Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 5

Türkiye’de Azınlık Hakları Tartışmaları ve Güncel Durum

1.Türkiye’de Azınlık Tarihi

Anadolu toprakları, köklü geçmişiyle tarih boyunca zengin bir kültüre ve çok sayıda etnik
geleneğe ev sahipliği yapmıştır. Sonuç olarak, bu çok kültürlü, dinsel ve dilsel bölgeyi
denetlemek için benzersiz bir yönetim tarzı gereklidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun fethettiği
yerlerde yaşayan toplulukları asimile etmeye çalışmadan, kendi toprakları içindeki
toplulukların kendi kültür ve geleneklerini yaşamalarını, kendi dini inançlarını açıklamalarını
engellemeye çalışmadan onlara hakim olmuştur. Bu durumda, bir araya gelen din temelli grup
ve toplulukların yaşadığı bir yönetim sistemine milletçilik denmekteydi. Osmanlı
İmparatorluğu için millet, kültürü ve diliyle tanımlanan bir grup insandan ibarettir. Din ve
mezhep ayrımı bu dönemde bireylerin farklılıklarının nedeni olmuştur. Milliyetçilik popüler
bir hareket haline geldikçe etnik gruplar dini bağlılıklarına göre etnik olarak farklılaşmaya
başlamıştır. Sonuç olarak millet fikri din ve mezhep kavramlarıyla birlikte anlam
kazanmaktadır. Müslümanlar toplumun temel unsuru iken, gayrimüslimlere zimmi
denilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu, İslam'ın ümmet öğretisinden yararlanarak kendine
özgü bir devlet anlayışı geliştirmiştir. Sonuç olarak Osmanlı topraklarında Müslüman inancına
bağlı olmayan ve tek tanrılı inanca sahip kişilerin hukuki statüsünü resmileştirmiştir (Hasan,
2004).

Osmanlı'da millet sistemi, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul'u ele geçirmesiyle
başlamıştır. II. Mehmet, Osmanlı topraklarındaki Hıristiyan nüfusun hak ve özgürlüklerini
korumuştur.

Osmanlı'da milliyetçilik fikrinin ilk ortaya çıktığı Fransız İhtilali'nden sonra milliyetçilik
kavramı sorgulanmaya başlanmıştır. Özellikle Sırp ve Yunan isyanları millet sisteminin
çöküşünün başlangıcının örnekleridir. İmparatorluğun parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya
kalan Osmanlı İmparatorluğu, müdahale etmek isteyen güçlü devletlerle karşı karşıya
kalmıştır. Bu uluslar azınlıklardan oluşturulmuştur. Millet Sistemi son derece başarılı bir
sistem olmasına rağmen milliyetçiliğin etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün
başlıca sebeplerinden biriydi. Dini yapıya sahip toplumların ayrıştırılması süreci, etnik
ayrımların olduğu yeni bir sosyal sistem yaratmaya başladı. Osmanlı Devleti, 19. yüzyıl
boyunca Millet Sistemini sürdürmeye çalışmış ancak 3 Kasım 1839 Tanzimat Fermanı ve 18
Şubat 1856 tarihli Islahat Fermanı ile gayrimüslim tebaaya bazı ayrıcalıklar tanımıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyıldaki kurumsal ve kültürel evriminde etkili olan bu
durum, imparatorluğun çöküşünü engelleyememişti (Taşdemir ve Saraçlı, 2007).

2.Osmanlı ve Türkiye’de Azınlık Hakları Tartışmaları ve Önemli Olaylar

Osmanlı İmparatorluğu iç politikasını dini ve geleneksel hukuk sistemleri etrafında


yapılandırmıştır. Bu bağlamda devletteki gayrimüslimler "Millet Sistemi" adı verilen bir
sisteme tabi tutulmuştur. Bu bileşenler İmparatorluk rejimi altındaydı ancak farklı yasalara
tabiydi. İstanbul'un Fatihi Fatih Sultan Mehmed hoşgörülü olmasaydı bugün ne Ortodoksluk,
ne de Patriklik varlığını sürdürebilirdi. Fatih, fethin hemen ardından boşalan patriklik
makamına patrik seçimi talimatını verdi. Patrik olarak "Gennadios" unvanıyla lider seçilen
Skolarios'u seçmiş, ona patriklik asasını ve bir atı vermiş, ona genel valilik görevini vermiş ve
onu korumak için bir Yeniçeri Bölüğü tahsis etmişti. En önemlisi, Bizans rejimi döneminde
bile patrik yalnızca manevi güçlere sahipti, ancak yine de "Milletin Reisi" unvanını taşıyordu
ve ayrıca ek dünyevi güçlere de sahipti.

Fatih daha sonra yayınladığı bir mektupla Patrikhane'nin durumunu belgelemiştir. Yine 500
yıl önce Kilise, din bağnazlığıyla Yahudilere işkence edip yakarak Avrupa'daki Yahudileri yok
etmeye çalışırken, Osmanlı Devleti de Yahudileri düşman edinerek onlardan yararlanıyordu.
1496'da İspanya-Portekiz Savaşı'nın başlamasının ardından İspanya Kralı Ferdinand,
Yahudilerin katledilmesini başlattı (Akgönül, 2015). Bu bir tür soykırım olarak kabul
edilmektedir. Beyazıt kanun yoluyla Yahudileri Türkiye'ye gelmeye teşvik etmiştir. Fatih
döneminde Yahudilerin Hahambaşı'nın önderliğinde bir millet olarak tanınması, aynı
yetkilerin Hahambaşı tarafından patriklere de verilmesine yol açmıştır Fatih, Ermenileri
mevcut siyasi statülerinden dolayı tanımış ve bunu Rum Ortodokslara da verdi. 1461 yılında
Bursa'daki Ermeni patriği Hovakim'i İstanbul'a naklederek ona Ermeni patrikliği unvanını
vermiştir. Aslında Rumlar ve Ermeniler (Süryaniler, Çingeneler, Monofizitler, Bogomiler)
dışındaki tüm dini gelenekler Ermeni ataerkilliğine bağlıydı. Osmanlı İmparatorluğu
döneminde farklı milletlerden ve inançlardan vatandaşlar yüzyıllar boyunca imparatorluğun
sınırları boyunca uyum ve adalet içinde yaşamışlardır. Bunu kolaylaştıran ise Osmanlı
yönetimindeki "tebaa" anlayışıydı. Hıristiyanlar, Yahudiler, Ermeniler ve Müslümanlar
yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu topraklarında tarih boyunca uyum içinde
yaşamışlardır.

Bu gelenek bugün laik Türkiye Cumhuriyeti'nde de sürdürülmektedir. Bu anlayış, insanların


ırk, din veya dil tercihlerine dayalı olarak hayatlarını olumsuz etkileyecek her türlü
muameleden kaçınılmasını kolaylaştırmıştır (Eryılmaz ve Bektaş, 2017). Gerçekte Osmanlı
İmparatorluğu'nda asıl boyun eğdirilen bireyler Türklerdi. Azınlıklar her alanda Türklere göre
daha rahat ve başarılı yaşayabiliyorlardı. Osmanlı'nın emri; Kendi ırkını sevme ve dayanışma
bilincini yok etmek, ümmetin ideolojisine dayalı bir yönetim kurmak, orduyu yeniçeri denilen
devşirmelere devretmek gibi tarihsel hatalardan dolayı devletin temeli ve vazgeçilmez
unsurdur. Türklerle devlet arasındaki bağ bu sebepten ötürü büyük ölçüde bozulmuştur.
Türklerin çoğunluğu baba evini terk ederek kendilerine ayrı bir kültür, felsefe ve din
yaratmayı seçmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nda Türklerin durumu, Atatürk'ün "fikir
babam" dediği tanınmış sosyolog ve aydın Ziya Gökalp tarafından şöyle anlatılıyor: "Osmanlı
İmparatorluğu'ndan ayrılmamayı seçen Türkler, Osmanlı'nın kültür ve medeniyetinden uzak
kalmışlardı. Türkler İmparatorluğun ilk ve en önemli unsuru iken, hayatlarının tamamını
toplum için asker ve polis olarak geçirdikleri için bilgelik veya zenginlik geliştirecek
zamanları yoktu. Osmanlı toplumunun bilgi, kültür ve zenginliği yokken zavallı Türklerin
ellerinde kırık bir bıçak ve eski bir sapan dışında hiçbir şey kalmadı (Oran, 2013)."

2.1.Lozan Konferansı

Lozan Konferansı, ara vermeden iki ayrı dönemde gerçekleşmiştir. Birinci dönem 21 Kasım
1922'den 4 Şubat 1923'e kadar, ikinci dönem ise 23 Nisan 1923'ten 24 Temmuz 1923'e
kadardır. Lozan Görüşmeleri'ne katılanlar; İngiltere, Fransa, Japonya ve İtalya dahil dört
bağlantılı devletin yanı sıra Yunanistan, Romanya, Sırp-Hırvat-Slovenya Devleti, ABD ve
Türkiye dahil olmak üzere beş ek devletin belirli konularda rol oynadığı düşünülmektedir.
Konferansa ayrıca Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur ve Maliye Bakanı Hasan Saka da diğer
katılımcılar olarak. Türk hükümetinin hazırladığı 14 maddelik talimatta azınlık meselesi, Rum
halkının dağılım şekli gibi konulara yer verilmiştir.

Birinci maddeden yedinci maddeye kadar olan maddeler sınırların tamamını kapsamaktadır.7-
12. 13. ve 14. maddeler yeni devletin düzenini tartışırken, 13. ve 14. maddeler devletin
özelliklerini ve Osmanlı İmparatorluğu'nun işbölümünü tartışmaktadır.

2.2.6-7 Eylül Olayları

6-7 Eylül olayları, 1955 yılında Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba atıldığı haberiyle başladı.
Bombayı, Atatürk'ün doğduğu Selanik'teki evinde Yunanlıların patlattığı iddia edilmiştir. Bu
durum Türklerin Rumlara karşı nefret duygularının artmasına neden olmuştur. Bu haber
üzerine İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde gösteri yapmak üzere toplanan küçük bir kalabalık
slogan atmaya başlamış ancak bu kalabalığın artmasıyla olayların durdurulması zorlaşmıştır.
İstanbul'da olaylar 6-9 Eylül akşamı yaşanmıştır. Olaylar ilerledikçe ve tarihteki gelişmeler 6-
7 Eylül olayları olarak yaşanırken, 6 Eylül'de İzmir ve İstanbul'da; 9 Eylül'de Ankara'da
sıkıyönetim başlatılmıştır. Sıkıyönetim başladığında Cumhurbaşkanı Celal Bayar, 6-7 Eylül'de
İstanbul'da yaşanan olayların trajik olduğunu belirten bir açıklama yapmıştır. Büyük
kalabalığın ayaklanmasının nedeni Kıbrıs meselesine bağlanmıştır. Başbakan, parlamento
meclisinin olağanüstü toplantıda tartıştığı ayaklanmalardan polisi sorumlu tutmuştur.
Olayların nedeni, İngiliz belgelerine ve Ulusal Öğrenci Federasyonu'nun açıklamasına göre
Kıbrıs'ın Türkiye toprağı sayılması ve genel sekreterin tutumuydu.

1930'lu yıllarda Türk-Yunan bağı, temellerini Atatürk ve Venizelos'un attığı tarihi bir ittifaka
dönüşmüştür. Türkiye-Yunanistan ilişkileri II. İkinci Dünya Savaşı sırasında da devam
etmiştir. Bu yöndeki iyi niyetin en önemli göstergesi, Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın ve 1952
yılında ülkeyi ziyaret eden Yunanistan lideri Kral Paulos'un ortak Türkiye gezisidir. Balkan
Paktı kapsamında olumlu komşuluk ilişkilerinin yaratılması 1953 yılında Yugoslavya'da
yaşanan olay, Batı Trakya bölgesindeki Türklerin ve özellikle İstanbul'daki Rum nüfusun
hayatlarını olumlu etkilemiş, bu etki olumlu olmuştur. Demokrat Parti'nin iktidara geldiği ilk
yıl, Yunanistan'a karşı ılımlı ve hoşgörülü bir azınlık politikasıyla karakterize edilen olumlu
bir yaklaşımı içermekteydi.

3.Türkiye’de Azınlık Hakları ile İlgili Güncel Değerlendirme

Ülkemizde son dönemde çokkültürlülük hareketi ilgi görmeye başlamış olup, bu hareket
çokkültürlülük yönünde çeşitliliği teşvik etmektedir. Amacı, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelini
oluşturan ulusal kimlik yerine alt kimlikleri kabul eden bir "çokkültürlülük" felsefesini hayata
geçirmektir. Demokrasinin daha geniş açılımının bir parçası olarak ülkemizde çokkültürlülük
ve demokratik cumhuriyetin birlikte uygulanması amaçlanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin
birlik ve bütünlüğünün sağlamlığını sarsacak, farklılaşmaya yol açacak bu çabaya, ulus devlet
taraftarlarının da katkıda bulunması, ülkenin birlik ve bütünlüğünün korunması açısından
hayati önem taşımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına göre Türkiye Cumhuriyeti'ne
vatandaşlık yoluyla bağlı olan herkes Türk sayılır. Ayrımcı olmayan bu madde ile Türkiye
vatandaşları arasında kan bağı, etnik köken, dinsel farklılık gibi ayrımlar tanınmamaktadır.
Ayrıca Anayasanın Başlangıç bölümünde Türk ülkesinin ve milletinin ebedi varlığı ve
bölünmez bütünlüğü kavramı vurgulanmakta, bu Atatürk'ün geliştirdiği milliyetçilik
anlayışına dayanmakta ve bu kavram kural olarak benimsenmektedir. Atatürk milliyetçiliği,
"Ne mutlu Türküm diyene" gibi gerçekçi bir bakış açısı çerçevesinde, Türkiye'de Misak-ı
Milli sınırları içinde yaşayan herkesi hiçbir ayrım gözetmeksizin eşit yurttaş olarak kabul
eder. Geleneksel ırkçılıktan farklı olarak, Batı dışı dillerde öne çıkan bir kavram olan
vatanseverlik ya da onun Türkçe karşılığı olan vatanseverlik ile ilişkilendirilen bir
milliyetçiliğin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na dahil edildiği söylenebilmektedir (Çelik,
2008).

You might also like