Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 16

Bursa/ı Şair

AhmetPaJa
veDiinemi
Editör: Bilal KEMİKLİ
BURSA BÜYÜKŞEHiR BELEDiYESi YAYlNlARI

Bursalı Şair Ahmet Paşa ve Dönemi

Editör:
Bilal KEMiKLi

Bu kitap, Bursa Büyükşehir Belediye'si tarafından düzenlenen


Sair Ahmet Pasa Semoozvumu'unda
\26-27 Mart 2010, Ordekli Kültür Merkezi, Bursa)
sunulan tebliğlerden oluşmaktadır.

ISBN 978-605-60984-4-4
1. Basım Ağustos 2010

© 2010 Bursa Büyükşehir Belediyesi


Bu eserin tüm yayın hakları Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne aittir,
kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.

Yap1m & DağJtJm:

BURSA
KÜLTÜR AŞ.

Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi


Batı Girişi Kapısı Osmangazi/Bursa
Tel: 224 253 26 46 Faks: 224 253 14 85

Yaym HazJriJk: Uludağ


Bask1: Rota Ofset Matbaacılık
Fethiye Mah. Sanayi Cad. No: 317 badrum 1. ve 2. kat BURSA
Şair Ahmet Paşa'nın
Döneminde Toplumsal Algı
Bedri MERMUTlU*

Ahmed Paşa'nın yaşadığıdönem (1426- 1495) Osmanlı dünyasının·


- ve dünyanın - yeni bir çağa girmekte olduğu dönemdir. Dünya, Batı
toplumları bakımından Orta Çağ'dan Yeni Çağ'a girerken Osmanlı top-
lumu da Kuruluş Devri'nden Yükseliş Devri'ne giriyordu. Batı'da ateşli
silahların icadı Batı dünyasında feodalite çağını geride bırakırken aym
ateşli silahlar sayesinde Türkler İstanbul'u Bizans'ın elinden alarak onu
tarihe gömüyordu. Osmanlı'nın yükseliş dönem!ne geçişi sessiz ve sıra­
dan bir geçiş olmayıp çok sesli ve görkemli bir olay olmuştur. Bütün
dünyanın gözü önünde ve hiçbir tereddüt bırakmayan bir yükseliştir bu.
Daha sonra Yeni Çağ'a giriş tarihi aramrken İstanbul'un fethi tarihi olan
1453'ün alınması bu değişikliğin dünya çapında uyandırdığı etkiden do-
layıdır. İstanbul'un el değiştirmesi dünyada iktidarın el değiştirmesi an-
lamına geldiği için Ebülfeth olarak anılmaya hak kazanan II.Mehmed
artık Doğu'nun ve Batı'run en prestijli hükümda'ndır. o; "Sultanü'l-
Berreyn ve Hakanü'l-Bahreyn" ünva·iunı alırken (İnalcık, 2003: 34) dev-
letini de Devlet-i Aliyye olarak gerçekten yüceltiyordu.
İstanbul, stratejik konumunun yamnda coğrafi ve topografik özel-
likleri, zengin kültürel birikimi ve her an kanatlanmaya hazır potansiyel-
leriyle hantal bir feodalizmin kalın örtüsünü üzerinden atarak yeni sahi-
bi Türklerin dinç ve dinamik hedeflerine kendini teslim etmişti. Osman-
War daha önce Edirne ve Bursa gibi önemli şehirleri ele geçirmişlerdi;
ancak bu şehirler hiçbir zaman İstanbul ile ölçüşecek ya da ondan müs-
tağni bırakacak konumda olamazlardı. Daima "hasretü'l-milel" olarak ·
nitelenen İstanbul Müslümanların 850 yıllık rüyası olan bir şehirdi. Bu
müstesna şehrin, yeni fatihleri tarafından kıs·a zamanda ve dört bir kol-
dan, bu defa içten fethine girişileceği muhakkaktır. Şehir bir yandan ye-
nilenirken bir yandan da Bizans' dan kalan unsurlar ve diğer yakadaki

• Yard. Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, ~ursa.

60
ŞAİR AHMED PAŞA'NIN DÖNEMİNDE TOPLUMSAL ALGI

Cenevizli unsurlada tanışılmaktaydı. Bütün kültür alış verişi hadisele-


rinde olduğu gibi burada da bir yandan ve önemli ölçüde karşılaşılan
yerli kültüre nüfuz edilirken bir yandan da -belli bir ölçüde de olsa-
mukabil kültürden etkiler ahnmaktaydı. Bu geniş konunun ayrıntılarına
girişrnek konumuzun sınırlarını aşan bir bahistir. Ancak konumuz olan
Ahmed Paşa'nın şiir dünyası bakımından bu etkilenmeye hiç olmasa
temel birkaç husus çerçevesinde işaret etmek yerinde olacaktır.
Osmanlı D evletinin İstanbul'dan önceki kuruluş dönemi sadece ta-
rihsel olarak nitelenmiş bir dönem olarak anlaşılırsa eksik kalır; bu dö-
nem kuruluş felsefesi ve ruhuyla örtüşen bir tarih dönemidir. Siyasi şart­
lara ve gelişmelere eşlik eden bu kuruluş ruhunun dinainiği önemli ölçü-
de gaza ve zühd motifleriyle karakterizedir. Kurucu hükümdarların dav-
ranışı bu esaslara uygun olarak ortaya çıktığı gibi (Atsız, 1992: 37-38)
dönemin kültür ve sanat adamlannın da bu esaslar çerçevesinde rol al-
dıklarını söylemek zor değildir. Başlıca kuruluş devri şairleri olan Sü-
leyman Çelebi, Ahmed Dai, Ahmed!, Şeyhl bu ilkeler etrafında devrin
kültür ve sanat hayatını yoğuran isimlerdir. Kuruluş devrinin toplumsal
mayalaruna diyebileceğimiz bu oluşum sürecidir ki sabırlı bir bilinçle
Osmanlı'yı küçük bir beylik halinden alıp İstanbul surlarının önüne
getirmiştir. Osmanlı'nın dünya dengesi üzerinde söz sahibi olarak ger-
çek anlamda kalıcılığı anlamında ikinci kuruluşu demek olan İstanbul'un
fethi olayının (İnalcık, 2003: 34) toplumsal bilinç ve algı üzerinde ister
istemez bir takım değişmeler yaratması kaçınılmaz olmuştur. Her şey­
den önce Osmanlı insanının kendine güveninin artarak yenilenmiş oldu-
ğu kesindir. Dünyevi iktidarın genişlemesiyle özellikle bu iktidar gücüne
yakın çevrenin önceki zahitçe gazilik yaşayışının yerini daha konformist
ve dünyevileşrniş bir ahlaka bırakmaya doğru yöneleceği' kolayca tahmin
edilebilir. İbni Haldun'un tavırlar nazariyesinin evrensel bir tarih tecrü-
besi olarak ön görmüş olduğu bu farklılaşma olgusunun söz konusu olan
tarihsel dönem için de geçerli olmaıti'ası için bir neden yoktur. (İbni
Haldun, 1968: I, 445-6) Osmanlı toplumundaki bu yeni merhale zühd ve
gaza asabiyeti üzerine kurulu toplum halinden iktidar ve zenginlik aşa­
masına geçişin ilk örneklerinin görülmeye başladığı toplum yapılanma­
sıdır. İbni Haldun'un nazariyesinde üçüncü tavra tekabül eden bu mer-
haleyi siyasi ve toplumsal şartlardaki değişmeler b.elirlediği kadar çok
önemli bir faktör olarak öne çıkan İstanbul gerçeğinin de hızlandmnış
olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. İstanbul'un iyice azalmış olan nü-
fusunu artırmak ve bu şehri yeni bir atılım evresine kavuşturmak üzere
fethedilen eski ve yeni, doğudan ve batıdan birçok şehirden buraya yeni
nüfus aktarılmaya başlaninıştır. İstanbul şehrinin muhteşem dekoru üze-
rinde İstanbul'un yerli halkıyla yeni gelenler arasında oluşan yeni bir

61
BURSALI ŞAİR AHMET PAŞA VE DÖNEMİ

dünya kuruluyordu. Saray teşkilatı dahil olmak üzere yönetim ve top-


lum hayatında yeni cinsler ve yeni yüzler yer almaya başlıyordu.
(Uzunçarşılı, 1975: II, 153-155)
Buna paralel olarak Fatih devrinde Bizans İstanbul'u köhnemiş bu-
lunup yenilenirken hemen karşı yakadaki Ceneviz bölgesinin daha farklı
bir muamele gördüğü gözlenmektedir. Fetih hazırlıkları sırasında
II.Mehmed, Bizans'a yardım etmemeleri koşuluyla Galata Cenevizlileri-
nin dostluğunun devamından yana olmuştu. (Uzunçarşılı, 1972: I, 472)
Galata bölgesinin özel durumu orada farklı bir sosyal kültürün devam
etmesini mümkün kılmıştır. Fetihten sonraki zamanlarda Galata, Müs-
lümanların kaçamak da olsa ilgilerine uzak kalmayan bir bölge oldu.
Fatih'in şiirlerine de yansıyan (Doğan, 2004: 55, 202) bu sempati yeni bir
ilişkinin kapısını açarak günümüze kadar devam eden daha serbest bir
.hayatla tanışmayı sağlamıştır. Bizans'dan alınan İstanbul Müslümanlaştı­
rılır ve Türkleştirilirken Galata bölgesi daha kendi haline bırakılmıştır.
Önceki şehirlerde hatta başşehirlerde yaşanmayan böyle bir "iki alem"
olgusu İstanbul'la birlikte ortaya çıkmıştır. Bu ikilik bir ma.4alle farklılı­
ğı olarak alışılagelmiş olandan mahiyet olarak farklıdır. Çünkü ayrı
"cins"ten halkın mahallelerine Müslümanların açık veya gizli sarkınaları
düşünülmezken Galata'ya karşı duyulan hedonist bir arzudan söz etmek
mümkündür. XV. yüzyıl şairlerinden Ayni'nin mısralarında yeni İstan­
bul'la birlikte Galata'ya duyulan arzunun nedeni açıkça görülebilir:
İki alem gönneyi fikr eder isen can ile
Var Galata şehrine deryayı geç seyran ile ,
Bade ver de ömrü nuş et bade-i huban ile
Revnakı bu kainatın şehr-i Kostantin'dedir.

(Uslu, 2007: 107; Mermer, 1997: 23)

Galata, Balıkpazarı, T ahtakale, T atavla gibi gayrimüslim semtleri


aynı. zamanda kimi Müslümanların da kaçamak yaptığı, meyhanelerin
bol olduğu yerlerdir. Galata'da Efe meyhanesi meşhurdur. Aşık Çele-
bi'nin Tezkire'si şairlerirnizin müdavimi olduklan bu meyhanelerle ilgili
ve bir kısmının "buldukların hernan kadehe koyduklan"nı gösteren çok-
ça örneklerle doludur. Galata Kadısı olduğu halde şarap içmekten bir
türlü vazgeçemeyen Nihall Cafer Çelebi'ye bu durumun uygunsuz düş­
tüğü ima edilince "Mihaloğlu'na uçta beylik -yerip akın yapmasını yasak-
lamak ne denli tutarsızlıksa bana da Galata'da Kadılık verip 'şarap içme!'
demek o denli tutarsızlıktır" cevabını verdiği Aşık Çelebi Tezkire'sinde
yer almaktadır. (Beyzadeoğlu, 1994: 45-52; Beyzadeoğlu, 1992: 10-11)
Hanedan üyesi şehzadelerin bile bu serbest ortama kendilerini kaptınp

62
ŞAİR AHMED PAŞA'NIN DÖNEMİNDE TOPLUMSAL ALGI

tasvip edilmeyen skandallara bulaştıkları oluyordu (Uzunçarşıh, 1975:


II, 104) Ancak sıkı bir hükümdar olan ll. Mehmed'in bu ahlaki gevşe­
meyi kendi seyrine bırakmak istemeyip toplumsal değişimi dirayetle
yönetmiş olduğu da bir gerçektir. Hünkar, önceki devrin gaza ruhunu
unutturmamak üzere yaptığı fiili girişimler yanında şür dilinden de ya-
rarlanmıştır. Onun Divançesinde genel olarak toplumsal ve siyasi tema-
lar yer bulmadığı halde (Ak, 2001: 105)
İmtisal-i cahidü fiZlah oluhdur niyyetim
Din-i İslamın mücerred gayretidir gayretim

Nefs ü mal ile n'olsa kılsam cihanda ictihad


Hamdü lillah var gazaya sad hezaran rağhetim
(İsen, 1999: 72-73)
gibi bir söyleyişle karşılaşılınası gaza ideolojisi~n devam etmekte oldu-
ğunun en birinci ağızdan ilanı ve telkinidir.

Avnf dilher vasfıdır çün şi'r ü inşadan murad


diyen Fatih'in öbür şiirlerinden farklı olan bu istisnai rnısraları toplumda
görülmeye başlayan rehavete hünkarane tonda yöneltilmiş bir uyarıdır.
Fatih'ten sonraki hükümdarların da zaman zaman bu yönde müdahale-
leri olduğu görülecektir.
Uyarılmaya konu olan bu serbest hayattan en çok yararlananlar ara-
sında şairlerin bulunması şüre şarap ve meyhane temalarının yeni bir
biçimde girmesini de birlikte getirecektir. Şarap ve meyhane konusuna
eşlik edecek diğer bir unsur da aşktır. Kuruluş dönemi Osmanlı şürinde
dile getirilen temaların tasavvufi nitelikli oluşları (Banarlı, 1983: I, 456-
459) üzerinde bir tereddüt söz konusu değilken Yükseliş devrinin ilk
önemli şairi Ahmed Paşa'nın şürlerinde dile getirilen bu tür kavram ve
temalarda tasavvufi anlam aramak ancak zorlama bir çabaya bağlıdır.
Değişen ve genişleyen bir toplumsal evrenin şürini aşk ve şarap konula-
rında da eskisinden farklı bir söylem ve anlam içinde görmek çok doğal­
dır. Eanarlı'nın açıkça belirtmiş olduğu gibi Ahmed Paşa bir İlahi aşk
şairi olmak yolunu seçmeyip, buna mukabil beşeri aşkın kudretli şairle ­
rinden biri olarak edebiyatırnızda bir aşk şairi sıfatıyla ebedileşmiştir.
(Banarlı, 1983: I, 467; Köprülü, tsz: I, 191) Ahmed Paşa geleneğin dışına
çıkmış olduğunun farkında olup bu istisnai durumu müstesna bir devrin
icabı olarak anlayışla karşılamak gerektiğini

Ahmeda Şeh devridir olsun ko hid'at her-kenar


(A.Paşa, 1992 (Divan) Gazeller: 135/33)

63
BURSALI ŞAİR AHMET PAŞA VE DÖNEMİ

mısraıyla ifade etmektedir. Kuşkusuz ki beşeri aşkının da İlahi aşk kadar


şairlere ihtiyacı vardır. Türk şiirinin bu konuda daha fazla gecikmiş ol-
mamaşında Ahmed Paşa'nın şürinin tarihsel bir görevi yerine getirmiş
olduğu söylenebilir. Salt beşeri aşkın şürini söylemek için Nedim'i
(Erünsal, 2008: 287-288) beklemek zorunda kalınmayıp, Nedim'e ka-
darki şairlerin önü Ahmed Paşa tarafından açılmıştır. Ahmed Paşa bu
anlamda erken bir Nedim,_hatta bazı gazellerinde Nedim' den daha cesur
bir şairdir. Divanının dörtte üçünü sevgili teması kaplayarak sevgili ve
sevgiliyle ilgili unsurlar edebi sanatların vermiş olduğu son imkanla ideal
şekilde tasvir edilmeye çalışılmıştır. (Tolasa, 1973: 537)

Ahmed'im kim okunur namını ile name-i aşk


(Divan, Gazeller: 203/173)

diyebilen Ahmed Paşa'nın dünyevi aşkı da dar alanda algılamadığına


ilişkin anekcl ot ve rivayetlerin (Ali, 1994: 131; Sehi, 1980: 54; Latifi, 2000:
157; Kınalızade, 1989: 135-137) yanında bizzat Divan'ında· yer alan çok
sayıda örnek göstermek mümkündür. (Divan, Gazeller: 141/47, 149/64,
157/81, 190/150, 191/152, 192/ 154, 155, 193/ 156, 157, 194/159,
213/195, 214/197, 260/293, 273/322, 275/325; Kıtalar: 299/12, 13)
Ahmed Paşa'nın beşeri aşk yönelişi, çoğunlukla, Divan edebiyatında tek
tür aşk olduğu, o da ancak İlahi aşk olacağı ve diğer görüntülerin ancak
mecaz olabileceği yönündeki aşırı yorumların içine alınmak istenerek
zoraki ve sonuçsuz bir tevil çabasıyla ya göz den kaçınlmaya çalışılmış
veya çelişik hükürnlerle mesele ortada bıra~ştır. (Tolasa, 1973: 24,
27-28 ve 78-79, 145) Oysa şarap konusunda olduğu gibi aşk konusunda
da birden fazla durumla karşı karşıya olunciuğu tarihsel tanıklıklada ve
verilerle desteklenmektedir. (Ali, 1978: I/59, 203-205; Owens, 1971: -
muhtelif sayfalar-, Levend, 1984: 589, 610-611) Osmanlı toplumunun
formel olarak şaraba karşı tavır almış olduğu halde bu tavrını her zaman
ve mutlak şekilde sürdürmüş olduğu söylenemez. Bu konudaki en ger-
çekçi tutum ve tavsiyeleri Mercimek Ahmed'in tercümesiyle IL Murad'a
sunulan Kabusname' de görmek mümkündür. Yazar, ş arabın içilmemesi
tavsiyesinde bulunmakla birlikte içmek isteyenler için bunun usul ve
adabını uzun uzadıya anlattıktan sonra eğer içilecekse şarabın kalitelisi-
nin içilmesi ve masraftan kaçınılmaması gerektiğini not eder. (Keykavus,
2006: 79-81, 83) Anlaşıldı@ kadarıyla toplum bu konuda taassup gös-
termemiştir; ancak bu taassupsuzluğu mutlaka tasavvufi bir anlam yük-
leyerek tahrif etmek de yersiz olsa gerektir. Böyle bir yaklaşım her şey­
den önce gerçekten tasavvufi anlamda yazılmış şiirler için bir haksızlık
olduğu gibi tasavvufun kendisine de haksızlık olacaktır. Toplumda farklı

64
ŞAİR AHMED PAŞA'NIN DÖNEMİNDE TOPLUMSAL ALGI

kesimler, farklı anlayışlar ve farklı hayatlar olduğu, bu farklılaşmanın


kritik zamanlanndan birinin de İstanbul'un fethiyle başlayan kozmopo-
litleşme, kozmopolitleşerek yükselme ve bu esasta bir medeniyet kurma
yılları ·olduğu unutulmamalıdır. Gelibolu'lu Ali'nin, zamanındaki Os-
manlı şairleriyle İran şairleri arasında müşahede edilen önemli bir farkın
manevi terbiye farkı olduğunu ifade etmesi gözden kaçmaması gereken
bir aynntıdır. Ali'ye göre Osmanlı şairlerinin büyük eksikliği sülı1k
yöntemine yönelip bir mürşidin kılavuzluğuna girmemeleridir; oysa
tanınmış Acem şairleri şiir bilgisini elde ettikten sonra bir kamil mürşit­
ten el alarak onun kılavuzluğundan yararlanırlar. (Ali, 1978: I/117) Bu
gözle Divan şürine bakılacak olursa divanlarda tevhidlerin, münacatların
yer almasına rağmen esas karakteri bakımından bu edebiyatın neden dini
bir edebiyat olmadığı (Levend, 1984: 639) daha iyi anlaşılır. Hafız uz-
manlarının görüşüne göre tasavvufi şürin bu önemli isminin şürlerinde
bile her zaman tasavvufi bir gaye olmayıp ekseriya dünyevi bir aşk ifade
edilmiştir; çoğu şürlerinde sevgili mutlak bir varlık olmak yerine doğru­
dan doğruya somut insan varlığıdır. (Akün, 1994: IX./420) Kişisel farklı­
lıklar bir yana, genel olarak Divan şairinin din karşısındaki tutumunun
hatta tasavvuf ilgisinin o devrin genel standardına uygun olarak tezahür
ettiğini söylemek gerekir. Şairde aranacak din ilgisinin kültürel bir ilgi
seviyesinden fazla olması şart değildir. Çünkü, istisnaları dışında, şair ne
bir din adamıdır ne bir tasavvuf adamı. Şeyhülislamlık dışanda tutulmak
kaydıyla, vezirlik, kazaskerlik, kadılık, naiplik, müderrislik, mütevellilik,
nedimlik gibi görevlerle karşımıza çıkan şairlerin bu konumlan dini bir
konum değil bürokratik bir konumdur. Kaldı ki söz konusu olan devir-
lerde din aynı zamanda kuvvetli bir kültür olarak zaten ~oplum hayatına
egemen olduğu için şairin de herkes kadar dini bilgi ve davranışa sahip
olması hem doğal hem gereklidir. Bu davranışı abartarak şairin yazdığı
şürlerin mutlaka dinle örtüşmesi gereğini beklemek doğru değildir. Di-
van edebiyatının ümmet edebiyatı olarak nitelenmesinin yanıltıcı algısını
gözden uzak tutmamak gerekir. Divan edebiyatının bir ümmet edebiyatı
olması onun dini bir edebiyat olması anlamına gelmeyip bir medeniyet
edebiyatı, bu medeniyerin de İslam medeniyeti olduğu önemle hatırlan­
malıdır. İslam medeniyeti tarihsel ve ideolojik olarak İslam diniyle bağlı
olmakla birlikte İslam diniyle aynı şey değildir. Bir din temsilcisi değil
bir medeniyet temsilcisi olan şairin yapıp ettikle~i bu yüzden dini bağ­
lamayacak ya da din bağlaını içinde değerlendirilmeyecektir. Kişisel ola-
rak dindar veya mutasavvıf olan bir şairin rindçe şürler de yazıyor olma-
sı nasıl ki onun rind bir kişi olduğunun kanıtı olmazsa rind bir şairin
tasavvufi ve dini mazmıinlar kullanarak yazmış olduğu şiirler de onun
bir tasavvuf adamı olduğunu göstermez. Çünkü "şair sözü" fantezilere

65
BURSALI ŞAİR AHMET PAŞA VE DÖNEMİ

her zaman açıktır. Bu fanteziler rindane fanteziler olabileceği gibi


tasvvufi de olabilir. Bu tür beyider ve mısralar tadımlık şiirlerdir; oysa
şairin doyurmak için yazdığı şiiriere bakmak gerekir. Dolayısıyla şairin
kişiliğiyle birlikte yazdığı dönemin kültürel ortamı da dikkate alınarak
onun hayat ve dünya görüşüne ulaşma zorunluluğu karşımıza çıkmakta­
dır. Ne Divan edebiyatında tek aşk biçiminin tasavvufi aşk anlayışı ol-
duğu görüşüne ne de "Divan edebiyatında tabii aşkın olmadığı, bu ede-
biyatın bütün mahsullerinde yer alan aşkın ya gayr-ı tabii veyahut tasav-
vufi olduğu" (Levend, 1984: 639) şeklindeki dikotomik ve indirgemeci ··
bir anlayışa (Gölpınarlı, 1945: 29-34) girmeksizin Divan edebiyatında
tabii aşk da dahil olmak üzere diğer aşk algılamalarının yer almış olduğu
kabul edilebilir. Bu aşk anlatımları bağımsız anlatımlar şeklinde olabile-
ceği gibi birbiriyle tefsir edilebilecek ya da iç içe geçmiş şekillerde de
. karşımıza çıkabilir. (Uzun, 1991: IV/19) Ancak zaman zaman mecaz ve
tevriye üslubuyla bu anlatıml<~-r birbirine geçişli olarak ele alınmış olsa
bile hepsinde böyle bir üslup arayan yorumlama çabalarını boşta bıraka­
cak çok sayıda örnek bulunduğu da bir gerçektir. Divan, şiirinde dile
getirilen aşkın konusunda kadının, hatta Ahmed Paşa' da olduğu gibi,
bazı örneklerde erkek sevgilinin bulunduğuna ilişkin gözlemin okuyu-
cunun -sapık- niyetine hamledilmesi gibi gülümsetİcİ yaklaşırnlara ise
verilecek en uygun cevap herhalde Nasreddin Hoca'nın "Hırsızın hiç mi
suçu yok?" fıkrası olabilir.
Ahmed Paşa örneğinde, şairin daha dindar ve manevi bir tipten daha
dünyevi bir zevk adamı tipine doğru değişiminin karakteristik özellikle-
rini izlemek mümkündür. Ahmed Paşa'nın ma'zul ve sürgün olduğu dö-
nemlerde bile son derece gösterişli ve debdebeli ~ir hayat yaşamaktan
geri kalmadığı bilinmektedir. (Lamiizade, 1997: 198) Ahmed Paşa'nın
dünya nimetlerine hiçbir halde arkasını dönmediğinin ilginç örneklerin-
den biri Bursa'da yaptırdığı medresedir. Geleneksel medrese mimari
taxzını bir tarafa itip medresenin dershane bölümünde hocanın oturduğu
yerden bütün Bursa ovasını görebileceği şekilde yapı planını değiştirme­
ye kadar varan (Gabriel, 1958: I/156) bir zevk adamıdır Ahmed Paşa. Bu
tavır büyük ölçüde kişisel olabileceği kadar dönemin güçlenen iktidar
yapısıyla da yakından ilgilidir. Daha önce gönüllere hükmetıneye çalışan
yaklaşım şimdi aynı zamanda dünyaya da hükmetınektedir çünkü: Di-
van'ında tasavvuf büyükleri için yazmış olduğu üç kasidenin bulunması
bile Ahmed Paşa'nın şiirini· tasavvufi bir şiir .yapamamıştır. Hele gazelle-
ri bakımından böyle bir etkiden söz etmenin imkanı yoktur.
Ahmed Paşa ile Divan şiirinin söyleyiş gücünün arttığı, şiir dilinin
daha sanatlı bir kıvama eriştiği kabul edilir. (Banarlı, 1983: I/465) Türk-
çe'nin bir şiir dili olması için uzun yıllar süren gayretler nihayet Ahmed

66
ŞAİR AHMED PAŞA'NIN DÖNEMİNDE TOPLUMSAl. AI..GI

Paşa'run şüriyle bu yola kesintisiz biçimde girmiştir. Tıpkı Osmanlı


Devletinin kuruluş devrini yaşaması gibi Ahmed Paşa'ya kadar şür dili
de kuruluş devrini yaşamıştır. Buna kuruluş devri demek şüphesiz ki
toplumsal gelişmelere b ağlı izafi bir nitelemedir; çünkü kendisinden son-
raki yükseliş devri olmasa o dil öyle devam edebilirdi de. Dilin yükselişi
demek olan daha güçlü bir ifade ve sanat seviyesine yükselmesi yine top-
lumsal ve siyasi şartların ona yüklediği bir zorunluluğun sonucudur.
İstanbul'u fetbederek dünya üzerinde söz sahibi olan bir devletin dilidir
artık söz konusu olan dil. Büyük zaferlerinin ardından Fatih Sultan
Mehmed diğer sultaniara fetihnameler göndererek bu zaferini resmen
bildirmiştir. U zun Hasan'ı Otlukbeli'nde mağlup ettikten sonra başka
hükümdarlara olduğu gibi Timur'un torunu Sultan Baykara'ya da fetih-
name gönderdi. ( Uzunçarşılı, 1975: II/103) Uzun Hasan kendisinin
Asya'run en büyük hükümdan olduğunu iddia etmekteydi; II. Mehmed,
bu iddiayı geçersiz kılarak Asya'run da en büyük hükümdarının artık
kendisi olduğunu Timur'un torunu Sultan Baykara'ya diplomatik bir
dille bildirmiş oluyordu. Riyazi'nin ifadesine göre Ali Şir Nevai ile Mol-
la Cami'nin bulunduğu bir mecliste Osmanlı şairlerinin değeri üzerine
bir bahis açılmış, sonuçta Ahmed Paşa'run
Çfn-i zülfün müşke benzetdim Hatasın bilmedim
K'ey perişan söyledim yüz karasın bilmedim
beyti okununca Molla Cami'nin vecde gelip sema yaparak Osmanlı top-
rağında da artık güçlü şairlerin bulunduğunu söylemesi anlamlıdır.
(Köprülü, tsz: I/190) Böyle bir olayın tarihi gerçekliğinden çok böyle bir
algırun devrin hafızasına yerleşmiş olması önemlidir. Osmanlı Padişahı­
run Asya'nın en büyük hükümdan olduğu bir zamanda onun şairlerinin
de dünya şür sahnesinde yerlerini almalan gerekirdi. Bu tarihi rol
Ahmed Paşa'ya nasip olmuştur. Ahmed Paşa, Padişahının şanına uygun
bir şürin bilinciyle şiirlerini yazdığım
Bezm-i Şeh gülşenine murg-ı hoş-elhan yaraşur
mısraıyla çok latif bir şekilde dile getirmektedir. (Divan, Gazeller:
140/45)
Özellikle o devirlerin devlet geleneği siyasi rekabeti ve zaferleri kül-
tür ve sanat alanında da gösterıneyi gücünün müt:emmimi olarak gör-
mekteydi. En savaşçı ve cihangir hükümdarlar bile bundan sarf-ı nazar
edememişlerdir. Timur'dan başlayarak onun evlatlarında devam eden bu
gelenek şimdi II.Mehmed'le Osmanlı devletinde devam edecekti. Ahmed
Paşa, bu güç işi başarmarun ilk şartı olarak Şark şürinin zirvesindeki İran
şairl erini kendisine örnek ve ölçü almanın gereğine inanmıştır. Çünkü

67
BURSALI ŞAİR AHMET PAŞA VE DÖNEMİ

İslam medeniyetinin şür sanatını en iyi onlar işlemişlerdi. Ahmed Pa-


şa'nın yerli şiir dilinden medeniyet şür diline geçiş yapması gerekiyordu;
o da bunu yaptı. Arapça ve Farsça şürler yazarak bu dillerdeki ustalığını
gösteriniş olması bir tür sanat gösterisi olarak telakki edilse de asıl onun
yaptığı şey Türkçe şiir ile İran şüri arasındaki köprüleri kurmak olmuş­
tur. Ahmed Paşa Türkçe şiirin artık dünya sahnesinde söyleneceğini ve
bunun yolunun da o zamanki ölçüler içinde İ.ran şiirine başvurarak yapı­
labileceğim görmüş ve uygulamıştır. Osmanlı şairlerinin İran'dan şiiri
değil şiir dilini almaya özen gösterdiklerini belirtmek zorundayız. İran
şürini eğer Farsça şür olarak düşünmek gerekirse Osmanlı şairlerinin
bunu da yaptıkları, ama asıl amaçlarının Türkçe şiir yazmak olduğunu
unutmamak gerekir. Amaç İran şiirinde kalmak olsaydı Farsça şiir yaz-
makla yetinilirdi; ancak böyle olmamış, İran'ın şiirde ulaşmİş olduğu
.seviye hedef tutularak Türkçeyi şiirde oraya taşımak amaçlanmıştır.
Ahmed Paşa'nın nazire ve .kaside şairliğinin altındaki motif bu sıç­
ramayı yapmaktır. Zor bir nazım şekli olan kasidenin üstesinden gelmek
nazım alanında rüştünü ispat etmek demektir. Ali Efendi~.qin belirttiği
üzere "evvela Türki dilde evsaf-ı kaside-gliyan-ı rasih-kelim semtini
bulan Ahmed Paşa" olmuştur. (Ali, 1994: 131) Kasidenin kendisine ya-
zıldığı kişi başta hükümdar olmak üzere önde gelen şahsiyetler olduğü
için ve artık o devirde, özellikle IL Murad'dan itibaren Padişahlar, Şeh­
zadeler hatta Vezirler şiir alanında fiilen eser veren kimseler olduklan
için onlara yazılacak kasidelerin sanat yönünden mutlaka güçlü eserler
olması beklenirdi. Her türlü sanat gösterisine müsait olan bu tür ancak
şiirde iddiası olan şair için kalem oyuatılacak bir vadidir. Nazireler ise
gelişigüzel her şüre değil gücünü ispat etmiş şiiriere yazılarak o metni
birlikte söylemeye çalışan bir hüner. ister. Şairin nazire yapmak üzere
seçtiği şür böyle güçlü bir metin olunca nazire yapan şairin de kendinde
o güce yakın bir güç görmesi gerekir. Bu yönüyle nazire yazıcılığırun en
azından doğru bir alıştırma yöntemi olduğu söylenebilir. Kaldı ki çoğu
zaman şair, nazire yazdığı şürin sahibini geride bıraktığını "fahr ederek"
ifade etme cesaretini kendinde bulur ya da bulmalıdır. Ahmed Paşa'nın
kaside ve nazire yazınada gösterdiği ısrarın kendi sanat şahsiyetine yakı­
şan bir ısrar olduğu kadar Türkçe şiirin yapmakta olduğu zaruri hamle-
nin de bir gereği olduğu şüphesizdir. Türk şiirine verdiği açılım nedeniy-
le, Ahmed Paşa'nın İran şüri karşısında ki.nli zaman tercümeye varan
yakın izleyiciliği o devrin kriterlerine ve eleştirmenlerine göre kınanacak
bir şey olmayıp, tersine, takdirle karşılanacak bir davranış şeklinde de-
ğerlendirilerek, "(Ahmed Paşa) her ne kadar İran diliyle yazılmış olan
anlama Türk diliyle bir elbise giydirmiş ise de ortaya koyduğu eserin
estetik değerinin öncekinden daha ileri olduğu" kabul edilmiştir. (Latifi,

68
ŞAİR AHMED PAŞA'NIN DÖNEMİNDE TOPLUMSAL ALGI

2000: 156) Doğunun temsilciliği görevini yüklenen Osmanlı dünyasının,


edebiyat diliyle de bu temsilciliği yüklenmesi gerekince ister istemez bu
edebiyat dilinin mahalli bir dil olmaktan çıkıp temsil olunan medeniye-
tİn dili halinde yeni bir biçimde ortaya çıkması gerekmiştir. İran, İslam
Medeniyeri içinde diliyle önemli bir kültür hizmeti görmüşse de siyase-
tiyle bunu gereği gibi yerine getirememiştir. İslam döneminde İran top-
rakları üzerinde önce Araplar, sonra Türkler egemen olarak siyaset yü-
rütmüşlerdir. Araplar'ın uzun yüzyıllar boyunca, hilafete sahip olarak,
hem siyasetleriyle hem dilleriyle İslam dünyasının öncülüğünü yüklen-
melerinin ardından tarihin açtığı bu yeni aşamada Bizans'ı ortadan kal-
dırmış bir ulus olarak Türkler İslam dünyasını temsil etmeye başlaya­
caklardır. Türkler kurumlarını da bu temsil anlayışına göre yeniden bi-
çimlendirmek ihtiyacındaydı. Çünkü Osmanlılar artık bir beylik toplu-
mu ve devleti olmaktan çıkıp imparatorluk toplumu ve devleti olmak-
taydı. Siyasi ve edebi yükselişin eş zamanlı olatak Fatih döneminde ger-
çekleşmiş olması bir tesadüf değildir. Yirminci yüzyılda edebiyatımızın
ümmet edebiyarından millet edebiyatma dönüşmesi gerektiğini dile geti-
ren söylemler aslında bir İslam İmparatorluğundan milli devlete geçişin
paralelinde ortaya çıkmış olan söylemlerdir. Ümmet edebiyatı olarak
nitelenen ve İslam dünyasının büyük edebiyatlarının ortak paydası olan
bir edebiyat Osmanlı devletinin cihanşümul yapısıyla örtüşen bir edebi-
yattır. Yükseliş çağı öncesi Osmanlı edebiyatının daha Türkçe ve daha
mahalli bir edebiyat olduğu şüphesizdir. O Türkçeyle de şiirler yazıl­
mıştır ama o şiirler genişleyen ortak dünyaya hitap edemediği için geride
bırakılmıştır. Nitekim Ziya Gökalp'in Türk şiir ve edebiyatı üzerine ileri
sürdüğü görüşlerde, Osmanlıların Esperanto gibi yapay bir dil, hece
vezni dışında aruz veznini de bu dille yazılmış şiirleriİı vezni olarak ge-
liştirmiş olmalan milli edebiyattan kopuş olarak değerlendirilirken bu
girişimin öncülerinin Türkistan'da Ali Şir Nevai, Anadolu'da ise Ahmed
Paşa olduğu belirtilir. (Ziya .Gökalp, 1970: 114, 141-142) Yirminci yüz-
yılda bilinçli bir şekilde başlayan hece vezni ve halk diliyle şiir yazma
hareketinin amaçladığı şey Ahmed Paşa'dan itibaren açılan bu uzun pa-
rantezi kapatarak XV. yüzyıl başındaki edebiyada buluşmaktır. Şey­
hi'nin Harname'si ile Rıza Tevfik'in şiirleri arasında kalan edebiyat bir
medeniyet edebiyatıdır. Rıza Tevfik Türk şiirinin asli kaynağını beş yüz
yıl aradan sonra yeniden keşfederken (Aktaş, 1977: I/466) adamış oldu-
ğu gelenek Ahmed Paşa'yla Türk şiirine girmeye başlamış olan medeni-
yet dönemi şiiridir. Yirminci yüzyılda Türkler bu medeniyeri geride
bırakmaya karar verirken onun yerini örtüler altında kalmış milli kültür-
leriyle doldurmak istey~ceklerdir. Nitekim aruzu atınca önce Batı şiirin­
den alınan hece kalıpları kullanılacak ama bu kalıpların Türk zevkine

69
BURSALI ŞAİR AHMET PAŞA VE DÖNEMİ

hitap etmediği görülüp eskiden kullanılrmş olan hece kalıpları tekrar


kullanılmaya başlanacaktır. (Ziya Gökalp, 1970: 142) Bu zevki en isabetli
biçimqe yakalamış olan isimlerin başında Rıza Tevfik gelmektedir. Her
ne kadar Ahmed Paşa'nın şüri Baki'ye kadar hakim olmuş bir şür olarak
telakki edilirse de geniş anlamda bu şürin hakimiyetinin Rıza Tevfik'in
şürine kadar devam etmiş olduğunu söylemek mümkündür. Türk şiiri
Tanzimat döneminde bir _değişme göstermiş olsa da geleneksel mecra-
sından çıkmamıştır. Batı medeniyetine doğru yüzünü dönmüş olsa bile
toplum ve aydınlar elini hala İslam Medeniyetinden çekmiş değillerdi.
Tartışma ve diyalektik iki medeniyet arasında gerçekleşiyordu. Ancak
milliyetçi uyanışla birlikte sorunun medeniyetler arasında değil yerli
kültürle medeniyet arasında düğümlendiğine kanaat getirilmiştir. Edebi-
yatın bir medeniyet edebiyatı yerine behemehal bir hars edebiyatı haline
getirilerek yerlileştirilmesi öncelenmiştir. Bu tavır değişikliğinin teme-
linde yıkılan İmparatorluğun kurumsal ilkelerinin artık geçersiz olduğu
anlayışı rol oynamıştır. XV. yüzyılın ikinci yarısı nasıl Türk şiirini bir
medeniyet dünyasına açmışsa şimdi de bu medeniyet dünyasının tarih
sahnesinden çekilmesiyle her toplum kendi başının çaresine bakarak
kendi yerli şiirine dönecek, bilahare yükselen yeni medeniyetm, Batı
Medeniyetinin şüriyle bütünleşmenin yollarını arayacaktı. Bundan dola~
yı Türklerin İslam Medeniyeri edebiyatı çevresine gerçek anlamda ka-
tılmış olduklan Ahmed Paşa'nın şiiriyle başlayan dönemin milli edebiyat
hareketiyle sonlandığını söylemek mümkündür.
Divan şürinin XV. yüzyılda gösterdiği sıçr,amanın başka bir etkeni
yönetici gücün edebiyat ve şürle yakından ilgilenmesidir. II.Murad'ın
kültür adamlarını rumayesiyle birlikte (Uzunçarşılı, 1972: I/528, 538-
542) elde kayıtlı şürleri bulunan ilk Padişah olmasının (İsen, 1997: 43)
şiire karşı var olan ilgiyi daha çok güçlendirip yükseltmiş olduğu kesin-
dir. Zaten II.Murad'dan sonra kesintisiz biçimde hemen hemen bütün
Padişahların şürle yakın ilgilerini gözlemlemek mümkündür. ·Bu gelene-
ğin II.Murad'dan sonraki ilk nesilde oldukça verimli sonuçlan olmuştur.
Fatih Sultan Mehmed şiir yazan bir Padişah olduğu gibi Şehzade Cem ve
Şehzade Bayezici de şiir yazıyordu. Üstelik bu şiirler hem nicelik hem
nitelik bakımından önemsenecek düzeyde idi. Ayrıca Sadrazam
Mahmud Paşa Adni mahlasıyla şürler söyleçliği gibi şairlerle yakından
ilgileniyor, onları himaye ediyordu. Ahmed Paşa'nın şiirleri yüksek se-
viyeden ve iyi yetişmiş bir denetleyici çevrenin gözü önünde yazılmak­
taydı; böyle bir ortam iyi şiirin ortaya çıkması için hazırlanmış bir şans
demektir. II.Murad'ın önünde Şahruh gibi bir örnek bulunuyordu;
Şahruh'un ve daha sonra Hüseyin Baykara'nın çevresinde oluşturulmuş
olan bir sanat ve edebiyat halkasının II.Murad'dan itibaren Osmanlı

70
ŞAİR AHMED PAŞA'NIN DÖNEMİNDE TOPLUMSAL ALGI

Padişahlarının da vazgeçilmezi olduğu kesindir. Ahmed Paşa'nın bu


çevredeki en önemli edebi çalışmalarından biri Padişah ve Şehzadelere
sunmuş olduğu kasidelerdir. Ahmed Paşa'nın edebi yönden büyük başa­
nlar gösterdiği bu kasideleri aynı zamanda onun zaten kısıtlı olan sosyal
ve siyasi yaklaşımlarını da ele veren ürünlerdir. Mimari ve musiki gibi
sanat faaliyetlerinin Timur istilasından sonra Tebriz kökenli sanatkarla-
rın katkısıyla geliştiğini görmek mümkünse de edebiyat alanında böyle
bir katkının doğrudan doğruya mümkün olması söz konusu değildi.
Çünkü edebiyat dile bağlı bir sanat ürünü olarak toplumda en zor ve en
son değişebilecek bir etkinlik biçimidir. Bu alandaki eserler ancak yerli
sanatkarlar eliyle ortaya konabilir. Osmanlı şairleri .şiirlerinde İran ve
Çağatay şairlerinin şiirinden edinebilecekleri katkıyı ihmal etmeksizin
kendi eserlerini verme yolunu tercih etmekte yanılmış değillerdir. Bu
yolla Ahmed Paşa Batı Türkçesinde o zamana kadar ulaşılabilmiş en
zarif ve halis bir şiir seviyesine ulaşmıştır. (Gibb, 1999: 330) Selman
Saveci, Hafız Şirazi, Kemal Hocendi gibi İran şiirinin zirveleriyle yarışa­
rak (Köprülü, tsz: I/190-191) Osmanlı şiirine büyük adımlar aturan
Ahmed Paşa'nın inşa etmeye başladığı şiir dünyasının kubbesi nihayet
kubbeler devrinin şairi Baki'nin ihtişamlı şiiriyle örtülmüştür.
Ahmed Paşa döneminde sosyal algıyı ifade eden son bir noktaya da-
ha kısaca değinmekte yarar var. Ahmed Paşa'nın, Osmanlı devletinin
gücü, misyonu ve dünya siyasetindeki yeri hakkında gelişmiş bir bilince
sahip olduğu konusunda tereddüt edilemez. O sadece bir şair değil aynı
zamanda bir Kazasker çocuğu olarak devletin yüksek kademesinde bu-
lunmuş bir aile içinde yetişmiş, sonraki zamanda kendisi de Kazasker ve
V ezir olmuş, Müderrislik yapmış, ayrıca Padişaha hoc~lık ve müşavirlil<:
yaparak onun en yakınında yer almış bir şahsiyettir. Bu özellikler onun
siyasi ve toplumsal konularda ehliyetle söz sahibi bir noktada olduğuna
işaret etmekle birlikte şiiri -ve hayatına ait bazı anekdotlar- dışında bu
gibi konulara ilişkin bir ese~ bırakmaİnış olması bu çapta donanımlı bir
kişi için herhalde önemli bir kayıptır. Şiirinin de sosyal konulara son
derece mesafeli olması nedeniyle devrinin toplumsal hayatı ve telakkileri
üzerine Ahmed Paşa'nın neler düşündüğünü yeterli derecede elde etme
şansına sahip değiliz. Buna rağmen şiirinden elde edilebilecek sızdırma­
lada bir yere kadar fikir sahibi olmak mümkündür.
Yüzyılın başında yaşanmış olan fetret dönemi gibi müessif bir krizi
geride bırakarak yükselme trendini yakalamış olan Osmanlı devletinin
artık sağlam bir zemine oturmuş olduğu konusunda Ahmed Paşa haklı
bir güven sahibidir. Devlet düzeninin temellerinin sağlam bir şekilde
atılmış olması sayesinde artık devletin varlığının kişilere bağlı olmaktan
çıktığını düşünen Ahmed Paşa bu inancını Sultan Abdullah için yazmış

71
BURSALI ŞAİR AHMET PAŞA VE DÖNEMİ

olduğu bir kasidede şu mısralarla ifade etmektedir:


Eğer burc-ıseadetden guritb etdiyse bir kevkeb
Cihana fer veren hurşfd-i devlet pay-dar olsun

Ve ger seng-i havadisden şikest olduysa bir lü'lü'


Pür-esdaf-ı lealfdir bu derya her-karar olsun

Yine aynı kasidede devlet ve devlet adamının hedefini gösteren "ni-


zam-ı alem" kavramıyla karşılaşılır:
Nizam-ı aleme çünkim sebebdir gevher-i zatm
Hemfşe hafızın alemde lutf-i Girdigar olsun
(Divan, Kasideler: 115-116/ 46)

Hükümdarın Tanrı'nın göl'gesi olduğuna ilişkin siyasi inanç Ahmed


Paşa Divanı'nın dibacesinde II. Bayezid 'e hitap edilirken vurgulanan bir
özelliktir:
Eşiğinde e-y zıll-ı Perverdigar
Ne gevher saçarn kim bula i'tibar (Divan, Dibace, 29)

Aynı ifade daha önce II. Mehmed için de kullanılmıştır:


Ey zıll-ı Hak sen saye-i Yezdan'a sıhhat yaraşur
(Divan; Kaside: 94/32)

Bir şür klişesi olduğu bilinen, zamanında yaşadığı Padişahın devrini


en mükemmel ve adaletli bir devir olarak gösterme geleneğine Ahmed
Paşa da uymaktadır. Onun mısralarında Fatih Sultan Mehıned devri son
derece ideal çizgilerle tasvir edilmektedir:
Adlinde figan etmedi bir kimse meger ney
Devrinde te'ab çekmedi bir kimse meger ya
(Divan, Kasideler: 46/11)

Ahmed Paşa Fatih Sultan Mehmed'in siyaset dünyasındaki karizma-


tik otoritesini siyasi ilişkilerde yaşanan örneklerle dile getirirken Os-
manlı ülkesinin hak ettiği iftihar tablosunu seyrettirmenin ze~kini yaşar:
Tedbfr ile leşker sayub mektub ile ıklfm alan
Ol iftihar-ı milket-i Osman'a sıhhat yaraşur

72
ŞAİR AHMED PAŞA'NIN DÖNEMİNDE TOPLUMSAL ALGI

(Divan, Kasideler: 94/32)

II.Bayezid devrinde baş gösteren Sünni inanış karşıtı mezhep hare-


ketleri toplumun gündeminde önemli bir yer tutarak devletin siyasetinin
yönünü bile belirlemekteydi. Ahmed Paşa'nın bu konudaki tutumu açık
olup Padişalun bu yöndeki siyasetini desteklediği görülmektedir.
Zihf dfn ü devlet zihf i'tikad
Zihf hulk u şefkat zihf adi ü dad
(Divan, Dibace: 29)

beyriyle II.Bayezid'in Sünni itikat adına Rafıziliğe karşı mücadelesine


dikkat çekerken aynı zamanda ccRafızileri ilzam" meyanında Sünni aki-
denin İslam büyüklerine karşı taşıdığı anlayışı şiirlerinde vermeye çalışır.
(Divan, Kasideler: 34/5)
Sultan II. Bayezici'in tahta çıkışı için Ahmed Paşa'nın düşürdüğü ta-
rih mısraı şudur:
Kayser oldu RUm'a Sultan Bayezfd
(Divan, Tarihler: 293/2)

Osmanlı hükümdarlan İstanbul'un fethine kadar Sultan, hatta Şeh-i


Devran (İsen, 1997: 68) gibi sıfatiada nitelenirken İstanbul'dan sonra
Padişah için Kayser ünvanı da kullanılmaya başlanmıştır. Fatih Sultan
Mehmed Bizans tahtını ele geçirdikten sonra Doğu Roma İmparatorlu­
ğunun bütün eski topraklarının yasal hükümdan olduğunu kabul etmiş­
tir. Bu yüzden diğer halka dokunmadığı halde egemenlik iddiasında bu-
lunabilecekleri düşüncesiyle Bizans hükümdar ailesine mensup bütün
bireyleri idam ettirmiştir. (İnalcık, 2003: 31) Fatih'le birlikte ortaya çı­
kan bu yeni siyasi hegemonya konusu hükümdar için Kayser ünvanının
bilinçli bir ısrarla kullanılm:rsına neden olmuştur. Ahmed Paşa'nın yeni
Padişahı Kayser olarak kutlamış olması Fatih'den sonra Osmanlı tahtına
oturan Sultan II. Bayezici'in de Doğu Roma'nın varisi olmaya devam
ettiğinin anlamlı bir ifadesi olarak görülmelidir.

73

You might also like