Gelisim Sinema 003 1984

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 68

COSTA GAVI

ÂLİM ŞERİF ONARAN

TUNÇ OKAN

3
MÜJDE AR
TARİK TARCAN
MESUT ÇAKARLI - HALUDUN
ERGÜVENÇ - KADİR SAVUN
İHSAN YÜCE
NAZLI AYDINCIK
HAŞMET ZEYBEK
GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ: ÇETİN TUNCA
SENARYO: YAVUZ TURGÜL
ÖZGÜN MÜZİK: ATTİLA ÖZDEMİROĞLU

Yönetmen:
YAVUZ TURGUL
GELSİMMİ (â

sinema
AYLIK SİNEMA VE VİDEO DERGİSİ

ARALIK 1984 SAYI: 3

>i Gelişim Basım ve Yay.m A Ş ve Sü

ERCAN ARIKLI

BURÇAK EVREN

CELAL Öf'

İÇİNDEKİLEP

33
SİNEMA ORTAMINDAKİ KRİZ NÜKLEER TEHLİKE ÜSTÜNE FİLMLER
Burçak Evren İbrahim Altmsay

5 38
KURTULUŞ SAVAŞININ CANIM KARDEŞİM
SİNEMAYA UYARLANIŞI Berk Birinci
Prof. Dr. Âlim Şerif Onaran
40
18 YENİ DALGADA YAPRAK DÖKÜMÜ
İLK TÜRK FİLMİNE İLİŞKİN GÖRÜŞLER VE
BELGELER 43
Burçak Evren KAHRAMANLIK FANTEZİSİ
Philippe Ross
20 Çev: Nilgün Çapan
OTOBÜS
Sungu Çapan 51
ANKARA KISA FİLM YARIŞMASI
25 Oğuz Makal
MİSSİNG (KAYIP)
Andrew Kopkind 52
Çev: Ruşen Çakır VİDEO KILAVUZU
Haz: İbrahim Altınsay

30 57
COSTA - GAVRAS İLE SÖYLEŞİ . AYIN FİLMLERİ

GÜMANBtRİNcYoĞLU
SİNEMA ORTAMINDAKİ KRİZ

inema ortamımız büyük bir şilerin, bir başka yardımına gereksinim


krizin eşiğinde. Yapımcılar, duymaktadır. Devlet belediyenin belirli bir
dışalımcılar ve işletmeciler yardımı olmaksızın bu sorunların üstesin¬
zor günler yaşıyorlar. Öteden den gelmek olanaksızdır. Aksi taktirde, si¬
beri çeşitli krizleri kendilerine nemacıların eski hastalıkları nüksedecek
özgü yöntemlerle -seks ve Çin filmleriyle- ve çok değil, kısa bir süre sonra yasaların
hafifletmeye çalışan bu kişiler, eski sorun¬ elverdiği ölçüde seks filmleriyle sinema sa¬
ların üstüne yenilerinin eklenmesi karşısın¬ natından yoksun avantür filmler ortalığı
da yeni bir yöntem arama gereksinimi duy¬ kaplayacaktır. Şimdiden birçok sinemacı,
mayacak denli çaresiz dürümdalar. Vide-' bazı filmlerini gümrükten çekmezken, bir
onun, henüz geçerli ve etkili yöntemlerle diğerleri ise depolarında bulunan bu türden
kontrol altına alınmamış olması, TV’nin bir filmleri -yaşamak için- piyasaya sürmeye
yandan video öbür yandan da sinemaya hazırlanmadadırlar.
karşı bir tavırla programlarında değişiklik Daha önceki yıllarda, buna benzer bir
yapması sinema ortamımızın şu anda et¬ krizin doğurduğu sevimsiz durumları hep
kilendiği başlıca faktörler. Dışalımcının mil¬ birlikte yaşamıştık. Öyle ki, günümüzün en
yonlarca dolara dışarıdan getirdiği bir fil¬ etkili sanat/eğlence aracının gösterildiği loş
min, aynı anda korsan videocular tarafın¬ salonlar, bu tanımlamayla alay edercesine
dan piyasaya sürülmesi, bu filmin tecim- genç bedenlerin törpülenip sağlıksız ve ya¬
sel şansını hissedilir ölçüde azaltırken, or¬ rarsız bir boşalmanın tatmin edildikleri gö¬
taya haksız rekabetin ötesinde yasal olma¬ rüntüyle doyuma ulaştıran evler haline gel¬
yan bir durum da çıkarıyor. TV’nin değişen mişti. Böylesine bir olaya neden olmak is¬
programları ise -ne denli niteliksiz olurlar¬ temeyenler ise, ya kapılarına kilitlerini vur¬
sa olsunlar- zaten sinemayı terk etmiş bu¬ muşlar, ya da sinema salonlarını yedek
lunan aileleri bir kez daha loş salonlara parça dükkanlarına dönüştürerek bu alan¬
dönmemek üzere tutsak etmiş durumda. dan çekilmek zorunda kalmışlardı.

Çok küçük sermaye birikimleri ile yaşam Sinema ortamımız için her yıl çalan çan¬
savaşımı veren sinemacılarımızın böylesi- lar, bu yıl biraz daha güçlü, biraz daha sesli
ne büyük sorunlarla kendi başlarına - ve tehlikeli bir şekilde çalmaktadır. Kulak¬
örgütlenme bilincine erişseler bile- baş larımızı ne denli tıkarsak tıkayalım çanla¬
edecekleri düşünülemez tabii. Bu neden¬ rın seslerini duymamak olanaksız.
le sinema ortamımıza egemen olan sorun, Çanların çalmadığı, krizsiz bir sinema or¬
sinemacıları aşmakta giderek bir başka ki¬ tamına bir an önce ulaşmak umuduyla#

BURÇAK EVREN
Sinema - roman
ilişkileri
açısından

KURTULUŞ SAVASI’NIN
SİNEMAYA UYARLANIŞI

Prof. Dr. ÂLİM ŞERİF ONARAN

oman, tarih ve toplum olayla¬ sel niteliğe bürünür. Bu yüzden sinema, ta¬
rını konu edinirken nasıl söz¬ rihi olayları yansıtan romanları geniş biçim¬
cüklere sığınarak, bir gerçek de bünyesine uyarlamıştır.
ve düş dünyasını yaratıyorsa; Türk sineması da bundan nasibini almış
sinema da romancının düşle¬ ve romanlardan sinemaya pek çok konu¬
diği, okuyucunun hayalinde yeniden can¬ ları, bu arada Kurtuluş Savaşı’na ait olan¬
landırdığı konuları, bu zorlamaya gereksin¬ ları kendi bünyesine aktarmıştır.
me kalmaksızın doğrudan doğruya görün¬ Biz bu incelememizde genellikle roman
tü olarak vermek suretiyle işlevini yürüten ve sinema olarak Kurtuluş Savaşı’nın na¬
bir araçtır. sıl ve ne kadar ele alındığını vurgularken;
Dolayısıyla, sinema, tema ve konularını sinemaya en tutarlı şekilde uyarlanan Ha¬
roman ve tiyatro eserlerinden de seçerek lide Edip Adıvar’ın iki romanı: “Ateşten
edebiyatın zengin kaynağından yararlan¬ Gömlek” ve “Vurun Kahpeye” üzerinde
mıştır ve yararlanmaktadır. durarak bu romanların çeşitli çevirimleri üs¬
Kuşkusuz eski romanlann büyük bir kıs¬ tüne ayrıntılı bilgi verecek ve en sonra da
mı, zamanında o günü anlatıyor tavrında bütün bu çabalar hakkında bir değerlen¬
olsalar da, belli bir süreç sonrasında tarih¬ dirme yapmaya çalışacağız.
I. GENELLİKLE ROMANDA VE SİNEMA¬ 2. SİNEMADA KURTULUŞ SAVAŞI
DA KURTULUŞ SAVAŞINI ANLATAN
ESERLER A. KONULU FİLMLER

I. ROMANDA KURTULUŞ SAVAŞI Kurtuluş Savaşı konulu ilk üç filmi


1922-1932 yılları arasında çeviren Muhsin
Edebiyat türleri içinde en çok şiirde Kur¬ Ertuğrul’dan sonra, bu akımın yeniden
tuluş Savaşı başarıyla ele alınmış; tiyatro, doğmasına imkân sağlayan eser Ferdi Tay¬
öykü ve romanda bu denli bir çaba görül¬ fur’un 1948’de çevirdiği “İstiklâl Madal¬
memiştir. Sinemaya daha çok romanlar yasıdır. 1951-1952 yıllarında en yoğun
kaynak oluşturduğu için, biz de, Türk tari¬ dönemini yaşayan, sonra da yerini Kore
hinin bu önemli olayının romanda ele alı¬ Savaşı’na dair filmlere terk eden Kurtuluş
nışını vurgulamak istiyoruz. Savaşı konulu filmler 1958 yılında yeniden
Romanlar, milli mücadele ile sathi ilgisi ortaya çıktı. 1958 ve 1959’dan sonra yo¬
bulunan “DikmenYıldızı”,"Halâs”, “Esir ğunluğunu yitirerek 1968 yılına kadar sür¬
Şehrin İnsanları” ve “Esir Şehrin Mahpu¬ dü. Sonra da Cumhuriyetin 50. yıldönümü
su”, “Yeşil Gece” ve “Yüzbaşı Celâl” bir dolayısıyla (1973) “Vurun Kahpeye” bir
yana bırakılırsa; konu olarak genellikle İz¬ kez daha çevrildi.
mir’de ilk silâhı ateşleyen Gazeteci Haşan 1983’te Kemal Tahir Demir’in romanı
Tahsin’le Kurtuluş Savaşı'nın başladığını “Yorgun Savaşçı”dan filme alınan aynı
belirledikten sonra, yer yer girişilen çete adlı televizyon dizi filmi, Atatürk’ün Kurtu¬
savaşlarını, İzmir ve Manisa’nın işgalinden luş Savaşı lideri olmadan önce, Anadolu’¬
sonra İstanbul’a geçenlerin serüvenlerini, ya geçerek düşmana karşı etkili bir sava¬
İstanbul’dan Anadolu’ya silâh kaçırmala¬ şım yolu arayan I. Dünya Savaşı artığı su¬
rı, dağılan ordunun “yorgun savaşçıları¬ bayların serüvenlerini işliyordu. Bu film,
nın” Anadolu'da Millî Ordu'ya katılışlarını, sonradan, iyice ortaya konmayan neden¬
işgal dolayısıyla Anadolu halkının uğradı¬ lerden ötürü gösterimden alıkonuldu.
ğı kıyımı, düşmanla işbirliği yapanları, bun¬ 1984’de dokuz dizilik bir filme dönüştürü¬
lardan bazılarının hatalarını anlayarak son¬ len Tarık Buğra’nın “Küçük Ağa”sı, her
radan “Millî Mücadele” saflarına katılışını, ne kadar gösterime sokuldu ise de, Akşe¬
İnönü, Dumlupınar ve Sakarya savaşları¬ hir’de görevlendirilen padişah yanlısı “İs¬
nı ve bu arada aşk ve evliliklerini Millî Mü- tanbullu İmam”ın ölüm korkusu ile eşkiya-
cadele’nin sona ermesine erteleyen sev¬ ya sığındığı sırada Osmanlı hükümetinin
gililerin şehitlikleri ya da mutluluklarını vur¬ düşmanla işbirliği ettiğini anlaması üzeri¬
gulayan eserlerdir ve tümü 50 kadardır. ne “Küçük Ağa” adını alarak Millî Müca¬
dele saflarına katılmasının öyküsünü anlat¬
makla yetiniyordu.
Bütün bu filmler, sonradan Atatürk adı¬
nı alan Mustafa Kemal Paşa’nın milletine
Kurtuluş Savaşı ile ilgili romanlar güvenerek giriştiği destansı savaşı anlat¬
maktan uzaktı. Ancak tıpkı roman alanın¬
Çeşitli kaynakların belirlediğine göre Kurtuluş Savaşı, türlü eğilirler içindeki yazarlar da olduğu gibi Millî Mücadele’yi şurasın¬
tarafından başka başka yönlerine ağırlık verilerek ele alınmıştır. Çok önemsiz birkaç dan burasından, çoğu zaman beceriksiz¬
eser dışında bu romanlar şunlardr: ce yansıtan filmlerdi.
"Ateşten Gömlek" (Halide Edp Adam, 1922), "Çah Kuşu” (Reşat Nuri Giintekin, Bu filmler içinde, gerek ele aldıkları ko¬
1922) , "Sözde Kızlar" t Peyami Safa,1922), "Süıgülerin Gölgesinle” (Peyami Safa, nu, gerekse bu konunun işlenişi bakımın¬
1923) , "Kan \e İnan" (Ercüment Ekrem Ta/u, 1925), "Vurun Küpeye" (Halide Edip
dan nispeten başarılı olanlan: Muhsin Er-
Adtvar, 1926), “Yeşil Gece” (Reşat Miri Giintekin, 1928), “Sodom ve Gomore” (Ya-
kup Kadri Karaosmanoğlu, 1928), “Dikmen Yıldızı’’ (Aka Gündüz, 1928), "Halâs" tuğrul’un “Ateşten Gömlek” (1922), yine
(Mehmet Rauf, 1929), "Yaldız"(AkaGündüz, 1930), “İzmir'in Roman" (Burhan Cahil Muhsin Ertuğrul’un Kurtuluş Savaşı’nda
Morkaya, 1931), "Yaban” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1932), “Yüzbaşı Celâl" (Bur¬ gerçek kahramanın “millet” olduğunu vur¬
han Cahil Morkaya, 1933), Ankam” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1934), “Yâdız gulayan “Bir Millet Uyanıyor” (1932), Lüt-
Yağmuru " (Faruk Nafiz. Çamhbel, 1936), “Dinmez .4ğn” (Mükerreri! Kâmil Su, 1937), fi Ömer Akad’ın “Vurun Kahpeye” (1948),
“Lç İstanbul" Muhat Cemal Kunta}’ 1938), "Biz inşatlar" (Peyami Sıfa, 1939), “Çete" Orhon Murat Arıburnu’nun “Yüzbaşı Tah¬
(Refik Halil Karay, 1939), “Sürgün’’ (Refik Halil Karay, 1941), “Posa Yolu" (Hilmi sin” (1951), Aydın Arakon’un “Vatan
Ziya Ülken, 1942), "Esir Şehrin hsanlan" (Kemd T ahır Demir, 1956), “Var Olmak" İçin” (1951), Atıf Yılmaz’ın “Bu Vatanın
(Ilhan Tarus, 1957), “Dağ Başat Duman Abraş" (Oğuz Özdeş, 1960), "Esir Şehrin Çocukları” (1959), Memduh Ün’ün “Ateş¬
Mahpusu "(Kemal Tahir Denür, 1961), "Hep Bu Topraklar İçin" Fıkra Ant, 1961),
ten Damla” (1960)’dır.
"Hükümet Meydan" (İlhan Tarus, 1962), “KHpakdar" (Samim Koaagöz, 1962), "Küçük
Ağa" (Tank Buğra, 1963), "Dohı Dizgin" (Samim Kocagöz, 1963), "Kurtlar Sofrası"
IArtilâ İlhan, 1963), “Adsız Şehir" (Ethem İzzet Benice, 1964), "Yorgun Saıaşçı" (Ke¬ B. BELGE FİLMLERİ
mal Tahir Demir, 1965), “Küçük ,4ğa Ankara'da" (Tank Buğra, 1966), “Ftrmvn İman"
(Tank Buğra, 1966), “Kutsalİşyeri" (Haşan izzettir Dinamo, 1966), “Vatan Tutkusu” Kurtuluş Savaşı konusundaki konulu
(İlhan Tarus, 1967) “Toprak Aaknca” (Erol Toy, 1968), "Bozktrcb Sabah" (Bekar filmler sayıca sınırlı ve nitelik bakımından
Büyükarkm, 1969), “Sahnenin Dışndaküer” (Ahnıet Hamdi Tanpırvr, 1973), “Toz çoğunlukla düşük seviyede olmakla birlik¬
Duman İçinde" (Tdip Apaydın, 1974), “Sırtlan Pay" (Attilâ İlhan, 1975), “Yüzbaşı te; belge filmleri nicelik bakımından zen¬
Seiâhamn'in Roman" (İlhan Selçuk 1975), “Haçin" (Zebercet Coşkun, 1975), “Va¬
tan Dediler’’ (Talip Apaydın, 1976) gin, nitelik bakımından çoğunlukla fakir ola¬
rak varlıklarını kanıtlamışlardır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman¬
ya’ya ziyarette bulunan Enver Paşa, Alman Kurtuluş Savaşı ile ilgili filmler
Ordusu’ndaki “Ordu Film Dairesi”nin ça¬
lışmalarını da izler; Türkiye’ye dönünce
Türk Ordusu’nda da böyle bir “sinema ko¬
lu” kurulmasını emreder. İşte Türkiye’de 1923) ATEŞTEN GÖMLEK-Y: Muhsin Ertuğrul (Halide EdipAdıvarin aynı adı
belge filmciliği çalışmaları bu kuruluş sa¬ taşıyan romanından)
yesinde mümkün oldu. “Merkez Ordu Si¬ 1924) ANKARA POSTAS1-Y.: Muhsin Ertuğrul (Reşat Nuri Güntekin’inFrançois
nema Dairesi” olarak adlandırılan bu ku¬ de CurreTin “La Terre Inhumaine” adlı oyunundaı uyarladığı “Bir Gece Fariası”ndan)
ruluşun çevirdiği yüzlerce savaş belge ve
1932) BİR MİLLET UYANTYOR-Y.: Muhsin Ertuğml (Daha sonraki yıllarda ki¬
haber filmleri vardır. tap halinde yayırianan, Nızamettin Nazif Tepeddenlioğhı’nun senaryosundan)
İstanbul’un işgalinden sonra bu dairede¬ 1948) İSTİKLAL MA DA L YASI- Y.: Ferdi Tayfur (İhsan Kozp'nm bir eserinden)
ki araç ve gereçler, bugün “Malül Gaziler UNUTULAN SER-Y.: Şakir Sırmai (Şüküfe Nihal’ın “Domaniç Dağarının Yolcusu”
Cemiyeti”adıyla anılan “Mallûlin-iGuzat-i adlı romanından)
Askeriye Muavenet Heyeti”ne devredildi. 1949) VURUN KAHPEYE-Liüfi Akad (Halide Edip Adtvarin aynı ismi taşıyan
Bu kuruluş adına pek çok filmler çeviren romanından)
1950) A TEŞTEN GÖMLEK (2. çevirim)- Y: Vedat Örfi BengU (Halide Edip Adı-
Fuat Uzkınay, Kemal Film Kurumu adına
var’ın aynı adı taşıyan romanından) ÇETE-Y.: Çet'n Karamanbey (Refik Halid Ka¬
da “Zafer Yollarında” adlı bir belge filmi
ray’ın romanından) EGE K4HRAMANLARI-Y.: Nuri Akma
yaptı. 1951) FA TO-YA İSTİKLAL YA ÖL CM-Y.: Turgut Demirağ (Hıfzı) Tan’m senar¬
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeniden yosundan) YÜZBAŞI TAHSİN-Y.: Orhan M. Anbumu (Hıfzı Tat’ın senaryosundan)
kurduğu “Ordu Film Teşkilâtı”, 1922’de .ALLAHAISMARLADIK- Sorti Ayanoğhı (Esat Mahmut Karckurt’un aynı adı ta-
“İzmir Zaferi” (İstiklâl) adıyla bir başka şıvan romanındaı) HÜRRİYET ŞARKISI-Y.: Faruk Kenç (Cevdet Perin’in bir ese¬
belge filmi çektirerek: “Dumlupınar Vaka- rinden) İSTANBUL KAN AĞLARKEN -Y.: Kati Kıpçak (Hrisaıtos adıyla polis ar¬
yii”, “İzmir’in İşgali”, “İzmir’de Yunan şivlerine geçen geçek bir olaydan) KENDİNİ KURTARAN ŞEHİR-Y.: Faruk Kenç
(Behçet Kemal Çcğlar’m senaryosaıdan) SÜRGÜN-Y: Orhon M. Anbumu (Refik Halid
Fecayii”, “İzmir Nasıl İstirdat Edildi?”
Karay’ın aynı adı romanından) VATAN İÇİN-Y.: Aydm Arakan
ve “Gazi’nin İzmir’e Gelişi ve Karşılanı¬
1952) DESTAN DESTAN İÇİNDE-Y.: Seyfi Havaeri (Behçet Kemal Çağlar’m bir
şı” gibi konulan işledi. eserinden) HÜRRİYET İÇİN ŞAHLANAN BELDE-Y.: Mümtaz Ener (Zübeyroğhı
1923 yılında Türkiye Büyük Millet Mec¬ Fuat’ın “YurdumuzT adlı kitabından) İKİ SÜNGÜ ARASINDA-Y.: Şadan Kamil (Aka
lisi Ordu Film Teşkilâtı, “İstanbul’un İti¬ Gündüz’ün aynı adı romanından) İNGİLİZ KEMAL LA fVRENS’EKARŞI- Y.: Lüt-
lâf Devletleri Tarafından Tahliyesi” ve fı Ö. Akad (Esat Tomruk’un “Atatürk’ün Alnından Öptüğü Türk.Casusu İngiliz Ke¬
“İstanbul’a Ordu’nun Girişi”ni de filme mal” adlı dizi romanlarından)
aldırdı. 1953) ZAFER GÜNEŞİ-Y.: Seyfi Havaeri
Sonradan kurulan Ordu Film Dairesi’nde 1954) HÜRRİYET UĞRUNDA MUKADDES YALAN-Y.: Muharrem Gürses İS¬
TİKLAL SA VAŞlfRuhlann Muciz/BİfY.: Hayri Eren (Ziya Şakir’in bir eserinden)
saklanan bu filmler, zaman zaman oradan
1958) BU VATAN BİZİMDİR-Y.: Nejat Soydan İSTİKLAL UĞRUNDA-Y.: Rah¬
ödünç alınarak, kopyalarından parçalar, mi Kafadar MEÇHUL KAHRAMANLAR-Y.: Agah Hün ŞAHİNLER DİYARI-Y.:
Kurtuluş Savaşı konulu filmlere eklenerek Nejat Saydam
de kullanıldı. 1959) BEKLENEN BOMBA Y: Muharrem Gürses BU VATANIN’ ÇOCUKLARI-
Y: Atıf Yılmaz DÜŞMAN YOLLARI KESTİ-Y.: Osman F. Serden (Tank Dursun
II. Halide Edip Adıvar’ın “Ateşten Göm¬ K. ’nın senaryosaıdan) İZMİR A TEŞLER İÇİNDE- Y.: O. Nuri Ergim (Osman F. Se-
lek” ve “Vurun Kahpeye” Adlı Roman¬ den’in senaryosundan) KALPAKULAR-Y.-.Nejat Saydam (Samim Kocagöz’ün aynı
larının Sinemaya Uyarlamaları ismi taşıyan mmarundm) O'NUN SÜVARİSİ-Y.: Nuset Eraslan VATAN UĞRU-
NA-Y.: Nişan Hançer
1960) ATEŞTEN DAMLA-Y.: Memduh Ün (Mükerrem Kamil Su’nun aynı adı
Yukarıda belirttiğimiz nispeten tutarlı taşıyan romanındaı) AŞKTAN DA ÜSTÜN-Y.: Osman F. Seden FEDAKÂR
filmler içinde hiç kuşkusuz en tutarlıları Ha¬ ONBAŞI-Y.: Yavuz Yalınkılıç VATAN VE NAMLS-Y.: Nejat Saydam
lide Edip’in eserlerinden sinemaya uyarla¬ I961)VATAN FEDAİLERİ-Y.: Şinasi Özonuk SİLAH ARKADAŞLARI-Y.: Şi-
nanların bir kısmıdır. Biz burada önce ro¬ nasi Özonuk (Hıfzı Tan’m senaryosundan) VATAN UĞRUNA-Y.-Rahmi Kafadar
man olarak, sonra da sinemadaki çeşitli çe¬ 1964) ÇANAKKALE ASLANLARI-Y.: Turgut Denirağ, Nusret Eraslan (Fahri Celal
virimlerini tek tek ele alarak bu eserlerin Göktulga’nm bir esainden) DAĞ BAŞINI DUMAN ALMIŞ-Y.: Manduh Ün (Oğuz
değerlendirmelerini yapacağız. Özdeş’in aynı ismi taşıyan romanından) KOCA TEPE ’NİN ÜÇ SÜVARİSİ-Y.: Yavuz
Yalmkıhç VURUN KAHPEYE)! çevirimfY: Orhan Aksov (Halde Edip Adtvarin
aynı adı taşıyan romanından)
1. Roman Olarak Halide Edip Adıvar’ın
Kurtuluş Savaşı ile İlgili Eserlerinin De¬ 1965) BİZE TÜRK DERLER-Y.: Nuri Akına KANLI KALE-Y.: Yavuz Yalınkılıç
ON KORKUSUZ KADIN-Y.: Tunç Başaran
ğerlendirilmesi
1966) ALLAHAISMARLADIK (2. çevirimfY.: Nejat Saydam (Esat Mahmut Kara-
kurt’un aynı adı taşıyan romanından ALLAHAEMARLADIK ETANBUL-Y.: Se¬
Halide Edip, İzmir’in işgali üzerine mih Evin A YYILDIZ FEDAİLERİ-Y.: Semih Evin BİR MİLLET UYANIYOR (2.
1919’da Sultanahmet ve Fatih mitingleri¬ çevirimfY.: Ertem Eğilmez BOMBACI EMİNE-Y.: Nuri Akma KAHRAMANLAR
ne katıldıktan sonra Mustafa Kemal Paşa’- KÖYÜ-Y.: Kemal Kan KARA FATMA-Y.: Nıri Akına
nın Millî Mücadele’yi yönlendirdiği Anado¬ 1969) FATO (2. çevirimfY.: Feyzi Tuna
lu’ya geçmiş ve “Halide Onbaşı” olarak 1970) ZİNDANDAN GELEN MEKTUP-Y.: San Gültekin
savaş içinde görev almıştı, kendisinin 1973) İKİ SÜNGÜ ARASINDA (2. çevirimfY.: Ülkü Erakalın (Aka Gündüz’üh
“Türk’ün Ateşle İmtihanı” adlı eserinde be¬ romanından) VURUN KAHPEYE (3. çevirimfY.: Halit Refiğ (Haluk Edip Adıvar’m
romanından)
lirttiği gibi bu görevlerden birisi de Yunan¬
1974) KAHRAMANLAR-Y.: Remzi A. Jöntürk KANLI SAVAŞY.: Murat Ako-
lıların Anadolu’dan ayrılmalarından sonra
kurulan ve başına Halide Edip’in getirildi¬
Ka\mkkm Erman Şerer-KımJuy Savaşı ve Snemamz/Da Ymaüan, 1970 Agâh Özgüç- Türk FMeri
ği “Tetkik-i Mezalim” şubesinde üstlendi¬ Sözlüğü, 1914-1979 (Üç eh)
ği görevdir. Aynı şubede Yakup Kadri Ka-
8 raosmanoğlu, Yusuf Akçura, bir teğmen sunduğu bir yenilik, yarattığı bu kadın im¬
(sonradan bir albay), bir de fotoğrafçı hiz¬ gesidir. Bu imge toplumda birbirine karşıt
mete memur edilmişlerdi. Teğmenle fotoğ¬ olarak algılanan bazı değerleri uzlaştırdığı
rafçı Yunanlıların çekilirken yakıp yıktıkla¬ için önemliydi. İslâm-Osmanlı gelenekleri¬
rı, kadınların ırzına geçtikleri, ihtiyar ve ço¬ ne göre ev kadını olarak yetiştirilmiş, ka¬
cukları öldürdükleri, hamile kadınların kar¬ palı, basit ve cahil kadın, aydın kesimin
nını deştikleri ve götüremedikleri hayvan¬ gözünde geri kalmış bir uygarlığın simge¬
ları telef ettikleri, kıyıma uğrayan yöreler¬ si gibiydi. Beri yandan, Batılılaşmış “asri”
de, fotoğraflar çekiyor ve rapor veriyorlar¬ kadın da köklerinden kopmuş, değerlerini
dı. Bu raporları gördükten sonra, Yakup şaşırmış, serbest davranışları kuşku uyan¬
Kadri ve Yusuf Akçura’yı da yanına alarak dıran bir kadındı. Adıvar’ın kahramanları iş¬
Halide Edip bizzat incelemelere girişti ve te bu çelişkiyi kendilerinde uzlaştırmakla
kıyım görmüş halkla görüştü. Kendi ifade¬ bir özleme cevap veriyorlardı. Çünkü bun¬
siyle, “Hiçbir katolik papazı, insanın için¬ lar hem Batılılaşmış, hem de ulusal değer¬
deki ebedî ve vahşi hayvan hakkında bu lerine bağlı kalmış, hem okumuş ve ser¬
kadar çok itiraf dinlememiştir.” best, hem de namus konusunda çok titiz,
işte Halide Edip çoğunlukla Sakarya ve ahlakı sağlam kadınlardı. Gerektiğinde bir
Duatepe yöresindeki bu köylerde gördük¬ erkek gibi spor yapan, ata binen bu kadın¬
lerini “Vurun Kahpeye” adlı romanında lar dişiliklerini de korumayı başarmışlardı
canlandırdığı gibi, kendisine pek benzeyen üstelik.
Ayşe adlı idealist bir kadının kahramanlık¬
ları, aşkları ve ölümü üzerine “Ateşten A. “ATEŞTEN GÖMLEK”
Gömlek”i kaleme almıştır.
(Roman, Kurtuluş Savaşı’nda başından
“Ateşten Gömlek” ve “Vurun Kahpeye”- yaralanmış bir yedeksubay olan Peyami’-
de Halide Edip, Anadolu’da tanık olduğu nin Ankara’da yazdığı hatıralardan oluş¬
kahramanlıkları, direnişleri, ihanetleri an¬ muştur.) “Ateşteı>Gömlek”in konusu kı¬
latır. Bununla birlikte, bireysel bir aşk so¬ saca şöyledir:
rununun aşıldığı bu romanlarda yüceltilmiş Peyami, işgal yıllarında İstanbul’daki ev¬
kadın kahraman yerini korur. Ancak, yine lerinde, İzmir’de kocası ve çocuğu Yunan¬
olağandışı olan bu kadın, önceki romanla¬ lılar tarafından öldürüldükten sonra kendi¬
rındaki gibi bireysel sorunlarla sarsılan bir lerine sığınan Ayşe ve arkadaşı İhsan ile
aydın ya da bir sanatçı olarak değil, ulusal yurt savunması konusunda görüşmeler ya¬
dava peşinde erdemlerini kanıtlayan, yada par; Fatih ve Sultanahmet mitinglerine ka¬
Bir Millet Uyanıyor düşmana karşı savaşan bir yurtsever ola¬ tılır; sonra da bir yedeksubay olarak Ana¬
(Yön: Muhsin Ertuğ- rak çıkar karşımıza. dolu’ya geçer.
rul), 1932 Adıvar’ın ilk yapıtlarında Türk okuruna İlkin gittikleri Adapazarı civarında düş-
manla çarpışan müfrezelerden birinin ba¬ dan kurtulur; fakat Kezban da sevdiği 9
şında bulunan Ahmet Rıfkı, Ayşe’den aldığı adam uğrunda canını verir.
ilham ve vatan sevgisiyle çarpışırken vu¬ Sonunda “İzmir taarruzu” başlar. İhsan,
rularak ölür. Peyami ve Ayşe aynı cephede vazife gör¬
Ayşe, gerek İhsan, gerekse Peyami için, mektedirler. Savaşın kanlı bir safhasında,
vatan sevgisiyle kadın sevgisinin birbirine bir bombardıman sırasında İhsan’la Ayşe
karıştığı bir ilham kaynağı, bir “Ateşten vurulur ölü gövdeleri yanyana yatırılır.
Gömlek” olmuştur. Kurtuluş Savaşı üzerine yazılan roman¬
“Millî Mücadele” içinde olaylar şöyiece ların çoğu, bu savaşı yaşamayanların araş¬
gelişir: İhsan bir köyde tanıdığı bir köylü kızı tırmalara dayanarak yazdıkları romanlardır.
olan Kezban’ı korur; bu koruma Kezban’- Oysa Halide Edip Adıvar, yukarıda da be¬
ın gönlünde ona karşı onulmaz bir aşk lirttiğimiz gibi, Kurtuluş Savaşı’na katılmış
uyandırır. Ama İhsan savaş içindedir ve Ay¬ bir yazar; savaşı bütün acısıyla, üzüntüsüy¬
şe’yi sevmektedir. Bundan dolayı Kezban’- le yaşamış ve “Ateşten Gömlek”i 1922 yı¬
ın sevgisini kabul edemez ve çocukluktan lında, bu izlenimleri edindikten sonra sıcağı
yeni kurtulmuş olan bu genç kızın Çerkez sıcağına yazmış. “Ateşten Gömlek”, bir
asıllı bir çavuşla evlenmesini sağlar. bakıma, Halide Edip’in tanıklığı. Başarısı
İhsan, Eskişehir’de görev verirken, bu¬ ve gücü, bu tanıklıktan geliyor.
rada hemşire olarak hastanede çalışan Ay¬ Halide Edip, romanını, Ayşe ve Ayşe’yi
şe’ye karşı yakınlık duyduğunu belli eder; seven İhsan ve Peyami’nin duygusal iliş¬
Ayşe de vatan kurtulup İzmir alındıktan kileri içinde geliştiriyor, ama açık söylemeli,
sonra onunla evlenmeyi kabul eder. Ancak romanın aşktan, tutkudan söz eden sayfa¬
İhsan’ın Ankara’da bulunduğu sırada ba¬ ları, en güçsüz sayfaları... “Ateşten Göm¬
zı tanıdık kızlarla yakınlık kurması ve bun¬ lek”! bugün de ilgiyle okutan yanı, Kurtu¬
lardan biriyle çektirdiği fotoğrafın sonradan luş Savaşı’nı röportaj sadeliği içinde vere¬
Ayşe’nin eline geçmesi, aralarındaki hissi bilmesi; canlı bir tarih gibi okunabilmesi.
ilişkiyi bir aralık zedelerse de, zamanla du¬ Savaşı bütün korkunçluğu ile veren pek
rumları yeniden düzelir. Peyami de gizli bir çok sahne var romanda. Ve bunlar için
aşkla Ayşe’yi sevmekte ve bir “Ateşten “Ateşten Gömlek” her zaman okunabilir.
Gömlek”in yakışını bağrında duymaktadır. Halide Edib, köylü kızı Kezban’ın İhsan’a
Ama bu duygusunu Ayşe’ye hiçbir zaman duyduğu umutsuz aşkı anlatırken de, Meh¬
açamaz. met Çavuş’un Kezban’atutkusunu anlatır¬
İhsan bir ara“millî kuwet”e aykırı tutum¬ ken de başarılı. Ama İhsan’la Ayşe’nin duy¬
daki bir köy halkı tarafından yakalanır ve gusal ilişkileri fazla “kitabî”, duygular, fazla
tutuklanır. Aynı köyde bulunan ve millî kuv¬ yapmacık.
Ateşten Gömlek (yön.
vetlere hainlik etmiş kocasından bezmiş Romanın asıl değeri tarihi duşunda: Sul¬ Muhsin Ertuğrul),
olan Kezbanîn yardımıyla bu kötü durum¬ tanahmet Mitingi, İstanbul’un işgali, Kuvayı 1922
Milliye’ye katılmalar, Hilâfetçilerle sava¬ rıyla ilgilidir ve hemşire Ayşe’nin mektu¬
şım, çete kuvvetlerinden düzenli orduya bundan izleyebfldiğimiz hastane anılarıdır.
geçiş, halk insanının gücü ve güçsüzlüğü, Olayda, Kütahya Savaşı’ndan Eskişehir’¬
çekilen acılar, katlanılan fedakârlıklar... Bü¬ deki askerî hastaneye getirilen yaralılar
tün bunlar, ancak bunları yakından yaşa¬ aracılığıyla bu savaşta verilen ağır zayiata
yan birinin anlatabileceği canlılıkla, inan¬ ışık tutulduğu gibi, o günün şartlarında, bin
dırıcılıkla anlatılıyor. bir mahrumiyet içinde hizmet görmüş olan
Atatürk’ün çeteler hakkındaki düşünce¬ hastanelerin çalışmaları da yansıtılıyor.
si bellidir; “Nutuk”ta şöyle der: “Ben, bir İkinci evre Sakarya Savaşı’dır. Bu savaşı
yandan ordumuzu canlandırmak ve güç¬ Peyami’nin anılarından izliyoruz.
lendirmek için gerekli işleri yaparken bir Romanın duygusal yanı ne denli zayıf ol¬
yandan da, kurulmuş bulunan ulusal bir¬ sa da, Sakarya Savaşı sırasında şehit olan
liklerden, her türlü sakıncalarına karşın her iki sevgilinin zifaf yatağında değil, ölüm ya¬
yerde, ister istemez, olabildiğince yararlan¬ tağında yan yana gelişleri son derece et¬
maya çalışmakta idim. Ama, sağlam bir di¬ kin bir görünüm kazanır romanda...
siplin isteyen ve buyruklara hiç düşünme¬
den ve duraksamadan uymayı gerektiren B. “VURUN KAHPEYE”
önemli askerlik görevlerinin ancak düzen¬
li bir ordu ile yapılabileceği gerçeğini unut¬ Romanın konusu kısaca şöyledir:
maya elbette yer yoktu. Ulusal birliklerden Olay Kurtuluş Savaşı içinde bir Anado¬
yararlanma ancak, zaman kazanma ama¬ lu kasabasında geçer.
cı ile olabilirdi... Böylece 1920 yılı kasımı¬ Dar-ül Muallimat (Kız Öğretmen Oku-
nın sekizinci günü ‘düzensiz örgüt düşün¬ lu)’tan çıkışından sonra bu Anadolu kasa¬
cesini ve siyasasını yıkmak kararı’ iş ve uy¬ basına öğretmen olarak atanan Aliye, bü¬
gulama alanına konulmuş oldu.” (“Söy¬ yük bir sevgi ve istekle çalışmaya koyulur;
lev”, s. 326 ve 351). “Ateşten Gömlek’’in o zamanki geleneğe uyarak ettiği yemini
ilginç bir yanı da Halide Edip’in Atatürk’¬ (“Toprağınız toprağım, eviniz evim. Bura¬
ün yukarıdaki düşüncelerini romanlaştır¬ sı için, bu diyarın çocukları için birana, bir
maya çalışması. ışık olacağım ve hiçbir şeyden korkmaya¬
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, “Ateşten cağım. Vallahi, billâhi”) her fırsatta tekrar¬
Gömlek”in ilgiyle okunan yerleri, Halide lar.
Edip Adıvar’ın tanıklığını dile getiren say¬ Ancak görevini rahatlıkla yerine getirme¬
falar. “Ateşten Gömlek”, başarılı bir roman sine engel olan olaylar ortaya çıkmakta ge¬
değil, ama unutulmaz bir tanıklık. Bu tanık¬ cikmez. Her ne kadar Ömer Efendi adlı, ka¬
lığın, ordu harekâtıyla ilgili kısmı, “Ateşten sabanın ileri gelenlerinden namuslu ve
Ateşten Damla (Yön: Gömlek”te bu harekâtın iki evresi verile¬ onurlu bir kimsenin evinde barınmakta,
Memduh Ün), 1960 rek gerçekleştiriliyor, ilki Kütahya savaşla¬ Ömer Efendi ve karısı Gülsüm için gelinlik
çağda yitirdikleri kızlarının yerini tutmakta ni de iki nöbetçi ile gözaltında tutar. Ertesi 11
ise de; güzelliği ve meslek onuruna düş¬ gün kasabaya dönen Ömer Efendi de tu¬
künlüğü dolayısıyla bir başka kasaba ile¬ tuklanır. Bu durumu, öğrencisi Durmuş
ri geleni Uzun Hüseyin ile yobaz bir imam gözaltında bulunan eve gizlice sızarak Ali¬
olan Hacı Fettah’ın tutkulu düşmanlıkları¬ ye’ye bildirir. Yine onun aracılığı ile Aliye
nı da kazanmış bulunmaktadır. Kasaba, evden kaçarak düşman komutanını görür
düşman işgal bölgesinin yakınındadır.Öte ve yiğitçe kafa tuttuğu komutanı etkileye¬
yandan ulusal güçleri oluşturmaya başla¬ rek babalığı Ömer Efendi’yi kurtarır, otur¬
yan çetelerin de uğrak yeridir. duğu evi gözaltında tutmasından da vaz-
Bunlardan subaylıktan ayrılmış Tosun geçirir. Bu olay Hacı Fettah'ı ve Uzun
Bey’in yönettiği çete, bir gün kasabaya uğ¬ Ömer'i öfkeden kudurtur.
rar, halktan yardım ister. Tosun Bey, bu Bir gece gizlice Ömer Efendi’nin evine
yardımı önlemeye çalışan Hacı Fettah'ı tu¬ gelen Tosun Bey, Aliye’ye düşmanın ha¬
tuklar. Kasaba dalgalanır. Aynı evde konuk rekât plânlannı elde etmesi ve cephaneli¬
bulundukları halde birbirlerini görmeyen ğin yerini öğrenmesi için yardım diler. Böy-
Öğretmen Aliye ile Tosun Be/i bu olay kar¬ lesine bir görev alan Aliye, düşman komu¬
şılaştırır. İmamın eşinin yalvarmalarına da¬ tanı ile “teşekkür bahanesiyle” bağlantı
yanamayan Aliye, Tosun Bey’den Hacı kurar. Düşman komutanı da Ömer Efendi’¬
Fettah’ın bağışlanmasını sağlar. Tosun nin evine gelerek onun ziyaretini iade eder.
Bey onun bu dileğini yerine getirirken çok Bu arada Ömer Efendi öğrenci Durmuş’-
beğendiği öğretmene karşı büyük bir sev¬ un da yardımı ile ulusal güçlerle ilişki kur¬
gi uyanır içinde. Annesinden kalan kolye¬ muş, bu uğurda birini öldürmüş ve üzerin¬
yi Aliye’ye armağan eder. Bu, bir çeşit ni- deki kuşkular dolayısıyla yeniden tutuklan¬
şanlanmadıraralarında... Tosun nişanlısı¬ mıştır.
nı kasabalıya emanet eder oradan ayrılır.
Düşman komutanı ve Aliye arasındaki
Hacı Fettah, ve Uzun Hüseyin kasabalı¬
ilişkilerden dolayı çileden çıkan Hacı Fet¬
ya karşı “sureti haktan’’ görünmekle bir¬
tah ve Uzun Hüseyin halkı öğretmene karşı
likte kötülüklerini sürdürürler.Hüseyin Al iye¬
kışkırtırlar. Aliye’nin düşmanın durumu
yi elde etmek, Fettah da birçoklarının ma¬
hakkında edindiği bilgiyi Durmuşla ulusal
lına konabilmek umuduyla yakın yöredeki
güçlere bildirmesi üzerine cephanelik uçu¬
düşman komutanını görmeye giderler ve
rulmuş; düşman da kasabada barınamaz
kendi kasabalannın işgali için onu kışkır¬
duruma gelmiştir. Düşmanın çekilmesin¬
tırlar.
den az sonra Hacı Fettah’ın kışkırttığı halk
Şehitler için okutulan bir mevlüt gecesin¬ Aliye’yi linç eder. “Vurun Kahpeye!..” çı¬
de düşman kasabaya girer. Kimi evleri ya¬ ğırışları arasında öğretmen öldürülür. Bu A r eş ren Gömlek (Yön:
kar, içindekileri sürükler götürür. Düşman olaydan az sonra kasabaya giren “Milli- l edat Örfü Ben eti II.
komutanı güzelliğini duyduğu Aliye’nin evi¬ ciler”in tutukladıkları Fettah ve yandaşla- çevrim/. 1950
12 rı “İstiklâl Mahkemesi” kararı ile asılır. şanlısı Aliye’nin korkunç öldürülüşünü öğ¬
Halide Edip “Vurun Kahpeye” deeşraf- rendikten sonra, arkadaşı Ali Bey’e yazdı¬
Kuvayi Milliye çatışmasını bir simgeye ğı mektupta şunları yazar: “Ben değnek¬
yükleyerek veriyordu, bu simge öğretmen lerime dayanarak memleket savaşında da¬
Aliye'dir. Kasaba, eşraf, Aliye ile hiç uzlaş¬ ha içten, daha fazla imanla bir fedakârlı¬
mıyor. Ama Kuvayi Milliye ile uzlaşacaktır. ğa dayanan bir savaş açabilmek için kuv¬
Ulusal Ordu’nun utkusu gerçekleştikçe Ha¬ vet ve sıhhat toplamaya gidiyorum. Gönül¬
cı Fettahlar, Kantarcıların Uzun Hüseyin- süz odasının altın salkımlarından süzülen
ler, yaman bir Kuvayi Milliyeci kesilecek¬ ışık içinde menekşe gözleriyle sevdiği, bir
lerdir. Bu Ortaçağlı Anadolu egemen kat¬ kız çocuğu kadar küçük ve zavallı, fakat en
larının iki yüzlülüğünü göstermek için Ali- büyük bir kahramandan kahraman bir şe¬
ye’nin denektaşında ortaya çıkarılır. hit kızı, kalbimde götürüyorum. Dudakla¬
Aliye, öyle geliyor ki bize ortaçağı yaşa¬ rımda onun tekrarladığı kelimeler var. Ben
yan bir Anadolu kasabasının gerici kabart¬ o kelimelerin bu topraklar üstünde gerçek¬
ması (rölief)’nı belirtmek için sokulmuştur leşmesi için hayatımı vereceğim; “Topra¬
romana. Aliye, Tosun Bey gibi bir Kuvayi ğınız toprağım, eviniz evim. Burası için, bu
Milliyeci ile seviştiğinden dolayı kahpe de¬ diyarın çocuklan için bir ana, bir ışık ola¬
ğildir, yeni bir insan örneğini getirdiği, dü¬ cağım ve hiçbir şeyden korkmayacağım;
zenin dışında kaldığı, düzeni zorladığı için vallahi ve biilâhil...”
kahpedir. İçine ilkel tutkuların boşaldığı bir
testi gibidir. Kapalı bir yaşantıyı sürdüren 2. FİLM OLARAK “ATEŞTEN GÖMLEK”
kasabanın erkeklerinin cinsel zorlantıları- VE “VURUN KAHPEYE”
nı gece gündüz ayakta tuttuğu için kahpe¬
dir. Sonu, bu karmaşık duyguların, bu iç¬ A. “ATEŞTEN GÖMLEK”
güdülerin karanlığında hazırlanır.
ATEŞTEN GÖMLEK, Kemal Film Ku¬
“Ateşten Gömlek”teki hastabakıcı Ayşe, rumu, 1923;
“Vurun Kahpe”deki öğretmen ile Halide Yön.: Muhsin Ertuğrul; Yön. Yd.: Kemal
Onbaşı arasında bir kişilik özdeşliği vardır. Küçük; Senaryo: Muhsin Ertuğrul (Halide
■ Edip Adıvar’ın aynı adlı romanından); Gör.
Bu üç kadında, ikisi roman kişisi, Halide
Yön.: Cezmi Ar; Oynayanlar: Ertuğrul
Edip ise yazar, Kurtuluş Savaşı’na katılan Muhsin (İhsan) Bedia Muvahhit (Ayşe),
küçük kentsoylu bir aydın kadının duygu¬ Neyyire Neyyir (Kezban); Diğer rollerde:
sal ulusçu eylemleri somutlaştırılır. Her üç Emin Beliğ (Peyami), Behzat Haki (Butak),
kadında, Ayşe’yide, Aliye’yi de, Halide Hakkı Necip Ağrıman; Vasfı Rıza Zobu, Re¬
İki Süngü Arasında Edip’i de Kurtuluş Savaşı ülkücülüğünün fik Kemal Arduman. İlk gösterim: Palas Si¬
(Yön: Şadan Kamil), neması (İstanbul), 23 Nisan 1923.
1952 ateşi aydınlatır. Kuvayi Milliyeci Tosun, ni¬
Halide Edip’in aynı adlı romanından Filmde Ayşe rolünü yapan genç Türk ha¬ 13
uyarlanan filmin iki çevrimi vardır: Muhsin nımının muvaffakiyetine hayran olmamak
Ertuğrul’un çevirimi 1922’de, Vedat Örfi’- kabil değil... İhsan, Peyami rollerini yapan
nin çevirimi 1950’de gerçekleştirilmiştir. sanatkârlar da çok muvaffak olmuşlardır.
Muhsin Ertuğrul’un çevirdiği film, onun Fakat filmin şaheser kısmı Kezban rolün-
sanat yaşamındaki doruklardan biridir. dedir. Kezban “Ateşten Gömlek” romanın¬
Kendisi, bu film için, önceki filmlerden de¬ da Anadolu kadınının cefa, mihnet ve asa¬
ğişik olarak, özellikle kadın oyuncuların let timsaliydi; filmde ise, muhabbet, fera¬
Türk olmasını istemiştir. Millî Mücadele’ye gat ve saffet timsalidir... Kezban’ın İhsan’a
ait bir konuyu kesinlikle azınlık kadınlarıy¬ muhabbet ve alâkasında kalp ve ruhtan
la veya Rus göçmenleriyle çevirmekten ka¬ başka bir şeyin dahli yoktur. Bunu İhsan
çınmıştır. hainlerin eline düştüğü vakit Kezban’ın
Böylece Kemal Film’in gazetelerle yap¬ muzdarip yüzünde pek güzel okuduk.
tığı ilan sonucu bulunan iki Türk kızı, Be- Filmin ikinci, faslı birincisi kadar güzel de¬
dia Muvahh'ıt ve Neyyire Neyir (Münire ğildir; evet bir kere o fasılda da temaşagir-
Eyüp), filmin iki önemli rolünü üstlenmiş¬ ler çok defa perdeyi boş ve yeknesak bu¬
lerdir. luyor; sonra mütemadiyen askerî sahneler,
Yukarıda da belirtildiği gibi romancının harp meydanları ile meşgul ediliyor; bu bir
kendisinin Kurtuluş Savaşîna katılıp konu¬ kabahat değildir; fakat bir fazlalık gibi gö¬
nun geçtiği yerleri ve burada savaş içinde rünüyor (“Ateşten Gömlek Sinemada”
geçen olayları iyice tespit etmesi kadar, Yeni Mecmua, dit 4, sayı 10(76), 15 Ma¬
Muhsin Ertuğrul’un da bunlan eserine sin- yıs 1923, sh. 217).
direbilmiş olması kayda değer bir başarı “Ateşten Gömlek”, münhasıran Türk sa¬
sağlamıştır. natkârları tarafından temsil edilmiştir. Sa¬
1958 yılında belediye deposu yangının¬ natkârlar vazifelerini büyük bir muvaffaki¬
da yanan filmin ne yazık ki bugün hiçbir yetle ifa etmişlerdir. İkinci devrede ordunun
kopyası mevcut değildir. İzmir’e doğru harekâtı gösterilmektedir. Bu
Film hakkındaki çeşitli izlenimler şöyle- harekâta hükümetin müsaadesiyle ordu da
dir: iştirak etmiştir. Bir fırka bütün teçhizatıy¬
Gördüğü iyi karşılamanın çoğu, millî duy¬ la, tayyareleriyle gösterilmektedir (“Bir Sa¬
guların en son sınırına vardığı bir zamana nat Hadisesi- Ateşten Gömlek’ Sinema¬
rastlamasından ileri gelmekle birlikte, ay¬ da”, Hakimiyeti Milliye, 27 Mayıs 1923).
nı heyecan filmde çalışan rejisör, oyuncu
ve teknisyenleri de sarmıştı; bu da bütün "Ateşten Gömlek” bir mersiye ile baş¬ Fato (Yön: Turgut
ilkelliğine rağmen “Ateşten Gömlek”e bir layıp baş döndüren bir destanın kasidesiyle Demirağ), 1951
canlılık, bir sıcaklık katıyordu (Özön). biten bir divan ve perdede kalan son man-
14 zara, eteklerinde savrulan çılgın rüzârlara ait derli toplu bir film çevirmeli, bunu za¬
“sure-i feth”i okuyan bir Türk bayrağıdır. man zaman bütün şehirlerimizde göster¬
Zaten bu esere bundan güzel ve bundan meliyiz.
büyük bir imza bulunamazdı. Bugün eserin müellifi de, rejisörü de hat¬
...Yüzde doksan beşi okumak bilmeyen ta Ayşe’si de saçları ağarmış birer sanat
bir memlekette kitaptan medet ummak kör¬ emeklisi halinde kendilerinden sonra ge¬
lerin ressam olmasını beklemek kadar aca- lenlerden bir hareket, bir eser bekliyorlar.
ip ve faidesizdir. Kitap mektepten sonra ge¬ (Rakım Çalapala, “Ateşten Gömlek Tek¬
lir. Sinemalardan en çok istifadeye koşa¬ rar Çevrilmelidir”, Yıldız, c.XI, sayı 129,
cak biziz. “Ateşten Gömlek”i seyretme¬ 15 Haziran 1944).
den bu yeni keşfin ihatalı faidesi hakkında
bu kadar müspet bir imanım yoktu. Bugün Bu temenniye uygun olarak çevrilmiş
hissediyorum ki, bu şubede çalışırsak, nok¬ olan “Ateşten Gömlek”in ikinci versiyonu¬
sanlarımızın büyük bir kısmını telâfi etmiş nu Kale Film Kurumu adına 1950 yılında
olacağız... “Ateşten Gömlek”te bir katre- emekli tiyatrocu Vedat Örfi Bengü çevirdi.
nin nasıl bir umman olduğunu, esaret çem¬ Filmde İhsan rolünü Refik Kemal Arduman,
berinden taşıp nasıl istiklâle kavuşulduğu- Ayşe rolünü Ülkü Bengi, Peyami'yi Vedat
nu gördük. Bir daha vay bizi esir etmek is¬ Örfi, diğer rolleri de Ali Küçük ve Renan
teyenlere!.. Fakat çok açız ve bize bu tür¬ Fosforoğlu paylaşmışlardı. Teknik bakım¬
lü gıdalardan daha çok lâzım... “Seyyah dan, daha gelişmiş bir dönemde çevrilmesi
(Hakkı Süha Gezgin), “Ateşten Göm¬ yönünden, ilk versiyona oranla gelişmiş ol¬
lek”, Vakit, 10 Mayıs 1923). sa da, bu filmin ruh bakımından, ilkiyle bir
... Tabii ki, senaryo romanı adım adım tutulamayacak kadar geri olduğu söylene¬
takip etmiyordu. Bununla beraber zamanın bilir.
şartları da yardım ederek film son derece Muhsin Ertuğrul’un filmi sadece konusu
ilgiyle karşılandı. Teknik bakımdan mü¬ bakımından başarı kazanmış değildi. Cez-
kemmel olduğu elbette iddia edilemezdi... mi (Ar) isimli fevkalâde bir fotoğraf yönet¬
meninin katkıda bulunduğu fotoğraflarının
Bu filmin verdiği heyecanda o günlerin kalitesi; Bedia Muvahhit, Münire Eyyüp
hadiselerinin payı da büyüktür. Fakat eser (Neyyire Neyyir) Hanımların, Emin Beliğ ve
hiç de azımsanmayacak bir başarı ile çev¬ Behzat Haki Beylerin ağırbaşlı ve tutarlı
rilmiştir. Muhsin Ertuğrul’un kendisinin de oyunlarının da bunda payı vardı ve uygu¬
oynamış olduğu bu film, eserlerinin en gü¬ ladığı teknik bakımından yönetmeni ilk iki
zellerindendir. filmin (İstanbul’da Bir Facia-i Aşk ve Bo¬
O günlerin ateşten gömleğini sırtlarında ğaziçi Esrarı) kendisine sağladığı dersler¬
taşımış olanlar da birer ikişer göçüp gidi¬ den de yararlanmak akıllılığını göstermiş¬
Vurun Kahpeye (yön: yor. Tarihi unutmamak ve yarın için kuv¬ ti.
Lütfi Akad-1949 ) /.
çevirim vetli kalmak istiyorsak İstiklal Savaşımıza Pekâlâ tasavvur olunabildiği gibi, göste-
rilmekte olan ve her ikisi de o sıralarda sanat yönetmenliği yaptığı bu ön çalışma¬ 15
Türk perdelerini bol bol işgaJ eden Fran¬ nın filme dönüştürülmesi işi Erman Kardeş¬
sız ve Amerikan filmleri karşısında bu ba¬ ler Kurumu tarafından Lütfi Akad’dan isten¬
şarı, mutlu bir rekabet sağlamaktan uzak¬ di.
tı. Lütfi Akad, çalışma arkadaşlarıyla birlikte
bu filmi Adapazarı’nda çekmiş; Erman Kar¬
B. “VURUN KAHPEYE” deşlerim Adapazarı’ndaki sinemalarının
üst katında laboratuvar ve kurgu işlemle¬
“VURUN KAHPEYE”. Yön.: Lütfi rini tamamlamış; ilk kez yapılan büyük is¬
Ömer Akad / Senaryo: Lütfi Ömer Akad ve keleler üstüne spotları yerleştirerek mev-
Selahattirr Küçük/Eser: Halide Edip Adıvar lüt ve yangın gecesi sahnelerini çekmiş;
/ Görüntü Yönetmeni: Lâzar Yazıcıoğul /
Adapazarı İtfaiyesinin yardımıyla yapay ola¬
Ses: Yorgo İlyadis / Musiki: Sadi Işılay (Şar¬
kılar: Mustafa Çağlar) / Kurgu: Lütfi Ömer rak yağmur yağdırmıştır.
Akad ve Özen / Stüdyo: İpek Film / Oyna¬ Bu çalışma, yetenekli bir sinema adamı¬
yanlar: Sezer Sezin (Aliye), Kemal Tanrıö- nın yoktan var ettiği ve kendini de bularak
ver (Tosun Bey), Settar Körmükçü (Hacı ortaya çıkardığı bir çaba olarak övülmeye
Fettah), Arşevir Alyanak (Ömer Efendi), değer...
Mahmure Handan (Gülsüm), Vedat Örfi Gerçekten iyi bir karakter oyuncusu olan
Bengü (Uzun Hüseyin), Temel Karamahmut Hazım Körmükçü’nün oğlu Settar Körmük¬
(Düşman Subayı), Nurdoğan Öztürk (Dur¬ çü ile ona karşı bir kişiliği canlandıran şa¬
muş). Öteki rollerde: Semih Evin, Necil
şırtıcı bir kadın oyuncu Sezer Sezin’in rol
Ozon, Hüseyin Tuncalı, Fahri Güneş, Ali
Rıza Şenel / Yapımcı: Hürrem ve Haşan Er¬ aldığı film, Kurtuluş Savaşı sırasında hoş¬
man / Siyah-Beyaz / İlk Gösterim: 1949. görüsüz bir imamın körü körüne kötülüğe
sürüklediği küçük bir Anadolu kasabasının
"Vurun Kahpeye” Türk sinemasında havasını ortaya koymakta tam anlamıyla
üç kez filme alınmıştır. Lütfi Ömer Akad ta¬ başarılı olmuştur. Filmde duygusallığa dü¬
rafından 1948’de, Orhan Aksoy tarafından şülmeden bir ilkokul öğretmeninin Kurtu¬
1964’te ve Cumhuriyet’in 50. yıldönümü luş Savaşı sırasında yiğitçe uğraşıları ve
dolayısıyla Haiid Refiğ tarafından 1973’te. ölümü kutsallaştırılmıştır.
O günün basınında film için-övücü yazı¬
Akad’ın çevirdiği “Vurun Kahpeye” lar çıktı, halk üst üste dört hafta gösterilen
onun ilk yönetmenlik denemesidir. İlk ya¬ filmi izlemekte yarış etti.
pıt olmasına karşın, lise öğrenimi gördüğü Bu eleştirilerden Sezer Sezin’le Settar
yıllardan beri oluşmuş sanat ve kültür biri¬ Körmükçü’nün yanıbaşında Vedat Örfi
kiminin bir sonucu olarak oldukça tutarlı bir Bengü’nün, Temel Karamahmut’un ve kü¬
sinema çalışmasıdır. çük oyuncu Nurcan Öztürk’ün oyunları Vurun Kahpeye (yön:
Senaryosunu Selâhattin Küçük’le birlikte övülürken, Kemal Tanrıöver’in oyunu (To¬ Orhan Aksoy 1964)
oluşturduğu, İbrahim Serpil’in de bir çeşit sun Bey) verilmekte; filmin yönetmeni Lütfi II çevirim
16 Ömer Akad’la görüntü yönetmeni Lazar te bir yazı yayınlamıştır (Nisan 1948, cilt
Yazıcıoğlu’nun ince ve yerinde buluşları¬ 2, sayı 41).
nın filmin başarıya ulaşmasındaki katkısı
“Vurun Kahpeye”nin filme dönüştürül¬
vurgulanmaktadır.
mesi yapımcı olarak Hürrem Erman’da tut¬
Gerçekten filmde sinema sanatına iliş¬
ku haline gelmiş; 1964’te Orhan Aksoy,
kin öğelerin ustaca kullanıldığı göze çarp¬
1973’te Halid Refiğ, aynı yapımcı firma adı¬
makta, boy ve bel çekimleri ile genel çe¬
na romanı iki kez daha sinemaya uyarla¬
kimler olanca tutadığı ile verilirken baş çe¬
mışlardır.
kiminin hemen hiç kullanılmadığı, kaydır¬
ma (travelling) ve optik kaydırma (zo- Renkli olarak gerçekleştirilen bu iki çe¬
om)’nın pek az kullanıldığı göze çarpmak¬ virimden Orhan Aksoy’un çalışmasında
tadır. Hülya Koçyiğit Aliye, Ahmet Mekin Fuat
Aliye’nin düşünde mevlüt okuyan hoca Bey (ilk çevirimdeki Tosun Bey yerine), Ali
üzerine Hacı Fettah’ın görüntüsünün bin¬ Şen Fettah Hoca, Talât Gözbak Uzun Hü¬
dirme ‘sur-impression’ yoluyla getirilmesi seyin, Vahi Öz Ömer Efendi, Nezihe Gü¬
de bizce başarılı denemelerden biri olmuş¬ ler Gülsüm, Reha Yurdakul Yunan suba¬
tur. yı rollerini üstlenmişlerdir. Kriton İlyadis gö¬
Film, o dönemde söylenen okul şarkıla¬ rüntü yönetmenliği yapmıştır. Kurgusu Tur¬
rı, mevlüt ve naat okunuşlarıyla da bezen¬ gut İnangira/ca yapılan filmin musikisini
miştir. Sadi Işılay’ın musiki uygulamaları fil¬ yine Sadi Işılay düzenlemiş; ninni biçimin¬
min havasına oldukça uygun düşmüştür. de bestelenen İlâhilerle bir yenilik getiril¬
Tevfik Fikret’in bir şiirinden bestelenen diği gibi; Musa Süreyya’nın “Vatan Mar¬
“Papatyalar”, “Ey Bülbül Güzel Kuş”, şı” (Mülkiye Marşı), Orhan Şaik Gökyay’-
“Ankara’nın Taşına Bak”, “Dağ Başını Du¬ ın “Bu Vatan Kimin?” adlı şiiri film içinde
man Almış”, “Pınar Gözün Yaşlı Pınar” gi¬ değerlendirilmiştir. Fettah Hoca rolündeki
bi okul şarkıları ve marşlan bir öğretmenin Ali Şen’in ve Ömer Efendi rolündeki Vah-
yaşamı ve ölümü ile ilgili filmin yapısına i Öz’ün abartmalı oyunlarına karşılık Hül¬
tam anlamı ile oturmuştur. ya Koçyiğit’in coşkulu oyunu filmi beğeni¬
Ancak filmin havasında, romanın yapı¬ lir düzeye getirmiştir. Orhan Aksoy, sine¬
sından gelen çarpıcı bir yan da vardır: Ül ma dilini oldukça başarılı kullanmış ve tu¬
kücü Türk öğretmeninin yanında çıkarı uğ tarlı bir hale getirdiği senaryoyu filme dö¬
runda yurdunu düşmana satmaya kadar gi nüştürürken büyük bir titizlikle çalışmıştır.
debilecek bir Hacı Fettah’ın yakışıksız du Bizce, Aksoy, üç çevirim içinde en başarı¬
rumu... Bu nedenle Harp Okulu öğrenci lısını gerçekleştirmiştir. Ancak bazı eleştir¬
leri Ankara’da filmi gördükten sonra Lütl menler değişik görüşlerde bulunmuşlardır.
Vurun Kahpeye (yön: Akad’ı coşkuyla kutlarken; Cevat Rifat Atil (Örneğin, Tuncan Okan, “Nerde Lütfi
Halit Refiğ 1973) III Akad”, Milliyet, 30.10.1964).
çevirim han, “Sebilürreşat”da onu suçlar nitelik
Aksoy’un Bursa’da Mustafa Kemal Pa¬ yılmaz. Kemalizm’in yeniden canlandığı
şa ilçesinde yaptığı bu çekimi, Cumhuri- içinde yaşadığımız dönemde, devlet des¬
yet’in 50. yıldönümünde Manisa’nın Kula teği de sağlanarak, bu noksan tamamla¬
ilçesinde çekilen Halid Refiğ’in “Vurun nabilir; ustalıklarını kanıtlamış rejisörlere
Kahpeye”si izledi. imkân sağlanarak, her birinin Kurtuluş Sa-
Orhan Aksoy’un çeviriminde, filmde bu vaşı’nın bir safhasını canlandıracağı bir dizi
kez Aliye’yi Hale Soygazi, Fettah’ı Muhar¬ film oluşturulmalıdır. •
rem Gürses, Tahsin Bey (öteki çevirimler¬
de Tosun Bey, Fuat Bey)’i Tugay Toksöz,
Yunan subayını Tanju Gürsu, Uzun Hüse¬
yin’i Kâmuran Usluer, ÖmerEfendi’yi Mu¬
rat Tok, Gülsüm’ü ilk çevirimdeki gibi Mah-
mure Handan oynamıştır. Orhan Aksoy’un
senaryosunu ele alarak kendine göre kimi
düzeltmeler yaptıktan sonra, bunu Ali Ya-
ver’in görüntü çalışmalarıyla sinemaya uy¬
gulayan Refiğ ise, diyaloglarda yer yer Ke¬
mal Tahir ağzıyla söyleyişlere özendiği gi¬
bi, son sahnede linç edilen Aliye’nin avu¬
cundan çıkan en’amla birTürk-Müslüman
öğretmen tipi yaratmış; Fettah Hoca’nın
karşısına da ulusal güçleri tutan Denizlili
olumlu bir imam çıkararak Kurtuluş Sava¬
şı sırasında tüm din adamlarının Hacı Fet¬
tah gibi davranmadığını vurgulamak iste¬
miştir.
Üç çevirimde de en etkili sahne öğret¬
menin linç sahnesidir. Oldukça “patheti-
que” bir hava içinde verilen bu sahne ger¬
çekte romanın olduğu kadar filmin de do¬
ruk noktasını oluşturmaktaydı.
Üç çevirimin içinde en tutarsızı, bilimsel
yönden ağır basmakla birlikte, Refiğ’in ça¬
lışması olmuştur. Aliye kişiliğini en iyi can¬
landıran sanatçı da kuşkusuz Sezer Sezin’-
dir.

Sonuç Kalpaklılar (Yön: Ne¬


KA YNAKÇA jat' Saydam), 1959
Yukarıda belirtildiği gibi 50 kadar roma¬
na ve 45 kadar filme konu olmuş Kurtuluş 1. Dr. Aytekin Yakar, ‘‘Türk Romanın¬
Savaşımız; ne bu romanlarda, ne de bu da Millî Mücadele", DTCF Yayını, 1973;
2. Fethi Naci, ‘‘Türkiye’de Roman ve
filmlerde lâyık olduğu destansı yüceliğe ka¬
Toplumsal Değişme", Gerçek Yayınevi,
vuşamamıştır. 1981 İstanbul.
3. Berna Moran, "Türk Romanına Eleş¬
En çaresiz bir zamanda tüm düşmanla¬
tirel Bir Bakış", İletişim Yayınları, 1983 İs¬
rın “Hasta Adam” bildikleri ve artık öldü¬ tanbul.
ğüne inandıkları Türk vatanını işgal etme¬ 4. TÜRK DİLİ Dergisi, "Türk Romanın¬
leri ve Yunanistan’ı destekleyerek “megalo da Kurtuluş Savaşı Özel Sayısı", sayı 298,
idea”sına germi verecek işgal hareketle¬ Temmuz 1976.
rini sevk ettikleri sırada milletine güvenen 5. Nijat Özön, "Türk Sineması Tarihi
Mustafa Kemal’in dehasıyla Türk tarihine 1896-1960", Artist Yayını, 1961 İstanbul.
altın harflerle yazılan bu mücadele, edebi¬ 6. Âlim Şerif Onaran, ".Muhsin Ertuğrui-
un Sineması", Kültür Bakanlığı Yayını,
yat (roman) da ve sinemada gerek adet ba¬
1981.
kımından, gerekse mahiyet itibariyle çok
7. Erman Şener, "Kurtuluş Savaşı ve Si¬
daha büyük gayret ve himmetlerle yaşatıl¬
nemamız", kendi yayını. Ocak 1970 İstan¬
malıydı. bul
Bunun, edebiyat alanında, daha çok 8. Âlim Şerif Onaran, “Lütfi Ömer
Cumhuriyet’in ilk on yılı içinde gerçekleş¬ Akad’ın Sineması", Ege Üniversitesi Güzei
tirilmesi gerekirdi. Bu yapılmamış; ancak Sanatlar Fakültesi Yayını, 1977.
Atatürk 1926 yılında Büyük MilletMeclisi’n- 9. Burçak Evren, "Türk Sinema Sanatçı¬
de bir hafta süreyle verdiği nutkunda, aynı ları Ansiklopedisi" Film-San Vakfı Yayın¬
ları, 1983.
zamanda bir edebi ziyafet çekerek milli
10. Atilla Dorsay, Turhan Gürkan "Türk
mücadeleyi “nutuk” türünde en başarılı bir
ve Dünya Sinema Ansiklopedisi" Gösteri
şekilde aktarmıştır. Yayınları, 1983-84.
Sinema alanında ise pek gecikilmiş sa¬
18
Eski sinema adamları ne diyor?

İlk Türk filmine ilişkin


görüşler ve belgeler

BURÇAK EVREN

Ik Türk filmi olarak bilinen "Fuat Bey’le çok yakın dosttuk.


Ayastefanos’taki Rus Abi- Atatürk’ün cenaze merasimini birlikte
desi’nin Yıkiışı’na ilişkin id¬ çektik. Kendisinin bende el yazısıyla
dialarımızın doğruluk derece¬ bir mektubu vardır. Fuat Bey bana bu
sini araştırm^a yönelik çalış¬ ilk filmden hiç söz etmedi. Ara sıra
malarımızda, bu konu üzerinde bilgi sahi¬ Mürebbiye filminden söz ederdi. Ama
bi olan, olması gereken ile olması muhte¬ bu filmden hiçbir şey söylemediği gi¬
mel kişilerin görüşlerine başvurma gerek¬ bi herhangi bir belge de göstermedi.
sinimini duyduk. Her geçen gün (hem de Yalnız bu konuyla ilgili şunları söy¬
kendi devirlerine ait hiçbir belge ve anı bı¬ leyebilirim. Benim ustam olan Hüse¬
rakmadan) göçüp giden eski sinemacıla¬ yin Çetin Yalçın, Fuat Bey ile birlik¬
rımızdan bugün hayatta olanları arayıp bul¬ te bu filmi çektiğini söylemişti. Daha
duk. İddialarımızı ve kuşkularımızı onlara doğrusu bu zatın eşi bana bu filmden
da yineleyerek görüşlerini sorduk. Ama ne söz etmişti. Ama ben bu filmi görme¬
var ki, görüşlerine başvurduğumuz çok de¬ dim ve bu filmle ilgili herhangi bir
ğerli eski sinemacılarımızdan hemen he¬ belgeye rastlemadım. Resne Fotoğraf¬
men tümü, ilk Türk filmine ilişkin görüşle¬ hanesi ’nde çalışan Hüseyin Çetin Yal¬
rini sağlıklı ve doğruluğu tartışma götürmez çın’ın mezarı Adadadır ve mezar ta¬
bir belge ortaya koymaktan çok, bu konu¬ şında filmcilik uğruna öldüğü yazılı¬
ya ilişkin söylentileri (rivayetleri) bildiğimiz dır. Herhalde Faruk Kenç’in sözünü
şekilde bir kez daha yineleyerek belirttiler. ettiği ilk kişi bu olmalıdır. Çünkü Hü¬
seyin Çetin Yalçın Bey de Fuat Uz-
FARUK KENÇ kınay ile aynı devirde fimler çekmiş¬
tir. Ama ne var ki, bu zatın ismine
Yaşayan en eski sinemacılarımızdan biri herhangi bir kitapta ve makalede rast¬
olan Faruk Kenç (Doğ: 1910) ise ilk Türk lanmamıştır. Türk sinema tarihimizin
filmine ilişkin görüşlerini şöyle açıkladı: unutulan isimlerinden biridir. Bu ki¬
şi aynı zamanda Fuat Bey’le de uzun
süre çalışma olanağım bulmuştur. ”
‘ ‘Ben de bu filmi görüp anlatan tek
bir kişiye rastlamadım. Bu filme iliş¬ CEMİL FİLMER
kin tüm bilgiler bir takım rivayetler¬
den ibaret. Bir rivayete göre ise bu fil¬ İlk Türk sinemacılarından Cemil Filmer
mi Fuat Uzkınay çekmemiş. Bir baş¬ (Doğ: 1895) ise sinemacılık anılarını topla¬
ka kişi görüntülemiş. Bu iddia ne de¬ dığı Hatıralar adlı kitabında Fuat Bey ile na¬
rece doğru orasını da bilemem. Bildi¬ sıl tanıştığını, onunla ne gibi çalışmalar
ğiniz gibi uzun yıllar sinemanın içer- yaptığını uzun uzadıya anlatmasına rağ¬
sindeyim. Fakat bugüne kadar ilk men, ilk Türk filmiyle ilgili hiçbir bilgi ver¬
Türk filmini gören bir tek kişiye rast¬ memektedir.
lamadım.Çekilmiş de olabilir, çekil¬
memiş de. Sanırım sizin araştırmaları¬ Kuşkusuz Cemil Filmer’in bu ko¬
nız bu olayı aydınlığa kavuşturur. ” nuya değinmesini çeşitli şekillerde yo¬
rumlayabiliriz. Cemil Filmer de Fu¬
at Uzkınay gibi Ayastefanos’taki Rus
ENVER BURÇKİN
Abidesi’nin Yıkılışı filminin ilk Türk
filmi olduğu bilincinde değildir. Bu¬
Türk Sineması’nın en eski kameraman¬ nun için de üzerinde durmamış, kita¬
larından Enver Burçkin (Doğ: 1914) ’in ilk bına dahi almamıştır. Ya da böylesi-
Türk filmi Ayastefanos’taki Rus Abidesi’- ne bir film yoktur ve yok olduğu için
nin Yıkılışı üzerindeki görüşleri ise şöyle: de sözünü etmemiştir.
CemilFilmer’in anılarının 1984’te de etmek, ne de bu konu üzerine
yayımlandığını ve kitapta sinema ta¬ araştırma-inceleme yapmış kişilere kara
rihimiz açısındanpek de önemli olma¬ çalmaktır. Yalnızca gerçeği, ya da bugü¬
yan bir takım olayların en ince ayrın¬ ne dek doğruluğu tartışılmaz olarak bilinen,
tılarına dek işlendiğini anımsarsak Fil- ama biraz deşildiği zaman doğruluk dere¬
mer’in ilk Türk filminin hangisi oldu¬ cesi oldukça su götürür bir hale bürünen,
ğunu (daha sonra bu film üzerine ya¬ tabu sayılan “kuşkulu” olayları aydınlığa
zılanları okumuş olduğunu düşüne¬ kavuşturmaktır.
rek) bildiğini iddia edebiliriz. Ama Sinema tarihimiz böylesine yanlışlar içe¬
Filmer, bu filmin var olup olmadığı¬ ren (hatta bir kısmı belgelerle ortaya kon¬
nı, çekilip çekilmediğini ya da Fuat duğu halde yine de inatla sürdürülen) olay¬
Uzkınay’ın böyle bir çalışma yapıp larla doludur. Bu konu üzerine araştırma-
yapmadığına ilişkin hiçtir şey yazma¬ inceleme yapan çoğu kişinin, yeni araştır¬
mıştır. Filmer’in bu tutumunu "anım¬ ma yapma gereksinimi duymadan, kendin¬
sanmama” gibi basit bir sözcükle ge¬ den evvelki araştırmacının (ki o da kendin¬
çiştirmek oldukça zordur. den bir evvelki araştırmacıdan alıntı yap¬
mıştır) yazdıklarını aynen aktarma¬
RAKIM ÇALAPALA sı, bazı olayları günümüze dek doğruluğu
tartışılmaz bir dokunulmazlıkta getirmiştir.
Ülkemizde yayınlanan ilk telif eser Film¬ Her alanda olduğu gibi sinemamıza ilişkin
lerimiz adlı kitabın yazarı Rakım Çalapala araştırma-incelemelerde de çağımızın ge¬
ise, ilk Türk filmi hakkında şunları söyledi: reği olan belgelere dayalı bir çalışma yap¬
"Türk sinema tarihini yazmaya ka¬ manın gereği kaçınılmaz olmaktadır. Tabii
rar verdiğim zaman Fuat Uzkınay ile bu konu üzerinde çalışmalar yapacak olan¬
görüştüm. Bu film hakkında tüm bil¬ lara, sistematik olarak yok ettiğimiz belge¬
gileri kendisi verdi. Fakat filmle ilgi¬ lerden bir kaç tane bırakabilirsek*
li hiçbir belge göstermedi. Ben de ak-
tüalite filmi olduğu için üzerinde dur¬
madım. Daha doğrusu önemseme¬
dim. Filmi görmediğim gibi, gören bir
kişiye de rastlamadım. Fakat filmin
hiç çekilmediği düşüncesine katılmı¬
yorum. Fuat Bey yalan söyleyecek bir
adam değildi. Belki o da bu filmin ilk
Türk filmi olduğu bilincinde değildi.
Onun için ben de üzerinde pek fazla
durmadım. ”
ÖNEMLİ
SONUÇ
BİR
Türk basınında ilk kez gün ışığına çıkar¬
maya çalıştığımız ilk Türk filmi üzerine id¬ BELGE
dialarımız, bizlere bu filmin varlığından ya
da yokluğundan çok, belgelere karşı gös¬ İlk Türk filmi olarak bilinen Ayastefanos’taki Rus Abidesi’hin Yı¬
terdiğimiz titizliğin ne derece olduğunu acı kılışı’nın varlığına ilişkin tek ve ilk belge Gafuri Akçakını’nın el ya¬
gerçeklerle ortaya çıkardı. Görüşlerine baş¬ zısıdır. K.K. Muh. Dairesi Foto Film Merkezi’nin kurucuları arasın¬
vurduğumuz birçok kişilerin, bırakın bu fil¬ da bulunan ve daha sonra Foto-Film Merkezi’nin gelişme ve ilerle¬
me ilişkin belgeleri, kendi yaptıkları olay¬ mesinde büyük katkıları olan Gafuri Akçakını (1905-1977) Nijat
lara ilişkin belgelere dahi sahip olmadıkla¬ Özön ‘ün Fuat Uzkınay üzerine yazdığı kitabın hemen her sayfasına
rını gördük. Bugüne dek, doğruluğu tartış¬ el yazısıyla eklemeler ve düzeltmeler yapmıştır. Bu eklemelerden biri
ma götürmez olarak bilinen birçok olayın, de Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı filmine ait sayfada ye-
aslında bir takım söylentilerden ya da riva¬ ralmaktudır. Akçakını, bu açıklamasında şöyle demektedir:
yetlerden kaynaklandığı gerçeği ile karşı
karşıya kaldık. Aynı devirde birlikte film (Yeşilköy’de ilk çekilen Rus anıtının filmi film çekme merkezine gir¬
çekmiş kişiler bile, çektikleri filme ilişkin gö¬ diği I930’da 150 metre kadar civarındaydı. Birkaç defa kumandanla¬
rüşlerini birbirlerinden oldukça farklı şekil¬ ra gösterdim. Bu film 1941’de Ankara’ya nakledilirken, ambalaj ya¬
de yorumlayıp anlattılar. Acaba bunların pılırken üst üste sarılmasından ötürü diğer arşivdeki filmlere karış¬
hangisi doğruydu? Bu sorunun yanıtını gü¬ mıştır.)
nümüzde aramak ise sanınm çok, ama çok
gecikmiş bir çalışma olmanın ötesinde sağ¬ Bu belge Fuat Uzkınay ’ın kızı Mutena Uzkınay ’ın aracılığı ile Gafuri
lıksız ve tutarsız olma gerçeğini de birlikte Akçakını’nın kızı tarafından dergimize gönderilmiştir. Bu belge üze¬
getirmeyi kaçınılmaz kılıyordu. rindeki kuşkularımızı ve yorumumuzu ise tir başka yazımızda söz ko¬
Geçen sayımızda da sözünü ettiğimiz gi¬ nusu edeceğiz.
bi, ilk Türk filminin varlığına ilişkin iddiala¬
rımızın amacı, ne sinemamıza büyük kat¬ GELİŞİM SİNEMA
kıları bulunmuş, çok değerli kişileri renci¬
Tunç Okan:

Otobüs ya da sinemaya
basından başlamak
5 5

OTOBÜS’ÜN
ÖDÜLLERİ
• Taormina Film Fes¬
tivali, “Altın Chary-
be” büyük ödülü, Sayın Tunç Okan, 1977’lerde gösterildiği olaya, toplum aradan zaman.geçmesine
Sicilya, 1976. A vrupa ülkelerinde yankılar uyandırmış, karşın yine de ilgi gösterebiliyorsa, yalnız¬
• Uluslararası sanat,
olumlu eleştiriler ve çeşitli ödüller almış ca bu bile, bir filmin yeniden gösterilmesi
edebiyat ve sinema (Cl-
DALC) ödülü, Karlovy olan ve “kaçak işçi adayı” durumuna itil¬ için yeterlidir. Batı’da da bunun örnekleri
Vary, 1976. miş yitik insanlarımızın yürekler acısı se¬ sık sık görülüyor.
• Uluslararası Sinema rüvenini anlatan Otobüs’ü yıllar sonra ül¬ Tekrar çıkartılan filmler, uzun yıllardan
Kulüpleri Ödülü kemizde yeniden gösterime çıkarmakla ne¬ beri hiç afişten indirilmeden gösterilen film¬
(FICC) ödülü, 1976.
yi ya da neleri amaçladınız? Filminizin ler gibi... Böyle bir deneyin, ufak çapta bi¬
• Uluslararası İnsan
Hakları Film Festivali Türkiye’de yeterince değerlendirilmediği le olsa, Türkiye’de de uygulanması, vere¬
ödülü, Strasbourg, kanısında mısınız? ceği sonuç açısından ilginç.
1977. Batı’da “yabancı işçi” ya da kısaca “ya¬
• Santarem Film Festi¬ Otobüs’ün Türkiye’de yeniden gösteril¬
vali büyük ödülü, Por¬ bancı düşmanlığı” giderek artmaya başla¬
tekiz, 1977. mesinin çok nedenleri var. Soruya önce¬ dı. Bu düşmanlığın içinde de adeta Türk-
• Santarem Film Festi¬ likle sorulması gereken: Neden olmasm? lere karşı özel bir kin güdülüyor. Geçenler¬
vali sinema eleştirmen¬ Bir film, uzun ve yıpratıcı bir çalışma so¬ de Almanların Türklerin oturduğu bir evi
leri ödülü, Portekiz, nunda ortaya konabilen bir olay. Eğer bu içindekilerle birlikte yaktıklarını okuduk. Bu
1977.
hafta da Fransa'da, o özgürlük üikesı di¬ 21
ye övünen Fransa’da, yabancı işçilerin
oturduğu kahvehaneye giren bir Fransızın İç basında / OTOBÜS
içerdekileri tüfeğiyle taradığını, bu arada
da bir Türk’ün de öldüğünü okuduk. Oto-
büs’ün bu konudaki “aktüelliğini” korudu¬
Otobüs ülkemizde ilk kez vizyona girdiği Aralık 1977'de tüm yazarların ve
ğu görülüyor. Bu da halkımıza, bazı ger¬ aydınların üzerine yazı yazmak gereksinmesi duyduğu bir film olmuştu. So¬
çeklerin “yaşayan resim” olan sinemada ruşturmalara, eleştirilere açıkoturum, söyleşi ve çeşitti tartışmalara neden olan
gösterilmesi açısından önemli. Ayrıca hiç film üzerine o günlerde yayınlanmış olumlu-olumsuz eleştirilerden bazı alın¬
deneysiz olarak girmiş olduğum sinema tılar sunuyoruz.
olayında benim de öğrendiklerim var, şüp¬
hesiz daha da olacak. Edindiğim deneyle¬ Sevinç al bir at olsaydı, acı duymak ta doru bir at, ve ikisi birlikte bir ara¬
rin ışığında, Otobüs’ün bazı estetik düzelt¬ bayı çekebilselerdi kendimi o arabanın yerine rahatlıkla koyabilirdim. Bir ana
çelişkinin temelden gelen ayrılığın görünüşte aynı yönetim biçimine sahip ulus¬
melerden geçmesi kaçınılmazdı, bunu yap¬
lardaki başkalığı saptaması gerçekten ilgi çekici. Bu olgunun saptanması önemli
mayı da filmi sevmiş olanlara karşı bir borç ise Tunç Okan bunun doruğuna çıkmış denebilir.
bildim. Otobüs’ün yeniden gösterilmesi, bi¬ Nevzat Üstün (Cumhuriyet)
raz da bu borcun ödenmesidir bence.
Otobüs genel yapısıyla çağdaş, toplumsal ve ekonomik bir olgunun (Batı
Yurtdışında gerçekleştirilmesinde çeşitti kapılarındaki yabancı işçiler) filmi. Gerçekten, bu olgu içindeki asıl trajik öğe¬
güçlüklerle karşılaştığınız ve yapımı süre¬ nin teknolojik bir toplumda, dağdan bozkırdan ya da kentleşmemiş kentler¬
since sinemanın bütün çilesini çektiğiniz den gelen, ana nitelikleriyle kırsal bir kültürün ürünü olan kişilerin çektiği
Otobüs’ün çekim serüvenini bir kez de, yalnızlıktır.
bugünkü görüş açınızdan anlatır mısınız? Ferit Edgü (Milliyet Sanat)

Otobüs’ün yapım serüveni öyle birkaç Otobüs filmi övüle övüle göklere çıkarılıyor. Bu durumda bu filminin özü¬
satıra sığacak bir olay değil. Bir gün zaman nün kötü ve yanlış olmasının da ötesinde insanoğlunun aşağılanması olduğu¬
nu söylemem, yine şimşekleri üzerime çekebilir. Özgün olmak, özgün görün¬
bulabilirsem, bütün başımdan geçenleri bir
mek meraklısı değilim. Herkesin, eleştirmenlerin ilerici çevrelerin ve sanatçı¬
kitapta toplamayı düşünüyorum.. ların çok beğenip alkışladıkları bir filmi, kötünün kötüsü bir film diye nitele¬
Ama kısaca bugün geriye baktığımda, mek bu aykırılık -son yayımlanan bir masalımın uğradığı saldırılar gibi- yeni
olayı biraz “Don Kişot’ça” görüyorum. Bu saldırılara da neden olabilir. Ama yine de susamadım.
yüzden de aldığım ödüiler arasındaki Don Aziz Nesin (Milliyet Sanat)
Kişot ödülünün ayrı bir yeri var benim için.
Tunç Okan, dokuz Türk işçisinin umutlarım, kaygılarını, alışkanlıklarını,
Filmin çekildiği 1975 Terden günümüze de¬ içinden çıklıklcerı topluma hiç benzemeyen bir başka toplum içinde yabancı¬
ğin, Avrupa’da yabancı işçilere karşı sür¬ lıklarını, ezilip yok olmalarım çok başarılı bir sinema diliyle anlatıyor.
dürülen düşmanca tavrın giderek daha da Atila Sav (Milliyet Sanat)
yoğunlaştığı düşünüldüğünde, Otobüs’ün
Otobüs iki dünyayı getiriyor karşımıza, biri ileri sanayi aşamasına girmiş,
anlamı ve önemi geçerliliğini koruyor. Bu¬ diğeri azgelişmişlik sürecinde. Kuşkusuz bu çelişkinin çatışması her ne'kadar
günkü koşullarda yeniden bu konuyu iş¬ olağan bir olguysa da Okan, bu açmazı insanla yola çıkarak insanla noktala¬
leme durumunda kalsaydınız, nasıl bir film masını biliyor.
gerçekleştirirdin iz ? Mehmet Güreli (Vatan)

Eğer Batıda’ki “yabancı işçi” ya da Gecekondu insanlarını çekmek nasıl o fotoğrafları ilerici yapmıyorsa, Bay
“Türk sorunu” bugün daha büyük boyut¬ Okan ’ın aynı temadan çıkmış mallar gibi ruhsuz işçi tiplerine gariplikler yap¬
lara ulaştıysa buna, Otobüs’ü daha başka tırması da filmi burjuva sanatı kokmaktan kurtaramıyor.
türlü yaparak, ya da onu durmadan değiş¬ Aydın Sayman (Vatan)
tirerek değil, yeni ve bambaşka filmler ya¬
Otobüs bir çatışmanın, günümüzün en ilginç, en önemli o ölçüde de güncel
parak yanıt vermek gerek. Benim için ar¬ olan bir çatışmasının sinemasal öyküsüdür. Kuşkusuz, ana çizgilerine indir¬
tık Otobüs olayı kapanmıştır. Bir daha kur¬ genmiş, belli ölçüdeşemalaştırtlmış bir öyküsü. Film, ilgili Hayana da tokat
gusunda değişiklikler filan yapacağımı da gibi çarpmaktadır, en azından çarpması gerekir.
hiç sanmıyorum. Atilla Dorsay (Cumhuriyet)
Buna karşılık, bu Batılı yabancı işçi zıt¬
laşması üzerine yapmak istediğim başka Otobüs filminde kadercilik duygusu, karanlık bir umutsuzluk, erotizme ka¬
projelerim var. Şimdi artık bunların gerçek¬ rışıyor. Bu durumda filmi kara film sınıflandırmasına rahatlıkla sokabiliriz.
Bu tür modern Avrupa sinemasında çok revaçta.
leştirilmesine çabalayacağım.
Erden KıraI (Cumhuriyet)
Sanıyorum söz konusu bu zıtlaşma da
en iyi olarak onu yaşayanlar, yani dışardaki ‘ Tunç Okan ’ın filmi, yalnız Stockholm’ün Kulturhusen meydanında öyle¬
Türkler tarafından ortaya konabilir. Zorluk sine kalakalan köhne bir otobüsün içindeki dokuz Türk işçisinin tedirginliği,
hem orayı, hem de burayı bilmekte. Bu da şaşkınlığı, yalnızlıkla umutsuzluğu değil, onun da ötesinde bu çağdaş Batı are-
kolay değil. ■ nasında farklı toplumların insan malzemesinin de tüm aynntılarıyla ortaya
konduğu bir filmdir.
Türk-İsviçre ortak yapımı yeni bir filmin Burçak Evren (Vatan)
hazırlıklarını sürdürdüğünüz biliniyor. Cu¬
martesi - Cumartesi (Samedi-Samedi) ad¬ Otobüs bir tepki, bir çözüm değil, bize büyük bir sorudur. Külahımızı önü¬
lı bu ikinci filminiz konusunda neler söy¬ müze eğip derin derin düşünmemiz gereken bir soru. Bu sorunun cevabı, ül¬
leyebilirsiniz ? kenin sanatçı, sosyolog ve politikacı tüm aydınlarına düşer.
Cahit Tanyol (Milliyet Sanat)
Otobüs’ten sdnra gerçekleştirdiğim Cu-
22 martesi - Cumartesi kısaca Batı toplumu-
Dış basında / OTOBÜS nun bir karikatürü. Kara mizah yapmaya
çalıştım, alaycı ama hem de batırıcı olsun
istedim. Ele alınan, gene Batı’nın tüketim
“Bu birbirini hiç tanımayan, hiç bilmeyen iki dünyanın çatışmasında, bu toplumundaki “komünikasyon problemi”,
bütün duygulardan arındırılmış eleştiride, rahatsız edici bir gerçek ortaya çı¬ yani zıtlaşma. Bu açıdan Otobüs’ün deva¬
kıyor. Otobüs, son derece gerçekçi bir “yapıntı’’. mı sayılabilir. Ülkemde nasıl karşılanaca¬
ğını doğrüsu çok merak ediyorum.
LE MONDE-FRANSA
Ülkemizde bir film şirketi kurduğunuza gö¬
“Otobüs, bir sinema başyapıtı. Üç kez gördüm. Günün geçerli modalarına re gelecek için birtakım tasarılarınız olsa
ödün vermeksizin, benzersiz bir belirginlikte, yeni bir ses getiriyor bu film. ’ ’
gerek...
L’HUMANİTE-FRANSA
İsteğim ülkeme ve Türk sinemasına bir
şeyler verebilmek. Batı’da edindiğim deney
belki katkıda bulunmama yardım edebilir.
Ama bunun çok kolay olmayacağını biliyo¬
LE NOUVEL OBSERVATEUR-FRANSA rum. Hele o Türk sinemasının başındaki
bürokrasi yükü inanılır gibi değil. Ortaya
"Bizim tüketim toplumumuzun acımasız bir tablosu. Yönetmen Okan, aman¬ acı-komik durumlar çıkıyor.Türkiye’yi Ba¬
ız bir anlatım biçimi yakalıyor Ot obüs’te. Boşuna gizlenmeye çalışmam alı,
tılılaştırmaya çalışan politikacıların artık si¬
bu film hepimizi kapsıyor. ”
nema sorununa da eğilmeleri, ülkelerinin
kültürüne karşı borçlarıdır.
LES NOUVELLES LITERAİRES-FRANSA
Şu anda şirketimiz birkaç projenin geliş¬
“Montesguieu’da ve yönetmen Okan’da aynı dil var: Bütünüyle masum, tirilmesiyle uğraşmakta. Sanırım önümüz¬
bütünüyle saf bir bakış. Bu güçlü olduğu denli güzel film, bize görmesini öğ¬ deki yaz Türkiye’de film çekebileceğim, bu¬
retiyor. ” nu da çok istiyorum.

LE FİGARO-FRANSA Sinemamızın bugünkü durumunu nasıl de¬


ğerlendiriyorsunuz?
“Ürkütücü ve alt üst edici sahnelerle dolu Otobüs, en alışılmamış biçimde
büyük, anlamlı bir görsellik tadı içeriyor. Ustalıkla düzenlenmiş görüntüler, Her şeye karşın Türk sineması dinamiz¬
ustalıklı bir müzik çalışmasıyla vurgulanıyor. Hoüyvıood klasmda bir zanat- mini koruyor. Son sıralarda dışarda elde
kârlığın ürünü Otobüs, yine de tutarlılığından bir şey yitirmiyor. ”
Otobüs (Yön: Tunç Okan)
İL TEMPO-İTALYA

“Olumlu anlamda, çok şaşırtıcı bir film: Tunç Okan, kendinden çok emin
bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor Otobüs'te. ”

İL GİORNALE-İTALYA

Gerçeküstü bir çelişkinin tadım içeren, dozunda verilmiş insancıl bir ger¬
çekçiliğin ürünü bir film. Hiç bir an mizahından yitirmeyen, çok açık bir ya¬
pıt. Öykünün sağlamlığına ve görüntülerdeki ustalığa hayranlık duyulabilir. ”

LA REPUBLİCA-İTALYA

“Bu film, önemli bir konunun, eğlendirici ve seyirciyi etkileyen bir biçim¬
de işlendiğinde, nasıl büyük bir anlatım gücü kazandığını gösteren bir örnek-
r. Bu konuya değgin insansı sorunların böylesine yoğun ve hareketlilikle an¬
latıldığı başka bir sanat eseri hatırlayamıyorum. ”

NEU ZEIT-DEMOKRATİK ALMANYA

"Güçlü bir öykü üstüne kurulmuş, beceriyle gerçekleştirilmiş, eğlendirici


ve şaşırtıcı bir film. Yönelmen Okan, seyircinin hayranlığını uyandırıyor. ”

SONNTAG-DEMOKRATİK ALMANYA

“Büyük bir coşkunlukla karşılanan bir sinema başarısı. ”

VVOCHENPOST-DEMOKRATİK ALMANYA
edilen başarılarda, gene dışarda yaşayıp,
orada ilişki kurmuş kişilerin büyük katkıla¬
rı oldu. Bu da olanak verildiği zaman Türk¬
Sansürde / OTOBÜS
iye’de ortaya iş çıkarabilecek bir “potan¬
siyelin” olduğunu gösteriyor. Sinemamız¬
daki en büyük sorunu, kapital ve yapımcı
yokluğu olarak görüyorum. Kapital gerek¬ FİLMİN ADI : OTOBÜS
ÇEKEN KURUM : PAN FİLM
li, rasyonel bir ekonomik düzeni kurmak ve
FİLMİN UZUNLUĞU: 85 dak.
de teknik yetersizlikleri gidermek açısından FİLMİN GENİŞLİĞİ: 35 mm
şart. Ama yalnızca kapital de yetmiyor do¬ KONTROL SEBEBİ : Halka gösterilmesi ve vurt dışına çıkarılması için
ğal olarak. Bir de işin yönetimi var, yani ya¬ KONTROL TARİHİ : 20.4.1976
pımcı eksikliği, kadro yetersizliği. Kısaca¬ KARAR NO : 976/114
sı Türk sinemasında sanatçı var, teknik ele¬ DOSYA NO : 91122/6404
man var, ama para ve yapımcı yok.

Amerikan sinemasının günümüzde erişti¬ Evvelce 15.12.1975 tarihinde İstanbul İl Film Kontrol Komisyonu tarafın¬
ği düzey ve Avrupa sinemasının şimdiki dan görülerek 975 /319 sayı ile halka gösterilmesinin ve yurt dışına çıkarılma¬
durumuyla geleceği üstüne kısaca neler sının sakıncalı bulunduğuna karar verilen PAN Film Kurumana ait (OTO¬
BÜS) adlı film sahibinin müracaatı üzerine ve Nizamnamenin 15. maddesi ge¬
söyleyebilirsiniz? reğince Merkez Film Kontrol Komisyonu tarafından itirazen 20.4.1976 tari¬
hinde yeniden görülmüş olup;
1- Yedi Türk işçisinin mola verdikleri yerde göle doğru bir araya gelerek
Amerikan sineması başlı başına bir olay.
ayakta işemeleri ve nihayetinde ellerini yıkamadan sofraya oturmaları, Türk
Dünyanın en büyük yapımcılarının, sanat¬
örf ve adetlerine aykırı düşmesi,
çılarının, teknisyenlerinin olduğu bir ortam. 2- Sofrada sadece bayat kuru ekmek ve bir kutudan bir kuru soğan çıkartı¬
Yaptıkları sinemadan öğrenilecek çok şey larak yenmesiyle Türk’ün beslenme meselesiyle alay edilmesi,
var. Ama bu kadar yetenekli kişiler bu de¬ 3- Otobüs şehre girdiğinde sağa dönülmez ve girilmez işaretlerine rağmen
fa da, fazla paranın verdiği şartlandırma¬ dönmesi ve girmesi sahnesi ile Türklerin trafik kaidelerini tanımaması,
nın dışına çıkıp sinema sanatını fazla zor- 4- Otobüsün yanma yaklaşan bir temizleme aracının operatörünün ' ‘pis he¬
layamıyorlar. Örneğin Balo, Kırda Bir Pa¬ rifler, pis yabancılar” gibj sözlerle haysiyet kırıcılığı,
zar, Paris-Texas gibi filmler çıkamıyor bu 5- Su bulmak için otobüsten aşağıya indiklerinde telefon kabini içindeki bir
çiftin cinsi münasebet içerisinde acayip seslerle sevişmeleri,
sinemadan, ya da bir Fellini bir, Wim Wen-
6- Tuncel Ktırtiz 'in otobüsü ararken yanında köpeği olan yabancıyla karşı¬
ders yetişemiyor. laştığında yabancının hiçbir sebep yokken ani bir korku ile Tuncel Kurt iz’den
kaçış sahnesi,
7- Otobüs işçilerinin torbadan çıkardıkları bir dilim ekmeği bölüşme sahne¬
si ve bu arada İsveçlilerin vemekte ve içmekteki çılgınlıklarından görüntü sah¬
nelerindeki iki ulusun adeta karşılaştırılması,
8- Türk işçilerinin otobüsten inmeyerek tuvalet ihtiyaçlarını otobüsün için¬
de halletmeleri küçük abdest sularının otobüsün kapısından meydana dökitl-

9- Açlıktan dolayı otobüsten aşağıya inerek gördükleri ilk çöp bidonuna


birbirlerini iterek koşmaları \e yiyecek aramaları ve kırıntıları yemeleri sah¬
nesinde Türkün haysiyet ve şerefi ile oynama sahneleri,
10- Tunç Okan ’ın tuvalette karşılaştığı yabancının Tunç pisivarda iken eği¬
lerek penisine bakması ve "seninki ne kadar büyük” demesi ile edebe aykırı¬
lığı,
11- Aynı adamın homoseksüel olması dolayısıyla Tunç Okan'ı götürdüğü
cinsi münasebet filmleri oynatılan ve canlı cinsi münasebet yapılan lokanta¬
daki Tunç Okan’ın penisine doğru elle sarkıntılık yapması.
12- Lokantada oynatılan cinsi münasebet filminde erkeğin kadınla önden
ve arkadan cinsi münasebet yapma sahnesi.
13- Sahneye çıkartılan ve külotlarında araba resimleri olan 6 erkeğe karşı¬
lık bir bayana, külotun içindekileri kastederek ”bu arabaların kapaklarının
altındaki motor gücüne dayanabilir misiniz?” sorusu sorularak ve kadının bun¬
lardan birini tercih etmesinden sonra kendisine takriben elli santimetrelik bir
erkek penis maketinin getirilmesi ve iki çiftin soyunarak sahnedeki divanda
ve müşterilerin gözlerinin önünde cinsi münasebet yapmaian.
14- Tunç ün gördükleri karşısında haykırarak ayağa kalkarken yandaki ma¬
sadan bir tavuk budunu alıp yemesi ve kendisine ‘ 'barbar'' denilmesinin bu
iki durum arasında bir bağlantı olmaması,
15- Dışarıda yedi Türk için bir grup yabancının "işte eğlence çıktı bize”
diyerek ve çeşitli maskeler giydikten sonra alay ediş sahneleri ve bu arada Türk¬
lerle aç olduklarını anladıkları için, bankın üzerine koydukları plâstikten ya¬
pılmış sosis ve ekmek benzeri maddelere Türklerin saldırıp ağızlarında ke¬
mirmeleri. bunu yabancıların seyrederek gülmeleri sahnesi.
Film ve senaryolarının kontrolüne dair Nizamnamenin T. maddesinin
2-3-6-10 fıkralarına göre halka gösterilmesinin ve yıırı dışına çıkarılmasının
sakıncalı bulunduğuna ekseriyetle karar verilmiştir.
Ayrıca ilaveten Milli Eğilim Bakanlığı Temsilcisi Nizamnamene! 7. madde¬
sinin 8. fıkrasına göre sakıncalı bulunduğu yolunda rey beyan etmiştir.
s İTHALAT ve İHRACAT reklamlarında

20 yıllık tecrübe

V/O VNESHTORGREKLAMA
Bağlı firmalar :
KOMPLEXREKLAMA : Basın, Sinema, radyo ve TV Reklam¬
larıyla Sovyet ürünlerinin tanıtım ve servis işlerini düzenler.

INOREKLAMA : Yabancı ürünlerin Sovyetler Birliğindeki


basın, iç ve dış reklamları ile bunların özel va teknik konulardaki
tercümeleri, reklam organizasyonları, teknik sempozyumları ve
halkla ilişkiler işlerini düzenler.

POLIGRAFREKLAMA : Her Türlü broşür yapımı ile bunların


baskı işlerini düzenler.

SOUVEN İR REKLAMA : Sovyet Dış Ticaret İşletmelerinin


tanıtımı ve reklamı amacıyla bu işletmeler için hâtıra ve hediyelik
eşyalar temin eder.

ADRESREKLAMA : Yurtdışına posta yoluyla yapılacak rek¬


lamları yapar.

FILMREKLAMA : Sovyet Dış Ticaret İşletmelerinin siparişleri


üzerine reklam tümlerini hazırlar.

V/O VNESHTORGREKLAMA
31, Ul. Kakhovka, 113461, Moscovv S.S.C.B.
Telg : VNESHTORGREKLAMA Moscovv

\ Tel. : 121 -04-34 Telex : 411265


MISSING:
KÜLTÜREL KAVGA ALANI
ANDREW KOPKIND
Çev: RUŞEN ÇAKIR

enellikle, başkalarının yapıt¬ Gavras’ın “MISSING”ine şiddetle karşı çı¬


larıyla uğraşmak yerine, ent¬ kan üç sayfalık bir metin basma zahmeti¬
rika ve serüvenlerle dolu ken¬ ne girişmiş olması, söz konusu filmin sıra¬
di senaryolarını üreten ABD dan bir film olmadığını düşündürüyor.
- Dışişleri Bakanlığı’nın, yeni
filmlerini eleştirisini yapması alışılmış bir Yalnızca sinema tutkunlarının değil, gün¬
şey değil. cel olayları yakından izleyenlerin çoğunun
Dışişleri Bakanlığı’nın, filmin gösterilme¬ da bildiği gibi,' “MISSING”, Charles Hor-
sinin öncesinde, çarçabucak Costa- man adındaki, Şili’de 1973 yılında Salva-
dor Allende’nin sosyalist hükümetini devi¬ Tavırlarının “ulusal kaynağı” ne olursa
ren darbeyle yakından ilgilenen genç bir olsun, Levvis Costa-Gavras’a karşıdır - hem
Amerikalı gazetecinin ortadan kaybolma¬ uyruğuna, hem de tavırlarına-: “Kafasını
sını ve ölümünü irdeliyor. çok zekice kullanıyor, ama vargılarını poli¬
Yönetmen Costa-Gavras, bizlere Char- tika ve Amerika’nın yöntemleri hakkında-
les’in babasının, çeşitli güçlükleri ve engel¬ ki genel bir sanıdan türetiyor, kesin olgu¬
leri göğüslemek zorunda kalarak yaptığı lardan hareket etmesi gerekirken, Costa-
araştırmaları gösteriyor: Santiago sokakla¬ Gavras duygularından kalkarak yargılarda
rında sıkıyönetim vardır, Cunta salonların¬ bulunuyor. Her ne kadar doğru olanı tanım¬
da bilgi dilenmesi gerekmektedir. Ameri¬ lamak hep zor olmuşsa da Costa-Gavras,
kan Büyükelçisi kendisine yalan söyler... sanatın gerçekliği saptırabileceğini bir türlü
Filmin sonu aynen, esinlenilen gerçek kabul etmiyor. Ona kalsa imge gerçeklik¬
mahkemede olduğu gibidir, ama ne suç¬ tir. Böylece, önünde sonunda, farkına bile
lunun kesin o bir belirlenmesi, ne Horman’- varamadan olguları saptırıyor Costa-
ın tutuklanması ve öldürülmesinin, hatta ne Gavras.”
JACK LEMMON de suç nedeninin ayrıntıları ortada yoktur. Levvis, yazısında Costa-Gavras’ın, ABD’¬
Başlıca filmleri: Filmde egemen olan, isteyerek kapalı kı¬ nin Şili’deki hükümet darbesine karıştığı
1955 Mister Roberts - lınmış üsluba karşın (örneğin Costa-Gavras yolundaki “kanısını” çürüten birkaç “olgu”
Belalı Kaptan (John söz konusu ülkenin Şili olduğunun altını hiç
Ford. M. LeRoy) en iyi da öne sürüyor. Örneğin eski CIA yöneti¬
yardımcı erkek oyuncu çizmemiş), ABD’nin bu darbeye karıştığı¬ cileri olan Richard Helms ile VVilliam Colby,
Oscarı. nı beklenmedik bir şekilde ortaya çıkaran Allende’nin seçilmemesi için toptan bir ça¬
1957 Fire Down Below Horman’ın, Şili polisi tarafından vurulduğu ba sarfedildiği ve sonradan da Ailende yö¬
-Çıplak Ayaklı Kontes açıkça vurgulanıyor; Amerikan Büyükelçi¬
1958 Cowboy -Koyboy netiminin etkili olamaması için epeyi uğra¬
(Delmer Daves) liği de bu suç ortaklığının tüm izlerini Hor- şıldığı iddialarını kabul etmekle birlikte, da¬
Bell, Book And Cand- man’ı vurdurtarak ortadan kaldırmak iste¬ ha ileriye gidilmediğinde ısrar ediyorlar.
les -Sevimli Cadı (Ric- yecektir. Levvis bilgi toplamak için New York Ti-
hard Quine) Ama Dışişleri Bakanlığı, “MISSING”e
1960 The Apartment - mes’ın bilinen yöntemini uygulayarak
Carsonyer (Billy Wil- karşı saldırısında, yalnızca Horman’ın kay¬ ABD’nin Şili’ye müdahale ettiği iddialarını
der) boluşundan ve kendilerinin bu olaya bulaş¬ yalanlaması için Colby’ye telefon etmiş
1962 Days Of Wine makla suçlandıklarından söz ediyor: Sık sık
And Roses -Gül ve Şa¬ çünkü ne de olsa Colby, darbe sırasında
rap (Blake Edv/ars) olduğu gibi kamu hakları, politik gerekçe¬ CIA başkanıydı ve bazı kötü şeyler olmuş
1963 Irma La Douce - lerle ortadan kaldırılmaktadır. Böylece bu olsaydı mutlaka bilmesi gerekirdi.
Sokak Kızı İrma (Billy olaydaki en temel sorun, emperyalist ikti¬ Daha sonra 1973’de Santiago’da, o üzü¬
Wilder) darın yolsuzluklarından haberdar olmak so¬ cü olaylar sırasında görevli olan Büyükel¬
1964 Great Race - runu, basının isteğine bırakılıyor. Gazete¬ çi Nathaniel Davis’in adını anmaktadır.
Büyük Yarış <Blake ci Flora Levvis’in atı üstünde sahneye çıkı¬
Edwars) “MISSING”de, özellikle adı kullanılmayan
1965 How To Murder şı, hükümetinin onurunu korumak için si¬ Davis kişiliği, Horman’ın kaybolmasında
Your IVife -Karınızı lahını kılıfından çıkarıp, yazmaya koyulma¬ ABD Elçiliğinin rolü olduğunun duyulma¬
Nasıl Öldürürsünüz? sına neden oluyor. New York Times’ın kül¬ sını engellemek ister gözükmektedir. Ama
(Richard Quine) tür sayfalarından birinde, “MISSING”in
1966 The Fortune Co- Levvis’in aktardığına göre, Allende’ye kar¬
okie tBilly Wilder) gösterilmesinden bir önceki pazar günü, şı her türlü gizli eylemden haberdar olsa
1968 The Odd Couple gazetenin en kıdemli dış muhabiri Levvis, bile, Büyükelçi Davis, “Kendisini her za¬
(Gene Saks) Paris’te özel bir gösteride izlediği filmin
1969 The April Fools - man aşırı sağın şiddetinin ve askeri komp¬
“ahlak, politika ve sanatın söz konusu ol¬ loların dışında tutmuştur”. Daha da ileri gi¬
Bana Sevdiğini Söyle
(Sluart Rosenberg) duğu ciddi sorunlara” yol açtığı kanısında derek, Levvis şu sonuca varıyor: “Büyükel¬
1970 Out Of Tovmers olduğunu yazıyor, Levvis, uzun uzun bu so¬ çi Davis’in kişiliği, emin kaynaklardan öğ¬
-2 Taşralı runları irdeliyor, Şili ile ilgili olarak Ameri¬
1971 Avanti rendikleriyle söylentiler arasındaki ayrıma
Dokunma Gıdıklanı¬ kan politika tarihini gözden geçiriyor, sa¬ her zaman gösterdiği titiz özen, en sonun¬
rım (Billy Wilder) nat ve politika arasındaki varolan çelişki¬ da saldırılara yanıt vermiş olması (birkaç
1972 Save The Tiger leri anımsatıyor, yanılsama ve gerçeklik yıl önce bir dergide), vb., tüm bunlar onu
(John G.Avildsen). en arasında karışıklık ve kaynaşma üstüne ka¬
iyi erkek oyuncu Os- inanılır kılıyor.”
fa yorup “Fransız Solu”nu ima ediyor, ya¬ İşini tamamlamak için Levvis, Nevv York
Tç74 The Front Page - zısında. Temel olarak, Costa-Gavras’ı, Times’ın eski bir muhabirini hortlatıyor,
Baş Sayfa (Billy Wıl- ABD’nin Şili’deki hükümet darbesine ka¬ Seymour Hersh’i, yani M.Y.Lai ya da diğer
der) rışmış olduğunu kanıtlayamamakla ama
1979 The China CIA yolsuzluklarını, birçok “dillere destan”
buna karşın yine de ABD’nin bu darbeye skandali su yüzüne çıkaran adamı. Bu ta¬
Syndröme - Dünyanın
Kaderi (James Brid- bulaştığı gibi basit bir “kanı” çerçevesin¬ nık da telefonda (bir kez daha telefon!) Şi¬
ges), en iyi erkek oyun¬ de filmini oluşturmakla suçluyor. li’deki hükümet darbesiyle ilgili olarak, hiç¬
cu Oscar’ı, 1979 Can-
nes festivali en iyi er¬ “Kuşkularından kesinkes emin ve vargı¬ bir Amerikalının elinde dumanı tüten, ufa¬
kek oyuncu ödülü larını desteklemek için somut kanıtlara çok cık bir tabancanın bile izine rastlayamadı-
1981 Buddy, Buddy az gerek duymuşa benziyor. Bütün iktidar¬ ğını söyleyecektir. Eğer bir şey Nevv York
(Bili tVilder) Times tarafından “ifşa” edilmiyorsa, bu
ların haksız olduğuna kendisini öylesine
Tribute (Bob Clark)
1982 Missing -Kayıp inandırmış ki, insan, onun bu tavrının ka¬ onun doğru olmadığı anlamına gelir.
(Costa-Gavras) baca Yunanlı olmasından kaynaklanıp kay¬ Esas olarak, Levvis’in yazısında, darbe¬
Yönetmenlik yaptığı naklanmadım kendine sormadan edemi¬ ye Amerikan müdahalesi olduğu savını çü¬
filmler:
yor” diye yazıyor Flora Levvis. rütmek için kullandığı kozlar oldukça yeter-
1971 Kotch
siz ve zayıf gözüküyor. şisel günlüğüne, darbe sırasında Vina del 27
Ne Helms, ne Colby, ne de istediği ka¬ Mar Oteli’nde Charles Horman’la birlikte
dar “titiz” olsun şu Büyükelçi Davis, “ob¬ olan Terry Simon’in dolayaz tanıklığına sa¬
jektif” tanık olamazlar. Helms, Leyvis’in de hiptir Costa-Gavras. Simon, Joyce, Char-
söz etmek zorunda kaldığı gibi kongre kar¬ les’in karısı ve Santiago’daki küçük gaze¬
şısında, gizli yürütülen eylemler konusun¬ teci çevresinden kimi dostları, Cunta tara¬
da yalan söylemiş ve yeminini tutmamış¬ fından esirgenmişlerdir. “MISSING”in se¬
tır. Bir başka gün (Times’ın kısaca değin¬ naryosuna temel kaynak olan Thomas Ha-
diği gibi), Colby bir televizyon söyleşisin¬ user’in "Charles Horman’ın Öldürülmesi”
de “Bu bana göre ahlakdışı değil, tam ter¬ kitabı tanıtlayıcı ayrıntılar açısından olduk¬
sine çok olağan” diye söz edecektir, ABD’- ça zengindir.
nin “Küba tarafından desteklenen başka Ayrıca, o döneme denk düşen Dışişleri
bir hükümetin, devrimi tüm Latin Amerika’¬ Bakanlığı’nın gizli yazışmalan, Bilgilenme
ya yaygınlaştırmasını engellemek amacıy¬ Özgürlüğü Yasası sayesinde Anayasal
la” gizli çalışmalar yürütmesinden, (Bura¬ Haklar Merkezi tarafından elde edilince, El¬
da sözü edilen ülke, tabu ki Nikaragua’dır). çilikçe yapılan olayların resmi yorumların¬
daki ve özellikle de Amerikalıların hangi za¬
Büyükelçi Davis’e gelince, tüm dikkatli manda neler, olduğu hakkında bildiklerin¬
incelemeciler onun çalışma bilançosunu deki çelişkiler iyice su yüzüne çıkmıştır.
gördükten sonra zorunlu olarak bir daha Ama bu olay daha çok tartışıldıkça, en
bakıyorlar ona. O çekici kişiliği unutuldu¬ önemli şeyin olayın kendisi olmadığı daha
ğunda ellerinin pek de temiz olmadığı ra¬ iyi anlaşılıyor. Okuyucularla kimi eleştir¬
hatlıkla görülecektir: Kanlı ’60’lı yıllar sıra¬ menleri en çok kızdıran şey ise, özel bir po¬
sında Guatemala’da, “destabilizasyon” litika “zihniyeti”nin bu olayda yeniden hort-
döneminde Sili’de, Kissinger Neto yöneti¬ latılmasıdır. Aydın insanları isyan ettiren bu
mini alaşağı etmeye niyetlendiği zaman ise “zihniyet”, ’60'lı yılların kargaşaları içinde
Angola’da görevliydi Davis. Ayrıca Hersh, ve Vietnam’la VVatergate olaylarında, da¬
Levvis ve New York Times’ın sorularını yu- ha fazla bireysel ve politik özgürlük için
kardaki gibi yanıtladı çünkü kendisine Şili başlatılan bu irili ufaklı mücadeleler sıra¬
ile ilgili atlatma bir haber yazması için ge¬ sında boy attı ve Amerikan İmparatorluğu¬
rekli olanaklar sağlanmamıştı. nun çöküşüne neden oldu. Çünkü kafalar
Tüm bu olayı yargılamak için bir mahke¬ ve yürekler, ayrı ayrı hareket ediyordu bu Eğer Amerikalı görev¬
me toplanmış olsaydı, Costa-Gavras bam¬ olaylarda. lilerin, bir evet ya da
başka, daha etkileyici tanıklara başvurabi¬ “MISSING” olayında da bu anlayış or¬ hayır yüzünden masum
insanlara ateş açan, çıl¬
lirdi ve savını desteklemek için koltuğunun taya çıktı. Filme saldırıldığında, belli ölçü¬ gın yabancılarla işbirli¬
altında tuttuğu dosyası, Lewis’inkinden çok lerde, kültürel bir bilinç anlayışının bu film¬ ği yapabileceğine inanı¬
daha şişkin olurdu. Bir kere, Horman’ın ki¬ de belirginleşen tüm görünümlerine saldı- yorsanız...
rılmaktadır. Ve bu saldırı aslında daha ge¬ muşa benzemektedir.”
niş. bütün bir stratejinin bir bölümünü oluş¬ ABD senatosunda, Sili’deki hükümet
turmaktadır. darbesine ABD'nin karıştığı iddiasının so¬
Yunanlı olmasına karşın, Costa-Gavras ruşturulmasını yöneten eski senatör Frank
bir Amerikalı gibi, bugün ABD’nin dış poli¬ Church’e göre "filmin amaçladığı hedefle¬
tikasına egemen olan "emperyalist” tavrı re eriştiğini” söylemek mümkün ve benzer
hissediyor. "İktidar bir düşmana gerek du¬ olaylar, benzer şekillerde ama farklı yerler¬
yuyor"- diyordu, bir gün öğleden sonra pen¬ de vuku buluyor”. ClA’nın gizli eylemleri¬
cereleri Manhattan'a bakan lüks bir daire¬ nin eski yöneticilerinden Cord Meyer’e gö¬
de tartışırken. Filmin gösterime çıkmasın¬ re (ki en büyük başarısı, liberal öğrenci der¬
dan hemen önceydi: "Bu düşman kültür¬ nekleri üstündeki yıkıcı eylemi ve bu örgüt¬
dür; ve dolayısıyla ‘kültür' ne kadar büyük¬ lerde ‘50’li yıllarda gerçekleşen reformdur)
se. düşman da o kadar ‘devasa’ görünür. "Şu genç adamın ölümüne Amerikalı dip¬
Bugünden yarına olan değişimi kabullen¬ lomatları bulaştıran bir filmi, kutlamasına
mek insanlara zor geliyor. İmparatorluğun oturup seyretmek, inanılmaz bir şey”dir.
kendine özgü mitosları, kendine özgü 'sert¬ Eleştirmenlerin "MISSING"de algıladık¬
liği' ve kendi iç tatminleri var. Bu gün Ame¬ ları tehlike, yani ideolojik vargıların betim¬
rikalılar artık eskisi gibi ‘machos - sert er¬ lediği asıl tehdit, özellikle bugün için kaçı¬
kek' olmamayı öğrenmek zorundalar. Çün¬ nılmazdır.
kü tarih durduralamaz." O eski “sınır çizgilerinin” yeniden orta¬
Kuşkusuz çağdaş medialar içinde ilk kez ya çıkması doğaldır: Orta Amerika’daki, ke¬
bu film, kabui edilmesi gereken bir gerçek za Orta Avrupa’daki olaylar, filmin tema¬
olarak bir Amerikan İmparatorluğu’nun va¬ sıyla birlikte değerlendirildiklerinde, büyük
rolduğunu ve hareket tarzının da (Flora Le- önem kazanıyorlar. Yani “MISSING’in ko¬
vvis'in deyimiyle) haksız olduğunu kabul nusunun tartışılması, o anın mikro-tarihine
ediyor. Daha önce de, büyük kitlelere ses¬ olduğu kadar, dönemin makro-tarihine de
lenen, politika ya da politikacıları teshir bağımlıdır.
eden "ALL THE PRESIDENT’S MEN", “6 ay, hatta 6 hafta önce olsaydı, tepki
"APOCALYPSE NOW” gibi filmler, yapıntı tamamıyla değişik olurdu” diyordu bana
eserler ya da belgeseller görmüştük. Ama Costa-Gavras. “Birdenbire, her gün insan¬
bu filmlerin getirdiği eleştiriler, bozguncu¬ ların katledildiği El Salvador’la koşutluk
luğa, çürümeye, kibirliliğe ve kusurlara da¬ doğdu. Arka plandaki (Amerikan) askeri
yanıyordu, suça yönelik bir duyarlık eksik¬ varlığı, şu ifadede de kendini göstermiyor
liği ya da ruhbilimsel bir bozulmadan söz mu?: ‘Şu Latin Amerikalılar hep birbirleri¬
ediyorlardı. “MISSING”, 1960’ların moda ni katlediyorlar, onlar hep böyledirler za¬
deyimiyle "sistemi" hedef alan ve onu tüm ten,birbirlerini öldürmekten zevk alırlar...”
kötülüklerin nedeni olarak gösteren bir film. Polonya’da Ruslar kendi silahlı güçlerini
dolaysız olarak kullanmıyorlar. Kendileri
Bu konuda Costa-Gavras oldukça net: kuliste oturuyorlar. İşte bu, onların ABD’¬
"Filmin sonuna doğru, elçilikte çalışan nin Latin Amerika'ya müdahalesinden çı¬
adamlardan biri Ed’e, yani Charles hior- karttıkları derstir. Kendi ordularıyla müda¬
man’ın babasına şöyle diyor: “Her şeye sa¬ halede bulunmanın, politik açıdan ne bü¬
hip olunamaz. Amerikalıların çıkarlarıyla yük bir gaf olduğunu anladılar.”
idealleri, kaçınılmaz olarak çatışacaklardır Costa-Gavras’ın aceleyle açıkladığı gibi,
ve bu durumda korunması gereken çıkar¬ bir hayli önemli konularda büyük güçlerin
lardır.” Ed Horman karşı çıkıyor: “Bunlar eylemleri arasında koşutluklar pek kurula¬
benim çıkarlarım değil ki!..” “Yanılıyorsu¬ maz. Ama öte yandan ozan T.S. Eliot’un
nuz ama” diye yanıtlıyorlar onu, “Horman’- da yazdığı gibi, “bütün durumlar tektirler-
ların ayrıcalıkları, zevkleri ve konumları, ta¬ ve diğerlerine benzerler”...
rihsel olarak Amerikan yayılmacılığına ba¬ “MISSING” işte bu benzerlikleri vurgu¬
ğımlı olduğu ölçüde, sizin de çıkarlarınız- luyor ve dolayısıyla “o eski sınır çizgisinin”
dır onlar.” öte yanında bulunanların doğrulamalarının
“İktidarın genellikle haksız olduğu duy¬ geçerli olup olmadığı konusunda düşündü¬
gusu”, gittikçe yaygınlaşmaktadır, işte bu rüyor seyirciyi.
iktidar biçimi, “MISSING”de doğru olarak “Kültürü zorla kabul ettirme mücadele¬
canlandırılmıştır. Geleneksel sisteme bağlı si” (Kulturkampf) “çizginin” öte yanında,
olarak, Amerikan çıkarlarını korumakla be¬ bu yılın başlarından itibaren oldukça yo¬
lirlenmiş herkes için bu kaçınılmaz bir teh¬ ğunlaştı. Sağ (uygun görüp bu şekilde ba¬
likedir. Washington Post muhabiri Megan sitleştirmemizin sakıncası yoktur herhalde),
Rosenfeld, filmi başkentteki galada izledik¬ Sol’u Yontma Taş Devri’ne geri yollama¬
ten sonra izleyicilerde egemen olan gergin¬ sını sağlayan Polonya örneğini aslında Vi¬
liği şöyle betimliyordu: O eski “sınır çizgi¬ etnam'ı dengelemek için seçmişti. En so¬
si”, - eğer Amerikalı görevlilerin, bir evet nunda şu eski karşılaştırma yeniden keş¬
ya da hayır yüzünden masum insanlara fedildi: komünizm, faşizm demektir. Son¬
ateş açan, çılgın yabancılarla işbirliği ya¬ raki aşama ise Nikaragua, Küba, El Salva¬
pabileceğine inanıyorsanız- yeniden doğ¬ dor ve C.Û.F.D.
Tarih yeniden ava çıkmıştı. “Çoğunlu¬ ABD’yi dahil ediyordu olaya, betimlediği 29
ğun" entelektüel hareketi, 10 yıl önce or¬ baskı sisteminden ABD’nin de kısmen so¬
taya atılan felsefi ve politik sorunlara bağ¬ rumlu olduğunu öne sürüyordu.
lı olarak Yeni Sağ’ın birçok yanıltıcı kavra¬ Timerman’ın sayısız taraftarları oldu, ay¬
mını benimsedi: Yalnızca feminizm, ırklar nı zamanda kendisini aşırı telaşa kapılmak¬
arası ilişkiler ve cinsel özgürlük söz konu¬ la, sezgilerine fazla güvenmekle ve kendi¬
su edilsin. sini çok fazla şeyin etkisi altına bırakmak¬
Times’da, Flora Levvis'in MISSING’den la suçlayan karşıtları da oldu. “Yeni-
sözettiği sayısında, plastik sanatların yıllan¬ muhafazakâr” (ve aynı zamanda “guru”)
mış eleştirmeni Hilton Kramer, VVİlliam Bar- Irving Kristol, onu ve tüm temsil ettiklerini
rett’in “The Truants” (Okulu Kıranlar) adlı şiddetle eleştirdi; The Wall Street Journal’-
kitabı hakkında, son kırk yılın New Yorklu da yayınlanan yazısının havası ne gariptir
edebiyat yüksek sosyetesine yönelik şid¬ ki, “MISSING”e karşı sürdürülen kampan¬
detli suçlamalarla dolu bir yazı yazmıştı: yanın havasına benzemektedir. Kristol, Ti-
“Bugün kültür alanını kirletmeye devam merman’ın tanıklıklarını, sorumsuz davran¬
eden aydın kırıntıları...” Kramer saldırıla¬ dığı ve namussuzca demagoji yaptığını ileri
rını sürdürür .“Bu iyi insanlar,McCarthy’- sürerek reddetti. Ona göre Timerman’ın
cilik ve Soğuk Savaş konusunda hiç yanıl¬ savunucuları, “sol ve sol liberallerce yürü¬
mamışlardı.” Yine bu eleştirmene göre: tülen geniş birentelektüelprooaganda kam¬
“60’lı yılların radikal patlamalarına kendi¬ panyasının öncüleri” idiler. Esas amaç¬
leri zemin hazırladıkları için, belli oranlar¬ ları ise, Sağ’ın olağan otoriterizmi ile Sol’-
da, eşit bir şekilde, Polonya’daki baskıdan un bağışlanamaz totaliterizmi arasındaki
onlar da sorumlu” sayılacaklardır. ayrımı bulanıklaştırmak^.
Ama her ne kadar, tarih, sorunlar ve ol¬ Costa-Gavras’ın da pek doğru olarak
gular, anlaşmazlık konulan olsalar da, esas söylediği gibi “tarih durdurulamaz”. ABD’¬
olarak düşmanı altedecek olan kültürün ta nin iç ve dış politikası, son aylarda her açı¬
kendisidir. “MISSING”den söz ederken dan başarısızdır ve onu esas besleyen zi¬
Flora Levvis’in, kimi zaman saldırıp kimi za¬ hinsel etkileri geçersiz kılmak için bu poli¬
man aşağıladığı o “zihniyet”: İktidardan ve tikanın yargılanmasının zamanı gelmiş de
onun günahlarından tiksindiren, olgulardan geçmektedir. Süreç, yeni güçbirliklerinin
çok sezgiden hareket ederek yargılamayı doğması, seslerin gürleşmesi, yeni seçe¬
yeğleyen, sonuçlarını telefon konuşmala¬ neklerin geliştirilmesi sürecidir. Üniversi¬
rından değil de Tarih’den alan, rezil çıkar¬ te kampüslerinde, sokaklarda, kiliselerde
lara aykırı düştüklerinde bile insanları soylu ve iş alanlarında yeniden çalkalanmalar
idealleri benimsemeye iten şu duyarlık. var. Firardakiler yeni siperler kazmaya baş¬ Ama her ne kadar, ta¬
Sağ’ın kültür savaşçıları, kavga alanın¬ lıyorlar. “Eski sınır çizgisi” yeniden orta¬ rih, sorular ve olgular,
da sıkıca kenetlenmişlerdir. İşte sinema ya çıkıyor ve daha büyük kavgalara hazır¬ anlaşmazlık konuları
eleştirmeni Ftobert Hatch, aynı gazetede lanılıyor • olsalar da, esas olarak
(Times) daha ileri gidiyor: “Flora Levvis’in düşmanı altedecek olan
(The Nation, 17 Nisan 1982) kültürün ta kendisidir.
kanıtladığı gibi... güvene layık soruşturma¬
cılar... Horman’ın ölümüyle ilgili olarak el¬
çiliğimizin sorumlu olduğuna dair en ufak
bir kanıt bile bulamadılar. Costa-Gavras eli¬
nin altındaki kimi verileri kullanıp savını
desteklemek için gerek duyduğu tüm şey¬
leri yoktan var ediyor. Niyetleri ne kadar öv¬
güye değer olsa da, üstünde bulunduğu
zemin çok kaygan.”
“The New Republic” dergisinde, sine¬
ma eleştirmeni Stanley Kauffmann da,
Costa-Gavras’ı aynı şekilde“bilinen man¬
tık ve duyarlık suçları”ndan ötürü suçluyor.
Amerikalıların Horman’ın cinayetine bulaş¬
maları için “hiçbir inandıncı dürtü” göre¬
miyor. Gerçekte, bütün bu olay, basitçe ve
ne yazık ki kargaşalık ortamında vuku bu¬
lan kazalardan biri” olarak görünüyor ona.
Kauffmann’a göre, fazlasıyla makyavelist
şeyler düşlemek deliliğin başka bir kanıtı.
Tüm bunları daha önce işitmiş olduğu-
-_z izlenimine kapılıyorsanız, kuşkusuz Ja-
ccoo Timerman’ın anılan yayınlandıktan
sonra söylenenleri de anımsıyorsunuz de¬
mektir. Arjantin’de Yahudi aleyhtarlığı ve
sözcelerden sözediliyordu bu anılarda,
nnerman, tam da Costa-Gavras gibi,
30
Missing (Kayıp) üstüne

Costa-Gavras ile bir söyleşi


MİSSİNG

FRANZ-OLIVIER GIESBERT-
JEAN-FRANÇOIS JOSSELIN

Çev: SUNGU ÇAPAN

osta Gavras’ın Missing- ravanlı arabaya atlayarak Latin Amerika ül¬


Kayıp’ı bir sinema olayı oldu¬ kelerine yollanıyor. Ve ilk altı ay süresin¬
ğu denli, siyasal bir olaydır da ce, için için kaynayan bu ülkelerde hüküm
aynı zamanda. Bildirildiğine süren dehşeti tanıyor, yoksulluğa ve küçük
- göre, 1974’lerde Yunanistan’¬ çocukların açlıktan ölmelerine tanık oluyor¬
da albaylar cuntasının düşmesine neden ol¬ lar. Derken seçimle iktidara gelmiş Allen¬
duğu anımsanan, ünlü Z filmi denli önemli de’nin Sili’sine varıyorlar. Şili’de Ailende
bir olay... hükümetinin bütün çocuklara süt dağıttığını
Bu kez, Allende’nin devrildiği, Pinochet görmek, onları şaşırtıyor diğer ülkelerde ta¬
darbesi sırasındaki Latin Amerika ülkesi Şili nık olduklarından sonra. Çünkü diğer La¬
ve genellikle emekli asker olafı kendi vatan¬ tin Amerika ülkelerine göre bir cennettir Şi¬
daşlarının garip tutumları üstüne yönelt¬ li. Böylece Şili’de kalmaya karar veriyorlar,
tiği yasal merakının bedelini canıyla ödeyen, Şilili dostlar ediniyorlar ve sonunda Pinoc¬
Charles Horman adındaki genç bir Ameri¬ het darbesine değin, bir yıl boyunca San¬
kalı söz konusu, 1982 Cannes Film Festiva¬ tiago’da oturuyorlar. Ve darbe sırasında
li’ne, ABD politikasının iyice dizginleri elin¬ genç Amerikalı önce kaçırılıyor sonra da öl¬
den kaçırdığı, ölçüsüz bir dönemini eleştirme¬ dürülüyor.
sine karşın, yine o “ilahi Amerikan demok¬ Şili’deki siyasal sürecin ve Latin Ameri¬
rasisinin yüzü suyu hürmetine, ABD adı¬ ka ülkelerinin dramatik durumunun yapma¬
na katılan ve sonuçta Yol’la birlikte büyük cıksız ve duygusal bir biçimde gözler önü¬
ödülü kazanan bu film hakkında kısaca şu ne serilmesi söz konusudur burada, bu se¬
söylenebilir: Çok ender olarak, bir f ilm se¬ naryo Şili sürecinin bütün bu ülkeler için
yirciyi böyleşine allak bullak edebilir ve ya¬ bir çözüm yolu olduğunu dolambaçsız yol¬
rarlı olabilir!... dan ileri sürüyordu. Sonuçta belki bir çö¬
züm olabilir, bunu yadsımıyorum ama se¬
Missing-Kayıp, gerçekten yaşanmış bir öy¬ naryo yazarının Şili sürecini yeterince, de¬
küyü anlatıyor. Bu öykü üstüne bir film yap¬ rinlemesine işleyemediği kanısındaydım
mak düşüncesi size nereden ve nasıl geldi? ben bu senaryoda, bu sürecin başarıları¬
nın ve başarısızlıklarının nedenleri, niçin-
Çok basit Şimdiye değin Spartacus leri doyurucu bir biçimde ortaya çıkarılama¬
(1960, S. Kubrick), Seven Days İn May mıştı özetle.
Costa-Gavras (Mayıs’ta Yedi Gün, 1964, J. Frankenhei-
mer) ve Harold And Maude (Harold’la Ma- Bununla birlikte Edvvard Levvis’in “liberal”
ude, 1981, H. Ashby) gibi filmlerin yapım¬ düşünceli bir yapımcı olduğunu kabul et¬
cılığını üstlenmiş olan ve Hollyvvcod'un mekten geri katmıyordunuz yine de.
önemli yapımcılarından biri sayılan Edvvard
Levvis, bana Thomas Hauser'in kitabıyla Gerçekten “liberal” biri, açıkyürekli, coş¬
birlikte bu kitaptan çıkarılmış bir senaryo¬ kulu ve yapıcı, Amerika Birleşik Devletle¬
yu gönderdi günün birinde. Hoşuma gitme¬ rinin “solcu” entelektüelleri gibi.
di bu senaryo. Ben de şöyle bir yanıt gön¬
derdim Levvis’e: Bu filmi yapmak isterim Senaryoyu çok mu solda buluyorsunuz?
ama bu senaryoyla değil.
Hiçbir yerde bulmuyorum bu senaryoyu.
Neden reddettiniz bu senaryoyu? İlkin şunu diyeyim, olumlu ya da olumsuz
yanlarıyla Şili sorunu ya da Allende’nin dra¬
Esas olarak bir yaşam öyküsüydü bu se¬ matik öyküsü gibi karmaşık şeylerin bir
naryo. Charles Horman adındaki bir Ame¬ filmde açıklanabileceğini pek sanmıyorum.
rikalı, üniversite öğretim üyelerine verilen Ailende düzeni neden çöktü, ABD’nin dar¬
bir yıllık bir dinlence ve araştırma bursu alı¬ bedeki rolü neydi? Vs. vs. Ama bu genç
yor ve genç karısıyla birlikte, edindikleri ka- Amerikalının öyküsünde, sinemasal birba-
kış açısından, babanın ve genç kadının ara¬ da 750 sinemada birden gösterime çıktı. 31
yış serüvenini (birisi oğlunu, diğeri koca¬ Gazetelerde birbiriyle çelişen çarptırılmış
sını aramaktadır ve bu arayış süresince on¬ sonuçlar yayınlandı, film önemli tartışma¬
lar da dehşeti, darbeyi, askeri güçlerin ik¬ lara yol açtı. Bana öyle geliyor ki, bu ka¬
tidarı ele geçirişini görerek yaşayacaklar¬ darı bile Amerika’nın şerefini kurtarmaya
dır) anlatmanın çok ilginç olacağını düşü¬ yetmiştir, öyle değil mi?
nüyordum. Amerikalı olarak hemen hemen
Filmin bu başarısı Horman ailesine, Kissin-
her yere gidebilirler ve özellikle daha ön¬
ger’le ABD yönetimine karşı yeni bir dava
ce kimsenin keşfetmediklerini, örneğin
açabilme olanağı sağladı mı?
ABD elçiliğindeki kimi Amerikalıların dar¬
becilerle suç ortaklığı yaptıklarını filan keş- Hayır, tanık bulunamadığından ötürü ol¬
fedebiiirlerdi gerçekten. madı bu. Horman’lar zaten kayıp oğulları¬
nın dosyasının kendilerine ulaştırılmasını
Sizin “Amerikalı” görüşünüz (oğlunu ara¬ devlet yöneticilerinden istemişlerdi. Ama
yan babayla kocasını arayan genç kadın) çok ABD’de son derece gizli olarak kabul edi¬
iyimser değil mi? Baba da genç kadın da, iki¬ len ve çarçabuk yok edilen belgeler var.
si de çok olumlu, ahlaka ve başka şeylere de Davayı yeniden ortaya sürmek için bu bel¬
inanıyorlar ve kendilerine “Birçok ilişkile¬ geler gerekliydi. Ne var ki Horman’lar inti¬
riniz var mı?" gibisinden sorular yöneltildi¬ kam almaktansa, bazı insanların hapisha¬
ğinde de “Hayır, ben bir ABD vatandaşıyım neye girmesini istediler sadece, bu gerçek,
ve bu ye terlidir. ’’ gibi biraz bönce cevaplar apaçık bir gerçek. Ve bundan ötürü filmin
veriyorlar. yaygınlık ve saygınlık kazanmasının, gaze¬
Ama bu babanın saflığıdır, baba tipik bir telerde on satırcık olarak verilen dava ha¬
Amerikalı! Görünümü oldukça liberal, ol¬ berlerinden daha önemli ve olumlu oldu¬
dukça insancıl ve Amerikan demokrasisi ğu kanısına vardılar.
düşüncesine de yürekten pek bağlı. Son¬ Carter’ın politik anlayışı sayesinde tasarı ger¬
ra diğer bakış açısı var, Santiago’daki çekleşmeye yüz tuttu...
ABD elçiliğinin kimi memurlarında görülen,
nerdeyse faşist bir bakış açısı bu. Bildiği¬ Kuşkusuz ama bunun bizim işimizle pek
niz gibi, Amerikalılar bir görüşten başka bir ilgili olmadığını sanıyorum. Amerikan film
görüşe kolaylıkla geçerler. Filmde betim¬ şirketleri hükümetle ilişkilerini iyi durumda
lenen baba Horman tiplemesi, aynen ha¬ tutmaya pek öyle önem vermiyorlar, ayrı¬
yattaki gibidir, ayrıca filmin çekimi sırasın¬ ca film için son, kesin karar Reagan yöne¬
da gerçek baba ile gelini bir araya getiril¬ timi sırasında alındı.
miştir. Bunu özellikle düzenledim. Çünkü Film sinemalarda gösterime çıkmazdan ön¬
anlattığım onların hayatıydı ve bu öyküde ce IVashington ’da özel bir gösteriyle bazı in¬
onların adı geçiyordu. Buna karşılık elçilik sanlara izlettirildi mi?
memurları, filme kaynaklık eden kitapta be¬ Tabii. Film VVashington’u ilgilendiriyor¬
timlendiğinden daha az sertlikte canlandı¬ du ve hala politik yaşamlarını sürdüren ki¬
rıldılar, çok daha az sert ve gaddar kişiler mi senatörlerin adı filan geçiyordu filmde.
olarak çizildiler... Ayrıca Fransa’da ABD’- Şimdi düşünüyorum da, bizim film için ki¬
ye karşı ikili bir durumumuz oldu. Ameri¬ mi kışkırtmalara girişilmiştir o zaman bel¬
kan mitoslarına tutsak olunur genelde ama ki de. Ama sonuçta Amerikalılar kışkırtmayı
bu mitosların çoğu düzmecedir tabii. Yada da seviyorlar. Missing-Kayıp’ın ilk gösteri¬ Ama gerçekler ortaya
bütünüyle ve şiddetle yadsınır bu mitoslar mi, Amerikan politika dünyasının Kennedy’- çıkmaz ki! Sadece, yö¬
netim vb. çeşitli neden¬
çünkü kapitalist bir ülkeden kaynaklan¬ ler, Brzezinski, McGovern, vb. gibi bütün
lerle Amerikan adaleti
maktadır... yıldızlarının hazır bulunduğu, “nezih” bir yasanın işleyişini engel¬
salonda yapıldı bir pazar akşamı. Gösteri- lediğinde patlak verir.
İyimser bir görüşten söz edildiğinde,
Missing-Kaytp’tn sonundaki “kıssadan his-
se”yi düşünüyoruz. Gerçek, her zaman güm¬
bürtüyle patlayarak ortaya çıkar.
Ama gerçekler ortaya çıkmaz ki! Sade¬
ce, yönetim, vb. çeşitli nedenlerle Ameri¬
kan adaleti yasanın işleyişini engellediğin¬
de patlak verir. Ve her zaman bir film ya¬
pımında görülebilir bu. Amerika’da da böy¬
le oluyor. Ve Missing-Kayıp, Fransa’daki
Cezayir Savaşı üstüne olan filmlere oldu¬
ğu gibi (örneğin Gillo Pontecorvo’nun ün¬
lü Cezayir Savaşı-La Bataille D’Alger’ine
olduğu gibi), desteklemek için tehditlerle
filan, küçük bir dağıtım “ayağında” utana-
sıkıla gösterime çıkarılan bir film değildir.
Amerikalılar büyük oynamaktan hoşlanı¬
yorlar, Missing-Kayıp Amerika’da aynı an¬
32 den sonra dediklerine göre filmi onaylamış¬ filmde Jack Lemmon gibi bir Hollywood
lardı. Ertesi gün, Latino-Amerikan sorun¬ “star”ının varlığı, Jack Lemmon’a zararlı
larıyla uğraşan ve Charles Percy’nin baş¬ olmadı mı?
kanlığını yaptığı bir kurula da gösterildi film.
Kesinlikle hayır.
Bunlar filmi izledikten sonra vardıkları ka¬
nıyı hemen açıkladılar: ABD, Latin Ameri¬ Bu rolü reddeden “star”lar oldu mu?
ka ülkeleriyle olan ilişkilerini, düşüne-taşına
Hayır, kimse reddetmedi. Hollyvvood’a
yeniden gözden geçirmeli ve belki de Si¬
vardığımda senaryo üstünde çalışıldı, son¬
li’deki ABD elçiliği görevlilerinin eylemle¬
ra Jack Lemmon’la ilişki kurdum, senaryo¬
rini incelemeliydi...
yu ona gösterdim, Lemmon okudu senar¬
yoyu, bir bardak bir şey içtik ve bana oy¬
Tabii ki. Amerikan liberalleriydi bunlar. Pe¬
ki ama diğerleri ne yaptı? nayacağını söyledi. Hepsi bu işte.

Percy’nin film hakkında yaptığı açıklama, Jack Lemmon’la Sissy Spacek uluslararası
devlet sekreteri Anders önündeki açıkla¬ “star”lar, Missing türünden “ciddi” bir
masından daha olumluydu. Anders ise bir filmde böyle “star”lann rol alması niye?
gün sonra hayli garip bir metinle ABD yö¬
Öncelikle ikisi de “müthiş” oyuncular
netiminin film hakkındaki görüşünü dile ge¬
çünkü. Bildiğiniz gibi Hollyvvood’da işler bi¬
tirdi, filmi kınayan, özellikle Amerikan su¬
zim buradaki (Fransa'da) gibi dönmüyor.
baylarının ve Şili elçiliğindeki Amerikan gö¬
Fransa’da filmin bütçesi için her zaman pa¬
revlilerinin betimleniş biçimini kınayan bir
ra peşinde koşuşturulur, çekim başladık¬
açıklamaydı bu. Yine bu açıklamaya göre,
tan sonra ve tüm çekim süresince bile.
ABD yönetiminin yaptığı araştırma sonu¬
Ama Amerika’da farklı. Hiçbir şey kesin de¬
cunda Pinochet darbesinde kesinlikle bir
ğilken günün birinde bir yapımcı elinde
“Amerikan parmağı” yoktu... Ne var ki bu
şampanya şişesiyle çıkageliyor ve O.K. di¬
açıklama hiçbir şeyi durduramadı, herkes
yor, film çekilecek. Ö günden başlayarak
yazılar döktürüyordu ve bu yazıların çoğun¬
para sorunu diye bir şey kalmıyor artık, pa¬
luğu filmin lehindeydi. “The Nation” örne¬
ra hiç dert edilmiyor. Ben tabii yine alıştı¬
ğin, lehte ve aleyhte görüşlere yer vererek
ğım koşullarda çalışmak istediğimi belirt¬
ayrıntılı bir inceleme dosyası hazırladı. Say¬
tim, biraz zanaatkarca. Kameranın yerleş¬
gı değer bir çalışmaydı bu. Ama buna kar¬
tirildiği kocaman vinçler, olağanüstü araç-
şılık, Paris’ten tanıdığım “New York Ti¬
gereçler, yönetmen için alışılmamış lüksler
mes” muhabiri Bayan Flora Levvis, “na¬
filan olmaksızın... Fransız olan bir ekiple
mussuzca” bir yazı yayınladı.
çalışmak istedim, hatta filmin kurgusunu
Ya Beyaz Saray’dakiler? Reagan gördü mü bile Fransa’da yaptım. Her şeyi kabul etti¬
Missing-Kayıp ’ı ? ler.
COSTA-GAVRAS

Constantin Costa- Evet. Bir Cuma günü basın servisi, ba¬ Amerika liberal ve demokratik bir ülkedir
Gavras, 1933’de Yuna¬ sından, UNESCO’dan, İnsan Hakları Der- bahanesiyle Amerikan emperyalizmini gös¬
nistan ’da doğdu. neği’nden, vb. kuruluşlardan seçkin kişi¬ teren filmler yapılıyor her zaman. Öteki ta¬
1952’de Fransa’ya gi¬ ler için yeni bir özel gösteri düzenledi, 25 raf üstüne, Sovyetler Birliği üstüne hiçbir şey
derek Sorbonne’da kadar önemli nitelikteki seyirci yarım saat¬
edebiyat eğitimi gördü yok. Bu biraz yanlış ve haksızlık değil mi?
sonra IDHEC’te ten fazla bir süre bekledi ama filmin kop¬
okudu. Çeşitli yönet¬ yası ortada yoktu. Uğultular-homurtular Hemen söyleyeyim, Arthur London’dan
menlere asistanlık ya¬ arasında ClA’nın filme el koyduğu filan söy¬ uyarladığım L’Aveu-İtiraf da buna benzer
parak sinemaya başla¬ lendi, devlet yönetiminden kişiler de filmi bir filmdi. Bu filmin de yeterli olduğunu dü¬
dı. seyretmeye gelmişlerdi. Nihayet bir açık¬ şünmüyorum, kabul. Ama artık doğu blo-
lama yapıldı: Filmin kopyası Beyaz Saray’¬ ku ülkeleri üstüne insanların çoğunun gö¬
daydı. rüşü kesinlik kazanmıştır ya da daha doğ¬
1965 Compartiment rusu yapılan eleştiriler yaşanan gerçekler
Tueurs Reagan ’ın tepkilerinin ne olduğunu biliyor tarafından aşılmamış mıdır?
1967 Un Homme De musunuz?
Trop - 13. Adam (•) Benim için, sosyalizm sorunu, doğu ül¬
1968 Z Hayır. Sadece şunu biliyorum, Başkan, kelerinin belirlediği tarzdadır. Söyleyecek
1969 L’Aveu-ltiraf Jack Lemmon’a rastlamış ve ona demiş ki: fazla bir şey yok bu konuda. Hiçbir şey
(••) “Filmi gördüm.” olumlu bir sonuç vermemesine ve işlevini
1972 Etat De Siege yerine getirmemesine karşın, her şey be¬
1975 Section Speciale Reagan ’ın, bu eski Hollyv/ood arkadaşına lirlenmiştir. Batılı ülkelerin çoğunda doğu
1979 Claire De Femme
(Jack Lemmon ’a) homurdandığını filan sa¬ bloku ülkelerindeki gibi bir rejimin yerleş¬
1981 Missing - Kayıp nıyor musunuz? tirilebileceğini ben hiç sanmıyorum. Batı’-
C) da gösterilebilecek bir yönetici de göremi¬
1983 Hannah K. Tam tersine, onu çay içmeye davet et¬
yorum: Bizim modelimiz bize, SSCB’ninki
miş. Birbirlerine neler söylediklerini bileme¬
Polonya ya da Çekoslovakya’ya. Bunun
(•) Ülkemizde sinema¬ yeceğim... Her neyse, konuştukları özel yo¬
larda gösterildi için her şey belirlenmiştir diyorum. Tabii ki
rumlardır eninde sonunda.
(••) Televizyonda gös- bu anlamda belirlenmiş olmaktan başka bir
Umulduğundan daha “solcu”, böyle bir şey demek değildir bu»
33
Nükleer tehlike üstüne filmler

Hiroşima’dan Kansas City’ye


Gerçekten Karabasana
3

İBRAHİM ALTINSAY

, ükreyen Fare’nin (The Mo- ne de kahraman...


WS?\ use That Roared 1959) sonu: Böyle olunca, (askeri ya da sivil amaçlı
■ \ Tüm dünyayı mahvedecek bir olsun) nükleer gücü konu alan filmlerde iş
H \ bomba mahzende unutulur. daha bir ciddilik kazanıyor. Füzeler, en sı¬
- Fareler, bombayı patlatacak radan Bond filmine bile elde olmadan da¬
tıpayı kemirirler... ha doğrudan bir politik içerik taşıyor.
Ertesi Gün’ün (The Day After 1983) so¬
nu: Nükleer bombalarla yerle bir olmuş HİROŞİMA’DAN KANSAS’A
Kansas City’de iki üç bilimadamı bir telsiz
Herşey Hiroşima’yla başladı kuşkusuz.
yapar ve kararan görüntü üzerinde boşlu¬
“Hiroşima sıfır yılı”ndan başlayarak nük¬
ğa sinyal gönderir: “Orada kimse var mı?”
leer güç, İkinci Savaş sonrasının politik
dengesi kadar yaşam biçimini de belirle¬
Dünya’nın Kaderi’nin (The China
yen önemli bir etmen oldu. Özellikle sava¬
Syndrome, 1980) sonu: TV muhabiri Kim-
şı yaşamış kuşaklar için atom bombası, in¬
berley, biraz önce öldürülen mühendisin
sanı sürekli kendini sınırlamaya zorlayan
büyük bir tehlikeyi önlemek için çabaladı¬
bir kabus, yaşamını yeniden üretmesini en¬
ğını açıklarken hıçkırıklara boğulur...
gelleyen ve bir türlü yakasını bırakmayan
Silkvvood’un (1984) sonu: Çalıştığı katı
bir anıydı. Amerikan sineması önce zafer
nükleer yakıt fabrikasındaki güvenliksiz
sarhoşluğuyla sonra da Kore Savaşı’nın ve
üretime karşı mücadele açan uyumsuz iş¬
Mac Carthyciliğin baskısıyla kahramanlık
çi Karen Silkvvood kuşkulu bir araba kaza¬
türküleri söylerken savaş sonrasının atom
sında yaşamını yitirir. Geriye kalan hüzünlü
bombalı gerçekliğini yakalayanlar savaşın
görüntülerdir...
acısını doğrudan çekmiş olanlar oldu. Ja¬
İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslarara¬ pon Shindo’nun Hiroşima Çocukları ve
sı politik ve ekonomik sistemin nefis bir a - Resnais’in Hiroşima Sevgilim’i genel sa¬
legorisi olan Kükreyen Fare’yi dışta tutar¬ vaş aleyhtarlıklarının yanı sıra önceki sa¬
sak, yukarıda andığımız ve nükleer güç ol¬ vaşlara hiç benzemeyen bir gerçekliği, tah¬
gusuna yaklaşımlarıyla son yıllarda geniş ribatını kuşaklar sonra doğacak bebekle¬
ilgi çekmiş üç filmin de ölümle sona erme¬ re de taşıyan bir yok etme mekanizması¬
si rastlantı değil kuşkusuz. Kırk yıl önce Hi¬ nın insan yaşamındaki izlerini yakalıyorlar¬
roşima’ya atılan bombayla birlikte insanlık, dı. Bu filmlerden ilki ürkütücü belgeciliğiy-
kendi sonuyla iç içe yaşadığı, kendi sonu¬ le ve ritmiyle, İkincisi de geçmişle yaşanan
nu güncel bir olasılık olarak tartıştığı bir dö¬ zamanın birbirine karıştığı estetiğiyle nük¬
neme girdi. Sinemada ele alınınca da film leer gücü ve savaşı konu alan filmler için¬
kahramanlarının ve giderek tüm insanlığın de bugün bile aşılamayan iki doruk olarak
ölümünün tartışılması anlamına geliyor bu. kalacaktı.
Ölüm, sinemanın en büyük sermayesi, Savaştan kısa bir süre sonra Sovyetler
en çok satan malı... (Tavernier’in Ölümü Birliği’nin de atom bombası yapması ve
Bekİerken’ini hatırlayın). Sinemanın ölüm nükleer silahların büyük bir rekabet içinde
üzerine çeşitlemeleri, izleyicinin bu bilin¬ geliştirilmesi, dünyaya damgasını vurmuş¬
meyene olan merakını gideriyor ve belki de tu bile bu arada. Bir yandan dünyanın iki
ölüme karşı cesaretlendiriyor onu. Ama bloklu bölünümü katı sınırlarla kuvvetlen-
kuşkusuz kimse, akıllı katili bırakıp kuzu dirilirken, öte yandan da soğuk savaş olan¬
kuzu cinayete giden kurbanla ya da bütün ca şiddetiyle sürüyordu. Dönemin yayın or¬
tehlikelerin üstesinden gelip sağ kalan kah¬ ganları bugün yarın çıkacakmış gibi nük¬
ramanı bırakıp daha ilk ateşte yere yuvar¬ leer savaş üzerine spekülasyonlarla ve tas¬
lanan figüranla özdeşleştirmiyor kendini. viri resimlerle dolup taşıyordu. Dönemin ile¬
Oysa iş nükleer savaşa gelince ortada ne tişim araçları ve sineması ise bir yönüyle
kurban kalacak, ne de katil... Ne figüran gözü kara bir propagandanın aracı olurken,
soruna propaganda dışında bakanların tav¬
rı ise genel olarak koyu bir kötümserlikti.
Tipik örnek olarak, Güney Kutbu’nda araş¬
tırma yapan değişik uluslardan bilim adam¬
larının yıllardır hareketsiz kalmış bir yara¬
tığı canlandırdıkları ve sonunda bu yaratık
yüzünden birbirlerini yok ettikleri Who Go-
es There? adlı öyküyü alabiliriz. Önce
Havvks’un, 1982’de de Carpenter’in The
Thing adlı filmlerine temel aldıkları öykü¬
nün yazarı, 1944’te atom bombasının na¬
sıl yapılacağını açıklayan bir bilimkurgu
dergisinin yayın yönetmeni olan John W.
Campbell Jr.’du ve öyküsünde nükleer
enerji ile uzaydan gelen yaratık arasında
açık koşutluklar kurmuştu.
60’ların başından itibaren iki önemli ge¬
lişme uluslararası güç ilişkilerini derinden
etkiledi. Birincisi, bağımsızlığını yeni kazan¬
mış ülkelerin üçüncü bir güç olarak dünya
sahnesine çıkmaları ve büyük güçlere ka¬
fa tutabileceklerini göstermeleri oldu. Dün¬
yanın geri kalmış kıtalarındaki bu uyanış,
bomba karşısında insan öğesini vurgula¬
yan ve nükleer gücün insanlığı tümüyle yok
edemeyeceği umudunu güçlendiren bir
öge olarak değerlendirildi. İkinci önemli ge¬
lişme ise, nükleer silahlar bakımından Sov-
yetler Birliği’nin ABD’yi yakalamasıydı. Kü¬
ba füze bunalımından sonra bloklar öne¬
mini yitirdi ve nükleer tekeli elinde tutan iki
ülke nükleer denge temelinde dünya poli¬
tikasını belirlemeye başladılar. Genel ola¬
rak “yumuşama” adı verilen bu dönem as¬
lında sürekli tırmanan bir dehşet dengesi
üzerinde kuruluydu. Tümüyle karşıt olgu¬
lar olmalarına karşın Üçüncü Dünya’nın or¬
taya çıkışı ile “yumuşama”nın (somut ör¬
nek olarak füze bunalımının kazasız bela¬
sız atlatılmasının) toplum psikolojisine et¬
kisi bombanın küçümsenmesi ve nükleer
tehlike karşısında göreceli bir rehavete ka-
pılınması oldu. Dönemin sineması ise Ja¬
mes Bond’du. Savaşın artık gizli olarak giz¬
li servisler arasında sürdüğü dünyada
Bond statükoyu korumak için uğraşıyor ve
dengeyi bozacak bir üçüncü gücü, örne¬
ğin Dr. No’da (1962) ABD ile SSCB’nin fü¬
ze tekeline karışacak “sorumsuzlar”ı anın¬
da engelliyordu.Bondlarvarken,dünya ra¬
hat uyuyabilirdi.
Yazının girişinde söz ettiğimiz Kükreyen
Fare (1959) ise karşı örnek olarak verile¬
bilir. Küçücük bir Avrupa ülkesinin ABD’-
ye savaş açışı ve New York’u işgal edişini
anlatan film tıpası çıkarılınca balon gibi fıs¬
layan bombasıyla da nükleer güce karşı
iyimser ve cesur bir yaklaşım içeriyordu.
“Yumuşama”ya en radikal karşı çıkış ise
kelimenin gerçek anlamıyla bir öncü olan
Stanley Kubrick'in 1964 yılı İngiiz yapımı
değeri tam bilinmemiş filmi DR. Strange-
love Or How I Learned To Stop VVorrying
and Love The Bomb’u oldu. Füzelerin
karşılıklı ateşlendiği bir anda ABD Başka-
nı’nın insanlığın varlığını sürdürmesi için
bir Nazi eskisi danışmanına başvurusunu, za girmesi öte yandan nükleer silahların ar¬
onun da, seçme bir avuç insanın güvenli tık denetlenemez bir yoğunluğa ulaşmış ol¬
bir sığınağa konulup 100 yıl yer altında ya¬ ması toplum psikolojisinde gittikçe artan bir
şamalarını öğütleyişini anlatan film, nükleer tedirginliğe yol açıyor. Ama öte yandan bu
dengenin nasıl artık kolayca denetimden tehlikeyle bu kadar iç içe olmanın paradok¬
çıkacak bir dehşet dengesi haline geldiği¬ sal bir biçimde bir tür alışkanlık ve kayıt¬
ni ve bu dengenin ancak faşist ideolojileri sızlık yarattığını da belirtmek gerek.
besleyebileceğini etkili bir biçimde ortaya Sinema açısından ise nükleer santralla-
koyuyordu. rın yarattığı tehlike önemli bir toplumsal il¬
1970’lerden itibaren ABD kamuoyunun gi ve muhalefet noktası oluşturuyor. (On yıl
nükleer tehlikeye karşı daha hassas dav¬ içinde meydana gelen kazalar ve önemli
ranmaya başladığı gözlemleniyor. Bir ke¬ sayıda tesisin, güvensizlik nedeniyle ka¬
re, kıtalararası füzelerin geliştirilmesi ve Es¬ patılması bu dayanak noktasını güçlendi¬
nek Mukabele Statejisi’nin (A) uygulanması rici olaylar...) Öte yandan nükleer silahla¬
ABD’yi de savaş alanının içine çekmiş du¬ rın miktarının Hiroşima’ya atılanın bir kaç
rumda. İkincisi, nükleer tekeli elinde tuttu¬ bin katına varmış olması, bir nükleer sal¬
ğu (ya da en çok SSCB ile paylaştığı) sü¬ dırı halinde dünyanın ne hale geleceği so¬
rece kendini rahat hisseden ABD kamuo¬ rusunu, son yıllarda bol görsel efekt des¬
yunun, nükleer güce sahip ülke sayısının tekli gözde fantastik sineması için elveriş¬
artmasıyla tedirginliği de artıyor. li bir malzeme yapmış durumda. İlk grup
Öte yandan son on yıl içindeki enerji bu¬ için James Bridges'in Dünyanın Kaderi-
nalımı nükleer enerji yatırımlarını büyük öl¬ ni (The China Syndrome, 1980) ve bir yö¬
çüde hızlandırdı. Artık nükleer güç silolar¬ nüyle Mike Nichols’un Silkvvood’unu, ikin¬
da uyuyan füze başlıkları değil sadece. ci tür içinseABD’ninOrta Batı’sındaki Kan-
Şimdi, nükleer santrallarla ve nükleer ya¬ sas City ve çevresine yapılan bir nükleer
kıt üreten fabrikalarla, yani her an bir nük¬ saldırının etrafında gelişen Nicholas Me-
leer sızıntı ya da patlama olasılığıyla koyun yer’in TV filmi Ertesi Gün’ünü (The Day Af-
koyuna yaşıyoruz. Nükleer enerjinin yarar¬ ter, 1980) örnek verebiliriz.
ları inkar edilecek gibi değil ancak her ye¬ Böylece, Hiroşima’nın gerçek yıkıntıların¬
ni teknoloji gibi bu da vahşi (vulger) kapi¬ dan Kansas City’nin düş ürünü mahvolu-
talizmin kurallarıyla pratiğe geçiriliyor ve şuna gelmiş bulunuyoruz.
basit bir çevre kirliliği ve işçi sağlığı soru¬
nundan öte çok daha gelişmiş ve kapsamlı ÜÇ AYRI YAKLAŞIM
olması gereken güvenlik önlemleri savsak¬
lanıyor (Ya da bu enerjiyi nasıl güvenlikli Yeri gelmişken, biraz önce değindiğimiz
kullanabileceğimizi bulmuş değiliz.). Nük¬ üç filmin konuya yaklaşımları üzerinde kı¬
leer gücün bu denli gelişigüzel yaşamımı¬ saca duralım.

Dr Strangelowe (Yön:
Stenley Kubrick)
Başındaki yazıda, “gerçeklere dayalı tü¬ şa sürüklenmeleri, kendi füzelerini seyre¬
müyle düş ürünü bir film” olarak tanımla¬ derken başları üzerinde füzelerin patlama¬
nıyor Ertesi Gün. Aslında bu tanım herşey- sı, bambaşka bir savaşı, insanın artık üze¬
den önce nükleer gücün kendisine uygun rinde hiçbir belirleyici gücünün kalmadığı
düşüyor: Nükleer silahlar hemen yanda¬ bir kıyamet gününü hissettiriyor alttan al¬
şımızdaki bir gerçeklik ve bir kez salıver¬ ta... Yine insanların günlük işlerinden geri
diğinde ise dünyayı ne hale getireceğini kalacakları kaygısıyla savaşa olasılık ver¬
hayal bile edemeyeceğimiz bir güç gizliyor¬ memelerinde de toplumsal kayıtsızlığa kes¬
lar içlerinde. Yarattığı bu en korkunç fan¬ kin bir eleştiri bulmamak da olanaksız. Öte
teziyle, bu en büyük karabasanla, düş sa¬ yandan savaş sonrasının yıkıntıları arasın¬
natı olarak bilinen sinemayı yaya bıraktı in¬ da sağ kalanların hemen örgütlenip yara¬
sanoğlu. Ertesi Gün de bu fantezi önün¬ ları sarmaya başlamaları da pek inandırıcı
de eğiliyor ve onu sinemasal yollarla can¬ değil ama bu bölümde de dünyanın bir an¬
landırmaya yoğunlaştırıyor çabasını... Hem da değişmesinin insanlar üzerinde yarat¬
de, nükleer saldırıyı, mutlu, müreffeh bir tığı, o hiç bitmeyecekmiş gibi gelen şoku
Amerika görüntüleri içine yerleştirme gibi sezmek mümkün. Seyirciyi kolay yollarla
bir kolaycılığa kaçarak... Nükleer patlama avlamaya yönelik filmlerde genellikle oldu¬
bölümleri etkili bulunabilir tabii ama merak ğu gibi, Ertesi Gün’ün kendi mantığı için¬
giderme ve rahatsız etme dışında bir amaç deki zaafları, erdemlerini oluşturuyor özet¬
taşımıyorlar. (Christian de Chalange’nin le.
benzer yapıda gelişen ve Batı’da ilgiyle iz¬ Ertesi Gün’ün başındaki “gerçeklere
lenmiş olan Malevil’i ise farklı bir tavır içe¬ dayalı hayal ürünü” tanımı aslında Ameri¬
riyor. Ülkemizde kültür merkezlerinde çok kan sineması için de geçerli. Griffith’den,
sınırlı bir izleyiciye sunulan bu 1981 yapı¬ Capra’dan, VVelles’den bu yana Amerikan-
mı Fransız filmi, bir nükleer patlamayı ön¬ sineması global konuları ele alıp gerçek ha-
cesi ve sonrasıyla oldukça etkili bir biçim¬ yattakine uygun konumlara oturtmaya,
de canlandırırken, ağırlığını daha çok pat¬ ama bu temel üzerinde olmadık hikayeler-
lama sonrasının toplumsal ve felsefi sorun¬ aniatmaya meraklı. Dünyanın Kaderi,
ları üzerine veriyordu). gerçeklik-hayal bileşimi açısından iyi bir ör¬
Ertesi Gün’ün en etkili bölümü ise faz¬ nek oluşturuyor. Nükleer patlama tehlike¬
la üzerinde durulmayan savaş öncesi bö¬ si gibi son derece global bir olay, üstelik
lümleri... İnsanların daha konuşamadan, TV de işe karıştırılarak gerçekliği vurgula¬
ne olduğunun farkına bile varmadan sava¬ nan bir ortamda ele alınıyor ama röportaj

Ertesi Gün (The Day


Af ter, 1980) Yön: Nic-
holas Meyer
yapmaya gelen TV ekibinin bir kazayla kar¬ rıyla toplum arasında kalan yalnız kahra¬ 37
şılaşması ve bunu filme alması, mühendi¬ man aydının dramını da gözleri yaşartacak
sin kontrol odasını işgal etmesi vs. gibi, ölçüde izleyiciye iletiyor. Filmin tek zaafı
mantık ve gerçekçilik kumkumalarının belki de potilik-toplumsal tavırla kişilerinin
“olur mu canım?” diyecekleri, gerçek dışı yorumuna eşit oranda önem vermesi... Bu
bir öyküde işleniyor. Ne var ki bu düş ürü¬ onu çok sivrilen, çok daha derin bir film ol¬
nü öykü, izleyicinin nükleer gücün yarattı¬ maktan alıkoyuyor.
ğı sorunları içeriden hissetmesine, sorunu
Silkvvood’da ise Mike Nichols seçimini
onu yaşayan insanlarla birlikte yaşayıp tar¬
baştan yapmış. Yaşanmış bir öyküden yo¬
tışmasına yol açıyor. Kaldı ki, filmin en za¬
la çıksa da çabasını, Karen Silkvvood’un bi¬
yıf yanı arızaya gerçekçi bir açıklama ola¬
reyselliğini ve duyarlılığını yakalamaya yo¬
rak gösterilen neden... Burada sorun bir ih¬
ğunlaştırıyor ve sonuçta Amerikan sinema¬
male, bir fazla kâr hırsına indirilince tüm
sında fazla rastlanmayan karakter çalışma¬
sistemin kendi iç işleyişi gözden kaçıyor.
larından birini ortaya çıkartıyor. Bu bakım¬
Oysa hiç de mantıksal olmamakla birlikte, dan, burada da sorunun yine bir kasıtlı ih¬
gösterge ibresinin takılması yüzünden bü¬ male, bir sahtekarlığa bağlanması çok
yük bir tehlikenin ortaya çıkması, insanoğ¬ önem taşımıyor. Çünkü önemli olan tüm sı¬
lunun nasıl en küçük bir aksaklıkta elinden kışmışlığına, toplumca “muteber” olmayan
kaçıverecek bir canavar yarattığını göster¬ tüm alışkanlıklarına karşın Karen’in, ken¬
mesi bakımından son derece etkileyici ve disine sıradan bir nesne muamelesi yapan
anlamlı. sisteme karşı verdiği insan olma savaşı...
Karen’in, ellerini radyasyon ölçer aygıta
Dünyanın Kaderi toplumsal-politik yak¬ uzatıp da alarmın yanması üzerine duva¬
laşımıyla kahramanlarının kişisel yorumu¬ ra yıkılışında, insanın kendi yarattığı bir güç
nu da dengeli götürüyor. Baştan sona hız¬ karşısındaki acizliğini ve acısını ve öfkesi¬
la gelişen öykünün içinden, nükleer gücün ni ta derinden hissetmemek olanaksız.
normal kapitalist ilişkiler içinde endüstriye İşte bu küçücük kare, görkemli ve etkili
uygulandığında ne tür olumsuzluklar içe¬ patlama sahnelerine, metrelerce çığırtkan
receği, TV’nin iki yüzlülüğü, anti nükleer
filme bedel.
örgütlerin etkilerinin sınırlılığı ve 1960'ların
protestocu gençliğinin evrimi gibi ilginç uç¬ Bir de her film (her kitap, her resim, her
lar çıkartırken, işiyle gerçek, bireysel çıka¬ şarkı vs.) bir bombaya bedel olsa*

(A) NATO’nun güçlerinin düzenlenmesini dayan¬


dırdığı bu stratejiye göre, Avrupa’da çıkacak bir
savaş önce konvansiyonel silahlarla sınırlı tutula¬
cak, bu sağlanamazsa Avrupa ile sınırlı taktik nük¬
leer silahlar kullanılacak, savaş yine sona erdiri¬
lemezse kıtalararası stratejik nükleer silahlara baş¬
vurulacak.
38
Nesli Çölgeçen ile söyleşi

CANIM KARDEŞİM

BERK BİRİNCİ

1983’te Sedat Simavi Vakfı Ödülü ile 84’te manter film değil de, neden uzun metrajlı
21. Antalya Altın Portakal Film Şenliğinde bir film olamayacağı fikrini ortaya attı. Bu
en iyi ikinci filmle en iyi görüntü dalında düşünce hepimiz tarafından benimsenin¬
ödül kazanan Canım Kardeşim filmi, gös¬ ce Canım Kardeşim filmi ortaya çıktı. Böy¬
terim düzenindeki aksaklıklar nedeniyle şim¬ lesine bir film yaparken, bir şeyleri de de¬
diye dek seyircinin karşına çıkma olanağını nemek, araştırmak istiyorduk.’ Sonuçta bel¬
bulamadı. Film, 3 Aralıktan itibaren yalnız¬ ki bilinen kalıpları da uyguladık ama, bir¬
ca bu tür filmlere sahip çıkmayı amaçlamış takım aniatım ve teknik öğeleri de denedik.
Moda sinemasında gösterime sokulacak.
Aşağıda filmin yönetmeni Nesli Çölgeçen ile Bu deney ve araştırmalar içinde yapmak is¬
görüntü yönetmeni Selçuk l'aylaner’le yapı¬ tedikleriniz nelerdi? Ve bunu ne derecede
lan konuşmayı sunuyoruz. gerçekleştirme olanağını buldunuz?
Tabii her şeyden önce filmin bir mesajı
Canım Kardeşim filmi, gerek içeriği ile ve ge¬ olsun istedik. Film yapı olarak günlük ya¬
rekse biçimiyle şimdiye dek pek şamdan birtakım insan ilişkilerinin ve olay¬
denenmemiş özelliklere sahip. Böylesine bir ların peş peşe eklenmesinden oluşuyor.
film yapma projesi kimden nasıl doğdu ve Yani yaşamın rutinliğini anlatıyor. Bunu da
gelişti. anlatmaya çalışırken, ister karakter oyun¬
Bu filmi yapma projesi, ben, yapımcı ve cusu olsun, ister herhangi meslek grubun¬
Özcan (Özgür) ile birlikte bir sohbet sıra¬ dan bir insan olsun onun sosyo-ekonomik
sında doğdu. Bir başka deyimle kendiliğin¬ koşullar nedeniyle yalnızlığa itildiğini, bu¬
den ortaya çıktı. Öteden beri benim de dü¬ nu istemese bile bilinçli olarak yalnız kal¬
şündüğüm bir konu vardı. Yeşilçam’daki mamak için insanların peşinde koşsa bile
bir karakter oyuncusu üzerine doküman- giderek yalnız kaldığını, tek başına yaşa¬
ter film yapmak gibi. Herhangi bir karak¬ mak zorunda olduğunu vurgulamak iste¬
ter oyuncunun yaşamından bir kesiti gö¬ dik.
rüntülemek, anlatmak istiyordum. Sonra Bu yalnızlık yalnızca başarıya ulaşamamış
Canım Kardeşim (Yön: bu isteğim, kendiliğinden gerçekleşme ze¬ sanatçılar için değil herhalde?
Nesli Çölgeçen). mini buldu. Yapımcılar, bunun bir dokü- Ben bu yalnızlığı bütün kentlerde yaşa-
yan insanlar için geçerli olacağı kanısında¬ tı. Bu sahneyi çekmemizin bir diğer nede¬ 39
yım. Türkiye zaten bu sürece girmiştir. Hızlı ni de gelecekte çalışmalarımıza bir proto¬
bir teknolojik gelişme, insanlara belki mad¬ tip oluşturma düşüncesiydi. Ama ne var
desel olarak birçok yararlar sağlıyor ama, ki bu deneyimiz filmin gösterimi sırasında
maneviyat olarak birçok şeyleri yitirmesi¬ yalnızca sinema adamlarımızdan değil sı¬
ne de neden oluyor. Ve insanlar böylesi- radan seyirci tarafından da tepkiyle karşı¬
ne bir atmosferde bir anlamda bilinçsiz bir landı. Biz de ticari sinemalardaki kopyasın¬
şekilde, farkında olmadan insanlarla birlik¬ dan bunu çıkarmak zorunda kaldık. Çün¬
te kalabalık arasında yalnız kalabiliyor. kü bu sahne filmin yapısı içinde deneysel
Bizim filmde seçtiğimiz tip bir aktördü. olarak kaldı.
Ama bu memur da, tüccar da veya bir ay¬ Bu tür kurgulama -çıkarma- işlemi yalnız¬
dın da olabilir. Ben yalnızlığın evrensel ol¬ ca bizde olmuyor. Dış ülkelerde de filmin
duğuna inanıyorum. çeşitli versiyonlarında eklemeler ve çıkar¬
malar yapılıyor. Örneğin Bir Zamanlar
Bu düşünceyi tam olarak yansıtabildiğinize
Amerika’da olduğu gibi.
inanıyor musunuz?
Sinema alanımızda alışılmışın dışına çıkmak,
Yalnızlık motifini tümüyle gerçekleştirdi¬ çoğunlukla tecimsel bir başarısızlığı da be¬
ğimi söyleyemem . Fakat çok yaklaştık. raberinde getiriyor. Siz herhalde bunu göze
Mutlaka geri dönüp bakıldığında daha iyi aldınız.
olmalıydı diyebiliyoruz. Ama bu bizler için Canım Kardeşim’in bugünkü koşullarda
iyi bir deney oluyor. İkinci yapılacak filme, tecimsel şansı yok tabii. Zaten ilk çıkış nok¬
bir öncekinin yanlış ve eksikliklerini bir kez tamızda büyük paralar kazanıp köşeyi dön¬
daha yinelemeyecek doneleri getiriyor. Ka¬ mek gibi bir amacımız da yoktu. Yalnızca
famızdaki olayın tam anlamıyla gerçekleş¬ NESLİ ÇÖLGEÇEN
filmin kendi maliyetini kurtarmasını istedik. 1955’te Manisa’da
mesinin tali nedenleri de var tabii. Türkiye Ve hâlâ da istiyoruz. Çünkü sinema çok pa¬ doğdu. Siyasal Bilgiler
koşulları, yapım masrafları, vb gibi. Tabii halı bir sanat, sırf bir iş olsun, hobi olsun Basın Yüksek Okulu’-
bunlar bizler için mazeret sayılmamalı. diye yapılmıyor. Böyle yapılmaması da ge¬ nu bitirdikten sonra
Önemli olan bu olanaklar içinde gerçekleş¬ Süha Arın ile birlikte
rekir. Sonuçta biz kendimizi tatmin etsin di¬ çalıştı.Midas’ın Kulak¬
tirilen bir filmin seyirciyle karşı karşıya gel¬ ye bir film yapmadık, farklı boyutlarda bir ları Safranbolu ’da Za¬
diği zamanki beğeni ve tepkisidir. şeylerin yapılabileceğini de ispatlamaya man Orartu’nun iki
Filmi yaparken birtakım deney ve araştırma¬ çalıştık. Mevsimi başta olmak
lara giriştik dediniz. Bir örnek verebilir mi¬ Sayın Selçuk Taylaner siz de teknik deney üzere bir çok belgesel
filmde yönetmen yar¬
siniz? ve araştırmalardan söz eder misiniz? dımcısı olarak çalıştı.
Olanaksızlıklar, birtakım aksaklıkları da 1979’da Çatı filmiyle
Filmi çekerken araştırma ve deneyle¬
kaçınılmaz yapar genelde. Ama bizde bu¬ ilk belgesel filmini çek-
re gerek duyduğumuz kesindir. Biz bunla¬
nun tam tersi oldu. Bizlere avantaj sağla¬
rın çok yönlü olmasını istedik. Bu nedenle
dı. Ben yalnızca kameraman olarak değil
deney ve araştırmalarımızı yalnızca sine¬ FİLMLERİ
ışık düzenlemesini de üstlendim. Dar me¬
ma dili açısından değil, teknik açıdan da Belge filmler:
yaptık. kânda doğal ışığa yakın bir atmosfer elde Anadolu Şafağında,
ettik. Bu şimdiye dek sinemamızda pek Sonsuz Barış, Savaşın
Bir örnek vermek gerekirse filmdeki lo¬ fazla rağbet edilmeyen, reklamcılığa özgü Toprağı, Altın Çağ,
kanta sahnesini söyleyebilirim. Bu sahne¬ bir teknikti. İyi netice aldık. Yerleşmiş ku¬ Özgürlük Kıyıları,
Anadolu’da Mozaik,
yi sesli olarak çektik. Ve kamerayı dış göz ralların dışına çıkmak oyuncuların da pek Sultanahmet Meydanı,
olarak kullandık. Bu sahnede oyuncu bir hoşuna gitmedi. Hatta bir kısmı çok az ışık Anadolu’da Buluşma,
hikâyeyi, hiçbir metne dayanmadan, aklı¬ kullanmamızı kastederek, siz gerçekten Canım Kardeşim
na geldiği gibi, dilediği şekilde anlatacak¬ film mi çekiyorsunuz bile dedi. (1983) İlk uzun filmi
YENİ DALGADA YAPRAK DÖKÜMÜ

OSKAR VVERNER
(1922-1984)
maz filmi Jules Et Jim’inde (1961) başrol¬
leri Jeanne Moreau ve Henri Şerre ile pay¬
rançois Truffaut’nun ölü¬
laşan Oskar Werner, bu filmdeki yorumuy¬
münden iki gün sonra, yani
la gerçek sinema tutkunlarının bellekleri¬
23 Ekim 1984’te belli başlı ha¬
ber ajansları, ülkemizde daha ne yerleşti. Yine Truffaut’nun, Ray Brad-
çok, Truffaut’nun yıllar önce bury’nin bilim-kurgu romanından sinema¬
ya uyarladığı “Fütürist” filmi Fahrenheit
gösterilmiş iki filmiyle, Jules Et Jim-
451'indeyse (1965), Julie Christie’ye eşlik
Unutulmayan Sevgili ve Fahrenheit
ederek, kitap yakan bir polis-rtfaiyecinin en
451-Değişen Dünyanın insanları’yla tanı¬
sonunda baskı devletine baş kaldırışını in¬
nan AvusturyalI tiyatro ve sinema oyuncu¬
celikli bir oyunculukla canlandıracaktı.
su Oskar VVerner’in de bir kalp krizi sonu¬
cunda öldüğünü dünyaya bildiriyorlardı. 1970’lere doğru İngiltere’de gerçekleştir¬
Oskar VVerner ya da gerçek adıyla Os¬ diği Interlude-Gizli Aşk (1967), bir John Le
kar Josef Bschliessmeyer, 13 Kasım Carre uyarlaması olan The Spy Who Ca-
1922’de Viyana’da doğdu. 1950’lere doğ¬ me İn From The Cold-Soğuktan Gelen
ru tiyatro oyuncusu olarak ünlendi. Bu sa¬ Casus (1966), ve The Shoes of the
rışın, çocuk yüzlü aktör, Trombonlu Fisherman-Balıkçının Pabuçları (1968), gi¬
Melek-Der Engel Mit Der Posaune adlı- bi filmleri Oskar VVerner’in ününü gittikçe
filmle 1948’de tiyatrodan sinemaya geçti. pekiştirdi. Bu dönemde, Stanley Kramer’-
Daha sonra Hollyvvood’a giderek Anatole in Ship of Fools-Aptallar Gemisi’ndeki fi¬
Litvak’ın Nazi aleyhtarı casusluk filmi De- zikçi kompozisyonuyla Oscar’a aday gös¬
cision Before Dawn-Fedai Casus’unda terildi Oskar VVerner. Son önemli filmi ola¬
(1949) oynadı. İngiltere’de yaptığı VVonder rak, 1976’da çevirdiği Voyage of the
Boy-Harika Çocuk’tan (1951) sonra 1955 Damned-Lanetiiler Gemisi sayılabilecek
yapımı, G.W. Pabst’ın Hitler’in son günle¬ olan Oskar VVerner, son döneminde tiyat¬
rini anlatan Der Letzte Akt-Son Perde’sin- roya ağırlık vererek Alman ve Avusturya ti¬
de ve Max Ophuls’ün son filmi olan Lola yatrolarında oyunculuk etti. Alkolizme tut¬
Montes’teki (1955) güçlü karakter rolleriyle sak oldu. Tiyatro sahneleriyle beyazperde
başarı kazandı.Oskar Wemer, 1960’larda arasında gidip gelen seçkin bir oyunculuk
Twentieth Century Fox’la anlaşmazlığa dü¬ yaşamının ardından, kötü bir rastlantı eseri
şerek, Hollyvvood’dan ayrıldı ve Avrupa’ya olarak, sinema tarihine geçen en önemli
döndü. Truffaut’nun, Birinci Dünya Sava¬ filmlerinin yönetmeni Truffaut’nun ölümün¬
şı öncesi ve sonrasında geçen duygulu bir den 2 gün sonra, 62 yaşında bu dünyaya
üçlü aşk öyküsünü görüntüleyen unutul¬ veda etti Oskar VVerner.
41
PASCALE OGIER PIERRE KAST
(1960-1984) (1920-1984)

e enç Fransız sinema oyun¬


cusu Pascale Ogier, 41. Ve¬
nedik Film Festivali’nde en iyi
kadın oyuncu seçilmesinden
rançois Truffaut’nun ölü¬
müyle başlayan Fransız sine¬
masındaki yaprak dökümü,
Truffaut’un ardından bir baş-
_ka Yeni Dalga’cının, Pierre
- bir ay kadar sonra, 26 Ekim
Kast’ın da ölümüyle devam etti.
1984’te Paris’te öldü.
Fransız sinemasının tanınmış oyuncula¬ Yeni Dalga akımının kuramcı ve öncüle¬
rından Bulle Ogier’nin kız kardeşi olan, rinden, sinema ve televizyon yönetmeni Pi¬
1960 doğumlu Pascale Ogier’nin yaşamı, erre Kast, Boris Vian’ın Kızıl Ot-L’Herbe
Paris’teki Censier Üniversitesi’nde edebi¬ Rouge adlı romanının uyarlamasını gerçek¬
yat ve sinema eğitimi görürken yönetmen leştirmek üzere bulunduğu Roma’da ansı¬
Eric Rohmer’e rastlamasıyla birdenbire de¬ zın rahatsızlandı ve 1984 Ekiminin son
ğişiverdi 1979’da. Eric Rohmer, o sıralar¬ günlerinde kendisini ülkesine götüren
da yapmakta olduğu Perceval Le Gallois uçakta öldü. Ülkemizde özel gösterilerin dı¬
-Galyalı Perceval- adlı filminde küçük bir şında hiçbir filmi gösterilmeyen, dolayısıyla
rol verdiği bu yetenekli genç kıza, 1980’de pek tanınmayan bu ilginç Fransız yönetme¬
Nanterre’deki Amandier Tiyatrosu’nda He- ni, 22 Aralık 1920’de Paris’te doğdu. Sa¬
inrich Von Kleist’dan uyarlayıp sahneye vaş sırasında Fransız Direniş Hareketi’ne FİLMLERİ
koyduğu Catherine De Heilbnonn oyunun¬ katıldı. Kurtuluştan sonra Paris Üniversite¬
sindeki sinema kulübünü kurdu (1945) ve 1957 Un Amour De
da da Catherine rolünü vermekte hiç du¬
Fransız Sinematek’inde çalıştı. Poche-Küçük Bir Aşk
raksamadı. Ve sahnedeki başarısıyla Eric 1959 Le Bel Age-Güzel
Rohmer’den sonra Jacques Rivette’in de Üniversite eğitiminden sonra gazetecilik Çağ
ilgisini çekti. Pierre Zucca’nın Televizyon ve sinema eleştirmenliği yaptı. Action Re- 1960 Merci Natercia-
filmi La Leçon De Peinture: Balthus - Re¬ vue Du Cinema, Positif ve Cahiers Du Ci¬ Teşekkürler Natercia
sim Dersi: Balthus’da oynadıktan sonra, nema gibi gazete-dergilerde yazdı. 1948’de 1961 La Morte Saison
Yeni Dalga’nın en karakteristik yapıtların¬ Des A mours-Aşkların
Jean Gremilon'a asistanlık yaptı, çok sa¬
dan Paris Nous Appartient - Paris Bizim- Ölü Mevsimi
yıda başarılı kısa filmler çevirdi, Rene ele¬ 1963 Vacances
dir’in yönetmeni Rivette’in 40 dakikalık fil¬ ment, Jean Renoir ve Preston Sturges'la Portugaises-Portekiz
mi Paris S’En Va- Paris Gidiyor ve Mauro da çalıştı. 1952’de Boris Vian ve J.P. Vivet’- Tatili
Bolognini’nin 1984’ün Sinema Günleri’nde le birlikte Cinemassacre adlı bir oyun sah¬ 1965 Le Grain de
izlediğimiz La Dame Aux Camelias- Ka- neye koydu tıyatroda.LucianoEmmer’in Pa- Sable-Kum Tanesi
melyalı Kadın’ında rol aldı. 1981’de oyna¬ radis Terrestres- Yeryüzü Cenneti adlı fil¬ 1966 La Naissance De
dığı Jacques Rivette’in önemli filmi Le L ’Empire Romaine-
mini kurguladı. Sinemasal niteliklerinden çok Roma İmparatorluğu¬
Pont Du Nord - Kuzey Köprüsü’nün senar¬ edebi ve “entelektüel” özellikleriyle ilgi nun Doğuşu (Televiz¬
yosuna da, Rivette, Bulle Ogier ve Suzan- uyandıran kısa filmleri arasında Les Desast- yon İçin)
ne Schiffman’la birlikte katıldı. 1982’deArt- res De La Guerre (Savaşın Felaketleri, 1967La Chute De L ’Em¬
hur Joffe’nin televizyon filmi Casting’de, 1951, Jean Gremillon’la birlikte), Les Fem- pire Romaine-Roma
1983’te de Jacques Monnet’nin Signes mes Du Louvre (Louvre’un Kadınları, 1951), İmparatorluğunun Çö¬
Exterieurs De Richesse- Zengiliğin Dış¬ la Chasse A L’Homme (İnsan Avı, 1952), küşü (Televizyon için)
sal Belirtileri’nde Claude Brasseur, Jean- 1968 Carnets
Monsieur Robida, Prophete Et Explorate-
Perre Marielle ve Josiane Balasko ile oy¬ Bresiliens-Brezilya
ur Du Temps (Ahir Zaman Peygamberi ve Notları (Televizyon
nadı. Kaşif Bay Robida, 1953), Claude-Nicolas için)
Pascale Ogier, kısa oyunculuk yaşamı¬ Ledoux. L’Architecte Maudit (Lanetli Mi¬ Drole De Jean-Garip
nın en büyük başarısına, Eric Rohmer’in mar Claude-Nicolas Ledoux, 1954), Le Cor- Bir Oyun
1984 yapımı Les Nuits De La Pleine Lu- busier, L’Architecte Du Bonheur (Mutlu¬ 1969 Le Drapeau Blanc
ne - Dolunay Geceleri’yle ulaştı. Sevdiği er¬ luk Mimarı LeCorbusier, 1956), İmages Po- D ’Oxala/Macumba-
kekle her gün aynı evde yaşayan ama ara¬ ur Baudelaire (Baudelaire İçin Görüntüler, Oxala’run Beyaz Bay-
da sırada özgürlüğünü tam anlamıyla du¬ rağı/Macumba (Belge¬
1958) ve Une Ouestion D’Âssurance (Bir
sel)
yumsayabilmek için ayrı bir oda tutmayı Güvenlik Sorunu, 1959), vb. sayılabilir. 1971 LePetit Mat in (Sa¬
yeğleyen bir genç kızı canlandırdığı bu film¬ Pierre Kast’ın 1957’de yaptığı ilk uzun fil¬ dece senaryosu)
deki Louise rolüyle, bilindiği gibi geçtiğimiz mi Un Amour De Poche- Küçük Bir Aşk, Ye¬ 1972 LesSoleils DeL 7-
Venedik Film Festivali’nde en iyi kadın ni Dalga’nın özelliklerini ve aydınca bir du¬ le De Paques-Pak Ada¬
oyuncu ödülünü kazandı. yarlığın izlerini taşır. sının Güneşleri
İki haftanın
kesiştiği yerde
bir NOKTA vardır
Biten haftanın haberleri, başlayan haftanın rehberi

Nokta niçin Türkiye’¬ Müzik, Video, Kitaplar...


nin bir numaralı der¬ Her pazartesi Nokta’ya
gisi haline geldi? bakmadan
Okurları ve uzmanlar haftaya
niçin Nokta’dan vaz başlamayın. Türkiye,
geçemiyor? Çünkü dünya, ekonomi ha¬

a
Nokta, siyasetten berleri... Toplum, sa¬
îri...Topl
ekonomiye, spordan nat, /% kültür,
sağlığa demokrat bir cinsellik
tutum ve akıcı bir üs¬ yazılan..
lûpla haftamn tüm haberlerini ve¬ Satranç, briç, tavla...
riyor. Biten haftayı anlamak, ya¬ Bu pazartesi ve her
şadığımız günlerin tadına varabil¬ pazartesi tüm haf¬
mek için bir Nokta gerek. Başla¬ tamn dergisi.
yan haftayı planlamak için de
Nokta yambaşımzda olmak. Yep¬
yeni bir görünüm kazanan Nok¬
ta, artık tüm haftanın
rehberini veriyor.
Sinemalarda,
tiyatrolarda
n@Kta
Haftalık Haber Dergisi
neler
oynuyor?
<3
Gelişim Yayınları
TV’de ne var? “■Güvenilir Yayıncılık"


Kahramanın dönüşü ya da sıfıra dönüş mü?

KAHRAMANLIK
FANTEZİSİ
(L’Heroic Fantasy)

PHİLİPPE ROSS
Çev: NİLGÜN,ÇAPAN

"Ve barbar, çelik gibi bükülmez bakışlarını


dikliğinde, herkes hayranlık ve saygınlıkla karışık,
belirsiz, aynı dehşeti hissediyordu. "

'
“l ahramanlık fantezisi”, Lo- kaplanmış, biim ve teknolojinin henüz keş-
BÜK vecraft’ın, Edgar RiceBur- fedilmediği, düşsel bir dünyada gelişen bir
H \ roughs'un, Clark Ashton serüvenler dizisi” olarak tanımladığında,
11 \ Smith'in, Tolkien'in ve tabii ki kimileri bu türü, savaşçı ve mitossu görü¬
—-—-i Conan’ın yaratıcısı Robert Ir- nümünü vurgulayarak "fantastik destan”
win Hovvard’rı romanlarında ilk adımlarının nitelemesiyle atlandırmayı yeğlediler. “He¬
atıldığı, 1920’lerin ABD’sinde edebi kay¬ roic fantasy-kahramanlık fantezisi” genel¬
naklarını bulur. Bu dönemde çizgi roman, likle “svvord andsorcery-kılıçve büyü” ola¬
tüm doğallığıyla ünlü "Marvel Comics”le- rak da adlandırılmaktadır. Böylece, tarihön¬
rin giderek yaygınlaştığı popüler magazin¬ cesi çağlardan antik çağa, ortaçağdan ge¬
leri kaplıyordu, yeniyetme okuyucu kitleleri lecekteki uzay çağına değin, insanlık tari¬
üstünde kazandığı başarı, iyi satan ve ka¬ hinin çeşitli çağlarının ve Kuzey-
çışa yönelik bu türü güvence altına alıyor¬ Skandinav, Arap, Hint, Hun, Latin, vb. gi¬
du. Geçilecek son bir aşama kalmıştı: Bu bi çeşitli uygarlıkların, uyumlu (ya da uyum¬
türün sinemaya uyarlanması. Ama sinema¬ suz) bireşimlerinden oluşturulmuş ve ço¬
ya uyarlama haklarının iğrenç sorunları, as¬ ğu zaman saçmalamaya dek varan, bütü¬
lında yedinci sanat için yaratılmış gibi gö¬ nüyle yapay bir evrendeki birtakım düşsel
rünen bu türün görüntülere geçirilmesini ol¬ savaş başarısı sahneleri anlatılmak isten¬
dukça geciktiriyordu. Tuhaftır, çizgi roman mektedir. Kolaylıkla başka bir samanyolu-
tutkunluğu Atlantik’in öte yakasına da, İtal¬ na yerleştirilebilecek bu "maddi ve mane¬
ya’ya da geçmişti. Savaş sonrasının sıkın¬ vi” dünya, sadece yönetmenlerle senaryo
tılı sosyo-ekcnomik koşullarıyla tarihsel ge¬ yazarlarına değil, aynı zamanda kostüm-
leneklerin, düşlere ve hayalgücüne daya¬ cülere ve dekoratörlere de, hayalgüçleri-
nan bir sinemanın ortaya çıkışını kolaylaş¬ nin bütün taşkınlıklarını sergilemek fırsatı¬
tırdığı İtalya, çizgi roman için biçilmiş kaf¬ nı vermektedr böylece. Öte yandan, “he¬
tandı. roic fantasy-kahramanlık fantezisi”, güldü¬
Günümüzdeki "kahramanlık fantezisi” rüden silahşörlük filmlerine, romantik aşk
filmleri, hiç kuşkusuz 1960 yılları sırasın¬ hikâyelerinden korku filmlerine değin he¬
da ortalığı kaplayan, Cinecitta yapımı mi¬ men hemen sinema türlerinin nerdeyse tü¬
tolojik filmlerden kaynaklanmaktadır. Holly- münü de içermektedir.
vvood'un tarihsel gerçeklere büyük bir cid¬ Bundan dolayı, bu “görece özgür hare¬
diyet içinde saygı göstermekle şişinen, bu¬ ket alam”nda, bir yapıtın başarısını sağla¬
nu belirtmekte hiç duraksamayan, Ben yan ya da başarısızlığını sağlama bağla¬
Hur (1958, William Wyler), Barabbas yan, daha çok genç (hatta yeniyetme) se¬
(1961, Richard Fleischer), Spartacus yirci kitlelerini baştan çıkarmaya elverişli,
(1960, Stanley Kubrick) yada Roma İmpa¬ karışık etkiler uyandıran filmler yeğlenmek-
ratorluğumun Çöküşü (The Fail Of The tedir.
Roman Empire, 1964, Anthony Mann) gi¬ Büyücülerin tozlu kara kitaplarından, tıl¬
bisinden birbirine benzer filmlerinden da¬ sımlardan, büyülerden, ürküntü verici ej¬
ha çok, canavarımsı yaratıkların ve doğa¬ derlerden, sihirbazlardan ve büyücülerden
üstü olayların yer aldığı, sevimli ve kasın¬ geçilmeyen “uzayın ve zaman boyutunun
tısız Herkül’ün Maceraları (Les Travaux dışındaki” bu dünyalarda İyi’nin sonunda
D'Hercule, 1957, Pietro Francisci), Herkül Kötü'ye üstün geldiği serüvenler anlatılır.
Ve Lidya Kraliçesi (Hercule Et La Reine Bütün bu öğeler, İyi'yi temsil eden yakışıklı,
De Lydie, 1958, Pietro Francisci), Herkül güçlü kuvvetli, adaleleri geliştirilmiş kah¬
Atlantik’in Fethinde (Hercula A La Con- ramanın, tüm gücünü, ustalığını ve kurnaz¬
quöte De L’Atlantide, 1961, Vıttorio Cotta- lığını harcayarak Kötü’lüğün doğaüstü güç¬
favi) ve özellikledüzmeceMasist Hayale¬ lerle donatılmış “şer kuvvetlerini” art ar¬
te Karşı(Maciste Contre Le Fantome, Ser- da alt etmesinde belirleyici bir rol oynamak¬
gio Corbucci/Giacomo Gentilomo) gibi Ci¬ tadır. “Kahramanlık fantezisi” filmlerindeki
necitta yapımı filmler yansımıştır günümü¬ dekorlar ve yaratıklar çoğu zaman coşkun
zün kahramanlık fantezisi filmlerine. Fan¬ bir “fantastik duygusu” uyandırmaktaysa
tastik sinemayı bu tür altında belirlemeye, da, İyi’nin Kötü’yle sonsuza değin sürüp gi¬
tanımlamaya kalkışmak, anlam üstünde decek olan savaşımını öyküleyen bu film¬
birbirinden farklı, çeşitli yorumların bulun¬ lerdeki olay örgüsü, genellikle alışılmış, de¬
duğu, gerçek bir bahse tutuşmaya benzi¬ ğişmez şemaları izleyen, şaşılası bir basit¬
yor. “Heroic” sözcüğü tam anlamını İngi¬ liktedir...
lizce’de açığa vurabilirse de, karşılık ola¬
rak fantezi, değişik hayalgücü, tuhaf ya da SİNEMADA “KAHRAMANLIK
fantastik düşünce, vb. denebilecek olan FANTEZİSİ”
“fantasy” sözcüğünün içerdiklerini yeni¬
den düşünceye geçirmek konusunda bir¬ Türün ünlenmesine yol açan öncüler
takım sorunlar ortaya çıkıveriyor. Oysa kimileri günümüzde sinemaya ege¬
Conan The Barbarian-Barbar Conan’ın men olan “kahramanlık fantezisi” filmle¬
önsözünde, yayıncı ve yazar Sprague De rini, Büyülü Kılıç (L’Epâe Enchantâe,
Camp, “kahramanlık fantezisini “büyüyle 1961, Bert Gordon) adlı filmle, 1961 ’lere
değin çıkarmaktadırlar. Bugün moda olan den canlanmasına belirgin bir biçimde yar¬ 45
bu tür filmlerin yolunu açan film, 1978’de dım eden filmlerdir. Yiğit Luke Skyvvalker
beklenmedik bir biçimde ortaya çıkıveren ve ürküntü veren görünümüyle Darth Va-
Sessiz Flüt (The Silent Flüte, 1978, Ric- der tarafından simgelenen İyi’yle Kötü’nün
hard Moore) olmuştur. Tam olarak seçile¬ bitmez tükenmez savaşımını yadsınamaz
meyen bir zamanda geçen ve bu türe öz¬ destansal bir görünüşte sunan bu efsane¬
gü kimi öğelerin belirdiği, fantastik atmos¬ vi destan filmleri (Yıldız Savaşları,
ferli, kung fu filmlerinin temalarının karışı¬ imparator-ve Jedi’nin Dönüşü-), 1930 yıl¬
mı niteliğindeki Sessiz Flüt’ün senaryosun¬ larının büyük, klasik "kahramanlık fante¬
da, aynı zamanda bu filmde oynaması zisi" romanlarıyla apaçık benzerlikler gös¬
planlanan Bruce Lee’nin özgün bir öykü¬ terirler. Sevimli ya da kötücül, olağanüstü
sünden esinlenilmiştir ama. başrolü, Bru¬ yaratıkların ortaya çıktığı bir yıldızlar âle¬
ce Lee’nin umulmadık ölümü üzerine, TV minde genç Luke Skyvvalker'la SS ünifor¬
dizisi "Kung Fu”yla o sıralarda ününün do¬ malarını çağrıştıran, "rüküş”, kapkara şö¬
ruğundaki David Carradine üstlenmiştir. valye zırhı içindeki Darth Vader, laser kı¬
Mistik Doğu kökenli bir bireysel beceri öy¬ lıçlarıyla destansı düellolarını yaparlar bu
küsü üstüne kurulu, kahramanını maymun filmlerde.
adamlar, panter adamlar gibi fantastik ya¬
ratıklarla karşı karşıya getiren bu filmde, tü¬ Aynı şekilde John Boorman’ın Ortaçağ
rün daha sonraki filmlerinde kullanılacak dekorunda geçen görkemli Excalibur’u
olan şema başlatılmıştır. Bu ilginç yapıt, se¬ (Krallar Savaşıyor, 1981) da, "kahraman¬
yirci açısından başarı kazanamamışsa da, lık fantezisi”ne özgü tüm efsanevi görünü¬
daha sonra gerçekleştirilen ve klasik "kah¬ me sahip olmasına karşın, özellikle somut
ramanlık fantezisi” romanlarıyla açık seçik bulanıklığıyla “karakterize” edilmiş bu tür’-
benzerlikler taşıyan Yıldız Savaşları (Star ün alanı üstüne kurulmuştur. Film süresin¬
Wars, 1977, G. Lucas) ve İmparator (The ce acımasız bir alınyazısının meydana çık¬
Empire Strikes Back, 1980, G. Lucas, I. tığı tema ve Merlin ile Morgane’ın belirsiz
Kershner) gibi filmler için bu böyle olma¬ ve çekici kişilikleri altında toplanmış büyü
mıştır. George Lucas’ın dokuz bölümlük ta¬ öğelerinin ağır basan varlığı belirginleşir
sarısının ilk iki bölümünü görüntüleyen Yıl¬ Excalibur’da. Temel kaynak olarak eski Büyüyle kaplanmış, bi¬
dız Savaşları ve İmparator (ve daha sonra Kelt efsanelerine başvuran ve kesin kararlı lim ve teknolojinin he¬
3. bölüm Jedi’nin Dönüşü) kimilerince bir bir biçimde mitolojik ve mistik bir tutkun¬ nüz keşfedilmediği,
"uzay operası” olarak nitelenmelerine ve luğa yönelmiş olan John Booıman’ın bu fil¬ düşsel bir dünyada ge¬
lişen serüvenler dizisi
kesinlikle bilim kurgu türüne bağlanmala¬ mi, önceki filmlerinden farklı bir biçimde,
olarak tanımlanan CO-
rına karşın "kahramanlıkfantezisi”ne öz¬ bu yönetmenin tutkulu ve etkileyici ustalı¬ NAN THE BARBA-
gü öğeleri de sergileyen ve bu türün yeni¬ ğını örneklemektedir. MaxTessier’nin La RİAN (Barbar Conan)
Revue De Cinema’nın 326. sayısındaki ya¬ kaplayan günlük çizgi romanlar olarak ya¬
zısında altını çizdiği gibi Boorman’ın Ex- yınlanan Conan’ın serüvenleri, bu türün
calibur’unda iktidar üstüne “kinayeli bir is¬ popülerleşmesinde büyük rol oynamıştır.
tiare tarzı” belirgindir, burada olan büyü¬ Conan’ın sinemaya uyarlanması
lü kılıç kesinlikle anlatılan olayların başta 1970’lerde düşünülmüş amatasanm.ı so¬
gelen eksenidir. Boorman’ın vaktiyle pek nuca ulaşabilmesi için bir on yıl daha bek¬
önemsenmemiş, fütürist masal niteliğinde¬ lemek gerekmiştir. Yazar Robert E. Ho-
ki ilginç çalışması Taş Tanrı (Zardoz, 1973) vvard’m yarattığı, efsanevi tarihöncesi “Hi-
gibi Excalibur da,“kahramanlık fantezisi”- borya” çağını başarıyla canlandıran, göz
nin sembolik ve estetik değerlerini kulla¬ kamaştırıcı dekor ve kostümleri gerçekleş¬
nan, görsel ve düşünsel açıdan zevkli, in¬ tiren Ron Cobb gibi yetenekli, becerili ki¬
KAHRAMANLIK
FANTEZİSİNİ celikli filmlerdir. Bundan böyle delik açıl¬ şilerin işbirliğiyle, üstün yapım olanaklarıyla
KONU ALAN mıştır ve tehlikeli süvariler tökezlenebile- ve günümüzün Rock kültürünün öğelerinin
BAŞLICA FİLMLER ceklerdir artık... katıştırmasıyla elde edilen sonuç umula¬
nın da üstünde oldu. Filmdeki makyajlar ta¬
The Archer And The Conan, Talon, Dar ve diğerleri nınmış “Hard Rock” grubu Kiss eleman¬
Sorceress- Okçu ve
Güzel Büyücü Yön: 1980 yapımı, İngiliz yönetmen Terry Mar- larının eseriydi. Kahramanının dikkati çe¬
Nicholas Corea cel’in HawkThe Slayer-Öldürücü Havvk’ı, ken fiziği ve barbar görünümüyle büyülen¬
(ABD, 1980) “sword and sorcery-kılıç ve büyü” filmle¬ miş John Milius, Robert E. Howard’m ya¬
• Conan The rine çekingen bir ilk yaklaşım denemesiy¬ pıtının temel verilerinden biri olan fantas¬
Barhanan- Conan di. Bir kez daha İyi’yle Kötü’nün çekişme¬ tik bakış açısını bile bile savsaklamıştı. Yö¬
Yön: John Milius
si üstüne kurulmuş olan Hawk’da seyirci netmen Cinefantastique dergisinde (12.
(ABD, 1981)
• The Silent Flüte - iki kardeş Havvk’la (John Terry) Voltan’ın cilt, 2. sayı) kendisiyle yapılan bir konuş¬
Sessiz Flüt Yön: Ric- (Jack Palance), kardeşlerden birinin ölece¬ mada bunu şöyle açıklıyordu: “Fantastik
hard Moore (ABD, ği düellosunu izliyordu. Mucizevi erdemle¬ öğelerle pek ilgilenmedim, çünkü entrikay¬
1978) rini sadece bir kılıçla bir yaya indirgemiş, la bağdaştırılmış yazar hünerlerinden baş¬
• The Beasmaster-
yoksulların koruyucusu, Shervvood orma¬ ka bir şey değildi fantastik öğeler Conan’-
Yenilmez Savaşçı
Yön: Don Coscarelli nının yiğit Robin Hood’unu çağrıştıran kah¬ da, beş kollu bir yaratıktan daha çok Us-
(ABD, 1982) ramanının (Havvk’ın), düşmanlarını “atma¬ ta’nın kılıcının gizemi ilgilendiriyordu be¬
Dark Crystal- Siyah ca” gibi avladığı tekdüze serüvenlerini ak¬ ni...”
Kristal Yön: Jim Hen- taran bu aşırı şematik film, henüz Fransa’¬ Film böylece Robert E. Hovvard’ın yapı¬
son. Frank Oz (İngilte¬ da gösterilmemiştir. tının bütün çekiciliğini oluşturan barok coş¬
re, 1982, çizgi film)
Fransa’da gösterilmemiş bir başka film kunluktan yoksun kalıyordu. Ama Tulsa
Dragon Slayer- Ejder¬
ha Öldürücü Yön: de, aslında TV için hazırlanmış Amerikan Doom’un dev bir yılana dönüştüğü ya da
Matthevv Robbins yapımı Okçu ve Güzel Büyücü’dür (The ölümcül güçlerin yaralı kahramanı ele ge¬
(ABD, 1981) Archer And The Sorceress, 1980, Nicho¬ çirmeye uğraştığı sahneler gibi, kimi bö¬
• The Sword And The las Corea). Kauçuktan gerçekleştirilmiş yı¬ lümlerin değerini verdiği de unutulmama¬
Sorcerer- Barbarlar.
lan adamların, vb.nin sergilendiği bu film¬ lıdır. Ron Cobb’un, Frank Frazetta'nın ka¬
Yön: A Ibert Puyn
(ABD, 1982) de, filmin kahramanı Taton, güzel büyücü paklarını çağrıştıran ve ilkel çağların atmos¬
• • Excalibur- Krallar Estra’nın kollarına düşmeden önce, ölen ferini getiren başarılı dekorlarını da anmak
Çarpışıyor Yön: John babasının öcünü almaktadır sihirli bir okun gerekir bu sahnelerde.
Boorman (İngiltere, yardımıyla. Ancak Conan’ın bütün dünya¬ Filmin uyandırdığı başka bir düş kırıklı¬
1981) da kazandığı başarıdan sonra gösterilebil- ğı da, Conan’ın barbar kişiliğini yeterince
• The Empire Strikes
Back -İmparator Yön: me şansına erişmiştir, tam anlamıyla “Z duyarlıkla veremeyen Amold Schvvarze-
İmin Kershner (ABD, serisi” çeşidinden bu film. Robert E. Ho- negger’in kaba yorumundan kaynaklan¬
1980) vvard’ın yapıtından John Milius eliyle sine¬ maktadır, Arnold Schvvarzenegger’in Co¬
•Star Wars- Yıldız Sa¬ maya uyarlanan Barbar ConanfConanThe nan rolüne seçilmesinin tek doğru yanıy¬
vaşları Yön: George Barbarian, 1981), kuşkusuz şimdiye değin sa, bu eski dünya vücut şampiyonunun
Lucas (ABD, 1977) Frank Frazetta’nın çizimleriyle benzerlik
ortaya konan “kahramanlık fantezisi” film¬
Hawk The Slayer Yön:
Terry Marcel (İngilte¬ lerinin en sonuca ulaşanıdır. göstermesidir. Senaryo bütünlükten yok¬
re, 1980) 1932 ile 1936 arasında bölüm bölüm ya¬ sun kimi bölümlerde tıkanıklık göstermek¬
Heavy- Metal Yön: Ge- yınlanmış olan Kimmeryalı Conan destanı, te ama senaristliği yönetmenliğinden da¬
rald Potterton (ABD, yazarı Robert E. Hovvard’ın ölümüyle onun ha başarılı olan John Milius, barbar Co-
1980, çizgi fdm) yerini alan yayına Sprague DeCamp’ın ye¬ nan’ın serüvenlerini sonuçta savaşa ilişkin
Lord Of The Rings
Yön: Ralph Bakshi niden ciltler halinde bir araya getirdiği 21 bir kahramanlık destanı görünümünde de¬
(ABD, 1979, Çizgi Conan öyküsünden oluşur. 1950’lerde ğerlendirmektedir. Conan’ın bütününde,
film) Kimmeryalı Conan’ın serüvenleri, ünlü kimilerinin gizli bir faşizm olarak değerlen¬
fVizards Yön: Ralph grafist-illüstratör Frank Frazetta’nın (daha dirdiği Nietzche’vari bir hava sezilmekte¬
Bakshi (ABD, 1977, sonraları da başkalarının) yaptığı göz alıcı dir, kahraman uzun boylu ve sarışın, düş¬
çizgi film)
kapaklarla cep kitabı boyutlarında yayınlan¬ manıysa kara yağız ve ufak tefektir.
Fire And Ice Yön:
Ralph Bakshi (ABD, mıştır. “Kahramanlık fantezisi” niteleme¬ Bu arada, sansür kurulunca engellene¬
1982, çizgi film) siyle adlandırılan bu türün sinemada yay¬ bileceği besbelli bütün şiddet içeren sah¬
gınlık kazanmasından önce, ünlü illüstra- neleri sürekli olarak yumuşatan yapımcı Di-
• İşaretli olanlar ülke¬ törlerin çizgileriyle, Roy Thomas ve onu iz¬ no Di Laurentiis’in ağırlığından da söz et¬
mizde gösterildi. mek gerekir. Çok sayıda kusuruna karşın,
• • Bu mevsim sinema¬ leyen Conan yazarlarının senaryolarıyla
larda gösterilecek. çizgi-roman albümleri ve gazete-dergileri “kahramanlık fantezisi” filmlerinin basya-
pıtı olarak görülen Conan, yine de özgün nusu edilebilr. Alevler içinde geçen olağan¬ 47
romanların destansı soluğuna, yoğunluğu¬ üstü bir final bölümüyle tamamlanan The
na ulaşamayan bir filmdir. Beastmaster, serüven sineması yıllıkların¬
Conan’ın kazandığı başarıdan yararlan¬ da yer alacak türden yiğitlik gösterileriyle
mak isteyen ve bütünüyle bu filmi taklit doluşturulmuş bir fantastik filmdir.
eden tüm filmler elbette kınanabilir. Ama “Kahramanlıkfantezisi” filmlerinin diğer
yine de Amerikan yapımı Barbarlar (The türlerden daha fazla orta değerlere dayan¬
Svvord And The Sorcerer, 1982, Albert dığı görülmektedir. Conan’ın dışında bütün
Pyun) gibi kimi sevimli filmler de yok de¬ bu filmler orta karar bütçelerle gerçekleş¬
ğildir bu tür “kahramanlık fantezisi” yapıt¬ tirilmiştir, aynı şekilde bu filmler genellikle
lar arasında. Albert Pyun’un Barbarlar-The orta karar yorumlar sergileyen vasat oyun¬
Svvord And The Sorcerer'i gösterildiğinden cuların (?) canlandırdığı kahraman kişilik¬
beri küçümsenmiştir. Bir John Milius’a leri üstüne kurulmuştur ve tabii bu türün
oranla son derece sınırlı olanaklarla çalı¬ kuralları gereğince, rolünün içerdiği psiko¬
şan yönetmen Albert Pyun, taşkın bir düş lojik boyutlardan çok bedenini ya da pazu-
gücünün ürünü bir ritm tutturabilmiş, kimi larının gücünü ortaya çıkaran, kalıplaşmış
şaşırtıcı sahneler ve sürekli bir “humor” bir kahraman tiplemesinin destansı serü¬
duygusuyla gerçekleştirilmiş bu filmle se¬ venleri üstüne kurulmuş oluşları da bu film¬
vimli bir yapıt ortaya koyabilmiştir. Bu tü¬ lerin en çok eleştirilebilecek yanlarından bi¬
rün hünerlerini sergileyen Barbarlar -The ridir. Bu türün içerdiği bütün fantezi duy¬
Svvord And The Sorcerer, yetenekli, genç gusunu ve bütün bu kahramanlık övgüle¬
bir yönetmenin ilk filminin bütün kusurla¬ rini görüntülere dönüştürebilecek yetenek¬
rını da taşımaktadır. te olmayan yönetmenleri gibi, bütün bu
Benzer yargılar pek bilinmeyen, göz ka¬ filmlerde bir destan soluğuna da rastlan-
maştırıcı bir film olan Phantasm- mamaktadır ayrıca. Kısacası sinemada
Görüntü’nün yönetmeni Don Coscarelli’- gerçek bir “kahramanlık fantezisi” filmi,
nin 1982 Amerikan yapımı Yenilmez hâlâ gerçekleştirilmeyi beklemektedir, hâlâ
Savaşçı-The Beastmaster’ına da uygula¬ gerçek bir “kahramanlık fantezisi” filmi ya¬
nabilir. Senaryosu ve kimi dekorları yer yer pılabilir...
Conan’dan aşınlmış olduğu için eleştirile¬ Avatar ile Blackıvolf-
bilirse de, bu filmde hayvanların, özellikle Canlandırma sinemasının “kahramanlık un acımasız kavgasının
bir başrol oyuncusu gibi rol kesen kara bir fantezisi” filmleri: simgelediği büyüyle
panterin yerinde kullanılışı (kahraman hay¬ Çini mürekkebinin büyücüleri ya da teknolojinin kaçınıl¬
vanlarla ilişki kurmayı iyi bilmektedir, filmin maz savaşını alegorik
çizer büyücüler
bir fresk tutumuyla ak¬
özgün adı da -Beastmaster buradan ileri taran WİZARDS (Sa¬
gelmektedir-) ve kimi buluşlar da söz ko¬ "Kahramanlık fantezisi” çeşitlemeleri- vaş Büyücüleri).
nin, geleneksel olarak çocuklardan oluşan tününde insancıl bir felsefenin derinden et¬
seyirci kitlelerine adanmış bircanlandırma kilediği, kimi naif-yapmacıksız nitelikleriy¬
sinemasıyla pek o kadar başarılı olduğu le belirginleşen Dark Crystal-Siyah Kris¬
söylenemez. Bir Ralph Bakshi birkaç yıl¬ tal, genellikle bu türün filmlerinde ortaya
dan beri seyirciye kuşkusuz benzersiz ya¬ çıkan kalıplaşmış İyi-Kötü karşıtlığının ba¬
pıtlar sunmaktadır ama onun da Walt Dis¬ sitliğini akıllıca aşıyordu. Ender rastlanan
ney döneminin yapmacıklığının tutsaklığın¬ kavramsal bir kusursuzluğa ulaşan ve gör¬
dan ve Disney etkilerinden kurtulduğu ile¬ sel bütünlük açısından hayranlık uyandırı¬
ri sürülemez. cı bir düzeyi sergileyen Dark Crystal-Siyah
Ralph Bakshl'nin iddialı filmi Yüzükler Kristal için başyapıt sözcüğü gerçekten bo¬
Lordu (Lord Of The Rlngs, 1979) yazar şa harcanmış bir sözcük sayılmaz. Frank
Tolkien’in sinemaya uyarlanması hemen Oz-Jim Henson İkilisinin bu parlak yapıtı,
hemen olanaksız başyapıtını ancak parça¬ kuşkusuz canlandırma sinemasının şimdi¬
lara bölerek verebilen bir düzeyden öteye ye değin yapılmış en güzel filmlerinden bi¬
gitmediği gibi, sık sık Walt Disney’i akla ge¬ ridir kısacası.
tiren bir grafik anlayışıyla çırpıştırılmış, ka¬
rışık bir film izlenimi veriyordu. Tolkien'in “Spaghetti-kahramanlık fantezisi”
ünlü başyapıtından geriye, sihirli yüzüğün filmleri:
simgelediği bütün saygınlığı yitirten bir gö¬ Mitosları kemiren kahramanlar
rünümdeki, iyice inceltilmiş bir “mesel" ka¬ Anglosakson kaynakların bildirdiğine gö¬
lıyordu. re, Conan’ın devamı olacak ve başrolde yi¬
Sonuçta ilginç olan “kahramanlık fante¬ ne Arnold Schvvarzenegger’in boy göste¬
zisi” alanına ilk kez1977’de el atan Baks- receği yeni bir filmin hazırlıklarına şimdi¬
hi’nin, Savaş Büyücüleri-Wizards’la söz den başlanmış, bu Conan ll’nin şimdilik adı
götürmez bir başarı kazanmasıydı. Conan, King Of Thieves-Hırsızlar Kralı
Avatar ile Blackvvolf’un acımasız kavga¬ vConan olarak belirlenmiş. Robert E. Ho-
sının simgelediği büyüyle teknolojinin ka¬ vvard’ın özgün yapıtıyla tek yakınlığı, des¬
çınılmaz savaşımını “alegorik bir fresk” tu¬ tanın serüven tarafını ön plana çıkarmak
tumuyla aktaran Wizards-Savaş Büyücü¬ olan ve Hovvard’ın yapıtındaki diğer öğe¬
leri, Sergey Eisenstein’ın Aleksandr Nevs- leri savsaklayan bu tasarıdan başka, Ang¬
ki, Töton Şövalyeleri gibi klasiklerinin ve losakson cephesindeki diğer yeni tasarılar
insanlığın savaş çılgınlığını belirten son sa¬ da, Sean Connery’nin oynayacağı The
vaşın aktüalite filmlerinin şaşırtıcı bir karı¬ Svvord Of The Valiant-Kahraman Prens’-
şımı niteliğindeki görüntülerden oluşturul¬ in Kılıcı, Peter Yates’in yöneteceği Krull,
muştu. Richard Donner’in yöneteceği Lady Hawk
Ralph Bakshi’nin son yapıtı, 1982 yapı¬ ve The Barbarians-Barbarlar ile The
mı Tygra, Buz ve Ateş-Fire And Ice da, Sorceress-Büyücü adlı iki Roger Corman
Frank Frazetta ve Roy Thomas gibi “uz¬ yapımı şimdilik. Genelde her tür’e, kendi¬
manlarla” yapılan işbirliğine karşın yeni bir lerine özgü yeni bir hava verme alışkanlı¬
düş kırıklığıydı. Birkaç başarılı sahnenin dı¬ ğındaki İtalyanlar da bu tür’e ilgisiz kala¬
şında bu film, Bakshi’nin “kahramanlık fan¬ madılar ve stüdyolarını bu türde tezgahla¬
tezisi” anlayışını parlak seyirlik nitelikler¬ nan ıvır zıvır filmler için seferber ettiler. Bu
den ve şiirsellikten yoksun bırakılmış bir karmakarışık, İtalyan yapımı "kahraman¬
mekanik anlatımla örnekliyordu. lık fantezisi” filmleri arasında, Barbarların
Ünlü resimli romanların soluğunu ve bü¬ Terörü Gunan, Savaşçı Gunan, (bu iki film
yüleyiciliğini, “heroic fantasy-kahramanlık çalıntı olduğu için mahkeme aşamasında¬
fantezisinin kimi ilginç izlerini taşıyan dır şimdi), Görünmez Savaşçı Ator, Ator II,
1980 yapımı Heavy Meta! adlı kuraldışı bir Kristal Kılıç, Barbarların Kılıcı, Ateşten
Amerikan filminde yeniden bulmak olası¬ Taht, Kanundışı Mace, Fatih Thor, vb. anı¬
dır. Corben, Vloebius ve Druillet gibi çizer¬ labilir.
lerden alıntı yapılarak gerçekleştirilen, Ge- Bu değersiz filmlerin güzel basılmış ama
rald Potterton’un yönettiği Heavy Metal’- aldatıcı afişlerinde yönetmen olarak Joe
in özellikle son bölümünde bu türün ger¬ D’Amato, Franco Prosperi, Luigi Cozzi (Le-
çek dişi kahramanı Taarna’nın başarıları wis Coates), vb. gibi, çoğu zaman Ameri¬
görüntüleniyordu. kan adları takınmış, çabuk iş bitiren, bece¬
Ama “kahramanlık fantezisi” filmlerinin rikli İtalyan sinema zanaatçılarının adları
canlandırma sinemasındaki şimdiye değin geçmektedir. Çarçabuk tezgahlanmış bu
gerçekleştirilmiş en büyük başarısı hiç kuş¬ salt tecimsel filmler, henüz daha nitelikli
kusuz 1982 İngiliz yapımı Dark Crystal- yapıtlar üretilebilecek bir tür’ün vakitsiz
Siyah Kristal’dir. Frank Oz’la Jim Henson’- yozlaşmasına neden olmaktadır. 0) Her
ın coşkulu, zengin düş gücünden- şeye karşın yine de bu üzücü değersizlik
imgeleminden doğmuş olan bu film, kuk¬ ortamında, günün birinde bir “inci”nin be-
laların ya da insan boyundaki kukla kılığı lirivereceğini umalım..
içine giren oyuncuların oynadığı ve çeşitli SONUÇ:
tekniklerin kullanıldığı ünlü canlandırma si¬ Kahramanın dönüşü mü yoksa sıfıra dö¬
neması klasiklerinden tümüyle farklıdır. Bü¬ nüş mü?
1960 yıllarında ortaya çıkan ve İtalyan si¬ bağlamda, işlerine geldiği gibi kullandıkları 49
nemasına, savaştan sonra yitirdiği bir pat¬ doğrudur bu tür'ü. Ahlaksal ve siyasal bu¬
lamayı sağlayan Herkül'lü, Maslst'li antik nalımların alt üst ettiği bir çağda doğmuş,
çağ filmleri (Peplum-mitolojik filmler) gibi, kapitalizmin olgun değerlerinin geçersiz-
"heroic fantasy-kahramanlık fantezisi" si¬ leştiği, çeşitli kaygılarla, tasalarla damga¬
nemasının günümüzdeki başarısı da, söz lanmış bir döneme kaçınılmaz bir biçimde
götürmez bir biçimde kalıtçısı olmayan ge¬ uydurulmuş "kahramanlık fantezisi” türü,
leneksel mitoslara dönüşe bağlanmaktadır yine de geniş seyirci yığınları için bir kaçış
ve fiziksel güç kültürüyle bağıntılı bireyci¬ sineması olmakta ve kusursuz olarak temel
liğin bir kez daha zafere ulaşmasıdır. 1970 bir düş gereksinimini bütünüyle karşıla¬
yıllarının kuşkuları, uyuşmazlıkları ve top¬ maktadır. “Kahramanlık fantezisi” filmle¬
lu belirsizliklerinden sonra günümüzde rinin temaları ve ideolojisi tartışma götürür
“kahraman” beklenmedik bir biçimde dön¬ ve kabul edilmeyebilir niteliktedir, biçimsel
müştür aramıza. Süpermen, Che Gueva- açıdan baş döndürücü ve seyirlik özellik¬
ra’nın ayağını kaydırmıştır, gençler body ler taşımalarına karşın.
1 building-vücut geliştirmeyle uğraşmakta¬ Şu sıralar gittikçe daha çok boşa harca¬
dırlar aşağılık duygusuna kapılmaksızın. Şi¬ nan ve küçümsenen "kahramanlık fante¬
şirilmiş adalelerin küçük beyinlerle katıştı- zisi” türünün gerçekten temiz yürekle ha¬
rıldığı olağanüstü durum, seyirciyi gittikçe zırlanmış etkileyici ve sihirli bir iksire ihti¬
fantastik serüven filmlerine yönlendirmekte yacı var •
ve bu alandaki tıkanmaya eşlik etmektedir.
Seyircinin bu eğilimleri, uygun "kahraman¬
lık fantezisi” filmlerinde yasal ifadesini bul¬ (1) Yedinci sanatın bu ölümsüz başyapıt¬
maktadır. Çoğu zaman bir ideolojiyi, za¬ ları (!) üstüne daha çok aydınlık getirmek
man zaman politik niyetlerin de sezildiği için, Starfûc dergisinin 2. sayısındaki ya¬
rarlı bir yazı anımsatılabilir.
kuşkulu bir mitolojiyi yansıtan ve bir kısım
eleştirinin, geçerli güvensizliği karşısında (2) Bilim kurgu alanında uzmanlaşmış, İn¬
kalan bu türün getirdiği sakıncalar, sağlıklı giliz Michael Moorcock gibi genç yazar¬
bir biçimde anlaşılmaktadır. (1 2) Kimi yönet¬ lar tarafından paylaşılan güvensizlik, "El-
menlerin ("Yeşil bereli” John Milius gibi) ric The Necromancian” adlı kitabın ön¬
belirginleşmiş ya da belirginleşmemiş is¬ sözünde dile getirilmekte ve "heroic
tekleri ve amaçlarının doğrultusunda, tür’- fantasy-kahramanlık fantezisi” yapıtları¬
ün öneminin ve değerinin sınırlarını özene nın çoğunluğunun 'faşist ” nitelikte oldu¬
ğu ileri sürülmektedir.
bezene belirten en sıkı sosyo-ekonomik

1. Ana örnek kişiler 2. Ana örnek şema


Başlangıç: Despotla birleşmiş büyücü.des-
KÖTÜ pota büyük bir olasılıkla bir--ra¬
kibin” gelmekte olduğunu haber
A) Kahraman bir kralın oğlu A) Zorbalıkla her şeyi
kahramanlık srasında iktidarını ele geçiren despot
öç alma yitiriyor (kimi zaman kahramanın I. Giriş: Ailenin ya da tüm köy halkının
kardeşi) katliamı çocuk yada yeniyetme
kahramanın kapp kurtulmayı
"kurtulma" başarması despotun silahlarıy¬
kahramanlık sırasında -hırsız ya da B) Uğursuz güçlerle la her şeyi ele geçirmesi.
toplumsal görünüm haydut donanmış büyücü Motifler: a) yağmalama
-basit köylü b) olası bir adayın seçilmesi
c) iktidarı tehdit eden, atadan
C) Despotun yuvasını kalma bir kehanetin gerçekleş¬
koruyan canavarlar ya da mesi
göz dikilen büyülü
nesnenin koruyucuları II. Törenle kahramanın silahlarını kullan¬
maya başlaması (genellikle bu
B) Dişi Kahraman silah sihirli bir kılıçtır)
• doğaüstü yetenekleriyle bilin¬
-tutsak meyen bir olayı önceden sezme
-kutsal bakire • savaş başanlarına katılacak
dişi kahramanla rastlaşma

III. iktidarı despotun emrindeki yaratıkların


yeniden ele ve canavarların yok edilmesi
geçirme. • tutsak düşmüş dişi kahrama¬
nın kurtuluşu, despotun yuvası¬
na saldın, son savaş
• baskı altında tutulan halkın
özgürlüğe kavuşması, despotla
• hayvanlarla yapılan düello vedespotun öldü¬
çocuklarla, vb. • gaddar ve sadist rülmesi
canlılarla savaşçılarla
silahlanmış (yine ilerde bela olacak bir kö¬
tünün geriye kalması)
adı altında yayımlanacak.
P Gelişim Yayınları’nın Türki¬
İKİ KIZKARDEŞİN ye'de Dergiler Ansiklopediler
FİLMİ FİLM DUYUMU (1849-1984) adını taşıyan ki¬
tabında ise Ansiklopediler ve
Fransız sinemasının, hâlâ çeşitli alanlarda çıkan dergi¬
ilk filmindeki "tazeliğini ve lerin yanı sıra başlangıcından
masumluğunu” koruyan ve günümüze dek çıkmış sinema
durmadan kendisini yenile¬ dergileri de yer alıyor. Kitap¬
yen yetenekli oyuncusu Isa- ta yer alan tüm dergiler geç¬
belle Huppert, son olarak kız- tiğimiz ay Atatürk Kültür Mer-
kardeşi CarolinelHuppert’in kezi’nde sergilendi.
FİLM ÖYKÜSÜ YARIŞMASI yönettiği Signe Charloite- İm¬
za Charlotte’da oynuyor. Te¬
FRANSIZ SİNEMASINDA
Film Market dergisinin'dü¬ levizyondan yetişme Caroline
YENİ FİLMLER
zenlediği Film Öyküsü Yarış- Huppert'in ilk yönetmenlik
ması'na katılma süresi 15 denemesi olan Signe Charlot- Yeni mevsimin eşiğinde,
Aralık'ta sona erecek. te'un üçlü bir aşk öyküsünü Fransız sinemasında harıl ha¬
Türk sinemasının gereksi¬ anlatan senaryosu da Caroli¬ rıl üstünde çalışılan yeni film
nim duyduğu özgün film se¬ ne Huppert’in. imza’nın sahi¬ tasarıları şunlar: Claude
naryolarını ortaya çıkarmak bi Charlotte'u. artık otuz film¬ İKİ YENİ KİTAP Chabrol Un Mort De Trop -
amacıyla düzenlenen yarışma de baş rol oynadıktan sonra Fazladan Bir Ölüm, Jacques
koşulları arasında ise gönde¬ iyice ustalaşmış Isabelie Hu¬ Sergey M. Eisenstein'in iki Demy Monsieur Orphee- Bay
rilecek senaryoların 5 ila 15 ppert, Charlotte'un bir za¬ cilt halinde yayınlanması dü¬ Orphee Claude Lelouch Vingt
sayfa arasında olması belirti¬ manlar delicesine sevdiği ve şünülen yapıtının ilki olan Ans Apres - Yirmi Yıl Sonra,
liyor. yeniden birlikte olduğu Matt- Film Duyumu Payel Yayınevi Yves Boisset Bleu Comme
Amatör ve profesyonel tüm hieu’yü, Marco Ferreri’nin Le tarafından piyasaya çıkarıldı. L’Enfer - Cehennem Gibi Ma¬
yazarlara açık olan yarışma¬ Futur Est Femme - Gelecek Resim ve şemalarla 278 say¬ vi, Jean Becker’Les Trois Mo-
da herhangi bir konu sınırla¬ Kadındır’ıyla parlayan, Skan- fa olan kitapta Nijat Özön’ün usquetaires - Üç Silahşörler,
ması bulunmamaktadır. dinav kökenli Niels Arestrup önsözünün yanı sıra kitabın Jose Giovanni Mon Ami Le
ve Matthieu’nün karısı Chris- içeriğini bütünleyecek bir kay¬ Traitre - Hain Dostum, Jacqu-
tine’i de Christine Pascal can¬ nakça ile açıklamalı bir dizin es Deray Les 10.000. -10.000
ORSON VVELLES’İN
landırıyorlar filmde. Signe de yer alıyor. The Film Sen- Güneş, Jean - Jacques Anna-
DÖNÜŞÜ
Charlotte’un çekimi şu gün¬ se’nin ikinci bölümü ise önü¬ ud Le Nom De La Rose - Gü¬
lerde tamamlandı... müzdeki aylarda Film Biçimi lün Adı, Jean - Charles
Sonunda Orson VVelles ye¬
Tachella L'Escalier C-C Mer¬
niden sinemada! Kaliforniya
diveni ve Daniel Vigne La
şarapları satan pub’ları bir sü¬
reliğine terkeden Orson VVel¬ Mission De Frere Louis - Lo-
les. gelecek ay çekimine baş¬ uis Kardeşin Özel Görevi’ni
layacağı yeni filmi The Cradd- hazırlıyorlar...
le Will Rock için şimdiden kol¬ • Arthur Penn’in yeni filmi
ları sıvadı. 1936'larda New Target-Hedef’in çekimine Pa¬
York’ta geçen bir tiyatro oyu¬ ris’te başlanması kesinleşti.
nundan uyarlanan filmde ana Gene Hackman’la Matt Dil-
kişilik, 22 yaşından beri Orson lon’un baş rollerini paylaştığı
VVelles’ten başkası değil. bu filme daha sonra Berlin’¬
John Landis’in kısmen yapım¬ de devam edilecek.
cılığını üstlendiği ve ‘‘harika
çocuğun” tiyatro kavgalarını • Son filmlerinin tecimsel ba¬
anlatacak olan The Craddle şarısızlığı üstüne, Martin
Will Rock'ta, Orson VVelles ro¬ Scorsese’nin Amerikalı ya¬
lünü, Another Country ile adı¬ pımcılarla arası açıldı. Ve bel¬
nı duyuran Rupert Everett oy¬ ki Fransa’da çalışması olası¬
nayacak. lığı doğdu. Gerçekten Fransız
Kültür Bakanlığı’nın yardımı
SİNEMA KURSLARI sağlanabilirse vaktiyle bir ke¬
REİNHARD HAUFF TÜRKİYE’DE nara koyduğu eski bir tasarı¬
İFSAK'ın düzenlediği 5. si¬ ve kendi filmlerini açıkladı. sını gerçekleştirebilecek Mar¬
Günümüz Alman sineması¬ tin Scorsese, Fransa’da:
nema kursu 15 Aralık'tan iti¬ nın ilginç yönetmenlerinden Toplu gösteride Reinhard Ha-
baren başlayacak. uff’un Mathias Kneissl, (1970 “İsa’nın Suç Eğinimi”. Büyük
Reinhard Hauff Mimar Sinan bir olasılıkla Gerard Depardi-
Kursta, kameraların yapısı - 71), Die Verrohung Des
ve objektiflerin yanı sıra, se¬ Üniversitesi Sinema - TV Bi- Franz Blum - Franz Blum’- eu İsa’yı, Harvey Keitel de
naryo, sinema tarihi, aydınlat¬ rimi’nde 14-17 Kasım tarihle¬ un Katılaşması (1973), Paula muhbir Judas'ı oynayacak.
ma, seslendirme, kurgu, çe¬ ri arasında düzenlenen ‘‘Re¬ Paulander (1975), Der
kim planı kamera hareketleri inhard Hauff Toplu Gösterisi” Haupdarsteller-Baş Oyuncu • Yunanlı yönetmen Michael
konuları da işlenecek. nedeniyle ülkemize geldi ve (1977), Messer İm Kopf- Cacoyannis, yeni filmi “Swe-
İFSAK’ın merkezinde yapı¬ 15 Kasım’da yaptığı bir söy¬ Kafadaki Bıçak (1978) ve Der et Country” için, Stephane
lacak kurslara sinema yazarı leşiyle sinema anlayışını açık¬ Mann Auf Der Mauer - Audran, Jean Carmet, Caro-
Atilla Dorsay ile Onat Kutlar ladı, günümüz Alman sinema¬ Duvardaki Adam (1982) gibi le Laure, Lewis Furey ve Ja-
da konuşmacı olarak katıla¬ sında belirginleşen eğilimleri önemli filmleri gösterildi. ne Alexander gibi oyuncuları
caklar. Atina’ya topladı.
51

• Beğeni kazanan son filmiy¬


le Tarzan mitosuna değişik
boyutlar getiren İngiliz si¬
nemacısı Hugh Hudson'un
gelecek filmi Greystoke II
olmayacakIThe Right Stuff’ın
yapımcısı irvvin VVinkler’ın ya¬
pımcılığını üstlendiği, Hugh
ANKARA
Hudson’ın yeni film tasarısı¬
nın şimdilik adı Revolution-
Devrim. Revolution geleceğin
I. KISA FİLM
ABD’sinde patlak vermesi
olası bir iç savaşı konu edini¬ YARIŞMASININ ARDINDAN
yor.

• Fransız sinemasının tanın¬ OĞUZ MAKAL


mış senaryo yazarlarından
Sebastien Japrisot, bir süre¬
dir ara verdiği sinemaya ye¬ Ankara Kurgu I. Kısa Film Şenliği çerçevesin¬ Oğuzhan Tercan, Sezai Bayer, Zafer Özer, Emi¬
niden dönüyor, yönetmenliği¬ de yapılan kısa film yarışması 3 Kasım’da ger¬ ne Çelik’in ortaklaşa ürünüydü. Kafka’nın “Şa-
ni de üstlendiği La Passion çekleşti. Toplam 16 filmin yarıştığı bu etkinli- to”sundan esinlendiği söyleniyordu. İlginç bir
Des Femmes- Kadınların Tut¬ liğin jüri üyeleri şunlardı: Vedat Türkali, Mah¬ yapısının olmasına karşın, teknik kusurları çok-
kusu adlı filmle. mut T. Öngören, Oğuz Onaran, Vecdi Sayar ve çaydı. Örneğin, öznel kamera olayı hiç iyi anla¬
Oğuz Makal. şılmamıştı. Ote yandan film gerektiğinden çok
• Mevsimin haberi: Amerikan Jüri üyelerinden biri olduğum için filmlerin tü¬ uzundu. Yeni bir kurgulama belki bu filmi çok
kültürünün son “harika çocu¬ münü görmek olanağı buldum. Doğrusunu söy¬ daha iyileştirebilir... Öteki 16 mm çalışmaları su¬
ğu” Steven Spielberg, Avru¬ lemek gerekirse insanı heyecanlandıran, nan Ahmet Yüzüak ise ne “Longoz” ne de
pa kültürünün en sevimli ve sanatsal-teknik özellikleriyle saran, etkileyen bir “Merhaba Yaşamak" ile dikkati çekemiyor, faz¬
düzeyli çizgi roman kahra¬ filme rastlamak olanaklı değildi. Buna karşın lasıyla amatör bulunuyordu...
manlarından Tenten’in (Belçi¬ “umut vaat eden” kısa filmcilere elbet rastlan¬ 8 mm’lik çalışmalardan Taner Çamsarı’nın yö¬
kalı çizer Herge’in ünlü Tin- dı. Bunlardan üçü bu anlamda dikkati çekti ve nettiği “Uyuyabilmek” yine sinematografik bir
tin’i) filme çekilme haklarını “özendirme ödüllerini" kazandı. Kimlerdi bun¬ dizi kusurun kurbanı oluyor, anlatmak istediği¬
satın alıyor. lar? Ahmet Sipahioğlu “Bay A” adh 16 mm çiz¬ ni tam aktaramıyordu.Ankaralısinemayatutkulu
gi filmi çalışmasıyla, Vural Çavuşoğlu “Örüm¬ bir grup gencin yıllardır büyük bir heyecanla,
• Son haftalarda İstanbul si¬ cek Ağı” ile, Ümit Ünal “Adsız” deneysel kısa coşkuyla filmler ürettiğini biliyordum. Taner
nemalarında 1973’lerden kal¬ filmiyle ipi göğüsleyenlerdi. Ahmet Sipahioğlu’- Çamsarı “Lotaryacı”, “Bir Reklâm” adlı kısa
ma Magnum Force-Silahın nun dokuz dakikalık çizgi film çalışması, titiz, filmleriyle de dikkati çekiyordu. Özellikle “Lo-
Gücü adlı polisiyesi gösterilen emek verilmiş bir çabanın ürünüydü. Bir dikta¬ taryacı”nın kaçırılmış iyi bir fırsat olduğunu be¬
Clint Eastwood, Bronco Biliy törün egemen olduğu hayali bir ülkede, ona bi¬ lirtmeliyim. Çamsarı ve arkadaşlarının daha yo¬
ve Honkytonk Man gibi son reysel karşı çıkışı anlatıyordu. Ama bu bireysel ğun ve özenli çalışmalarının sürmesini dilerim...
filmlerinin başarısızlığından karşı çıkış, bir başka diktatörün diğerinin yerini Başaracaklar. Jüri tarafından sinemasal değer¬
sonra yeniden “dedektif almasıyla yinelenip duracaktı. Yeteneklerine mu¬
leriyle beğenilen birkaç filmden biri de “Biri Ona
Harry Callahan” kimliğine bü¬ hakkak inandığım Sipahioğlu’nun yeni çizgi film
Dünya'nın Döndüğünü Söylesin” adlı Şahlevent
rünerek sert ve amansız po¬ çalışmalarıyla diğer yarışmalar için de hazırlan¬
Akça’nın çalışmasıydı. Senaryodan gelen kuru¬
lis rollerine dönüş yaptı. Av¬ ması sevindirici olacak... İFSAK Kısa Film ya¬
luk ne yazık aşılamamış, bir ilk çalışma olarak
rupa ülkelerinde şu sıralarda rışmalarına hemen her yıl katılan Vural Çavu¬
kalmıştı bu nedenle. Mehmet Atak'ın "Olağan
gösterilen Sudden Impack- şoğlu, geçmiş yıllara göre daha bir aşama gös¬
Bir Islanma” ve “Demiryolu Gülümseyişi” he¬
Ani Çarpma'nın ardından çe¬ teriyor, ilginç bir senaryodan üzerinde durma¬
nüz arayışlar içindeki genç bir sinemacının de¬
virdiği son filmi Tightrope-İp ya değer bir film çıkarıyordu. Senaryodan ge¬
nemeleriydi. Sevgi Saygı’nın “Kendini Yakarak
Cambazı yine bir polisiye ve len kusurlar aşılabilse ve daha kısaltılabilseymiş
Yarattı Şafak Gündüzü” kısa filmi yine senar¬
ABD’de iyi “iş” yapıyor. kuşkusuz daha iyi yapıt olarak karşımıza çıka¬
yosunun iyi işlenememesi nedeniyle göz doldu-,
cakmış. Ümit Ünal’ın “Adsız” deneysel-kısa filmi
ramıyordu. Yusuf Niş’in “Sayın Vatandaş”ı salt
• Gelecek Durak: Greenwich yaratıcılığının boyutlarının sınır tanımadığını gös¬
esprili bir deneme düzeyinde kalıyordu...
Village ve Bağımsız Kadın, teriyor. Ancak, deneysel bir çalışma olmaktan
öteye gidemiyor. Bir ön araştırma, başka tarz¬ Değerlendirme için jüri tek tek filmlerin üze¬
Yalnız Bir Kadın gibi filmlerin rinde durdu, yukarıda belirttiğim özellikleri, eleş¬
yönetmeni Paul Mazursky’nin da film kurma çabası. Ama bu yapısıyla önem¬
tirileri gündeme getirdi. Sonuçta, birincilik, ikin¬
son filminde bir Rus’un Batı li, üzerinde durmaya değer...
cilik, üçüncülük ödülünün verilmemesini karar¬
usulü özgürlüğü yaşayıp tanı¬ Geride kalanlar için ne demeli? Tanıdığım ve laştırdı. Üç özendirme ödülü ve özel ödüllerle
ması konu ediliyor. New filmlerini merak ettiğim -çünkü ODTÜ'yü bitir¬ yetindi. Ancak, bu değildi ki, kısa film çabaları,
York’daki Moskova adını taşı¬ dikten sonra salt sinema için Amerika’ya dok¬ heyecanla, tutkuyla, coşkuyla bu alanda bir şey¬
yan bu film, kasım ayında tora yapmaya gitti - Tülin Yılbar’ın yine oralar¬ ler ortaya koymak isteyen genç arkadaşların
Fransa’da gösterime girdi. dan gönderdiği 1981 yılında yapılmış 5 dakika¬ ürünleri tümüyle amatör bir çizgide, teknik ku¬
Çar’ın hışmından kaçıp Ame¬ lık “Uzatmalı Sonbahar” bütünüyle sinemasal surlarla dolu. Düşüncelerini kısa film yoluyla an-
rika'nın yolunu tutan Kiev’li bir çizgiye ne yazık ulaşamıyordu. Oysa daha latmayı/sinemanın özgün dilini kullanmayı seçen
bir ailenin soyundan gelen
jeneriğinden etkiliydi, bu etki ve sinemasal bü¬ kısa filmciler, yeni-farklı görüşleriyle her zaman
Paul Mazursky'nin bu son fil¬
tünlük tümüyle varolamıyordu. Diğer 16 mm'jik yedinci sanat sinemanın taze kanı, yeni esini de¬
mi, New York'taki Rus göç¬ çalışma “Kısa Adam Masalı” adını taşıyordu. İz¬ ğil midir? Bu yarışma ortamı içinde topluca gö¬
menleri topluluğuna “alaylı ve mir’deki Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV- rülüyordu ki, “kısa film” ülkemizde vardır... ola¬
ciddi” bir bakışın ürünü ve Fotoğrafçılık Ana Sanat Dalı öğrencilerinden caktır. Yeter ki inanalım... isteyelim.
baş rolde Robin VVilliams var.
52
VİDEODA AYIN FİLMİ

BERLİN’E KACIS 3 3

(Fluchtpunkt Berlin)
(Fh'ght to Berlin)

ir söyleşide Godard, “Genç rinin canlılığını, savaş sonrasının pragma-


sinemacılar üzerinde bir et¬ tizimini sorgulayan, eşeleyen, kışkırtıcı ve
kim olmuşsa, film yapmanın uçarı bir sinemaya döktüler. Sorunları in¬
mümkün ve kolay bir şey ol¬ sanın kendini küçük sınırlamalardan kur¬
duğunu göstermemdir” diyor. tarıp çılgınca geliştireceği bir özgürlüğe
Godard’ın dar bütçeli ama atılgan filmleri ulaşmasıydı. Bu yüzden yaşama bağlılık¬
uzun yıllar sinema tutkunu gençler için ce¬ larını hiç yitirmediler ve bir dinamik, bir da¬
saret kaynağı oldu kuşkusuz. Ama bunun yanak aradılar hep. Bu çizgi gelip 1968 Av-
ötesinde, gündeme getirdikleri sorunsallar¬ rupasına dayanacaktı. Ama çoktan herkes
la da Godard ve kuşağı, sonraki genç si¬ kendi yoluna gitmeye başlamıştı bile.
nemacıları derinden etkiledi. Film eleştir¬ Genç Alman yönetmenler (ve Petit), ta¬
menliğinden gelen genç İngiliz yönetmen rihin anaforlandığı savaş döneminde değil,
DEĞERLENDİRME Christopher Petit’in üçüncü filmi Flight To durulduğu savaş sonrasında gözlerini dün¬
Berlin bu yargıyı bir kez daha güçlendiren yaya açtılar. (Fİight To Berlin’in hemen
•••• BAŞYAPIT
••• ÇOK İYİ yeni bir örnek. başındaki sorguda, 1950'de Berlin’de doğ¬
.. İYİ Ne var ki Petit de, artık orta yaşa ulaşan duğunu söyler Susannah.) Onlardan iste¬
• ORTA genç Alman yönetmenler gibi tavır bakı¬ nen kendilerini denetleyip çalışmak, çok
o KÖTÜ mından Godard kuşağından ayrılıyor. Go- çalışmaktı. Sinema görgülerini ve eğitim¬
dardlar, Rivetteler, Truffautlar, işgal altın¬ lerini ise Amerikan filmlerinden değil, Go-
KISALTMALAR da bile başını dik tutabilmiş bir toplumun, dardlardan aldılar. Ne var ki, ustalarının te¬
savaşı hatırlayan çocuklarıydılar. Savaş malarını, ‘68’in soluksuzluğunun da verdiği
Y YÖNETMEN
S SENARYO sonrası Avrupasının yeniden inşa ve istik¬ bir kötümserlikle, kaçış, tıkanmışlık ve ile¬
G.y GÖRÜNTÜ rar sloganlan ve bu sloganlarla faşizmin tişimsizlik öğeleriyle birleştirdiler. Çılgın Pi-
YÖNETMENİ özeleştirisinin savsaklanışı, onları umutsuz errot onlar için bir düş kahramanıydı, on¬
M MÜZİK bir kötümserfğe itmiyordu. Sonunda, sine¬ ların kahramanlığı, eylemsizlik içinde tüke¬
O OYNAYANLAR ma görgülerini oluşturan Amerikan filmle¬ nen insanlar olabilirdi ancak. Bu çizginin,

Y: Christopher Pe¬
ni* S: Jennifer Potter’-
in Garip Günler adlı
yayınlanmamış roma¬
nına dayanarak Chris¬
topher Petit ve Hugo
Williams/G.y: Martin
Schafer/ M: Irmın
Schmidr / O: Tusse Sil-
berg, Paul Freeman,
Lisa Kreuzer, Jean-
François Stevenin,
Ewan Stewart, Eddie
Constant ine/Renkli,
90 dakika/ Batı Al¬
manya 1983.
FİL M: • • Görüntü-ses:
• •• Altyazı:•
faşizmin özeleştirisinin üzerine yatmış, bö¬
lünmüş ve kimliğini yitirmiş Batı Almanya’¬
da filizlenmesi hiç de rastlantı değildi. Klu-
ge, kişiliğini yitirmiş bir toplumu felsefi düz¬
lemde sorgularken, Fassbinder işi intikam-
cılığa varan bir sinizme götürdü. Herzog ve
VVenders ise yalnızlığı, bölünmüşlüğü ev¬
rensel mekanlara taşımayı yeğlediler.
Tematik düzlemde Godard’ı ama tavır
bakımından Fassbinder ve VVenders’i ha¬
tırlatan Flight To Berlin (Flight sözcüğü
dar anlamda “uçuş”, geniş anlamda “ka¬
çış” ifade ediyor) adından da anlaşılacağı
gibi bir kaçış filmi. Hem de nereye?... Sa¬
vaş sonrası Almanya’sının (hatta Avrupa-
sının) küçük bir modeli olan, bütün yolla¬
rın oraya varıp hiçbir yere çıkmadığı köh¬
ne bir kente, Batı Berlin’e... Londra’da bir
kadının ölümüne sebep olmakla suçlanan
Susannah Lavvrence, çocukluğundan be¬
ri ayrı büyüdüğü kız kardeşi Julie’nin ya¬
nına, Berlin’e kaçıyor. İflas eden ve gittik¬
çe görme yetisini yitiren kocası Nicholas da
peşinden onu aramaya geliyor. Bu ada
kentte geçen birkaç gün içinde, öykünün
kahramanı 6-7 kişi sürekli birbirinin yolu üs¬
tüne çıkacak ama hiçbir kalıcı ilişki geliş¬
meyecektir. Herkesin tutsağı olduğu bir Christopher Petit filmini anlatıyor
korkusu, bir zaafı, bir gizi vardır. Herkes
birbirinden kaçmakta, birbirine yalan söy¬ KAÇIŞ YA DA BİR YERLERE
lemekte, sahte ad vermektedir. Berlin var
olup olmadığı kuşkulu bir büyü kenti, ya¬ YOLCULUK
şamsa alkolik bir artist eskisidir. Filmin,
geçmişi ve toplumsal kimliği belirli tek ki¬ Christopher Petit, Flight To Berlin’le dikkatleri çekmiş bir yönetmen. Hem
şisi Eddie Konstantin bile (kendini oynuyor) film, hem de Petit’in aşağıda bölümler yayınladığımız görüşleri, son kuşak
AvrupalI yönetmenlerin bakış açısını tanıma bakımından ilginç olsa gerek.
bu insanları canlandıramaz. Onlar, Fass-
binder’in Katzelmacher’ini ve bir yönüyle “Flight To Berlin, esas olarak Paris’te geçen yayınlanmamış bir romana
de Çin Rulet’ini, VVenders’in de Olayların dayanıyor. Yapımcı Chris Sievernich, Berlin’de bürosu olduğunu ve Alman
Gidişi’ni anımsatan bir biçimde amaçsız¬ sinemasını iyi tanıdığını söyleyerek filmi Berlin 'e Kaçış 'a çevirip çeviremeye-
ceğimi sordu. Sonunda benim de hoşuma gitti bu. Berlin’de rastlantı oranı
ca salınırlar sadece. Sonunda Susannah,
çok yüksek, çünkü çok küçük bir kent. Yemek yiyecek, birşeyler içecek 7-8
Berlin’i bölen bölgeler arasında kaçışına ya yer var. Birini aradığınızda akşama kalmadan kesin buluyorsunuz. Öyküdeki
da amaçsız yolculuğuna, Nicholas da ara¬ rastlantı öğesi böylece Berlin ‘de daha iyi vurgulanacaktı. Berlin ’in coğrafyası
yışına devam edecektir. Ama aradıkça kör¬ da anlatıma yardımcı oldu. Çünkü buraya giriyorsunuz ve başka yere çıkamı¬
leşmektedir Nicholas. yorsunuz.
Petit’in filmi tek başına alındığında an¬ “Roman, Pierrot LeFou 'dan güçlü bir biçimde etkilenmişti. Godardyen
lamlı kuşkusuz. Ama savaş sonrası Avru¬ olaylarla örülüydü. Onda da çok sayıda rastlantı olmasına karşın roman filmden
pa sineması bağlamında değerlendirildiğin¬ daha açık ve anlaşılırdı. Ben daha yapay bir öykü istedim, karakterler ger¬
de tekrardan öteye, hatta mızmız bir tek¬ çekçi tiplerden oldukça kapalı, şifreli tiplere kadar değişim göstermeliydi. Ka¬
rakterler romandakinden çok daha birbirinin içine geçmeli ve işlenmeliydi.
rardan öteye pek gitmiyor. Usta Godard,
Çin’den Amerika’ya, Prag’a; Rönesanstan “George Steiner saniyorum Dil ve Sessizlik 'de, yirminci yüzyılda insanla¬
Dayanışmanın Polonyasına (Çile’de) kadar rın özel yaşamlarının nasıl artan bir biçimde ortadan kaldırıldığını ve bunun,
bir dinamik, bir tutamak arayışını inatla sür¬ müptelalık, ruhsal çöküntü ve iflas gibi uç sonuçlara vardığını anlatır. Daha
senaryoyu yazmaya başlarken bunun karakterlerime uyduğunu fark ettim. JuUe
dürürken, çırakların tıkanmışlığı ve kaçışa bir bakıma bir müptelâdır, bir müptelânın kişiliğine sahiptir; Susannah ruhsal
tekrar tekrar ağıt yakmaları biraz usandırı¬ bir çöküntü geçirmiştir ve Nicholas iflâs etmiştir... Belki de filmlerimin tü¬
cı oluyor. Petit’i buna karşın sivrilten şey mü, bir görüntüyle bir tür halüsinasyonun birleştirilmesini temel alıyor. Ger¬
ise bildik bir tavrı oldukça iyi kurulmuş öz¬ çekçi olmayan bir gerçekçilik demiyeceğim ama bir bardak suya batırılmış ka¬
gün bir öykü dokusu üzerinde oldukça ge¬ lemin kırılması gibi bir şey bu.
lişkin bir anlatımla (özellikle çekim açıları “Stilistik açıdan Flight To Berlin'den memnunum. Schafer’e, alıcıyı hiç oy¬
ve ölçekleriyle grinin kullanımı açısından) natmayacağımızı kesinlikle söyleyerek elde ettik bu sonucu. Yavaş kaydırma¬
daha derinden açımlamış olması... larda usta olduğu için zor geldi ona ama bu kez çekim açıları üzerinde enine
boyuna düşünmek zorunda kalck. Dikkat ederseniz, açıların teknik olarak pek
Tabii bir de,Lessing gibi birkaç istisna dı¬ doğru olmadığını görürsünüz. Çoğunlukla alıcı orta çizginin çok az sağma ve
şında, genel olarak kendi kültürel ve tarih¬ soluna döner. Çekim sırasında beni çok kaygılandırdı bu ama sonunda en uy¬
sel düzleminde kalmış ve daracık bir suy¬ gun duyarlılık uzaklığını bulduğumuzu gördük. Berlin ’e geldiğim sırada Ar-
senal sinemasında Fritz Lang toplu gösterisi vardı. Lang ’ın alıcı ile oyuncular
la ayrıldığı kıtanın genel sorunlarına sırtını arasındaki uzaklığı nasıl en iyi biçimde ayarladığını şaşırarak gördüm, Peter
dönmüş olan İngiliz sinema ve edebiyatı¬ Fonda, Spenca- Tracy gibi oyuncular hiç bu kadar canlı gözükmemişlerdi. ”
nın geleneğini bozması da ilginç •
54
yine de sahne ışıklarının büyüsünü boşlamıyor.
ALL THAT JAZZ
Koreograflıktan gelen bir ritm duyarlılığını her
Oscar ödüllü Kabare’siyle tanıdığımız ve son filmine katmasını biliyor Fosse; Kabare’deki fa¬
filmi Star'80'le yeniden adından söz ettiren Bob şizmin ağır salınımı Ali That Jazz’da son dere¬
Fosse'un, kavgalarıyla sevgileriyle, tutkularıyla ce çok sayıda kısa çekimden oluşan baş dön¬
karabasanlarıyla, yaşamıyla ve ölümüyle kendi¬ dürücü bir hıza bırakıyor yerini... Hız Hollywo-
sini anlattığı filmi... Dansör olarak gösteri dün¬ od’un bir özelliği ama Fosse’un, Fellini’nin ge¬
yasına giren birçok Broadvvay müzikalinin ko- dikli görüntü yöetmeni Rotunno’nun da katkısıy¬
Y: Bob Fosse / S: Ro-
bert Atan Aurthur, reografisini yaptıktan sonra sinemaya geçen ve la kotardığı gerçekle fantazyanın birbirine karış¬
Bob Fosse / G.y.: Gu- filmlerinde genellikle müzikle dansa büyük yer tığı anlatım, özellikle film kahramanının ölüm me¬
iseppe Rotunno / M: veren Fosse’un 8 1/2’u bir bakıma... leğiyle söyleştiği bölümlerdeki gizemli hava ve
Ralph Burns / O: Pa¬ Bardakta eriyen bir sindirim hapı, acele bir nihayet küçücük bir kapı önü ayrımı dışında fil¬
ul Scheider, Jessica gargara, aynaya atılan sinirli bir gülücük ve min tümüyle iç mekânlardan oluşması, Hollyvvo-
Lange, Ann Rainking, "Gösteri başlıyor dostlar!”... Film boyunca tek¬ od’a yabancı anlatım biçimleri... Belki de bu yüz¬
Leland Palmer, Ben rarlanan bu motif eşliğinde “Show Bizz’in sah¬ den Amerika’da değil de, Avrupa’da (Cannes’-
Vereen, Cliff Gorman ne dışında yaşananla sahnede oynananın bir¬ da) ödüllendirildi Ali That Jazz.
/ABD 1979, 123 daki¬ birine karıştığı dünyası, tüketen ama onsuz da Filmi, Fellini’nin 8 1/2’ununyanı sıra, Mısırlı
ka. vaoılamavan cehennemi sahneye geliyor. Fos¬ yönetmen Yusuf Şahin'in Sinema Günleri’83'te
FİLM.-••• Görüntü Ses: se, bu "sanat” dünyasının parıltısı ardındaki ce¬ izlediğimiz Beüek’iyle de ilginç benzerlikler ta¬
••• Altyazı: •• haleti ve pespayeliği de ortaya çıkartıyor ama şıdığını belirtelim en son.

DANS LA VILLE BLANCHE


Dans La Ville Blanche (Beyaz Kentte) da,
Flight To Berlin gibi insanın kendisinden kaçı¬
şı ve yeni bir kimlik arayışı sorunsalı etrafında
dönüyor. Ne var ki, İsviçre’nin önde gelen iki yö¬
netmeninden biri olan Alain Tanner bu sorun¬
salı, Antonioni’yi anımsatır biçimde daha belir¬
gin bir toplumsal çerçevede ele alıyor ve yalnız
İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sı bağlamın¬
da değil, en azından iki yüzyıldır edebiyata ve
sinemaya malzeme olmuş genel temalarla bir¬
likte işliyor. Yüzyılın başlarında en emin kaçış
ve uçsuz bucaksız özgürlük diyarı olarak görü¬
len denizi, fabrikaların yüzdüğü bir cehennem
olarak tanımlayan teknisyen Paul gemisini terk
edip, sessizliğin ve yalnızlığın bile beyaz oldu¬
ğu kente, Lizbon’a sığınıyor. Kaldığı otelde ça¬
lışan Rosa’ylagelişen aşkı, ona bir an yaşamın
coşkusunu bulduğunu düşündürecek ne var ki
içinde savrulduğu bu eylemsizlik ve başıbozuk¬
luk kısa zamanda daha koyu bir yalnızlığa dö¬
nüşecektir. Otel odasının loşluğu kentin beyaz¬
lığı üzerine yayılacak, Paul’un önceleri yaşamı
yakalamaya çalıştığı 8 mm'lik alıcısı artık yalnız¬
ca boş sokak taşlarını ve dalgaları çekecek ve nı, bembeyaz çamaşırlarını gösteren kısa çekim¬
önceleri iki kadını birden sevmekten heyecan lerle Paul’ün yeni bir yaşam arayışını yansıtan,
duyan Paul’etekbir kadın bedeni bile fazla ge¬ ama sonraları uzun çekimlerle yinelenen dalga¬
lecektir. Yeni bir dünya, yeni bir kimlik için atıl¬ ların, boş sokakların yer aldığı 8 mm’lik görün¬
dığı bu maceradan yenik çıkmış, cehennem ola¬ tüler, bir yandan Paul’ün ruhunun ve yabancı¬
rak tanımladığı denize dönmeye karar verir so¬ laşmasının aynaa olurken bir yandan da yük¬
nunda. Yine de, trende gözüne takılan genç kı¬ sek düzeyde bir şiirselliğe ulaşıyor. İç dünyanın
zın çağdaş Madonna yüzü ona yeni bir girişim bu dışa vurumunu nefis bir saksafon solosu ta¬
için cesaret verecek midir, bilinmez... mamlıyor. Ağız mızıkası ise Paul’ün yaşama sa¬
Kimi yerde Camus’nün Yabancı’sını, kimi yer¬ rılma hırsının ifadesi...
de Antonioni’nin Yolcu’sunu anımsatan bu va¬ Avrupa sinemasının otuz yıllıkgelişimi içinde
Y: Atain Tanner / S: roluşçu öyküyü son derece sinemasal bir üslup¬ ele alındığında Alain Tanner’ın bu filmi yeni bir
Alain Tanner / G.y: la, lafazanlığa kaçmadan anlatıyor Tanner. Kö¬ sorun içermiyor kuşkusuz. Ama, aynı sorunsalı
Acâcio de Atmeida / kenleri aynı olmakla birlikte Paul’ü endüstrileş¬ yinelemekle birlikte Paul’ü oldukça üst düzey¬
M: Jean - Luc Barbier miş Avrupa’dan gelen bıkkın bir teknisyen, Ro- de irdeliyor. İnsanın yaşamım bir türlü yeniden
/ O: Bruno Ganz, Te- sa’yı da yaşamını kazanmak için hep çalışmak
resa Madruga, Julia üretememesine, felsefi derinliği, yitirmeden ve
zorunda olan bir geri kalmış Güney Avrupa yurt¬ oldukça dengeli, ince işlenmiş bir sinemayla or¬
Vonderlinn / Portekiz taşı olarak çizerek öyküyü daha sağlam ve or¬
- İsviçre, 1983. tak ediyor izleyiciyi... Evet kötümser... Ama in¬
tak toplumsal temellere oturtuyor. Antonioni gibi, sanı kaçırtan bir nihilizm değil bu, aksine izle¬
FİLM: •• . sokaklarıyla odalarıyla, pencereleriyle bir ken¬ yeni kayıtsız bırakmayan, giderek kendi toplum¬
Görüntü-ses: •• tin mimarisini (İmin belli başlı bir organik unsu¬ sal varlığını sorgulamaya iten bir kötümserlik...
ru olarak kullanıyor. Önceleri kentin kalabalığı¬ Yine Antonioni gibi değil mi?
55
semtte bir şarküteriye atlamaya çalışan Sorgu¬
lu Hacı İlyas'ın küçük oğlu da karısı Meryem'i
ve oğlu Osman’ı alarak kente geliyor. Hacı il-
yas ailesinin büyüyüp zenginleşme tutkusuna
evde tüm ağırlığıyla süren geleneksel yaşam bi¬
çimi eşlik etmektedir. Büyütüp beslediği oğlu¬
na karşı olan analık içgüdüsüyle Meryem bu ge¬
rici ortamla çatışacak ve sonra çağdaş üretim
ilişkileri içinde yer almayı yeğleyerek hem öz¬
gür emekçiliğe adımını atacak hem de karşı çı¬
kışını sağlam bir temele oturtacaktır.
Kuşkusuz Gelin bir ekonomik ve toplumsal
çözümleme girişimi değil. Akad, toplumsal ger¬
çekliğin bu yönlerini ve Bayram, Ramazan gibi
dinsel törenleri, değişim süreci içindeki insanı¬
mızın dramını yakalamak için kullanıyor. Kurşun
dökme sahnesi gibi birkaç bölümde kullanılan
GELİN gereksiz çarpıcı çekimler ve gerilim müziği ile
Y: Lütfi Akad / S:
Sel gidiyor, kum kalıyor... Geçen on yılın, slo¬ özellikle şarküteriyle ilgili konuşmalarda fazla
Lütfi Akad / G.y: Ga¬
gancı bir çığırtkanlığın ardında çağdaşlaşmaya tekrarlanan diyaloglar dışında Akad, yumuşak, ni Turanlı / O: Hülya
karşı tutucu birtepkiyi içeren “derin toplumsa! düz anlatımını tutturuyor ve koca bir toplumsal Koçyiğit, Kerem Yıl-
içerikli" filmleri silinip gitti ama zamanında “re¬ değişimi günlük yaşamın içine, turistik gecekon¬ mazer. Kahraman Kı¬
formcu ve ekonomist” bulunan, Lütfi Akad’ın du gezileri yapmadan oturtuyor. rat, Ali Şen, Kamuran
Gelin - Düğün - Diyet üçlemesi tüm tazeliğiyle Özetle Gelin, üçlemenin öteki iki filmiyle bir¬ Usluer, Aliye Rona,
duruyor. likte sinemamızın hâlâ aşılamamış bir doruğu¬ Seden Kızıltunç /
Gelin, geleneksel üretim ilişkilerinden toplum¬ nu oluşturuyor. Kimse alınmasın ama bugün çı¬ Türkiye 1973.
sallaşmış çağdaş üretim ilişkilerine evrilen in¬ kıp, gecekondu olgusuna ilk kez gerçekçi bir bi¬ FİLM: •••
sanımızın nabzını tutan üçlemenin ilki... Gece¬ çimde yaklaştığını söyleyenlerin ya bu üçleme¬ Görüntü: ••
kondu semtindeki bakkal dükkanından lüks den ya da toplumsal gerçekten haberleri yok. Ses: •

ŞALVAR DAVASI
Artık, Kemal Sunal’ın bol bol dişlerini göste¬
rip küfür ettiği sulu lümpen güldürülerini fabri¬
kasyon biçimde üreten Kartal Tibet'in en düzeyli
güldürüsü... Aristofanes’in Lisistrata’sını ya da
birzamanlarki popüler adıyla Kadınlar l-ıh Der-
se’nin Anadolu’nun bir köyüne uyarlaması... Şe¬
hir görmüş alımlı Elif, kocası ölünce köye dönü¬
yor ve tüm kadınları tembel erkeklere karşı ayak¬ Y: Kartal Tibet / S:
landırıyor. İş en hayati gereksinimlerine varın¬ Başar Sabuncu / G.y:
ca da Ömer Ağa ile birlikte tüm erkekler dize ge¬ Çetin Tunca /M: Atil¬
liyor. la Özdemiroğlu / O:
Görüntü yönetmeninden senaryocusuna ka¬ nadığı sinsi ağayı bir kez daha yineliyor. Sonuçta Müjde Ar, Şener Şen,
dar oldukça kaliteli bir ekip. Bol miktarda tiyat¬ sarkmayan, dağılmayan bir film çıkmış ortaya. Halil Ergün, Pembe
rocu destekli oyuncu kadrosunda Müjde Ar ar¬ Ama bunun dışında, artık cıcığı çıkmış bir entri¬ Mutlu / Türkiye 1983.
tık iyice klişeleştindiğiserbest, cerbezeli kadını; kayı tekrarlayan ve kimseyi de gücendirmeyen
Şener Şen de, herhalde şimdiye dek en çok oy¬ “feminist” bir köy filmi Şalvar Davası. FİLM: •• Görüntü-ses:

Nygren) olarak bambaşka bir bedende yeniden


doğuyor. Doğar doğmaz da bu kez Brezilya’nın
egzotizmine dalarak bir cinsel maceradan öte¬
kine koşuyor. Ama tüm bu deneyler aşkı körelt¬
meye yetmeyecektir.

Just Jeackin’in elinde bir nebze özgünlük ta¬


şıyan Emmanuelle filmleri artık o kadar bayağı¬
laştı ki, Sylvia Kristel de zaman erkenken bu iş¬
Y: Francis Ciacobetti/
ten sıyrılmayı düşünmüş anlaşılan... Emçnanu-
S: Emmanuelle Arsan -
elle 4 tam bir devir teslim filmi... Cinsellik ve aşk
ın romanından Francis
üzerine bir sürü bayat lafazanlık arasında ka¬
Leroi, İris Letans/ M:
dının bol bol horlandığı ama bedenini ise her fır¬
Michel Magne/ O:
satta teşhir edildiği filmin, parçalı porno filmini
EMMANUELLE 4 yaratan bir yanı yok. Mia Nygren Playboy kızla¬
Sylvia Kristel, Mia
Nygren, Patrick Bauc-
Aşkının tutsağı olmaktan korkan Sylvia (Sylvia rı kadar özelliksiz değil ama nerede o çocuksu hau/ Fransa, 1984.
Kristel), sevgilisinden kurtulmak için ameliyat bakışlarıyla her türlü cinsel deneye hazır, ma¬ FİLM: • Görüntü-ses:
masasına yatıyor ve yeni Emmanuelle (Mia sum ve cesur Sylvia Kristel... •• Altyazı: •••
56 ATLANTIC CITY, USA Bir türlü anlamlandıramadı-
ğı bir yaşantıdan gelen orta
Y: Louis Malle/O: Burt Lan- yaşa yaklaşmış lise öğretmeni
caster, Susan Sarandon ile, kasaba ortamının ve eşraf
Fransız yönetmen Maile, ailesinin kendisine sunduğu
Amerika’nın Doğu yakasının yaşamı kabul edip etmeme
en büyük kumarhane kenti noktasındaki bir genç arasın¬
Atlantic City’nin çöküşü ve da filizjenen ve sönen kırık bir
yeniden yükselişi üzerinde, aşk... ileri’nin kimi yerde ya¬
farklılıklar karmaşası Ameri¬ zınsallaşan öyküsünden Ka¬
kan toplumunun birkaç üye¬ vur, Fransız yeni dalgacıları¬
sinin iç dünyalarına, yalnızlık¬ nı (özellikle Jacçues Demy’-
larına giriyor. Yabancıların bu yi) anımsatan çok duyarlı bir
ülkeye bakışları her zaman il¬ film çıkarmış. Filmi bizim se¬
ginç... yircinin neden tutmadığını
araştırmak gerek.
THE BIRTH OF A NATION /
BİR ULUSUN DOĞUŞU MAN FRIDAY
K: David Wark Griffith / O: Y: Jack Gold /O: Peter O’To-
Lilian Gish, Mae Marsh, ole, Richard Roundtree
Henry B. Walthall, Raoul Robinson Crusoe’nun öy¬
Walsh. küsünün, kölesi Cuma’nın
1915’te gösterime çıktığın¬ gözünden anlatılışı... Sinema¬
da yer yerinden oynamıştı (Bir sal bakımdan bir özellik taşı¬
süre önce TVde gösterilen mayan film, Batı uygarlığının,
Nickleodeon’u hatırlayın.) din, mülkiyet, para, sermaye
Griffith, yalnızca iç savaş sı¬ ve ücretli emek, ırkçı ideoloji
rasında iki ailenin serüveni te¬ ve hatta spor gibi temel taş¬
melinde dev bir tarihsel epik larını yerden yere vuran esp¬
ortaya çıkarmıyor, aynı za¬ rilerle dolu. Dikkat: Bu ay
manda o zamana dek bir sirk TV’de gösterileceği açıklanan
gösterisi gibi ele alınan sine¬ bu filmi TRT’çiler macera fil¬
mayı çağımızn en etkili anla¬ mi sanıp cumartesi gündüze
tım aracı düzeyine yükselti¬ koymuşlar.
yor. Kullandığı değişik kurgu MİNE
biçimleri, çekim ölçekleri, Y: Atıf Yılmaz /O: Türkan Şo¬
oyuncu yönetimi ve mekânla¬ ray, Cihan Ünal.
rıyla, her şeyden önce sine¬ Atıf Yılmaz’ın, pek itibar et¬
manın doğuşu bu film. Klasik mediği dramatik anlatım araç¬
sinema dilinin temellerinin larını kullandığı ve derinlikli
atıldığı bu yapıtın video kase¬ Penceredeki Kadın (La Femme D’a cote), 1982 , görüntülere özen gösterdiği
tinin bulunması büyük şans. en duyarlı filmi. Kasaba orta¬
Sinemayla ilgilenen herkesin mına sıkışmış Mine’nin sevgi
öncelikle görmesi gerek. FRANÇOIS TRUFFAUT’NUN FİLMLERİ
arayışını anlatırken Yılmaz,
LA BOUCHER / KASAP kasaba halkını oldukça geri
Amerikan gerilim filmlerinden sinemasına aktardığı, o küçük in¬
bir konuma itiyor ve dışarıdan
Y: Claude Chabrol/O: Step- sanların yaşamlarını birdenbire değiştiren küçük sürprizler gibi ölü¬
han Aurlran, Jean Yanne, An- gelen öğretmenle yazarı ide-
verdi Truffaut. 1960’larda sinemaya gözlerini açanlar, onun An-
alize ediyor. Popülizme duyu¬
toine DoineViyle birlikte büyüdüler, onun filmlerinde yaşamın ve
sinemanın tadına vardılar. Şimdi piyasadan iyice çekilen Sunar lan tepki yüzünden, filmin
Fransız taşrasının ve küçük
karşı uçta içerdiği sorunlar
burjuvazisinin gedikli sinema¬ lilm ’inçabalarıyla Truffaut'nun birçok filmi ülkemizde gösterilmişti
cısı Chabrol’un en iyi olmasa ama ne yazık ki, tarayabildiğimiz kadarıyla video kulüplerde bu eleştirmenlerce atlanmıştı.
da en tipik filmlerinden biri. büyük ustanın sadece üç filmi var. OUARTET
Konumunu beğenmeyen bir
taşra kasabının zıt iki kişiliği... Y: James Ivory / O: isabetle
Baş kahraman kasap olunca LES BAISERS VOLES/ ÇALINAN BUSELER Adjani, Alan Bat es, Maggie
filmde bol bol da kan var.
O: Jean-Pierre Leaud, Delphine Seyrig/ 1968. Geniş Geniş Bir Deniz adlı
DÖNÜŞ Truffaut ’nun otobiyografik Antoine Doinel dizisinin üçüncüsü... romanı bizde çok beğenilen
Y: Türkan Şoray/O: Türkan 20’li yaşlara adımını atan Antoine, yine yaşamla epey cebelleştik¬ İngiliz kadın yazar Jean
Şoray, Kadir İnanır. ten sonra ilk kez aşkına karşılık bulacaktır. Bu yaşlardaki gençle¬ Rhyse’in otobiyografik yapı¬
Türkan Şoray’ın ilk yönet¬ rin yüreği ürpermeden izleyemeyeceği bir film... Truffaut, yine, tından çekilen film, 1920’lerin
menlik denemesi. Kocası Al¬ büyülü orta yaşlı kadınlara olan tutkusunu tekrarlıyor. Paris’inde müziği ve aşkı an¬
manya’ya giden bir kadın yal¬ latıyor.
nız başına namusunu koruya¬ LE DERNİER METRO/ SON METRO
cak ama Almanya’dan dönen STAR’80
kocası karısının bağlılığına la¬ O: Catherine Denevue, Gerard Depardieu/ i 981 Y: Bob Fosse/O: Mariel He-
yık olmadığını gösterecektir. Truffaut’nun sön dönem başyapıtı. İşgal Paris’inin küçük bir ti¬ mingv/ay, Eric Roberts, Cliff
Öykü Türkan Şoray için na¬ yatrosunda insanların günlük yaşamları, tarihi etkileyecek eylem¬ Robertson
mus ve analık gibi temalara leriyle harmanlanıyor. Truffaut’nunbu olgunluk filmi salon bulu¬ Fosse’un 1980’de Play-
kaydırılınca, kültürel farklılaş¬ nursa bu yıl sinemalarda gösterime çıkacak. boy'un yılın güzeli seçtiği bir
ma gibi elverişli temalar güme tavşan kızın yükselişi ve acıklı
gitmiş. Yine de, “eli yüzü düz¬ LA FEMME D’A COTE/ PENCEREDEKİ KADIN tükenişini anlattığı film büyük
gün’’ denilen türden bir film. yankılar uyandırdı. Mariel He-
O: Fanny Ardant, Gerard Depardieu/ 1982. mingvvay’in filmde rol alabil¬
KIRIK BİR AŞK HİKAYESİ Truffaut’nun son küçük burjuva destanlarından biri. Küçük iliş¬ mek için bedeninde yaptırdı¬
Y: Ömer Kavur /S: Selim İle¬ kilerden ve önemsiz ayrıntılardan büyük duyarlılıklar çıkartıyor. ğı değişikliklerden çok Fos¬
ri/ O: Kadir İnanır, Hümeyra, Bu filmin de bu sezon sinemalarda gösterileceği açıklandı. se’un getirdiği keskin toplum¬
Kamuran Usluer. sal eleştiri önemli.
DÜNYANIN KADERİ
(The China Syndrome)

b kinci ayını sürdürdüğümüz ye- yı ve merkezde çalışan, dehşete düşmüş


I ni mevsimin Bir Zamanlar Ame- “küçük memur”ların tepkilerini tüm ayrın¬
M rika’dan sonra, gerçek anlamda tılarıyla filme çekerler çaktırmadan. Ama
söz konusu edilebilecek, düşünme ve tar¬ nükleer enerji karşıtı gösterilerin gittikçe
tışma ortamı açabilecek nitelikteki ikinci fil¬ ağırlık kazandığı kamuoyunun tepkisinden
mi James Bridges’in The China çekinen (ve başka “hatırı sayılır” neden¬
Syndrome-Dünyanın Kaderi kuşkusuz. Mi- lerden ötürü), özel TV yöneticilerince ya¬
ke Gray, T.S. Cook ve James Bridges’in yınlanmaz bu “program”. Şans eseri atla¬
ortaklaşa yazdıkları senaryo, Güney Kali¬ tılan, yürekleri ağza getiren bu kaza, as¬
forniya’daki bir nükleer enerji santralı çev¬ lında sıradan bir vana sıkışması değil, “Çin
resinde gelişen olayların ve bu olayları sü¬ Sendromu” olarak adlandırılan ve taa
rükleyen, Amerikan sinemasına özgü bir Çin’e değin etkileri görülebilecek nükleer
birey anlayışı ve yaklaşımıyla, alışılmış bir bir felaketin belirtisidir. Filmde bu kazadan
biçimde karakterize edilmiş kişilerin dra¬ sonra, santralın yapımından kaynaklanan
matik öyküsü üstüne kurulmuş. Her şey¬ aksaklıkları-gedikleri milyarlık harcamala¬
den önce, filmin getirdiği “mesaj”ın sağ¬ rı göze alarak düzeltmek yerine, geçiştir¬
lamlığı, The China Syndrome-Dünyanın meyi yeğleyen yöneticilerin umursamazlı¬
Kaderi’ni saygın bir konuma ulaştırıyor se¬ ğı karşısında sessiz kalamayan, gerçekle¬
yircinin gözünde. Nitekim bu filmin ABD’- rin farkına varan, tüm becerisi ve deneyi¬
de ilk kez gösterildiği sıralarda, aynen film¬ miyle tehlikeyi şimdilik engelleyebilen, na¬
de anlatılan olaylar benzeri, Pennsylvani- muslu “bilim adamı” (ya da sağduyu sa¬
a’daki Harrisburg yakınlarındaki bir nükleer hibi “mühendis”) Jack Godell (Jack Lem¬
enerji santralında meydana gelen kazanın, mon) devreye giriyor. Uyarısı dikkate alın¬
Dünyanın Kaderi’nin anlamına, önemine mayınca da Ventana Nükleer Enerji Sant-
ve başarısına çok şey kattığını “ne garip ralı’na ve çıkarcı işverenlere karşı, tehlike¬
rastlantı” diyerek anımsatalım. Herhalde nin boyutlarını duyurmak için yırtınan tele¬
“insan parmağının” yol açtığı bu Harris- vizyoncu kahramanlarımızın yanında yer
burg’daki gerçek nükleer kazanın, filmin alarak dramatik ve gergin bir final bölümüy¬
parlak “iş” başarısını iyice yaygınlaştırdı¬ le canından oluyor.
ğını ve oyunculuğunun yanı sıra aynı za¬
manda filmin yapımcısı da olan Michael
Çevre kirlenmesi ya da doğanın tahribi
Douglas’ın ağzını kulaklarına vardırdığını
gibi sorunları geride bırakacak nitelikte, ça¬
eklemeye gerek yok. Yirminci yüzyılın so¬
ğımıza özgü, “eşikte bekleyen” korkunç
nuna gelindiği günümüzde, en ufak insan¬
bir tehlikenin altını çizen bildirisiyle
cıl bir hatanın yol açacağı “nükleer felaket¬
1980’lerin “Amerikan tarzı bir ilericilik” an¬
lerin” artık kapımızı çaldığı gerçeğini, fan¬
layışından saygın bir örnek veren James
tezi ve düşgücünden arındırılmış, oldukça
Bridges’in bu filmi, klasik gerilim öğeleri¬
bilimsel temellere oturtarak vurgulayan
nin sindirildiği anlatımından ve sinemasal
The China Syndrome-Dünyanın Kaderi,
değerlerinden çok, son derece etkileyici
TV dizilerinden ve kimi Amerikan yapım¬
içeriğiyle önem kazanıyor. Biraz da rolünün
larından kanıksadığımız güzel ve becerikli
getirdiği bir sempatiyle Jane Fonda’yı ve
bir televizyon ’reporter’ı klişesinin, Kimber-
“The China Syndro¬ diğerlerini sollayan, 1979 Cannes Film
me” Yönetmen: James ley VVelIs’in (Jane Fonda) tanıtımıyla baş¬
Festivali’nde en iyi erkek oyuncu seçilen
Bridges. Senaryo: Mi- lıyor. Özel bir kuruluşun yönetiminde elek¬ ve başka ödüller de kazanan yılların Jack
ke Gray, T.S.Cook, trik üreten bir nükleer enerji santralında ya¬ Lemmon’ı, izlenmeye değer bir oyun çıka¬
James Bridges. Görün¬ pılan bir TV çekimi, güzel sunucunun ve
tü yönetmeni: James rıyor. Geçmiş mevsimlerde “Urban
kameraman arkadaşı Richard Adams’ın Kovboy-Şehir kovboyu” adlı ilginç bir fil¬
Crabe. Özel efektler:
Henry Millar Jr. Mü¬ (Michael Douglas) yaşantısını değiştirecek¬ mini seyrettiğimiz, TV’den yetişme senar¬
zik: Derleme .Oyuncu¬ tir giderek. Basından ve kamuoyundan giz¬ yo yazarı ve yönetmen James Bridges’in
lar: Jack Lemmon, Ja- lenen benzeri birçok olayda olduğu gibi, 1979 yapımı bu çalışması, nükleer enerji¬
ne Fonda, Michael Do- santralın merkezinde bir kaza ya da hata
uglas, Scott Brady, Pe- nin getirdiği ve getireceği tehlikelere dik¬
sonucu meydana gelen ve tüm Kaliforni¬ kati çeken ve bu konuyu ele alan filmler
ter Donat, James
Hampton, Wilfred ya’yı duman edecek nükleer bir patlama¬ arasında yaklaşımı, içeriği ve oyuncularıyla
Brimley, Richard ya neden olabilecek bir sarsıntıya tanık kuşkusuz yarına kalacak türden, nitelikli bir
Herd, Stan Bohrman, olan kahramanlarımız, bu büyük tehlikenin film sonuçta. Kaçırılmamalı.
Daniel Valdez. Ameri¬ boyutlarını görmezden gelen yöneticilerin
kan (ColumbiaJ yapı¬ örtbas etmeye çabalamalarına karşın ola¬
mı, 1979, 122 dakika. SUNGU ÇAPAN
GÜNEŞ DOĞARKEN

üşmüş yada düşürülmüş bir ya atılmak isteyen Haşim Bey’in (Savaş Yönetmen: Şerif Gö¬
Başar) dalavereleri ile Fikret Hoca’nın (Ha¬ ren. Senaryo: Mehmet
kadının öyküsü sinemamızda Aydın, Görüntü: Or¬
öteden beri var olan bir motif. lil Ergün) savaşımı ise anlamsız ve yavan
han Oğuz. Oyuncular:
Barlardan sokaklara, pavyonlardan genel¬ bir türük olmanın ötesinde hiçbir işlevsel Kadir İnanır, Hülya
evlere dek uzayan mekanlar içinde, güzel¬ önem taşımıyor. Avşar, Halil Ergün,
liğinden ve diriliğinden hiçbir şey yitirmek¬ Savaş Başar, Yıldırım
Zaman zaman baş yapıt olacak denli dü¬ Gencer, Kadir Savun,
sizin bedenini satmaya çalışan ve bu zeyli filmlere imzasını atmış olan bir yönet¬ Ülkü Ülker. Yapım:
arada- biraz garip ama gerçek- iffetinden menin böylesine filmlere yönlenmesini sa¬ Burak Film - 1984
hiçbir ödün vermeyen böylesine kahra¬ nırım, Yeşilçam’a özgü yaşam gereği söz¬
manlı filmlerin kaynağını, melodramik ka¬ cüğü ile bile hoşgörmek olanaksız.
lıplardan çok, sinemamızın kadın üzerine
kurulu yapısında aramak gerekir. Kadını,
eldeğmemişlikle orospuluk arasında gör¬ BURÇAK EVREN
meye yatkın bir sinema anlayışı, alt yapı¬
nın zorlaması tecimsel amaçlarla da, bu iki
durumu bıktıracak denli işleyegelmiştir.
Son yıllarda ise eldeğmemiş masum yok¬
sul mahalle kadınının yerini, -kadın oyun¬
cularının sinemamızdaki yerinden ötürü-
onurgna ve iffetine düşkün hayat kadını al¬
maya başlamıştır. Barların ve pavyonların
oncakadınasusamış erkekleri arasında if¬
fetini korumaya çabalayan kadın, genele¬
vin müşterileri arasında da aynı namus an¬
layışını sürdürerek, bir bakıma seyirci ile
özdeşleştirilecek bir idol haline getirilmiş¬
tir.
Sinemacılık yaşamı, birbirinden çok farklı
eğrilerde gelişen başarı ile düş kırıklığını
şaşırtıcı boyutlarda yaşatma gibi bir zorlu¬
ğun üstesinden kolaylıkla gelebilen Şerif
Gören’in Güneş Doğarken filmi de kadını,
neredeyse gelenekleştirilen iffetli bir genel¬
ev sermayesi kimliğinde karşımıza getiri¬
yor.

İstanbul genelevinden Konya’nınkine


alel-acele transfer olan Nalan (Hülya Av-
şar), burada o yörelerin sorumlusu Kara-
mustafa’nın kardeşi Davut’un (Kadir İna¬
nır) himayesi ile mesleğini korkusuzca ic¬
ra edecek bir ev bulabiliyor. Ama ne var
ki uzun bir süre vitrine çıktığı halde mes¬
leğini icra edemiyor (Çünkü sinemamızda
bir başka erkekle yatma gafletinde bulunan
kadın, jönün sevgilisi olamaz). Genelev ka¬
dınıyla kabadayının birliktenliği böylesine
bir namus gösterisiyle kaçınılmaz kılınır¬
ken, ufak bir neden de -Davut’un karısın¬
dan gereği gibi sıcaklık görmemesi - bu ka¬
çınılmazı doğal hale sokuyor. Davut, Hül-
ya'yı tam çalışmaya başlayacağı günde ar¬
zuluyor (Namus son anda bir kez daha kur¬
tarılıyor). Derken, bir gecelik zevk, birkaç
haftaya, giderek onulmaz, karşı koyulmaz
ve de vazgeçilmez bir tutkuya dönüşüyor.
Bu tutku içinde, kooperatifçilikten politika¬
60
SERPİCO
(Serpico)

üzenin bekçisi, yasaların ko¬ rasi” ve “içinden çürümüş sistem” eleşti¬


ruyucusu polis olgusunu günde¬ risine dönüşüyor. Sidney Lumet bu filmin¬
me getiren Sidney Lumet’in den yıllar sonra 1980’lerde de benzer bir
ünlü “gerçekçi polisiye” filmi Serpico’yıı konuyu ele alacak, polis örgütündeki yoz¬
sansürümüzün elverdiği ölçüde, orasından laşma temasının bir başka çeşitlemesini
burasından kırpılmış haliyle, tam 11 yıl son¬ Prince Of The City- Kentin Prensi adlı say¬
ra seyredebiliyoruz. Amerikan sinemasına gın çalışmasıyla verecektir...
özgü bir eleştiri hoşgörüsünün sınırları için¬ 1970’lerin New York dekorunda “dam¬
de gerçekleştirilmiş Serpico, televizyonda galı eşek” gibi dolaşmaktansa kılık değiş¬
izlediğimiz kimi Amerikan dizilerinden çok tirerek “kötü”leri engellemek, işlenecek
daha hatırı sayılır bir biçimde, polis örgü¬ “suç”ları önlemek amacıyla sokaktaki ka¬
tünde rastlanan yozlaşmaları, keyfi tutum¬ labalığın arasına karışacak denli “idealist”,
ları, yolsuzlukları ve rüşvet olaylarını, ger¬ aynı zamanda üniversiteye devam ederek
çekten yaşanmış bir öyküden yola çıkarak Cervantes ve Don Kişot ya da bale tarihi
bütün çıplaklığıyla yansıtıyor. Waldo Salt, üstüne bir şeyler öğrenecek denli, sürekli
Norman Wexler İkilisinin Peter Maas’ın kendisini geliştirmek isteyen ve 1970’lerin
Türkçeye de çevrilmiş, çok satan romanın¬
Yönetmen: Sidney Lu- özgürlükçü, “çiçek çocukları” kültürü kay¬
met. Senaryo: Waldo dan uyarladığı senaryo, televizyondan ye¬ naklı genel havasından nasibini alan polis
Salt, Norman Wexler tişmiş ve zaman zaman nitelikli, ilginç ya¬ memuru Serpico, ayda birkaç kez“tahsil-
(Peter Maaş’m Serpico pıtlar ortaya koymuş yönetmen Sidney Lu- dar” gibi avantalarını doğrultan ve yıllık
adlı romanından). Gö¬ met için biçilmiş kaftan. Kraldan çok kral¬
rüntü yönetmeni: Art- toplamı milyonlara varan bu rüşvetleri “ma-
cı sansür hazretlerince şimdiye değin bir¬ aş”mışçasına paylaşarak yan ceplerine ko¬
hur J. Ornitz. Müzik:
Mikis Theodorakis. kaç kez reddedilen bu filmin içeriğiyle son
yan kendi polis arkadaşlarına giderek di¬
Sanat yönetmeni: Do- sıralarda gazete başlıklarına yerleşen bir
ken gibi batıyor namuslu davranışıyla. Oy¬
uglas Higgins. Kurgu: emniyet müdürümüzün henüz açıklığa ka¬
sa “para yemeyen polise kim güvenebilir
Dede Ailen, Richard vuşmamış uzun hikayesinin benzerliği ba¬
Marks.Oy uncular: Al ki?” Belirli zamanlarda belirli kişilerce top¬
kımından, Serpico’nun şu günlerde gös¬
Pacino, Biff McGuire, lanan ve paylaştırılan inanılmaz rüşvetleri
John Randolph, Cor- terilmesi de ilginç bir rastlantı olsa gerek.
“dayı”sı sandığı üstlerine bildirdiği halde
nelia Sharpe, Jack Ke- İyi bir polis olmak isteyen Frank Serpico’¬
1,5 yıl süresince bir sonuç alamayan, o gö¬
hoe. Barbara Eda - Yo- nun (Al Pacino), giderek Bizans entrikası
revden bu göreve sürülen, “davasına ha¬
ung, Tony Roberts, Ed türünden iğrenç bir oyun atmosferine bü¬
Grover, Allan Rich, yatını koymuş” bu'damgalı adamın ört bas
rünen karmaşık öyküsü, Sidney Lumet’in
Norman Arnellas, edilemeyecek boyutlara erişen savaşımı¬
John Medici. Ameri¬ gücünü yarı belgesel New York çekimle¬ nı yürekli bir tavırla konu edinen, çağdaş
kan (Paramount) yapı¬ rinden alan, sağlam ayrıntılarla bezenmiş,
toplumun en önemli kurumlarından birini
mı, 1973, kesilmemiş durağan bölümlerden bütünlenen yürekli kangren gibi baştan ayağa sarmış, sürekli
uzunluğu 131 dakika. anlatımıyla,etkileyici bir“kokuşmuş bürok¬
görmezden gelinen bir yozlaşmayı, namus
ve doğruluğun yerini almış, iyice yaygınlaş¬
mış bir çürümeyi vurgulayan Serpico, Sid¬
ney Lumet’in filmografisindeki toplumsal
bilinç üstüne sorular getiren 12 Angry
Men-12 Öfkeli Adam, The Pavvnbroker-
Tefeci, The Group- Grup, Dog Day
Afternoon- Köpeklerin Günü ve Netvvork
- Şebeke vb. gibi dinamik ve ilginç yapıt¬
larının düzeyine erişiyor.

Önce güzel balerin Leslie (Cornelia


Sharpe),sonra da komşusu hemşire Laurie
(Barbara Eda-Young) ile geçen gönül se¬
rüvenlerini de izlediğimiz, özel yaşamında
duygulu, evlilik kaçkını, boyuna poşuna
bakmadan tek başına “sisteme” karşı çık¬
maya kalkışan, eşcinsellik, vb. suçlamalar¬
la sindirilmek istenen, “artık yaldızlı lafla¬
ra” karnı tok bu “güzel, beyaz Amerikalı
imajına” aykırı, sıradan New York polis me¬
murunun gerçekçi öyküsü, kaçınılmaz, bü¬
yük çapta bir soruşturma aşamasına varı¬
yor sonunda. Çirkefe bulaşanın istese de
artık ayrılamadığı ve yüksek bürokratlarca
zaman aşımına bırakılarak geçiştirilmek is¬ tiğini öğreniyoruz. 61
tenen bu “rüşvet rezaleti”, ancak New Yer yer tekdüze bir tempoya bürünme¬
York Times sayfalarına yansıdıktan sonra sine karşın, bütün televizyondan yetişen
ıcığına cıcığına inilecek, polis kendi ken¬ yönetmenler gibi, Sidney Lumet’in belirgin
dini soruşturacaktır... Sonuç; polis örgütü bir teknik ustalığı sergilediği Serpico, her
elbette bir “azizler kampı” değildir (I), zaman için geçerli içeriği ve yürekli tavrıy¬
“yozlaşma” birkaç müdürün görevinden la baştan sona seyircinin ilgisini ayakta tu¬
alınmasıyla çözümlenecektir... Filmin so¬ tan, gerçekçi, saygın bir yapıt, mevsimin
nunda, soruşturmanın ardından örgütten ilginç filmlerinden biri.
ayrılan Frank Serpico’nun “can korkusuy¬
la” yerini yurdunu bırakıp İsviçre’ye yerleş¬ S.ç

SİLAHIN GÜCÜ
(Magnum Force)

ergio Leone’nin spaghetti- bilmeli” mesajıyla filmini noktalıyor. Tabii,


vvestern’lerinin yalnız kovboyu üstleriyle hep çekişme içindeki, “sistemi”
Clint Eastvvood’un, 1970’lerde koruma adına yine her şeyi kendi bildiği
oynadığı Donald Siegel imzalı Dirty Harry- yoldan halleden komiser Harry Callahan,
Kirli Adam’da canlandırdığı, sonuçlandırı¬ heyecanlı araba ve motosiklet takibi sah¬
lamamış birtakım polisiye olayları kendine neleriyle şişirilmiş Magnum Force- Silahın
özgü vahşi yöntemlerle, şiddete başvura¬ Gücü’nde, kendisine “kesik,”, değişik
rak çözümleyen, soğukkanlı ve acımasız renkli kadınlarla ilişkilere girişmekten de
"Magnum Force” Yö¬
komiser Harry Callahan tiplemesinin tut¬ geri durmuyor, zenci yardımcısına mesle¬ netmen: Ted Post. Se¬
ması üzerine sürdürülmüş Harry Callahan ğin inceliklerini öğretirken öte yandan öl¬ naryo: John Milius,
serisinin, 1973’te yönetmen Ted Post ta¬ dürülen eski polis arkadaşının ve başkala¬ Michael Cimino
rafından tezgahlanmış tipik bir örneği ni¬ rının öcünü almaktan da geri kalmıyor.. Bi¬ (Harry Julian Fink’le
teliğindeki Magnum Force- Silahın Gücü, Rita M. Fink’in yarat¬
çim, içerik, yorum ve sinema anlatımı ba¬
bir Serpico denli etkileyici olmasa da, yi¬ tığı tipler üstüne John
kımından Amerikan sinemasının polisiye
Milius 'un öyküsün¬
ne polisin görevini yapması, suç, suçlu, türünün alışılmış klişelerini yineleyişi, den). Görüntü yönet¬
yargılama ve ceza kavramları konusunda 1980’lerde ölüveren, hiçbir zaman kimi il¬ meni: Frank Stanley.
kuşkusuz tartışılabilir, çarpık, insancıl ol¬ ginç sayılabilecek serüven filmlerinden öte¬ Müzik: Lalo Schifrin.
mayan yaklaşımlar sergileyen, başlı başı¬ ye gidememiş yönetmen Ted Post’un pro¬ Oyuncular: Clint East-
na bir “yalnız kovboy-yalnız polis” Clint wood, Hal Holbrook,
fesyonelce bir cilayla parlattığı Magnum
Mitchell Ryan, David
Eastvvood gösterisi baştan sona. Tam 11 Force- Silahın Gücü’nü sonuçta önemsiz Soul, Felton Perry,
yıllık bir film olan Magnum Force- Silahın kılarken yine de kimi beylik, seyirlik özel¬ Tim Matheson, Chris-
Gücü ’nde “süper kahraman” Harry Cal- likleri ve sürükleyiciliği, bu oldukça eskimiş tine mite, Adele Yos-
lahan, bu kez “kötü”lerle değil de,Hukuk Hollyvvood yapımını, özellikle bu türün tut¬ hioka. Kip Niven, Ric-
açısından suçlunun yargılanıp yargılan¬ hard Devon. Amerikan
kunlarınca rahatlıkla izlenebilir bir düzeye
(Columbia - Warner)
mamasına aldırmaksızın tüm “kötüleri” çıkarıyor. Ama hepsi o kadar işte. yapımı, 1973,122 daki¬
birer birer temizleyen, örgütlenmiş,
s.ç ka.
gözü kara başka polislerle kıyasıya, aman¬
sız bir savaşıma tutuşuyor. Sonraları,
1980’lerde Hollywood’un çizgi dışı yönet¬
menlerinden olacak John Milius’la Micha-
el Cimino’nun birlikte yazdıkları senaryo,
toplumun ve yasaların koruyucu gücü po¬
lisin, “iktidarını” aşırı şiddet yollarına da¬
yanarak kötüye kullanması ve “mahkeme¬
ler yeterince iyi çalışmadığı” gerekçesiy¬
le, yargılama aşamasını aradan çıkarıp
doğrudan doğruya suçlu zanlılarının öldü¬
rülerek suçun ve suçluların, ibret verici bir
biçimde kökünün kazınması gibisinden,
“biri ya da birileri daha iyi bir çözüm getir¬
medikçe şiddet yanlısı” olan Harry Calla-
han’ın bile karşı çıkacağı türden, faşist ni¬
telikli, anında yargılayan ve uygulayan bir
cellat polis motifi üstüne kurulmuş. Yönet¬
men Ted Post da “her insan ait olduğu yeri
62
ÇILGIN MAX
(Mad Max)

ad Max” serisinin 2. filmi


olan, senaryo ve yönetmenliğini
George Miller’in üstlendiği “Sa-
vaşçı”yı (Mad Max 2), 1983 yılında izlemiş¬
tik. i. bölüm “Çılgın Max” ise, biraz gecik¬
meyle karşımıza çıktı. Son yıllarda kıpırdan¬
maya başlayan Avustralya sinemasının
gözde isimlerinden George Miller, “Çılgın
Maks”da, fantastik sinemanın değişik özel¬
liklerinden yararlanıp, “biçim”! ön plana çı¬
kararak, şiddet dozu yüksek (“Çılgın
Maks”, şiddet sahneleri yüzünden, birçok
ülkede sansürle başı derde girmiş, kimi
yerleri kesilerek oynatılabilmiş bir film...),
tipik bir kaçış sineması örneği vermiş.
“Günümüzden bir süre sonra”, insan fa¬
aliyetleri durgunlaşmaya, dünya da ıssız¬
laşmaya yüz tutmuştur. Benzin sıkıntısı ve
insan azlığından, yollarda tek tük arabalar
görülmektedir. Bu durumdan istifade edip,
ortalığa dehşet saçan “kötü adamlar”a
karşı, düzeni korumak için uğraşan polis¬
lerden biri olan Max (Mel Gibson), “gece
sürücüsü” diye anılan bir serserinin ölümü¬
ların yol açtığı, önemli değil zaten... Miller’¬
ne neden olur. Ölenin arkadaşları, intikam
in amaçları dışında olduğundan, seyirciye,
için, polislere karşı harekete geçerler...
herhangi bir mesaj ya da düşünüp, tartı¬
Max’ın karısı ve çocuğunun ölümüne ka¬
şabilmesi için herhangi bir fırsat verilmiyor.
dar uzanan, sinir bozucu bir dizi cinayet/te¬
İnsanlar “iyiler” ve “kötüler” olarak ikiye
cavüzü içeren sahneler, sonlardaki hesap¬
ayrılmış, anlam ve değerinde değişiklikler
laşmalarla, Miller tüm hünerini gösterir.
meydana gelmiş “adalet” kavramı, kanun
“Korku”dan bilimkurguya, sınırsız imge¬
adamlarını da acımasız kılmış, ortalık, güç-
Yönetmen: George lere açık fantastik sinemanın katıksız ör¬
Miller. Senaryo: James lünün, güçsüzü ezdiği bir arena haline gel¬
nekleri yanında, önemsiz bir film, 2 ödül al¬
McCausland, G. Mil¬ miş... İşte bu arenada, kaba, çirkin, kötü¬
mış “Çılgın Maks”... Yazar / yönetmen Mil¬
ler. Müzik: Brian May. lükleri meslek edinmiş insanlarla, sevecen,
Görüntü Yönetmeni: ler, yoğun temaları bir yana bırakıp, “wes-
özverili, pırıl pırıl insanlar acımasızca çar¬
Davit Eggby. Kurgu: tern”imsi işleyişle, algılamada “biçimsel”i
pışıyorlar, Miller’in usta yönetimiyle, izle¬
Tony Paterson. Oyun¬ öne çıkarıyor; kurgu/kamera/ müzik üçlü¬
cular: Mel Gibson, Jo- yici de zaman zaman onlarla özdeşleşiyor.
sünden alabildiğine yararlanıp, konuşma¬
anne Samuel, Hugh Alıcı hareketleri (kaydırmak çekim, vinç çe¬
lardan daha çok “görüntü”ye ağırlık vere¬
Keays-Byrne, Steve kimi...), “zaman”ı israf etmeyen hızlı bir
Bisley, Tim Burns, Ro- rek, insan çatışmalarını anlatıyor; gerilim-
kurgu, duyguların kabarıp alçalmasıyla
ger Ward. Yapım: heyecan-korku ağırlıklı bir “kokteyl” sunu¬
uyumlu müzik sayesinde rahatlıkla seyre-
W amer Bros. (Avust- yor. Bunun ötesinde, filmde gösterilen ka¬
dilebilen “Çılgın Maks”, sabun köpüğü gibi
rayla). 1979. ramsar geleceğe ne gibi gelişme ve oiay-
sönüp giden bir film sonuçta.
ALİ ULVİ UYANIK

YAŞIYORUM
(Staying Alive)

T ony Manero (John Travolta)


daha önce oldukça yankı uyan-
girip çıkarken, bir yandan da asıl iddialı ve
hırslı olduğu alanda, dans alanında doğru
_ dırmış bir başka filmde, “Satur- dürüst bir iş arıyor. Ne var ki, bir türlü de¬
day Night Fever-Cumartesi Gecesi nemelerde beğenilip bir temsilde dans et¬
Ateşi”nde bıraktığı macerasına bu yeni me düşünü gerçekleştiremiyor. Bu arada
filmde, “Sating Alive-Yaşıyorum”da de¬ sıradan bir dansçı ile duyarlı ilişkisini de
vam ediyor. Bir yandan gelip geçici işlere sürdürüyor. Derken... Sevgilisinin de rol al-
dığı oyunun son gecesinde bin türlü şak¬
63
labanlık yapıp baş balerin ile tanışıyor! Kı¬
sa süreli ama ihtiraslı bir ilişkileri oluyor.
Bu ilişki Tony Manero’ya şans getiriyor. Bir
deneme barajını aşıp bir oyunda dans ede¬
bilmeye hak kazanıyor sonunda. Vefalı fa¬
kat sıradan dansçı sevgilisi ile ihtiraslı fa¬
kat bağımsız başbalerin arasında gidip ge¬
liyor. İki kadını birden yitirdiği bir sırada an¬
nesinin öğütleri Tony Manero’nun aklını ve
hırsını başına getiriyor.Müthiş birataklave
vefalı sevgilisinin fedakârca desteğiyle oyu¬
nun başbaleti oluveriyor. Oyun olağanüs¬
tü bir başarı kazanıyor. Tony Manero kıs¬
kanç başbalerinin haset dolu bakışları ara¬
sında sadık sevgilisine sarılıyor ve sokak¬
lara fırlayıp herkese hava atmaya başlı¬
yor... Üçüncü film yapılıncaya kadar Tony
Manero’nun Amerikan rüyası da şimdilik
burada son buluyor... Yoksul bir mahalle¬
den çıkan Tony Manero dans dünyasının
tepesine oturuyor... Yönetmen: Sylvester
Filmin yönetmeni Sylvester Stallone kaş¬ Stallone. Senaryo: S.
Stallone, Norman
la göz arasında ve kimseye çaktırmadan den geriye kalan başka bir şey aramak pek Mexler. Görüntü Yö¬
bir Rocky filmi daha attırıvermiş. Aynı tür büyük bir yanlış. Bu kadarıyla yetinirseniz netmeni: Nick McLe-
espriler, aynı kurgu, aynı öz, aynı kötü mesele yok, izlenebilir bir Stallone filmi iş¬ an. Oyuncular: John
oyunculuk. Derinliksiz, basit ama popüler, te! Ama, başka şeyler aramaya kalkarsa¬ Travolta, Cynthia Ro-
nız, başka bir adrese gitmeniz gerekecek... des, Finola Hughes,
sevimli bir film. Ve dünyanın parası. Sabit
S t eve Inwood, Julie
bir mekan ama muhteşem bir dekor, muh¬ Bovasso. Yapım: Para-
teşem kostümler. Çok güzel danslar. Film¬ MUHİTTİN SİRER mount (ABD). 1983.

KUJO
(Cujo)

Kujo, sıradan olduğu denli sıradışı hay¬ sini annesiyle birlikte bir arabanın içinde
vanları da, biraz olağandışı etkenlerle, bi¬ yakalıyor. Bu canavar ısırıldıktan sonra ev¬
raz da anatomilerindeki değişimlerle kor¬ cil olmaktan çıkan sevimli çoban köpeği
ku sinemasının malzemesi yapan anlayı¬ Kujo’dan başkası değil kuşkusuz. Bir kaç
şının günümüzde vardığı noktayı belirleyen kişiyi oldukça kanlı-canlı bir gösteriyle hak¬
son örneklerden biri. Fantastik yapıtlara im¬ ladıktan sonra benzini bitmiş bir araba için¬
zasını atan Stephen King’in Günah Tohu¬ de ana-oğulu tutsak eden Kujo, giderek bu
mu (Carri)den sonra sinemaya armağan et¬ kişiler için altedilmesi güç olan bir cana¬
tiği Sen Bernar cinsi çoban köpeği, daha var haline dönüşüyor. Ve film, romandaki-
önceleri kanalizasyon çukuruna düşüp, in¬ nin aksine, değişik bir olayla son buluyor.
san etiyle beslenen korkutucu timsahla
haşır-neşir olmuş (Canavarın İntikamı / Al- LevvisTeague’nin daha sonraki olaylar¬
ligator) bir yönetmen için kaçırılmaması ge¬ la hiç bağıntısı olmayan oldukça uzun ve
ağdalı kişi betimlemesini hesaba katmaz¬ Yönetmen: Lev/is Tea-
reken bir fırsat yaratmış. Kujo, Lewis Tea- gue Senaryo. Don Car-
gue’nin tedirgin ediciliğinin yanı sıra, ince sak, sıradan -ama çok iyi kullanılmış- Sen los Dunavvay -Laureen
bir ironiyi de içeren Alligator’un yanı sıra, Bernar cinsi köpekle korku türün elverdiği Currier. Eser: Stephan
salt bir gerilim (ya da korku) öğelerini kap¬ ölçüde tedirginlik yarattığını söyleyebiliriz. King. Görüntü: Jan De
sıyor tümüyle. Kujo’nun tavşan peşinde ko¬ Şaşırtıcı bir biçimde eğitilmiş çoban köpe¬ Bont. Müzik: Charles
ğinin yanı sıra, bu tür filmlerde görmeye Bernstein. Oyuncular:
şarken yasalar tarafından ısırılıp kuduz ol¬ Dee Waliace, Daniel
masına parelel olarak sevimli küçük çocuk alıştığımız Dee VVallace’ın oyunları da yö¬ Hugh Kelly Danny Pin-
Tad’ın, daha sonra başına gelecekleri çağ¬ netmen Teague’nin tedirgin edici sinema¬ tauro, Ed Lauter,
rışım yapan karabasanlarla dolu sıkıntıiı ve sına oldukça katkıları bulunmuş. Christopher Sıone. Ya¬
tedirgin edici geceleri sunuluyor. Oysaki pım: Sun Classic Pictu-
res (ABD) 1983. Dışa¬
küçük Tad’ıcı düşlerindeki canavar, kendi¬ B.E lıma firma: Özen
34
TARZAN
(Greystoke - The Legend of Tarzan-Lord of the Apes)

oman, çizgi-roman ve sinema, 3 mış tüketim toplumları için “nostaljik ve eg¬


MJ koldan hemen hemen 70 yıla ya- zotik” bir kaçış sunmaktadır. 1918’lerden
[ kın bir zamandan beri Edgar Rice günümüze, 45’i aşkın filmle gittikçe yozla¬
Burroughs’unyarattığı “maymun adam” ya şan ve kalıplaşan, ucuz serüvenlerin kahra¬
da “ormanlar hakimi” Tarzan mitosunu ge¬ manı olarak beyaz perdeye aktarılan Edgar
niş okuyucu ve seyirci kitlelerine benimset¬ Rice Burroughs’un ölümsüz Tarzan’ından
miş ve sevdirmiştir. Yirminci yüzyıl başların¬ umudu kesmemiş görünüyor Hollyvvood;
da önce klasik mitologyayı bilimkurgu öğe¬ çünkü, bu filmlerde doğanın ve hayvanların
leriyle kaynaştıran, akla hayale sığmayan koruyucusu, herzaman iyi’den, doğru’dan
Yönetmen: Hugh Hud- düşsel serüven romanlarıyla popüler Ame¬ yana, balta girmemiş ormanlarda bilinçsiz¬
son. Senaryo: P.H. Vti¬ rikan edebiyatını renklendiren, Michigan As¬ ce de olsa beyaz adam yasalarının uygula¬
zdi:, Michael Austin keri Akadamesi’nden ayrılma, altın arayıcı- yıcısı, sonsuz gençliğin, uygarlıktan kaçışın,
(Edgar Rice Burro- lığından polisliğe, seyyar satıcılıktan reklam¬ bozulmamış doğallığın simgesi ve sözcüğün
ughs’un "Tarzan Of cılığa değin çeşitli mesleklere girip çıkarak tam anlamıylaözgürlüğün “kahramanı” ola-
The Apes” adh eserin¬ gelmiştirTarzan öteden beri. İşte en son iki
sonunda serüven romanları yazarlığında ka¬
den). Görüntü yönet¬
rar kılmış Edgar Rice Burroughs’un mevsim önce izlediğimiz, Tarzan’dan çok
meni: John Alcott. Mü¬
zik: John Scott (The (1875-1950) yaygın ününü asıl ölümsüzleş¬ Bo Derek’in cinselliğini öne çıkaran, John
Royai Philharmonıc tiren, sonraları, 1912’lerde yazmaya başla¬ Derek’in son derece tecimsel ve başarısız
Orchestra). Sanat yö¬ dığı ve umulmadık ölçüde “tutulunca” sür¬ Tarzan, The Ape Man’inden (1981) sonra,
netmeni: Norman Dor- dürdüğü, vahşi ormanlarda geçen heyecanlı Chariots Of Fire-Ateş Arabaları’yla(1981)
me. Kurgu: Anne V. serüvenlerin kahramanı Tarzan olmuştur. tanıdığımız İngiliz yönetmen Hugh Hudson
Coates. Oyuncular: da katılıyor Amerikan yapımı Tarzan filmle¬
Christopher Lambert, Çağımızda Batı kültürüne damgasını vur¬ ri kervanına, Greystoke, The Legend Of
Ralph Richardson, lan muş Tarzan mitosu, bunca yıldır kitaplar, Tarzan, Lord Of The Apes- Maymunlar Lor¬
Holm, JamesFox, An- çizgi-romanlar ve filmler aracılığıyla, yedi¬
die MacDowell, Paul du Tarzan ile. Bu 1983 yapımı çokyeni film¬
den yetmişe, değişik kuşakları etkileyegel-
Geoffrey, Cheryl de Burroughs’un özgün yapıtına sadık ka¬
mektedir. Genelde uygarlığın yozlaştırdığı,
Campbell, lan Charle- lan Hudson, alışılagelen Tarzan’lardan de-
son, Nigel Davenport, yitirilmiş bir “arılığın”, insanoğlunun kay¬
ğişikbiryaklaşımla can veriyor ünlü mitosa.
Nicholas Farrel. Ame¬ naklara dönüşünün aranışı olarak nitelene-
1983’te ölen usta İngiliz oyuncusu Ralph
rikan (Wamer Bros) ya¬ bilecekTarzan mitosu, çok gelişmişliğin ve
Richardson’ un anısına adanmış ve farklı bo¬
pımı, 1984,137dakika. ileri teknolojiningetirdiği sorunlarla kuşatıl¬
yutlarda seyreden bu filmde, giderek orman¬
la uygarlık arasında kesin seçimini yapan,
soylu Greystoke Lordu’nun torunu bir Tar¬
zan öyküsü izliyoruz. 1885’lerdeki bir deniz
kazasının ardından Afrika’nın ıssız bir köşe¬
sinde bir İngiliz Lordu’nun torunu olarak do¬
ğuyor kahramanımız ve yavrusunu yitirmiş
bir anne maymun tarafından alınıp ormanın
derinliklerinde, maymunlar arasında büyü¬
yor. İnsansı üstünlükleriyle, babaevinde bul¬
duğu bir bıçakla maymun toplumundaki ön¬
derliğini ilan ediyor bıyıkları terler terlemez.
Derken nehirde sisler içinde beliren bir araş¬
tırma gemisiyle “spor ve kan, hayatın esa¬
sıdır” ilkesiyleBritishMuseumadınaçeşitli
hayvanları toplayan ve avlayan ‘ ‘ kasap” İn-
gilizler sökün ediyor, ama yöre sakini yerli¬
ler, kendilerinden başka herkese tepeden
bakan, burnu büyük bu uygarlıktemsilcile-
rini gafil avlıyorlar. Gelecek kaygısı olmadan,
mutlu bir biçimde içinde bulunduğu anı ya¬
şayan Tarzan (Christopher Lambert) araş¬
tırma grubundan Belçikalı D'Arnot’yu (lan
Holm) ölümlerden kurtarıyor ve iyi niyetli,
dost Belçikalı da “neolduğuna, kim olduğu-
na birtürlü inandırıiamayan” Tarzan’ı (John John Alcott’un birinci sınıf görüntü ça¬ 65
Clayton'ı) “ait olduğu” yere, Greystokema- lışmasıyla yer yer görkemli bir seyirlik dü¬
likânesine ve lord dedesine (Ralph Richard- zeye ulaşan Greystoke, The Legend Of
son) geri götürüyor. Uygarlığın nimetlerini, Tarzan, Lord Of The Apes - Tarzan, yö¬
bu arada güzel “öğretmen” Jane (Andie netmen Hugh Hudson’ın özenli, zevkli an¬
MacDovvell) ile aşkı ve cinselliği öğrenen, latımıyla ve Christopher Lambert, Ralph
Fransız aksanıyla İngilizce konuşan Tarzan Richardson, Andie MacDovvell, vb. gibi
ne var ki doğup büyüdüğü el değmemiş, vah¬ oyuncuların başarılı yorumlarıyla değerle¬
şi ortamı özleyecektir, filmde altın kafese ka¬ nen, serüven sinemasının ölümsüz Tarzan
patılmış bülbül simgesiyle verildiği gibi. Ye¬ mitosuna yeni, değişik boyutlar kazandı¬
tişme koşullarının kalıtıma üstün geldiği ran, ilginç ve oldukça yeni bir Hollyvvood
“saf” kahramanımız, gümüş tepsi içinde yapımı sonuçta. Ne var ki seyircinin bu yeni
merdivenden kayarakdüşüpbaşınıçarpan filmi hak ettiğince değerlendirdiğinisöyle-
dedesinin ve dramatik bir biçimde vurulan yebilmek zor gerçekten; mevsim başından
maymun “babasının” ölümünden sonra uy- beri başka filmlerde de olduğu gibi TV, vi¬
gartoplumda insanlar arasında lord olmak¬ deo, hayat pahalılığı filan derken sinema¬
tansa doğada maymunlar arasında kral ol¬ ya gitme olayı bir alışkanlık olmaktan çıkı¬
mayı yeğleyerek, sevgili Jane’inden ayrılma yor mu ne?
pahasına ormana dönecektir...
66
KANLI MADEN
(Mother Lode)

Kuzey Amerika’nın Cassiar yöresindeki klasik kalıpları yinelemiş, gösterişli sahne¬


bir gölün kumları arasında bulunan altının ler ortaya çıkarmış... “Geriden gösterim”
“ana maden damarı”, 1875'ten beri bir¬ tekniğinin de kullanıldığı, havadan çekim¬
çok kimse tarafından aranmış, ancak, bu - lerle gerçekleştirilmiş son derece güzel gö¬
lunamadığı gibi, aramaya gidenlerin çoğu rüntüler;’ yerin 150 metre derinliğini tüm
da geri dönmemiştir. korkunçluğuyla yansıtan maden vb... An¬
Bir maden şirketinde görevli Ge- cak, Heston'ın birinci sınıf oyununa ayak
orge’da, güya jeofiziksel araştırmalarda uydurmakta güçlük çekmeyen Nick Man¬
bulunmak üzere Cassiar yöresine gider ve cuso ve Kim Basinger’la birlikte, toplam 5-6
bir daha geri dönmez... George’u bulmak, konuşmalı rolü olan film, bir yerden sonra
aynı zamanda da araştırmalar yapmak için izleyeni sıkıyor. Başlarda yakaladığı tempo¬
madenin bulunduğu yere gelen Jean (Nick yu, sonraları bir türlü tutturamayan Heston,
Mancuso) ve Andrea (Kim Basinger), bu¬ bazı sahneleri gereksiz yere uzatmış (ma¬
Yönetmen: Charlton
rada, garip, gizemli bir madenci olan Iskoç- dendeki yürüyüşler, araştırmalar...)... Bu
Heston. Senaryo: Fra-
ser Heston. Müzik: ya asıllı Silas McGee’yle (Charlton Heston) da, bir serüven filmi çerçevesinde zaten az
Ken Wannberg. Gö¬ olan ana karakterlerin güdükleşmesine yol
karşılaşacaklar ve yıllardır saklanan sırrı
rüntü Yönetmeni: Ric- açıyor. Gitgide azalan bir ilgiyle seyredilen
hard Leiterman. Oyun¬ çözeceklerdir.
“Kanlı Maden”, ancak Charlton Heston
cular: Charlton Hes¬ Tarihsel filmlerden-felaket filmlerine, bü¬
hayranlarının katlanabileceği, başarısız bir
ton, Nick Mancuso, yük bütçeli, üstün yapımlarla ünlenmiş
Kim Basinger, John film. Richard Leiterman’in görüntüleri ve
oyuncu Charlton Heston, serüven sinema¬
Marley. Yapım: Aga- Ken A/Vannberg’in müziği de, bu filmi kur¬
sının dil ve trüklerine yabancı değil. Yönet¬
memnon Films (ÂBD). tarmaya yetmiyor, ne yazık ki...
1982. menliğe soyunduğu “Kanlı Maden”de de
A.U.U

FİLMLER: SUNGU ÇAPAN ATİLLA DORSAY VECDİ SAYAR BURÇAK EVREN

İSTİLA Strange Invaders/M.Laughlin, 1982 • O O


GÜNEŞ DOĞARKEN/ Şerif Gören, 1984 O o
ATLA GEL ŞABAN/ Natuk Baytan. 1984 •
DÜNYANIN KADERİ/ The China Syndrome/ J.Bridges. 1979 • •• •• • • •• • ••
NEFRET/ Osman F.Seden, 1984 • •• o
ÇILGIN MAX/ Mad Max 1 / G. Miller, 1979 • • •

KUJO/ Cujo / L. Teague, 1983 • •• ••


DEDEKTİF BOGARD/ The Man With Bogard Face/R.Day, •
SİLAHIN GÜCÜ/ Magnum Force/ T. Post, 1973 •
OTOBÜS/ Tunç Okan, 1976—84 •• •• • •• •• •

SERPİCO/S. Lumet, 1973 •• •• •• • ••


YAŞIYORUM/ Staying Alive / S.Stallone, 1983 • • •• •

TV'DEKİ FİLMLER
GELİNCİK/ Şerif Gören, 1978 O O o
BÜYÜK YARIŞ/ Le Mans/ Yön: Lee M. Katzin, 1971 • • •
VAHŞİ NEHİR / Wild River/ Yön: Elia Kazan, 1960 •• •• •• ••
IVANHOE/ Yön: Richard Thorpe, 1952 • •• •
SÜRÜCÜ/ Driver / Yön: Walter Hill 1977 • • • •
BAŞKANIN İNCELEMESİ/ The President’s Analyst. 1967 •• • •• •
KARA RÜZGAR/ Black Stallion/ Yön: Carroll Ballard, 1978 •• •
DOKTOR JİVAGO/ Dr. Zhivago / Yön: David Lean. 1965 o • • • •
TATLI NİGAR/ Yön: Orhan Aksoy, 1978 o • o
PEPE/ Yön: George Sidney, 1960 o • • •

O KÖTÜ • SIRADAN • • İYİ • ••ÇOK İYİ • ••• BAŞ YAPIT


Altın seramik dizisinden
“Çift Kulplu Çanak”. Beycesultan kazısı (Orta Tunç Çağı: M. Ö. 1900-1750)
buluntularından geliştirilmiş altın emaylı seramik Çap: 28 cm. Yük: 13-5 cm.

ALTIN SERAMİK
Pişmiş toprak Anadolu’nun uygarlıktan
uygarlığa süzülüp gelen binlerce yıllık
geleneği.
Jest, bu eşsiz birikimi özümseyip,
değerli el emeği, özgün tasarım anlayışıyla,
“Altın Seramik” dizisini üretti.
Bu diziyi oluşturan
seramiklerden birini, ya da bir başka
zevkli aksesuar, kişisel eşya,
unutulmaz bir hediye istediğinizde,
Jest’i ve sadece Jest’i onurlandırın:
Jest seçkinliğinizi sergiler.

İZMİR
MERSİN
HOUSTON

'm
Şimdi yepyeni...
• Hem sizin için aydınlatıcı, hem de öğrenciler için okulda en büyük yardımcı
• Ansiklopedi kadar doğru ve kapsamlı, bir dergi kadar .güncel ve oyalıyıcı
• Bilimsel, anlaşılır bir dil
• Pırıl pırıl ofset baskı, renkli resimli...

3 büyük hizmet
Bedava Fizik-Kimya-Biyoloji Sözlüğü
Bilim Dergisinin Türk Kültürüne büyük katkısı.
Konusunun en kapsamlı sözlüğü. Binlerce madde, terim,
kuramsal kavram. Doğa bilimlerinin en önemli üç dalının
bilinmeyenleri... Tüm öğrencilerin, öğretmenlerin
aydınların en büyük yardımcısı.

Bilim Dergisi okurlarına


bilgisayar veriyor.
Bilim Dergisi okurlarını hem bilgisayar sahibi yapıyor,
hem de bilgisayarların nasıl kullanıldığını öğretiyor.
Geniş bilgi Ekim Sayısında...

Büyük ödüllü yeni buluşlar ve


pratik uygulamalar yarışması
Bilimin her alanında, günlük yaşantımızı
kolaylaştıracak buluşlarınız, pratik uygulamalarınız varsa
bu yanşmaya mutlaka katılın. Hem büyük ödüllerden
yararlanın, hem de Türk insanının yaratıcılığını kanıtlayın...

ARALIK AYINDA MUTLAKA BİR


BİLİM DERGİSİ ALIN!

You might also like