Professional Documents
Culture Documents
Hafta Vi
Hafta Vi
Hafta Vi
f) Ücretin ödenmemesi
aa) Genel olarak
Ücret, işçinin yapmış olduğu işin karşılığı olduğu gibi, genellikle başka bir geliri de olmadığı
için başlıca geçim kaynağıdır. Ücret olmaksızın işçinin yaşamını sürdürmesi olanaksızdır ve bu
nedenle işçi için ücret yaşamsal bir değere sahiptir.
Her karşılıklı borç doğuran sözleşmede olduğu gibi, iş sözleşmesi gereği işçi gördüğü işin
karşılığı olarak ücrete hak kazanır. İşveren de görülen işin karşılığı olarak işçinin ücretini zamanında
ve eksiksiz ödemek durumundadır. Ancak işverenlerin bazen kasten bazen de zorunluluk nedeni ile
ücreti geç veya hiç ödemedikleri görülmektedir.
İşçinin ücretinin ödenmemesi hali iş sözleşmesine aykırılık oluşturduğundan, işçi öncelikle
ücretin ödenmesi için işverene karşı bir eda davası açabileceği gibi, ortada bir para borcu varolduğu
için ilamsız takip yoluna da gidebilecektir. İşçinin bu yollardan birine başvurabilmesi için iş
sözleşmesinin sona ermesini beklemeye de gereksinimi yoktur. Ancak işini kaybetme korkusu nedeni
ile işçiler genellikle iş sözleşmesi sona erdikten sonra bu yönde talepte bulunmaktadırlar.
İşverenin ücret ödeme borcunu yerine getirmemesi, işvereni borçlu temerrüdüne düşüren bir
haldir. Konusu para olan borçlarda temerrütle birlikte faiz de istenebilir. İş Kanununun 34.maddesine
göre, “Gününde ödenmeyen ücretler için mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı uygulanacaktır”.
Yeni yasadan önce bu faiz oranı yasal faiz olarak daha düşük olarak hesaplanmaktaydı.
Mevduata uygulanan en yüksek faiz oranı belirlenirken, bu oranı uygulayan bankanın devlet
veya özel banka olması durumda bir değişiklik yapmayacaktır.
Ücretini alamayan işçi ücretini talep etme yanında doğal olarak iş sözleşmesini İşK. m.24/2-e
hükmüne göre haklı nedenle feshedebilir ve kıdem tazminatına da hak kazanır.
İşverenin işçiler arasında bir ayırım yapmaması ve onlara eşit davranması iş hukukunun temel
ilkelerinden birisidir. Diğer hukuk disiplinlerinden farklı olarak iş hukukunun bu özelliği, iş
sözleşmesinin kişisel bir ilişki kurmasından ve işçinin işverenin yönetimi alında iş görmesinden
kaynaklanmaktadır.
Diğer yandan Anayasanın 10.maddesi “Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç,
din, mezhep, ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
Hiçbir kişiye, aileye, zümreye, veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” diyerek, genel olarak eşitlik
ilkesini Anayasa düzeyinde güvence altına almıştır.
Anayasanın 10.maddesinde ifadesini bulan eşitlik ilkesi, devletin vatandaşlara karşı tarafsızlığını
ve bu tarafsızlık çerçevesinde kamu organlarının işlevlerini yerine getirirken vatandaşlara eşit
davranmakla yükümlü olmalarını; ayırım gözetmeksizin herkesi kanun önünde eşit kabul edip ona
göre davranmalarını güvence altına almaktadır. Bu açıdan bakınca çok kapsamlıdır ve keyfiliği
önleyicidir.
Oysa özel hukuk ilişkisi içinde sözleşme özgürlüğü çerçevesinde kişilerin birbirlerine karşı bu
kapsamda bir eşit davranma yükümlülükleri yoktur. Özel hukuk kişilerinin herkese her bakımdan eşit
davranma yükümlülükleri olduğu söylenemez. Gerçi özel hukuk kişilerinin de AY. m.10’da sayılan
nedenlerle din, dil, ırk, cinsiyet ayırımı yapmaları gene de mümkün değildir. Ancak, alım satım
sözleşmesi, kira sözleşmesi yapan tarafların, çıkarlarını korumak, maddi ve ekonomik varlıklarını
korumak ve geliştirmek amacıyla sözleşmenin tarafını seçme, içeriğini kendi yararına oluşturmaya ve
usulüne uygun olarak sona erdirmeye hakları vardır ve bu durumda herkese eşit davranma
yükümlülükler yoktur.
Ancak, özel hukuk alanında eşitlik ilkesi, eşit işlem yapma yükümlülüğü olarak özellikle iş
hukuku alanında ayrı bir anlam kazanmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi, çalışma yaşamında
işçinin korunması ve işverenin yönetim yetkisi kullanması sırasında kendisine bağımlı olarak çalışan
işçilere eşit davranması hakkaniyet gereği kabul edilmekten öteye, bu konuda özel düzenle-meler de
getirilmiştir.
Bu konuda Anayasanın 50.maddesi “Kimsenin yaşına, cinsiyetine ve gü-cüne uymayan işlerde
çalıştırılamayacağını; küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanların çalışma şartları
bakımından özel olarak korunacaklarını” hükme bağlamıştır.
Bu düzenleme eşitliği sağlamaktan çok, sosyal korumayı hem devlet, hem de (Anayasa
hükümlerinin 11.maddeye göre kişileri de bağladığı düşünülürse) işverenler bakımından bir
yükümlülük olarak görmektedir. Aslında sosyal korumanın amacının bir bakıma eşitliği sağlamak
olduğu düşünülürse bu düzenlemeyi de bu yönde değerlendirebiliriz.
İş Kanunu bu genel ilkeler ile yetinmemiş, eşitlik ilkesini 5.maddesinde özel olarak
düzenleyerek somutlaştırmıştır. Asıl önemlisi, eşitliği yalnızca kadın ve erkek işçiler arasında sadece
cinsiyet ayrılığı nedeniyle farklı ücret verilemeyeceği ilkesi ile sınırlamamış, eski düzenlemeden
ayrılarak daha kapsamlı ve değişik konuları içerecek şekilde düzenlemiştir.
İş Kanunun 5.maddesine göre “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din
ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.
İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye,
belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.
İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş
sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde,
cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.
Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz.
İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin
uygulanmasını haklı kılmaz.
İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört
aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep
edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31’inci maddesi hükümleri saklıdır.
20’nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı
davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde
gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle
yükümlü olur”.
Görüldüğü gibi, bir maddede toplanan eşit davranma ilkesi ile, işverenin, yönetim yetkisi
kapsamında, işçiler arasında dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri
nedenlerle farklı işlem yapamayacağı genel ilke olarak belirlendikten sonra, bazı özel durumlara da
yer verilmiştir.
Yasada yer alan tam süreli çalışan işçi ile kısmi süreli çalışan işçi arasında; belirli süreli iş
sözleşmesi ile çalışan işçi ile belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçi arasında işverenin farklı işlem
yapamayacağına ilişkin esaslar yukarıda belirtilmişti.
Bunların dışında, İşK. m.5/4 düzenlemesine göre “Aynı ve eşit değerde bir iş için cinsiyet
nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz”. Aynı maddenin 6.fıkrasına göre de “İşçinin cinsiyeti
nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı
kılmaz”. Bu ilke, özellikle uygulamada çok rastlandığı için cinsiyet ayırımını engellemek amacı ile
getirilmiş olmasına karşın; dil, ırk, din, mezhep, siyasal düşünce ve benzeri nedenler gibi genel olarak
ayırım yasağı öngören haller için de geçerlidir. Bu nedenle işveren sadece cinsiyet ayrımı nedeni ile
değil, aynı cinsten de olsalar diğer işçiler arasında da örneğin siyasal düşünceleri veya ırkları
nedeniyle farklı ücret uygulamasına gidemeyecektir. Ayırım yasağını ücret ödemesinde ayırım
yapılması ile de sınırlamak doğru değildir. Aynı yasak birinci fıkradaki genel ilke çerçevesinde işin
dağıtımında, ikramiyelerin ödenmesinde veya iş ilişkisine son verme gibi durumlarda da geçerli
olduğu kuşkusuzdur İşçinin işe alınması sırasında işverenden kural olarak eşit davranması
beklenemez. Sonuçta çalıştıracağı kişiyi seçmek, sözleşmenin diğer tarafını seçme özgürlüğünün bir
sonucudur. Ancak, bu durumda da açık ayırım yapılması söz konusu olabilir. Örneğin bazı kamu
iktisadi kuruluşlarında hatta özel teşebbüslerde ağır ve tehlikeli işlerden olmamasına karşın sadece
erkeklerin işe alınmasına karar verilmesi eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur. Bu durumda da yukarıda
belirtildiği gibi sözleşmenin yapılması aşamasında kusur (culpa in cotrahendo) ilkesi uyarınca
tazminat ödenmesi söz konusu olur. Ancak, ortada henüz bir sözleşme olmadığı için tazminat
miktarının belirlenmesinde 5.maddede belirtilen hüküm çerçevesinde benzer işte çalışanların aldığı
ücret ve yoksun kaldığı diğer haklar ölçü olarak dikkate alınmalıdır.
AB hukukunda da yer alan eşitlik ilkesi, Roma Anlaşmasının 119.maddesinde düzenlemiştir.
Roma Anlaşması m.119’da ifadesini bulan “eşit işe eşit ücret ilkesi”nin kapsamı zaman içinde
genişlemiş, 1975 yılında bu alanda çıkartılan ilk yönergeyle “eşit değerde işe eşit ücret ilkesi” haline
dönüşmüştür. Getirilen yönergelerle kapsam bakımından genişleme ile karşımıza çıkan diğer bir
gelişme de kişi bakımından olanıdır. Burada İşe girme, ücret, çalışma koşulları ve işten çıkarma
bakımından kadın ve erkek işçiler ve iş için başvuru yapanlar arasında eşitlik düzenlenmiştir.
Diğer yandan, bu düzenlemeler çerçevesinde dahi sözleşme özgürlüğü ve kişinin maddi ve
manevi varlığını koruma ve geliştirme ilkesi açısından işverenin, gene de farklı yeteneklere ve
niteliklere sahip işçiler arasında özellikle ücretler yönünden ayrım yapması mümkündür ve bunun eşit
işlem yapma yükümlülüğüne aykırı bir yönü yoktur. Bu nedenle iş hukuku alanında da mutlak bir
eşitlikten söz edilemez. Eşitlik sadece eşit nitelikte ve konumda olanlar arasında söz konusu
olabileceğinden, eşit işlem borcu öğrenim derecesi, yaş, kıdem gibi nesnel ve çalışkanlık, verimlilik,
yetenek, deneyim gibi sübjektif niteliklerle sınırlandırılmış olmaktadır. İşveren bakımından her zaman
böyle bir farklılık öne sürülebileceğine göre etkili bir şekilde eşitlik ilkesinin özellikle ücretler
konusunda uygulama alanı bulması pek olası değildir. Ancak, örneğin seyyanen ücret zammı
yapılması halinde işçiler arasında bir ayrım yapılması ve bazı işçilerin bu zamdan yukarıda sayılan
nedenlerle yararlandırılmaması eşit işlem borcuna aykırılık oluşturur.
Yasa eşit davranma ilkesini böylece somutlaştırmakla yetinmemiş hem iş ilişkisinin devamı
süresince hem de iş ilişkisinin sona ermesinde aykırı davranışa yaptırım getirmiştir. Daha önce somut
bir yaptırım öngörülmediği için farklı işleme tabi tutulan işçi, sadece yoksun bırakıldığı haklarını talep
edebilmekteyken, yeni düzenleme bunun dışında aykırılık halinde ayrıca işçinin dört aya kadar ücreti
tutarındaki uygun bir tazminatın da istenebileceğini hükme bağlamıştır (İşK. m.5/6). Bu tazminatın
hesabında asıl ücret dikkate alınacaktır.
Ancak, doğal olarak sendika üyeliğini güvence altına alan ve daha ağır yaptırım getiren
Sendikalar Kanununun 31.maddesi hükümleri saklı tutulmuştur.
İşverenin ayrımcılık yasağına aykırı davrandığı ve işçilere yukarıdaki nedenlerle farklı işlem
yaptığı durumlarda bu durumu işçi kanıtlamakla yükümlüdür. Ancak, işçi aykırılığın varlığı olasılığını
güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, bu defa işveren böyle bir aykırılığın var
olmadığını kanıtlamak durumundadır (İşK. m.5/7).
Böylece aykırılık iddiasında bulunan işçi, kanıtlama zorluğu çektiği durumlarda karine olarak
aykırılığı gösteren bir durumu ortaya koymakla kanıtlama yükümlülüğünden kurtulmakta, bu defa
işveren böyle bir durumun olmadığını kanıtlama zorunda kalmaktadır.
I. Genel Olarak
İş ilişkisi süreci içinde işçinin iş görme edimini veya işverenin işi kabul borcunu geçici olarak
yerine getirmesini engelleyen belirli olgular (ifa engeli) söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda iş
sözleşmesinin sona erdirilmesi yerine “askıya alınması”, iş hukukuna özgü çağdaş yöntemlerden
biridir.
Yasamızda belirli durumlarda iş sözleşmesinin askıya alınacağı öngörülmüş ve bunun hukuki
sonuçları düzenlenmiştir. Bu bağlamda olmak üzere, “zorlayıcı sebepler” (m.24/III, 25/III), “sağlık
sebepleri” (m.25/I-b), “işçinin gözaltına alınması veya tutuklanması” (m.25/IV), “Askerlik ve
kanundan doğan çalışma” (m.31), “Yıllık Ücretli izin” (m.53 vd.) örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca,
2822 sayılı “Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda, grev veya lokavt sırasında işçilerin iş
sözleşmelerinin askıda kalacağı açık bir biçimde belirtilmiştir (m.42/2, 3).
Öte yandan, yasada açıkça düzenlenmiş olmamakla birlikte, işveren tarafından verilen ve işçinin
açık veya örtülü biçimde kabul ettiği “ücretsiz izin” uygulaması durumunda da iş sözleşmesi askıya
alınmış olur.
İş sözleşmesinin askıya alındığı dönemde de sözleşme varlığını sürdürür; ancak tarafların bu
sözleşmeden doğan temel borçları askı süresi sonuna kadar ertelenmiş sayılır. Açıkçası, askı dönemi
içinde işçinin iş görme ve işverenin de ücret ödeme borçları ortadan kalkar. Buna karşılık, iş
sözleşmesinden doğan diğer borçlar (yan borçlar) askı süresince de devam eder. Buna göre, sözleşme
askıda iken işçinin sadakat borcu, işverenin ise işçiyi gözetme borcu varlığını sürdürür. Askı
döneminde bu yan borçlara aykırı davranılması, iş sözleşmesinin haklı nedenle feshine yol açar.
Yukarıda belirtildiği gibi işveren askı döneminde iş görmeyen işçiye ücret ödemekle yükümlü
değildir. Kural bu olmakla birlikte, iş hukukunun işçiyi koruyucu ve ücretin sosyal niteliği dolayısıyla
istisna olarak yasada belirli askı durumlarında işçiye ücret ödeneceğinin öngörülmüş bulunduğuna da
işaret edilmelidir (bak. İşK. m.40, 57/1).
İş sözleşmesinin askıya alınması belirli süreli bir iş sözleşmesinin süresini ve sona erme
zamanını etkilemez. Askı durumunda belirli süreli sözleşmenin süresi kesilmeyeceği gibi; bu dönemde
süre dolduğunda iş ilişkisi ortadan kalkar.
Belirsiz süreli bir iş sözleşmesi bildirim sürelerine uyularak sona erdirildiğinde ise, askıya
alınma bildirim süresinin işlemesini etkiler. Buna göre, fesih işlemi sözleşmenin askıya alınmasından
önce yapılmışsa, bildirim süreleri askı süresince işlemez. Fesih işlemi, askı döneminde yapılmışsa,
bildirim süresi askı döneminin sona ermesinden itibaren başlar.
İş sözleşmesinin askıya alınması sonucunu yaratan engel (ifa engeli) ortadan kalktığında,
sözleşmeden doğan temel borçlar tekrar yürürlüğe girer. Askı dönemi bittiğinde, işçi iş görmekle ve
işveren de ona ücretini ödemekle yükümlü olur.