21.12 (1) .2018 GÜVENİLİR OLMAK MÜ MİNİN ÖZELLİĞİDİR Ruhi İPEK

You might also like

Download as doc, pdf, or txt
Download as doc, pdf, or txt
You are on page 1of 5

GÜVENİLİR OLMAK MÜ’MİNİN ÖZELLİĞİDİR

(21 Aralık 2018 Cuma Vaazı)


“Mü’min”, Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi,
başkalarına güvenen, ‘emin’ ve güvenilen, ‘emin olan’ kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin
ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır.
Mü’min, Allah’a güvenen ve kendisine güvenilen insan demek olduğu gibi aynı zaman
da Mü’min’in en önemli özelliği de güvenilir olmaktır. Güvenilir olmak ise emin olmak
emanet sahibi olmak emanete sahip çıkmaktır. Emanet, İmanın Tezahürü ve Müminin
Şiarıdır. “İman” ve “emanet” kelimelerinin aynı kökten gelmekte oluşu bile emanet,
güvenilir olmak konusunun İslam nazarında ne denli önemli bir yeri olduğunun işaretidir.
Emanet, Arapça bir kelime olup “EMN” kökünden gelen “korku ve endişelerden
güvende olmak, emin olmak” anlamında bir mastardır. Mü’min kelimesi de “EMN”
kökünden türeyen bir kelime olarak “güvenen” demektir. “Ey iman edenler! İman edin
Allah’a ve Rasülüne” ayetini bu manada “Ey iman edenler Allah’a ve Rasülüne güvenin”
şeklinde de anlayabiliriz. Çünkü bizim her şeyimiz olan Allah’a inanmak demek, rızıktan
tutun koruyup gözetmeye kadar her konuda Allah’a onun elçisine gönderdiği kitaba
güvenmek demektir.
Allah’a güvenen insanda bu güveninin sonucunda O’na güvendiği için güvenilir
olacaktır. Bütün peygamberler Allah’a güvendikleri için Allah da onların güvenlerini boşa
çıkarmamış en güzel makamlara ulaştırmıştır. Onları güvenilir yapmıştır.
İşte bu sebeple Peygamberlerin sıfatlarından birisi de “emanet”tir. Bu sıfat
peygamberlerin her yönü ile güvenilir olduklarını ve Allah’tan aldıkları emaneti sorumluluk
bilinciyle yerine ulaştırdıklarını ifade eder. Peygamberler bu özelliklerini tebliğlerinde dile
getirmişlerdir. Bütün peygamberler;
‫ِاّ۪ن ي َلُك َر ُس و َا۪م يٌۙن‬
‫ٌل‬ ‫ْم‬
“Ben sizin için gönderilmiş emin, güvenilir bir elçiyim.” 26/Şuarâ, 107, 125, 143, 162, 178;

‫ُاَبِّلُغُك ْم ِر َس ااَل ِت َر ّ۪ب ي َو َاَن۬ا َلُك ْم َناِص ٌح َا۪م يٌن‬


“Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir
öğütçüyüm.” 7/Araf; 68. Ayetlerindeki sözleriyle güvenilir olduklarını ve kendilerine
güvenilmesi gerektiğini belirtmişlerdir.
Esasen insanların güvenmediği bir kimsenin peygamber olarak görevlendirilmesi zaten
düşünülemez. Çünkü peygamber, Allah ile kulları arasında bir elçidir. Muteber bir elçide
bulunması gereken ilk vasıf hiç şüphesiz güvenilir olmaktır.
Hz. Peygamber’in (sas), peygamberlik görevinden önce bile el-Emin (güvenilir, dürüst
insan) olarak anılması çok anlamlıdır. Kendilerini imana (emniyete, emanete sahip çıkmaya)
davet eden müşrikler, bu davete uymayıp Hz. Peygamber’e düşman olmalarına rağmen,
değerli eşyalarını muhafaza etmesi için emanet olarak ona bırakmaları da son derece
manidardır.
Öyleki onun bu özelliğini can düşmanları bile itiraf etmekten kendilerini alamamıştır.
Henüz Müslüman olmayan Ebû Süfyân, ticaret amacıyla Şam'a gittiğinde, peygamberlik
iddiasında bulunan Muhammed hakkında kendisinden bilgi almak istediğini söyleyen Rum
kayseri Hirakl ile aralarında geçen konuşmayı şöyle anlatmaktadır:
“(Hirakl), '-Peygamberlik iddiasında bulunmadan evvel onu hiç yalan söylemekle
itham etmiş miydiniz?' dedi. Ben, 'Hayır.' dedim. 'Sözünde durmazlık eder mi?' dedi. 'Hayır,
ancak biz şimdi onunla belli bir zamana kadar anlaşmış bulunmaktayız. Bu müddet içinde ne
yapacağını bilmiyoruz.' dedim.” Karşılıklı konuşmada Ebû Süfyân, arkadaşları tarafından

1
yalanlanacağı korkusuyla gerçeğe aykırı şeyler söyleyemediğini itiraf etmektedir. Buhârî,
Bed’ü’l-vahy, 1.
İbn Abbâs'tan gelen başka bir rivayete göre Hirakl, Ebû Süfyân'ın verdiği cevapları,
“Onun, namaz kılmayı, doğru dürüst olmayı, iffetli olmayı, ahde vefa göstermeyi ve emaneti
sahibine tevdi etmeyi istediğini iddia ettin.” şeklinde özetlemiş, “İşte bunlar bir peygamberin
vasfıdır.” demek suretiyle, beklenen peygamber hakkındaki bilgisinin yanında ona olan
hayranlığını da ortaya koymuştur. Buhârî, Şehâdât, 28.
Yüce Rabbimiz, Mü’minûn sûresinin ilk ayetlerinde, kurtuluşa erecek müminlerin
vasıflarını açıklamakta ve 8. Ayetinde
‫َو اَّل۪ذ يَن ُهْم َاِلَم اَناِتِهْم َو َعْه ِدِهْم َر اُعوۙن‬
“Yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler”
buyurmaktadır:
Bir Mü’minin, bu ayet-i kerimeye göre emin olması, yüklendiği emanete sahip
çıkması gerekmektedir. Zaten Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah emaneti insanın yüklendiğini şu
ayet-i kerime ile bildirmektedir:

‫ِإَّنا َع َر ْض َنا اَأْلَم اَنَة َع َلى الَّس َم اَو اِت َو اَأْلْر ِض َو اْلِج َباِل َفَأَبْيَن َأن َيْح ِم ْلَنَها َو َأْش َفْقَن‬
‫ِم ْنَها َو َح َم َلَهااِإْل نَس اُن ِإَّنُه َك اَن َظُلومًا َج ُهوًال‬
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar,
ondan korktular da onu insanoğlu yüklendi. O gerçekten çok zalim ve cahildir.”Ahzab; 72
Yüce Rabbimizin “İslam” diye isimlendirdiği Tevhid inancının en önemli ilkesi
imandır, emanettir. Allah en güzel şekilde yarattığı insana emaneti yüklemiş ve yeryüzündeki
halifesi ilan ederek dünyayı imar ve inşa ile görevlendirmiştir. Allah’ın elçileri ve onlara tabi
olanlar müstesna, bunlar dışındaki herkes, bu sorumluluklarını ihmal edip cüz’î iradelerini
istismar ederek emanetten yüz çevirmişlerdir.
Günümüz dünyasının en temel sorunu emanete riayet etmeme sorunudur. Emanetçisi
olduğu her şeyin sahibi olduğunu zannedenlerin daha çok güç ve daha fazla servet edinme
hırsıyla hareket etmeleri sebebiyle canlı cansız her şey bu ihanetten nasibini almaktadır.
Tonlarca bombaların sebep olduğu enkazlardan çıkarılan körpecik bebekler, can emanetini
korumak için yollara düşüp denizlerin azgın sularında kaybolan hayatlar, hep emanete
ihanetin eseridir.
Oysa emanet bilincine erenler, hiç kimseye ihanet etmez. Ahdine vefasızlık göstermez.
Emanet bilincine ermiş kimse; ne haksızlık eder, ne hak yer, ne de hakkını yedirir. Cehalet ve
zulmetin gafletinden sıyrılarak iman ve İslam’ın aydınlığında istikametini bulur. Başta kendi
ruhu ve bedeni olmak üzere emanetçisi olduğu hiçbir şey karşısında gaflete düşmez, hiçbir
emanete nankörlük etmez, hiçbir ihanet karşısında da sağır ve dilsiz olmaz. Çünkü kâmil bir
imanın tezahürü olan emanet bilinci; insanı insan yapar ve insan kalmasını sağlayarak
Allah’ın Halifesi olma şerefine/makamına ulaştırır.
Allah, bizlere “mümin” ismini vermekle bizleri bütün nimetlerin emanetçisi konumuna
yükselmiştir. Ruh emanettir, can emanettir, ömür emanettir, bilgi emanettir, söz emanettir,
vazife emanettir, yetki emanettir… vs. Sadece kendi yakınlarımız değil, bütün insanlar;
sadece insanlar değil, bütün canlılar bize emanettir. Hatta ayak bastığımız toprak ve onun bize
sunduğu her şey emanettir.
Bu doğrultuda, aklımız, kalbimiz, bedenimiz bizim için bir emanettir. Huzur ve
muhabbet ocağı ailemiz ve çocuklarımız bizim için emanettir. Komşularımız ve bütün
müminler bize emanettir. Malımız ve servetimiz bize emanettir. İşimiz ve vazifemiz bize
emanettir. Bayrağımız, ezanımız ve vatanımız bir emanettir.
Kısaca, insanın sorumluluk alanına giren her nimet emanettir. Bu nimetlerin belki en
2
büyükleri de iman, akıl, ruh ve dinimiz İslam’dır. Bize düşen, kelime-i şahadetle Allah’a
verdiğimiz ahdimize sahip çıkmak ve imanımıza ihanet etmemektir. Her konuda emanet
bilinciyle hareket ederek nankörlük ve hıyanetten uzak kalmaktır. Emaneti yüklenmek büyük
bir sorumluluktur. Sorumluluk alan kimse de; taşıdığı sorumluluğun bilinciyle hareket etmek
zorundadır. Bizlere düşen, bu emanetleri muhafaza etmek ve bunlar vesilesiyle Allah’ın
rızasına kavuşmaktır.
Güvenilir bir mü’min olmak için İnsanlara karşı verdiğimiz sözleri nasıl tutmamız
gerekiyorsa, emanete nasıl sahip çıkmamız gerekiyorsa Allah’a verdiğimiz sözleri de öyle
yerine getirmeliyiz. Bu manada;
‫َو ِبَعْه ِد ِهّٰللا َاْو ُفوۜا ٰذ ِلُك ْم َو ّٰص يُك ْم ِب۪ه َلَعَّلُك ْم َتَذ َّك ُر وَۙن‬
“Allah'a verdiğiniz sözü tutun.” En’âm, 6/152. hitabının anlamını kavrayan
Müslümanlar, Allah'a ve Resûlü'ne verilen sözlerin, yerine getirilmeye en lâyık olan ahitler
olduğunun bilincinde olurlar. Allah'a verilen söz, Rabbimiz:

‫َأَلْس َت ِبَر ِّبُك ْم َقاُلوا َبَلى َش ِهْد َنا َأن َتُقوُلوا َيْو َم اْلِقَياَم ِة ِإَّنا ُك َّنا َعْن َهَذ ا َغ اِفِليَن‬
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda, “Evet, şahit olduk (ki
Rabbimizsin).” A’râf, 7/172. şeklinde verilen cevapta yatmaktadır. Kelime-i tevhid veya
kelime-i şehâdet ile yenilenen ve “kâlû belâdan beri Müslüman'ım.” ifadesiyle dilimizde yer
edinen bu ahit, can ile, mal ile veya maddî-mânevî türlü fedakârlıklar gerektirmektedir.
Müslümanlar, bu özverinin farklı örneklerini, tarih boyunca ortaya koymuşlardır. Zira
bilmektedirler ki bu söze sadakat ve ahde vefa Yüce Rabbimiz tarafından özel olarak
ödüllendirilecektir. Bu ödül;

‫ِاَّن اَّل۪ذ يَن ُيَباِيُعوَنَك ِاَّنَم ا ُيَباِيُعوَن َۜهّٰللا َيُد ِهّٰللا َف ْو َق َاْي ۪د يِهْۚم َفَم ْن َنَك َث َفِاَّنَم ا َيْنُك ُث َع ٰل ى‬
‫َنْفِس ۪ۚه َو َم ْن َاْو ٰف ى ِبَم ا َع اَهَد َع َلْيُه َهّٰللا َفَسُيْؤ ۪ت يِه َاْج ًر ا َع۪ظ يًم ا‬
“Sana bîat edenIer ancak Allah'a bîat etmiş oIurIar. AIIah'ın eIi onIarın eIIerinin
üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aIeyhine dönmüş oIur. AIIah'a verdiği sözü yerine
getirene, AIIah büyük bir mükâfat verecektir.” Fetih, 48/10. Ayetinde açıkça ortaya
konmuştur.
Verilen söz, vefayı gerektirir. Nitekim Peygamber Efendimiz, Enes b. Mâlik’in
rivayeti ile;

: ‫ َم ا َخ َطَبَنا َنِبُّي ِهَّللا (َص َّلى ُهَّللا َع َلْيِه َو َس َّلْم ) ِإاَّل َقاَل‬: ‫َعْن َأَنِس ْبِن َم اِلٍك َقاَل‬
”.‫ َو اَل ِد يَن ِلَم ْن اَل َعْهَد َلُه‬،‫“اَل ِإيَم اَن ِلَم ْن اَل َأَم اَنَة َلُه‬
“Allah'ın Peygamberi (sas) bize hutbe verdiği zaman mutlaka şöyle buyururdu:
'Emanete riayet etmeyenin imanı yoktur; ahde vefa göstermeyenin ise dini yoktur.' ” (İbn
Hanbel, III, 134) buyurmuştur.
Allah ve Resûlü'ne verilen söz ise ayrıcalıklıdır, daha fazla hassasiyet gerektirir.
Ancak sözün kime verildiğinin değil, bizzat sözün kendisinin esas olduğunu; söz verildiyse,
antlaşma yapıldıysa mutlaka sözün yerine getirilmesi, antlaşmaya riayet edilmesi gerektiğini
öğretir Allah Resûlü bize. Şu örnek bu öğretinin en güzel örneklerinden biridir:
Mekkeli müşrikler adına Süheyl b. Amr, Hz. Peygamber'le on yıllığına Hudeybiye
Antlaşması'na imza atmak üzereydi. Antlaşma metni henüz hazırlanırken Süheyl b. Amr'ın
oğlu Ebû Cendel, ayaklarına vurulmuş pranganın zincirleriyle sıçrayarak çıkageldi Allah
Resûlü'nün huzuruna. İslâm'ı kabul ettiği için prangaya vurulmuş olan Ebû Cendel,
müşriklerin ellerinden kurtulup çok yakınına, Hudeybiye'ye kadar gelmiş olan Hz.
Peygamber'e sığınmıştı. Ancak Hz. Peygamber'le Mekkeli müşrikler arasında imzalanmak

3
üzere olan antlaşmada, Mekkelilerden Hz. Peygamber'e sığınanların İslâm'ı kabul etmiş
olsalar dahi Mekkelilere geri verileceğine dair bir madde vardı.
Tarafların antlaşma üzerinde konuştukları esnada gerçekleşen bu iltica üzerine Süheyl,
antlaşma gereği oğlu Ebû Cendel'in kendisine teslim edilmesini istedi. Buhârî, Şurût, 15.
Müslüman olan Ebû Cendel, müminlere yönelerek yalvardı, kendisine işkence edildiğini
söyledi. Zaten ne kadar çok işkenceye uğradığı her hâlinden belli idi. Yürekleri parçalayan bu
manzara karşısında Hz. Peygamber, Ebû Cendel'i babasına teslim etmek istemedi. Hatta Ebû
Cendel'i kendi yanlarına aldıktan sonra antlaşmayı imzalamasını ona teklif etti. Ancak Süheyl
bunu kabul etmedi. Sonunda Ebû Cendel'i müşriklere teslim eden Hz. Peygamber, üzerinde
anlaşmak üzere oldukları bir ahdi yerine getirdi ve Ebû Cendel'e sabretmesini tavsiye etti. Ebû
Cendel'in yakarışı orada bulunan müminleri ağlattı ise de bir süre sonra durum Müslümanların
lehine döndü. Benzer bir olay Ebû Basîr'in başından geçmişti. Onunla ilgilide Hz.
Peygamber'in dudaklarından tarihe yazılacak şu sözcükler dökülmüştü: “Ey Ebû Basîr!
Bildiğin gibi biz bu kavme (bir söz) verdik. Dinimize göre bize, ahde vefasızlık yapmak
yaraşmaz...” Sonra da, Ebû Basîr'i teselli etti ve Allah'ın ona mutlaka bir çıkış yolu
göstereceğini belirtti.
Emaneti korumaya bu kadar önem veren Allah Rasülü;

‫َال َيْد ُخ ُل اْلَج َّنَة َم ْن َال َيْأَم ُن َج اُرُه ِبَو اِئَقُه‬


“Komşusu, zararlarından emin olmayan kimse cennete giremez” Müslim, İman, 18.
buyurmuştur.
Nitekim bir gün Hz. Peygamber, oturan bir grup sahabînin yanında durarak, “Size en
iyiniz ve en kötünüzü bildireyim mi?” diye sorar. Orada oturanlar susar, cevap vermezler. Hz.
Peygamber üç defa tekrar edince, içlerinden biri, “Evet ey Allah’ın elçisi, bize en iyimizi ve en
kötümüzü haber ver” der. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz;

‫َخ ْيُر ُك ْم َم ْن ُيْر ٰج ى َخ ْيُرُه َو ُيْؤ َم ُن َش ُّر ُه َو َش ُّر ُك ْم َم ْن َال ُيْر ٰج ى َخ ْيُرُه َو َال ُيْؤ َم ُن َش ُّر ُه‬
“Sizin en iyiniz kendisinden iyilik beklenen ve kötülüğünden emin olunandır. Sizin en
kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen, kötülüğünden de emin olunmayanınızdır.”
Tirmizi, Fiten,76. buyururlar.
Müslüman, kendisine kötü davranıldığında dahi, din kardeşine güzellikle yaklaşır.
Atalarımız, iyiliğe karşı iyilik her kişinin, kötülüğe karşı iyilik er kişinin harcıdır, demiştir.
Zira güzel ahlâk; mahrum edene vermek, ilgiyi kesene alaka göstermek, zulmedeni
affetmektir. Kur’an-ı Kerim’de;
‫َو اَل َتْس َتِوي اْلَح َس َنُة َو اَل الَّسِّيَئُۜة ِاْد َفْع ِباَّل۪ت ي ِهَي َاْح َس ُن َفِاَذ ا اَّل۪ذ ي َبْيَنَك َو َبْيَنُه َعَد اَو ٌة‬
‫َك َاَّنُه َو ِلٌّي َح ۪م يٌم‬
“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki,
seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”(Fussilet, 41/34)
buyrulmaktadır.
Emanet konusunda çok hassas olan peygamberimiz cennet güvencesini de buna
bağlamıştır. O,

‫ “اْض َم ُنوا ِلي ِس ًّتا‬: ‫َعْن ُع َباَد َة ْبِن الَّص اِمِت َأَّن الَّنِبَّي (َص َّلى ُهَّللا َع َلْيِه َو َس َّلْم ) َقاَل‬
‫ َو َأُّدوا ِإَذ ا‬، ‫ َو َأْو ُفوا ِإَذ ا َو َعْد ُتْم‬، ‫ اْص ُد ُقوا ِإَذ ا َح َّد ْثُتْم‬،‫ َأْض َم ْن َلُك ْم اْلَج َّنَة‬، ‫ِم ْن َأْنُفِس ُك ْم‬
‫ َو ُك ُّفوا َأْيِدَيُك ْم‬، ‫ َو ُغ ُّض وا َأْبَص اَر ُك ْم‬، ‫ َو اْح َفُظوا ُفُر وَج ُك ْم‬، ‫اْؤ ُتِم ْنُتْم‬.”
Ubâde b. Sâmit'ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Bana kendi adınıza altı şeyin güvencesini verin, ben de size cennetin güvencesini vereyim:
Konuştuğunuzda doğru söyleyin, söz verdiğinizde sözünüzü tutun, size (bir şey) emanet
4
edildiğinde ona riayet edin, iffetinizi koruyun, gözlerinizi (bakılması yasak olandan) sakının
ve ellerinizi (haramdan) çekin. ” (İbn Hanbel, V, 323)
Zira unutulmamalıdır ki verilen sözlerin tutulması, ahde vefa, antlaşmalara riayet,
kişinin kurtuluşuna vesile olacağı gibi, topluma da huzur ve barış getirecektir. Allah'ın
sevgisini ve insanların güvenini kazandıracak, ecri de Allah tarafından ödenecektir.
Tutulmayan söz, yerine getirilmeyen vaat, şartlarına riayet edilmeyen antlaşma ise kişide
nifak alâmeti olarak görülecek, ayrıca toplumsal çöküşü de hızlandıracaktır. Söze sadakat,
dünyada onur ve güven, âhirette ise Yüce Allah'ın iltifatını kazandıracaktır.
Konuyu iman güven bağlamında toparlayacak olursak; Güvenmek ve samimiyetle
inanmak anlamına gelen iman; Allah’ın varlığına, birliğine ve üstün sıfatlara sahip, eksik
sıfatlardan uzak bulunduğuna, canlı cansız her şeyin Allah tarafından yaratıldığına inanmak
ve bu doğrultuda yaşamak demektir. İman, kalbin bir amelidir. Ancak dil ve bütün organların
amelleriyle tezahür eder.
İnsanın iyi olması kalbine, kalbin iyi olması ise, imana güvene bağlıdır. Çünkü bütün
hakikatlerin başı imandır güvendir. Selamet ve emniyet imandadır. İyi de olsa hiçbir amel,
iman olmadıkça Allah’a güvenmedikçe sahibine fayda vermeyecektir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:

‫ُا۬و ٰٓلِئَك اَّل۪ذ يَن َك َفُر وا ِبٰا َياِت َر ِّبِهْم َو ِلَٓقاِئ۪ه َفَح ِبَطْت َاْع َم اُلُهْم َفاَل ُن۪ق يُم َلُهْم َيْو َم اْلِقٰي َم ِة‬
‫َو ْز ًنا‬
“Onlar, Rab’lerinin ayetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkar eden, böylece amelleri boşa
çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.
Kehf;105
Sorguda bakılacak ilk şey, hiç şüphesiz kalbin ameli olan imandır. Bu anlamda iman
büyük bir nimettir. İmanın ne olduğu sorusunun en net cevabı Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade
edilmiştir:

‫ِاَّنَم ا اْلُم ْؤ ِم ُنوَن اَّلِذ يَن َاَم ُنوا ِباِهلل َو َر ُس وِلِه ُثَّم َلْم َيْر َتاُبوا َو َج اَهُدوا ِبَاْمَو اِلِهْم‬
‫َو َاْنُفِس ِهْم ِفى َس ِبيِل ِهللا ُاوَلِئَك ُهُم الَّص اِد ُقوَن‬
“İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah
yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta
kendileridir.”Hucurat;15.
Öyleyse başta Allah’a, Rasüllerine, gönderdiği kitabına güvenerek iman edip, söz
verdiğimiz ahitlerimize ve bize teslim edilen emanetlere sahip çıkarak günü geldiğinde
emanetin gerçek sahibi olan Allah’a teslim etmeliyiz.
Hazırlayan: Ruhi İPEK
Cezaevi Vaizi

You might also like