu, Koyuncu- günümüze
kadar kullanılmışlardır29. On sekiz mahalleden oluşan Kırşehir'in mahalle
adlarına bakıldığında bunların şehre damgalarını vuran tarikat şeyhlerinin
adlarından müştak olduklarını görürüz. Örneğin Kaya Şeyh, Sofiler, Ya'kub
Dede, Şeyh Süleyman Sıddıki ve Aşık Baba bu açıdan dikkate değer mahalle
adlarıdırlar30. Ayrıca bir çok şehir ve kasabalarda mahalleler cami, mescid ve
zaviye gibi dini veyahut han, hamam ve çeşme gibi sivil yapılardan daha
doğrusu onları yaptıranlardan adlarını alırlar. Örneği Diyarbakır, Malatya,
Harput ve Kars 'ta mahalleierin çoğunun cami ve mescitlerden adlarını
aldıkları bariz bir şekilde göze çarpar. Bunu sebebi de mahalleierin bu gibi
yapıların etrafında oluşmalarından ileri gelmektedir3! .
Defterlerdeki hane ve mücerred adedIerinden yararlanarak bir sancak
veya vilayette etnik dağılımı tespit etmemiz her ne kadar mümkün ise şahıs
adlarından yararlanarak defterlerde verilen rakamları teyit etmemiz de
mümkündür32. Defterlerdeki şahıs adlarına dayanarak etnik grupların tespiti
bir kaç yol ile mümkün olabilir. Bazı adlar yüzde yüz kesin olmasa dahi belli
etnik gruplara özgüdürler. Örneğin Şemes adı Asurilere, Yehuda adı
Yahudilere ve büyük bir ihtimalle Bulgar adı Bulgarlara özgüdürle~3. Bazı

28 M. Mehdi İlhan, "Onaltmcı Asırda Diyarbakır Şehrinin Nüfusu ve MahaHelere Dağılımı",


Ziya Gökalp, sayı 62, cilt 11, Haziran 1991, Ankara, s. 49-72
29 Halime Doğru, XV. ve XVI. Yüzyılda Sivrihisar Nahiyesi, Ankara 1997, s. 22-28.
30 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Kırşehir Sancağı Defteri, TD No. 139, varak Sa vd.

31 Refet Ymanç, "XVi. Yüzyılda Doğu Anadolu Şehirlerinin MahaHe Adları", Türk Yer Adları
Sempozyumu Bildirileri, 11-13 Eylül 1984, Ankara: Başbakanlık Basımevi 1984, s. 225-232.
Yücel Ozkaya, "XVIII. YüzyılOrta Anadolu'daki Bazı Kaza ve Mahalle Adlarındaki
Değişiklikler", Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, 11-13 Eylül 1984, Ankara:
Başbakanlık Basımevi 1984, s. 236.
32 Ben böyle bir çalışmayı 1518 tarihli Amid sancağı tahrir defteri için gerçekleştirmiş ve
defterde verilen rakamlarla hemen hemen aynı neticeye varmıştım, bk. M. Mehdi İlhan
"Onaltmcı Yüzyıl Başlarında Amid Sancağı Yer ve Şahıs Adları Hakkmda Bazı Notlar",
Belleten, LIV/209, Ankara 1990, s. 213-222.
33 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra Defteri, No. 94, v. 15b, 16a; TKGM Kuyud-i
Kadime Arş~vi, Trablusşam Defteri, No. 84, v. 14b; R. Yinanç-M. Elibüyük, Maraş Tahrir
Defteri, A. U. OTAM Yaymı No. 1, Ankara 1988, s. 12.
Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adların Önemine Dair Bazı Örnekler 49

hallerde de şahıs adlarının şahsın geldiği yöre veya kasaba ile


tanımlandıklarını görüyoruz. Bu gibi durumlarda yerin adı sıfat olarak baba
adı ile birlikte şahsın ilk adı olarak kullanılır veya ilk adın ve çoğu zaman da
baba adının akabinde gelir. İlk adın akabinde gelen yer adlarının bazen sıfat
olarak ve bazen de "'an" ile birlikte kullanıldıklarını görüyoruz. Burada sıra
ile birer örnek verelim: Şami veled-i 'Abdullah; 'Abbas Bağdadi; Nasır
veled-i 'Ali Bahrani; Satılmış Çermigi; Şem'un 'an Hasankey:F4. Diğer
taraftan defterlerde kayıtların bilhassa cema'atlar için bir etnik belirtme
(örneğin "cema' at-i 'aşiret-i ekrad")35 yapılmak suretiyle yapıldığını
biliyoruz. Bununla beraber bazen şahıs adlarından etnik kökenlerini
belirlememiz mümkündür. Tesbit edebildiğim etnik köken sıfatları şunlardır:
Türki, Du'l-kadiri, Artuk, Akkoyunlu, Karakoyunlu, Rumi, Çerkez, Kurd,
36
Kurdi, Kirmanc, el-Bedevi, el-Berber, el-Berberavi, 'Acemi ve Eramine .
Ancak son iki sıfat etnik kökeni belirlemede şüphe ile yaklaşılmalıdır. Zira
'Acemi genellikle Arap olmayanları belirlemede kullanılan bir sıfat
olduğundan her zaman İran kökenlileri belirlemez. Eramine kelimesi ile
bilhassa 1518 tarihli Amid sancağı defterinde bu sıfat altında kaydedilen
şahıs adlarından anlaşılacağı üzere Ermenilerin yanında Yunan, Süryani,
Arap ve hatta Türk ve Kürt kökenli gayri-Müslimleri kapsamaktadır3? Diğer
taraftan "Kurd" veya "Ekrad" tabirinin "dağlı, şehir hayatından uzak"
manasına geldiğini ifade eden Nejat Göyünç'ün açıklaması göz önünde
bulundurulmalıdı~8 .
Yörüklerin kullanmış oldukları Türkmen adları dikkatimiz çeken bir
diğer husustur. Amid' in (Diyarbakır) doğusundan Kırşehir' e göç eden
"Yörükan-ı 'Osman Mirza" yerleştikleri mahalleye "Şarkiyan" adını
vermenin yanı sıra Dede, Tur 'Ali, Şehsuvar, Haydar, Haci Elvend, Koyun
'Abdal, Uğurlu, Gül 'Abdal ve Torak gibi Türkmen adları kullandıkları

34 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra Defteri, No. 94, v. 32b, l8b, 27b; BOA, Amid
Defteri, No. 64, s. 11,27; Bu konuda bazı diğer örneklerin ilgi çekeceğini sanıyorum: 'Abd-i
'Ali veled-i Giridi; Raşid Necdi (Defter No. 94, v. l5b, 29a); Halef Si'irdlu; 'Ali Si'irdi; Pir
'Ömer 'an (sic) Erğuni; 'Ala'd-din 'an Lur (Defter No. 64, s. 3,10,14,21); Seydi Ahmed b.
Mısri; 'Abdu'l-kadir Taruti; 'Abdu'r-rahman Antaki; Haci Muhammed Mısri; Yunus Basri;
Haci Ahmed Mağribi; 'Abdu'l-hayy al-Ladiki; Haci 'Ali Meşriki; Davud Malati (TKGM
Kuyud-i Kadime Arşivi, Trablusşam Defteri, No. 203, vr. l78b, 3a, 4b, 6b, 7a, 8b, 9a, 10b,
llb); Hüseyin Karamani; Cemal Mar'aşi; Haci Muhammed Şami; Danyal veled-i Burtukal
(TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Trablusşam Defteri, No. 84, v. 6a, 9a-b, l4b)
35 BOA, Amid Defteri, No. 64, s. 117 v.d.
36 Bazı örnekler konuya daha da açıklık getirir sanırım: Türki v. 'Ali; Meleki Kürd; Nasar v.
Kürdi; Kaffas Bedevi (Defter No. 94, vr. 3lb, l8a, 24b, 29b); 'Ali Kürd, Muhammed Turki;
Ovanes b. Çerkez; Çerkez b. Haci; Kazar b. Kirmanc (Defter No. 64, s. 17,4, 16,9); Hamza
Du'l-kadiri; 'Abdu'l-kadir v. Artuk; Yusuf v. Rumi; 'Osman Kurdi; Haci Hüseyin 'Acemi;
Muhammed el-Bedevi; Hac Hüseyin Berberavi; Betito el-Berber; Anton Rumi (Defter No.
203, vr. l76b,Ob, la-b,2b,6a,7b,9a, 10a)
37 M. Mehdi İlhan, Amid (Diyarbakır): 1518 Tarihli Defter-i Mufassal, Ankara 2000, s. 95-96
38 Nejat Göyünç, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, İstanbul 1969, s.79-80.
M. Mehdi İlhan
50

gözden kaçmamaktadır39. Cema'atlar ayrıca yerleştikleri yerlere kendilerine


özgü Türk adları verdikleri de gözden kaçmayan bir diğer husustur. Örneğin
Kırşehir'de Karabaşlu cema'atinin yerleştikleri köylerden bir kaçı Kızıl
Kaya, Kara Taş ve Kara Halil adlarını taşımaktadırlar40• Yörüklerin ve
cemaatlerin yerleştikleri yerlere kendi adlarını vermenin yanı sıra bir çok yer
adlarını da Orta Asya'dan Anadolu'ya taşıdıklarına şüphe yoktur41•
Defterlerdeki şahıs adlarından mensup oldukları dinlerini ve hatta
mezheplerini tespit etmemiz mümkündür. Bazı defterlerde Müslim ve gayr-i
Müslim ayrımı yapılmıştır. Ancak bilhassa böyle bir ayrım yapılmayan
defterlerde şahıs adlarına dikkat ettiğimiz takdirde din ve mezhep
tespitlerinde daha sağlıklı neticelere varabiliriz. Burada yapacağımız bazı
açıklamalar konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Şahıs adlarının
bazen din veya mezheplerini belirten sıfatlar ile kullanıldıklarını görüyoruz.
Bunlardan tespit edebildiklerim şunlardır: Müslim, Nasrani, Ermeni, Yehudi,
Druzi, Yezidi ve Şamani42. Burada belirtmemiz gereken bir husus ta şahıs
adları ile birlikte kullanılan bazı unvanların dinlerin ve mezheplerin
ayrımında oynadığı roldür. Bunların başında gelen "Hac" veya "Haci"
tabiridir. Her ne kadar gayri-Müslimlerin bilhassa Hıristiyanların Kudüs'ü
ziyaret ettiklerinde "Haci" oldukları bilinmekte ise de benim incelediğim
defterde bu unvanın Müslümanlar için, Sünni ve Şi'i ayrımı gözetilmeksizin,
kullanıldığıdır. Mamafih bu defterlerin incelenmesinde tarafsız ve dürüst
araştırma kavramından uzaklaşmamamız gereğini burada bilhassa
vurgulamak istiyorum. Zira "Haci" tabirinde "ha'''nın üstüne bir nokta
koyduğumuzda bunun "Haçi" olabileceğini ve mananın tamamen değişeceği
ortada olan bir gerçektir43. Tabi bu gibi durumlarda şahıs adının hangi dini
grubun altında yazıldığına~ yerleşim adına, diğer adlara, mezkur şahsın ilk
adına ve baba adına dikkat etmek gerekir. Örneğin "Baha'd-din Keşiş nam"
şahsın Müslüman olduğunu iddia edemeyeceğimiz gibi "Haci 'Ali v. Haci
Muhammed-imam" gibi bir şahsın da Müslüman olup olmadığını
sorgulamamız yersiz olur (Defter No. 203, vr. 34a). Ayrıca "Haci"
kelimesinin ad olarak da kullanıldığını unutmamak gerekir. Ancak Haci
adının "hypocoristic" formlarında gayri-Müslim grupların altında yazılmış
ise Ermenilerin veya Hıristiyanların kullandıkları "Haço" ve "Haçik" gibi

39 TKGM, Kuyud-i kadime Arşivi, Kırşehir Tapu Tahrir Defteri, No. 139, Vf. 9b-l0a
4()a.g.d., No. 139, vr. 30b-33a
41 Bu gibi adlara örnekler ve bilhassa Türk yer adalarına dair bir bibliyografya için bakınız
Tuncer Gülensoy, "Orta Asya'daki Türk Yer Adlarının Anadolu'daki İzleri", XII. Türk Tarih
Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, II. Cilt, Ankara 1999, s. 365-376.
42 Bu sıfatları adları ile birlikte vermek yararlı olur sanırım: 'İzze'd-din v. Nasrani; Ahmed
Druzi (Defter No. 84, Vf. Sb), İbrahim Ermeni; Vareh Yehudi (Defter No. 203, Vf. 6a, Ila),
Budak Beg biraderzade-i Hüseyin Beg Yezidi (TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Erbil Defteri,
No. 69, Vf. 71a), Ahmed Salih Şamani (Defter No. 94, vr. 35a)
43 M. Mehdi İlhan, "Nikolaj Todorov and Asparuh Velkov, Situation dimographique de la
Peninsuli balkanique (fin du XVe s.-dibut du XVle s.), Editions de I'Academie Bulgare des
Sciences, Sofia 1988,312 pp. + 1 map", Balkan Studies, 30/1, 1989, s. 172.
Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adların Önemine Dair Bazı Örnekler
51

adları elde edebiliyoruzM. Halime Doğru'nun Sivrihisar nahiyesine ait iki


defterde tespit ettiği hususlardan biri de Hacı ve Fakihlerin sayısının
çokluğudur. Asıl adı Hacı olanları tespit dışı tutarak Hacıların ekonomik
açıdan güçlü kimseler ve Fakihlerin de varlıklı ailelerin çocukları
olduklarına ve dolayısıyla eğitime önem verdiklerine dikkatimizi
çekmektedir. Cami ve medrese civarındaki mahallelerde Fakihlerin sayısının
arttığı gözlenmektedir45• Diğer taraftan adlarından hareket etmek suretiyle
kendi dinlerini terk edip İslam' a girmiş şahısları tespit etmemiz de
mümkündür. Müslüman grup altında yazılan ve ilk adları İslami olan, ancak
baba adları gayr-i Müslim olan şahıslar şüphesiz dönmedirler. Bunun en
bariz örneği "Garibşa v. Karakeşiş" adını taşıyan şahıstır (Defter No. 64, s.
58/1). Aynı şekilde ilk adı '''Abd'' veya '" Abdullah" olup unvanı veya baba
adı köle veya azad edilmiş köle manasına olan Arapça kelimelerinden
"Gulam" veya "Atik" ise böyle bir şahsın kendisinin veya babasının dönme
olduğunu ileri sürebiliriz46• Bu gibi adlardan hareket ederek "'Abdu'l-lah"
adını taşıyan her kişinin dönme olduğunu ileri sürerneyiz, aksine bu gibi özel
durum arz eden '" Abdu 'I-lah" adlı şahısların sadece dönme olduklarını
söyleyebiliriz. Örneğin "Gulam 'Ali v. 'Abdu'l-lah" adına dikkat ettiğimizde
bu şahsın babasının meçhul veya gayri-Müslim olmasından dolayı baba adı
olarak "'Abdu'l-lah" adını kullanma zorunda kaldığını hemen çmlarız. Buna
karşın '''Abdu'l-lah v. Derviş Muhammed" adlı şahsın hiç bir zaman dönme
olduğunu iddia edemeyiz47• Dr. Yılmaz Kurt Adana ve çorum defterlerin de-
ki şahıs adları üzerine yaptığı araştırmalarda aynı neticeye varmıştır.
'Abdullah adının Müslümanlar arasında son derece yaygın olduğu
bilinmesine rağmen bu konuda gerek Batılı gerekse Türk araştırmacılar
çeşitli görüşler ileri sürmektedirler ve 'Abdullah adını kısmen veya tamamen
mühtedi tabiri ile bağdaştırma çabası içine girmektedirler48. Dikkatimizi
çeken bir diğer husus ta bir köyün altında yazılan kişi adlarını bazen bir
bütün olarak ele almamız gerekliliğidir. Örneğin Kırşehir'in Mucur köyünde
Karaca, Aydın, Oruç, Yörük, Turmuş gibi bir çok Türkçe adlar kullanıldığı
gibi Arapça kökenli adların ve hatta Krikor, İstefanos ve Pedros gibi
Hıristiyan adların kullanıldığı dikkati çekmektedir. Büyük bir ihtimalle bu

44 "Haço", "Haçetur" adının kısaitıimış şekli olup Ermenicede "Haç verilen kişi" manasınadır.
"Haçik" ise Ermenice'de "Küçük haç" demektir, bk. Adjarian, Dictionary of Armenian
Personal Names, 5 cilt, Erevan 1942, cilt II, s. 493.
45 Halime Doğru, XV. ve XVi. Yüzyılda Sivrihisar Nahixesi, Ankara 1997, s. 32.
46 Bu gibi adlara şu örnekJeri verebiliriz: o' Abdu 'I-lah Gulam; Müslim v. 'Atik; 'Abd v. 'Atik
ve muhtemelen Mübarek Gulam; Zeyrek Gulam (Defter No. 94, vr. 17a, 23b, 24b).
47 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra Defteri, No. 94, Vf. 15b. .
48 Yılmaz Kurt, "çorum Kazası Kişi Adları (XVI. Yüzyıl)", OTAM, vol. 6, Ankara 1995, s.
215-216; aynı yazar, "Adana'da 1572 Yılında Kullanılan Türk Erkek Şahıs Adları", Belleten,
LV11I218, 1992, s. 181-182; aynı yazar, "Adana Sancağında Kişi Adları", DTCF Tarih
Araştırmaları Dergisi, XV/26 1991, s.182-184; HeathLowry, "The Island of Limnos: a Cas e
Study on the Continiuty of Byzantine Forms Under Ottoman Rule", Continuity and Change in
£ate Byzantine and early Ottoman Society (edited by Anthony Bryer and Heath Lowry),
Dumborton Oaks, Washington 1986, s. 257.
M. Mehdi İlhan
52

köyün sakinleri eskiden Hıristiyan Türkler olup daha sonra İslamiyeti kabul
ettiklerinde bazıları Türkçe ve diğer bazıları da Hıristiyan adlarını devam
ettirmekte beis görmemişlerdir49• Benzer bir durum Çankırı defterlerinde de
gözümüze çarpmaktadır. 1578 tarihli Çankırı defterinde50 Çankırı'ya tabi
Alva köyündeki gayr-i Müslimlerin Murad v. İvani, Karaca v. Giregor ve
Minol v. Tengrivirmiş gibi Türk adlarını taşıdıkları dikkatimizi çektiği gibi
1521 tarihli Çankırı defterinde51 durum daha da ilginçtir. Gayr-i Müslimlerin
kullandıkları Mihal v. Tengrivirmiş, Şem'un v. Mihal, Pavlos v. Turanşah,
Kirikos v. Karaca, Buğdanşa v. Yorgi ve Turmiş v. Yorgi adların yanında
köyde Turmuş, Tursun ( , ), Bahşayiş ve Tengrivirmiş Türk adları
ile Halil v. İbrahim, Ken'an v. Ya'kub ve Süleyman v. Muhammed gibi
Tevrati adların kullanılmış olması bu köyde Türk ve Hıristiyan kültürlerinin
oldukça etkin olduğunu göstermektedir.
Bilhassa Doğu Anadolu sancaklarına ait defterlerde dikkat etmemiz
gereken bir husus ta Şiilerin veya Kızılbaşların kullandığı adlardır. Bu tip
adlar genellikle "Şah", "'Ali", "Mehdi" ile '''Abd'', "Verdi" ve bazı diğer
adların birleşiminden oluşmaktadırIar2• Örneğin "Şahvirdi v. 'Abbas";
"'Abd-i 'Ali v. Şeyh Necm", "Ahmed v. 'Abdu'l-Mehdi"; "Rahman Şah v.
İran Şah" ve benzeri adlar53. Bazen aile fertlerinin adlarını bir birlerine bağlı
olarak incelemek gerekir. Örneğin "Dahiyel v. Salih" bir dönme veya
dönmenin torunu olup İslam'a olan bağlılığını pekiştirmek için Müslümanlar
tarafından en sık kullanılan "'Abdu'l-lah" ve "Muhammed" adlarını
çocuklarına verebilir. Bir diğer örnek de hem Sünniler hem de Şiilerce
kullanılan "Şeyh Nasır" adını taşıyan şahsın mezhebini tayin ederken
oğullarından birinin '''Alevi'' adını taşıması zayıf bir ihtimal de olsa Şi'i
mezhebinde karar kılabilmektir4. Dini gruba giren mistik şahısları
adlarından Sünni veya Şi'i olarak ayırt etmemiz mümkün değildir. Ancak bu
gibi şahısları kullandıkları unvanlardan diğer şahıslardan ayırt edebiliyoruz.
Bu unvanları "Derviş", "Bektaş", "Bektaşi", "Mücavir" (mabet veya bir
tekke yakınlarına çekilip oturan; yurdunu ve diyarını terk ederek zamanını
Haremeyn-i Şerifeyn' de ibadet ile geçiren), "Dede", "Sofu", "Sufi", "Fakih",
"Halife"55, "Havace" "Mevella", ve "Şeyh" olarak sıralayabiliriz. Bu gibi

49 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Kırşehir Defteri, No. 139, vr. 81a-82b
50 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Kengiri Defteri, No. 81, varak 247a-b.
51 BOA, Kengiri Defteri, No. 100, s. 54.
52 'Ali adı birleşiminden oluşan adlara bir kaç örnek için bakınız Yılmaz Kurt, "Sivas
Sancağında Kişi Adları (XVI. Yüzyı!)", OTAM, sayı 4, Ankara 1993, s. 236
53 Bu gibi adlara bazı örnekler için bakınız Yılmaz Kurt, "Çorumlu Kazası Kişi Adları (XVI.
Yüzyıl)", OTAM, vol. 6, Ankara 1995, s. 214; aynı yazar "Adana'da 1572 Yılında Kullanılan
Türk Erkek Şahıs Adları", Bel/eten, LVII/218, 1992, s. 178.
54 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra Defteri, No. 94, vr. 31a-b
55 Her Sufi topluluğunun başında bir "Halife" bu~unurdu. Tüm Sufılerin başına da "Halifetü'l-
Hulefa" denirdi. Şah Tah1J1as (1524-76) ve Şah lsma'il II'nin (1576-77) "Halifetu'l-Hulefa"sı
olarak bihnen Hüseyin Goli Rumlu vefat ettikten sonra yerine Bulgar-Halife adında biri
geçmiştir. Bk. Hüseyin Mirjafari, "Sufism and gradual transformation in the Meaning of Sufi
Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adların Önemine Dair Bazı Örnekler 53

adların yanında defterlerde katipler tarafından bilhassa '''avarız-ı divaniye ve


tekalif-i 'örfiyeden" mu'af tutulduklarına dair notlar düşürü1müştü~6.
İncelediğim defterlerde göze çarpan bir husus ta dini kaynaklı adların
('Abdu'l-lah ve lafza-i celal ile birleşik diğer benzeri adlar, Muhammed,
Ahmed, Hudaverdi ve. aynı kategoriye giren diğer adlar) daha ziyade
şehirlerde ve kasabalarda yaşayanlar tarafından kullanılmış olmaları ve kırsal
kesimde yaşayanların ise daha ziyade kendi ana dillerinden müştak orijinal
adları kullanmalarıdır. Bunların en iyi örnekleri Malkoç, Ta'şkın, Taştemür
gibi Türkçe kökenli adlardır. Doğu Anadolu defterlerinde en çok göze
çarpan adlar 'Abdu'l-lah, 'Abdu'r-rahman gibi lafza-i celal ile birleşik adlar
ve bir de "Tanrı-verdi" manasına gelen Arapça ve Farsça kökenli adlardı~7.
Diğer taraftan Arap kökenli ve tüm Müslümanlara malolan dini adların aynı
zamanda dindar kesim tarafından kullanıldıklarını da göz ardı etmememiz
gerekir. Bunun en iyi örneği aşağıda alıntısını yaptığımız bir vakıf
defterindeki kayıt en iyi kanıttır:
"Karye-i Halim: Çekeşde Yeri dimekle ma 'ruf çiftliği ve bir değirmeni
Sinan Yakut evladından Şahin Beg Çekeşde nam kimesne vakf etmiş,
evladından 'Ali ve Ahmed ve Muhammed ve Yunus ve Maksud ve 'Osman
ve Tayyib ve Cemal ve Bekir ve Zekeriya ('ze' ile) ve Ümid ve Pir
Muhammed ve 'Abdi ve Muharrem mutasarrıflar. Ber muceb-i Defter-i 'atik
haliya evlad-i işandan 'Abdu'r-Rahman ve 'Abdu'r-Rahim ve Ahmed ve
Muhammed ve Yunus ve Nizami ve Eyvati ve Nasuh ve Muhammed ve
Mustafa ve Cemal ve Zekeriya ve Nazım ve Pir Muhammed ve 'Abdi ve
Hüseyin mutasarrıflar, ba berat-i Hümayun tabi'-i Çerkeş. Hasıl ma'a resm-i
asiyab: 360,,58.
Şahıs adlarını iyice incelediğimizde bazı bölgelerde siyasi baskının
uygulandığının veya kültürel bir tesirin varlığının farkına varabiliriz.
Şehrizol vilayetinin on altıncı asırda Osmanlılar ile Safeviler arasında bir kaç
defa el değiştirdiğini biliyoruz. Dolayısıyla burada Şi'i veya Kızılbaş kökenli
adların yoğun olması doğaldır. Ancak gayri-Müslimlerin ve bilhassa
Yahudilerin "Ebraham-şah", "Arab-şah", "Şah-virdi" ve "Baba v. Hasan"
gibi adları kullanmış olmaları siyasi veya sosyal bir baskının neticesi olsa
gerek59.

in Safavid period", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, İ. H. Uzunçarşılı


Hatıra sayısı, sayı 32,1979, s. 161.
56 Bu gibi adlara şu örnekleri verebiliriz: Salim v. Derviş; Sa'id Mücavir; 'Abdu'l-lah v.
Derviş Muhammed (Defter No. 94, vr. 52a, 15b, 2a); Havace Derviş (Defter No. 203, vr. 2a);
Hamza v. Hasan Dede; Dede Halife v. Haci Dede (R. Yinanç-M. Elibüyük, Kanuni Devri
Malatya Tahrir Defteri (1560), Ankara 1983, s. 13); Mahmud Fakih v. Ahmed Halife;
Hüseyin v. Sofu; Ali Dede v. Dery.iş Mehmed-zaviyedar; Bektaş v. Yuslif (R. Yinanç-M.
Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri, A. U. OTAM Yayını No. 1, Ankara 1988, s. 12, 15,34,81).
57 Bunların bir listesi aşağıya çıkarılmıştır. Birkaç örnek için ayrıca bakınız Yılmaz Kurt,
"Sivas sancağında Kişi Adları (XVI. Yüzyıl)", OTAM, sayı 4, Ankara 1993, s. 228.
58 TKGM Kuyud-i kadime Arşivi, Kengiri Vakıf Defteri, No. 578, vr. 96a
59 Yahudilerin %30'u bu gibi adları kullanıyorlardı. Bk. TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi,
M. Mehdi İlhan
54

Bir sancakta veya vilayette kullanılan şahıs adlarındaki çeşitlilik o


sancağın ve vilayetin kültüründeki zenginliği yansıttığı gibi bir çok adlar ve
bu adlar ile kullanılan sıfatlar bir yerin eğitim düzeyini de tespit etmemizde
yardımcı olabilirler. Bunun için mamafih asıl kaynağımızın cami, mescid,
mederese, tekke, zaviye ve kiliseler ile buralarda görev yapan şahısların
olduklarını unutmamak gerek. Ama bir çok şahısların bu gibi yerlerde görev
yapmadıkları halde unvanlarından eğitilmiş olduklarını görüyoruz. Bu
unvanlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Monla (Mala, Molla), Üstad,
Havace, Seydi, Nayib, Lala, Mu'allim, Hatib, İmam, Müezzin, Hafız,
Mevlana, Müftizade, Şeyh, Şeyhü'l-İslam, Çelebi60, Ezheri, Müderris, Kari,
Şa'ir, Katib, Hazinedar, Danişmend. Bu gibi unvanları taşıyan kişilerin
genellikle ailece kültürlü ve eğitilmiş oldukları göze çarpmaktadır. Bu
şahısların babalarının da bu unvanları taşımış olmaları bunun kanıtıdır
sanırım. Örnekler: "Şeyh Muhammed v. Şeyhü'l-İslam"; "Seydi Ahmed b.
Nayib 'Ali"; "Musa Çelebi v. Mevlana 'Abdu'r-rahim-müderris"; "Mevlana
Muslihi'd-din v. Musa Halife-müderris"; "Muhtar Çelebi v. Mevlana 'İsa-
ehl ..i 'ilm"; "Halil Çelebi v. Katib Yusuf-sipahi" ve "Feyzu'l-lah v. 'İsa
Divan" ile kardeşi "Katib 'Osman Çelebi-birader-i 0,,61.

Defterlerdeki şahıs adlarından bir sancakta sosyal statüyü tespit


etmemiz de mümkündür. En üst tabakada şüphesiz sancağın üst düzey
yöneticileri, sipahiler ve tımar erbabı ve bunları medrese ve camiIerde görev
yapan din adamları takip ediyordu. Geri kalanlar re'aya sınıfına giriyordu.
Ancak re'aya arasında bir statü farkı mutlaka vardı. Örneğin ticaret ve sanat
erbabını serbest bırakılmış köleler ile aynı sınıfa koymamız mümkün
değildir. Yukarıda da belirttiğim gibi serbest bırakılan bu köleler '" Abd",
"Gulam", "Mahdum" ve "Ma'tuk" gibi sıfatlar ile tanımlanıyorlar idi.
Örneğin "'Ali v. 'Abd"; "Muhammed v. Mandum", "Bahtiyar Ma'tuk";
"Gulam 'Ali Ma'tuk"62. Tabii ki üst tabaka için kullanılan bazı unvanlar da
vardı. Bunların en barizi "Seyyid" kelimesidir. Şehirbazar'ın Senik köyünde
tüm şahıslar bu unvan ile anılıyorlardı63. Yerleşim yerlerinin altında
kaydedilen ilk adlar genellikle oranın ileri gelenlerinden oluyordu ve onları

~ehrizol Defteri, No. 351, v. 15b.


Daha ziyade okumuş, eğitilmiş ve efendi anlamına gelen Çelebi ünvanını başta şehzadeler
olmak üzere bir çok ulema ve kalemiyye sınıfı için kullanılırdJ. Çelebi ünvanının kullanımı ve
anlamı için bakınız "Çelebi", Encyclopedia of Islam (EI2); "Çelebi" TDV İslam
Ansiklopedisi; Nicholas N. Martinovich, "The Turkish Chalabi," Journal of the American
Orienıal Society, 54/2 (1934), s. 194-199; Güçlü Tülüveli "Honorific Titles in Ottoman
Parlance: A Reevaluation," Journal of Turkish Studies, 11/1 & 2 (2005), s. 18-19.
61 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Trablusşam Defteri, No. 203, Vf. 4b; Başbakanlık Arşivi,
Amid Defteri, No. 64, s. 11; R. Yinanç-M. Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri, A. Ü. OTAM
Yayını No. 1, Ankara 1988, s. 14,24,25,27,32).
62 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra Defteri, No. 94, Vf. 22a, 18a, 19a, 20b.
63 TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Şehrizol Defteri, No. 351, Vf. 93b.
r~c-
II

Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adlann Önemine Dair Bazı Örnekler


55

da oğulları takip ediyordu. Örneğin "'Abdu'l-lah Cebbar-imam"; "Bure 'Ali-


kethuda,,64.

Tahrir defterlerinden bilhassa üst yöneticiler hakkında bilgi


toplamamızda mümkün oluyor. Örneğin Basra Defterinde (No. 94, s. 87a)
geçen "Ayas Paşa Mir-i miran-ı Diyarbekir ki fevt şude" kaydından bu
şahsın H. 998/M. 1589-90 yılından önce vefat etmiş olduğunu çıkarıyoruz.
Nitekim Sicilli Osmani'ye göre Diyarbekir Beylerbeyiliği yapan Ayas Paşa
H. 967/M. 1559-60'da vefat etmiştir. Bu gibi verilerden hareketle İsmet
Miroğlu 154 nolu timar icmal defterine göre Erzincan kazasındaki tımarlı
sipahilerin men şe veya kimliklerini tespit yoluna gitmiştir. Örneğin "Pir
Hasan, Tekke Şeyhi Etmeklü Şeyh'in torunu Hüseyin, Kemah sancağı
beylerinden Faik Bey'in Mirahuru ...; Mahmud, Kuzey Erzincan nahiyesi
sipahileri seraskeri ...,,65

Görüldüğü üzere tahrir defterlerindeki şahıs adları bir sancağın veya


vilayetin sosyal ve kültürel yapısını tam olmasa da tama yakın bir derecede
ışığa çıkarmaktadır. Ancak tüm adlar birbirilerine bağlı olarak eksiksiz
değerlendirilmelidirler.
Kaynaklar
i. Arşiv Belgeleri
BOA,Amid Defteri, No. 64
BOA, Basra Defteri, No. 282,
BOA, Kengiri Defteri, No. 100
Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM) Kuyud-i Kadime Arşivi, Basra Defteri,
No. 94
TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Kengiri Kengiri Vakıf Defteri No. 578
TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Kengiri Defteri, No. 81
TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Trablusşam Defteri, No. 203; No. 84
TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Şehrizol Defteri, No. 351
TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Kırşehir Sancağı Defteri, TD No. 139
TKGM, Kuyud-i kadime Arşivi, Kırşehir Tapu Tahrir Defteri, No. 139
TKGM Kuyud-i Kadime Arşivi, Erbil Defteri, No. 69
II. Kitap ve Makaleler
Adjarian, Dictionary of Armenian Personal Names, 5 cilt, Erevan 1942, cilt II
Balta Evangelia, "Rural and Urban Population in the Sancak of Euripos in the Early
16th Century", A-Xcıov Ev-ioıxGıv McaeW ıy ,29/1990-1991, Athens 1992

64 a.g .d., Vf. 33b. .


65 İsmet Miroğlu, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara 19~O, s. 168.
M. Mehdi İlhan
56

Barkan Ö. L., "Türkiye'de İmparatorluk Devrinin büyük nüfus ve arazi tahrirleri ve


hakana mahsus istatistik defterleri", İktisat Fakültesi Mecmuası, 11/2, İstanbul
1940
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Ankara 1992
Doğan Aslıhan, Tapu Kadastro Kuyud-i Kadime Arşivi Mufassal, İcmal, Evkaf ve
Derdest Defterlerinin Toplu Kataloğu, Ankara 1993
Doğru Halime, XV. ve XVI. Yüzyılda Sivrihisar Nahiyesi, Ankara 1997
Gökyay O. Şaik, "Türkçe Yer Adlarında Kişilerin ve Olayların Payı", Türk Yer
Adları Sempozyumu Bildirileri, 11-13 Eylül 1984, Ankara: Başbakanlık
Basımevi 1984
Göyünç Nejat, XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, İstanbul 1969
Gülensoy Tuncer, "Orta Asya'daki Türk Yer Adlarının Anadolu'daki İzleri", XII.
Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, II. Cilt, Ankara 1999
İnalcık Halil, Hicri 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, Ankara 1954
İlhan M. Mehdi, "The Process of Ottoman Cadastral Surveys during the Second Half
of the Second Century: A Study Based on the Documents from Mühimme
Defters", Anuaral lnstitutului de lstorie şi Archeologie "A. D. XENOPOL",
XXIV /1, 1987
İlhan M. Mehdi, "Nikolaj Todorov and Asparuh Velkov, Situation demographique
de la Peninsule balkanique (fin du XVe s .-debut du XVle s.), Editions de
l'Academie Bulgare des Sciences, Sofia 1988,312 pp. + 1 map", Balkan
Studies, 30/1,1989
İlhan M. Mehdi, "Tahrir Faaliyeti ve bu Faaliyet Esnasında Karşılaşılan Güçlükler",
Ata Dergisi, sayı VII, Konya 1997.
İlhan M. Mehdi, "'Defter Congress" (Tahrir Defterleri Kongresi)', Belleten
LVIII/221 , Ankara 1994
İlhan M. Mehdi, Amid (Diyarbakır): 1518 Tarihli Defter-i Mufassal, Ankara 2000
İlhan M. Mehdi, "Onaltıncı Asırda Diyarbakır Şehrinin Nüfusu ve MahalleIere
Dağılımı", Ziya Gökalp, sayı 62, cilt 11, Haziran 1991, Ankara
İlhan M. Mehdi "Onaltıncı Yüzyıl Başlarında Amid Sancağı Yer ve Şahıs Adları
Hakkında Bazı Notlar", Belleten, LlV /209, Ankara 1990
Iren Beldicieanu-Steinherr, N. Beldicieanu, "Reglement Ottoman concernant le
recensement (premiere moitie du XVle siecle", Südost-Furschungen, vol.
XXXVII, 1978
Kurt Yılmaz, "Adana'da 1572 Yılında Kullanılan Türk Erkek Şahıs Adları",
Belleten, LVII/218, 1992
Kurt Yılmaz, "Adana Sancağında Kişi Adları", Ankara Üniversitesi DTCF Tarih
Araştırmaları Dergisi, XV /26, 1990-91, Ankara ı991
Kuıt Yılmaz, "Kozan'da Şahıs Adları", Belleten, LVIII/223, 1994
Mufassal Tahrir Defterlerindeki Adlann Önemine Dair Bazı Örnekler 57

Kurt Yılmaz, "Kozan (Sis) Sancağı'nda Kişi Adları," Türk Kültürü Araştırmaları,
28 (1990)
Kurt Yılmaz, "çorum Sancağı Kişi Adları: XVI. Yüzyıl", Belleten, LlX/224
Kurt Yılmaz, "Sivas Sancağında Kişi Adları (XVI. Yüzyıl)", OTAM, sayı 4, Ankara
1993
Lowry Heath, "The Island of Limnos: a Case Study on the Continiuty of Byzantine
Forms Under Ottoman Rule", Continuity and Change in Late Byzantine and
early Ottoman Society (edited by Anthony Bryer and Heath Lowry),
Dumborton Oaks , Washington 1986
Martinovich Nicholas N., "The Turkish Chalabi," Journal of the American Oriental
Society, 54/2 (1934)
Mirjafari Hüseyin, "Sufism and gradual transformation in the Meaning of Sufi in
Safavid period", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, İ. H.
Uzunçarşılı Hatıra sayısı, sayı 32, 1979
Miroğlu İsmet, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara 1990
Ongan Halit, "Şer' iye Sicillerinde Geçen Türkçe Kişi Adları," Türk Etnografya
Dergisi 1 (1956)
Özkaya Yücel, "XVIII. YüzyılOrta Anadolu'daki Bazı Kaza ve Mahalle
Adlarındaki Değişiklikler", Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, LL-B
Eylül 1984, Ankara: Başbakanlık Basımevi 1984
Tülüveli Güçlü "Honorific Titles in Ottoman Parlance: A Reevaluation," Journal of
Turkish Studies, 11/1 & 2 (2005)
Yediyıldız Bahaeddin, "Türkiye'de Yer Adı Verme Usulleri ve Yer - Adı
Değişikliklerinin Tarihi Gelişimi", Türk Yer Adları Sempozyumu Bildirileri,
LL-B Eylül 1984, Ankara: Başbakanlık Basımevi 1984
Yınanç Refet, "XVI. Yüzyılda Doğu Anadolu Şehirlerinin Mahalle Adları", Türk
Yer Adları Sempozyumu Bildirileri, LL-B Eylül 1984, Ankara: Başbakanlık
Basımevi 1984
Yinanç-M. Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri, A. Ü. OTAM Yayını No. 1, Ankara
1988
Yinanç R. -M. Elibüyük, Kanuni Devri Malatya Tahrir Defteri (1560), Ankara 1983
Yusufoğlu Mehmet, "Şeriye Sicil Defterlerinde Türkçe Kişi Adları," ANIT 3,
Konya (1949)
M. Mehdi İlhan
58

LAFZA-İ CELAL VE TANRıNıN ~IFAT.LARIİLE BİRLEŞİK


ADLARıN LISTESI

'Abdu'l-'Alim 'Abdu'l-lah Hudavirdi


'Abdu'l-'Ata' 'Abdu 'l-Latif Hüneru'l-lah
'Abdu'l-'Azim 'Abdu'l-Mecid 'İnayetu'l-hih
'Abdu'l-'Aziz 'Abdu'l-Yahhab Kerim Kulu
'Abdu'l-Ahad 'Abidu 'I-lah Kutbu'l-lah
'Abdu 'l-Cebbar 'Aliyu'l-lah Lutfu'l-lah
,Abdu'l-Celil 'Atau'l-lah Nasru'l-lah
'Abdu'l-Fakih 'Avnu'l-lah Ni'metu'l-lah
'Abdu'l-Fettah 'Ibadu 'I-lah Nuru'l-lah
'Abdu'l-Gaffar 'Umeru'l-lah (sic) Piru'l-lah
'Abdu'l-Gani Allah-kuli Rahman Kulu
'Abdu'l-Hadi Allah-virdi Ruhu'l-lah
'Abdu'l-Hamid Allah-viren Sa'du'l-lah
'Abdu'l-Hayy Atavellah Sairu'l-lah
'Abdu'l-Kadir Beytu'l-lah Settar Kulu
'Abdu'l-Kerim Bi'l-lah Seyfu'l-lah
'Abdu 'l-Latif Caru'l-lah Seyyidu'l-lah
'Abdu'l-Mennan Çalab Kuli Subhan-verdi
'Abdu'l-Vehhab Çalab Yerdi Sun'u'l-lah
'Abdu'r-Rahim Deynu'l-lah Şeyhiyu' I-lah
'Abdu'r- Ehlu'l-lah Şükrü' I-lah
Rezzak Emanu'l-lah Tanrıverdi
Emiru'l-lah Tanrıvermiş
'Abdu'r-Rahman Emru'l-lah Tayfu'l-lah
,Abdu' s-Sa' id Enveru'l-lah Tengriviren
'Abdu' s-Samed Fazlu'l-lah Tengrivirmiş
'Abdu's-Selam Fehru'l-lah Ubbadu'l-lah
,Abdu' s-Semi' Ferahu'l-lah 'Ubeydu 'I-lah
'Abdu'l-' Aziz Fethu'l-lah Yehbetu'l-lah
'Abdu 'I-Baki Feyzu 'I-lah Yezdan-bahş
'Abdu'l-Hafız Hakverdi Yezdan-virmiş
'Abdu'l-Halim Hamdu'l-lah Yusru'l-lah
'Abdu'l-Hayy Hayru 'I-lah Zevi'l-lah
'Abdu'l-Kadir Hudabahş
'Abdu'l-Kerim Hudadad
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı
Notlar ve Kamil Paşa'nın Terekesİ
The Some Notes About Mehmet Kamil Pasha from Cyprus and
His Heritage/Estate

Mehmet DEMİRVÜREK*
Öz

Kıbrıs kökenli ikinci Osmanlı Sadrazamı-birincisi Kıbrıslı Mehmet Emin


Paşadır.- Mehmet Kamil Paşa'dır. II.Abdülhamit devrinde 2 defa ve II.
Meşrutiyet'in ilanından sonra da yine 2 kez Sadaret makamına getirilen Mehmet
Kamil Paşa ve fikirleri hakkında görebildiğimiz kadarıyla 1doktora ted ve 1 de
yüksek lisans ted hazırlanmıştır. Bununla birlikte her iki tez de incelendiğinde
Mehmet Kamil Paşa hakkındaki bilgilerde birçok eksiklik ve yanlışlıkların olduğu
görülmektedir. Özellikle Mehmet Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a yaptığı seyahatler
konusunda hemen hemen hiç bilgi yoktur. Ayrıca doğum tarihi konusunda da görüş
ayrılığı vardır. Var olan bilgiler de çelişkili veya eksiktir. Paşa'nın terekesi
konusunda ise hiçbir bilgi yoktur. Kıbrıslı araştırmacı Ahmet An tarafından yazılan
Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Değerler ile Hilmi Kamil Bayur tarafindan yazılan Sadrazam
Kiimil Paşa: Siyasi H ayatı4 adlı eserlerde de aynı eksiklikler ve yanlışlıklar
görülmektedir.

*DoçDr. Lefke Avrupa Üniversilesi,Fen Edebiyat Fakülıesi Tarih Bölümü


Iİsmail Şen, Sadrazam Kıbrıslı Mehmeı Kamil Paşa (1832-1913), (Ankara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yayımlanmamış Doktora Tezi) Ankara 1995.
2Nurbanu Kutlay, Makedonya Meselesi ve Kıbrıslı Kamil Paşa, (Afyon Kocatepe Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Afyon
1988. Bu çalışma, İsmail Şen 'in hazırladığı doktora tezinden sonra yapılmış olsa da, yazarın
söz konusu doktora tezini görmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca El-Kılani Tuati El-Kilani,
ll.Abdülhamid Döneminde Trablusgarb Vilayeti ve Mehmet Kamil Paşa Layihası, (Ankara
Üniversitesi İslam Medeniyetleri ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Ankara 1990 adlı bir eser daha varsa da bu tez Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa
hakkında değildir.Tez Mirliva Kamil Paşa hakkındadır.
lAhmet An, Kıbrıs'ın Yetişlirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, Ankara 2002 s. 66-75. Aynı
yazar ilgili bölümü Tarih ve Toplum dergisinin Şubat 2000 tarihli nüshasında da
yayımlamıştır.
Hilmi Kamil Bayur, Sadrazam Kamil Paşa, Siyası Hayatı, Ankara 1954.
Mehmet Demiryürek
60
Çalışmamızın amacı, Mehmet Kamil Paşa'nın doğum tarihi ile Kıbrıs'a yaptığı
seyahatleri açıklığa kavuşturarak biyografisinin eksik veya yanlış olan bu yönlerini
tamamlamaktır. Ayrıca Paşa'nın terekesi ve Kıbrıs'ta bulunan mezarı hakkında da
ayrıntılı bilgiler de dikkatlere sunulmuştur. Araştırmamız sırasında daha önce hiç
kullanılmamış olan ve Kıbrıs Rum Basın Arşivi'nde bulunan Türkçe basın
kaynakları ile KKTC Millf Arşiv ve Araştırma Dairesi'nde bulunan bir defterde
varlığını tesbit ettiğimiz Kamil Paşa'nın terekesi kaynak olarak kullanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Mehmet Kamil Paşd, Kıbrıs, Sadrazam, Tereke

Abstract
Mehmet Kamil Pasha, from Cyprus, became the Gttoman Grand Vizier for
times. Some studies of his life has been done. But there were some mistakes and
deficiencies in these studies. In particular, there was no correct information about
his birth date, his Cyprus travels and the his estate/heritage.
The aim of our study is to complete these deficiencies. In this study, we used
press sources in the South Cyprus Greek Administration Press Archives and
documents about his estate in the North Cyprus Turkish Republic National Archives.
Key Words: Mehmet Kamil Pasha, Cyprus, Grand Vizier, Heritage/Estate

A.Mehmet Kamil Paşa'nın Doğum Tarihi ve Kıbrıs Seyahatleri


L.Mehmet Kamil Paşa'nın Doğum Tarihi
Mehmet Kamil Paşa'nın hayatının aydınlığa kavuşturulamayan
5
bölümlerinden birisi onun doğum tarihidir. Doğum yılı ile ilgili olarak 1835 ,
18306, 18337, ı832 gibi birbirinden farklı tarihlere rastlanmaktadır.
8 9
Bu
tarihlerden sadece 1832 ve 1833 yılı akla yakındır. Çünkü gerek İbnülemin
Mahmut Kemal İnal'ın -ki çalışmasından Mehmet Kamil Paşa'nın Sicil-i

5 Nurbanu Kutlay, a.g.e, s.VIII (Bu tarih Türk Ansiklopedisinden naklen verilmiş
~örünmektediL Ama ansiklopedideki tarih 1832'diL)
Servet Sami Dedeçay, Dr. Fikret Rassim, Lefkoşa 1998, s.63.
7Tuncer Bağışkan, Kıbrıs'ta Osmanlı Türk Eserleri, Lefkoşa 1005, s.67. Kamil Paşa'nın
mezar taşında da 1833 yılı onun doğum yılı olarak yazılmıştır.
8İbnül Emin Mahrnet Kemal İnal, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, s.1347; İsmail Şen,
a.g.e, s.9; Hilmi Kamil Bayur, a.g.e, s.47; DLErol Kufi, "Sadrazam Kamil Paşa Kıbrıs'ta",
Benim Kıbrıs'ım, Mart-Nisan 2001,.s.39: Ahmet An, a.g.e, s.66 (Bununla birlikte An 'ın
eserindeki bazı ifadeler çelişkilidiL Omeğin a.g.e, S.66.'da 1832 derken, s.71 'de yaptığı bir
alıntıdan bu yılın 1831 olduğu görülmektedir.); Bener Hakkı Hakeri, Kıbrıs Türk
Ansiklopedisi, ı. Cilt, (tarihsiz) s.189; Haşmet Muzaffer Gürkan, Kıbrıs Tarihinden Sayfalar,
Lefkoşa 1982, s.180; Sir Harry Luke'dan naklen "Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Ünlü Kişiler r, Yeni
Kıbrıs Dergisi, Ekim 1977, s.ll.
9 Görme imkanı bulduğumuz bazı yabancı kaynaklarda da durum aynıdıL Örneğin,
Encyclopedia Americana (ci lt 16, USA, 1980, s.398)'da 1833, Encyclopedia Britannica (cilt
13, USA, 1972, s.338 ve ci1t 13, USA, 1959, s.368)'da 1832 yılı onun doğum yılı olarak
verilmiştir.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
61

Ahval kaydını gördüğü anlaşılmaktadır- ve gerekse İsmail Şen' in -ki


Mehmet Kamil Paşa'ya Osmanlı idaresince 1908 yılında verilmiş olan nüfuz
tezkeresini yayımlamıştır- yararlandıkları belgelerde verilen doğum yılı
H.1248'dir. Öyleyse onun doğum yılı H. 1248'dir denilebilir.lO Bu
araştırmacılar bundan hareketle M.1832 yılını Kamil Paşa'nın doğum yılı
olarak kabul etmişlerdir. Fakat ay bilinmediği için Kamil Paşa'nın doğum
yılını M.1832 yılı olarak kabul etmek yanlıştır. Çünkü H.1248 yılının bazı
ayları M.1832'ye, bazı ayları ise M.1833'e tekabül etmektedir. Bu nedenle
Kamil Paşa'nın doğum tarihini/yılını şimdilik H. 1248= M. 1832/1833
şeklinde yazmak en doğrusu olacaktır.
2.Mehmet Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a Birinci Gelişi
Mehmet Kamil Paşa İstanbu' a gittikten sonra uzun yıllar Kıbrıs 'tan
uzak kalmıştır. II. Meşrutiyetin ilanından sonraki yıllar içinde ise iki kez
Kıbrıs' a gelmiştir.Her iki gelişinde de Sadrazamlık mevkiinde
bulunmuyordu.
İsmail Şen, Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a ilk gelişi ile ilgili olarak "1911 'de
(H.1329) yılı sonlarında zatürreye yakalanarak ağır bir hastalık dönemi
geçirmiştir. Doktorların kendisine hava değişimi önermeleri üzerine Mısır'a
gitmeye karar vermiştir ...Bu seyahat esnasında uzun dönem valilik görevinde
bulunduğu İzmir şehrine uğramış, daha sonra memleketi Kıbrıs'a gitmiştir."
demekte ve Kamil Paşa'nın" bu seyahati oğlu Şevket Bey'e yazdığı LO
Teşrfn-i sani 1326 tarihli mektupta geniş bir biçimde"Jl anlattığını
belirtmektedir. Ahmet An ise çalışmasında ayrıntıya girmeden sadece yaptığı
alıntılarla bazen 191012 bazen de 191113 yılını zikretmekle yetinmiştir.
İsmail Şen' in ifadelerindeki çelişki hemen göze çarpmaktadır. Zira
Rumı 1326 yılının karşılığı M.1911 değil, M.1910 yılıdır.14 Ahmet An'ın
eserinde ise kaynakların karşılaştırılıp süzgeçten geçirilmediği, iktibaslarla
yetinildiği görülmektedir. Ayrıca her iki çalışmada da Kamil Paşa' nın 1910
(veya 1911) yılının hangi ayında Kıbrıs'a geldiği ve ne kadar kaldığıls
konusu da açıklığa kavuşturulmuş değildir.
Bizim tesbitlerimize göre, Mehmet Kamil Paşa 20-27 Ekim 1910
tarihleri arasında bulunan bir günde Kıbrıs'a gelmiştir. O yıllarda Kıbrıs'ta
yayımlanmakta olan Sünuhat gazetesi 27 Teşrln-i evvel 1910 tarihli

,I LO Kıbrıs'ta yayımlanan Kıbrıs gazetesi Ka.mil Paşa'nın ölümü üzerine yayımladığı tercüme-i
halde 1248 tarihini vermektedir. Kıbrıs, 24 Teşrın-i sani 1913, s.2.
II İsmail Şen, a.g.e, 361 numaralı dipnot, s. 231.

ıı Ahmet An, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Değerler, s.70.


13 Ahmet An, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Değerler, s.70 ve 71.
14 Kamil Paşa'nın mektubundaki Rumi 10 Teşrın-i sani 1326 tarihi, Miladi 23 Kasım 191O'a
tekabül eder ki Paşa bu tarihten önce Kıbrıs'a gitmiş olmalıdır.
15 Sadece Ahmet An'ın, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Değerler adlı eserinde bulunan iktibaslardan
birinde "iki hafta kadar Lefkaşa'da" kaldığı yazılıdır. Bkz. s.70.
Mehmet Demiryürek
62

nüshasında "Geçen hafta Fransız postasıyla sadr-ı esbak hemşehrimiz Kamil


Paşa hazretleri ceziremize teşrif buyurmuşlardırBurada onbeş yirmi gün
ikametten sonra Mısır'a gidecekleri müstahberdir.,,16 şeklinde bir haber
vermektedir. Gazete haftalık olduğu için ve Posta vapurunun geliş gününü
tesbit edemediğimizden kesin bir tarih saptayamadık. Bununla birlikte 20-27
Ekim 1910 tarihlerine tekabül eden bir günde Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a
geldiğini söyleyebiliriz. Paşa'nın 27 Ekim 1910 tarihinde Kıbrıs'ta
bulunduğu kesindir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Sünuhat gazetesi Kamil Paşa'nın
Kıbrıs'ta 15-20 gün kalacağını yazmıştı. Fakat ertesi hafta yayımlanan 3
Teşıin-i sani 1910 tarihli nüshasında Kamil Paşa'nın Kıbrıs'tan ayrılarak
Mısır'a gittiğini yazmaktadır. Gazeteye göre "Burada bulundukları müddet
memleketimizin zaman-ı Hamidf ashab-ı meratibi ve kendisinin lutuf-
dfdeleri tarafından hüsn-i kabul gördüğü gibi avdetlerinde de onlar
tarafından teşyf olunmuştur. "n Öyleyse Kamil Paşa Kıbrıs'ta ancak bir hafta
kadar kalmış ve sonraki posta vapuruyla Kıbrıs'tan ayrılmıştır.
3Mehmet Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a İkinci Gelişi
Mehmet Kamil Paşa ile ilgili olan ve yukarıda zikrettiğimiz eserlerde
onun Kıbrıs'a ikinci gelişi de karanlıkta bırakılan noktalardan biri olmuştur.
Söz konusu eserlerde sadece Kıbrıs' taki hayatı ve 14 Kasım 1913' teki
ölümünden bahsetmekle yetinilmiştir. Kıbrıs'a tam olarak ne zaman geldiği,
kimler tarafından nasıl karşılandığı açıklığa kavuşturulmamıştır. Bu nedenle
biz ortaya koyacağımız bilgilerle onun Kıbrıs' a ikinci kez gelişini açıklığa
kavuşturmuş olacağımızı düşünmekteyiz.
Bilindiği üzere 10 Kanun-ı sani 1328 (23 Ocak 1913) tarihinde Enver
Paşa ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği Bab-ı ali baskını sonucunda Kamil
Paşa sadrazamlıktan istifaya zorlanmıştır. Kıbrıs'ta yayımlanan Seyf
gazetesine göre, "Enver Bey, Meclis-i Vükelaya girdi. Kamil Paşa'yı
istifasını vermeğe mecbur etti. ,,18

16 "Kamil Paşa", Sünuhat, 27 Teşrin-i evvel 1910 Perşembe, s.2.


l7 "Kamil Paşa 'nın Ceziremizden Müfarekatı", Sünuhat, 3 Teşrın-i sani 1910, s.2.
18 "İskenderiye'de Münteşir El Ahali Ceride-i Muteberesinden Mevrud Husus!
Telgraj1arımtz", Seyf, 25 Kanun-ı sanİ 1913, s.2. Ali Fuat (Türkgeldi) Bey bu konuda şunları
yazmaktadır: "Bir araltk Kamil Paşa beni nezdine çağırıp 'Enver ve Talat geldiler, istifa teklif
ettiler Yazdtğım istifanamede cihet-i askeriyeden vuku bulan teklif üzerine diye yazmış
olduğum halde 'ahali' tabirini de ilave ettirdiler.' dedi. İstifanamenin sureti şudur:
Huzur-, ali-i Hazret-i Padişahiye
Ahali ve cihet-i askeriyeden vukubulan teklif üzerine huzur-ı şahanelerine istifaname-yi
acizanemin arzına mecbur olduğum muhat-I ilm-i ali buyurulmakta.
10 Kanun-, sani 1328
Sadrazam Kamil", Hilmi Kamil Bayur, a.g.e, s.387-388.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
63

Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa'ya karşı girişilen bu hükumet darbesi


Kıbrıs'ta yayımlanan Seyf gazetesince memnuniyetle karşılanmıştır.
Gazetede yayımlanan "Tebrik" başlıklı yazıda şöyle denilmektedir:
"Hayat-ı siyasiyye-i Osmaniyyemiz hırpalana hırpalana nihayet son
darbe-i bf-amana ma'ruz olunca tam mukaddes vatanın karar-ı hazini
imzalanacağı bir sırada ulvf simalar, milletperver kahramanlar, hilkatin
mücessem iffeti olan namuskar merdler sahne-i mücadelede göründüler.
Bunlar birer münci-i vatan ve millet, bunlar birer mücahid-i ali-himmet
idiler.
Yaşa sen ey millet babası, vatanın hayırlı evladı Enver! Yaşayınız
İslamiyetin ve Osmaniyyetin hamileri, hepiniz yaşayınız; Vatanın, milletin
mukadderatı sizdedir!
Ey muhterem Cemiyet, siz vazije-i millfyyenizi yaptınız. Fakat yine
millet size medyun-ı şükrandır. Muvaffakiyetinizden bu namlı, şan lı kutsf
muvaffakiyetinizden dolayı 'Seyf' de tebrikat ve teşekküratını, sizi takdis
ederek kemal-i ihtiramla takdim eder. ,,19
Kamil Paşa bu olaydan 12 gün sonra, 22 Kanun-ı sani 1328 (4 Şubat
1913) tarihinde Başkitabete bir yazı yazarak Mısır' a gitmek istediğini
belirtmiştir. Bu yazısında son gelişmelerin kendisini çok sarstığını, doktor
gözetiminde bir hafta yatmak zorunda kaldığını ve doktorların kendisine
tebdil-i hava tavsiye ettiklerini belirterek "bakiyye-i hengam-ı şitayı Mısır' da
geçirmek üzere müsaade-i seniyye-i şahô.ne ,,20 talep etmiştir.
İsmail Şen'in belirttiğine göre, onun İstanbul'dan uzaklaşmasını isteyen
muhalifleri bu isteği memnuniyetle karşılamışlar ve 120 lira da para temin
etmişlerdir. Kamil Paşa böylece Mısır'a gitmek üzere İstanbul'dan
ayrılmıştır.
Kıbrıs'a gelmek gibi bir niyeti olmayan Kamil Paşa 9 Şubat 1913
tarihinde İskenderiye'ye varmıştır.21 Fakat iki ay kadar sonra İstanbul'a
dönmek istediğinde ise kendisine izin verilmemiştir. Oğlu Şevket Bey'e
yazdığı 12 Nisan 1339 (25 Nisan 1913) tarihli mektupta bunun nedenini
Sadrazam' a sorduğunu ve "Şu sırada Dersaadeti teşrif etmemeleri
münasiptir efendim. ,,22 şeklinde cevap aldığım yazmaktadır.

19 "Tebrik", Seyj, 25 Kanun-ı sani 1913, s.2.


ıD İşmail Şen, a.g.e, s.281.
ıı "İskenderiye'de Münteşir El Ahali Ceride-i Muteberesinden Mevrud Husus!
Telgraflarımız", Seyj, 16 Şubat 1913, s.2.
22 Hilmi Kamil Bayur, a.g.e., s.396. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın cevabı telgrafı da 12
Nisan 329 (25 Nisan 1913) tarihini taşımaktadır. Bkz. Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke
Dejteri, 1911-1924, s.14-15.
64 Mehmet Demİryürek

Böylece Kamil Paşa bir anlamda zorunlu olarak Kıbrıs'a gelmek


durumunda kalmış ve 1 Mayıs 1913 tarihinde Hidiviye vapuru ile
"Mısır'dan Kıbrıs'a teşrif etmişlerdir.H23 Seyf gazetesinin verdiği bilgiye
göre "Paşa-yı müşarunileyh Mağosa'da Beliğ Paşa ve Köroğluzade Hüseyin
Ata Efendi ve Kufizade Asaf Bey tarafından istikbal olunmuş ve bir müddet
istirahat buyurduktan sonra tren ile Lefkoşa 'ya alafranga saat ikide teşrif
buyurmuşlardır. Lefkoşa'dan da Ankastna'ya kadar kadı-i Kıbrıs Ali Rıfat ve
Ahmet İzzet Efendilerle daha birçok zevat tarafından istikbal
olunmuşlardır. ,,24
Anlaşıldığına göre Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a gelmiş olması Kıbrıs Türk
basınında-görebildiğimiz kadarıyla o tarihte Türkçe olarak sadece Seyf
gazetesi yayımlanıyordu- pek de ilgi uyandırmamıştır. Fakat Rum basınında
bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Seyf gazetesine göre Kıbrıs'ta
Rumca olarak yayımlanan Foni Tis Kipru ve Kipriyakos Filaks gazeteleri
de Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a gelişini haber olarak vermişler ve yorumlarda
bulunmuşlardır. Hatta Foni Tis Kipru gazetesi bir muhabirini Kamil Paşa
ile mülakata göndermiş ve muhabir Kamil Paşa ile bir de mülakat yapmıştır.
Seyf gazetesine göre "Foni muharriri Kamil Paşa tarafından kabul
olunarak epey müddet mülakat ettiklerini fakat siyasiyattan bahs
etmediklerini yazdıktan sonra diyor ki:
Kamil Paşa Hazretleri doksan yaşını belki de geçtikleri halde yine dinç
ve nasiyesinde bir zeka ve cevvaliyet parlıyor. Nasıl ki Türkiye her tehlikeye
ma 'ruz kaldığı bir zamanda bütün bu dahi-i siyasiye teveccüh
ediyor.Kıbrıs'ta ne kadar müddet kalacağı malum değildir. Çünkü bu
sualimize cevap vermekten içtinab etmiştir. Fakat ağleb-i ihtimale göre
bakıyye-i hayatını memleketi olan Kıbrıs'ta geçirmeği arzu ediyor. Meğer ki
milleti tarafından tekrar sadarete teklif olunsun- ki o da pek uzak değildir
zannındayız- ve böyle olduğu takdirde Genç Türkler'den son defa yediği
hakaretlere rağmen yine kabul ederek İstanbul'a gidecektir."25
Yine Seyf gazetesine göre Kipriyakos Filaks gazetesi de şu yorumda
bulunmuştur:

23 "Kamil Paşa", Seyj, 5 Mayıs 1913, s.2. Haşmet Muzaffer Gürkan Paşa'nın Lamaka'da
karaya çıkıp Lefkoşa'ya geldiğini yazıyorsa da (bkz. a.g.e, s.180) bu doğru değildir. Dr. Erol
Kufi ise vapUfun Port-Said-Mağusa-Larnaka-İstanbul-Kostanza arasında çalıştığını
belirtmekte (bkz a.g.e, s.39) fakat Kamil Paşa'nın hangi liman yoluyla Kıbrıs'a geldiğini
~azmamaktadır .
"Kamil Paşa", Seyj, 5 Mayıs 1913, s.2. Dr. Erol Kufi, Kıbrıs'a geldiği zaman Kamil
Paşa'nın büyük bir törenle karşılandığını yazıyorsa da (a.g.e, s.39) biz dönemin Türkçe ve
Rumca gazetelerinde böyle bir bilgiye rastlayamadık. Haşmet Muzaffer Gürkan da Erol Kufi
ile aynı fikirdedir. Bkz. a.g.e, s.180-181.
25 Kamil Paşa",Seyj, 5 Mayıs 1913, s.2.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
65

"Kıbrıs ahalisi bila-tefrik-i cins ve mezhep kemal-i hürmetle bu


vatandaşını selamlar. Çünkü Kıbrıslı olarak bu muhterem pır-i siyası daima
Kıbrıslılara muavenette bulunmuştur.
Kudüs-i şerifteki bugünkü mevkiimizle kilise imtiyazatını 'Ortodoks
Kilisesi' Kamil Paşa'ya medyundur.Kendisi ihtiyar, istirahate muhtaç
olduğu halde vatanın hdl-i izmihlal{injde İstanbul'a gitmeğe ve bütün
hayatını vatanına vakf etmeğe amadedir.,,26
1 Mayıs 191327 tarihinde Kıbrıs' a gelen Mehmet Kamil Paşa 14 Kasım
1913 tarihindeki ölümüne kadar, yaklaşık altı buçuk ay Kıbrıs 'ta yaşamıştır.
4.Mehmet Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a Hizmeti
İsmail Şen'in çalışmasında Mehmet Kamil Paşa'nın Kıbrıs'a yaptığı
hizmetler konusunda bir şey yazılmazken, Ahmet An, çeşitli kaynaklardan
yaptığı alıntdarla bu konuda şunları yazmaktadır:
"MuaZZimlere 1 buçuk lira maaşla 12 Osmanlı mektebi ve 7 lira maaşla
bir Osmanlı Mektep müfettişliği (ceman 25 Osmanlı Lirası) Paşa'nın ilk
başvekaletleri esnasında küşad edilmiştir,,28.
Ahmet An, aynı çalışmasında Zihni İmamzade adlı bir Kıbrıslı Türkün
andarına da yer vermektedir. Buna göre, Kamil Paşa 1913 yılında Kıbrıs'a
geldiği zaman Zihni İmamzade Lefkoşa İdadi' sinde öğrencidir. Kamil
Paşa'yı birkaç kez Cuma namazıarı sırasında Selimiye Camiinde görür ve
birkaç arkadaşı ile anlaşarak Paşa'dan okulları için maddı destek isterler.
Kamil Paşa'nın buna cevabı şöyle olur:
"Evlatlar, ben gördüğünüz gibiyim.Ama siz, Kıbrıs fatihlerinin
torunlarısınız. İdadı Komisyonu bana bir ariza yapsın. Leşkoşa hisarlarını
okulunu namına istesin, ben onları okulunu namına koçan ettireyim. ,,29
Fakat bu girişimdem bir sonuç alınamamıştır.
Bu yazılanların doğruluk derecesi oldukça tartışmalıdır. İlk bilgi
kaynağı 1948 yılına ait bir Halkın Sesi gazetesi30 nüshasıdır. İkinci kaynak
ise 1986 yılında yine Kıbrıs 'ta yayımlanan Yeni Düzen gazetesinde
yayımlanan anılardır?1

26 Kamil Paşa", Seyj, 5 Mayıs 1913, s.2.


rı Dr.Erol Kufi "Sadrazam Kamil Paşa Kıbrıs'ta" adlı yazısında, Kamil Paşa'nın 8 Mayıs
1913 tarihinde Kıbrıs'a geldiğini yazıyorsa da bu mümkün değildir. Bkz. Dr. Erol Kufi,
Sadrazam Kamil Paşa Kıbrıs'ta, Benim Kıbrısım Dergisi, Mart-Nisan 2001, s.39.
28 Ahmet An, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Değerler, s.74. Bu bilgi aynı sayfada 2 ayrı paragrafta
tekrar edilmiştir.
29 Ahmet An, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Değerler, s.74-75.
30 14 Kasım 1948 tarihli Halkın Sesi gazetesinden nakleden Ahmet An, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği
Değerler, s.74.
314 Eylül 1986 tarihli Yeni Düzen gazetesinden nakleden Ahmet An, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği
Değerler, s.75.
i

i
Mehmet Demİryürek
66

Bizim ulaşabildiğimiz kaynak ise bunlardan çok daha eskidir ve


Paşa'nın 1910 yılında Kıbrıs'a geldiği zaman Kıbrıs'ta yayımlanmakta olan
Sünuhat gazetesidir. Bu gazetede yazılanlar yukarıda ifade edilenlerden
oldukça farklıdır.
Sünuhat gazetesi, Kamil Paşa 1910 yılında Kıbrıs' a geldiği zaman
Kıbrıslı Türklerin ondan beklentilerini şöyle dile getirmiştir:
"Kamil Paşa 'nın ceziremiz maarifinin muhtac-ı muavenet olduğunu
gördüğü ve hususuyla idadimizin alat ve edevatının noksanı yüzünden
talebeler lazım gelen istifadeyi edemedikleri bedihi bulunduğundan her
halde la-akall beş yüz lira Mekteb-i İdadimize alat ve edevat tedarik
olunmak üzere ihsan buyuracakları ümit edilmekte idiyse de ma' teessüf
vezır-i alişanımızdan böyle bir lütuf görmedikBelki ihsan etti de bizim
haberimizyoktur.Ma'mafih bizim ve umumun duyması icab ederdi.32
Görüldüğü gibi gazete, Ahmet An'ın zikrettiği ve Kamil Paşa'nın
birinci sadaret dönemi olan 1885-1891 yılları arası açmış olduğunu söylediği
okullardan hiç bahsetmemektedir.
Gazete ilgili yazının devamında ise şöyle bir de soru sormaktadır:
"Elli seneyi mütecaviz vatana gelmemiş bir sadrazamdan vatandaşları
maariflerine değil beş yüz veya bin lira, daha büyükfedakarlıklar beklemeğe
hakları yok mu?"
Sünuhat ilgili yazının devamında Kamil Paşa'yı Kıbrıslı Rum bir
tüccarla karşılaştırmakta ve şunları yazmaktadır:
"Hristiyan vatandaşlarımızdan olup da İskenderiye'de ticaretle iştigal
eden Mutsi Efendi geçenlerde ceziremize teşriflerinde "Kalapinabat' da" bir
ticaret mektebi inşa ve tesisi için iki bin lirayı mütecaviz bir meblağ sarfını
deruhte eylediği, mektebe devam edecek leylı fukara et/aline sarf olunmak ve
mektebin idaresi için de istihbaratımıza göre on bin liradan fazla bir para
vakfeylediği işitilmiştir. İşte insan böyle hamiyyet-i mücessime bir vatandaş
yoluna feda-yı can etse seza değil mi?
Halbuki Kamil Paşa Hazretieri defaatle mesned-i sadareti ihraz etmiş,
maarifin derece-i lüzumunu takdir eder bir zat-ı ali-kadr olduğu halde bu
yolda ibraz-ı himmet buyurmamaları bizimle beraber bütün ceziremiz
müslümanlarını meyus bırakmıştır."
Sünuhat'a göre Kamil Paşa İskenderiye'deki işlerini tamamladıktan
sonra Kıbrıs'a uğramadan "beraberinde Yunan İzmir konsolosu bulunduğu
halde Atina 'ya çıkarak birkaç saat kalmış ve ihtiramat-ı farika ile kabul
edilerek mazhar-ı i'zaz olmuştur.

32" Kamil Paşa'nın Ceziremizden Müjarekatı", Sünuhat, 3 Teşrfn-i sani 1910, s.2.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
67

Atina 'nın şayan-ı temaşa mahallerini gezmiş ve ziyaretinden iyi bir


hatıra saklayacağını dostları na beyan etmiştir. Kamil Paşa ba'de İzmir'e
müteveccihen hareket eylemiştir. ,,33
Sünuhat gazetesindeki bu yazı okunduğu zaman Kamil Paşa'nın
Kıbrıs'ta okul açtırdığı yolundaki bilgilerin doğrulanamadığını söylemek
yerinde olur kanaatindeyiz. Bununla birlikte onun okul yaptıracak veya
büyük bağışlarda bulunacak derecede zengin olmadığını da düşünmekteyiz.34
B.Mehmet Kamil Paşa'nın Terekesİ
L.Kamil Paşa'nın Ölümü
Kamil Paşa 1 Mayıs 1913 tarihinde Kıbrıs'agelmiştir. Ahmet An' a
göre, Kamil Paşa bir süre Sir Harry Luke'un evinde kalmış ise de daha sonra
bu evin bitişiğindeki evi "al"mıştır;35 evin sahibi Arap Ahmet Camii imam
Tayyib Efendi'dir.36 İsmail Şen bu konuda Hilmi Kamil Bayur'a dayanarak
"Kamil Paşa Lefkoşe'deki Beliğ Paşa 'nın Hisar önündeki büyük evini
tutmuş,,37tur demektedir. Dr.Erol Kufi "Sadrazam Kamil Paşa, Beliğ
Paşa 'nın Lefkoşa' da Kaytazzade burcundaki (Yiğitler Burcu) konağında
misafir edildi.,,38 diyerek İsmail Şen ile benzer şeyler yazmaktadır.Haşmet
Muzaffer Gürkan ise sadece "Cirit hisarına bakan büyük bir eve
yerleşmişti. ,,39 demekte, ayrıntı vermemektedir. .
Bu konudaki bilgilerin de birbirini tutmadığı görülmektedir. Çünkü
Paşa'nın ölümü üzerine düzenlenen tereke kayıtlarında Mehmet Kamil
Paşa'nın Kıbrıs'ta, Lefkoşa'da "Arap Ahmet mahallesinde Müftüzade Hacı
Şefik Efendi'nin hanesinde muvakkaten ve misafireten mukim iken 14 Zihicce
1331 ve 14 Teşrfn-i sani 1913 on dördüncü Cuma günü füc'eten" vefat
etttiği belirtilmiştir.40 Biz olaya en yakın kaynak olarak tereke kayıtlarını

33" Kamil Paşa", Sünuhat, 8 Kanun-ı evvel 1910, s.4.


J4 İsmail Şen, çalışmasının 286-298. sayfasında Kamil Paşa'nın sahip olduğu mal varlığını
açıklamaktadır. Açıklanan bu mal varlığı bir Sadrazam söz konusu olunca oldukça azdır. Sir
Harry Luke'a göre, Mehmet Kamil Paşa "kişiselolarak ihtiras sahibi değildiHer şeyden önce
bir vatanperver ve çok dürüst bir adamdı." "Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Unlü Kişiler 1", Yeni
Kıbrıs Dergisi, Ekim 1977, s.22. Ölümü sırasında Kıbrıs'ta bulunan kız kardeşinin oğlu aynı
kişi tarafından şöyle tasvir edilmiştir: "Beyaz torba dizlikli , çıplak baldırlı ve lastik
ayakkabılı bu Türk köylüsü Başvezirin yeğeni, kızkardeşinin oğlu idi. Şehrin yakınındaki
Deftera köyünde çiçek ve sebze yetiştirip satardı." A.g.e, S.23.
35 "Kiralamış" demek istenmiş olmalıdır. Çünkü tereke kayıtlarında satın almayı doğrulayıcı
bir bilgi yoktur. Sir Harry Luke'un ifadesi şöyledir: "Ben Trodos'tan dönünce Kamil çoğalan
ev halkını sığdırabilecek bitişikteki evi aldı.", Yeni Kıbrıs Dergisi, Ekim 1977, s.23.
36 Sir Harry Luke'dan nakleden Ahmet An, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Değerler, s.71-72-73; Servet
Sami Dedeçay, a.g.e, S.63.
37 İsmail Şen, a.g.e, S.283.
38 DLErol Kufi, a.g.e, s.39.

39 Haşmet Muzaffer Gürkan, a.g.e, s.181. Aynı yazarın söz konusu eserinin 182. sayfasında
Sir Harry Luke'den yaptığı iktibasda evin Tayyib Efendi'ye ait olduğu belirtilmektedir.
40 Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke Defteri, 1911-1924, s.8. KKTC Milll Arşiv ve
Araştırma Dairesi (Gime).
Mehmet Demiryürek
68

kabul ettiğimiz için Kamil Paşa'nın Müftüzade Hacı Şefik Efendi'nin evinde
ikamet etmekte iken vefat ettiğini düşünüyoruz.41
Tereke defterinde Mehmet Kamil Paşa'nın 'jUc'eten"öldüğü belirtilmiş
iken İbn-ül Emin Mahmut Kemal İnal "İstanbul'da gelen bir mektup'tan
Zihni ismindeki torununun vefat ettiğini öğrenerek müteessir oldu. Ertesi
sabah oğlu Şevket Bey' e taziyetname yazdıktan sonra bahçeye inip çiçeklerle
ve meyve aşısile meşgul iken hastalandı.Yukarı çıkarıldı.Beş on dakika sonra
sekte-i kalpten vefat etti. "42diye yazmaktadır. Hilmi Kamil Bayur ölüm
nedeni olarak "damar sertliğini"43 göstermektedir. İsmail Şen her iki
anlatımı belirtmiş, ancak bir yorum yapmamıştır. Dr. Erol Kufi, Kamil
Paşa'nın eşi Laika Hanım'dan naklen "14 Kasım 1913'te sabah, göğsünde
bir fenalık hissetti, divana uzandı ve çok rahat huzur içinde ruhunu teslim
etti.,,44 demektedir. Dolayısı ile Paşa'nın ölüm nedeni için de farklı
anlatımlar vardır.
Bilebildiğimiz kadarıyla o tarihte Kıbrıs'ta Seyf ve Kıbrıs adında iki
Türkçe gazete yayımlanıyordu. Seyf gazetesi konuyla ilgili olarak "Sadr-ı
esbak Kamil Paşa geçen Perşembe45 sabahı saat alagranga yedi buçukta
ansızın duçar olduğu hastalık neticesi olarak yarım saat zarfında vefat
etmiştir."46diye yazarken Kıbrıs gazetesi ise "Sadr-ı Esbak Kıbrıslı Kamil
Paşa, fd-i adhanın beşinci ve Teşrfn-i evvelin 14 üncü Cuma günü
sabahleyin saat sekizde Lefkoşa' da hisar civarında iki aydan beri sakin
bulundukları hanede sekte~i kalpten irtihal-i dar-ı beka eylemiştir.
İrtihallerinden bir gün evvel İstanbul'daki hafidlerinin vefatına dair
almış oldukları haberden pek ziyade müteessir olmuş olan paşa-yı
müşarunileyh, Cuma günü sabahleyin ber-mu 'tad kalkmış ve mektuplarını
yazmağa başlamış.
Saat sekiz raddelerinde ansızın kendilerine bir üşüme gelmiş ve hemen
doktorlara haber gönderilmiş ise de doktorlar gelmezden evvel Paşa terk-i

41 Ayrıca hem Mehmet Şefik hem de Mehmet Tayyib Efendi "Müftüzade" lakabıyla
anıldıkları için bu kişinin kardeş olduğu, kiralama işleriyle Mehmet Tayyib Efendi 'nin
ilgilendiği ama evin tapusunun Müftüzade Mehmet Şefik Efendi 'ye ait olduğu da
düşünülebilir. Belki de bu nedenle birçok yazar evin sahibinin Müftüzade Tayyib Efendi
olduğunu düşünmüştür. Tereke defterinde, yukarıda da belirttiğimiz gibi evin Müftüzade Hacı
Şefik Efendi'ye ait olduğu belirtilmiş, Mehmet Tayyib Efendi ise "Müftüzade Mehmet
Tayyib" şeklinde kaydedilmiştir.
42 Ibn-üı Emin Mahmut Kemal ınal, a.g.e, s.1412. Sir Harry Luke da kalp krizinden öldüğünü
belirtmektedir. Bkz. "Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Ünlü Kişiler 1", Yeni Kıbrıs Dergisi, Ekim 1977,
s.23.
43 Hilmi Kamil Bayur, a.g.e, s.397.
44 Dr.Erol Kufi, a.g.e, S.41.
45 Cuma olmalı. Nitekim gazete 24 Teşrin-i sani 1913 tarihli nüshasında "Tashih" başlığı ile
bu hatasını düzeitmiş ve Kamil Paşa'nın ölüm gününün Cuma olduğunu yazmıştır.
46 "Vefat", Seyf, 17 Teşrin-i sani 1913, s.3.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
69

hayat eylemiştir. ,,47demektedir. Seyf gazetesine göre, Rum gazetelerinin


ortak görüşü ise şöyle idi:
"Perşembe günü akşamı Lamaka'daki dostu Mister İkridis'in vuku'
bulan vefatına dair aldığı haber kendisini pek müteessir etmiş ve geceleyin
ise Avrupa Postası ertesi gün hareket edeceğinden harici muhaberatını yazıp
ertesi sabah kalkarak filhakika oturup yazmağa başlamış. Fakat kendisini
ani bir fenalık tutarak hemen en yakın doktorlardan doktor Karelti Efendi'yi
çağırtmış, fakat doktor gelinceye kadar kalem [elinde} olduğu halde düşüp
vefat etmiştir. Kendisi her ne kadar da ihtiyar idiyse de vefatı sekte-i kalpten
imiş.,,48

Bu bilgilere dayanarak Kamil Paşa'nın torununun veya arkadaşının


(belki de her ikisinin) ölümüne üzülmesi ve bunun sonucunda geçirdiği kalp
krizi nedeniyle vefat etmiş olduğunu söylebiliriz.
2.Kamil Paşa'nın Mezarı
Seyf gazetesine göre, 14 Kasım 1913 Cuma sabahı vefat eden "Merhum
öğleden sonra saat iki buçukta ihtifalat-ı layika ile Ayasofya cami-i şerifine
götürülmüş. wzıme-i dinı icra edildikten sonra hükumetin müsadesiyle Arap
Ahmet Paşa Camii haziresine defn edilmiştir. ,,49
Kıbrıs gazetesi ise daha ayrıntılı bilgiler vermektedir. Buna göre
Paşa'nın "Cenazeleri o gün bade-z-zeval saat iki buçukta hanelerinden
ihtifalat-ı azime ile kaldırılmış ve cenaze namazı Ayasofya camii-i şerifinde
eda olunduktan sonra saat üç buçukta Arap Ahmet Cami-i Şerifi haziresine
defn edilmiştir. Yevm-i mezkurda Osmanlı Bankası ve devair-i hükumet tatil
edilmiş ve cenaze alayında vali-i cezire ile bütün erkt1nı-ı hükumet hazır
bulunmuştur.
Avukat Osman Cemal Efendi Paşa-yı merkumun kenar-ı kabrinde bir
nutuk irad eylemiştir. Daire-i vilayetten gönderilen iklfl, Paşa'nın kabri
üzerine vaz' edilmiştir.,,50 Bu ifadelerden mezara bir kitabe yaptınlmadığı

47 "Ahval-i Cezire, İrtihal", Kıbrıs, 24 Teşrin-i sani 1913, s.2.


48 "Kamil Paşa", Seyf, 17 Teşrin-i sani 1913, s.3.
49 "Yefat", Seyf, 17 Teşrin-İ sani 1913, s.3.
50 "Ahval-i Cezire, İrtihal", Kıbrıs, 24 Teşrin-i sanİ 1913, s.2. Paşa'nın Kıbrıs gazetesinde
yayımlanan tercüme-i hali için bkz. EKLER. Ahmet An'ın a.g.e'de, 1956 tarihli Halkın Sesi
gazetesinden naklen cenazeye katılanlar tek tek yazılmıştır. Bkz. a.g.e, s.73. Biz en eski
kaynak olması nedeniyle dönemin gazete haberleriyle yetindik. Bununla birlikte Near East
gazetesi bir göz tanıklığına dayanarak farklı bir cenaze töreni yazmaktadır. Gazeteye göre
""Cenaze töreni merhumun şanlı rütbe ve statüsüne müthiş derecede zıt idi. Hiçbir şey daha
az etkili olamazdı. Tabut Selimiye/Ayasofya Camiine götürüldü. Bina dışında birkaç dua
okundu. Camiye girmesine izin verilmedi. Bundan dolayı kasabanın ana caddeleri yoluyla
Yiktoria Caddesi'ndeki küçük caminin bitişiğindeki mezarlığa götürüldü. Cenaze meresimi
kasabanın ayaktakımının oluşturduğu düzensiz bir kalabalıktan azıcık daha iyi id,i Gerçekte
tören vakar ve değerden yoksundu ve kısa idi." Bkz. Ronald StOffS, Orientations, London
1937, s.583.
Mehmet Demiryürek
70

sadece Kıbrıs valiliği tarafından gönderilen çelengin/taçın mezarın üstüne


konulduğu anlaşılmaktadır. Kıbrıs gazetesine göre ayrıca "İngiltere Kralı
Haşmetli beşinci George hazretieri Kıbrıs valisi asaletli Sir Hamilton Gold
Adams Hazretieri vasıtasıyla ba-telgraf Kamil Paşa'nın Kıbrıs'ta bulunan
ailesine beyan-ı taziyet buyurmuşlardır. ,,51
Cenaze töreninden yaklaşık 20 gün sonra, 6 Aralık 1913 Cumartesi
günü Kamil Paşa'nın ailesi Kıbrıs'tan ayrılmıştır.52
Kamil Paşa'nın mezarı bugün (2006) de aynı yerde bulunmaktadır.
Fakat mezarın biri Türkçe (Arap harfleri ile) diğeri İngilizce olmak üzere,
silindir şeklindeki tek sütun üzerinde iki kitabesi mevcuttur. Bu mezar
kitabesinin 192753 yılında dönemin Kıbrıs valisi Sir Ronald Storrs tarafından
yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
Ronald Storrs'a göre Kamil Paşa "ölümünden henüz 12 sene geçmeden
neredeyse unutulmuştu." Bu yüzden kendisinin girişimiyle "üstünde Türkçe
mezar kitabes~, altında bunun İngilizce tercümesi,,54 bulunan bir mezar taşı
hazırlanarak mezarın baş tarafına konulmuştur.
Türkçe ve İngilizce olan bu mezar kitabesi Kamil Paşa'nın ölümünden
14 yıl sonra 5 Kasım 1927 tarihinde Kıbrıs'taki İngiliz valisi Sir Ronald
Storrs tarafından yaptırılmıştır. O yıllarda yayımlanan Birlik ve Söz
gazeteleri konuya büyük ilgi göstermişlerdir. Birlik gazetesine göre
"Osmanlı hükumeti devrinde defaatle Sadrazam ünvanını ihraz eden ve Türk
tarihinde yüksek bir mevki işgal eden (...) Kamil Paşa'nın Arap Ahmet Camii
havlusundaki kabri Asaletli Sir Ronald Storrs Hazretieri tarafından
yaptınlmış ve mezar taşına Türkçe ve altında İngilizce olarak şu yazılar
hakk edilmiştir:
'Hüve'l baki
Kıbrıs'ta Piroyili Yüzbaşı Salih Ağa mahdumu Devletli Kamil Paşa
Hazretieri 1833 tarihinde Lejkoşa'da teveltüt ve 1913 tarihinde Lejkoşa'da
irtihal-i dar-ı beka eylemiştir.Merhum-ı müşarunileyh Evkaf Müdüriyetinde,
Tuzla Kaymakamlığında,Defterdar Muhasebeciliğinde ve Osmanlı

51"Ahval-i Cezire, İrtihat", Kıbrıs, 24 Teşr'in-i sani 1913, s.2.


52Seyf, 8 Kanun-ı evvel 1913, s.3.
53Ahmet An, bu kitabenin 1928 yılında (s.74.) yaptırıldığını yazıyorsa da bu doğru değildir.
Tuncer Bağışkan'ın a.g.e. s.68'de ifade ettiği gibi söz konusu yıl 1927'dir. Bağışkanı'ın
eserinde kitabenin Türkçe ve İngilizce tam metni de (s.68) bulunmaktadır. Bener Hakkı
Hakeri'ye göre ise "Kamil Paşa'nın mezarı sarı köpük taşından örülü basit bir mezardır ....Bu
mezar 1975'te yeniden yaptınldL" Bkz. Bener Hakkı Hakeri, Kıbrıs Türk Ansiklopedisi, ı.
Cilt, (tarihsiz) s.189; Haşmet Muzaffer Gürkan da mezarın 1975 yılında yeniden yaptırıldığını
~azmaktadır. Bkz a.g.e, s.183, 1 numaralı dipnot.
Ronald Storrs, a.g.e, s.582-583.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
71

İmparatorluğu'nun dört defa makam-ı sadaretinde bulunmuş büyük Türk ve


yüksek bir şahsiyetti. ,,55
Mezarın İngilizce kitabesi ise şöyledir:
"His Highness Kiamil Pasha
Son of Captain Salih Agha of Pyroi
Bom in Nicosia 1833 and in Nicosia died 1913.
Treasury Clerk, Commissioner Lamaka,
Director of Evkaf
Four times Grand Vizir of the Ottoman Empire
A Great Turk and a Great Man.,,56
Birlik gazetesinegöre, aslında kitabenin açılış töreni 2 Kasım 1927
Çarşamba günü gerçekleştirilecekti. Hazırlanan programa göre "Öğleden
sonra saat iki buçukta asaletli vali hazretlerinin teşrifleriyle kabrin yanında
parlak bir merasim icra edilerek ve mezar taşının yazısı üzerindeki örtü vali
tarafından küşad edilerek merkumun tezkar-ı namı için bir nutuk irad edilip
merasime nihayet verilecekti.,,57 Fakat tören saatinde Valinin acil bir işi
. çıkınca tören 5 Kasım 1927 Cumartesi güne ertelenmiştir.58
Hem Birlik gazetesi hem de Söz gazetesi 5 Kasım 1927 Cumartesi
günü yapılan törene bir sonraki nüshalarında ayrıntılı olarak yer
vermişlerdir. .
Birlik gazetesine göre, "Sadr-ı esbak Kıbrıslı merhum Kamil Paşa
Hazretlerinin medfeninin resm-i küşadını icra etmek üzere 6 Teşrfn-i sani
927'de59 sabah saat 10'da asaletli vali hazretleri refakatlerinde refika-i
muhteremeleri ve maiyetlerinde yaverleri olduğu halde camii teşrif ve polis
efradı tarafından selamlandıktan sonra medfeni ziyaret buyurdular. Vali
hazretleri kabrin etrafını saran müstemleke müsteşarı, erkan-ı hükumet,
memleketin ulema ve mütehayyizanı ve birçok ahali huzurunda ayrıca ber
vech-i ati nutku irad buyurdular. Nutkun Türkçe tercümesi Evkaf müdürü
Münir Bey tarafından hazıruna kıraat edildi ve sabık Kıbrıs müftüsü faziletli
Hacı Hafız Ziyaı Efendi tarafından merhum un istirahat-i ruhu ve bu

55"Merhum Kamil Paşa Mezarında", Birlik,S Teşrın-i sani 1927, s.2.


56 Sir, Ronald Storrs, a.g.e. s.583; Tuncer Bağışkan, a.g.e, s.68.
57 "Merhum Kamil Paşa Mezarında", Birlik,S Teşrın-i sani 1927, s.2.
5R<'MerhumKamil Paşa Mezarında", Birlik,S Teşrın-i sanİ 1927, s.2. 5 Kasım 1927 tarihli
Söz gazetesi ise konuyla ilgili olarak sadece Kamil Paşa'nın mezarının Vali tarafından
yaptırıldığını, mezar taşının Ingilizce ve Türkçe olarak yazdırıldığını ve mezarınıkitabenin
açılış törenin 5 Kasım 1927 Cumartesi saat 10'da yapılacağını yazmakta, herhangi bir
ertelemeden bahsetmemektedir. Bkz. "Hafta Vekayi ve Hadisatı: Kamil Paşa", Söz, 5 Kasım
1927, s.2.
59 Bu tarihin 5 Teşrın-i sani (Kasım) 1927 olması gerekir. Hafız İsmail de "İngiliz Muhibliği:
Kamil Paşa Merhum", Müsavat, 7 Kanun-ı evvel 1927, s.1 'de 6 Kasım yazıyorsa da, gerek o
dönemde yayımlanan Söz gazetesi gerekse KKTC Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'ndeki
dosyada bulunan "Speech of the Sir Ronald Storrs dated 5.11.1927" ifadesinden tören
tarihinin 5 Kasım 1927 olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
72 Mehmet Demiryürek

miyanda muhterem valimizin izdiyad-ı ömr-i asaletmeabfleri için arabi-ül


ibare bir dua-yı beliğ irad buyurularak bil-vesile asaletmeabın cezireyi teşrif
ettikleri günden beri her şeyde olduğu gibi 1913'te irtihal-i dar-ı beka eden
Kıbrıs'ın merhum büyük Türkü hakkında ibraz eyledikleri kadirşinaslığı yM
ve tezkar eyledi. Müteakiben kabrin başlığını setr eden örtü merasim-i
mahsusa ile açıldı. ,,60
Valinin yaptığı konuşmadan sonra "muhterem vali avdet buyururlarken
tekrar polis efradı tarafından selamlanarak refika-i muhteremeleri, yaverleri
ve Evkaf Müdürü Münir Beyle birlikte,,61 oradan ayrılmışlardır.
Söz gazetesi töreni ayrıntılı olarak anlatmamıştır. Daha çok yorumla
karışık haber şeklinde vermiştir. Gazeteye göre, "Çok kadirşinas Kıbrıs
valisi Sir Ronald Storrs hazretleri Kıbrıs'ın yetiştirdiği güzide ricaIden
Kamil Paşa merhumun yaptırmış olduğu kabrini ziyaretle resm-i küşadını
icra ve onun şanına çespan bir nutuk kıraat buyurmuşlardır.
Asaletli vali hazretlerinin dolayısıyla Kıbrıs Türklerine ibzal
buyurdukları bu kıymettar cemilekarlık herkeste çok derin tahassüsat
uyandırmıştır. Hayat-ı siyasiyyesi artık tarihin bı-taraf tenkidi sahasına
geçen Kamil Paşa merhum Osmanlı saltanatının dört defa sadaret mevkiini
işgal eylemiş olmak ve zamanında birçok ahval-i siyasiye cereyan etmek
itibarıyla mühim bir şahsiyet olduğuna şüphe yoktur. Siyasetinde İngiliz
taraftarlığını şiar edinen merhum-ı müşarunileyh vali hazretleri tarafından
yapılan merasim-i ihtiramiyeye liyakatini daha yüksek derecede Mısır'da
Haşmetli Kral George Hazretleriyle Haşmetli Kraliçe 'nin bir arada fotoğraf
çektirdikleri zamandan ihraz etmişti. Bu vesile ile merhum-ı müşarunileyhe
rahmet ilahiyeyi temenni ederken Sir Ronald Hazretlerini de bu yüksek
kadirşinaslıktan dolayı takdir ve tebrik buluruz.,,62
Mezarı yaptıran ve törenle açan Kıbrıs Valisi Sir Ronald Stors, açılışta
yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:
"Sizi bugün sade fakat ümit ederim kıymetsiz olmayan büyük bir adamın
tezkar-ı namı için buraya yardıma davet ettim. Bab-ı ali'de Kamil Paşa
Hazretleriyle tanışmakla ve muahharen Kahire' de fehametmeabın
dostluğun u kazanmakla mübah i olduğumda Kıbrıs'a muvasalatımda cesedi
hakkında her ne kadar ta'zimat ve tekrimat-ı lazıme ifa edilmiş ise de
tezkar-ı namı için henüz bir şey yapılmamıştı. Hisiyyat-ı şahsiyyem ile
umumun tasvibinden mutmain olarak küşad etmek üzere bulunduğum
makberi inşa ettirmeği bir fırsat addeyledim. Evkaf ile mu'teberan-ı
müslimınin iştirak-ı hisde bulunduklarını memnuniyle kayd ediyorum. Kıbrıs

ro" Kadirşinas Valimiz Kamil Paşa Kabrinde", Birlik, ı2 Teşrin-i sanİ 1927, S.l.
6\ A.g.e. s.l.
62 "Merhum Kamil Paşa'nın Kabrinde", Söz, 12 Teşrın-i sanİ 1927, s.l.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
73

her ne kadar hacmen küçük ise de tariM annaneler nokta-i nazarından


büyüktür. Toprağı muhtelif zamanlarda kahramanlar ve muhtelif ırk ve dine
mensup aizze tarafından çiğnenmiştir. Bunların bazıları burada tevellüt
etmiş ve aramızdan uful etmiştir;diğerleri tezkar-ı nam ı için bu yaz vecibe-i
kadirşinaside bulunduğumuz ve hala eserine ıktıfa eylediğimiz şöhret-şiar
Lord Kitchner gibi zevat aramızdan gelip geçmiştir. Kamil Paşa şimdi
durduğumuz yerden pek uzak olmayan bir evde doğup avan-ı sabavetini
yaşamıştır. Kıbrıs'aiyi hizmeti sebkat etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nda
dört defa makam-ı sadareti işgal ile Türkiye 'ye hidemat-ı hasenesi
mesbuktur. Dünya servetinden mahrum ve fakir olduğu nisbette şerefçe faik
ve zengin olarak ahir eyyamını itmam için Kıbrıs'a avdet etmiştir. Kamil
Paşa har ve son derece vatanperver ve İngiltere'nin sabit ve münevver bir
dostu idi. O, cihan harbinin ilanında mevki-i iktidarda bulunmuş olsa idi
imparatorluğun idame edilmesine ve cereyan-ı vekayi-i tarihiyyenin duçar-ı
tahavvül bulunmuş olacağına pek az şüphe vardır. Fakat bu mukadder değil
idi. Lakin hatırat-ı maziyyeyi unutmayan İngiltere, timsal-i istikamet olan bu
mağdur şahsa neticede mesken ebedisini yine kendi vatanında takdime
muktedir olabileceğini derhatır etmekle dostları ve tahsfnkarları kendilerini
hiç olmazsa müteselli addedebilirler.Piroi köylüsünün oğlu çalıştı ve hidmet
etti. Vezir-i azam İstanbul'da uğraştı ve hükümran oldu. Dünyanın en büyük
imparatorluğunun vatandaşları olan bizler 'siz ve ben' imparatorluk
dahilinde müsavf bir adalet ve fırsata malik ve bunlarla beraber kralımıza
karşı sadakat-i tamme vazifesi ile mükellef bulunduğumuzu asla
unutmayalım ki ben zat-ı haşmetmeabinin buradaki mümessili hepinizin
sadakat-ı tammenize emniyet-i kamile ve itimat-ı tammem vardır. Şu halde
büyük vatandaşınızın ruhu istirahat-i ebediyyeye nail ve ismi ve layemut
şöhreti payidar olsun. Amin ... ,,63
Valinin konuşması dikkatle okunduğu zaman Mehmet Kamil Paşa'nın
Kıbrıs'ta İngiliz İmparatorluğu'nun bekası için bir araç olarak kullanılmaya
çalışıldığı görülmektedir. Çünkü vali bu vesile ile Mehmet Kamil Faşa'yı
örnek göstererek Kıbrıslı Türklerden krala sadakat göstermelerini de
istemiştir.
Kamil Paşa'nın mezarının tamir edilerek bir kitabe yaptırılması haberini
sütunlarına taşıyan bir diğer gazete ise Mısır' da yayımlanmakta olan
Müsavat gazetesidir.Gazete Kamil Paşa'yı şöyle tanıtmaktadır:

63"Kadirşinas Valimiz Kamil Paşa Kabrinde", Birlik, 12 Teşrin-i sani 1927, s.l; "Merhum
Kamil Pa~'a'nın Kabrinde", Söz, 12 Teşrın-i sani 1927, s.1-2; "Kamil Paşa'nın Kabrinde",
Müsavat,7 Kanun-ı evvel 1927, s.3. Valinin konuşmasının Türçe çevirisinin orjinal metni
KKTC Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde bulunmaktadır. Arşivdeki bu dosyada ayrıca
törenle ilgili haberin yer aldığı Birlik Gazetesinin 12.11.1927 tarihli nüshası da
bulunmaktadır. Bkz. KKTC Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Kutu No: 181, Gömlek No:
4075(90), Tarih 1927. Aynı dosyada Söz gazetesinin bulunmaması bu gazetenin gerek Evkaf
idaresi gerekse İngiliz idaresi aleyhindeki yayınlarına bağlanabilir.
Mehmet Demiryürek
74

"Büyük Reşit ve onun yetiştirdiği Ali ve Fuat Paşalardan sonra bir de


Kıbrıslı Kamil Paşa merhum kadar İngiltere-Osmanlı muhadenet ve
ittifakını mukadder ve bu siyaseti hüsn-i tedvfre kadir kimse gelmemiştir.
Kamil Paşa kadfm Osmanlı vüzerasına has evsaf-ı aliye ve ahlak-ı
fazılanın kajfesini haiz idi. Mert, metin, vakur, müstakfm, kavl ve fiilinde
sadık ve samimi, küçüklüklere tenezzülden müctenib, bilhassa dur-bfn, dur-
endiş idi. Zaman kendisine müsait, müzahir olsa idi, devlet vücuduna
derinden pek ziyade müstefid olur, İngiltere valisinin pek yerinde olarak
dediği gibi imparatorluk kurtulurdu.
Gazeteye göre, Kamil Paşa'nın siyasi hayatı İngiltere'nin "vesaya-yı
dostanesi hilafına girilen" 1876 savaşında Rusya'nın galip gelerek
Ayastefanos'a kadar gelmesinden sonra başlamaktadır. Fakat onun siyaset
yaptığı dönem "Bütün zaman-ı saltanatını Alman nüfuzu, Rus korkusu
altında zelflane titremek ve nefs-i nefisinden başka kimseyi ve bir şeyi
düşünmemekle geçiren, Abdülaziz'in ordu ve donanmasını mahv eden,
Harbiyeyi Alman propagandası haline getiren müstebid, ilim ve ıslahat
aleyhtarı, İngiliz ve ona meyyal olan her şeyden korkan ve ona husumet eden
bir hükümdar-ı cebfn ve bohem ve müsevves" olan II. Abdülhamit dönemidir
ve böyle bir dönemde "Kamil Paşa ne yapabilirdi?"
Kamil Paşa "her insan-ı kamil ve her büyük diplomat gibi ihtirasat-ı
şahsiyyeden, hırs ve hasetten, sefk-i dimadan, ihtilalcilikten ve erbCib-ı
ihtilalden de" uzak bir kişi idi. "İhtilaller, mütemadf iniş çıkışlar memleketi
Türkiye'de bedbaht olan bu recül-i hükumet tekCimüller, azametler diyarı
İngiltere'de gelmiş olsa idi elbette bahtiyar olurdu."
Gazeteye göre, Abdülhamit dönemi geride, kendi mukadderatına sahip
çıkamayacak, ahlaki faziletten mahrum bir millet bırakmıştır. Eğer öyle
olmasa idi, Kamil Paşa çok büyük başarılar gerçekleştirebilirdi. Çünkü
"İtanı-ı meşrutiyeti müteakip altı ay süren sadaretinde usul-i meşrutiyet
tamamıyla tatbik edilmiş, devletin A vrupaca itibarı iade edilmiş,
İngiltere'nin teveccühü iktisab olunmağa başlamış, ittihaz ve tatbik edilen
meslek-i salim sayesinde idare-i hükumet oldukça intizama girmiş idi."
Fakat bu durumu çekemeyen Alman ve Rus hükumetIeri içte ve dışta
tahriklere başlamışlardır. Bu durumda millet de kimi desteklemesi kimi
desteklernemesi gerektiğini bilmediği için, iktidardan gidene düşman, yeni
gelene kul köle olduğu için kısa bir süre sonra "Kamil Paşa ve onun temsil"
ettiği İngiltere-Fransa taraftarlığı siyaseti gözden düşmüş ve devlet de bir
daha belini doğrultamamıştır.
Gazeteye göre, Kamil Paşa 1910 yılında Mısır' da İngiliz Kral ve
kraliçesi ile görüştükten sonra kaleme aldığı "meşhur ariza-i siyasiyyede
devletin sıfat-ı hilafet ve saltanatına arız olan bugünkü" olumsuzlukları birer
birer saymış ve "erbCib-ı ihtiıazin iş başından çekilmelerini, çektirilmelerini"
Sadrazam Kıbnsh Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
75

isteyerek İngiltere ile bir ittifak yolunun bulunmasını bildirmiş, fakat onu
dinleyen olmamıştır.
Gazeteye göre, Kıbrıs valisinin de dediği gibi Kamil Paşa "Harb-i
umumiden evvel sağ bulunmuş, onu bir fırka-i siyasiyye de tutmağı bilmiş
olsa idi, saltanat-ı Osmaniyye, hilıVet-i islamiyye zeval-pezfr olmak şöyle
dursun münteha-yı şan ve şevkete vasıl olurduEle geçen fırsat bu kadar
mühim idi."
Gazete, "İngiliz Muhipliği:Kamil Paşa Merhum" başlığı altında yaptığı
bu uzun değerlendirmede, Kamil Paşa'nın mezarı için gösterdikleri gayret
nedeniyle Kıbrıs valisi ve Kıbrıs Türk ileri gelenlerine teşekkür etmekte ve
Türkiye'nin "büyükçe bir Rus Buharası" olduğu bu günleri görmeden
ölmesinin Kamil Paşa içinbir şans olduğunu ileri sürmektedir.
Kamil Paşa, bugün Türkiye'de düşmanca karşılanan İngiliz siyaset ve
sevgisinin "sabit, zf-vakar, fazilet-perver bir timsal-i müşahhası idi."diye
yazan gazetenin beklentisi ise şudur:
"Onun yüksek abidesini yalnız mezarının üzerinde değil, kariben Bosfor
sahillerinde, Bab-ı ali'nin önünde de teali etmiş görmek isteriz.
Yeni Osmanlıların ki azametli Büyük Britanya 'nın ebedf müttefikleri
olacaklardır, ilk vecibe-i şükraniyeleri bu olmak icab eder, intizar edelim.,,64
Kamil Paşa vesilesiyle gazetede yer bu değerlendirmedeki birçok
ifadeden Büyük Britanya'nın övüldüğü, Yeni Türkiye'nin eleştirildiği açıkça
görülmektedir.
3.Kamil Paşa'nın Terekesİ
Kamil Paşa'nın terekesinin kaydedildiği defter KKTC Milll Arşiv ve
Araştırma Dairesi 'nde bulunmaktadır.65 Defterdeki kayıtlar incelendiği
zaman Kamil Paşa'nın terekesinin 3 ayrı tarihte kayda geçirilmiş olduğu
anlaşılmaktadır. Bu tarihler 16 Teşrın-i sani 1913,26 Teşrın-i sani 1913 ve 1
Mayıs 1914'tür.
Tereke kaydına göre, Kamil Paşa'nın varisleri "merhum-ı
müşarunileyhin zevce-i menkuha-i metrukesi Laika Hanım bint-i Mehmet
Efendi ve sulbi sağir oğlu Nazım Bey ve sulbi kebir oğulları Mahmut ve
Süreyya ve Salahaddin Beyler ile gaibünu min-eI-abd sulbi kebir oğulları
Şevket ve Mehmet ve Nihat ve Abdullah ve Said ve Osman ve Muzaffer
Beyler ile sulbi sağir oğlu Hilmi Bey ve sulbe kebir kızları Nefise ve
Makbule"dir. Kamil Paşa'nın "vasi-i muhtarı" olmadığından terekesi

64 Hafız İsmail, "İngiliz Muhibliği: Kamil Paşa Merhum", Müsavat, 7 Kanun-ı evvel 1927,
s.1.
65 Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke Defteri, 1911-1924, s.8/14-15. KKTC Milli Arşiv
ve Araştırma Dairesi (Gime).
76 Mehmet Demiryürek

i"mahalle-i mezkure imamı Müftüzade faziletli Hafız Tayyib Efendi ve


Beytülmal müdürü vekili merhum Cemal Efendizade İzzetli Mehmet Münir
Bey hazır olup mahalle-i mezkure muhtarı bulunmadığından müşarunileyhin
sakin bulunduğu mezkur hanede bulunan eşyası ma 'rifet-i şer' le ber vech-i
zir tahrir ve terkfm ve bdlada memhur mühürleri zatisi dahi kabl-i şer'iden
tayin olunduğu mahalle şerh verildi. 16 Zilhicce 331 ve 16 Teşrfn-i sani 913
ve 3 Teşrfn-i sani 329,,66 denilerek kayda geçirilmiştir.
a.Şahsi Eşyaları
16 Kasım 1913 tarihli ilk kayıtta sayımı yapılarak kayda geçirilen
Kamil Paşa'nın şahsi eşyasının listesi ve bu eşyaların tahmini değeri
şöyledir:
Kıymet-i Muhammeniye

Lira S K
1 Adet altın saat 6 O O
Altın kaolama dört ailızlı cakı i O O
1 adet Altın kenarlı gözlük O LO O
1 adet altın enfive kutusu 3 O O
i adet altın saat ve olatin kordon 10 O O
Nakd-i mevcut ma-cüzdan O 5 6
Nakd-i mevcut O O 4
1 adet zer-gerdan tırnailından ma'mul tesbih O 2 O
i adet ustura 2 adet makas i adet kursun kalem O 3 O
4 adet cüzdan O O O
i adet El defteri O O O
1 adet gözlük O 1 O
1 adet murassa' imtivaz nisanı"'
Bir adet Bank-ı Osman) cek defteri
701 231 ve 21 ila 725 231 Mısırda(?) isti' mal
olunan 713 231 evrak-ı zative
2 adet mühür baliida matbu' ma canta
21 02 1

Bu sayım ve yazımdan sonra sayımı ve yazımı yapılan eşyalar bir çanta


içine konulmuş, çanta Arap Ahmet Mahallesi İmamı Hafız Tayyib Efendi ve
Mahkeme-i Şer' iyye Baş Katibi Ahmet Hulı1si Efendi tarafından
mühürlenerek Mahkeme-i Şer'iyeye teslim edilmiştir.68
Kamil Paşa'nın beş kalem eşyası ise ailesi nezdinde bırakılmıştır. Fakat
bu eşyalar da kayda geçirilmiş olup şöyledir:

«,Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke Defteri, 1911-1924, s.8

ı
.61

i
Bu ve bundan sonraki eşyalara değer biçilmemiştir.
68 Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke Defteri, 1911-1924, s.8.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
77
Kıymet-i Muhammeniye

Lira S K
Nakl-j Yekfin 21 2 1
3 adet oaIto Kazmİr müsta'mel 1 O O
4 adet Osmanlı setresi kazmİr ve 4 adet nantolon 1 O O
2 Adet kürk müsta'mel Sincao'tan ma'mul 2 O O
1 adet bavul O LO O
2 adet kaloc ootin cİft müsta'mel 1 O O
26 12 1

Kamil Paşa'nın eşi Laika Hanım ve oğulları Mahmut, Süreyya ve


Salahattin ile 3 şahit Kamil Paşa'nın tüm şahsi eşyalarının bu kadar
olduğunu beyan etmişlerdir.
Aradan on gün geçtikten sonra Kamil Paşa'nın şahsi eşyalarının satım
işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu satışın yapıldığı tarih 26 Kasım 1913 'tür.
Tereke Defteri'nde bulunan kayda göre, Kamil Paşa'nın alacaklısı
Mehmet Tayyib Efendi ile Kamil Paşa'nın eşleri ve Kamil Paşa'nın oğulları
Süreyya ve Salahaddin Beyler arasında müzayede yapılmış ve bütün
eşyaların Kamil Paşa'nın diğer oğlu Mahmut Bey'e verilmesine müttefiken
karar verilmiştir.
b.Kamil Paşa'nın Cenaze Masrafı ve Alacaklısına Ödenen Para
Eşyaların kıymeti olan 26 Lira 12 Şilin 1 Kuruş'un 21 Lira 6 Şilin 1
Kuruş 10 parası cenaze giderlerine harcanmış olup hesap dökümü şu
şekildedir:
Lira K
Mecmu'u Tereke 26 1
Techiz ve tekfin mesarifi olup mir-i
mümaileyh Mahmut Bey tarafından
masrfif ve kadr-i ma'ruf olduğu
bil-.ihbar nümayan olmağla mır-i mümaileyhe
verılen 21 6 10

Baki Kalan 05 11 4 30

Bu arada Kamil Paşa'nın, Osmanlı Bankası'nın Larnaka Şubesi'ndeki


hesabında bulunan 5 Lira 5 Şilin 5 Kuruş'u Lefkoşa'ya getirtilmiştir. Bu
para kalan paraya eklenerek toplam 10 Lira 11 Şilin 4 Kuruş 30 Para Kamil
Paşa'nın alacaklısı Tayyib Efendi'ye verilmiştir. Mehmet Tayyib Efendi, 56
Lira 15 Şilin 3 Kuruş alacağına karşılık olarak 10 Lira 11 Şilin 4 Kuruş 30
Parayı almayı kabul etmiş ve kayıtlara da böyle geçmiştir.

.i
Mehmet Demiryürek
78
c.Kamil Paşa'nın Evrakı, Mühürleri ve Murassa' İmtiyaz Nişan-ı
Alisi
i
Kamil Paşa'nın şahsi eşyalarının listesinin bulunduğu tablodan da
görülebileceği üzere "murassa' imtiyaz nişanı" için bir değer biçilmemiştir.
Terekeyi düzenleyenler hem imtiyaz nişanı hem de Paşa'nın çantası içinde
buluna evrak konusunda yapılması gereken muamele hakkında Osmanlı
Hükumetinden 26 Kasım 1913 tarihinde bilgi istemişlerdir. Osmanlı
Hükumeti'nin cevabı beklenirken de "mezkur nişan bir kutu derununa vaz'
ve üzeri Arap Ahmet Paşa mahallesi imamı Tayyib ve Baş Kiltip HuLUsi
Efendiler tarafından tahtım ettirilerek mahkemede hıfz edildiği ve iki kıt' a
mühür dahi bir kutu derununa mevzu' olunduğu halde ol vechile tahtım
, ettirilerek kezalik mahkemede hıfz edildiği ve çantası derununda zuhUr eden
dört adet sağir cep defteriyle bir adet icar defteri evrak-ı saire kezalik bir
zarf derununa vaz' ve üzeri bez ile setr edildikten sonra o suretle tahtım
kılınarak mahkemede ,,69 alıkonulmuştur.
Tereke kaydını düzenleyenıerin İstanbuldan beklediği cevap 5 Mart
1330 (l8 Mart 1914) tarihinde gelmiştir.70 Buna göre "Murassa İmtiyaz
Nişanı ile evrakının mahkeme baş kiltibine tevdien Bilb-ı illi canib-i samisine
takdimi" istenmiştir. Bu nedenle önce"emirnamede iş'ar buyurulan evrakın
kaydı lilzım gelmiş olduğu cihetle mümaileyh Tayyib Efendi hazır olduğu
halde mezkur bez küşad olunarak evrak-ı mahbusenin nev' ve adedi,,71
sayılarak kayda geçirilmiştir. 1 Mayıs 1914 tarihinde kayda geçirilen eşya
listesi şöyledir:
Han-ı derglin müstecirleriyle bedel-i icaresini mübeyyen el defteri ve 1 adet
derununda bulunan iki sahife
Elli bir hesap pusulası
Bir takım mütlilalit-ı siyasiyeye dair fıkarlit muharrer bulunan [~\rı hatt-ı 1 adet
destivle muharrer bulunan kücük cep defteri
Kezalik Girit meselesinin halli ve Potsdam müllikatına ve saire hakkında 1 adet
mütlilalit-ı siyasiyeyi mutazammın fıkralar muharrer bulunan diğer küçük bir
cep defteri
Işbu defterin derununa mevzu' Bulgaristan i1lin-1istiklliline dair mütlilaliname 1 adet
Ye ızmir'de Hacı Billil Ağa Evkafı'ndan olan hanın mutasarrıf1anmn eslimi 1 adet
ve eshamım mübevven varaka
Arabi-ül ibare varaka 1 adet
Ye Ingilizce muharrer varaka 2 adet

(fJKıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke Defteri, 1911-1924, s.8.


70'J'ereke Defteri'nin 14. sayfasında İstanbul'dan gelen emirnamenin tarihi ve numarası
belirtilmemiş ise de mezkur defterin bir sonraki sayfasında yer alan "Sadr-ı esbak Kamil Paşa
merhUmun hamil olduğu Murassa İmtiyaz Nişanı ile evrakının Mahkeme Baş Katibine tevdien
Bab-ı ali Canib-i Sami 'sine takdimi cevaben şeref-varid olan 5 Mart 330 tarihli ve 2
numerolu emirname-i sadaret-penahfde emr ve iş 'ar buyurulmuş olduğu cihetle" ifadesinden
anlaşıldığına göre, İstanbul'dan beklenen cevap 5 Mart 330 (18 Mart 1914) tarihinde
ftelmiştir,
i Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke Defteri, 1911-1924, s.14-15,
72Sadece Elif, Lam ve Dal harfleri bulunmaktadır. Bu nedenle bir anlam verilememiştir.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
79

Kezalik bazı mütalaat-ı siyasiyeyi havi diiler kücük cep defteri i adet
Bazı fıkarat-ı tarihive ve mütalaa-i sivasivevi muharrer olan diiler cep defterı i adet
Türkce Kart dö vizet 40 adet
Fransızca Kart dö vizet 35 adet
Baş Kumandan Yekili Nazım Paşa'ya keşide edilmiş olan 20 Teşrın-i evvel 3 adet
328 tarihli ve gayet müsta'cel işaretli şifre telgrafname müsveddesi olup zfri
merhum-ı müşarunileyh tarafından mümza olup Bulgar ordusunun ilerlemesi
ve Şark Ordumuzun Kırk Kilise'den ric'ati üzerine tedabir-i inzibatiye için
tayin olunacak memurlar hakkında istifsar-ı mütalaavı havidir.Yarak
Baş Kumandan Nazım Paşa'nın Çerkes Köyü'nden keşide eyledi ği şıfreli 2 adet
telırrafnamenin halli sureti varak
Atabe-İ ulyaya yazılmış bir mütalaa-i siyasıyeyi hay! bır ariza müsveddesi 3 adet
varak
18 Kanun-ı evvel 328 tarıhlı ve hatt-ı destiVTemuharrer sivası bir müsvedde 1 adet
Bıla-tarih ve mesaiıheye dair düvel-ı muazzama süferası tarafından Bab-ı i adet
ali 'ye verilen müttehid-ül me al notaya verilecek cevabın şekli hakkında
mütalaavı havi ve hatt-ı destivle mütalaa varaka
Ye di1ier Edırne sehrine daır pusu a i adet
Müşarunileyhin hatt-I destiyle muharrer kezalik sulh meselesinin istişaresi i adet
icin akd olunan meclis-i umumıve dair pusula
Hotel Sabatıni havi pusula 3 adet
Makedonya ve Arnavutluk hakkında bazı mütalaayı havı ve hatt-ı destiyle i adet
pusula
Devlet-i Aliyye ile Bulgar hükumeti beyninde uzun müddetle tecavüzı ve i adet
tedafül bir muahede akdine ve seraıtine dair hatt-ı destivle muharrer pusula
Edirne muhasarasını dair ikişer numerolu isaretivle varaka 2 adet
28 Haziran 1909 tarihli Londra'dan mevrud Inırilizce tahrirat 1 adet
Inırilizce mektup 1 adet
Arapea davet tezkeresi 1 adet
InITilızce davet tezkeresi i adet
Edirne şehrinin suret-ı hususiyede idaresi hakkında hatt-ı destiyle muharrer 1 adet
varaka
Muharebe-i hazıranın esasına ve suret-i cereyanına dair bazı mütalaayı havi i adet
hatt-ı destivle muharrer varaka
Haralambo imzalı mektup i adet
Ingilizce telgrafname i adet
Sadrazam Mamut Şevket Paşa imzasıyla Iskenderıye'de merhum-ı 1 adet
müsarunilevhe cekilen 12 Nisan 329 tarihli telırrafname-i cevabı
Mabevn Bas Kitabet-i Celilesi 'ne muharrer bir telırraf müsveddesi i adet
Şevket imzalı 19 Mayıs 329 tarıhli bır tarafı makbuzat ve diğer tarafı medfuat 1 adet
diye hesap pusulası
21 Kanun-ı sani 329 tarihli ve imzasız bir hesap varakası 1 adet
Hatt-ı destivle muharrer yemek listesi i adet
Hattı destivle muharrer Dusula 3 adet
Recete LO adet
Inırilızce muharrer müsvedde 2 adet
Arapea ebvat i adet
Akrabası esamıleri muharrer pusula i adet
Inırilizce muharrer davet tezkeresi 1 adet
Bank-ı Osmanl'nin bır cHt çek defteri olup yırmi beş varaklı olup on üçü i adet
müsta'mel ve on ikisi ıravr-ı müsta'mel bir cek defteri
Merhum-ı müşarunileyhe Bank-ı Osmanı'nin Lefkoşa şubesı müdürıyetinden 1 adet
vazılmıs mektup
Lefkoşa Bank-ı Osmanı şubesinin 26 Haziran 913 tarihli iki yüz elli liralık i adet
makbuz ilm ü haberi
Diiler 8 Evlül 913 tarihli elli liralık makbuz ilm ü haberi 1 adet
Diiler 18 Tesrın-i evvel 913 tarihli yüz liralık makbuz ilm ü haberi 1 adet
Mehmet Demiryürek
80

Sayım ve yazım işlemi tamamlandıktan 1 gün sonra 19 Nisan 1330 (2


Mayıs 1914) tarihinde bu konudaki işlemlerin tamamlandığı bir yazı ile
İstanbul'a bildirilmiştir. İstanbul'dan gelen yazıda Paşa'nın evrakının kayda
geçirilerek İstanbul'a gönderilmesi istendiği için, tereke defterindeki kayıtta
"merhum-ı müşarunileyhin evrakı halada müfredatı muharrer depıtir ve
resmı ve hususı müsvedattan ibaret olduğu ve cümlesi bir zarf derununa vaz'
.olunarak ayrıca Amerikandan bir bez derCmuna konularak üzeri (...) tahtım
edilip Bab-ı ali Canib-i Sami'sine li-eel'il irsal mahkemede hıfz edildiği"
belirtilmiştir.
Osmanlı Hükumetini ilgilendiren ikinci konu ise Paşa'nın sahip olduğu
imtiyaz nişanıdır. Yukarıda da belirtildiği gibi İstanbul hükumeti Paşa'nın
evrakı ile birlikte imtiyaz nişanının da İstanbul' a gönderilmesini istemişti .
. Paşa'nın evrakının sayım ve yazım işlemi yapıldıktan sonra, emirname
gereğince söz konusu nişan Mahkeme Baş katibi Ahmet Hulusi Efendi'ye
teslim edilmiştir. Ahmet HulUsi Efendi, bu konuyla ilgili olarak kendi
imzasıyla tereke defterine şu kaydı düşmüştür:
"Sadr-ı esbak Kamil Paşa merhumun hamil olduğu Murassa İmtiyaz
Nişanı ile evrakının Mahkeme Baş Katibine tevdien Bab-ı ali Canib-i
Sami'sine takdim i cevaben şeref-varid olan 5 Mart 330 tarihli ve 2 numerolu
emirname-i sadaret-penahıde emr ve iş' ar buyurulmuş olduğu cihetle
mezkur Murassa' Nişan-ı zışanı taşları tamam olduğu halde ahz ve bir kutu
derununa vaz' ile kabz eylediğim gibi müşarunileyhin çantasında zuhUr edip
mahkemeye mevdu' bulunan ve adedi Kıbrıs Kadılığı'ndan makam-ı
müşarunileyhe cevaben yazılan 7 Cemaziyelahir 332 ve 19 Nisan 330 tarihli
ve 146 numerolu arizaya melfuf listede muharrer olan bilcümle evrakını
defter-i kassamını altın kese derununa mevzu'iki kıt'a mührünü kezalik ahz
ve kabz eylediğimden Nişan-ı Osmanı-i mezkur ile evrak-ı melmuse ve
defter-i kassamı ve mühürleri Bab-ı ali Canib-i Sami'sine mezkur inhti ile
beraber teslim ve ita edeceğim i mübeyyen işbu mahalli tahtım eylerim.
7 Cemaziyelahir 332 ve 19 Nisan 330
Baş Katib-i Mahkeme
Ahmet Hulusi,,73

73 Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke Defteri, 1911-1924, s.14-15. Tereke defterindeki


kayıttan anl~şıldığına göre mahkeme baş katibi Ahmet Hulusi Efendi Kamil Paşa'nın evrak ı
~le nişanını Istanbul'a götürüken Müteveffa Hacı Naim Efendi 'nin 3 kıta nişanını da yine
Istanbul'a götürmek üzere teslim almıştır.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
81

Ahmet Hulusı Efendi'nin Paşa'nın evrakını, mühürlerini ve nişanını


İstanbul'a götürüp götürmediği veya ne zaman götürdüğü konusunda
şimdilik bir bilgiye rastlayamadık.
Sonuç
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa hakkındaki bu çalışmamızda
Kamil Paşa'nın biyografisi ile ilgili bazı yanlışları düzeltmeye, bugüne kadar
bilinmeyen bazı belge ve bilgileri ortaya koymaya çalıştık. Bu çalışmamız
sırasında şimdiye kadar kullanılmamış ve Kıbrıs Rum Basın Arşivi'nde
bulunan basın kaynakları ile KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi'nde
bulunan Kamil Paşa'nın terekesinin kayıtlı olduğu bir defteri kullandık.
çalışmamız sırasında Kıbrıs'ta Mehmet Kamil Paşa hakkında çok
sayıda yayın yapılmış olduğunu farkettik. Fakat bu yazıIate hem çok yüzeysel
olduğu hem de birbirini tekrarlar niteliktedir. Ayrıca Kamil Paşa hakkında
Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde hazırlanan yüksek lisans tezi de
görebildiğimiz kadarıyla benzer özellikler taşımaktadır. Hatta hiç arşiv
belgesi kullanılmamıştır .Kamil Paşa hakkında hazırlanan doktora tezi ise
eksiklerine rağmen en kapsamlı çalışma olarak ortaya çıkmaktadır.Bununla
birlikte Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde araştırmaya yeni açılan belgeler de
ele alınarak yeni bir çalışma yapılması gerektiği kanaatindeyiz.

KAYNAKÇA
A.ARŞİv BELGELERİ

1 KKTC Milli Arşiv ve Araştırma Dairesi (Girne). Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver


Tereke Defteri, 1911-1924, s.8/14-15.

2. KKTC Vakıflar Genel Müdüriüğü Arşivi, Kutu No: 181, Gömlek No: 4075(90),
Tarih 1927.

3.Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Basın Arşivi'nde bulunan Türkçe Gazeteler


B.GAZETELER
l.Biriik
2.Kıbrıs
3.Müsavat
4.Seyf
5.Söz
Mehmet Demiryürek
82

C.ANSİKLOPEDİLER

I.Encyc1opedia Americana

2. Encyc10pedia Britannica

3.Türk Ansiklopedisi
D.KİTAPLAR VE MAKALELER
lAn, Ahmet, Kıbrıs'ın Yetiştirdiği Değerler, Akçağ Yayınları, Ankara 2002.

2.Bayur, Hilmi Kamil, Sadrazam Kamil Paşa, Siyası Hayatı, Ankara 1954.

3.Bağışkan Tuncer, Kıbrıs'ta Osmanlı Türk Eserleri, Lefkoşa 2005.

4.Dedeçay, Dr. Fikret Rassim, Lefkoşa 1998.


5.Gürkan, Haşmet Muzaffer, Kıbrıs Tarihinden Sayfalar, Lefkoşa 1982.
6.Hakeri, Bener Hakkı, Kıbrıs Türk Ansiklopedisi, ı. Cilt, (tarihsiz).
7.Kufi, Dr. Erol, "Sadrazam Kamil Paşa Kıbrıs'ta", Benim Kıbrıs'ım, Mart-Nisan
2001.
8.İnal, İbnül Emin Mahmut, Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, (Tarih ve yer
yok.)
7 .Storrs, Ronald, Orientations, London 1937.

E.TEZLER
Kutlay, Nurbanu, Makedonya Meselesi ve Kıbrıslı Kamil Paşa, (Afyon Kocatepe
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), Afyon 1988.
Şen, İsmail, Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa (1832-1913), (Ankara
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yayımlanmamış
Doktora Tezi) Ankara 1995.
Sadrazam Kıbnslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
83

EKLER
L.Kıbrıs'ta Türkçe olarak Yayımlanan Kıbrıs Gazetesinde Kamil
Paşa'mn Ölümünden Sonra Yer Verilen Tercüme-İ Hali74
Kamil Paşa Mısır Topçu yüzbaşılarından Kıbrıslı ve Piroili Salih
Ağa'nın mahdumu idi.
1248 tarih-i hicrısinde Kıbrıs'ta Lefkoşa'da Girne Kapısı civarındaki
hanelerinde tevellüt etmiş idi.
Evvela Kıbrıs'ta tedris ve ba'de Mısır'da Elsine Medresesi'nde ikmal-i
tahsil eylemişti.
17 yaşında ve 65 tarihinde hükilmet-i Mısriyye ve 88 'de Devlet-i
Aliyye hizmetine dahilolup Kıbrıs Ceziresi Evkaf Müdürlüğü'ne,
muahharen Tuzla Kazası Kaymakamlığı 'na, 80 senesinde Kıbrıs
Muhasebeciliği'ne, o sırada uhdesine rütbe-i saniye sınıf-ı sanisi tevcihiyle
Sayda Muhasebeciliği'ne, bir sene sonra Suriye Merkez Mutasarrıflığı'na,
müteakiben mirmiranlık rütbesiyle Beyrut Musarrıflığı'na, 84 senesinde
Rumeli Beylerbeyliği rütbesiyle Trablusşam Mutasarrıflığı'na, 85 senesinde
Halep Vilayeti Merkez Mutasarrıflığı'na,ve vilayet muavinliği ile Umilr-ı
Ecnebiyye Müdüriyeti'ne, 86'da Filibe ve Ba'de Kudüs Mutasarrıflıklarına,
ve daha sonra Hersek, Beyrut, Kudüs Mutasarrıflıklarına, 92'da Sakız, 93'te
Beyrut Mutasarrıflıklarına ve 94 senesinde rütbe-i vezaretle Kosova ve
Halep valiliklerine tayin edilmişti.
96'da Dahiliye Müsteşarlığı inzimamıyla İntihab-ı Memurın-i Mülkiye
Komisyonu riyasetine ve muahharen Evkaf ve 97'da Maarif Nezaretlerine
tayin edilmişti.
Ba'de Umilr-ı Nafia Komisyonu azalığına ve yine Evkaf Nezareti'ne
tayin ve 302 senesinde uhdesine mesned-i celil-i sadaret tevcih
buyurulmuştu.
309'da infisal etmiş ve ba'de ikinci defa olarak yine bir müddet makam-
ı sadarette bulunmuş ve daha sonra Aydın Valiliği'ne tayin edilmişti.
Murassa İmtiyaz, Murassa Osmanı Nişan-ı zışanlarıyla birinci mecidı
Nişanını, Altın ve Gümüş İmtiyaz Madalyalarıyla Girit Madalyasını ve
düvel-i ecnebiyeden pek çoklarının büyük nişanlarını hamil idi.
1913 senesi Teşrın-i evvel'inin75 14 üncü Cuma günü Lefkoşa'da
irtihal-i dar-ı beka eylemiştir.
Rahmetullah-ı aleyh.

74 Kıbrıs, 24 Teşrln-i sanİ 1913, s.2-3.


7S Teşrln-İ sani olmalı.
84 Mehmet Demiryürek
Sadrazam Kıbnslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
85

2. Kamil Paşa'nın Terekesi, Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke


Defteri, 1911-1924, s.8/a.

Arap Ahmet mahallesinde Müftüzade HafızŞefik Efendi'nin hanesinde


muvakkaten ve misafireten mukim iken 14 Zilhicce 1331 ve 14 Teşrın-i sfmi
1913 on dördüncü Cuma günü fücceten irtihal-i dar-ı beka eden sadr-ı esbak
Kamil Paşa hazretlerinin veraseti zırde muharrer-ül-esami kimselerin
imzalarıyla merhum-ı müşarunileyhin zevce-i menkuha-i metrukesi Laika
Hanım bint-i Mehmet Efendi ve sulbi sağir oğlu Nazım Bey ve sulbi kebir
oğulları Mahmut ve Süreyya ve Salahaddin Beyler ile gaibünu min-eI-abd
sulbi kebir oğulları Şevket ve Mehmet ve Nihat ve Abdullah ve Said ve
Osman ve Muzaffer Beyler ile sulbi sağir oğlu Hilmi Bey ve sulbe kebir
kızları Nefise ve Makbule hanımlara münhasıra olup müşarunileyhin vası-i
muhtarı bulunmadığından terekesi mucib-i tahrir olmağla mahalle-i mezkGre
imamı Müftüzade faziletli Hafız Tayyib Efendi ve Beytülmal müdürü vekili
. merhum Cemal Efendizade İzzetli Mehmet Münir Bey hazır olup mahalle-i
mezkGre muhtarı bulunmadığından müşarunileyhin sakin bulunduğu mezkGr
hanede bulunan eşyası ma'rifet-i şer'le ber vech-i zır tahrir ve terkım ve
balada memhGr mühürleri zatisi dahi kabl-i şer' iden tayin olundu ğu işbu
mahalle şerh verildi.
16 Zi1hicce 331 ve 16 Teşrın-i sani 913 ve 3 Teşrın-i sani 329

Müftüzade İbn-ül hacer bin Şakir


Mehmet Tayyib
Kıymet-i Muhammeniye

Lira
1 Adet altın saat 6 O O
Altın kaplama dön ağızlı çakı 1 O O
1 adet Altın kenarlı gözlük O 10 O
1 adet altın enfiye kutusu 3 O O
1 adet altın saat ve platin kordon 10 O O
Nakd-i mevcut ma-cüzdan O 5 6
Nakd-i mevcut O O 4
1 adet zer-gerdan tırnağından ma'mul tesbih O 2 O
1 adet ustura 2 adet makas 1 adet kurşun kalem O 3 O
4 adet cüzdan O O O

76 Ş=Şilin

TIK=Kuruş
Mehmet Demİryürek
86

1 adet El defteri O O O
1 adet gözlük O 1 O
1 adet murassa' imtiyaz nişanı'.
Bir adet Bank-ı Osman! çek defteri .
701 231 ve 21 ila 725 231 Mısırda(?) isti 'malolunan
713 231 evrak -I zati ve
2 adet mühür balada matbu' ma çanta
21 02 1

Ber vech-i bala muharrer merhum-ı müşarunileyhin eşyası olup


marifetimizle tahrir olunarak bir çanta derununa vaz' olunup Arap Ahmet
Mahallesi İmamı Hafız Tayyib Efendi ve mahkeme-i Şer'iyye baş katibi
Ahmet HulUsi Efendi mühürleriyle temhiren Mahkeme-i şer'iyeye teslim
olunduğu beyan olunur. [16 Zilhicce 331 ve 16 Teşrın-i sani 913 ve 3
Teşrin-i sani 329f9

Kıymet-i Muhammeniye
Lira Ş K
Nakl-i Yekfin 21 2 1
3 adet paho Kazmir müsta'mel 1 O O
4 adet Osmanlı setresi kazmir ve 4 adet pantolon 1 O O
2 Adet kürk müsta'mel Sincap'tan ma'mul 2 O O
1 adet bavul O 10 O
2 adet kaloç potin çift müsta'mel 1 O O
26 12 1

78 Bu eşyalara değer biçilmemiştir.


Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
87

İşbu sütunda muharrer beş kalem eşya yanımızda mahfuz olduğu işbu
mahalle şerh ve imza olunur. 16 Zilhicce 331
Pederirniz merhGm-1 müşarunileyh sadr-ı esbak Kamil Paşa
hazretlerinin bilcümle eşyası işbu sahifede muharrer olan eşyadan ibaret olup
elyevm muvakkaten sakin olduğu hanede başka bir eşyası olmadığını
mübeyyen işbu mahalle imza eyleriz. [16 Zilhicce 331 ve 16 Teşrın-i sani
913 ve 3 Teşrın-i sani 329] 80
Zevcesi
Laika

Mahmut Süreyya Salahaddin

ŞuhGd-ül Hal
Mahmud Mehmet Ratib Ali(?) Mehmet Ali

Müşarunileyhin balada muharrer eşyasının beynimizde bil-müzayede


balada terkim olan kıymetleri semen-i misl olduğunu ve iştirasına talip
olmadığımızdan talibi bulunan vereseden saadetli Mahmud Bey Efendi 'ye
itası tensib olunmuştur. 26 Teşrın-i sani 913 ve 26 Zilhicce 331.
Müşarunileyhin dayini Müşarunileyhin mahdumu
Müşarunileyhin mahdumu
Mehmet Tayyib Süreyya Salahaddin

Müşarunileyhin zevcesi ve
sigarı zevceleri
Laika

79 Bu tarihler tarafımızdan ilave edilmiştir. Metnin orjinalinde ise "aynı tarihte" anlamına
ielen işaretler vardır.
Bu tarihler tarafımızdan ilave edilmiştir. Metnin orjinalinde ise "aynı tarihte" anlamına
gelen işaretler vardır.

.,J.:
Mehmet Demiryürek
88
Balada muharrer eşyayı terkim olan kıymetleri ile beyn-el verese
uhdemde kaldığı cihetle bil-kabul iştira eyledi ğimi tasdik eylerim. [26
Teşrin-i sani 913 ve 26 Zilhicce 331]81
Mahmut

Defterdar tarafından Şühud-ü! hal

Münir Bey Yaver Mehmed Ratib

RıBu tarihler tarafımızdan ilave edilmiştir. Metnin arjinaHnde ise "aynı tarihte" anlamına
gelen işaretler vardır.
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
89

ı.Kamil Paşa'nın Terekesi, Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke


De teri, 1911-1924, s.8/b.
90 Mehmet Demiryürek

ı.Kamil Paşa'nın Terekesİ, Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke


Defteri, 1911-1924, s.8/b.
Mecmu'u yirmi altı lira on iki şilin bir kuruştan ibaret olan eşya-i
mezkure tamamen makbuzum olmuş olduğu gibi işbu tereke esmanından
yirmi bir lira altı şilin bir kuruş on paradan ibaret bulunan techız ve tekfin
mesarifiitı makbuzum olduğunu mübeyyen işbu mahalle imza eylerim. 26
Teşrin-i sani 913
MerhOm-ı müşarunileyhin mahdumları
Mahmut

Lira Ş K

Mecmu'u Tereke 26 12
Techız ve tekfin mesarfifi olup mır-i mümaileyh Mahmut
Bey tarafından masruf ve kadr-i ma'ruf olduğu bil-ihbar
nümayan olmağla mır-i mümaileyhe verilen 21 6

Baki Kalan 05 ii

Lamaka Bank-ı Osmanı şubesinde müteveffa-yı


müşarunileyhin mahfuz olduğu direktuvarlıktan
iş'ar olun up vuku' bulan talep üzerine Lefkoşa
şubesinden irsal kılınan 5 5 5

Müteveffa-yı müşarunileyh zimmetinde mahkilmün


bih alacağı olan mebaliğe mahsuben Müftüzade
faziletli Hafız Tayyib Efendi'ye verilen LO 11 4 3084

Müteveffa-yı müşarunileyh Kamil Paşa zimmetinde bila-mahkumün bih


alacağım olan elli altı lira on beş şilin üç kuruşa mahsuben terekenin
bakiyesi olan bervech-i bala on lira onbir şilin dört kuruş otuz para
makbuzum olmuştur. 26 Teşrin-i sani 913.
Mehmet Tayyib

82 Bu ifade 10 para anlamındadır.


83 Bu ifade 30 para anlamındadır.
84 Bu ifade 30 para anlamındadır.
Sadrazam Kıbns1ı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar . 91

Müteveffa-yı müşarunileyhin imtiyaz nişan-ı alisi hakkında olacak muamele


Bab-ı aliden istifsar edildiğinden vürud edecek cevaba göre iktizası ifa
olunmak üzere mezkur nişan bir kutu derununa vaz' ve üzeri Arap Ahmet
Paşa mahallesi imamı Tayyib ve Baş Katip Hulusi Efendiler tarafından
tahtım ettirilerek mahkemede hıfz edildiği ve iki kıt' a mühür dahi bir kutu
derununa mevzu' olunduğu halde ol vechile tahtım ettirilerek kezalik
mahkemede hıfz edildiği ve çantası derununda zuhfir eden dört adet sağir cep
defteriyle bir adet icar defteri evrak-ı saire kezalik bir zarf derununa vaz' ve
üzeri bez ile setr edildikten sonra o suretle tahtım kılınarak mahkemede
alıkonulduğu cihetle keyfiyet ma'lüm olmak üzere işbu mahalle tezyil edildi.
[26 Teşrın-i sani 913.]

Mahkeme Baş Katibi Arap Ahmet Mahallesi İmamı


Ahmet Hulusi Mehmet Tayyib

Merhum-ı Müşarunileyhin Mahdumları


MahmutBey
Mehmet Demiryürek
92
l

Sadrazam Kıbnslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .


93

ı.Kamil Paşa'nın Terekesi, Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke


Defteri, 1911-1924, s.l4/a.
Sadr-ı esbak merhum Kamil Paşa'nın çantasında zuhUr edip mahallesi
imamı Hafız Tayyib Efendi ile Mahkeme Baş Katibi Hafız Ahmet Hulusi
Efendi taraflarından mahkemeye getirilip merhum-ı müşarunileyh
veresesinden Mahmut Bey dahi hazır olduğu halde bir bez derununa vaz'
olunan evrakın Bab-ı ali'ye irsal ve takdimi makam-ı sami-i Sadaret-
pena~h~l . 1e
ı erıy t'h
arı ve 85 numero l'u emırname d"e ış ar b uyuru 1an

evrak ın kaydı lazım gelmiş olduğu cihetle mümaileyh Tayyib Efendi hazır
olduğu halde mezkur bez küşad olunarak evrak-ı mahbusenin nev' ve adedi
ber vech-İ zır kayd ve tezyır olunur.

6 Cemaziyelahir sene 332 ve 18 Nisan 330 ve 1 Mayıs 914

Han-ıaergan müstecirleriyle bedel-i icaresıni mübeyyen el defteri 1 adet


ve derununda bulunan iki sahife elli bir hesao ousu1ası
Bir taKım mütinaat-ı siyasiyeye dair fıkarat muharrer bulunan [.lJ']OO 1 adet
hatt-ı destivle muharrer bulunan kücük ceo defteri
Kezalik Girıt meseresınin haııı ve Po tsdam mülakatına ve saire hakkında i adet
mütfHaat-ı siyasiyeyi mtazammın fıkralar muharrer bulunan diğer küçük
bir ceo defteri
Işbu defterın derununa mevzu' Bulgaristan ilan-ı istiklaline dair i adet
müdilaaname
Ve Izmir'de Hacı Bilal Ağa Evkafı'ndan olan hamn mutasarrıflarımn 1 adet
esami ve eshamım mübevven varaka
Arabi-ül ibare varaka 1 adet
Ve Ingilizce muharrer varaka 2 adet
Kezalik bazı müta1aat-ı sivasivevi havi dii!er kücük ceo defteri 1 adet
Bazı fıkarat-ı tarıhiye ve mütiilaii-i siyasiyeyi muharrer olan diğer cep 1 adet
defteri
Türkçe Kart dö vizet 40
adet
Fransızca Kart dö vizet 35
adet
Baş Kumandan Vekili Nazım Paşa'ya keşide edilmiş olan 20 Teşrın-i 3 adet
evvel 328 tarihli ve gayet müsta'cel işaretli şifre telgrafname müsveddesi
olup zıri merhum-ı müşarunileyh tarafından mümzii olup Bulgar
ordusunun ilerlemesi ve Şark Ordumuzun Kırk Kilise'den ric'ati üzerine
tedabir-i inzibatiye için tayin olunacak memurlar hakkında istifsiir-ı
mütiilaiivı havidir.Varak
Baş Kumandan Nazım Paşa'mn Çerkes Köyü'nden keşide eylediği 2 adet
sifreli tell!:rafnamenin halli sureti varak
Atabe-i ulyaya yazılmış' bir mütiilaa-i siyasiyeyi havi bir ariza 3 adet
müsveddesi varak
18 Kiinun-ı evvel 328 tarihli ve hatt-ı dest1yle muharrer siyası bir 1 adet
müsvedde

85 Defterde tarih ve numara kısmı boş bırakılmıştır. Fakat bir sayfa sonraki kayıtta tarih ve
numara olarak "5 Mart 330 tarihli ve 2 numerolu" emirname denildiği için bu tarih ve
numaranın da aynısı olduğu düşünülebilir.
86 Sadece Elif, Lam ve Dal harfleri bulunmaktadır. Bu nedenle bir anlam verilememiştir.
Mehmet Demiryürek
94
1 adet

1 adet
1 adet

3 adet
1 adet
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar . 95

2.Kamil Paşa'nın Terekesi, Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke


Defteri, 1911-1924, s.14/b.
96 Mehmet Demİryürek

2.Kamil Paşa'nın Terekesi, Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke


Defteri, 1911-1924, s.14/b.
Devlet-i Aliyye ile Bulgar hüklimeti beyninde uzun müddetle tecavüzi 1 adet
ve tedafüi bir muahede akdına ve şeritine dair hatt-ı destiyle muharrer
pusula
Edirne muhasarasını dair ikişer numerolu isaretivle varaka 2 adet
28 Haziran 1909 tarihli Londra'dan mevrlid Inflilizce tahridit 1 adet
Inflilizce mektu\) 1 adet
AraDca davet tezkeresi 1 adet
Inflilizce davet tezkeresi 1 adet
Edirne şehrinin suret-i huslisiyede idaresi hakkında hatt-ı destiyle 1 adet
muharrer varaka
Muharebe-i hazıranın esasına ve suret-i cereyanına dair bazı mütalaayı 1 adet
havi hatt-ı destivle muharrer varaka
Haralambo imzalı mektı.iO 1 adet
Inflilizce telf!fafname 1 adet
Sadrazam Mamut Şevket Paşa imzasıyla Iskenderiye'de merhum-ı 1 adet
müsarunilevhe cekilen 12 Nisan 329 tarihli telflrafname-i cevabi
Mabevn Baş Kitabet-i Celilesi'ne muharrer bir telf!faf müsveddesi 1 adet
Şevket imzalı 19 Mayıs 329 tarihlı bir tarafı makbuzat ve diğer tarafı 1 adet
medfuat dive hesan nusulası
21 Kanun-ı sani 329 tarihli ve imzasız bir hes aDvarakası 1 adet
Hatt-ı destivle muharrer vemek listesi 1 adet
Hattı destivle muharrer Dusula 3 adet
Reçete 10
adet
Inflilizce muharrer müsvedde 2 adet
AraDca ebvat 1 adet
Akrabası esamileri muharrer pusula 1 adet
Inflilizce muharrer davet tezkeresi ıadet
Bank-ı Osmani'nin bir cilt çek defteri olup yirmi beş varaklı olup on 1 adet
ücü müsta'mel ve on ikisi ıravr-ı müsta'mel bir cek defteri
Merhlim-ı müşarunileyhe Bank-ı Osmani'nin Lefkoşa şubesi 1 adet
müdürivetinden vazılmıs mektup
Lefkoşa Bank-ı Osmanı şubesinin 26 Haziran 913 tarihli iki yüz elli 1 adet
liralık makbuz ilm ü haberi
Diğer 8 Evlül 913 tarihli elli liralık makbuz ilm ü haberi ıadet
Diğer 18 Tesrin-i evvel 913 tarihli yüz liralık makbuz ilm ü haberi ıadet

Merhıım-ı müşarınileyhin evrakı balada müfredatı muharrer defatir ve


resmi ve husıısi müsvedattan ibaret olduğu ve cümlesi bir zarf derıınuna vaz'
olunarak ayrıca Amerikandan bir bez derıınuna konularak üzeri tarafımızdan
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar . 97

tahtım edilip Bab"ı ali Canib-i Sami'sine li~ecFil irsal mahkemede hıfz
edildiği şerh verildi. 6 Cemaziyelahir 332 ve 1 Mayıs 914

Katib-i Sani Baş Katip (İmza)87


Mehmet Ratib Ahmet Hulusı

Mühür88

87 Okunamadı.
88 Okunamadı.
98 Mehmet Demiryürek

ı.Kamil Paşa'nın Terekesi, Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke


Defteri, 1911-1924, s.15.
Sadrazam Kıbnsh Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar .
99

ı.Kamil Paşa'nın Terekesi, Kıbrıs Şer'iyyesinden Müdevver Tereke


Defteri, 1911-1924, s.15.
Sadr-ı esbak Kiimil Paşa merhGmun hami i olduğu Murassa İmtiyaz
Nişanı ile evrakının Mahkeme Baş Kiitibine tevdien Biib-ı iili Canib-i
Sami'sine takdimi cevaben şeref-viirid olan 5 Mart 330 tarihli ve 2 numerolu
eriıirname-i sadaret-peniihıde emr ve iş' ar buyurulmuş olduğu cihetle
mezkGr Murassa' Nişan-ı zışiin taşları tamam olduğu halde ahz .ve bir kutu
dernnuna vaz' ile kabz eylediğim gibi müşarnnileyhin çantasında zuhGr edip
mahkemeye mevdu' bulunan ve adedi Kıbrıs Kadılığı'ndanmakam-ı
müşarunileyhe cevaben yazılan 7 Cemaziyelahir 332 ve i 9 Nisan 330 tarihli
ve 146 numerolu arizaya meımf listede muharrer olan bilcümle evrakını
defter-i kassamını altın kese derGnuna mevzu' iki kıt'a mührünü kezalik ahz
ve kabz eylediğimden Nişan-ı Osmanı-i mezkGr ile evriik-ı melmGse ve
defter-i kassamı ve mühürleri Biib-ı iili Canib-i Sami' sine mezkGr inhii ile
beraber teslim ve ita edeceğimi mübeyyen işbu mahalli tahtım eylerim.
7 Cemaziyelahir 332 ve 19 Nisan 330

Baş Kiitib-i Mahkeme


Ahmet HulGsi

Ber vech-i biiIii Nişan-ı zişiin-ı mezkGr ile evrak ve kassam ve mühürleri
Biib-ı iili Canib-i Sami'sine takdim etmek üzere Baş Kiitib-i mümiiileyh
Hafız Ahmet HulGsı Efendi huzurumda bizzat kabz ve teslim edip biiIiidaki
şerh tahrir olunarak zırini tahtım eylediğini tasdik ederim.
7 Cemaziyelahir 332 ve i 9 Nisan 330

Kiitib-i Siini
Mehmet Ratib89

89 Defterin bu sayfasında yer alan diğer bilgiler Mehmet Kamil Paşa ile ilgili olmadığından
çevrim yazısı yapılmamıştır.
Mehmet Demiryürek
100

3.Kamil Paşa'mn Kıbrıs'ta, Letkoşa~da Arap Ahmet Paşa Camii


Haziresinde Bulunan Mezarı
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar.
101

4.Kamil Paşa'nın Mezarının Türkçe Kitabesi


Mehmet Demiryürek
102

S.Kamil Paşa'nın Mezarının İngilizce Kitabesi


Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar
103

6.Kamil Paşa Kıbrıs'ta. 1913. Fotoğrafın Aslı KKTC Milli Arşiv ve


Araştırma Dairesi'nde bulunmaktadır.
104 Mehmet Demiryürek

7.Kamil Paşa'nın 1913'te Kıbrıs'a Gelmesi Vesilesiyle Kıbrıs'ta Rumca


Olarak Yayımlanann Foni Tis Kipru Gazetesinde Yer Verilen Fotoğrafı.
3 Mayıs 1912, s.2.

:
Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Kamil Paşa Hakkında Bazı Notlar
lOS

8. Kamil Paşa'nın Kıbrıs'taki Mezarının 1927 Yılında Yaptırılması


Vesilesiyle Mısır'da Yayımlanan Müsavat Gazetesinde Yer Verilen
Fotoğrafı. 7 Kanun-ı Evvel 1927, s.l.

=.

J
=
The Hittite Word kugulla-
Hititçe kugulla- Sözcüğü .

Dr. Sedat ERKUT.


Öz

Çiviyazılı Boğazköy belgelerinde geçen ve anlamı çok tartışmalı olan kugulla-


sözcüğünün geçtiği metin yerlerini araştırarak bu sözcüğün 'topak' anlamına
geldiğini tespit ettik. Bu tespiti yapabilmek için çok sayıda çiviyazılı belgeyi gözden
geçirdik, bu konuda yapılmış çalışmaları değerlendirdik. Sonuçta yaptığımız işin
eskiçağ dillerine çok küçük de olsa bir katkısı olduğunu düşünüyoruz.

Anahtar Kelimeler: topak, Boğazköy, Durmitta, tuz.


Abstract

As a result of this semantic research, which i have made on the Hittite word
kugulla- by examining its use in the Hittite cuneiform texts of Boğazköy i have come
to the conclusion that its original meaning can be rendered "sphere, globe, ball,
roll" into English or "kugel" into German, or "orbis, globus, bulbus" into Latin or
"IıjJaıpa, KVKAoS" into old Greek.

Key Words: kugel, Boğazköy, Durmitta, salt.

Conceming salt we have an interesting text the content of which in all


probablity is realted to the festival of nuntariyashas- i. The related part runs
as follows2:

• Ankara University, Faculty of Letters Department of History


i M. Popko, "Ein neues Fragment des hethitischen nuntarrijasas- Festrituals",
Altorientalisehe Forsehungen 13 (1986), p. 222.
2 For the transcriptian and translation of the lines 7' -ll' see S. Alp, Beitrage zur Erforsehung
des hethilisehen Tempels (1983), p. 238; see alsa M. Popko, ibid, p. 223. The lines 10'-11' of
the text KBo XI 73 Vs. are completed in accord an ce with 996/c Vs. ? II 3'-4'. For the
. transcriptian and translation of the text see S. Alp, ibid, p. 360.
Sedat Erkut
108

2' [ ] X URU Dur[ -mi-it-ta]


3' [LUGAL-]i hi-in-kd[n-zi]
4' [ ] MUN ku-gul-lu-us
5' URU Dur-mi-it-ta-az
h' hi-in-ku-wa-an-zi

7' MUNUS.MESZi_in_tu_hi_i_e_es

8' uRuTa-hur-pa-ma-kdn
9' KAS KAL-an ZAG-na-az
10' [(t)]a-[(p)]u-sa a-ra-an-da-ri
ı ı' [ta SIR)t U
uRuHa_at-ti_li

2' [ ]x the city Dur[mitta]


3' show reverance for [the king]
4' -6' [ ] they send lump of salt from Durmitta

7' -8' the priestesses "Zintuhi" in Tahurpa


9' - ıO' stand by on the right side of the road
ı ı' and sing songs in Hatti language.

If we go back to the text given above at the beginning of the KBo XI 73


3
Vs., we find in the fourth line the word kugulla- the stern of which is g/kuı •
According to my opinion, its meaning "container, vessel or measure,,4 that
have been long in use in the dictionaries and translation s is not sufficient to

3 O. Carruba, Das Beschwörungsritualfür die Göttin Wi,furijanza (StBaT 2) (1966),p. 37,


fn.63.
4 J. Friedrich,HW(1952),p. 155; J. Friedrich, HW 1. Erg. (1957), p. 10.
The Hittite Word kugulla- 109

make sense in certain contexts. As far as we know, the word kugulla- has not
ever been used together with the determinative "DUG" either.
On account of its appearance with the sign "<I , <i <i ", first there was a
general tendeney to think that it could be a word of foreign origin, but later
on, on account of its frequent use together with the numbers, it has been
thought that the word kugulla- can signify a measure of quantity or amount5.
Although this meaning of the word "kugulla-" is not wrong, yet as we shall
see in examples below, a meaning such as "sphere, globe, balı, roll" in
English or "kuger' in German, or "orbis, globus, bulbus" in Latin or
"L<jımpa, KVKA,vS" in old Greek seems to be more suİtable as the context in
which it is used may demands.
In KUB IX 31 (=HT 1) 15 ff. a kugulla- of barley bread is said to have
been baked, whereas in 2672/c Vs. 13 the same is said to be baking6,
Accordingly its meaning in this context can be defined as "rol lar loaf' (= a
rollar loaf of barley bread).
In KUB XXX 26 vs. 12 a kugulla- of malt is mentioned? In 244/p III 6
and ff. twenty kugulla- of elay is said to have been made for use8. In KUB
XIII 35 II 12 there is a kugulla- made of bronze. In KUB XIII 33 II 16-20,
which contains the detailed record of a judicial case, we find kugulla- 's
made of both gold and silver. The translation of the related part mns as
follows9: "We questioned Gaskaili of Paliya, who served as a eleaner of the
coutyard at the palace in Sulupassi and he answered as follows": "I had
stalen five bronze kugulla-'s, one of them being silver, one kitchen knife,
one small sickle, two big bronze sick1es and two big daggers".
In another important text, (KBo X 45 III 2-7) a grinding stone of basalt
is said to be formed in the shape of kugulla- ıo; so the conception of the shape
of kugulla- one can. best form in one's mind with the help of this text can be
nearer to the fact. In fact, we know the real shape of grinding stones from the
archeological finds.

5 B. Schwartz, "The Hittite and Luwian Ritual of Zarpiya of Kezzuwatna", JAOS 58 (1938) p.
346; B. Rosenkranz, Beitrage zur Erforschung des Luvischen (1952), p. 10 .
6 H. Otten, "Beitrage zum hethitischen Lexikon", ZA 51 = NF 17 (1955), p. 129, fn. 1.
7 Cf. H. Otten, Hethitische Totenrituale (1958), p. 102, 103. .
H See and cf. H. Otten, ibid, p. 134.
9 For the translation cf. R. Werner, Bethitische Gerichtsprotokolle (StBoT 4) (1967), p. 34,
35. For the reading of the signe as GIR see H.G. Güterbock, "Einige seltene oder schwierige
Ideogramme in der Keilschrift von Boğazköy", Fs Otten (1973), p. 80.
LO For the transcription and translation see H. Otten, "Eine Beschwörung der Unterirdischen
aus Boğazköy", ZA 54 NF 20, (1961), p. 153; H. Hoffner, Alimenta Hethaeorum (1974), p.
134.
Sedat Erkut
110

Kugulla- appears also as a name of a plantll which, i believe in the light


of the passages we have referred to above, had "bulbus" for its root or stern.
On the other hand there seems to be a dress or part of a dress called
12
kukullaimmi- which was possibly derived from the same stern as kugulla- •
A possible explanation is that the so-called dress has this name on account of
its appearance. So, because of the facts we have mentioned above, we will
do beter if we transIate "MUN kugulluf' in KBo XI 73 Vs. 4 as "a ball of' or
"lump of rock salt" 13 •
Other vİews on kugulla.:
DİNÇOL, A. M. - DİNÇOL, B. "Über die Bedeutung des wortes hantijarhha- im
hethitischen", Anatolica, XXII (1996), p. 195-201, p. 197: 'a kind of bread
(KUB XL 102 117' -23')'.
HAAS, V. Geschichte der hethitischen Religion, Leiden, New York, Köln, (1994),
p. 863; Kugulla- = 'Spaise'.
PUHVEL, J. Hittite Etymological Dictionary, Vol. 4 (1997), kugulla- item.

BIBLIOGRAPHY
CARRUBA, O. Das Beschwörungsritual für die Göttin Wisurijanza (StBoT 2)
(1966).
ERTEM, H. Boğazköy Metinlerine Göre Hitit/er Devri Anadolu'sunun Florası
(1974).
FRIEDRICH, J. Hethitische Wörterbuch (1952).
_____ . Hethitische Wörterbuch I. Erg. (1957).

GOETZE, A. Kizzuwatna and the Problem of Hittite Geography (1940).


GÜTERBOCK, H.G. "Einige seltene ader schwierige Ideagramme in der Keilschrift
von Boğazköy", Fs Otten (1973).
HAAS ,V., "Hethitologische Miszellen" , SMEA XXIX (1992).

ii See H. Ertem, Boğazköy Metinlerine Göre Hititler Devri Anadolu'sunun Florası (1974),
rı. For
2
46.
this use of kugulla-
cf. A. Goetze, Kizzuwatna and the Problem of Hittite Geography
(1940), p. 60.
13 M. Popko, one of scholars who have worked on the text, translated the line in which the
word kugulla- appears "Die kugulla Gefasse mit Salz" AoF 13 (1986), p. 223. But, later on, at
one of our meetings, he expressed his agreement with me that the word kugulla, means
"kugel". See V. Haas, "Hethitologische Miszellen",SMEA XXIX (1992), p. 106 fn. 42.
The Hittite Word kugulla-
III

HOFFNER, H. Alimenta Hethaeorum (1974).

OTTEN, H. "Beitrage zum hethitischen Lexikon", ZA 51 NF 17 (1955).

---- "Eine Beschwörung der Unterirdischen aus Boğazköy", ZA 54, NF 20,


(1961).

____ Hethitische Totenrituale (1958).

POPKO, M. "Die kleinasiatischen Stadtnamen Kulila und Matila", AoF 13 (1986).


ROSENKRANZ, B. Beitrage zur Erforschung des Luvischen (1952).

SCHWARTZ, B. "The Hittite and Luwian Ritual of Zarpiya of Kezzuwatna", JAOS


58 (1938).

WERNER, R. Hethitische Gerichtsprotokol1e, (StBoT 4) (1967).


Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan
Münasebetleri
The Relationships of the Timurids and the Turcomans with the
Shirwanshahs

Kazım PAYDAŞ*
Öz
Şirvan, Kür'ün kuzeyinde Hazar Denizi'nin batı kıyısı üzerinde bulunan bir ülke
olup, ortaçağın ilk devresinde Arran'ın bir kısmını teşkil ediyordu. 1395 yılında
Timur'un Altın Ordu hükümdarı Toktamış'a karşı çıktığı seferi değerlendiren
Şirvanşahı İbrahim, Timur'un huzuruna çıkarak ona bağlılığını bildirdi.
Şirvanşahlar'ın Timurlular ile olan ilişkileri bu şekilde başlamış ve uzun bir süre
devam etmiştir. Timur'un ölümünden sonra ise güçlenen Kara-Koyunlular,
Şirvanşahlar'ı itaat altına almak için bu ülkeye seferler düzenlemişlerdir. Ancak, bu
saldırılar karşısında Şirvanşahlar Timurlu hükümdarı Şahruh 'tan yardım
istemişlerdir. Bu yardım talepleri ise Timurlu hükümdarı tarafından olumlu
karşılanarak Kara-Koyunlu baskısı önlenmiştir. Buna karşılık, Şirvanşahlar'ın
Timurlular'a bağlılığı Uzun Hasan Bey'in Timurlu hükümdarı Ebu Said'e karşı
girişmiş olduğu mücadelede son bulmuştur. Timurlular ve Ak-Koyunlular arasında
meydana gelen bu çarpışmada Ak-Koyunlular'ın tarafını tutmak zorunda kalan
Şirvanşahlar, Ebu Said'in Türkmenler tarafından yenilgiye uğratılarak ortadan
kaldırılmasından sonra, Ak-Koyunlular'a bağımlı bir hale gelmişlerdir. Şirvanşahlar
ile Ak-Koyunlular arasındaki bu ilişkiler, Sultan Yakub zamanındaiki hanedan
arasında yapılan evlilikler vasıtasıyla daha da güçlendirilmiştir.
Anahtar kelimeler: Şirvan, Timur, Derbend, Şahruh, Şirvanşah.
Abstract
Shirwan, a city located on the north of Kur and the western shores of the
Caspian Sea, constituted some part of Arran at the beginning of the Middle Ages. In
I395, by taking the advantage of the raid that Timur set off to make against
Toktamısh, the sovereign of the Golden Horde State, Sharwanshah Ibrahim went to

• Yard. Doç. Dr. Harran Üniversitesi,Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.


114 Kazım Paydaş

Timur and presented respectjully his devotion to him. In this way, the relationships
of the Shirwanshahs with the Timurids started and continued for along time. Af ter
the death of Timur, the Qara-Qoyunlu becoming stronger made many raids on
Shirwan with the aim of making the Shirwanshahs devoted to themselves. Yet,
because of that raids, the Shirwanshahs demanded aid from the ruler of the
Timurids, Shah Rukh. That demand was accepted by him, so that the Qara-Qoyunlu
thread was eliminated. Nevertheless, the devotion of the Shirwanshahs to the
Timurids cam e to an end when Uzun Hasan Beg struggled against Abu-Said, the
Timurid ruler. At that baule occuring among the Timurids and the Aq-Qoyunlu, the
Shirwanshahs were left no choice but to side with the Aq-Qoyunlu. Therefore, they
depended on the Aq-Qoyunlu af ter Abu-Said was defeated by the Turkomans. Those
relationships among the Shirwanshahs and the Aq-Qoyunlu were made stronger by
means of the matrimonies among those dynasties during the reign of Sultan Yaqub.

Key Words: Shirwan, Timur, Darband, Shah Rukh, Sharwanshah.

Giriş
Şirvan, Kür'ün kuzeyinde Hazar denizinin batı kıyısı üzerinde yer alan
bir ülke olup, aslında eski Albania'nın veya ortaçağın ilk devresinde Arrao'ın
bir kısmını teşkil ediyordul. Şirvan'a bağlı merkez vilayet olan ve bölgenin
ikinci önemli şehri olan Şemahi ise, İslamiyet devrinde kurulmuş ve bu ismi
de Halife Harun el-Reşid'in çağdaşı olan Sa'id b. Sil.lim el-Bahill'nin
İrminiyye valiliği sırasında Şirvan Emiri olan eş-Şemmah b. Şüca'a nisbetle
almıştııl. Şirvanşahlın ülkesi olarak Şirvan, Kür'den Derbend'e kadar uzanan
araziyi içine alıyordu; Şirvan ülkesi için bu hudutlar, Moğollar devrinde
verilmiştir. Merkez şehir olan Şemahi, önemini o zaman sonradan da olduğu
gibi bir üretim ve ticaret merkezi oluşuna borçluydu3. Şirvanlın ortaçağdaki
diğer önemli yerleşim yerleri ise Bakü ve Sabaran4 şehirleri idi5. Bunların
yanında Hazar denizinin batı sahilinde yer alan Derbend şehrini de
sayabiliriz6• Bu şehir Yakut ve İbn'l-esir ile muhayer kaynaklarda çok defa
Şirvan Derbend'i olarak anılıyor ve ıVı X asırdan beri şehrin Şirvanşah

i W. Barthold, "Şirvan", İA, c. XI, Eskişehir 1997, s. 571.


2el-Belazuri, Fütuhu'l-Büldao, Çev. Mustafa Fayda, Ankara 1987, s. 301 ;Hudud al-Alam,
Translated and Explained by V .Minorsky, Cambridge 1982, s. 404.
3Hamdullah-ı Müstevfi, Nüzhetü'I-Kulfib, yay. G. L Strange, London 1915, s. 92;W.
Barthold, "Şirvan", s.571-72.
'Sabaran, Kafkasya'nın güneydoğusunun kuzey hattı üzerindedir. Arapça yazılmış olan
Derbend tarihinde ise Şirvan'ın ilk hakimlerinin Sabaran'a gömüldükleri belirtilmiştir. Bkz.
Hudud al-Alam, s. 404.
5W. Barthold-C.Bosworth, "Shirwan", EI, Volume IX, Leiden 1997, s. 487.
rw. Barthold, "Derbend", İA, c. III, s. 532.
TimurIu ve Türkmenlerin ŞirvanşahlarIa Olan Münasebetleri
115

emirliğine ait olduğu tahmin ediliyor7• Özetle Güney Kafkasya'nın Şirvan


mıntakası ile bazen Arran (Gence ve Karabağ) ve Derbend Şirvanşahlar
ismiyle bilinen süHllenin elinde bulunuyordus. Şirvanşah muhtemelen İslam
öncesi devirden beri Şirvan hükümdarlarının unvanı olarak kullanılmıştır.
Daha sonra bu unvan, Arap vali Yezid b. Mezyed el-Şeybani'nin soyundan
gelenler tarafından kullanılmıştır9.
Şirvan tarihinin ele alındığı Tarih el-Bab adlı eserin yazarına göre
Türkler'in Şirvanşahlar ile olan ilk münasebetleri 1045 tarihinde Oğuzların
Şirvan üzerindeki akını ile başlamıştırıo. 458/1066 yılında ise, Türkler Kara
Tekin'in idaresinde Bakü ve Yezidiye kadar ilerleyerek buralarda tahribatta
bulundular. Sultanın hacibi ikinci bir defa daha Şirvan'a geldiği zaman bu
dönemde Şirvanşahı olan Feriburz, kendi amcası dahil bir çok düşmanını
ortadan kaldırmak için onunla anlaştııı. Aynı yıl içinde Kazvin hakimi olan
Elbasan, Şirvan'a yapılan Türk akınıarını durdurmak karşılığında
Şirvanşah'tan 30.000 dinar harac almayı kabul etti. Ancak, 1067 yılında
Sultan Alparslan'ın Şirvan'a gelişi Şirvanlılar için yeni bir dönemin
başlangıcı oldu. Sultan'ın gelmesi üzerine Şirvan hakimi Feriburz ile Arran
hakimi Fadl b. Savur onun huzuruna çıkarak bağlılıklarını sundular. Ancak,
daha sonra Sultan Alp Arslan Anadolu seferinden döndüğü sırada Derbend
ahalisi insanları Feriburz'u ona şikayet ettiler. Bunun üzerine Sultan
Şirvanşah'a karşı tutumunu değiştirerek onu tutukladı ve daha sonra da
ondan büyük bir fidye alarak serbest bıraktı. Şirvanşah bu arada
akrabalarının kendisine karşı isyanlarına rağmen Derbend üzerindeki
kontrolünü sürdürmeyi başardııı. Feriburz 70.000 dinar olan yıllık vergiyi
40.000'e indirerek Sultan Alp Arslan'a boyun eğdi. Şirvanşah daha sonra
Selçuklu Sultanı Melikşah'a da aynı şartlarda bağlılığını sürdürdü13•
Şirvan'ın Moğollar tarafından itaat altına alınmasından sonra,
Kafkasların bu bölgesi bazen İlhanlılar, bazen de Altın Ordu Devleti'nin bir
kısmını teşkil etti. Ancak İlhanlıların halefleri idaresinde, Şirvanşah
Keykubad ve oğlu Kavus yeniden bağımsız hükümdarlar olarak ortaya
çıktılar; fakat Kavus, kısa zamanda Celayirlere tabi olmak mecburiyetinde
kaldı ve 774/1372-1373'de de öldü14• Altın Ordu hükümdarı Toktamış Tebriz
üzerine gerçekleştirmiş olduğu seferlerde Derbend'den ve Celayirlilerin
vassalı İbrahim'in (1382-1417) yönetimi altındaki Şirvan bölgesini geçiş

7W. Barthold, "Derbend", s. 536.


SA.Zeki Velidi Togan, Umpmi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981,s. 369.
<Jw. Barthold, "Şirvanşah", lA, c. XI, s. 573.
ıoy .Minorsky, A History of Sharvan and Darband in the 10 th-U th centuries, Cambridge
1958, s. 64-65.
"V.Minorsky, A History ofSharvan, s. 65.
12V.Minorsky, A History of Sharvan, s. 66.
13Şadruddin, Ahbarü'd-Devleti's-Selçukiyye, çev. Necati Lügal, Ankara 1999, s. 50;W.
Barthold-C.Bosworth, "Shirwan", s. 488.
i'w. Barthold, "Şirvanşah", s. 575.
Kazım Paydaş
116

yolu olarak kullanmıştı15. Şirvanşahlar, İlhanlılar zamanında olduğu gibi


Timurlu ve Ak-Koyunlular zamanında da, yerli melikler sıfatıyla varlıklarını
sürdürmüşlerdirl6.
Timur ve Şahruh Zamanında Şirvanşahlarla olan Münasebetler
XIV. yüzyılın sonlarında Şirvanşah hanedanı tamamıyle gücünü
kaybetmişti. İlhanlılar döneminde olduğu gibi bu dönemde Çobanlılar ve
Celayirliler'inl7 birbirleriyle olan mücadelelerinden dolayı Şirvan ahalisi
büyük bir sıkıntı içerisinde bulunmaktaydı. Bu iki rakip hanedan arasındaki
siyasi çekişmelerden Şirvanşahlar olumsuz olarak etkilendiler. Bunun
sonucunda Şirvan'ın yöneticileri bunların oyuncakları haline gelmişlerdi.
1382 yılında Şirvan Devleti'nde karışıklık iyice arttı ve bazı emirler
ayaklandılarls. Kavus'un oğlu Huşeng 10 yıllık bir saltanattan sonra çıkan bu
ayaklanma sonucunda teb'ası tarafından öldürüldü ve onunla birlikte
Kesranilerl9 hanedanı son buldu2o•
Bunun üzerine, Şirvanşahlar hanedanının Derbend21 kolundan olan
Huşeng b. Kavus'un22 amca çocuğu olan İbrahim, Şemahi'ye davet edilerek
Şirvanşah tahtına çıkarıldı. Münecimbaşı, bazı çekişmelerden sonra yerli
ayanlar tarafından İbrahim'in tahta çıkarılmasını şöyle anlatmaktadır: "Onlar
hükümdarlık alam eti sayılan devlet atları ve elçiler ile İbrahim'in yanına
giderek onu bir ağacın altında uyurken buldular. Bunlar hükümdar
kullukçıları gibi davranarak onun üzerine çetr çektiler ve uyanmasını
beklediler. Ayılırken alkışlayıp karşısında sadakat andı içtiler. Onu
Şemahi'ye getirip tahta oturttularıı23• Böylece, 1382 yılında iktidar hanedanın
uzak bir akrabası olan Derbendli Şeyh İbrahim Legeçti24•

ISYakubovsky, a. g. e., s. 154.


16A.Zeki Velidi Togan, Türk Tarihi, s. 369.
17W.Barthold, "Şirvanşah", s. 575.
'SSüleyman Aliyarlı, "xıv. yüzyılın başlangıcında Halk utopyaları ve Bid'atçı Hareket Siyasi
Birlik Meyli", Azerbaycan Tarihi, Bakü 1996, s.304.
19Şirvanşahlar'a XIII. Yüzyılın başlarında yaşıyan cedlerinden birinin ismiyle "Kisraniler" de
denilmiş olup, aslen Arapların Beni Şeyban aşiretinden gelmektedirler. Kisra olarak
adlandırılmalarının sebebi ise Yezid b. Mezyed'ın soyundan gelen ıv. Muhammed'in Sasani
Kralı Behram Gur'un bir torunu olduğunu iddia etmesinden kaynaklanmıştır. Buradaki Sasani
kökeni iddiası Muhammed'in Sasani hanedanından gelmiş olan yerel ailelere mensup bir
hanımdan doğmuş olmasıyla açıklanabilir. Bkz. A. Zeki Velidi Togan, Türk Tarihi, s.
369;Hudud al-Alam, s. 406.
w W. Barthold, "Şirvanşah", s. 575.
21Şirvan'ın en kuzeyindeki yer, Hazar üzerindeki ünlü liman Bkz. G. LE. Strange, The Lands
of Eastem Caliphate, Cambridge 1905, s. 180
22Hafız-1Ebru, Zeyl-i Camiüt- Tevarih, yay. Hanbaba Beyani, Tahran 1350, s. 244.
23Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 304; Ahmed Lütfullah Münecimbaşı, Sahaifü'l-Ahbar, c.
III, İstanbul 1285, s. 177.
MV.Minorsky, A History of Sharvan, 137;W. Barthold, "Şirvanşah", s. 575;Hudud al-Alam,
s.405.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri i i7

Daha sonra bütün Azerbaycan Timurlular ile Altın Ordu arasında


çekişme alanı haline geldi. 1386 yılında Timur'un ilerlemesi karşısında,
Toktamış Han 90 bin kişilik bir ordu ile Derbend'i geçerek Şirvan Devleti'ni
yağmaladı25• Bu tehlike karşısında Şirvanşah İbrahim, Timur ve Toktamış
arasındaki rekabetten istifade etme siyasetine önem verdi; büyük hediyelerle
Timur'un huzuruna gitmek için hazırlanmaya başladı. Bu sıralarda
Karabağ'da olan Timur, Derbend'den geçip Kıpçak çölüne, Altın Ordu
üzerine yürümeye hazırlanıyordu. Şeyh İbrahim, ilk önce Timur'un adına
hutbe okuttu ve sikke kestirdi, daha sonra da büyük hediyelerle huzuruna
çıktı. çağatay Hanlarının adetlerine göre, hükümdarlara dokuz çeşit hediye
sunulurken yanında dokuz tane de köle hediye edilirdi. Emir İbrahim de bu
geleneğe uyarak Timur'un huzuruna dokuz hediyenin yanında sekiz köle ile
geldi ve kölelerin sayısını dokuza tamamlamak için kendisi de onların
arasına katıldı. Sunulan hediyeler 9 tane, köle ise 8 tane idi. sebebi
sorulduğunda, o zekice davranarak "Dokuzuncu benim" dedi. Bu cevaba
hayran olan Timur, ona "hayır sen köle değil benim oğlum ve bu ülkedeki
vekilim olacaksın" diyerek onu Şirvan hakimi olarak tanıyıp Kafkasya
dağlarına kadar olan Şemahi veŞirvan eyaletinin valiliğine atadı. Ayrıca
bazı yeni toprakları hakimiyetine vererek bir ferman ile varislerine
Şirvanşah'ın evladlarını korumayı buyurdu. Böylece Emir İbrahim 1386
yılında Timur'a tabi oldu26• Timur bu tarihten sonra Derbend'i de daha
önceden olduğu gibi hudut şehri olarak Şirvanşah'a tevdi etti27• Buna karşılık
olarak Timur'un vassalı olan Şirvanşah İbrahim Emir Timur'un Toktamış'a
karşı gerçekleştirdiği seferlere faalolarak iştirak etmeye başladı28• Esasen
Şirvanşah'ın bu şekilde hareket etmesi kendi çıkarları için zorunlu idi.
Çünkü, Toktamış Han son zamanlarda Şirvan üzerine baskı uygulayarak her
fırsatta bu bölgeyi tahrip etmekte idi. Nitekim Timur, 1394 yılında Gürcistan
seferinde, Şeki'de bulunduğu sıralarda, Toktamış'ın ordusunun Derbend'i
geçerek Şirvan şehir ve köylerini yağma ettiğini haber almıştı. Çarpışmadan
kaçınılmayacağını anlayan ve savaşı geciktirmek te bir yarar görmeyen
Timur, sefere hazırlanmak için askerlerine emir verdi. Ordunun mühimmat
ve techizatını kontrol eden Timur, askeri şefiere büyük hediyeler dağıtıp
savaşa hazır bir hale geldi29. Daha sonra da Şirvan'a yöneldi. Fakat Ali oğlan
ile İlyas oğlan, İsa Beg ve Yağlı Beg tarafından idare edilen Toktamış Han'ın
ordusu Timur'un yaklaştığını işitince geri çekildileı3°.

25Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 305.


26İbn Arabşah, Acaibü'l-Makdur li Ahbar Teymur, Farsça Terc. Muhammed Ali Necati,
Tahran 1339, s. 78; Hvandmır, Habibü's-Siyer, yay. Celiileddin-i Humayı, c. III, Tahran
1333, s. 439; Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 306;W. Barthold, "Şirvanşiih", s. 575.
27W Barthold "Derbend" s 537
2RG~ffarl,Ta;ih-i Cihan:a~a, N~şr. Hasan-ı Nerakı, Tahran 1343, s. 193; Süleyman Aliyarlı,
a. g. m., s. 306.
29Yakubovsky,a.g.e., s.174-75.
JOHvandmır, a. g. e., c. III, s.462.
Kazım Paydaş
118

Ancak Timurlular ile Altın Ordulular arasındaki kaçınılmaz nihai savaş,


1395 yılı Şubat ayında Timur'un Derbend tarafından Toktamış'a karşı sefere
çıkılması için emir vermesi ile gerçekleşti. Terek çayı üzerindeki bu savaşta,
Timur'un ordusu Toktamış'ı yenilgiye uğrattı. Bu galibiyet aynı zamanda
Şirvanşah İbrahim'in galibiyeti de sayılabilir. Çünkü, bu galibiyet ile
Azerbaycan'ı bir mengene gibi iki yandan sıkan düşmandan biri diğerinin
gücü ile ortadan kaldırılmıştı. Timur'un bu zaferinden sonra, Şirvanşah'ın
siyasi nüfuzu arttı. O, Timur ile kurmuş olduğu özel ilişkiler sayesinde
Şirvan devletinin güçlenmesini ustalıkla sağladı. Bu şekilde Arran Karabağı
ve Dağlık Karabağ, Şirvan Devleti'ne katıldı. Bu sıralarda Şeki ey aleti de bu
devlete tabi idi. Şeki hakimi Sidi Ali'nin Timur'un koşunlarına karşı Alınca
kalesinin kuşatılmasına iştirak etmesine ve orada öldürülmüş olmasına
bakılmayarak, Şirvanşah İbrahim'in teklifi ile onun oğlu Sidi Ahmed, Şeki
eyaletine hakim oldu. Şirvanşah İbrahim'in aracılığı ile, Gürcü kralı VII
Giorgi de Timur'un vassalı gibi tanındı3!. Emir İbrahim'in isabetli siyaseti
sayesinde gerçekleştirilen bu olumlu gelişmelerden sonra, 1396 yılının
ilkbaharının başlangıcında, Timur kışlaktan ayrılarak Derbend yolu ile
Şirvan'a doğru yola çıktı. Yol boyunca o birkaç büyük kale fethetti ve bütün
düşmanlarının üstesinden geldi. O, Şemahi'den geçerken Kür ırmağının
kıyısında kamp kurdu. Bu seferde, Timur'a eşlik etmiş olan Emir İbrahim
büyük bir ziyafet verdi ve kendisine uygun hediyeler sundu. Timur onu özel
bir hil'atla ödüllendirdi ve mücevher kaplı bir kemer'ı ona vererek yanından
ayrılmasına izin verdi32• Emir İbrahim daha sonra Timur'un Anadolu seferine
katılmış ve Ankara savaşında da Mirza Miranşah komutasındaki sol kanatta
yer almıştır33•
Şirvanşah İbrahim', Timur'un hizmetine girerek onunla gerçekleştirmiş
olduğu dostluk sayesinde ülkesini mutlak bir felaketten kurtardığı gibi aynı
zamanda Kafkaslarda etkili bir şahsiyet de olmaya başladı. Çünkü Şirvanşah
Timur tarafından bazı özel vazifeler ile de görevlendirilmekteydi. Bundan
dolayı, 805/1402 yılında Şeyh İbrahim gelirlerinin bütün kaynaklarına el
koymak için Gürcistan'a gönderildi; fakat iyi komşuluk vazifesinin bir gereği
olarak Kral Giorgi'nin yardım için yalvarması üzerine Şirvan Emiri İbrahim,
806/1403 yılında Gürcü kralı ile Timurlular arasında bir anlaşmanın
gerçekleştirilmesi için aracılık etmeye karar verdi34• Bu sebeple o, Timur'un
huzuruna çıkmak için izin istedi ve bu isteği kabul edilerek Emir Timur'un
huzuruna alındı. Emir İbrahim, konuşmasına Timur'u övücü sözlerle
başlayarak, kendilerinin onun köleleri olduğunu ve onun büyük bir
merhamete sahip olduğunu söyledi. Daha sonra da Gürcistan'a ahalinin

31A. YU. Yakubovsky, Altın Ordu ve Çöküşü, Çev. Hasan Eren, Ankara 1992, s. 174-
75;Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 306.
32Hvandmır, a. g. e., c. nı, s.466.
33Hvandmır, a. g. e., c. nı, s. 507.
34y.Minorsky , A History of Sharvan, s. 137.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri
119

kaldırabileceğinden daha fazla bir vergi yüklenirse onların dayanma gücünün


ortadan kalkacağını, bunun sonucunda da zayıfların ezileceğini ve büyük bir
göçün meydana gelerek bu ülkede huzurun kalmayacağını açıkladı.
Şirvanşah, Emir Timur her ne zaman emrederse bütün bu insanların onun
emrini seve seve yerine getireceklerini bildirdikten sonra konuşmasına
devam ederek, ihtiyaç duyulan paranın temin edilmesinin her hangi bir
yolunu bulup bu meblağı sunacağını, amacının iki taraf arasında sıkıntıyı
gidermek, zor olan bir işi kolaylaştırmak ve komşuluk hukukunu gözetmek
olduğunu bildirdi. Çünkü, Peygamber'in bu şekilde davranan birinin büyük
mükafatlar elde edeceğini söylemiş olduğunu belirterek, bu umudunun
hükümdar tarafından kabul edilmesi halinde iyi bir sonuç elde
edebileceklerini söyledi. Emir Timur, bunun üzerine onun bu dileğini kabul
ederek istenilen meblağın ya Gürcüler'in kaynaklarından ya da onun
hazinesinden verilmesini istedi. Şirvanşah İbrahim de bunun temin
edileceğine dair kefilolacağını belirtti. Böylece Şirvanşah ,İbrahim,
kendisinden farklı bir din e mensup olmalarına rağmen Gürcülere karşı
komşuluk vazifesini başarı ile yerine getirmiş ve onların daha fazla sıkıntıya
düşmelerine mani olmuştur5.
Bu olaydan bir yıl sonra ise, Timur 1404 yılı Mart ayı sonlarında
Erdebil'e gelerek, burada al tamgalı yarlık ile Hülegü Han Tahtı, yani bütün
Azerbaycan'ı, İstanbul'a kadar Rum diyarı, Acem Irak'ı, Arran, Mugan,
Ermenistan ve Gürcistan, İskenderiye ve Nil' e kadar olan yerleri
Miranşah'ın oğlu Mirza Ömer' e tefviz etti. Ayrıca bu geniş sahalar içindeki
mahalli hakimler ve Arap Irak'ına tasarruf eden Mirza Ebubekir ile
Ebubekir'in yanında bulunan babaları Miranşah da ona tabı olacaklardı36•
Böylece Timur tarafından Şirvan, Şemahi ve Derbend'in de içinde
bulunduğu bütün bu yerlerin Mirza Ömer'in yönetimine verilmesi ile Şirvan
hakimi Şeyh İbrahim, Mirza Ömer'e bağlı bir duruma getirildi3?
Ancak Timur'un 18 Şubat 1405 yılında vefat etmesi38 ile Şirvanşahlar
için yeni bir dönem başladı. Çünkü, Timur'un ölümünden sonra onun
meydana getirmiş olduğu İmparatorluk parçalandı. Azerbaycan'ın kuzey
topraklarını oluşturan Şirvan da bu durumdan etkilendi. Şirvanşah İbrahim,
Timur'un varisleri arasındaki çarpışmalardan istifade ederek bağımsız olmak
için harekete geçti39• Nitekim, bu amaç doğrultusunda 808\1405 yılında
Şirvan hakimi Şeyh İbrahim Tebriz'e saldırdı. Sultan Ahmed, bu durumdan
haberdar edilmesi üzerine, Tebriz'e yöneldi40• Bu sıralarda Timurlu Mirza

35rbnArabşah, a. g. e., s. 210-211.


361smailAka, Iran'da Türkmen Hakimiyeti, Ankara 2001., s. 1.
37İsmail Aka, "Şahruh'un Kara-Koyunlular Üzerine Seferleri", Tarih İncelemeleri Dergisi,
LV, 1989, s. 2.
38İsmail Aka, Timur ve Devleti, Ankara 1991, s. 33.
39Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 312.
40JIüseyin Mircaferi, Tarih-i Timuriyan ve Türkmenan, İsfehan 1375, s. 280.
Kazım Paydaş
120

Ebubekir, Erdebil hakimi Bistam oğlu Cakir'in Şirvanşah İbrahim ile birlikte
Tebriz'i ele geçirdiklerini öğrenince lsfahan kuşatmasını kaldırarak,
Azerbaycan'a döndü. Çok geçmeden Bistam oğlu Cakir ile Şirvanşah
İbrahim arasında anlaşmazlık çıktı ve esasen bölgenin eski hakimi Celayirli
Sultan Ahmed'in gelmekte olduğu haberinin işitilmesi üzerine onlar
memleketlerine döndüler41• Kısa bir süre sonra da Celayirli Sultan Ahmed,
Tebriz'e gelerek şehri kendi tasarrufuna aldı42.

Diğer taraftan Timur'un vefatından sonra, Timur'un mirasına sahip


olmaya çalışan Kara-Koyunlular ile Şirvanşahlar arasındaki münasebetler de
gerginleşiyordu. Şirvanşah İbrahim'in Kara-Koyunlular'ın almayı
43
düşündükleri Tebriz'i ele geçirip iki ay burada hüküm sürmesi , ardından da
Sultan Ahmed Tebriz'e gittiği zaman, Şirvanşah Bağdadlılar'ın ordugahına
takviye destek olarak oğlu Keyumarsi'yi göndermesi ilişkileri daha da kötü
bir duruma getirdi44. Keyumarsi Şirvan askerlerinin başında Sultan Ahmed
Celayir'in yardımına gitti. Fakat, Sultan Ahmed'e yardım için gönderilen
Şirvan kuvvetleri Kara-Koyunlular tarafından perişan edildi. Ayrıca, Tebriz
yakınlarında geceleyin istirahat eden Keyumarsi, Kara Yusuf tarafından ele
45
geçirildi ve esir alınarak, hapsedilmek üzere Erciş'e yollandı . Ancak daha
sonra Kara Yusuf, Şirvanşah İbrahim'e Kara-Koyunlular'a itaat etmesini
talep eden bir mektupla birlikte Keyumarsi serbest bırakarak babasına
gönderdi. Oğlunun Kara Yusuf ile işbirliğine girdiğini düşünen Şirvanşah
İbrahim ise, Şirvan Devletinin bağımsızlığını her şeyin üstünde tuttuğu için
oğlunun idam edilmesini emretti46•

Bu arada Kara-Koyunlu Kara Yusuf, 30 Ağustos 1410 tarihinde Ahmed


Celayir'i Tebriz'den iki konak mesafedeki Esed köyünde mağlup ve esir etti.
O, Sultan Ahmed'in elinden, Azerbaycan'ı oğlu Pir Budak'a, lrak-ı Arab'ı da
diğer oğlu Şah Muhammed'e tefviz ettiğine dair menşurlar aldıktan sonra
onun hayatını bağışlamak istemiş; fakat emirlerinin ısrarları karşısında
katline muvafakat etmiştir47• Emir Kara, Yusuf Celayirli Ahmedi yenip
öldürdüğü zaman lrak-ı Arab, Azerbaycan ve Arran'ın bütün yöneticileri ve
emirleri ona itaat ettiler. Ancak, Kara Yusufa güvenmeyen ve ona boyun
eğmeyen tek hükümdar olan Şirvan hakimi Şeyh İbrahim, Türkmen
hükümdarına itaat etmeyi reddetti ve ona karşı savaşmak için hazırlanmaya
başladı48• Bu arada Kara-Koyunlu Kara Yusuf, Bey 814/1411 yılında bir

41İsmail Aka, Türkmen Hakimiyeti, s. 3.


42Hüseyin Mircaferi, a. g. e., s.280.
43Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s . .316.
44Hvandmi'r,a.g.e.,c. III, s. 603.
4sParuk Sümer, "Kara-Koyunlular", cVI, İA, s. 300; Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 316.
46Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 316,
41Paruk Sümer, "Kara-Koyunlular", lA, c. VI, s. 299.
48Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 316.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri
121

müddetten beri emirlerini dinlemeyerek bağımsız hareket etmeye başlayan


Irak-ı Acem valisi Bistam Bey'in boyun eğdirilmesi için Erdebil'e göndermiş
olduğu askerlerinin başarısız olduğunu görünce, bizzat Irak-ı Acem'e
yürüyerek Eylül ayında Sultaniye önlerine kadar geldi; kendisine itaat
etmeleri yolunda Bistam ile kardeşlerine haber yolladı ise de, onlar buna pek
aldırış etmediler. Bunun üzerine Kara Yusuf, askerlerine şehri tahrip
etmelerini buyurdu. Bu esnada Şirvanşah Şeyh İbrahim ile Şeki valisi Sidi
Ahmed ve Gürcü Kralı Konstantine Kara Yusuf Bey'e karşı ittifak ederek
birlikte harekete geçtiler. Bu durumu öğrenen Kara Yusuf Bey 26 Ekim'de
Tebriz'e döndü ve orada kuvvetlerini topladıktan sonra 17 Kasım'da
Karabağ'a geldi. Buradan Şeyh İbrahim'e elçiler göndererek barış teklifinde
bulundu. Ancak bu teklif Şirvanşahı ve müttefikleri tarafından kabul
görmediği gibi bu durum Kara Yusuf Bey'in acizliğine yorumlanarak
büsbütün onların cüretlerinin artmasına sebep oldu. Şirvanşah'ın boş
hayalini öğrenerek son derece öfkelenen Kara Yusuf Bey 19 Aralık 1412
tarihinde tereddüt etmeksizin Kür ırmağını geçerek müttefik kuvvetlere
saldırdı49•
Büyük bir öfkeye kapılmış olan Kara Yusuf müttefikleri yenilgiye
uğrattı50• Bu yenilgi üzerine Emir Şeyh İbrahim kaçmaya çalışırken kampın
etrafında kazılmış olan hendek üzerinden atı ile atlamayı denedi fakat
düşerek elini kırdı. Bir Türkmen onu görüp, elbiselerini alarak yanından
ayrıldı. Emir Şeyh İbrahim elinden dolayı büyük bir acı içinde olduğu için
kendisini bir Türkmen askerine tanıttı. Bu Kara-Koyunlu askeri de onu Emir
Kara Yusuf'un huzuruna götürdü5I• Savaş sonunda Şeyh İbrahim'in kardeşi
Behlı1l, Şirvan kadısı Mevlana Zahir ud-din ve Gürcü kralı Konstantine
askerlerinin bir çoğu ile birlikte esir alındı. Alınan bu esirlerden Şirvanşah
ile kardeşi Behlı1l ve Şirvan kadısının hayatları bağışlanarak muhafaza altına
alınıp hapsedildiler. Ancak Gürcü kralı, kardeşi ve yanlarında bulunan 300
Gürcu Aznaurla52 birlikte öldürüldü53•

49Ahmed Lütfuilah Münecimbaşı, Sahaifü'I.Ahbar, e. III, İstanbul 1285, s. ISO-ISI;


Hvandmır, a. g. e., e. III, s. 603; Abdürrezak-ı Semerkandı, Matla'ı Sa'deyn ve Mecma'ı
Bahreyn, e. IIli, yay. Muhammed Şefi, Lahor 1360, s. 242;Faruk Sümer, Kara-Koyunlular,
Ankara 1984, s. 93-94.
"'V. Minorsky, "The Qara-Qoyunlu and The Qutb-Shas,. BSOAS, V. XVII, 1955, s. 55;
Şerefhan, Şerefname, çev. M. Emin Bozarslan, e. II, Istanbul 1971, s. 84; Hrand D.
Andreasyan, "XIV ve XV. yüzyıl Türk Tarihine ait Ufak Kronolojiler ve Kolofonlar", Tarih
Enstitüsü Dergisi, Sayı 3, Istanbul 1973, s.101; Yahya-yı Kazvinı, Lübbü't.Tevarih, Yay.
Seyyid Celaleddin-i Tahranı, Tahran 1343, s. 213.
5lHvandmır, a. g. e., e. III, s. 604.
52Soylu Güreüler'in oluşturduğu bir sınıf. XII. yüzyıla kadar Güreü Beyleri sadece "Aznaur"
unvanı taşırken, Xııı-XıV. yüzyıllar içinde bu sınıftan bazı soylular ayrılarak "Didebuliler"
adı altında Aznaurlar'ın üst sınıfını oluşturdular. Bkz. Nikoloz Berdzenişvili-Simon Canaşia,
Gürcistan Tarihi (Başlangıçtan 19. Yüzyıla Kadar), Türkçe'ye çev. Hayri Hayrioğlu,
İstanbul 1997, s. 213.
53V.Minorsky, "The Qutb-Shas", s. 55;Şerefhan, a. g. e., e. II, s. 84; Hrand D. Andreasyan, a.
g. m., s. 101; Yahya-yı Kazvinı, a. g. e., s.213.
122 Kazım Paydaş

Kara Yusuf kazanmış olduğu bu parlak zaferin ardından, Şemahi ve


civarını ordusuna yağma1attıktan sonra 1 Şubat 1413 tarihinde Tebriz'e girdi.
Daha sonra Şirvanşah'ın kardeşi Beh1ı11için iki yüz tümen Irak altını ve
Şirvan kadısı için de yüz tümen değerinde fidye istendi. Şirvan sarayından
bu fidyeler gelince mahpus .tutu1duk1arıTebrizide serbest bırakı1dı1aı54•
Şirvanşah İbrahim ise, Tebriz'de zincire vurulmuş olup mahpus
tutu1maya devam edildi. Ancak Şirvanşahltan iyi muamele görmüş
olduklarından dolayı, Tebrizliler ona destek verdiler ve Kara Yusufun
huzurunda konuşmak için izin alan herkes, onu iyi hareketleri, iyi konuşması
ve iyi idaresi için methetti. Bu yüzden Kara Yusuf, Şirvanşah'a karşı
yumuşadı ve onun meclisine getirilmesini emretti. Kara Yusuf bir kadehi
Şirvanşah İbrahim'e sunmak için sakilere emretti, Şirvanşah içtiği şarabın
etkisiyle Kara Yusufa karşı öyle memnun edici konuştu ki, bu sözlerle mest
olan Kara Yusuf, onun ayaklarından zincirlerin çıkarılmasını emretti. Bu
durumu iyi değerlendiren Tebriz'in emirleri ile Ahi Kasab, tahsildarların,
altın yerine mal kabul etmesi şartıyla, Kara-Koyunlu divanına ödenecek olan
Emir İbrahim'in fidyesini garanti edeceklerini belirttiler. Bu öneri, Kara
Yusuf tarafından kabul edildi ve Emir İbrahim, Kara Yusufun Şirvan'a
döndüğünde bu durumu doğrulayacak olan bir ferman yazdırmasını ve
Şirvanşah'ın dönüşünde on iki milyon Iraki dinar ödemeyi kabul etmesini
kendisinden istedi. Bu amaçla, Şirvan ülkesindeki kasaba ve kalelerin tümü
için valiliklere fidye tutarının toplanacağına dair emir gönderdi. Bu arada
Şirvanşah, o kış Kara Yusufun karargahında tutuldu. Bunun üzerine
Şirvanldaki divan görevlileri Emir İbrahim'e kefilolmuş olan diğer
garantörlerin, Ahi Kasablın adına fidyenin ödeneceği belirtilen bir belge
yazıp onayladılar. Kısabir zamanda on iki milyon dinar ödendi ve ilkbahar
geldiğinde Emir İbrahim'in evine dönmesi için izin verildi55• Böylece
Şirvanşah İbrahim'i esir almış olan Kara Yusuf Kanbahası karşılığında onu
azad etti56• Ancak Şirvanşah İbrahim'in kurtulmasına sebep olan en büyük
etken onun hakim olduğu yerlerdeki iyi idaresinden kaynaklanmaktaydı.
Çünkü Ahi Kasab'ın önderliğinde Tebriz'in tacir ve sanatkarlarının
Şirvanşah İbrahim'e sahip çıkmaları, hem onun devlet başı olarak
şahsiyetinin, hem de devlet yönetimindeki şahsi siyasetinin Güney
Azerbaycan'da Tebriz'in zenginleri içerisinde çok büyük bir nüfuza sahip
olduğunu göstermektedir. Yine, onun bu başarılı siyaseti sonucunda da
Şirvanşah İbrahim, Kara Yusufun hakimiyetini tanımış gibi davrandı.
Aslında ise o, ölümüne kadar (1417) Şirvan Devleti'ni bağımsız bir
hükümdar gibi yönetti. Azerbaycan topraklarını birleştiremedi ancak bu
dönemdeki gergin siyasi duruma rağmen başarılı siyaseti sayesinde Kuzey

54Abdürrezak-1 Semerkandi, a. g. e., c. IIlI, s. 242-243; V. Minorsky," The Qutb-Shas", s.


61.
55Hvandmır, a. g. e., c. III, s. 604.
56Yahya_ylKazvini, a. g. e., s.213.
Timur/u ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri
123

Azerbaycan'ın güçlenmesini temin etti5? Timurla iyi dostluk kurmuş olan bu


Emir, 1417 yılında vefat etti. Onun ölümünden sonra yerine oğlu Sultan
Halil saltanat tahtına oturdu. Sultan Halil de babası gibi Timurlular ile ilişki
içerisinde 01du58• Onun babasının yerine geçmesinden birkaç yıl sonra Kara-
Koyunlular ve Timurlular arasında meydana gelen anlaşmazlıklar
Şirvanşahları da etkiledi. Çünkü Timurlu hükümdarı Şahruh, 25 Ağustos
1420 tarihinde Kara-Koyunlu Kara Yusuf'a harp açarak, Türkmenler'e karşı
başkenti Herat'tan ayrıldı. Yusuf Bey, Şahruh'un büyük bir ordu ve fillerle
üzerine geldiğini duyar duymaz, derhal mukabeleye hazırlandı ve bu sırada
ağır surette hastalanmasına rağmen, kendisini bir mahfe içinde taşıttırarak,
50.000 kişilik ordusunun başında Tebriz'den ayrıldı. Ancak Kara Yusuf
Tebriz yakınlarındaki Saidabad'da vefat etti. Bu esnada, TürkmenIere hakim
olabilecek bir Şahzadenin orada bulunamaması sebebiyle Kara-Koyunlu
ordusu dağıldı59•
Bu arada Kara Koyunlu tehlike ve tehdidinden dolayı TimurluIara sadık
kalan ve Şahruh'un ı. Azerbaycan seferinden sonra da60 Timurlu Mirza
Ebfibekir'in daha önce Emir Kara Yusuf'un nikahında olan ve onun
ölümünden sonra da dul kalmış olan kızının Halilullah'a nikahlanması ile
Şirvanşahlar ve Timurlular arasındaki ittifak daha da güçlendirildi61•
Diğer taraftan Kara Yusuf'un vefat etmesi üzerine Kara-Koyunlular
arasında meydana gelmiş olan olumsuz durum mzla uzun sürmedi ve Kara-
Koyunlular'ın toparlanması işini Kara Yusuf'un oğlu Kara İskender üzerine
aldı. O, Azerbaycan'da Timurlulara karşı savaşmaya başladı ve Timurlular'ı
yenilgiye uğratarak Tebriz'i ele geçirdi. Fakat, siyasi kabiliyete sahip
olmayan Kara İskender bu arada bir çok düşman kazandı. Çünkü o, hem
Timurlular ve Şirvanşah Halilullah ile, hem de kendi kardeşi Cihanşah ile
çekişme ve rekabet içerisine girdi. Böylece, siyasi kabiliyete sahip olmayan
İskender, Kara Yusuf ile Şirvanşah İbrahim arasında var olan barışı
bozarak her fırsatta Şirvan'a saldırmayı kendine hedef seçti62•
Bu amacın sonucunda 1427 yılında Şirvan üzerine yürüyerek Şemahi'de
büyük bir tahribatta bulundu, bunun üzerine Sultan Halil Şirvan'dan firar etti.
Bu durum da tamamen savunmasız ve hükümdarsız kalan Şirvan, Derbend'e
kadar olan yerlerde Kara-Koyunlular tarafından yağmalatıldı63• Bu dönemde
Şirvanşah Halil, Timurlular'a bağlı olduğu için 1429 yılında Şahruh, Kara-
Koyunlu İskender'in üzerine yürüyerek onu hezimete uğrattı ve böylece

57Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 316.


58Gaffari, a. g. e., s. 193.
59paruk Sümer, "Kara-Koyunlular", s. 300.
60 İ.Aka,Türkmen Hakimiyeti, s. 21 ;İsmail Aka, "Şahruh'un Kara-Koyunlular üzerine
Sefer/eri", Tarih İncelemeleri Dergisi, IV, İzmir 1989, s. 17.
6lAbdürrezak-ı Semerkandi, a. g. e., c. IIlI, s .438.
62Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s . .318.
63Gaffari, a. g. e., s. 215;Yahya-yı Kazvİni, a. g. e., s.215.
Kazım Paydaş
124

Şirvanşah ülkesi üzerindeki Kara-Koyunlu baskısı bir süreliğine ortadan


kaldırılmış oldu64•
İskender bu şekilde hem Timurlular hem de onların vassalı
durumundaki Şirvanşahlar ile savaşırken bir yandan da hanedan içerisinde
kendisine karşı olan yakınları ile de mücadele etmek zorunda kalmıştı.
Ancak İskender, bu mücadelelerde çoğu kez başarı kazanmaktaydı. Çünkü,
Selmas savaşından sonra Karabağ'a Şahruh'un yanına gelerek ona bağlılığını
bildiren Kara Koyunlu Ebu Said'in Azerbaycan hakimliği ancak birkaç ay
devam edebilmişti. Zira, 835 (1431-32) yılında Azerbaycan tarafından gelen
haberciler İskender'in Ebu Said'i öldürerek, bölgeye hakim olduğu ve
zulümlerde bulunduğu haberini getirmişlerdi65. İskender'in yeniden duruma
hakim olmasından sonra, Van Gölü civarının idaresine görevlendirdiği oğlu
Yar Ali ahaliden o zamana kadar görülmemiş vergiler almış, bu ise ahalinin
onu babasına şikayet etmesine yol açmıştı. Bunun üzerine İskender oğlunu
katına çağırmış, fakat Yar Ali babasından çekindiği için66 836/1432 yılında
Şirvanşah Halil'e sığınmıştır67•
Bu hadise üzerine Şirvanşah zor bir durumda kaldı, çünkü kendisine
sığınan Yar Ali'yi babasının isteyeceğini biliyor, tutuklayıp geri vermez ise
İskender'in kendi üzerine yürüyerek, başına işler açacağını görüyordu.
Sonunda, bu tehlikeden kurtulmak için Yar Ali'yi tutuklayıp, deniz yolu ile
Herat sarayına Şahruh'un yanınan gönderdi68. Gerçekten de Şirvan hakiminin
korktuğu başına geldi ve İskender 836/1432-33 yılının başlarında Şirvan'a
girerek, ülkeyi yağmalamaya başladı. Şirvanşah ise korkusundan
Mahmudabad69 mevkiine kaçtı70• Bu sebeple de Şirvan'ın büyük bir kısmı
onun yönetiminden çıktı. İskender'in Şirvan' da yapmış olduğu tahribattan
dolayı da burada yaklaşık olarak bir yıldan daha fazla bir süre güvenlik ve
emniyet ortadan kalktı. Şirvan emiri Halilullah, ülkesini ve tahtını tek başına
kurtaramayacağını anladığından Timurlular ve Ak-Koyunlular'dan yardım
istemeye karar verdi. Bu düşünceyle harekete geçen Halilullah,
adamlarından Halik Berdi'yi Şahruh Mirzaya, diğer bir adamını da Kara

MA.Zeki Velidı Togan, Umumi Türk Tarihi'ne Giriş, İstanbul 1981 , s. 365.
65paruk Sümer, Kara Koyunlular, s. 132; İsmail Aka, Mirza Şahruh, s. 149.
66i.Aka, Türkmen Hakimiyeti, s. 21.
67Abdürrezak-ı Semerkandı, a. g. e., s. 644;V Minorsky, A History of Sharvan, s. 137.
fiBi.Aka, Türkmen ~akimiyeti, s. 21; Abdürrezak-ı Semerkandı, a. g. e., c. IIlII, s. 644;
Makrizi, daha önce ıskender'in Şemahi'ye gelerek burada katliamda bulunduğunu, bir gün
avlanmak üzere ordugahından ayrıldığı zaman, Şirvanşah Halilullah'ın ordugahını basarak,
İskender'in oğlu, kızı ve hanımını ele geçirip, oğlunu Şahruh'a gönderip, kızı ve hanımını ise
yanında tuttuğunu, bu duruma üzü1en Türkmen Beyi'nin öfkesinden her yeri yağmalayarak,
Şirvan'da birçok tahribatta bulunduğunu ve ayrıca Şirvanşah'ın kızı ve hanımını da ele
geçirdiğini belirtmektedir. Bkz. Makrzı, Kitabu's-Sülfik li Marifeti Düveli'I-Mülfik, c. LV,
~ay. Said Aşur, Kahire 1972, s. 950- 951.
Mahmudabad, Hazar denizine yakın Gavbarı ovasında kurulmuştur. Müstevfi onun Gazan
Han tarafından İnşa edilmiş olduğunu belirtir. Bkz. G. LE Strange, a. g. e., s. 176.
70İsmail Aka, Türkmen Hakimiyeti, s. 21 ;Tihrani, a. g. e., s. 107;Terc., s. 75.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri
125

Yülük Osman Bey'e elçi olarak gönderdi. Bu elçiler de Şirvan'ın sıkıntılı ve


kötü durumunu an1attılar7!. Ermeni Müverrihi Toma'ya göre, Şirvanşah
yanına ülkesindeki bazı kadı ve müderrisleri de alarak Şahruh'un yanına
gitmiş, başlarına toprak döküp yakalarını yırtmak sureti ile İskender'in
yaptıklarını çağatay hükümdarına anlatmışlardı72• Memlı1k tarihçisi olan
Makrizi, Şirvanşah Halilullah'ın ayrıca kendisine yardım edilmesi için
hanımını da Şahruh 'un hanımının yanına gönderdiğini belirtmektedir73. Bu
gelişmeler olurken 838/J434 yılında Cihanşah Mirza, kardeşi İskender'e
karşı Şahruh Mirza'nın hizmetine girdC4• Diğer taraftan aynı yıl içinde Sultan
Halil'in kardeşleri Keykubad ve İshak da Halilullah'a baş kaldırdılar. Ancak
TimurluIarın yardımı ile bunlar da etkisiz hale getirildiler75.
Şahruh Şirvan'ın Kara-Koyunlu İskender tarafından bu sıralarda tahrip
ve yıkıma uğraması ile kendisini metbu olarak tanımış olan Şirvanşah'ın vaki
istirhamı üzerine, 1435'te Azerbaycan'a III. ve son seferine çıkmaya
hazırlandı76• Bu arada Şahruh, Azerbaycan'a yürümeden önce oğlu Cuki
Mirza ve Şirvanşah Halilullah'ı Kara-Koyunlu İskender'in üzerine
gönderdi77• Diğer taraftan yardım talebini alan Ak-Koyunlu Osman Bey de
Diyarbekir'den çıkarak Erzurum ve Azerbaycan yönüne doğru harekete
geçti78. Osman Bey Erzurum'a vardığı zaman bu sırada İskender adına orayı
vali olarak Duharlu Pir Ahmed yönetmekteydi. Ak-Koyun1ular'ın saldırısı
karşısında Duharlu Ahmed Bey, aman dileyerek şehri Osman Bey'e teslim
etti. O, Erzurum'u aldıktan sonra da adamlarından Mihter Bayezid'i Şirvan
Emiri Halil'in elçisi ile beraber Şahruh Mirzanın yanına gönderdi. Timurlu
hükümdarının yanına gelen Mihter Bayezid, Erzurum'un alınması,
Azerbaycan'ın bazı vilayetlerinin yağmalanması ve Osman Bey'in Şirvan
emirine yardım için hareket ettiğini arz etti. Şahruh Mirza da, Şirvan'ın
İskender'in zulmünden kurtarılması için Azerbaycan'a doğru harekete geçti79•
İlerlemelerine devam eden Timurlular, çok geçmeden Rey vilayetine
geldiler. Burada ordusunu takviye eden Şahruh Mirza, kış mevsiminin
geçmesiyle Sultaniye yolundan Tebriz'e geldi. Azerbaycan'ın bir çok yerini
ele geçirerek vilayetlerin çoğuna darugalar ve memurlar tayin etti. Daha
sonra da İskender'in kutval (Kale muhafızı) larının koruduğu Alıncak

7lTihrani, a. g. e., s. 107;Terc. s. 75; Faruk Sümer, Kara Koyunlular, 133;İ. Aka, Mirza
~ahruh,s. 150.
İsmail Aka, Türkmen Hakimiyeti, s. 21.
73Makrzi,a.g.e.,c.IV,s.951.
74Yahyii_ylKazvini, a. g. e., s.215.
75Hasan_1Rumlu, Ahsenü't-Tevarih, Neşr. Abdülhüseyn-i Neviii, c. Xi, Tahran 1349, s. 104;
Gaffari, a. g. e., s. 193.
76Faruk Sümer, "Kara-Koyunlular", s. 302.
77İsmail Aka, "Şahruh'un Kara-Koyunlular üzerine Seferleri", s. 17.
78İlhan Erdem, "Ak-K9.yunlu Devleti'nin Kurucusu Kara Yülük Osman Bey'in Hayatı ve
Faaliyetleri", Ankara Universitesi Dil ve Tarih-Coğrafya FakÜıtesi Dergisi, Cilt XXXIV,
Sayı 1-2 1990'dan ayrıbasım, Ankara 1990, s. 107.
7"Tihrani, a. g. e., s. 108;Terc. s.76.
Kazım Paydaş
126

kalesini kuşatma altına aldı. Bu haber üzerine İskender, Şirvan'ı bırakarak


Erzurum yolundan Osmanlılar'a sığınmak için harekete geçti. Ancak bu
sırada Erzurum Kara Yü lük Osman Bey'in yönetimine geçmişti. Kara-
Koyunlu İskender'in Şirvan'ı terk ederek kaçtı ğı haberini alan Şahruh Mirza,
Şahzade Cuki Mirza'yı altmış bin süvari ve Şirvanşah Halilullah, Emir Baba
Hacı, Emir Yusuf Celil ve Emir Muhammed-i Emirem gibi beylerle birlikte
saldırması için onun arkasından gönderdi80• Bu arada, bir elçiyi de alelacele
bir şekilde Kara Yülük Osman Bey'in yanına göndererek Kara-Koyunlu
İskender'in yolunu kesmesini istedi. Bu sırada Osman Bey tek başına
İskender'e karşı koyacak kadar askeri olmamasına rağmen İskender ile
savaşmak için harekete geçti8i. Ancak, köşeye sıkışmış olan İskender ile
Erzurum önlerinde yaptığı muharebeyi ağır bir şekilde yaralanarak kaybetti.
Almış olduğu bu yaralar sonucunda da hayatını kaybetti82• Kara Yülük
Osman Bey'in hayatını kaybetmesinden sonra Erzurum'u ele geçirmiş olan
Kara-Koyunlu İskender ise, Timurlu Şahzade Cuki Mirza'nın şehre gelmek
üzere olması üzerine, burada daha fazla kalamadı. Bu sebeple Osmanlılara
sığınmak üzere Erzurum'u terk etti. Onun peşinden giden Cuki Mirza ise,
Akşehir'e kadar onu kovaladı, ancak babası Şahruh'un Anadolu'dan geri
dönmesi için emir vermesi üzerine de İskender' i takip etmekten vazgeçti83.
Böylece, Kara-Koyunlu İskender'in Şirvan'a karşı gerçekleştirdiği saldırı
Timurlular tarafından bertaraf edildiği gibi, İskender Şirvan'a saIdırmakla
hayatının siyasi hatasını yaparak ülkesini terk etmek zorunda kalarak Kara-
Koyunlu hakimiyetini de kaybedecek olan olayların başlangıcına sebep oldu.
Şahruh'un Ölümünden Sonra Şirvanşahlar'm Timurlu ve
Türkmenlerle ilişkileri
Timurlu Şahruh'u metbu tanıyan Şirvanşah Halilullah ise, Kara-
Koyunlu hakimiyetini tanımayarak kendisi ve ülkesi için önemli bir siyasi
karar verdi. Aynı zamanda Kara-Koyunlular arasındaki çekişmelerden de
istifade ederek ülkesini güven altında tutmayı başardı84• Babası Emir İbrahim
gibi siyasi dehası ile Şirvan'ı başarılı bir şekilde yönetmiş olan Halilullah,
1462 yılında öldü. Onun ölümünden sonra yerine oğlu Ferruh Yesar geçti85.
Ancak Ferruh Yesar'in Şirvan tahtına geçmesi ile Şirvanşah ülkesi yeniden
Kara-Koyunluların tehdidine maruz kaldı. Çünkü Kara-Koyunlu

80Cafer b. Muhammed el-Hüseyni, Tarih-i Kebir, Alm. Terc. Abbas Zeryab-ı Khoyi, Der
Bericht über die Nachfolger Timurs aus dem Tarih-i Kabir des Gafen ibn Muhammed al-
Husaini, Mainz 1960, s. 86; Tihrani, a. g. e., s. 109;Terc. s.76-77; İlhan Erdem, a. g. m., s.
107.
8'Tihrani, a. g. e., s. 11O;Terc. s. 76-77.
81'ihrani, a. g. e., s. 113-4-5;Terc. s.77-78.
83Abdürrezak-ı Semerkandi, a. g. e .,S. 686;İ.Aka, "Şahruhun Kara-Koyunlular üzerine
seferleri", s. 18.
84Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 317.
85Gaffari, a.g.e., s. 193.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri
127

hükümdarlığına Şahruh tarafından atanan Cihanşah86, Şahruh'un


ölümünden sonra güçlenerek Azerbaycan ve civarındaki bölgeleri
hakimiyeti altına almaya başladı. Bağdad'ı da aldıktan sonra bu fethini etrafa
duyurmak üzere, Timurlu EbU Said ile Ak-Koyunlu Hasan Bey'e elçiler
gönderdi. Cihanşah, kışı Tebriz'de geçirip, hazırlıklarını gördükten sonra da,
1467 yılında kendisine bağlılık göstermeyen Şirvanşah Ferruh Yesar'ı itaat
altına almaya karar verdi8? Bu amaçla da Şirvanşah'a elçiler göndererek
Şirvan'ı ele geçireceğini bildirdi. Bu durum karşısında Şemahi ve Şirvan
vilayeti sakinleri Kara-Koyunlu Türkmen ordusunun korkusundan
ülkelerini terk etmeye karar verdiler88. Bu sebeple de ağırlıkları, malları ve
çocuklarını Derbend tarafına taşımaya başladılar. Ancak, Cihanşah Mirza
son anda Şirvan üzerine gitmekten vazgeçip Diyarbekir tarafına doğru
harekete geçti ve Şirvanlılar da böylece onun saldırısından korunmuş
oldular89.
Aynı yıl içinde 11 Kasım 1467 tarihinde Uzun Hasan Bey'in ani bir
baskınla, Cihanşah'ın ordugahını basarak Kara-Koyunlular'ı büyük bir
yenilgiye uğratması Şirvanlılar için yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Çünkü, bu baskında Cihanşah ile birlikte Şahzade Mehmed de öldürüldü90 ve
Cihanşah'ın ortadan kaldırılması ile de Şirvan ülkesi için Kara-Koyunlu
tehlikesi tamamıyla ortadan kalktı. Aynı zamanda, Uzun Hasan Bey'in
Cihanşah üzerindeki bu beklenmeyen zaferi büyük bir etki meydana getirdi.
Böylece Ak-Koyunlular, Kara-Koyunlular'ın İran'daki topraklarını ele
geçirerek Timurlular'ın komşusu oldular91• Uzun Hasan Bey, Kara-
Koyunlular'ın yerine geçmesinin, aşiretinin eski dostu olan Timuroğulları
tarafından iyi karşılanacağını ümit ediyordu. Fakat Ebu Said, iki düşman
Türkmen aşireti arasındaki mücadeleden yararlanarak Batı İran'ı geri
alabileceğini hesap ediyordu. Bunu da Cihanşah'ın oğlu Hasan Ali teşvik
ediyordu. Hasan Ali'nin ricası üzerine Ebu Said, Uzun Hasan Bey'e savaş
ilanı ile batıya doğru. ilerlemeye başladın. Sultan Ebu Said bu şekilde
ilerlemesine devam ederken bir elçi göndererek Şirvanşah Ferruh Yesar'in da
kendisine yardımcı ve destekçi olmasını; tahıllar, gıda maddeleri ve diğer
yönlerden katkıda bulunması ve Ak-Koyunlulara karşı cephe almasını istedi.
Aynı zamanda, aralarındaki bağı güçlendirmek için Şirvanşah'dan kızını da
istedi93• Bu arada Uzun Hasan Bey de, Azerbaycan'daki Ak-Koyunlu,
Şirvanşah ve Erdebil Safevlleri'nin güçlerini birleştirerek bir cephe ile
Timuriler'e karşı çıkma fikrini ortaya attı. Bu amaçla Şirvanşah Ferruh

86Abdürrezak-1 Semerkandı, a. g. e., s. 690.


87İsmail Aka, Türkmen Hakimiyeti, s. 67.
sıYrihrani,a. g. e., s. 374;Terc. s. 226.
89yihrani, a. g. e., s. 375;Terc. s. 227.
'»fihranı, a. g. e., c. II. s. 425; Terc., s. 257; Hinz, a. g. e., s.43-44.
91Roemer, " The Türkme'1 Dynasties", CHI, vol. Vi. Cambridge 1?93, s. 174.
92ReneGrousset, Bozkır Imparatorluğu, Çev. M. Reşat Uzmen, Istanbul 1993, s. 431.
9Yyihrani, a. g. e., s. 481 ;Terc. s. 291.
Kazım Paydaş
128

Yesar'a elçisi ile birlikte gönderdiği mektupta, "çağataylar er geç bu ülkeden


gidecekler. Sen onların dostluğundan ne fayda görebilirsin?" diyerek
Şirvanşah'ın TimurluIara karşı cephe almasını istedi94•
Ak-Koyunlu ve çağataylar arasındaki anlaşmazlık bu şekilde kızışırken,
Uzun Hasan Bey'i yok etmek azminde olan Ebu Said, Azerbaycan'a girerek
Ak-Koyunlular'ın hakim oldukları aşağı Aras ve aşağı Kür bozkırlarında yol
aldı95• Daha sonra da, kurultay'ın toplanmasını buyurarak kışlanacak yerin
kararlaştırılmasını istedi. Görüşmeler sonunda, öteden beri Timurlu
hükümdarlarının, yani vaktiyle bu bölgelere seferde bulunan Timur ve oğlu
Şahruh'un kondukları yer olması bakımından Karabağ'a gidilmesinin uygun
olacağına karar verildi. Bu düşünce ile Miyane'den hareket edildi.
Timurlular, Karabağ'a doğru harekete geçerek şehre 7 fersah
yaklaştıklarında, yiyecek yokluğundan dolayı Mahmudabiid'a gitmeye karar
verdiler. Esasen, Şirvanşah da önceden elçiler göndererek kendilerine
taraftar ve bağlı olduğunu bildiriyordu. Yolda, otları zehirli olan bir ovaya
geldiler. Üstelik buranın suları da iyi değildi. Burada epeyce hayvan telef
olduktan sonra, Mahmudabad'a gelindiğinde kıtlık baş göstermiş, 1 men arpa
5 Tenge'ye yükseldiği halde bulunmaz olmuştu. Bu sebeple de, Şirvan
tarafından gemilerle yiyecek sağlanması yoluna gidilmişti. Karavullar
arasında ufak tefek çarpışmaların başlaması yanında, Hasan Bey, Ebu Said'in
Horasan'dan gelen cephanesini de ele geçirmeyi başardı. Ebu Said bundan
sonra Şeki valisi Abdülgaffar ile Şirvan hakimi Ferruh Yesar'a elçiler
göndererek, tahıl ve erzak talebinde bulundu ve bu isteği yerine getirildi.
Lakin Ak-Koyunlu askerlerinin baskısı da gittikçe artıyordu. Bu yüzden Ebu
Said, Mahmudabad'ın karşısına gitmek üzere buradan ayrılmaya karar verdi.
Güç şartlar altında bataklıkları aşmak suretiyle sürdürülen bir yolculuktan
sonra, bir tarafının deniz, diğer tarafının ise Kür ırmağının aktığı bir yere
ordugah kurdular. Kara tarafında ise, arabaları dizdiler ve hendek kazarak
savunma tedbiri aldılar96•
Ebu Said, kışı burada çıkarıp, baharda düşman üzerine gitmek niyetinde
idi. Ancak Ak-Koyunlular burada da, çağatayları sıkıştırmaya devam
ettiler. 3.000 kişilik bir Ak-Koyunlu askerinin gece baskını oldukça zarar
vermişti97 .
Ancak birkaç gün sonra Ebu Said 'in karargahından Şirvan' a gidecek
olan herkese yol açıldı. Bunun üzerine peş peşe Şirvan'dan TImurlu
karargahına tahıl getirilerek alım satım yapılmaya başlandı. Bu sırada,
Uzun Hasan Bey'e Sultan Ebu Said Mirza'nın ordusunun bir fersah
uzağında bir geçit yeri olduğu, orada Şirvanlı tacirlerin alım satım ile

94Süleyman Aliyarlı, a. g. m., s. 320.


95ReneGrousset, a. g. e., s. 431.
<ı&rihrani,a. g. e., s. 481;Terc., 291; İsmail Aka, Türkmen Hakimiyeti, s. 80.
97İsmail Aka, Türkmen Hakimiyeti, s. 81.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri 129

meşguloldukları haberi verilince, Osman Bey b. Cihangir Mirza'yı, Hamza


Bektaş ve 100 süvari ile oraya gönderdi. Onlar da bir çok Çağatay'ı
öldürerek yağmada bulundular. O zamana kadar Timurlular ile anlaşmış ve
aralarında birlik sözü bulunan Şirvanlılar , Sultan Ebu Said Mirza'dan
ümitsizliğe düştüler. Ardından Uzun Hasan Bey'e elçi göndererek
aralarında anlaşma sağlamaya çalıştılar. Bu arada Çağataylılardan uzak
durarak, tahıl satışını ve diğer ticari işlemleri de yasakladılar98• Bu
tedbirlerle Uzun Hasan Bey kendisine karşı sefere çıkan Ebu Said'i daha
da güç durumda bırakmak için, Şirvanşah Ferruh Yesar'ı, ırmak üzerindeki
köprüleri de yıkmaya mecbur etti99• Bu şekilde Şirvanşahlar'ın Hasan Bey'e
yaklaşmaları ile Çağatayaskerlerinin sıkıntıları artmaya başladıloo.
Ak-Koyunlular'ın artık iyice ağırlıklarını koymaya başlamaları ve
tehditlerin artması üzerine Şirvan hakimi Ferruh Yesar, 4 Receb 873 (l8
Ocak 1469) tarihinden itibaren Çağataylar'dan yüz çevirip muhalefete
başladı. Şirvan hakiminin bu tutumu üzerine Ebu Said, :Erdebil'e dönmeye
karar verdi. Büyük güçlüklerle bataklıklar aşmak sureti ile gerçekleştirilen
dönüş sırasında, ağır kayıplar verilmiş ve pek çok hayvan telef olmuştuıoı.
Timurlular iyice yıpratıldığı için Ak-Koyunlu askerleri Ebu Said'in
askerlerini muhasaraya alıp onu çok ağır bir vaziyette, kış aylarının
soğuğu, erzak ve yem yokluğu durumunda savaşmaya mecbur bıraktılarıo2.
Ebu Said esir alındıktan sonra, bir grup Türkmen emirinin de ittifakıyla
Şirvan kadı sı onun için ölüm hükmünün verilmesini teklif ettilO3. Uzun
Hasan Bey de Timurlu hükümdarının yaşamasının tehlike yaratabileceği
düşüncesiyle, onu öldürtmüş olduğu Şahruh'un haremi olan Gevherşad
Begüm'ün kanma bedelolarak Yadigar Mehmed'e teslim etti. Yadigar
Mehmed'in nökerleri de onu öldürdülerlO4. Böylece Timur zamanında, hem
Şirvanşahlar'ın hem de Ak-Koyunlular'ın Timurlular'a olan bağlılıkları bu
olaydan sonra son buldu. Şirvanşahlar için Timurluların yerini artık Ak-
Koyunlular almaya başladı. Uzun Hasan Bey'i metbu tanıyan Şirvanşah
kendisine ve ülkesine karşı gelecek tehlikeleri yeni koruyucusu sayesinde
önlemeye çalıştı.
Uzun Hasan Bey'in 1478 yılında vefat etmesindenıos sonra, yerine en
büyük oğlu Sultan Halil geçti. Fakat, bir süre sonra ona karşı saltanat

9&ı'ihrani,a. g. e., s. 484;Terc., s.292-293.


'l9f)evletşah, Tezkiretü'ş-Şuara, çev. Necati Lügal, İstanbul 1997, c. LV, s. 551; Hinz, a. g.
e., s. 46.
ıcxıyahya_yıKazvinı, a. g. e., s. 220.
lOIİsmailAka, Türkmen Hakimiyeti, s. 81.
102SüleymanAliyarlı, a. g. m., s. 320.
l03Hvandmır, a. g. e., c. IV, s. 93; Tihranı, a. g. e., c. II, s. 490; Terc., s. 296; Süleyman
Aliyarlı, a. g. m., s. 321.
IlMTihranl,a. g. e., c. II, s. 491; Terc., s. 297.
105WaltherHinz, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Ankara 1992, s. 57.
Kazım Paydaş
130

mücadelesine gırışen Yakub Bey Ak-Koyunlu hükümdarı olduıo6. Yakub


Bey'in Ak-Koyun lu hükümdarı olması ile de Şirvanşahlar ile olan dostluk
sürdürüldü. Vassal Şirvan Devleti ile siyasal bağlar, Yakub Bey ile
Şirvanşah Ferruh Yesar' ın kızı Gevher Sultan Hanım arasındaki evIilikle
sağlamlaştırıldılO7• Yakub Bey'in Şirvanşah Ferruh Yesar'in kızı Gevher
Hanım'dan Murad ve Baysungur adlarında iki oğlu olduıos.
Ayrıca Ferruh Yesar ile Yakub Beyarasında yapılan bir anlaşma ile
Şirvanşah İhtiyaç duyulması halinde askeri hizmet sunmayı ve her yıl 5000
tümen haraç ödemeyi kabul etti. Bu antlaşmaya heriki taraf da aynı ölçüde
saygı gösterdi. Örneğin 888/1483 yılından önce Yakub Bey Ak-Koyunlu
topraklarına sığınan bir Şirvanlı'nın sınır dışı edilmesinde Şirvanşahla
işbirliği yaptııo9. Ancak, Yakub Bey döneminde Şirvanşahlar tarihlerindeki
en büyük tehlike ile karşılaşmaya başladılar. Bu tehlike, Erdebil' deki
Safevller idi. amanında Uzun Hasan Bey, Safevı şeyhi Oineyd'i ülkesine
kabul ederek onunla dostluk kurmuşllO ve kız kardeşi Hatice Begüm'ü
Şeyh Oineyd 'le evlendirerek onun taraftarlarından yararlanmaya
çalışmıştı!!!, Ancak daha sonra Oineyd, Erdebil'e dönmek için Uzun Hasan
Bey'den izin alarak Ak-Koyunlu ülkesinden ayrıımıştı m, Diyarbekir'den
Azerbaycan'a dönmüş; :fakat orada umduğunu bulamayınca Çerkesler
üzerine yürürken Şirvanşah Halilullah'ın saldırısına uğrayarak, 4 Mart
1460'da Tabersaran yakınlarında Kür nehrinin kıyılarında öldürülmüştül13.
Böylece Şirvanşahlar, ileride hanedanıarına son verecek olan bir düşmanlık
kazanmışlardı,
Cüneyd'in ölümünden sonra aynı zamanda Uzun Hasan Bey'in yeğeni
de olan oğlu Haydar babasının yerine geçti 114. Haydar, Uzun Hasan Bey'in

R. Quiring-Zoche, "Aqqoyunlu", ~I, V. II, London and New York 1987, s. 116.
Muhyiddin Gülşeni, Menakıb-ı ıbrahim Gülşeni, Neşr. Tahsin Yazıcı, Ankara 1982,
s.115; John E. Woods,.:ı'he Aqqoyunlu Clan, C0!1fedaration, Empire, Chicago .1976, s.
147;Türkçe çev. Sibel Ozbudun, 300 Yıllık Türk Imparatorluğu Akkoyunlular, Istanbul
1983, s. 239-240.
Yahya-yı Kazvini, a. g. e., s. 224.
Woods, Terc. s. 278
Aşık Paşa Zade,Tevarih-i al-i Osman, ~Ii Bey Neşri, İstanbul 1332, s.267;Selahattin
Tansel, Sultan II. Bayezit'in Siyasi Hayatı, Istanbul 1966, s. 232; Hinz, a. g. e., s. 26.
Yahya-yi Kazvini, a. g. e., s. 239; M. K. Youssef Jamali, The Life and Personality of
Shah ısmail 1., Thesis Submitted for the Degree of Doctor of Philosophy, University of
E~inburgh 1981, s. 34; H. R. Roemer, "Dynasties", s. 172; John Andrew Boyle,
"Iran'ın Milli Bir Devlet Olarak Gelişmesi", çev. Berin U. Yurdadoğ, Belleten, c.
XXXIX, Sayı 156, s. 653; Rustam Shukurov, "The Campaign of Shaykh Djunayd Safawi
against Trebizond (1456 ad/860H)" , Byzantine and Modern Greek Studies, Volume 17,
1993, s. 130.
Il2İskender Beg-İ Türkmen, Tarih-i alem ara-yi Abbasi, c. i, Tahran 1314, s. 18.
ll3İskender Beg-İ Tür~men, a. g. e .., c.I, s. 18;Yahya-yİ Kazvİnl, a. g. e., s. 238; Tahsİn Yazıcı,
"Cüneyd-İ Safevı", DıA, c. yın, Istanbul 1993, s. 124.
114İskenderBeg-İ Türkmen, a. g. e., c. I, s.18.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri
131

kızı Halime Begi Aga ile evlenerekIl5 Ak-Koyunlular ile olan


münasebetlerini daha da güçlendirerek babası gibi Şirvan'ı a1mak istiyordu.
Bunun için de bütün zamanını bu akın için kılıçlar ve mızraklar
hazırlamakla geçirdi. Anadolu, Taliş ve Siyahkuhtan'dan birçok insan onun
etrafında toplandı. Bu insanlar ibadetlere ehemmiyet vermeyerek onu
tanrıları gibi görmekteydilerIl6•
Şeyh Haydar, cesur, kılıç ve ok kullanmada usta biri idi. Bütün
hazırlıklarını tamamladıktan sonra amacını gerçekleştirmek için harekete
geçmeye karar verdil17. Fakat Şeyh Haydar'ın Çerkesler'e ulaşması, Şirvanıda
Derbend'i geçmeksizin mümkün değildi. Çünkü, Çerkesler'in yaşadıkları
Kuzey Kafkasya'ya giden yol, zarurı olarak Hazar denizinin batı kenarından,
dağların deniz kıyısına çok yaklaştığı yerde bulunan tahkim edilmiş
Derbendıden geçmekte idi; burada yalnız dar bir boğazdan başka geçit de
yoktu. Derbend, bunun için zapt olunmaz bir liman kalesi sayılırdı; bunun
için ona Demir kapu adı verilmişti 118. Buradan geçmek için de buranın
hakimi olan Şirvanşah Ferruh Yesar'in izin vermesi gerekiyordu. Şeyh
Haydar Sultan Yakub'a başvurarak Şirvanşah'ın geçişine izin vermesi için
yardım istedi. Sultan da Şeyh'in Derbendıden geçişine izin vermesi için
Ferruh Yaser'e bir ferman yazdı. Şirvanşahı bu işin uzun olacağını, Şirvan'ın
yoksul insanlarının Haydar'ın zulmüne uğrayacağını bilmesine rağmen
sultanın emrine itaat etti ve Şeyh'in Derbendıden geçmesine izin verdi. Şeyh
Haydar 10.000 kişi ile Çerkes topraklarının yolu üzerinde bulunan Derbend'i
geçti. Zarar ziyan vererek esirler alıp galip olarak Erdebil'e döndül19.
Erdebil'de halka akından getirdiği ganimetIeri, bilhassa kız ve erkek, güzel
Çerkes esirlerini dağıttı: aynı zamanda muridlerine de, bütün kazançlarını
silah ve harp malzemesi edinmek için harcamalarını emrettil20. 0, ganimetin
bir kısmı ile kadın ve erkeklerden oluşan esirlerden bazılarını Sultan Yakub'a
köle olarak gönderdi. Ertesi yıl da aynı şekilde hareket ederek ününü arttırdı.
Bu durum çevredeki hükümdarları tedirgin etti. Hatta Osmanlı Devleti, güçlü
ordusu ve hakimiyetine rağmen şeyhin idaresi altında gerçekleştirilen bu
akınlardan endişelendi. Çünkü şeyhin bir çok taraftarıl2l onun teb'ası

mMirza Muhammed Masum, Tarih-i Selatin-i Safeviyye, Neşr. Seyyid Emir Hasen Alidi,
Tahran 1351, s. 6;Yahya-yi Kazvini, a. g. e., s. 239.
ll6pazlulliih b. Rüzbihan Hunci-i İsfahani, Tarih-i Alem Aray-ı Emini, Persian text edited by
John E. Woods, London 1992, s. 274; V. Minorsky, Persia AD 1478-1490, London 1957,
67.
117İsfehani,a. g. e., s. 275; Minorsky, Persia, s. 68.
1l8Hinz,a. g. e., s. 69.
ll'1sfehani, a. g. e., s. 277; Minorsky, Persia, s. 69.
ııoııasan-ı Rumlu, a. g. e., c. XI, s. 412; Hinz, a. g. e., s.70.
l2lCüneyd'in atalarından olan Şeyh Safi Anadolu ve Kuzey Suriye'de bulunan Türkmen
kabileleri arasında geniş bir taraftar kitlesi bulmayı başarmıştl. Bu sebeple Şeyh Cüneyd'in
yıllar sonra Erdebil'den ayrıldıktan sonra Anadolu ve Suriye'ye gitmesi sebepsiz değildi.
Bkz.v. Minorsky, "Shaykh Bali-Efendi on The Safavids", BSOAS, XX, 1957, s. 439.
Kazım Paydaş
132

durumundaydı122• Ayrıca Şeyh Haydar büyük başarıları ve cömertliği


sayesinde itibarını artırdığından her yerden pek çok kimse onun bayrağı
altında toplanmaya başlamışlardı123• Erdebil şehrinin Tebriz'e yakın olduğu
ve bir gün bu kıvıleımın alevleneceği bilinmekteydi. Henüz bu kıvılcım
alevlenmeden söndürülebilirdi. Fakat Sultan Yakub, Şeyh Haydar'ın dayısı
olmasından dolayı yeğenine bir şey yapmak istemiyordu. Onun hareketini
bir karıncanın hareketine benzetmekteydi. 1487 yılında, Şeyh Haydar ikinci
Çerkes akınından beraberinde 6.000 esirle beraber döndüğü zaman, Sultan
Yakub onun Tebriz'e gelmesini istedi. Şeyh Haydar eski bir hırka giyerek,
başına kirli bir takke koyarak beraberindeki birkaç zavallı adamla beraber
Tebriz'e gelerek Şah Hüseyin Tekkesi'ne yerleşti. Sultan Yakub, Şeyh
Haydar'ı kaldığı tekkede ziyaret ederek onurlandırdı. Bir sonraki gün de
Şeyh Haydar hükümdarın huzuruna geldi. Herkes Şeyh Haydar'ın bu savaş
sevdasından vazgeçirilmesi ve özellikle de Anadolu'daki halifeleri ile
irtibatının kesilmesi gerektiğini Yakub Bey'e söylediler. Fakat sultan, "Bir
şeyhin akınından ne olabilir? Bir derviş ne yapabilir?" dedil24. Sultan
sözlerine devam ederek, "Eğer ondan şüpheleniyorsanız itaat yolundan
ayrılmaması için ondan söz alın. Eğer sözünden dönerse başı sarayımıza geri
gelir." dedi. Bunun üzerine bir Kur'an getirildi ve Kadı İsa'nın huzurunda
kendisine yemin ettirildi. Fakat, Haydar'ın yanında yemin ve sözün bir
değeri bulunmamaktaydı 125.
Çünkü babasını öldürmüş olan Şirvanşahlar'dan intikam almak
düşüncesindeydi. Bu nedenle de uygun bir zaman için beklemekteydi. Çok
geçmeden de Sultan Yakub Orta İran'da kışlakta iken, Şeyh Haydar
planlarını gerçekleştirmek için sultanın kendisinden uzakta olmasını fırsat
bilerek, 1488 yılı başlarında Çerkes gazası için annesini Kum'a, sultanın
huzuruna göndererek izin istedi. Şeyh Haydar'ın annesi saray hareminde
ağırlandı ve oğlunun planlarını gerçekleştirmesi için her yolu denedi.
Sonunda Yakub Bey'in yeğeninin yeminine güvenmesinden faydalanarak,
Şirvanşah'ın Şeyh'e yardımcı olması için bir fermanı almaya muvaffak oldu.
Şeyh annesi dönünce Erdebil'den Şirvan'a gitmek için yola koyuldu. Bu
suretle her gün, mürid gruplarıyla birlikte halifeleri, bilhassa Taliş, Siyahkuh
ve Şamlu ahalisinden birçok kişi onun bayrağı altında toplandı. Onun
etrafında toplanan bu insanların çoğu bilgisiz ve cahildi; bunlar Aras nehrine
ulaşarak ilerlemelerine devam ederek Berdaa havalisindeki Calpert civarına
geldiklerinde burayı yağmalamaya başladılarl26• Şeyh Haydar nehri geçtikten

122İsfehani,a. g. e., s. 277; Minorsky, Persia, s. 69; Hüseyin Mircaferi, a. g. e., s. 382.
123Hinz,a. g. e., s. 70.
'24İsfehani, a. g. e., s. 27.8-279; Minorsky, Persia, s. 70.
125HaşimHicazifer, Şah Ismail.i evvel ve Ceng.i Çaldıran, Tahran 1374, s.37; Hinz, a. g. e.,
s.70.
'26isfehani, a.g.e., s. 280; Minorsky, Persia, s. 71; Haşim Hicazifer, a.g.e., s.37; Hinz, a.g.e.,
s.71.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri 133

sonra Şirvanşah'a adamlarından birini göndererek başında bulunduğu


topluluğun Çerkesler ile savaşmak niyetinde olduğunu ve Sultan Yakub'un
vermiş olduğu ferman gereğince Derbend yolunu açarak kendisine yardımcı
olmasını istedi. Fakat asıl amacı, gönderdiği bu elçisi vasıtasıyla Şirvan'ın
durumu hakkında bilgi elde etmekti127• Safevı Şeyhi'nin elçisi Şirvan'a
vardığında Şirvanşah, çocuklarından birinin sünnet düğününü yapıyordu.
Burada tam bir barış havası vardı. Mızrakların yerini flütler, kalkanların
yerine ise ziller almıştı. Şirvanşah Şeyh Haydar'ın elçisini kabul ettikten
sonra, bu elçi ile birlikte kendi elçisini de beraberinde savaş malzemeleri ve
atlarla ona gönderdi. Şeyhin elçisi bu elçi ile birlikte dönerek Şeyh Haydar'a
Şirvanşah'ın gaflet içinde olduğunu, bu fırsatı kaçırmanın akıl karı
olmadığını bildirdi. Bunun ü~erine Şeyh Haydar Şirvanşah'ın elçisine kaba
davranarak ona babasının intikamını almak için geldiğini ve adamlarının
Şemahi şehrine gireceklerini efendisine söylemesini em red erek onu yaya
olarak geri gönderdi. Böylece kendisinin Şirvanşah'a karşı harekete geçtiği
kısa zamanda öğrenilemeyecekti. Elçi durumu gelip açıkladığında herkes bir
yerlere kaçmaya başladı. Şirvanşah bu durum karşısında endişelenmeye
başladı; çünkü ordusunu dağıtmıştı ve Şeyhin kötülükleri bilinmesine
rağmen hazırlıklar yapılmamıştı. Bu durumda Şeyh Haydar'ın zaferi
kazanacağı açıktı 128. Küçük bir ordu ile direnmek imkansız olduğu için de
Şirvanşah ailesini mallarını ve Şemahi halkını o civarda bulunan Gülistan
kalesine gönderdi. Kendisi de şehri savunmak üzere orada kaldı. Bir gün
sonra Şeyh Haydar, mavi giyinmiş ve başına kırmızı bir takke koyduğu
halde sufileri ile beraber şehrin önüne gelmişti. Şirvanşah burada durarak
direniş gösterdi. Fakat Şirvan askerleri fazla direniş gösteremediler, bunun
sonucunda Şeyh Haydar onları yenilgiye uğrattı. Daha sonra daŞemahi'ye
girerek burada bulunanları kılıçtan geçirdi ve burayı kan gölüne çevirdil29.
Kasabayı yakarak Gülistan kalesine yöneldi. Kalenin eteklerine gelerek
burayı top ve mancınık atışına tuttu. Çaresiz bir duruma düşen Şirvanşah,
Sultan Yakub'tan yardım isternek zorunda kaldı. Sultan'a çok belagatli bir
mektup göndererek, Haydar'ın büyük bir ordu ile Şirvan'a saldırdığını, eğer
oraya boyun eğdirirse onun bununla yetinmeyeceğini daha fazla toprak
isteyeceğini ve Ak-Koyunlular'ın zarar ve ziyanının daha çok olacağını
belirterek yardımına bir ordu gönderilmesini istedi. Şirvanşah'ın habercisi
Sultaniye yazlıklarından biri olan Güzeldere'de Sultan'a efendisinin haberini
ulaştırdı. Bu haber, Sultan'ın gazabını harekete geçirdi. Şirvanşah'a yardım
etmek ve Müslümanların kanını kısas için askerlerini yardım amacıyla ona
gönderdil3o• Sultan Yakub'un askerleri, Güzeldere'den Şirvan'a doğru hareket

127Hinz,a. g. e., s.72.


':Illİsfehani, a. g. e., s. 281; Minorsky, Persİa, s. 72.
129Anonymous, "The Travels of A Merchant İn Persia", Trans. C. Grey. A Narrative of
ıtalian Travels İn Persİa, London 1873, s. 185;İsfehani, a. g. e., s. 282; Minorsky, Persİa, s.
73.
13°iskender Beg-i Türkmen, a. g. e., c.1, s.19;Hasan-1 Rumlu, a. g. e., c.xı, s. 416; Hvandmır,
Kazım Paydaş
134

ettiler. Sultaniye'den Erdebil'e kadar hiç dinlenmeden ilerlediler. Bu arada


Sultan Yakub da 7 Haziran l488'de Erdebil nehrine ulaştı. Burada Ömer Bey
Çekiri Sultan'ın huzuruna çıkarak Çekirlü askerlerinin durumunu arz etti.
Daha sonra oradan ayrılan Sultan Yakub Erdebil'e vardı. Ancak bu
kasabanın mıntıkası ahalinin tarlaları ile çevrili olduğu için Sultan,
askerlerinin bu tarlalardan geçerken verdikleri zararın saray gelirlerinden
karşılanmasını emretti. Bu şekilde Ak-Koyunlu ordusu bir hafta Erdebil'de
kaldı!3!. Bu sırada Yeli Aka, Şeyh Haydar'ın bu durumu haber aldığını,
korkusundan Şemahi'den Ceban civarına gittiğini ve Derbend tarafına
yönelmek üzere olduğunu bildirdil32, Bunun üzerine Ak-Koyunlular,
Erdebil'den Şirvan'a hareket ettiler. Bu esnada Şirvanşah'ın musahiplerinden
Mevlana Şerefuddin Hüseyn-i Katip, efend\sinin yardım talebi ve Şeyh
Haydar'ın ne durumda olduğunu bildirmek için Sultan Yakub'un huzuruna
çıktı. Bu sıralarda Şirvan'ın büyük emirlerinden olan Kiçi Bey civardaki alim
ve zahitlerin yardımıyla Şirvan halkından oluşan kalabalık bir orduyla Şeyh
Haydar'a saldırmaya karar vererek bunu ne zaman ve nerede yapacaklarını
bildirmek üzere de Gülistan kalesine bir mektupla birlikte haber gönderdi.
Fakat haberi götüren bu casus, Şeyh Haydar'ın adamları tarafından
yakalandı. Bu durumu öğrenen Şeyh Haydar, kalenin önünden ayrılarak
hazır bekleyen orduyu gafil avladı ve yaklaşık olarak on bin kişiyi öldürdü,
Şirvanşah, Şeyh Haydar'ın sebepsiz olarak kalenin önünden ayrıldığını
görünce korktuğu için kaçtığını düşündü; intikam almak amacıyla da Şeyh'in
peşine düştü, Fakat, Şeyh Haydar'ın sözü edilen orduyu yendiği haberini
alınca Sulut kalesine sığındıl33,
Şirvanşah'ın Sulut kalesine sığınması onun kurtulmasına sebep olmuştu.
Çünkü, Şeyh Haydar'ın Gülistan kalesini ele geçirmesi daha kolaydı ve bu da
an meselesi idi. Şeyh Haydar, artık zaferi elde edeceğini düşünmeye
başladığı sırada Yeli Aka Yandan Cevad'a ulaştı. Ak-Koyunlu askerleri Kür
nehrini geçmek üzere idiler. Bu tehlike karşısında Safevı Şeyhi, canını
kurtarmak için düzensiz bir durumdaki askerleri ile Derbendie kaçtı. Bu
durum Mevlana Şerefeddin tarafından açıklandığı zaman Sultan Yakub,
Süleyman Biçen Bey ile Cihangir oğlu İbrahim'in dört bin süvari ile, Şeyh
Haydarlın kötülüklerini önlemek için Şirvan'a hareket etmelerini emretti. 14
Haziran 1488 tarihinde Ak-Koyunlu askerleri Savalan dağı .eteklerinde
hareket için hazır hale geldiler. Bu ordu daha sonra Savalan yaylağından
hareket ederek Serat'a doğru ilerledi134.

a. g. e., s. 433;İsfehani, a. g. e., s. 285; Minorsky, Persia, s. 74; Haşim Hicazifer, a. g. e., s.
37.
I3Iİsfehani, a. g. e., s. 288; Minorsky, Persia, s. 75.
132Hinz,a. g. e., s. 73.
133İsfehani,a. g. e., s. 289-290; Minorsky, Persia, s. 76; Hinz, a. g. e., s. 74.
134iskender Beg-i Türkmen, a. g. e., c. I, s. 20;İsfehani, a. g. e., s. 291; Minorsky, Persia, s.
77.
Timurlu ve Türkmenlerin ŞirvanşahlarIa Olan Münasebetleri
135

Ak-Koyunlu ordusu Şeyh Haydar'a karşı kesin sonucu almak için


harekete geçtiğinde, Sultan Yakub Tebrizle doğru yola çıkarak Sehend
civarında olan Ervane dağı mıntıkasına ulaştı. Bu sırada Süleyman Bey de
Kür nehrini geçerek Şirvanla vardı. Şirvanşah da Sulut kalesinden çıkarak
ona katıldı. Fakat Süleyman Bey, Şirvan askerlerinin Şeyh Haydar'ın
askerleri tarafından büyük bir korkuya maruz bırakıldıkları için bir süre
dinlenmelerini istedi. Bir sonraki günde hep birlikte Samur ırmağını geçerek
Derbend'e doğru ilerlediler. Bu sırada Şeyh Haydarlın Taberseran ve
Zirihgeran yönüne gittiği haberini aldılar135• Süleyman Bey, onun Zirihgeran
kalesine sığınarak kendisini burada güçlendirmesinden endişeye kapılarak
peşine düştü. Elburz dağı eteklerinde ona ulaştılar. 9 Temmuz 1488
Çarşamba günü, Safevı Şeyhinin ordusu burada görülmeye başlandı. Sufiler
savaş düzeni almış olarak beklemekteydiler. Şeyh Haydar güçlü bir
pozisyonda bulunmaktaydı. Bu durumda ona, Ak-Koyunlu askerlerinden
ancak ikiyüz üçyüz kişinin ulaşması mümkündü. Fakat Süleyman Bey ve
Cihangir b. İbrahim saldırıya geçince iki taraf karşı karşıya geldi. Ak-
Koyunlu ordusu merkez, sağ ve sol kanat şeklinde savaş düzeni almıştı. Ak-
Koyunlu ordusunun merkezine Süleyman Bey komuta etmekteydi. Ak-
koyunlu askerlerinin yiğitçe saldırılarına karşı aynı şekilde Sufiler de karşılık
vermekteydiler. Bu arada, Haydar da cesurca savaşmaktaydı. Ak-
Koyunlularldan ilk kahramanlığı Eşik ağası Veli Aka saldırıya geçerek icra
etti136• Bu sırada Süleyman Bey ile Haydarlın birlikleri karşı karşıya geldiler.
Şeyh'in adamlarından olan Şamlu boyundan olan Hasan Aka Ustacalu,
Süleyman Bey'i tanıyarak onu Şeyhle gösterdi. Fakat bu esnada Süleyman
Bey de onu arıyordu; görünce hemen saldırıya geçerek mızrak darbeleri ile
atından düşürdü. Fakat Şeyh Haydar tekrar toparlanarak birliğinin önüne
geçti. Bu sebeple savaş tekrar şiddetlendi; Şeyh Haydar Ak-Koyun lu
ordusunun sol kanadına saldırarak bir çok kişiyi katletti. Diğer taraftan
Cihangir b. İbrahim büyük bir kahramanlık göstermekteydi. Bu sırada Şeyh
Haydar bir ok darbesi ile yaralandıl37. Şeyhlerinin yaralandığını gören
Safevller, onu aralarına alarak savaş meydanından uzaklaştırmaya çalıştılar.
Fakat Ak-Koyunlu askerleri ok ve mızraklarla onlara saldırdırdılar, Şeyh
Haydar'ın etrafındaki çemberi yararak Şeyh Haydar'a ulaştılar138. Ali
Kapucu, Safevı Şeyhi'nin kafasını gövdesinden kopararak emirlerin
huzuruna getirdi. Fakat Sufiler, benzeri görülmemiş bir şekilde liderleri

135isfehani,a. g. e., s. 296; V. Minorsky, Persia, s. 78.


136isfehani,a. g. e., s. 297; V. Minorsky, Persia, s. 79.
137Hasan-ıRumlu, a. g. e., c. XI, s. 418; İsfehani, a. g. e., s. 300; V. Minorsky, Persia, s. 80;
İskender Beg-i Türkmen, a. g. e., c. I, s. 20.
13BHinz,a. g. e. s. 75.
Kazım Paydaş
136

öldürüldükten sonra da kahramanca savaşmaya devam ettiler139. Ancak çoğu


katledildi. Daha sonra, durumu rapor eden bir haberci vasıtası ile Safevı
Şeyhi'nin kesik başı 16 Temmuz 1488 tarihinde Ervankuh yurdunda Sultan
Yakub'a takdim edildi. Sultan Yakub genellikle bir zaferden sonra düşman
liderinin kesik başını başka bir hükümdara gönderme geleneğini bu defa
uygulamadı. Kesik başın birkaç gün Tebriz'de asılı bırakılarak teşhir
edilmesini ve daha sonra Şeyh Haydar'ın kesik başının annesine teslim
edilmesini emretti. Şirvanşahlar için bu büyük tehlike de böylece Ak-
Koyunlular sayesinde geçici bir süre için ortadan kaldırılmış oldu 140.
Ancak, Sultan Yakub'un 1490 yılında ölmesi ile Ak-Koyunlu
Devletin'de çöküş dönemi başladı. Dolayısı ile Şirvanşahlar için de tehlikeli
bir dönem böylece başlamış 01du141• Babası öldüğünde hala küçük olan
Yakub Bey'in en büyük oğlu Baysungur, atabey i Sufi Halil tarafından Ak-
Koyunlu tahtına oturtuldul42. Fakat Ak-Koyunlu beyleri arasındaki
anlaşmazlık ve çekememezlik sebebiyle her bey kendi adayı olan bir Ak-
Koyunlu Şehzadesini tahta çıkarmaya çalıştı. Bu sebeple Şehzade Rüstem
Nahcivan da Alıncak kalesinden serbest bırakıldı. Rüstem ve Baysungur
arasında yapılan savaşta Baysungur yenilgiye uğratıldı. Bu sebeplede o,
annesinin babası olan Şirvanşah'a sığındıl43• Şirvanşah, kendisine sığınan
torun u Mirza Baysungur'u ordusu ile destekledi ve onun tekrar Ak-Koyunlu
hükümdarı olması için çalışmalara başladıl44. Bu amaçla, emrine 12.000 kişi
verdi ve Azerbaycan üzerine gönderdi 145. Diğer taraftan Rüstem,
Baysungur'un dedesi olan Şirvanşah'ın yardımı ile tahtını tekrar ele
geçirmesini önlemek için Şirvanşahları'n düşmanı olan Şeyh Haydarı'n
çocukları Sultan Ali, İbrahim ve İsmail'i İstahr kalesindeki zindandan
serbest bırakarak onları Ayba Sultan yönetiminde büyük bir ordu ile
Baysungur'a karşı gönderdil46. Bu şekilde Safevı yardımı da sağlamış olan
Rüstem Bey'in ordusu, Şirvan ordusu ile yaptığı savaşı Ayba Sultan
liderliğinde kazanarak Baysungur'u öldürmeye muvaffak oldu. Bu haber,
Tebriz'e ulaştırıldığı zaman Rüstem Bey büyük bir sevince kapıldı. Çünkü bu
zaferle o, önemli bir düşmanından kurtulmuş 01du147. Fakat Ak-Koyunlu

'39Hvandmır, Şeyh Haydar'ın öldürülmesinden sonra sufilerin savaşmayı keserek kaçtıklarını


belirtmektedir. Bkz. Hvandmır, a. g. e., s. 434.
140isfehani,a. g. e., s. 304-305; Yahya-yı Kazvinı, a. g. e., s. 223; V. Minorsky, Persia, s. 81;
~erefhan, Şerefname, çev. M. Emin Bozarslan, c. II, Istanbul 1971, s. 129.
41Hasan-ı Rumlu, a. g. e., c. XI, s. 426; Ghulam Sarwar, A History of Shah ısmail Safawi,
Aligarh 1939, s. 107. .
142Abbas al Azzavi, Tarihu'l-Irak beyne Ihtilaleyn el-Hükfimat el-Türkmaniyye, c. III,
Bağdad 1939, s. 284.
143Yahya_ylKazvİnl, a. g. e., s. 125; Gaffarı, a. g. e., s. 255; Faruk Sümer, "Ak Koyunlular",
Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 40, s. 28.
'44Hvandmır, a. g. e., c. IV, s. 439.
145Hasan-1Rumlu, a. g. e., c. XI, s. 433.
W'Hüseyin Mircaferi, a. g. e., s. 385-86.
147Hvandmır, a. g. e., s. 440; Hasan-ı Rumlu, a. g. e., c. XI, s. 435.
Timurlu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri
137

Devletin'deki hakimiyet mücadelesi, bu hadise ile son bulmadı; bir süre


sonra ona karşı Şahzade Ahmed Bey taht mücadelesine, girişerek Rüstem'i
yenilgiye uğrattı ve Ak-Koyun lu hükümdarı oldul48• Ahmed Bey'in de 1497
yılında öldürülmesinden149 sonra Ak-Koyunlu Devleti Murad Bey ve
Elvend Beyarasında paylaştırılarak yönetilmeye başlandı. Bunun sonucunda
da Ak- Koyunlular iyice zayıfladılar. Düşmanlarının güçsüz düşmesini
değerlendiren Safevı İsmail 150, 1501 yılı Temmuz-Ağustos aylarında
harekete geçerek/SI ilk önce babasını öldüren Ak-Koyunlu müttefiki
Şirvanşahlar'ı ortadan kaldırmaya karar verdi. Bu amaçla Kür ırmağını
geçip Şirvan'ın başkenti Şemahi üzerine yürüdü; Gülistan kalesi
yakınlarındaki savaşta Şirvanşah Ferruh Yesar'i yenilgiye uğratarak
öldürdü. Böylece yüzyıllardır mahalli bir hanedanlık olarak varlığım
sürdürmüş olan Şirvan ülkesi tamamıyla Safevller'in yağma ve katliamlarına
maruz kaldıl52.

Şirvanşah Ferruh Yesar Ak-Koyunlular ile çok iyi geçinmiş ve


kendisine düşman olan Safevller'e karşı Türkmen hakimiyeti altında
varlığını sürdürebilmişti. Ancak Azerbaycan'da Ak-Koyunlu sülalesinin
inkıraza uğraması, bu sülaleye bağlı olan bütün kabileler ile Şirvan
ahalisinden birçoğunun Osmanlı hududuna, Doğu Anadolu'ya göçmesine
sebep olmuşturl53.

Sonuç olarak ortaçağda Kafkasyanın Arap fethinden sonra Yezid b.


Mezyed al Şeyban'ın soyundan gelenler Şirvan'a hakim olmuşlardır. 1045
yılında ise Oğuzlar Şirvan'a akınlar gerçekleştirmeye başlamışlardır. Şirvan
hanedanlığında 1382 yılında değişiklik meydana gelerek Emir İbrahim'in
Şirvan'ın ileri gelen ayanları tarafından Şirvanşah yapılması ile bu mahalli
hanedanlık belki de tarihindeki en isabetli işi yapmıştır. Çünkü birkaç yıl
sonra dünyayı fethetmeye çıkmış olan Timur Kafkaslara kadar gelmişti. Bu
sıralarda Altın Ordu Ham Toktamış'ın tahriplerine maruz kalan Şirvan'ın
yeni hükümdarı Emir İbrahim, Timur'un huzuruna çıkarak ona bağlılığını
bildirmesi ile kendisini ve ülkesini mutlak felaketlerden kurtarmış oldu.
Böylelikle Şirvan'ın bu siyasi dehası, hem Toktamış'ın tehdidinden
kurtulmuş hem de kendisine büyük bir koruyucu bulmuş oldu. Timur'un
vefatından sonra onun yerine geçen oğlu Şahruh'a bağlı kalan Şirvanşahlar,
bu sıralarda güçlenmiş olan Kara-Koyunlular'a karşı bu şekilde kendilerini

'48Faruk Sümer, "Ak Koyunlular", s. 30.


149Gaffarı,a. g. e., s. 256; Hvandmır, a. g. e., s. 443; s. 228; Hasan-ı Rumlu, a. g. e., c. XII,
s.17.
'50Mükrimin Halil Yınanç, "Akkoyunlular", İA, c. I, s. 261.
151FarukSümer, Safevı Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü,
Ankara 1992, s. 20.
'52Hasan_1 Rumlu, a. g. e., c. XII, s. 43; Hoca Sadettin Efendi, Tacü't-Tevarih, c. III,
Hazırlayan: İsmet Parmaksızoğlu, Ankara 1992, c. III, s. 345.
153A.Zeki Velidı Togan, Türk Tarihi, s. 369-370.
Kazım Paydaş
138

koruyabildiler. Ancak Timurlu Ebu Said'in Ak-Koyunlu hükümdarı Uzun


Hasan Bey ile yapmış olduğu savaşta, Türkmen hükümdarını desteklemek
zorunda kalan Şirvanşahlar, Timurlular'ın bu bölgede yenilerek ortadan
kalkmasına, dolaylı da olsa sebep olmuşlardır. Bu hadiseden sonra Ak-
Koyunlu Türkmenleri'ne bağlı olarak varlıklarını devam ettiren Şirvanşahlar,
bu dönemde Safev! Cüneyd ve Haydar'ı öldürmeleri ile hanedanlıklarının
sonunu hazırlamışlardır. Çünkü Şirvanşahlar, yüzyıllarca Kafkaslarda
mahalli hanedanlık olarak varlıklarını sürdürmelerine karşılık güçlü bir ordu
ve yönetim kuramamışlardı. Bu sebeple koruyucuları olan Ak-Koyunlular
çöküş dönemlerini yaşarken, bu fırsatı kaçırmayan Şirvanşahlar'ın düşmanı
Safev! İsmail, Ferruh Yesar'i öldürerek Şirvanşah ülkesini büyük tahribatlara
maruz bırakmıştır.

Kaynakça
Abbas al Azzavi, Tarihu'l-Irak beyne İhtilaleyn el-Hükumat el-Türkmaniyye, c.
III, Bağdad 1939
Abdürrezak-ı Semerkandi, Matla'ı Sa'deyn ve Mecma'ı Bahreyn, c. II/I, yay.
Muhammed Şefi, Lahor 1360
Ahmed LütfuIlah Münecimbaşı, Sahaifü'I-Ahbar, c. III, İstanbul 1285

Aka İsmail, İran'da Türkmen Hakimiyeti, Ankara 2001

Aka İsmail, Timur ve Devleti, Ankara 1991


Aka İsmail, "Şahruh'un Kara-Koyunlular üzerine Seferleri", Tarih

İncelemeleri Dergisi, IV, İzmir 1989


Aliyarlı Süleyman, "XIV. yüzyılın başlangıcında Halk utopyaları ve Bid'atçı Hareket
Siyasi Birlik Meyli", Azerbaycan Tarihi, Bakü 1996
Andreasyan Hrand D., "XIV ve XV. yüzyıl Türk Tarihine ait Ufak Kronolojiler ve
Kolofonlar", Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 3, İstanbul 1973
Anonymous, "The Travels of A Merchant in Persia", Trans. C. Grey. A Narrative of
Halian Travels in Persia, London 1873
Aşık Paşa Zade,Tevarih-i al-i Osman, Ali Bey Neşri, İstanbul 1332
Barthold W., "Şirvan", İA, c. XI, Eskişehir 1997
Barthold W. - Bosworth C., "Shirwan", EI, Volume IX, Leiden 1997.
Barthold W., "Şirvanşil.h", İA, c. XI
Barthold W., "Derbend", İA, c. III, s. 532.
Berdzenişvili Nikoloz - Canaşia Simon, Gürcistan Tarihi (Başlangıçtan 19.
Yüzyıla Kadar), Türkçe'ye çev. Hayri Hayrioğlu, İstanbul 1997
TimurIu ve Türkmenlerin Şirvanşahlarla Olan Münasebetleri
139

Boyle John Andrew, "İran'ın Milll Bir Devlet Olarak Gelişmesi ", Çev. Berin U.
Yurdadoğ, BelIeten, c. XXxıX, Sayı 156

Cafer b. Muhammed el-Hüseynı, Tarih-i Kebir, Alm. Terc. Abbas Zeryab-ı Khoyı,
Der Bericht über die Nachfolger Timurs aus dem Tarih-i Kabir des Gaferı ibn
Muhammed al-Husaini, Mainz 1960

Devletşah, Tezkiretü'ş-Şuara, Çev. Necati Lügal, İstanbul 1997, c. LV


EI-Beliizurı, Fütuhu'I-Büldan, Çev. Mustafa Fayda, Ankara 1987

Erdem İlhan, "Ak-Koyunlu Devleti'nin Kurucusu Kara Yülük Osman Bey'in Hayatı
ve Faaliyetleri ", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Dergisi, Cilt XXXIV, Sayı 1-2 1990'dan aynbasım, Ankara 1990

Fazlulliih b. Rüzbihan Hunci-i İsfahani, Tarih-i Alem Aray-ı Emini, Persian text
edited by John E. Woods, London 1992

Gaffarı, Tarih-i Cihan-ara, Neşr. Hasan-ı Nerakı, Tahran 1343

Grousset Rene, Bozkır İmparatorluğu, Çev. M. Reşat Uzmen, İstanbul 1993

Gülşeni Muhyiddin, Menakıb-ı İbrahim Gülşeni, Neşr. Tahsin Yazıcı, Ankara


1982

Hiifız-ı Ebru, Zeyl-i Cemiüt-Tevarih, yay. Hanbaba Beyani, Tahran 1350


Hamdullah-ı Müstevfi, Nüzhetü'I-Kulfib, yay. G. L Strange, London 1915

Hasan-ı Rumlu, Ahsenü't-Tevarih, Neşr. Abdülhüseyn-i Neviiı, c. XI, Tahran 1349


Hicazifer Haşim, Şah İsmail-i evvel ve Ceng-i Çaldıran, Tahran 1374
Hinz Walther, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, Ankara 1992

Hoca Sadettin Efendi, Tacü't-Tevarih, c. III, Hazırlayan: İsmet Parmaksızoğlu,


Ankara 1992, c. III

Hudud al-Alam, Translated and Explained by V.Minorsky, Cambridge 1982


Hvandmır, Habibü's-Siyer, yay. Celiileddin-i Humayı, c. III, Tahran 1333

İbn Arabşah, Acaibü'I-Makdur fi Ahbar Teymur, Farsça Terc. Muhammed Ali


Necati, Tahran 1339

İskender Beg-i Türkmen, Tarih-i alem ara-yi Abbasi, c. I, Tahran 1314

Jamiill M. K. Youssef, The Life and Personality of Sh ah ısmail I., Thesis


. Submitted for the Degree of Doctor of Philodophy, University of Edinburgh
1981

Makrzı, Kitabu's-Sülôk ii Marifeti Düveli'I-Mülôk, c. IV, yay. Said Aşur, Kahire


1972
Kazım Paydaş
140

Masum Mirza Muhammed, Tarih-i Selatin-i Safeviyye, Neşr. Seyyid Emir Hasen
Alidı, Tahran 1351
Minorsky V., A History of Sharvan and Darband in the 10 th-ll th centuries,
Cambridge 1958
Minorsky V., "The Qara-Qoyunlu and The Qutb-Shas, BSOAS, V. XVII, 1955

Minorsky V., "Shaykh Bali-Efendi on The Safavids", BSOAS, XX, 1957, s. 439

Minorsky V., Persia A.D 1478-1490, London 1957


Mircaferi Hüseyin, Tarih-i Timuriyan ve Türkmenan, İsfehan 1375

Quiring-Zoche R., "Aqqoyunlu", EI, V. II, London and New York 1987
Roemer, " The Türkmen Dynasties", CHI, vol. Vi. Cambridge 1993

Sarwar, A History of Shah ısmail Safawi, Aligarh 1939


Shukurov Rustam, "The Ci.lmpaign of Shaykh Djunayd Safawi against Trebizond
(1456 ad/860H)" ,Byzantine and Modern Greek Studies, Volume 17,1993

Strange G. LE., The Lands of Eastern Caliphate, Cambridge 1905

Sümer Faruk, "Kara-Koyunlular", cVI, İA , Eskişehir 1997

Sümer Faruk, Kara-Koyunlular, Ankara 1984


Sümer Faruk, "Ak Koyunlular", Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı 40
Sümer Faruk, Safevi Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin
Rolü, Ankara 1992,
Şadruddln, Ahbllrü'd-Devleti's-Selçukiyye, Çev. Necati Lügal, Ankara 1999

Şerefhan, Şerefname, Çev. M. Emin Bozarslan, c. II, İstanbul 1971


Tansel Selahattin, Suıtan II. Bayezit'in Siyasi Hayatı, İstanbul 1966
Togan A. Zeki Velidı, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1981
Yahya-yı Kazvinı, Lübbü't-Tevarih, Yay. Seyyid Celaleddin-i Tahranı, Tahran
1343
Yakubovsky A. YU., Altın Ordu ve Çöküşü, Çev. Hasan Eren, Ankara 1992

Yazıcı, "Cüneyd-i Safevı", DİA, c. VIII, İstanbul 1993


Yınanç Mükrimin Halil, "Akkoyunlular", İA, c. i
Woods John E., The Aqqoyunlu Clan, Confedaration, Empire, Chicago 1976 Türkçe
Çev. Sibel Özbudun, 300 Yıllık Türk İmparatorluğu Akkoyunlular, İstanbul
1983.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
Fruit and Flower Expenditures of the Gttornan Palace for a.
Period of Two Months

İzzet SAK'
Öz

16. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında Osmanlı sarayında tüketilen yiyecekler
arasında çeşitli meyvelerin yanında çiçekler de bulunuyordu. Bu ürünler İstanbul ve
çevresinden temin edildiği gibi padişaha ait hassa bahçelerde de yetiştiriliyordu. Bu
çalışmada 18. yüzyılın ortalarında iki ayrı aya ait, Osmanlı sarayının meyve ve
çiçek masraflarını içeren iki liste verilmiştir. Listelerde ay içerisinde günlük olarak
saraya alınan meyve ve çiçek masrafları ile bazı özel günlerde ve bayramlarda
padişah, darüssaade ağası, padişah kadınları ve saraydaki diğer ileri gelen
görevlilere alınan meyve ve çiçek masrafları kaydedilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Saray, Osmanlı Sarayı, Saray Masrafı, Meyve,


Osmanlı'da Meyve, Çiçek, Osmanlı'da Çiçek.
Abstract

At the Ottoman Palaee between 16th and the 19th centuries, flowers were
consumption in use besides different fruits. These products were achieved from
Istanbul and its vicinity and also these were raised at the special gardens of the
Sultan. This article presents, two lists belonging to two different months in the mid
th
18 century. The lists contain the fruit and flower expenditure of the Ottoman
Palace. The lists show the monthly expenses of daily-purchased fruit and flower to
the palaee and they also registered the expenditure of the products purchased for
some special days and holidays bought to the Sultan, the darüssafide ağası, the
women of the Sultan and to the other important officials in the Palaee.

Key Words: Palaee, the Ottoman Palace, Palaee Expenditure, Fruit, Fruit at
the Ottoman, Flower, Flower at the Ottoman .

• Yard.Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi,Fen-EdebiyaıFakültesi,TarihBölümü.


İzzet Sak
142

Giriş
Dört yüzyıla yakın bir süre Osmanlı Devleti'nin yönetim merkezi olan
ve içinde padişah, hanedan üyeleri, üst düzey devlet görevlileri, pek çoğu
ileride devletin yönetim kadrolarında görevalacak EnderGn mensupları,
bazıları ileride padişahın haremine girecek olan cariyeler, hadım ağaları ve
çok sayıda görevlinin yaşadığı Topkapı Sarayı'nın i'aşesinin nasıl
karşılandığı, tüketilen gıda maddeleri ve yenilen yemekler her zaman merak
konusu olmuştur. Bu merakl gidermek için son zamanlarda, Osmanlı
toplumunun yeme-içme alışkanlıkları ve saray mutfağının masrafları
hakkında yapılan araştırmalar bir hayli artmıştır. Bu konuda pek çok
araştırma yapıldığı gibi sarayın masraf defterlerinin yayınlandığı bazı belge
neşirleri de gerçekleştirilmiştir. Biz de bu çalışmada, Osmanlı sarayının 18.
yüzyılortalarında iki aylık meyve ve çiçek masrafını ele alarak
inceleyeceğiz. i. MahmGd döneminde, birincisi 1-30 Muharrem 1154 / 19
Mart-17 Nisan 1741 ve ikincisi de 1-30 Ramazan 1158/27 Eylül-16 Ekim
1745 tarihlerine ait meyve ve çiçek masraflarını gösteren iki ayrı liste bu
çalışmanın konusunu teşkil edecektir. Çalışmanın sonunda da,
değerlendirmeleri yapılan listelerin metinleri verilecektir. Ancak listelerin
verdiği bilgileri değerlendirmeye geçmeden önce, Osmanlı sarayının meyve
ve çiçek ihtiyacı ile bunların nerelerden ve nasıl karşılandığı hakkında kısaca
bilgi vermenin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Osmanlı Sarayında Tüketilen Meyveler
16. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında çok fazla bir değişiklik göstermeyen
Osmanlı Devleti'ndeki meyve türleri hem halkın hem de sarayın beslenme
alışkanlıklarına yön vermiştir. Osmanlı sarayında tüketilen meyvelerin
isimlerini tespit edebilmek için dönem içinde düzenlenen saray mutfağı i' aşe
defterlerine bakmak kafidir. Bu amaçla burada, daha önce yayınlanmış olan
i' aşe defterlerinden faydalanılacaktır.
17. ve 18. yüzyıllarda da pek fazla bir değişiklik göstermeyen Osmanlı
sarayına giren meyvelerin tespiti için, 16. yüzyıla ait olmasına rağmen,' Ö.
Lütfi Barkan tarafından yayınlanmış olan. saray mutfağı masraf
defterlerinden büyük ölçüde istifade edilecektirl.
Buna göre, 1 Muharrem-12 Ramazan 962 (26 Kasım 1554-31 Temmuz
1555) tarihleri arasına ait 8 ay 12 günlük dönem içerisinde Saray-ı Amire
mutfağına mevız-i sürh (kırmızı üzüm), mevız-i siyah (siyah üzüm), mevız-i
mürg (kuş üzümü), kayısı, incir, badem, a1G(erik), zerd-aIG, tüffah (elma),
hayva, turunç, nar-dane, kesdane, nardeng-i Gelibolu, kiras, vişne, emrGd-ı
taze ve kızılcık gibi meyveler satın alınmıştır2.

i Ömer Lütfi Barkan, "İstanbul Sarayına Ait Muhasebe Defterleri", Belgeler, C.IX, S.13,
Ankara 1979, s.1-380.
29.000 kıyye mevız-i sürh, 10.491 kıyye mevız-i siyah, 159,5 kıyye mevız-i mürg, 197,5
kıyye kayısı, 804 kıyye incir, 1.701 kıyye 100 dirhem badem, 869,5 kıyye a1Q, 777,5 kıyye
zerd-alfi, 477 kıyye tüffiih, 90 kıyye hayva, 410 aded turunç, 1,171 kıyye 150 dirhem nar-
Osmanlı Sarayının İkİ Aylık Meyve ve Çİçek Masrafı
143

1 Muharrem ile 29 Zilhicce 963 tarihleri arasında ise Eski Saray'da


bulunan Valide Sultan dairesi için alınan yiyecekler arasında badem, mevız-i
sürh, mevız-i siyah, incir-i Iab, kayısı, alı1-i siyah (siyah erik), zerd-alı1,
nardenk gibi meyveler yer almıştır3• Aynı dönemde cevari-i hassa için alınan
meyveler arasında mevız-i sürh, mevız-i siyah, alu, zerd-alu, incir-i Iab,
nardenk4; İbrahim Paşa sarayına alınan meyveler arasında ise mevız-i siyah,
nardenk, alu-i turş, mevız-i sürh, alu, zerd-alu ve incir-i lob5 bulunuyordu.
Bu dönemde yukarıda saydıklarımızdan başka Osmanlı sarayına dud-ı
siyah6; alu-i siyah (siyah erik)7; kiras, narenc-i turş, kestane-i Bursa, amrud,
ceviz-i Rumıs; çağla-i badem9; hurma, tüffith (elma), kayısı-i taze, vişne-i
taze, alu-yı can (can ereği), limon, şeftalu, engür-i turş (ekşi üzüm), fıstık-ı
iç, fındık, anar-ı turş (ekşi nar), anar-ı şırin (tatlı nar) ve engür-i parmak
(parmak üzüm)lOgibi meyvelerin de girdiğini görmekteyiz.
Yine 16. yüzyılda, III. Mehmed padişah olmadan önce şehzadeliği
döneminde, 1002 senesi Cemaziye'l-ahiresi sonundan (21 Mart 1594) 1003
senesi Cemaziye'l-ahiresinin ilk haftasına kadar (21 Şubat 1595) geçen süre
içinde Manisa sarayı mutfağına narenciyenin yanı sıra elma, armut, ayva,
kiraz, kızılcık, vişne, siyah ve beyaz dut, üzüm, incir, erik, nar, şeftali,
zerdali, kavun, karpuz ve zeytin; çerez ve tatlandırıcı olarak da kuru üzüm,
incir, badem, fındık, fıstık, ceviz, kestane ve üzüm pekmezi satın alınmıştıll.
Bütün bunlar 16. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında, Osmanlı sarayında
tüketilen meyvelerin günümüzdekinden pek farklı olmadığını ortaya
koymaktadır. Buna göre Osmanlı sarayında tüketilen meyveleri, mevsimlere
göre şu şekilde sıralamak mümkündür:

dane, 4 dİrhem kesdane, 891,5 nardeng-İ Gelİbolu, 22 kıyye kİras, 9 kıyye vİşne, 56 kıyye
emrı1d-1 taze ve 3 kıyye de kızılcık alınmıştır. Barkan, s.73-74.
3484 kıyye mevız-İ sürh, 726 kıyye mevız-İ Sİyah, 484 kıyye İncİr-İ lob, 480 kıyye kayısı,
242 kıyye aIG-İ siyah, 242 kıyye zerd-iilG ve 4.184 kıyye de nardenk alınmıştır. Barkan, s.9.
4220 kıyye mevıZ-i sürh, 275 kıyye mevıZ-i siyah, 55 kıyye alG, 55 kıyye zerd-iilG, 55 kıyye
İncİr-i lob ve i ıo kıyye nardenk alınmıştır. Barkan, s.l I.
54.740 kıyye mevıZ-İ siyah, 480 kıyye nardenk, 236 kıyye alG-i turş, 50 kıyye mevız-İ sürh,
15 kıyye aIı1, 15 kıyye zerd-aIG, 15 kıyye İncİr-İ lob ve yİne 590 kıyye mevız-İ siyah
alınmıştır. Barkan, s.23-24.
6112 kıyye dGd-1sİyah İçİn 224 akçe ödenmİştİr. Barkan, s.80.
736 kantar ve 15 lodra aIı1-İ Sİyah içİn 4.124 akçe ödeme yapılmıştır. Barkan, s.90.
81.571 kıyye 23 tabla kiras, 6.809 adet narenc-İ turş, 121 kıyye kestane-İ Bursa, 3.968 kıyye
ıoo kutu amrud, 26.200 adet cevİz-İ Rumı alınmıştır. Barkan, s.1 12.
94 sepet çağla-i badem İçİn 64 akçe verilmiştir. Barkan, s.l 13.
Lo 49 kıyye hurma, 580 kıyye 200 dİrhem ve 26 kutu tüffiih, 86 kıyye 2 sepet kayısı-İ taze, 5
kıyye vİşne-İ taze, 5 kıyye iilG-yl can, 900 adet lİmon, 80 adet 48 kıyye ve i sepet şeftalu, 258
akçeIİk engür-İ turş, 43 kıyye fıstık-ı İç, 142 kıyye fındık, 1.460 kıyye anar-ı turş, 3.94 1,5
kıyye anar-ı şırin ve 3.008 kıyye 200 dirhem engür-İ parmak alınmıştır. Barkan, s.l29.
1\ Ferİdun M. Emecen, "Şehzadenİn Mutfağı: III. Mehmed'in Şehzadelİk Dönemİnde Manisa
Sarayına Aİt Bİr Mutfak Masraf Defterİ", So/ramız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı. Maddi
Kültüründe Yemek Ve Barınak, (Editörler: Suraİya Faroqhİ- Chrİstoph K. Neumann), Istanbul
2006, s.l 17.
144 İzzet Sak

ilkbahar: Elma, limon, erik çeşitleri (erik-i serfice, erik-i taze, erik-i
bardak, erik-i torba), çilek, kiraz, kayısı (kayısı-ı Acem ya da zerdali), incir,
armut çeşitleri (emrud-ı akça, emrud-ı Mustafabey) ve üzüm çeşitleri
(rezzaki, üzüm-i siyah);
Yaz: Şeftali, kızılcık, kavun, karpuz, erik, mürdümeriği, incir, kayısı
(sonbahara kadar), armut (emrud-ı Bozdoğan), kiraz, üzüm, çilek;
Sonbahar: Üzüm-i çavuş, razzaki ve çekirdeksiz üzüm (Ocak'a kadar);
Kış: Elma, armut (emrud), ayva, ekşi ve tatlı nar, kestane, portakal,
turunç, tatlı limon. Haziran'a kadar bulunan: portakal, ayva, kestane, turunç,
narIz.
Saraya alınan yaş meyvelerin bir kısmı olduğu gibi tüketilmekteyse de,
önemli bir kısmı kurularıyla birlikte Helvahane'ye gönderiliyordu. Mesela
vişne-i taze, kızılcık-ı taze, zerdalu, dut-ı siyah, fıstık içi, armud-ı taze, kiras,
anar-ı şirin, anar-ı turş ve şeftalu bunlardandl13• Bu meyveler hoşaf, reçel ve
turşu başta olmak üzere çeşitli yiyecek ve içeceklerin yapımında
kullanılıyordu. Sarayda en çok tüketilen meyve türü üzümdü. Bilhassa kırsal
alanların büyük bir kısmında tadlandırıcı olarak kullanılan bu meyvenin
şeker oranının fazla olması, saraydaki tüketim miktarını da etkilemiştir. Kuru
üzüm tüketimi yaşına oranla çok daha fazlaydı. Miktarları dönemden
döneme değişmekle birlikte, tüketim sıralamasında üzümü nar, armut, elma,
incir ve badem takip etmiştirl4. Ayrıca bazı meyvelerden değişik yemekler
de yapılmaktaydı. Mesela bunlar arasında dolma-ı elma, dolma-ı karpuz ve
dolma-ı ayva bulunuyordu. Ayva dolması halen Anadolu'nun bazı
yörelerinde çok itibar görmektedirIs.
Bunların yanında meyve kuruları, özellikle de üzüm, kuşüzümü, kayısı
ve incir, bazen tazeleriyle de karıştırılarak sıkça kullanılıyor, hatta sarayda
misafirlere ikram edilen yemeklerin içine de konuyordu. Mesela 17. yüzyılda
yapılan kıymalı böreğin içine sadece et ve soğan değil kuru kayısı,
kuşüzümü, hurma, kestane ve elma da katılmıştı. Az miktarda badem, kuru
üzüm ve kuşüzümü gibi kestane de sevilen dane malzemeleri arasındaydı.
Ancak bu malzemeler, muhtemelen yemeklere lezzet katmak için
kullanılmıştı16•

12 Özge Samancı, "19. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Elitinin Yeme-İçme Alışkanlıkları",
Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek Ve Barınak, (EditörIer:
Suraiya Faroqhi- Christoph K. Neumann), İstanbul 2006, s.198. Osmanlı sarayında İlkbaharda
tüketildiği ifade edilen çilek, kiraz, kayısı ve bazı yeşil eri k çeşitleri haricindeki bu
meyvelerin bir çeşit ambardan geldiği, zira Osmanlı toprakları diihilinde ilkbaharda üzüm ya
da armut yetişen bölgenin bulunmadığı ifiide edilmektedir. Samancı, s.207, dipnot: 63.
iJ Barkan, s.112-113.
14 Arif Bilgin, Osmanlı Sarayının İaşesi (1489-1650), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 2000, s.239.
15 Hedda Reindl-Kiel, "Cennet Taamları, 17. YüzyılOrtalarında Osmanlı Sarayında Resmi
Ziyafetler", Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek Ve Barınak,
(Editörler: Suraiya Faroqhi- Christoph K. Neumann), İstanbul 2006,8.65.
16 Reindl-Kiel, s.74.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı 145

Osmanlı mutfağında kullanılan meyvelerin i9. yüzyılda da pek fazla


değişmediği görülmektedir. Aynı şekilde fındık ve meyve kuruları
yemeklere le zzet katma amacıyla kullanılıyordu. Bazı et yemeklerine,
tatlılara ve özellikle pilav lara fındık fıstık katılıyordu. 19. yüzyılın ilk
yarısında en çok rağbet görenler badem, çam fıstığı ve Şam fıstığı idi.
Yemeklere fındık, ceviz ve kestane de konuyordu, fakat bunların daha az
kullanıldığı görülüyor. Bunlarla birlikte üzüm-i mürg veya üzüm-i kuş,
çekirdeksiz üzüm ve bir çeşit beyaz üzüm olan razzaki de kullanılıyordul7•
Bütün bunlar bize, Osmanlı insanının damak zevk i konusuna nasıl bir
çeşitlilikten hoşlandıklarını ortaya koymaktadır.
19. yüzyılda, Osmanlı sarayında da bol bol taze ve kuru meyve
tüketiliyordu. İstanbulluIarın sofralarına 20. yüzyılda eklenen muz, kivi ve
ananas gibi egzotik meyveleri bir kenara bırakırsak, mutfak defterleri o
dönemdeki meyvelerin bugün yediklerimizden pek farklı olmadığını ortaya
koyuyor. Meyvenin kalitesini ortaya koyarken, nereden geldiği büyük önem
taşıyordu ve menşeinin belirtilmesi marka gibi bir şeydi. Osmanlı sarayına
giren üzümün, veya eriğin dört beş çeşidi bulunuyorduIs. Aynı meyvenin
farklı türlerinin tüketilmesi, saray sakinlerinin ince bir damak zevkinin
olduğunu ve yemeklerinde çeşitlilikten hoşlandıklarını göstermektedir.
Sarayda Tüketilen Meyvelerin Temin Edildiği Yerler
Geniş bir coğrafyaya sahip olan Osmanlı Devleti'nin sınırları içerisinde
tabii ki, çok değişik meyve türleri üretiliyordu. Ancak dönemin ulaşım
şartları ile ülkenin çeşitli yerlerinde üretilen bu ürünlerin İstanbul' a
getirilmesi öyle pek kolay işlerden değildi: Bilhassa, çabuk bozulmasından
dolayı, pek çok yaş meyvenin İstanbul'a getirilmesi mümkün olmadığından,
bunların kuruları getirilerek saraya alınıyordu. Bu itibarla sarayın meyve
ihtiyacı genellikle İstanbul ve yakın çevresinden karşılanmak zorundaydı.
Her dönemde İstanbul, yakın çevresiyle birlikte, meyve açısından
oldukça zengin bir şehirdi. Kalabalık nüfusa sahip bir şehrin, nakliye
imkanlarının henüz çok sınırlı olduğu bir dönemde, bilhassa taze meyve
ihtiyacını yakın çevresinden karşılama zorunluluğu, bölgedeki meyve
üretiminin gelişmesini teşvik etmiştir. İstanbul ve yakın bölgelerde yetişen
her çeşit taze meyve şehir halkının ihtiyacını karşıladığı gibi Osmanlı
sarayında da tüketilmekteydi 19.
İstanbullunun beslenmesinde sebze ile birlikte meyve de büyük biryer
tutmaktaydı. Bu itibarla şehrin yakın çevresinde ve banliyölerinde sebze ve
meyve bahçeciliği gelişmiş bir seviyedeydi. İstanbul'un Avrupa yakasındaki

17 Samancı, s.192.
18 Samancı, s.198.
19 Bilgin, s.232.
İzzet Sak
146

banliyösünde olduğu kadar Asya banliyösünde de çok sayıda bostan ve


sebze bahçesi bulunuyordu. Fakat başkent civarının üretimi kentin ihtiyacını
tamamıyla karşılamaya yeterli olmadığından bazı gündelik tüketim
maddeleri ancak belirli eyiUetlerden temin ediliyordu. Bundan dolayı da
üretimin gerçekleştirildiği merkezlerle İstanbul arasında oldukça büyük bir
deniz trafiği gelişmişti. Bu deniz trafiğine bir de kara trafiği eklenmiş;
İstanbul'a at arabaları ve el arabalarıyla da sebze ve meyve getiriliyordu2D•
İstanbul'un sebze ve meyve ihtiyacının karşılandığı yerlerin daha çok
şehrin varoşları ve şehre yakın bölgeler olduğunu ifade etmiştik. Dayanıksız
olan yaş meyveler, şehirdeki hassa bahçeler ile şehir pazarlarının yanında,
ağırlıklı olarak da Marmara'nın iki tarafındaki sahil kazalarından
sağlanmaktaydı21. Bununla birlikte, biraz daha dayanıklı olan taze meyveler
ise, Amasya ve Ağriboz'u da içine alan geniş bir alandan tedarik
ediliyordu22• Mesela İstanbul'un banliyölerinden çeşitli meyveler; Doğu
Trakya'dan üzüm; Batı Bitinya'dan kavun, karpuz, kestane; Batı
Anadolu'dan kavun, karpuz, taze meyve ve özellikle incir ve üzüm olmak
üzere kuru meyveler; Karadeniz'in Anadolu kıyılarından fındık, kiraz, elma,
kestane23; Akdeniz adalarından ve Ege'den de gemiler1e üzüm
getiriliyordu24•
Bu merkezlerden başka İstanbul'un meyve ihtiyacının karşılandığı daha
başka merkezler de mevcuttu. Mesela Vostica'dan siyah ve kırmızı üzüm;
Gelibolu ve Atina'dan taze üzüm; Alaiye'den kişniş üzümü; Kargun (Kargı)
ve Ayaş'tan cinsi belirtilmeyen üzüm; İznikmid, Rodoscuk, Ağriboz,
Gümülcine, Yenice-i Karasu, Siroz ve Vostica'dan badem; İzmir

20 Rob~rt Mantran, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, c.ı, (Çev: Mehmet Ali Kılıçbay,
Enver Ozcan), Ankara 1990, s.186.
2\ Mesela Yalak Abad ve Kararnürsel taraflarından kiraz ve sair meyve tedarik edilmekteydi.
Buralardan getirilen kiraz ve diğer meyvelerin bazen tam olgunlaşmadan toplandığı ve
yemenin mümkün olmadığı, bu sebeple Kararnürsel ve sair bağ, bahçe ve bostan olan
mahallere adamlar gönderilerek meyvelerin tam olgunlaşmadan toplanmasının önlenmesi için
gereğinin yapılması istenmektedir. Ahmed Refik Altınay, Onuncu Asr-ı Hicrfde İstanbul
Hayatı, (Haz: Abdullah Uysal), Ankara 1987, s.152.
22 Bilgin, s.233.
23 Mantran, s .187 .
24 İlber Ortaylı, Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek, İstanbul 2006, s.81. Her yıl İzmir ve
çevresinden kuru meyve temini için genellikle iki memur görevlendirilmekte; bu memurlar,
ızmir ve çevresi kadılarının yardımıyla, muayyen miktardaki malları satın almakta ve parasını
da buradaki mukataalardan karşılamaktaydılar. Memurlar, İzmir ve çevresinden temin
ettikleri malları, İzmir !imanındaki depolarda (mahzen) toplayarak deniz yoluyla İstanbul'a
gönderiyorlardı. Bilgin, s.139. Ancak bazı dönemlerde İzmir ve çevresinden satın alınan
ürün!erin zamanında İstanbul'a ulaşmamasından dolayı sıkıntı çekildiği ve bunun önlenmesi
için ızmir ve Ayazmend kadılarına hükümler gönderildiği görülmektedir. Bu hükümlerde bazı
matrabaz taifesi zuhilr edip, İstanbul'a Hizım olan kara üzüm, razakı, incir ve bunun emsali
zehayiri der-mahzen edip İstanbul'da sıkıntı çekilmeyince getirmernek ile büyük sıkıntı
çekildiğinde!!, satın alınmış zahireyi der-mahzen ettirmeyip vakt ve zamanıyla gemilere
yüklettirip, Istanbul'a gönderilmesi emredilmiştir. 26 Ramazan 995 / 30 Ağustos 1587.
Altınay, s .150.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
147

çevresinden armut; Ağriboz, Bursa ve Lapseki'den karpuz; Lefke ve


Edirne' den ayva; Midilli'den fıstık; Gemlik ve Bozüyük 'ten nar ve yine
Bursa'dan alıç ve koruk25; Diyarbekir'den de erik ve kişniş üzümü26
getiriliyordu. Ayrıca Kanuni ve nı' Murad zamanlarında, Alanya ve
Trablusşam' dan muz getirildiği ifade edilmektedi~7.
İstanbul'a getirilen bu yiyeceklerin Osmanlı sarayına nasıl girdiğine
gelince:
Sarayın ihtiyacı için İstanbul piyasasından alınan mallar değişik
kanallardan temin ediliyordu. Bu kanallar kapanlar, pazarlar, bakkallar,
doğrudan bir kısım üreticiler veya belli şahıslardı. İstanbul'un limanları bu
yüzden olabildiğince hareketliydi. Başkente dışarıdan gelen mallar,
cinslerine göre, farklı iskelelerde boşaltılmakta ve gerekli işlemler
yapıldıktan sonra şehir esnafına dağıtılmaktaydı. Kavun, karpuz ve üzüm
gibi meyveler Eminönü, Hisar iskelesi, Zindankapı ve Yemiş iskelesinde
boşaltılıp Muhtesip çardağı karşısına götürülüyor ve orada dağıtımı
yapılıyordu. Mısır'dan gelen mallar ise Arap iskelesindeki boş bir araziye
boşaltılıyor, dağıtım buradan gerçekleştiriliyordu. Kuzey Marmara ve
Trakya'dan getirilen ürünler de Ayazmakapı iskelesinde boşaltılıyordu28.
Sarayın ihtiyacı olan meyveler, şehir pazarlarından veya doğrudan
üreticiden alındığı gibi, bunların temin edildiği önemli yerlerden biri de
hassa bahçelerde9. Bostancıbaşının nezaretinde, binlerce bostancının çalıştığı
bu bahçelerde yetiştirilen meyve ve sebzeler tamamıyla sarayda

25 15-17. yüzyıllar boyunca İstanbul'un meyve ihtiyacının nerelerden karşılandığı ve


nerelerden meyve geldiği konusunda daha geniş bilgi için bkz. Bilgin, s.233-237.
26 Bilgin, s.134. .
rl Bilgin, s.238. Istanbul'a ulaşan yaş meyvelerin düzenli bir şekilde halka ulaştınlması için
tstanbul kadısına çeşitli hükümleri n yollandığı görülmektedir. Bu hükümlerde yaş meyve ile
Istanbul'a gelen gemileri bazı kimselerin yollarda karşılayıp iskeleye gelmeden getirdikleri
yemişi kendileri satın alıp, adalet ve kanun üzere halka ve pazarcılara adiiletle taksım ve
tevz)' ettirmedikleri ifade edilerek bunların engellenip, yaş meyve ile İstanbul' a gelen
gemileri kimseye karşılatmayıp iskeleye gelip, getirdikleri meyveyi halka ve pazarcılara
adalet ve kanun üzere satmalarının temin edilmesi emredilmiştir. II Muharrem 968 / 2 Ekim
1560. Altınay, s.118.
28 Bilgin, s.114-1I5.

29 Hassa bahçeler hakkında Tavernier şöyle demektedir: "Bugüne kadar gelen eski bir gelenek
veya kanun, Osmanlı sultanlarının yiyecek ihtiyaçlarını, bu bahçelerden elde ettikleri
gelirlerle gidermelerini gerektirir. Bu yüzden, sultana ait İstanbul'un Avrupa ve Asya
yakasında deniz kıyısı boyunca birçok bahçe vardır. Sarayın çeşitli bölümlerinde, çok
miktarda çiçeğin olduğu küçük bahçeler görünür. Özellikle de bu tür bahçeler padişahın ve
şüphesiz hanım sultanların dairelerinde bulunur. Sultanın bahçelerinin ve Topkapı Sarayı 'nın
bahçesinin kahyası bostancıbaşıdır. Etrafı servilerle çevrili yollardan oluşan Topkapı
Sarayı'nın bahçesi, sarayın en büyük bölümüdür. Ama buraya fazla özen gösterilmemiş ve
çoğu yerini dikenler kaplamıştır. Eğer padişahın bahçeye çıkacağı bilinirse, bostancılar gelip,
onun geçeceği yolları temizlerler. Bu yolların dışındaki yerler, sebze veya meyve bahçeleriyle
doludur. Çok miktarda çiçekler,jrambuazlar ve salatalıklar yetiştirilir". J. B. Tavernier, Bir
Fransız Seyyahın Gözüyle Topkapı Sarayı'nda Yaşam, Büyük Senyörün Sarayı, (Çev: Haluk
Yanardağ), Istanbul 2005. s.175.
İzzet Sak
148

tüketilmiyor, bir kısmı şehir esnafına satılmak suretiyle padişahın günlük


giderleri karşılanıyordu. Padişahın kendi bahçelerinin ürünleri olmalarına
rağmen, saray mutfağına alınan bu mallara ücret de ödeniyordu. Saray
mutfağının ihtiyacı karşılandıktan sonra, hassa bahçelerden elde edilen sebze
ve meyvelerin fazlası piyasaya satılıyordu30• Hassa bahçelerden saraya alınan
meyveler arasında kiraz, armut, üzüm, elma, aluç, ayva, taze kızılcık, ekşi ve
tatlı nar ile taze ceviz gibi meyveler bulunuyordu31 •
Osmanlı Sarayının Çiçek İhtiyacı
Osmanlı sarayına alınan i' aşenin içinde çeşitli sebze ve meyvelerin
yanında çiçeklerin de bulunduğu görülmektedir. Saraya alınan bu çiçeklerin
ne için kullanıldığı pek belirtilmezken, bunların genellikle saray mutfağının
helvahanesinde kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Barkan tarafından yayınlanan saray mutfağı masraf defterlerinde 981
Muharremi ile 982 Muharremi arasında (5 Mayıs 1573-24 Nisan 1574)
geçen bir yıllık dönem içinde matbah-ı amireye alınan çiçekler arasında
şükfife-i benefşe ve şükfife-i şeftalu32 geçmektedir ki, bunların ne için
kullanıldığı ifade edilmemiştir. Ancak bunların kıyye ile ve saray mutfağına
alınması, bazı tatlı ve reçel yapımında kullanıldığını düşündürmektedir.
Yine aynı dönem içinde helvahane-i amireye benefşe-i huşk (kuru
menekşe), benefşe-i taze33 ve şükfife-i zerrinkadeh34; Üsküdar sarayı
mutfağına da şükfifi-i babfinec35 alınmıştır. 1011-1012 (l2 Mayıs 1063-29
Mayıs 1064) tarihleri arasında ise saray-ı atik-i amire mutfağı için varak-ı
benefşe (menekşe yaprağı), nilüfer ve şükfife-i karakaş36 alındığı
kaydedilmiştir. Herhalde kuru menekşe ve menekşe yaprakları sarayın
mutfağında yemeklerde veya tatlılarda kullanılmıyordu. Çünkü menekşe
yaprağının karşısında bulunan "bera-yı eşribe" notu, bu çiçek ve
yapraklarının çay gibi içilmek için alındığını ortaya koymaktadır.
Saraya alınan bu çiçeklerin nerelerden temin edildiğine gelince: Bunlar
genellikle piyasadan ve pazarlardan alınırken3?, pek çoğu da hassa

30 Bilgin, S.117.
31 Bilgin, s.117.
32 206 kıyye 200 dirhem şükfıfe-i benefşe için 2.408 akçe ve 2 kıyye 200 dirhem şükilfe-i
~eftalu için de 25 akçe ödenmiştir. Barkan, s.113.
3 20 kıyye benefşe-i huşk için 1.190 akçe ve 30 kıyye benefşe-i taze için de 360 akçe
ödenmiştir. Barkan, s.120.
34 Barkan, s.121.
35300 dirhem şükilfi-i babilnec için 20 akçe verilmiştir. Barkan, s.135
3674 kıyye varak-ı benefşenin her kıyyesi için 40 akçeden toplam 3.000 akçe; 56.300 adet
nilüferin her 2 adedi için 1 akçeden 28.150 akçe; 20 kıyye şükilfe-i karakaşın her kıyyesi için
de 20'akçeden 400 akçe ödenmiştir. Barkan, s.158
37 Mesela 981 yılı içerisinde matbah-ı amire için 206 kıyye 200 dirhem şükilfe-i benefşe, 2
kıyye 200 dirhem şükilfe-i şeftalu, 249 kıyye verd-i sakız ve 819 kıyye de şükilfe-i ahmer
alındığı görülmektedir ki, bunlann tatlı ve reçel yapımında kullanıldığı düşünülmektedir.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
149

bahçelerden temin ediliyordu. Hassa bahçelerden saraya alınan mallar


arasında meyve ve sebzelerin yanında bazı bitkilerin çiçekleri ve yaprakları
da dikkat çekmektedir. Saray bahçelerinden sarayın tüketimine sunulan belli
başlı çiçekler arasında şükı1fe-i benefşe (menekşe çiçeği), şükı1fe-i şeftali
(şeftali çiçeği), verd-i ahmer (kırmızı gÜL) ve verd-i sakız (sakız gülü)
bulunuyordu38•
Saray mutfağına alınan bu çiçeklerin bazı tatlı ve reçellerin yapımında
kullanıldığını söylemiştik. Ancak saraya alınan tüm çiçeklerin bu şekilde
değerlendirildiği düşünülmemelidir. Zira alınan çiçekler, biraz sonra
vereceğimiz listelerde de görüleceği üzere, bazı özel günlerde padişaha,
sarayın ileri gelen görevlilerine, haremde bulunan padişah kadınlarına ve
hatta ileri gelen devlet adamlarına gönderiliyordu.
Böylece saraya alınan çiçeklerin iki şekilde değerlendirildiği ortaya
çıkmaktadır. Bu yollardan birincisi saray mutfağında çeşitli tatlı ve reçel
yapımında kullanmak, ikincisi de resmı ve özel günlerde padişah ve önemli
kimselere göndermekti. Bu itibarla sarayın çiçek ihtiyacını karşılamak için,
bilhassa İstanbul ve çevresi ile hassa bahçelerde çeşitli çiçek yetiştiriciliğinin
geliştiği görülmektedir. Bu bahçelerde yetiştirilen süs çiçekleri arasında gül,
menekşe ve şebboyun yanı sıra karanfil, liile, nergis, sümbül, süsen ve
zambak gibi çiçekler de bulunuyordu39.
Osmanlı döneminde yetiştirilen en önemli çiçeklerden birisi güldü.
Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılan Yeni Saray'ı (Topkapı Sarayı)
kuzey, batı ve doğu yönünden çevreleyen "Hasbahçe"nin bir bölümünde,
saray mutfaklarının ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla gül (kırmızı gül ve
sakız gülü) yetiştiriliyordu. Bundan dolayı da bölgeye "Gülhane" (Gülhane
Parkı) adı verilmiştir. Bu bahçede yetiştirilen güllerden sarayın ihtiyacı olan
gül suyu ve gülbeşeker hazırlandığı tahmin edilmektedir40• Hassa bahçelerin
gülfidanı ihtiyacının ise öncelikle Edirne ve çevresinden temin edildiği
anlaşılmaktadır. Bu itibarla değişik tarihlerde, Edirne bostancıbaşısı ve
kadısına, gülfidanı tedarik ederek göndermesi hususunda fermanlar
gönderilmiştir41•

Barkan, s.113.
38 Bilgin, S.1l7.

39 Burhan Baytop, Türkiye'de Eski Bahçe Gülleri, Ankara 2001, s.xn.


40 Baytop, s.5.

41 Meselii 995 Zilhicce / 1587 Kasım'ında Edirne'de bulunan bostancıbaşıya gönderilen


hüküm ile "İstanbul'da vaki olan Darü's-Sa'ade-i Atik Bahçesi içün gül lazım olmağın,
olageldiği üzere Edirne'den gül ihrac ettirilip gönderilmek emredip adet-i kadim üzere lazım
olan akça verilmiştir. Buyurdum ki, vardıkda te'hir ve tevakkuj eylemeyip, gereği gibi
mukayyed olup şimdiye değin tedarik olunduğu üzere gül fidanı tedarik eyleyip beygirlere
rahmil edip Südde-i Saadetime gönderesin, ihmal ve müsaheleden hazer eyleyesin"
denilmektedir. Altınay, s.20. 13 Zilhicce 1001 / 10 Eylül i593 tarihinde Edirne kadısına ve
Edirne bostan cı başı sına gönderilen bir başka hükümde de, "Südde-i sa 'adetimde Hassa
bağçeleriçün kadimden gönderildiği üzere dörtyüz kantar kırmızı gül ve üçyüz kantar sakız
İzzet Sak
150

Çok değişik türleri üretilen tezyinat güllerine genellikle Arapça veya


Farsça isimler veriliyordu: Gül-i sadberg42 (Yüz yapraklı gül), Gül-i dına
(Güzel gül), Gül-i ziba (Süslü gül), Verd-i handan (Gülen gül) ve Verd-i
Muhammedi (Peygamber gü1ü) bunlardan sadece birkaçı idi43• Bu çiçekler
sarayın bahçelerinde de yetiştiriliyordu. Mesela metni verilen 1154 senesi
Muharremine ait listede, ekstradan ortaya çıkan harcamalar arasında, 29
Muharrem 1154 tarihinde Şehzadebaşı'ndaki konağın bahçesi için her biri
80'er akçeden olmak üzere 37 adet sadberg gülü dağarı (çanak, çömlek)
alınması, bu çiçeklerin saray bahçelerinde de üretildiğinin bir göstergesidir.
Saray bahçelerinde güllerin yanı sıra sümbüller de yetiştiriliyordu.
Hassa bahçelerde yetiştirilen bu çiçeğin de büyük önem arz ettiği ve bu
sebeple çeşitli yerlerden sümbül soğanı istendiği görülmektedir44.
Osmanlı toplumunda yetiştirilen önemli çiçeklerden biri de, milli
çiçeklerimizarasında sayılan karanfildi. Karanfilin pek çok değişik türü elde
edildiği gibi Avrupa'da bile bu kadar çeşidi olmayan bu çiçeğe, çok güzel
isimler de verilmişti45. Eski çiçek meraklılarının "Hayal-i meram, Ruh-ı

gülü fidanı gönderilmesin emr idüb buyurdum ki, vusul buldukda emr-i celflü'l-kadrim
mucibince kadimden gönderildiği üzere dörtyüz kantar kırmızı gül ve üçyüz kantar sakız gülü
fidanı mu'accelen tedarik olub vakt ve zamanı ile kira davarlarına tahmU olunub südde-i
sa'adetime gönderesin ihmal ve müsahele eylemeyesin" diye emrediImiştir. Baytop, s.5.
42 GüI-i sadberg, yüz yapraklı güI demek oIup Okka gü1ü, Has güI, Hokka güIü, ReçeI güIü,
Sadberg güIü veya verd-i sad-berg gibi değişik isimIerle de anıImaktadır. Bu güI iIkbahar ve
sonbaharda oImak üzere ylIda iki defa açar. İki metre kadar yükselebiIen güIün çiçekIeri
katmerli, pembe renkli ve kuvvetli kokuIudur. Osmanlı döneminde büyük bir beğeneni
kazanmış oIup güI suyu ve güI reçeIi hazırlanmasında kullanıImıştır. Baytop, s.74. Bu güIün
menşei Anadolu oIup uIema ve fuzaIa tarafından dahi pek ehemmiye;li teIakki ediImiştir.
MeseIa 1000 tarihine doğru geIen "Künhü'I-Ahbar" sahibi Defterdar AIi Efendi kendisinin
yüz adet şiirini ihtiva eden divançesine "Gü1-i Sad-berg" adını verdiği gibi ŞeyhüIisIam
Bostan-zade Yahya Efendi de kendi teIif ettiği bir risaIesine aynı ~ekiIde "Gü1-i Sad-berg"
adını koymuştur. N. Hikmet PoIat, Türk Çiçek Ve Ziraat Kültürü Uzerine, Cevat Rüştü 'den
Bir Güldeste, IstanbuI 2001, s.120. Ayrıca bu çiçek hakkında biIgi için bkz. PoIat, S.121.
43 Baytop, s.5. Güller hakkında daha geniş biIgi için bkz. PoIat, s.111-146. ..
44 MeseIa 18 Rebiyülahir 987 / 14 Haziran 1579 tarihinde Haleb'e tabi' Uzeyir beyine
gönderilen bir hükümde: "Bahçeleri m mühimmi için 500 bin adet sünbül soğanı lazım
olmağın, tahsil içün Hassa Bahçeleri 'm Oda Başııarı'ndan Korkut Odabaşı irsal olunmuşdur.
Buyurdum ki, vardıkda teahhür etmeyip civar-ı mezburda bulunan mahallerde gayet
alasından 500 bin adet sünbül soğanların tahsU edip, mezbur Odabaşıya teslim etdirip,
eğlendirmeyip emr olunan mikdarı soğanlar ile ber-vech-i isti'cfıl irsal etmek üzere olasın. Bu
Mbda Haleb Defterdarı 'na dahi masraf için lazım olan akçayı Haleb hazinesinden veresin"
diye emr oIunmuştur. AItınay, s.1l. Ayrıca 13 Muharrem 1001 /20 Ekim 1592 tarihinde
Maraş beyine gönderiIen bir başka ferman iIe de Has bahçede sümbüI soğanı azaImış olmakla,
Maraş'ın dağ ve yayIaIarı sümbüI yeri oIduğundan ellişer bin ak sümbüI ve gök sümbüI
soğanIarı yollanması istenmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri, C.69, Sıra
no: 177,S.89.
45 MeseIa beyazIardan ikisine "NGr-1 sefid ve Necm-i se her" deniIdiği gibi şeker renkli
beyazIardan ikisine de "Bedr-i bahar ve NGr-1güIşen" adı veriImişti. BunIardan başka "Cihan-
feza, EImaspare, Tasvir-i güIşen, Bedr-i münir, GüIçin-i cedid, RG-yı niyaz, Kayser-i şems,
GüIzar, Gümüş fincan, Gülçin, Kapueı alı, Kırçıl aI, Kumkapı alı, FideIi IeyIak, Pertev-i
elmas, Karanfil, Tasvir-i hayal, Tasvir-i aşk, HayaI-i meram, DiI-ara, Şems-i kudred, Şevkoi
mücessem, Aşk-ı mücessem ve NGr-1 mücessem" gibi daha pek çok isim bunIar arasındadır.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
151

gülren, Şem'-i münir, Mahitab-ı cedid, Mağribi, Mihr-i münir, Nakş-ı riyaz,
Aşk-ı mücessem ve Tasvir-i aşk" gibi isimler verdikleri karanfil, Garp'ta saf
ve şiddetli bir aşkı temsil ediyordu46•
Yukarıda ifade edildiği gibi 17. ve bilhassa 18. yüzyılda, Osmanlı
Devleti'nde değişik çiçeklerin yetiştirilmesine büyük önem verilmişti.
Bunların en önemlisi bilindiği gibi laledir. Osmanlı tarihinde kendi ismiyle
koca bir devir açan bu milli çiçeğin tarihi ve menşei hakkında oldukça ihtilaf
vardır. Bazıları bu çiçeğin asıl vatanını güney Avrupa ve Asya olarak
gösterirken, bazıları da İran olduğunu söylerler. Şurası açıktır ki, bu çiçek
Garp, Avrupa çiçeği olmaktan ziyade bir Şark çiçeğidir. Hele tarihimizdeki
hususiyeti hasebiyle bu çiçek büyük bir merakla yetiştirilmiş, birçok türleri
elde edilmiştir47•
Osmanlı döneminde lale, İstanbul'a IV. Mehmed zamanında Avusturya
sefiri Schmith Fon Schvarnhorn tarafından getirilmişti. Daha evvel de IV.
Murad'ın Bağdat seferi dönüşünde müverrih Koca Hasan Efendi vasıtasıyla
temin edilmişti. Lale Devri 'nde Damat İbrahim Paşa çiçekleri çok
sevdiğinden lalenin yayılmasına son derece gayret etmişti. O derecede ki,
Hollanda'dan getirilen laleye "Lü'lü-i erzak" adı verilmiş ve İbrahim Paşa
bu laleden yetiştirenlere mükafatlar dahi vaad eylemişti. Bu lale türü daha
çok çırağan ve Neşatabad bahçelerinde yetiştirilir ve o kadar özen
gösterilirdi ki, hava sıcak olduğu zamanlar renkleri uçmasın diye üzerine
beyaz örtüler bile örtülürdü48•
Lale, III. Ahmed devrinde çiçek sevenlerin zevkleri arasında özel bir
yere sahipti. Hiçbir çiçek, hiçbir zaman bu kadar çok sevilmemiş, bu kadar
çok yüceltilmemişti. Lale bu devirde o kadar çok sevilmişti ki, ayrı bir lale
edebiyatı vücuda getirilmişti49. Bunun yanında karanfilde olduğu gibi lalenin
de pek çok çeşidi yetiştirilmiş ve bu çiçeğe de çok değişik isimler
verilmiştiso. Osmanlı döneminde pek çok değişik çiçeğin yetiştirilmesi ve
bunlara çok güzel isimler bulunarak verilmesi, Osmanlı halkının ve bilhassa
saray mensuplarının çiçeklerden hoşlanan ince bir ruha sahip olduğunun
göstergesidir.

Polat, s.62-63.
46 Polat, S.55.
47 Polat, s .73.

48 Polat, s.74. Aynı bilgi s.89'da da bulunmaktadır.


49 Polat, s.67.

50 Liile isimleri için aynca bir lugatçe bile yapılmıştı. Mesela yalnız "elir' harfi ile başla)'an
lale isimleri arasında bile yüzlerce isim bulunmaktadır. Bunlardan bazılan şunlardı: "Ab-ı
kevser, ~b-ı yakGt, EııG'I-feyz, Eq,r-i hGban, Ateş-i aşk, Ateş-i şevk, Asar-ı. ikbal, Asar-ı
meram, Asar-ı saadet, Asar-ı izzet, Asar-ı inayet, Ecmel-i ezhar, Ahter-i bahiir, Ihsan-ı kudret,
İhsan-ı vedGd, İhsan-ı Yezdan, İhsan-ı Barl, Esrar-ı Yezdan, Esrar-ı İlahi, Esrar-ı tecelli,
Esrar-ı ~ak, Aşüfte-ni\ma,Aşüfte-di\, Aşüfte-i elmas, Afitab-ı çemen, Afitab-ı gü)zar, İkbal-i
saadet, Ikslr-i kud!et, Iksır-i inaYf:t, Imdad-ı rı1h~nı, Envar-ı ir~m, Envar-ı fey~, Ah-ı üftade,
Aksa-yı meram, AşGb-1 gülzar, AşGb-1 devran, Ikram-ı Hak, Ihsan-ı Hüda, Ayine-i gülşen,
Ayine-i Cemal". Polat, s.63-64.
İzzet Sak
152

Listelerin Değerlendirilmesi
Yukarıda verilen ön bilgilerden sonra artık listeleri incelemeye
geçebiliriz. Bu çalışma Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde (BOA) bulunan 18.
yüzyıla aİt iki ayrı listeye dayanılarak hazırlanmıştır. Bunlar, birincisi
Cevdet Saray, no. 2608'da kayıtlı olan 1-30 Muharrem 1154 (19 Mart-17
Nisan 1741), ikincisi de Cevdet Saray, no. 2354'de kayıtlı 1-30 Ramazan
1158 (27 Eylül-16 Ekim 1745) tarihli Osmanlı sarayının birer aylık meyve
ve çiçek masraflarının kaydedildiği listeleridir.
Önce, her iki listenin ortak özellikleri hakkında bilgi verelim. Öyle
anlaşılıyor ki, Osmanlı sarayına alınan meyve ve çiçeklerin masraf kayıtları
birer aylık dönemler halinde düzenlenmektedir. Belgeler üç ana bölümden
oluşmuştur. Belgelerin birinci bölümünde o ay içerisinde saraya alınan
meyve ve çiçeklerin mutad günlük dökümleri yapılmıştır. Ayların 1'inden
30'una kadar olan günler sırasıyla kaydedilerek her gün saraya ne kadar
meyve ve çiçek alındığı, bunların birim fiyatları ve hammaliyeleri de
kaydedilmiştir. Bu bölümün sonunda ise sarayın bir aylık mutad meyve ve
çiçek masrafının yekunu akçe ve guruş olarak verilmiştir.
Belgelerin ikinci bölümünde ise zuhurata bağlı olarak ortaya çıkan
meyve ve çiçek masraflarının kaydedildiği görülmektedir. Burada, her gün
olmamakla birlikte, bazı günler ekstradan ortaya çıkan masraflar
kaydedilmiştir. Genellikle bazı özel günlerde şeyhülislama, hazınedara,
darüssaade ağasına, padişah kadınlarına ve sarayın önemli görevlilerine
gönderilen meyve ve çiçeklerin dökümleri burada yapılmıştır. Biraz sonra
ayrıca değerlendirileceği gibi, nevruz ve arıfe günlerinde hem sarayın ileri
gelenlerine hem de padişahın yakını olan sultan hazeratına gönderilen meyve
ve çiçeklerin dökümleri de buradadır. Bütün bunların yanında, İstanbul'da
bulunan çeşİtli devletlerin elçilerine gönderilen meyve ve çiçeklerin
masrafları da buraya kaydedilmiştir.
Bu bölümün sonunda ise sarayın zuhurata bağlı olarak ortaya çıkan
meyve ve çiçek masrafları, bunların hammaliyeleri ile taşıma ücretleri de
(' akkama verilen) yine burada yekun olarak verilmiştir. Bu bölümün en
sonunda ise günlük mutad masraflar ile zuhurata bağlı olarak ortaya çıkan
masraflar toplanarak kaydedilmiştir.
Belgelerin üçüncü bölümünde ise hazınedar ağaya hitaben yazılan bir
not bulunmaktadır ki, genellikle o aya aİt meyve ve çiçek masrafının ne
kadar tuttuğu izah edildikten sonra bunun hazineden ödenerek masraf
defterine kaydedilmesi istenmiştir.
Listelerde verilen meyve sepetleri ile çiçek tablalarının içinde nelerin
bulunduğunun kaydedilmemiş olması, araştırmanın kapsamı bakımından bir
eksiklik sayılabilir. Ancak yukarıda verilen bilgiler ışığında, bu sepetlerin ve
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
153

tablaların içinde nelerin bulunabileceği hakkında çeşitli tahminler yürütmek


mümkündür. Mesela birinci listenin aİt olduğu dönem (19 Mart-l7 Nisan
1741) kış mevsiminin henüz bittiği ve ilkbaharın da yeni başladığı bir zaman
dilimine rastlaması itibarıyla, yaş meyvenin oldukça zor bulunduğu bir
dönemdir. Ancak yine de bu sepetlerin içinde elma, armut, ayva, ekşi ve tatlı
nar, kestane gibi kıştan kalan ve uzun süre dayanabilen meyvelerin yanında,
bu mevsimde kolayca bulunabilen portakal ve turunç gibi meyvelerin de
olduğu tahmin edilebilir. Bununla birlikte, yaş meyvelerin yanı sıra kuru
meyvelerin bulunması ihtimali de yüksektir. İkinci listenin aİt olduğu dönem
ise (27 Eylül-26 Ekim 1745) sonbahar mevsimi olması hasebiyle satın alınan
meyve sepetlerinin içinde daha çok üzüm çeşitleri ile elma ve armut gibi
meyvelerin olduğu düşünülebilir.
Her iki listede verilen çiçek tablalarında bulunan çiçekleri tahmin etmek
ise belki biraz da kolayolacaktır. Çünkü verilen listelerde çiçekler hakkında
herhangi bir bilgi bulunmamasına rağmen, iki listenin de Lale Devri'nin
hemen akabinden gelen bir döneme ait olması hasebiyle, çiçek tablasında
çok değişik çiçeklerin bulunması ve bunlar arasında bilhassa lalelerin
oldukça önemli bir yer tutması kuvvetle muhtemeldir. Tabii ki, bu tablaların
fiyatlarına bakıldığında 480 akçe gibi yüksek bir rakam göze çarpmaktadır.
Bu da, bu dönemde, Osmanlı Devleti'nde çiçek yetiştiriciliğinin önemli bir
geçim kaynağı olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu bilgileri verdikten sonra şimdi de belgelerin içeriklerini
değerlendirmeye geçebiliriz. Burada her iki belgenin içeriği birbirinden
bağımsız olarak incelenecektir.
1-30 Muharrem 1154 tarihine iiit olan birinci listede, 1 Muharrem
Cumartesi51 gününden başlamak üzere otuz günlük meyve ve çiçek masrafı
kaydedilmiştir. Buna göre Osmanlı sarayına her gün 51 sepet meyve52 ve
Pazartesi ile Cuma günleri olmak üzere haftada iki gün üçer tabla53 da şükGfe
(çiçek) alınmıştır. 1154 senesi Muharrem ayında saraya mutad olarak alınan
toplam meyve miktarı 1530 sepettir. Bu sepetlerin birim fiyatı ise 45 akçedir.
Buna göre sarayın bir aylık mutad meyve masrafı 68.850 akçe olarak
kaydedilmiştir. Sarayın otuz günlük çiçek tüketimi ise 24 tabla, birim fiyatı
da 480 akçe olup toplam miktar 11.520 akçe olarak verilmiştir. Tabii ki, bu

51 Bütün tarih çevirme kılavuzlarında 1 Muharrem i154 tarihi, Pazar olarak verilmesine
rağmen, burada Cumartesi olarak kaydedilmiştir. Bunun sebebinin ise, listenin sonradan
düzenlendiği ve katip tarafından günün sehven Cumartesi olarak yazıldığı tahmin
edilmektedir.
52 Listelerde sepetlerin ağırlığıhakkında bilgi verilmediği gibi bu sepetlerin içinde hangi
meyvelerin olduğu hakkında da bir şeyden bahsedilmemiştir. Ayrıca burada kullanılan sepet
hakkında bilgi veren herhangi bir kaynağa da rastlayamadık.
53 Çiçek tablası hakkında da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak fiyatının 480 akçe
gibi çok yüksek bir rakam olmasından, içerisinde değişik çiçeklerden meydana gelen bir
aranjman olduğu tahmin edilmektedir.
İzzet Sak
154

meyve ve çiçeklerin bir de taşıma ve hammaliyesi olacaktır. Bu kaleme


giden masraf ise toplam 407 kişilik işçi grubuna kişi başına 15'er akçeden
6.105 akçe ödenmiştir. Böylece sarayın 'aylık mutfid meyve, çiçek ve
hammaliye' masrafı yekıın olarak 86.475 akçeyi bulmuştur. Akçe olarak
verilen masraf, 1 guruş 120 akçe hesabı üzere, guruşa çevrilmek suretiyle
verilmiş ve sarayın bir aylık mutfid meyve ve çiçek masrafı 720,5 guruş
olarak hesaplanmıştır.
1154 senesi Muharremine ait listenin zuhıırata bağlı olarak ortaya çıkan
ekstra harcamalarına gelince: Bu bölümde yapılan harcamaları iki ana başlık
altında değerlendirmek mümkündür. Birinci grubu tek tek şahıslara
gönderilen meyve ve çiçek masrafları oluştururken, ikinci grubu ise özel
günlerde toplu halde alınan meyve ve çiçek masrafları meydana
getirmektedir.
Buna göre; 1 Muharrem 1154 günü Hazınedar Ağa'ya Mehter Mehmed
yediyle 12 sepet dökme meyve ve 1 tabla da çiçek alınmıştır. Dökme
meyvenin sepeti 70 akçe ve çiçeğin tablası da 480 akçe olduğuna göre,
Hazınedar Ağa için alınan meyvenin ücreti 840, çiçeğin ücreti de 480 akçe
olup toplam masraf 1.320 akçeyi buhnuştur.
2 Muharrem 1154 tarihinde şeyhülislam54 için alınan meyve ve çiçeğe
ise bundan çok daha fazlasının ödendiği görülmektedir. Şeyhülislam için 40
sepet dökme meyve, 5 tabla da çiçek satın alınmıştır. Buna göre meyve için
2.800 akçe, çiçek için de 2.400 akçe ki, toplam 5.200 akçe ödenmiştir.
5 Muharrem 1154 tarihinde yeni Fransa elçisi İstanbul'a geldiğinde
Galata'ya 40 sepet dökme meyve ile (2.800 akçe) 5 tabla çiçek (2.400 akçe)
gönderilmiş, bunların taşınması için 15 adet 'akkamına 45'erden 675 akçe ve
6 adet kayığına da kayık başına 60'ar akçe olmak üzere 360 akçe ödenmiştir.
Böylece İstanbul'a yeni gelen Fransa elçisi için harcanan miktar 6.235
akçeyi bulmuştur.
12 Muharrem 1154 tarihinde ise, hem İstanbul'da bulunan İran elçisine
hem de Moskov elçisi Galata'ya geldiği günün ertesinde gönderilen meyve
ve çiçek masrafı verilmiştir. Her iki ülkenin elçilerineAO'ar sepetten 80 sepet

54 Bu tarihlerde şeyhülislam Şeyh Seyyid Mustafa Efendi idi. II. Mustafa'nın hocası ve
şeyhülislamı Erzurumlu Seyyid Feyzuııah Efendi'nin oğlu olup 1090 i 1679'da doğmuştur.
Babasının şeyhülislamlığı sırasında süratle yükselerek 1114 i 1702 senesinde 24 yaşında
Anadolu kazaskeri olmuş ve hemen arkasından da Rumeli kazaskerliğine yükselmiştir. Edirne
vak'ası ve babasının katledilmesi üzerine Mustafa Efendi de, bir müddet Yedikule'de
hapsedildikten sonra, Kıbrıs adasına sürgün edildi ve sonra Bursa'da oturmasına izin verildi.
III. Ahmed'in saltanatı müddetince 28 sene Bursa'da kaldı. i. Mahmud hükümdar olunca
İstanbul'a getirildi ve 12 Safer 1145 i 16 Ağustos 1733'de Rumeli kazaskerliğine tayin
olundu. Dürrı Mehmed Efendi 'nin hastalığı dolayısıyla çekilmesi üzerine,I Zilhicce 1145 i
15 Mayıs 1733'de, şeyhülislam oldu. 9 sene 3 ay bu makarnda kaldı. Son zamanlarında felç
gelmesine rağmen görevde bırakıldı ve 1158 senesi Muharremi sonunda (1745 Şubat) vefat
etti. İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.IV~2, Ankara 1988, s.472-473.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
155

dökme meyve (5.600 akçe) ve 8'er tabladan 16 tabla (7.680 akçe) çiçek
gönderilmiştir. Tabii' ki, Galata'ya gidecek olan meyve ve çiçekler için
'akkam ve kayık ücreti de ödenmiştir. 'Akkam başına 45'er akçeden olmak
üzere her elçi için 18' erden toplam 36 'akkama 1.620, her bir kayık için
70'er akçeden olmak üzere 6'şardan 12 kayık için 840 akçe de bu hesaba
dahil edilecek olursa, her iki elçi için gönderilen meyve ve çiçeğe toplam
15.860 akçe harcanmıştır.
Yine 12 Muharrem 1154 tarihinde Şehzadebaşı konağı için alınan 16
sepet dökme meyve için 1.120 akçe, 2 tabla çiçek için de 960 akçe olmak
üzere toplam 2.080 akçe harcandığı görülmektedir.
İlkinden sekiz gün sonra, 20 Muharrem 1154 tarihinde, İran elçisine bir
defa daha 40 sepet dökme meyve (2.800 akçe) ile 8 tabla çiçek (3.840 akçe)
gönderilmiştir. Bu ürünler için ise yine yukarıda olduğu gibi 18 'akkam için
45'er akçeden 810 akçe ve ayrıca 6 kayık için de 60'ar akçeden 360 akçe
olmak üzere toplam 7.810 akçe masraf yapılmıştır.
Ekstradan ortaya çıkan bir başka harcama kalemi de, 29 Muharrem
1154 tarihinde Şehzadebaşı'ndaki konağa yapılanıdır. Buna göre, bu konağa
meyve ve çiçek yerine konağın bahçesine çeşitli çiçek çanakları alınmıştır.
Konağın şehzade bahçesi için her biri 80'er akçeden 37 adet sadberg gülü
dağarı için 2.960 akçe; konağın kapısında olan harem bahçesi için her biri
18'er akçeden 20 adet şebboy dağarı için 360 akçe, her biri 6'şar akçeden 60
adet herdi menekşe dağarı ile 40 adet Frenk batiyesi dağarı için toplam 600
akçe ki, yekun olarak 4.400 akçe harcanmıştır. Şehzadebaşı'ndaki konağın
bahçesine alınan çiçek çanağı masraflarının da buraya kaydedilmesi ilginçtir.
Yukarıda saydığımız masraflardan ayrı olarak, özel günlerde padişaha
ve diğer ileri gelenlere toplu halde alınan meyve ve çiçeklerin masrafları da
küçük listeler halinde bu bölümde verilmiştir. Burada üç ayrı günde yapılan
harcamalar çok ilgi çekicidir. Bunlar 4 Muharrem, 19 Muharrem ve 23
Muharrem 1154 tarihinde yapılan harcamalardır. 4 Muharrem günü, 21 Mart
1741'e tesadüf etmektedir ki, bilindiği gibi 21 Mart, Nevruz'dur. Bu günde
padişahın kendisine, darüssaade ağasınass, padişahın başkadınına, ikinci,
üçüncü, dördüncü ve beşinci kadınlarına meyve ve çiçekler alınarak
gönderilmiştir6• Ayrıca kendisine meyve ve çiçek gönderilenler arasında

55 Bilindiği gibi diirüssaiide ağası Osmanlı sarayının en büyük görevlilerinden biri olup
Enderon kısmının da sorumlusu idi. Derecesi sadrazam ve şeyhülisliimdan sonra gelirdi. Asıl
vazifesi sarayın kadınlara iiit olan harem-i hümiiyGn kısmına neziiretti. Kendisi siyah hadım
ağalanndan olduğu gibi emri altında haremin hizmetinde kullanılan diğer siyah hadım ağaları
vardı. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, C.I, İstanbul 1983,
s.400.
56 Hatundan bozma olarak "kadın" unvanı verilenler, padişahın zevceleri sayılırlardı. Bunların
adedi dört ve bazen altı ve yedi kadar olurdu; kadınlar kıdem sırasına göre başkadın, ikinci
kadın, üçüncü kadın vs. diye anılırlardı; en itibarııları başkadındı. Kadınların içinden en
sevgili olanlara ve çocuk doğuranlara Haseki denirdi. i. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı
İzzet Sak
156

S8
sarayın önde gelen görevlilerinden olan kethüda kadıns7, hazinedar usta ,
hazinedar-ı şehriyari lalası, oda lalası, başkapı gulamıS9, yazıcı efendi,
kethüda-yı teberdaran60, darüssaade ağası kahvecibaşısı, hazinedar
kahvecibaşısı ve vekil-i harc-ı teberdaran da bulunmaktadır. İlginç olan
husus, Nevruz günü Osmanlı sarayında bulunan önemli kimselere meyve ve
çiçek gönderilmesidir. Günümüzde bazı grupların sahiplenerek olaylar
çıkardıkları Nevruz günü, Osmanlı sarayında özel günler arasında sayılarak,
tebrikleşmeler için çiçekler gönderilmesi, bu günün çok eskiden beri Türkler
arasında önemli günlerden addedilerek bayram gibi kutlandığının bir
göstergesidir.
İkinci önemli gün ise 19 Muharrem 1154 tarihidir ki, padişahın Topkapı
Sarayı'na göç-i hümayunlarının olduğu gündür. Yine bu günde de, padişaha
ve yukarıda saydığımız saray ileri gelenlerine hediye olarak meyve ve çiçek
alınmıştır. Topluca meyve ve çiçek alınan bir diğer tarih ise 23 Muharrem
l154'dür. Ancak, tarihin altında bulunan yazının tahrip olmasından dolayı,
padişaha ve bütün saray ileri gelenlerine meyve ve çiçek alınan bu günün ne
anlama geldiği anlaşılamamıştır.
Toplu yapılan alımlarda sarayın ileri gelenlerinin statüsüne göre meyve
ve çiçek gönderiliyordu. Mesela padişaha 6 tabla; darüssaade ağasına 5;
başkadına 3; ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci kadın ile kethüda kadın,
hazinedar usta ve hazinedar-ı şehriyari lalasına 2'şer tabla; oda lalası,
başkapu gulamı, yazıcı efendi, kethüda-yı teberdaran, darüssaade
kahvecibaşısı, hazinedar kahvecibaşısı ve vekil-i harc-ı teberdarana da 1'er
tabla çiçek gönderilmiştir. Aynı şekilde alınan meyvelerde de statünün
önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü padişah, darüssaade ağası ve
başkadına fiyatı daha yüksek olan dökme meyve alınırken, diğerlerine fiyatı
daha düşük olan meyve alınmıştır. Dökme meyve sepetinin veya meyve

Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara 1984, S.148.


57 Kahya kadın da denilen kethüda kadın, sarayda bulunan kızların terbiyesine ve usı1le
muhalif harekette bulunmamalarına dikkat eder ve öğretirdi. Kahya kadın, bütün cariyelerin
amiridir; bunun amiriik alameti olarak elinde gümüş kaplı bir deynek ile hünkar dairesindeki
muhtelif eşyayı mühürlernek için yanında mühr-i hümayfin vardır; padişahın kadınları bile
ona riayet gösterirlerdi. Uzunçarşılı, Saray Teşkilô.tı, s.150.
5& Kahya kadının muavinine hazinedar usta derlerdi. Bu usta, hükümdarın elbiselerine ve
harem-i hümayfin levazımatına bakar, göçlerde saray kadınlarına refakat ve nezaret ederdi.
Uzunçarşılı, Saray Teşkilô.tı, s.150. Ayrıca "hazınedar kalfa" da denen bu cariyeler padişahı
giydirip kuşatmak, yatırıp kaldırmak gibi hususı hizmetle de mükelleftiler. Padişah
cariyelerinden istediğini, daha doğrusu hoşlandığını hazınedarlığa tayin ederdi. Sayıları on
beşi geçmeyen bu hizmetlilerin ikametgahıarı da padişahın yatak adasının yakınında olup,
~eceleri yatak odasının kapısında nöbet beklerlerdi. Pakalın, c.ı, s.786.
Başkapu gulamlığı, sarayın önemli görevlilerinden biri olup zenci hadım ağalarına mahsus
bir görev idi ve saraya alınan zenci hadım ağalarının defterlerini tutarlardı. Pakalın, C.l, s .165.
00 Teber balta demek olup teberdaran da baltacılar demektir. Padişah sarayının dış
hizmetlerinde kullanılan bir kısım hizmetlilerine baltacılar denilmekte idi. Bu ocağın en
büyük zabitine de "kethüda-yı teberdariin" denilirdi. Pakalın, C.ı, 5.154 ; Uzunçarşılı, Saray
Teşkilô.tı, 5.435-438.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
157

sepetinin içinde ne olduğu kaydedilmemişse de, neredeyse iki katına


yaklaşan aralarındaki fiyat farkından, dökme meyve sepetinin diğerinden
oldukça farklı olduğu ve kaliteli meyvelerden oluştuğu kolayca tahmin
edilebilir. Tabii ki, padişah, darüssaade ağası ve başkadına alınan dökme
meyve sepetinin sayıları da farklıdır. Padişaha 60, darüssaade ağasına 50,
başkadına da 30 sepet dökme meyve alınmıştır. Yukarıda çiçek alımında
gördüğümüz uygulama, burada da aynı şekilde gerçekleştirilmiş ve saray
halkına statülerine göre meyve alınmıştır. İkinci, üçüncü, dördüncü, beşinci
kadın ile kethüda kadın ve hazinedar ustaya 25' şer sepet meyve alındığı
görülmektedir. Yalnız burada farklı bir uygulamaya tabi tutulan hazinedar-ı
şehriyari lalasıdır ki, kendisine 20 sepet dökme meyve alınmıştır. Bu farklı
uygulamanın sebebi anlaşılamamıştır. Oda lalası, başkapu gulamı, yazıcı
efendi, kethüda-yı teberdaran, darüssaade kahvecibaşısı, hazinedar
kahvecibaşısı ve vekil-i harc-ı teberdarana da ıo'ar sepet meyve alındığı
görülmektedir. Böylece sarayın ileri gelenlerine bu üç özel günde toplam
35'er tabla çiçek, no' şer sepet meyve ve 160'ar sepet de dökme meyve
alındığı görülmektedir.
Buna göre 1154 senesi Muharremi içerisinde, Osmanlı padişahının
sarayına, günlük harcamaların dışında, zuhilrata bağlı olarak ekstradan 708
sepet dökme meyve (49.560 akçe), 660 sepet meyve-i mütenevvi'a (29.700
akçe) ve 142 tabla da çiçek (68.160 akçe) girmiştir. Bu ürünlerin taşınması
için 'akkam, hammaliye ve kayık masrafı olarak da 6.225 akçe harcanmıştır.
Yapılan diğer harcamalarla birlikte sarayın bu ayki ekstra meyve ve çiçek
masrafı 162.590 akçeyi, yani 1.354,5 guruşu bulmuştur. Sarayın günlük
mutad ve olağanüstü durumlarda alınan meyve ve çiçek masrafının toplamı
ise 249.065 akçe olup bu da 2.075 guruş etmiştir. Bunun 75 guruşu tenzil
edilmiş ve geriye kalan 2.000 guruşunun hazineden ödenmesi için hazınedar
ağaya gereken talimat verilmiştir.
Listenin sonunda ise 1154 senesi Muharrem ayının yevmiye mutad
meyve ve çiçek masrafı ile zuhurata bağlı olarak ortaya çıkan masrafları
guruş olarak verildikten sonra, ne kadarının tenzil edildiği ve ne kadarının da
hazıneden ödenmesi gerektiği, ayrıca bunun padişahın onayından geçtiği,
hazinedara yazılan bir yazı ile bildirilmiştir.
Birinci listeye oranla çok daha muhtasar olan ikinci liste ise 1158
senesi Ramazanına ait (27 Eylül-26 Ekim 1745) sarayın bir aylık meyve ve
çiçek masraflarını içermektedir. Listeye kaydedilen harcamalar, birinci
belgede olduğu gibi, günlük mutad harcamalar ve ay içinde zuhilrata bağlı
olarak ortaya çıkan masraflar şeklinde iki başlık halinde değerlendirmeye
tabi tutulacaktır.
1 Ramazan Pazartesi günü başlayıp 30 Ramazan Salı günü sona eren
listede saray için günlük mutad alınan meyve ve çiçeğin miktar ve fiyatının,
İzzet Sak
158

birinci listeden neredeyse dört buçuk yıl sonraya ait olmasına rağmen,
değişmediği görülmektedir. Buna göre saraya yine her gün 51 sepet meyve
ve Pazartesi ile Cuma günleri olmak üzere haftada iki gün 3' er tabla çiçek
alınmıştır. Bu ay içinde saraya alınan meyve miktarı 1530 sepet olup sepeti
45'er akçeden 68.850 akçe; çiçek miktarı 27 tabla olup tablası 480 akçeder:
12.960 akçe; hammaliye olarak da 409 kişiye 15'er akçeden 6.135 akçe
olmak üzere toplam 87.945 akçe ödenmiş, bu da 733 guruş 15 akçe etmiştir.
. i
1158 senesi Ramazan ayı ile 1154 senesi Muharrem ayında yapılan
günlük mutad harcamalar karşılaştırıldığında çok fazla bir farklılık ~rz
etmediği görülür. Her iki ayda da meyve için harcanan paranın aynı oldugu,
çiçek için harcanan paranın ise yalmzca 1.470 akçe fark ettiği görülecektir.
Bunun da, 1158 senesi Ramazamnda fazladan alınan 3 tabla çiçek ve 2 adet
işçi ücretinden kaynaklandığı ortaya çıkmaktadır.
1158 senesi Ramazamnda zuhurata bağlı olarak ortaya çıkan
harcamalara gelince:
Burada verilen masraf kalemleri 3 ayrı günde yapılan harcamaları ihtiva
etmektedir. Birincisi 5 Ramazan gününe ait olup padişahın Ağa Camii'ne
vardığı gün telhisci ağa marifetiyle saraya gönderilen meyve ve çiçekleri
içermektedir. Burada padişaha 80 sepet dökme meyve ve 8 tabla çiçek;
darüssaade ağasına 50 sepet dökme meyve ve 5 tabla çiçek; hazinedara da 20
sepet dökme meyve ile 2 tabla çiçek gönderildi ği kaydedilmiştir.
Zuhurata bağlı olarak ortaya çıkan ikinci harcama kalemi ise 12
Ramazan 1158 (8 Ekim 1745) tarihine aittir. Bu gün yapılan harcamaların
sebebinin ise, göç-i hümayunun Topkapusundan saray-ı hümayuna gelmesi
olarak ifade edilmiştir. Birinci belgede padişahın 19 Muharrem 1154 (6
Nisan 1741) günü Topkapusuna göçtükleri ifade edilmiş ve sarayın ileri
gelenlerine meyve ve çiçekler gönderildiği daha önce gösterilmişti. Öyle
anlaşılıyor ki, padişah bahar mevsimi geldiğinde Topkapı Sarayı'na, güz
gelince de saray-ı hümayuna göçmektedir61. Her iki göç esnasında sarayın
ileri gelen görevlileri ile padişahın kadınlarına meyve ve çiçekler
gönderilmiştir.
Toplu yapılan alımlarda kimlere ne kadar meyve ve çiçek gönderildiği
birinci belgede verilenlerle aym olduğu için burada tekrarlamaya lüzum
görülmemiştir. Ancak yalnızca padişaha alınanlarda birinci listede
verilenlerden farklı olarak 2 tabla çiçek ve 20 sepet dökme meyvenin fazla
alındığı görülmektedir. Burada toplam olarak 37 tabla çiçek, 220 sepet
meyve ve 180 sepet de dökme meyve alınmıştır.

6\Burada "saray-ı hümaylin" ile kastedilen yerin neresi olduğu açık değildir. Ancak, 17. ve
18. yüzyıllarda padişahların genellikle Edirne'de oturmalarından dolayı, bu sarayın Edirne
Sarayı olma ihtimalinin yanında, İstanbul'daki Eski Sarayolma ihtimali de vardır.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı 159

İkinci listenin zuhilrata bağlı olarak ortaya çıkan harcamalarının


kaydedildiği bölümde ilginç olan hususlardan biri de 30 Ramazan 1158
tarihini taşıyan harcama kalemidir ki, bu gün, arife günüdür. Kayıtta bulunan
"ba-ferman-ı 'all arife günü sultan-ı 'allşan hazeratına" ifadesiyle, padişah
emriyle saraya mensup su1tanlara bayram hediyesi olarak meyve ve çiçek
alınarak gönderildiği anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi "Sultan" tabiri padişah
kızlarına verilen bir unvandır. Bu itibarla kendilerine meyve ve çiçek
alınarak gönderilen bu sultanların padişahın kızları olmaları icab eder. 1158 /
1745 tarihinde tahtta bulunan padişah Sultan ı. Mahmud'dur. Ancak bu
padişahın hiç çocuğu olmadığı için, kendilerine çiçek ve meyve gönderilen
sultanların padişah ı. Mahmud'un kız kardeşleri ve amcası Sultan III.
Ahmed'in kızları olduğu an1aşılmaktadır62•

Kendilerine arife gunu bayram hediyesi olarak


meyve ve çiçek gönderilen sultanlar arasında Ayşe Sultan63,
Safiye Sultan64, Zeyneb Sultan65, Küçük Ayşe Sultan66, Saliha

62 M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1985, s.73-96; Ahmet


Akgündüz, Osmanlı 'da Harem, İstanbul 1995, s.334-335.
63 Aynı dönemde yaşayan III. Ahmed'in kızı Ayşe Sultan'dan ayırt etmek için Büyük
lakabıyla anılan Ayşe Sultan, II. Mustafa'nın kızı olup 30 Nisan l696'da doğmuştur. 1703'de
yedi yaşında Köprülü zade Numan Paşa ile nişanlanmalarına rağmen, ancak, Paşa'nın Bosna
valiliği sırasında, 1708 'de evlenebilmişlerdir. Numan Paşa iki sene sonra vezir-i a'zamoldu.
Aynı sene içerisinde azı olunarak değişik görevlerde bulundu ise de 1719 yılında Girit valisi
iken 50 yaşlarında öldü. Dul kalan Ayşe Sultan bir sene sonra Tezkireci İbrahim Paşa ile,
onun da 1722 yılında ölmesi üzerine, Koca Mustafa Paşa ile evlendi (1725). Mustafa Paşa'nın
da 1728 yılında ölümü ile bir daha evlenmedi ve 1752'de vefat edip Yeni Cami Türbesine
defnedildi. Uluçay, s.75-76.
64 Safiye Sultan, II. Mustafa'nın kızlarından olup 1696'da doğdu. Yedi yaşında iken
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın oğlu Ali Paşa ile, 1703'de nişanlanmalarına rağmen,
düğünleri ancak 1710'da yapılabiidi. Safiye Sultan evlendi ği zaman 14 yaşında bulunuyordu
ve Ali Paşa ile 13 yıl mesut bir hayat sürdü. Ali Paşa'nın 1723'de ölümü üzerine dul kaldı.
1726'da Mirza zade Mehmed Paşa ile evlendi. İki sene sonra Mehmed Paşa da öldü. Safiye
Sultan üçüncü defa 1740 yılında Alaiyeli Ebubekir Paşa ile evlendi. 1759 yılında Ebubekir
Paşa'nın ölmesi üzerine yine dul kalan Safiye Sultan, bu sırada 63 yaşında idi ve 1778 yılında,
82 yaşında ölümüne kadar, bir daha evlenmedi. Kanunı Sultan Süleyman Türbesi'nin dışında
gömülüdür. Safiye Sultan ömrü boyunca pek çok vakıf ve hayır eserleri yaptırmıştır. Uluçay,
s.77-78.
65 Sultan III. Ahmed'in kızlarından olan Zeyneb Sultan'ın doğum tarihi belli değildir. Düğünü
1728 yılında kardeşleri Ayşe ve Saliha Sultanlarınki ile birlikte yapılmıştır. Zeyneb Sultan
Sinek ve Küçük lakablarıyla anılan Mustafa Paşa ile evlendi. Evlilik hayatı, Sinek Mustafa
Paşa'nın 1764 yılında ölümüne kadar devam etti. Mustafa Paşa ölünce bir yıl kadar dul kaldı.
1765'de eski derya kaptanlarından Melek Mehmed Paşa ile evlendi. Zeyneb Sultan 12
Muharrem 1188 (25 Mart 1774) tarihinde öldü. 1769 Yılında Alemdar'daki "Ruh-i Sultaniye"
Camiini, mektebini ve sebilini yaptırmıştır. Bugün Zeyneb Sultan Camii olarak anılan bu
camiin bahçesinde yatmaktadır. Uluçay, s.86-87.
66 Küçük Ayşe Sultan, III. Ahmed'in kızlarındandır. Doğum tarihi hususunda ihtilaf varsa da
1715 olarak kabul edilir. Sultan Ahmed, 1728 yılında, 12-13 yaşlarındaevlendirdiği üç
kızının düğününü birlikte yapmıştır. Ayşe Sultan'ı da 13 yaşında, Istanbullu Mehmed Paşa ile
evlendirdi. Ayşe Sultan, Mehmed Paşa'nın 1737'de ölmesi üzerine dul kaldı. 1740'da vezir-i
a'zam TopalOsman Paşa'nın oğlu Ratip Ahmed Paşa ile ikinci defa evlendi. Ratip Paşa'nın
da 1758'de ölümü üzerine ikinci defa dul kaldı. 1758'de kardeşi III. Mustafa tarafından
Tırhala Sancakbeyi Silahdar Mehmed Paşa ile yeniden evlendirildi. 1775'de de vefat etti ve
İzzet Sak
160

Sultan67 ve Esma Sultan'ın68 isimleri sayılmaktadır. Ayşe Sultan (Büyük) ile


Safiye Sultan padişahın kız kardeşleri, diğer dört sultan ise amcası III.
Ahmed'in kızlarıdır. Arife günü kendilerine çiçek gönderilen bu sultanların
bizzat sarayda oturmadıkları, çünkü çoğunun bu tarihte önemli devlet
adamları ile ev li oldukları görülmektedir. Yalnız III. Ahmed' in kızı olan
Safiye Sultan 'ın, bu tarihlerde dulolduğu için, sarayda oturma ihtimali
vardır. Bu itibarla alınan meyve ve çiçeklerin saray dışına bu sultanların
kendi konaklarına gönderildiği tahmin edilmektedir.
Bu sultanların her birine 48'er sepet dökme meyve ve 4'er tabla da
çiçek gönderilmiştir. Toplam olarak 288 sepet dökme meyve ve 24 tabla da
çiçek alınmış olup bunlardan 80 sepet meyve ile 8 tabla çiçeğin masrafı
yeniçeri ağası tarafından, 80 sepet meyve ile 8 tabla çiçeğin masrafı da
Gümrük Emini İshak Ağa tarafından karşılanmıştır. Geri kalan 128 sepet
meyve ile 8 tabla çiçeğin masrafı ise hazineden ödenmiştir.
Arife günü kendisine meyve ve çiçek gönderilen bir başka kişi de
şeyhülislamdır. Bu sırada şeyhülislam Pirizade lakabıyla tanınan Mehmed
Sahib Efendi idi69• Şeyhülislamın konağına 40 sepet dökme meyve (2.800

Yeni Cami haziresine gömüldü. III. Ahmed kızı Ayşe Sultan' a Rami Paşa Sarayı'nı ve
~ahariye yalısını temlik etmiştir. Ayşe Sultan Bahariye yalısı yanındaki arsaları, Ankara ve
ızmit'teki bazı emlakini vakfetmiş ise de nerelere vakfettiği bilinmiyor. Uluçay, S.88.
67 Saliha Sultan, III. Ahmed'in kızlarından olup 1715 yılında doğdu. 1728 yılında Deli
Hüseyin Paşa'nın oğlu Sarı Mustafa Paşa ile evlendi. Sarı Mustafa Paşa'nın 1731 'de ölmesi
üzerine dul kaldı. 1740'da i. Mahmud tarafından Abdi Paşa zade Ali Paşa ile evlendirildi.
Saliha Sultan'ın bu evliliği de kısa sürdü. Ali Paşa 1744'de ölünce, ikinci defa dul kaldı. Bu
seferki bekarlığı 14 sene sürdü. Nihayet kardeşi III. Mustafa hükümdar olunca, dul kalan
diğer kardeşlerini evlendirdiği sırada, 1758'de Saliha Sultan'ı da Ragıp Paşa ile evlendirdi.
Saliha Sultan, Ragıp Paşa'nın üçüncü eşi idi. Ragıp Paşa 61, Sali ha Sultan 44-45 yaşlarında
idi. Sadrazam Ragıp Paşa'nın 1763'de ölmesi üzerine üçüncü defa dul kaldı. III. Mustafa'nın
arzusu üzerine 1764' de eski yeniçeri ağalarından ve kaptan-ı deryalardan Mehmed Paşa ile
evlendi. 1770'de Mehmed Paşa'nın da ölümü üzerine bir daha evlenmedi ve 1778 yılında
öldü. Eyüb Sultan Türbesi kapısına gömülmüştür. Uluçay, 90.
68 Esma Sultan III. Ahmed'in kızlarından olup 1726 yılında doğdu. I. Mahmud tarafından
1743'de Yakup Paşa ile evlendiriidi. Fakat Yakup Paşa'nın bir sene sonra ölmesi üzerine I.
Mahmud tarafından bir başkasıyla evlendirildiyse de ismi bilinmiyor. Nihayet III. Mustafa
diğer dul kardeşlerini evlendirdiği gibi Esma Sultan'ı da Muhsin zade Mehmed Paşa ile
1758'de evlendirmiştir. Kocası Mehmed Paşa iki defa sadrazam oldu. Iki kardeşinin
padişahlıkları sırasında çok önemli mal ve mülke sahip olup İstanbul 'un sayılı zengin
kadınları arasına girdi. Muhsin zade Mehmed Paşa 1774'de ölünce de bir daha evlenmedi.
1788 yılında öldü ve Eyüp'teki Muhsin zade Mehmed Paşa Türbesi'ne gömüldü. Uluçay,
s.90-91.
(f)Piri'zilde Mehmed Sahib Efendi 1085 / 1674' de doğmuş olup babası yeniçeri ocağından
yetişmiş Pirı adında biri olduğundan bu aileden yetişmiş olanlara Pirizade denilmiştir. Evvela
Şeyhmislam Erzurumlu Seyyid Feyzul1ah Efendi 'ye intisab etmiş, sonra da onun emriyle önce
vezir-i azam Daltaban Mustafa Paşa'ya, arkasından da Ramı Mehmed Paşa'ya imam oldu.
1113 / 1701 'den itibaren de çeşitli kademelerde müderrislik etti. 1135 / 1723' de Selanik
kadılığına tayin edildi; 1140/ 1727'de padişahın ikinci imamı ve şehzadelerin mual1imi oldu.
Daha sonra birinci imamlığı yükselerek 1143/ 1731'de İstanbul kadısı olup aynı zamanda
Anadolu kazaskeri payesi verildi. 1150 / 1737' de Rumeli kazaskerliğine tayin edildi.
Şeyhülis1am Şeyh Mustafa Efendi 'nin vefatı ile I. Mahmud tarafından Muharrem 1158 / Şubat
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı 161

akçe) ve 5 tabla da çiçek (2.400 akçe) gönderilmiştir. ŞeyhülisHim için


harcanan meblağ ise 5.200 akçe olmuştur.
1158 senesi Ramazan ayının ekstra meyve ve çiçek harcamalarının
toplamı 498 sepet dökme meyve (34.860 akçe), 220 sepet meyve (9.900
akçe) ve 65 tabla çiçektir (31.200 akçe). Bunlara hammaliye olarak da 7.350
akçe ödenmiştir. Böylece bu ayın zuhıırata bağlı meyve ve çiçek masrafı
83.310 akçe olmuştur. Ayın hem günlük mutad masrafı hem de ekstradan
ortaya çıkan masraflarının toplamı ise 171.255 akçeyi bulmuş, bu da 1.427,5
guruş etmiştir. Toplam masraf olan bu miktardan 7,5 guruşunun tenzil
edilerek 1158 senesi Ramazanının meyve ve çiçek masrafının 1.420 guruş
olduğu kaydedilmiştir.
Belgenin sonunda Se1h-i Ramazan 1158 (26 Ekim 1745) günü
hazınedar ağaya yazılan bir not ile 1.420 guruşun yemişcibaşıya verilmesi
istenmiştir. Buradan da saray için yapılan bütün bu harcamaların yemişcibaşı
eliyle yapıldığı anlaşılıyor. Listenin en sonunda da Yemişçibaşı Çelebi
Ağa'nın notu bulunmaktadır. Bu notta 18 Zilkade 1158 (12 Aralık 1745)
tarihinde, 1158 senesi Ramazanına ait meyve ve çiçek masrafı olan 1.420
guruşun hazınedar ağa elinden tamamen alındığı ifade edilmiştir.
Sonuç
16. yüzyıl ile 19. yüzyıl arasında Osmanlı Devleti'nde tüketilen meyve
türleri çok fazla bir değişiklik göstermemiştir. Buna bağlı olarak Osmanlı
sarayında tüketilen meyvelerde de bir değişiklik olmamıştır. Sarayın ihtiyacı
olan meyveler genellikle İstanbul çevresinden ve yakın yerlerden temin
edilmiştir. Aynı şekilde sarayda meyvelerin yanı sıra belli miktarda çiçek
tüketildiği de görülmektedir. Sarayda tüketilen bu çiçeklerin yalnızca tatlı ve
reçe1 yapımında kullanılmadığı aynı zamanda padişaha ve saray görevlilerine
de hediye edildiği ortaya çıkmaktadır.
18. yüzyılın ortalarında Osmanlı sarayına her gün mutad olarak 51 sepet
meyve ve haftanın belirli günleri, mesela Pazartesi ile Cuma günleri, 3' er
tabla da çiçek alınıyordu. Ayrıca bazı özel günlerde ve bayramlarda
padişaha, darüssaade ağasına, şeyhülislama, padişahın kadınlarına ve
kızlarına da meyve ve çiçek alınarak gönderiliyordu. Bunların yanında yine
sarayda bulunan kethüda kadın, hazınedar usta, hazınedar-ı şehriyarlla1ası,
oda lalası, başkapı gulamı, yazıcı efendi, baltacılar kethüdası, darüssaade
ağası kahvecibaşısı, hazınedar kahvecibaşısı ve baltacılar kethüdası vekiline
de meyve ve çiçekler alınarak gönderildiği ortaya çıkmaktadır. Bunlardan

1745'de şeyhülislamlığa getirildi. Mehmed Sahib Efendi'nin şeyhülislamlığı on üç buçuk ay


devam etmiş, ancak hastalığı sebebi ile 5 Nisan 1746'da azledilerek yerine Rumeli kazaskeri
Hayati Mehmed Efendi getirilmiştir. Sahib Mehm~d Efendi 9 Receb 1162 / 25 Haziran
1749' da yaşı sekseni geçtiği halde vefat etmiştir. Alim ve yüksek mütefekkir bir zat idi.
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.IV-2, s.473-474.
İzzet Sak
162

başka çeşitli devletlerin elçilerine İstanbul'a geldiklerinde ve burada


bulundukları süre içerisinde meyve ve çiçek hediye ediliyordu. Bütün bunlar
Osmanlı sultanlarının ve diğer devlet adamlarının yalnızca savaştan savaşa
koşan adamlar olmayıp aynı zamanda birbirilerine çiçekler hediye edecek
kadar ince bir ruha sahip kimseler olduklarını ortaya koymaktadır.

KAYNAKÇA
I.Arşiv Belgeleri
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Saray, no. 2608.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Cevdet Saray, no. 2354.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri, C.69, Sıra no: 177, s.89.

II. Araştırma ve İncelemeler


AKGÜNDÜZ, Ahmet, Osmanlı'da Harem, İstanbul 1995.
ALTıNAY, Ahmed Refik, Onuncu Asr-ı Hicrfde İstanbul Hayatı, (Haz: Abdullah
Uysal), Ankara 1987.
BARKAN, Ömer Lütfi, "İstanbul Sarayına Ait Muhasebe Defterleri", Belgeler,
C.IX, S.l3, Ankara 1979, s.1-380.
BİLGİN, Arif, Osmanlı Sarayının İaşesi (1489-1650), Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 2000.
EMECEN, Feridun M., "Şehzadenin Mutfağı: III. Mehmed'in Şehzadelik
Döneminde Manisa Sarayına Ait Bir Mutfak Masraf Defteri", Soframız Nur
Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe Yemek Ve Barınak, (Editörler:
Suraiya Faroqhi- Christoph K. Neumann), İstanbul 2006, s.111-147.
MANTRAN, Robert, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul, C.I, (Çev: Mehmet Ali
Kılıçbay, Enver Özcan), Ankara 1990.
ORTAYLI, İlber, Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek, İstanbul 2006.
PAKALıN, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri Ve Terimleri Sözlüğü, C.I, İstanbul
1983.
POLAT, N. Hikmet, Türk Çiçek Ve Ziraat Kültürü Üzerine, Cevat Rüştü'den Bir
Güldeste, İstanbul 2001.
REİNDL-KİEL, Hadde, "Cennet Taamları, 17. YüzyılOrtalarında Osmanlı
Sarayında Resmi Ziyafetler", Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi
Kültüründe Yemek Ve Barınak, (Editörler: Suraiya Faroqhi- Christoph K.
Neumann), İstanbul 2006, s.55-109.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
163

SAMANCI, Özge, "19. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Elitinin Yeme-İçme


Alışkanlıkları", Soframız Nur Hanemiz Mamur Osmanlı Maddi Kültüründe
Yemek Ve Barınak, (Editörler: Suraiya Faroqhi- Christoph K. Neumann),
İstanbul 2006, s .185- 207.

TAVERNİER, J. B., Bir Fransız Seyyahın Gözüyle Topkapı Sarayı'nda Yaşam,


Büyük Senyörün Sarayı, (Çev: Haluk Yanardağ), İstanbul 2005.
TÜRK DİL KURUMU, Tarama Sözlüğü, c.n, Ankara 1965.
ULUÇAY, M. Çağatay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1985.
UZUNÇARŞıLI, İ. Hakkı, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Ankara 1984.
UZUNÇARŞıLI, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, C.IV-2, Ankara 1988.
İzzet Sak
164

EK: 1
Cevdet Saray, no. 2608
Mah-ı Muharrem gurresinden devletlü 'inayetlü veliyyü'n-ni'am
kesırü'l-kerem efendimiz hazretlerinin taraf-ı 'alilerinden be-her yevm
şevketlü 'azametlü hünkarımıza ve daire-i hümayfinlarına virilen elli bir
sepet meyve ve haftada iki gün eum' a ve Pazarertesi virilen üçer tabla
şükfife 70 beyan olunur sene 1154 Eyyam 30 (19 Mart -17 Nisan 1741).

Meyve Şükilfe Meyve Şükilfe


Günler Günler Sepet (Tabla)
(Sepet) (Tabla)
ı M7I Yevm-i Cum'aertesİ72 Si 16 M Yevm-i Pazar sı

2 M Yevm-İ Pazar sı 17 M Yevm-i Pazarertesi sı 3

3 M Yevm-İ Pazarertesi sı 3 ı8 M Yevm-i Salı sı

4 M Yevm-i Salı sı ı9 M Yevm-i Çıhiirşenbe Si

S M Yevm-İ Çıhiirşenbe sı 20 M Yevm-İ Pençşenbe sı

6 M Yevm-i Pençşenbe sı 2ı M Yevm-i Cum'a sı 3

7 M Yevm-i Cum'a sı 3 22 M Yevm-i Cum'aertesi Si

8 M Yevm-İ Cum'aertesİ sı 23 M Yevm-İ Pazar sı

9 M Yevm-i Pazar Si 24 M Yevm-i Pazarertesi Si 3

LOM Yevm-İ Pazarertesİ Si 3 25 M Yevm-İ Salı sı

ı ı M Yevm-İ Salı sı 26 M Yevm-İ Çıhiirşenbe sı

ı2 M Yevm-i Çıhiirşenbe sı 27 M Yevm-i Pençşenbe sı

13 M Yevm-İ Pençşenbe sı 28 M Yevm-İ Cum'a Si 3

14 M Yevm-i Cum'a Si 3 29 M Yevm-i Cum'aertesİ sı

ıs M Yevm-i Cum'aertesİ sı 30 M Yevm-İ Pazar sı

Yekfin Eyyam 30
Meyve sepet 68.850
ı .530, fi 45
Şükilfe tabla ı ı .520
24, fi 480
Hammaliye 6.105
407, fi ıs

Yekün
Akçe 86.475
Guruş 720,5

70 Şükfife : Çiçek
71 M : Muharrem
72 Tüm tarih çevirme kılavuzlarında i Muharrem 1154 tarihi Pazar günü olarak verilmesine
rağmen burada Cumartesi olarak verilmiştir. Bunun neden kaynaklandığı bilinmemekle
birlikte listenin sonradan düzenlendiği ve katip tarafından günün sehven Cumartesi olarak
kaydedildiği tahmin edilmektedir.
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
165

Berliy-I zuhürlit şehr-I minhu _


Gurre-i M sene 1154 (19 Mart 1741)
Beriiy-ı _
Bii-ma'rifel-İ hazınediir ağa Mehler Mehmed yediyle
Dökme meyve sepeı 12

Şükfife tabla

2 M sene 1154 (20 Mart 1741)


Beray-l, _
Faziletlü Şeyhü'l-is1am Efendi hazretlerine sa'adetlü re'is efendi ma'rifetiyle
Dökme meyve sepeı 40
Şükfife tabla s

Fi 4 M sene 1154 (22 Mart 1741)


Beray-l, _
Ba-ferman-ı hazret-i veliyyü'n-ni'am Nevruz günü şevketlü 'azametlü
hünkarımıza ve daire-i harem-i hümayuna telhisci ağa ma'rifetiy1e umum.

Meyve Dökme
~kOfe Meyve
abla) (Sepeı) (Sepet)

Şevketlü 'Azamellü Hünkiirımıza 6 60


Devlellü Diirü's-sa'iide Ağasına S SO

İsmetlü Baş Kadına 3 30


İsmetlü İkinci Kadına 2 25
İsmetlü Üçüncü Kadına 2 25
İsmetlü Dördüncü Kadına 2 25
Yekün 20 75 140

İsmeılü Beşinci Kadına 2 25


İsmetlü Keıhüdii Kadına 2 25
İsmeılü Hazınediir Ustaya 2 25
Sa'iidetlü Hazınediir-ı Şehriyiirl Lalaya 2 20
Yekün 28 150 160

Oda Lalasına LO
İzzet Sak
166

10
Başkapu Gulamı
10
Yazıcı Efendi
10
Kethüda-İ Teberdaran
10
Kahvecibaşı-yı Diirü's-sa'iide
10
Hazınediir Kahvecibaşısına
10
Vek1l-i harc-ı Teberdiiran
35 220 160
Yekün

5 M sene 1154 (23 Mart 1741)


Beray-ı _
Sa'adetlü kethüda beg emriyle yeni Françe elçisi geldik de Galata'ya
gönderilen
40
Dökme meyve sepet
S
ŞükOfe tabla
IS
'Akkam73 fi 45
6
Kayık fi60

12 M sene 1154 (30 Mart 1741)


Beray-ı _

İran elçisine Kapucubaşı Ya'kı1b Ağa yediyle el-yevmiye

40
Dökme meyve sepet
8
ŞükOfe tabla
18
'Akkam el-yevmiye fi4S
6
Kayık fi60

73 , Akkam : Deveei, Katıfel.


Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
167

Fi 12 M sene 1154 (30 Mart 1741)


Beray-ı _
Moskov elçisi Galata'ya geldiği günün ertesi gönderilen

Dökme meyve sepeı 40


Şükfife tabla 8

'Akkam 18
fi 45
Kayık 6
fi 60

Fi 12 M sene 1154 (30 Mart 1741)


Beray-ı _
Ba-ferman-ı 'alı mehterbaşı ma'rifetiyle Mehter Abdullah yediyle
Şehzadebaşıkonağına

Dökme meyve sepet 16


Şükfife tabla 2

Fi 19 M sene 1154 (6 Nisan 1741)


Bediy-ı _
Ba-ferman-ı 'all şevketlü 'azametlü hünkarımız Topkapusuna göç-i
hümayunları oldukda te1hısci ağa ma'rifetiyle

Dökme
Şükfife Meyve
Meyve
(Tabla) (Sepet)
(Sepet)

Şevketlü 'Azametlü Hünkil.rımıza 6 60


Devletlü Dlirü's-sa'ade Ağasına 5 50
İsmetlü Baş Kadına 3 30
İsmetlü İkinci Kadına- 2 25
İsmetlü Üçüncü Kadına 2 25
İsmetlü Dördüncü Kadına 2 25
Yekıin 20 75 140
İsmetlü Beşinci Kadın 2 25
İsmetlü Kethüda Kadın 2 25
İsmetlü Hazinedar Usta 2 25
Sa'adetlü Hazınedar-ı Şehriyan Lalaya 2 20
İzzet Sak
168

Oda Lalasına 10

Yekün 29 160 160

Başkapu Ouliimına 10

Yazıcı Efendi 10

Kethüdii-i Teberdiiriin 10

Ser-Kahve-i Diirü's-sii'iide Ağası 10

Ser- Kahve-i Hazınediir-ı Şehriyilri 10

Vekıı -i harc-ı Teberdilriin 10

Yekün 35 220 160

Fi 23 M sene 1154 (10 Nisan 1741)


Beray-l _
Ba-ferman-ı 'ali ..(tahrib olmuş okunmuyor) .. oldukda umfima telhisci ağa
ma'rifetiyle

Dökme
ŞükGfe Meyve
Meyve
(Tabla) (Sepet)
(Sepet)

Şevketlü •Azametlü Hünkiinmıza 6 60

Devletlü Diirü's-sa'iide Ağasına S SO

İsmetlü Baş Kadına 3 30

İsmetlü İkinci Kadın 2 25

İsmetlü Üçüncü Kadın 2 25

İsmetlü Dördüncü Kadın 2 25

Yekün 20 75 140

İsmetlü Beşinci Kadın 2 25

İsmetlü Kethüdii Kadın 2 25

İsmetlü Hazinediir Usta 2 25

Sa'iidetlü Hazınediir-ı Şehriyilri Lalasına 2 20

Oda Lalasına 10

Yekün 29 160 160

Başkapu Ouliimına 10

Yazıcı Efendi 10
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
169

Kethüda-i Teberdaran 10

Ser-Kahve-i Diirü's-sa'ade Ağası LO

Ser-Kahve-i Hazinediir-ı Şehriyari LO

VekiJ-i hare-ı Teberdiiran LO

Yekfin 35 220 160

Fi 20 M sene 1154 (7 Nisan 1741)


Beray-l _
... (tahrib olmuş okunmuyor) ... İran elçisine el-yevmiye Münif Efendi
yediyle

Dökme meyve sepet 40

ŞükGfe tabla 8

'Akkam 18
fi 45
Kayık 6
fi 60

Fi 29 M sene 1154 (16 Nisan 1741)


Beray-l" _
Ba-ferman-ı 'ali Şehzadebaşı'ndaki konağına

Şehzade bağçesine Sad-berg küpü tağan 74


2.960
37, fi 80
ŞebbG75 tağan 360
Kapuda olan Harem Hereai benefe7• tağan 60 + 20, fi 18
Frenk batiyesi tağan 40 600
bağçesine
100, fi 6

Kayık ve hammaliyesi 480


YekGn 4.400

74 Tağar (Dağar): Kap, çanak, küp, çömlek. Türk Dil Kurumu, Tarama Sözlüğü, c.ıı, Ankara
1965, s.965.
75 Şebbu : Şebboy çiçeği
76 Benefe = Benefşe = Menekşe.
İzzet Sak
170

Yekôn _

Dökme meyve sepet 49.560


708, fi70

Meyve-i mütenevvi'a sepet 29.700


660, fi 45
68.160
Şükfife tabla 142, fi 480
484
Hammaliye
'Akkama ihrac edilen ve elçilere giden 69
fi 15 .ili.
Yekfin 6.225

Baladaki mestfir olan 'akkam


Elçi-i Acem ve Moskov ve Françe elçisine 69, fi 45 3.105
Kayık 24, fi 60 ~
4.545
Yekfin
Baladaki şükfife dağan ~
8.945
Yekfin

Yekôn _

Akçe 162.590

Guruş Zuhfirat 1.345,5

Yevmiye virilen 720.5

2.075

0.075

2.000

Yalnız ikibin guruşdur.

İzzetlü hazinedar Ağa.


İşbu Mah-ı Muharremde Endenln-ı hümayı1na kül1-i yevm virilen
meyve ve şükMe bahası yediyüzyirmibuçuk guruş ve halvet-i hümayı1na ve
iki defada yine Enderı1n-1 hümayı1na virilen umı1m meyvesi ve sair elçilere
gönderilen meyve ve şükı1fe babası dahi binüçyüzelIidörtbuçuk guruş ki
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
171

cem' an ikibinyetmişbeş guruşa biUiğ olup yetmişbeş guruşu tenzil


olunmağla kusor iktiza eden ikibin guruşu devletlü 'inayetlü veliyyü'n-ni'am
efendimiz hazretleri sah buyurduklarından sonra mevcod hazıneden virüp
defter-i mesarife kayd eyleyesiz fi Selh-i M sene 154.
(Belgenin Arka Yüzünde)
Deron-ı defterde olan işbu Muharrem aylığında devletlü 'inayetlü
veliyyü'n-ni'am kesırü'l-kerem efendimizin taraf-ı devletlerinden alınan
meyve ve şükofe bahası ikibin guruş tamam hazıne-i veliyyü'n-ni'amdan
olmak üzere sa'adetlü hazınedarı el-Hac Mehmed Ağa yedinden kusor
olmağla işbu varaka memhor olmuşdur.
Bende-i el-Hac Mehmed.
172 İzzet Sak

EK:2
Cevdet Saray, no. 2354
Mah-ı Ramazan-ı şerifin gurresinden devletlü 'inayetlü ve1İyyü'n-ni'am
kesırü'l-kerem efendimiz hazretlerinin taraf-ı devletlerinden be-her yevm
şevketlü 'azametlü hünkarımıza ve daire-i harem-i hümayGnlarına virilen elli
bir sepet meyve ve haftada iki gün Cum'a ve Pazarertesi virilen üçer tabla
şükGfe beyan olunur sene 1158 Eyyam 30 (27 EyIül-26 Ekim 1745).

Günler

i N77 Yevm-i Pazarertesi


2 N Yevm-i Salı

3 N Yevm-i Çıhiirşenbe
4 N Yevm-i Pençşenbe

5 N Yevm-i Cum'a

6 N Yevm-i Cum'aertesi
7 N Yevm-i Pazar
8 N Yevm-i Pazarertesi
9 N Yevm-i Salı

ıo N Yevm-i Çıhiirşenbe

11 N Yevm-i Pençşenbe
12 N Yevm-i Cum'a

13 N Yevm-i Cum'aertesi
14 N Yevm-i Pazar
15 N Yevm-i Pazarertesi

Yekün Eyyam _

Meyve sepet

Şükfife tabla

Hammaliye

Yekün _

Akçe 87.945

Guruş 733; 15 akçe

77 N : Ramazan
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
173

Beray-ı ez-zuhôrat şehr-i minhu _


yi 5 N sene 158 (1 Ekim 1745)
Beray-ı _
Ba-ferman-ı 'alişan veya emr-i devletlü kethüda beg
Şevketlü efendimiz Ağa Cami'ine vardıkları gün telhısci ağa ma'rifetiy1e
saray-ı hümayfina gönderilen

Mübarek Rikilb-ı HümilyOna 80


Hazret-i Ağa-yı Dilrü's-sa'ildeye 50
Dökme meyve sepet Hilzin-i Hazret-i Şehriyilriye 20
YekOn 150

Mübarek Rikilb-ı HümilyOna 8


Hazret-i Ağa-yı Dilrü's-sa'ildeye 5
ŞükOfe tabla Hilzin-i Hazret-i Şehriyanye 2
YekOn 15

yi 12 N sene 158 (8 Ekim 1745)


Beray-ı _
Ba-ferman-ı 'alişan devletlü 'inayetlü veliyyü'n-ni'am efendimiz veya emr-i
'ali-i devletlü 'inayetlü kethüda beg efendimiz göç-i hümayfin
Topkapusundan saray-ı hümayfina geldiklerinde telhısci ağa yediyle

ŞükOfe Dökme
Meyve
(Tabla) Meyve
(Sepet)
(Sepet)
Mübarek Rikilb-ı HümilyOna 8 80
Hazret-i Ağa-yı Dilrü's-sa'ilde el-aliyye 5 50

İsmetlü Baş Kadın Hazretlerine 3 30

İsmetlü İkinci Kadın Hazretlerine 2 25


Yekün 18 25 160

İsmetlü Üçüncü Kadın Hazretlerine 2 25


İsmetlü Dördüncü Kadın Hazretlerine 2 25
İsmetlü Beşinci Kadın Hazretlerine 2 25

İsmetlü Kethüdil Kadın Hazretlerine 2 25


İsmetlü Hazinedilr Ustaya 2 25

Yekün 28 150 160

Sa'ildetlü Hazinedar-ı Şehriyan 2 20


174 İzzet Sak

Oda Lalasma Lo
Başkapu GuHimına Lo
Yazıcı Efendi'ye Lo
Baltacılar KethUdasma Lo
Ser-Kahve-i Ağa-i Darti's-sa'ade el-aliyye Lo
Ser-Kahve-i Hazinedar-ı Şehriyan 10

Vekil-i harc-ı Teberdaran Lo


Yektin 37 220 180

Fi 30 N sene 158 (26 Ekim 1745)


Beray-ı. _
Ba-ferman-ı 'ali Arife günü sultan-ı 'alişan hazeratma

Dökme
ŞUkfife
Meyve
(Tabla)
(Sepet)

İsmetlU' Ayşe Sultan Hazrellerine 4 48


İsmellU Safıye Suıtan Hazrellerine 4 48
İsmellU Zeyneb Sultan Hazrellerine 4 48
Yektin 12 144
İsmellU KUçUk 'Ayşe Sultan Hazrellerine 4 48
İsmellU Saliha Sultan Hazretlerine 4 48
İsmetlU Esma Suıtan Hazrellerine 4 48
Yektin 24 288
'An canib-i Ağa-yı Yeniçeriyan 8 80
Yektin 16 208
'An canib-i Emin-i GUmrtik İshak Ağa 8 80
Yektin 8 128
Osmanlı Sarayının İki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı
175

Fi 30 N sene 158 (26 Ekim 1745)


Beray-ı~ _

Arife günü faziletlü Şeyhü 'I-islam efendi hazretierine kapucular


kethüdası ağa ma'rifetiyle

Dökme meyve sepet 40

ŞükUfe tabla 5

Yekôn _

Dökme meyve sepet 34.860


498, fi 70
Meyvesepet 9.900
220, fi 45
ŞükGfe ıabla 31.200
65, fi 480
Hammaliye 7.350
245, fi 30

Yekôn. _

Akçe 83.3 ıo

Guruş ZuhGrat-ı meyveha ve şükGfeha 694,5

Be-her yevm virilen 733

1.427,5

Tenzil 1...2.
1.420

İzzetlü hazinedar Ağa


İşbu defter mficibince yalnız bindörtyüzyirmi guruşu yemişcibaşıya
viresiz fi Selh-i N sene 158 (26 Ekim 1745).
Vech-i meşrı1ha üzere mezbfir defterde zikr olunan bindörtyüzyirmi
guruş mah-ı Ramazan-ı şerif aylığı olmak üzere tarih-i mezbfirda sa'adetlü
hazinedar ağa yedinden temamen ahz ve kabz olmağla işbu mahalle şerh
verildi fi 18 ZA sene 158 (12 Aralık 1745).
Bende-i Yemişciyan Çelebi Ağa.
176
İzzet Sak

Muharrem 1154 tarihli Hstenin baş tarafı


(Cevdet Saray, no. 2608)

-...J
\0-
°1•
. -\
-\
...
.,-
• 1•
.1.

~~.
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi
(1483)
The Establishment of Timar System in Qaraman Province (1483)

Doğan VÖRÜK*
Öz
Osmanlı timar düzeni, Karaman beyliği toprakları üzerinde ilk defa
Beyşehir, Akşehir ve çevresinde 1466'da kurulmaya başlamış, nihayet
1483'te Karaman eyaleti geneline yayılabilmiştir. Bölgenin 1483'teki
tahririnden sonra, 1484'te Osmanlı uygulamaları ile uyuşmayan Karaman
kanun, örf ve adetleri Mevlana Vildan tarafından kaldırılmıştır. EyQlet
genelinde 412 timarda 501 sipahi istihdam edilmiştir. Bunlardan en az
167'si (%33'ü) Karaman menşeli yerel aristokrasiye mensup sipahilerdir.
Bu dönemde yerel unsurların timar sistemi içine alınarak bölgedeki Osmanlı
hakimiyetinin tesis edilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlılar, Karamanoğulları, Karaman Eyaleti,
Zeamet, Timar, Sipahi, Mevtana Vildan
Abstract
The Ottoman timar system was introdueed firstly in Beysehir, Aksehir
and in the vicinity of them on the land of Qaraman Principality in 1466; then
it was finally established all over the provinee in 1483. Af ter the subjugation
of the region by Ottomans in 1483, Qaraman laws, rules, eustoms and habits
whieh didn't go with Ottomans applieations were abolished by Mevlana
Vildan. 501 sipahis were employed in 412 timars within the provinee. At
least 167 of them (%33) were belong to loeal (from Qaraman origin)
aristoeraey. lt is clearly seen that by inserting the loeal objeets into the
timar system, the Ottoman sovereignty were tried to beestablishedflrmly.
Key Words: The Ottomans; Qaramanogullari, Qaraman Provinee,
Zeamet, Timar, Sipahi, Mevlana Vildan

• Yard. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.


Doğan Yörük
178

Giriş
Rumeli'de 1442 yılından itibaren başlayan ve l444'te Segedin
Antlaşmasıyla sonuçlanan mücadeleler esnasında, Karamanlıların da eş
zamanlı olarak Akşehir ve Beyşehir'i işgal ile Sivrihisar, Ankara, Beypazarı
ve Karahisar'ı, yağma ve tahrip etmeleri!, İslam aleminde büyük bir tepki ile
karşılanmıştır. Osmanlı ordusu Rumeli'de Haçlı ittifakı ile mücadele
ederken, Karamanoğlu İbrahim Bey'in bunlarla işbirliği yaparak Osmanlı
topraklarına saldırmasını Müslümanlıkla bağdaştıramayan II. Murad, İslam
alimlerinden İbrahim Bey hakkında fetva istemiştir. Ehl-i sünnet akaidinin
dört kolunu oluşturan Şafii, Hanefi, Maliki ve Hanbeli mezhebi imam ve
alimlerinden aldığı fetvalarla2 Karamanoğlu üzerine intikam seferine çıkan
Sultan Murad, İbrahim Bey'in Osmanlı memleketlerinde yaptığı tahribatın
kat kat fazlasını Karaman topraklarında yapmış, en fazla hasar ise Konya ve
Larende' de meydana gelmiştir3• Osmanlı ordusu karşısında tutunamayan
İbrahim Bey, Taşeli'ne kaçmış, zevcesi ve veziri Server Ağa vasıtasıyla sulh
istemiştir. Nitekim İbrahim Bey kendisi için ağır yükümlülükler getiren bir
muahedeyi (sevgend-name) imzalamak zorunda kalmıştır (1444)4. Buna
karşılık II. Murad'da l438'de aldığı Akşehir, Beyşehir, Seydişehir ve Okluk
Hisarı'nı Karamanlılara iade etmiştiı5.
Yeminine (Sevgend-name'ye) uzun bir süre sadık kalan İbrahim Bey,
II. Mehmed'in başa geçmesiyle (1451) tekrar Osmanlılar aleyhine ittifak
arayışlarına girişmiştir6• II. Mehmed'in Karaman üzerine sefere çıkmasından
telaşlanarak karşı koyamayacağını anlayan İbrahim Bey, Mevlana Veli
aracılığıyla barış istemiştir7• Yapılan antlaşmaya göre; iki devlet arasında,

i Halil İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, I, TTK, Ankara 1995, s.15;
İnalcık, "Murad II", İA, VIII, Eskişehir 1997, s.608; Faruk Sümer, "Karamanoğulları", DİA,
c.xxıv, İstanbul 2001, s.458
2 İ. H. Uzunçarşılı, "Karamanoğulları Devri Vesikalarından İbrahim Bey'in Karaman İmareti
Vakfiyesi", Belleten, III, Ankara 1937, s.128 vd.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, I, TTK,
Ankara 1988, s.448; İsmet Miroğlu, "Fetret Devrinden II. Bayezid'e Kadar Osmanlı Siyasi
Ta,rihi",DGBİT,X,ÇağYay.jstanbuI1989,s.199., .
3 Aşıkpaşa-zade, Tevdrfh-i Al-i Osman, Matbaa-i Amire, Istanbul 1333, s.130; Mehmed
Neşrı, Kitdb-ı Cihan-nümd Neşrf Tarihi, II, yay. Faik Reşit Unat - Mehmed A. Köymen,
TTK, Ankara 1995, s.643; Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfuilah, Camiü'd-Düvel, yay. hzr.
Ahmet Ağırakça, İnsan Yay'., İstanbul 1995, s.214. .
4 Uzunçarşılı, "Karaman Imareti", s.117-122; A. Aköz, "Karamanoğlu II. ıbrahim Beyin
Osmanlı Sultanı II. Murad'a Vermiş Olduğu Ahidname", Türkiyat Araştırmaları Dergisi,
S.18, Konya 2005, s.170-178; Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu
Devletleri, TTK, Ankara 1988, s.25 vd; Şerif Baştav, Bizans İmparatorluğu Tarihi, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Ankara 1989, S.117.
5 İnalcık, "Murad II", s.608; İnalcık, Fatih Devri, s.36; Anonim, İstanbul'un Fethinden Önce
Yazılmış Tarihf Takvimler, yay. Osman Turan, TTK, Ankara 1954, s.31.
6 Neşrı, Neşrf Tarihi, II, s.685; M.Ç.Şehabeddin Tekindağ, "Son Osmanlı-Karaman
Münasebetleri Hakkında Araştırmalar", IUEFTD, XIIIIL7 - ı8, Istanbul ı963, s .44.
7 Tursun B~ğ, Tarih-i Ebu'l-Feth, haz. A. Mertol Tulum, İstanbul 1977, s.38; Aşık Paşa-zade,
Tevdrfh-i Al-i Osman, s.139-140; Neşrı, Neşrf Tarihi, II, s.685 vd; Anonim, Anonim Tevdrfh-i
Jı.I-i Osman, F. Giese neşri, hzr. Nihat Azamat, İstanbul 1992, s.77; İ. Hakkı Konyalı, Konya
Karaman Ey1iletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
179

uzun süre, nüfuz mücadelesine sahne olan Akşehir, Beyşehir, Seydişehir ve


çevresi Osmanlı hakimiyetine bırakılmıştır8. İbrahim Bey'in 1464'te ölümü
üzerine oğulları arasında başlayan beylik mücadelesine, Dulkadirliler,
Akkoyunlular, Memlukler gibi Osmanlılar da müdahil olmuşlardır9, Osmanlı
himaye ve desteği ile Karaman tahtına geçen Pir Ahmed'in Osmanlılar
aleyhine Akkoyunlu ve Venedikliler ile birleşmesi üzerine Fatih, 1467
yılında Konya ve Gevale kalesini zabt etmiştirıo. Ayrıca, Osmanlı siyasetine
muhalefet eden Karaman-ili merkezindeki ileri gelen eşraf ve devlet
erkanından bazılarını öldürttüğü gibi, usta ve zanaat erbabının da İstanbul'a
sürülmesini emretmiştir!!,
Karaman-ili'nden sürülecek ailelerin tespiti, nakledilmesi ve Karaman
beyleri ile mücadele işi önce sadrazam Mahmud Paşa'ya, bunun azlinden
sonra da yerine geçen Rum Mehmed Paşa'ya tevdi edilir. Mehmed Paşa'nın
Karaman memleketini yağma ve tahrip etmesinin yanında ahaliye karşı
acımasız tutumu, halkı Osmanlı devleti aleyhine döndürürl2. Ayrıca,
Paşa'nın Varsak Türkmenleri ile yaptığı mücadelede yenilgiye uğramasıyla
harekete geçen Karamanoğlu Pir Ahmed ve kardeşi Kasım Bey, Konya
üzerine yürürler. Burayı alamayınca Ereğli, Aksaray, Develü ve Niğde gibi
eski Karaman şehirlerini ele geçirirler (1470)13.
Rum Mehmed Paşa'nın 1470'te azı ve katledilmesinden sonra Karaman
beyleri ile mücadele için önce İshak Paşa, daha sonra da Gedik Ahmed Paşa

Tarihi. Enes Kitap Sarayı. Konya 1997. s.l03; Tekindağ. "Son Osmanlı-Karaman". s.43-45;
Uzunçarşılı. Osmanlı Tarihi. 1. TTK. Ankara 1988. s.453; Bayram Ürekli - Doğan Yörük.
"Kıviimi'ye Göre Fiitih'in i. ve II. Karaman Seferi". İpek Yolu - Konya Kitgbı. V. Edt. Yusuf
Küçükdağ. Konya 2002. s.214-215; Kayhan Atik. Lütfi Paşa ve Tevarih-i Al.i Osman. Kültür
Bakanlığı Yayınları. Ankara 2001. s.l83.
8 Tursun Beğ. Tarih-i Ebu'l-Feth. s.38.
9 Adnan Sadık Erzi. "Akkoyunlu ve Karakoyunlu Tarihi Hakkında Araştırmalar", Bel/eten,
XVIII/69-72. Ankara 1954. s.21O-215; Tekindağ. "Son-Osmanlı Karaman". s.53-54.
LO Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa, "qsmanlı Sultanları Tarihi .... çev. İ. Hakkı Kony~lı.
Osmanlı Tarihleri. i. Türkiye Yayınevi. Istanbul 1949, s.355-356; ıbn Kemal, Tevarih-i Al-i
Osman VII. Defter (Tenkidli Transkripsiyon), haz. Şerafettin Tu.ran. TTK, A.nkara 1991,
s.272-277; M. Zeki Oral, "Fatih Sultan Mehmed'in Gevale Kalesi Ile Karaman Illerini Fethi
ve Hiimidi'nin Terci-i Bendi", VD. S.4, Ankara 1958. s.81-83; Tekindağ. "Son Osmanlı-
Karaman". s.53.55; Tursun Bey, Tarfh-i Ebü'l-Feth, s.l46; Neşri', Neşrf Tarihi. II, s.781-783;
Ruhi. "Ruhi Tarihi" - Oxford Nüshası. Değerlendirme, metnin yeni harflere çevirisi -. yay.
Yaşar Yücel - Halil Erdoğan, Belgeler. XIVIl8, TTK. Ankara,s.461; Halil Edhem.
"Karamanoğulları Hakkında Vesiiik-i Mahkuke". TOEM, Cüz 13, i Nisan 1328, İstanbul
1330. s.835.
\i İbn Kemal, Tevarih-i Al-i Osman, s.276; N. Jorga. Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, II. çev.
Nilüfer Epçeli. İstanbul 2005, s.146; Tekindağ. "Son-Osmanlı Karaman", s.55; Franz
Babinger, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı. İstanbul 2003, s.240; Uzunçarşılı. Osmanlı
Tarihi. II. s.90; MZ. Oral, "Gevale Kalesi", s.82.
ıı Aşık Paşa-ziide, Tevarfh-i Al-i Osman, s.I72-173; Şikiiri, Karaman Oğul/arı Tarihi. haz.
Mesud Koman. Konya Halkevi Yayınları. Konya 1946, s.197; Tekindağ, "Mehmed Paşa", lA.
VII, Eskişehir 1997. s.594; Konyalı. Konya Tarihi. s.l08.109. .
13 Tekindağ. "Son Osmanlı-Karaman". s.57; Inalcık, "Mehmed II". lA. VII, Eskişehir 1997,
s.525.
Doğan Yörük
180

tayin edilir. Pir Ahmed, Mut civarında İshak ve Gedik Ahmed Paşalar
komutasındaki Osmanlı kuvvetlerine yenilince, kendisine bağlı aşiretler de
dağılır. Bundan sonra Ereğli ve Aksaray gibi şehirlerin ahalisi de İstanbul'a
tehcir edilir (1471) 14.
Osmanlı kuvvetleri karşısında tutunamayan Pir Ahmed ve Kasım Beyler
Osmanlıların rakibi olan Akkoyunlu Uzun Hasan'ın himayesine girmek
mecburiyetinde kalırlaris. l473'te Otlukbeli savaşını kazanarak Uzun
Hasan'ı bertaraf eden Fatih, Karaman beylerini hamisiz bıraktığı gibi, Gedik
Ahmed Paşa'yı da Karaman-ili'ni yeniden zabtetmek üzere memur eder16.
Paşa'nın 1474 yılında Niğde ve Develi yöresiyle İç-il sahillerine yönelik
seferi başarıyla sonuçlanır ve Karaman beyliği tam anlamıyla kontrol altına
alınır17 •
Pir Ahmed'in Menan kalesinde yakalanarak surlardan aşağı atılmasıyla
(1474) yalnız kalan Kasım Bey, şehzade Cem'in kardeşi II. Bayezid'e karşı
giriştiği taht mücadelesinde yanında yer alır. Cem Sultan'ın Rodos'a
ilticasından sonra da Bayezid ile anlaşarak, Osmanlıların himayesinde,
ölümüne kadar İçel taraflarında hüküm sürer. 1483 yılında Kasım Bey'in
vefat etmesiyle Karaman ülkesi kesin olarak Osmanlı idaresine geçerl8.
A-Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeni
1-1483'e Kadar Bölgede Yapılan Tahrirler
Karaman ülkesinden Osmanlı idaresine geçen ilk topraklar olan
Akşehir, Beyşehir ve çevresi önce (1451-1466) Anadolu beylerbeyliğine
dahil edilmiş 19 daha sonra, diğer Karaman topraklarının da ilhakıyla birlikte
yeni kurulan Karaman ey aleti içine alınmıştır2D• İnalcık, bu eyaletin 1468-
1512 yılları arasında teşekkül ettiğini belirtmektedir21•

14 Aşık Paşa-zade, Teviirfh-i Al-i Osman, s.173; Solak-zade, Solak-ziide Tarihi, hzr.Vahid
Çabuk, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1989, s.321; Hoca Sadettin Efendi, Tacü't-Teviirih, III,
hzr.İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı Yay., Eskişehir 1992,s.103; Tekindağ, "Son
Osmanlı-Karaman", s.61-62.
IS Selahattin Tansel, Fatih Sultan Mehmetin Siyasi ve Askeri Faaliyeti, MEB, İstanbul 1999,
s.308 vd.; Miroğ1u, "Fetret Devrinden" , s .240-241.
16 Solak-zade, Solak-ziide Tarihi, s.321; Hoca Sadettin Efendi, Tacü't-Teviirih, III, s.140;
Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, s.106 vd.
17 Hoca Sadettin Efendi, Tacü't-Teviirih, III, s.144 vd; İnalcık, "Mehmed ll", s.527;
!v1üneccimbaşl, Camiü'd-Düvel, s.286; Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, ll, Üçdal Neşriyat,
Istanbul 1989, s.116 vd; F. Sümer, "Karamanoğulları", s.459.
18 Tekindağ, "Karamanlılar", İA, VI, Eskişehir, 1997, s.327; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II,
S.108.
19 MAD, 241, s.23a. Akşehir'in Cerrahoğlu mahallesinde ikamet eden şehir kethüdası İvaz v.
Aydoğmuş beratını beylerbeyi Ahmed'den almıştır. Karaman beylerbey1iği henüz teşekkül
etmediğinden burada kastedilen kişinin Anadolu beylerbeyi olduğuna şüphe yoktur.
20 TK 564.
2.1 H. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Kliisik çağ (1300-1600), çev. Ruşen Sezer, YKY,
Istanbul 2003, s.1lO.
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
181

Karaman topraklarının tamamı l474'te Osmanlı hakimiyetine girdikten


hemen sonra, l476'da bölgenin bir tahriri yapılır2• Bu tarihten önce Akşehir,
Beyşehir ve çevresinde birincisi l454-l455'te, ikincisi ise l466'da olmak
üzere iki tahrir yapıldığı sanılmaktadır. Bunlardan 1466 tahriri ile ilgili bir
mufassal-timar defterinin varlığı bilinmesine23 karşın 1454-1455 tahririne ait
böyle bir defterden söz etmek mümkün değildir. Ancak, 1466 tarihli
defterdeki bazı kayıtlardan bölgede daha önce bir tahrir yapıldığı
anlaşılmaktadır24•
II. Bayezid'in tahta geçmesiyle 1483'te yeni bir tahrir daha yapılır.
Hamza Beyoğlu Murad Çelebi eminliğinde ve Mehmed'in katipliğinde25
hazırlanan bu tahririn sonuçlarını ihtiva eden kayıtlardan günümüze
ulaşabilen 3 ayrı defter bulunmaktadır. Bunlardan ilki Başbakanlık Osmanlı
Arşivi (BA) Maliyeden Müdevver Defter Katalogları (MAD) içerisinde 567
numaralı Karaman timar defteridir. İkincisi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Atatürk Kütüphanesi, Muallim Cevdet Yazmaları (MC) bölümündeki
0.116/1 numaralı Karaman vakıf defteridir26• Üçüncüsü ise, BA Tapu Tahrir
Defterleri Kataloğundaki (TT) 38 numaralı Kayseri mufassal defteridir. Bu
defter, diğer ikisinden farklı olarak Kayseri'nin mufassal, timar ve mülk
kayıtlarını da içermektedir. Kayseri vakıfları ise MC. 0-116/1 numaralı vakıf
defterinin fihristinde görülmesine rağmen, Aksaray, Koçhisar ve Kayseri
vakıflarına ait bölümler eksiktir. TT 38'deki Kayseri timar kayıtları,
Karaman eyaleti sancak ve kazalarının tahrir verilerinin toplandığı MAD 567
numaralı deftere tekrar aktarılma ihtiyacı duyulmamıştır.
2-Defterlerle ilgili Hususiyetler
İncelememize konu olan kaynaklar, yukarıda zikredilen BA, MAD 567
ve BA, TT 38 numaralı defterlerdir. Bu defterlerin en önemli özelliği;
Karaman eyaleti geneline ait ilk timar kayıtlarını içeriyor olmalarıdır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında, bölgedeki timar düzenide l466'dan itibaren

22TK 564; Feridun Nafiz Uzluk, Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıflan Fihristi, Ankara
1958.
23MAD 241.
24Bkz. MAD 241, s.42. Kır-iii'nde mezra 'a-i Eflatun-pınar sehvle evvelki defterde karye-i
Suvank'dan bir çiftlik deyü kayd olunmuş şimdi kapumdağı defterde karye'e hakk itdürüb
mezra'a-i Eflatun-pınar kayd itdirdüm eyle oluna buyurdum ki anduğı defterde dahi vech-i
mezbCtr üzre kayd itdiresin deyü hükm-i cihan-meta 'a varid olub mezkCtr karye hükm-i aif
mCtcibince mezra'a-i Eflatun-pınar deyü sebt olundu der-İn-önü fi Ramazan 873; Doğan
Yörük, "1466 Tarihli Mufassal Deftere Göre Beyşehir ve Çevresindeki Osmanlı Timar
Düzeni Hakkında Bazı Görüşler", i. Uluslar arası Beyşehir ve Yöresi Sempozyumu 11-13
Mayıs 2006, Yayınlanmamış Bildiri.
25MC.0.116/1, s.1b.
26 MC.0.116/1; Fahri Coşkun, 888/1483 Tarihli Karaman Eyaleti Vakıf Tahrir Defteri
(Tanıtım, Tahlii ve Metin), İÜ.Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 1996;
M. AkifErdoğru, "MuradÇelebi Defteri: 1483 Yılında Karaman Vilayetinde Vakıflar I-II-11I-
IV", Tarih İncelemeleri Dergisi, XV11I/1, 2003, s.119-160; XVIII/2, 2003, s.99-140; XIXil,
2004, s.119-154; XIX/2, İzmir 2004, s.141-176.
Doğan Yörük
182

Akşehir ve Beyşehir çevresinde tesis edilmeye çalışılmış, l476'da ise eyalet


geneline yayılabilmiştir. Karaman eyaletindeki timar sisteminin genel
panoraması ancak 1483 tarihinde görülebilmektedir. Bu dönemde
beylerbeyliğin sınırları Akşehir, Çimen, Ilgın, Zengicek, Beyşehir, Konya,
Koçhisar, Aksaray, Niğde, Anduğu, Ürgüb, Kayseri, Ereğli, Larende ve Mut
vilayet ve kazalarını kapsamaktadır?
Gerek MAD 567 gerekse TT 38 numaralı defterler uzun süre
kullanılmış ve zaman zaman üzerlerinde oynamalar yapılmıştır. 1483'te
bölgedeki timarlar sipahilere dağıtıldıktan sonra muhtelif tarihlerde bazı
sipahilerin azledilip yerlerine yeni sipahilerin tayin edildiği yahut başka
sipahilere hisseler tahsis edildiği görülmektedir2s• Buna göre defterdeki timar
29
kayıtlarında göze çarpan en erken tarih 28 Zilhicce 888/27 Ocak 1484 , en
geç tarih ise Evasıt-ı Cemaziyelevvel 899/ 17-26 Şubat l494'dü2°. Buradan
hareketle, bu iki defterde dikkatimizi çeken bazı hususlar üzerinde durmak
istiyoruz. Bunlardan en ilginç olanı; Şücaeddin kazası subaşılığına tayin
edilen Mustafa Bey hakkındaki bilgilerdir. Defterin yazım aşamasında
Şücaeddin kazasında subaşıya ihtiyaç hissedildiğinden mevcut 4 timarın
tamamı feshedilmiş3l, 12 timardan da hisseler ayrılarak 50.000 akçalık bir
zeamet oluşturulmuştur32• Mustafa Beyin zeamet geliri için sebepsiz yere
timarlarından hisseler alınan sipahilerin azalan gelirlerinin farklı yerlerden
tamamlanması yerine ellerinde kalan ile kanaat etmeleri istenilmiştir33•
Dolayısıyla Mustafa Bey ile ilgili 16 timar birimindeki kayıtlar defterin
temize çekilmesi esnasında tutulmuş olup, sonradan yapılan düzenlemeler
değildir.
Bilindiği üzere yeni bir padişahın tahta çıkması, memleket genelinde
yeni bir tahririn en önemli gerekçeleri arasında gösterilmektedir34• Buna
göre; Fatih'in 1481 'de ölümüyle oğlu Bayezid başa geçmiş ve ülke
genelinde sayım yaptırmıştır35. Karaman eyaleti de bu dönemde Hamza Bey
oğlu Murad Çelebi eminliğinde ve Mehmed'in katipliğinde yazımatabi
tutulmuştu26• Yazım işlemine kesin olarak ne zaman başlanıldığı
bilinmemekle birlikte, l483'te bitirildiği anlaşılmaktadır. Bu tarihten kısa bir

27MC.0.116/l, s.1a.
28MAD 567, s.16, 29, 30, 38, 40, 41,44,46,57,58,60,61,62,65,71,72,76,82,87,94,96,
100,124,128,138,148; Tr 38,105-123.
29 Tr 38, s.l08.
30MAD 567, S.76.
31MAD 567, 83, 84, 88, 89.
32MAD 567, s.93.
33MAD 567, s.71, 72,81,84,85,86,88.
34 Ö. L. Barkan - E. Meriçli, Hüdlivendigar Livası Tahrir Defterleri, I, TTK, Ankara 1988,
s.11-12; H. İnalcık, Hicrl 835 Tarihli SCtret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, TTK, Ankara 1987,
s.xVIII.
35Il. Bayezid dönemi tahrirleri için bkz. Nicoara Beldiceanu, XIV. Yüzyıldan XVI. Yüzyıla
Osmanlı Devleti'nde Timar, çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Ankara 1985, s.103-106.
36MC.0.116/1, s.la.
Karaman Eyaletinde üsmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
183

süre sonra bölgede, yürürlükte olan ve Osmanlı şer'ı ve örfi hukukuna aykırı
görülen bid'atları kaldırması için, dönemin şöhretli alimlerinden Mevlana
Vildan ismiyle meşhur Mevlana Muhiddin görevlendirilmiştir37• Mevlana
Vildan müfettiş sıfatıyla görevlendirildiği Karaman eyaletinde yeni bir
tahrirden ziyade38, bölgeye ait Osmanlı hukukuna uygun yeni bir kanunname
düzenlemiştir39• Ayrıca bölgedeki timarlı sipahileri de denetleyerek halka
zulüm ve suçu sabit olanları merkeze arz edip, ellerinden timarlarının
alınmasını sağlamıştır. Mevlana Vildan'ın arzıyla timarı alınan sipahi sayısı
6'dır40• Boşalan timar kadrolarına yerleştirilen sipahilere, bu timarların
Evasıt-ı Ramazan 889/ 2-11 Ekim 1484 tarihinde verildiği belirtilmektedir41.
Şu halde Mevlana Vildan teftişinin, 1483 tahririnin hemen akabinde 1484
yılında yapıldığı aşikardır. Mevlana Vildan aynı dönemde Kayseri sancağını
da teftiş etmiştir42• Ancak, bevvab Ali'nin timarı üzerindeki açıklamalarda,
sancağı teftiş eden kişinin kadı olduğu belirtilmiş, ismi zikredilmemiştir43•
Burada kastedilen kişinin Mevlana Vildan olduğuna şüphe yoktur. Zira
Vildan'ın Fatih döneminde, Gelibolu'da kadılık, Bursa'da müderrislik ve
kadılık, İstanbul'da kadıaskerlik yaptığı bilinmektedirM.
Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere 26 timar, sonradan tamamen el
değiştirmiştir. Bu timarların sipahilerinin neden değiştirildiği hususunda
bazıları için sebep gösterilirken, bazıları için de hiçbir bahane
gösterilmemiştir. Buna göre timarlar, Mevlana Vildan'ın arzı45, sipahinin üst

37 Mevlana Yildan hakkında geniş bilgi için bkz. Meedf l\1,ehmed Efendi, Şakcıik-i Nu 'maniye
ve Zeyilleri -Hadaiku'ş-şakaik, I, nşr. hzr. Abdülkadir üzean, çağrı Yay. Istanbul 1989,
s.215.
38 A. Akgündüz, Mevlana Yildan'! Karaman eyaletinin 906/1500 tahririni yapan emin olarak
~abul eder. Bkz. Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukı Tahlil/eri, III,
Istanbul 1991, s.306-307.
39 TT 63, s.l-2; Ömer Lütfi Barkan, XV ve XVi inci A~ırlarda Osmanlı imparatorluğunda
Ziraı Ekonominin Hukukı ve Ma/f Esasları i -Kanunlar- , Istanbul 1943, s.39.
40 MAD 567, s.29, 38, 62, 87,147; TT 38, s.l05. .
41 MAD 567, s .29. Mezkur Mevlana Vildan teftışiyle cürmü zahir olub azı olundu Solak
Ya'kub'a ser'askerlikle sadaka olundufi evas/t-I Ramazani'l-mübarek sene 889; s.38. Mezkur
timar Şirmerd tahvilinden Çavdan oğlu Emür'e verilmiş mezkur Emür dahi Mevlana Vildan
teftışinde mücrim-i (cürmü) vaki' olub azı olundu Feraş oğlu Şah Veli'ye sadaka olundufi
evas/t-l Ramazani'l-mübarek sene 889; s.62. Mezkur Hamza Bey Mevlana Vildan teftışinde
cürmü zahir olub azı olundu ve Del/ak Mehemmed'e sadaka olundu fi evaslt-I Ramazani'l-
mübarek sene 889; s.87. Mezkur Mevlana Vildan teftışinde cerayimi zahir olub azı olundu
Çoban Ali 'ye sadaka olundufi evas/t-I Ramazan sene 889; s.147. Mezkur cerayimi zahir olub
Mevlana Vildan arzıyla azı olunub Silahdarbaşı isa'ya sadaka olundu fi evas/t-I Ramazan
sene 889.
42 Barkan, Kanunlar, S.57.
43 TT 38, s.105. Mezkur Ali ... Kayseriyye sancağı teftişine gelen kadı mektub virüb reayasına
zulm ve te'addı ider ve bir raiyyet .... bozdoğanlıyla vurub mecruh etmişdir ve ale'l-husus
meCıis-i şer 'de zulm idüb ve bozdoğanlıyla vurduğuna ... itdi deyü bildirdiği cihetden Havdan
oğlu Ahmed'e (?) tezkere virildi tahrırenji gurre-i Rebiülahir sene Receb 889.
~ Meedf Efendi, Şçıkaik-i Nu'maniye ve Zeyilleri - Hadaiku'ş-şakaik,l, nşr. hzr. Abdülkadir
üzean, çağrı Yay. Istanbul 1989, s.215-216.
45 MAD 567, s.29, 38, 62, 87,147; TT 38, s.l05.
Doğan Yörük
184

düzey bir göreve terfi etmesi46, emekliye ayrılması47, kendi isteğiyle timarını
bırakması48 ya da ölmesi49 ve sefere katılmaması50 gibi nedenlerle başka bir
sipahiye tevcih edilmiştir. Ayrıca, sipahinin eskiden beri timar tasarruf
etmemesi (babadan ve dededen sipahi olmamasıil ve aynı timarın uzun süre
bir sipahinin tasarrufunda bulunması52 da değişiklik için yeterli görülmüştür.
Yine, boş53 veya mevkuf4 durumda olan timarlardan başka, sebep
gösterilmeksizin55 sipahisi değişenlere de rastlanılmaktadır.
Tablo i. Tamamen EI Değiştiren Timarlar

Sıra Açıklamalar Adet


1 Mevlana Yildan'ın arzıvla 6
2 Sinahinin terfi etmesivle 1
3 Sinahinin kendi isteilivle emekliye avrılmasıvla 1
4 Sinahinin kendi rızasıvla bırakmasıvla 2
5 Sinahinin eskiden beri timar yememesinden 3
6 Sinahinin coktan beri aynı timarı tasarruf etmesinden 2
7 Timarın mevkilf olmasından i
8 Timarın bos olmasından i
9 Sipahinin ölmesivle 1
10 Sinahinin sefere gelmemesinden 1
11 Seben gösterilmeden 7
TOPLAM 26

Sipahisi değişen timarların haricinde bazı timarlardan da hisseler


ayrılarak yeni timarlar ihdas edilmiş yahut mevcut timarlara ilaveler
yapılmıştır. Bu durumda; gelir kalemlerinden, başka timarlara hisseler
ayrılarak, üzerinde oynamalar yapılan 18 timar bulunmaktadır6. Bunların
büyük bir kısmı sebepsiz yere nakledilirken57, bazıları da mülkiyet olarak
verilmiş58 ya da sipahiye az geldiği için kendi isteğiyle59 başkasına
devredilmiştir. Burada dikkatimizi çeken kayıtlardan biri şüphesiz; KoşuCl
Karaman b. Yağdı adlı sipahinin timarı ile ilgili bilgilerdir. Çünkü bu
sipahinin timar gelirini oluşturan birimlerden Vni köyü, Evahir-i Zilkfıde
893/ 27 Ekim-5 Kasım 1488 tarihinde Karamanoğulları zamanında burayı

46TT38,s.106.
47TT38, s.107.
48MAD 567, s.40; TT 38, s.1lO.
49MAD 567, s.61.
50MAD 567, s.124.
51TT 38, s.107, 110, 111.
52MAD 567, s.138; TT 38, s.108.
53MAD 567, s.65.
54MAD 567, s.41.
55MAD 567, s.30, 38, 46, 76,82,87.
56 Üzerinde değişiklik yapılan timarlardan 12'si MAD 567, 6'sl da TT 38 numaralı
defterdedir.
57MAD 567, s.16, 44,58,62,77,94, 100, 128; TT 38, s.107, 114, 116, 121.
58MAD 567, s.55, 57,58.
59MAD 567, s.60.
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
185

mülk olarak tasarruf eden Karamanlı Mehmed'e verilmiştir. Karamanlı


Mehmed'in öyküsü Osmanlı - Karaman mücadelesinin boyutları hakkında
da önemli ipuçları vermektedir. La.rende'nin Vni köyü Mehmed'in kadim
mülkü iken, Osmanlı - Karaman çekişmesi sırasında Osmanlılara iltica
etmesiyle, Karamanoğlu bu kişinin mülkiyetini bozmuştur. Mülkiyetliği
bozulan Vni köyü, Osmanlı kayıtlarına da timar olarak geçmiştir.
Mehmed'in eski mülkünün kendisine iade edilmesiyle ilgili müracaatı
üzerine eline, Vni köyünün mülknamesi verilmiştir60.
Defterlerin yazım aşamasında ve sonrasında toplam 60 timar üzerinde
düzeltme yapılmıştır. Bunlardan Şücaeddin kazası subaşısı Mustafa Bey ile
ilgili olan 16 timar kaydı göz ardı edildiği takdirde; 44 timar biriminin farklı
tarihlerde gerek tamamı, gerekse bir kısmı başka bir sipahiye aktarıldığı
görülecektir.
3-Timarlarm Özellikleri
Eyaıet genelinde 412 adet timar birimi görülmektedir. B unlardan
392'sinde timar başlığı bulunurken, 20'sinde bu başlığa rastlanılmamaktadır.
Timar başlığı konulmamış birimler daha çok eşkincülü mülk olarak tasarruf
edilen köy, mezraa, çiftlik ve cemaatlerdir6!. Bunlara ilaveten timar başlıklı
eşkincülü mülkler de bulunmaktadır62• Eyaletteki eşkincÜıü mülkün toplamı
20'dir63• Mülk timadar adıyla da anılan eşkincülü mülkleri serbest
mülklerden ayıran en önemli hususiyet, sefer zamanında zırhlı ve silahlı
muayyen sayıda cebelü gönderme mecburiyetidir. Bu hizmet yerine
getirildiği sürece devletin mülk timarlara müdahalesi söz konusu değildir64•

60 SCtret-i berat-ı humayCtn, Nişan-ı şerif-i alişan ve tuğra-yı garra-yı kiti sitan nefera 'l-/{ihü '1-
meliki's-ti'an hükmü oldur ki şimdiki halde mefharu'l-emacid ve'l-ekarim Karamanlı
Mehemmed vilayet-i Karaman 'da Larende tevabi'inde Vni nam karye içindeki hasıl öşrf ve
örfi 1457 akça yazarmış kadfm mülkümdür amma Karamanoğlu zamanında asitane-i
'Osmaniye 'ye iltica etdüğüm sebebden Karamanoğlu tagyfr etdürmüş mukarrer deyü da 'va
ve taleb kılub defterlere rücu' olunub timarda mestCtr bulunub mülkiyet üzre mestCtr
bulunmayı b mefharu' l-ulemai' l-kiram Konya kadısı Hatib Paşa oğlu Mevlana Muslihiddin' e
teftiş etmek emr idüb Mevlana-yı mezbCtr dahi şer'f mülknameleri görüb ve Karamanoğlu
zamanında Kadıasker olan şer'le mülkiyetine hükm eylediğine şahidieri gelüb dergah-ı
mu'allama 'arzname virüb ve şer'f mektubun 'arz idüb ben dahi mezkCtrun yanında himmet ve
at/fet idüb karye-i mezkCtre öşrünü ve 'örfiyesiyle mülkiyet vechile muşarun ileyhe sadaka
idüb buyurdum ki ba'de'l-yevm karye-i mezkCtre muşarun ileyhin mülkü olub enva-ı vücCth
mülkiyet üzre 'öşrün ve 'örfiyesiyle mutasarrıf ola dilerse sata ve dilerse bağışlaya ve dilerse
vakfide bey '-i ahed-i kiiniyen min kane bi-vech-i mine'l-vücCth ve sebeben mine'l-esbiib mani'
ve münazi' olmaya ve dahi ve ta 'arruzz kılmaya ve tebdfl ve tagyfr etmeye femen beddelehü
ba'de ma sem'ahüfe innema ismühü 'ale'l-lezfne yübeddilCtnehü inne'l-lahe semf'un alfm
'alamet-i şerife i 'timad ide/er tahrfren fi evahir-i Zilkade sene selase ve tis 'fn semani-mi' e
be-makiim-ı Kostantınıyye, eş-şehadet el-vezfran Davud Paşa ve İbrahim Paşa ve Ali Paşa.
MAD 567, s.57.
61 MAD 567, s.15, 69, 92,123,135,150.
62 MAD 567, s.ll, 58, 59,99,
63 16'sl Mad 567'de 4'ü de TT 38'de kayıtlıdır.
64 ÖL Barkan, "Osmanlı Devrinin Eşkincülü Mülkleri veya Mülk Timarları Hakkında
Notlar", Türkiye'de Toprak Meselesi Toplu Eserler /, Gözlem Yay. İstanbul 1980, s.898-899.
Doğan Yörük
186

Eşkincü1ü mülklere benzeyen bir diğer tasarruf şekli ise yurtluktur. Bu


tip dirlikler kayd-ı hayat şartı ile tevcih edilirdi65. Genellikle konar-göçer
zümrelerin reisIerine, hali ve harap yerleri iskan etmede aile ve akrabasıyla
gelip yerleşmelerini sağlamak için bu tip toprakların bir imtiyaz şeklinde,
cebelü gönderme şartıyla, verildiği belirtilmektedir66• Nitekim Aksaray'da
Bozkırlı cemaatinin lideri olan Bozkırlı oğlu Seydi Ahmed' in67, Larende' de
ise Karil ailesinin fertlerinden Mustafa Bey, Malkoç Bey ve İbrahim Bey'in
timarları yurtluk68 olarak verilmiştir. Ayrıca Osmanlı fetih politikalarının
esasını oluşturan istimalet sisteminin iskan siyasetinde de kullanıldığı dikkat
çekmektedir. İstimalet terimi; fetih politikaları çerçevesinde fethedilen
yerlerdeki veya düşman topraklarındaki ahaliyi kazanma yahut halkla
uzlaşma karşılığı olarak kullanılırken69, özellikle vakıf ve mülk topraklara
70
nüfus çekmek için ahaliye tanınan imtiyazlar şeklinde de anlaşılmalıdır •
Nitekim Yusuf b. Yahya liderliğindeki Yahyalu Yörüklerinden olan Yahyalu
cemaati Amid tarafından Kayseri bölgesine istimaletle getirilmişlerdir7!.
Yine 1500 tarihinde Koçhisar bölgesinde defter harici kalan 17 mezraanın
Kürti oğulları Mustafa ve Kılıç'ın kadim yurtlarının yanında; konakları,
yaylakları ve suvadları olduğu belirtilmiş, ayrıca kendi boylarından defter
harici kalmış ve herhangi bir sipahiye raiyyet yazılmamış kimseleri öte
yakadan istimaletle getirmeleri istenilmiştir72•
Timarlarla ilgili üzerinde durulması gereken bir başka husus da; boş
timarlardır. Bunlar hazinenin alıkoyduğu ve henüz tevcih etmediği
dirliklerdir. Sahiplerinden boşalmış timarların geliri, tekrar sipahilere tahsis

65 M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, İstanbul 1983, s.639;
Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih LGgatı, İstanbul 1986, s.371.
66 Ö.L. Barkan, "Mülk Timarlar", s.902.
67 MAD 567, s.122.
68 MAD 567, s.58-59; Bu tip timar ve mülkler 1500 ve daha sonraki tahrir defterlerinde de
görülmektedir. Bkz. TT 40, s.860, 862, 864, 883; TT 32, s.233, 243; TT 455, s.587, 593, 597,
609,610,623,628,632,638; TT 1061, s.197.
(fJ Geniş bilgi için bkz. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I,
çev. Halil Berktay, Edit. Halil İnalcık ve Donald Quataert, İstanbul 2000, s.54, 453; Feridun
M. Emecen, "XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Devleti'nin Doğu ve Batı Siyaseti", XV ve XVI.
Asırları Türk Asrı Yapan Değerler, Edit. Abdülkadir Özcan, İstanbul 1997, s.126; İnalcık,
"Osmanlı Fetih Yöntemleri", çev. Oktay Özel, Söğütten İstanbul'a Osmanlı Devleti'nin
Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, Derleyenler Oktay Özel- Mehmet Öz, Ankara s.443-472.
70 Barkan, "Osmanlı İmparatorluğu'nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar
ve TemlikIer, II: Vakıflann Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu Olarak Kullanılmasında Diğer
~ekiller", Vakıflar Dergisi, II, Ankara 1942, s.361-362; Barkan, Kanunlar, s.91, 347.
i TT 38, s.123. Cema'at-i yörükan-ı Yahyalu ki an Yahyalu ameden Amid der-tasarruf-ı
Yusufb. Yahya ki istimaletle getürüb hem sa' ye hası1200.
72 TT 32, s.250. Mezra 'aM-i Mrie ez-defter tabi-i Koçhisar Mumluea Bali ve Kirbükü ve
Kavaklu Kışla ve Çaybağı ve Yarpınarı ve Çoruk Harimi ve Çelebi-öyüğü ve Kara İbrahimlü-
viranı ve Karaea-oğlu Kuyusu ve Kartal Koyağı ve Eşek Oldüren ve Kara Kuyu ve Şıhne
Kışlası ve Çatal-öyüğü ve Bostanlık Konağı ve Tokat Kışlası yurd-ı kadim veledan-ı Kürti
benam-ı Mustafa ve Kılıç bu cümle harie defter olub konakları ve yaylakları ve suvadları imiş
ve kendü boylarından ki Mrie defter olub kimesneye defterde kayd olmuş olmayanlar ki öte
yakadan istimaletle getürmüş olalar.
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
187

edilinceye kadar, mevkufçu denilen memurlarca toplanıp hazineye


aktarılırdı73. Gelir kalemleri ve askeri mükellefiyetieri yazılı 28 timarın
kimin tasarrufuna verildiği belli değildir74. 1483 ile 1494 tarihleri arasında
44 timar üzerinde işlem yapıldığı halde, buradaki boş timarlardan 3' Ü75
dışındakiler herhangi bir sipahiye verilmemiştir. Bu kadar dirliğin II yıl
boyunca boş bırakılması sistem açısından kabul edilebilir bir durum
olmamakla birlikte, neden dağıtılmadığı yahut dağıtıldıysa sipahi isimlerinin
niçin yazılmadığı tespit edilememiştir.
412 timardan 360'ı müstakil, 39'u müşterek, l3'ü de hisseli timardır.
Hisseli timarların hepsi Kayseri kalesindeki 89 sipahiye aittir. Müşterek
timar tasarruf eden sipahiler tek bir berat ile nöbetleşe sefere giderlerken,
hisseli timar sahipleri ayrı ayrı beraıları ile her biri sefere katılmakla
mükelleftirler76. Müşterek timarlardan ikisi diğerlerinden farklılık arz
etmektedir. Öncelikle bunlardan biri zeamet geliridir. Aksaray kazasındaki
Sultancık nahiyesinin zeamet geliri, bölgenin iki nüfuzlu ailesinin fertierine
taksim edilmiştir. 13.191 akçalık zeamet gelirinin 8.794 akçası Bekir Bey
oğlu Halil'e, 4.397 akçası da Cemal Beyoğulları Seydi, Mehmed ve
Ahmed' in tasarrufuna verilmiştir77. Diğer timarın özelliği ise içinde şehzade
hissesinin bulunmasıdır. Bu timar Bektaşlu kabilesinin vergi gelirlerinden
oluşturulmuştur. Karaman eyaletindeki konar göçerler şehzade hasIarına
dahil edildiğinden, Bektaşlu kabilesi reisinin oğlu olan Bektaş oğlu Mahmud
ile Şehzade Şehinşah bu timarı müşterek tasarruf etmişlerdir78. Timardan
kimin ne kadar gelir elde ettiği belirtilmemiştir.
Timarlar idari ve mali muhtariyet bakımından serbest ve serbest
olmayan şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Padişah, şehzade, vezir, beylerbeyi,
sancakbeyi, nişancı, defterdar, divan katipleri, çavuşlar, alaybeyleri,
çeribaşılar, seraskerler, subaşılar ve dizdarlar gibi yüksek rütbeli idare
amirleriyle memur ve askerlerin dirlikleri serbest timar kategorisine
girmektedir79. Ancak eyaletteki zaimlerin sadece birinin zeametinin serbest
olduğu belirtilmiş8°,diğer has ve zeametler ile ilgili bir açıklama
yapılmamıştır. Buna karşılık, geliri 5.020 akça ile 20.540 akça arasında
değişen timarlar tasarruf eden 8 sipahinin timarlarının serbest olduğu
belirtilmiştir. Bunlardan 3'ü çerisürücü, 2'si serasker, l'i miralay, l'i emir-i
alem,I' i de dizdardır8!. Eyalet genelindeki 5 dizdardan 4' ünün, 2

73H. İnalcık, Ekonomik ve Sosyal, s.185; Beldiceanu, Timar, S.71.


74Bunlardan 24'ü MAD 567, 4'ü de TT 38 numaralı defterlerdedir.
7SMAD 567, s.41, 62, 65.
76H. İnalcık, Arvanid, s.xxı-xxv.
77MAD 567, s.107.
78MAD 567, s.117. .
79Barkan, "Feodal Düzen ve Osmanlı Timarı", Türkiye'de Toprak Meselesi, Istanbul 1980,
s.883; N. Beldiceanu, Timar, s.33.
80TT 38,s.103.
8ıMAD 567, s.35, 118, 124, 125; TT 38, s.103, 104, 125.
Doğan Yörük
188

defterdarın, 2 subaşının, 12 seraskerden 10'unun, 1 çeribaşının ve 10


çavuşun .dirliklerinin serbestlikleri yazılmamıştır. Ancak serbestlik. ifadesi
konulmamasından dolayı bunları serbest olmayan timarlar grubuna dahil
etmek de mümkün değildir. Zira bu tip timarlar gibi, şehzade ve mirliva
hasıarında da serbestlik terimi yazılmamasına karşılık bunların serbest timar
olduğuna şüphe yoktur.
4-Sipahilerin Askeri Yükümlülükleri
Eyaletteki 412 timardan 28'inin boş veya mevkuf olduğu yukarıda
zikredilmişti. Geriye kalan 383 timar 501 sipahinin tasarrufuna bırakılmıştır.
Bunlardan 33l'i müstakil, l73'ü de 52 müşterek timara dağılmışlardır.
Müşterek ve hisseli timarlardaki sipahi oranı 332'dir. Özellikle Kayseri
82
kalesindeki hisar erlerine tahsis edilen 17 timardaki 89 sipahinin istihdamı ,
müşterek ve hisseli timarlardaki sipahi sayısının hangi boyutlarda olduğunu
göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
Bilindiği üzere askeri timarlar süvari ve süvari olmayanlar şeklinde
ikiye ayrılmaktadır. Süvari timarlılar tasarruf ettikleri timarların gelir
dilimlerine göre sefer esnasında, yanlarında getirmek zorunda oldukları bazı
yükümlülükleri bulunmaktadır. Bunlar, eebe, bürüme ve geçim adlı zırh
çeşitleri ile bu zırhlarla donanmış kendi bürüme, kendi eebelü ve eebelü,
askeri yardımcı ya da köle anlamına gelen gulfima ilaveten günlük, çadır,
tenketür, sokak, saraçhane, matbah, kilar ve hazine adlı farklı
büyüklüklerdeki çadırlardır. Atlı olmayan timarlılar ve hisar erleri için böyle
bir zorunluluk yoktur. 412 timardan 346'sı askeri hizmetlerle yükümlü iken,
66'sında bu mükellefiyetler görülmemektedir. Bunların ekseriyetinin kale eri
ve gelir dilimi düşük timarlar83 olmasına rağmen, şehzade hassı84 ve şehzade
defterdarı85 ile Karaman eyaleti defterdarına86 ait timarların da bu grup içine
dahil edildiği dikkat çekmektedir.
Askeri hizmet yükümlülüğü bulunmayan 66 timardan 50'si mustahfız
timarıdır. Bu timarlarda toplam 144 sipahi istihdam edilmiştir. Halbuki
gerçek rakam bunlardan çok daha yüksek olmalıdır. Zira Konya ve Kayseri
dışında Niğde, Larende ve Mavga kale dizdarları87 ile Larende kalesi
imamından88 bahsedilmiş, ama buradaki hisar erlerinden söz edilmemiştir.
Kale komutanın olduğu bir yerde kale erlerinin de bulunacağı şüphesizdir.
Gerçekten de topçu, zindancı, nakrazen, bölükbaşı, yeniçeri vs. gibi kale
görevlilerinin diğer eşkinci timarlarda da görülmesi, hisar erlerinin sayısının

82 Defterde 87 sipahinin varlığı belirtilmiştir. bkz IT 38, s .125.


83 MAD 567, s.14, 15,39,42,122, 135, 142; IT 38, s.121, 122, 123.
84 MAD 567, s.20.

85 MAD 567, s.28.

86 MAD 567, s.44.

81 MAD 567, s.33, 66, 92.


88 MAD 567, s.65.
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
189

daha fazla olması gerektiğini çağrıştırmakta ise de bunların niçin yazılmadığı


veya belirtilmediği maalesef bilinmemektedir. Ayrıca, Mavga kalesi
komutanı Mahmud Ağa'nın Konya, Kayseri, Niğde ve Larende kale
komutanlarından farklı olarak kendi bürüme, 2 cebeIü, 1 gulam ve 1 tenketür
hizmetiyle mükellef tutulması89 dikkat çeken bir başka hususiyet olmasına
rağmen, bunun sebebi tespit edilememiştir.
Aşağıdaki tabloda iki ayrı genel toplam sütunu bulunmaktadır.
Bunlardan ilki, defterler içindeki rakamların tek tek toplanmasıyla elde
edilen yekfin, diğeri ise defterlerde verilen toplamlardır. Defterlerde yazılı
olan hasıl değerler ile bizim bulduğumuz sayısal değerler arasında az da olsa
farklılık olduğu açıkça görülmektedir.
Tablo 11- Sipahilerio Askeri Yükümlülükleri

MAD Bizim
TT 38 Bulduğumuz Defterlerdeki
567 Toplam
Tonlam
1 Kendi bürüme 180 44 224 -
2 Bürüme - - - 267
3 Kendi cebelü 88 16 104 -
4 Cebelü 496 147 643 869
5 Gecim
6 Gulam
20 5 25 -
121 18 139 186
7 ( adır
8 Tenketür
41 8 49 -
109 22 131 -
9 ( adır maa sokak O i i -
10 Cadır-ı hazine O 1 i -
il ( adır-ı kilar O 1 i -
12 Günlük O 1 i -
i3 Matbah
14 Sarachane
O i 1 -
O 1 1 -

5-Timarlarda İstihdam Edilen Sipahiler


Yukarıda üzerinde durulan sivil, eşkinci ve hisar erlerinin askeri
görevleri ile unvan ve lakapları esas alınarak bir gruplandırma yapılarak
aşağıdaki tablo oluşturulmuştur. Buna göre, askeri memuriyetinin özelliği
belirtilen 108 sipahinin yanında, çeşitli unvan ve lakaplarla anılan 100 timar
görevlisi bulunmaktadır. Bu isim ve sıfatları taşıyanların hepsini iki ayrı
zümre olarak değerlendirmek yerine, bazılarının askeri memuriyetinin
yanında, unvan ve lakabının da zikredilmiş olabileceği ihtimali dikkate
alınmalıdır.

89MAD 567, s.33.


Doğan Yörük
190

Tablo m- Sipahilerin Askeri Görev, Unvan ve Lakapları

TI MAD Unvan ve TI MAD Tplm


Sıra Askeri Görevli Tplm 567
38 567 Lakao 38
1 Sehzade - 1 1 Bev 3 32 35
2 Mirliva 1 - 1 Pasa - 4 4
3 Defterdar - 2 2 (elebi 1 11 12
4 Subası 1 1 2 Emir - 1 1
5 Dizdar 1 4 5 Ağa 1 6 7
6 Miralav - 1 1 Ahi - 1 1
7 Emir-i alem 1 - 1 Havvat - 1 1
8 Emir-i ahur - 1 1 Zerııer - 1 1
9 Serasker 2 10 12 Külahdı1z 1 - 1
10 Serasker-i köhne - 1 1 Bavtar 1 - 1
11 Yavabası 1 - 1 Hacı 5 6 11
12 Cerisürücü - 3 3 Hoca - 1 1
13 ( eribası - 1 1 Imam 1 2 3
14 ( avus 1 9 10 Mevlana 1 3 4
15 Kethüda 1 1 2 Fakih 1 1 2
16 Serbölük 8 3 11 Sofu - 4 4
17 Bölükbası - 1 1 Sev h 2 2 4
18 Toncu 2 3 5 Sev h eeIebi 1 - 1
19 Yeniceri 1 11 12 Sah - 3 3
20 Solak 1 - 1 Köoek - 1 1
21 Solakbası - 1 1 Garib - 1 1
22 Silahdar 1 - 1 A'ma - 1 1
23 Kanucu - 1 1 - - - -
24 Bevvab 2 1 3 - - - -
25 Nakrazen - 2 2 - - - -
26 Zindancı - 1 1 - - - -
27 C'asniııir - 1 1 - - - -
28 Saksoncu - 1 1 - - - -
29 Sercavusan - 1 1 - - - -
30 Mehter 2 - 2 - - - -
31 Görenc 1 - i - - - -
32 Gerdanııer - 1 1 - - - -
33 Merdüm - 1 1 - - - -
34 Gulam 3 4 7 - - - -
35 Siyah - 3 3 - - - -
36 Kul 1 - 1 - - - -
37 KuloiHu 5 1 6 - - - -
TOPLAM 36 72 108 18 82 100

Bilindiği gibi Osmanlılarda devlete ait (miri) topraklar gelirlerine göre;


has, zeamet ve timar olmak üzere üçe ayrılmıştır. Eyaletteki 412 dirlikten
2'si has (şehzade ve mirHva), 19'u zeamet, 4'ü zeamet şeklinde (ber-vech-i
zeiimet) timardır. Zeametlerin gelir aralığı 20.000 ile 99.999 akça olmasına
rağmen, 20.000 akçanın üzerindeki 4 dirlik timar, altındaki 5 dirEk ise
zeamet olarak adlandınımıştır. Zeamet şeklinde tasarruf edilen 4 dirliği de
zeamete dahil ettiğimizde geriye 387 timar birimi kalmaktadır. Aslında has,
zeamet ve timar birimleri arasında katı bir sınıflandırma yapılmadığı ve her
\
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
191

üç dirlik biriminin de zaman zaman timar başlığı altında verildiği


görülmektedir90 •
Bölgedeki en büyük gelir 587.070 akça ile Şehzade Şehinşah' a, ikinci
olarak da 250.585 akçalık has geliri ile Kayseri sancakbeyi'ne aittir. En
düşük gelir ise 200 akça ile Amid tarafından istimaletle getirilen Yahyalu
Yörükleri cemaatini tasarruf eden Yusuf b. Yahya91 ve çiftlik tasarruf eden
Hüseyin b. Fakih'en tahsis edilmiştir.
Şehzade Şehinşah'ın has gelirlerinin dökümü ayrı ayrı gösterilmemiş
bunun yerine, Karaman eyaletindeki haymana diye adlandırılan konar-göçer
zümrelerin vergi gelirleri yekun olarak kaydediImişti~3. Sadece Koçhisar
kazasındaki Hindilü ve Bozkır kabileleri94 ile Bektaşlu cemaatinin
gelirlerinin95 şehzade hassı olduğu belirtilmiştir. Kayseri sancakbeyinin has
gelirlerini ise; Kayseri şehir merkezindeki bac, mukataa, öşür, rüsı1m ve
niyabet vergileri ile, bazı köy ve mezraaların yanında konar-göçer
zümrelerin gelirleri oluşturmaktadır96• Fakat sancakbeyinin adı
zikrediImemiştir.
Haslardan sonra en önemli dirIikler zeametlerdir. Bunların gelirleri
timarlara göre nisbi bir yükseklik gösterdiğinden, bu dirIikleri tasarruf eden
kişilerin nitelik ve nicelikleri, özellikle menşeleri önem kazanmaktadır.
İnalcık, Karaman beyliğinin OsmanIılarca ilhakından sonra, yerli
aristokrasinin büyük çoğunluğunun genellikle toprak üzerinde evvelden
sahip oldukları haklarıyla birIikte konumlarını muhafaza ettiklerini
söylemektedir97• Gerçekten de Karaman menşeli sipahilerin özellikle büyük
timarlar yanında; bey, paşa, çelebi, hacı, hoca, fakih, şeyh, şeyh çelebi gibi
lakaplar ile de sıradan ve eşkincülü mülkler tasarruf ettiklerini görmek
mümkündür.
Aşağıdaki tablo incelendiğinde, 19 zaimin büyük bir kısmının yerli ve
nüfuzlu aiIelere mensup kişiler oldukları açıkça görülecektir. Bunlardan
Turgutoğulları, Samagaroğulları, Yapaoğulları, Şeyullah, Hindilü, Reyhanlu,
Sıddık Siyah, gibi aşiret, kabile veya cemaat reisi olanlar ile Adalu, Kaya
Bey, Bekir Bey, Cemal Bey gibi yerel ve nüfuzlu aileler dikkat çekmektedir.
Ürgüb zeametini tasarruf eden padişah gulamı Hamza Bey dışındaki diğer
zaimlerin, bazılarının menşeleri tam olarak bilinmemekle birIikte büyük
çoğunluğunun Osmanlı öncesi bakiyelerden olduğu sanılmaktadır.

90 H. İnalcık, Arvanid, s. XXIV; D. Yörük, XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı (1500-1584),


Tablet Kitabevi, Konya 2005, s.202-228; Yörük, "Beyşehir ve Çevresindeki", Yayınlanmamış
Bildiri.
91TT 38, s.123.
92MAD 567, s.88.
93MAD 567, s.20.
94 MAD 567, s.21-22.
95MAD567,s.117.
96TT 38, s.97-1OI.
97İnalcık, "Osmanlı Fetih Yöntemleri", s.460.
Doğan Yörük
192

Tablo LV- Zeametleri Tasarruf Eden Sipahiler

1 Z. Said-ili Turgutoğullarından 55.464


der-tasarruf-ı Erdoğdu b. Turgud
Bey
2 Z.Viliiyet-i Okçu-ili Yerel 17.239
der-tasarruf-ı Seydi Bey b. Bekir
Bey
3 Z. Ereğli der-tasarruf-ı Sadaka Yerel 40.376
Bey
4 Z. Karacadağ-ı Mazılu Adalu ailesi 28.332
der-tasarruf-ı Hüseyin Adalu
5 Z. Melendus der-tasarruf-ı Reyhanlu Cemaati"" 18.088
Reyhan
6 Z. Şüc1ieddin Belirsiz 50.000
der-tasarruf-ı Mustafa Bey subası
7 Z. Urgüb der-tasarruf-ı Osmanlı 29.766
Hamza Bey guliim-ı piidisah
8 Z. Uçhisar der-tasarruf-ı Kaya Yerel 27.768
Bey
9 Z. Karahisar der-tasarruf-ı Yerel 46.277
Ahmed Çelebi b. Mehmed Bey b.
Akın Bey
LO Z. Deyelü der-tasarru f-ı Yerel (?) 63.467
AliiüddeYle Bey
II Z. Eyüb-ili der-tasarruf-ı Ali Bey Şeyullah ailesi Aksaray' da uzun yıllar 77.522
Y.Seyhullah timar tasarruf etmistir
12 Z. Sultancık der-tasarruf-ı Halil Aksaray'ın nüfuzlu iki ailesi 13.191
b. Bekir Bey ye Seydi ye
Mehmed ye Ahmed eylad-ı
Cemal Bey
13 Z. Ilgın der-tasarruf-ı Hacı Bey b. Samagaroğulları önemli bir Moğol 30.547
Samagar bakiyesi
14 Z. Yapalu der-tasarruf-ı Veys Yapaoğulları aşireti 35.000
Bey b. Ali Bey b. Yapa
15 Z. Zengicek der-tasarruf-ı Hasan Yerel 19.651
Bey b. Ağa Bey
16 Z. Insuyu 'der-tasarruf-ı Sıddık Karaman Yörükleri arasında zikredilen 38.889
Siyah Bayburd-oğullarının bir cemaati99
17 Z. Koçhisar der-tasarruf-ı Hoca Yerel 20.836
Beyoğlu Bayezid
18 Z. Hindilü der-tasarruf-ı Mü'min Hindülü kabilesi Koçhisar'da önemli 19.480
Bey Y. Hindü bir aşiret
19 Z. Efkere der-tasarruf-ı Biili Belirsiz 23.330
TOPLAM 655.223

Zeametlerin yanı sıra timarlarda da Osmanlı sipahilerinin yanında, yerel


unsurlara da yer verildiği görülmektedir. Toplam 501 sipahinin ne kadarının
Osmanlı, ne kadarının da Karaman menşeli yerel unsurlardan olduğunu tam
olarak tespit etmek mümkün değildir. Çünkü sipahilerin aidiyetleri ile ilgili

98 MAD 567,8.144.
99 Tekindağ, "Son Osmanlı-Karaman", s.59.
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483) 193

açıklamalar timarların hepsinde belirtilmemiştir. Ancak sipahi isimlerinin


önündeki ve sonundaki şeyh, fakih, paşa, bey vs. gibi unvan ve lakaplar,
eşkincü1ü ve yurt şeklinde tasarruf edilen timarlar, bazı vakıf ve mülk
kayıtları ile aşiret, cemaat ve soylu ailelerin adları timar erlerinin menşeleri
hakkında genel bir kanaat uyandırabilmektedir. Buna göre eyaletteki 501
sipahiden 167' si yerel, 205' i Osmanlı ve 129' unun kökeni belirsizdir.
Menşei bilinmeyen 129 sipahiden ekseriyetinin Osmanlı olduğu sanılırken,
bunların içinde az da olsa yerel unsurlardan sipahilerin bulunabileceği de
dikkate alınmalıdır. Eski bakiyelere mensup 167 sipahi, 151 timarı tasarruf
etmekte ve bunların 137'sini müstakil l4'ünü de müşterek timarlar teşkil
etmektedir.
Timarların bazılarında sipahilerin memleketlerini belirten kayıtlara da
rastlanılmaktadır. Şu halde Anadolu ve Balkanların çeşitli şehirlerinden
gönderilen 90 sipahiye bölgede dirlikler verilmiştir. Bu sipahilerin büyük bir
kısmı Kayseri ve Konya kalelerine yerleştirilmişlerdir. Bunlardan Çerkes,
Tatar ve Süryani gibi milliyetlere yapılan atıfların yanında, Beyşehir'den 3
ve Meldos kalesinden 2 sipahinin adının anılması; daha ziyade Osmanlı
sipahisi olduklarını gösteren bir vurgu olsa gerektir. Kayseri ve Konya
kalelerinde istihdam edilmelerinden de bu anlaşılmaktadır. Osmanlı
merkeziyetçiliğinin önemli göstergelerinden biri olan gulam kökenli
sipahilerin mevcudiyeti ise sadece lO'dur.
Tablo V- Sipahilerin Geldikleri Şehirler

Sıra Memleketi TT 38 MAD Toplam


567
1 Arnavud - 5 5
2 Bosna - 5 5
3 Manastır 1 4 5
4 Nis 4 1 5
5 Niğbolu - 1 1
6 Ozü 1 - 1
.
7 Selanik 1 - 1
8 Sofva 3 - 3
9 Filibe 1 - 1
10 Yanbolu 2 - 2
11 Ustummci 2 1 3
12 Usküb 1 - 1
13 Siroz 2 - 2
14 En2:ürüs 1 1 2
15 Eflak 1 - 1
16 Yanya 1 - 1
17 Noberde - 1 i
18 Herse2:rad - 1 1
19 Drama 1 - 1
20 Tırhala 3 - 3
21 Tırnova 2 - 2
22 Midillü 2 2 4
23 Mora - 1 1
194 Doğan Yörük

24 Kıratava 1 - 1
25 Simiivi 1 - 1
26 Pazarlu 2 - 2
27 İlfdemür 1 - 1
28 Ervazı 1 - 1
29 Bopalu 1 - 1
30 Kesrive 1 - 1
31 Trabzon 3 4 7
32 Terkos 1 - 1
33 Seferhisar - 1 1
34 Saruo-öl 1 - 1
35 Mihalıc 2 - 2
36 Birp"i 1 - 1
37 Sivrice 2 - 2
38 Borlu 1 - 1
39 Eilirdir 4 - 4
40 Be17.•ehir 3 - 3
41 Meldos - 2 2
42 Medre (7) 1 - 1
43 Mazlu (?) - 1 1
44 Tatar - 1 1
45 (' erkes - 1 1
46 Sürvani - 1 1
Tonlam S6 34 90

Karaman beyliğinden ilk devralınan topraklar olan Beyşehir, Akşehir,


Ilgın ve çevresine ait 1466 tahriri ile Karaman eyalet genelini kapsayan 1483
tahriri arasında; yerli aristokrasinin Osmanlı timar kadrolarına istihdamı
bakımından tam anlamıyla bir zıtlık görülmektedir. 1466'da yerel unsurların
hemen hemen tamamı sistem dışına itilirken1oo, 1483 'te özellikle aşiret
reisIeri ve nüfuzlu ailelere zeamet çapında büyük, bunların efratlarına da
küçük timarlar verilmiştirIoı. Bu zümrelerin başında Samagar, Bulargu,
Gögez, Turgud, Yapalu, Bozkırlı, Hindilü, Adalu, Kosun, Varsak,
Bozdoğan, İğdir, Ekmeleddin, Bulgar, Bektaşlu, Şeyullah, gibi aşiretler ile
Karil, Kutluşah, Sungur, Sinan Bey, Cemal Bey, Bekir Bey ve Selçuk Bey
vs. gibi aileler gelmektedirlO2• Eyaletteki timarların en az %37'sinin,
sipahilerin de %33'ünün yerel aristokrasinin elinde bulunması, eski
bakiyelerin timar sistemi içine dahil edilerek, Osmanlı egemenliğinin tesis
edilmeye çalışılması oldukça önemlidir.
Bölgedeki Osmanlı hakimiyetinin ilk evrelerinde yerel unsurlara
yönelik, iki farklı politikanın uygulanması kanaatimizce dönemin siyasi
gelişmeleri ile yakından ilgilidir. Şöyle ki; 1466 tarihi henüz
Karamanoğulları ile Osmanlılar arasındaki çetin mücadeleIerin devam ettiği
bir dönemdir. Böyle bir süreçte yerel unsurların timar sistemine dahil

100 Yörük, "Beyşehir ve Çevresindeki", Yayınlanmamış Bildiri.


101 MAD 567,s.4,6,68,69,95,96, 106, 107, 138,146,148.
102 MAD 567; Tekindağ, "Son Osmanlı - Karaman", s.47-66.
Karaman Eyajetinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
195

edilerek bölgede istihdamı, Osmanlı merkeziyetçiliği açısından sakıncalı


görülmüş olabilir. Bu bakımdan, Osmanlı yöneticileri nezdinde, yerel
aristokrasinin sistem dışına veya farklı bölgelere transfer edilmesiJ03
anlaşılabilir bir durumdur. Buna mukabil, 1483 tarihinde ise
Karamanoğulları beyliği tamamen ortadan kalktığı için, eski bakiyelerin
herhangi bir şekilde tehdit oluşturabilecekleri yahut Osmanlı egemenliğine
karşı durabilecekleri şeklindeki düşüncenin sakıt hale gelmesiyle, bu
zümrelerin Osmanlı timar kadrolarına alındığını söyleyebiliriz. Nitekim
Karaman menşeli askeri sınıflar 1516 ve 1522-1533 tarihleri arasında da
eyalet genelinde timarlar alabilmişlerdirlO4. Bu sipahilerin bir kısmı zamanla
başka yerlere nakledilerek yerel bağları kopartılmış ve Osmanlı timar
ordusunun birer eri haline gelmişlerdir. Mamafih, i. Süleyman'ın saltanatının
ilk yıllarında ilhak edilen Zü1kadriye vilayetinde 155 timarlıdan 73'ü yerli,
35'i Karaman, 6'sı İç-il ve 41'i kökeni belirsiz sipahiye dirlikler
verilmiştirJOs. Yerel unsurların Osmanlı timar düzenine intibakı sonraki
dönemlerde de devam etmişJ06, zamanla bu beyliğin sipahileri uzun müddet
mazül, mütekait ve sipahizade unvanıyla kalabalık zümreler
oluşturmuşlardırJO?.

Karaman yerel aristokrasinin, ilk devirlerde, Osmanlı hakimiyetine


karşı uzun süre sinsi bir mukavemet göstermesinden ve her fırsatta aleyhte
ittifaklar arayarak isyana teşebbüs etmesindenJ08, Osmanlı yöneticileri
tarafından tamamının memnun edilemediği anlaşılmaktadır. Bu durum
sadece Karaman ümerası ile sınırlı olmayıp, Osmanlıların ilk devirlerden
itibaren ilhak ettiği beyliklerin bakiyelerinde de görülen bir özelliktir.
Emecen, Osmanlı hakimiyetine giren bu topraklardaki yeni vergi düzeninin
ve yerel aristokrasiye yönelik idari kısıtlamaların, rahatsız bir üst kesimin
varlığını desteklediğini belirtmektedirlO9. Şehzade Cem'in II. Bayezid'e karşı
giriştiği taht mücadelesinde Osmanlı idaresinden hoşnut olmayan bazı
aşiretlerin Karamanoğlu Kasım Bey liderliğinde Şehzade Cem'in safında yer
aldığı bilinmektedirlJO. Yine 1500 yılında bölgenin tahriri yapılırken
vergilerin artırılmasını bahane ederek baş kaldıran Turgud, Bayburt ve
Varsak Türkmenlerilll Karamanoğlu hanedanından Mustafa Bey'i İç-il'e

103 M. A. Erdoğru, Osmanlı Yönetiminde Beyşehir Sancağı (1522-1584), İzmir 1998, s.141.
Hl< TT 58, TT 118, TT 392.
105 İnalcık, "Fetih Yöntemleri", s.461.
106 TT 392; TT 968

107 Barkan, "Timar", s.302; TT 40; TT 63; TT 455; TT 415; TT 968; TK 131; TK 104; TK
113.
108 Barkan, "Timar", s.301.

J~ Feridun M. Emecen, İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, Kitabevi Yay.,
İstanbul 2001, s.122
110 Rudi Paul Lindner, Ortaçağ Anadolu'sunda Göçebeler ve Osmanlılar, çev. Müfit Günay,
İmge Kitabevi, Ankara 2000, s.133.
iii Bu Türkmen zümreleri oluşturan cemaatler hakkında bkz. M.C.Şehabeddin Tekindağ,
Karaman Beyliği - 13-15 inci Asırda Cenubf Anadolu Tarihine Aid Tetkik, İÜ. Edebiyat
Doğan Yörük
196

davet ederek isyan etmişlerdir112• Sadrazam Mesih Paşa'nın isyanı bastırmak


üzere Karaman'a gönderilmesiyle, bu aşiretler yavaş yavaş çözülerek itaat
altına alınmışlardırll3. Bu isyana karıştığı veya isyanla ilgisi olduğu sanılan
4000 timarlı sipahi açığa alınmakla birlikte, kendilerine birtakım imtiyazlar
verilerek mağdur edilmemişlerdir1l4. Lindner, bazı Karaman aşiret ve
ümerasının Osmanlı' ya mukavemetinin altındaki en önemli nedenin;
Osmanlı merkezi yönetiminden uzak durma yönündeki arzuları ve
Osmanlıların yerleşik kültürü benimsemiş olmasından dolayı, kendi yaşam
biçimleri olan kon ar-göçer hayat tarzına karşı hissetmiş oldukları tehditte
aramak gerektiğini belirtmektedirlls. Bu isyan hareketlerinde Memluk ve
Safevi devletlerinin etkisi ve himaye si de göz ardı edilmemelidirıı6.
Osmanlı yönetimine karşı girişilen bu ayaklanma teşebbüslerinin çok
cılız kaldığı ve eski Karaman topraklarının tamamını etkisi altına alamadığı
bir gerçektir. Nitekim, 1482 yılında Konya ve Aksaray sakinleri şehirlerini
Şehzade Cem'e teslim etmeyerek, merkeze bağlılıklarını göstermişlerdir. II.
Bayezid de bu kadirşinaslığa karşı Aksaray ve Konya şehir ahalilerini avarız
vergisinden muaf tutarak vefa borcunu ödemek istemiştirll?
6-Timarların Gelir Dağılımı
Eyalet genelindeki 412 timar biriminin toplam ne kadarlık bir Msı!
ortaya çıkardığı da üzerinde durulması gereken bir başka husustur. Buna
göre kaza ünitesi esas alınarak hazırladığımız tablo ve sayısal değerler
aşağıda gösterilmiştir. Bu durumda, eyaletteki en büyük Msıl Kayseri
sancağına, ikinci olarak da şehzade haslarına tahsis edilen ve haymana
adıyla anılan konar-göçer zümrelere aittir.
Her iki defterdeki yektinlar ile bizim bulduğumuz toplam değerler
arasında bazı sayısal farklar göze çarpmaktadır. Ayrıca, defterlerde kale
erleri ile diğer sipahi timarlarının toplam hasılları birbirinden ayrılmıştır.
Fakat konar-göçer zümrelerin gelirlerinin dahil edildiği şehzade haslarından
bahsedilmemiştir. Şu halde, eyaletin toplam hasılı 3.250.209 akçedir. Bunun
243.183 akçesini kale erleri, 100.000 akçesini Şehzade Şehinşah'ın

Fakültesi Yayınlanmamış D<;ıktoraTezi, İstanbul 1947, s.96-98; H. Basri Karadeniz, Aıçeken


Oymakları (1500-1642), EV. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Kayseri 1995, s.207-300. A •

112 Aşık Paşa-zade, Tevarfh-i Al-i Osman, s.260-261; Faruk Sümer, "Turgutlular", lA, XIl/2,
Eskişehir 1997, s.l 22.
113 V zunçarşılı, Osmanlı Tarihi, II, s.l 09 .
114 Hasan Basri Karadeniz, "Osmanlı Devleti 'nin Beylikleri İlhak Siyaseti ve Dulkadirli
Beyliği'nin Ilhakı", Türkler, IX, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.492.
LLS Lindner, Göçebeler, s.l34.

116 Geniş bilgi için bkz. Kazım Yaşar Kopraman, "Osmanlı - Memhlk Münasebetleri",
Türkler, IX, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2002, s.476-484; Faruk Sümer, Safevi
Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin Rolü, TTK, Ankara 1992, s.l-56.
Jl7 TT 40, s.l06; TT 455, s.580.
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
197

defterdarı, 2.907.026 akçesini de sipahiler tasarruf etmektedir. Ancak toplam


hasıla 587.070 akçelik şehzade hilssının eklenmediği anlaşılmaktadır. Bu
sayının da dahil edilmesiyle birlikte eyaletin toplam yekGnu 3.837.279*
akçeye çıkmaktadır. .

Tablo VI- Gelirlerin Kazalara Dağılımı

Sıra Kaza veva Sancak Hasıl %


1 Kaza-İ Konva 245302 7
2 Kaza-i Beğşehir ve Vilayet-i Cimen 244988 69
3 Kaza-i Larende 368323 105
4 Kaza-i Ereğli ve Anduğu ve Niğde 335000 9,6
5 Kaza-i Urgüb 271762 78
6 Kaza-i Aksaray 271089 7,8
7 Kaza-i Aksehir 159098 45
8 Kaza -i il gm 132029 38
9 Kaza-i Zengicek 58540 17
LO Kaza-i Koçhisar 84898 24
LI An Havmana-i Vilavet-i Karaman 587070 167
12 Sancak-ı Kayseri 746.953 213
TODlam 3.505.052** 100
*Defterlerde verılen toplam yekunlar
A

**Timarların tek tek toplanmasıyla elde edilen yekfin

Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere geliri 3000 akçanın altındaki


dirlikler tüm timarların % 40'ını, 3000-7000 akça arasındakiler % 36'sını,
7000 akçanın üstündekiler ise % 24 'ünü oluşturmaktadır. Bu sonuçlara
bakarak bölgedeki ortalama dirlik gelirlerinin yüksek olduğu gibi bir kanaat
uyanabilir. Ancak bu rakamların timar birimleri dikkate alınarak hazırlandığı
unutulmamalıdır. Zira müşterek ve hisseli timarlardan yerine göre 13 timar
erine kadar çok sayıda sipahi pay alabilmiştir1l8• Örneğin Kayseri'deki kale
erlerine tahsis edilen 17 timarda toplam 89 sipahi istihdam edilmiştirll9•
Hisseli timarlardaki sipahilerin gelirlerine göre gruplandırma yapıldığı
takdirde, 3000 akçanın altındaki timar birimlerinin sayısının çok daha
artacağı kesindir. Böyle bir sınıflandırma çalışmasında müşterek timarlardaki
sipahilerin gelirleri verilmediğinden yine sipahilerin tam olarak ne kadarlık
timar dilimlerini tasarruf ettiklerini tespit etmek mümkün olarnamaktadır.
Fakat MAD 567'deki müşterek timarlar göz ardı edilirse, TT 38'deki hisseli
timarlardaki sipahilerin dirlikleri hesap edilerek ufak da olsa bir fikir
edinilebilir. Bu durumda, hisseli timarlardaki sipahiler ve gelirleri esas
alındığında 3000 akçanın altında timar tasarruf eden 249 sipahinin dirlikleri
bütün timarların % 51 'ini teşkil etmektedir. İnalcık, XV. yüzyılda ortalama
timar gelirinin 1000 akçe dolayında olduğunu ve kadıların tanımladığı yıllık
kişisel asgarı geçim düzeyinin 500-750 akça arasında değiştiğini

llS TT 38, s.126.


119TT38,125-129.
Doğan Yörük
198

söylemektedirl2o. Bu durumda 2000 akçenin altıdaki dirlikleri de küçük


timarlar grubuna aldığımızda, sipahilerin 1/3 'inin geliri düşük timarlar
tasarruf ettiği, 2/3' sinin de geliri daha yüksek dirliklere sahip oldukları
görülmektedir.
Tablo VII- Timarların Gelir Dağılımı
Hisseli
Gelir Aralıklan Timar % Timarlardaki Toplam
Sipahiler İle
999'dan az 23 5.6 25 15818
1000-1999 70 17 152 222969
2000-2999 71 17,2 72 180750
3000-3999 58 14 56 194296
4000-4999 34 82 33 146121
5000-5999 25 6 23 123165
6000-6999 30 73 30 191326
7000-7999 13 32 II 81853
8000-8999 16 3,8 15 125199
9000-9999 LO 2.5 LO 93988
10000-19999 39 95 34 491018
20000-49999 16 39 16 473615
50000'den fazla 5 13 5 327282
100000'den fazla 2 05 2 837655
TOPLAM 412 100 484 3505055

SONUÇ
Karaman beyliği toprakları kesin olarak 1474 yılında Osmanlı
egemenliğine girdikten hemen sonra; birincisi 1476'da, ikincisi de 1483'te
olmak üzere ey alet genelinde iki tahrir yapılmıştır. 1483 tarihli tahririn timar
kayıtlarını içeren MAD 567 ve TT 38 numaralı defterler, 1494 yılına kadar
üzerinde düzeltme ve oynamalar yapılarak uzun süre kullanılmıştır. Karaman
eyaletindeki ilk timar ve timarlıları gösteren bu iki deftere göre; bölgede
toplam 412 timar bulunmaktadır. Bunlardan 360'ı müstakil, 39'u müşterek,
13'ü de hisseli iken; 28'i boş .veya mevkuf, 20'si de eşkincülü mülkdür.
Timarların ortalama gelir dağılımını %51 'lik oranla 3000 akçenin altındaki
dirlikler oluşturmaktadır. Bu timarları tasarruf eden 501 sipahinin %33'ü
yerli, %50' si Osmanlı, % 17' sinin menşei belli değildir. Osmanlı timar
er1erinden 90'ı Anadolu ve Balkanların farklı şehirlerinden getirilmişler,
bunların büyük bir kısmı da Konya ve Kayseri kalelerine yerleştirilmişlerdir.
Karaman aristokrasisine mensup aşiret, cemaat ve ailelerin reisIerine
zeametler, aile fertlerine de küçük timarlar verilmiştir.
Bölgede Osmanlı yapılanması teşekkü1 ederken Karaman aristokrasisine
yönelik iki farklı politika dikkat çekmektedir. Buna göre; 1466'da yerel

120 İnalcık, Ekonomik ve Sosyal, s.185.


Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
199

unsurların tamamına yakını sistem dışına itilirken veya farklı bölgelere


nakledilirken, l483'de ise büyük bir kısmı timar sistemi içine dahil
edilmişlerdir. Yerel aristokrasinin fertleri, zamanla Osmanlı timar
kadrolarının birer neferi haline gelmişler ve Osmanlı yayılmasının en önemli
dayanak noktalarından birini oluşturmuşlardır. Bu kesimlerin Osmanlı timar
düzenine intibakı sonraki dönemlerde de devam etmiş, zamanla bu beyliğin
sipahileri uzun müddet mazül, mütekait ve sipahizade unvanıyla kalabalık
zümreler oluşturmuşlardır.
KAYNAKÇA

Başbakanlık Osmanlı Arşivi Tahrir Defterleri (IT): Nr. 32, 38,40,58,63,118,392,


455,415,968,1061.
Başbakanlık Osmanlı Arşivi Maliyeden Müdevver Defterler (MAD): 241,567.
İstanbul Atatürk Kütüphanesi Muallim Cevdet Yazmaları (MC): 0.116/1
Tapu Kadastra Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivi Tahrir Defterleri (TK),
104,113,131,564.
AKÖZ, A1aaddin, "Karamanoğlu II. İbrahim Beyin Osmanlı Sultanı II. Murad'a
Vermiş Olduğu Ahidname", Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.18, Konya
2005, s.159-178.
ANONİM, İstanbul'un Fethinden Önce Yazılmış Tarihı Takvimler, yay. Osman
Turan, TTK, Ankara 1954.
ANONİM, Anonim Tevarıh-i Al-i Osman, F. Giese neşri, hzr. Nihat Azamat,
İstanbul 1992.
AKGÜNDÜZ, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukf Tahlilleri, III, İstanbul
1991.
AŞıK PAŞA-zADE, Tevarıh-i Al-i Osman, Matbaa-i Amire, İstanbul 1333.
ATİK, Kayhan, Lütfi Paşa ve Tevarih-i Al-i Osman, Kültür Bakanlığı Yayınları,
Ankara 2001 .
BABINGER, Franz, Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı, Oğlak Yayınları, İstanbul
2003.
'BARKAN, Ö.Lütfi, XV ve XVI inci Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraı
Ekonominin Hukukı ve Malı Esasları I -Kanunlar- , İstanbul 1943.
_____ , "Osmanlı İmparatorluğu'nda Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu
Olarak Vakıflar ve TemlikIer, II: Vakıfların Bir İskan ve Kolonizasyon Metodu
Olarak Kullanılmasında Diğer Şekiller", Vakıflar Dergisi, II, Ankara 1942,
s.354-387.
_____ , "Feodal Düzen ve Osmanlı Timarı", Türkiye'de Toprak Meselesi,
İstanbul 1980, s.873-895.
Doğan Yörük
200

_____ " Osmanlı Devrinin Eşkincülü Mülkleri veya Mülk Timarları Hakkında
Notlar", Türkiye'de Toprak Meselesi Toplu Eserler I, Gözlem Yay. İstanbul
1980, s.897-904.
BARKAN, Ö. Lütfi - E. Meriçli, Hüddvendigar Livası Tahrir Defterleri, I, TTK,
Ankara 1988.
BAŞTAV, Şerif, Bizans İmparatorluğu Tarihi, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
Yay., Ankara 1989.
BELDICEANU, Nicoara, XIV. Yüzyıldan XVI. Yüzyıla Osmanlı Devleti'nde Timar,
çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Teori Yay., Ankara 1985.
COŞKUN, Fahri, 88811483 Tarihli Karaman Eydleti Vakıf Tahrir Defteri (Tanıtım,
Tahlil ve Metin), İÜ.Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
1996.
EDHEM, Halil, "Karamanoğulları HakkındaVesiiik-i Mahkfike", TOEM, Cüz 13, 1
Nisan 1328, İstanbul 1330, s.821-836.
EMECEN, Feridun M., "XV ve XVI. Asırlarda Osmanlı Devleti'nin Doğu ve Batı
Siyaseti", XV ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değerler, Edit. Abdülkadir
Özcan, İstanbul 1997, s.125-154.
_____ , İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, Kitabevi Yay.,
İstanbul 2001
ERDOGRU, M. AKİF, Osmanlı Yönetiminde Beyşehir Sancağı (l522~1584), İzmir
1998.
_____ , "Murad Çelebi Defteri: 1483 Yılında Karaman ViIiiyetinde Vakıflar 1-
II-III-IV", Tarih İncelemeleri Dergisi, XVIIIil, 2003, s.119-160; XVIII12,
2003, s.99-140; XIX/I, 2004, s.! 19-154; XIX/2, İzmir 2004, s.141-176.
ERZi, Adnan Sadık, "Akkoyunlu ve Karakoyunlu Tarihi Hakkında Araştırmalar",
Belleten, XVIII/69-72, Ankara 1954, s.! 79-221.
HAMMER, Büyük Osmanlı Tarihi, II, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1989.
HOCA SADETTİN EFENDİ, Tacü't-Tevdrih, III, hzr.İsmet Parmaksızoğlu, Kültür
Bakanlığı Yay., Eskişehir 1992.
İBN KEMAL, Tevdrih-i Al-i Osman VII. Defter (Tenkidli Transkripsiyon), haz.
Şerafettin Turan, TTK, Ankara 1991.
İNALCIK, Halil, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar, I, TTK, Ankara 1995.
_____ , Hicrf 835 Tarihli Suret-i Defter-i Sancak-i Arvanid, TTK, Ankara
1987.
_____ , Osmanlı İmparatorluğu'nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, çev. Halil
Berktay, Edit. Halil İnalcık ve Donald Quataert, İstanbul 2000.
Karaman Eyaletinde Osmanlı Timar Düzeninin Tesisi (1483)
201

_____ , Osmanlı İmparatorluğu Kliisik çağ (1300-1600), çev. Ruşen Sezer,


YKY, İstanbul 2003 .

., "Osmanlı Fetih Yöntemleri", çev. Oktay Özel, Söğütten İstanbul'a


Osmanlı Devleti'nin Kuruluşu Üzerine Tartışmalar, Derleyenler Oktay Özel -
Mehmet Öz, İmge Kitabevi, Ankara 2000, s.443-472.
____ , "Murad II",İA, VIII, Eskişehir 1997, s.598-6l5.

. , "Mehmed II", İA, VII, Eskişehir 1997, s.506-535.

JORGA, N., Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, II, çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul 2005.
KARADENİz, Hasan Basri, "Osmanlı Devleti'nin Beylikleri İlhak Siyaseti ve
Dulkadirli Beyliği'nin İlhakı", Türkler, IX, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002,
s.486-498

_____ , Atçeken Oymaklan (1500-1642), EÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü,


Yayınlanmamış Doktora Tezi, Kayseri 1995.
KARAMANLI NİşANCI Mehmed Paşa, "Osmanlı Sultanları Tarihi", çev. İ. Hakkı
Konyalı, Osmanlı Tarihleri, I, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1949, s.32l-366.
KONYALI, İ. Hakkı, Konya Tarihi, Enes Kitap Sarayı, Konya 1997.

KOPRAMAN, Kazım Yaşar, "Osmanlı - MemlGk Münasebetleri", Türkler, IX,


Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s.470-485.
LINDNER, Rudi Paul, Ortaçağ Anadolu'sunda Göçebeler ve Osmanlılar, çev.
Müfit Günay, İmge Kitabevi, Ankara 2000.
MECDI MEHMED EFENDİ, Şakiiik-i Nu'maniye ve Zeyilleri -Hadaiku'ş-şakaik,I,
nşr. hzr. Abdülkadir Özcan, çağrı Yay. İstanbul 1989.
MEHMED NEŞRI, Kitiib-ı Cihan-nümii Neşrf Tarihi, II, yay. Faik Reşit Unat -
Mehmed A. Köymen, TTK, Ankara 1995.
MİROOLU, İsmet, "Fetret Devrinden II. Bayezid'e Kadar Osmanlı Siyasi Tarihi",
DGBİT, X, çağ Yay. İstanbul 1989, s.167-252.
MÜNECCİMBAŞI Ahmed b. Lütfullah, Camiü'd-Düvel, yay. hzr. Ahmet Ağırakça,
İnsan Yay., İstanbul 1995.
ORAL, M. Zeki, "Fatih Sultan Mehmed'in Gevale Kalesi İle Karaman İllerini Fethi
ve Hamidi'nin Terci-i Bendi", VD, S.4, Ankara 1958, s.81-89.
PAKALIN, M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, İstanbul
1983.
RUHI, "Rfihı Tarıhi" - Oxford Nüshası. Değerlendirme, metnin yeni harflere
çevirisi -, yay. Yaşar Yücel- Halil Erdoğan, Belgeler, XIVIl8, TTK, Ankara,
s.359-472.
202 Doğan Yörük

SERTOGLU, Midhat, Osmanlı Tarih Lugatı, İstanbul 1986.


SOLAK-zADE, Solak-zade Tarihi, hzr.Vahid Çabuk, Kültür Bakanlığı Yay.,
Ankara 1989.
SÜMER, Faruk, Safevf Devleti'nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türklerinin
Rolü, TTK, Ankara 1992.
____ , "Turgutlular", İA, XIU2, Eskişehir 1997, s .120-122.

____ , "Karamanoğulları", DİA, c.xxıv, İstanbul 2001, s.454-460.

ŞİKARİ, Karaman Oğulları Tarihi, haz. Mesud Koman, Konya Halkevi Yay.,
Konya 1946.
TANSEL, Selahattin, Fatih Sultan Mehmetin Siyasi ve Askeri Faaliyeti, MEB,
İstanbul 1999.
TEKİNDAG, M. C. Şehabeddin, Karaman Beyliği - 13-15 inci Asırda Cenubf
Anadolu Tarihine Aid Tetkik, İü. Edebiyat Fakültesi Yayınlanmamış Doktora
Tezi, İstanbul 1947.
_____ , "Son Osmanlı - Karaman Münasebetleri Hakkında Araştırmalar",
İÜEFTD, XIII/17-18, İstanbul 1963, s.43-76 ..
____ , "Karamanlılar", İA, Vi, Eskişehir, 1997, s.316-330.
____ , "Mehmed Paşa", İA, VII, Eskişehir 1997, s.594-595.

TURSUN BEG, Tarih-i Ebu'l-Feth, haz. A. Mertol Tulum, İstanbul 1977.


UZLUK, Feridun Nafiz, Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıfiarı Fihristi, Ankara
1958.
UZUNÇARŞıLI, İ. Hakkı, Osmanlı Tarihi, i, TTK, Ankara 1988.
_____ , Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri, TTK,
Ankara 1988.
_____ , "Karamanoğulları Devri Vesikalarından İbrahim Bey'in Karaman
İmareti Vakfiyesi", Belleten, 1/1, Ankara 1937, s.56-127.
ÜREKLİ, Bayram - Doğan Yörük, "Kıviimi'ye Göre Fiitih'in i. ve II. Karaman
Seferi", İpek Yolu - Konya Kitabı, V, Edt. Yusuf Küçükdağ, Konya 2002,
s.207-218.
YÖRÜK, Doğan, XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı (1500-1584), Tablet Kitabevi,
Konya 2005.
_____ , "1466 Tarihli Mufassal Deftere Göre Beyşehir ve Çevresindeki
Osmanlı Timar Düzeni Hakkında Bazı Görüşler", I. Uluslar arası Beyşehir ve
Yöresi Sempozyumu 11-13 Mayıs 2006, Yayınlanmamış Bildiri.
Türk Yunan Nüfus Değişiminde Türk Mübadillere
Yapılan Yardım Faaliyetleri
Aid Activities For Turk Emigrant in Turkish-Oreece Exchange
of Population

İbrahim ERDAL'
Öz

Lozan Konferansı'nda Türkiye ile Yunanistan arasında kabul edilen nüfus


değişimi önemli sayıda insanın göçünü kapsamıştır. Bu göç esnasında her iki ülke,
mübadillerin en az zararla ve kayıpla göçü uygulamaya çalışmıştır. Bu değişimde
yardımlar konusunda Türkiye'de Hilal-i Ahmer ile Mübadele, İmar ve İskiin
Vekaletifaaliyet göstermiştir. Bu faaliyetler iskelelerde yemek, iiişe ve sıhhi yardım
olduğu gibi iskiin bölgelerinde tarım alet edeviitı ve maddi yardımlar olarak da
yapılmıştır. Bu makalede mübadillere iskelelerde ve kamplarda yapılan yardımlarla
ilgili faaliyetlere ışık tutmak amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Mübadele, Yardım, Hiliil-i Ahmer
Abstract

Population Exchange, which was accepted between Turkeyand Greece in the


conference of Lousanne, encompassedthe migration of people in considerable
number. Both Turkeyand Greece implemented the plan which would bring at least
cost for the emigrants move. In order to help those emigrants The Red Crescent
Association and Exchange. Development and Housing Ministry worked in
collaboration in Turkey. This collaborative activities were providing food supplies
and medical aid as well as agricultural equipment in the residental zone and
pecuniary assistance. This artiele aims to sh ed light on the aids provided for
emigrants.

Key Words: Exchange of Populations, Aid, The Red Crescent Assocation

• Dr., Pamukkale Üniversiıesi Fen-EdebiyatFakültesi, Tarih Bölümü.


İbrahim Erdal
204

GİRİş
Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında artık Türkler için
yaşanmaz hiBe gelmiş olan Balkanlarda baskı ve zulmün artışı Anadolu'ya
doğru göçün de hızlanmasına sebep olmuştur. Uluslaşma faaliyetleri içinde
bulunan devletler sınırları içindeki nüfusu homojenleştirmek için ya zorla
ya da antlaşma dahilinde yapılan göçü uygulamaya koymuştur.l Bu amaçla
özellikle Balkan Savaşları döneminde ülkeler arasında bu tür antlaşmalar
yapılmıştır. Bulgaristan kendi sınırları içindeki Yunan nüfusu bu amaçla
Yunan sınırları içinde kalan Bulgarlar ile değiştirmiştir.ı Böylece, iki ülke
arasında yaklaşık 80.000 nüfus karşılıklı değişmiştir. Aynı antlaşma
Bulgaristan ve Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında da yapılmış ancak
Birinci Dünya Savaşı'nın patlak veı:mesi bunun uygulanmasını
engellemiştir. Yunanistan ile yapılan görüşmelerde Aydın vilayeti RumIarı
ile Makedonya Türkleri'nin değişimi söz konusu olmuş ancak
uy gulanamamıştır?
Milli Mücadele döneminde Yunan ordularının Batı Anadolu'yu işgali
ile birlikte yaşanan mezalim, Makedonya Türkleri'nin ve Anadolu
RumIarı'nın karşılıklı değişimine giden süreci hızlandırmıştır. Venizelos
Hükümetinin "Küçük Asya ideali" amacıyla Batı Anadolu'ya Rum göçmen
iskanı çabaları, yerli Türklerin Anadolu içlerine göçü, Fener Rum
Patrikhanesinin4, Yunan askerlerinin ve yerli Rum çetelerinin faaliyetleri5
sonucunda Lozan Konferansı'nda nüfus değişimi ele alınmış, konu uzun
tartışmalara sebep olmuştur. Konferans 'ta Batı Trakya Türkleri ve İstanbul
RumIarı hariç olmak üzere 463.000 Türk ve 1.200.000 Rum nüfus
değişime tabi tutulmuştur.6 İki ülke arasında yaşanan bu yoğun göç,
hükümetler için önemli sorunlara sebep olmuştur. Yunanistan yaşadığı
krizler sonrası maddi sıkıntı çekerken, Türkiye savaştan yeni çıkmış, bitkin
bir halde göçle karşı karşıya kalmıştır. Özellikle Türkiye Yunan
ordularının çekilmesi sırasında yaşananlardan dolayı hem maddi hem de

i Arşiv Belgelerine Göre Balkanlar'da ve Anadolu'da Yunan Mezalimi I-IL, Devlet


Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayını No: 22, Ankara 1995. .
2 Stephen LADAS, The Exchange of Minorities Bulgaria, Greece and Turkey, New York,
1932, MacmillianCompany, s.l5. .
3 Galip Kemali SOYLEMEZOGLU, Hariciye Hizmetinde 30 Sene 1892-1922, Istanbul 1955,
s.150; Galip Kemali SÖYLEMEZOGLU, Canlı Tarihler, İstanbul 1946, Türkiye yayınevi,
s.102-103
4 İbrahim ERDAL, "Türk Basınına Göre; Patrikhane Konusu ve Patrik Araboğlu'nun İhracı
Meselesi" Atatürk Yolu, Ankara 2004, Yıl:17, C:9, S:33-34, s. 35-38.
5 Alexander Anastasius PALLİs, Yunanlıların Anadolu Macerası (1915-1922), İstanbul
1995, Yapı Kredi yayını, s.29; Mustafa TURAN, Yunan Mezalimi (ızmir, Aydın, Manisa,
penizli 1919-1923), Ankara 1999, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, s.12
Seha L.MERA Y, Lozan Barış Konferansı Tutanakları-Belgeler, Istanbul 1993, Cilt:l,
Kitap:l, Yapı Kredi yayınları (3. baskı), s.118.; Seçil AKGÜN, "Birkaç Amerikan
Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu", III. Askeri Tarih Semineri Bi/diri/eri, Tarih
Boyunca Türk-Yunan İlişkileri (20 Temmuz 1974'e kadar), Ankara 1986, s.250-251.
Türk-Yunan Nüfus Değişiminde Türk Mübadillere Yapılan Yardım Faaliyetleri 205

manevi zarara uğramıştır. Bütün bu sıkıntılara rağmen kısıtlı bütçeyle


kurulan Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti göçmenlerin ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için Hilal-i Ahmer Cemiyeti ile ortak çalışmalar yapmak
zorunda kalmıştır. Aynı sıkıntı Yunanistan'da da görülmüş, göçmenler için
kurulan Göçmen Komisyonu, Kızılhaç ve Amerikan Yakındoğu Yardım
Derneği ve mahalli yardım kuruluşları ile ortak çalışmıştır. Özellikle
Adalara kendi imkanlarıyla çıkan Rum göçmenlere mahalli yardım
dernekleri ve komİteler yiyecek yardımında bulunmuştur.
Hilal-i Ahmer Cemiyeti'nin Yaptığı Faaliyetler
Lozan Konferansı'nda kabul edilen değişim sözleşmesine göre gelmesi
beklenen ve yaklaşık 400.000 muhacirini kapsayan göçmenlerin beslenme,
barınma, taşınma ve sağlık hizmetleriyle ilgilenmek için Mübadele İmar ve
İskan Vekaleti kurulmuştur.? Ancak Vekaletin bütün bu faaliyetleri
yapabilmesi için yeterli maddi desteğe ihtiyacının olması, Vekaletin başına
atanacak ismin belirlenemernesi sorununu doğurmuştur. Mustafa Necati
Bey'in atandığı Vekaletin işleri basında yer bulmuş, Vakit gazetesinden
Mehmet Asım; Anadolu 'ya getirilecek muhacirinin belirlenen ihrac
iskelelerine çıkarılıp, yerlerine gidinceye kadar barınma ve iaşe gibi
ihtiyaçlarının devlet tarafından karşılanması gereğini belirtilmiştir.8 Basında
da dile getirilen bu şartların uygulanması için 1923 yılında Vekalet Türk
vapurcularıyla bir sözleşme yaparak mübadillerin taşınması konusunu
düzenlemiştir .9
İcra Vekilleri Heyeti, Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti'nin kurulması
sırasında iskelelerde toplanmaya başlayan göçmenlerin ihtiyaçlarının
karşılanması için neler yapılabileceğini 12 Eylül 1923 tarihinde Hilal- i
Ahmer Cemiyeti'ne bir yazı ile sormuş, cemiyet de yapacağı faaliyetleri altı
maddede belirtmiştir.1O Buna göre: Cemiyet, Yunanistan' da bulunan
iskelelerde bütün ekipmanıyla hazır durumda Sıhhiye Heyetleri ve gemilerde
de mübadillerİn iskelelerde maruz kalabilecekleri bulaşıcı hastalıklara karşı
teşhisIeri ve tedavileri için doktor bulundurmuştur. Yine cemiyet tarafından
iskan bölgeleri ve iskelelerde on yataklı dispanserler yaptınlarak cemiyetin
sağlık personeli tarafından tedavileri yoluna gidilmiştir. Ayrıca Vekaletin
araçlarıyla iskelelerde yaşlı, kadın ve çocuklar iskan bölgelerine
götürülmüştür. Cemiyetin göçmenlere yardımlar yaptığı sırada Mübadele,
İmar İskan Vekili Mustafa Necati Bey, 24 Kasım 1923 tarihinde HiIal-i

7 TBMMZC, Devre II, İetima i, C.I, Ankara 1961, s.427-650, s.427, 654-656; Düstur, 3.
Tertip, 5.cilt, Ankara 1948. s.146.
8 Vakit, 27 Mart 1923.
9 İbrahim ERDAL, "Mübadil Göçmenlerin Taşınması Meselesi ve Türk Yapureulan İle
Yapılan Nakil Sözleşmesi", Atatürk Yolu, Ankara 2003, Yıl:16, C:8, S:31-32, s. 321-324.
ıo BCA: 30.10.0/123.873.3
İbrahim Erdal
206

Ahmer Cemiyeti'ne telgraf göndererek'! "Mübadillerin gelmeye başladığı,


bu millf ve insanf görevde bu mazlum misafirlerin ihtiyaçlarını karşılamak
amacıyla Hilal-i Ahmer Heyetleri'nin de azamf faaliyetlere girmesinin
gereği"ni bildirmiş ve bu amaçla İstanbul'da HiliH-i Ahmer genel merkezini
ziyaret ederek görüşmeler yapmıştır. Görüşmeler sonucunda 6 Mart 1924
tarihinde Hiıaı-i Ahmer genel merkezi yetkilileri ve Mübadele İmar ve İskan
Vekaleti arasında bir "itilajname" yapılmış, ortak çalışma kararı alınmıştır.'2
İtilafname'ye göre gelecek olan mübadillerin sağlık durumlarını
yakından takip edebilmek ve yazışmalardan kaynaklanacak zaman kaybını
ortadan kaldırmak için Samsun, Trakya, İzmir, Adana, Konya ve İzmit
Bölge müdürlükleri merkezlerinde Hiliil-i Ahmer genel merkezi tarafından
birer temsilci bulundurulmuştur. Bu bölgelerin yanısıra toplam 37 vilayetten
gönderilen yardımlar Ankara' da toplanarak, gelmiş ve gelecek olan
mübadillerin ihtiyaçları için sarf edilmiştir. Selanik gibi iskelelerden gelen
mübadillerden yardıma muhtaç olanlara verilmek üzere yeterli miktarda iaşe
bulundurulmuş, bunun için de buralarda seyyar İmdad-ı Sıhhiye Heyetleri
kurulmuştur.
Muhacirıne önceden İmdad-ı Sıhhiye Heyetleri'ne verilmiş olan
depodaki erzak dağıtıldığı gibi ayrıca 25.000 battaniye, LO .000 muhtelif
yelek, 10.000 ceket, 70.000 pantolon, 10.000 don, 10.000 gömlek, 15.000
çorap, 5.000 fanila, 5.000 karavana ve kova, 1.000 çarık, 700 muhafazalı
çadır, 6 iki direkli çadır ve sandıklar içinde 4.325 kilo tuvalet sabunu, 1.000
kilo adi sabun, 10.000 kutu kibrit verilmiştir. Bunların dışında Vekalet
tarafından bu vilayetlerin hasılatından 1 Mart 1924 ile 30 Haziran 1924
tarihleri arasında 40.000 Lira tahsil edilerek cemiyet genel merkezine
gönderilmesine ve eksik tutarın da Vekalet tarafından karşılanmasına karar
verilmiştir.l3 Bu yardım toplama çabaları esnasında Cumhurbaşkanı Gazi
Mustafa Kemal Paşa, İslam alemine hitaben bir beyanname yayınlamıştır.
Beyannamede Türk milletinin bağımsızlık savaşında İslam alemi 'nin
gösterdiği desteğe olan şükranlarını belirten Gazi, şimdi önlerinde bulunan
Yunan zulmü altında ezilen dindaşlarımızın vatan topraklarına nakli ve
iskanı meselesinin çözülmesi için Hiliil-i Ahmer Cemiyeti'nin faaliyetlerine
destek istemiştir. 14 Muhtelit Mübadele Komisyonu azalarından Haydar Bey
de verdiği mülakatta "Meclis, Hey'et-i Vekfle bütün mesaisini bu işe
vermiştir diyebiliriz ve buna büyük önem vermektedir. Hükumet bu iş için 3.5
milyon Lira ayırmış ise de, yetmeyeceği açık olduğundan Gazi Paşa
Hazretleri de beyanname ile İslam aleminden yardım istemiştir ... "diyerek

ii Mesut ÇAPA, "Lozan'da Öngörülen Türk Ahali Mübadelesinİn Uygulanmasında Türkiye


Kızılay (Hilal-İ Ahmer) Cemiyetinin Katkıları", Atatürk Yolu, Kasım 1988, Y!l:1, Sayı:2,
S.243-244.
12 Türkiye Hillil.i Ahmer Mecmuası, 15 Mart 1924, Sene:3, No:31, S.223-224.
13 THAM, 15 Mart 1924,3/31, s.223-224.
14 BCA: 30.10.0/1.1.4; THAM, 15 Şubat 1924,3/30, s.195.
Türk- Yunan Nüfus Değişiminde Türk MübadilIere Yapılan Yardım Faaliyetleri 207

Selanik'te toplanacak komisyonun önce Müslümanların durumunu tetkık


edeceğini söylemiştir.ls Ayrıca mübadelede İsHim alemi 'nden toplanacak
yardım kapsamında heyetler teşkil edilmiş, Hindistan'a giden Hilal-i Ahmer
Heyeti'nin başına da Kemal, Ömer ve Lütfi Simavi Beyler atanmıştır.16
Mübadeleye tabi bölgelerdeki Müslümanların ihtiyaçlarını temin
edebilmek amacıyla iane toplanması için de teşebbüslerde bulunulmuştur.
Bu amaçla Selanik, Kozana ve Drama'da Müslüman ahali, Hiıaı-i Ahmer
adına Selanik'te bir heyet kurma müsaadesini almışlardır. Heyetin Reisliğine
eski Belediye Reisi Osman Said Bey, Yardımcılığına Hafız Ali Bey, Genel
Katipliğine Yağcızade Hüsnü Efendi ile Veznedar oğlu Demir Bey,
azalıklarına da İhsan Tevfik, Sami, Osman Kapancı, Ahmet Şakir, Mehmet
Kemal, Mustafa Arif, Sadık ve Hamdi Bey seçilmişlerdir. Bu heyet üç
parçalı makbuzları, aldıkları ianelerin karşılığı olarak vermişlerdir.17 Ancak
beklenen yardımın toplanarnaması üzerine Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti
ve Hiıaı-i Ahmer Cemiyeti ortak bir kararla bazı değişiklikler yapmış, yeni
önlemler alınmıştır.18 Buna göre "Cins ve miktarı muayyen" 38 otomobil
Vekalete devredilmiş, ayrıca Vekalet, i 924 yılı Haziran ayına kadar
toplamayı taahhüt ettiği 40.000 Liraya mahsuben 20.000 Lirayı on gün
zarfında temin etmeyi kabul etmiştir.
1924 Yılında Mevcuda Eklenen Yatak ve Personel Tablosuı9

15 Vatan, 30 Eylül 1923.


16 BCA: 30.10.0/123.874.33
17 THAM, 15 Ocak 1924,3/29,142-143.
18 ÇAPA, a.g.m. 8.244-245.
19 THAM, 3/31, 15 Mart 1924,225.
İbrahim Erdal
208

1924 yılında Hilal-i Ahmer'e hastahane ve dispanserler devredilmiştir.


Buna göre; HiIaı-i Ahmer'e İzmit'te 20, Tekirdağ'da 25, Kalikratya'da 15,
Ulukışla'da 30, Niğde'de 20, Mersin'de 50, Selanik'te 50, Kavala'da 20 ve
Samsun' da 30 yataklı hastane ile Çatalca' daki 10 yataklı bir dispanserin
idaresi verilmiştir. Konya'da 2, Samsun'da 1, Adana'da 1, Söke, Milas ve
Megri mıntıkalarında 1, göçmen vapurlarında Ilkişi olmak üzere gezici
doktorlar görevlendirilmiştir. Ayrıca Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti
vapurlarla gelen yardıma muhtaç mübadillerin iaşesini Hilal-i Ahmer
vasıtasıyla karşılamak amacıyla cemiyet emrine 30.000 Lira vermiştir.
İstanbul misafirhanelerinde de ihtiyaçların 24 Nisan 1924 sabahından
itibaren Vekalet tarafından karşılanması kararı alınmıştır. Yine 1924 yılında
seyyar sıhhiye heyetleri kurularak hazır bekletilmiştir. Buna göre; Erdek'te
20 yedek hastane malzemesi ile bir seyyar doktor bir de hasta bakıcı,
Edremit'te bir seyyar doktor, bir hasta bakıcı, Karesi mıntıkasında bir seyyar
doktor bir hasta bakıcı, Konya mıntıkasında 3 seyyar doktor ve Edirne'de bir
doktor ile bir hasta bakıcı bulundurulmuştur.ı°
Yunanistan' dan gelecek göçmenlerin sağlık ve gıda gibi başlıca
ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kamplara ve iskelelere İmdad-i Seferiye
Heyetleri gönderilmiştir. 1923 Kasım'ından önce biri baştabip olmak üzere
iki tabip, bir eczacı, on memur ve bir hademeden oluşan Yirmi Altıncı
Ayvalık Heyeti; biri baştabip olmak üzere dört tabip, bir eczacı, on iki
memur ve hademeden oluşmakta olan Yirmi Yedinci Selanik Heyeti ile
Yirmi Sekizinci Hanya, Yirmi Dokuzuncu Kandiye ve Otuzuncu Kavala
Heyetleri kurulmuştur. Bunlara bir müddet sonra bol miktarda erzak ve ilaç
verilmek suretiyle Otuz Birinci Samsun, Otuz İkinci İstanbul, Otuz Üçüncü
Mersin, Otuz Dördüncü Tekirdağ, Otuz Beşinci Bandırma ve Otuz Altıncı
Mudanya Heyetleri kurulmuştur.21 Daha sonra Baştabip Doktor Baha Bey ile
bir tabip, on memur ve hademeden oluşan Otuz Yedinci Tuzla, Baştabip
Doktor Ragıp Bey ile, sekiz memur ve hademeden oluşan Otuz Sekizinci
Kalikratya, Tabip Ahmet Faik Bey ile üç memur ve hademeden oluşan Otuz
Dokuzuncu Çatalca ve Baştabip İsmet Bey ile iki tabip, bir eczacı ve altı
memur ile hademeden oluşan Erdek İmdad-ı Sıhhiye Heyetleri teşkil
edilmiştir .22
Otuzuncu Kavala İmdad-ı Seferiye Heyeti 1923 yılı Aralık ayı boyunca
dispanserinde 850 hasta tedavi etmiş, bunlardan muhtaç durumda olanların
çamaşır gibi ihtiyaçları karşılanmış, köylere hastabakıcılar gönderilerek
Kavala, Sarışaban ve Piravişte kazalarında aşı çalışmaları başlatılmıştır.
Yirmi Dokuzuncu Hanya Heyeti bir Baştabip, üç memur, iki hasta bakıcı ve
üç haderne ile 23 Aralık 1923 tarihinde Selanik yolundan Drama'ya

BCA: 272.12/41.46.14
2ll
21ÇAPA,a.g.m. s.246.
22THAM. 3/29, 15 Ocak 1924, 144.
Türk-Yunan Nüfus Değişiminde Türk Mübadillere Yapılan Yardım Faaliyetleri 209

ulaşmıştır. Bu civardaki Şark Şimendiferleri'yle Garbi Trakya'ya geçecek


olan muhacirinin aşılarını yapmakla görevli heyet, Drama ahalisinin bir
kısmının civardaki istasyonlara ulaşmış olmasından ve kışın gelmesinden
dolayı aşıların ihrac iskelelerinde yapılmasına karar vermiştir. Sadece
Drama' da bulunan Müslümanlara sıhhiye hizmeti verilebilmiştir.23 Heyet
Drama'ya gönderilen 200 çadırdan 30'unu Bük, 45'ini Papazköy, 45'ini
Hisarköy, 40'ını Zimeva'ya ve 30'unu da Çarşıhan mevkilerine dağıtmıştır.24
Yirmi Dokuzuncu Kandiye Heyeti'nde de dispanserlerde 1924 Ocak
ayına kadar 1.250 kişi muayene edilerek ilaçları temin edilmiştir. Samsun
Heyeti de 31 Aralık 1923 tarihinde Gül Cemal ve 12 Ocak 1924'te Reşit
Paşa ve Sulh vapur1arıyla gelen toplam 1.004 kişiyi misafirhanelere
taşımıştır.25 Yirmi Dokuzuncu Kandiye İmdad-ı Seferiye Heyeti, 17 Kasım
1923 'ten 7 Ocak 1924 tarihine kadar 1.300 kişiyi dispanserlerinde tedavi
etmiştir. Kandiye'de 14.000 Müslüman'dan 206'sının günlük olarak iaşesi
sağlanmıştır. Heyet burada 7.000 kişiye çiçek aşısı yapmaktan başka gayri
Türk unsurlardan tedavi olmak isteyenleri de tedavi etmiştir. Kavala'da
bulunan Otuzuncu İmdad-ı Seferiye Heyeti de 1924 Ocak ayı boyunca
dispansere müracaat eden 400 kişiyi tedavi etmiştir. Ayrıca yardıma muhtaç
ve kimsesizlere kaput, çamaşır ve levazım vermiş, Ocak sonuna kadar 5.282
nüfus, 1.447 büyük hayvan, 615 küçük hayvan sevk etmiştir. Heyet ayrıca
bölgede Ocak ayı zarfında 307.845 Drahmi, toplamda ise 386.861 Drahmilik
iane toplamış, Kavala, Sarışaban ve Piraviste kazalarında çiçek aşısı
yapmıştır .16
Selanik'te bulunan Hilal-i Ahmer Cemiyeti, Selanik'e gelen
mübadillerin yüksek kiralar vererek soyulmasını veya şehre dağılarak açıkta
kalmasına mani olmak için Kireç Köy istikametinde, Kara Hüseyin
mevkiinde 5.000 kişiyi barındırabilecek ve sağlık şartları elverişli bir
misafirhane yapmıştır. Civarda temiz su menbaları bulunarak bu suyun
kampa getirilebilmesi için Muhtelit Komisyon' dan 4.500 Drahmi alınmıştır.
İmdad-ı Seferiye Heyeti misafirhane tesis etmekle, mübadilleri yüksek kira
ödemekten kurtarmış, dispanserlerinde bulunan doktor ve hasta bakıcılar
vasıtasıyla temiz su içirerek tifo, sıtma ve dizanteri gibi bulaşıcı
hastalıklardan korumuştur?? Kireç Köy kampında sağlık taramasına dikkat
eden Hilal-i Ahmer Cemiyeti, rıhtımda Pontus'lu bir muhacirinin vebadan
ölmesi üzerine bölgeyi tecrit etmiş, İstanbul'dan Teşvikiye vapuru ile
gönderilen 500 kişilik aşıyı HiIa1-i Ahmer görevlisi Doktor Esad Bey
nezaretindeki bir grup ile uygulamıştır?8 Mudanya' da ise heyetin

23 THAM, 3/29,15 Ocak 1924,s.141-142.


24 THAM, 3/31, 15 Mart 1924,s.226.
25 THAM, 3/30, 15 Şubat 1924,s.141-142
26 THAM, 3/30,15 Şubat 1924, s.198.
'rJ THAM, a.g.e.,s.199.
ıJL Vakit, 19 Temmuz 1924
İbrahim Erdal
210

hastahanesine 20 Aralık 1923 tarihinden 1924 Ocak sonuna kadar 502 kişi
muayene için müracaat etmiştir. Selanik, Cuma-ı Bala ve Serebye
muhacirlerinden 69 kişiye ceket, pantolon, kaput, gömlek, iç çamaşırı,
ayakkabı olmak üzere 301 parça eşya dağıtılmış, Mersin İmdad-ı Seferiye
Heyeti de 18 odalı bir binayı hastaneye çevirerek II Ocak'tan itibaren hasta
tedavisine başlamıştır.29 15 Şubat 1924 tarihinde Kandiye muhacirlerinin
gelmesiyle faaliyetlerini hızlandıran Mersin Heyeti, lO'u yataklı 645'i
ayakta olmak üzere 655 kişiyi tedavi etmiş, yardıma muhtaç durumda
olanlara battaniye, kaput, ceket, pantolon ve gömlek gibi giyecek
dağıtmıştır .30
Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından mübadilleri taşınmasına 1923 yılı
Kasım ayında resmen başlanmış 1924 Mayıs ;ına kadarki sürede muhacirlere
132.085 elbise, 52.716 iç çamaşırı, 8.008 ayakkabı, 7.003 uzun çorap,
61.722 battaniye, 10.829 yatak eşyası, 69.626 mutfak eşyası, 28.000 ecza
malzemesi, 7.594 çeşitli çamaşır eşyası, 69.880 çadır, 10.236 bina
maddeleri, 44.620 ağaç, 38.165 torna tezgahı, 71.075 çarşaf ütü, 325.800
taşınabilir baraka ve 33.547 hastane ve mutfak malzemesi olmak üzere
1.020.726 parça malzeme dağıtılmıştır.31 Muhtelit Mübadele Komisyonu 'nca
verilen karar üZerine Kayalar mıntıkasından 10.000, Kozana'dan 8.500,
Vodina ve Karacaova'dan 10.000 nüfusun Türkiye'ye nakline karar
verilmiştir. Kozana mıntıkasında 5 Mart'ta başlayacak olan nakil için
mübadeleye tabi köylerdeki ahalinin Karaferye istasyonuna kadar uzun bir
mesafeyi yürümek zorunda kalacağından dolayı Kozana'da 1.500,
Karacaova'da 1.000 ve Karaferye istasyonunda 1.000 kişi kapasiteli üç
misafirhane yapılmıştır .32
Vekalet Tarafından Mübadillere Yapılan Yardımlar
Emval-i Metrııkelere yerleştirilen veya bölgeye getirilen mübadillere ev
yapılması ve onarımı gibi önemli yardımların yanında kışı geçirebilmeleri
için yakacak, yiyecek ve asıl önemlisi üretici bir duruma gelebilmeleri için
yardımlar yapılmıştır. Mübadillere kullanılmış kazma, kürek, bel ve zirai
aletler verilerek iskan köylerine yakın yerlerde bir buçuk- iki dönüm toprak
kazandırılmasına, bu topraklar da en fazla ürün verecek tütün, pamuk,
susam, fasulye, soğan, kavun, karpuz ve diğer sulu ve susuz yetişebilen
sebzeler ile mısır, patates gibi mahsul ün tohumlarının yerleri zamanında
hazırlanarak hemen verilmesine dikkat edilmiş, bahçelerde meyve verecek
ağaçların dikilmesi ve bağların kazılmasında yardım edilmesi kararı
alınmıştır.33 Mübadillerin hemen üretici duruma getirilmesi için gereken

19 THAM, 3/30,15 Şubat 1924,s.199.


30 THAM, 3/31,15 Mart 1924, s.228.
31 THAM, 3/31, 15 Mayıs 1924, s.312.
32 THAM, 3/30, 15 Şubat 1924, s.226.
33 Tanin, 28 Ocak 1924
Türk-Yunan Nüfus Değişiminde Türk Mübadillere Yapılan Yardım Faaliyetleri 211

yeterli ödeneğin Vekalette bulunmamasından dolayı çiftçi mübadiller


arasında kooperatifler kurulması ve bunların desteklenmesi yoluna da
gidilmiştir. Bu amaçla çiftçilerin topraklarını hemen hazırlayabilmeleri için
traktör, tohumluk ve hayvanların alımı gibi konularda destek için de bir
talimatname yayınlanmıştır.34 Bu talimatname ile;
1- Muhacirlerin toplu bulunduğu yerlerde, muhacirlerin rızasıyla bir
ortaklık kurulması ve makine ve diğer masrafların ödenmesinin taahhüt
edilmesi,

2- Diğer aksamıyla birlikte, traktör bedeli, makinist ücreti, tamir işletme


ile diğer masrafların, her aileye zirai alet bedeli olarak elli, durumu daha iyi
olanlar için en fazla yüz elli lirayı geçmemesi,
3- Traktör aksamının daha ucuza yapılması için demirhane ve
tamirhanelerde yapılması ve bunlardan anlayan ustaların bölgelerde hazır
edilmesi,

4- Ortaklığın bozularak alınan aletlerin atılolmaması için mümkün


oldukça bu ortaklığın devamına dikkat edilmesi,
5- Traktörün yanında çiftçilik için gübreye de ihtiyaç duyulduğundan
her aileye hayvanat verilmesinin önemine dikkat edilmesi,
6- Her traktör ile beraber birer pulluk ve pulverizatörün alınarak tarım
işlerinin tek aletle yapılması hususlarına önem verilmesi mıntıka
müdürlerinden vekalet tarafından istenmiştir.
Mübadillerin hemen üretici duruma getirilmesi için evler ile beraber
toprak dağıtımı da yapılmıştır. Bu konuda hakkaniyet ölçüsünde bir dağıtım
yapabilmek için 6 Temmuz 1924 tarihinde bir talimatname yayımlanmıştır.35
Bu talimatnameye göre; terk edilmiş arazilerin sınırlarının belirlenmesi için
vali ve kaymakam başkanlığında Mıntıka Müdiriyet Memuru, Um ur-u
Tasarrufiye Memuru, Maliye Memuru, Ziraat ve Fen Memuru ile bir ölçücü
ve bir katipten oluşan HTevzl ve Taksim Komisyonu" kurulmuştur. Bu
komisyona yerli halktan ve göçmenlerden en fazla üç kişinin de katılması
kararlaştırılmıştır. Komisyon, ölçüm işlerini tapu kayıtları esas olmak üzere
emlak, arazi, arsa, bahçe, baltalık ve otlak sınırlarının daha önceki halini
bilen şahısların sözlerine dayanarak yörenin ihtiyar heyetinin huzurunda
tespit ederek, anlaşmazlık olduğunda eldeki belgeler ışığında karar vermiştir.
Araziler ölçüldükten sonra sınırları belirlenen topraklar, ne kadarının kaç
aile yi besleyebileceğine dair tespitleri yapıldıktan sonra kura yoluyla
mübadillere dağıtılmıştır.

34 BCA: 272.12/41.45.6(12)
35 BCA: 30.18.1/10.33.20; Düstur. 3.Tertip, C:5, Ankara 1948, s.648-654.
İbrahim Erdal
212

Talimatnameye göre topraklar verimine, büyük şehirlere, istasyonlara


ve iskeleIere yakınlığına göre kısırnlara ayrılmıştır. Tütün arazileri, Samsun,
Bafra gibi birinci dereceden olan yerlerde 12-15 dönüm, İzmir, İzmit gibi
ikinci dereceden yerlerde 15-20 dönüm olarak dağıtılmıştır. Sebze bahçeleri
de büyük şehir ve civarında 5-10 dönüm, uzak yerlerdeki iskana uygun
arazilerde ise 10-15 dönüm arasında; bağlar, İzmir gibi birinci dereceden
üzüm yetiştiren yerlerde 6-10 dönüm, ikinci dereceden yerlerde ise 10-15
dönüm arasında dağıtılmıştır. Zeytinlikler de birinci dereceden mahsul veren
mıntıkalarda 100 ile 120 ağaç, ikinci dereceden mahsul veren yerlerde 120-
150 ağaç ve üçüncü dereceden olan yerlerde ise 150 ile 200 ağaç verilmiştir.
Yabani ve aşısız genç zeytin ağaçlarından beş tanesi bir ağaç sayılmıştır.
PortakalIık, limonluk gibi yerler de beş kişilik bir ailenin ihtiyacı oranında
dağıtılmıştır. Dutluklar da yine beş kişilik bir aileye sıklık ve seyrekliğine
göre dağıtılmıştır. Aile nüfusu beş kişiden fazla olan ailelere; birinci
dereceden verimli araziden dönüm olarak 8-10, ikinci dereceden verimli
araziden 10-15, üçüncü dereceden verimli araziden 15-20 ve tütün
arazisinden 2-3, bağ ve bahçeden 1,5-3 ile zeytinlerden de 20-30 ağaç
verilmiştir.
Yine aynı talimatname gereğince harman yeri olmayan ailelere köyün
ortak malı olarak bir harman yeri yapılmıştır. Ayrıca her köyde demirci,
arabacı, marangoz, nalbant, semerci gibi esnaftan birer kişi ile bir öğretmen
bulundurulmasına dikkat edilmiştir. Bunlardan ihtiyaçları olanlara ev,
sermaye ile aletler verilmiştir. Ayrıca köylerde tıp, ziraat ve veterinerlik
konusunda uzman olan kişiler var ise bunlara köylerde iskan olundukları
müddetçe fazladan arazi verilmiş, ancak kasabalara veya şehirlere giderlerse
bu araziler geri alınmıştır. Toprak dağıtımının sonucunda mübadillere
7.618.000 kilo çeşitli zahire tohumu, 41.253 adet çeşitli tarım aracı, 19.070
kilo kükürt ve göztaşı gibi zirai mücadelede kullanılan ilaç yardımı
yapılmıştır.36 Mübadele, İmar ve İskan Vekaleti, gerek numune ve iktisadı
köylerde, gerekse emval-i metrfikede iskan edilen mübadilleri yayımladığı
talimatnamelerle üretici hale getirmek istemiştir. Bu yardımlar kısa sürede
sonuç vermiş, devlet 1925 yılına kadar yaşadığı ekonomik sıkıntıyı
aşabilmiştir.
SONUÇ
Henüz nüfus değişimi anlaşması yapılmadan Makedonya'daki
Müslümanların alelacele yollara düşmesi, iskelelerde toplanması, Edirne'ye
yaya veya trenle gelerek toplanması Mübadele İmar ve İskan Vekaleti'nin
kısa sürede çözüm bulmasını zorunlu kılmıştır. Kısıtlı bir bütçe, yanmış ve
yakılmış bir Anadolu Vekaletin işlerini büyük ölçüde çıkmaza sokmuştur.
Bu durumda Hilal-i Ahmer Cemiyeti, var olan imkanlarını seferber ederek

36 İskan Tarihçesi, 5.139.


Türk-Yunan Nüfus Değişiminde Türk Mübadillere Yapılan Yardım Faaliyetleri 213

mübadil göçmenlere ilk müdahaleyi yapmıştır. Cemiyet bu faaliyetleri


sırasında Vekalet ile işbirliği içinde olmuştur. Özellikle Yunanistan'daki
iskelelerde ve kamplarda göçmenlerin sağlık sorunlarına acil çözümler
bulunmaya çalışılmıştır. Cemiyet bunun yanında vapurlarda da doktor ve
görevli bulundurmuş, taşıma işinde de gerekli önlemleri almıştır. Her ne
kadar mahalli yardım cemiyetleri kurulmuşsa da mübadil göçmenlerin iaşe,
sıhhi ve barınma ihtiyaçları hemen hemen cemiyet tarafından karşılanmıştır.
Hilal-i Ahmer Cemiyet i 'nin bu yardımları yanında, Vekalet de gelen
mübadillere hemen üretici hale gelebilmeleri için tarım alet edevatı ve
tohumluk gibi yardımlarda bulunmuştur. Konut tamiri ve inşasında da
yardımlarda bulunan Vekalet, cemiyet ile birlikte çalışmalarında yaşanan
yoğun sıkıntı ve eksikliklere rağmen büyük ölçüde başarılı olmuştur. Bu
gelişmeler sayesinde savaş sonrası dönemde genç Türkiye Cumhuriyeti'nin
var olan olanakları ölçüsünde insan ve onun üretici duruma gelmesine
verdiği önemi de gösteren somut bir gelişmeyi görmekteyiz.

KAYNAKLAR

1- Arşiv, Gazeteler ve Resmi Yayınlar

Arşiv Belgelerine Göre Balkanlar'da ve Anadolu'da Yunan Mezalimi I-II,


Devlet Arşİvleri Genel Müdürlüğü Yayını No: 22, Ankara 1995.
BCA: 272.12/41.46.14
BCA: 272.12/41.45.6(12)
BCA: 30.1 O.0/123.873.3
BCA: 30.10.0/123.874.33
BCA:30.lO.0/1.1.4
BCA: 30.18.1/10.33.20;

Düstôr, 3.Tertip, C:5, Ankara 1948, s.648-654.

Türkiye Hilal-i Ahmer Mecmuası, 15 Mart 1924, Sene:3, No:31,; 15 Ocak 1924,
3/29; 15 Şubat 1924,3/30
Vatan, Vakit, Tanin
2- Kitap ve Makaleler

AKGÜN, Seçil, "Birkaç Amerikan Kaynağından Türk-Yunan Mübadelesi Sorunu",


III. Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Tarih Boyunca Türk-Yunan İlişkileri
(20 Temmuz 1974'e kadar), Ankara 1986, s.250-251.
İbrahim Erdal
214

ÇAPA, Mesut, "Lozan'da Öngörülen Türk Ahiili Mübadelesinin Uygulanmasında


Türkiye Kızılay (Hiliil-i Ahmer )Cemiyetinin Katkıları", Atatürk Yolu, Kasım
1988, Yıl:1, Sayı:2,s.243-244.
ERDAL, İbrahim, "Mübadil Göçmenlerin Taşınması Meselesi ve Türk Vapurcuları
İle Yapılan Nakil Sözleşmesi", AtatürkYolu, Ankara 2003, Yıl:16, C:8, S:31-
32, s. 321-324.
ERDAL, İbrahim, "Türk Basınına Göre; Patrikhane Konusu ve Patrik Araboğlu'nun
İhracı Meselesi" Atatürk Yolu, Ankara 2004, Yıl:17, C:9, S:33-34, s. 35-38.

İskan Tarihçesi, İstanbul 1932.


LADAS, Stephen, The Exchange of Minorities Bulgaria, Greece and Turkey,
New York, 1932, Macmillian Company, s.15.
MERAY, Seha L., Lozan Barış Konferansı Tutanakları-Belgeler, İstanbul 1993,
Ciltı, Kitap: 1, Yapı Kredi yayınları (3. baskı), s.1 18.;
PALLİS, Alexander Anastasius, Yunanlıların Anadolu Macerası (1915-1922),
İstanbul 1995, Yapı Kredi yayını, s.29;
SÖYLEMEZOOLU, Galip Kemali, Canlı Tarihler, İstanbul 1946, Türkiye
yayınevi, s.102-103
SÖYLEMEZOOLU, Galip Kemali, Hariciye Hizmetinde 30 Sene 1892-1922,
İstanbul 1955, s.150;
TURAN, Mustafa, Yunan Mezalimi (İzmir; Aydın, Manisa, Denizli 1919-1923),
Ankara 1999, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, s.12
Adab el-l:Iarb ve el-Şeca 'a'ya Göre
"Hisar ve Kuşatma Geleneği"
"The Fort and the Siege Tradition"
According to Adab al-Harb
. wa al-Shaja'a
,

Mustafa UYAR"
Öz
A.diib el-ljarb ve el-Şecii'a adlı eser Türk, İran, İslam ve Hint savaş geleneği
hakkında öZRün bilRiler vermektedir. Makalemiz, eserde Reçen hisar kuşatması ve
savunmasının teknik, strateiik, hukukı ve ahlakı öRe/erini incelemektedir. Bu
baRlamda makale, kuşatma sırasında kullanılan silahlar; psikolojik savaş;
kuşatmanın sonuçlandırılma biçimi; savunma silahları; hisarda bulunması
Rereken malzeme ve erzak; savunmanın sonuçlandırılma biçimine ilişkin bilRileri
içermektedir.
Anahtar Kelimeler: A.diib el-ljarb ve el-Şecii'a, Kuşatma savaşı, Hisar.
Abstract
A.diib al-ljarb wa al-Shajii'a gives original information about the Turkish,
Iranian, Islamic and Indian war tradition. This article examines the technicai,
strateRic, leRal and ethic elements of the sieRe and the defence accordinR to above
mentioned source. The artic/e, in this context, includes information about weapons
used in the sieRe war; the psycholoRical war; the way of brinRinR the sieRe war to
conclusion; the weapons of defence; the materials and the supplies must be
deposited in the fort; the way of bringing the fort defence to conclusion.
Keywords: A.diib al-Ijarb wa al-Shajii'a. Siege war, Fort .

• Arş. Gör., Ankara Üniversitesi. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tarih Bölümü, Ortaçağ
Tarihi Anabilim Dalı.
Mustafa Uyar
216

I) Eser Hakkında
İnsanlık ile yaşıt savaş kültürü, zaman içerisinde kendine özgü bir
literatür de oluşturmuştur. Bu cümleden olarak gerek Batı'da ve gerekse
Doğu' da savaş sanatı üzerine yazılmış birçok eser bulunmaktadır. Harp
sanatı üzerine Ortadoğu'da ve Türk-İslam coğrafyasında kaleme alınmış
eserler, genelde binicilik, okçuluk, taktik, strateji, silahlar ve askeri
organizasyon üzerinedir. Bunlar genel anlamda furüsiyye kitapları olarak
bilinmekle birlikte, üç kategoriye ayrılmaktadırlar:
a) Binicilik (furüsiyye) Üzerine Eserler: Furüsiyye, atın ve binicisinin
eğitimini kapsayan bir disiplindir. Bu disiplin dahilinde yazılmış eserlerin
temel hedefi, süvariye at üzerinde kılıç, mızrak, balta, gürz, yay ve ok gibi
belli silahları kullanma becerisini kazandırmaktır. Bu eserler ayrıca, at
hastalıklarının tedavisi konusunda biniciye lüzumlu temel tedavi bilgilerini
de ihtiva eder.'
b) Okçuluk ('ilm el-nuşşiib) Üzerine Eserler: Bu disiplin üzerine
yazılan eserler, ok ve yayların değişik tiplerini ele almakta; üretimleri,
çalışma prensipleri ve kullanımları hakkında bilgi vermektedir. Genelde
manzum ve nesir şekilde kaleme alınan bu eserler ok ve yay kullanımını,
savaştan daha ziyade av için tasvir etmişlerdir?
c) Taktik, Strateji ve Askerf Organizasyon (funün el-J:ıarbiyyeliidiib)
Üzerine Eserler: Bu eserler genel itibariyle tahkim ve kuşatma; casusluk ve
savaş hileleri; konaklama ve nöbet; savaş düzeni; emirlerin özellikleri ve
rütbeleri; savaş makinelerinin kurulması ve çalıştırılması; ganimet ve
paylaşımı; düşman takibi; geri çekilme ve birebir mücadele gibi konularda
bilgi verirler.3
İnceleme konusu yaptığımız Adab el-I:Iarb ve el-Şeca' a, bu
kategorilerden üçüncüsüne,junün el-J:ıarbiyyeliidiibkategorisine girmektedir.
Eserin sahibi, Mubarekşah lakablı bir Türk MemlGku olan MuJ:ıammed b.
Manşür b. Şai'd'dir. 12. asırda yaşayan müellifin 1130-1140 yılları arasında

1 'Umar ıbn ıbrahim al-Awsj al-Ansan, A Muslim Manual of War beinı: Ta/rl} al-Kurüb.rı
Tadbır al-lfurüb, (edited and translated by George T. Scanlon), Cairo 1961, s. 6-7.
Fuıüsiyye üzerine, özellikle Mısır MemlGkleri döneminde Türkçe ve Arapça bir çok eser
kaleme alınmıştır. Bu tür eselerin kısa künyeleri için bknz. al-Ansan, Ta/rl} al-Kurüb, s. 1-
31. Fuıüsiyye hakkında genel bilgi için bknz. G. Doillet, "Furüsiyya", Encyclopedia of
Islam (Second Edition), Leiden 1965, c. II., s. 452-455; David Ayalon, "Fuıüsiyya" (in the
Mamlük State), Encyclopedia of Islam (Second Edition), Leiden 1965, II., s. 954-955;
Hassanein Rabi'e, "The Training of the Mamlük Faris", War, Technologyand Society in
the Middle East, (edited by V. J. Parry). London: Oxford University Press, 1975, (Çevirisi
için bknz. Altan Çetin, "Memlilk Askerinin Eğitimi", Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi,
Ağustos 2003, s. 219-235.)
ı al-Ansari., Tafrlj al-Kurüb, s. 11.
3 al-Ansan, Tafrl} al-Kurüb, s. 14.
Adab el-I:Iarb ve el-Şeca'a'ya Göre "Hisar ve Kuşatma Geleneği" 217

doğduğu tahmin edilmektedir.4 Kendisi gibi babası ve dedeleri de eğitimli


kişiler olup devlet erkanından hürmet ve himaye görmüşlerdir. Mubarekşah,
ilk olarak Gazneli Devleti 'nin son hükümdarı Sultan I:Iüsrev Melik
GaznevI'nin hizmetindebulunmuştur. Gazne'nin Gıırlu hakimiyetine
girmesinin ardından Sultan Mu'izeddin b. Sam Gün'nin hizmetinde yer
almıştır. Daha sonra müellif, Hint Memlııkleri'nden olan J>,:utbeddinAybek
ve Sultan Şemseddin İltutmuş'a hizmet vermiş, onlardan himaye görmüştür.
Fagr-i Mudebbir olarak da bilinen Mubarekşah'ın Bal:ır el-Ensiib ve Mu'izz
el-Ensiib adlarında iki eseri daha vardır. Mu 'izz el-Ensiib adlı eserini, Sultan
Mu'izzeddin b. Sam Gün ve J>,:utbeddinAybek adlarına ithaf etmiştir.s
Müellifin ölüm tarihi tam olarak belli değilse de, 13. asrın birinci yarısında
öldüğü tahmin edilmektedir.
Sultan İltutmuş'a ithaf olunan eser, döneminde kaleme alınmış diğer
Farsça eserlerle karşılaştırıldığında edebi sanatlar bakımından daha sadedir.
Musahhihi ADmed Sehili Wansan'ye göre eser, Sultan İltutmuş'un
ölümünden, yani 1228-1229 yılından önce tamamlanmıştır.6 Edebi sanatlar
bakımından değil, tarihsel önem bakımından nadir kitaplar arasına
girmektedir. Hakimiyet kurma, strateji ve harb sanatı üzerine yazılmış
olması, bu eseri diğerlerinden farklı kılmaktadır. Dilinin ve üslGbunun
sadeliği TiirıIJ-i Beyhii~f ile benzerlik göstermekle beraber, onunki kadar
sade değildir. Eser 34 babdan oluşmaktadır; her bab ayrı birer başlığa sahip
olup her biri için konuyla alakalı bir destan anlatılmış, anekdot nitelikte bilgi
verilmiştir. Müellif ordu, strateji ve askerlikle ilgili gerekler üzerinde
dururken, bunun yanında harb erbabında olması gereken ahlaki özellikleri de
sıralamaktadır. Kitabın ilk altı babı, harb ve harb sanatı ile değil hakimiyet
anlayışı ile ilgilidir. Harb ve askerliğe dair kısımlar 7. babdan itibaren
başlamaktadır. Eser ilk olarak Atımed Süheyli Wansan tarafından, var olan
nüshaları karşılaştırılıp tashihi yapılarak 1968 yılında neşredilmiştir.7 Bu
neşirden kısa bir süre sonra, British Museum'da bulunan esere ait elyazması
nüsha, Ananiasz Zajakowski tarafından 1969 yılında faksimile olarak
yayımlanmıştır8•

4 Mul:ıammed b. Manşür b. Şai'd Mubarekşah, Adiib el-flarb ve el-Şeeii 'a, (tash. A/:ımed
Süheyll transiiri) Tahran 1346, s. 4; S. A. A. Rizvi, "Hisar" (India), Eneyelopedia of Islam
~Second Editi0I!), Leiden 1971, c. III, s. 481.
Mubarekşah,Adiib el-flarb ve el-Şeeii'a, s. 5-6.
6 Mubarekşah, Adiib el-flarb ve el-Şeeii 'a, s. 10.
7 Menüçehr Danişpejüh, Reviş-i Diliiveri ve Cengiiveri, Tahran 1381, s. 3-7; Reviş-i Diliiveri
ve Cengiiveri adlı eser, Adiib el-flarb ve el-Şeeii 'a'nın sadeleştirilmiş bir yeniden yazım! olup,
tahlilini yaptığımız kısım Menüçehr Danişpejüh tarafından kitaba dahil edilmemiştir, bknz.
Danişpejüh, Reveş-i Diliiveri ve Cengiiveri, s. 55-63. _
8 Ananiasz Zajakowski, Le Tmiti lranien de l'art Militaire Adiib al-J:ıarb wa-s-sağii'a du
XIJr Siiele, Warszawa 1969.
218 Mustafa Uyar

II) "Hisar ve Kuşatma Kültürü"


Müellif, eserinin 27. babını "ender-i ceng u ferheng-i Qişar ve tedbır u
hiylet-sabten-i anki der Qişar be kar ayed" başlığı altında hisar kuşatma ve
savunma usulüne tahsis etmiştir. Bölümün başında İslam öncesi ve
sonrasında yapılan kale kuşatma örneklerini kıssalar halinde anlatan
müellif,9 ardından asıl konuya, kale kuşatması ve savunmasında takip
edilmesi gereken usUle girmektedir.
İlgili kısmı tahli1e girişmeden önce, hatırlatılması gereken hususlar
vardır: Birinci husus, bu kısımdaki bilgilerin belli bir düzen içinde
verilmemiş olmasıdır. Bu durum, müellifin zaman içinde elde ettiği
bilgileri, eserin bölümlerine sonradan eklemesi sonucu olmuştur,
kanaatindeyiz. İkinci önemli husus ise, eserin Hindistan coğrafyasında
yazılmış olmasına rağmen, diğer coğrafyalara ve milletlere ait savaş
kültürlerini de havi nitelikte olmasıdır. Gerek her babın başında İslam
öncesi ve sonrası savaş geleneklerine atıflarda bulunması, gerekse Türk,
Hint, Roma, İran ve Arap savaş usul ve tarzlarını tanıtması dolayısıyla
geniş bir coğrafyanın savaş kültürüne ilişkin bilgiyi içermektedir.lO
A) Kuşatma Üzerine
Esere göre, her şeyden önce hükümdar, fethi zor, kalabalık, hazırlığı
tam ve hisarı muhkem şehirleri fethe kalkışmamalıdır.1J Hisar
kuşatmasında elzem olan ve tavsiye edilen tarz, hisarın savaşılmaksızın ele
geçirilmesidir.12 Müellif, hisarın sulh yolu ile ele geçirilmesini sağlamak
üzere, iki önemli usulün kullanılmasını tavsiye etmektedir:
1) Savunmacıları kuşatmacılara temaym ettirme,
2) Birinci durum gerçekleştirilemez ise, savunmacıların direniş
kararlılıklarını kırma.
Bu sebeple müellif ilk olarak, kale ya da his ar içindeki asker ve sivil
halkın kuşatmacılar tarafına çekilmesini, içeridekiler ile işbirliği
sağlanmasını önermektedir. Bu yüzden, "mümkün olduğunca iyi, hoş
vaadlerde bulunuImalı ve güzel sözler söylenerek hisar ehlinin gönlü
cezbedilmelidir". Vaadlerin kale savunmacılarına ulaştmlması, doğrudan

9 t\1.ubarekşah,Addb el-lfarb ve el-Şecd'a. s. 410-421.


Lo Orneğin sadece 18. biibın başlığı dahi söylediklerimizi özetler ve teyid eder niteliktedir:
"en der-i ta 'biye-i virast kerden-i muşaf-i her gurüh ez padişahan-i 'Acem ve Rümiyan ve
Turkan ve Mulük-i Birnyer ve Hiduvan ki çegüne büde end", bknz. Mubarekşah, Addb el-
lfarb ve el-Şecd 'a. s. 322.
II Mubarekşah, Addb el-lfarb ve el-Şecd 'a s. 427.
ıı Düzenli ordular, topraktan elde edilen menfaatin önemini kavradıklarından; şehirlerin
tahribini büyük suç saydıklarından bitki örtüsüne, ağaçlarına ve sulama kanallarına zarar
verilmeksizin ele geçirilmesini isterlerdi, bknz. C. Cahen, "Hisar" (General Remarks),
Encyclopedia of Islam (Second Editian), Le~den 1971, c. III, s. 469.
Adiib el-J:larb ve el-Şeeii'a'ya Göre "Hisar ve Kuşatma Geleneği" 219

elçiler gönderilmesi şeklinde olabileceği gibi, bu mümkün olmadığı


durumlarda, vaadler yazılı mektupların içeriye atılması yolu ile de
yapılabilirdi.
Mubarekşah, hisar savunmacılarının direniş azim ve kararlılıklarını
kırmak için, "yalan haberlerin yayılması" gerektiğini söylemektedir. Bu tür
haberler: Kuşatmacıların mancınıklar ve duvar diplerine iskeleler
kurdukları; huruç hareketini engellemek üzere korkuluklar yerleştirdikleri;
duvarlara delikler açtıkları; duvarları yıkmak için kuleler inşa ettikleri;
savunmacılar üzerine ateş ve neft atarak hepsini yakacakları yönünde
korku verici nitelikte olmalıdır. Bu haberleri pekiştirmek üzere, dülgerler
her gün hisarın yakınlarında yoğun bir şekilde çeşitli işlerle meşgul
olmalılar; mancınık inşa ettikleri; koç başları yonttukları, hisara iskeleler
kurmak niyetinde oldukları izlenimini vermelidirler. Ayrıca hisarın çevresi
sürekli dolaşılarak, "Buradan içeriye girilebilir; buraya merdiven
konulmalıdır; şuraya bir delik açılmalıdır" gibi sözlerle kuşatmacıların ne
kadar kararlı oldukları gösterilmeli, zihinlerini bunlarla meşgul ederek
direnme istekleri kırılmalıdır. Hisarın ileri gelenlerine, direnişçileri bölmek
için "Bize daha önce yazdıklarınıza uygun olarak davranmakta, sözünüzü
yerine getirmektesiniz; kuşatma tamamlandığında size teşrif ve lütuflarda
bulunacağız" gibi yanıltıcı ibarelerle dolu mektuplar yollanmalıdır.
Mektuplar ve pusulalar aracılığı ile, hisardaki bazı emirlerin ağır
yaralandığı, kapıların bazılarının açıldığı, kapı muhafızlarının şaşkın
oldukları yolunda bilgiler içeriye sızdırılmalıdır. Bunlara ilaveten, takviye
kuvvetlerinin gelmekte olduğu şayiaları yayılmalıdır. Takviye
kuvvetlerinin geldikleri ve kuşatmacı asker sayısının sürekli arttığı
yönünde izlenim vermek için ise, bir grup asker gece karargahtan
ayrılmalı, sabah vakti tabI çalarak alemler eşliğinde karargaha geri
dönmelidir. Kuşatmacıların kaleyi ele geçirmekte kararlı olduklarını
vurgulamak ve savunmacıların hisar içinde kalabilme tahammüllerini
kırmak üzere, esas zorlu savaşın başlayacağı tarih hakkında bilgiler
ulaştırılmalıdır. Hisardaki taraftarlar, kuşatmacıların içerideki her bilgiyi
aldıkları şeklinde haberler yayarak, savunmacıları bir barış yapılması için
iknaya çalışmalıdırlar.13
Kuşatma stratejisini ilgilendiren diğer önemli bir husus, hisar kuşatma
harekatının tesadüfler üzere yürümesini engellemek ve geçerli stratejiler
üretebilmek amacıyla içerideki durum hakkında istihbarat yapılması
zorunluluğudur. Esere göre hisar dahilinde, hakkında bilgi sahibi olunması
gereken hususlar şunlardır:
1) Savaşçı güç, silah ve teçhizata ilişkin bilgiler.

13 Mubiirekşah, Jdtib el-ljarb ve el-Şecti'a. s. 421-422.


Mustafa Uyar
220

2) Erzak ve yakacak stoğuna ilişkin bilgiler: Hisar içinde ne kadar


gıda maddesi ve su; hayvanların tüketeceği ne kadar ot ve saman
bulunduğu. Ayrıca, yakacak ve diğer amaçlar için kullanılmak üzere ne
kadar odunun veya ahşabın var olduğu.
3) Hisar içinde savunmaya dair alınan kararlar ve yürütülen
faaliyetlere ilişkin bilgiler .ı4
Müellif, kuşatma ve ele geçirme stratejileri ardından, kuşatma için
gerekli donanımı tanımlamaktadır. Bu donanım, kendi içinde şu şekilde
tasnif edilebilir:
Tırmanma Araçları: Lif ve halat merdiven; ucu kancalı sicim ve
zincir.
Hisar Duvarını Tahrip Araçları: Duvar delmeye yarayan aletler
(mın~ab), mancınık,ıs seyyar ve sabit arriide.
Tünel Açma Araçları: Kazma, demir kürek, çeşitli kazıcı aletler.
Sur Seviyesinde Mücadele Araçları: İskeleler, kancalı ve dişli
mızraklar.
Huruç Harekatını Kırma Araçları: Korkuluklar.
ve tüm kuşatma makinelerini inşa etmek üzere bol miktarda ahşap .16

Eserde bu tip araç ve gereçlerin isimleri zikredilmekte fakat,


mahiyetlerine ilişkin ayrıntılı bilgi verilmemektedir.

14 Müellif, bu bilgilerin dışarıya sızdınlması için ilginç bir yol önermektedir: Kale
savunmacılarından kuşatmacılara meyletmiş birisi, yüksek sesle, kuşatmacılara hakaret
edercesine hitapta bulunarak kale hakkında bilinmesi gereken malumatı verecektir: "Ey
biçareler! Kendinize beyhude eziyet etmeyin! Çünkü bizim şu kadar suyumuz, şu kadar
yiyeceğimiz.".var. Siz bu kuşatmayı daha ne kadar sürdürebilirsiniz?!" gibi, bknz.
Mubarekşah, Adtib el-f/arb ve el-Şecti 'a, s. 422.
15 Mancınıkların çeşitleri ve çalışma prensipleri hakkında bknz. David Nicolle, Medieval
Siege Weapons (2), Byzantium, The lslamic World & lndia AD 476-1526, Oxford 2003.
Müellif Mubarekşah, mancınıkların yeryüzünde nasıl kullanılmaya başladığı hakkında şu
rivayeti aktarmaktadır: "Yeryüzünde mancınık yokken ve hiç kimse mancınık yapmasını
bilmezken İblis, Nemrüd'a İbrahim I:Ialil'i ateşe atabilmesi için mancınık yapmasını öğretti."
Müellif Mubarekşah'a göre mancınık çeşitleri şunlardır: Dört yöne atış yapabilen mancini!f,-i
'arus; mancini!f,-i div (Dev, büyük mancınık); mancini!f,-i Gurivtir (GGrlular'a özgü mancınık); -
mancini!f,-i revtin (Seyyar, yürüyen mancınık); mancini!f,-i ho/te (Sabit mancınık), bknz.
Mubarekşah, Adtib el-f/arb ve el-Şecti'a, s. 428. Dikkat edilirse Mubarekşah, mancınıkları
çalışma prensiplerine göre değil, atış kabiliyet ve özelliklerine göre tasnif etmiştir. Bu yüzden,
deh-merde adlı mancınığın ismini eserinde zikretmiş (bknz. Mubarekşah, Adtib el-f/arb ve el-
Şecti 'a, s. 423), fakat bu tasnife dahil etmemiştir. Diğer bahsi geçen mancınıklar karşı-ağırlık
prensibine göre çalışırken deh-merde, on kişinin halatlar yardımıyla mancınık şaftını hızla
aşağı çekmek suretİyle oluşturdukları fırlatma kuvvetiyle çalışmaktadır. Bu mancınık sabit
(ho/te) olup bir benzeri 15. yüzyılda karşımıza mancini!f,-i sul!tini olarak çıkmaktadır, bknz.
Nicolle, Medieval Siege Weapons, s. 43.
16 Mubarekşah, Adtib el-f/arb ve el-Şecti 'a, s. 423.
Adab el-l:Iarb ve el-Şeca'a'ya Göre "Hisar ve Kuşatma Geleneği"
221

Müellif bu bilgilerden sonra kuşatma sonucunun hukuki, ahlaki ve


karizmatik otorite boyutuna değinmektedir. Hisar kuşatması sırasında,
halkın aman istemesi durumunda kesinlikle buna icabet edilmelidir.
Götürebilecekleri her şeyi almalarına izin verilmeli, bu durum münakaşa
mevzuu yapılmamalıdır. Çünkü, hisar sulh ile ele geçirilmiş, yapılan
çalışmaların sonucu alınmış ve amaca ulaşılmıştır.17
Hisar kuşatmasının başarısız olduğu durumlar için müellif şunları
söylemektedir: Hükümdar, kuşatmayı terk etmek zorunda kalır ise, mutlaka
bir sulh muahedesi akdetmelidir. Zira, sulh yapılmaksızın terk edilen bir
kuşatma harekatı, büyük bir başarısızlık addedilir.l& Böyle bir ricat,
müellifin de işaret ettiği üzere, otoriteyi sarsan bir sonuçtur.
B) Hisar Üzerine
Esere göre, hisarlar çeşitli türlerde olup önemlileri şunlardır: İlki,
tünellerle donatılmış, adeta yeraltında olan hisarlardır. Bu tünellerin
ağızları mağaralara, ırmaklara ya da ormanıara açılmaktadır. Böylece
kuşatmacılar bu tünellerin çıkışlarını bulamazlar. Savunmacılar, bu tüneller
sayesinde hisarı kolayca boşaltabilirler. Müellif, bu tür hisarların mülhidler
(Haşşaşller/İsma'illler) tarafından kullanıldığını da örnek olarak vermiştir.
Diğer bir tür, tamamen zemin üzerinde, fakat savaş esnasında tahliye için
kullanılabilecek tünellere sahip olan hisarlardır. Başka bir tür ise,
bulunduğu zemin itibariyle tünel kazmaya imkan vermeyen hisarlardır.
Bunun bilinmesi, savunmacıların kaçma veya çevirme harekatı
yapamayacaklarının tespiti anlamına gelir. Diğer bir hisar çeşidi de
tepelerde ve dağ zirvelerinde bulunmaktadır. Bu tür hisarlar, fethedilmesi
en zor olanlarıdır.19
Mubilrekşah, hisar içinde bulunması gereken görevlileri ve teçhizatı
tanımlarken, çok daha fazla ayrıntıya girmektedir. Bunun sebebi, hisar
içinde sosyal bir hayatın varlığı ve kuşatma sırasında yaşanacak bir
kıtlığın, olumsuz sonuçlar doğuracağı endişesidir.
Görevliler ve Zanaatkarlar: Din alimi, müezzin, tabip, gassal, definci,
lağımcı, müneceim, aşçı, kirişçi, okçu, yaycı, dülger, kuyumcu, silah
imalatçısı (zerrad), sarrac, demirci, çilingir, çark ve zemberek imalatçısı
(çargger), cerrah, hacamatçı, terzi, hallaç, dokumacı, şerbetçi, çömlekçi,
çamaşır yıkayıcısı, nalbant, keçeci, kıl eğiricisi, aletleriyle birlikte mızıka
takımı, mutribler.20

17 Bu durum stratejik olduğu gibi, her ne kadar müellif işaret etmemişse de fıkhı, İslam
kültürünün savaşa bakışı ile alakah bir durumdur. Savaşta mağluplann hakları için bknz.
Majid Khadduri, War and Peace in the Law of Islam, Baltimore, 1955, s. 162-164.
18 Mubarekşah, ı1
diib el-Ijarb ve el-Şecii 'a. s. 428.
19 Mubarekşah, Adiib el-Ijarb ve el-Şecii 'a. s. 427.
20 Mubarekşah, Adiib el-Ijarb ve el-Şecii 'a, s. 423.
Mustafa Uyar
222
I
Silahlar ve Teçhizatı: Kamış ok, arbalet oku, cüviil-düz/ yay, temren,
kemankeş yüzükleri, zırh, demirden mamul zenbürek/ı çarb/ mancınık,
3

seyyar ve sabit arriide; mancınık, arrade ve sapan ile fırlatmak üzere çeşitli
büyüklükte taşlar; yine sur üzerine ve şurfelere konulmuş, düşman sur
dibine ulaştığında üzerlerine atmak üzere ağır taşlar; sur duvarına
yaklaşmak ve içeriye atlamak için kullanılan iskeleleri devirmek amacıyla
kancalı zincirler; hisar duvarı üzerinden kuşatmacılar üzerine dökülecek
yağı kızdırmak için büyük demir kepçeler.14
Silah İmali İçin Gereken Malzemeler: Ok imal etmek için fazla
miktarda kamış; ağırlıkları yaklaşık yarım men (1.5 kg) olan her iki ucu
sivri çiviler; yay ve yay kirişi imalinde kullanılmak üzere sığır siniri;
mancınık inşası için Alıç, Akçakavak ağaçları; çok miktarda ip, sığır ve
camız derisi; taş taşımak amacıyla sepet ve tahtırevanlar.
Gıda Maddeleri: Buğday, arpa, diğer her cinsten fazlaca hububat, yağ,
sirke,25 karabiber, sığır yağı, susam ve kuyruk yağı, kurutulmuş et, turşu,
26
tatlı ve sebze; değirmen taşları ile her türlü pişirme alet-edevatı.
Aydınlatma Gereçleri: Kandil, meşale ve fitil yağı.
27
MızıkaIBando Takımı Aletleri: TabI, nekkare, kös, zil, düdük/zurna.
Eğlence/Vakit Geçirme Gereçleri: Saz/çalgı takımları.
Korunma Gereçleri/Zırhlar: Çeşitli ebat ve boyutlarda zırh ve
miğferler, zırhın üzerine giyilen bir çeşit pamuklu giysi/kaftan;28
mancınıkları korumak üzere geniş siperler.29
Tamir Gereçleri: Duvarlarda açılan gedikleri kapatmak ve mancınık
mermilerinin yıktığı binaları onarmak amacıyla bol miktarda kerpiç, kireç
ve çeşitli doğal bağlayıcılar; bol miktarda kamış ve ahşap.

21 "Çuvaldız" Türkçe'de bir ucu sivri, bir karış uzunluğunda demir alet anlamına gelip
buradaki anlamını tespit edememiş bulunmaktayız. Cümledeki yerine bakıldığında, bir çeşit
ok olduğu izl~nimi vermektedir: "tir-i niivek ve cuviil-duz bihude tJarc ne-konend", bknz.
Mubarekşah, Adiib el-lJarb ve el-Şecii'a, s. 425.
22 Daha sonraları boyutu küçültülen, tatar yayı veya arbalet denilen (cross-bow, arbalest)
silahtır. Güçlü bir metal yaya sahip silah, deve sırtında da taşınabilmekteydi, bknz. al-Ansaıi,
Tafrij al-Kurub, s. 129. Scanlon, bu eserin tercüme kısmı sonuna, Arapça ve Farsça
yazılışIarının da yer aldığı bir savaş terimleri lügatçesi (Preliminary Glossary of Muslim
Military Terms) eklemiştir, bknz. s. 123-130.
23 zenbUrekten d~ha büyük, fakat aynı mekanizmaya sahip bir silah türü, bknz. Hisar 482.
24 Mubarekşah, Adiib el-lJarb ve el-Şecii'a, s. 424-s. 425.
25 Sirke sadece gıda olarak tüketilmernekte, ahşap savunma makinelerini ateşten koruyan
örtüler imal etmek üzere derilere içirilerek de kullanılmaktaydı, bknz. Cahen, c., "Hisar", s.
470.
26 Mubarekşah,Adab el-lJarb ve el-Şecii 'a, s. 424.
rı Mubarekşah, .1dab el-lJarb ve el-Şecii 'a, s. 423.
28 Mubarekşah, Adab el-lJarb ve el-Şecii 'a, s. 425.
~ Mubarekşah, Adiib el-lJarb ve el-Şecii 'a, s. 424.
Adab el-I:Iarb ve el-Şeca'a'ya Göre "Hisar ve Kuşatma Geleneği"
223

Hisardakiler, düşman kuşatması sırasında kesinlikle ümitsizliğe


kapılıp aralarındaki birliği bozmamalıdırlar. Hisar her ne kadar sağlam ve
askerler ne kadar vasıflı olursa olsun, asla tedbir elden bırakılmamalıdır.
Hisarı saran duvar ve duvar mazgalları sürekli kontrol edilmelidir. Kapı
muhafızlarına güvenilmemeli, geceleri kapı anahtarları kendilerinde
bırakılmamalıdır. Kuşatmacılar tarafından satın alınmalarını engellemek
üzere, burçlarda bulunan nöbetçiler sürekli değiştirilmelidir. Nöbetçiler,
özelikle tünel kazma veya duvar delme faaliyetlerine karşı tetikte
olmalıdırlar. Duvar boyunca her gece bir kaç defa gezilerek gözlem
yapılmalı, hisar içine sızma faaliyetleri tesbit edilmelidir. Hisar içindeki
görevlilerin moralleri yüksek tutulmalı, memnun edilmelidirler. Kapı
muhafızları, mancinl~-endiız ve arriıde-endiızlar ile sürekli temas halinde
olunmalıdır. Hisar içinde dışarıdan gelen herhangi bir ok veya başka bir
mermi ile yaralananlarla mutlaka ilgilenilmelidir.
Savaş dışarıda gerçekleşirse, düşman hendeklerden ileriki tarafa
geçirilmemelidir. Savaş sırasında kapılar, ok, mızrak, yarım mızrak, küçük
mızrak, iki uçlu mızrak, kalkanlar yardımıyla korunmalıdır. Arbaletçiler,
okçular ve neft-endiızlar daima hisar kapılarında hazır bulunmalıdırlar.
Müellife göre hisar, şu sebeplerden dolayı savunulamayabilir: Hisarın
harab durumda olması; asker azlığı ve silah imal edilememesi; su, yiyecek,
saman ve yakacak kıtlığı; her şeyden önemlisi, hisar ehlinin muhalefeti.
Hisarın savunulamayacağı anlaşıldığı takdirde, kesinlikle akla ve mantığa
ters düşülmeyerek aman dilenmeli (aman I:ıvahend) ve antlaşma
yapılmalıdır. Aksi takdirde, hisar zor kullanılarak (be-15:ahr)ele geçirilecek,
hem insanlar hem de şehir tehlikeye atılmış olacaktır.3o
Adab el-I:Iarb ve el-Şeca'a, tahlilini yaptığımız bölümde Türk, İran,
İslam, Hint "Hisar ve Kuşatma Kültürü" hakkında özgün bilgiler
vermektedir. Bu bölüm, hisar kuşatması ve savunmasının teknik ve
stratejik öğelerine olduğu kadar, hukuki ve ahlaki yönüne de işaret
etmekte, en azından teorik çerçevelerini anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Ayrıca eser, derinlemesine ve etrafı ı bir tahlil yapıldığı takdirde, Ortaçağ
Türk-İslam savaş kültürü ve sanatı bakımından oldukça orijinal bilgiler
sunabilecek içeriğe sahiptir. Adab el-I:Iarb ve el-Şeca'a'nın, savaş sanatı
(funün el-1)arbiyye) üzerine yazılmış Arapça ve Türkçe muasır kaynaklar
ile karşılaştırmalı olarak incelenmesi gerekmektedir.

30 Mubarekşah, Adiib el-ljarb ve el-Şecii 'a, s. 425-426.


Mustafa Uyar
224

Kaynakça
Amid, Hasan, Ferheng-i Amid, Tahran 1345.
Aya1on, David, "Furüsiyya" (In the Mamlük State), Encyelopedia of Islam
(Second Edition), Leiden 1965, II., s. 954-955.
Cahen, c., "Hisar" (General Remarks), Encyclopedia of Islam (Second Edition),
Leiden 1971, c. III, s. 469-470.
Danişpejüh, Menüçehr, Reviş-i Diliiveri ve Cengiiverl, Tahran 1381.

Doerfer, Gerard, Türkische und MonRolische Elemente im Neupersischen,


Wiesbaden 1963.
Doillet, G., "Furüsiyya", Encyclopedia of Islam (Second Edition), Leiden 1965, c.
II., s. 452-455.
Enver, !:Iasan, Ferheng-i rüz-i so!Jen, Tahran 1383.

Kanar, Mehmet, Büyük Farsça-Türkçe Sözlük, İstanbul 1993 .


Khadduri, Majid, War and Pea ce in the Law of Islam, Baltimore 1955.
MuI,ammed b. Manşür b. Şai'd Mubarekşah, Adiib el-Ijarb ve el-Şecii'a, (tash.
AI,med Süheyn Wansari) Tahran 1346.
Mütercim Asım Efendi, BurhCin-1 Katı, (Haz. Prof. Dr. Mürsel Öztürk-Dr. Derya
Örs), Ankara 2000.
Nicolle, David, "Silah", Encyelopedia of Islam (Second Edition), Leiden 1997, c.
IX, s. 734-746.
Nicolle, David, Medieval Sie[?e Weapons (2) Byzantium, The Islamic World & India
AD 476-1526, Oxford 2003.
Hassanein Rabi'e, "The Training of the Mamlük Paris", War, Technologyand
Society in the Middle East, (edited by V. J. Parry). London: Oxford University
Press, 1975, (Çevirisi için bknz. Altan Çetin, "MemlUk Askerinin Eğitimi",
Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, Ağustos 2003, s. 219-235.)
Rizvi, S. A. A., "Hisar" (India), Encyclopedia of Islam (Second Edition), Leiden
1971, c. III, s. 481-483.
Steingass, F. A., Compherensive Persian-English Dictionary, Beirut 1970.
Şükfin, Ziya, Gencine-i Güftar-Ferheng-i Ziya, MEB. Yay., İstanbu11996.
'Umar Ibn Ibrahim a1-Awsi a1-Ansari, A Muslim Manual of War being Tafrij al-
Kurüb fi Tadblr al-Ijurüb, (edited and translated by George T. Scan1on), Cairo
1961.
Zajakowski, Ananiasz, Le Traitt Iranien de l' art Militaire Adiib al- /:zarb
wa-s-sağii'a du xıır Sitele, Warszawa 1969.
Meclis Üyeliğinden Paşa' lığa Tahir Ağa
(Tanzimat Sonrası Yerel Yönetirnde Eşrafın Rolüne
İlişkin Bursa'dan Bir Örnek)
The Role Played by the Local Notables in the Local
Administration in Tanzimat Era: A Case of Tahir Ağa from
Bursa
Emre SATıer
Öz
Tanzimat reformlarıyla Osmanlı mahallf yönetiminde oluşturulan yeni
kurumlardan birisi de yerel meclislerdir. Reformların uygulamaya konulduğu bütün
eyaletlerde bulunan şehir ve kasabalarda çalışmaya başlayan bu meclislerde,
merkezı hükümetin atadığı daimı üyeler dışında bölge halkının seçimle belirlediği
kişiler üye olarak bulunmuşlardır. Bu şekilde meclise giren yerel üyeler ise
genellikle o yörenin eşrafı olarak adlandırılan nüfuzlu kişilerinden olmuşlardır.
Bunlar, Osmanlı toplumunun özel şart ve evreleri içinde yıllardan beri elde ettikleri
nüfuz ve etkilerini, meclis üyefiği ile daha da pekiştirmişlerdir. Çünkü meclis
üyeliğinden kazandıkları resmı statüleriyle, devletin yerel yönetimde sahip olduğu
malf ve ekonomik yetkilere ortak olabilmişlerdir. Bu imkanı merkezi idare ve halkın
zararına olarak kendi çıkarları için kulanarak 19. yy. boyunca taşra yönetiminde bir
istikrarsızlık unsuru olarak rol oynamışlardır.
Makalemizde belgeleriyle ortaya koyduğumuz olgular, bu duruma ilişkin Bursa
şehrinde ortaya çıkmış bir örneği betimlemektedir. Buna göre, olguların içinde baş
aktör konumunda olan eşraftan Tahir Ağa, Bursa'da ilk kurulan yerel meclise üye
olarak girmiş ve uzun yıllar elinde bulundurduğu bu üyelik sayesinde servet ve
nüfuzunu arttırmış, hatta bazı yolsuzluklara karışmıştır. Daha da ilginci, bütün
bunlara rağmen yerel eşraftan biri olarak memurıyet ünvanıarı elde etmiş ve en
sonunda "Paşalık" rütbesine terfi ettirilerek Hüdavendigar Eyaleti Valiliği'ne tayin
edilebilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tanzimat, Yerel Meclisler, Eşraf, Bursa, Tahir Ağa

• Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yakınçağ Tarihi Anabilim Dalı, Doktora
Öğrencisi; emre.satici@gmail.com
226 Emre Satıcı

Abstract
One of the institutions that have be en established for the Ottoman local
administration, are the town councils which arose as a result of reforms realized
during the Reformation period (Tanzimat Era). At these councils which are started
to function in all cities and small towns located within all provinces wherein the
reforms had been put into implementation, excluding the permanent members which
had been assigned by the Centrcil government those persons who were appointed by
the general election of people living in that district, served as a member. The local
members, who were able to become a member of town council, have been generally
selected among the influenced persons named as the local notables (eşraf). Such
persons, thanks to the post of being a member of town council, have further
solidified their influences and interesis which had been acquired by then for many
years as a result of the special characteristics and phases of Ottoman community
because, owing to their official statues gained from the membership of town
council, they have been able to have joint financial and economic authorities as
same as the ones possessed by the state in the local administration. By misusing
such authorities for their benefits coursing harms over the local administration and
people, they during the whole 19'h century, have played a role ofinstability over the
provincial administration.

Such facts which are documented through this article have been depicting an
example which was found in Bursa in regard with this situation. Accordingly, Tahir
Ağa, a notable of town and in the position of a chief actor, has joined as a member
to the first local council which had been founded in Bursa and thanks to this post of
membership maintained by him for many years, he increased his wealth and
influence and evermore involved in some corruptions. However, a further
interesting fact serves to indicate that, in spite of such corruptions and being a local
notable, he was able to obtain the titles of a governmental officer and finally
promoted to the rank of a Pasha and appointed as the governor of Hüdavendigar
Province.

Key Words: Tanzimat Era, Town Councils, Local Notables, Bursa, Tahir Ağa

Bursa Sancağında Meclis Oluşturulması


Tanzimat Fermanı'nın ilanı ve kararlaştırılan yeniliklerin seçilen sancak
ve eyaletlerde uygulanmaya başlanmasıyla Osmanlı taşra yönetiminde yeni
bir anlayış ve dönem başlamıştır. Bu anlayış doğrultusunda hükümetin,
ülkenin idarı, mall, sosyal ve ekonomik yapısını çağın gereklerine göre
düzenleme ve ıslah çabaları, iç ve dış baskıların yanında devrin öne çıkan
bazı ileri görüşlü Osmanlı idarecilerinin öncülüğünde 19. Yüzyıl boyunca
devam etmiştir. Tanzimat ile başlayan bu çabaların özünde, ülke yönetimini
modernleştirerek halkın daha adaletli ve iyi işleyen bir yapı içinde yaşamını
Meclis ÜyeIiğinden Paşa'lığa Tahir Ağa
227

sürdürmesini temin maksadı yanında imparatorluk bünyesinde merkezi


hükümetin etkinliğini ve denetimini güçlendirme isteği de bulunmaktaydı.
Fakat bu istek öyle kolay gerçekleştirilememiş ve ancak 19. Yüzyıl'ın
sonlarına doğru, II. Abdülhamit döneminde, imparatorluğun tüm
topraklarında olmasa bile özellikle Anadolu' da bu yönde bazı başarılar
sağlanabilmiştir. işte bu amaçlar yönünde sürdürülen mücadelede hükümet,
bir yandan telgraf, demiryolları gibi modern araçlardan yararlanırken, diğer
taraftan yönetirnde ortaya koyduğu yeni kurum ve düzenlemelerle bunu
başarmaya çabalamıştır. Ancak bu bir anda sonuca ulaşılan kolay bir süreç
olmamıştır. Tanzimat Fermanı'nın ilanının ertesinden 19. asrın sonlarındaki
görece istikrarın sağlandığı, mülki bölünmenin ve memuriyetlerin modern
esaslara göre oluşturulduğu dönem arasındaki uygulama ve çabalara bir göz
gezdirmek bile bu durumu açıkça ortaya koymaktadır! .
Tanzimat sonrası merkezi hükümetin yerel yönetirnde uygulamaya
koyduğu her düzenlernede kendinden öncekiyle bir uzlaşma ve sentez arayışı
göze çarpar. Düzenlernelerin özünde, Tanzimat anlayışının getirdiği ilkeler
göz önüne alınmakla birlikte uygulamada, sağlam esaslara dayanan bir plan
ve programa göre davranmaktan çok deneme-yanılma yöntemi ağır
basmıştır. Yapılan düzenlemeler, kendinden öncekilerin eksik ve hatalı
tarafları tecrübe edildikten sonra derece derece ortaya çıkartılmıştır.
Tanzimat Fermanı'nın ilanının hemen sonrasında kağıt üzerinde alınan
kararlarla, ihdas edilen yeni kurum ve memuriyetlerle mevcut idarı yapının
düzeleceği, adaletsiz uygulamaların son bulacağı umulmuştur. Fakat bunun
hiç de öyle olmadığı kısa süren uygulamadan sonra anlaşılarak, bu ilk
tecrübenin üzerine yapılan iyileştirmeler ve bazen geri çekilmelerle başka
yapılanmalara gidilmiştir. Bunun için 19. YüzyılOsmanlı taşra yönetiminde
yapılan reformlara bakınca, eski olandan birden, keskin bir kopuştan daha
fazla onun kimi iyi-kötü unsurlarını içinde barındıran bir tekamül sürecinin
varlığını müşahade ederiz. Bu şekilde bir durumun ortaya çıkmasında
devletin içinde bulunduğu siyasi, mali ve ekonomik sıkıntıların önemi
olmakla beraber Osmanlı toplumunun asırlardan beri içinde barındırdığı
kemikleşmiş unsurların rolü de yadsınamaz bir gerçektir.
Taşrada daha iyi bir yönetimi gerçekleştirmek için yaratılan her yeni
kurum ve memurıyet, gerçekleştirilen her yeni düzenleme, bünyesinde daima

ı İIk Tanzimat uyguIamaIarı doğruItusunda sancakIara gönderiIen "muhassılların"


böIgelerindeki idarI ve mali görevleri ve kuracakIarı "Muhassıllık Meclisleri" hakkındaki
tüzük ve yönetmelikIer için bkz. Abdurrahman Vefik, Tekfilif Kavfiidi, II. Kısım, Istanbul
1330, s.7-48, Reşat Kaynar, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, TTK. Ankara 1991, s.237-263;
"Muhassıllık Meclislerinin" geçirdiği değişim iIe Tanzimat reformIarının AnadoIu
kentlerinde uygulanışı ve oIuşturulan yeni kurum ve memuri'yetIerin işleyişi hakkında ayrıntılı
bilgiler için bkz. Prof. Dr. Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri'nin Sosyal
ve Ekonomik Yapısı, TTK. Ankara 1~97, s.190-248; 1864 tarihli "Vilayetler Nizamnamesi"
ile başlayan yeni dönem için bkz. Ilber Ortaylı. Tanzimat Devrinde Osmanlı MahaW
İdareleri(l840-/880), TTK Ankara 2000, s.46-116.
Emre Satıcı
228

eski sistem ve anlayışın çarpıklıklarını ve çelişkilerini taşımıştır. Kısa süren


uygulama safhasından sonra su yüzüne çıkan bu çelişkiler sonucunda
Tanzimat dönemi devlet adamları, ihtiyatlı hareket etmek zorunda kalmışlar
ve öngördükleri sisteme yerel unsurları da dahil ederek çelişkilerin içinde
çözüleceği bir sentez arayışında olmuşlardır. Söz konusu unsur ve engeller
içinde en etkili olanı ise, ülkenin bütün şehir, kasaba ve yörelerinde bulunan
nüfuzlu yerel aile ve şahıslardır.
Klasik Osmanlı merkezi yapısının ve özellikle tımar rejiminin 17. asırla
birlikte çözülmesi sonucu Osmanlı toplumu içinde yavaş yavaş yükselen bu
zümre, özellikle 18. Yüzyıl'da gücünün doruğuna ulaşarak Anadolu ve
Rumeli' deki bir çok şehir ve kasabada merkezi yönetimin yetkilerine ortak
olmuş ve 19. Yüzyıl'ın başlarından itibaren II. Mahmut'un merkezi iktidarı
güçlendirme yolunda uyguladığı politikalar sonucunda eski güçleri kırılsa
dahi toplum içindeki nüfus ve iktidarlarını korumuşlardır. Merkezi
hükümetin, "vücCth-ı ahali, a 'yan ve eşraf, söz sahibieri, handan" gibi
sıfatlarla hitap ettiği bu kişiler, Tanzimat öncesinde Anadolu ve Rumeli'nin
yönetim merkezi olan şehirlerinde halk ile hükümet arasında aracı bir
konumda olmuşlar ve aldıkları "a 'yanlık, voyvodalık, mültezimlik" gibi
resmi memuriyet ve görevlerle devletin bütün idari ve mali taleplerinin
yerine getirilmesine yardımcı olmuşlardır. Devlet, Tanzimat sonrası
gerçekleştirdiği uygulamalarda bunları bir kenara bırakamamıştır. Merkezi
idareyi güçlendirme yolunda atılan adımlar doğrultusunda oluşturduğu
kurumlarda kendilerine yer vermek zorunda kalmıştır. Muhassılların
gidecekleri şehirlerde kuracakları meclislere, yapılacak seçimle2 bunların da

2 Bu meclislere üye olarak atanacakları belirleyecek seçim yöntemi, hazırlanan ayrı bir
nizamnamenin birinci ve ikinci bendierinde belirtilmiştir. Buna göre memleket ahalisi
içinden üyeliğe seçilecek kişiler, bulunduğu mahallin "en akil ve raşidi ve afifve eslahı olmak
ve oldukça umur-ı devlet ve ahval-ı memlekete vakıf ve aşina bulunmak ldzım geleceğinden"
bu vasıflara sahip olarak meclis üyeliğine istekli olanlar, ilk olarak isimlerini mahkemeye
kaydettireceklerdi. Bundan sonra kazaya bağlı köylerde, her bir köy halkından 5 kişi, seçmen
olarak kaza merkezine gitmek üzere kura ile belirlenecekti. Ayrıca kaza halkından da emlak
sahibi ve söz anlar olanlar, bir yerde toplatılacaktı. Büyük şehirlerde 50, orta dereceli
şehirlerde 30 ve küçük kasabalarda 20'şer kişi, üye seçimine yeterli görüldüğünden,
köylerden gelenlerle birlikte toplanan heyet içinden atılacak kura ile bu sayıdaki seçmenler
belirlenecekti. Kura sonucu belirlenen seçmenler bir mahalde toplanacaklar ve adaylarda bu
mahale getirilerek teker teker seçmenlerin önüne çıkarılacaktı. Buna göre bir adayı isteyenler
bir tarafa, istemeyenlerse diğer tarafa ayrılacaklard!. Bundan sonra ayrılan taraflar sayılacak
ve isteyenler fazla ise bu kişi meclis üyeliğine hak kazanacaktı. Eğer istemeyenler fazla ise
ondan sarfınazar edilerek diğer aday seçim meydanına getirelecekti. İki tarafta olacak bir
eşitlik halinde kura atılacak ve bunun sonucuna göre adayın üye olup olamıyacağı
belirlenecekti. Ayrıca, bir bölgede, meclise üye olarak seçilecek 6 kişi dışında, istenilen
vasıflara sahip olan ve üyeliğe istekli 10-15 kişinin çıkabileceği durumlarda ise şu yöntem
uygulanacaktı: Bunların bir anda hepsinin seçmenlerin huzuruna çıkartılmaları karışıklığa
sebep olacağından, teker teker çıkarılmaları gerekecektir. Fakat bu durumda, önce ,Çıkarılan
ilk 6 kişi aza seçilebileceğinden ortada diğerleri için adaletsiz bir durum olacaktır. Işte bunu
önlemek için, üyeliğe istekli adayların çok olması durmunda, seçmen önüne çıkarılma sırasını
belirleme için kura' -i şer'ıye usUlüne başvurulacak ve adaylar bu kura sonucu oluşacak sıraya
göre seçmenin önüne çıkarılacaktır. Bkz. Abdurrahman Vefik, a.g.e. s.26-27.
Meclis Üyeliğinden Paşa'lığa Tahir Ağa
229

dahilolmasını istemiştir. Bu şekilde, taşra idaresindeki eski misyonlarına


uygun olarak kendilerine bazı idarı statü ve görevler vererek,
gerçekleştirmek istediği reformlara onları da ortak etmeyi planlamıştır. Diğer
yandan Muhassıllık Meclisleri ile, bir şekilde bu zümrenin denetimi
sağlanmak istenmiştir. Fakat içinde barındırdığı çelişkilerle yeni sisteme
katılan bu zümre, kazandığı yeni statü ve imkanlarıyla, kısa sürede
alışkanlıkları yönünde şahsi çıkarlarının peşinde koşmaya başlamışlar ve
halk ile devlet nezdinde güçlendirdikleri konumlarıyla eski aracı rollerini
sürdürmek istemişlerdir. Ancak bu konum, artık devletin yönetirnde
gerçekleştirmek istediği modern ve etkin bir düzen için eskisi gibi
yardımdan ziyade bir istikrarsızlık unsuru olarak devam etmiş ve reformların
uygulamada başarısız olmasında en önemli etken olmuştur.
Taşradaki yerel unsurların reformların uygulanmasındaki bu olumsuz
konumu, sadece idare merkezi şehirlerde oluşturulan. yeni yönetim
organlarında görülmemiştir. 1842 senesinde iltizam usulüne tekrar geri
dönülmesi ve muhassıllıkların kaldırılmasından sonra, ilk defa olarak o
zamana kadar Osmanlı idarl tarihinde adll bir birim olarak görülen kazalar,
idarı bir birim olarak yönetim yapısına dahil edilmiş ve bunların başına,
devlet gelirlerini toplayıp hazineye göndermeyi taahhüt eden ve kazanın
içgüvenliği ile idarı işlerinden de me sul olan memurlar atanmıştır. "Kaza
müdürü" adıyla bu göreve getirilen memurlar, bir bakıma Tanzimat öncesi
dönemin voyvodalarının işlevlerini yüklenmişlerdir. Fakat devlet henüz
bütün kazalara tayin edebileceği yetişmiş memur kadrolarına sahip
bulunmadığından, kaza müdürlerini her bir kazanın halkı, bölgesinin ileri
gelenleri içinden kendileri seçecekti. Bu şekilde atamaları yapılan kaza
müdürlerinin çoğu, eskiden ayanlık, voyvodalık gibi görevlerde
bulunarak idarl ve mall konulardan anlayan şahıslar içinden seçilmiş ve
bunlar ise, görev süreleri boyunca eski tutum ve alışkanlıklarından
ayrılmayarak yıllar boyu bir çok yerde sürekli sızlanma ve şikayetlere yol
açmışlardır3.
Meclislere üye tayininde başvurulacak seçim usulünün ise, mahallinde
uygulayıcısı olacak muhassıllar tarafından iyi anlaşılamadığı ve bazı yanlış
tutum ve uygulamaların içine girildiğine dair örnekler vardır. Bunlardan
birisi Bursa Meclisi'nin teşkilinde yaşanmıştır. ilk sorun Meclise alınacak
Gayrimüslim üyelerin atanmasında çıkmıştı. Muhassıllara verilen talimatın
ikinci bendinde, eğer bir mahalde Gayrimüslim bulunur ise metropolit ve
kocabaşılarından dahi iki neferin üye olarak meclislere alınabilecekleri ifade
edilmekteydi. Fakat Bursa'da, Rum ve Ermeni milletleri dışında Yahudi ve
Katolik Ermeni cemaatleri de mevcuttu. Talimatnamede, oluşturulacak
meclisin bütün üyelerle birlikte 13 kişiyi geçmemesi istenmekteydi. Eğer bu

3 Prof Dr. Musa Çadırcı, "Türkiye'de Kaza Yönetimi (1840-1876)" Belleten Llll/206 (/989),
s.237-257.
Emre Satıcı
230

iki cemaatten Yahudi Hahambaşısı ile Katolik Kocabaşısı Meclise


alınırlarsa bu sayı 14-15 kişiyi bulacaktı. Bunun üzerine Bursa Muhassılı
durumu merkeze yazarak nasıl hareket edeceğini sormuş ve Padişah'ın
iradesiyle Bursa'da bulunan Yahudi Hahambaşısı ile Katolikleri temsilen
kocabaşılarının Bursa Meclisi'ne girmelerine müsaade verilmiştir4. Daha
sonra Bursa Muhassılı Kani Beğ, merkeze bir tahrirat göndererek Meclisin
teşkilinde izlenen yöntemle ilgili bazı ifadelerde bulunmuştur. Kani Beğ'in
ifadesine göre Bursa Meclisi' oluşturulurken, Üftadezadelerden Burhan
Efendi, Nakibü'l-eşri'if kaimmakamı Murad Efendizade Ali Efendi, eşraftan
Hacı Nuh Ağa ve eski Mudanya voyvodası Tahir Ağa, kendi istekleriyle
meclis üyesi tayin edilmişlerdir. Bunun yanında Bursa vücfihundan birkaç
kişi daha üyeliğe istekli olmuşlar ve adaylık için mahkemeye isimlerini
yazdırmışlardır. Meclis üyeliği için adayların artması üzerine sınırlı sayıda
olacak üyeleri tespit etmek için herkesin huzurunda kura usulüne
başvurulmak istenmiştir. Ancak bu usul dahi, halk indinde üyeliğe aday
şahısların kişiliklerini araştırmak ve soruşturmak gibi algılanabilir ve onların
itibardan düşmelerine sebep olur bahanesiyle uygulanmamıştırs. Diğer
taraftan Bursa şehrinde henüz müftülük memuriyeti bulunmadığından, müftü
olarak bulunmak üzere Bursa sakinlerinden Canbazzade Hacı Mehmet Sait
Efendi Bursa Meclisi'ne dahil edilmiştir. Böylece üye olarak seçilen bu beş
kişi ile birlikte daimi üyelerden Meclis başkanı ve Hüdavendigar Sancağı
Feriki İsmet Paşa, Muhassıl Kani Beğ, Bursa Kadısı ile iki adet nüfus ve mal
katipleri ve Bursa' da bulunan dört ayrı Gayrimüslim cemaatlerin
temsilcileriyle beraber Meclisin üye sayısı on dörde ulaşmıştır. Bir de, Bursa
civarında çok sayıda köy bulunduğu ve bunların her birinde, seçmen
belirlemek için kuraya başvurulduğu takdirde üç ay içinde ancak arkası
alınabileceği öngörülerek kuradan kaçınıldığı ve adı geçen beş üyenin,
halkın çoğunluğunun şahadetleriyle tayin edildikleri Kani Beğ'in diğer bir
tahriratında belirtilmiştir.
Meclis-i Vala'ya intikal eden durumun burada müzakeresi sonucunda
Muhassıl'ın Bursa Meclisi'ni teşkil ederken uyguladığı yöntem tüzük ve
yönetmeliklere uygun bulunmamıştır. Çünkü Muhassıl, gerek kur'a-ı şer'fye
usulüne başvurmayarak, gerekse nizamnamesinde açıklanan seçim usulünü
uygulamayarak hatalı davranmıştır. Ayrıca üye olarak seçilen beş kişi de tam
olarak "intihab-ı ahali maddesi" sağlandığını iddia etmesine rağmen, önceki
tahriratında, adaylar arasında kura usulünün uygulanmasından, haklarında
halk indinde tereddüd oluşur düşüncesiyle vaz geçildiğini bildirmesi,

4 Reşat Kaynar, a.g.e., S.246-247.


5 BGA. İrade Meclis-i Vala No: 62 içinde, Meclis-i Vala karar Mazbatasl. Burada geçen
ifadeyi aynen aktarırsak: " ... ve bunlarla beraber birkaç vücuh dahi tahrfr olunmuş
olduğundan kura usulünün icrası murad olunmuş ise de cümle muvacehesinde tezkiye ve
istijsarda şayed bazılarının haklarında tereddüd vuku 'u mütala 'asma bina 'en kur 'aya mahal
bulunamamış .." .
Meclis Üyeliğinden Paşa'lığa Tahir Ağa
231

Meclis-i Vala üyeleri tarafından şüpheyle karşılanmış ve bu durum, üye


olarak tayin edilen söz konusu kişiler hakkında halkın tam hoşnutluk ve
temayülünün bulunmadığına bir delil sayılmıştır. Meclis-i Vala aldığı
kararda, eğer gerçekten Muhassıl'ın iddia ettiği gibi bu beş üyenin seçimi
üzerinde halkın etkisi varsa bunlarla birlikte diğer halkın isteyebileceği
adaylar, üyeliklerin belirlenmesi için birleştirilerek kuraya girecekler ve bu
kura usulünün sonucuna göre Bursa Meclisi üyeleri yeniden tayin edilecekti.
Fakat konuyu Padişah'a sunan arz tezkeresinde ise sadrazam, yalnızca kura
usulünün üye seçimi için yeterli olmayacağını, tüzük ve yönetmeliklerde
belirtildiği üzere, kuranın, sadece seçmenlerin karşısına çıkarılacak adayların
sayıları fazla olduğu takdirde çıkış sıralarını belirlemek için kullanılacağını
ve önemli olanın, atanacak kişinin seçmen karşısına çıkarılmış ve ekserıyet
tarafından onaylanmış olması gerektiğini vurgulayarak, Bursa'da meclis için
üye seçiminin, bu esas ve usule uygun olarak tekrarlanmasını istemekteydi6•
Kısa bir süre sonra, ülkede ilk Tanzimat uygulamalarını yerinde incelemek
için oluşturulan Anadolu Teftiş Heyeti'nin? başkanlığına atanan Meclis-i

6 Aynı belge. Bu konu hakkında hem daha fazla ve açık bilgi vermek, hem de devrin
yöneticilerinin seçim hakkındaki düşünce ve anlayışlarını yansıtmak için, Sadrazamın,
konuyu Padişah'a özetleyerek sunduğu arz tezkeresindeki ifadeleri aynen aktarmak istiyoruz:
" .. mahal-i mezburda zikr olunan kur'a ve intihab usulünün 'adem-i icrasından başka
muhassılın suret-i iş'arına nazaran bu maddenin henüz ne vehle idüğü keyfiyeti dahi
zihinlerinde yerleşmemiş yani intihab kazıyesi ibtida 'azalığa elvericek ademierin bir
mahalde cem 'i ve ta'yın-i 'aza hususuna dahi yalnız kur'a usulü kafi gibi anlaşılmış ve asıl
elzem olan intihab-ı ahali maddesi dahi bir 'adı tezkiye gibi zan olunmuş olup halbuki
mukaddema karar-gır olarak her bir mahalle neşr ü irsal olunmuş olan nizamnamesinde
muharrer olduğu vechle bir mahalde 'azalığı lazım gelen evsaf ile muttasif mevcud olan
muteberandan her kaçı 'azalığa izhar-ı taleb eder ise yevm-i intihabda bunlar bir yere cem'
olunup intihaba gelen ahali dahi bir geniş meydanda ictima' eyledikleri halde 'azalığa talib
olan ademieri elbette birer birer meydan-ı intihaba çıkarmak lazım geleceğinden bu hususda
takaddüm ve te 'ehhurdan dolayı beynierinde kızgınlığa ve bir guna kıl ü kale mahal
kalmamak içün kur'a usulü icra olunmak yani kur'a her kimin ismin e zuhur eder ise ibtida
meydan-ı intihaba ol adem çıkarılmak ve hakkında intihab edecek ahalinin ekserısi bulunur
ise 'aza ta 'yın olunmak ve ekserısi bulunmadığı halde kur'ada ismi zuhur etmesi fayda
vermiyeceğinden andan sarf-ı nazarla aharı getirilmek icab edüp yohsa anların zehabları gibi
yalnız kur'a ile ta 'yın-i 'aza olunacak olduğu halde intihaba gelen ahalinin ictima 'ları pek
beyMıde olacağından ve'l-hasıl 'aza alacaklara ahali tevdı'.i umur edecekleri cihetle yalnız
kur'a usulünün anlara emnıyet-i kafiyeyi mucib olamıyacağından ve farıza memleketçe
mechCtl olanlar ve emlak ve i'tibdr ashabından olmayanlar 'azalığa talib olsalar bile anların
mahal-i intihaba götürülmesi caiz olmıyacağından ve ol zahir-i matıab olan ve ahalinin
makbul ve müntehebi olan ademierin 'aza ta 'yın olunmaları kazıyesi olarak bu hususda
memurınin icra-yı nüfus ile kendü istedikleri eşhası ta 'yın ettirmek sevdasında olmaları tecvız
olunamıyacağından ber-muceb-i ta'lımat-ı senıye evvel emirde ashab-ı emlak ve i'tibardan
'aza olmağa hevesli bulunanlar bir mahalle cem' olunup ba 'dehu bunların içinden kur'a ile
birer birer meydana çıkarılacak kesandan her kimler seçilirse anların 'azalığa idhali ve
mesela kur 'aya tesadüf edüp de ahalinin makbulü olmayan kesan olduğu halde ol gibilerden
sarf-ı nazar olunmak icab edeceği suretlerinde tenbıhen Muhassıl'a tahrır .......•. Padişah'a
arz edilen bu görüşler kabul görerek iriidesi aynı doğrultuda çıkarılmıştır. İriide tarihi: 04
Rebiyüliihır 1256 (05 Haziran 1840).
7 Tanzimat döneminin bu ilk teftiş girişimi için Anadolu ve Rumeli Teftiş Heyetleri olarak iki
ayrı heyet oluşturulmuş ve Rumeli tarafına gidecek heyetin başkanlığına MecIis-İ ViiIii üyesi
Arif Hikmet Beğefendi, Anadolu tarafına gönderilecek heyetin başkanlığına ise Çerkeş
Emre Satıcı
232

Nafia müftüsü Çerkeş Mehmet Efendi, görevi icabı Tanzimat uygulamaları


hakkında araştırma ve incelemeler yapmak üzere Bursa'ya gelmiştir.
Bursa'ya 28 Haziran 1840 (27 RebiyüHihır 1256) tarihinde ulaşan Mehmet
Efendi, iki gün zarfında müfettişlik görevinin kapsamına giren diğer
araştırma ve soruşturmaların dışında, huzuruna gizlice celb ettiği bazı
şahıslardan, Bursa Meclisi'nin teşkil edilme şekli ve üyelerinin seçimininin
ne surette yapıldığını tahkik etmiştir. Buna göre meclis üyelerinin gerçekten
ahalinin çoğunluğunun rızalarıyla seçildiklerini ve bunlardan başka Bursa'da
meclis üyeliğine layık kimse olmadığından tayinleri sırasında "intihab-ı
hakikf-i ahali" bulunduğunu gizli soruşturma sonucunda öğrenerek durumu
gönderdiği raporlarında merkezi hükümete bildirmiştirs. Daha sonra gerek
Mehmet Efendi'nin bu yöndeki ifadeleri ve gerekse Bursa Feriki İsmet
Paşa'nın konu hakkında gönderdiği tahriratlarında verilen bilgilerin tamamı
göz önüne alınmış ve Bursa Meclisi'ne atanan üyeler hakkında "intihab-ı
ahali ve ekserfyet-i ara" bulunduğuna kanaat getirilebilmiştir. Bu cihetle,
kura usulünün uygulanmasında dahi asıl maksat olan halkın hoşnutluğu ve
emniyetinin temini, Meclisin kurulması sırasında sağlanmış oluyordu. Buna
dayanarak, geçen defa alınan kararın tersine olarak Bursa Meclisi üyelerinin
aynen yerlerinde bırakılmalarına ve kendilerine maaş tahsisine karar
verilmekteyde.

Mehmet Efendi getirilmiştir. Bunların yanına ayrıca birer yardımcı verilmiş ve teftişin ne
şekilde gerçekleştirileceğini ayrıntılı olarak açıklayan 10 maddelik bir talimatname
hazırlanmıştır. Fakat Mehmet Efendi teftişe başladıktan kısa bir süre sonra Çanakkale
civarında rahatsızlanarak vefat etmiştir. Bu bilgiler ve teftiş sonucunda elde edilen sonuçlar
için bkz. Coşkun Çakır, Tanzimat Dönemi Osmanlı Maliyesi, Istanbul20m, s. 101-130.
8 BGA, İrade Meclis-i Vala, No:128, Bu iradenin içinde, ekleri olarak Mehmet Efendi'nin
çeşitli tarihlerde İstanbul'a gönderdiği ve Hüdavendigar Sancağı dahilinde gerçekleştirdiği
teftişe ilişkin rapor biçiminde bilgiler içeren 7 adet tahriratı bulunmaktadır. Bu eklere ayrı bir
numara verilmediğinden, buraya atıf yaptığımız bilgileri, tahriratlardan 07 Cemaziyülevvel
1256 (07 Temmuz 1840) tarihli olanı içinden aldığımızı belirtmeliyiz. Ayrıca aynı yerde
bulunan ve yine kendisinin hazırladığı bir defterde, Bursa Muhassıllık Meclisi 'nin terkibi
şöyledir: Meclis başkanı Ferik ısmet Paşa; Muhassıl Kani Beğefendi; Bursa Naibi mevaliden
Salihzade Hafidı Rüştü Beğefendi; Müftüsü Canbazzade Mehmet Sait Efendi; Maliye Katibi
Ahmet Hulusı Efendi; Emlak Katibi Hacı Ebubekir Efendi; Meclis azasından Murad
Efendizade Ali Efendi; yine azadan ve müderrisından Hacı Bürhan Efendi; azadan Sandık
emıni Hacı Nuh Ağa; azadan Mehmet Tahir Ağa; azadan Yahudi Hahambaşısı İlya; azadan
Rum milleti Kocabaşısı İsmaki; azadan Ermeni Kocabaşısı Papazoğlu Agop; son olarak yine
azadan Katolik Kocabaşısı Mübayaacı Sorufori.
9 BGA, İrade Meclis-i Vala , No: 193, 13 Şevval 1256 (08 Aralık 1840) tarihli irade. Bursa
Sandığı'ndan Malı 1256 senesi Haziran ayına (Takriben Haziran 1840 tarihlerine tekabül
etmektedir) mahsuben verilen ve bütün memur maaşIarını içeren bir defterde, meclis
üyelerinin maaş miktarları şu şekilde gösterilmiştir: Hüdavendigar Sancağı Feriki ısmet Paşa
maaşı: 25.000 Kuruş, Bursa Muhassılı Kani Beyefendi maaşı: 12.500 Kuruş, Bursa Kadısı
maaşı: 8000 Kuruş; Meclis Müftüsü Mehmet Sait Efendi maaşı: 750 Kuruş, Meclis azası Hacı
Bürhan Efendi maaşı: 750 Kuruş; Meclis azası Ali Efendi maaşı: 750 Kuruş; Meclis azası ve
Sandık emıni Hacı Nuh Ağa maaşı: 500 Kuruş, Meclis aza sı Tahir Ağa maaşı: 500 Kuruş,
Mal Katibi Ahmet Hulusı Efendi maaşı: 2500 Kuruş, Emlak Katibi Hacı Bekir Efendi maaşı:
1500 Kuruş, Meclis azası Yahudi Hahambaşı maaşı: 250 Kuruş. Bkz. BGA, Cevdet Maliye,
No:23.145.
Meclis Üyeliğinden Paşa'lığa Tahir Ağa
233

Yaptığımız değerlendirmelerden ve verdiğimiz örnekten, merkezı


hükümet temsilcilerinin yenilikleri taşrada doğru bir şekilde uygulama
konusunda ellerindeki seçenek ve imkanların ne kadar sınırlı oldukları
anlaşılmaktadır. Bursa'da beliren sorun karşısında, hazırladıkları tüzük ve
yönetmeliklere aykırı olarak yapılmış bir uygulamayı kabul etmek zorunda
kalmışlardır. Üyeliğe uygun koşulları taşıyan kişilerin Bursa şehrinde
bulunmadığı gerekçesiyle seçim işlemi yapılmadan Bursa Meclisi 'ne
atananları tasdik etmekten başka bir yol bulamamışlardır. Bu onaya gerekçe
olarak, bunların tayininde halkın çoğunluğunun hoşnutluğunun
gözetildiğinin mahallinde yapılan araştırmadan belirlendiği ifade edilmiştir.
Meclise giren ilk üyeler arasında bulunan Tahir ve Hacı Nuh Ağaların,
bundan sonra ortaya koyacağımız eylem ve hareketleri ise, halkın bu onay ve
hoşnutluğunun ne derecede gerçek olabileceğini daha iyi anlamamızı
sağlayacaktır.
İlk örneğimiz, Tanzimat' ın ilanı sıralarında Mudanya kazası
voyvodalığından yeni ayrılmış bulunan ve Bursa Meclisi'nin ilk üyelerinden
olan Tahir Ağa'dır. Anlatılacaklar, bu kişinin Bursa Meclisi üyeliğinden
Hüdavendigar Eyaleti Mutasarrıflığına kademe kademe yükselişini ve
belgelerden, müttefiki olduğu anlaşılan Hacı Nuh Ağa ile birlikte
gerçekleştirdikleri eylemlerini konu alacaktır.
Meclis Üyeliğinden Hüdavendigar Eyaleti Mutasarrıflığına Bursalı
Tahir Ağa
27 Kasım 1861 (24 Cemaziyülevvel 1278) tarihiyle Sadaret'ten o sırada
Hüdavendigar Eyaleti Mutasarrıfı bulunan Nurettin Paşa'ya gönderilen bir
tahriratta, Hüdavendigar Eyaleti Mutasarrıflığı'na, Bursa şehrinde bulunan
"Eya/et Meclisi" üyelerinden ve "müteheyyizandan" Tahir Ağa'nın "Rumeli
Beğ/erbeğiliği Payesi" ile tayin edildiği bildirilmekte ve kendisinden, en
kısa sürede devir-teslim işlemlerini tamamlayarak İstanbul' a gelmesi
istenmekteydiıo. Burada mutasarrıflığa tayin edilen kişi, Bursa Meclisi'nin
ilk üyelerinden ve şehrin ileri gelenlerinden bulunan, sözünü ettiğimiz Tahir
Ağa'dan başkası değildir. Kendisi, menfaat birliği ettiği Bursa ileri
gelenlerinden Hacı Nuh Ağa ile birlikte uzun süre Bursa Meclisi' ndeki

lA BOA. Sadaret, Mektubf Kalemi, Umum Vilayat, 520/35. Ayrıca H.1288 tarihli
Hüdavendigar Vilayeti Salnamesinde, eyaletin eski vali ve mutasarrıflarının görev sıraları ile
verildiği çizelgede, Nurettin Paşa'dan sonra "Bursa'dan Saadetlü Tahir Paşa Hazretleri"
ibaresiyle Tahir Ağa'nın mutasarrıflığı gösterilmiştir. Kendisinden sonra ise Gurre-i Zilhicce
1278 (30 Mayıs 1862) tarihinde göreve başlayan Nevres Paşa Hüdavendigar Eyaleti
Mutasarrıfı olmuştur. Buna göre, Tahir Ağa'nın mutasarrıflığa atanmasını bildiren tahriratın
tarihini alırsak, 27 Kasım 1861-30 Mayıs 1862 tarihleri arasındaki 6 aylık süre, kendisinin
Hüdavendigar Eyaleti Mutasarrıflığında bulunduğu tarihleri kapsamaktadır. Bir' de söz konusu
çizelgede, isminin en son satırında "rahmetü'l-'aleyh" ibaresiyle o sırada hayatta olmadığı
belirtilmiştir. Salnamenin senesi H.l288 (1871-72) olduğuna göre kendisinin bu tarihten önce
vefat ettiğini anlamaktayız. Bkz. Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi, H.1288(l87l), Bursa:
Vilayet Matbaası, s.34.
Emre Satıcı
234

üyeliklerini korumuşlardır. Ayrıca bunu, haklarındaki şikayetlere ve


karıştıkları birçok yolsuzluklara rağmen başarabilmişlerdir. Bu yolsuzluklar
ile kendilerinin faaliyetlerine dair aşağıda belgeleriyle birlikte ortaya
koyacağımız örnekler, Tahir Ağa'nın altı aylık mutasarrıflığını daha da
ilginç hale getirmektedir.
Teşkili sırasındaki sorun ve uygunsuzluğa rağmen yeniden
oluşturulmayan Bursa Muhassıllık Meclisi, daha önceki bölümde
gösterdiğimiz üyeleriyle çalışmalarına başlamıştır. Fakat Meclis, sözde
seçimle gelen üyelerinin nitelik ve eski konumlarından doğan ilk çarpık
uygulamasına kısa sürede imza atmıştır. Bursa Muhassıllığı'na bağlı olan
Mudanya Kazası'nın Müslüman ve Gayrimüslim halkı, Tanzimat öncesi
dönemde görev yapan kocabaşıları ve muhtarlarının kötü hareketleri ve
suistimallerinden şikayetçi olmuşlar ve eski senelerde kendilerinden vergi
diye zorla tahsil edilen paraların ortaya çıkarılması yönünde Bursa
Meclisi'nde gereken muhasebenin yapılması için hükümete bir arzuhal
takdim etmişlerdir. Hükümet tarafından dikkate alınan bu şikayet sonucunda
Bursa Muhassılı Kani Beğ'e gönderilen tahriratta, konu hakkındaki
araştırmanın mahal! meclisinde yapılması istenmiştir. B unun üzerine
Mudanya Kazası halkı adına şikayetçi olan vekilleriyle beraber kocabaşıları
ve muhtarları Bursa Meclisi 'ne getirilmişlerdir. Burada, Mudanya
Kazası'nın o zamanki vayvadası Tahir Ağa'nın Mali 1253-54 (Mart 1838-
Şubat 1839) seneleri muhasebeleri, kendisi de hazır olduğu halde
görülmüştür. Görülen muhasebeler sonucunda Tahir Ağa'nın sadece 764,5
kuruş zimmeti çıkmıştır. Bursa Meclisi tarafından hazırlanan mazbatanın
ifadesine göre, Mudanya halkını temsilen orada bulunan vekilleri bu sonuca
razı almamışlar ve Tanzimat öncesi dönemde tevzi defterlerine konularak
halktan tahsil edilen bazı şeyleri kabul etmeyerek tevzilerde tahsil edilen
meblağlar içinden 150 bin kuruş kadarının kendilerine geri verilmesini
istemişlerdir. Fakat yine mazbatadaki ifadeye göre, bunların, Tanzimat
ilkelerine göre ileride tahsis edilecek verginin belirlenmesi sırasında dahi
tenzil ısrarlarında bulunacakları anlaşıldığından şimdiden önü alınmak ve
başka yerlere sirayetini önlemek amacıyla içlerinden fesad başı alanlarının
cezaya çarptırılmaları gereği bildirilmekteydi. Sonuçta halkın şikayetleri,
Bursa Meclisi'nde yapılan muhasebe ve tahkikatta boş ve asılsız bulunmakta
ve vekil olarak mecliste bulunanlardan bazılarının isimleri, halkı
kışkırttıkları gerekçesiyle cezalandırılmaları isteğiyle hükümete
bildirilmekteydi. Ancak bir müddet sonra Mudanya ileri gelenlerinden ve
Gayrimüslim sakinlerinin temsilcilerinden birkaçı ile Bursa Meclisi azası
olan eski voyvoda Tahir Ağa'nın İstanbul'da bulunan Meclis-i MuMsebe-i
Maliye' de karşılıklı olarak gördükleri muhasebelerinin sonuçları, esasen
Bursa Meclisi'nin vardığı sonucun asılsız ve çürük olduğunu ortaya
koyacaktır. Buna göre söz konusu mecliste yapılan muhasebe sonucunda,
mahallinde yapılanın aksine halkın haklı olduğu görülmüş ve alacakları
Meclis Üyeliğinden Paşa' lığa Tahir Ağa 235

olarak eski voyvoda Tahir Ağa üzerinde 50 bin kuruş kadar zimmet
çıkarılmıştır. Bu zimmeti Tahir Ağa dahi kabul ve itiraf ederek Mudanya
halkına geri vermeyi taahhüt etmiştir. Ancak Bursa Meclisi'nin böyle bir
meselede takındığı adaletsiz tutum, konunun Meclis-i Vala'da ele alınmasına
sebep olmuştur. Burada yapılan görüşme sonucunda Meclis-i Muhasebe'de
yapılan muhasebe aynen kabul edildikten başka, gösterdikleri uygunsuz tavır
ve hareketten ötürü Bursa Meclisi üyeleri ile Muhassıl Kani Beğ ve Ferik
İsmet Paşa'ya uyarı yazısı gönderilmesine karar verilmiştir. Çünkü Meclis-i
Vala'ya göre, Bursa Meclisi üyelerinin ve Ferik İsmet Paşa'nın böyle bir
fiilin içinde olmaları ya dikkatsizliklerinden, ya da meclis üyelerinden olan
eski voyvoda Tahir Ağa'yı "tesahüb kazıyesinden" doğmuşturı!.
Görüldüğü gibi özellikle vergi konusunda eski devrin kötü
uygulamalarından doğan anlaşmazlıkları mahallinde halkın yararına olacak
bir şekilde adaletlice sonuçlandırması kendisinden beklenen bir kurum,
bunun aksine olarak eski anlayışın başka bir tarzda hüküm sürdüğü işleyiş
içinde bulunabilmekteydi. Burada merkezı idarenin temsilcileri olan
Muhassıl ve Ferik dahi, kendilerinden beklenen ilkeler doğrultusunda
hareket etmekten çok, Meclis 'te zuhur eden yerel menfaatlerin peşine
takılabilmekteydi. Böyle bir davranış tarzını benimsemelerinde şahsı
çıkarlarını kollamaktan çok şehirde hakim yerel unsurlarla işbirliği
yapmadan ve onlarla çatışarak memurıyetlerini icra edemeyeceklerini
anlamaları daha mantıklı bir açıklama olarak görülmektedir.
Bundan sonra Bursa Meclisi'ndeki üyeliğine devam eden Tahir Ağa,
ortağı Hacı Nuh Ağa ile birlikte konumlarını daha da güçlendirmişe
benzemektedir. Çünkü merkezı idare adına Bursa'ya tayin edilen vali ve
defterdarlar halkla ilişkilerinde ve yönetirnde onların desteğine ihtiyaç
duymuş olmalılar. Bu işbirliği karşılıklı olmuş ve eyalet valilerinin kendileri
hakkında bildirdikleri olumlu görüşler sonucu bu iki Ağa, merkezı hükümet
nezdinde dahi itibar sahibi olmuşlardır. Buna dair örnek, 1843 senesi içinde,
o sırada Hüdavendigar Eyaleti Müşiri bulunan Dilaver Paşa'nın iltimasıyla
bunlara "kapıcıbaşılık" rütbesi verilmesidir. Tahir Ağa ile Hacı Nuh Ağa'ya
bu rütbenin verilmesini bizzat Müşir Dilaver Paşa, liyakatleri ve idaredeki
üstün gayretlerini gerekçe göstererek tavsiye etmiş ve bu tavsiye merkezı
hükümet tarafından uygun görülmüştürl2.
1846 senesinegelindiğinde bunların şehirde ve Meclis içinde
kazandıkları gücün iyice arttığı görülmektedir. Çünkü sebep oldukları

LI BGA., İriide Meclis-i Vii/ii, No: 248, 18 Zilhicce 1256 (LO Şubat 1841) tarihli iriide içindeki
Meclis-i ViiIii Mazbatası. Ayrıca bkz. Ek f.
12 Tahir Ağa'ya kapıcıbaşı rütbesi verildiği hakkında bkz. Takvim-i Vekiiyi, Defa 255, 06
Cemaziyülevvel 1259 (04 Haziran 1843) tarihli nüsha.; Takvim-i Vekiiyi, Defa 257, i 1 Recep
1259 (07 Ağustos 1843) tarihli nüshasında ise Hacı Nuh Ağa'ya kapıcıbaşı rütbesinin
verildiği yazmaktadır.
Emre Satıcı
236

yolsuzluklar ve özellikle mali konulardaki etkileri, merkezı hükümetin


dikkatini çekerek kendilerinin meclis üyeliğinden ihraçları sonucunu
getirmiştir. Bu tarihte eyalet merkezi olan Bursa'da "Büyük Meclis" adıyla
faaliyelerini sürdüren Bursa Meclisi'nde üye olarak bulunan Tahir Ağa ve
Nuh Ağa, gün geçtikçe şehirdeki nüfuz ve güçlerini kabul ettirmişler ve hem
dev let işlerinde hem de mali ve ekonomik konularda kendi çıkarlarını
merkezı idarenin temsilcileri olan defterdar ve valilere karşı koruyacak
duruma gelmişlerdir. Bu güçleri o raddeye varmıştır ki, eyalet valisi olarak
Bursa'da kim görevli olursa olsun, onların rey ve desteğini alamadan bir işi
sonuçlandıramaz durumdadır. Şehirde kazandıkları bu statülerini fırsata
çevirmeyi iyi beceren Tahir ve Nuh Ağa, her sene Hüdavendigar Sancağı'na
ait aşarın ve çeşitli gelirlerin nizamına uygun olarak Mecliste açık olarak
yapılan iltizam ihalesi sırasında, nüfuzlarını kullanarak arttırmaya diğer
taliplilerin girmesini engellemekte ve devlete ait bu gibi gelirleri istedikleri
düşük bedellerden iltizamlarına almaktaydılar. Çünkü kendilerinden çekinen
diğer mü1tezimler, arttırmaya katılarak iltizam bedelini yükseltemiyorlardı.
Daha sonra düşük bedelden iltizamlarına aldıkları bu gelirleri gizlice kendi
hanelerinde parça parça ihaleye çıkararak, yüksek fiyatlarla bu ihaleye
sokmadıkları mü1tezimlere iltizam ettikleri, devlet tarafından yaptırılan
soruşturmada ortaya çıkarılmıştı. Hatta 1843 senesi içinde Bursa kazası
aşarının 4 seneliği toptan bir bedel kabul edilerek ihalesi yapılmış ve yapılan
ihale sonucunda bedelinden 76 bin kuruş indirim ile Bursa'nın güvenilir
mültezimlerinden 15 kişinin müştereken iltizama talip oldukları Defterdar ve
Müşir'in birlikte gönderdikleri tahriratla Maliye Nezareti'ne bildirilmiştir.
Bu sırada iltizam işleminin sonuçlandırılması için gerekli yazışmalar
yapılırken, bir şekilde aynı bedelle Tahir ve Nuh Ağaların aşarı iltizamlarına
aldıkları hükümete beyan edilmiştir. Hüdavendigar Sancağı 'na bağlı
Yenişehir Kazası'nın aşar ihalesinde bile buna benzer durumlar yaşanmıştır.
Bursa' dan iltizam bedelleri hakkında yapılan indirim istekleri Maliye
Nezareti 'nde ayrıntılı olarak incelendiğinde; mahallinde bu kadar indirim
şöyle dursun hiç indirim yapılmadan mutad bedelleri ile iltizama almaya
birçok taliplileri çıkacak iken Tahir ve Nuh Ağaların nüfuz ve korkularından
bunların üye olarak bulundukları Mecliste alenen yapılan ihalelerde
kimsenin arttırmaya giremeyeceği anlaşılmıştır. Ayrıca Meclisin diğer bir
üyesi, mevali payeli Ali Efendi dahi bunların müttefikidir. Bütün ulaşılan
bilgiler, sonuç olarak Ağaların şehirde ve idarede kazandıkları iktidara delil
olarak görülmüş ve bundan sonra kendilerinin Mecliste bulunmalarının
devlet ve halkın çıkarına olmayacağına kanaat getirilerek müttefikleri Ali
Efendi ile birlikte üyelikten ihraclarına karar verilmiştil3. Fakat bunlar bir
süre sonra tekrar Meclise üye olarak girebilmek için Defterdar ile işbirliğine
girmeye başlamışlardır. Hüdavendigar Eyaleti Müşiri İstanbul' a gönderdiği

13BGA, Ayniyat, 636, s.9-1O-11, Sadaret'ten Hüdavendigar Eyaleti Müşiri ile Defterdarına
gönderilmiş 05 CemaziyülevveI 1262 (Oi Mayıs 1846) tarihli kaime.
Meclis Üyeliğinden Paşa'lığa Tahir Ağa
237

tahriratında, Defterdar'ın Tahir ve Nuh Ağalar ile saklıca görüşerek onların


tekrar üyeliğe alınmalarına ön ayak olduğunu ve kendisinin bütün istek ve
iltimaslarına menfi cevaplar verdiğini ileri sürmüştür. Müşir'e göre,
Bursa'daki memuriyet süresi yaklaşık dört seneyi geçen Defterdar, şehrin
ileri gelenleriyle içli dışlı olmuş ve özellikle üyelikten atılan Tahir Ağa, Nuh
Ağa ve Ali Efendi ile gizli menfaat ilişkilerine girmiştir. Bu yüzden Tahir
Ağa'nın Menteşe, Hacı Nuh Ağa'nın Bolu ve Hacı Ali Efendi'nin
Çanakkale'ye sürülmeleri için emr-i Ali gönderilmesini rica etmiş ve
Defterdar'ın dahi azlini önermiştir. Kendisinin Meclis-i Vala'ya havale
edilen öneri ve istekleri, burada yapılan müzakere sonucu uygun görülmüş
ve Hüdavendigar Eyaleti Defterdarlığı 'na Meclis-i Ziraat azası İzzet Efendi
tayin edilmişti. Tahir Ağa, Nuh Ağa ve Hacı Ali Efendi'nin adı geçen
mahallere sürgün istekleri ile yeni defterdar tayini, Padişah iradesi ile tasdik
edilmişti14•
Meclis üyesi olarak takındıkları tutumlar ve karıştıkları yolsuzluklar
sonucu üyelikten atılan ve hatta Bursa'dan sürgün bile edilen Tahir ve Hacı
Nuh Ağaları, ihraçlarından 4 sene sonra tekrar meclis üyesi olarak
görmekteyiz. 1 Ocak 1849 tarihinde yürürlüğe giren bir talimatname ile ülke
yönetiminde bazı düzenlemelere gidilmiş ve eyalet merkezi olan şehirlerde,
başkanı, katibi ve ulemadan bir üyesi devletçe atanan ve diğer daimi 4 üyesi
mahallinin ileri gelenlerinden seçimle belirlenecek olan "Eyalet Meclisleri"
adıyla yeni meclisler teşkil edilmiştirl5. İşte 22 Eylül 1850 (lS Zilkade 1266)
tarihli bir irade-i seniye ile Tahir Ağa ve Hacı Nuh Ağa'nın, Bursa'da teşkil
edilmiş bulunan Eyalet Meclisi 'ne üye olarak tayin edildiklerini
öğrenmekteyiz. Dönemin Hüdavendigar Eyaleti Valisi ve Eyalet Meclisi
üyelerinin ortaklaşa olarak hükümete takdim ettikleri bir mazbatada;
Meclisin daimi 4 üyesinden Hacı Halil Efendi'nin evkaf idaresine
memuriyeti ve Hacı Ömer Ağa'nın yaşlılığı öne sürülerek işlerin çokluğu
karşısında üyelerin yetersiz kaldığı belirtilmekte ve bu ikisine dokunulmadan
daha önce meclis üyeliklerinde bulunarak devlet işlerindeki tecrübeleri
bilinen Tahir Ağa ile Hacı Nuh Ağa'nın tekrar Meclise üye olarak alınmaları
çözüm olarak istenmekteydi. Söz konusu iradenin çıkmasından anlaşılacağı
üzere bu istek kabul edilmiş ve bunlar tekrar meclis üyeliğine
kavuşmuşlardır16•
Her ne kadar belgelere yansımasada, kendilerinin Meclisten atılarak
Bursa'dan sürüldükleri tarih olan 1846'dan, tekrar Meclise üye olarak
girmeyi başardıkları 1850 tarihine kadar geçen dört sene içinde, eski
statülerini kazanmak için bazı faaliyetlerin içinde olduklarını ve sahip

14 BOA, Ayniyat, 400, 5.31-32, Hüdavendigar Eyaleti Müşirine yazılmış 15 Recep 1262 (09
Temmuz 1846) tarihli şukka.
ı5 Musa Çadırcı, a.g.e.s.218-230.
16 BOA, İrade Meclis-i Va/a, No: 5457, Aynca bkz. Ek ll.
Emre Satıcı
238

oldukları nüfuz ve güçlerini seferber ettiklerini varsayabiliriz. Çünkü bu


şekilde sahip oldukları nüfuzu resmı bir memurıyet olan meclis üyeliği ile
birleştirerek çıkarlarını gerçekleştirecek daha uygun ortama kavuşuyorlardı.
Özellikle devlete ait gelirlerin iltizam ihalelerine müdahale imkanlarını
buluyorlar ve güçlü konumlarıyla devlet tarafından kendilerine verilen bazı
görevleri kolayca yerine getirerek merkezı idarenin dahi gözüne girmeyi
başarabiliyorlardı. Mesala geçmişte karıştığı usulsuzlüklere rağmen Hacı
Nuh Ağa, Hüdavendigar Eyaletinde bulunan Redif askerlerini başarıyla
İstanbul'a sevk etmesi karşılığında kapıcıbaşı olan rütbesinin Padişah
iradesiyle "Istahl-ı Amire Müdürlüğüne" yükseltilmesi gibi ödüllere layık
görülebilmekteydi17• Tahir Ağa, tekrar atandığı 1850 senesinden Mutasarrıf
olduğu 1861 tarihine kadar Bursa Eyelet Meclisi'ndeki üyeliğini devam
ettirmiştir. Bu onbir senelik süre zarfında gerek kendisinin gerekse müttefiki
olan Hacı Nuh Ağa'nın, meclis üyelikleri sırasında iltizam almak, diğer
mültezimlere kefilolmak gibi para ilişkilerine girdiklerine dair örnekler
mevcutturiS. Kendilerinin, üyelikten atıldıktan sonra neden tekrar Meclise
girmek için mücadele ettikleri bu örneklerden daha da iyi
anlaşılabilmektedir. Çünkü üye olarak Eyalet Meclisi'nde bulunmak,
bunlara, her türlü iltizam ihalelerine müdahale etmek imkanını
sağlamaktaydı. Buna göre meclis üyesi olduklarında, resmı bir görevde
bulunmanın ve devlet işlerinde söz sahibi olmanın kendi servet ve
nüfuzlarını arttırmada ayrıcalıklı bir durum yarattığinı varsayabiliriz. Zaten
Tahir Ağa bu ayrıcalığından sonuna kadar yararlanmış ve yukarıda da
ortaya koyduğumuz gibi karıştığı yolsuzluklara rağmen memurluk silkinde
yükselişini sürdürerek Hüdavendigar Mutasarrıflığı 'na kadar
yükselebilmiştir.
1861 senesi içinde "paşalık" rütbesine terfi ettirilerek mutasarrıf tayin
edilen Tahir Ağa, bu görevini altı ay kadar ifa ettikten sonra yerini Nevres
Paşa'ya bırakmış ve muhtemelen bundan sonra ilerlemiş yaşının da etkisiyle
Bursa'nın "handanından" olarak sivil yaşama dönmüş ve 1871 tarihinden
önce vefat etmiştir19.

17BOA, İrdde Dahilfye, No: 18.908,24 Şaban 1270 (22 Mayıs 1854) tarihli irade.
iR Hüdavendigar Sancağı rüslimatının 1270 senesine mahsuben mahallinde yapılan ihale
sonucu meclis üyesi Hacı Nlih Ağa'ya der-uhde edilmesi ve bunun tasdiki hakkında bkz.
BOA, İrade Meclis-i Vdıd, No:12.314, 05 Recep 1270 (03 Nisan 1854) tarihli irade; Avrupa
tüccarlarından Beyleroğlu Agop'un, Hüdavendigar Sancağı aşar bedelinden dolayı meclis
aza sı Tahir Ağa'nın kefiiletiyle Hacı Necipzade Tevfik Bey'de olan alacağının tahsili için bkz.
BOA, Sadaret, Mektubf Kalemi, Deavf, 172/76, Hüdavendigar Eyaleti Mutasarrıfına
sadaretten yazılmış 29 Rebiyülevvel 1277 (lS Ekim 1860) tarihli şukka; Hüdavendigar
Sancağı ruslimatı eski mültezimi Hasan Tahsin Efendi'nin Bursa Meclisi azası Tahir Ağa'daki
110 bin kuruş alacağının tahsili için bkz. BOA, Sadaret, Mektubf Kalemi, UmCtm Vildydt,
441/53, Hüdavendigar Mutasarrıfı'na gönderilmiş 27 Cemeziyülevvel 1277 (ll Aralık 1860)
tarihli şukka.
\9 Bkz. 11 nolu dipnot. Kendisinin Müttefiki olan Hacı Nuh Ağa'nın bundan sonraki akiberi
hakkında bilgi sağlayacak bir belgeye rastlanılamamıştır. Muhtemelen Meclisteki görevine bir
Meclis Üyeliğinden Paşa' lığa Tahir Ağa
239

Sonuç
Osmanlı taşra idari yapısında Tanzimat döneminden itibaren yeni bir
anlayış ve program doğrultusunda reformlar yapılmış ve oluşturqlan yeni
kurumlarla, Avrupa tarzı bir idari yapı İmparatorluk bünyesine
yerleştirilmeye çalışılmıştır. B u çabalar ile ülkede idari ve malı
merkezıyetçiliğin sağlanması, en temel öncelik olarak görülmüştür. 19.
Yüzyıl boyunca eyalet yönetiminde oluşturulan her yeni kurum ve
memurıyet; ülke içinde yapılan bütün idarı, maIl ve askerı düzenlemeler bu
öncelik doğrultusunda değerlendirilmelidir.
Bunun yanında devlet, söz konusu öncelik doğrultusunda ülke
yönetiminde gerçekleştirdiği reformlarda tam anlamıyla başarılı olamamıştır.
Devrin politik ortamından kaynaklanan dış etkilerin ve sosyal-etnik
unsurların belirleyici olduğu Balkan ve Arap topraklarını bir yana bırakırsak,
nisbi olarak merkeze daha bağımlı ve homojen yapıdaki Anadolu'da bile, 19
Yüzyıl boyunca bu başarısızlık gözlemlenebilmektedir. Bu durumun ortaya
çıkmasında devletin içinde bulunduğu siyası, malı ve ekonomik zor şartların
önemli bir etkisi olmuştur. Fakat diğer bir etken olarak, Anadolu ve
Rumeli'nin kent ve kasabalarında bulunan ve tarihsel bir geçmişe sahip olan
yerel hakim unsurları, yani yerel eşrafı da göz önüne almak gerekmektedir.
Tanzimat öncesi dönemde halk ile devlet arasında aracı bir konum üstlenerek
bazı resmı görevler de edinen bu zümrenin mensupları, Tanzimat sonrasında
yerel yönetim de oluşturulan yeni kurumlara dahilolmuşlardır. Yönetim
merkezi olan şehirlerde ve kazalarda oluşturulan yerel meclislere üye olarak
girmişler ve bu meclisler vasıtasıyla 19. Yüzyıl boyunca yerel yönetimde söz
sahibi olmuşlardır.
Tanzimat reformalarının yerel yönetim alanında uygulanması sırasında
eşrafın yer aldığı konum, belgeleriyle birlikte ortaya koyduğumuz Tahir Ağa
örneğinde daha açık bir şekilde görülmektedir. Kendisi, Bursa'nın ileri
gelenlerinden olarak şehirde oluşturulan ilk meclise üye olarak girmiş ve
karıştığı yolsuzluklara ve aldığı sürgün cezasına rağmen tarihsel gelişimi
içinde şekil ve görevleri değişen meclislerde üye olarak bulunabilmeyi
başarabilmiştir. Bu sırada meclis üyeliğinden elde ettiği imkanlar sayesinde
şehirdeki servet ve nüfuzu artmış ve bununla doğru orantılı olarak resmı
statüsü de yükselmiştir. Ya da bunun tam tersi olarak üyelikten sağladığı
imkanlarla resmı statüsünü yükselttiği ve bu statüsüyle servet ve nüfuzunu

süre devam etmiş ve vefatı sonucu görevi son bulmuş olmalıdır. Çünkü gerek Tahir Ağa'yı,
gerekse Nuh Ağa'yı, ilk Muhassıllık Meclisi'nin Bursa'da ihdasından, yani 1840 tarihinden
beri devamlı meclis üyeleri arasında görmekteyiz. Buna göre Tahir Ağa'nın mutasarrıf1ığı
elde ettiği 1861 'de yaşının hayli ilerlemiş olduğunu çıkarabiliriz. Aynı çıkanm Nuh Ağa
içinde kolayca yapılabilir. Aynca H.1288 tarihini içeren Hüdavendigar Salnamesinde, Hacı
Nuh Ağa'nın ismi ne "Vi/ayet Idare Meclisi", ne de "Liva Idare Meclisi" içindeki yerel
üyeler arasında geçmemektedir. Bunun için bkz. Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi,
H.1288(l87l), s. 44 ve 48.
Emre Satıcı
240

arttırdığını varsayabiliriz. Fakat her iki durumda, Tahir Ağa'nın ortaya


koyduğumuz olumsuz konumu açıktır. Yükseltmeyi başardığı resmi statüsü,
en sonundakendisine "paşalık" rütbesi verilerek Hüdavendigar Eyaleti
Mutasarrıflığı'ya tayin edilmesini sağlamıştır.

KAYNAKÇA
Arşiv Kaynakları

Başbakanlık Osmanlı Devlet Arşivi

Ayniyat Defterleri, No: 400,636


Cevdet Maliye Tasnifi, No:23.l45
İrade Dahiliye Tasnifi, No: 18.908
İradeMeclis-i Vala Tasnifi, No: 62, 128, 193,248,5457,12.314

Sadaret, Mektubi Kalemi, Deavi Tasnifi, 172/76


Sadaret, Mektubi Kalemi, Umfim Viliiyat, 441/53
Sadaret, Mektfibi Kalemi, Umfim Viliiyat, 520/35
Gazete ve Salnameler
Takvim-i Vekayi, Defa 255, 257
Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi, H.1288(1871)
Kitap ve Makaleler
Abdurrahman Vefik, Tekalif Kavtiidi, II. Kısım, İstanbul 1330
Çadırcı, Musa, "Türkiye'de Kaza Yönetimi (1840-1876)" Belleten LIIl/206 (1989),
s.237-257
Çadırcı, Musa, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri'nin Sosyal ve Ekonomik
Yapısı, TTK. Ankara 1997
Çakır, Coşkun, TanzimatDönemi Osmanlı Maliyesi, İstanbul 2001
Kaynar, Reşat, Mustafa Reşit Paşa ve Tanzimat, TTK. Ankara 1991
Ortaylı, İlber, Tanzimat Devrinde Osmanlı Maham İdareleri(1840-1880), TTK
Ankara 2000
Meclis Üyeliğinden Paşa'Iığa Tahir Ağa
241

I.Ek
Seniyyü'l-hüma, kerimü'ş-şima, devletlü, 'inayetlü, 'atufetlü, übbehetlü
Efendim Hazretleri,
Mudanya kazası ahalisiyle sabık voyvodaları Mehmed Tahir Ağa'nın
rü 'yet-i muhasebelerine dair mukaddem ve mu' ahhar canib-i nezaret-i
maliyeden takdim olunan takrirler ile bir kıt'a Meclis-i Muhasebe mazbatası
Meclis-i Ahkam-ı 'Adliye'ye i'ta olunmuş olduğundan ol babda Meclis-i
Vala-yı mezkfir tarafından kaleme alınan mazbata işbu Zilhiccetü' ş-şerifenin
sekizinci Pazar günü Meclis-i 'Umfimi'de lede'l-kıraat ahali-i merkfime ile
voyvoda-i mfima-ileyhin sinin-i ma'lfime muhasebeleri bundan akdem Bursa
meclisinde bi'r-rü'yet mfima-ileyhin fakat yediyüz bu kadar kuruş zimmeti
tebeyyün ederek ahali-i merkfimenin iddi'aları vahi ve ba'zı desise ve vesile
ile bir takım mukannenatı istirdad ve tahsis kılınacak verginin tenzil ve
tahfifini istirham edecekleri bedihi idüğü meclis-i mezkfir tarafından ba-
mazbata inha ve ahaıi-i merkfimenin içlerinden badi-i fesad olanlarının
te'dib ve terbiyeleri lazım geleceği dahi iş'ar ve inba olunmuş ve bunun
üzerine icabının müzakeresi der-dest bulunmuş iken mu'ahharen muhasebe-i
mezkfire çend nefer ahali ve voyvoda-i mfima-ileyh hazır olduğu halde
meclis-i muhasebede tekrar rü'yet olunduk da voyvoda-i mfima-ileyhin
tahsil ve tevzi' olunmak üzere ikrar ve i'tiraf eylediği mebaliğin yekfinu iki
yük seksendört bin bu kadar kuruşa baliğ olarak mahallerinden tahsil ve
tesviyesi lazım gelmiş ve mfima-ileyhin yediyüz bu kadar kuruştan başka
zimmeti zuhfir etmediğine şahadet olunduğu halde şimdi kendüsü mezalim-i
sabıkasından dolayı elli bin kuruş i 'tasına izhar-ı rıza ve muvafakat etmesi
cay-ı dikkat olarak ahali-i merkfime ez-her cihet haklı görünmüş olduğundan
iddi'alarının vahi sfiretine konulması Bursa meclisinin 'adem-i dikkatine ve
mfima-ileyh a'za-yı meclisden olmasıyla bu sfiret kendüyü bir nev' himayet
ve sahabete mahmfil olduğuna binaen zikr olunan mazbatalarda muharrer
muhasebe maddesinin icrasıyla beraber karar-ı Meclis-i' Ali ber-vech-i tafsil
Bursa meclisine iş'ar ve ol babda ma'rız-ı tevbihde kelimat-ı icabiye derc ü
izbar olunması tensib olunmuş ve salifü'z-zikr mazbatalarla evrak-ı saire
manzfir-ı mu'alla-mevfllr-ı hazret-i şahane buyurulmak üzere irsal-ı sfiy-ı
vala-yı müşirileri kılınmış olmağla husfisat-ı merkfimenin ber-vech-i meşrfih
icra-yı iktizaları muvafık-ı irade-i seniye-i cenab-ı mülfikane buyurulur ise
iş'arı menfit-ı himmet-i behiyyeleridir Efendim.
242 Emre Satıcı

Ma'rGz-ı çaker-i kemineleridir ki,


Reside-i de st-i ihtiram olan işbu tezkire-İ samiye-i vekalet-penahileriyle
salifü'z-zikr mazbata ve evrak-ı saire mübarek hak-pay-ı hümayOn-ı hazret-i
mülOkaneye 'arz ü takdim birle meşmôl-ı lihiiza-i şevket-ifiize-i cenab-ı
tacdari buyurulmuş ve husOsat-ı merkGmenin ber-vech-i meşrGh icra-yı
iktizalan şeref-sünGh ve sudOr buyumlan emr ü irade-i isabet-'ade-i cenab-ı
şehinşahi icabından bulunmuş ve zikr olunan mazbata ve evrak-ı saire yine
i: ade-i sGy-ı valalan kılınmış olmağla ol babda emr ü ferman hazret-i
menhü' i-emrindir.
Meclis Üyeliğinden Paşa' lığa Tahir Ağa 243

II. Ek
'AtMetlü Efendim Hazretleri,
Meclis-i VaHi'dan kaleme alunup melfM mazbata ile beraber manzilr-
'ali-i cenab-ı cihan-bani buyurulmak içün takdim kılınan mazbata
me'alinden müstefftd olduğu vechle Hüdavendigar Meclis-i Kebiri
mesalihinin kesreti ve Bursa handanından kapucubaşı Hacı Nilh Ağa ile
Tahir Ağa'nın ma'lilmat ashabından bulunması cihetiyle mahallinden inha
olundu ğu vechle meclis-i mezkilr a'zalığına me'milriyetleri tezekkür
olunmuş ise de ol babda her ne vechle emr ü ferman-ı isabet-beyan-ı hazret-i
şehinşahi müta'allik ve şeref-sudilr buyurulur ise icra-yı mantilk-ı celiline
mübaderet olunacağı beyanıyla tezkire-i senaveri terkim kılındı Efendim.
13 Zilkade 1266 (20 Eylül 1850)
Ma'rilz-ı çaker-i kemineleridir ki,
Ziver-i enamil-i ibcal olan işbu tezkire-i samiye-i sadaret-penahileriyle
zikr olunan mazbatalar manzilr-ı şevket-mevfilr-ı hazret-i şahane
buyurulmuş ve tezekkür ve istizan buyurulduğu üzere ağa-yı milma-
ileyhimanın mezkilr meclis-i kebir a'zalığına me'milriyetleri müte'allik ve
şeref-sudilr buyurulan emr ü ferman-ı hümayun-ı cenab-ı mülUkane
mukteza-yı mu'alla-inhasından bulunmuş ve marü'l-beyan mazbatalar yine
suy-ı sami-i asafanelerİne İrsal ve tesyir kılınmış olmağla 01 babda emr ü
ferman hazret-İ menhü'l-emrİndİr.
15 Zİlkade 1266 (22 Eylül 1850)
Emre Satıcı
244
KİTAP TANITIMI / BOOK REVIEW

Pirouz Mojtahed-Zadeh, THE GREAT GAME SmaIl Players of


the Great Game: The settlement of Iran' s eastem borderlands
and the creation of Afghanistan London and New York:
Routledege Curzon, 2004, xv + 263 pages Hardback: US
$100.00

M. Mehdi İLHAN"

Dealing with the events of the nineteenth century the author hopes to
show the impact of the so called the Great Game played between Britain and
Russia on the changing poliiical map of Asia and achieve a better insight in
to the current affairs in Afghanistan and West Asia.
The British maneuvered the uncompromising tribes of Afghanistan and
formed an Afghan nation not as a favour to its inhabitants but rather to create
a buffer state between Russia and the British India. This was the Great Game
played between Russia and Britain. Since the documents vital for the study
of this Great Game were compiled by their agents the author asserts to have
read between the lines to obtain the truth.
After his introductory pages the author starts off his work tracing back
the Great Game to the time Persian Empire versus Macedonian; Alexander's
desire -seeing himself successor to Cyrus the Great- to over power the
Persian Empire and build 'world order'. This in time, with Egypt upsetting
the balance between the two empires, ended in a geopolitical vacuum that
gaye rise to Islam, the greatest challenge both to Eastem and Westem
hemisphere. The Islamic power through the hands of the Turks, mainly the
Seljuks passed to the Gttomans, who did not only put an end to the

• Profesör, Australian National University, Turkish Language and Culture, Centrefor Arab
and Islamic Studies (The Middle East and Central Asia).
Pirouz Mojtahed-Zadeh
246

Byzantine Empire, but also came to challenge the European powers. With
the discovery of the new world and particularly the sea route to the Far East
via Cape of Good Hope, the tide turned other way round. The Europeans
eventually came to challenge the Ottomans as well as the whole Islamic
world including Persia. Britain, France, Russia and other European powers
intensified their colonialism in Asia and Africa. The British conquest of
India and the Russian advance in Central Asia, particularly her desire to
reach the warm seas, brought the two great powers on the verge of
confrontation. Their preference was to play a political game on the soils of
Central Asia and its principalities ruled by local khans and amirs who were
officially dependents of Iran. The three major players, British, Russian and
Persian empires, of this Great Game are thus introduced in the 1st chapter of
the book while the min or players are left to the subsequent chapters.
The Khanate of Central Asia, the Abdalis of Afghanistan and the
Khozeimeh of Khorasan and Sistan were the small players in this game. The
Khozeimeh, a dominant power in Qaenat, Southern Khorasan, Sistan and
Northern Baluchistan, had gained its glory during the Safavid rule as an
autonomous frontier keeping amirdom. In the nineteenth century, due to its
geographical situation, both Britain and Russia opened consulates in Birjand
to monitor the events in the amirdom.
The role the Khozeimeh dynasty played in the Great Game, the subject
matter of the 2nd chapter, is sought in the amirdom' s foreign relations during
'the time of Amir Ali-Akbar Khan, Heshmat al-Molk II, the first Khozeimeh
Amir to serve in Sistan (1891-1914) and his much younger brother in Qaemtt
and Birjand, Amir Mohammad-Ebrahim Khan Shokat al-Molk II, Amir of
Qaenat (1891-1904) and their successors' (p. 90). The Khozeimeh was
dragged into this game by the British and Russian consulates established in
1990 on their land that fell in the midst of the boundaries between Iran,
Pakistan and Afghanistan where the conflict and rivalry was taking place.
Britain, Russia and Khozeimeh were each using the situation to the ir own
advantage.
The events revolving around Amir Ali Akbar Khan Heshmat al-Molk
andhis younger brother Amir Esmail Khan Shoket al-Molk I, Amir of
Qaenat are dealt within the 3rd chapter. The younger brother accused the
elder of wanting to give the British the province of Sistan which he
considered the rampart of Persia against the Uzbeks, Afghans, and the
Turkmens. The British in this dispute defended Amir Ali Akbar Kahn' s
position believing that the change of governors in Sistan would damage their
interesİ. In July 1903 the local agents of Russian Consul instigated agitation
in Sistan over the price of grain and when Amir Ali Akbar Khan with the
assistance of kargozar brought it under control the Russian Consul
undertook to dismiss him. The British, considering this a challenge to their
Kitap Tanıtımı / Book Review
247

political influence and credibility in the region, supported the Khozeimeh


Amir against the Russian Consul; knowing that this would put the reputation
of the Khozeimeh Amir at risk. By mid-March 1905 both Khozeimeh amirs
of Sistan and Qaenat lost their hereditary amirdom to Moazez al-Molk, an
outsider. Amir Mohammad Esmail Khan Shokat al-Molk i died in March
that year (1905), but his younger brother, Amir Mohammad Ebrahim Khan
Shokat al-Molk II managed in Tehran to secure governorship of Qaenat for
himself. Amir Heshmat al-Molk II retired and left the governorship to Amir
Masom Khan. By April 1905 the British changed their attitude towards
Khozeimeh amirs and the Great Game continued with very severe political
intrigues that were never in favour of the people of Sistan and Qaenat.
The aftermath of the Great Game, the subject matter of the 4th chapter,
was the partitioning of Khorasan and the creation of Afghanistan. Following
the assassination of Nader Shah Afshar on 19lh June 1747, Nour Ahmad
Mohammad and Ahmad Khan Abdali held together the Afghan and Ozbak
contingents in defense of the royal tents. However, about six years later (5th
August 1753) Ahmad Khan Abdali of the Dorrani tribe laid the foundation
of Afghanistan. Ahmad Shah Donani and Amir Alam Klıan Khozeimeh, the
two powerful generals among Nader Shah's successors, started having
dispute over the sovereignty of Khorasan each wanted it to be included
within his realm. Khorasan thus became the battle field for the two general s
and the grave for Amir Alam Khan.
Towards the end of the eighteenth centuryand throughout the
nineteenth Iran and Afghan principalities became political arena for British,
Russian and French diplomacy that did not only create a dispute amongst the
rulers and princes of Iran, Afghanistan and Khorasan, but led to the
'conclusion of the treaty of Golestan (between Tehran and Moscow) in 1813,
where by Iran lost many of her northwestern provinces to Russia' (pp. 129-
130). About fifteen years later Iran fought another war with Russia that
resulted in Turkmanchai treaty of 1828 with the mediation of Sir John
MacDonald Kinner, British envoy in Tehran. With this treaty Iran did not
only grant capitulations to Russia but also excluded Russian subjects to
prosecution under the Iranian laws. Although British were later granted the
same rights, their anxiety grew about the Russian threat via Iran to their
possessions in India. With the treaty of 1838 between Mohammad Shah
Qajar and Kohandel Khan, Iran gained a direct protection right over the
principality of Qandehar. Britain, considering this treaty a Russso-Iranian
design for another step towards India, got alarmed and decided for a direct
intervention in Afghanistan and thus signaled the beginning of the Great
Game. In 1839 the British invaded Afghanistan with a force of 45,000 strong
and forced the chiefs of Herat and Qandehar to sign treaties that eventually
in 1840s resulted in the formation of Iran-Afghanistan boundaries.
Pirouz Mojtahed-Zadeh
248

The Iranian troops put Herat under siege in April 1856 and captured it
on 25th October. Meanwhile Dust Mohammad Khan, Amir of Kabul,
occupied Qandahar to British delight. The British encouraged by the envoys
of Isa Khan, the Nayeb of Herat, deelared war on Iran on 1st November and
occupied a number of Iranian port s and islands in the Persian Gulf in order
to have an upper hand in their dealings. They demanded Iran to withdraw
from Herat and renounce their elaims to the 'counties of Afghanistan'. In
order to pacify Iran they made an agreement with Amir Dust Mohammad
Khan of Kabul on 6th January 1857 paying him monthly in return for keeping
Iranian troops busy in war. Both Britain and Iran made overtures to
Napolean III of France that resulted in Paris Treaty of 4 th March 1857. The
Iranians once more accepted the conditions lay down by the British and
withdrawal from Herat and the adjacent district giying up all their rights over
the 'counties of Afghanistan' (p. 146). In 1863 Dust Mohammad Khan
occupied Herat paving the way both for partitioning of Khorasan and
creation of Afghanistan as a buffer state between Russia and British India.
His joy however did not last long as he died on 19th June 1863.
The next step, explained in the 5th chapter, was towards the emergence
of Khorasan and Baluchistan boundaries. The dispute arose over the
irrigation canals (qanats) of Hasbtadan Plain of Khorasan in 1885 between
Afghanistan and Iran invited the British interventian once more. The British
appointed Brigadier-General C. S. MacLean to arbitrate between
Afghanistan and Iran. The negotiations lasted until July 1891 and resulted in
giying the en tire plain of Hashtadan to Afghans and its hills to Iranians, but
with a dispute over Musa Abad that Lord Curzon in September 1932 elearly
pointed out that it did not belong to the Afghans. However, a Turkish
arbitration team led by General Fakhred-Din Altay in 1935 coneluded it in
favour of the Afghans.
Just about the dispute over Musa Abad was going on, Iran's 'elaims of
sovereignty to the whole of Baluchistan was revived by Mohammad Shah
Qajar (1834-1847). This aggravated the British influence in Baluchistan and
Sistan' (pp. 164-165). It was not until 1870s that the western half of
Baluchistan was returned to Iran while the eastern half had come under the
British protection and suzerainty. The dispute over the boundaries in the
district of Baluchistan continued until 1948, the year the British Empire of
India ceased to exist. The British Baluchistan was incorporated in the newly
founded state of Pakistan.
Sistan, the subject matter of the 6th chapter, was part of Iran throughout
the Safavid Federation (1501-1722). Nader Shah Afshar (1730-1747) alsa
ineluded it within his empire. Following Nader Shah's assassination in 1747,
Sistan fell under the controlaf Ahmed Shah Dorrani for a period of 23 years
until his death in 1772.
Kitap Tanıtımı / Book Review
249

Herat and Qandehar were having claims over Sistan. Sardar Ali Khan
Sarbandi of Sekuheh, the hereditary chief of Sistan, asked Tehran to appoint
him as the official governor so that Sistan could remain a province of Iran.
James Murray, British Minister in Tehran, objected to Sarband' s
appointment in 1858 arguing that Sistan was part of Afghanistan and
therefore its occupation by the Persian troops would be aviolation of Paris
Treaty. Despite this warning Sardar Ali Khan entered Sistan with 300
cavalry. Soon after Taj Mohammad Khan, his nephew, murdered him and
paid allegiance to Iran in Gctober 1858. British India, for a time, accepted
Iran's claim to the province. Meanwhile Dust Mohammad Khan captured
Qandehar and Farah in July 1862 and gained important places in Sistan, such
as Chokhansu, Qal'eh Fath and Qal'eh Nad-e Ali. The British remained
silent to Iran' s appeal to solve the problem in accordance with Paris Treaty.
Dust Mohammad Khan died and his son Shir Ali Khan succeeded him.
About a month later in July 1863 Shir Ali Khan sent an Afghan force under
the command of his younger brother Dust Mohammad Khan against Sistan.
Iran objected to the occupation of Sistan, but by the time they received the
British consent to intervene in accordance with Paris Treaty, the Afghan Shir
Ali Khan married his daughter to Ahmad Khan and also through similar
intrigues attracted Ebrahim Khan, another chief of Sistan, to his side in order
to have an upper hand over the district. Iran then had no choice but to
intervene and sent a strong force under the command of Amin Alam Khan
III Heshmat al-Molk. Sistan was subdued; Ahmad Khan and others were
arrested and sent to Tehran. Ebrahim Khan's appeal both to the Afghan and
the British authorities was turned down.
'The Afghan Amir Shir Ali Khan formally asked the British in 1870 to
intervene on behalf of his government in Sistan'. The British appointed
Major General (later Sir) Frederick Goldsmid as arbitrator on 9th August
1870 in accordance with Paris Treaty. Sistan was carved into two, 'Sistan
proper' and 'outer Sistan'. The arbitrator gaye the larger part to Afghanistan
and the smaller part to Iran. He drew the boundaries along the channel of the
Hirmand River that eventually gaye rise to frictionbetween Iran and
Afghanistan in 1896 when it changed its course due to unusually heavy
flood. The dispute over the boundary and on the water distribution from
Hirmand River continued until the treaty of 13th March 1973 was signed in
Kabul between Iran and Afghanistan
In conclusion the Great Game of geopolitics did not only leave an
everlasting mark on the political geography of South, Central and West Asia,
but also created a vacuum that was exploited both by Brİtain and Russia. The
Great game was played between Brİtain and Russia on a chessboard where
the tribes and their rulers were pawns and knights and the shahs of Iran not
as one of the players but the king. The game ended as the Perşjans would say
"Shah Mat!" and the British "Checkmate!"
Pirouz Mojtahed-Zadeh
250

In this Great Game, the Russians ended up with territorial expansion


and the British breaking up the territorial integrity both at the expense of
Iran' s territorial rights. It is unfortunate the historians particularly British
who have taken up this subject have fallen into the trap of distorted
documents in Foreign Office file at Public Record Office or India Office
Library and Records.
Mojtahed-Zadeh, the author, in dealing with the small players of the
Great Game has thrown further light on the subject. The subject matter is so
interesting that it covers some minor discrepancies such as dismissing the
Shi'ite propaganda in Anatolia when dealing with the Ottomans and ignoring
the controversy over the Ottoman sultans' daim to the office of caliphate (p.
5). Having not used a standard transliteration alphabet and inconsistency in
giving dates Islamic and Christian calendars (p. 143) as well as some
incorrect dates (pp. 27 and 39; 128; 134; 137-138; 214) can be confusing for
the reader. Likewise one is confused between the reliability of sources and
dates when the author quoting Ayati's Baharestan (Tehran 1948) daim that
Nader Shah defeated an Ottoman army of 140,000 strong at Morad Tappeh
near Iravan (Yaravan) (p. 57) in 1738 while Uzunçarşılı in his Ottoman
History (Osmanlı Tarihi, vol. IVil Ankara 1961. p. 299) keeps quite about
this and asserts that Nader Shah was busy from 1737 to 1739 with the
conquest of Afghanistan and westem part of India marching as far as Lahore.
In any cas e the use of original documents and sources in the book deserves
an utmost credit and gives assurance to the reader.

You might also like