Professional Documents
Culture Documents
11 Edebiyatt
11 Edebiyatt
Tema: vatanseverlik
Konu: Türk kadınının Kurtuluş Savaşı’nda vatan ve millet için yaptığı fedakârlıklar
İleti: Türk kadını cesur olduğu kadar fedakârdır, vatanseverdir.
Metnin temel çatışması: yoksulluk-zenginlik, Öküzden Tayyare (hikâyenin adında bile teknolojik imkânları
işaret eden çatışma vardır. )
Kadının yoksul olmasına rağmen tüm mal varlığını vatanı için vermesi de bir çatışmadır.
İç çözümleme tekniği kullanılmıştır burada. Çünkü hikâyede kişinin duygu ve düşünceleri, yazar anlatıcı
tarafından okura aktarılır. Kahraman ile okuyucu arasına yazar girer. Anlatıcı devreden çıkmaz bu
teknikte. Anlatıcı, kahramanın zihninden geçenleri okur. Bu teknikte anlatıcı, figürün zihnine rahatça
nüfuz ederek onun düşüncelerini “diye düşündü” gibi ifadeyle aktarır.
“İlkin gözleri sevinçle parladı. Sonra sönükleşerek bir noktaya takıldı kaldı… Dudaklarımdan çıkacak cevabı
heyecanla bekliyordu ki, makine şakırtıları yüklü sıcak koridorun kirli aydınlığında iri yarı biri belirdi:
“Göklerde yalnız kuşlar, bulutlar, rüzgârlar uçar. Geceleri de yıldızlar falan parıldar. Koskoca alâmet, hem
içinde insanları, dolu gülleleri alıp da hiç uçabilir mi?”
“Hasat zamanı geldiğinde bunca emeğinin karşılığını alamayacağını aylar öncesinde anlamıştı. İsteksiz bir
şekilde tarlasına gidiyor, akşama kadar zoraki bir şekilde çalışmalarını tamamlıyordu. Yine mi aldığı kararlarla
ailesinin bunca emeği boşa gidecekti? Canı sıkılıyor ve kimseyle konuşmak istemiyordu.”
İç konuşma tekniği kullanılmıştır burada. Bu anlatım teknikleri, hikâye karakterinin ruhsal özelliklerini
okuyucuya iletmek için kullanılan araçlardır.
“Prag der demez içim cız etti. Deminden beri aklıma getirmek istemediğim her şeyi bu sefer zapt etmeme imkân
kalmamıştı. Fakat ne diye soracaktım? Benim Maria ile olan münasebetimden onun haberi yoktu, sualime ne
mana verecekti? Nereden tanıdığımı sormayacak mıydı?”
“Nedir, nedir Yarabbi bu kördüğümü, onun eline teslim ettirmeyen sır nedir? Hastalığımın en vahim
dakikalarında bile yalnız bunu düşündüm; iyileştim, gene düşündüm ve hâlâ da boş yere düşünmekteyim. O
benim her zamanki dost, insan, faziletli kadınım değil mi? Bir kahpenin marifetini niçin ondan sakladım?
Söylemek için çabaladığım, yanıp tutuştuğum halde dudaklarımı kim tuttu, kim bağladı?..”
Diğer anlatım tekniklerine de göz atalım.
Bilinç akışı tekniği: Roman ve hikâye yazımında kahramanın zihninden geçenleri aralıksız olarak ve seri halde,
belli bir sıraya koymadan olduğu gibi aktarmaya çalışan anlatım tekniğidir. Bu teknikte kişilerin iç dünyalarını
aracısız olarak okura iletme olanağı sağlar. Bireyin zihninden geçenler, birbirinden bağımsız cümlelerle âdeta bir
sayıklamayı andırır biçimde sergilenir. Düşüncelerde mantıksal bir bağ yoktur. Çağrışım ve imgelere dayalı bir
anlatım vardır.
UYARI: İç konuşma ve bilinç akışı tekniği neredeyse aynıymış gibi görünür, ancak iç konuşma gramer
bakımından düzgün, sentaks kurallarına uygun cümlelerle yapılan sessiz bir konuşmadır ve düşünceler
arasında mantıksal bir bağ vardır. Bilinç akımında ise karakterin zihninden akıp giden düşüncelerde
mantıksal bir bağ yoktur. Daha çok çağrışım ilkesine göre akarlar. Ayrıca gramer kuralları da gözetilmez.
Bilinç akımında yalnız düşünceler değil, duyumlar, imgeler de yer alabilir.
“Yol boyu kavak ağaçları, köprü, yokuş yukarı dar sokak… Sokağın bitiminde kediyi gördüm. Yıkık bahçe
duvarından duta tırmandı, oradan da çatıya. Baktım baca tütüyor. Rüzgârla savrulan kül rengi, yoğun bir
duman. Kedi dumana girdi çıktı. Kiremitlerin arasında kayboldu sonra. Bahçe kapısının önünde durdum.
Girsem yol bitecek. Ömür biter, yol bitmez… Kentlerin, otellerin duvarlarında yazılıydı. Bir geminin beyazında,
trenlerin, uçakların alnında. Bekleme odalarında, gar saatlerinde, kamyonların, otobüslerin ön camlarında
yazılıydı. Ya da tanıdık bir ses hep bu cümleyi fısıldadı kulağıma: Ömür biter, yol bitmez. Girsem Paris’te
Figuier Sokağı’ndaki odamın kapısı çalınmayacak bir daha. Ne telefon çalacak ne de Notre Dame’ın çanları.
Gece lambamın ışığına üşüşmeyecek Türkçe sözcükler. Bu sürgün bitecek. Girsem sofada sedirin üzerinde
bulacağım seni. Saçların ağarmış, yuvarlak beyaz yüzünde sabır.” (Nedim Gürsel)
“O gün ne güzel bir gündü! Deniz ne serindi! Ne güler yüzlüydü sandallar, çocuklar, kadınlar! Dünya yüzünde
bir tek kötü lakırdı, kötü hareket, kötü düşünce o gün için -o günün başı için- insan elinden, insan dilinden, insan
kafasından çıkmamış gibi bir akşam oldu. Ben her zamanki gibi kimsesiz, pazarımı bitirmiştim. Hayatımdan
memnundum. Her şey ışıl ışıldı. Her şey mavi, akşama doğru kırmızı, sonra lâcivert oldu. Bugün kimse
ölmesindi. Bugün döğüş edilmesin, bugün kimse ağlamasındı. Akşama doğru vapur iskelesine gittim. Daha
vapura vakit vardı. İki çocuk iskelenin parmaklıklarında cambazlık yapıyor, bir adamla mini mini bir kız çocuğu
elleri balık pulu içinde, balık avlıyorlardı. İskelenin iç çırpınmayan bina gölgeleri düşmüş denizi Monako
Prensi’nin akvaryumu gibiydi. Köyden güneş çekilmişti. Onu tarifelerin asıldığı siyah tahtanın dibine çömelmiş
gördüm. Yüzü kıpkırmızıydı. Bugün iyi çalışmış olacaktı. Yüzünde, iskeleye inerkenki pembelik kalmamıştı. Çok
kanlıydı. Mavi gözleri uçuk, korkuluydu. Yanında durdum.”
Geriye dönüş tekniği: Kronolojik bir biçimde gelişen olay örgüsünde geçmişe yönelik bilgi vermek amacıyla
kullanılan bir anlatım tekniğidir. Hikâyede olaylar belli düzende ilerlerken zaman durdurularak geçmişteki
zamana dönülür. Bu zaman diliminde oluşan olaylardan söz edilir. Bu teknikte amaç, olayların geçmişini
aydınlatmak, hikâyedeki kişiler hakkında bilgi vermektir. Kişiler, olaylar ve mekânlar hakkında daha detaylı
bilgi verilirken bu teknikten yararlanılır. Böylelikle gerçekliğe katkı sunulur.
Dereden, tepeden uzun uzun konuştuk. Bu arada her gün, sabahın beşinde çalar saatin sesiyle uyandığını, gaz
ocağına çaydanlığı oturttuğunu, bulaşıkları yıkadığını, çarşıdan ekmek peynir aldığını, altıya doğru
kardeşlerinin karnını doyurup altı buçukta omuz omuza işçi kalabalığıyla vapura binip yedide köprüye geldiğini,
yediyi çeyrek geçe de atölyede iş başı yaptığını öğrendim.
Galiba serseri ve kalender meşrebi için ona mahallede “Gamsız” demişlerdi. Fakat hakikatte o,
köpeklerin en gamlısı idi, birkaç sene evvel büyük bir mateme uğramıştı. Dört yavrusunun birden zehirlendiğini,
gözünün önünde kıvrana kıvrana görmüştü. Onları götüren süprüntü arabasının arkasından uzak mahallelere
gitmiş, bir hafta geri dönmemişti.
Onun bir yerde bir kaza eceline uğradığını zannedenler olmuştu. Fakat kalender ve mütevekkil
görünüşüne rağmen o, çok gözü açık bir köpekti. Cinsinin düşmanlarını iyi tanır, hatta bazen onlara
inanıyor, zehirli ekmeklerini yiyor, tuzaklarına düşüyor görünerek alay bile ederdi. Binaenaleyh onun bir
yerde ölüp kalmasına imkân yoktu. Nitekim bir hafta sonra tekrar mahalleye gelmişti. Yalnız biraz daha
ihtiyar ve düşkün, uzun sarı tüyleri biraz daha çamurlu, bacakları biraz daha berelenmiş olarak...
Bilmem yalan, bilmem doğru, mahalle kadınları onun için bir vaka anlatırlardı. Gamsız, güya
çocuklarının ölümünden sonra yaşamak istememiş... Belediye kulübelerinin karşısında durup boynunu
bükmüş, yalvarır gibi kesik kesik uluyarak, çocuklarını öldüren yiyecekten istemiş... Hatta bir defasında
zehirlenmiş, fakat ölmemiş... Çok ıstırap çektikten, çok süründükten sonra tekrar ayağa kalkmış...
Gamsız, çocuklarının ölümünden sonra mahalleye darılmış, ana mektebinin arkasındaki viraneye
çekilmişti. Sokakta hemen hiç dolaşmaz, yalnız zaman zaman mektebin bahçe duvarından içeri atlar, çocuklarla
oynar, öğle vakti onların artıklarını yerdi.
Çocuklara, büyüklerden fazla emniyet ettiği, onlardan esaslı bir zarar gelmeyeceğini bildiği için miydi,
yoksa onların da -kendi küçükleri gibi- masum ve müdafaasız mahlûklar olduğunu hissettiği için mi böyle
yapıyordu?
UYARI: Geriye dönüş tekniğinin içinde koyu renk ile gösterdiğimiz kısım da anlatma tekniğidir. Anlatma
tekniğinde okuyucu, durum ve olayları anlatıcının dile getirdiği kadar bilebilir. Bu teknikte okuyucu ve olaylar
arasında anlatıcı yol göstericidir. Okuyucu ile eser arasına girmektedir yazar. Eserde ifade edilmek istenen olay
ve durumların anlatım tekniği olarak bilinen anlatım tekniğinde odak noktası anlatıcının üzerindedir.
“Oturdular. Neriman’ın buraya üçüncü gelişiydi. Her seferinde burasını biraz daha seviyor ve beğeniyordu. Her
şey temiz, her şey güzel. Zevkli bir kadın eliyle döşenmiş küçük bir ev odası gibi. Ve baş başa konuşmaya
müsait! Pastacı, muhallebici gibi yerleri daima dükkân fikriyle beraber düşünmeye alışmış Neriman için, bu
mahrem küçük salon yepyeni bir şeydi. Fahriye’nin de hayranlığını yüzünden görmek istiyordu...”
UYARI: Anlatma; kişi tanıtımı, olay anlatımı, geriye dönüş, iç çözümleme şeklinde olabilir:
--Kişi Tanıtımı Tekniği: Metindeki kişilerle ilgili okuyucuya tanıtıcı bilgiler verilir. Anlatıcı, metindeki kişileri
ayırt edici yönleriyle tanıtır.
“Hele bir tanesi vardı, bir tanesi. Çocukları bu işe seferber eden de oydu. Ökseleri cumartesi gecesinden
hazırlayan da... Konstantin isminde bir herifti. Galata’da bir yazıhanesi vardı. Zahire tüccarıydı. Kalın, tüylü
bilekleri, geniş göğsü, delikleri kapanıp açılan üstü kara kara benekli bir burnu, deriyi yırtmış da fırlamış gibi
saçları, kısa kısa bir yürümesi, kalın kalın bir gülmesi...”
"Küçük Ağa başını kaldırdı ve soran gözlerle baktı. Doktor çevik bir davranışla ayağa kalkmıştı. Gidecekti artık.
Onun hâlâ soran gözlerine dost gözlerle bakarak:
-Çünkü, dedi. Küçük Ağa'nın siz oluşu... yani... nasıl söylemeli?.. Anlıyor musunuz veya anlatabiliyor muyum
bilmem... Sizin gibi genç, güçlü, kuvvetli... ve bilhassa bilgili, akıllı biri oluşu... Kısacası işte siz oluşunuz benim
için hususî bir kıymet ve ehemmiyet taşıyor."
(Tarık Buğra, Küçük Ağa)
Diyalog tekniği: Edebi eserde yer alan kişilerin karşılıklı konuşmalarına dayanan tekniktir. Kahramanlar
arasında iletişim sağlanır. Böylelikle karakterlerin birbirleriyle olan çatışmalarını ve düşüncelerini okuyucu
anlayabilmektedir.
Emine bacı bütün işini gücünü sermişti. Gözlerini havadan ayırmaz olmuştu. Göklere böyle dalgın dalgın, içini
çeke çeke baktığı zamanlar kendi kendine düşünürdü.
Demek tayyare dedikleri şey göklerde karakuş gibi uçar, içi barut dolu gülleler atar ve Türk delikanlılarını
öldürürdü. Emine bacı bu işe bir akıl erdiremiyordu. Önüne gelene:
— Hey oğul! Nasıl olur bu? derdi. Göklerde yalnız kuşlar, bulutlar, rüzgârlar uçar. Geceleri de yıldızlar falan
parıldar. Koskoca alâmet, hem içine insanları, dolu gülleleri alıp da hiç uçabilir mi? Fakat bu akıl erdiremediği
şeyin var olduğuna dört defa inanmıştı. Cepheye gönderdiği iki oğlu, bir güveyi, bir de torunu düşman
tayyarelerinin hücumlarına uğramışlar, şehit olmuşlardı. Hele torununa çok yanmıştı. Ne güzel, ne aslan yapılı,
çiçek yürekli delikanlı idi. Gözyaşlarını içine akıtıyordu. Artık tahammülü kalmamıştı. Bir gün ocak başında
tarhana pişiren geline seslendi:
— Kız! Bir sen kaldın bir ben. Dört öküz bizim neyimize, iki tanesi çoktur bile.
— Nideceksin ana gı?
— Ne mi edeceğim? Şimdi görürsün.
Dört öküzün ikisini ahırdan çıkardı; bir iple boynuzlarından birbirine bağladı. Değneği aldı ve öküzleri
şehire doğru dah etti. Gelin kapının önünde durmuştu; sordu:
— Satacak mısın onları?
Emine bacı cevap vermedi. Şehire geldi. İlk rastladığına sordu:
— Kumandan paşa nerede oturur?
Tarif ettiler. Öküzleri kumandanlığın kapısına bağladı, içeri girdi ve paşayı görmek istediğini söyledi.
Kumandanın karşısına çıkınca:
— Hay paşam! dedi, bu ölümden bıktım artık. Biraz da yaşayalım olmaz mı?
— Elbette bacı nine; elbette artık ferahla yaşayacağız.
— Öyle ise iki öküz getirdim, al onları.
— İki öküzü ben ne yapayım bacı?
— Ne mi yapacaksın? Tayyare yap.
— Öküzden tayyare olur mu bacı?
— Olmazsa, sat, parası ile bir tayyare al uçur.
— Tayyare pahalıdır. İki öküz parası ile alınmaz.
Emine bacı bir dakika düşündü, başını kaldırdı ve dedi ki:
— Öyle ise benim gibi evlât kaybetmiş çok Türk ninesi, Türk babası var, onlar da bir şeyler versinler, benim
öküzlerin parasına kat; bir tayyare al...Bunu yapsa yapsa bir ev dolusu evlâdını şehit veren Türk bacısı yapar.
Aka Gündüz, bu hikâyede Emine Bacı karakteriyle Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük fedakârlıklarda
bulunan annelerimizin bu vatan ve millet için çabalarını etkileyici bir şekilde ortaya koymuştur.
1940 - 1960 YILLARI CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HİKÂYE
1940 - 1960 yılları Cumhuriyet Dönemi’nde ele alınan konuların çeşitliliği artmış, daha çok gözleme dayanan
gerçekçi hikâyeler yazılmıştır. Anadolu’ya, halkın yaşamına ağırlık verilmeye başlanmıştır.
1940’lı yıllarda Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun durumu, İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumsal
sorunlar hikâyelerde işlenmiştir. Bu dönemde Hüseyin Nihal ATSIZ, Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU,
Sevinç ÇOKUM, Aka Gündüz, Bahaeddin Özkişi gibi sanatçılar millî–dinî duyarlılığı yansıtan hikâyeler
yazmışlardır. Millî–dinî duyarlılığı yansıtan eğilimdeki yazarlar hikâyelerde Millî Mücadele, Doğu–Batı
çatışması, ahlaki bozukluklar gibi konuları ele almışlardır.
1950’li ve 1960’lı yıllarda daha çok yazar ve eser ortaya çıkmıştır. Memur, işçi, köylü, kasabalı ve şehirlerin
kenar mahallelerindeki insanların sorunları toplumcu–gerçekçi yönelimle hikâyelerde işlenmiştir. Sadri
Ertem, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Samim Kocagöz, Talip Apaydın gibi
yazarlar bu yönelime bağlı eserler vermişlerdir.
Bilge Karasu, Odalardan Biri adlı hikâyesinde toplumun, kalabalıkların içinde sıradanlaşmamak için
yalnızlığına sığınan, yani kendi içine yönelen bireyi anlatmıştır. Yazar, bu hikâyede iç konuşma ve bilinç akışı
anlatım tekniklerini kullanmıştır.
Basit bir olay örgüsü üzerine kurulan öyküde konu; arkadaşı ile balığa çıkan ancak eve dönmekte geciken bir
gencin otel odasında gecelemek zorunda kalışıdır.
Öyküye hâkim olan bakış açısı anlatıcı-yazar bakış açısıdır. Yazar, öykünün gelişen bölümlerinde bu bakış
açısına hâkim (ilahi) bakış açısı da kazandıracaktır.
Modernist hikâyede gerçeklik karşısında kuşkucu ve tedirgin olan, iç dünyasına çekilen, yabancılaşan, toplumla
çatışan, karamsar, bunalımlı, zayıf birey ele alınmıştır. Bu tarz hikâyede kronolojik zamanda geriye dönüşlerle
geleneksel anlatım ve yapıdan uzaklaşılmış, olay örgüsü ve mekân geri planda kalmıştır.
Bilge Karasu, Odalardan Biri adlı hikâyesinde toplumun, kalabalıkların içinde sıradanlaşmamak için
yalnızlığına sığınan, yani kendi içine yönelen bireyi anlatmıştır. Yazar, bu hikâyede iç konuşma ve bilinç akışı
anlatım tekniklerini kullanmıştır.
Yazarın ana hatlarıyla çizdiği kişi; kararsız, üşengeç, hayattan usanmış, çevresiyle sorunlu, yalnızlığı seven ama
bunu uzun süre devam ettiremeyen, çabuk bıkan, kılığı da uygunsuz biridir.
İnsanın karmaşık bir varlık olduğu düşüncesini öne çıkaran yazar, olay örgüsünde birden fazla çatışmaya yer
veriyor. Bu nedenle öykü karmaşık bir yapıya bürünüyor.
Eşya ve olgular karşısında edilgen olan modern insan, huzursuzdur ama bunun nedenini araştırmaz. Bulmaktan
korkar. Bulursa sorumluluk altına gireceğini düşünür ve bundan kaçınır. Yalnızlığı seven ancak uzun süre yalnız
kalmak istemeyen, insanlarla iletişim kurmaktan kaçan, içine kapanık, huzursuz ve ne yapacağı belli olmayan,
kararsız modern insan çıkmazdadır. Kimliğinin sorulmasından dahi rahatsız olur. Modern insan fark edilmek,
varlığını başkaları üzerinden duymak ve duyurmak ister. Ancak bu noktada da çıkmazdadır. Kendini keşfetmek
yerine kendini gerçekleştirmenin peşindedir. Bunun için seçilen araç “öteki”dir. Öteki de aynı beklenti
içindedir. Bu kısır döngü içinde modern insan daima bunalım içindedir.
Öyküye hâkim olan düşünce; kişinin ailesine ve içinde yaşadığı topluma yabancılaşması ve bu duygunun
doğurduğu huzursuzluktur. Öykü, modern dünyayı ve o dünyanın mutsuz insanını merkeze alır.
Öyküdeki kişiyi din, cinsiyet, ırk, resmiyet ifade etmeye yetmez. Kişi kendini bu gibi değerlerle sınırlamadığı için
ne mutlu ne de mutsuzdur. Aynı zamanda kimlik bunalımı yaşamaktadır.
Öyküde mekân olarak eski yıpranmış bir otel ve anlatıcının odası tasvir edilir. Otel; çağdaş yaşamın en görünür
mekânlarından biridir. Kimliksiz, kişiliksiz, orta malı yatakların mekânıdır. Gelip geçiciliğin simgesidir. İnsana
özgü sıcaklıktan yoksundur. Yabancılık hissi verir insana.
CÜMLENİN ÖGELERİ
Çekimli eylemler, ek eylem almış ad soylu sözcükler, sözcük öbekleri yüklem görevinde kullanılabilir.
Çocuklar sokakta oynuyor. (Eylem)
Bu olay herkesi mutlu etti. (birleşik eylem)
Bu işe hep birlikte kafa yorduk. (deyim)
En güzel mevsim sonbahardır. (İsim-ek eylem)
Bu çocuk yaramaz mı yaramazdı. (pekiştirme)
Dün seni arayan bendim. (Kişi Adılı)
Geçen yaz neredeydin? (Soru Adılı)
Bütün hazırlıklar misafirler içindi. (İlgeç Grubu)
Az önce gelen, bizim sitenin yöneticisiydi. (Zincirleme A.T.)
Borç, yiğidin kamçısıdır. (Belirtili A.T.)
Tarık’ın babası fizik öğretmeniymiş. (Belirtisiz A.T.)
Çarşıdan istediği yün çoraptı. (Takısız A.T.)
Benim sâdık yârim kara topraktır. (Sıfat T.)
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. (Belirtili A.T.)
Kardelen, bu dağların en yalnız çiçeğidir. (Belirtili A.T.)
Sarp dağlardan örülmüş dört duvar içindeyim. (Belirtisiz A.T.)
Dille oynamak, dile olabildiğince değişik biçimler vermek; sözcüklerin yakın çağrışımlarını,
gidebileceği son durağa kadar izlemek ve bunlardan, yepyeni tatlar taşıyan imgeler üretmek, şiirdeki
ustalığın gizleridir.
Özne yüklem
1)Gerçek Özne:
Yüklemde bildirilen işi yapandır. Cümlede yer alana açık özne yer almayana da gizli özne denir.
a) Açık Özne: Cümlede yer alan öznedir.
Çocuklar içerde sessizce oturuyor. (isim)
Buranın şifalı suları pek meşhurdur. (söz öbeği)
Yetkililer, yarın yağış olabileceğini söyledi. (adlaşmış sıfat)
Dünkü maça kimse gitmemiş. (adıl)
Yaralı kuş yerde çırpınıyordu. (Sıfat Tamlaması)
Karadeniz kıyıları her mevsim yemyeşildir. (Belirtisiz A.T.)
Elbisesinin rengi maviydi. (Belirtili A.T.)
2) Sözde Özne: Edilgen çatılı fiillerin yüklem olduğu cümlelerde bildirilen işi doğrudan yapmayan ama işten
etkilenen varlıktır. Yani asıl görevi nesne olan öznelerdir.
Tarladaki buğdaylar toplandı. Düşen yapraklar süpürüldü.
3) Örtülü özne: Edilgen fiillerle kurulan bazı cümlelerde tümleç olarak görünen fakat gerçekte özne görevi
yapan sözcüğe örtülü özne denir. Bu özne ……tarafından , …..etkisiyle , …..yüzünden , …..nedeniyle , ……
ce, ca gibi sözcük ya da eklerle belli edilir.
Kapı kırıldı. ( kırılan, işten etkilenen kapı; işi yapan ise belli değil)
s.ö. y.
Kapı çocuklar tarafından kırıldı. (nereden kırıldı? “Çocuklar” Dolaylı T.
s.ö. örtülü özne y. ögesinin örttüğü gerçek öznedir)
Ağaçlar, şiddetli rüzgarın etkisiyle devrilmiş. Yatırım projeleri yönetim kurulunca kabul edildi.
Cümledeki ünlemler ve bağlaçlar öge sayılmaz. Bunlara cümle dışı unsur denilir:
B. YARDIMCI ÖGELER:
1. Nesne: Öznenin yaptığı işten etkilenen ögedir. Bu yüzden nesne yüklemi fiil olan cümlelerde aranır.
a) Belirtili Nesne: Yükleme sorulan “neyi, kimi” sorularının cevabıdır. Belirtili nesne olan sözcükler
belirtme hali ekini alırlar.
Çocuk kitabı çantasına koydu.
Düğünde herkes seni sordu. (kişi zamiri)
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
Kapıyı, pencereyi ardına kadar açtı.
Öğrenciliğimde geçirdiğim o güzel günleri çok özledim. (sıfat tamlaması)
Sanatçı en beğendiğim şarkıyı seslendiriyor. (sıfat tamlaması)
Dedem dün akşam evde neyi unutmuş.
Şunları tek tek masaya yerleştir. (işaret zamiri)
Zorları, sonra çözeceğim. ( adlaşmış sıfat )
Ailesini, çok sevdiği insanları, ziyaret etti. (ara söz)
Başkan geç kalanlara yönelik bir liste hazırladı. (Yan cümle)
Veliler, öğrencilerin durumunu merak ediyorlardı. (isim tamlaması)
b) Belirtisiz Nesne: Yükleme özneyi bulduktan sonra sorulan “ne” sorularının cevabıdır.
** Ortak Nesne: özellikle sıralı cümlelerde birden çok yüklemin aynı olan nesnesidir.
Elindeki fotoğrafı uzun uzun inceledi, masaya bıraktı.
Ortak nesne (sf. tam.)
Uyarı: Ara söz ve ara cümleler, cümlede hangi ögenin açıklayıcısı iseler o ögenin görevini üstlenirler. Eğer
açıklayıcı öge durumunda değil iseler “cümle dışı unsur” olarak kabul edilirler.
2. Dolaylı Tümleç: Yüklemi yer ve yön bakımından tamamlayan ögedir. Yükleme sorulan “kime, kimde, kimden,
neye, neyde, neyden, nereye, nerede, nereden” sorularının cevabıdır. Dolaylı tümleç olan sözcükler yönelme
(yönelmeli dolaylı t.), bulunma(kalmalı dolaylı t.), ve ayrılma hali (çıkmalı dolaylı t.) eklerini alır.
Uyarı: Dolaylı tümleç ekleri (-e, -de, -den) almış sözcükler yükleme “zaman”, “sebep” “süre” ve “nasıllık”
anlamlarıyla bağlı ise zarf tümleci olurlar.
3. Zarf Tümleci: Yükleme sorulan “nasıl (durum), ne zaman, ne kadar (miktar-nicelik), nere(ye) yer-
yön, neden, niye, ne” sorularının cevabıdır.
Uyarı: “içeri, dışarı, ileri, geri, aşağı, yukarı… gibi yer-yön bildiren sözcükler hâl eklerinden herhangi birini
alırlarsa zarf tümleci değil isimleştikleri için dolaylı tümleç olurlar.
İçeriye şöyle bir göz attı.
d.tüml.
4. ilgeç (Edat) Tümleci: Bir ilgeçle yükleme bağlanan tümlece denir. Yüklemi “araç, birliktelik, neden” gibi
yönlerden tamamlayan ögedir. İlgeçli söz öbekleri belirteç tümleci sorularına yanıt veriyorsa belirteç tümleci olarak
yanıt veremiyorsa ilgeç tümleci olarak belirlenir. Yükleme sorulan “kim ile, kim için, ne ile, ne için” sorularının
cevabıdır.
Ablası yarın uçakla geliyormuş. (ne ile?)
Arkadaşlarıyla iyi anlaşırdı. (kim ile?)
Buraya konuşmak için geldi. (ne için?)
Bunu senin için aldım. (kim için?)
CÜMLE VURGUSU
Cümlede anlamca en önemli olan öge, vurgulanan ögedir.
► Yüklemi fiil soylu olup da sonda olan cümlelerde vurgu, yüklemden önceki ögedir.
Ali yarın trenle İzmir’e gidecek. (dolaylı tümleç)
Ali trenle İzmir’e yarın gidecek. (zarf tümleç)
Ali yarın İzmir’e trenle gidecek. (edat tümleç)
Yarın trenle İzmir’e Ali gidecek. (özne )
Gidecek Ali yarın trenle İzmir’e. (yüklemin kendisi)
Cümlenin arasına giren ve cümlenin herhangi bir ögesi olmayan söz, söz grubu ya da cümledir. Arasözler
cümlede iki virgül ya da iki kısa çizgi arasında gösterilir. Arasözler cümledeki bir ögenin açıklayıcısı olabilir. Bu
durumda hangi ögenin açıklayıcısı durumunda iseler o ögenin görevini üstlenirler.
► Arasöz konuşan kişinin araya girerek düşüncesini bildirmesiyle cümle biçiminde de olabilir. Bu durumda
arasöze “aracümle” denir.