Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 37

1. TRAFİK BUNAMAYA MI YOL AÇIYOR?

Kanada'da yapılan bir araştırmaya göre trafik, bunama (demans) hastalığına yol açıyor.
Günümüzde dünya çapında yaklaşık elli milyon kişinin yaşadığı tahmin edilen bunama hastalığı,
"Yaşlanma veya bazı sinir hastalıklarına bağlı olarak ilerleyici bir biçimde belleği yitirmek."
olarak tanımlanıyor. On bir yıl süren araştırma için Ontario eyaletinde iki milyon yetişkinle
görüşme yapılıyor. 2012 yılında sona eren bu çarpıcı araştırma, gösteriyor ki ana yolun 50 metre
yakınında yaşayan insanların bunama hastalığına yakalanma riski, 300 metre yakınında yaşayan
insanlara göre % 7 ile 11 arasında değişen oranlarda daha fazla. Araştırmacılar, hava kirliliğinin
ve trafiğin gürültüsünün beyin işlevlerinin zayıflamasına neden olabileceğinin altını çiziyor.
Kamu sağlığı uzmanı Doktor Hon Chen, nüfus artışı ve kentleşmenin pek çok insanın yoğun
trafiğe maruz kalmasına yol açtığını ve dolayısıyla kamu sağlığının tehdit altında olduğunu
belirtiyor. Ancak, trafik-bunama ilişkisinden emin olabilmek için daha pek çok araştırmanın
yapılması gerektiğini söylüyor. Doktorlar ise hangi nedenden kaynaklanırsa kaynaklansın
bunamanın zor bir hastalık olduğuna değiniyor ve bunama riskini en aza indirmek için sigara ve
alkolden uzak durmayı; spor yapmayı ve sağlıklı beslenmeyi öneriyor.

1.Metne göre aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Metinde, dünya üzerinde bu hastalığı yaşayan kişilerin yaklaşık olarak sayısı verilmektedir.

b) Metinde, Hong Chen isimli kişinin mesleğine yer verilmektedir.

c) Metinde, araştırmanın kaç kişiyle yapıldığına dair sayısal bilgi yer almaktadır.

d) Metinde, trafik ve bunama hastalığı arasındaki ilişkinin kesinliğinden söz edilmektedir.

2. Metinde geçen “altını çizmek” ifadesinin anlamı aşağıdaki seçeneklerin hangisinde yanlış
olarak verilmiştir?

a) bir sözün önemini belirtmek b) üzerine dikkat çekmek

c) üstünlük sağlamak d) vurgu ile söylemek

3. Metinde geçen “uzak durmak” ifadesinin yakın anlamlısı aşağıdaki seçeneklerin


hangisinde yer almaktadır?

a) Tansiyon hastası olduğum için tuzlu yiyeceklerden kaçınıyorum.

b) Bu aralar çok kilo aldığım için yediklerime dikkat ediyorum.

c) Spor yapmaya alışmak için bol bol alıştırma yapmalısın.

d) Şarkı sözü ezberlemek, unutkanlığı önlüyormuş.


4. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde geçen “yoğun “kelimesi, metinde geçen “yoğun”
kelimesiyle aynı anlamda kullanılmıştır?

a) Asansörde yoğun bir parfüm kokusu vardı.

b) Bugünlerde öyle yoğunum ki!

c)Köye girince yoğun bir sisle karşılaştık

d) Arkadaşım yoğun bakım ünitesinde yatıyor.

5. Metinde geçen “kamu” sözcüğünün eş anlamlısı aşağıdaki cümlelerin hangisinde yer


almaktadır?

a) Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında şehrin tüm sokaklarını gezdik.

b) Halkımızı trafik konusunda bilinçlendirmek için hazırladığımız eğitim


videolarını, video paylaşım sitelerinde bulabilirsiniz.

c) Çocukların sağlıklı karar almalarını sağlamak için onlara güvenli bir çevrede
özgürlük vermeliyiz.

d) İnsan bazen kendini kalabalık şehirlerde bile öyle yalnız hissediyor ki!

6. Metinde sözü edilen araştırma, 2001 yılında başlamıştır.

Doğru Yalnış

7. Metne göre ihtiyarlık, bunama hastalığının nedenleri arasındadır.

Doğru Yalnış

2. Hürrem Sultan

1506’da “Anastasia” adıyla sıradan bir kız olarak dünyaya gelen ve 1558’de Osmanlı
İmparatorluğunda “Hürrem Sultan” adıyla gözlerini kapatan bu saray kadını; güç, aşk ve zekâyla
tarihi değiştirmiştir. Birçok kadın için sonun başlangıcı olan esirlik, ona sonsuz bir gücün
kapılarını aralamıştır. Belki de korkudan titreyerek getirildiği sarayda, günü geldiğinde nicelerini
titretmiştir. Anastasia, Karadeniz’den süzüle süzüle İstanbul Boğazı’na giren ve esir taşıyan
köhne gemiden, hüzünlü gözlerle denizi seyreden onlarca esirden biridir. Onu; hiç tanımadığı,
dilini bilmediği bir diyara sürükleyen yolculuğa lanet etmiştir. Anastasia’nın hayat çizgisini
değiştiren şey, henüz genç bir kızken, memleketi Ukrayna’dan yapılan akınlardan birinde esir
edilip satılması olmuştur. Osmanlı İmparatorluğundaki ilk günlerini geçirdiği sarayda, güzelliği
ve saray adabını öğrenmesiyle dikkat çeken Anastasia, Kanunî Sultan Süleyman’ın veziri ve çok
yakın arkadaşı olan İbrahim Paşa tarafından Topkapı Sarayı’na getirilmiştir. Haremdeki hamam
sefaları, giyim kuşam ve süslenmeden ibaret olan hayattan sıkılan ve sürekli kavga çıkaran
Anastasia’nın tüm bu asiliklerine rağmen şen şakrak tavırları ona “sevinçli” anlamına gelen
“Hürrem” isminin konmasına neden olmuştur. Hırçınlığıyla ünlenen Hürrem’in yine haremi
birbirine kattığı bir sırada oradan annesi Hafsa Sultan’la birlikte geçmekte olan Sultan Süleyman,
Hürrem’le karşılaşıp ondan çok etkilenmiştir. Bundan sonra Hürrem, Sultan’ın hayatına giren üç
kadından biri ve en önemlisi olmuştur. Hürrem, ilk çocuğu Mehmet’i doğurduktan sonra
Sultan’la nikâhlanmış ve tarihe de "kendisine nikâh kıyılan ilk cariye" olarak geçmiştir. Sultan
Süleyman’ın kendisine nikâh kıymasıyla birlikte saraydaki gücü iyice artan Hürrem Sultan,
kayınvalidesi Hafsa Sultan’ın ölümüyle özgürlük alanını daha da genişletmiştir. Hürrem Sultan,
zamanında kendini saraya getiren İbrahim Paşa’nın idam edilmesine neden olmuştur. Yine
Kanunî’ nin, Mahidevran’dan olma oğlu Şehzade Mustafa’yı tahtın vârisi olarak gördüğü için
türlü dedikodular çıkarıp Kanunî’ye öz oğlunu öldürtmüştür. Osmanlı tarihindeki pek çok acılı
olayın sorumlusu olan Hürrem Sultan, çok sayıda mimarî eser ve hayır kurumu da yaptırmıştır.
Eşi Sultan Süleyman, kızı Mihrimah Sultan, damadı Rüstem Paşa ve kendisi için Mimar Sinan’a
çeşitli eserler yaptıran Hürrem, bu eserlerde “Haseki” unvanını kullanmıştır. İstanbul’daki
Haseki semti, Hürrem Sultan adına yaptırılan ve içinde cami, hastane, okul ve çeşme bulunan
Haseki Külliyesi’nden dolayı bu adı almıştır.

8. Metinde aşağıdakilerden hangisinden söz edilmemektedir?

a) hangi ülkeden getirildiğinden b) Anastasia’nın gemi yolculuğundaki ruh halinden

c) Anastasia’nın hamam sefalarına olan düşkünlüğünden

d) Anastasia’nın bazı karakter özelliklerinden

9. Metinde geçen “esir” sözcüğünün eş anlamlısı aşağıdaki cümlelerin hangisinde


kullanılmıştır?

a) Zavallı, arabasını satmış, düşkün bir hâldeydi.

b) Van Gogh’un “Yıldızlı Gece” tablosu, onun önemli eserlerinden biridir.

c) O kadar yoksulmuş ki rüyasında bile eline para değmemiş.

d) Platon’un “mağara” benzetmesinde, eli zincirli kölelerden bahsedilir.

10. Metne göre, aşağıdakilerden hangisi doğru değildir?

a) Metinde, “Hürrem” adının anlamına değinilmiştir.


b) Metinde, Mahidevran ve Hürrem arasındaki çekişmelere değinilmiştir.

c) Metinde, Hürrem Sultan’ın çeşitli eserleri hangi mimara yaptırdığına


değinilmiştir.

d) Metinde, İstanbul’daki bir semtin adının nereden geldiğine değinilmiştir.

11. Metne göre, Hürrem hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Hürrem’in birden fazla çocuğu olmuştur. B) Hürrem, Sultan Süleyman’ı kendine âşık etmiştir.

c) Hürrem, İbrahim Paşa’nın öldürülmesinden sorumludur.

d) Hürrem, giyim kuşama ve süslenmeye düşkündür.

12. Hürrem Sultan, Osmanlı İmparatorluğunda kendine nikâh kıyılan ilk kadındır.

Doğru Yalnış

13. Metinde, Hürrem Sultan’ın kullandığı bir unvandan söz edilmiştir.

Doğru Yalnış

3. Maria Montessori

Montessori, 1870 yılında İtalya’da doğdu. Annesi, akademisyen bir aileden gelen özgür
düşünceli ve zeki bir kadındı; babası ise devrin bakanlarındandı. Montessori, ailenin tek
çocuğuydu. O devirde, kızlar iyi bir eş ve anne olmak için eğitiliyordu. Montessori ise fen ve
matematikle ilgileniyor ve erkeklerin gittiği okula gidip fen bilimleri eğitimi almak istiyordu. Bu
isteğine babasının karşı çıkması üzerine Montessori, annesinin desteğini alarak sadece erkeklerin
gittiği teknik okulda mühendislik okumaya başladı. Bu okulda okurken biyolojiye olan ilgisi
tutkuya dönüştü ve tıp okumaya karar verdi. Annesi dışında herkesin karşı çıkmasına rağmen tıp
fakültesine başvurdu. Yirmi yaşındaki Maria, okuldaki başarısı ve uzun süren ısrarları sayesinde
Roma Üniversitesinde tıp eğitimi alma hakkı kazandı. O dönemde kadınların üniversiteye
gitmesi alışılagelmiş bir olay değildi. Çok az kadın ancak sosyal bilimlerde okuyup öğretmen
olabiliyordu. Daha fazlasına izin verilmiyordu. Maria, kadınların evde oturmasına karşıydı ve
bunun doğru olmadığını ispatlayabilmek için çok çaba sarf etti. Kadın olduğu için derslere babası
refakatiyle gidiyordu. Tüm erkekler yerlerini alana kadar amfiye girmesine izin verilmiyordu.
Erkekler ona kötü davranıyor, onu küçümsüyor ve hakarete varırcasına aşağılıyorlardı. Kadavra
çalışma derslerine alınmıyordu. Saatler sonra morgda tek başına mum ışığında, çalışma yapmak
zorunda kalıyordu. Çok zorlu bir dönemden geçmesine rağmen yaşadıklarına meydan okuyarak
1890 yılında üniversiteyi bitirip ilk kadın tıp doktoru oldu. Montessori, zihinsel engelli
çocukların eğitimine önem veriyordu. Bu bakımdan, bu çocuklara eğitim veren özel bir okulda
çalışmaya başladı. Bu çocuklar için özel gereçler tasarladı. Eğittiği zihinsel engelli çocukları,
İtalya genelinde tüm sekiz yaşındaki çocukların katıldığı bir sınava soktu ve bu çocuklar, normal
zekâsı olan çocuklarla eş hatta onlardan daha yüksek puanlar aldılar. Bu durum, İtalya basınında
“Montessori Mucizesi” olarak anıldı. 1909’da Montessori’nin ilk kitabı “Montessori Yöntemi”
yayımlandı. Tarihi değiştiren ve ardında çok değerli bir yöntemi bizlere miras bırakan bu değerli
kadın, 1952’de dünyaya gözlerini kapadı.

14.Metinde, aşağıdaki bilgilerden hangisi yer almamaktadır?

a) Montessori’nin babasının işi b) Montessori’nin kardeş sayısı

c) Montessori’nin doğum yeri. d) Montessori’nin ölüm yeri

15. Metinden hareketle, aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Montessori’nin tıp eğitimi almasına herkes karşı çıkmıştır.

b) Montessori’nin gençliği döneminde, kadınların eğitimi sınırlıdır.

c) Montessori, tarihte bir “ilk”e imza atmıştır.

d) Montessori, tıp eğitimi aldığı sırada erkekler onu hor görmüştür.

16. Metinde geçen “refakat” sözcüğünün eş anlamlısı aşağıdaki cümlelerin hangisinde yer
almaktadır?

a) Birbirlerini görür görmez diğer yarılarını bulduklarını anladılar.

b) “Birlikten kuvvet doğar”mış, bakın tüm işlerimizi hallediverdik.

c) Tören boyunca sana eşlik etmek, benim için bir onurdur.

d) Ders boyunca bir köşede yalnız başına oturdu durdu.

17. Metinde geçen, “Çok zorlu bir dönemden geçmesine rağmen yaşadıklarına meydan
okuyarak 1890 yılında üniversiteyi bitirip ilk kadın tıp doktoru oldu. ” cümlesinden hareketle,
Maria yaşadığı olumsuzluklara karşın nasıl bir tavır sergilemiştir?

a)yürekli b) çekingen c) ürkek d) tutuk

18. Metinde, Montessori’nin ilk kitabının yayımlanma tarihi yer almaktadır.

Doğru Yalnış
16. Montessori, kadavra çalışma derslerine katılmak istememiştir.

Doğru Yalnış

17. Montessori, zekâ geriliği olan çocuklarla ilgili geleneksel yargıları yıkmıştır.

Doğru Yalnış

4. ZAHA HADİD KİMDİR?

31 Ekim 1950 yılında Bağdat’ta dünyaya gelen ve saygın bir ailenin kızı olan Zaha Hadid, ünlü
kadın mimarlardan biridir. Babası Muhammad Hadid, Batı kültüründen fazlasıyla etkilenmiş bir
siyasetçi ve iş adamıydı. Siyasi rejimin değişmesiyle Irak’tan göç eden Hadid ailesi, önce
İsviçre’ye sonra İngiltere’ye yerleşmeye karar verdi. Üniversite hayatına matematik ile başlayan
Zaha Hadid, yaratıcılığını yeterince besleyemediğine inandığı için matematiği bırakıp 1972’de
Londra’da mimarlığa geçiş yaptı. Her zaman gelenekselciliğe karşı olan Hadid’in özgün mimari
anlayışı, yapısal analizin temelini atmasıyla, mimarlıkta yeni bir dönemin habercisi olarak
yorumlandı. Bir yapıyı oluşturan mimari özelliklerin bütünlüğünü parçalayan Hadid, yüzey
oyunları, dış cephenin kaydırılması, stil imzası olan eğriler ve dalgalarla sadece ün değil, aynı
zamanda müthiş bir saygınlık da kazandı. Erkek egemen mimarlık dünyasında bir kadın olarak
yapısal bütünlüğü bozup yeni açılar, yeni düzlemsel şekiller keşfetmek, büyük cesaret isterdi.
Eğer bu cesarete sahipseniz, dünyanın en prestijli mimarlık ödülü Pritzker’ı kazanabilirdiniz.
Zaha Hadid, 2004 yılında Pritzker Mimarlık Ödülü’nü kazandı ve bu büyük başarıya imza atan
ilk kadın olarak kaynaklara geçti. Eğrilerin ve dalgaların kraliçesi Zaha Hadid, 30 Mart 2016
tarihinde Miami’de geçirdiği ani kalp kriziyle gözlerini dünyaya yumsa da özgün ve yenilikçi
projeleriyle hiçbir zaman unutulmayacak. Onun ezber bozan mimari anlayışı hakkında bir fikir
edinebilmek için Londra Olimpiyatları'nda yüzme ve atlama yarışlarının düzenlendiği Aquatic
Centre'dan Central Bank of Iraq'a, bütün mimari harikası projelerine yakından bakmakta fayda
var.

18.Metinde aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

a) Zaha Hadid'in üniveristede okuduğu bölüme b) Zaha Hadid'in doğum tarihine

c) Zaha Hadid'in ebeveynlerinin mesleklerine

19. Bu metinden aşağıdakilerden hangisi çıkarılmaz?

a) Zaha Hadid geleneksel mimari tarzın öncülerindendir.


b) Zaha Hadid'in olimpiyat yarışları için yaptığı bir projesi vardır.

c) Zaha Hadid, hayata elli altı yaşındayken veda etmiştir.

20. Zaha Hadid için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

a) Kültürel unsurlara bağlı kalarak düzlemsel şekillere yeni bir tarz


kazandırmıştır.

b) Eğriler ve dalgalarla mimari özelliklerin bütünlüğünü parçalamıştır.

c) Ezber bozan dış cephe oyunlarını gelenekle harmanlamıştır.

20. Metne göre, cesur ve gelenekçi mimarlar, Pritzker ödülünü kazanabilir.

Doğru Yalnış

21. Metne göre, Hadid'in kendine özgü mimari yapıları, yeni bir dönemin başlangıcı olarak
görülmüştür.

Doğru Yalnış

22.Metinde geçen "ezber bozan" ifadesi yerine aşağıdakilerden hangisi kullanılabilir?

a)alışılmışın dışında b)olağan şekilde c) beklenmedik anda

5. Sarıkamış Kayak Merkezi

Kış sporları ve kış turizmi bakımından Türkiye’nin önemli beş merkezinden biri olan “Kars-
Sarıkamış Cıbıltepe Kayak Merkezi”nin çevresi, ünlü “Sarıçam Ormanları” ile kaplıdır. Burası,
2200-2900 m yükseklikte, bir plato üzerinde yer alır. Özellikle kar kalitesiyle ünlenen bu
merkez, Alp Dağları’na mahsus “kristal kar” özelliğine sahiptir. Kars’a 54 km, Erzurum’a 153
km uzaklıktaki kayak merkezi, bir günde on beş bin kayakçı ağırlayabilecek güce sahiptir. İlçe
merkezinin güney doğusunda Cıbıltepe, batısında Süphan Dağı kayak alanları yer almaktadır. Bu
üç yer arasında “birinci gelişmiş bölge” olarak saptanan, öncü ve örnek yatırımlara açılmış olan
Cıbıltepe Kayak Merkezi, günde yaklaşık beş bin kayakçıyı konuk edebilir. Cıbıltepe kayak
alanında 2 adet telesiyej tesisi hizmete açılmıştır. Ayrıca burası, 2014 yılı itibariyle toplam 348
yatak kapasiteli tesise sahiptir. Normal kış koşullarında, yılda ortalama 4 ay, 8 ila 120 cm
kalınlığında karla kaplı olan Sarıkamış’ta en uygun kayak mevsimi 10 Aralık - 10 Nisan tarihleri
arasıdır. Sarıkamış çevresi, özellikle "Alp ve Kuzey Disiplini" kayak uygulamaları ile "kayak
safarisi" ve "kızaklı geziler" için çok uygun ortam sunmakta, kısmen “snowboard” da
yapılabilmektedir. Sarıkamış Kayak Merkezi, “slalom, büyük slalom ve süper-C” kayak türlerini
yapmaya elverişlidir. Ayrıca, Sarıkamış’ın kış turizmi yanında piknik ve mesire yeri bakımından
da zengin bir yöre olması, kış mevsimindeki ilginin yazın da devam etmesini sağlamaktadır.

23. Metinde, aşağıdaki bilgilerden hangisine değinilmemiştir?

a) merkezdeki kar kalınlığına b) hangi tür kayakların yapılacağına

b) kayak için uygun zaman aralıklarına d) konaklama tesislerindeki odaların özelliklerine

24. (1)Sarıkamış Kayak Merkezi’nde en uygun kayak zamanı aralık ve nisan arasındadır.. (2)
Burası yazları piknik yapmaya da elverişlidir. (3)Bu merkez özellikle kar kalitesiyle ünlüdür. (4)
Günlük on beş bin kayakçıyı misafir edebilecek potansiyele sahiptir.

Numaralı cümlelerden hangisi olay akışını bozmaktadır?

a)1 b)2 c)3 d)4

25.Aşağıdaki cümlelerin hangisinde, metinde geçen “elverişli” ile aynı anlama gelebilecek bir
sözcük kullanılmıştır?

a) Bu arazi tarım yapmak için uygun görünüyor.

b) Kaza haberleri okuyunca moralim altüst oluyor.

c) Zeytinin bir şifa kaynağı olduğu herkesçe biliniyor.

d) Bence geziler insana, doğayı keşfetme fırsatı veriyor

26. Cıbıltepe Kayak Merkezi, günde on beş bin kayakçıyı ağırlayabilir.

Doğru Yalnış

27. "Burası piknik için elverişli bir yöredir." cümlesindeki "yöre" kelimesi "“bir bölgenin belli
bir yer ve çevresini kapsayan sınırlı bölümü” anlamındadır.

Doğru Yalnış

6. Hayvanların Farklı Özellikleri


Doğal hayat, içinde mucizeler barındırıyor. Bu dünyayı paylaştığımız canlıların birbirinden ilginç
birçok özelliği var. Dilerseniz hayvanların ilginizi çekecek özelliklerine bir göz atalım:
Doğal hayatın en görkemli canlılarından olan atlar, bir ay kadar ayakta durabiliyor. Hortumunda
50 bin adet kas bulunan fil, büyük bir kütüğü hortumuyla taşıyabilirken aynı zamanda yere
düşmüş bir bezelye tanesini bile alabiliyor. Dünyanın en zorlu coğrafyasında yaşayan kutup
ayıları, çok ilginç bir yöntemle vücut ısılarını koruyor. Buzların içinde kendilerine bir yaşam
kuran kutup ayıları, arka ayaklarıyla ön ayaklarının izine basarak yürüyor. Kutupların diğer
sevimli canlıları penguenler ise 225 metre derine dalabiliyor ve yaklaşık 18 dakika nefeslerini
tutabiliyor. Bu muhteşem hayvanların sahip oldukları diğer bir olağanüstülük, her adımın
sonunda bir diğeri için enerji depolayarak enerji tasarrufu yapmaları. Filmlerde vampir simgesi
olarak karşımıza çıkan yarasalar, gündüzleri kör olmalarına rağmen geceleri zifiri karanlıkta, 0.6
milimetre çapında bir teli, diğer nesnelerden ayırt edebiliyor. Kargalar, ortalama 120 yıl yaşıyor.
Bu özellikleriyle tarihin sessiz tanığı gibiler. Azimleriyle diğer canlılara örnek olan karıncalar,
kendi ağırlığından 50 kat fazlasını kaldırabiliyor. Akrepler, radyasyona karşı dayanıklılar. İnsanın
radyasyona direnci 600 birimken akrepler 150 bine kadar çıkıyor. Çöl akreplerinin algıları ise ileri
teknolojilere kafa tutabilecek cinsten. Çöl akrepleri, kuma konan bir kelebeğin oluşturduğu
titreşimleri algılayabiliyor.

28.Paragrafa göre, aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

A) Atlar, bir ay kadar ayakta kalabilir.

B) Filler, hortumlarıyla kilolarca ağırlığı taşıyabilir.

C) Kutup ayıları, uzun süre nefeslerini tutabilir.

D) Penguenler, metrelerce derinliğe dalabilir.

29.Aşağıdakilerden hangisi, paragrafta yer alan bir bilgi değildir?

A) Yarasalar, gündüzleri görme engellidir.

B) Kargalar, uzun yıllar yaşayabilirler.

C) Akrepler, radyasyona dayanıklıdır.

D) Atların kas yapısı, oldukça gelişmiştir.

30. Kutup ayıları, uzun süre nefeslerini tutabilmek için farklı bir metot geliştirmişlerdir.
Doğru Yalnış

31. Yarasalar, gece keskin bir görüş yeteneğine sahiptirler.

Doğru Yalnış

32. Karıncalar, radyasyona karşı dirençlidirler.

Doğru Yalnış

33. Metinde geçen"... özelliklerine bir göz atalım" cümlesineki "göz atalım" yerine hangi ifade
kullanılabilir.

A) araştıralım B) bakalım
C) oluşturalım

34. Metinde geçen "...canlıların birbirinden ilginç birçok özelliği var."


cümlesindeki "ilginç" kelimesi yerine hangi ifade kullanılabilir.

a) tuhaf b) yüksek c) şaşkın

7. OKUMA

Bence başarı tesadüfi değildir, bazı özelliklere sahip insanlar hayatta başarıyı yakalar. Bu
özellikler neler mi? NE İSTEDİĞİNİ HIZLI NETLEŞTİREBİLME Başarı merkezli insanlar,
gelecekte olmak istedikleri yere dair zihinsel netlik içindedirler. Kim olmak, ne yapmakla
birlikte neyi yapmamak istediklerine de hızla karar verebilirler. Geçmiş değil, gelecek
merkezlidirler. Bir şeyler planladıkları gibi gitmediğinde, derin bir analizle dersler çıkarır,
sonra ‘önlerindeki maçlar’a bakarlar. Akılları dikiz aynasına takılı halde yaşamazlar.
Hayatlarını keşkeler, meğerler, eğerlerle doldurmazlar. Geçmişe ait kötü anılar, paketlenmiş
halde, zihinsel arşiv kayıtlarının mahzeninde durur, aklın çalışma salonunda değil. YÜKSEK
BİR HAYAT ENERJİSİNE SAHİP OLMAK İnsanlar da ampuller gibi, farklı ışık saçma
seviyelerine sahiptirler. Bazıları 30 wattlıktır, bazıları 60, bazıları ise 100! Sıfırdan zirveye
çıkanlarda 100 mumluk ampul enerjisi bulunur. Bu sayede zorluklarla mücadelede enerjileri
hemen tükenmez. Kendi kendilerini şarj ve deşarj ederek, sürdürülebilir moral yönetimi
yaparlar. Hayat enerjisi çok yüksek olmayanların, başarı mücadelesinde sık sık ‘pilleri bitecek’,
bir süre sonra da ‘asidi kaçmış içeceğe’ benzeyip tükenmişlik sendromuna yakalanacaklardır.
ZOR ZAMANLARDAN GÜÇLENEREK ÇIKMAK Başarı merkezli insanlarda baskı altında
sakin kalabilme ve zor zamanlarda güçlenerek çıkma eğilimi fazladır. Onlar yendikleri şeyden
daha büyük olur. Nietzsche’nin “Beni öldürmeyen darbe beni güçlendirir.” cümlesi,
hayatlarının gizli öznesidir. Kendilerini büyüttükçe, önlerindeki engellerin küçüldüğünü
öğrenmişlerdir. Bir sorunu kafalarında büyüttükçe kendilerini küçülttüklerinin de
farkındadırlar. Demirin sıcak ve soğuk ortamdan geçtikçe çeliğe dönüşmesi gibi, başarı
merkezli insanlar da zorluklar tarafından güçlendirilir. KENDİ HAYATINA HEM İÇTEN
HEM ÜSTTEN BAKABİLME YETENEĞİ Başarı merkezli yaşayanlar, hayatın parça-bütün
ilişkisini iyi kurarlar. Gereksiz detaylar arasında boğulup kalmazlar. Hayatın Amazon
ormanları içinde yürürken yönlerini ve yollarını şaşırdıklarında, hemen en yüksek ağaca
tırmanıp o anda nerede olduklarını görürler. Hayatlarına sık sık ‘helikopter perspektifi'nden
bakma alışkanlıkları vardır. Bu sayede nereden başladıklarını, nerede olduklarını, nereye
gitmek istediklerini bir bütün olarak görüp akıllarında tutarlar. Kariyer koordinatlarını
şaşırmaz, ayrıntılar arasında kaybolup bütünü unutmazlar.

35. "Hayatına sık sık ‘helikopter perspektifinden bakabilen" biri için aşağıdakilerden hangisi
söylenebilir?

A) Çalışmalarını, hayatını en ince ayrıntısına kadar planlayan biridir

B) İş hayatındaki olumlu ve olumsuz gidişatı bir dış göz gibi değerlendirebilen biridir.

C) Gözü yükseklerde olan her zaman başarıyı hedefleyen biridir.

D) Yeni heyecanlar peşinde koşan uçmayı seven biridir.

36. Sezen Aksu’nun “Ne çoğaldım övgüden, ne azaldım yergiden” ifadesinden


aşağıdakilerden hangisi çıkarılabilir?

a) Başkalarının size söylediği güzel ya da kötü sözlerin sizin başarınıza etkisi


yoktur.

b) İnsanlar tarafından takdir görmek ya da beğenilmemek insana değer katar.

c) Alkışlanmak, beğeni kazanmak ya da kargışlanıp aşağılanmak insanı insan


yapar.

d) Övgü ve yergi bütün insanlar için psikolojik bir tetikleyicidir.

36. "Geçmiş değil gelecek merkezli" olmakla aşağıdakilerden hangisi ifade edilmiştir?

a) Tecrübelerinden kazandıklarını içinde bulunduğu ortama uyarlamak.

b) Önceden yaşanan olumsuzlukları unutarak ileriye bakabilmek.

c) Yaşananlardan ders çıkarıp geleceği planlarken tedbirli olmak.

d) Geçmiş geçmişte kalsa da geçmişin geleceğe yön verdiğini bilmek.

37. Okuduğunuz metne en uygun başlık aşağıdakilerden hangisidir?

a) Başarı İçin Altın Kurallar b) Başarmak Çalışmaktır

c) Başarıya Giden Yol c) Başarı Gelecektedir


38. Metne göre, doğru bildiğinizi yaparken, başkalarının gözüne fazla bakarsanız
cesaretiniz kırılabilir.

Doğru Yalnış

39. Metne göre, hayat enerjsi yüksek olan insanlar kolayca tükenmişlik sendromuna
yakalanabilirler.

Doğru Yalnış

40. Metne göre, olumsuzlukların insanlara güç vermesi demirin sıcak ve soğuk ortamdan
geçtikçe çeliğe dönüşmesine benzemektedir.

Doğru Yalnış

8.“Steve Jobs”

HayatımıDeğiştiren Şeyler Çocukluk dönemimde kimse, filmlerin dışında gerçek bir bilgisayar
görmemişti. Filmlerde de kocaman, makara teypli, ışıklı, gizemli şeyler olarak yansıtılırdı.
Bilgisayarla ilk tanışmam 10 yaşlarına denk geliyor. NASA’da bir zaman paylaşımlı bilgisayar
terminali görmüştüm. Çok heyecan vericiydi. Telefon rehberinden Bill Hewlett‘ın (HP’nin
Kurucusu) numarasını bulup aradım. “12 yaşında bir çocuğum ve bilgisayarlara meraklıyım.
Kendim yapmak istiyorum.” dedim. Ondan parçalar istedim. 20 dakika konuştuk. Bana hem
parçalar hem de fikirler verdi. Onun sayesinde 12 yaşında kurumsallık, çalışanlara davranış şekli
ve çalışmayla ilgili çok önemli bilgiler edindim. Her salı HP’nin Palo Alto’daki merkezine
gitmeye başladım. Orada ilk kişisel bilgisayarları HP 9100’ı görüp âşık oldum. Onu kullanmak
için sabırsızlanıyordum. Aynı dönemde Steve Wozniak ile tanıştım. 15 yaşındaydım ve Woz
benden daha fazla elektronik bilgisi olan tek adamdı. Bu tutkusu yüzünden okulu bırakmıştı. Çok
iyi arkadaş olduk. Bir gün Esquire dergisinde John Draper’in hikayesini okuduk. Draper
telefonla bedava konuşmayı başarmıştı! Bu inanılmazdı. Kütüphaneye gidip bunu mümkün kılan
gizli kodları araştırmaya başladık. Salonun en ücra köşesinde, en alt rafta AT&T Teknik
Kitapçığını bulduk. Hepsi orada yazıyordu ve okuduklarımız gerçekti. Bu bilgilerle o zamanki en
iyi “mavi perde’yi imal etmiştik. Dünyayı ele geçirmiş gibiydik. O genç yaşta, kendi başımıza
milyarlarca dolarlık bir yapıyı kontrol edebildiğimizi, bir anda devleşebileceğimizi fark ettik.
Apple’ın başlangıcına gelirsek, o dönemler paylaşımlı bilgisayarlar vardı ve boş zamanlı
terminal bulmanız çok zordu. Biz de kendi terminalimizi üretmeye karar verdik (çünkü hazırını
alacak paramız yoktu). Prototipimizi mikro işlemciyle birleştirince ortaya bağımsız (merkeze
bağlanmadan müstakil olarak çalışabilen) bir bilgisayar çıktı. 4-8 saat süren bir çalışmayla elde
üretmekle kalmayıp herkesin ilgisini çekmeyi başardık. Kısa süre sonra baskı devreler
üretebilirsek daha fazla ve daha hızlı üretebileceğimizi; hatta geçimimizi bundan
sağlayabileceğimizi fark ettik. Ben minibüsümü, Woz da hesap makinasını sattı ve üretime
başladık. İlk hedefimiz Apple’ı kurma uğruna sattıklarımızı geri alabilmekti. O dönemki tek
bilgisayar dükkânı olan Byte Shop’a gidip yaptıklarımızı gösterdim. Adam etkilendi ama
satabilmek için bizden monte edilmiş, tamamlanmış ürünler istedi. Biz o zamana dek demonte
dağıtıyorduk, satın alanlar kendi monte ediyordu. Hemen parça üreticilerini bulduk, parçaları
satın aldık ve sattığımız ilk 50 bilgisayarlık partiyle çarkı döndürmeye başladık. Apple II’yi
tasarlıyorduk ve hedeflerimiz yükselmişti. Woz, kafayı renkli grafiklere takmıştı. Bense
programlamaya kafası basmayan ama bilgisayar sahibi olmak isteyenleri düşünüyordum.
Kutusundan çıkarır çıkarmaz, programlama yapmadan bir işe yarayan, bir şeyler yapılabilen bir
bilgisayar üretmek istiyordum. Bu iki hayali birleştirmemiz gerekiyordu. Para bulmak için risk
yatırımcılarına gitmeye başladık. Ondan ona sekerken Mike Markkula‘ya ulaştık. Para vermeyi
kabul etti. Biz parayla beraber kendisini de aramızda istedik. Kabul etti ve beraber ilk üretimi
gerçekleştirdik. Apple II West Coast Computer fuarında satışa çıkınca büyük olay oldu.
Televizyonlar bile röportaj için sıraya girmişti. Özetlemem gerekirse uğruna en değerli
şeylerinizden vazgeçebiliyorsanız idealleriniz var demektir.

41.Metinden aşağıdaki bilgilerden hangisine ulaşılabilir?

a) Jobs' un hayatını etkileyen kişilere b) Jobs' un ailesi hakkında


bilgiye

c) Jobs' un hangi şehirde doğduğuna d) Jobs' un yıllık gelirinin ne


kadar olduğuna

42. Metinde geçen "geçimini sağlamak" ifadesinin aşağıdaki ifadelerden hagisiyle ilgisi yoktur?

a) para kazanarak yaşamını sürdürmek.

b) hayatını devam ettirecek maddiyata sahip olmak

c) kazandığı parayı birikime dönüştürmek

43. "Uğruna en değerli şeylerinizden vazgeçebiliyorsanız idealleriniz var demektir." cümlesinin dengi
aşağıdakilerden hangisidir?

a) İdealleri olan insanlar gerektiği takdirde idealleri için, kıymet arz eden ne varsa feda edebilirler.

b) Eğer idealleriniz varsa kimi zaman sizin için kıymetli olan şeyleri terk etmek zorunda kalabilirsiniz.

c) İdeallerim için değerli şeylerden vazgeçmek zorunda kalacaksam bu gerçek bir ideal olamaz

d) Eğer bir amacınız varsa bu amaç uğruna neleri harcadığınıza dikkat etmelisiniz.

44. Metne göre Steve Jobs için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Hedeflerine ulaşmak için her yolu deneyen biridir.


b) Bilgisayar programcılığından iyi anlaması başarısını getirmiştir.

c) İdealleri uğruna ailesini feda etmeyi göze almıştır.

d) Hayatın ona sunduğu fırsatları değerlendirmesini bilmiştir.

45. Metne göre, Steve çocukluğundan beri bilgisayarlara özel bir ilgi duymaktadır.

Doğru Yalnış

46. Metne göre, Steve daha on beş yaşında yaptıklarıyla kendi gücünün farkına varmıştır.

Doğru Yalnış

9 CERN ÇALIŞMALARI

Bu topluluk on iki Avrupa ülkesinin iş birliği ile kurulmuştur. Kurulduğundan bu


yana da çok geniş katılımlı uluslararası iş birliğinin başarılı bir örneği olarak
hizmet vermektedir. CERN'de yürütülen araştırmaların esas amacı maddenin
yapısını ve maddeyi bir arada tutan kuvvetleri anlamaktır. İnsanlığın asırlardır
yürüttüğü, maddenin yapısını anlamak amaçlı büyük faaliyetin modern altyapısı,
parçacık hızlandırıcılarıdır. Parçacık hızlandırıcılarında çok yüksek enerjilere ve
çarpışma sayılarına erişmek, çarpışmalardan çıkan çok sayıdaki parçacığı
algılayabilmek mevcut teknolojinin sınırlarını zorlamaktadır. Bu bağlamda CERN,
temel bilim araştırmalarının yanında, yarının teknolojilerini geliştirmekte de çok
önemli bir rol oynamaktadır. Süper iletken teknolojisinin CERN hızlandırıcıları
sayesinde ilerlemesi, yeni temiz enerji kaynaklarının araştırılması, yeni reaktör
sistemlerinin geliştirilmesi, bilgisayar teknolojisi, tıpta tedavi ve teşhis
uygulamaları, yeni elementlerin bulunuşu en önde gelen araştırmalardır. Parçacık
fiziği araştırmaları lazer fiziği, plazma fiziği, elektronik, telekomünikasyon,
nanobilim, malzeme bilimi, nükleer tıp ve radyoterapi, bilişim teknolojisi (yazılım
geliştirme, bilgisayar mimarisi, bilgisayar ağ bilimi vb.), savunma sanayi ve
mühendisliğin çeşitli dallarındaki yeni gelişmelerin lokomotifidir. Örneğin, bugün
dünyadaki bilgisayar iletişiminin kalbi olan World Wide Web (www), pek çok
ülkeye dağılmış olarak çalışan parçacık fizikçilerinin hızlı ve kolay iletişim
kurmalarını sağlamak amacıyla, CERN'de bir bilgisayar programcısı olan Tim
Berners-Lee'nin "HTML" adlı bilgisayar dilini bulup geliştirmesiyle oluşmuştur.
Diğer bir örnek ise hızlandırıcılar sayesinde ilk defa olarak anti-hidrojen
üretiminin gerçekleşmesidir. Bu kapsamda CERN, temel bilimin en ileri saflarında
yeni bilgi üretmeye çalışan bilim adamlarına teknolojinin izin verdiği en ileri
deneysel olanakları ve çözümleri de sunmaktadır.

46.Metinde aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

a) CERN’in kuruluş amacına

b) CERN hızlandırıcıları sayesinde yapılan araştırmalara

c) CERN’e üye olan ülkelerin isimlerine

d) CERN’in bilim ve teknoloji alanındaki etkisine

47.(1)Maddenin yapısını ve maddeyi bir arada tutan kuvvetleri anlamayı hedefler.

(2)CERN, on iki Avrupa ülkesinin iş birliği ile kurulmuştur.

(3)Maddenin yapısını anlamak amaçlı büyük faaliyetin modern altyapısı ise parçacık hızlandırıcılarıdır.

(4)Kurulduğundan bu yana uluslararası işbirliğinin başarılı bir örneği olmuştur.

Numaralı cümlelerin düşüncenin akışına göre doğru sıralanmış şekli, nasıl olmalıdır?

a) 2/4/1/3 b) 3/2/4/1 c) 4/1/2/3 d) 1/3/2/4

48. “CERN, teknolojinin izin verdiği en ileri deneysel olanakları ve çözümleri de sunmaktadır.”
Aşağıdakilerin hangisinde bu cümledeki "olanak"kelimesiyle aynı anlama gelen bir sözcük
kullanılmıştır?

a) Bu işe girerken tüm ihtimalleri hesaplamalısın.

b) Sence bunu bizden gizlemelerinin imkanı var mıdır?

c) Bu kadar gürültünün içinde çalışabilmek ne mümkün.

d) Nasıl bu kadar şanslı olabildiğini hep merak etmişimdir.

49. Hızlandırıcılar sayesinde, ilk defa olarak anti-hidrojen üretimi gerçekleşmiştir.

Doğru Yalnış
50. "CERN'de yürütülen araştırmaların esas amacı maddenin yapısını ve maddeyi bir arada tutan
kuvvetleri anlamaktır." cümlesindeki "esas" kelimesi "Bu işin esası böyle değil." cümlesindeki
anlamıyla kullanılmıştır.

Doğru Yalnış

51. Metinde geçen "...bilgisayar iletişiminin kalbi olan ....." cümlesindeki "kalp" kelimesi " bilgisayar
iletişiminin en önde geleni" anlamndadır.

Doğru Yalnış

10. OKUMA_GURME

TÜRKLER NEYİ NASIL YER? Beslenme biçimleri, içinde bulunulan kültürel, coğrafi,
çevresel, ekonomik yapıya ve tarihsel sürece göre şekillenmektedir. Türk mutfağı denildiğinde
Türkiye'de yaşayan insanların beslenmesini sağlayan yiyecekler- içecekler, bunların
hazırlanması, pişirilmesi, korunması; bu işlemler için gerekli araç-gereç ve teknikler ile yemek
yeme adabı ve mutfak çevresinde gelişen tüm uygulamalar ve inanışlar anlaşılmalıdır. Türk
mutfağındaki çeşit zenginliği birçok etkene bağlıdır. Hayli zengin bir mutfak olan Türk mutfağı;
Asya, Avrupa, Orta Doğu ve Arap mutfaklarından esintiler taşır. Türk mutfağının en önemli
kısmını kebap yemekleri oluşturmaktadır. Yasalar tarafından koruma altına alınmış birçok kebap
türü bulunmaktadır. Bunun yanı sıra domuz, at, ayı, kurbağa ve salyangoz gibi uç örnekler
dışında tüm av etleri, kümes hayvanları, sığır etleri, balıklar ve yüzlerce sebze ve meyve bu
mutfakta kendine yer edinmiştir. Bölgelere göre incelersek Ege ve Akdeniz kıyısı boyunca
peynir, zeytinyağı, çeşitli taze sebzeler ve deniz ürünleri daha sık kullanılırken, Anadolu’da
bakliyat, tereyağı ve sığır eti yemeklerde daha baskındır. Bunun sebebi, iklim ve coğrafi
konumdur. Karadeniz kıyılarında hamsi, palamut ve istavrit gibi balıklar sıkça pişirilir. Ayrıca,
ıspanak, karalâhana ve mısır en karakteristik sebzelerdir. Geleneksel Türk mutfağında
yemeklerde domates yerine sıklıkla erik ve kayısı gibi meyveler kullanılır. Izgara, haşlama ve
fırınlama en sık kullanılan pişirme yöntemleri arasında gelir. Otantik bir pişirme yöntemi ise
tandırdır. Tandırda et yer altındaki bir kuyunun içinde közleşmiş odun ateşinde saatlerce pişirilir.
Sonuçta çok yumuşak ve lezzetli bir et elde edilir. Deniz ürünleri ızgara, tava, füme, lakerda,
buğulama ve fırınlama yöntemleri ile hazırlanır. Hamsi, istavrit, palamut, çipura, lüfer, levrek ve
alabalık en çok tüketilen balıklar arasında gelir. Midye ve karides de genel olarak denize kıyısı
olan bölgelerde tüketilmektedir. Süt ürünleri Türk mutfağında önemli bir yere sahiptir. Süt,
yoğurt, krema, tereyağı ve kaymak sofraların olmazsa olmazları arasında gelir. Çorbalar da
sofraların vazgeçilmez değerleri arasındadır. Özellikle kış aylarında yemek her zaman sıcak bir
çorba ile başlar. En çok tüketilenler tarhana, ezogelin, mercimek ve yayla çorbasıdır. Yoğurt
çorbası gibi soğuk servis edilen çorbalar ise yaz aylarında tercih edilir. Sofralarda ana yemek
olarak güveçte sebzeler, av ya da kümes etleri, balık ya da sığır etli yemekler servis edilir. Bu
yemeklerde baharat ve çeşniler önemli rol oynar. Öğle ve akşam yemekleri için kurulan
sofraların demirbaşlarından olan salatalar yöreden yöreye farklılık göstermekle beraber mevsim
yeşillikleri, kuruyemişler, soğan ve domates sık kullanılan malzemelerdir. Bazen Akdeniz
yeşillikleri ile bazen mevsim sebzeleri ile yapılan salatalarda, karar ana yemeğe göre verilir.
Salataların sosu mutlaka zeytinyağı, limon ve sirke ile hazırlanır. Türk mutfağında tatlılar
genellikle şerbetli ve sütlü tatlılar olmak üzere ikiye ayrılır. Şerbetli tatlılar sonradan eklenen
şerbet ile sulandırılıp tatlandırılan hamur işleridir. Sütlü tatlılar ise daha çok muhallebi ve sütlaç
türü tatlılardan oluşur. Yöreden yöreye farklılaşan lezzetleri barındıran yeme-içme biçimleri,
özel gün, kutlama ve törenlerde ayrı bir anlam hatta kutsallık taşır. Türk Mutfağı, çeşit zenginliği
ve damak tadına uygunluk yönünden olduğu kadar birçok yemek ve yiyecek türü ile sağlıklı ve
dengeli beslenmeye ve vejetaryen mutfağına kaynaklık edebilecek örnekleri barındırmaktadır.

52.Okuduğunuz metinde aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

a) Türk mutfağında et pişirmede kullanılan yöntemlerine

b) Türk mutfağının hangi bölgelerin karması olduğuna

c) Türk mutfağının hitap ettiği beslenme biçimlerine

d) Türk mutfağında tercih edilen tatlıların tariflerine

53. Metne göre, aşağıdakilerden hangisi "Türk mutfağı" tanımının kapsamına girmez?

a) Hangi besinlerin tercih edildiği b) Yemeklerin nasıl saklandığı

c) Mutfakla ilgili alınan eğitimler d) Yeme-içme terbiyesi

54. Metne göre, Türk mutfağı ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Türk mutfağında, dünya mutfağında sıkça tercih edilen et çeşitleri kullanılmaz.

b) Coğrafi konum, bölgeler arasında farklı beslenme alışkanlıklarının oluşmasında


etkili olmuştur

c) Kebabın, Türk mutfağındaki önemi kanunlarla himaye edilmesinden

anlaşılabilir.

d) Erik ve kayısı, geleneksel Türk mutfağında taşıdığı önemi günümüzde kaybetmiştir. Yerini domatese
bırakmıştır.
55. Metne göre, "çorba" ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Çorbaların tamamı her zaman sıcak bir şekilde servis edilir.

b) Çorbalar,ana yemekten önce tercih edilir.

c) Tarhana, ezogelin, mercimek ve yayla en çok tercih edilen çorbalardır.

d) Yoğurt çorbası, soğuk havalarda sofralarda göremediğimiz bir çorbadır.

56. "Süt, yoğurt, krema, tereyağı ve kaymak sofraların olmazsa olmazları arasında gelir. " cümlesindeki
koyu yazılmış ifade yerine aşağıdakilerden hangisi getirilirse cümlenin anlamı değişmez?

a) olsa da olmasa da b) olur olmaz c) en önemlileri d)


vazgeçilmezleri

57. Karadenizde, belirli türdeki balıkların sıklıkla tüketildiği gibi,bölgenin tipik sebzelerinden ıspanak,
karalahana ve mısırda sofralarda yer alır.

Doğru Yanlış

11. OKUMA_AKDENİZ MUTFAĞı

AKDENİZ MUTFAĞI Dünyanın üç eski kıtasını -Asya, Afrika ve Avrupa’yı- birleştiren


Akdeniz Havzası; kültürel ilişkiler, ticari alışverişler ve siyasal çatışmalar bakımından en
ayrıcalıklı bölgelerden biri, farklı kültürel özellikler taşıyan birçok uygarlığın kaynağı ve
birleşme noktası olmuştur. Akdeniz kültürü; iklimi, coğrafi yapısı, bitki örtüsü ve köklü geçmişi
ile evrensel bir bütünlüğe ulaşmıştır. Akdeniz mutfağı, bu özgün kültürel yapının en önemli
bölümlerinden birini oluşturur. Geleneksel Akdeniz beslenme sistemi, çok genel hatlarıyla tahıl
(özellikle buğday), zeytinyağı, sebze-meyve, su ürünleri, süt türevleri ve baharata dayandırılır.
Akdeniz beslenme sisteminde birinci sırayı alan tahılın, özellikle buğdayın, tarihin ilk
dönemlerinden beri Akdeniz’de yetiştiği ifade edilir. Tahıl, özellikle buğday ürünleri Türk
mutfağının da belirgin özelliklerinden biridir. Buğday unundan hazırlanan ekmek türleri, unlu ve
hamurlu yiyeceklerimizde çeşit fazlalığı dikkat çekicidir. Bulgur, yarma, firik gibi buğday
ürünlerinin mutfağımızdaki kullanımı tüm bölgelerimizde özellikle de Akdeniz’de yaygındır.
Zeytin ve zeytinyağı, geleneksel Akdeniz beslenme biçiminin ikinci önemli yönünü oluşturur.
Zeytinyağı; Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerimizde diğer bölgelere oranla daha çok
tüketilmektedir. Ege illerimizin bir bölümünde; sabah öğünlerinde nane, kekik gibi çeşnilerle
karıştırılarak ekmekle tüketilir. Akdeniz beslenme sistemi içinde sebze-meyvenin de önem
taşıdığı görülmektedir. Akdeniz’in kışları yumuşak, yazları sıcak ve genelde az yağışlı ikliminde
gelişen bitkiler Akdeniz bitkileri adını alır. Akdeniz türlerinin en verimli türlerinin yetiştiği
Arabistan kaynaklı turunçgillerin yanında, Akdeniz mutfak kültürüne Ortadoğu’dan ve Atlas
Okyanusu kanalından girmiş olan birçok sebze ve meyve çeşidi mutfak yapımıza, damak
zevkimize uydurulmuştur. Bugün olduğu gibi, Eski Akdeniz havzasında da soğan, pırasa ve
sarımsak üçlüsü Akdeniz’in en önemli besin maddeleri olarak görülmektedir. Anavatanın
Akdeniz olduğu belirtilen beyaz ve kırmızı pancar, pazı, bamya; Hindistan kökenli olarak
tanımlanan patlıcan ve salatalık Akdeniz’de tüketilen sebzelerden birkaçını oluşturur.
Günümüzde de bu sebzelerden elde edilen yemek ve yiyeceklerin çokluğunu görmek ve
tahılların eklenmesi ile zenginleştirilen örneklerini, bölgesel farklılık ile bulmamız mümkündür.
Akdeniz beslenme sisteminin mutlaka değinilmesi gereken karakteristik bir başka yönü de su
ürünleridir. Akdeniz, belirli bölgelerin özellikle boğazların dışında deniz ürünleri bakımından
verimliliği düşük bir denizdir. Doğuya gidildikçe balık avlama oranı azalır. Türk mutfağında,
deniz ürünlerinin tüketimi deniz ve akarsu sayımızın yeterliliğine rağmen düşüktür. Akdeniz
mutfağını lezzetlendiren baharat, geçmiş dönemlerde Akdeniz havzasına Suriye ve Yakın-Orta
Doğu üzerinden gelmekteydi. Türk mutfağının genel yapısında baharat çeşitliliği az olmakla
birlikte Akdeniz ve Güney bölgelerimizde bu oranın arttığı gözlemlenmektedir. Geleneksel
Akdeniz beslenme biçimi ile ele alınacak son nokta, süt ve süt ürünleridir. Yoğurt kavramının
Türkler tarafından Anadolu’ya getirildiği ve maya olarak çeşitli malzemelerin kullanıldığı
bilinmektedir. Türk mutfağının genelinde yiyecek ve içecek türlerinde süt ürünlerinin kullanım
fazlalığı dikkat çekmektedir. Bu bilgiler ışığında, geleneksel Akdeniz mutfağının, kişinin yeterli
ve dengeli beslenme ihtiyacını karşılayabilecek özelliklere sahip olduğu sonuca varmak
mümkündür.

58. Okuduğunuz metinde aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

a) Akdeniz havzasının kapladığı alana

b) Akdeniz mutfak kültürünün bileşenlerine

c) Akdeniz mutfağıyla Türk mutfağının kesişimlerine

d) Akdeniz coğrafyasının konumuna ve özelliklerine

59. Metne göre, Akdeniz mutfağıyla ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

a) Günümüzde yerel esintiler taşımaya devam etmektedir.

b) Birçok bileşenin harmanlanmasıyla oluşmuştur.

c) Türk mutfağının besin tercihleri bakımından Akdeniz beslenmesiyle ortak


yönleri vardır.

d) Akdeniz kültürünü tanımada ve anlamada önemli bir unsurdur.


60. Metne göre, aşağıdakilerden hangisi Türk mutfağının, Akdeniz kültürüyle bağdaştığı noktalardan
biri değildir?

a) Yüksek miktarda tahıl tüketimi b) Zeytinyağının mutfaktaki


önemi

c) Güney bölgelerde baharat kullanımı d) Süt ve süt ürünlerinin


beslenmedeki yeri

61. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde "karşılaştırma" anlamı vardır?

a) Ege illerimizin bir bölümünde; sabah öğünlerinde nane, kekik gibi çeşnilerle
karıştırılarak ekmekle tüketilir.

b) Zeytinyağı; Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerimizde diğer bölgelere oranla


daha çok tüketilmektedir.

c) Akdeniz’in kışları yumuşak, yazları sıcak ve genelde az yağışlı ikliminde


gelişen bitkiler Akdeniz bitkileri adını alır.

d) Buğday unundan hazırlanan ekmek türleri, unlu ve hamurlu yiyeceklerimizde


çeşit fazlalığı dikkat çekicidir.

62. Akdeniz mutfağında buğday, diğer tahıl ürünleriyle aynı öneme sahiptir.

DOĞRU YANLIŞ

63. Geçmişte Akdeniz coğrafyasında büyük önem taşıyan soğan, pırasa ve sarımsak, günümüzde
değerini kaybetmiştir.

DOĞRU YANLIŞ

11. SİGARANIN ZARARLARI

Tütün; patlıcangiller ailesinden bir bitkidir. Tütünü diğer bitkilerden ayıran en önemli özellik ise
yapraklarında bulunan nikotindir. Nikotin organik azotlu maddelerden oluşan bir alkoloiddir,
insanın organizmasında, sigaraya karşı besine olan ihtiyaç gibi bir ihtiyaç başlatır. Vücut nikotin
almadan düşünemez ve rahat olamaz . Beyin fonksiyonları nikotinsiz işlevlerini tam olarak
yerine getiremez. Bunların sonucunda organizma rahatsız bir hâle gelir ve sigaraya ihtiyaç duyar.
Giderek sigaraya alışkanlık başlar ve ihtiyaçlarına yeni bir ihtiyaç eklenen insan, bu ihtiyacını
gidererek mutlu olur ve bundan sahte bir zevk alır. Bu sahte zevk her mutlu oluşta, her güzel
muhabbette, her mutsuzlukta yani kısacası insanın duygu yüklü olduğu her anda yakıldığından,
tüm bu duygularla birleşerek ,insanla daha da bütünleşerek vazgeçilmez bir hâl alır ve psikolojik
bağımlılığı oluşturur. Oysaki sigaranın dumanına insanoğlunun hiçbir şekilde ihtiyacı yoktur.
Fazla dozda alındığında nefes alıp verme kaslarını felç ederek insanı öldürebilir. Ancak sigara
içerken daha küçük dozlarda alındığından vücut bu maddeyi atabilir, bu sebeple insanı hemen
öldürmez. Dumanı içinize çektiğinizde nikotin ciğerlerinize taşınır, çabucak kan dolaşımına
karışır, kalp ve beyne ulaşır. Nikotinin ilk dozu kişiye uyanıklık hissi verir, sonrakiler ise
sakinlik ve rahatlama hissi getirir. Nikotin, kalbi, damarları, hormon sistemini, vücut
metabolizmasını ve beyni etkiler. Kalp atışını, dakikada 2-3 atış kadar arttırır. Vücut sıcaklığını
düşürür ve bacaklar ile ayaklardaki kan dolaşımını yavaşlatır. Sigara dumanında rahatsız eden
gazlar vardır. Bunları içinize çektiğinizde vücut öksürerek kendini korumaya çalışır. Sürekli
sigara içilmesi ciğerlerin korunma kabiliyetini öldürdüğünden havadaki bakteriler ve virüsler çok
daha kolayca ciğerlere girebilir. Sigarada 4000’i aşkın birbirinden farklı zararlı madde
bulunmaktadır. Sigaranın ham maddesi olan tütün yetiştirilirken, tütünü böcekten korumak için
böcek zehri kullanılır. Böylece sigarayla birlikte, böcek zehrini bile içinize çekmiş olursunuz.
Sigaranın zararları bunlarla bitmez. Yapılan araştırmalara göre; akciğer kanserinin yüzde 85'i,
kronik bronşit'in yüzde 75'i, kalp hastalıklarının yüzde 25'i sigaradan kaynaklanmaktadır.
Uzmanlar, 100 bin kişilik nüfusta hiç sigara içmeyenlerin kansere yakalanma oranının % 3-4,
günde bir paket içenlerde yüzde %61, 1,5-2 paket içenlerde %143, günde 2 paket ya da daha
fazla içenlerde %217 olduğuna dikkat çekiyor. Sigara içmek prostat, meme, rahim, boğaz, mide,
karaciğer, gırtlak, ağız, yemek borusu kanserine neden olmaktadır. Sigara içmek, belle ilgili
hastalıkların da tedavisini engelleyen faktörlerden biridir. Bunun nedeni, sigara içen kişilerde
vücudun, omurilikteki disklere çok zayıf miktarda oksijen göndermesidir. Bağımlı kişiler, belli
bir ilacın etkili olması için çok daha büyük dozlarda o ilacı kullanmak zorunda kalır. Sigara içen
kadınlarda beklenenden 5-10 yıl daha erken menopoz görülür. Bu da kemiklerin erkenden
incelmesine ve de erimesine neden olur. Düzenli bir şekilde sigara içilmesi, deri yapısını bozar,
kırışıklıklara yol açar. Bunun yanında dişler sararır ve de kararır, tırnaklar sağlıksızlaşır. Sigara
içenlerin yaraları çok daha zor kapanır, hatta ameliyat sonrası yaralarının iyileşmeme olasılıkları
vardır. Ayrıca, çocuk solunum problemleri, kulak enfeksiyonları, kalp hastalıkları, erken doğum,
diş kayıpları gibi sağlık problemleri de sigaradan kaynaklanmaktadır.

64. Metinde sigarayla ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi yer almaz?

a) Sigaranın ham maddesi b) Sigaraya alışma süreci

c) Sigaranın tarihçesi d) Sigaranın yol açtığı


olumsuzluklar

65. Metinde sigaranın zararları hakkında aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

a) Sırt ve bel ağrısı b) İlaca karşı bağışıklık

c) İyileşme zorluğu d) Kangren olmak

66. Nikotin, kalp ritmini etkileyen bir maddedir.


DOĞRU YANLIŞ

67. Nikotin alındığı her dozda aynı zararı verir.

DOĞRU YANLIŞ

68. Vücut, öksürerek sigaradaki zehirli gazlardan kendini korumaya çalışır.

DOĞRU YANLIŞ

69. Metinde yer alan "Yapılan araştırmalara göre; akciğer kanserinin yüzde 85'i, kronik
bronşit'in yüzde 75'i, kalp hastalıklarının yüzde 25'i sigaradan kaynaklanmaktadır.
"cümlesindeki "kaynaklanmak" sözcüğüyle aynı anlama gelen ifade aşağıdakilerden
hangisidir?

a) nedeni olmak

b) sonucu olmak

c) hasta olmak

13. DANSIN TARİHİ

Dansın ortaya çıkışıyla ilgili kesin bir bilgi olmamakla birlikte, köklerinin tarih öncesine dayandığını,
insanoğlunun yeryüzündeki yaşamı kadar eski olduğunu söyleyebiliriz. Köken olarak dans, insanın günlük
yaşamındaki belli başlı hareketlerin ve mimiklerin tekrarından doğmuştur. Örneğin; karnı acıkan birinin
ellerini midesinin üstünde gezdirmesi, kavga etmeye hazır bir insanın ellerini yumruk yapması ve göğüs
kafesini öne çıkarması, saygıyı ifade etmek için başını eğmesi, heyecan duyan birinin yerinde
duramayarak sağa sola zıplaması, sıçraması ve bunun gibi daha pek çok hareket, dans etme eyleminin
oluşmasını sağlayan temel öğelerdir. Dans etmek, sözden ve yazıdan önce insanın kendisini anlattığı en
eski dildir. Kendisini ifade edemeden var oluşunu sürdüremeyen insanoğlu için en eski ve en ilkel anlatım
biçimi olan dans, insanın toplumsallaşmasıyla değişerek varlığını bugüne kadar sürdürmüştür. Dans,
günümüzde belli bir kesim tarafından tüm sanat formlarının atası olarak kabul edilse de dansın diğer
sanat dallarıyla böyle bir ilişkisi olduğu tartışılabilir. Müziğin, edebiyatın, resmin atası şüphesiz tek başına
dans değildir. Elbette ki en eski ifade biçimidir ama bu, dans etmeyi bir sanat ve diğer sanat dallarının da
atası haline getirmez. Dans, şüphesiz insanın dik durması ve yürümesinden sonra başlamıştır. İnsan önce
coşkuyu, korkuyu, açlığı, kavgayı, karşı cinse kendini beğendirmeyi, sevinci, zaferi anlatmak istemiştir.
Daha sonra kötü ruhları kovmak, yağmur yağdırmak, fırtınaları dindirmek, hastaları iyileştirmek, doğumu
kutlamak, iyi hasat almak, ölünün ardından yas tutmak için dans etmiştir. Ava gitmeden önce dans
ederek güç toplamıştır. Bir hastalık salgını baş gösterince onu dans ederek def etmeye çalışmıştır. İnsanın
durumlara göre gerçekleştirdiği hareketler de çeşitlenmiştir: av ve savaş öncesi cesaret toplamak için
büyük ve güçlü adımlar, şimşekleri dindirmek için kendisinden daha kudretli gördüğü bu doğa olayına
karşı daha edilgin ve küçük hareketler, yağmur yağmasını dilediği zaman gökyüzüne açılmış kollar… Bu
hareketlerin etkisini artırmak için insan, kendi bedeninden çıkan seslerle bu hareketlere eşlik etmeye
başlamıştır: haykırmalar, bağırmalar, çığlıklar, el çırpmalar, vücudun çeşitli yerlerine vurmalar, nefes alıp
vermeler, ayak vurmalar… Dr. Metin Özbek’in “Dünden Bugüne İnsan” adlı kitabında belirttiğine göre
insanlar Üst Paleolitik dönemde bunu izleyen ayrı bir ritmik kanal geliştirmiştir. Avladıkları hayvanların
derilerini kesip ağaç dallarını birleştirip davullar, kemiklere delikler açıp üflemeli çalgılar yapmıştır. Daha
sonra bu çalgılara tanıdıkları seslerden oluşan melodiler eklemiştir. Kuş seslerini, suyun akışını, kayaların
yuvarlanışını, şimşeğin çakışını anlatan bu sesler, dans hareketlerine eşlik ederek bu hareketlerdeki
anlamı hem dansçı hem de izleyicileri açısından daha da güçlendirmiştir. Bu şekilde insan, dansın en
önemli öğesi olan ritmi keşfetmiştir. Bu hem her seferinde birlikte aynı hareketleri yapmayı hem de bu
hareketlerin hafızada kalmasını sağlamıştır. Sözün yazıya dökülmesinden çok ama çok önce, insanları bir
arada tutan, ritüelleri ve gelenekleri yaşatan, bunları da kuşaktan kuşağa aktaran tek araç, danstır.

70.Metinden hareketle, aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Metinde, dansın diğer sanatların yegâne kaynağı olduğu kanısının yanlışlığına yer verilmiştir.

B) Metinde, dansın ortaya çıkışıyla ilgili kesin bir tarihten bahsedilmiştir.

C) Metinde, çalgılar hakkında bilgi verilirken akademik unvanı olan bir kişinin kitabından alıntı yapılmıştır.

D) Metinde, dansın en önemli öğesinin keşfiyle birlikte hareketlerin akılda kalmasının sağlandığına dikkat
çekilmiştir.

71. Metinde, aşağıdaki durumlardan hangisinde dans edildiği ile ilgili bir bilgi yer almamaktadır?

A) hastalık B) tarım C) matem d) D) ibadet

72. Metne göre, eskiden insanlar hangi amaçla dans sırasında küçük hareketler yapmıştır?

A) Ölen kişinin ardından yas tutmak için. B) Ava ve savaşa gitmeden önce cesaret toplamak için.

C) Kendinden güçlü gördüğü şimşekleri dindirmek için. D) Salgın hastalıkları def etmek için.

73. Metinde aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

A) İnsan vücudundan çıkan seslerle dans arasındaki ilişkiye

B) Doğa seslerinin danstaki kullanımına


C) Acıkmak, heyecanlanmak gibi günlük davranışların danstaki yerine

D) Üflemeli çalgıların hangi dans türlerinde tercih edildiğine

74. Metne göre, çalgılara eklenen ezgiler, hareketlerin anlamını hem dansçılar hem de izleyiciler
açısından daha güçlü kılmıştır.

DOĞRU YANLIŞ

75. Metne göre göğüs kafesini öne çıkarması, saygı ifadesidir.

DOĞRU YANLIŞ

76. Metinde, eskiden insanların davulu nasıl yaptıklarına dair bilgi yer almaktadır.

DOĞRU YANLIŞ

14. TANGO

Tango sözcüğünün dilbilimde kesin bir kökeni yoktur. Bu adın, Afrika tamtamlarının çıkardığı "tan-go"
seslerinden ya da Latince “dokunmak” anlamına gelen "tangere" fiilinden türediği sanılmaktadır. 1800'lü
yıllarda işçi sınıfından birçok kişi, büyük umutlarla Fransa, İtalya, Macaristan, İspanya ve Portekiz’den
Güney Amerika'ya göç etmiştir. Yabancı oldukları bir kıtada yaşamaya giden bu insanlar için yaşam
şartları; başta ekonomik ve sosyal sıkıntılar, beraberinde de hayal kırıklıklarını getirmiştir. Bu hayal
kırıklıkları, geleceğe dair büyük umutlar ve geçmişten getirdikleri kültürle harmanlanarak tango müziğini
oluşturmaya başlamıştır. Tango, Buenos Aires’te, o dönem alt sınıf olarak adlandırılan fakir ve en temel
sosyal haklardan bile yararlanamayan insanlar tarafından yaratılmıştır. Böylece 1865 ile 1880 arası
ortaya çıkan tango müziği, içerisinde hırçınlık, asilik, küstahlık gibi bazı duygular ile kalp kırıklıkları ve
paramparça olan hayaller barındırdığı için melankoliktir. Buenos Aires’te tangonun üst kesimlerce de
benimsenmesi ve dünyayı etkileyecek bir akım hâlini alması, 1920 ile 1940 arasıdır. Bu dönem
Arjantin'de tangonun “altın çağı” olarak nitelendirilmektedir. Artık tango dansı, kendi içinde biraz daha
yumuşayarak, salon tangosu hâlini almıştır. Pek çok tango orkestrası kurulup şehirde çok sayıda tango
kulübü ve salonu açılmaya başlamıştır. Birçok insan, bu mekânlara giderek canlı çalan orkestralar
eşliğinde dans etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar zirvede olan tango, bu dönemden sonra politik
nedenlerle gerilemeye başlamıştır. Özellikle de 1955 yılında dans salonları kapatılmış, dans etmek
yasaklanmıştır. 1983’te, Arjantin’de tango, Buenos Aires’e eski görkemiyle geri dönmüştür. Astor
Piazzolla’nın müzikte başlattığı ve kısa sürede dansa da yansıyan, "Tango Nuevo" olarak bilinen yenilikçi
akım, tangoya büyük bir zenginlik kazandırmıştır. Türkiye'de de Cumhuriyet’in ilanı ile oluşan çok sesli
müzik gelişimi ile tango sevilmiş ve yayılmıştır. Necip Celal, Fehmi Ege ve Necdet Koyutürk gibi müzik
adamları pek çok tango eseri besteleyerek tangonun Türkiye'de sevilmesi ve yayılmasını sağlamışlardır.
77.Metinden hareketle, aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Tango kelimesinin kökeni hakkında net bir bilgi yoktur.

B) Fehmi Ege, tangonun Türkiye’de sevilmesini sağlayan tek kişidir.

C) Tango Nuevo akımı, ilk olarak müzikte başlamıştır.

D) Tango, siyasî nedenlerle bir süre gerilemiştir.

78. Metinde verilen bilgilerden yola çıkarak sizce aşağıdaki seçeneklerde verilen yıllardan hangisinde,
tango en verimli dönemlerini yaşamıştır?

A) 1865 B) 1880 C) 1925 D) 1955

79. Metinde yer alan bilgilere göre, aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Metinde, tango müziğinin içinde barındırdığı duygulardan söz edilmiştir.

B) Metinde, 1800’lü yıllarda İtalya’ya yapılan göçten bahsedilmiştir.

C) Metinde, gerçekleşmeyen hayallerin, tangonun temelini oluşturduğundan bahsedilmiştir.

D) Metinde, tango kelimesinin kökeni ile bir müzik aleti arasında ilgi kurulmuştur.

80. Salon tangosu, tangonun ilk çıkışındaki hâline göre daha yumuşaktır.

DOĞRU YANLIŞ

81. Tango, Türkiye’ye 1983’te tüm ihtişamıyla geri dönmüştür.

DOĞRU YANLIŞ

82. Tango, toplumun üst kesimindeki kişiler tarafından yaratılmıştır.

DOĞRU YANLIŞ

83. Metne göre; gerçekleşmeyen hayaller, tango müziğinin temelini oluşturmaktadır.

DOĞRU YANLIŞ
84. Metinde, Arjantin’deki tango salonları hakkında sayısal bir veri kullanılmıştır.

DOĞRU YANLIŞ

15 Galata Kulesi

Galata Kulesi, düşlerden gerçeğe kollarına kanatlar takmış, Haliç üzerinden Boğaz'ın öteki yakasında usul
usul süzülen Hezarfen Ahmet Çelebi'yi, bir başka görüntüde, Nur içinde yatsın, gelmiş geçmiş en has
İstanbullulardan Orhan Veli'nin mısralarında anlatıp resimlendirdiği doklardan yükselen çekiç seslerinin
yankılarını dile getirir. Bir başka karede Beyoğlu'ndan Karaköy'e doğru kanat çırparak gelen beyaz
martıları, Yüksek Kaldırım'dan aşağı doğru omuz omuza dizilmiş apartmanların teraslarında asılı,
rüzgardan yelken gibi şişen renk renk, dizi dizi çamaşırları, dar sokak aralarından yükselip yankılanan
çocuk haykırışlarını, daha uzaklardan Ahırkapı taraflarından gelen bir tren düdüğünün sesini,
Süleymaniye'den dalga dalga yükselen ve hemen aşağıdaki Latin kilisesinin çan seslerine karışan ezan
sesini görüntüler. Bir zamanlar Akdeniz'den Atlantik sularına yelken açan Bizans'ın müttefiki, Akdeniz'in
namlı tacirleri Cenevizlilerin eseridir. Karşı kıyı Pera'da; Marmara'ya, Haliç'e, Boğaz'ın girişine hâkim,
Galata'nın en yüksek tepesine inşa etmişlerdir onu. Cenevizliler oturdukları bu anlı
şanlı koloni mahallesini, 1204 yılından 1260' lara dek uzun bir dönem, İstanbul'u işgal eden Latin
akrabaları Venediklilere kaptırmışlarsa da, yeni baştan eski mahallelerinin sahipleri olunca 1349 yılında
da Christea Turris, yani İsa Kulesi adını verdikleri bugünkü Galata Kulesi'nin atasını inşa etmişlerdir.
Tarihçiler derler ki, buradaki ilk kulenin inşasında, Cenevizliler, kadınlı, erkekli, gece gündüz hiç
durmadan çalışıp çabalamışlar ve kuleyi kısa bir süre içinde bitirmişlerdir. Aslında Galata Kulesi, Ceneviz
kolonisi Galata'yı çevreleyen surların en yüksek, en heybetli kulesidir. 1453 yılı, tarihe adını yazdıran
Fatih Sultan Mehmed'in çığır açtığı, koskoca bir Bizans İmparatorluğu'nun tarihe karıştığı ve Ortaçağ adı
verilen çağın kapısının aralandığı yıldır... Türkleşmeye başlayan İstanbul gibi Galata yerleşimi de
Osmanlılarla yoğunlaşır. Ama Cenevizlisi olsun, Venediklisi olsun, burada kalmayı yeğleyen Latinler, Fatih
Sultan Mehmet'in egemenliğini tanıyıp bu topraklarda yaşamlarını sürdürmeye, burada doğup, burada
ölmeye devam ederler. Bu arada kule esaslı bir onarımdan geçer. Kaynaklar, bu onarımın Zağanos Paşa
tarafından gerçekleştirildiğini yazar. Ama ne var ki, İstanbul'un vazgeçilmeyen yazgısı deprem, 1509
yılında Dersaadet' i (İstanbul) zangır zangır titretip yıktığı zaman Galata Kulesi de esaslı bir hasar görür.
Kuleyi yeniden onaran Mimar Murad Bin Hayrettin bizlere bugünkü Galata Kulesi'ni ve adını bırakır.
Cenevizliler'in yapmış oldukları kulenin üstüne çıkılan katlarla, yüzde elli Osmanlı yapımı heybetli bir taş
kule çıkar ortaya. Tepesinde de ilk defa sivri bir külah oturtturulur. Gezginlerin piri büyük seyyah Evliya
Çelebi'nin de yazmış olduğu gibi, bundan sonra kule bir dönem zindan, bir dönem de
gemi levazımambarı olarak kullanılır. Ondan sonraki işlevleri arasında yangınların gözlemlendiği bir nokta
olarak çıkar karşımıza. Kulenin tepesine yerleştirilen mehterhaneye bağlı kösçüler, İstanbul'da çıkan
yangınları kös vurarak haber verdikleri gibi, gece yarıları da halka duyurmayı görev bilirler. Ama Galata
Kulesi de III. Selim döneminde kötü bir yangın geçirir, İstanbullular alevler içinde kalan kuleyi hüsran ve
acı içinde seyrederler. Şehrin heybetli süsü, alevlerden kapkara olmuş, büyük hasara uğramıştır. Padişah
kuleyi onarmakta gecikmez, ama bu onarımdan kısa bir süre sonra 1831 yılının sıcak bir Ağustos günü
çıkan ikinci bir yangınla kulenin konumu öncekinden çok daha kötü bir duruma dönüşmüştür. II.
Mahmut, çok önem verdiği kulenin tez onarılması için bir ferman çıkartır. Kulenin bugünkü genel
görünümü bizlere II. Mahmut'tan miras kalmıştır. On dört büyük kemerli pencere ve bugün üzerinden
seyre doyamadığımız İstanbul manzarası sunan en üst katına da bir kahvehane eklenir. Burada köz
kömürde pişirilen Türk kahvesinin nefis tadı, Theophile Gauiter, Flauberti Edmondo Amicis gibi ünlü
seyyah yazarların damaklarında kalır. Kuleden seyrettikleri İstanbul gizeminin unutulmaz manzarasını
kalemlerine aldıkları satırlarda anlatırlar. 700 yaşına merdiven dayamış, 61 metre yüksekliğindeki Galata
Kulesi de dimdik ayakta, bütün bu olup bitenleri, aşırı bir hızla kabuk değiştiren bu dünya kentini
seyreder, gözlemler, belki de hiç durmaksızın için için kendi kendine sorgular durur. Bu arada bu büyük
taş yapı, tarihinde hiç görmemiş olduğu teknolojik bir harika ile tanışır. Bu harika yenilik, 1967 yılında
kulenin içine monte edilen asansördür. Ve o günlerden bu günlere, İstanbul'a gelen yerli yabancı turistler
girişte biletlerini alıp, bu asansörle yukarı kata kadar çıkarak Hezarfen'in kanat takıp kendisini martıların
arasına bıraktığı yükseklikten İstanbul'u seyre koyulurlar.

85. "Burada köz kömürde pişirilen Türk kahvesinin nefis tadı, Theophile Gauiter, Flauberti Edmondo
Amicis gibi ünlü seyyah yazarların damaklarında kalır." cümlesinde geçen "tadı damağında kalmak"
ifadesinin dengi aşağıdakilerden hangisidir?

A) lezzetini unutamamak B) çok eğlenmek

C) keyif almak D) zevkten dört köşe olmak

86. "Koskoca bir Bizans İmparatorluğu'nun tarihe karıştığı ve Ortaçağ adı verilen çağın kapısının
aralandığı yıldır." cümlesinden aşağıdaki yargılardan hangisi çıkarılmaz?

A) Bizans İmparatorluğu yıkılmadan önce büyük bir imparatorluktur.

B) Bizans'ın yıkılma tarihi ve Ortaçağ'ın başlangıç tarihi aynı döneme denk gelmektedir.

C) İmparatorluklar ne kadar büyük olursa olsun bir gün yıkılabilir.

D) Bizans İmparatorluğu' nun yıkılma sebebi Ortaçağ'ın başlamasıdır.

87. Metinde geçen "Burada kalmayı yeğleyen Latinler" ifadesinin dengi aşağıdakilerden hangisidir?

A) Burada kalmayı tercih eden Latinler B) Burada kalmak istemeyen Latinler

C) Burada kalmak zorunda kalan Latinler D) Burada kalmayı düşünen Latinler

88. Okuduğunuz metinde aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

A) Kule'nin bugünkü görünümünün kimden miras kaldığına B) Kule'yi ilk kimlerin yaptığına

C) Kule'nin hangi amaçlarla kullanıldığına D) Kule' nin tarihteki ilk adına


16 Topkapı Sarayı

Topkapı Sarayı, Osmanlı Devleti’nin 600 yıllık tarihinde devletin idare merkezi olarak kullanılmış, birçok
tarihi olaya tanıklık etmiş bir yapıdır. Fatih Sultan Mehmed’in 1453 yılında İstanbul’u fethetmesinden
sonra 1460 yıllarında yapımına başlanan ve 1478 yılında tamamlanan Saray; Marmara Denizi, İstanbul
Boğazı ve Haliç arasındaki tarihi İstanbul yarımadasının ucundaki Sarayburnu’nda bulunan Doğu Roma
akropolü üzerindeki 700.000 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmed’den
itibaren otuz birinci padişah Sultan Abdülmecid’e kadar yaklaşık dört yüz yıl süreyle imparatorluğun
idare, eğitim ve sanat merkezi olarak kullanılmış, aynı zamanda padişahın evi olmuştur. 19.yüzyılın
ortalarında Osmanlı hanedanının Dolmabahçe Sarayı’na taşınmasına kadar, yönetimin göz bebeği
olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra, 3 Nisan 1924 yılında müze haline getirilen ve
Cumhuriyet’in ilk müzesi olan Topkapı Sarayı Müzesi, günümüzde yaklaşık 300.000 metrekarelik bir alan
kaplamaktadır. Kara tarafından Fatih’in yaptırdığı Sur-i Sultani, deniz tarafından ise Doğu Roma surları ile
şehirden ayrılan Topkapı Sarayı, mimari yapıları, koleksiyonları ve yaklaşık 300.000 arşiv belgesi ile
dünyanın en büyük saray-müzelerinden biridir. Çeşitli kara kapılarıyla ve deniz kapılarıyla saray
içerisindeki değişik yerlere açılan kapıların haricinde, sarayın anıtsal girişi Ayasofya'nın arkasında bulunan
Bâb-ı Hümâyûn'dur (Saltanat Kapısı). Saltanat Kapısı’nın üzerinde Ali bin Yahya Sofi tarafından "celî sülüs
hat" ile yazılmış, 1478 tarihini veren dört satırlık bir kitabe mevcuttur. Kitabenin altında ve kapının iç
tarafında bulunan II. Mahmut ve Abdülaziz’e ait tuğralardan, kapının birkaç defa onarıldığı
anlaşılmaktadır. Bab-ı Hümayun’un iki yanında, kapıcılara ayrılmış küçük odalar vardır. Kapının üstünde
1866 yılında yandığı için günümüze ulaşamayan, Fatih Sultan Mehmed’in kendisi için yaptırdığı köşk
biçiminde küçük bir daire vardı. Üst katın asıl önemi Beytül mâl (Kapı arası hazinesi) olarak kullanılmış
olmasıdır. Padişahın ölen kullarının veya vârissiz ölen şahısların alınmayan servetlerinin sultan hazinesine
alınmadan önce yedi sene emanete alındığı mekân olarak kullanılmıştır. Topkapı Sarayı içinde; 4 Avlu, 1
Harem dairesi, Enderun Mektebi, Kutsal Emanetler Dairesi ve Aya İrini yapıları bulunmaktadır. Saray;
yönetim, eğitim yeri ve padişahın ikametgâhı olması sebebiyle oluşturulan yapılanmaya uygun olarak iki
ana bölüme ayrılmıştır. Bunlar, birinci ve ikinci avludaki hizmet yapılarından oluşan "Birun" ile iç
örgütlenme ile ilgili yapılardan oluşan "Enderun"dur. Enderun, II. Murat zamanında kurulup, zamanla
çeşitli değişikliklere uğramakla beraber Osmanlı Devleti'nin son zamanlarına kadar varlığını sürdüren bir
saray okuludur. Enderûn Mektebi'ne alınan çocuklara, Kur'an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelâm gibi dini
dersler, edebiyat, inşa (şiir), dil bilgisi, Arapça, Farsça gibi dil ve edebiyat dersleri ve matematik, coğrafya,
mantık gibi müspet ilim dersleri okutulurdu. Bir taraftan da Osmanlı saray geleneği ve görgüsüyle,
protokol kaideleri ve bürokratik işler öğretilirdi. Bunların yanında çeşitli sanat kollarında beceriler
kazandırıldığı gibi sportif faaliyetlere de yer verilirdi. Kısacası Topkapı Sarayı; Osmanlıdır, Türk tarihidir,
Türk kültürüdür. Topkapı’yı görmek, bu kültüre vakıf olmak isteyenler, Topkapı Sarayı’nda her yıl
düzenlenen geleneksel sergileri ve şenlikleri takip edebilirler. Sarayda baklava günü, Topkapı Sarayı’nda
sümbül zamanı, saray şenlikleri bunlardan bazılarıdır.
89.Metinden "Enderun Mektebi" ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisine ulaşılamaz?

A) Eğitim ve öğretimin kimlere yönelik olduğuna

B) Hangi dillerin burada öğretildiğine

C) Hangi dine ait bilgilerin öğretildiğine

D) Eğitimin kaç yıl sürdüğüne

90. Metinden Topkapı Sarayı ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisine ulaşılamaz?

A) Hangi amaçla kullanıldığına

B) Hangi tarihte yapıldığına

C) İstanbul'un neresinde olduğuna

D) Dünyadaki en önemli tarihi saray olduğuna

91. Aşağıdakilerden hangisi Topkapı Sarayı'nın bölümlerinden biri değildir?

A) Kutsal Emanetler Dairesi

B) Harem Dairesi

C) Avlular

D) Teraslar

92. Topkapı Sarayı'nın müze olduğu tarih metinde yer almaktadır.

DOĞRU YANLIŞ

93. Arşiv belgelerinin sayısı iki yüz bini aşan Topkapı Sarayı,dünyanın en büyük saray
müzelerindendir.

DOĞRU YANLIŞ

94. Osmanlı döneminde, kimsesizlerden miras yoluyla kalan mallar, belirli bir süre geçtikten sonra
hazineye aktarılmıştır.

DOĞRU YANLIŞ
17 Mutlu Olmak ya da Olmamak

Mutlu veya mutsuz olmak bizim elimizde. Çünkü ikisi de, bardağın hangi tarafını gördüğümüzle ilgili bir
tercih meselesidir. Mutlu olmak için neye sahip olmak gerekir? Mesela çok paraya mı? Çoğumuza göre
mutlu olmak için evlenmek, araba, ev sahibi olmak lâzımdır; çaba sarf ettikten ya da bir bedel ödedikten
sonra mutlu olur insan. Bazılarımız ise mutluluğu, başına konacak bir talih kuşu gibi görür; eğer insanın
şansı varsa mutlu olur. Peki, sizin mutluluk anlayışınız hangisi? Siz mutluluğu eksikleriniz tamamlanınca
ulaşacağınız bir hedef gibi mi yoksa ummadığınız an başınıza gelecek güzel bir şey olarak mı
tanımlıyorsunuz? Paranın mutluluk getirmeyeceği düşüncesi, “Easterlin Paradoksu” olarak bilinir.
Easterlin, gelirle mutluluğun hiçbir ilişkisinin olmadığını saptadı. 1970’lerin başında Amerika, Japonya ve
İngiltere’de yaptığı araştırmalara göre, ailelerin geliri artınca mutluluk seviyeleri artmıyordu. Son yıllarda
Amerika’da Gallup tarafından yapılan araştırmalar da bu olguyu kanıtladı. Esas olan geçinecek kadar bir
gelire sahip olmaktı, bunun üzerine çıkılınca mutluluk artmıyordu. Amerika’da piyangodan büyük
ikramiyeyi kazananlar üzerinde yapılan araştırmada da benzer bir sonuç elde edildi. Piyangoyu kazanan
şanslı insanların mutlulukları ortalama bir yıl sürüyordu. Antik Yunan’da mutluluk, ahlaklı olmak ve
erdemli bir hayat yaşamak demekti. Aristo’ya göre “Mutluluk, insan yaşamının biricik amacıdır.
Hayatımız boyunca harcadığımız tüm çabalar mutlu olmak içindir ve mutluluk, ancak erdeme ve kusursuz
bir karaktere ulaşarak yakalanabilir. Kişi, ancak hayatının bütününü soylu bir biçimde yaşarsa mutlu
olabilir.” Eflatun ise mutluluğun akıl, fiziksel arzular ve ruhun uyumuyla yakalanacağını söyler. Bugün
“New age” akımıyla yeniden yükselişe geçen “ruh-zihin-beden” üçlüsüyle anlatılmak istenen mutluluk
anlayışı, Eflatun’un öğretisine dayanır. Epikür’e göre mutlu olmak için insanın üç şeye ihtiyacı vardır:
“dostluk, özgürlük ve düşünmek.” “Bir şey yiyip içmeden önce, ne yiyip içeceğinizi değil, kiminle yiyip
içeceğinizi düşünün; çünkü yanında arkadaşı olmaksızın yemek yemek ancak bir aslana ya da kurda
mahsustur.” diyen Epikür, gerçek mutluluğun insanın içinden geldiğine inanır. Ona göre mutlu olmak için
insanın maddiyata ihtiyacı yoktur. Epikür’ün mutluluğu bulma yolu son derece yalındır; evinin
bahçesinde buluştuğu dostlarıyla sıradan yiyecekler yemekten ve sohbetten zevk alır. (Epikür ve
arkadaşlarının "Bahçe filozofları" diye ünlenmeleri bu yüzdendir.) Descartes, mutluluğu “bir ruh
memnunluğu ve iç hoşnutluğu” olarak tanımlar. Descartes’a göre mutluluk erdeme, erdem de aklın iyi
kullanılmasına bağlıdır. Nörolog Nancy Etcoff, beynimizin evrimsel olarak mutluluğu ve acıyı azaltmaya
odaklı olduğunu söyler. Şekerli şeylerin tadını doğuştan sevmemiz ve acı olanları da reddetmemiz,
mutluluk arayışının içgüdüsel olduğu görüşünü destekler niteliktedir. Bence mutluluk, sevgi ve şefkat
ilişkileri içinde yaşanan bir duygu. Daha çok para sahibi olmak, daha iyi bir hayat yaşamak mutlu olmak
anlamına gelmiyor. İnsan, içinde sevgiyi ve şefkati büyüttüğü zaman mutlu oluyor. Mutluluk, hayattaki
“bedava” olan şeylerle elde ediliyor. Sevgi ve şefkat üzerine inşa edeceğimiz bir hayatımızın olması için
zengin olmaya değil, sevgi ve şefkati paylaşacak insanlara ihtiyacımız var. Bir hayat arkadaşına, çocuklara
ve dostlara ihtiyacımız var. Tıpkı Epikür’ün yaptığı gibi bu dostlarla sohbete ihtiyacımız var, onlarla bu
hayatı paylaşmaya ihtiyacımız var. Mutluluk bir zihin durumudur. Bu yüzden Dalay Lama "Son derece
modern ve rahat bir binanın yüzüncü katında, en yüksek teknolojiye sahip bir daire bile satın alsanız
mutlu olamayabilirsiniz. Eğer zihinsel uyumu yakalayamazsanız arayacağınız tek şey, atlamak için bir
pencere olacaktır." der. Başından yeterince sıkıntı geçmiş her insan bilir ki mutluluk için gerekli olan ne
zenginlik, ne başarılı olmak, ne şöhret sahibi olmaktır. Mutluluk içinde bulunduğumuz durumları nasıl
algıladığımız; yaşadıklarımızdan iç dünyamıza neyi aktardığımızdır. Mutluluk sadece bizim tercihimizdir.
İstersek hemen, şimdi, burada mutlu olabiliriz. Yeter ki mutlu olmayı tercih edelim.

95.Metinde aşağıdakilerin hangisine değinilmemiştir?

A) farklı düşünürlerin mutlulukla ilgili görüşlerine

B) varlıklı olmanın mutluluk üstündeki etkisine

C) mutluluğun kişisel bir seçim olduğuna

D) şükretmenin mutluluğun kapısını açtığına

96. “Mutluluk, gülümseme ve dostluğu bilen için vardır. Eğer tadını bilirseniz ekmeği paylaşmak,
ekmekten daha lezzetlidir.” diyen birisi aşağıdakilerden hangisinin düşüncesini desteklemiş olur?

A) Aristo B) Epikür C) Eflatun D) Descartes

97. Aşağıdakilerin hangisinde “Easterlin, gelirle mutluluğun hiçbir ilişkisinin olmadığını saptadı.”
cümlesinde geçen “sapta-“ fiiliyle aynı anlama gelen bir fiil kullanılmıştır?

A) Polis iki gündür kaçan hırsızların yerini tespit etti.

B) Aslı, yaşlı adamın geçmişte ünlü olduğunu ileri sürdü.

C) Öğretmen bu konunun önemli olduğunun altını çizdi.

D) Ahmet sohbet ederken ilginç bir fikir oraya attı.

98. Amerika'da yapılan araştırmada, piyangodan para kazanan insanların, kendilerini şanslı gördükleri
için hayat boyu kendilerini mutlu hissettikleri, sonucuna ulaşıldı.

DOĞRU YANLIŞ

99. “ruh-zihin-beden” üçlüsüyle anlatılmak istenen mutluluk anlayışı Eflatun’un öğretisine dayanır.

Bu cümlede geçen "dayan-" fiili " bir şeyin üzerinde kurulmuş olmak" anlamındadır.

DOĞRU YANLIŞ

100. Descartes ve Aristo'ya göre "erdem sahibi olmak" mutluluk için ön koşuldur.
DOĞRU YANLIŞ

17 Duygu Dünyamız

Duygular yaşamın rengi, tadı tuzudur. Yaşanan olayın özelliğine ve o kişi için taşıdığı
anlama göre duygunun şiddeti ve niteliği değişir. İnsanoğlu duygularını kimi zaman yoğun, kimi
zaman da belli belirsiz yaşar. Fakat hissedilen şey hiçbir zaman tek bir duyguya ait değildir.
Örneğin, beklenmedik bir anda bir trafik kazası tehlikesi atlatan kişi, “şaşkınlık, korku, endişe,
sevinç” gibi birçok duygunun karışımından oluşan bir duygu durumu içindedir. Hatta bazen zıt
gibi görünen duyguların bir arada yaşanabildiği herkes tarafından bilinen bir durumdur. Kişiliğin
bir bileşeni olarak duygusal yapı, insanların kendine özgü bir kişiliğe sahip olmasında önemli bir
belirleyicidir. Bu nedenle insanları neşeli, sakin, heyecanlı, sinirli, kederli, kırılgan, alıngan,
sıkıntılı, ürkek gibi sıfatlarla betimleriz. Fakat bu duygusal yapı insanlara değişmez bir
duygulanma biçimi vermez. Her insanın yaşadıklarına göre duygularında değişmeler olur.
Örneğin, genel olarak karamsar olan bir insan bazı günler neşeli ve iyimser olabilir. Duyguların
temel işlevi insanı uyarmaktır. Duygular insanın hangi davranışlarını sürdürüp sürdürmeyeceği
konusunda önemli yol göstericilerdir. Kişiyi davranışlarını değiştirmeye ya da başlamadan
engellemeye yönlendirir. Örneğin korku, kişinin bir tehlike ile karşı karşıya olduğu durumlarda
hissedilen bir duygudur ve kişiyi olası tehlikeye karşı önlem almaya yönlendirir. Yapılan
değerlendirme gerçek dışı olsa bile, yaşanan duygu insanın davranışlarını etkiler. Fobiler bu
durum için çarpıcı örneklerdir. Kedi fobisi olan kişiler, uzaktan ya da yakından bir kedi
gördüklerinde korku yaşarlar ve oradan bir an önce uzaklaşırlar. Duygular birer habercidir,
insanın iyi veya kötü hissetmesine neden olurlar. Ancak kesinlikle insanı iyi veya kötü
yapmazlar. Duygu, düşünce değildir. Size uygun gelen kabul ettiğiniz düşünceler vardır; karşı
çıktığınız düşünceler vardır. Yani düşüncelerin doğruluğunu ve yanlışlığını tartışabilirsiniz.
Fakat duygular söz konusu olduğunda bunu yapamazsınız. Duyguların doğrusu yanlışı yoktur.
Duygular kişiseldir ve o durumu yaşayan kişiye aittir. Bir duyguyu neden hissettiğiniz değil o
duyguyla neler yaptığınız ve nasıl davrandığınız önemlidir. Bir davranışı yapmayı ya da
yapmamayı seçebilirsiniz. Fakat bir duyguyu hissetmeyi ya da hissetmemeyi seçemezsiniz. Pek
çoğumuz olumsuz duyguların neden olabileceği davranışlardan ürkerek o davranışlara yol
açabilecek duygularımızı yok saymayı tercih ederiz. Davranışı yapmamak için duygularımızı
bastırmaya çalışırız. Bunu yaptıkça da benliğimize yabancılaşırız. Oysaki doğru olan
duygumuzun ne anlama geldiğini düşünüp onu anlamaya çalışmaktır.

101.Metne göre aşağıdakilerden hangisi doğrudur?

A) Çoğu insan olumsuz davranışlara sebep olacak duygularla yüzleşmeyi tercih eder.
B) İnsanları iyi veya kötü diye sınıflandırmada belirleyici olan duygulardır.

C) Duyguları bastırmaya çalışmak bizi öz varlığımızdan uzaklaştırır.

D) Duygular herkeste aynı derecede hissedilir ve davranışlar buna göre şekillenir.

102. “İnsanları çeşitli sıfatlarla betimleriz.” Aşağıdakilerin hangisinde “betimle-“ fiiliyle aynı anlama
gelen bir fiil kullanılmıştır.

A) Şair, kadını bir melek şeklinde tasvir etmiş.

B) Öğrenciler sırayla doğdukları şehirleri tanıttı.

C) Bu harika manzarayı hafızama yazdım.

D) Sen her zaman doğruları anlatmalısın.

103. Aşağıdakilerden hangisinin eş anlamı metinde yoktur?

A) has

B) görev

C) bazen

D) etkin

104. "Duygular önemli yol göstericilerdir." cümlesindeki "yol gösterici" "kılavuz" anlamındadır.

DOĞRU YANLIŞ

105. "Duygular yaşamın rengi, tadı tuzudur." cümlesindeki "tadı tuzu" duyguların olumlu veya
olumsuz olabileceğini anlatmak için kullanılmıştır.

DOĞRU YANLIŞ

106. İnsanlar olumlu ve olumsuz duyguları aynı anda hissedemez.

DOĞRU YANLIŞ

18 SANAYİDE YENİ DÖNEM


Hava kirliliği, hava bileşimini değiştiren katı, sıvı ve gaz hâlde bulunabilen kirleticilerin; insan sağlığına,
canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar veya sürede atmosferde bulunmasıdır. Hava
kirliliği, dış hava ve bina içi hava kirliliği olmak üzere iki kısma ayrılabilir. Bulunulan ortam (iç veya dış)
havasında hava kirleticilerinin miktarının artması, ortamın hava kalitesini azaltmaktadır. Dış havadaki
durum, geleneksel kirleticiler dediğimiz kükürt dioksit, nitrik oksit, kobalt, kurşun, hidrokarbonlar,
partikül maddeler (PM veya toz) ve ozon temel alınarak belirlenmiştir. Bu kirleticiler birincil, bunların
atmosferde oluşturdukları diğer formlar (örneğin ozon) ise ikincil kirleticiler olarak adlandırılır. Tüm
yanma süreçleri (sanayi için gerekli yanma süreçlerinin salımı, ısınma için gerekli fosilli yakıtların salımı,
tarımsal yanma ile olan salımlar, orman yangınları, motorlu araçlardan kaynaklanan salımlar),
madencilik, işlem kaçakları, ozon dışındaki kirleticilerin en önemli kaynaklarıdır. Yerel olarak, bu
kirleticilerin salımlarının büyüklüğü ve şehirlerde yarattıkları sorunlar, nüfus, meteoroloji, sanayileşme
seviyesi ve hızı ile sosyo-ekonomik gelişmeden oluşan bir dizi etken sebebiyle birbirinden farklılık
gösterir. Ayrıca, şehir nüfusundaki büyüme ile hava kirliliğine maruz kalan nüfusun artması bu sorunu
daha ciddi bir hâle getirmektedir. Doğrudan atmosfere gönderdiğimiz kirleticiler atmosferde çeşitli
tepkimelere maruz kalarak başka problemlere sebep olurlar. Hava kirliliği, çevre problemlerinden sadece
biri olmasına rağmen küreselleşen dünyada, ülkeleri birbirlerine karşı sorumlu kılan en bağlayıcı kirlilik
türüdür. Hava kirliliği sorununun, sanayi devriminden sonra ve özellikle sanayileşmiş bölgelerde ortaya
çıktığı göz önüne alındığında ekonomik kalkınmanın da kaçınılmaz bir sonucu olduğu düşünülebilir. Artan
çevre sorunlarının doğal sonucu olarak doğanın dengesinin bozulması, insanların karşılaştığı sağlık
problemleri ve canlı çeşitliliğin azalması gibi olumsuzluklar; çevreyle barışık kalkınma modelinin
“sürdürülebilir kalkınma modeli” adıyla ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu kalkınma modeliyle
birlikte, sağlıklı yaşamın devam edebilmesinin, her türlü canlının güvenliğini sağlamaya ve kalkınma-
ekonomiklik arasındaki dengeye bağlı olduğu görüşü kabul edilmiştir. Dünyada ve Türkiye’de
uygulanmaya başlanan sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin hedefleri, hava kirliliğinden kaynaklanan
sorunlara bugünden ön uyarı yaklaşımını getirmektir.

107. Okuduğunuz metinde aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

A) Hava kirliliğine neden olan kimyasal maddelere

B) Kirleticilerin nasıl ortaya çıktığına

C) Kirleticilerin çeşitlerinin isimlerine ve içeriklerine

D) Hava kirliliğinin en yoğun görüldüğü ülkelerin isimlerine

108. Metinden anlatılanların doğru sıralaması aşağıdakilerden hangisinde doğru şekilde verilmiştir?

A) hava kirliliğinin tanımı - hava kirliliğine neden olan maddeler - hava kirliliğine neden olan durumlar -
hava kirliliği ile sanayileşme arasında ilişki - yeni ekonomik kalkınma modeli hakkında bilgi
B) hava kirliliğinin tanımı - hava kirliliğine neden olan maddeler - - hava kirliliği ile sanayileşme arasında
ilişki - hava kirliliğine neden olan durumlar - yeni ekonomik kalkınma modeli hakkında bilgi

C) hava kirliliğinin tanımı - hava kirliliğine neden olan durumlar - hava kirliliğine neden olan maddeler -
hava kirliliği ile sanayileşme arasında ilişki - yeni ekonomik kalkınma modeli hakkında bilgi

D) hava kirliliğinin tanımı - hava kirliliğine neden olan maddeler - hava kirliliğine neden olan durumlar -
yeni ekonomik kalkınma modeli hakkında bilgi - hava kirliliği ile sanayileşme arasında ilişki

109. Okuduğunuz metne göre aşağıdakilerden hangisi yanlıştır?

A) Bazı kimyasal maddelerin havada gereğinden fazla bulunması kirliliğe sebep olur.

B) Şehirlerdeki nüfus artışı ile hava kirliliğinin olumsuz sonuçları bir ilişki kurmak mümkün değildir.

C) Atmosferdeki kirleticiler, dolaylı yoldan başka sorunlara yol açabilmektedir.

D) Kirleticilerin, atmosferdeki miktarı kadar ne kadar süre kaldığı da önem taşımaktadır.

110. "Hava kirliliği, hava bileşimini değiştiren katı, sıvı ve gaz hâlde bulunabilen kirleticilerin; insan
sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar veya sürede atmosferde
bulunmasıdır." cümlesi için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir

A) Cümlede tanım yapılmıştır. B) Cümlede karşılaştırma yapılmıştır.

C) Cümlede benzetme yapılmıştır. D) Cümlede betimleme yapılmıştır.

111. Sanayileşme süreci ile hava kirliliği arasında doğru orantı vardır.

DOĞRU YANLIŞ

112. Sanayi, trafik, ısınma, tarım birinci dereceden hava kirliliği sebebiyken orman yangınları ve
madencilik ikinci dereceden sebeplerdendir.

DOĞRU YANLIŞ

113. Hava kirliliğindeki yerel durumu; şehrin nüfusu, endüstriyel oluşumları ve iklimi etkilemektedir.

DOĞRU YANLIŞ
19 AFRİKA

Afrika kıtası, Avrupa kıtasının güneyinde, Atlas okyanusunun doğusunda, Hint okyanusunun
batısında ve Antartika’nın kuzeyinde yer alır. Eski dünya karalarından birisi olan Afrika, Asya
ve Amerika’nın ardından üçüncü sırada gelir. Afrika kuzeyden Akdeniz ile sınırlanırken
kuzeydoğuda Süveyş kanalı ile Asya’dan ayrılır. Kıta doğuda, Kızıldeniz ve Hint okyanusu ile
komşudur. Kıtanın güneyi yine Hint okyanusu, batısı Atlas okyanusu ile çevrilidir. Kıta
kuzeybatıda Avrupa’dan Cebeli Tarık boğazı ile ayrılır. Afrika’nın basık şekli, Batı Avrupa’dan
çok daha az sahil şeridine sahip olmasının nedenidir ve birkaç doğal limanı vardır. Afrika
çevresindeki adalar küçüktür. Güneydoğusunda yer alan Madagaskar, Afrika’daki adalarının en
büyüğüdür. Afrika’nın güneyi ve doğusunun büyük kısmı yüksek platolar diyarıdır. En çarpıcı
dağlar, Orta Afrika’nın doğusundaki Ruvenzori ve güneydoğu sahilindeki Drakensberg
sıradağlarıdır. Tanzanya’daki Kilimanjaro dağı en yüksek dağdır. Dünyanın en büyük
nehirlerinden dördü Afrika’da yer alır: Nil, Kongo, Nijer ve Zambezi. Nil, dünyanın en uzun
nehridir. Afrika, aynı zamanda dünyadaki en geniş tatlı su göllerine sahiptir. Bunlardan en
büyüğü Viktorya Gölü'dür. Tanganyika ve Malavi (Nyasa) gölleri yeryüzündeki en büyük fay
olan Rift vadisi üzerindedir. Benzer bir vadi de Kızıldeniz’dir Afrika’nın kuzeyi ve batısı
genellikle alçaktır. Çad gölü etrafındaki arazi bir iç havzadır ve nehirler sularını bu göle boşaltır.
Dünyanın en büyük çölü olan Sahra çölü de yine kuzeyde yer alır. Kıtanın kalbinde tropik
yağmur ormanı vardır. Burada yağış, yıl boyunca yoğundur. Ormandan uzaklaştıkça, uzun
otlardan ve seyrek ağaçlardan oluşan araziler olan savanalar uzanır. Bir nemli bir de kuru
mevsimleri vardır. Afrika vahşi hayatının büyük bölümü savanada yaşar; özellikle de Serengeti
gibi doğal parklarda. Afrika, sıcak bir kıtadır ve hem dünyanın en büyük çölünü hem de bütün yıl
yağış alan bölgeleri kapsar. Afrika’nın kuzey ve güney uçlarında Akdeniz iklimi hâkimdir.
Kışları genellikle yoğun yağışlıdır; yazları çok kurak ve sıcaktır. Afrika’nın en kurak kısımları
yıl boyunca sıcak olan ve yağmurun neredeyse hiç yağmadığı Sahra, Namibya ve Kalahari
çölleridir. Dünyanın en büyük şelalelerinden biri olan Viktorya şelaleleri, Zambiya-Zimbabwe
sınırındadır, ismi (Mosioa-tunya) ‘gürleyen duman’ anlamına gelir. Afrika nüfusunun büyük
çoğunluğu sadece birkaç alanda yoğunlaşmıştır. Batı Afrika sahili, Nil vadisi ve Viktorya gölü
çevresi kalabalıktır. Fakat, bu alanlar birbirlerinden, üzerinde çok az kişinin yaşadığı 2000
kilometreye varan çöl ve ormanla ayrılır. Afrika’da 1000’in üzerinde dil konuşulmaktadır.
Birçok Afrikalı birden fazla dil konuşur. Kuzey Afrika’da yaşayanların çoğu Arapça konuşur.
Batı Afrika’da Hasaniye, Yoruba, Akan ve Malinke dilleri önemlidir. Doğu Afrikalıların
çoğunun dili Kisvvahilidir. Ekvatorun güneyi topluca Bantu olarak adlandınlan bir ya da daha
fazla dili konuşur. Afrika Kıtası'nda pamuk, kakao ve çeşitli meyveler önem taşır. Avcılık, temel
geçim kaynaklarındandır. En önemli zenginlik kaynakları altın, krom, elmas, demir, bakır,
kömür ve kuzey kesimlerinde petroldür.

114. Metinde, Afrika ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisine yer verilmemiştir?

A) Afrika kıtasının coğrafî konumu B) Afrika kıtasının coğrafî şekli

C) Afrika kıtasındaki diller D) Afrika kıtasındaki dinler

2. Metne göre Afrika ile ilgili aşağıdaki bilgilerden hangisi yanlıştır?

A) Dünyanın en uzun nehri Afrika^da yer alır.

B) Afrika'nın kuzeyi güneyine göre daha yüksektir.

C) Yer altı kaynakları Afrika'nın en öenmli zenginliklerindendir.

D) Afrika nüfusunun büyük çoğunluğu belli bölgelerde yoğunlaşmıştır.

115. Afrika'nın en yüksek dağı Tanzanya'dadır.

DOĞRU YANLIŞ

116. Serengeti, Afrika'daki vahşi yaşam için önemli bir merkezdir.

DOĞRU YANLIŞ

117. Dünyanın en büyük çölü olan Sahra çölü, Afrika'nın batısında yer alır.

DOĞRU YANLIŞ

You might also like