Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 14

1.Okuduğunuz hikâyenin temasını ve konusunu bulunuz.

Tema: vatanseverlik
Konu: Türk kadınının Kurtuluş Savaşı’nda vatan ve millet için yaptığı fedakârlıklar
İleti: Türk kadını cesur olduğu kadar fedakârdır, vatanseverdir.
Metnin temel çatışması: yoksulluk-zenginlik, Öküzden Tayyare (hikâyenin adında bile teknolojik imkânları
işaret eden çatışma vardır. )
Kadının yoksul olmasına rağmen tüm mal varlığını vatanı için vermesi de bir çatışmadır.

2.Okuduğunuz hikâyenin türünü ve eğilimini belirleyiniz.


Olay hikâyesidir. Millî ve dinî duyarlılığı yansıtan hikâyedir.

3. Hikâyedeki olaylar kim tarafından anlatılmıştır?


Hakim bakış açısı/ilahi-tanrısal bakış açısı

4. Hikâyeden alınan aşağıdaki bölümleri iç konuşma ve iç çözümleme anlatım tekniklerine göre


inceleyiniz.
“Emine bacı, bütün işini gücünü sermişti. Gözlerini havadan ayırmaz olmuştu. Göklere böyle dalgın dalgın,
içini çeke çeke baktığı zamanlar kendini düşünürdü. …Hele torununa çok yanmıştı. Ne güzel, ne aslan yapılı,
çiçek yürekli delikanlı idi. Gözyaşlarını içine akıtıyordu.”

İç çözümleme tekniği kullanılmıştır burada. Çünkü hikâyede kişinin duygu ve düşünceleri, yazar anlatıcı
tarafından okura aktarılır. Kahraman ile okuyucu arasına yazar girer. Anlatıcı devreden çıkmaz bu
teknikte. Anlatıcı, kahramanın zihninden geçenleri okur. Bu teknikte anlatıcı, figürün zihnine rahatça
nüfuz ederek onun düşüncelerini “diye düşündü” gibi ifadeyle aktarır.

Aşağıdaki örneklerde de bu teknik kullanılmıştır.


“İlkin şaşırdı. Onun kasa yapımındaki yorgunluğunu şuradaki serin sularla giderdiğini, içini dışını yıkadığını
sanmıştı. Derken ürktü, yüzüne bakmadı onun. Direndi. Karanfillerinden birini kulak ardından çekip resimli
tahtanın üst başına kondurdu.”

“İlkin gözleri sevinçle parladı. Sonra sönükleşerek bir noktaya takıldı kaldı… Dudaklarımdan çıkacak cevabı
heyecanla bekliyordu ki, makine şakırtıları yüklü sıcak koridorun kirli aydınlığında iri yarı biri belirdi:

“Göklerde yalnız kuşlar, bulutlar, rüzgârlar uçar. Geceleri de yıldızlar falan parıldar. Koskoca alâmet, hem
içinde insanları, dolu gülleleri alıp da hiç uçabilir mi?”

“Hasat zamanı geldiğinde bunca emeğinin karşılığını alamayacağını aylar öncesinde anlamıştı. İsteksiz bir
şekilde tarlasına gidiyor, akşama kadar zoraki bir şekilde çalışmalarını tamamlıyordu. Yine mi aldığı kararlarla
ailesinin bunca emeği boşa gidecekti? Canı sıkılıyor ve kimseyle konuşmak istemiyordu.”

İç konuşma tekniği kullanılmıştır burada. Bu anlatım teknikleri, hikâye karakterinin ruhsal özelliklerini
okuyucuya iletmek için kullanılan araçlardır.

Aşağıdaki örneklerde de bu teknik kullanılmıştır.


“Her zaman beklediğim büyülü gücü yarattı bu dörtlük. Aldı, götürdü beni, yemyeşil çayırın ortasına
bırakıverdi. Altında ebemgümeçleri, hışır hışır kırılıyor. Elimde yapraklı, tomurlu, top top beyaz çiçekli bir dal.
Küçücük ninelerin oluşturduğu çiçek yumakları. Bütün özlemlerimle birleşip ak bir çiçek topu olan bu dal
sensin. Evim var sende; anam, babam, doğmamış çocuğum var.”

“Prag der demez içim cız etti. Deminden beri aklıma getirmek istemediğim her şeyi bu sefer zapt etmeme imkân
kalmamıştı. Fakat ne diye soracaktım? Benim Maria ile olan münasebetimden onun haberi yoktu, sualime ne
mana verecekti? Nereden tanıdığımı sormayacak mıydı?”

“Nedir, nedir Yarabbi bu kördüğümü, onun eline teslim ettirmeyen sır nedir? Hastalığımın en vahim
dakikalarında bile yalnız bunu düşündüm; iyileştim, gene düşündüm ve hâlâ da boş yere düşünmekteyim. O
benim her zamanki dost, insan, faziletli kadınım değil mi? Bir kahpenin marifetini niçin ondan sakladım?
Söylemek için çabaladığım, yanıp tutuştuğum halde dudaklarımı kim tuttu, kim bağladı?..”
Diğer anlatım tekniklerine de göz atalım.

Bilinç akışı tekniği: Roman ve hikâye yazımında kahramanın zihninden geçenleri aralıksız olarak ve seri halde,
belli bir sıraya koymadan olduğu gibi aktarmaya çalışan anlatım tekniğidir. Bu teknikte kişilerin iç dünyalarını
aracısız olarak okura iletme olanağı sağlar. Bireyin zihninden geçenler, birbirinden bağımsız cümlelerle âdeta bir
sayıklamayı andırır biçimde sergilenir. Düşüncelerde mantıksal bir bağ yoktur. Çağrışım ve imgelere dayalı bir
anlatım vardır.

UYARI: İç konuşma ve bilinç akışı tekniği neredeyse aynıymış gibi görünür, ancak iç konuşma gramer
bakımından düzgün, sentaks kurallarına uygun cümlelerle yapılan sessiz bir konuşmadır ve düşünceler
arasında mantıksal bir bağ vardır. Bilinç akımında ise karakterin zihninden akıp giden düşüncelerde
mantıksal bir bağ yoktur. Daha çok çağrışım ilkesine göre akarlar. Ayrıca gramer kuralları da gözetilmez.
Bilinç akımında yalnız düşünceler değil, duyumlar, imgeler de yer alabilir.

“Yol boyu kavak ağaçları, köprü, yokuş yukarı dar sokak… Sokağın bitiminde kediyi gördüm. Yıkık bahçe
duvarından duta tırmandı, oradan da çatıya. Baktım baca tütüyor. Rüzgârla savrulan kül rengi, yoğun bir
duman. Kedi dumana girdi çıktı. Kiremitlerin arasında kayboldu sonra. Bahçe kapısının önünde durdum.
Girsem yol bitecek. Ömür biter, yol bitmez… Kentlerin, otellerin duvarlarında yazılıydı. Bir geminin beyazında,
trenlerin, uçakların alnında. Bekleme odalarında, gar saatlerinde, kamyonların, otobüslerin ön camlarında
yazılıydı. Ya da tanıdık bir ses hep bu cümleyi fısıldadı kulağıma: Ömür biter, yol bitmez. Girsem Paris’te
Figuier Sokağı’ndaki odamın kapısı çalınmayacak bir daha. Ne telefon çalacak ne de Notre Dame’ın çanları.
Gece lambamın ışığına üşüşmeyecek Türkçe sözcükler. Bu sürgün bitecek. Girsem sofada sedirin üzerinde
bulacağım seni. Saçların ağarmış, yuvarlak beyaz yüzünde sabır.” (Nedim Gürsel)

“O gün ne güzel bir gündü! Deniz ne serindi! Ne güler yüzlüydü sandallar, çocuklar, kadınlar! Dünya yüzünde
bir tek kötü lakırdı, kötü hareket, kötü düşünce o gün için -o günün başı için- insan elinden, insan dilinden, insan
kafasından çıkmamış gibi bir akşam oldu. Ben her zamanki gibi kimsesiz, pazarımı bitirmiştim. Hayatımdan
memnundum. Her şey ışıl ışıldı. Her şey mavi, akşama doğru kırmızı, sonra lâcivert oldu. Bugün kimse
ölmesindi. Bugün döğüş edilmesin, bugün kimse ağlamasındı. Akşama doğru vapur iskelesine gittim. Daha
vapura vakit vardı. İki çocuk iskelenin parmaklıklarında cambazlık yapıyor, bir adamla mini mini bir kız çocuğu
elleri balık pulu içinde, balık avlıyorlardı. İskelenin iç çırpınmayan bina gölgeleri düşmüş denizi Monako
Prensi’nin akvaryumu gibiydi. Köyden güneş çekilmişti. Onu tarifelerin asıldığı siyah tahtanın dibine çömelmiş
gördüm. Yüzü kıpkırmızıydı. Bugün iyi çalışmış olacaktı. Yüzünde, iskeleye inerkenki pembelik kalmamıştı. Çok
kanlıydı. Mavi gözleri uçuk, korkuluydu. Yanında durdum.”

Geriye dönüş tekniği: Kronolojik bir biçimde gelişen olay örgüsünde geçmişe yönelik bilgi vermek amacıyla
kullanılan bir anlatım tekniğidir. Hikâyede olaylar belli düzende ilerlerken zaman durdurularak geçmişteki
zamana dönülür. Bu zaman diliminde oluşan olaylardan söz edilir. Bu teknikte amaç, olayların geçmişini
aydınlatmak, hikâyedeki kişiler hakkında bilgi vermektir. Kişiler, olaylar ve mekânlar hakkında daha detaylı
bilgi verilirken bu teknikten yararlanılır. Böylelikle gerçekliğe katkı sunulur.

Dereden, tepeden uzun uzun konuştuk. Bu arada her gün, sabahın beşinde çalar saatin sesiyle uyandığını, gaz
ocağına çaydanlığı oturttuğunu, bulaşıkları yıkadığını, çarşıdan ekmek peynir aldığını, altıya doğru
kardeşlerinin karnını doyurup altı buçukta omuz omuza işçi kalabalığıyla vapura binip yedide köprüye geldiğini,
yediyi çeyrek geçe de atölyede iş başı yaptığını öğrendim.

Galiba serseri ve kalender meşrebi için ona mahallede “Gamsız” demişlerdi. Fakat hakikatte o,
köpeklerin en gamlısı idi, birkaç sene evvel büyük bir mateme uğramıştı. Dört yavrusunun birden zehirlendiğini,
gözünün önünde kıvrana kıvrana görmüştü. Onları götüren süprüntü arabasının arkasından uzak mahallelere
gitmiş, bir hafta geri dönmemişti.
Onun bir yerde bir kaza eceline uğradığını zannedenler olmuştu. Fakat kalender ve mütevekkil
görünüşüne rağmen o, çok gözü açık bir köpekti. Cinsinin düşmanlarını iyi tanır, hatta bazen onlara
inanıyor, zehirli ekmeklerini yiyor, tuzaklarına düşüyor görünerek alay bile ederdi. Binaenaleyh onun bir
yerde ölüp kalmasına imkân yoktu. Nitekim bir hafta sonra tekrar mahalleye gelmişti. Yalnız biraz daha
ihtiyar ve düşkün, uzun sarı tüyleri biraz daha çamurlu, bacakları biraz daha berelenmiş olarak...
Bilmem yalan, bilmem doğru, mahalle kadınları onun için bir vaka anlatırlardı. Gamsız, güya
çocuklarının ölümünden sonra yaşamak istememiş... Belediye kulübelerinin karşısında durup boynunu
bükmüş, yalvarır gibi kesik kesik uluyarak, çocuklarını öldüren yiyecekten istemiş... Hatta bir defasında
zehirlenmiş, fakat ölmemiş... Çok ıstırap çektikten, çok süründükten sonra tekrar ayağa kalkmış...

Gamsız, çocuklarının ölümünden sonra mahalleye darılmış, ana mektebinin arkasındaki viraneye
çekilmişti. Sokakta hemen hiç dolaşmaz, yalnız zaman zaman mektebin bahçe duvarından içeri atlar, çocuklarla
oynar, öğle vakti onların artıklarını yerdi.
Çocuklara, büyüklerden fazla emniyet ettiği, onlardan esaslı bir zarar gelmeyeceğini bildiği için miydi,
yoksa onların da -kendi küçükleri gibi- masum ve müdafaasız mahlûklar olduğunu hissettiği için mi böyle
yapıyordu?

UYARI: Geriye dönüş tekniğinin içinde koyu renk ile gösterdiğimiz kısım da anlatma tekniğidir. Anlatma
tekniğinde okuyucu, durum ve olayları anlatıcının dile getirdiği kadar bilebilir. Bu teknikte okuyucu ve olaylar
arasında anlatıcı yol göstericidir. Okuyucu ile eser arasına girmektedir yazar. Eserde ifade edilmek istenen olay
ve durumların anlatım tekniği olarak bilinen anlatım tekniğinde odak noktası anlatıcının üzerindedir.

“Oturdular. Neriman’ın buraya üçüncü gelişiydi. Her seferinde burasını biraz daha seviyor ve beğeniyordu. Her
şey temiz, her şey güzel. Zevkli bir kadın eliyle döşenmiş küçük bir ev odası gibi. Ve baş başa konuşmaya
müsait! Pastacı, muhallebici gibi yerleri daima dükkân fikriyle beraber düşünmeye alışmış Neriman için, bu
mahrem küçük salon yepyeni bir şeydi. Fahriye’nin de hayranlığını yüzünden görmek istiyordu...”

UYARI: Anlatma; kişi tanıtımı, olay anlatımı, geriye dönüş, iç çözümleme şeklinde olabilir:
--Kişi Tanıtımı Tekniği: Metindeki kişilerle ilgili okuyucuya tanıtıcı bilgiler verilir. Anlatıcı, metindeki kişileri
ayırt edici yönleriyle tanıtır.
“Hele bir tanesi vardı, bir tanesi. Çocukları bu işe seferber eden de oydu. Ökseleri cumartesi gecesinden
hazırlayan da... Konstantin isminde bir herifti. Galata’da bir yazıhanesi vardı. Zahire tüccarıydı. Kalın, tüylü
bilekleri, geniş göğsü, delikleri kapanıp açılan üstü kara kara benekli bir burnu, deriyi yırtmış da fırlamış gibi
saçları, kısa kısa bir yürümesi, kalın kalın bir gülmesi...”

--Olay Anlatımı Tekniği: *Metindeki olaylar, bir anlatıcı tarafından anlatılır.


“Haftada iki gece dostlara danslı çay veriliyor, en aşağı iki üç gece de başkalarının davetine gidiliyordu. Aşağı
sofa ile taşlık arasındaki camekân kaldırılmış, delik deşik duvarlar sarı yaldızlı bir kâğıt ile kaplanmıştı. Davet
akşamları taşlıktaki su küpü, sofadaki yemek masası ve daha başka hırdavat eşya mutfağa taşınıyor, yukarıdan
kilimler, iskemleler, süslü yastıklar indirilerek bir kabul salonu dekoru kuruluyordu.”

--Geriye Dönüş Tekniği:


“Babasını hatırladı. Trene yolcu ederken “Aman oğlum,” demişti, “yüzümü kara çıkarma. Babayın oğlu
olduğunu göster şu millete, ille de mıhtara. Benim oğlumsan sırtın yere gelmez. Heye İstanbul gurbeti çetin,
İstanbullunun cinden de beter olduğunu söylerdi emmim ya, boş ver. Var git, sağlıcakla, eyi kötü bir işin başın
geç, bize mektup sal. Ondan sonrasına karışma. Ben hepsinin yuvasını yaparım!” (Orhan Kemal, Gurbet Kuşları)

--İç Çözümleme Tekniği:


“Yavaş yavaş merdivenleri indi. Orta kata gelince müdürün odası gözüne ilişti. Şakir Bey’i bir kere görmek fena
olmaz diye düşündü. Kocası hakkında ondan malûmat alabilirdi, hademe ile içeriye haber gönderdi.”
Özetleme tekniği: Roman ve hikâyelerde sıklıkla başvurulan tekniklerinden birisi de özetlemedir. Böylelikle
olaylar dağılmadan ve tekrara düşmeden hikâye ilerlemiş olur. Varlığı belirgin şekilde hissedilen anlatıcı
olayları, kişileri veya diğer unsurları özetleyerek anlatır.
“Ali Rıza Bey, Babıâli yetiştirmelerinden bir mülkiye memuruydu. Otuz yaşına kadar Dahiliye kalemlerinden
birinde çalışmıştı. Belki ölünceye kadar da orada kalacaktı. Fakat kız kardeşiyle annesinin iki ay ara ile ölmesi
onu birdenbire İstanbul’dan soğutmuş, Suriye’de bir kaza kaymakamlığı alarak gurbete çıkmasına sebep
olmuştu.”
Gösterme(Sahneleme) tekniği: Olaylar, tüm bilgiler okuyucuya bir aracı tarafından değil direkt olarak sunulur.
Anlatıcı, olay ile okur arasından bizzat çekilmiş olur. Okuyucunun tüm dikkati olaylar üzerindedir.

"Küçük Ağa başını kaldırdı ve soran gözlerle baktı. Doktor çevik bir davranışla ayağa kalkmıştı. Gidecekti artık.
Onun hâlâ soran gözlerine dost gözlerle bakarak:
-Çünkü, dedi. Küçük Ağa'nın siz oluşu... yani... nasıl söylemeli?.. Anlıyor musunuz veya anlatabiliyor muyum
bilmem... Sizin gibi genç, güçlü, kuvvetli... ve bilhassa bilgili, akıllı biri oluşu... Kısacası işte siz oluşunuz benim
için hususî bir kıymet ve ehemmiyet taşıyor."
(Tarık Buğra, Küçük Ağa)

UYARI: Gösterme tekniği diyalog şeklinde de aktarılabilir.

Diyalog tekniği: Edebi eserde yer alan kişilerin karşılıklı konuşmalarına dayanan tekniktir. Kahramanlar
arasında iletişim sağlanır. Böylelikle karakterlerin birbirleriyle olan çatışmalarını ve düşüncelerini okuyucu
anlayabilmektedir.

Bırakır mıyız işini?


__ Bırakırız tabî.
__ Gözünün yaşına bakacak değiliz ya!
__ Niye bakalım? O bizimkine bakıyor mu?
__ Bakar mı?
__ Biz de onunkine bakmayız!
__ Ya bakarsa? dedi Ali.
__ Bakarsa... Irgatbaşıdan hakkımızı alırsa mı?
__ Alırsa?
Yusuf düşündü, aklına başka bir şey geldi:
__ O zaman da sen bana bırak, dedi.
__ Ne yapacaksın?
__ Bize daha iyi, daha paralı birer iş ver deriz.
__ Temam, ben de bunu düşünüyordum. Verirse?
__ Bu mantar şapkalının verdiği yevmiyelerden fazla olursa...
__ Olursa?
Yusuf kurnazlıkla göz kırptı:
__ Buna gelir deriz ki, böyle böyle, hemşerimiz gündeliğimizi arttırdı, dörder veriyor deriz...
__ Bu, gelin ben beş vereceğim derse ya?
__ Kolay. O zaman da ağamıza gider, mantar şapkalı beşer veriyor ne diyorsun deriz?
Tamamdı, şehirli mehirli, işte kıstırmışlardı şehirliyi" (Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde)
ÖKÜZDEN TAYYARE

Emine bacı bütün işini gücünü sermişti. Gözlerini havadan ayırmaz olmuştu. Göklere böyle dalgın dalgın, içini
çeke çeke baktığı zamanlar kendi kendine düşünürdü.
Demek tayyare dedikleri şey göklerde karakuş gibi uçar, içi barut dolu gülleler atar ve Türk delikanlılarını
öldürürdü. Emine bacı bu işe bir akıl erdiremiyordu. Önüne gelene:
— Hey oğul! Nasıl olur bu? derdi. Göklerde yalnız kuşlar, bulutlar, rüzgârlar uçar. Geceleri de yıldızlar falan
parıldar. Koskoca alâmet, hem içine insanları, dolu gülleleri alıp da hiç uçabilir mi? Fakat bu akıl erdiremediği
şeyin var olduğuna dört defa inanmıştı. Cepheye gönderdiği iki oğlu, bir güveyi, bir de torunu düşman
tayyarelerinin hücumlarına uğramışlar, şehit olmuşlardı. Hele torununa çok yanmıştı. Ne güzel, ne aslan yapılı,
çiçek yürekli delikanlı idi. Gözyaşlarını içine akıtıyordu. Artık tahammülü kalmamıştı. Bir gün ocak başında
tarhana pişiren geline seslendi:
— Kız! Bir sen kaldın bir ben. Dört öküz bizim neyimize, iki tanesi çoktur bile.
— Nideceksin ana gı?
— Ne mi edeceğim? Şimdi görürsün.
Dört öküzün ikisini ahırdan çıkardı; bir iple boynuzlarından birbirine bağladı. Değneği aldı ve öküzleri
şehire doğru dah etti. Gelin kapının önünde durmuştu; sordu:
— Satacak mısın onları?
Emine bacı cevap vermedi. Şehire geldi. İlk rastladığına sordu:
— Kumandan paşa nerede oturur?
Tarif ettiler. Öküzleri kumandanlığın kapısına bağladı, içeri girdi ve paşayı görmek istediğini söyledi.
Kumandanın karşısına çıkınca:
— Hay paşam! dedi, bu ölümden bıktım artık. Biraz da yaşayalım olmaz mı?
— Elbette bacı nine; elbette artık ferahla yaşayacağız.
— Öyle ise iki öküz getirdim, al onları.
— İki öküzü ben ne yapayım bacı?
— Ne mi yapacaksın? Tayyare yap.
— Öküzden tayyare olur mu bacı?
— Olmazsa, sat, parası ile bir tayyare al uçur.
— Tayyare pahalıdır. İki öküz parası ile alınmaz.
Emine bacı bir dakika düşündü, başını kaldırdı ve dedi ki:
— Öyle ise benim gibi evlât kaybetmiş çok Türk ninesi, Türk babası var, onlar da bir şeyler versinler, benim
öküzlerin parasına kat; bir tayyare al...Bunu yapsa yapsa bir ev dolusu evlâdını şehit veren Türk bacısı yapar.

Aka Gündüz / Meçhul Asker (Hazırlayan: Abide Doğan)

Aka Gündüz, bu hikâyede Emine Bacı karakteriyle Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında büyük fedakârlıklarda
bulunan annelerimizin bu vatan ve millet için çabalarını etkileyici bir şekilde ortaya koymuştur.
1940 - 1960 YILLARI CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE HİKÂYE
1940 - 1960 yılları Cumhuriyet Dönemi’nde ele alınan konuların çeşitliliği artmış, daha çok gözleme dayanan
gerçekçi hikâyeler yazılmıştır. Anadolu’ya, halkın yaşamına ağırlık verilmeye başlanmıştır.

Bu dönemin hikâyelerinde “millî–dinî duyarlılık”, “toplumcu–gerçekçi anlayış” ve “bireyin iç dünyasını esas


alan anlayış, modernizmi esas alan anlayış” gibi bazı eğilimler görülmektedir.

1940’lı yıllarda Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun durumu, İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumsal
sorunlar hikâyelerde işlenmiştir. Bu dönemde Hüseyin Nihal ATSIZ, Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU,
Sevinç ÇOKUM, Aka Gündüz, Bahaeddin Özkişi gibi sanatçılar millî–dinî duyarlılığı yansıtan hikâyeler
yazmışlardır. Millî–dinî duyarlılığı yansıtan eğilimdeki yazarlar hikâyelerde Millî Mücadele, Doğu–Batı
çatışması, ahlaki bozukluklar gibi konuları ele almışlardır.

*Bu eğilimle yazılan eserlerde şu özellikler görülür:


*Millî duygular, Anadolu, savaş yılları, geleneksel değerler, millî motifler, ahlaki hassasiyetler, millî kültür ve
tarih bilinci ön plandadır.
*Olay hikâyesinin planına uyulur ve merak ögesi ön plandadır.
*Kültürel zenginlikler, kahramanlıklar, dinî hassasiyetler, İstanbul’un geleneksel dokusundan izlere rastlanır.
*Millî kaynaklardan, Türk mitolojisinden, destanlardan etkilenerek idealize edilmiş karakterlere yer verilir.
*Din duygusunun öne çıkarıldığı eserlerde dinî yaşama ait unsurlar, iç huzur gözlemlenir.
Aka GÜNDÜZ, Hüseyin Nihal ATSIZ, Mustafa Necati SEPETÇİOĞLU, Sevinç ÇOKUM bu tarzda hikâyeler
yazmıştır.

1950’li ve 1960’lı yıllarda daha çok yazar ve eser ortaya çıkmıştır. Memur, işçi, köylü, kasabalı ve şehirlerin
kenar mahallelerindeki insanların sorunları toplumcu–gerçekçi yönelimle hikâyelerde işlenmiştir. Sadri
Ertem, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Fakir Baykurt, Samim Kocagöz, Talip Apaydın gibi
yazarlar bu yönelime bağlı eserler vermişlerdir.

*Bu eğilimle yazılan eserlerde şu özellikler görülür:


Toplumcu gerçekçiler, toplumdaki düzensizlik ve çatışmalar ile köy gibi küçük yerleşim yerlerinin sorunları
üzerinde yoğunlaşırlar; eserlerini ağa-köylü, öğretmen-imam, halk-yönetici, zengin-fakir, güçlü-güçsüz,
aydın-cahil gibi belirgin farklılıklar üzerine kurarlar.
 Toplumcu gerçekçi eserlerde anlatım tekniklerinden daha çok anlatılan şeyler önemli görülmüştür.
 Toplumcu gerçekçi yazarlar genellikle kendi ideolojik söylemlerini eserlerine yansıtmışlardır. Bu dönemde
yazılan öykü ve romanların birçoğu belirli görüşleri anlatmak, belirli bir siyasi anlayışı savunmak için bir araç
olarak kullanılmıştır. Sosyalist dünya görüşü eserlere yansıtılmıştır.
 Toplumcu gerçekçi anlayışın ortaya çıkmasında özellikle Köy Enstitüsünden mezun olan yazarların büyük
etkisi vardır. Köyün içinde yaşayan köy kökenli, enstitü mezunu yazarlar, köy insanını yakından tanıdıkları için
eserlerinde onların sorunlarını başarıyla anlatmışlardır.
 Toplumcu gerçekçi eserlerde realizm ve natüralizm etkileri vardır.
 Toplumcu gerçekçi yazarlar roman ve hikâyelerinde sade bir dil kullanmış, halk kültüründen yer alan birçok
unsura yer vermişler, kahramanlarını bölgesel ağızlarına göre konuşturmuşlardır.

Bireyin İç Dünyasını Esas Alan Anlayış


*Bu eğilimle yazılan eserlerde şu özellikler görülür:
 Bireyi sosyal (toplumsal) yönüyle değil psikolojik (ruhsal) yönüyle ele alıp anlatmışlardır.
 Bireyin psikolojisini yansıtmayı amaçlayan yazarlar, her şeyden önce eserlerinde olay örgüsünü insana
özgü bir gerçekliği anlatmak için oluşturmuşlardır. Bu yazarlar, insan gerçekliğini farklı yönlerden
anlatma gayreti içine girmişler; olaylardan ve insanlardan hareketle bireyin psikolojisini aktarmaya
çalışmışlardır.
 Bu yazarlar, insanın topluma yabancılaşmasının nedenlerini sosyo-ekonomik unsurlarda değil
bireyin iç dünyasında aramışlardır. Bu yüzden olay örgüsünü önemsememişler, merak unsurunu
ikinci plana atmışlar ve tamamen insanın iç dünyasını ve içsel çatışmalarını gerçekçi tasvirlerle
ortaya koymaya çalışmışlardır. İnsan gerçekçiliğinin farklı yönleri ele alınmıştır.
 Çehov tarzı hikâyeler yazmışlardır.
 Birey kavramından yola çıkarak bireysel çözümlemeler yapmışlardır.
 Bireydeki psikolojik unsurların birey üzerindeki etkilerini anlatmışlardır.
 Psikoloji ve psikiyatriden faydalanmışlar; çağrışımlara açık, sanatlı bir dille ruh
tahlillerine/çözümlemelerine yer vermişlerdir.
 Ruhî bunalım, yabancılaşma, yalnızlık, toplumla hesaplaşma, kendini sorgulama, bilinçaltı,
kozmik alem, iç sıkıntısı, ruhi bunalım gibi konuları ele almışlardır.
 Eserlerinde özellikle iç konuşma, bilinç akımı gibi teknikleri kullanmışlardır.
 Peyami Safa hemen hemen bütün romanlarında, Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur’da, Tarık Buğra
Küçük Ağa’da, İbiş’in Rüyası’nda; Mustafa Kutlu ve Cevat Şakir Kabaağaçlı öykülerinde ruh
çözümlemelerine geniş yer vermiştir.

Modernizmi Esas Alan Anlayış


*Bu eğilimle yazılan eserlerde şu özellikler görülür:
 İnsan, karmaşık bir varlık olarak sunulur. Bireysellik ve bireyin kozmik yalnızlığı anlatılır.
 Bireysel ve toplumsal huzursuzluk geniş biçimde işlenir.
 İnsanın geleneklere isyanı ve toplumdan kaçış ele alınır.
 Varoluşçuluk akımından etkilenmişlerdir.
 Hikâyelerde politik ve ideolojik konuma sahip olmayan ve öznel anlamda kendilerini çevreleyen
dünyadan nefret eden kişilere yer verilmiştir.
 Olayların anlatımında açıklık ilkesi yerine, anlam kapalılığı ve imgeler ön plana çıkarılmıştır.
 Hikâyelerde alegorik anlatımlardan yararlanılmış, kişilerin gerçek adlarına yer verilmemiştir.
 Hikâyelerde diyalog tekniği yerine, bilinç akışı ve iç monolog tekniği kullanılmıştır.
 Olayların ve olguların göründüğü gibi olmadığı, modern toplumun sıradanlık ve basitlik içerdiği
düşüncesi işlenmiştir.
 Kişilerin hayatı, derin bir huzursuzluk içinde verilmiştir.
 Modernizmi esas alan hikâyelerde anlaşılmazlığın esas alındığı bir kurgu ve yapı görülmektedir.
 Metinlerdeki kişilerin belirgin kimlikleri silinir; cinsiyet ve fizikî ayırt edici özelikleri azaltılır.
 Modernizmi esas alan yazarlar, kendini genelde bir topluluk, grup, ekip içinde görmemeye, kendi
bireyselliğini hâkim kılmaya çalışmıştır.
 Modernizmi esas alan hikâyelerde insan bilimleri olarak adlandırılan felsefe, din, sosyoloji, psikoloji gibi
alanlara ait unsurlar iç içedir.
 Hikâyelerde kesin zaman dilimleri yoktur, belirsiz ve öznel zaman anlayışı vardır. Olaylar belli
mekânlarda değil, her türlü mekânda geçmektedir. Mekânlar arası mantıksal ilişki aranmaz, gerçek ve
hayalî mekanlar bir aradadır.
 Yusuf ATILGAN, Oğuz ATAY, Orhan PAMUK, Nezihe MERİÇ, Ferit EDGÜ, Rasim ÖZDENÖREN,
Bilge KARASU, Fürüzan, Haldun TANER gibi isimler bu anlayışla eser vermişlerdir.

Geleneksel öykü ve romandan farkları :


 Modern romanlarda yazarlar , kişilerin iç dünyalarını romanlarına katarlar. Kişilerin dış görünüşlerini
anlatmakla kalmaz , anılarını ve bilgilerini, kafalarından neler geçtiğini, dillerinden dökülmeyip
kalplerine gömdüklerini okuyucuya aktarabilmek için bilinç akışı, iç konuşma ve iç diyalog gibi
teknikler kullanırlar.
 Modern romanlarda yazarlar , neden-sonuç ilişkisi ortadan kaldırmışlardır.
 Modern romanlarda , sinemadan aldıkları geriye dönüş ( flashback – mazi koridoru ) tekniği ile de katı
zaman zincirini kırmayı amaçlarlar. Roman , en baştan başlamak veya belirli bir sonla bitmek zorunda
değildir.
 Modern roman , geleneksel anlatımın dışına çıkar, yer yer alegorik anlatımdan yararlanır, sözcüklerin
çağrışım gücünden yararlanarak şiirsel bir dil kullanır.

ODALARDAN BİRİ /BİLGE KARASU


Fenerin ışığı yolun üstüne bir daha düştü; Suat uzaklaşmış bile; tek balığını sallıyor elinde. İstasyona yedi
dakikada, evine on dakikada varır. Döndüm. Denize inen yolun başında ışığın sandalı aydınlatmasını
bekliyorum. Sandal çırpıntılı ışığın içindeyken atıyorum balığı. Küt, kof, katılmış katılığın sesi geliyor. Eve
gitmek uzun sürer. En azından on beş dakika; üşeniyorum. Usanç geldi bu yoldan. Babam kızmış, kapının
sürgüsünü gene sürdürmüştür anneme. Otele gitsem. Ömrümde giremedim, gıcırtılı, esnedi esneyecek gibi duran
kapısından içeri. Yıllardır da geçerim önünden. Ne zaman gelecektim sanki. Yatağımı, evimi severdim şimdiye
kadar; oda demeli, oda demek daha doğru olur. Odamı, yalnız odamı severdim. Ondan da soğuttular sanki beni.
Garip olacak, kılığım da pek uygunsuz, aldırma. Kapı sürgülü olsa bile bodrum penceresinden girerdim. O da
olurdu. Otel, oteli denemeli. Yeni bir oda görürüm, sırası gelmişken… Param var. Nüfus cüzdanım yanımda
değil. O gerekli sanırım. Adama, Sarıkumluyum da diyemem, evine gitseydin der, inanmaz da kapının
sürgülenmesi hikâyesine, kuşkulanır, inansa bile bir türlü, otelin önünden geçemem bir daha. En iyisi açıkça
yanıma almadım, demek. Balığa çıktık derim. Lâf olsun diye zaten birer balık çektik Suat’la. O, eli boş
dönmesin diye aldı yanına. Eve götürür, tel dolabının orta yerine yerleştirir. Ailece paylaşacak olsalar, bir
tadımlık bile düşmez her birine. Bilemedin, kedinin önüne attırır büyük hanım. Ama balığa çıkan Suat, balıkla
dönmüştür eve. Anam bilir niye çıktığımı denize. Bir şey söylemeği de Dilâver Hanımlığına yediremez. Balığı
attım zaten. Ölü eti ne yapayım. Otelde gülerlerdi tek balığı görseler. Hem onlara ne. Gider yatarım. Dertleri
künye ise ezbere okurum. Köyün yabancısı olsam eski mahalledeki otelin yerini bilir miydim sanki. Gideceğim.
Amma da çabuk yürümüşüm. Gömlek sırtıma yapışıyor. Yıvışık bir ter sırtımın ortasından belime
iniyor. Geldim. Eski mahallede oturmadığımıza göre adam belki de tanımaz beni. Neyse ne, gireceğim. Birden
bütün yıldızlar dökülüyor. Kapının önü karanlık; yelle birlik yıldız kokusunu sokuyorum içeri, farkındayım.
Kapıyı bu sıcakta bile kapalı tutuyorlar. Göksüz içerisi, pis kokuyor. Böyle mi kokar oteller? Belli etmemeli
ama. Otele alışıkmışım gibi yürümeli. Hasta bir ışığın altında duran kâtipten başkası yok ortalıkta. Önünde
duruyorum. Başını kaldırmadı daha, kitap okuyor. Kapı da gıcırdadı. Eğiliyorum. “Aşk Sanatı” okuduğu.
Bilirim, başında da “metin harici 27 resim” diye bir şeyler yazar. Aşkı bir de bana sorsa… Başının gölgesi
önüme doğru uzanmağa başladı. Pantalonuma bakıyor. Lekelidir, çamurludur -çamurlarını göremez ama- ıslaktır
belki de. Ona bakıyorum ben. Masaya dayadığım ellerime bakıyor. Ölü et kokusunu almış olabilir. Ellerimde
tuzlu suyun yıvışıklığı, sandal tozunun pütürlülüğü, küreğin kızdırdığı nasır var. Bilemez o bunları. Bakıyor gene
de. Ellerimden anlamağa çalışıyor beni. Salak. Gözleri kemerimde. Gömleğimin yakası çok açık. Terliyim de.
Göğsü terlemiş bir adam, bu saatte nereden gelir? Saatine bakıyor. Bir buçuğa geliyor. Gözleri yüzümde;
gözüme dikili. Gözleri gözlerim gibi yeşil. Yaşlı bir yeşil, ağlamış gibi, kızgın kuma, kızgın denize bakmış gibi
yahut. Ne istiyorsunuz deyiverdi gözler, gözlerimin içinde. Ne isteyeceğim. Kızgın, baktım yeşile. Oda
istiyorum. Yeşil koyulaştı, daha yukarılara çıktı. Tuzlu kıvırcıklığı içindeki saçıma, terini duyabildiğim alnıma
doğru. Gene yeşillerin içinden bakıyorum. Tek yataklı mı olsun, dedi. Tek yataklı olacağını kendi de bilir elbet.
Ne yapayım iki yatağı. Kaçıncı katta olsun, diyor. Bütün bunları sormasa… Sormak âdet de değildir herhalde.
Bilmem. Gözlerinin yeşilinden apayrı şeyler bu sordukları. İkinci katta olacak diyor. Zaten iki kat bu otel. Bir
gecelik mi, diyor sonra. Bir, beş, on, çabuk bitirsen işini, kitabına dönersin, diyesim geliyor. Yeşiller dolaşıyor
gene üstümü başımı. Nüfus kâğıdın, diyor. Yok. Sesim çok sert çıktı. Birden gözleri çenesiyle birlikte yukarıya
bakıyor. Onsuz olmaz ki diyecek gibi. Sorarsın söylerim dedim, yabancısı değilim buranın. Bir şey söyleyecek
oldu, vazgeçti. Eğdi başını. Adınız, diyor. Müşfik. Ağır geliyor yabancının sorması. Vazgeçesim, çıkıp gidesim
tutuyor. Gözümü kaldırınca yeşiller gene gözümde. Bekler gibi. Soyadınız, diyor bu defa. Yutkunuyorum.
Börekçi demeli. Müşfik Börekçi, diyorum. Duraklamıyor bile yazarken. Şaşmadı. Suat Çuhacı da, Fikret Ünlü de
deseydim şaşmayacaktı. Babanızın adı. Reşit, diyorum. Umurumda değil. Şimdi de, nereden geldiniz, diyor.
Sarıkumlu olduğumu söylüyorum; bir çırpıda söyledim her şeyi. Rahat bıraksın artık. Söyledim, yazdı; söyledim,
yazdı. Uzattı kolunu, anahtarlardan birini çividen aldı, verdi. İşkence bitmiş demek. İkinci kat, merdiveninin
karşısındaki kapı, dedi.
Oda kokuyor. Çarşaf, diş macunu, uyku kokuyor. Pencereyi açıyorum. Deniz, yıldızlı deniz doluyor
odaya. Bir kedi var bitişikteki balkonda. Denizin içinden çağırıyorum. Başını kaldırıyor, kalkıp geriniyor,
oturuyor, çöküyor. Yumulan gözleri görüyorum sanki.
İçeri çekiliyorum, deniz seyreliyor. Soyunuyorum. Gömleği iskemlenin arkalığına geçirdim. Pantalon bir
köşede de dursa da olur. Daracık oda; yatak geniş. Serin çarşafa oturuyorum. Yatmış, ısıtmış, kokusunu bırakmış
gelip geçen. Yataklar çabuk soğur. Otelciler her gün insan görürler, tümen tümen insan. Bu yatak da öyle.
Yepyeni bir odadayım. İlk olarak odamdan başka yerde yatacağım. Burası benim için yepyeni ama aşağıdaki
kâtip için, bir başkalık olsun, olabildim mi? Boğuldum gitti öteki kayıtların altında. Benden sonra bir başkası
yazılır o deftere. Yeşil gözleri vardı kâtibin. Geceleri denize çıkamayan gözler. Balığı getirseymişim, özlem
içinde kıvranırdı belki. Gündüzün uyur herhalde. Denize çıkmaz; girip yüzse de. Sandalı ışıktan uzağa çekemez.
İster de çekmeği. Belki. İster, belki değil, ister. Kapanmış kalmışa benziyor gözleri. Bu pencerenin dibine kadar
uzanan suyu bile görmez belki. Denize bakan bir odada ilk yatışım bu. Sıra sıra gelen çarpma sesinde,
alışmadığım bir sertlik var. Alışmadığım. İşini gücünü bitirmiş gibi, çarpıp duruyor çakıllara; kabarıyor,
çekiliyor. Kayıkhane sesi gibi, dam altına giren deniz sesi. Bu damın altında ben de varım. Kâtip de var. Su
yeşili gözleri var kâtibin, o güneş görmemiş, hasta ışığın altındaki sayrı yüzünde bile parlayabilen su yeşili
gözleri var. Bir daha dağıldım. Bunun da gözlerinde bir parçam kaldı. Bundan sonra bunu da hesaba katmalıyım.
Beni tanıyanlar arasında bu da olacak. Olmaz ama. Unutur o. Benim tanıdıklarım arasında bu da olacak.
Gelmeseydim keşke, hiç gelmeseydim. Tanımayıverir, geçerdim. Şimdi o da var. Parçalarımı toplarken, bunun
gözlerinde, yeşillerin dibinde kalanını da bulmak, unutmamak gerekecek. Odanın parasını verdim zaten.
Erkenden kaçayım yarın. Elimden gelse de, görünmesem ona. Erkenden kaçmalı. Pencereden içeriye dolmuş
denizin, yıldızların içinde uyuyacağım. Kâtip “Aşk Sanatı”nı okur şimdi. Işığı hiç yakmamışım, göğün aydınlığı
yetmiş. Bir komodin de varmış odada. Yeni odada yatmak, heyecan gibi bir şey. Çarşafın serinliği duruyor hâlâ.
Yatayım artık.

Bilge Karasu, Odalardan Biri adlı hikâyesinde toplumun, kalabalıkların içinde sıradanlaşmamak için
yalnızlığına sığınan, yani kendi içine yönelen bireyi anlatmıştır. Yazar, bu hikâyede iç konuşma ve bilinç akışı
anlatım tekniklerini kullanmıştır.

Basit bir olay örgüsü üzerine kurulan öyküde konu; arkadaşı ile balığa çıkan ancak eve dönmekte geciken bir
gencin otel odasında gecelemek zorunda kalışıdır.

Öyküye hâkim olan bakış açısı anlatıcı-yazar bakış açısıdır. Yazar, öykünün gelişen bölümlerinde bu bakış
açısına hâkim (ilahi) bakış açısı da kazandıracaktır.
Modernist hikâyede gerçeklik karşısında kuşkucu ve tedirgin olan, iç dünyasına çekilen, yabancılaşan, toplumla
çatışan, karamsar, bunalımlı, zayıf birey ele alınmıştır. Bu tarz hikâyede kronolojik zamanda geriye dönüşlerle
geleneksel anlatım ve yapıdan uzaklaşılmış, olay örgüsü ve mekân geri planda kalmıştır.

Bilge Karasu, Odalardan Biri adlı hikâyesinde toplumun, kalabalıkların içinde sıradanlaşmamak için
yalnızlığına sığınan, yani kendi içine yönelen bireyi anlatmıştır. Yazar, bu hikâyede iç konuşma ve bilinç akışı
anlatım tekniklerini kullanmıştır.

Yazarın ana hatlarıyla çizdiği kişi; kararsız, üşengeç, hayattan usanmış, çevresiyle sorunlu, yalnızlığı seven ama
bunu uzun süre devam ettiremeyen, çabuk bıkan, kılığı da uygunsuz biridir.

İnsanın karmaşık bir varlık olduğu düşüncesini öne çıkaran yazar, olay örgüsünde birden fazla çatışmaya yer
veriyor. Bu nedenle öykü karmaşık bir yapıya bürünüyor.

Eşya ve olgular karşısında edilgen olan modern insan, huzursuzdur ama bunun nedenini araştırmaz. Bulmaktan
korkar. Bulursa sorumluluk altına gireceğini düşünür ve bundan kaçınır. Yalnızlığı seven ancak uzun süre yalnız
kalmak istemeyen, insanlarla iletişim kurmaktan kaçan, içine kapanık, huzursuz ve ne yapacağı belli olmayan,
kararsız modern insan çıkmazdadır. Kimliğinin sorulmasından dahi rahatsız olur. Modern insan fark edilmek,
varlığını başkaları üzerinden duymak ve duyurmak ister. Ancak bu noktada da çıkmazdadır. Kendini keşfetmek
yerine kendini gerçekleştirmenin peşindedir. Bunun için seçilen araç “öteki”dir. Öteki de aynı beklenti
içindedir. Bu kısır döngü içinde modern insan daima bunalım içindedir.
Öyküye hâkim olan düşünce; kişinin ailesine ve içinde yaşadığı topluma yabancılaşması ve bu duygunun
doğurduğu huzursuzluktur. Öykü, modern dünyayı ve o dünyanın mutsuz insanını merkeze alır.

Öyküdeki kişiyi din, cinsiyet, ırk, resmiyet ifade etmeye yetmez. Kişi kendini bu gibi değerlerle sınırlamadığı için
ne mutlu ne de mutsuzdur. Aynı zamanda kimlik bunalımı yaşamaktadır.

Öyküde mekân olarak eski yıpranmış bir otel ve anlatıcının odası tasvir edilir. Otel; çağdaş yaşamın en görünür
mekânlarından biridir. Kimliksiz, kişiliksiz, orta malı yatakların mekânıdır. Gelip geçiciliğin simgesidir. İnsana
özgü sıcaklıktan yoksundur. Yabancılık hissi verir insana.
CÜMLENİN ÖGELERİ
Çekimli eylemler, ek eylem almış ad soylu sözcükler, sözcük öbekleri yüklem görevinde kullanılabilir.
Çocuklar sokakta oynuyor. (Eylem)
Bu olay herkesi mutlu etti. (birleşik eylem)
Bu işe hep birlikte kafa yorduk. (deyim)
En güzel mevsim sonbahardır. (İsim-ek eylem)
Bu çocuk yaramaz mı yaramazdı. (pekiştirme)
Dün seni arayan bendim. (Kişi Adılı)
Geçen yaz neredeydin? (Soru Adılı)
Bütün hazırlıklar misafirler içindi. (İlgeç Grubu)
Az önce gelen, bizim sitenin yöneticisiydi. (Zincirleme A.T.)
Borç, yiğidin kamçısıdır. (Belirtili A.T.)
Tarık’ın babası fizik öğretmeniymiş. (Belirtisiz A.T.)
Çarşıdan istediği yün çoraptı. (Takısız A.T.)
Benim sâdık yârim kara topraktır. (Sıfat T.)
Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. (Belirtili A.T.)
Kardelen, bu dağların en yalnız çiçeğidir. (Belirtili A.T.)
Sarp dağlardan örülmüş dört duvar içindeyim. (Belirtisiz A.T.)

Dille oynamak, dile olabildiğince değişik biçimler vermek; sözcüklerin yakın çağrışımlarını,
gidebileceği son durağa kadar izlemek ve bunlardan, yepyeni tatlar taşıyan imgeler üretmek, şiirdeki
ustalığın gizleridir.
Özne yüklem

1)Gerçek Özne:
Yüklemde bildirilen işi yapandır. Cümlede yer alana açık özne yer almayana da gizli özne denir.
a) Açık Özne: Cümlede yer alan öznedir.
Çocuklar içerde sessizce oturuyor. (isim)
Buranın şifalı suları pek meşhurdur. (söz öbeği)
Yetkililer, yarın yağış olabileceğini söyledi. (adlaşmış sıfat)
Dünkü maça kimse gitmemiş. (adıl)
Yaralı kuş yerde çırpınıyordu. (Sıfat Tamlaması)
Karadeniz kıyıları her mevsim yemyeşildir. (Belirtisiz A.T.)
Elbisesinin rengi maviydi. (Belirtili A.T.)

b) Gizli Özne: Cümlede bulunmayan, yüklemdeki kişi ekinden anlaşılan öznedir.


Haftaya tatile gideceğim. (Kim gidecek? Ben)
Yarın bize uğrasın. (Kim uğrasın? O)

2) Sözde Özne: Edilgen çatılı fiillerin yüklem olduğu cümlelerde bildirilen işi doğrudan yapmayan ama işten
etkilenen varlıktır. Yani asıl görevi nesne olan öznelerdir.
Tarladaki buğdaylar toplandı. Düşen yapraklar süpürüldü.

3) Örtülü özne: Edilgen fiillerle kurulan bazı cümlelerde tümleç olarak görünen fakat gerçekte özne görevi
yapan sözcüğe örtülü özne denir. Bu özne ……tarafından , …..etkisiyle , …..yüzünden , …..nedeniyle , ……
ce, ca gibi sözcük ya da eklerle belli edilir.

Kapı kırıldı. ( kırılan, işten etkilenen kapı; işi yapan ise belli değil)
s.ö. y.
Kapı çocuklar tarafından kırıldı. (nereden kırıldı? “Çocuklar” Dolaylı T.
s.ö. örtülü özne y. ögesinin örttüğü gerçek öznedir)

Köprüler sel yüzünden yıkıldı. (niçin yıkıldı? “ Sel yüzünden” Zarf t.


s.ö. örtülü ö. Y. Ögesinin örttüğü gerçek öznedir.)

Ağaçlar, şiddetli rüzgarın etkisiyle devrilmiş. Yatırım projeleri yönetim kurulunca kabul edildi.

s.ö. örtülü özne ( zarf t.) y. s.ö. örtülü özne y.

Cümledeki ünlemler ve bağlaçlar öge sayılmaz. Bunlara cümle dışı unsur denilir:

Ali, buraya gel!


Seslenme ünl. D.t. y.

B. YARDIMCI ÖGELER:

1. Nesne: Öznenin yaptığı işten etkilenen ögedir. Bu yüzden nesne yüklemi fiil olan cümlelerde aranır.

a) Belirtili Nesne: Yükleme sorulan “neyi, kimi” sorularının cevabıdır. Belirtili nesne olan sözcükler
belirtme hali ekini alırlar.
Çocuk kitabı çantasına koydu.
Düğünde herkes seni sordu. (kişi zamiri)
İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.
Kapıyı, pencereyi ardına kadar açtı.
Öğrenciliğimde geçirdiğim o güzel günleri çok özledim. (sıfat tamlaması)
Sanatçı en beğendiğim şarkıyı seslendiriyor. (sıfat tamlaması)
Dedem dün akşam evde neyi unutmuş.
Şunları tek tek masaya yerleştir. (işaret zamiri)
Zorları, sonra çözeceğim. ( adlaşmış sıfat )
Ailesini, çok sevdiği insanları, ziyaret etti. (ara söz)
Başkan geç kalanlara yönelik bir liste hazırladı. (Yan cümle)
Veliler, öğrencilerin durumunu merak ediyorlardı. (isim tamlaması)

b) Belirtisiz Nesne: Yükleme özneyi bulduktan sonra sorulan “ne” sorularının cevabıdır.

Dün kardeşine güzel bir hediye almış. (sıfat tamlaması)


Öğretmenimiz bize hüzünlü şiirler okurdu. ( sıfat tamlaması)
Fuarda birçok araba gördük.
Bugün bana bisiklet alacaklar.
Bize, yarın okula gelmeyeceğim, dedi. (ara cümle)
Ne söyleyeceksin bana?

** Ortak Nesne: özellikle sıralı cümlelerde birden çok yüklemin aynı olan nesnesidir.
Elindeki fotoğrafı uzun uzun inceledi, masaya bıraktı.
Ortak nesne (sf. tam.)

Uyarı: Ara söz ve ara cümleler, cümlede hangi ögenin açıklayıcısı iseler o ögenin görevini üstlenirler. Eğer
açıklayıcı öge durumunda değil iseler “cümle dışı unsur” olarak kabul edilirler.

2. Dolaylı Tümleç: Yüklemi yer ve yön bakımından tamamlayan ögedir. Yükleme sorulan “kime, kimde, kimden,
neye, neyde, neyden, nereye, nerede, nereden” sorularının cevabıdır. Dolaylı tümleç olan sözcükler yönelme
(yönelmeli dolaylı t.), bulunma(kalmalı dolaylı t.), ve ayrılma hali (çıkmalı dolaylı t.) eklerini alır.

Dayım yarın İstanbul’a gelecek.


Bu akşam deniz kenarında biraz dolaşalım. (belirtisiz ad tamlaması)
Karlı dağdan yolum ayrıldı bahar ülkesine. (b.siz ad tam. Ve sıfat tam.)
Sağ taraftan bir ses geliyor. (sıfat tam.)
İleride bir kaza olmuş galiba.
Burada olduğumu kimden öğrendin?
Çocukluğunu geçirdiği eve son kez baktı. ( yan cümle )
Her gün baklava börek yemekten hiç bıkmadın mı?
Balıklar kilosu iki liradan satıldı.
Burada konuşmalarında bir sakınca yok.

Uyarı: Dolaylı tümleç ekleri (-e, -de, -den) almış sözcükler yükleme “zaman”, “sebep” “süre” ve “nasıllık”
anlamlarıyla bağlı ise zarf tümleci olurlar.

Akşama buluşalım. Sanatçı ayakta alkışlandı.


Ömer Seyfettin 1884’te doğdu. Seni candan seviyoruz biz.
Evvelden böyle şeyler konuşulmazdı. Korktuğundan doğruları söyleyemiyor.
On dakikada yanına gelirim. Öğrenciler ikişerli biçimde sıralandı.

3. Zarf Tümleci: Yükleme sorulan “nasıl (durum), ne zaman, ne kadar (miktar-nicelik), nere(ye) yer-
yön, neden, niye, ne” sorularının cevabıdır.

Biraz önce koşarak buradan geçti. (zaman ve durum-yan cümle)


Dediğim konuya akşam çalıştın mı? (zaman)
Sabaha kadar ders çalıştım. (zaman- edat öbeği)
Bebek, gürültüden uyandı. (sebep)
Annem birazdan aşağı iner. (zaman ve yer-yön)
Hava soğuyunca çocuklar koşa koşa içeri girdiler. (zaman ve nasıllık, yer-yön )
Yan cümle yan cümle
Haziranın sonunda yeniden bir araya geleceğiz. (zaman-durum)
İsim tam.
Bir aydır tembel tembel dolaşıyor. (zaman- durum )
Sf. Tam. İkileme
Bu şehirde on yıl kaldım. (miktar- nicelik)
Sf. Tam.

Uyarı: “içeri, dışarı, ileri, geri, aşağı, yukarı… gibi yer-yön bildiren sözcükler hâl eklerinden herhangi birini
alırlarsa zarf tümleci değil isimleştikleri için dolaylı tümleç olurlar.
İçeriye şöyle bir göz attı.
d.tüml.

***Soru Zarfı Tümleci: Yüklemin anlamını soru yoluyla bütünleyen sözcüklerdir.


Beni niçin hiç aramadın?
Bu makine nasıl çalışıyor?
Sınav ne zaman biter?

4. ilgeç (Edat) Tümleci: Bir ilgeçle yükleme bağlanan tümlece denir. Yüklemi “araç, birliktelik, neden” gibi
yönlerden tamamlayan ögedir. İlgeçli söz öbekleri belirteç tümleci sorularına yanıt veriyorsa belirteç tümleci olarak
yanıt veremiyorsa ilgeç tümleci olarak belirlenir. Yükleme sorulan “kim ile, kim için, ne ile, ne için” sorularının
cevabıdır.
Ablası yarın uçakla geliyormuş. (ne ile?)
Arkadaşlarıyla iyi anlaşırdı. (kim ile?)
Buraya konuşmak için geldi. (ne için?)
Bunu senin için aldım. (kim için?)

Bazı edatlar cümlede tek başlarına edat tümleci olurlar:


Beni yalnız sen anlarsın. Televizyonu ancak babam onarabilir.

CÜMLE VURGUSU
Cümlede anlamca en önemli olan öge, vurgulanan ögedir.

► Yüklemi fiil soylu olup da sonda olan cümlelerde vurgu, yüklemden önceki ögedir.
Ali yarın trenle İzmir’e gidecek. (dolaylı tümleç)
Ali trenle İzmir’e yarın gidecek. (zarf tümleç)
Ali yarın İzmir’e trenle gidecek. (edat tümleç)
Yarın trenle İzmir’e Ali gidecek. (özne )
Gidecek Ali yarın trenle İzmir’e. (yüklemin kendisi)

Eğer isim soylu bir sözcük yüklemse, vurgu kendi üzerindedir:

► Cümlede soru eki varsa; vurgulanan öge, bu ekten önceki ögedir.


Ali mi yarın trenle İzmir’e gidecek?
Ali yarın trenle mi İzmir’e gidecek?

► Cümlede “de bağlacı” varsa; vurgulanan öge, bağlaçtan önceki ögedir.


Ayşe de sizinle derse gelsin.
Ahmet yarın da bizimle geliyor.

► Cümlede soru bildiren sözcük varsa; vurgulanan öge, bu sözcüklerdir.


Akşam bizi buradan kim alacak?
Ne zaman eve geleceksin?

ARASÖZ – ARA CÜMLE

Cümlenin arasına giren ve cümlenin herhangi bir ögesi olmayan söz, söz grubu ya da cümledir. Arasözler
cümlede iki virgül ya da iki kısa çizgi arasında gösterilir. Arasözler cümledeki bir ögenin açıklayıcısı olabilir. Bu
durumda hangi ögenin açıklayıcısı durumunda iseler o ögenin görevini üstlenirler.

**Babası, can dostu, dün vefat etmişti.


**Yahya Kemal, usta şair, törenlerle anıldı.
**Bu gizemler ülkesinden -Mısır’dan- ayrılıyoruz.

► Arasöz konuşan kişinin araya girerek düşüncesini bildirmesiyle cümle biçiminde de olabilir. Bu durumda
arasöze “aracümle” denir.

Dünkü kaza –Allah beterinden korusun- çok korkunçtu.


Ben, ne yalan söyleyeyim, henüz acıkmadım.

You might also like