Professional Documents
Culture Documents
1-04 Tanzimat Dönemi (1839-1876) Türk Dış Politikası
1-04 Tanzimat Dönemi (1839-1876) Türk Dış Politikası
1-04 Tanzimat Dönemi (1839-1876) Türk Dış Politikası
Diplomasisi ve Pratiği
1839-1878
Osmanlı diplomasisi, Osmanlı siyasî tarihiyle paralel başlamış ve buna göre de
belli değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Nitekim klasik dönemdeki Osmanlı diplo
masi ile modern dönemdeki diplomasi karşılaştırıldığında, yaşanan değişim açık
bir şekilde görülebilir. Böyle bir gelişmenin yaşanmasındaki asıl neden, Osmanlı
Devleti’nin Avrupa karşısında değişen konumudur. Klasik dönemde Avrupa dev
letleri karşısında üstün olan ve Avrupa’yı takriben 250 yıl boyunca tehdit eden
Osmanlı Devleti, şartlarını ve muhtevasını kendisinin belirlediği aktif bir diplo
masi uygulamıştır.
Başta yabancı elçi kabul kuralları olmak üzere, daimî elçiliklerin açılmayarak
geçici elçilerin gönderilmesi, diplomatik belgelerde geçen mutlak üstünlüğü vur
gulayan ve muhatapları küçük gören ifadeler, klasik dönemdeki bu askerî ve siyasî
başarının; kendine duyulan özgüvenin bir sonucuydu. Osmanlı Devleti’nin Av
rupa merkezlerinde daimî elçilikleri açma ihtiyacı duymamasına karşın, Avrupa
devletleri Osmanlı başşehri İstanbul’da temsilcilik açma yarışına girmeleri, aynı
şekilde klasik dönemdeki genel durumun bir sonucu olarak görülebilir. Kısacası
bu yıllarda takip edilen aktif ve tek yönlü diplomasi, Avrupa karşısında elde edilen
askerî, siyasî ve kültürel hâkimiyetin tabiî bir sonucuydu.
Fakat bu durum, 1683 II. Viyana Kuşatması sonrasındaki yeni süreçle birlikte
değişmeye başlamıştır. Başarısız Viyana Kuşatması, Avrupa’nın Osmanlı karşısın
daki içe kapanma ve geri çekilme hâlinin gözden geçirilmesine neden olmuştur.
Nitekim Avrupa devletleri, karşı saldırıya geçerek Osmanlı’ya kaybettikleri top
rakları geri alma hevesine ve heyecanına kapılmışlardı. Osmanlı tarafı ise, Av
rupalıların bu saldırıları karşında geri çekilerek elindeki topraklarını savunma
gayretine düşmüştür. Osmanlı Devleti’nin geri çekilmesi, klasik Yeniçeri yürüyü
şünün ters şekline benziyordu. Yani iki adım geri, bir adım ileriye atıyordu. Fakat
XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren bunu da yapamayarak sürekli olarak geri çe
kilmiştir. Bundan sonraki mücadele içe kapanan ve savunan Osmanlı coğrafyası
üzerinde cereyan etmiştir.
Osmanlı’nın geri çekilme sürecinde özellikle de 1784 yılında Kırım’ın Ruslara
terk edilmesi, Osmanlı tarihinde ve zihin dünyasında bambaşka bir yere sahiptir.
Gerek tarihî, kültür ve gerekse nüfus olarak takriben 1000 yıllık Müslüman Türk
toprağı Kırım’ın Rusların eline geçmesi, Osmanlı tarihinin en önemli kırılma nok
talarından birini teşkil etmiştir. Osmanlı Devleti’nin üzerine bina edildiği dördün
cü önemli çekirdek bölgesi olan Kırım’ın kaybedilmesi, devlet adamları arasında
158 Osmanlı Diplomasisi
Mustafa Reşid Paşa, Fuad Paşa, Âlî Paşa ve Nedim Paşa’nın Avrupalı Büyük Devlet
lere olan diplomatik temayülleri nasıldı? 2
ise Akdeniz’e yoğunlaşmıştır. 1789 Fransız İhtilâli ile Avrupa’daki siyasî ve askerî
dengelerin alt üst olması yetmiyormuş gibi bunun üzerine bir de Fransa’nın Mı
sır’ı işgal etmesi benzer bir sıkıntının bu kez Akdeniz’de de yaşanmasına neden
olmuştur. Fransa’nın, ihtilâlin hemen ardından I. Koalisyon Savaşı’nı (1792-1797)
kazanarak Avrupa’da elde ettiği başarıyla yetinmeyerek Mısır’ı işgal etmek suretiyle
böylesine stratejik bir bölgeye hâkim olması, başta İngiltere olmak üzere Osmanlı
topraklarında ilgisi olan diğer devletleri bir hayli rahatsız etmiştir. Böylece Avru
pa’nın dışında Mısır’da Avrupalı devletler arasında ciddî bir rekabet ve mücadele
başlamıştır.
Avrupalı Büyük Devletlerin bu rekabeti Osmanlı için olumlu ve olumsuz ol
mak üzere paradoksal bir anlam taşımaktaydı. Osmanlı devlet adamlarının, bu
durumdan istifade ederek Fransa’nın rakibi Rusya ve İngiltere ile ittifak yapmak
suretiyle Fransa’yı Mısır’dan çıkartması, bu bağlamdaki olumlu gelişmeydi. Fa
kat bunun bölgesel olarak çok olumsuz bir sonucunun da ortaya çıktığının be
lirtilmesi gerekiyor: Avrupalı Büyük Devletler arasındaki rekabetin, Akdeniz ve
Mısır’a kaymasıyla bölge istikrarsızlaştırmıştır. Nitekim Fransızların Mısır’dan
çıkartılmasının ardından, bölgedeki Osmanlı hâkimiyeti ve istikrarı bir daha
sağlanamamıştır. Bölge bu şekilde istikrarsızlaştırılmış ve yeni çatışmaların pat
lak vermesine zemin hazırlanmıştır. Nitekim daha sonraki yıllarda patlak veren
Osmanlı-İngiliz ve Rus Savaşları (1806-1812), Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın
(1769-1849) 1831-1841 arasındaki isyanı, bu sürecin bir devamı niteliğindedir.
Bunlardan Mehmed Ali Paşa İsyanı, Osmanlı Devleti için tam bir hezimet ol
muştur. Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Osmanlı Ordusu’nu ardı ardına
mağlup ederek Kütahya’ya kadar ilerlemiş ve İstanbul’u tehdit etmiştir.
Dönemin devlet adamları Mehmed Ali Paşa tehlikesini Osmanlı askerî gü
cüyle bertaraf edemeyeceklerini, dolayısıyla Avrupalı Büyük Devletlerin diploma
tik ve askerî yardımına ihtiyaç gördükleri için bu desteğin sağlanabilmesi için iki
önemli diplomatik hamle yapmışlardır:
Öncelikle İngiltere’nin desteğini alabilmek için 16 Ağustos 1838 tarihinde Bal
ta Limanı Ticaret Antlaşması imzalanmıştır. Bununla sadece İngiltere’ye önemli
iktisadî tavizler verilmiş, daha sonraki günlerde antlaşma Avrupa’nın birçok dev
letine de teşmil edilmiştir. Mehmed Ali Paşa tehlikesinin devam etmesi üzerine
bu kez 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı ilan edilerek Modernleşme devlet si
yaseti hâline getirilmiştir. Mustafa Reşid Paşa, Tanzimat’ın neden ilan edilmesi
gereğini Sultan Abdülmecid’e izah ederken kullandığı “Avrupa’nın teveccühünü”
kazanmak ifadesi önemli olsa gerekir. Nitekim bu şekilde yapılan ticarî ve kültü
rel iki hamle olumlu sonuç vermiş; 15 Temmuz 1840’da Londra’da İngiltere, Rus
ya ve Avusturya’nın katılımıyla gerçekleştirilen konferansta Londra Antlaşması’nı
imzalayarak Mehmed Ali Paşa’nın işgal ettiği toprakları boşaltarak Mısır Valiliği
ile yetinmesi istenmiştir. İkinci önemli hamle askerî ittifakların yapılması olmuş
tur. Bunun için önce 8 Temmuz 1833’de Hünkâr İskelesi İttifak Antlaşması Rusya
ile imzalanmıştır. Fakat İngiltere ve Fransa’nın buna tepki göstermesi üzerine bu
uygulanmamıştır. Devamında ise, İngiltere ve Avusturya’nın donanmasıyla Meh
med Ali Paşa mağlup edilmiş; 27 Kasım 1840 tarihindeki anlaşmayla bu isyan res
men sona ermiştir. Bu şekilde Osmanlı, Avrupalı devletlerin diplomatik ve askerî
yardımlarıyla Mehmed Ali Paşa tehlikesinin ortadan kalkması sağlanmıştır.
İstanbul’un Mehmed Ali Paşa tarafından tehdit edilmesi üzerine Rusya’nın
donanmasını İstanbul’a göndermesi, Rus askerinin karaya çıkması ve bu devletle
Hünkâr İskelesi İttifak Anlaşması’nın imzalanması, bu kez bambaşka bir diplo
7. Ünite - Modern Osmanlı Diplomasisi ve Pratiği 1839-1878 165
matik sorunun patlak vermesine yol açmıştır: Boğazlar Sorunu. Boğazlar Soru
nu, Rus donanmasının Boğaz’dan geçerek İstanbul’a gelmesi Çanakkale Boğazı ve
Marmara Denizi’nin durumu hakkında Avrupalı Büyük Devletler arasında başla
yan tartışmalara verilen isimdir. Bu durum başta İngiltere olmak üzere diğer dev
letleri rahatsız etmiş ve yabancı devletlere ait donanmaların boğazlardan geçişle
rinin hangi şartlarda nasıl olacağı sorusu telaffuz edilmeye başlanmıştı. Osmanlı
Devleti ise, kendi toprağı olan ve daha da önemlisi başşehrinden geçen bu böl
ge hakkında karar verme ve söz sahibi olma durumunda değildi. Bundan dolayı
Mehmed Ali Paşa Meselesi’ne müdahil olan Osmanlı Devleti, İngiltere, Rusya ve
Avusturya gibi devletlerin teşebbüsüyle Londra’da bir toplantı yapılmış ve netice
sinde 3 Temmuz 1841 Londra Antlaşması imzalanarak Boğazlar’dan geçiş şartla
rı, barış durumunda yabancı devletler ait savaş gemilerinin boğazlardan geçişine
kapatılması ilkesiyle tespit edilmiştir. Böyle bu tartışma daha büyük bir soruna
dönüşmeden halledilmiştir.
Boğazlar’ın durumu hakkında Avrupalı Büyük Devletler arasında sağlanan uz
laşma, daha sonra bir başka Osmanlı toprağında patlak veren Kutsal Yerler Mese
lesi’nde ise bir türlü sağlanamamıştır. Kutsal Yerler Meselesi, Kudüs’te bulunan ve
Hıristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen bazı mekânların Hıristiyan mezhepleri,
özellikle de Ortodoks ve Katolikler tarafından kullanılması; bakımının yapılması
hakkında aralarında çıkan anlaşmazlıklardan dolayı Rusya ve Fransa gibi bazı Avru
palı Büyük Devletlerin müdahaleleriyle başlayan rekabet veya mücadeledir.
Aslında eskiden beri var olan bu meselenin bu dönemde yeniden alevlenme
si şu şekilde olmuştur: 1789 ihtilâlinin ardından Fransa’da başlayan lâik yöneti
min, bu bölgedeki Hıristiyanlarla ilgilenmemesi üzerine bölgede doğan boşluğu,
Avusturya ve Rusya doldurmaya başlamıştı. Avusturya daha önceden imzalanan
kapitülasyon antlaşmalarını ve 1699 Karlofça gibi antlaşmaları ileri sürerek Kato
liklerle; Rusya ise doğrudan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’na dayanarak Or
todokslarla ilgilenmekteydi. Fakat Louis Napolyon Bonaparte döneminde (1849-
1870), Fransa’nın bölgedeki eski siyasetine dönmesiyle, yani Katoliklerle tekrar
ilgilenmeye başlamasıyla bu üç devlet arasında ciddî bir rekabet ve çatışma patlak
vermiştir. Bu rekabet özellikle de Ortodokslar adına Rusya ve Katolikler adına
tekrar devreye giren Fransa arasında cereyan etmiştir. Osmanlı devlet adamları
böylece bu iki devlet arasında kalmışlardı. Fakat neticede Kutsal Yerlerdeki dinî
mekânların kullanılmasında çıkan anlaşmazlıkların çözülmesinde, Fransızların
talepleri doğrultusunda Kudüs’teki Kamame Kilisesi üzerinde Katoliklerin lehine
bazı düzenlemeler yapmışlardı. Fakat bu çözüm, tam bir çözümsüzlük olmuş ve
ne Fransızları ne de Rusları memnun etmişti.
Özellikle de Rusya bu gelişmeden en fazla rahatsız olan taraftı ve Kutsal Yerler
Meselesi ile Osmanlı vatandaşı Ortodoksların hâmiliği için Osmanlı Devleti’ni
iyice sıkıştırmaya başlamıştır. Aslında Rusya’nın bu hamlesi, sadece dinî amaçlar
ve endişelerden; din ve ırk dayanışmasından kaynaklanmıyordu. Rusya’nın bu ta
lepler üzerinden başka amaçları güttüğünü gösteren en somut delil 9 Ocak 1853
tarihinde St. Petersburg’ta Çar I. Nikola ile İngiltere Büyükelçisi George Hamilton
Seymour (1797-1880) arasında geçen görüşmedir. I. Nikola, Seymour’a Osman
lı Devleti’nin kendi aralarında doğrudan paylaşılmasını şu şekilde teklif etmişti:
“Kollarımız arasında hasta bir adam var. Çok hasta. Size açıkça söylemeliyim ki, ge Hasta Adam, Rus Çarı I. Nikola
reken bütün tedbirleri almadan önce onu günün birinde kaybetmemiz büyük felaket tarafından Osmanlı Devleti’nin
içinde bulunduğu kötü
olacaktır. Türkiye ansızın ölebilir.” Seymour ise bu teklif karşısında, “hastayı tedavi durumu ifade etmek için ilk
etmeyi” niçin düşünmediklerini söyleyerek Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünün defa kullanılmıştır.
166 Osmanlı Diplomasisi
bir kongrenin toplanmasını sağlamış ve Gayr-i Müslimler için istenen dinî imti
yazların garanti edilmesini sağlamaya çalışarak, Rusya’nın savaş mazeretini elinden
almak ve önünü kesmek istemiştir. Nitekim Avusturya, İngiltere, Fransa, Prusya ve
Rusya’nın katıldığı bu kongrede, Babıâli’nin Ortodoks Kilisesi’ne lehine tanıyacağı
imtiyazlar Küçük Kaynarca ve 1829 Edirne Antlaşması’na göre olacağı; bu imtiyaz
lar Ortodokslarla sınırlı olmayarak ve diğer mezhepleri de kapsayacağı kabul edil
mişti. Buna göre, Osmanlı Devleti tarafından diğer mezheplere tanınan imtiyazlara
Ortodokslarla ilgili olanların da ekleneceğine dair bir taahhütte bulunulacaktı.
Kendisi hakkında görüşmelerin yapıldığı bu kongreye davet edilmeyen Os
manlı Devleti’nin, kongrenin kararlarını reddetmesi üzerine, Kırım Savaşı 4 Ekim
1853’te resmen başlamıştır. Rusların, fırtınadan dolayı Sinop Limanı’na sığınan
Osmanlı gemilerini 30 Kasım 1853 tarihinde batırması ve Müslüman mahalle
sini ateşe vermesi, Kırım Harbi’nin kırılma noktası olmuştur. Bu olaya kadar bir
Osmanlı-Rus savaş şeklinde cereyan eden Kırım Harbi, bundan sonra Avrupalı
Büyük Devletlerin de dâhil olmasıyla bir Avrupa savaşı boyutunu almıştır. Rus
ya’nın sonuçlarını bilerek böylesine bir baskınla Avrupa kamuoyunu ve Avrupalı
devletleri karşısına alması ilginç olsa gerekir.
Nitekim bu gelişmeye en sert tepkiyi veren İngiltere ve Fransa, 27 Şubat 1854’te
Rusya’ya bir nota vererek, Eflak ve Boğdan’ı derhal boşaltmasını ve Osmanlı Dev
leti’nin toprak bütünlüğünü kabul etmesini istemişlerdi. Şayet Rusya bunu kabul
ederse Osmanlı Devleti şunları taahhüt edecekti: Tüm Osmanlı vatandaşları ka
nun önünde eşit olacaklar, tebaa arasında cins ve mezhep farkı olmadan herkes
memur tayin edilebilecek, Hıristiyanların şahitliği Müslümanlarla eşit kabul edi
lecek, Karma Mahkemeler kabul edilecek ve Haraç kaldırılacak. İlan edilmesin
den takriben iki yıl önce cereyan eden bu gelişme, aslında Islahat Fermanı’nın
ayak seslerinden başka bir şey değildi.
Rusya’nın bu notayı reddetmesi üzerine bu iki devlet 12 Mart 1854’te Osmanlı
Devleti’yle ittifak antlaşması imzalamışlardı. İttifak antlaşmasının ardından Rus
ya’ya dört maddeden oluşan bir nota 22 Temmuz’da verilmiş; bunda Osmanlı
Devleti’nin genel bir reform yapması gündeme getirilmiştir. Bu arada Osmanlı
Devleti, savaştan dolayı ortaya çıkan malî sıkıntının giderilmesi için 24 Ağustos
1854 tarihinde İngiliz ve Fransız bankalarıyla Osmanlı tarihindeki ilk dış borç
anlaşmasını imzalanmıştır. Bu tür dış borç anlaşmaları daha sonraki yıllarda ar
tarak devam etmiştir. Bu durum Osmanlı Devleti’nin hem malî hem de diplomasi
alanında daha da zayıflatmış ve Avrupalı Büyük Devletlerin dış müdahalelerini de
kolaylaştırmıştır. Bu sonucun alınmasında Kırım Harbi etkili olmuştur.
Rusya’nın 22 Temmuz tarihli İngiliz ve Fransız notasını reddetmesi üzerine
müttefik devletler, 13 Eylül’de 120 000 kişilik ordu ile Kırım’a çıkartma yapmışlar
dır. Fakat istenilen sonucun bir türlü alınamamasından dolayı bu kez Avusturya ve
Piyemonte de Rusya’ya karşı müttefik kuvvetlere katılmıştır. Nihayet 9 Eylül 1855
tarihinde Sivastopol’ün düşmesi üzerine 16 Aralık’ta Rusya verilen bir ültimatom
ile savaşa son vermesi istemiştir. Bu ültimatomda yapılacak barışa esas olacak dört
önemli madde yer almaktadır. Buna göre Eflak-Boğdan ve Sırbistan Avrupalı Büyük
Devletlerin toplu himayesinde olacak, Karadeniz tarafsız hâle getirilecek ve Osman
lı Devleti sınırları içinde bulunan bütün Hıristiyanlara ve Müslümanlara Avrupa
garantisi altında yeni haklar verilmesini taahhüt edecektir. Rusya, bazı ufak itirazlar
dışında bu maddeleri kabul ettiğini ilan ederek savaşı sona erdirmiştir.
Osmanlı Devleti, bu şekilde Kırım Harbi’ni askerî olarak kazanmasına rağmen,
bu galibiyetin sonuçlarından istifade edememiştir. Toprak kazanamamış ve savaş
168 Osmanlı Diplomasisi
haklara sahip bir devlet olarak ilk defa böylesi bir kongreye iştirak etmiştir. Bu tes
pit önemli olmakla birlikte, aslında bunun pek de pratiği olmamıştır. Görüşmeler
sırasında müttefik devletler arasındaki ittifak bölünmüş ve herkes kendi menfaati
ne göre hareket etmiştir. Bu durum, Sadrazam Âlî Paşa’nın ve Paris’teki Büyükelçi
Mehmed Cemil Bey’in ikinci delege olarak temsil ettiği Osmanlı Devleti’ni direkt
etkilemiştir. Bu şekilde Paris Kongresi’nde galipler ile mağluplar birbirine karışmış;
galip Osmanlı mağlup, tam tersine mağlup Rusya ise, galip muamelesi görmüştür.
Resim 7.1
1856 Paris
Kongresi’ndeki
oturumlardan bir
görüntü.
Kaynak: H.F.Hel
molt, The History of
the World, vol. VIII,
(1907) New York,
Dood. Mead and
Company, s. 246.
geldikleri önemli bir gelişme idi. Osmanlı Devleti artık bir Avrupa devleti olmuş
tur. Fakat pratikte bunun pek de bir faydası olmayacaktı. Nitekim bundan sonraki
süreç, Paris Kongresi’nin kâğıt üzerinde kaldığını ve ilgili maddenin Osmanlı lehi
ne uygulanmadığını göstermiştir.
Aynı devletler bu kez de olayları yerinde incelemek üzere buraya bir heyet
göndermişlerdir. Heyet yaptığı araştırma neticesinde bölgede etkili bir idare ku
rulmadığı sürece, bu tür olayların yaşanabileceği fikrini gündeme getirmiştir.
Bunun üzerine Lübnan ve çevresi için bir nizamnâme hazırlamışlar ve Babıâli’ye
vermişlerdir. Osmanlı hükümeti bunu kabul ederek ufak tefek bazı değişikliklerle
Lübnan Nizamnâmesi adıyla 9 Haziran 1861’de ilan etmiştir. Buna göre Lübnan,
Babıâli tarafından belirlenen Hıristiyan bir vali tarafından idare edilecekti. Neti
cesinde Ermeni Katolik David Efendi, Lübnan Mutasarrıfı olarak görevlendiril
miştir. Lübnan Olayları, Avrupalı Büyük Devletlerin bir kez daha Osmanlı Dev
leti’nin iç işlerine müdahale etme fırsatı ve imkânı vermiştir. Paris Antlaşması’nın
7. maddesine ve ilgili olayların bastırılmasına rağmen, Osmanlı hükümetine ken
dilerinin hazırladıkları nizamnâmeyi dikte ederek Hıristiyan bir mutasarrıfın gö
reve gelmesini sağlamışlardır.
1866-1867 Girit İsyanı’ndan dolayı benzer şekilde bu kez Fransa ve Rusya Os
manlı Devleti’nin iç işlerine karışmak istemişlerdi. Yunanistan’ın kurulmasından
sonra kronik bir hâl alan Girit’teki bu isyanlara seyirci kalmak istemeyen Fransa
ve Rusya, ortak bir karar alarak bu adaya özerklik verilmesini ya da Yunanistan’a
terk edilmesini istemişlerdi. Fakat Babıâli’nin bunu reddetmesi üzerine, bu kez bir
heyet hazırlayarak adaya göndermiş ve incelemelerde bulunmuşlardır. Hükümet
bunu da kabul etmemiş ve bizzat Sadrazam Âlî Paşa Girit’e giderek yerinde incele
meler yapmış ve durum hakkında bir rapor hazırlamıştır. Âlî Paşa’nın raporunda
geçen, adada yapılacak ıslahatlar yoluyla dışarıdan bekledikleri şeylerin doğrudan
kendi devletleri tarafından yapıldığını gören Gayr-i Müslimlerin dışarıdan boz
guncu ellerden kurtulacağı düşüncesi dikkat çekicidir. Bu rapor doğrultusunda
adada mahallî bir meclisin açılması dâhil bir ıslahat programı ilan ederek isyanı
sona ermesini sağlamıştır. Bu şekilde adada yarı otonom bir yapının oluşturulma
sıyla muhtemel bir dış müdahaleye engel olmuştu, fakat yapılan aslında Fransa
ve Rusya’nın isteklerinden çok da farklı bir şey değildi. Bu istekleri başlangıçta
reddedilmesine rağmen, şimdi bunlar bizzat Sadrazam tarafından yerine getiril
miştir.
Bu dönemde Osmanlı diplomasisindeki en önemli gelişmelerden biri Sultan
Abdülaziz’in gerçekleştirdiği Avrupa Seyahati’dir. Fransa İmparatoru III. Napol
yon’un Paris Sergisi’nin açılışı için davetiyle 21 Haziran-17 Ağustos 1867 tarihleri
arasında gerçekleştirilen bu seyahat sırasında Abdülaziz, 10 gün Paris ve 11 gün
Londra’da kalmış; dönüşte Belçika, Almanya ve Avusturya’ya uğramıştır. Seyahat
te kendisine Hâriciye Nâzırı Fuad Paşa, Şehzâde Murad ve Şehzâde Abdülhamid
gibi daha sonra tahta çıkacak olan müstakbel iki hükümdar da iştirak etmiştir.
Böylece iki kadim müttefiki Fransa ve İngiltere olmak üzere dört Avrupa dev
letini kapsayan bu seyahat, Avrupa’ya ve hatta ülke dışına yapılan ilk ve tek Os
manlı hükümdar seyahati olma özelliği ile Osmanlı tarihindeki yerini almakla
birlikte, diplomasi tarihindeki önemi çok daha dikkat çekicidir. Gerek yapılan
modernleşme faaliyetlerine göre kültürel olarak ve gerekse Paris Kongresi’nin ka
rarlarına göre hukukî olarak bir Avrupa devleti olan Osmanlı Devleti’nin hüküm
darı ile kendisinden sonra tahta çıkacak iki şehzâdesinin Paris ve Londra gibi iki
merkezi ziyaret etmeleri, siyasî ve diplomatik olarak Avrupa’nın vazgeçilmez bir
merkez hâline geldiğini bir kez daha göstermektedir. İkinci olarak bu tür yurtdışı
hükümdar ziyaretleri genel itibarıyla turistik bir seyahatten daha ziyade diploma
tik geziler olarak değerlendirilmekte olup, XIX. yüzyılda Avrupa’daki hükümdar
lar tarafından sıkça icra edilmekteydi. Modern bir hükümdar olarak Sultan Ab
7. Ünite - Modern Osmanlı Diplomasisi ve Pratiği 1839-1878 173
re’ye yakın olan ve meşrutî yönetim taraftarı Mithat Paşa (1822-1884) 13 Aralık’ta
Sadrazamlığa getirilmiştir. Bu şekilde bir mesaj verilmek istenmiştir. Ardından
Osmanlı temsilcisi Hâriciye Nâzırı Safvet Paşa’nın ilk defa katıldığı 23 Aralık’taki
son oturum yapılırken meşrutî yönetime geçildiği ilan edilmiş ve Safvet Paşa, top
lantı başladığı ve topların atıldığı sırada ayağı kalkarak, “meşrutî yönetime geçil
mekle” bu toplantının düştüğünü iddia dahi etmiştir. Osmanlı modernleşmesinin
en önemli projelerinden biri olan Meşrutiyet ve Kanûn-ı Esâsî’nin böylesine bir
süreçte ve ortamda hızlı bir şekilde ilan edilmesi manidar olması gerekir. Burada
kurumsal bir ihtiyaçtan daha ziyade, Avrupalı Büyük Devletlerin Balkanlar için
yapmak istedikleri müdahaleye engel olma endişesinin öne çıktığı hissedilmek
tedir. Bu tespitin en güzel delili Sadrazam Mehmed Rüştü Paşa’nın (1811-1882),
Meşrutiyet’in ilanını dış teklifler karşısında yapılmak zorunda kalınan bir “jest”
olarak değerlendirmesidir.
İlk Osmanlı anayasası özelliğine sahip olan Kanûn-ı Esâsî’nin, Balkan Sorunu için
toplanan Tersane Konferansı’nın son günde ilan edilmesini Osmanlı diplomasisi 6
açısından değerlendiriniz?
Osmanlı Devleti askerî ve diplomatik alanlarda olmak üzere her şeyi ile tam bir
felaketi yaşamış; dibe vurmuş ve bir daha belini doğrultabilmek için 30 yıl içe ka
panmak zorunda kalmış ve bu yaraları sarmaya gayret etmiştir.
Rus Harbi ve Ayastefanos Barış Antlaşması, 1856 Paris Kongresi’yle oluşan ye
ni diplomatik düzenin sonunu getirmiştir. Paris Kongresi’yle Osmanlı mirası üze
rinden Avrupalı Büyük Devletler arasında sağlanan dengeler, bu savaşla birlikte
Rusya lehine yeniden bozulmuştur. Özellikle de Balkanlar’da Avusturya, Akde
niz’de ise İngiltere bu durumdan rahatsız olmuşlardır. Şayet mevcut durum göz
den geçirilip düzeltilmezse Avrupalı Büyük Devletler arasında ciddî çatışmalar
çıkabilirdi. Bu ise, uzun vadede Avrupa barışının bozulması anlamına gelmek
teydi. Dolayısıyla bu tehlikenin bertaraf edilebilmesi gerekiyordu. Çözüm basitti,
Ayastefanos’un gözden geçirilmesi; yeni bir diplomatik düzenin kurulması ve is
tikrarın yeniden sağlanmasıydı. Bunun için, tıpkı 1856 Paris Kongresi’nde olduğu
gibi, milletlerarası bir kongrenin düzenlenmesi elzemdi.
178 Osmanlı Diplomasisi
Özet
Modern Osmanlı diplomasisinin teşkil edilmesin Modern diplomasiye geçişle birlikte Avrupalı Bü
1 de alt yapının nasıl oluştuğu ve nasıl geliştiğini 3 yük Devletlerin Osmanlı diplomasisine ve iç işle
açıklamak. rine nasıl müdahale ettiklerini tartışmak.
Modern Osmanlı diplomasisinin oluşmanın te Osmanlı Devleti’nin modern Avrupa diploma
melinde Osmanlı Modernleşmesi yatmaktadır. tik sistemine eklemlenmesiyle birlikte, Avru
Bu bağlamdaki en önemli gelişme III. Selim’in palı Büyük Devletler İstanbul’daki diplomatik
uyguladığı Nizâm-ı Cedîd ıslahat projesidir. temsilcileri vasıtasıyla Osmanlı iç işlerine da
Diplomasinin uygulama araçlarından olan dai ha rahat müdahale etme imkânı bulmuşlardır.
mî elçilikler, bu kapsamda 1793’ten itibaren Bunlar aynı zamanda, diplomasinin dışına çı
Avrupa’nın önemli merkezlerinde açılmıştır. karak Sadaret ve Hâriciye Nezâreti gibi önemli
III. Selim’in diğer bir yeniliği ise, Hıristiyan bir görevler olmak üzere diğer makamlara tayinlere
devletle hem diplomatik hem de askerî ittifak ve görevden alınmalara karışır olmuşlardır. Bu,
yaparak denge siyasetini başlatmasıdır. II. Mah Osmanlı Devleti’ne iki şekilde yansımıştır: ön
mud’un Dışişleri Bakanlığı’nı kurması ve yaban celikle bu elçiler Osmanlı içişlerine pervasızca
cı dil bilen diplomatları yetiştirecek Tercüme müdahale etmek suretiyle birçok iç meselenin
Odası’nı kurması bu noktada diğer önemli ge milletlerarası bir boyut kazanmasına neden ol
lişmelerdir. Sultan Abdülmecid dönemi, bu iki muşlardır. İkinci olarak ise, bu süreçte çeşitli
hükümdarın yaptığı faaliyetleri tamamlar mahi makamlarda atamalar ve görevden almalara sık
yettedir. ça karışarak, Osmanlı iç siyasetini istikrarsızlaş
tırmışlardır.
Modern Osmanlı devlet adamlarının, dolayısıyla
2 Osmanlı Devleti’nin Avrupalı Büyük Devletlerle 1856 Paris Kongresi’yle oluşan yeni diplomatik
olan ilişkilerini tartışmak. 4 düzenin Osmanlı Devleti’ne nasıl etkilediğini ör
Tanzimat döneminde diplomasinin belirlenme nekleriyle değerlendirmek.
si ve yürütülmesi hükümete kaymasıyla birlikte, Paris Kongresi’yle Avrupa barışını kurtaran Av
dönemin önemli devlet adamları öne çıkmaya rupalı Büyük Devletler, aynı zamanda Osmanlı
başlamışlardı. Özellikle de Mustafa Reşid Pa Devleti’nin konumunu belirleyen yeni bir diplo
şa ile başlayan bu süreç Âlî Paşa, Fuad Paşa ve matik düzen kurmuşlardır. Bu düzende Osman
Mahmud Nedim Paşa ile devam etmiştir. Bu lı’nın Avrupa devletler topluluğuna katıldığı
dört devlet adamı hem diplomaside hem de iç kabul edilmiş; devletin bağımsızlığı ve mevcut
siyasette Avrupalı diplomatik çevrelerini kullan toprak bütünlüğünü garanti edilmişti. Fakat Is
mışlardır. Bunlardan Mustafa Reşid Paşa, diplo lahat Fermanı’nın aynı antlaşmada geçmesiyle
maside İngiltere’nin, Âlî Paşa Fransa’nın, Fuad de, Osmanlı’nın iç işlerine müdahale edilmesine
Paşa duruma göre bu iki devletin ve Mahmud kapı açılıyordu. Böylece Osmanlı Devleti bir ta
Nedim Paşa ise Rusya’nın desteğini aramıştır. raftan Avrupa devleti kabul edilerek sınırlarıy
Bunlar aynı zamanda iç siyasette çeşitli konular la bağımsızlığına kefil olunurken, diğer taraftan
da danışmada ve daha da önemlisi göreve gel Osmanlı’nın iç işlerine müdahale edilecek bir
mede yine bu devletlerin İstanbul’daki Büyükel zemin oluşturulmuştur. 1857-1862 Eflak-Boğ
çileri’ne istinat etmişlerdir. dan Meselesi, 1860-1861 Lübnan Meselesi ve
1866-1867 Girit İsyanı gibi Osmanlı Devleti’nin
başını ağrıtan birçok sorun, takriben 1877-1878
Osmanlı-Rus Harbi’ne kadar süren bu düzenin
bir sonucu olarak vuku’ bulmuştur.