Kur'an'da Yahudiler, Temel Kavramlar, Ahit Ve Seçilmişlik

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 94

KUR’AN’DA YAHUDİLER

KURAMER
Temel Kavramlar
29
Temel Kavramlar

Temel Kavramlar

Prof. Dr. Salime Leyla Gürkan


İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi

A. Kur’an’da Yahudilere Yönelik İsimlendirme Biçimi ve


İlgili Ayetlerin Muhtevası1

1. Kavramsal Çerçeve
Kur’an’da daima tekil biçimde kullanılan ed-dîn (‫ )الدين‬kelimesi “hak din”
kapsamında geniş manasıyla İslâm’la özdeşleştirilmekle birlikte, “din” adı al-
tında mevcut dinlere de zımnen işaret edilmektedir.2 Fakat din kelimesinin
Kur’an’da bütün dinleri kuşatan bir kavram şeklindeki kullanımına rağmen,
müstakil olarak “dinler”den bahsedilmemekte, bunun yerine dinî gruplar, yani
Yahudiler (el-yehûd vs.), Hıristiyanlar (en-naṡârâ), Sabiiler (eṡ-ṡâbiʾûn), Me-

1 Bu bölüm, yazarın, “Jews in the Qurʾān: An Evaluation of the Naming and the Content” baş-
lığıyla Ilahiyat Studies dergisinde (c. 7, sy. 2, 2016) yayımlanan makalesine dayanmaktadır.
2 Mesela bk. Âl-i İmrân 3/19: “Allah katında din, islâm’dır”; Âl-i İmrân 3/85: “Kim islâm’dan
başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir”; Fetih
48/28: “Bütün dinlerden üstün kılmak üzere peygamberini, doğruluk rehberi ve hak din ile gönderen
O’dur”; Kâfirûn 109/6: “Sizin dininiz sizin, benim dinim benimdir”. Fetih sûresinde geçen ‫الدين‬
‫ كله‬ifadesi erken tefsirlerde “bütün dinler (‫ ”)امللل كلها‬veya “çeşitli dinler” (‫ )االداين املختلفة‬şek-
linde açıklanmıştır. Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, XXI, 29; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, V, 550; ayrıca bk.
Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XXIX, 107 (‫ ;)االداين‬İbn Keŝîr, Tefsîru’l-Ḳur’âni’l-‘Aẓîm,
XIII, 132 (‫)مجيع االداين‬. Modern tefsirlerde söz konusu ibareye “her yönüyle din” şeklinde mana
verenler de vardır. Mesela bk. Öztürk, Kur’ân-ı Kerîm Meali, s. 576.
Kur’an’da Yahudiler
30

cusiler (el-mecûs) ve Müşrikler (el-muşrikûn) konu edilmektedir. Sonraki dö-


nemlerde din adı olarak kullanılan yehûdiyye (Yahudilik), naṡrâniyye (Hıristi-
yanlık) vb. tarzda kelimeler dönemin Arapçasında zaten mevcut olmasa da, bu
noktada Kur’an yeni bir kavramsallaştırma yapmamakta, dinî grup üzerinden
mevcut kullanımı devam ettirmektedir.
Kur’an’da diğer dinler yerine dinî gruplardan bahsedilmesini dönemin
genel bir teamülü olarak görmek mümkündür. Bir “dinî sistem” olarak Ya-
hudilik (yehûdiyye) yerine bir “dinî topluluk” olarak Yahudilerden (yehûd) veya
İsrailoğulları’ndan (benî İsrâîl) bahsediliyor olması Yahudi kutsal metinlerin-
deki kullanımla paralellik göstermektedir (Benzer bir durum Hıristiyan kutsal
metinleri için de geçerlidir).3 Yahudi kutsal metinlerinde ne İslâmî anlamda
şümullü bir “din” kavramına ne de Batı’daki kullanımıyla religion kavramına
birebir karşılık gelen bir kelimeye rastlanmaktadır.4 Tanah’ta “dinler” yerine,
“kavimler”den (goyim/‘amim) bahsedilmiş; din kavramı yerine, İsrail kavminin
uyması gereken kurallar bütününü ifade edecek şekilde, öğreti/kanun/şeriat
ve daha çok da Musa’nın öğretisi/kanunu/şeriatı anlamında tora (tevrat) keli-
mesi kullanılmıştır.5 Yahudi geleneğinde de İsrailoğulları’nın/Yahudilerin tâbi

3 “Yahudilik” veya “Yahudi dini” ifadelerinin İbranice’deki karşılığı olan yahadut ve dat yehudit
tabirleri Tanah’ta (Eski Ahid) yer almaz; Rabbânî literatürde ise sadece bir kez, “Yahudi kimli-
ği” ve “Yahudi örfü/hayat tarzı” anlamlarında kullanılmıştır ([Mişna] Ketuboth 7/6 - dat Moşe
ve-yehudit; Ester Rabbah 7/11 – yehudatan/yahadut). Yahudilik kelimesi (Ioudaismos) ilk defa
M.Ö. II. yüzyılda Grekçe konuşan Diaspora (Antakya) Yahudileri tarafından, kendilerini Helen
kültürüne (Hellenismos) bağlı olan Grekler’den ve diğer putperestlerden (Allofulismos) ayırmak
için kullanılmıştır (II. Makkabiler 2/21; 8/1; 14:38; IV. Makkabiler 4/26; ayrıca bk. Galatya-
lılara Mektup 1/13-14). Bu kelime daha sonra Iudaismus şeklinde Latince’ye ve bu yolla Batı
dillerine geçmiştir (Judaism, Judaisme, Judaismus, Judaismo vs.). Yahudilik kavramı Ortaçağ
Yahudi literatüründe dahi nispeten seyrek kullanılmış, Yahudilerin bağlı olduğu dinî gelenek
manasında ancak modern Yahudi literatüründe yaygın kullanım alanı bulmuştur.
4 Wilfred Cantwell Smith tarafından işaret edildiği üzere, religion kelimesinin dayandığı, kökeni
tartışmalı olan Latince religio kelimesi (relegere=tekrar tekrar okuma/gözlemleme, religare=tek-
rar bağlanma, reeligere=tekrar seçme) bilhassa Hıristiyanlık’la birlikte farklı manalara gelecek
şekilde kullanılmış (kült/ritüel, tapınma/huşu, Tanrı ile insan arasındaki bağ vs.), modern dö-
nemde ise daha önce sahip olduğu ferdî ve bütün din biçimlerini kapsayıcı vurgu yerine bir
sistemi yani daha ziyade sabit ve dışa kapalı inanç sistemlerini ifade eder olmuştur. Bk. Smith,
The Meaning and End of Religion, s. 19-45; McCutcheon, “Religion: Overview”, s. 2048.
5 Çıkış 12/49; 13/9; 24/12; Levililer 7/1; 24/22; Sayılar 15/15-16; Yeşu 1/7; I. Krallar 2/3; II.
Krallar 10/31; 14/16; Yeremya 9/13 vs. “Hüküm/kanun/kural/emir” gibi manalara gelen çeşitli
kelimeler de (ḥuka, mişpat, dat, din) yer almıştır (Çıkış 21/31; 27/21; Ester 1/19; 3/14; Ezra
7/26). Dat kelimesi modern İbranice’de “din” karşılığında kullanılsa da Tanah’taki manası “hü-
küm, kanun, emir”dir. Yine dîn kelimesi de gerek Tanah’ta gerek modern İbranice’de “hüküm,
kanun, karar” manalarına gelmektedir.
Temel Kavramlar
31

oldukları ve oluşturdukları yazılı-şifahi öğreti, Musa’ya verilen kitabın da ismi


olan tora kelimesiyle ifade edilmiştir.6 Arapça karşılığıyla tevrât kelimesinin
Kur’an’da geniş anlamıyla İsrailoğulları’na/Yahudilere ait vahiy/öğreti mana-
sındaki kullanımı da buna uygun düşmektedir.7 Rabbânî literatürde tora keli-
mesi bütün hayatı kapsayan öğretiler anlamında din kelimesine yakın manada
kullanılmış olsa da,8 tora kelimesi ile Kur’an’da kullanıldığı şekliyle dîn keli-
mesi arasında önemli bir fark vardır. Bilhassa Tanah’ta kullanıldığı biçimiyle
tora kelimesi daha ziyade içerikle (kanun, kural, öğreti) alakalı bir manaya
sahiptir. “Borç, yükümlülük” manasındaki deyn kökünden gelen dîn kelimesi
ise temel olarak Tanrı’ya nispetle ulûhiyeti (hâkim olma, hesaba çekme), kula
nispetle ubûdiyeti (teslim olma, itaat etme) ve ikisi arasındaki ilişkiyi ifade
etmekte; aynı zamanda ulûhiyet/hesap-ubudiyet/sorumluluk ilişkisini düzen-
leme anlamında “kanun, nizam, yol, muhakeme” manalarını da içermektedir.9
Dolayısıyla dîn kelimesi, temel olarak Tanrı ile kul arasındaki ilişkiyi vurgula-
yan, daha kapsamlı manaya sahip bir kavrama karşılık gelmektedir.
Üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise Kur’an’da, indirildiği dö-
nemde o coğrafyada mevcut olan bütün dinî gruplardan değil, sadece belli dinî
gruplardan bahsedilmesidir. Bunun bariz bir sebebi Kur’an’ın diğer dinlere
mensup grupları ilmî-tasvirî ya da salt teolojik gayeyle değil, Peygamber’in
mesajını kabul eden mümin/müslim toplulukla münasebetleri, aynı zamanda
bu topluluk ile sair grupların dinî tecrübeleri arasındaki benzerlik ve dinî ge-
leneklerindeki ortaklık sebebiyle ve bu nispette konu etmesidir. Bu durumun,
Kur’an’ın, Hz. Muhammed’e tâbi olan ilk Müslüman cemaatin tecrübelerini
ve ihtiyaçlarını dikkate alan tedricî yapısıyla alakalı olduğu açıktır. Tamamen
evrensel içerikli mesajlar bile belli bir bağlamda ortaya konmaktadır. Bu ma-
nada Kur’an, bir metin olmaktan önce bir söz vasfı taşıması sebebiyle, peda-
gojik ve diyalojik bir temele oturmaktadır. Bu sebeple Kur’an’da bahsi geçen
grupların dinleri dahi bütün yönleriyle, sistematik bir biçimde ve eşit ölçü-

6 (Mişna) Aboth 1:1.


7 Geniş bilgi için bk. Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, s. 63 vd.
8 Adam, “Yahudilik’te Din Kavramı ve Din Anlayışı”, s. 130 vd. Ayrıca bk. Neusner, “The
Doctrine of Torah”, s. 193 vd.
9 Söz konusu anlamlar için bk. Tümer, “Din”, DİA, IX, 314; Mevdudi, Kur’an’a Göre Dört
Terim, s. 99-111.
Kur’an’da Yahudiler
32

de ele alınmamaktadır.10 Esasen Kur’an’da din olarak hem aslî manada Tanrı
ile kul arasındaki sahih ilişki hem de genel anlamda toplumların ya da dinî
grupların tarih içindeki inanış ve davranış biçimleri yani statik/sabit sistemler
değil dinamik/değişken yapılar anlaşılmaktadır ki bu durum vakıaya da uygun
düşmektedir.11 Aslî din (ed-dîn) ise, yukarıda işaret edildiği üzere, islâm’la,
yani en mükemmel örneğini İbrahim peygamberde bulan (milletu İbrâhîm),
tek Tanrı’ya halisane iman ve itaatle (hanîflik) özdeşleştirilmektedir.12 Buna
paralel olarak islâm kelimesinin, özellikle erken tefsirlerde, önceki peygamber-
lerin temel öğretisini de kapsayacak ve bilhassa İbrahim peygamberin diniyle
özdeşleşecek şekilde, “(tek) Allah’a ihlasla teslimiyet”, “Allah’a, emirlerine ve
nehiylerine itaat/inkiyad” veya “tevhid” biçiminde daha geniş ve basit mana-
sıyla anlaşıldığı ve bir müesseseden/sistemden ziyade bir tavrı ya da yönelimi
ifade ettiği görülmektedir.13 Kelimenin, dar manasıyla Kur’an’a ve Sünnet’e
dayanarak zaman içinde gelişen müesses din, yani büyük harfle “İslâm” şek-
linde anlaşılması veya bununla özdeşleştirilmesi tabiî olarak sonraki dönemle-
rin ürünüdür.14 Bununla birlikte, Kur’an’da islâm ve muslim kelimeleri, önceki
peygamberlere inananların yanı sıra, tevhid inancını devam ettiren topluluk

10 Bununla birlikte, kimi zaman, doğrudan bahsi geçmeyen dinî grupların bazı inançlarına da
(düalizm, tenâsüh, dehriyye vs.) dolaylı olarak atıf yapıldığı görülmektedir.
11 Bu manada Kur’an’daki “din” kelimesinin, W. C. Smith’in statik ve dışlayıcı religion kelimesi
yerine önerdiği, dinamik ve kapsayıcı vasfa sahip “birikimsel gelenek (cumulative tradition)”
ve öz vahyi ifade eden “iman (faith)” şeklindeki ikili kavramı karşılayan bir mana zenginliğine
sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bk. Smith, The Meaning and End of Religion, 5.-7. bölümler. Bu
yöndeki bir değerlendirme için ayrıca bk. Aydın, Anahatlarıyla Dinler Tarihi, s. 15-26.
12 Bakara 2/135: “‘Yahudi veya Hıristiyan olun ki doğru yolu bulmuş olasınız’ diyorlar. De ki:‘Ha-
yır, biz hakka yönelmiş olan İbrahim’in dinine (millet-i İbrâhîm) uyarız. O, Allah’a ortak ko-
şanlardan değildi”; Âl-i İmrân 3/95: “De ki: ‘Allah, doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen
İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi’”; Nisâ 4/125: “Kimin dini, iyilik
yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin di-
ninden daha güzeldir?”; Beyyine 98/5: “Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka
yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti.
İşte bu dosdoğru dindir.”
13 Mesela bk. Muḳâtil b. Suleymân, Tefsîr, I, 267, 141; Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, V, 281 vd. (krş.
V, 554-555); Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 536. Ayrıca bk. Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb,
VII, 225. Esasen W. C. Smith’e göre Latince religio kelimesinin geç modern dönem önce-
sinde taşıdığı mana da buna yakın bir mana olmaktadır. Bk. Smith, The Meaning and End
of Religion, s. 32-36.
14 Geniş bilgi için bk. Okuyan ve Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, s. 165-
168. Krş. Harman, “Kur’an’da Din Kavramı”, s. 78-87.
Temel Kavramlar
33

olmaları sebebiyle, özel olarak Hz. Muhammed’e tâbi olanlarla bağlantılı bi-
çimde kullanılmaktadır.15
Bu genel açıklamaların ardından Kur’an’da Yahudilere yönelik isimlendirme
biçimine baktığımızda, benî İsrâîl (‫)بىن اسرائيل‬, el-yehûd/yehûdî (‫يهودى‬/‫)اليهود‬, hûd
(‫ )هود‬ve elleẑîne hâdû (‫ )الذين هادوا‬ifadelerinin yanı sıra, ehlu’l-kitâb (‫)اهل الكتاب‬,
ehlu’ẑ-ẑikr (‫)اهل الذكر‬, elleẑîne ûtû’l-kitâb (‫)الذين اوتوا الكتاب‬, elleẑîne ûriŝû’l-
kitâb/veriŝû’l-kitâb (‫ ورثوا الكتاب‬/ ‫ )الذين اورثوا الكتاب‬ve elleẑîne yaḳraûne’l-kitâb
(‫ )الذين یقرؤن الكتاب‬gibi kalıpların kullanıldığını görürüz. Bu isimlendirmelerin
Mekkî ve Medenî ayetlerdeki dağılımı ve bağlamı birbirinden farklılık göster-
mektedir. Geçmişte yaşamış tarihî bir topluluğun ismi olarak benî İsrâîl ifade-
sinin geçtiği Mekkî ayetlerin sayısı Medenî ayetlerden daha fazladır. Günümüz
Arapçası’nda da Yahudi manasında kullanılan el-yehûd/yehûdî kelimeleri ile hûd
kelimesi ise sadece Medenî surelerde yer almakta; Mekke dönemine ait surelerde
Yahudilere ismen sadece üç ayette elleẑîne hâdû kalıbıyla atıf yapılmaktadır. Ben-
zer bir dağılım hem Yahudi hem Hıristiyan gruplara, ama ağırlıklı olarak Yahu-
dilere yönelik olan ehlu’l-kitâb ve elleẑîne ûtû’l-kitâb kalıpları için de geçerlidir.
Her iki kalıp da çoğunlukla Medenî surelerde yer almakta, Mekke dönemine ait
surelerde sadece birer kez geçmektedir. Buna karşılık ehlu’l-kitâb ve ûtû’l-kitâb’a
paralel ifadeler olan ehlu’ẑ-ẑikr, elleẑîne ûriŝu’l-kitâb/veriŝû’l-kitâb ve elleẑîne yaḳ-
raûne’l-kitâb kalıplarının tamamı Mekkî surelerde yer almaktadır.16
Kur’an ayetlerinin, ilk Müslümanların ihtiyaçlarına ve tecrübelerine cevap
verecek şekilde tedricen indiği ve ilk Müslüman cemaatin Mekke döneminde
henüz Yahudilerle yakın temasa girmemiş olduğu düşünüldüğünde, Yahudiler-
den ismen, yani yehûd/hûd şeklinde bahseden ayetlerin neredeyse tamamının
Medenî surelerde yer alması anlaşılır bir durumdur. Buna karşılık daha ziyade
tarihî bir topluluk olarak İsrailoğulları’ndan bahseden ayetler daha eşit bir
dağılıma sahiptir; ayrıca Yahudilere Mekkî surelerde Kitap ehli (Ehl-i kitap)
kapsamında atıf yapıldığı anlaşılmaktadır.
Kur’an’da, genel olarak Musa dönemi ile onu takip eden dönemlerden
bahsedildiğinde İsrailoğulları’na (hem Mekkî hem Medenî surelerde), nüzûl

15 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, II, 39-45; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 277. Buna paralel olarak, yine erken
tefsirlerde tevhid inancı ve salih amel üzere olmanın yani islâm kapsamında bulunmanın ölçüsü-
nün, Hz. Muhammed’e ve tebliğ ettiği dine/şeriata iman olarak kabul edildiği anlaşılmaktadır.
16 Kur’an’da yer alan bütün bu kalıplarla ilgili olarak ileride ayrıntılı bilgi verilecektir.
Kur’an’da Yahudiler
34

dönemindeki Tevrat ehlinden bahsedildiğinde ise, İsrailoğulları tabiri de kul-


lanılmakla birlikte, daha ziyade, Kitap ehli’nin yanı sıra Yahudilere atıf yapıl-
ması (çoğunlukla Medenî surelerde), tarihî realiteyle ve söz konusu isimlerin
Yahudi geleneğindeki kullanım seyriyle de büyük ölçüde örtüşmektedir. Ta-
nah’ta Babil Sürgünü (M.Ö. VI. yüzyıl) öncesi dönemle, bilhassa Mısır ve
Musa dönemleriyle alakalı olarak dinî-etnik manaya sahip olan bene Yisrael
veya ‘am Yisrael isimlendirmeleri, ayrıca Krallık döneminde İsrailoğulları’nın
kuzey ve güney kabilelerini/aşiretlerini (sıbt) ifade etmek için sırasıyla Yisrael
ve Yehuda isimleri kullanılmıştır. Tevrat’ta yer almayan yehudi (=Yahudi) isim-
lendirmesi ise çoğunlukla sürgün ve sonrası dönemde, bilhassa daha geç döne-
me tarihlendirilen kitaplarda (Ester, Ezra-Nehemya ve Daniel) kullanılmıştır.17
Bununla birlikte genel bir isimlendirme olarak Yisrael kelimesi de bene Yisrael,
‘am Yisrael veya sadece Yisrael şeklinde kullanılmaya devam etmiştir.18 Tanah
sonrası döneme, M.S. II. yüzyıl sonrasına ait olan Rabbânî literatürde ise hem
teolojik hem sosyal bir kategoriyi ifade edecek şekilde sıklıkla geçen Yisrael
isminin yanı sıra yehudi ismi de dinî ve etnik bir kategoriye karşılık gelecek
şekilde kullanılmıştır.19
Buna göre Kur’anî benî İsrâîl tabirinin, Tanah’ın bene Yisrael (İsrailoğulla-
rı), ‘am Yisrael (İsrail kavmi) ve Yisrael kelimelerini karşılayacak ve çoğunlukla
Hz. Musa ile Hz. İsa dönemleri arasını ve kimi zaman sonraki İslâm dönemini
de kuşatacak şekilde geniş kapsamda kullanıldığı; yehûd ve bağlantılı kelime-
lerin ise tamamen İslâm dönemiyle alakalı olarak ve yehudi kelimesine paralel

17 Mesela bk. Ester 2/5; 3/4; 5/13; 6/10; 8/7; I. Tarihler 4/18 (yehudi); Nehemya 1/2; 2/16;
5/1, 8; 13/23 (ha-yehudim); Ezra 4/12, 23; 5/1, 5; Daniel 3/8, 12 (yehudaye/yehuda’in); 5/13
(yehudi). Peygamberler (Neviim) bölümüne ait II. Krallar ve Yeremya kitaplarında kelime genel-
likle çoğul olarak ha-yehudim şeklinde yer almaktadır (II. Krallar 16/6; 25/25; Yeremya 32/12;
38/19; 40/11, 12; 41/3; 43/9; 44/1; 52/28, 30). Yine Peygamberler bölümünde yer alan Sürgün
sonrası döneme ait bir pasaj için ayrıca bk. Zekarya 8/23 (iş yehudi=Yahudi adam/Yehudalı).
Fakat yehudi kelimesinin M.Ö. II. yüzyıla kadar dinî bir kimliği (Yahudi) değil, Yehuda bölgesi
veya kabilesine mensubiyeti (Yehudalı) ifade ettiği ileri sürülmüştür. Bk. Cohen, The Beginnings
of Jewishness, s. 82 vd.
18 Mesela bk. Malaki 1/1; 2/16; Daniel 1/3; 9/7, 11, 20; Ezra 2/2, 70; 3/1; Nehemya 1/6; 8/17 vs.
19 Yehudi ismi Mişna’da sadece üç yerde (Megillah 2:3; Nedarim 11:12; Ketuboth 7:6), Talmud’da
ise daha sık geçmektedir. Yisrael ismi ise Mişna’da kimi zaman bütün İsrailoğulları soyunu (Te-
rumoth 8:12), kimi zaman da din adamları (kohenler ve Levililer) dışında kalan sıradan İsrail
erkeklerini ifade etmek için kullanılmıştır (Terumoth 7:2; 9:2; Yebamoth 2:4; 7:1-5).
Temel Kavramlar
35

manada kullanıldığı görülmektedir. Ayrıca benî İsrâîl ifadesi en erken Mısır


dönemi için kullanılırken, Tanah’taki kullanımdan farklı olarak Yakuboğulları
benî İsrâîl yerine esbât şeklinde ifade edilmektedir.20

2. Ehlu’l-Kitâb Ayetleri ve Muhtevası


Kur’an’da Yahudilerle bağlantılı olarak kullanılan isimlendirmelerden ilki,
kitaba ya da vahye sahip topluluk manasındaki ehlu’l-kitâb ve elleẑîne ûtû’l-
kitâb kalıplarıdır. Bu kalıplar, ikisi hariç tamamı Medenî surelerde ve -ilk
kalıp otuz bir, ikinci kalıp türevleriyle birlikte on yedi ayette yer alacak şe-
kilde- toplam kırk yedi ayette geçmektedir.21 Ayrıca tamamı Mekkî, bilhassa
geç Mekke dönemine ait surelerde yer alan yedi ayette elleẑîne ûriŝû’l-kitâb/
veriŝû’l-kitâb, elleẑîne yaḳraûne’l-kitâb, elleẑîne ûtû’l-ʿilm ve ehlu’ẑ-ẑikr kalıpları
kullanılmaktadır.22
Tefsirlerdeki yorumlara göre söz konusu ayetlerde hitap çoğunlukla “Tev-
rat (ve Zebur) ehli”ne yani Yahudilerden bir gruba veya içlerinden bazı kişilere
(Ka‘b b. el-Eşraf, Finhas b. ‘Âzûrâ, Zeyd b. Ḳays vs.),23 bazen de “Tevrat ve İn-
cil ehli”ne yani hem Yahudi hem de Hıristiyan gruplara veya kişilere yönelik-
tir.24 Bazen de aynı ayet kimi tefsirde sırf Yahudilere veya Hıristiyanlara, diğer
bazısında ise hem Yahudilere hem Hıristiyanlara yönelik olarak yorumlanmış-

20 Bakara 2/136, 140; Âl-i İmrân 3/84; Nisâ 4/163. İsrailoğulları’nın çölde on iki bölüğe/boya
ayrılmasıyla ilgili olarak da esbâṭ ifadesi kullanılmıştır (A‘râf 7/160). Tanah’ta Yakuboğulları’nın
bene Yisrael=İsrailoğulları şeklinde isimlendirilmesiyle ilgili olarak ayrıca bk. Tekvin 45:21.
21 Ehlu’l-kitâb: Bakara 2/105, 109; Âl-i İmrân 3/64-65, 69-72, 75, 98-99, 110-112, 113-114,
110-118, 199; Nisâ 4/123, 153-158, 159-162, 171; Mâide 5/15, 19, 59-62, 65-66, 68, 77; An-
kebût 29/46 (Mekkî); Ahzâb 33/26; Hadîd 57/29; Haşr 59/2, 11; Beyyine 98/1, 2-3, 6. Elleẑîne
ûtû’l-kitâb: Bakara 2/101, 144-146; Âl-i İmrân 3/19-20; Nisâ 4/47, 51-54, 131; Mâide 5/5 (iki
kez geçmekte), 57-58; Tevbe 9/29; Hadîd 57/16; Müddessir 74/31 (Mekkî ve iki kez geçmek-
te); Beyyine 98/4. Elleẑîne âteynâhumu’l-kitâb: Bakara 2/146. Elleẑîne ûtû naṡîben mine’l-kitâb:
Âl-i İmrân 3/23-25.
22 Elleẑîne ûriŝû’l-kitâb/veriŝû’l-kitâb: Şûrâ 42/14; A‘râf 7/169 (Evreŝne’l-kitâbe’l-leẑîne iṡṭafey-
nâ: Fâtır 35/32). Elleẑîne yaḳraûne’l-kitâb: Yunus 10/94. Elleẑîne ûtû’l-‘ilm: İsrâ 17/107. Eh-
lu’ẑ-ẑikr: Nahl 16/43, Enbiyâ 21/7.
23 Muḳâtil b. Suleymân, Tefsîr, I, 130; Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, II, 419 vd. (Bakara 2/109); Ze-
maḫşerî, el-Keşşâf, I, 309, 568 (Bakara 2/109; Âl-i İmrân 3/69).
24 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, V, 489 (Âl-i İmrân 3/69); Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 567 (Âl-i İmrân
3/64); Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, VII, 234 (Âl-i İmrân 3/20). Teslise atıf yapan Nisâ
4/171’in tamamen Hıristiyanlarla alakalı olduğu anlaşılmaktadır.
Kur’an’da Yahudiler
36

tır.25 Genellikle söz konusu ayetlerdeki bilhassa eleştirel hitabın Tevrat veyahut
İncil ehlinden Hz. Muhammed’i inkâr edenlere (ehlu’l-kiẑb ve’l-kufr) yönelik
olduğu kabul edilmektedir. Kimi zaman da hitap, olumlu içeriğe sahip olan
Yunus sûresi 94. ayette ya da Enbiyâ sûresi 7. ayette olduğu üzere, Abdullah b.
Selâm, Ka‘bu’l-Aḥbâr gibi Kitap ehli’nden Hz. Muhammed’e iman edenlere
(ehlu’s-ṡıdḳ ve’l-îmân) ya da Kur’an ehline yani ilk Müslümanlara yönelik ola-
rak yorumlanmıştır.26 Aşağıda temas edileceği üzere, bu yorumlar fazla isabetli
görünmemektedir.
Nüzûl sırası itibariyle Yahudilerden ilk olarak Mekke dönemine ait olan
Müddessir sûresinde elleẑîne ûtû’l-kitâb kalıbıyla bahsedilmektedir:

Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır. Sayılarını bildirmekle


de, ancak inkâr edenlerin denenmesini, kendilerine kitap verilenlerin kesin bil-
gi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık. Kendilerine
kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler… (Müddessir 74/31)

Ayette, (1) Peygamber’i ve tevhid inancını inkâr edenler, (2) Peygamber’e


iman eden ve dolayısıyla tevhid inancına sahip olanlar ve (3) kitâbîler olmak
üzere üç ayrı gruptan söz edilmektedir. Kitâbî şeklinde nitelenen topluluğun
ya da kişilerin, inkâr edenler ile iman edenler arasında, ama iman edenlere
yakın bir grup olarak zikredildiği ayet, tamamen olumlu muhtevaya sahiptir.
Aynı şekilde, elleẑîne yaḳraûne’l-kitâb ve ehlu’ẑ-ẑikr kalıplarının kullanıldığı
diğer Mekkî ayetlerde de, Kur’an’ın önceki vahiy geleneğinin bir devamı olma
iddiasına paralel olarak, Kitap ehli, sahip oldukları vahiy dolayısıyla, Hz. Mu-
hammed’e ulaşan vahyi ya da vahyin içeriğini doğrulaması beklenen bir nevi
tasdik mercii olarak olumlu bağlamda konu edilmektedir:

25 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, V, 284; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 538; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-


Ğayb, VII, 226 (Âl-i İmrân 3/19). Kur’an’daki “Kitap ehli” ifadesinin esasen önceki vahiy ge-
leneğine sahip olan Yahudileri ve Hıristiyanları ifade ettiği; fakat gelenek içinde kimi zaman
bu ifadenin manasının bilhassa Mecusi ve Sabii gibi diğer din gruplarını da kapsayacak şekilde
genişletildiği ya da sadece İsrailoğulları’ndan olan Yahudi ve Hıristiyanları ifade etmek üzere
vb. şekillerde daraltıldığına yönelik değerlendirme için bk. Gündüz, “Ehl-i Kitab’ın Kimliği
Sorunu”, s. 241-245.
26 Mesela bk. Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, XII, 286 vd.; XVI, 228-229; Muḳâtil b. Suleymân, Tefsîr,
I, 248; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XVII, 169; ayrıca bk. Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Ḳur’ân,
VII, 110; IX, 261.
Temel Kavramlar
37

Sana indirdiğimizden şüphede isen, senden önce indirdiğimiz kitabı okuyanla-


ra sor. Andolsun ki sana Rabbin’den gerçek gelmiştir. Sakın şüphe edenlerden
olma. (Yunus 10/94)
Senden önce de kendilerine vahyettiğimiz kişiler gönderdik. Bilmiyorsanız, zikir
ehline (kitâbîler) sorun. (Enbiyâ 21/7)27

Söz konusu ayetlerin Mekke döneminde indiği düşünüldüğünde, gerek


“kendilerine kitap verilenler”den gerekse “kitabı okuyanlar”dan ve “zikir ehli”n-
den kastın, Medine döneminde Müslüman olan Yahudi kişiler olması ihtimal
dışıdır. Yine ilgili ayetlerde önceki vahiy/kitap sahiplerine atıf yapılması da söz
konusu nitelendirmelerle müşrik gelenekten gelen ilk Müslümanların kastedil-
mediğini göstermektedir. Bu ve benzeri ayetlerde, Hz. Muhammed’e inen vah-
yin önceki peygamberlere inen vahyin devamı olduğu ve aynı tevhid geleneği
içinde yer aldığı vurgulanmakta; bunu en iyi tasdik edecek kişilerin de önceki
vahiy geleneğine sahip ya da aşina olanlar olduğu belirtilmektedir. Dolayısıyla
buradaki hitabın Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinden gelenlere veyahut bu
geleneklerle de bağlantılı oldukları anlaşılan muvahhid Hanîfler’e (Varaka b.
Nevfel, Ubeydullah b. Cahş vb.) yönelik olduğunu düşünmek daha isabetlidir.28
Nitekim Ṭaberî tefsirinde yer alan bir görüş, “zikir ehli”nden kastın Tevrat’ı ve
İncil’i ve bunların dışındaki kitapları okuyan kimseler olduğu yönündedir.29

27 Ayrıca bk. Nahl 16/43.


28 Ḥanîf kelimesi Kur’an’da muslim kelimesine denk biçimde “Allah’a teslim olma”, “muvahhid olma”
manalarında ve daha ziyade İbrahim peygamberle bağlantılı olarak kullanılmaktadır. Kelimenin
kökeni ise “pagan” veya “gentile” manasındaki Süryanice ḥanpâ kelimesine dayandırılmaktadır. Bu
noktada, putperestliği ifade eden ve olumsuz manaya sahip olan ḥanpâ kelimesinin neden Kur’an’da
monoteizmle özdeş ve olumlu manada ḥanîf şeklinde kullanıldığı sorusu cevaplanmayı gerektir-
mektedir. Bu konu üzerine yapılmış bir araştırmada ḥanpâ kelimesinin, Kur’an’da “Yahudi ve Hıris-
tiyan olmayan muvahhid” manasındaki kullanımına öncülük edecek şekilde geçirdiği dönüşüm ve
Hıristiyan literatüründe “Yahudi ve -hatta henüz- Hıristiyan olmayan inanan”, yani Yahudi ve Hı-
ristiyan şeriatlarına bağlı olmayan inanan şeklindeki kullanımına işaret edilmektedir ki bu, dikkate
değer bir açıklamadır. İlgili açıklama için bk. de Blois, “Naṣrânî (Ναζωραȋος) and ḥanîf (ἐθνικός)”,
s. 17-25 (makalenin Türkçe çevirisi ve ḥanîf kelimesine yönelik daha ayrıntılı bilgi için ayrıca bk.
Kur’an’daki Hanîf/ler ve Nasârâ Üzerine Araştırmalar). Kelimenin Kur’an’daki vurguya paralel bi-
çimde Yeni Ahit’te İbrahim için kullanımına yönelik olarak ayrıca bk. Romalılara Mektup 4/9-12:
“...Diyoruz ki, İbrahim, imanı sayesinde aklanmış sayıldı […] Sünnetliyken değil, sünnetsizken. İb-
rahim daha sünnetsizken imanla aklandığının kanıtı olarak sünnet işaretini aldı. Öyle ki, sünnetsiz
oldukları halde iman edenlerin hepsinin babası olsun, böylece onlar da aklanmış sayılsın”. Krş. Âl-i
İmrân 3/67: “İbrahim, ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan. Fakat o, Allah’ı bir tanıyan ve hakka yönelen
(ḥanîf ) bir Müslümandı (muslim). Allah’a ortak koşanlardan da değildi.”
29 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, XIV, 227. İsrâ sûresinin 107. ayetine yapılan yorumda da “Ona ister
inanın, ister inanmayın” hitabının muhatapları “Cahiliye ve şirk ehli”, “daha önce kendilerine
Kur’an’da Yahudiler
38

Dolayısıyla geniş anlamda yani Hanîfler’i de ve belki özellikle de onları


kapsayacak şekilde Kitap ehli’nden, bilhassa onların âlimlerinden bahseden
bu ilk ayetlerde Hz. Muhammed’in ve ona tâbi olanların, müşriklere (veya
ümmîlere) karşı Kitap ehli’ne yakın bir konuma yerleştirildiği görülmektedir.30
Bu aşamada Kitap ehli’nden olanlara, diğer bir ifadeyle önceki vahiy geleneği-
ne sahip olanlara, bu geleneğin devamı niteliğindeki vahyi tanıması beklenen
kimseler şeklinde ideal anlamda atıf yapıldığı, ayrıca içlerinden Hz. Muham-
med’in tebliğine icabet edenlerin çıkacağına yönelik bir beklentinin de mevcut
olduğu anlaşılmaktadır:

Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Elçi’ye, o ümmî Peygam-


ber’e uyanlar (var ya), işte o (Peygamber), onlara iyiliği emreder, onları kötü-
lükten meneder. Onlara temiz şeyleri helâl, pis şeyleri haram kılar. Üzerlerin-
deki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. O (Peygamber)e inananlar, ona saygı
gösterenler, ona yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nura uyanlar, işte
onlar kurtuluşa erenlerdir. (Aʿrâf 7/157)

Bu noktada Muhammed Hamidullah, Mekke döneminden itibaren bazı


Yahudilerin, bağlantı halinde oldukları Mekkeli müşrikler vasıtasıyla Hz. Mu-
hammed’in tebliğinden haberdar olduklarına ve doğrudan değilse bile en azın-
dan dolaylı olarak aleyhte hareket ettiklerine işaret etmektedir ki bu yönde
bilgiler tefsirlerde de mevcuttur.31 Nitekim Medine Yahudileri’nin, Mekke’de
devrim etkisi yaratan ve şiddetli dirence sebep olan yeni bir peygamberin varlı-
ğından haberdar olmadıklarını ya da bu duruma ilgisiz kaldıklarını düşünmek

ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal yüzüstü secdeye kapanırlar” diye bahsedi-
len grup ise “Kitab’ı okuyanların (Kitap ehli) âlimleri” şeklinde açıklanmıştır. Bk. Zemaḫşerî,
el-Keşşâf, III, 559; ayrıca bk. Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, XVI, 122. Muhammed Esed de Âl-i
İmrân sûresinin 64. ayetinde yer alan ehlu’l-kitâb ifadesini “geçmiş vahyin izleyicileri” şeklinde
tercüme etmektedir. Bk. Kur’an Mesajı, I, 102.
30 Ayrıca bk. Hûd 11/17: “Bir önder, bir rahmet olarak Musa’nın kitabı elinde olan kimse (inkârcılar
gibi) midir?”
31 Bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 556-558. Ṭaberî tefsirinde (Câmi‘u’l-Beyân, XXIV, 728
vd.) Medine’den gelen Yahudi bir grubun Mekke döneminde Hz. Muhammed’le görüştüğü ve
ona Allah’ın sıfatları hakkında soru sorduğu, bunun üzerine İhlas sûresinin inzal olduğuna dair
bir bilgi yer almaktadır. Ayrıca bk. Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XXXII, 175; Paçacı,
“Kur’an’da Ehl-i Kitap Anlayışı”, s. 46. “Sana ruh hakkında soruyorlar” (İsrâ 17/85) ve “Sana
Zülkarneyn hakkında soruyorlar” (Kehf 18/83) mealindeki ayetlerle ilgili olarak da Ṭaberî tefsi-
rinde (Câmi‘u’l-Beyân, XV, 69) bu soruların Hz. Peygamber’e Yahudiler tarafından yöneltilmiş
sorular olduğu açıklaması yer almaktadır.
Temel Kavramlar
39

mantıklı değildir. Bununla birlikte Müslümanlarla Yahudiler arasında, bazı


münferit örnekler dışında, henüz doğrudan ve birebir münasebetin tam olarak
tesis edilmediği ve Müslümanların bilhassa Medine Yahudileri’yle olumsuz
tecrübe yaşamadığı bir dönemde inen söz konusu Mekkî ayetlerin, nötr diye-
bileceğimiz bir ortamda ilk Müslümanların Kitap ehli’ne yönelik tavrını ve aynı
zamanda müşriklerin sert muhalefetleri karşısında Kitap ehli’nden bir destek
umudunu ortaya koyduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemde Habeş Hıristiyanla-
rı’nın, zor durumdaki Müslümanları himaye ettikleri bir vakıadır. Öte yandan,
Medine dönemine ait Mâide sûresinin 5. ayetinde, Kitap ehli’nin yediklerinin
(kesilen et) ve kadınlarının (nikâh) Müslümanlara helal kılındığının belirtil-
mesi, Kur’an’ın prensip olarak Yahudilerle ve Hıristiyanlarla sosyal münasebete
ve akrabalık bağının tesisine onay verdiğini göstermektedir.32
Ehlu’l-kitâb kalıbının yer aldığı, Mekke döneminin sonlarında veya Me-
dine döneminin başlarında indiği kabul edilen Ankebût sûresinde yer alan
bir diğer ayette de,33 Kitap ehli içinde tebliğe karşı olumsuz tavır takınan bir
kesimin ya da kişilerin varlığına işaret edilmekte; fakat yine de Müslümanlar
ile Kitap ehli arasındaki ortak noktalar, bilhassa tevhid inancı vurgulanmak
suretiyle olumlu bağlam korunmaktadır:

Kitap ehli’nden zulmedenler bir yana, onlarla en güzel şekilde mücadele edin,
şöyle deyin: “Bize indirilene de, size indirilene de inandık; bizim Tanrımız da,
sizin Tanrınız da birdir, biz O’na teslim olmuşuzdur.” (Ankebût 29/46)

Söz konusu tevhid vurgusundan hareketle, Medine döneminin başların-


da, “topluluk olarak” Yahudilerin (ve Hıristiyanların), ortak bir söz ya da asgari
iman şartı olarak geniş anlamıyla islâm’a yani Hz. Muhammed’in devam et-
tirdiği, aynı zamanda Yahudilerin ve Hıristiyanların da temsil ettiklerini iddia
ettikleri “İbrahimî tevhid dini”ne çağrıldığı görülmektedir:

32 Yiyeceklerinin Müslümanlara helal olmasına yönelik hükümden hareketle, Kur’an’da bahsi


geçen Kitap ehli’nin İsa Mesih’i kabul eden ama Yahudi şeriatına riayet etmeyi de sürdüren
Yahudi-Hıristiyanlar olduğu şeklindeki görüş için bk. de Blois, “Naṣrânî (Ναζωραȋος) and ḥanîf
(ἐθνικός)”, s. 16.
33 Ankebût sûresinin nüzûl tarihiyle ilgili olarak farklı rivayetlere işaret edilmektedir. “Bir riva-
yete göre ilk on küsur ayeti Medine’de, geri kalan kısmı Mekke’de veya bunun tam tersi şekilde
inmiştir.” Bk. Öztürk, Kur’ân-ı Kerîm Meali, s. 447. Mekkî olduğu görüşü esas alındığında
da bunun Mekke döneminin sonları (yani nüzûl sırasına göre 85. veya 83. sure) olduğu anla-
şılmaktadır.
Kur’an’da Yahudiler
40

De ki: “Ey Kitap ehli! Ancak Allah’a kulluk etmek, O’na bir şeyi ortak koşma-
mak, Allah’ı bırakıp birbirimizi Rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin
aranızda müşterek bir söze gelin.” Eğer yüz çevirirlerse: “Bizim teslim olanlar
(muslimûn) olduğumuza şahit olun” deyin. (Âl-i İmrân 3/64)
De ki: “ [...] dosdoğru (ḥanîf) olarak İbrahim’in dinine (millete İbrâhîm) tâbi
olun. O, şirk koşanlardan değildi!” (Âl-i İmrân 3/95)

Bu ayetler, Montgomery Watt tarafından, Medine döneminin ilk yılla-


rında Hz. Muhammed’in, Yahudileri (ve Hıristiyanları), putperest Arap ka-
bilelerinden farklı olarak, Hz. Muhammed’e tâbi olma anlamında Muslim
olmaya değil muvahhid yani tevhidî anlamda mu’min olmaya çağırdığı şeklin-
de yorumlanmış ve Medine Vesikası’nda da Yahudilerin mu’min şeklinde ni-
telendirildiğine dikkat çekilmiştir.34 Bu tespit bu şekliyle isabetli gözükmekle
birlikte, Watt’ın bu doğrultuda ortaya koyduğu, Hz. Muhammed’in kendisini
başlangıçta Araplara gelmiş bir tebliğci olarak konumlandırdığı şeklindeki
görüşünün aksine, Hz. Muhammed’in tebliğinin, tedriciliği esas aldığı ve ev-
rensellik iddiasının da başından itibaren bu tebliğin bir parçası olduğu açıktır.
Buna göre, yukarıdaki ayetlerde bahsi geçen tevhid çağrısı önceki nübüvvet
geleneğine dayanan Yahudiler ve Hıristiyanlarla “topluluk olarak” ortak bir
zemin ve uzlaşma alanı bulma çabasını ya da siyasetini ifade etmektedir; fakat
Mekke döneminde inen bu ayetlerden anlaşıldığı üzere, bir ileri adım olarak
Yahudi ve Hıristiyan “fertlere” yönelik muslim olma çağrısına engel teşkil
etmemektedir:

Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları Elçi’ye, o ümmî Peygam-


ber’e uyanlar [...] ona inananlar, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve
onunla birlikte indirilen nura uyanlar, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.35

34 Watt, Muhammad at Medina, s. 200 vd. Vesika’da Müslümanlar ummetun vâhidetun, Yahudiler
ummetun mine’l-mu’minîn şeklinde nitelendirilmiştir. Buradaki mu’min ifadesi Yahudi grupla-
rın koruma altında bulunmaları ve aynı zamanda kendi dinlerini yaşama hakkına sahip olmaları
şeklinde anlaşılmıştır. Bk. Rubin, “The ‘Constitution of Medina’”, s. 15-16. Ayrıca bk. Enʿâm
6/84; 24/55; 42/15; Bakara 2/139; 28/55.
35 Aʿrâf 7/157. Ayrıca bk. 7/158: “(Ey Muhammed!) De ki: ‘Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve gök-
lerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka
hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Elçisi’ne, o
ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.’”
Temel Kavramlar
41

Dolayısıyla, bilhassa Medine dönemine ait ayetlerde de genel olarak ve


bilhassa başlangıçta barış vurgusunun devam ettirildiği ve buna ilaveten uz-
laşma çağrısında bulunulduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, ilerleyen
dönemde Kur’an’ın ifadesiyle Kitap ehli tarafından -ki bundan kasıt büyük
ölçüde Hicaz Yahudileri olmaktadır- sergilenen düşmanca tutuma karşılık,
eleştirel bir üslubun ağırlık kazandığı görülmektedir:

Kitap ehli’nden ve Allah’a eş koşanlardan inkâr edenler, Rabbiniz’den size bir


iyilik gelmesini istemezler. Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük
nimet sahibidir. (Bakara 2/105)
Kitap ehli’nin çoğu, hak kendilerine apaçık belli olduktan sonra, içlerindeki
çekememezlikten ötürü, sizi, inandıktan sonra küfre döndürmeyi isterler.
Allah’ın emri gelene kadar onları affedin, geçin. Allah muhakkak her şeye
Kâdir’dir. (Bakara 2/109)
Kitap ehli’nden bir kısmı sizi saptırmak isterler; oysa kendilerini saptırırlar da
farkına varmazlar [...] (Âl-i İmrân 3/69)36
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp
oyuncak edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin [...] (Mâide 5/57)

Söz konusu ayetlerle ilgili olarak dikkat çekilmesi gereken bir husus, Ki-
tap ehli’ne yöneltilen eleştirilerde ve olumsuz ifadelerde genellemeye gidilme-
miş olmasıdır. Kimi zaman çoğul ifadeye yer verilmesine ve tefsirlerdeki yo-
rumlardan anlaşıldığı üzere Hıristiyanlardan çok Yahudiler eleştiri konusu ya-
pılmasına rağmen, hem Müslümanlarla münasebetleri hem de ahlâkî davranış
ve iman samimiyeti bakımından, gerek Yahudi ve Hıristiyan gruplar arasındaki
gerekse her bir grup içindeki farklılıkların kabul edildiği görülmektedir:

Kitap ehli arasında kantarla emanet bıraksan onu sana ödeyen ve bir dinar
emanet etsen, tepesine dikilmedikçe onu sana ödemeyen vardır. Bu, onların
“kitapsızlara (ummiyyîn) karşı üzerimize bir sorumluluk yoktur” 37 demelerin-
dendir […] (Âl-i İmrân 3/75)

36 Ayrıca bk. Nisâ 4/44: “Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olanları görmüyor musun? Onlar
sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar.”
37 Yahudilere atfedilen bu sözün Yahudi kutsal metinlerindeki karşılığı için bk. Meral, “‘Leyse
Aleynâ fî’l-Ümmiyyîne Sebîl’”, Artuklu Akademi (Journal of Artuklu Academia), c. 1, sy. 2, 2014,
s. 165-169. Ayrıca bk. Gürkan, Yahudilik, s. 262 vd.
Kur’an’da Yahudiler
42

Onların hepsi bir değildir. Kitap ehli’nin içinde, gece saatlerinde ayakta duran,
secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okuyan bir topluluk da vardır. Onlar
Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler,
hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir. Onlar ne hayır
işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten
sakınanları bilir. (Âl-i İmrân 3/113-115)
Kitap ehli’nden öyleleri var ki, Allah’a, hem size indirilene hem de kendilerine
indirilene, Allah’a huşu duyarak iman ederler. Allah’ın ayetlerini az bir değere
değişmezler. İşte onların ecirleri Rabbleri’nin katındadır [...] (Âl-i İmrân 3/199)

Söz konusu ayetlerde, bilhassa Âl-i İmrân 113-115 ve 199’da iman, amel
ve ahlâk çerçevesinde kendilerinden olumlu tarzda bahsedilen Kitap ehli,
tefsirlerde genellikle Yahudi ve Hıristiyanlardan -Peygamber’in mesajına-
inanan ve Müslüman olan kişi veya gruplar şeklinde açıklanmıştır (Abdullah
b. Selâm ve arkadaşları, Habeş Necaşisi ve halkından otuz iki kişi, Necran
halkından kırk kişi, Rum halkından sekiz kişi veya hepsi).38 Farklı yorumlara
rağmen, Âl-i İmrân 199’da bahsi geçen “hem size indirilene, hem de ken-
dilerine indirilene ... iman edenler”den kastın Kitap ehli’nden, belki kendi
şeriatlarını da bir şekilde koruyarak Hz. Muhammed’e gelen vahyi kabul
edenler olması daha makul görünmektedir. Diğer yandan 113. ayetteki “Gece
saatlerinde [...] secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okuyan[lar]” ifadesin-
deki “Allah’ın ayetleri” ile Tevrat’a ve/veya İncil’e mi yoksa Kur’an’a mı atıf
yapıldığı açık değildir. Bununla birlikte, ağırlıklı görüş, burada kastedilenin
Kur’an ayetleri olduğu, ayetin devamındaki Allah’a imandan kastın da hem
Allah’a hem bütün peygamberlere iman olduğu yönündedir.39 Yine “İyiliği
emrederler, kötülükten men ederler”den kasıt da Allah’a ve peygambere imanı
emretmek, şirkten ve Hz. Muhammed’i inkârdan sakındırmak şeklinde açık-
lanmaktadır.40 Esasen burada da, ayetin manasını bu derece daraltmaksızın,

38 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, V, 692; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 571, 611; Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Ḳur’ân,


II, 342; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, VIII, 110-111, 205-207, IX, 159; Ḳurṭubî, el-Câ-
mi‘, V, 175. Söz konusu ayetlerde bahsi geçen Kitap ehli’nin tefsirlerde Hz. Muhammed’e iman
edenlerle sınırlandırılmasına yönelik eleştiri için bk. Okuyan ve Öztürk, “Kur’an Verilerine
Göre ‘Öteki’nin Konumu”, s. 184 vd.
39 Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, VIII, 111, 206-207; Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, V, 689-691;
Ṭaberî’de yer alan bir başka rivayette ise ayette bahsedilen kimselerin Kitap ehli veya diğer din-
den olanlar olduğu belirtilmektedir (V, 697-698).
40 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, V, 699; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, VIII, 111, 208.
Temel Kavramlar
43

kendi kitapları (Tevrat ve/veya İncil) çerçevesinde iman ve salih amel üzere
yaşayan ve buna bağlı olarak Hz. Muhammed’e gelen vahyi de kabul eden
Kitap ehli’nin kastedildiğini düşünmek mümkündür. Bu iki ayet grubundan
farklı olarak ahlâkî davranışı söz konusu eden 75. ayette ise bir iman kaydı
yer almamaktadır. Nitekim erken tefsirlerde bu ayetin Kitap ehli içindeki
farklı gruplar şeklinde açıklandığı görülmektedir. Ṭaberî, emanete sadakat
gösterenler ile hıyanet edenlerin Yahudilerden iki farklı grup olduğuna işaret
etmekte; Zemahşerî ise sadakat gösterenlerin Hıristiyanların kahir ekseri-
yeti, hıyanet edenlerin ise Yahudilerin kahir ekseriyeti olduğu şeklinde bir
görüşe yer vermektedir.41
Bütün bu yorum ve mülahazalardan hareketle, ilgili üç grup ayetin, Ki-
tap ehli’nden olan farklı gruplara atıfta bulunduğunu düşünmek mümkündür.
Buna göre “Kitap ehli arasında kantarla emanet bıraksan onu sana ödeyen” diye
başlayan ve ahlâkî bir davranışa atıfta bulunan ayetin (3/75) Kitap ehli’nden
olan ve genel ahlâk dairesi içinde hareket eden kimselerden söz ettiği; “Kitap
ehli’nin hepsi bir değildir” ve “Kitap ehli’nden öyleleri var ki” sözleriyle başlayan
ve iman kaydı bulunan ayetlerin ise bir ileri adım olarak Hz. Muhammed’e
gizliden/zımnen (3/113-115) veya alenen (3/199) inanan Kitap ehli’nden bah-
settiği düşünülebilir. Bu şekilde söz konusu ayetler, belli bir derecelendirmey-
le, Kitap ehli içinde de ahlâklıların/iyilerin (“kantarla emanet bıraksan onu sana
ödeyen”) ve dahi belki kendi şeriatlarını da bir şekilde koruyarak Hz. Muham-
med’in peygamber olduğuna inananların (“gece saatlerinde secdeye kapanarak
Allah’ın ayetlerini okuyan”) ve bunu açıkça beyan edenlerin (“Allah’ın ayetlerini
az bir değere değişmezler”) bulunduğuna işaret etmiş olmaktadır. İlgili ayetlerin
hepsi Müslüman olan Kitap ehli’ne hamledildiği takdirde Kur’an’ın ahlâklı ve
iyi olmayı -ve dahi en temel anlamda imanı yani Allah’a ve ahirete inanmayı-
Müslümanlık’la özdeşleştirdiği gibi bir sonuç çıkacaktır ki bu her şeyden önce
vakıaya terstir. Yine bu takdirde Kitap ehli’nden Müslüman olanların sürekli
olarak “Ehl-i kitap” şeklinde nitelendiriliyor olması da izahsız kalacaktır.
Öte yandan, Ehl-i kitap’a karşı eleştirel bir üslubun hâkim olduğu ayet-
lerde, kitaba yani vahiy geleneğine sahip olmalarına ve -Kur’an’ın iddiasına

41 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, V, 507-508; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 571. Ayrıca bk. Faḫreddîn er-Râzî,
Mefâtîḥu’l-Ğayb, VIII, 110; Ḳuşeyrî, Leṭâʾifu’l-İşârât, I, 252.
Kur’an’da Yahudiler
44

göre- kitaplarında müjdelenen bir son peygamber beklentisi içinde bulunma-


larına rağmen, bilhassa Yahudi ileri gelenlerinin ya da âlimlerinin, “ümmî”
(kitap verilmemiş) kabul ettikleri müşrik Araplar’dan yana olmaları, önceki
vahiy ve peygamber geleneğini kabul eden ve tevhid geleneğini devam ettiren
İslâm Peygamberi’ne ve ona tâbi olan Müslümanlara karşı inkârcı ve daha da
önemlisi ileri giderek düşmanca tutum sergilemeleri eleştirilmektedir.

Ey Kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiğinde, “Bize müjdeci ve uyarıcı gel-


medi” dersiniz diye, size açıkça anlatacak peygamberimiz geldi. Şüphesiz O,
size müjdeci ve uyarıcı olarak gelmiştir. Allah her şeye Kâdir’dir. (Mâide 5/19)
Ey Kitap ehli! Yalnızca Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene inan-
dığımız için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kim-
selersiniz [...] Onlardan birçoğunun günah, düşmanlık ve haram yemede ya-
rıştıklarını görürsün. Yaptıkları ne kötüdür! Din adamları (rabbâniyyûn) ve
âlimleri (aḥbâr) onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten
menetselerdi ya! İşledikleri ne kötüdür! (Mâide 5/59, 62-63)
Kendilerine kitaptan bir pay verilmiş olanların puta ve şeytana kanıp, inkâr
edenlere: “Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadır” dediklerini görmedin
mi? (Nisâ 4/51)
Allah tarafından onlara, ellerinde bulunan (Tevrat)ı doğrulayan bir kitap
gönderilince, ki daha önce kâfirlere karşı öyle bir zafer kapısının açılmasını
istiyorlardı, işte bu bildikleri gelince, onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti, o inan-
mayanların üzerine olsun! (Bakara 2/89)

Hicaz bölgesindeki Yahudilerin, peygamber beklentisi içinde olduklarına


ve bu beklentinin, başta Abdullah b. Selâm olmak üzere, Hz. Muhammed’in
mesajını kabul eden Yahudilerin bu tercihlerinde etkili olduğuna yönelik bil-
giler hadis ve sîret kitaplarında da yer almaktadır.42 Yukarıda alıntılanan ayet-

42 İlgili rivayetler için bk. Buḫârî, “Menâḳibu’l-Ensâr”, 3938; Sîretu İbn İsḥâḳ, s. 62-66. Bu yön-
deki bir değerlendirme için ayrıca bk. Firestone, “Jewish Culture in the Formative Period of
Islam”, s. 544-546. Hicaz bölgesindeki Yahudi ve Hıristiyanların VII. asrın başlarında son pey-
gamber beklentisi içinde olduklarına yönelik bilgi için ayrıca bk. Hamidullah, İslâm Peygambe-
ri, I, 553. İnciller’deki bilgilerden, böyle bir beklentinin daha önce İsa Mesih ortaya çıktığında
da mevcut olduğu anlaşılmaktadır (Matta 16/13-14; 21/10-11; Markos 8/27-28; Luka 7/11-
17; 9/18-20). Hıristiyanların Hz. İsa’yı bir peygamber değil, Tanrı’nın oğlu olarak kabul ettiği
düşünüldüğünde, Yahudilerin peygamber beklentisi içinde olduklarına yönelik olarak İnciller’de
yer alan bu bilgilerin propaganda amaçlı bir kurgu olmadığını ve tarihî bir vakıayı yansıttığını
düşünmek mümkündür.
Temel Kavramlar
45

lerde Yahudilerin sahip olduğu Kitap ehli vasfı ile, hepsinin değilse bile önemli
bir kısmının, tevhid peygamberine yönelik inkârcı ve düşmanca tutumu ara-
sındaki çelişkiye işaret edilmekte ve bu tutum sorgulanmaktadır.
Netice itibariyle, Mekkî ayetlerde atıf yapıldığı şekliyle Hanîfler’i de içer-
diği anlaşılan Kitap ehli, sahip oldukları vahiy dolayısıyla Hz. Muhammed’e
ulaşan vahyi doğrulaması beklenen bir grup olarak, yani olumlu bağlamda ve
ideal anlamda söz konusu edilmektedir. Müslümanların Yahudilerle birebir
muhatap olduğu Medine döneminde ise Kitap ehli’nin arasında iyilerin bulun-
duğuna işaret eden olumlu içeriğe sahip ayetlerin yanı sıra eleştirel ayetlerin
yer aldığını ve bu eleştirel ayetlerin temel vurgusunun salt inancın ötesinde Ki-
tap ehli (bilhassa Yahudiler) tarafından sergilendiği belirtilen hasmane tutum
olduğunu yani vakıayı esas aldığını söylemek mümkündür.

3. Benî İsrâʾîl Ayetleri ve Muhtevası


Yahudilerle bağlantılı bir diğer isimlendirme olan benî İsrâîl kalıbı, on
ikisi Mekkî, dördü Medenî (Bakara, Âl-i İmrân, Mâide ve Saf ) olmak üzere
toplam on altı surede ve yirmi dördü Mekkî43 on altısı Medenî44 olmak üzere
toplam kırk ayette geçmektedir. Ayrıca Yakub peygamberin lakabı olarak İsrâîl
kelimesi biri Mekkî diğeri Medenî, iki ayette yer almaktadır.45 Arapça benî
İsrâîl kalıbı, Hz. Muhammed döneminde iyi bilinen bir isimlendirme olmakla
birlikte, Kur’an öncesi dönemde Kuzey Arabistan’da İsrâîl kelimesine rastlan-
madığı, sadece Güney Arabistan’taki kitabelerde geçtiği tespit edilmiştir.46 Bu
isimlendirmenin İslâm öncesi hiçbir otantik Arap şiirinde yer almadığını be-
lirten Goitein’a göre bu durum, Hz. Muhammed’in, önceki monoteist dinlere
yönelik asli bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.47 Bu asli bilgi, Hz. Mu-

43 Aʿrâf 7/105, 128-129, 134, 137, 138-139, 145, 148, 150-154, 171; Tâhâ 20/47, 80-81, 83-94;
Şuʿarâ 26/17, 22, 59, 197; Neml 27/76; Yunus 10/90 (iki kez), 93; Mu’min 40/53, 59; Duhân
44/30; Câsiye 45/16-17; Ahkâf 46/10; 32/23; İsrâ 17/2, 4, 101, 104.
44 Bakara 2/40, 47-57, 63-74, 83-84, 87, 93, 100, 122, 211, 246-247; Âl-i İmrân 3/49, 93; Mâide
5/12-13, 32, 70, 72, 78, 110; Saf 61/6, 14.
45 Meryem 19/58; Âl-i İmrân 3/93.
46 Bk. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Quran, s. 61.
47 Goitein, “Banû İsrâ’îl”, s. 1020.
Kur’an’da Yahudiler
46

hammed’i “ümmî elçi (en-nebiyyu’l-ummî)” 48 şeklinde vasıflandıran Kur’an’a


göre, vahiy kaynaklı olmaktadır.
Yakub peygamberin diğer ismi olan ve Yakub soyunu (benî İsrâîl) ifade
edecek şekilde kullanılan İsrail (İsrâîl) kelimesinin manasıyla ilgili olarak tef-
sirlerde yer alan yaygın açıklama, bunun İbranice’de “‘abdullah=Allah’ın kulu/
adamı” anlamına geldiği şeklindedir.49 Ṭaberî tefsirinde ayrıca “ṡafvetullah=Al-
lah’ın seçkini” manasına da yer verilmektedir. İsmin etimolojisine de uygun
düşen benzer bir açıklamaya göre, İsrâîl kelimesinin kökeni “Allah’ın gözünde
şerefli, yüce, hayırlı olan” manasında seriyyullah’tır (‫ سرو‬kökünden).50 İslâm
kaynaklarında İsrail kelimesine verilen bir diğer mana ise “gece yürüyen/yol-
culuk eden” şeklindedir.51
İsrail (Yisrael) isminin manası ve kökeni Yahudi kaynaklarında da açık
ve kesin değildir. Fakat İbrani atası Yakub’a bu ismin verilmesiyle ilgili ola-
rak Tekvin kitabında geçen hikâyede, İslâm kaynaklarındaki “gece yolculuk
etme” manasına paralel düşecek şekilde “gece güreşme” motifi yer almaktadır.
Hikâyeye göre Yakub, kardeşi Esav’dan kaçtığı sırada değil ama onunla tekrar
buluşmak ve sulh yapmak için Kenan’a dönmek üzere yola çıktığı sırada, gece
gizemli bir şekilde Tanrı’nın adamı (meleği) ile sabaha kadar güreşmiş ve on-
dan kendisini kutsamasını istemiş, o da Yakub’a “bundan sonra ismin Ya‘akov
diye çağrılmayacak, fakat Yisrael olacak; çünkü Tanrı’yla ve insanlarla mücade-

48 Aʿrâf 7/157-158. Ayrıca bk. Yusuf 12/102; Hûd 11/49; Kasas 28/44-46. Carl Ernst tarafından
işaret edildiği üzere (Following Muhammad, s. 96), ümmî kelimesine verilen sembolik mana
çerçevesinde Hz. Muhammed’in ümmî bir peygamber olması ile Hz. İsa’nın babasız doğmuş
olması arasında kurulan benzerlik ilginçtir. Buna göre, Allah’ın kelamı/sözü olmaları bakımın-
dan hem Kur’ân-ı Kerîm hem de İsa Mesih, insanın müdahelesi olmadan Cebrail aracılığıyla
yaratılmış ya da vahyedilmiş varlıklara karşılık gelmektedir.
49 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, I, 593; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 257–258; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-
Ğayb, III, 31; İbn Keŝîr, Tefsîru’l-Ḳur’âni’l-‘Aẓîm, I, 374 (Bakara 2/40). Burada İsrâ kelimesi ile
“esir/tutsak” anlamındaki “‫ ”اسري‬kelimesi arasında bağlantı kurulduğu anlaşılmaktadır. Bu kelime-
nin İbranice’deki karşılığı -“‫ س‬/ ‫ ”שׂ‬harfi yerine “‫ص‬/‫ ”ס‬harfi imlâsıyla– asîr (‫ )אסיר‬şeklindedir.
50 Firestone, “Ya‘kûb”, s. 254. Ayrıca bk. Zebîdî, Tâcu’l-‘Arûs, “srv” (‫ )سرو‬md.
51 Ṭaberî, Târîḫu’r-Rusul ve’l-Mulûk, I,320; Sa’lebî, Ḳaṡaṡu’l-Enbiyâ, s. 58; ayrıca bk. İbn Esîr,
el-Kâmil I, 110. Bu açıklamaya göre Yakub’un bu şekilde anılmasının sebebi, aralarıdaki düş-
manlık sebebiyle ikiz kardeşinden (Esav/İys) kaçtığı sırada gündüz gizlenip gece yürümesinden
dolayıdır. Bu açıklama, Tevrat’ta hikâye edildiği şekliyle Yakub’un, şantaj yaparak ikiz kardeşi
Esav’dan ilk-oğulluk hakkını satın alması ve hile yoluyla onun yerine kutsanması üzerine iki
kardeş arasında ortaya çıkan düşmanlığı ve Yakub’un Esav’dan kaçışını esas almaktadır (bk.
Tekvin 25/29-34; 27/41-45).
Temel Kavramlar
47

le ettin (sarita / ‫ )שׂרית‬ve galip geldin” demiştir.52 Buradan hareketle, Yisrael


kelimesine ‫ישׂראל‬/yisra-El şeklinde “Tanrı mücadele etti/üstün geldi”, “Tanrı
için/ile mücadele eden” gibi manalar verilmiştir. Bir diğer okuma biçimi ise
“Tanrı’yla mücadele ettin ve insanlara galip geldin” şeklindedir; buna göre
kelime “mücadele/ısrar etmek” manasındaki sarah/ ‫ שׂרה‬fiil köküyle ilişkilen-
dirilmektedir.53 Tevrat’ın Grekçe versiyonunda (Septuaginta) bu cümle “çünkü
Tanrı’yla/Tanrı’ya karşı güçlü oldun ve insanlarla/insanlara karşı kudretli (ola-
caksın)” şeklindedir. Burada da “üstün/güçlü olmak” manasındaki sarar/ ‫שׂרר‬
fiil kökü esas alınmaktadır.54 Hıristiyan kaynaklarında (Jerome, IV. yüzyıl) yer
alan alternatif bir yorumda ise kelimenin manası “Tanrı’yla birlikte/sayesinde
prens/lider” şeklinde açıklanmaktadır. Buna göre kelime, “prens/lider” mana-
sındaki sar / ‫ שׂר‬ismiyle ilişkilendirilmekte (“üstün/güçlü olmak, yönetmek”
manasındaki sarar / ‫ שׂרר‬fiil kökünden); Tekvin pasajında yer alan sarita /
‫=( שׂרית‬mücadele ettin) fiiline de “lider olarak güce sahip oldun”, “razı oldun”
gibi manalar verilmektedir.55
Öte yandan Tekvin kitabındaki güreş hikâyesinin devamında Yakub’un
“Tanrı’yı yüz yüze gördüm (raiti Elohim/‫ )ראיתי אלוהים‬ve canım bağışlan-
dı” demesiyle bağlantılı olarak Yisrael kelimesine “Tanrı’yı gören” şeklinde de
mana verilmiştir. Philo’ya ait olan görüşe göre İsrail kavmi manevi anlam-
da Tanrı’yı gören zihne karşılık gelmektedir.56 Bu eşleştirmeye göre kelime,
muhtemelen, “iş-raa-El=Adam Tanrı’yı gördü” (veya “Tanrı’yı gören adam”)
gibi bir kalıba dayanmaktadır. Bu noktada ilginç bir husus, güreş hikâyesin-

52 Tekvin 32/28–31. Tekvin kitabında Yakub’un bir adamla (iş) güreştiği belirtilmekte, fakat daha
sonra Yakub’un “ilâhî bir varlığı (elohim) yüz yüze gördüm” ifadesinden, bunun bir melek olduğu
anlaşılmaktadır. Nitekim Hoşea kitabında yer alan pasajda (12/4–5), Yakub’un güreştiği kişi
için ilâhî varlık (elohim) ve melek (mal’akh) ifadeleri kullanılmaktadır; gelenek içinde ise bunun
Esav’ın koruyucu meleği olduğu belirtilmektedir. Bk. The Pentateuch and Rashi’s Commentary,
s. 330. Tekvin kitabındaki hikâyede ayrıca, meleğin Yakub’u yenemeyeceğini anlayınca onun
kalça kemiğine dokunarak yerinden çıkardığı ve Yakub’un aksayarak yürüdüğünden, bu sebeple
İsrailoğulları arasında yerinden oynamış kalça (uyluk) sinirini yeme yasağının uygulandığından
bahsedilmektedir. Kur’an’da da İsrail adının geçtiği iki ayetten birinde, bu olayı çağrıştıracak şe-
kilde, Yakub’un (İsrail), kendisine haram kıldığı yiyecekten bahsedilmektedir (Âl-i İmrân 3/93).
53 Coote, “The Meaning of the Name Israel”, s. 137.
54 Bir yoruma göre bu şekilde Yisrael ismi kutsal toprakları fethetmek için gerekli olan gücü ifade
etmektedir. Bk. Hayward, Interpretations of the Name Israel, s. 62-63. Ayrıca bk. Tesniye 3/28.
55 Bk. Bullock, “Israel (‫”)ישׂראל‬, s. 1174.
56 Philo, “De Somniis (On Dreams) I”, XXVII/171; “De Somniis (On Dreams) II”, XXVI/173.
Kur’an’da Yahudiler
48

den farklı olarak, sonraki bir Tekvin pasajında İsrail (Yisrael) adının Yakub’a
doğrudan Tanrı tarafından ve Yakub’un daha önce Tanrı’yı müşahede ettiği bir
mevkide (Bet-El/Beytel=Tanrı’nın evi) verildiğinin söylenmesidir.57 Bu ikinci
anlatımda Yakub’a yeni bir isim verilmesi ile onun monoteist inanca sahip
olması ve Tanrı tarafından seçilmesi bir arada zikredilmektedir. İsrail ismi bu
şekilde Tanrı’nın meleğiyle güreş hadisesi (mücadele ve üstün gelme) yerine
Tanrı’yı müşahede (görme) hadisesiyle ve seçilmişlikle ilişkilendirilmektedir.
İsrailli dil bilimci Rabinowitz ise tamamen farklı bir yorumda bulunmak-
tadır. Yişrael kalıbının Ugarit dilinde de isim olarak mevcut olduğunu belir-
ten ve kelimeyi “doğru” manasındaki “yaşar” (‫ )ישׁר‬kelimesiyle ilişkilendiren
Rabinowitz’e göre kelimenin kökeninin “Tanrı doğrudur” manasında yişra-El
(‫ )יׁשראל‬şeklinde olması daha isabetlidir.58
Tevrat’taki Yakub anlatımından hareketle, İsrail (Yisrael) adının, hile ile
bağlantılı olan Yakub (Ya‘akov) adını ve karakterini59 olumlu manada dönüş-
türen ya da temize çıkaran bir fonksiyona sahip olduğu şeklinde yorumlar
da yapılmıştır.60 Fakat isim değişikliğine rağmen Yakub adının kullanılmaya
devam etmiş olması, İsrail adının tamamen Yakub adının yerini almadığına,
daha ziyade bir lakap ya da ikinci isim vazifesi gördüğüne işaret etmektedir.
Ayrıca bir peygamber olması sebebiyle tamamen olumlu bir Yakub tasvirine
yer veren Kur’an’da da İsrail ismine atıf yapılmış olması, aklanma şeklindeki
yorumu, en azından İslâm bakış açısından problemli kılmaktadır. Bu noktada
Tevrat’ta Yakub adına atfedilen “ardından/arkasından gelen” manasının olum-

57 Tekvin 35/1-12.
58 Rabinowitz, “Israel”, s. 98. Ayrıca bk. Haldar, “Israel, Names and Associations of ”, s. 765;
Hayward, Interpretations of the Name Israel, s. 27 vd. Yaşar kelimesi ile aynı kökten gelen
yeşurun kelimesi İşaya’da (44/1-2) İsrail kelimesine paralel olarak kullanılmaktadır. Yeşurun
kelimesine yönelik geniş bilgi için ayrıca bk. Hayward, Interpretations of the Name Israel, s. 102
vd. Kabalacı yazarlar tarafından yisrael (yaşar-El) kelimesine atfedilen “Tanrı’ya doğru (yöne-
len)” –hatta Tanrı’nın doğru olan kulu– manası için ayrıca bk. Ashlag, The Writings of Rabash,
VII, 127, 443.
59 Tekvin 25/21-26: “Rebeka hamile kaldı. Fakat çocuklar karnında itişiyorlardı... rahminde ikiz-
ler vardı. İlki kızılımsı renkte... kıllı olarak çıktı. Adını Esav koydular. Daha sonra kardeşi çıktı.
Eli Esav’ın topuğunu (‘ekev) kavramıştı. Onun adını Yakub (Ya‘akov) koydu.” Tekvin 27:34-36:
“Esav, ‘Ona bunun için Yakub (Ya‘akov) dendi. İki keredir arkamdan geliyor/yerimi kapıyor/
beni aldatıyor. Önce ilk-oğulluk hakkımı almıştı. Şimdi de kutsamamı aldı’ dedi.”
60 Mesela bk. Tora, I, 255, dn. 29; Philo, “De Mutatione Nominum (On the Change of Names)”,
XII/81.
Temel Kavramlar
49

lu anlama sahip olduğunu, İbrahim’e (ve Sare’ye) yapılan müjde doğrultusunda


Yakub’un “İshak’ın ardından/onun oğlu olarak ve onun yolunda bir peygam-
ber olarak gelmesini” ifade ettiğini düşünmek mümkündür.61 Bu durumda
Yakub ve İsrail adlarının Kur’an’daki kullanımından hareketle, her iki ismin
de, “doğruluk/salihlik” ve “üstünlük/seçilmişlik” manaları ile ilişkili olduğunu
düşünmek gerekmektedir.62
Bu etimolojik açıklamaların ardından benî İsrâîl isimlendirmesinin
Kur’an’daki kullanımına baktığımızda, ağırlıklı olarak Hz. Musa dönemi ile
Hz. İsa dönemi arasında geçen olaylar anlatılırken, kimi zaman da Hz. Mu-
hammed döneminde yaşayan Yahudilerle bağlantılı ve hatta müteradif olarak
kullanıldığını görürüz. Mekkî ayetlerde daha ziyade tarihî bir topluluk ola-
rak ve üçüncü şahıs şeklinde, Medenî ayetlerde ise o dönemde yaşayan ve ilk
Müslüman toplumun muhatabı olan Yahudilerle bir nevi özdeşlik kurulmak
suretiyle ve bu sebeple daha ziyade ikinci şahıs şeklinde bahsedilmektedir.
Mekkî sûrelerde, bilhassa İsrailoğulları’na geniş yer veren A’râf sûresinde,
ağırlıklı olarak Musa peygamberin Firavun’la mücadelesi ve Musa önderliğin-
de İsrailoğulları’nın Mısır’daki kölelikten kurtarılmaları ve mucizevi biçimde
denizden geçirilmeleri, Musa’nın Tanrı’yla buluşmak üzere aralarından ayrıl-
masının ardından buzağı heykeline tapmaları ve çölde geçirilen sürenin sonun-
da bereketli topraklara (Kenan) yerleşmeleri gibi hadiseler üzerinde durulmak-
ta; ayrıca İsrailoğulları’nın Tanrı’yla ahit yaptıkları ve kendilerine kitap verilmiş
olduğundan da iki ayrı ayette bahsedilmektedir.

61 Bk. Enbiyâ 21/72: “Biz ona İshak’ı ve fazladan bir bağış olarak (nâfileten) Yakub’u lutfettik ve
hepsini salih insanlar yaptık”; Hûd 11/71: “İbrahim’in karısı ayakta idi. (Bu sözleri duyunca) gül�-
dü. Ona da İshak’ı müjdeledik; İshak’ın arkasından da (min verâi) Yakub’u”. Ayrıca bk. Meryem
19/49; Ankebût 29/27. İlgili ayetlerde geçen nâfileten ve min verâi ifadeleri tefsirlerde “oğulun
oğlu” şeklinde açıklanmaktadır. Bk. Ṭaberî, Câmiu’l-Beyân, XII, 479-480; XVI, 316; Zemaḫ-
şerî, el-Keşşâf, III, 216. Ayrıca bk. Zebîdî, Tâcu’l-Arûs, “vry” (‫ )ورى‬md.; “nfl” (‫ )نفل‬md.
62 Benzer şekilde, Yahudi geleneğinde yer alan bir yoruma göre Tanrı ile münasebet açısından
Yakub ismi “kul” oluşu (Tanrı’nın kulu/hizmetçisi), İsrail ismi ise “çocuk” oluşu (Tanrı’nın
çocuğu) ifade etmektedir (bk. Tauber, “Who Wants to Be Jewish?”). Yakub ve İsrail isimlerine
atfedilen “kulluk ve seçilmişlik” manaları İşaya kitabında yer alan bir pasajı çağrıştırmaktadır:
“Dinle ey kulum Yakub ve seçtiğim İsrail!” (İşaya 44/1). Bu iki mana, İslâm kaynaklarında
İsrail ismine verilen ‘abdullâh (Allah’ın kulu/adamı) ve ṡafvetullâh/seriyyullâh (Allah’ın seçkini/
şereflisi) manalarına da birebir karşılık gelmektedir. Burada ortaya konan bütün bu etimolojik
açıklama ve değerlendirmelere yönelik olarak ayrıca bk. Gürkan, “İsrâîl ve Ya‘kūb İsimlerinin
Etimolojisi Üzerine Bir Değerlendirme”, s. 233-244.
Kur’an’da Yahudiler
50

Buna karşılık Medenî sûrelerde Firavun’la mücadeleden ve denizi geçme


hadisesinden, bir ayet hariç, neredeyse hiç bahsedilmezken, asıl vurgu Al-
lah’ın İsrailoğuları’yla yaptığı ahit, yani kendilerinden söz alındığı ve diğer
milletlerden üstün tutuldukları, kendilerine çeşitli nimetlerin verildiği, fakat
içlerinden çoğunun sözlerinde durmadıkları ve haddi aştıkları gibi hususlar,
ayrıca İsrailoğulları’nın Meryem oğlu İsa ile münasebetleri üzerinedir. Yine İs-
railoğulları’na yönelik birtakım emir ve yasaklar da (haram yiyecekler, masum
cana kıyma yasağı, inek/düve kesme emri, Sebt yasakları) çoğunlukla Medenî
ayetlerde yer almaktadır.63
İlgili Mekkî ve Medenî ayetler arasındaki fark, yani Mekkî ayetlerde ağır-
lıklı olarak İsrailoğulları’ndan ve daha ziyade tarihî bir topluluk olarak üçüncü
şahıs şeklinde bahsedilmesi ve “Mısır’dan kurtuluş” temasına ağırlık verilmesi;
Medenî ayetlerde ise o dönemde yaşayan ve ilk Müslüman toplumun muhatabı
olan Yahudilerden (yehûd/ehlu’l-kitâb) ve onlarla bağlantılı olarak da ataları
İsrailoğulları’ndan, fakat bu sefer daha ziyade ikinci şahıs şeklinde, bir nevi
İsrailoğulları=Yahudi özdeşliği kurulmak suretiyle bahsedilmesi ve “Sina’da
ahitleşme” temasının vurgulanması, İsrailoğulları’na yönelik atfın Mekkî ve
Medenî ayetlerde birbirinden farklı sebeplere ve bağlama dayandığını göster-
mektedir. Üsluba yönelik bu farklılığı, altın buzağı yapımıyla ilgili hikâyenin
ya da hadisenin A’râf (Mekke dönemi) ve Bakara (Medine dönemi) surelerin-
deki anlatımlarında bariz olarak görmek mümkündür.
Musa’nın ardından kavmi, zinet takımlarından, böğürebilen bir buzağı
heykelini (ilah) edindiler [...] çaresizliğe düşüp kendilerinin gerçekten sapmış
olduklarını görünce, “Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa mutlaka
ziyana uğrayanlardan olacağız!” dediler. (Aʿrâf 7/148–149)
Musa’ya kırk gece vade vermiştik. Sonra onun arkasından, kendinize yazık
ederek, buzağıyı ilah edinmiştiniz. Sonra bunun ardından, şükredersiniz diye,
sizi bağışlamıştık. (Bakara 2/51–52)

Aynı hadiseye yönelik Mekkî ayetlerdeki anlatımda üçüncü şahıs ifadeleri


kullanılırken, Medenî ayetlerdeki anlatımda ikinci şahıs hitabı tercih edilmekte-
dir. Yine aynı sûrelerde Sina dağındaki ahitleşme hadisesinden ve İsrailoğulları’nın
üstün kılınmasından bahseden ayetlerde de benzer bir üslup farklılığı mevcuttur:

63 Bk. Bakara 2/65-74; Âl-i İmrân 3/93; Mâide 5/32.


Temel Kavramlar
51

Bir zaman da dağı üzerlerine bir gölge gibi kaldırmıştık da üstlerine düşüyor
sanmışlardı. (Aʿrâf 7/171)64
Andolsun biz, İsrailoğulları’na Kitap, hüküm (hikmet ve hükümranlık) ve pey-
gamberlik verdik. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları âlemlere üstün kıl-
dık. (Câsiye 45/16)
Bir zaman da sizin sözünüzü (misak) almış, üzerinize dağı kaldırmıştık.
(Bakara 2/63)
Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi ve sizi âlemlere üstün kıldığımı hatır-
layın. (Bakara 2/47)

Mekkî ayetlerde İsrailoğulları daha ziyade peygamberleri Musa önder-


liğinde Firavun’a karşı verdikleri mücadele ekseninde, yani tevhid geleneği
içinde Müslümanlardan önce gelen ve Müslümanların yaşadıkları tecrübeye
benzer tecrübeler yaşamış ve ezilmiş bir topluluk olma yönüyle söz konusu
edilmektedir; burada atıf daha ziyade İsrailoğulları tarihinin ilk dönemlerine
yöneliktir.

Musa, kavmine dedi ki: “Allah’tan yardım isteyin, sabredin! Şüphesiz ki yer-
yüzü Allah’ındır, kullarından dilediğini ona varis kılar. Sonuç, sakınanların-
dır!” [...] “Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helak eder ve onların yerine sizi
yeryüzüne hâkim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar.” (Aʿrâf 7/128–129)
Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de, içini bereketle doldurduğumuz yerin
doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rabbi-
nin İsrailoğulları’na verdiği güzel söz yerine geldi. (Aʿrâf 7/137)
Andolsun, biz Musa’ya Kitab’ı vermiştik. Sen de Kitab’a (Kur’an’a) kavuşma
konusunda sakın şüphe içinde olma. Onu İsrailoğulları’na bir yol gösterici kıl�-
mıştık. (Secde 32/23)64

Dolayısıyla, İsrailoğulları’ndan bahseden ilk dönem ayetlerdeki muhatap


kitlenin daha ziyade Müslümanlar ve onlarla mücadele halindeki Arap müşrik-
ler olduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde, Müslümanların yaşadığı benzer tecrü-
belerin ve sıkıntıların, kendi dönemlerinin tek muvahhid/monoteist topluluğu
ve Müslümanların selefi olan İsrailoğulları tarafından da yaşandığı ve Allah’ın
bu yolda önceki inananlara yardım ettiği gibi kendilerine de yardım edeceği

64 Ayrıca bk. Ahkâf 46/12.


Kur’an’da Yahudiler
52

Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara bildirilmektedir. Diğer taraftan ve dolaylı


olarak da Mekkeli müşrikler, peygamberlerini reddeden önceki kavimlerden
(Nuh, Ad, Semud ve Lût kavimleri) ve bilhassa Musa’ya karşı direnen Firavun
ve ahalisinden örnekler verilmek suretiyle kendi aralarından çıkan Peygam-
ber’in çağrısına uyma konusunda ikaz edilmektedir. Bu şekilde bir yandan
mazlum konumda olmaları bakımından İsrailoğulları ile ilk Müslümanlar ara-
sında, diğer yandan da zalim konumda olmaları bakımından Firavun ile Mek-
keli müşrikler arasında benzerlik kurulmaktadır.

İşte o ülkeler. Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki,
peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları
gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.
Çoğunda verdikleri söze bağlılık görmedik, çoğunu da yoldan çıkmış bulduk.
Sonra onların arkasından Musa’yı ayetlerimizle Firavun’a ve ileri gelenlerine
gönderdik. Karşı çıktılar bu ayetlere ve kendilerine yazık ettiler; bir bak boz-
guncuların sonu ne oldu! (Aʿrâf 7/101–103)
[…] Sabırlarına karşılık Rabbin’in İsrailoğulları’na verdiği güzel söz yerine
geldi. Firavun ve kavminin yapmakta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri
helak ettik. (Aʿrâf 7/137)
Muhakkak ki biz Firavun’a bir peygamber gönderdiğimiz gibi, size de [Mek-
keliler], hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik. (Müzzemmil
73/15)

Müslümanların bölge Yahudileriyle birebir münasebet halinde olduğu


Medine dönemindeki ayetlerde ise muhatap kitlenin Müslümanların yanı sıra
hatta daha ziyade Kitap ehli diye de isimlendirilen Yahudiler olduğu anlaşıl-
maktadır. Dolayısıyla ilgili ayetlerin üslubu da Yahudilerin sergilediği tutuma
bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Medine Yahudileri’nin dinleri konu-
sunda gösterdikleri zaaf ve buna paralel olarak Hz. Muhammed’e ve Müs-
lümanlara yönelik düşmanlıkları, geçmişte İsrailoğulları’nın da zaman zaman
kendi peygamberlerine yönelik isyanları ve yoldan çıkmaları kendilerine hatır-
latılmak suretiyle, eleştiri konusu yapılmaktadır.

Musa’ya kırk gece vade vermiştik. Sonra onun arkasından, kendinize yazık
ederek, buzağıyı (ilah) edinmiştiniz. Sonra bunun ardından, şükredersiniz diye
sizi bağışlamıştık. (Bakara 2/51–52)
Temel Kavramlar
53

Vaktiyle biz İsrailoğulları’ndan şöyle söz almıştık [...] Sonra siz, pek azınız
hariç, döndünüz; hala da yüz çevirip duruyorsunuz. (Bakara 2/83)
Kitap ehli, senin kendilerine gökten bir kitap indirmeni isterler. Musa’dan
bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve “Bize Allah’ı apaçık göster” demişler-
di. Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarpmıştı. Kendilerine apaçık deliller
geldikten sonra da, buzağıyı tanrı olarak benimsediler, fakat bunları affettik ve
Musa’ya apaçık bir hüccet verdik, söz vermelerine karşılık dağı (Tûr) üzerlerine
kaldırdık [...] onlardan sağlam bir söz aldık. (Nisâ 4/153-154)
Andolsun ki İsrailoğulları’nın sağlam sözünü aldık ve onlara peygamberler
gönderdik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı (bir hük-
mü) getirdiyse bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler. (Mâide 5/70)

Hz. Muhammed’den önce de Yahudi ileri gelenlerinin, kendi aralarından


çıkan bir peygamber olan Hz. İsa’ya karşı sergiledikleri düşmanlık yine bu
bağlamda konu edilmektedir.

Sözleşmelerini bozmaları, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, peygamberleri


haksız yere öldürmeleri ve “Kalplerimiz perdelidir” demelerinden ötürü [...] Bir
de inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın
peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini
mühürledik. (Nisâ 4/155-157)

Kur’an’da İsrailoğulları’na yönelik bu tasvir, yani onların hem önceki


dönemde yaşamış en önemli muvahhid topluluk olarak (Mekkî ayetlerdeki
vurgu) hem de yoldan çıkma eğilimi gösteren bir topluluk olarak (Medenî
ayetlerdeki vurgu) resmedilmeleri, Yahudilerin kendi kutsal kitaplarında da
karşımıza çıkan bir tasvirdir.65 Yukarıda da işaret edildiği üzere, Kur’an’da İs-
railoğulları’nın bu iki yönü, Mekkî ve Medenî ayetlerdeki bağlama yani Müs-
lümanların yaşadıkları tecrübeye uygun şekilde kullanılmaktadır. Bir sonraki
kısımda tartışılacağı üzere, doğrudan Yahudileri hedef alan Medine dönemin-
deki ayetlerin muhtevası da yine bu bağlam üzerine oturmaktadır.

65 Mesela bk. Tesniye 4/5-7; 32/15-18; Mezmurlar 147/19-20; Yeremya 3/11; 11/10. İsrailoğul-
ları’nın yoldan çıkma eğilimi gösteren bir topluluk olmaları Yahudi kutsal metinlerinde kimi
zaman ontolojik-teolojik düzlemde ortaya konsa da, hadiseye İbn Haldun’un açıklamalarından
hareketle bakıldığında bunun tarihî, coğrafi ve sosyolojik sebeplerle alakalı olduğu görülür.
İsrailoğulları’nın, kendi dönemlerinin tek monoteist topluluğu olmaları, farklı kabilelerden/
sıbtlardan oluşmaları, kurdukları krallığın ticaret yolu üzerinde ve politeist inancı benimseyen
çevre toplumların ve güçlü devletlerin etkisine açık olması bu sebeplerin başında gelmektedir.
Kur’an’da Yahudiler
54

4. Yehûd(î)/Hûd/Hâdû Ayetleri ve Muhtevası


Kur’an’da ehlu’l-kitâb ve benî İsrâîl kalıpları dışında Yahudilerden ismen,
yani yehûd, hûd ve elleẑîne hâdû kalıplarıyla üçü Mekkî, on dokuzu Medenî
sûrelerde olmak üzere toplam yirmi iki ayette bahsedilmektedir. Günümüz
Arapçasında da Yahudi manasında kullanılan ve İslâm öncesi Arap şiirinde de
yer alan el-yehûd/yehûdî kelimeleri ile hûd kelimesi, daha önce işaret ettiği-
miz pratik sebeplerden dolayı, sadece Medenî surelerde yer almakta;66 Mekke
dönemine ait surelerde Yahudilere sadece üç ayette elleẑîne hâdû kalıbıyla atıf
yapılmaktadır.67
Yehûd kelimesinin etimolojisi konusunda gelenek içinden ve dışından
farklı açıklamalar ortaya konmuştur. Yaygın oryantalist görüşe göre keli-
me Aramice veya İbranice kaynaklıdır.68 Gelenek içinde ise yehûd kelimesini
Arapça kökenle ilişkilendiren görüşler olduğu gibi kelimenin yabancı, ge-
nellikle de İbranice kökene dayandığı yönünde görüşler de vardır. En erken
kaynaklardan Ṭaberî tefsirinde, hûd ve yehûd kelimeleri “tövbe edip hakka
dönme” manasındaki Arapça ‫ هود‬köküyle ilişkilendirilmiştir. Ṭaberî’nin nak-
lettiği bir görüşe göre hûd, “tevbe eden” manasındaki hâid’in çoğul halidir;
diğer bir görüşe göre ise fiil formunda isim olan yehûd kelimesindeki yâ har-
finin hazfedilmesiyle oluşmuştur, bundan dolayı Bakara sûresi 62. ayetteki
hûd bazı kıraatlerde -yehûd’un tekil hali olan- yehûdî şeklinde okunmuştur.69

66 el-yehûd/yehûdî: Bakara 2/113, 120; Mâide 5/18, 51, 64, 82; Tevbe 9/30; Âl-i İmrân 3/67; hûd:
Bakara 2/111, 135, 140 (Hûd kelimesinin geçtiği diğer altı ayet bu isimle anılan peygamber ve
kavmi hakkındadır: Aʿrâf 7/65; Hûd 11/51, 53, 58, 60, 89); elleẑîne hâdû: Bakara 2/62; Nisâ
4/46, 160; Mâide 5/41, 44, 69; Enʿâm 6/146; Cum‘a 62/6.
67 Elleẑîne hâdû: Enʿâm 6/146; Nahl 16/118; Hac 22/17.
68 Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’an, s. 294. Fakat kelimenin Hz. Muhammed tarafın-
dan Aramice yazılmış Yahudi kaynaklarından devşirildiği ve yine onun tarafından hatalı olarak
“tövbe eden” manasındaki Arapça kökle ilişkilendirildiği şeklindeki iddiayı (Hirschfeld, New
Researches into the Composition and Exegesis of the Qoran, s. 27) problemli bulan Jeffery, yehûdî
kelimesinin Hz. Muhammed’den önceki döneme ait şiirlerde ve Güney Arabistan bölgesine ait
yazıtlarda yer aldığına işaret etmiş; İbranice/Aramice kaynaklı kelimenin İslâm öncesinde Gü-
ney Arabistan yoluyla Hicaz bölgesine girdiği şeklindeki teze dikkat çekmiştir. Bu tespit, Hz.
Muhammed’in Mekke döneminde Yahudi kelimesinden henüz haberdar olmadığı şeklindeki
iddiayı da (Stillman, “Yahûd”, s. 240) çürütmektedir.
69 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, II, 428-429, 32 (Bakara 2/111); ayrıca bk. İbn Manẓûr, Lisânu’l-‘Arab,
‫هود‬
“ ‫هود‬
” md; Tâcu’l-‘Arûs, “ ” md; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 310 (Bakara 2/111).
Temel Kavramlar
55

“‫ ” الذين هادوا‬kalıbıyla da yehûd, yani Yahudiler kastedilmiştir.70 Yine Ṭaberî tef-


sirinde yer alan bilgiye göre, Yahudilere yehûd/hûd denmesinin sebebi, Hz. Musa
zamanında İsrailoğulları’nın buzağıya tapmalarından sonra pişman olarak Allah’a
“‫( ”هدان إليك‬biz sana döndük)71 demeleridir.72 Cevherî de (ö. 400/1009) keli-
menin kökeniyle ilgili aynı bilgiyi vermekte; hûd’dan kastın yehûd, yehûd’dan
kastın yehûdiyyîn=Yahudiler olduğunu belirtmektedir.73
Cevâlikî ise (ö. 540/1145) yehûd’un esasen bir kabile veya şahıs ismi ol-
duğu bilgisini vermektedir. Cevâlikî’nin aktardığı bir görüşe göre: (1) Bu isim
Arapçalaşmış yabancı bir kelime olup Yehuẑa ben Ya‘kub’un74 soyuna bağ-
lı olanları yani bir kabileyi ifade etmektedir; kelimenin aslı yehûẑ iken ẑâl
harfinin dâl harfine çevrilmesiyle Arapçalaşmıştır. Diğer bir görüşe göre ise:
(2) Kelimenin aslı Arapça olup, söz konusu şahıs (Yehuẑa ben Ya‘kub) tövbe
etmesinden dolayı, daha sonra tövbesini bozmuş olsa da, bu isimle anılmıştır;
hûd kelimesi ise yehûd’un başında bulunan yâ harfinin hazfedilmesiyle oluş-
muştur.75 Kelimenin manasına yönelik bir diğer görüş de Râğıb el-İsfahânî’de
(V./XI. yüzyıl) yer almaktadır. İsfahânî yehûd kelimesinin eskiden övgü manası
ifade ettiğine işaret etmiş ve Yahudilerin şeriatının reddedilmesinden sonra
kelime artık övgü manası taşımasa da onlara ait bir isim olarak kullanılagel-
diğini belirtmiştir.76

70 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, II, 32 (Bakara 2/62); ayrıca bk. Muḳâtil b. Suleymân, Tefsîr, I, 112
(Bakara 2/62).
71 A‘râf 7/156.
72 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, II, 32 (Bakara 2/62); ayrıca bk. Râğıb el-İṡfaḥânî, el-Mufredât, “‫هود‬ ”
md; Lisânu’l-‘Arab, “‫هود‬ ” md.
73 Cevherî, es-Ṣıḥaḥ, II, 557.
74 Fîrûzâbâdî (Ḳâmûs Tercümesi, II, 71) Yehuda’nın en büyük çocuk olduğunu belirtmektedir.
Tevrat’a göre ise Yehuda, Yakub’un dördüncü oğludur (Tekvin 29:35), fakat diğer İsrail kabile-
leri üzerine lider tayin edilmiştir (Tekvin 49/9-10).
75 Cevâlikî, el-Mu‘arreb, s. 650-651; ayrıca bk. Suyûtî, el-İtḳân, s. 972; Lisânu’l-‘Arab, “ ‫هود‬ ”
md. Yehûd kelimesi üzerine yapılan modern bir araştırmada, bahsi geçen ẑâl-dâl dönüşümü-
nü destekleyecek bir bilgi yer almaktadır. Buna göre Arapça yehûd’un karşılığı olan İbranice
yehudi (‫ )יהודי‬ve Aramice yehudaye (‫ )יהודיה‬kelimelerinin aslen yehuẑi ve yehuẑaye şeklinde
okunduğu anlaşılmaktadır (bk. Hopkins, “On the Words for ‘Jew(ish)’ in Arabic”, s. 13-16).
‫د‬ ‫ذ‬
Arapça’da dâl ( ) harfi noktalı yazıldığında ( ) ẑ şeklinde okunurken; İbranice’de, tam tersine,
dalet harfi (‫ )דּ‬aslen noktalı olup, noktasız yazıldığında (‫ )ד‬ẑ şeklinde okunmaktadır. Fakat bu
ayrımın sonradan ortadan kalktığı ve İbranice’de ẑ sesinin artık kullanılmadığı anlaşılmaktadır.
76 Râğıb el-İṡfaḥânî, el-Mufredât, “‫هود‬ ” md. Faḫreddîn er-Râzî’nin (ö. 606/1210) tefsirinde yer
alan bir görüşe göre ise Yahudilere yehûd/hûd denmesi, Tevrat okurken öne-arkaya sallan-
Kur’an’da Yahudiler
56

İslâm kaynaklarında yehûd kelimesi ile “tövbe” ve “övgü” manaları arasın-


da kurulan bağlantı esasen Yahudi geleneğinde de mevcuttur. Tekvin kitabında
yer alan açıklamada yehudah (‫ )יהודה‬kelimesi ile “kabul etmek, itiraf etmek,
şükretmek, övmek” gibi manalara gelen hodah (‫ )הודה‬fiili arasında bağlantı
kurulmuştur. Buna göre, Yakub’un karısı Lea dördüncü kez hamile kalıp bir
erkek çocuk daha doğurunca “Bu kez Rabb’e övgü sunacağım (‫אודה‬/odeh)”
demiş ve onun için çocuğa Yehuda ismini vermiştir.77 Bir diğer Tekvin pasa-
jında da Yehuda’nın kardeşleri tarafından hürmet/övgü göreceği ve onlardan
üstün olacağı belirtilmiştir.78 Yine Talmud’da Yehuda’nın ilk kez suç itirafında
bulunarak Tanrı’nın ismini kutsayan ve bu konuda diğer kardeşlerine de örnek
olan kişi olduğu belirtilmiştir.79 Ayrıca Yehuda’nın kardeşleri tarafından övül-
mesine yönelik Tevrat ifadesinden hareketle, Rabbânî literatürde, bütün Yakub
soyunun kendilerini Yehuda’ya nispet edecekleri ve yehudi diye anılacakları
belirtilmiştir.80
Bununla birlikte, modern araştırmacılar Tevrat’ta Yehuda ismi ile övme
fiili arasında kurulan ilişkinin ses benzerliğine dayalı bir kelime oyunu şeklinde
anlaşılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Buna göre Tekvin kitabında yer alan
bu bağlantı, muhtemelen, sonraki dönemlerde Yehuda kabilesinin öne çık(arıl)
masına paralel olarak ortaya konmuş bir açıklamaya karşılık gelmektedir. Bu

malarından (‫ )يتهودون‬dolayıdır (Mefâtîḥu’l-Ğayb, III, 112). Söz konusu sallanma âdetinden


ne Talmud’da ne de Philo ve Josephus gibi erken dönem (M.S. I. yüzyıl) Yahudi yazarlarında
bahsedilmektedir. Aksine Talmud’da Tevrat okuması sırasında hareketsiz olunmasına dair uyarı
bulunmaktadır (Berakhot 10b). Bununla birlikte, hadislerdeki ve Arap şiirindeki atıflardan
hareketle en azından Hz. Muhammed döneminde yaşayan Hicaz Yahudileri arasında bu âdetin
yaygın olduğu anlaşılmaktadır (bk. Fîrûzâbâdî, Ḳâmûs Tercümesi, II, 40. Lebîd, Dîvân, s. 142;
Goldziher, “Arabische Aeußerungen über Gebräuche der Juden beim Gebet und Studium”, s.
178-183). Yine Yehuda HaLevi ve İbn Nagrile gibi Endülüslü Yahudi yazarların verdiği bilgiler,
bu âdetin sonraki dönemlerde Endülüs Yahudileri arasında da mevcut olduğunu göstermektedir
(bk. HaLevi, Sefer Ha-Kuzari, II, 79–80; Eisenstein, “Swaying the Body”, s. 607). Fakat Ta-
nah’tan itibaren kullanıldığı bilinen yehûd kelimesinin, önceki dönemlerde varlığı bilinmeyen,
nispeten geç dönemde ortaya çıktığı anlaşılan bu âdetle ilişkilendirilmesi uzak bir ihtimal gibi
gözükmektedir. Nitekim Arap dilcilerin verdiği bilgiye göre Yahudilerin sallanma âdeti ‫هود‬
değil‫نود‬ kökünden gelen nevedân ( ‫نودان‬ ) kelimesiyle ifade edilmiştir.
77 Tekvin 29/35.
78 “Yehuda, kardeşlerin seni övecek (yodukha), düşmanlarının ensesinde olacak elin. Senin önünde
eğilecek kardeşlerin” (Tekvin 49/8–10).
79 Sotah 7b, 10b; Makkot 11b; ayrıca bk. Tekvin 38/24–26.
80 Genesis Rabbah 98:6.
Temel Kavramlar
57

tespiti destekleyen bir görüş olarak İsrailli dil bilimci Israel Yeivin, Yehuda
isminin “basık arazi” manasındaki Arapça ‫ هود‬kelimesinden geldiğini ileri sür-
müştür. Buna göre Yehuda, (1) ya kabilenin yerleştiği bölgeye, yani dağlık
Yehuda bölgesinin batısındaki alçak araziye ya da (2) -Yehuda’nın sıralama
olarak daha düşük konumdaki çocuk oluşu ve Kenanlı eşi yoluyla soya karışan
Kenanlı unsurlar sebebiyle-81 kabilenin başlangıçta sahip olduğu düşük sosyal
statüye işaret eden bir isimlendirme olmaktadır.82 Esasen bu açıklama Yehuda
isminin sonradan kabile/aşiret ismi olarak ortaya çıktığını kabul etmektedir.
Yehûdî kelimesinin Yahudi geleneğindeki kullanımı söz konusu olduğun-
da, daha önce işaret edildiği üzere, Tevrat’ta yer almayan bu isim Tanah’ta
bilhassa Babil Sürgünü’nden sonraki dönemlerde, “Yehuda soyu/bölgesi” ile
alakalı olarak ve İsrailoğulları kabilelerinden arta kalanları ifade etmek için
kullanılmıştır.83 Aynı anda dinî, siyasi ve milli çağrışıma sahip olan yehudi
kelimesi bilhassa Pers döneminde İsrail toprakları dışında yaşayan Yahudi veya
yabancılar tarafından ve İbranice dışındaki dillerde kullanılmıştır. İsrail top-
raklarında yaşayan ve İbranice konuşan Yahudiler ise, İsrailoğulları’nın geç-
mişiyle bağlarını diri tutmak adına, kendilerinden daha ziyade İsrail (yisrael)
diye bahsetmişlerdir.84 Buna karşılık sonraki Grek-Roma döneminde Yehu-
da’da yaşayanlar, artık yaygınlaşmış bir isim haline geldiği anlaşılan “Yahudi
(yehudi)” ismini, Suriye ve Antakya’da yaşayan ve çoğunlukla kuzeydeki İsrail
kabilelerinden gelen dindaşları ise “İbrani (‘ivri)” veya “İsrail (yisrael)” isimle-
rini kullanmışlardır.85
Öte yandan yehudi kelimesi (Grk. ioudaioi), Philo tarafından, İbrani atası
İbrahim’den yazarın kendi dönemine kadar bütün İsrailoğulları’nı/Yahudile-

81 Tekvin 38.
82 Bk. “Judah”, s. 475. Kelimenin Arapça ( ‫هود‬ ) kökenli olduğu tezi ve konuyla ilgili geniş bilgi
için ayrıca bk. Tevfîḳ, “Aṡlu Kelimeti ‘Yehûd’ fî’l-’İbriyye ve’l-’Arabiyye”, s. 319-343.
83 Bk. dn. 17.
84 Grintz, “Jew, Semantics”, s. 253. Grintz, Pers sarayında görevli olan Nehemya’nın Yahudi (ye-
hudim) ismini, sürgünden İsrail’e gelen Ezra’nın ise İsrail (yisrael) ismini kullandığına dikkat
çekmektedir. Ezra kitabında Babil’den dönenlerin Yehuda ve Bünyamin kabileleri ile din adam-
ları (Levililer ve kohenler) olduğu belirtilmesine rağmen (1:5), Kudüs’e döndükten sonra on-
lardan bene yisrael veya yisrael şeklinde bahsedilmektedir (3/1, 11). Yabancılar ise aynı gruptan,
Aramice yehudaye şeklinde bahsetmektedir (Ezra 4/12, 23; yehudim kullanımı için ayrıca bk.
Nehemya 1/ 2; 2/16; 4/2, 12 vs.).
85 Zeitlin, “Who Is a Jew?”, s. 245-246; a. mlf., “The Names Hebrew, Jew and Israel”, s. 371.
Kur’an’da Yahudiler
58

ri kapsayacak şekilde geniş anlamda kullanılmaktadır.86 Antik dönem Yahudi


tarihçisi Josephus ise başlangıçta Yahudilerin, İbrahim’in atalarından Eber’e
atıfla İbraniler (ebraious) diye anıldığına, Babil Sürgünü dönüşünden itiba-
ren Yehuda kabilesine dayanan Yahudi (ioudaious) ismiyle çağrıldıklarına işaret
etmektedir.87 Josephus’un açıklamasına göre Yehuda (iouda) kabilesi bu top-
raklara ilk yerleşen grup olduğundan, gerek bölge gerekse bu bölgede yaşayan
halk bu isimle anılmıştır.88 Yeni Ahit’te de Yahudi (Grk. ioudaios) isimlendir-
mesi Yakub soyundan gelen dinî-etnik grup şeklinde kullanılmıştır.89
Rabbânî literatürde ise Yahudileri ifade etmek için ağırlıklı olarak Yisrael/
bene Yisrael terimleri kullanılsa da yehudi kelimesi de yer almıştır. Tanah’taki
Ester kitabında adı geçen Mordehay karakterinin Bünyamin kabilesinden ol-
masına rağmen yehudi şeklinde nitelendirilmesi konusunda90 Talmud’da yehudi
kelimesine tamamen dinî bir içerik atfedilerek “putperestliği reddeden kişi”
şeklinde mana verilmiştir.91 Burada yehudi kelimesi, daha sonraki -Ortaçağ
ve Modern- dönemlerde kazanacağı ırkî vurgunun aksine, Kur’an’daki “ḥanîf/
muvahhid” kelimelerine benzer manaya sahip tamamen dinî içerikli bir kelime
olarak sunulmuştur. Yehudi kelimesinin Yahudi kutsal metinlerindeki kulla-
nım seyri, yani daha ziyade İkinci Mabed döneminde teknik bir mana kazan-
mış ve genel bir isimlendirme olarak kullanılmış olduğu dikkate alındığında,
Kur’an’daki bu isimlendirmenin de Babil Sürgünü sonrası dönemle ve dolayı-
sıyla Yehuda kabilesi veya bölgesiyle alakalı olduğunu düşünmek mümkündür.
Öte yandan “‫( ”الذين هادوا‬Yahudi olanlar) ifadesiyle, hâde fiilinin Arapçadaki
manasından hareketle (“tövbe edip hakka dönme”), Babil Sürgünü dönüşün-
de politeist inancı terk edip monoteist Yahvist dinine dönenlerin kastedilmiş
olması da mümkündür.

86 Philo, “De virtutibus (On the Virtues)”, XXXIX/212; “De vita Mosis (On the Life of Moses)
I”, VII/34.
87 Josephus, “Antiquities of the Jews”, 1:146. Orijinal Grekçe metin için kullanılan kaynak:
http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus%3atext%3a1999.01.0145.
88 Josephus, “Antiquities of the Jews”, 11:173.
89 Resullerin İşleri 18/4; 19/10; Romalılara Mektup 1/16; 2/9-10; 3/9, 29; Galatyalılara Mektup 2/14.
Aynı zamanda gerek İsa Mesih’in ve Pavlus’un gerekse bir kısım ilk Hıristiyan’ın Yahudi/İbrani kö-
kenine işaret edilmiştir (Matta 2/2; Markos 15/18; Yuhanna 3/1-2; 4/9; 8/31; 12/9-11; Resullerin
İşleri 13/43; 14/1; 16/1; 22/3; Korintoslulara I. Mektup 9/20; Korintoslulara II. Mektup 11/22).
90 Ester 2/5.
91 Megillah 13a.
Temel Kavramlar
59

Bütün bu etimolojik yorumlar bir yana Kur’an’da yer alan yehûd, hûd ve
hâdû kelimelerinin (bilhassa “‫ ”الذين هادوا‬kalıbı), etnik olmaktan çok dinî bir
topluluk olarak Yahudileri ifade ettiği anlaşılmaktadır. İbrahim’in ve esbâṭın
(Yakuboğulları) ne Yahudi ne Hıristiyan olduğunu belirten ayetlerde92 Yahudi
kelimesi Hıristiyan kelimesine paralel olarak bir dinî mensubiyet şeklinde
kullanılmaktadır. Aynı mana, hidayet üzere olup olmama noktasında Yahudi-
lerin diğer din mensuplarıyla (Müminler, Hıristiyanlar, Sabiiler, Mecusiler)
birlikte anılmasında da ortaya çıkmaktadır.93 Ayrıca yehûd ve ilgili kelimele-
rin daha ziyade Hz. Muhammed döneminde yaşayan Yahudilerle bağlantılı
olarak kullanıldığı görülmektedir. Yahudileri geçmişte yaşamış dinî-etnik bir
grup olan İsrailoğulları’ndan ayıracak şekilde “Onlar bir ümmetti gelip geçti.
Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir”94 denilmek-
tedir. Bununla birlikte, önceki dönemlerde yaşayan İsrailoğulları’ndan bah-
seden ayetler ile Hz. Muhammed döneminde yaşayan Yahudilerden bahseden
ayetler arasında sıklıkla geçiş yapılmakta;95 bu şekilde Yahudilerin inanç ve
dinî gelenek bakımından İsrailoğulları’nın devamı oldukları kabul edilmek-
tedir. Aynı zamanda Yahudiler, geçmişte İsrailoğulları’nın yaptıkları hataları
tekrar ediyor olmaları bakımından eleştirilmektedir. “Yahudi olanlara bütün
tırnaklı hayvanları haram kıldık; sığır ve koyunun iç yağlarını da haram kıldık
onlara [...] bununla zulümleri yüzünden onları cezalandırdık”96 mealindeki
ayet İsrailoğulları dönemine ait olan Tevrat yasağına97 atıf yapıyor görünse de,
muhtemelen burada “İsrailoğulları” yerine “Yahudi” ifadesinin kullanılması,
ilgili yasağın sonraki Yahudi hukukunda da98 devam ettirilmiş olmasından
dolayıdır.

92 Âl-i İmrân 3/67; Bakara 2/140.


93 Bakara 2/62; Mâide 5/69; Hac 22/17.
94 Bakara 2/134, 141.
95 Mesela bk. Bakara 2/83-85, 87; Mâide 5/12-13.
96 Enʿâm 6/146. Ayrıca bk. Nahl 16/118. Bahsi geçen “bütün tırnaklı hayvanlar (kulle ẑî zufur)”
ifadesi, tefsirlerde tırnağı yarık olmayan, deve, at, eşek vb. gibi yük hayvanları şeklinde açık-
lanmıştır (Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, IX, 638 vd.). Zira Yahudi şeriatındaki kural, tırnaksız veya
tırnağı yarık olmayan (yani bütün/yek pare tırnaklı) hayvanların yenmemesi şeklindedir; yarık
tırnaklı ve aynı zamanda geviş getiren hayvanlar ise yenilebilir hükmündedir. “Zufur” kelimesi-
nin tefsirine yönelik geniş bilgi için ayrıca bk. Elmalılı, Hak Dini, III, 2076-2079.
97 Levililer 7/23-24; 11/2-8; Tesniye 14/3-8.
98 (Mişna) Hullin 3-8, 7/6.
Kur’an’da Yahudiler
60

Öte yandan, Bakara sûresinde yer alan “Onlar Müslümanlara ‘Yahudi veya
Hıristiyan olun ki doğru yolu bulmuş olasınız’ diyorlar” ve “Yahudiler de Hıristi-
yanlar da sen onların dinine uyuncaya kadar senden asla hoşnut olmayacaklardır”
mealindeki ayetler,99 en azından Hicaz bölgesindeki Yahudilerin, Hıristiyanlar
gibi, dinlerini yayma ya da benimsetme gayreti içinde olduklarına işaret et-
mektedir. Nitekim Ya‘ḳûbî (III./IX. yüzyıl) ve Maḳdisî (IV./X. yüzyıl) gibi
Müslüman tarihçiler, İslâm öncesi dönemde Ḫimyer, Benî Kinâne, Benî Ḫâ-
ris, Kinde, Ğassân, Evs ve Ḫazrec gibi Arap kabileleri içinde Yahudiliği benim-
seyen ya da Yahudileşen grupların bulunduğunu belirtmektedir.100
Yehûd, hûd ve hâdû kelimeleriyle Yahudilerden bahseden söz konusu ayet-
lerde, bilhassa Hz. Muhammed’e ve Müslümanlara yönelik tavırları bağlamın-
da, eleştirel bir üslup hâkim olmakla birlikte, kimi zaman nötr ve tasdik edici
ifadeler de yer almaktadır.101 Ayetlerin tümüne muhteva açısından bakıldığın-
da, Yahudi inancı, Yahudi dinî hukuku ve uygulamaları, Yahudi âlimleri ve din
adamları, Yahudilerin İslâm Peygamberi’yle ve Müslümanlarla olan ilişkileri
ve kurtuluş bahsinin konu edildiği görülmektedir. İki ayette ise İbrahim’in ve
esbâṭ’ın ne Yahudi ne de Hıristiyan olduğu vurgulanmaktadır.102
İnançla alakalı ayetlerde -Hıristiyanların yanı sıra- Yahudiler, Allah’a yakın
olma ve cennete girme konusundaki tekelci tavırları (üstünlük/seçilmişlik iddi-
ası: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz”, “Bizden başkası cennete girmeyecek”),103
buna rağmen dünya hayatına ve uzun yaşamaya istekli oluşları (burada mesihî
döneme de atıf olabilir: “Onların her biri bin yıl yaşamak ister”),104 Allah’a oğul
(Üzeyir) ve cimrilik isnat etmeleri,105 Allah’a, peygamberlerine (bilhassa Hz. İsa
ve Hz. Muhammed) ve meleklerine (Mikail ve Cebrail) düşmanlık beslemeleri106

99 Bakara 2/135, 120.


100 Bk. Cevâd ʿAli, el-Mufaṡṡal, VI, 514-515; ayrıca bk. Maḳdisî, el-Bed’ ve’t-Târîḫ, IV, 35; Ya‘ḳûbî,
Târîḫ, I, 257. Yahudilik misyoner karakterli bir din olmasa da Yahudi tarihinin çeşitli dönem-
lerinde Yahudileştirme faaliyetlerinin yapıldığı ve gerek münferit gerekse toplu olarak (Part
Adiabene Krallığı, Arap Himyer Krallığı, Türk Hazar Krallığı) Yahudiliğe geçişlerin olduğu
bilinmektedir. Benzer bir durumun Hicaz bölgesi için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır.
101 Bakara 2/62; Mâide 5/44-45, 69.
102 Âl-i İmrân 3/67; Bakara 2/140.
103 Bakara 2/111, 113; Mâide 5/18; Cum‘a 62/6.
104 Bakara 2/96.
105 Tevbe 9/30; Mâide 5/64.
106 Bakara 2/98. Ayrıca bk. Nehemya 9/26-29: “Ama halkın söz dinlemedi […] sana dönmeleri için
Temel Kavramlar
61

gibi hususlar üzerinden eleştirilmektedir. Dinî uygulamalarla ilgili ayetlerde,


men edildikleri halde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri ve
haddi aşmaları sebebiyle bazı yiyeceklerin onlara haram kılındığı belirtilmekte-
dir.107 Yahudi âlimleri ve din adamları (rabbâniyyûn ve aḥbâr) ile ilgili olarak,
bir taraftan onların arasında Tevrat ahkâmına göre hükmedenlerin bulunduğu
bildirilmekte,108 diğer taraftan onların halkı yalandan ve haramdan alıkoymadık-
ları gibi, kendilerinin Rab konumuna getirildiğine işaret edilmektedir.109 Ayrıca
Yahudilerin bir kısmının kendilerine indirilen kitap konusunda cahil oldukları,
bir kısmının da Kitab’ı elleriyle yazarak değiştirdikleri belirtilmektedir.110 Yahu-
dilerle alakalı bütün bu bilgiler müstakil olarak değerlendirilmeyi gerektirmek-
tedir; fakat şu kadarını söylemek mümkündür: Kur’an’da Yahudilere atfedilen
ve eleştiri konusu yapılan bilhassa inançla ilgili hususların önemli bir kısmı
(seçilmişlik ve mesihî dönem inancı gibi) resmî Yahudilik anlayışını oluşturan
Rabbânî Yahudi geleneği içinde, bir kısmı ise (mesela Üzeyir konusunda olduğu
gibi) Rabbânî Yahudiliğe paralel olarak gelişen ve özellikle Hellenistik Yahudi
çevrelerinde benimsenen yorum geleneği içinde karşılık bulmaktadır.111

kendilerini uyaran peygamberleri öldürdüler.” Yeni Ahit’te de Yahudi din adamlarından, İsa Me-
sih ve Hıristiyan cemaat karşıtlığı yapmaları ve İsa’nın öldürülmesinden sorumlu olmaları çerçe-
vesinde bahsedilmektedir (Matta 26/47-27/26; Yuhanna 11/47-57; Resullerin İşleri 14/5; 25/24
vs.). Cebrail (ve Mikail)’in Yahudi geleneğinde savaş/yıkım meleği şeklinde nitelendirilmesiyle
ilgili olarak ayrıca bk. Mazuz, The Religious and Spiritual Life of the Jews of Medina, s. 72-73.
107 Nisâ 4/160-161; Enʿâm 6/146; Nahl 16/118.
108 Mâide 5/44.
109 Âl-i İmrân 3/78-79; Mâide 5/63; Tevbe 9/31. Tanah’ta yer alan benzer içerikli bir pasaj için bk.
Mika 3:9-11: “Ey adaletten nefret eden, doğruları çarpıtan Yakuboğulları’nın önderleri ve İsrail
halkının yöneticileri, iyi dinleyin: Siyon’u kan dökerek, Yeruşalem’i zorbalıkla bina ediyorsunuz.
Önderleri rüşvetle yönetir, kahinleri ücretle öğretir, peygamberleri para için falcılık eder. Sonra
da ‘Rab bizimle birlikte değil mi? Başımıza bir şey gelmez’ diyerek Rabb’e dayanmaya kalkışırlar.”
110 Bakara 2/78-79. Ṭaberî tefsirinde “Kitab’ı elle yazarak değiştirme” ifadesi, Yahudilerin Hz.
Musa’ya indirilen kitaba/vahye muhalif bir takım teviller ortaya koymaları şeklinde açıklan-
maktadır (Câmi‘u’l-Beyân, II, 165). Söz konusu tevillerden kastın, Yahudi âlimleri (rabbiler)
tarafından oluşturulan ve Rabbânî Yahudilik tarafından vahiy ve otorite kapsamında görülen
Mişna ve benzeri literatür içindeki bir kısım yorumlar olması mümkündür. Söz konusu tevil
literatürü Karâî Yahudilik tarafından reddedilmektedir. Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bk.
Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, s. 230 vd. Ṭaberî tefsirinde yer alan bir diğer açıklama
ise Yahudilerin -yani Hicaz Yahudileri’nin- elleriyle kitap yazıp Araplar’a bunun vahiy olduğunu
söyleyerek sattıkları şeklindedir (Câmi‘u’l-Beyân, II, 165-166).
111 Konu üzerine yapılmış bir değerlendirme için bk. Adam, “Müslümanların Yahudilere Yönelt-
tiği Teolojik Eleştiriler”, s. 103-118. Ayrıca bk. Arslantaş, “Hz. Peygamber’in Çağdaşı Ya-
hudilerin İnanç-İbâdet ve Dinî Hayatları ile İlgili Bazı Tespitler”, s. 56-90. Dönemin resmî
Kur’an’da Yahudiler
62

Medine Yahudileri’nin Hz. Muhammed’le ve Müslümanlarla ilişkilerine


yönelik ayetlerde ise en azından bir kısmının “Biz bize indirilene inanıyoruz”
veya “Kalbimiz örtülüdür/perdelidir” demek suretiyle Hz. Muhammed’in ge-
tirdiği mesaja muhalefet göstermeleri, insanları bu dinden çevirmeye çalışma-
ları, Hz. Muhammed’i ve dini alaya almak için kelimeleri değiştirerek ya da
bozarak söylemeleri (“işittik ve isyan ettik”, “dinle dinlemez olası”, “râ‘inâ”),
bu hususta yalan ve hileye başvurmaları, müşriklerle birlik olup Müslümanlara
düşmanlıkta bulunmaları ve bozgunculuk peşinde koşmalarına yönelik eleşti-
rel ifadeler yer almakta;112 içlerinden “pek azı hariç” iman etmedikleri veya bir
diğer yoruma göre, “ancak çok az” iman ettikleri belirtilmektedir.113 Kur’an’da
işaret edildiği üzere, İsrailoğulları’nın benzer tavırları geçmişte önceki pey-
gamberlere, aynı zamanda Hz. İsa’ya karşı ve hatta Tevrat söz konusu olduğun-
da da ortaya koydukları anlaşılmaktadır.114 Esasen Tanah’ta ve Yeni Ahit’te yer
alan eleştirel pasajlarla mukayese edildiğinde,115 Kur’an’ın Yahudilere yönelik
tenkit tonunun çok daha hafif olduğunu söylemek gerekir.
Bir diğer önemli husus, Yahudilerden bahseden ayetlerde, çoğu zaman
onların kendi kutsal metinlerinde yer alan ifade ve metaforlara işaret edil-
mesidir. Mesela Kur’an’da Yahudilere atfedilen “Kalbimiz örtülüdür/perde-
lidir”116 sözünü çağrıştıracak ifade ve metaforlar Tanah’ta da yer almaktadır.
Bu bağlamda ilginç bir metafor, Tesniye kitabında geçen, Tanrı’nın, yanlış
yola saptıktan sonra tekrar doğruya dönen İsrailoğulları’nın “kalplerini sün-

Yahudi din anlayışını temsil eden Rabbânî Yahudilik’le aynı dönemlerde (miladi ilk altı asır) ve
gerek Filistin gerek Babil’deki sinagog çevrelerinde gelişen paralel Yahudi yorum geleneği için
“Rabbânîliğe paralel” anlamında “para-Rabbinic” isimlendirmesi kullanılmaktadır. Bk. Boya-
rin, Border Lines, s. 290 (dn. 30).
112 Bakara 2/75, 88-91, 120, 135; Nisâ 4/46 (krş. Çıkış 19:8; Romalılara Mektup 10/16); Mâide
5/13, 41-42, 64, 82; Enʿâm 6/91, 147; Tevbe 9/30; Cum‘a 62/6.
113 Bakara 2/83-85; Nisâ 4/162; Mâide 5/12-13. Ayrıca bk. Zemaḫşerî, el-Keşşâf, II, 88; Ṭaberî,
Câmi‘u’l-Beyân, VII, 110-111.
114 Tevrat’ta İsrailoğulları’nın Musa önderliğinde Tanrı’yla ahit yaptıkları ve daha sonra Yeşu za-
manında ahdin yenilendiği ifade edilmekle birlikte, Musa döneminden itibaren isyankar tavır
içine girdiklerinden bahsedilmektedir (Sayılar 14/21-23). Aynı şekilde sonraki İsrail peygam-
berlerinin kitaplarındaki ortak tema, İsrailoğulları’nın ahit kurallarına uymadıkları ve başka
toplumların peşinden gittikleri ve onların ilahlarına taptıkları şeklindedir (Hâkimler 2/10-15;
Yeremya 2-4; Hoşea 8/1-3 vs.).
115 Mesela bk. Amos 5; Mika 9-12; Matta 23; krş. (Babil Talmudu) Sotah 22b.
116 Bakara 2/88; Nisâ 4/155.
Temel Kavramlar
63

net edeceği” şeklindeki ifadedir,117 ki ilgili Kur’an ayetinde de “sünnet derisi”


anlamındaki “‫ ”غلف‬kelimesi kullanılmaktadır. Bu ifadeyle, İsrailoğulları’nın
kalplerinin üzerindeki perdenin/kılıfın yani sünnet derisinin kaldırılması,
bu şekilde kalplerinin saflaştırılması yani imana gelmeleri kastedilmektedir.118
Dolayısıyla Medine Yahudileri’nin “Kalbimiz örtülüdür/perdelidir” demelerin-
de, Tanah’ta yer alan ilgili ifade üzerinden İslâm Peygamberi’ne yönelik bir
meydan okumanın bulunduğunu düşünmek mümkündür.
“İşittik ve isyan ettik” ve “Dinle dinlemez olası” sözlerinde ise muhteme-
len, Tanrı’nın Sina’da İsrailoğulları’na, “Şimdi sözümü dikkatle dinler, ahdi-
me uyarsanız, bütün milletler içinde has kavmim olursunuz” sözüne karşılık,
“Tanrımız Rabb’in bütün söylediklerini bize anlat. Biz de dinleriz ve yaparız”,
“Rabb’in söylediği her şeyi yapacağız ve dinleyeceğiz”119 demelerine ve “Şema‘
(=Dinle!)”120 diye başlayan iman ikrarına telmih vardır. Burada önemli bir
nokta, sözlük manası “dinle/işit!” olan şema‘ kelimesinin, aynı zamanda “itaat”
manası da içermesidir: “Dinle ve itaat et!” Buna göre ilgili ayet, Medine Ya-
hudileri’nin Hz. Muhammed’in mesajına karşılık olarak söz konusu “Dinle ve
itaat et!” emrini ve İsrailoğulları’nın ahit sırasında verdiği “Dinleriz ve yaparız
(ve-şama‘nu ve-‘asinu)”, “Yapacağız ve dinleyeceğiz (na‘ase ve nişma‘)” şeklinde-
ki sözlerini değiştirerek, “İşittik ve isyan ettik (semi‘nâ ve ʿaṡaynâ)” demelerine
işaret etmektedir ki İbranice’de “yapmak” anlamına gelen ‘asah/‫ עשׂה‬kelimesi

117 “Tanrınız Rab, üzerinize iyilik getirecek... Sizin ve çocuklarınızın yüreğini sünnet edecek. Öyle
ki, O’nu bütün yüreğinizle, bütün canınızla sevesiniz ve yaşayasınız” (Tesniye 30/6; ayrıca bk.
Yeremya 4/4). Benzer şekilde Hezekiel kitabında da (36/25-26) Musa peygamberle yapılan
ahdi bozan İsrailoğulları’yla tekrar ve bu sefer kalıcı bir ahit yapılacağı, bunu temin maksadıyla
Tanrı’nın onlara “taştan yapılmış kalp” yerine “etten yapılmış yeni bir kalp” vereceği ve “içine
yeni bir ruh koyacağı” ifade edilmiştir. Ayrıca bk. Romalılara Mektup 2/29: “Sünnet de kalple
ilgilidir; Yazılı Yasa’nın değil, Ruh’un işidir.”
118 Bk. Soncino Chumash, s. 1142 (dn. 6).
119 Tesniye 5/27 (24); Çıkış 24/7; 19/5, 8. Bir başka Kur’an ayetinde de şöyle denilmektedir: “Bir
zamanlar dağı üzerinize kaldırıp sizden kesin söz almıştık: “Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun,
dinleyin!” (demiştik). ‘İşittik ve isyan ettik’ dediler. İnkârlarıyla kalplerine buzağı sevgisi içirildi. De
ki: ‘Eğer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor’” (Bakara 2/93; krş. Mâide
5/7). Burada İsrailoğulları’na atfedilen “İşittik ve isyan ettik” ifadesiyle, onların ahit sırasında
Tanrı’ya verdikleri şifahi ve müsbet cevaba değil, ortaya koydukları fiilî ve menfi cevaba yani kısa
bir zaman sonra buzağı heykeline taparak ve daha sonraki ihlalleriyle ahitten sapmış olmalarına
işaret edildiği anlaşılmaktadır (bk. Çıkış 32). Zira İsrailoğulları’nın ahit kapsamında Allah’a
verdikleri itaat sözü, farklı ayetlerde zaten teyit edilmektedir (mesela bk. Bakara 2/40, 63, 83-
84, 93; Mâide 5/12). Muhammed Esed’in bu yöndeki yorumu için ayrıca bk. Kur’an Mesajı, I,
26 (dn. 79); krş. Akdemir, “Kur’ân-ı Kerîm’e Dilsel Yaklaşımlar”, s. 139.
120 “Dinle İsrail: Tanrımız Rab tek Rab’dır” (Tesniye 6/4).
Kur’an’da Yahudiler
64

ile Arapça’da “isyan etmek” manasındaki ‘aṡâ/‫ عصي‬kelimeleri arasındaki fone-


tik benzerlik söz konusu kelime oyununu açıklamaktadır.
Yine Kur’an’ın Yahudilere atfettiği “‫( ”راعنا‬bizi gözet) ifadesinin de, Tev-
rat’ta Tanrı’nın, bazen de Musa’nın veya Davut’un İsrailoğulları karşısındaki
konumunu niteleyecek şekilde geçen “çoban/gözetici” (ro‘eh/‫ )רועה‬metaforu121
kapsamında kullanılıyor olması mümkündür. Fakat ilgili ayette bu ifade üzerin-
de de kelime oyunu yapılarak olumsuz bir mananın kastedildiğine işaret vardır.
Nitekim fonetik olarak Arapçadaki râ‘ kelimesine benzeyen İbranice ra‘/‫ רע‬ve
rai/‫ ראי‬kelimeleri sırasıyla “kötü/şer” ve “dışkı” manalarına gelmektedir. Bu şe-
kilde Hz. Muhammed’e yönelik hakaret manası (“kötü/pis olanımız”) kastedil-
diği anlaşılmaktadır ki hadis kaynaklarında da Medine Yahudileri’nin İslâm Pey-
gamberi’ne ve Müslümanlara yönelik bu tür kelime oyunları yaptıkları ve üstü
kapalı hakaret ifadeleri kullandıklarından bahsedilmektedir.122 Daha da ilginç
olan husus, bu tarz kelime oyunlarına dayanan hakaret ifadelerinin, süregelen
bir âdet olarak, Ortaçağ Yahudi âlimlerinin yazılarında da yer almış olmasıdır.123
Yahudilere atfedilen bir diğer ifade, “Allah’ın eli bağlıdır (‫ ”)مغلولة‬şeklin-
deki sözleridir. Yine bu ifadeyi de Yahudi kutsal metinlerinde, İsrailoğulları’na
atıfla, Tanrı’nın aciz veya cimri oluşunu ifade etmek için kullanılan benzer
metaforların (“Bakın, Rabbin eli kurtaramayacak kadar kısa” vb.)124 bölge Ya-
hudileri tarafından kullanılıyor olmasıyla açıklamak mümkündür.

121 Mesela bk. Tekvin 49/24; Mezmurlar 23/1; 80/1; İşaya 40/101-11; Yeremya 43/12; Hezekiel
34/12, 23.
122 Konuyla ilgili hadisler için bk. Buḫârî, “İsti’zân”, 22; Muslim, “Selâm”, 10-12. İlgili Kur’an
ifadelerine yönelik değerlendirme için ayrıca bk. Firestone, “Jewish Culture in the Formative
Period of Islam”, s. 550-552; Zeyveli, “Kur’an ve İndiği Dönem”, s. 123-124.
123 Mesela bk. Maimonides, “Epistle to Yemen”, s. 457. Ayrıca bk. Meral, Yahudi Düşüncesinde
İslam Algısı, s. 121-129. İbn Meymûn’un (Maimonides) Hz. Muhammed için kullandığı olum-
suz nitelemelerden biri “kusurlu, ehliyetsiz” manasındaki İbranice pasul kelimesidir. Bu kelime
ile Arapça rasûl kelimesi arasındaki fonetik benzerlik bilhassa dikkat çekicidir. Bu şekilde İbn
Meymûn’un, Hz. Muhammed’in, risaletten önce dahi sahip olduğu el-emîn vasfı ve Kur’an’da
da geçen Allah’ın elçisi (rasûlullâh) nitelemesi üzerinden kelime oyunu yaparak, İslâm peygam-
berini itibarsızlaştırmayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
124 Bk. Sayılar 11/21-23: “Musa: ‘... sen, bu halka bir ay boyunca yemesi için et vereceğim, diyorsun.
Bütün davarlar, sığırlar kesilse, onları doyurur mu?’ dedi... Rab: ‘Elim kısaldı mı’ diye cevap
verdi. ‘Sana söylediklerimin yerine gelip gelmeyeceğini şimdi göreceksin’”. Ayrıca bk. İşaya 59:1-
3: “Bakın, Rabbin eli kurtaramayacak kadar kısa, kulağı duyamayacak kadar sağır değildir. Ama
suçlarınız sizi Tanrınız’dan ayırdı. Günahlarınızdan ötürü O’nun yüzünü göremez, sesinizi işitti-
remez oldunuz”; Mersiyeler 2:3: “[Tanrı] Düşmanın önünde sağ elini onların üstünden çekti”.
Temel Kavramlar
65

Yahudilerle alakalı bir diğer önemli konu ise kurtuluş bahsidir. Medine
dönemine ait iki ayrı ayette,125 çoğulcu din anlayışını çağrıştıracak şekilde mü-
minlerin yanı sıra, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sabiiler arasından Allah’a ve ahi-
ret gününe inanıp iyi amelde bulunanların kurtuluşundan bahsedilmektedir:

Şüphesiz iman edenler, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahi-


ret gününe inanıp salih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır.
Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar üzüntü içinde olmayacaklardır. (Bakara 2/62)
Şüphesiz iman edenler, Yahudi olanlar, Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allah’a
ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için hiçbir korku yoktur ve onlar
üzüntü içinde olmayacaklardır. (Mâide 5/69)

Başta Ṭaberî olmak üzere klasik tefsirlerde nakledilen rivayetlerde, iman


ve salih amele sahip olan söz konusu Yahudilerin (ve sair dinî grupların), Hz.
Muhammed’e yetişip ona iman eden Yahudiler (ve sair gruplar) olduğu belir-
tilmektedir. 126 Bakara sûresindeki ayette kendi şeriatlarına göre iman edip iyi
amel işleyen Yahudilerin (ve sair grupların) kastedildiği, fakat bu ayetin, daha
sonra inen Âl-i İmrân sûresindeki “Kim İslâm’dan başka din ararsa asla ondan
kabul edilmeyecektir”127 mealindeki ayetle nesh edildiği görüşüne sahip olan
kimi sahâbenin (İbn Abbas) bulunduğuna da işaret edilmiştir.128 Nesh görü-
şüne katılmayan Şehristânî’nin bu konudaki yorumu ise Bakara sûresindeki
ilgili ayetin, Âl-i İmrân sûresindeki söz konusu ayetle tahsis edildiği şeklin-
dedir.129 Bu noktada Ḳuşeyrî’nin ayete yönelik kapsayıcı yorumu, yani diğer
dinlerden olan tevhid ehlini -şartsız olarak- kurtuluş kapsamında görmesi,

125 Bakara 2/62; Mâide 5/69. Mekke dönemine ait bir diğer ayet için bk. Hac 22/17.
126 Bk. Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, II, 38 vd.; VIII, 561-562, 572-573; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 277;
Şehristânî, Mefâtîḥu’l-Esrâr, I, 386-387; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, III, 112. Ṭa-
berî’de yer alan bir açıklamaya göre Yahudilerden iman edenler Hz. İsa gelinceye kadar kendi
şeriatlarına göre yaşayan, Hz. İsa’ya ve Hz. Muhammed’e yetişince de onlara iman eden Yahu-
dilerdir. Keza Hıristiyanlardan iman edenler de Hz. Muhammed gelinceye kadar Hz. İsa’nın
şeriatı/dini üzere yaşayan, Hz. Muhammed’e yetişince de ona iman eden Hıristiyanlardır (Câ-
mi‘u’l-Beyân, II, 44-45).
127 Âl-i İmrân 3/85.
128 Bk. Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, II, 45-46. Söz konusu nesh görüşü esasen Ṭaberî’nin kendi çıkarı-
mıdır. İbn Abbas’a atfedilen bilgi Âl-i İmrân 85’in Bakara 62’den sonra gelmiş olduğu bilgisin-
den ibarettir. Bk. Okuyan ve Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, s. 200.
129 Bk. Şehristânî, Mefâtîḥu’l-Esrâr, I, 388. Ayrıca bk. Arpa, “Şehristânî’nin Nesh Anlayışı”, s. 57.
Kur’an’da Yahudiler
66

bir istisna oluşturmaktadır.130 Fakat nesh veya tahsis görüşünü savunanların


gözden kaçırdığı bir husus, Âl-i İmrân sûresindeki ayetle nesh/tahsis edildi-
ği söylenen Bakara sûresindeki ayetin, Mâide sûresinde aynen tekrarlanmış
olmasıdır; Mâide sûresinin ise Âl-i İmrân sûresinden sonra indiği bilinmek-
tedir. Bu noktada Mâide sûresindeki ilgili ayetin hemen öncesinde yer alan
ayetler önem taşımaktadır:

Eğer Kitap ehli iman etselerdi ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, muhak-
kak onların kötülüklerini örterdik ve onları Naim cennetlerine koyardık. Eğer
onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri tarafından kendilerine indirileni gereğince uy-
gulasalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından (bol bol rızık) yerlerdi.131
Onlardan orta yolu tutan bir zümre vardır. Ama onların birçoğunun yaptığı
ne kötüdür! Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et [...] De ki: “Ey
Kitap ehli! Siz Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbiniz’den size indirileni hakkıyla uygu-
lamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsiniz” [...] (Mâide 5/65-68)

Burada Kitap ehli’nin gerek bu dünyada gerekse öteki dünyada ziyadesiyle


nimetlendirilmeleri (üstlerinden ve ayaklarının altından bol bol rızık yemeleri)
ve tam bir selamet üzere olmaları (Naim cennetlerine konulmaları), Tevrat ve
İncil’in yanı sıra “kendilerine indirilen (vahy)”i kabul etmelerine ve gereğini
yerine getirmelerine bağlanmaktadır. Bu ifade, Kitap ehli sadece Tevrat’ı ve
İncil’i kabul ettiğinde, tam manasıyla değilse bile kısmî bir nimetlendirme (bu
dünyada) ve selametin (öteki dünyada) mümkün olacağı iması taşımaktadır.
Sonraki ayette yer alan “Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbiniz’den size indirileni hak-
kıyla uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsiniz” vurgusu da önceki
vahiylere atıf şeklinde anlaşıldığında bu imayı desteklemektedir.

130 “Asıl aynı olmakla birlikte yolların muhtelif olması hüsn-i kabule mani değildir. Her kim Hak
Teala’yı ayetlerindeki gibi tasdik ederse, hakikati ve sıfatları konusunda bildirdiklerine iman
ederse, şeriatların ayrılığı ve verilen isimlerdeki farklılık ilâhî rızayı kazanmaya halel getirmez.”
Bk. Ḳuşeyrî, Leṭâifu’l-İşârât, I, 96. Ayet üzerine yapılan bu ve sair yorumlar hakkında ayrıntılı
bir değerlendirme ve dışlamacı yorumların tenkidi için ayrıca bk. Okuyan ve Öztürk, “Kur’an
Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, s. 196-204.
131 Krş. Tesniye 28/9-13: “Tanrınız Rabb’in buyruklarına uyar, O’nun yollarında yürürseniz, Rab
size içtiği ant uyarınca sizi kendisi için kutsal bir halk olarak koruyacaktır. Yeryüzündeki bütün
halklar Rabb’e ait olduğunuzu görecek, sizden korkacaklar. Rab atalarınıza ant içerek size söz
verdiği ülkede bolluk içinde yaşamanızı sağlayacak. Rahminizin meyvesi kutsanacak; hayvanla-
rınızın yavruları, toprağınızın ürünü verimli olacak. Rab ülkenize yağmuru zamanında yağdır-
mak ve bütün emeğinizi verimli kılmak için göklerdeki zengin hazinesini açacak. Birçok halka
ödünç vereceksiniz; siz ödünç almayacaksınız. Rab sizi kuyruk değil baş yapacak”.
Temel Kavramlar
67

Fakat ayette geçen “Rabbiniz’den size indirilen” ifadesi, tefsirlerde genel-


likle Hz. Muhammed’e indirilen vahiy, yani Kur’an, veya bütün diğer kutsal
kitaplar şeklinde; Tevrat’ı ve İncil’i gereğince uygulamak ise hem bu metinler-
de yer alan ahkamı ve emirleri (namaz vs.) hem de yine bu metinlerde müjde-
lenen Peygamber’i kabul etmek şeklinde açıklanmaktadır.132 Benzer bir vurgu
Bakara sûresine ait bir diğer ayette de yer almaktadır:

Deyin ki: “Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve Yaku-
boğulları’na indirilene, Musa’ya ve İsa’ya ve bütün diğer peygamberlere Rab’le-
rinden verilene iman ettik. Onlardan hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz ve biz
ona teslim olmuş kimseleriz. Eğer onlar sizin iman ettiğiniz gibi iman eder-
lerse, gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin
bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah, onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla
işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/137)

İslâm geleneğinde bütün dinlerin hakikat olma bakımından eşitliğini ön


gören mutlak çoğulculuk anlayışı yani teolojik anlamda çoğulculuk, istisnaları
hariç, fazla kabul görmemiş olsa da, diğer dinlere, özellikle de monoteist din
mensuplarına, hayat hakkı tanıma ve onlarla sosyal-hukuki münasebet tesis
etme noktasında yani pratik anlamda İslâm’ın çoğulcu yaklaşıma sahip oldu-
ğu açıktır.133 İslâm dışındaki dinî gruplardan olanların kurtuluşu konusunda
gelenek içindeki hâkim görüş ise bunların içinde kendilerine doğru(dan) İs-
lâm mesajı ulaşmadan ölen (muvahhid) kişilerin kurtuluştan uzak olmayacağı
yönündedir.134 Aksi takdirde, yani “doğrudan” veya “doğru biçimde” Hz. Mu-
hammed’in tebliğine muhatap olanlar hariç, kurtuluşun Hz. Muhammed’e
iman, ya da müesses din manasında İslâm’ı benimseme şartına bağlı görülme-
si, Kur’an’ın önceki din mensuplarına yani Yahudilere ve Hıristiyanlara yönelt-
tiği kurtuluş konusundaki tekelcilik suçlamasıyla tenakuz oluşturmaktadır.
Dolayısıyla bu metnin yazarı için de tercihe şayan görüş, hangi din üstündür
tartışmasına girmeksizin, ki en başta işaret edildiği üzere bu hususta Kur’an’ın

132 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, VIII, 564; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, II, 268; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-
Ğayb, XII, 49-50.
133 Pratik anlamda dinî çoğulculuğu destekleyen önemli bir ayet için bk. Mâide 5/48: “Sizden her
biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fa-
kat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin
dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.”
134 Ğazzâlî, Fayṣalu’t-Tefriḳa, s. 105 vd.
Kur’an’da Yahudiler
68

tavrı açıktır, her dinî grup içerisinde tevhid ve ahiret inancına sahip olan ve
kendi şeriatınca iyi amel işleyenlerin bulunabileceği ve kurtuluşun bu kişileri
de kapsadığı yönündedir. Mâide sûresindeki “orta yolu tutan bir zümre” nite-
lemesini de bu yönde anlamak mümkündür.
Bununla birlikte Hz. Muhammed’in tebliğine ve davetine bizzat muhatap
olan Kitap ehli söz konusu olduğunda, Kur’an’da, onların bir noktadan sonra
bu davete icabet etmelerinin hem mantık hem vakıa olarak gerekli görüldüğü
anlaşılmaktadır. Bu konudaki Kur’an ayetlerine bir bütün olarak bakıldığında
nihai olarak Kitap ehli’nden Hz. Muhammed’in tebliğini ve kendisine inen
vahyi kabul etmeleri ama ondan da önce kendi kitaplarına uymaları istenmek-
tedir. Hz. Muhammed’in muhatap olduğu Yahudiler ve Hıristiyanlar açısın-
dan, vahyin ve tevhid geleneğinin son halkası olarak İslâm Peygamberi’nin
tebliğini ve getirdiği kitabı kabul etmek, kendi kitaplarına uymanın tabiî bir
sonucu şeklinde görülmektedir.135 Bir ileri adım olarak bazı ayetlerde Kitap
ehli’ne yönelik tehditkar bir ifade kullanılmaktadır ki, bu ifadelerin Hz. Mu-
hammed’le mücadele halinde olan bir gruba karşı söylenmiş ifadeler olduğunu
hatırda tutmak gerekir.

Ey kendilerine Kitap verilenler! Birtakım yüzleri silip de tersine çevirmeden,


yahut Sebt halkını lânetlediğimiz gibi onları lânetlemeden, yanınızda bulunanı
doğrulayıcı olarak indirdiğimiz bu kitaba iman edin. (Nisâ 4/47)

Dolayısıyla bu ve yukarıda alıntılanan benzeri ayetleri İslâm Peygamberi


ile dönemin Yahudi grupları arasındaki ilişkinin seyri ve geldiği nokta çerçe-
vesinde anlamak gerekmektedir. Genel olarak Kitap ehli’ne ve özel olarak Ya-
hudilere yönelik ayetlerin üslubunda görülen, idealden realiteye ve nötrlükten
hatta pozitiflikten negatifliğe geçiş şeklindeki tedrici değişimden, aynı zaman-
da -bazı müsteşrikler tarafından şüphe konusu yapılsa da- Medine Yahudileri

135 Mâide 5/68: “Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbiniz’den size indirileni hakkıyla uygula-
madıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsiniz”; İsrâ 17/107-108: “[…] Ona ister inanın, ister
inanmayın. Şüphesiz daha önce kendilerine ilim verilenler, Kur’an kendilerine okunduğunda derhal
yüzüstü secdeye kapanırlar. ‘Rabbimizin şanı yücedir. Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir’
derler”. Kurtuluş için Hz. Muhammed’e iman şartına yönelik gerekçelendirme ve konuyla ilgili
geniş bilgi ve değerlendirme için bk. Altundağ, “Kur’an Hitâbının Ehl-i Kitabı Bağlayıcılığı
Üzerine”, s. 79-121; ayrıca bk. Erdal, “Kur’ân’a Göre Ehl-i Kitab’ın Uhrevi Felah ve Kurtuluşu
Meselesi”, s. 1-33.
Temel Kavramlar
69

ile Müslümanlar arasındaki ilişkilere yönelik Müslüman tarihçilerin verdiği


bilgilerden çıkan sonuç şudur: Yahudiler, Hz. Muhammed’in, Medine döne-
minin başında ortaya koyduğu ve Medine Vesikası’nın da temelindeki duruşu
temsil eden “ortak bir söze gelin” ya da “sizin dininiz size benim dinim bana”
şeklindeki136 barış ve uzlaşma çağrısını benimsemede ve aralarındaki anlaşmaya
sadakat göstermede başarısız olmuşlar, Mekkeli müşrikler karşısında hayatta
kalma mücadelesi veren Müslüman cemaate karşı düşmanca tutum sergile-
mişlerdir. Bunun neticesinde, daha sonra Mekkeli müşrikler için de geçerli
olacağı üzere, Peygamber’e iman etme ya da cezalandırılma seçenekleriyle karşı
karşıya bırakılmışlardır. Dolayısıyla mücadele halinde olunan bir gruba yöne-
lik nihai tavrı ifade eden bu durumu, kendi şartları içerisinde değerlendirilmesi
gereken ferdî kurtuluş konusundan bağımsız düşünmek gerekmektedir.

136 Kâfirûn 109/6. Tarihî bir vesika hüviyetine sahip olan Medine Vesikası’nın 15. maddesinden
itibaren olan kısmı, “dinde zorlama yoktur” (Bakara 2/56) hükmü doğrultusunda, Yahudilerin,
Müslümanlarla sulh içerisinde oldukları sürece, canlarının, mallarının ve dinlerinin koruma
ve teminat altına alındığını ortaya koymaktadır; 25. maddesinde ise “Yahudilerin dinleri ken-
dilerine, Müslümanların dinleri kendilerinedir” ibaresi yer almaktadır. Vesikanın içeriğine ve
üç büyük Yahudi kabilesini (Benî Ḳaynuḳâʿ, Benî Naḍîr ve Benî Ḳurayẓa) kapsadığına yönelik
geniş bilgi için bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 194-210. Farklı görüşler için ayrıca bk.
Serjeant, “The ‘Sunnah Jâmi‘ah,’ Pacts with the Yathrib Jews, and the ‘Taḥrîm’ of Yathrib”,
s. 4-43; Rubin, “The ‘Constitution of Medina’”, s. 5-20; Arjomand, “The Constitution of
Medina”, s. 558-560, 562-564; Lecker, “Did Muḥammad Conclude Treaties with the Jewish
Tribes Naḍîr, Qurayẓa and Qaynuqâ’?”, s. 29-36; a.mlf., The “Constitution of Medina”, s. 3.
Lecker’ın, daha önce makalesinde savunduğu görüşten farklı olarak kitabında, Vesika’da bahsi
geçen Yahudi grupların (ʿAvf ve Evs Yahudileri) üç büyük Yahudi kabileyi kapsamadığı yönün-
deki görüşüne karşılık (The “Constitution of Medina”, s. 49 vd.), Arjomend, Benî Ḳaynuḳa’nın
-“ʿAvf Yahudileri” adı altında (15. madde)- başından itibaren Vesika’ya dâhil olduğu, muhteme-
len Uhud Savaşı’ndan sonra ilave edilen kısımda (27. madde) yer alan ve “Evs Yahudileri” şek-
linde geçen grubun ise Benî Ḳurayẓa olduğu görüşünü seslendirmektedir (s. 573, dn. 25, 560).
Hendek Savaşı sırasında indiği kabul edilen Enfâl sûresi 56-58. ayetlerde Peygamber’e, “Onlar,
kendileriyle antlaşma yaptığın, sonra da her defasında antlaşmalarını hiç çekinmeden bozan kimse-
lerdir. Eğer savaşta onları yakalarsan, ibret almaları için onlar ile arkalarında bulunan kimseleri de
dağıt. (Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik etmesinden korkarsan, sen de antlaşmayı bozduğunu
aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez” denilmektedir. Söz konusu ayetler savaş
sonrasında hıyanetle suçlanan Ḳurayẓa Yahudileri’nin ve “her defasında antlaşmayı bozarlar”
ifadesinden anlaşıldığı üzere önceki Bedir ve Uhud savaşları sonrasında yine hıyanetleri sebe-
biyle sürülen Ḳaynuḳâʿ ve Naḍîr Yahudileri’nin de Müslümanlarla antlaşmalı olduğuna işaret
etmektedir. Bk. Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, XI, 235; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, I, 592-593; Faḫreddîn
er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XV, 188-190. Bütün bu açıklamaların ötesinde Hz. Muhammed’in
Medine’de farklı gruplar arasında bir uzlaşma zemini oluşturmaya çalışırken küçük Yahudi
gruplarını antlaşmaya dâhil edip büyük Yahudi kabilelerini devre dışı bırakmış olması makul
görünmemektedir.
Kur’an’da Yahudiler
70

Diğer yandan, Yahudilerle ilgili ayetlere bağlam ve bütünlük çerçevesinde


bakıldığında, Kur’an’ın Yahudilere yönelik temel eleştiri konusunun, salt inanç
veya dinî pratiğin ötesinde “dönemin Yahudileri”nin, yani Medine Yahudile-
ri’nin, İslâm Peygamberi’yle ve Müslümanlarla ilişkilerinde sergiledikleri has-
mane tavır ve bu tavra gerekçe olarak öne sürdükleri argümanlar, bilhassa dinî
üstünlük iddiaları ve bununla tezat oluşturan dinî-ahlâkî zaafları olduğu anla-
şılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, Kur’an’ın Yahudilere yönelik tenkit dili, salt te-
olojik veya entelektüel zeminden ziyade fiilî bağlama dayanmakta ve Yahudiler
tarafından sergilendiği anlaşılan mevcut cedel dilini ve tavrını hedef almakta-
dır. Bu noktada İslâm Peygamberi’nin ve Müslümanların Medine’ye hicretin-
den önce, Araplar karşısında ekonomik ve siyasi üstünlüğe sahip olan Medine
Yahudileri’nin, şehirdeki yeni Müslüman varlığını, sahip oldukları üstünlüğe
tehdit olarak gördükleri ve bu doğrultuda hareket ettikleri anlaşılmaktadır.137
Dolayısıyla burada sözü edilen Yahudiler, Peygamber’e iman etmeseler de uz-
laşma çağrısına uyan sulh yanlısı bir grup olarak değil, Müslümanlarla hem
teolojik hem de siyasi yönden mücadeleye giren ve onların savaş halinde ol-
duğu müşrik Araplarla ittifak oluşturan bir topluluk olarak sunulmaktadır.138
Medenî ayetlerde sıkça geçen, geçmişte İsrailoğulları’nın Hz. Musa aracılığın-
da Tanrı’yla yaptıkları ahde sadık kalmadıklarına yönelik vurguyu ve “İnsanlar
içerisinde iman edenlere en şiddetli düşman olarak Yahudileri ve şirk koşanları
bulacaksın”139 mealindeki ayeti de bu çerçevede anlamak gerekmektedir. Öte
yandan Uhud Savaşı sonrasında indiği kabul edilen, “Yahudileri ve Hıristiyan-
ları velî (müttefik/sırdaş) edinmeyin” mealindeki ayet,140 sivil toplum hayatı ve
sulh ortamı içerisinde birebir ilişki noktasında medeni dostluk ve komşuluk
halini değil, Müslümanlar/Müminler aleyhine Yahudi ve Hıristiyan gruplarla
ittifak oluşturmayı kastetmektedir.141

137 Medine Yahudileri’nin sergilediği bu tutumun sosyolojik ve teolojik gerekçelerine yönelik bir
değerlendirme için bk Firestone, “Jewish Culture in the Formative Period of Islam”, s. 548 vd.
138 Bk. dn. 136.
139 Mâide 5/82.
140 Mâide 5/51, 57.
141 Bk. Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, VIII, 506-508; Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Ḳur’ân, IV, 248. Nitekim ha-
dis kaynaklarında yer alan rivayetlerden, Hz. Peygamber’in başta Yahudiler olmak üzere gayr-i
müslimlerle komşuluk ve ticaret ilişkilerinde bulunduğu bilinmektedir. Mesela bk. Buḫârî,
“Buyû‘”, 14; Tirmizî, “Birr”, 28; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 122, 123 vs.
Temel Kavramlar
71

Esasen bağlam konusu, Kur’an ayetlerinden hareketle Yahudiler (ve Hı-


ristiyanlar) adına genellemeye gidilmesini engellemekte, bunun yerine tecrü-
beye ve mütekabiliyet esasına dayalı bir tavır ve muamele sınırı geliştirmeyi
ön görmektedir. Buna göre, Kur’an ayetlerinin de işaret ettiği üzere, geç-
mişteki İsrailoğulları ve onların mirasını devralan Yahudiler birbirinin aynı
ve kendi içinde homojen birer grup olmadıkları gibi, sonraki dönemlerin ve
günümüzün Yahudilerini de, tevarüs ettikleri dinî-kültürel paydalara rağmen,
geçmişteki İsrailoğulları ve Yahudiler ile aynı ve kendinde homojen grup-
lar olarak görmemek gerekmektedir. Bu durum elbette geçmişteki Yahudi
gruplarla günümüzün Yahudi grupları arasında ortak inanç ve kültüre dayalı
benzerlik veya ayniyet noktalarını yok saymak anlamına gelmemekte, bilakis,
Kur’an’ın sunduğu perspektifin ve belli bir vasatta (nüzûl ortamı) ortaya ko-
nan ifadelerin doktrin şeklinde değil, yaşanan yeni tecrübelere uygulanma-
sı gereken tespitler ve ilkeler şeklinde görülmesi anlamına gelmektedir. Bu
noktada Müslüman yönetimler ve toplumlar ile Yahudi cemaatler arasındaki
ilişkilerin tarihî seyri, yukarıda işaret edilen ilkenin tahakkuk imkanının ve
yeni şartların belirlediği değişken yapının, hem uzlaşma hem anlaşma anla-
mında, kafi göstergesi olmaktadır.
Vurgulanması gereken bir diğer önemli husus da şudur: Kur’an’da genel
olarak önceki topluluklara, özel olarak da İsrailoğulları’na/Yahudilere yönelti-
len eleştiriler, sadece söz konusu toplulukları hedeflememektedir; insanların
ortak zaaf noktaları sebebiyle, aynı zamanda hem ilk Müslüman cemaate hem
de sonraki Müslümanlara yönelik uyarı amacı taşımaktadır. Dolayısıyla başta
İsrailoğulları/Yahudiler olmak üzere önceki toplulukların örnek verildiği ve
eleştirildiği ayetlerin geniş ve zaman üstü anlamını ve verilmek istenen mesajı
kavramada, bu ayetlerin Müslümanlara dönük yönünü tespit etmek önem ta-
şımaktadır. Ayrıca, Kur’an’da İsrailoğulları tarihinin bilhassa Mekkî surelerde
ilk Müslümanlar için önemli bir temsil aracı olarak kullanıldığı gerçeğinden
hareketle, benzer bir temsiliyetin günümüz için de geçerli olabileceğine işa-
ret etmekte fayda vardır. Bilhassa Avrupa Yahudileri’nin geçmişte yaşadıkları
tecrübeler, Müslümanların Avrupa toplumlarıyla ilişkileri açısından dikkate
alınması gereken tarihî bir örneklik oluşturmaktadır.
Kur’an’da Yahudiler
72

B. Kur’an’a Göre Ahit ve Seçilmişlik


Tevrat’ta ve Yahudi geleneğinde önemli yere sahip olan ve Kur’an’da da
bahsi geçen konuların başında İsrailoğulları’nın Sina’da Tanrı’yla ahitleşmeleri
(Sina ahdi), Tanrı tarafından seçilmeleri (kutsal kavim inancı) ve Kenan top-
raklarının mülk olarak kendilerine verilmesi (kutsal toprak inancı) gelmekte-
dir. Ahit ve seçilmişlik kavramları Kur’an tarafından da teyit edilmekte, fakat
Yahudi kutsal metinlerinde yer aldığından farklı bağlamda ve farklı vurguyla
ortaya konmaktadır. Her şeyden önce Kur’an’da ahit ve seçilmişlik bahisleri
birbiriyle doğrudan bağlantılı biçimde ele alınmamaktadır. “Vaad edilmiş top-
raklar” (arḍ-ı mev‘ûd) şeklindeki yaygın tabire ya da mefhuma ise yer verilme-
mektedir. Esasen Kur’an’da somut bir hadiseye karşılık gelen ahitleşme konusu
üzerinde daha fazla durulmakta; bunun yanı sıra farklı ayetlerde, ilâhî nimet/
imtihan kapsamında ve bir vakıa olarak İsrailoğulları’nın bereketli topraklara
yerleştirildiğinden ve âlemlere üstün kılındığından yani seçildiğinden bahse-
dilmektedir. Dolayısıyla konuyla ilgili Kur’anî terminoloji ve gerekçelendirme
dikkate alındığında, Kur’an’dan hareketle, Yahudi geleneğinde anlaşıldığı şek-
liyle ebedî bir seçilmişlik ve arz-ı mevud inancına ulaşmak zordur.

1. İsrailoğulları’nın Tanrı’yla Ahitleşmesi


İsrailoğulları’nın seçilmiş/kutsal kavim olduğu inancı ve bu inancın te-
melinde yer alan ahit kavramı Yahudi kutsal metinlerinde ve Yahudi teolo-
jisinde merkezî konuma sahiptir. Tevrat’ta biri “vaad” diğeri “taahhütleşme”
kapsamında değerlendirilen iki farklı ilâhî sözleşmeden bahsedilmektedir.142
Tanrı’nın İbrahim ve diğer İbrani atalarıyla (İshak ve Yakub) yaptığı ve onlara
yönelik karşılıksız vaadini ifade eden sözleşmeler ilk grup ahit (vaad) kapsa-
mında görülmekte;143 bilhassa Tesniye kitabında vurgulandığı üzere, Tanrı ile
İsrailoğulları arasında gerçekleşip karşılıklı yükümlülük ve hakların sıralandığı
sözleşme ise ikinci grup ahdi (taahhütleşme) ifade etmektedir.144

142 Bk. Tigay, The JPS Torah Commentary: Deuteronomy, s. xiv.


143 Tekvin 12/1-3; 13/14-16. Genellikle Nuh ve Davut’la yapılan ahitler de (Tekvin 9/8-17; I.
Samuel 7/8-16) vaad kapsamında değerlendirilmektedir.
144 Tesniye 26/16-19. Ayrıca bk. Gürkan, The Jews as a Chosen People, s. 12 vd. Modern metin ten-
kidi (biblical criticism) çalışmalarına göre Tesniye kitabı M.Ö. VII. yüzyılda Yehuda bölgesinde
oluşturulmuş bir metindir ve Yehuda merkezli seçkincilik anlayışını yansıtmaktadır. Tekvin kitabı
ise büyük ölçüde sürgün döneminin ürünüdür. Bk. Van Seters, The Pentateuch, s. 59-62.
Temel Kavramlar
73

Tevrat’ın Tekvin kitabında anlatıldığı üzere Tanrı, ilk İbrani atası kabul
edilen İbrahim’le yaptığı ve “ilâhî vaad” özelliği taşıyan ahit yoluyla, tek taraflı
olarak İbrahim’i ve neslini kutsamış, onları bereketli kılma ve Kenan toprak-
larına mirasçı yapma vaadinde bulunmuştur:

Rab, Avram’a (İbrahim) “Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göste-
receğim ülkeye git. Seni büyük bir halk yapacağım, seni kutsayacak, sana ün
kazandıracağım, bereket kaynağı olacaksın. Seni kutsayanları kutsayacak,
seni lanetleyenleri lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar senin ara-
cılığınla kutsanacak” dedi [...] Avram ülke boyunca Şeḫem’deki More me-
şesine kadar ilerledi. O günlerde orada Kenanlılar yaşıyordu. Rab, Avram’a
görünerek, “Bu toprakları senin soyuna vereceğim” dedi. (Tekvin 12/1-7)
Tanrı, “Seninle yaptığım ahit şudur” dedi. “Birçok halkın babası olacaksın.
Artık adın Avram değil, Avraham (İbrahim) olacak. Çünkü seni birçok hal-
kın babası yapacağım. Seni çok verimli kılacağım. Soyundan milletler do-
ğacak, krallar çıkacak. Ahdimi seninle ve soyunla nesiller boyunca, sonsuza
dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım [...]
Bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna
vereceğim [...] (Tekvin 17/4-8)

İlgili Tekvin pasajlarında İbrahim’in birçok halkın atası olacağı ve Tan-


rı’nın kendisiyle yaptığı ahdin nesiller boyunca süreceği belirtilmektedir. Fakat
17. bapta yer alan pasajın devamında İbrahim’in ahit kapsamında kutsanan
soyunun sadece (Sare’den olma) İshak’la devam eden soy olduğu belirtilmekte
ve ilk oğul olan (Hacer’den olma) İsmail ve soyu dışarıda bırakılmaktadır.

Karın Saray’a gelince [...] Bundan böyle onun adı Sare (Sara) olacak. Onu
kutsayacağım, ondan sana bir oğul vereceğim [...] Halkların kralları onun
soyundan çıkacak.” İbrahim (Avraham) yüzüstü yere kapandı... Sonra Tan-
rı’ya, “Keşke İsmail’i (Yişma‘el) mirasçım kabul etseydin!” dedi. Tanrı, “[...]
karın Sare sana bir oğul doğuracak, adını İshak (Yitshak) koyacaksın” dedi.
“Onunla ve soyuyla ahdimi sonsuza dek sürdüreceğim. İsmail’e gelince, seni
işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu çoğaltacağım [...] Soyunu
büyük bir halk yapacağım. Ancak ahdimi gelecek yıl bu zamanda Sare’nin
doğuracağı oğlun İshak’la sürdüreceğim”. (Tekvin 17/16-21)145

145 Ayrıca bk. Tekvin 22/15-19.


Kur’an’da Yahudiler
74

Burada çelişik görünen iki husus söz konusudur. Bunlardan biri ahit kap-
samında İbrahim’e, “çok halkların babası” ve “yeryüzündeki bütün halklar”
için kutsanma vesilesi olacağı söylenmesine rağmen daha sonra ahdin İshak
soyuna hasredilerek kapsamının daraltılmasıdır. Diğeri ise İsmail’in, ilk oğul
olmasına ve İbrahim’le yapılan ilâhî ahdin işareti olan sünnet ritüeline dâhil
edilmesine, yani ahdin işaretini üzerinde taşımasına rağmen, ahdin dışında
tutulması ve bir ileri aşamada babası İbrahim’in evinden ve mirasından uzak-
laştırılmasıdır. Hâlbuki ahit kapsamında İbrahim’in soyuna vaad edilen kutsa-
ma ve çokluk ilk oğul İsmail’in soyu için de geçerlidir.
Tekvin kitabının sonraki bölümlerinde, İbrahim’le yapılan ve İshak yo-
luyla devam edeceği belirtilen bu ahdin bir sonraki aşaması olarak, İshak’ın
ikiz oğullarından Esav’ın, ilk oğulluk hakkını (beḫor), kendisine şantaj yapan
kardeşi Yakub’a yemek karşılığında sattığından bahsedilmektedir:

Bir gün Yakub (Ya‘akov) çorba pişirirken Esav avdan geldi. Aç ve bitkindi.
Yakub’a, “Lütfen şu kırmızı çorbadan biraz ver de içeyim. Aç ve bitkinim”
dedi. Bu yüzden ona Edom adı verildi. Yakub, “Önce sen ilk oğulluk hak-
kını bana ver” diye karşılık verdi. Esav, “[...] açlıktan ölmek üzereyim, ilk
oğulluk hakkının bana ne faydası var?” dedi. Yakub, “Önce yemin et” dedi.
Esav yemin ederek ilk oğulluk hakkını Yakub’a sattı. Yakub Esav’a ekmekle
mercimek çorbası verdi. Esav yiyip içtikten sonra kalkıp gitti. Böylece Esav
ilk oğulluk hakkını küçümsemiş oldu. (Tekvin 25/29-34)

Esav’ın yemek karşılığında ilk oğulluk hakkından feragat etmesi, Yahudi


geleneğinde, onun manevi açıdan eksik oluşuyla açıklanmıştır. Bu şekilde,
fizikî açlık ile manevi eksiklik arasında paralellik kurulduğu anlaşılmaktadır.
Tevrat’ta ayrıca Yakub’un, kendisini Esav olarak takdim ederek yani hile yo-
luyla babası İshak’ın kutsama (beraḫa) ve duasını aldığı ve tek meşrû varis
konumuna geldiği anlatılmaktadır.

[...] İshak Yakub’u kutsadıktan ve Yakub babasının yanından ayrıldıktan sonra


kardeşi Esav avdan döndü [...] “Baba kalk, getirdiğim av etini ye ki beni kutsa-
yabilesin” dedi. Babası, “Sen kimsin?” dedi. Esav, “Ben ilk oğlun Esav’ım” dedi
[...] İshak, “Kardeşin hileyle geldi ve kutsamanı aldı [senin yerine o kutsandı]”
dedi. Esav, “Ona bunun için Yakub (Ya‘akov) dendi. İki keredir arkamdan ge-
liyor/beni aldatıyor. Önce ilk oğulluk hakkımı aldı. Şimdi de kutsamamı aldı”
dedi. Sonra, “Kutsamak için bana bir hak ayırmadın mı?’ diye sordu. İshak,
“Onu sana egemen kıldım. Bütün kardeşlerini onun hizmetine verdim […]
Temel Kavramlar
75

Kılıcınla yaşayacak, kardeşine hizmet edeceksin. Ama özgür olmak isteyince,


onun boyunduruğunu kırıp atacaksın [...] (Tekvin 27/1-41)146

Bu şekilde Esav da İsmail gibi ahdin dışında kalırken, Yakub ilk oğul olarak
kutsanmış; Tanrı, daha önce İbrahim’e ve İshak’a vaad ettiği gibi, Yakub’a da bol
nesle sahip olma ve Kenan topraklarına mirasçı olma vaadinde bulunmuştur:147

Yakub Beer-Şeva’dan ayrılarak Harran’a doğru yola çıktı. Bir yere varıp ora-
da geceledi [...] Oradaki taşlardan birini başının altına koyarak yattı [...]
Rab yanıbaşında durup, “Atan İbrahim’in ve İshak’ın Tanrısı Rab benim”
dedi. “Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. Yeryüzünün
tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye ve gü-
neye yayılacaksınız. Yeryüzündeki bütün halklar sen ve soyun aracılığıyla
kutsanacak. Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu
topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden
ayrılmayacağım”. (Tekvin 28/10-15)

Yakub soyunu oluşturan ve hepsi seçilmiş kabul edilen İsrailoğulları söz


konusu olduğunda ise İbrahim’le ve diğer İbrani atalarıyla (İshak ve Yakub)
yapılan ahdin ikinci aşaması olarak, “ilâhî sözleşme” özelliğine sahip ahit dev-
reye girmektedir. Mısır’daki kölelik döneminin ardından Musa peygamber ön-
derliğinde Mısır’dan çıkarıldıktan sonra Sina Dağı eteklerinde İsrailoğulları’yla
gerçekleştirilen ve daha sonra çölde geçirdikleri dönemde yenilenen bu ahitte
Tanrı’nın ve İsrailoğulları’nın karşılıklı uyması gereken kural ve yükümlülükler
sıralanmaktadır. İbrani atalarıyla yapılan karşılıksız ahitten farklı olarak bu ahit-
te, vaad ve itaat unsurları yan yana yer almakta ve daha ziyade bu dünya merkezli
mükafat ve cezalardan bahsedilmektedir. İsrailoğulları yalnızca İsrail Tanrısı’na
ibadet etmekle ve Tevrat emirlerine uymakla yükümlü kılınırken; itaat duru-
munda İsrail’in bütün milletlerden üstün tutulması, bolluk, bereket ve zafe-
rin kendilerine tahsisi, itaatsizlik durumunda ise, tamamen helak edilmemekle

146 Pasajda yer alan kehanet üslubundan (“Kılıcınla yaşayacak, kardeşine hizmet edeceksin…”) ve
Yakub soyuna yönelik zafer ifadelerinden hareketle (“Onu sana egemen kıldım. Bütün kar-
deşlerini onun hizmetine verdim”), bu pasajın Kral Davut’un diğer İsrail kabileleri ve -Esav’ın
soyundan geldiği kabul edilen Edom- üzerinde hakimiyet kurduğu Krallık dönemine (M.Ö.
XI-X. yüzyıllar) ait olduğu ileri sürülmüştür. Bk. Westermann, Genesis, s. 182.
147 İbrahim’le yapılan ahdin ve İbrahim neslinin sadece İshak ve Yakub soyuyla sınırlı olduğu şeklinde-
ki Tevrat anlatımının tenkidi için ayrıca bk. al-Azami, The History of the Qur’anic Text, s. 292-297.
Kur’an’da Yahudiler
76

birlikte,148 hastalığa, kıtlığa ve diğer milletlerin elinde eza ve kıyıma uğramaya


mahkûm olmaları ve topraklarını kaybetmeleri söz konusu edilmektedir.

Tanrınız Rabb’in buyruklarına uyar, O’nun yollarında yürürseniz, Rab size


içtiği ant uyarınca sizi kendisi için kutsal bir halk olarak koruyacak [...] Rab
atalarınıza ant içerek size söz verdiği ülkede bolluk içinde yaşamanızı sağ-
layacak. Rahminizin meyvesi kutsanacak; hayvanlarınızın yavruları, topra-
ğınızın ürünü verimli olacak. Rab ülkenize yağmuru zamanında yağdırmak
ve bütün emeğinizi verimli kılmak için göklerdeki zengin hazinesini açacak
[...] Ama Tanrınız Rabb’in sözünü dinlemez, bugün size ilettiğim buyrukla-
rın, kuralların hepsine uymazsanız, şu lanetler üzerinize gelecek [...] Kentte
de tarlada da lanetli olacaksınız. Sepetiniz ve hamur tekneniz lanetli olacak.
Rahminizin meyvesi, toprağınızın ürünü, sığırlarınızın buzağıları, sürüleri-
nizin kuzuları lanetli olacak. İçeri girdiğinizde lanetli olacaksınız; dışarı çık-
tığınızda da lanetli olacaksınız. Rabb’e sırt çevirmekle yaptığınız kötülükler
yüzünden el attığınız her işte O sizi lanete uğratacak [...] Sonunda üzerinize
yıkım gelecek ve çabucak yok olacaksınız. Rab, mülk edinmek için gidece-
ğiniz ülkede sizi yok edinceye dek salgın hastalıkla cezalandıracak [...] Rab
sizi düşmanlarınızın önünde bozguna uğratacak [...] Yeryüzündeki bütün
halklar için dehşet verici bir örnek olacaksınız [...] Rab sizi iyileşemeyece-
ğiniz Mısır çıbanıyla, urlarla, kaşıntıyla, uyuzla vuracak. Rab sizi delilikle,
körlükle, şaşkınlıkla cezalandıracak [...] Yaptığınız her şeyde başarısız ola-
cak, sürekli sıkıştırılacak, yağmalanacaksınız. Sizi kurtaran olmayacak [...]
Tanımadığınız bir halk toprağınızın ürününü ve bütün emeğinizi yiyecek.
Sürekli sıkıştırılacak, ezileceksiniz [...] Rabb’in sizi süreceği bütün halklar
başınıza gelenlerden dehşete düşecek; sizi aşağılayacak, sizinle eğlenecekler
[...] Siz yok oluncaya dek Rab bu Yasa Kitabı’nda yazılmamış her türlü has-
talığı ve belayı da başınıza getirecek. Gökteki yıldızlar kadar çok olan sizler,
sayıca az bırakılacaksınız. Çünkü Tanrınız Rabb’in sözüne kulak vermediniz.
Size iyilik yapmak, sizi çoğaltmak Rabb’i nasıl sevindirdiyse, sizi yıkmak ve
yok etmek de öyle sevindirecektir. Mülk edinmek için gideceğiniz ülkeden
sökülüp atılacaksınız. Rab sizi dünyanın bir ucundan öbür ucuna, bütün
halklar arasına dağıtacak. Orada sizin de atalarınızın da tanımadığı, ağaçtan
ve taştan yapılmış başka ilahlara tapacaksınız. (Tesniye 28/9-64) 149

148 İstisnai bir pasaj için bk. Tesniye 8/19-20: “Tanrınız Rabb’i unutur, başka ilahların ardınca
giderseniz, onlara tapar, önlerinde yere kapanırsanız, bugün size açıkça söylüyorum ki tamamen
yok olacaksınız. Tanrınız Rab önünüzden halkları yok ettiği gibi, sözüne kulak vermediğiniz
için sizi de yok edecek.” Krş. Tesniye 4/31: “Çünkü Tanrınız Rab acıyan bir Tanrı’dır. Sizi bı-
rakmaz, yok etmez ve atalarınıza and içerek yaptığı ahdi unutmaz.” Ayrıca bk. Tesniye 30/1-20;
Amos 3/2; İşaya 45/17; 54/10; Yeremya 31/36-37.
149 Ayrıca bk. Tesniye 6/1-3; 7/12-13; 11/22-28; 26/16-19; Çıkış 19/5-6; Levililer 26/3-33.
Temel Kavramlar
77

Dolayısıyla Tanah’ta İsrailoğulları’nın Tanrı tarafından seçilmesi ve kutsal


topraklara mirasçı kılınması, her iki ahit (vaad ve sözleşme) çerçevesinde or-
taya konmaktadır. Ahdin şartları kapsamında, On Emir (Aseret ha-Devarim/
Evâmir-i ‘Aşere) diye isimlendirilen hükümler sıralanmaktadır.150 Fakat İsrai-
loğulları’nın ahit kurallarından sapması cezalandırmayı gerektirmekle birlikte,
Tanah’a göre ahitten dönüş söz konusu değildir. İsrailoğulları’nın ahit kural-
larını ihlal etmelerine rağmen Tanrı ile İsrail arasındaki ahdin sürekliliğine
yönelik vurgu, Tanrı’nın Kral Davut’la ve Kral Süleyman’la yaptığı ahitlerde ön
plana çıkmaktadır.151 Yine gerek Tevrat’ın Tesniye bölümünde gerekse İşaya,
Yeremya ve Hezekiel peygamberlere152 atfedilen Tanah bölümlerinde, ahdin
sürekliliği çerçevesinde, ahdin yenilenmesi ve İsrail’in yeni bir kalp ve yeni bir
ruha bürünmesi teması yer almaktadır:

Bugün size verdiğim buyruklar uyarınca siz ve çocuklarınız Tanrınız Rabb’e


döner, bütün yüreğinizle, bütün canınızla O’na uyarsanız, Tanrınız Rab size
acıyacak, sizi sürgünden geri getirecek [...] Sizin ve çocuklarınızın yüreğini
değiştirecek. Öyle ki O’nu bütün yüreğinizle, bütün canınızla sevesiniz ve
yaşayasınız. (Tesniye 30/1-6)
“Bir an için seni terk ettim, ama büyük merhametle seni geri getireceğim.
Bir anlık taşkın öfkeyle senden yüzümü gizlemiştim, ama ebedî inayetle
sana merhamet edeceğim.” Seni kurtaran Rab böyle diyor. (İşaya 54/7-10)

150 Tesniye 4/13; 10/4. İlgili hükümler için ayrıca bk. Çıkış 20/2-17; Tesniye 5/6-21.
151 II. Samuel 7/4-17: “Şimdi kulum Davut’a (David) şöyle diyeceksin: ‘[...] halkım İsrail’e önder
olasın diye seni otlaklardan ve koyun gütmekten aldım. Her nereye gittiysen seninleydim [...]
Seni bütün düşmanlarından kurtarıp rahata kavuşturacağım’. Rab senin için bir soy yetiştire-
ceğini belirtiyor: ‘Sen ölüp atalarına kavuşunca, senden sonra soyundan birini ortaya çıkarıp
krallığını pekiştireceğim. Adıma bir mabed kuracak olan odur. Ben de onun krallığının tahtını
sonsuza dek sürdüreceğim. Ben ona baba olacağım, o da bana oğul olacak. Kötülük yapınca,
onu insanların değneğiyle, insanların vuruşlarıyla yola getireceğim. Ama senin önünden kaldır-
dığım Saul’dan esirgediğim sevgiyi hiçbir zaman esirgemeyeceğim. Soyun ve krallığın sonsuza
dek önümde duracak; tahtın sonsuza dek sürecektir.’” I. Krallar 6/11-13: “Rab, Süleyman’a (Şi-
lomo) şöyle seslendi: ‘Bu tapınağı yapmaktasın. Kurallarıma, ilkelerime ve bütün buyruklarıma
uyup onlara bağlı kalırsan, baban Davut’a verdiğim sözü senin aracılığınla yerine getireceğim.
Halkım İsrail’in arasında yaşayıp onları hiç terk etmeyeceğim.’”
152 Yeremya (Yirmiyahu) Babilliler’in Yehuda krallığını ele geçirdiği sırada yaşayan ve sürgünün
habercisi olan peygamber, Hezekiel (Yehezkeel) ise sürgün dönemi peygamberi olarak bilin-
mektedir. Kendilerine atfedilen kitaplarda, İsrailoğulları’nın ahitten sapmaları sebebiyle İsrail
krallığının (kuzey) ardından Yehuda (güney) krallığının da düşmanlarının eline verilmek sure-
tiyle cezalandırılması, sürgün hadisesi ve restorasyan beklentisi üzerinde durulmaktadır.
Kur’an’da Yahudiler
78

İsrail halkıyla ve Yehuda halkıyla yeni bir ahit yapacağım günler geliyor [...]
Atalarını Mısır’dan çıkarmak için ellerinden tuttuğum gün onlarla yaptığım
ahde benzemeyecek [...] bozdular o ahdimi [...] İsrail halkıyla yapacağım
ahit şudur [...] Yasamı içlerine yerleştirecek, yüreklerine yazacağım. Ben
onların Tanrısı olacağım, onlar da benim halkım olacak [...] Küçük bü-
yük hepsi tanıyacak beni [...] Çünkü suçlarını bağışlayacağım, günahlarını
artık anmayacağım [...] Eğer kurulan bu düzen önümden kalkarsa İsrail
soyu sonsuza dek önümde halk olmaktan çıkar [...] Gökler ölçülebilirse,
dünyanın temelleri incelenip anlaşılabilirse; o zaman, İsrail soyunu bütün
yaptıkları yüzünden reddederim. (Yeremya 31/31-34)153
Ey İsrail halkı, sizin hatırınız için değil, gittiğiniz halklar arasında kirletti-
ğiniz kutsal adımın hatırı için bunları yapacağım [...] Sizi halklar arasından
alacak, bütün ülkelerden toplayıp ülkenize geri getireceğim. Üzerinize te-
miz su dökeceğim, arınacaksınız. Sizi bütün kirlerinizden ve putlarınızdan
arındıracağım. Size yeni bir yürek verecek, içinize yeni bir ruh koyacağım.
İçinizdeki taştan yüreği çıkaracak, size etten bir yürek vereceğim. Ruhu-
mu içinize koyacağım; kurallarımı izlemenizi, buyruklarıma uyup onları
uygulamanızı sağlayacağım. Atalarınıza verdiğim ülkede yaşayacak, benim
halkım olacaksınız; ben de sizin Tanrınız olacağım. (Hezekiel 36/22-28)154

Yine Tanah’ta anlatıldığı üzere, İsrailoğulları tarihindeki Babil Sürgünü


diye bilinen ikinci sürgünden dönüşte, din adamı Ezra önderliğinde (M.Ö.
V. yüzyıl), İsrailoğulları’nın geride kalanları ve sürgünden dönenlerle, İsrail
Tanrısı’na bağlı kalacaklarına dair yeni bir ahit yapılmıştır.155 Fakat takriben
beş asır sonra İsrailoğulları bu kez Roma tarafından Filistin topraklarından
sürülmüş (M.S. 70 ve 135) ve Yahudiler için büyük sürgün dönemi başla-
mıştır. Bütün bu yıkımlar ve sürgünler, gelenek içinde, İsrail’in günahlarına

153 Ayrıca bk. Yeremya 30/11; 4/1-4: “‘Eğer geri dönersen, ey İsrail, eğer bana geri dönersen’ diyor
Rab, ‘İğrenç putlarını gözümün önünden uzaklaştırır, bir daha yoldan sapmazsan; Rabb’in var-
lığı hakkı için diyerek sadakatle, adaletle, doğrulukla ant içersen…’”; “Ey sizler, Yehuda halkı
ve Yeruşalim’de yaşayanlar, Kendinizi Rabb’e adayın (sünnet edin), bunu engelleyen her şeyi
yüreğinizden uzaklaştırın”.
154 Ayrıca bk. Hezekiel 18/30-31: “Bu yüzden, ey İsrail halkı! Sizleri, her birinizi yolunuza göre
yargılayacağım.” Egemen Rab böyle diyor. “Dönün! İsyanlarınızdan dönün! Günahın sizi yıkı-
ma sürüklemesine izin vermeyin. İsyanlarınızı kendinizden uzaklaştırın. Yeni bir yürek, yeni bir
ruh edinin. Neden öleceksin, ey İsrail halkı?” Mika peygamberin kurtuluş ağıdı için ayrıca bk.
Mika 7/8-20.
155 Nehemya 8-10.
Temel Kavramlar
79

ve yoldan çıkmasına karşılık ilâhî birer ceza şeklinde yorumlanmıştır. Fakat


ahdin sürekliliği inancına paralel olarak gelecekte Tanrı’nın Davut soyundan
bir kurtarıcı mesih-kral gönderip kavmini tekrar kutsal topraklarda bir araya
getireceği şeklindeki “mesihçilik” inancı geliştirilmiştir.156
Yahudi ahit anlayışına yönelik bu bilgilendirmenin ardından konunun
Kur’an’da nasıl ele alındığına bakacak olursak, Tanah’ta daha ziyade İbrani-
ce birit (‫ )ּברית‬kelimesiyle ifade edilen ahit kavramı için157 iki ayrı kelime
kullanılmaktadır: mîŝâḳ (‫ )ميثاق‬ve ‘ahd (‫)عهد‬. Mîŝâḳ kelimesi, çoğunlukla
dinî bağlamda “Allah’ın peygamberlerden, Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve
Müslümanlardan aldığı söz”158 veya dünyevî bağlamda “müminler ile müşrik-
ler veya bireyler arasındaki sözleşme/anlaşma” manasında159 yirmi dört ayette
geçmektedir. ‘Ahd kelimesi ise daha ziyade “Allah’a ait söz/taahhüt”160 veya
“Kitap ehli, müşrikler, kâfirler ve müminlerin verdikleri söz/taahhüt” mana-
sında161 yirmi beş ayette yer almaktadır. Özellikle İsrailoğulları ve Yahudilerle
bağlantılı kullanıldığında, mîŝâḳ kelimesi, biri hariç, tümü Medenî surelerde
yer alan sekiz ayette,162 ‘ahd kelimesi ise hepsi Medenî surelerde olmak üzere
üç ayette163 geçmektedir. Mekke dönemine ait bir ayette164 ise Allah adına
vaadde bulunma fiili (vâ‘adnâ) yer almaktadır.
Kur’an’da ʿahd ve mîsak kelimeleri genellikle birbirinin yerine geçecek ve
her tür dinî, siyasi ve sivil anlaşmayı ifade edecek şekilde kullanılmakla bir-
likte, mîsak kelimesinin bilhassa dinî mahiyetteki ve kayda bağlanmış veya
pekiştirilmiş sözleşmeye, kuvvetli teminata işaret ettiği kabul edilmektedir.165

156 Geniş bilgi için bk. Gürkan, Yahudilik, s. 150-157.


157 Tevrat’ta ahit kavramıyla bağlantılı olarak birit/‫ ּברית‬kelimesinin dışında, sırasıyla “şahit/lik”
ve “yemin” manalarına gelen İbranice ‘edut/ ‫( עדות‬Çıkış 25/16; Levililer 16/13) ve alah/‫אלה‬
(Tekvin 26/28) kelimeleri kullanılmaktadır.
158 Bakara 2/27, 63, 83-84, 93; Âl-i İmrân 3/81, 187; Nisâ 4/154-155; Mâide 5/7, 12-14, 70; Aʿrâf
7/169; Ra‘d 13/20, 25; Ahzâb 33/7; Hadîd 57/8.
159 Nisâ 4/21, 90, 92; Enfâl 8/72.
160 Bakara 2/27, 40, 80, 124; Âl-i İmrân 3/76-77; Enʿâm 6/152; Tevbe 9/7, 111; Raʿd 13/20, 25;
Nahl 16/91, 95; Meryem 19/78, 87; Ahzâb 33/15.
161 Bakara 2/100; Âl-i İmrân 3/76; Aʿrâf 7/102; Enfâl 8/56; Tevbe 9/4, 12; İsrâ 17/34; Tâhâ 20/86;
Müʾminûn 23/8; Meʿâric 70/32.
162 Bakara 2/63, 83-84, 93; Mâide 5/12-13, 70; Aʿrâf 7/169.
163 Bakara 2/40, 80, 100.
164 Tâhâ 20/80.
165 Râğıb el-İṡfaḥânî, el-Mufredât, “‫ ”وثق‬md.
Kur’an’da Yahudiler
80

Allah’ın tevhid dinini yaymak ve kendilerinden sonra gelecek peygamber(ler)i


tasdik etmek üzere peygamberlerden ve ümmetlerinden, aynı şekilde peygam-
berlere ve kitapta yazılan emir ve nehiylere uyma konusunda Kitap ehli’nden,
bilhassa Yahudilerden aldığı sözden bahseden ve ilgili sözleşme hükümlerinin
zikredildiği ayetlerde daha ziyade mîsak kelimesi geçmektedir.166
Ayrıca bilhassa Allah ile insanlar arasındaki sözleşme manasında kulla-
nıldığında iki terim arasındaki ince bir farka da dikkat çekilmektedir: Ço-
ğunlukla “Allah’ın ahdi” (‘ahdallâhi/‘ahdî) şeklinde geçen ahit kelimesi, Allah
ile insanlar arasındaki anlaşmaya Allah nokta-i nazarından, mîsak kelimesi ise
insan/kul açısından vurgu yapmaktadır.167 Buna göre ahit daha ziyade, arala-
rındaki anlaşmaya binâen, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkına ve onlara yö-
nelik vaad, emir ve bilgilendirmesine;168 mîsak ise insanların Allah’a verdikleri
yeminli veya sağlam söze169 işaret etmektedir. Mîsak terimi, Yahudilere atıfla
“kitap mîsakı” (mîŝâḳu’l-kitâb) şeklinde de kullanılmaktadır.170
Önceki bölümde de işaret edildiği üzere, Mekkî ayetlerde İsrailoğulla-
rı’yla alakalı olarak daha ziyade Hz. Musa’nın Firavun’la mücadelesi ve İsrai-
loğulları’nı Mısır’dan çıkarması, yani kurtuluş bahsi üzerinde durulmaktadır.
İsrailoğulları’nın Mısır’dan kurtarılmasının ardından Tanrı’nın kendileriyle
Tûr’da (Sina Dağı) yaptığı ahde ise sadece iki yerde değinilmektedir.

Bir zaman da üzerlerine dağı, bir gölge gibi kaldırmıştık, üstlerine düşecek
sanmışlardı: “Size verdiğim (Kitab)ı kuvvetle tutun ve içinde olanı hatırlay(ıp
yap)ın ki korunasınız!” demiştik. (Aʿrâf 7/171)171

166 Bakara 2/83-84; Âl-i İmrân 3/81; Mâide 5/12-13. Hadis literatüründe de fertler arasındaki
yemin veya anlaşma/eman ve Allah’a verilen söz kapsamında mîŝaḳ ve ʿahd kelimeleri yan yana
zikredilmektedir (Dârimî, “Riḳâḳ” 92; Müslim, “Tevbe” 27; Buḫârî, “Meğâzî” 10; Muslim,
“Ciḥad” 98; Buḫârî, “Meğâzî” 14; Muslim, “Îmân” 299). Fakat Allah’ın, Âdem zürriyetiyle,
peygamberlerle, Kitap ehli’yle ve âlimlerle ahitleşmesine atıf yapılan yerlerde genellikle müs-
takil olarak mîŝaḳ kelimesi kullanılmaktadır (Müsned, I, 272; V, 135; Dârimî, “Muḳaddime”
56, 57).
167 Gürkan, “Mîsâk”, s. 173.
168 Bakara 2/40, 80, 124; Âl-i İmrân 3/77; Enʿâm 6/152; Tevbe 9/111; Raʿd 13/20; Nahl 16/91,
95; Meryem 19/78.
169 Bakara 2/27, 63, 83-84, 93; Âl-i İmrân 3/187; Nisâ 4/155; Mâide 5/7, 12-14, 70; Raʿd 13/20,
25.
170 Aʿrâf 7/169.
171 Tevrat’ta Sina dağıyla ilgili ürkütücü bir tasvirden ve ahdi kabul etmediklerinde lanetlenme
tehdidinden bahsedilmekle birlikte, Tanrı’nın, üzerlerine dağı kaldırarak İsrailoğulları’nı tehdit
Temel Kavramlar
81

Ey İsrailoğulları, sizi düşmanınızdan kurtardık ve dağın sağ yanında sizinle


sözleştik; üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik. Size verdiğimiz rızkın
temizlerinden yiyin ama bu hususta taşkınlık etmeyin; sonra gazabım üzerinize
iner, kimin üstüne gazabım inerse o, düşmüştür. (Tâhâ 20/80-81)

Buna karşılık, Müslümanların Yahudilerle birebir muhatap olduğu ve arala-


rında anlaşma yapıldığı Medine döneminde inen İsrailoğulları’yla alakalı ayetlerin
ağırlıklı konusu onlarla yapılan ahit ve onlardan alınan mîsaktır. Bu konu tekrar
tekrar zikredilmekte, İsrailoğulları’nın ve onlarla yapılan ilâhî ahdin vârisleri kabul
edilen Yahudilerin Allah’a verdikleri sözde durmadıklarına işaret edilmektedir. Bu
bağlamda geçmişte İsrailoğulları’nın Allah’a verdikleri söz ile halihazırda Yahudile-
rin Hz. Muhammed’le münasebetleri arasında da bağlantı kurulmaktadır.
Bir zaman da sizin sözünüzü (mîŝâḳ) almış, üzerinize dağı kaldırmıştık: “Size
verdiğimizi kuvvetle tutun, içinde olanı hatırlayın ki korunasınız” demiştik.
Ardından yine dönmüştünüz; eğer Allah’ın size iyiliği ve merhameti olmasaydı,
elbette ziyana uğrayanlardan olurdunuz. (Bakara 2/63-64)172
Bir zamanlar üzerinize Tûr’u kaldırıp sizden kesin söz (mîŝâḳ) almıştık: “Size
verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin!” (demiştik). “Dinledik ve isyan ettik”173
dediler. İnkârlarıyla kalplerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: “Eğer inanan kim-
seler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor”. (Bakara 2/93)
Söz vermeleri (mîŝâḳ) için Tûr’u üzerlerine kaldırdık. Onlara: “O kapıdan
secde ederek girin” dedik. Yine onlara: “Cumartesi yasağını çiğnemeyin” dedik
ve onlardan sağlam bir söz (mîŝâḳ) aldık. Verdikleri sözden (mîŝâḳ) dönmeleri,
Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberlerini öldürmeleri ve
“kalplerimiz kılıflıdır” demelerinden dolayı. Doğrusu Allah, inkârları sebebiyle
onların kalplerini mühürlemiştir. Pek azı hariç inanmazlar. (Nisâ 4/154-155)
Hani biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne
babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel söz söy-
leyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye kesin bir söz (mîŝâḳ)
almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz. Hani
sizden “Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkar-
mayacaksınız” diye de söz (mîŝâḳ) almıştık [...] Kendiniz de buna hâlâ şahitlik
etmektesiniz. (Bakara 2/83-84)
Allah, İsrailoğulları’ndan söz (mîŝâḳ) almıştı ve içlerinden on iki temsilci gönder-
miştik. Allah demişti ki: “Ben sizinle beraberim, eğer namazı kılar, zekâtı verir-

etmesinden söz edilmemektedir; ama buna benzer bir bilgi Talmud’da geçmektedir (bk. Shab-
bat 88a; ayrıca bk. Çıkış 19/17).
172 Krş. Çıkış 19/17-18; 20/18; 24/17.
173 Bk. dn. 119.
Kur’an’da Yahudiler
82

seniz, elçilerime inanır, onlara yardım eder ve Allah’a güzel borç verirseniz, el-
bette günahlarınızı örterim ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokarım.
Bundan sonra sizden kim inkâr ederse, düz yoldan sapmış olur. Sözlerini (mîŝâḳ)
bozdukları için onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık [...] (Mâide 5/12-13)174
Ey İsrailoğulları [Yahudiler], size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdi-
ğiniz sözü (‘ahd) tutun ki ben de size verdiğim sözü tutayım. (Bakara 2/40)175
Ne zaman bir ahit yaptılarsa, onlardan bir grup o ahdi bozup atmadı mı?
Zaten çokları inanmazlar. (Bakara 2/100)

Ahitle alakalı bu ve benzeri ayetlerde, Tevrat’taki sunumdan farklı olarak,


seçilmişlikten ya da üstünlükten ve kutsal topraklara yerleştirilmeden bah-
sedilmemektedir; sadece Tanrı’nın İsrailoğulları’yla ahitleştiğinden ve onlara
nimet verdiğinden söz edilmektedir. Ahit kapsamında Kur’an’da zikredilen
hükümler ile Tevrat’ta ahdin şartları olarak sunulan On Emir arasında ise sa-
dece bazı hususlarda yani kısmî bir örtüşmeden söz etmek mümkündür:176177178

[Tevrat]176 [Kur’an]177
Benden başka tanrın olmayacak. Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz.
Putlara tapmayacaksın. Namazı kılacaksınız.
Rabb’in adını boş yere ağzına almayacaksın Herkese güzel söz söyleyeceksiniz.
Şabat Günü’ne riayet edeceksin. (Cumartesi yasağını çiğnemeyin.)178
Annene ve babana saygı göstereceksin. Ana-babaya [...] yetime [...] iyilik edeceksiniz.
Adam öldürmeyeceksin. Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz.
Zina etmeyeceksin. [...]
Çalmayacaksın. Zekâtı vereceksiniz.
Komşuna karşı yalan tanıklık etmeyeceksin. (Elçilerime inanıp yardım edeceksiniz.)
Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin. Birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız.

174 Ayrıca bk. Mâide 5/78. Krş. “Eğer Tanrı’nız Rabb’in sözünü iyi dinler ve bugün size ilettiğim
bütün buyruklarına uyarsanız, Tanrı’nız Rab sizi yeryüzündeki bütün halklardan üstün kılacak-
tır... Şu bereketler sizin üzerinize gelecek ve sizinle olacak [...] Ama Tanrı’nız Rabb’in sözünü
dinlemez, bugün size ilettiğim buyrukların, kuralların tümüne uymazsanız şu lanetler üzerinize
gelecek ve size ulaşacak” (Tesniye 28/1-15).
175 Krş. Tesniye 28/1-2, 15; ayrıca bk. 7/12-13; 11/26-28.
176 Tesniye 5/6-21; Çıkış 20/2-17.
177 Bakara 2/83-84; Mâide 5/12-13.
178 Bakara ve Mâide sûrelerindeki hükümlerden ayrı olarak Nisâ sûresinde (4/154-155) “Cumartesi
yasağını çiğnemeyin” emri zikredilmektedir.
Temel Kavramlar
83

Öte yandan ahde uymanın karşılığı Tevrat’a göre bu dünya merkezli (“bal
ve süt akan topraklarda” ebedî yaşam) iken, Kur’an’da daha ziyade öteki dünya
merkezli bir karşılıktan bahsedilmektedir (“altlarından ırmaklar akan cennet-
te” ebedî yaşam).179 Benzer bir vurgu farkı kutsal/bereketli topraklar ve kutsal/
seçilmiş kavim kavramları etrafında da ortaya çıkmaktadır.

2. İsrailoğulları’nın Bereketli Topraklara Yerleştirilmesi


Yukarıda işaret edildiği üzere, Tevrat’ta İsrailoğulları’nın Tanrı tarafından
seçilmesi ve kutsal topraklara mirasçı kılınması hem İbrani atalarıyla yapı-
lan ahit (vaad ahdi) hem de Sina’da İsrailoğulları’yla yapılan ahit (sözleşme
ahdi) çerçevesinde ortaya konmaktadır. Buradan hareketle Kenan toprakları,
gelenek içerisinde, Tanrı’nın, soyuna vermek üzere İbrahim’e vaad ettiği ülke
(Arapça ifadeyle ‘arḍu’l-mev‘ûde) şeklinde nitelendirilmektedir. Fakat Yahudi
ve Hıristiyan geleneklerinde yaygın olarak kullanılan “vaad edilmiş topraklar”
tabiri ne Kur’an’da ne de Kitâb-ı Mukaddes’te geçmektedir. Tanah’ta, Tanrı ta-
rafından İbrahim nesline vaad edildiği belirtilen bu topraklardan sıklıkla “Ke-
nan ülkesi/toprakları (erets kina‘an)”,180 “süt ve bal akan ülke (erets zevat ḥalav
u-devaş)” 181 veya –bilhassa Tevrat dışındaki kitaplarda– “İsrail ülkesi/toprakları
(erets yisrael)”182 şeklinde bahsedilmektedir. Ayrıca Zekarya kitabında (2/16)
bu bölge “kutsal topraklar (admat ha-kodeş)” şeklinde nitelenmektedir. Benzer
şekilde Kur’an’da da “kutsal topraklar/ülke” (‘arḍu’l-muḳaddese) tabirinin yanı
sıra “içini bereketle doldurduğumuz yer/ülke” (el-‘arḍ ... elletî bâraknâ fîhâ)
ifadesi geçmektedir.183
Tevrat’ta Kenan topraklarının yurt olarak İsrailoğulları’na verilmesi pren-
sip olarak Tanrı’nın İsrail atalarına verdiği söze dayansa da, bu topraklardaki
kavimlerin yoldan çıkmış olmaları da fiilî ya da pratik sebebi oluşturmaktadır.

179 Levililer 20/24 (ayrıca Tesniye 7/12-15); Mâide 5/12.


180 Tekvin 11/31; 12/5; 13/12; 17/8; 37/1; 46/31; 48/3; Çıkış 6/4; 13/11; Levililer 25/38; Sayılar
32/30; 34/2; Hâkimler 1/2; Mezmurlar 105/10 vs.
181 Çıkış 3/8, 17; 13/5; 33/2; Levililer 20/24; Sayılar 14/8; 16/13, 14; Tesniye 6/3; 11/9; 26/9, 15;
Yeşu 5/6; Yeremya 32/22 vs.
182 I. Samuel 13/9; II. Krallar 15/20; Hezekiel 11/17; I. Tarihler 21/12 vs.
183 Mâide 5/21; Aʿrâf 7/137.
Kur’an’da Yahudiler
84

Atalarınızı sevdiği ve onların soyunu seçtiği için sizi büyük gücüyle Mı-
sır’dan kendisi çıkardı. Amacı sizden daha büyük, daha güçlü halkları önü-
nüzden kovmak, onların ülkelerine girmenizi sağlamak, bugün olduğu gibi
mülk edinmeniz için ülkelerini size vermekti. Bunun için, bugün Rabb’in
yukarıda göklerde, aşağıda yeryüzünde Tanrı olduğunu, O’ndan başkası ol-
madığını bilin ve bunu aklınızdan çıkarmayın [...] (Tesniye 4/37-39)
Tanrınız Rab bu halkları önünüzden kovunca, “Rab doğruluğumuzdan
ötürü bu ülkeyi mülk edinelim diye bizi buraya getirdi” diye düşünmeyin.
Çünkü Rab, bu halkları yaptıkları kötülükler yüzünden önünüzden kovu-
yor. Onların topraklarını mülk edinmeye gitmenizin sebebi doğruluğunuz,
erdeminiz değildir. Tanrınız Rab bu halkları kötülükleri yüzünden ve atala-
rınız İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a ant içerek verdiği sözü yerine getirmek için
önünüzden kovacak. Şunu anlayın ki, Tanrınız Rabb’in bu verimli toprakları
mülk edinesiniz diye size vermesinin sebebi doğruluğunuz değildir. Çünkü
siz dikbaşlı bir halksınız. (Tesniye 9/4-6)

İsrailoğulları’nın Kenan topraklarına yerleşmeye hak kazanmaları ve bu


toprakları ellerinde tutmaları ise itaat şartına bağlanmaktadır. Bu sebeple
Mısır’dan çıkan asi ve itaatsiz ilk İsrail nesli çölde kırk yıl boyunca dolan-
maya mecbur bırakılmış, Kenan toprakları ancak bir sonraki nesil tarafından
fethedilebilmiştir. Dolayısıyla İsrailoğulları’nın Kenan topraklarını ellerinde
tutmaları ahdin şarta bağlı tarafını oluşturmaktadır. Uyulması istenen Tevrat
kurallarının çoğu bu topraklarda yaşamayı gerektirmekte; buna karşılık İsrai-
loğulları’nın söz konusu kurallara uymamaları durumunda, önceki topluluklar
gibi, bu topraklardan atılacakları bildirilmektedir.

Bu davranışların hiçbiriyle kendinizi kirletmeyin. Çünkü önünüzden kovaca-


ğım kavimler böyle kirlendiler. Onların yüzünden ülke bile kirlendi [...] Eğer
siz de ülkeyi kirletirseniz, ülke sizden önceki kavimlere yaptığı gibi sizi de ku-
sar [...] Buyruklarımı yerine getirin, sizden önceki insanların iğrenç törele-
rine uyarak kendinizi kirletmeyin. Tanrınız Rab benim. (Levililer 18/24-30)
Bütün kurallarıma, ilkelerime uyacak, onları yerine getireceksiniz. Öyle ki, ya-
şamak üzere sizi götüreceğim ülke sizi dışarı kusmasın. Önünüzden kovacağım
halkların törelerine göre yaşamayacaksınız. Çünkü onlar bütün bu kötülükleri
yaptılar. Bu yüzden onlardan nefret ettim. Siz onların topraklarını sahiple-
neceksiniz. Bal ve süt akan bu ülkeyi size mülk olarak vereceğim, dedim. Sizi
öteki halklardan ayrı tutan Tanrınız Rab benim. (Levililer 20/22-24)
Temel Kavramlar
85

Fakat Tesniye kitabında Tanrı’nın İbrahim’e hitaben söylediği “Bütün


Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna verece-
ğim” 184 sözünde ifadesini bulduğu üzere, Tanah’ta İbrani atalarına yapılan bu
vaad Musa peygamberin halefi Yeşu (Yehoşu‘a) zamanında İsrailoğulları’nın
bu toprakları fethetmesi ve bölgeye yerleşmesiyle tamamlanıp bitmiş kabul
edilmemekte; İsrailoğulları ahdi ihlal etmeleri sebebiyle bu toprakları kaybet-
seler de, ahdin gereği olarak, tekrar oraya döndürülecekleri belirtilmektedir.
Bu şekilde, İsrailoğulları’nın Kenan topraklarını ellerinde tutmaları ahde itaat
şartına bağlanmakla birlikte, ahdin ve kutsal topraklarla ilgili vaadin sürekli
olduğu kabul edilmektedir.

Bugün size ilettiğim buyruklar uyarınca siz ve çocuklarınız Tanrınız Rabb’e


döner, bütün yüreğinizle, bütün canınızla O’na uyarsanız, Tanrınız Rab size
acıyacak, sizi sürgünden geri getirecek. Sizi dağıttığı halkların arasından ye-
niden toplayacak. Dünyanın öbür ucuna sürülmüş olsanız bile, Tanrınız Rab
sizleri oradan toplayıp geri getirecek. Sizi, atalarınızın mülk edindiği ülkeye
ulaştıracak. Orayı miras alacaksınız. Tanrınız Rab üzerinize iyilik getirecek
ve sizi atalarınızdan daha fazla çoğaltacak. Sizin ve çocuklarınızın yüreğini
sünnet edecek. Öyle ki, O’nu bütün yüreğinizle, bütün canınızla sevesiniz ve
yaşayasınız. (Tesniye 30/1-6)

Tanah’ta yer alan bu anlatıma karşılık Kur’an’da, bir Medenî ayet ha-
riç, tamamen Mekkî sûrelerde ve ahitten bağımsız olarak, İsrailoğulları’nın,
Firavun’un elinden kurtarıldıktan sonra bereketli topraklara yerleştirildiğin-
den söz edilmektedir. Fakat bu topraklardan, İsrailoğulları’na verilmek üzere
önceden İbrani atalarına vaad edilmiş bir yer olarak değil; önce İbrahim ve
Lût’un yerleştirildiği, ardından Musa döneminde İsrailoğulları’nın mirasçı kı-
lındığı ve yerleştirildiği topraklar şeklinde bahsedilmektedir. İlgili ayetlerde,
bu toprakların İsrailoğulları’na tahsisi, onların Mısır’da mazlum bir konumda
bulunmalarıyla alakalandırılmaktadır. Buna göre söz konusu tahsis, İsrailoğul-
ları’nın sabretmelerine karşılık bir mükafat ve aynı zamanda imtihan, kendile-
rine zulmeden ve kibirlenen Firavun’un ise cezalandırılması bağlamında ortaya
konmaktadır.

184 Tesniye 4/40.


Kur’an’da Yahudiler
86

Onu [İbrahim’i] ve Lût’u kurtarıp, içinde âlemler için bereketler kıldığımız


yere ulaştırdık. (Enbiyâ 21/71)
Musa, kavmine: “Allah’tan yardım isteyin, sabredin! Yeryüzü toprakları Al-
lah’ındır, onu kullarından dilediğine verir. Güzel son, Allah’tan korkanların-
dır!” dedi. “Sen bize gelmezden önce de, geldikten sonra da işkenceye uğratıldık”
dediler. [Musa da] dedi ki: “Umulur ki, Rabbiniz düşmanınızı yok eder ve
onların yerine sizi o topraklara yerleştirir de nasıl hareket edeceğinize bakar.”
(Aʿrâf 7/128-129)185
Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de, içini bereketle doldurduğumuz yerin
doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık. Sabırlarına karşılık Rab-
bin’in İsrailoğulları’na verdiği güzel söz yerine geldi. Firavun ve kavminin yap-
makta olduklarını ve yetiştirdikleri bahçeleri helak ettik. (Aʿrâf 7/137)186
Biz de [Firavun’un kavmini] bahçelerden, pınarlardan, servetlerden ve iyi bir
konumdan çıkardık. İşte böyle yaptık ve bunlara İsrailoğulları’nı mirasçı kıldık.
(Şuʿarâ 26/59)
Andolsun, biz, İsrailoğulları’nı iyi bir yere yerleştirdik ve onlara güzel rızıklar
verdik. (Yunus 10/93)
Bunun üzerine Firavun o topraklardan onların kökünü kazımak istedi. Biz de
onu ve beraberindekileri hep birden suda boğduk. Arkasından da İsrailoğulla-
rı’na: “O topraklarda oturun! Ahiret vaadi tahakkuk edince, hepinizi toplayıp
bir araya getireceğiz” dedik. (İsrâ 17/103-104)

A‘râf sûresinde geçen “mirasçı kıldık” ifadesinin, mazlum konumda bulu-


nan İsrailoğulları’na Musa zamanında verilen sözün karşılığı olduğu ve önceki
zalim kavimlerin yerine bu bölgeye yerleştirilmeleriyle birlikte bu sözün ger-
çekleştiği ve tamamlandığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla geçmişte İsrailoğulla-
rı’yla alakalı bir hadiseye atıfta bulunan bu ayetler, esasen Mekkeli müşrikler
tarafından baskı gören Müslümanlara yönelik bir teselli amacı taşımaktadır. Bu
sebeple söz konusu ayetler Müslümanları muhatap alan Mekkî sûrelerde yer
almakta,187 doğrudan veya dolaylı olarak Yahudileri muhatap alan Medenî sû-
relerde ise sadece bir kez ve farklı bir bağlamda geçmektedir. İlgili ayette kutsal
toprak vaadinden ziyade, İsrailoğulları’nın, Tanrı’nın kendileri için takdir ettiği
topraklara girmekte itaatsizlik gösterdikleri hususu vurgulanmaktadır.

185 Krş. Tesniye 9/4; Levililer 18/24-30.


186 Krş. Çıkış 3/8; Levililer 20/24.
187 Aʿrâf 7/129, 137; Yunus 10/93; İsrâ 17/104; Şuʿarâ 26/59; ayrıca bk. Enbiyâ 21/71.
Temel Kavramlar
87

Musa, kavmine: “[...] Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı kutsal yere girin, ar-
dınıza dönmeyin, yoksa kaybedenler olarak dönersiniz” demişti. “Ey Musa!
Orada zorba bir kavim var, onlar oradan çıkmadıkça biz oraya girmeyeceğiz;
eğer çıkarlarsa, biz de gireriz” demişlerdi. (Mâide 5/21)

Aynı şekilde, İsrailoğulları’nın belli bir bölgeye yerleştirilmesi konusu se-


çilmişlik bahsiyle de doğrudan alakalandırılmamaktadır. Bakara sûresinde yer
alan, “kapıdan eğilerek tevazu içinde (succeden) girin” ifadesi ise İsrailoğulla-
rı’nın bu toprakları kendileri için bir hak olarak görmemesi gerektiği şeklin-
de yorumlanmıştır.188 Bu yoruma paralel olarak, İsrailoğulları’nın söz konusu
topraklara yerleştirilmesi, Kur’an’da sadece onlara yönelik bir ayrıcalık olarak
değil, daha önce başka kavimler için de geçerli olan bir imtihan unsuru olarak
sunulmaktadır: “Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı yok eder ve onların yerine sizi
o topraklara yerleştirir de nasıl hareket edeceğinize bakar.”189 Esasen benzer bir
vurgu, Tevrat’ta da yer almaktadır: “Eğer siz de ülkeyi kirletirseniz, ülke sizden
önceki kavimlere yaptığı gibi sizi de kusar.”190 Fakat Kur’an’dan farklı olarak
Tevrat’ta İsrailoğulları’nın bu topraklara yerleştirilmesi aynı zamanda bir ayrı-
calık şeklinde ortaya konmaktadır: “Siz onların topraklarını sahipleneceksiniz.
Bal ve süt akan bu ülkeyi size mülk olarak vereceğim [...] Sizi öteki halklardan
ayrı tutan Tanrınız Rab, benim.”191
Ayrıca, Kur’an’da İsrailoğulları’nın iki kez topraklarında fesat çıkaracak-
ları, ilkinde ceza olarak kuvvetli bir kavmin onların topraklarına gireceği ve
onları kontrol altına alacağı; İsrailoğulları’na tekrar egemenlik verilmesinin
ardından ikinci kez fesat çıkarmaları üzerine yine düşman bir kavmin, ilkinde
olduğu gibi mabedlerine gireceği ve bu sefer her şeyi yerle bir edeceğine dair
kitapta haber verildiğinden bahsedilmektedir.192 Söz konusu iki yıkım, tefsir-
lerde genellikle, sırasıyla, Birinci Mabed’in yıkıldığı Babil Sürgünü ile İkin-
ci Mabed’in yıkıldığı Büyük Sürgün şeklinde açıklanmıştır.193 İlgili ayetlerin
sonunda ayrıca İsrailoğulları’na bir şans daha verildiğini ima edecek şekilde

188 Bakara 2/58. Yorum için ayrıca bk. Esed, Kur’an Mesajı, I, 17 (dn. 43).
189 Aʿrâf 7/129.
190 Levililer 18/29.
191 Levililer 20/24.
192 Krş. İsrâ 17/4-7.
193 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, XIV, 457-458.
Kur’an’da Yahudiler
88

“Umulur ki Rabbiniz size acır; ama siz dönerseniz, Biz de döneriz” ifadesi yer
almaktadır.194 Tefsirlerde yer alan bir açıklamaya göre burada da Hicaz Yahu-
dileri’nin durumuna ve Hz. Muhammed’le münasebetlerine işaret edilmiştir.195

3 . İsrailoğulları’nın Âlemlere Üstün Kılınması*


Seçilmişliğin ve kutsal toprakları mülk edinmenin sebebi olarak Tev-
rat’ta, Tanrı’nın İbrani atalarına verdiği söz ve onlara yönelik sevgisi ileri sü-
rülmektedir. Ayrıca İsrailoğulları, üstünlük duygusuna kapılmamaları yönün-
de uyarılmaktadır.

Siz, Tanrınız Rab için kutsal bir kavimsiniz. Tanrınız Rab, kıymetli/has
kavmi olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti.196
Rabb’in sizi seçmesinin ve sevmesinin sebebi, öbür halklardan daha kalaba-
lık olmanız değil; siz bilakis öbür halklardan daha az sayıdaydınız. Rab size
sevgisini göstermek ve atalarınıza ant içerek verdiği sözü yerine getirmek
üzere güçlü eliyle sizi Mısır’dan çıkardı [...] (Tesniye 7/6-9)197
Onların topraklarını mülk edinmeye gitmenizin sebebi, doğruluğunuz ve
erdeminiz değil. Tanrı’nız Rab bu halkları kötülükleri yüzünden ve atalarınız
İbrahim’e, İshak’a ve Yakub’a ant içerek verdiği sözü yerine getirmek için
önünüzden kovacak. (Tesniye 9/5-7)

Bununla birlikte Yahudi sözlü geleneğini oluşturan Rabbânî literatürde


seçilmişliğin sebebi, bir yandan Tanrı’nın İbrani atalarına ve İsrail’e yönelik kar-
şılıksız sevgisine, diğer yandan başta Yakub olmak üzere İbrani atalarının ve İs-

194 İsrâ 17/8.


195 Faḫreddīn er-Rāẓī, Mefātīḥu’l-Ğayb, XX, 160-161.
* Bu kısım, yazarın, “Kur’ân’a Göre Seçilmişlik Kavramı ve İsrailoğulları’nın Seçilmişliği Meselesi”
başlığıyla İslâm Araştırmaları Dergisi’nde (sy. 13, 2005) yayımlanan makalesine dayanmaktadır.
196 Kitâb-ı Mukaddes teolojisiyle bağlantılı olarak modern Batı literatüründe sıkça geçen “seçilmiş
kavim” ifadesi Tanah’ta (Eski Ahid) yer almamaktadır. Onun yerine, İsrailoğulları’nın seçilmiş-
liğini ifade etmek için “kutsal kavim” (‘am kadoş/goy kadoş) veya daha seyrek olarak “kıymetli/
has kavim” (‘am segulah) gibi ifadeler kullanılmaktadır (Çıkış 19/5, 6; Tesniye 7/6; 14/2, 21
vs.). Ayrıca İsrailoğulları’yla alakalı olarak, Tanrı’ya nispetle “seçti” (baḥar), “ayırdı” (avdil) veya
“bildi/görevlendirdi” (yada‘) manalarına gelen fiiller kullanılmaktadır (Tesniye 7/6; Levililer
20/26; Tekvin 18/19). Geniş bilgi için bk. Gürkan, The Jews as a Chosen People, s. 9-11.
197 Ayrıca bk. “Kuşkusuz İbrahim’den büyük ve güçlü bir halk türeyecek, yeryüzündeki bütün
halklar onun aracılığıyla kutsanacak. Doğru ve adil olanı yaparak yolumda yürümeyi oğullarına
ve soyuna buyursun diye İbrahim’i seçtim (görevlendirdim). Öyle ki, ona verdiğim sözü yerine
getireyim.” (Tekvin 18/18-19)
Temel Kavramlar
89

rail kavminin sahip olduğu birtakım meziyetlere atıfla açıklanmaktadır. İsrail’e


yönelik meziyetlerin başında diğer milletlere de teklif edilmesine rağmen bütün
insanlık içinde sadece İsrail’in Tevrat’ı kabul etmesi gelmektedir. Buna göre
Tanrı İsrail’i, kainatın ve yaratılışın ölçüsü/modeli olarak görülen Tevrat’ı kabul
etmeleri sebebiyle diğer milletlerden ayırıp kendi için kıymetli/has kavim (‘am
segulah) kılmış ve kendi ismini ve şanını İsrail kavmine bağlamıştır. Söz konusu
sebep ayrıca, İsrail’e ezelî bir öncelik ve üstünlük atfedecek şekilde, Tanrı’nın,
yanındaki hazinesini yani Tevrat’ı vermeye layık tek kavmin İsrail olduğunu
bildiği için İsrail’i yani -metaforik ifadeyle- “ilk çocuğu”nu (beḫor) daha kainat
yaratılmadan önce Tevrat’ın yanı sıra yarattığı ya da yaratmayı planladığı şeklin-
de ifade edilmiştir.198 Buna göre Tevrat’ı kabul etme ve ona sahip olma, İsrail’i
diğer millerden ayıran en önemli özellik ve ayrıcalık olmaktadır. Öte yandan
İbrani atalarının meziyetleri bağlamında bilhassa öne çıkan ve Yakub’a atfedilen
özellik, diğer iki İbrani atasından (İbrahim ve İshak) farklı olarak Yakub’un
bütün soyunun (İsrailoğulları) doğru yolda olduğu şeklindedir.199
Tanrı’nın İsrail’e ve atalarına yönelik sevgisi ve İsrail’in Tevrat’ı kabul eden
tek kavim olma özelliği, iki ayrı ahit vurgusuyla bağlantılı olarak, Yahudi se-
çilmişlik inancının çift yönlü karakterine işaret etmektedir. Zira vaad niteliği
taşıyan ilk ahitte ifadesini bulduğu üzere, Tanrı’nın İsrail’e duyduğu kayıtsız
şartsız sevgi, seçilmişliği mutlaklaştırırken; sözleşme mahiyetine sahip ikin-
ci ahitleşmeye dayanan Tevrat’ı kabul etme ve ona uyma yükümlülüğü se-
çilmişliği bir ölçüde sınırlandırmaktadır. Dolayısıyla bir yanda “ilâhî sevgi”
çerçevesinde ortaya konan ayrıcalık ve kayıtsız şartsız seçilmişlik, diğer yanda
“Tevrat’ı kabul etme” ilkesine dayalı yükümlülük ve şartlı seçilmişlik unsur-
ları seçilmişlik inancı içerisinde yanyana yer almaktadır. Seçilmişliğin bu çift
yönlü karakterinin en çarpıcı biçimde ortaya konduğu yer ise Amos kitabında
yer alan şu ifadedir: “Yeryüzündeki bütün halklar arasından yalnız sizi tanıdım.
Bu yüzden suçlarınızı karşılıksız bırakmayacağım.” 200 Bununla birlikte nihai
manada seçilmişlik Yahudi geleneğinde, bütün günahlarına rağmen, İsrail’in,
Tevrat’ı kabul eden tek kavim olması ve bir gün tekrar Tanrı’ya döneceği,

198 Exodus Rabbah 17:2-3; 27:9; 15:24; Deuteronomy Rabbah 5:7; 8:7; Genesis Rabbah 1:4; Num-
bers Rabbah 4:1; 5:6; Ruth Rabbah, Proem 1; Sifre Deuteronomy 311; krş. Tesniye 4/5-8; İşaya
42/6-8; 43/21.
199 Hullin 89a; Leviticus Rabbah 36:5; Numbers Rabbah 5:1; Sifre Deuteronomy 312.
200 Amos 3/2.
Kur’an’da Yahudiler
90

Tanrı’nın da onları affedip kutsal topraklarda eski ihtişamına kavuşturacağı


inancında ifadesini bulduğu üzere, İsrail’in (‘am yisrael) değişmez ve ebedî vasfı
şeklinde anlaşılmıştır.201
Kur’an’ın bakış açısı söz konusu olduğunda ise ilâhî seçimi ifade etmek
üzere temel olarak dört ayrı fiil kullanılmaktadır: iṡṭıfâ, ictibâ, iḫtiyâr ve ṭafḍîl.
Vurguladıkları manalar ve kullanım alanları açısından aralarında belli farklar
bulunmasına rağmen bu dört fiil gerek peygamberler gerekse Allah’ın diğer
insanlar arasından seçip yücelttiği kişiler ve aynı zamanda somut veya soyut
şeyler için kullanılmaktadır. Bu dört fiilin sahip olduğu temel manaları ve
kullanıldığı yerleri aşağıdaki şekilde tasnif etmek mümkündür:
1) “Temiz ve duru olma” manasındaki ṡ-f-v kökünden türeyen ve “bir şe-
yin en saf ve halis olan özünü almak veya bir şeyi arı ve duru kılmak” şeklinde
tarif edilen iṡṭıfâ kelimesi Kur’an’da özellikle Hz. Âdem, Hz. Nuh, İbrahim ve
İmran aileleri, Hz. Musa, Hz. Meryem, Talut, insan ve meleklerden elçiler,
Rabb’in seçtiği kullar ve İslâm dini için kullanılmaktadır.202 Ayrıca Hz. İbra-
him, Hz. İshak ve Hz. Yakub için “seçilmişlerin en safı/seçkini” manasında
muṡṭafeyne’l-aḫyâr kalıbı kullanılmaktadır.
2) “Toplamak” manasındaki cbv kökünden türeyen ve “genellikle kulun
kendisinden bir gayret olmaksızın Allah’ın bir kişiye nübüvveti veya ilâhî feyzi
tahsis etmesi, onu şerefli kılması, bu yolda beğenip seçmesi” şeklinde anlaşılan
ictibâ fiili Kur’an’da peygamberlere, İslâm ümmetine ve Rabb’in seçtiği kullara
atıfla kullanılmaktadır.203
3) “Hayırlı olmak” manasındaki ḫyr kökünden türeyen iḫtiyâr kelimesi
genellikle peygamberlikle bağlantılı olarak anlaşılmakta ve “bir şeyin en ha-
yırlısını seçme veya bir şeyi hayırla seçme” gibi manalara hamledilmektedir.204
Kur’an’da Hz. Musa’ya ve İsrailoğulları’na atıfla ve Rabb’in dilediği işler bağla-
mında kullanılmaktadır.205

201 Berakhot 32b; Numbers Rabbah 16:22; Exodus Rabbah 31:10; Ruth Rabbah 2:11.
202 Râğıb el-İṡfaḥânî, el-Mufredât, “‫ ”صفــو‬md.; ‘Abdulbâḳî, el-Mu‘cem, “‫ ”صفــو‬md.; Faḫreddîn
er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XXII, 22 (Âl-i İmrân 3/33).
203 Râğıb el-İṡfaḥânî, el-Mufredât, “‫ ”جوب‬md.; Fîrûzâbâdî, Ḳâmûs Tercümesi, IV, 869; Faḫreddîn
er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XX, 137 (Nahl 16/121).
204 Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XV, 18 (Aʿrâf 7/155); Râğıb el-İṡfaḥânî, el-Mufredât,
“‫ ”خري‬md.; Fîrûzâbâdî, Ḳâmûs Tercümesi, II, 312.
205 ‘Abdulbâḳî, el-Mu‘cem, “‫ ”خري‬md.
Temel Kavramlar
91

4) “Fazlalık ve üstünlük” manasındaki fḍl kökünden türeyen ve sözlük


manası “üstün ve faziletli kılmak” olan ṭafḍîl fiili ise İsrailoğulları’na, peygam-
berlere, mümin kullara ve yaratılmışlara atıfla kullanılmaktadır.206 İsfahânî’ye
göre bu fiili cins yönünden, çeşit yönünden ve zât yönünden olmak üzere üç
ayrı kısımda değerlendirmek gerekmektedir. Konumuz açısından önem taşı-
yan bu tasnife göre, ilk iki tür üstünlük, yani hayvan cinsinin nebat cinsine
veya insanın diğer hayvan türüne üstünlüğü değişken olmadığından, çoğalıp
eksilmesi söz konusu değildir; bir insanın başka bir insana üstünlüğünde ol-
duğu üzere zât bakımdan üstünlük ise arızî olup, sonradan kazanılması (veya
kaybedilmesi) mümkündür.207 Nitekim insanlar arasındaki derece farklılıkları
Kur’an’da çeşitli -ve kısmen de değişken- birtakım unsurlara dayandırılmakta-
dır. Buna göre insanların birbirlerine üstün kılınması, dinî ve ahlâkî yönden
olabileceği gibi rızık, akıl, ilim, makam, liyakat ve ehliyet gibi dünyevi konu-
larda da gerçekleşebilmektedir.208
Kökenleri ve kullanıldıkları yerler göz önünde bulundurulduğunda, iṡṭıfâ
fiilinde temiz ve halis kılma, ictibâ’da yakınlaştırma, iḫtiyâr’da hayırlı olanı
gözetme, ṭafḍîl’de ise nimetlendirme özelliklerinin baskın olduğunu; aynı za-
manda ilk üç fiilde (iṡṭıfâ, ictibâ ve iḫtiyâr) “seçme”, ṭafḍîl fiilinde ise “üstün-
lük” vasfının öne çıktığını söylemek mümkündür. Diğer taraftan iṡṭıfâ fiili ile
diğer üç fiil (ictibâ, iḫtiyâr ve ṭafḍîl) arasında da belli bir fark mevcuttur: Bu
dört fiilin hepsi, gerek peygamberler gerekse diğer insanlardan seçilmiş olan-
lar için kullanılmakla birlikte, iṡṭıfâ fiili nübüvvet ve elçilikle bağlantılı olarak
kullanımının yanı sıra saf ve halis tabiata/mahiyete sahip olma özelliğini de
beraberinde getirmektedir. Her iṡṭıfâ fiilinin muhatabı olan kişi peygamber
olmamakla birlikte, bu tür ilâhî seçime mazhar olmak, seçilenin zatında ya-
ratılmış bulunan asli ve fıtri bir saflığa ve yüceliğe işaret etmektedir.209 Diğer
bir ifadeyle, saf olanı hem yaratmayı hem de tercih etmeyi gerektiren iṡṭıfâ
fiili, mutlak ve değişmez bir vasfa ve mertebeye işaret etmektedir. Onun için
bu tür seçilmişlikte sâfiyet merkezî rol oynamakta ve seçilmişlik türleri içinde
en üst mertebeye işaret etmektedir. Netice olarak ilâhî seçim Allah’ın mut-

206 ‘Abdulbâḳî, el-Mu‘cem, “‫ ”فضل‬md.


207 Râğıb el-İṡfaḥânî, el-Mufredât, “‫ ”فضل‬md.
208 Nahl 16/71; Nisâ 4/32, 34.
209 Râğıb el-İṡfaḥânî, el-Mufredât, “‫ ”صفــو‬md.; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XIV, 245
(Aʿrâf 7/144). “Ey Meryem, Allah seni seçti (iṡṭafâki), temizledi ve seni dünyanın kadınlarına üstün
kıldı.” (Âl-i İmrân 3/42)
Kur’an’da Yahudiler
92

lak iradesinin ve hikmetinin sonucu olup, farklı keyfiyetlerde veya derecelerde


cereyan etmektedir. Seçilmişlik sıfatıyla özdeşleşen peygamberler, sıradan in-
sanlardan farklı olarak, korunmuş, masum ve yüce şahsiyetler şeklinde tasvir
edilmektedir. Söz konusu masumiyet ve yücelik vasıfları, ister doğuştan ister
sonradan bahşedilmiş olsun, Allah onları bu özellikleriyle ve doğru yol üzere
seçtiğinden, yani bu özellikleri dolayısıyla Allah’ın tebliğinin özel taşıyıcıları
ve uygulayıcıları olmaya hak kazandıklarından, günahtan uzak olmak bu seçil-
mişlikte asli unsur olmaktadır. 210
İsrailoğulları’nın seçilmişliği ya da üstün kılınması söz konusu olduğun-
da ise Kur’an’da bu hususa üç kez Mekkî (Aʿrâf, Duhân, Câsiye), iki kez de
Medenî (Bakara) ayetlerde atıf yapılmaktadır; bunlardan birinde iḫtiyâr, diğer
dördünde ṭafḍîl kalıbı kullanılmaktadır.

Andolsun, onları bir bilgiye göre âlemlere seçkin kıldık (iḫtarnâhum). (Duhân 44/32)
[Musa dedi ki]: “Allah sizi âlemlere üstün kılmışken (faḍḍalekum) ben size
Allah’tan başka bir tanrı mı arayayım?” (Aʿrâf 7/140)
Andolsun biz, İsrailoğulları’na kitap, hüküm ve peygamberlik verdik, onları güzel
rızıklarla besledik ve onları âlemlere üstün kıldık (faḍḍalnâhum). (Câsiye 45/16)
Ey İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi ve sizi âlemlere üstün kıldığımı
(faḍḍaltukum) hatırlayın. (Bakara 2/47, 122)

Ṭafḍîl kalıbının kullanıldığı Bakara sûresindeki iki ayette “nimetlendir-


me” ve “üstün kılma” fiilleri art arda zikredilmektedir. Bu şekilde söz konusu
üstünlüğün nimet verme ameliyesiyle bağlantılı oluşuna dikkat çekilmektedir.
Ayrıca, ilgili ayetlerde nimet verme fiilinin üstün kılma (ṭafḍîl) fiilinden önce
gelmesi, nimetlendirmenin üstün kılmanın sebebi olduğuna işaret etmekte-
dir. Buna göre mana, “size verdiğim nimetimi ve –böylece- sizi âlemlere üstün
kıldığımı hatırlayın” şeklinde olmaktadır. Çoğu Kur’an mealinde ve tefsirlerde
bu hususa vurgu yapılırken, İsrailoğulları’nın “âlemlere” üstün kılınması ifa-
desi, “bir zamanlar” ve “kendi zamanlarının toplumları” üzerine üstün kılınma

210 Enbiyâ 21/73; Enʿâm 6/88. Peygamberlere has olan masumiyet (ismet) sıfatının doğuştan mı yoksa
nübüvvetle birlikte mi devreye girdiği veya küçük günahları kapsayıp kapsamadığı konusunda farklı
görüşler ileri sürülmüştür. Ehl-i sünnet uleması tarafından hem-fikir olunan nokta, peygamberlerin
bilerek veya unutarak büyük günah işlemekten ve yanılarak işledikleri küçük günahta ısrar etmekten
korunmuş olduklarıdır. Bk. Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, III, 7-9.
Temel Kavramlar
93

şeklinde açıklanmakta;211 dolayısıyla, nimetlendirme ve üstün kılma vasfının


zamanla ve belli şartlarla kayıtlı olduğu vurgulanmaktadır.
İsrailoğulları’nın üstün kılınmasının mahiyetini anlayabilmek için
onlara hangi konuda ve hangi keyfiyette nimet bahşedildiğinin bilinmesi
önemlidir. Bu bilgi Câsiye sûresinde yer alan ilgili ayette şu şekilde su-
nulmaktadır: “Andolsun biz, İsrailoğulları’na kitap, hüküm ve peygamberlik
verdik, onları güzel rızıklarla besledik ve onları âlemlere üstün kıldık.”212 Bu
ayeti, “kitap, hüküm ve peygamberlik vermek ve güzel rızıklarla beslemek
-suretiyle- âlemlere üstün kıldığımız İsrailoğulları” şeklinde okumak da
mümkündür. Çeşitli müfessirler tarafından vurgulandığı üzere, İsrailo-
ğulları geçmişte birçok mucizelerle ve hükümranlıkla desteklenmiş olma-
larının yanı sıra içlerinden birçok peygamber çıkarılması ve kutsal kitap
indirilmesi bakımından ayrıcalıklı bir konuma sahip olmuşlardır.213 Diğer
taraftan, Bakara sûresindeki ilgili ayette, söz konusu nimetlendirmeyle bağ-
lantılı olarak İsrailoğulları’ndan alınan mîsaka da vurgu yapılmaktadır: “Ey
İsrailoğulları, size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki
ben de size verdiğim sözü tutayım.”214
Bu noktada cevaplandırılması gereken soru, sözü edilen nimetlerin neden
başka bir kavme değil de İsrailoğulları’na bahşedildiği ve karşılığında onlardan
tevhid ve doğruluk (hak din) üzere yaşama sözü alındığıdır. Kur’an’da ve ben-
zer şekilde Tevrat’ta İsrailoğulları’nın seçilmesinin ardında yatan sebeplerden
biri temsil ettikleri gelenekle, diğeri ise o dönem içinde bulundukları durum-
la alakalandırılmaktadır. Yani konu, İsrailoğulları’nın bir yandan Hanîflik’le215
özdeşleşen İbrahim peygamberin soyundan gelmeleri, bu sebeple onun mesa-
jının taşıyıcısı olmaya en uygun aday olmaları, diğer yandan da Firavun tara-
fından ezilmiş durumda bulunmalarıdır.

211 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, I, 629-630; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, V, 473; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-
Ğayb, III, 56; İbn Keŝîr, Tefsîru’l-Ḳur’âni’l-‘Aẓîm, I, 393.
212 Ayrıca bk. Mâide 5/20: “Bir zamanlar Musa, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size
(lütfettiği) nimetini hatırlayın; zira O, içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı.
Âlemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.”
213 Bk. İbn Keŝîr, Tefsîru’l-Ḳur’âni’l-‘Aẓîm, I, 393; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, V, 473, 485; Ḳurṭubî,
el-Câmi‘, XIX, 123; Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Ḳur’ân, I, 109, 119.
214 Bakara 2/40. Krş. Tesniye 28/1-15; 7/12-13; 11/26-28.
215 Ḥanîf kelimesiyle ilgili açıklama için bk. dn. 28.
Kur’an’da Yahudiler
94

Dolayısıyla, üç büyük tek tanrılı dinin en önemli referans noktası olan


Hz. İbrahim, İsrailoğulları’nın seçilmişliğinin de merkezinde yer almaktadır.
Yahudiler, başta Musa olmak üzere bütün İbrani peygamberlerinin ve İsrai-
loğulları’nın neseben bağlı bulunduğu ve seçilmişliğin başlangıç noktası kabul
edilen İbrahim’in gerçek ve tek vârisi olma iddiasındadırlar. İnanç boyutunu,
söz konusu etnik bağlantıdan ayırmak mümkün değilse de, Yahudi anlayışına
göre İbrahim peygamberle başlayan İsrail seçilmişliğinde ve Yahudi kimliğinde
inançtan ziyade nesebe dayanan münasebet merkezî rol oynamaktadır. İsrailo-
ğulları, İshak ve Yakub kanalıyla İbrahim soyundan gelmeleri sebebiyle ataları
İbrahim’in, İshak’ın ve Yakub’un Tanrısı’na tapmakla yükümlü tutulmakta;216
yine aynı sebeple İsrail kavmi, ahdi ihlal etmek suretiyle yoldan çıktığında
dahi, Tanrı’nın İbrani atalarına olan sevgisi ve onlara verdiği sözün gereği ola-
rak, sonsuza kadar seçilmiş millet olma vasfını korumaktadır.217
Hz. İbrahim, İslâm’da da özel bir konuma ve öneme sahip bir peygamber-
dir. Kur’an’da Allah’ın dostu ve peygamberi şeklinde nitelenen Hz. İbrahim’in
şu özelliklerine vurgu yapılmaktadır:

Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık (iṡṭafaynâhu). Hiç şüphesiz o, ahirette de
iyilerdendir. (Bakara 2/130)
İbrahim, gerçekten Hakk’a yönelen Allah’a itaat eden bir önderdi; ortak koşan-
lardan değildi. O’nun nimetlerine şükrediciydi. [Allah] onu seçmiş (ictebâhu)
ve doğru yola iletmişti. Ona dünyada iyilik vermiştik. Muhakkak ki o, ahirette
de salihlerdendir. (en-Nahl 16/120-122)

Ayetin devamında, Hz. İbrahim’in sahip olduğu bu vasıflar dolayısıyla,


İslâm Peygamberi’ne şöyle hitap edilmektedir:

Sonra sana: “Allah’ı birleyerek İbrahim’in yoluna uy; o, ortak koşanlardan


değildi” diye vahyettik. (Nahl 16/123)218

216 Tesniye 32/9: “Yüce Olan, milletlere miraslarını tahsis edip insanoğlunu ayırdığı zaman, tan-
rıların sayısına göre kavimlerin sınırlarını belirledi. Rabb’in payı ise kendi kavmi idi, Yakub
O’nun mirasının hissesi” (ayrıca bk. 4/15-20; I. Tarihler 16/8-18).
217 Bk. Tesniye 4/25-31; II. Krallar 13/23. İsrail’in isyanına rağmen ahdin sürekli olduğu şeklinde-
ki Yahudi inancının Rabbânî literatürdeki yeriyle ilgili olarak ayrıca bk. Berakoth 32b; Exodus
Rabbah 24:1; 31:10; 33:2; Deuteronomy Rabbah 3:7.
218 Benzer ayetler için bk. Âl-i İmrân 3/95; Enʿâm 6/161.
Temel Kavramlar
95

Dolayısıyla İbrahim peygamber, kendisinden sonra gelen bütün peygam-


berlerin ortak atası olan ve her üç monoteist dine mensup olanların kendisine
aidiyet iddiasında bulundukları bir şahsiyet olarak öne çıkmaktadır. Hz. İb-
rahim’in, Kur’an’da kendisine uyulan bir önder (ümmet) şeklinde nitelendiril-
mesi de onun bu özelliğiyle alakalıdır.219 Ayrıca, “Ona dünyada iyilik vermiştik”
şeklindeki Kur’an ifadesi, Ṭaberî tarafından “Allah’ın İbrahim’i bütün insanlara
sevdirmesi” şeklinde açıklanmaktadır.220
İbrahim peygamberin sahip olduğu şahsiyet ve özel konum sebebiyle,
İbrahim’in gerçek tâbilerinin kim olduğu sorusu Kur’an’da da gündeme gel-
mektedir. Fakat Hz. İbrahim’in dinine aidiyet konusunda İslâm ile Yahudi
gelenekleri arasında önemli bir fark bulunmaktadır. Tevrat’a ve Yahudi sözlü
geleneğine göre İbrahim, Tanrı’ya inanan (ilk mühtedi) ve onun emirlerine
itaat eden221 ve aynı zamanda ilk defa peygamber şeklinde nitelendirilen kişi
olmakla birlikte, onun Yahudilik açısından taşıdığı asıl önem soyundan büyük
bir millet yapmak üzere Tanrı tarafından seçilen “ilk İbrani atası” olmasında
yatmaktadır.222 Bu manada İsrailoğulları’nın seçilmişliği, her şeyden önce İb-
rahim’in şahsında ortaya çıkan bir özellik şeklinde anlaşılmaktadır.223 Bununla
birlikte, Tanrı’nın İbrahim’i seçme sebebiyle ilgili olarak Tekvin kitabında açık
bir bilgi yer almamaktadır. İbrahim’e atfedilen iman ikrarı ilâhî seçimin sebebi
olmayıp, seçime cevaben sergilenen bir edime işaret etmektedir:

İşte kendisine Rabb’in şu sözü geldi: “[...] göklere bak ve eğer yıldızları sa-
yabilirsen, onları say [...] işte zürriyetin böyle olacak.” Ve (İbrahim) Rabb’e
inandı; ve Rab de bunu onun adına salihlik olarak saydı. (Tekvin 15/4-6)

Fakat söz konusu pasajda yer alan vurgu genel olarak ele alındığında Tanrı ta-
rafından seçilen ve bu seçime iman ve itaatle karşılık veren bir İbrahim tasviri ortaya
çıkmaktadır. Nitekim gelenek içinde de, Tanrı’nın İbrahim’e olan sevgisinin yanı
sıra, İbrahim’in Tanrı’ya olan imanı ve şeriata bağlılığı üzerinde durulmaktadır.224

219 Nahl 16/120.


220 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, XIV, 397; ayrıca bk. Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XX, 137.
221 Tekvin 15/6; 22/12; 26/5; Hagiga 3a; Yoma 28b.
222 Peygamber manasına gelen navi kelimesi Tevrat’ta ilk defa İbrahim için kullanılmakla birlikte
(Tekvin 20/7) Yahudi geleneğinde peygamberlik müessesesinin prototip örneği Musa kabul
edilmekte, İbrahim ise ilk peygamberden çok ilk İbrani atası (av) olarak öne çıkmaktadır (Tek-
vin 17/5; Tesniye 1/8; 6/10; Çıkış 3/6; 33/1; I. Tarihler 29/18; İşaya 51/2).
223 Tesniye 7/7-8.
224 (Mişna) Aboth 5:2-3; Yoma 28b; Nedarim 32a; Genesis Rabbah 14:6; 35:2; 39:4. Bu noktada
Kur’an’da Yahudiler
96

Ahit bahsinde işaret edildiği üzere, İbrahim’den sonra kendi soyundan


gelenlerin seçilmesi konusunda, Rabbânî gelenekte İshak ve oğlu Yakub’un
seçilip İsmail’in ve Esav’ın reddedilmesinde, ilk ikisinin doğru yolda olmaları,
son ikisinin ise yoldan çıkmaları225 sebep olarak gösterilse de; hadiseye Tev-
rat’tan hareketle bakıldığında farklı gerekçelerin belirleyici olduğu görülmek-
tedir. Tekvin kitabına göre İbrahim’in nesebinin İshak’la devam edeceği ve tek
meşru vârisin o olacağı, İsmail henüz çocuk denecek yaştayken ve İshak doğ-
madan Tanrı tarafından İbrahim’e bildirilmektedir.226 Metinde geçen ifadeden,
İshak’ın alıkonulup, İbrahim’in ilk oğlu olmasına rağmen İsmail’in devre dışı
bırakılmasında, onun cariyeden doğma çocuk oluşunun rol oynadığı anlaşıl-
maktadır.227 İsmail’in annesi Hacer’in Mısırlı bir cariye olmasına karşılık, İs-
hak’ı doğuran Sare İbrahim’le aynı soydan gelmektedir. Yahudi geleneğinde
seçilmişlik inancı, sadece İbrahim’den değil İbrahim ve Sare’den olan soyun
seçilmesi şeklinde anlaşılmaktadır.

Sare, Mısırlı Hacer’in İbrahim’den olma oğlu İsmail’in alay ettiğini görün-
ce, İbrahim’e, “Bu cariye ile oğlunu kov, bu cariyenin oğlu, oğlum İshak’ın
mirasına ortak olmasın” dedi. Bu, İbrahim’i çok üzdü, çünkü İsmail de öz
oğluydu. Ancak Tanrı İbrahim’e, “[…] Sare ne derse, onu yap. Çünkü senin
soyun İshak’la sürecektir. Cariyenin oğlundan da bir kavim yaratacağım,
çünkü o da senin soyun” dedi. (Tekvin 21/8-13)228

Ahit bahsinde işaret edildiği üzere, İbrahim ve Sare’nin soyundan gelen


Yakub ile Esav arasındaki seçimde de Yakub’un hile yoluyla İshak’ın tek meşrû
varisi konumuna geldiğinden bahsedilmektedir. Tevrat’ta yer aldığı şekliyle,
İbrahim-İshak-Yakub çizgisini tek taraflı olarak öne çıkaran bu anlayışı, İsra-
iloğulları’nın seçilmişliğini ve bu seçilmişliğin değişmezliğini makul ve haklı

İbrahim’in oğlunu (İshak) kurban etme emriyle imtihan edilmesi ve emre itaat göstermesi
bilhassa önem taşımaktadır (Tekvin 22/15-19). Bununla birlikte gelenek içinde İbrahim’in ku-
surlarına da atıf yapılmıştır (bk. Genesis Rabbah 11:7). Bilhassa İsrail’in seçilmişliğinin tebarüz
ettiği kişi olan Yakub’la kıyaslandığında daha kusurlu bir İbrahim portresi ortaya çıkmaktadır.
225 Genesis Rabbah 53:11-12; 148:13; 63:12; Numbers Rabbah 11:2; Malaki 1/2-3.
226 Tekvin 17/15-21.
227 Bu yönde yapılmış bir yorum için bk. Soncino Chumash, s. 104 (dn. 9).
228 Ayrıca bk. Tekvin 12/2; 21/12. Sare’nin, İbrahim’in yeğeni (kardeşi Haran’ın kızı) olduğu şek-
lindeki açıklama için bk. Genesis Rabbah 38:14 (dn. 1). İbrahim’le yapılan ahde Sare’nin de eşit
ölçüde katıldığına yönelik yorum için ayrıca bk. Tora, I, 112 (dn. 15-22).
Temel Kavramlar
97

çıkarma çabasının bir sonucu olarak okumak da mümkündür.229 Sonuç olarak


Tevrat anlayışında ve Yahudi geleneğinde seçilmişlik inancının, keskin hatlarla
belirlenmiş bir ayırım ya da karşıtlık üzerine temellendiğini, bu manada seçil-
mişliğin, bir tarafın seçilmesi ve diğer tarafın reddedilmesi anlamına geldiğini
belirtmek gerekir.230
Kur’an söz konusu olduğunda ise seçilmişlik ya da nübüvvet konusu, alı-
koyma ve reddetme şeklindeki karşıtlık veya zıtlık ilkesine dayandırılmamakta;
sıra dışı-sıradan ayırımı biçiminde tezahür eden hiyerarşik bir düzlemde ortaya
konmaktadır.231 İslâm açısından Hz. İbrahim’i sıra dışı yapan vasıflar ve bu
vasıfların İbrahim soyu üzerindeki etkileri ise nesep boyutunu reddetmemekle
birlikte onu aşan birtakım neticeler doğurmaktadır. Buna göre Kur’an anla-
yışında Hz. İbrahim, ne ilk muvahhid ne ilk peygamber ne de ilk seçilmiştir;
fakat başından itibaren tevhid inancı üzere olan ve bu inancın gerektirdiği

229 Tevrat’ta gerek İbrahim’in çocukları ve torunları gerekse ondan önce Nuh’un çocukları ara-
sında, çoğunlukla birbiriyle çelişen sebepler doğrultusunda bir “seçme ve reddetme” ilkesinin
işlediği görülmektedir. Bk. Gürkan, “Kur’an’a Göre Seçilmişlik Kavramı ve İsrailoğulları’nın
Seçilmişliği Meselesi”, s. 40; Heard, Dynamics of Diselection.
230 Tanah’ta İsrail kavminin seçilmişliğini ifade etmek için kullanılan ve sözlük manası “kutsal”
olan İbranice kadoş /‫ קדושׁ‬kelimesi, köken itibariyle (“kesmek” manasındaki kadad / ‫ קדד‬kö-
küyle irtibatlı), “(seçip) ayırma/ tahsis etme” anlamı taşımaktadır (bk. Koehler ve Baumgartner,
The Hebrew and Aramaic Lexicon of the Old Testament, III, 1072). İbranice kadoş kelimesindeki
“(seçip) ayırma” vurgusuna karşılık, kelimenin Arapça’daki karşılığı olan muḳaddes kelimesin-
deki vurgu “bereketlendirme” üzerinedir. Bu mana farklılığı, Yahudi ve İslâm kutsal metinle-
rindeki kutsiyet ve seçilmişlik anlayışlarına da yansımış görünmektedir.
231 Kur’an’da Allah’ın her bir ümmetle tarih içerisinde yaptığı farklı ahitlerin ötesinde yaratılış
sırasında her bir nefisten eşit olarak alınan mîsaktan bahsedilmektedir. Buna göre her bir
nefsin, Allah’ın kendilerine hitaben sorduğu “Rabbiniz değil miyim?” (Elestu bi-rabbikum) so-
rusuna olumlu cevap vermek suretiyle iman üzere yaratılmışlığı (Aʿrâf 7/172), fakat daha sonra
farklı tercihlerde bulunması ve bu tercihlerin de ölüm anına kadar değişime açık oluşu esastır.
Yahudi kutsal metinlerinde ise ahitleşme teması daha ziyade topluluk bağlamında anlaşılmış
ve bütün kavimler içinden sadece İsrail’in Tanrı’dan gelen ahit teklifini yani Tevrat’ı kabul et-
mesi şeklinde, yani bir nevi İsrail ile diğer milletler arasında başından beri öngörülen karşıtlık
düzleminde ortaya konmuştur (mesela bk. Exodus Rabbah 27:9; Abodah Zara 2b). Diğer bir
ifadeyle, İslâm’daki emanet ve hilafet kavramları belli bir kavim veya gruptan ziyade genel olarak
insanlığa sunulmuş bir teklif olarak anlaşılırken, Yahudilik’te ise seçilmişlik ve ahitleşme biçi-
minde ifadesini bulan ilâhî emanet ve teslimiyet kavramları bilhassa İsrail’le özdeşleştirilmiş-
tir. Bu manada, hilafet (ya da insan-ı kâmil) anlayışıyla paralellik taşıyan “Tanrı’nın suretinde
yaratılma” özelliği de (Tekvin 1/27), esasen İsrail’e has bir özellik olarak görülmektedir. Öte
yandan, İsrailoğulları’yla yapılan ahdin, hem topluluk olarak İsrail kavmi hem de İsrail kavmine
mensup fertler çerçevesinde gerçekleştiği kabul edilmekle birlikte (Tesniye 29/10-12), Yahudi
anlayışında ahdin topluluk boyutu daima ferdî boyutun üzerinde ve öncelikli unsur olmaktadır.
Kur’an’da Yahudiler
98

bütün erdemleri kendisinde toplayan büyük bir muvahhid ve içinden çıktığı


kavmin putperest inançlarına karşı mücadele veren büyük bir peygamberdir.232
Yukarıda değinildiği üzere, Tanah’ta ve Yahudi sözlü geleneğinde de Tanrı’ya
inanan ve itaat eden ve aynı zamanda O’nun elçisi şeklinde nitelendirilen bir
İbrahim tasviri yer almaktadır.233 Daha da önemlisi, Yeşu kitabında, Kur’an’da-
ki anlatıma benzer şekilde, İbrahim’in babasının putperest oluşuna ve böyle
bir cemaat içerisinden Tanrı’nın İbrahim’i seçip ona hicreti emretmesine atıf
yapılmaktadır.234 İbrahim’in tek tanrı inancını yaydığına dair Tevrat’ta açık bir
ifade yer almasa da, Tanrı’nın onu, “çocuklarına ve ev halkına, doğruluğu ve
adaleti yerine getirmek suretiyle Tanrı’nın yolunu tutmalarını emretmesi için”
seçtiği belirtilmektedir.235 Ayrıca Tanrı’nın İbrahim’e yönelik, “seninle yeryü-
zünün bütün aileleri mübarek kılınacak” sözü, gelenek içerisinde onun tebliğci
kimliğine atıf olarak yorumlanmaktadır.236
Fakat Yahudi ve İslâm anlayışları arasındaki asıl fark, İbrahim’in kişili-
ğinden ziyade gerçek “İbrahim ehli”nin kimler olduğu ya da İbrahim’in seçil-
mesinin neyi ve kimi hedeflediği noktasında ortaya çıkmaktadır. Kronolojiye
dayalı Tevrat anlatımında İbrahim’in Tanrı tarafından seçilmesi şu sırayı takip
etmektedir: a) Tanrı’nın İbrahim’i büyük millet yapma vaadi ve onu kutsama-
sı;237 b) İbrahim’in Tanrı’ya güvenmesi;238 c) vaad ve kutsamanın tekrarı;239 d)
İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etme emriyle denenmesi ve emre itaati sebe-
biyle soyunun –tekrar- kutsanması;240 İsrailoğulları’nın seçilmesi.241 Kur’an’da
yer alan İbrahim kıssasında ise biraz daha farklı bir sebep-sonuç çizgisi söz
konusudur: a) İbrahim’in Allah’a olan imanı ve teslimiyeti; b) kelimelerle de-
nenmesi ve gereğini yerine getirmesi; c) insanlığa önder kılınması ve soyundan

232 Neml 21/52-71; Sâffât 37/85-98.


233 Tekvin 20/7.
234 Yeşu 24/2-3.
235 Tekvin 18/19. Krş. Bakara 2/131-32.
236 Tekvin 12/4; Numbers Rabbah 14:11; Canticles Rabbah I, 3:2-3. Aynı şekilde, takip eden pa-
sajda yer alan “onların (Avram ve Saray’ın) Haran’da edindiği canlar” şeklindeki ifade de İb-
rahim’in (ve Sare’nin) tektanrı inancını insanlar arasında yayması şeklinde anlaşılmıştır. Bk.
‘Abodah Zarah 9a; Genesis Rabbah 39:14.
237 Tekvin 12/1-3.
238 Tekvin 15/4-6.
239 Tekvin 17/1-9.
240 Tekvin 22/1-18.
241 Çıkış ve Tesniye kitapları.
Temel Kavramlar
99

peygamberler çıkartılması; d) peygamber geleneğinin -en azından ilgili coğraf-


yada- İbrahim zürriyetine tahsisi.
Bu iki farklı vurgudan hareketle, İbrahim’in seçilmesi Tevrat açısından
İsrail kavminin seçilmişliğine ve kutsanmışlığına (kohen millet inancı), Kur’an
açısından ise İbrahim’le birlikte onun soyundan gelen peygamberlerin ve ona
uyan müminlerin insanlığa önder kılınmasına (nübüvvet ve hilâfet inancı) hiz-
met etmektedir. Buna paralel olarak, Yahudi geleneğinde İbrahim’in önemi ve
büyüklüğü, İsrail’in seçilme sebebi olan Musa şeriatına bağlanırken, İslâm an-
layışında ise Hz. İbrahim, Hz. Âdem’le başlayıp Hz. Muhammed’le son bulan
tevhid geleneğinin, yani geniş manasıyla islâm’ın tebarüz ettiği noktayı temsil
etmekte ve dolayısıyla mevcut şeriatların üstünde bir konumda yer almaktadır:

İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan’dı; dosdoğru (ḥanîf ) bir muslim’di; müş-


riklerden de değildi. (Âl-i İmrân 3/67) 242

Hz. İbrahim’in belli bir kavme gönderilmiş bir peygamber olmanın öte-
sinde kendisinden sonra gelen ve Kur’an’da adı geçen bütün peygamberlerin
atası olması ve mevcut üç büyük tektanrılı dinin temelinde yer alması, Kur’an
tarafından şu şekilde açıklanmaktadır:

Bir zaman Rabb’i, İbrahim’i birtakım kelimelerle denemiş, o da onları ta-


mamlayınca: “Ben seni insanlara önder yapacağım”243 demişti. “Soyumdan da
[önderler yap, ya Rabbi!]” dedi. [Rabbi]: “Ahdim zalimlere ulaşmaz” buyurdu.
(Bakara 2/124)

Ayette geçen “kelimelerle denenme” ifadesi, müfessirler tarafından Hz.


İbrahim’in ilâhî emir ve yasaklarla imtihan edilmesi ve onları yerine getirip
gereğince amel etmesi şeklinde yorumlanmaktadır.244 Ayetten anlaşıldığı üze-

242 Ḥanîf vurgusuyla ilgili olarak bk. dn. 28.


243 Krş. Tekvin 12/3: “Seninle yeryüzünün bütün aileleri mübarek kılınacak.”
244 Bu emir ve yasaklardan veya imtihan sözlerinden, genellikle yıldızlar, ay ve güneşle denenmesi,
hicret, oğlunu kurban etme, ateşe atılma, Allah’a teslimiyet, Kâbe’nin yapımı ve hac ibadetiyle
ilgili emirlerin muhatabı olması anlaşılmaktadır. Bk. Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, IV,
42; İbn Keŝîr, Tefsîru’l-Ḳur’âni’l-‘Aẓîm, II, 51. İşaret edilen hususlarla ilgili ayetler için ayrıca
bk. Enʿâm 6/75-79; Sâffât 37/102-13; Enbiyâ 21/68-71; Bakara 2/131; İbrâhîm 14/35-41.
Yahudi geleneğinde yer alan ve İbrahim’in on şeyle denenmesinden bahseden benzer bilgi için
bk. (Mişna) Aboth 5:3; Genesis Rabbah 55:1-2. Tevrat’ta sadece bir yerde Tanrı’nın İbrahim’i
denemesinden (İshak’ın kurban edilmesi emri) bahsedilmektedir. (bk. Tekvin 22/1)
Kur’an’da Yahudiler
100

re İbrahim peygamber, Allah tarafından çeşitli yollarla denenmesi ve gereğini


yerine getirmesi neticesinde insanlar için önder (imâm) kılınmıştır. İslâm âlim-
lerine göre buradaki imamet ifadesinden maksat nübüvvettir. Bu şekilde Hz.
İbrahim, müstakil şeriata sahip bir peygamber (rasûl) ve kendisine uyulan bir
önder olma vasfını kazanmıştır. Bu sebeple, aralarındaki farklılık ve ihtilaflara
rağmen bütün tevhid dini mensupları, ve hatta Hz. Muhammed zamanındaki
Arap müşrikler dahi, İbrahim peygambere saygı göstermekte ve hem nesep
hem din açısından ona mensup olma konusunda birbirleriyle yarışmaktaydılar.245
Fakat önder kılınma noktasında ayetin işaret ettiği önemli bir husus Hz. İb-
rahim’in şu temennisi ya da niyazıdır: “Soyumdan da [ya Rabbi]! ” Tefsirlerde yer
alan yorumlara göre, Hz. İbrahim Allah’tan, bütün gelecek peygamberlerin kendi
soyundan olmasını dilemiş, cevap olarak da soyundan peygamberlerin ve salih ki-
şilerin yanı sıra zalimlerin de çıkacağı ve önderlik vasfının onlar için geçerli olma-
dığı bildirilmiştir: “Ahdim zalimlere ulaşmaz/zalimleri kapsamaz! ” Buna göre, söz
konusu ayette iki hususa vurgu yapılmaktadır: Bir taraftan, Rabbi’ne verdiği imti-
han sebebiyle Hz. İbrahim’in, gelecek nesiller için önder kılınacağı kendisine vaad
edilmekte; diğer taraftan, onun soyundan gelenlerin önder olma vasfını taşıması,
Tevrat’ta olduğu gibi belli bir kolun tekeline bırakılmamakta, bilakis bu soydan
gelenlerin zalim olmamaları, ataları İbrahim’in dinine ve yoluna uymaları şartına
bağlanmaktadır.246 Bu nokta, yani zalimlerden olmama şartı İsrailoğulları’nın üstün
kılınması sürecinin diğer boyutunu oluşturmaktadır.
Tevrat’ta da ifade edildiği üzere, Allah’ın İsrailoğulları’na olan rahmeti ve
yüceltmesi Kur’an’da onların ne manevî açıdan mükemmel ne de fizikî anlam-
da büyük ve güçlü olmaları gibi bir sebebe dayandırılmaktadır. İsrail kavminin
seçilme sebebi, her şeyden önce, İbrahim peygambere yapılan vaad gereğince
İbrahim soyundan gelmeleriyle, ikinci olarak da mazlum konumda bulunma-
larıyla alakalandırılmaktadır.

245 Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, IV, 43-44, XX, 137. Krş. Tekvin 12/2-3.
246 “Nuh’u ve İbrahim’i elçi gönderdik, peygamberliği ve Kitab’ı onların zürriyetleri arasına koyduk.
Onlardan doğru yolda olanlar da vardır ama çoğu yoldan çıkmıştır” (Hadîd 57/26; ayrıca bk.
Sâffât 37/113); “Şüphesiz biz, İbrahim ailesine de kitap ve hikmet vermişizdir. Onlara büyük bir
hükümranlık da verdik. Onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi” (Nisâ 4/54-55). Krş.
“‘Seni çok verimli kılacağım. Soyundan milletler doğacak, krallar çıkacak. Ahdimi seninle ve
soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun, Tanrısı
olacağım [...] bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna verece-
ğim.’” (Tekvin. 17:6-8)
Temel Kavramlar
101

Andolsun biz, İsrailoğulları’nı o alçaltıcı azaptan, Firavun’dan kurtardık. O,


haddi aşanlardan bir zorba idi. Andolsun biz, onları bir bilgiye göre âlemlere
seçkin kıldık. (Duhân 44/30-32)247

Diğer taraftan, ayette işaret edildiği üzere, Allah’ın İsrailoğulları’na olan


lütfu, hem kendilerine hem de düşmanları olan kavme veya kavimlere yönelik
bir mesaj içermektedir. Bu noktada, Kur’an’da açık biçimde ifade edilen ve
Tevrat’ta da tamamen ihmal edilmediği görülen şu hususun altını çizmekte
fayda vardır: Kendisi de İsrail kavmine mensup bir İbrani olan Hz. Musa, ni-
hai manada İsrailoğulları’nı kurtarmak ve onları atalarının dini üzere yeniden
şekillendirmek üzere seçilmiş bir peygamber olsa da, aynı zamanda o, arala-
rında yetiştiği Firavun ehline Allah’ın birliğini tebliğ eden ve onları küfür-
den dönmeye çağıran bir uyarıcıdır.248 Dolayısıyla İsrailoğulları’nın Mısır’daki
kölelik yurdundan kurtarılmaları, kendilerinden söz alınması ve düşmanla-
rını yenmek ve bereketli topraklara yerleştirilmek suretiyle onlara birtakım
nimetlerin verilmesi, çeşitli ayetlerde işaret edildiği üzere, aslında iki farklı
ve fakat birbiriyle bağlantılı maksada yönelik olarak gerçekleşmektedir: (1)
Bir yandan azgınlık ve isyan içerisinde bulunan ve hidayet çağrısını reddeden
Firavun’u ve ehlini cezalandırmak ve baskı altında tuttukları kavmi üzerlerine
galip getirmek suretiyle korktukları şeyi onlara göstermek; (2) diğer yandan da
İbrahim soyundan olan İsrailoğulları’nı denemek suretiyle kimin doğru yolda
kalıp kimin yoldan çıkacağını görmek için.

Biz de istiyorduk ki o yerde ezilenlere lütfedelim, onları önderler yapalım, on-


ları [ötekilerin mülküne] mirasçı kılalım. Ve onları o yerde iktidara getirelim
de Firavun’a, Hâmân’a ve askerlerine, onlardan korktukları şeyi gösterelim.
(Kasas 28/5-6)249

247 Krş. Tesniye 7/7-9: “Rabbin sizi sevmesi ve sizi seçmesi, bütün kavimlerden daha çok olduğu-
nuz için değildi; bilakis siz bütün kavimler içinde en az olanıydınız. Fakat Rab sizi sevdiği ve
atalarınıza verdiği sözü tutmak istediği için sizi kudretli elle çıkardı ve kölelik evinden, Mısır
kralı Firavun’un elinden sizi kurtardı.”
248 Bk. Aʿrâf 7/101-105; Yunus 10/74-78; krş. Çıkış 7/1-2.
249 Krş. Çıkış 7/5: “Ve Mısır’ın üzerine elimi uzattığım ve İsrailoğulları’nı onların ortasından çıkar-
dığım zaman Mısırlılar bilecekler ki Rab benim.” İlgili ayette, İsrailoğulları’nın çoğalıp güçlen-
melerinden ve yönetimi ele geçirmelerinden korkan Firavun ve adamlarının, İsrailoğulları’ndan
olma erkek çocuklarını öldürüp kız çocuklarını alı koyma şeklindeki nüfus planlaması politika-
larına ve İsrailoğulları’nı ağır işlerde çalıştırmalarına atıf yapılmaktadır. Söz konusu uygulamaya
yönelik bilgi hem Kur’an’da (Bakara 2/49; İbrahim 14/6; Kasas 28/4) hem de Tevrat’ta (Çıkış
1/8-22) yer almaktadır.
Kur’an’da Yahudiler
102

Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı yok eder ve onların yerine sizi o yerde hâkim
kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar. (Aʿrâf 7/129)

Buna göre, ilâhî ahdin zalimleri kapsamayacağına yönelik sözü ve ezilmiş


kavim olan İsrail’in yoldan çıkmış zalimlerin elinden kurtarılıp onların mülkü-
ne hâkim ve kendi zamanlarının toplumlarına önder kılınmalarını, hem genel
manada Hz. Âdem’le başlayan, insanlığın yeryüzündeki “halifelik” vasfı hem
de özel olarak Hz. İbrahim’e ve soyuna yönelik “imamet” vaadi çerçevesinde
anlamak gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, Tevrat içerisinde de dolaylı olarak
işaret edildiği üzere, burada söz konusu olan, yeryüzünde ilâhî hilafeti yerine
getirmeleri noktasında her bir toplumun kendi şartları içerisinde imtihan edil-
mesine dayanan ilâhî bir devir teslim düzenidir.250 Kur’an’da geçen ifadelerden
anlaşıldığına göre, Allah muhtelif toplumları, İsrailoğulları’ndan önce, yer-
yüzünün farklı bölgelerinde hâkim kılmak ve ardından uyarıcılar göndermek
suretiyle imtihan ettiği gibi İsrail kavmini de geçmiş ümmetler yerine ve bir
ölçü (ahit) üzere yeryüzünün belli bir bölgesine (Mısır-Suriye/Filistin) mirasçı
kılmakta ve bu şekilde onları denemektedir. Fakat bu noktada Kur’an’a göre de
İsrailoğulları’nın bariz bir ayrıcalığı söz konusudur. Daha önce de vurgulandığı
üzere, Allah onları, başta kutsal kitap ve nübüvvet çokluğu olmak üzere başka
hiçbir kavme bahşetmediği nimetlerle desteklemiş ve onları ilk monoteist top-
luluk olarak kendi zamanlarının toplumları üzerine önderler kılmıştır. Önceki
peygamberlerin takipçilerinin sayı olarak azlığına karşılık Musa peygamberin
kavmi, tarih içinde yaşadıkları sapmalara rağmen, ilk ve aynı zamanda kendi
dönemlerinin tek monoteist topluluğu olmuştur. İsrailoğulları’na birçok pey-
gamber gönderilmesinin sebebi, onların sürekli olarak ahdi ihlal etmeleri ve
yoldan çıkmaları olarak görülse bile, söz konusu sebep peygamber çokluğunu
bir nimet olmaktan çıkarmamakta, bilakis bu durumu desteklemektedir. Zira
diğer kavimler tek bir peygambere karşı itaatsizliklerinden dolayı helak edilir-
ken İsrail kavmine tekrar tekrar peygamber gönderilmek suretiyle daha fazla
mühlet verilmiş olmaktadır ki bu da onlara bahşedilen nimetin ve dolayısıyla
ayrıcalığın bir işaretidir.

250 Krş. Tesniye 9:4-5: “Allah’ın Rab onları [milletleri] önünden kovduğunda kendi kendine, ‘be-
nim iyiliğimden dolayı bu diyarı mülk olarak almak üzere Rab beni buraya girdirdi’ deme;
çünkü Rab, ancak bu milletlerin kötülüğünden dolayı onları senin önünden kovuyor, senin iyi
oluşundan ve yüreğinin doğruluğundan dolayı değil” (ayrıca bk. Tesniye 32/20-21).
Temel Kavramlar
103

Elmalılı Hamdi Yazır bu noktada, İsrailoğulları’nın, İbrahim soyundan


gelenler içinde belki de en mazlum oldukları bir sırada kurtarılıp, uzun süre
nübüvvet ve imamete nail olmuş bir ümmet olarak üstün bir konuma geti-
rildiklerine dikkat çekmektedir. Buna göre, buzağıya tapma hadisesiyle baş-
layan isyan tavrının, defalarca ahdi bozmaları, peygamberlerini yalanlamaları
ve öldürmeye çalışmaları, kitaplarını inkâr ve tahrif etmeleri251 neticesinde
İsrailoğulları’nın/Yahudilerin genel karakteri haline gelmesiyle birlikte ima-
met ve üstün kılınma vasıfları kendilerinden çıkmış ve İbrahim zürriyetinin
diğer koluna, yani İsmail nesline geçmiştir.252 Onların arasından çıkan ahir
zaman peygamberi de bunun göstergesi olmaktadır. Fakat İsrailoğulları’nın
yeryüzüne (bundan kasıt Mısır ve Suriye/Filistin bölgesi) hükümran ve kendi
dönemlerinin diğer (putperest) milletlerine üstün kılınmasıyla ilgili aynı ku-
ral, yani Rabb’e itaat şartı, İsmail nesli ve Muhammed ümmeti için de geçerli
olmaktadır.

Allah sizden, iyi işler yapanlara vaad etmiştir. Onlardan öncekileri nasıl hü-
kümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendileri için
seçip beğendiği dinlerini kendilerine sağlamlaştıracak ve korkularının ardından
kendilerini güvene erdirecektir. Bana kulluk edecekler ve bana hiçbir şeyi ortak
koşmayacaklar. Ama kim bundan sonra da nankörlük ederse işte onlar yoldan
çıkanlardır. (Nur 24/55)

251 Bk. Bakara 2/61, 79, 85, 87. Bakara sûresinin 87. ayetinde peygamberleri yalanlama konusunda
mazi fiil (‫)ك ّذبتــم‬, öldürme konusunda ise muzari fiil (‫ )تقتلــون‬kullanılmasından hareketle, bazı
tefsirlerde söz konusu öldürme, sırf geçmişe değil geleceğe de matuf olarak ve Medine Yahudi-
leri’nden bir grubun Hz. Muhammed’i öldürmeye teşebbüs etmesine atıf şeklinde açıklanmıştır
(İbn Keŝîr, Tefsîru’l-Ḳur’âni’l-‘Aẓîm, I, 483; Elmalılı, Hak Dini, I, 344; Zemaḫşerî, el-Keşşâf,
I, 294). İsrailoğulları’nın ahdi ihlal etmeleri, peygamberlerini öldürmeleri ve kitaplarını, tahrif
değilse bile, inkâr etmelerine yönelik bir Tanah pasajı için ayrıca bk. Nehemya 9/26-29: “Ama
halkın söz dinlemedi, sana başkaldırdı. Yasana sırt çevirdiler, sana dönmeleri için kendilerini
uyaran peygamberleri öldürdüler [...] Ne var ki İsrail halkı rahata kavuşunca yine senin gözünde
kötü olanı yaptı. Bu yüzden onları düşmanlarının eline terk ettin [...] Yine sana yönelip feryat
ettiler. Onları göklerden duydun ve merhametinden ötürü defalarca kurtardın. Onları ‘Kutsal
Yasa’na dönmeleri için uyardınsa da, gurura kapılarak buyruklarına karşı geldiler. Kurallarını
çiğneyip günah işlediler. Oysa kim kurallarına bağlı kalırsa hayat bulur. İnatla sana sırt çevirdi-
ler, dinlemek istemediler.” Hz. İsa öncesi bir döneme (Pers dönemi) ait olan pasajın devamında
Tanrı’nın İsrail’le olan ahde sadık kaldığı belirtilmektedir: “Yıllarca onlara katlandın [...] Yüce
merhametinden ötürü yok olmalarına izin vermedin. Onları terk etmedin. Çünkü sen iyilik
yapan, acıyan bir Tanrı’sın. Ey Tanrımız! Sen ahdine bağlı kalırsın.” (Nehemya 9/30-32) Ayrıca
bk. Matta 23:37.
252 Elmalılı, Hak Dini, I, 492.
Kur’an’da Yahudiler
104

Dolayısıyla, İsrailoğulları’nın kendi zamanlarının toplumları üzerine üs-


tün ve önder kılınmaları da, Hz. İbrahim’e yönelik vaadde dile getirildiği üze-
re, uzun vadede, ahde vefa ve doğru yolda kalma yani zalim olmama şartına
bağlanmış; Kur’an’ın ifadesiyle, kendilerine defalarca şans verilen İsrail kavmi,
içlerinden az bir kısmı hariç, bu konuda başarılı olamadıkları için söz konusu
önderlik ve üstünlük vasfını kaybetmişlerdir: “Sözlerini bozdukları için onla-
rı lanetledik ve kalplerini katılaştırdık.”253 Bu noktada İsrailoğulları’na yönelik
lanetleme ifadesi Kur’an’a has bir ifade olmayıp Tevrat’ta da yer almaktadır.
Ahitle ilgili kısımda da işaret edildiği üzere, İsrailoğulları ahde uymadıkların-
da üzerlerine çeşitli lanetlerin geleceğinden bahsedilmektedir.254 Tefsirlerde
“lanetlenme” kelimesi “zelil olma ve hakka uymaktan veya Allah’ın rahmetin-
den uzaklaştırılma” şeklinde açıklanmaktadır. 255
Öte yandan, Duhân sûresinin 32. ayetinde geçtiği üzere, Allah’ın İsrai-
loğulları’nı “bir bilgiye göre” veya “bir bilgi sebebiyle” (‘alâ ‘ilmin) seçkin kıl-
ması şeklindeki ifade üzerine yapılan yorumlarda söz konusu bilgi genellikle
Allah’ın İsrailoğulları’na yönelik bilgisi olarak anlaşılmakta ve bu noktada iki
farklı hususa işaret edilmektedir. Allah’ın İsrailoğulları hakkındaki söz konusu
bilgisi, ya onların ilâhî seçime başkalarından daha layık olmaları (liyakat) ya
da onların yoldan sapacak ve bazı konularda haddi aşacak olmalarına (isyan)
yönelik bilgi şeklinde açıklanmaktadır.256 Bu şekilde ‘alâ ‘ilm ifadesine “bile-
rek” şeklinde mana verilmektedir. Liyakatı esas alan yorumla bağlantılı gö-
rülebilecek bir diğer yoruma göre ise bahsi geçen bilgi ya sırf İsrailoğulları’na
bahşedilen bir bilgi -belki de bundan kasıt Yahudi ahit anlayışının merkezinde

253 Mâide 5/13. Lanetlemeye yönelik benzer ayetler için ayrıca bk. Mâide 5/78: “İsrailoğulları’ndan
inkâr edenler, Davut’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, başkaldırmaları ve
aşırı gitmelerindendi”; Nisâ 4/155: “Verdikleri sağlam sözü bozmalarından, Allah’ın ayetlerini
inkâr etmelerinden, peygamberleri haksız yere öldürmelerinden ve ‘kalplerimiz perdelidir’ demele-
rinden dolayı [onlara belâlar verdik]; bilakis inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini mühürle-
miştir. Artık onlar inanmazlar.”
254 Tesniye 28/1-15: “Ama Tanrı’nız Rabb’in sözünü dinlemez, bugün size ilettiğim buyrukların,
kuralların tümüne uymazsanız şu lanetler üzerinize gelecek ve size ulaşacak.”
255 Mesela bk. Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, VII, 110, 148. Yine “Kalplerinin katılaştırılması” ifadesi de
Pavlus’un Mektupları’nda, Yahudilerin çoğunluğunun Hz. İsa’nın mesajına uymadıkları gerçe-
ğinden hareketle İsrail’e nispetle kullanılmaktadır. Fakat Kur’an’ın vurgusundan farklı olarak
Yeni Ahit’te, İsrail’in tamamen reddedilmediği, sonunda bütün İsrail’in –yani içlerinden İsa
Mesih’e inananların– kurtulacağı inancı seslendirilmektedir. (Romalılara Mektup 11: 9)
256 Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, XXVII, 248. Ayrıca bk. Zemaḫşerî, el-Keşşâf, V, 473;
Ḳurṭubî, el-Câmi‘, XIX, 123.
Temel Kavramlar
105

yer alan Tevrat’tır- ya da İsrailoğulları’nın başkalarına öğrettikleri bir bilgi, ama


neticede İsrailoğulları’nın sahip olduğu bir bilgi/ilim olmaktadır.257 İlgili ayetin
devamındaki ayette İsrailoğulları’na ayetler/mucizeler verildiğinin söylenmesi
de bu yorumu desteklemektedir. Bu noktada, Kur’an’da, İsrailoğulları’nın din
âlimlerine (rabbâniyyûn/ribbiyyûn ve aḥbâr) atıf yapıldığını ve bilhassa ʿulemâ
kelimesinin İsrailoğulları’na atıfla kullanıldığını da (ulemâ’u benî İsrâ’îl) belirt-
mek gerekir.258 Esasen bütün bu açıklamaları (liyakat, isyan ve ilim), birbirine
alternatif gerekçeler şeklinde değil de, İsrailoğulları’na yönelik seçimin birbirini
tamamlayan farklı yönleri şeklinde değerlendirmek de mümkündür. Zira İsrail
kavmi, İbrahim peygamberin zürriyeti olmaları sebebiyle kendi dönemlerinde
Allah’ın ahdini ve vahyini yani Tevrat’ı (ilim) taşımaya en uygun topluluktu.
Fakat İsrail kavminin, içlerinden bir kısmı hariç, ilâhî rahmet ve nimetin deva-
mı için gerekli olan ahde vefa şartını yerine getiremedikleri de, gerek Kur’an’da
gerekse Tanah’ta, bir vakıa olarak ortaya konmaktadır.259 Diğer bir ifadeyle,
ilgili ayetler bir bütün olarak okunduğunda, Allah’ın, İsrailoğulları’nın yoldan
sapmaya meyledeceklerini bildiği halde, taşıdıkları başka özelliklerden dolayı ve
imtihan maksadıyla onlara başta Tevrat ve nübüvvet olmak üzere belli nimetler
ve ayrıcalıklar bahşetmiş olduğu sonucuna varmak mümkündür.
Tefsirlerde yer alan bir yoruma göre, söz konusu nimetlerden biri ve so-
nuncusu da, geçmişte Hz. Musa tarafından İsrailoğulları’na bildirildiği üzere,
onların soyundan gelen Yahudilerin, din konusunda ayrılığa düştükleri bir sı-
rada onları hakka yöneltecek bir peygamberin, yani kardeşleri arasından -İslâm
geleneğinde anlaşıldığı şekliyle İsmail kolundan- çıkacak olan Peygamber’in
mesajına muhatap olmaları ve ona uymakla yükümlü tutulmalarıdır.260 Ataları

257 Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Ḳur’ân, XIII, 304-305.


258 Bk. Âl-i İmrân 3/79, 146; Mâide 5/44, 63; Şuʿarâ 26/197.
259 Bu husus, özellikle İbrani peygamberleri tarafından sıklıkla vurgulanmaktadır (İşaya 2/5-8;
3/8; Yeremya 2/4-12; Hezekiel 5/5-8). Tanah’ta ve sonraki Yahudi literatüründe ortaya kon-
duğu üzere seçilmişlik, İsrailoğulları’nın üstünlüğü veya itaatinden ziyade Tanrı’nın İsrail’e ve
atalarına olan sevgisi ve kendi İsmi’ni(n devamını) İsrail kavmine bağlama iradesinin neticesi
olup, İsrail’in isyanına rağmen bakidir (İşaya 48/9-11; 54/9-10; Yeremya 30/11; 31/3-4; Mez-
murlar 105/8-10). Geniş bilgi için bk. Gürkan, The Jews as a Chosen People, s. 37 vd.
260 Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, III, 36-37; Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Ḳur’ân, I, 109, 118. Ayrı-
ca bk. Tesniye 18/15, 18: “Tanrın Rab senin için arandan, kardeşlerinden (mikirbeḥa, meaḥeḥa
‫ מאחיך‬/ ‫ )מקרבך‬benim gibi bir peygamber çıkaracak [...] Onlar için kardeşleri arasından
(mikerev aḥehem / ‫ )מקרב אח׳הם‬senin gibi bir peygamber çıkaracağım; sözlerimi onun ağzına
Kur’an’da Yahudiler
106

olan İsrailoğulları’na bahşedilen bütün bu nimetler ve onların bir zamanlar


âlemlere yani diğer toplumlara üstün kılınmış oldukları, dönemin Yahudi-
leri’ne hatırlatıldıktan sonra onlardan Allah’a verdikleri söze dönmeleri ve
geçmişte kendilerine bahşedilen önderlik vasfı dolayısıyla bu konuda müşrik
Araplara da öncülük etmeleri istenmektedir.

Ey İsrailoğulları [Yahudiler], size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz


sözü (‘ahd) tutun ki ben de size verdiğim sözü tutayım. Yalnız benden korkun.
Elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize iman edin. Onu inkâr eden-
lerin ilki olmayın. Ayetlerimi az bir karşılığa değişmeyin ve bana karşı gelmekten
sakının. Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin. (Bakara 2/40-42)

Diğer bir ifadeyle, üstünlüğün ve önderliğin, sırf İbrahim’in soyundan


gelmekle veya atalarının iyilik ve meziyetlerinden kendilerine pay çıkarmakla
değil, ahdin gereklerini yerine getirmekle ve bu gereğin nihai merhalesi olarak
Hz. İbrahim’in yoluna uyan ve tevhid dininin son tebliğcisi olan tevhid pey-
gamberine tâbî olmakla gerçekleşeceği bildirilmektedir.

Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazan-
dıklarınız size aittir. (Bakara 2/134 ve 141)261
Yanlarındaki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o Elçi’ye, o ümmî Pey-
gamber’e uyanlar (var ya), işte o (Peygamber), onlara iyiliği emreder, onları
kötülükten men eder [...] Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. O
(Peygamber)e inananlar, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve onunla
birlikte indirilen nura uyanlar, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. (Aʿrâf 7/157)

Aynı şekilde, nimetlendirme ve üstün kılma, geçmişte İsrailoğulları’na


bir bilgiye ve ölçüye göre bahşedilmiş ilâhî bir rahmet olmakla birlikte, İsrail
soyundan gelen veya kendilerini bu soya nispet eden Yahudiler söz konusu
olduğunda onların söz konusu ilâhî rahmete ve kurtuluşa nail olmaları tek ve
aynı ölçüye dayandırılmaktadır. O da, geçmişte olduğu gibi, kendilerine vah-
yedilene uyma şartıdır.

yerleştireceğim ve ona emredeceğim her şeyi onlara söyleyecek. Benim ismimle söylediği söz-
lerimi dinlemeyeni bundan sorumlu tutacağım.” “Kardeşleri” manasına gelen İbranice aḥehem
kelimesi İngilizce’ye genellikle their own people (kendi kavmi) şeklinde tercüme edilmektedir.
Mesela bk. JPS Hebrew-English Tanakh.
261 Ayrıca bk. Bakara 2/48, 123.
Temel Kavramlar
107

Eğer Kitap ehli inanıp korunsalardı, onların kötülüklerinden geçerdik ve onları


nimeti bol cennetlere sokardık. Eğer onlar Tevrat’ı, İncil’i ve Rableri’nden ken-
dilerine indirileni gereğince uygulasalardı [...] İçlerinde ılımlı bir ümmet var,
ama onların çoğu, ne kötü işler yapıyorlar? (Mâide 5/66–67)262

Aslında bir açıdan Tanah boyunca İsrailoğulları’na yapılan ahde dönme


çağrısını Kur’an’daki çağrıyla aynı paralelde görmek mümkündür. Özellikle
İbrani peygamberlerine atfedilen metinlerde yer aldığı üzere, Tanah’ta İsrail
kavminin sürekli olarak ahdi ihlal etmelerine rağmen Tanrı’nın kendi seçilmiş
kavmini tamamen yok etmemesi ve ahde vefa göstermesi, kısmen Kur’an’daki
“pek azı (illâ ḳalîlen)” ifadesine karşılık gelen, “arta kalanlar (şeerit)” tabiriyle
açıklanmaktadır.263 Buna göre, Yahudi inancında Musa şeriatına uymak sure-
tiyle ahde sadık kalan bir grubun her devirde İsrail kavmi içerisinde mevcut
olduğu ve onların hatırına Tanrı ile İsrail arasındaki ahdin sonsuza dek devam
edeceği görüşü yer almaktadır. Fakat gerek “arta kalanlar” kavramı gerekse
buna paralel olarak “yeni bir kalp ve yeni bir ruh” tabiriyle izah edilen ahdin
yenilenmesi ve sonsuz olması teması,264 Kur’an açısından bakıldığında, bütün
İsrail’in değil ancak söz konusu grubun ahit kapsamında görüldüğünü ifade
etmektedir. Buna göre İsrailoğulları ve daha sonra Yahudiler, Hz. Musa’dan
sonra onları doğru yola çağıran birçok peygamberin, Hz. İsa’nın ve son ola-
rak da Hz. Muhammed’in çağrısına muhatap olmuşlardır. Kendi zamanlarının
peygamberleri tarafından tebliğ edilen vahye uyan söz konusu azınlık “yeni bir
kalp ve yeni bir ruha” bürünürken, onlara karşı cephe alanlar ise “kalplerinin
katılaştırılması” ve “lanetlenme” durumuyla karşı karşıya kalmışlardır. Kur’an’a
göre son peygamber Hz. Muhammed’in döneminde yaşayıp ona tâbi olanlar
da böyle bir azınlıktan ibaret olmaktadır.265
Bu noktada, seçilmişlik inancıyla bağlantılı olarak, Yahudilere (ve Hı-
ristiyanlara) izafe edilen “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz”, “Biz nasıl olsa
bağışlanacağız”, “Ateş bize sadece sayılı birkaç gün dokunacak”, “Bizden başkası

262 Ayette yer alan “Rabb’lerinden kendilerine indirilen” ifadesi, İslâm âlimleri tarafından genel-
likle Kur’an ya da sonraki İbrani peygamberlerine indirilen kitaplar şeklinde anlaşılmıştır. Bk.
Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, VIII, 562; Zemaḫşerî, el-Keşşâf, II, 269; Ḳurṭubî, el-Câmi‘, VIII, 87.
263 Amos 5/15; İşaya 10/20-23; Tsefanya 3/12-13.
264 Hezekiel 36/24-32; Yeremya 31/31-33.
265 Âl-i İmrân 3/113-115; Aʿrâf 7/159.
Kur’an’da Yahudiler
108

cennete girmeyecek” şeklindeki ifadeler, Kur’an tarafından mesnetsiz iddialar


olarak görülmekte, herkese işlediği amele uygun karşılığın, yani hak ettiği
mükâfat veya cezanın verileceği belirtilmektedir.266

Yahudiler ve Hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. De


ki: “O halde niçin günahlarınızdan ötürü [Allah] size azap ediyor?” Hayır, siz
de O’nun yarattıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar, dilediğine
azap eder [...] (Mâide 5/18)

Aynı şekilde, Kur’an’a göre imamet yani peygamberlik, Hz. Musa ve Hz.
İsa da dâhil olmak üzere İbrani peygamberlerinde ve son olarak Hz. Mu-
hammed’de gerçekleştiği üzere, İbrahim soyuna bahşedilmiş bir özellik iken;
Allah’a yakınlık, İbrahim’in soyundan gelmenin değil (ister Yahudi, ister Hı-
ristiyan, ister Arap ve ister Müslüman olsun) İbrahim’in dinine uymanın, yani
tevhidî imana sahip olmanın sonucu olmaktadır. Bu manada İbrahim’e atfe-
dilen özellik, nesep bakımından değil iman bakımından ata ya da önder olma
özelliğidir:

Doğrusu insanların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, bu peygamber ve


müminlerdir. Allah da müminlerin dostudur. (Âl-i İmrân 3/68) 267

Bu noktada zihinlere, söz konusu ölçünün bu sefer Müslümanlar üze-


rinden yeni bir seçilmişlik anlayışına kapı aralayıp aralamadığı sorusu gele-
bilir. Zira Kur’an’da böyle bir çıkarımı destekler görünen ifadelere rastlamak
mümkündür. Bir nevi Müslüman seçilmişliğini ima eden söz konusu Kur’an
ifadelerinin başında da “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz”
mealindeki ayet gelmektedir. Ayetin hemen devamında da en hayırlı ümmet
olma vasfının dayandığı gerekçeleri sıralayan bir açıklama yer almaktadır:

İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah’a inanırsınız. Eğer Kitap ehli
inanmış olsaydı, elbette kendileri için iyi olurdu. Onlardan inananlar da var
ama çokları yoldan çıkmıştır. (Âl-i İmrân 3/110)

266 Bakara 2/80-82, 94, 111-112; Nisâ 4/49; Mâide 5/18; Aʿrâf 7/169-170; Cum‘a 62/6-7.
267 Ayrıca bk. Bakara 2/135-136, 140. İbrahim’e yüklenen benzer bir misyon, erken dönem Hıris-
tiyan öğretisini şekillendiren Pavlus’un yazılarında da yer almaktadır: “İbrahim’in soyu yalnız
Kutsal Yasa’ya bağlı olanlar değil, aynı zamanda İbrahim’in imanına sahip olanlardır.” (Roma-
lılara Mektup 4/13)
Temel Kavramlar
109

Buna göre hayırlı ümmet vasfı, belli bir nesepten gelmeyi ya da geçmişte
kazanılmış dinî veya dünyevi bir statüyü esas alan tarihî-etnik bir düzlem-
de ortaya konmamaktadır; iman ve salih amel esasları üzerine inşa edilmiş
dinî-ahlâkî bir ölçüye göre tanımlanmaktadır. Bir başka ayette, “hayırlı” üm-
met yerine “mutedil/orta” ümmet nitelemesi kullanılmaktadır:

İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için
sizi mutedil (vasat) bir ümmet kıldık. (Bakara 2/143)

Ayette geçen “mutedil ümmet” ifadesi, tefsirlerde genellikle orta yolu


tutan ve aşırılığa kaçmayan, adil, dengeli ve faziletli, hayırlı ve ideal ümmet
biçimlerinde izah edilmektedir.268 Bu ümmetin, söz konusu özellikleri do-
layısıyla ve tıpkı geçmişte İsrailoğulları’nın kendi zamanlarındaki toplumlara
örnek olması gibi, diğer ümmetlere şahit ve örnek olması hedeflenmektedir.
Onun için de üçüncü bir vasıf olarak, onların geçmiş ümmetlerin ardından
yeryüzüne “halife” kılındıkları ifade edilmektedir:

Allah sizden, iyi işler yapanlara vaad etmiştir. Onlardan öncekileri nasıl hü-
kümran kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacaktır. (Nur 24/55)

Yine Hz. Muhammed’e ve ümmetine atıfta bulunan bir diğer ayette de


“seçme” fiili kullanılmaktadır:

O sizi seçti (ictebâkum); din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi;


babanız İbrahim’in dininde [de böyleydi]. Peygamberin size şahit olması, sizin
de insanlara şahit olmanız için, O gerek daha önce[ki kitaplarda], gerekse bu
[kitap]ta size Müslümanlar (muslimûn) adını verdi [...] (Hac 22/78)269

Bu ayette, söz konusu ümmeti diğer ümmetlere şahit kılan temel hu-
susun, muslimûn isimlendirmesinden de anlaşılacağı üzere, onlara teslimiyeti
yani tevhidî imanı emreden, zorluk ve aşırılıktan uzak bir din (islâm) oldu-
ğu vurgulanmaktadır. Buna göre Muhammed ümmetinin en hayırlı şeklinde
isimlendirilmesi, tefsirlerde vurgulandığı üzere, Yahudi ve Hıristiyan şeriatın-

268 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, II, 628; Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, IV, 107-108. “Mutedil/
orta ümmet” ifadesine peygamberlerin aşağısında, diğer ümmetlerin ise üzerinde bulunan üm-
met şeklinde de mana verilmiştir. Bk. Ḳurṭubî, el-Câmi‘, II, 443.
269 Diğer milletlere şahit ve rehber olma ifadesi İşaya kitabında (42/6-7; 43/10; 55/4-5) İsrailoğul-
ları’na atıfla kullanılmaktadır.
Kur’an’da Yahudiler
110

da yer alan ve söz konusu toplumların tarihî tecrübeleriyle bağlantılı olarak


ortaya çıkan birtakım aşırılıklardan ve zorluklardan arındırılmış bir şeriata
sahip olmalarıyla; dolayısıyla orta yolda bulunmalarıyla alakalandırılmaktadır.270
Onun için Kur’an’da, Peygamber’in, Kitap ehli’ne iyiliği emredip kötülükten
men ettiği, onlara temiz şeyleri helal ve pis şeyleri haram kıldığı, ağır yükleri
ve zincirleri üzerlerinden kaldırıp attığı, yani onları orta yola ve adalete, İb-
rahim peygamberin de vazetmiş olduğu “hanîflik” ve “fıtrat dini”ne çağırdığı
ifade edilmektedir.271
Bu hususla alakalı olarak Kur’an’da, Yahudilerin aslında helal olan kimi
şeyleri kendilerine haram kılma veya aşırı gitmelerinin cezası olarak onlara
kimi helallerin haram kılınması suretiyle dinlerini kendilerine zorlaştırdık-
ları ifade edilmektedir.272 Ayrıca Hz. İsa’nın da, Hz. Muhammed’den önce,
söz konusu haramlardan bir kısmını helale çevirmek üzere İsrailoğulları’na
gönderilmiş bir elçi olduğu belirtilmektedir.273 Fakat Kur’an açısından bakıl-
dığında dinde aşırılık durumu sadece Yahudiler için değil Hıristiyanlar için de
geçerlidir. Hz. İsa’nın, Yahudilere ait önceki aşırılığı dengeleyici mahiyetteki
mesajına rağmen, genel olarak Hıristiyanlar da farklı tür bir aşırılık (İsa Me-
sih’in ilahlaştırılması ve katı zühtçülük) içerisine düşmekle eleştirilmektedir.274
Dolayısıyla Muhammed ümmetinin en hayırlı ümmet şeklinde nitelendi-
rilmesi, Kur’an’ın ifadesiyle, ikmale erdirilmiş ya da mükemmelleştirilmiş, in-
san fıtratına uygun bir şeriata sahip olmaları ve kendilerine gerek iman gerek
amel noktasında orta yolu öğütleyen bu şeriatı hayatlarına geçirmeleri husu-
sundan kaynaklanmaktadır. Bu manada söz konusu ayet, hem ilk Müslüman
cemaat tarafından gerçekleştirilmiş bir realiteye hem de sonraki Müslüman
cemaatler için öngörülen bir ideale işaret etmektedir.275 Bu sebeple hayırlı

270 Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, IV, 108; Ḳurṭubî, el-Câmi‘, II, 444.
271 Aʿrâf 7/157; er-Rûm 30/30.
272 Âl-i İmrân 3/93; Nisâ 4/160-161; Enʿâm 6/146; Yunus 10/59; Nahl 16/118; krş. Mâide 5/3,
87-88; Enʿâm 6/140, 145; Nahl 16/115-16. Rabbânî Yahudilik tarafından geliştirilen teferruatlı
kaşer (helal yiyecek) kuralları bu kapsamda görülebilir.
273 Âl-i İmrân 3/49-50; Mâide 5/110. Pavlus da, günaha sevk edici olarak nitelendirdiği (Musevî)
“şeriat” ile kurtuluşu temsil ettiğine inandığı (İsevî) “iman” arasında zulmet-rahmet biçiminde
bir zıtlık öngörmek suretiyle İsa Mesih’e, benzer bir misyon atfetmiştir. Bk. Romalılara Mek-
tup 3/20; 4/15; 6/4, 14; 7/4-25; Korintoslulara II. Mektup 3/12-18.
274 Bk. Nisâ 4/171; Mâide 5/72-73; Tevbe 9/31; Hadîd 57/27.
275 Krş. Âl-i İmrân 3/104.
Temel Kavramlar
111

olma vasfının sadece Muhammed ümmeti için mi ve hatta bu ümmetin ta-


mamı için mi geçerli olduğu noktasında İslâm âlimleri arasında görüş ayrılığı
vardır.276 Muslim sıfatının, önceki peygamberlerin şeriatlarına uyan müminler
için de kullanıldığı ve Kur’an’ın muslim hitabının geçmiş, mevcut ve gelecekte-
ki bütün müminlere yönelik olduğu göz önünde bulundurulduğunda,277 hayırlı
ümmet nitelemesinin geniş manasıyla geçmişteki muslim/mu’min grupları da
kapsadığını düşünmek yanlış olmasa gerektir. Diğer taraftan mutedil ümmetle
kastedilen ümmetin Muhammed ümmeti olduğunu kabul edenlere göre, bu
vasıflandırma farklı sebeplere dayandırılmaktadır. Genel görüşe göre Muham-
med ümmeti, iman etmeleri ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma şartını
yerine getirmeleri sebebiyle veyahut süresince mutedil ve dolayısıyla hayırlı
ümmet olurken; kimi âlimlere göre sebep en çok müminin Muhammed üm-
meti içerisinden çıkmasıyla veya geçmişteki bütün ümmetleri tamamlama-
ları ve onların en sonuncusu olmalarıyla alakalı görülmektedir. Buna bağlı
olarak Muhammed ümmeti tabiri genellikle bu ümmet içindeki mümin ve
salih kişiler şeklinde anlaşılmıştır.278 Nitekim Ṭaberî tarafından nakledilen bir
rivayete göre, gerek İsrailoğulları’na yönelik “Onları bir bilgiye göre âlemlere
seçkin kıldık” ayetiyle gerekse Muhammed ümmetine yönelik “Siz, insanlar
için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz” ayetiyle, onların içindeki “Allah’a itaat
edenler ve emrine uyanlar” kastedilmektedir.279 Bütün bu yorumları bir arada
değerlendirecek olursak, Kur’an’a göre son Peygamber’e ve tamamlanmış şe-
riata sahip olan Muhammed ümmeti, artık kendilerinden sonra yeni bir üm-
metin gelmeyeceği son ümmet olmaları sebebiyle (potansiyel manada) ve iman
ile salih amel üzere bulundukları sürece (gerçek anlamda) en hayırlı ümmet
nitelemesinin muhatabı olmaktadır.
Bununla birlikte, Yahudi geleneği tarafından İsrailoğulları’na yüklenen ve
daha sonra “Yeni İsrail” tanımlamasıyla Hıristiyanlığa da taşınan “seçilmişlik”
anlayışına benzer şekilde, İslâm ümmetinin seçilmişliğinden bahseden bazı

276 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, V, 671-677.


277 İslâm ve muslim kelimeleri Kur’an’da, Nuh, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub, Süleyman ve diğer
İbrani peygamberlerin yanı sıra, Hz. Musa’nın dinini kabul eden Mısırlı sihirbazlara, Havarilere
ve Hz. Muhammed’e tâbî olan müminlere atıfla kullanılmaktadır. Bk. el-Mu‘cem, “‫ ”ســلم‬md.
278 Faḫreddîn er-Râzî, Mefâtîḥu’l-Ğayb, VIII, 194-195; Ḳurṭubî, el-Câmi‘, V, 260-261; Reşîd
Rıḍâ, Tefsîru’l-Menâr, IV, 57-58.
279 Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, I, 630.
Kur’an’da Yahudiler
112

İslâmi yorumların mevcut olduğunu belirtmek gerekir. Yahudi seçilmişliğinin


geleneksel biçimiyle daha ziyade nesebe dayalı bir tanımı esas alması, önce veya
sonra gelen başka milletlerin ya da ümmetlerin de seçilmiş olabileceği ihtima-
lini kabul etmemesi gibi hususlar bir yana –ki Kur’an’da İsrail soyundan gel-
meyen birisinin peygamberlikle görevlendirilmesi hususunda dönemin Yahu-
dileri’nin tahammülsüzlük ve kıskançlık gösterdiği ifade edilmektedir–;280 bir
noktadan bakıldığında bu üç farklı (Yahudi, Hıristiyan ve kısmen Müslüman)
seçilmişlik anlayışları ya da yorumları arasında paralellik göze çarpmaktadır.
İsrail’in seçilmişliğiyle ilgili olarak Yahudi geleneği içerisinde sıklıkla tekrarla-
nan bir tema, Tanrı’nın İsrail’e yönelik ezelî sevgisidir.281 Ahit bahsinde işaret
edildiği üzere, söz konusu sevgi faktörünü gerekçelendirme ya da rasyonelleş-
tirme adına Rabbânî literatürde sıklıkla bütün milletler içinden sadece İsrail’in
Tevrat’ı kayıtsız şartsız kabul ettiği şeklinde bir açıklama yer almaktadır. Bu
argümanın bir ileri boyutu ise bütün milletler arasından ancak İsrail kav-
mi Tevrat’ı almaya layık olduğundan veya Tanrı Tevrat’ı sadece onların kabul
edeceğini bildiğinden dünya yaratılmadan önce İsrail’i seçip kendisine kutsal
kavim yaptığı ve onlara Tevrat’ı emanet ettiği şeklindeki inanıştır.282
Benzer biçimde İbn Kesîr tefsirinde yer alan ve gelenek içinde de yay-
gın biçimde rastlanan “Ey [Muhammed] ümmeti, Allah sizi diğer ümmetler
üzerine seçmiş, üstün ve şerefli kılmış, en şerefli elçiyi ve en mükemmel şe-
riatı size vermiştir”283 şeklindeki ifade de, Müslümanlara atıfla bir nevi ezelî
seçilmişlik anlayışını çağrıştırmaktadır. Burada söz konusu ifadenin iki muh-
temel okunuşuna dikkat çekmek gerekmektedir. Bu muhtemel okunuşlardan
birincisine göre Allah, Muhammed ümmetini seçip diğer ümmetler üzerine
üstün kıldığı için onlara en şerefli elçiyi ve en mükemmel şeriatı vermek-
tedir. Diğer bir ifadeyle, Tanrı’nın en şerefli elçisi ve en mükemmel dini,

280 Bk. Bakara 2/90; Nisâ 4/54.


281 ‘Abodah Zarah 2b; Leviticus Rabbah 36:4; Numbers Rabbah 1:9; 2:3; 11:2; Canticles Rabbah I,
14:2; II, 16:1.
282 Bk. dn. 198. Bu tür bir ezelî seçilmişlik anlayışı, Yuhanna İncili ve Pavlus’un Mektupları’ndan
hareketle, Hıristiyan gelenek içerisinde ve özellikle Protestan teolojilerinde de seslendirilmek-
tedir. Tanrı’nın çocukları ve semavi ailesinin bir parçası olma manasına gelen seçilmişliğin
ve kurtuluşun, ancak İsa Mesih’le (ve Kilise’nin aracılığında) tezahür eden Tanrı’nın kurtarıcı
lütfu(na iman) yoluyla elde edildiği ve kaybedilmesinin mümkün olmadığı neredeyse bütün
Hıristiyan teolojilerinde yer almaktadır.
283 İbn Keŝîr, Tefsîru’l-Ḳur’âni’l-‘Aẓîm, X, 99.
Temel Kavramlar
113

Tanrı’nın en üstün kıldığı ümmete layık görülmektedir.284 İkinci okuyuşa


göre ise anlam, hem en mükemmel şeriata hem de bu şeriatın taşıyıcısı olan
ve bu açıdan en büyük şerefe sahip bulunan Peygamber’e muhatap olmaları
açısından Muhammed ümmetinin diğer ümmetlerden üstün konumda yer
alması şeklindedir. Dolayısıyla ilk okuyuşa göre üstünlük en mükemmel şe-
riata ve en şerefli Peygamber’e muhatap olmanın sebebi, ikinci okuyuşa göre
ise sonucu olmaktadır.
Bu iki farklı okuyuşu Yahudilik’te anlaşıldığı şekliyle seçilmişlik inancına
uygulamak da mümkündür. Fakat Yahudi geleneğinde seçilmişlik bir yorum
değil, Yahudi dininin ve kimliğinin merkezinde yer alan bir inanç, hatta dokt-
rindir. Bu doktrini, en azından Kur’an açısından, problemli kılan nokta ise se-
çilmişlik veya üstünlük vasfının her hâlükârda ve sonsuza kadar tek bir dinî-et-
nik grubun tekelinde bulunmasıdır.285 Bu noktada Kur’an, politeist bir zamanda
ve coğrafyada İsrailoğulları’nın tevhid üzere seçilmesini ve âlemlere üstün kı-
lınmasını doğrularken, İsrailoğulları’nın devamı olan dönemin Yahudilerinin,
sahip oldukları tevhid geleneğine ve ilâhî vahye rağmen putperest müşriklerle
birlik olarak Hz. Muhammed’in tevhid mesajına cephe almalarını eleştirmek-
tedir. Kur’an’a göre bu tavır, tevhid üzere seçilmişliğin Yahudiler tarafından bir
nevi etnik seçilmişliğe dönüştürülmüş olduğu anlamına gelmektedir. Yahudi
seçilmişlik iddiasıyla ilgili olarak Kur’an’da yer alan tespitler, Yahudi geleneğin-
de, en azından belli dönem(ler) ve ekol(ler) itibariyle hâkim görüş olarak yer

284 Söz konusu argümanın, Tanrı’nın en kıymetli hazinesi olan Tevrat’ı buna en layık kavim olan
İsrail’e verdiği şeklindeki Rabbânî açıklamayla benzerliği ilginçtir.
285 Kur’an tarafından peygamber olduğu bildirilen ve Yahudi anlayışında da Tanrı’nın vahiyde bu-
lunduğu ve ahitleştiği kabul edilen Kral Davut ve Kral Süleyman’a Tanah’ta tevhid inancıyla
bağdaşmayan bir takım büyük günahlar atfedilmektedir (II. Samuel 7, 11-12; I. Krallar 11/1-
8). I. Tarihler kitabında (22:8) yer alan bilgiye göre Tanrı, masum kanı döktüğü gerekçesiyle
Kral Davut’a Mabed’i yapma izni vermemekte, onun yerine bu görevi başka tanrılara taptığı ve
ahdi ihlal ettiği söylenen Kral Süleyman’a tevdi etmektedir. I. Krallar kitabında yer alan ilgili
pasajda ise (11/9-13, 29-40) bahsi geçen günahları sebebiyle Kral Süleyman’ın tahtının Tanrı
tarafından geri alındığı, fakat Kral Davut’un hatırı için bir sıptın (yani Yehuda’nın) krallığının
Süleyman’ın soyunda bırakılacağı, dolayısıyla Tanrı ile Davut soyu arasındaki ahdin bu şekilde
devam edeceği bildirilmektedir. Dolayısıyla, masum cana kıyma ve zina gibi günahlar işle-
yen Davut’un hanedanının kutsandığı ve sonsuz ahdin muhatabı olduğuna, aynı şekilde İsrail
kavminin isyanlarına rağmen seçilmişlik vasfını sonsuza kadar koruduklarına yönelik inanç,
Yahudiliğin Kur’an’da öngörülenden farklı ve çelişik bir önderlik ve seçilmişlik anlayışı üzerine
temellendiğini göstermektedir.
Kur’an’da Yahudiler
114

alıp aynı zamanda Hz. Muhammed döneminde Arap yarımadasında yaşayan Ya-
hudi grupların devam ettirdiği birtakım inanış ve iddialar doğrultusunda ortaya
konmaktadır. Modern Yahudi teolojisinde seçilmişlik ve kurtuluş kavramlarıyla
bağlantılı olarak çok çeşitli ve evrensel/çoğulcu tarzda ortaya konmuş görüş ve
yorumlar da bulunmakla birlikte,286 Kur’an tarafından Yahudilere nispet edilen
“Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz”, “Biz nasıl olsa bağışlanacağız”, “Bizden
başkası cennete girmeyecek” şeklindeki iddialar, Yahudi kutsal metinlerinde ve
bilhassa Rabbânî literatürde yer alan inanç ve ifadeler olmaktadır.287 Söz konu-
su iddialar, Kur’an tarafından, İsrailoğulları’nın bir dönem kendi zamanlarının
putperest toplumlarından üstün ve seçkin bir konumda yer almaları şeklindeki
dinî-tarihî bir vakıanın bir nevi kayıtsız şartsız Yahudi seçilmişliğine ve üstün-
lüğüne dönüştürüldüğünün işareti olarak anlaşılmaktadır.
Rabbânî literatürde, bilhassa diğer milletlerle mukayese edildiğinde, ide-
alize edilmiş, homojen ve kolektif bir İsrail tanımlaması baskın olup söz ko-
nusu İsrail’in, bütün günahlarına rağmen Tanrı katında sahip olduğu ayrıcalık,
meziyet ve üstünlük sıklıkla vurgulanmakla birlikte; aynı literatür, pratikte
oldukça heterojen ve çoğunluğu dinî emirler konusunda bilgisiz ve gevşek bi-
reylerden oluşan bir İsrail tasvirine yer vermektedir.288 Dolayısıyla, ilgili Kur’an
pasajlarını, bizzat Yahudi literatürü tarafından işaret edilen realiteye, yani genel
olarak Yahudilerin Tevrat emirlerine uyma noktasında gösterdiği gevşekliğe
rağmen, bilhassa dönemin Yahudileri tarafından öne çıkarılan idealize edilmiş
İsrail söylemi ve Yahudi üstünlüğü iddiası karşısında ortaya konmuş eleştiriler
şeklinde anlamak isabetli olacaktır. Kur’an’ın indiği dönemde yaşayan Yahudi
din âlimleri tarafından da teşvik edildiği anlaşılan bu tür inanış ve uygulama-
lar, Kur’an’da, hak dine zıt ifadeler olarak görülmektedir.289

286 Modern dönemde, seçilmişlik doktrininin artık geçerli olmadığını savunan Yahudi teologların
yanı sıra klasik Yahudi seçilmişliği inancı yerine farklı milletlerin de farklı açılardan misyona
sahip olduğunu savunan “çoklu seçilmişlik” ya da “çoklu misyon” tarzında alternatif görüşler
ileri süren Yahudi düşünürler de vardır. Bk. Gürkan, The Jews as a Chosen People, s. 84 vd.;
Yahudilik, s. 125 vd.
287 Mesela bk. İşaya 44/21-22; Pesahim 118b; Berakoth 32b, 8b, 10a; ’Erubin 19a; Baba Bathra
10a; Rosh ha-Shana 17a; Exodus Rabbah 32:7; Numbers Rabbah 2:13; 7:8; 11:2; Deuteronomy
Rabbah 3:4; 5:7; Canticles Rabbah I, 14:2; II, 16:1; VIII, 12:1; Sifre Deuteronomy 96, 308; krş.
Amos 9:10; I. Enoch 91: 9-10; (Mişna) Sanhedrin 10:1.
288 Geniş bilgi için bk. Stern, Jewish Identity in Early Rabbinic Writings, s. 114-138.
289 Bakara 2/80-82, 94-96, 111, 146; Âl-i İmrân 3/70-71; Nisâ 4/49-54; Cum‘a 62/6-7.
Temel Kavramlar
115

Kur’an’ın bizzat reddettiği seçilmişlik inancını İslâm ümmetine uygula-


dığını yani Yahudiler ve Hıristiyanlar adına reddettiği şeyi Müslümanlar adına
ön gördüğünü düşünmek ise kendi içinde bir çelişki olacaktır. Nitekim değiş-
mez bir vasfı, saf ve halis oluşu ifade eden iṡṭıfâ fiili Kur’an’da İslâm dini için
kullanılmakta, bu dine tabî olan ümmet söz konusu olduğunda ise özel olarak
seçilmişlik ve buna paralel “sâfiyet” vasfından ziyade genel anlamda seçilmiş-
lik ve buna bağlı “görevlendirme” durumuna vurgu yapan ictibâ fiili tercih
edilmektedir;290 tıpkı İsrailoğulları için de şartlı ve göreceli bir manaya işa-
ret eden ṭafḍîl ve iḫtiyâr kelimelerinin tercih edilmesi gibi. Bütün bu tespit
ve değerlendirmelerden çıkan sonuç şudur: Kur’an açısından İsrailoğulları’nın
seçilmişliği ve üstünlüğü, geçmişte ve belli şartlar doğrultusunda gerçekleşip
tamamlanmış bir realite şeklinde ortaya konurken, İslâm ümmetinin en hayırlı
ümmet vasfını taşıması ise onların prensipte ve pratikte İslâm dinini temsil
etme kabiliyetlerine dayandırılmaktadır.

Kaynakça
Klasik Kaynaklar
‘Abdulbâḳî, M. Fuâd, el-Mu‘cemu’l-Müfehres li Elfâẓi’l-Ḳur’âni’l-Kerîm,
“‫ “وثق‬,”‫ “هود‬,”‫ “فضل‬,”‫ “عهد‬,”‫ “صفو‬,”‫ “سلم‬,”‫ “خري‬,”‫”جوب‬.
‘Âmirî, Lebîd b. Rabî‘a, Dîvân, Beyrut, Dâru Sâdır [t.y.].
Ashlag, Rav Baruch Shalom HaLevi, The Writings of Rabash: Assorted Notes, vol. 7, New York:
Leitman Kabbalah Publishers, 2019.
The Babylonian Talmud, trc. I. Epstein, London: Soncino Press, 1978, I-XVIII.
Cevâlikî, el-Mu‘arreb, (nşr. F. ʿAbdurraḥîm, Dımaşḳ), Dâru’l-Ḳalem, 1990.
Cevherî, es-Ṡıḥaḥ, (nşr. Ahmed Abdulğafûr Attâr), Beyrut, Dâru’l-ʿİlmi’l-Melâyîn, 1979.
Fîrûzâbâdî, Ḳâmûs Tercümesi, (trc. Mütercim Asım Efendi), İstanbul, Bahriye Matbaası, 1305.
Ğazzâlî, Fayṣalu’t-Tefriḳa beyne’l-İslâm ve’z-Zendeḳa, Beyrut, Dâru’l-Ḥikme, 1986.
Ḫafâcî, Şifâʾu’l-Ğalîl, (nşr. Muḥammed b. Ni’sâî), Kahire: Matbaatü’s-Sa’âde, 1325.

290 Bk. Bakara 2/132: “İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti. Yakub da öyle: ‘Oğullarım!
Allah, sizin için bu dini [İslâm’ı] seçti (iṡṭafâ). Siz de ancak Müslümanlar olarak ölün’ dedi.” Hac
22/78: “... O, sizi seçti (ictebâkum) ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbra-
him’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi
ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız”.
Kur’an’da Yahudiler
116

HaLevi, Yehuda, Sefer Ha-Kuzari: Makor ve-Targum, (çev. Yosef Kafah), Kiryat Ono
5765/2005.
İbn İsḥâḳ, Sîretu İbn İsḥâḳ, (nşr. Muḥammed Ḥamîdullah), 2. bs., Konya: Hayra Hizmet Vakfı,
1981.
İbn ‘Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-Tenvîr, Tunus: ed-Dâru Tûnisiyye, 1984, I-XXX.
İbnu’l-Eŝîr, el-Kâmil fî’t-Târîḫ, I-IX, (nşr. Ḫalîl Meʾmûn Şîhâ, Beyrut: Daru’l-Ma‘rife,
1422/2002.
İbn Fâris, Mu‘cemu Meḳâyîsi’l-Luğa, (nşr. ʿAbdusselâm M. Hârûn), I-VI, Beyrut: Daru’l-Cil,
t.y.
İbn Keŝîr, Tefsîru’l-Ḳur’âni’l-‘Aẓîm, (nşr. Muṡṭafâ es-Seyyid Muḥammed v.d.), Kahire: Mues-
sesetu Ḳurṭubâ, 1421/2000, I-XV.
İbn Manẓûr, Lisânu’l-’Arab, “.”‫ “فضل‬,”‫ “خري‬,”‫ “جوب‬,”‫ “صفو‬,”‫ “عهد‬,”‫ “وثق‬,”‫هود‬
Josephus, The Complete Works, (çev. W. Whiston, Nashville) 1998; orijinal Grekçe metin için
kullanılan kaynak:
http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus%3atext%3a1999.01.0145.
Kisâʾî, Muḥammed b. ʿAbdullâh, Ḳıṣaṣu’l-Enbiyâʾ, (nşr. I. Eisenberg), Leiden: E.J. Brill, 1922.
Ḳurṭubî, el-Câmi‘ li-Aḥkâmi’l-Ḳur’ân, thk. ‘Abdullah b. Abdulmuḥsin et-Turkî, (Beyrut: Mu-
essesetu’r-Risâle, [ty]), I-XIV.
Ḳuşeyrî, Leṭâʾifu’l-İşârât, (nşr. İbrâhîm Besyûnî), 2. bs., Kahire: el-Hey’etu’l-Mıṡriyye-
tu’l-ʿÂmme li’l-Kitâb, 1981, I-III.
Maimonides, “Epistle to Yemen” A Maimonides Reader, ed. Isadore Twersky. New York: Beh-
rman House, Inc., 1972.
Maḳdisî, Kitâbu’l-Bed’ ve’t-Târîḫ, Mektebetu’s-Seḳâfeti’d-Dîniyye, t.y., I-VI.
Mâturîdî, Te’vîlâtu’l-Ḳur’ân, c. XIII, (nşr. Murteza Bedir – Bekir Topaloğlu), İstanbul: Mizan
Yayınevi, 2008; c. II, (nşr. Ahmet Vanlıoğlu – Bekir Topaloğlu), İstanbul: Mizan Yayınevi,
2005.
Midrash Rabbah, trc. H. Freedman – Maurice Simon, London: The Soncino Press, 1961
(1939), I-X.
Midrash Tanhuma, vol. I: Genesis, trc. John T. Townsend, Hoboken, NJ: KTAV Publishing
House, Inc., 1989.
Muḳâtil b. Suleymân, Tefsîr, thk. ‘Abdullâh Maḥmûd Şehhâte, Kahire: el-Hey’etu’l-Mıṡrıyye-
tu’l-ʿÂmme li’l-Kitâb, 1979, I-V.
The Pentateuch and Rashi’s Commentary: A Linear Translation into English - Genesis, ed. Rabbi
Abraham Ben Isaiah and Rabbi Benjamin Sharfman, NY: S. S. & R. Publishing Com-
pany, Inc., 1949.
Philo in Ten Volumes: And Two Supplementary Volumes, with an English translation by F. H.
Colson – G. H. Whitaker, Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 1985.
Temel Kavramlar
117

Râğıb el-İsfaḥânî, el-Mufredât fî Ğarîbi’l-Ḳur’ân, “‫ “فضل‬,”‫ “خري‬,”‫ “جوب‬,”‫ “صفو‬,”‫ “عهد‬,”‫ “وثق‬,”‫”هود‬.
Râzî, Faḫreddîn, Mefâtîḥu’l-Ğayb, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1401/1981, I-XXXI.
Ṣa‘lebî, Ḳıṣaṣu’l-Enbiyâ, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-‘İlmiyye, 1405/1985. The Soncino Chumash,
ed. A. Cohen, London: The Soncino Press, 1983.
Suyûṭî, el-İtḳân, (nşr. Merkezu’d-Dirâsâti’l-Ḳur’âniyye), Medine-i Münevvere: Mecma‘ul-Me-
lik Fehd li-Ṭibâ‘ati’l-Musḥafi’ş-Şerîf, 2011.
Şehristânî, Mefâtîḥu’l-Esrâr ve Meṡâbîḥu’l-Ebrâr, (nşr. Muhammed Ali Azerşeb), Tahran:
Merkezu’l-Bûḥûŝ ve’d-Dirâsât li’t-Turasi’l-Mahtût, 2008/1429/1386hş, I-II.
Ṭaberî, Câmi‘u’l-Beyân, (nşr. ‘Abdullah b. ‘Abdulmuḥsin et-Turkî), Kahire: Dâru Ḥicr, 2001,
I-XXIV.
-———, Târîḫu’r-Rusul ve’l-Mulûk, (nşr. Muḥammed Ebû’l-Faḍl İbrâhîm), Kahire: Dâ-
ru’l-ma‘ârif [t.y.], I-XI.
Tora: Türkçe Çeviri ve Açıklamalarıyla Tora ve Aftara, 1. Kitap: Bereşit, trc. Moşe Farsi v.dğr.,
ed. Yitshak Haleva v.dğr., İstanbul: Gözlem, 2002.
Ya‘ḳûbî, Târîḫu’l-Ya‘ḳûbî, Beyrut: Dâru Sâdır [t.y.].
Zebîdî, Muḥammed Murtaḍâ, Tâcu’l-‘Arûs, “‫ “فضل‬,”‫ “خري‬,”‫ “جوب‬,”‫ “صفو‬,”‫ “عهد‬,”‫ “وثق‬,”‫”هود‬.
Zemaḫşerî, el-Keşşâf, (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali Muhammed Mu‘avviz), Riyad:
Mektebetü’l-ʿUbeykân, 1418/1998, I-VI.
The Zohar, with the Sulam commentary by R. Y. Ashlag, ed. and comp. R. M. Berg, New York:
The Kabbalah Centre International Inc., 2008.

Modern Kaynaklar
Adam, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, İstanbul: Pınar Yayınları, 2002.
-———, “Müslümanların Yahudilere Yönelttiği Teolojik Eleştiriler”, Müslümanlar ve Diğer
Din Mensupları: Müslümanların Diğer Din Mensuplarıyla İlişkilerinde Temel Yaklaşımlar,
Ankara: Türkiye Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 2004, s. 103-118.
-———, “Yahudilik’te Din Kavramı ve Din Anlayışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları II, Ankara:
Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 2000, s. 129–134.
Akdemir, Salih, “Kur’ân-ı Kerîm’e Dilsel Yaklaşımlar”, Kur’an’ı Anlama Yolunda, İstanbul:
KURAMER, 2017, s. 127-157.
Albayrak, İsmail, “The People of the Book in the Qur’ân”, Islamic Studies, c. 47, sy. 3, 2008,
s. 301-325.
ʿAlî, Cevâd, el-Mufaṡṡal fî Târîḫi’l-’Arab ḳable’l-İslâm, Beyrut: Dâru’l-’İlm li’l-Melâyîn, 1970,
VI, 511–542.
Altundağ, Mustafa, “Kur’an Hitâbının Ehl-i kitabı Bağlayıcılığı Üzerine”, Bakü Devlet Üniver-
sitesi İlahiyat Fakültesinin İlmi Mecmuası, c. 2, sy. 1, 2005, s. 79-121.
Kur’an’da Yahudiler
118

Arjomand, Saïd Amir, “The Constitution of Medina: A Sociolegal Interpretation of Muham-


mad’s Acts of Foundation of the ‘Umma’”, International Journal of Middle East Studies, c.
41, sy. 4, 2009, s. 555-575.
Arpa, Recep, “Şehristânî’nin Nesh Anlayışı”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy. 32, 2014, s. 57.
Arslantaş, Nuh, Hz. Muhammed Döneminde Yahudiler, İstanbul: Kuramer, 2016.
-———, “Hz. Peygamber’in Çağdaşı Yahudilerin İnanç-İbâdet ve Dinî Hayatları İle İlgili Bazı
Tespitler”, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, c. 34, sy. 1, 2008, s. 55-92.
Aydın, Fuat (der. ve çev.), Kur’an’daki Hanîf/ler ve Nasârâ Üzerine Araştırmalar, Ankara: Es-
kiyeni yayınları, 2016.
Aydın, Mahmut, Anahatlarıyla Dinler Tarihi: Tarih, İnanç ve İbadet, İstanbul: Ensar, 2010.
al-Azami, Muhammed Mustafa, The History of the Qur’anic Text from Revelation to Compila-
tion: A Comparative Study with the Old and New Testaments, Leicester: UK Islamic Aca-
demy, 2003 (Vahyedilişinden Derlenişine Kur’ân Tarihi: Eski ve Yeni Ahit ile Karşılaştırmalı
Bir Araştırma, trc. Ömer Türker – Fatih Serenli, İstanbul: İz Yayıncılık, 2006).
de Blois, François, “Naṣrânî (Ναζωραȋος) and ḥanîf (ἐθνικός): Studies in the Religious Vocabu-
lary of Christianity and of Islam”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, c.
65, sy. 1, 2002, s. 1-30.
Bullock, W. T., “Israel (‫”)ישׂראל‬, Dr William Smith’s Dictionary of the Bible, rev. & ed. H. B.
Hackett, Boston: Houghton, Mifflin and Company, 1889, II, 1174.
Boyarin, Daniel, Border Lines: The Partition of Judae-Christianity, Philadelphia: University of
Pennslyvania Press, 2004.
Coote, Robert, “The Meaning of the Name Israel”, The Harvard Theological Review, 65/1
(1972): 137-42.
Cohen, Shaye J. D., The Beginnings of Jewishness: Boundaries, Varieties, Uncertainties, Berkeley:
University of California University Press, 1999.
Elmalılı, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Ankara: Diyanet İşleri Reisliği, 1942.
Eisenstein, J. D., “Swaying the Body”, The Jewish Encyclopedia (JE), XI, 607.
Erdal, Mesut, “Kur’ân’a Göre Ehl-i Kitab’ın Uhrevi Felah ve Kurtuluşu Meselesi”, Dicle Üni-
versitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 4, sy. 1, 2002, s. 1-33.
Ernst, Carl W., Following Muhammad: Rethinking Islam in the Contemporary World, Chapel
Hill & London: The University of North Carolina Press, 2003.
Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı: Meal-Tefsir, trc. Cahit Koytak – Ahmet Ertürk, İstanbul:
İşaret Yayınları, 1999.
Firestone, Reuven, “Jewish Culture in the Formative Period of Islam”, Cultures of the Jews: A
New History, ed. David Biale, New York: Schocken Books, 2002, s. 514-576.
-———, “Ya‘kûb”, Encyclopaedia of Islam (EI2), I-XI, Leiden 1954-2002.
Goitein, S. D., “Banû İsrâ’îl”, EI, II, 1020-1022.
Temel Kavramlar
119

Goldziher, Ignaz, “Arabische Aeußerungen über Gebräuche der Juden beim Gebet und Studi-
um”, Monatsschrift für Geschichte und Wissenschaft des Judentums, sy. 20, 1871, s. 178–183.
Grintz, Yehoshua M., “Jew, Semantics”, Encyclopaedia Judaica (EJ), 2. bs., XI, 253–254.
Gündüz, Şinasi, “Ehli Kitab’ın Kimliği Sorunu ve Ebû Hanife ile Çağdaşlarının ‘Kitâb’ Terimi
Merkezli Yaklaşımları”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, c. 15, sy. 1-2, 2002, s. 241-245.
Gürkan, Salime Leyla, Yahudilik, 5. bs., İstanbul: İSAM, 2015.
-———, The Jews as a Chosen People: Tradition and Transformation, London/New York: Rout-
ledge, 2009.
-———, “İsrâîl ve Ya‘kûb İsimlerinin Etimolojisi Üzerine Bir Değerlendirme”, İslâm Araştır-
maları Dergisi, sy. 38, 2017, s. 233-244.
-———, “Jews in the Qurʾān: An Evaluation of the Naming and the Content”, Ilahiyat Studies,
c. 7, sy. 2, 2016, s. 163-206.
-———, “Kur’an’a Göre Seçilmişlik Kavramı ve İsrailoğulları’nın Seçilmişliği Meselesi”, İslâm
Araştırmaları Dergisi, sy. 13, 2005, s. 25-61.
-———, “Yahudi”, DİA, XLIII, 182–184.
-———, “Mîsâk”, DİA, XXX, 172–173.
Haldar, A., “Israel, Names and Associations of ”, The Interpreter’s Dictionary of the Bible, New
York: Abingdon Press, 1962, II, 765.
Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi: Hayatı ve Faaliyeti, (çev. Salih Tuğ), İstanbul:
İrfan Yayımcılık ve Ticaret, 1990, I-II.
Harman, Ömer Faruk, “Tefsir Geleneğinde Yahudilere Bakış”, Müslümanlar ve Diğer Din Men-
supları, Ankara: Türkiye Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 2004, s. 119-126.
-———, “Kur’an’da Din Kavramı”, Kur’ân ve Tefsir Araştırmaları I, İstanbul: Ensar Neşriyat,
2000, s. 71–87.
-———, “İsrâil (Benî İsrâil)”, DİA, XXIII, 193-195.
-———, “Hûd”, DİA, XVIII, 280.
Harvey, Graham, True Israel: Uses of the Names Jew, Hebrew and Israel in Ancient Jewish and
Early Christian Literature, New York 1996.
Hayward, C.T.R., Interpretations of the Name Israel in Ancient Judaism and Some Early Christi-
an Writings: From Victorious Athlete to Earthly Champion, New York: Oxford University
Press, 2005.
Heard, R. Christopher, Dynamics of Diselection: Ambiguity in Genesis 12-36 and Ethnic Bounda-
ries in Post-Exilic Judah, Atlanta: Society of Biblical Literature, 2001.
Hirschberg, Haïm Z’ew, “Jacob, In Islam”, Encyclopaedia Judaica, XI, 22.
Hirschfeld, Hartwig, New Researches into the Composition and Exegesis of the Qoran, London:
Royal Asiatic Society, 1902.
Kur’an’da Yahudiler
120

Hopkins, Simon, “On the Words for ‘Jew(ish)’ in Arabic”, Israel Oriental Studies - Dhimmis
and Others: Jews and Christians and the World of Classical Islam, ed. Uri Rubin – David J.
Wasserstein, sy. 17, 1997, s. 11–27.
Idel, Moshe, Messianic Mystics, New Haven/London: Yale University Press, 1998.
Jastrow, Maurice, A Dictionary of the Targumim, the Talmud Babli and Yerushalmi, and the
Midrashic Literature, London/New York 1903, I, 566, I-II.
Jeffery, Arthur, The Foreign Vocabulary of the Qur’an, Cairo: Oriental Institute Baroda, 1938.
“Judah”, EJ, 2. bs., XI, 475–477.
Kaya, Remzi, “Ehl-i Kitap”, DİA, X, 516-519.
Koehler, Ludwig ve Walter Baumgartner, The Hebrew and Aramaic Lexicon of the Old Testa-
ment, trc. M. E. J. Richardson, Leiden: E. J. Brill, 1996, I-V.
Küçük, Abdurrahman, “Ahid (Dinler Tarihi)”, DİA, I, 532–533.
Lecker, Michael, The “Constitution of Medina”: Muḥammad’s First Legal Document, Princeton,
NJ: The Darwin Press, Inc., 2004.
-———, “Did Muḥammad Conclude Treaties with the Jewish Tribes Naḍîr, Qurayẓa and Qay-
nuqâ’?”, Israel Oriental Studies, sy. 17, 1997, s. 29-36.
Mazuz, Haggai, The Religious and Spiritual Life of the Jews of Medina, Leiden: Brill, 2014.
McCutcheon, Russell T., “Religion: Overview”, New Dictionary of the History of Ideas, ed. M.
C. Horowitz, New York: Charles Scribner’s Sons, 2005, s. 2048–2051.
Meral, Yasin, Yahudi Düşüncesinde İslam Algısı: İbn Meymûn (Maimonides) Örneği, Ankara:
Ankara Okulu Yayınları, 2017.
-———, “‘Leyse Aleynâ fi’l-Ümmiyyîne Sebîl’ (Al-i İmran, 3:75)”, Artuklu Akademi (Journal of
Artuklu Academia), c. 1, sy. 2, 2014, s. 165-169.
Mevdudi, Ebû’l-A’lâ, Kur’an’a Göre Dört Terim, (çev. Osman Cilacı ve İsmail Kaya), İstanbul:
Beyan Yayınları, 1989.
Neusner, Jacob, “The Doctrine of Torah”, The Blackwell Companion to Judaism, ed. Jacob
Neusner ve Alan J. Avery-Peck, MA/Oxford: Blackwell Publishing, 2003, s. 193-211.
Oded, Bustanay, “Tribes, The Twelve”, EJ, 2. bs., XX, 137-140.
Okuyan, Mehmet ve Mustafa Öztürk, “Kur’an Verilerine Göre ‘Öteki’nin Konumu”, İslâm ve
Öteki: Dinlerin, Doğruluk, Kurtarıcılık ve Birarada Yaşama Sorunu, ed. Cafer Sadık Yaran,
İstanbul: Kaknüs, 2001, s. 163-216.
Öztürk, Mustafa, Kur’ân-ı Kerîm Meali: Anlam ve Yorum Merkezli Çeviri, Ankara: Ankara
Okulu Yayınları, 2014.
Paçacı, Mehmet, “Kur’an’da Ehl-i Kitap Anlayışı”, Müslümanlar ve Diğer Din Mensupları:
Müslümanların Diğer Din Mensuplarıyla İlişkilerinde Temel Yaklaşımlar, Ankara: Türkiye
Dinler Tarihi Derneği Yayınları, 2004, s. 41-63.
Temel Kavramlar
121

Pasto, James, “The Origin, Expansion and Impact of the Hasmoneans in Light of Comparative
Ethnographic Studies (and Outside of Its Nineteenth Century Context)”, Second Temple
Studies III: Studies in Politics, Class, and Material Culture, ed. Philip R. Davies – John M.
Halligan, Sheffield: Sheffield Academic Press, 2002.
Rabinowitz, Louis Isaac, “Israel”, Encyclopaedia Judaica, X, 98–99.
Rubin, Uri, “The ‘Constitution of Madinah’: Some Notes”, Studia Islamica, sy. 62 1985, s. 5-23.
Van Seters, John, The Pentateuch: A Social-Science Commentary, Sheffield: Sheffield Academic
Press, 1999.
Serjeant, R. B., “The ‘Sunnah Jâmi‘ah,’ Pacts with the Yathrib Jews, and the ‘Taḥrîm’ of
Yathrib: Analysis and Translation of the Documents Comprised in the So-Called ‘Cons-
titution of Medina’”, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, c. 41, sy. 1,
1978, s. 1-42.
Sinanoğlu, Mustafa, “Eski Ahid ve Kur’ân-ı Kerîm’de Sîna Vahyi”, İslâm Araştırmaları Dergisi,
sy. 2, 1998, s. 1-22.
Smith, Wilfred Cantwell, The Meaning and End of Religion, Minneapolis: Fortress Press, 1991.
Stern, Sacha, Jewish Identity in Early Rabbinic Writings, Leiden: Brill, 1994.
Stillman, N. A., “Yahûd”, İA, XI, 240.
Syrén, Roger, The Forsaken First-Born: A Study of a Recurrent Motif in the Patriarchial Narra-
tives, Sheffield: Sheffield Academic Press, 1993.
Tauber, Yanki, “Who Wants to Be Jewish?” (http://www.chabad.org/library/article_cdo/
aid/334397/jewish/Who-Wants-to-Be-Jewish.htm).
Tevfîḳ, Muḥammed Ṣâlîḥ, “Aslu Kelimeti ‘yehûd’ fî’l-‘İbriyye ve’l-‘Arabiyye”, Mecelletu Kulliy-
yeti Dâri’l-’Ulûm, sy. 33, 1425/2004, s. 319–347.
Tigay, Jeffrey H., The JPS Torah Commentary: Deuteronomy, Philadelphia: Jewish Publication
Society, 1996.
Tümer, Günay, “Din”, DİA, IX, 312–320.
Vajda, G. “Ahl al-Kitâb”, EI, II, 264-266.
Watt, W. Montgomery, Muhammad at Medina, Oxford: Clarendon Press, 1956.
Westermann, Claus, Genesis, (çev. David E. Green), London/New York: T&T Clark Interna-
tional, 2004.
“Why Do Jews Sway When They Pray?”
(http://www.responsafortoday.com/moment/1_1.htm).
Zeitlin, Solomon, “The Names Hebrew, Jew and Israel: A Historical Study”, The Jewish Quar-
terly Review, c. 43 sy. 4, 1953, s. 365-379.
-———, “Who is a Jew? A Halachic-Historic Study”, The Jewish Quarterly Review, c. 49, sy.
4, 1959, s. 241-270.
Zeyveli, Hikmet, “Kur’an ve İndiği Dönem: Kur’an’da Yahudilere Yapılan Tarihî Atıfları Doğru
Anlamak”, Kur’an ve İslâmi İlimlerin Anlaşılmasında Tarihin Önemi, ed. M. Mahfuz Söy-
lemez, Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2003, s. 121-138.

You might also like