Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 235

OLCA YTU HAN'IN ÖLÜMÜNE

KADAR İLHANLILAR'DA YAŞANAN


SİYASAL-KÜLTÜREL GELİşMELER VE
YAKIN-DOGU'YA ETKİLERİ

Doç. Dr. ılhan ERDEM*

1- Moğol Öncesi Yakın-Doğu

Bilindiği gibi Selçuklu Türklerinin 1040 yılında Horasan'da bir Müslüman


. Oğuz devleti kurmaları yalnız İslam dünyası için değil Türkler için de dönüm
: noktalanndandır. Kısa sürede Horasan dışında İran, Azerbaycan, Irak, Suriye ve
Anadolu'ya yayılan Selçuklu hakimiyeti Yakın-Doğu' da önemli siyasal ve
. kültürel değişimlere de yön vermiştir. Yeni oluşum Türkler açısından da son
i derece çarpıcıdır. .Yabancısı oldukları coğrafyada onlar kendi siyasal
; düşüncelerini, eylemlerini, askeri yeteneklerini, kültürlerini ve kimliklerini yeni
:tanıştıklan kültür dairesinden de bir şeyler alarak-aynı zamanda da vererek-
, !
:ortaya koydular. Yaratılan yeni atmosferde zaman zaman çatışmalar yaşansa da
: sonunda denge kurulmuştur. Şurası muhakkaktır ki cl zamana kadar
Yakın-Doğu' nun baskın kültürleri Türklerin gelişinden sonra gerilemiş ve
Türkler Helen kültürünü mağlup ederek Anadolu'yu vatan yapabilmişlerdir1•

Türklerin geldikleri dönemde Yakın-Doğu' ya hakim İslam dünyası siyasi


ve kültürel bağlamda bölünme ve gerileme içine girmişti. Siyasi anlamda
i merkezi otorite konumundaki Abbasi İmparatorluğu parçalanmış, hakimiyeti
. altında bulunan topraklarda farklı etnik köken ve kültürlerden çeşitli siyasi
, teşekküller ortaya çıkmıştır. Bunun yanında ezeli düşman Bizans Devleti karşı
i saldınya geçmiş, Müslümanlan her sahada geriletmişti. Sosyo-küıtürel ortam

* A.Ü. D.T.C.F. TarihBölümü


1. Bu konudaki tartışmalar için bak. C. eahen, Osmanlılar'dan Önce Anadolu'da Türkler
; (Çev.: Yıldız Moran), İstanbul 1979, s.149-160;Aynca daha detaylı bilgi için bak. O. Turan,
: Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, II. Baskı, İstanbul 1984, s.37-45.
ılhan Erdem
2

ise daha vahim bir hale doğru sürükleniyordu. Siyasi, sosyal ve iktisadi kriz
bilhassa Sünni ekol merkezli İslam devletlerini etkilemekteydi. Devrin yarattığı
sorunlara merkezi görüşün çözüm bulamaması ve problemlerin her geçen gün
artması halkın hoşnutsuzluğunu ve giderek de tepkisini çekmekte idi. Radikal
unsurlar ortamı değerlendirmekte gecikmediler. O eksenin en önde gelen
gruplanndan Batıniler büyük bir güç kazandılar. Miladi 909 yılında da Şiiliğin
İsmailiye kolundan Fatımi Devleti teşekkül ettirildi. Başlangıçta egemenlik
sahası Kuzey Afrika ile sınırlı olan Fatımiler, sonraki yıllarda süratle
genişleyerek hakimiyet alanlannı Mısır, Arabistan, Filistin, Suriye ve el-Cezire
gibi İslam dünyasının en önemli beldelerine kadar uzatmıştır. Fatımilerin bir
büyük siyasi güç olarak ortaya çıkması Batini.tefekkürü ve kültürünün etkisini
artırmıştır. Sünni dünyanın kalesi Bağdad ise savunmaya çekilmek zorunda
kalmıştır2•

Sünni Abbasi İmparatorluğunun dayanağı olan Irak ve İran eyaletlerinde de


durum pek iç açıcı değildi. Halifeliğin merkezi otoritesinin parçalanması sonucu
değişik vilayetlerde ortaya çıkan emirlikler zamanla bağımsız bir konuma
geldiler, hatta miladi 945'ten sonra bunlardan bir kololan Şii- Büveyhiler,
Bağdat'ı ele geçirerek Halifelik üzerinde mutlak bir nüfuz ve otorite kurdular.
Bu dönemde İran'da eski Zerdüşt ve Manicilikle bağlantılı bazı hareketler
görülmekle beraber, bunlar kayda değer bir güç haline gelemediler. Bununla
beraber XI. asnn başında bölgede görülen ekonomik daralma kent hayatı ve
kültürüne büyük zarar verdi. Umutsuzluk ve çaresizlik içine düşen halk
nazannda marjinal gruplann gücü arttı. Önceleri Mazenderan, Gilan ve Dihistan
bölgelerinde varlık gösteren Batıniler zamanla bütün İran eyaletlerine hatta
Horasan'a kadar yayıldılar. Batıniliğin teori ve eylemde büyük bir tehdit haline
gelmesi atalet içinde bulunan Sünni dünyasını bir nebze de olsa kendine getirdi.
Tehdit karşısında var olma savaşına girişiIdi. İlginçtir ki bu savaşımın en başta
gelen merkezlerinden biri de Selçuklular'ın tarih sahnesine çıktıklan Horasan
ülkesidir3•

Siyasi ve kültürel gerileme sürecindeki Yakın-Doğu'da devlet kuran


Selçuklu Türkleri bir anda İslam Dünyasının yeni umudu oldu ve çöküşü

2. BatınIHlik ve Batınıler için bak. Ata Melik Cüveynı, Tarih-i Cihan-güşa(Yay.: M. Kazvini),
London 1928, C. III, s.165-305; Türkçe çev.: M. Öztürk, Ankara 1993, c.lII. s.72-163; Aynca
bak. B. Lewis, Haşişiler(Çev.:Ali Aktan), Sebil Yay.Jstanbul 1995, s.17-31.
3. Tartışmalar için bak. Lewis, Haşişiler, s. 26-29; Bu dönemdeki İslam dünyasının durumunu
kıyaslamak için bak. W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi( lzalı ve Düzeltmelerle beraber
Yay.:M. Fua t Köprülü), Diyanet Yay., 5. Baskı, Ankara 1981, s.54-55.
Olcaytu Han'ın Ölümüne Kadar llhanlılar'da Yaşanan 3
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu'ya Etkileri
durduracak yegane dinamik güç olarak görülmeye başlandı. Selçuklular da ilk
dönemlerde dengeli ve çok başarılı bir politika takip ettiler. Halkın huzur ve
emniyeti sağlandı. Kamu yatınmları yapıldı. Vergilerin geçici bir süre
affedilmeleri ve fakir insanların iaşelerinin sağlanması gibi Sosyo-Ekonomik
tedbirler ile sıkıntılar hafifletilmeye çalışıldı.4 Yeni iyileştirmeler problemleri
bir süre unutturdu veya geri plana itti. Ancak bir süre sonra iktidar ve
zenginliğin paylaşımı sorununun hanedan üyeleri arasındaki ananevi rekabeti
tekrar su yüzüne çıkarması ve ardından meydana gelen mücadeleler, savaşlar
Selçuklu otoritesini sarsarken Yakın- Doğu'yu da karışıklık ve belirsizlik içine
itti. Huzur ve emniyet bozulurken ekonomik durum da kötüleşti. Bu durum
Batınilere Selçuklu hakimiyeti altındaki topraklarda güç kazanması için yeterli
ortamı sağladı. Bu mezhep İran topraklarında Hasan Sabbah isimli geçmişi
karanlık ve gizemli, ancak bir o kadar da cezbeli bir lider elinde yeniden
şekillendi. Fatımi etkisinden sıyrılarak İrani bir karaktere büründü ve artık
bölgede Haşişiler olarak tanınmaya başladılar. Yepyeni eylem ve stratejiler ile
İslam dünyasını sarsan Haşişiler, insanların nazarında bir türlü meşruiyet
kazanamadılar, dolayısıyla Sünni düzene alternatif olamadılar. Üstüne üstlük
gerçekleştirdikleri eylem1~r halkın sorunlarını azaltmak yerine artırmaktan
başka bir işe yaramadı. Bu sebep ile umum efkarın nazarından düştü ve giderek
de marjinalleşti5.

Haşişilerin bu dönemde atalet içindeki Sünni dünyayı uykudan uyandırdığı


ve sınırlı da olsa sorunlara çözüm üretmeye zorladığını söyleyebiliriz. Dikkati
çeken ilk somut uygulama eğitim alanında olmuştur. İslam Dünyasının ilmi ve
kültürel gelişimine damgasını vuracak medreseler bu dönemde açılmıştır.
Nitelikli devlet adamı yetiştirmeyi amaçlayan bu kurumlar Sünni dünyanın
kaleleri olmuşlardır. Yeni Sünni ekol halkın sorunlarına pratik çözüm olarak
dünya nimetlerinden uzaklaşmayı (tasavvuf) öneriyordu. Sorunlar karşısında
çareyi mistisizme ve kaderciliğe sığınmakta bulan ve dönemin hakim otoritesi
tarafından desteklenen bu düşüncenin baş mimarı ünlü din alimi ve mutasavvıfı
İmam Gazali idi. Onun bizzat olgunlaştırdığı ve sistemleştirdiği düşünce şekli
meşru otoritelerden de gördüğü destek ile yaygınlık kazanmış ve XX. asrın
başlarına kadar İslam dünyasının ekseriyetine hakim olmuştur. Bununla birlikte
şunu da teslim etmek gerekir ki geleneksel İslam liberalizmi cılız da olsa

4. Bilhassa Tuğrul Bey döneminde vergilerin affedildiği, tanma önem verilerek sulama
kanalları açıldığı görülür. Bak. Bundan, Zübdetü'n-Nusra( çev.: K Bıırslan-Horasan ve Irak
Selçukluları Tarihi), T.T.K Yay., İstanbul 1943, s.2-24; M. Altay Köymen, Tuğrul Bey ve
Zamanı, KB. Yay., Ankara 1972, s.86-124.
5. eahen, Osmanlılardan Önce, s.62-63; Lewis, Haşişiler, s.33-54.
4 ılhan Erdem

varlığını sürdürecek zaman zaman, şurada burada adacıklar halinde de olsa


yükselecektir<' .

İslam Dünyası XII. asra bölünerek dahi olsa yine Türk hakimiyeti altında
girmiştir.Onlar Yakın-Doğu' da yegane belirleyici unsur idiler. Bu dönemde
İran'da ki Büyük Selçuklular güç kaybına uğrarken, yan dalları olan Anadolu,
el-Cezire ve Suriye'de yeni siyasi ve kültürel canlanma gözlemliyoruz. Bizans
her yönden etkisiz kılınmıştı. Ancak buna karşı misillerne gecikmedi.
Avrupalılar, Papalığın oluşumuna büyük katkıda bulunmuş olduğu Haçlı ruhu
ile Yakın- Doğu'ya saldırdılar. Tarihe Haçlı Seferleri olarak geçecek olan ,
gelmiş geçmiş en büyük hareket Yakın Doğu, İslam Dünyası ve Türkler kadar
Avrupa'nın düşünüş ve anlayışını değiştirmiştir. Farklı inanç ve kültürlerden
yüz binlerce insanın etkilendiği bu büyük sınavortamında yeni kültür öbekleri
filizlendi. Diyebiliriz ki, bu büyük taarruz Türklerin liderliğindeki Sünni İslam
dünyasına, kendini bir kez daha yenileme ve yeni dünya düzeninde var
olabilmesi için gerekli sistem ve mekanizmaları oluşturma yolunda zorlayıcı bir
etken oldu. Yeni değişim ve gelişmeler ışığında askeri karakterli bir kültür
akımı Yakın-Doğu' da öne çıkarak, ağırlığını her geçen an daha fazla
hissettirmeye başladı. İnançlar daha da keskinleşti ve geleneksel cihat ruhu
canlandı. Bu kültür atmosferinin oluştuğu sahaların başında da en yoğun olarak
Haçlı saldırılarına maruz kalmış Kuzey Suriye ve el-Cezire sahaları gelmekte
idi. Yeni dönemin teori ve eylemde tüm özelliklerini üzerinde toplamış
sembolü, idealist kişilik, büyük savaşçı Nureddin Mahmud b. 1. Zengi idi?
Onun İslam alimlerince idealize edilen kişiliği, gelecek kuşaklara aktarıldı. Bu
şekilde Nurettin'in dirilttiği gaza ruhu ve gazilik geleneği bilhassa Türklerin
benimsemesiyle süreklilik kazandı8• Yeni devir kendi sosyal ve kültürelortamını

6. Selçuklular devrinde İran'daki Batınılerin faaliyetleri ve onlara karşı nasıl hareket edilmesi
gerektiği hakkında bak. Nizamülmülk, Siyasetname(Çev.: N. Bayburtlugil), Dergah Yay., İstanbul
1981, s.257-324;Yine Selçuklular tarafından kurulmaya başlanan ve daha sonra İslam dünyasının
her tarafına yayılan medreseler ve arz ettikleri önemler açısından mukayese için bakınız,
Hamilton A.R. Gibb, İslam Medeniyeti Üzerine Araştırmalar(Çev.:Komisyon),Endülüs Yay.,
İstanbul 1991, s.36-41; Cahen, Osmanlılardan Önce,s.58-60.
7. Kaynaklar, büyük savaşçının İslam alimlerince övülen ve devrinin özelliklerini yansıtan
miitevazi ve zahidane hayatının tasvirleri ile doludur. Bak. İbnü'I-Esır, el-Kamil fi't-Tarih(Çev.:
A. Özaydın), Bahar Yay., İstanbul 1987, c.II, s.322-324; Yine bak. İbn Kesır, el-Bidaye
ve'n-nihaye(Çev.: M. Keskin), C'lğn Yay., İstanbul 1995, C.XLI s.504-507.
8. XIII. asrın ikinci yarısında Anadolu'daki Türkmen Uç Beyliklerinde ve özellikle
Osmanlılar'da görülen gaza anlayışı ve gazilik geleneğinin Nureddin'inki ile hemen aynı olduğu
görüşündeyiz. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşu ve gazilik geleneği için bak. M. Fuar Köprülii,
Osmanlı İmparatorluğunun Kuruluşu, Ötüken Yay., İstanbul 1981,s.123-175; özellikle gazilik
anlayışı için; P. Wittek, Osmanlı İmparatorluğunun Doğuşu(Çev.:F. Berktay), İstanbul 1985,
s.27-45.
Olcaytu Han/ın Ölümüne Kadar Ilhanlzlar'da Yaşanan 5
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu/ya Etkileri
da oluşturdu. Bilhassa beşeri bilimlerde yeni bir üslup ortaya çıktı, ki tarihçilik
alanında yaşanan değişim çok çarpıcıdır. Haçlılar ile yaşanan mücadele o kadar
önemliydi ki adeta günlük hayatın bir parçası olmuştu. Hayatı besleyen temel
unsur halindeydi. Yöu~ticilerin ve toplumun adeta tek bir gayeye
yönlendirilmesi o dönem için doğru bir hareketti. Zira tehdit ve tehlike çok
büyüktü. En küçük bir zaaf her şeyin sonuolabilirdi. Gerçekten de Nureddin'in
yolunu izleyenler sonunda Haçlılar ile olan uzun ve yıpratıcı savaşı ağır bir
bedel ödeyerek de olsa kazanmışlardır9•

Bununla beraber XII. asırda Yakın-Doğu' da diğerlerinden farklı bir


görüntü çizen bir siyasi oluşumun gelişmekte olduğunu görüyoruz. Bu siyasi
gücü h adı, Anadolu'da Selçuklu hanedan ailesine mensup Kutalmış oğullarınca
kurulmuş Türkiye Selçuklularından başkası değildi. Kuruluşundan itibaren
kendine has karakter çizgisinde ilerlemiş olan Anadolu'daki Selçukluların
aşınlıklardan uzak, dengeli ve Abbasi devrinin liberalizmine benzer bir refah
devleti profili çizdikleri görülmektedir. Bu zamanda Anadolu Türk toplumunun
benimsediği hayat tarzı inançlara saygılı, ideolojiden uzak, refahı ön planda
tutan bir anlayış doğrultusundaydı. Başta sultan olmak üzere devletin yönetici
! • kesimi bu tür bir kültür~l yaklaşım tarzını bizzat teşvik ve himaye etmekte
idiler. Bunun yanında ticaret yolları ile toplumu oluşturan sosyal zümrelerden
tüccarlar, devlet tarafından en çok korunan ve himaye gören unsurlar
olmuşlardır. Bütün bu enstrümanların Selçuklu idarecilerince yerinde ve doğru
kullanımı sonucu XIII. asrın ilk yarısında Anadolu, bölgede komşularının gıp ta
ile baktıkları müreffeh bir ülke düzeyine ulaşmış bulunuyordu. Bu dönemin baş
mimarı da şüphesiz "Büyük Sultan" Alaaddin Keykubad idi. Toplumun gelişme
düzeyi onun isabetli politikaları ile doruğa çıkmıştı. Bu zamanda Selçuklu
toplumu düşünce yapısı ve yaşayış tarzı bakımından komşuları ile büyük
tezatlık içinde iken Bağdad- Abbasi Halifeliği ile bir yakınlaşmanın vuku
bulduğunu görüyoruzlO.

9. Haçlı seferleri ve etkileri ıçın bak. S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi(Çev.: F.


Işlltan),T.T.K. Yay., Ankara 1987, c.II, s.3-15; Haçlılarla mücadelenin nasıl öncelikli hale
geldiğini göstermesi açısından Selahaddin Eyyubı'nin hastalandığı sırada söylediği şu söz çok
manidardır: " Eğer iyileşirsem Müslümanlarla hiç savaşmayacağım. Bütün gayretimi Haçlılar'a
karşı kullanacağım." İbn Kesır, el-Bidaye, XIII, s.17.; Ayrıca Selahaddin ve devri için: R. Şeşen,
Selahaddin ve Devleti, İstanbul 1988, s.12 vd.; O dönemdeki Edebi ve Tarih alanındaki gelişmeler
için bak. M. Hilmy M. Ahmet, "Some Notes on Arabic Historiograpy during the Zengid and
Eyyubıd Periods( U17 - i 250)", Historians of the Middle East(Ed. B. Lewis), London 1962,
s.79-96.
lO. Anadolu toplumu ile diğçrleri arasındaki farklı düşünce yapısını ortaya koyan en somut
delil Nureddin Mahmud'un Türkiye Selçuklu hükümdan II. Kılıç Arslan'a yazdığı bir mektupta
onu kafirlerle aynı sınırı paylaştığı halde cihad yapmamakla suçlamasıdır. Bak. İbnü'l-Esır,
ılhan Erdem
6

2-Moğolların Gelişi

Haçlı saldırılarının açtığı yaralar daha sarılmamışken bu kez Asya


bozkırlarından gelen yeni bir istila dalgası Yakın- Doğu ve İslam dünyasını tam
bir yıkıma uğrattı. Moğollar İslam dünyasına öldürücü son darbeyi indirdiler.
Bilhassa 1258 yılında Bağdat'ın yerle bir edilmesi ve Sünni dünyanın beyni
Halifeliğin ortadan kaldırılması ile kesin bir çözülme süreci başladı i ı. Selçuklu
idaresindeki Anadolu ise 1243 yılındaki Köse Dağ mağlubiyetinden sonra
Moğol tahakkümü altına düşmüştü. Medeniyeti temsil eden kentlerin hemen
tamamının tahrip edilmesi kent kültürü ile liberal anlayışın yerini göçebe-köy
karışımı bir hayat tarzına ve ideolojik ve mistik(Heteredoks) görüşe bıraktı.
Siyasi yapı, toplum dokusu ve düzeni bozuldu. İnançlar ve değerler erozyona
uğradı. Sufi telakki kesin bir zafer kazanarak hakim konumunu pekiştirdi.
Moğol kabile feodalizminin getirip benimsettiği askeri karakter tam ve kesin
olarak hakim olduı".

Eylül 1260'ta Ayn-Calut'ta Moğolları perişan ederek köklü İslam kültür


merkezlerinden bir kısmını yıkımdan kurtarabilen Memlükler, güçlü askeri
organizasyonlara, Mısır ve Suriye gibi geniş ve zengin kaynakları olan ülkelere
sahip olmalarına rağmen; uzun hakimiyetieri boyunca (1250-1517) ne Abbasi,
ne de Selçuklular gibi İslam dünyasında çığır açacak bir konuma gelebildiler.
Belki de jeo-stratejik konumları buna müsait değildiB.

el-Kamil, XI,s.315.ıo; Bunun dışında devrin tarihçileri Türkiye Selçuklu hükümdarlarının ne


kadar taassuptan uzak ve inançlara saygılı olduklarına dair pek çok misal verirler. Mesela
Rükneddin Süleyman-şah, zındıklıkla itham edilerek bizzat Selahaddin Eyyubi"nin emriyle
öldürülen büyük İslam filozofu ve lşrakiyye tarikatının kurucusu Şihabüddin Suhreverdi 'nin
görüşlerini benimsemekteydi. Buna karşılık i. Gıyaseddin Keyhüsrev tasavvufta Vahdet-i Vücut
felsefesinin kurucusu Muhyiddin Arabi'nin hocası da olan Şam'lı Şeyh Mecdeddin İshak taraftarı
idi. Bak İbn-i Blbf, el-Evamirü'I-Ala'iyye fi'I-Umuri'I-Ala'iyye(Faksmile olarak Yay.: A. Sadık
Erzi), Ankara 1957, s.25-26; Yine aynı kaynakta Türkiye Selçuklu sultanlarının ticarete ne kadar
büyük önem verdiklerini gösteren bahisler vardır. Bunlardan en ilginci de Sultan i. Gıyaseddin
Keyhüsrev döneminde yaşanmıştır. Bunun için bak. İbn-i Blbf el-Evamirü'I-Ala'iyye,s.95- i ol.
i I. Bakış açılarının farklı olmasına rağmen günümüz tarihçilerinin büyük bir çoğunluğu,
Halifeliğin ortadan kaldırılmasından sonra klasik İslam kurumlarının ve anlayışının tamamen
çöktüğü ve yerini mistisizme bıraktığı konusunda ittifak içindedirler. Bak. M. Fuad KöprüW, Türk
Edebiyatında İlk Mutasavvıflar,Diyanet Yay., 4. Baskı, Ankara i 98 I, s. i 95-230; Barthoıd, İslam
Medeniyeti Tarihi, s.60-62; Gibb, İslam Medeniyeti, s.39-4311.
i 2. Moğolların askeri karakterli feodal yapıları için bak. Cüveynf, Cihan-güşa, I, s.16-25;
Türkçe terc. l,s.103-1 15; Ayrıca bakınız, B. Y. Vlademiritsov, Moğolların İçtimai Teşkilatı (Çev.:
A.lnan), TTK Yay., 2. Baskı, Ankara 1987, s.18-46. .
13. Memlükler ve de bilhassa askeri sistemleri için bak. D. Ayalon, The System of Payment in
Maınluk Military Society, JESHO, 1/1, Agustos 1957;s.37-65.
""'"""'.-------------------------- _. _. - - - --

Olcaytu Han 'ın Ölümüne Kadar Ilhanlılar'da Yaşanan 7


li
i Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu/ya Etkileri
Moğollar, Bağdad ile birlikte Selçuklular tarafından Anadolu'da yaratılan
i
i zenginliği çok kısa bir sürede tükettiler. Bölgede, liberal refah toplumu anlayışı
i terk edildi. Bütün aktiviteler Asya bozkırlarındaki Moğol nüfusu beslerneye
dönüktü. Bunun için, Azerbaycan merkez olmak üzere İran'da Büyük Kaan
Mengü'nün kardeşi Hülagu tarafından bir Moğol şube devleti (İlhanlılar) tesis
i
edildi. Yeni yönetim idari ve mali teşkilatını kaynaklar düzenli şekilde İlhanın
i sarayına akacak şekilde düzenledi. Baştaki ilkel ta1an zihniyeti terk edildi. Bu
i,
bakımdan kurutulan veya ta1an edilen yerlerin yeniden iman ve de katledilen,
',I
, sürülen reayanın yeniden kazanılarak can ve mal güvenliklerinin sağlanması
gerekiyordu. İlhan Hülagu bütün bunlar için gerekli reformları başlatmıştır.
i i Yeni sistemin sağlıklı yürütülmesi için devleti kuran hakim unsur Moğollar
dışında başka uluslardan, özellikleParsi unsurlardan oldukça istifade
edilmiştir •
l4

ii
i
3- ilhanlı Dönemİ: Hülagu'dan Olcaytu Han'a (1258-1316)

Yukarıda da belirtildiği gibi XIII. asrın ilk yarısında Moğolların


!1 Yakın-Doğu' da gözükmeleri ve gerçekleştirdikleri büyük tahribat Türk ve İslam
!
Dünyası için büyük bir yıkım olduğu kadar değişiminde habercisi olmuştur.
II
li Medeniyetin can damarları kentler yok edilmiş, maddi ve manevi bütün değerler
erozyona uğratılmıştırl5• Y;Udaşık yarım asır süren yıkım ve ta1andan sonra 1258
i
i
i 14. Moğolların İran'da kurdukları devletin idari ve mali organizasyonunun fikir babası İranlı
i ünlü filozof Nasireddin TGs! idi. O bu sahada "Risale der Resm veAyin-i tıhan!" adında bir risale
yazmıştır. Risalede askeri(kılıç ehli) zümre devletin en üst mevkiine yerleştirilmiş; ardından da
sivil aristokrasiye (kalem ehli) yer verilmiştir. Eser İlhanlı devlet teşkilatını iyi anlamamıza
yardımcı olmaktadır. Eser için bak. N. TGs!, Risale der Resm ve Ayin-i İlhani(Yay. ve çev.: M.
Bayraktar),Ankara 1988, s.15-18; Moğolların Selçuklu Anadolu'sumı talanı ve fakirleşme
hususunda bak. İbn-i Bib!, el-Evamir,s.514 vd. Bununla birlikte şu hususu da daima göz önünde
tutmak gerekir: Moğollar gelmeden öncede Yakın- Doğu'da ve özellikle Selçuklu Anadolu'sıında
büyük problemler var idi. Aşırı liberal uygulamalar toplumun büyük kesimini fakirleştirirken
yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkiyi de koparmıştır. Neticede ortaya sosyo-ekonomik bir
bunalım çıkmıştır ve radikalleşen kitleler çözümü başka mecralarda aramaya kalkışmışlardır. Bize
göre Baba İlyas hareketi böyle bir bunalımın sonucudur. İsyan için bak. A. Yaşar Ocak, Babailer
İsyanı, Dergah Yay., İstanbul 1980, s. 59-83; Selçukluların aşırı liberal politikalarına örnek olarak
ithal ettikleri mallardan aldıkları gümrük vergilerini son derece düşük tutmalarını gösterebiliriz.
Bunun için bak. O. Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar,TTK. Yay., 2. Baskı,
Ankaral4 1988, s.109-146.
15. Moğol tahribatının görgü tanığı büyük tarihçi Cüveyn! bu büyük felaketi şöyle tarif
etmektedir: "Cengiz Han'ın zamanına kadar dünyada muhtelif devletler ve kavimler mevcuttu.
Bunlardan gurur, kibir ve taşkınlığı en uç noktalara kadar çıkarmış kavimlere karşı Allah, .
Cengiz' e kuvvet verip Han yaptı. O da Türkistan'dan Suriye'ye kadar kendine karşı koymaya
çalışan ne kadar hükümdar varsa aile ve askerleri ile beraber hepsini yok etti. Yüz bin nüfuslu
şehirlerde yüz kişi bile bırakmadı. Bu sözümüzü, ismi olup cismi olmayan şehirler
doğrulamaktadır". Bak. Cihan-güşa,I, s.26-27; terc., s.95. 15
ılhan Erdem
8

yılında Azerbaycan merkezli bir Moğol şube hanedan devletinin kurulmasıyla


Yakın-Doğuda yeni bir döneme girildi. Bu dönem beraberinde yıkım olduğu
kadar onarım ve değişimi de getirecektir.

Azerbaycan'da Moğol kökenli tlhanlı Devletinin kurulması


Yakın-Doğu' daki siyasi güçleri tümüyle etkiledi ve dengeleri değiştirdi.
Bölgede Anadolu-İran-Arabistan(Mısır dahil) coğrafyalanna dayanak olarak
asırlar önce oluşturulmuş olan t~rihsel jeo-stratejik denge ve kültür alanları
bozularak değişime zorlanmıştır. Yeni oluşumqa Anadolu eski önemini
kaybedip saf dışı kalırken güç dengelerinin İran- Arap coğrafyalan ekseninde
oluştuğunu görüyoruz!6. Yaklaşık iki asırlık bir süreçte yeni dengenin
belirleyicisi olan hakim güçler için Anadolu bir nüfuz ve mücadele sahası
haline gelmiş, ülke ve insanlar bundan çok etkilenmiştir. Moğollar Anadolu'ya
bir asra yakın hakim olmalarına karşın burada istediği gibi bir düzen
kuramamış, ülke mütemadiyen karışıklıklar içinde çalkalanıp durmuştur.
Yukanda da belirttiğimiz gibi bütün bunlar Yakın-Doğu'da İlhanlı Devletinin
kurulmasıyla beraber değişen dengelerin sonucu idi!?,

İlhanlı devletinin kurulduğu saha, bir zamanların ihtişamlı devleti Abbasi


İmparatorluğunun ve ondan önce de Sasanilerin merkezi gücünü oluşturan
ey aletler idi. Dolayısıyla burada çok güçlü bir devlet tecrübesine ve zengin
tarihsel kültüre sahip zümreler vardı. Moğollar, İran'a geldikleri zaman
karşılaştıkları bu idari zümreyi dışlamadılar. Aksine beraberlerinde getirdikleri
diğer yönetici zümreye payanda yaparak, onları devletin asli unsurlan yaptılarl8•

16. Yirminci yüzyılın başta gelen Yakın-Doğu tarihçilerinden B. Spuler, Hülagu tarafından
kurulan İlhanlı Devletinin jeo-stratejik açıdan tipik bir tran devleti olduğunu öne sürmüştür. Bak.
B. Spuler, İran Moğolları(Çev.: C. Köprülü), TIK Yay., II. Baskı, Ankara 1987.s.68. Bize göre
ise bu tespit tarihsel gerçekıere uymamakta ve zorlama bir iddiadır. Belki de batılı güçlerin
yüzyılımızın ilk yarısında tran'a biçtikleri rolün tarihsel bir kılıfını hazırlama çabasıdır.
17. tran'da bir Moğol Devletinin kurulmasındf\n sonra Anadolu'daki Türkiye Selçuklularının
tedricen parçalanması ve nihayet yıkılışı buna en güzel delildir. Ayrıca Anadolu'da
Memlük-lIhanlı rekabeti hususunda pekçok somut örnek gösterilebilir. Bunlardan en önemlisi
i 276 yılında patlak veren Hatiroğ1u isyanıdır. Niğde valisi Şerefüddin daha önceden gizlice
haberleşip yardım sözü aldığı Memli.ik sultanı Baybars'a güvenerek Anadolu'da Moğollara isyan
etmiş; ancak beklediği yardım kuvveti yetişmeden yakalanmış ve idam edilmiştir. Buna karşılık
Memli.ik hükümdarı Sultan Baybars da 1277 yılında Anadolu'ya sefer yapmış; Elbistan Ovasında
bir Moğol tümenini ezdikten sonra Kayseri'ye kadar gelmiş ve burada Selçuklu tahtına
oturmuştur. Detaylı bilgi için bak. Aksarayi, Müsameretü'l-ahbarve Müsayeretü'l-ahyar(Yay.: O.
Turan) TIK. Yay., Ankara 1944, s. 100-110; tbn Devadan, Kenzü'd-dürer ve Camiü'l-gurar
(Yay.: Ulrich Hermann), Kahire 1391,C. VIII,s. 188-204.
i 8. Kabile geleneği ve bozkır kültürü normlarına göre yetiştirilen Hülagu Han Yakın-Doğu' ya
gelince hızenleri olan Altın Orda hanlarının aksine ve tıpkı kardeşi Kubilay Kaan'ın Çin' de
yaptığı gibi bölgedeki medeniyetin-bilhassa tran kültürünün- büyüsüne kapılarak onun
Olcaytu Han 'm Ölümüne Kadar llhanlılar'da Yaşanan 9
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakm-Doğu'ya Etkileri
Ancak bu yeni sistemin-daha önce denenmiş benzerlerinde görüldüğü gibi-bazı
sakıncalı yönleri vardı. Her şeyden önemlisi devlette iki başlı bir yönetim ortaya
I'
i çıkmaktaydı. Yönetimin bir tarafında devletin kurucusu Moğollar, askeri
aristokrasiyi(kılıç ehli) temsil ederken; diğer yanda idari ve mali sahada İranlılar
ı sivil örgütü(kalem ehli-bürokrasi) oluşturmaktaydılar. Hükümdar ise iki kanadın
üzerinde bir hakem rolündeydi. Yetenekli hükümdarlar mevcut olduğu sürece
fazla sorun yoktu. Ancak tersi durumlarda hemen iki kanat arasında sürtüşme
i
başlıyor, tabiatıyla devletin ahengi ve hükümdarın otoritesi hemen sarsılıyordu.
İdari ve mali alanlar dışında İlhan Hülagu kültürel sahayı da İranlılar' a havale
etmiştir. Kendisi bozkır kültürüne göre yetişmiş ve dini yönden Budist
inancındaydı. İran'a gelirken yanında çok sayıda Budist rahip yanı sıra şaman
ve müneccim vardı!9. Hülagu ile beraber İran'a gelmiş olan Moğollar'ın pek
çoğu kendi kültürlerini korumakta büyük bir kıskançlık gösteriyorlardı. Ancak
yazın geleneğine sahip ulusların kültürleri karşısında yapabilecekleri pek bir şey
de yok idi. Bu sebeple daha başlangıçta Fars yazını ve kültürünün üstünlüğünü
kabul etmek zorunda kaldılar20• Nüfus olarak da çok yetersiz olmaları
kaçınılmaz sonucu getirdi. Hülagu ve halefleri devlet eliyle İran kültürünün
gelişip yaygınlaşmasına önemli katkılar sağladılar. Ancak kabile geleneklerine
bağlı Moğol-çoğu Türklerden devşirilrniştir- sözlü kültürü de kaybolmadı Daha
sonraları derlenecek olan sözlü kültür bakiyeleri Moğol- Türk dünyasında
bilhassa tarihi açıdan bilinçlenmeyi getirecektir2!.

mahsullerini kendi devletinin yönetimine taşımıştır. O 1263 yılında topladığı kurultay da idari
sistemi İrani usullere göre oluşturmuş, yönetimin başına da Fars kökenli Şemseddin Cüveynl'yi
getirmiştir. Bak. Reşidüddin,F., Camiü't-tevilrih(Yay.: B. Kerimi), Tahran 1338, C. II, s.734-735.
i
19. Müneccimlerin ve müneccimliğin Moğolların hayatında çok önemli bir yeri vardı. Önemli
i
i olaylarda ve bilhassa sefere çıkılacağı zamanlarda mutlaka onların fikri alınırdı. Örneğin İlhan
Hmagu Bağdat'ı kuşatmadan önce müneccimine danışmıştı. Bak. Reşidüddin, Camiü't-tevarih II,
s.701.
20. İlhanlı Devletinin kurulup Anadolu'yu da hakimiyeti altına almasından sonra Türkiye
Selçuklu Devletinin resmi dilinin aniden Farsça'ya dönmesi-önceden Arapça idi- çok ilgi
çekicidir. Kaynakların hadiseyi yeni vezir Sahip Fahreddin Ali'nin okuma yazma bilmemesi ile
iiaha kalkışmaları ise manidardır. Bak. İbn-i Bıbı, el-Evamir, s.633; Aksarayı,
Müsameretü' l-ahbar,s.64.
21. Hülagu Han, Meraga yakınlarında Yakın-Doğu 'nun en büyük rasathanesini İnşa ettirdiği
zaman bu müessesenin başına İranlı Şii İslam alimi Nasireddin Tusl'yi getirmişti. Tusı burada bir
de medrese yaptırarak öğrenci yetiştirmiş ve daha sonraları bu medreseden yetişenler yeni Fars
kültürü ve düşününün temellerini atmışlardır. Hülagu gerek rasathane ve gerekse medreseye
önemli miktarda gelir sağlamıştır. Bak. Reşidüddin, Camiü't-tevarih II, s.735-736.; Moğollar
arasında bilhassa Gazan Han devrinden itibaren eski kabile geleneklerine bağlılığı yansıtan milli
romantizm yaşanmaya başladığını ve bu duygularla dolu olan Gazan'ın Reşidüddin'den bir MoğoI
tarihi yazmasını istediğini biliyoruz. Bu konu için bak. M. Şemseddin Günaltay, İslam Tarihinin
Kaynakları-Tarih ve Müverrihler-(Haz. Y. Kanar), Endülüs Yay., İstanbul 1991, s.260-286.
10 ılhan Erdem

Hülagu Han'ın Sünni İslam dünyasının kalesi ve aynı zamanda yüzyıllardır


Müslüman alemini birleştirici olma davasında İslamcı bir politika takip eden
Bağdad-Abbasi halifeliğini ortadan kaldırması bölgedeki kültürel bölünmüşlüğü
hızlandırdı. Mahalli ve etnik kültürler öne çıkmaya başladılar. Yakın-Doğu 'da
her bir ulus sınırlarını kendi öz değerlerine dayanarak çizdikleri yolda tarihsel
yürüyüşlerine devam ettiler22• Moğolların bu süreçte oldukça belirleyici
olduklarını görüyoruz. Hülagu Han ve haletleri, hükmettikleri coğrafyada hakim
inanç Sünniliğe karşı yerel kültürleri desteklemişlerdir. Moğolların bu politikayı
benimsemesinin nedenlerinden biri olarak en büyük düşmanları Memlüklerin
Sünni olmasını gösterebiliriz. llhanlılar için Memlüklerle mücadele o kadar
önemliydi ki adeta devletin varlık sebebi olarak görülüyordu. Kültürel boyut ise
savaşın en can alıcı kısmıydı23•

Yakın- Doğu coğrafyasının çok kültürlü ortamında hükümranlığını


sürdürebilmek için çok dikkatli ve dahiyane bir politika takip etmek
mecburiyetinde olan Moğollar, bir yandan da kendi yasalarını pratikte
uygulamakla yükümlüydüler. Efsanevi ataları Cengiz Han tarafından konulan
bu yasalar değiştirilemezdi24• Yasaya uymayanlar makam ve dereceleri ne olursa
olsun cezalandırılırlardı. Her Moğol hükümdarı gibi Hülagu Han da Yasalara
harfiyyen uymakla yükümlüydü. Nitekim o, kurultay kararı gereği İran seferine
çıkarken Cengiz Han Yasasının dışına çıkmaması hususunda bizzat ağabeyi
Büyük Kaan Mengü tarafından uyarılmıştı25• Cengiz Han Yasası sadece devletin
yönetimi veya askeri sistem hakkında değil daha çok toplumsal bağlamda adli
(yargı), mali, sosyal ve kültürel alanları da kapsıyordu. Hülagu Han'ın bu yasayı

22. Türkler açısından bu tarihi olgunun simgesel başlangıcını Karamanoğlu Mehmed Bey'in
Konya'yı ele geçirdikten sonra: " Bundan sonra divanda, bargahta, dergahta, mecliste ve
meydanda Türkçe'den başka bir dil konuşulmayacaktır" diye başlayan ünlü fermanın ilan tarihi
1277 yılı olarak alabiliriz. Ferman için bak., İbn-i Bıbı, el-Evamir,s.696. Ulusal bir güç düzeyine
ulaşmak için gerekli nüfus yoğunluğu, tarihsel birikim gibi temel kriterlerden yoksun olan
Moğollar çözümü Türklere katılıp, zaman içinde Türkleşmekte buldular.
23. Moğolların, Memlük hükümdarlarını hakir görüp küçümsediklerini biliyoruz. Bir
keresinde Abaka Han, Sultan Baybars'a gönderdiği bir mektupta, onun için: " Sıvas'ta satılmış bir
köle" tabirini kullanmışt!. Bak.İbn Devadari',Kenzü'd-Dürer ,VIII, s.138-139.
24. Ünlli İslam alim ve tarihçisi YunOnl, Cengiz Han'ın Moğollar nezdinde adeta bir
peygamber olarak görüldüğünü ve Müsllimanlar için Kur'an'ın hükümleri ne ise Cengiz Han
Yasalarının da Moğol ulusu için aynı anlama geldiğini belirtir. Bak. Yununı, Zeylu
Mir' atli 'z-zaman(Yay.: Darü 'I-Osmani), Haydarabat, 1954-1955, C.I, s.86.
25. Mengü Han'ın emir niteliğindeki bu uyarıları o dönemde Moğollar'ın devlet yönetimi
anlayışlarını göstermesi açısından son derecede önemlidir. Kaan'ın bu tarihi uyarısı ve
nasihatlerinden bazıları şöyledir: " Sen Turan'dan İran ülkesine gittiğin zaman Cengiz Han'ın
yasa, yosun ve adetlerini işlerinde düstur et!. Emrin altındaki ahaliye zulmetme; adamlarına
ezdirme'. Adilol! Ağır vergi ve angaryalarla halkı bunaltma! Harap olmuş yerleri imar et! ".Bak
Camiü't-tevarih, II, s.687.
Olcaytu Han'ın Ölümüne Kadar Ilhanlılar'da Yaşanan II
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu/ya Etkileri
hakimiyeti altında yaşayan teba'nın % 90'ının Müslüman olduğu Yakın-Doğu
coğrafyasında uygulamasının ne kadar zor olduğu bir gerçektir.26 Bununla
beraber İslam alimlerinin Cengiz Han Yasalarının ve kurallarının pek çoğunun
şeriata da uygun olduğunu ifade etmeleri ile daha başlangıçta iki taraf arasında
uyuşma ve anlayış çabalarının oluştuğunu söyleyebiliriz27•

Babasının iyi bir takipçisi olan Abaka Han dönemi (1265-1282) gerek
llhanlılar ve gerekse Yakın-Doğu açısından oldukça sıkıntılı geçmiştir. O
iktidara gelir gelmez gerçekleştirdiği reformlar sonucu devlete bir çeki düzen
gelirken, devlet içinde de İran. bürokrasisi güç kazanmıştı. 28 Abaka daha
iktidarının ilk günlerinde ikili bir tehditle karşılaşmıştır. Onun son yıllarına
kadar sürecek olan bu tehdit, güney ve kuzey cepheden sıkıştırma yapan
Memlük ve Altın Orda'dan geliyordu. llhanlılar iki taraflı bir kuşatma altına
alınmıştı. Yeni kurulmuş devletin yaşaması için kuşatmanın kırılması veya en
azından hafifletilmesi gerekiyordu. İlhan Abaka'da ömrü müddetince devleti
kurtarmak için çetin savaşlar vermek zorunda kaldı. Önce Altın Orda Moğolları
harekete geçtiler. Hülagu Han'ın ölümü ardından Emir Nogay Derbent
tarafından saldınya geçti. Yöreye yeni atanmış olan şehzade Yeşmut ona karşı

26. Cengiz Han Moğollara Uygur yazısını öğrenmeleri emrini verdikten sonra isteği üzerine
yasalar yazıya geçirildi. Yasaların yazıldığı kağıt tomarların hepsine Büyük Yasa-name ismi
verildi. Han seçilecek şehzadderin hazinesinde bunlardan birer tane bulunurdu ve Moğollar'da
Hanlık seçimi, ordu teşkili,vergi koyma gibi konularda alınan kararlar hep Cengiz Han Yasasına
göre olurdu. Sürek avından, dış ülkelere elçi göndermeye kadar devleti ve toplumu ilgilendiren
hemen her sahayı kapsayan bu yasaların belli başlıları: "Dinler arasında ayrım yapmamak,
hükümdarların ve devlet yöneticilerinin uzun ve süslü lakaplar almaması, halkın lO'arlı gruplar
halinde askeri düzen anlayışında örgütlenmesi, astların üstlerinin emirlerine kesin riayet etmesi"
idi. Bak. Cüveynf, Cihan-güşa, I, s.16-25; Abu'I-Farac, Abu'I-Farac Tarihi(Çev.: Ö. Rıza Doğruı),
TTK. Yay., Ankara 1950, c.n,s.478-479. Cengiz Han Yasalacıın İslam dünyasında pratik
olarak uygulamanın halk nezdinde ne kadar büyük problemlere yol açtığı çağatay Han'ın
faaliyetleri sonucu ortaya çıkmıştır. Yasaları en iyi bilen ve bu konuda asla taviz vermeyen
çağatay'ın, halkın ekserisinin müslüman olduğu Harizm ve Maveraünnehr'deki denemeleri
büyük sıkıntı ve facjalara yol açmıştır. Bak, Cüveynf, Cihan-güşa, I, s.226-232. Fakat Hi.ilagu'mın
Yakın- Doğu' daki halka çağatay k"dar sert davranmadığı aşikardır.
27. Cüveynf, Cihan-güşa, I,s.18; İlhanlı devlet teşkilatının en üst makamlarını işgal eden bir
aileye mensup olan müellifimizin sözleri, her ne kadar kesin bir niteliği bulunmasa da, önemlidir.
Mamafih İki sistem arasında şekli yönden de bir benzerliğe tesadüf ediyoruz. Buna göre
Müslümanların söze veya işe başlarken kullandıkları terimin (Bismillah) mana olarak hemen
aynısı Moğollarda da vardı. Onların başlangıç kelimesi "Müngke Tengri- Yin Küçü-dür" yani
Mengü(ezeli) Tanrının gücü ile dir. Bak. Manghol-Un Niuça Tobca'an-Moğolların Gizli Tarihi
(Çev.: A. Temir),TTK. Yay., 2. Baskı, Ankara 1986, s. İç kapak bölümü.
28. Reşidüddin,F., Tarih-i Mübarek-i Gazani-Destan-ı Abaka Han, Sultan Ahmet, Argun Han
ve Keyhatu(Yay. K. lahn), Prag 1957, s.6-7. Burada Abaka Han'ın getirdiği en önemli yenilik her
eyalete Moğol asıllı bir vali yanında yerel bir yöneticinin de atanmasıdır. Moğollar askeri ve
siyasi meselelerle uğraşırken, yerel yöneticiler idari ve mali sahalara bakıyorlardı.28
ılhan Erdem
12

çıktı. İki taraf arasında 20 Temmuz 1265 yılında Aksu ırmağı kenarında cereyan
eden savaş İlhanlılar lehine sonuçlandı. Beklemediği bir mağlubiyete uğrayan
Altın Orda hükümdarı Berke Han, bizzat herekete geçti. Yanında 300.000
kişilik muazzam bir kuvvet bulunuyordu. O harekete geçmeden önce Memlük
hükümdarı Baybars'a haber göndererek yardım istedi. Bunun yanında da Mengü
Timur'u Bizans'ta bulunan sabık Selçuklu sultanı II. İzzeddin'i tutsaklıktan
kurtarıp tekrar Anadolu'ya tayini için vazifelendirdi. Bu çok yönlü kuşatma
karşısında Abaka Han, bütün güçlerini toplayarak tehdidin en güçlü olduğu yer
olan Kafkaslara yani Berke Han'a karşı yöneldi. İki taraf Kür Irmağı civarında
karşılaştılar. Abaka, Altın Orda Moğollarının askeri üstünlüğünü görünce, vakit
kazanmak maksadıyla ırmak üzerindeki bütün köprüleri yıktırdI. İleri gitme
imkanı kalmayan Berke Han Tiflis yönünde dolaşarak İlhanlı topraklarına
girmeyi denedi. Ancak emeline ulaşamadan yolda aniden rahatsızlandı ve çok
geçmeden de öldü. Onun ölümüyle müttefiklerin İlhanlıları üç yönden kuşatarak
etkisizleştirme politikaları ağır bir darbe alırken, İran Moğolları da büyük bir
tehlikeden kurtulmuşlardır. En azından Anadolu'yu korumayı başardılar.
Bununla beraber Altın Orda hükümdarı ile ortak hareket eden Memlük sultanı
Baybars, 1266 yılında Akdeniz'de İlhanlılar'ın en önemli müttefiki ve vasalı
,olan Kilikya Ermenilerine karşı düzenlediği büyük bir sefer sonucu Çukurova
bölgesini tahrip etmek suretiyle bu küçük Baronluğa önemli bir darbe vurdu.29

İlhanlı hükümdarı, \.1emlük saldırısına misillerne yapmaya hazırlanırken


Baybars'ın 1268 baharında Haçlıların elindeki Antakya'yı ele geçirmeyi
başardığı haberi geldPo. Memlük ilerleyişi karşısında dehşete kapılan Abaka,
düşmanı durduracak yeni planlar hazırlarken bu kez de doğudan Çağataylı
Barak'ın Horasan'a saldırdığı haberini aldı ve ancak Çağatayları mağlup ettiği
1271 yılında mukabele etme imkanını elde etti. Ekim ayında Kuzey Suriye'ye
giren Moğol birlikleri Halep üzerinden Hums'a kadar ilerledilerse de
Memlüklerin karşı harekatı sonucu geri çekilmek zorunda kaldılar3l. Bundan

29. Reşidüddin, Camiü't-tevarih- Destan-ı Abaka, s.8-9; Abu'l-Farac, Tarih, II, s.586;
Aksaray!, Müsameretü'l-ahbar,s.76; O dönemde Memlük hükümdan Baybars ile Altın Orda ham
Berke arasındaki ittifak ilişkileri hakkında Memlük kaynakları tafsilatlı bilgi verirler. Bunun için
bak. W. De. Tesenhausen, Altınordu Devleti Tarihine Ait Metinler(Çev.: ı. Hakkı İzmirli),
İstanbul 194I,s.111-112, 123-124
30. İbn Devadar!, Kenzü'd-Dürer, VllI,s.134-5; Abu'l-Farac, Tarih,II,s.588-590; S.
Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi(Çev.: F. Işıltan), TTK. Yay. Ankara 1987, C.llI, s.276-277,
tarihçi burada Antakya Haçlı KontIugunun Mogol taraftarı oldugu için oldukça agır şekilde
cezalandırıldıgını ve kentin Müslümanların eline geçmesi ile bölgedeki Hıristiyanlıgın süratle
çöküşe doğru gittiğini yazar.
3 ı. Barak hadisesi için bak. Reşidüddin, Camiü't-tevarih-Destan-ı Abaka, s.15-31; İbn
Devadar!, Kenzü'd-Dürer, VllI,s.139-141;31
Olcaytu Han'ın Ölümü~e Kadar llhanlılar'da Yaşanan 13
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu/ya Etkileri
sonra Moğollar ne kadar çabaladılarsa da Memlük ilerleyişini durduramadılar.
Sünni İslam aleminin bayraktarı konumundaki Memlüklerin hükümdarı
el-Melikü'z-Zahir Baybars adım adım hedefine yürüyordu32• Onun hedefleri
arasında öncelikli bir yere sahip olan .Anadolu toplumunun bundan
etkilenmemesi mümkün değildi.

tıhanlı devletinin hukimiyeti altına düşmesinden itibaren Anadolu' da yeni


bir tarihi süreç başlamıştı. Ülkeye hakim Türkiye Selçuklulannın siyasi ve
kültürel aktivİtesini kaybetmeye başladığı ortamda yerini iki önemli güç odağı
ortaya çıkıyordu. Bunlardan biri gittikçe !ranlılaşan Moğol destekli Selçuklu
bürokrasisi; diğeri ise kentsoylu küçük esnaf teşekkülü Ahi örgütünün destek
verdiği Türkmenler... Anadolu Türk tarihi bundan böyle bu iki gücün
mücadelesinin sonucuna göre şekillenecektir. Türkmenler, bürokrasi zümresine
göre daha aktif ve dinamik idiler. Ancak Moğol müdahaleleri bir türlü onlann
ülkede savaşı kazanıp hakim konuma gelmelerine fırsat vermiyordu. Bununla
beraber Moğol baskısı bilinçlenmelerine ve kültürlerine daha çok sahip
çıkmalarına sebebiyet veriyordu. Onlann bu uğraşısındaki en büyük
yardımcıları Türkmen babaları ve şeyhleri idiler. Türkmenlerin ülkedeki
etkinlikleri artıkça bu kişilerin de nüfuz ve saygınlığı artmaktaydı33•

Buna karşılık Selçuklu bürokrasisi Pervane Muineddin Süleyman


vasıtasıyla iktidarı ele almıştı. Moğolların Anadolu'daki temsilcisi olan Pervane
ve ekibi,1266 yılında Sıiltan IV. Rükneddin Kılıç Aslan'ı bir bahane ile ortadan
kaldırdıktan sonra ülkedeki iktidarını güçlendirdi. Pervane'nin şahsında iktidarı
ele geçiren Selçuklu bürokrasisi muhalefeti sindirdi ve kendi hayat tarzını
dayattı.34 Anadolu'da yönetici zümre arasında Fars kültürüne dayalı bir hayat
tarzı gelişmeye başladı. Farslılar da bile ender görülecek güzellikte ve edebi
değeri çok yüksek eserler ortaya çıktı. Anadolıı' da böyle bir ortamın
oluşmasında şüphesiz Moğollar ile uyum içinde olmaya gayret eden ulema ve
mütefekkirlerin rolü büyüktü. Onlann başında da şüphesiz ünlü mütefekkir ve

32. Memlük hükümdarının hedefi Anadolu ve Bağdad başta olmak üzere bütün İslam alemini
Moğol işgalinden kurtararak tek bir bayrak etrafında toplamaktı. Bak. İbn Devadarı,
Kenzü'd-Dürer, VIII,s.138-140.32
33. Moğol işgali altında bulunan Anadolu'nun o dönemdeki en ünlü Türkmen şeyhlennden
biri şüphesiz Hacı Bektaş-ı Veli idi. Pek çok ünlü dervişin pin olan Hacı Bektaş, Türkmenlerin
yanında Ahiler ile de iyi ilişkiler kurmuştu. Bak. Vilayet-Name-Menakıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı
Veli(Haz.:A. Gölpınarlı), İnkılap Yay., İstanbul 1995, s.118-120.; Ahilere ve Bektaşilere karşı
Selçuklu-Moğol idaresinin tavn için bak. M. Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatının
Kuruluşu,Konya 1991,s.97-127.
34. Aksarayı, Müsameretü'l-ahbfir,s.86-88, Yeni yönetimin benimsediği Doğu ve daha çok da
eski Iran kültürünü andıran tören ve adetler için kaynağımızın çok güzel tasvirleri vardır.
ılhan Erdem
14

mutasavvıf Mevlana Celaleddin-i Rumi vardı. Kendi adıyla anılacak tarikatın


piri olan Celaleddin yaşayışı, düşünceleri ve en önemlisi olarak da eserleriyle
Fars mistisizmini Anadolu'ya taşımıştır. Onun iktidarda bulunan Pervane
liderliğindeki Selçuklu bürokrasisi üzerinde büyük nüfuz ve etkinliği var idi.
İstek ve ricalan emir telakki edilmekteydi.35

İktidannı Moğol destekli olarak sürdüren Selçuklu bürokrasisinin


benimsediği yeni kültür ortamının oluşumuna katkı yapan sadece Mevlana
değildi. Onunla beraber Şeyh Sadreddin Konevı, Pervanenin damadı Mecdeddin
Atabek, Kadı Siraceddin Urmevı, Kadı İzzeddin Urmevl, Taceddin Hoyi ve
Celaleddin Habib gibi her biri sahasının en önde gelen mütefekkir ve alimleri
faaliyetleri ve eserleriyle yeni oluşuma büyük katkı yaptılar.36 Anadolu'daki bu
yeni ekip İlhanlı devlet bürokrasisine hakim olan Farsi unsurlardan da büyük
destek alıyorlardı. Bunların başında da devlet idaresinin başında bulunan ünlü
vezir Şemseddin Cüveynı ile yine devrinin en önemli alimlerinden Nasireddin
TGsı gelmekteydi. Bu iki şahsiyet vasıtasıyla eski İran devlet geleneği ve Fars
kültürü İlhanlı ülkesinin yanında Anadolu'da da yükselmekteydi. İlhan Abaka
da bu faaliyetleri desteklemekteydi3? Memlük darbesiyle bu bereketli ve parlak
devir birden tersine dönecektir.

Moğollar karşısında mütemadiyen ilerleyen Memlüklerin yarattığı hava,


tebaasının ekseriyeti Müslüman olan İlhanlı ülkesinde hemen hissedildi. İlk

35. MevlevY kaynaklarında Pervane ve ekibinin Mevlana Celaleddin'in sema gösterisine


iştirak ettiklerine dair bilgiler vardır.Bak. Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri(Çev.: Tahsin Yazıcı),
İstanbul 1973, cı, s.187,209 vd.; Ayrıca Mevlana'nın isteklerine karşı Selçuklu ricalinin
takındığı tavırlar için yine aynı kaynakta (Cı. s.209-21O ve 253) detaylı bilgiler vardır. Selçuklu
kaynakları da Mevlana Celaleddin'in Selçuklu ülkesindeki nüfuz ve gücünü tasdik eder mahiyette
bilgiler verirler. Bak. Aksaray!, Müsameretü 'l-ahbar, s.118-120.
36. Aksaray!, Müsameretü'l-ahbar,s.118-120; Yukarıda ismi geçen alimler kaynağımızda
devletin temel direkleri olarak zikredilir. Selçuklu ricali ile ulema arasındaki gayet dostane
ilişkiden Mevlev! kaynakları da bahsaderler. Bu konuda Pervane Muineddin'in Şeyh Sadreddin
Konevi'nin zaviyesinde bir toplantı tertip ettirmesini( Ariflerin Menkıbeleri, ı, s.207) iyi bir örnek
olarak gösterebiliriz.
37. Ünlü alimin başında olduğu ve yapımına Hülagu devrinde başlanan ünlü Meraga
Rasathanesi ancak Abaka Han devrinde bitirilebilmişti.1lhanlı hükümdarı bu esere 30 tuman para
yardımı yapmıştı. Bak. Devletşah Semerkandi, Devletşah Tezkiresi(Çev.:N. Lugal) İstanbul 1977,
C II., 223-224.TGs!, Rasathanenin yanına birde medrese eklemiş ve etrafına İran, Horasan,
Bağdad, Azerbaycan, Anadolu ve tüm Yakın-Doğu 'dan gelen alimleri toplamıştı. Zamanında
onun mekanı bölgedeki en önemli ilim ve irfan merkezi olmuştu. Bak Abu'l-farac, Tarih, Il,
s.592-593. Aksarayl'ye göre Nasireddin TGs! çağın alimleri arasında en ileri gelen Astronomi
bilgini ve filozofu idi. Meraga'da oturmasına rağmen onun yüksek ilminden cihanın alimleri
yararlanmaktaydı. Eserleri ve [isalelerinin yarattığı yankılar Anadolu'dan başka diğer iilkelere de
ulaşmıştl.(Müsameretü'l-ahbar,s.120-121).
:1
Olcaytu Han/ın Ölümüne Kadar 1lhanlılar'da Yaşanan 15
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu/ya Etkileri
etkileri ise Anadolu'da başladı. İktidardaki Selçuklu bürokrasisi arasında
anlaşmazlık çıktı. Kavga sabık Sultan II. İzzeddin yanlısı vezir Fahreddin
Ali'nin makamından atılmasıyla sonuçlandı. Bununla beraber mücadele içten
içe sürdü. Tam bir Moğol taraftarı olan Pervane, muhalefetin güçlü direnişi
sonucu geri adım atmak zorunda kaldı. Fahreddin Ali makarnını tekrar elde etti.
Şimdi iktidarda birbirine kuşku ile bakan iki kamp oluşmuştu. Yönetimdeki bu
karmaşa ve bölünmüşlük, ülkede Türkmenlerin harekete geçerek etki ve
güçlerini artırmasına vesile oluyordu. Ülkede Fars kültürü ve düşüncesine karşı
hoşnutsuzluk da artmaktaydı. Öte yandan iktidardaki mücadele son haddine
ulaşmıştı. Pervane'nin kendilerini tasfiye etmek için Moğolları çağıracağı
kuşkusundaki Hatir Oğlu Şerefüddin liderliğindeki muhalefet daha erken
davranarak, bir süredir gizlice haberleştikleri Memlük sultanı Baybars 'ı
alelacele Anadolu'ya davet ettiler. Ancak Moğollar çok seri biçimde isyanı
bastırdılar (1276). Failler de çok kısa süre içinde cezalandırıldılar. Buna rağmen
buhran artarak devam etti. Anadolu'daki Moğol komutanlarından rahatsızlık
duyan ve bir süredir onlarla ciddi bir mücadele içine giren iktidarın lideri
Pervane de Memlüklere sığınmaya karar vermişti. Bunun üzerine Sultan
B aybars, 1277 yılı baharında meşhur Anadolu seferine çıktı. O, Sınır güvenliğini
sağlamakla görevli 30.000 kişilik bir Moğol gücünü Elbistan Ovasında perişan
ettikten sonra Kayseri'ye kadar gelip Selçuklu tahtına oturduysa da seferi
i' istenilen sonucu vermedi. Zira Pervane son anda tekrar saf değiştirmişti.
Bununla birlikte son manevra Pervane'yi kurtaramadı ve aynı yılın içinde
Tebriz'de yargılandıktan sonra Abaka'nın emriyle öldürüldü.38 Pervane'nin
ölümü ile Anadolu'da Moğol destekli Selçuklu bürokrasisinin hakimiyeti sona
ermiştir. Bunun yanında hakim zümre tarafından ülke insanına benimsetilmeye
çalışılan Fars kültürü de büyük darbe yedi.39 Anadolu'da yaşanan iktidar
mücadelesinin yarattığı kaosun kendileri için iyi bir fırsat olduğunu düşünen
Türkmenler de Karamanoğlu Mehmet Bey liderliğinde harekete geçtiler ve çok
kısa bir sürede Konya'yı ele geçirmeyi başardılar. Moğollar ve Selçuklu
bürokrasisi karşısında alınan bu siyasi zaferi kültürel yönde atılan adımlar
izledi. Bu gelişimin en somut örneği de ülkede Farsça yerine Türkçe'nin resmi

38. İbn-i Bi'bı, el-Evamir, s.650-683; Aksarayı, Müsameretü'l-ahbilr, s.92-117; Reşidüddin,


Camiü't-tevarih-Destan-ı Abaka,s.31-33; İbn Devadarı, Kenzü'd-Dürer,VrH,s.195-203;
Anadolu' daki bu iktidar mücadeleleri ve çatışmalar yüzbinlece insanın kanına malolmuştur.
39. Pervane Muineddin Süleyman'ın ortadan kaldınlmasının yanı sıra, bu olaydan bir süre
önce başta Mevlana Celaleddin olmak üzere yeni kültürün oluşumuna katkı yapmış pek çok ünlü
iı alim ve düşünürün yakın aralıklarla ölmeleri de sonuca etki yapmıştır. Müeııifimiz bu durumu
şöyle açıklar: "672(M. 1273) yılında başlayan uğurstız hadiselerden sonra Pervane Muineddin'in
etrafında bulunan alimler ve din ululan da onun ardından birer birer göçtüler. Şam askeri
Anadolu'ya girdiğinden beri herkesin neşesi kaçtı" Aksaray!, Müsameretü'l-ahbilr,s. 119.
ılhan Erdem
16

dil olarak kabul edilmesidir.40 Moğollar Türkmen hareketini kısa sürede ve çok
şiddetli olarak bastırdılar. Ancak Anadolu'da onların yaktığı meşale bütün
ülkeyi sardı; hatta İlhanlı sarayını bile etkiledi. Abaka Han'ın bu uğurda pek çok
kişiyi katlettirmesi dahi sonucu değiştirmedi.41

Mernlük ilerleyişi ve Anadolu'daki hadiseler nedeniyle oldukça sarsılan


İlhanlı hükümdarı, tebaası indinde sarsılan otoritesini yeniden kurmak için
Suriye'ye karşı büyük bir saldınya hazırlanırken, Sahip Şemseddin Cüveynl'yi
de yıkılan rejimi yeniden tesis amacıyla Anadolu'ya gönderdi. O bilhassa
Türkmenlere büyük baskı uygulayarak Anadolu'da Moğol hakimiyetini yeniden
tesis etti. Ardından da yeni rejimi kurdu. Kurulan yeni rejimde Selçuklu
bürokrasisi tümden olmasa bile büyük ölçüde dışlandı. Yerini ise İlhanlı devlet
idaresinde çalışan İranlı memurlar aldı. Ülkede görevli Moğol komutanların
güçleri ve yetkileri artınldı. Yerini muhafaza edebilen sultanlık makamının içi
boşaltılarak gücü ve konumu sembolik bir hale sokuldu. İktidar tamamen İranlı
görevlilerin kontrolüne geçmişti. İdari ve mali sahalarda Moğol Yasaları
Anadolu'da da uygulanmaya başlandı42• Ne var ki alınan her türlü tedbir ne
Türkmen ilerleyişini durdurabildi; ne de Fars kültürünü yerleştirebildi.

İlhan Abaka uzun bir hazırlıktan sonra Mernlüklere büyük bir darbe
vurmak amacıyla kardeşi Mengü Timur komutasında 80.000 kişilik muazzam
bir kuvveti Ekim 1281 yılında Suriye üzerine gönderdi. İki taraf arasında Hums
yakınlarına yapılan savaş Memlükler lehine sonuçlandı. Bu olay İlhanlı
devletini sarstığı gibi Abaka Han'ın mizacında onmaz yaralar açtı ve o, çok
geçmeden kahrından öldü.43 İlhanlı devletinin gerçek manada kurucusu olan
Abaka Han'ın ölümü ile bir dönem sona ermiştir. Onun dönemi Yakın-Doğu' da

40. lbn-i Bi'b!,el-Evamir,s.696.Bu karar şüphesiz Anadolu'da milli bir Türk kültürünün hakim
olmasında en temel amillerden biri olmuştur. Pervane'nin ölümünden sonra Türkmenlerin nasıl
harekete geçtiği konusunda Aksarayl'nin beyanı ibret vericidir. O bu konuda: "Pervane'nin ölümü
ardından şeytan kılıklı asiler kontrol edilemez oldular. Uç taraflarındaki azgın Türklerin fitnesi ve
ateşi daha da alevlendi"der. Bak. Aksaray!, Müsameretü'l-ahbar,s. II 7-118.
41. Daha geniş bilgi için bak. İbn Devadan, Kenzü'd-Dürer, VIII,s.202-204.
42. Bu hususta en somut örnek olarak " Tamga" vergisinin uygulama olanı bulmasını
gösterebiliriz. Bak. Reşidüddin, Camiü't-tevarih-Destan-ı Abaka,s.33.; Sahip Şemseddin,
emrindeki bütün Moğol güçlerini Karaman Oğullan üzerine seferber edip onları büyük oranda
etkisizleştirdikten sonra Uçlardaki Türkmenlerle temas kurdu ve bir kısmını yanına çekmeyi
başardı. Karaman Oğulları aldıklan ağır darbeler sonucu epey bir süre siyasi bir varlık
gösteremediler. Bundan sonraki Türkmen hareketlerinde başı daha çok Batı Anadolu'daki gruplar
ve de bilhassa Germiyan Oğulları çekecektir. Bu konu için bak. lbn-i B!b!
el-Evamirü' I-Alaiye,s.703-706
43. Reşidüddin, Camiü't-t~varih-Destan-ı Abaka,s.41-42; Abu'l-farac, Tarih, 11,s.609-610;
İbn Devadar!, Kenzü'd-Dürer, VIII, s.243-247. .
Olcaytu Han'ın Ölümüne Kadar llhanlzlar'da Yaşanan 17
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu 'ya Etkileri
Fars kültürünün yaygınlık kazanmasına rağmen Anadolu'da rakip bir Türk
kültürünün de doğmaya başladığı zaman dilimi olmuştur. O her büyük
hükümdar gibi devletinin menfaatlerini her şeyin üstünde tutan ve bunun
gereğini yapan bir lider olmuştur.44

Gerek Anadolu' da cereyan eden hadiseler ve gerekse Mernlükler karşısında


alınan son Hums yenilgisi İlhanlı sarayını fevkalade etkiledi. Etkiler yeni
İlhan'a Müslümanlığı kabul ettirecek kadar kuvvetliydi. Gerçekten de
Abaka'nın yerine tahta çıkan Teküder(1282-1284) son hadiselerin de etkisiyle
Müslümanlığı seçti ve Ahmet adını aldı.45 Memlük tahrikine karşı tebaasını
kazanabilmek için devlet idaresinde Moğol Yasalarının yanında, İslam
kaidelerinin de geçerli olduğunu ilan etti. Ardından da Kahire'ye bir mektup
yazarak banş çağnsı yaptı. Tebaasının rahatsız edilmemesini ve başta ticari
alanda olmak üzere her sahada iyi ilişkiler kurmayı teklif etti. Ancak Mernlük
Sultanlığı bu atağa soğuk ve ihtiyatlı yaklaştılar. Bununla beraber diyoloğun
başlamasına karşı da çıkmadılar. İki taraf arasındaki kısmi yumlişama bile
Yakın- Doğu' da bayram havası estirdi. Ülkeler arasında emniyet ve asayiş
sağlandı, Ticaret olağanüstü canlandı. Uzun yıllardan sonra Anadolu başta
olmak üzere İlhanlı idaresindeki tüm ülkelere huzur geldi46•

Sultan Ahmet'in iyi niyetli girişimi ile Yakın-Doğu' da oluşan iyi havaya
karşılık bu kez de Moğolların kendi aralannda huzursuzluk başlamıştı. İlhanlı
devletinde birden çok taht müddeisi karşısında kimin hükümdar olacağı konusu
kesin bir kurala bağlı olmadığından her bir kalkışmada ümera ne yapacağını ve
nasıl karar vereceği hususunda tereddüde düşmekte idi. Bu sebeple Teküder'in
seçilmesinde de tam bir i~tifak sağlanamamıştı. Bazı ümera miras esasına göre

44. Abaka Han zamanında Anadolu ve İran'ı dolaşan ünlü gezgin Marea Polo, gezip gördüğü
yerlerin zenginliği, emniyeti ve gelişmişliği karşısında hayranlıl(ını gizleyemez. Bak. M. Polo,
The Book of Mareo Polo(Ed.: E. Yule) , III. Baskı, London 1927, s.23-27. Günümüzün bazı
tarihçilerinin aksini iddia etmelerine karşınCB. Spuler, İran Moğolları,s.263) Abaka Han'ın
sistemli bir İslam düşmanlığı yaptığını görmüyoruz. Aksine başta Nasirüddin Tilsi olmak üzere
Kutbeddin Şirazi, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Kadı Beyzavi ve Şeyh Sadi Şirazi gibi büyük alim
ve mütefekkirler onun devrinde himaye ve teşvik gördüler. Aksarayi onun için: "Abaka öyle adil
bir padişah olduki onun zamanında hiç bir kul düşman korkusu çekmedi. Onun günlerinde
memleket öyle bir düzene girmişti ki güvercin kartalla, kurt kuzu ile gezerdi
(Müsamretü'l-ahbar,s.78-7.9). Memlük kaynaklarında da onun hakkında övgü dolu sözler vardır.
Mesela bak. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye(Yay.: A. Atuvi), III. Baskı, Beyrut
1987-1988; C. XIII, s.307-31O.
45. Reidüddin, Camiü't-teviirih-Destan-ı Abaka,s.44-45; Aksarayi, Müsameretü'l-ahbar,
s.136-137.
46. Aksarayi, Müsameretü'l-ahbiir,s.136-137; Abu'I-Parae;II,s.61l; Sultan Ahmet'in Memlük
Sultanına gönderdiği mektup tf;lam kaidelerine uygun olarak Besmele ile başlamaktadır. Bak. İbn
Devadari, VIII, s.249-250.

J
ılhan Erdem
18

hükümdarlığın Abaka'nın oğlu' Argun'un hakkı olduğuna inanıyordu. Moğol


hakim zümresinin bu konudaki bölünmüşlüğü ülkede büyük çalkantıları ve en
önemlisi de rejim buhranını da beraberinde getirdi. Bundan böyle sürüp
gidecek olan sorunun ilk kurbanı da Teküder oldu. O hükümdarlığının ilk
aylarından itibaren Şehzade Argun'un muhalefeti ile uğraşmak zorunda kaldı.
Uzun ve bıktırıcı bir mücadeleyi daha sabırlı olan ve güçlü emirleri kendi safına
çekmeyi başaran Argun kazandı. Ahmet ise hayatını kaybetti.47

İlhanlı tahtında çok kısa süre kalmasına karşın Teküder, gerçekleştirdiği


İcraat1ar ile kalıcı bir etki bırakmıştır. Öncelikle o , Müslümanlığı seçen ilk
hanedan üyesi olarak ün yaptı. Din değişimi başka tercihleri de beraberinde
getirdi. Her şeyden önce devlet içerisinde Farsilerin ve Fars kültürünün
üstünlüğü sona erdi. Üst düzeyden başlayacak şekilde İranlı yöneticilerin
tasfiyesine başlandı.48 Buna karşılık Türkmen şeyhlerinin nüfuzu artmaya
başladı. Sultan Ahmet vaktin büyük bir kısmını "Baba" diye hitap ettiği Şeyh
Abdurrahman ile geçirmeye başlamıştı. Devlet işlerini bir tarafa bırakan Sultan,
Türk asıllı şeyhin Arran'da bulunan dergahına giderek toplantı ve sema
ayinlerine katılmaktaydı. Son olarak da çok sevdiği şeyhine devlet payesi verdi
ve onu Şeyh Kutbettin Şirazı ile beraber elçilik göreviyle Mısır'a gönderdi. 49
Türkmen şeyhlerinin yükselmesi İlhanlı sarayında Türk kültürünün giderek güç
ve nüfuz kazanmasına vesile olacaktır.

Argun Han selefi Teküderin başlattığı İcraatların pek çoğunu devam ettirdi.
O Müslüman değildi; aksine fanatik bir Budist idi. İktidara gelir gelmez selefi
Teküderi Cengiz Han Yasalarına ihanet etmekle suçladı ve onun zamanında
sadır olan bütün yarlıkları iptal ettiSO.Argun'un Müslüman aleyhtarı bir tavır
içinde olması bölgede büyük karışıklıklara sebebiyet verdi. Moğolların yakında
ülkelerine saldıracağını düşünen Suriye halkı topraklarını terk ederek iç
bölgelere kaçarken bölgede hayat pahalandısı.

47, Reşidüddün, Camiü't-tevarih-Oesrnn-ı Abaka, s.55-59; Abu'l-Farac, Tarih, lI,s. 614-615.


Sultan Ahmet'in hayatıyla ödediği rejim buhranı bundan sonra tıhanlı devlet sİsteminin en önemli
sorunu olacak ve daha sonra ki dönemlerde başka hükümdarlarında sonunu hazırlayacaktır. Bize
göre rejim bunalımı devletin yıkılışının ana sebebi idi.
48. tık kurban Mecdü'l-mülk oldu. Bunun yanında ünlü tarihçi Ata Melik Cüveynı de
yargılandı. Sonuçta o da üzerine yüklenen töhmetin etkisiyle vefat etti. Bürokrasinin başı olan
Sahip Şemseddin'in de koltuğu sallanmaya başladı. Reşidüddin-Camiü't-tevarih-Oestan-ı
Abaka,s.45-48.
49. Reşidüddin, Camiü't-teviirih-Oestan-ı Abaka,s.47-48;Abu'I-Farac,II,s.61 1-612.
50. Reşidüddin, Camii.i't-tevarih, Oestan-ı Abaka,s.62-63.; Abu'I-Parac,Tarih,II,s.61 6.
5 ı. Abu'l-Farac, Tarih,lI, s.616.51
Olcaytu Han 'ın Ölümüne Kadar Ilhanlılar'da Yaşanan 19
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu/ya Etkileri
Bütün bu yapılanlara karşın Argun, -Teküder tarafından başlatılmış idi-
devlet içindeki Farsi unsurlan tasfiye etmeye devam etti. tktidarın sivil
kanadının lideri Sahib-i Divan Şemseddin Cüveyni' ortadan kaldınldı (M. 1285).
Onun ölümüyle Farsilerin de devlet içindeki egemenliği sona erdi. Yerlerini ise
Moğol asıllı unsurlar aldı. Argun kendisinin tahta çıkmasında büyük emeği olan
Emir Buka'yı vezirliğe getirdi. Ancak bu Moğollar arasındaki dengeyi hemen
bozdu ve devletin istikrarını da tehlikeye atacak şekilde Noyanlar arasında gizli
savaş yaşanmasına yol açtı. Argun kendisine karşı iktidar alternatifi
yaratabilecek olan yanlışından geç de olsa döndü ve ani bir manevra ile Buka'yı
ortadan kaldırttı.s:! Ancak tlhan yeniden Farsi unsurlara dönmedi. O
hükümdarlığı ile Moğol aristokrasisi arasındaki güç dengesini koruma işini İran
tebaası olan Yahudilere havale etti. Yeni bir dönem başlıyordu. Yahudilerin
tlhanlı devleti içinde yükselişleri ve güç kazanmaları Bağdad Müstevfisi
Sadüddevle'nin Baş Vezirlik makamına atanmasıyla beraber büyük bir hız
kazandı. Maliye ve hesap işlerinde büyük bir maharete sahip olan Sadüddevle,
Argun Han'ın büyük beğenisini kazandı. Kısa sürede İlhanı avcunun içine alan
vezir, Emir Buka'nın da öldürülmesinin ardından devlet idaresini tamamen
kontrolü altına aldı. Ardıııdan da eyaletlerdeki Farsi unsurları tasfiye ederek
yerlerine kendi yakın akrabalarını atadı. Bir köşeye çekilen Argun Han devlet
işlerini artık tamamen Yahudi vezire bıraktı. Bundan sonra Sadüddevle'nin
gücü ve nüfuzu o kadar arttı ki Moğol büyük emirleri dahi ondan habersiz bir iş
yapamaz oldular. Hatta tlhanla görüşmek için vezirden izin almak
zorundaydılar. Sivil bir otoritenin kendilerine tahakküm etmesine alışık
olmayan Moğol ümerası ayaklandı ve Emir Togaçar liderliğindeki askeri kanat
tlhan'ın oluru olmamasına rağmen Vezir Sadüddevle'yi yargılayıp yasaya
ulaştırdılar (öldürdüler). Bu olaydan sonra mevcut rahatsızlığı artan Argun Han
da vefat ettiS3• Sadüddevle'nin ortadan kaldınlmasına karşın, bundan böyle
tlhanlı devletinde Yahudi nüfuzu hep var olacaktır.

Beklendiğinin aksine Argun Han döneminde Memlüklere karşı herhangi bir


askeri harekat olmamıştır. Tersine Memlükler daha aktif duruma gelmişler;
Kilikya Ermenileri üzerinde baskı kurdukları gibi Anadolu'nun Orta Fırat
havzasına kadar uzanan kısmını da nüfuzları altına almayı başarmışlardırs4•

52. Aynı problem ile karşılaşan Fatih Sultan Mehmet, sonına şehzadeler arasında bir ihtilaf
vukuunda iktidarın kime verileceği konusunda kanunnameler yoluyla kurallara bağlamak suretiyle
kesin çözüm getirmiştir. Olayların seyri için bak. ı. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, TTK.
Yay., 5. Baskı, Ankara 1988, C. II, s.8-13.
53. Bütün bu olayların geniş anlatımı için bak. Reşidüddin, Camiü't-tevarih-Oestan-ı Abaka,
s. 62-80;Abu'I-Farac,lI,s.621-630; Bütün bu olaylar ııhanlılarda hükümdara karşı Moğol askeri
aristokrasinin ne kadar güçlen,,!iğini gösterir.
54. lbnü'l-Kesır, el-Bidaye, XIII,s.332-333.; Abu'I-Farac,Tarih, II, s.628-629.
20 ılhan Erdem

Anadolu' da ise Moğol tahakkümü devam etmekle beraber Türkmenler de


boş durmuyorlardı. Sultan Ahmet döneminde yaşanan yumuşama döneminden
istifade ile ülkede etkinliğini artıran Türkmenler kendilerine bağlı bir Selçuklu
şehzadesini tahta çıkardılar. Ancak Argun tahta çıkınca duruma müdahale etti.
Türkmenleri yönetimden uzaklaştırdığı gibi, ilk defa olmak üzere hanedan
mensubu Şehzade Keyhatu'yu Anadolu'ya gönderdi. Keyhatu, Türkmenleri
uzaklaştırdıktan sonra Konya' da yeni rejimini kurdu. Başına da Sultan II.
Mesut'u getirdi. Ancak Türkmenler yeni rejimi tanımayarak saldırıya geçtiler.
1286-1288 yılları arasında Germiyan-Eşref ve Karaman Oğulları'ndan oluşan
üçlü Türkmen bloğunun gerçekleştirdiği saldırılar Moğol rejimini oldukça
sarstı. Rejim sonunda Türkmenler ile uzlaşmak zorunda kaldı55•

Türkiye Selçukluları devletinin ikinci rüknü vezir Fahrettin Ali'nin 1288


yılındaki ölümü ile Selçuklu bürokrasisi kesin olarak tarihe karışırken,
Anadolu'daki dengeleri de sarstı. İktidar İranh memurların eline geçti. Bundan
böyle vezir ve müstevfiler İran' dan atanmaya başladı. Yeni oluşum karşısında
da kayıtsız kalamayan Türkmenler tekrar ayaklandılar. İki yıl süren kanlı
mücadelenin sonunda Konya'daki hükümet baskılara boyun eğmek zorunda
kaldı. Bu mücadelede ilk defa, aktif şekilde, Ahiler bilhassa büyük kentlerde
Türkmenlerin safında yer aldılar.56

Anadolu'da İranlı memurların yaptıkları duyulunca Argun zulme seyırcı


kalamamış ve onları en ağır biçimde cezalandırmıştır. Bununla birlikte yerlerine
yine Farsi görevliler göndermekten geri kalmamıştır.57 Ülkede Selçuklu
bürokrasisi etkinliğini kaybettiğinden İranlı memurlar için Anadolu bir cennet
idi. Onların geçekleştirdikleri soygunlara karşı direnmek de Türkmen ve Ahilere
kalıyordu. Görev yaptığı süre içinde Anadolu'yu ve halkını yakından tanıyan
Keyhatu bazı olumlu kararlar aldı. Bunlardan en önemlisiyönetimin başına yerli
birini geçirmek oldu. Ayrıca Türk kültürünü benimsemiş ve Moğol
taşkınlıklarına da izin vermemiştir.58

Argun dönemi ılhan lı devletinde Fars kültürünün terk edilip lranlılann


ta.~fiyesine devam edildiği; buna karşılık bürokraside Yahudilerin gücü

55. Anonim Selçukname (Neşr ve Terc.: F. Nafiz Uzluk), Ankara 1952, s.44-48
56. Anonim Selçukname, s.49-51; Bu dönemde tranlı memurların Anadolu'da
gerçekleştirdikleri zulüm ve soygunlar için bak. Aksarayı, Müsameretü 'I-ahbfu-, s.145-158.
57. Hamdullah Kazvini, Tarih-i Güzide(Yay.:A. Hüseyin Nevai) Tahran 1339,s.479;
Reşidüddin, Camiü 't-tevarih-Oest:an-ı Abaka,s.76-77;Aksarayl, Müsameretü'l-ahbar,s.159-160.
58. Şehzadenin Türkçe şarkı söylediğini biliyoruz. Ayrıca yolda rastladığı ve Moğolların eski
talanCl günlere dönmesini isteyen bir soydaşım da çok ağır şekilde cezalandırmıştı. Bak. Anonim
Seçukname,s.54-58.
Olcaytu Han'ın Ölümüne Kadar Ilhanizlarıda Yaşanan 21
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu'ya Etkileri
: ;, artarken, hanedan üyeleri arasında Türk kültürünün gittikçe yaygınlaştığı;
Moğollar arasında ıslamiyet'in hızla kabul görmeye başladığı ve buna paralel
olarak da Türkmen şeyhlerinin itibarının arttığı bir dönem niteliği taşır. 59
Yakın-Doğu'da ise Memlükler taarruza geçerek; hem Haçlı hem de Moğollara
karşı önemli başarıların kazandılar. Anadolu'da ise Türkmenler'in gücü gün
geçtikçe artmış; kentsoylu Ahilerden de aldıklan destekle bir yandan
Anadolu'nun batı kısmının fethine girişirken; diğer yandan Moğol rejimine
başarı ile direnmişlerdir.

Argun Han'ın vefatından sonra İlhanhlardaki kronik rejim sorunu yeniden


nüksetmiştir. Hanedan azalan ve ümera üçe bölünmüşlerdir. Büyük bir kaos
yaşandıktan sonra adaylardan Keyhatu, İlhanlı tahtını elde edebildi. Ancak
mücadele gizli olarak sürecektir. Keyhatu tahta çıkar çıkmaz iyice güçlenen ve
artık dizginlenemeyen Moğol askeri aristokrasisine bir göz dağı vermek istedi.
Grubun en önde gelen üyelerinden Togaçar, Konçkabal ve Tekna yargılandılar.
Ancak her nedense yeni han onları cezalandırmaktan vazgeçti. Belli ki
güçlerinden ürkmüştü60.

Keyhatu, hükümdarlık süresince ağırlığı, çok sevdiği Anadolu'ya verdi.


Onun ülkeden ayrı kaldığı zamanı iyi değerlendirmek isteyen Türkmenler,
Karaman Oğulları liderliğinde Konya'daki Moğol rejimini sıkıştırmaya
başladılar. Bir ara kent ellerine geçti. Öte yandan Eşref Oğulları da kuzeyden
hareket etmişlerdi. İlhan Keyhatu Anadolu'daki bu gelişmeler karşısında bizzat
ordusunun başında Anadolu 'ya yürüdü. Bir yıldınm harekatı neticesinde
Karaman'dan Kütahya'ya; Beyşehir'den Milas'a kadar olan Menteşelü, Ladikli,
Eşref Oğlu ve Karamanlı Türkmenlerinden on binlercesi katledildi. Bir o kadarı
da esir düştü. Bu ağır darbeye karşın Türkmen harekatı bütün hızı ile devam
etti.61

Anadolu'da istediği sonucu alamayan Keyhatu'nun, ezeli rakipleri


Memlükler' e karşı uyguladığı siyaset de tam bir fiyasko ile sonuçlandı.
Kalavun ve özellikle Melik Eşref devrinde önemli atak1ar yapılmış, başta
Haçlılann Suriye'de ki son büyük üssü olan Akka olmak üzere son Latin
bakiyeleri de temizlenmiş, ardından Anadolu sınınndaki önemli istihkamlar da
Memlüklerin eline geçmişti. Artık Yakın-Doğu' da inisiyatifi elegeçiren Türk

59. Abu 'l-Farac, Tarih,II,s.630-63i ; Moğollar arasında İslamiyet o kadar yayılmıştı ki Argun
Han onlar için Tebriz'de dört minber yaptırmıştl. Bak. Reşidüddin, Camiü't-tevarih-Destan-ı
Abaka,s.??
60. Reşidüddin, Camiü't-tevilıih-Destan-ı Abaka,s.80-83.
61. Anonim Selçukname,s.60-64.61
ılhan Erdem
22

Memlük Devletini yönetenler Moğollara meydan okumaktalar; ülke uleması,


Haçlılar'a karşı daha Nureddin Mahmut zamanından gelen ve başarıya ulaşmış
cihat anlayışını bu kez Moğollara karşı canlandırma gayretindeler idi.62

Moğollar Yakın- Doğu' da gözüktükleri tarihten beri siyasi, sosyal,


ekonomik ve kültürel hayatı mahvetmiş, dolayısıyla bütün moral değerlerini
kaybetmiş insanları hayata küstürmüş ve kaderciliğe mahkum etmişti. tlhanlı
devleti kurulurken biraz da olsa umutlanılmıştı. Ancak hakim olunan
coğrafyada siyasi istikrarın bir türlü sağlanamaması ve daha da önemlisi
devletin devarnlı mali kriz içinde olması, insanlardaki yeşeren umutları kısa
sürede bitirdi. Kadercilik ve mistisizm toplumun bütün katmanlarına yerleşti.
İşin ilginç yanı bu atmosfer Moğolları da sardı. Kendilerine olan güvenleri
sarsıldı. Küıtürlerini ve inançlannı değiştirmeye başladılar.63

İlhanlı devleti tarihinde Keyhatu devri Moğollar'da kronik hastalık haline


gelen siyasi ve mali istikrarsızlığın hat safhaya ulaştığı bir dönemdir. Onun
zamanında bilhassa mali yönetim iflas etmiş ve ekonomi dibe vurmuş bir
vaziyette idi. Bu şartlar dahilinde çok zor bir sınav veren İlhan ve ekibi başarılı
olamadı. Yenilik olarak tedavüle sürülen "Çav" adlı kağıt para derde derman
olmak şöyle dursun mevcut durumu daha da kötüleştirdi. Ticari ve sosyal hayat
tamamen durdu. Bu başarısızlık Keyhatu'nun sonunu getirdi. Zaten sefih hayatı
nedeniyle ümera arasında da sevilmiyordu. Son yıllarda gittikçe güçlenerek
hükümdann otoritesini sarsmaya başlamış olan Moğol ümerası isyan bayrağını
açtı. İsyanın başını çeken Togaçar, Konçkabal gibi Noyanlar, Şehzade Baydu'yu
istiyorlardı. Neticede Keyhatu mağlup oldu ve katledildi. Devlet içinde
ümeranın gücü hükümdar katletmeye cüret edecek kadar artmıştı. Bu açıkça
Cengiz Han Yasasının da ihlali idi. Ancak o sırada hiç bir otorite feodalleşmiş
Moğol beylerini cezalandıracak durumda değildi.64

1295 yılı bahar ayında Baydu ümera tarafından tahta oturtuldu. Ancak
hükümranlığı sembolik olup ümera elinde, kendisinden memnun kalınmadığı
taktirde değiştirilecek bir oyuncak konumunda idi. Öte yandan hazine boştu ve
toplumdaki ahlakibozukluk had safhadaydı. Yine en önemli sorun, hükümdarlık

62. İbn Kesır, el-Bidaye,XIII,s.343-353.;Abu'l-farac, Tarih,lI,s.639-640. Suriye ve Mısırlı


alimlerin büyük gayretlerine rağmen ülkede Moğollara karşı cihat fikri uyanmamıştır.
63. O dönemde kaleme alınmış hemen her eserde umutsuzluğun ve kaderciliğin en koyu
örneklerine rastlanır. Örneğin ünlü tarihçi Aksarayı, eserinin bir yerinde "Her şey kaza ve kadere
bağlıdır. İrade ve seçim insanın elinde değildir" demektedir. Bak. Müsameretü'l-ahbar,s.129-130.
Yine bu dönemde Moğolların büyük çoğunluğunun İslamiyeti kabul ettiğine dair kaynaklarda
bilgiler vardır. Bak. Abu'l-farac, Tarih,lI,s.655.
64. Reşidüddin, Camiü't-tevarih-Oestan-ı Abaka,s.86-89; Abu'l-farac, Tarih, lI,s.641-649.
Olcaytu Han'ın Ölümüne Kadar 1lhanlılar'da Yaşanan 23
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu'ya Etkileri
çekişmesi yaşanıyordu. Argun'un oğlu Gazan tahtın kendisine ait olduğu iddiası
ile ortaya çıkmıştı. Son derece güç şartlar içinde Baydu, işe önce ekonomiyi ele
alarak başladı. Devletin masraflarını karşılayabilmek için reaya üzerine ağır
vergiler saldı. Ancak iyice yoksullaşmış olan reayanın ödeme gücünü aştığı için
istenilen gelir elde edilemedi. Diğer taraftan koyu bir Budist ve Hristiyan
. sempatizanı olan Baydu, Müslümanlar üzerine ağır baskı uygulamaktaydı.
Özellikle Hristiyanların taşkınlıkları had, safhaya ulaşmıştı. İşi cami ve
medreseleri tahrip etmeye kadar vardırmışlardı. İlhanlılann geleneksel
politikalarına ters bir tutum içine girmiş olan Baydu'nun itibarı iyice azaldı ve
tüm bu olumsuz gelişmeler yeni bir hükümdarlık yarışı başlattı.65

Gerçekte İlhanlı devletinde Moğol şehzadeleri arasındaki saltanat


mücadeleleri, merkezi otoriteden hoşlanmayan ve her biri güçlü birer feodal bey
konumunda olan kabile şefleri veya ordu komutanları tarafından
körüklenmekteydi. SaHanat mücadeleleri sonunda hükümdarlık otoritesi
gittikçe zayıflarken, devlet kaynaklarına her geçen gün biraz daha fazla hakim
olan ümeranın gücü artıyordu.66 Öyle ki hükümdarlar vergi verecek reaya
bulamaz hale gelmişlerdi.
i,
Baydu'yu tahttan atmaya yönelik hareketlerin temel müsebbibi yine ümera
,i
kalkışmasıdır. Onlar saHanata oturttukları İlhan'ın kendi istekleri dışında
i
icraatler yaptığını fark eder etmez hemen yüzlerini döndüler ve o sırada tereddüt
içinde olan Gazan'ı cesaretlendirdiler. Bu entrikacı emirler cephesinde her
zaman olduğu gibi Togaçar ve Konçkabal Noyanlar başı çekmekteydiler.
Neticede uzun ve zahmetli bir mücadeleyi Togaçar'ın yanı sıra Emir Nevruz'un
da büyük gayretleriyle Gazan kazandı ve 1295 yılı Ekim ayında İlhanlı tahtına
oturdu.67 Gazan Han'ın tahta çıkması Yakın-Doğu'da ve İlhanhlarda yeni bir
dönemin miladı olacaktır.

Baydu-Gazan Han mücadelesinde İslamiyet o zamana kadar görülmedik bir


biçimde en önemli enstrümanlardan biri olmuştur. Önceden tavizsiz bir İslam
düşmanı olan Baydu, Şehzade Gazan taht iddiasıyla ortaya çıkınca, o sırada
sayılan ve güçleri, dengeleri etkileyecek derecede artan Müslüman Moğolları

65. Aksarayı, Müsameretü 'l-ahbfu',s.J 85-186; Reşidüddin, Camiü 't-tevarih-Oestan-ı Abaka,


s.89-90.
66. lIhanlıların son devirlerinde tümen komutanının maaş) 30 Tümen'e(300.000 dinar)
çıkmıştı. Bak, Kalkaşandı, Subhü'l-A'şa fi Sınaati'l-lnşa (Yay. M. Şemseddin), BeYrtıt
1407/1987, C.IV, s.422-423.
67. Reşidüddin, Camiü't-tevfu'ih-Tarih-i Mübarek-i Gazan(Yay.:K. Jahn),London 1940.
s.60-92; Abu'I-Farac, Tarih, II, s.650-657.
24 ılhan Erdem

yanına çekebilmek için İslam Dinini seçtiğini ilan etti. Ancak gizli de olsa Buda
taparlığını sürdürdü. Öte yandan diğer müddei Gazan Han da biraz da Emir
Nevruz'un telkiniyle aynı yolu-fakat samimi olarak- seçti ve Müslüman oldu.
Neticede mücadeleyi inancını samimiyetle dile getiren taraf kazandı.68

Yeni bir asra girilirken İlhanlı tahtına oturan Gazan Han' ı pek çok iç ve dış
sorun bekliyordu. Dünyanın Doğu ve Batı uçlarında yeni gelişmeler oluyordu.
Asya' da Büyük Moğol İmparatorluğu parçalanma sürecine girerken, Avrupa' da
da kaos bulutları dolaşmaktaydı. Yakın- Doğu'daki en büyük rakipleri olan
Memlükler ise siyasi ve kültürel yönden bir gerileme dönemi içindeydiler.
Gazan Han değişen konjektüre göre devleti yönlendirme yoluna gitti. Bozuk
olan siyasi kültürel ve ekonomik durumu düzeltme çabalarına siyasal reform ile
başladı. Merkezi otoriteyi güçlendirme ve feodal unsurları tasfiye hareketini
başlattı. Serkeş emirlerin başında gelen Konçkabal öldürülürken, Togaçar
Noyan da Anadolu'ya sürüldü. Ancak feodal güçler direnişe geçtiler. Anadolu
ve Horasan'da peş peşe isyanlar çıktı. Yeni han ilk yıllarında bütün mesaisini
isyanları bastırmaya harcadı. Feodal güçlerin büyük bölümünün ortadan
kaldırıldığı mücadelenin sonunda kısmi de olsa siyasi istikrar sağlandı.69

Buna karşılık bürokrasideki istikrarsızlık devam ediyordu. Gazan


iktidarının ilk yıllarında bürokrasinin başına Moğol asıllı Emir Nevruz'u
getirerek babası Argun Han'ın devrine bir dönüş yapmıştı. Ne ilginçtir ki
uygulamanın akıbeti de aynı oldu ve taht için tehlikeli hale gelen Nevruz
ortadan kaldırıldı. Ardından İran asıllı memurlar dönemi başladı. Fakat bunlar
da istikrar getiremediler. İktidarının son yıllarında Yahudi asıllı memurların
etkinliği artacaktır70•

Bürokrasinin yanında iktisadi sahada da büyük sorunlar yaşanıyordu.


Hazine bilhassa ordununun masraflarını karşılamakta zorlanıyor, yeterli para
bulunamıyordu. Vergi toplayan mültezimlerin soygunları halkı isyan
ettirmekteydi. Bilhassa Anadolu'daki manzara çok kötüydü. Selçuklu
bürokrasisinden sonra, Sultanlığın da tümüyle etkisizleştirilmesi sonucu reaya
tümüyle İranlı memurların insafına terk edilmşti. İktisadi bunalım ve para
darlığı ilhanlı ülkesinde Venedik ve Ceneviz gibi Batılı devletlerin koloniler
kurması ile sonuçlandı.71

68. Reşidüddin, Camiü't-tevarih- Tarih-i Gazan, s.76-80; Abu'I-Parac, Tarih; II, s.655.
69. Gazan Han döneminde çıkan isyanlar için bak., Reşidüddin, Camiü't-tevarih-Tarih-i
Gazan, 5.94-112; Aksarayi, Müsameretli'l-ahbar,s.189-206.
70. Reşidüddin, A.g.e.,s.l 07 -120.
71. Z. Yelidi Togan, Moğollar Devrinde Anadolu'nun İktisadi Yaziyeti, THİTM, CL, [stanbul
(1931),5.17; Anadolu'nun durumu için bak. Aksarayi, Müsameretli'l-ahbar, s.208-232.
Olcaytu Han/ın Ölümüne Kadar llhanlılar'da Yaşanan 25
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu'ya Etkileri
Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen İlhanlı Devleti Gazan Han devrinde
Yakın Doğu'nun en büyük gücü idi. Bölgedeki ezeli rakipleri olan Memlüklere
ii karşı üstünlük sağlandı. Memlükler 1291 yılında Yakın- Doğu'nun en büyük
ticaret üssü olan Akka'yı alıp son Latin kolonisini de Suriye'den attıktan sonra
i birden dinamizmlerini kaybettiler ve rehavete kapıldılar. Nureddin Mahmut
zamanından beri bölgede var olan cihat ruhu kayboldu. Aynca Papalığın
i ambargosu da iktisadi hayatı olumsuz etkiledi. Bütün bu etkenler siyasi ortamı
da etkiledi. Sık sık isyanlar ve hükümdar değişiklikleri yaşanmaya başladı.
i Suriye en sıkıntılı bölgeydi. Kaos ortamında ümera ve halk arasında Moğol
taraftarları artmaktaydı. Yine Moğol etkisiyle marjinal inan sahipleri ve
,i tarikatlar önem kazanıyordu. Yaşanan bütün olaylar ve gelişmeler sanki
Moğolları Suriye'ye davet ediyordu. Gazan Han davete icabette
'i gecikmeyecektir. n

Bununla beraber beklenenin aksine ilk saldın Memlük canibinden geldi.


Memlük ordusu 1298 yılı başında Fırat ırmağı boyunca kuzey ve doğu
istikametlerinde saldınya geçti. Kısa sürede Maraş ele geçirilirken , bir kol da
Mardin yakınlanna kadar ulaştı. Bu kısmi başan Suriye ve Mısır' da heyecan
yaratmıştı. Başını İbn Teymiyye'nin çektiği bir gurup alim, halk arasında cihat
ruhunun canlandınlması uğraşısına girdiler. Buna karşın Gazan Han da Memlük
seferini tamamen İslami gayelere dayandırma çabası içine girmiştP3.

Gerçekten de Gazan Han Müslüman olduktan sonra siyasi ve kültürel


politikalarını İslami esas ve düsturlar içinde oluşturmaya başlamıştı. Yeni bir
dine girmenin verdiği heyecan ile İlhanlı ülkesindeki pek çok kilise, havra ve
put hane tahrip edilmiş, buna karşılık her belde cami, medrese ve dergahlarla
donatılmıştı. Devlet hiyerarşisinde İslam alim ve din bilginlerinin yeri ve nüfuzu
en üst seviyelere çıkmış, devletin zengin kaynakları kullanımlanna sunulmuştur.
Alınan her türlü karann İslami ölçülere uygun olması için azami gayret sarf
edilmiştir. Cengiz Han Yasalan ise sadece askeri alanla sınırlanırken , yinede
adli ve mali sahalarda zaman- zaman uygulama alanı bulmuştur. İlhanlı
hükümdan bundan böyle sadece Moğollann değil, Müslümanlann da
hükümdan idi. Moğollardili bu yöneliş Yakın-Doğu' yu mutlak olarak İslama
kazandınrken, bölge halkı ve kültürü üzerine de büyük etki yapmıştır.74

72. Bu dönemde Memlükler'deki siyasi ve kültürel gelişmeler için bak., İbn Kesır, el-Bidaye
ve'n-nihaye(Türkçe Terc.: M. Keskin), İstanbul 1995, XLV. s.15-42.
73. Reşidüddin, Camiü't-tevarih-Tarih-i Gazan,s.124-125; İbn Kesır,el-Bidaye(terc), XIV,
s.38-40
74. Reşidüddin, Camiü't-tevfuih-Tarih-i Gazan,s.76-80; Abu'l-Farac,Tarih, II,s.657-660.
Memlük kaynaklan da Gazan'm Müslüman olması hadisesine yer vermişlerdir. Bak., İbn Kesır,
el-Bidaye(terc.), XIV,s.22-23.
ılhan Erdem
26

Devrin kaynağının naklettiğine göre Gazan Han, Memlük seferine çıkarken,


ulemadan fetva almıştı. Zira düşman, Müslümanların malına ve namusuna zarar
vermiş ve İslami kaideler dışında hareket etmişti. 1299 yılı içinde başlayan ve
aralıklarla üç kez tekrarlanan seferler sonunda Memlüklere siyasi ve kültürel
bir üstünlük sağlandı. Suriye adeta bir Moğol eyaleti haline geldi75.

Atalarından farklı olarak göçebe yaşam tarzı yerine yerleşik kent hayatı ve
onun değerlerini savunan Gazan Han, Moğolları refah toplumu halinde
örgütleme gayretine girmişti. Bu uğurda SO' den fazla yarlık çıkaran Han,
Cengiz Han'dan sonra Moğolların ve yanısıra insanlık tarihinde hak ettiği yeri
almıştır. İdari, adli, mali, askeri, sosyal, kültürel ve siyasi alanlarda top yekun
değişiklik getiren yarlıklar sadece Moğol toplumunu değil İlhanlı Devleti
sınırları içinde yaşayan pek çok ulusu da derinden etkileyecektir. Buna karşı
bölgede çok köklü olan göçebe kültürünün etkisi güçlü olarak sürecektir.
Bundan hareketle söyleyebiliriz ki Ilhanlılar'ın tarihi bundan böyle yerleşik
değerler ile göçebe bozkır kültürü taraftarlarının mücadelesinden ibarettir.
Devlet de mücadeleyi kazanan güç odaklarına göre şekillendi. Anadolu'da ise
kazanan taraf çoktan belli olmuştu. Selçuklu mirası olan Skolastik Sünni görüş
hakimiyetini kaybederken, yerine kabile dinamizmi ile Islami değerleri
kaynaştıran yarı heterodoks Türkmen kültürü geldi. Anadolu 'yu baştan başa
kaplayan Türkmen Beylikleri ve temsil ettikleri kültür de Moğolların önemli pay
sahibi oldukları aşikardır.76

İlhanlı Devletinin bölgesel güç niteliğine haiz olmasına karşın kendisi


cihan şumü1(universal) bir dünya görüşüne sahip olan Gazan Han, bu hasletini
devletin bütünlüğünü koruma yönünde akıllıca kullandı. Yeni bir dine girmenin
verdiği heyecan geçtikten sonra devletin bütünlüğüne zarar verecek mezhep
çatışmalarına taraf olmaktan kendini kurtarmaya çalıştı. Ülkesinde hakim olan
genel temayüllere sadık kalan hükümdar zamanla gayri Müslimleri de devlet
himayesine aldı.77
75. Reşidüddin, Camiü't-tevarih- Tarih-i Gazan, s.124-131; İbn Kesır, el-Bidaye(terc.),XIV,
s.47-56.
76. Kıyaslamakiçin bak. F. Köprülü, Türk Edebiyatında tık Mutasavvıflar,s.337 -341; Aynı
müellif, Osmanlı İmparatorluğunun Kunlluşu,s.70-1l9.; Ayrıca bak., Z. Velidi Togan, Umumi
Türk Tarihine Giriş, II. Baskı, İstanbul 1981,s.260-284.; Gazan Han'ın ıslahatları Reşidüddin'de
oldukça geniş şekilde yer almıştır. Bak. Camiü 't-teviirih- Tarih-i Gazan,s. i65-364.
77. Gazan Han ve Moğolların pek çoğu üniter dünya görüşü gereği Müslümanlığın Sünni
kolıınu seçtiler. Ancak kabile geleneklerinin ağır basması ki değişimde Sünni mezhep alimlerinin
hükümdarın üzerinde güç kazanmak amacıyla yürüttiikleri çirkin mücadelenin de rolü
olmalıdır-hükümdarı son yıllarında Ehl-i Beyt sevgisi ve ardından Şiiliğe doğru kaydırdı. Burada
Abbasi devlet geleneğine mensup İranlı bürokratlar devreye gererek dengeyi sağ/ıyor/ardı. Gazan
Han döneminde bu 'görevi ünlü vezir Reşidüddin yapmıştır. İleride tekrar döneceğimiz bu konu
Olcaytu Han 'ın Ölümüne Kadar Ilhanlılar'da Yaşanan 27
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu 'ya Etkileri
Ne ilginçtir ki başlangıçta Müslüman olarak Abbasilerden gelen Sunni
ekol, kent kültürü, refah toplumu ve devlet geleneği görüşünü benimseyen, bu
uğurda reformlar yapan Gazan Han'ın son yıllarında kabile gelenek ve şuurunun
canlanmasıyla değişmeye başladığını görüyoruz. Tarihte yaşanan örneklerde
görüldüğü gibi Moğollar'da Mamlaşma ile beraber-klasik geleneğin gereği-bir
i
Farslılaşma yaşanmadı. Tersine ilk bir iki yılın heyecanı geçtikten sonra
i kabileci, aynı zamanda da milli karakterli bir inanışa geri dönüş oldu. Gazan
Han milli duyguları canlı tutmak için bir Moğol tarihi yazılmasını ermetti.
Adeta bir servet ayırdığı bu görevin başına da ünlü vezir Reşidüddin'i getirdi.
Meşhur Camiü't-tevarih böyle doğdu.78 Öte yandan Moğollar'ın İslam Dini
üzerindeki yeni yönelişleri onları süratle Türkleşmeye doğru itiyordu. Bu
değişirnde de en önemli rolü hiç şüphesiz Türkmen dervişleri oynuyordu.
Bunlardan en önemlisi Tokatlı bir Türkmen olan Barak Baba idi. Onun İlhanlı
sarayında ve Gazan Han üzerinde müthiş bir etkisi vardı. Barak Baba ve
dervişlerine İlhanlı hazinesinden 30.000 dinar tutarında bir meblağ
ödeniyordu. 79

Moğollar İslam dininin değerlerini yerleşikkültüre bağlı, anlaşılması zor


Felsefi ifadelerle anlatan Farslı alimlerin yerine, kabileci karakterlerine uygun
daha basİt ve yalın sözcükler kullanan Türkmen dervişlerini tercih ediyorlardı.
Bu tercih onların yavaş yavaş Türkleşmesine de amil oluyordu. Moğollar'ın
Türkmen dervişlerine verdikleri büyük önem, onların Anadolu'dan Suriye ve
hatta Mısır'a kadar olan sahalarda etki ve nüfuzlarını arttırdı. Bunlar bölgede
etnik-seküleritenin -bugünkü manada ulusçuluğun prototipi- oluşmasına önemli
katkılar yaptılar. Gazan Han'ın yeni tercihi sonunda İslam alemine asırlardır
hakim olmuş, Bağdad kaynaklı tek bir İslam ümmeti devri sona ererken, yerini
milletler dönemine bırakmıştır. Milli bir Türk kültürünün oluşum süreci de bu
yeni olgu ile başlamıştır. Bu alandaki ilk ürünler edebiyat ve tarih sahasında

için bak., Kaşanı, Tarih-i Olcaytu(Yay.:M. Hanbeli), Tahran 1345,s.93-96.; Abu'l- Farac'ta da
Gazan'ın ülkede yaşayan Hristiyan ve diger unsurların mabetIerini yıkmaktannasıl vazgeçtigi
geniş olarak yer alır. Bak., Tarih, II,s.656.
78. Camiü't-tevarih'in yazımı için bak.,Kaşanl, Tarih-i Olcaytu,s.240-241.; Ayrıca bak., Ş.
Günaltay, Islam Tarihinin Kaynaklarl,s.260-284.
79. Devrinin hemen bütün kaynakları ünlü Türkmen şeyhinden bahsetmeden
geçememişlerdir. XV. Yüzyıl Türk asıllı Memlük tarihçi si Bedrüddin 'Aynı de bunlardan biridir.
Ona göre: " Barak Baba Tokatlıdır. Daima 100 dervişi ile beraber gezer. Pala bıyık h dır, ancak
sakal bırakmaz. Saçını baglar. Acaip bir kılıkla dolaşır. Bunlar haram yerler ve Ramazan' da oruç
tutmazlar." Bak., B. 'Aynı, Ikdü'l-Cuman fi Tarih-i Ehli'z-Zaman(Yay.: M. Emin) Kahire
1987 -1989,e. II,s.405-406.
ılhan Erdem
28

verilmiştir. Yeni Türk kimliğinin oluşumuna en azından başlangıçta en büyük


katkıyı da yukarıda zikrettiğimiz Türkmen dervişleri yapmışlardır. 80

Yakın- Doğu' da seküler kültürle beraber kabiled karakterin canlanması


İlhanh devletinin üniter yapısını olumsuz yönde etkiledi. Feodal unsurlar tekrar
güç kazanırken mezhep çatışmaları hız kazandı. Aynı durum Memlük
hakimiyetindeki Suriye ve Mısır' da da mevcuttu. Sonuçta doğalolarak bu
gelişim bir yerde kendini tehdit altında hisseden devletin müdahalesi ile
karşılaştı ve hep kısır döngü ile sonuçlanan mücadeleler dönemine girildi.8!
Buna karşıhk aynı coğrafyada yer alan Anadolu bambaşka bir mecraya doğru
akıyordu. Ülkedeki klasik Abbasi modeline göre örgütlenmiş Selçuklu üniter
devlet yapısı çoktan yıkılmış olması sebebiyle başta etnik-seküler kültür olmak
üzere devrin yeni oluşumları serbestçe gelişme imkanı buldu. Diğer komşulan
kısır döngü içinde boğuşurken Anadolu'da -yarı kabiled de olsa- milli Türk
kültürüne dayanan yepyeni siyasi teşekküller tarih sahnesine çıktılar ve bundan
sonraki dünya tarihini belirleyen unsurlar oldular82•

Olcaytu Han(l304-1316) ağabeyi, püyük hükümdar Gazan Han'dan sonra


İlhanh tahtına oturduğu zaman bölge ve ülkede büyük değişim yaşanıyordu.
Yaşanan değişimin miman, kardeşine meydana getirdiği eserin muhafızı
olmasını vasiyet etmişti. Yeni hükümdar da elinden geldiğince vasiyete sadık
kaldı83•

Olcaytu Han saltanat tahtına oturduğunda İlhan1ılar için bölgedeki siyasi


konjektür son derece elverişli idi. En büyük rakipleri olan Memlükler, Moğol
etkisi altında siyasi ve kültürel karışıklık içindeydiler. Bir zamanların güçlü
Altın Orda Devleti çoktan tehdit olmaktan çıkmıştı. Anadolu ise küçük bazı
hareketlerin dışında sakindi. Ufukta gözüken tek tehlike doğudan bir süredir
hareketlilik gözlenen Horasan sınınndan gelebilirdi. Bu müsait ortam içinde

80. Türklerin ve Türkçe'nin en büyük şairi olan Yunus Emre'nin Barak Baba'ya mensup bir
Türkmen dervişi olduğu düşünülürse söylediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır. Yunus'un Barak
Baba'ya mensubiyeti için bak., Yunus Emre Divanı II(Yay.: M. Tatçı) K.B. Yay., Ankara 1990,
s.217.
8!. Memlükler'deki durum için bak. İbn Kesir, el-Bidaye(terc.), XIV; s.87-93.
82. Eserini XIV. Asrın sonunda yazan ünlü İslam bilgini İbn Haldun, Yakın Doğu'da gelişen
Sekıiler kültür ve Türklerin milli karakterli devlet yapısına alkış tutarak, gelişip güçlenmenin
ancak bu şekilde olabileceğini ifade etmişti. Bunun için bak., İbn Haldun, Mukaddime(Çev.:Z.
Kadiri Ugan), MEB. Yay., İstanbul 1988, C.I, s.322 vd.
83. Gazan Han'ın vasiyeti için bak. Kaşani, Tarih-İ Okaytu, s.12-15.
Olcaytu Han'ın Ölümüne Kadar llhanlılar'da Yaşanan 29
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu'ya Etkileri
yeni Han devletin kültür politikalarım yeniden ele alıp, Moğollara yeni
istikametler gösterebilirdi. O da bunu yapma gayretinde olacaktır.84
i
Olcaytu Han devlet yönetimini Moğol ve Farslılar arasında ikiye taksim
ii , etti. Ordu ve Moğol ulusunu Kutluğ Şah ve Çoban Noyan'a teslim ederken,
idari, mali ve sosyal alanlardan sorumlu devlet bürokrasisini de Reşidüddin ile
Sadüddin Saveci'ye emanet etmişti. Kendisi de her iki güç arasında -en büyük
otorite olarak- hakem rolündeydi. Onun kültürel sahadaki ilk büyük icraatı
güzelliği, mimarisi ve genişliği açısından Tebriz' den hiç de aşağı olmayan
,i
i
Sultaniye şehrini inşa ettirmesidir. Devrin en ünlü mühendis, mimar, usta ve
"
nakkaşlarına büyük meblağlar ödeyerek inşa ettirdiği kent, muhteşem bir
saraydan başka medrese, hangah, darüşşifa, darüzziyafe gibi sosyal ve kültürel
i
yapılarla donanmıştı. Bundan başka geniş pazarlar ve dükkanlar inşa edilerek
kentin bir ticaret merkezi olması sağlanmıştı. Sulama sistemleri ve bahçe
düzenlemeleriyle de adeta günümüzün modem kentlerini kıskandıran bir
görüntüye kavuşmuştu. Özenle seçilip kullanılan yapı malzemelerinde bile
ahenk ve uyum sağlanmıştı. Binaların avluları ile sokak ve kaldırımlar
mermerden di. Kent gerçekten büyük bir kültür abidesiydi . Kısa bir süre sonra
da bölgenin kültür merkezi haline geldi.85

Gazan Han döneminde ivme kazanmış olan etnik-seküler kültür Olcaytu


devrinde de Moğollar arasında gücünü ve etkisini artırarak sürdürüyordu.
Dünyaya gelirken Şaman, gençliğinde bir ara Hristiyan olan hükümdar, tahta
otururken de Müslüman olmuş ve Hanefi mezhebini seçmişti. Sultanın
tercihinden kuvvet alan Sünni mezhep imarnları, sikkelerin üzerinde Hulefa-i
Raşidın'in isimlerinin zikredilmesi için uğraş veriyorlardı. Ancak vezir
Reşidüddin mezhep çatışmalarına yol açacağı gerekçesiyle böyle bir
uygulamayı engelliyordu. Bürokrasi üniter yapıdan yana tavır almıştı. Bununla
beraber devlet içerisinde Sünni mezhepler arasındaki mücadele de kızışıyordu.
Başında Vezir Reşidüddin'in bulunduğu ve devlet bürokrasisine hakim
Farslılar' dan oluşan ŞafiIer, Hanefilerin .hükümdar ve devlet üzerindeki
nüfuzunu hazmedemiyorlardı. Hepsi de Hanefileri sultamn gözünden düşürmek
için var güçleri ile mücadele etmekteydiler. Farslı Şafilere karşı, Hanefi
mezhebinden olanların çoğunlukla Türk ve Moğol asıllı olmaları, meseleyi ister
istemez iktidar mücadelesi haline getiriyordu. Neticede sultamn itimadım

84. Kaşanı eserinde l1hanlılar'da her bir hükümdar döneminin kendine has hususiyeti
olduğunu, Olcaytu devrinin özelliğinin ise kültür meselelerini tartışmak ve hayır yapmak
olduğunu zikreder. Bak. Tarih-i Olcaytu,s.107.; Ayrıca Olcaytu'nun saltanatının ilk yılları için
bak. Hafız Ebru, Zeyl-i Camiü't-tevarih( H. Beyani),Tahran 1317,s.2-8; Kaş8.nI, A.g.e., s.32-43.
85. Kaşani', Tarih-i Olcaytu, s.46-47. .
30 ılhan Erdem

kazanarak, vezir Reşidüddin marifetiyle Mevlana Nizamüddin'i devletin


Kadıü'l-Kudatlığına getirtmeyi başaran Şafıiler, Hanefilere karşı bir zafer
kazandılar. Mağlup olmanın yanında iktidarlarını da kaybeden Hanefiler ,
ŞafiIere karşı derhal saldınya geçtiler ve onları zinaya cevaz vermekle (Mute
nikahı) suçladılar. Başta Mevlana Nizamüddin olmak üzere Şafiler de aynı
şekilde karşılık verdiler. Huzurunda cereyan eden ve ilmi olmaktan çok
demogojik ve çıkar sağlamaya yönelik bu hadiseden son derece etkilenen Sultan
ve emirler İslam dininden soğudular. İçlerinden din değiştirmek isteyenler bile
çıktı. Emir Kutluğ Şah : "Cengiz'in Yasa ve Yeysür'ünü bırakıp Arab'ın köhne
dinine girdik" diye hayıflanıyor, bir yandan da Yasa'ya dönmek istiyordu. 86

Olcayiu Han olayları unutmak ve kasvetli ortamdan kurtulmak maksadıyla


Arran taraflarına gitti. Burada eğlenirken yağmurlu bir günde korucularınıneözel
muhafız) üzerine yıldınm düştü ve bir kaç tanesi hayatını kaybetti. Sultan
hadiseden son derece etkilenmiş bir halde emirlerin yanına koştu. Ümera, onun
eski töreler ve Cengiz Han Yasa' sına göre ateşin üzerinden atlaması lazım
geldiğini beyan ettiler. Aklı karışan Sultan kesin bir karar verebilmek için
Moğollar üzerinde her zaman önemli bir nüfuzu olan Bahşıları çağırttı. Budist
Bahşılar, uğursuzluğa İslam Dininin sebep olduğunu öne sürerek, Sultanın
derhal bu dinden çıkması gerektiğini tehditkar bir ifade ile bildirdiler.
Rahiplerin sözü öyle etkili oldu ki Sultan ve maiyeti 3 ay süreyle ibadete
yaklaşmadılar.87

Sultan,İslam Dinini terk edip-etmeme kararsızlığı içinde bocalayıp


dururken, nedimlerinden Emir Torumtaz harekete geçti. O, Sultan'a ağabeyi
Gazan Han'ın bütün mezhepleri inceledikten sonra Şiilikte karar kıldığını ve
çevresine bu mezhebi diğerlerinden daha üstün olarak gördüğü için tercih
ettiğini söylerken kendisinin bizzat işittiğini beyan etti. 88

86. Kaşanı, Tarih-i Olcaytu,s.96-98.


87. Kaşanı, A.g.e.,s.98.
88. İslam Dinine Sünni ekoIden giren Gazan Han'ın hayatının son yıllarına doğru Şiiliğe
meyletmesi son derece ilgi çekicidir. Biz bunu yukarıda Moğollar üzerinde olduğu kadar bölgede
de canlanmaya başlayan kavmi milliyetçilik ve etnik-seküler kültürle izah etmiştik. Bunun
yanında kaynak, hadiseyi o dönemde yaşanan mezhepsel bir olayın sonucuna bağlar. Buna göre
Gazan Han'ın hükümdarlığı döneminde Bağdad'da namaz meselesi yüzünden Sünniler ile
Aleviler arasında çıkan tartışma sonucunda bir Alevi hayatını kaybetti. Ölen kişinin Seyyid olan
akrabaları Gazan Han'a çıkarak adalet istediler. Ehl-i Bey te karşı son derece saygılı olan Gazan
Han, Peygamber soyundan gelen bir kişinin öldürülmesine akıl erdiremez. Hemen İslam Dini ve
mezhepleri arasındaki ilişki ve itHafları araştırmaya başlar. Araştırma sonunda Şiilerin hakkının
yendiğine hükmederek ülkenin her bir tarafında Alevi ve SeyyidIer için Darüssiyade'ler açtırdl.
Ayrıca Ehl-i Beytin itibarını iade amacıyla hutbelerde sadece onların isminin zikredilmesini
emretti. Sünni ulema bunun Abbasiler'den gelen ve asırlardır uygulanan kaidelere aykırı olduğunu
Olcaytu Han 'ın Ölümüne Kadar llhanlzlar'da Yaşanan 31
Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu 'ya Etkileri
Emir, tereddüt içindeki Sultanı ikna için Şiiliğin Cengiz Han Yasa' sını da
kabul ettiğini, Sünniliğin ise ret ettiğini arz etti. Bu sözler Sultanı etkiledi ve
onda Şiiliğe karşı bir alaka başladı. Bununla birlikte soruşturmaya da devam
etti. Bu arada Emir Sadüddin Aveci Sultanın güvenini kazanarak, onun
maiyetine girmişti. Şia mezhebinden olan emir, Sultan'ı da mezhebine dahil
etmek için büyük mücadele verdi, çok dil döktü. Buna karşı Kadıü'l-Kudat
Mevlana Nizamüddin de Sultan'a Şia mezhebinin kusurlarını ve eksiklerini
anlatıyor ve rakiplerin saldınlarına göğüs geriyordu. Ancak onun aniden vakıf
işleri dolayısıyla saraydan ayrılması ile Şiilerin önü açıldı. Şiilerin etkisi altında
1309 yılı sonunda Bağdad'a geldi. Burada Hz. Ali'nin türbesini ziyaret ettikten
sonra gördüğü rüya nedeniyle kesin olarak Şia mezhebini seçti. Bunu önce
maiyetine ve emirlere duyurdu. İsteyenin kendisi ile beraber hareket
etmeyebileceğini, ancak bu durumda olacakların görevlerini bırakmaları
gerektiğini bildirdi. Emirlerin ve devlet erkanının hemen hepsi Sultan'a tabi
oldular. Doğalolarak samimiyetle mezhep değiştirenlerin yanında makam
kaygısıyla Sultana uyanlar da vardı. Yeni oluşumun bir göstergesi ve ilk adım
olarak çıkarılan bir ferman ile hutbe değiştirildi. Sahabe ve Sünni mezhep
imamlarının yerine Hz Ali ve evlatlarının isimleri zikredilmeye başlandı. Ocak
1310' da da sikkelerin üzerine 12 Şia imamının isimleri kazındı. Ardından da
Ezanın Şia düsturu gereği "Hayye ale'l-Hayrü'l-AmelLi ibaresini eklemek
suretiyle bütün Fars ülkesi ile Şiilerin çoğunlukta olduğu beldelerde okunması
emredildi.89

Moğol siyasi ve kültür hayatına yeni bir anlayış getiren İ1hanlı


hükümdarı Şia mezhebinin kuvvet kazanması için İCraatına devam etti. Bu
meyanda ülkede yaşayan bütün Şii alimleri payitahtta topladı. Hepsine
dünyalık verdikten sonra içlerinden en seçkinlerini ayırdı, kalanlarını ise
geri gönderdi. Sultanın maiyetine aldığı bu alimler arasında en az hocası
Nasireddin Tı1s1 kadar ünlü Cemaleddin Mutahhar el-Hım ve oğlu
Fahreddin ile Cemaleddin Veravinı vardı. Olcaytu, el-HIIIi'ye ayrı bir
değer veriyordu. Öyle ki onu mülazım (özel danışman) olarak seçti. Sultan,
boş vakitlerini Nasireddin Tı1s1 okulundan yetişmiş ve devrin en büyük
alimlerinden Cemaleddin el-HılIi ile geçiriyor ondan kelam ve fıkıh ile ilgili

öne sürseler de, kabul görmedi. Bu alışılmadık nazik durum karşısında devreye tedbirli vezir
Reşidüddin girdi. O , Müslümanların çoğunluğunun Sünnet ve'l-Cemaat mezhebinden
olduklarını, eğer böyle bir karar çıkarsa karışıklıklar çıkıp devletin bütünlüğünün zarar göreceği ni
ifade etti. Gazan Han ,engin devlet tecrübesinin ürünü son derece isabetli görüşleri de kabul
etmek istemedi. Ara çözüm olarak, karar Suriye seferi sonrasına bırakıldı. Ardından Gazan'ın
ölümü ile karar uygulama alanı bulamadı. Bak, Kaşanı, Tarih-i OIcaytu, s.93-96.
,
i 89. Kaşanı, Tarih-i OIcaytu,s.99-IOO.

i
ılhan Erdem
32

bilgiler alıyordu. Ünlü alimin de tesiriyle Hz. Peygamber'in soyu Ehl-i


Beyt'e olan sevgisi büyüdü. O, tıpkı kendilerindeki mevcut hanedan
anlayışı gibi Peygamber'in mirasçısı olarak, onun soyundan gelenleri
görüyor ve kendisine bağlı olması gereken emirlerin efendilerine el uzatıp
onları yok etmek istemelerini bir türlü anlayamıyordu. Ayrıca sadece
tabUnden olan Sünni mezhep imamlarının, diğerine nasıl üstünlük
sağladığına şaşırıyordu. O el- Hılli ile bütün bu konuları en ince detayına
kadar istişare etti. Ünlü alim de geçmişte Sünnilerin Ehl-i Beytin haklarını
nasıl gasp ettiklerini(kendi düşüncesine göre) anlattı. Sultanın meseleye
ilgisi o kadar büyüktü ki neredeyse bir İslam alimi düzeyinde bilgi sahibi
oldu. İlhanlı hükümdarının ilgi ve alakası sonucu İslami ilimlerde(Fıkıh,
kelam,mezhep vb.) önemli ilerlemeler olduğu şüphesizdir. Şia imamlarının
iddialarına karşılık Sultan, Sünnileri de dinlemeyi ihmal etmedi.
Nizamüddin Abdü'l-Melik adlı alimden Şia, Mutezile ve tasavvuf hakkında
oldukça detaylı ve doyurucu malumat edindi. O sahip olduğu alimane
bilgilerden aldığı lezzet ile artık gece- gündüz alimlerden ayrılmıyor,
onların sohbetine katılıyor, onlarla beraber yemek yiyor ve tartışmalara
katılıyordu. Neticede bu faaliyetini sürekli kılmak maksadıyla saray içinde
"Medrese-i Sitare" adlı, çadırdan bir medrese kurdu. Devrin akli ve nakli
ilimierde en ünlü alimlerini bu ilim yuvasına hoca olarak tayin etti.
Cemaleddin el-Hılli, Mevlana Nizamüddin, Hakim Tusteri ve Seyyid
Burhaneddin-i İberi gibi ünlü alimlerin bulunduğu medresede 60 kadar da
öğrenci eğitim görecekti90•

Kaynağın, Sultan Olcaytu dönemindeki kültürel duruma dair alışık


olmadığımız kadar geniş ve detaylı olarak verdiği bilgiler gerçekten bu devrin
ilim ve kültür devri olduğu gerçeğini ortaya koyar. Edindiğimiz bilgilerden şunu
da anlıyoruz ki İslam Dininin kabul edilmesine karşın, Moğollar nezdinde
Cengiz Han Yasaları hala gücünü ve geçerliliğini korumaktaydı91•

Moğollar nezdinde güçlerini koruyan bir başka grup da heteredoks


Türkmen dervişleri idi. Bunların başında gelen ünlü Barak Baba, Gazan Han
devrinde sahip olduğu nüfuz ve imtiyazı, Olcaytu döneminde de - hatta biraz
daha artırmış olarak-sürdürüyordu. O Hac dönüşü Gilan'da bulunan Sultamn
yamna gitmek isterken, Gilanlılar tarafından yakalanmış ve katlediimiştir.
İlhanlı hükümdan büyük saygı duyduğu Türkmen şeyhine Sultaniye'de türbe

90. Kaşani, Tarih-i Olcaytu,s.101-108.


91. Olcaytu Han'ın Şiiliğe temayü! göstermesindeki en büyük amil, ona bu mezhebin Cengiz
Han Yasasını da kabul ettiğine dair yapılan telkindir. Bak., Kaşani, Tarih-i Olcaytu,s. 99.
,
!::

Olcaytu Han'm Ölümüne Kadar llhanlılar'da Yaşanan 33


Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakm-Doğu'ya Etkileri
yaptırmış ve aynca müritlerine de günde 50 dinardan az olmamak üzere maaş
bağlatmıştır. 92

İlhanlı hükümdannın Türkmen babalan dışında değer verip saygı duyduğu


başka ünlü mutasavvıflar da vardı. Bunlann başında da ünlü İslam alimi ve
düşünürü Bayezıd-ı Bistami gelmekteydi. Miladi ıX. asırda yaşayan İranlı
mutasavvıf, Vahdet-i Vücut inancını temel alarak insanın tannsallığını
savunmuştur. Aynea Zerdüştlüğe de temayülü olduğu bilinmektedir. Sultan
şeyhe o kadar düşk~ndü ki iki oğluna da onun ismini verdi: Bistam ve
Bayezid.93

Olcaytu döneminde Anadolu ise gerek siyasi gerekse kültürel sahadakendi


yolunda hızla ilerlemekteydi. Tevaif-i Müluk adı verilen ve Türkmen
Beyliklerinin hakimiyetine rastlayan devrede Anadolu'nun Batı bölgelerinde dış
etkilerden büyük ölçüde arınmış, kendine has, Batı kültürü ile de tanışık ve
milli yeni bir sosyo-kültürel oluşum filizlenmekteydi ve bunun etkileri
edebiyattan mimarlığa, siyasetten düşünceye her sahada görülmekteydi94•

Bu dönemde Memlükler'de çok ilgi çekici gelişmeler yaşanmaktaydı.


Bilhassa Suriye, büyük ölçüde Türk-Moğol kültürü etkisi altına girmişti.
Skolastik İslam düşüncesinin kalesi olan Memlükler'de etııik-eküler kültür
büyük bir güç kazanmıştı. Geleneksel yapı taraftarlan ile ile marjinal unsurlar
'i kıyasıya bir mücadeleye girmişlerdi. Başlannda ünlü alim İbn Teymiyye'nin

bulunduğu genelekçi grup savunma halindeydiler ve en büyük destekçileri
i
i devletin yargı organlan ile ulema grubu idi. Buna karşılık Rufailer,
i Kalenderiler, Cavlakiler gibi marjinal unsurlar Moğollar'dan güç ve kuvvet
alıyorlardı. İeraatlerine şeriate aykındır diyerek devamlı surettte itiraz eden
başta İbn Teymiyye olmak üzere İslam ulemasına karşı duruyorlar ve devlet
yöneticilerine baş vurarak kendilerini idare etme hakkı istiyorlardı. Ülkede
Sünni alimler ile heteredoks unsurlar arasında devlet yöneticilerinin huzurunda
çok ciddi tartışmalar yaşanıyordu. İdareciler genelde iki taraf arasında tarafsız
kalıyorlardı . Bir gün Rufailerin reisi Şeyh Salih, ünlü din alimi İbn Teymiyye
ile Saltanat naibi huzurunda giriştiği bir münakaşa sırasında: "Biz ve

92. Kaşanı, Tarih-i Olcaytu,s.70; 'Aynı, Ikdu'I-Cuman; II, s.404-406.


93. Kaşanı, A.g.e.,s.49.
94. Anadolu'yu XLV. asrın ilk yarısında ziyaret eden İbn Batuta, burada gözlemledi~i Türk
kültürü ve düşüncesinden canlı tasvirler verir. Bak, İbn Batuta, Tuhfetü'n-Nüzzar(Çev.: Şerif
Paşa-Haz.M. Çevik), İstanbul 1983, s.192-222.; Ayrıca Mevlevı kaynaklarından da bude~işim
gözlemlenebilmektedir. Bunu için bak. Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri, II, s.285 vd.
i
i i
34 ılhan Erdem

yaptıklarımız Tatarların yanında geçerliydi. Ama şeriatin yanında geçerli


olmuyor diye" kendilerini savunmuştu.95

XIV. asrın başında Memlük hakimiyetindeki Suriye ve Mısır'da yaşanan


sosyokültürel gelişmeler sadece marjinal Sufılikten ibaret değildi. Sünni
mezhepler arasındaki çatışmaların yanı sıra Moğollar'ın Şiiliği seçmesinden
cesaret alan Nusayriler de ayaklanmışlardı. Cebele bölgesinde etkin olan bu
grup, Sünni Müslümanlara saldırıyor ve Hz. Ali'nin Tanrı, Hz. Muhammedin de
Hacip olduğunu kabul etmeyenleri katlediyordu. Kendisine Tanrılık atfedilen
sahte bir mehdinin liderliğinde bütün bölgeyi ateşe veren Nusayrileri, Mısır' dan
gönderilen Sultanlık ordusu ancak durdurabildi ve mehdi de öldürüldü (M.
1317)96.

Aynı yıllarda Moğolların mezhep değiştirmesinden cesaret alarak harekete


geçenlerden biri de Mekke hakimi Emir Humeyse idi. O, Mekkelilere karşı
yardım almak ümidiyle yola çıkmış ve İlhanlı hükümdarı Olcaytu'dan tam
destek almıştı. Kendisi için hazırlanan Moğol ordusu tam yola çıkacak iken
Sultan'ın ölümü her şeyi alt-üst etti. Hümeyse eli boş olarak Mekke'ye döndiL
Yanında bir miktar para ile Şia ileri gelenlerinden Emir Delkandi vardı. İkisi
Hicaz'da Şia'yı yaşatmak için çok uğraş verdiler. Ancak Emir Muhammed b.
İsa'ya yenilince teşebbüsleri de sonuçsuz kaldı.97

Yukarıda anlatılanlarda da görüldüğü üzere Olcaytu Han döneminde


Moğolların mezhep değiştirmesi Yakın-Doğu' da büyük bir etki yaptı. Bu
dönem aynı zamanda seküler kültürün de bölgede hakimiyet kurduğu bir zaman
dilimidir. Bu gelişmelere karşın Olcaytu kendi ülkesinde-üniter devlet yapısı
açısından- sıkıntılar yaşaılliştır. Halkın önemli bir bölümü onun uyguladığı
siyaset ve kültür politikalarından memnun değildi. İsfahan, Şiraz, Bağdad, Erbil
ve Herat gibi önemli merkezlerde karışıklıklar çıktı. Onun ölümünden sonra
yerine geçen oğlu Ebu Said, Moğolları yeniden Sünni inanışa döndürerek bu
yöndeki sıkıntılara son verdi98• Ancak yine de Gazan Han'ın son döneminde
başlayıp Olcaytu ile doruğa çıkan bu uygulama bilhassa İran'da kalıcı izler
bıraktı.

Olcaytu Han'ın izlediği kültür politikalarının Anadolu'da da halk üzerinde


bazı etkileri olduğu görülmüştür. Bu dönemde uygulanan la-dini politikalar

95. İbn Kesır, el-Bidaye,XIV.s.88-90.


96. İbn Kesır, el-Bidaye(terc.),XIV,s.155.
97. İbn Kesır, A.g.e.,s.147.
98. İbn Kesır, A.e.g.,s.146-147; İbn Batuta, Tuhfet,s.140-142.
Olcaytu Han 'ın Ölümüne Kadar llhanlılar'da Yaşanan 35
,i Siyasal-Kültürel Gelişmeler ve Yakın-Doğu 'ya Etkileri
,i, sonucu ahali cami ve mescitlere gitmezken, imamlar ve din alimleri de gözden
iı düşmüştü. Eski rağbetini kaybeden imamlar da ortadan çekilmişlerdi. Ebu Said,
,i tıhanlı tahtına çıkar çıkmaz derhal çıkardığı bir yarlık ile imamlık mesleğini
ı
,i cazip kılıcı ve halkı namaz kılmaya yönlendirici tedbir almak 1üzumunu
hissetmiştir99•

XIV. Asırda Yakın-Doğu' da etnik-seküler kültürün önem kazanmasıyla
ii beraber Avrupa'da da aynı paralelde gelişmeler yaşandığını gözlemlemekteyiz.
XI. asrın başında yaşanan uyanış ile feodal yapı ile beraber fakirlikten kurtulma
sürecine giren Avrupa' da, Haçlı Seferleri sonunda da Kilisenin denetiminin
azalmasıyla süratle sivilleşme hareketi başlamıştı. Kutsal Roma-Cermen
İmparatorluğunun dağılması sürecinde de seküler gelişme iyice su yüzüne çıktı.
Bu kültürü temsil eden numuneler yine dil alanında ortaya çıktı. Yazarlar
geçmişin ortak değerini ifade eden Kilise dili Latince yerine kendi dillerinde
eserler yazmaya başladılar. Bu sahada en önemli örnek olarak İtalyan yazar
Dante'yi zikredebiliriz.'oo

Bu kadar uzun bir taWilin ardından son söz olarak söyleyebileceğimiz iki
cümle vardır. Bunlardan ilki Moğol öncesi İslam Dünyasının, Türklerin
idaresinde siyasi ve kültürel birlik arayışında olmasına karşın bunun başarıya
ulaşmasının mümkün görülmedi ği bir ortamda bulunduğu gerçeğidir. İkincisi
ise Moğolların gelişi ile yepyeni değerlerin ortaya çıkmaya başlanmasıdır ki
bunların başında etnik-seküler kültürün gelişmesi ile İslam aleminde ümmetetek
toplum) sisteminden milletler sistemine (birbirinden farklı çoklu toplum)
,i geçilmesi gelir. Bu bağlamda, Yakın-Doğu' nun siyasal-kültürel gelişimi ile
i ,ı Avrupa'nınki çakışır.
i

99. O. Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Yesikalar, T.T.K. Yay.,II. Baskı, Ankara
i 988.s.59. Mevlevilerin de Sultan Olcaytu'nun kültür politikalarından hoşnut olmadığını
biliyoruz.Kaynaktaki bilgiye göre bazı kişiler Sultan Yeled'e gelerek İlhanlı hükümdarının
Rafiziliğe meyledip hutbeyi değiştirdiğini söylediler. O da nasihat için Arif Çelebi'yi Sultaniye'ye
gönderdi. Çelebi Erzurum'da iken Sultan vefat eder. Çelebi'de buradan Sultaniye'ye kadar olan
yolda Moğol idarecilenne Olcaytu'nun yanlış işler yaptığını anlatır ve onlara kabul ettirir. Bak.
Ariflerin Menkıbeleri,lı, s.248-25 I.
100. Bu alanla ilgili geniş bilgi için bak.C. Stephenson, Medieval History, New York 1935,
s.685-72I.
, ;
,

ESKİ TÜRK RUNİK YAZıSıNIN ORTAYA


ÇIKIŞI ÜZERİNE

V. A. LlVŞ/TS
Çevirenler
S. GÖMEÇ - T. ÖLÇEKÇI

Geçen yüzyılın sonunda araştırmacıların dikkatini çckcn eski Türk runik


yazısının menşei problemi, bugüne kadar çözülmüş değildir. Filologlar,
tarihçiler ve etnograflar eski Türk runik yazısının ortaya çıkışı hususunda çeşitli
tahminieri ileri sürmektedirler. Bunlara göre: Runik yazı boy tamgalarından,
piktografik veya ideografik düşüncelerden, köken olarak Anglo-sakson veyahut
İskandinav runiğinden, Finike alfabesinden, Arami yazısının bir varyantından;
Parfiyan, Pehlevi (Orta Farsça), Sogd, Sogd-Harezm, Sogd-Pehlevi-Baktriya
yazısından", Hint menşeili Haroşti'den sonunda, bütün bunların birleştiği
Arami-tamga veya Ararni-ideografik yazıdan doğmuştur.

Son yıllarda cski Türk runik yazısının ortaya çıkması meselesine duyulan
ilginin artması, Issık Kurgan'da (Almatı'dan 50 km doğuda, K.A.Akişev
tarafından açılmıştır) M.Ö. vı-v. yüzyıllara ait bir gümüş tabak üzerindeki
yazıların bulunmasıdır. Bu kısa metin (tabağın üzerinde iki yatay satır, i 6 tanesi
birbirinden farklı 25 veya 26 harf) halil. çözülmüş sayılmaz. Yazının yönü
sağdan sola olup, birinci satır uzun (16 harf); ikinci satırın bazı yerleri tahrif
olmuş, fakat açık olan birincisinin üçte biri seviyesindedir. Yazıda birkaç defa
tekrar edilen harflcr vardır.

Bu makale "Sovyetskaya Tyurkologiya", No 4, 1978'de neşredilmiştir.


i. Bu hipotezler için bakınız, S.G.Klyaştornıy, Drcvnctyurksklyc runiçeskiyc pamyatnikl
kak Istoçnik po istorİİ Sredney Azli, Moskva 1964, s.44-50; A.M.Şçerbak, "Yeniseyskiye
runiçeskiye nadpisi". K istorii otkritiya izuçeniya, Tyurkologlçeskiy Sbornlk, 1970, Moskva
1970, s.133; I.Fridrih, Istoriya Pisma, Moskva 1978, s.168.
2. S.G.Clauson, "The Origin of the Turkish "runic" Alphabet", Aeta Oricntalia, Tom. 32,
Budapest 1970, s.5 ı-76.
3. Bakınız, Istorlya Kazakskoy SSR, Tom. I, Alma-Ata 1977, s.220; Issık Kurgan için
bakınız, K.A.Akişcv, Kurgan Issık, Alma-Ata 1974, s.61-77.
38 S. Gömeç - T Ölçekçi

Daha önce gazete ve mecmualarda neşredilen resimlerin net olmadığını


yakınlarda yayınlanan Issık yazısının fotoğrafı göstermektedir3• En iyi tasvir
A.S.Amanjolov'un 1971 yılında yayınlanan makalesinde yapılmıştır'. O çoğu
grafiği eski Türk runikleriyle benzeştirmiş, bazılarını Finike, Arami ve Messap
(Grek asıllı) alfabesiyle kıyaslamış ve bu yazıyı eski Türk yazısı olarak okumayı
teklif etmiştir (Daha önce O.Süleymanov tarafından bu konuda çaba harcanmış,
o da bu yazının eski Türk runik yazısı olduğunu ileri sürmüştür). Fakat, şunu da
belirtmek lazım ki, A.S.Amanjolov'un yayınında resim ters çevrilmiş
olduğundan, satırların yeri değişmiş durumdadır; bu ise okunan yazının
çevirisinin doğruluğunda şüphe uyandırıyor.

lssık yazısı hakkında hüküm vermek gerekirse, Kuzey Sami yazısı ve onun
uzantılarıyla, Finike ve Arami asıllı yazılarla aHikalı değildir; bu fikre Issık
yazısının orijinalini gören, semitolog ve yazı tarihi uzmanı I.M.Dyakonov
katılmaktadır5. Bu yazının üç harfinde eski Türk runik yazısının benzerliğini
görmek A.S.Amanjolov ve O.Süleymanov gibi mümkündür, fakat yazıların
birbirine bağlı olduğunu düşünmek, doğru olmayabilir, çünkü bu tesadüf tc
olabilir. lssık yazısının 12, 13 harfinin eski Türk runik eserleriyle benzerliği
yoktur. S.G.Klyaştomıy Issık yazısının eski Türk runik yazısından farklı
olduğunu söylemektedi~. lssık yazısındaki bazı harflerin durumu dikkat
çekmektedir, mesela düşey hattın alt kısmından ayrılan kısa kavisli çizgiler, eski
Türk runik şekillerine ait olmayan belirtilerdir. Yazının diğer bölümlerindeki
bazı harfler Küçük Asya ve Grek asıllı bazı harflerle (A.S.Amanjolov'un
belirttiği gibi Messan), Hindistan'ın Kharoşti ve pekçok yazıyla
karşılaştırılabilir, fakat yazıyı deşifre etmek için böyle mukayeseleri esas almak
ve bunların genetik irtibatı vardır demek, doğru olmaz.

Yazıların harflerini etimolojik metodlar belirtmek ıçın, deşifre etmedeki


deneyimin gösterdiği gibi, bu yöntemler başarıyla kullanılabilir. Eğer
karşılaştırılan yazı sistemleri sadece detaylarda ayrılıyorsa ve benzerlikler bazı
çizgilerle sınırlanıyorsa başanya ulaşılamaz. Dyakonov'un dediğine göre,
"sistem dışındaki bazı harflerin geometrik karakterdeki basit veya şematik
şekillerin benzemesi, çeşitli dillerdeki bazı kelimelerin benzeşmesi gibi, hiçbir
şeyi ispatlamaz"7. Issık yazısı ile eski Türk runiğinin kesiştiği sistemli bir
benzerliği bulmak mümkün değildir.

4. A.S.Amanjolov. "RlInopodopnaya nadpis iz Sakskogo zahoroneniya bliz Alma-Atı".


Vestnik Akademiya Nauk Kazakskoy SSR, No 2. 197 ı. s.64-66.
5. BaklJllz. Istoriya Kazakskoy ..., s.221.
6. Istoriya Kazakskoy .... s.221.
7. I.M.Dyakonov. O metodah deşifrovki drcvnih tckstov, Moskva 1976. s.22.
Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çıkışı Üzerine 39

Fakat buna şöyle itiraz edilebilir, ki zaman içerisinde, başka benzerlikler ve


bu iki yazının bin yıllık ayrılıktan sonra asıl mcnşe! bulunabilir. Ancak böyle bir
hipotezden şimdi vazgeçmemiz gerekiyor. Çünkü gHnümüzde Issık yazısına
yakın veya akraba olan yazıların devamı bellidir. Bunlar: Gazne platosu
üzerindeki Deşt-i Navur'daki yazı (Kabil'in güney-batısından 100 km uzaklıkta
Orta Afganistan'da) ve 1. yüzyılda erken Kuşan dönemine ait yazı (bu yazının
iki versiyonu Yunan asıllı Baktriya ve Hindistan Kharoşti yazısıyla
yazllmıştır)8; Surh-Kotal'da kireç taşı üzerindeki yazı (Kuzey Afganistan, 2.
yüzyıl)~; Halçayan' da seramik üzerindeki yazının parçası (Güney Özbekistan,
1-3. yHzyıl)lO;Fayaz-Tepe'deki kilden yapılrruş kaptaki yazılar (Tirmiz bölgesi,
1-3. yüzyıl); Kafiringan-Tepe'deki (Düşenbe'den 10 km uzaklıkta, 3. yüzyıl)
duvar yazısının parçaları ii.

İşte böylece Almatı bölgesinden (Issık Kurgan) Orta Afganistan' a kadar


uzanan bu geniş topraklarda bulunan ve dört bin yıllık bir zamanı kapsayan aynı
yazılı bir dizi eser önümüzdedir. İşaret edilmesi gereken bu yazıların (adı geçen
yazılarda genel olarak 50 tane farklı harf vardır) şekilleriyle, Issık yazısında yer
alan harfler ve son zamanlara ait yazılarda, eski Türk runik yazısıyla sistemli bir
benzerlik kurulamarruştır.

Tabiatıyla şimdilik Issık yazısı ve bu yazıya ilave olan yazılar


çözülememiştir (En önemli netice Deşt-i Navur'daki yazının üç versiyonundan
beklenebilir), bu eserlerin dili hususundaki her türlü netice tahmini olacaktır.
Eğer Deşt-i Navur'daki iki yazının versiyonu Baktriya ve Prakrit (Kuşan) dilini
ve yazısını yansıtıyorsa, o zaman üçüncü yazının bu devlette büyük ölçüde
kullanıldığını ve bu karışık etnik halk içerisinden birine ait olduğunu
söylememiz mümkündür. Bu tahminler Surh-Kotal'da kime ait olduğu
belirlenemeyen süslü mektupla yanyana bulunan Baktriya yazıları, yine
Fayaz- Tepe' de belirlenemeyen Baktriya ve Prakrit yazılarıyla aynı yerde
bulunmasına dayanmaktadır. Baktriya dili ve yazısı Kuşan hükümdarlığının
kuzey bölgesine aitti. Kharoşti yazısıyla, Prakrit dili, o zamanlar Kuşan
devletine bağlı Kuzey Hindistan halkının olması mümkündür. Okunamayan bu
yazı yeni gelenlerin dilini de ihtiva ediyor ve bu göçmenlerin arasında Kuşan

8. Yazıyı yayınlayan: G.Fussman, "Docuınents epigraphiqııes Kouchans", Dulletln de


L'Ecole Françaisc d'Extreme-Orient, Tom. 6 i, 1974, s. i -66.
9. A.Maıicq, "Inscıiptions de Surkh-Kotal (Baghlan)", Journal Asiatigue, Tom. 246, s.417,
tablo 4; FlIssman, a.g.m., s.30-3 i, tablo 7,28.
LO. G.A.PlIgaçcnkoya, Halçayan, Taşkent 1966, s.59, 91-92; Fussınan, a.g.m., s.27.
i i. Fayaz-Tcpc'deki yazıyı L.LAltayma ye Kafiringan-Tepe' deki yazıyı B.A.Lityin
yayınlamıştır.
40 S. Gömeç - T Ölçekçi

yönetici sülalesi de bulunuyordu, yazılı kaynaklara ve Kuşan sanatının


eserlerine bakılırsa bu yeni gelenler Sakalar olmalıdır!:!. Buna benzer bir görüşü
K.Akişev M.Ö. Bininci yılın ortasında Yedi-su bölgesindeki Sakaların yüksek
medeniyetinin delili olarak görmektedir13•

Şimdi esas konuya dönelim. Metod noktası açısından, Güney Doğu Avrupa
(Sekel runiği, Batı Türk runiği, Peçenek, Hazar runik mektupları) bölgesinde
bulunan runik yazıları görmezden gelerek, konuyu sadece Orta Asya runik
sisteminin ortaya çıkışıyla sınırlamak maksada uygundur. Runik yazısının
birkaç varyantını temsil eden bu grubun yazılarında Orhon- Yenisey runiğinin
şüphesiz benzerleri bulunmuştur. Nagy-Szent Mikloş'ta bulunan bu eşyaların
yazılarının önemli bir kısmı lNemeth tarafından deşifre edilmiştirl4• Fakat
Doğu Avrupa runik yazılarının (galiba 8-9. yüzyılı geçmiyor) şimdiki
araştırmalara göre bazı şekillerinin Orhon- Yenisey yazılanyla grafik farklılığı
(mesela sesliler için) Orta Asya ve Doğu Avrupa runik yazılarını tek kaynağa
bağlamakta zorluk çıkarıyorıs. Bu yönde bazı başarılı çalışmalar yapılmıştır
(Mesela F.Altheim eski Türk runik yazısının Sogd ve Harezm menşeili
olduğunu ve Hunlar zamanınd'a bu bölgelere yayıldığı hipotezini ileri sürüyor)16.
Durum bunlardan dolayı zorlaşmakta, aynı tarihi kültürün topraklarında,
herhalde eski Türk runiğinin çeşitli şekilleri yaşayabilirdil7• Semireçi (Yedi-su)
bölgesi için Talas vadisindeki Açiktaş'taki runik yazılı ağaç çubuklar form
olarak Doğu Avrupa eserlerine benzemektel8, fakat aynı Talas vadisindeki kaya

i2. V.A.Livşits. "Nadpisi iz Dilberjina", Drevnyaya Baktriya. Moskva 1976, s. i65- i66.
13. K.A.Akişev, "Obışeslvo i pismo usakoy Kazakstana (Postanovka problemi)". Etnlçeskiye
i istoriko-kulturnıye svyazi Tyursklh naradov SSR. Tezisı dokladov. Alma-Ata 1976, s. ı i-i 3;
ayrıca bakınız, lstoriya Kazakskoy ..., s.21 9-22 1.
14. J.Nemeth, Die lnschriften des Schatzes von Nagy-Szent-Mikloş, Budapesı-Leipzig
1932; ayrıea" bakınız, "The Runiform Inseriptions from Nagy-Szenı-Miklos and the Runiform
Seripts of Eastem Europe", Acta Linguistica, 2111-2, Budapest 1971, s. ı-52.
15. A.M.Şçerbak, "Lcs Inseriptions ineonnues sur Ics pierres du Khoumara (au Cauease du
Nord) et le problerne de L'alphabeı nıniques des Turcs oecidentaux", Acta Orlentalia, Tom. iS,
Budapest 1962, s.289.
16. F.Altheim, Hunnische Runen, Haııe 1948; F.A1theim, Geschlchte der Hunnen. Vd. I,
Berlin ı959, s.268-289; F.Alıheim, "Gesehiehte der Hunncn", Journal of American Society, .
79/4, s.29S-298.
17. A.M.Şçerbak, "O runiçeskoy pismennosti v yugo-vostoçnoy Europe", Sovyetskaya
Tyurkologlya, No 4, 197 ı, s.76-82.
18. S.E.Malov, "Talaskiye cpigrafiçeskiyc pamyatniki", Materialı Uzkometarisa, Yıp. 6-7.
1936, s.37-38; S.E.Malov, Pamyatniki drevnetyurkskoy pismennosti Mongolii i Kirgizil,
Moskva-Leningrad 1959, s.67-68; A.M.Şçcrbak, "Znaki na keramike i kirtsiçah iz Sarke1a-Bcloy
veji", Materialı i isslcdovaniya po arkeologii SSSR, No 75, Moskva-Lcningrad 1959, s.378-388;
Şçerbak, "Les lnscriptions ...", s.27-30; LA.Batmanov, Talassklye pamyatniki drevnetyurkskoy
pismennosti. Fnınzc 1971, s.27-30; G.F.Turçaninov. Pamyatniki pisma i yazıka naradov
Kavkaza i Yostoçnoy Evropı, Leningrad 197 1, s.89-96.
Eski Türk Runik YaZ/sinin Ortaya Çıkışı Üzerine 41

yazılan ve runik kitabe Orhon- Yenisey runiğiyle yazılmıştır (Ancak çubukların


Semireçi'ye Doğu Avrupa'dan getirilmiş olmaları olasılığı da göz ardı
edilemez). Doğu Avrupa tarihi eserlerine benzer runik yazının bir şekli Mug
Dağındaki kalede bulunan Sogd dökümanları ve deri üzerine yazılmış yazının
harflerinin bazı şekillerinin yakınlığında görülebilir. Büyük ihtimalle Orta Asya
bölgesinde yazılmış olan bu yazı 722 yıllarına aittir ve Orhon- Yenisey alfabesi
ile okuma çabalan daha sonuçlanmamıştır!9.

Orta Asya'nın eski runiğinin erken Orhon-Yenisey yazılarının olması


. mümkündür. Yenisey yazılarının eski runik alfabesinin veya bunun bağımsız bir
kolunu temsil ettiği görüşü vardır2D• I.V.Kormuşin paleografik belirtilerin 9. asra
ait olduğunu söylemektedir2!. L.P.Kızlasov ise arkeolojik tarihi kayıtlara
dayanarak Yenisey yazılarının çoğunun 9.-10. yüzyıla ait olduğunu belirtiyor22•
S.G.Klyaştomıy birkaç Yenisey yazıtını daha önceye, 8. yüzyılın ilk yarısına
koymaktadır (iki yazltı 711-712 yılına koymaktadırrJ. Yenisey yazılan Orhon
yazılarından bazı harflerdeki form değişiklikleriyle ve dört yeni harfin e (veya <5,
ç, j),ş" ngl, m2, varlığıyla ayırt edilmektedir24• Paleografik açıdan Lena-Baykal
grubuna, Yenisey runik yazılarından büyük olmayan Altay yazı grubu,
Yenisey'den daha eski denemez2s•

Talas runik kitabeleri hakkında bilgi veren S.E.Malov, bunların 7.


yüzyıldan geç döneme değil, 5., 6. asırlara ait olduğu fikrindedir. O, esasında,
Fin arkeologlarının açtığı 3 nolu tepenin yanındaki kurganın 5. asra ait olduğu
sonucuna varmıştır26• S.E.Malov artık 8.. yüzyılda Semireçi'de, Karluk
hakimiyeti sırasında Türklerin İslarniyeti kabul ettiğini ve Arap yazısını

19. I.A.Bernştam, "Drevnetyurkskiy dokumant iz Sogda". Eplgrafika Vostoka, V, Lcningrad


195 ı. s.65-75; S.E.Malov. bu makaleyi Izvestlya Akademii Nauk SSSR. Otdeleniye Literaturl
i Yazıka, T. 13, 1954 degeriendirmiştir; Batmanov, a.g.e., s.27.
20. W.Radloff, Die Alttürklsche Inschrlften der Mongolei, Driette Lieferung, Sı.Petersbmg
1895, s.301; S.V.Kiselev, Kratkly oçerk drevney istorİİ Hakasov, Abakan 1951, s.703;
S. V.Kiselev, Drevnyaya istoriya Yujnoy Slblrl, Moskva 1951, s.607-6 ıO.
21. I.V.Konnuşin, "K osnovnım ponyatiyam Tyurkskoy runiçeskoy paleografii", Sovyet~kaya
Tyurkologiya, No 2, 1975, s.38, 45.
22. L.P.Kızlasov, "Novaya datirovke pamyatnikov Yeniseyskoy pismennosti", Sovyetskaya
Arkeologiya. No 3, 1960, s.93-120; L.P.Kızlasov, "O datirovke pamyatnikov Yeniseyskoy
pismennosti", Sovyetskaya Arkeologlya, No 3, 1965, s.38-49; A.S.Amanjolov, "K genezisu
Tyurkskih nın", Voprosı Yazıkoznaniya, No 2,1978, s.76 ve devamı.
23. S.G.Klyaştornıy, "Steh Zolotogo Ozera", Turcologica, Leningrad 1976, s.258-267.
24. A.M.Şçerbak, "Yeniseyskiye runiçeskiye ...", s.122- i 25; Kormuşin, a.g.m .. s.45-47.
25. E.R.Tenişev, "Drevnetyurkskaya Epigrafika Altaya", Tyurkologiçeskiy Sbornlk, Moskva
1966, s.265.
26. H.Heikel, "Altertümer aus dem Tale des Talas in Turkestan", Soclete de
Finno-Ougrlenne, VII, Helsinki i 9 i 8.
42 S. Gömeç - T. Ölçekçi

kullandıklarını tahmin etmektedir2? Talas yazılarının 5-6. veya 6-7. yüzyıllar


gibi erken bir devreye ait olması, eski Türk runik yazısının Semireçi merkezinde
ortaya çıktığı hipotezine temel olmuştur2x• Fakat son yıllarda paleografık açıdan
Talas yazıtlarının Orhon yazıtlarından daha eski olmadığı ispatlanmıştır.
I.A.Batmanov Talas yazılarının Yenisey yazılarına olan büyük benzerliği ni
belirtmiştir:!9. I.V.Kormuşin Talas yazıtlarındaki ml, şi gibi şekillerin
(Orhon'dakilerle karşılaştırarak) özelliklerinden bahsetmiş ve onun görüşüne
göre, bu eserler 9. yüzyılın ortalarına aittir30• S.G.Klyaştornıy 8. yüzyılın 40-60.
yılları gibi daha erken bir tarihi teklif etmiştir, o Talas yazılarını Türgişlerin
Semireçi' deki egemenliklerinin son devrinde Talas' a hakim olan Kara-Çor
hanedanlığıyla bağlantılı bulunmaktadı31• Belirtilmesi gereken bir husus
Heikel'in Fin grubuyla yaptığı kazıların (3 numaralı tepe yanındaki kurgan)
kitabelerle ilgisi yoktur, kazıda bulunan malzemeler ise tahminen 5-8. asra aittir.
Şimdilik Talas şehrinin kuzeyinde, Kırgız Aladağlarının güneyinde Terek-say
ve Kulan-say kayaları ile mağarasındaki runik yazılar 9-10. yüzyıldan kalmadır
denebilir. Bu yazılar 906, 944 ve 1026 yıllarına ait Sogd yazılarının yanında
(sonuncusunun yazısı Uygur Türkçesi) bulunmuştur. Hatta bir ihtimale göre
runik yazı kayaya Sogd yazılarından sonra kazınmıştır32•

Orhon yazıtları 8. yüzyılın otuzlu yıllarına ait olup bunlar, Kül-Tegin (732)
ve Bilge-Kagan'dır (735). Tonyukuk (tahminen 712 ve 716 yılları arasında),
Küli-Çor (7l2?), ayrıca Ongin yazıtı (731 başlarında?) daha erken yazılmış
olabilir". İlteriş Kagan'a aİt olduğu sanılan Doğu Gobi'de bulunan yazıt 7.
yüzyılın sonuna aittirJ4• E.G.Klyaştornıy gibi eski Yenisey yazıtlarının 8.
yüzyıla ait olduğunu söylersek, Orta Asya eski Türk runiğinin Moğolistan
topraklarında ortaya çıktığı doğru olur ve 7. yüzyılın ikinci yarısına ait daha eski
bir yazıt henüz bulunamamıştır.

Orhon runiği daha erken eserlerde oturmuş bir hece alfabesinin


prensiplerine dayanan bir sistem olarak karşımıza çıkar: Sesli harfler için 4,

27. Malov. Talasskiyc epigraliçcskiyc ...s.27; Malov, Pamyatniki Drcvnetyurkskoy .... s.63.
28. Kiselev, a.g.e .• s.604-61O; A.von Gabain. Alttürkische SchrifUum. Berlin 1950. s. 12:
A.von Gabain, "Inhalt und magische Bedeuıung der aluürkischen Inschriften". Anthropos.
48/3-4. 1953. s.539: Şçerbak. "Znaki na keramike ...". s.388; Batmanov. a.g.c .. s.27. 30;
Klya~tornıy. a.g.e., s53.
29. Batmanav. a.g.e .. s.27
30. Kormu~in. a.g.m .. s.38; ayrıca bakınız 4 i-42.
3 ı. S.G.Klyaştarnıy, Istoçniki po istorii Kırgızli i sapredclnih rcgionov Srcdney Azii
(VI-IX yy). Henüz basılmamış eser.
32. Malav. Talasskiyc cpigraliçcskiye ...s.28; Batmanov. a.g.c., s.16.
33. Karımı~in. a.g.m .. s.37; Drevnetyurkskiy Slovar, Leningrad 1969, s.27. 29-30.
34. S.G.Klya~tarnıy. "Runiçeskaya nadpis ii. Yastoçnogo Gobi", Studia Turdea. Bııdape.~l
1971, s.249-258.
Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çıkışı Üzerine 43

sessiz harfler için 27 ve sesli-sessiz uyumu için üçer harf vardır. Bu yüzden bu
yazının Arami asıllı alfabeden çıktığı yolundaki hipotezler eskiden beri kabul
edilmektedir. Türkologların çoğu son zamanlara kadar tek-tük runik harfın oq
(qo)/ uq (qu) çıkışı gibi düşünce yazısı olduğu ihtimalini ileri sürmüşler ve
E.D.Polivanov bahsedilen harfleri "yay işareti" olarak yorumlamıştır'5.

Eski Türk runiğinin kaynağı olan alfabe olarak ençok Sogd yazısı dikkati
çekmektedir. Sogd hipotezi ilk önce runik ve Sogd grafiklerinin yakınlığı ve
fonetik benzerliğinin temeline dayanmaktadır. Bundan başka Sogdlar ile Orta
Asya Türklerinin Moğolistan'da yüzyıllarca süren ilişkileri göz önünde
bulundurulmaktadır. Mesela bir kagan mezar kitabesi olan Bugut yazıtının yapı
ve sitil açısından Orhon abidelerine yakınlığı gösterilebilir. Bu yazıt 6. yüzyılın
son çeyreğine ait olup (587 yılından geç değildir), birinci Türk Kaganlığından
bize gelen tek yazılı eserdir,6. 6. yüzyılın sonu ile 7. yüzyılın başlarında
Moğolistan'da Sogdlarla meskun yerler vardı. Sogdların sayısı o kadar çoktu ki,
Çin tarihçileri, onları kaganlığın boylarından biri olarak kaydetmişlerdirn. Sogd
yazısının öncülüğü çok iyi bilinmektedir, bu yazıyı Sogdlardan Uygurlar almış
ve birkaç yüzyıl sonra Moğollara, onlar ise Mançulara aktarmışlardır. Fakat
Orta Asya runiğinin ortaya çıkışında kültür tarihi hususunu değerlendirerek, bu
durumlarda yazı sistemlerini kıyaslamak esas çözümdür, bununla beraber
sadece harf1erin şekli değil, onların fonetik önemi de mukayese edilir.

Doğu Türkistan'daki Sogd eserlerinin ortaya çıkmasıyla, eskiden Türk


runiğinin Arami veya Parlıyan yazısından ortaya çıktığı taraftarı olan
V.Thomsen, bazı Türk runik harflerinin Sogd harfleriyle benzerliği ni
belirtmiştir'x. Daha sonra V.Thomsen runik ve Sogd alfabelerinin ortaklığının
olduğunu açık ve kesin olarak yazmıştır39• Bu alandaki araştırmaları sogdioloji
uzmanı ve V.Thomsen ile görüş alış-verişi nde bulunan R.Gauthiot başlatmıştır.
R.Gauthiot'a göre, "Eski Mektuplar"dan belki ve herhalde M.S. 4. yüzyıla ait
olan (Gauthiot onların M.S. 1. asra ait olduğunu söylemektedir) Sogd

35. E.D.Polivanov, "Ideografiçeskiy motiv v formatsii Orhonskogo alfabita", BuIleten.


Sredneaziatskogo gosudartsveniogo universiteta, No 9, 1929, s. ı77- ı8 I.
36. S.G.Klayştornıy-v.A.Livşits, "Sogdiyskaya nadpis iz Buguta", Stranı i narodı vostoka,
i O. Moskva 1971, s.121- 146; S.G.Klyaştornıy- v.A.Livşits, "The Sogdian Inseription of Bugut
Revised". Acta OrlentaIia, 26/1, Budapest 1972, s.69-108; L.Bazin. "Tures et Sogdiens: Les
eııseignemenıs de I'inseription de Bugut (Mongolie)", MeIanges I1nguistiques olTerts a
E.Benveniste, Paris 1975, s.37 -46.
37. Sogdlar hakkında bakınız, S.G.Klyaştomıy, Drevnetyurkskiye runiçesklye ..., s.78- ı00,
133- 135.
38. Bakınız, R.Gauthiot, Essai de Grammaire Sogdienne, Paris 1914-1923, s.5.
39. v.Thomsen, Samlede AflıandIinger, Vol. 3, Kobenhavn 1922, s.76.
S. Gömeç - T. Ölçekçi
44

alfabesinin ilk varyantının, eski Türk runiğine temelolduğunu söylemektediı4°.


Eski Mektuplardaki Sogd alfabesi 19 harften oluşmaktadır, bunların 17
tanesinin fonetik hususiyeti var, a, h işareti kelime sonunda kullanılır.

R.Gauthiot, Sogd yazısının bir devamı olan ve Uygur yazısından ayrılan


eski Türk runiğinin bayağı değişikliğe uğrayan Sogd alfabesinden çıktığını
söylemiştiı41. Gauthiot, Sogd protiplerin 12 runik harfe benzediği a/ii< Sogdça
alef; ı/ky; o/u<w; b/vl<~; dl<c5; ll<c>; k (k")<k; m<m; nl<11; p<p; rl<r; t"<t; g
(gl)<h4" ve bir de ng<g; z<z; sl<s; ş<ş43 yaklaştığını belirtmiştir.

Öbür runik harflerde Sogd prototipIerini ararken ilk önce grafik sayısının
farklılığı zorluk çıkarmaktadır. Galiba bazı harflerin hiçbir zaman Sogd
prototipleri olmamış ve runiğin meydana gelme süresinde ortaya çıkarılmıştır.
Bunlar 7 Orhon harfidir: ııı, nç, nt, iç/ıç, ikiki , okluk, öklük (kü). Fakat runik
alfabenin temelini oluşturan 31 harften sadece 12 (veya 17) harfi Sogd
prototipine atfetmek, bu hipotezi şüphe altında bırakmıştır.

G.Clauson runik harflerin prototipIerini Sogd, Pehlevi ve Baktriya


alfabelerinde aramayı teklif etmiştirM. Bunun yanında G.Clauson, V.Thomsen
ve R.Gauthiot Sogd yazısı için "Eski Mektuplar"ın alfabesini, Pehlevi yazısı için
Psaltiri'n (5. yüzyılın mektup tipinin izlerini taşıyan galiba 7 veya 8. yüzyıl el
yazısı) orta farsça belgelerini seçmişler, Baktriya yazısı içinse (Grek kökenli)
Loulyan' nın (III -LV yüzyıl ?) elyazması parçalarını ve Eftalit madeni paraları
üzerindeki (V.- VIII. yüzyıl) yazıları incelemişlerdir. G.C1auson'un
araştırmalarına göre Sogd ve Pehlevi alfabesinden toplam 16 runik harf ortaya
çıkmaktadır. Sogdçadan 12- ala; o/u; b/vi; q (kı, G.Clauson'da x/k ); li; ni; ri; Si
(bu harfler için Clauson Pehlevi kökenli olduğunu tahmin ediyor); k (k ); m; ç; P
(son ikisi galiba pehlevice); PeWeviceden 4- ıli; tahminen di; tl; ş. G.Clauson
Baktriya, yani Grek kökenli olarak II runik harfi göstermektedir: ölü; b"; d"; g
. (g"); y"; F; n"; r"; S"; t"; z. Yenisey yazıtlarındaki e'nin ortaya çıkışında Baktriya
. yazısından yararlanılmasını teklif etmektedir. y (gl); j (ny); II işaretleri
G.Clauson'a göre icat edilmiştir; y yay işaretinden çıkmıştır.

G.Clauson runik yazının ortaya çıkışını, 6. yüzyılortasında İstemi'nin Batı


Türk Kaganlığını yönettiği zamanda düşünmekte, runiğin sistemleşmesini ise

40. W.B.Henning, "The Date of the Sogdian Ancient Letters", BuIletin of the School of
Orlental and Afrlcan Studies, Vol. 12, 1948,5.601 -615.
4 ı. Gauthiot, a.g.e., s.6, 9.
42. V.Thomsen, Inscriptions de I'Orkhon, Hclsingfors 1896, 5.49 ve devamı.
43. Gauthiot, a.g.e., 5.7-10.
44. Clauson, a.g.m ...
Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çıkışı Üzerine 45

diplomatik yazışmalar için lazım olmasına bağlamaktadır (Gizli yazışmalar).


Runik harflerin meydana getirilmesinde, alfabenin seçilip, prototiplerin
ayıklanmasında, Türk dilini ve diğer dilleri iyi bilen şahıslar kullanılrruştır.
G.Clauson "böyle bir iş için en uygun adaylar Sogdlar olabilirdi ve runik
yazının icadıyla, kullanım denemelerinin başında Sasani-İran ve Bizans'a
gönderilen (567) Türk elçisi Sogdlu Maniakh'ın seyahatlerinin olabileceğini"
söy lemektedir".

Yazı tarihinde, yeni bir yazı meydana getirilirken başka kaynaklardan


alınan grafiklerin kullanıldığı bilinmektedir'6, fakat G.Clauson'un eski Türk
runik işaretlerinin prototipIerinin heterojen karakteri inandırıcı değildir. tık önce
sert sessizlerin prototipIerinin genellikle şekillerinin Sogdçadan, yumuşak
sessizlerin Baktriya'dan seçilmesi prensibi şüphe uyandırmaktadır. Belirtilmesi
gereken ne Sogd, ne Pehlevi, ne de Baktriya yazı şekillerinin herhangi bir
benzerinin olmayışıdır'7. G.Clauson 'un yazı şekilleri için üç yazıyı ele alması
kıyaslamayı genişletmek gayesiyledir. Onun şemasında sert ve yumuşak seslerin
prototipIerinin seçilmesi tesadüftür, onun teklif ettiği çoğu karşılaştırmalar boşa
çıkmaktadır (G.Clauson'un teklif ettiği ilk şekiller ölü; b/v"; d"; g; r"; y"; tL;t").

Runik yazının ortaya çıkışı olarak G.Clauson'un kabul ettiği 6. yüzyılın


ortaları için yeterince delil gösterememektedir. Eski Türk runiği pekçok abide
eserlere bakacak olursak, önce taşlara ve sert malzemelere yazmak için
kullanılmıştır. İşaretlerin geometrik şekilleri bu yazının çizgi yazı olduğunu
göstermektedir. Doğu Türkistan'da bulunan runik elyazmaları da bunu
doğrulamakta ve daha sonraki metinlerde bile (lO. yüzyıl) çizgi yazının
özellikleri muhafaza edilmektedir. Bundan dolayı runik yazı ilk baştan taşa
yazmak için icat edilmiştir diye düşünebiliriz. Fakat her ihtimalle Bugut
kitahesinde eski Türk yazısının versiyonunun olmayışı mantıksalolarak 6.
yüzyılın son çeyreğinde runik yazı daha ortaya çıkmamıştı şeklinde
yorumlayabiliriz.

Runik yazı Sogd alfabesinin uzun süre kendiliğinden değişimiyle değil,


bilinçli olarak bir kerede işlenme sonucu meydana çıkmıştır. Runiği icat edenler
için Sogd grafikleri sadece ilk şekillerin başlangıcı olarak hizmet etmiştir.

45. elauson, a.g.m., s.57.


46. A.G.Peıihanyan, "K voprosu o proishojdeni i annyanskoy pismennosti", Peredneaziatskiy
Sbornik, II, Moskva ı966, s.ın.
47. Eski Türklerin temasta bulundugu bizee bilinen başka halklann eserlerinde böyle
benzerlik yoktur (Hind-Brahmi ve onlarla akraba Tibet Vı;: Tangut eserlerinde, Çin
hi yerogliflerinde).
46 S. Gömeç - T. Ölçekçi

Onların şekilleri esaslı bir değişikliğe uğramış ve temel değişim çizgi yazının
oluşmasından dolayı yapılmıştır. Runik işaretlerin sayısı ve muhtevası evvela
seslilerin belirlenmesi ve yazı sistemindeki ses uyumuna göre tasvir edilmiştir.

5.-6. yüzyılın kitabelerinde kullanılan çoğu runik harf için başlangıçta


prototip olarak italik Sogd yazısı kullanılmış olsa gerek, böyle bir yazı tam
olarak Bugut kitabesinde görülmektedir. Runiğin oluşumunda Sogd alfabesi 22
harfi ihtiva etmekteydi, bunların 19 tanesi "Eski Mektuplar"dan ve haşka
yazıtlardan bellidir ve Pencikent şehrindeki kazıda bulunan Sogd yazısında 3
tanesi daha (d, ı, q) takdim edilmiştir'K, bu Sogd harfleri Arami düşünce
yazısında kullanılmış olabilir, bu harfleri runik yazı şekillerini oluştururken
prototip olarak kullanmamak için hir engel yoktur'9. Runiğin yaratıcıları ilk
şekillerin aynadaki yansımasını, çizgileri oluşturan yönlerdeki değişiklikleri de
kullanmış olabilirler; çeşitli runik işaretlerin aynı Sogd harflerinin değişik
pozisyonlarından da oluşması mümkündür.

29 runik harfin şekillerinin durumu tabloda gösterilmiştir. Birinci sütunda


parantez içindeki numaralanduma G.Clauson'un runik harfleri
numaralandırmasına uygundur. İkinci sütunda Sogd harflerinin transliterasyon
işaretleri verilmiştir'o. Üçüncü sütunda "Eski Mektuplar"daki Sogd harfleri;
dördüncü sütunda Sogd-budist metinlerindeki şekiller görülüyor (İtalik yazı).
Beşinci sütunda Pencikent'teki Sogd alfabesinin birkaç harfinin çizilişi (diğer
Sogd eserlerinde olmayan d, t çoğunda şekilolarak fark edilen y, x, s)
verilmiştir. Altıncı sütun tahminen runik harflerin başlangıçtaki prototiplerinin
değişimi ve onların runik işaretlere dönüşme yollarının denemesidir. Yedinci
sütun runik harflerin transliterasyon işaretleri. Sekizinci sütunda G.Clauson'un
tablosunda runik harflerin esas şekilleri tasvir edilmiştir'!. Bunun yanısıra
Tonyukuk abidesindeki şekiller, sonra Kül-Tegin ve Bilge-Kagan (noktalı
virgülden sonra), üçüncü olarak Uygur dönemi abidelerindeki (Karabalgasun ve
diğerleri) şekiller verilmektedir. Son dokuzuncu sütunda runik elyazması bazı
metinlerdeki runik işaretlerdir (yine Clauson'a göre).

48. v.A.Livshits, "A Sogdian alphabet from Panjikant", W.B.Henning Memorial, Volume.
London 1970, s.256-263.
49. Pencikent yazılarındaki d, t, q harfleri. ayrıca c, h Sogd ses bilgisinde yoktur, yalnız şunu
söyleyebiliriz ki, Sogdçayı okuyanlar sadece onu ögrenmekle kalmadılar, Arami yazı örneklerini
de incelediler.
50. Sogd metinlerinde degişik şekiııerde yazılan ve kaydedilen seslerin tesbiti ve
yerleştirilmesi hugünkü Sogdçanın kelime hazinesi ve elimolojik bilgilerle karşılaştırılmalıdır.
51. CIauson, a.g.m., s.74-75, tablo v.
Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çıkışı Üzerine 47

Runik yazının mucitleri Sogd grafiklerin fonetik manalarını iyi biliyorlardı,


tabii olarak Türk seslerine uygun veya yakın olanları kullanmaya çalıştılar. Bu
gibi runik harfler şunlardır:

No i a/a- Sogd "alefa"sından. Sogdçada başta (y ve ro harflerine


uydurulmadığından) genellikle sesli Ia/, kelimenin ortasında la! veya la/'yı'"
ifade etmekte. Bu harfin runik işarete değişim yolu şüphe uyandırmaktadır.
No 2 ı/i- Sogdçada ıyı scssizi (bakınız No 3-4) kelimenin ortasında ve
sonunda Iı/, Iii, ıcı.

No 3 yı, No 4 y" - Sogdça y. yı ıçın prototipin şekilleri değişimlerden


geçmiş olabilir.

No 5 o/u- Sogdçada w sessizini, kelimenin ortasında ve sonunda lul, lul, 101


seslisini göstermekte. "Eski Mektuplar"da bu harfin şekli runik işaretIere daha
yakın. Bu ise runik alfabenin daha erken tarihini gösterir (w işaretinin gelişmesi,
Sogd abidelerinin tariWendirilmesinde hizmet etmektedir). Fakat diğer runik
işaretlerde erken Sogd şekilleriyle düzenli benzerlik göremiyoruz, bunun için
runik işaretler oluşturulurken devamlı değişikliğe uğrayan Sogd elyazılannın
temel alınmış olması ihtimali daha doğrudur.

No 7 bfvi - Sogdçada p. Harfin üst kısmı düzeltilmiş. Sogdçada p lvi ve Ifl


sesini, eski Türkçede b sesini ifade etmekte.

No 8 b/v"- Sogdça p. Sogdçadaki Ipi, Ifl bir de [bP' işaretini göstermekte.


Galiba runik işaretin prototipi olarak Sogdçada kelimenin orta veya sonundaki
varyantı olsa gerek.

No 8+ p- Sogdça p'nin varyantı, normalde kelimebaşında


No 9 ç- Sogdça ç, hem ç'yi, hem j'yi gösterir. Harfin şekil olarak yönü belli
değildir. Düşey Sogd yazısındaki ç şekli runik işarete yakındır'4, fakat runik
oluşurken 90 derece ters dönüşü de söz konusudur.

No i i d"- Sogdça O. Sogdçadaki bu harf çınlayan 101ve boğuk lul sesini


canlandırıyordu. Bu mevcut harf Uygur yazısında Id/'yi, bu ise lo/'den Id/'ye
geçildiğini göstermektedir'5. Mamafi eski Türkçede galiba Id/ ile birlikte [o]
şekli mevcut.

52. Sogdçada kısa ve uzun sesler şunlardır: a, a, i. ı, u, Ü, ve o, e.


53. Uygur yazılarında s, r'nin kullanılması seslerin anlaşılması içindir.
54. Bugut yazltında ve hiç olmazsa 6. yüzyılın sonundaki Sogdçada yatay ve düşey süslü
yazıda kullanıldıgı görülür.
55. W.B.Henning, "Sogdian Loan-words in New Persian", Bulletln of the School of Orlental
Studies, 10/1, 1939.5.97.
S. Gömeç - T Ölçekçi
48

No 12 ll, No 13 P- Sogdçada 8, bazan i'yi gösterir (mesela ~y8k Türkçede


Bilge; düşünce yazısında 8 Aramicede I). Galiba d, 1, 1 runik harfleri
oluşturulurken Sogdçadaki 8 değişik şekilleri kullanılmış olsa gerek.

No 15 q (kl)- Sogdçada x. Uygur Koço alfabesindeki grafik benzerlikler


kıyaslanmalı: Uygurca y(q)- Sogdça y(q)- Sogdçada x (Sogd italik yazısında y
ve x şekilleri bitmemiş hareketlere uygun düşmektedir)56.

No 16 k(k")- Sogdça k üstü değişmiş olarak.

No 18 m- Sogdça m; daha önce Orhon kitabelerinde runik harfin iki


değişik şeklinin mevcudiyeti (Ton., KT, BK) prototipin çeşitli şekillerde
değişmiş olabileceğiyle açıklanabilir.

No 19 n1- Sogdçadaki n kelimenin başındadır.

No 20 n"- Sogdçada kelimenin ortasında olan n; No 21 z- Sogdçada z


kelimenin ortasındadır (yukandakilerle aynı). Harflerin değişimi büyük ölçüde
aynı istikamette gitmiştir, galiba Sogdçada n ve z'nin şekilleri birbirine
uygundur.

No 22 r'- Sogdça r harfinin en az geometrik şekli.

No 24 s'- Sogdça s; m runik harfindeki gibi ilk varyantın (ton. ve KT, BK)
meydana gelişinde prototipin değişim sürecinin çeşitliğini yansıtabilir.

No 26 ş- Sogdça ş; tablodaki gösterilen şekil farklılıklan sadece pekçok


olasılıklardan biridir.

No 28 t"- Sogdça t; basit geometrik işaretlerne (çizgi yazının oluşmasında


kolayca açıklanan değişim tipi olan No 1,2,8+,12,15, 16,22 ile kıyaslayın).

Sogd alfabesiyle doğrudan bağı olmayan runikler çeşitli şekillerde


meydana gelmiş olabilirler. 17 numaralı g" işareti herşeyden önce Sogdça k'nin
aynadaki şeklidir (16 numara); bunun yanında şunu da hesaba katmak gerekir,
bu harf Sogdçada sadece ıkı sesini değil aynı zamanda [gLsesini de ifade eder. 6
numaralı ölü Sogdçadaki fiHy'nin diyafram birleşmesinden çıktığı anlaşılabilir
(ö, ü'nün benzer ifadesi için bakınız Uygurcadaki wy). 10 numaralı d için
Pencikent Sogd alfabesindeki d ile ilişki kurulabilir, tabloda gösterilen değişim

56. Bakınız, A.v. Le Coq, "Türkische Manichaica aus Chotscho III", Abhandlungen der
Preussischen Akademie der Wissenschaften. Phil .• hlst. KI., No 2, 1922, s.22; Henning,
"Sogdian Loan-words ...", s.98.
Eski Türk Runik Yazısının Ortaya Çıkışı Üzerine 49

yolu bu harfin bir çok ihtimallerinden biridir. 27 numaralı t açıkça bir prototip
olarak gözükmüyor, Pencikent Sogd alfabesindeki t ile olan bağlantısı daha
uygundur. 25 numaralı s 'yi Sogdçadaki h'ye atfetmek şüphelidir, bu işaretin 14
numaralı y (veya Sogdçadaki '(?) ve 23 numarlı r2 (veya 22 numaraya bakın) gibi
ortaya çıktığını düşünmek doğrudur. Tabloya girmeyen rı, j (ii) işaretleri
sonradan icat edilmiş olabilir.

Sert ve yumuşak sıralı iki dizi şekilin oluşturulması şüphesiz runik


yazısının mucitlerinin orijinal düşünceleriydi. Bunun gerçekleşmesine eski
Türkçenin morfolojik ve fonolojik yapısının ekonomik olması yazıda yeterli ve
net yansımasına sebep olmuştur. Runik kitabelerin orfografyasını çoğunlukla
tanımlayan seslileri ifade etme prensibiS? Türk singarmonizmasını derin
anlamaya ve başlangıçta bununla bağlantılı olmayan önceden düşünülmemiş
hecelerin fonetik yapısına bağlıdır. Runik harflerin "iki taraflı" (ambivaletli)
şekli, runiğin yaratıcılarının eski Türk başlangıç hecelerinin fonetik yapısının
özelliklerini çok iyi bildiklerini göstermektedir. Mesela ç-, p-, Ş-, z- harfleriyle
başlayan eski Türk sözlerinin olmayışı ve m- ile başlayan sözün ender oluşu (en
azından bazı eski Türk lehçelerinde) ve Orhon runiğinde sadece iki taraflı
grafiklerin oluşu, ruruğin yaratıcılarının seçtiği seslileri belirleme prensibinin
güçlenmesine neden olduSS. Enteresan olan şudur ki, Sogd yazısında tam ters
yön mevcuttur. Yani bütün sesliler (sık olmada da) değişik durumlarda y, w (y,
w'nin uyuşması) yardımıyla tanımlanabilir. Runik seslilerin tanımlanmasının bu
özeııiği Uygur yazısıyla karşılaştınlınca ortaya çıkmaktadırW.

Ve sonuç olarak bu makalenin yazarı şunu belirtmek ister. Yazar Türkolog


değil İranisttir. Runiğin ortaya çıkışındaki Sogd versiyonu daha da
detaylanabilir. Teklif ettiği grafik karşılaştırmaları ve yorumlan R.Gauthiot
tarafından incelenmiştirW.

57. Son zamanlarda bu alandaki çalışmalar için bakınız: I.R.Meyer. "Bemerkungen über
Vakal und Schriftsystem der Runentürkischen", Acta Orientalla, Tom. 29, Budapest 1965, s.196;
E.Havdhangen, "The Relationship Between the Two Orkhon Inscriptions", ". Acta Orientalia,
Tom. 37, Budapest 1974, 5.55-82.
58. n' ve n2 işaretlerini başlangıçta özellikle eski Türkçenin yapısında açıklamak ve takip
etmek zordur.
59. Herşeyden evvel eski Türk dilindeki i, i; o, u; Ö, ü sesleri ve -y-, -W-, -wy- şekilleri Sogd
eserlerinde de geçmektedir. Uygurca i, Sogdça r'den türemiştir. Bakınız, A.v.Gabain,
"Alt-tiirkische in sogdischer Schrift", Hungaro-Turcica, Studies in Honour of 1.Nemeth,
Budapest 1976, s.69-77.
60. Yazar ayrıca S.G.Klyaştornıy'e teşekkürlerini bildirmekledir.
50 S. Gömeç - T. Ölçek çi

P~1I0UUrıYkIl1l. rp:ı-
(.ll'lftkUı( 1I1'OT'l' •••• oe

Cnr" ••~CKO- CorJ\:f140t:l" • ni)nı:~(ct' ı;c l!ta!IM.


!SynAtlitekllH :ı)G~tıliilın P)'III1'ltCı(O.-O a.ıı1tuıu:ı Cıı'OHCIC •••••• nJlot
neM.'UtiMkt'Hll
"ypnco
._-
1(;) '(cU ..r- ..!, a,a .J'
y cf/,yı
2(1)

3(31) 'J
"
)-[-1"
<: -( - ;.'
U
t "~.,
~
,
4aıı .. '.; -;. 'J'
'.'
5(4) uıcitqwı ') o O..P } --:.
(: _ ..;._> U.lU
0./1 ) >; >
6(51 li)
~ '-':-f''''
ıi, .
ö,ii i" {"; \'
7(,) PCV) .'j--) - .~': IIIJ>' 0.0 OJ
Sm pw,& iN Q ~; ~
91" l(l./) ! }, ),; A h
10(", D rJ'
rJ1
» H
11('10) 8(~ıJ,1. ) S ).J ~ X . .><. X
J '.

12(151
I" " t -1 ..ı;~
i 13(,,) i " " e 2
Y.Y:'(
14(11) Ilil ~r-t (.N,~ ,iv' 'v .....
'-:y-::! ?
11(1\ 'll . 'ıl LıL

16('31 x(x) ON"'" " ..... -ri


,:--j.: , r(k') ri. ri;(,,(
16(141 kık.f :? .J:I 1/ " ~ t
1711~)
18(11)
l'

m (nı ) fo
'J
.:ı.s
" t fo'.;» ~;~;~ ~
f9(11) not) 1"a~1~(C.P) Il' )
20(/9 ,. " 11. 2 rtl: ..v; ri'
21~ ~X,ı) )OIIl4I).(etp) ....,- }.o- i ,-'Lhi:') ll! 'h.ı\'; 'fo,
8(221 p<p.f,~ OY .9 1 1 1
22(22) '[ ('C) y Y,li ~
23~ "'r" l'"
'1-':
204{2J1 J (6) '1 /T
/~-;'~
'1 "
25(» fI ? i
:lGIlll J (j) )::/ .rv_
¥.~~;'1'
27(111 'I' \: .,',-', ~. tı;;;"
28P0, t(tı ~ ~ )'J -
"0
:: .'0 !":
lı. 1ı;1ı
İSLAM ÖNCESİ TÜRK TARİHİNİN
KA YNAKLARI ÜZERİNE

Doç. Dr. S. GÖMEÇ

Tarih ilminin yapılmasına, yani tarihin yazılmasına aracı olan her şeye
kaynak diyoruz. Bu bakımdan eski Türk tarihinin kaynaklarını üç kısma
ayınyoruz.

A-Sözlü Kaynaklar
B-Arkeolojik Buluntular
C- Yazılı Kaynaklar (Kütüphane malzemeleri)

Şimdi sırasıyla bunlar üzerinde duracağız.

A-Sözlü Kaynaklar

I-Mitolo}i, Efsane, Destan ve Eski Türk İnançları

Sözlü olarak günümüze gelen tarihı kaynakların başında mitoloji, eski Türk
inançları, örf ve adetleri gibi unsurlar gelir. Dünyanın en çok din değiştiren
toplumlarından biri olan Türkler, zaman içerisinde bu dinlerin bazı taraflarını
kendi gelenek ve görenekleriyle de birleştirerek günümüze kadar taşımıştır.

Türk örf ve adetleriyle beraber, töre adını verdiğimiz toplumsal düzenin


gereği olan yasalara ait ilk kayıtları Çin yıllıklarıyla, Orkun kitabeleri, Divanü
Lfigat-it Türk ve Kutadgu Bilig gibi yazılı kaynaklarla, destanlarda
görebilmekteyiz. Ayrıca Türk yurtlarını gezen seyyahların eserlerinde de bu töre
ve geleneklere rastlanılır. Mesela 585 yılında, Kök Türk Kaganlığının başında
bulunan Işbara Kagan, içeriden ve dışarıdan vurulan darbeler yüzünden
bunalmış ve Çin imparatorluğundan yardım istemişti. Onun bu dileğine olumlu
cevap veren Çinliler, buna karşılık Işbara Kagan' dan "Çin iidetlerini
benimsemelerini" talep ettiler. O da; "bizim adet ve geleneklerimiz çok eski
çağlardan beri devam ede-gelmiştir. Bundan dolayı onları değiştirmeye benim
gücüm yetmez. Bizim topraklarımızda idare edilenlerle, yönetenler arasında
52 S. Gömeç

kurulmuş olan düzeni yaralamağa ben cesaret edemem"l, diyerek herşeye


rağmen törelerinden vazgeçemeyeceğini söylüyordu.

Türk töresine verilen önemi bu şekilde Çin kaynaklarından öğrendiğimiz


gibi, Kök Türkçe yazıtlardan da kanunlann yerinin Türk devlet yapısına nasıl
tesir ettiğini görüyoruz. Kitabelere göre, iyi bir kagan ülkesinin törelerini, yani
kanunlarını düzenlemeli ve yaymalıdır. Bumın ve lstemi kardeşler kaganlığın
başına geçer-geçmez ülke)(i ve töreyi düzenlediler!. Çünkü kuvvetli bir devletin
varlığı için gerekli olan şartlardan birisi de kanunlara sahip olmadır.

Her ne kadar Türk milleti kanunlarını yazılı olarak saklamadıysa da,


yüzyıllardan beri sözlü olarak gelen töre hükümleri herkes tarafından bilinmekte
ve kayıtsız-şartsız uyulmaktadır. Töre hükümlerine aykırı davrananlar ise en
ağır şekilde cezalandınlırdı. Bütün Türk sülaleleri gibi. Çingiz Han'ın kurmuş
olduğu hanedanlıkta töreye dayanıyordu.

Bilindiği gibi Türk düşüncesinde önemli bir yer teşkil eden otoriter devlet
anlayışının iki dayanağından biri töreye sıkıca bağlılık, biri de devlet
kuruluşlarının işleyişine damgasını vuran bu nizamda dikkatli ısrardır.
Kanunlardan mahrum bir devletin yaşaması zaten düşünülemez).

Araştırmacıların bazılarına göre, tarih sözlü bir ortam içerisinde başlamış


ve ifade edilmiştir. Sözlü kaynakların içerisinde saydığımız mitolojinin
kadrosuna ise, "tarihte adı geçmeyen veya artık unutulmuş büyük kahramanlara
ait efsaneler" girerı. Bu ,;~';ıdan konuya bakacak olursak, tarihimizde gerçekle
hikayenin karışmış olduğu pekçok efsaneye sahibiz. Bunların başında, Türklerin
şimdilik tarihi kaynaklardan öğrendiğimiz ilk devletleri olan Hunların
hükümdarı Mo-tun'un hayatı gelir. MalUmdur ki, Mo-tun'un gençliği ve
mücadeleleri Çin kaynaklarında renkli bir şekilde anlatılmakta ve bunlar Türk
tarihine ait ilk destanı materyaller olarak göze çarpmaktadır. Bunun yanı-sıra
Mo-tun ile Oguz Kagan'ın aynı kişi olduğunu iddia edenlerin de varlığından
bahsetmekte fayda vardır. Hun birliğinin en kudretli ve meşhur hükümdarı olan
Mo-tun (M.Ö. 209-174), babasının kendisini varis göstermemesi üzerine,
emrinde bulunan ve kendisinin eğittiği bir tümen asker ile babasını bir sürek
avında suikast sonucu öldürmüş ve Hun birliğinin başına geçmişti. O sırada

i. S.Göıneç, Kök Türk Tarihi, Ankara 1997, s.28.


2. Kişi oKllllta üze eçüm apam Bumu! KaKan. Istemi Kagan olurmı,~; olurıpan Türk bodwııg
ilin törüsin tutabirmiş. itibirmiş. Bakınız, Köl Tigin Yazıtl, Dogıı tarafı, ı-2; BilKe Kagwj Yazıtt,
Dogıı tarafı, 2-3.
3. Göıneç, a.g.e., s.117-118.
4. B.Öge!. Türk Mitolojisi, r. 1, Ankara 197 ı, s.IV.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 53

ülkede birtakım karışıklıklar olduğundan zayıf bir halde bulunan Mo-tun'dan


komşuları olan Tung-hular, babası Tuman'ın hiç durmadan 1000 mil koşabilen
atını istemişlerdi. O da bir kurultay toplayıp, durumu vezirlere sormuş, devlet
ileri gelenleri bu atın verilmemesi yolunda karar verdikleri halde, Mo-tun bu atı
gelen Tung-hu elçisine vermişti. Bu olaydan kısa bir müddet sonra hiçbir töre
ve gelenek tanımayan Tung-hular bu kez de Mo-tun'un hatununu istediler.
Devlet meelisi derhal savaş ilan etmeyi teklif ettiyse de, Mo-tun kendi eliyle
hatununu verdi. Herne pahasına olursa olsun Türklerle savaşıp, onların ülkesini
ele geçirmeyi planlayan Tung-hu hükümdarı ordusunu toplayarak, sınırda
bulunan terkedilmiş, çorak bir araziye girdi. Hükümdar elçi gönderdi ve
Mo-tun' dan bu toprağı istedi. O da, hemen kumltayı topladı ve devlet ileri
gelenlerinin görüşünü sordu. Onlar da Mo-tun'un daha önceki kararlarını göz
önünde bulundurarak, "bu toprak parçasını ha terketmişiz, ha terketmemişiz, ne
fark eder" dediler. Bunun üzerine Mo-tun kızarak şöyle kükredi: "Toprak
devletin temelidir. Biz onu başkasına nasıl verebiliriz" dedikten sonra, toprağı
verme taraftarı olanların başını hemen kestirdi.

Türk tarihi için son derece önemli olan bu efsanevı vesika Çin'in ilk resmı
tarihi sayılan Shih-chi adlı yıllığın 110. bölümünde kaydedilmiştir.

Bundan başka efsanevı unsurların içinde bulunduğu Türklerin türeyişleriyle


alakalı sözİü kaynakların içerisinde Kök Börü ve Ergenekun efsaneleri gelir ki,
bunların da Türk tarihi açısından önemi; milletimizin karakterini ve mim
yapısını yansıtmasıdır. Bu efsaneleri de şöyle özetleyebiliriz: "Her şeyin sahibi
olan Tanrı birgün yukarıda mavi gökleri yarattı. Sonra bu muazzam uzay
boşluğu içerisine dünyaları yerleştirdi. Önce göğü, sonra da yagız-yeri
yaratmıştı. Bütün bunlara rağmen eksik olan birşey vardı. Bu yaratmış olduğu
evrene öyle birşey eklemeliydi ki, hem kendisinin yarattıklarının en üstün
varlığı, hem de bu dünyanın bir anlamı olmalıydı. Böyle düşünürken
kendisinden de birşeyler kattığı insanı vücuda getirdi. Ye "yukarıda mavi gök,
aşağıda yagız yer kılınmış; ikisinin arasında da insan oğlu yaratılmıştı". Fakat
Tanrı, insanları farklı farklı yarattı. Onları çeşitli ırkıara, kabilelere böldü. O,
insan ırklarının bu şekilde birbirlerini tanımalarını ve karışmamalarını istiyordu.

Binlerce yıl geçtikten sonra insan oğlu yeni yeni şeyler öğrendi, başka
başka özellikler kazandı. Irklar zamanla birbirlerinden tefrik edilmek için çeşitli
adlar almaya başladılar.

İşte bunlardan birisi vardı ki, o zamana kadar yaratılmış olan hiçbir ırka,
hiçbir soya benzemiyordu. Tanrı, bu ırka o vakite kadar meydana getirdiği
hiçbir soyda olmayan meziyetler ve hünerler bahşetti. Bu ırk dünyanın en
54 s. Gömeç

savaşçı, en zeki, en dürüst, en güzel ahlaklı ırkıydı. Bulunduğu coğrafyada ona


korkuyla karışık bir saygı hissi vardı. Bu ırk zayıfların ve haklıların koruyucusu,
zalimlerin ve haksızların düşmanıydı.

Yukarıda her ırkın kendini diğerlerinden ayırmak için adlar almaya


başladığını söylemiştik. O zamanlar, bahsetmiş olduğumuz bu ırkın başında
tıpkı kendisi gibi çok cesur, yiğit ve akıllı bir kişi vardı. Herkes onun sözünü
dinler, yap dediğini yapar, yapma dediğini yapmazdı. Bu kişinin adı 'Türk'tü.
Türk "güç, kudret, erdem" demekti. Onun soyundan gelen kişiler de bu
özelliklerinden dolayı o öldükten sonra, bu adı almayı uygun buldular.

Türk'ün yeryüzünde bu kadar sevilmesi, bu ırkın üstünlükleri yüzünden


dünyada bazı ayrıcalıklara sahip olması, çevredeki toplumların ve ülkelerin
bazılarının ona düşman olmasına sebep oldu. Onun bu düşmanları aralarında
gizli planlar yaparak; Türk milletini birgün tuzağa düşürerek büyük bir bozguna
uğrattılar. Bu korkunç baskından bir çocuk haricinde kimse kurtulmamıştı.
Düşman askerleri bu çocuğu öldürmemişler, fakat kol ve bacaklarını keserek bir
bataklığa atmışlardı.

Yeryüzünde olup-biten bu işleri Tanrı makamından seyrediyordu. Kendi


yaratmış olduğu, bu kutlu ırkın yok olmasına razı olmadı. Onun için bu çocuğun
yanına bir dişi kurt gönderdi. Bu dişi börü, çocuğa et ve yiyecek getiriyordu.
Bunlarla beslenen çocuk ölümden kurtuldu. Biraz büyüyen bu çocuk kurtla
birleşti ve kurt ondan gebe kaldı. Etrafta kurt gibi yaşayan bir çocuğun
olduğunu duyanlar, onu öldürmeye geldikleri zaman, kurt Tanrı'dan gelen
buyruğu dinleyerek, çocukla birlikte yaşadıkları göl kıyısının kuzeyinde
bulunan bir dağa kaçtı. Bu dağın içerisinde çok büyük bir mağara vardı. Börü
çocuğa yol göstererek mağaranın içerisine girdi. Ortasında otları, ağaçları,
nehirleri ve gölleri olan bir ova bulunuyordu. Bu ovanın genişliği onlarca km2
idi. O kadar güzel bir yerdi ki, Tanrı bu Türk çocuğunu adeta cennetin
dünyadaki bir eşi olan bu yere özellikle getirmişti. Onun burada çoğalmasını,
güçlenmesini ve yeniden kendi adaletini uygulamasını istiyordu. Börü burada
on erkek çocuk doğurdu. Bu on çocuk büyüyünce, bu dağı binbir güçlükle
geçip, on tane kız kaçırarak buraya getirdiler ve burada çoğaldılar. Bunlardan
birisi kendisine Aşina soyadını alarak, çadırının önüne kurt başlı bir sancak
astı. Daha sonra bunların hepsinin başı oldu.

Aradan yıllar geçti, Türkler buraya sığmaz oldular. Artık Ergenekun


(Kunların çoğaldığı, ergenleştiği yer-Halkın çoğaldığı yer) adı verilen bu kutlu
yurttan çıkmak gerekiyordu. Çünkü onlar yıllarca atalarından çeşitli hikayeler
dinlemişlerdi. Yaşadıkları, çoğaldıkları bu yurdun dışında bir zamanlar
ri

ı ; Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 55


!
atalarının hükmettiği çok geniş ülkeler vardı. Burada durup, oturmak onlara
'j yakışmazdı. 'Türk'ün yaradılışının bir gayesi bulunuyordu. O sadece ok çekip,
i kılıç sallayan bir kavim değildi. Tanrı onu yeryüzünde adaleti ve düzeni
,i sağlasın diye göndermişti. Dürüstlüğün ve iyi ahlakın timsali olması için
i vazifelendirmişti. Bu görevlerini icra etmesi için yeniden dünyanın içine
dalmalıydı. Fakat buna bir engel vardı. Bu geniş ovadan çıkmanın bir yolunu
bilmiyordu. İçlerinden akıllı bir demirci Çıkıp, kendisinin bir planı olduğunu
söyledi. O, dağın bir yerinde demir madeni olduğunu ve burayı eriterek dışarı
'j çıkabileceklerini söyli.iyordu. Buna herkes yürekten sevindi. Çoluk-çocuk,
yaşlı-genç herkes elinden geldiğince çalıştı. Kimi odun toplayıp-yığdı, kimi
körük dikti. Dağın birçok yerinde sıra sıra kömür diziidi. Yamaçların
sağına-soluna bir sıra odun, bir sıra kömür kondu. Dokuzyüz deve derisinden
yapılan körükler çalıştı; en yaşlı Türk odunları ateşledi ve ellerini göğe
kaldırarak ulu Tanrı 'ya yalvarmaya başladılar. Tanrı yeryüzüne göndermiş
olduğu bu kavrnin dualarını işitti. Demir dağ eridi. Türkler hep bir ağızdan
"Tanrı Türk'ü korusun" diye bağırıyorlardı ve O'da yeryüzünün efendisi bu
kavmi esirgedi. Yol açıldı. Ancak onların bu günü unutmalarına imkan yoktu.
i
Bu kutlu gün bayram ilan edildi. Hayatlarının yeniden başlangıcı, yeni yılın ilk
,i
günü olarak kabul gördü. Bütün Türk boyları yaşadıkları müddetçe bu günü
unutmadılar. Ergenekun Bayramı'nda çeşitli oyunlar, eğlenceler ve spor
müsabakaları düzenledikleri gibi, atalarının yeniden çoğaldıkları bu yere her
sene giderek kurbanlar kestiler. Buraya "Ata sini" yani "Kutlu Atalar Mezarlığı"
adını vererek, orada kurultaylar düzenlediler. Yeni yılı karşılarken, burada
merasim yaptılar, hanedanlar devletin başına geçerken halkın da katıldığı,
kaganlık seçimlerini burada yaptılar".

Hun ve Kök Türk döneminin efsanelerinden sonra biraz da


Uygurlarınkinden bahsedelim. Bilindiği gibi, Kök Türklerden sonra Türk
devletinin başına Uygurlar geçtiler. Çin kaynakları Uygurların, Kök Türkler gibi
Hunların neslinden oldukları yolundaki haberlerde hem-fikirdirler ve onların da
kurltan türediğini söylerler. Hatta Çin yıllıklarında Uygurların sesinin kurda
benzediği zikredilmektedir. Uygurlara ait iki önemli efsane mevcuttur:
Bunlardan birisi Türeyiş, diğeri Göç Efsanesidir ki, konuları kısaca şöyledir:
"Hunların eski tanhularından birinin o kadar güzel iki kızı vardı ki, Tanrının
onları insanoğuları ile evlendirrnek için yaratmış olduğuna inanmıyordu.

Böylece kızlarını daha yüce biriyle evlendirmek için memleketinin kuzey


taraflarında yüksek bir kule yaptırdı. İki konçuy buraya hapsedildiler. Bir börü,
Hun konçuylarının yaşadığı kulenin etrafında gece-gündüz dolanıyordu.
Kulenin dibinde kendine bir in yaptı. Küçük kız, bu kurdun babalarının

i
S. Gömeç
56

kendileriyle evlendirmek istediği varlık olduğuna inanarak, kuleden aşağıya


inerek kurtla evlendi. ışte bunlardan olan çocuklar Uygur halkının atalarıdır.
Söylendiğine göre Uygurların sesleri kurtlarınkine benzer'.

Uygurların eski yurtlarında Karakurum adında bir dağ vardı. Bu dağdan iki
nehir çıkardı. Birinin adı Selenge, diğeri Togla. Bu iki nehir arasındaki bir ağaç
üzerine birgün kutlu bir ışık indi. Bu ışık dokuz ay boyunca devam etti ve
ağacın gövdesi şişti. Dokuz ay on gün sonra bu ağacın içinden beş çocuk çıktı.
En küçüğünün adı Bugu idi. Memleketini çok iyi idare ettiği için han oldu.
Kendisinden sonra gelenlerde Uygurların kaganı oldular.

Daha sonra onlar Çiniilerin T'ang süliHesiyle birçok savaşlar yaptılar.


Uygur prensesleri Karakurum'daki kutsal bir dağda oturuyorlardı. Çinliler,
Uygurların zenginliğinin buradan geldiğine inandılar. Onun için, "siz bizim
prensesimizi aldınız, buna karşılık sizin kutlu dağınızdaki taşları biz alıp
kullanmak istiyoruz" dediler. Devlet ileri gelenleri buna karşı çıktılarsa da,
kaganı kandırdıklarından dağı parçalayarak Çin'e götürdüler. Bu taşların
götürülmesinden sonra bütün hayvanlar göç, göç diye bağırmaya başladılar;
kagan öldü ve Uygurlar Turfan'a göç etmek zorunda kaldılar<'. Böylece
"Uygurların Göç ve Türeyiş" efsanelerini de özetlemiş olduk.

Zaman içerisinde meydana gelen destanlar yukarıda görüleceği üzere


birçok mitolojik unsuru bünyelerinde toplamıştır. Türk dili ve edebiyatının en
mühim bakiyelerinden olan destanlar Türk tarihi açısından da kaynak özelliği
taşır. Destanlar Türk milletinin tarih sahasına çıkışıyla başlar, günümüze kadar
gelişen edebiyatımızda ise üzerinde sıkça söz edilen bir tür olarak görülür.
Geniş zaman çizgisi içerisinde bazan tarih, bazan da almış olduğu unsurlar icabı
bir hayat hikayesi anlamındadır. Destanlar milli ülkülerle donanmış manzum
eserlerdir. Çağlardan beri sürüp-gelen bu destanlar, milli ruhu ifade eder. Milli
ruhu hayatta tutabilmek, hatta milli tarihi yaratabilmek için pekçok milletin
uydurma destanlar bile yazdığına tarih şahit olmuştur. Mesela bugünkü Fars
milletinin bir ırk olarak ayakta kalabilmesi milli şairleri Firdevsi'nin yazmış
olduğu Şehname'ye bağlıdır.

Türk destanlarına bir nevi halk tarihi de diyebiliriz. Türk destanları


üzerinde çalışan ilk Türk ilim adamı Ziya Gökalp'tir. Ziya Gökalp'in vaktiyle

5. M.J.Deguignes. Huııların. Türklerin. Mogolların ve daha .wir Garhi Tatarlarııı Tarihi


Umumisi. C. 3. Istanbul 1924. s.8.
6. A.Öztlirk, Çağlar Içinde Türk Destanları, Istanbul ı980, s.258-259; S.Gömcç, Uygur
Türkleri Tarihi ve Kültürü, Ankara 1997, s.79.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 57'

ilkokul çocukları için çıkan "Çocuk Dünyası" adlı haftalık dergide "Türk
Tufanı" başlığı ile yazdığı bir manzume Oguz Kagan Destanı'nın değiştirilmiş
bir şeklidir. Sonra bir Başkurt Türkü olan Z.Velidi Togan, Türk destanlarının
sözlü olarak yaşadığı coğrafyayı ve lehçeleri bilip, aralarında bulunmuş olmanın
avantajını da kullanıp, destanlarımızı tasnif etmeye çalışmış ve bazı karanlık
noktaları aydınlatmıştır.

Milli destanın meydana gelmesi için üç mcrhalenin geçmesının lazım


geldiği kabul edilir:

1-Destani ruhlu bir milletin çeşitli devirlerdeki maceralı hayatını halk


şairleri ufak parçalar halinde söyler,

2-Milletin bütününü ilgilendiren bir hadise, bu çeşitli destan parçalarını bir


merkez etrafında toplar,

3-Sonunda, millette büyük bir medeni hareket olur ve o sırada çıkan aydın
bir halk şairi bu parçaları toplayarak milli destanı yaratır.

Destanlarımızı bir de nazma çekme çalışmaları oldu, Bunu yapanlar da


daha önce söylediğimiz Ziya Gökalp'tan başka, Rıza Nur ve Basri Gocul'dur.
Oguz Kagan Destanı'nı nazım şekline sokan Rıza Nur 6100 mısrayı aşan büyük
bir eser meydana getirdi? Son olarak bu hususta gayret gösterenler kişilerden
birisi N.Yıldırım Gençosmanoğlu oldu.

Ancak sayısı yüzün üzerinde olan Türk destanlarının tasnifi, incelenmesi,


yorumlanması hala tamamlanmış değildir. Bu ortak destanlarımızın bazıları ve
konuları şöyledir:

i -Abılay Han Destanı, bugünkü Kazak Türklerine aİt olup. 15. yüzyıldaki
Kazak boy birliğinin teşekkülünün izlerini taşır.

2-Alp Er Tonga Destanı'na ait ilk bilgileri Kaşgarlı Mahmut vermektedir.


Divanü Lilgat-it-Türk'de Afrasyab olarak geçen Turan hükümdarı Alp Er Tonga
ile birleştirilmektedir. Afrasyab, Turan-İran savaşları sebebiyle ilk önce
Şehname'de zikredilir. Ancak, Kaşgarlı'nın bahsettiği Alp Er Tonga'nın,
Şehname'de geçen Afrasyab ile bir olduğu yolunda şüpheler vardır. Bize göre
Alp Er Tonga, 714 yılında Beş-Balık'ın kuşatılması sırasında tuzağa
düşürülerek öldürülen, Kapgan Kagan'ın büyük oğludur. Kişilik olarak Köl
Tigin'e benzeyen, Kök Türkler arasında çok sevilen ve bütün ömrünü Türk

7. N.Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, 6. baskı, Istanbul ı980, s. 147- ı73


58 S. Gömeç

milleti için harcamış olan Tonga Tigin'in kahramanlıkları ölümünden sonra da


Türkler arasında yaşamış ve bir efsane olarak Kaşgarlı' nın çağına kadar
gelmiştir8• Kaşgarlı Mahmud'da Türkler arasında yaşayan bu destanı duyduğu
için eserinde zikretmiştir.

3-Alpaml,ç Destanı'nın ençok Kara-Kalpak varyantı meşhurdur. Dede


Korkut hikayelerinden, "Bay Böre Bek-oglu Bamsı Beyrek" hikayesi Türk
dünyası içinde en bilineni olup, Kara-Kalpakların ve Kazakların Alpamış veya
Alpamsı, Başkurtların Alpamış, yahut Alpamşa adlı hikayeleri Dede
Korkut'taki Bamsı Beyrek hikayesinin değişik coğrafi bölgelere göre işlenmiş
varyantıarıdır.

4-Çingiz Han Destanı. Çingiz Han, bazıları sevsede, sevmese de, Türkleri
bir bayrak altında toplayan, dünyanın en büyük hükümdarlarının başında yer
alan, emrindeki küçücük bir kuvvet ile milyonlarca km~'lik toprakları ele
geçiren bir kişidir. Hem Türkler için, hem de Mogollar için son derece önemli
bir insan olan Çingiz'in hayatı ve mücadeleleri zaten bir destan gibidir. Onun
destanlaşmış hayatına ait bilgileri yazılı olarak biz, Mogollar' ın Gizli
Tarihi'nden, Reşidüddin'in Camiü't-Tevarih'inden ve Cüveyni'nin Tarih-i
Cihangüşa' sından öğreniyoruz. İşte bu kaynaklardaki bilgiler Türk ve Mogol
halkı arasında yüzyıllardan beri sözlü olarak anlatılmaktadır. Daha sonraları
yazıya geçirilmiş olan Çingizname'nin çeşitli nüshaları bulunmaktadır. Bunların
arasında Paris, Berlin, British Museum nüshalarını sayabiliriz9•

5-Çora Batır Destanı, Kazan'ı son Rus saldırısında müdafaa eden Çora
Batır' ın kahramanlıklarını ihtiva eder. Bilindiği gibi Çora Batır ve Koçak Oglan
Kazan 'i kahramanca savunmuşlar ve onların yiğitlikleri Kazan Türkleri arasında
sonradan destanlaşmıştır. Çora Batır Destanı, Sovyet-Rusya zamanında
yasaklanan Türk destanlarındandır.

6-Dede Korkut Hikayeleri'nin nakilcisi olan, Dede Korkut'un adındaki


Dedc'nin Korkut kadar eski olmadığı ve bunun efsanevi Korkut'un yaşlılığını
nitelemek için asıl ada sonradan eklendiği şüphesizdir.

Dede Korkut Kitabı'nın önsözünden anlaşıldığına göre Korkut Ata, Hz.


Peygamber zamanına yakın bir vakitte yaşamıştır. Birçok tarihi kaynaklar ve
hemen hemen bütün rivayetler, Korkut Ata'nın keramet sahibi bir kişi olduğu

8. S.Gömcç, "Atsız Bir Kahraman: Tonga Tigin", Türk Kültürü, 33/390, Ankara 1995,
s.639-640.
9. A.lııaıı, Makaleler ve Incelemeler, 2. baskı, Ankara 1987, s.198-206.
! i

r Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 59

noktasında hirleşirler. Bazı kaynaklar ve söylentHer, Dede Korkut'u 295-300 yıl


yaşamış gibi gösterirler.

Dede Korkut Kitabı'nda onu vezir veya devlet adamı karakteri ile değil,
ozanlar başı olarak görüyoruz. Destani hikayelerde ona bağlanıp, mal edilen
başlıca işler şunlardır: Güzel sözler, hikmetler söylemek, Oguzların türlü
yönlerine ilişkin hikaye ve rivayetler anlatmak, hanların ve beglerin
methiyelerini söylemek, eğlence ve törenlerde şarkılar çalmak, iyi insanlara
hayır-dualar etmek, kötüleri kınayıp, ayıplamak ...Hayatı hakkında olduğu gibi,
ölümü hakkında da bilgi yoktur. Mesela Kazak Türkleri arasında kopuz ve
dombranın yapıcısıdır.

Asıl adı "Kitab-ı Dede Korkut ala Lisan-ı Taife-i Oguzan" olan bu eser
Oguzların Azerbaycan ve Kuzey-doğu Anadolu yörelerindeki yaşayışlarını dile
getirir ve İslam öncesi Türk hayatından da önemli izler taşır.

Dede Korkut'un 1950 yılına kadar tek nüshası biliniyordu. Dresten


Kütüphanesindeki bu yazmadan ilk olarak bir Alman (Fleischer) söz etmİştir.
Türkçe ilk baskısı Kilisli Rıfat tarafından yapıldı (1916). 1938' de O.Ş.Gökyay,
bu nüshayı esas tutarak Türkiye'deki en mükemmel neşirlerinden birini yaptı.
1950'de Vatikan Kütüphanesinde E.Rossi ikinci bir yazmayı buldu ve 1952'de
bazı cklerle yayımladı.

Dede Korkut hikayelerinin her biri başlı-başına bağımsız gibi görünüyorsa


da, hepsi birden bütünlük meydana getirmektedir.

7-Kalaç Destanı olarak biz Şu Destanı'nı görmekteyiz. Şu Destanı'nı


araştırmacılar Türklerin eski devirlerine, yani Saka çağına mal ederler. Bu da,
Kaşgarlı Mahmud'un Türkmen kelimesini açıklarken verdiği kayıtlara
dayanmaktadır. Destanın ana teması şöyledir: İskender Doğu ülkelerine sefere
çıkıp, nihayet Türk topraklarına dayanmıştı. Bugünkü Hocent'in hulunduğu
yerde otağını kurmuş olan Şu adındaki Türk hükümdarı İskender'in gelişine hiç
aldırış etmemiş, fakat İskender'in ordusu pek kalabalık olduğundan dolayı
Türkistan 'ın içlerine çekilmişti. Ancak onun tebasından 22 bey geç kaldıkları
için orada kalmışlardı. Sonradan oraya ordunun izini takip eden iki kişi daha
geldi. Yorgun ve bitkin olan bu iki kişi, diğer yirmi iki kişiyle tanıştılar,
konuştular. İki kişi İskender'in huralardan da gelip-geçeceği ni ve kimseye
dokunmayacağını söylediler. Bunun üzerine diğer 22 kişi onlara "Kal aç"
dediler. İşte bu iki kabileyle Türkmenlerin sayısı yirmi dört oldulO.

ıo. Kaşgarlı Mahmud. Divwıü LUXat-it-Türk. Haz. B.Atalay. C. 3. 2. baskı. Ankara ı986.
s.413-415.
60 S. Gömeç

8-Kublandl Satır Destanı, Özbek Türklerinin kahramanlık hikayeleridir.


Burada hem İslam öncesi, hem de İslamiyet sonrası kültür unsurlarını
görebiliriz. Özellikle bu destanda, 'Türk'ün kadına ve atına verdiği önem
vurgulanmaktadır.

9-Manas Destanı, Kırgız Türklerinin 9. yüzyıldan sonra devlet sahibi


olmalarını ve bunun için yaptıkları savaşları bünyesinde barındınr. Adı geçen
asırdan 20. asra kadar Kırgız Türkleri arasında yaşayan, nesilden nesile sözlü
olarak devredilen bu destan Türk kültürünün aşağı-yukarı bin yıllık bir
bölümünü bütün halinde verir. Bu destanı ilk defa Batı alemine Çokan
Velihanoglu (Velihanov) tanıttı. Destan, Kırgız ve genellikle Türkistan
Türklüğü içerisinde görmüş olduğu rağbet üzerine bir de Manasçı adı altında
halk şairi grubu vücuda getirıniştir. Barthold' a göre Manas Destanı 9. ve 10.
yüzyıllarda teşekkül etmiştir. Destanın bugünkü vatanı olan Kırgızistan' da
birçok boylar Manas veya oğlu Semetey'e izafe olunduğu gibi, Doğu
Türkistan' da Manas nehri ile Manas şehri vardır. Manas adını taşıyan bu yerler,
Türklerin rivayetlerine göre destanı kahramanın adı ile alakalıdır. Kafkasya'da
da Manas adını taşıyan bir çayll ve Talas vadisinde Manas'a ait bir türbenin
olduğunu da zikretmekte fayda vardır. Bugün Manas Destanı'nın çeşitli
rivayetleri bulunmaktadır:

i -Sagımbay Orazbek-oglu Rivayeti, 1912-1930 yılları arasında tesbit


edilmiş olup, 378 mısra halinde bir özettir.
2- Yolay Rivayeti ki, bu daha çok Radloff'un adıyla anılır. Bu rivayet
Tokmak kentinin güneyindeki Şamsı ırmağı kıyılarında yaşayan konar-göçer
kabilelerin bir ferdi olan Kırgız Manasçı'sı Yolay'dan kaydedilmiştir. Bu
varyant 17.774 mısradır.
3-Çokan Valihan-oglu Rivayeti, Manas konusunda derlenmiş ilk rivayettir.
19.000 mısradan fazladır.
4-Bekmurat Rivayeti, 32.000 mısradır.
5-Karalay Sayakbay-oglu Rivayeti, 40.000 mısra olup, 60 gecede
tamamlanmıştır.

Manas Destanı'nda hem eski Türk dininin, hem de İslamiyetin izleri vardır.
Eski Türk kabile hayatı ve Türk dünya görüşü rastlanan ögelerdendir.

i ı. A.Cafcrogıu. Türk Kavimleri. Ankara 1983. s.30; Inan. a.g.e., s.1 12-1 13; R.R.Anlı.
"Kırgızistan". Islam Allsiklopedisi. C. 6. 5. baskı. Istanbul 1988. s.74 ı.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 61

lO-Oguz Kagan Destanı'nın bugün bilinen tek nüshası vardır, o da Paris'te


Fransız Milli Kütüphanesindedir. Uygur harfleriyle yazılmış olan bu nüsha
İslam öncesi motifleri ihtiva eder. Bu eserin en iyi neşri 1932'de W.Bang ve
R.R.Arat tarafından almanca olarak yapılmış ve 1936'da Türkiye Türkçesine
çevrilmiştir.

Uygur Türkçesi ile kaydedilen Oguzname'nin yanı sıra çeşitli eserIerde de


tesbit edilen İslami dönemin izlerini taşıyan Oguznameler de vardır. Elde
bulunan destani rivayetlerin esasını da İlhanlı veziri Reşidüddin'in
Camiü't-Tevarih'indeki farsça varyant teşkil eder. Sonra bazı değişikliklerle 15.
yüzyılda Yazıcıoğlu tarafından Batı Türkçesine, 17. yüzyılda da Ebu 'I-gazi
Bahadır Han aracılığıyla Doğu Türkçesine aktarıldı.

Oguzname rivayetlerinde Oguz Destanı'nın muhtevası olarak önce


Oguz'un soyu, dünyaya gelişi ve büyümesi bölümü, sonra Oguz'un fetihleri ve
boylara ad vermesi kısmı, daha sonra Oguz'un yurdunu ikiye bölüp, oğulları
arasında taksim etmesi bölümü ve Oguz'un vasiyeti ve töresi göze çarparı~.

11-0Ionholar, Saha Türklerinin kahramanlık destanları ve sözlü


edebiyatlarının zirvesidir. Olonholarda Sahalann mistik savaşçılarını,
kahramanlarını ve kötü ruhlarla olan mücadelelerini görebiliriz. Bugün Saha
Cumhuriyetinde Olonhoların toplanmasının birinci devresi bitmiştir.
Olonhoların 150 tam metni ve 80' den fazla kısa özeti toplanmıştır. Şimdiye
kadar 17 tam metin, 28 kısa özet ve 21 küçük parça basılmıştır. Bunların büyük
bölümü Rus ihtilalinden önee hazırlanmıştı. Daha sonra Olonholar üzerinde
incelemeler başlamıştır ki, bu da Sovyet-Rusya dönemine rastlamaktadır.
Olonhoların bazı bölümleri o kadar uzundur ki, anlatılması birkaç gün sürer ve
özel okuyucuları vardır.

Olonhoların hangi tarihı devreye ait olduklan konusunda anlaşmazlıklar


vardır. Bunu bir neticeye vardırmak için Güney Sibirya ve Mogolistan' daki
konar-göçerlerin içtimaı hayatlarının tedkik edilmeleri gerekmektedir.

Diğer yandan Türk tarihini yakından ilgilendiren birtakım yabancılara ait


destanları da zikretmek lazımdır. Bunlar da tarihimiz ve kültürümüz için
önemlidir. Türk olmayan kavimlerin bu destanları arasında hanlıların
Şehname'sini, Almanların Nibelungen'ini, Rusların İgor Bölüğü Destanlarını
sayabiliriz. Bu destanların pek çoğu doğrudan Türklerle alakalı olduğu gibi, bir
kısmı da dolaylı olarak Türklerle ilgilidir.

12. W.Bang-R.R.Arat, Oguz Kagan Destanı, Istanbul 1970, s.I-IV.


S. Gömeç
62

B-Arkeolojik Buluntular

Bütün dünya milletlerinin olduğu gibi, Türk milletinin de eski tarihini ve


kültürünü aydınlatabilmek için ilk başta onlardan kalan maddı belgelere
baş-vurmak zorundayız. Bunların içine ise daha çok arkeoloji, sanat tarihi ve
etnografya malzemeleri girer.

Maddi kültür unsurları arasında çeşitli iskan yerleri, bengütaşlar, balballar,


mezarlar, kap-kacak, hülasa hertürlü maddı eşya yer alır. Konar-göçer bir hayat
tarzını benimseyen Türkler özellikle kışlak merkezlerinde, barındıkları yapıları
inşa ettiler. Doğuda Yenisey ve Selenge nehirlerinden başlamak üzere batıda
Tuna'ya, yani Orta Avrupa'ya kadar Türklere ait pekçok yerleşim yerine
rastlanılmaktadır.

Asya ve Avrupa topraklarında Türklerden kalma buluntu yerlerini ve


çağlarını şöyle tasnif etmek mümkündür:

i-Taş çağı (M.Ö. 1O.000-M.Ö. 1700)


a-Geç Taş çağı (M.Ö. 10.000'ler)
b- Yontma Taş çağı (M.Ö. 8000-3000)

2-Bakır çağı M.Ö. 2500-1700 yılları arası olup, bu buluntu yerlerine


Altay-Sayan, Minusinsk vadilerinde rastlanılır. Bu döneme ait Türklerden
kalma at ve koyun kemikleri bulunmuştur. Demek ki, Türkler M.Ö. 2500'lerden
beri koyunu biliyordu.

3- TUllç çağı M.Ö. 1700-1000 yıllarını ihtiva eden Andronova kültürüyle


ön plana çıkar ki, burası Minusinsk bölgesindedir. Fakat Tunç çağı'nın Türk
coğrafyasının çeşitli yerlerinde izleri vardır. Mesela, Tuva Tunç çağı, Tuva
Cumhuriyeti sınırları içindeki Ulug-kem bölgesinde bulunmuştur. Burada çıkan
kalıntılar M.Ö. 2000-700 yılları arasında olup, Tölöslere aittir. Kazak Tunç
kalıntıları, Kazakistan topraklarında yer alıp, M.Ö. 2000-700 yılları dönemidir.
Kara-sug Kültürü, M.Ö. 1300-700 yılları arasıdır ve Yenisey çevresiyle,
Kögmen Dağları havalisinde ortaya çıkmıştır. Bu kültür de eski Tölös
kabilelerinden kalmadır. Bu dönemin özelliği olan yassı mezar kültürünü
Baykal Gölü' nün güney-doğusunda, Ötüken Dağları (Hangay), Selenge-Orkun,
Tamır ırmakları ve Baykal Gölü çevresinde görüyoruz ve M.Ö. 1000 yıllarına
aittir. Burada ortaya çıkarılan arkeolojik malzemeler, Minusinsk bölgesinde
keşfedilen Tagar Kültürüyle benzerlik gösterir.

4-Demir çağı, buluntuları tıpkı Tunç çağı gibi Türk ülkelerinin farklı
bölgelerinde rastlanılmaktadır:
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 63

a-Uyuk (Tuva) Kültürü, M.Ö. 700-200 yılları arasında oluşmuştur.

b-Tagar Kültürü ise, M.Ö. 700-M.S. 100 tarihlerine konulup, Kögmen


Dağları ve Yenisey' in kolları çevresindedir.

c-Esik (Yesik) Kalıntıları M.Ö. 500 yıllarına ait olup, i969 senesinde
Kazakistan'ın Esik kasabasında başlayan kazılar neticesinde ortaya çıkarılmıştır.
Kazakistanlı ilim adamlarından Kemal Akişev'in başkanlığında başlayan bu
kazılarda elde edilen en mühim eser, gümüş bir kap üzerindeki Kök Türk
harflerinin arkaik şekli olarak kabul edilen ve M.Ö. 5. yüzyıldan kalma olduğu
söylenen yazılardır. Bu harfiyatta keşfedilen diğer önemli bir buluntu da,
tamamen altınla işlenmiş üzerinde bir zırh bulunan Türk tiginine aİt cesettir. Bu
yüzden ilim literatürüne "Altın Elbiseli Adam" olarak geçti. Ayrıca bunların
yanında 4000 parça altın eşya çıkanldı. Esik kalıntılarının bulunduğu coğrafya
Issık Köl çevresi, Ala- Tag, İli Vadisi, Çu- Talas arası, Kuz-Orda ve Taraz
havalisinden ibarettir. Bu bölge tarihin en eski devirlerinden beri Türklerin
yurdudur. Esik mezarlarından çıkarılan altın levhalar üzerinde at, dağ keçisi,
geyik, pars, kurt ve yırtıcı kuşlara ait motifler vardır.

d-Taştık Kültürü, M.Ö. 300-M.S. 400 yıllarını ihtiva edip, yine Kögmen ve
Yenisey bölgesinde ortaya çıkarıldı. Taştık kültürünün buluntuları arasında
küçük hayvan heykelleri vardır. Kiselev, Taştık kültürünü doğrudan doğruya
Kök Türk kültürünün ön hazırlığı olarak kabul eder.

e-Pazınk Kültürü, Altun- Yış (Altay), Yarış Ovası (Cungarya), Tarbagatay


Dağları, Kara !rtiş ve Yumar (Ab) Vadileri etrafında ortaya çıkmıştır. Pazarık
mezarları ilk defa 1919 senesinde S.I.Rudenko ve M.P.Gryaznov adlı iki ilim
adamı tarafından bulundu. Sibirya'da Ulagan vadisinde, Pazınk denilen yerde,
tamamen donmuş mezarlar içinde cesetlere ve eşyalara rastlanıldı. Pazınk
mezarlarında M.Ö. 400-200 yıllarına ait halılar, giyim eşyaları, ayakkabılar,
arabalar, mumyalanmış kadın ve erkek cesetleri, at koşumları, müzik aletleri ve
süs eşyaları bulundu.

Tarih öncesi çağlan ve kültürlerini böylece özetledikten sonra bulunan


eşyaları da belki şöyle tasnif edebiliriz.

I-Her türlü giyim-kuşam eşyalan


2-Çeşitli süs eşyaları. Küpe, düğme, kopça, bilezik, gerdanIık, ayna, toka,
kemer uçları
3-Savaş aletleri. Ok ucu (termen), balta, bıçak, süngü, kıIıç, zırh, kalkan,
bayrak, tug vs.
S. Gömeç
64

4-Ev aletleri. Çekiç, balta vs.


S-Mutfak eşyaları. Her türlü kap-kacak.
6-At koşumlan. Eger, gem, üzengi, kayış tokaları.
7-Ev eşyaları. Halı, kilim, döşek, vs.
8-Müzik aletleri. Her türlü çalgı.
9-Her türlü mimari yapı ve heykeller.
10-Tamgalar. Türk kültüründe tamgalann önemi son derece büyüktür.
Türk, sahip oldugu bütün varlıklara tamgasını vurarak, onlann adeta
mülkiyetine sahip olmuştur. Çanagından, çömlegine, koyunundan, atına, mezar
taşından, sahip oldukları topraklann sınırlanna kadar her yere tamgasını
kazımıştır.
ll-Bengü-taşlar.

c-Yazılı Kaynaklar

Hiç şüphesiz tarihin önemli kaynakları arasında yazılı belgeler yer alır.
Yazılı kaynaklar denilince de akla kitabeler, sözlükler, siyaset-nameler,
cografya eserleri, genel ve özel tarihler ve ayrıca kültürümüz için önemli olan
fal kitabıarı, dini metinler, mektuplar ve yarlıklar gelir.

]-Kitabeler

Bugün tarihçiler, özellikle İslamiyet öncesi Türk tarihinin yerli kaynakları


bakımından çok az belgeye sahiptirler. 19. yüzyılın sonlarına kadar başvuru
kaynaklarımızın temelini Çin yıllıkları ve seyahat notları meydana getiriyordu.
Kök Türkçe yazıtların ortaya çıkması ilim alemini bir anda harekete geçinniştir.
tık defa Kök Türkçe yazılı abidelerin varlığından bahseden, 13. yüzyıl
tarihçilerinden Cüveyni olmuşturD. Daha sonra bir botanikçi olan
Messerschmidt, 1721' de, Yenisey vadisinde yaptığı araştırmalar sırasında, Kök
Türkçe ile yazılmış taşların varlığından haber vermiş, fakat o bu taşların hangi
dille ve kimlere ait olduğunu bilmediğinden yankı uyandıramamıştı. Ama ilim
aleminin en büyük keşiflerinden biri olan Kök Türk yazıtlarının bulunması ve
dünyaya tanıtılması, lsveçli bir subayolan Strahlanberg sayesinde oldu. Bu
yazıtların okunması için dünyada büyük bir yarış başlamış ve ilk önce büyük
alim Thomsen abideleri deşifre etmiştir. Böylece araştırmacıların eline kıymeti
hiçbir şey ile ölçülerneyecek olan vesikiilar geçmiş oldu. Buna ragmen, belli

13. Ata Melik Alaaddin Cüveynı, Tarih-[ Cihan Güşa, C. I, çev. M.Öztürk, Ankara 1988,
s.116-117.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 65

başlı birkaç kitabenin dışındaki diğer kitabelerden yararlanma yoluna


gidilmemiştir.

Hunlardan sonra Türk devletinin başına Tabgaçlar geçmişler, onların


peşinden de Kök Türk Aşina ailesi Türk birliğini sağlamıştır. Bugün istifade
edilen yazıtların tarihi bakımdan en kıymetlileri Kök Türklere aittir. Hunların
neslinden olduklarını söyleyen Kök Türklerin ardından Uygurlar da, Kök
Türklerin izini takip etmişler, onlar gibi gelecek nesillere haber vermek için
büyük devlet kitabelerini diktirmişlerdir. Bununla beraber, Hun dönemi yazıtı
olarak daha önce bahsetmiş olduğumuz Esik Yazıtı gösterilmektedir.

a-Kök Türk Dönemi Yazıtları

, I-Bilge Kagan Yazıtı: Oğlu, İçen tarafından Bilge Kagan'ın ölümünden


i
i (734) sonra 735 yılında diktirilmiştir. Bilge Kagan ve Köl Tigin Yazıtlarının ilk
i kopyası Rus arkeologu Yadrintsev tarafından çıkarılmıştır. Bu yazıtları ilk defa,
W.Radloff tarafından, Die Alttürkischen Inschriften der Moııgolei,
St.Petersburg i895, adlı eserde neşredilmiştir. Yazıtın Türkçe kısmını Yollug
Tigin yazmış olup, çince kısmını ve süslemeleri Çinliler yapmıştır. Bilge
Kagan'ın yazıtı, Köl Tigin'inkinden bir kaç cm. uzundur. Bu yüzden doğu
cephesinde 41 satır vardır. Yazıtın batı cephesinde Çince kitabe olmakla
beraber, Çince kitabenin üzerinde ayrıca Türkçe yazılar devam etmektedir.

2-Köl Tigin Yazıtı: 731 yılında ölmüş olan Köl Tigin'in kitabesini ise
kardeşi Bilge Kagan, 732 yılında yine Yollug Tigin'e yazdırtmıştır. Bu yazıta
aİt bilgiler de, Bilge Kagan 'ınkiyle aynıdır. Kök Türk Kaganlığının
başlangıcından itibaren Bilge'nin ölümüne kadar olan tarihi olaylar bu
yazıtlarda zikredilmektedir. Kitabe kaplumbağa şeklinde bir kaide taşına
oturtulmuştur. Yüksekliği 3.75 metredir. Yukarıya doğru daraldığından doğu ve
batı cephelerinin genişliği aşağıda 132 cm, yukarıda i 22 cm. dir. Güney ve
kuzey cepheleri aşağıda 46, yukarıda 44 cm. dir. Doğu cephesinin üzerinde
kaganın işareti, batı cephesinde Çince kitabe vardır.

i 3-Tunyukuk Yazıtı: İki ayrı taştan ibaret olan Tunyukuk Yazıtı,


Imuhtemelen 725-726'larda ölen ünlü Türk devlet adamı Tunyukuk tarafından
ıölmeden evvel diktirilmiştir. Birinci ve daha büyük olan taşta 35, ikinci taşta 27
ısatır vardır. Bu abide de yazı yukarıdan aşağıya doğru yazılmış, fakat diğer
,ikisinin aksine satırlar soldan sağa doğru düzenlenmiştir. Bilge ve Köl Tigin
!yazıtlarının yakınında, Mogolistan'ın Koşo-Çaydam bölgesinde bulunmuştur.
Bu yazıt da, Radloff tarafından adı geçen eserde ilk defa neşredildi.
S. Gömeç
66

Taşların çepe-çevre etrafında Çin oymaeıları tarafından yapılma sekiz tane


heykel vardır ki, hepsinin başları kırılmıştır. Burada takriben 150 metre kadar
uzunlukta bir sıra balbal vardır. Yazıttan anlaşıldığına göre, tı-teriş ve
Tunyukuk istiklal mücadelelerine birlikte girmişlerdir. Ayrıca Tunyukuk'u Çin
kaynakları da teyit etmektedir. Bu yıllıklarda hep tı-teriş ve Tunyukuk'un adları
yan yana geçmektedir. Tunyukuk yaptıgı işlerden dolayı haklı olarak kendini
övmektedir. Özellikle Tokuz-Oguzların elinden Ötüken'in alınması, Kırgız,
Türgiş ve Sogd seferleri bu yazıtlarda anlatılmaktadır. Tunyukuk yaşadığı
müddetçe Türk devleti en parlak zamanlarından birini geçirdi. Devletin sınırları
batıda Temir Kapı'ya, doguda da zaman zaman Çin Denizi'ne kadar uzandı.
Tunyukuk yazıtının diger yazıtlardan farklı bir tarafı Bilge ve Köl Tigin' e yer
verilmeyişidir. Özellikle Köl Tigin'in adı hiç geçmez.

4-0ngin Yazıtı: 1891 yılında Yadrintsev tarafından Mogolistan' daki Ongin


lrmağına yakın bir yerde bulundugundan, bu ad ile anılmıştır. 8. yüzyıla ait bir
yazıt olup, ilk defa Radloff tarafından adı geç'en eserde neşredildi. Abide de esas
olarak 12 satır bulunmakla beraber, yan tarafının en üstünde 7 satırdan oluşan
kısa kısa yazılar vardır. Ayrıca yazıtın hemen yanındaki balbalın üzerinde de bir
satır yazı mevcuttur.

Her halde 731 yılında dikilmiş olan bu yazıtın kimin adına kazındıgı
konusunda araştırmacılar arasında farklı görüşler mevcuttur. Yazıtta bir
felaketten bahsedilmektedir, bu da muhtemelen 630'daki felaket yılıdır.
Bilindigi gibi bu olay Köl Tigin ve Bilge Kagan yazıtlarında da geçer. 8. yüzyıla
ait bir yazıt olup, ilk defa Radloff tarafından adı geçen eserde neşredildi.

5-Köl İç Çor Yazıtı: Orta Mogolistan'da, İhe-Hüşotu denilen yerde,


W.Kotwicz tarafından bulundugu için bu ad ile de anılan yazıt, Kök Türklerin
ünlü devlet adamlarından biri olan Tarduş Köl İç Çor'un anısına dikilmiştir.
Aynı zamanda Tunyukuk'un da akraba sı olma ihtimali olan Köl İç Çor Türk
tarihinde önemli bir yere sahiptir. Köl İç Çorluk idari' bir unvandır. Bazı ilim
adamlarının belirttiğine göre, 8. yüzyılda batıdaki Tarduş beglerinin reisi Köl İç
Çor unvanını taşıyordu. Hunlarda olduğu gibi, Kök Türk ve Uygurlarda da
ordular boy düzeni üzerine teşkilatlandınlmış olup, ordu komutanları olan
şadlara yardımcı olmak için, tecrübe li Köl İç Çorlar ve Apa Tarkanlar tayin
olunmuştur. Kitabede pek-çok Türk ve gayri-Türk kavmin adını da görebiliriz
(Karluk, Tokuz-oguz, Türgiş, Tarduş, Kıtan, Tatabı, Tezik vs). Coğrafi açıdan
da değerli olan yazıtta Beş-balık, Yinçü Ögüz, Temir Kapı gibi cografi terimlere
de rastlamaktayız. Yazıtta Köl İç Çor' un savaş mücadelelerinden özellikle, 714
yılındaki Beş-Balık savaşları hakkında bilgi vardır. Yazıtın batı tarafında 12,
doğu yüzünde 13, kuzey yönünde 4 satır mevcuttur.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 67

Yazıtı ilk defa W.Kotwiez-A.Samoiloviteh, "Le Monument Turc


d'Ikhe-khuchotu en Mongolie Centrale", Rocznik OrientalistycZllY, Tom. 4,
Warszawa 1928, adlı makalelerinde yayınlamışlardır.

6-Bugut Yazıtı: Mogol arkeologlarından C.Dorçsuren tarafından 1956


yılında, Mogalistan'daki Bugut şehrine LO km uzaklıkta bulunduğu için bu ad
ile anılmaktadır. 6-8. yüzyıla ait olup, Sogd alfabesiyle yazılmıştır. Yazıtın tam
olarak korunamamış olan üst tarafındaki kabartmada; belden yukarısı Türklerin
efsanevı atası olan kurt, belden aşağısı insan olan bir yaratık bulunmaktadır.
Özellikle yazıtın bir taş kaplumbağa sırtına oturtulmuş olması, buranın bir han
mezarlığı olduğunu göstermektedir.

Kök Türklerin ilk zamanlarına aıttır. Adını başka hiçbir kitabede


göremediğimiz, Mo-kan'ın ve Taspar'ın küçük kardeşi Mahan Tigin adına
dikilmiş olup, yazıtta onun iyi ve yetenekli biri olduğu zikredilir. Bu yazıtta
Mahan Tigin'e kagan da denmektedir. Bugut Yazıtını
S.G.Klyaştomıy-V.A.Livşiç, "The Sogdian Inscription of Bugut Revised", Acta
Orientalia, 26/1, Budapest 1972 adlı makalede en iyi neşrini yaptılar.

7~Çoyren Yazıtı: Ulan-Batur'a 15 km uzaklıkta, Sansar-Ula Kurgan'ının


güneyinde bulunmuştur. Üzerinde üç tamga bulunan bu yazıt 1929'da
Ulan-Batur Müzesine getirilmiştir. Bu yazıtta ünlü vezir Tunyukuk'un nesebi
sayılmaktadır. 6 satırdan ibarettir.

8-Hoytu- Tamır Yazıtları: 1893 yılında Klementz tarafından bulundular.


Orkun Nehrinin Hoytu- Tamır bölgesindeki kayalar üzerindeki bu yazıtlar 8.
yüzyıla ait olup, Kök Türk dönemindeki Beş-Balık seferlerini anlatmaktadır.
Yine ilk defa bu yazıtları Radloff neşretmiştir. Hoytu- Tamır Yazıtlarının
tamamı on parçadır.

9-Uybat III Yazıtı: 1721 'de Messerchmidt tarafından Uybat Nehrinin sol
tarafında keşfolunmuştur. Fakat bu bölgede daha pek çok yazıt mevcuttur. Yazıt
Tarkan Sangun adlı bir Türk begine aittir. Yazıtta Türk tarihi için oldukça
öneme sahip bir isme tesadüf etmekteyiz. Köl İç Çor Yazıtının 12. satırında
geçen İl Çar adını, bu kitabenin 8. satırında da görüyoruz. Bu İl Çor'un adı Çin
kaynaklarında To-si-fu olarak transkripsiyon edilmiş olup, büyük bir ihtimalle
İl-teriş ve Kapgan Kaganların kardeşidir. Yazıtta toplam 17 satır vardır.

b-Uygur Dönemi Yazıtlan

l-Aru-Han Yazıtı: 1962 senesinde Mogolistan'ın Bulgan şehrinin


~akınlarında bulunmuştur. E.Tryjarski, "L'Inscription Turque runifarme
tl' Arkhanen, en Mongoli/"''', Ural-Altaische Jahrbücher, Vol. 36, Wiesbaden
68 s. Gömeç

1965, adlı makalesinde ilim alemine tanıtmıştır. Yazıt 3 satırdan ibarettir.


Uygurların ilk dönemine aİt olmalıdır.

2-Sevrey Yazıtı: Bu yazıt 1948'de Sovyet Bilimler Akademisinin Gobi'ye


gönderdiği ilim heyeti tarafından bulunmuştur. Sevrey Yazıtında Sogdça
kelimelerde yer almaktadır. Yazıtın Uygur kaganlarından Bögü'ye ait olduğu
tahmin olunmaktadır. Kitabe 3. satırdan itibaren okunmaktadır ve 7 satırdır.

3-Şine-Usu Yazıtı: Türk tarihinin ve kültürünün en mühim eserlerinden


birisidir. 1909 senesinde Mogolistan'a yapılan bir ilim gezisinde, Şine-Usu
Gölü havalisinde bulunduğundan bu ad ile anılmıştır. Şine-Usu Türkçede "Yeni
Su" demektir. Yazıt hem e kadar Moyun-Çor'a ait ise de, babasının yaptığı icraat
ve meydana gelen hadiselerden bahsettiğinden ayrı bir değer taşır. Şine-Usu
Yazıtında pek-çok yer adına rastlanılmakta (lrtiş Ögüz, Selenge, Orkun, Kem,
Yar-Ögüz, Yarış Yazı, Kögmen, Kara-Kum vs) ve S.Gömeç, "Şine-Usu
Yazıtında Geçen Bazı Yer Adları", Bilge, 18, Ankara 1998 adlı makalesinde bu
yer adları üzerinde durmuştur. Yazıtın kuzey tarafında 12, doğu tarafında 12,
güney cephesinde 15, batısında 10 satır mevcuttur. Ayrıca yazıtın batı tarafının
kenarında da bir satır bulunmaktadır.

Yazıtın kuzey tarafı ilk dört satırı Kök Türklerden izler taşır.
Moyun-Çor'un babası Köl Bilge'nin Tokuz-Oguzları kendi safına çektikten
sonra başarılı olduğu anlaşılmaktadır. Onlar önce Kök Türkleri bertaraf
etmişler, sonra Basmıl ve Karlukları yenerek, Türk devletinin başına
geçmişlerdir. Uygurlar yazıttan da anlaşılacağı üzere, 748 yılındaki Atalar
Mezarlığında yapılan törenden sonra, millet tarafından kendilerini idare etmeğe
layık görüldüler. Kitabedeki bu "Ata Mezarlığı" motifi, Türk nesiinin
çoğalmasına sebep olan Türk ataların gerçek veya sembolik mezarlarının olduğu
fikrini çağrıştırıyor. Bu da bize Ergenekun Destanı'nı hatırlatmaktadır. Bu
yazıttan çıkan diğer bir netice de, hükümdarlık alametleri arasında Atalar
Mezarlığına sahip olmak da vardır. Şine-Usu Kitabesinde son olay Selenge'de
Sogdlu ve ÇinI i ustalara Bay-Balık adında bir şehir inşa ettirilmesi
zikredil mektedir.

Yazıttan ilk G.J.Ramstedt, "Zwei Uigurische Runeninschriften in der


Nord-Mongolei", Journal de la Societe Finno-Ougrienne, Vol. 30, Helsinki
1913/1918, isimli makalesinde bahseder. Başlangıçtan itibaren Moyun-Çor
Kagan döneminin de olaylarının anlatıldığı bir tarihi vesikadıro

4-Terhin Yazılı: Bu yazıt da, Uygur kaganı Moyun-Çor tarafından


diktirilmiştir. 1970 yılında Mogolistan' da bulundu. Yazıtı ilim alemine
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 69

S.G.Klyaştomıy, "Terhinskaya Nadpis", Sovyetskaya Tyurkologiya, No 3, Baku


1980, adlı yazısıyla tanıtmıştır diyebiliriz. Bu yazıt üzerine Türkiye'de T.Tekin
ve S.Gömeç çalışmışlardır.

Toplam 30 satır ve bir de taş kaplumbaga üzerindeki cümleyi sayarsak 31


satırdan ibaret olan bu yazıt, Uygurların ünlü kaganı Moyun-Çor devrinin
başlangıcından 753 yılına kadarki olaylardan bahseder. Yazıtın başında daha
önceki meşhur Türk hükümdarlarının adlarının sayılması ve Bumın Kagan'ın
adına burada da rastlamamız, bizi Uygurların da başlangıçta kendilerini Kök
Türklerin devamı olarak gördüklerini düşünmemize sevketmektedir. Kitabe
aşağı-yukarı Şine-Usu ile aynıdır. Burada da pekçok Türk boyu (Kasar, Bars 11,
Apa .İsi, Süngüz, Başkan vs) ve kavrnin adını görmekteyiz.

5-Tez II Yazıtı: İlk defa 1915 yılında B.Y.Vladimirtsov tarafından


bulunmuş, yazıtın o zamanlar neşredilmesine izin verilmemiş, fakat 1976
senesinde ikinci defa, Tez Nehri kıyısında, S.Kareabay ve A.Ochir tarafından
keşfedilmiştir. Yazıt Bögü Kagan dönemine aittir. Bu yazltı da ilim alemine
S.G.Klyaştomıy, "The Tes Inseription of the Uighur Bögü Qaghan", Acta
Orientalia, 39/1, Budapest 1985, adlı yazısında tanıttı. En son olarak S.Gömeç
neşretti. Yazıtın batı tarafında 6, kuzeyinde 5, doğusunda 6, güney tarafında 5
satır bulunmaktadır.

i Yazıt herhalde 770-779 yılları arasında dikilmiştir.' Bögü Kagan'ın


faaliyetlerinden çok babası Moyun-Çor ve dedesi Köl Bilge Kagan hakkındadır.
Türk tarihi ve kültürü için oldukça değerli olan yazlt bugüne kadar iyi
korunabilmiş olsaydı, ondan daha çok faydalanmak mümkündür. Terhin
yazıtında olduğu gibi Tez II yazıtında da "dokuz bakan"dan bahsedilmektedir.
Bu dokuz bakanın üçünün iç bakan, altısının da dış bakan olduğu
söylenmektedir.

i 6- Karabalgasun Yazıtı: Uygur tarihinin 833 yılına kadar bir özetidir. Üç


dilli olması hasebiyle evrensel bir niteliği de bulunan bu yazıt, Türk tarihi ve
kültürü açısından oldukça büyük öneme haizdir. Türkçe, sogdça ve çince olan
yazıtın Türkçe bölümü oldukça yıpranmıştır. Abide de toplam 52 satır Türkçe
yazı vardır ki, bunların çoğu birer kelimedir. Yazıt 1889 tarihinde Yadrintsev'in
'Kuzey Mogolistan'ı ziyareti sırasında büyük bir harabede bulundu. Yazıtın ilk
neşri Radloff'un eserinde olmuştur.

7-Suci Yazıtı: Ramstedt bu yazıtı 1900 yılında Urga'dan Handu-Wang


\Vfanastm'na giderken buldu. Yeri Kuzey Mogolistan bölgesidir. Onbir satırdan
.barct olup, en üstünde bir tamga vardır. Boyla Kutlug Yargan adındaki bir
~:f
rurgız bakanın adına dikilmiştir.
i
i
i
,
i
S. Gömeç
70

8-A-Çor Yazıtı: 8. asrın son zamanlarına ait bir yazıttır ve 1857 senesinde,
KostraU adlı bir Rus tarafından bulundu. Bulunduğu yer Abakan'ın sol
sahilindeki Koybal bozkınndaki Açur Köyüdür. Yazıt Uygur vezirlerinden ve
komutanlarından olan tı Ögesi Inançu Bilge adına diktirilmiştir. Yazıtın ön
tarafı, sağ ve sol yönlerinde 4'er satır mevcuttur. Arka tarafında ise bir satır
bulunmaktadır. Türk tarihi ve kültürü bakımından son derece kıymetli olan bu
yazıtı ilim alcmine Radloff tanıtmıştır.

9-Şivet-Ulan Yazıtı: Sadece üç kelimesi okunabilen, ancak Uygur adına


rastlanılması bakımından değerli bir yazıt olan Şivet-Ulan'ı ilk defa
G.J.Ramstedt, "Materialien zu den Alt-türkischen Inscriften der Mongolci" ,
Journal de la Societe Finno-Ougriemıe, 60/7, Helsinki 1912, adlı makalesinde
tarif etmiştir.

10-Altın-Köl II Yazılı: Yine tarihimiz ve kültürümüz açısından değerli


yazıtlardan birisi olan Altın-Köl II, 1878'de Korçakoff adlı bir köylü tarafından,
Abakan'ın sağında, Altın-Köl'ün 1 km uzağında bulundu. Yazıtın üç tarafında
da kayıt olup, hepsi üçer satırdan ibarettir. 9. yüzyıla ait olan bu kitabe hakkında
ilk bilgileri Radloff'un eserinde görmekteyiz.

c- Türgiş Yazıtları

l-Uybat i Yazılı: 1886 yılında, Uybat nehri bölgesinde D.A.Klementz


bulmuştur. Taşın dar yüzü üzerinde bir insan tasviri bulunmaktadır. Yazıtın ön
tarafında bir, sol tarafında iki ve sağ tarafında da iki olmak üzere beş satırdır.
Sağlığında elçi olan bir Türk'e ait olan yazıtl ilim alemine Radloff adı geçen
eserinde tanıtmıştır.

2-Tuba III Yazıtı: Messerschmidt tarafından 1721 senesinde, Yenisey' in


solundaki Tez ve Erba arasında bulundu. Bu taş üç satırdan ibarettir. Yazıt
büyük bir Türgiş beyine aittir. Radloff'un sayesinde ilim alemi bu yazıttan
faydaIanmıştır.

Tuba III Yazıtında da, daha önce Uybat I'de geçen Kara Kan adını
görmekteyiz. Bir de metinde Türgiş ülkesi geçmektedir. Tahminen 8. yüzyılın
ilk yarısına ait bir kitabedir.

d-Altı-Bag Bodun Yazıtları

l-Bay-Bulun II Yazıtı: Dört satırdan ibaret olup, Ulug-Kem'in sol


tarafındaki Bay-Bulun Kurgan'ı harabelerinden çıkarılmıştır. tık defa yazıtın
metnini, S.V.Kiselev, "Neizdanniye Nadpisi Yeniseyskih Kırgızov", Vestnik
Drevlley Istorii, No 3, Mo"kova 1939, adlı makalesinde verdi.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 71

Kart Tak ınal Öge adlı bir beg için dikilmiştir. Kitabenin dördüncü
satırında Altı-Bag Bodun ismi geçer. Batıda On-Okların başında bulunan
Tardu'nun 603'te ortadan kaybolmasından sonra, yerine tahta çıkan Çor Yabgu,
Tölös beglerinin kendisine suikast yapmalarından korktuğu için bazı liderleri
öldürttü. Bundan dolayı Tölös boylarının önemli bir kısmı ayaklandı. İsyan eden
altı Tölös boyu (Uygur, Bayırku, Ediz, Tongra, Bugu, Apa-İsi) birleşerek
Altı- Bag Bodun 'un meydana getirdiler.

2-Uyuk-Tarlak Yazıtı: 1888 tarihinde, Aspelin tarafından Uyuk nehri


havalisinde bulunan yazıtlardandır. İki satır ve yazıtın üzerinde bir de tamga
vardır. Yazıta ait ilk bilgileri Radloff tan öğreniyoruz.

Yazıt El Togan Tutuk isimli Altı-Bag Bodun'a mensup bir beg adına
hazırlanmıştır. El Togan Tutuk altmış yaşında ölen bir elçidir.

3-Kemçik-Kaya Başı Yazıtı: 1879'da Adrianov tarafından Kemçik


ırmağının 8. km yukarısında bulundu. Yazıtın özelliği hem sağdan sola, hem de
soldan sağa doğru yazılmış olmasıdır. 9 satır halinde yazılmıştır. Tograk adlı bir
Türk beyinin yazıtıdır. Bu yazıtı D.A. Klementz, "Drevnosti Minusinskogo",
Pamyatlliki Metaliçeskih t.)Joh, Tomsk 1886, isimli yazısında tanıtmaktadır.

Kitabede adı geçen Inançu Külüg Çigşi'nin Karabalgasun Yazıtında geçen


Inançu ile aynı adam olma ihtimali söz konusudur. Altı-Bag Bodun'a mensup
bu elçi çok önemli seyahatler yapmıştır. tık önce 810 senesinde 30 kişilik bir
heyet ile Çin'e gitmiş, sonra 813'te bir evlilik dileğinde bulunmak üzere bu
ülkeyi bir kere daha ziyaret etmiş, 821 'de bu evliliği gerçekleştirmek amacıyla
yine Çin'de bulunmuş ve Hotan'a gitmiştir. Yazıtın 7. satırındaki Kırkız katıl
bitimişill cümlesinden, sanki Kırgız ülkesinde de bulunduğu sonucu
s;ıkmaktadır.

e-Oguz Yazıtları

l-Hangita-Hat Yazıtı: Bu yazıttan ilk defa Y.Rintchen, Les Dessiglles


ictographiques et les bıscriptiolls sur les Rochers et sur les Steles ell
ollgolei, Ou1an- Bator 1968, adlı eserinde bahseder. Yazıt 7. yüzyılın
anlarında Tokuz-Oguz Kagan'ı Baz Kagan'ın oğlunun anısına dikilmiştir. İki
atır halindedir.

2-Barlık i Yazıtı: 1891 'de Klementz tarafından Elegeş'in batı tarafındaki,


~arlık nehri havalisinde bulundu. Bundan başk.~ üç yazıt daha vardır. Altı-Oguz
airliğine dahil olan bir beyadına dikilmiştir. Uç satırdan ibarettir. Yazıttan ilk
mfa Radloff haber verir.
S. Gömeç
72

Yazıttan Oguzların 7-8. yüzyıllarda birkaç birlik teşkil ettikleri ortaya


çıkmaktadır. Mesela bu yazıtta Oguzların altı boy halinde teşkilatlandıkları
söylenirken, Şine-Usu Yazıtında hem Sekiz-Oguz, hem de Tokuz-Oguz boyunu
görüyoruz. Bilge Kagan Yazıtında da bir Üç-Oguz ittifakı vardır. Eğer bunların
hepsinin aynı yüzyıllarda var olduğunu düşünecek olursak, Oguz birliğinin
sayısı 26 olur. ıo. yüzyılda ise, Oguzlar 24 boy halinde teşkilatlanmışlardır. Bu
da gösteriyor ki, çağlar içerisinde Oguz federasyonlarına çeşitli boylar
girip-çıkmış ve 10. yüzyılda da son şeklini almıştır.

f-Kümül Yazıtları

l-Kejilig-Hobu Yazıtı: 1916 senesinde Adrianov tarafından, adı geçen


bölgedeki Ejim kıyısında bulundu. Yazıtta bir de tamga vardır. Onbir satır
halindedir ve yazıt hakkındaki ilk ciddi bilgileri S.E.Malov'un Yeniseyskaya
Pismemıosti Tyurok, Moskova-Leningrad 1952, adlı eserinde görüyoruz. Bir
Türk boyu olan Kümüllere aittir.

Kümül adı, Çin kaynaklarında Sha-toların bir kabilesi olarak geçen


ÇümüllÇlımlıllardan (Tch'ou-yııe) gelmektedir. Çin yıllıklarında onların
Türklerin bir bölümü olduğunu ve Kök Türklerin fetret devresinde Beş-Balık
taraflarına çekildiklerini görüyoruz. Onların adını Kaşgarlı Mahmud'un Divanü
Lfıgat-it Türk'ünde de görebiliriz. Bu yazıt Kümül Öge adına dikilmiştir.

2-Kızıl-Çıra II Yazıtı: 19I6'da Adrianov tarafından Bayan-Köl ırmağı


kıyısındaki Kızıı-Çıra mıntıkasında keşfedildi. Altı satır olan bu yazıtı da Malov
ilim alemine tanıtmıştır.

g-Az Yazıtları

I-Bayan-Kol Yazıtı: 1971 yılında Tuva bölgesinde bulundu. Yazıtta


Altı-Azların tarihi yurtlarının kesin sınırları çizilmektedir. Yaklaşık 2.5 metre
uzunluğundadır. Üç yüzünde de birer satır vardır. Yazıt hakkındaki bilgileri,
D.D.Vasilyev'in "Tyurkskaya Runiçeskaya Nadpis iz Okrestnostey Bayan-Kola
(Tuva)", Sovyetskaya Tyurkologiya, No 3, Baku 1976, adlı makalesinden
öğrenmekteyil.

Azlar hakkında pekçok görüş mevcuttur. Azlar menşei itibarıyla Türk


boyları içerisine dahil edilmeseler bile zaman içerisinde Türk kültürü arasında
erimişler ve Türkleşmişlerdir. Bayan-Kol Yazıtından çıkan neticeye göre, 8.
yüzyılda Azların altı urug halinde ve Tannu-Ola'nın batısındaki Mugur
bölgesinde yaşadıkları anlaşılmaktadır.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 73

2-Mugur-Sargol Yazıtlan: i 976 ve 1978 senelerinde bulundu. Yeri


Yenisey'e 2.5 km uzaklıktaki Mugur bölgesi olduğu için bu ad ile anılmaktadır.
ı. Mugur yazıtını N.A.Baskakov, "Naskalnaya Runiçeskaya Nadpis v
Terezennike-Buyuk Uriçişça Mugur-Sargol Tuvinskoy ASSR", Sovyetskaya
Etnografiya, No 3, Moskova 1978, isimli makalesinde, II. Mugur yazıtını,
D.Vasilyev, "Novaya Drevnetyurskaya Nadpis iz Tuvi", Arkeologiçeskiye
Otkrıtiya, 1979, Moskova 1980, adlı yazısında vermektedirler.

Az adına ilk defa tarihi bilgi olarak, Bilge ve Köl Tigin Yazıtlarında 709
yılındaki Kök Türk-Kırgız savaşları sırasında rastlıyoruz. 710 senesinde
Türgişlerle yapılan muharebede de, herhalde Türgişlerin safında yer almışlardır.
Çünkü bu savaşlarda Türgiş liderinin komutanlarından birinin unvanı Az
Tutuk' tur. 714 yılında ayaklanan Azları, Bilge ve Köl Tigin bir kez daha
mağlup ettiler. Az adı Uygur kitabelerinden Şine-Usu ve Terhin Yazıtında da
görülür. Fakat Uygurlar çağında onların hakimiyetini tanıınışlardır. Çünkü artık •
mühim bir siyasi kuvvetleri yoktur.

h-Peçenek Yazıtlan

Türk milletinin bir parçası olan PeçenekIere ait bu yazıtlar 1799 senesinde,
Macaristan'ın Torontal vilayetindeki Nagy-Szent-Miglos denilen yerde, bir evin
avlusunda bulundu. lık önce Attila'nın definesi sanılan bu eserlerin üzerindeki
yazılar çözülememiş ve Viyana Müzesine kaldırılınışt!. Kök Türk yazıtlarını
çözen Thomsen bunların Attila'ya ait olmadığını söylemiş ve G.Nemeth,
kalıntıların Peçenek Türklerinin izlerini taşıdığını ve Kök Türkçenin devamı
olan bir Türkçe ile yazıldığını A Nagyszentmiklosi Kincs Feliratai, Budapest
1932, adlı eserinde söylemişti. 9-10. yüzyılara ait olduğu sanılan bu eşyaların
üzerinde hem Kök Türk harfli metinlere rastlanıldığı gibi, hem de Grek
harflariyle yazılmış parçalara tesadüf edildi.

ı-Bulgar Yazıtları

Bulgaristan'ın çeşitli yerlerinde, mesela Pliska, Preslav ve Madara gibi


merkezierde eski Bulgar Türklerine ait 90 kadar kitabc bulunmuştur. Bunlar
genellikle Grek alfabesiyle yazılmıştır. Preslav'da bulunan bir yazıt Kril
aIfabesiyledir. Bunlardan Madara Yazıtı, kabartmalı sağlam bir kaya
üzerindedir. Kabartmadaki tasvir sahnesinde, elinde mızrak, ata binmiş bir
suvari vardır. Tasvir sahnesinin Kurum Han'a (9. yüzyıl) ait olduğu tahmin
edilmektedir.
S. Gömeç
74

i-Sekel Yazıtları

Tokuz-Oguz boylarından birisi olan Sekeller, bugün hala Macaristan'ın


doğusunda küçük bir grup olarak hayatlarını sürdürüp, 13. yüzyıldan beri Macar
kaynaklarında zikredilirler. Daha önce bir yazıtları bulunmayan Sekellere ait ilk
yazıt İstanbul' da bulundu. Osmanlılar zamanında İstanbul' a gelen bir Sekel
elçisi şikayetlerini kaldığı hanın duvarlarına yazmış ve 1553'te bunlar kopya
edilmişti. Büyük alim Thomsen bunun da Türkçe olduğuna karar verdikten
sonra Macarlar tarafından okundu. 17. yüzyılda bir tahta üzerine, 1864'te de bir
kilisede başka yazıtlar keşfedildi.

Bunun yanısıra Mogolistan'dan Macaristan'a kadar uzanan coğrafyada


binlerce Türk yazıtı bulunmuştur. Bunların tarihi açıdan pekbir önemi yoksa da,
kültür tarihimiz açısından son derece önemlidirler. Bunları da; Yenisey, Altay,
Kırgız- Kazak, Fergana, Mogolistan ve Avrupa Yazıtları şeklinde tasnif
edebiliriz.

2-Kutadgu Bilig

Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib tarafından yazılmıştır ve aslı 6425 beyit,
ekleri ile birlikte 6645 beyitten oluşan bu eser 1070'de tamamlanmıştır.
Kara-Hanlı hükümdarı Ebu Ali Hasan b. Süleyman Arslan'a sunulmuştur. Şairin
gücünü takdir eden hakan kendisine haciplik görevini vermiştir. Birbuçuk yılda
tamamlanmıştır.

Yazar tecrübeli bir fikir adamı sıfatıyla devrinin hayat felsefesini ortaya
koymaktadır. Yusuf Has Hacib birbirine çok sıkı bir şekilde bağlı bulunan fert,
toplum ve devlet hayatının ideal biçimde düzenlenmesinde gerekli olan anlayış,
bilgi ve erdemlerin neler olabileceği ve bunların nasıl elde edileceği, nasıl
kullanılacağı üzerinde durur. Bu eser birçoklarının sandığı gibi üst düzeydeki
devlet görevlilerine iyi olmaları için ahlak dersi veren kuru bir öğüt kitabı
değildir. Bu eserde fertlerden, her devirde gerçekleşmesi güç olan bazı erdemler
ve fedakarlıklar istenmekte, yazarın kendi çevresi cleştirilmekte ve bazı
gerçekıere yer verilmektedir.

Türk yazı diline ve onun inceliklerine hakim olan Y.H.Hacib İsHim


sanatçılarını örnek alarak, eserinde aruz veznini kullanmıştır. Kutadgu Bilig dört
esası temsil eden sembolik dört kişi üzerine düzenlenmiş bir eserdir.

ı-Kanun ve adalet (Kün- Togdı)


2-Mutluluk (Vezir Ay-Toldı)
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 75

3-Akıl ve ilim (Vezirin oğlu Ögdülmüş)


4-Hayatın sonu, akibet (Ogdurmuş)

Kutadgu Bilig'in bilinen üç yazması vardır: Viyana Yazması, Uygur harfli


olup, 1439' da kopya edilmiştir. Kahire yazması, arap harflİdir. Fergana
yazması, 13. yüzyılda kopya edilmiştir. Kutadgu Bilig, ilim dünyasınca
tanındığı 1825 sencsinden beri üzerinde ençok fikir yürütülen Türk eserlerinden
biri olmuştur. Vambery, Kutadgu Bilig ahlakl bir eğitim kitabı, Alman
O.Alberts felsefi' bir kitap ve İbn Sina tesirindedir derken, Macar J.Thury çince
bir eserin Türk görüşüne uydurulmuş bir tercüme, Barthold ise içerisinde gerçek
hayattan uzak, kuru mecazlar bulunan bir kitap olduğunu söylemiştir. F.Köprülü
de eserde İbn Sina tesiri olduğunu iddia eder. S.M.Arsal, Farabi etkisine işaret
etmiştir. B.Ögel, "İslam ve İran edebiyatınında tesirleri altında kalmıştır" der.
R.R.Arat ise, kitabın herhangi bir yerden tercüme değil, tamamen orijinal
olduğunu belirtmektedir.

Kutadgu Bilig adının manası konusunda da fikir birliğine vanlamamıştır.


Y.H.Hacib, kitaba "Kutadgu Bilig" adını koydum, okuyanı kutlu kılsın ve ona
yol göstersin, demekle yetinmiştir. Kutadgu kelimesi etimolojik olarak
Kut+ad+gu/ kutlu olmak demek ise de, "kut"un manası konusunda tartışmalar
vardır. Kutadgu Bilig, "hükümranlık, siyasi hakimiyet bilgisi" veya "devlet" ya
da "devletli olma bilgisi" manalarına gelmektedir.

3-Divallü Ulgat-it-Türk

Divanü LGgat-it-Türk'ü yazmış olan Kaşgarlı Mahmud Barsganlı olup,


doğum yeri Kaşgar' dır. Kaşgarlı Mahmud daha memleketinde iken kuvvetli bir
medrese eğitimi görmüş, devrinin İslam ilimlerini oradaki Türk bilginlerinden
öğrenip, icazet almıştı. Kaşgarlı Mahmud arapça ve farsçayı mükemmel şekilde
bildiği gibi, ana dili ohm Türkçeyi de birçok diyalektleriyle biliyor ve
konuşuyordu.

Kaşgarlı Mahmud ne pahasına olursa olsun Araplara Türk dilini öğretmek


maksadıyla gramer yazmış, Türk kültürünü eksiksiz olarak, çağın ilim alemine
sunmuştur. K.M., aynı zamanda yüce ruhlu bir Türk milliyetçisiydi. DLT, Türk
milletinin büyüklüğünü, eşsiz kahramanlığını, ilim, sanat, yurt idaresi, tarım ve
benzeri hususlarda meydana getirdiği büyük şeyleri türlü vesilelerle sayar.
K.M., o devirdeki büyük ve geniş bir arapçılık akımı içerisinde Türkçülük
"dealinin, yani İslam camiası içerisinde Türk'ün ve Türklüğün o nisbette önemli
ir yeri bulunduğunun güçlü savunucularından olmuştur.

Adından da anlaşılacağı üzere DLT, herşeyden önce bir Türk sözlüğüdi.ir.


,üründeki en eski Türk sözlüğüdür. Yazarının tarifine göre, malzemesini halk
S. Gömeç
76

ağızlanndan derleme teşkil etmiş, zaman zaman Türk halk edebiyatından da


faydalanılmıştır. !rili ufakılı birçok Türk boy ve uruglanndan derlenmiş bir
şiveler sözlüğü karakterini taşımaktadır. DLT, yalnız bir sözlük değildir. Türk
tarihine, coğrafyasına, mitolojisine, folklor ve halk edebiyatına kısacası Türk
milli kültürüne aİt zengin bilgileri içine alan ansiklopedik bir eserdir. Madde
başı olan kelimelerle örnekleri Türkçe, sözlerin açıklamalan arapçadır.

Divanü Lfigat-it-Türk 1072'de Bağdat'ta yazılmaya başlanmıştır.


1072-1074 tarihleri arasında tamamlanmış, 1077 senesinde tekrar tekmil
edilerek Halife el-Muktedi'ye sunulmuştur. Tek nüshası 1266'da kopya
edilmiştir. Katip Çelebi, DLT'ü görmüş ve Keşfiz' zünun adlı eserinde bundan
söz etmiştir.

Divanü Lfigat-it-Türk'ü ilk ele geçiren Ali Emiri Efendi olmuştur. Talat
Paşa'nın aracılığıyla bu arapça nüsha İstanbul'da Kilisli Rifat Bilge'nin nezareti
altında üç cilt olarak basılmıştır. DLT, Besim Atalay tarafından üçü esas, biri
, tıpkı basım ve diğeri de dizin olmak üzere 5 cilt olarak 1943 yılında tekrar
neşredildi.

Bize bütün Türk boy ve uruglarının coğrafi yayılışı, sosyal yaşayışlan,


gelenekleri hakkında değerli bilgiler vermektedir. Bu bilgilerin anayurdun tarihi
coğrafyasını aydınlatmak bakımından büyük bir değeri vardır. DL T' deki harita,
ilk Türk dünya haritası olması bakımından önemlidir.

Divanü Lilgat-it- Türk, Türk folkloru ve edebiyatı açısından da eşsiz bir


hazinedir. Kitapta Türk maddi kültürüne ait zengin bilgiler yanında, halk şiirine,
musikisine, gelenek ve göreneklerine dair dağınık fakat çok değerli malzeme de
vardır.

4-Sözlükler

a-Codex Cumanicus: Kırım'da, 1303 yılında İtalyan misyonerlerin tanzim


ettiği söylenen Codex Cumanicus adlı Latince-Farsça-Kumanca sözlük (Tek
nüshası Venedik'te bulunmuş olup G.Kun tarafından 1880'de neşredilmiştir)
Kırım çevrelerindeki Kıpçak Türkçesi hakkında bilgi verir. Kuman-Kıpçaklar,
Batu'dan çok evvel, Kırım'da Cenovalı ve Venedikli katolik misyonerlerle,
fransisken rahiplerinin telkinleri yoluyla hristiyanlığa sokulmaya
çalışılmışlardır. İşte bu İtalyan misyonerler Kuman- Kıpçaklar arasında dini
propagandayı kolaylaştırmak ve ticarete yardımcı olmak üzere, pratik hayatta
kullanılsın diye 2500 kelimelik bir sözlük hazırlamışlardır. Bu sözlük 1303
tarihlerinde Sogdak şehrinde tanzim edildi. Kuman-Kıpçak Türkçesine ait bazı
gramer kaideleriyle birlikte içinde İncil'den tercümeler, bazı katolik ilahileri ve
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynaklan Üzerine 77

ata sözlerinin Türkçe tercümeleri vardır. Sözlüğün Türk küllür hayatı hakkında
da eşsiz bir değeri bulunmaktadır.

b-Kitabü'l-İdrak Li-Lisan'iI-Etrak: Türkçeyi öğretmek gayesiyle Ebu


Hayyan adlı bir Arap tarafından kaleme alınmıştır. 1312'de Kahire'de
tamamlanan sözlük biri lügat, öbürü de gramerden oluşan iki bölümdür. İki
nüshası da İstanbul' dadır. Ahmet Caferoğlu tarafından 1931' de neşredilmiştir.

c-Kitilb-ı Mecmu u Tercüman-ı Türki ve Acemi ve Mogoli: Yazarı


bilinmemektedir. Yusuf el Konevi adlı bir Türk tarafından 1343 tarihinde kopya
edilmiştir. Yaklaşık 2000 kelimeyi ihtiva eder. Eserin tek yazma nüshası
Hollanda'dadır (Lciden). 1894'te almanca olarak basıldıktan sonra, 1970'de
Almatı' da tekrar yayınlandı.

d-E't- Tuhfetü'z-Zekiyye fi'l-Lügati't- Türkiye: Ön sözünde Kıpçak


Türkçesiyle yazıldığı belirtilmektedir. Yazılış tarihi belli olmamakla beraber,
1425'ten önce yazıldığı tahmin olunmaktadır ve Mısır'da kaleme alınmıştır. Biri
gramer, diğeri de li.igat olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir.
Arapça- Türkçe lügat kısmında arapça kelimeler alfabe sırasına göre tertiplenmiş
ve karşılarında da Türkçeleri verilmiştir. Eserin tek yazma nüshası
İstanbul'dadır. Tıpkı basımı 1942'de Budapest'de yapılmıştır. Besim Atalay da
eseri Türkçeye tercüme ederek, 1945'te tekrar neşretmiştir.

e-Kitilbü Bulgatü'l-müştak fi Lügati't Türk ve'I-Kıfçak: Abdullah


e't-Türki tarafından yazılmıştır. Tek nüshası Paris'tedir. Arapça ve Türkçe bir
lügat mahiyetini arzeder. 1938'de isimler kısmı, 1954'te fiiller bölümü
Warszava'da basılmıştır.

f-Kavaninü'I-Külliye Li-Zabt'I-Lügati't- Türkiye: 15. Yüzyıl başlarında


Kahire'de yazılmıştır. Bir nüshası vardır, o da İstanbul'dadır. Türkçe gramer
şeklindedir. 1928' de Kilisli Rıfat Bilge tarafından neşredilmiştir.

g-İbn-i Mühenna Lügati: Cemalcddin İbn-i Mühenna tarafından 13.


üzyılda kaleme alınmıştır. 1820 kelimeyi ihtiva etmektedir. İlk defa
'stanbul' da 1340 neşredilmiştir. çoğu malzemesini halkın dilinden almış, maddi
v.e manevi unsurlara bolca yer verilmiştir.

, h-Mukaddimetü'l-Edeb: Meşhur tefsir ve lügat alimi Zemahşari'nin


Harezmşah Atsız'a sunduğu arapça bir sözlüklür. 12. yüzyıla ait eserin nüsha1arı
Jasında en eskileri Harezm Türkçesi ve farsça tercümeleridir. Divanü Lugat-it-

TIirk'den sonra Orta Türkçenin en zengin kelime hazinesine sahip bir dil
yldigarı olduğu görülmektedir. Mogolca ve Türkçe tercümderi 1938' de, farsça
'<tüme,; t9SO'de yapılmıştır.
S. Gömeç
78

ı-Muhakemetü'I-Lügateyn: İran edebiyatı hayranlanna karşı Ali Şir


Neval'nin (1441-1501) Türkçeyi müdafaa eden eseridir. Türkçeyi yüksek bir
sanat dili haline getirmek, Türk ruhunu ve milli gururunu yükseltmek onun en
büyük ülküsü idi. Ölümünden bir sene önce yazdığı bu kitaba göre; gramer ve
kelime zenginliği bakımından Türkçe, farsçadan daha üstündür. Birçok neşri
olan eser 1941' de Türkiye' de de basılmıştır.

i-Şeyh Süleyman Efendi Lügati: Eserin adı "LOgati Çagatay ve Türki


Osmanı" adını taşımasına rağmen Özbek Türkçesi ağırhklıdır. Eser 19. yüzyıla
ait olup, Şeyh Süleyman Efendi İstanbul'da Özbek Tekkesi şeyhliğini de
yapmıştır. Almanca tercümesi ile beraber 1902' de i. Kunos tarafından
Budapest' de yayınlanmıştırl4.

S-Çin Yıllıklan

Türkler kadar eski bir tarihe sahip olan Çinliler, tamamen yerleşik bir
toplum olduklan için, onlarda tarih yazıcıhğı bizden çok evvel gelişti. Çinliler
M.Önceki çağlardan itibaren çevrelerindeki halklarla ilgilenmeye başlamışlar ve
onlara ait pekçok şeyi resmi tarihlerinde kaydetmişlerdir. Biz bugün İslam
öncesi Türk tarihine ve kültürüne ait pekçok hususu bunlardan
öğrencbilmekteyiz. İslam öncesi Türk tarihi açısından Çin kaynaklarını şöyle
sıralayabiliriz:

l-Shih-Chih (M.Ö. 255-M.Ö. 207). Tarihi hatıralar. Çin'in en eski tarihi


olup, M.Ö. 1. asra kadar olan olaylar Sse-ma Chien tarafından M.Ö. 80
tarihinde tertip edilmiştir.
2-Chien Han-shu (M.Ö. 206-M.S. 24). İlk Han kitabı. Pan-chu tarafından
yazılmış, sonra birtakım ekler yapılmıştır.
3-Hou Han-shu (25-219). Sonraki Han kitabı. Fan-ye tarafından tertip
edilmiştir.
4-San Kuo-Chih (220-264). Üç Sülalenin tarihi. Chen-shou tarafından
yazılmıştır.
5-Wei-shu (300-550). Tabgaç tarihi. Wei-chou tarafından 551-554 yılları
arasında telif edilmiştir.
6-Chou-shu (550-557). 629 yılında Ling-hu Te-feng adlı birisi yazmıştır.
50 cİlt olup, Kök Türk döneminin ilk kaynaklarındandır. 557-580 yılları

14. Şeyh Süleyman Efendi, çagataj-Osmanisches Wörtcrbuch, Bearbeitet von LKunos.


Budapest ı902; AbG Hayyan, Kitiib aı-tdrak Li-Lisan al Atrak, Haz. A.Caferogıu, Istanbul
ı93 i; A.Caferogıu, Türk Dili Tarihi, C. II, 3. Baskı, Istanbul ı984, s.2 i8-229; tbni-Mühenna
Lügati, Haz. A.Batta\, 2. Baskı Ankara 1988; Ş.Tekin, "ıslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı", Türk
Dünyası EI Kitabı, 3. Cilt, 2. Baskı, Ankara 1992,5.75-78.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 79

arasında hüküm süren Chou hanedanının yıllığıdır. Kök Türklerin 557' den
önceki tarihleri hakkında epey bilgi vardır. 50. ciltte müstakil bir Kök Türk
bölümü yer alır.
7-Pei Ch'i-shu (550-576). Li Te-lin tarafından yazılmaya başlanan bu eseri,
onun ölümünden sonra oğlu Li Po-yüe, 636 tarihinde tamamladı. 50 cilttir.
8-Sui-shu (589-618). 636'da Wei Cheng adında biri tarafından yazılmıştır.
Sui hanedanının yıllığı olup, 85 ciltten ibarettir.
9-Chiu T'ang-shu (618-916). Eski T'ang kitabı. Tarihçi Liu Hsü tarafından
yazıırmştır. 200 cilt olup, eserde 821 senesinden önceki olaylar umumiyetle bir
arşiv vesikası gibi kısa olarak anlatılmıştır.
10-Hsin T'ang-shu (618-916). Yeni T'ang sülalesi kitabı. 1060 senesinde
WO Yang -hsin ve Sung-chi tarafından hazırlanmıştır. 225 ciltten meydana gelir.
, Batıdaki On-Oklar hakkında bilgi vardır.
~~. ll-Wu Tai-Shih (907-960). Beş Sülalenin tarihi. 10n'de Negu Yang-chien
tarafından telif edilmiştir.

~ 6-Batı Kaynaklan .
J
L Latin ve Bizans kaynakları özel adların kaydedilmesi bakırmndan Çin
'i ıllıklarına nazaran daha değerlidirler. Bunların arasında Marcellinius'un 4.
~üzyıla (353-378) ait eserini, Olimpiodoros'un 5. yüzyıldaki (407-425) kitabını,
,tlO'a kadarki olayları anlatan Zosimos'u, 433-468 yıllarını tasvir eden
tPtariskos'u, lmparator Justinien ve Theodora' nın resmi tarihçisi Prokopios' u
~nyabiliriz. Bizans kaynaklarında ilk defa Aghathias (ölm. 582) Türk ismini
kıllanmış ve Avarlardan bahsetmiştir. Theophanes Byzantios, Zemerkhos 'un
Kök Türklere olan elçiliğini ve 566-581 yılları vakalarını zikreder. Yine 6. asır
BTzans tarihçilerinden Menandros, Orta Asya için Türkiye tabirini
~ıııanmaktadır ve Türklerin harp usullerini anlatır.

, 7-Seyahatniimeler

~i Türk tarihinin önemli kaynaklarından birisi de seyahat notlarıdır. Çeşitli


çd' larda Türk ülkelerine gitmiş olan yabancılar, daha sonraları ülkelerine
öö'h'rlükleri vakit bu seyahatlarını kaleme alarak yayınlamışlardır. Gittikleri
yeH'erin etnik yapısı da dahilolmak üzere, kültürel, siyasi, ekonomik ve askeri
.yöiıİerininin anlatıldığı bu seyahat notları tarihimizin aydınlatılması hususunda
i)iz'ı~re yol göstermektedir.

\ ~-Hsüan Tsang Seyahatnamesi: Bir casus olan bu adam, Çinli budist


rahirıtir. 7. asırda (629-645) Çin başkentinden kalkıp, hacı olam amacıyla
S. Gömeç
80

Hindistan'a gitmek için Orta Asya'dan geçmiş ve Kök Türklerin batı


taraflarında gezmiştir. Issık-Köl'ün kuzey-batı sahilini takip ederek Tokmak
(Suyab) ile Talas nehri arasındaki bir yerde T'ong Yabgu ile karşılaştı.
Turfan'dan İndus nehri kıyısına kadar Tong Yabgu'nun himayesinde seyahat
etti. T' ong Yabgu onun refakatine Tamgacı unvanlı bir kişiyi memur kıldı.
T'ong Yabgu'ya Budizm hakkında bilgiler verdi. Notlarında yabgunun ve
otağının kendisini çok etkilediğini, yangunun yanında 200 kadar subayın
olduğunu söyler. T'ong Yabgu'nun oğlu Tardu Şad tarafından idare edilen
Kunduz havalisini de gezdi. Seyahatnameyi S.Julien, Memoires sur les
Countries Occidentales par Hiouen-thang, Paris 1857, adlı kitabında
tanıtmaktadır.

2-W ang Yen-tc Seyahatnamesi: Bu şahısta Çinli bir casus rahiptir. 10.
yüzyılda Turfan ve Beş-Balık bölgesindeki Uygurların arasında bulunmuş;
duyduklarını ve gördüklerini teferruatlı bir rapor halinde sunmuştur. Kuzeydeki
Sung imparatoru tarafından 981 'de Kara-Koço'ya elçi olarak gönderilen Wang
Yen-te' nin seyahatini, S.Julien, Melanges de Geographie Asiatique et de
Philologie cinico-indienne, Paris 1864, neşretti.

Wang Yen-te ve arkadaşları seyahatini tamamlayarak 984 tarihinde Çin'e


döndüler. Wang Yen-tc başkente dönüşünden sonra gezisi hakkında hazırladığı
raporu imparatoruna takdim etti. Bu seyahatnamede pek çok yer, şahıs ve kabile
adı geçmekle beraber, halkın gelenek ve görenekleriyle, günlük hayat hakkında
da bilgi vardır.

3-Tamim ıbn Bahr Seyahatnamesi: Muhtemelen 821 yılında Uygur


sarayına giden bir Arap seyyahıdır. Ona göre kaganın kendi çadırıyla 12.000
kişilik ordusu ve her birinin 13.000 kişiye sahip olduğu 17 kumandanı vardı.
Çadırların ihtişamı ve nizarnı mükemmeldi. Ona göre Barsgan ile Turfan
arasındaki yolun ova kısmında devamlı köy ve kasabalar içinden gidiliyordu.
Buranın henüz gayri-müslim olan ahalisinin çoğunluğunun Türklerden
olduğunu öğreniyoruz. Bu seyahatnameyi V.Minorsky, "Tamim ibn Bahr's
Journey to the Uyghurs, Bruxelles 1948, adlı eserinde tanıtmaktadır.

4-ıbn Fazlan Seyahatnamesi: 920-921 tarihlerinde Bulgar hükümdarı


İlteber Almış'ın talebi üzerine, Abbasi halifesi Muktedir Billah, ıslamiyeti
öğretmek maksadıyla adamlar ve Hazarlara karşı kullanılacak bir kalenin inşası
için para göndermişli. Bu elçilik heyetindeki Ahmed b. Fazlan adındaki kalibin
Türk ülkelerinde gördüklerini, duyduklarını döndükten sonra kaleme almasıyla
bu seyahatname ortaya çıkmıştır. Bu eserde eski Türklere ve kuzey ülkelerine
dair verilen bilgilerin doğruluğu diğer ortaçağ müelliflerinin ve yakın
zamandaki seyyahların yazdıklarıyla da doğrulanmaktadır. Seyahatnamede
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 81

pekçok Türk boyunu, onların örf ve adetleriyle, yaşayışlannı görmekteyiz.


Seyahatnamenin tek nüshası İran'ın Meşhed şehri kütüphanesindedir.
Z.V.Togan tarafından 1923 senesinde keşfedildi ve onun tarafından Ibıı
Fadlaııs Reisebericht, Leipzig 1939, adıyla basıldı.

5-Plano Carpini Seyahatnamesi: Papa'nın 1245-1246'da Karakurum'u


ziyaret eden elçisinin hatıratıdır. 13. yüzyılOrta Asya'sı hakkında bize bilgi
verir. Özellikle Uygurların inançlarından bahseder. O, Cuci ulusu hakkında da
çok değerli malUmatlar verir. Cuci'nin mezarının nerede olduğunu bile
söylemektedir. Seyahatname almanca olarak F.Risch tarafından, Geshichte der
Moııgo/eıı und Reiseberichte, Leipzig 1930, adıyla basıldı.

6-William Rubruquis Seyahatnamesi: Fransız kralının 1253' te


Karakurum'da bulunan elçisinin raporudur. 1900 tarihinde W.Rockhill
tarafından neşredildi. Uygur budistleri hakkında bilgi verir. Onların dini
törenlerinden, inançlarından ve bazı dualarından bahseder. Türkistan'ın pekçok
yerini gezip-görmüştür. Mesela Yedi-su bölgesinin tarım ve otlak arazilerini
anlatır. Mengü Han'ı ziyaret eden Rubruquis, onun pekçok özelliğini nakleder.
İdil ile Don nehirleri arasında karargahı olan Batu'nun oğlu Sartag'ı da gördü.
Berke'nin İslamiyeti kabul etmesinden, ülkesinde domuz eti yenmesinin
yasaklanmasından bile söz eder. O, Kıpçakların defin merasimlerinden,
mezarlarından ve eski Türk dininden bahsetmektedir.

7-Marco Polo Seyahatnamesi: 1271-1291 yılları arasında Venedikten,


Pekin' e seyahatlar yapmıştır. Tüccarlık yapan babası ve amcası ile birlikte 1271
~ılında yola çıktılar. İran ve İç Asya'yı geçtikten 3 yıl sonra Çin'e ulaştılar.

ı
Han-Balık'da (Pekin) Kubilay'ın sarayına gittiler (1275). Hanın hizmetine girdi.
eşitli
görevlerle ülkenin birçok yerini gezip-dolaştı. Gördüğü yerler hakkında
otlar tuttu, işittiği hikayeleri yazdı. Kısaca Kubilay'ın sarayında uzun müddet
alan Marco Polo, görüp ve duyduğu pekçok değerli bilgiyi hatıratında
zlkretmektedir. 1291 'de ondan izin alarak, deniz yoluyla Hürmüz Körfezi'ne
u aştı. Oradan kara yoluyla Trabzon'a ve yine gemiyle İstanbul'a ve nihayet
enedik'e geldiler. İki eilt halinde H.Yule, The Book of Marco P%, London
ı 75, adıyla bu seyahatnameyi neşretti.
8-İbn Batuta Seyahatnamesi: 14. yüzyıl Türk ve İsHim dünyasının tarihi ve
k' türü açısından değerli bir seyahatname de Tanca'lı İbn Batuta'ya aittir. O
Mrsır, Suriye, Arap yarımadası, Irak, İran, Doğu Afrika, Anadolu, Karadeniz'in
kuleyindeki Türk illeri, Türkistan, Hindistan, Çin, Endülüs ve Sudan gibi
ül~eleri dolaşmıştır. Ünlü seyahatnamesini 1356 yılında yazdı. Eserinde gittiği
yerler ve bu yerlerin yöneticileri, adet ve gelenekleri hakkında değerli bilgiler
var~ır. 1854 senesinde C.Defremery-B.Sanguinitti tarafından yayınlandı.
S. Gömeç
82

9-Ruy Gonzales de Claviyo Seyahatnamesi: İspanyol Claviyo, Kastilya


kralının elçisi olarak Semerkant'ta bulunan Temür'ü ziyaret etmiştir
(1403-1406). Önce İstanbul'a, oradan Trabzon ve Erzincan'a, Hoy'dan
Tebriz'e, Elburuz dağlarından geçerek Meşhed'e ve Temür'ün doğduğu Keş'ten
Semerkant' a gitmiştir. Buraya gelirken geçtiği yerleri anlatmakla kalmayıp,
Temür'ü ve Temür'ün sarayını da teferruatlı bir şekilde tanıtmıştır. Eserine
"Büyük Temürleng" adını veren Claviyo'nun seyahatnamesi, Drevnik
Putişestviya ko dvoru Timura, Petersburg 1881, adıyla rusça olarak en iyi neşri
yapılmıştır.

lO-Gıyaseddin Nakkaş Seyahatnamesi: Orijinali Sefaretname-i Çin adını


taşıyıp, 1419'da Gıyaseddin Nakkaş, Şahruh tarafından Çin imparatoruna elçi
olarak gönderilmiştir. Aslı farsça olan seyahatname, M.Quatremere tarafından
fransızcaya tercüme edilmiştir.

S-Coğrafya ve Genel Tarih Eserleri

1-Yahya el-Belazurl, Fütuhu 'l-Büldan, adlı eserinde, Peygamberin


zamanından itibaren üç asır boyunca yapılan İslam fetiWerini anlatır. 9. asır
tarihçilerinden olan Belazurı Arap yarımadası, Suriye, Filistin, Irak, Mısır,
Kuzey Afrika, Endülüs, İran, Azerbaycan, Horasan ve Sind bölgelerinin
fetihlerini ele alır. M.Goeje, 1863'de bu kitabı basılmıştır.

2-Yazıh el- Yakubı, Kitab'ül-Büldan, 891 yılında yazılan bu eserde de


İslam fetihlerinden bahsedilir. Eseri M.De Goeje, 1892'de neşretti.

3-Cerir el-Taberl, Tarihü'r-resul ve'l-mulük, ıo. yüzyıla kadar olan tarihi


hadiseleri ihtiva edip, Türklere ait pekçok Ma1Umat verir. Taberi, ilk büyük
İslam tarihçilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Bu eser de M.De Goeje
tarafından 1879-1901 yılları arasında Hollanda' da basıldı.

4-Hüseyin el-Mesudı, Muruc'ül-zeheb ve Maadinü'l-Cevahir adlı


eserinde; Arabistan, İran, Horasan, Mısır ve Hindistan'a ait bilgiler verir. Bu
eser P.Courteille ve B.Meynard tarafından 1861-1877 yılları arasında 9 cilt
olarak neşredilip, ilim aleminin hizmetine sokuldu.

5-Mücmelü'I-Tevarih, 897-898 tarihinde yazılan bu eserin yazarı belli


değildir. Türklerin nesebi ve Türk kabileleri hakkında bilgi verir.

6-Tahir el-Mukaddisı, Kitabü'l-bad'i ve 'I-Tarih, 966'da Büst şehrinde,


Samaniler zamanında yazılmıştır. Eserde Türklerin gelenek ve göreneklerine
dair Malumallar vardır. C.Huart tarafından 1899-1916 arasında 5 dlt olarak
neşredildi.
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 83

7-İbn Hurdadbih, Kitab el-mesalik ve'l-memalik, 840'da yazılmıştır. Doğu


Türkleri hakkında bilgiler mevcut olup, M.Goeje 1889'da bu eseri bastı.

8-Ebu İshak İstahri, Kitab el-mesalik ve'l-memalik, 951 'de kaydedilmiştir


ve Hazar Bulgar, Peçenek, Horasan, Maveraünnehir, Harezm Türkleri hakında
Maliimatlar verir. M.De Goeje, 1870 bu eseri yayınladı.

9-Muhammed İbn Havkal, 943-977 yılları arasında çeşitli yerleri ve


bilhassa Horasan ve Hazar Denizi etrafını, Sicilya 'yı ve sayısız ülkeyi
dolaşmıştır. Eserinin adı Kitab el-mesalik vel-memalik'tir. Kitap 976'da
yazılmıştır. Eserinde İstahri gibi Hazar Denizi ve Maveraünnehir civarındaki
Türkler hakkında tafsilatlı bilgiler verir. M.De Goeje, Leiden 1873' te kitabı
yayınladı.

lO-Ahmed el-Mukaddisı, Ahsenü'l-Takasimfi Marifet-i Ekalim, Hazar ve


Maveraünnehir'e komşu Türklerden bahseder. M.De Goeje 1877'de bu coğrafya
kitabını neşretti.

ll-Ebu'l Reyhan Birunı, 973'te Harezm'de doğan ve 1051 'de Gazne'de


ölen Birunı, İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük alimlerden biridir. Çeşitli
eserlerinde Türkler ve Türk ülkeleriyle ilgili dağınık halde, fakat sağlam notlar
bul unmaktadır.

i 2-Rustah cl-Hemedanı, 9. asırda yaşayan İran menşeili İslam


coğrafyacılarındandır. 903 yılında tamamladığı Kitab el-aliik el-nefise adlı
eserinin Türklere ait bölümünün ilk yarısının Peçeneklerin sonuna kadarki kısmı
eksiktir. Hazarlar bahsinden sonraki kısım mevcuttur. Verdiği bilgiler tertipli ve
kıymetlidir. Gerdizi'nin eserinde verilen MalUmat, bu eserde sunulan bilgilerle
büyük bir benzerlik gösterir. 1892'de M.De Goeje yayınlamıştır.

13-Yakut el-Hamavı, Mucem'ül-Büldall adlı eserini 13. yüzyılın


başlarında tamamlamıştır. Anadolulu bir Türk olma ihtimali vardır. Kitap
ticaretiyle uğraşmış, uzun müddet Harezm ve Maveraünnehir'de oturmuştur. Bu
kitap 1866- i 873 tarihleri arasında 7 cilt halinde F.Wüstenfeld tarafından
Leipzig'de basılmıştır.

14-Sıbt ibn'il-Cezvı, Mirat.üz-zemall fi Tarih'i-ayall adlı kitabında Türk


ıarihine ait pek kıymetli bilgiler zikretmektedir. 13. yüzyıla ait bu eser,
.R.Jewett tarafından i 90","de basıldı.

IS-Ebu'l Ferec, ChrOlzicOlzSyriacull adlı eserinde Türklerden de bahseder.


~slen Yahudi iken sonradan Hrıstiyan olmuş ve Hülagu'nun yanında Meraga'da
ulunmuştur. P.Bedjan eseri 1890'da Paris'te yayınladı.
84 S. Gömeç

16-Ebu'1 Ferec, Tarih u Muhtasar'il-düvel adlı tarihinde de Türklere ait


pekçok bilgi vardır. Türklerden bahseden kısmı, Ş.Yaltkaya'ca 1941 'de Tarih
Kurumu' nda basıldı.

l7-İsmail Ebu'l Fida, Kitab'ül-muhtasar fl Ahbari'l-beşer, 14. yüzyıla


aittir. Kitabı 1789-1794 yılları arasında 5 cilt olarak, J .Reiske ve lAdler
neşrettiler.

18-Hudud'ül-Alem, 10. yüzyılda kaleme alınan bu kitabın yazarı belli


olmayıp, Türklere ve Türk ülkelerine ait son derece kıymetli bilgilerle doludur.
i937'de V.Minorsky, Londra'da bu eseri yayınladı.

19-İbn Rustah, El-a'liik el-Neflse'nin de yazıldığı tarih bilinmiyor.


M.Goeje 1892'de bu kitabı yayınlamıştır. Eserde Hazar ve Bulgar gibi Türk
boylarından bahisler vardır.

20-Ebu Said Gerdizı, Zeyn 'ül-Ahbar, 11. yüzyılın başlarında yazılmıştır.


Özellikle Horasan tarihi için mühim olan bu eser, Barthold tarafından 1897
neşredildi.

21-Ata Me1ik Alaaddin Cüveyni, Tarih-i Cihangüşa, 13. yüzyıla aittir.


Bağdat'ta vezirlik de yapan Cüveyni'nin eseri Türk tarihi ve kültürü
bakımından kıymetlidir. İlk defa Mirza Muhammed Kazvinı tarafından 1912'de
yayınlandı.

22-Minhac Cuzcanı, Tabakat-ı Nasıri, Çingiz'in ve oğullarının fetihlerini


anlatır. 1260' da yazılan eserde Harezmşahlar ve Hindistan Türk sülaleleri
tarihinden de bilgiler vardır. W.Lees 1864'te bu eseri Calcutta'da bastı.

23-Reşidüddin Fazlullah, Cami'üt-tevarih iki cilt halinde olup, Türk ve


Mogol tarihi için son derece önemlidir. Bu eseri, l.Berezin, 1855-1888'de ilk
defa yayınladı.

24-Lütfullah Hafız Ebru, Zeyl'i-Cami'üt-tevarih, adlı bu eser,


Reşidüddin'in devamıdır. Temürlüler devrinde yaşamış olup, Şahruh'un
tarihçisidir. H.Beyani tarafından, Tahran'da 1938'de neşredildi.

25-Hamidullah Kazvinı, Tarih-i Güzide, 14. asır İsHim ve Türk tarihidir.


E.Browne, 191O'da bu eseri yayınladı.

26-Şerafeddin Yezdı, Zafer-name, 15. yüzyılda yazılmış olup, Temür'ün


tarihidir. Çagatay hanlan ve Türk tarihine ait değerli bilgileri ihtiva eder.
MJlahdat, 1887-1888'de neşretti1s.

ı5. Z.V.Togan. Tarihte Vs,!. 4. baskı. Istanbul 1985, s.176-260.


IsLam Öncesi Türk Tarihinin Kaynaklan Üzerine 85

27-Şibanı-name, yazarı belli değildir. Özbek Türklerinin tarihi hakkında


bilgi verir. 16. asrın başında (1503) yazılmış olup, 1849'da I.Berezin bu eseri
yayınladı.

28-Habur-name, Temür'ün soyundan Fergana begi Ömer Şeyh Mirza'nın


oğlu Zahirüddin Babur (ölümü 1530) tarafından, Türkçe "Vekayit" adıyla, bir
hatırat kaleme alınmıştır. 16. yüzyılda Afganistan ve Hindistan bölgesine hakim
olan bu Türk begi, kendisinin ve askerlerinin Türk olmasından övünç
duymaktadır. Çagatay Türkçesiyle yazılmış olan nüsha 1857'de N.tlminsky
tarafından Kazan' da basılmıştır.

29-Haydar Mirza Duglat, Tarih-i Raşidı, Çagatay hanlarının 1546 senesine


kadarki tarihidir. 1864'te Z.Velyaminov tarafından basıldı.

30-Ebu'l-gazi Bahadır Han, Şecere-i Türk, 17. yüzyılda kaleme alınmış


olup, Çingizlilerin ve kendi çağına kadar Harezm Özbeklerinin tarihidir.
B.Desmaison 1861 'de yayınladı.

9-Fal Kitapları, Öğüt Kitapları, Mektuplar, Yarlıklar

1-Irk Bitig: Tun-huang civarındaki tapınaklarda bulunan ve Kök Türk


harfleriyle yazılan bir kitaptır. Tamamı 104 sayfa ve 65 paragraftan ibarettir.
Her paragraf'ın başında birden dörde kadar içleri kırmızı mürekkeple dolu siyah
daireler vardır. Talihini denemek isteyenler, zarlar atıp numarasına göre bu
paragraflardaki yazıları okumaktadırlar. Kitap tahminen 10. yüzyıldan kalma
olup, V.Thomsen, "Dr.M.A.Stein's Manuscripts in Turkish Runic Script from
Miran and Tun-Huang", Journal of the Royal Asiatic Society, London 1912,
adlı makalesinde bumın hakkında bilgi vermektedir.

2-Toyok Yazıtları: tdi-Kut şehrinin 15 k m. doğusunda, Toyok vadisinde


bulunmuştur. Metinlerin tarihini yuvarlak olarak 600-800 seneleri olarak
gösterilmektedir. Bu üç metinde kağıtlar üzerine yazılmış olup, öğüt kitabı
mahiyetindedir. Toyok yazıtlarını ilim alemine A.Von Le Coq, Köktürkisches
aus Turfan, Sonderabruck 1909, adlı eserinde tanıtmıştır.

3-Miran Metinleri: Kağıtlar üzerine Kök Türk harfleriyle yazılmış olan bu


belgeleri, A.Stein 1907' de, Tun-huang bölgesinde Miran kalesi harebeleri içinde
bulmuştur. Üç kısımdan meydana gelmektedirler. 9- LO asıra ait bu belgede,
muhtemelen bir savaş sonrası ele geçirilen ganimetlerin ve malzemelerin
kimlere verildiğine dair tutulmuş bir kayıttır. Metin hakkında Thomsen
yukarıdaki makalesinde malumat sunmaktadır. En son bu metinlerin tarihi
değerlendirmesini S.Gömeç "Miras Metinleri Üzerine Bir Çalışma", Türk
Kültürü, 34/394, Ankara 1996'da yapmıştır.
86
s. Gömeç

4-Maitrisimiı: Eski Uygur Türkçesi ile yazılmış, dini bir drama piyesi
şeklinde tertip edilmiştir. Manası "Geleceğin Burkan'ı Olan Maitreya tıe
Buluşma" biçiminde açıklanabilir. Bu eserde Burkan'ın halefi olan ve binlerce
yıl sonra dünyaya ineceğine inanılan Maitreya'nın hayatı dini bir destan
şeklinde anlatılmaktadır. Eserin Hintçeden Toharcaya, oradan da Türkçeye
çevrildiği sanılmaktadır. Başında "görülecek şey, seyredilecek şey" diye tarif
edilmektedir. Önsözden sonra "ülüş" denilen 27 bölüm gelmektedir. Her
bölümün başında "aşağıdaki dini hadiseyi, filan ve falan yerde düşünmek
gerekir" diye bir kayıt vardır. Türkçe nüshada bazan devam eden hadise
kesilerek, bu olayla ilgili nazari düşüncelerin ispatına çalışılır. Bu metin dini bir
masaldır, fakat kendinden de anlaşılacağı üzere bu gibi masallardaki unsurlar o
devrin adet ve geleneklerini aksettirmektedir. Buna göre Orta Asya'da şu veya
bu münasebetle çeşitli halk eğlenceleri düzenleniyor ve genellikle dolunay
vakitlerinde sahneleniyordu. Netice olarak eski Türkçedeki birçok masalların
zaman zaman sesli okuma sınırını aşarak, bunların basit bir şekilde
dramlaştırıldığı anlaşılmaktadır. Bu eser ilk defa A.von Gabain tarafından
Wiesbaden i9S7 ve Berlin 1961 iki cilt halinde basılmıştır.

S-Sekiz Yükmek Yaruk: En aşağı halk tabakalarının bile anlayabileceği


basİt bir dille yazılan bu eserin yüzden fazla nüshası vardır, fakat maalesef
bunların çoğu tam değildir. Burkan'ın vermiş olduğu vaazların toplandığı bir
kitap şeklindedir. Bu eserde basit halk inançları, iyi amel işlemenin faziletleri öı:ı
planda gelir. Sekiz türlü şuurun ve buna dayanan maddi alemin teşekkülü ile
bunların çarpışması esere basit cümlelelerle serpiştirilmiştir. L.Ligeti 1971' de
Sekiz Yükrnek Yaruk'u yayınladı.

6-Altun Yaruk: ıo. asrın başlarında veya bundan biraz önce Sınku Seli
Tutung adında bir Türk'ün Çinceden Uygur Türkçesine aktardığı bir eser olarak
kabul edilmektedir. Burkancılığın talimatlarının en yüksek maddelerini içine
alır. Eser kopuk kopuk parçalar halinde günümüze kadar geldiğinden, üzerinde
fazla bir değerlendirme yapılmamıştır. Beş-Balıklı bir Uygur Türkü olan Sınku
Seli Tutung'un eserinde Türkçe şiirler de yer almaktadır. Bilinen dört nüshası
olan eserin, Uygur Türkçesindeki nüshasını F.W.K.Müller 1908'de neşretmiştir.

7-Ahmed Yesevi Hikmetleri: 11. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya gelen


ve i 166'da vefat eden Ahmed Yesevi, Türk milletinin manevi hayatında
asırlarca nüfuz etmiş bir şahsiyettir. Ahmed Yesevi ile kurulan tarikat bütün
Türk illerine tesir ederek, Türk lsHimiyetinin yayılmasına aracılık etmiştir.
Divan-ı Hikmet'in en eski yazmaları 16. asra aittir. tık baskılarından biri Kazan
1896 tarihlidir.

8-Atebetü'1-Hakayık: Tam yazılı Ş tarihi belli olmamakla beraber, 12. asır


Türk edebiyatı mahsullerinden sayılan bu eser, Edib Ahmed Yüknekf tarafından
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 87

tertip edilmiştir. Konu ve edebi türü itibarıyla Kutadgu Bilig'in devamı


sayılabilir. Atebetü'l-Hakayık'ın altı nüshası bulunmaktadır. Bütün nüshaları
karşılaştırarak, R.R.Arat 1951' de yeniden neşretmiştir.

9-Siyaset-name: Diğer adıyla Siyerü'l-mOlOk'u yazan Selçuklu vezırı


Nizamü'l-mülk'tür (1018-1092). Eserde Türk devlet teşkilatı, kültür hayatı,
devletler hukuku gibi konularda bilgiler bulmak mümkündür. Pekçok nüshası ve
neşri olmakla beraber ilk olarak 1891' de Paris 'te basılmıştır.

ıo-Hukuk Belgeleri: Maniheist manastırlara ait yönetmelik, askeri


birliklere verilen gereç ve yemekler üzerine makbuzlar, Uygurlarda yazılı belge
düzenleme geleneğini ortaya koyan örneklerdir. Bunlardan başka toprak satışı,
toprak kiralama, evlat edinme, borç para verme, hayvan kiralama, vergi
toplama, vergilere itiraz etme ve benzeri gibi değişik konularda düzenlenmiş
birçok belge bulunmuştur. Özellikle Uygur Türklerine ait bu hukuk vesikaları
üzerine en eski olarak A.Grünwedel (1906), A. von Le Coq (1918), A.Caferoğlu
(1934) gibi kişiler çalışmışlardır. En son olarak bu konuda Ö.tzgi'nin (Ankara
1987) bir yayını bulunmaktadır.

ll-Li Te- Yü'nün Mektupları: 840'tan sonraki Uygur tarihi için en önemli
kaynaklardandır. Uygurlar bu tarihte, Kırgızlar tarafından büyük bir yenilgiye
uğratıldıktan sonra, etrafa dağılarak sefalet içerisinde kalmışlardı. Çin başbakanı
olan Li Te-yü ve taraftarlarının fikrine göre, Uygurlar Çin' in eski dostlarıdır ve
Çin'in felaket zamanlarında yardıma gelmişlerdi. Bu sebeple Uygurlara yardım
edilmesi gerekirdi. Li Te-yü Çin imparatoruna, bu konuda pekçok mektup
yazmış ve ricada bulunmuştu. Bu mektupları yazarken, dolayısıyla Uygurların
tarihinden de bahsetmişti16•

lO-Araştırma Eserleri
a-Hun Dönemi
I-K.A.Akişev, Kurgan lssık, Moskva 1978
2-S.M.Arsal, Türk Tarihinin Ana Hatları. Jskitler-Sakalar, Asya Hunları,
Yüeçiler, Avrupa Hunlan, Ankara
3-F.Altheim, HUlınische Runen, Halk 1948
4-F.Altheim, Attila et les Huns, Paris 1952
5-F.Altheim, Geschichte der Hunnen, I-LL, Berlin 1959-1960
6-Atsız, "Mete", Türk Ansiklopedisi, C. 24, Ankara 1976

16. W.S.Tsai, Li Te-yü'nün Mektuplanna Göre Uygurlar (840-900), Doktora Tezi, Taipei
1967.
88 s. Gömeç

7-P.A.Boodberg, "The Language of the T'o-pa Wci", Harvard Jourllal of


Asiatie Studies, Vol. 1, Cambridge 1936
8-J.M.Deguignes, Hunların, Türklerin, Moğolların ve Daha Sair Garbi
Tatarların Tarih-i Umumisi, ı-Vııı, İstanbul 1924
9-W .Eberhard, "Muahhar Han Devrinde Hun Tarihine Kronolojik Bir
Bakış", Belleten, Sayı 16, Ankara 1940
lO-W.Eberhard, Çin 'in Şimal Komşuları, çev. N.Uluğtuğ, Ankara 1942
ll-K.Enoki, "Sogdiana and the Hsiung-nu", Central Asiatie Jourllal, 1/1,
Wiesbaden 1954
12-0.Franke, Gesehiehte des Chinesisehen Reiehes, I-II, Berlin-Leipzig
1930-1936
13-RGrousset, Bozkır İmparatorluğu, çev. RUzmen, İstanbul 1980
14-F.Hirth, "Uber Wolga Hunnen und Hiung-nu", Sitzungsberiehte der
preussisehen Akademie der Wissensehaften, 2/2, Berlin 1899
15-F.Hirth, "Hunnenforschungen", Keleti Szemle, Vol. II, Budapest 1901
16-0.Maechen-Helfen, "Archaistic Names of the Hiung-nu", Central
Asiatie Jourllal, 6/1, Wiesbadcn 1961
17-W .M.McGovem, The Early Empires of Central Asia, North Carolina
1939
18-M.Mori, "Reconsideration of the Hsiung-nu State-A Response to
Professor O.Pritsak's Criticisrn", Aeta Asiatica, No 24, Tokyo 1924
19-G.Nemeth, Attila ve Hunları, Terc. Ş.Baştav, Ankara 1982
20-B.Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 1971
2 i-B.Öge!, İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1962
22-B.Ögel, Büyük Hunlmparatorluğu Tarihi, I-II, Ankara 1981
23-W.Samolin, "Hsiung-nu, Hun, Türk", Central Asiatie Jourllal, 3/2,
Wiesbaden 1957
24-RShafer, "The Earliest Huns", Ural-Altaisehe Jahrbüeher, Tom. 38,
Budapest 1966
25-Z. V .Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul 1941

b- Kök Türk Dönemi


ı-V.Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Notlar, İstanbul 1927
2-lT.Chang, T'ang Devrindeki Doğu Göktürkleri Hakkında Yeni
Belgeler, Doktora Tezi, Taipei 1968
3-E.Chavanncs, Doeuments sur les Tou-Kiue [Tures] Oeeidentaux, Paris
1903
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynaklan Üzerine 89

4-D.M.Dunlop, The History of the Jewish KOOzars, Paris 1954


5-W.Eberhard, Çill Tarihi, Ankara 1947
6-H.Ecsedy, "Tribe and Tribal Society in the 6 th Century Turk Empire",
Acta Orielltalia, Tom. 25, Budapest 1972
7-H.Ecsedy, "Tribe and Empire, Tribe and Society in the Turk Age", Acta
Orielltalia, 30/1, Budapest 1977
8-E.Esin, ıslamiyetten Öllceki Türk Kültür Tarihi ve Islama Giriş,
İstanbul 1978
9-A.von Gabain, Köktürklerin Tarihine Bir Bakış", DTCF, 2/5, Ankara
1944
lO-R.Giraud, L'Empire des Turcs Celestes, Pari 1960
ll-P.B.Golden, Khazar Studies, Budapest 1980
12-S.Gömeç, Kök Türk Tarihi, Ankara 1997
13-M.Grignaschi, "La Chute de L'Empire Hephthalite dans les Sourees
Byzantines et Perses et le Problerne des Avar", Acta Alltiqua, Tom. 28,
Budapest 1980
14-R.Grousset, L'Empire du Levallt, Paris 1949
15-L.N.Gumilev, Drevlliye Tyurki, Moskva 1967
16-H.W.Haussig, "Über die Bedeutung der Namen Hunnen und Awaren",
Ural-Altaische Jahrbücher, Band 47, Wiesbaden 1975
17-H.Howorth, "The Avars", Journal of Royal Asiatic Studies, Vol. 1,
London 1889
18-S.Julien, "Doeuments sur Ics Tou-Kiue [Turcs]", Journal Asiatique,
Tom. 3, Paris 1864
19-5.G.Klyaştornıy, Drevlletyurkskiye RUlliçeskiye Pamyatlliki Kak
Istoçllik po Istorii Sredııey Azii, Moskova 1964
20-E.Komıkçu, Kuşaıı ve Ak HUlllar Tarihi, Ankara 1973
21-L.Ligeti, Bilillmeyelllç Asya, I-IL, çev. S.Karatay, İstanbul 1970
22-L.K.Ling, Toba Wei Sülalesi devriııde Çill'ill Kuzey ve Batı
Komşuları, Doktora Tezi, Ankara 1978
23-M.T.Liu, Die Chitıesischell Nachrichtell zur Geschichte der
o.çt-Türkell (T'u-küe), I-II, Wiesbaden 1957
24-G.Moravcsik, Byzalltillo-turcica I-II, Leiden 1942-1943
25-B.Ögel, "Doğu Göktürkleri Hakkında Notlar", Belleteıı, C. 21, Ankara
1957
90 s. Gömeç

26-W.Samolin, "Some Notes on the Apar Problem", Central Asiatic


Journal, Vol. 3, Wiesbaden 1957
27-D.Sinor, Some Components of Civilization of the Türks", Altaistic
Studies, Konferenser 12, Stockholm 1985
28-B.Spuler, "Geschichte Mittelasiens seit dem Auftreten der Türken",
Handbuch der Orientalistik, VN, Leiden-Köln 1969
29-N.Yamada, "The Original Turkish Homeland", Journal of Turkish
Studies, Vol. 9, Harvard 1985

c-Uygur Dönemi
I-E.Baytur, Şincan'daki Milletlerin Tarihi, Urimçi 1991
2-A.Bekin, Yakub Beg Devrinde Çin Türkistam'nda Siyasal ve Küıtürel
Durum, Doktora Tezi, Ankara 1971
3-G.Çandarlıoğlu, Sarı Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri, Doktora
Tezi, İstanbul 1967
4-G.Çandarlıoğlu, Ötüken Bölgesindeki Büyük Uygur Kaganlığı,
Doçentlik Tezi, İstanbul 1972
5-S.Gömeç, "Terhin Yazıtının Tarihi Açıdan Değerlendirilmesi", D TCF.
Tarih Araştırmaları Dergisi, 27/28, Ankara 1996
6-S.Gömeç, Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, Ankara 1997
7-J.R.Hamilton, Us Ouighours, Paris 1955
8-J.R.Hamilton, "Toquz-Oguz et On-Uygur", Journal Asiatique, Tom.
250, Paris 1955
9-CH.Huang, Tibetlileritı Çinliler ve Orta Asya Kavimleriyle
Münasebetleri, Doktora Tezi, İstanbul 1971
10-Ö.lzgi, Uygurlarm Siyasi ve Kültürel Tarihi, Ankara 1987
i I-Ö.lzgi, Çin Elçisi Wang Yen-Te'nin Uygur Seyahatnamesi, Ankara
1989
12-İ.Kurban, Şarki Türkistan Cumhuriyeti, Ankara 1992
13-CMackerras, The Uighur Empire, Canberra 1972
14-B.Ögel, "Uygurlann Menşe Efsanesi", DTCF, 611-2, Ankara 48
15-B.Ögel, "Şine Usu Yazıtının Tarihi Önemi", Belleten, Sayı 59, Ankara
1951
16-B.Ögel, Sino-Turcica, Taipei 1964
i 7-B.Ögel, "Uygur Devletinin Teşekkülü ve Yükselişi", Belleten, C 19,
Ankara 1964
Islam Öncesi Türk Tarihinin Kaynakları Üzerine 91

18-E.Pinks, Die Uiguren Kan-Chou in der Frühen Sung-zeit (960-1028),


Wiesbaden 1968
19-E.G.Pulleyblank, The Background of the Rebellion of Aıı LU-Shaıı,
London 1955
20-E.G.Pulleyblank, "Some Remarks on the Toquzoghuz Problem",
Ural-Altaische Jahrbücher, 2811-2, Wiesbaden 1956
21-L.Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara 1971
22- K.Wittfogcl, History of Chiııese Society Liao (907-1125), Philadclphia
1949

d-Diğer Türk Boylan lle Alaka1ı Eserler


I-Ali Suavi, Hive Haıılığı ve Türkistaıı'da Rus Yayılması, Haz. A.çay,
İstanbul 1977
2-E.Bacon, Esir Orta Asya, çev. T.Say, İstanbul (tarihsiz)
3-V.Barthold, Mogol istilasına Kadar Türkistan, Haz. H.D.Yıldız,
İstanbul 1981
4-M.Buğra, Doğu Türkistan, İstanbul 1952
5-0.Caroe, Sovyet imparatorluğu, I-II, çev. Z.Yüksel, İstanbul (tarihsiz)
6-S.Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Topluluklan Tarihi, Ankara ı999
7-R.N.Frye, "Selçuklulardan Evvel Ortaşarkta Türkler", Belleteıı, C lO,
Ankara 1946
8-A.N.Kurat, Rusya Tarihi, Ankara 1948
9-A.N.Kurat, ıv-xvııı. Yüzyıllarda Karadeniz KuzeyilUleki Türk
Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972
ıo-M.Levin-L.Potapov, The Peoples of Siberia, Chicago 1964
i i -O.Pritsak. "Kara-Hanlılar", islam Allsiklopedisi, C 6, İstanbul 1955
12-W.Radloff, Sibirya'dan Seçmeler, çev. A.Teınİr, İstanbul 1976
13-L.Rasonyi, Türk Devletiilin Batıdaki Varisleri ve İlk Müslümaıı
Türkler, Haz. Ş.K.Seferoğlu-A.Müderrisoğlu, Ankara 1983
i 4-W .Samolin, "East Turkistan to the Twelfth Century", Central Asiatic
Journal, Vol. 9, The Hague 1964
15-B.Spuler, İraıı Moğolları, çev. CKöprülü, Ankara 1957
16-F.Si.imer, Oğuzlar, Ankara 1965
17-R.Şeşen, ibıı Fazlan Seyahatnamesi Tercümesi, İstanbul 1975
i 8-R.Şeşen, islam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri,
Ankara 1985
92
s. Gömeç

19-Z.V.Togan, Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi, İstanbul 1942-1947


20-H.T.Wu, Beş Sülale Çağında Sha-To'lamı Çin Toplumuna Etkileri
(907-1125), Doktora Tezi, Taipei 1970

c-Genel Kültüre Ait Eserler


i-O.Aslanapa, Türk Sanatı, I-II, İstanbul 1972-1973
2-Atsız, Türk Edebiyatı Tarihi, İstanbul 1943
3-Atsız, Türk Tarihinde Meseleler, İstanbul 1943
4- W .Bang-A.von Gabain, Analytischer Index, Berlin 1931
5-A.Bernştam, Sotsialno-Ekonomiçeskiy Stroy Orhoua-Yenisey Tyurok
YI- VIII Yekov, Moskva-Leningrad 1946
6-Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri, Çev.
R.Şeşen, Ankara 1967
7-C.L.Chen, "A Study of Turkic Weapons", Altaistic Studies, Konferenser
i 2, Stockholm 1985
8-S.G.Clauson, An Etymological Dictionary of Pre-Thirteımth-Century
Turkish, Oxford 1972
9-A.Donuk, Eski Türk Devletlerinde Idari-Askeri Uuvan ve Terimler,
İstanbul 1988
10-E.Esin, Türk Kosmolojisi, İstanbul 1979
11-Z.Gökalp, Türk Medeniyeti Tarihi, İstanbul 1976
12-Z.Göka1p, Türk Devletinin Tekamülü, Ankara 1981
13-S.Gömeç, "Eski Türklerde Siyasi Hakimiyet", Türk Dünyası
Araştırmaları, Sayı 100, İstanbul 1996
14-A.İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 954
15-A.İnan, Makaleler ve Incelemeler, Ankara 1968
16-İ.Kafesoğ1u, Türk Milli Kültürü, Ankara 1977
17-M.Mori, "Kuzey Asya'daki Bozkır Eski Devletinin Teşkilatı", IÜEF.
Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı 9, İstanbul 1978
18-B.Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara 1982
i 9-B.Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, I-IX, Ankara 1984
20-D.Sinor, "The Historical Role of the Turk Empire", Journal of World
History, 1/2, Paris 1953
21-A.Stein, Imıermost Asia, I-II, Oxford 1928
22-0.Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, I-II, İstanbul 1969
Ölümünün V. Yıldönümü Dolayısıyla:
PROF. DR. MEHMET ALTAYKÖYMEN,
HA YATl VE ESERLERİ

Doç. Dr. Feda Şamil ARIK*

i. HAYATI (1916-1993)

Selçuklu tarihi ve medeniyeti üzerindeki çalışmalanyla tanınmış değerli


ilim ve fikir adamımız Prof.Dr.Mehmet Altay Köymen, 13.5.1 916 tarihinde
Ankara'nın Haymana ilçesinin Deveei Köyü'nde doğmuştur. Annesi Seyide
Hanım, babası, Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale Cephesinde şehit düşen Ali
Rıza Efendi' dir. İlkokulu Haymana' da birincilikle bitirip (I 929), Ankara Gazi
Eğitim Enstitüsü ııköğretmen Okulu'na girmiş, bilahare, bu okulun
kapatılmasıyla öğrenimini Adana Öğretmen Okulu'nda sürdürmüş ve İstanbul
Haydarpaşa Öğretmen Okulu'nda başanyla tamamlamıştır (1935). Memlcketi
Haymana'nın Çalış Köyü'nde bir süre öğretmenlik ve başöğretmenlik yaptıktan
sonra, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne girmiş (1936) ve 1940'da Ortaçağ
Tarihi Kürsüsü'nden mezun olmuştur.3.7.1 943'de, Prof. Fuat Köprülü'nün
denetiminde hazırladığı tezle "doktor" unvanını almış, bir yıl Gazi Eğitim
Enstitüsü'nde tarih öğretmenliği yapıp, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde,
mezkOr kürsüye asistan tayin edilmiştir (8.12.1944). 15.1ı.I948'de "doçent"
olmuş ve o sıralarda yeni kurulan Genel Türk Tarihi Kürsüsü eylemli
doçentliğine atanmıştır (30.3. 1949). 195 i'de, bilgi, görgü ve ihtisasını artırmak
üzere, iki yıllığına Avrupa'ya gönderilmiş, Almanya, Fransa ile, özellikle 21 ay
kaldığı İngiltere (Londra)'de "British Museum" ve Londra Üniversitesi'ne bağlı
"School of Oriental and African Studies"de, mesleki çalışma ve incelemelerde
bulunmuş, çalışmalannın takdir edilmesiyle, i 956'da "profesör" unvanıyla ve
bir yıl süre ile, sahasında dersler vermek için dünyaca ünlü Columbia
Üniversitesi'nce Amerika'ya davet edilmiş, ancak bazı engeller dolayısıyla
gidememiş, 3.4.1958' de profesörlüğe yükseltilmiştir. 1960' da Almanya'da

" A.Ü.D.T.C.F.Tarih Bölümü. Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı Ögretim Üyesi.
94 Feda Şamil Arık

Freiburg Üniversitesi "Orientalisches Seminar"de araştırıcı profesör olarak


çalışmış, 1965'de İran, 1966'da İngiltere, 1969'da Suriye, 1970-71 'de İran ve
Pakistan' da bilimsel araştırmalar yapmış, konferanslar vermiş, 1975-76' da
Hamburg Üniversitesi "Önasya Tarihi ve Kültürü Semineri"nde konuk profesör
sıfatıyla, İslam ve Türk Tarihi, Türk dili dersleri okutmuştur. OTCF'de Genel
Türk Tarihi Kürsüsü (1970-82) ile Tarih Bölümü Başkanlıklarında (1982-84)
bulunan Prof. Köymen 13.7.1984'de yaş haddinden emekliye ayrılmış, ancak,
i 988 başına kadar fakültesinde, bilahare bir süre de Gazi Üniversitesi Eğitim
Fakültesi' nde sözleşmeli staLüde çalışmaya devam etmiş, 9.12. 1993' de,
yakalandığı pankreas kanserinden kurtulamayarak tedavi gördüğü Ankara
Hacettepe Üniversitesi Hastanesi'nde hakkın rahmetine kavuşmuş ve
13.12.1993'de Cebeci ASr1Mezarlığı'nda toprağa verilmiştir. Sabiha Hanım'la
evli ve iki çocuk babasıydı. Kızı Ayşe Arpacı, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi'nde İngilizce okutmanı, oğlu fizikçi Prof. Or. Ali Rıza
Köymen de, Amerika'da Texas Üniversitesi'nde öğretim üyesidir.

Zeki, çok gayretli, çalışkan, velı1d, disiplinli, titiz, altyapısı mükemmel,


Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca gibi doğu ve batı dillerine
hakkıyla vakıf, bibliyografik bilgisi çok geniş, metodu sağlam bir tarihçi olarak
dikkatleri çekmiş, hocası Prof.F.Köprülü ile ünlü İngiliz tarihçisi
Prof.A,Toynbee'nin araştırma usullerini kendisine örnek almış, onların tarih
anlayışına göre eser ve yazılarını yazmaya çalışmıştır. Allah vergisi güçlü bir
hafızaya, tenkidi bir zekaya ve matematik bir kafaya sahip olan Köymen,
doğuştan gelcn bu istidatları, kuvvetli altyapısı ve üstün tasnif, tahlil ve terkip
gücüyle birleştirincc, mesleğinde kısa zamanda temayüz etmiş, ağırlık
merkezini Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun oluşturduğu Ortaçağ Türk-İslam
tarihi ve medeniyeti sahasında ciddi, orijinal araştırmalar yapmış, "karışık ve
anlaşılmaktan uzak" Selçuklu tarihini sistemleştirip, anlaşılmasını
kolaylaştırmış, ilim dünyasına-bugün artık klasikleşmiş temel başvuru
kaynakları durumunda bulunan-değerli eserler kazandırmış, böylece, Türkiye'de
Ord.Prof.F.Köprülü ile Ord.Prof.M.H.Yinanç'ın temellerini attığı bu devir
tarihçiliğinin gelişmesinde, meslektaşları ProLO,Turan ve Prof.1.Kafesoğlu'nun
yanısıra, büyük katkıları olmuş, sahasındaki yetki ve otoritesini bütün dünyada
kabul ettirmiş ender Türk bilim adamlarındandır.

tıim hayatına, Muhammed b.lbrahim'in "Kirman Selçukluları Tarihi"


(nşr.M. Th.Houtsma, Leiden 1886) adlı Farsça eseri üzerinde 1943'de yaptığı
doktora teziyle girmiştir. O vakitler, mezkur siyası kuruluş için yegane ana
kaynak olan bu eseri, haşiyelerle sağlam bir şekilde türkçeye çevirmiş ve
Kirman Selçuklu Tarihi'nin bir taslağını çizmeye çalışmıştır (Yayınlanmamış
Prof: Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 95

bu tenkidi" kaynak çalışmasının kısa bir özeti için bkz: M.A.Köymen, "Kirman
Selçukluları Tarihi", A.Ü. DTCFD, IILI, 1943, 127-134). Daha sonra, 1948'de,
Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun son hükümdan "Sancar'ın Meliklik
Devri"ni konu edinen doçentlik tezini vermiştir. Basılmamış 110 sayfalık bu
çalışmasını müteakip, aynı imparatorluğun kuruluşunu, Sultan Sancar ve zamanı
ile bu imparatorluğun yıkılışını, Farsça, Arapça vb. gibi kaynaklara dayanarak,
hacimli büyük eserlerle ortaya koymuştur. İçeride ve dışarıda hemen hemen hiç
ele alınmayan-Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun yapısı ve işleyişi, hukuki
durumu, vasallık-metbı1luk, halife-sultan ilişkileri vb. gibi-konu ve meseleleri
ilk kez eserlerinde bahis konusu etmiş ve aydınlatmıştır. "Tuğrul Bey ve
Zamanı" adlı eserinde, araştırma alanının ne denli geniş olduğunu göstermiş,
çalışmalarının odak noktasını ise, Alparslan ve zamanı oluşturmuş ve Malazgirt
zaferinin 900. yıldönümü dolayısıyla, uzun yıllarını verdiği "Alp Arslan ve
Zamanı" adlı abidevi" eserini kaleme almıştır. Adı geçen Selçuklu
hükümdarlarının hayatlan ile dönemlerini kapsamlı bir şekilde ve her yönüyle
ele alan bu eserler, sahalarında birer örnek monografilerdir. O, Selçuklular' a
ilişkin uzun araştırmalarını, sonuçlarını ise, topluca "Selçuklu Devri Türk
Tarihi" adlı eserinde vermiştir. Büyük Selçuklu İmparatorluğu devri ile
problemlerini genel çizgileriyle, ancak derli-toplu ve sistemli bir şekilde ele alan
bu kitap, her kesime hitap eden genel bir başvuru kaynağı durumundadır.
Meslek hayatını daha ziyade Büyük Selçuklu döneminin aydınlatılmasına
hasreden Prof. Köymen, son dönem ve yıllarında Türkiye Selçukluları tarihi ile
medeniyetini incelemeye girişmiş ve "AHieddin KeykObad ve Zamanı" adlı,
üstadlık eseri sayılabilecek son telif eserini yazmıştır. Henüz yayınlanmamış
birkaç cilt hacmindeki bu çalışmasında, Türklerin Anadolu'da sergiledikleri
yüksek medeniyet ve "Türk Rönesansı" bütün detaylarıyla ortaya konulmuştur.

O, ayrıca, Büyük Selçuklular'ın ünlü devlet adamı vezir Nizamü'l-Mülk'ün


tanınmış eseri "Siyaset-name"nin Farsça aslını-ilim dünyasınca bilinmeyen bir
nüshasına dayanarak- Türkiye'de ilk kez neşredip, Türkçe'ye çevirdiği gibi,
evvelce F.R. Unal'la birlikte Osmanlıca metin ve transkripsiyonunu çıkardığı,
Osmanlı kaynaklarından "Neşri Tarihi"ni de -eksik kısımlarını ekleyerek
-bugünkü dilimize çevirerek yayınlamıştır. Sözünü ettiğimiz bu telif eserleri,
tenkidli metin neşri ve tercümeleri dışında, münşeat mecmuaları, vakfıyeler,
vekayinameler (tarihler) v.b. gibi bazı önemli Selçuklu kaynaklannı tanıtmış,
tahlil ve tenkid ederek, önem ve değerlerini ortaya koymuş ve kimisini de
yayınlamıştır. Çalışmaları ilc içeride ve dışarıda sahasının en büyük
uzmanlanndan biri sayılan, eserlerine her yerde daima başvurulan Köymen'in,
kendisinden önce ebedi" aleme göçen rahmetli meslektaşı Prof.t.Kafesoğlu'mın
da belirttiği gibi "Selçuklu tarihinin inşasındaki büyük payı, şükranla anılmaya
değer ölçüdedir".
96 F edtı Şamil Arık

ProLKöymen, uzun yıllar, fakültesi dışında, Ankara Üniversitesi Hahiyat,


Eczacılık, Hukuk Fakülteleri ile, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 19 Mayıs
Gençlik ve Spor Akademisi'nde, "İnkılap Tarihi"; Erzurum Atatürk Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde "Selçuklu ve Ortaçağ Türk-İslam
Tarihi", "Genel Türk Tarihi" dersleri de vermiş; "Türk Tarih Kurumu",
"Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü", Amerika'da bulunan "Middle East
Studies Association" gibi, tanınmış, yerli-yabancı bilimsel kurum ve
kuruluşlann asli üyeliklerine seçilmiş, Türk Ansiklopedisi'nde "Tarih
Müşavirliği", Türk Tarih Kurumu "Genel Türk Tarihi ile Ortaçağ Bilim ve
Uygulama Kolu Başkanlığı ve Üyeliği", Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü
"Genel Sekreterliği", Kültür Müsteşarlığı ve Bakanlığı'nda "Kültür Eserleri
Kurulu Başkan Yardımcılığı", "1000 Temel Eser Kurulu Başkanlığı", Ankara
Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi "Tarih Araştırmalan Dergisi
Müdürlüğü" vb. gibi çeşitli idari, bilimsel ve akademik görevlerde bulunmuş
yurtiçinde olduğu kadar, yurtdışında da pek çok milletlerarası ilmi toplantıya
katılmış ve Türkiye'yi başan ile temsil etmiştir.

ll. ESERLERi
I-BASıLMıŞ ESERLER
A.KİTAPLAR
1954
_"Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, c. II. ikinci imparatorluk
Devri" Ankara 1954 [19842-199P (c.V.olarak)] (Türk Tarih Kurumu Yayını).
Profesörlük Takdim Tezi.

1962

_"Selçuklu Devri Türk Tarihi", Ankara 1962 (Ayyıldız Matbaası) [1982"


(A.Ü.Diı" ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayını) -1989'-19934 (Türk Tarih
Kurumu Yayını)].

1972
-"Alp Arslan ve Zamanı", [c.L] İstanbul 1972 (Başbakanlık Kültür
Müsteşarlığı Yayını) (Ankara 19832, A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Yayını., İstanbul ı9952, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını).

1976
_"Tuğrul Bey ve Zamanı", İstanbul 1976 (Kültür Bakanlığı Yayını)
(Ankara 19862: Dip notlan çıkanImış ve "Tuğrul Bey" adıyla., Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayını).
Prof Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 97

1979
-"Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, c. I. Kuruluş Devri", Ankara
1979 (Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayını)- 19892 (Türk Tarih
Kurumu Yayını).

1983
-"Alp Arslan ve Zamanı", c.I1.Ankara 1983 (A.Ü.Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Yayını).

1989
-"Lise I. Tarih" (Adil A1pman-Salim Koca-İsmail Cansız ile birlikte,
Yeni Müfredata Göre Hazırlanan Kaynak Kitabı), İstanbul 1989 (Ülke Yayın
Haber Tic. Ltd. şti. Yayını).
-"Lise ll. Tarih" (Mehmet Ali Ünal ile birlikte, Yeni Müfradata Göre
Hazırlanan Kaynak Kitabı), İstanbul 1989 (Ülke Yayın Haber Tic. Ltd. şti.
Yayını).

1990
-"Lise III. Tarih" (Baykal Özel-İbrahim Atnur ile birlikte, Yeni
Müfredata Göre Hazırlanan Kaynak Kitabı), İstanbul 1990 (Ülke Yayın Haber
Tic. Ltd. şti. Yayını).

1991
-"Lise II. Tarih" (Salim Koca- Baykal Özel ile birlikte, Yeni Müfredata
Göre Hazırlanan Kaynak Kitabı), İstanbul 1991 (Ülke Yayın Haber Tic. Ltd.
şti. Yayını).

1992
-"Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, c.III. Alp Arslan ve
Zamanı", Ankara 1992 (Türk Tarih Kurumu Yayını).

1995
-"Tarih I.", (Adil A1pman-Mehmet Özgedik-Ali Güler-Suat Akgül ile
birlikte, Ders Geçme ve Kredi Sistemine Göre Hazırlanan Lise Ders Kitabı),
İstanbul 1995 (Ülke Yayın Haber Tic.Ltd.Şti. Yayını).

1996
-"Tarih II.", (Mehmet ÖZ-Mehmet Özgedik- Suat Akgül-Metin
AnahtarclOğlu ile birlikte, Ders Geçme ve Kredi Sistemine Göre Hazırlanan
Lise Ders Kitabı), İstanbul 1996 (Ülke Yayın Haber Tic.Ltd.Şti. Yayını).
98 Feda Şamil Artk

B-MAKALELER

1943
-"Kirman Selçuklulan Tarihi", A.Ü.DiI ve Tarih-Coğrafya FakÜıtesi
Dergisi, IIli (1943), 127-134 (Basılmamış Doktora tczinin kısa bir özeti).

1947
-"Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nda Oğuz İsyanı (1153)", A.Ü. Dil ve
Tarih-Coğrafya FakÜıtesi Dergisi, V/2 (1947), 159-173 (Almanca çevirisi:
"Der Oğuzen-Aufstand", aynı dergi, 175-186).
"Büyük Sclçuklu İmparatorluğu Tarihinde Oğuz İstilası" A.Ü.DiI ve
Tarih-Coğrafya FakÜıtesi Dergisi, VLS (1947), 563-620 (Almanca çevirisi:
"Der Oğhusen-Einfall und Seine Bedeutung im Rahmcn der Geschichte des
Grossen Seldschukenreiches", aynı dergi, 621-660).

1951
-"Selçuklu Devri Kaynaklarına Dair Araştırmalar, i: Büyük Selçuklu
İmparatorluğu Devrine Ait Münşeat Mecmualan", A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi, VIII/4 (1951)'den Aynbasım, 537-648.

1955
-"MeskOkata Göre Büyük Selçuklu İmparatoru Sancar'la Irak Selçuklu
Devleti Hükümdan Mahmud'un Vasallık Münasebetleri", 60. Doğum Yılı
Münasebetiyle Zeki Velidi Togan'a Armağan (Symbolae In Honorem
Z.V.Togan), İstanbul 1955, 131-136 (Aynbasım, 1-6).

1956
-"Üniversiteler Islaha Muhtaç mıdır?", Zafer Gazetesi, sayı: 2321 (29
Ocak 1956).
-"Aydınlanmız ve Vazifeleri", Zafer Gazetesi, sayı: 2429 (18 Mayıs 1956).
-"Aydınlarımız ve Vatanseverlik Telakkileri", (Günün Makalesi) Zafer
Gazetesi, sayı: 2445 (3 Haziran 1956), 2,4.
"Üniversiteler Nasıl Islah Edilebilir", Zafer Gazetesi, sayı: 2458 (17
Haziran 1956), (Önasya Mecmuası, II/22 (Haziran 1967), (4-5).
-"Köyden Geliyorum", Zafer Gazetesi, sayı: 2544 (15 Eylül 1956).
-"Köyden Geliyorum", Zafer Gazetesi, sayı: 2559 (30 Eylül 1956).
Prof Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 99

_"Bir Fakültede Yapılan Açılış Merasimi", Zafer Gazetesi, sayı: 2598 (15
Kasım 1956).
-"İşte Muhtar Üniversitesi", Zafer Gazetesi, sayı: 2601 (18 Kasım 1956).
-"Hüseyin Cahid'e Cevap", Zafer Gazetesi, sayı: 2608 (25 Kasım 1956).
-"Köymen'in siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanına Cevabı", Zafer Gazetesi,
sayı: 2609 (26 Kasım 1956).

1957
-"Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Kuruluşu, i. İslam lemine Girmeden
Önce Selçuklular. i. Oğuzlar Devleti ve Mahiyeti", A.Ü.DiI ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi, XVII-3 (1957), 97-191.
-"Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Kuruluşu, II. Sultan Mahmud'un
Ölümü ve Oğlu Mesud'un Tahta Geçmesiyle Değişen Şartlar ve Selçuklular"
A.Ü.DiI ve Tarih-Coğrafya Faküıtesi Dergisi, XV/4 (1957), ı-ıo7.

1958
-"Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Kuruluşu, III. Sultan Mesud'un
Selçuklular Üzerine Bizzat Yürümesi ve Ga1ibiyeti", A.Ü. Dil ve
Tarih-Coğrafya Faküıtesi Dergisi, XVV3-4 (1958), 1-66.

1959
-"Selçuk'un Torunları Bu Vatanın Ebedi Sahipleridir", Birlik Dergisi,
II/12 (Ekim 1959),27-29.

1961
"Anadolu'nun Fethi", Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, i. (1961), 89-122.

1964
-"Var Olma Savaşı" (Baş Yazı), Söz Milletin Gazetesi, II5 (11 Nisan
1964), Cumartesi, 1.
-"Günün Modası: Sosyalizm" (Baş Yazı), Söz Milletin Gazetesi, II6 (9
Mayıs 1964), Cumartesi,ı.
-"Selçuklu Tarihinin Devirlere Taksimi Meselesine Dair", A.Ü.DTCF.
Tarih-Araştırmaları Dergisi, IV2-3 (1964), 1966, 83-89.
-"Selçuklular'ın Kars İli Fethinin Önemi", Türk Kültürü Dergisi, II/22
(Kars Armağanı, Ağustos 1964), 141-144.
100 Feda Şamil Ank

-"Türk Milletinin Uğradığı Hayal Kınklığı" (Baş Yazı), Söz Milletin


Gazetesi, III (24 Eylül 1964), Perşembe 1,4.

1966
-"Türk Meydan Muharebeleri ve Bunlar Arasında Malazgirt Meydan
Muharebesinin Yeri", Türk Kültürü Dergisi, IV/46 (Ağustos 1966), (19-21),
851-853. [Aynı Dergi, XXII232 (Ağustos 1982), (11-13), 599-601., sayı: 400
(Ağustos 1996),490-493].
-"Türk Tarihinde Kültür Mücadelesi", Türk Kültürü Dergisi, IV/48
(Ekim 1966), (30-38),1118-1126. [Önasya Mecmuası, II/18-19 (Şubat-Mart
1967), (4-6, 14)].
-"Atütürk' ün Kültür Siyaseti", Türk Kültürü Dergisi, V/49 (Kasım 1966),
lO-IS [Öğretmen Dergisi, XlX/214, 7-10., Ön asya Mecmuası, U120 (Nisan
1967), 6-7, 18., Milli Kültür Dergisi, ıı/6-7-8 (Kasım-Aralık 1980-0cak
1981),10-13].
-"Alp Arslan Zamanı Selçuklu Saray Teşkilatı ve Hayatı", A.Ü.DTCF.
Tarih Araştırmaları Dergisi, LV/6- 7 (1966), 1968, i-100.
-"Türk Göçleri ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun Kuruluşu", Önasya
Mecmuası, II/16 (Aralık 1966), (11).

1967
-"Hacettepe Üniversitesi Kuruluşu Münasebetiyle: Üniversite Meselesi",
Önasya Mecmuası, II/23 (Temmuz 1967), (6).
-"Alp Arslan Zamanı Selçuklu Askeri Teşkilatı", A.Ü.DTCF. Tarih
Araştırmaları Dergisi, V/8-9 (1967),1970, 1-74.

1968
-"Düzende Bir Değişiklik Değil, Reform Yapılmalı", Yeni İstanbul
Gazetesi, 2 Şubat 1968, 3.
-"Yeni Türkiye'nin Doğuşu Hakkında Bazı Mülahazalar", Türk Kültürü
Dergisi, VII66 (Nisan 1968), (1-5), 337-341. (Almanca çevirisi: "Einige
Bemerkungen Zur Geburt Der Neuen Turkei", Cultura Turcica, 8-10
(1971-1973),10-14).
-"Milletler ve Akademiler", Türk Kültürü Dergisi, Vl/67 (1968), (2-6),
402-406.
-"Selçuklu Hükümdan Togan Şah", Necati Lugal Armağanı, Ankara
1968,397-401.
Prof: Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 101

-"Anadolu'nun Fethi ve Malazgirt Meydan Muharebesi", Malazgirt


Zaferi ve Alp Arslan, İstanbu11968 (1972)2,67-142.

1969
-"Selçuklu Devri Kaynaklanna Dair Araştırmalar, II. Risale-i Senceriyye, i.
Ön söz ve Farsça Metin", A.Ü.DTCF. Doğu Dilleri Dergisi, 1/3 (1969), 15-55.

1970
-"Atatürk ve Türk Tarih Kurumu", Ajans-Türk Dergisi, VIII/89 (1
Haziran 1970),7,10.

1971
-"Alp Arslan Zamanı Türk Evi", Selçuklu Araştırmaları Dergisi, sayı: 3
(1971), 1-14.
-"Alp Arslan Zamanı Türk Beslenme Sistemi", Selçuklu Araştırmaları
Dergisi, sayı: 3 (1971), 15-50.
-"Alp Arslan Zamanı Türk Giyim Kuşamı", Selçuklu Araştırmaları
Dergisi, sayı: 3 (1971), 51-90.
-"Selçuklu Devri Şiirlerine Göre Türklerin Kültür Seviyesi", Selçuklu
Araştırmaları Dergisi, sayı: 3 (1971), 119-143.
-"Selçuklu Devrinde Türk-İranlı İşbirliği", İran Şehinşahlığı'nın 2500.
Kuruluş Yıldönümü Armağanı, İstanbul 1971, 293-328.
-"İslam Açısından Malazgirt Meydan Muharebesi", Diyanet İşleri
Başkanlığı Dergisi, XlllO-l11 (Temmuz-Ağustos 1971),217-223.
-'Türk Ordusu ve Millet", Türk Kültürü Dergisi, IXL106 (Ağustos 1971),
(4-6), 780-782.
-"Üniversite Reformu", Tercüman Gazetesi, 7 Aralık 1971, Salı.

1972
-"12 Mart Muhtırasının Mana ve Mahiyeti Üzerine Bazı Düşünceler",
Türk Kültürü Dergisi, XLl18 (Ağustos 1972), (122-124), 1042-1044.

1974
-"Yunan Meselesi, Gevşeklik, İhmal ve Taviz", Tercüman Gazetesi, 20
Mayıs 1974, Pazartesi, 2.
-"Üniversitelere Giriş İmtihanlan ve Düşündürdükleri", Tercüman
Gazetesi, 1 Haziran 1974, Cumartesi, 2.
Feda Şamil Arık
102

-"Türk Ordusu ve Kıbrıs", Tercüman Gazetesi, 12 Ağustos 1974,2.


-"Kıbrıs Meydan Muharebesi'nin Mana ve Mahiyeti", Tercüman
Gazetesi, 16 Ağustos 1974, 2.
-"İçimizde Bulanan Bazı Gafiller", Tercüman Gazetesi, 17 Ağustos 1974,2.
-"ProfDr.Osman Turan'a Reva Görülen Muamele", Tercüman Gazetesi,
30 Eylül 1974. [Bu makale, M.A. Köymen'in, ProfDr.O.Turan'ın "Türk Cihan
Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi", c.I-I1 (İstanbul 1978~) adlı kitabına "Önsöz"
olarak yazdığı "ProfDr.Osman Turan, Hayatı, Eserleri ve Fikirleri"(11-33) adlı
yazıda da aynen yayınlanmıştır. (23-25»).
_"Türk İçtimai Niziimı", Tercüman Gazetesi, 8 Ekim 1974, Salı, 2, 6.

1975
-"Alp Arslan Zamanı Türk Toplum Hayatı", Selçuklu Araştırmaları
Dergisi, sayı: LV (1975), 1-73.
_"Alp Arslan Zamanı Selçuklu Kültür Müesseseleri, i. Üniversiteler",
Selçuklu Araştırmaları Dergisi, sayı: IV (1975), 75-125.
_"Alp Arslan Zamanı Büyük Selçuklu İmparatorluğu Dini Siyaseti",
Selçuklu Araştırmaları Dergisi, sayı: LV (1975),127-155.
-"Libya Cumhuriyeti", Orta Doğu Gazetesi, sayı: 2347 (13 Ocak 1975),
Pazartesi.
-"Değişmekte Olan Dünya ve Türkiye", Orta Doğu Gazetesi, 22 Ocak
1975, Çarşamba.
1977
_"1976 Dünya Kadınlar Yılı Münasebetiyle. Devlet kurtaran Örnek Bir
Türk Kadını: (Harezmli Altuncan Hatun)", Milli Kültür Dergisi, III (Ocak
1977),44-45.
_"1973 Paris Orientalistler Kongresi'nde Doğu Almanya Halk Cumhuriyeti
tıim Adamlarının Doğu'yu Görüşleri", Milli Kültür Dergisi, 1/2 (Şubat 1977),
70-7 ı.
_"Türklerin Anadolu'da Denize tık Ulaşmaları ve Türk Dehasının
Jeopalitikten Faydalanarak Medeniyet Kurmada Gösterdiği Üstünlük", Milli
Kültür Dergisi, 1/3 (Mart 1977), 8-12.
-"Türklerin Anadolu'da Denize tık Ulaşmaları 11.", Milli Kültür Dergisi,
i/4 (Nisan ı977), ı3- ı6.
i
Prof: Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 103

-"Selçuklu Veziri Nizamü'I-Mü1k ve Tarihi Rolü", Milli Kültür Dergisi,


1/5 (Mayıs 1977), 9-16.
-"Malazgirt Meydan Muharebesi'nde RolOynayan Unsurlar", Milli
Kültür Dergisi, 1/8 (Agustos 1977), 6-11.
-"801. Yıldönümü Münasebetiyle. Miriyokefalon Meydan Muharebesi",
Milli Kültür Dergisi, 1/9 (Eylül 1977), 26-30.
-"Türk Kurtuluş Hareketinin tyi Bilinmeyen bir Yanı: General Fuat
Cebesoy'un Moskova Büyükelçiligi ve Kronstadt Denizcileri Ayaklanmasının
Bastırılmasında Oynadıgı Rol", Milli Kültür Dergisi, 1/10 (Ekim 1977), 7-10.
-"Atatürk'ü Anlamak", Milli Kültür Dergisi, 1/11 (Kasım 1977),8-10.

1979
-"Dış Siyasette Gerçekçilik Prensibi Dünyada ve Türkiye'de Ne Dereceye
Kadar Uygulanıyor?", (Günün Yazısı), Adalet Gazetesi, 13 Kasım 1979,2,7.

1980
-"Türk Dili ve Milli Bütünlügümüzdeki Yeri", tlim Teknik Kültür
Dergisi, 1/1 (Haziran 1980), 6-8.
-"Atatürk'ün Yeni Türkiye'yi Kurarken Dayandıgı Temel Fikirler", Milli
Kültür Dergisi, II/3-4-5 (Agustos-Eylül-Ekim 1980), 6-8.

1981
-"Yeni Üniversiteler Kanunu Münasebetiyle Bazı Düşünceler", Türk
Kültürü Dergisi, XIX/219 (Mart-Nisan 1981), (36-39), 254-257.
-"Alp Arslan Zamanı Selçuklu Hükumet Teşkilatı", Selçuklu
Araştırmaları Dergisi, sayı: v-vı (l981)'den ayrı basım, 1-115.
-"Alp Arslan Zamanı Ziraati ve Hayvancılıgı", Selçuklu Araştırmaları
Dergisi, sayı: v-vı (1981)' den ayrı basım, 117-148.

1998
-"Atatürk tıkeleri ve tnkılap Tarihine Giriş ve Metodoloji", (1983 Yılı A. Ü.
Hukuk ve Eczacılık Fakülteleri" Atatürk tikeleri ve tnkdap Tarihi" Ders
Notları), Türk Kültürü Dergisi, XXI/242 (Haziran 1983), (61-70), 393-402.
-"Atatürk tıkeleri ve tnkılap Tarihi Nasıl Ele Alınmalıdır?", (1983 Yılı
A.Ü. Hukuk ve Eczacılık Fakülteleri "Atatürk tıkeleri ve tnkılap Tarihi" Ders
Notlarının Genişletilmiş Şekli), Milli Kültür Dergisi, 43(Aralık 1983), 2-9.
104 Feda Şamil Arık

1985
-"Son Irak Selçuklu Hükümdan II. Tugru1 ve Zamanı", Atatürk
Üniversitesi Fen-Edebiyat Faküıtesi Araştırma Dergisi, A.Z.V.Togan Özel
Sayısı. Fasikü1: I, sayı: 13 (Erzurum 1985), 215-234 (Bu makalenin özeti için
bkz: M.A. Köymen, "Tugru1 II. "maddesi, İslam Ansiklopedisi, XII/2, İstanbul
1975, 19-25., Türk Ansiklopedisi, XXXI, Ankara 1982,460-466.

1987
-"Kırk Yılını Dolduran Çok Partili Demokrasi Devrinde Liderler, 1.",
Forum Dergisi, sayı: 177 (15 Ocak 1987),42-47).

1988
_"Türk Tarihi' nin lşıgında Türkiye.", Türkiye Gazetesi, 10 Mayıs 1988.
-"Selçuklu Hükümdan Büyük A1aeddin Keykfibild ve Anadolu
Savunması", Belleten, LII/205 (1988),1539-1545.

1989
-"Anadolu'nun Türk Yurdu Olmasında Selçuklular'ın Rolü", Milli Kültür
Dergisi, sayı: 65 (Haziran 1989), 28-35.
-"Atatürk'ün Büyüklüğü", Atatürk Haftası Armağanı, Atatürk Dizisi,
sayı: 22(10 Kasım 1989), 19-32 (Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd
Başkanlığı Yayını).

1990
-"Ma1azgirt Meydan Muharabesi'nin 919. Yıldönümü", Milli Kültür
Dergisi, 75 (Ağustos 1990),2-5.

1991
-"Türk Milletini Yeterince Tanıyormuyuz?", Yeni Forum Dergisi, XII/260
(Ocak 1991), 39-42.
-"Türk Tarihinde Araştırma Metodu", Milli Kültür Dergisi, 81 (Şubat
1991),12-22.

1992
-"Türkiye Selçuklu Devleti'nde Ekonomik Hayat", Türk Dünyası Tarih
Dergisi, XI/65 (1992), 16-27.
-"Selçuklu Devri Hukuku", Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 66
(Haziran 1992), 11-18.
Prof Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 105

-"Yeni Bir Dünya Kuruluyor", Türk Vurdu Dergisi, XII/62 (Ekim 1992),
9-15.

1993
-"Türkiye Selçuklulan Tarihine Dair Yeni Bir Kaynak: El-Vcledü'ş-Şefik",
Belgeler (Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih Belgeleri Dergisi), XV/19 (1993),
1-22.
-"Süleyman Şah ve Anadolu Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu", Belleten,
LVII/218 (Nisan 1993),71-79.

C- TEBLİGLER
1962
-"Neue Arbeiten in Der Türkei Zur Geschichte Der Seldschuken", XV.
Uluslararası Orientalistler Kongresi (30 Temmuz- 3 Ağustos 1961,
Göttingenl Almanya), Zeitsehrift der Deutsehen Morgenlandisehen
Gesellsehaft, CXI/2 (1962), 419-421.

1973
-"Some Considerations About the Social Life of Turks During the Saljuqid
Period", xxıx. Uluslararası Orientalistler Kongresi (16-22 Temmuz 1973,
Paris/ Fransa), Teblig Özetleri, Paris 1973.

1976
-"Selçuklu Devri Kaynaklan Olarak Vakfiyeler", i. Uluslararası Osmanlı
Öncesi ve Osmanlı Tarihi Kongresi (24-26 Eylül 1974, Napolilttalya), Studı
Preottomani e Ottomani. Atti del Convegno di NapoH (24-26 Settembre
1974), Estratto, Istituto Universitario Orientale, Napoli 1976, 153-163.
-"Selçuklu Devrinin Özellikleri", Selçuklu Tarih ve Medeniyeti
Enstitüsü'nün Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Dolayısıyla Düzenlediği Semİner
(23-25 Eylül 1973, Konya), Atsız Armağanı, İstanbul 1976, 355-369.

1979
-"Selçuklular'ın Kendilerine Mahsus İktisadı Siyasetleri Varmıydı?", II.
Milll Türkoloji Kongresi (1978, İstanbul), Milli Kültür Dergisi, 1/12 (Aralık
1979),65-67.

1982
-"Selçuklular Zamanında Beslenme Sistemİ", Kültür ve Turizm Bakanlığı,
Milll Falklor Araştırma Dairesi'nin Düzenlediği Türk Mutfağı Sempozyumu
(31 Ekim- 1 Kasım 1981, Ankara) Bildirileri, Ankara 1982, 35-45.
106 Feda Şamil Arık

1986
-"Türkiye Selçuklulan Devleti'nin Ekonomik Politikası", III. Uluslararası
Türkiye'nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi (24 Ağustos 1983, Princeton
Üniversitesi/Amerika), Belleten, LlI98 (Aralık 1986), 6 i3-620.

1987
-"Büyük Selçuklu İmparatorluğu (1040-1157)", Ankara Üniversitesi'nin
Düzenlediği Tarihte Türk Devletleri Sempozyumu (20-22 Mayıs 1985,
Ankara) Bildirileri,I., Ankara, 1987,359-365.
_"Türkiye Selçukluları Devleti (1075- 1308)", Tarihte Türk Devletleri, I,
377-384.
_"Irak Selçukluları Devleti (1118-1 194)", Tarihte Türk Devletleri, I,
415-421.

1988
-"Selçuklu Ordusu", X.Türk Tarih Kongresi (22-26 Eylül 1986,
Ankara), Bildirileri, Ankara 199 I' den Ayrıbasım, 1959-1068 (Belleten,
L1I/202, Nisan 1988,91-99).

ç- KONFERANSLAR
1972
-"The Importance of Malazgirt Victory With Special Reference to Iran and
Turkey", R.C.D. (Region al Cooperation for Development), Journal of
Regional Cultural Institude (tran, Pakistan-Turkey), V/I (1972), 5-12
(Malazgirt Zaferi'nin 900. Yıldönümü Kutlamaları Dolayısıyla Ağustos
i 97 I' de Tahranllran' da Verilen Konferans).

1976
-"Türkler ve Demokrasi", A.Ü. DTCF. 50. Yıl Konferansıarı, Ankara
1976, i 5 i-159 (Cumhuriyetin 50 Yıldönümü Dolayısıyla 1973' de Ankara
DTCF'de Verilen Konferans), (Milli Kültür Dergisi, 1/6 Haziran 1977, 11- 15).

1986
-"Selçuklular ve Anadolu'nun Türkleşmesi Meselesi", S.Ü. Selçuklu
Araştırmaları Merkezi, Selçuk Dergisi, Sayı: 1 (Aralık 1986), 21 -35 (3 i Ocak
i 986'da Ankara Türk Tarih Kurumu'nda Verilen Konferans).
Prof: Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 107

1988
-"Selçuklular' da Devlet", Beneten, LI/201, (Aralık 1987), 1988,
1359-1373 (30 Ocak 1987'de Ankara Türk Tarih Kurumu'nda Verilen
Konferans).

1990
-"Selçuklular'da Devlet, III. Tarihi ve Siyasi Bakımıardan", Beneten,
LlV /209, (Nisan 1990), 403-415 (6 Ocak 1989' da Ankara Türk Tarih
Kurumu'nda Verilen Konferans).

1993

-"Atatürk Türkiyesi ve Dünya", Beneten, LVIII219, (Ağustos 1993),


619-632 (lKasım 1992'de Ankara Türk Tarih Kurumu'nda Verilen Konferans).

D-KONUŞMALAR

1983
-"Kültür ve Turizm Bakanlığı, i. Milli Kültür Şurası (23-27 Ekim 1982)
Gencl Kurul Görüşmeleri, Ankara 1983, 19 (Tarih Komisyonu Raporu
Görüşülmesi' nde Yapılan Konuşma).

1989
-"Malazgirt Meydan Muharebesi'nin Diğer Meydan Muharebeleri
Arasındaki Yeri ve Önemi", Beneten, LIII1206 (Nisan 1989), 375-379
(Malazgirt Meydan Muharebesi'nin 918. Yıldönümü Dolayısıyla 26 Ağustos
1988'de TRT. Televizyonu i. Kanal'da Yapılan Konuşma).

1995
-"Prof.Dr.Bahaeddin Ögel'in Kişiliği, Eserleri ve Fikirleri", A.
Yuvalı-M.B. Aşan, "Prof.Dr.Bahaeddin Ögel", İstanbul 1995 (Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı Yayını), 54-61 [Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Tarih Bölümü'nün Düzenlediği "Ölümünün i. Yıldönümünde Prof. Dr.
Bahaeddin Ögel'i Anma Paneli' (lO Mart 1990, Elazığ)nde Yapılan Konuşma].

E- KA YNAK YA YINLARı

1949
-"Mehmed Neşrl, Kitab-ı Cihan-nüma. Neşri Tarihi", c.I. Metin ve
Transkripsiyon (Hazırlayanlar: F.R.Unat-M.A. Köymen) Ankara, 1949
(19872-19953) (Türk Tarih Kurumu Yayını).
108 Fedô Şamil Arık

1957
-"Mehmed Ncşn, Kitab-) Cihan-nüma. Neşri Tarihi", c.II. Mctin ve
Transkripsİyon (Hazırlayanlar: F.R.Unat-M.A. Köymen) Ankara, 1957
(19872-19953) (Türk Tarih Kurumu Yayını).

1976
-"Nizamü'l-Mülk (Ebu Ali Hasan Tı1sı), Siyerü'I-Mülfik veya
Siyaset-Name", c.I. Farsça metin (Önsöz ve Giriş 'le Birlikte Ncşreden:
Prof.Dr.M.A. Köymen), Ankara 1976 (A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesİ
Yayını).

F -çEvİRİLER
1942
-"Walter Hinz, Timurller Tarihi Hakkında Menba Tetkiki" , (Çev. M.A.
Köymen), Beneten, VI/21-22 (1942), 85-120.
-"Karl Jahn, İran'da Kağıt Para", (Çev. M.A. Köymen), Beneten, V1/23-24
(1942),269-309.

1943
-"Wilhelm Barthold, Saffarıler Tarihi Hakkında", (Çcv. M.A. Köymen),
Beneten, VI/26 (1943), 319-340.

1982
-"Nİzamü'I-Mülk, Siyaset-Name", (Çev. M.A. Köymen), Ankara 1982
(Kültür ve Turİzm Bakanlığı Yayını., İstanbul 19902: Kültür Bakanlığı Yayını.,
Ankara 19993: Türk Tarih Kurumu Yayını (Baskıda).

1983
-"Mehmed Ncşri, Neşri Tarihi, c.l (çev. M.A. Köymen), Ankara 1983
(Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını)

1984
-"Mehmed Neşn Neşri Tarihi", c.II. (Çev. M.A. Köymen), Ankara 1984
(Kültür ve Turİzm Bakanlığı Yayını).

G- T ANITMA- TENKİD- T ADLİLLER

1949
-"Yayınlar Arasında: Journal ASİatique, CCXXXIV (1943-1945)", A.Ü. Dil
ve Tarih-Coğrafya FakÜıtesi Dergisi, VII/2 (1949), 503-506 [Prof.Dr.Claude
Prof: Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 109

Cahen'in "La Tuğra Seljukide" (Journal Asiatique, tome: CCXXXIV/1943-45,


167- i 72) adlı Makalesi Hakkında].

1953
-"Selçuklu Devri Türk Tarihi Araştırmaları, i: Büyük Selçuklu İmparatoru
Mclikşah Devrine Dair Bir Eser Münasebetiyle", Belleten, XVIV68 (Ekim
1953), 557-604 [Doç.Dr. İbrahim Kafesoğlu 'nun "Sultan Melikşah Devrinde
Büyük Selçuklu İmparatorluğu" (İstanbul i 953) adlı Kitabı (Doktora Tezi)
Hakkında].

1954
-"Umumf Türk Tarihi Araştırmaları, i. 'Göktürk Kağanlığı' adlı Bir Yazı
Münasebetiyle Bazı Mülahazalar", A.Ü.ilahiyat FakÜıtesi Dergisi, 111/3-4
(1954), i 03- II 8 [Prof.Dr.Akdes Nimet Kurat'ın "Göktürk Kağanlığı Siyası
Tarihi'nin Anahatları (M.S. 552-745) -İlk "Türk Devleti" Kuruluşunun 1400.
Yıldönümü Münasebetiyle (A.Ü.DiI ve Tarih-Coğrafya FakÜıtesi Dergisi,
X11-2, 1952, 1-56) adlı Makalesi Hakkında].

1964
-"Selçuklu Devri Türk Tarihi Araştırmalan, ii: Selçuklu Devri Devlet
Teşkilatına Dair Yazılmış Bir Eser Münasebetiyle", A.Ü.DiI ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, IV2-3 (1964), 1966, 303-380 [Dr. Heribert
Horst'un "Die Staatsvcr Waltung der Grosselguqen und Horazmşahs
(1038-1251). Eine Untersuchung nach Urkundenformularen der Zİt"
(Wiesbaden 1964) Adlı Kitabı (Doktora Tezi) Hakkında].

1972
-"Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye. Siyasi Tarih. Alp
Arslan'dan Osman Gazi'ye (1071-1318), Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul
1971", Bibliyografya. Kitap Haberleri Bülteni (Turhan Kitabevi, Ankara) 1/4
(1972),205-212.

1973
-"Mevlana, Tercüman Gazetesi 6 Mart 1973, Salı [Mehmet Önder'in
"Mevlana (Hayatı-Eserleri)" (Baskı Yeri ve Tarihi yok. Ankara 19697;
Tercüman 1001 Temel Eser No. 7) Adlı Kitabı Hakkında. Nol: Bu yazı,
Tercüman Gazetesi 'nin Düzenlediği Tenkid Yarışmasında Birincilik
Kazanmıştır]
110 F edfı Şamil Arık

1977

-"Türk Dünyası EI Kitabı, Ankara 1976", Milli Kültür Dergisi, 1/7


(Temmuz 1977), 77-80 (Bir İlmı Heyet'çe Hazırlanıp, Türk Kültürünü
Araştırma Ensti~üsü'nün Yayınladığı Üç Ciltlik Mezkı1r Eser Haklunda).

G-ANSİKLOPEDİ MADDELERİ

1966
_"Scncer", İslam Ansiklopedisi, c.x, İstanbul 1966, 486-493.

1975
-"Tuğrul 1.", İslam Ansiklopedisi, c.XII/2, İstanbul 1975, 14-19 (Türk
Ansiklopedisi, c. XXXI, Ankara 1982,457-460).
_"Tuğrul II", İslam Ansiklopedisi, c.XII/2, İstanbul 1975, 19-25 (Türk
Ansiklopedisi), c.xXXI, Ankara 1982,466-477.
_"Tuğrul Bey", İslam Ansiklopedisi, c.XII/2, İstanbul 1975, 25-41 (Türk
Ansiklopcdisi), c.xXXI, Ankara 1982,466-477.

1983
-"Osman Turan", Türk Ansiklopedisi, c.XXXII, Ankara 1983,2.

H-NEKROLO .•İ VE BİYOGRAFİLER

1966
-"ProLMehmed Fuad Köprulü'nün Tarihe Dair İlk Yazıları", Türk
Kültürü Dergisi, IV/47 (Köprülü Sayısı, Eylül 1966), (20-31), 948-959.

1967
-"Büyük İlim ve Fikir Adamı: İsmail Hami Danişmend'in Ölümü ve
DUşUndürdükleri", Önasya Mecmuası, W21 (Mayıs 1967), [6-7].

1973
."Ölümünün 7. Yılı Münasebetiyle Fuat Köprü!i.i vc 'Muhit", Türk
Kültürü Dergisi, XI/l28 (Haziran 1973), (7-11), 607.61 ı.

1975
-"Ölümünün Sckizinci Yıldönümünde Ord. Prof. M.Fuat Köprülü", Orta
Doğu Gazetesi, sayı: 2347 (6 Ocak 1975, Pazartesi), 2.
i Prof Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 111

1978
-"ProLDr.Osman Turan'ın Ardından", Tercüman Gazetesi, 2 Şubat 1978,
Perşembe, 2.
-"ProLDr.Osman Turan. Hayatı, Eserleri ve Fikirleri", Osman Turan, Türk
Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, c.I-II, İstanbul 19782 (Nakışlar
Yayınevi), 11-33 (Önsöz).

1981
-"ProLMehmet Fuad Köprülü, i: Özel Hayatı ve Yetişmesi", Milli Kültür
Dergisi, IIILI (Nisan 1981),21-24.
-"ProLMehmet Fuad Köprülü, II: İlmı Hayatı", Milli Kültür Dergisi, IIIL2
(Mayıs 1981), 13-16.
-"ProfMehmet Fuad Köprülü, III: Fikir Hayatı", Milli Kültür Dergisi,
I1I1l (Haziran 1981), 15-18.
-"Prof Fuad Köprülü'nün Siyası Hayatı", Yeni Forum Dergisi, 11/48 (l
Eylül 1981),13-14.

1984
-"Vefatının 40. Gününde Kafesoğlu'nu 'Fatihalar'la Anıyoruz", Tercüman
Gazetesi, 28 Eylül 1984, Cuma, 2 [Bu yazı, A. Donuk'un "Prof.Dr. İbrahim
Kafesoğlu" (İstanbul 1989, Acar Yayınları) Adlı Eserinde de (s. 158-160)
Yayınlanmıştır].

1989
-"ProfDr. Bahaeddin Ögel'in Ardından", Türkiye Gazetesi, 31 Mart 1989.
-"ProLDr. Bahaeddin Ögel'in Vefatı Münasebetiyle Bazı Düşünceler",
Türk Dünyası Tarih Dergisi, sayı: 29 (Mayıs 1989),61-62.

I-RAPORLAR

1990
-"Tarihin ışığında Anadolu Savunması (Dünü, Bugünü ve Yarını)", Ankara
i 990 (Özel Yayın. Devlet, Siyaset ve İdare Adamlarına Sunulan 32 Sayfalık i.
Rapor. Kısmı yayınları: Yeni Forum Dergisi, 11/252, Mayıs 1990, 64-73.,
Türkiye Gazetesi, yay. Ergun Göze, 3 Gün süre ile, 1990).

1991
-"Tarihin ışığında Orta Doğu (Dünü, Bugünü ve Yarını)", Yeni Forum
Dergisi, XII/263, Nisan 1991,45-52, (Başına 8. Sayfalık Bir "Sunuş" ilavesiyle
Devlet, Siyaset ve İdare Adamlarına Sunulan II. Rapor).
112 Feda Şamil Arık

1992
-"Tarihin Işıgında Dünya Türklügü ve Türkiye (Dünü, Bugünü ve Yannı)",
Türk Yurdu Dergisi, XII/58 (Haziran 1992), 15-25 (III. Rapor).

İ-MEKTUPLAR

1956
_"Üniversitedeki Çeşitli Klikler", Zafer Gazetesi, sayı: 2317 (25 Ocak
1956).

1970
-"Türk Tarih Kongresi Başlarken ProfKöymen'in Cumhurbaşkanı Sunay'a
Mektubu", Yeni Tanin Gazetesi, 27 Eylül 1970.

1980
-"Menderes'in CHP'den Çektikleri Yazı Serisi lle Bir Tartışma Konusu:
ProfKöymen DP Kurucu1annı Eleştirdi", Son Havadis Gazetesi, 24 Mart
1980, Pazartesi, 6. (ProfDr.M.A.Köymen'in, Tekin Erer'in aynı gazetede
yayınlanan "Adnan Menderes' in CHP' den Çektikleri" yazı dizisi dolayısıyla
mezkGr yazara gönderdigi mektup).

K- MÜLAKATLAR
-"918. Yıldönümünde Malazgirt Zaferi", Konusunda ProfDr.
M.A.Köymen lle Yapılan MüHikat, Bizim Ocak Dergisi, sayı: 53 (Ağustos
1988),28-32.

1990
-"Tarihten Günümüze Doğu Anadolu" Konusunda "Ayın Konugu"
Prof.Dr.M.A.Köymen lle Yapılan Mülalcat, Bizim Ocak Dergisi, sayı: 73
(Nisan 1990),28-30.

2-BASILMAMIŞ ESERLER
A-TEZLER

1943
-"Muhammed b.1brahim, "Kİrman selçukluları Tarihi" (Tilrih-i
SelçGkiyiln-ı Kirmanl Histoire des Seljoucides du Kerman. nşr. M.Th. Loutsma,
Leiden, Brill 1886) (Farsça'dan Türkçe'ye Çeviren, Notlar ve Açıklamalar:
M.A.Köymen), Ankara 1943 [Doktora Tezi. Kısml yayını: A.Ü.DiI ve
Tarih-Coğrafya FakÜıtesi Dergisi, IILI(1943), 127-134].
i
i

Prof Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 113

1948
-"Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi çerçevesi İçinde Sanear'ın
Meliklik Devri", Ankara 1948 (Doçent1ik Tezi).

B-KİTAPLAR

1993
-"Büyük Alaeddin Keykfibad ve Zamanı", Ankara 1993 (Birkaç Ciltlik
Telif Eser).
-"Türk Tarihi Araştırmaları", Ankara 1993 (Makalelerinden seçmeler).
-"Türk Tarihinde Araştırma Metodu", [Milli Kültür Dergisi'nde (81,
Şubat 1991, 12-22) Çıkan Aynı Adlı Makalesinin Genişletilerek Kitaplaştınlmış
Şekli).

C-MAKALELER

1992
-"Milli' Devlet İlkesi Bakımından Atatürk'ün Büyüklüğü, II.", Ankara 7
Mart 1992 (Daktilo Metin, 22 Sayfa).

Ç-KONFERANSLAR

1988
-"Selçuklular'da Devlet, II. Hukuki' ve Medeni' Bakımıardan" (1988'de
Ankara Türk Tarih Kurumu'nda Verilen Konferans).

1993
-"Atatürk Türkiyesi ve Türk Dünyası" (11 mart 1993' de Ankara Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı'nda Verilen Konferans. (Daktilo Metin, 13 Sayfa).

D-KONUŞMALAR

1982
-"Türk Büyükleri (Yapım: Seyfeddin Sağlam): Alp Arslan" TRT. Ankara
Radyosu Arşivi, Söz Yayınları, Banl. 6740 (28 Temmuz 1982'de TRT 2'de
Yapılan 14 Dakikalık Radyo Konuşması).

E- TEBLİGLER

1956
-"Selçuklu Devri Türk Tarihinin Kaynaklarından Menilib-i Ahmed Cam"
V. Türk Tarih Kongresi (12-17 Nisan 1956, Ankara).
Feda Şamil Arık
114

-"Anadolu Selçuklu Devleti'nin Kuruluşu", V. Türk Tarih Kongresi


(12-17 Nisan 1956 Ankara).

1971
"Selçuklular'ın Sosyal ve Kültürel Etkileri", Selçuklu Tarih ve Medeniyeti
Enstitüsü'nün Atatürk Üniversitesi'nde Düzenlediği "Malazgirt Zaferi'nin 900.
Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu (21-25 Ağustos 1971, Erzurum).

1973
"Some Considerations About the Social Life of Turks During the Saljuqid
Period" XXIX. Uluslararası Orientalistler Kongresi (16-22 Temmuz 1973,
ParisIFransa). (Özeti basılmıştır).

1982
_"Selçuklu Medeniyeti Nasıl Araştırılmalıdır?", IV. Milletlerarası
Türkoloji Kongresi (20-25 Eylül 1982, İstanbul).

BİBLİYOGRAFY A

-Abdulkadiroğlu, Abdulkerim- Kurnaz, Cemal (Haz.)., "Türk Kültürü


(Dergisi) Bibliyografyası (Yıl ı-xxvı,
sayı 1-300 Kasım 1962-Nisan 1988),
Ankara 1989, s. 107,116,126-127, 129, 143, 162,212,228,235,245,274.
-Ank, Feda ŞamiL., (Tan.) "M.A.Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu
Tarihi, (c.LKuruluş Devri), Ankara 1979", Milli Kültür Dergisi, II/6-7-8
(Kasım-Aralık 1980-0cak 1981), s. 72-75.
_____ ., "Büyük Selçuklu Tarihçisi Prof.Dr.Mehmet Altay
Köymen Hakk'a Yürüdü", Türk Kültürü Dergisi, XXXII/369 (Ocak 1994), s.
22-25.
_____ ., "Hocam Prof.Dr.Mehmet Altay Köymen", Türk
Kültürü Dergisi, XXXIIII/382 (Şubat 1995), s.(39-51), 103-115.
_____ ., "Mehmet Altay Köymen" maddesi, Türkiye Diyanet
Vakfı, İslam Ansiklopedisi (Baskıda).
-Baykara, Tuncer; "Prof.Dr.Mehmet Altay Köymen (1916-1993)", Ege
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Tarih İncelemeleri Dergisi, XII, İzmir 1997,
s.235-237.
-Erzi, Adnan Sadık (Haz.)., "Belleten Dizini, 1. (Cilt ı-xx, sayı 1-100)",
Ankara 1971, s. 26.
Prof Dr. Mehmet Altay Köymen, Hayatı ve Eserleri 115

-Hacıgökmen, Mehmet Ali., "Selçuklu Tarihçisi Mehmet Altay Köymen'in


Vefatının Birinci Yıldönümü Münasebetiylc", Türk Kültürü Dergisi,
XXXLLI/38 i (Ocak 1995), s.50-53.
-Kafesoğlu, İbrahim., "Türkiye'de Selçuklu Tarihçiliği", t.Ü.Edebiyat
Fakültesi, Cumhuriyetin SO.Yılına Armağan, İstanbul 1973, s. 86-88
(İngilizce Çevirisi: Gary Leiser, "Seljuk Historiography in Turkey",
International Journal of Turkish Studies, ILV2(1985- 1986), s. 133-134).
-Köymen, Mehmet Altay., "Neue Arbeiten in der Türkei Zur Geschichte
der Scldschuken", Zeitschrift der Deutschen Morgenlandischen
Gesellschaft, CXI/2 (1962), s. 419-42 ı.
-"Mehmet Altay Köymen" maddesi, Türk Ansiklopedisi, c.XXllI, Ankara
1976, s. 403.
-Mehmet Altay Köymen'in Şahsi Dosyalan, A.Ü. DTCF. Arşivi, Nr.
36/1-2., A.Ü. Rektörlüğü Arşivi, NL 35/1-2., Özel Kütüphane ve Arşivi.
-Merçil, Erdoğan (Haz.)., "Belleten Dizini, III (Cilt XXXVI-LI, Sayı
141-400)", Ankara 1994, s.14.
-Milli Kütüphane Genel Müdürlüğü (Haz.)., "Selçuklu Tarihi, Alparslan
ve Malazgirt Bibliyografyası", Ankara 1971, s. 50,57-58, 70, 83,94.
-Özbek, Süleyman., "Prof.DLMehmet Altay Köymen", A.Ü.DTCF. Tarih
Araştırmaları Dergisi, XVII/28 (1995), Ankara 1996, s. 331-337.
-Özkaya, Tüten (Haz.)., "The Bibliography of the Turkish Studies on
Central Asia, 1928-1981", Journal of Central Asia, V/I-2 (July-December
1982), s. 36-37,40, 84,153,194,245,293.
-Prof.DLMehmet Altay Köymen'in Biyografisi, Yayınlanmış Belli-Başlı
Eserleri", Yeni Halk Ansiklopedisi Dergisi, IV 137 (29 Ocak 1970), s.6.
-Shimizu, Kosuke (Haz.)., "Bibliography on Saljuq Studies", Tokyo
1979, s. 3-4, 17-19,31-33,38,51,61.
-Strohmeier, Martin., "Seldschukische Geschichte und Turkische
Geschichtswissenschaft die Seldschuken im Urtei) Moderner Turkischer
Historiker", Berlin 1984 (Doktora tezi), s. 136-151; 4, 76, 80, 88, 134, 139,
142, 144, 150, 152, 163, 171, 180,203,234.
-Şapolyo, Enver Behnan., "Selçuklu Tarihine Ait Eserler Üzerine",
Önasya Mecmuası, Il/15 (Kasım 1966), [s.13].
-Taeschner, Franz (Tan.)., "Eine Ausgabe Von Neschri's Altosmanischen
Chronik" Der Islam, sayı: 29 (1949), Cüz.3.
116 Feda Şamil Arık

_Tamçelik, Soyaıp; "Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen'in Hayatı ve


Eserleri", Türk Kültürü Dergisi, XXXV/411 (Temmuz 1997), s. 0-9),
385-393.
-Taneri, Aydın (Tan.)., "M.A.Köymen, Büyük Selçuklular Tarihi (Ankara
1979)", Yeni Forum Dergisi, 1/12 O Mart 1980).
______ ., "Hocalann Hocası Mehmet Altay Köymen", Türkiye
Gazetesi, 6 Mart 1991, Çarşamba. s.2,7.
_____ .., "ProLDr. Mehmet altay Köymen", Türkiye Gazetesi,
15 Aralık 1993, Çarşamba.
______ ., "ıki Büyük Değerin Ardından", Türkiye Gazetesi, 13
Temmuz 1994, Çarşamba.
-Tuncer, Hüseyin (Haz.)., "Türk Yurdu [Dergisi] Bibliyografyası
0911-1992)", ızmir 1993, s. 200,276.
-Turan, Osman., "Selçuklular Tarihi ve Türk-tsliim Medeniyeti",
ıstanbul 19803, s.25-26, 45.
-"Türk Tarih Kurumu Aslı Üyesi Mehmet Altay Köymen Vefat Etti",
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Bülteni, VII/21-22
(Mayıs-Eylül 1994), s. 39-41.
-Uçak, Halil ıbrahim., "Ankara'nın ılk Pro[csörü. Haymana'lı Mehmet
Altay Köymen", Tarih İçinde Haymana, Ankara 1986, s.168-170 ["Ölümünün
ı. Yılında Prof.Dr.M.A.Köymen'in Ardından" Adıyla Türkiye Gazetesi'nde de
(Yay. A. Taneri: "Büyük Bir Bilim Adamının Gurur Mücadelesi", 28 Aralık
1994, Çarşamba, s.IO) Yayınlanmıştır.].
_____ .., "Prof.Dr.Mehmet Altay Köymen", Belleten, LVIII1223
(Aralık 1994), s. 789-792.
16. Yüzyılda Osmanoğullarının Beşiği Eskişehir İle
Karacaşehir'del
SOSY AL KURUMLARA İLİşKİN KÖY GELİRLERİ
VE BUNLARIN PAYLAŞıMı

Yrd. Doç. Dr. Ahmet GÜNEŞ*

Bütün Kuğular Beyazdı. Ta ki ...

16. Yüzyıl; genelde, sadece nüfus artışına kalmış olsa bile, hem Dünya
hem de Osmanlı tarihi açısından bir değişim ve dönüşümün yaşandığı; özelde,
Osmanlı' da, şahikadan iniş sürecinde, iktisadi, coğrafi, askeri, ruhi, vs.
sıkıntıların da baş gösterdiği bir takvimsel olmuştur.

Belirtildiği üzere, yalnız "nüfus artışı" dahi, tarihin dizgesel bütünlüğü ve


tarihı sebeplerin karşılıklı etkileşimi çerçevesinde, hemen her alanda müessir ve
başlı başına bir harekcte geçirici bir unsurdur. Nüfus ve nüfustaki artış, mevcut
şart ve alınan tedbirlere göre, hem hayra vesile hem şerre sebep ... Muşahhas bir
ifadeyle, İnsanların çoğalmasıyla, yeni yerleşim birimleri kurulmuş ya da
eskileri büyümüş, bataklık, çorak, tepelik ve ormanıık yerler ekime açılmış,
tabiatiyle, üretim ve ticaret artmış, sınai mamuller yaygınlaşmış, yeni imtiyazlı
yahut zengin sınıflar zuhur etmiştir. Hareket halindeki insanların sayısı
çoğalmış, anlaşmazlık ve savaşlar artmış, haydutluk ve korsanlık yaygınlaşmış,
silahlı çeteler ve ordular gelişmiş, güçlenmiştir".

i. Remiz ve numaraları yazılacak defterler hakkında birazdan bilgi verileceği belirtilrnek


üzere; n'.438'de "EvkM-ı liva-ı Sultanöni. Kaza-ı Eskişehir, der-Ii va-ı mezbur (Sultanöni)" (s.:
143). Bu makalede esas alınan, KK.541 'de ise, "Nahiye-i Eskişehir ma'a Karacaşehir. der-liva-)
mezbilr (Sultanöni)",(varak(v.):7/a). Bu kayıttan ve başlıktaki köy gelirleri ifadesinden ve ayrıca
birazdan da metin içerisinde yazılacaklardan da anlaşılacağı gibi, başlıktaki Eskişehir ve
Karacaşehir ilc, esasen aynı adları taşıyan "nahiye" birimi kastedilmiştir.
'" Gazi Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi
2. Bu konuda bkz.: Fernand Braudel, Maddı Medeniyet ve Kapitalizm (Tercüme eden ve
sunan: Mustafa Özel), Istanbul 1991, s.: 106-107.
120 Ahmet Güneş

çalışmalarda, künyelerini verdiğimiz defterlerden ziyade, aslında sadece TI.438


nolu defterden yararlanıldığı ifade edilmelidir8•

Dahası, adı geçen yazar, bu defterdeki kayıtların okunması ve


kullanılmasında -biraz önce bir dipnotta olduğu gibi, ve yeri geldikçe ilgili
diğerlerinin de düzeltileceği taahhüd edilmek şartıyla- çok fahiş hatalar
yapmıştır. Zaten, onun künyeleri verilen ve tarafımızdan incelenen kitaplarında,
yalnız bu deftere münhasır olmaksızın, genelde, okuyucu yu ciddi yanılgılara
düşürecek saptama, okuma, yöntem, yordam, söylem vs.'ye ilişkin pekçok
yanlış bulunmaktadır. Bütün bunlara rağmen, bilimin yanlışlarla, daha doğrusu
yanlışların ayıklanmasıyle ilerleyeceği anlayışı ışığında bakıldığında, buna
zemin ve gündem hazırlaması bakımından H. Doğru'nun yanlış yapabilme
erdemine sahip bir araştırmacı olduğu da bir gerçektir.

Bu vesile ile, okuma farklılıklarına veya yanlışlıklarına matufen, genelde,


bir çok araştırmacı tarafından, aynı özel isimleI'in oldukça değişik
telaffuzlarda/tarzlarda okunabildiklerine dikkat çekilmelidir. Aslında bu durum,
devI'in şartları gereği. görsel ve sesli kayıtlarla teyid ve tesbit
yapılamayacağından, normal karşılanmalıdır. Mesela: -ilgili yerlerde kaynakları
da belirtileceği üzere- aynı kelimeler, kimine göre "Derin Baba". kimilerine
göre "Dil Baba", birine göre "Kıllı Ali" birilerine göre "Kutlu Ali" şeklinde
okunmuştur. Bu tesbitier, şüphesiz ki, eksikliklerin tamamlanmasını
sağlayacağından, mevcut bütün kaynaklardan adların tıpkıbasımlarının biraya
toplanarak seriler oluşturulmasını ve bunların denkleştirilerek karşılaştırmalı
olarak okunmalarını ihbar ve hatta icbar eylemektedir.

Aksi takdirde, Türkiye'de oldukça yaygın olarak görülen, ve özellikle, asli


kaynaklara incmeyenler ve bu konumlarıyla, üretici tarihçilerin verdiği vasıtalı
bilgiye teslim mecburiyetinde olanlar tarafından bunların kullanılmaya
girişilmesiyle işlemeye başlayan, tabir caizse "kara bilginin aklanması
süreci"nin, gecikmeden devreye gireceği ve bir yanlış yayma furyasının
başgöstereceği aşikardır. Bu durumda, benmerkezciliğin tahrikiyle -en
doğrusunu ben okudu m tavrıyla kendisini gösterebilccek- bir müdafaa ya da
iddiada bulunmadan, grup çalışmalarıyla ortak paydalar oluşturulmaya
gidilmesi muhakkak ki en makul yoldur.

Şu safhada, nihai olarak, son paragraflarda yazılanlar çerçevesinde, bu


makalede, aynı zamanda, muhtelif yönlü bir araştırma kriliğinin yapılmaya
çalışıldığı da vurgulanmalıdır.
***
8. Bkz.: 5 ve ı5 nolu dipnotlar.
Sosyal Kurumlara Ilişkin Köy Gelirleri ve Bunların PaylalHml 121

Yazı konusu kurumların dizimine geçmeden önce; çeşitli vesilelerle


dej!i1çikyerlerde de vurgulandığı üzere, kesin sıra ve yüzdelere ilişkin
sayıların/rakkamların M. 1575 tarihli KK.541'e istinad ettij!i, yapılacak olan
sıralamada, -özellikleri gereği, "mescid" ve "belirsizler" grubu hariç- gelir
miktarlarının temel alındı!!ı belirtilmelidir.

1- İ: İmaretler:

Kelime olarak; umran, bir yeri mamur ve abadan etmek gibi anlamlara
gelmektedir9• Terim olarak ise; bilindiği vechile, bir zamanlar mektep ve
medrese talebelerinin bannma ve bunlar ile birlikte fakirlerin ve sairenin de
yemek ihtiyaçlannın karşılandığı kuruma verilen addırio.

Bu iki cümleden olarak; umran ve mamuriyet ile talebe ve fakirlerin -en


genel anlamda- ihtiyaçlannın giderilmesi arasındaki bağ/ilinti hakikaten
vurgulanmaya değerdir. Osmanlıların öylesine takdir edilecek ölçüde derin bir
telakki ilc "imaret ederek ıssuz yerleri mamur ettikleri" kanıtlanmıştır".

Mevkuf karyelerden 22'si imaretlere mahsustur. (ötekileri için de bağlayıcı


olmak kaydıyla, M.1575 tarihli, KK.541'e müsteniden, toplam: 33karye+3(m)
mezraa birimi). Bunlar, hem çokluk oluşturmak ve tabiatiyle bu çerçevede
yapısal! işlevsel özelliklerine işaret etmek üzere, ve hem de gelir kaynaklığı
açısından, süreç içerisindeki süreklilikleri ile öne çıkmaktadır. (Bkz.: Tablo:5).
Bu sayıdan da anlaşılacağı vechile, gelir miktan ve yüzdesi olarak, bazı yerlerde
olduğu gibi'~, birinci sıradadırlar. (48.785+3.895,% 55.82).

9. Şemseddin Sami. KamOs-1 Türki. c.: II, Dcrsaadet 1318,s.:950.


ıo. Imaretlerde, -ayrıca- ilgililerin her birine günde 3-5 ve hatta bazen LO akça verildigi
bilinmektedir. Bkz.: Cl. Huart, "Imaret" Mad. ,I.A. (MEB.), C.:5/2,lstanbul 1988, s.: 985. Ayrıca
bkz.: Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih DeyimIeri ve Terimleri Sözıügü, c.: ii, Istanbul 1983,
s.: 61. Bu meyanda "Yakf-ı Medrese-i Süleyman Paşa, medrese-i mezbOrun talebesine her günde
Orhan Bek Imaretinden iki buçuk akçalık et ve iki buçuk akçalık etmek verilürmüş, kemakan
mukarrer. ..". (KK.579 (Kocaeli Sancagı vakıf tahrir dcfteridir. Hicrı 969 tarihlidir. Ankara'da
Tapu Kadastra Gcnel Müdürlügü KuyOd-1 Kadıme Arşivi'ndedir.), varak(v.): 88/b), tasrihi
kaydcdilmclidir. Imaretierin klilll manaları/yapılanmaları hakkındaki görüşlcr için bkz.: M. Z.
Pakalın, a.g.e., aynı cilt. s.: 6 1-62.
i I. "Rivayctdür ki, Orhan Gazi iki imaret yaptırdı. .. her yirlcri imarct itmek scverdi. Issuz
yirlcri mamOr idlib, müslimanları urındurdu. Ye Bursa'da yapdurdigi imarct yiri bir issuz
yiridi-kim, ikindüdcn sonra adem varmaga vehm iderdi.", (Mehmed Neşrı. Kitab-ı Cihiin-nüma,
(Ncşrı Tarihi), c.:I. (Yayınlayanlar: Faik Reşit Unat, Mehmed A. Köymcn), s.: 187. Yine bkz.:
Aşıkpaşa-zade, Aşıkpaşaogıu Tarihi, Ankara i985, (Hazırlayan: A. NihaI Atsız), s.: 50. Imaret
tcsisi için ayrıca bkz.: Neşri. a.g.k., aynı cilt, s.:163.
i 2. Mesela: ıznik kazasında. Bu hususta, KK.579'da ıznik kazası clizünc(v.: 60/b-91/b)
bakınız.
Ahmet Güneş
122

Ancak, farklı bir kurgunun sonuç üzerinde fazlaca tesirli olması ihtimali
çok zayıf olmakla birlikte, burada; imaretlerin gelir kaynaklan aslen karyeler
olduğundan dolayı anlamsal çerçevenin bu gelir kaynağına/türüne göre
kurulmasının, bunları olabildiğince ön plana çıkardığı ya da çıkarmış
olabileceği de unutulmamalıdır.

Biraz önce yazılan sıra-yüzde, yazı konusu bağlamda, malum gelir


kaynaklanndan en büyük payın, (yer yer, anakronizme düşme riskini de göze
alarak ya da kronoloji dikkate alınmadan yazılacak olursa, en genel çizgileriyle)
doğrudan veya dolaylı olarak imar-iskan ve bittabi şehirleşme faaliyetlerinin
yürütülmesine, esasen eğitim-öğretime katkı sağlamaya yönelik olarak ve bu
doğrultuda paradigmanın devamına yönelik, sosyal yardımlaşma ve dayanışma
hizmetlerinin verilmesine, aynıdığına işaret etmektedir.

Kendi özel yekunu içerisinde (toplu hasıllar hariç), (48.785 akça); vergi
gelirlerinin %68.89'u hububat üretimine, %2.91 'i meyve ve sebzeciliğe,
%4.03'ü hayvancılık ve ancılığa, %24. 15'i ise öteki bazı kalemlere aittir.

"Hububata ilişkin nakdi vergi gelirleri"nin (49.812 akça), % 67.47si


(33.610), "Meyve ve sebzelere ilişkin vergi gelirleri"nin (2.518), % 56.39'u
(1.420), "Hayvancılık ve ancılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (4.479), % 43.98'i
(1.970), "Çeşitli vergi gelirleri"nin" (23.117), %50.97'si (11.785) bunlara yani
iki imarete mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 33.6/0 akça), hınta birinci (20.590, %


61.26), şair ikinci (10.820, % 32. 19), mahlut13 üçüncü (2.200, %6.54);
ikincisinde (toplam: 1.420), bağ ve bağçe birinci (745,%52.46), bostan ikinci
(675, (% 47.53); üçüncüsünde (toplam: 1.970), r. ağnam birinci (636, %
32.28), Ö. çayır ikinci (600, %30.45), hassa çayır üçüncü (450, %22.84), Ö.
hivare dördüncü (284, %14.41); dördüncüsünde (toplam: 11.785), r. çift, ekinlü
ve bennak birinci(9.202,% 78.08), bad-ı heva ve resm-i arusane ve gayrihu
ikinci (959, % 8.13), diğerleri üçüncü (600,%5.09), r. asiyab dördüncü
(570,%4.83), deştbani beşinci (279,%2.36), zemin ise altıncı (175,%1.48)
sıradadır. (Hepsi için bkz.: Tablo: lfa, 2/a, 3/a, 4/a).

i 3. MahlUt. kelime manasından da anlaşılaeagı gihi hubuhatın muhtelif türlerinin bir karışımı
olarak kabul edilmektedir. Bkz.: Layoş Fekete, "Türk Vergi Tahrirleri". Belleten. C.XI/42(1947).
s.: 314; Feridun M. Emeeen. XVI. Asırda Manisa Kazası. Ankara 1989. s.: 243; O. Ü. Bulduk.
XVI. Asırda Karahisar-ı Sahib Saneagı, (Yayımlanmamış doktora tezi). Ankara 1993, s.: 252 ve
257; A. Kanka\. \6. Yüzyılda Çankırı Saneagı (Tapu Tahrir Defterlerine Göre). (Yayımlanmamış
doktora tezi), Ankara 1993, s.: 153.
Sosyal Kurumlara Ilişkin Köy Gelirleri ve Bunların Payla,Çlml 123

Özel yüzdeler ve küme tahlilleri; genel olarak, bu gruptaki karyelerde,


özellikle hububat, -ve bu bağlamda asıl ürün olan buğday- üretiminin
fevkalade çokluğunal4, işaret etmektedir.

a) Merhum Bayezid Imareti;

Bursada'dır. Mevkuf karyelerden, bire bir örtüşüp örtüşmedikleri bir tarafa


bırakılacak olursa, hem TI.438 de hem de KK.541 'de 19 karye buna
mahsusturı'. (Bkz.: Tablo: 5). Açıkçası, süreç içerisinde köy sayısı
değişmemiştir. Ancak, -özellikle ilgili sürecin özelliği gereği- bu on dokuz
köyün toplu nüfus ve hasıllan artmıştırl6•

tki imaret gelirlerinin hemen tamamı buna aittir (%87.82). (Bkz.: Tablo: 5).
Bu yüzde, şüphesiz ki, hem imaret sahipliğinde Osmanoğullan'nın önderliğini,
hem de gelir paylaşımında en büyük payın sancak dışına (Bursa'ya)
aktarıldığını göstermektedir.

14. Tahrir defterlerinde, hem ayni' miktarı hem de nakdi' kıymeti rakam olarak verilen, hububat
ve özellikle de bugday pek çok yerde gerek ekim sahalarının ve gerekse üretim hacminin genişligi
bakımından ilk sıradadır. Bkz.: Ahmet Güneş, XVI. Yüzyıl Başlarından XVII. Yüzyıl Başlarına
Kadar Kocaeli Sancagı (Yayımlanmamış doktora tezi), Ankara 1994, s.: 147,
15. Bunlar (1T.438-KK.54i çizgisinde): Yassıöyük, Dögerek, Köpek. YosaklPusak.
Danişmendili, Boz(r)eli/Bor(z)alı(KK.54i 'de Boralu/Bozalu, H. Dogru(D)'ye göre Poyra),
Mermerlü (H. D'ye göre Berberlii), Kayaışık(H. D'ye göre Kara Karsık), Yusufşeyh (H. D'ye
göre Yusufçal, Kulavuz/Kulaksuz(KK.54 ı'de Kulaguz), BatutayITabutay (KK.54 i' de
BatudayITabuday, H.D'ye göre Bayırtayı), ÇubukviranlSevikviran (! KK.54 i 'de ),
Egriceöz(Muhtemelen, KK.54 i 'de ), Sarıkavak, Gökçeöyük, Kırcalu(Muhtemelen, KK.
54 i 'de H.D'ye göre Yırcalu), Seeilmavi (H.D'ye göre Şeyhler), Bagluca(H.D'ye göre
Benlüce), Yenice (H.D'ye göre Beyce)'dir. Hepsi için bkz.: TT.438, s.: 143; KK.541, v.: 7/a-12/b;
H. Doğru, XVI. Yüzsı/da Eskişehir ve Sultanönü Sancağı, JstanbulI992, s.:21 ı. Çeşni olarak,
bunlardan biri hakkında birkaç cümle yazılacak olursa: "Karye-i Yassıöyük, ... ortakçılardır, bir
çift yer bir müdd bugday ve bir müdd arpa ekerler deyu mukayyed der-defter-i atik, haliya yine
nıukarrer ortakçılardır ... ". Bkz.: KK.541, v.: 7/a.
16. Halbuki, H. Dogru'nun, metin içerisinde,defter numarası ya da tarihi vermeden yazdıgıııa
göre. ".Eskişehir kazasında bulunan 19 köyden 382 hane I. Bayezid'in Bursa'daki imaretine
vakfedilmiştir. " ve "vakfın hasılı 31.170 akça tutuyordu." Dipnotunda ise -fevkalade yanıltıcı
olmak üzere, herhangi bir açıklama/ayrım yapılmaksızın- hem TT.438 hem de KK.541
gösterilmiştir (H. Dogru, "XVI. Yüzyılda Eskişehir ... " s.: 137). Oysa bu bilgiler, -yazı konusu
birimlbirimler. daha önce de yazıldıgı vechile, KK.54 I' de "nahiye" tabiriyle mevsuf oldugundan,
H.D.'nin "kaza" terimini kuııanmasından da çıkarılacagı üzere- sadece TT.438'e aittir ve -köy
sayısı hariç- KK.54 i ile hiç bir alakası yoktur. . Bu iki defterdeki (TT.438, KK.54 i)
rakkamlarınlverilerin -kodlanan defterler, tabiatiyle, ayrı tarihlerde müdevven olduklarından ve
dahası, özellikle nüfus bakımından bir geçiş kesitinin hemen hemen uç noktalarını temsil
ettikleri nden- süreç içerisinde aynı kalması mümkün degildir. Nitekim, yukarıda metin içerisinde
de belirtildigi vechile bu karyelerin zamanla hem nüfus hem de (vergi) gelirleri artmıştır. Bkz.:
KK.541, v.: 7/a-121b.
124 Ahmet Güneş

İmaretlere münhasıran; "Hububata ilişkin nakdi vergi gc1irleri"nin(33.61O),


hemen tamamını temsil eden % 96.37'si (32.390), "Meyve ve sebzelere ilişkin
vergi gelirleri"nin (1.420), büyük bölümünü oluşturan %74.64'ü (1.060),
"Hayvancılık ve arıcılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (1.970), yine hemen
tamamını temsil eden %92.38'i(1.820), "Çeşitli vergi gelirleri"nin (11.785),
çoğunluğunu oluşturan % 86.86'sı(1O.237 )buna mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam:32.390), hınta birinci (19.690), şair ikinci


(10.620)) mahlut üçüncü (2.080)17; ikincisinde (toplam: 1.060), ö. bostan birinci
(535), ö. bağ ve bağçe ikinci (525); üçüncüsünde (toplam: 1.820), Ö. çayır
birinci (600), r. ağnam ikinci (506), çayır-ı hassa üçüncü (450), Ö. küvare
dördüncü (264); dördüncüsünde (toplam: 10.237), r. çift, ekinlü ve bennak
birinci (8.410), bad-ı heva ve resm-i arusane ikinci (893), diğerleri üçüncü
(600),deştbani dördüncü (249), r. zemin beşinci (55), r. asiyab altıncı (bab:2, 30)
sıradadır. (Hepsi için bkz.: Tablo: Va, 2/a, 3/a, 4/a).

b) İbrahim Paşa Oğlu Mahmud imareti:

Adı geçen zat, Çandarlı Büyük İbrahim Paşa'nın oğlu ve vezir-i azam Halil
Paşa'nın küçük kardeşidirlB.

Malum imareti İznik'tedir. Mevkuf karyelerden 1+2'si buna mahsustur19•


(Bkz.: Tablo: 5). Daha önceki imaret (Bayezid İmareti) hakkında yazılanlardan

17. H. Oo~nı'ya göre, "Köylerde ... burçak üretimi agırlıktaydı. Uygun yerlerde ba~cılık ve
bahçecilik yapılıyordu. "( "XVI. Yüzyılda Eskişehir ..." s.: 137). Bu ifadeler. bittabi çok havaıdir.
Herşeyden önce. verilen dipnot bu tesbitlerle ilgili degildir. Bu cümleden de olarak, -yukarıdaki
rakkamlardan da anlaşılacagı üzere- malum köylerde burcak üretiminin "agırlıgından" söz
edebilmek mümkün degildir. Bu kabil bilgiler mahiyeti/özelligi geregi (esasen. ürün kalemleri
teker teker yazılmadıgından) Tf.438'de yoktur. KK.54l'de ise - (nahiye-i) Eskişehir ile
Karacaşehir'deki bütün vakıf köyleri birlikte düşünüldügünde bile- burcak kaydı/üretimi oldukça
azdır. Bu teşhisin, istatistiksel çalışmanın gerek ve faydasını tebcllür ettirdigi aşikardır.
i8. Osmanlı Oevleti ümerasından olup. Bolu sancakbeyliginde bulunmuştur. Çelebi Sultan
Mehmed'in kızı Hafsa Hatun ile evlenmiştir. Haçlılarla vukubulan muharebede Niş(Şehirköy)'de
Jan Hunyadi Yanuş'un pususuna düşerek esir edilmiştir. Edirne-Segedin antlaşması imzalandıktan
sonra serbest bırakılmıştır. Bkz.: ısmail Hakkı Uzunçarşılı. Çandarlı Vezir Ailesi. Ankara 1988.
s.: 97.
19. Bunlar(TI.438. KK.541 çizgisinde): Ürküt/Orku(t)n(H.O'ye göre Örgün). Gömüç
(Muhtemelen. KK.541 'de H.O'ye göre Gömüce). Kızılöyük(H.O'ye göre Kara Öyük).
Hepsi için bkz.: TI.438. s.: 143, KK.541, v.: 12/b-13/a. 27/a. H. Oogru. "XVI. Yüzyılda Eskişehir
...", s.: 21 ı. Bu baglamda kayıtlı verilere istinaden. adı geçen karyelerden ilkinde süreç içerisinde
nüfus artmıştır. Açıkçası hane 26'dan 43'e. mücerred 6'dan Tye çıkmıştır. Ikincisindehane Tden
5' e düşmüş. bir mücerred zuhur etmiştir. Üçüncüsünü n ise. mevcut kayıtlara göre nüfusu
yoktur. Toplam hasıl TI.438 de 8.055 iken KK.54l de 6.413'e düşmüştür. Bu seyir. muhtemelen
son iki karyedeki durum ile ilgilidir. KK.54 I'e atfen. bu karyelerden ilkindeki. "...sabıkan mülkoi
Sosyal Kurumlara Ilişkin Köy Gelirleri ve Bunların Paylaşımı 125

da çıkarılacağı gibi, iki imaret gelirlerinin -tabiatiyle nisbeten- çok azı(% 12.17)
buna aittir. (Bkz.: Tablo: 5). Yazı konusu yörede, daha doğrusu
Osmanoğulları'nın beşiğinde, Çandarlıların varlığını,izini göstermesi
bakımından oldukça dikkat çekicidir.

İmaretiere münhasıran; "Hububata ilişkin nakdı vergı gelirleri"nin


(33.610), çok azını temsil eden %3.62'si (1.220), "Meyve ve sebzelere ilişkin
vergi gelirleri"nin (1.420), hemen dörtte birini oluşturan %25,35'i (360),
"Hayvancılık ve aneılığa ilişkin vergi gelirleri "nin (1.970), az bir bölümü olan
%7.61'i (150), "Çeşitli vergi gelirleri"nin (11.785), %13.13'ü (1.548) buna
mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 1.220), hınta birinci (900), şair ikinci


(200), mahlut üçüncü (120); ikincisinde (toplam: 360), ö. bağ ve bağçe birinci
(220), Ö. bostan ikinci (140); üçüncüsünde (toplam: 150), r. ağnam birinci(130),
Ö. küvare ikinci (20); dördüncüsünde (toplam: 1.548), r. çift, ekinlü ve bennak
birinci (792), resm-i asiyab, -imaret geneline muhalefeten, bir önceki imarete
göre karye sayısının çok az olmasına rağmen, buna bağlı köylerin, daha doğrusu
sadece Ürküt/Orku(t)n (H.D'de Örgün) karyesinin tabii özelliklerine ya da su
kaynaklarının zenginliğine ve akımına işaret edercesine, asiyab ikinci (bab: 9,
540), resm-i zemin üçüncü (120), b. heva ve r. arusane ve gayrihu dördüncü,
(66) deştbani ise beşinci (30) sıradadır. (Hepsi için bkz.: 1Ia, 2/a, 3/a, 4/a).

TABLO: 1/a*

Sosyal Kurumlar ve Hububata Ilişkin Nakdi Vergi Gelirleri (1575'te)

Sosyal Kurumlar Hububata Ilişkin Nakdi Vergi Gelirleri

I",aretler Hl1lta Şair Mahlul YekUlI


1- Bayezid Imareti 19.690 10.620 2.080 32.390
2- Mahmud Imareti 900 200 120 1.220
Yekün 20.590 10.820 2.200 33.610

'" Bu dahiL, biitün tablolar. tarihten( 1575) de anlaşılacagı üzere, KK.541'e göre diizenlenmiş
olup; yazılan miistakil kalemlere, tabiatıyla toplu hasıllar katılmamıştır. Daha dogrusu
katılamamıştır.

mensuh deyu defter-i kadimde kayd olunub sonra merhum sultan Bayezıd Han vakfıyyet iizere
mukarrer itmiş deyu mastur der-defter- atik haliye padşahımızdan dahi kemakan vakfiyyeti
mukarrer olunduguna mukarremame vardır deyu kayd olunmuş der defter-i köhne deyu
mukayyed der defter-i atik hali ya kezalik" ve üçüncüsündeki "hariçten ekilür" tasrİhlerİ
vurgulanmaya degerdir. Biitün bunlar için yine bkz.: TI.438, s.: 143, KK.541, v.: 12/b-13/a. 27/a.
126 Ahmet Güneş

TABLO: 2/a

Sosyal Kurumlar ilc Meyve ve Sebzelere Ilişkin Vergi Gelirleri (1575'te)

Sosyal Kurumlar Meyve ve Sebzelere Ilişkin Vergi Gelirleri

Ö. Eşcar-ı Ö. Emrud Ö. Bağ ve Ö. Bostan Ö. Piyaz YeMin


Imaretler Badem ve Bahçe
Emrud
525 535 1.060
1- Bayezid Imareti
Imareti 220' 140 360
2- Mahmud
745 675 1.420
Yekün

TABLO: 3/a

Sosyal Kummlar Hayvancılık ve Aneılıga Ilişkin Vergi Gelirleri (1575'te)

Sosyal Kurumlar Hayvancılık ve Aneılığa Ilişkin Vergi Gelirleri

Imaretler R. Yaylak Ö. Hassa R. Ö. Yekun


Ağnam çayır çayır Otlak Küvare

1- Bayczid Imareti 506 600 450 264 1.820

2- Mahmud Imareti 130 20 150

Yekün 636 600 450 284 1.970

TABLO: 4/a

Sosyal Kurumlar ve Çeşitli Vergi Gelirleri (1575'te)

Sosyal Kurumlar Çeşitli Vergi Gelirleri

Ö. R. R. Ze Hana B. He va Deşt Di Yekun


Ketan Asi Çift, min Çift ve R. bani ğer
Jmaretler yab Ekin lik Arusane leri
lü ve ve
Ben Gayrihu
nak

1- Bayezid lınareti Ilab: 8.410 55 893 249 600 10.237


2.R.:
30

2- Mahmud Imareti Bah: 792 120 66 30 1.548


9,
R.:540

Yekün 570 9.202 175 959 279 600 ı1.785


Sosyal Kurumlara /liiçkin Köy Gelirleri ve Bunların Paylaşımı 127

2- Z: Zaviyeler:

Kelime olarak, köşe, bucak gibi anlamlara gelmektedir2°.Terim olarak ise;


yerleşim merkezlerinde veya yollarlgeçitler üzerinde kurulan veya bulunan, bir
şeyhin yönetiminde, bir tarikata mensup dervişlerin yaşadıkları ve
ilgililerin/görevlilerin gelip geçen yolculara bedava yiyecek, içecek maddeleri
ve yatacak yer sağladıkları, bina yahut binalara verilen addır21•

Bu tabir, Osmanlı döneminde -muhtemelen XV. Yüzyılın sonlarından


itibaren- sadece şehir, kasaba ve köylerdeki küçük tekkelerle, yol ve geçitler
üzerinde bulunan misafirhaneler için kullanılmıştır22•

Açıkçası, Osmanlı idaresi açısından şehirler dışında kurulan zaviyelerin


başlıca işlevinin yolcu konaklatmaklağırlamak21 olduğu yazılabilir24• Öte
taraftan, bu hizmet türünün, özellikle ulaşım dizgesinin önemli bir parçasını
oluşturması bakımından, ticari faaliyetlere işaret ettiği de aşikardır.

tlgisine binaen ifade etmek gerekirse, diğer Türkmen beylikleri ve grupları


gibi, zaviye kültürüne/terbiyesine aşina olan25 Osmanlılar da , şeyhlerin manevi:
nüfuzlarından yararlanmak ve bu çerçevede halkın birliğini sağlamak ve -amaca
ulaşıldığı zaviyelerin etrafında kurulan köylerden de çıkarılacağı üzere- iskan
meselesini çözebilmek gibi diğer maksatlarla zengin gelir kaynakları olan
zaviyeler açmışlar ya da açtırmışlardır26• Tabiatıyla, burada biraz önce
vurgulanan, ticari: beklentiler de hatırlanmalıdır.

20. Ş. Samı, a.g.kamus, c.:1, Dersaadet 1317, s.: 680.


21. A. Yaşar Ocak. Suraiya Faruki'. "Zaviye" Mad.,I.A. (M.E.B.), c.: 13, s.:468.
22. Adı geçen yazarlar, a.g. ansiklopedi, aynı cilt ve sahife.
23. Şüphesiz ki, bu cümlede şehirlkasabalarda kurulanlbulunan zaviyelerde -şehirler
dışındakilerle- aynı ya da benzer hizmetlerin verilmcdigi ifade edilmemektedir.
24. Nitekim, zaviyelere tanınan vergi muafiyetleri, -tahrir defterlerinde ve benzeri resmı
kayıtlarda -dogrudan- dinı sebeplere degil, gelip gidenlere verilen hizmeılere
baglanmıştır/dayandırılmıştır. Bkz.: Adı geçen yazarlar. a.g. ansiklopedi, aynı cilt, s.:472.
25. "... hatta derviş deyu lakab ederlerdi. Bir zaviye yapup ayende ve revendeye hizmet
ederlerdi. Gah gah Osman dahi anun zaviyesinde müsafir olurdu. Bir gice ... " (M. Neşrl, a.g.k..
aynı cilt. 5.:83).
26. Bkz.: A. Y. Ocak. S. Farukı, a.g. ansiklopedi, aynı cilt, s.:471-472. Bu cümleden olarak.
Osman Bey. Orhan Bey ve i. Murad'ın pek çok yerde tarikat mensupları için zaviye yaptırdıkları
bilinmektedir (Aynı yazarlar, a.g. ansiklopedi, aynı cilt, 5.:47 I). Bu baglamda. Orhan Gazi
döneminde Geyikli Baba tekkesinin teşekkülü hakkında bkz.: Aşıkpaşazade, a.g.k., s.:50-5 ı. Bu
konuda ayrıca bkz.: M. Neşrl , a.g.k., aynı cilt, s.: 167- i71. Öte taraftan, XV. Yüzyılın ikinci
yarısından itibaren devlet otoritesinin istikrar kazanarak merkezileşmesiyle ilk dönemlerde
zaviyelere tanınan imtiyazlar yavaş yavaş sınırlandırılmaya başlanılmıştır. Bkz.: Aynı yazarlar,
a.g. ansiklopedi, s.:471. Zaten, inşa tarihleri belli olan ve günümüze kadar ayakta kalabilen
Osmanlı zamanına ait zaviyelerin , malum devletin kunıluş döneminden K. S. Süleyman'ın ilk
Ahmet Güneş
128

Buraya kadar yazılanlar çerçevesinde, bölgenin özellik ve konumuna işaret


eden bilinen hatta yani (nahiye-i) Eskişehir ile Karacaşehir' de, çok sayıda
zaviye bulunmaktaydı27• Bu cümleden de olarak -yerellik açısından- "zaviyeler"
ve bu bağlamda "şeyhler", Osmanoğulları'nın beşiği olan bu yörede hakim ve
nafiz kurum ve zümrelerdir.

Yazı konusu anlamsal çerçevede bu yazıda işlenenlerin gelir kaynakları,


6+ 1(m) karye, zaviyelerin özelliklerine delalet edercesine, iki çiftlik yer28 ve bir
değirmendir. (Bkz.: Tablo: 5).

Gelir miktarı ve yüzdesi olarak ikinci sıradadırlar (16.710, %17.70). Bu


meyanda, başka bir kurguda bu yüzdenin daha da artacağı/artabileceği
belirtilmelidir. Daha açık bir deyişle, karyelerin esas alınması imaretleri öne
çıkarırken, zaviyeleri arkaya itmiştir. Herşeyden önce, Eskişehir ile
Karacaşehir' deki zaviyelerin hepsinin burada işlenenlerden ibaret olmadığı
bilinmektedir29•

Bu sıra/yüzde, yine, tabiatiyle yazı konusu bağlamda, malum gelir


kaynaklarından ikinci büyük payın (tekrar söylemek gerekirse, en genel
anlamda yer yer, anakronizme düşme riskini de göze alarak veya kronoloji
dikkate alınmadan yazılacak olursa) geleneğin birlik ilkesine çarpıcı bir örnek
olurcasına, talim-terbiye/irşaddan iskana, tebliğ/ihtidadan ticarete ve hatta
rehberliğe kadar oldukça geniş bir yelpazede, fevkalade girift bir faaliyet
örgüsüne veya alanına tahsis olunduğuna işaret etmektedir.

Kendi özel yekunu içerisinde (Toplu hasıllar hariç, 14.157), vergi


gelirlerinin %45.34'ü hububat üretimine, %5.20'si meyve ve sebzeciliğe,
%6.7Tsi hayvancılık ve arıcılığa, %42.6Tsi ise öteki bazı kalemlere aittir.

saltanat yıllarına kadar uzanan üç asırlık bir süreç içinde yapıldıgı bilinmektedir (Aynı yazarlar,
a.g.a., aynı sahife).
27. Genelolarak. (nahiye-i) Eskişehir ile Karacaşehir'deki zaviyeler için bkz.: TI.438, s.:
144 ve K.541, v.: 13/a-29/b.
28. Yine, topluca, (kaza-i/nahiye-i) Eskişehir ile Karacaşehir'deki zaviyelerin gelir kaynakları
hakkında bkz.: TI.438, s.: 144 ve KK.541, v.: 13/a-29/b.
29 .... Bu kontekstte, Şeyh Sadık(KK.541, v.: l4/b. Bu ad H. Dogru tarafından -nihai olarak
Kamil Kepeci 3358. S. 12'ye atfen- Şeyh HadıkalSadıka olarak okunmuştur. Bkz.: "XVI.
Yüzyılda Sultanönü ... ". s.: 50) Zayiyesi örnek olarak gösterilebilir. "Karye-i Çaylum, karye-i
mezkurede bir çiftlik yer Şeyh Sadık Zayiyesine vakf imiş, Turak nam kimesne tasarruf ider deyu
kayd olunmuş der-defter-i atik e1-haletü hazihi sahib-i vakf ogullanndan Ahi Ahmed ogıu Salih
Fakı mutasarrıfdır deyu kayd olunmuş der-defter-i köhne haliya padişahırnız eazze nasnıhu
hazretleri ni şan-ı hümayunıyla yine mezkur mutasarnf olmagın defter-i cedide kayd o/undı deyu
mukayyed der-defter-i atik ... "(KK.541, v.: 14/b).
Sosyal Kurumlara 1li,~kinKöy Gelirleri ve Bunların Payla,Hml 129

"Hububata ilişkin nakdi vergi gelirleri"nin (49.812), % l2.88'i (6.420),


"Meyve ve sebzelere ilişkin vergi gelirleri"nin (2.518), % 29.26'si ( 737);
"Hayvancılık ve ancılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (4.479), % 21.4l'i (959);
"Çeşitli vergi gelirleri"nin (23.117), %26.13'ü (6.041) zaviyelere mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 6.420), hınta birinci (4.020), şair ikinci


(1.840), mahlut ise üçüncü (560); ikincisinde (toplam: 737), ö. bağ ve bağçe
birinci (435), Ö. bostan ikinci (268), ö. emrud üçüncü (22), ö. piyaz dördüncü
(12); üçüncüsünde (toplam: 959), r. ağnam birinci (552), -yazılacaklardan son
ikisinin, aynı adlı kalemlerle de tabiatiyle ilgili olduğu belirtilmek üzere- çayır
ve zeminha ve asiyabha ikinci (200), Ö. küvare üçüncü (142), r. otlak (ki açık
olarak miktarı belirtilmemiş olan, ama oldukça fazla olması muhtemel, ma' a
otlak ve yaylak hesaba katılmaksızın) dördüncü (40), yaylak beşinci (25);
dördüncüsünde (toplam:6.041) , r. çift, ekinlü ve bennak birinci (3.648), -ayrıcı
gelirsiz harapların30 ve daha önce çayır kaleminde. yazılan ve buraya atıfta
bulunulan kaydın varlığı da vurgulanarak-, -ekseriyeti asiyab-ı has sa olan-, r.
asiyab ikinci (1.060), zemin üçüncü (673), b. heva ve resm-i arusane dördüncü
(470), deştbani beşinci (160), Ö. ketan altıncı (30) sıradadır. (Hepsi için bkz.:
l/b, 2/b, 3/b, 4/b).

Özel yüzdeler ve küme tahlilleri; kabaca, bu gruptaki karyelerde, asiyab


sayısının çokluğundan da bir bakıma çıkanlacağı üzere, muhtemelen bu
karyelerin sulaklığı dolayısıyla, meyve'I ve sebzeciliğin gelişmişliğine ve aynca
koyunculuğun yaygınlığına, gelir yekunu içerisinde "r. çift, ekinlü ve bennak"
kalemlerinin miktar olarak ehemmiyetine işaret etmektedir. Bu meyanda, az da
olsa -sınai özellikleri itibariyle dikkat çekici olan- ketan üretimi de kayda
değerdir3~.

Bu ana başlık altında son olarak; -daha önce vurgulandığı ve birazdan


yazılacaklardan da çıkarılacağı, üzere- zaviyelerin, esasen yöresellikleri/
yerellikleri ile mütebariz olduklan da kaydedilmelidir.

30. Bab: I. harab; asyab-ı hassa. bab:2. harab.


3 i. Meyve üretiminin, sulama faaliyetlerinin yaygınlaştırılması/yogunlaştınlması ve özellikle
şehirlerin büyümesiyle hazır pazar bulabilme imkanının genişlemesiyle. artması kuvvetle
muhtemeldi. Bkz.: A. Güneş. a.g.t.. s.: 157.
32. Keten'den iplik ve ilaç yapıldıgı, ayrıca yemek yagı ve -hassaten boyacılıkta kullanılan-
keten tohtunu yagı elde edildigi bilinmektedir. Bkz.: A. Kankal, a.g.t.. s.: 166.

i'
Ahmet Güneş
130

a) Ahi İdris Zaviyesi]]:

Gelir kaynağı 2+ 1(m) karye34, daha önce de yazıldığı vechile, zaviyelerin


özelliklerini gösterireesine, 1 çiftlik yer ve 1 değirmendir. (Bkz.: Tablo: 5).

Yazı konusu zaviye gelirlerinin çoğu buna aittir(6.987, %41.81).(Bkz.:


Tablo: 5). Bu gelir miktar ve yüzdesi, şüphesiz ki, bu düzlemde, her şeyden
önce ahilerin bölgedeki nüfuzuna delalet etmektedir.

Zaviyelere münhasıran; "Hububata ilişkin nakdi vergi gelirleri"nin (6.420),


çoğunu temsil eden %42.0S'i (2.700), "Meyve ve sebzclere ilişkin vergi
gelirleri"nin (737), zaviyeler içerisinde ikinci sırada olmak üzere % 38.39'u
(283), "Hayvancılık ve aneılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (959), büyük
bölümünü teşkil eden % 36.l8'i (347), "Çeşitli vergi gelirleri"nin (6.041),
mühim bir dilimini oluşturan (ikinci sırada) %38.96'sl (2.354) buna mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 2.700), hınta birinci(1.620), şair ikinci


(960), mahlut üçüncü(l20); ikincisinde (toplam:283), Ö. bostan birinci(lS8), Ö.

33. H. Dogru, 1991 baskı tarihli "XVI. Yüzyılda Sultanönü ..." adlı çalışmasında Ahi ldris
Zaviyesi'ni "M.M.D. Nr. 27, s.22 ve lOg" künyeli kaynaga/dipnota istinaden tesbit emiştir
(Derecik köyünde Ahi ldris Zaviyesi). Ancak, birazdan da yazılacagı üzere, TI.43g'deki ilgili
kelimeleri yanlış okııdugıından(Ahi ldris'i Ahmet ldrisi olarak) ve KK.541 'i ise görmediginden
olsa gerek ki ona göre: "Karacaşehir Nahiyesine baglı Derecik köyünde bulunan Ahi Idris
zaviyesinin vakıf kaydı H. 931/1524 tarihli vakıf defterinden başka yerde bulunmamaktadır."
(s.47). Öte taraftan, -biraz önce de vurgulandıgı veehile- bu zaviyenini adı, yine aynı yazar
tarafından, 1992 baskı tarihli "XVI. Yüzyılda Eskişehir ..." başlıklı/adlı kitabında Ahmed Idrisi.
mevkuf karye ise -daha sonra da bclirtilecegi üzere- Mamuca olarak okunmuştur. (s. 140 ve 212).
34. Bunlar: Çanakçı (KK.541 'de , H.D.'ye göre Mamuca, bkz.: "XVI. Yüzyılda
Eskişehir ... ", s.: 140,212). Bu, -biraz önce de atıfta bulunuldugu veehile-, H. Dogru tarafından
başlangıçta -muhtemelen, "M.M.D. Nr. 27, s.22 ve lOg" künyeli kaynaga/dipnota istinaden-
Kayakçı olarak okunan karye olmalıdır. Bkz.: "XVI. Yüzyılda Sultanönü ..."s.: 47.), Derecik ve
-TI.43g'de "vakf-ı evlad" olarak/adına mukayyed olmak üzere(s.:144)- muhtemelen K. Kara
Sakal'dır (H.D'ye göre Kara Mestan, "XVI. Yüzyılda Eskişehir ...", s.: 144 ). Bunların hepsi için
bkz.: TI.43g, s.: 144, KK.541, v.: l3/a-b, 14/a,b. tık karyeye ilişkin kayıt yazılacak olursa: "...
merhum Sultan Mehmcd Han beratıyla Ahi Hamza ve Ahi ldris nam kimesneler mutasarrıllar
imiş sonra köyler mensuh olub ve zaviye mamur olub ayendeyc ve revendeye hidrnet itmekçün bir
çiftlik yer ve bir bir degirmen mukarrrcr kılınmış badehu merhum sultan Bayezid Han köylerün ve
çiftligin ve degirmenin vakfiyyetin mukarrer idüb ayendeye ve revendeye hidrnet olunmak üzere
mukarrer kılmış şimdi Ahi Hamza müteveffa olub ogulları ... KK.541, v.: 13/a,b. Muhtemelolan
üçüncü karye, -daha önce de vurgulandıgı üzere, TI.43g'de "vakf-ı evlad" tavsifiyle mevkuf
iken(s.: 144)- KK.54 i 'de, zaviye adı verilmeksizin "vakf-ı zaviye-i mezkur" olarak kayıt
edilmiştir. Bununla ilc ilgili olarak -kısmen- şu bilgiler verilmiştir: " ... der tasarruf-ı Şeyh Tahir
karye-i mezkııre köhne defterde Tahir evladına kayd olunub haliya teftiş olundukda mezkurıın
cvladı münkariz olub ve mezkur Tahir mezburun evladından olmayııb elinde temessükatı
bu\unmayub bir tarikilc vakf-ı mezbureye evlad kayd olunmuş evladdan degildir deyu mukayyed
der-defter-i atik haliya padşahımız ...". Bkz.: v.: 14/a,b.
Sosyal Kurumlara Ilişkin Köy Gelirleri ve Bunların Paylaşımı 131

bağ ve bağçe ikinci(125); üçüncüsünde (toplam: 347), r. ağnam birinci(265), Ö.


hivare ikinci(82), -hasılı açık olarak yazılmamış olmakla birlikte fazla olması
kuvvetle muhtemelolan ma'a otlak ve yaylak üçüncü (x); dördüncüsünde
(toplam: 2.354), r. çift, ekinlü ve bennak birinci (1.336), zemin ikinci (520),
bad-ı heva ve resm-i arusane üçüncü(230), asiyab dördüncü (200)15,deştbani ise
beşinci(68) sıradadır. (Hepsi için bkz.: Tablo: l/b, 2/b, 3/b, 4/b).

b)Beştaş Zaviyesi

Osmanlı fetihleri sırasında, rehberlik hizmeti vermekliği bakımından


meşhur olan bir zaviyedir36•

Mevkuf karyelerden biri buna mahsustur3? KK.541'e göre yazı konusu


zaviye gelirlerinin mühim bir kısmı bu karyeye aittir (4.321, %25.85).(Bkz.:
Tablo: 5). Hasılı, süreç içerisinde fazla olmamakla, birlikte (3.901 'den biraz
önce yazılan 4.321'e yükselerek), en azından nominal olarak artmıştır.

Zaviyelere münhasıran; "Hububata ilişkin nakdi vergi gelirleri"nin (6.420)


%23.36'sl (1.500), "Meyve ve sebzelere ilişkin vergi gelirleri'nin (737) %
14.92'si (110), "Hayvancılık ve ancılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (959) %
14.07'si (135), "Çeşitli vergi gelirleri"nin (6.041), en çok bölümünü oluşturan
%42.64'ü (2.576) buna mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 1.500), hınta birinci(900), şair ikinci(400),


mahlut üçüncü(200); ikincisinde (toplam: 110) ö. bostan birinci(70), ö. bağ ve
bağçe ikinci( 40), üçüncüsünde (toplam: 135), r. ağnam birinci(65), r. otlak
ikinci(40), ö. küvare üçüncü(30); dördüncüsünde (toplam: 2.576), r. çift, ekinlü
ve bennak birinci (1.443), asiyab(860)18 ikinci, bad-ı heva ve resm-iarusane
üçüncü(120), zemin dördüncü(103), deştbani ise beşinci (50) sıradadır. (Hepsi
için bkz.: Tablo: l/b, 2/b, 3/b, 4/b).

35. Burada. ayrıca; tabiatiyle hasılsız olan. "bab: 1 harab. asyab-ı hassa. bab:2 harab" kalemleri
de kaydedilmelidir.
36. "Osman Gazi. Köse Mihal'un bu evceh tedbirin istisvab idüb guzzatı cem idüb gelüb
Bi~-ta~ zayiyesine konub şeyhinden Sakarya suyunun geçidin sordular şeyh eyitti." (M. Neşrl.
a.g.k.. aynı cilt. s.: 91. Bu konuda ayrıca bkz.: Aşıkpaşazade. a.g.k .• s.: 23).
37. "K. Keskün. vakf-ı zaviye-i Beştaş. der- tasarrtıf-ı Halil veled-i Beştaş eline hükm-i şerif
sadaka olunmu~dır deyu kayd olunmuş der defter-i köhne C1-haletü hazihi padşahımız beratıyla ve
mukarrernamesiyle Derviş Paşa veled-i Halil ve Halil veled-i Ferid mutasarrıtlardır ayendeye ve
revendeye hidmet ider deyu kayd olunmuş der-defter-i köhne haliya padşahımız ... " KK.541. v.:
ıg/b.
3g. Asiyab-ı hassa. bab:2. hasıl: gOO'; bab:2. resm:60.
132 Ahmet Güne\~

c) Fitillü(?).l9 Ali Zaviyesi

Mevkuf karyelerden biri buna mahsusturın. (Bkz.: Tablo: 5). Bunun gelir
miktarında, süreç içerisinde mühim bir değişiklik olmamıştır. Başka bir deyişle,
hasılı 2.200' den 2.234' e çıkınıştırıı.

Zaviyelere münhasıran; "Hububata ilişkin nakdi vergi gelirleri"nin (6.420),


mühim bir kısmını temsil eden %26.79'u (1.720), "Meyve ve sebzelere ilişkin
vergi gelirleri"nin(37), en azını oluşturan %2.71 'i (20), "Hayvancılık ve
arıcılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (959), yine mühim bir kısmını temsil eden
%24.71 'i (237), "Çeşitli vergi gelirleri"nin (6.041), yine en azını oluşturan
%4.2S'i (257) buna mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 1.720) hınta birinci(1.200), şair ikinci


(400), mahlut üçüncü(l20); ikincisinde (toplam:20), -bundan başka kalem
olmadığı da belirtilmek üzere- Ö. bostan birinci (20); üçüncüsünde
(toplam:237), -toplu !karışık olarak yazılan- çayır ve zeminhii ve asiyabhii
birinci (200), Ö. küvare ikinci (30), r. ağnam üçüncü O); dördüncüsünde
(toplam: 257), r. çift, ekinlü ve bennak birinci(13S), bad-ı heva ve resm-i
arusane ikinci(60), zemin üçüncü(SO), deştbani ise dördüncü(l2) sıradadır. Bu
arada, çayır kısmında kaydedilen asiyab kalemi de unutulmamalıdır. (Hepsi için
bkz.: Tablo: 1/b, 2/b, 3/b, 4/b).

d) Ferraş Murad Zaviyesi

Bileciktedirı". Mevkuf karyelerden biri ve -hasılı yazılı olan- bir çiftlik yer
buna mahsusturı'. (Bkz.: Tablo: 5). Bunun gelir miktarında da süreç içerisinde

39. KK.54 i 'de (v.: i 9/a). Bu kelime, H.D. tarafından, "kıllı" olarak ("XVI. Yüzyılda
Eskişehir ...", s.: 140); karye adına atfen -birazdan da belirtilccegi üzere-o "Muhasebe-i Vilayet-i
Anadolu Defteri" hazırlayıcılarınca ise, "kutlu" olarak okunmuş/yazılmıştır (A.g.k .. c.: I, s.: 60).
40. Başlıkta da ihtimale işaret olundugu vechile. KK.541'e nazaran. muhtemelen Fitillii Ali
(. ., v.:19/a). H.D'ye göre "K. Kıllı Ali" ("XVI. Yüzyılda Eskişehir ", s.: 140, 212).
"Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri"nde -az önce de vurgulandıgı üzere-o "Kutlu Ali" (A.g.k.,
C.:I, s.:60).
41. TI.438, s.: 144; KK.541, v.: 19/a,b. Öte taraftan, mevcut verilere göre, nüfusa ilişkin
bilgiler verilecek olursa:. TI.438'de 24 hane, 3 sahib-i berat, i mücerred; KK.541 'de ise 5 çifı,
i bennak, ,I merd-i timar, 3 ıogancı, i sahib-i berat, i sipahi-zade, 3 evlad-ı sahib-i zaviye, ı
pir-i fani . i mücerred ve 4 haymane kayıtlıdır(Bkz.: Her iki defterde de aynı sahife ve varaklar).
42. KK.54L. v.: 16/a.
43. Bkz.: KK.54 I, v.: i 6/a,b. Atıfta bulunulan karye Çaltı'dır. Bu, -birazdan yazılacak olan
KK.541 'de Ferraş Murad Zaviyesine mevkuf olmak üzere- TI.43S'de Ferraş Dagan adına
kayıtlıdır(s.:144). H. D. tarafıııdan, mezbur ad -bu deftere aıfen de- "Farraş Murad" olarak
okunmuştur("XVI. Yüzyılda Eskişehir ... " ,s.: 212). "K. Çaltı, tabi-i mim, karye-i mezbure nefs-i
Bilecik'de vaki Ferraş Murad zayiyesine vakıfdır, mahsuli zavİyc-İ mczburede sarf olunur dcylJ
l11ukayyed yine mukarrer." KK.541, v.: 16/a.
Sosyal Kurumlara /lişkin Köy Gelirleri ve Bunların Payla~l'lInı 133

mühim bir değişiklik olmamıştır. Başka bir deyişle, hasılı 1.691,5'ten 1.918
(b)' e çıkmıştır44•

Zaviyelere münhasıran; "Hububata ilişkin nakdi vergi gelirleri"nin


(6.420),en azını temsil eden %7.78'i (500),"Meyve ve sebzelere ilişkin vergi
gelirleri"nin (737), en çoğunu oluşturan % 43.96'sl (324), "Hayvancılık ve
aneılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (959)mühim bir kısmını temsil eden
%25.02'si (240), "Çeşitli vergi gelirleri"nin (6.041), % 14.13'ü (854) buna
mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 500), hınta birinci(300), -alışılmışın


dışında olarak- mahlut ikinci(l20), şair üçüncü(80); ikincisinde (toplam: 324),
ö. bağ ve bağçe birinci (270) , Ö. emrud ikinci (22), Ö. bostan üçüncü (20), Ö.
piyaz dördüncü(l2); üçüncüsünde (toplam: 240), r. ağnam birinci(21S), yaylak
ikinci(2S); dördüncüsünde (toplam: 8S4), r. çift, ekünlü ve bennak birinci (734),
b. heva ve r. arusane ikinci(60), deştbani(30) ve Ö. ketan(30) ise üçüncü
sıradadır. (Hepsi için bkz.: Tablo: 1/b, 2/b, 3/b, 4/b).

e)Takiyeddin Paşa45 Zaviyesi

Mevkuf karyelerden birisi buna mahsustur46. Hasılı toplu olarak verilmiştir.


Açıkçası" 'ani'l-galle ve gayrihu" 1.000 akçadır47• (Bkz.: Tablo: 5).

Diğerleri

3- Mescid IFatma Hatun Mescidi

Bu kurumun ilgisine binaen, dimi ile takdimi uygun olacaktır. Bu


cümleden olarak, cami' Arapça "cem' ", mescid ise -yine- Arapça "sücüd" dan
türetilmiştir. Bunlardan ilki "toplayan, bir araya getiren" ikincisi ise "secde
edilen yer" anlamındadır48•

44. Ilk rakkam birinci, digeri ikinci deftere ait olmak kaydıyla, TI.43S, s.: 144; KK.541, v.:
16/a,b. Hasılının aksine, nüfusu epeyice artmıştır. TI.43S'de 22 hane, i sahib-i berat. 4
ınücerred;. KK.541 'de 2 çift. S nim, 33 bennak. lmaZlll sipahi ve 23 mücerred bulunmaktadır.
Her iki defterde de aynı sahife ve varaklara bakınız.
45. KK.541. v.: IS/a.
46. Rum Beyler karyesi (TI.43S'de s.: 144; H.D.'ye göre Rum Pınarı, ("XVI. Yüzyılda
Eskişehir ..." , s.: 140.212). TI. 43S'de -KK.54l 'e istinaden (v.: IS/a) -sanki- başlıkta adı geçen
paşanın adının eksik yazııdıgı izlenimini uyandırmak üzere ve bu baglamda defıerler arası
karşılaştırmanm eheınmiyetine işareten- Dil Baba (TI.43S, s.: 144. H.D.' ye göre Derin Baba
(Aynı kitap, s.: i 40, 2 ı2))Zaviyesine mevkufıur. Ayrıca, H. Dogru tarafından, -ilgisine binaen- bu
z<ıvİyeye aiı sahib-i vakf ıabirinin sipahizade olarak okundugu da belirtilmelidir.
47. KK.541. v.: IS/a.
4S. Ahmel Önkal, Nebi Bozkurt. "cami" Mad .. I.A. (TDV), c.: 7. Istanbul 1993, s.: 46.
Ahmet Güneş
134

TABLO: l/b

Sosyal Kurumlar ve Hububata Ilişkin Nakdı Vergi Gelirleri Ci575'te)

Sosyal Kurumlar Hububata Ilişkin Nakdf Vergi Gelirleri

Hınta Şair Mahlut Yekun


Zaııiyeler
1.620 960 120 2.700
i - Ahi Idris Zaviyesi
900 400 200 1.500
2- Beştaş Zaviyesi
1.200 400 120 1.720
3- FitilitiC?) Ali Zaviyesi
300 80 120 500
4- Ferraş Murad Zaviyesi
Top lu ha sıl
5-Takiyeddin Paşa Zaviyesi
4.020 1.840 560 6.420
YekOn

TABLO: 2/b

Sosyal Kurumlar ile Meyve ve Sebzelere Ilişkin Vergi Gelirleri Ci 575'te)

Sosyal Kurumlar Meyile Ile Sebzelere Ilişkin Vergi Gelirleri

Ö. Eşclir-ı Ö. EmrUd Ö. Bağııe Ö. Bostan Ö. Piyaz Yekull


Zaviyeler Badem ve Bahçe
Emrud
125 158 283
I-Ahi Idris Zayiyesi
40 70 i i ()
2-Be~la~ Zayiyesi
20 20
3-Fiıillü(') Ali Zayiyesi
22 270 20 12! 324
4-Ferra~ Murad ZaYiyesi

5-Takiyeddin Pa}a Zayiyesi Top lu ha sıl

22 435 268 12 737


YekOn

TABLO: 3/b
Sosyal Kurumlar ile Hayvancılık ve Arıcılıga Ilişkin Vergi Gelirleri Ci 575'te)

Sosyal Kurumlar Hayvancılık ve Ancılığa Ilişkin Vergi Gelirleri

Zaviyeler R. Yaylak Ö. Hassa R. Ö. Yekull


Ağnlim çayır çayır Otlak Küvare

ı-Ahi Idris Zayiyesi 265 a 82 347

2- Beşıa~ ZaYiyesi 65 40 30 135

3. Fiıillü(') Ali Zayiyesi 7 200b 30 237

4- Ferraş Murad Zayiyesi 215 25 240

5- Takiyeddin Paşa Zayiyesi Top lu ha sıl

YekOI1 552 25 200 40 142 959

a:YekOn ıçınde ma'a otlak ve yaylak. b: çayır ve zeminha ve asiyabha-ı vakf-ı zaviye-i mim.
Sosyal Kurumlara Ili,çkin Köy Gelirleri ve Bunların Payla,Çlml 135

TABLO: 4/b

Sosyal Kurumlar ye Çeşitli Vergi Gelirleri (1575'te)

Sosyal Kurumlar Çeşitli Vergi Gelirleri

Ö. R. R. Ze Hassa B.Heva Deşt Di Yekim


Ketan Asi Çift, min Çift ve R. bani ğer
Zaviyeler yab Ekin lik Arusaııe leri
lü ve ve
Beli Gayrihu
nak
I-Ahi Idris Zayiyesi hasıl: 1.336 520 230 68 2.354
200.
vs.a

2-Beşıaş ZaYiyesi 860 1.443 103 120 50 2.576


b!
3-Fiıillü(') Ali Zayiyesi c 135 50d 60 12 257
4.Ferraş Murad Zayiyesi 30 734 60 30 854
5-TakiyeQdin
P-aşaZaviyesi Top lu ha sıl
Yekün 30 1.060 3.648 673 470 160 6.041
a: Asiyab-ı hassa, hasıl: 200; bab: ı, harab;asiyab-ı hassa, bab: 2 harab. b: Asiyab-ı hassa.
bab:2. has.l: SOO'; bab:2, resm: 60. e: Tablo: 3/b'de çayır sütununa bakınız. d: Yine. tablo:
3/h'de çayır sütununa bakınız.

Başlangıçta cami' ve mescid tabirleri birlikte kullanılmış iken, zamanla,


genelde hutbe okunması için, minher bulunan, açıkçası cuma namazı kılınan
büyük mabedI er cami; minberi olmayan yani cuma namazı kılınmayan küçük
mabedler ise mescid olarak adlandınlmıştır"9.

Oldukça çeşitli işlevleri bulunan, "camiIcr"; malum olduğu üzere,


öncelikle mabeddir, bu çizgide eğitim-öğretim ve kültür merkezidir, dahası,
-genelolarak bakıldığında- siyası, idari, adli, ve hatta askeri hizmetlerin
verildiği bir kurumdur50•

Yazı konusu mescid, başlıkta da yazıldığı vechile, Fatma Hatun' a aittir.


Edirne' dedir. Mevkuf karyelerden birisi buna aynımıştır". Gelir miktan ve
yüzdesi olarak son sıradadır (4.978, %5.27). (Bkz.: Tablo: 5).

49. Aynı yazarlar, a. g. ansiklopedi, aynı sahife.


50. Bkz.: aynı yazarlar, a. g. a.. s.: 49-53.
51. TT.438'de (s.: 144): Albaöyügü (H.D'ye göre Almaöyügü. "XVI. Yüzyılda Eskişehir ... " .
s.: 212): KK.541 'de ( Y.: 14/a).
136 Ahmet Güneş

Bu karye -özel- yekunu içerisinde (4.978), vergi gelirlerinin, %70.30'u


hububat üretimine, %2.31'i meyve ve sebzeciliğe, 10.14'ü hayvancılık ve
ancılığa, % i 7.23' ü ise öteki bazı kalemlere aittir.

"Hububata ilişkin nakdi vergi gelirleri"nin (49.812) %7.02'si (3.500),


"Meyve ve sebzelere ilişkin vergi gelirleri"nin (2.518) % 4.56'sı (115),
"Hayvancılık ve ancılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (4.479) % l1.2Tsi (505) ,
"Çeşitli vergi gelirleri "nin (23.117), %3.7I'i (858) buna mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 3.500), hınta birinci(2.100), şair ikinci


(800), mahlut üçüncü(600); ikincisindertoplam: 115), ö. bostan birinci(80), ö.
bağ ve bağçe ikinci(35); üçüncüsündertoplam: 505), r. ağnam birinci(450), ö.
küvare ikinci(55); dördüncüsünde (toplam: 858), r. çift, bennak ve ekinlü
birinci(360), zemin ikinci(340), b. heva ve resm-i arusane üçüncü(l28), deştbani
ise dördüncü(30) sıradadır. (Hepsi için bkz.: Tablo: lle, 2/c, 3/c, 4/c).

Özel yüzdeler ve küme tahlilleri, genel olarak, bu karyede, (nisbeten;


bütün kümeler içerisinde birinci durumda olan) hububat ve bu bağlamda
buğday üretiminin fevkalade çokluğuna, yine bütün kümeler içerisinde birinci
olarak, koyunculuğun yaygınlığına işaret etmektedir.

4- Mülk/Kasım Paşa Mülkü'"

Arapça bir kelime olup , bir bakıma, vakıf olmayıp doğrudan doğruya
birine ait ev, dükkan, arazi gibi taşınmaz ve gelir getiren mal anlamındadır".

Mevkuf karyelerden 3(m)b'ü buna mahsustur,4. Gelir miktan ve yüzdesi


olarak üçüncü(4.426+8.000, %13.16) sıradadır. (Bkz.: Tablo: 5).

Kendi özel yekunu içerisinde (4.426); vergi gelirlerinin %57.88 hububat


üretimine, %2.71 'i meyve ve sebzeciliğe, %7.45'i hayvancılık ve ancılığa,
%3I.94'ü ise öteki bazı kalemlere aittir.

52. Özne paşanın adı, H. D. tarafından, -bazı tabirler de atlandıgından, bu yakıştırmaya


yakınlıgıııdan/uygunlugundan dolayı muhtemelen, "Ievahıkı" kelimesi yanlış okundugundan-
"yuvacı" sıfatıyla tavsif olunmuştur (YUVACI Kasım Paşa). Bkz.: Adı geçen yazar. "XVI.
Yüzyılda Eskişehir ..." s.: 195.
53. Bkz.: Ş. Samı, a.g. kamus, c.: II, s.: 1402
54. Üç karye adı yazılmış ve fakat tek hasıl verilmiştir ( KK.S41. v.: IS/a.b). n'.438 (s.
232). KK.54 i (v.: i S/a) çizgisinde, bunlar: Kireç (KK. 54 i 'de Kiraç, v.: i 5/a) ma'a Hacılar ve
Bozluk/Buzluk ('. KK.S41'de Burcluk! v.: i S/a). " ıshak Bek'e mülkiyet tarikiyle
virilmiş elinde hükm-İ padşahı vardır deyu kayd olunmuş der-defter-i köhne el-haletü hazihi yine
mülkiyet üzere mukarrerdir deyu kayd olunmuş der-defter-i atik mezkur mülk ıshak Bek ogıu
Mchmed Bek'e intikal idüb ol dahi... Kasım Paşa hazreılerine mülkiyeı üzere ... "(lT.438. s.:
232. KK. 541, v.: l5/a,b).
Sosyal Kurumlara ilişkin Köy Gelirleri ve Bunlarm Paylaşımı 137

Yazılacak rakkamlann, genel gelir yüzdesinin altında olmasının mahsup


olmayan 8.000 rakkamı~' ile ilgili olduğu belirtilmek üzere, "Hububata ilişkin
nakdı vergi gelirleri"nin (49.812) %5.14'ü (2.562), "Meyve ve sebzelere ilişkin
vergi gelirleri"nin (2.518) % 4.76'sı (120), "Hayvancılık ve ancılığa ilişkin
vergi gelirleri "nin (4.479) %7 .36'sl (330), "Çeşitli vergi gelirleri"nin (23.117)
% 6.11' i (1.414) buna mahsustur.

Bu kümelerden ilkinde (toplam: 2.562), hınta birinci(L.500), şair ikinci


(1.000), mahlut üçüncü(62); ikincisinde (toplam: 120), ö. bağ ve bağçe birinci
(80), Ö. bostan ikinci (40); üçüncüsünde (toplam: 330), r. ağnam birinci(310), Ö.
kiivare ikinci(20); dördüncüsünde(L.414), r. çift, ekinlü ve bennak birinci(852),
b. heva ve r. arusane vs. ikinci(252), zemin üçüncü(240), deştbani dördüncü
(50), diğerleri ise beşinci (20) sıradadır. (Hepsi için bkz.: Tablo: Ilc, 2/c, 3/c,
4/c).

Özel yüzdeler ve küme tahlilleri, kabaca, bu grupta, hububat -ve bu


bağlamda dikkat çekici olan buğday- üretiminin çokluğuna, hiç asiyab kaydının
olmamasından da bir bakıma çıkarılacağı üzere, muhtemelen bu karyelerin
kuraklığından ve tabiatiyle sulama imkanlarının kısıtlılığından dolayı, meyve
ve sebze üretimin azlığına, koyunculuğun ise yaygınlığına delalet etmektedir.

5- Belirsizler

Bu başlık altında yer verilmekle birlikte, -özellikle IT. 438'deki kayıtttan


anlaşıldığı kadanyla%- va1cf-1evlad olmalıdır.

Mevkuf karyelerden üçü buna mahsustur'? Gelir miktar ve yüzdesi olarak


dördüncü(7.580, %8.03) sıradadır. (Bkz.: Tablo: 5).

Kendi özel yekunu içerisinde(7.580), vergi gelirlerinin %49.07'si hububat


üretimine, %L.66'sı meyve ve sebzeciliğe, %9.43'ü hayvancılık ve ancılığa,
%39.82'si ise öteki bazı kalemlere aittir.

"Hububata ilişkin nakdı vergi gelirleri"nin (49.812), % 7.46'sı (3.720),


"Meyve ve sebzelere ilişkin vergi gelirleri "nin (2.518), % 5.00'1 (126),
"Hayvancılık ve arıcılığa ilişkin vergi gelirleri"nin (4.479), % 15.96'sl (715),
"Çeşitli vergi gelirleri"nin (23.117), % 13.05'i (3.019) buna mahsustur.

55. Bu rakkam hakkında bkz.: Tablo: 5.


56. TT.438. s.: 144.
57. Bunlar (TT. 438'de s.: 144'te olmak üzere) : Ortaklar(KK.541, v.: 16/b. 17/a), Gündüzler
(KK.541 'de i7/a.b. Bu kelime/ad H. D. tarafından -tabiatiyle TT.438 'e atfen- Kömüriii olarak
okunmuştur. Bkz.: "XVI. Yüzyılda Eskişehir ... ", s.: 212) ve Ishaklar'dır(KK.541, v.: 17/b-18/a).
138 Ahmet Güne,~

Bu kümelerden ilkinde (toplam:3.720), hınta birinci(2.100+300), şair


ikinci(960), mahlut üçüncü(360); ikincisinde (toplam: 126) Ö. bostan birinci(85),
ö. bağ ve bağçe ikinci(26), ö. eşcar-ı badem ve emrud üçüncü(15); üçüncüsünde
(toplam: 715), ö. çayır birinci(500), r. ağnam ikinci(130), Ö. küvare üçüncü
(35+20), yaylak dördüncü(30); dördüncüsünde (toplam: 3.019), r. çift, ekinlü ve
bennak birinci(2.649), b. heva ve r. arusane ikinci(l80), zemin üçüncü(100),
dcştbani dördüncü(70), diğerleri beşinci(20), asiyab ise aluncl(bab:3, harab)
sıradadır. (Hepsi için bkz.: Tablo: lle, 2/c, 3/c, 4/c).

Özel yüzdeler ve küme tahlilleri, genelolarak, bu gruptaki karyelcrde,


nisbeten, meyve ve sebze üretiminin -bülün kümeler içerisinde oranı en düşük
olduğundan- azlığına hayvancılığın ise oldukça yaygınlığına işaret etmektedir.

TABLO: lle

Sosyal Kurumlar ve Hububata Ilişkin Nakdi' Vergi Gelirleri (1575'te)

Sosyal Kurumlar Hububata Ilişkiıi Nakdf Vergi Gelirleri

Diğerleri Hınta Şair Mahlut Yekuıı

1- Meseid 2.100 800 600 3.500

2- Mülk 1.500 1.000 62 2.562

3. Belirsizler 2.100+300a 960 360 3.720

Yekün 6.000 2.760 1.022 9.782

a: çiftlikoi hassa, hınta. miidd:5; 300.

TABLO: ı/c

Sosyal Kurumlar ile Meyve ve Sebzelere Ilişkin Vergi Gelirleri (I 575'te)

Sosyal Kurumlar Meyve ve Sebzelere Ilişkili Vergi Gelirleri

Ö. Eşciir-/ Ö. Emrud Ö. Bağ ve Ö. Bostaıı Ö. Piyaz Yeküıı


Diğerleri Badem ve Bahçe
Emrud

I. Mescid 35 80 115

2. Mülk 80 40 120

3- Belirsizler 15 26 85 126

Yektln 15 141 205 36/


Sosyal Kurumlara Ilişkin Köy Gelirleri ve Bunların Paylaşımı 139

TABLO: 3/c

Sosyal Kurumlar Hayvancılık ve Ancılıga Ilişkin Vergi Gelirleri (1575'te)

Sosyal Kurumlar Hayııancılık Ile Aneılığa Ilişkin Vergi Gelirleri

Diğerleri R. Yaylak Ö. Hassa R. Ö. Yekün


Ağnam çayır çayır Otlak Küııare

1- Mescid 450 55 505

2- Mülk 310 20 330

3- Belirsizler 130 30 500 35+20! 715

YekOn 890 30 500 130 1.550

TABLO: 4/c

Sosyal Kurumlar ve Çeşitli Vergi Gelirleri (I 575'te)

Sosyal Kurumlar Çeşitli Vergi Gelirleri

Ö. R. R. Ze Hassa B. He va Deşt Di Yekün


Ketan As Çift, min Çift ııeR. bani ğer
Diğerleri yab Ekin lik Arusane leri
lü Ile Ile
Ben Gayrihu
nak

1- Mescid/ Fatma 360 340 128 30 858


Haııın Mescidi

2- Mülk/Kasım 852 240 252a 50 20b 1.394+


Paşa Mülkü 20

3-Belirsizler Bab:3!. 2.649 100 c iSO 70 20d 2.999+


barab 20

YekOn 3.861 680 560 150 40 5.251+


40

a: Bad-ı heva ve resm-i arusane ve cürm-i cinayet ve yave ve kaçgun ve abd-! abık ve kenizek.
b: Yonca c: Tablo: I/c'de hınta sütünuna bakınız. d: Yonca
Ahmet Güneş
140

TABLO: S
Sosyal Kurumlar Ye Köy x Gelirlerinin Paylaşımı (I 575'te)

Sosyal Kurumlar Köyx Gelirleri

KöyS. Diğerleri Hasıl Özel %y Ge1lel %z


Sosyal Kurıınılar
45,507+760 87.82
i- i a) Bayezid Imareti 19
Bursa'da (Toplu haSlI)

i- i b) ıbrahim Paşa ogıu 1+2 3.278+3. ı35 12.17


Mahmud Imareti (Toplu haSli)
ıznik'te

22 48.785+3.895 99.99 55.82


ı-I Yekiln
(Toplu has,i)

2- Z a)Ahi Idris Zayiyesi 2+ 1(m) ı çiftlik yer 6.987(a)kalem 41.81


i değirmen ıoplam, 5.6H4.
fark oılak vs.

Zayiyesi i 4.321 25.85


2- Z b)Beştaş

2- Z c)fitiııü(') Ali Zayiyesi i 2.234 13.36

2- Z d)ferraş Murad 1 1 çifılik yer 1.918+250 12.97


Zayiyesi Bilecik'te

2- Z e)Takiyeddin Paşa i i .000(Kalemsi/. 5.98


Zayiyesi ıoplu has,l)

6+ 1(m) 2 çifilikyer ve 16.710 99.97 17.70


2- Z Yekiln
bir değirmen

Hatun i 4.978 5.27


3-Mescid/fatıma
Mescidi Edirne'de

Miilkü 3(m)b 4.426+8.000 13.16


4-Miilk/Kasım Paşa
(g,lii mfınhas,l c)

3 7.580 8.03
5-Belirsizler

33+3 94.374 99.98


YEKÜN
(m)b (hüıün haSlllar)

x) Bu meyanda, -yazı konusu köy geliri olan kurumlara ilişkin oldugundan- ilgili köylere ait
olanların haricinde diger bazı hasıııar da yazılmıştır. Bundan dolayı bunlara -bu açıdan- köysel
gelirler demek de mümkündür.
y) Ilgili kUrlım içindeki yüzde. z) Bütün içindeki yüzde.
S.: Sayısı. i- i: Imaret. 2- Z: Zayiye. m: MuhtemeL.
Bu çizelgede, özelligi geregi biri dışında, diger bütün karyelere mahsus rakkamlar tarafımdan
taplanm ıştır.
'I) Biraz önce de belirtildigi üzere, yekuna hasılı müstakil olarak belirlenmeyen kalemler (ma'a
resm-i otlak ve yaylak) dahil olundugundan bir karyenin aslı diyani rakkamı esas alınmıştır.

b) Tck karye gibi yazılmış. c) " 'an- zımmiyan-ı mezbanin, hınta ye şair ye gayrihu".
Sosyal Kurumlara Iliıçkin Köy Gelirleri ve BUlılartn Paylaşımı 141

Pazarlar ve Pazarlık Ürünler:

Pazarlar; bir an için ekonomik boyutları bir yana, -hem de yazı konusu
çekirdek yörede-, özelde, Osman Gazi 'nin hak ve adalet anlayışının; genelde,
Osmanlı dünya görüşünün sergilendiği ve bu bağlamda gayr-ı müslimlerin
gönüllerinin fethedildiği yerler.

Bu cümleden olarak: "Osman Gazi, Eskişehir'de Ilıca yöresinde Pazar


turgurub etrafun kafirleri hafta pazarına gelüb masıahatların görüb giderlerdi.
Gah gah Germiyan halkından dahi kimesneler geli.irdi. İttifak bir gün
Biledik'den pazara kafirler gelüb yükle bardak getürmişlerdi. Ve hem
Germiyanlu dahi gelmişidi. Ve bu Germiyanlu'nun birisi bunların bir bardağın
alub hakkın virmeyüb, ol kafir dahi geli.ib Osman'a şikayet itdi. Osman Gazi ol
Germiyan Türkini gelürdüb, muhkem let idüb kafirlerün hakkını alıvirdi. Ve
dahi yasak idüb çağırtdı kim kimesne Bilecük keferesine zulm itmiye. Şol kadar
adı gösterdi ki hatta Bilecük keferesinün avretleri dahi pazara gelüb pazarlığın
kendi.iler idüb giderlerdi. Osman Gazi'ye itimad-ı küm itmeğin emn ü aman
içinde olmışlardı. "SM

Yine; malum çekirdek yöre , eski Osmanlı yazarlarının yazdıklarından,


kritiksiz olarak çıkarıldığı kadarıyla, Osman Gazi'nin "pazar vergisini" ilk
öğrendiği yer.

Açıkçası: "Germiyan vilayeti.inden bir kişi Osman Gazi'ye gelüp eyitdi: "bu
bazarun bacını bana satun". Osman Gazi eyitdi: "bac ne olur?". Eyitdi: "bazara
her kim yük getürse, andan akça alayın". Osman Gazi eyitdi: "bire kişi, bu
pazara gelenlerde alırnun mı var ki bunlardan akça alursun". OL kişi eyitdi: bu
adetdür. Her vilayetde vardur ki padişah içün her yükden akça alurlar". Osman
eyitdi: bu tanrı buyruğı ve paygamber kavli midür, yoksa bunı her ilün padişahı
kendü mi ihdas ider'?" didi. OL kişi eyitdi: "evvelden ti.ire-i sultanıdür". Osman
Gazi gazaba gclüb eyitdü: "yöri, ayruk bu arada turma ki sana ziyanum tolunur.
Bir kişi ki, malını kendü eliyle kes b itmiş ola, bana ne borcu var ki diy-gan akça
vire". Bu sözi Osman Gazi'den halayık işidecek eyitdilcr. "Ey Han size dahi
gerekmezsc, bu bazarı bekleyenlere adetdür kim bir nesnecük virürler, ta ki
bunların emekleri zayi olmıya". Eyitdü: "çünki öyle dirsiz, her kişi ki bir yüki
sata, iki akça virsün. Eğer satmıya, hiç nesne virmesün. "59 .

58. M. Ne~rı. a.g.k .. s.: 89. Ayrıca hkz.: Aşıkpaşazade. a.g.k., s.: 22.
59. M. Ne~r1. a.g.k .. s.: 1 i I. Ancak, burada, -zayıf bir ihtimalolmakla hirlikte-. Islam
tarihinde pazarlarla ilgili bazı özel uygulamalara maIlif inceliklerin olabilecegi de
d(j~ünülınelidir. Ayrıca bkz.: Aşıkpaşazade. a.g.k .. s.: 28. Karacahisar pazarı için yine bkz.: M.
Neşrı. a.g.k .. s.: 123.
142 Ahmet Güneş

Yer yer mütenakız olan bu bilgilerin doğruluğu ya da yanlışlığı bir tarafa,


en başta da .ifade edildiği üzere, Osmanlıların tecelli bölgesi olması hasebiyle,
bu yörenin, onların ilk pazar faaliyetlerine sahne olmuş olması gayet tabiidir.

Öte taraftan; tahmin de edileceği gibi, Osmanlı Devleti'nde pazara


götürülen ürünlerin gelir sahipleriChas mutasamfları, sancak beyleri, timarlı
sipahiler, vakıf ve mülk sahipleri) ve doğrudan üreticiler olmak üzere başlıca iki
mahreci vardı.

Gelir sahipleri, tahıl, baklagiller ve pamuk gibi bazı ürünlerin öşrünü ayni
olarak almaktaydılar. Toplanan ürünlerin nisbetlerinin, zamanın şartlarına ve
sahiplerinin statü/pozisyonlarına göre degişmekle birlikte çoğu kez tüketim
fazlası olduğu muhakkaktır.

Reaya ise, çift(lik), bennak(lık), mücerred(lik), değirmen, koyun, kovan


vs. 'ye müteallik vergileri nakden ödemekte ve bazı ihtiyaçlarını hariçten
kar~ılamaktaydl.

Hasılı, her iki zümrenin de ellerindeki ürünün bir kısmını nakde çevirmeleri
gerekiyordu. İşte, bu faaliyet gerek şehirlerde ve gerekse kırlarda kurulan
pazarlarda gerçekleştirilmekteydi.

Satılık ürünlerin en mühim ve müdavim alıcıları muhtemelen civardaki


kasaba ve köylerden gelen tacirlerdi. Vergileri "bac-ı bazar" olarak adlandırılan
pazarlar, istihraç edileceği cihetle ticari ve sosyal hayatın canlanması ve
geli~mesinde oldukça müessirdi60.

Bu bağlamda, pazarların, -aksinin pek çok görü~e ve yoruma öncül


olabilecek nitelikte olduğu vurgulanırsa- Osmanlı köylerinin bütünüyle kendi
kendine yeter içine kapanık birimler olmadığı gerçeğine delalet ettiği aşikardır.

Şu safhada, yazı konusu sosyal kurumlara mahsus ürünlerin ne kadarının


pazarlandığı konusuna geçilebilir. Bunun için, tahmin de edileceği gibi,
kurumların yapısal ve işlevsel özellikleri ilc yerlerinin bilinmesi icab eder.

İmaret, zaviye, mescid vs kurumların yapılanma/örgütlenmeleri ve onların


ayni-nakdi gelir kaynakları ve bunların ihtiyaçlara dayanan tüketim alanları ile
ilgili (şu anda çok spekülatif olacak olan) yorumlar bir tarafa; mekan olarak, bu
kurumlar ile gelir kaynaklarının birbirlerine yakınlığı ya da uzaklığının, iki
iktisadi faaliyeti veya olguyu gündeme getireceği ve bunları etkileyeceği
bellidir: pazarlarnacılık ve ta~ımacılık ...

60. Bkz.: A. Güneş. a.g.l., s.: 172.


Sosyal Kurumlara Iliıçkin Köy Gelirleri ve Bunların PaylaıÇImı 143

Bu cümleden olarak, gelir kaynaklarının hemen hemen tamamını temsil


eden kurumların -çok yakın ya da uzak olup olmamaları bir tarafa- nahiye
dışında (Bursa, lznik ve Edirne'de) bulunmaları düşünülmeye değerdir.

Başka bir deyişle, kurum-gelir mesafesi veya ilişkisi açısından, bölgesel


nitelikteki çok sayıdaki zaviyenin61 tersine, iki imaret ile bir mescid,
sancaklararasılbölgelerarası bir nitelik ve konum taşımaktaydı. Malum anlamsal
çerçevede, (kaza-i/nahiye-i)Eskişehir ile Karacaşehir'deki gelirler -esasen
hemen tamamı ilkine ait olmak kaydıyla- üç mühim merkeze aktarılmaktaydı.
Bilindiği üzere, bunlardan birincisi; Bayezid lmareti'nin yer aldığı, Osmanlılar
ile mütemayiz denilebilecek olan Bursa, ikincisi; Mahmud lmareti'nin
bulunduğu, Çandarlılar ile mütebariz denilebilecek olan, lznik ve üçüncüsü ise;
uzaklığı sebebiyle vurgulanması gereken, Edirne' dir.

Açıkçası, kısa mesafeli taşımacılık bir tarafa, en azından uzak yerlere


gidecek gelirlerin veya ürünlerin, özellikle de meyve ve sebze gibi dayanıksız
olanların, aynı olarak nakli zor olacağından, bunların pazarlanıyor, daha
doğrusu pazarlanmış olması kuvvetle muhtemeldir.

Bu meyanda özellikle Bursa'da olan Bayezid lmareti'nin ürünlerinin


-miktar ve yüzde olarak. çokluğu ve Edirne'deki mescidin uzaklığı, hassaten
belirtilmelidir.

Nitekim, KK.54 i ile hemen hemen aynı tarihlerde düzenlenmiş olan


KK. 145'teki kayıtlar da -çevredeki diğer birimlerdekiler bir kenara- daha önce
de atıfta bulunulduğu vechile, eski bir pazar geleneğine sahip olan, Eskişehir ile
Karacaşehir' de kurulan pazarlarda alım- satım faaliyetlerinin canlılığına işaret
etmektedir. Bu cümleden olarak, her ikisi de "Nahiye-i Karacaşehir" cüzünde
olmak üzere, Eskişehir nefsindeki, "Bac-ı bazar-ı Eskişehir ve resm-i keyl"e
ilişkin 5.2206~ ve Karacaşehir nefsindeki "Bac-ı bazar ve resm-i keyl"e özel
3.3006, ile "Bac-ı bazar-ı ketan"a ait 50064 rakkamlan vurgulanmaya değerdir<'~.

61. Bu meyanda. -sancak içerisinde oldugundan-, yine bölgeselolarak kabul edilmekle


birlikte. "Ferraş Murad Zaviyesi"nin Bilecik'te oldugu hatırlanmalıdır.
62. v.: 7/b.
63. v. :48/b. 49/a.
64. v.:49/b, 50/a.
65. Burada lT.438'deki bazar baclan; her ikisinde de farklı kalemlerle, -sadece ilkine
mahsusen faklı idarı birim adlarıyla-, birlİkte toplu olarak verildikleri belirtilerek, yazılacak
olursa: "Bac-ı bazar-ı Eskİşehir ve ..., fi-sene: 13.685" (s.: 224), "Bac-ı bazar-ı Karacaşehir ve ...
ve resm-i keyl ..., 6901" (s.: 226). Bunlardan ilkİnİn toplu hasılı(yekunu) KK.145'te 20.000
çıkmıştır ki. mcrkum artış, -bu tür vergi kalemleri duraganlıkları ilc mütebariz oldugundan-,
dikkat çekicidir(v.: 7/b).
Ahmet Güneş
144

Ancak, bu pazarlarda, sadece yazı konusu kurumlara müteallik değil, aynı


zamanda -en azından, Karacaşehir nahiyesinde oldukça geniş bir ürün/üretim
hinterlandının varlığı düşünüldüğünde- sipahi ve reayaya mahsus ürünlerin
satılıyor olması da hesaba katılmalıdır.1i(,

***
Sonuç:

Oluşturulan/Çatılan anlamsal çerçevede, mevkuf karyelerden (esasen


M.1575 tarihli, KK.54l'e müsteniden, toplam: 33+3(m)b); - hem bunların
çoğunu oluşturmak ve tabiatiyle bu bağlamda yapısal ve işlevsel özelliklerini
ima etmek, hem de, gelir kaynaklığı açısından- süreç içerisindeki süreklilikleri
ilc öne çıkan, 22 karye imaretlere mahsustur. (Bkz.: Tablo:5). Bunlar, bu
sayıdan da anlaşılacağı vechile, gelir miktarı ve yüzdesi olarak, bazı yerlerde
olduğu gibi, -burada da- birinci sıradadır (48.785+3.895,% 55.82). (Bkz.: Tablo:
5 ).

İncelememizden de anlaşılacağı üzere, adı geçen gelir kaynaklarından en


büyük pay, doğrudan veya dolaylı olarak imar-iskan ve şehirleşme
faaliyetlerinin yürütülmesine, eğitim-öğretime katkı sağlamaya yönelik olarak
ve bu doğrultuda paradigmanın devamını tahdifen, sosyal yardımlaşma ve
dayanışma hizmetlerinin verilmesine ayrılmaktadır.

Bire bir örtüşüp örtüşmedikleri bir tarafa; hem TT.438 de hem de


KK.541 'de 19 karye merhum Bayezid'in Bursa'daki imaretine mahsustur.
Bundan da anlaşılacağı üzere, imaret gelirlerinin hemen tamamı Bayezid
İmareti'ne aittir (%87.82). (Bkz.: Tablo: 5). Bu yüzde, şüphesiz ki, hem imaret
sahipliğinde Osmanoğulları'nın önderliğini, hem de gelir paylaşımında en
büyük payın sancak dışına ( yani Bursa'ya) aktarıldığını göstermektedir.

3(1 +2) karye ise İbrahim Paşa oğlu Mahmud'un İznik'teki imaretine
mahsustur. Daha önceki imaret(Bayezid İmareti) hakkında yazılanlardan da
çıkarılacağı gibi, iki imaret gelirlerinin çok azı (% 12.17) buna aittir.
Makalcmize konu olan yörede, daha doğrusu Osmanoğullarının beşiği sayılan
Sultanönü'nde, Çandarlıların varlığını/izini göstermesi diğer dikkat çekici bir
noktadır.

66. Bkz.: KK.145. v.: 4fb-79/a.


Sosyal Kurumlara Ilişkin Köy Gelirleri ve Bunların Paylaşımı 145

Öte yandan, bölgenin özellik vekonumuna işaret eden (nahiye-i) Eskişehir


ile Karacaşehir hattında çok sayıda zaviye bulunmaktaydı. Bu durum da,
Osmanlı Devleti 'nin çekirdeği olan bu yörede zaviye ve zaviye şeyhlerinin
hakim ve seçkin kurum ve zümreleri oluşturduklarına bir kez daha delalet
etmektedir. Nitekim, anlamsal çerçevede, bu yazıda işlenen zaviyelerin gelir
kaynakları, 6+1(m) karye, iki çiftlik yer ve bir değirmendir. Bunlar, gelir
miktarı ve yüzdesi olarak ikinci sıradadır. Zaviyelerin sıralamada ikinci olması,
geleneğin birlik ilkesine çarpıcı bir örnek olarak da algılanabilir. Zira zaviyelere
ayrılan gelirlerin, irşaddan iskana, tebliğ ve ihtidadan ticarete, hatta genel
anlamda rehberliğe kadar oldukça geniş bir yelpazede, fevkalade girift bir
faaliyet ağına veya alanına tahsis olunduğuna işaret etmektedir. Ahi İdris
Zaviyesi örneğinde gösterildiği gibi, ahilerin bölgede nüfuz sahibi oldukları da
bilinen bir gerçektir.

Ayrıca, mevkuf karyelerden, l'i Fatma Hatun'un Edirne'deki mescidine ;


3(m)b'ü Kasım Paşa mülküne; 3'ü de belirsizlere (bu başlık altında yer
verilmekle birlikte, -özellikle TT. 438'deki kayıtttan anlaşıldığı kadarıyla-
vakf-ı evlad'a) mahsustur. Gelir miktar ve yüzdesi olarak, bunlardan ilki, son
(4.978, %5.27); ikincisi, üçüncü (4.426+8.000, %13.16); diğeri ise, dördüncü
(7.580, %8.03) sıradadır. (Hepsi için bkz.: Tablo: 5).

Biraz önce yazılanlardan da anlaşılacağı üzere, gelir kaynaklarının hemen


hemen tamamını temsil eden bölümü namlarına tutulan kurumlar -çok yakın ya
da uzak olup olmamaları bir tarafa- sancak dışında (Bursa, İznik ve Edirne'de)
bulunmaktaydı. Bu cümleden de olarak, kısa mesafeli taşımacılık bir tarafa, en
azından uzak yerlere gidecek gelirlerin/ürünlerin özellikle de meyve ve sebze
gibi dayanıksız olanların, ayni olarak nakli zor olacağından, bunların
pazarlanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Nitekim, KK.145teki kayıtlar da
eski bir pazar geleneğine sahip olan, Eskişehir ile Karacaşehir' de kurulan
pazarlarda alım satım faaliyetlerinin canlılığına işaret etmektedir..

***
PAN VE ANADOLU'DA PAN KÜLTÜ*
(Levha 42-44)

çev.: Hülya BOYANA

Pan, ilk ve nispeten geç olarak yerel sınırlı tapınımla ortaya çıkmış ve'İ.Ö.
S.yüzyılın ilk yarısından başlamak üzere Arkadia üzerinden Attika, Boetia, Grek
adalarında ve İtalya'nın batısında tanınmıştır. Buna karşılık Anadolu'da
Arkadialı çoban tanrısının resimsel tasvirlerine, Frank Brommer'in teke tanrısı
üzerine olan araştırmasında belirlediği gibi 1, imparatorluk dönemi ortalarına
kadar -ve daha sonra özellikle sikkelerde- pek rastlanmaz. Bundan dolayı
Anadolu'da bilinen az sayıdaki Pan tasvirleri, yerel yaygınlıkları ve kiilt belgesi
olarak geçerli olmaları nedeniyle önem kazanmışlardır.

Tasvirler 3 ayrı grupta toplanırlar: Bunlardan ilkinde Pan yalnız görünür,


en çok rastlanan gruptur (1-18), ikinci olarak Nymphalarla birlikte (19-29),
üçüncü olarak da diğer mitolojik şahıslarla (30-38) görünür. Nymphalarla
beraber olduğu gruba, bu araştırmaların çıkış noktasını oluşturan Didyma'ya ait
olan kayıp bir rölyef parçası dahildir2• Bu parça daha çok bir fotoğrafından
tanınmaktadır (levha 42, 2); Th.Wiegand vasıtasıyla geç arkaik döneme

* Bu yazı Klaus Tuchelt'in Istanbuler Mitteilungen, Band 19120, (1969-1970) s.223-236'da


Almanca yayınlanan makalesinin tarafımızdan Türkçe'ye çevirisidir.
ı. RE Supp1.8, s.990 Pan
2. Fotoğraf Berlin (Batı) Devlet Müzeleri, Eskiçağ Bölümünde bulunmaktadır. Envanter PM
5364=Did. i99 ve iki husus ile ilişkilendirilir: I. Didyma kazısı kazı günlüklerinden i908 yılında
"bir kırık parçanın" ve bunun da "bir geç arkaik Nympha rölyefinin alt sağ köşesi .... dans eden iki
Nymphanın ve bir teke ayaklı Pan'ın alt kısımları ile "Apollan tapınağının doğu cephesi önünde
ve Bizans inşaasında bulunmuş olduğu öğrenilir. 2. Wiegand Milet ve Didyma'daki (191 i) 38
kazıları konulu 7. Raporunda tapınağın doğu cephesi önünde "iki dans eden Nympha ve bir teke
ayaklı Pan'ın alt kısımları ile olan bir geç arkaik döneme ait küçük Nympha rölyefinin kırık
parçasının" bulunmuş olduğunu bildirir.

! j
Hülya Boyana
148

tarihlendirilmesi -anlaşılacağı gibi- gerçekçi olmayıp, sağ alt köşesinde, solda,


teke ayaklı Pan'ın kalan kısmı ve biri henüz geriye atılmış ayağı üzerinde ve
diğeri kıyafetinin bir kısmı ile tanınabilen dans eden iki Nympha vardır; ikisi ile
Pan'ın arasında düzgün olmayan bir yükselti bulunmaktadır. Rölyefin alt ve sağ
tarafına aİt çerçevesi bulunmuş olup, üst ve sol tarafı kayıptır; çerçevenin alt
kısmında bir yazının mevcut olduğu değerlendirilmektedir. Fotoğraf ta verilen
ölçek kırık parçalann büyüklüğünün yaklaşık olarak belirlenmesine imkan
tanımaktadır: Elde edilen genişlik yaklaşık 27, yükseklik ise yaklaşık 18,5
cm. dir. Son olarak bu fotoğraftan kınk yerlerdeki iri taneli yapısından açıkça
belli olan ve bunun yanı sıra Didyma'da kullanılan mermeri andıran, mermer
üzerine bir çalışmanın söz konusu olduğu anlaşılır.

Vücudunun daha ziyade kalça yüksekliğine kadar olan bölümü elde edilen
Pan dizlerine kadar uzanan bir vaşak postuna bürünmüştür. Geniş adımla
yürümektedir; Teke ayaklı olmasına rağmen bacakları insanınkiler gibi
oluşturulmuştur. Her iki dansçıdan önde olanı daha canlı bir hareket içindedir,
buna karşı onu takip eden diğer dansçı salınır adımlarla yürümektedir. Elbisenin
alt kısmı bacakları arasında gevşek, rahatça sallanan ve dikey kıvrımlarla çokça
parçalara bölünmüş olup, elbisenin üst kısmındaki az sayıda kıvrımlar ağır
kumaş üstünde kapanmışlardır. Elbisenin üst kısmında ayrıca resmin sağ
kenarında işlenmiş olan bir zik zak şekli de dahildir. Bu zik zak kısmın içinde
kıyafetin uçuşan parçasının bir bölümü görülmekte olup, bu bölüm ve zik zakın
kırlangıç kuyruğu gibi olan şekli, rölyefi kazıp bulanların yanlış olarak onu geç
arkaik döneme ait değerlendirmelerine neden 01muştur3.

Pan, teke ayaklı, iki boynuzlu, vaşak postuna bürünmüş olarak


(Hymn.homXıX), üç Nympha'nın halka şeklindeki danslarının koro başı olarak
sol elinde bir Aay(O-~6AOv4 (çoban değneği, asa) tutmaktadır: Bu örnek
yaygındır ve Didyma'dan olan rölyef bu tip eserlerin' devamıdır. Bunların
başlangıcı i.Ö. 4. yüzyılın ortalarından olan bir attik örneğe dayanır5 ve yeni
attik tekrarlamalarla Roma İmparatorluk zamanına kadar uzanır6. Bizim
rölyefimiz bu modellerin Anadolu'dan tanıdığımız üçüncüsüdür. Diğer ikisi
Knidos'tan (21; Levha 42, 1) ve İzmir'deki (23; Levha 43,1) sanat eserleri alım
satımından elde edilmiştir. Bunların yardımıyla aynı zamanda yukarıda

3. Buna karşılık bizim fotoğrafımızın ortaya çıkmasından önce zaten Brommer RE 968'de
şüphe ile: "belki sadece arkaik?"
4. AV.ile ilişkilendirmek üzere, karşılaştırınız Brommer 1006.
5. E.Schmidt, Arkaistische Kunst s.38; R.Feubel, Die attischen Nymphenreliefs und ihre
Yorbilder (1935), s.64; W.Fuchs, Die Yorbilder der neuattischen Reliefs Jdl 20: Erg.H.27; Buna
karşılık çürütülen Havelock, AJA 68, 1964, s.53; 1.Ö. i50' den daha önce değiL.
6. Fuchs s.27
--,

Pan ve Anadolu'da Pan Kültü 149

bahsedilen kırık parça da kısım kısım tekrar oluşturulabiImiştir. Kronolojik


açıdan Didyma'dan olan parça, Knidos ve İzmir'den olan parçaların arasında
yer alır; Alt çalışmalar sayesinde rölyef zemininin önünde bağımsız bir bölüm
olarak görünen 7 figürlerin ilişkisi -örneğin aşağı yukarı Pan' ın sol alt kısmında
yukanya doğru bağlanmış post- elbiseden çıkan şekillerin zeminine yöneliktir.
Kopyalar dizisi arka planda ilave edilmiş kamış kulübe aracılığıyla kendine
özgü değişik şekliyle zenginleşen rölyefimiz 23 iIe 21 olarak daha güçlü
birleşmiştir. Doğrusu rölyef 23'e ait olan figürlerde zeminden bir tecrit vardır ve
elbise parçalarının birbirine eklenmiş olduğu görülmektedir. Bu Didyma'dan
olan rölyefte yer almamakta ve rölyef 23'ü yeni Attik eserlerle zamansalolarak
ilişkilendirmektedir8. Didyma'dan olan rölyefinİ.Ö. 2. yüzyılortalarından sonra
tarihlendirilmesi mümkündür9.

II

Pan tasvirlerinin Anadolu'da yayılması Helenistik dönem öncesinde


özellikle güneybatı ve kuzeybatı bölgeleriyle, yani Grek çekirdek bölgesinin
çevre alanlarıyla (1.3. ve 2.4.5) sınırlı kalmıştır. Ancak bu dönemde İonia'da
sadece Efes'ten dans eden Pan'a ait bir terrakotta mevcuttur (6). En eski
basımları Karia hinterlandından ve İ.Ö. 5'. yüzyılın geç dönemlerinden (1) olan
sikkeler Pan'ın başını sakalsız gösterirler ve genç yüzü İonia'nın kuzey
kenarında yer alan Phokaia (2)' dan olanlarla benzer şekilde insan olarak tasvir
edilmiştir. Bunun yanı sıra Lykia'dan bir sikkede uzun boynuzlu Pan başı yer
almaktadır (3). Tüm sikke baskılarının İ.Ö. 4. Yüzyılın ilk üçte birlik bölümünü
aşamadıkları görülmektedir.

Pan resimlerinin tiplerneleri çeşitlidir: Genç insanlaştırılmış yüzü iyi bir


sanat eseri (1.2) olarak sikkeler üzerinde görüldüğü gibi, eski halk tasarımı
olarak da terrakottalarda yarı hayvani tasviri görülmektedirlO. Troia' dan 5' e ait
olan örnek Boetia'daki orijinini (kaynağına) geri giderll; Myrina'dan, içki içilen
boynuzlu yatan 4'ün tasviri de aynı orijine hatırlatırl2, ancak diğerinden insansı
bacak ve ayakları ile farklılık gösterir, böylelikle doğunun yerel içki arkadaşları
tiplemesiyle özdeşleşir. Belirtilen Pan resimlerinin geleneksel tasvirlerinin
tersine Ephesos'tan (6) olan terrakotta dans eden tanrının daha önemli bir
tasvirini oluşturur.

7. Krş.Telephos frizleri üzerinde Heraklesteki aslan postunun anlatımı, AvP III 2 Lev. 31,6.
8. Feubel 63'ü, 23'ü Neapel'deki amphora ile birleştirir, krş.Fuchs 31 Lev. 6a.
9. ı.Ö.330/23 olarak tarihlendirilen repliğe ilişkili olarak bkz.Schmidt, Levha 14,2 ı.:oııvre
Nr.962; Brommer RE 981 Nr.41.
LO. Krş.R.Herbig, Pan s.S7.
1I. Winter, Typen ILLLL, 220 2c.
12. A.g.e. 221, 7.
150 Hülya Boyana

Listemizde Kyzikos'a ait yuvarlak madalyonlu meşhur stel yer almamış


olacaktırl3. Bunun üzerine tasvir edilmiş olan baş genellikle "Pan" olarak
değerlendirilmiştir. Bunun1a birlikte tasvir edilmiş olan baş bir teke profili
göstermemekte, aksine bir silenin yüz hatlarını sergilemekte ve zaten boynuzlar
da burada görülmemektedir. Ancak bur<tda O Pantikapeion'a ait olan, genellikle
karşılaştınldığı birkaçı yüzünden çoğu zaman Pan olarak değil, aksine "Satyr"
olarak tanımlanacaktır. Kyzikos' a ait madalyon tasvirinden uzun favori tasviri
ile tümüyle farklılık gösteren sikke tasvirlerine uygun düşerl4.

Belirtiler doğrultusunda artık Pan üzerine olan bu sikke resimlerinin


yorumlanması sadece Pantikapeion şehir isminin oluşturduğu çağrışıma
dayandığından, söz konusu sikkeler madalyonun kesin bir tanırn1amasına hiçbir
katkıda bulunmazlarl5. Bunlara ilave olarak Anadolu'daki Helenistik öncesi Pan
tasvirlerinin azlığı bu açıdan da Pan'a ait bir tanırn1amanın yapılmasını mümkün
kılmamaktadır. Kyzikos'tan olan rölyef başında Silen'in yüz hatları Barbarların
ki ile birbirlerine karışmaktadır. Pan burada görülmemektedir.

Hellenizmin Pan tasviri ı.Ö. 3. yüzyıl için Anadolu'da sadece belirli bir tip
öğretisinin temelini oluşturduğu dini rölyeflerin üzerinde görülmektedir (19.20).
Bu rölyeflere nazaran bireyselliğin daha belirgin olduğu tanrının tek resimleri
(21.22.23) buna karşılık ancak geç Hellenizm ve İmparatorluk döneminden
kalmadır. Bunlar muhtelif kalitedeki (8.9.9'dan . 11.12. a.e 30.31.32) tatbiki
sanat çalışmalarının ürünleri veya Pan tasvirlerine benzer olanlardır
(10.13.14.15; Levha 44), halbuki rölyef 16.17 ve 18 Hellenistik öncüleri gibi
tapınma heykelciği alanına yeniden ulaşmışlardır.

Tasvirler Pan'ı Eros'a (31) kur yapan aşağı olarakl6, ağır bir yükü, bir
tekeyi taşıyan çoban olarak (7; Levha 44,1), neşeli, geniş adırn1arla yürüyen
uzun saçlı orman cini olarak (8), bir tapınakta müziğin ritmine dalmış, duran bir
çalgıcısı olarak (9), Satyr ve Nymphanın arkadaşı olarak (26) veya' sadece

13. Ist.Ark.Müz.Mendel Kat.I1 Nr.571; Schede, Meisterwerke 7 Lev.ll solda.


14. Krş.Herbig, Pan Lev.12.-Schefold, Meisterwerke griechischer Kunst (1960) 301 Nr.51O:
Goldstater aus Pantikapeion mit "Silenskopf"
15. Furtwangler, 40.BWPr 27 dipnot 1. Pantikapeion'dan olan sikke resimlerinin aynı
dönemin Pan tasvirleri ile birarada değerlendirilmemesini vurgulamıştır. Bu da K.Wernicke,
Roscher ML ILLLL,s.1429 cevabı ile çürütülmüştür; Bkz.aynı zamanda Brommer, RE a.g.e. 978,
O'da sikke resimlerinde "Silen'ler ve Pan'lar arasındaki karıştırmanın üzerinden artık çok zaman
geçmiş olduğunu, bu başların altında Pan'ın anlaşılabileceğini, ..... göze çarptığını" tespit etmiştir.
Kyzikos'tan olan rölyefi Brommer bununla beraber Pan tasvirleri altında saymıştır, a.g.e. 981
Nr.34. sp.999. .
16. Bkz.Herbig, Pan 26 s.37, Levha 16,2; bizim gruba ait a.g.e.87, dpn.100.
Pan ve Anadolu'da Pan Kültü 151

maske olarak gösterirler (11.32.34.37.38). Tapınımlarda tanrı sadece izleyen,


flüt çalan veya Nymphaların koro başı (19.20.21.22.23; Levha 42.1.2; 43,1)
olarak değil, tersine aynı zamanda avcı (16.18.27; Levha 43,2), sakalı olmayan
Romalı lejyon (17; Levha 43,3) ve Herme şeklindeki kült resmi ile tanınmıştır
(24.27).
i

i Hermelerde Pan resminin görünüşü farklıdır: Herme 10 sadece aşağı doğru


gençleşen gövde17 üzerinde boyun parçası ile sakallı başı, buna karşılık rölyef
,, ,
24'te kalçaya kadar çıplak gövdeyi gösterir. Tralleis'ten (27) erken imparatorluk
dönemine ait rölyefin kırık parçası, son dönemlerini yaşayan HelIenizmin bu iki
çalışmasının aksine Herme'nin vücudunun üst kısmını iS ortaya koyar ve
"örtünmüş Pan'ın"19 geç klasik döneme ait heykelini hatırlatır: Bir post vücut ile
Herme gövdesi arasındaki geçişi örtmektedir, Tanrı sağ tarafında bir fırlatma
tahtasını omuzuna almıştır, sol eli omuzunda durmaktadır. Klasik örneklerin
esas alınması bundan başka teke yüz hatlarının çok fazla yumuşatıldığı sakalsız
genç simada belirgin (krş. 1.2) olacaktır.

Bütün bu tasvirlerde. teke yüz hatları az çok başarılı olmuş şekilde insan
yüzüyle kaynaşmıştır2o. Bunlarda Reinhard Herbig tarafından gözlenen
Hellenistik Pan yüzünün her iki ifade şekli yansır. Bunlardan birinde ciddi,
"daha ziyade melankolik-hüzünlü" ifade (7.9.31; Levha 44.1'de olduğu gibi),
diğerinde Dionysios Thiasos'a (8) ait olan, "neşeli ifade, adeta coşkuyla
meleyen, oyuncu yönü" yer alır. Ciddi, melankolik olan ifade Ephesos (13) ve
Pergamon'dan (14; Levha 44,3) olan her iki Pan başında bellidir ki bunlardan
Ephesos'a ait olan Cenevre'deki (Gen!) bir benzeriyle karşılaştırılabiHr21.

Kısa, sert tüylü teke tabiatının Hellenistik Pan resimlerine mal edilmesi
kadar, bu dönemin güzel sanatlarında genç, sakalsız bir Pan başına rastlanması
da (30) şaşırtıcıdır. Bu baş Telephos frizi olarak kabul edilmiş ve "Satyr" olarak
yanlış şekilde tanınmıştır22. Tabil ki Pan'ın Pergamon frizleri üzerinde
bulunması asla şaşırtıcı değildir23: Bu husus aynı şekilde Pan'ın ülkesi Arkadia

17. Bkz.Luııies, Die Typhen der griechischen Herme 44.


18. Buna ek olarak Roscher ML IIIII, 1420; Herbig, Pan 91, dpn.163; Brommer RE
a.g.e. i OD/2 Hermes altında.
19. Brommer RE a.g.e. s.978.
20. Heııenislik Pan resminde bkz. Herbig, Pan s.60.
21. A.g.e.61 Levha, 5,3.
22. Furtwangler, 40. BWPr 3 i. Furtwangler buna karşılık oturan figürü Pan olarak kabul
etmiştir. Bkz. Bir sonraki not-Gigantenfries'lerde "Satyroi", AvP III/2 Lev.l; Brommer, RE
a.g.m.983.
23. C. Roberts, n.46, AvP III/2 Lev.32.2. Roberts'in fikrine, kaide üzerinde oturamn Pan
olarak teşhisine (AvP. a.g.e.219), Schrader ve Winnefeld karşı çıkmışlardır, a.g.e.224.Bizim baş
fragmammız 30 elde edilen boyun parçası nedeniyle oturmakta olana ait değildir.
152 Hülya Boyana

Parthenion'da yetişmiş Telephos'un, frizin kendi tasvirine olduğu gibi, yerel


tanrılıklar üzerinde etkisi olan ilk olaylarına tam olarak uymaktadır. Pan başının
bu genç, insani görüntü verilen yüzü kısa, sert tüylü teke tanrısının mahalli
olarak tasvirinden, Hellenizmin Pan resminden de değil, aksine klasizmin güzel
sanatlarından kaynaklanmıştır. Pergamon frizinin klasik döneme geri dönüşüyle
(atıfta bulunmasıyla) belirlenen, Pan resmi uzak bir delil olarak kaydedilmiştir24.
Daha genç olan iki Pan tasviri imparatorluk dönemine ait eserler olarak
sayılabilirler: Bir heykelciğin başı (14'ten Levha 44.2'ye) ve kırık rölyef parçası
(27) üzerindeki Pan Hermesidir.

Pan resmi ve bol şekilliliği de geç Hellenizm'den itibaren Anadolu'ya


yerleşmiştir. O sanatta silenler gibi (Bkz. Brommer 22) aslına uymayan
şahsiyetlerle karışmıştır, ki bunların resimlerine göre Pan yüz hatları tekrar
değişmiştir (10). Söz konusu Hellenistik kabartma geleneklerinde yine
Pergamon'dan (Levha 44.4) olan ve Silenlerin yüz özellikleri ile Pan'ın
boynuzlarının ilişkilendirildiği25 bir sunak desteğinin (yük. 18 cm.) imparatorluk
dönemine ait başı gibi rölyef maskeleri (bkz.232) yer almaktadır. Bu
karakterlerin hangi isimle nitelendirileceği hususunda tereddüt edilmektedir.
Belirli bir resmin geleneksel özellikleri değiştirilebilecektir, artık belli
şahsiyetlere bağımlı değildir ve bu özellikler bundan dolayı Pergamon sanatında
en çok resim sembollerinin kullanurunda görülen yeni tanımlamaya gereksinim
duymaktadır. Bununla bir yeni, resim ile kuvvetlendirilen mitsel gerçekliğin
sağlanıp sağlanmayacağı burada daha fazla araştırılmayacaktır. Silen ve Pan her
ne olursa olsun karma bir varlıkta birleşir, isimlerini kaybeder, Dionysios'un
grubu içerisine dahilolurlar.

Ancak Pan resminin bol şekilliliğinden batı Anadolu'daki eski Grek iç


bölgesi çok fazla etkilenmemiş gibi görünür, buna karşılık yükselmeye çalışan
Hellen'leştirilen şehirler, bunlardan Pergamon şimdiye kadar en zengin
aktarımları sunar (9.11.25 ve 30 hatta 14).

Geriye kalan üzerlerindePan'ın Nympha topluluğu veya diğer mitolojik


şekillerde görülen her iki gruba yönelmektir. Nympha grubunda istisnasız ı.Ö.3.
yüzyıl başlarında Mykale'den (19) bir adak ile Anadolu'ya yerleşmiş olan ve
teke tanrısının kü1t tapınırnına ilişkin soruya sebep olan rölyefler söz konusudur.

24. Son olarak H.Kyrieleis, Throne und Klinen, ldl 24.Erg.H (1969) 134, dpn.508
25. Boynuz oluşumuna yönelik Herbig, Pan 91, dpn.164c.
-Of
,

Pan ve Anadolu/da Pan Kültü 153

III

Kü1tün Anadolu' da geçmişi, sebebi ve yayılışına ilişkin kesin belgeler ilk


bakışta görünüşe göre oldukça nadirdir. Zira eğer bir kere, daha önceki
dönemler için hiç bir şey bildirmeyen, imparatorluk dönemine ait çok sayıdaki
sikke basımları bir tarafa bırakılırsa (bkz.232), günümüze kadar aktarılanların
dayanağı önemli ölçüde azalır ve aynı zamanda kü1t belgelerinden neyin
artakaldığının da araştırılma ihtiyacı doğar.

Tanrının Anadolu'daki en eski resimsel belgeleri sikke tasvirleridir (1.2.3).


İdyma, Phokaia şehirleri ve Lykia'daki mahallerde Pan'ın neden dolayı sikkeler
üzerine konulduğu sorusu, belki de bunların içinde kült belgeleri
görülebilmesine nazaran daha kolay cevaplandırılır: Lykia'da söz konusu
dönemde Atinalı dostu Dynast Perikles hüküm sürmüştür; Phokaia ve İdyma
Attik Deniz Birliğine dahildiler26. Ancak Pan'ın orada kül te sahip olduğu
tamamıyla açık bırakılmalıdır; en azından İdyma için A.Laumonier'in
Karia' daki kültler üzerine araştırmalarının Pan' a ait hiçbir belirti ortaya
çıkarmamış olması bunun tersini gösterir2? Benzeri Lykia için geçerlidir; zira
oradan tanınmış olan geç Hellenistik-Roma Nympha1arına ait dini rölyefleri
doğu Grek bölgelerinin (19.20.21.22.23) Nympha rölyeflerinin aksine Pan'ı
kapsamamıştır28.
i ir
"

İ.ö. 4. yüzyıla ait terrakottalar (4.5.6) sade adaklar olarak hizmet etmiş
olmalıdırlar, hatta, geç Hellenistik küçük kilden sunakta (26) Troia 35
tiyatrosundan Antoninistik rölyef madalyon gibi aynı bölgeye (5) ait daha eski
terrakotta ile birlikte orada meydana gelmiş kültten birine dayandırılmasına
temayül edilebilir. Ancak Hellenistik dönem tasvirleri 7.8.9.11.25.30.31.32
hatta imparatorluk dönemi başları 13.14 kült belgeleri olarak sayılabilir.

Ancak erken Helenistik dönemden itibaren tapınım rölyefleri


19.20.21.22.23 (Lev. 42.1) daha kökleşmişlerdir. Bunlardan 20'ye kadar olanlar
Grek ana bölgesinde Pan kültünün kabulünü gösterirler. Bunlara ilave olarak
imparatorluk dönemine ait 4 rölyef gelir (16.17.18.27), bunlardan 17 Ephesos
kökenli olup (Lev. 43.3), 27 Tralleis'ten bir tapınım rölyefidir. Her iki rölyef 19
ve 20 Pan'ı sadece rölyeflerin kenarlarında, daha doğrusu mağaranın kayaları
arkasında meraklı izleyiciler veya Nympha1arın ve Hermes'in halka oyununa

26. Bremmer, RE a.g.m.967.


27. A.Laumonier, Les Cultes indig_nes en Carie 455: Hyllarima'dan bir başsız Herme Pan
veya Herakles olabilir, BCH 60, 1936, s.330. Şekil 41.
:1 28. Bkz.H.Metzger, Catalogue des Monuments votifs du Musee d' Adalia, Etlıdes Oriantales
r 11(1952) Lev.6.7.

t
154 Hülya Boyana

Syrinks ile çalgı çalan müzisyenler olarak göstermektedir. Nymphalar söz


konusu rölyeflerde 21.22.23.27' de, nihai olarak 24 ve 26' da olduğu gibi
sahneye hakimdirler. Pan halka oyununun başını çekmekte veya kült resmi
olarak, ne yazık ki bilinmeyen Anadolu buluntu mevkiinden bir benzerinde
aktarıldığı (LO) şekilde Herme (24.27) olarak görülmektedir.

Pan'ın Nymphalar ile olan bağlantısı, O'na Grek doğusunda kült


tapınımının yolunu açmış olmalıdır (krş.Brommer, RE a.g.m.993). Böylelikle
eskiden beri Milet İonia' sında Nympha kültü tanınmıştır: Nymphalar herhangi
bir şekilde Milet'ten Didyma'ya uğrayarak her sene yapılan dini törenlerde bir
Pan ile saygı görmüşlerdir29; İ.Ö.6. yüzyılda bir Milet'li tarafından yapılmış
olan oturan birinin tapınım resmi Nymphalara aittir30; Mykale'den erken
Helenistik rölyef (19) aynı isimli pınar Nymphaları, Kallimakhos'taki
(Hymn.4.50) MukalhssideV ile ilişkilendirilıniş olmalıdır ki buna yıkananların
tasvirleri fevkalade uymaktadır; bundan başka Nymphaların Didyma'da
mevcudiyeti ve tapınımı, rölyef 22 ile hemen hemen aynı dönemden30a, bir geç
Helenistik tapınım rölyefi ile doğrulanacaktır. Son olarak Milet'ten iki
Nympha'nın imparatorluk dönemi rölyefleri üzerindeki tasvirleri Didyma'ya ait
büyük tanrısallıklarla -Leto, Apollon, Artemis- birlikte mevcudiyetlerini
gösterir3l. Pan'ın da hellenistik dönemde güney İonia'da Nymphalarla birlikte
tapınımının olduğunu Mykale (19) ve Didyma'dan (22; Lev.42.2) rölyefler
ortaya koyarlar. Bundan başka Pan ve Apollan arasında olan ilişkiler çoban
tanrısının Didyma'nın tanrıları kapsamında kabulünü açıklarlar32. Ve şu anda da
sorulan, acaba Milet'ten Didyma'ya olan yol üzerindeki dini alayın bir hayvan
postu kurban ettiği boynuzlu KEpaıi'!ll<; arkasında hangi figürün gizlenmiş
olduğudur33. Pan'ın güney İonia'da mevcudiyeti her halikarda erken
hellenistikden itibaren dikkate alınmalıdır.

Pan kültürünün eskiliğinin Mykale'nin öte tarafında, Ephesos'ta


belirlenmesi daha zordur. İ.Ö.4. yüzyıldan bir terrakatta (6) mevcuttur. Önce
Roma döneminden buraya ait Pan resimleri bilinmektedir: Baş 13 yaklaşık
olarak Achilles Tatius'un (8,6) notu ile aynı dönemdendir34: Bundan sonra bir

29. Milet II3 n. 133 s.29; Dittenberger, Sylloge 3 57.


30. Milet III3. 3.
30a. Mendel, KatI Nr.246; Schober, Der Fries des Hekateions von Lagina. Ist.Forsch.2(1933)
s.95. şek.39; Üst rölyef bölgesinin solunda ve sağında dışarıda. Bu rölyefin yeni bir örneği
görülmektedir. Ist.Mitt.21, 1971.
31. Milet II2, 89 Lev.17, 1.2.
32. Bkz.Brommer, RE a.g.m.1000; Pindaros'a göre Pan'ın babası Apolion'dur.
33. Milet 1/3 n.133, s.30; Dittenberger, Sylloge357. ..
34. Farnell, Cults of the Greek States V, 184.
Pan ve Anadolu'da Pan Kültü 155

mağarada bir syrinks bulunması çoban tanrısı tapınımı ile ilişkilendirilmiştir.


Ancak Ephesos bize erken imparatorluk dönemine ait bir rölyef (17) ile tanrının
tamamıyla farklı bir tasvirini de sunmuştur: Pan savaşçı olarak silahlanmıştır,
i • savaşlarda korkunun yayıcısıdır ve böyle biri olarak l.Ö.(Lev. 43.3) 4. yüzyıldan
itibaren O'ndan korkulmuştur35.

Bu bilgiler ışığında Knidos'ta Pan kültünün oluşması için sebep iyice


belirmiş gibi görünmektedir. Rölyef 21 (Lev. 42,1) oraya aittir. Knidos
nekropolünde Ch.T.Newton tarafından bulunan bir yazıta göre kahraman
Antigonos'un tapınağında flüt çalan Pan'a bir resim yapılmıştır (Kaibel, Epig.
• ! gr.78l,1O). Görünüşü böylelikle Ephesos'tan (17; Lev. 43,3) Romalı savaşçılara
değil, hellenistik dönemin müzik yapan keçi tanrısına uymuş olmalıdır. Zira
Pan'ın Antigonos'un tapınağında mevcudiyeti demek ki tapınıma
dayanmaktadır36, ki bu tapınım Antigonos Gonatas'ın tanrıya Keltlere karşı
Thrakia yarımadasında olan Lysimakheia'daki savaşta vermiş olduğu (1.Ö. 277)
desteği içindir37; Delos'ta Antigonos Gonatas Paneia kurulmuştur38.
Makedonyalı hükümdarın tapınımı Anadolu'nun kuzey-batısının en dışına da
yayılmış olabilir (20); ancak Pan'ın orada da, İonia'da olduğu gibi
yerleşmesinin Nymphaların yardımıyla sağlanmış olduğu aynı şekilde
düşünülebi1ir39.

Şimdiye kadar incelenen belgeler Pan'ın doğuda kendine ait bir mite sahip
olup olmadığına dair hiçbir bilgi sunmamaktadır. Bu aynı zamanda yerli
tanrısallıklara benzetmelerin doğrudan doğruya kabul edilememesi anlamına
gelmez; Didyma'dan KeraiithV veya Marsyas-Pan akla gelmiş olmalıdır
(krş.dipnot 48)40. Anadolu'da Pan'a ait kutsal şeyler şimdiye kadar sadece
dolaylı figüratif ve edebi belgeler vasıtasıyla tanınmıştır41• Nympha mağaraları
(19.20) ile olan tasvirleri dışında rölyefler teke tanrısının kült mahallerinin

35. Aeneas Taet.27; Brommer, RE a.g.m.969; Roseher, ML IIIII, s.1388.


36. Us en er, Rhein Mus.29, 1874, s.25. Heroon'u Antigonos Gonatas'a ilişkilendirmiştir;
Niese, Gesehiehte der grieehisehen und makedonisehen Staaten (1899) II s.76, dpn.4 tereddütlli.
Kos Deniz savaşına ait bkz.Bengston3 397, dpn.1
37. Bkz.Furtwangler a.g.e.s.30; Herbig, Pan 21; Bkz.aynı zamanda Niese a.g.e.24, dpn.l
38. BeH 6,1882,144; ExpIDelos VS.38
39. İzmir Müzesindeki Nympha rölyeflerinden iki parça Env.371 ve 383 Pan'ın tanınmasına
imkan vermemekle birlikte, tip Pan'ın orada birlikte bulunmuş olmasını mümkün kılmaktadır; Tip
için bkz. Listernizdeki rölyef 20'ye.
40. Kybele ile ilişkilendirme Anadolu için bu ana kadar doğru anlaşılmamıştır, bkz.Roseher,
ML a.g.e. s.1368, Nr.7; Herbig, Pan 33, dpn.75; Brommer RE a.g.m.1 003 Meter altında Pan'ın
Boetia'daki ana tanrıça ile bağlantısına bkz.O.Walter, Öjh 31, 1939, 62, dpn.43, Pan'ın yerel
tanrılara benzetilmesine bkz.Brommer RE a.g;m.955 Nr.2.
41. Ephesos'taki mağara, dpn.34.
Hülya Boyana
156

planını sunarlar: Ağaç altında bir yer (25) veya bir mağara 35 veya bir saz
kulübe (21; Lev. 42,1), tapınım yerleri yani taşralı sadeliğinde ve tabiat
sayesinde tehdit altındaki faniler ile, sadece bir kaya sunak (22.23) etrafında
halka yapılan oyun dansı sayesinde, Herme sayesinde (24.27) taş kaide (24) ve
mutevazi adaklarla42. Buna karşılık Anadolu'da bugüne kadar bilinen sadece bir
Pan tapınağıdır: Klikia'da korykia mağarasıdır. Mağaradaki imparatorluk
dönemi belgelerne göre Pan orada da Hermes ve Nymphalarla birlikte
tapınılmıştır43. Didyma gibi önemli kutsal yer Pan'ı tanır, fakat arşiv
buluntumuz olmadan oraya çok miktarda akan yazıt kaynaklarına rağmen teke
tanrısı hakkında hiç bir şey bilmiyor olacaktık.

Böylece doğu grek fan kültüne genel bakış tamamlanmıştır: Bu yabancı


tanrı klasik dönemde Anadolu'nun Ege kıyı bölgelerinde tanınmıyor değildi;
önce işin garip olan yanı şudur ki grek esas bölgeleri dışında, ancak oralarda
hellenistik dönemde bilhassa Nymphaların himayesinde kabullenilmiş olduğu
görünmektedir. Nadiren yerli tanrısallıklara benzetilmiş ve ancak Knidos' ta
Antigonos Gonatas' dan beklenildiği şekilde bir kült kurucusu vesilesiyle
tanınmıştır.

Halk inanışında daha güçlü bir köklenme hiçbir şekilde mevcut belgelerden
anlaşılmaz. Erken imparatorluk dönemine ait Tralleis'ten olan rölyef parçası
Nymphalar için (27) olan tapınım yazıtı ile halk inanışında kök salmış tapınım
rölyeflerinin tipolojisinden değil, aksine Pergamon (9.25)44 ve Prusias (24)'tan
olanlar gibi geç hellenistik bukoliğin (çoban şiiri) suni çevresinden ve
ahenginden anlaşılacaktır. Bu geç hellenistik döneme ait eserler, terrakotta
grubu 31 ve yaldızlı çanak 32 ile beraber kapsamında Pan'ın içeriği itibarıyla
anlamsız figürlere dönüştürüldüğünü (12 a-e. 28.29.33.37.38) gösterirler.
Bunlardan kesin imparatorluk dönemi kült belgeleri olan 16.17. ve 18 rölyefler,
aynı zamanda daha az güvenirliğe sahip olan Pan resimleri 15.35. ve 3645
ayrılmalıdıı;. Pan başının veya maskesinin diğerlerinin başları ortasında
kullanımı, özellikle Dionysos karakteri yaldızlı çanaktan 32 itibaren, bir diğer
thrakia örneğinde46 olduğu gibi geç imparatorluk dönemi mimari rölyef
frizlerinde görülür (37.38). Aphrodisias'tan tiber maske frizi bu arşitrav frizi

42. Bkz.Roscher, ML IIIil. 1462 Nr.6; Brommer RE a.g.m.s.992


43. Buna ek olarak da J.Keil, Wiener BHilter für die Freunde der AntikeS, 1928, 58:
Weihinschrift an Pan und Hermes; RE XVII s. 1566 bkz.Nymphai; Brommer a.g.e.999
44. E.Ohlemutz, Die Kulte und Heiligtümer der Götter in Pergamon s.267. Krallık
dönemindeki Pan kültü içİn hiçbir inandırıcı kanıt ortaya koymamışlardır.
45. Bkz.Mendel Kat. III 604.
46. Künzl, Bjb 169, 1969,332, Şekil ıo; Burada çanak 32 üzerindeki tasvirin aksine sakalsız
ve genç.
r --_.~

Pan ve Anadolu 'da Pan Kültü 157


"
i if
için daha eski dönemlere ait etkileyici bir örnek sunar47. Bundan başka Anadolu
lahit sanatında Pan maskesi Hadrianus döneminden itibaren mevcut olmuştur
(34). Bundan dolayı dört defa çiçek dizileri taşıyıcısı olarak tekrarlanan teke
tanrısının Medusa maskeleri ve küçük Eros tasvirleri ile birlikte yeni, öbür
dünya ili ilişkili bir anlama sahip olup olmadığı sorgulanmamalıdır.

Mitolojik eklektizmden, halk inanışından değil, o halde muhtemelen sadece


Pan resminin toprak kandillerinin (12 a-e. 28.29) çok kullanılan cinsleri
üzerindeki tatbiki sanat uygulaması anlaşılmamalıdır. Aksine Pan'ı 1.S.2.
yüzyıldan itibaren sikkeler üzerine Anadolu'nun Pan resminin ana yayılma
bölgesi olarak sağlayacak şekilde yerleştiren, hemen hemen tüm Anadolu
bölgelerine ait şehirlerin sikke basımıarındaki bolluk anlaşılmalıdır48. Şayet bu
sikke basımları kü1t belgeleri olarak değerlendirilmiş olsalardı, bu teke
tanrısının daha önceki dönemlerden Anadolu' da edindiğimiz yayılışına ait bütün
diğer rivayetlere açık bir çelişki teşkil etmiş olurdu. Sikke basımları tanrıyı
göstermekle birlikte -Bithynia' dakine benzer şekilde (Bkz.Brommer RE
a.g.m.99l)- Nymphalara ait tapınım rölyeflerinde yer almaz49.

Anadolu'daki Pan Tasvirlerine İlişkin Sözü Edilen Belgelerin Listesi

Konu hakkında: A.Furtwangler, Der Satyr von Pergamon, 40. BWPr 1880,
s.27. - Roscher ML III/I, s.1347 - R.Herbig, Pan (1949) - F.Brommer, RE
Supp1.8 s.949 -İmparatorluk döneminin ortalarına ait Pan tasvirleri olan sayısız
sikke ele alınmamıştır.

i Pan, Yalnız olarak

l.Ö. Geç 5./Erken 4. yüzyıl


1-3 sikkeler üzerinde:
ı. iDYMA' dan Ön yüzde Genç Pan başı, BMC Caria 127 Lv.21.8;
kısa boynuzlu SylL Kopenhagen Caria
Lev.IO,419;
Syll.Slg.v.Aulock Karien
Taf.81,2559-2561

47. Jacopi, Monant 38, 1939, s.74. Levha ı.


48. Brommer RE, a,g.m, s,986,990.999,
49. Yalova'dan Herakles ve Nymphalara tapmım rölyefleri: A,M.Mansel, Yalova und
Umgebung, İstanbul Müzeleri Neşriatı (1936) s.76. Lev.I-5; L.Robert Anatolia 3, 1958. s,103,
Lev.20.
158 Hülya Boyana

2. PHOKAIA'dan Genç Pan başı sola dönük BMC 10nia Lev.4, 25-27;
(Küthmann: Dionysos) SyH. Kopenhagen lonia
Lev.23, 1026 (Text:102S)
aynı zamanda
Syll.Slg.v.Au1ock 10nien
Lev.6S, 2123,2124

3. LYKİA'dan Pan başı sola dönük, uzun BMC Lycia Lev. 9,6
(Limyralı Perikles boynuzlu
380/62)

4. MYRİNA'dan Terrakotta, Pan sakallı PARİS, Louvre


boynuz şeklinde kadehle, Nr.193.-Winter, Tipler III12,
yan yatar, çıplak 408,4

5. TROIA'dan Terrakotta, Pan sakallı BERLIN, ehem. Mus.


keçi bacaklan ile, Völkerkde.-Winter, Tipler
adım atmakta, çıplak IIIIl,220,2e

6. EPHESOS'dan Terrakotta, Pan sakallı, LONDON,


keçi bacaklan ve fırlatma Brit.Mus.-Higgins, Cat.I
tahtası ile dans etmekte, Nr.S60 Lev.73
postlu

HELLENİsTİK50

7. DORYLAION'dan Pan omuzunda teke ile, MARBURG, Archaol.


mermer Serninar, Env.1S4. -
Bugüne kadar
yayınlanmamış - ErhH
C,27; Negativ s.31S =
burada Lev .44.1. -
Brommer RE a.g.m.984

8. TRAPEZUNT'dan Pan heykelciliği flütü, Özel mülkiyet - Neugebauer,


üzüm salkımı ve postu Antiken in deutschem
ile bronz Privatbesitz Nr.70 Lev.31

50. Die Terrakatta Winter, Typen III,2,408,7 Provenienzgabe "Anadolu" ile Marsyas tasvir
edilmiş görünüyor. Kimi zaman karışmaktadır. Herbig, Pan 83, dpn.39, yine a.g.e.85,dpn.75.-
Anadolu' dan sikkelerde bir Pan figürü \istede gösterilmemiştir. Çünkü W.Froehner'in kataloğu
bana ulaşmamıştır.
Pan ve Anadolu 'da Pan Külıü 159

9. PERGAMON'dan Pan, ıeke bacaklı, kısa BERLİN (Doğu) Devlet


boynuzlu liriyle direğe Müzesi Vazolar-
yaslanmış, rölyef-kap- Env.4982,91.-Schafer,
Frag.kil Hellenist. Kerarnik aus
Pergamon s.76.95.96
Lev.23 E II A.

9. PHlI.ADELPHIA'dan Terrakotta, Pan ISTANBUL, Arkeoloji


(Alaşehir) sarmaşıkla donatılmış, Müzesi, Env.1688-Mendel
keçi bacaklan ile, Figür CaL.Nr.3053
flüt çalmakta,
fırlatma tahtası

10. Sanat eserleri Pan baş, Herme, BERLİN, AvP VII/2, 222
alım satımından kırmızı mermer Nr.259 şekillerle
(1880), Iwanov-
Smyrna'dan olduğu
söylenen sikke.

11. PERGAMON' dan Lamba üzerinde BERLİN (Doğu) Devlet


Pan başı, kil Müzesi Env.P.143-AvP U2,
281 Aynbasım 51.5-Schafer
a.g.e.138 Q 32

İMPARATORLUK DÖNEMİ

12. a-e. TARSUS'tan, Pan özellikle ithal edilen toprak kandillerin üzerinde,
cepheden, ellerinde çeşitli şeylerle (meyveler, fırlatma tahtası), bazen dans eder,
bazen durur veya yürürken. - Gözlü Kule kazılan, Tarsus I 114 Nr.194.195
Lev.101 v s.131 Nr.433-435 Lev.112 - Erken imparatorluk dönemi.

13. EPHESOS'dan Pan başı, mermer İZMİR, Müz.Env.673-


A.Aziz, Guide du Musee de
Smyrna (1933) Lev. 39

14. PERGAMON'dan Küçük Pan başı, kısa BERGAMA, Müz.Env.129,


boynuzlu, artributu, -Yük. 18 cm. Bugüne kadar
mermer yayınlanmamış. Burada
Lev.44,3

14b. CA VDARLI- Küçük Pan başı, genç, AFYONKARAHİSAR,


HİSAR'dan sakalsız, kısa boynuzlu, Müz. Env. 4460 - Yük. 10.5
mermer cm. - N.Fıratlı'mn nazik
Hülya Boyana
160

yardımıyla. Bugüne kadar


yayınlanmamış - Burada
Lev.44.2

15. İZMİT Pan heykeli, uzun sakallı ISTANBUL, Arkeoloji


çevresinden ve uzun boynuzlu, çıplak; Müzesi Env .1135 - Mendel
Yukarı kaldırılmış sağ Cat.II Nr.594
elinde flüt, solda fırlatma
tahtası omzunda ve ön
kolu üzerinde post, mermer

16. Rölyef, Pan flütü ve İZMİR, Müz. Env.200-


fırlatma tahtası ile, Bugüne kadar
sağında köpek. Mermer (?) yayınlanmamış. Burada
Lev.43.2

17. EPHESOS' dan Rölyef, Pan savaşçı olarak LONDON, Brit.Mus.1270-


miğfer, zırh, kalkan ve Roscher ML a.g.e.1369;
kılıç ile, Mermer Reinach, Rep.rel II 103;
Herbig, Pan 21 şek.2
Bkz.2l - Burada Lev.43.3

18. Altar-rölyef, Pan uzun KONY A, Müz. - H. v.


boynuzlu, fırlatma Gall'ın nazik yardımıyla
tahtası ile

II PAN VE NYMPHALAR

HELLENİsTİK

19. MYKALE' den Tapımm rölyefi iki BERLİN (Doğu)


yıkanan Nympha ile Dev.Müz.Env. 1685-
Pan büstü Blümel' e ayn basımda
Schuchhardt s.23 Şek. 1

20. LAMPSAKS'dan Tapınım rölyefi Hermes VİY ANA Nr.86 Ark.-epigr.


(7) ve dans eden Nymphalar Mittl 1877, s.4 Lev.l;
ile, Pan flütü ile Feubel, Die attischen
Nymphenre1iefs und ihre
Vorbilder XIII 41 Nr.25;
Fuchs, AM 77, 1962, 244,
Ek 66,2
Pan ve Anadolu 'da Pan Kültü 161

21. KNİDOS'tan Tapınım rölyef parçaları LONDON,


Pan üç Nympha'nın Brit.Mus .1344. -Feubel,
koro başı a.g.e.63 B3; Fuchs, Die
Vorbilder der neuattischen
Reliefs, ldl 20. Ayn bas. 29
- Burada Lev.42,1

22. DIDYMA'dan Tapınım rölyefi 21.23 VERSCHOLLEN - Bugüne


tipine bak kadar yayınlanmamış -
Burada Lev.42,2

23. İZMİR sanat Tapınım rölyefi 21.22 OXFORD, AshmoleanMus.


eseri alım satımından tipine bak; Nymphalara 1929-161.-Hutton, lHS 49,
(1929) adak yazıtı ile 1929, s.240 Lev.14,1;
Beazley, lHS 50, 1930,
s.140; Feubel, a.g.e. s.61,
Ek 4; Fuchs, a.g.e. s.28.
Burada Lev.43,1

24. PRusİAS AD . Manzara rölyefi, satyr BERLİN (Doğu)


HYPİUM'dan oturmakta, Nympha ve Dev.Müz.Env.
Panherme 184l-Blümel, a.g.e. s.27,
Şekil 3

PERGAMON' dan Manzara rölyef parçası BERGAMA- Altmann,


- Pan bir ağaç altında AM 29, 1904, 189 şek.22;
AvP VII/2 Nr.367 m.şekil

26. TROİA'dan Terrakotta -Arnla, ISTANBUL, Ark.Müz.


Nymphe, Satyr ve Pan D.Burr- Thompson, Troy
Suppl 3, 142 Nr.293 (Aynı
zamanda Nr.294 içinde
muhtemel) Lev.57

İMPARATORLUK DÖNEMİ

27. TRALLEİS' den Tapınım rölyef parçası, BERLİN (Doğu)


Panherme önünde yıkanan Dev.Müz.Env. 1554-
Nymphalar çöme1miş; Brommer, RE a.g.m.983, 3
Pan'a (? ve) Nymphalara - Blüme1 a.g.e. s.24, şek.2
sunu yazıtı ile
162 Hülya Boyana

28. TARSUS'Tan Pan, uzun sakallı ve uzun Gözlü Kule'deki kazılar;


boynuzlar, sağ elinde Tarsus 1115 Nr.196
fırlatma tahtası, solunda Lev.lOl
Nympha? Kandil, kil

29. TARSUS'Tan Pan ve profilde dişi büst, a.g. 111 Nr.162 Lev.99
Pan kısa sakallı, kandil, kil

III PAN VE MİTOLOJİK FİGÜRLER

HELLENİsTİK

30. PERGAMON' dan Pan başı; genç, solda BERLİN (Doğu) Dev.Müz.
boynuz frizi; AvP III/2, 203n 70, Atlas
Telephosfrizi görülmekte Lev. 32,2 (Winnefeld)

31.pRİENE' den Terrakotta grubu, Pan BERLİN 8627 - Wiegand


Eros'a flüt çalmayı Sehrader, Priene 346
öğretirken şek.407 - Winter, Typen
III/2, 409,3

32. Anadolu'dan Pan maskesi, uzun sakallı, TOLEDO, (Ohio) Sanat


uzun boynuzlu dionistik Müzesi, Vermeule, Roman
çevre içinde silen Imperial Art in Greeee and
maskeleri ile gümüş Asia Minor 131 şek. 72e
yaldızlı kadehlerle (s.141)

İMPARATORLUK DÖNEMİ

33. APHRODİs1AS'tan Kaplıcalarda sarmaşık İSTANBUL, Ark.Müz.Env.


sütun üzerinde Pan 2272 - Mendel Cat. II
figürü, mermer Nr.493. Squareiapino, La
Seuola di Arfrodisia Lev.19
(aşağıda solda: çanak
yaprağı altında)

34.IASOS'dan 4 Pan maskesi uzun sakallı, İSTANBUL, Ark.Müz.


uzun boynuzlu, Medusa Env.513. -Mendel C at.III
maskeleri ile birlikte; bir Nr.1158 - Wiegartz,
çiçekle donatılmış lahitin Kleinasiatisehe
kenarlarında Siiulensarkophage (ıst
Forseh 26) 179 Nr.38
Lev.15a
Pan ve Anadolu'da Pan Kültü 163

35. TROİA'dan Pan mağarada dans Dörpfeld, Troja und llion II


ederken; bir Lupa Ek.53,1
Romana'lı kabartma
madalyonun alt kısmı.
Mermerblok

36. ANKARA Pan, uzun sakallı, ISTANBUL, Ark.Müz.Env.


çevresinden Dionysios'un muhafızlan 1988- Mendel Cat.I1I
olarak bir pantere binmiş Nr.1392
olan bir silen ile birlikte
yürürken, heykelcikler
grubu, mermer

37. İKONİON'dan Pan maskesi, uzun sakallı, KONYA, Müze - MAMA 8


Satyr (7) maskesi ile (1962) 53 Nr.300 Lev.13
birlikte uzun boynuzlu, (hatalı şekilde "dişi baş"
architray rölyef olarak nitelendirilmiş)
Bkz.H.v.Gall

38. URFA'dan Pan maskesi, uzun İSTANBUL, Ark.Müz.Env.


(Edessa) sakallı, uzun boynuzlu, 1421.-Mendel Cat.II Nr.292
dionistik çevreden olan
kafalar ve aletlerle birlikte,
Frizrölyef, kireçtaşı
164 Hülya Boyana

Resim ı. LONDON Britisches


Museum 1344. Aus Knidos

Resim 2. VERSeHOLLEN. Aus Didyma


Pan ve Anadolu'da Pan Külıü 165

Resim 3. MARBVRG Arehaol. Seminar Inv. Resim 4. AFYONKARAHISAR Museum Inv.


154. Aus Dorylaion 4460. Aus Çavdarlıhisar

Resim s. BERGAMA Museum Inv. 129. Resim 6. BERGAMA Museum Inv. 431
Aus Pergamon Aus Pergamon
166 Hülya Boyana

Resim 7. OXFORDAshmolean Museum 1929.161

Resim S.IZMIR Museum Inv. 208 Resim 9. LONDON Britisches Museum 1369.
Aus Ephesos
ABDÜLHAMİD'İN SELANİK'TEN
İSTANBUL'A ALMAN GEMİSİ İLE NAKLİ
"Alman Belgelerine Göre"

Celalettin YAVUZ

31 Mart Olayı ile birlikte Abdülhamid'in hal'i için gereken çarklar hızla
, , dönmeye başlar. Sultan Abdülhamid hakkında karar vermek üzere 26 Nisan
1909 tarihinden itibaren ayan ve mebusan gurubunun üyeleri birer birer
İstanbul'da toplanmağa başlar. 27 Nisan sabahı Mebuslar Meclisi'nin başkanlık
salonunda eski başkan Ahmet Rıza Bey'in de katılımıyla Meclisi Milli Reisi
Said Paşa, Şeyhülislam Mehmed Ziyaeddin Efendi ve meclisin fıkıh ve şeri
konularda bilgi ve tecrübe sahibi elemanlan bir araya gelerek görüşmelere
başladılar. ı Daha sonra bu toplantıya Şeyhülislamın daveti ile fetva emini Hacı
Nuri Efendi'nin de katıldığı görüldü. Aynı gün ikindi namazını takiben toplanan
meclis, meclis başkanı Said Paşa'nın meclis oturumurnun gizli yapılmasını
teklifini ittifakla kabul etti. Daha sonra verilen fetvaya uygun olarak Sultan
Abdülhamid II'nin tahttan indirilmesine ve yerine veilaht Reşat Efendi'nin
V.Mehmed ünvanıyla Osmanlı tahtına çıkarılmasına karar verildi. 32 yıl 7 ay 13
gün süren Abdülhamid'in saltanatı kendisine 7 kez sadrazamlık yapmış olan
Said Paşa'nın başkanlığındaki meclis tarafından sona erdirilmişti."

Durumu Abdülhamid'e bild~rmek üzere Ayan ve Mebusan Meclisleri'nden


birer heyet seçilmişti. Bu heyetin içindeki Tiran'lı Esat Paşa "Seni millet
azletti!" diyerek padişahın "Hal edilişini" duyurmuştu.] Aynı gün Abdülhamid
Selanik'e gönderilmek istenir. Baş katip Ali Cevad Bey Selanik'te bir konağa
yerleşeceğini ve buna göre hazırlıklar yapılması gerektiğini haber verir. Ferik
Hüsnü Paşa başkanlığında ve içinde Jandarma Miralayı Galip Bey (Daha sonra
Galip Paşa) ile ilerde ismi yakın tarihimizde sıkça geçecek olan Ali Fethi

1. Kutay, Cemal; Osmanlıdan Cumhuriyete Yüzyılımızda bir İnsanımız; ILCilt; 5.204-205


2. a.g.e., 5.206
3. Bozdağ, İsmet; Abdülhamid'in Hatıra Defteri; 5.121
Celalettin Yavuz
168

(Okyar)'nin de bulunduğu bir heyet Abdülhamid'i saraydan almak ve gara


götürmek üzere gelmiştir.4 Aslında çırağan Sarayı'nda hayatının geri kalanını
geçirmek arzusu içinde olan Abdülhamid'in arzusu heyet başkanının
"Tereddüde mahal yoktur, vakit geçirmeyelim. Meclisi Mebusan ve Ayan'ca bu
lüzum tasdik edilmiştir. Bu karar icra olunacak." ifadeleriyle yerine
gelemeyecektir. Daha sonra Abdülhamid'in küçük yaştaki oğlu Şehzade
Abdünahim Efendi'nin sabah vaktinde gitme teklifi ve ardından da bir süre
daha devam eden sözlü mukavemeti de sonuç üzerinde etkili olamayacaktır.5
27-28 Nisan 1909 tarihinde Salı' yı Çarşamba'ya bağlayan gece Abdülhamid
gecenin ilerleyen bir saatinde Sirkeci'de hazırlanmış olan özel bir vagona
yerleştirilerek Selanik'e gönderildi.6 Abdülhamid yaklaşık üçbuçuk yıl sürecek
"Sürgün Hayatı"nı Selanik'teki "Alatini Köşkü'nde" geçirir.

Alatini Köşkü aslında italyan uyruklu bir un tüccarı olan Alatini ismindeki
varlıklı birine ait iken daha sonra Abdülhamid'in ikameti maksadıyla ondan
satın alınarak adı "Ordu Köşkü" olarak konmuştur.7 Denize nazır güzelce bir
yerde yapılan Alatini köşkündeki ilk gün, Abdülhamid'in anlatımıyla tam bir
perişanlıktı. İlk gece Abdülhamid ve ailesine kuru pilav ve yoğurt çıkanlmıştır.
Selanik Valisi'nin Abdülhamid'in şahsı için gönderdiği yemeği ise sabık sultan
geri göndermişti. Abdülhamid hatıralarında, Alatini Köşkü'ndeki ilk akşam
kendilerine kurulan sofrada çatal, bıçak, kaşık ve bardak olmadığı için elle
yemek yediğini zikretmektedir. Keza sabık padişah o akşam iki eski koltuğu
birbirine yaklaştırıp yatak yaparak uyumaya çalıştığını, sadece kendi odasında
bir mum bulunduğunu, kapının üzerlerine kilitlendiğini ifade etmektedir.8

Alatini Köşkü'ndeki ikamet sırasında muhafız grubunun başında önceleri


Binbaşı Ali Fethi (Okyar) Bey varken daha sonraları Yüzbaşı Vasıf Bey bu
göreve getirilir. Hatta bu görevlendirme o zamanlar 38 nci Nizamiye Alayı'nda
görevli olan Vasıf Bey'e kolordu kurmay başkanlığı heyetinde bulunan
Kolağası Mustafa Kemal tarafından duyurulmuştur.9 Vasıf Bey'in anlattıklarına

4. Galip Paşa'nın Hatıraları No:3; Hayat Tarih Mecmuası; i Ekim 1966, Yıl 2, Sayı 8; S.
77-83; Ayrıca, Bozdağ, İsmet; a.g.e. S.125
5. Galip Paşa'nın Hatıraları; Hayat Tarih Mecmuası; i Ekim 1966, Yıl 2, Sayı 9; S. 80-88
6. Kutay, Cemal; a.g.e., S.209
7. Kutay. Cemal;Türk İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi; Cilt 17; S. 9505; Ayrıca, Yasıf
Bey; Alatini Köşkü-Sultan Hamid'in Muhafızıydım; Hayat Tarih Mecmuası, Yıl 2,Cilt 2, Sayı i i;
S.24; Ayrıca, Danişmend, 1. Hami; 3 i Mart Yakası; S.242 : Bu eserde Alatini Köşkünde o
sıralarda Jandarma tensikatında görevli Robilan Paşa'nın İkarnet etmekte olduğu ve III.Ordu
Komutanı Hadi Paşa'nın ricası ile Robilan Paşa'nın köşkten taşındığı yazılmaktadır.
8. Bozdağ, İsmet; a.g.e., S. i 27
9. Yasıf Bey; a.g.e., S. 24
Abdülhamid'in Selanik'ten Istanbul'a Alman Gemisi ile Nakli 169

~, ' göre sabık sultanın günleri genellikle roman okutturarak ve ağaç oymacılığı ile
" '
marangozluk yaparak geçmiştir. Abdülhamid ise hatıralarında kendilerine
gazete verilmediğinden ve dünyadan habersiz yaşamış olduklarından şikayetçi
olduğunu ifade etmektedir. ıo

Balkan Harbi'nin ayak sesleri duyulduğu sırada Türk Ordusu seferberlik


halindeydi. Türk Donanması da dikkat çekici bir hareketlilik içindeydi.
Kullanılabilir durumdaki gemi ve botlar Çanakkale'den çekilerek İstanbul
Boğazı ile Karadeniz çıkışında konuşlandırılıyordu.ll Harbin çıkışından hemen
önce 50 Yunan ticaret gemisine nakliye maksadıyla kullanmak üzere el
konmuştu.l" Balkan Harbi'nin başlamış olduğunu da Selanik'in düşman tehdidi
altında olduğu günlerde öğrendiğini söyleyen Abdülhamid'in düşman eline
geçebileceği endişesi ile Bursa'ya nakledilmesi düşünülür. 13 Harbin
başlamasında kısa bir süre sonra düşülen bu durumda sabık padişahın kara ve
demiryolu yerine deniz yolu ile nakli en uygun formül olarak bulunur. Bu
maksada uygun donanma gücü ile bu gücü sevk idare edecek komuta esasları
Balkan Harbi'nde hayata geçirilememiştir. Ege'deki Yunan Donanması'nın
varlığından çekinen Osmanlı Hükümeti sabık padişahını tarafsız bir ülkenin bir
askeri gemisi ile nakletmekte çare görebilmiştir.

Bu gemi Almanya'nın o sıralarda İstanbul'da bulunan ve asıl görevi Doğu


Akdeniz'de istasyoner gemi olarak varlık göstermek olan S.M.S Loreley
gemisidir. Bu gemi komutanlığının 2 Kasım 1912 tarihli "Abdülhamid'in
Selanik'ten İstanbul'a nakli hakkında Askeri Politik Haber" başlıklı raporunda
yazılanlar şöyledir: 14

"26 Ekim 1912 akşam saat 2l:30'da Alman Büyükelçiliğinden aldığı bir
emirle S.M.S Loreley Selanik'e müteveccihen harekete geçti. Seyrin gerekçesi
i Balkan Harbi ile birlikte Selanik'in Yunanlılar'ın eline geçeceği endişesidir.
: Sürgündeki sabık sultan (Sultan Abdülhamid II) da Selanikte zorunlu ikamet
altında olup onun da Yunanistan eline geçebileceği endişesi vardır. Türk
i Donanması'ndan bazı unsurları göndererek sabık padişahı nakletmek düşünülse
de o günkü Türk-Yunan donanmaları mukayese edildiğinde emniyetli
görülmeyerek bu göreve tarafsız bir ülke gemisinin gönderilmesine karar
verildi.

i O. Bozdağ, İsmet; a.g.e., S. 131


i i. BA RM 5/1585, Belge No:4188; S. 20
ı2. a.g.e., S. 30
13. Vasıf Bey; Düşman Selanik Kapılarında; Hayat Tarih Mecmuası;Yıl 2, Cilt 2, Sayı 12; S.
78
14. BA RM 5/1585; Belge No: 4454; S. 30
Celalettin Yavuz
170

Loreley'in komutanı Alman askeri ataşe ile görüşmeyi müteakip Çanakkale


Boğazı'ndan gece geçişle ilgili işlemleri ve diğer formaliteleri konuşmak üzere
son olarak Osmanlı Dışişleri Nazın Noradunghian Efendi ile görüşür.
Abdülhamid'in güvenlik içinde nakli ile ilgili hususlar görüşüldükten sonra
Dışişleri Nazın Noradunghian Efendi Loreley'in aynı gün Dolmabahçe önlerine
intikalle sarayda Sultan'ın Birinci Kabine üyeleri ile görüşmesini de tavsiye
eder. Loreley Komutanı bir tercüman eşliğinde aynı gün 1l:30'da Dolmabahçe
Sarayı'na girer. Birinci Kabine üyeleri Halil Hurşid Bey başkanlığında toplantı
halindedir. Loreley Komutanı'nın gece Çanakkale Boğazı'ndan geçiş
kolaylıkları başta olmak üzere tüm sorularına cevap bulunmaya çalışılır.
Görüşme sırasında Abdülhamid'in iki akrabasının da gemiye alınması ve eski
sultana refakat etmesi istenir. Bunlar Abdülhamid'in damadı Arif Hikmet Paşa
ile Sultan Aziz'in damadı Şerif Paşa'dır. Her iki kişi de gece saat 03:00'te
gemiye gelir ve gemi sabah 05:00 sularında Çanakkale'ye doğru harekete geçer.

Ertesi gün görevin gizliliğinin korunması maksadıyla Almanya'nın İstanbul


büyükelçisi Osmanlı Lloyd'una gönderdiği bir not ile, "S.M.S. Loreley'in
Kızılhaç' ın malzemelerini almak üzere Rodos' a müteveccihen denize açıldığını"
bildirir.

27 Ekim günü akşam 18:00 sularında Çanakkale Boğazı'na giren Loreley


Nara Burnu'na yaklaştığında yağmur bastırmıştır. Nara Koyu'nda gemiye bir
Türk subayı gelir ve S.M.S. Loreley'in geçiş izni konusunda kendisine ulaşan
bir haber olmadığını söyler. Nara Koyu'ndan Çanakkale önlerine hareket edilir
ve muhtemel bazı haberleri almak üzere gece yarısına doğru demirlenir. Gemiye
gönderilen bir memur geceleyin mayın maniaları arasından geçiş konusunda
Loreley'in komutanı'nı uyarır. Bunun üzerine Loreley'in Komutanı 29 Ekim
sabahı hareketle mayın maniaları arasından geçmeye karar verir. Veertesi sabah
saat 06:00'da hareketle bir rehberlerne botunun peşinden mayın maniaları
arasından geçilerek Selanik Körfezi'ne doğru seyredi1ir. Selanik Körfezi'ne
girişte Karaburun dışında engel bulunmamaktadır. Karaburun'da uyarı atışı
yapılır ve işaret istasyonu tarafından geminin durması için işaret verilir. Bir
rehber teknenin peşinde, S.M.S. Loreley'in daha önceki Selanik'e
giriş/çıkışında rastlamadığı mayın maniaları arasından geçilerek yaklaşık
öğleden önce 10:00 sularında Selanik önlerine demirlenir. O sırada Selanik
Limanı'nda muharebe yeteneği bulunmayan iki eski Türk savaş gemisi de
yatmaktadır. "

Balkan Harbi başlayalı henüz bir hafta bile olmamışken yaşanan bozgun ve
Selanik'in düşman eline geçme tehlikesi taşıması İttihat ve Terakki yanlısı
Abdülhamid'in Selanik'ten Istanbul'a Alman Gemisi ile Nakli 171

subaylarda hayal kırıklığı yaratmış, hatta bazıları inanmakta güçlük çekmişti. O


sırada Abdülhamid'in Alatini Köşk'ündeki muhafızı Vasıf Bey de bu olaydan
hayal kırıklığının ötesinde kuşku duyan kişilerden biriydi. Kendisine
Abdülhamid'in Bursa veya civanna nakledilmesi ile ilgili bilgi Vardar
Ordusu'ndan ulaştığı sırada duruma inanamamış ve ellerine resmi bir belge
ulaşmadığından bu haberin Abdülhamid'in Bursa yada İstanbul bölgesine
götürülmesi için uydurulan bir bahane olarak değerlendirmişti. Hatta hükümetin
hiçbir hüsnü kabul görmeyen bu kararı Abdülhamid'i tekrar tahta çıkarmak için
atılmış bir adım olarak dahi yorumlanabilmişti.15 Hükümet, Abdülhamid' in
Selanik'ten naklini kararlaştırdığında Sultan Reşad öncelikle Abdülhamid'in
şahsen muafakatinin alınmasını istemişti. 16 Buna karşılık harbin gidişatını
,• öğrenen Abdülhamid, kendisini Selanik'ten ayrılması için bizzat Alatini
Köşkü'ne kadar gelmiş olan Vardar Ordusu Komutanı Ali Rıza Paşa'ya da
direnerek Selanik'ten ayrılmak istemediğini söyleyecektir. Hatta "hal edilmiş
olma"nın vermiş olduğu hiddetle Ali Rıza Paşa'ya; "...Allah devletimi bu hale
getirenleri kahretsin. Zati Şahaneye iblağ ediniz, ben Selanik'ten çıkmayacağım.
Mukadderse, düşmanla savaşarak son nefesimi vermek, bir Osmanlı hanedanı
mensubu olarak hakkımdır. Bunu hiç kimse elimden alamaz." diyecektir.I?

Arif Hikmet Paşa, 29 Ekim günü öğleden sonra Loreley'in komutanına


Abdülhamid'in ertesi gün sabah 09:00'a doğru gemiye çıkacağını, bu maksatla
geminin eski sultanın ikamet ettiği Alatini Köşkü karşısına geceleyin
demirlernesini söyler. Gemi komutanı ise bu durumun görevin gizliliğini açığa
vuracağı gerekçesi ile söz konusu dahi olamayacağını ifade eder ve gemiyi
ertesi sabah Alatini Köşkü'ne pek uzak olmayan Alman Konsolosluğu önüne
demirler.

Hatıralarında o geceyi uyumadan geçirdiğini yazan Abdülhamid, sabah


namazından sonra dürbünle limanı seyrederken Alman gemisini farkeder.
Yanına gelen hizmetkar Nuri Ağa da geminin geliş haberini verir.IS Aynı gün
bir deniz vasıtası ile Loreley'in komutanı Alman Konsolosluğu'na giderken
i Damat Hikmet Paşa ile Damat Arif Hikmet Paşa da Alatini Köşkü'ne gelir.
Abdülhamid o "kederli günler"in de iki yakınının gelmesinden duyduğu sevinci
i i hatıralarına kadar yansıtacaktır. Abdülhamid Selanik'ten nakledilme konusunda
i " kendisine refakat için gelmiş olan iki saray paşasına da bir süre direnmişse de
i i '. bahse konu şahısların harbin vehametini bilinen tüm açıklığı ile anlatmaları,

LS. Vasıf Bey; Düşman Selanik Kapılarında; S. 78


i 6. Kutay, Cemal; Osmanlıdan Cumhuriyete Yüzyılımızda Bir İnsanımız; II. Cilt; S. 284
17. Bozdağ, İsmet; a.g.e., S. 161; Ayrıca. VasıfBey; Düşman Selanik Kapılarında; S. 78
18. Bozdağ, İsmet; a.g.e. S.161
Celalettin Yavuz
172

Selanik-İstanbul demiryolunun kesildiğini vb. söylemesiyle yumuşayarak


Selanik'ten ayrılmaya rıza gösterir.

Bu sırada Alatini Köşkü'nde olan bitenden habersiz olan Loreley'in


komutanı, Abdülhamid'in Selanik'ten İstaıibul'a nakledileceğini gemi Selanik'e
varıncaya kadar gemide kendisinin dışında haberdar Alman personel
bulunmadığı ve kendisinin Alman Konsolosluğunu ziyaret edip dönünceye
kadar da iki Türk refakatçi dışında gemiden ayrılan olmadığı halde, durumu
bilmeyen kalmadığını öğrenir. Alman Başkonsolosu Schwörbel'in Loreley
komutanına söylediğine göre, S.M.S. Loreley'in Selanik'e geliş maksadı tüm
Selanik tarafından zaten bilinmektedir.

Bu yüzden gemi komutanı Abdülhamid'in yakınları olan iki refakatçi


Türk'ün Selanik'e geliş maksadının gizli tutulmasıyla ilgili olarak kendisi ve
Alman Konsolosu tarafından yapılan uyanlara dikkat etmedikleri kuşkusuna
kapılacaktır. Loreley'in kayıtlarına göre sabık padişahın gemiye nakli
konusunda çevrede yapılan hazırlıklara bakılırsa gizliliğin temini de mümkün
değildir. İskeleden Alatini Köşkü'ne kadar olan yol askerlerle kordon altına
alınmıştır. Osmanlı Deniz Kuvvetleri'ne ait bir bot subaylarla donanmış,
köşkün bulunduğu cadde temizlenip paklanmıştı. Bu yüzden ertesi sabah
10:00' a doğru sabık padişahın iskeleye gidişi sırasında insanların bu cadde
yakınındaki evlerin pencerelerinde karıncalar gibi kaynaşması, hiç de mucize
sayılmaz diye yazılacaktı.19 Loreley'in kayıtlarına göre, Loreley'in komutanı bu
hatırı sayılır konuğu n kullanabilmesi için gemide bazı yerleri boşalttırır. Şehirde
büyük bir yiyecek sıkıntısı olmasına rağmen, 30 kişiye 5 gün yetecek erzak
almayı başarır. Gemideki gözcü ve muhafız görevlilerini güçlendirir, toplar ve
cephanelerini atışa hazır hale getirtir. Loreley komutanına göre, sultana karşı
Alman bayrağı altında herhangi bir teşebbüse meydan vermemek için bunlar
alınması elzem olan tedbirlerdir.20 Loreley kayıtlarında yazılanlar şöyledir :21

Sabık padişahı gemiye getirmek üzere Loreley komutanı ayrıca bir subayını
bir kik ile kotranın peşinden sahile gönderir. Saat 10'a doğru kik Abdülhamid'i
gemiye getirir. Loreley Komutanı subayları ile birlikte eski padişahı gemi
iskelesinde selamlayarak karşılar. Törenle ilgili tüm formaliteler uygulanır.22

19. BA RM 5/1585; Belge No:4454


20. BA RM 5/1585; a.g.b.
21. BA RM 5/1585; a.g.b.
22. Bozdağ. İsmet; a.g.e.; S. IM'de Abdülhamid'in anılarına dayanılarak yazılanlara göre;
Abdlilhamid'in Loreley gemisine çıkışını müteakip yapılan selamlamadan sonra gemi komutanı.
"Gemi emrinizdedir majesteleri. Nereye gitmek istiyorsanız oraya hareket etmek için
imparatorLImdan şahsi emir aldım." Şeklinde konuşmuştur. Abdülhamid de bu konuşmaya
teşekkür ederek, "İstanbul' a" şeklinde cevap vermiştir.
!
t i

li
i
i

Abdülhamid'in Selanik'ten Istanbul'a Alman Gemisi ile Nakli 173

Loreley komutanı'nın notlarına göre 67 yaşında olduğu bildirilen Sultan


Abdülhamid, komutan tarafından ilk kez görülmüş olduğu 1901 yılına oranla
daha sağlıklı ve dinç görünmektedir. Kıyafeti ise yoksul bir görünüme sahiptir.
Eskimiş bir sivil elbise, kirli bir gömlek ve bir lastik yaka vardır üzerinde.
Ezilmiş yaşlı bir insan etkisi görünümündeki bu kişi, konuştuğu zaman dost ve
i çekingen görünümüne rağmen insanlar üzerinde derin etkiler bırakan, ama aynı
zamanda hinlik düşünen bir insan izlenimi yaratıyordu.

-Abdülhamid iskelede Loreley komutanı'nın elini hararetle sıkarken


kendisini götürmeye geldikleri için teşekkür eder. Aynca: "Alman imparatoru
hazretlerine sağlığımla ilgilendiği için kalpten şükranlarımı sunarım." der.
Loreley'in komutanı konuğuna, kendisini ve mahiyetindekilerin ikameti için
ayrılmış olan subay salonuna kadar refakat eder. Burada Abdülhamid LoreIey'in
komutanına dönerek tekrar: "Alman imparatoru hazretlerine, bana iyi ve kötü
i günlerde bahşettiği dostluk için teşekkür ettiğimi lü~fen bildiriniz" der.
i Loreley'in komutanı sabık padişahın bu sözlerindeki samimiyetine ve
'Selanik'ten naklediliyor olmasına memnun kalmış olduğunu hisseder ve sultana
Loreley gemisindeki mevcudiyetierinin ne denli önemli olduğunun idraki içinde
olduklannı, gemideki günlerinin mümkün olduğu kadar memnuniyet verici
olması için elinden geleni yapacağını ifade eder.

Abdülhamid 12 kadın ve 7 yaşındaki oğlu Abid Efendi ile gemiye yerleşir.


~ynca dört subay, yedi hizmetli mevcuttur. Refakat maksadıyla gemiye
"
stanbul'da katılmış olan iki saray paşası akraba ile iki hizmetçinin de hesaba
~
atıldığında Loreley'le Selanik'ten dönen Türkler'in sayısı 25'i buluyordu.~3

i Abdulhamid ve eşleri geminin kıç tarafındaki subay salonu ile hemen


'kınındaki iki subay kamarasına yerleşmişti. Büyükelçi kamarası ile komutan
s lonu da diğer erkekler ve subaylara tahsis edilmişti. Abdülhamid yemeğini
e leri ile birlikte subay salonunda yerken, gemi komutanı da diğer Türkler ve
s 'baylan ile komutan kamarasında yemişti.

i S.M.S. Loreley 30 Ekim günü öğleden sonra saat 15:00'e kadar demirde
kclmış, saat 15:00'te gemi demir alarak hareket etmeden hemen önce Alman
K nsolosu Dr. Schwörbel gemiye gelmiş ve gemi komutanı Dr. Schwörbel'i
A dülhamid'e takdim etmişti. Abdülhamid Dr. Schwörbel'e hitaben yapmış ii
ole uğu konuşmasında da Alman imparatoruna olan derin şükranlannı iletmesini

23.
Bozdağ, İsmet a.g.e.; S. 164'de Abdülhamid ile birlikte Lerdey'e gelen subaylar arasında
adı daha sonraki yıllarda Atatürk'ün yanında anılacak olan Yüzbaşı Salih (Bozok) da
buh nmaktadır.
Celalettin Yavuz
174

istemişti. Gemi Selanik'ten ayrılırken muhtemeldir ki Abdülhamid'in aile efradı


tekrar İstanbul' a dönüyor olmalarını sevinçle karşılamıştı. Oysa Vasıf Bey gibi
subaylar bir taraftan Balkan Harbin'de kısa bir sürede uğranılan büyük
bozgunun, öbür taraftan sabık da olsa bir Türk hakanının kendi devlet imkanları
yerine çaresizlik içinde başka ülke bayrağının altındaki gemi ile kaçırılışı
etkisiyle çok acı hatıralarla Selanik'ten ayrılıyordu. Üstelik Loreley gemisi
kayıtlarında her ne kadar nazik oldukları izlenimi yaratan yazılar varsa da, tam
tersine Vasıf Bey; Almanlar'ın "nazik ruhlu olmadıkları" gerekçesiyle bilinçsiz
olarak yaptıkları hoyratlıktan dolayı duymuş olduğu rahatsızlığı hatıralarında
yazmadan geçemeyecekti.24

Alman gemisi her şeye rağmen Selanik'e zamanında gelerek Abdülhamid'i


nakletmiştir. Abdülhamid'in Selanik'ten ayrılışı iki gün daha gecikmiş olsaydı
sabık Osmanlı Hakanı muhtemelen Selanik'e giren Yunan askerlerine esir
düşecekti.25

31 Ekim sabahı saat 10:00 sularında Limni Adası'nın Mondros Körfezi'ni


bordalayan Loreley, her biri bir vapuru kontrol etmekte olan iki Yunan
muhribini farkeder. Thyella sınıfı bir muhrip bir İsveç vapurunu, Aspis rtmhribi
de Amerikan vapuru Maine'yi alıkoymuştur. Gemilerin topları yöneltilmiş ve
atışa hazır vaziyette idi. Aspis muhribi S.M.S.Loreley'in 500 metre yakınından
geçerken sakin görünen personelince Loreley selamlanmıştı. Bu esnada
Loreley'in komutanı çok önceden gemideki Türk konukları alt güvertelere
yerleştirmişti.26 Yaklaşık sekiz deniz mili daha seyretmeyi müteakip Çanakkale
Boğazı önlerinde Nike sınıfı üç Yunan muhribinin karakol yapmakta olduğu
görünür. S.M.S. Loreley'in komutanı güneş batmadan önce Çanakkale
Boğazı'ndaki mayın maniaları arasından geçmeyi planlamaktadır. Saat 16:20
civarında Boğaz girişine yaklaşır ve İşaret istasyonu ile de haberleşme
sağlanarak çok ivedi bir rehberlerne vasıtası istenir. Ancak sonucu olumsuzdur.

Bir saat sonra bir subay ile bir bot yaklaşır. Loreley'in komutanı bir an
önce rehberlerne botunu takiben mayın maniaları arasından geçmeyi ümit
ederken, Türk botundaki subayertesi sabah geleceğini söyler. Bu arada hava da
karam ve akıntı şiddetinden dolayı deniz fenerleri ile markalamanın ai olduğu
ve tehlikeli addedilen bu yerde demir yeri bulma mecburiyeti ortaya çıkar. Gemi

24. Vasıf Bey, Düşman Selanik Kapılarında; S. 80


25. Kutay, Cemal; .a.g.e.; S. 9948
26. Vasıf Bey; a.g.e.'de anlatılanlara göre Vasıf Bey o esnada Yüzbaşı Salih ile güvertede
dolaşırken geminin IL.K. tarafından azarlanırcasına ikaz edilmiş ve kalpaklarının çıkarılmasının
gerektiğini söylenmiştir.
Abdülhamid'in Selanik'ten Istanbul'a Alman Gemisi ile Nakli 175

komutanı bulunduğu yerde demiri atar. Bu demirlerne işi ise gemiye gelen Türk
subayının hiç hoşuna gitmemiştir. Zira, S.M.S. Loreley'in bulunduğu mevki
itiban ile bir müstahkem mevkiini toplanyla tehdit eder konumda olup, usulen
orada demirli kalmaması icap etmektedir. Bu durum ise S.M.S. Loreley'in
komutanının sabnnın taşmasına neden olur. Komutan, o zifiri karanlık havada
ve üç mil şiddetindeki akıntıda kımıldamak istemediğini ve başka demir yeri
arayamayacağını söyler. Bu arada gemideki Türk konuklara da, S.M.S. Loreley
söz konusu görevi nedeniyle kendilerine gösterileceğine dair Türk
i
i Hükümeti'nce söz verilen kolaylıkların eksikliğini vurgulayarak, bu kez artık
.~

gerekli olduğunu ifade etmeye çalışır. Durumu ve hoşnutsuzluğunu


Abdülhamid'e de söyler. Ancak, sabık padişahın bu konuda hangi tarafı suçlu
bulduğu konusunda pek renk vermediği gemi komutanı tarafından da farkedilir.
Surların projektörü o gün gece boyunca devamlı -yanmıştır.

Ertesi sabah saat 06:00'da hareketle S.M.S.Loreley bir rehberlerne botunun


Ldümen suyunu takiben mayın maniaları arasından geçerek Çanakkale'ye ulaşır.
\. Çanakkale'de vali ve Alman Konsolosu Christides bir tekneyle gemiye gelir.
Gelenler önce Abdülhamid'i selamlarlar ve daha sonra da Alman büyükelçisinin
i

bir mesajı S.M.S. Loreley'in komutanına verilir. Bu mesajda geminin gece


( karanlığında İstanbul'a intikali ve Çırağan Sarayı önlerine demirlernesi talimatı
verilmektedir. Alman Konsolosu Christides'in Loreley'in komutanına
söylediklerine göre Loreley'in bu görevi hakkında tüm haberler, İstanbul'dan
ayrılışını takip eden günden itibaren gizlice basılıp dağıtılmıştır. Asıl ilginç
olanı da "tüm bu haberlerin bizzat Bab-ı Ali tarafından çıkartılmış olması"ydı.
Gemiye taze yiyeceğin ikmali ile birlikte İstanbul'a doğru tekrar intikale
geçilir.2?

i. S.M.S. Loreley'deki seyir sırasında Abdülhamid nadiren güverteye


r çıkıyordu. Havalann güzelolduğu zamanlarda bile genellikle kıç taraflarda
i L subay salonu girişinde oturup, sigara içer ve diğer Türk erkekleriyle sohbet
i i
i II 'derdi. Bu yüzden onu görmek ve konuşma imkanı bulmak pek nadirdi.
! ıoreley'in komutanı o sabah fırsattan istifade ile bu değerli konuğu görür.
\ bdülhamid iyi olduğunu ve çok iyi uyuduğunu söyler. Gemi komutanı
I, bdülhamid'in doğru söylediği ve Selanik'te korku dolu günlerden sonra
i L
.M.S. Loreley'de bulunmaktan duyduğu mernııuniyetin hissedilebilir olduğunu
ifade etmektedir. .

27. Vasıf Bey; a.g.e.; S. 81; Vasıf Bey'in anılanna göre Çanakkale'deki yiyecek ikmali geç
gldiği için henüz yeni mutasarrıflık görevine başlamış olan görevli de Alman komutanının
lı şmmdan nasibini alacak ve yavaş hareket edildiği gerekçesiyle azarlanacaktır.
Celalettin Yavuz
176

Seyrin sonu yaklaşırken ve konuklar gemide gezinirken .Loreley'in


komutanı sabık sultanın eşlerinden her birine üzerinde S.M.S. Loreley'in
fotografı olan birer saç bandını ve. minyatür can simidini hatıra olarak takdim
eder. Bu küçük hediyeler büyük bir memnuniyetle kabul edilir, dostlukları da
güçlendirir.

Akşam yemeğinde gemi komutanı sabık Osmanlı Sultanı hakkında övgü


dolu ifadelere yer verir. Ayrıca, gemideki bu değerli konuklanna sakin bir
akşam geçirmelerini diler. Komutanın sözleri Türk erkek konukları tarafından
sevgi ve memnuniyetle karşılanır. Şerif Paşa; sabık padişah da dahil S.M.S.
Loreley'le seyir esnasında kendilerine gösterilen üstün görevanlayışına şükran
sözleriyle cevap verir. Herkes adına geminin konukseverliği ve içten davranışı
nedeniyle teşekkür eder.

2 Kasım sabah saat 03:30 sularında İstanbul Boğazı önlerine yaklaşılır ve


Alman büyükelçisinin talimatı doğrultusunda o zamanlar yanmış olan çırağan
Sarayı önlerine saat 04:00'te demirleİlir. Saat 05:00'e doğru İstanbul'un askeri
valisi Mehmet Paşa ve beraberindeki bir emir subayını taşıyan buharlı bir
tekne gemiye aborda olur.28 Mehmet Paşa, hükümetin düştüğü ve yeni
kabinenin sadrazamının Kamil Paşa olduğu haberini verir. Konuklar ayrılıncaya
kadar bir saat süre daha geçer. Loreley'in komutanı sabık padişahın S.M.S.
Loreley'den ayrılma konusunda tereddüt ettiği kanısına kapıımıştır.

Arif Hikmet Paşa gemiyi terketmeden önce Abdülhamid adına S.M.S.


Loreley'in komutanı ile subaylannın her birine sabık padişahın Loreley gemisi
subaylarına minnettarlığını ifade eden ve hatıra olarak düşünülen birer altın
yaka iğnesini takdim eder. Loreley'in komutanı da buna karşılık; padişah
hazretlerinin bu hediyelerini en içten sevgilerle kabullendiklerini ve bu
hediyelerlesultanın S.M.S. Loreley'de seyretmiş olmasının kendileri için en
değerli ve daima hatırlanacak bir olayolarak kalacağını, padişaha söylemesini
rica eder.

Nihayet Şerif Paşa Osmanlı İmparatorluğu Hükümeti'nin sözleşmesi gereği


150 Türk Lirasun S.M.S. Loreley'in eratı için takdim eder ve bunu verirken de
sarf ettiği sözler gemi komutanının reddetmesine imkan tanımaz.

Gece esnasında şiddetli bir yağmur bastırır. Abdülhamid saat 07:00'ye


doğru gemiyi terk ederken yağmur nispeten şiddetini azaltır. Gemi komutanı

28. Vasıf Bey; a.g.e.; S. 81;Alman arşiv kayıtlarında İstanbul Askeri Valisi olarak her ne
kadar Mehmet Paşa adı geçiyorsa da bu zatm Memduh Paşa olması gerekmektedir.
Abdülhamid'in Selanik'ten Istanbul'a Alman Gemisi ile Nakli 177

subaylannın veda için toplandığı borda iskelesine kadar Abdülhamid'e refakat


eder. Abdülhamid oğlu Abid Efendi'nin elinden tutarken hanımlar onlan
izlemektedir. Borda iskelesinde Abdülhamid Loreley komutanının elini avuçlan
içine alır ve "Imparator hazretlerine teşekkür ederim. Sağolun" diyerek diğer
subaylarında ellerini aynı hararetle sıkar ve kendilerini sahile götürecek vasıtaya
biner. S.M.S. Loreley'de çok iyi anılan olduğu kuşku götürmeyen Şerif Paşa ile
Hikmet Paşa' da benzer içtenliklerle Loreley personeline veda ederler ve gemi
subaylan da aynı içtenlikle karşılık verirler.

Vasıta hareket ettiğinde Abdülhamid içtenlik ve dostça ifadelerle selam


vererek el sallar. Daha sonra vasıta sabık Osmanlı padişahını müteakip
yaşamında ikametgahı olacak olan Beylerbeyi Sarayı'na bırakır. S.M.S. Loreley
ise görevi sona erdiğinden demir alarak Tophane önlerine demirlernek üzere
hareket eder... "

KAYNAKÇA:

(1) Bozdağ, İsmet; Abdülhamid'in Hatıra Defteri; Kervan Kitapçılık;


İstanbul, 1975

(2) Bundesarchiv Reichsmarine (BA RM) 5/ 1585, Belge No: 4188/4454


(Alman İmparatorluk Bahriyesi Arşivlerinden zamanın Doğu Akdeniz'deki
.Alman İstasyoner Gemisi S.M.S. Loreley tarafından tutulan gemi jurnalindeki
'notlan kapsamaktadır.)

(3) Danişmend, İ. Hami; 31 Mart Vakası; İstanbul Kitabevi; İstanbul, 1974

(4) Galip Paşa'nın Hatıralan: 3/4 ; Hayat Tarih Mecmuası 1 Ekim 1966;
iYıl 2, Cilt 2, Sayı 8; Tifdruck Matbaacılık; İstanbul

\ (5) Kutay, Cemal; Türkiye İstiklal ve Hürriyet Mücadeleleri Tarihi; Cilt 17;
t İstanbul, 1961
i
(6) Kutay, Cemal; Osmanlı'dan Cumhuriyete Yüzyılımızda bir İnsanımız;
ıL. Cilt; Kazancı Matbaacılık;İstanbul, 1992

, (7) Vasıf Bey; Alatini Köşkü - Sultan Hamid'in Muhafızıydım; Hayat


i
arih Mecmuası, Yıl 2, Cilt 2, Sayı 11/12; Tifdrock Matbaacılık; İstanbul, 1967
i. MİLLİ ARŞİv şURASı

Yılmaz KURT*

1. Milll Arşiv Şurası, 20- 21 Nisan 1998, Tebliğler- Tartışmalar, Ankara


1998, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayın Nu: 12, 743 s.

Başbakanlık Müsteşarlığı Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından


düzenlenen 1. Milll Arşiv Şurası 20- 21 Nisan 1998 tarihleri arasında Ankara'da
yapıldı. Şura'ya sunulan tebliğler söz verildiği gibi -Türkiye' de pek de alışık
olmadığımız bir hızla- üç ay içerisinde yayımlanarak yeni bir "ilk"e daha imza
atıldı. Bu yazıda tebliğlerin ve tebliğ sırasındaki tartışmaların yer aldığı l. Millf
Arşiv Şurası isimli kitabın tanıtımındançok 1. Milll Arşiv Şurası'nın
değerlendirilmesi yapılacaktır.

1980 yıllarından beri arşivlerimiz, özellikle de Osmanlı Arşivi ulusal


çıkarlamnız açısından büyük bir önem arzetmeye başladı. Gittikçe artan Ermeni
terörü ve dışişleri mensuplarımızın birer birer şehit edilmesi üzerine devlet
cevap vermek ihtiyacı duydu. İşte arşivlerimize yıllar önce verilmesi gereken
önem böyle talihsiz .ve üzücü olayların yönlendirmesi ile oldu. İstanbul
Başbakanlık Arşivi'ne yüzlerce yeni eleman alınırken Ankara'daki Tapu Tahrir
defterlerinin incelenmesi için yeni bir ekip teşkil edildi. Konu önem kazanınca
üniversitelerimizin bu konuda ne kadar geri olduğu da ortaya çıktı. Çeşitli
üniversitelerimizde arşivcilik bölümleri açılarak mesleği arşivcilik olan
elemanların yetiştirilmesine çalışıldı. 1980'li yıllardan 1998'lere böylece
gelindi.

1984 yılında çıkarılan 3056 sayılı kanunla Devlet Arşivleri Genel


Müdürlüğü yeni statüsüne kavuşturulmuş! ve. o tarihten bugüne parlak bir
çalışma grafiği sergilemiştir. Devlet Aı;şivleri Genel Müdürlüğü tarafından

* Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.


\. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yay., Ankara
1992.
Yılmaz Kurt
180

yüzlerce yeni katolog okuyucuların hizmetine sunulduğu gibi çok önemli


yayınlarla arşiv üniversitelere taşınmıştır.

i. Milll Arşiv Şurası bu başarılar zincirine eklenen son halka olmuştur.


Şura'nın açılış konuşmaları Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Farabi
salonunda yapıldı. Şura'nın belki de en zayıf noktası bu açılış idi. Garip bir
sunucu, garip bir sunu Ş tarzı ile sadece kendisini aklamak ister gibiydi.
Programda isimleri yazılı "devletlü"lerden hiç birisi açılışa teşri'f buyurmadılar.
Misafirler boş yere "bir özür" açıklaması bekleyip durdular. Ancak açıklanması
gereken bir durum malesef yoktu. "Devletlü"lerin gelmeyişi bir yana arşivlerle
ilgili bakanımızı bile göremedik. Salonun en yetkili ismi "Davudi" sesi ile Sayın
Başabakanlık Müsteşarı Yaşar YazıclOğlu idi. Ünlü isimlerin,
kavganın-döğüşün olmadığı yere medyanın da ilgisi olmadığı için salonda yer
alan medya da bizim kadar hayal kırıklığına uğrayan1ardandı. Bir bilim adamı
olarak hiç olmazsa açılış konuşmasında Halil İnalcık hocamızı dinlemiş
olmalarını çok isterdik. Devlet Arşivleri Genel Müdürü İsa Özkul'un konuşması
da anlamlıydı. Ancak sayın devlet büyüklerimizin katılmayışı sebebiyle özenle
hazırlanmış mesajlar demeti tam adresini bulamadı. Buna rağmen Sayın Genel
Müdür, Şura sonuna kadar, bu tür olumsuzluklara rağmen, azmini hiç yitirmedi.

Açılış konuşmalarının ardından Farabi Salonu'nun gösteri ve sergi


bölümünde düzenlenen "Osmanlı Fermanları Sergisi"nin açılışı yapıldı. Osmanlı
devletinin ihtişamını yansıtmak istercesine büyük ve rengarenk tezyin edilmiş
fermanlar ve beratlar bütün ziyaretçilerin hayranlığını topladı. Sergiyi gezerken
böyle 1, 1,5 metre boyunda, bir sanat eseri olarak hazırlanmış bir fermanın
halkın önünde açılıp ilgilisine teslim edildiği anı düşündüm. Böyle bir belge ile
bir göreve atanmış olmak kim bilir nasıl bir duygu yaratmıştır? Devlet Arşivleri
Genel Müdürlüğü yetkilileri her belgenin yanına gerekli açıklayıcı bilgiyi
koyduğu gibi ayrıca sergide yer alan eserlerle ilgili bir kitapçık hazırlatarak
ziyaretçilere dağıtmak inceliğini de göstermişti. Salonda görevalan arşivciler de
gerektiğinde ziyaretçilere açıklamalar yapmayı bir külfet saymayacak kadar
gayretli elemanlardı.

Şura (buna kurultay denilmesini tercih ederdim) 20 Nisan Pazartesi günü


öğleden sonra Türk Tarih Kurumu salonlarında ilk oturumunu yaptı.
Oturumların iki ayrı salonda yapılması bir zorunluluk olmasına rağmen
dinleyici açısından en sevimsiz yanı oluyordu. Aynı anda iki ayrı salonda iki
ayrı zevkli tebliğ olduğunda insan hangisini takip edeceğini bilemiyor. Neyse ki
konuşma metinlerinin Genel Müdürlük tarafından önceden hazırlanmış olması
bu sıkıntıyı önemli ölçüde giderdi.
i. Milli Arşiv Şurası 181

Şura çeşitli üniversitelerimizden gelen bilim adamlarının hazırlamış


oldukları kıymetli tebliğler sayesinde oldukça ilgi gördü. En büyük eksiklik
medya ve. devlet erkanının dinleyiciler arasında yer almayışı idi. Son
zamanlardaki kimi tebliğler -üzüntü ile söylemeliyim ki- akşam yazılıp sabah
okunan türden olmaktaydı. Ancak bu Şura' da bir-iki tebliğ dışında diğer
tebliğlerin ciddi bir çalışma ürünü olduğu hemen görülüyordu. Bunda biraz da
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü'nün tebliğlerin Şura'dan önce basılacağını
duyurmuş olması etkili oldu. Ancak konuşmalara ait tartışma bölümlerinin
kitapta yer almaması bir eksiklik olarak kalacaktı. Bunu düşünen yetkililer ilk
kararlarından vaz geçmiş ve konuşma metinlerini dinleyiciler için teksir ederek
kitabın basılmasını sona bırakınışlardı. Her halde böylesi de en iyisi oldu.

20 Nisan Pazartesi günü Türk Tarih Kurumu'nun Konferans Salonu olarak


kullanılan basık salonunda Sayın Rektör ProfDr. Ethem Ruhi Fığıalı
başkanlığında toplanan oturumda Tarih Kurumu Başkanı ProfDr. Yusuf
Halaçoğlu ilk konuşmacıydı ve dinleyicilerine "Devlet Arşivinde Mali
Yönetim" konusundaki görüşlerini aktardı. Kendisi de yıllarca İstanbul
Başbakanlık Arşivi'nin üst kademelerinde çalışmış olduğu için bu konularda
tecrübe sahibi olan Halaçoğlu önemli mesajlar verdi. ProfDr. Nejat Göyünç de
yıllarca Arşiv Genel Müdürlüğü yapmış bir kişi olarak "Yüksek Arşiv Konseyi
Kurulması Hakkında" verdiği tebliğ biraz da bu birikimin bir sonucu idi.
Doç.Dr. Said Öztürk ve Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcılarından Sayın
Necati Gü1tepe'nin tebliğleri de arşiv idaresi konusunda idi.

Türk Tarih Kurumu'nun toplantı salonu olarak kullandığı küçük fakat


sevimli salonu K salonu olarak hizmet verdi. Ben belki de basık ve havasız B
salonu'nu sevmediğim için Şura'yı daha çok bu salonda izlemeyi tercih
edenlerdendim. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi
ProfDr. Özer Ergenç, yıllarını arşivlerde geçirmiş bir araştırmacı olarak "Bir
Tarihçinin Arşivden Bekledikleri" başlığını taşıyan tebliği ile birçok
araştırmacının hislerine tercüman oldu. Arkasından Doç.Dr. M. Akif Erdoğru
, i "Arşivlerimiz, Değerleri ve Sorunlar" konulu tebliğini sundu. Cumhuriyet
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Doç.Dr. Hasan
Yüksel, "Araştırmacıların Arşivlerde Karşılaştıkları Sorunlar" isimli tebliği ile
bazı arşiv yetkililerinin tepkisini çekti ise de araştırmacıların karşılaştıkları
sorunları da çarpıcı örneklerle ortaya koydu. Arşivlerden, çoğu araştırmacılara
belirli sayıda fotokopi verilirken bazı araştırmacılara "özel izin belgesi" ile özel
muamele yapılmış olması, arşiv yetkililerinin yol açtığı bir keyfilik olmasa bile,
araştırmacıları üzmüştü .. Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nden
Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Tepekaya'nın, "Başbakanlık Arşivi'nde Taşra
Yılmaz Kurt
182

Araştırmacılarının Sorunları ve Bu Sorunlann Giderilmesi İçin Çözüm


Önerileri" isimli tebliğinde ortaya somut teklifler konuldu. Öncelikle "kalacak
yer" meselesine yıllardan beri kalıcı bir çözüm bulunamamıştı. Arşivlerimizin
Cumartesi, Pazar günleri kapalı olması araştırmacılar için mecburi bir dinlenme
olmaktaydı. Hiç olmazsa yaz aylarında, Cuma gününden çıkarılan belgeler
üzerinde hafta sonu çalışılması birkaç nöbetçi eleman bırakılması ile
çözülebilecek bir idari karar gerektirmekteydi. Bir taraftan arşiv belgelerinin
tıpkıbasımlarının yayımlanırken. diğer taraftan okuyucuya fotokopi
sınırlandırılması getirilmesi sadece arşiv belgelerinin fotokopi makinalarında
aşırı yıpranması gerekçesiyle mazur görülebilir. Yoksa arşiv belgesinin tümüne
erişmek isteyen bir okuyucu isterse bunu dolaylı yollardan elde edebilmektedir.
Halil İnalcık hocamızın görüşüne göre okuyucunun eline ne kadar çok belge
verebilirsek Türk tarihinin araştırılmasını da o oranda kolaylaştırmış oluruz.
Böylece dünyada Türk tarihi üzerinde çalışanlann sayısı da artmış olur.

Eski Arşiv Genel Müdürlerinden Prof.Dr. Atilla Çetin'in başkanlığını


yaptığı ikinci oturumda konuşan Prof.Dr. Mahmut Şakiroğlu'nun "Arşivlerde
Yayın Faaliyetleri" konulu tebliği bizim sunduğumuz "Tapu Tahrir Defterleri
ve Bunların Yayınlanması Hakkında" isimli tebliğimizle aynı konuları
kapsamasına rağmen ayrı oturumlarda ele alındı. Fırat Üniversitesi'nden
Doç.Dr. İbrahim Yılmazçelik, Dicle Üniversitesi'nden Yrd.Doç.Dr. Kenan Ziya
Taş ve Kırıkkale Üniversitesi'nden Yrd.Doç.Dr. Orhan Avcı yıllardan beri
çalıştıkları Şer'iyye Sicillerinin önemi ve meseleleri konusunda önemli
açıklamalarda bulundular.

Öğr. Binbaşı Nasır Yüceer, tebliğini bir başka subayarkadaşı vasıtasıyla


sunmak zorunda kalmıştı. Tebliğden edindiğimiz, ATASE arşivinde önemli
yeniliklerin olduğu yolunda sevindirici bilgilerdi. AT ASE arşivinden sonra
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi, Arşiv Daire Başkanı Sayın Yavuz
Yeşilyılmaz tarafından en son gelişmelerle birlikte dinleyicilere tanıtıldı. Tapu
ve Kadastro Genel Müdür Yardımcısı ve ilgili şube müdürleri Yeşilyılmaz'ın
dinleyicileri arasındaydı. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyüd-ı Kadime
Arşivi'nde bulunan tapu tahrir defterlerinden 254 adetinin bilgisayarlara
yüklenmesi ve bunlardan bir bölümünün yayına hazırlanıyor olması bütün
araştırmacıların yıllardan beri bekledikleri sevindirici bir haber olmuştur. Bütün
temennimiz bu çalışmaların hızlandırılarak araştırmacılara yansıtılmasıdır.

Arşivi her zaman araştırmacı sıfatıyla gören bir kişi olarak arşivde
çalışanların karşılaştıklan meslek hastalıklarını yetkili bir ağızdan dinlemek
bize işin bir başka cephesini öğretti. Dr. Yeşim Altıntepe'nin konuşmasını bu
açıdan ilgiyle dinledik. Temennimiz gerekli önlemlerin alınmasıdır.
i. Milli Arşiv Şurası 183

Bilkent Üniversitesi'nden ve yıllarını arşive vermiş bir kişi olan Dr. Nejdet
Gök, "Arşiv Hizmetlerinin Daha Pratik Hale getirilmesi ve Internet Bağlantısına
Geçiş" isimli tebliğiyle dikkat çekti. Teknik konu ağırlıklı tebliğlerden
Yrd.Doç.Dr. Hamza Kandur ile Mehmet İpcioğlu'nun kıymetli çalışmaları
bilgisayardan az-çok anlamama rağmen benim için de çok üst düzeydeydi.
Ancak gelişen bilgisayar ve internet ağı içerisinde bu konuların araştırılmış
olması gerçekten sevindirici hususlardır.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arşivcilik Anabirn Dalı Başkanı


ProfDr. Mehmet İpşirli, geleceğin arşivcileri konusunda bir otorite olduğunu
güzel tebliği ile ortaya koymuş oldu. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arşivcilik
Anabilim Dalı'nın "ocak ebesi" gibi duran öğretim üyesi Dr. Fahrettin Demirci
"Arşivciliğe Felsefi Yaklaşım" konulu tebliğiyle daha çok arşivcilerin iç
dünyalarını ve propleınlerinin kaynaklarını ortaya seriyor gibiydi.

Erciyes Üniversitesi'nden ProfDr. Abdulkadir Yuvalı "Üniversite-Arşiv


İşbirliği" konusunda ilgi çekici bir tebliğ sundu. İstanbul Üniversitesi'nden
Ar. Gör. Dr. Arzu Terzi'nin "Hazine-i Hassa Defterleri" konusundaki ilginç
tebliği büyük ölçüde doktora uzmanlık alanı gibiydi. Hocası Sayın ProfDr.
Mübahat Kütükoğlu da herşeyiyle öğrencisinin yanında olduğunu gösteriyordu.
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Personelinden Sayın Mustafa Serin'in
"Osmanlı Arşivi'nde Bulunan Temattuat Defterleri" isimli tebliği dinleyiciler
tarafından ilgi ile takip edildi. Ancak bu konu daha önce Sayın Kütükoğlu
tarafından tebliğ konusu yapılmış olduğu için Sayın Serin, Kütükoğlu'nun
oldukça sert eleştirileriyle karşılaştı.

İki gün devam eden i. Milll Arşiv Şurası başarı ile devam ederken gözler,
yıllarca Arşive başarılı hizmetlerde bulunmuş olan Sayın İsmet Binark'ı aradı.
Yeni Genel Müdür İsa Özkul Şura boyunca mütevazi davranışlarıyla dikkat
çekti. Şura boyunca iki salon arasında mekik dokudu ve herhangi bir izleyici
gibi boş bulduğu yere oturdu. Arşiv Genel Müdürlüğü personeli de Şura
süresince görevlerini müdrik olarak çaba gösterdiler.

Şura'nın kapanış toplantısında oturum başkanları kendi oturuınlarında


alınan kararları ortak karar haline getirdiler ve okunan bu kararlar oybirliği ile
Şôra Kararları kabul edildi. Daha sonra yazılı metin haline getirilen Şura
kararları salonda çekilen resimlerle birlikte Genel Müdürlük tarafından ilgili
kişilere ulaştırıldı. Alınan kararlara katılmakla birlikte açıklığa kavuşturulmasını
istediğimiz tek nokta ise Şer'iye Sicilleri ile ilgilidir. Şer'iye SicilIerinin Arşiv
Genel Müdürlüğü'ne devrine bir diyeceğimiz yoksa da bunun bulunması
gerektiği yerin BAŞKENT olması görüşündeyiz. Anadolu'nun havasına alışmış
184 Yılmaz Kurt

olan bu belgelerin İstanbul'un nemli havasına götürülmesi doğru olmayacağı


gibi araştırmacılar açısından Ankara'mn tercih sebebi olduğu da gözden uzak
tutulmamalıdır. Mikrofilmleri ve fotokopileri alındıktan sonra sicillerin ilgili
bulunduğu bölgeye gönderilmesi ise baştan beri düşünülen bir husustur.

Sonuç olarak i. Milli Arşiv Şôrası her yönden faydalı ve başarılı bir
çalışma olmuştur. Şura'ya sunulan tebliğlerin ve tebliğlerle ilgili tartışmaların
bu kadar kısa bir süre içerisinde ve özenli bir şekilde bastırılmış olması
öğülmesi gereken bir başarıdır. Bir bilim adamı olarak dileğimiz bu toplantıda
ortaya çıkan problemlerin ciddiyetle ele alınarak çözüme kavuşturulmasıdır.

i. Milli Arşiv Şôrası gerçekleştiren ve bunu kısa sürede kitap halinde


yayımlayan Başbakanlık Müsteşarlığı bürokratlarım, Devlet Arşivleri Genel
Müdürü İsa Özkul'u-ve özveri ile çalışan bütün Genel Müdürlük çalışanlarım
kutluyor ve kendilerinden ayrı ayrı söz edemediğim bütün bilim adamlarımıza
teşekkürler sunuyorum.
ENVER PAŞA'YA SUNULAN ÖNEMLİ
BİR RAPOR VEBUNUN IŞIGINDA BİR
DEGERLENDİRME

Dr. Vahdet KELEŞYILMAZ

ı. Dünya Savaşı'nda meydana gelen ilginç faaliyetlerden biri de esir alınan


askerlerin kendilerini cepheye sevk eden güçler aleyhine bilinçlendirilip
yönlendirilmeleri için yapılan çalışmalardır. Bu faaliyetlerin hem İtilaf
Devletleri ve hem de İttifak Devletleri tarafından yapıldığına dair belgeler
vardır. Bu yolda Osmanlı Devleti'nin de içinde bulunduğu grup tarafından
yapılan faaliyetlere ışık tutan bir rapor, Halim SabW Bey tarafından Enver
Paşa'ya sunulmuştur.

Harbiye Nezareti tarafından Almanya ve Avusturya'daki Müslüman esirleri


ziyaret edip vaz u nasihatte bulunmak üzere görevlendirilen Halim Sabit,
İstanbul'daki Alman elçiliğinin kılavuz olarak yanına verdiği Arapça ve
Fransızca bilir bir Alman konsolos ile birlikte Berlin'e ulaşmıştır". Bu
konsolosun refakatiyle burada görmesi gerekenleri ziyaret eden Halim Sabit'in
gözlemleri ve buna dayalı değerlendirmeleri son derece önemlidir.

1. Halim Sabit Şibay (1883- i946), aslen Kazan'lıdır. i8 yaşında İstanbul'a gelmiştir. 1910
yılında Darülfünun İlahiyat Şubesi'nden mezun olmuştur.12 Şubat 1914- 30 Ekim 1918 tarihleri
arasında İttihat ve Terakki'nin malı desteğiyle, daha çok modemist-İslamcı ve Türkçü-İslamcı
şeklinde nitelendirilen Islam Mecmuası'nı çıkarmıştır. Bu dergide yayınlamış olduğu
makalelerinde dinle milliyet arasında bir aynm yapmayı Türk milletinin tarihi ve kültürel
gerçekleri açısından yanlış bulmuş ve bunun tartışılmasını bile gereksiz görmüştür. Uzun dini
tahsili sayesinde, İslamiyet ve özellikle İslam tarihi ve fıkhı üzerine derin vukuf kazanan, II.
Meşrutiyetten sonraki yıllarda hutbelerin Türkçe okunmasını ilk teklif edenler arasında yer alan
Halim Sabit'in çeşitli yazılarında dini sorunlann meşihata, hukuki ve ilmi olanlann da Adliye ve
Maarif nezaretlerine bırakılmasını istemesi modernist-İslamcı olarak tanınmasına ve
muhafazakar-İslamcı çevreler tarafından bazen ağır bir biçimde eleştirilmesine yol açmıştır. Bkz.
Ali B1RINCI-TOba ÇAVDAR,"Halim Sabit Şibay", TDV İslam Ansiklopedisi, C. iS, İstanbul,
1997, s.336-337.
2. ATASE Arşivi, K:1846, 0:83, F:1. (Bundan sonra arşivadı verilmeyecektir. K: Klasör, D:
Dosya, F: Fihrist anlamında kullanılmıştır.)
Vahdet Keleşyılmaz
186

O'nun belirttiğine göre, ziyaret ettiği dairelerin temsilcileri olan kişiler


sorunun Türkiye tarafından dikkate alınmasından memnun görünüp Müslüman
esirlere konuk gözüyle baktıklarını söylemişlerdir. Burada ilginç olan bir nokta
da Müslüman esirlerin aydınlatılmasına başlamak ve hatta bütün Şark işleriyle
uğraşıp özellikle Müslüman kavimleri Almanlara tanıtmak ve İslam aleminde
birlik ve uyanış sağlanmasına doğru yürümek üzere bir idarenin kurulmuş
olduğunun Halim Sabit'e haber verilmesidir. Kılavuzunun refakatiyle "Şark
/daresi" olarak anılan bu kurumu ziyaret eden Halim Sabit, bu idarenin" ibtida
öte ve berü Şark işleriyle meşgul Baran Oppenheim denilen zengin bir bankerin
marifetiyle" kurulmuş olduğunu belirtmektedir. Şüphesiz Halim Sabit'in
hakkında kendisine söylenenleri naklettiği Şark Idaresi; pek çok örnekleriyle
bilindiği üzere emperyalizmin keşif kolu olan oryantalistıerin istihdam ve
işbirliğiyle yürütülen, İngiltere, Fransa gibi ülkelerde benzerleri olan
kurumlardan farklı değildir. Bu idare başlıca şu şubelerden oluşuyordu:

1. Şimal Müslümanları Şubesi


2. Kafkas Müslümanları Şubesi
3. Arap Müslümanları Şubesi
4. Hind Şubesi
5. Türk Şubesi
6. Fars Şubesi

Bu şubelerin hepsinde ilgili kavimlerin dilleriyle konuşan ve yazan katipler


de vardı. Ancak Halim Sabit'e göre, bunlar güzel seçilmediklerinden istenilen
hizmeti göremiyorlardı. Bu şubeler tarafından Şimal Türkçesiyle, Farsça,
Arapça, Hindce, Rusça gibi dillerde "El Cihad" adıyla gayri mevkut gazeteler
yayınlanıyordu3• Bu gazetelere konulacak makaleler önce Almanca olarak
yazılıp sonra çeşitli Müslüman lisanlarına çevriliyordu. Gerek yazanlardaki
eksiklikten gerekse çevirideki yetersizlikten dolayı esirler tarafından okunacak
nesnelerin anlaşılmaz bir hale geldiğini, bu gazetelerin taş baskı olmasının da
okunaksızlığı artırdığı nı ve bu ciheti yetkililere söylediğini belirten Halim
Sabit; Almanların isteği üzerine, orada bulunduğu sürece Şimal Türkçesiyle "
Cihad, Hicret, Vahdet-i Milliye, Hicretin Tarikleri" ve sair hususlara ilişkin
yirmi üç makale yazmıştır. Böylece Şimal Türkçesiyle çıkan El Cihad, diğer
katkılarla birlikte makaleleri bakımından az çok yoluna girmiştir.

3. K: 1846, D:83, El/ı.


i,
!
Enver Paşa'ya Sunulan Önemli Bir Rapor 187

Halim Sabit/in katiplerin yetersiz olduklarına ilişkin görüşü, oryantalist


kafasıyla Almanca yazılıp daha sonra kendisinin ana dili olan Şimal Türkçesine
çevrilerek yayınlanmış olan yazıların gerek söylem ve gerekse dil ve anlatım
bakımından eğretiliğiyle ilgili olsa gerektir. Çünkü böyle bir yargıya
varabilmenin tek yolu evvelce belirttiği şekilde yazılmış olan makaleleri
incelemektir. Aksi takdirde böyle bir yargıya varabilmesi mümkün olamazdı.
Bu nedenle O/nun tercümanların yetersizliği konusundaki eleştirel görüşünü
Şimal Türkçesine çeviri yapanlarla sınırlamak ihtiyatlı ve yerinde bir
değerlendirme olur. Çünkü yazılanları gözden geçirmek için Hindce, Farsça
değil de kendi ana dilinde yapılan yayını incelemiş olması hem aklın hem de
ifadelerinin bir gereğidir4. O/nun yazanlardaki eksiklikle ilgili ifadesi ise kendi
formasyonuna uygun ve El Cihad adına yaraşan bir içerik ve söylemi varışından
önceki neşriyata yansımayışının bir ipucu olarak değerlendirilebilir.

Gazeteleri okunaksızlaştıran taş baskı ise teknik nedenlerden


kaynaklanmıştır. Çünkü Berlin/de (o dönemde kullanılan) Türkçe harfler ile
dizgi yapacak kişiler bulunmadığı ve Avusturya/dan temin edilenlerden işi
sürdüreni de iyi olmadığı için başka çare kalmamıştır. Bu nedenle Almanlar
dizgi yapmak üzere Türkiye/den birkaç genç mürettip istemişlerdir.

Alman Hariciye Nezareti/ne bağlı Şark işleriyle uğraşan dışişleri


görevlileri ve meşhur oryantalistlerin bir danışma kurulu etkinliği çerçevesinde
gerektikçe bir araya geldiklerini ve bunların hemen hepsinin "Islam Politikası"
izleyen kişilerden oluştuğunu yaptığı görüşmelere dayanarak belirten Halim
Sabit'in; "burada bizimkilerden bazıları olsa gerek Türkiye/deki milli cereyanları
Islam Politikası/na muhalif gibi göstermişler ve hatta ikna eder gibi olmuşlardır"
demesi ve bu konuyu idarenin müdürü Sabinker ve idare azasından meşhur
oryantalist Hartman ile uzun uzadıya konuştuğunu, Türk milliyetperverlerince
lslam Politikası/nın neden ibaret olacağını açıkladığını ve onların da "bu cihetin
içtimalarında dahi refikleriyle müzakere edileceğini" söylediklerini belirtmesi
-dönemin koşullarını, Jöntürk karşıtı propagandaların içerik ve söylemini iyi
i
i'
4. Hind Uhuvvet-i İslam Cemiyeti kurucusu olan Muhammed Abdülcebbar Hayri, Teşkilat-ı
Mahsusa'nın Umur-ı Şarkiye Müdürü Ali Başhamba'nın isteği üzerine Berlin'e yapmış olduğu
son seyahate ilişkin olarak 26 Haziran 1331 (9 Temmuz 19] 5) tarihinde İstanbul'da sunduğu
raporda "The Orienta] Büreau in Berlin publishes newspapers for the prisonmen.
Newspapers ealled Allehad are published for The Arabs and The Tartars. But for The
Indians no A] Jehad ... only a paper Hindustan." ifadesiyle Şark Jdaresi tarafından Hindlilere
yönelik olarak, Araplar ve Tatarlar için olduğu gibi El Cihad adıyla değil de Hindustan adıyla
neşriyat yapılmasını eleştirmiştir. Bu en azından o anda Hindliler için yapılan yayının EI Cihad
adıyla olmadığına işaret etmekle bizim ihtiyatlı yaklaşımımızın yerindeliğini desteklemektedir.
(K:35, D: ı403, F: ı117)
Vahdet Keleşyılmaz
188

bilmeyenleri şaşırtabilecek ancak varlığına şüphe ölmayan- önemli bir sorunu


ortaya koymaktadır. Hatta Almanlann, bu konuda makaleler yazılacak olursa
çeviri yoluyla Alman gazetelerinde yayınlattınlacağını bildirmeleri de sorunun
büyüklüğünü kanıtlar. Halim Sabit'in beyanıyla muhataplan "Jslam
Mecmuası"nın bu gibi işlerle meşgulolduğunu anladıklanndan bu dergideki
makaleleri Almancaya tercüme ettirerek yayınlayacaklannı söylemişlerdir.
Türkiye'deki milli cereyanlarla Jslam Politikası'nın nasıl bağdaştınlacağını
Almanlara anlatmak -Katolik Avusturya, Ortodoks Bulgaristan ve Protestan
Almanya ile Türkiye'nin bir arada olduğunu vurgulayan Cihad-ı Ekber karşıtı
propaganda yapılırken- Almanlann İslamcılığını(!) Müslüman esirlere
anlatmaktan daha zor olmasa gerekti. Fakat sorunlann değinilenlerden ibaret
olduğu söylenemezdi. çünkü Halim Sabit'in Türklük, Alman kamuoyu ve Şark
Jdaresi ile ilgili bilgi, görüş ve değerlendirmeleri görevinin önünde başka
sorunlar da olduğunu göstermektedir:

"Almanya'da ve bilhassa Şark işleri ile meşgulolanlar arasında Türkleri tanımak


arzusu pek kuvvetlidir. Fakat Almanların şimdiye kadar Türkler hakkında ve Türkler
arasındaki ilmı ve milli cereyanlar hakkında malOmatları pek azdır. Türkleri; Faslı, Mısırlı,
Cezayirli Müslümanlarla aynı seviye-i içtimaiyede addedenleri de yok değildir. Işte bu
cihetten Almanya efkar-ı umumiyesi tenvire muhtaçtır. Aynı zamanda bu maksat kolaylıkla
da hasıl olabilir. Türkler tarafından yazılan her türlü makale için Alman gazetelerinde yer
bulunacağını Şark Idaresi vaad ediyor.

Bu Şark Idaresi'nin savaş zamanlarına mahsus olmayıp daimi olacağı da söyleniyor.


Bu idare doğrudan doğruya Ittihad-ı Islamcıdır. Ye bu maksada göre teşkil edilmiştir. Bu
ciheti açıktan açığa söylüyorlar. Fakat bunu, bu işi kendi elleriyle kendi kuvvetleriyle
yapmak istemiyorlar. Bundaki maksatları hakkıyla anlaşılamıyor. Olabilir ki Almanlar
Şarkta ıngilizlerin yerine kaim olmak istiyorlar. Onun için o idarenin faaliyetinden haberdar
olan hükOmetimiz için faydalı olsa gerek.5"

Belki de Halim Sabit'in karşılaştığı sorunlann en büyüğü, Almanya'daki


Türk asıllı esirlerle yüz yüze görüşememiş olmasıdır. Bunun nedeni ise, bu
dönemi inceleyenlerin cepheler dışındaki ölüm sebepleri arasında çok sık
rastlayabilecekleri, kolay bulaşan ve hızlı yayılan ölümcül bir hastalıktır:

"Asıl sebeb-i azimetimiz olan üsera ile temas meselesine gelince ... Bu vazife
tamamıyla ve arzu ettiğimiz vechile ifa olunamadı. Rus ordusunda lekeli humma
bulunduğundan Islam esirleri de bundan kurtulamamışlardır. Müslümanlar Rus esirlerinden
tefrik edilmiş iseler de yine bu hastalık aralarından çıkmamış ve muhtelif fasılalar ile
aralarında hastalıklar vukua gelmiştir. Işte bunun için Türk esirleri de karantina altına
alınmışlardır.

5. K:1846, D:83, F:I/2.


Enver Paşa'ya Sunulan Önemli Bir Rapor 189

Ben Berlin'e erişmeden bir iki hafta mukaddem karantina kaldınlmış ise de birkaç gün
sonra tekrar yedi neferde birden hastalık alaimi görülmesiyle tekrar altı haftalık bir karantina
yazma lüzum görülmüştür. ışte bizim Berlin'e yurudumuz şu tarihe tesadüf etti. Bundan
dolayı Şimal Müslüman esirleriyle görüşmek kabil olmadı. Söyleyecek sözleri ancak makale
suretinde yazarak El Cihad ceridesine yerdim.6"

Bununla birlikte Cezayirli, Tunuslu ve sair Müslüman esirler arasında


bulaşıcı hastalık bulunmadığından Berlin yakınında Wünsdorf denilen yerde
muntazam barakalarda bulunan binlerce Arap askeri ziyaret edebilen Halim
Sabit, gördükleri ve duydukları karşısında hayal kırıklığına uğramıştır. Çünkü
! I'
esir Arapların az çok ileri gelenlerinde iyiden iyiye Fransız dostu bulunduğunu
ve bunların okuyup yazmaktan mahrum pek çok ümmileri Fransız askeri
hizmetine sevk ettiklerini söyleyen Halim Sabit, bu askerler hakkında savaşa
katılmadan evvel veyahut her nasılsa sonradan fena telkinlere maruz kalmış
olacaklar ki, Türkler hakkındaki fikirleri de pek iyi değil beyanını tanık olduğu
bir diyalogla desteklemektedir. Bu konuşma Arapça bilen bir Alman subayı ile
Esir askerlerin alay beylerinden orta yaşlı bir Arap arasında cereyan etmiştir:

_ Peki Fransızlara yardımı siyaseten lüzumlu buldunuz, acaba Hazret-i


Halifeye yardım etmek de dinen mecburi değil miydi?

_ Evet Hazret-i Halifeye yardım etmeli idik. Fakat bu mümkün olamadı.


Jöntürklerin dinsiz halleri buna mani oldu. Ahali Jöntürk hükümetine
ınanmıyor.

Bu sözleri sarf eden alay beyinin de içinde bulunduğu beylerin barındıkları


dairenin dolaplarına bakan Halim Sabit'in gördüğü, açılıp da okunmamış El
Cihad gazetesi nüshaları ve açık saçık resimler olmuştur. Alman subayı, bu
kitap ve resimlerin savaşa girmeden evvel Fransız kumandan tarafından anılan
beylere hediye edilmiş olduğunu söyleyince " görülüyor ki, Fransızlar bizim
Arap kardeşlerimizi pek ince damarlarından yakalamış, onları hissiyat-ı
şehvetperestaneleri vasıtasıyla dalalete sevk etmeyi düşünmüşlerdir?" kanısına
varan Halim Sabit, diğer taraftan her türlü yolla iki kardeşin arasına nifak
sokulduğu görüşünü de belirtmiştir. Alınanların bu Arap esirlerle ilgilenmekle
görevlendirdikleri kişiler ise, "meslek ve meşrepleri" Halim Sabit tarafından tam
olarak anlaşılamayan, Beyrut Sultanisi Fransızca muallimi Muhammed Salih ile
Beyrut Polis Mektebi muallimlerinden Muhammed Sadık'tır

6. K: i 846, D:83, F: 113.


7. K: 1846, D:83, F: 1/4.
Vahdet Keleşyılmaz
190

Avusturya'da ise Osmanlı Elçisi Hüseyin Hilmi Paşa ve Ataşemiliter


Binbaşı Sadık Bey'le görüşerek Almanya'dakinin benzeri uygulamaların burada
da yapılabilmesi için girişimde bulunulmasını dileyerek olur alınırsa bunun
İstanbul'a bildirilmesini istirham eden Halim Sabit raporunda şu görüşlerini de
dile getirmiştir:
"...her halde Avusturyalıların da kendiliklerinden ve gerek Almanların ricasıyla İslam
esirlere karşı olan muameleleri iyiliğe doğru gidiyor demektir. Hele Avusturya'daki İslam
esirleri de bir yere toplanırsa kendileriyle temas da kolaylaşmış olur. Fakat rehber olmak,
doğru yolu göstermek için başlarında daimi olarak birer zatın bulunması lazımdır. Hatta
mümkün ise ya İstanbul'da yahut doğrudan doğruya Avusturya'nın kendisinde Şimal
Türkçesiyle risaleler neşredilirse elbette faydalı olurdu. Ye bu risalelerden Almanya'daki
esirlere de gönderilirdi. Şimal Türk esirlerinin yarısından ziyadesi okuyup yazdıkları gibi
kalan tarafı da gazetelerdeki makaleleri dinleyip anlayabilecek seviyededirler. Bu esirler ile
temasta bulunan Alman memurları da bu ciheti anlamışlardır. Almanya'da on bin,
Avusturya'da dokuz bin kadar Şimal Türk bulunmaktadır. Bu miktar temadiye artıyor da. Şu
hale göre bunların gözlerini açıp fikirlerini tenvir edecek risaleler neşri faydalı olur
ümidindeyim.s"

Halim Sabit Bey'in İstanbul'a döndükten sonra 21 Mayıs 1331 (3 Haziran


1915) tarihinde9 sunduğu bu rapor, Türk ve diğer Müslüman esirlerin yer
aldıkları kamplarda o ana kadar yapılan ve ileride yapılması tasarlanan
faaliyetler kadar karşılaşılan ve ileride de karşılaşılabilecek güçlüklere ve
bunların nedenlerine, ayrıca Almanların İslamcılığı ve bundan muratları
konusuna ışık tutmaktadır. Raporda dikkat çeken önemli bir konu da din ve
milliyetin ne kadar ve nasıl bağdaştınlabileceği sorununun varlığı ve düşman
propagandasını yürütenlerin "Cihad-ı Ekber" ilanına mukabil "Jöntürklerin
dinsizliği" söylemini geliştirdikleridir. Bu söylemin anlık ve ayrık bir tespit
olmayıp genel bir nitelik taşıdığı, Jöntürk karşıtı propagandalarda Panislamist
söylemin etkisini kırmak için çok ustaca bir yol izlenerek Padişah-Halifeyi
hedef almayan, İttihatçıların Almanların aleti olduğunu vurgulayan bir yol
izlendiği bilinmektedir.

Halim Sabit Bey Türkiye'deki milli cereyanların Panislamizme halel


getirmeyeceğini Almanlara açıklamak için muhtemelen eklektik bir yaklaşımı
tercih ederek oldukça da yorulmuş olmalıdır. Çünkü tersine bir yaklaşımın o
günkü koşullarda Türkler açısından hiç de yararlı olmayacağı açıktır. Bu
nedenle Halim Sabit ve İttihatçıların İttihad-ı İslamı ısrarla vurgularnaları
pratikte Osmanlı Devleti'nin bütünlüğü ve düşmanlarının çöküşünü gerektirecek

8. K:1846, D:83, F:l/S.


9. K:1846, D:83, F:l/6.
Enver Paşa 'ya Sunulan Önemli Bir Rapor 191

bir söylem olmasındandır. Ancak burada asıl dikkat edilmesi gereken bir nokta
da bu konunun Almanlar tarafından açılması ve önemsenmesidir. Bunun
nedenini "The Holy War, Made in Germany (Alman malı Cihad)" vurgusuyla
devam eden karşı propagandanın daha da etkili olmasını önlemek amacına
bağlamak mümkündür. Ayrıca Almanların Türkiye'deki milli cereyanlann
kuvvetlenmesinden bekleyecekleri bir şeyolmadığı da açıktır. Hatta savaşın
sonlarına doğru Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bir bölge olan Kafkasya'daki
Türk ilerleyişini kendi emperyal çıkarlan açısından kaygıyla karşıladıkları
bellidir.

Panislamizm, sömürgelerinde yaşayan Müslüman halkın çokluğundan


dolayı İngiltere açısından savaştan önceki çeyrek asırda üzerinde önemle
durulan bir tehlike olmuştur. Belki de bu nedenle Panislamist propagandanın
etkilerini olabilecek en az zararla atlatmalan açısından Ingiliz Intelijensiyası'nın
karşı propaganda ve eylemleri başarılı olmuş ve hatta Mekke Emiri Şerif
Hüseyin'in isyan etmesini sağlayarak baskın çıkmıştır. 1. Dünya Savaşı
sonrasında yediği darbelerle Osmanlı Devleti tarihe kanşırken öz yurdunu Milli
Mücadele ile kurtaran Türk ulusu için Osmanlı yapısıyla birlikte Panislamizm
de tarihe karışmıştır:

Atatürk, aklın ve gerçegın ışığıyla ulusal birlik için ulusal kimlik ve


ulusal kültür yolunu çizmiştir. O'nun vurguladığı ulusal kimlik;Türkiye'nin
geleceğini kurmaya yönelik, dine saygılı fakat dine dayalı devlet düzenini, din
ve mezhep ayrımcılığını reddeden, tarihin ve yaşanılan coğrafyanın
getirdikleriyle barışık ve Türk ulusunu yakınlarıyla birlikte büyük ve geniş
bir aile olarak gören, kendisini ayrı saymayanı ayırmayan, yurttaşlık
bilincini geliştirmeye çalışan, akılcı ve gerçekçi bir milliyetçiliktir. Bu
milliyetçiliğin abideleştiği an ise Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün onuncu yıl
nutkunu bitirirken tüm kalbiyle "Ne Mutlu Türküm Diyene!" dediği
zamandır.
TANZİMAT SONRASı OSMANLı
VİLA YET BÜTÇELERİ

Yard. Doç. Dr. Selda KILIÇ

Tanzimat dönemi, gerek mali sistemde önemli reformlar gerçekleştirerek,


yeni bir mali yapı getirmesi, gerekse önce iç ve daha sonra da dış borçlanmalar
yoluyla imparatorluğun mali kaderiyle ilgili önemli sonuçlara yol açması
bakımandan Osmanlı mali tarihi içinde üzerinde durulması gereken bir
dönemdir. Bütün bu önemine ve imparatorluğun oldukça günümüze yakın bir
geçmişini teşkil etmesine rağmen, dönemin mali tarihi hakkında bilgilerimiz son
derece sınırlıdır. Yakın zamanlarda imparatonluğun son dönem mali tarihi
hakkında bazı araştırmalar yayınlanmış olmakla birlikte yalnız basılı ve
özellikle yabancı kaynaklara dayandığından bir eksiklik göze çarpmaktadır. Bu
eksiklikler, mali tarihin temel verilerini teşkil eden bütçeler ve bütçe
uygulamaları ile ilgilidir. Nitekim, bütün yayınlarda Tanzimat dönemiyle ilgili
olarak yeralan devlet gelir ve giderleri tahmini Ubicini tarafından verilen
rakamlardır. Tanzimat döneminin ilk resmi bütçesi olarak 1863/64 mali yılı
bütçesi gösterilmektedir. Hazine hesaplarıyla yani fiili devlet gelir ve
giderleriyle ilgili olarak ise Tanzimat dönemi için hiç bir veri bulunmamaktadır.

Tanzimat dönemi mali tarihiyle ilgili bu eksikliğin nedeni, Osmanlı mali


bürokrasisinin imparatorluğun mali sistemi üzerinde kontrol kurma çabası
içinde olan dış güçlere bu önemli bilgileri sızdırmamak gibi bir endişeyle devlet
gelir ve giderlerini gizli tutma çabası olabilir. Oysa sağlam bir bürokratik temele
sahip Osmanlı mali idaresinin, Tanzimatın getirdiği yeni modern eğilim ve
arayışlarla birlikte, bir mali sistemin en basit temelini oluşturan bütçeler
hazırlamayı ve bu bütçelerin uygulanmasını ciddi şekilde izlemeyi düşünmemiş
olmaları akla yakın bir ihtimalolarak görülmemektedirl.

. I. Tevfik Gliran, Tanzimat Döneminde Osmanlı Maliyesi, Bütçeler ve H~zine Hesapları


(1841-1861), Ankara, 1989.
194 Selda Kılıç

Nitekim Tanzimat Dönemi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğunda modem


anlamda bir bütçe geleneğinin doğduğunu görüyoruz. Bu dönemin mali
bürokrasisi açısından önemli bir gelişme hiç şüphesiz " Umur-ı Maliye
Nezareti" 'nin tüm mali işleri kontrol eden bir nezaret olarak kurulmasıdır.
Maliye hazinesinin kurulması ve Maliye Nezareti'nin tüm milli işleri kontrol
eden bir kuruluş haline dönüşmesi ile bütçelerin hazırlanması mümkün hale
gelebilmiştir.

Tanzimat yönetimi hazırladığı bütçelerin uygulanmasını da titizlikle


izleyerek her yıl hazinenin fiili gelir ve giderini gösteren kesin hesaplar
düzenlemiştir. Merkezdeki bütün bu gelişmeler ve ciddiyet taşra'da da kendisini
göstermiş, vilayetlerde de bütçeler hazırlanmaya başlamıştır.

Merkezdeki bu gelişmelerin, vilayetlere nasıl yansıdığını göstermek


açısından Vilayet Bütçeleri ile ilgili bir örnek teşkil etmesi bakımından, 26
Nisan 1871 (5 Safer l288)'de "Vilayet Mesarifat-ı Umumiyesi Hakkında
Talimat"2 irdelenecektir. Talimatname dokuz bendden oluşmaktadır.' Burada
vilayet mal sandıklarından kullanılacak masraf türleri altı aded olarak
belirlenmiştir. Bu masraf kalemleri dahiliye, maliye, şeriye, maarif, ticaret, nafıa
kısımlarıdır. Nizamiye, Bahriye ve Tophane daireleri ile ilgili olan harcamalar
vilayet bütçesinden değil, merkezin verdiği izin doğrultusunda Hazine-i
Hassa'nın bütçesinden yapılacaktır. Bu masrafların kayıt edilmesi için hazine
tarafından gönderilen "muvazene defterleri" ne yazılacaktır. Bu seneden
itibaren de her sene hazinenin gönderdiği defterlere masraflar kayıt edilecektir.
Vilayet'in masrafları için bu defter esas alınacaktır. (1. Bend). Vilayet'lerden
hazineye gönderilen "Muvazene defterleri" nde yazılı bulunan masraflar dışında
bir harcama yapmak katiyen söz konusu olmayacaktır. Vilayet'in genelolarak
masrafları iki kısımdan oluşmaktadır. Birincisi maaşlar, ikincisi ise
belirlenmemiş masraflardır. Bunların içerisinde zabtiye askerinin tayini
dolayısıyla ortaya çıkan giderleri, yol masrafları, hastahanelerdeki hastaların
bakımı, inşaat, tamirat, mefruşat, kömür, ve top masrafları, zabtiye askerinin
elbisesi, kalebendler yevmiyesi, matbuat masrafı, kırtasiye giderleri, memur
harcırahları, mekteplerin masrafları, telgraflar ve yol masrafları gibi gider
kalemleridir. Bunlar için yapıhın harcamalar muvazene defterlerinde

2. Sarkiz Karakoç, Kül1iyat-ı Kavanin, "Vilayatın Mesarifat-ı Umumiyesi Hakkında Talimat",


5199,16. dil. ;Düstur, ". cilt(I. Tertib), S. 74-78.
3. Tasvir-i Efkar'ın 20 Altustos 1866 (8 R. ahir 1283) tarih ve Numara:4l4 de "Ahval-ı
Maliye ye Dair Layıhadır." başlıltı altında, maliye ile ilgili olarak, gelir-gideri gösteren bir
"muvazene defteri" nin yayınlanması önerilmektedir. İngiltere örnek olarak gösterilerek, bu
sayede gelir-giderini dengede tutup, büyük devletler arasına girdiltinden bahsedilmektedir.
Tanzimat Sonrası Osmanlı Vilayet Bütçeleri 195

gösterilecek miktar ölçüsünde olacaktır. Ancak bu belirlenmiş miktan aşan bir


durum meydana geldiğinde hazineye sorulacak ve hazineden olumlu cevap
gelmeden harcama yapılamıyacaktır. Bunlann dışında olağanüstü bir durumda
ortaya çıkacak bir masraf sözkonusu olduğunda, bu durumda hazineye etraflıca
bildirilerek gerekli miktarın hazine de karşılığı olup olmadığı sorulacak ve konu
bildirilecektir. (2. Bend).

Merkez'den gönderilen muvazenede her sancakta yukarıda belirttiğimiz


belirlenemeyen masraf kalemleri eğer gerekli ise, başka bir sancağa nakli söz
konusu olabilecektir. Örneğin: Mefruşat masrafına bir sancakta gerek yok ise,
diğer bir sancakta da buna gerek olduğundan bu nakil yapılabilir. Ancak bu
durumun hazineye bildirilmesi gerekmektedir. (3. Bend).

Dahiliye, maliye, şeriye, maarif, ticaret, ve nafıa kısımlannın her sene için
belirlenen tahsisatı bir diğerine nakil olunamıyacaktır. Mesela, mutasarrıf ve
kaymakam maaşlarından bir miktannın indirimiyle maliye, şeriye, ticaret, nafıa
i

veya maarif memurlanndan birine ya da dahiliye memurlarından mektupçu veya


tahrirat müdürüne verilmesi mutlaka izne gerek olacaktır. Zabtiye memurlarının
maaşından bir miktarının kesilmesi ile veyahud diğer memurların maaşlanndan
f! ,tasarruf amacıyla kesilip zabtiye askerinin elbise ve tayin masraflarında sarf
i: ' etmek mutlaka izne tabidir. Yine mektubcu kalemi maaşından bir miktarının
,kesilerek, tahrirat müdürüne tahsis edilmesi ya da vilayetde herhangi bir iş için
.'!;I',

'. 'bu paranın kullanılması izin dahilinde olacaktır. (4. Bend).


'I,
f '. Herhangi bir memura4 verilen maaş ın miktarının artırılması veya indirimi
, mutlaka bir izin çerçevesinde olacaktır. Fakat bu olay bir memur değilde, belirli
( bir grup çalışan kitleyi ilgilendiriyorsa5 bu kitlenin her birinin tahsisatı kendi
içerisinde değişiklik yapılabilecektir. Böyle bir değişik uygulama olduğu
takdirde durum merkeze bildirilecektir. (5. Bend).

Daha önce sözünü etmiş olduğumuz altı aded harcama kalemleri arasında
belirlenen tahsisatın bir kısmı veya tamamı başka bir kaleme nakil edilmesi çok
igerekli ise, vilayet tarafından sebepleri de belirtilerek durum merkeze
'bildirilecektir. (6. Bend).

Her sene belirlenen bu altı kalem masraflar, diğer bir senenin masraflarına
,karıştırılmayacaktır. Eğer herhangi bir sene o kaleme ayrılmış harcama
yapılmaz ise, diğer bir sene de o harcamaya kanşılmayacak, bu para ait olduğu
senede bırakılacaktır. (7. Bend).

4. Mesela: Vali, mutasarrıfve muavinier, defterdar, muhasebeci, hakimler, kaymakam, müdür,


mektubcu, tahrirat müdürü, zabtiye askerleri ve diğer memurlar.
5. Mektubcu kalemi, Tahrirat katibesi, Mecalis-i İdare kitabesi.
196 Se/da Kılıç

Hazineden gönderilen muvazene defterleri üzerine Vilayet Muhasebecileri


tarafından her sancak için bir muvazene defteri yapılıp bağlı livalara
gönderilecektir. Bağlı livalarda da, her kaza için bir muvazene defteri tanzim
edilip, kazalara gönderilecektir.

Vilayet muhasebecilerine hazineden gönderilen muvazene defteri esas


kabul edilecek, sancak ve kazalara gönderilen defterler buna göre
hazırlanacaktır. (8. Bend). Bu muvazene defterleri zamanında, hazine tarafından
vilayetlere yollanacaktır. (9. Bend).

Vilayetlerde toplanan gelirler ve giderlerden Vilayet Bütçeleri


oluşturuluyordu. Kazalar ve sancaklarda ayrı ayrı oluşturulan gelir-gider
cetvelleri sonucunda toplanan hasılat en sonunda vilayet'lerde biriktirilmekte
idi6. Kazalardan, sancaklara, sancaklardan da vilayetlere gelen defter ve
cetveller muntazam bir şekilde incelenerek, toplanan paraların hesabı
çıkarılıyordu. Sancaklardan, hangi kalem vergi gelirleri olduğuda belirtildikten
sonra toplanan vergiler vilayete gönderilmekteydi. Vilayetde de bu gelirler bir
araya getirilip bir cetvel şeklinde düzenlenerek, toplam gelirlerin miktarı
hesaplanıyordu. Bunun yanında sancaklarda yapılan masraflarda hangi tür bir
masraf olduğu da tesbit edilerek bir cetvel şeklinde vilayet' de düzenleniyordu.
Böylece vilayete bağlı bulunan bütün sancakların (livaların) gelir ve giderinin
ne olduğu, hangi tür masraf ve hangi tür vergi gelirlerinden ne kadar para
toplandığı belirleniyordu. Tabi ki bütün bu Verilerden de vilayete ulaşan toplam
gelir ve masraflar da tesbit edilmiş oluyordu.

Vilayet Bütçelerinin tam manasıyla belirlenmesi açısından önemli bir sorun


olan bütçe'nin tutulması durumu bu şekilde çözümlenmeye çalışılmıştır.
Yayınlanan bu talimatın yanında yine 26 Nisan 1871 (5 Safer 1288)'de "Seksen
yedi senesi için her vilayetin mesarif-i umumiyesine şamil olarak bu kere
vilayetıere irsal kılınan muvazene defterinin tarifnamesidir"7 başlığı altında
bu bütçe defterinin fiziki konumu tarif edilerek, bu defterlerin nasıl
kullanılacağı belirlenmiştir8. Bir örnek olması bakımından Ankara Vilayeti'nin
1882 (1299) yılına ait olan bütçesi şu şekilde hazırlanmıştır. Vilayetin önce
gelirlerini, sonra da masraflarını gösteren iki ayrı cetvel tutulmuştur.9

6. Örnek olarak bakınız:Ankara Vilayeti Salnamesi.


7. Sarkiz Karakoç. Kül1iyat-1 Kavanin, 5 Safer 1288, 5200, 16. cilt.; Düstur, 2. Cilt (ı. Tertip),
s.79.82. .
8. On bendlik bir açıklama ile bu Bütçe Defterleri ile ilgili olarak çok ayrıntılı bilgiler
verilmiştir. Bunun için bakınız: Düstur, 2. cilt (I. Kısım), s. 79-82.
9. Ankara Vilayeti Salnamesi, 1300 (1882).
Tanz.imat Sonrası Osmanlı Vilayet Bütçeleri 197

Ankara Vilayeti'nin 1882 (1295) Yılına Ait Gelirleri

Kırşehir Kayseri Yozgat Ankara TOPLAM

Gelirin Türü Sancağı Sancağı Sancağı Sancağı (guruş)

Vergi-i Mal 1578508 1022861 2920912 5829292 11351573


Bedel-i Askeri 15305 779888 419249 213723 1428165
Aşar Malı 2121139 2349598 2383600 5224064 12078401
Ağnam Rüsumu 1402911 234721 1915765 4806442 8359839
Tapu Hasılatı - 150000 200000. 299000 649000
Mehakim-i Umumiye 40000 100000 84000 153000 377000
Hasılatı
Her nevi Seydiye 1231 4350 1000 11270 17851
Rüsumu
Rüsum-ı Mütenevvia 4340 50000 49382 44585 148307
Rüsum-ı Müteferrika 7003 35500 91725 15000 149228
Maden - 32000 - 615000 647000
Bu Yılın Toplamı 5170437 4758918 8065633 17211376 35206364
Geçen Yılın Toplamı 8953800 10391227 8774466 21530123 49649616
TOPLAM 14124237 15150145 16840099 38741499 84855980

Ankara Vilayeti'nin 1882 (1295) Yılına Ait Masrafları

Kırşehir Kayseri Yozgat Ankara TOPLAM

Gelirin Türü Sancağı Sancağı Sancağı Sancağı (guruş)

Dahiliye 183192 219540 298714 930400 1631846


Maliye 245671 352795 459380 141307 1199153
Şeriye 17028 38034 32028 50028 137118
Adliye 131100 131100 172860 652420 1087480
Maarif 28504 22000 28792 48692 127988
Nafıa 33000 56400 56400 113400 259200
Tahrir - - - 929600 929600
Asakir-i Zabtiye - - - 2685168 2685168
Faiz ve Bedalat 221079 400216 595940 429882 1647117
Aşar - - - 2273689 2273689
Telgraf ve Posta - - - 635500 635500
TOPLAM 859574 1220085 1644114 8890086 12613859
Selda Kılıç
198

Görüldüğü gibi her sancağın, bedel-i askeri, ağnam rüsumu, tapu hasılatı,
maden, mahkeme gelirleri v.b. gibi vergi türlerinden elde edilen gelirler
belirlenmiştir. Aynı zamanda da her sancağın, aynı tür olan gelirlerinin toplamı
da yapılmıştır. Masraflarda da aynı şekilde, dahiliye, maliye, şeriye, adliye,
maarif, nafıa, asakir-i zaptiye, tahrir, faizler, telgraf ve posta masrafları
belirlenmiştir. Gelir bölümünde olduğu gibi, sancakların aynı tür masraflarının
toplamı da verilmiştir.

Bu arada aynı yılın vergi gelirleri yanında geçen yıldan kalan gelirler de
eklenerek o senenin genel toplamı olarak verilmiştir.

İşte bu şekilde vilayetlerin bütçeleri belirlenmektedir. Gelir ve giderleri


ayrıntıları ile oluşturulup kalan miktar merkeze yollanmaktadır. Yine Ankara
Vilayeti'nin 1902 (1302) yılı itibarıyla vilayetin bir yıllık geliri 56027172 ve
masrafı 17528543 kuruşturlo.

Diyarbakır Vilayeti'nde askeriye bedeli, ağnam rüsumu, harac, nakdi


cezalar v. b.'lerden elde edilen gelirleri bulunmaktadır. Diyarbakır Vilayeti'nin
1875 (1292) yılı itibarıyla gelirleri sancak bazında şu şekildedir:

Diyarbakır Sancağı 11.019.732

Mamuretii'l-aziz Sancağı 11.107.299

Malatya Sancağı 07.862.831

Siird Sancağı 05.120.341

Mardin Sancağı 05.722.437

TOPLAM 40.832.640' dıril.

Bazı Vilayetlerin bütçelerinden bir kaç örnek vererek, vilayetlerde aslında


gelirlerin fazla olduğunu masraflarını karşıladıktan sonra hazineye epeyce vergi
geliri yollandığını bazı vilayetlerin ise, giderlerinin fazla olduğunu göreceğiz.

Konya Vilayeti'nin 1899 (1317) yılında senelik gelirinin 92 milyon


772.000 ve masrafı 13 milyon 279.500 kuruşturl2• Aslında Osmanlı taşra
vilayetlerinin vergi gelirleri bir hayli fazladır. Ekonomik açıdan da bir canlılık
sözkonusudur. Mesela, yine Konya Vilayeti'nin bir senelik ithalatı 46 milyon,

LO. Ankara Vilayeti Salnamesi, 1320(1902).


IL. Ankara Vilayeti 'nde olduğu gibi bütün sancakların vergi türleri de belirtilerek
ayrıntılarıyla verilmiştir. Biz burada yalnızca toplam vergi gelirlerini göstermekteyiz. Daha fazla
bilgi için bakınız: Diyarbakır Vilayeti Salnamesi, 1292 (1875).
i2. Konya Vilayeti Salnamesi, 1317 (1899).
Tanzimat Sonrası Osmanlı Vilayet Bütçeleri 199

ihracatı 85 milyon kuruştur!3. Konya'dan örnek vermeye devam edersek, 1913


(1332) yılı itibarıy1a Konya merkez kazasının mali durumuna baktığımızda,
kazanın gelirinin 12 milyon 652.610 ve masraflannın 10 milyon 498.775 kuruş
olduğunu görüyoruzl4. Şimdi de Hüdavendigar Vilayeti'nin 1895 (1313)
yılındaki gelir ve gider cetvellerine baktığımızda göreceğiz ki, vilayetlerdeki
vergi türleri birbirinden farklıdır. Mesele bazı vilayetlerde olmayan "orman
hakkı ve kereste" için alınan vergi Hüdavendigar Vilayeti'nde alınmaktadır.
Dolayısıyla vilayetlerde ve sancaklann yapısı ve fiziki konumu itibanyla alınan
bazı vergi gelirlerinde farklılıklar bulunmaktadır. Hüdavendigar Vilayeti'nin
1895 yılı bütçesine baktığımızda şu tablo karşımıza çıkmaktadırl5•

Hüdavendigar Vilayeti'nin 1895 (1313) senesi gelirleri:

GELİRİN TÜRÜ KURUŞ

Emlak vergisi 22.992.395

Temettü vergisi 4.670.261

Bedel-i askeri 4.057.725

Ağnam rüsumu 11.071.873

Canavar 2.255

Maktuan işar kılınan aşar bedeli 28.062.573

Emaneten idare kılınan aşar hasılatı 3.659.664

Emlak-ı miriye, muaccele ve icar 60.084

Rüsum-ı mütenevvia 1.019.685

Orman hakkı ve kereste ve pul rusumları 1.214.127

Enva-ı maden 76.300

Emlak ve tapu harçları 1.977.500

Mehakim Harçları 936.927

TOPLAM 80.986.669

Maden Hassı İanesi 1.991.362

Menafi Hassı İanesi 3.110.050

Toplam 5.101.412

13. Konya ViIayeti Salnamesi, 1317 (1899).


14. Konya Vilayeti Salnamesi, 1332 (1917).
15. Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi, 1313 (1895).
Selda Kılıç
200

Hüdavendigar Vilayeti'nin 1895 (1313) senesi giderleri:

GELİRİN TÜRÜ KURUŞ

Dahiliye 3.215.419

Adliye 1.275.984

Şeriye 774.598

Maliye 1.831.491

Maaşat-ı Zatiye 165.388

Sıhhiye 3.600

Vergi Emaneti 378.460

Zabtiye 5.462.067

Orman 368.512

Maden 77.920

Fırka-ı Tahsiliye 521.213

Faiz ve Bedelat 1.635.503

Polis Memurları 456.704

TOPLAM 17.451.859' dırl6.

Hüdavendigar Vilayeti'nin 1889 (1307) yılında bütün sancaklardan


topladığı ağnam miktarı ise, 2.663.085 kuruştur. Bunun yanında, temettü
vergisi, bedel-i askeriye, emlak ve akar vergisi, rüsum-ı mütenevvia, ağnam
rüsumu v.b. adlarla topladığı vergi miktarı, 80.741.163 kuruştur. Dahiliye,
adliye, şeriye, maliye, zabtiye, orman, maden, faiz ve bedelat, polis memurları
v. b gibi yapmış olduğu masraflar ise, 16.605.410 kuruştur17•

Trabzon Vilayeti'ne baktığımızda da şu tablo ile karşılaşıyoruz. 1867


(1284) senesinde çeşitli isimler altında toplanan vergi geliri 12.264.823
kuruştur. Bu Vilayet'in sancak ve nahiyelerinin maaş ve masraf toplamı ise,
3.756.668 kuruşturl8• Daha ayrıntılan ile belirleyecek olursak;

16. Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi, 1313 (1895).


17. Hiidavendigar Vi1ayeti Salnamesi, 1307 (1889), salnamede ayrıca çok ayrıntılı cetveller
bulunmaktadır.
18. Trabzon Vilayeti Salnamesi, 1287 (1870).
Tanzimat Sonrası Osmanlı Vilayet Bütçeleri 201

1867 Trabzon Vilayeti'nin gelir ve giderini gösterir cetvel:


Gelirlerin Türü: Aşar, mal vergisi, ağnam rüsumu, iane-i askeriye, varidat-ı
müteferrikal9.

Nefs-i Trabzon
Maaş ve Masraflar 2.895.493
Toplam Gelir 1.044.270
Akçaabad Nahiyesi
Maaş ve masraflar 2.895.493
Toplam Gelir 1.152.969
Vakıf-ı Yomra Nahiyesi
Maaş va masraflar 22.332
Toplam Gelir 753.811
Maçka Nahiyesi
Maaş ve masraflar 64.068
Toplam Gelir 655.644
Ma'Tonya Vakıf-ı Kebir Nahiyesi
Maaş va masraflar 34.244
Toplam Gelir 607.637
Giresun Kazası
Maaş va masraflar 13.583
Toplam Gelir 642.382
Akköy Nahiyesi
Maaş ve masraflar 25.428
Toplam Gelir 557.781
Keşap Nahiyesi
Maaş ve masraflar 21.756
Toplam Gelir 507.632
Bucak Kazası
Maaş ve masraflar 111.625
Toplam Gelir 852.320
Ulubey Nahiyesi
Maaş ve masraflar 22.572
Toplam Gelir 535.819

19. Ayrıntılı çizel ge vermiyoruz. Yalnızca gelir ve gideri belirtmekteyiz. Diger rakamlar ile
ilgili ayrıntılar Salname' de bulunmaktadır. Trabzon Vilayeti Salnamesi, 1287.
202 Selda Kılıç

Espiye Nahiyesi
Maaş ve masraflar 18.972

Toplam Gelir 281.130

Pireştin Nahiyesi
Maaş ve masraf 18.972

Toplam Gelir 364.311

Rize Kazası
Maaş ve masraf 141.854

Toplam Gelir 928.343

Kurrayı Seba Nahiyesi


Maaş ve masraflar 20.592

Toplam Gelir 135.292

Tirebolu Kazası .

Maaş ve masraflar .
80.772

Toplam Gelir 820.796

Uludereli Kazası
Maaş ve masraflar 25.890

Toplam Gelir 485.454

Of Kazası
Maaş ve masraflar 61.788

Toplam Gelir 1.015.883

Sürmene Kazası
Maaş ve masraflar 32.983

Toplam Gelir 889.349

GENEL TOPLAM MAAŞ VE MASRAF 3.756.668

TOPLAM GELİR 12.264.823

Görüldüğü gibi Trabzon Vi1ayeti bütçesinde, toplam geliri 12.264.823


kuruştur. Bunun 3.756.668 kuruşu maaş ve masraflara ayrılarak 8.508.155
kuruşu hazineye gelir olarak gönderilecektir.

Yukarıda vermiş olduğumuz vi1ayet1erin dışındaki yerlerde de vilayet


bütçelerinin düzenlenişi genel olarak böyle idi. Ancak bazı durumlarda kimi
zaman bütün vergi gelirleri ve diğer bazı gelirler tam zamanında
top1anarmyordu. Bazen da bir vi1ayetin masrafları, o vi1ayetin gelirlerinden fazla
olmakta idi. Tabi ki böyle bir durumda da bütçe de açık veriyordu. Örneğin:
Tanzimat Sonrası Osmanlı Vilayet Bütçeleri 203

Hüdavendigar Vilayeti'nde 31 Mart 1912 (1331) senesinde bütçe açığı söz


konusu olmuştu:w.

Dahiliye Nezareti'nden, Hüdavendigar Vilayeti Evrak Müdürlüğüne


gönderilen yazıda, vilayetin bir senelik gelir-giderini gösteren cetvelin
gönderilmesi isteniliyordu. Buna karşılıkta Hüdavendigar Vilayeti'nden,
Dahiliye Nezareti İdare-i Umumiye, Maliye Nezareti Celilesine hitaben bir yazı
gönderilmişti. Bu yazıda vilayet'deki toplam vergi gelirlerinin tamamı toplansa
dahi bütçe de açık bulunduğu belirtilerek içerisinde bulunduklan zor durumu
açıklayarak, gelir-gider cetvelini de ekleyerek merkeze yollamışlardI.

Hüdavendigar Vilayeti'nde o yılın bütün gelirleri toplanmış olsa dahi 261


42038 kuruş açık çıkmaktadır. Vilayetdeki memur maaşlannın ödenemediği,
kolordunun bazı ihtiyaçlannın ertelendiği belirtilmekteydi.

Hüdavendigar Vilayeti'nin zor bir duruma düştüğü, artan masraflan


karşılamakta zorlandığı açıklandıktan sonra gelir ve giderler gösterilmekteydi.

Hüdavendigar Vilayeti'nin bir senelik gelir ve gider cetveli:

GELİRLERİ

Müsakkafat vergisi 5.120.320

Arazi ve arsalar 7.064.917

Temettuat vergisi 1.1 11.325

Bedel-İ nakd-i askeri 3.000.000

Ağnam resmi 3.993.309

Canavar resmi 1.738

Vergi Tezakİr-İ Esmanı 170.969

Tahakkuku tahsiline tabİ hasılat 70.701.723

TOPLAM 29.164.291

Gelirler tamamen toplandığı takdirde bu rakamlar söz konusudur. Aynca


geçen seneden kalan gelirler burada gösterilmemiştir.

20. B.OA, DH1UM, DN:4\1, SN:3, T:1333. C. 6.


Selda Kılıç
204

KURUŞ
MASRAFLAR
Maaşlar ve mahalli masraflar 3.496.360
1.824.000
Müfettişler maaşları
Ağnam resminden Divan-ı Umumiye ye verilecek 224.000
olan 1896 senesi borçlanma karşılığı
Memurlar, emekliler ile dul ve yetimler ve bakıma 9.200.000
muhtaç olan ailelerin 1911 (1330) senesinden kalan
altı aylık yarım maaşları
Bu senenin ağnam rüsumuna dahil edilecek 400.000
tekalif-i cerİine ve vesait-i nakliye
Geçen senenin vergisine dahil edilecek olan 600.000
tekalif-i cerime ve vesait-i nakliye
Emekliler ile dul ve yetimlerin 1910 (1328), 500.000
191 ı (1329) senelerine ait maaşları
Emanet olarak alınan borçlar 1.841.744

Vilayet hesap carisine borç 5.220.225


55.306.329
TOPLAM
26.142.038
GELİR AÇIGI

Yine böyle bir duruma örnek vermek gerekirse, Sivas Vilayeti içinde söz
konusudur. Hazine-i Celile-i Maliye ye 29 Şubat 1898 (1316) da vilayet' e
validen gönderilen kayıtlarda da böyle bir durum ile karşılaşıyoruz. Vilayet'in
toplam gelirleri ile yapılan ödemeler ve harcamalar pusula halinde Maliye
Nezaretine sunulmuştur. Burada maliye nazırı herhalde karar vermemiş olsa
gerekir ki, durumu padişaha arz etmiştir. 2 Mart 1898 (1316)'de maliye nazırı
tarafından, Nezaret-i Umumiye-i Maliye kaşesiyle padişaha gönderilen yazıda,
vilayetin 205.558 kuruş 20 para olan gelirine karşılık 348.070 kuruş toplam
giderinin olduğu belirtilerek, bunun ile ilgili bilgiler ve pusula da sunularak, ne
yapılması gerektiği hakkında padişaha sorulmaktadır2!.

Ek'te olan pusulayı aşağıda veriyoruz. 29 Şubat 1897 (131S)'de vilayetden


~. gelen gelirin miktarını gösteren cetveF2.

GELİRLER KURUŞ PARA

Sivas Vilayeti'nden 4.500

Engiri Sancağından 20.000

Nevşehir Kazasından 200.000

Ayvalık Kazasından 161.058 20

TOPLAM 205.558

21. B.O.A., Yıldız Mütenevvia Maruzat Evrakı, DN:200, SN:49, T: 14. ZA. 1317(1899).
22. B.O.A., Yıldız Mütenevvia Maruzat Evrakı , DN:200, SN:49.
ı

Tanzimat Sonrası Osmanlı Vilayet Bütçeleri 205

Görüldüğü gibi, vilayetin toplam geliri 205.558 kuruş 20 para dır.


Masrafları ise, 348. 070 kuruş 20 paradır. Şimdi de masraf cetveline bakalım.

MASRAFLAR KURUŞ PARA


Nizamiye Fevkaladesine 161.058 20
Nizamiye Adliyesine 46.848
Bahriye 5.700
Dahiliye 25.659 38
Hariciye 10.749 20
Adliye 2.829 2
Ilmiye 7.700
Zabtiye 17.714
Divan-ı Muhasebet 1.832
Maliye 38.319
Maaşlar Zaiyatı 29.560 20

TOPLAM 348.070

Aynı şekilde Hazine-i Celile-i Maliyeye 1 Mart 1898' de vilayet' den


gönderilen iki adet pusula ile gelir-gideri gösterilmektedir. Burada da maliye
nazırı tarafından gelirlerin toplamı 20.000 kuruş, yapılan ödemeler ise 249.980
kuruş olduğu belirtilerek ne yapılması gerektiği Padişah'a 2 Mart 1898 (1316)
tarihinde Nezaret-i Umur-ı Maliye'den gönderilen bir yazı ile sorulmaktadırD.

1 Mart 1898 (1316)' de vilayetten gönderilen pusula:


Bolu Sancağı: 20.000 kuruş
1 Mart 1898 günü gönderilmiş olan ödeme pusulası:
KURUŞ

Hariciye 1.500

Selatin-i Izam 60.000

Ayan 1.059

Divan-i Muhasebet 12.073

Maliye 168.389

Maaşlar zaiyatı 6.950.

TOPLAM 249.980

23. B.O.A., Yıldız Mütenevvia Maruzat Evrakı, DN:200, SN:49, 14 Za 1317.


206 Selda Kılıç

Görüldüğü gibi, çok sık olmamakla birlikte kimi vilayetlerde toplanan


gelirler, vilayet içerisinde olan harcamalara dahi yetmemektedir. Gerçi bu
istisnai bir örnektir. Fakat bu gibi örneklere rastlamamız da mümkündür.

Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki, Osmanlı Vilayetleri'nde, vilayetlerde


tutulan bütçelere önem verilmektedir. Ancak her ne kadar bir kontrol
mekanizması oluşturulmuş ise de bu bütçeler üzerinde kimi zaman oynamalar
olmuştur. Defterdar olsun, vilayet'in valisi olsun, görevlerini suistimal etmeleri
söz konusu olmuştur. Kimi zaman toplanan paralar zamanında merkeze
gönderilmemiş, kimi zaman da vilayet bütçesi üzerinde yer alması gereken
paralar yöneticiler tarafından kendi hesaplarına geçirilmiştir24•

Burada birkaç örnek vermek yerinde olacaktır sanıyoruz. Örneğin: Van


Vilayeti'nden,vilayetin Valisi olan Ferik Bahri Paşa, Mabeyn-i Hümayun baş
kitabetine göndermiş olduğu yazıda Van Defterdarının görevden alınmasını
yerine de Divan-ı Muhasebat mümeyyizi Hasan Şükrü Bey'in tayinini teklif
etmektedir. Bu kişi ile ilgili birkaç övgü dolu sözler sarf ederek, gereğinin
yapılmasını arz etmektedir25•

Bu gibi olaylar diğer yörelerinde de söz konusu idi. Örneğin: Eski Halep
Valisi olan Osman Paşa' dan, Başkitabet Dairesine gelen şifreli bir telgrafta,
Halep Vilayeti Defterdarı'nın uygunsuz davranışları bulunduğu, halka karşı çok
kötü muamelede bulunduğu, şiddet kullandığı bu sebeplerden dolayı görevinden
alınması gerektiği bildiriliyordu26•

Elimizde bu ve bunun gibi yüzlerce belge bulunmaktadır. Bunlardan


birkaçını vermekle yetinmekteyiz. Ancak bu gibi belgelerin yanında az da olsa
görevlerini başarıyla yapan ve hatta bu sebeple de hakları olmadıkları halde
görevlerinden alınan defterdarlara ve diğer yöneticilere rastlıyoruz. Mesela:
Mabeyn-i Hümayuna Aydın Vilayeti'nden gönderilen bir telgafta, görevinden
alınmış olan eski Aydın Defterdarı Kadri Bey'in tekrar göreve getirilmesini
isteyen 72 imzalı dilekçe bulunmaktadır. Bu telgrafta Aydın Vilayeti'nin altı
seneden beri Defterdar'lığını yapan Kadri Efendi'nin vilayette birçok yararlı
işler yaptığı, herkese karşı çok iyi muamele ettiği, vilayette yetimler için bir
ıslahhane yapılmasında ön ayak olduğu, bunun yanında bir mektep yapılması

24. Aydın Defterdan Kadri Bey'in yaptığı yolsuzluklar ile ilgili olarak bakınız: BOA,
DHlUM, DN:37, SN:68, T:6. 6. 1306.
25. B.O.A., Yıldız Mütenevvia Manızat Evrakı , DN:I06, SN:78, T:16. 4. 1312 (29 Nisan
1896).
26. B.O.A., Yıldız Mütenevvia Maruzat Evrakı, DN:28, SN:32, T:25. 1. ı305(8 Şubat 1899).
Tanzimat Sonrası Osmanlı Vilayet Bütçeleri 207

için mesaisini harcadığı şeklinde birçok iyilikleri anlatılmaktadır. Görevinden


neden alındığı belirtilmemiştir. Ancak Defterdar'ın bu sayılan faziletli
davranışları nedeniyle görevine tekrar iade edilmesi istenilmektedir. Bu 72 imza
içinde, Haham Başı Avram Efendi, Rum Metropolidi Vasilaus, Mevlevi Şeyhi
Mehmet Nuri, Nakibü'l eşraf kaymakamı Mustafa Refai, Müftü-i Belde Said
: Efendi, Vilayet İdare Meclisi Azalanndan Serciyan Karabet, Kalender Sefir, .
. Ahmed, Eşraf' dan Mehmet Tevfik, Ermeni Murahhas Vekili Papası Ohannes,
İkinci Daire-i Belediye Reisi Ragıp ile eşraf ve belde halkından imzalar ve
isimler bulunmaktadır27•

Her dönemde olduğu gibi, bu dönemde de görevini layıkıyla yapan ya da


suistimal eden yetkililer bulunmaktaydı. Burada önemli olan Tanzimat
dönemiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğunda modem anlamda bir bütçe
geleneğinin doğmuş olmasıdır. Bu bütçelerin değerlendirilmesinden özellikle de
Vilayet bütçeleri açısından baktığımızda, Vilayetin üretimini, ticaret hacmini,
gelişmişlik düzeyini, ekonomik canlılığını izlememize olanak vermektedir. Bu
bağlamda bütçeler, bir ülkede devlet gelir ve giderinin seyrini izlemeye imkan
veren belgeler olması bakımından büyük bir önem arz etmektedirlir. Biz de
burada 1871 tarihli Vilayet Mesarifat-ı Umumiyesi Hakkındaki
i Talimatname'nin ışığı altında bu uygulamalann vilayetlere nasıl yansıdığını,
r verdiğimiz bazı örnek vilayetlerin bütçeleri ile açıklamaya çalıştık.

27. B.O.A., Yıldız Mütenevvİa Manızat Evrakı , DN:36, SN:67, T:15 4 1306 (20 Aralık
1890).
1870 YıLıNDA DOGU KARADENİz'DE
ÇıKAN YANGıN VE ETKİLERİ

Y. Doç. Dr. Mehmet Yavuz ERLER*

Doğal hadiseler sonrası otaya çıkan yangınlar, insan yerleşim birimleri ve


doğa üzerinde tahrib edici etkisi ile varlığını sürdüregelmiştir. Tarihi yazılı
metinlerde insan topluluklarını derinden etkileyen böylesi felaketler
kaydedilmekde ve bizlere konu üzerinde bazı ipuçları sunmaktadır. Günümüze
kadar ulaşan yangın vakalarına dair bilgiler tasnife tabi tutulduğunda yangının
oluşumu ile ilgili şu kategorileri tespit etmek mümkündür:

a. Yıldırım düşmesi sonucu meydana gelen yangınları


b. Kurak havaların arttırdığı sıcaklık ortamının neden olduğu yangınlar"
c. Deprem sonrası ortaya çıkan kaos ortamının neden olduğu yangınlar'
d. Meteor veya Meteor Yağmuru sonrasında meydana gelen yangınlar.
e. İnsan ihmalkarlığı nedeniyle çıkan yangınlar"
f. Kundaklama nedeniyle meydana gelen yangınlar5

* Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Öğretim Üyesi.


(Makale hakkındaki tavsiye ve yardımlarından ötürü sayın hocam Y. Doç. Dr. Mehmet Emin
Yolalıcı ve muhterem arkadaşım Dr. Christoph K.Neumann'a teşekkürü bir borç bilirim.)
I. Belgrad'da yıldınm (saika) düşmesi nedeniyle çıkan yangında 150 kadar zahire mahzeni
tahrib olmuş ve sahipleri zarara uğramıştır. Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i Vekayiat
Tahlil ve Metin (1066-1116/1656-1704), Haz. Abdülkadir Özcan, T.T.K.Yay., Ankara 1995,
s.649.
2. 1874 tarihinde kurak havalar nedeniyle ortaya çıkan orman yangınlannda İngiltere,
Amerika ve Osmanlı Devleti'nde 7-8 milyon liralık hasarın. meydana geldiği belirtilmiştir.
Basiret, Nr.1204, 27 Safer 1291.
3. i 800 yılında Çorum'da meydana gelen deprem sonrasında çıkan yangın Çorum merkez
çarşısını ve pazarını tahrib etmiştir. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Dahiliyye,
Nr.1802.
4. İstanbul'da baruthanenin infilak etmesiyle çıkan yangında 425 ev tahrib olmuştu. Defterdar
Sarı Mehmed Paşa, a.g.e., s.648-649.
5. İnsanların gerek ülkeler arası gerekse ferdi olarak birbirlerine zarar vermek amacıyla
tasarladıkları kasti yangınlar bu kategoride ele alınmıştır. 1869 yılında Doğu Akdeniz'de tekstil
Mehmet Yavuz Erler
210

Yerleşim birimleri dahilinde meydana gelen yangınlarda insanlann


oluşturmuş olduğu yangınla mücadele ekibIeri çaresizliğe bir nebze de olsa
engel teşkil ederken; kırsal arazide meydana gelen yangınlar büyük çaplı
tahribatlara sahne olabilmektedir.6 Ormanlarda ve ekili arazilerde meydana
gelen yangınlann söndürülebilmesi bugün bile insanlığı mücadelede çaresiz
bırakan durumlara neden olmaktadır.

Trabzon Vilayeti dahilinde bulunan yerleşim birimlerinde çıkan


yangınlarda zarara uğrayan insanlara yardım yapılmış ancak afetin yıkıcı etkileri
yöre üzerinde kısa sürede tamamen giderilememiştir. 1863 senesinde Trabzon
merkezinde çıkan yangında hükümet konağı ve bölge hapishanesi yanmış ve
halkın gayretleriyle yangın söndürülmüştür.? 1869 senesinde Samsun'da çıkan
yangın ise Canik Sancağı'nın merkezini tamamiyle tahrib etmiş; halk meskensiz
ve gıdasız kalarak sıkıntıya düşmüştü.8 Merkezi hükümet, yörede bulunan ordu
birliklerindeki çadırları kullanarak, halkın mesken ihtiyacını gidermek suretiyle
yardımcı olmuştur.9 Ancak, Samsun'un gelişmesi, yangının verdiği tahribat
nedeniyle bir müddet sekteye uğramıştır. 10 Trabzon Vilayeti'nde yerleşim
alanlan haricinde de yangın hadiselerine raslamak mümkündür ; bunlardan en
etkili olanı orman yangınlandır. Yörede bulunan ormanlık arazinin genişliği ve
sarp arazi yapısı olası bir orman yangınını söndürmede yöre halkını çaresiz
bırakmaktadır .

üretimi ile etkin bir konuma sahip olan Aydın Vilayeti'nde meydana gelen büyük çaplı yangın
böylesi bir sabotaj ihtimalini de akla getirmektedir. Yangın sonasındaki bilanço kontrol
edildi~inde depolarda bulunan zahirelerin yanısıra 310 adet dükkan ve ma~aza, 5 adet cami, 2
okul binası, 3 han, 2 hamam, 325 ev ve 3 pazar bölgesinin yangında yokoldu~u belirlenecektir.
Yangının sebep oldu~u en öIk',nli tahribat ise yöredeki dokuma tezgahları üzerinde olmuştur.
Yangının akabinde Do~u Akdeniz piyasasında oluşan tekstil sıkıntısının Avnıpalı Devletlerce
giderilmesi düşündürücüdür. Ahmet Lütfi Efendi, Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi Tarihi,
haz.M. Münir Aktepe , C.XII , Ankara 1989, s.52-53.
6. Yerleşim birimlerinde dönemin inşaat malzemelerinin a~açtan olması, yerleşim planlarının
yangın ihtimali düşünülmeden yapılması ve mevcut itfaiyye teşkilatlarının yeterli yangın
söndürücü malzemelere sahip olmaması nedeniyle tahrib gücü daha etkili yangınlar meydana
gelebilmekteydi. Bkz. Nedim ıpek, "Göçmen Köylerine Dair", Tarih ve Toplum, S.150, Haziran
1996. Bu türden yangınlara ço~unlukla ıstanbul'da rastlanırken taşra yerleşim birimlerinde de
benzer türden hadiseler olmaktaydı. Mesela Be~o~lu'nda 1871 tarihinde meydana gelen yangında
zarar gören insanlara yapılan yardımlar gözden geçirildi~inde yangının ne denli büyük boyutlara
ulaştı~ı anlaşılacaktır. Basiret, Nr.170, 4 Eylül 1286.
7. BOA, İrade Şura-yı Devlet, Nr.421 , 22 Safer 1285, "Meclis-i Deavi-i Vilayet-i
Trabzon'dan Vekaletpenahi'ye tanzim olunan mazbata."
8. BOA, İrade Dahiliyye, Nr.43156.
9. BOA, İrade Dahiliyye, Nr.43410, H.1287.
10. 1869 Samsun da meydana gelen yangının olumsuz etkileri 1870 yılında da giderilmeye
çalışılmıştır. 1870 yılında yangından zarar görenler için 90.000 kunış masraf yapılarak i50 kadar
baraka inşa edilmiştir. BOA, İrade Dahiliyye, Nr.4341O, 1287 H.
ı ]870 Yılında Doğu Karadeniz'de Çıkan Yangın ve Etkileri 211

Dersa'adet'de meydana gelen büyük çaplı yangınlarda temel inşaat


malzemesi olan keresteye duyulan ihtiyaç kereste fıyatlannında artış
göstermesine neden olmuştur. Yerleşim alanlarında meydana gelen yangınlardan
sonra fıyatı yükselen bir diğer emtia da gıda ihtiyacını oluşturan zahiredir.ll
Trabzon yöresinde bulunan ormanıarda meydana gelen yangınlar sonrasında
yörede bulunan deniz vasıtalan yapımcılarının etkilendiğini öne sürmek
mümkündür. Yörede bulunan kayıkçılar ve yelkenli gemi sahiplerinin ahşab
malzemeye olan gereksinimleri doğalolarak hammedeyi oluşturan keresteye
yönelik afetlerden en çok etkilenen kesim olmalarına neden olmuş olmalıdır.
Trabzon Vilayeti bölgesinde geçimlerini kayık ve yelkenli gemi gibi deniz
vasıtalarını üreterek kazanan Of, Sürmene ve Yomra gibi sahil kasabaları orman
yangınlarında yokolan kereste ihtiyacIarını dış piyasadan temin etmeye
çalışmışlardır.l2 Kafkas bölgesindeki geniş ormanlık arazi bu ihtiyacı teminde en
akla yakın ekonomik piyasa olarak düşünülebilir.

1907 senesinde Osmanlı Devleti bünyesinde düzenlenen istatistiklerden


anlaşılacağı üzere Dersaadet'in ihtiyac duyduğu kereste ve yakacak odun
ihtiyacı Edirne, Kastamonu, Biga Sancağı, Konya, Aydın, Adana, Selanik,
Hüdavendigar ve Trabzon vilayetlerinde bulunan ormanlık araziden temin
ediliyordu.13 Ancak bu tarihlerde Trabzon ormanıarından önemli bir kereste ve
yakacak nakli söz konusu değildir. Muhtemelen yörenin ormanıarından bölge
!i ihtiyacı nisbetinde yararlanıldığı tahmin edilmektedir. Trabzon Vilayeti
yöresinin dağlık arazi olması, tarım arazisinin sınırlı bulunması nedenleriyle
ormanlık alanın tahrib edilerek tarım arazisi açma teşebbüslerine de yol açmış
olmalıdır. Bu sebepten ötürü 1870 yılında bölgede meydana gelen orman
yangınlarından sonra yapılan tahkikatlerde öncelikli olarak ele alınan
meselelerden birisi de yangında kasıt unsurunun soruşturulması olmuştur. 14

l860'larda Kafkas yöresinden Karadeniz Anadolu'suna göçler devam


etmiştir. 1869 tarihinde Batum yöresinden gelen Çerkez muhacirleri Lazistan
bölgesine yerleştirilmişlerdir. Ancak yerli halkın Batum'un Kehaber Ovasından
gelen bu göçmenleri hoşgörü ile karşılamadığı anlaşılmaktadır. Ziraat

i i. "Yangın sonrasında Dersaadet'de kereste ve zahire fiyatlarının yükseldiği be-


i ' Iirtilmektedir." Basiret, Nr. i 28, i 4 Temmuz 1286.
i 2. Trabzon 1869-1933 Yılları Yaşantısı, Derleyen: Cumhur Odabaşıoğlu, ıık-San Matbaası
Ltd. Şti., Ankara.
i 13. Orman ve Ma'adin ve Zira'at Mecmuası, 12. sene, Aded:8-140, Mahmud Beğ
Matbaası, 1323, s.19.
J 4. " (I 4.Bend) Bu yangın muhacirfnin tarla yapmak üzere yakdıkları ormanlar kabilinden
olarak arazi açmak içinmü yakılmışdır? ", BOA, İrade Dahiliyye, Nr.42309, "Hacı Derviş
Ağa'nın Meclise sunduğu 22 Şevval i286 tarihli talimatnamesi."
212 Mehmet Yavuz Erler

hususunda yeterince bilgiye sahib olmayan göçmenlere tahsis edilen araziler


nedeniyle yerli halk arasında huzursuzluk başgöstermiştir. Tarım arazisi sınırlı
olan bölgedeki hükümetin, göçmenlere yerli halktan alınarak yapmış olduğu
arazi tahsisatı yerli ve muhacir halkı karşı karşıya getirmiş ve silahlı çatışmaya
sebebiyet vermiştir. Temmuz 1869'da göçmen Çerkezler ve yerli Lazlar
arasında Karaşalvar adlı bölgede çıkan silahlı çatışmada yerli halktan bazıları
ölmüş ve askeri birliklerin müdahalesi ile olayın daha geniş boyutlu bir hale
dönüşmesi engellenmiştir.Hükümet dut yetiştiriciliği hususunda gerekli bilgi ve
malzemeyi aktardıktan sonra göçmenleri kendi kaderleriyle baş başa
bırakmıştır. 15

1870 senesinde Lazistan Sancağı içerisinde yer alan geniş ormanlık arazide
"afat-ı semavi" şeklinde nitelendirilen bir sebebten ötürü yangın çıkmış ve
oldukça geniş bir araziyi etkisi altına almıştır.16 Bir kaç farklı yerde bir anda
ortaya çıkan yangının sebebinin kundaklama olduğu zan edilmiştir. Çerkez
göçmenlerinin Lazistan yöresinde iskan edildikleri mahallerde çıkan bu yangın
nedeniyle hükümet; yörede bir yıl önce cereyan eden olayları da gözönünde
bulundurarak gerekli soruşturmanın yapılması amacıyla tahklk heyetlerini
bölgeye göndermiştir. Yörede Temmuz 1869'da meydana gelen arazi kavgası
nedeniyle, yöre sakinlerinin arazi açmak amacıyla ormanları ateşe verdikleri
şüphesiyle tahkikate başlanılmıştır. Tahkikat neticesinde kesin deliller olmadığı
için kimseye suç isnad edilememiştir. 17

Lazistan Sancağı'na bağlı bulunan Karaşalvar adlı bölgede Şubat l870'de


meydana gelen yangının şiddetli rüzgarın da tesiriyle kısa sürede geniş bir alanı
tehdit ettiği rapor edilmiştir. Batum'a dört saat uzaklıkta bulunan yangın

15. BOA., İrade Dalıiliyye, Nr. 41519, " Rebiülahir 1286 tarihli Teftiş Kumandanı Muhlis
Esat'ın Dahiliye Nezareti'ne sunduğu teftiş raporudur."
16. Yangının başlangıç sebebi" i\.fat-ı semaviyye " şeklinde nitelendirilmesine rağmen daha
tefernıatlı bilgi verilmemektedir. Yörede yangının hızla yayılmasına sebep olarak ise rüzgarın ateş
kıvılcıınlarını, yerdeki kuru otların da yardımı ile, daha geniş alanlara ulaştırdığı belirtilmiştir.
Belgelerde sunulan veriler doğrultusunda yangın esnasında yağmurun yağmadığı anlaşılmaktadır.
Yağmurun yağmadığı bir ortamda yıldırım düşmesi söz konusu olamayacağına göre belgelerde
belirtilen "Mat-ı semaviyye" ne olabilir? Göksel afetlerden akla en yakın olanı, meteor düşmesi
sanırım sorunun cevabı olsa gerektir. Eğermeteor düşmesi sonucu bir yangın zuhur etmiş ise
yangının geniş bir sahadaki yayılışı hesaba katılarak bir meteor yağmurundan bahsetmek mümkün
olacaktır.
17. "(Yangının ziraat arazisi açmak içinmi çıkarıldığına dair sorulan tahkikat sorusu üzerine
l4.Bende cevabı Kaban ve kırac ve sakız toprağı olu b ekser mahallerİ kabil-İ zİraat olnuıdığı. Ol,

BOA, İrade Dalıiliyye, Nr.42309, Hacı Derviş Ağa'nın Meclis'e sunduğu 22 Şevval 86 tarihli
talimatnamesi. "
1870 Yılında Doğu Karadeniz/de Çıkan Yangın ve Etkileri 213

merkezi, rüzgarında tesiriyle iki koldan hareketle Hodangir, Çürüksu, Acara,


Batum, Livaste, Gönye, Hopa, Mukril ve Arhavi dağlarında bulunan ormanları
etkisi altına aldığı belirtilmiştir. Rusya'nın kontrolü altında bulunan Kutayis ve
Gürcistan bölgesinde de yangının etkili olduğu ve birçok binayı ve araziyi
hasara uğrattığı anlaşılmaktadır. 18 Yörede bulunan ormanlardaki gürgen,
kızılağaç, dut fidanlıkları ve yöre halkına ait bazı ağaç Wrleri tamamen yanarak
yokolmuştur. Yöredeki hasarın boyutları ve yöre halkının durumunun
iyileştirilmesi hususunda hükümet vakit geçiktirmeksizin harekete geçmiş ve
Batum Vilayeti İdare Meclisi azası olan Hacı Derviş Ağa yangın mahalline
gönderilmiştir. Hacı Derviş Ağa yangının etkili olduğu bölgeler hakkında
gerekli bilgileri aldıktan sonra hasar raporu hazırlamış ve yörede o ana kadar
yapılanlar ile yapılması gerekenler hususunda gerekli bilgiyi hükümete
aktarmıştır.

Bölgede yapılan hasar tespit çalışmaları neticesinde yörede bulunan telgraf


direklerinin de yandığı tahkikat raporundan anlaşılmaktadır. Ayrıca yangın
bölgesi dahilindeki Karaşalvar adlı bölgede ikamet etmekte bulunan Kutabe
Mustafa Beğ Kabilesi'ne ait 55 paskadan* 54'ü, Batıbek Kabilesi'ne ait 30
paskadan lO'u, Batı Beğ'in yeğeni Halil Bey Kabilesi'nde bulunan 15 paskanın
ve bu kabilelerin kölelerine ait 6 adet paskanın yandığı rapor edilmiştir. Yanan
paskalardan üç hanesinin yerli evleri gibi tahtadan ve kiremit örtülü olarak inşa
edildiği de tahkikat raporunda kaydedilmiştir. Yangının etkisi altına aldığı
Mukril'de de evlerin birbirlerine beş, bazı yerlerde on dakika mesafe ile inşa
edilmiş olmalarına rağmen yerli halkın 30-40 hanesi de yanmış ve iki camide
yangın esnasında tamamen tahrib olmuştur. Rüzgarın çok şiddetli eserek
yerleşim birimleri arasındaki ormanlık arazi de cereyan eden yangını hızlı bir
suretle uzak mesafelere taşıdığı yöre halkından öğrenilen bir husus olarak
tahkikat raporlarına eklenmiştir. Mukril'de bir kadın ve bir erkek çocuğu da
yanarak can vermişlerdir. Gerek Karaşalvar, gerekse Mukril adlı bölgelerde
bulunan göçmen ve yerleşik halka ait zahire depolarıda yandığından halkın
sıkıntısı daha geniş boyutlu olmuştur. Yalnızca Karaşalvar bölgesinde bulunan
yardıma muhtaç muhacirlerin sayısı 333'ü yetişkin kadın ve erkek, n'si çocuk
yaşta kız ve erkek olmak üzere toplam 405'e ulaşmıştır. Yine Karaşalvar

18. BOA, İrade Dahiliyye, Nr.42309, "Dahiliyye Nezareti Canib'i Alisine sunulan 15
Kanun-u Sani 1285 tarihli Meclis Mazbatas!."; "Yangın mahalli hakkındaki teferruatlı bilgiler ise
Hacı Derviş Ağa'nın tahkikat raponındaki i3.Bend'de belirtilmektedir."
* Paska tabiri yöreye Kafkas Bölgesi'nden gelen Çerkez Kabilelerinin geçici bir süre iskan
amacıyla ağaçtan yapmış oldukları baraka yada kulübe benzeri evlere verilen ad. Bu bilginin
temininde Artvin yöresi sakinlerinden olan öğrencim Semir Yıldız'a teşekkürü bir borç bilirim.
Mehmet Yavuz Erler
214

bölgesinde ki zahire depolarında bulunan 2.111 kile lazot* , 256 kıyye fasulye,
altmış kıyye pasta * yanarak yok olmuştur.

Yörede yaptınlan hasar tespit çalışmasından sonra yöre halkının ihtiyaçları


belirlenmiş ve yapılması gereken işlemler üzerinde durulmuştur. Öncelikli
olarak barınma ihtiyacı ele alınmış ve ilk etapta yerli halkın da yardımları ile
derme çatma barakalar inşa edilerek muhacirler açıkta bırakılmamaya
çalışılmıştır. Yangından etkilenen yöre halkı geçici bir süre için Kahaber ve
Gönye yörelerine sevkedilerek burada ikamet ettirilmişlerdir. Karaşalvar
bölgesinde bulunan muhacirlerin evlerinin yeniden inşası için gerekli olan
masraf hususunda yapılan tahkikatler neticesinde 25 paskanın inşası için ikişer
yüzden 5.000 kuruş ve kalanının ise yüzerkuruştan 5.400 kuruş ve ahşab olan üç
hane için ise 1.500-2.000 kuruş masrafla tamamlanabileceği belirlenmiştir.19

Yangında etkilenen muhacirler için gıda yardımı bir senelik bir zaman
dilimi hesaba katılarak tespit edilmeye çalışılmıştır. Yörede zahirenin o günkü
bölge fiyatı her İstanbul kilesi için 12,5 gruş olarak belirlenmiştir. Ancak bu
fiyatın ihtiyacın artması nedeniyle yükselebileceği de belirtilmektedir. Bir sene
için yangından etkilenen kadın, erkek, kız ve oğlan çocukları için toplam 66.250
kıyye lazota ihtiyac olduğu hesaplanmıştır. Ayrıca yörede bulunan muhacirlerin
ziraat yapabilmeleri için her haneye üçer kile tohumluk lazot verilmesinin yöre
insanının geliri için elzem olduğu raporda belirtilmiştir. Yiyecek yardımı
hususunda yapılan ilk belirlemelerden sonra mahalli hükümet imkanları
doğrultusunda 8 aylık gıda yardımında bulunabileceğini bildirmiştir. Şubat ayı
başlangıcından, Eylül-Ekim ayına kadar geçecek olan sekiz aylık sürede
muhacirlerin yiyecek ihtiyacı olan zahirenin verilmesi yönünde karar alınmıştır.
Bir kile mısırdan 30 okka ekmek yapılabileceği hesabıyla yetişkinlere günlük
olarak kişi başı 1/2 kıyye ve küçüklere 100 dirhem ekmek vermek suretiyle
yardımda bulunulacağı karara bağlanmıştır. Bu suretle yetişkin her kişiye 8
aylık ihtiyacı olmak üzere yetişkinlere 4'er, küçüklere 2'şer kile mısır verilmesi
uygun görülmüştür. Karaşalvar bölgesinde yangından etkilenen 333 yetişkin ve
72 küçük yaştaki yangınzedelere yapılan gıda yardımının toplamı 1.476 kile
mısırdır. Ayrıca her haneye 3'er kile tohumluk mısırdan toplam 240 kile mısınn

* Lazat tabiri "Laz Otu" kelimesinin kısaltıimış şeklidir. Mısır olarak addedilen zahire türüne
Lazistan Sancağı bölgesinde bu ad verilmektedir. Bu bilginin temininde yardımcı olan saygıdeğer
hocam Prof. Dr. Bilal Dindar'a teşekkürü bir borç bilirim.
* Pasta tabiri bugünkü Artvin yöresinde yetişen ve mısıra benzer sarı renkli püskülleri olan bir
tür mahalli bitkiye verilen isimdir. Bu bitkinin tohumlarının yiyecek un yapımında kullanıldığı
yöre sakinlerinden öğrenilmiştir.
19. BOA, İrade Dahiliyye, Nr. 42309, "Hacı Derviş Ağa'nın Meclis'e sunduğu 22 Şevva!
1286 tarihli talimatnamesi", (6. ve 7. Bendlere cevab.).
1870 Yılında Doğu Karadeniz'de Çıkan Yangın ve Etkileri 215

da ziraatin devamı için verileceği hesaplanacak olursa yöre rayic fiyatı olan 12,5
kuruştan toplam 21.500 kuruşluk gıda yardımı masrafı yapılması gerekmiştir.
Bu meblağın Mal Sandığı'ndan karşılanacağı ve yardımın yapıldığı şahıslardan
sened alınarak kendilerine teslim edileceği Hacı Derviş Ağa tarafından Vilayet
İdare Meclisi'ne bilditilmiştir.20

1870'de Lazistan Sancağı'nda etkili olan yangının yerleşim mahallerinden


çok dağlık ve ormanıık araziyi tehdit etmiştir. Tahkikat heyetinin
belirlemelerine göre çoğunlukla yerli halka ait bulunan gürgen ve kızılçam
ağaçları keresteleri itibariyle ehemmiyet arzetmektedir. Tahkikat heyetinin
devlete ait bulunan ormanıık arazideki hasarın miktannı tespit etmede yetersiz
kaldıkları İdare'ye takdim etmiş oldukları raporlardan anlaşılmaktadır. Devlete
ait olan ormanıık arazi içindeki ağaç cinsleri ve yanan ağaçların tür ve miktarları
hususunda kesin ifadeler taşıyan bilgilerin verilerneyişi bu sahada hükümetin
yetersiz bir organizasyon sergilediğinin de bir kanıtı olarak algılanabilmektedir.
Söz konusu Trabzon Vilayet Salnamesi'nde Lazistan yöresindeki ormanıık arazi
hakkındaki kesin rakamlan içermeyen malumat ormanlar hakkındaki ilgisizliğin
bir devamı niteliğinde olsa gerektir. 1872 tariWi salnamede ormanlar hakkındaki
veriler incelenerek tahminen de olsa 1870 tarihli yangının zarar boyutunun bir
portresi çizilebilir:

l-Batum Kazası Ormanıarı : Çakov ve Tehayyal-ı Batum adında iki


büyük orman mevcuttur. Ormanıann yaya olarak eni iki saat, boyu beş saatlik
bir mesafeyi kaplamaktadır. Ormanıarda bulunan ağaç türleri ise kestane, kızıl
ağaç ve gürgen olarak belirtilmiştir. Bu ormanıardan yörenin mahalli ihtiyacı
olan odun ve kerestenin temininde yararlanılmaktadır.2!

2.Livane Kazası Ormanıarı : Yaya olarak boyu ve eni iki saat mesafede
olan Östekü adında bir orman mevcuttur. Ormanın bulunduğu mıntıka araba ve
hayvan ulaşımına müsait değildir. Bu yüzden bu bölgede bulunan ağaçlardan
kereste ve odun ihtiyacı temininde yararlanılamamıştır. Livana Kasabası'na yaya
15 saat uzaklıkta bulunan eni ve boyu yaya olarak ikişer saatlik bir alanı
kaplayan Hatla adında bir orman ve yine Livana'ya bağlı Milo Köyü'nde eni ve
boyu yaya olarak birbuçuk saatlik bir mesafeyi kapsayan bir orman daha vardır.
Bu ormanıarda da çam ve gürgen ağaçları mevcut olduğu kaydedilmiştir. Son
olarak belirtilen iki ormandan kabuk ve yaprağı soyularak çıkarılmış ağaçlar ve
tomruklar elde edilerek dışarıya satılmıştır.22

20. BOA, İrade Dahiliyye, Nr.42309, "Dahiliye Nezareti'ne 15 Kanun-ıı Sani 128S'de
gönderilen belge."
21. Trabzon Vilayet SaInarnesi, H.l289. (1872 M.), s.1 16.
22. a.g.e.(SaIname), s. 116.
Mehmet Yavuz Erler
216

3.Acara Kazası Ormanıarı : Kazaya üç saat mesafede Çaku Dağı'na


yakın eni ve boyu üçer saatlik bir alanı kapalayan Gelasikor, Acara'ya sekiz saat
uzaklıkta eni ve boyu onar saatlik araziyi kaplayan Şavşat ve Merisi, Acara-yı
Sufla Nahiyesi'nde eni ve boyu dört saatlik mesafeyi kaplayan Çirek, eni ve
boyu dört saatlik mesafeyi kaplayan Kurcun, Macehil Nahiyesi'nde eni üç boyu
iki saatlik araziyi kaplayan Efrad Dağı Ormanları mevcuddur. Bu ormanlarda
gürgen, çam, isteric, kızıl ağaç, köknar, kara yemiş, pel id ve benzeri ağaçların
mevcud olduğu kaydedilmiştir. Ancak ormanların bazılarının bulunduğu
yerlerin dağlık olması nedeniyle yararlanılarnadığı belirtilmektedir.
Yararlanılabilinen ormanlardan ise kereste ve yörenin kışlık yakacak ihtiyacı
temin olunarak değerlendirilmişlerdir.:!3

4.Hopa Kazası Ormanıarı : Hopa Kazası'na sekiz saat mesafede eni ve


boyu altı saatlik bir alanı kapalayan Ağaşi adlı bir ormanın mevcut olduğu
kaydedilmiştir. Bu ormanda akmar, gürgen, isteric ve kızıl ağac türünden
ağaçlar mevcud imiş. Ancak arazi yapısının ulaşıma müsait olmaması nedeniyle
bu ormandan da yararlanılamadığı belirtilmiştir.:!4

S.Çürüksu Nahiyesi Ormanıarı : Nahiye'de eni üç, boyu çeyrek saatlik


mesafeyi kaplayan Avret Hanal adlı bir orman kaydedilmiştir.Ormanda kestane,
pelid, ardıç, gürgen, kızıl ağac türünden ağacların varlığı belirlenmişti. Bu
ormanın hududa yakın o!ması nedeniyle ormandan kesimin ancak padişahın
özel izniyle mümkün olabileceği belirtilmiştir. Çürüksu Nahiyesi'nde bulunan
Çaku ve Acartin arasında eni oniki boyu dört saatlik bir alanı kaplayan ve
birbirlerine bağlı Franka, Yaluh, Karuh ve Tud adlarında ormanlar olduğu
kaydedilmiştir. Bu ormanlarda gürgen, kestane, kara ağac, ıhlamur, ardıc
ağaclarının mevcud olduğu belirtilmiştir.

Her ne kadar yangın hakkındaki tahkikat raporlarında dağlık ve ormanlık


arazide yanan ağaç türleri ve miktarı hakkında teferruatlı bilgi yer almasa da
salnamedeki veriler bazı eksikleri tamarnlamada yardımcı olmaktadır. Bölgede
bulunan ve kereste üretiminde kullanılabilen ormanlar ile yerli ve muhacir
halkın sahip olduğu gürgen, kızılçam ve dut fidanlıklarının yanması bölge
ekonomisine zarar verirken ulaşım güçlüğü nedeniyle yararlanılamadığı
belirtilen ormanlardaki yangın hasarı ekonomik açıdan önemli
görülmemektedİr. Her ne kadar, ulaşım zorluklarının kereste üretmini imkansız
hale getirdiği ormanlık araziler, ekonomik açıdan önemli görülmese de bu
sahadan kışlık yakacak temininde bulunan civar yerleşim mıntıkalarının

23. a.g.e.(Salname), s.ı17.


24. aynı yer.
i r

1870 Yılında Doğu Karadeniz/de Çıkan Yangın ve Etkileri 217

etkilendiği kesindir. Yakınındaki ormandan kışlık yakacak temin edemeyen


köylü ya yeni kaynaklara yönelecek ya da dişinden tırnağından arttırdığı
variyetiyle; kışlık yakacak odun alarak bu piyasadaki fiyatları ve ihtiyacı
körükleyecektir.25

1869 Süveyş Kanalı'nın açılması ile beraber Trabzon Limanı'nda ithalat ve


ihracat hacmi belirgin Lir şekilde düşüş kaydetmiştir. Trabzon Limanı'ndan
İran'a 1868'de 59,3 milyon frank tutarında ihracat, buna karşılık İran'dan bu
limana 103,2 milyon frank tutarında ithalat yapılmıştır. Bu miktar 1869'da ise
giden 44 milyon, gelen 68,3 milyon frank olarak değişmiştir. 1870'de bu
gerileme devam etmiş 41.4 milyon İran'a giderken 49.4 milyon franklık İran'dan •
kara yoluyla Trabzon'a mal gelmiştir.26

Doğalolarak Trabzon'a bağlı bulunan Lazistan Sancağı'nın ekonomisi bu


gelişmelerden etkilenmiş olmalıdır. Yörenin ekonomik açıdan kötü gidişatının
belirginleştirdiği ekonomik kaos ortamında yangının ne denli etkili olduğu
belirsizlik kazanmaktadır. Ancak, yine de yangın sebebiyle zarar gören zahire
depoları ve kereste kaynakları hesaba katılacak olursa ekonomik açıdan bu
mamullerin piyasa fiyatlarının yükselmesinde etkili olabileceği sonucuna
varılabilir.Yörede yangın esnasında kurtarma faaliyetleri ile ilgili hemen hiç bir
kayda rastlanmamıştır. Lazistan Sancağı dahilinde bulunan askeri birliklerin
dahi yangın kurtarma faaliyetlerine iştirak etmeyişleri akla bazı sonıları
getirmektedir. İhtimallerden birisini yangının hızlı bir şekilde etkisini gösterip
sönmüş olması, diğerini de yöre idarecilerinin hadiseye gereken zamanda.

25. Kereste fiyatlarını devrin belgelerini takip etmekle belirlemek oldukça güçtür. Mahalli
Basından günümüze ulaşan eserlere ulaşmada ki handikaplar nedeniyle sıhhatli bir araştırma
neticesi ortaya koymak mümkün olamamıştır. Ancak, bölgeye yakın yerleşim birimlerine aİt
Şeriyye Sicilleri takib edilerek kereste ve odun fiyatları takib edilmeye çalışılabilmiştir.
1868-1869 Samsun Şeriyye Sicilleri'nde yer alan Tereke Kayıdlarının incelenmesiyle elde edilen
bilgiler de bir çeki odunun 26 gruştan satıldığı tesbit edilmiştir. Bir adet masanın fiyatı ise 40 gruş
olarak belirlenmiştir. Mehmet Coşkun, H.1285-1286 (M.1868-1869) Tarihli Samsun Şeriyye
" i
Sicil Defteri, Danışm,m. Orhan Üner, (Doktora Tezi), Ondohız Mayıs Üniversitesi, Sosyal
J Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı, Samsun 1991, s.93, 135; Samsun
Şeri'iyye Sicilleri'nde 31 Ağustos 1872 tarihinde bir sagir tahta masanın 12 kuruş ve bir aded
sandalyenin 12,5 kuruş olduğu belirIenebilmiştir. Abdurrahman Okuyan, 1772 no'lu Samsun
LL
i
Şer'iyye Sicili Defteri'nin Değerlendirilmesi, Danışman: Osman Zümrüt, (Yükseklisans Tezi) ,
Ondohız Mayıs Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı,
Samsun 1998, s.104. Trabzon Vilayeti dahilinde bulunan Lazistan Sancağı dahilinde ki fiyat
hareketliliğinin yangın sonrası seyrini tesbit etmek şimdilik yeni araştırmalara ihtiyac
göstermektedir. 1869 tarihindeki kereste mamullerinin 1872 fiyatlarına nazaran yüksek oluşunda,
1869 tarihinde Samsun'da çıkan yangının etkisi büyük olsa gerektir.
26. a.g.e.(Odabaşıoğlu), s.70.
218 Mehmet Yavuz Erler

gerekli önemi göstermemiş olma kanısı oluşturmaktadır. 11 Haziran 1868


yılında27 Trabzon'da bir şube açmış olan Hilal-i Ahmer'in de yangın sonrası
yaralılara yönelik hiç bir faaliyetine rastlanılmamıştır. Yöredeki salnamelerde
1869- 1872 tarihlerinde Tulumbacı Ocağı'na rastlanmazken 1873 tarihli
salnamede Mehmet Efendi komutasında 12 kişilik Tulumbacı Ocağı'nın
Trabzon'da mevcudiyeti dikkat çekicidir.18

27. a.g.e. (Odabaşıoğlu), s.23.


28. a.g.e. (Odabaşıoğlu), 8.34.
XVIII. YÜZYıL İZMİR TİcARETİ
HAKKINDA DÜŞÜNCELER VE
VEzİR HANLARı

Bülent ÇEL1K*

Osmanlı kentleri, sadece belirli bir mekan içinde nüfusun yüksek yoğunluk
ve heterojenlik düzeyine ulaşması sonucu ortaya çıkan yerleşim birimleri
değillerdir. Bir yerleşim biriminin kent olarak nitelendirilebilmesi için bazı
işlevsel özellikler de taşıması gerekir. İdari düzeyaçısından yerleşimde bir
sancak beyi ya da en azından bir Kadı bulunmalıdır. ı Nüfusun büyük
çoğunluğunun tarım dışı üretim ve hizmet faaliyetlerinden geçimini temin
etmesi ve bu yerleşmelerin mahall1 ya da makro düzeydeki ilişkileri denetleyen
ve yönlendiren fonksiyonel örgütlenmeleri bünyelerinde toplayan merkezler
olmaları gerekmektedir.1 Böyle bir yerleşme biçimini sur, pazaryeri, kıSml
otonomiye dayanan şehirsel yönetim kurumlarının binaları ve şehirlilerin genel
toplanma yerleri karakterize eder.'

Ancak her şehrin yukarıdaki özellikleri kazanmadan önce geçirdiği evreler, .


yakaladığı ya da elinden kaçırdığı şanslar ve bulunduğu coğrafya ile birlikte
barındırdığı insanları etkileyen dışsalolaylar bulunmaktadır. IX. yüzyıldan
XVII. yüzyıla değin Doğu Akdeniz'deki uluslararası ticarete pek az katılan,
l528'de topu topu 2000 kadar nüfusu ile büyücek bir kasabayı andıran İzmir
şehrinin4 ve ticaretinin gelişimi bu bakımdan dikkat çekicidir. l426'da II. Murat
LL tarafından ele geçirilen İzmir, ilk olarak Ayasoluğla ardından Anadolu

* Gaziantep Ün. Fen-Edebiyat Fak. Tarih BöL. Araş.Gör.


ı. Suraiya Faroqhi; Osmanlı'da Kentler ve Kentliler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Istanbul,
1993, s.12.
2. H.Ünal Nalbantogıu; Sosyal Yapı Degişmesi Açısıdan Türkiye'de Sanayileşme ve
Kentleşme Süreçlerine Teorik Bir YaklaşımDenemesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi, Hacettepe
Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Enstitüsü, Ankara, 1974, s.l.
3. Max Weber; The City, New York, 1966, s. 65-66.
4. Tuncer Baykara; İzmir Şehri ve Tarihi, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir, 1974, s.29.
Bülent Çelik
220

Eyaletinin Saruhan (Manisa) Sancağına bağlanmıştır. Merkezi Gelibolu olan


Kapudan Paşa Eya1eti oluşturulduktan sonra ise Sığala Sancağı ismi ile bu
eyalete dahil edilen İzmir'in ticaret ve zanaat vergi gelirleri Tersane
kethüdalarının has sı tayin olunmuştu. Bu hassın gelirleri sancak beyi kanalıyla
İstanbul' a iletilmekteydi.5

Şehrin ticari açıdan önem kazanması ilkin bir takım siyası değişiklikler
sayesinde gerçekleşmiştir. 1566'da 30000 düka tutarındaki vergisini ödemediği
gerekçesiyle Cenevizlilerin yönetimindeki Sakız adası Piyale Paşa
komutasındaki Osmanlı donanması tarafından ele geçirilmiş,6 böylelikle
önceden Doğu ile Batı arasında bir köprü olan bu adanın yerini İzmir limanı
almıştır. Anadolu'nun yerel mallarının peşinde koşan yabancı tüccarlar için bu
malları İzmir'e getirip, kentin geniş ve korunaklı limanında doğrudan açık deniz
gemilerine yüklemek, kuru meyve, pamuk, yün ve deri gibi çok yer tutan
ürünleri çeşme'ye getirip, kıyı teknelerine yüklemek sonra da aradaki dar
kanalı geçerek Sakız limanına ulaştırmak ve oradan Batıya giden açık deniz
gemilerine aktarmaktan daha kolay ve ucuzdu.7 Ayrıca XVII. yüzyılda İzmir'in
İstanbul'a Kuşadası'ndan daha çok vergi geliri sağlamasıs ve 1618'de de İran'la
yapılan barıştan sonra İran ipeğinin tüccarlar tarafından vergilendirme açısından
Bursa'ya oranla daha cazip bulunması nedeniyle İzmir'e yöneltilmesi9 İzmir'i bu
iki kentle giriştiği ticari rekabetten kazançlı taraf olarak çıkarmıştır.

İzmir'de ticarette uzmanlaşmış gayrimüslim Yahudi ve Ermenilerin


yaptıkları yatırımlar, bilgi ve sermayelerini bu kentte kullanmaları ve dış
bağlantılar gerçekleştirmeleri İzmir için bulunmaz bir şans olmuştur. Şöyle ki
XVII. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki tüm dokuma üreticisi
kentler; ham yün maliyetindeki artıştan, Yeniçeriler'e iflas derecesindeki
fiyatlarla çok miktarlarda yünlü temin etme zorunluluğunun getirdiği yükten
ve Batıdan gelen ucuz yünlülerle rekabetin yarattığı güçlüklerle yüz yüzeydi.
Ortaya çıkan ekonomik buhran i00 yıldır Selanik'te yaşayan ve büyük ölçüde
dokumacılık ve ticaretle uğraşan Yahudi ailelerini etkileyince bunlar başka işler
aramaya ve XVII. yüzyıl başlarında -başta İzmir ve Manisa olmak üzere-

5. Mekin Sarıoğlu-Turgay Gönenç; İzmir 11Yıllıği 1967, İzmir, 1969, s.140.


6. Şerafettin Turan; "Sakız'ın Türk Hakimiyeti Altına Alınması", Tarih Araştırmaları Dergisi,
1966, sa. 4, s.185.
7. Daniel Goffman; İzmir ve Levanten Dünya (1550-1690), çev: Ayşen Anadol-Neyyir
Kalayeıoğlu, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995, s.56.
8. Wofgang Müııer-Wiener; "Der Bazar von İzmir", Mitteilungen der Frankischen
Geographisehen Gesellsehaft, Erlangen, 1982, s.424.
9. Özer Ergenç; XVI. yüzyıl'ın Sonlarında Bursa: Yerleşirni, Yönetimi, Ekonomik ve Sosyal
Durumu Üzerine Bir Araştırma. Yayımlanmamış Doçençlik Tezi, Ankara, 1979, s.235.
XVIII. Yüzyıllzmir Ticareti Hakkında Düşünceler ve Vezir Hanları 221

Anadolu ve Rumeli'de çeşitli kent ve kasabalara göç etmeye başlamışlardı. Lo Bu


tarihlerde - 1618- Ermeni tüccarlar da sermayelerini ipek ticaretine yatırarak
Avrupa'ya ihraç etmeye başlamışları i bunun için de İzmir limanı ve şehrinde bu
alandaki ağırlıklarını hissedilir biçimde arttırmışlardı. 1623 yılının Temmuz
ayında Marsilya konsülleri, bir Ermeni ve İpek balyaları işgalinden Fransa
Kralına şöyle yakınmaktaydılar: "...Bu ipeklileri şu Halep piyasasında, İzmir'de
ve başka yerlerde satma ve namuslu bir kar sağlama kolaylığına sahipken, biraz
daha fazla kazanmak için dünyanın öbür ucuna dek koşturan (bu arada
Marsilya'ya da) daha aç gözlü bir millet yoktur... "11

Son olarak şehrin gelişimine katkıda bulunması açısından Osmanlı askeri


sınıfının bizzat şehirde gerçekleştirdiği yatırımların ticari açıdan şehre çok şey
kattığının bilinmesi gerekmektedir. Bu yazımızda bunlardan birini, Sadrazam
Fazıl Ahmet Paşa tarafından sadareti yıllarında yaptırılmaya başlanan ve
ölümünden sonra vakıf haline getirilen Vezir Hanları hakkında ayrıntılı bilgiler
sunmaya çalışacağız.

1645- 1669 yılları arasında Akdeniz'de yapılan Girit Savaşının İzmir şehrine
ticari açıdan ayrı bir önem kazandırdığı bilinmektedir. Özellikle Köprülüzade
Fazıl Ahmet Paşa'nın Sadrazamlığı sırasında bu şehri onarma bakımından sarf
ettiği çabalar, İzmir'i Osmanlı İmparatorluğu'nun çok önemli ve hareketli bir
ticaret limanı haline getirmiştir.l3 İzmir şehrinin sadece yerel ticareti
yönlendiren Yakın Doğu pazarlarından farklı olarak uzak ülkelere yönelen dış
ticarete de açık oluşu ve bu nedenle de her mevsime göre değişen depo
alanlarına ihtiyaç duyması şehirde çok sayıda hanın kurulmasına neden
olmuştur. 14 1640'lı yıllarda İzmir'de 60,15 1670'li yıllarda ise 82 Han16
bulunmaktaydı. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'nın İzmir'e getirttiği suya* (Vezir

LO. Daniel Goffman; A.g.e., s.74.


i i. Özer Ergenç; A.g.e., aynı yer.
12. Fernand Braude!; Maddi Uygarlık, Ekonomi ve Kapitalizm (XV-XVııI. Yüzyıllar) II. cilt:
Mübadele Oyunları, çev.: M.Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara, 1993, s.13 ı.
13. M.Münir Aktepe; "İzmir Hanları ve Çarşıları Hakkında Ön Bilgi" t.Ü.E.F. Tarih Dergisi
Sa. 25, İstanbul i 97 i 'den ayrı basım. s.106-107.
14. Wolfgang Müller- Weiner: A.g.e., s.440.
15. Katip Çelebi: Cihannüma, İstanbul, 1145, s. 669.
16. Evliya Çelebi: Seyahatname, IX, İstanbul, 1935, s. 96.
* İzmir'de Buca yolunda Peygamber Elias vadi si olarak da adlandırılan Kokluca'yı geçtikten
2 km. sonra 160 m. uzunluğunda ve 1674 yılından beri üzerinden Vezir Su geçirilen ilk kemerle
karşılaşılır. Bu muhtemelen Vezir Fazıl Ahmet Paşa'nın yaptırttığı su kemeridir. Bundan sonra
ise yukarıya doğru 2 km. daha gidilince üzerinden Osman Ağa Suyu geçirilen 21 m. yüksekliği
120 m. uzunluğundaki ikinci kemerle, hemen sonra da 19 m. yüksekliği, 50 m. uzunluğu olan
liçüncü kemerle karşılır. Bu Osman Ağa'nın elimizdeki 1728 tarihli vakfiye defterinde adı
222 Bülent Çelik

Suyu) karşılık olmak üzere inşa ve vakıf olunan hanI7 Büyük ve Küçük Vezir
Hanı olmak üzere iki binadan oluşmaktadır. Vaklf ayrıca bu hanlara bitişik ya
da ayrı yerlerdeki dükkanlara, değirmenlere ve bir su mukataasına da sahiptir.
Büyük Han, İzmir'de Selvili Han'ın Kuzeyi ile Girit Hanı'nın doğusunda kalan,
bugünkü Mimar Kemalettin Caddesi ile 1326. ve 1330. sokakların kesiştiği
bölgede yer almaktaydı.!S IV. Mehmet dönemi Sadrazamlarından Köprülü
Mehmet Paşa'nın oğlu Fazıl Ahmet Paşa'nın emriyle İzmir'deki eski tiyatronun
yıktınlarak taşlarının vezir Hanının yapımında kullanılmak üzere 1675'te
taşıttınlmasından yapının 1675 yılında inşa edilmeye ve 1677 yılında Vezir
Kara Mustafa Paşa tarafından bitirildiği anlaşılmaktadır. Hana ait H.
1089/M.1678 tarihli vakfiye ise Fazıl Ahmet Paşa'nın ölümünden sonra tanzim
edilmiştir. 19

Küçük Vezir Hanı ise eskiden Küpecioğlu Hanı'nın kuzeyinde, Mahmudiye


Caddesi üstünde, bugün ise tahminen Halit Ziya Bulvarı ile 1332. sokağın
kesiştiği bölgede yer almaktaydı.2o Büyük Vezir Hanının 1675 yılında
yapılmaya başlandığı, 1677 yılında Vezir Mustafa Paşa tarafından bitirildiği ve
bu yapılara ait vakfiyenin H. 1089/ M. 1679 yılına ait olmasından Küçük Vezir
Hanının 1675 ile 1678 yılları arasında inşa ettirilmiş olduğu kabul edilebilir.2!

Bu iki han da inşa edildikleri tarihlerde İzmir ticaretinin kalbinin attığı


Frenk Caddesi ve Bedesten'e çok yakındılar ve Batı Anadolu'nun, Girid'in ve
diğer Ege adalarının İzmir'in hinterlandı haline gelmiş olması22 bu hanların ve
benzerlerinin hem önemlerini hem de sayılarını arttırmış olmalıdır. Bilindiği
üzere Vakıf kelimesi Arapça'da durdurmak, alıkoymak anlamındadır ve bu
anlamıyla VIII. yüzyılortalarından xıX. yüzyıl sonlarına kadarki dönemde
İslam ülkelerinde ekonomik ve sosyal hayatta önemli bir roloynayan
dini-sosyal bir kurumun adı olarak kullanılmıştır. İslam dininde vakıf, yararı
Allah'ın kullarına ait olmak üzere ve Allah'ın mülkü sayılacak biçimde bir bina,

geçen Vakıf mütevvelisi Osman Ağa ile aynı kişi olması yüksek bir ihtimaldir. Kemerler için
bkz. ııhan Pınar Yüzyıl Başındaki İzmir için Bazı Bilgiler. Toplumsal Tarih Dergisi 17/ 1995, s.
39-42.
17. Raif Nezih; İzmir Tarihi, İzmir, 1927, 1. Kitap, II. Kısım, 18.Forma, s.9'dan naklen
M.Münir Aktepe, a.g.m., s.146.
18. Bozkurt Ersoy; İzmir Hanları. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kummu, Atatürk
Kültür Merkezi Yayınları, Sayı: 49, Ankara, 1991, s.119. Bkz. Makale Sonundaki Kroki.
19. İzmir Vakıflar Müdürlüğü lll. Vakfiye Defteri 1. Varaktan naklen; M.Münir Aktepe;
A.g.e., s.147.
20. Bozkurt Ersoy; A.g.e., s.120.
21. Bozkurt Ersoy; A.g.e., s.121.
22. Mübeccel Kıray, "Azgelişmiş Memleketierde şehirleşme Eğilimleri: Tarihsel Perspektif
İçinde İzmir" ODTÜ Gelişme Dergisi, Güz, 1971-73, s.295.
XVIII. Yüzyıllzmir Ticareti Hakkında Düşünceler ve Vezir Hanları 223

arsa ve aletleri kişisel mülk olmaktan çıkarmaktıY Buna göre araziler (bazı
köylerin tamamı, her türlü ziraat işletmeleri, çiftlikler, tarlalar, bağ ve bahçeler),
mesken olarak kullanılan binalar, dükkanlar veya ekonomik bir kazanç
sağlamak için yapılmış başka yapılar ile, hayvan derisi, gemi, nakit para, kitap,
halı, şamdan, yoksul çiftçilere ödünç verilmek üzere tohum, köle, cariye,
hayvan gibi şeyler de vakfedilebilirdi. Vakıfların işletilmesi konusunda tek yol
kiralama (idr) sistemiydi. Ancak burada kiralama zamanı sınırlandırılmıştır ve
Hanefi mezhebine göre topraklar en fazla 3, diğer gayrimenkuller ve yalnızca
1 yıllığına kiralanabilmekteydi.24

Silahtar Tarihi'nde henüz inşaatı tamamlanmamış eski bir bina olarak


tanımlanan25 Fazıl Ahmet Paşa'nın yaptırttığı Vezir Hanlarına ait ve H. 1141
Muharrem / M. 1728 Ağustos ayına aİt hanlardaki dükkanlan, kiracıları, kira
bedellerini ve diğer gelirleri gösteren bir vakfiye defterine göre26 Büyük Han iki
katlıydı. Üst katta 33'ü küçük, 47 oda, alt katta ise 44 mahzen bulunmaktadır.
Alt katta ayrıca küçük büro işlevini gördüğünü tahmin ettiğim 7 daire (manka)
bulunmaktadırY Büyük Handa üstteki 14 -büyük- odanın yıllık kiraları,
30,36,50,60 ve 62 guruş arasında değişmektedir ve bunlardan 2'si boştur.
İsimlerinden 4'ünün Müslüman, 8'inin de gayrimüslim olduğunu saptadığımız
12 kiracının ödemiş olduklan meblağ ile boş 2 odanın geçmiş aylara ait kira
bedelleri toplamı 552 guruştur ve boş odalan kiralayacak olası kiracılardan
bundan sonraki aylar için toplam 26 guruş kira bedeli talep edilmektedir. Yine
üst katta bulunan 33 küçük odanın 22 kiracısı bulunmaktadır. Bu dükkanların
kiraları yıllık 15-20 guruş arasında oynamaktadır ve 3 Müslüman kiracıya
karşılık 19 gayrimüslim kiracı tarafından kiralanmışlardır. Boş olan 11 odanın
geçen aylara ait toplanan kira bedelleri ile bundan sonraki aylar için olası
kiracılardan talep edilecek kira bedelleri yanlannda belirtilmiştir. Tüm bu
odalardan 491,5 guruş kira geliri elde edilmiş, boş odalardan da daha 138,5
guruşluk gelir hedeflenmiştir. Yine isimlerden anlaşıldığı üzere Han'ın alt katta
bulunan 44 mahzenin 8 kiracısı Müslüman, 25 kiracısı da gayrimüslimdir ve bu
mahzenlerin hiçbiri boş değildir. Kiralan 24 ile 36 guruş arasında değişen bu
mahzenlerden yıllık 1460 guruşluk kira geliri elde edilmiştir ve bir kiracının

23. Hilmi Ziya Ülken; "Vakıf Sistemi ve Türk Şehirciligi", Vakıflar Dergisi, IX/l971, s.16.
24. İ.A. "Vakıf" mad. c. 13, ı. basım, İstanbul, 1986, s.153.
25. Silahtar Fındıklılı Mehmet Aga; Silahtar Tarihi c.1, İstanbul, 1928, Devlet Matbaası,
s.659.
26. Cevdet İktisat, 922.
27. M.Münİr Aktepe adı geçen makalesinde bu hanın yapıldıgı sırada üst katta 54, alt katta ise
50 oda olmak üzere toplam 104 odanın bulundugundan bahsetmektedir. Bkz. M. Münir Aktepe,
A.g.m., s.146. Dolayısıyla elimizdeki vakfiye defterinin düzenlendigi yıla gelinceye dek vakfm
birtakım tadilatlardan geçtigi, bazı odalann birleştiridigi, bazılannın ise bölündü gü varsayılabilir.
224 Bülent Çelik

birden fazla adayı kiraladığı görülmektedir. Örneğin Niyaki, 2 adayı 72 guruşa,


Hacı Mehmet ve Nebayot 3'er adayı 90'ar guruşa kiralamışlardır: Defterde
ayrıca "Kapu arasındaki mankalar" olarak belirtilen ve Han içerisinde olduğu
anlaşılan 7 dairenin I'i boş olmak üzere 6 kiracısı bulunmaktadır. Bunların 4'ü
gayrimüslimdir (İvanis, Anastas, Petro, Nebayot). Kiraları 7 ila 15 guruş
arasında değişen bu odalardan vakıf 70,5 guruşluk bir gelir elde etmiş, boş oda
içinse yılın geri kalan ayları için 4,5 guruş kira talep edilmiştir. Ayrıca büyük
Han'a bitişik 2ldükkan bulunmaktadır. 3'ü boş olan bu dükkanıarın bütün
kiracıları gayrimüslimdir ve 1 dükkan 28 guruş diğer tüm dükkanlar 30'ar
guruşa kiralanmıştır. Vakıf 612 guruş gelir elde ettiği bu dükkanıarın boş
olanlarından yılın geri kalan ayları için toplam 15 guruş kira istemektedir.28

Küçük Han'da ise üst katta 19 oda, alt katta ise 20 mahzen olmak üzere 39
dükkan bulunmaktadır.29 Üstteki 19 odanın l2'si boştur ve yılın geri kalan ayları
için 6 ila 25 guruşluk tarifelerle yeni kiracılar beklemektedir. Geri kalan 7 adayı
ise 1 Müslüman ve 6 gayrimüslim kiracı yıllık 14 ila 18 guruş'a kiralamışlardır.
Vakıf bu bölümden 306,5 guruşluk gelir elde etmiş, boş odaların da 137,5 guruş
gelir getireceği hesaplanmıştır. Alt kattaki 20 mahzenin 2'si boştur ve birisi 2
guruş diğeri de 10 guruşa yılın geri kalan ayları için yeni kiracılarını
beklemektedir. Dolu olan 18 mahzen 7 ila 36 guruş kiralarla 17 kişiye
kiralanmıştır. (Aleksan 60 guruşa 2 mahzen kiralamı Ş tır) 6 Müslüman, 9
gayrimüslim kiracı vakfa toplam 564 guruş kira ödemişlerdir. Küçük Han'a
bitişik 7 dükkanın tamamı 28,40 ve 48 guruşluk tarifelerle gayri-müslimlere
kiralanmıştır ve 223 guruşluk gelir getirmiştir.

Vakfa aİt İzmir'in bazı bölgelerinde bulunan diğer dükkanıarın durumu ise
şöyledir:

Vakfın "Frenkhane" ve "Gümrük" civarındaki dükkanlarla İzmir


Gümrüğünden elde ettiği gelirler:

Bu bölümde Frenkhane, bu yapı ve İzmir gümrüğü etrafında 1 kahvehane,


1 mahzen, 1 manka ve 6 dükkan vakfa gelir getirmektedir: Burada Frenk hane
400 guruş, kahvehane 36 guruş, odalar 15 ila 27, ki bunlardan 171'i boştu ve
olası yeni kiracılara 3,5 guruşa vakıf tarafından kiralanmak istenmekteydi,
guruşa kiralanmıştı. Boş olan mahzen 30, Manka ise 10 guruşa bir yıllığına
kiralıktı. Bu bölümde ayrıca vakfa İzmir gümrüğünden 1200 gurupluk bir

28. Vrk. I.a.


29. 27 nolu dipnotdaki tespitimiz Küçük Vezir Han'ı içinde geçerlidir. MUnir Aktepe'nin
makalesinde (s.146) bu hanın üst katında 18, alt katında ise 17 oda bulunduğu belirtilmektedir.
i

XVIII. Yüzyıllzmir Ticareti Hakkında Düşünceler ve Vezir Hanları 225

gelirin ayrı bir kalem olarak aktarıldığı görülmektedir. Bu bölümde vakıf toplam
1784,5 gurup gelir elde etmiş, boş olan odalar ve mahzenden de 43,5 gurupluk
bir geliri hedeflemiştir.3o

Vakfın ayrıca İzmir "Bezzazistan"ına bitişik ve kara ve deniz tarafında


bulunan dükkanıarının olduğu görülmektedir. Bunların durumları ise şöyledir;

Vakfın Bezzazistan'a bitişik 25 dükkanı bulunmaktadır. Bunların 13'ü


gayrimüslim kiracılara kiralanmıştır. Kiralar yıllık 20, 22,27, 30 ve 36 guruşluk
tarifelerledir. Vakıf bu dükkanlardan 593 guruş gelir elde etmiş ve halen boş
olanlar için de toplam 127 guruş kira talep etmektedir. Bezzazistan'ın kara
tarafındaki dükkanlar 20 tanedir. Kiracıları arasında hiç Müslüman yoktur. 11'i
boş olan dükkanıarın dolu alanlarının kira tarifeleri 30 ve 40 guruştur. Vakıf bu
dükkanıardan 348 guruş gelir elde etmiş ve halen boş olanları da toplam 272
guruşa kiralamıştır. Bezzazistan'ın deniz tarafındaki dükkanıarı da yine 20
tanedir ve yine hiç Müslüman kiracı yoktur. 4'ü boş olan dükkanıarın kiraları 30
ve 40 guruşluk tarifelerledir. Vakıf bunlardan 540,5 guruş kira geliri elde etmiş
ve boş olan 4 dükkanı da toplam 79,5 guruba kiralamıştır.

Vakfın İzmir'de "Cami-i Şerif" etrafında bulunan dükkanıarının durumu


biraz daha farklıdır. Bu kalemde kaydedilen dükkanlar kiracılarının isimlerinin
yanı sıra yaptıkları işlere göre de deftere geçirilmişlerdir. Fenucci, Tadari,
Andan, Nardo gibi isimlerin yanı sıra, örneğin; çizmeci, kuyumcu, hallae,
kahvehane, balıkhane, berber, varilci, çubukçu, börekçi ve hamam olarak iş
gören dükkanı ar da defterde gösterilmiştir. Bu kalemde vakfa en büyük geliri
750 guruşa iki bab olarak kiralanmış olan hamam getirmektedir. Küçük bir oda
(manka) 6 guruş kira getirdikten sonra boşalmış ve 3 guruşa yeni kiracısını
beklemektedir. Bunun dışında odaların 6, 8, 12, 15, 16,18, 20 ve 24 guruşluk
tarifeleri bulunmaktadır. Vakıf toplam 27 oda, dükkan ve mahzenden 1232
guruş kira geliri elde etmiş, 73 guruşluk bir geliri de halen boş olan
dükkanıardan beklemektedir. 31

Vakfın İzmir'in "Hendek" kesiminde bulunan dükkanıarı da tıpkı Cami-i


Şerif etrafında bulunan dükkanıarında olduğu gibi kiracı isimleri ve dükkanıarın
ne dükkanı olduğunu belirtecek biçimde karışık olarak kaydedilmişlerdir.
Bakkal, Pabuççu, Aynacı, Börekçi, Abacı, Boyacı meslekI adlarla kaydedilen
dükkanıardır. İsimlerden anlaşıldığı üzere 5 gayrimüslim kiracıya karşılık 14
Müslüman kiracı bulunmaktadır. Hiç boş dükkanın bulunmadığı bu bölümde

30. Yi-k.l.b.
3 ı. Yrk. 2.a.
226 Bülent Çelik

kiralar 9,12,15,18,24,33 ve 36 guruşluk tarifelerledir. Vakıf bu dükkanlardan


468 guruş gelir elde etmiştir. Hendek ve Cami-i Şerif kesimindeki dükkanların
kiralarının diğer bölgelere oranla daha ucuz olmasının nedeni bu bölgelerin
şehrin daha iç kısımlarında olmalarından kaynaklanmaktadır.

Tüm bu dükkanıarın hesaplarından sonra vakfın sahip olduğu 4 değirmen


(Asıyab) ve 1 su mukataasımn (Mukataa-i Ab) kira gelirleri de deftere
işlenmiştir. Bu sırada boş olduğu anlaşılan bu iki kaynaktan Değirmenler 612
guruşa kiralanmış kiracı 130 guruş ödedikten sonra çıkmış ve 482 guruşa yeni
kiracısım beklemektedir. Su mukataası da 1274 guruşa kiralanmış 1250 guruş
getirdikten sonra boşalmış ve kalan 24 guruşu ödeyecek kiracısım
beklemektedir.

Vakıf tüm bu dükkan, mukataa ve değirmenlerden toplam 10623 guruş


gelir elde etmiş ve boş dükkan, mukataa ve değirmenlerden de 1434 guruş kira
geliri hedeflemiştir.

Gelirlerin bu şekildeki kayıtlarından sonra H. 1141 / M. 1728 yılında Fazıl


Ahmet Paşa Vakfı'mn giderlerinin ele alındığı bölümler karşımıza çıkmaktadır.
Bu bölümde ilkin Vakıftan maaş alan mürtezikaya verilen maaşlar
gösterilmektedir. 23 kalemde sıralanan vezayifler şöyledir:

İmam Efendi 48 guruş


Hatip Efendi 30 guruş
Müezzin-i Evvel 30 guruş
Müezzin-i Sanı 18 guruş
Kayyum 12 guruş
Devirhan (5 nefer) 45 guruş
Ser-Suyolcuyan 120 guruş
Hüseyin Halife 45 guruş
Süleyman Halife 30 guruş
Mehmet Halife 24 guruş
Cabı-i Mukataa-i b 36 guruş
Cabi-i İcarat 90 guruş
Pasbanhane-i Kebir 48 guruş
Pasban-ı Çarşu (2 nefer) 72 guruş
Pasban-ı Bezzazistan 48 guruş
XVIII. Yüzyıllzmir Ticareti Hakkında Düşünceler ve Vezir Hanları 227

Neccar-ı Vakf 30 guruş


Münsif Ahmet Ağa, Duaguy 120 guruş
Dizdar Ahmet Ağa Duaguy 21 guruş
İlyas Efendi tekyesine hınta
baha 600 kıyye karşılığı 30 guruş
Kadıoğlu Hasan Efendi'ye
hınta baha 300 kıyye karşılığı 15 guruş
Kaymakam-ı MüteveIli 600 guruş
Katip-i Vakf 60 guruş

Toplam 1620 guruş tutan bu bölümdeki giderlerin dağılımı oldukça


ilginçtir ve bize vakfın işlevleri ve ticari örgütlenmesi hakkında önemli bilgi
kırıntıları sunmaktadır. Örneğin vakıf genel güvenliğin sağlanması için gerekli
desteklemeleri sağlamaktadır. (Pasbanhaneler ve kale dizdarına verilen
vezayifler) Vakıf, Çarşı ve bezzazistanda bulunan dükkanıarının ve kiracılarının
güvenliğini de ayrıca sağlamaya çalışmaktadır. Vakıf mütevellisi görüldüğü gibi
600 guruşluk yüksek bir ücret almaktadır. yine Cabi-i icarat ve Ser Suyoleuyan
90 ve 120 guruşluk ücretlerle göze çarpan görevlilerdir. Kira gelirlerini
toplamakla görevli kişinin yüksek bir ücret alması normaldir. ancak Ser
Suyoleuyan da bu vakıf için oldukça önemli bir görevlidir. Vakfın kuruluş
nedeninin Fazıl Ahmet Paşa'nın İzmir'e su sağlaması olduğu düşünülürse bu
görevlinin önemi daha da açığa çıkacaktır.

Bundan sonraki bölümlerde ise vakfın çeşitli dükkan ve binalarında


gerçekleştirilen bakım, tamir ve yenilernelerle bu işler için sarf edilen miktarlar
yer almaktadır. Bunlar şu şekilde sıralanmaktadır:

387~ akçe tutan Hamamdaki tamirat;, Hamamın dört kapısı yenilenmiş, tepe
camları değiştirilmiş, dış kapısına yeni perde alınmış ve kiremitleri aktarılmıştı.

2030 akçe tutan Frenkhanedeki tamirat; Frenkhanenin kilerinin makasları?


yenilenmiş, bazı yerlerdeki kiremitleri aktarılmış ve mutfağının ocağı tamir
edilmişti.

5789 akçe tutan Gümrükteki tamirat; Gümrükteki iskeleye kazıklar


çakılmış, mutfak ocağı ve ahmnın damı tamir edilmiş, ahıra yeni bir kapı
takılmış, hamamının duvarları sıvanmış, camekan bölümüne taban tuğlası
döşenmiş ve tüm binanın kiremitleri aktarılmıştır.
228 Bülent Çelik

18920 akçe tutan, Gümrüğün doğusunda bulunan köşk eskidiği ve tamiri


mümkün olmadığı için yeniden yapılmasında harcanan meblağ.

Yine gümrükte 24694 akçe tutan tamirat; Gümrüğün haremi ve tahtapuşe


(tahtaperde)'si eskimiş ve oturmaya uygun olmadığından Mehmet Ağa'nın
ısrarıyla tamamı yıkılıp yeniden bina olunmuştu.32

9072 akçe tutan küçük Handaki tamirat; Küçük Han'da Hüseyin Bey'in
mahzeninin ve Ali Bey'in kiracısı olduğu odanın kiremitleri aktarılmış,
yüzeyleri tamir edilmiş, çukaemininin odası tamamen yenilenmiş, iki pencere
kanadı ve altı demirkapanın somunları yenilenmişti.

3648 akçe tutan çeşitli yerlerdeki tamirat; Ahır, buna bitişik 5 mahzenin ve
Ali Bey'in kiracısı olduğu odanın kiremitleri aktarılmış, yüzeyleri tamir edilmiş,
çukaemininin odası tamamen yenilenmiş, iki pencere kanat ve altı demir kapının
somunları yenilenmişti.

2075 akçe tutan çeşitli yerlerdeki tamirat; Balıkhanenin bazı yerleri tamir
edilmiş, dükkanın tabanı yenilenmiş, duvarı sıvanmış, Kahvehanenin ocağı
tamir olunmuş kiremitleri aktarılmış, Bezzazistanın iki dükkanının tabanIarı, iki
Gazzaz dükkanının damları, Terzi Mihal'in adasının ocağı, Terzi İbrahim'in
dükkanı tamir edilmiş ve diğer başka iki odanın kilit demirleri yenilenmişti.

2223 akçe tutan tamirat; Hamam duvarında 5 adet dükkanın kiremitleri


aktarılmış, yakınında bulunan Terzi dükkanının tabanı döşenmiş, duvarları
sıvanmış, Gümrük yakınlarında bulunan Lefter'in dükkanı tamir edilmiş, Küçük
Han'a bitişik 5 dükkanın saçakları tamir olunup, kiremitleri aktarılmış ve
Handaki bazı dükkanıarın saçakları tamir edilmişti.33

3812 akçe tutan tamirat; Vakıf cabilerine satmamaları şartıyla miras


bırakılan yapının duvarları yıkılıp yenisi yapılmış, hayat'ının tabanı yeniden
döşenmiş ve aşağısında olan çörekçi dükkanının kepenkleri yenilenmiş ve bazı
yerleri tamir edilmişti.

Değirmenlerde yapılan çeşitli tamiratlar içinse toplam 7855 akçe


harcanmıştı. Ayrıca vakfa alınan 2 yeni merdiven için 310, vakfın kazma,
külünk ve kösküsünün tamiri için 270, bazı semtlerdeki kaldırımların tamirine
780, Cami-i şerifin kandilleri için 3160 akçe tutan 26 kıyye mum ve 7595 akçe

32. Vrk. 3.a.


33. Vrk. 3.b.
"

XVIII. Yüzyıllzmir Ticareti Hakkında Düşünceler ve Vezir Hanları 229

tutan 9,5 kantar zeytinyağı alınmış, caminin şiddetli esen rüzgardan zarar gören
kurşunlarının yenilenmesi için 150, eşya mahzeni kapısına yeni bir kilit
alınması için 100 ve tüm su yollarının tamirine 9600 akçe sarf edilmiştir. Bu
bölümdeki harcamalar 26765 akçe tutmaktadır.

En sonda yapılan tüm bu harcamaların toplamı olan 110760 akçe olarak


belirtilmiştir. Bu meblağın yanına guruş cinsinden karşılığında gösterildiği için
H. 1141 / M. 1728 yılı akçe-guruş oranını da anlayabilmekteyiz. Buna göre bu
yıl için 1 guruş 120 akçe karşılığındaydı.34

Osmanlı Devleti'nin XVIII. yüzyıldaki ticaretinin daha önceki dönemlerde


yapılan ticaretle olan farklılıklarını göstermesi açısından bu defter oldukça
önemli bir belgedir. Görüldüğü gibi ticaretteki bu değişim ticaretin niteliğinin
değişmesinden, gezici tüccar tipinin kaybolup oturan tüccar tipinin ortaya çıkıp
önem kazanmasından kaynaklanmaktadır. İzmir kentinin ticari altyapısının bir
kısmını karşılayan Fazıl Ahmet Paşa'ya ait bu vakıf binaları limana yakın olması
nedeniyle özellikle yabancı tüccarlar arasında oldukça popülerdir. Bu
tüccarların İzmir'de bulunmaları hiç kuşkusuz Avrupa ile kurulan ticari ilişkileri
arttırmıştır. XVII. yüzyılın başlarında İzmir'e yerleşen Avrupalı tüccar, çerçiler
ve aracılarla birlikte iç bölgelere uzanan, vadi ve ovalara yayılan bir
komisyoncular ağı kurmaya başlamıştır. Batı Anadolu'nun kırlarında dolaşıp,
yerleşik ticareti sekteye uğratan bu kişilerin elinde önemli miktarlarda sermaye
vardı ve bölgeden topladıkları deri, pamuk, yün, tahıl ve meyveyi İzmir
üzerinden batıya yöneltiyorlardı.35

Yine de bu ticaret çok hassas dengelerde sürdürülmekteydi. Deprem gibi


doğal afetler (özellikle l688'deki deprem çok yıkıcı etkilere neden olmuştu ve
neredeyse İzmir ticaretini sona erdiriyordu.)36 Veba gibi sık sık ortaya çıkan
salgınıar, Sarıbeyoğlu Mustafa gibi XIX. yüzyılda aynı bölgede bol bol
göreceğimiz eşkıyalık hareketleri ve eşkiyaların öncüleri ile İzmir şehrinde
çıkan birtakım isyanlar3? bu ticaretin ve tüccarların yerel düzeyde karşılaştıkları
zorluklardandi. Ancak bu ticaret potansiyelinin yarattığı evrenin klasik Osmanlı

34. Vrk. 4.a.


35. Daniel Goffman; A.g.e., s.64.
36. Depremler ve özellikle 1688 depremi için Bkz. Necmi Ülker; "Batılı Gözlemcilere Göre
XVii. Yüzyılın İkinci Yarısında İzmir Şehri ve Ticari Sorunları", Tarih Enstitüsü Dergisi,
(Prof.Dr.Tayyib Gökbilgin Hatıra Sayısı) sa.12, 1981-1982, s. 334-340.
37. Münir Aktepe; "Başvekalet Arşivindeki Vesikalara Nazaran İzmir İsyanı (1727-1728)"
V.Türk Tarih Kongresi (12-17 Nisan 1956) Kongreye Sunulan Tebliğler Arasında, Ankara, s.
674-681.
230 Bülent Çelik

kentlerindeki ve merkezi yönetim tarafından inceden inceye belirlenmiş sınırları


yoktu ve kentin varlık nedeni olan ticaret; ne doğal afetlere ne de kurulan
sistemi sarsmaya yönelik kişisel birtakım zararlı hareketlere ödün veriyordu.
Ticaret etrafındaki yapılanma ve kazanç tüm bu etkenlerden çok daha
önemliydi. Askeri sınıf tarafından da bu ticari sektöre katılımların olduğu ve bu
yönde yatırımların yapıldığı açıktır. Bu yönde elde edilecek ve açıklanacak yeni
belgeler bize çok şeyler anlatabilir. Bu defterin bize söyledikleri bu yönde
atılmış bir adımdır.
XVIII. Yüzyıllzmir Ticareti Hakkında Düşünceler ve Vezir Hanları 231

1K
c
a
i

.. _.~

~
h ...
..
1- •..••. ~
... ........

XVIII. Yüısıl ızmir Şehri Krokisi


KÜLTEPE METİNLERİNDE GEÇEN
RAHİBELERİN AİLE VE
TOPLUMDA Kİ KONUMU

Dr. H. Ali ŞAHIN*

Kültepe metinleri, Asurlu tüccarların mektupları, senetleri, mahkeme


zabıtlarından oluşmaktadır. Boğazköy'de olduğu gibi dini muhtevalı metinler
bulunamamıştır. Bu yüzden belgelerimizde direkt olarak rahibelerin görevleri
ile ilgili bilgiler mevcut değildir. Yalnızca, dolaylı olarak rahibelerden
bahsedilmektedir. Bu rahibeler Asur' da bulunmaktadırlar ve Anadolu' da
ticaretle uğraşan babalarına, kardeşlerine ya da eşlerine ticari konularda
yazmaktadırlar. Anadolu'dan bunlara adak, kurban ve ticari gelirden kendilerine
düşen paylar gönderilmiştir. Bu rahibelerin aile şirketi içerisinde oynadıkları rol
ile Asur toplumundaki konumlarını araştırdım. Şimdi belgelerimizdegeçen
rahibeleri birer birer inceleyelim:

Rahibe Ahaha (Pusu-ken'in kızı)

Kanis karum şehrinde oturan meşhur tüccar Pusu-ken'in kızı olan


Ahaha'nın bir rahibe olduğunu kendisi için belgelerimizde bazen gubabtum ve
bazen de waqqurtum denilmesinden anlıyoruz. Ayrıca, metinlerde geçen bu iki
terimin aynı manaya geldiğini de öğrenmiş oluyoruz!. Ahaha'nın nasıl rahibe
olduğunu, Asur'da oturan Lamassi'nin Pusu-ken'e yazdığı mektuptan
anlıyoruz". Lamassi, kızı Ahaha'nın büyüdüğünü ve Pusu-ken'in gelerek kızı
Tanrı Assur'un kucağına koymasını istemektedir. Herhalde tapınakta yapılan bir
dini törende, Ahaha'nın Assur'a takdim edildiğini ve böylece onun rahibesi

* Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Ar.Gör. Kayseri.


I. TC 3 2l0'da waqqurtum şeklinde; ATHE 24'de ise, gubabtum şeklinde geçmektedir.
2. CCT 3, 20; 38-40: u s,u-ha-ar-tum da-ni-is ir-tı-bi tı-ib-a-ma a-tal-kam a-na su-ni A-sur
SU-kU-Sl it se-ep ı-Ii-ka s,a-ba-at; BIN 4, 9, 20 su-uk-na/m/ s.u-ha-[a]r-ti ir-tı-bi4 /
ku-ta-bi4-it-ma al-kam a-na su-un d.A-sur /SU-kU-Sl;
Ali Şahin
234

olduğunu düşünebiliriz. Pusu-ken gibi Asur' da önemli bir tüccarın kızını


rahibeliğe vermesi, bu dönemde rahibelerin toplumda iyi bir konumda
bulunduklarını göstermektedir. Belgelerirnizde geçen rahibelerin ticaretle
uğraşmış olmalarından bunu rahatlıkla anlayabiliriz.

Anadolu'dan Asur'a gönderilen parayla ilgili belgelerde3' Ahaha'ya


gönderilen gümüş, altın ve diğer küçük paketlerin bu rahibe vasıtasıyla tapınağa
ulaştırılmış olacağını düşünüyoruz. Asurlu tüccarların adaklarını rahipler ve
rahibeler aracılığıyla Asur' daki tapınaklara bu şekilde ulaştırmış olmaları
mümkün gözükmektedir. Bir belgede4, "1 riksum, Dudu'nun kızı Nana için, 1
riksum Pusu-ken'in kızı waqqurtum için, 1 riksum Sallim-ahum'un kızı
Sat-Assur için Suea'nın mührüyle mühürlü, toplam 22 1/2 SE altın Ahaha'ya
teslim edilmiştir" denilmektedir. Bir diğer belgede5 ise, 3 1/4 seqel iyi pasallum
altınının Ahaha için taşınacağı kayıtlıdır. Bu belgelerde sebultum ve riksum
diye adlandırılan küçük demet yada bağların bir tür hediye paketi olacağını
düşünüyoruz.
Rahibe Ahaha'nın Asur'dan Anadolu'da bulunan kardeşlerine yazdığı
mektuplarda6, aile şirketi ile ilgili bilgi vermektedir. Bu mektuplarda geçen,
Suea, [kupasa, Buzazu, Assur~mutabbil isimli şahısların Ahaha'nın kardeşleri
olduğunu bir belgeden? öğreniyoruz. Bu belgelerden birinde8, Ahaha
kardeşleriyle birlikte borçlu olarak gözükmektedir.

3. AKT I, Tde 4 seqel altın Lamassi ve Ahaha'ya; BIN 4, 140: 1-8: 5 GIN KU.BABBAR sa
Amur-A-sur DUMU Su-w-lf-a is-qu-lti-ni a-na w-ma-sı u Aha-ha A-mur-A-sur-ma u-bi-il5;
"Sukkalianın oğlu Amur-Assur'un 5 seqel gümüşünü bize taşıdı, Lamassi ve Ahaha'ya
Amur-Assur taşıdı; ICK i, 120: 1-8: 3 ne-pı-sa-an 40 ma-na KU.BABBAR ni-is-ha-su DIRI
sa-du-a-su sa-bu i ri-ik-su lOGIN KlJ.BABBAR se-bu-ul-ta-tis-na a-w-ma-sı u A-ha-ha; "
i riksum 10 seqel Lamasi ve Ahaha'ya; CCT 5,41 a,13-16: 5 GIN KU.BABBAR se-bu-ul-tum sa
w-ma-sı u A-ha-ha 3 GIN KU.BABBAR ku-nu-ku-um sa <<Sa» A-ha-ha ; " 5 seqel gümüş,
Lamassi ve Ahaha' nın olup, 3 seqel gümüş mühürlü olarak Ahaha 'nındır".
4. TC 3, 210, 24-29: 1 ri-ik-sa-am a-Na-na-a DUMU.SAL Du-dul ri-ik-sa-am a-na
Wa-qur-tim DUMU,SAL Pu-su-ke-en6 i ri-ik-sa-am sa Sa-at-A-sur DUMU.SAL Stil-ma-a-hi-im
ku-nu-ku sa Su-e-a a-ha-ma 22 1/2 SE KU.KI ku-nu-ki-a / a-na A-ha-ha is-te-ni-is ar-he
se-bu-la-tum,
5. TC 3 204;8-11: sa ki-ma i-a-tl u A-ha-ha <u>-bi4-il5 1 GIN KCLBABBAR a-ni-qı-su
a-dı-in
6. BIN 6,59; TC 2, 46; CCT 58 a; CCT 4 31d;
7. ATHE No. 24, 8-12:A-sur-mu-ta-bi-il5 Bu-za-zu u I-ku-pa-sa me-er-u Pu-su-ke-en6 ki-ma
ra-mı-ni-su-nu U ki-ma A-ha-ha / a-ha-tl-su-nu gu5-ba-tib-tim u «Su-e-a» a-hi-su-nu
8, CCT 1 17 b; 1-20: 40 ma-na KU.BABBAR s,a-ru-pa-am ni-is-ha-su DIRI sa-du-a-su
sa-bu ku-nu-ki-a a-s,e-er 5 um-mı-a-ni-a u a-s,e-er sa ki-ma i-a-tl a-ha-ma 10 ma-na
KU,BABBAR s.a-ru-pa-am ni-is-ha-su la DIRI sa-du-a-su 10 sa-bu a-s,e-er A-ha-ha-a Su-el-a u
Bu-za-zu i-na KU.BABBAR.pi-su-nu sa Be-la-num u15 d.IM-SIG5 ha-bu-lu-su-nu-tı-ni a-la-qe 13
1/2 ma-na URUDU ma-sı-u-um u 10 GfN KU,BABBAR a-na 20 wal-qur2-tim / ANSE
sa-al-ma-am i-na a-tim.ki u-ta-ar;
Kültepe Metİnlerİnde Geçen Rahİbelerİn Aile ve Toplumdakİ Konumu 235
, ,
,

KaniS'ten Asur'da oturan Ahaha'ya gönderilen mektuplam baktığımızda


. hem dini hemde ticari konular içerdiği anlaşılmaktadır. Ahaha ve İ1i-SATU'ya
gönderilen bir mektupta9' Buzazu İkrİbum olarak 5 seqel altın gönderiyor ve i
seqel de adak olarak veriyor. Ahaha'ya yazılan bir mektuptalO, onun için
gönderilen i 1/3 mana gümüşten bahsedilmektedir. Bu rahibenin ticari
faaliyetlerine ışık tutan bir kaç belge de bulunmaktadır' 1.

Bütün bu belgelerden, onun ticaretle uğraşmış olduğu anlaşılmaktadır.


Amur-IStar ailesiyle Pusu-ken ailesi arasındaki ortaklıkla ilgili belgedel2'
Amur-!Star'ın oğulları ile beraber gubabtum kızı ve aynı şekilde Pusu-ken'in
oğulları ile birlikte gubabtum Ahaha'nın da hissedar oldukları görülmektedir.
Böylece, gubabtum sıfatına haiz olan bu bayanların aile şirketi içinde hissedar
oldukları anlaşılmaktadır.

Rahibe IStar-lamassi (Assur-nada'nın kızı)

!Star-lamass{ isimli bayanın, gubabtum olduğunu yine bir Kültepe


metninden öğreniyoruz'3. Rahibe !Star-lamassİ'nİn Assur-nada isimli tüccarın
i kızı ve Puzur-!Star'ın da eşi olduğunu bir evlenme belgesinden14 anlıyoruz. Bu
evlenmenin Anadolu'da vukubulduğu, !Star-lamassİ'nİn Purushattum ya da
Hattum' da oturabileceği ya da KaniS' e gönderileceği, ayrıca Puzur-IStar'ın
Asur' da ikinci bir eş alamayacağı da kaydedilmiştir. İki tarafın birbirlerini
bırakmaları durumunda ise, 5 mana gümüş ödeyecekleri belirtilmiştir.
!Star-lamassi'ye kocası Puzur-IStar'ın gönderdiği bir mektuptal5' kalay ve
kumaşlardan bahsedilmektedir. !Star-lamassİ'nin alacaklı ve borçlu olduğunu
gösteren belgeler bulunmaktadır. Bunlardan birindel6 !Star-lamassİ Nuhsatİm

9. CCT 2 32 a: 1-15: a-na I-li-SATU A-ni-na i A-ha-ha u A-sa-nim qı-bi4-ma um-ma


Bu-za-zu-mal 112 ma-na 5 GiN KU.Gl ni-is-ha-su DIRI sa-du-a-su sa-bu 112 ma-na
KU.Gla-ha-ma i ni-is-ha-suDIRI sa-du-a-su sa-bu sa ik-ri-bi4-a mı-ma a-nim ku-nu-ki-a
A-sa-num i na-ds-a-ku-nu-tl.
10. TC 1, 21: 35-36: 35 il 1 1/3 ma-na KU.BABBAR sa li-bi4 A-ha-ha.
ı1. BIN 6,118; CCT 51-10.
ı2. ATHE No. 24.
13. TC 111,128,2, War-la-ma-si ug-bab-tum.
14. PRAG i 490: 115: IStar-ld-ma-sı DUMU.SALA-sur-na-da Puzur4-War a-na am-tu-tim
e-hu-uz-ma a-na Bu-ru-us-ha-tim lu a-na Ha-tim a-sar ha-ra-su-ni is-tı-su i-ra-dı-St u
qd-dı-su-ma a-na Ka-ni-ii u-ta-ra-sı su-ma e-zi-ib-sı 5 ma-na KU.BABBAR i-sa-qa-al su-ma
St-il-ma te-zi-ib-su 5 ma-na KU.BABBAR ta-sa-qal-su-ma a-ld-an a-sı-tı-su sa a-lim A-sur
sa-ni-tdmld e-ha-az.
ı5. vs 26, 53.
16. KKS 15a;I-6: i 1/3 ma-na KCLBABBAR i-na s,e-er Na-hi-is-tim u War-la-ma-sı
A-sur3-na-da i-su is-tu
Ali Şahin
236
J7
ile birlikte 1 1/3 mana gumuş borçludur. İki adet toplu kayıt belgesinde
Alahum isimli şahısla birlikte, 1/2 mana gümüş borçlu durumdadır. Bu
belgelerden IStar-lamassi'nin ticaretle meşgulolduğunu anlıyoruz.
IStar-lamassi'nin, Assur-nada isimli şahsın kızı olduğunu belirtmiştik. Assur-idi
isimli tüccarın, oğulları olan Assur-nada ve Assur-taklaku'ya gönderdiği
mektuplardal8' sürekli olarak Assur'un, IStar'ın ve !labrat'ın kurbanından
bahsetmektedir. Anadolu'da ticaretle uğraşan önemli tüccar ailelerinden biri
olan Assur-idi ailesinin üyelerinden biri olan IStar-lamassi'nin bir rahibe
olması, bu rahibenin zamanında babasına aile şirketi hakkında bilgiler vermiş
olduğunu ve ticarete katıldığını evlendikten sonra ise, Anadolu' da bulunduğunu
ve ticari konularda eşine yardımcı olduğunu ve kendisinin de ticaretle
uğraştığını görmekteyiz.

Rahibe Ahatum (İli-bani'nin kızı)

Bu rahibenin !li-bani isimli şahsın kızı olduğunu bir Kültepe metninden


öğreniyoruz!9. Belge bir vasiyetname niteliğinde olup, Ili-bani Kanis'teki evini
karısı Lamassi'ye vermektedir. la ve lkupia'nın 6 mana gümüşü seneye
kızkardeşleri Ahatum'a verecekleri kaydedilmiştir. Ayrıca, la ve lkupia
ikribumu'da Ahatum'a verecekler ve babalarının mührünü la'nın alacak ve
yemin edecek, lkupia'nın ikribumu olan 1 mana gumuş alıkonacak
denilmiktedir. Bu rahibenin Su-IStUl.'ın oğlu Ahuni'nin eşi olduğunu bir Kültepe
metninden öğreniyoruz"o.

Ahatum'un ticari faaliyetlerine ışık tutan belgelerden ikisinde"!' onun 1 1/2


mana gümüş alacaklı olduğu görülmektedir. Her iki belgede de Su-Kubim
borçludur. Bir diğer belgede ise"", aynı oranda alacaklı olup, 2 seqel gümüşü de

17. Kt. c/k 453; 1/2 ma-na KI A-la-hi-im sa Ma-ma u IStar-la-ma-s is-tu ha-mus-tim sa l-ku-ni
u Na-ra-am-ZU; Kt cık 839; 81-83: 1/2 ma-na KU.BABBAR A-la-hi-im DUMU Nu-ur-d.UTU u
lSıar-la-ma-si a-na 1TU.l.KAM i-sa-qu-lu su-ma la is-qu-lu 3 GfN.TA a-ma-an-em u-s,u-hu.
18. POAT 10; BIN 4186; VS 26, ll; CCT 2, RA 60, lll; CCT 1,166.
19. ICK 1, 12: t,up-pu-u a-ni-u-tim sa A-ha-tim me-er-i-ti-a gu5-ha-ah-tim / Si-ti / t,up-pe3-a
lu sa a-tim.ki lu sa eq-li-im[Saj me-er-e-a ki-li-su-nu-ma [sa me-e}r-i-ti-a gu5-ha-ah-tim/ qa-sa
l].is-te-tu-ma [he-tum sja Ka-ni-is [sa w-mal-si a-Si-ti-a [i-na me-erj-e a-n [w-ma-si
ma/oma-an / u-la {i-tu-a-a/r-Si-im [i-na t,ujp-pe3-a sa Ka-ni-is
20. TC 2, 67.
21. BIN 4, 153; 1-3: 1 1/2 ma-na KlJ.BABBAR s,a-ru-pa-am i-s, e-er Su-Ku-hi4-im A-ha-tum
tı-SU; TC 3 228; 1 1/2 ma-na KlJ.BABBAR s,a-ru-pa-am i-s,e-er Su-Ku-hi-im A-ha-tum ti-su-u,
metinlerde Ahatum alacaklı, Su-Kuhum borçludur ancak belgelerin düzenlenme tarihleri farklı
olduğundan bu belgeler bir duplikat değildir.
22. RA 59, 13, i 1/2 ma-na KU.BABBAR s,a-ru-pa-am i-s,e-er w-ti-im A-ha-tum tı-su.
Ahatum 1 1/2 mana alacaklıdır, 2 seqel gümüşü Assur'un ikrihumu olarak Latium'a vermektedir.
Lıılium borçlu durumdadır.
Kültepe Metinlerinde Geçen Rahibelerin Aile ve Toplumdaki Konumu 237

, , ikribum olarak ödemektedir. Bu belgelerden Ahatum'un ticaretle uğraşmış


olduğunu öğreniyoruz. Babasının mirasından payalmaktadır. Tanrı Assur'a
ikribum sunması, bu ra1ıiberiİn de Ahaha gibi Assur'un rahibesi olacağını
göstermektedir.
: '

Rahibe Ahatum, (Ikunum ile Amur-UTU'nun kızkardeşleri)

Kültepe' de 1961 yılı kazı mevsiminde ortayaçıkanlan tabletlerden, rahibe


olan başka bir Ahatum'un varlığından haberdar oluyoruz. Bu belgeler, Kt. mik
1, mik 2, mik .69, mik 70 numaralı metinlerdir. lkunum ile Amur-UTU isimli
ii kardeşlerin birbirlerini dava ettikleri bu mahkeme zabıtlarında, bunların bir
i erkek ve bir de kızkardeşleri olduğunu öğreniyoruz. Kt. mik 71 metninde23 ise;
bu kardeşlerin çocukları şahit olarak gözükmektedirler. Bunlar, Ahatum'un
oğlu, Assur-malik, Amur-UTU'nun oğlu Belanum, Hidaluk'un oğlu
Ennum-Assur'dur. Bu arşive ait bir başka belgede24 ise, sırasıyla Hidaluk'un
oğluna ve Ahatum'un oğluna birer seqel gümüş adak olarak verilmektedir.
Böylece Asur' daki erkek kardeşin de Hidaluk isimli şahıs olacağı kabul
, edilebilir. Bu belgelerden anlaşıldığına göre, bu kardeşlerin babalan ölmüş ve
'

kardeşler arasında miras kavgası başlamış olup, lkunum ile Amur-UTU


birbirlerini dava ederek mahkemeye başvurmuşlardır. Kt. mik 1 metni25 bir
mahkeme zabtı olup, lkunum, kardeşi Amur-UTU'yu dava ediyor ve kendisinin
babasının malından hiçbir şey almadığını belirtiyor. Belgenin devamında ise,
babalanndan kalan mallar sayılmaktadır. Kt. mik 65 nolu belge26 yine bir
mahkeme zabtı olup bu defa, Amur-UTU kardeşi Ikunum'u dava ediyor ve şöyle
diyor; "babamız öldü, o senin yanında yaşıyordu, lnah-ili ve Ikunum' un
huzurunda mühürlü taşları babamız aldı, sen dedinki kardeşimin mührü
'gelecek, Asur'daki kızkardeşim alacak, babamız onu mühürledi". Bu iki
'Kardeşin birlikte hamustum memurluğu yaptİğına dair belgeler ve yine birlikte
ahit olarak geçtiği metinler vardır27•

, 23. Kt. m/k 71: lGI En-um-A-sur DUMU Hi-da-lu-uk lGI A-sur-ma-lik DUMU A-ha-tfm lGI
~e-ld-nim DUMU A-mur-d.UTU '
24. Kt. mik 6,8-10: 1 GfN a-na DUMU Hi-da-lu-uk i GfN a-na DUMU A-ha-tim
25. Kt. mik 1-6: i I-ku-num/ A-mur-d.UTU is-a-a[l-ma] um-ma I-ku-nu-um-ma a-na-ku a-na
i-ma sa a-bu-ni / e-zi-[bu-ma] a-ta tu-ka-lu-ni / a-li-k[a-kum] a-ta / a-ha-at-ni / gu5-ba-db-ta
m2] a-he-e-ni / u tdm-kil-ar / a-b[i4-ni]
26. Kt. mik 65; I-lA: A-mur-d.UTU I-ku-nam a-hu-su/ e-pu-[ul] um-ma A-mur-d.UTU / a-na
ku-nim-ma / a-bu-[ni]l u me-et / a-bu-ni / i-na bu-ul-tJ-S[u ma-ah-ri-kil] lGI I-na-ah-DINGIR /
I-ku-nim / ku-nu-kam sa NA4.ZA.GIN3 a-bu-ni i-di-nam / um-ma su-ut-ma / ku-nu-ku-um sa
-ha-tf-kd / a-lik-ma / i-na a-lim.ki / a-na a-ha-[ti-kdl di-su / a-bu-ni/ ku-nu-kam / su-a-ti / Id
-nu-uk u a-ta / i-mu-a-at / a-bi4-ni / Id ta-as,-*bi4-t[i-ma]
27. Kt. cık 436; KKS 37; kık 187; CCT I, 14 b.
Ali Şahin
238

Rahibe Ahatum'un dini faaliyetleri hakkında bu belgelerde yeterince bilgi


bulunmamaktadır. Yalnızca bir belgede28, bu rahibenin 1 1/2 mana kalayından
bahsedilir. Kültepe metinleri arasında, bu rahibeye görderiimiş olan iki adet
mektup bulunmaktadır. Bunlardan biri Puzur-ili tarafından Ahatum'a
gönderilmiştir29. Diğer mektup ise, BA.SA-ilum tarafından Ahatum'a
30
gönderilmiştir .

Ahatum'un oğullarından bahseden belgelerden birinde3!' Ahatum'un oğlu


UTU-bani şahit olarak gözükmektedir. Değer belgelerde32 ise, Ahatum'un
oğulları, UTU-bani ile Assur-malik birlikte hamustum görevlisidirler.

Böylece, Ahatum'un mensup olduğu ailenin Anadolu'da ticaretle uğraşmış


olduğu görülmektedir. Kendisinin ticari faaliyeti yanında, oğullarının da ticarete
aktif olarak katıldıklan onlann hamustum memurluğu yapmalarından
anlaşılmaktadır .

Gubabtum, (Anah-ili ile Al-tab 'ın kızkardeşleri)

Bir Kültepe metninde, Anah-ili ile Al-tab'ın kızkardeşlerinin rahibe olduğu


kayıtlıdır. Bu belge, Sabazia'nın Puzur-lStar'a yazdığı mektup olup33' Anah-ili,
kızkardeşi gubabtum ve erkek kardeşi Al-tab'ın 49 mana gümüşünden
bahsedilmektedir. Bu belgeden anlaşıldığına göre, bu rahibe kardeşleri ile
birlikte herhalde kendi aile şirketlerinin bir hissedarı durumundadır. Daha önce
bahsettiğimiz rahibelerin de hemen hepsinin ticaretle uğraştıklannı ve onların
aile şirketlerinde ortaklık paylarının olduğunu görmüştük. Burada da görüldüğü
üzere, Anadolu'da ticaretle uğraşan tüccar ailelerinin Asur'da bulunan kız
çocuklarının da ticarete katılmış olduklarını anlıyoruz.

Gubabtum (Naplis'in kızı)

Bir Kültepe metininden34, Naplis isimli şahsın kızının gubabtum yani


rahibe olduğunu öğreniyoruz. Belgeden anlaışldığına göre, Naplü'in evine ait

28. KTS 49 c.
29. CCT4, ıs a
30. POAT29
31. S. Bayram-S. Çeçen, "Yeni belgelerin ışığında Anadolu'da Kölelik Müessesesi", BeHeten,
LX, S. 229, s. 589-630'da yayınlanan, Kt. blk 136 numaralı metindir.
32. Kt.nlk 1831; ICK i, 122; alk 516.
33. KTS II, 9 ile AKT ı 25 numaralı metinler birbirinin aynıdır.
34. S. Bayram-S. Çeçen, "Yeni belgelerin ışığında Anadolu'da Kölelik Müessesesi", BeJleten,
LX, S. 229, s. 589-630'da yayınlanan Kt. n/k 1772 numaralı metindir.
Kültepe Metinlerinde Geçen Rahibelerin Aile ve Toplumdaki Konumu 239

olan köle satılarak Asur' daki rahibe olan kızına gönderilmiştir. NapUs ile ilgili
bir diğer Kültepe metninden35' onun Anadolu' da iken ölmüş olduğunu ve
terekesinin satılarak Asur'daki kızına ulaştınldığını öğreniyoruz. Bu belgelerde
Naplis'in oğlu Silli-Adad'dan bahsedilmemektedir. Bu iki belgeden rahibe olan
bu bayanın babasının mirasından payalmış olduğu anlaşılmaktadır. Bunun
dışında bu bayanın diğer faliyetleri ile ilgili belge bulunmamaktadır.

Rahibe Ab-Sa/lim, (Amur-IStar'ın kızı)

Amur-Htar ailesiyle, Pusu-ken ailesi arasındaki bir ortaklık


antlaşmasından , Ab-Sallim'in gubabtum yani rahibe olduğunu öğrenmekteyiz .
36
. ,
Bu belgeden anlaşıldığına göre, Amur-Htar'ın kızı Ab-Sallim erkek kardeşleri,
Sin-reum, Ili-bani, Assur-nisu, Su-Laban ve Iddin-Adad ile birlikte aile
firmasının hissedandır. Amur-Htar ailesi ile Usur-sa-Htar ailesi arasındaki
ilişkilere ışık tutan bir belge de bulunmaktadır. Belgede, ATHE 24 metninde
olduğu gibi Amur-Htar'ın çocuklarının Usur-sa-Htar'ın çocuklanna karşı hak
talep etmeyecekleri vurgulanmakta ve eğer hak talep edilecek olursa bunu
Sin-re 'i'nin ödeyeceği belirtilmektedir37•

Kurban ve adaklarla ilgili bir belgede38' Ab-Sallim'e, Dudu'nun kızı Nana


ile beraber 15 mana bakır ödenmektedir. Belgenin devamında, Pusuken'in kızı
Ahaha'ya, Sallim-Ahum'un kızı Sat-Assur'a ve Nana'ya birer riksum kurban
olarak sunulmaktadır. Yine kurbanlarla ilgili olduğu anlaşılan bir başka
belgede39, Ahaha ve Ab-Sal1im ile birlikte muhtemelen rahibe olan diğer
bayanlara da küçük oranlarda para ödenmektedir.

Bu belgelerden anlaşıldığına göre, Ab-Sal1im ticari faaliyetleri yanında dini


görevlerini de kendisine teslim edilen paraları tapınağa teslim etmek suretiyle
ödemiştir diyebiliriz.

35. Kt. nlk 1809: sa sı-im am-tf-im u sı-im 1 TUG sa(-)E?su Na-dp-li-is u? DUMU.SAL
Na-ap-li-is I-df-A-sur DUMU Ba-bi4-lim sa-bu-u DUMU.SAL Na-ap-li-is a-na I-ku-pi-A-sur id
ta-tu-ru
36. ATHE 24.
37. Kt. nlk 1804; 1-15: KISIB ZU-re-İ DUMU A-mur-IStar a-na KıJ.BABBAR sf-İp-ka-tim sa
A-mur-IStar a-na U-s,ur-sf-IStar sa-ap-ku KU.BABBAR ZU-re-İ İ-sa-bu su-ma İ-na ma-ri
A-mur-IStar ma-ma-an a-na ma-ri U-s,ur-sf-IStar i-tu-a-arZU-re-İ u-ba-ab2-su.
38. TC 3 210.
39. KTS 50; 1-16:1 se-bu-<ul>-ta-{aml-3 GfN KU.BABBAR ku-nu-ki-a a-na Ab-sa-lim u
Na-na-/al a-na <A>-hu-qar. 1 se-bu-ul-ta-am3 GfN KCJ.BABBAR ku-nu-ki-a a-na A-ha-ha 1
se-bu-ul-ta-am 1 GfN KU.BABBAR ku-n u-ki sa am-tim a-na Na-na-a DUMU Bu-du-du a-na
A-bi4-a-a DUMU En-na-nim ap-qf-id lGI A-du-da

• i
240 Ali Şahin

SONUÇ
Anadolu'da ticaretle uğraşan Assur-idi'nin oğulları ile Pusuken'in
arasındaki mektuplaşmalar dikkat çekmektedir4°. Assur-idi, Assur-nada ile
Assur-taklaku'nun babalan olup, sürekli olarak Asur'da oturmakta ve
Anadolu'ya yazmaktadır. Assur-nada, Assur-taklaku ile Usur-sa-Assur'un da
mektuplaşmış olduklan anlaşılmaktadır41• Ayrıca Sallim-Ahum'un da Pusu-ken
ile mektuplaşmış olduklarından birbirleriyle bağlantıları olduğunu kabul
edebiliriz. Burada karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır. Tanrı Assur'a iktibum
gönderen tüccarlann42 hemen çoğunun kızları da gubabtum sıfatına haiz olan
rahibelerdir. Bu tüccarlar Asur' daki Assur tapınağına ikribum
göndermektedirler. Asur' da dokuma tezgahlarından ikribum olarak toplarian
kumaşların Anadolu'ya satılmak üzere tüccarlar vasıtasıyla gönderildi ği
anlaşılmaktadır: Aileşirketi içerisinde ise, Anadolu-Asur arasındaki
haberleşmeyi bu rahibe sıfatına haiz olan bayanların yapmış oldukları
anlaşılmaktadır. Bu münasebetle, rahibelerin tapınaklardan kumaş ve kalayı
kredi olarak almak suretiyle Anadolu'da bulunan babasına, kardeşine yada eşine
göndermiş olduğu görülmektedir. Asur' daki tapınaklardan kredi olarak ticari
malları almak için acaba rahip yada rahibe sıfatına haiz olmak gerekiyormuydu
bilemiyoruz. Belki de tapınakla aile şirketi arasındaki ilişkileri daha sıcak
tutmak gerektiğinden, Asur' da önemli konumda bulunan bu tüccarların kızlarına
bir de rahibe sıfatı alarak güçlerine güç katmak istemişlerdir diyebiliriz.
Böylece, Asur'daki Assur tapınağından kredi olarak ticari malları bu rahibe
kızları vasıtasıyla almak suretiyle Anadolu'da satıp karından bir kısmını da
Asur'daki bu tapınağa göndermiş olmaları mümkündür. Anadolu'da ticaretle
uğraşan, kızları rahibe olan ve birbirleriyle ilişkili görülen tüccarlar şunlardır:

Pusu-ken Assur-nada Usur-sa-Assur Amur-IStar

/ / / /
Ahaha IStar-lamassi Gubabtum Ab-Sallim

Bunların dışında, Sallim-Ahum'un kızı Sat-Assur'un da bir rahibe olacağını


düşünüyoruz. Zira, kurbanlarla ilgili bir belge olan TC 3 210 metninde diğer
rahibeler le birlikte buna da kurban olarak küçük miktarda para ödenmiştir.

40. BIN 4,53; CCT 5 6a; TC 3, 90; TC 1,27; ATHE 35; ATHE 37; BIN 4 71; KUG 27.
41. KVG 30.
42. Bu tüccarların ikribumları ile ilgili belgeler şunlardır: AKT III, 65; Kt. 88/k 650; VS 26,
150; KVG 28; PO AT 10; VS 26, 65; RA 60 i ll; RA 59, 36.
j"":"

Kültepe Metinlerinde Geçen Rahibelerin Aile ve Toplumdaki Konumu 241

Yine, Sallim-Ahum 'un ikribum konusunda dikkatli olduğu da bilinmektedir.


Ancak, belgelerimizde Sat-Assur'un gubabtum olduğuna dair bir kayıt
bulunmadığından kesin bir şey söyleyemiyoruz. Aynı belgede yine Dudu isimli
şahsın kızı olan Nana'nın da bir kaç belgede, Ab-Sallim isimli rahibeyle birlikte
geçmesinden onun da bir rahibe olabileceğini düşünüyoruz.

,I
Ali Şahin
242

K1SALTMALAR LisTESi

AKTı E. Bilgiç-H.Sever-C.Günbattl-S. Bayram Ankara Kültepe Tabletleri Ankara


1990.

AKTIII E. Bilgiç-C. Günbattı, Ankaraner Kültepetafeln, (FAOS B-3) Stutgart 1995.

ATHE B. Kienast, Die Altassyrischen Texte des Orientalischen Seminars der


Universitat Heidelberg und der Sammlung Erlenmeyer-Basel, Berlin 1960.

BIN 4 A.T. Clay, Letters and Transactions from Cappadocia, Babylonian


Inscriptions in the Collection of J.B. Nies iV, New Haven 1927.

BIN 6 F.J. Stephens, Old Assiyrian Letters and Business Documents, Babylonian
Inscriptions in the Collection of J .B. Nies Vi, New Haven 1944.

CCT Cuneiform Texts from Cappadocian Tablets in the British Museum.

ICK 1 B. Hrozny, Inscriptions Cuneiformes du Kültepe I, Praha 1952.

ICK2 L. MatoliS, Inscriptions Cuneiformes du Kültepe Il, Praha 1962.

KKS L. Matous-M. Matousova-Rajmova, Kappadokische Keilschrift tafeln mit


Siegeln aus den Sammlungen der Karisuniversitat in Prag, Praha 1984.

KTSI J. Lewy, Keilschrifttexte in den Antiken-Museen zu Stanbul, İstanbul 1926.

KTS II V. Donbaz, Keilschrifttexte in den Antiken-Museen zu Stanbul, Stutgart


1989.

KUG K. Hecker, Die Keilschrifttexte der Universitatsbibliothek Giessenunter


Benetzung nachgelanesser yorarbeiten von J. Lewy, Giessen 1966.

POAT W.c. Gwaltney, Jr. The Pennsylvania Old Assyrian Text, HUCA,
Supplement 3. Cineinnati 1983.

PRAG Prag Arkeoloji Müzesindeki Kültepe Tabletleri.

RA Revue d'Assyriologıe et d'Archeologie Orientale.

TC3 J. Lewy, Tablettes Cappadociennes troisieme serie Musee de Louvre, Paris


1935.

VS 26 K. Veenhof- E.K. Brandt, Vorderasiatische Schriftdenkmaler der Staatlichen


Museen zu Berlin, Heft XXVi, Altassyriche Tontafeln aus Kültepe Texte
und Siegelabrollungen, 1992.

You might also like