Sinif Gi̇ri̇ş Ve Hi̇kaye Üni̇tesi̇

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 6

10.

SINIF
TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI
“GİRİŞ” VE “HİKÂYE” ÜNİTELERİ
DERS ÖZETLERİ

1. GİRİŞ ÜNİTESİ:
Edebiyat, Arapça bir sözcük olup “edep” kökünden gelir, edep
ise “iyi ahlak”, “incelik” ve “terbiye” anlamlarına karşılık
gelmektedir. Edebiyat; olay gözlem, duygu, düşünce ve hayalleri
insanda güzellik duygusu uyandıracak şekilde sözlü ya da yazılı
olarak anlatma sanatıdır. İnsan yaşamını konu alan ve dili bir araç
olarak kullanan edebiyatın tarih, felsefe, coğrafya, psikoloji,
psikiyatri, sosyoloji gibi bilimlerle ilişkisi vardır.

EDEBİYAT-TARİH İLİŞKİSİ: Toplumun dinî yaşantısı, inançla ilgili ritüelleri edebî eserlere
Hem edebiyatın hem de tarihin ana konusu insanlar ve konu olmuştur. Örneğin Türk edebiyatında “Uygur Metinleri”
insanların başından geçen olaylardır. Tarihî bir olay, tarih açısından Maniheizm ve Budizm dinleriyle ilgili bilgiler içerir. Oluşturulan
olduğu kadar edebiyat açısından da önemli bir kaynak olabilir. edebi eserlerde içinde bulunulan inanç sisteminin değerlerini, inanç
Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi toplumumuz açısından son esaslarını bulmak mümkündür.
derece önemli olan tarihî olaylarla ilgili pek çok eser kaleme Dinin etkisi her dönemde edebiyatta önemli bir yer tutmuştur.
alınmıştır. Örneğin Türk edebiyatı İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası olarak
Tarih; insanların, toplumları etkileyen faaliyetlerinden doğan ayrılmasının nedeni de din değişiminden kaynaklanmaktadır.
olayları yer ve zaman göstererek anlatan, bilgilerini belgelere İslamiyet sonrası Türk şiirinde görülen Tasavvuf edebiyatı kaynağını
dayanarak ispatlayan objektif bir bilim dalıdır; edebiyatsa bir sanat dinden alan bir anlayışı ortaya çıkarmıştır.
dalıdır. Tarih, incelediği eserdeki veya olaydaki görüşleri nesnel
olarak aktarırken, edebiyat bunların öznel yorumlarını da Din, konu itibariyle de edebiyat için zengin bir içerik
aktarmaktadır. oluşturmaktadır. Şairlerin dünya ve ahiret inançları, Allah aşkı,
peygamber sevgisi, toplumda dini kaidelerin öğrenilmesi, dini
Yazarlar, edebî eserlerinde tarihin verilerinden yararlanırlar.
açıdan getirilen kurallar edebiyat için bir kaynak oluşturmuştur.
Konusunu tarihten alan roman, hikâye, şiir, tiyatro türündeki
Bundan dolayı da din ile edebiyat iç içe geçmiş iki önemli alan olarak
yüzlerce eserin varlığı bunun en önemli göstergesidir.
karşımıza çıkmaktadır.

EDEBİYAT VE DİN ARASINDAKİ İLİŞKİ:


TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERE AYRILMASINDA HANGİ
Güzel sanatların başlangıcı hakkında araştırmalar yapan bilim ÖLÇÜTLER ETKİLİ OLMUŞTUR?
insanları, şiir ve edebiyatın kökeninin din olduğu görüşüne 1. Dini değişim 2. Kültürel değişim 3. Coğrafya değişimi 4. Dil
sahiptirler. Diğer bir ifadeyle sanatın ilk örnekleri dinî ayinlerde
ortaya çıkmıştır. Dinler, tarihin bütün dönemlerinde toplumsal
yaşamı şekillendiren önemli olgulardan biridir. Bu açıdan dinin
edebiyatta yer alması kaçınılmaz bir olaydır. Özellikle Türk
edebiyatına baktığımızda ortaya çıkan ilk ürünler olan sagu, koşuk
gibi türler dini törenlerde yapılan ritüeller vasıtasıyla oluşmuş nazım
biçimleridir.
anlayışındaki değişiklikler 5. Lehçe ve şive farklılıkları Yazılı Edebiyat Dönemi’ni ise Kök Türk ve Uygur metinleri
oluşturmaktadır. Dönemin ilk ürünleri VIII. yüzyılda Kök Türk
Devleti’nin tarihî ve edebî varlığını belgeleyen Kök Türk
Yazıtları’dır. Kök Türk Yazıtları’nı, tarihte Türk ismini bir devlet
adında kullanan ilk Türk topluluğu olan Kök Türkler dikmiştir. Türk
diliyle oluşturulan ilk metinler olan Kök Türk Yazıtları’nın Orhun
Abideleri olarak da anılmasının nedeni, bu taşların Kazakistan’daki
Orhun Irmağı’nın eski yatağının yakınlarında bulunmasıdır. Aslında
bu bölgeye yayılmış pek çok dikili taş vardır fakat bunlardan üçü,
Bilge Kağan, Kül Tigin, Toyukuk Yazıtları, Türk edebiyatı ile kültürü
bakımından büyük öneme sahiptir. 38 harften oluşan Kök Türk
alfabesi ile yazılan yazıtlar, Türkçenin 8. yüzyılda edebî bir dil olarak
geliştiğini, yüksek bir anlatım gücü kazandığını da gösteren
belgelerdir. Yabancı etkilerden uzak arı bir Türkçe ile taşların bir
tarafı Çince, üç tarafı da Kök Türk alfabesiyle yazılmıştır.
Türk adının geçtiği ilk yazılı metin olan yazıtlar, Türk hitabet
sanatının da ilk örnekleridir. Hitabelerde Kök Türklerin
bağımsızlıkları için Çinlilerle yaptıkları savaşlar, savaşların sonunda
devleti yeniden nasıl kurdukları anlatılır. Türk milletine seslenilerek
birlik beraberlik içinde yaşamaları gerektiği öğütlenir. Yazıtlar; Türk
tarihi, Türk toplumunun yaşam biçimi ile ilgili çok önemli bilgiler
içerir. Söylev, anı ve tarih türlerinin edebiyatımızdaki ilk örnekleri
olmaları bakımından büyük önem taşır. 1893 yılında Danimarkalı
Thomsen anıtlardaki yazıyı çözmüş, Alman bilgini Radloff, yazıtların
çevirisini yaparak dünyaya tanıtmıştır.
Türk edebiyatının İslamiyet’in Kabulünden Önceki Yazılı Dönem’in
ikinci yarısı Uygur Dönemi’dir. Uygur Dönemi’ne ait elde oldukça
fazla malzeme bulunmaktadır. Bu metinlerin çoğu, Mani ve Buda
dinlerinin etkisiyle yazılmış metinlerdir. Altun Yaruk, Sekiz Yükmek,
Irk Bitig bu dönem eserlerindendir.

2. İslamiyet’in Etkisiyle Gelişen Türk Edebiyatı


Türkler VIII. yüzyıldan itibaren Müslümanlığın etkisinde kalmış
ancak İslamiyet’in Türkler arasında yayılması X. yüzyılda
gerçekleşmiştir. İslam uygarlığı etkisinde verilen ilk eserler Kutadgu
Bilig, Divân-ı Lugati’t-Türk, Atabetü’l-Hakâyık ve Divân-ı Hikmet’tir.
Bu dönem “Geçiş Dönemi” olarak da bilinmektedir.

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ


1. İslamiyet’in Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı
İslami Dönem Türk Edebiyatı, halk edebiyatı ve divan edebiyatı
Varlığı belgelerle kanıtlanan ilk ve en eski dönem İslamiyet’in olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Halk edebiyatını, daha çok halk
Kabulünden Önceki Türk Edebiyatı Dönemi’dir. Bu dönem edebiyatı; arasından yetişmiş sanatçıların verdikleri sözlü ürünler
dil, anlatım, duyuş ve zevk itibariyle yabancı etkilerden uzak ve millî oluşturmaktadır. Halk edebiyatı kendi içinde dinî-tasavvufi, âşık ve
bir edebiyat niteliğindedir. Sözlü ve yazılı edebiyat olmak üzere anonim halk edebiyatı olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Dil, halkın
ikiye ayrılır. Sözlü edebiyat ürünleri arasında destanlar, savlar, kullandığı sade Türkçedir.
sagular, koşuklar yer alır. Bunlar; günlük yaşantıdan izler taşıyan,
halkın konuştuğu dille söylenen ürünlerdir. “Şaman, kam, baksı,
ozan” gibi adlar verilen kişilerce “kopuz” eşliğinde söylenmiştir.
Dörtlükler ve hece ölçüsüyle söylenen bu ürünlerde kahramanlık,
doğa, ölüm gibi konular işlenmiştir.

Divan edebiyatı ise İslami kültüre dayalı, daha çok medrese


öğrenimi görmüş, eğitimli sanatçıların oluşturdukları edebiyattır. Bu
anlayışla verilen eserlerde Arapça-Farsça kelime ve tamlamalarla
yüklü, ağır, sanatlı bir dil kullanılmıştır.
3. Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatı, XIX. yüzyılda başlayıp
günümüze kadar devam eden bir edebî dönemdir. 1839’da
Tanzimat Fermanı’nın ilanı; askerî, siyasi, toplumsal pek çok alanda
bazı değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Toplum hayatındaki bu
değişiklikler bir süre sonra edebiyatı da etkilemiş; gazeteler, Batı
edebiyatından yapılan çeviriler, uyarlamalar Türk edebiyatına bu
doğrultuda yön vermiştir. Böylece Batı kültürüyle yetişen yeni kuşak
sanatçıları, Batı edebiyatı yolunda yeni bir çığır açmışlardır. Bu edebî
dönem; Tanzimat edebiyatı, Servetifünûn edebiyatı, Fecriâtî
edebiyatı, Millî Edebiyat ve Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı olmak
üzere dönemlere ayrılır.

İLK TÜRKÇE- ANA TÜRKÇE : Türkçenin tarihî gelişimi dönemler


hâlinde ele alınabilir. Türkçenin İlk Türkçe ve Ana Türkçe
döneminden kalan yazılı belge elimizde olmadığı için bu dönemler
“karanlık dönem” sayılmaktadır. İlk Türkçe döneminde Altay dilleri
olan Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Korece, Japonca dillerinin daha
birbirinden ayrılmadığını söyleyebiliriz. Ana Türkçe döneminde ise
Türkçenin Altay dilinden ayrılmış, farklı özellikler göstermeye
başlamış ve artık kendi başına bir dil olmuştur. Karanlık dönemde
Türkçenin iki temel lehçesi olan Yakutça ve Çuvaşça ortaya çıkmıştır.
TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHİ GELİŞİMİ ESKİ TÜRKÇE : Türklerin VIII. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar
kullandıkları tek yazı dili Eski Türkçedir. Eski Türkçe; Kök Türk, Uygur
ve Karahanlı devirlerini içine alır. Türkler bu zaman içinde
birbirlerinden ayrı bölgelerde yeni kültür merkezleri meydana
getirmelerine rağmen hep bu dile bağlı kalmışlardır.

Kök Türklerden sonra gelen Uygur ve Karahanlı devirleri Türk


milletinin yeni medeniyet ve dinlerle tanıştığı zamanlardır. Kök
Türklerin bıraktığı Kök Türk Yazıtları Uygurlardan kalan dinî ve
hukukî metinler, Karahanlılar devrinde yazılan ve İslami Türk
edebiyatının başlangıcını meydana getiren Kutadgu Bilig, Divân-ı
Lugati’t Türk ve Atabetü’l Hakayık gibi eserler Eski Türkçe ile
yazılmıştır.

KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ, BATI TÜRKÇESİ : Eski Türkçeden sonra


başlayan Orta Türkçe devri, Türklerin yeni yazı dillerini meydana
getirdikleri bir dönemdir. Bu devirde Türkler batıda Anadolu’ya
kuzeyde Karadeniz’in kuzeyi ile batı kısmına kadar yayıldı. Bu
devirde Türkçe, Kuzey-doğu Türkçesi ve Batı Türkçesi adı ile ikiye
ayrılmıştır.
A. KUZEY-DOĞU TÜRKÇESİ : Kuzey-doğu Türkçesi XIII. yüzyıl ile XIV. Türk hikâyesi; destanlar, Dede Korkut Hikâyeleri, halk hikayeleri,
yüzyıllarda Eski Türkçenin devamı olarak Hazar Denizi’nin kuzeyinde cenknameler ve mesneviler çizgisinde gelişmiş, Batılı anlamda ilk
ve Orta Asya’da kullanıldı. Eski Türkçenin özelliklerini koruyup örneklerini Tanzimat Edebiyatı Dönemi’nde vermiştir.
geliştirerek devam eden bu yazı dili Kuzey ve Doğu Türkçesi olmak
üzere iki kolda gelişir: a. Kuzey Türkçesi b. Doğu Türkçesi DEDE KORKUT HİKÂYELERİ

B. BATI TÜRKÇESİ :Hazar Denizi’nin güneyinden geçerek batıya gelip Dede Korkut Hikâyeleri, destan döneminden halk hikayeciliği
yerleşen Oğuz Türklerinin yazı dilidir. Türkçenin Eski Türkçeden dönemine geçişin ilk örneği olarak kabul edilir. Oğuz Türklerinin
sonra görülen iki kolundan birini oluşturur. XIII. yüzyıldan günümüze yaşam biçimleri, kültürleri, inanışları, mücadelelerini ortaya
kadar kesintisiz devam etmiştir. Diğer yazı dillerine göre daha çok koyduğu için çok önemli bir eserdir. Eserin asıl adı “Kitab-ı Dedem
gelişme göstermiştir. Batı Türkçesi; Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı Korkud Alâ Lisân-ı Tâife-i Oğuzân”dır. (Oğuzların diliyle Dedem
Türkçesi ve Türkiye Türkçesi olarak üç devreye ayrılır. Korkut’un kitabı). Halkın ortak malıdır. İçinde bir ön sözle on iki
a) Eski Anadolu Türkçesi (Eski Türkiye Türkçesi): Batı Türkçesinin ilk hikâye vardır. Eser Akkoyunluların egemen olduğu Kuzeydoğu
devri olan Eski Anadolu Türkçesi XIII. yüzyıldan XVI. yüzyıla kadar Anadolu Bölgesi’nde XIV. yüzyıl sonlarında veya XV. yüzyıl
devam etmiştir. Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve ilk Osmanlı bu başlarında halk ağzından derlenerek yazıya geçirilmiştir. Bu
devre girmektedir. hikâyelerin ilk defa Dede Korkut adlı bilge bir ozan tarafından
b) Osmanlı Türkçesi: Türkçe Osmanlı Devletinin sınırları içinde, anlatıldığına inanılmaktadır. Her hikâyede adı geçen, olaylardan
Hazar’dan Orta Avrupa ‘ya, Kırım’dan Afrika’ya kadar geniş bir hisse çıkaran, hana dua eden Dede Korkut; hikâyenin yazarı değil
sahaya yayılmıştır. Bu yayılma XVI. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar daha çok manzum destani hikâyeler anlatan, ozanları simgeleyen
devam etmiştir. Türkçe bu devrede yabancı dillerden pek çok kelime bilge bir kişidir.
ve gramer şekilleri almıştır.
c) Türkiye Türkçesi: Batı Türkçesinin üçüncü devresi Türkiye Türkçesi
devresidir. Genellikle “Yeni Lisan Hareketi” bu dönemin başlangıcı
kabul edilir. 1908 yılından bu yana yüzyıla yakın bir zamanı içine
alan bu devrede Türkçe yabancı gramer şekillerini bırakmış ve kendi
yatağında akmaya başlamıştır. Bu devrin temelinde, İstanbul
konuşmasının esas alındığı bir yazı dili vardır. Türkiye Türkçesinin
gelişmesi içinde Yeni Lisan Hareketi’nden sonra en geniş çalışma Dil
İnkılabı’dır. 1928’de Latin alfa besinin kabulü 1932’de Mustafa
Kemal Atatürk tarafından Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dil
Kurumu)’nin kuruluşu bu hareketin önemli halkalarıdır.

Türkler tarih boyunca Kök Türk, Uygur, Arap, Kiril


ve Latin alfabelerini kullanmışlardır.
Hikâyelerde Müslüman Oğuzların, komşuları olan Rum, Ermeni ve
Gürcü devlet veya beyliklerle yaptıkları savaşlar; bazılarında kendi iç
mücadeleleri; bazılarında da tabiatüstü varlıklara (Azrail, pınar
perisi, pınar perisinin oğlu Tepegöz) karşı giriştikleri mücadeleler
anlatılmıştır. Bazı kahramanların olağanüstü kuvvete sahip olmaları,
bazı kahramanların vücut yapılarının dahi doğal yapının üstünde
olması, doğaüstü varlıklara yer verilmesi bakımlarından bu hikâyeler
destan karakteri taşımaktadır. Nazım ve nesir karışık yazılmaları,
kısa olmaları, ayrıntılar üzerinde durmamaları bakımlarından da
halk hikâyesi karakteri taşımaktadır. Bundan dolayı bu eser, destan
döneminden halk hikâyeciliği dönemine geçişin ilk örneği kabul
edilir.

Dede Korkut Hikâyeleri’nde olaylar ve tasvirler nesirle; karşılıklı


konuşmalar, duygu ve düşünceler nazımla dile getirilir. Eser, Arapça
ve Farsçada geçen dinî kavramlar dışında Türkçenin seçkin örnekleri
arasında yerini alır. Eserde cümle içi kafiyeler, cümle sonlarındaki
seciler, deyimler dikkati çeker. Oğuz Türkçesiyle söylenen Dede
Korkut Hikâyeleri’nin; Dresden, Vatikan ve Günbed olmak üzere üç
yazma nüshası vardır.(Son dönemlerde bulunan “Salur Kazan’ın Yedi
Başlı Ejderhayı Öldürmesi” adlı hikâye nüshasının Dede Korkut
Hikâyeleri’ne ait olduğu tespit edilmiştir. Günbed nüshası adı
verilen bu nüsha, Dede Korkut anlatmalarının XVIII. yüzyıla kadar
geldiğini göstermesi ve Güney Azerbaycan, özellikle Tebriz ağzını
yansıtan bir dille yazılmış olması açısından önem taşımaktadır.)
2. HİKAYE ÜNİTESİ
HALK HİKAYELERİ
Destanların zaman içinde değişime uğramış biçimleri
sayabileceğimiz halk hikâyeleri gerçeğe daha yakın olmaları
bakımından destandan ayrılırlar. Anonimdirler. Halkın ortak malı
olan halk hikâyeleri, göçebe hayattan yerleşik hayata geçişin ilk
ürünlerindendir.

CENKNAMELER
Hz. Ali’nin kahramanlığını konu alan dinî destansı hikâye
örnekleridir. Hz. Ali, İslam tarihi içerisinde yiğitliği ve
kahramanlığıyla da önemli bir yere sahiptir. Onun içindir ki Hz. Ali ve
onun etrafında gelişen hikâyeler, Türk edebiyatı içerisinde oldukça
geniş bir yer tutar. Onun kahramanlıkları dilden dile anlatılarak kimi
zaman tarihî hakikatleri de aşarak destansı bir boyuta ulaşmıştır. Bu
yönüyle Hz. Ali Cenknâmeleri; kahramanlık konusunu işleyen, dine
dayalı destansı hikâyeler içerisinde yer alır. Sözlü gelenekte var olan
cenknâmeler, daha sonra yazıya geçirilmiştir.

Halk hikâyeleri, zaman ve coğrafyanın etkisiyle efsane, masal,


menkıbe, destan vb. ürünlerle beslenerek o dönemde uzun soluklu
Cenknâmeler; şekil bakımından nazım, nesir veya nazım-nesir
olayların anlatıldığı metinlerin yerini tutmuştur. Bu türün
karışık olarak kaleme alınmıştır. Hz. Ali, olaylarda sürekli sahnede
gelişiminde tarihî olayların ve dinin de etkisi vardır. Halk
kalan örnek cengâver-gazi tipini temsil etmektedir. Müslim-
hikâyelerinde şiirle düzyazı iç içedir. Halk hikayeleri divan
gayrimüslim mücadeleleri fikri üzerine kurulmuş cenknâmelerde
edebiyatında uzun öykülerin anlatılabildiği mesnevi türüne
Müslim ve gayrimüslim olmak üzere iki tip vardır. Somut veya hayalî
benzetilebilir. Mesneviler yalnız şiir olarak yazılırken halk
varlıklar cenknâmelerde sürekli sahnededir. Cenknâmelerde,
hikayelerinde düz yazı ve şiir iç içedir. olağanüstü ögeler söz konusudur.

MESNEVİLER
Mesneviler bir bakıma Divan Edebiyatı Dönemi’nde günümüz
roman ve hikâyesinin yerini tutan uzun soluklu eserlerdir. Mesnevi,
divan edebiyatına ait bir nazım şeklidir. İran (Fars) edebiyatından
Türk edebiyatına geçen bu nazım şekli, beyitlerden oluşmaktadır.
Her beyti kendi arasında kafiyeli olup kafiye düzeni aa-bb-cc-dd ...
şeklindedir. Bu özellik, şaire kafiye bulmada kolaylık sağlamaktadır.
Halk hikâyelerinin konuları genellikle aşk (Kerem ile Aslı, Tahir Bu nedenle mesnevi, şairler tarafından rağbet gören bir nazım şekli
ile Zühre, Arzu ile Kamber, Âşık Garip Hikâyesi...) ve kahramanlıktır olmuştur. Hatta Lamî Çelebi, Taşlıcalı Yahya, Ali Şir Nevaî gibi bazı
(Köroğlu vb.). Bazen de her iki konu birlikte işlenir (Kirman Şah, sanatçılar hamse (beş mesneviye verilen ad) sahibi oldukları için
Yaralı Mahmut...). Hikâyeleri ortaya çıkaran olaylar, gerçek ya da onlara ayrı bir önem verilmiştir. Genellikle aruzun kısa kalıplarıyla
gerçeğe yakındır. Bu nedenle ortaya çıktıkları dönemin tarihî yazılan mesnevilerde beyit sınırlaması yoktur.
olayları bazen aynı şekilde bazen de hikâye gerçekliği içinde yer alır.
Kaynağı Türk, Arap, Hint ve İran olan, büyük ölçüde meddahlar ve
saz ustası âşıklar tarafından anlatılan halk hikâyelerinde ezgi ve şiir
iç içedir. Bu sözlü dönem ürünlerinde konuşma dilinin özellikleri
görülür.

Mesnevilerde aşk, kahramanlık, din, tasavvuf gibi konular


işlenmektedir. Divan edebiyatında Şeyhi’nin “Harname”,
Ahmedi’nin “İskendername”, Gülşehri’nin “Mantıku’t Tayr”,
Mevlana’nın “Mesnevi” adlı eserleri mesnevi şeklinde yazılmış belli
aklından geçenleri, düşüncelerini, ruhsal durumlarını hatta
başlı eserlerdir.
niyetlerini, hayallerini bilir. Bu bakış açısında üçüncü kişili
anlatım kullanılır. Örnek: Ahmet, başını öne eğerek sessizce
durdu. İçinde büyük bir umutsuzluk vardı. Hayatında hiçbir şey
yoluna girmeyecekmiş gibi hissediyordu. Kısık ve titreyen bir
sesle, “Ne yapacağız?” diye sordu, ancak cevap gelmedi.
Kafasını kaldırdığında, Ayşe’nin yüzünde sert bir ifade olduğunu
gördü. O durumu Ahmet’ten farklı karşılamıştı. Artık
dayanamayacağını hissediyor, ama oturup üzülmek yerine bir
şekilde savaşmak, mücadele etmek, isyan etmek istiyordu.
“Artık yeter,” diye geçirdi içinden. “Daha fazlasına
katlanmayacağız.”

HİKÂYE

Yaşanmış ya da yaşanabilir olayları kişi, yer ve zamana bağlı


olarak anlatan kısa edebî türlere hikâye denir. Dünya
edebiyatında Boccacci XVI. yüzyılda yazmış olduğu "Decameron
Hikâyeleri" adlı eseriyle ilk hikaye örneğini vermiştir.
Türk edebiyatında ilk hikâye kitabı Ahmet Mithat Efendi’nin
kaleme aldığı “Letaif-İ Rivayat”dır, Batılı anlamda ilk hikâye
kitabıysa Samipaşazade Sezai’nin “Küçük Şeyler” adlı eseridir.
İki tür hikâye vardır : 1. Olay hikâyesi (Maupassant tarzı) 2.
Durum hikâyesi (Çehov tarzı)
Olay hikâyelerinde merkezde bir olay (serim, düğüm,
çözüm) varken durum hikâyelerinde hayatın herhangi bir
bölümünden alınmış bir durum, kesit okuyucuya aktarılır.
Olay hikâyelerinde anlatım boyunca okuyucuda bir merak ve
heyecan duygusu oluşturulmak istenirken durum hikâyelerinde
daha çok bir duygu oluşturulmak amaçlanır. Dünya
edebiyatında olay hikâyesinin en önemli temsilcisi Maupassant
( Türk edebiyatında Ömer Seyfettin); durum hikâyesinin en
önemli temsilcisi Çehov’dur. ( Türk edebiyatında Sait Faik
Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal)
Hikâyede olaylar kimin gözünden ve kime göre anlatılıyor?
sorusunun cevabı bize anlatıcı bakış açısını verir. Hikâyede
“gözlemci, kahraman ve hâkim” olmak üzere üç anlatıcı bakış
açısı vardır.
1. Gözlemci (Müşahit / Kameraman) Bakış Açısı: Anlatıcının
olayların içine girmediği, gördüklerini yansıttığı bakış açısıdır.
Olaylar anlatıcının gözünün önünde gerçekleşiyormuş izlenimi
verilir Anlatıcı, bir kamera tarafsızlığıyla çevresinde olanı biteni
yansıtır. Anlatıcı olaylara karışmaz. Kişilerin duygu ve
düşünceleri, eylemlerinden hareketle verilir. Gözlemci bakış
açısında üçüncü kişili anlatım kullanılır. Örnek : Badem
bahçesinin yanı geniş bir bağdı. Beyaz taşlardan ya pilmiş kısa
bir duvarın ötesindeki harabe vadiye kadar iniyordu Bağın
ortasındaki yıkık kulübenin kapısız girişinden bir ihtiyar çıktı.
Saçı sakalı bembeyazdı Elleri, ayakları titriyordu.
2. Kahraman (Ben) Bakış Açısı: İçerik, hikâyedeki
kahramanlardan birinin bakış açısıyla verilir. Anlatıcının bilgisi,
kahramanlardan birinin bildikleriyle sınırlıdır. Bu bakış açısında
anlatıcının yazarın kendisi olduğu izlenimi vardır. Kahraman
bakış açısında birinci kişili anlatım kullanılır. Kahraman bir
insanın gözlemleri kadar bilgi sahibi olacağı için olaylar ve
çevresindeki insanlar hakkında ancak görebildiği kadarıyla bilgi
aktarır; kişilerin iç dünyasını, olayların geçmişini ya da geleceği
bilemez. Örnek: Pencerenin yanında durdum. Karanlık caddeye
uzun uzun baktım. Kafamın içi bomboştu. Topuğumun üzerinde
hızla geriye döndüm. O, tekrar ellerini yüzüne kapamış,
ağlıyordu. Birkaç kere daha gidip geldim. Ara sıra durup
ellerimle havada işaretler yapıyor ve onun sarsılan başına
bakıyordum.
3. Hâkim (İlahi/ Tanrısal) Bakış Açısı: Anlatıcının her şeyi bildiği,
sezdiği bakış açısıdır. Anlatıcı, kahramanların duygularını,

You might also like