Professional Documents
Culture Documents
Gelisim Sinema 003 1984
Gelisim Sinema 003 1984
Gelisim Sinema 003 1984
TUNÇ OKAN
3
MÜJDE AR
TARİK TARCAN
MESUT ÇAKARLI - HALUDUN
ERGÜVENÇ - KADİR SAVUN
İHSAN YÜCE
NAZLI AYDINCIK
HAŞMET ZEYBEK
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: ÇETİN TUNCA
SENARYO: YAVUZ TURGÜL
ÖZGÜN MÜZİK: ATTİLA ÖZDEMİROĞLU
Yönetmen:
YAVUZ TURGUL
GELSİMMİ (â
sinema
AYLIK SİNEMA VE VİDEO DERGİSİ
ERCAN ARIKLI
BURÇAK EVREN
CELAL Öf'
İÇİNDEKİLEP
33
SİNEMA ORTAMINDAKİ KRİZ NÜKLEER TEHLİKE ÜSTÜNE FİLMLER
Burçak Evren İbrahim Altmsay
5 38
KURTULUŞ SAVAŞININ CANIM KARDEŞİM
SİNEMAYA UYARLANIŞI Berk Birinci
Prof. Dr. Âlim Şerif Onaran
40
18 YENİ DALGADA YAPRAK DÖKÜMÜ
İLK TÜRK FİLMİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLER VE
BELGELER 43
Burçak Evren KAHRAMANLIK FANTEZİSİ
Philippe Ross
20 Çev: Nilgün Çapan
OTOBÜS
Sungu Çapan 51
ANKARA KISA FİLM YARIŞMASI
25 Oğuz Makal
MİSSİNG (KAYIP)
Andrew Kopkind 52
Çev: Ruşen Çakır VİDEO KILAVUZU
Haz: İbrahim Altınsay
30 57
COSTA - GAVRAS İLE SÖYLEŞİ . AYIN FİLMLERİ
GÜMANBtRİNcYoĞLU
SİNEMA ORTAMINDAKİ KRİZ
Çok küçük sermaye birikimleri ile yaşam Sinema ortamımız için her yıl çalan çan¬
savaşımı veren sinemacılarımızın böylesi- lar, bu yıl biraz daha güçlü, biraz daha sesli
ne büyük sorunlarla kendi başlarına - ve tehlikeli bir şekilde çalmaktadır. Kulak¬
örgütlenme bilincine erişseler bile- baş larımızı ne denli tıkarsak tıkayalım çanla¬
edecekleri düşünülemez tabii. Bu neden¬ rın seslerini duymamak olanaksız.
le sinema ortamımıza egemen olan sorun, Çanların çalmadığı, krizsiz bir sinema or¬
sinemacıları aşmakta giderek bir başka ki¬ tamına bir an önce ulaşmak umuduyla#
BURÇAK EVREN
Sinema - roman
ilişkileri
açısından
KURTULUŞ SAVASI’NIN
SİNEMAYA UYARLANIŞI
oman, tarih ve toplum olayla¬ sel niteliğe bürünür. Bu yüzden sinema, ta¬
rını konu edinirken nasıl söz¬ rihi olayları yansıtan romanları geniş biçim¬
cüklere sığınarak, bir gerçek de bünyesine uyarlamıştır.
ve düş dünyasını yaratıyorsa; Türk sineması da bundan nasibini almış
sinema da romancının düşle¬ ve romanlardan sinemaya pek çok konu¬
diği, okuyucunun hayalinde yeniden can¬ ları, bu arada Kurtuluş Savaşı’na ait olan¬
landırdığı konuları, bu zorlamaya gereksin¬ ları kendi bünyesine aktarmıştır.
me kalmaksızın doğrudan doğruya görün¬ Biz bu incelememizde genellikle roman
tü olarak vermek suretiyle işlevini yürüten ve sinema olarak Kurtuluş Savaşı’nın na¬
bir araçtır. sıl ve ne kadar ele alındığını vurgularken;
Dolayısıyla, sinema, tema ve konularını sinemaya en tutarlı şekilde uyarlanan Ha¬
roman ve tiyatro eserlerinden de seçerek lide Edip Adıvar’ın iki romanı: “Ateşten
edebiyatın zengin kaynağından yararlan¬ Gömlek” ve “Vurun Kahpeye” üzerinde
mıştır ve yararlanmaktadır. durarak bu romanların çeşitli çevirimleri üs¬
Kuşkusuz eski romanlann büyük bir kıs¬ tüne ayrıntılı bilgi verecek ve en sonra da
mı, zamanında o günü anlatıyor tavrında bütün bu çabalar hakkında bir değerlen¬
olsalar da, belli bir süreç sonrasında tarih¬ dirme yapmaya çalışacağız.
I. GENELLİKLE ROMANDA VE SİNEMA¬ 2. SİNEMADA KURTULUŞ SAVAŞI
DA KURTULUŞ SAVAŞINI ANLATAN
ESERLER A. KONULU FİLMLER
BURÇAK EVREN
Otobüs ya da sinemaya
basından başlamak
5 5
OTOBÜS’ÜN
ÖDÜLLERİ
• Taormina Film Fes¬
tivali, “Altın Chary-
be” büyük ödülü, Sayın Tunç Okan, 1977’lerde gösterildiği olaya, toplum aradan zaman.geçmesine
Sicilya, 1976. A vrupa ülkelerinde yankılar uyandırmış, karşın yine de ilgi gösterebiliyorsa, yalnız¬
• Uluslararası sanat,
olumlu eleştiriler ve çeşitli ödüller almış ca bu bile, bir filmin yeniden gösterilmesi
edebiyat ve sinema (Cl-
DALC) ödülü, Karlovy olan ve “kaçak işçi adayı” durumuna itil¬ için yeterlidir. Batı’da da bunun örnekleri
Vary, 1976. miş yitik insanlarımızın yürekler acısı se¬ sık sık görülüyor.
• Uluslararası Sinema rüvenini anlatan Otobüs’ü yıllar sonra ül¬ Tekrar çıkartılan filmler, uzun yıllardan
Kulüpleri Ödülü kemizde yeniden gösterime çıkarmakla ne¬ beri hiç afişten indirilmeden gösterilen film¬
(FICC) ödülü, 1976.
yi ya da neleri amaçladınız? Filminizin ler gibi... Böyle bir deneyin, ufak çapta bi¬
• Uluslararası İnsan
Hakları Film Festivali Türkiye’de yeterince değerlendirilmediği le olsa, Türkiye’de de uygulanması, vere¬
ödülü, Strasbourg, kanısında mısınız? ceği sonuç açısından ilginç.
1977. Batı’da “yabancı işçi” ya da kısaca “ya¬
• Santarem Film Festi¬ Otobüs’ün Türkiye’de yeniden gösteril¬
vali büyük ödülü, Por¬ bancı düşmanlığı” giderek artmaya başla¬
tekiz, 1977. mesinin çok nedenleri var. Soruya önce¬ dı. Bu düşmanlığın içinde de adeta Türk-
• Santarem Film Festi¬ likle sorulması gereken: Neden olmasm? lere karşı özel bir kin güdülüyor. Geçenler¬
vali sinema eleştirmen¬ Bir film, uzun ve yıpratıcı bir çalışma so¬ de Almanların Türklerin oturduğu bir evi
leri ödülü, Portekiz, nunda ortaya konabilen bir olay. Eğer bu içindekilerle birlikte yaktıklarını okuduk. Bu
1977.
hafta da Fransa'da, o özgürlük üikesı di¬ 21
ye övünen Fransa’da, yabancı işçilerin
oturduğu kahvehaneye giren bir Fransızın İç basında / OTOBÜS
içerdekileri tüfeğiyle taradığını, bu arada
da bir Türk’ün de öldüğünü okuduk. Oto-
büs’ün bu konudaki “aktüelliğini” korudu¬
Otobüs ülkemizde ilk kez vizyona girdiği Aralık 1977'de tüm yazarların ve
ğu görülüyor. Bu da halkımıza, bazı ger¬ aydınların üzerine yazı yazmak gereksinmesi duyduğu bir film olmuştu. So¬
çeklerin “yaşayan resim” olan sinemada ruşturmalara, eleştirilere açıkoturum, söyleşi ve çeşitti tartışmalara neden olan
gösterilmesi açısından önemli. Ayrıca hiç film üzerine o günlerde yayınlanmış olumlu-olumsuz eleştirilerden bazı alın¬
deneysiz olarak girmiş olduğum sinema tılar sunuyoruz.
olayında benim de öğrendiklerim var, şüp¬
hesiz daha da olacak. Edindiğim deneyle¬ Sevinç al bir at olsaydı, acı duymak ta doru bir at, ve ikisi birlikte bir ara¬
rin ışığında, Otobüs’ün bazı estetik düzelt¬ bayı çekebilselerdi kendimi o arabanın yerine rahatlıkla koyabilirdim. Bir ana
çelişkinin temelden gelen ayrılığın görünüşte aynı yönetim biçimine sahip ulus¬
melerden geçmesi kaçınılmazdı, bunu yap¬
lardaki başkalığı saptaması gerçekten ilgi çekici. Bu olgunun saptanması önemli
mayı da filmi sevmiş olanlara karşı bir borç ise Tunç Okan bunun doruğuna çıkmış denebilir.
bildim. Otobüs’ün yeniden gösterilmesi, bi¬ Nevzat Üstün (Cumhuriyet)
raz da bu borcun ödenmesidir bence.
Otobüs genel yapısıyla çağdaş, toplumsal ve ekonomik bir olgunun (Batı
Yurtdışında gerçekleştirilmesinde çeşitti kapılarındaki yabancı işçiler) filmi. Gerçekten, bu olgu içindeki asıl trajik öğe¬
güçlüklerle karşılaştığınız ve yapımı süre¬ nin teknolojik bir toplumda, dağdan bozkırdan ya da kentleşmemiş kentler¬
since sinemanın bütün çilesini çektiğiniz den gelen, ana nitelikleriyle kırsal bir kültürün ürünü olan kişilerin çektiği
Otobüs’ün çekim serüvenini bir kez de, yalnızlıktır.
bugünkü görüş açınızdan anlatır mısınız? Ferit Edgü (Milliyet Sanat)
Otobüs’ün yapım serüveni öyle birkaç Otobüs filmi övüle övüle göklere çıkarılıyor. Bu durumda bu filminin özü¬
satıra sığacak bir olay değil. Bir gün zaman nün kötü ve yanlış olmasının da ötesinde insanoğlunun aşağılanması olduğu¬
nu söylemem, yine şimşekleri üzerime çekebilir. Özgün olmak, özgün görün¬
bulabilirsem, bütün başımdan geçenleri bir
mek meraklısı değilim. Herkesin, eleştirmenlerin ilerici çevrelerin ve sanatçı¬
kitapta toplamayı düşünüyorum.. ların çok beğenip alkışladıkları bir filmi, kötünün kötüsü bir film diye nitele¬
Ama kısaca bugün geriye baktığımda, mek bu aykırılık -son yayımlanan bir masalımın uğradığı saldırılar gibi- yeni
olayı biraz “Don Kişot’ça” görüyorum. Bu saldırılara da neden olabilir. Ama yine de susamadım.
yüzden de aldığım ödüiler arasındaki Don Aziz Nesin (Milliyet Sanat)
Kişot ödülünün ayrı bir yeri var benim için.
Tunç Okan, dokuz Türk işçisinin umutlarım, kaygılarını, alışkanlıklarını,
Filmin çekildiği 1975 Terden günümüze de¬ içinden çıklıklcerı topluma hiç benzemeyen bir başka toplum içinde yabancı¬
ğin, Avrupa’da yabancı işçilere karşı sür¬ lıklarını, ezilip yok olmalarım çok başarılı bir sinema diliyle anlatıyor.
dürülen düşmanca tavrın giderek daha da Atila Sav (Milliyet Sanat)
yoğunlaştığı düşünüldüğünde, Otobüs’ün
Otobüs iki dünyayı getiriyor karşımıza, biri ileri sanayi aşamasına girmiş,
anlamı ve önemi geçerliliğini koruyor. Bu¬ diğeri azgelişmişlik sürecinde. Kuşkusuz bu çelişkinin çatışması her ne'kadar
günkü koşullarda yeniden bu konuyu iş¬ olağan bir olguysa da Okan, bu açmazı insanla yola çıkarak insanla noktala¬
leme durumunda kalsaydınız, nasıl bir film masını biliyor.
gerçekleştirirdin iz ? Mehmet Güreli (Vatan)
Eğer Batıda’ki “yabancı işçi” ya da Gecekondu insanlarını çekmek nasıl o fotoğrafları ilerici yapmıyorsa, Bay
“Türk sorunu” bugün daha büyük boyut¬ Okan ’ın aynı temadan çıkmış mallar gibi ruhsuz işçi tiplerine gariplikler yap¬
lara ulaştıysa buna, Otobüs’ü daha başka tırması da filmi burjuva sanatı kokmaktan kurtaramıyor.
türlü yaparak, ya da onu durmadan değiş¬ Aydın Sayman (Vatan)
tirerek değil, yeni ve bambaşka filmler ya¬
Otobüs bir çatışmanın, günümüzün en ilginç, en önemli o ölçüde de güncel
parak yanıt vermek gerek. Benim için ar¬ olan bir çatışmasının sinemasal öyküsüdür. Kuşkusuz, ana çizgilerine indir¬
tık Otobüs olayı kapanmıştır. Bir daha kur¬ genmiş, belli ölçüdeşemalaştırtlmış bir öyküsü. Film, ilgili Hayana da tokat
gusunda değişiklikler filan yapacağımı da gibi çarpmaktadır, en azından çarpması gerekir.
hiç sanmıyorum. Atilla Dorsay (Cumhuriyet)
Buna karşılık, bu Batılı yabancı işçi zıt¬
laşması üzerine yapmak istediğim başka Otobüs filminde kadercilik duygusu, karanlık bir umutsuzluk, erotizme ka¬
projelerim var. Şimdi artık bunların gerçek¬ rışıyor. Bu durumda filmi kara film sınıflandırmasına rahatlıkla sokabiliriz.
Bu tür modern Avrupa sinemasında çok revaçta.
leştirilmesine çabalayacağım.
Erden KıraI (Cumhuriyet)
Sanıyorum söz konusu bu zıtlaşma da
en iyi olarak onu yaşayanlar, yani dışardaki ‘ Tunç Okan ’ın filmi, yalnız Stockholm’ün Kulturhusen meydanında öyle¬
Türkler tarafından ortaya konabilir. Zorluk sine kalakalan köhne bir otobüsün içindeki dokuz Türk işçisinin tedirginliği,
hem orayı, hem de burayı bilmekte. Bu da şaşkınlığı, yalnızlıkla umutsuzluğu değil, onun da ötesinde bu çağdaş Batı are-
kolay değil. ■ nasında farklı toplumların insan malzemesinin de tüm aynntılarıyla ortaya
konduğu bir filmdir.
Türk-İsviçre ortak yapımı yeni bir filmin Burçak Evren (Vatan)
hazırlıklarını sürdürdüğünüz biliniyor. Cu¬
martesi - Cumartesi (Samedi-Samedi) ad¬ Otobüs bir tepki, bir çözüm değil, bize büyük bir sorudur. Külahımızı önü¬
lı bu ikinci filminiz konusunda neler söy¬ müze eğip derin derin düşünmemiz gereken bir soru. Bu sorunun cevabı, ül¬
leyebilirsiniz ? kenin sanatçı, sosyolog ve politikacı tüm aydınlarına düşer.
Cahit Tanyol (Milliyet Sanat)
Otobüs’ten sdnra gerçekleştirdiğim Cu-
22 martesi - Cumartesi kısaca Batı toplumu-
Dış basında / OTOBÜS nun bir karikatürü. Kara mizah yapmaya
çalıştım, alaycı ama hem de batırıcı olsun
istedim. Ele alınan, gene Batı’nın tüketim
“Bu birbirini hiç tanımayan, hiç bilmeyen iki dünyanın çatışmasında, bu toplumundaki “komünikasyon problemi”,
bütün duygulardan arındırılmış eleştiride, rahatsız edici bir gerçek ortaya çı¬ yani zıtlaşma. Bu açıdan Otobüs’ün deva¬
kıyor. Otobüs, son derece gerçekçi bir “yapıntı’’. mı sayılabilir. Ülkemde nasıl karşılanaca¬
ğını doğrüsu çok merak ediyorum.
LE MONDE-FRANSA
Ülkemizde bir film şirketi kurduğunuza gö¬
“Otobüs, bir sinema başyapıtı. Üç kez gördüm. Günün geçerli modalarına re gelecek için birtakım tasarılarınız olsa
ödün vermeksizin, benzersiz bir belirginlikte, yeni bir ses getiriyor bu film. ’ ’
gerek...
L’HUMANİTE-FRANSA
İsteğim ülkeme ve Türk sinemasına bir
şeyler verebilmek. Batı’da edindiğim deney
belki katkıda bulunmama yardım edebilir.
Ama bunun çok kolay olmayacağını biliyo¬
LE NOUVEL OBSERVATEUR-FRANSA rum. Hele o Türk sinemasının başındaki
bürokrasi yükü inanılır gibi değil. Ortaya
"Bizim tüketim toplumumuzun acımasız bir tablosu. Yönetmen Okan, aman¬ acı-komik durumlar çıkıyor.Türkiye’yi Ba¬
ız bir anlatım biçimi yakalıyor Ot obüs’te. Boşuna gizlenmeye çalışmam alı,
tılılaştırmaya çalışan politikacıların artık si¬
bu film hepimizi kapsıyor. ”
nema sorununa da eğilmeleri, ülkelerinin
kültürüne karşı borçlarıdır.
LES NOUVELLES LITERAİRES-FRANSA
Şu anda şirketimiz birkaç projenin geliş¬
“Montesguieu’da ve yönetmen Okan’da aynı dil var: Bütünüyle masum, tirilmesiyle uğraşmakta. Sanırım önümüz¬
bütünüyle saf bir bakış. Bu güçlü olduğu denli güzel film, bize görmesini öğ¬ deki yaz Türkiye’de film çekebileceğim, bu¬
retiyor. ” nu da çok istiyorum.
“Olumlu anlamda, çok şaşırtıcı bir film: Tunç Okan, kendinden çok emin
bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor Otobüs'te. ”
İL GİORNALE-İTALYA
Gerçeküstü bir çelişkinin tadım içeren, dozunda verilmiş insancıl bir ger¬
çekçiliğin ürünü bir film. Hiç bir an mizahından yitirmeyen, çok açık bir ya¬
pıt. Öykünün sağlamlığına ve görüntülerdeki ustalığa hayranlık duyulabilir. ”
LA REPUBLİCA-İTALYA
“Bu film, önemli bir konunun, eğlendirici ve seyirciyi etkileyen bir biçim¬
de işlendiğinde, nasıl büyük bir anlatım gücü kazandığını gösteren bir örnek-
r. Bu konuya değgin insansı sorunların böylesine yoğun ve hareketlilikle an¬
latıldığı başka bir sanat eseri hatırlayamıyorum. ”
SONNTAG-DEMOKRATİK ALMANYA
VVOCHENPOST-DEMOKRATİK ALMANYA
edilen başarılarda, gene dışarda yaşayıp,
orada ilişki kurmuş kişilerin büyük katkıla¬
rı oldu. Bu da olanak verildiği zaman Türk¬
Sansürde / OTOBÜS
iye’de ortaya iş çıkarabilecek bir “potan¬
siyelin” olduğunu gösteriyor. Sinemamız¬
daki en büyük sorunu, kapital ve yapımcı
yokluğu olarak görüyorum. Kapital gerek¬ FİLMİN ADI : OTOBÜS
ÇEKEN KURUM : PAN FİLM
li, rasyonel bir ekonomik düzeni kurmak ve
FİLMİN UZUNLUĞU: 85 dak.
de teknik yetersizlikleri gidermek açısından FİLMİN GENİŞLİĞİ: 35 mm
şart. Ama yalnızca kapital de yetmiyor do¬ KONTROL SEBEBİ : Halka gösterilmesi ve vurt dışına çıkarılması için
ğal olarak. Bir de işin yönetimi var, yani ya¬ KONTROL TARİHİ : 20.4.1976
pımcı eksikliği, kadro yetersizliği. Kısaca¬ KARAR NO : 976/114
sı Türk sinemasında sanatçı var, teknik ele¬ DOSYA NO : 91122/6404
man var, ama para ve yapımcı yok.
Amerikan sinemasının günümüzde erişti¬ Evvelce 15.12.1975 tarihinde İstanbul İl Film Kontrol Komisyonu tarafın¬
ği düzey ve Avrupa sinemasının şimdiki dan görülerek 975 /319 sayı ile halka gösterilmesinin ve yurt dışına çıkarılma¬
durumuyla geleceği üstüne kısaca neler sının sakıncalı bulunduğuna karar verilen PAN Film Kurumana ait (OTO¬
BÜS) adlı film sahibinin müracaatı üzerine ve Nizamnamenin 15. maddesi ge¬
söyleyebilirsiniz? reğince Merkez Film Kontrol Komisyonu tarafından itirazen 20.4.1976 tari¬
hinde yeniden görülmüş olup;
1- Yedi Türk işçisinin mola verdikleri yerde göle doğru bir araya gelerek
Amerikan sineması başlı başına bir olay.
ayakta işemeleri ve nihayetinde ellerini yıkamadan sofraya oturmaları, Türk
Dünyanın en büyük yapımcılarının, sanat¬
örf ve adetlerine aykırı düşmesi,
çılarının, teknisyenlerinin olduğu bir ortam. 2- Sofrada sadece bayat kuru ekmek ve bir kutudan bir kuru soğan çıkartı¬
Yaptıkları sinemadan öğrenilecek çok şey larak yenmesiyle Türk’ün beslenme meselesiyle alay edilmesi,
var. Ama bu kadar yetenekli kişiler bu de¬ 3- Otobüs şehre girdiğinde sağa dönülmez ve girilmez işaretlerine rağmen
fa da, fazla paranın verdiği şartlandırma¬ dönmesi ve girmesi sahnesi ile Türklerin trafik kaidelerini tanımaması,
nın dışına çıkıp sinema sanatını fazla zor- 4- Otobüsün yanma yaklaşan bir temizleme aracının operatörünün ' ‘pis he¬
layamıyorlar. Örneğin Balo, Kırda Bir Pa¬ rifler, pis yabancılar” gibj sözlerle haysiyet kırıcılığı,
zar, Paris-Texas gibi filmler çıkamıyor bu 5- Su bulmak için otobüsten aşağıya indiklerinde telefon kabini içindeki bir
çiftin cinsi münasebet içerisinde acayip seslerle sevişmeleri,
sinemadan, ya da bir Fellini bir, Wim Wen-
6- Tuncel Ktırtiz 'in otobüsü ararken yanında köpeği olan yabancıyla karşı¬
ders yetişemiyor. laştığında yabancının hiçbir sebep yokken ani bir korku ile Tuncel Kurt iz’den
kaçış sahnesi,
7- Otobüs işçilerinin torbadan çıkardıkları bir dilim ekmeği bölüşme sahne¬
si ve bu arada İsveçlilerin vemekte ve içmekteki çılgınlıklarından görüntü sah¬
nelerindeki iki ulusun adeta karşılaştırılması,
8- Türk işçilerinin otobüsten inmeyerek tuvalet ihtiyaçlarını otobüsün için¬
de halletmeleri küçük abdest sularının otobüsün kapısından meydana dökitl-
20 yıllık tecrübe
V/O VNESHTORGREKLAMA
Bağlı firmalar :
KOMPLEXREKLAMA : Basın, Sinema, radyo ve TV Reklam¬
larıyla Sovyet ürünlerinin tanıtım ve servis işlerini düzenler.
V/O VNESHTORGREKLAMA
31, Ul. Kakhovka, 113461, Moscovv S.S.C.B.
Telg : VNESHTORGREKLAMA Moscovv
FRANZ-OLIVIER GIESBERT-
JEAN-FRANÇOIS JOSSELIN
Percy’nin film hakkında yaptığı açıklama, Jack Lemmon’la Sissy Spacek uluslararası
devlet sekreteri Anders önündeki açıkla¬ “star”lar, Missing türünden “ciddi” bir
masından daha olumluydu. Anders ise bir filmde böyle “star”lann rol alması niye?
gün sonra hayli garip bir metinle ABD yö¬
Öncelikle ikisi de “müthiş” oyuncular
netiminin film hakkındaki görüşünü dile ge¬
çünkü. Bildiğiniz gibi Hollyvvood’da işler bi¬
tirdi, filmi kınayan, özellikle Amerikan su¬
zim buradaki (Fransa'da) gibi dönmüyor.
baylarının ve Şili elçiliğindeki Amerikan gö¬
Fransa’da filmin bütçesi için her zaman pa¬
revlilerinin betimleniş biçimini kınayan bir
ra peşinde koşuşturulur, çekim başladık¬
açıklamaydı bu. Yine bu açıklamaya göre,
tan sonra ve tüm çekim süresince bile.
ABD yönetiminin yaptığı araştırma sonu¬
Ama Amerika’da farklı. Hiçbir şey kesin de¬
cunda Pinochet darbesinde kesinlikle bir
ğilken günün birinde bir yapımcı elinde
“Amerikan parmağı” yoktu... Ne var ki bu
şampanya şişesiyle çıkageliyor ve O.K. di¬
açıklama hiçbir şeyi durduramadı, herkes
yor, film çekilecek. Ö günden başlayarak
yazılar döktürüyordu ve bu yazıların çoğun¬
para sorunu diye bir şey kalmıyor artık, pa¬
luğu filmin lehindeydi. “The Nation” örne¬
ra hiç dert edilmiyor. Ben tabii yine alıştı¬
ğin, lehte ve aleyhte görüşlere yer vererek
ğım koşullarda çalışmak istediğimi belirt¬
ayrıntılı bir inceleme dosyası hazırladı. Say¬
tim, biraz zanaatkarca. Kameranın yerleş¬
gı değer bir çalışmaydı bu. Ama buna kar¬
tirildiği kocaman vinçler, olağanüstü araç-
şılık, Paris’ten tanıdığım “New York Ti¬
gereçler, yönetmen için alışılmamış lüksler
mes” muhabiri Bayan Flora Levvis, “na¬
filan olmaksızın... Fransız olan bir ekiple
mussuzca” bir yazı yayınladı.
çalışmak istedim, hatta filmin kurgusunu
Ya Beyaz Saray’dakiler? Reagan gördü mü bile Fransa’da yaptım. Her şeyi kabul etti¬
Missing-Kayıp ’ı ? ler.
COSTA-GAVRAS
Constantin Costa- Evet. Bir Cuma günü basın servisi, ba¬ Amerika liberal ve demokratik bir ülkedir
Gavras, 1933’de Yuna¬ sından, UNESCO’dan, İnsan Hakları Der- bahanesiyle Amerikan emperyalizmini gös¬
nistan ’da doğdu. neği’nden, vb. kuruluşlardan seçkin kişi¬ teren filmler yapılıyor her zaman. Öteki ta¬
1952’de Fransa’ya gi¬ ler için yeni bir özel gösteri düzenledi, 25 raf üstüne, Sovyetler Birliği üstüne hiçbir şey
derek Sorbonne’da kadar önemli nitelikteki seyirci yarım saat¬
edebiyat eğitimi gördü yok. Bu biraz yanlış ve haksızlık değil mi?
sonra IDHEC’te ten fazla bir süre bekledi ama filmin kop¬
okudu. Çeşitli yönet¬ yası ortada yoktu. Uğultular-homurtular Hemen söyleyeyim, Arthur London’dan
menlere asistanlık ya¬ arasında ClA’nın filme el koyduğu filan söy¬ uyarladığım L’Aveu-İtiraf da buna benzer
parak sinemaya başla¬ lendi, devlet yönetiminden kişiler de filmi bir filmdi. Bu filmin de yeterli olduğunu dü¬
dı. seyretmeye gelmişlerdi. Nihayet bir açık¬ şünmüyorum, kabul. Ama artık doğu blo-
lama yapıldı: Filmin kopyası Beyaz Saray’¬ ku ülkeleri üstüne insanların çoğunun gö¬
daydı. rüşü kesinlik kazanmıştır ya da daha doğ¬
1965 Compartiment rusu yapılan eleştiriler yaşanan gerçekler
Tueurs Reagan ’ın tepkilerinin ne olduğunu biliyor tarafından aşılmamış mıdır?
1967 Un Homme De musunuz?
Trop - 13. Adam (•) Benim için, sosyalizm sorunu, doğu ül¬
1968 Z Hayır. Sadece şunu biliyorum, Başkan, kelerinin belirlediği tarzdadır. Söyleyecek
1969 L’Aveu-ltiraf Jack Lemmon’a rastlamış ve ona demiş ki: fazla bir şey yok bu konuda. Hiçbir şey
(••) “Filmi gördüm.” olumlu bir sonuç vermemesine ve işlevini
1972 Etat De Siege yerine getirmemesine karşın, her şey be¬
1975 Section Speciale Reagan ’ın, bu eski Hollyv/ood arkadaşına lirlenmiştir. Batılı ülkelerin çoğunda doğu
1979 Claire De Femme
(Jack Lemmon ’a) homurdandığını filan sa¬ bloku ülkelerindeki gibi bir rejimin yerleş¬
1981 Missing - Kayıp nıyor musunuz? tirilebileceğini ben hiç sanmıyorum. Batı’-
C) da gösterilebilecek bir yönetici de göremi¬
1983 Hannah K. Tam tersine, onu çay içmeye davet et¬
yorum: Bizim modelimiz bize, SSCB’ninki
miş. Birbirlerine neler söylediklerini bileme¬
Polonya ya da Çekoslovakya’ya. Bunun
(•) Ülkemizde sinema¬ yeceğim... Her neyse, konuştukları özel yo¬
larda gösterildi için her şey belirlenmiştir diyorum. Tabii ki
rumlardır eninde sonunda.
(••) Televizyonda gös- bu anlamda belirlenmiş olmaktan başka bir
Umulduğundan daha “solcu”, böyle bir şey demek değildir bu»
33
Nükleer tehlike üstüne filmler
İBRAHİM ALTINSAY
Dr Strangelowe (Yön:
Stenley Kubrick)
Başındaki yazıda, “gerçeklere dayalı tü¬ şa sürüklenmeleri, kendi füzelerini seyre¬
müyle düş ürünü bir film” olarak tanımla¬ derken başları üzerinde füzelerin patlama¬
nıyor Ertesi Gün. Aslında bu tanım herşey- sı, bambaşka bir savaşı, insanın artık üze¬
den önce nükleer gücün kendisine uygun rinde hiçbir belirleyici gücünün kalmadığı
düşüyor: Nükleer silahlar hemen yanda¬ bir kıyamet gününü hissettiriyor alttan al¬
şımızdaki bir gerçeklik ve bir kez salıver¬ ta... Yine insanların günlük işlerinden geri
diğinde ise dünyayı ne hale getireceğini kalacakları kaygısıyla savaşa olasılık ver¬
hayal bile edemeyeceğimiz bir güç gizliyor¬ memelerinde de toplumsal kayıtsızlığa kes¬
lar içlerinde. Yarattığı bu en korkunç fan¬ kin bir eleştiri bulmamak da olanaksız. Öte
teziyle, bu en büyük karabasanla, düş sa¬ yandan savaş sonrasının yıkıntıları arasın¬
natı olarak bilinen sinemayı yaya bıraktı in¬ da sağ kalanların hemen örgütlenip yara¬
sanoğlu. Ertesi Gün de bu fantezi önün¬ ları sarmaya başlamaları da pek inandırıcı
de eğiliyor ve onu sinemasal yollarla can¬ değil ama bu bölümde de dünyanın bir an¬
landırmaya yoğunlaştırıyor çabasını... Hem da değişmesinin insanlar üzerinde yarat¬
de, nükleer saldırıyı, mutlu, müreffeh bir tığı, o hiç bitmeyecekmiş gibi gelen şoku
Amerika görüntüleri içine yerleştirme gibi sezmek mümkün. Seyirciyi kolay yollarla
bir kolaycılığa kaçarak... Nükleer patlama avlamaya yönelik filmlerde genellikle oldu¬
bölümleri etkili bulunabilir tabii ama merak ğu gibi, Ertesi Gün’ün kendi mantığı için¬
giderme ve rahatsız etme dışında bir amaç deki zaafları, erdemlerini oluşturuyor özet¬
taşımıyorlar. (Christian de Chalange’nin le.
benzer yapıda gelişen ve Batı’da ilgiyle iz¬ Ertesi Gün’ün başındaki “gerçeklere
lenmiş olan Malevil’i ise farklı bir tavır içe¬ dayalı hayal ürünü” tanımı aslında Ameri¬
riyor. Ülkemizde kültür merkezlerinde çok kan sineması için de geçerli. Griffith’den,
sınırlı bir izleyiciye sunulan bu 1981 yapı¬ Capra’dan, VVelles’den bu yana Amerikan-
mı Fransız filmi, bir nükleer patlamayı ön¬ sineması global konuları ele alıp gerçek ha-
cesi ve sonrasıyla oldukça etkili bir biçim¬ yattakine uygun konumlara oturtmaya,
de canlandırırken, ağırlığını daha çok pat¬ ama bu temel üzerinde olmadık hikayeler-
lama sonrasının toplumsal ve felsefi sorun¬ aniatmaya meraklı. Dünyanın Kaderi,
ları üzerine veriyordu). gerçeklik-hayal bileşimi açısından iyi bir ör¬
Ertesi Gün’ün en etkili bölümü ise faz¬ nek oluşturuyor. Nükleer patlama tehlike¬
la üzerinde durulmayan savaş öncesi bö¬ si gibi son derece global bir olay, üstelik
lümleri... İnsanların daha konuşamadan, TV de işe karıştırılarak gerçekliği vurgula¬
ne olduğunun farkına bile varmadan sava¬ nan bir ortamda ele alınıyor ama röportaj
CANIM KARDEŞİM
BERK BİRİNCİ
1983’te Sedat Simavi Vakfı Ödülü ile 84’te manter film değil de, neden uzun metrajlı
21. Antalya Altın Portakal Film Şenliğinde bir film olamayacağı fikrini ortaya attı. Bu
en iyi ikinci filmle en iyi görüntü dalında düşünce hepimiz tarafından benimsenin¬
ödül kazanan Canım Kardeşim filmi, gös¬ ce Canım Kardeşim filmi ortaya çıktı. Böy¬
terim düzenindeki aksaklıklar nedeniyle şim¬ lesine bir film yaparken, bir şeyleri de de¬
diye dek seyircinin karşına çıkma olanağını nemek, araştırmak istiyorduk.’ Sonuçta bel¬
bulamadı. Film, 3 Aralıktan itibaren yalnız¬ ki bilinen kalıpları da uyguladık ama, bir¬
ca bu tür filmlere sahip çıkmayı amaçlamış takım aniatım ve teknik öğeleri de denedik.
Moda sinemasında gösterime sokulacak.
Aşağıda filmin yönetmeni Nesli Çölgeçen ile Bu deney ve araştırmalar içinde yapmak is¬
görüntü yönetmeni Selçuk l'aylaner’le yapı¬ tedikleriniz nelerdi? Ve bunu ne derecede
lan konuşmayı sunuyoruz. gerçekleştirme olanağını buldunuz?
Tabii her şeyden önce filmin bir mesajı
Canım Kardeşim filmi, gerek içeriği ile ve ge¬ olsun istedik. Film yapı olarak günlük ya¬
rekse biçimiyle şimdiye dek pek şamdan birtakım insan ilişkilerinin ve olay¬
denenmemiş özelliklere sahip. Böylesine bir ların peş peşe eklenmesinden oluşuyor.
film yapma projesi kimden nasıl doğdu ve Yani yaşamın rutinliğini anlatıyor. Bunu da
gelişti. anlatmaya çalışırken, ister karakter oyun¬
Bu filmi yapma projesi, ben, yapımcı ve cusu olsun, ister herhangi meslek grubun¬
Özcan (Özgür) ile birlikte bir sohbet sıra¬ dan bir insan olsun onun sosyo-ekonomik
sında doğdu. Bir başka deyimle kendiliğin¬ koşullar nedeniyle yalnızlığa itildiğini, bu¬
den ortaya çıktı. Öteden beri benim de dü¬ nu istemese bile bilinçli olarak yalnız kal¬
şündüğüm bir konu vardı. Yeşilçam’daki mamak için insanların peşinde koşsa bile
bir karakter oyuncusu üzerine doküman- giderek yalnız kaldığını, tek başına yaşa¬
ter film yapmak gibi. Herhangi bir karak¬ mak zorunda olduğunu vurgulamak iste¬
ter oyuncunun yaşamından bir kesiti gö¬ dik.
rüntülemek, anlatmak istiyordum. Sonra Bu yalnızlık yalnızca başarıya ulaşamamış
Canım Kardeşim (Yön: bu isteğim, kendiliğinden gerçekleşme ze¬ sanatçılar için değil herhalde?
Nesli Çölgeçen). mini buldu. Yapımcılar, bunun bir dokü- Ben bu yalnızlığı bütün kentlerde yaşa-
yan insanlar için geçerli olacağı kanısında¬ tı. Bu sahneyi çekmemizin bir diğer nede¬ 39
yım. Türkiye zaten bu sürece girmiştir. Hızlı ni de gelecekte çalışmalarımıza bir proto¬
bir teknolojik gelişme, insanlara belki mad¬ tip oluşturma düşüncesiydi. Ama ne var
desel olarak birçok yararlar sağlıyor ama, ki bu deneyimiz filmin gösterimi sırasında
maneviyat olarak birçok şeyleri yitirmesi¬ yalnızca sinema adamlarımızdan değil sı¬
ne de neden oluyor. Ve insanlar böylesi- radan seyirci tarafından da tepkiyle karşı¬
ne bir atmosferde bir anlamda bilinçsiz bir landı. Biz de ticari sinemalardaki kopyasın¬
şekilde, farkında olmadan insanlarla birlik¬ dan bunu çıkarmak zorunda kaldık. Çün¬
te kalabalık arasında yalnız kalabiliyor. kü bu sahne filmin yapısı içinde deneysel
Bizim filmde seçtiğimiz tip bir aktördü. olarak kaldı.
Ama bu memur da, tüccar da veya bir ay¬ Bu tür kurgulama -çıkarma- işlemi yalnız¬
dın da olabilir. Ben yalnızlığın evrensel ol¬ ca bizde olmuyor. Dış ülkelerde de filmin
duğuna inanıyorum. çeşitli versiyonlarında eklemeler ve çıkar¬
malar yapılıyor. Örneğin Bir Zamanlar
Bu düşünceyi tam olarak yansıtabildiğinize
Amerika’da olduğu gibi.
inanıyor musunuz?
Sinema alanımızda alışılmışın dışına çıkmak,
Yalnızlık motifini tümüyle gerçekleştirdi¬ çoğunlukla tecimsel bir başarısızlığı da be¬
ğimi söyleyemem . Fakat çok yaklaştık. raberinde getiriyor. Siz herhalde bunu göze
Mutlaka geri dönüp bakıldığında daha iyi aldınız.
olmalıydı diyebiliyoruz. Ama bu bizler için Canım Kardeşim’in bugünkü koşullarda
iyi bir deney oluyor. İkinci yapılacak filme, tecimsel şansı yok tabii. Zaten ilk çıkış nok¬
bir öncekinin yanlış ve eksikliklerini bir kez tamızda büyük paralar kazanıp köşeyi dön¬
daha yinelemeyecek doneleri getiriyor. Ka¬ mek gibi bir amacımız da yoktu. Yalnızca
famızdaki olayın tam anlamıyla gerçekleş¬ NESLİ ÇÖLGEÇEN
filmin kendi maliyetini kurtarmasını istedik. 1955’te Manisa’da
mesinin tali nedenleri de var tabii. Türkiye Ve hâlâ da istiyoruz. Çünkü sinema çok pa¬ doğdu. Siyasal Bilgiler
koşulları, yapım masrafları, vb gibi. Tabii halı bir sanat, sırf bir iş olsun, hobi olsun Basın Yüksek Okulu’-
bunlar bizler için mazeret sayılmamalı. diye yapılmıyor. Böyle yapılmaması da ge¬ nu bitirdikten sonra
Önemli olan bu olanaklar içinde gerçekleş¬ Süha Arın ile birlikte
rekir. Sonuçta biz kendimizi tatmin etsin di¬ çalıştı.Midas’ın Kulak¬
tirilen bir filmin seyirciyle karşı karşıya gel¬ ye bir film yapmadık, farklı boyutlarda bir ları Safranbolu ’da Za¬
diği zamanki beğeni ve tepkisidir. şeylerin yapılabileceğini de ispatlamaya man Orartu’nun iki
Filmi yaparken birtakım deney ve araştırma¬ çalıştık. Mevsimi başta olmak
lara giriştik dediniz. Bir örnek verebilir mi¬ Sayın Selçuk Taylaner siz de teknik deney üzere bir çok belgesel
filmde yönetmen yar¬
siniz? ve araştırmalardan söz eder misiniz? dımcısı olarak çalıştı.
Olanaksızlıklar, birtakım aksaklıkları da 1979’da Çatı filmiyle
Filmi çekerken araştırma ve deneyle¬
kaçınılmaz yapar genelde. Ama bizde bu¬ ilk belgesel filmini çek-
re gerek duyduğumuz kesindir. Biz bunla¬
nun tam tersi oldu. Bizlere avantaj sağla¬
rın çok yönlü olmasını istedik. Bu nedenle
dı. Ben yalnızca kameraman olarak değil
deney ve araştırmalarımızı yalnızca sine¬ FİLMLERİ
ışık düzenlemesini de üstlendim. Dar me¬
ma dili açısından değil, teknik açıdan da Belge filmler:
yaptık. kânda doğal ışığa yakın bir atmosfer elde Anadolu Şafağında,
ettik. Bu şimdiye dek sinemamızda pek Sonsuz Barış, Savaşın
Bir örnek vermek gerekirse filmdeki lo¬ fazla rağbet edilmeyen, reklamcılığa özgü Toprağı, Altın Çağ,
kanta sahnesini söyleyebilirim. Bu sahne¬ bir teknikti. İyi netice aldık. Yerleşmiş ku¬ Özgürlük Kıyıları,
Anadolu’da Mozaik,
yi sesli olarak çektik. Ve kamerayı dış göz ralların dışına çıkmak oyuncuların da pek Sultanahmet Meydanı,
olarak kullandık. Bu sahnede oyuncu bir hoşuna gitmedi. Hatta bir kısmı çok az ışık Anadolu’da Buluşma,
hikâyeyi, hiçbir metne dayanmadan, aklı¬ kullanmamızı kastederek, siz gerçekten Canım Kardeşim
na geldiği gibi, dilediği şekilde anlatacak¬ film mi çekiyorsunuz bile dedi. (1983) İlk uzun filmi
YENİ DALGADA YAPRAK DÖKÜMÜ
OSKAR VVERNER
(1922-1984)
maz filmi Jules Et Jim’inde (1961) başrol¬
leri Jeanne Moreau ve Henri Şerre ile pay¬
rançois Truffaut’nun ölü¬
laşan Oskar Werner, bu filmdeki yorumuy¬
münden iki gün sonra, yani
la gerçek sinema tutkunlarının bellekleri¬
23 Ekim 1984’te belli başlı ha¬
ber ajansları, ülkemizde daha ne yerleşti. Yine Truffaut’nun, Ray Brad-
çok, Truffaut’nun yıllar önce bury’nin bilim-kurgu romanından sinema¬
ya uyarladığı “Fütürist” filmi Fahrenheit
gösterilmiş iki filmiyle, Jules Et Jim-
451'indeyse (1965), Julie Christie’ye eşlik
Unutulmayan Sevgili ve Fahrenheit
ederek, kitap yakan bir polis-rtfaiyecinin en
451-Değişen Dünyanın insanları’yla tanı¬
sonunda baskı devletine baş kaldırışını in¬
nan AvusturyalI tiyatro ve sinema oyuncu¬
celikli bir oyunculukla canlandıracaktı.
su Oskar VVerner’in de bir kalp krizi sonu¬
cunda öldüğünü dünyaya bildiriyorlardı. 1970’lere doğru İngiltere’de gerçekleştir¬
Oskar VVerner ya da gerçek adıyla Os¬ diği Interlude-Gizli Aşk (1967), bir John Le
kar Josef Bschliessmeyer, 13 Kasım Carre uyarlaması olan The Spy Who Ca-
1922’de Viyana’da doğdu. 1950’lere doğ¬ me İn From The Cold-Soğuktan Gelen
ru tiyatro oyuncusu olarak ünlendi. Bu sa¬ Casus (1966), ve The Shoes of the
rışın, çocuk yüzlü aktör, Trombonlu Fisherman-Balıkçının Pabuçları (1968), gi¬
Melek-Der Engel Mit Der Posaune adlı- bi filmleri Oskar VVerner’in ününü gittikçe
filmle 1948’de tiyatrodan sinemaya geçti. pekiştirdi. Bu dönemde, Stanley Kramer’-
Daha sonra Hollyvvood’a giderek Anatole in Ship of Fools-Aptallar Gemisi’ndeki fi¬
Litvak’ın Nazi aleyhtarı casusluk filmi De- zikçi kompozisyonuyla Oscar’a aday gös¬
cision Before Dawn-Fedai Casus’unda terildi Oskar VVerner. Son önemli filmi ola¬
(1949) oynadı. İngiltere’de yaptığı VVonder rak, 1976’da çevirdiği Voyage of the
Boy-Harika Çocuk’tan (1951) sonra 1955 Damned-Lanetiiler Gemisi sayılabilecek
yapımı, G.W. Pabst’ın Hitler’in son günle¬ olan Oskar VVerner, son döneminde tiyat¬
rini anlatan Der Letzte Akt-Son Perde’sin- roya ağırlık vererek Alman ve Avusturya ti¬
de ve Max Ophuls’ün son filmi olan Lola yatrolarında oyunculuk etti. Alkolizme tut¬
Montes’teki (1955) güçlü karakter rolleriyle sak oldu. Tiyatro sahneleriyle beyazperde
başarı kazandı.Oskar Wemer, 1960’larda arasında gidip gelen seçkin bir oyunculuk
Twentieth Century Fox’la anlaşmazlığa dü¬ yaşamının ardından, kötü bir rastlantı eseri
şerek, Hollyvvood’dan ayrıldı ve Avrupa’ya olarak, sinema tarihine geçen en önemli
döndü. Truffaut’nun, Birinci Dünya Sava¬ filmlerinin yönetmeni Truffaut’nun ölümün¬
şı öncesi ve sonrasında geçen duygulu bir den 2 gün sonra, 62 yaşında bu dünyaya
üçlü aşk öyküsünü görüntüleyen unutul¬ veda etti Oskar VVerner.
41
PASCALE OGIER PIERRE KAST
(1960-1984) (1920-1984)
a
Nokta, siyasetten berleri... Toplum, sa¬
îri...Topl
ekonomiye, spordan nat, /% kültür,
sağlığa demokrat bir cinsellik
tutum ve akıcı bir üs¬ yazılan..
lûpla haftamn tüm haberlerini ve¬ Satranç, briç, tavla...
riyor. Biten haftayı anlamak, ya¬ Bu pazartesi ve her
şadığımız günlerin tadına varabil¬ pazartesi tüm haf¬
mek için bir Nokta gerek. Başla¬ tamn dergisi.
yan haftayı planlamak için de
Nokta yambaşımzda olmak. Yep¬
yeni bir görünüm kazanan Nok¬
ta, artık tüm haftanın
rehberini veriyor.
Sinemalarda,
tiyatrolarda
n@Kta
Haftalık Haber Dergisi
neler
oynuyor?
<3
Gelişim Yayınları
TV’de ne var? “■Güvenilir Yayıncılık"
4»
Kahramanın dönüşü ya da sıfıra dönüş mü?
KAHRAMANLIK
FANTEZİSİ
(L’Heroic Fantasy)
PHİLİPPE ROSS
Çev: NİLGÜN,ÇAPAN
'
“l ahramanlık fantezisi”, Lo- kaplanmış, biim ve teknolojinin henüz keş-
BÜK vecraft’ın, Edgar RiceBur- fedilmediği, düşsel bir dünyada gelişen bir
H \ roughs'un, Clark Ashton serüvenler dizisi” olarak tanımladığında,
11 \ Smith'in, Tolkien'in ve tabii ki kimileri bu türü, savaşçı ve mitossu görü¬
—-—-i Conan’ın yaratıcısı Robert Ir- nümünü vurgulayarak "fantastik destan”
win Hovvard’rı romanlarında ilk adımlarının nitelemesiyle atlandırmayı yeğlediler. “He¬
atıldığı, 1920’lerin ABD’sinde edebi kay¬ roic fantasy-kahramanlık fantezisi” genel¬
naklarını bulur. Bu dönemde çizgi roman, likle “svvord andsorcery-kılıçve büyü” ola¬
tüm doğallığıyla ünlü "Marvel Comics”le- rak da adlandırılmaktadır. Böylece, tarihön¬
rin giderek yaygınlaştığı popüler magazin¬ cesi çağlardan antik çağa, ortaçağdan ge¬
leri kaplıyordu, yeniyetme okuyucu kitleleri lecekteki uzay çağına değin, insanlık tari¬
üstünde kazandığı başarı, iyi satan ve ka¬ hinin çeşitli çağlarının ve Kuzey-
çışa yönelik bu türü güvence altına alıyor¬ Skandinav, Arap, Hint, Hun, Latin, vb. gi¬
du. Geçilecek son bir aşama kalmıştı: Bu bi çeşitli uygarlıkların, uyumlu (ya da uyum¬
türün sinemaya uyarlanması. Ama sinema¬ suz) bireşimlerinden oluşturulmuş ve ço¬
ya uyarlama haklarının iğrenç sorunları, as¬ ğu zaman saçmalamaya dek varan, bütü¬
lında yedinci sanat için yaratılmış gibi gö¬ nüyle yapay bir evrendeki birtakım düşsel
rünen bu türün görüntülere geçirilmesini ol¬ savaş başarısı sahneleri anlatılmak isten¬
dukça geciktiriyordu. Tuhaftır, çizgi roman mektedir. Kolaylıkla başka bir samanyolu-
tutkunluğu Atlantik’in öte yakasına da, İtal¬ na yerleştirilebilecek bu "maddi ve mane¬
ya’ya da geçmişti. Savaş sonrasının sıkın¬ vi” dünya, sadece yönetmenlerle senaryo
tılı sosyo-ekcnomik koşullarıyla tarihsel ge¬ yazarlarına değil, aynı zamanda kostüm-
leneklerin, düşlere ve hayalgücüne daya¬ cülere ve dekoratörlere de, hayalgüçleri-
nan bir sinemanın ortaya çıkışını kolaylaş¬ nin bütün taşkınlıklarını sergilemek fırsatı¬
tırdığı İtalya, çizgi roman için biçilmiş kaf¬ nı vermektedr böylece. Öte yandan, “he¬
tandı. roic fantasy-kahramanlık fantezisi”, güldü¬
Günümüzdeki "kahramanlık fantezisi” rüden silahşörlük filmlerine, romantik aşk
filmleri, hiç kuşkusuz 1960 yılları sırasın¬ hikâyelerinden korku filmlerine değin he¬
da ortalığı kaplayan, Cinecitta yapımı mi¬ men hemen sinema türlerinin nerdeyse tü¬
tolojik filmlerden kaynaklanmaktadır. Holly- münü de içermektedir.
vvood'un tarihsel gerçeklere büyük bir cid¬ Bundan dolayı, bu “görece özgür hare¬
diyet içinde saygı göstermekle şişinen, bu¬ ket alam”nda, bir yapıtın başarısını sağla¬
nu belirtmekte hiç duraksamayan, Ben yan ya da başarısızlığını sağlama bağla¬
Hur (1958, William Wyler), Barabbas yan, daha çok genç (hatta yeniyetme) se¬
(1961, Richard Fleischer), Spartacus yirci kitlelerini baştan çıkarmaya elverişli,
(1960, Stanley Kubrick) yada Roma İmpa¬ karışık etkiler uyandıran filmler yeğlenmek-
ratorluğumun Çöküşü (The Fail Of The tedir.
Roman Empire, 1964, Anthony Mann) gi¬ Büyücülerin tozlu kara kitaplarından, tıl¬
bisinden birbirine benzer filmlerinden da¬ sımlardan, büyülerden, ürküntü verici ej¬
ha çok, canavarımsı yaratıkların ve doğa¬ derlerden, sihirbazlardan ve büyücülerden
üstü olayların yer aldığı, sevimli ve kasın¬ geçilmeyen “uzayın ve zaman boyutunun
tısız Herkül’ün Maceraları (Les Travaux dışındaki” bu dünyalarda İyi’nin sonunda
D'Hercule, 1957, Pietro Francisci), Herkül Kötü'ye üstün geldiği serüvenler anlatılır.
Ve Lidya Kraliçesi (Hercule Et La Reine Bütün bu öğeler, İyi'yi temsil eden yakışıklı,
De Lydie, 1958, Pietro Francisci), Herkül güçlü kuvvetli, adaleleri geliştirilmiş kah¬
Atlantik’in Fethinde (Hercula A La Con- ramanın, tüm gücünü, ustalığını ve kurnaz¬
quöte De L’Atlantide, 1961, Vıttorio Cotta- lığını harcayarak Kötü’lüğün doğaüstü güç¬
favi) ve özellikledüzmeceMasist Hayale¬ lerle donatılmış “şer kuvvetlerini” art ar¬
te Karşı(Maciste Contre Le Fantome, Ser- da alt etmesinde belirleyici bir rol oynamak¬
gio Corbucci/Giacomo Gentilomo) gibi Ci¬ tadır. “Kahramanlık fantezisi” filmlerindeki
necitta yapımı filmler yansımıştır günümü¬ dekorlar ve yaratıklar çoğu zaman coşkun
zün kahramanlık fantezisi filmlerine. Fan¬ bir “fantastik duygusu” uyandırmaktaysa
tastik sinemayı bu tür altında belirlemeye, da, İyi’nin Kötü’yle sonsuza değin sürüp gi¬
tanımlamaya kalkışmak, anlam üstünde decek olan savaşımını öyküleyen bu film¬
birbirinden farklı, çeşitli yorumların bulun¬ lerdeki olay örgüsü, genellikle alışılmış, de¬
duğu, gerçek bir bahse tutuşmaya benzi¬ ğişmez şemaları izleyen, şaşılası bir basit¬
yor. “Heroic” sözcüğü tam anlamını İngi¬ liktedir...
lizce’de açığa vurabilirse de, karşılık ola¬
rak fantezi, değişik hayalgücü, tuhaf ya da SİNEMADA “KAHRAMANLIK
fantastik düşünce, vb. denebilecek olan FANTEZİSİ”
“fantasy” sözcüğünün içerdiklerini yeni¬
den düşünceye geçirmek konusunda bir¬ Türün ünlenmesine yol açan öncüler
takım sorunlar ortaya çıkıveriyor. Oysa kimileri günümüzde sinemaya ege¬
Conan The Barbarian-Barbar Conan’ın men olan “kahramanlık fantezisi” filmle¬
önsözünde, yayıncı ve yazar Sprague De rini, Büyülü Kılıç (L’Epâe Enchantâe,
Camp, “kahramanlık fantezisini “büyüyle 1961, Bert Gordon) adlı filmle, 1961 ’lere
değin çıkarmaktadırlar. Bugün moda olan den canlanmasına belirgin bir biçimde yar¬ 45
bu tür filmlerin yolunu açan film, 1978’de dım eden filmlerdir. Yiğit Luke Skyvvalker
beklenmedik bir biçimde ortaya çıkıveren ve ürküntü veren görünümüyle Darth Va-
Sessiz Flüt (The Silent Flüte, 1978, Ric- der tarafından simgelenen İyi’yle Kötü’nün
hard Moore) olmuştur. Tam olarak seçile¬ bitmez tükenmez savaşımını yadsınamaz
meyen bir zamanda geçen ve bu türe öz¬ destansal bir görünüşte sunan bu efsane¬
gü kimi öğelerin belirdiği, fantastik atmos¬ vi destan filmleri (Yıldız Savaşları,
ferli, kung fu filmlerinin temalarının karışı¬ imparator-ve Jedi’nin Dönüşü-), 1930 yıl¬
mı niteliğindeki Sessiz Flüt’ün senaryosun¬ larının büyük, klasik "kahramanlık fante¬
da, aynı zamanda bu filmde oynaması zisi" romanlarıyla apaçık benzerlikler gös¬
planlanan Bruce Lee’nin özgün bir öykü¬ terirler. Sevimli ya da kötücül, olağanüstü
sünden esinlenilmiştir ama. başrolü, Bru¬ yaratıkların ortaya çıktığı bir yıldızlar âle¬
ce Lee’nin umulmadık ölümü üzerine, TV minde genç Luke Skyvvalker'la SS ünifor¬
dizisi "Kung Fu”yla o sıralarda ününün do¬ malarını çağrıştıran, "rüküş”, kapkara şö¬
ruğundaki David Carradine üstlenmiştir. valye zırhı içindeki Darth Vader, laser kı¬
Mistik Doğu kökenli bir bireysel beceri öy¬ lıçlarıyla destansı düellolarını yaparlar bu
küsü üstüne kurulu, kahramanını maymun filmlerde.
adamlar, panter adamlar gibi fantastik ya¬
ratıklarla karşı karşıya getiren bu filmde, tü¬ Aynı şekilde John Boorman’ın Ortaçağ
rün daha sonraki filmlerinde kullanılacak dekorunda geçen görkemli Excalibur’u
olan şema başlatılmıştır. Bu ilginç yapıt, se¬ (Krallar Savaşıyor, 1981) da, "kahraman¬
yirci açısından başarı kazanamamışsa da, lık fantezisi”ne özgü tüm efsanevi görünü¬
daha sonra gerçekleştirilen ve klasik "kah¬ me sahip olmasına karşın, özellikle somut
ramanlık fantezisi” romanlarıyla açık seçik bulanıklığıyla “karakterize” edilmiş bu tür’-
benzerlikler taşıyan Yıldız Savaşları (Star ün alanı üstüne kurulmuştur. Film süresin¬
Wars, 1977, G. Lucas) ve İmparator (The ce acımasız bir alınyazısının meydana çık¬
Empire Strikes Back, 1980, G. Lucas, I. tığı tema ve Merlin ile Morgane’ın belirsiz
Kershner) gibi filmler için bu böyle olma¬ ve çekici kişilikleri altında toplanmış büyü
mıştır. George Lucas’ın dokuz bölümlük ta¬ öğelerinin ağır basan varlığı belirginleşir
sarısının ilk iki bölümünü görüntüleyen Yıl¬ Excalibur’da. Temel kaynak olarak eski Büyüyle kaplanmış, bi¬
dız Savaşları ve İmparator (ve daha sonra Kelt efsanelerine başvuran ve kesin kararlı lim ve teknolojinin he¬
3. bölüm Jedi’nin Dönüşü) kimilerince bir bir biçimde mitolojik ve mistik bir tutkun¬ nüz keşfedilmediği,
"uzay operası” olarak nitelenmelerine ve luğa yönelmiş olan John Booıman’ın bu fil¬ düşsel bir dünyada ge¬
lişen serüvenler dizisi
kesinlikle bilim kurgu türüne bağlanmala¬ mi, önceki filmlerinden farklı bir biçimde,
olarak tanımlanan CO-
rına karşın "kahramanlıkfantezisi”ne öz¬ bu yönetmenin tutkulu ve etkileyici ustalı¬ NAN THE BARBA-
gü öğeleri de sergileyen ve bu türün yeni¬ ğını örneklemektedir. MaxTessier’nin La RİAN (Barbar Conan)
Revue De Cinema’nın 326. sayısındaki ya¬ kaplayan günlük çizgi romanlar olarak ya¬
zısında altını çizdiği gibi Boorman’ın Ex- yınlanan Conan’ın serüvenleri, bu türün
calibur’unda iktidar üstüne “kinayeli bir is¬ popülerleşmesinde büyük rol oynamıştır.
tiare tarzı” belirgindir, burada olan büyü¬ Conan’ın sinemaya uyarlanması
lü kılıç kesinlikle anlatılan olayların başta 1970’lerde düşünülmüş amatasanm.ı so¬
gelen eksenidir. Boorman’ın vaktiyle pek nuca ulaşabilmesi için bir on yıl daha bek¬
önemsenmemiş, fütürist masal niteliğinde¬ lemek gerekmiştir. Yazar Robert E. Ho-
ki ilginç çalışması Taş Tanrı (Zardoz, 1973) vvard’m yarattığı, efsanevi tarihöncesi “Hi-
gibi Excalibur da,“kahramanlık fantezisi”- borya” çağını başarıyla canlandıran, göz
nin sembolik ve estetik değerlerini kulla¬ kamaştırıcı dekor ve kostümleri gerçekleş¬
nan, görsel ve düşünsel açıdan zevkli, in¬ tiren Ron Cobb gibi yetenekli, becerili ki¬
KAHRAMANLIK
FANTEZİSİNİ celikli filmlerdir. Bundan böyle delik açıl¬ şilerin işbirliğiyle, üstün yapım olanaklarıyla
KONU ALAN mıştır ve tehlikeli süvariler tökezlenebile- ve günümüzün Rock kültürünün öğelerinin
BAŞLICA FİLMLER ceklerdir artık... katıştırmasıyla elde edilen sonuç umula¬
nın da üstünde oldu. Filmdeki makyajlar ta¬
The Archer And The Conan, Talon, Dar ve diğerleri nınmış “Hard Rock” grubu Kiss eleman¬
Sorceress- Okçu ve
Güzel Büyücü Yön: 1980 yapımı, İngiliz yönetmen Terry Mar- larının eseriydi. Kahramanının dikkati çe¬
Nicholas Corea cel’in HawkThe Slayer-Öldürücü Havvk’ı, ken fiziği ve barbar görünümüyle büyülen¬
(ABD, 1980) “sword and sorcery-kılıç ve büyü” filmle¬ miş John Milius, Robert E. Howard’m ya¬
• Conan The rine çekingen bir ilk yaklaşım denemesiy¬ pıtının temel verilerinden biri olan fantas¬
Barhanan- Conan di. Bir kez daha İyi’yle Kötü’nün çekişme¬ tik bakış açısını bile bile savsaklamıştı. Yö¬
Yön: John Milius
si üstüne kurulmuş olan Hawk’da seyirci netmen Cinefantastique dergisinde (12.
(ABD, 1981)
• The Silent Flüte - iki kardeş Havvk’la (John Terry) Voltan’ın cilt, 2. sayı) kendisiyle yapılan bir konuş¬
Sessiz Flüt Yön: Ric- (Jack Palance), kardeşlerden birinin ölece¬ mada bunu şöyle açıklıyordu: “Fantastik
hard Moore (ABD, ği düellosunu izliyordu. Mucizevi erdemle¬ öğelerle pek ilgilenmedim, çünkü entrikay¬
1978) rini sadece bir kılıçla bir yaya indirgemiş, la bağdaştırılmış yazar hünerlerinden baş¬
• The Beasmaster-
yoksulların koruyucusu, Shervvood orma¬ ka bir şey değildi fantastik öğeler Conan’-
Yenilmez Savaşçı
Yön: Don Coscarelli nının yiğit Robin Hood’unu çağrıştıran kah¬ da, beş kollu bir yaratıktan daha çok Us-
(ABD, 1982) ramanının (Havvk’ın), düşmanlarını “atma¬ ta’nın kılıcının gizemi ilgilendiriyordu be¬
Dark Crystal- Siyah ca” gibi avladığı tekdüze serüvenlerini ak¬ ni...”
Kristal Yön: Jim Hen- taran bu aşırı şematik film, henüz Fransa’¬ Film böylece Robert E. Hovvard’ın yapı¬
son. Frank Oz (İngilte¬ da gösterilmemiştir. tının bütün çekiciliğini oluşturan barok coş¬
re, 1982, çizgi film)
Fransa’da gösterilmemiş bir başka film kunluktan yoksun kalıyordu. Ama Tulsa
Dragon Slayer- Ejder¬
ha Öldürücü Yön: de, aslında TV için hazırlanmış Amerikan Doom’un dev bir yılana dönüştüğü ya da
Matthevv Robbins yapımı Okçu ve Güzel Büyücü’dür (The ölümcül güçlerin yaralı kahramanı ele ge¬
(ABD, 1981) Archer And The Sorceress, 1980, Nicho¬ çirmeye uğraştığı sahneler gibi, kimi bö¬
• The Sword And The las Corea). Kauçuktan gerçekleştirilmiş yı¬ lümlerin değerini verdiği de unutulmama¬
Sorcerer- Barbarlar.
lan adamların, vb.nin sergilendiği bu film¬ lıdır. Ron Cobb’un, Frank Frazetta'nın ka¬
Yön: A Ibert Puyn
(ABD, 1982) de, filmin kahramanı Taton, güzel büyücü paklarını çağrıştıran ve ilkel çağların atmos¬
• • Excalibur- Krallar Estra’nın kollarına düşmeden önce, ölen ferini getiren başarılı dekorlarını da anmak
Çarpışıyor Yön: John babasının öcünü almaktadır sihirli bir okun gerekir bu sahnelerde.
Boorman (İngiltere, yardımıyla. Ancak Conan’ın bütün dünya¬ Filmin uyandırdığı başka bir düş kırıklı¬
1981) da kazandığı başarıdan sonra gösterilebil- ğı da, Conan’ın barbar kişiliğini yeterince
• The Empire Strikes
Back -İmparator Yön: me şansına erişmiştir, tam anlamıyla “Z duyarlıkla veremeyen Amold Schvvarze-
İmin Kershner (ABD, serisi” çeşidinden bu film. Robert E. Ho- negger’in kaba yorumundan kaynaklan¬
1980) vvard’ın yapıtından John Milius eliyle sine¬ maktadır, Arnold Schvvarzenegger’in Co¬
•Star Wars- Yıldız Sa¬ maya uyarlanan Barbar ConanfConanThe nan rolüne seçilmesinin tek doğru yanıy¬
vaşları Yön: George Barbarian, 1981), kuşkusuz şimdiye değin sa, bu eski dünya vücut şampiyonunun
Lucas (ABD, 1977) Frank Frazetta’nın çizimleriyle benzerlik
ortaya konan “kahramanlık fantezisi” film¬
Hawk The Slayer Yön:
Terry Marcel (İngilte¬ lerinin en sonuca ulaşanıdır. göstermesidir. Senaryo bütünlükten yok¬
re, 1980) 1932 ile 1936 arasında bölüm bölüm ya¬ sun kimi bölümlerde tıkanıklık göstermek¬
Heavy- Metal Yön: Ge- yınlanmış olan Kimmeryalı Conan destanı, te ama senaristliği yönetmenliğinden da¬
rald Potterton (ABD, yazarı Robert E. Hovvard’ın ölümüyle onun ha başarılı olan John Milius, barbar Co-
1980, çizgi fdm) yerini alan yayına Sprague DeCamp’ın ye¬ nan’ın serüvenlerini sonuçta savaşa ilişkin
Lord Of The Rings
Yön: Ralph Bakshi niden ciltler halinde bir araya getirdiği 21 bir kahramanlık destanı görünümünde de¬
(ABD, 1979, Çizgi Conan öyküsünden oluşur. 1950’lerde ğerlendirmektedir. Conan’ın bütününde,
film) Kimmeryalı Conan’ın serüvenleri, ünlü kimilerinin gizli bir faşizm olarak değerlen¬
fVizards Yön: Ralph grafist-illüstratör Frank Frazetta’nın (daha dirdiği Nietzche’vari bir hava sezilmekte¬
Bakshi (ABD, 1977, sonraları da başkalarının) yaptığı göz alıcı dir, kahraman uzun boylu ve sarışın, düş¬
çizgi film)
kapaklarla cep kitabı boyutlarında yayınlan¬ manıysa kara yağız ve ufak tefektir.
Fire And Ice Yön:
Ralph Bakshi (ABD, mıştır. “Kahramanlık fantezisi” niteleme¬ Bu arada, sansür kurulunca engellene¬
1982, çizgi film) siyle adlandırılan bu türün sinemada yay¬ bileceği besbelli bütün şiddet içeren sah¬
gınlık kazanmasından önce, ünlü illüstra- neleri sürekli olarak yumuşatan yapımcı Di-
• İşaretli olanlar ülke¬ törlerin çizgileriyle, Roy Thomas ve onu iz¬ no Di Laurentiis’in ağırlığından da söz et¬
mizde gösterildi. mek gerekir. Çok sayıda kusuruna karşın,
• • Bu mevsim sinema¬ leyen Conan yazarlarının senaryolarıyla
larda gösterilecek. çizgi-roman albümleri ve gazete-dergileri “kahramanlık fantezisi” filmlerinin basya-
pıtı olarak görülen Conan, yine de özgün nusu edilebilr. Alevler içinde geçen olağan¬ 47
romanların destansı soluğuna, yoğunluğu¬ üstü bir final bölümüyle tamamlanan The
na ulaşamayan bir filmdir. Beastmaster, serüven sineması yıllıkların¬
Conan’ın kazandığı başarıdan yararlan¬ da yer alacak türden yiğitlik gösterileriyle
mak isteyen ve bütünüyle bu filmi taklit doluşturulmuş bir fantastik filmdir.
eden tüm filmler elbette kınanabilir. Ama “Kahramanlıkfantezisi” filmlerinin diğer
yine de Amerikan yapımı Barbarlar (The türlerden daha fazla orta değerlere dayan¬
Svvord And The Sorcerer, 1982, Albert dığı görülmektedir. Conan’ın dışında bütün
Pyun) gibi kimi sevimli filmler de yok de¬ bu filmler orta karar bütçelerle gerçekleş¬
ğildir bu tür “kahramanlık fantezisi” yapıt¬ tirilmiştir, aynı şekilde bu filmler genellikle
lar arasında. Albert Pyun’un Barbarlar-The orta karar yorumlar sergileyen vasat oyun¬
Svvord And The Sorcerer'i gösterildiğinden cuların (?) canlandırdığı kahraman kişilik¬
beri küçümsenmiştir. Bir John Milius’a leri üstüne kurulmuştur ve tabii bu türün
oranla son derece sınırlı olanaklarla çalı¬ kuralları gereğince, rolünün içerdiği psiko¬
şan yönetmen Albert Pyun, taşkın bir düş lojik boyutlardan çok bedenini ya da pazu-
gücünün ürünü bir ritm tutturabilmiş, kimi larının gücünü ortaya çıkaran, kalıplaşmış
şaşırtıcı sahneler ve sürekli bir “humor” bir kahraman tiplemesinin destansı serü¬
duygusuyla gerçekleştirilmiş bu filmle se¬ venleri üstüne kurulmuş oluşları da bu film¬
vimli bir yapıt ortaya koyabilmiştir. Bu tü¬ lerin en çok eleştirilebilecek yanlarından bi¬
rün hünerlerini sergileyen Barbarlar -The ridir. Bu türün içerdiği bütün fantezi duy¬
Svvord And The Sorcerer, yetenekli, genç gusunu ve bütün bu kahramanlık övgüle¬
bir yönetmenin ilk filminin bütün kusurla¬ rini görüntülere dönüştürebilecek yetenek¬
rını da taşımaktadır. te olmayan yönetmenleri gibi, bütün bu
Benzer yargılar pek bilinmeyen, göz ka¬ filmlerde bir destan soluğuna da rastlan-
maştırıcı bir film olan Phantasm- mamaktadır ayrıca. Kısacası sinemada
Görüntü’nün yönetmeni Don Coscarelli’- gerçek bir “kahramanlık fantezisi” filmi,
nin 1982 Amerikan yapımı Yenilmez hâlâ gerçekleştirilmeyi beklemektedir, hâlâ
Savaşçı-The Beastmaster’ına da uygula¬ gerçek bir “kahramanlık fantezisi” filmi ya¬
nabilir. Senaryosu ve kimi dekorları yer yer pılabilir...
Conan’dan aşınlmış olduğu için eleştirile¬ Avatar ile Blackıvolf-
bilirse de, bu filmde hayvanların, özellikle Canlandırma sinemasının “kahramanlık un acımasız kavgasının
bir başrol oyuncusu gibi rol kesen kara bir fantezisi” filmleri: simgelediği büyüyle
panterin yerinde kullanılışı (kahraman hay¬ Çini mürekkebinin büyücüleri ya da teknolojinin kaçınıl¬
vanlarla ilişki kurmayı iyi bilmektedir, filmin maz savaşını alegorik
çizer büyücüler
bir fresk tutumuyla ak¬
özgün adı da -Beastmaster buradan ileri taran WİZARDS (Sa¬
gelmektedir-) ve kimi buluşlar da söz ko¬ "Kahramanlık fantezisi” çeşitlemeleri- vaş Büyücüleri).
nin, geleneksel olarak çocuklardan oluşan tününde insancıl bir felsefenin derinden et¬
seyirci kitlelerine adanmış bircanlandırma kilediği, kimi naif-yapmacıksız nitelikleriy¬
sinemasıyla pek o kadar başarılı olduğu le belirginleşen Dark Crystal-Siyah Kris¬
söylenemez. Bir Ralph Bakshi birkaç yıl¬ tal, genellikle bu türün filmlerinde ortaya
dan beri seyirciye kuşkusuz benzersiz ya¬ çıkan kalıplaşmış İyi-Kötü karşıtlığının ba¬
pıtlar sunmaktadır ama onun da Walt Dis¬ sitliğini akıllıca aşıyordu. Ender rastlanan
ney döneminin yapmacıklığının tutsaklığın¬ kavramsal bir kusursuzluğa ulaşan ve gör¬
dan ve Disney etkilerinden kurtulduğu ile¬ sel bütünlük açısından hayranlık uyandırı¬
ri sürülemez. cı bir düzeyi sergileyen Dark Crystal-Siyah
Ralph Bakshl'nin iddialı filmi Yüzükler Kristal için başyapıt sözcüğü gerçekten bo¬
Lordu (Lord Of The Rlngs, 1979) yazar şa harcanmış bir sözcük sayılmaz. Frank
Tolkien’in sinemaya uyarlanması hemen Oz-Jim Henson İkilisinin bu parlak yapıtı,
hemen olanaksız başyapıtını ancak parça¬ kuşkusuz canlandırma sinemasının şimdi¬
lara bölerek verebilen bir düzeyden öteye ye değin yapılmış en güzel filmlerinden bi¬
gitmediği gibi, sık sık Walt Disney’i akla ge¬ ridir kısacası.
tiren bir grafik anlayışıyla çırpıştırılmış, ka¬
rışık bir film izlenimi veriyordu. Tolkien'in “Spaghetti-kahramanlık fantezisi”
ünlü başyapıtından geriye, sihirli yüzüğün filmleri:
simgelediği bütün saygınlığı yitirten bir gö¬ Mitosları kemiren kahramanlar
rünümdeki, iyice inceltilmiş bir “mesel" ka¬ Anglosakson kaynakların bildirdiğine gö¬
lıyordu. re, Conan’ın devamı olacak ve başrolde yi¬
Sonuçta ilginç olan “kahramanlık fante¬ ne Arnold Schvvarzenegger’in boy göste¬
zisi” alanına ilk kez1977’de el atan Baks- receği yeni bir filmin hazırlıklarına şimdi¬
hi’nin, Savaş Büyücüleri-Wizards’la söz den başlanmış, bu Conan ll’nin şimdilik adı
götürmez bir başarı kazanmasıydı. Conan, King Of Thieves-Hırsızlar Kralı
Avatar ile Blackvvolf’un acımasız kavga¬ vConan olarak belirlenmiş. Robert E. Ho-
sının simgelediği büyüyle teknolojinin ka¬ vvard’ın özgün yapıtıyla tek yakınlığı, des¬
çınılmaz savaşımını “alegorik bir fresk” tu¬ tanın serüven tarafını ön plana çıkarmak
tumuyla aktaran Wizards-Savaş Büyücü¬ olan ve Hovvard’ın yapıtındaki diğer öğe¬
leri, Sergey Eisenstein’ın Aleksandr Nevs- leri savsaklayan bu tasarıdan başka, Ang¬
ki, Töton Şövalyeleri gibi klasiklerinin ve losakson cephesindeki diğer yeni tasarılar
insanlığın savaş çılgınlığını belirten son sa¬ da, Sean Connery’nin oynayacağı The
vaşın aktüalite filmlerinin şaşırtıcı bir karı¬ Svvord Of The Valiant-Kahraman Prens’-
şımı niteliğindeki görüntülerden oluşturul¬ in Kılıcı, Peter Yates’in yöneteceği Krull,
muştu. Richard Donner’in yöneteceği Lady Hawk
Ralph Bakshi’nin son yapıtı, 1982 yapı¬ ve The Barbarians-Barbarlar ile The
mı Tygra, Buz ve Ateş-Fire And Ice da, Sorceress-Büyücü adlı iki Roger Corman
Frank Frazetta ve Roy Thomas gibi “uz¬ yapımı şimdilik. Genelde her tür’e, kendi¬
manlarla” yapılan işbirliğine karşın yeni bir lerine özgü yeni bir hava verme alışkanlı¬
düş kırıklığıydı. Birkaç başarılı sahnenin dı¬ ğındaki İtalyanlar da bu tür’e ilgisiz kala¬
şında bu film, Bakshi’nin “kahramanlık fan¬ madılar ve stüdyolarını bu türde tezgahla¬
tezisi” anlayışını parlak seyirlik nitelikler¬ nan ıvır zıvır filmler için seferber ettiler. Bu
den ve şiirsellikten yoksun bırakılmış bir karmakarışık, İtalyan yapımı "kahraman¬
mekanik anlatımla örnekliyordu. lık fantezisi” filmleri arasında, Barbarların
Ünlü resimli romanların soluğunu ve bü¬ Terörü Gunan, Savaşçı Gunan, (bu iki film
yüleyiciliğini, “heroic fantasy-kahramanlık çalıntı olduğu için mahkeme aşamasında¬
fantezisinin kimi ilginç izlerini taşıyan dır şimdi), Görünmez Savaşçı Ator, Ator II,
1980 yapımı Heavy Meta! adlı kuraldışı bir Kristal Kılıç, Barbarların Kılıcı, Ateşten
Amerikan filminde yeniden bulmak olası¬ Taht, Kanundışı Mace, Fatih Thor, vb. anı¬
dır. Corben, Vloebius ve Druillet gibi çizer¬ labilir.
lerden alıntı yapılarak gerçekleştirilen, Ge- Bu değersiz filmlerin güzel basılmış ama
rald Potterton’un yönettiği Heavy Metal’- aldatıcı afişlerinde yönetmen olarak Joe
in özellikle son bölümünde bu türün ger¬ D’Amato, Franco Prosperi, Luigi Cozzi (Le-
çek dişi kahramanı Taarna’nın başarıları wis Coates), vb. gibi, çoğu zaman Ameri¬
görüntüleniyordu. kan adları takınmış, çabuk iş bitiren, bece¬
Ama “kahramanlık fantezisi” filmlerinin rikli İtalyan sinema zanaatçılarının adları
canlandırma sinemasındaki şimdiye değin geçmektedir. Çarçabuk tezgahlanmış bu
gerçekleştirilmiş en büyük başarısı hiç kuş¬ salt tecimsel filmler, henüz daha nitelikli
kusuz 1982 İngiliz yapımı Dark Crystal- yapıtlar üretilebilecek bir tür’ün vakitsiz
Siyah Kristal’dir. Frank Oz’la Jim Henson’- yozlaşmasına neden olmaktadır. 0) Her
ın coşkulu, zengin düş gücünden- şeye karşın yine de bu üzücü değersizlik
imgeleminden doğmuş olan bu film, kuk¬ ortamında, günün birinde bir “inci”nin be-
laların ya da insan boyundaki kukla kılığı lirivereceğini umalım..
içine giren oyuncuların oynadığı ve çeşitli SONUÇ:
tekniklerin kullanıldığı ünlü canlandırma si¬ Kahramanın dönüşü mü yoksa sıfıra dö¬
neması klasiklerinden tümüyle farklıdır. Bü¬ nüş mü?
1960 yıllarında ortaya çıkan ve İtalyan si¬ bağlamda, işlerine geldiği gibi kullandıkları 49
nemasına, savaştan sonra yitirdiği bir pat¬ doğrudur bu tür'ü. Ahlaksal ve siyasal bu¬
lamayı sağlayan Herkül'lü, Maslst'li antik nalımların alt üst ettiği bir çağda doğmuş,
çağ filmleri (Peplum-mitolojik filmler) gibi, kapitalizmin olgun değerlerinin geçersiz-
"heroic fantasy-kahramanlık fantezisi" si¬ leştiği, çeşitli kaygılarla, tasalarla damga¬
nemasının günümüzdeki başarısı da, söz lanmış bir döneme kaçınılmaz bir biçimde
götürmez bir biçimde kalıtçısı olmayan ge¬ uydurulmuş "kahramanlık fantezisi” türü,
leneksel mitoslara dönüşe bağlanmaktadır yine de geniş seyirci yığınları için bir kaçış
ve fiziksel güç kültürüyle bağıntılı bireyci¬ sineması olmakta ve kusursuz olarak temel
liğin bir kez daha zafere ulaşmasıdır. 1970 bir düş gereksinimini bütünüyle karşıla¬
yıllarının kuşkuları, uyuşmazlıkları ve top¬ maktadır. “Kahramanlık fantezisi” filmle¬
lu belirsizliklerinden sonra günümüzde rinin temaları ve ideolojisi tartışma götürür
“kahraman” beklenmedik bir biçimde dön¬ ve kabul edilmeyebilir niteliktedir, biçimsel
müştür aramıza. Süpermen, Che Gueva- açıdan baş döndürücü ve seyirlik özellik¬
ra’nın ayağını kaydırmıştır, gençler body ler taşımalarına karşın.
1 building-vücut geliştirmeyle uğraşmakta¬ Şu sıralar gittikçe daha çok boşa harca¬
dırlar aşağılık duygusuna kapılmaksızın. Şi¬ nan ve küçümsenen "kahramanlık fante¬
şirilmiş adalelerin küçük beyinlerle katıştı- zisi” türünün gerçekten temiz yürekle ha¬
rıldığı olağanüstü durum, seyirciyi gittikçe zırlanmış etkileyici ve sihirli bir iksire ihti¬
fantastik serüven filmlerine yönlendirmekte yacı var •
ve bu alandaki tıkanmaya eşlik etmektedir.
Seyircinin bu eğilimleri, uygun "kahraman¬
lık fantezisi” filmlerinde yasal ifadesini bul¬ (1) Yedinci sanatın bu ölümsüz başyapıt¬
maktadır. Çoğu zaman bir ideolojiyi, za¬ ları (!) üstüne daha çok aydınlık getirmek
man zaman politik niyetlerin de sezildiği için, Starfûc dergisinin 2. sayısındaki ya¬
rarlı bir yazı anımsatılabilir.
kuşkulu bir mitolojiyi yansıtan ve bir kısım
eleştirinin, geçerli güvensizliği karşısında (2) Bilim kurgu alanında uzmanlaşmış, İn¬
kalan bu türün getirdiği sakıncalar, sağlıklı giliz Michael Moorcock gibi genç yazar¬
bir biçimde anlaşılmaktadır. (1 2) Kimi yönet¬ lar tarafından paylaşılan güvensizlik, "El-
menlerin ("Yeşil bereli” John Milius gibi) ric The Necromancian” adlı kitabın ön¬
belirginleşmiş ya da belirginleşmemiş is¬ sözünde dile getirilmekte ve "heroic
tekleri ve amaçlarının doğrultusunda, tür’- fantasy-kahramanlık fantezisi” yapıtları¬
ün öneminin ve değerinin sınırlarını özene nın çoğunluğunun 'faşist ” nitelikte oldu¬
ğu ileri sürülmektedir.
bezene belirten en sıkı sosyo-ekonomik
BERLİN’E KACIS 3 3
(Fluchtpunkt Berlin)
(Fh'ght to Berlin)
Y: Christopher Pe¬
ni* S: Jennifer Potter’-
in Garip Günler adlı
yayınlanmamış roma¬
nına dayanarak Chris¬
topher Petit ve Hugo
Williams/G.y: Martin
Schafer/ M: Irmın
Schmidr / O: Tusse Sil-
berg, Paul Freeman,
Lisa Kreuzer, Jean-
François Stevenin,
Ewan Stewart, Eddie
Constant ine/Renkli,
90 dakika/ Batı Al¬
manya 1983.
FİL M: • • Görüntü-ses:
• •• Altyazı:•
faşizmin özeleştirisinin üzerine yatmış, bö¬
lünmüş ve kimliğini yitirmiş Batı Almanya’¬
da filizlenmesi hiç de rastlantı değildi. Klu-
ge, kişiliğini yitirmiş bir toplumu felsefi düz¬
lemde sorgularken, Fassbinder işi intikam-
cılığa varan bir sinizme götürdü. Herzog ve
VVenders ise yalnızlığı, bölünmüşlüğü ev¬
rensel mekanlara taşımayı yeğlediler.
Tematik düzlemde Godard’ı ama tavır
bakımından Fassbinder ve VVenders’i ha¬
tırlatan Flight To Berlin (Flight sözcüğü
dar anlamda “uçuş”, geniş anlamda “ka¬
çış” ifade ediyor) adından da anlaşılacağı
gibi bir kaçış filmi. Hem de nereye?... Sa¬
vaş sonrası Almanya’sının (hatta Avrupa-
sının) küçük bir modeli olan, bütün yolla¬
rın oraya varıp hiçbir yere çıkmadığı köh¬
ne bir kente, Batı Berlin’e... Londra’da bir
kadının ölümüne sebep olmakla suçlanan
Susannah Lavvrence, çocukluğundan be¬
ri ayrı büyüdüğü kız kardeşi Julie’nin ya¬
nına, Berlin’e kaçıyor. İflas eden ve gittik¬
çe görme yetisini yitiren kocası Nicholas da
peşinden onu aramaya geliyor. Bu ada
kentte geçen birkaç gün içinde, öykünün
kahramanı 6-7 kişi sürekli birbirinin yolu üs¬
tüne çıkacak ama hiçbir kalıcı ilişki geliş¬
meyecektir. Herkesin tutsağı olduğu bir Christopher Petit filmini anlatıyor
korkusu, bir zaafı, bir gizi vardır. Herkes
birbirinden kaçmakta, birbirine yalan söy¬ KAÇIŞ YA DA BİR YERLERE
lemekte, sahte ad vermektedir. Berlin var
olup olmadığı kuşkulu bir büyü kenti, ya¬ YOLCULUK
şamsa alkolik bir artist eskisidir. Filmin,
geçmişi ve toplumsal kimliği belirli tek ki¬ Christopher Petit, Flight To Berlin’le dikkatleri çekmiş bir yönetmen. Hem
şisi Eddie Konstantin bile (kendini oynuyor) film, hem de Petit’in aşağıda bölümler yayınladığımız görüşleri, son kuşak
AvrupalI yönetmenlerin bakış açısını tanıma bakımından ilginç olsa gerek.
bu insanları canlandıramaz. Onlar, Fass-
binder’in Katzelmacher’ini ve bir yönüyle “Flight To Berlin, esas olarak Paris’te geçen yayınlanmamış bir romana
de Çin Rulet’ini, VVenders’in de Olayların dayanıyor. Yapımcı Chris Sievernich, Berlin’de bürosu olduğunu ve Alman
Gidişi’ni anımsatan bir biçimde amaçsız¬ sinemasını iyi tanıdığını söyleyerek filmi Berlin 'e Kaçış 'a çevirip çeviremeye-
ceğimi sordu. Sonunda benim de hoşuma gitti bu. Berlin’de rastlantı oranı
ca salınırlar sadece. Sonunda Susannah,
çok yüksek, çünkü çok küçük bir kent. Yemek yiyecek, birşeyler içecek 7-8
Berlin’i bölen bölgeler arasında kaçışına ya yer var. Birini aradığınızda akşama kalmadan kesin buluyorsunuz. Öyküdeki
da amaçsız yolculuğuna, Nicholas da ara¬ rastlantı öğesi böylece Berlin ‘de daha iyi vurgulanacaktı. Berlin ’in coğrafyası
yışına devam edecektir. Ama aradıkça kör¬ da anlatıma yardımcı oldu. Çünkü buraya giriyorsunuz ve başka yere çıkamı¬
leşmektedir Nicholas. yorsunuz.
Petit’in filmi tek başına alındığında an¬ “Roman, Pierrot LeFou 'dan güçlü bir biçimde etkilenmişti. Godardyen
lamlı kuşkusuz. Ama savaş sonrası Avru¬ olaylarla örülüydü. Onda da çok sayıda rastlantı olmasına karşın roman filmden
pa sineması bağlamında değerlendirildiğin¬ daha açık ve anlaşılırdı. Ben daha yapay bir öykü istedim, karakterler ger¬
de tekrardan öteye, hatta mızmız bir tek¬ çekçi tiplerden oldukça kapalı, şifreli tiplere kadar değişim göstermeliydi. Ka¬
rakterler romandakinden çok daha birbirinin içine geçmeli ve işlenmeliydi.
rardan öteye pek gitmiyor. Usta Godard,
Çin’den Amerika’ya, Prag’a; Rönesanstan “George Steiner saniyorum Dil ve Sessizlik 'de, yirminci yüzyılda insanla¬
Dayanışmanın Polonyasına (Çile’de) kadar rın özel yaşamlarının nasıl artan bir biçimde ortadan kaldırıldığını ve bunun,
bir dinamik, bir tutamak arayışını inatla sür¬ müptelalık, ruhsal çöküntü ve iflas gibi uç sonuçlara vardığını anlatır. Daha
senaryoyu yazmaya başlarken bunun karakterlerime uyduğunu fark ettim. JuUe
dürürken, çırakların tıkanmışlığı ve kaçışa bir bakıma bir müptelâdır, bir müptelânın kişiliğine sahiptir; Susannah ruhsal
tekrar tekrar ağıt yakmaları biraz usandırı¬ bir çöküntü geçirmiştir ve Nicholas iflâs etmiştir... Belki de filmlerimin tü¬
cı oluyor. Petit’i buna karşın sivrilten şey mü, bir görüntüyle bir tür halüsinasyonun birleştirilmesini temel alıyor. Ger¬
ise bildik bir tavrı oldukça iyi kurulmuş öz¬ çekçi olmayan bir gerçekçilik demiyeceğim ama bir bardak suya batırılmış ka¬
gün bir öykü dokusu üzerinde oldukça ge¬ lemin kırılması gibi bir şey bu.
lişkin bir anlatımla (özellikle çekim açıları “Stilistik açıdan Flight To Berlin'den memnunum. Schafer’e, alıcıyı hiç oy¬
ve ölçekleriyle grinin kullanımı açısından) natmayacağımızı kesinlikle söyleyerek elde ettik bu sonucu. Yavaş kaydırma¬
daha derinden açımlamış olması... larda usta olduğu için zor geldi ona ama bu kez çekim açıları üzerinde enine
boyuna düşünmek zorunda kalck. Dikkat ederseniz, açıların teknik olarak pek
Tabii bir de,Lessing gibi birkaç istisna dı¬ doğru olmadığını görürsünüz. Çoğunlukla alıcı orta çizginin çok az sağma ve
şında, genel olarak kendi kültürel ve tarih¬ soluna döner. Çekim sırasında beni çok kaygılandırdı bu ama sonunda en uy¬
sel düzleminde kalmış ve daracık bir suy¬ gun duyarlılık uzaklığını bulduğumuzu gördük. Berlin ’e geldiğim sırada Ar-
senal sinemasında Fritz Lang toplu gösterisi vardı. Lang ’ın alıcı ile oyuncular
la ayrıldığı kıtanın genel sorunlarına sırtını arasındaki uzaklığı nasıl en iyi biçimde ayarladığını şaşırarak gördüm, Peter
dönmüş olan İngiliz sinema ve edebiyatı¬ Fonda, Spenca- Tracy gibi oyuncular hiç bu kadar canlı gözükmemişlerdi. ”
nın geleneğini bozması da ilginç •
54
yine de sahne ışıklarının büyüsünü boşlamıyor.
ALL THAT JAZZ
Koreograflıktan gelen bir ritm duyarlılığını her
Oscar ödüllü Kabare’siyle tanıdığımız ve son filmine katmasını biliyor Fosse; Kabare’deki fa¬
filmi Star'80'le yeniden adından söz ettiren Bob şizmin ağır salınımı Ali That Jazz’da son dere¬
Fosse'un, kavgalarıyla sevgileriyle, tutkularıyla ce çok sayıda kısa çekimden oluşan baş dön¬
karabasanlarıyla, yaşamıyla ve ölümüyle kendi¬ dürücü bir hıza bırakıyor yerini... Hız Hollywo-
sini anlattığı filmi... Dansör olarak gösteri dün¬ od’un bir özelliği ama Fosse’un, Fellini’nin ge¬
yasına giren birçok Broadvvay müzikalinin ko- dikli görüntü yöetmeni Rotunno’nun da katkısıy¬
Y: Bob Fosse / S: Ro-
bert Atan Aurthur, reografisini yaptıktan sonra sinemaya geçen ve la kotardığı gerçekle fantazyanın birbirine karış¬
Bob Fosse / G.y.: Gu- filmlerinde genellikle müzikle dansa büyük yer tığı anlatım, özellikle film kahramanının ölüm me¬
iseppe Rotunno / M: veren Fosse’un 8 1/2’u bir bakıma... leğiyle söyleştiği bölümlerdeki gizemli hava ve
Ralph Burns / O: Pa¬ Bardakta eriyen bir sindirim hapı, acele bir nihayet küçücük bir kapı önü ayrımı dışında fil¬
ul Scheider, Jessica gargara, aynaya atılan sinirli bir gülücük ve min tümüyle iç mekânlardan oluşması, Hollyvvo-
Lange, Ann Rainking, "Gösteri başlıyor dostlar!”... Film boyunca tek¬ od’a yabancı anlatım biçimleri... Belki de bu yüz¬
Leland Palmer, Ben rarlanan bu motif eşliğinde “Show Bizz’in sah¬ den Amerika’da değil de, Avrupa’da (Cannes’-
Vereen, Cliff Gorman ne dışında yaşananla sahnede oynananın bir¬ da) ödüllendirildi Ali That Jazz.
/ABD 1979, 123 daki¬ birine karıştığı dünyası, tüketen ama onsuz da Filmi, Fellini’nin 8 1/2’ununyanı sıra, Mısırlı
ka. vaoılamavan cehennemi sahneye geliyor. Fos¬ yönetmen Yusuf Şahin'in Sinema Günleri’83'te
FİLM.-••• Görüntü Ses: se, bu "sanat” dünyasının parıltısı ardındaki ce¬ izlediğimiz Beüek’iyle de ilginç benzerlikler ta¬
••• Altyazı: •• haleti ve pespayeliği de ortaya çıkartıyor ama şıdığını belirtelim en son.
ŞALVAR DAVASI
Artık, Kemal Sunal’ın bol bol dişlerini göste¬
rip küfür ettiği sulu lümpen güldürülerini fabri¬
kasyon biçimde üreten Kartal Tibet'in en düzeyli
güldürüsü... Aristofanes’in Lisistrata’sını ya da
birzamanlarki popüler adıyla Kadınlar l-ıh Der-
se’nin Anadolu’nun bir köyüne uyarlaması... Şe¬
hir görmüş alımlı Elif, kocası ölünce köye dönü¬
yor ve tüm kadınları tembel erkeklere karşı ayak¬ Y: Kartal Tibet / S:
landırıyor. İş en hayati gereksinimlerine varın¬ Başar Sabuncu / G.y:
ca da Ömer Ağa ile birlikte tüm erkekler dize ge¬ Çetin Tunca /M: Atil¬
liyor. la Özdemiroğlu / O:
Görüntü yönetmeninden senaryocusuna ka¬ nadığı sinsi ağayı bir kez daha yineliyor. Sonuçta Müjde Ar, Şener Şen,
dar oldukça kaliteli bir ekip. Bol miktarda tiyat¬ sarkmayan, dağılmayan bir film çıkmış ortaya. Halil Ergün, Pembe
rocu destekli oyuncu kadrosunda Müjde Ar ar¬ Ama bunun dışında, artık cıcığı çıkmış bir entri¬ Mutlu / Türkiye 1983.
tık iyice klişeleştindiğiserbest, cerbezeli kadını; kayı tekrarlayan ve kimseyi de gücendirmeyen
Şener Şen de, herhalde şimdiye dek en çok oy¬ “feminist” bir köy filmi Şalvar Davası. FİLM: •• Görüntü-ses:
üşmüş yada düşürülmüş bir ya atılmak isteyen Haşim Bey’in (Savaş Yönetmen: Şerif Gö¬
Başar) dalavereleri ile Fikret Hoca’nın (Ha¬ ren. Senaryo: Mehmet
kadının öyküsü sinemamızda Aydın, Görüntü: Or¬
öteden beri var olan bir motif. lil Ergün) savaşımı ise anlamsız ve yavan
han Oğuz. Oyuncular:
Barlardan sokaklara, pavyonlardan genel¬ bir türük olmanın ötesinde hiçbir işlevsel Kadir İnanır, Hülya
evlere dek uzayan mekanlar içinde, güzel¬ önem taşımıyor. Avşar, Halil Ergün,
liğinden ve diriliğinden hiçbir şey yitirmek¬ Savaş Başar, Yıldırım
Zaman zaman baş yapıt olacak denli dü¬ Gencer, Kadir Savun,
sizin bedenini satmaya çalışan ve bu zeyli filmlere imzasını atmış olan bir yönet¬ Ülkü Ülker. Yapım:
arada- biraz garip ama gerçek- iffetinden menin böylesine filmlere yönlenmesini sa¬ Burak Film - 1984
hiçbir ödün vermeyen böylesine kahra¬ nırım, Yeşilçam’a özgü yaşam gereği söz¬
manlı filmlerin kaynağını, melodramik ka¬ cüğü ile bile hoşgörmek olanaksız.
lıplardan çok, sinemamızın kadın üzerine
kurulu yapısında aramak gerekir. Kadını,
eldeğmemişlikle orospuluk arasında gör¬ BURÇAK EVREN
meye yatkın bir sinema anlayışı, alt yapı¬
nın zorlaması tecimsel amaçlarla da, bu iki
durumu bıktıracak denli işleyegelmiştir.
Son yıllarda ise eldeğmemiş masum yok¬
sul mahalle kadınının yerini, -kadın oyun¬
cularının sinemamızdaki yerinden ötürü-
onurgna ve iffetine düşkün hayat kadını al¬
maya başlamıştır. Barların ve pavyonların
oncakadınasusamış erkekleri arasında if¬
fetini korumaya çabalayan kadın, genele¬
vin müşterileri arasında da aynı namus an¬
layışını sürdürerek, bir bakıma seyirci ile
özdeşleştirilecek bir idol haline getirilmiş¬
tir.
Sinemacılık yaşamı, birbirinden çok farklı
eğrilerde gelişen başarı ile düş kırıklığını
şaşırtıcı boyutlarda yaşatma gibi bir zorlu¬
ğun üstesinden kolaylıkla gelebilen Şerif
Gören’in Güneş Doğarken filmi de kadını,
neredeyse gelenekleştirilen iffetli bir genel¬
ev sermayesi kimliğinde karşımıza getiri¬
yor.
SİLAHIN GÜCÜ
(Magnum Force)
YAŞIYORUM
(Staying Alive)
KUJO
(Cujo)
Kujo, sıradan olduğu denli sıradışı hay¬ sini annesiyle birlikte bir arabanın içinde
vanları da, biraz olağandışı etkenlerle, bi¬ yakalıyor. Bu canavar ısırıldıktan sonra ev¬
raz da anatomilerindeki değişimlerle kor¬ cil olmaktan çıkan sevimli çoban köpeği
ku sinemasının malzemesi yapan anlayı¬ Kujo’dan başkası değil kuşkusuz. Bir kaç
şının günümüzde vardığı noktayı belirleyen kişiyi oldukça kanlı-canlı bir gösteriyle hak¬
son örneklerden biri. Fantastik yapıtlara im¬ ladıktan sonra benzini bitmiş bir araba için¬
zasını atan Stephen King’in Günah Tohu¬ de ana-oğulu tutsak eden Kujo, giderek bu
mu (Carri)den sonra sinemaya armağan et¬ kişiler için altedilmesi güç olan bir cana¬
tiği Sen Bernar cinsi çoban köpeği, daha var haline dönüşüyor. Ve film, romandaki-
önceleri kanalizasyon çukuruna düşüp, in¬ nin aksine, değişik bir olayla son buluyor.
san etiyle beslenen korkutucu timsahla
haşır-neşir olmuş (Canavarın İntikamı / Al- LevvisTeague’nin daha sonraki olaylar¬
ligator) bir yönetmen için kaçırılmaması ge¬ la hiç bağıntısı olmayan oldukça uzun ve
ağdalı kişi betimlemesini hesaba katmaz¬ Yönetmen: Lev/is Tea-
reken bir fırsat yaratmış. Kujo, Lewis Tea- gue Senaryo. Don Car-
gue’nin tedirgin ediciliğinin yanı sıra, ince sak, sıradan -ama çok iyi kullanılmış- Sen los Dunavvay -Laureen
bir ironiyi de içeren Alligator’un yanı sıra, Bernar cinsi köpekle korku türün elverdiği Currier. Eser: Stephan
salt bir gerilim (ya da korku) öğelerini kap¬ ölçüde tedirginlik yarattığını söyleyebiliriz. King. Görüntü: Jan De
sıyor tümüyle. Kujo’nun tavşan peşinde ko¬ Şaşırtıcı bir biçimde eğitilmiş çoban köpe¬ Bont. Müzik: Charles
ğinin yanı sıra, bu tür filmlerde görmeye Bernstein. Oyuncular:
şarken yasalar tarafından ısırılıp kuduz ol¬ Dee Waliace, Daniel
masına parelel olarak sevimli küçük çocuk alıştığımız Dee VVallace’ın oyunları da yö¬ Hugh Kelly Danny Pin-
Tad’ın, daha sonra başına gelecekleri çağ¬ netmen Teague’nin tedirgin edici sinema¬ tauro, Ed Lauter,
rışım yapan karabasanlarla dolu sıkıntıiı ve sına oldukça katkıları bulunmuş. Christopher Sıone. Ya¬
tedirgin edici geceleri sunuluyor. Oysaki pım: Sun Classic Pictu-
res (ABD) 1983. Dışa¬
küçük Tad’ıcı düşlerindeki canavar, kendi¬ B.E lıma firma: Özen
34
TARZAN
(Greystoke - The Legend of Tarzan-Lord of the Apes)
TV'DEKİ FİLMLER
GELİNCİK/ Şerif Gören, 1978 O O o
BÜYÜK YARIŞ/ Le Mans/ Yön: Lee M. Katzin, 1971 • • •
VAHŞİ NEHİR / Wild River/ Yön: Elia Kazan, 1960 •• •• •• ••
IVANHOE/ Yön: Richard Thorpe, 1952 • •• •
SÜRÜCÜ/ Driver / Yön: Walter Hill 1977 • • • •
BAŞKANIN İNCELEMESİ/ The President’s Analyst. 1967 •• • •• •
KARA RÜZGAR/ Black Stallion/ Yön: Carroll Ballard, 1978 •• •
DOKTOR JİVAGO/ Dr. Zhivago / Yön: David Lean. 1965 o • • • •
TATLI NİGAR/ Yön: Orhan Aksoy, 1978 o • o
PEPE/ Yön: George Sidney, 1960 o • • •
ALTIN SERAMİK
Pişmiş toprak Anadolu’nun uygarlıktan
uygarlığa süzülüp gelen binlerce yıllık
geleneği.
Jest, bu eşsiz birikimi özümseyip,
değerli el emeği, özgün tasarım anlayışıyla,
“Altın Seramik” dizisini üretti.
Bu diziyi oluşturan
seramiklerden birini, ya da bir başka
zevkli aksesuar, kişisel eşya,
unutulmaz bir hediye istediğinizde,
Jest’i ve sadece Jest’i onurlandırın:
Jest seçkinliğinizi sergiler.
İZMİR
MERSİN
HOUSTON
'm
Şimdi yepyeni...
• Hem sizin için aydınlatıcı, hem de öğrenciler için okulda en büyük yardımcı
• Ansiklopedi kadar doğru ve kapsamlı, bir dergi kadar .güncel ve oyalıyıcı
• Bilimsel, anlaşılır bir dil
• Pırıl pırıl ofset baskı, renkli resimli...
3 büyük hizmet
Bedava Fizik-Kimya-Biyoloji Sözlüğü
Bilim Dergisinin Türk Kültürüne büyük katkısı.
Konusunun en kapsamlı sözlüğü. Binlerce madde, terim,
kuramsal kavram. Doğa bilimlerinin en önemli üç dalının
bilinmeyenleri... Tüm öğrencilerin, öğretmenlerin
aydınların en büyük yardımcısı.