Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 79

KADIN AVCILARI

Kara Komedi

Yazan: Graham Linehan


Çeviren: Gülay Gür
Bu oyun, 1955 yapımı aynı adlı filmden sahneye uyarlanmıştır. Filmde bu
oyundaki karakterleri canlandıran oyuncular aşağıdaki gibidir:

Katie Johnson: Bayan Wilberforce


Sir Alec Guinness:Profesör Marcus
Cecile Parker: Claude (nam-ı diğer 'Binbaşı Courtney')
Herbert Lom: Louis (nam-ı diğer 'Bay Harvey')
Peter Sellers: Harry (nam-ı diğer 'Bay Robinson')
Danny Green: Tek-Raunt (nam-ı diğer 'Bay Lawson')

Oyun 2016-2017 sezonunda İngiltere'de 23 tiyatroda oynayacaktır.

Yapımcı Oynadığı Yer Oynadığı Tarihler


Prince of Wales Centre Straffordshire 14/04/2016 - 15/04/2016
Gaiety Theatre South Ayrshire 14/09/2016 - 17/09/2016
Chads Theatre Company Cheshire 21/05/2016 - 28/05/2016
Cotswold Playhouse Gloucestershire 14/03/2017 - 18/03/2017
Sheringham Little Theatre Norfolk 22/02/2017 - 25/02/2017
Dewsbury Artspace West Yorkshire 01/10/2016 - 08/10/2016
Bob Hope Theatre Londra 05/10/2016 - 08/10/2016
Bob Hope Theatre Londra 02/11/2016 - 05/11/2016
Guildhall Theatre Derbyshire 22/11/2016 - 26/11/2016
Dugdale Center Middlesex 20/09/2016 - 24/09/2016
Larkfield Village Hall Kent 23/04/2016 - 24/04/2016
Oast House Theatre Kent 14/07/2016 - 23/07/2016
Putney Arts Theatre Londra 03/05/2016 - 07/05/2016
Sir John Mills Theatre Suffolk 20/04/2016 - 23/04/2016
Stoke Repertory Theatre Staffordshire 07/06/2016 - 11/06/2016
The Edge Theatre West Midlands 31/05/2016 - 03/06/2016
The Playhouse Lincolnshire19/04/2016 - 23/04/2016
The Space on the Mile Edinburgh 15/08/2016 - 20/08/2016
Altrincham Little Theatre Cheshire 18/03/2017 - 25/03/2017
Lancing Parish Hall West Sussex 21/04/2016 - 23/04/2016
Theatre Colwyn Conwy 22/04/2016 - 23/04/2016
Theatre W.shop Coulsdon Surrey 02/04/2016 - 09/04/2016
Tynemouth Priory Theatre Tyne and Wear 06/06/2016 - 11/06/2016

1
PERDE I

Bir evin dış cephesi.

Sokaktan sesler, kuş cıvıltısı, buharlı trenlerin gıcırtılı geçişini ve düdüklerini


yakalar kulaklarımız.

EVİN IŞIKLARI SÖNERKEN...

İri yarı bir polis memuru, MEMUR MACDONALD, düdüğünü çalarak eve
kadar sokağı dolaşır.
Kapının önündeki süt şişesini almak için kapıda durur.
Kapıyı çalar. Küçük, tatlı, yaşlı bir kadın, BAYAN WILBERFORCE, kapıyı açar.
Memur içeri girer. Kadın kapıyı kapatırken, kapının vuruşuyla...

MÜZİK HAVADA YAYILIR...


AYNI ANDA DEKOR YAVAŞÇA DÖNER...
GÖRÜNEN...
KLASİK BİR İNGİLİZ KONUK ODASIDIR.

Çiçekli duvar kağıdı, kalın pamuklu kumaştan sıradan mobilyalar. Ama her şey
biraz çürük. Bu evde her an her şey çökebilir.

MÜZİK ÇALMAYA DEVAM EDERKEN...

BAYAN WILBERFORCE'un karşısında oturan MEMUR MACDONALD'ı


görürüz.

Çay içmektedirler.

MÜZİK SONUNA GELDİĞİNDE...


DEKORUN DÖNÜŞÜ TAMAMLANIRKEN...

Müziğin son vuruşunda, BAYAN WILBERFORCE, bir 'ÇIN!' sesiyle çay


fincanını tabağına koyar.
M. MACDONALD: Bay Evans mı?
2
B. WILBERFORCE: Evet.
M. MACDONALD: Şu bizim... Gazete bayiindeki... Bay Evans mı?
B. WILBERFORCE: Evet.
M. MACDONALD: Şu bıyıklı Bay Evans?
B. WILBERFORCE: Evet. Memur Bey!
M. MACDONALD: Özür dilerim, han'fendi. Bu... Bu büyük bir suçlama.
B. WILBERFORCE: Evet ama durum bu.
M. MACDONALD: Vay canına.

Not defterini alır.

M. MACDONALD: Peki, Bayan Wilberforce... Haydi, baştan başlaya lım.


Bay Evans'ın, yüksek rütbeli bir Nazi subayı olduğundan nasıl şüphe-
lendiniz?
B. WILBERFORCE: Şey...
M. MACDONALD: Yani, diyorum ki... Adam, Hitler'in kabinesinde bakan,
bunu bütün İngiltere biliyor, bir de King's Cross'ta gazete bayii açmış. Size
de biraz tuhaf gelmiyor mu?
B. WILBERFORCE: Evet. Yaaa! Hiç aklınıza gelir miydi?
M. MACDONALD: Peki... Onda şüphelendiğiniz ilk şey neydi? Bir hare-
keti mi, mesela? Acaba bir şeye doğru mu uzanıyordu?

'Bir şeye uzanma'yı / Nazi selamını göstererek...

B. WILBERFORCE: Hayır ama alışılmadık bir aksanı olduğunu siz de


kabul edin lütfen. Doğal Alman aksanını bastırmaya çalışan biri gibi.
M. MACDONALD: Adam, Kuzeyli.
B. WILBERFORCE: Geçen gün, dükkânına uğradığımda benden evi- min
adresini öğrenmeye çalışıyordu.
M. MACDONALD: Evet, ama... Tekrar ediyorum... Neden bir Nazi eskisi bu
bilginin peşine düşmüş olabilir?

3
B. WILBERFORCE: Ah, savaştan hemen önce, Times Gazetesine, Al- man
liderlerinin saldırgan hallerini eleştiren birkaç mektup yazmıştım. Hiç hoş
değillerdi. Belki ondandır.
M. MACDONALD: Mektuplar mı?
B. WILBERFORCE: Naziler. Düşündüm de, belki de intikam ruhu, Bay
Evans'ı, bana kötülük etmeye teşvik ediyordur. Evimin yerini bulmak için
bu kadar çaba harcaması... Memur Bey, en önemlisi... Oldukça ıs- rarcıydı.
M. MACDONALD: Evet...
B. WILBERFORCE: ...Ve bence, o gün gereksiz bir kargaşaya neden
oldu. Onu şemsiyemle hizaya getirmek zorunda kaldım.
M. MACDONALD: Evet, telefonda sesi hizaya gelmiş gibi çıkıyordu. Ba-
yan Wilberforce, yine de... Tüm saygımla soruyorum... Siz, odanızı ki- raya
vermek için, ondan dükkânına bir ilân asmasını istememiş miydi- niz? Belki
de bu yüzden adresinizi istedi. İlâna yazabilmek için...

Kadın, adama boş gözlerle bakar.


Bayan Wilberforce, kaybolmuş gibi görünmektedir.

B. WILBERFORCE: Ah, Memur Bey... Çatlak olduğumu düşünüyorsu- nuz,


değil mi?
M. MACDONALD: Haaayııır!
B. WILBERFORCE: Hemen gidip özür dilemeliyim...
M. MACDONALD: Ben birazdan sizin özrünüzü iletirim.

MEMUR, gitmek için kalkar.


Beklenmedik bir CİYAKLAMA. Görünüşe göre ses, ÜSTÜ ÖRTÜLÜ bir KUŞ
KAFESİNDEN gelmektedir.

G. GORDON: Çaya kal!


B. WILBERFORCE: General Gordon, şşşt!
G. GORDON: Lütfen çaya kal!
B. WILBERFORCE: General! Seni yaramaz!
G. GORDON: Seni yaramaz! Gaaak!

4
M. MACDONALD: Eee, kendinizi mahçup hissetmeyin, Bayan
Wilberforce. Tetikte olmanızdan çok memnunuz, gerçekten. Sadece...
Hitler veya uzaylılar gibi seçenekleri, bize gelmeden elemeye çalışır-
sanız...
B. WILBERFORCE: Benim hatam değildi! Bayan Tromleyton'ın bir rad-yo
oyunu canlandırdığını ben nereden bilebilirdim ki?
M. MACDONALD: Yalnız, bütün birim bu olayla uğraştı. Üstelik o gece, kupa
finali gecesiydi.
B. WILBERFORCE: Ah, Memur Bey.
M. MACDONALD: A yok, yok, hiç önemli değil Bayan Wilberforce. Sa-
dece, az önce söylediğimi aklınızda tutun.
B. WILBERFORCE: Teşekkür ederim, Memur Bey. Acaba, meslektaşla- rınız
da bana aynı sabrı gösterir miydi?
M. MACDONALD: Şey... Onların bölgesinde değilsiniz.

Adam kapıya gider.

M. MACDONALD: Hoşçakalın, Bayan Wilberforce!


B. WILBERFORCE: Güle güle, Memur Bey! Tekrar teşekkür ederim!

MEMUR çıkar.
Üstü örtülü kuş kafesinden ani bir CİYAKLAMA...

G. GORDON: Gak! Lütfen çaya kal! Lütfen çaya kal!


B. WILBERFORCE: Aaa, General Gordon, şşşt. Kimse aptal, yaşlı bir
kuşun konuşmasını dinlemek...

Bir an durur.

B. WILBERFORCE: Neyse!

5
Yerinden kalkar ve çay tepsisini alır. Mutfağa yürür. Lavabonun üzerinden bir
dizi gizemli boru geçmektedir. Musluğu açar, su akmaz, bir çekiç alır ve suyun
akması için boruları gümbür gümbür çalmaya başlar.

Boru EFEKTİ...

Aniden kara bir GÖLGE evin arkasında belirir. Biri kadını izlemektedir.
GÖLGE duvarda kayar, gittikçe büyür , büyür, ta ki...

DİNG DONG - en saçmasından, hiç tehditkar olmayan zil sesi çınlar.

Zil EFEKTİ

B. WILBERFORCE: Ah!

Kapının karşısına geçer ve kapıyı açar...


...UĞURSUZ bir şahsiyet belirir. Adam son derece saygılı, şapkasını çıkarır ve
abartılı bir şekilde GÜLÜMSER.

MARCUS: Bayan Wilberforce?


B. WILBERFORCE: Evet?
MARCUS: Benim adım Marcus. Oda kiraladığınızı duydum.
B. WILBERFORCE: Ne... Ama... Kimden duydunuz?
MARCUS: Çatlak bir gazete bayii. (Kadına bir kart uzatır.) Girebilir mi-
yim?
B. WILBERFORCE: Ah... Evet! Tabii! Girin! Aman tanrım!

İçeri sinsice sokulur ve eve bir göz atar, hemencecik ciddileşen bir ifade ile evi
değerlendirir.
Bayan Wilberforce telaşlı...

MARCUS: Böyle şahane bir evin sadece size ait olması ne müthiş!
B. WILBERFORCE: Ah, yalnız sayılmam ki!
6
MARCUS: Sahiden mi?
B. WILBERFORCE: Bay Marcus, çay içer miydiniz?
MARCUS: Profesör.
B.WILBERFORCE: Ah! Affedersiniz, tahmin etmeliydim! Profesör
Marcus!
MARCUS: Size zahmet vermek istemem, Bayan Wilberforce.
B. WILBERFORCE: Hiç zahmet olmaz! Şeker alır mısınız?
MARCUS: Azıcık. Teşekkür ederim. Evde yalnız olmadığınızı söyler-
ken…

Adam kadını takip eder, oturma odasına geçerler. Kadın mutfağa kaybolur.

B. WILBERFORCE: Ah, iyice şapşallaşmaya başladım. General Gordon'ı


kastediyordum sadece.
MARCUS: General Gordon mı?

Marcus çevresine bakarak, bu 'General Gordon'ı aranır.

B. WILBERFORCE: Evet. Ama lütfen, onu görmezden gelin.


MARCUS: Bulabilirsem…

Marcus YAKIŞIKLI bir DENİZ KAPTANININ portresinin altındaki KÜL


KAVANOZUNA bakar.

MARCUS: (devam eder) Ah, anladım! Buradaki o mu?


B. WILBERFORCE: Evet, onu orada saklıyorum. Doğrudan gün ışığına
çıkamamasını gerektiren, son derece ender görülen bir durumu var. Üstelik
arkadaşlık etmekte de pek iyi değil.

Marcus kül kavanozuna bakar, kafası karışmıştır. Geri çekilir, arkasındaki


papağan kafesine dikkat etmemiştir.

MARCUS: Ne yapabilirdi ki? Yani, üstü kapalı olmasaydı?


7
B. WILBERFORCE: Şey, yani. Üzerinize atlayıp çığlık atabilir.

Marcus vazodan gergince geri geri uzaklaşır ve GENERAL GORDON'IN


KAFESİNE çarpar.
GAK!
Marcus şok olur.

MARCUS: Ahhhhhh!
B. WILBERFORCE: (mutfaktan) Gördünüz mü? General Gordon, şşşt!
G. GORDON: Gak! Lütfen çaya kal!
B. WILBERFORCE: Ona aldırmayın, Profesör. Korkutucu, yaşlı, sızla- nan
bir geveze. General Gordon, sessiz ol!

Marcus öfkesini yatıştırır.

G. GORDON: Gak! Lütfen çaya kal! Gaaaaaak! GAAAAAAK!

Marcus sakindir artık, yavaşça kafese doğru yürür, papağan ciyaklarken kafesin
örtüsünü çeker alır. Biz papağanı görmeyiz ama Marcus görür, manzara onu
şok eder.

MARCUS: Aman tanrım.


B. WILBERFORCE: Size davranışı için özür dilerim. Bundan sonra ra-
hatsız edilmemenizi sağlayacağım.
MARCUS: Gerçekten rahatsız edici. Kesinlikle hasta olmalı. Korkunç
görünüyor.
B. WILBERFORCE: Keşke sorun sadece görünüşü olsa, Profesör. Çok az
ömrü kaldı.
MARCUS: Ah.
B. WILBERFORCE: Evet. Amerika'da deneysel tedavi yapan bir veteri- ner
hekim var.
MARCUS: Öyleyse bir umut var.
B. WILBERFORCE: ...Ama böyle bir yolculuk benim olanaklarımı aşar.
MARCUS: Ah. Öyleyse, "hayır".
B.WILBERFORCE: Maalesef yapılabilecek hiçbir şey yok.

Sessizlik
MARCUS: Odayı görebilir miyim acaba?
8
B. WILBERFORCE: Tabii ki! Ah, beni bağışlayın.
MARCUS: Bağışlanacak birşey yok, Bayan Wilberforce. Aklınız hasta
papağanınızda kaldı tabii.

Kadın merdivenleri çıkmaya başlar ve bir ışık açar, BİRİNCİ KATIN


SAHANLIĞI belirir.

B. WILBERFORCE: Size kahvaltı ve sabah çayı hazırlayamayacağımı


söylemem gerek.
MARCUS: Önemli değil.

Kadın tutunarak odalara giden kapıyı açar.

MARCUS: (hemen) Tutuyorum!

Adam merdivenlerden inmeye başlar, neredeyse dans ederek iner. Bayan


Wilberforce arkasından izler.

B. WILBERFORCE: Ah, şey, evin geri kalanını görmek istemiyor musu- nuz?

MERDİVENLER...

MARCUS: Gerek yok, Bayan Wilberforce! Oda mükemmel! Gayet gü zel!


B. WILBERFORCE: (hâlâ aşağı inmektedir) Gerçekten mi? Endişem, tren
raylarının...
MARCUS: Yakın olması mı? Hayır, hayır, trenleri severim. Hatta sık sık,
küçük defterimi alıp istasyona giderim.
B. WILBERFORCE: Yalnız, size evin kendine ait bir mizacı olduğunu
söylemeliyim. Meselâ, banyoda ışıkları kapatırsanız, diğer bütün ışıklar
gider.
MARCUS: Çekici! Karakterli!

Adam duvarda, eğri büğrü duran bir çerçeveyi düzeltir. Çerçeve hemen sallanıp
ilk haline geri döner.

MARCUS: (devam eder) Ha, ha! Yine de, biraz rahatsız edici, değil mi?
B. WILBERFORCE: Çökme var.
MARCUS: Sizde? Ah, evde, anlıyorum. Bomba hasarı?
B. WILBERFORCE: Evet, evimin kasten hedeflendiğine inanıyorum.
Savaştan önce, bir dizi sert mektup...
MARCUS: Daha, çok zamanımız olacak, Bayan Wilberforce! Her şey- den
önce, ev arkadaşı oluyoruz!
B. WILBERFORCE: Ah, evet!

9
Marcus, konuşurken bir yandan da resmi düzeltmeye çalışır.

MARCUS: Yalnız, birşey var. Benim küçük bir müzik grubum var...
B. WILBERFORCE: Ah, yani müzik profesörüsünüz!

Resim kayar... Marcus düzeltir...

MARCUS: Yo, yo, yo, yo. Yalnızca hevesli bir amatör!

Resim tekrar...

MARCUS: Çalışabileceğimiz bir yer arıyorduk.


B. WILBERFORCE: Çalışmak mı? Burada mı? Ah, ama... Ama Profe- sör,
bu tek kelimeyle harika olur!

Resim tekrar … Resim durur...

MARCUS: Harika! Kuzey Londra'da böyle sezgileri kuvvetli birini bul- mak
alışılmadık birşey.
B. WILBERFORCE: Çok mutlu olurum, eğer biri gerekirse, siz çalar
ken... Bir bakıma size kulak olacak biri...
MARCUS: Kulak mı? Ah, hayır, teşekkür ederim, gerek yok. Bizim ku-
laklarımız gayet iyi. Bayan Wilberforce, aslında, bizim asıl ihtiyacımız
mahremiyet! Prova 'durumu'ndayken asla rahatsız edilmemeliyiz.
B. WILBERFORCE: Tabii ki! Size kulak olma önerim çok yersizdi zaten.
MARCUS: (uzaklaşır) İşte, Bayan Wilberforce, benim de çekincem...

Marcus geriye doğru hafifçe çekilir. Bayan Wilberforce atkısına basmaktadır.


Marcus atkıyı kadının ayağının altından çaktırmadan çekmek için hafifçe bir
girişimde bulunur.

MARCUS: Affedersiniz, izin verirseniz... Ah...


B. WILBERFORCE: Evet?

Kadın, adamın yaşadığı güçlüğü farketmez. Bir an sonra, Marcus, atkıyı


çekivermeyi başarır ve geriye doğru hafifçe sendeler.

MARCUS: Ha. Kendimizi sanatçı olarak tanımlamak için tereddüt etsek de -


ben ve arkadaşlarım gibi sanatçıların - verimli çalışabilmesi için mutlak
huzur ortamı gerekiyor... İstediğim, huzur ve sessizlik... Bunu sağlayabilir
misiniz?
B. WILBERFORCE: Ah, kesinlikle, Profesör!

Bir gümbürtü sesi...


10
Tren EFEKTİ

...Bir tren eve yakın geçmektedir. Bütün ev sallanır... Çanak çömlek takırdar;
abajurun püskülleri titreşir, dans eder; IŞIKLAR TİTREYEREK GİDER,
GELİR; SAHNE TAMAMEN KARANLIĞA GÖMÜLÜR.
Geçen süre boyunca olan şey, GÜRÜLTÜ PATIRTIDIR.

Bütün bunlar olurken, Marcus, Bayan Wilberforce ile konuşmaya devam


etmektedir.

Tren gümbürtüsü uzaklaşır ve ışıklar titreyerek geri gelir.

MARCUS: Beni ikna ettiniz!

Düdük EFEKTİ

Bayan Wilberforce, Marcus'un uzattığı elini sıkar, bu sırada resim kayar ve


savrularak eğik pozisyonuna döner.

*******************

MÜZİK... IŞIK DEĞİŞİMİ... YENİ BİR GÜN...

Karanlık

Uzaktaki trenlerin ve evin gıcırtı sesleri arasında, radyonun cızırtısını ve bir


BBC haber spikerinin ölçülü sesini duyarız...

HABER SPİKERİ: Başbakan, bugün, İngiliz Güçlerinin, Süveyş Kanalı'nı


korumak için Fransız meslektaşlarıyla beraber uluslararası bir polis harekâtında
görevlendirileceğini açıkladı. Silâhşör Operasyonu, Başkan Nasır'ın Temmuz
ayında, kanalın Mısır hâkimiyetine geçtiğine dair açıklamasına cevap
niteliğindedir. Başbakan…

Işık yavaşça evin içine düşer. Boş oda, yaşayan bir görünümdedir. Yatak
toplanmamıştır, palto bir sandalyenin üstüne atılmıştır vb. Ayrıca yerde küçük
bir radyo vardır.
Sifon sesi. İçeriden Marcus'un, Boccherini'nin Minuet'inin ezgisini söylediğini
duyarız. Tuvaletin kapısını açar ve bir aynaya bakar.
Bayan Wilberforce alt katta, meşguldür. Marcus kendi kendine şarkı
söylemektedir.

MARCUS: …dididlididadada…
11
Odanın bir köşesinde nota kağıtlarıyla bir nota sehpası durmaktadır.
Marcus odaya girer, bir havluyla yüzünü kurulamakta ve kendi kendine neşeli
bir şekilde mırıldanmaktadır.
Havluyu yatağa fırlatır, bir bavulu açar ve bir şey çıkarır - kurmalı bir
gramofon.

MARCUS: Daddal-li-di-dam-dam-dam.

Gramofonu bir masaya koyar ve bir plak çıkarır. Plağı kabından çıkarıp
gramofona yerleştirir..

Gramofonu kurar ama çalmaz.

MARCUS: …Dam-di-dam-di-dam.

Nota sehpasına döner, bir an durur ve düşünür.


Nota sehpasına doğru yürür ve etrafında döner. Diğer tarafta, karmaşık bir
şema ya da bir tür harita görünmekte.
Marcus, bir an ona bakar.

MARCUS: Öff.

Yakınından geri döner.

MARCUS: Son, plânın sonu yok, Marcus. Boş ver, boş ver. Bulacaksın. Her
zaman bulursun.

Aşağıda, kapının zili çalar.

Zil EFEKTİ

MARCUS: (devam eder) Ah! Bayan Wilberforce?!

Marcus hayata döner. Ceketini giyerken sahanlığa doğru atılır ve kadının


kapıya gittiğini görür.

MARCUS: Ee, ben hallederim, Bayan Wilberforce! Arkadaşlarım gel-


miştir!

Basamakları kuş gibi iner, hemen kadının önüne geçer ve keman kutusu taşıyan
bir adama kapıyı açar.

MARCUS: Ah! Günaydın, Binbaşı Courtney!


12
BİNBAŞI: Ah! Evet! Size de, ee…
MARCUS: Profesör.
BİNBAŞI: Profesör! Profesör Marcus. Evet, gerçekten güzel bir akşam.
Niye, niye, niye, böyle bir akşam… Sabah! Böyle bir sabah hiçbir za-
man… Zaman… Ee… Özür dilerim… Biraz gerginim…
MARCUS: (Bayan Wilberforce'a gülümseyerek) Sakin olun, Binbaşı. Siz,
suçlu değilsiniz, Bayan Wilberforce da… ha ha… Polis değil!

Binbaşı Courtney polis kelimesi telâffuz edilirken bile görünür şekilde


kıvranmaktadır.

B. WILBERFORCE: Merhaba, Binbaşı Courtney.


BİNBAŞI: Merhaba. Ha ha! Polis… Polis! Nasıl… Nasıl da eğlenceli…
Sizin gibi bir hanımefendinin polis olması fikri çok, çok zekice ha HA HA
ha ha!

MARCUS: Bayan Wilberforce, Binbaşı'nın gergin yapısı, savaşın üze-


rindeki talihsiz bir sonucudur. Şu an bir savaş kahramanının huzu- runda
bulunmaktayız.
BİNBAŞI: Aman tanrım, öyle miyiz?
MARCUS: Evet, öylesin.
BİNBAŞI: Ah, evet, tabii ki!
MARCUS: Galiba, deneyimleri, onu eski halinin bir gölgesi olarak bırak-tı.
Bu son derece korkak ve budala görüntüsünün altında çok cesur bir adam
yatıyor.
BİNBAŞI: Ha ha! Neydi bu - affedersin, şaka mı bu? Ha ha! Ne eğlen-
celi… Ya da çok akıllıca!
MARCUS: Binbaşı, 1940'ta savaş esiri olarak alındı. Beş yıl sonra, sa- dece
kendi becerileri ve güçlü iradesiyle kaçtı.
BİNBAŞI: Kadın kılığına girdim. O zamanlar kaçmak için bunun en çok
kullanılan yöntem olduğunu eklemeliyim. Herkes böyle yapıyordu.
MARCUS: Bayan Wilberforce, eğer bir sakıncası yoksa, artık çalışma- mız
lâzım.
B. WILBERFORCE: Ah, evet, evet, tabii. Profesör Marcus bana bu haf- ta
neler yapacağınızı anlattı!
BİNBAŞI: (paniğe kapılmış) Gerçekten mi?
MARCUS: Konser.
BİNBAŞI: Ah, evet! Kon… Tabii ya… Müzik aletleri ve diğer şeylerle.

Tekrar kapı zili çalar.


Kapı zili EFEKTİ

MARCUS: Ben açarım, Bayan Wilberforce! Ha ha!

13
B. WILBERFORCE: Binbaşı Courtney, savaş sırasında nerede görevli
olduğunuzu sorabilir miyim?

Marcus duraklar, Binbaşının cevabını bekler.

BİNBAŞI: Üzgünüm, bu bilgi hâlâ çok gizli.


B. WILBERFORCE: Tabii. "Yerin kulağı var."

Bayan Wilberforce, yeni gelenle tanışmak için uzaklaşır. Binbaşı, papağanın


kafesini görür ve örtüyü kaldırır.

BİNBAŞI: Ahh!

Marcus kapıyı açar ve neşeli görünümlü genç vurguncu görünür.

HARRY: Yerini sevdim, doktor. Yalnız sokağın sonunda, ha?


MARCUS: Şşşt, gir içeri. (Yapmacık, fırçalar) Evet, Bay Robinson! Na-
sılsınız? Bay Robinson, Bayan Wilberforce, sizi tanıştırabilir miyim?
HARRY: Merhaba, tatlım! Bana 'Arry, de!
MARCUS: Bay Robinson, bizim en sevdiğimiz…

Kapı zili çalar.


Kapı zili EFEKTİ

MARCUS: Affedersiniz.

Kapıya koşar.

Dışarıda iri kıyım bir adam vardır. Boksör eskisi, yumruk-sarhoşu gibidir, sesi
de öyle duyulur. Bir çello kutusu taşımaktadır.

MARCUS: Sana içine koy, demiştim!


TEK-RAUNT: Koydum zaten!
B. WILBERFORCE: (Harry'ye) Bizim en sevdiğimiz?..
HARRY: (hiçbir şey anlamamıştır) Ee…
MARCUS: (kapıdan) KEMANCI! EN SEVDİĞİMİZ KEMANCILARIMIZ-
DANDIR!
HARRY: (keman kutusunu yukarı kaldırır) Doğru! Ben bizim en sevdi-
ğimiz kemancılarımızdanım. Güzel bir eviniz var, Bayan Wilberforce! Şu
gördüğüm orijinal bir Constable mı?

Kadının arkasındaki resmi işaret eder.

14
B. WILBERFORCE: (döner) Ne? Ah, hayır, hayır, kocam… Hayatta iken,
kocam bu özel ahşap boyama resmi severdi.

Harry, fırsattan istifade, yenlerinden birine bir şamdan kaydırır.


Kadın, geri döner.

B. WILBERFORCE: Wormwood Scrubs Hapishanesi'nin yanındaki te-


penin manzarası? Bilir misiniz orayı?
HARRY: Gayet iyi bilirim.
G. GORDON: Seni yaramaz!!
HARRY: Neydi o?!
B. WILBERFORCE: General Gordon. Ona aldırmayın, hareketlilik onu
heyecanlandırmıştır. Merhaba demek ister misiniz?

Örtüyü kaldırır.
Harry bir saniyeliğine ona bakar.

HARRY: Hâlâ ne olduğu hakkında bir fikrim yok.


B. WILBERFORCE: Güney Amerika Uzunkuyruklusu.
HARRY: Ne tür demiştiniz?..
B. WILBERFORCE: Papağan.
HARRY: Papağan! Emin misiniz?
B. WILBERFORCE: Aa, tabii. Maalesef yeni tanıştığı insanlara karşı kaba
olabiliyor.

Harry biraz sarsılmış görünmekte, cebine uzanır ve birkaç hap çıkarır.

B. WILBERFORCE: Ah, hasta değilsiniz, değil mi, Bay Robinson?


HARRY: Hayır, bunlar bir nevi, ayılmamı sağlıyor. Beni…yani. Sanki… şey
gibi… Bazen üst üste çok şey oluyor… Ben de hiçbir şeyi kaçır- mak
istemiyorum. (Kafese bakar) Şu her neyse… Belki onun haricin- de.
MARCUS: (Tek-Raunt ile, yine abartılı ve süslü bir biçimde) Bay Lawson,
Bayan Wilberforce.
TEK-RAUNT: (Harry'ye) Bay Lawson ben miyim?
MARCUS: Ha ha! "Bay Lawson ben miyim?" Ne müthiş! Eksantrikliğin ne
harika bir örneği . Bazen söylediğiniz şeyler kafa karıştırıyor!
B. WILBERFORCE: Bay Lawson, sizinle tanışmak bir zevk.
TEK-RAUNT: Merhaba, han'fendi.
MARCUS: Çellonuz nerede, Bay Lawson?
TEK-RAUNT: Bay Lawson da kim?
MARCUS: (alttan alta öfkeli) Arabadan getir şu çellonu! (Döner ve Ba- yan
Wilberforce'a gülümser) Ne büyük bir yetenek! Affedersiniz, siz yine, ah…

15
Kadın yine Marcus'un atkısına basmaktadır, yine habersizdir. Marcus, atkıyı
kadının ayağının altından çeker, hafifçe geriye doğru sendeler.

Karanlık bir gölge antreye girer. Gelen, Louis'dir. Elindeki keman kutusunu
Bayan Wilberforce'a doğru bir silah gibi tutmak dışında hiçbir şey söylemez.

MARCUS: (alçak sesle) Arabaya dön! Sana içine koy, de… (Bayan
Wilberforce'un şansına) Ahh, herkesin aynı anda gelmesi ne tesadüf! Bay
Harvey, bu Bayan Wilberforce, hani size bahsetmiştim.

Louis kadını sadece başıyla selamlar. Sonra, kadının yanından geçer ve


saniyeler için de bütün evi gözden geçirir.

MARCUS: Mizacı böyle!


B. WILBERFORCE: (etkilenmiş) Oooh!

LOUIS, HARRY ve BİNBAŞI COURTNEY'e üst katın yolunu göstererek,


sabırsızca aşağı MARCUS'u görmeye iner. Merdivenlerin ortasında hepsinin
sıkışıklığından doğan bir karmaşa olur.

MARCUS: Tamam, millet! Başlayalım mı? Çıkaracağımız korkunç ses- ler


için şimdiden özür dilerim, Bayan Wilberforce!

Kapı zili EFEKTİ

Marcus, yolundan çekilmesi için Harry'yi iter. Harry kıçının üstüne düşer.
Marcus koşarak merdivenlerden iner. Yine Bayan Wilberforce'un önüne geçer
ve kapıyı açar.

TEK-RAUNT: (Neşeli) Ben, Bay Lawson!


MARCUS: Ha ha! Doğru, Bay Lawson, yukarı çıkalım!

Marcus hepsine yukarıya çıkıp odaya girene kadar yolu gösterir.

B. WILBERFORCE: (onlara seslenerek) Belki, bir fincan çay?..

ÜST KATTA…

MARCUS: (odanın kapısına yaslanmış) Hepimiz adına teşekkür ede- rim,


Bayan Wilberforce ama bir an önce başlamak zorundayız. Yine de çok
teşekkür ederim! Teşekkür, teşekkür, teşekkür.

Kapıyı kapatır ve odada tur atmaya başlar.

16
HARRY: Ne kadar tatlı bir ihtiyar!
MARCUS: Şşşt!

Marcus GRAMOFONA doğru yürür. İğneyi kaldırıp plağın üzerine yerleştirir ve


Boccherini'nin minüeti havaya karışır.

Boccherini EFEKT

Marcus gramofonun borusunu aşağı doğru çevirir, böylece müzik aşağıya


yayılır.

ALT KATTA…

Bayan Wilberforce günlük işlerini yaparken, kayıp şamdanın yerinde duraklar.


Bayan Wilberforce müziği duyar ve durur. Kendinden geçmiş olarak tavana
bakar. Tekrar hareket ettiğinde adımlarında belirgin bir hafiflik vardır.
Keyiflidir.

ÜST KATTA…

Marcus gramofondan ayrılır, memnundur.

MARCUS: Bu defa doktor değil. Bu kez Profesör. Biz müzisyeniz,


unutmayın.

Harry omuz silker ve kutusunu açar, bir keman çıkarır. Tek-Raunt kutusunu
açar ve ÇELLOYA bakar.

TEK-RAUNT: Oo! (Harry'ye) Benimki dev gibi!


LOUIS: Hoşuma gitmedi! Kadından hoşlanmadım!
MARCUS: Sen ne diyorsun, kadın mükemmel. Olağandışı hiçbir şeyi fark
edemeyecek biri! Ya öyle olmasaydı?
LOUIS: Yaşlı kadınlardan hoşlanmıyorum! Beni dimdik ederler.

Herkesin bunu o şekilde anladığını gösteren, uzun bir sessizlik…


Harry bir kahkaha patlatır.

HARRY: Affedersiniz, bir tabir vardı, ona söylemiştim. Karıştırdı. (Louis'e)


Diken diken ederler.
LOUIS: Ne?
HARRY: Tüylerini diken diken ederler. Seni ürpertirler. Ah, çok özür di-
lerim. Gerçekten bu anlama geleceğini hiç düşünmemiştim.

Kahkahası ikiye katlanır.


17
LOUIS: Dediğim gibi, hoşlanmadım!
MARCUS: Bu saatten sonra planı değiştirmiyorum, Louis.
LOUIS: Bize planı anlatmadın bile.
MARCUS: İşte, O YÜZDEN BURADAYIZ!

Karatahtanın oralarda turlar, PLÂNI açar.

BİNBAŞI: Ne tuhaf. İşte, orada. Gerçekten yapıyoruz. Aman tanrım.


Marcus, gözetleme yapmak için en uygun yer?..

Marcus, pencereyi gösterir, Binbaşı Courtney perdelerin arasına kafasını sokar.


Bir öğürtü. Kafasını geri çeker, ağzını koluna siler.

BİNBAŞI: Endişelenme. Raylara bıraktım.


HARRY: Görüntü için sağol.

Binbaşıya bir hap ikram eder.

HARRY: İşte. Mavi olanı al. (omuz silker) Kırmızdan sonra, sakinleş- mek
için bunu alıyorum.
BİNBAŞI: Sağol, Harry.
HARRY: (başka bir şişe çıkarır) Beş dakika içinde bu sarılardan birini
yutman gerekecek.
LOUIS: (plana bakar) Arabayla tuzak kurmak. Evet, evet, akıllıca. Önce yolu
kapatmalıyım... Bana bir kalem verin.
MARCUS: Bırak şunu! Uzaklaş plandan, uzak dur!

Louis'i kışkışlar.

MARCUS: (devam eder) (kendini yatıştırır) Neyse, daha çalışılması ge- rek.
LOUIS: Ne çalışması?
MARCUS: Sondaki detayları… Bilmiyorum. İncelikler.
TEK-RAUNT: Ne inceliği?
MARCUS: Cilâ, Tek-Raunt, cilâ.
TEK-RAUNT: Bana yer uygun gibi geldi.
MARCUS: …Detay, incelik, zarafet…
LOUIS: Sadece bir soygun, Sistine Şapeli'ni süslemeyeceğiz!
HARRY: Adamı bırak da işini yapsın, olur mu, Louis? Daha önce de hep
bizimle çalıştı.
BİNBAŞI: Marcus'un çok yetenekli olduğunu göreceksiniz.
HARRY: En iyisidir.
LOUIS: Anladık, sabahtan beri söylüyorsun.
BİNBAŞI: Profesörün plânlarında şimdiye kadar hiçbir aksaklık olmadı.
18
LOUIS: Öyleyse niye gerginsin?
MARCUS: Gerginim. Sinirlerim bozuk, Louis.
LOUIS: Her neyse! Kafası karışmış!
BİNBAŞI: Kafesteki şey yüzünden. Beni de çok korkuttu.
HARRY: Papağan, o.
BİNBAŞI: O mu papağan? Hiç öyle bir şey görmemiştim. Bir çorabın
içinde açlıktan ölen bir bebek gibiydi.
MARCUS: İnan bana, Louis, Binbaşı Courtney kendi özgüven sorununa
rağmen, bizim en güvenilir adamlarımızdan. Şimdi, beyler, ben ve Rumen
arkadaşım bir konuda kesinlikle anlaşıyoruz. Ele alınan konuya açıklık
getirmeliyiz. Paraları taşıyan araç kendi kendini soyamaz. Ha- yır! Ona bizim
yardım etmemiz lazım!

KAPIDA tek VURUŞ...

MARCUS: Çabuk! Herkes yerine!

Marcus duvardaki ayrıntılı plânı çevirir, plân Harry'nin çenesinin altına pat
diye çarpar.

HARRY: Ahh! Yapma be!

Adamlar müzik aletlerini kapar ve nota sehpalarının arkasında durur.


Tek-Raunt çelloyu çenesine kaldırır. Marcus çelloyu alır ve Tek-Raunt'un
bacaklarının arasına sokuşturur..
Profesör Marcus müziği kapatır ve kapı kendiliğinden açılır ve işlerinin
başındaki müzisyenler görülür.

B. WILBERFORCE: Bana doğruyu söyleyin, Profesör!


MARCUS: Neyin doğrusunu?
B. WILBERFORCE: Sizler de! Siz amatör müzisyen değilsiniz!

Binbaşı boğuk bir ses çıkarır.

B. WILBERFORCE: Profesyonelsiniz! Çaldığınız her parça iyi!

Binbaşı derin bir rahatlamayla gürültülü bir nefes verir.

MARCUS: Ah, pek sayılmaz! Ama tabii Bay Harvey'nin tınısıyla gurur
duyuyoruz.
B.WILBERFORCE: (Tek-Raunt'a) ...Bay Lawson, hele o pitzikato bö-
lümü. Ne kadar zarif! Bu kadar büyük ellerle nasıl öyle çalabiliyorsu- nuz?

Tek-Raunt, ellerine bakar ve kendi gücüne şaşırır.


19
TEK-RAUNT: Bilmem!
B. WILBERFORCE: Hepiniz harikasınız, gerçekten harikasınız.
BİNBAŞI: (gerçekten gururlanarak) Çok teşekkür ederiz, han'fendi.
B. WILBERFORCE: Çaldığınız parçayı duyunca gerçekten çok şaşır- dım.
Unuttuğum bir şeyi hatırlattı bana. Yirmi birinci yaş günü partimi.

Adamlar artık onu dinlemektedir.

B. WILBERFORCE: Efendim, babam akşam çalmaları için, bir yaylı


sazlar dörtlüsü ile anlaşmıştı.Ve onlar aynı Boccherini parçasını icra
ederken, biri geldi ve yaşlı kraliçenin öldüğünü söyledi.
(ritm/vuruş)
Parti böylece bitmiş oldu.
(ritm/vuruş)
Uzun zaman önceydi. Pangbourne'da.
(ritm/vuruş)
Şu an, benim için çalar mıydınız, acaba? Benim için çok önemli.
TEK-RAUNT: Çok isteriz!
MARCUS: Ha ha, evet, çok isteriz, Bayan Wilberforce. Ama çalamayız.
B. WILBERFORCE: Ah!
TEK-RAUNT: Niye ki?
B. WILBERFORCE: O zaman, belki yarın, hı?
TEK-RAUNT: Seve seve!
MARCUS: Bay Lawson!! Ha ha! Yarın ikinci hamleye hazırlanacağımızı
gayet iyi biliyorsunuz! Parmaklarınız bu kadar zorlanmayı kaldırmaz!

Tek-Raunt yine ellerine bakar.

TEK-RAUNT: Aaah… Yaaa…


MARCUS: Üzgünüm, Bayan Wilberforce, dört dörtlük olmadan özel
konser veremeyiz. Tabii, yine de, hafta sonu itibariyle size konser ver-
mekten mutluluk duyarız.
Marcus, kadını kapıya kadar geçirmeye çalışmaktadır.

B. WILBERFORCE: Ah! Teşekkür ederim! Mutluluğumu belirtmek için size


çay hazırl…
MARCUS: Gerek yok, Bayan Wilberforce! Ufak tefek iyilikler bunlar. Ama
şu andan itibaren, günün geri kalanında rahatsız edilmememiz çok önemli. Çok
teşekkür ederim, hoşça kalın, hoşça kalın.

Kadını geçirir.

20
LOUIS: Ay, yollamasaydın keşke! Belki bize şahane bir hikâye daha an-
latırdı!
MARCUS: Onu sessiz bir ortak gibi düşün. Çok konuşkan, sessiz bir
ortak.

LOUIS: Yaşlı kadınlardan hoşlanmıyorum, diyorum!

Adamlar güler.

TEK-RAUNT: Küçük, yaşlı bir kadının nesinden korkuyorsun ki?

Louis bir bıçak çıkarıp onunla tırnaklarını temizlemeye başlar.

HARRY: Belki buna zehirli bisküvi getirir.


LOUIS: Bana en son gülen adamın içinde bir bıçak kaybetmiştim. An-
larsınız ya…

Harry gülmeyi keser.

LOUIS: Bu bıçak, o bıçak değil, tabii ki. Başka bir bıçak.


MARCUS: Beyler, beyler! Niye burada olduğumuzu unuttuk mu, aca- ba?

Plânı açmak için karatahtaya doğru dönüverir ve plân, yine Harry'nin başına
çarpar.

Saygılı bir sessizlik çöker.

Marcus, bir anlığına onları gözlemler.


Tahtaya hafifçe vurur.
MARCUS: Beni hatırlayacakları şeylerden biri budur. Güzel, değil mi?
HARRY: Ne kadar vaktimiz var?
MARCUS: Baştan sona onbir dakika ama bence sekiz dakikaya çeke-
biliriz. Şiddet en az seviyede -üzgünüm, Louis- ve para… Ah, evet, pa- ra.
Beyler, kapatın gözlerinizi ve iki yüz bin poundun neye benzediğini hayal edin.
Etrafınızda kar gibi uçuştuğunu düşünün. Parmaklarınızın arasında
dalgalanırken çıkardığı sesi duyun. ..

Kapı vurulur, Bayan Wilberforce geri gelmiş gibidir.

MARCUS: …Hayal edin…

Kapı vurulmaya devam eder. Marcus hafifçe kendini bırakır.


Adamlar teker teker gözlerini açar ve kapıya bakar.
Kapı hâlâ çalınıyordur.
21
Louis, sinirli, gösterişli bir gözdağıyla bıçağını yere fırlatır.
Kapı çalmaya devam eder ve yaklaşan trenin sesiyle birleşir.
Gümbürtü büyür ve sahne karanlığa gömülürken, tren geçip gider.

Tren Düdüğü EFEKTİ

ÜST KATTA…

Gün ışığı. Adamlar, Marcus'un odasında, ceketsiz, gömlekleriyle beklemektedir.


Binbaşı, endişeli, pencereden dışarı bakmaktadır. Harry, kemanındaki bir lekeyi
saplantılı şekilde temizlemektedir. Louis saçları düzeltmekte, Tek-Raunt ise
nağmesiz, çellosuyla oynamaktadır..

TEK-RAUNT: Parmaklarımı kıpırdatırsam ses farklı çıkıyor. Bak!

Göstermek için çelloyu ahenksizce kurcalamaktadır.

Louis, onu susturan bir bakış fırlatır ve kimseyi görmemek için şapkasını
gözlerinin üstüne yerleştirir. Ayakkabılarını çıkarır ve rahatlamaya çalışır.

Tam o sessizlikte, Harry'nin takıntılı şekilde kemanındaki gürültülü leke


çıkarışını duyarız.

Louis şapkasını kaldırır.

LOUIS: Harry?
HARRY: Evet?
LOUIS: Ne yapıyorsun?
HARRY: Bir leke. Sadece çıkarmaya çalışıyorum… Çıkacak gibi de gö-
rünmüyor ya.

Harry kemanı çılgınca temizlemeye devam eder.

BİNBAŞI: Sabah çalışması. Dünden daha iyi. Dün de önceki günden daha
iyiydi. Müthiş!
LOUIS: Püff! Hepsi boşuna. Sonu olmadan hepsi anlamsız.

Harry'nin gittikçe yoğunlaşan temizliği Louis'in dikkatini dağıtır.

BİNBAŞI: Ama adam en iyisi, Louis. Göreceksin. Adam bir dâhi. Mutla- ka
olağanüstü bir fikirle gelecek… Tarzı böyle. İnsanı son ana kadar merak
ettiriyor ama sonunda hep başarıyor.

LOUIS: (aniden) LEKE MEKE YOK!


22
HARRY: Ne?
LOUIS: Kes şunu temizlemeyi!

Harry temizlemeyi bırakır.

Boşuna uyumaya çalışmış ama uyuyamamaktan sinirli olan Louis, başka bir
oturma pozisyonuna geçerken kazara plâk çalara tekme atar.
İğne plağın üstüne sıçrar, plâğın üstünde yavaşça gıcırdar ve müzik çalmaya
başlar.
Louis plâk çalara atılır ve iğneyi kaldırır.

ALT KATTA…

Bayan Wilberforce telefondadır. Tavana bakar.

B. WILBERFORCE: Affedersin, Margaret, buradayım. Evet, evet, bir


konser. Profesör dedi ki… Evet, muhteşemler. Bütün hafta aynı parça- yı
çalıştılar ve gittikçe daha iyi çalıyorlar.

Marcus, aniden üst kattaki tuvaletten dışarı fırlar.

MARCUS: Buldum! Ah! Affedersiniz, Bayan Wilberforce.

Üst kattaki odasına doğru sahanlıkta yürür, sonra bir şey hatırlar ve not
defterini almak için tekrar tuvalete doğru atılır.

B. WILBERFORCE: Evet, birşeyler ikram etmemiz gerek! Ama bu sefer


düzenlemeyi diğerlerine bırak. Sonra elimizde bir sürü meyveli kekle
kalmayalım. Fısıldamıyorum! İyi, hoşça kal, Margaret.

Marcus, bu sefer, eline not defteri, aceleyle üst kattaki odasına yürür.

Kadın telefonu indirir ve Marcus'un, konuşmasını duyup duymadığından emin


olmak ister.

Mutfağa gider ve çay hazırlamaya başlar.

Marcus, üst kattaki odaya dalar.

MARCUS: Buldum!
LOUIS: Neyi buldun!
MARCUS: Plânın sonunu, Louis!
BİNBAŞI: Gördün mü? Deha!
LOUIS: Daha söylemedi. Haydi, dökül bakalım. Kulağımız sende.
23
MARCUS: Hepiniz yerlerinizi alabilir misiniz, acaba?

Hepsi yerini alır.

TEK-RAUNT: Askılık neydi?


MARCUS: (plâk çalar yine havalanır) Son kez söylüyorum, askılık te-
lefon kabini. Şu sandalyeler zırhlı araç ve şu sandalye de bizim kam-
yonet. Tamam, şimdi…
BİNBAŞI: Başlamadan önce…
MARCUS: Ne oldu?!
BİNBAŞI: Yok bir şey, sadece basit bir soru. Merak ediyorum da, benim
sahada olmam gerçekten gerekli mi, sanki? Sadece, ben her zaman
gücümü sahada…
MARCUS: Binbaşı, sigortacı gibi görünerek, dikkat çekmeden dolaşa-
caksın, sadece. Sonra da tek bir telefon görüşmesi yapacaksın. Bir tek, polis
için çalışsan, bu soyguna bundan daha az karışırdın.
BİNBAŞI: Evet, affedersin, Harry'nin hamal gibi giyindiğini gördükten
sonra telefon ediyorum. Ee, 'Kartal yuvaya indi!' Alo? Alo?
MARCUS: Numarayı çevir, Binbaşı.
BİNBAŞI: Ah! Tabii ki!

Hayalî numaraları çevirir.

BİNBAŞI: (devam eder) Kartal yuvaya indi!


MARCUS: Teşekkür ederim, Binbaşı.
HARRY: Bu sandalye de hâlâ zırhlı araç o zaman?

Louis, bir gazete ile Harry'ye vurur.

HARRY: Neydi şimdi bu?


LOUIS: Aracın sürücüsüne dayak atıyorum. Plânda var!
HARRY: Bu kimseyi yıkmaz ki.
Louis bir tane patlatır.

HARRY: Off! Yavaş ol!


LOUIS: Şimdi, gerçekten vurmadan düşecek misin?
HARRY: Ah!

Harry rolünü hatırlar ve yere yıkılır.

LOUIS: Para bu mu?

Dantelli bir yastık alır. Marcus onaylar ve yastığı yakalar.

24
Louis ve Marcus parayı kamyonete taşır. Gerçekten ağırmış da taşımakta
zorlanıyorlarmış gibi davranırlar.

Louis zırhlı araçla uzaklaşıyormuş gibi yapar.

LOUIS: Iınn, ıınn, ınnn.

Harry şimdiki duruşundan istasyon hamalına geçer.

TEK-RAUNT yürüyerek Harry'yi geçer, kollarını trenmiş gibi hareket ettirir.

TEK-RAUNT: Çufff, çuffff!


HARRY: Hamal olduğumu biliyorlar, tren olmak zorunda değilsin!
MARCUS: Ah, bırak olsun.

Louis, yastığı bir sandalyeye koyar. Harry, sandalye yük arabasıymış gibi yapar
ve onu 'istasyon'a getirir.

Yastıklı sandalyeyi odanın ortasında bırakırlar.

LOUIS: Oldu.
MARCUS: Oldu.
LOUIS: Ancak buraya kadar geldik! Anlamıyorum! Diyelim, parayı istas- yona
getirdik, her tarafta polis olacak. Polisleri geçmeyi nasıl başara- cağız?
Şöyle yapsak daha?..
MARCUS: Beyler, yerlerinize geçer misiniz, lütfen?

İlk durdukları yerlere geçerler.

MARCUS: Hayır, hayır, müzik grubundaki yerlerinize.


LOUIS: Neden?
MARCUS: Girin, Bayan Wilberforce!
Bir sessizlik olur, sonra şaşırtıcı şekilde kapı çalar.
Marcus açmaya gider.

MARCUS: Fark etmediniz mi? On beş dakikada bir kapının önünden


geçiyor. Yaşlı bir guguk kuşu olan bir saat gibi.

Marcus, kadının, elinde tam takım çay aksesuarlarıyla kapıda dikildiğini


göstermek için kapıyı açar.

MARCUS: Oo! Çay! Tam zamanı! Teşekkür ederiz, Bayan Wilberforce.


B. WILBERFORCE: Ah, evet, Siz ve beyefendiler belki çay içersiniz di- ye…
Ah…
25
MARCUS: Harika, harika! Ve burada olduğunuza göre, belki sizden bir
ricada bulunabilirim? (yastığı kaldırır) Size, acaba bu yastığı aşağı gö-
türebilir misiniz, diye yalvarsam? Bana tek yastık yetiyor ve bu diğeri
tozlanacak diye endişeleniyorum.
B. WILBERFORCE: Ah… Evet, tabii.
MARCUS: Çok teşekkür ederim, Bayan Wilberforce. Güle güle! Güle
güle!

Kadın yastığı alır, Marcus kadını dışarı geçirir.


Döner ve adamlara anlamlı bir bakış fırlatır.

HARRY: Vay be!


BİNBAŞI: Zekice!
LOUIS: Sen delisin!

Tek-Raunt, bir şey söylemek için bir baskı hisseder…

TEK-RAUNT: Ben… Ben anlamadım.


MARCUS: Soygunun başlangıcından yarım saat bile geçmeden dört tane
adam arıyor olacaklar. Biz, sadece, onun zembereğini kuraca- ğız… Ve o da…
Bize… Parayı getirecek.

Hepsi bir an düşünür.

BİNBAŞI: Polis onu asla durdurmaz. Bu senin başyapıtın olacak, Marcus!


MARCUS: Kendimi övmek gibi olmasın ama aynı fikirdeyim.
HARRY: Bu, işin en riskli bölümü; böyle bir şey yapmayacağız!
LOUIS: Zekice. Bence tamam. Ama yine de hoşlanmadım. Önceliği en
yakındaki tuvaleti bulmak olan biriyle çalışamayız.
MARCUS: Louis…
LOUIS: Sana yaşlı kadınlardan hoşlanmadığımı söylüyorum! Savaştan önce
annem, birlikte yaşamam için beni onlardan birinin yanına yolladı. Baca gibi
kokardı. Saçı her yere dökülürdü. Kulağındakilerden de ne- redeyse süpürge
yapılırdı. Beni… Çekip kucağına oturtur ve masal an- latırdı… (ürperir)
…Şöyle söyleyeyim, Almanlardan bile daha az kor- kardım!
MARCUS: Canım, bir tane çürük elma çıkmış. Ben buna her açıdan
baktım, bizden birinin parayı St. Pancras'tan getirmesi imkânsız. Ben bu
küçük plânımızda hemfikir olduğumuza inanıyorum? Hı?
HARRY: Peki, ben varım.
BİNBAŞI: Beni bilirsin, Marcus. Hemen arkandayım.
MARCUS: Louis? Galiba, zayıf halka olmasıyla beraber, Bayan
Wilberforce'un bizim kurtuluşumuz olduğunu anladın.

Sessizlik
26
LOUIS: Hoşuma gitmiyor. Ama ben de varım.

Kapı çalınır.
Marcus bunu beklememiştir.

MARCUS: Ee… Evet?

Kapı açılır ve Bayan Wilberforce yüzünde mutsuz bir gülümsemeyle kapıda


durmaktadır.

B. WILBERFORCE: Profesör, ben… Ben… Ah!


MARCUS: Harry, çekil önümden, Tek-Raunt, Bayan Wilberforce'a bir
sandalye getir. Binbaşı, su getir. Louis…

Louis, yüzünde tatsız bir ifadeyle yakınlarında durmaktadır.

MARCUS: …Boş ver.

Adamlar söylenenleri yapar ama Bayan Wilberforce'un sıkıntısı onları üzer.


Yeni rolleriyle gafil avlanmışlardır ve eşgüdümlü hareket edemezler,
birbirlerine çarparlar, soygundan kalma eşyalara takılırlar vb. Hatta Harry
yine karatahtaya çarpmayı bile becerir.

HARRY: Offfff!!.
B. WILBERFORCE: Ah, Profesör, korkunç bir şey yaptım! Korkunç bir şey!
MARCUS: Bayan Wilberforce! Ne oldu?
B. WILBERFORCE: Ah, kötü, çok kötü!
Onu dinlemek üzere kadının etrafında toplanırlar.

HARRY: (fısıldayarak) Bu işimize yarar.


MARCUS: Ne oldu, Bayan Wilberforce?

Yine Marcus'un atkısına basmaktadır. Markus, atkıyı gevşeterek çekmeyi dener,


kadın, bir sandalyeye doğru adım atar ve atkı ayağından kurtulur ve Marcus,
atkıyı hafifçe geri çeker.

B. WILBERFORCE: Ben Yaşlı Kadınlar Derneğinin bir üyesiyim.


HARRY: (fısıldayarak) Şimdiden harika.
B. WILBERFORCE: (oturur) Kültürel etkinlikleri tartışmak üzere birbiri-
mizin evlerinde toplanırız. En son bende toplanmıştık, merhum koca- mın
seyir defterini okumamdan herkes etkilenmiş görünüyordu. Ko- cam,
Arthur, donanmadayken seyir defterini çok detaylı tutardı…
HARRY: Peki, konu yemek, değil mi?
27
Marcus ona bıkkın bir bakış atar.

B. WILBERFORCE: …Herkes harika bir akşam olduğunu söyledi. Ama o


zamandan beri de bana gelmediler. Beni atlıyorlar. Ben de, göz ardı
edemeyecekleri bir şeyle onları geri kazanabilirim diye düşündüm ve bu
yüzden onlara… Ah, tanrım… Onlara bir konser verebileceğinizi söyledim.
Derneğimiz için!..
MARCUS: Ah.
B. WILBERFORCE: Ah, kendimi çok kötü hissediyorum!
MARCUS: Şimdi, şimdi Bayan Wilberforce. Buna gerçekten hiç gerek
yoktu. Bu konserin ne zaman verilmesi gerekiyor?
B. WILBERFORCE: Önümüzdeki Cuma, çay saatinde.
MARCUS: Yaramazlık edip bize danışmasanız da, tabii ki arkadaşları- nız
ve sizin için çalmaktan mutluluk duyarız.
HARRY: Ne?..

Louis susması için Harry'ye vurur.

MARCUS: Evet, memnuniyetle, değil mi, millet?

"Orkestra" üyeleri birbirlerine bakar.

HEPSİ: …Memnun oluruz… Evet… Kesinlikle… Sanıyorum ki… İşte,


çalmak için bir fırsat.
TEK-RAUNT: Konser veremememiz için ne sebep olabilir ki??.
MARCUS: Hiçbir sebep yok, Bay Lawson…
TEK-RAUNT: Eminim vardır.
MARCUS: KAPAT… Şu kapıyı,kapatabilirsin değil mi, TEK-RAUNT?

Tek-Raunt, kafası karışmış, gidip kapıyı kapatır.

MARCUS: Bayan Wilberforce, memnun oluruz. Ancak karşılığında


sizden küçük bir ricam olacak. İstasyondan alınması gereken bir pake- tim
var.
B. WILBERFORCE: Ah, tabii! Ne isterseniz!
MARCUS: Harika!
B. WILBERFORCE: Teşekkür ederim, Profesör! Teşekkür ederim, bey- ler!
MARCUS: Bayan Wilberforce, silin şu gözlerinizi!
B. WILBERFORCE: Nasıl mutlu olduğumu anlatamam! Sarı elbisemi
çıkarayım! Siz Boccherini çalarken, tıpkı yirmi birinci doğum günüm gibi
olacak!

Kadın çıkar.
28
MARCUS: (diğerlerine) Çoktan gitmiş oluruz.
BİNBAŞI: (Louis'e) Gördün mü? Akıllı!
TEK-RAUNT: Ne, gerçekten konser vermiyor muyuz?
MARCUS: Tabii ki vermiyoruz!
TEK-RAUNT: Ah.

Tek-Raunt mutlu olmamıştır. Marcus bir tepsiyle döner. Tepside bir şişe şarap
ve birkaç kadeh vardır. Marcus, her biri birer kadeh alan adamlara şarap ikram
eder.

MARCUS: Beyler, bu hafta iyi iş çıkardık. Geriye, soygunun kendisi gibi


küçük bir mesele kaldı. Kadeh kaldırmanızı isteyebilir miyim?

Kadeh kaldırırlar.

MARCUS: (devam eder) Mozart, Van Gogh, Cezanne, Rembrandt. Ba- na,
ortak noktalarının ne olduğunu söyleyebilir misiniz? (bekler) Hepsi fakir öldü.
Ya, ne yazık ki.

Louis hariç hepsi güler ve içer. Marcus, bir-sıfır öndedir.

Duraklama

LOUIS: Hımm.
MARCUS: (kızmıştır) Ah! Yine ne oldu?
LOUIS: Ee… Yastığı almadığını fark ettim.
Adamlar dönüp yastığa bakar, ki yastık gerçekten de odanın orta yerinde
durmaktadır.

MÜZİK YÜKSELİR VE ARABALARIN…

…ACI LASTİK SESLERİNE, BİR BAĞIRIŞA, BİR POLİS DÜDÜĞÜNE…

…KİNGS CROSS'UN SESLERİNE…

…BUHARLI TRENLERİN GICIRTILARINA VE DÜDÜKLERİNE KARIŞIR…

MÜZİK BİZİ BAYAN WILBERFORCE'UN OTURMA ODASINA GERİ


GETİRİR…

Çiçekli, fırfırlı bir elbise asılıdır…

Harry, ön kapıdan gelir.


29
HARRY: Hey? Merhaba?

Saatini kontrol eder.

HARRY: Dönmüş olmalıydılar. Çoktan dönmüş olmalıydılar.

Pencereye gider ve dışarı bakar.

HARRY: Tamam, sakin ol, sakin ol.

Tam, hap kutusunu açıp bir tanesini yutmak üzereyken…

G. GORDON: Gak!!

Hap elinden fırlar ve yere düşer.

G. GORDON: Çaya kal! Gak! Lütfen çaya kal!


HARRY: (rahatsız) Ahh! Kahretsin!

Harry, hapı arar, bu arayış onu Louis'in saklandığı (!) yere götürür.

Louis, refleksle, bıçağını Harry'nin boğazına dayar.

HARRY: Tanrım!
LOUIS: Gelmen zaman aldı!
HARRY: Ne diyorsun sen ?
LOUIS: Benden önce dönmüş olman gerekiyordu!
HARRY: Elime yüzüme mi bulaştırsaydım! Vardiyamı bitirmem gereki-
yordu, değil mi? Hemen çıksam nasıl görünürdü, acaba?
LOUIS: İşe yaradı mı?
HARRY: Ne?
LOUIS: B. Wilberforce istasyonda mıydı?
HARRY: Evet. Hayır. Bilmiyorum! Ben sadece bagajı bana söylenen yere
bıraktım.

Louis, Harry'yi bırakır.

LOUIS: Bundan hoşlanmadım.


HARRY: Öyle mi, hoşlanmadın demek. Tüh! Derdin ne senin?
LOUIS: Marcus ve para şu kapıdan girmeden mutlu olmayacağım.

EFEKT Kapı zili

30
LOUIS: Saklan!

Koşarak Profesörün odasına çıkarlar…

ALT KATTA…

Binbaşı ön kapıyı açar. Şehirli bir beyefendi gibi giyinmiştir.

BİNBAŞI: Merhaba? Merhaba?

Saatini kontrol eder.

BİNBAŞI: Garip. İlk önce Louis'in dönmesi gerektiğinden eminim…

Fırfırlı, hoş elbisenin asılı olduğunu görür. Çevresine bakınır.

Elbiseyi geçer.

Bir kere daha çevresine bakar ve…

…Elbiseyi alıp çenesinin altına götürür ve salınmaya başlar.

Louis ve Harry Profesörün odasından sıvışır ve MERDİVENLERİN


TEPESİNDE durup izlerler.

BİNBAŞI: (Boccherini, minüeti söyler) Yada liddle lam, dam, dam, dam…

Kendi kendine mırıldanır.

BİNBAŞI: Ah, evet!.. Dünyadaki en güzel kadın! Kim benimle evlenmek


ister? Herkes! Ha ha ha! Hıh, evlenemezsin! Çünkü bana ulaşılamaz!
LOUIS: Sen ne yaptığını sanıyorsun?
BİNBAŞI: Aaaaahh!
LOUIS: O elbiseyle ne yapıyordun?
BİNBAŞI: Ben… Ben… Geçenlerde… Ben sadece… Ne cesaretle, ba- yım!
Ne cüretle! Ben yalnızca… Ben yalnızca şarkı söylerken elbise severim!
LOUIS: Ne oluyor? Bunun Bayan Wilberforce ile bir ilgisi var mı? Plân bu
mu?
BİNBAŞI: Yo, yo, Ben sadece… Ben elbisenin kesimini sevdim. Eski- den
bir terzi tanıdığım vardı!
LOUIS: Oturun! İkiniz de!
HARRY: "Kesimini sevdin".
LOUIS: Kapa çeneni! Birşeyler dönüyor, biraz düşünmem lâzım! Dü-
şünmem lâzım!
31
Bıçağını çıkarır ve onunla oynamaya başlar. Harry çabucak ondan uzaklaşır.

BİNBAŞI: Neler oluyor? Plân işliyor, değil mi? Yanlış giden birşey yok,
değil mi?!
LOUIS: Marcus nerede?! Hepimizden önce burada olmalıydı! Yaşlı ka- dın
nerede? Size ne olduğunu söyleyeyim, o da işin içinde!
HARRY: Ne? Ah, kafayı sıyırmışsın sen!
BİNBAŞI: Tam bir saçmalık! Bayan Wilberforce nezaket timsalidir!
LOUIS: Size söylüyorum, birşeyler dönüyor!
HARRY: (saatini kontrol eder) Ee… Tek-Raunt biraz gecikti…
LOUIS: (parmaklarını şaklatır) İşte bu! Bize kazık atıyor, Tek-Raunt'u da
koruma olarak kullanıyor! İkiye bölme yöntemi!

Tek-Raunt'un gölgesi ön kapıya düşer.

LOUIS: (devam eder) Tek-Raunt! Saklanın!

Saklanmaya başlarlar.

BİNBAŞI: Niye saklanıyoruz! Her şey yolunda! Bu da plâna dahil!!

Tek-Raunt kapıyı açmayı dener; kilitlidir.

TEK-RAUNT: Merhaba? (bağırır) Merhaba? MERHABA! SOYGUN-


DAN dönen kimse var mı?!
LOUIS: Kapıyı aç, kapıyı aç!

Harry kapıya koşar. Kapıyı açar, Tek-Raunt olağan giysileri içinde görünür.

HARRY: Kapa çeneni, seni koca ahmak!


TEK-RAUNT: Ne? (fark eder) Ah, evet. "Merhaba, ben Bay Lawson."
LOUIS: Ah, kes sesini!
TEK-RAUNT: Ne oluyor, size?
HARRY: Aaaahh, kahretsin! Aaaaaahh!
LOUIS: Ne? Ne oldu?
HARRY: Ne? Ah, affedersiniz, birşey yok, sadece… Ölüyorum. Hay ak- si.
Kırmızı haplar… Etkisini gösteriyor. Size söylüyorum.

Çevresine bakınır.

HARRY: Şuranın haline bak.

Harry temizlemeye başlar.


32
BİNBAŞI: Merak etme, Tek-Raunt. Yok yere köpürdüler işte.
TEK-RAUNT: Ne hoş bir elbise.
BİNBAŞI: O konuyu hiç açma!
LOUIS: Dolandırılıp dolandırılmadığımızı çözmeye çalışıyoruz! Birşeyler
dönüyor, diyorum!
BİNBAŞI: Of, bir şey döndüğü yok!
LOUIS: Öyleyse Marcus nerede? Nerede?!

Ansızın, sifon sesi duyarız.

Herkes donakalır. Harry bile temizliği bırakır.

Sahne kenarında bir kapı açılır - alt katta daha önce görülmemiş bir tuvalet - ve
Marcus ortaya çıkar.

MARCUS: (istenirse, serinkanlı) Şey… Okumak için gazete almıştım ama


almasam da olurmuş. Bu eğlence bana bir hafta yeter…(Harry'ye) Bir
noktayı kaçırdın.

Harry bakar ve tekrar temizlemeye başlar.


Marcus, BAYAN WILBERFORCE'UN elbisesini kaldırır.

LOUIS: Ne zaman döndün?


MARCUS: (işaret ederek, Binbaşı'ya) Şunu kaldırayım, değil mi, Binba- şı?
Anladığım kadarıyla, kesimini sevdin.
LOUIS: Ne zaman döndün, dedim!
MARCUS: Gazete ister misin? Hükümetimizin Orta Doğu'daki bütün
dalaverelerini öğrendim.

Onları geçer, merdivenleri çıkar. Diğerleri afallamış, dururlar.

TEK-RAUNT: Ha, tuvalette miymiş?

Louis merdivenlerin başına koşar.

LOUIS: Hey! Para nerede?


MARCUS: (odasında oturur, gazeteyi okur, bağırarak cevap verir) Yol da,
Louis! Ne zavallılık, sabır diye bir şey yok! Bu arada, bayıldıktan sonra
şoföre vurmanın ne âlemi vardı?
LOUIS: Sen kendi işine bak.
MARCUS: Benim işim bu! Kaçmamızı zorlaştırsa da biz kimseyi öldür-
meyiz!
LOUIS: Off. İhtiyar nerede?
33
MARCUS: Ah, Louis, Bayan Wilberforce limandaki bir gemi gibi güveni-
lirdir. Şu anda -ram pam diddlee dam dam dam- manzarayı izleyerek
arabada keyifle tur atıyor olmalı.

Tek-Raunt pencerededir.

TEK-RAUNT: Bayan Wilberforce!


MARCUS: İşte!

Harry ürkütücü bir ses çıkarır.

MARCUS: Derdin ne senin?


HARRY: Pislik bu!
BİNBAŞI: Aman, Harry, iyi görünüyor işte.
HARRY: Yo, yo, yani yanında bir pislik var! Bir aynasız!

Binbaşının beti benzi atar. Hatta Marcus bile rüzgâr yemiş gibi yalpalar.

MARCUS: Ama… Ama plânda bu yoktu!

Köşeye sıkışmış, çaresiz bakarlar.

HARRY: (üniformasıyla boğuşur) Biri beni bununla görürse!

Birkaç saniye için, onlar bir çıkış yolu bulana kadar bir kaos yaşanır.

Derken, Marcus koşar, KÜÇÜCÜK BİR DOLABIN kapağını açar ve hepsini


içine girmeye zorlar. Dolabın içinde bir DONANMA ÜNİFORMASI ve başka
kıyafetler görürüz.

En sonunda, bütün çete dolabın içindedir ve kapı kapanır.

Bayan Wilberforce ve Memur MacDonald ön kapıyı açar. İkinci giren, MEMUR


MACDONALD, BÜYÜK, AĞIR bir BAGAJ taşımaktadır.

M. MACDONALD: Müzisyenler, diyordunuz?


B. WILBERFORCE: Evet. Bir oda müziği beşlisi.
M. MACDONALD: Bayan Wilberforce, söyleyeyim, benden müzisyen
olmazmış.
B. WILBERFORCE: Olmaz mıymış? Nedenmiş o, Memur Bey?

MEMUR, bagajı yere küt diye indirir ve ona dayanır.

M. MACDONALD: Para yok da ondan.


34
B. WILBERFORCE: Ah, onlar da para için yapmıyorlar, Memur Bey.
Müzik aşkıyla yapıyorlar. Onlar sanatçı, en asil yoldalar. Tanrı'nın yo-
lunda…
M. MACDONALD: Ah, ne güzel.
B. WILBERFORCE: Gidiyor musun? Eminim, burada olsalardı, yardı- mın
için teşekkür ederlerdi.
M. MACDONALD: Yo, konuşmak isteyecekleri son kişi bir polis memuru
olurdu. Şunu nereye koysam, ah..
B. WILBERFORCE: Ah, dolaba, teşekkür ederim.
M. MACDONALD: Evet, o göt herifleri yakalayabilirsek eğlenceyi kaçır- mak
istemem. Ah, affedersiniz, Bayan Wilberforce.
B. WILBERFORCE: Boş ver, kocam donanmadaydı, alışkınım.
M. MACDONALD: Aradığımız adamlar şu an kilometrelerce uzaktadır.

Bayan Wilberforce, küçük dolabın kapağını açar ve içinde oturan adamları ifşa
eder.

MARCUS: Merhaba!

Diğerleri de ona katılır, dostça el sallarlar.

B. WILBERFORCE: Üstüme iyilik sağlık! Dolabın içinde ne yapıyorsu- nuz,


Profesör?
MARCUS: Dolabın içinde ne mi yapıyoruz?
B. WILBERFORCE: Evet!

Duraklama.

MARCUS: Ah, NE mi yapıyoruz?


B. WILBERFORCE: Evet.
MARCUS: Ah, sizi yanlış anladım! Ehem, biz, birşey tartışıyorduk.

Duraklama.

B. WILBERFORCE: Ya… Ne tartışıyordunuz?


MARCUS: 'Ne' tartışıyorduk? Ne… Tartışıyorduk… Biz…

Marcus, iyice şaşırır. Duraklar.

Adamlar da ne söyleyeceklerini bilemez.

Sonunda, Tek-Raunt ağzını açar.

TEK-RAUNT: Piskedi bölümü mü?


35
MARCUS: Pitsikato bölümü! Evet, Tek-Raunt … O bölüm BAY
LAWSON'a çok yavaş geliyormuş, ben ve diğer arkadaşlar da onu ak- sine
ikna etmeye çalışıyorduk. Hayır, Bay Lawson, yavaş değil!

Dolaptaki herkes Bay Lawson'u ikna etme çalışmasına katılır.

B. WILBERFORCE: Peki ama bunu niye… Orada tartışıyorsunuz?

Adamlar birbirlerine bakar.

MARCUS: Niye mi? Ha ha ha! Bayan Wilberforce… Biz sanatçıyız!


B. WILBERFORCE: Ah. Evet. Evet, tabii ki! Affedersiniz.
MARCUS: Müsaade ederseniz?..

Kadın kapıyı kapatır ve Memur MacDonald'a döner.

MARCUS: (dolabın içinden) Bay Lawson, lütfen! Bu kadar saçmalık ye- ter,
şimdiye kadar çalıştığım en iyi çellistsiniz ve bölüm yavaş olsaydı, ben size
söylerdim zaten. Yoksa benim şefliğimi mi sorguluyorsunuz?

Duraklama.
MARCUS: Evet?

Duraklama.

TEK-RAUNT: Bay Lawson ben mi…


MARCUS: Öyleyse anlaştık! O zaman, başka bir… Başka bir, ah… Ge-
çelim mi? Evet, evet… Ah… Başka bir konuya? Evet, öyleyse… hay- di…
İçeri geçip… Bir merhaba… Diyelim, ee… Bizim, ee…

Dolabın kapağını açar, diğer ikisini görmekten sevinç duymuştur.

MARCUS: …Bayan Wilberforce, sizi görmek ne güzel!

Marcus, polis memurunu oyalarken, Harry hariç, diğerleri dışarı çıkar.

MARCUS: Peki, Majestelerinin hizmetkârı ve polis gücü nün bu gururlu


üyesi kim?

Louis, çıkarken dolabın kapağını sessizce kapatır.

B. WILBERFORCE: Ah! Memur MacDonald!


MARCUS: Bir İskoç! En iyi cins!..
M. MACDONALD: Ben İskoç değilim.
36
MARCUS: Daha da iyi! (Louis'e fısıltıyla) Ah, Bay Harvey, diyorum ki, şu
sorunlu bölümü çıkartmamız gerekebilir. Hangisi olduğunu biliyor- sunuz.
LOUIS: Ya, ben de aynı şeyi düşünüyordum.
MARCUS: Evet, kökten keselim gitsin.
LOUIS: Duruma bir bakayım da.

Louis, Memur MacDonald'ın arkasında bir yere geçer.

B. WILBERFORCE: Profesör Marcus, duydunuz mu? Bir soygun olmuş!


BİNBAŞI: Ngyahhhaaaaa…
B. WILBERFORCE: (Binbaşı'ya) Evet, korkunç değil mi?
MARCUS: Gerçekten mi?
M. MACDONALD: Zırhlı araç. Haince bir iş. Sürücüsü… Hiç iyi görün-
müyor.
MARCUS ve B. WILBERFORCE: Korkunç.
M. MACDONALD: Elimizde tek ipucu var. Parayı tren yoluyla götürmeye
çalışacaklarını düşünüyoruz. Dolayısıyla içlerinden biri demiryolu işçisi
kılığına girmiş olabilir.
B. WILBERFORCE: Bay Robinson nerede?
BİNBAŞI: Ngyahahaaaa…
Duraklama.

B. WILBERFORCE: Burada değil.


MARCUS: Bir bakalım… Bir, iki, üç, dört… Haklısınız. Belki de yukarıda
uyuyordur.
B. WILBERFORCE: Ama dolabın içindeydi. Sizin…leydi.

Kadın, dolaba döner.

B. WILBERFORCE: …Hâlâ içinde.

Hepsi birden dolabın kapağına bakar.

B. WILBERFORCE: Hâlâ içinde.


MARCUS: Öyle mi? Ben bir kontrol edeyim. (dolabın kapağına vurur) Bay
Robinson?

Duraklama.

HARRY: Evet?
MARCUS: (Bayan Wilberforce'a) Vay canına, haklıymışsınız! (dolaba) Bay
Robinson, dolabın içindesiniz!
HARRY: Evet, bu… Buradayım, elbette!
37
MARCUS: Yani, halloldu o halde. Haklıymışsınız, hâlâ dolabın için-
deymiş.
B. WILBERFORCE: Peki ama neden hâlâ orada?
MARCUS: Güzel soru. Bay Robinson, neden hâlâ oradasınız?
HARRY: Havasızlık… Kafamı karıştırdı… Kendimi kaybetmişim.
MARCUS: O kadar küçük bir yerde! Gerçekten de kafanız karışmış ol-
malı!

Memur Macdonald, Louis'i arkasında bırakacak şekilde hareket eder. Louis,


hemen yavaşlar, döner ve polisin aksi yönünde sürünmeye başlar.

M. MACDONALD: Dışarı çıkmayacak mısınız, efendim?


HARRY: Kapak sıkışmış.
MARCUS: Haklı, biliyor musunuz, kımıldamıyor.
TEK-RAUNT: Benim el atmam lazım.
MARCUS: Bay Lawson! Bay Lawson, hayır…
TEK-RAUNT: Belki açmanın bir yolu vardır.

Büyük, etli yumruğunu dolabın kapağına sallar ve onu kırar…

…Harry görünür, üzerinde gömlek ve kravat üzerine, desenli V yaka bir kazak
ve kahverengi kadifeden bol bir pantolon vardır. Kıyafetlerin ona biraz büyük
geldiği gerçeği olmasa, 1940'lardan mükemmel bir aile babası gibi
görünecektir.

Duraklama.

MARCUS: Harry, Memur MacDonald.


B. WILBERFORCE: Ah, Bay Robinson! Bir an için merhum kocam gibi
göründünüz.
HARRY: Öyle bir yüzüm var.
MARCUS: Sizi kapıya kadar geçirmeme izin verin, memur bey. Bu kor-
kunç, korkutucu adamların izini bulmaya dönsen iyi olur. Beyler?
Adamlar bagaj sandığını kapıp hemen yukarı çıkartmaya başlarlar.

M. MACDONALD: Yerinizde olsam, endişelenmezdim, Profesör… King's


Cross'tan kuş uçamaz! Hiçbir şey kaçamaz oradan! Bence bu beyler, bize
bulaşarak, çiğneyebileceklerinden daha büyük lokma ısırdılar.
MARCUS: Evet, onların yerinde olmak istemezdim.

Marcus ona kapıya kadar eşlik eder ve kapıyı ayağıyla çarparak kapatır.

Döner ve merdivenlere yönelir.

38
MARCUS: Belki, çay içebiliriz, Bayan Wilberforce!
B. WILBERFORCE: (daha mantosunu bile çıkartmamıştır) Ah! Ne ka- dar
kabayım! Evet, ben… Evet…

Tek-Raunt tam paraları çıkarmak için sandığı açtığı sırada, Marcus üst kattaki
odaya girmiştir. Etkileyici bir manzara.

TEK-RAUNT: Vay anasını. Şuna bakın.

Duraklama.

MARCUS: (Louis'e) Şimdi, Polis, istasyonu sardığına göre, arabayla ra-


hatça uzaklaşabiliriz. En son buluşum…
HARRY: (hâlâ gergin) İşemeliyim.
MARCUS: (Binbaşı'nın yuvarlak yüzüne şaplak atarken) Bu kez zengin
işemesi olacak! Tadını çıkar, Harry!
LOUIS: Londra dışına çıkana kadar iş bitmiş sayılmaz.
MARCUS: Birkaç şey kaldı, Louis, hepsi bu. Parmak izlerini çabucak
siliversen? Tedbirli olmak iyidir.
BİNBAŞI: Tamam.
MARCUS: Louis, arabayı çalıştır. Tek-Raunt, eşyaları toparla. Zihnimi
toparlamam için birkaç dakikaya ihtiyacım var.

Marcus bir sandalyeye oturur ve 'artistik' bakar. Aslında bu onun işten kaçma
tarzıdır.

Bu arada çevresindekiler arı gibi hareket etmektedir.

Louis arabaya gider. Tek-Raunt bavulları toplamaya başlar. Binbaşı hemen


canlanır ve orada oldukları süre içinde kendinin ve diğerlerinin dokunduğu her
bir parçayı bir bezle ovmaya başlar.

Harry tuvaletten döner ve Binbaşı'yı görür. Binbaşı'yı takip edip onun


temizlediği her şeyi tekrar temizler, yaptığı işten mutlu olmadığı görülmektedir.

Üst katta, Tek-Raunt bagaj sandığının üzerine oturmuştur. Çelloyu bırakmak


üzeredir ki bir an durur, çelloyu tekrar alır. Yayı alır ve minuetin ilk birkaç
notasını tekrar çalar.

Uyumsuz olsa da, ilk birkaç notaya vurmayı başarır ama dördüncüsü tam bir
hayal kırıklığıdır.

Tek-Raunt durur, iç çeker ve çelloyu yere bırakır.

39
Binbaşı temizliği bitirir.

BİNBAŞI: Hepsi tamam.


HARRY: Pek değil.

İki tane şamdan yeninden aşağı kayar ve avuçlarına düşer.

Binbaşı, onaylamayan bir bakış atar.

Harry onları çok özenli temizler ve şöminenin rafına koyar.

Hepsi yeniden oturma odasındadır.

MARCUS: İyi iş çıkardınız, millet! Ben Bayan Wilberforce'a gideceğimi-


zi haber vereyim. Komik ama bu yaşlı kadını özleyeceğim…

Bayan Wilberforce muhteşem elbisesiyle sahanlığa adım attığında hepsi


donakalır.

Duraklama.

TEK-RAUNT: Çok güzel görünüyorsunuz, han'fendi.


B. WILBERFORCE: Teşekkür ederim, Bay Lawson.
MARCUS: Ah! Bir hayal! Bir melek!
B. WILBERFORCE: Profesör, konserle ilgili bir soru sorsam olur mu?

Konuşurken merdivenlerden iner.

MARCUS: Konser.

B. WILBERFORCE: Evet, arkadaşlarınız konser sonrası kısaca sorulara


cevap verebilirler mi acaba?
MARCUS: Ah, evet, evet, gelecek haftaki konser.
B. WILBERFORCE: Konser bugün.
MARCUS: Gelecek Cuma, dedik, evet?
B. WILBERFORCE: Bugün, Cuma.

Marcus paniğe kapılmış görünür.

MARCUS: Hayır, hayır, gelecek Cuma, demek haftaya Cuma demektir. Eğer
bugünden bahsetseydim sadece "Cuma" derdim. "Gelecek Cu- ma" , bu Cuma'yı
takip eden Cuma demektir.
B. WILBERFORCE: Hayır, gelecek Cuma'nın anlamı, gelen Cuma, de-
mektir!
40
HARRY: Ben de öyle dediğinizi düşünmüştüm.
MARCUS: Hayır, siz… Siz bu yüzden mi giyindiniz! (adamlara) Çabuk!
Buradan çıkmamız lâzım! (Bayan Wilberforce'a) Bayan Wilberforce, çok
özür dilerim ama biz bu konseri veremeyeceğiz.
B. WILBERFORCE: N… Ne?
MARCUS: Maalesef yapabileceğimiz bir şey yok. Prag Filarmoni'nin
bütün yaylı çalgılar bölümü İrlanda kabakulağına yakalanmış. İç dir-
sekteki, nadir görülen bir hastalıktır. Onlara acilen yedek müzisyen lâ- zım
ve bu da arkadaşlarım için bir fırsat. Onları gerçekten reddede- mem.
B. WILBERFORCE: İyi… Peki… Anlıyorum, galiba… Tüh…

Çıkmak üzere her şeylerini toparlarlar.

TEK-RAUNT: (çıkarken) Hoşça kalın, Bayan Wilberforce!


HARRY: Bagaj, zekâ küpleri!
TEK-RAUNT: Ah, ba… Tabii ya!

Tek-Raunt geri gelip koca bagajı kaldırır. Bayan Wilberforce Profesörün yanına
çıkar ve yine atkısına basar.

B. WILBERFORCE: Profesör, arkadaşlarıma ne söyleyeyim?


MARCUS: Eminim onlar da, sizin sadece dostluğunuzdan, bizim kadar
memnun kalacaklarıdır.

Atkısını yine kadının ayağının altından çeker, neredeyse üzerine düşecektir.

MARCUS: Neyse, gidiyoruz! Tekrar teşekkür ederim, Bayan


Wilberforce, sonsuza kadar size minnetarız!

Marcus, geçerken yine resmi düzetir.

Erkekler, kadının önünde sıradadır.

Tek-Raunt kuyruğun sonundadır.

Binbaşı ileri yürür ve şapkasını çıkartır.

BİNBAŞI: Benim için… Onurdu.


B. WILBERFORCE: Teşekkür ederim, binbaşı. Bu evde bir ordu men-
subunu tekrar görmenin ne demek olduğunu size anlatamam.

Bu söz Binbaşı'yı şaşırtır. Cevaplamak için ağzını açar ama sonunda sadece
eğilip selam verir ve çıkar.
41
Harry yaklaşır.

B. WILBERFORCE: Müzik için, hafta boyunca yaptıklarınız için, tekrar


teşekkür ederim, Bay Robinson. Bu ev hiç bu kadar sevimli olmamıştı.
HARRY: Yo, yo, söz etmeye bile değmez, severek yaptım! Görüşürüz,
tatlım!

Harry çıkar ve sıra ilerler.

Sıra Louis'dedir, ne yapacağını bilemiyor gibidir. Sonunda, kadına uzanır ve


kadının başına küçük, tuhaf bir pıt kondurur.

LOUIS: Hoşça kal, ihtiyar.


B. WILBERFORCE: Hı. Evet. Hoşça kalın.

Louis çıkar.

B. WILBERFORCE: Bay Lawson, en çok sizin çello çalışınızı özleyece- ğim.


TEK-RAUNT: Ben de öyle. Hoşça kalın, Bayan Wilberforce. Her şey için
teşekkür ederim.

TEK-RAUNT, bagajı kaldırmak için döner.

Marcus yaklaşır.

MARCUS: Bayan Wilberforce. Ne diyebilirim ki? (duraklar) Hoşça kalın

Hareket eder, atkısı bir kez daha Bayan Wilberforce'un ayağına yakalanmıştır.

MARCUS: Ha ha. Bu küçük tangomuzun birazdan mazide kalacak ol- ması


çok yazık.

Tek-Raunt tam bagajla yanından geçerken, Marcus atkıyı çeker. Tek-Raunt,


aniden gerilen atkıya takılır, bagaj düşer ve yere çarpıp açılır.

Para oturma odasına saçılır, taş kesilen adamların üstüne konfeti gibi yağar.

BİNBAŞI: AHHHHHH!!!

Duraklama.

MARCUS: Herhalde merak ediyorsunuzdur… Bütün bu paralar nere- den


geldi, diye.
42
Harry ve Louis, Marcus'un arkasından girerler ve donakalırlar.

MARCUS: Merhaba, millet! Her şey yolunda.

Louis kapıyı çarparak kapatır.

MARCUS: Binbaşı, lütfen, siz açıklar mısınız, biz ortalığı toparlarken? Tek-
Raunt, sen de Bayan Wilberforce'a mutfağa kadar eşlik eder mi- sin?

TEK-RAUNT, kadını bir eşya gibi kaldırıp mutfağa taşır. Hâlâ titreyen Binbaşı
da arkalarındadır.

BİNBAŞI: Bunun açıklaması… Açıklaması… Ama, ama, ama…

Çetenin geri kalanı parayı umutsuzca bagaja geri tıkar.

BİNBAŞI: Bayan Wilberforce, çok utanç verici. Bu bizim grupça biriki-


mimiz… Özel yaylar almak için. Mısır'dan ithal. Çok pahalı. Devekuşu
tüyünden.

OTURMA ODASINA dönelim.

LOUIS: Ne yapacağız?
MARCUS: Gideceğiz!
LOUIS: Parayı gördü! Söyleyecek! Harry ile benim polis dosyasında fo-
toğraflarımız var! (Tek-Raunt'a) Senin de! Onu teşhis için götürürlerse bizi
ele verir! Resmen ellerindeyiz! Ne yapacağız?

Profesör birdenbire durur, diğerleri de durur ve ona bakar.

MARCUS: Onunla konuşacağım.


LOUIS: İstediğin kadar konuş, bir şey değişmez…
MARCUS: Louis, onunla konuşacağım.

Marcus çoktan mutfağa doğru yürüyüşe geçmiştir, tavrı tamamen değişir.

MARCUS: (sevimli bir yapmacıklıkla) Bayan Wilberforce! Bu saçmalığı


görmüş olmanız ne kadar utanç verici!
BİNBAŞI: Ben de tam devekuşu tüyünden bahsediyordum ona.

Beden diliyle "uyum sağla" der. Marcus ona bakar.

BİNBAŞI: Hani, şu özel yaylar?


43
MARCUS: Çekilin, Binbaşı.

Binbaşı oturma odasına gider.

B. WILBERFORCE: Hâlâ anlamıyorum…


MARCUS: Aslında çok basit, Bayan Wilberforce.
B. WILBERFORCE: Kafam… Karıştı.
MARCUS: Normal, haklısınız.
B. WILBERFORCE: …Bütün o para…
MARCUS: Biliyorum!
B. WILBERFORCE: Bu kadar parayla ne yapıyordunuz?
MARCUS: Şey, bu, uzun ve karmaşık bir hikâye, Bayan Wilberforce…
Bunu anlayacağınızı hayal bile edemiyorum ama yine de…

Efekt için duraklar.

MARCUS: …Gördüğünüz gibi, bir beşlide çalmak aslında düşündüğü-


nüzden daha masraflı… Geçenlerde ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir
sponsor bulmak için bir gazeteye reklâm verdik ve bu da…

Tek-Raunt, girer.

TEK-RAUNT: Soygundan aldığımız bütün parayı sandığa geri koyduk.

Ritm/Vuruş. Marcus kadına bakar.

MARCUS: Bunu duymamış olma ihtimaliniz yok herhalde, diye düşünü-


yorum.
B. WILBERFORCE: Soygun! (gerçek ortaya çıkar) Profesör Marcus!
MARCUS: Ben de öyle düşünmüştüm.
B. WILBERFORCE: Bu açıklamayla şok geçirdim! Şok geçirdim ve
dehşete düştüm! Ama neden, siz müzisyensiniz!

Marcus bir şey söylemez.

B. WILBERFORCE: Siz… Siz müzisyensiniz, değil mi?

Marcus utanç içinde başını öne eğer.

B. WILBERFORCE: (kırık plak gibi) Siz… Değilsiniz… Ama ben san-


mıştım ki… Sanmıştım ki…

Kapı zili çalar.

44
BİNBAŞI: Ngyahhahhh!!!
LOUIS: (oturma odasından bağırır) Kim geldi?
BİNBAŞI: İnsanlar! Yaşlı kadınlar! Bir sürü yaşlı kadın!
B. WILBERFORCE: Arkadaşlarım. Konser için geldiler.

Tek-Raunt kapının yanında durmaktadır.

TEK-RAUNT: Ne yapayım?
MARCUS: Saat daha üç! Çay saati değil!
B. WILBERFORCE: Bizim çay saatimiz üç.
MARCUS: Çay saati beştir!
B. WILBERFORCE: Bizim çay saatimiz üç. Biz yaşlıyız. Dört buçukta
kalkarız biz!
MARCUS: Çay içmek için ne saçma bir saat! Canınızın istediği zamana çay
saati diyemezsiniz! Çay saati beştir! Harry, çay saati kaçtır?
HARRY: Dört, değil mi?

Kapı yine çalınır.

TEK-RAUNT: Ne yapayım?
MARCUS: Çay saati beştir!
BİNBAŞI: İkiniz de yanılıyorsunuz. Çay saati altıdır! İkindi kahvaltısı sa- at
altıdadır. (Bayan Wilberforce'a çıkışır) Çay saatini hafife alıyorsu- nuz!
TEK-RAUNT: Ne yapayım?
B. WILBERFORCE: Korkunç, sadece korkunç! Ne diyecekler? Tam bir
rezalet olacak!
MARCUS: Bayan Wilberforce, hiçbirinin bilmesine gerek yok.
B. WILBERFORCE: Ama söylemek zorundayım. Söylemek zorunda- yım!

Kadını omuzlarından tutar. Umutsuz ama sakindir.

MARCUS: Bu berbat para meselesini konuşmadan önce, bana… En


azından arkadaşlarınız gidinceye kadar bekleyeceğinize söz verir mi-
siniz? Medeni bir tavır takınabileceğimize inanıyorum. Sonuçta bu ko-
nuşarak çözebileceğimiz bir mesele.
B. WILBERFORCE: Onlar yine de bir konser bekliyor!
MARCUS: …Ve dinleyecekler de.

Hepsi donakalır ve Marcus'a bakar.

MARCUS: Millet, sazlarınızı getirin!


LOUIS: Ne? Delirdin mi, sen?

45
MARCUS: Dediğimi yapın, Louis. Bir oda dolusu yaşlı kadının üzerinde
mantar tabancası kullanmak istemiyorsan tabii. Ak Saçlılar Katliamı,
derler, sonra.

Adamlar sazlarını getirir.

MARCUS: Kapı, Tek-Raunt!


B. WILBERFORCE: (mutfaktan girerken) Ne yapacaksınız?
MARCUS: Açıklaması zor. Bana güvenin.
B. WILBERFORCE: Nasıl güveneyim?
MARCUS: Burada kaldığım sürece, bir beyefendi gibi davranmaktan
başka ne yaptım, Bayan Wilberforce?
B. WILBERFORCE: Şey, evet, azılı bir soygun yönettiniz.
MARCUS: Bunun dışında, Bayan Wilberforce!
B. WILBERFORCE: Zannederim…
MARCUS: Güzel! Tek-Raunt?

Tek-Raunt başını sallar ve kapıyı açar.

Yaşlı kadınların her biri çabucak girer. Yaklaşan müzik programı hakkında
heyecanla konuşurlarken, 'müzisyenleri' çevrelemeye başlarlar.

Özellikle, Louis, çıldırır.

LOUIS: Ahhhh!
MARCUS: Hanımlar! Hanımlar, LÜTFEN müzisyenlerle konuşmayın!
Konser yüksek derecede konsantrasyon gerektirir! Lütfen artık yerle
rinize oturun!

Kadınlar şaşırır ve heyecanlanır.

B. TROMLEYTON: Ah! Ah, evet, tabii ki! Merhaba! Ben Bayan


Tromleyton…
MARCUS: Madam, yerinize oturmanız için ısrar ediyorum!
B. TROMLEYTON: Ah! Evet!

Hepsi oturur.

LOUIS: Marcus, ne yapacağız?!


B. WILBERFORCE: Lütfen beni daha fazla utandırmayın!
MARCUS: Utandırmak mı? Bayan Wilberforce, arkadaşlarınız hayatla- rının
en güzel çay saatini yaşamak üzere.

Nihayet herkes yerleşir. Sessizlik.


46
Marcus bir aynaya kadar yürür ve kendine bakar. Zorlukla yutkunur. Sonra bir
şef gibi manşetlerini düzeltir ve döner.

Hanımlar hemen alkışlar. Bir elini kaldırır ve alkış kesilir.

MARCUS: Hanımlar ve beyler. En azından… Hanımlar. Öncelikle, izin


verin, bu güzel çay saatinin parlak müzisyenlerini size tanıtayım.

Tek-Raunt'a doğru yürür.

MARCUS: Bay Desmond Lawson.


TEK-RAUNT: Ben, Bay Lawson'um.
MARCUS: Evet, O sensin. Muazzam ölçüleri sizi şaşırtmasın. Bay
Lawson'un, bir çiftçininki kadar güçlü bedeni olabilir ancak, onda, bir
saatçinin nazik ve hassas elleri var.

Yaşlı hanımlar çok heyecanlanır. Tek-Raunt ellerine bakmaktadır.

Marcus, Binbaşı Courtney'e doğru ilerler.

MARCUS: Binbaşı Courtney'i tanıştırayım. Savaşta ülkesine şerefle


hizmet etti ama bu gece, tek arzusu size hizmet etmek.

Bayan Tromleyton aşırı heyecanlanır.

Binbaşı Courtney başıyla selamlarken, kadınlar onu alkışlar. Marcus, Harry'ye


yaklaşır.

MARCUS: Harold Robinson. Hanımlar, sazıyla bluzunuza uzanıp ruhu- nuzu


çalabilir.

Harry, kadınlara göz kırpar.


Yaşlı hanımlar, alkışlar.

MARCUS: Louis! Rumen dehâsı! Vahşi! Fırtına gibi! Tehlikeli biri! Ke-
manıyla, sizi baştan çıkarmak için cehennemden gönderilen kötü bir ruh!

Louis başıyla selam verip topuklarını çakar.

Kadınlar ÇOK ilgilidir, hatta daha yüksek alkışlarlar. Bayan Tromleyton


neredeyse bayılacaktır.

47
MARCUS: Ve ben… Profesör Marcus, şef… Ve az sonra duyacağınız
müziğin bestecisiyim. Şimdi. Başlamadan önce sizi uyarmalıyım. Ben
modern müzikte tartışmalı bir figürüm.

Hanımlar büyülenmiş, adamlar tamamen afallamıştır.

MARCUS: Bana, deli, diyecek kadar ileri gidenler oldu. Doğru, Dinleye-
ceğiniz beste, zor bir parça. Hattâ, genelde müzisyenler bile parçanın nasıl
çalınacağını bilmiyormuş gibi görünür! "Bütün sesler uyumsuz ve gelişi
güzel!", yarım sayfadan az süren eleştirilerden birindeki görüş buydu; "nefret
dolu bir kakafoni", diğeriydi. Evet, Basın Sokağı'ndaki
barbarlar benimle istedikleri kadar eğlenebilirler! Ama bu gece, hanım
lar… Bu gece, beni siz değerlendireceksiniz!

Hanımlar, heyecanlı bir şekilde homurdanır.

MARCUS: İşte, şimdi, size yalvarıyorum. Kulağınızın en eğitimli bölü-


müyle dinleyin ve kendinize şu soruyu sorun... Ben gerçekten deli mi-
yim? Yoksa bir… Dehâ mı? Hanımlar! Size, ona verdiğim küçük raka- mı
takdim ederim: 'Çay saati beştir'!

Marcus döner ve çubuğunu havaya kaldırır. Ve grup, sazların yayını çılgınca


gıcırdatmaya başlar ve…

…PERDE İNER.

48
PERDE II

PERDE KALKAR…

…Ve konser sona ermektedir. Kakafonik bir gürültü.

Minüetin açılış notalarını tekrar çalmaya başlayan Tek-Raunt hariç herkes


durur.

Bir kez daha, dördüncü notayı çalar ve ahenksiz, pes bir tonda konser biter.

Hanımlar, hafiften transa geçmiş bir halde oturmaktadır.

Sonra, kendiliğinden olan coşkulu bir alkışa girişirler.

Bayan Wilberforce ellerinin üzerine oturmaktadır.

MARCUS: Teşekkür ederiz! Teşekkür ederiz!


B. TROMLEYTON: Profesör. Bunu… Kelimeler yetmez… Hiç böyle bir
şey duymamıştım. Olağanüstü!
MARCUS: Teşekkür ederim, madam. Üçüncü bölümdeki Stiranko pa sajı
hakkında ne düşünüyorsunuz? Biraz keskin oldu diye endişelen- dim de.
B. TROMLEYTON: Yo, yo! Şey, belki ama genel olarak, parçanın ihtişamı,
ruhu, sırf fikir bolluğu bile bunu telafi eder!
MARCUS: (eğilerek) Madam, bir erkek kadar akıllısınız.
B. TROMLEYTON: Ah! Teşekkür ederim!

Olgun hayranları, Louis'in etrafını sarmıştır.

LOUIS: Bu yaşlı kadınları durdurmak istiyorum!


MARCUS: Dinlensek iyi olur. Hanımlar! Konser insanı çok susatıyor. Ama
parçayla ilgili yorumlarınızı konuşmak için birkaç ay içinde döne- ceğiz.
Teşekkür ederiz!
B. TROMLEYTON: Louisa, harikaydı. Teşekkür ederim.

49
B. WILBERFORCE: (afallamış) Ah… Ben teşekkür ederim, Jane. Hepi- nize
teşekkür ederim!

Adamlar, kadınları dışarıya kadar geçirir. Kadınlar bu süre zarfında, onların


elini sıkmaya çalışmaktadır. Kapının önünde dönen Bayan Tromleyton dışında
hepsi çıkar.

B. TROMLEYTON: Yine söyleyeyim! Kelimeler kifayetsiz…

Marcus, kapıyı kadının yüzüne çarpar. Bayan Wilberforce hâlâ şaşkın


oturmaktadır. Marcus, Tek-Raunt'a ve diğerlerine doğru gider.

MARCUS: (alçak sesle) Kutuları yukarı çıkarın. (Bayan Wilberforce'a)


Aaaah, Bayan Wilberforce. Bu zaferi kabul edersiniz artık.
B. WILBERFORCE: Etmiyorum. Kesinlikle kabul etmiyorum.
MARCUS: Ne? Arkadaşlarınız bayıldı! Yıllarca konuşulacak!
B. WILBERFORCE: Nasıl beğenebildiler… Anlamıyorum. Berbattı. Tek
kelimeyle berbattı!

Tek-Raunt kutuları alır ve Profesörün odasına doğru ağır ağır çıkar.

MARCUS: Sanatla oyalanmak orta sınıfın temel zevklerinden biridir.


Bayıldılar. Hatta doyamadılar.
B. WILBERFORCE: Tüyler ürperticiydi. Eğer müzik kişinin ruhunun
yansıması ise, ki öyle olduğuna inanıyorum, o zaman, hepiniz…

…Tekrar onlara bakar.

B. WILBERFORCE: …Kendinizden utanmalısınız.

Adamlar, önlerine bakar.

LOUIS: (Marcus'a) Ne yapmamız gerektiğini biliyorsun…


B. WILBERFORCE: Evet, polisi arıyorum.
MARCUS: (Louis'e) Başka bir yolu olmalı.
B. WILBERFORCE: (telefona geçer) Hayır, polisi arıyorum.
MARCUS: (yolunu keser) Bayan Wilberforce, lütfen… Bizi bu ateşten
uçuruma atmadan önce… Bizim gibi beş adamın neden suça sürük-
lendiğini merak etmediniz mi? Neden tutuklanma, toplum önünde aşa-
ğılanma ve utanma riskini alalım ki?
B. WILBERFORCE: Şey, bu benim…
MARCUS: Aramızda başkasının sorumluluğunu üstlenmemiş bir kişi bile
yok. Harry! Hikâyeni anlat ona!

50
HARRY: Şey, bir süre, bir tür 'ücretli eş' olarak çalışan bir kadınla bir-
likteydim.
MARCUS: O HİKÂYE DEĞİL!
HARRY: Ah! Ah, evet! Benim… Anne? Ah, evet! "Benim, anne", doğru,
son derece hastaydı. Sadece, küçük oğlunun onunla ilgilenebileceğini
bilmesini istiyordum. Parayı bu yüzden aldım, bayan.
B. WILBERFORCE: Annenizin nesi var?

Marcus birşeyler işaret eder. Harry onu yanlış anlar.

HARRY: Kör.

Marcus yine işaret eder.

HARRY: Deli. Hasta! Kör, deli, hasta bir kadın…

Marcus başını ellerinin arasına alır.

HARRY: …Yüzünü yıkamayı da sever…


B. WILBERFORCE: Anlıyorum.
HARRY: (şimdi gerçekten dener) Ve biliyor musunuz? Beni her gece
arayıp yüzümü görmeyi dört gözle beklediğini anlatıyor… Yüzüme do-
kunmayı… Onun yüzünü kurulamak için bir havluyla kapıdan girdiğim deki
gibi… Yüzü… Yazılar ya da uçuşan zihni için birşeyler…Ve onun gözleri…
Onun gözleri olsun diye… Eğiteceğim küçük bir köpek yavru su.

Duraklama.

MARCUS: İnanması güç, biliyorum ama her biri, size benzer bir hikâye
anlatabilir. Binbaşı, meselâ. Bir savaş kahramanı. İşgal altındaki Fran-
sa'dan, karısının elbiseleri içinde, cesurca kaçtı.
BİNBAŞI: Elbiseleri, bir Kızıl Haç paketinde, biraz cips ve bir pasaport ile
göndermişti. Kısa fırfırlı üst eteği olan siyah uzun kollu bir elbiseydi. Çok
güzel. Saten astarlı. Saten kol ağzı. Yan fermuarı da…
MARCUS: TEŞEKKÜR EDERİZ, Binbaşı. (Bayan Wilberforce'a) Peki, bu
olağanüstü cesaret öyküsünün karşılında ne aldı? Az bir memur maaşı. Bu
ülke için yaptığı kahramanlığa değer mi?
BİNBAŞI: Bunu itiraf etmekten utanıyorum ama bir keresinde çöpten
yemek yedim.

Marcus ona dik dik bakar: Bu iğrenç detayı vermek niye?

Tek-Raunt merdivenlerin tepesinde görünür.

51
MARCUS: Ya Bay Lawson?! En yürek parçalayıcı hikâye onunki, değil mi,
Bay Lawson?
TEK-RAUNT: Ne? Ah, evet, Bunu… Bunu… Bunu paylaşmamalıyım
bence. Yanlış anlaşılırım.
B. WILBERFORCE: Peki, siz, Bay Harvey?
LOUIS: (tiksintiyle) Bir Rumen yetimhanesinden kaçtım, bu nasıl?
MARCUS: Soygunu ben plânladım, Bayan Wilberforce. Onlara yardım
etmek istedim. Çünkü bunun yapılacak en doğru şey olduğunu düşün-
düm. Hâlâ öyle düşünüyorum. Elbette siz de böyle, 'hayırlı suç' gibi bir
eylem olduğunu… Görüyorsunuz?

Duraklama.

B. WILBERFORCE: Hayır. Hayır, görmüyorum.


MARCUS: Bayan Wilberforce, ya Binbaşının çöpten köpek maması
yemesi!..
BİNBAŞI: İyi de, ben köpek maması demedim.
MARCUS: Harry'nin kör annesi, biz konuşurken deli gibi yüzünü yıkı- yor!
LOUIS: (ilgisiz) "Çocukları düşünen var mı?"
MARCUS: Bu adamları nasıl böyle bir utanca mahkum edebilirsiniz?
B. WILBERFORCE: Fakirlik utanılacak bir şey değildir.
MARCUS: Fakirlik bir belâ. Ayrıca, parayı aramayacaklar bile! Çünkü
sigortalı ve bu aldığımız para, herkesin priminden bir metelik eder. Bir
meteliğin kime ne zararı olur ki? Sadece, biz bu parayla daha yaratıcı
oluruz. Devlet onunla ne yapacaktı ki? Boşa harcayacaktı.
B. WILBERFORCE: Yine de yanlış.
MARCUS: Peki, şu şekilde anlatayım. Diyelim ki, bir banka soymanın,
banka kurmaktan farkı var mı?
B. WILBERFORCE: Biri suç, diğeri değil.
MARCUS: Hangisi?
B. WILBERFORCE: Kafamı karıştırmaya çalışıyorsunuz.

Telefona doğru hareket eder.

MARCUS: Bayan Wilberforce, bu olaydaki suçunuzu hatırlatabilir mi-


yim?
B. WILBERFORCE: Ama parayı ben çalmadım.
MARCUS: Ah, evet çaldınız. Parayı istasyondan siz getirdiniz.

Bu, Bayan Wilberforce'u durdurur.

B. WILBERFORCE: N-Ne?
MARCUS: Evet. Siz olmadan plan yürümezdi. Siz tamamlayıcı unsur-
dunuz.
52
HARRY: Doğru! Mangırları o taşıdı!
MARCUS: (diğerlerine) Plândan habersizdi, tabii.
BİNBAŞI: Bilmemesi, yasalar önünde mazeret değil. İnanın bana, ben her
zaman bilmediğimi iddia ederim.
MARCUS: Ah! Bence Binbaşı haklı! Bayan Wilberforce, görüyorsu-
nuz… Hepimiz aynı gemideyiz.
HARRY: Hapishanede yaşlı hanımlara ne yaparlar biliyor musunuz?
Onları yerler!

Marcus susturmak için, Harry'ye bir tane patlatır.

MARCUS: Sizin gibi ileri yaşta biri için hapishanenin piknik yeri olma-
yacağı kesin.

Papağan GAKlar!

MARCUS: Bir de bakmakla yükümlü olduklarınız var. General Gordon'u


düşünen bir tek ben miyim?
B. WILBERFORCE: Ah!
MARCUS: Ama merak etmeyin!
HARRY: Sizi götürmelerine izin vermeyeceğiz, Bayan Wilberforce!
BİNBAŞI: Artık, bizden birisiniz!
B. WILBERFORCE: Peki ama ne yapabiliriz? Nereye gideceğiz?
Aman tanrım, aman tanrım!
LOUIS: Sen bilirsin ama ona iyilik etmiyorsun.

Marcus kadına yaklaşır, nazikçe.

MARCUS: Görüyorsunuz, Bayan Wilberforce. Polisler bu işe karıştır- mak


isteyeceğimiz son kişilerdir. Anlıyorsunuz. Anlıyorsunuz, değil mi? Sadece bu
seferlik, başka bir açıdan bakamaz mısınız? Tabii, emeğinizin karşılığını
vereceğiz.
HARRY: Evet! Hepimiz pay veririz! Değil mi, beyler!

Binbaşı ve Tek-Raunt onaylar ama Louis paniğe kapılır.

MARCUS: Payınızla ne yapabileceğinizi bir düşünün! Şu Amerika se-


yahati! General Gordon'un tedavisi! Sonunda, kendi olanaklarınızla!..
Amerika! Sizin gibi olgunluk yıllarındaki bir kadın için ne macera. Ya-
şayın, Bayan Wilberforce! Sonunda yaşayabilirsiniz!

Adamlar, kadının cevabını beklemektedir.

Bayan Wilberforce, kendini toparlamak için acele etmez.


53
Sonunda…

B. WILBERFORCE: Hayır.

Marcus'un omuzları düşer. Bu oynadığı son karttır.


MARCUS: Ah.
B. WILBERFORCE: Son sözüm bu.
MARCUS: Anladım.
B. WILBERFORCE: Üzgünüm. Sizin için ne demek olduğunu anladım.
Ama ne kadar nahoş olsa da, mutlaka yapmamız gereken şeyler var.

Duraklama.

MARCUS: Şu düşünce tarzı konusuna tekrar dönüyorum..


B. WILBERFORCE: Anlaştık öyleyse? Yapılacak en iyi şey olanları
yetkililere anlatmak, değil mi?
MARCUS: Anlaştık. Aslında… Polise ben telefon ederim. Sadece, yal-
nızken aramak için izin istiyorum, böylece kimse utancıma tanık olmaz.
B. WILBERFORCE: Tabii ki. Üzgünüm Profesör, bunu görmezden ge-
lirsem, kocamın gözlerinin içine bakamam. Para nerede?
TEK-RAUNT: Yukarıda.
B. WILBERFORCE: Siz ve adamlarınız şeytana uymayasınız diye, siz
polisi ararken ben paranın başında dururum, Profesör.
MARCUS: Bayan Wilberforce'a eşlik eder misin, Tek-Raunt? Hem yar-
dıma ihtiyacı olur belki.
B. WILBERFORCE: Kim bu Tek-Raunt?
TEK-RAUNT: O… O, benim. Bay Lawson.

Bayan Wilberforce ona bir an bakar, sonra döner, merdivenleri çıkar ve


Profesörün odasına girer. Tek-Raunt onu takip eder ve kapıyı arkasından
kapatır.

Diğerleri Marcus'a bakarak, ayakta durmaktadır. Hava birden ağırlaşmıştır.

Duraklama.

LOUIS: Ne yapmamız gerektiğini biliyorsun.

Diğerlerine döner.

LOUIS: Siz de biliyorsunuz. Bu eğlence ve oyunlar… Sadece vakit kay-


bediyoruz.

54
Birbirlerine bakarlar.

LOUIS: Ne yapmamız gerektiğini biliyorsunuz.

ÜST KATTA…
Bayan Wilberforce, çello kutusundaki parayı kontrol ederken, Tek-Raunt izler.

Kadın, odanın içinde dolaşırken, gramofona toslar.

Berbat bir ÇİZİK gürültüsü ve derken o tanıdık parça başlar.

Utançtan yerin dibine geçen Tek-Raunt'a bakar.

Kapıyı açar.

B. WILBERFORCE: Çıkabilirsiniz, Bay La… Çıkabilirsiniz.

Tek-Raunt ceketinin cebinden bir tomar para çıkarır, sandalyenin üzerine


bırakır ve odadan çıkar.

ALT KATTA…

MARCUS: Kaza gibi görünmeli.

Tek-Raunt sahanlıktadır.

TEK-RAUNT: Ne, kaza gibi görünmeli?


HARRY: İntihar, belki. Not da bırakırız: "Daha fazla dayanamadım!"
BİNBAŞI: Mantıklı. Belli ki çok yalnız. Bu bir nimet olabilir.
TEK-RAUNT: Ne bir nimet olabilir?
MARCUS: Abartma, Binbaşı. Korkunç bir şey ama yapılması gerekiyor.
Sadece mızıkçılık ediyor.
TEK-RAUNT: (merdivenlerden inerken, rahatsızlığı gittikçe artar) Kim
mızıkçı? Neler oluyor?
LOUIS: Kim yapacak?
MARCUS: Şey, bariz bir aday var…
LOUIS: Ben mi? Yo, yo, yo.
MARCUS: Yaşlı kadınlardan nefret ettiğini söylemiştin.
LOUIS: Bu işe yaşlı kadınları öldürmek için girmedim. Onu bu işe sen
bulaştırdın, sen çıkar.
MARCUS: Sen ne işe yararsın, öyleyse? Bunu yapmazsan, neyi yapa-
caksın?!
LOUIS: Bunu yapan sizden biri olsaydı, onu böyle öldürürdüm! (par-
maklarını şaklatır) Ama onu? Böyle birşeyi nahoş buluyorum. Beni aşar!
55
MARCUS: Peki, biri yapmak zorunda! Burada çay içip oturarak, onun
doğal yollardan ölmesini bekleyemeyiz!
TEK-RAUNT: (acımasızca) Bundan hoşlanmadım.
MARCUS: Ah, Tek-Raunt, biz de hoşlanmıyoruz! Düşündüğümüz şe- yin
korkunç göründüğünü biliyorum ama kendini onun yerine koy. Yaş- lı. Yaşlı
olmak nasıldır, bir düşünsene! Yaşlı insanlar yaşadıkları za- manın yarısında
neler olup bittiğini hatırlamaz. Kendilerini nasıl oyala- dıklarını unuturlar.
Onlarla sen konuşmazsan, orada öylece oturup du-rurlar. Hiçbir işe
yaramadıkları için de, insanlar onları istemez. İstediğin bu mu? Bu duruma
düşmesini mi istiyorsun?
TEK-RAUNT: (aklı tamamen karışmıştır) Ee… Ah… Ben…
MARCUS: Onu korkunç bir kadere mahkum ediyorsun, Tek-Raunt.
Yaşlı, yalnız ve istenmeyen. Bu odaları dolaşan önlüklü bir hayalet gi- bi!
Sorumlusu da sen olursun. Güçlü bir adamsın ama bu yükü taşıya- bilir
misin?
TEK-RAUNT: Ah… Peki…
MARCUS: Bir düşün, Tek-Raunt! Çok karışık.

Tek-Raunt düşünmeye gider.

MARCUS: Birimiz yapacak.


HARRY: Portakalı soydum…
LOUIS: Tekerleme söylemiyoruz!
HARRY: Niyeymiş?
LOUIS: Tekerleme sevmem de ondan. Saçma! Kendine gelmemesini
sağlayacak şekilde başlayabilirsin!
HARRY: Taş, kağıt, makas?
MARCUS: Nasıl olacak o? Beş kişiyiz!
HARRY: Turnuva yaparız!
MARCUS: Taş, kağıt, makas turnuvası yapacak vaktimiz yok!

Bütün bunlar olurken, Binbaşı sessizdir, o yüzden konuştuğunda, hepsi susar.

BİNBAŞI: Beyler. Bunların hiçbirine gerek yok.

İleri çıkar.

BİNBAŞI: Ben yaparım.


MARCUS: Emin misin, Claude?
BİNBAŞI: Her erkeğin hayatında kaçmayı bırakması gereken bir nokta
gelir. Bu küçük, yaşlı kadını öldürecek kadar sert değilsem, erkek deği- lim,
öyleyse!
LOUIS: Seni severim, Courtney! O elbiseyi niye okşadığını ve neden
kadın gibi konuştuğunu bilmiyorum ama seni severim!
56
BİNBAŞI: Mümkün olduğunca acısız olacak.

Odadan çıkar. Üst kata gider.

LOUIS: Cesedi ne yapacağız?


MARCUS: Newcastle yük treni. Makul. O trene at gitsin.
LOUIS: Bana uyar.

ÜST KATTA…

Binbaşı Courtney içeri girdiğinde, Bayan Wilberforce, çello kutusunu dikkatlice


izlemektedir. Binbaşı kapıyı kilitler ve kadının arkasında tehditkâr durur.
Nazikçe öksürür.

B. WILBERFORCE: Profesör?
BİNBAŞI: Hayır, benim, Bayan Wilberforce. Onlar kağıt oynuyor, ben de
bir fırsatını bulup sıvıştım.
B. WILBERFORCE: Para istemeyin de, Binbaşı.
BİNBAŞI: Yo, yo, yo, bana para vermenize gerek yok. Bayan
Wilberforce, anlarsınız ya, ben polisim…
B. WILBERFORCE: Ne?
BİNBAŞI: Şşşt! Evet, çetenin içine sızmak için gönderildim. Ben, Scotland
Yard'ın "Hayalet Bölüğü"nün bir üyesiyim.
B. WILBERFORCE: Hiç duymamıştım.
BİNBAŞI: Tabii ki.
B. WILBERFORCE: Peki, niye onları tutuklamıyorsunuz?
BİNBAŞI: Tek başıma mı? Bayan Wilberforce, bu adamlar tehlikeli, ben
de silâhsızım!
B. WILBERFORCE: Ama kaçıp destek çağırabilirdiniz!
BİNBAŞI: Kaçmak mı? Nasıl?
B. WILBERFORCE: Pencereden!
BİNBAŞI: Tabii ya! Parayı da burada sizinle bırakırım!
B. WILBERFORCE: Hayır, parayı da almalısınız!
BİNBAŞI: Ne, parayı ben mi alayım?
B. WILBERFORCE: Evet! Emin ellerde olur!

Duraklama.

BİNBAŞI: Haklısınız!

Kadın, çello kutusunu Binbaşı'ya verir.

Kutuyu göğsüne bastırır, sonra bir şövalyenin bir kraliçenin önünde eğilmesi
gibi, başını kadının dizlerine doğru eğer.
57
BİNBAŞI: Elveda, Bayan Wilberforce! Bir saat içinde dönerim! (Pence-
reden dışarı bakar) Tanrının sopası yok işte, gerçekten düşeceğim,
değil mi? Hiç bu kadar ee… Şey olduğunu hatırlamıyorum…

ALT KATTA…

LOUIS: Ona güvenebilir miyiz?


MARCUS: Ah, Binbaşı'yı yıllardır tanırım, Louis. Eğer güvenilecek bi- ri…
biri…
LOUIS: Ne oldu?
MARCUS: …Ne halt ediyoruz biz? Hayır, tabii ki, güvenemeyiz! Boktan
bir dolandırıcıdır!

Neyseki, General Gordon kusurlu kelimenin üzerine GAKlar.

Marcus kalkar ve merdivelere koşar.

Merdivenleri sıçrayarak çıkar ve kapıyı açmaya çalışır. Kilitlidir. Kapıya


yüklenir.

ÜST KATTA…

Binbaşı kutuyu pencereden çıkaramaz, bu yüzden kutuyu açar ve paraları tomar


tomar ceketinin ceplerine tıkıştırmaya başlar.

Marcus kapıya tekrar yüklenir.

BİNBAŞI: Beni koruyun!


B. WILBERFORCE: Ah! Evet! Tabii!

Yatağa doğru yürür, yataktan bir battaniye alır ve Binbaşı'nın omuzlarına atar.

BİNBAŞI: Ne? Hayır, Bayan Wilberforce. Oyalayın!


B. WILBERFORCE: Yalayayım mı?
BİNBAŞI: Oyalayın! Oyalayın. Kapıdakini!
B. WILBERFORCE: Binbaşı, ne kadar zor durumda olduğunuz umu
rumda değil, ben her önüme geleni yalamam.
BİNBAŞI: Yalayın demedim, Bayan Wilberforce! Bundan daha açık söy
leyemem herhalde: Yalan söyleyin!
B. WILBERFORCE: Ah, tabii! (kapıya) Kim o?
MARCUS: Bayan Wilberforce?
B. WILBERFORCE: Evet?
MARCUS: Merhaba, ee…
58
B. WILBERFORCE: Merhaba!
MARCUS: Evet, ah…
B. WILBERFORCE: Evet?
MARCUS: Merhaba, acaba…
B. WILBERFORCE: Merhaba, evet.
MARCUS: Acaba… Binbaşı içeride mi?

Duraklama.

B. WILBERFORCE: İçeride. O…

Yardım almak için Binbaşı'ya bakar. Binbaşı devam etmesi için teşvik eder.

B. WILBERFORCE: … O polis değil!


MARCUS: Efendim?!
B. WILBERFORCE: O polis değil!
MARCUS: O polis değil. Öğrendiğim iyi oldu. Onunla konuşabilir mi-
yim?
B. WILBERFORCE: Hayır, o… Uyuyor.
MARCUS: Uyuyor! Ne güzel! (Louis'e) Harry! Dışarıya bak! Tek-Raunt!
Şu kapıyı aç!

Harry merdivenlerden koşarak iner.

BİNBAŞI: Ha ha. Bayan Wilberforce, polisiniz ve ülkeniz size minnet- tar,


ehm… Gerisi kalsın. Bu kadar kanıt yeterli! Yeterli!

Bedeninin yarısı pencereden sarkar.

BİNBAŞI: Çok güzel elbiseleriniz var, Bayan Wilberforce. Başka bir ha-
yatta… Arkadaş olmuş bile olabiliriz.

Pencereden ayrılır ve yukarı doğru çıkar.

Tek-Raunt merdivenlerden koşarak kapıyı kıracakken, birden kapı açılır.


Marcus, Tek-Raunt ve Louis aceleyle girerler ve… Binbaşı hiçbir yerde yoktur.

SET DÖNER…

ÇATIDA…

…Binbaşı'nın pencereden çatının üzerine doğru tırmandığını görürüz. Hava


kararmıştır. Ay ışığı…

59
Marcus kafasını pencereden çıkarır.

MARCUS: Ah, Binbaşı. Seni kaçan bir papağan gibi kovalamak zorun da
kalmayacağız, değil mi?

Louis, Marcus'u pencereden çeker ve ceketini çıkarıp dışarıda tırmanmaya


başlar.

Binbaşı kaçmaya çalışmaktadır. Sonunda, baca külahı ve Louis arasında köşeye


sıkışır.

BİNBAŞI: Şimdi, şimdi, Louis! Uzak dur.


LOUIS: Tamam. Gel. Haydi, aşağı inelim.
BİNBAŞI: Ge... Ge… Gelmem. Burada oturacağım.
LOUIS: Orada oturmak istemezsin bence. Çok saçma.
BİNBAŞI: Oturup buradan… Dünyaya bakmak istiyorum.
LOUIS: Dünyaya bakmak istiyorsun.

Ritm. Louis iç çeker, omuz silker ve sigara çıkarır. Binbaşıya sigara teklif eder.
Binbaşı uzanır ve sigarayı dikkatlice alır.

Sigara içmeye başlarlar.

BİNBAŞI: Selam, Harry.


HARRY: (aşağıdan) Merhaba!
LOUIS: TAMAMDIR, HARRY! Ben hallediyorum.

Duraklama.

BİNBAŞI: Buraya dönmeyi hep sevdim.


LOUIS: Ya?
BİNBAŞI: Ya. King's Cross'u hep sevdim. Kötü bir ünü var ama burada çok
güzel insanlar tanıdım. Merhametli. Anlayışlı. Demek istediğimi anlıyor
musun?
LOUIS: Anlamıyorum da, devam et, sen.
BİNBAŞI: Genelde, insanlar, özgünlüğün… Nefesini duysalar acımasız
olabilirler. Ama burası gibi yerlerde değil. Hayır. King's Cross' u hep
sevdim.

Duraklama.

LOUIS: Tatil için güzel yer, değil mi?


BİNBAŞI: Bence de.
LOUIS: Peki.
60
Louis sigarasını söndürür.

Binbaşı bir karar vermiş gibidir. Ayağa kalkar ve anlamsız bir boksör tavrı
takınır.

BİNBAŞI: Haydi, öyleyse!

Yaklaşan bir TRENİN sesini duyarız.

LOUIS: Of, Binbaşı. Gerçekten mi? Neden sadece aşağı inmiyorsun?


BİNBAŞI: Ha! Sen olmak istemezdin, değil mi? Hayır, Hayır, bir an gelir ki,
insan hayattaki duruşunu seçer!

Louis iç çeker ve ona doğru ilerler. Binbaşı hemen döner ve bacaya tırmanmaya
başlar.

LOUIS: Of, Binbaşı, gidecek bir yer yok!


BİNBAŞI: Aşağı inmiyorum, beni indiremezsin! Bütün gece burada kalı- rım
da yine de… Aaaaaagghh!!!

Bacalardan birini yakalar ve baca ellerinin arasında ufalanır. İleri doğru


yalpalar ve çatının yan tarafından düşer.

Bir TAK sesi ve trenin acı ISLIĞI duyulur.

Louis çatının üstünden bakar.

Sonra saygıyla şapkasını çıkarır.

SET DÖNER…

ÜST KATTA…

Adamların geri kalanı ve Bayan Wilberforce, Profesörün odasındadır.

MARCUS: Yani, Binbaşı bir polisti.


TEK-RAUNT: Öyle miydi?
MARCUS: Şok edici.
B. WILBERFORCE: Evet, evet, aranıza gizlice sızmış.
HARRY: Ah! Ha ha!
B. WILBERFORCE: Ve sizi açığa çıkardı, Profesör.

61
Marcus, Louis'in pencereden baktığını görür. Louis başını sallar ve eliyle
Binbaşı'nın düşüşünü işaret eder.

MARCUS: Aramıza sızdı ve açığa çıkardı. Ne berbat bir gün geçiriyo- rum.
B. WILBERFORCE: Polise telefon etmediğinizi söyledi. Ama önemli
değil çünkü takviye getirtiyor.
MARCUS: Öyle mi? Kahretsin! Şey,galiba en iyisi bu.
B. WILBERFORCE: Bu durumda, bu parayı aşağı indirip onları bekle-
yeceğim.
MARCUS: Öyleyse, güzel bir fincan çaya ne dersiniz?
B. WILBERFORCE: Ah! Tabii!

Kadın, dışarı çıkarmak için çello kutusuyla boğuşur.

TEK-RAUNT: Size yardım edeyim, han'fendi.

Louis pencereden içeri girer.

MARCUS: Nerede o?
LOUIS: Newcastle… Yolunda, en azından.
MARCUS: Yük treni miydi? Senin bundaki payın ne kadar?
LOUIS: Benimle alâkası yok. Trenin üstüne düştü!
MARCUS: Tabii ki öyledir.
LOUIS: Öyle! Trenin tam üstüne! Ben dokunmadım bile!

Marcus ikna olmamış gibidir.

ALT KATTA…

G. GORDON: Yaramaz çocuk kimmiş?


B. WILBERFORCE: General Gordon, çok üzgünüm. Bütün bu karga- şa.
İyice yorulmuşsundur.

Tek-Raunt, çello kutusunu kadının sandalyesinin yanına koyar ve


merdivenlerden tekrar çıkmaya başlar.

Bayan Wilberforce sandalyesine yerleştirir ve kuşa usulca şarkı söylemeye


başlar.

Tek-Raunt, kadının şarkısını duyunca merdivenlerde durur.

B. WILBERFORCE: (şarkı söyler)


Yaşlanıyorum, sevgilim.
Altının arasında Gümüş teller.
62
Bugün kaşıma parıltı ekler.

Geçer, sandalyesine oturur. Şarkı söylerken, başı yana düşmeye başlar.

Tek-Raunt yavaşça merdivenleri çıkmaya devam eder. Kafasında birşeyi


çözüyormuş gibi görünmektedir.

B. WILBERFORCE: (devam eder)


Hayat hızla soluyor.
Ama sevgilim sen benim için…
Hep taze ve genç olacaksın…

Uykuya dalar.

ÜST KATTA…

Marcus, Harry ile derin bir muhabbettedir.

MARCUS: Onunla senin ilgilenmen için çok mantıklı bir sebep var. An
lamıyor musun, Harry, anlamıyor musun?
HARRY: Anlamıyorum, boyumun bununla ne ilgisi var.
MARCUS: Onu öldürmek için mükemmel boydasın!

Tek-Raunt odaya girer, derin düşüncelere dalmıştır, bir ceket giyer. Louis'in
ceketidir ve ona birkaç beden küçüktür.

LOUIS: Şuna bakın. Zavallı aptal. O benim ceketim.


MARCUS: Louis! Konuş onunla!
LOUIS: Hı? Tamam, tamam, kaç yaşındasın sen, 23 mü? İdeal yaş. İlk
seferimde, daha küçüktüm… Ama seninki de güzel bir yaş.
MARCUS: …Ve ortadaki parayı tatlılaştırmak için de, sana Binbaşı'nın
payından, ilâve birşeyler vereceğiz.
LOUIS: (ceketini giyerek) Nasıl yapmak istersin? Bıçağımı vereyim mi?
Tabancaya ne dersin? Keman teli? Ah… Ne ironik olurdu!
HARRY: Tek-Raunt, nerede o?
TEK-RAUNT: Bayan Yanayatmış mı? Uyuyakaldı.

Harry etrafına bakınır ve hemen bir yastık görür.

HARRY: Ben bunu ona götüreyim. Başı için.

Odadan çıkarken.

MARCUS: Ah, Harry bir de?..


63
HARRY: Evet?
MARCUS: Her şeyi dene yoksa, Louis, Binbaşı'yı öldürdüğü gibi seni de
öldürür.
LOUIS: Binbaşı'yı öldürmedim ama doğru, seni öldürürüm.

Diğerleri odada oturur, Harry aşağı iner. Merdivenlerde durur. Uyuyan Bayan
Wilberforce'a bakar. Kravatını gevşetir ve çıkarır.

Kadına doğru yavaş yavaş yürümeye başlar.

ÜST KATTA…

TEK-RAUNT: Düşünüyordum da.


MARCUS: Efendim?
TEK-RAUNT: Dedim ki… Düşünüyordum.
MARCUS: Harika bir haber! Aferin, Tek-Raunt!
TEK-RAUNT: Bayan Yanayatmış'a kimse dokunmayacak.
MARCUS: Şey, Tek-Raunt, şimdi, düşünmeden…

Tek-Raunt, Marcus'un göğsünü parmağıyla dürter. Sertçe.

TEK-RAUNT: Bayan Yanayatmış'a. Kimse. Dokunmayacak.

Üç adam birbirlerine bakarlar.

ALT KATTA…

Harry, Bayan Wilberforce'un yanındadır. Ellerinin arasında yastık vardır. Ama


sonra, Bayan Wilberforce ürperir ve Harry durur…

B. WILBERFORCE: (heyecanlı) Arthur?


HARRY: Ee… Evet?
B. WILBERFORCE: Umarım seni hayal kırıklığına uğratmamışımdır,
Arthur.
HARRY: Hayır, hayır, iyi idare ediyorsun, şey, ee… Sevgilim. Sadece…
Uyumaya devam et, hı?

Harry ona yaklaşır ve sonra bir şey fark eder.

HARRY: Of, şuna bakar mısın.

Kızgın bir şekilde kadının arkasındaki bir lekeyi temizleye başlar.

ÜST KATTA…
64
Tek-Raunt hâlâ Marcus'un tepesindedir.

TEK-RAUNT: Yeni plan şu. Parayı alıyoruz ve gidiyoruz.


MARCUS: Tabii, harika. Ama ya Bayan Wilberforce konuşursa…
TEK-RAUNT: Konuşursa, risk almış oluruz. Harry nerede?

Ritm/Vuruş.

MARCUS: Neden 'Tek-Raunt', Tek-Raunt?


TEK-RAUNT: Ne?
MARCUS: Bu lâkabı nasıl aldın?
TEK-RAUNT: Neyi?
MARCUS: Bu takma adı. Takma adını. İnsanların seni çağırdığı. Hep
merak ettim ama sormayı hiç düşünmemiştim.
TEK-RAUNT: Neden, aniden öğrenmek istedin?
MARCUS: Boş düşünceler, işte.
TEK-RAUNT: Hım. Şey, komik bir hikâye aslında.
MARCUS: (bir sandalye çekerek) Acele etme. Beni gerçekten etkiledi.
TEK-RAUNT: Şey, başta, böyle diyorlardı çünkü, rakipleri ilk turda yere
seriyordum.

Elleri, bir boksör duruşuyla, adeta istemsiz, havada hareket etmeye başlar.

TEK-RAUNT: Çok sert vurmadığım halde. Pat, diye. Düşüyorlardı.


Böyle bir sürü dövüş kazandım. Böylece bana Tek-Raunt dediler. Son- ra
Bay Falton ile tanıştım. O da bana ilk turda önce ben devrilirsem, daha çok
para kazanabileceğimi anlattı. Bilirsin, işte. Mahsus. Karşı- daki arkadaşı,
benim üzerimde biraz çalışsın diye bırakıyordum… Ve sonra devriliyordum.
Bu şekilde de bir sürü dövüş kaybettim. Bu sefer de… Bu yüzden, bana Tek-
Raunt diyorlar.

Kaşlarını çatar. Şaşkın görünmektedir.

TEK-RAUNT: Parası daha iyiydi ama ben müziği de severdim.


MARCUS: Ne müziği, Tek-Raunt?
TEK-RAUNT: Bana vurulmasıyla, benim yere çarpmam arasında çal-
dıkları müzik. En azından, müzik çaldığını sanıyorum. Hatta duyduğu- ma
eminim.

ALT KATTA…

Bayan Wilberforce yine heyecanlıdır. Harry gergin.

65
HARRY: Ah!

Uzaklaşır, yüzünü tokatlar ve biraz kendine gelir.

Bayan Wilberforce'a şöyle bir bakar.

HARRY: Neden biraz para almadın sanki? Hepsi bir oyun değil mi?
Rüşvet yemeyen kimseyi tanımadım. Polisler, ev hanımları, sosyetik- ler.
Bizim işlediğimize, sen suç diyebilirsin ama... Biz sadece kırıntıları alıyoruz.

İç çeker ve kadının arkasına geçer, yastığı kaldırır.

Artık, kadının tam arkasındadır fakat bir şey görür ve durur. Sandalyede bir iz
mi? Parmağını yalar ve ovmaya başlar.

HARRY: Üff.

Parmağını sonuna kadar yalar ve daha sert ovar. İnatçı, küçük bir leke.

ÜST KATTA…

TEK-RAUNT: (birden etrafına bakınır) Harry nerede?


MARCUS: (hemen) Ormanda bir ağaç devrilse, ses çıkarır mı?
TEK-RAUNT: Ne?
MARCUS: Ormanda bir ağaç devrilse, ses çıkarır mı?
TEK-RAUNT: (kalkarken) Evet. Çarpma sesi.
MARCUS: (gerçekten hızlı) Ama çevrede duyacak kimse yok. Çevrede
duyacak biri yoksa nasıl ses çıkarmış olabilir?
TEK-RAUNT: Kuşlar duyar! KONUŞMAYI KES! HARRY NEREDE?

Tek-Raunt kapıyı açar ve merdivenlere atılır.

ALT KATTA…

Harry hâlâ öfkeyle lekeyi ovmaktadır.

HARRY: İşte! Hayret bir şey.

Tek-Raunt'un görmeyi beklediği…

Harry, Bayan Wilberforce'un sandalyesinden bir adım geri atmış, yastığı


tutmaktadır.

Bayan Wilberforce'un eli yanına düşer.


66
HARRY: Halloldu.

Tek-Raunt, Harry'ye bakar. Yumruğunu sıkmıştır.

HARRY: Üf be. Hâlâ titriyorum. Haydi, gel de…


TEK-RAUNT: Sen.
HARRY: Ben, ne?
TEK-RAUNT: Bayan Yanayatmış'ı sen öldürdün!
HARRY: Ne? Yo, yo,yo… O…
TEK-RAUNT: Bayan Yanayatmış'a kimse dokunmayacaktı!
HARRY: Yo, hayır, asla! Ben yapmadım, Tek-Raunt! Ben yapmadım!

Tek-Raunt, Harry'yi yakalar, onu korkuluklara fırlatır, Harry'nin önce başı


çarpar.

Harry geriye doğru sendeler, yüzünden kan akmaktadır.

Tek-Raunt üstüne gider. Harry kaçmaya başlar. Merdivenlerden destek alarak,


Louis ve Marcus ile odaya girmeyi başarır. Kapıyı kilitler. Tek-Raunt yavaşça
peşinden gitmektedir.

ALT KATTA…

Bayan Wilberforce boğuşma seslerine uyanır. Sallanarak kalkar, üst kata doğru
yolunu bulmaya çalışır.

ÜST KATTA…

Marcus kanlar içindeki Harry'ye bakar.

MARCUS: Nasıl gidiyor?


HARRY: Söyle ona! Söyle ona, ben yapmadım! Delirdi!

Tek-Raunt kapıyı KIRAR.

Harry'yi kaldırır ve karatahtaya doğru fırlatır.

TEK-RAUNT tahtayı alır ve onunla Harry'ye vurmaya başlar, Harry'yi yatağa


doğru kovalar. Harry'nin kafasına vurur.

HARRY: Tek-Raunt! Hayır! Ben bir şey yapmadım! Kadın uyuyor!


TEK-RAUNT: Sen beni SALAK mı sanıyorsun?

67
Tek-Raunt Harry'yi karatahtayla ölümüne döver.

Bayan Wilberforce içeri girer.

TEK-RAUNT: Bayan Yanayatmış?


B. WILBERFORCE: Bay Lawson! Ne yapıyorsunuz? O sesler neydi
öyle? Bayan Yanayatmış da kimin nesi? Beyler, umarım, kendinizi po- lise
çevirecek başka bir planınız yoktur.
MARCUS: Hayır, hayır, bize çok iyi davranıyorsunuz.
B. WILBERFORCE: Bay Robinson nerede?
TEK-RAUNT: O… Öldü.

TREN gürültüyle takırdayarak, önceki PATIRTIYI çoğaltarak GEÇER. Işıklar


TİTRER.

Işıklar geldiğinde, Tek-Raunt pencereden yeni dönmüştür. Harry'nin


ayakkabısının teki yerdedir. Onu da pencereden dışarı savurur.

TEK-RAUNT: Üzgünüm, Harry.

Marcus ve Louis sahanlıktadır.

Bayan Wilberforce MUTFAKTA BORULARA VURMAKTADIR…

SAHANLIKTA…

Gözleri oturma odasındaki çello kutusundadır.

LOUIS: Yani, onu öldüreceğiz, değil mi? Öldürmek zorundayız!


MARCUS: …Bir de Tek-Raunt var?
LOUIS: Tek-Raunt'u merak etme, ben hallederim. Sen de yaşlı kadını
halletmelisin. Ben yaşlı kadını öldüremem.

Marcus, düşünür.

MARCUS: Peki! Aramızda bölüşürüz! Ama ondan sonra duralım! Ortam


marazi olmaya başladı.
LOUIS: Anlaştık.
MARCUS: Üçümüz arabaya gidelim. Arabaya biner binmez, boynundan
bıçakla.
LOUIS: Çok teşekkür ederim ama nerede bıçaklayacağıma ben karar
veririm!

68
MARCUS: (kontrolünü kaybetmektedir) Bu sadece bir öneri, Louis! Her
söylenen eleştiri değildir! Nerede bıçaklamayı seçersen seç, bana uyar!

Tek-Raunt, Profesör'ün odasından çıkar.

MARCUS: (derhal değişerek) Ah, Tek-Raunt. Araba uzakta mı?


TEK-RAUNT: Evet. Uzakta.

Üçü merdivenlerden neşeyle iner.

MARCUS: Biz de, üçe bölmekten bahsediyorduk. Yani, bu da bir şey.

ALT KATTA…

TEK-RAUNT: Evet.

Oturma odasına gelirler.

TEK-RAUNT: Sen niye konuşmuyorsun, Louis?


LOUIS: Söyleyecek birşeyim yok.
TEK-RAUNT: Her zaman söyleyecek bir şeyin olurdu.
LOUIS: Bu kez yok.
TEK-RAUNT: Bana koca maymun ya da onun gibi bir şey demeyecek
misin?
LOUIS: Niye öyle bir şey söyleyeyim ki?
TEK-RAUNT: Genelde böyle yapıyorsun. Şimdi ne değişti?
LOUIS: Neden bahsettiğini anlamadım!
TEK-RAUNT: Nasıl yapacaksın? Arabada mı? Bıçaklayacak mısın,
kurşunlayacak mısın?

MUTFAKTAN daha çok BORUYA VURMA SESİ gelir…

MARCUS: Plânını değiştir, Louis! Onunla uzlaş! Hemen, hemen, he-


men!

Marcus, içgüdüsel olarak silâhına uzanan Louis'e doğru uzanır.

Louis cebinde, el yordamıyla, umutsuzca silâhını arar. Cebinde yoktur.


Louis'in altıpatları,Tek-Raunt'un elindedir.

LOUIS: Sen nasıl…

TEK-RAUNT: Göründüğüm kadar salak değilmişim, değil mi? Koca ap- tal
yanlış ceketi giymeye çalışıyor.
69
Marcus abartısız Tek-Raunt ile dans eder ve Louis ile yüz yüze gelir.

MARCUS: Aferin, Tek-Raunt! Onun ciğerini okudun!


TEK-RAUNT: Orada dur, Profesör.

Marcus yavaşça geri yürür ve şaşkın, öfkeli Louis'in yanında durur.

Louis'e bakar ve omuz silkerek özür diler.

TEK-RAUNT: Ee, Profesör? Sonuçta o kadar da aptal çıkmadım,


değil mi?
MARCUS: Tek sorum var, TEK-RAUNT. Silâhı neden öyle garip bir şe
kilde tutuyorsun?

Tek-Raunt biraz gerilir.

MARCUS: Belki de parmağın, tetik yuvasına sığdırmak için fazla bü-


yüktür?

Tek-Raunt birden üzülüverir.

LOUIS: Ahhhhh! Bu kadar, değil mi? Kıpırdama.


TEK-RAUNT: Ne?

Louis, Tek-Raunt'a bir şey fırlatır.

DANK. BİR BIÇAK, Tek-Raunt'un kafasının ortasında çıkıntı olarak


durmaktadır.

Tek-Raunt bir saniye orada durur.

TEK-RAUNT: Bir şey mi oldu?!

Aynaya yürür ve bakar.

TEK-RAUNT: Ooofff!!! Bunu niye yaptın?


MARCUS: Harika. Beynini ıskaladın.
TEK-RAUNT: Louis!
LOUIS: Beni vuracaktın. Ben… Ee… Üzgünüm.
TEK-RAUNT: Sorun değil. Ne hakkında konuşuyorduk?
MARCUS: Ah, ilginç bir şey değildi. Şey… İşte bu garip.
TEK-RAUNT: Ah, hatırladım! Sana bu işi ne kadar sevdiğimi
söylüyordum.
70
MARCUS: Ya?
TEK-RAUNT: Evet, yaptım, gerçekten yaptım! Bir sonraki işimizde yi ne
müzik olabilir mi?
MARCUS: Tabii ki, Tek-Raunt.

Tek-Raunt, yavaş ve donuk, çelloyu kaldırır.

TEK-RAUNT: Çünkü gerçekten, bunun nasıl çalınacağını öğreniyorum.

Bir TRENİN yaklaştığını duyarız. Gürültü gittikçe büyür…

Kan, Tek-Raunt'un yüzünden aşağı akarken, o minuetin ilk birkaç notasını


çalmaya çabalar.

Da, da,da,da… DA, da, da, da, da, da.

Sert, yorumsuz ama yine de, ilk ve son kez, Tek-Raunt bütün hafta geçiştirdiği
notaya vurmayı becerir.

Gülümser ve ölür.

Louis ve Marcus orada durur.

LOUIS: Keşke önceden de kafasında bir bıçak olsaydı.


MARCUS: Ya. Kim bilir neler başarabilirdi?

BİR TREN UĞULDAYARAK GEÇER… Çok korkutucu bir ses. Işıklar titreyerek
YANAR, SÖNER, bir an için seyircilerin GÖZLERİNİ KAMAŞTIRIR.

Işıklar tekrar yandığında, TEK-RAUNT yoktur. Kimse yoktur.

Ev BOŞTUR. Çello kutusu hâlâ oturma odasındaki yerindedir.

Ev gıcırdar…

Profesörün kapısı vurulur…

ÜST KATTA…

Bayan Wilberforce kapıyı açar, şarkı mırıldanıyordur.

B. WILBERFORCE: (bağırarak) Çay hazır!

Marcus ve Louis beraberdir.


71
MARCUS: Tek-Raunt, hep Kuzey'i gezmek istediğini söylerdi.

Odasına giderler.

MARCUS: Louis, biliyorsun, seninle paylaşacak bir kozumuz var.


LOUIS: Ne yapacak neyin var?!
MARCUS: Plânımla ilgili. Bazı eleştirilerini. Çok incitici buldum.
LOUIS: Ah, gerçekten mi? İncitici buldun? Ah, ü-hü. Ü-hüü.
MARCUS: Yaşlı kadın ustaca iş çıkardı. Biz parayı istasyondan kendi
başımıza asla çıkaramazdık!
LOUIS: Ustaca!
MARCUS: Evet, kimsenin tahmin edemeyeceği durumlar oldu… Ama
parayı ikiye bölmek, Louis! İkimiz de en azından bu konuda memnun
olabiliriz!
LOUIS: Gerekçe zayıftı. Herhangi bir şeyi zayıf bir gerekçe üzerine ku-
ramazsın.
MARCUS: Firardayken rahatça yaşamamıza yetecek kadar paramız var.
Ayrıca, göz altına alındıkları takdirde bizim için büyük tehlike yara- tabilecek
meslektaşlarımızı da ortadan kaldırdık. Efendim, bana kalır- sa, buna başarılı
bir plân denir ve ben de övgüyü hak ediyorum!
LOUIS: Ne yani, sana övgü düzmemi mi istiyorsun? Al sana eleştiri.
(mahsus, inadına) Yaşlı kadın plâna dahil olur olmaz, bu plân, dünya- nın
şimdiye kadar gördüğü en büyük pisliğe dönüştü. Bu eleştirmen de, bundan
sonra, 'Büyük' Profesör Marcus'un hiçbir icraatına katılma- yacak.

Marcus ona dik dik bakar.

LOUIS: Neyse, haydi, öldürme sırası sende.

Louis oturur ve bıçağı ile uğraşmaya başlar.

MARCUS: Ah, evet, tabii.

Banyoya geçer ve kendini sakinleştirmeye çalışır.

LOUIS: (şarkı mırıldanır) Bu artık parayla ilgili değil. İşi gücü övgü al-
mak!
MARCUS: Ne demişler, ava giden… (kıkırdar) …avlanır.

Marcus banyonun ışık anahtarında duraklar.

MARCUS: Haydi bakalım, avlayalım o zaman .

72
Mahsus ışığı kapatır.

EV KARANLIĞA GÖMÜLÜR.

Birden her yeri keskin BİR RUTUBET kokusu sarar.

ÜST KATTA…

Louis yere vurur ve ağlamaya başlar. Bir köşeye doğru yavaşça sürünür.

Marcus, Boccherini'yi ıslıkla çalarak, ağır ağır yürüyerek odasına döner.

MARCUS: Bana şu hikâyelerden biraz daha söz et bakalım.


LOUIS: Işığı aç! Işık neden kapalı?
MARCUS: Yaşlı kadın, sana anlattığı hikâyeler. Sen küçük bir oğlan- ken.
Almanlardan saklanırken, hani. Haydi, bir tane anlat!
LOUIS: Marcus, ışığı aç! Lütfen!
MARCUS: Külkedisi'nin kız kardeşi parmaklarını kesince, ayakkabı
ayağına oluyor muydu? Sihirli terliğinden kan damlamaya başlayınca mı
anlaşılıyordu, çevirdiği dolap? Bu iyiydi meselâ.
LOUIS: Marcus!
MARCUS: Ya da Ardıç Ağacı! Üvey annesinin öldürüp babasının gü-
veçten yediği küçük oğlan, hı?

Marcus kıkırdar.

Louis bir kibrit çakmaya çalışır. Ani kıvılcımlar Louis'in yüzünü yakar.

LOUIS: Ahh! Kahretsin!

Beceriksizce başka bir kibrit çaktığını duyarız.

LOUIS: Marcus! MARCUS! Bir şey söyle!


MARCUS: Plânımı eleştirmemeliydin, Louis.
LOUIS: Marcus, eleştirdiysem de yapıcı biçimde eleştirdim. Bunu bildi- ğini
umuyorum.
Bir süre sonra, bir kibrit çakar, Marcus'un sırıtarak, Louis'in arkasında
durduğu görülür.

Marcus, Louis'in boynun oralara bir yere vurup onu yere indirir.

Louis sağa sola sallanır ve kibriti düşürür.

Bir TRENİN yaklaşmakta olduğunu duyarız.


73
Kibritin ölgün alevi az sonra olacakları zar zor aydınlatır.

MARCUS: (karanlıkta, gurlayarak) Ah, Louis, yapıyorum, gerçekten


yapıyorum. Zayıf bir gerekçe, çoğu sanatsal çaba için ölüm anlamına
gelir, bu konuda sana katılıyorum. Ama yine de, bu işteki dehayı göre-
bildiğini düşünmüyorum hâlâ. Bu arada, bu fırsat için teşekkür ederim. Bir
eleştirmenle dürüstçe sohbet etmek çok ferahlatıcı. Evet, gerekçe- nin
kusursuz olmadığı konusunda hemfikirim ama ya 'son' Louis. 'Son' un her şeyi
telâfi ettiğini düşünmüyor musun? Bütün parayı ben alıyo- rum, Louis.
Bütün parayı.

Louis artık sessizdir.

Bedeninin yere çarptığını duyarız.

Tren geçer. Duman geçer. Marcus ayaktadır.

Bayan Wilberforce kapıyı çalar.

B. WILBERFORCE: Hu-hu?Profesör?
MARCUS: Ah, ölüm meleği!

Kapıyı açar ve dışarı, kadının yanına çıkar.

B. WILBERFORCE: Arkadaşlarınız nerede, Profesör Marcus?


MARCUS: Yüzünüze bakamayacak kadar utanıyorlar.
B. WILBERFORCE: Anlaşılır bir durum. Gelin, sıcakta oturun Profesör.
Çay demledim.
MARCUS: Kim çaya, hayır, diyebilir?

Kadının arkasından ağır ağır iner.

Sonra karşılıklı oturur, çay içerler.

MARCUS: Gerçekten çok kibar bir insansınız, değil mi, Bayan


Wilberforce?
B. WILBERFORCE: Şey. Bunu söylemek bana düşmez. Yine de, he-
pimiz elimizden geleni yapıyoruz, değil mi?
MARCUS: Hepimiz değil.
B. WILBERFORCE: Herkesin içinde biraz iyilik vardır. Hep böyle dü-
şünmüşümdür.
MARCUS: Tabii.

74
Çayını yudumlar.

MARCUS: Bizim için yaptıklarınız gibi.


B. WILBERFORCE: Anlamadım?
MARCUS: Bayan Wilberforce, ben bir karar verdim.
B. WILBERFORCE: Öyle mi?
MARCUS: Evet. Gidiyorum. Parayı da alıyorum.
B. WILBERFORCE: Ama Profesör Marcus! Bana söz verdiniz!
MARCUS: Ne yazık ki, sözümün bir değeri yok.
B. WILBERFORCE: Ama polis…
MARCUS: Polis gelmiyor. Binbaşı'nın verdiği söz benimkinden de de-
ğersiz. Yalnızsınız ve ben, tehlikeli bir adamım. Aslında…

Bayan Wilberforce sandalyesinden kalkar ve onu korkutur.

MARCUS: Sakın!.. Daha fazla yaklaşmayın, Bayan Wilberforce.

Fakat kadın kapıya doğru yürür.

B. WILBERFORCE: Geçemezsiniz, Profesör!

Ön kapıya yürür ve önünü kapatır. Marcus kadına bir an bakar.

MARCUS: Pencereden çıkarım. Ha! Bunu düşünmediniz, değil mi?

Çello kutusuyla merdivenleri çıkmaya başlar. Bayan Wilberforce arkasından…


Belki yine atkısına basar. Küçük bir tökezleme, korkuyla…

Şimdi, Bayan Wilberforce Marcus'u merdivenlerde kovalıyor gibi


görünmektedir.

MARCUS: Geri çekilin! Bu kadar yaklaşmamalısınız.


B. WILBERFORCE: Benden kaçamazsınız, Profesör!

Marcus sızlanır. Odanın içine kaçar, pencereden çıkar, kutuyu almak için
uzanır.

MARCUS: Sizin anlamadığınız… Çok akıllı bir adamla aşık atmaya


çalıştığınız.

Çello kutusunu dışarı çekerken (TAK sesi) kutu pencerenin çerçevesine çarpar.

Kutuyu hafifçe çevirir (TAK sesi) pencereden çıkaramamaktadır.

75
TAK. TAK. TAK.

İşe yaramaz.

MARCUS: Haydi, haydi, aaaghh!

Kutunun yere düştüğünü ve Marcus'un dışarıda bağırdığını duyarız.

Set döner ve bir…

TREN TÜNELİ görürüz…

Marcus tünel yolunda aksayarak yürümektedir. Düşünce kolunu kırmış gibidir.


Atkısı arkasından sarkmaktadır.

MARCUS: Diddle-iddle-am, dam-da-da-da--dadam. İyi bir plândı, Louis,


Kapa çeneni! İyi bir plândı, hem de çok iyi bir plândı.

Yaklaşmakta olan bir trenin düdüğünü duyarız. Marcus kıpırdamaya başlar.

Son derece çok net bir makas değişim sesi…

Marcus, daha önce raylara takılmış olan atkısını çeker. Atkıyı çeker ve beyhude,
kıkırdar…

…Sonunda, pes etmiş, yorgun, kabullenmiş.

Atkıyı bırakır.

MARCUS: Ah, gerekçe zayıftı belki de.

Bir tren çığlık atarak tünelden çıkar…

SET DÖNER…

ALT KATTA…

MEMUR MacDonald elinde bir kalem ve bir not defteriyle oturmaktadır.

Bayan Wilberforce karşısına oturmuştur.

Memur MacDonald not almaktadır.

Kadına bakar.
76
M. MACDONALD: Hayalet Bölüğü.
B. WILBERFORCE: Evet!
M. MACDONALD: Ben duymadım.
B. WILBERFORCE: Aynen öyle.

Duraklama.

M. MACDONALD: Öyleyse… Bunlar benim tanıştığım beyler? Müzis-


yenler? Bayan Tromleyton'un deli olduğu konseri verenler?
B. WILBERFORCE: Evet.
M. MACDONALD: Usta hırsızlar?
B. WILBERFORCE: Evet. Yine de hepsi çok kibardı. Profesör… Şey,
insan onu bir beyefendi olarak bile tanımlayabilir… Şimdi ise ben…

Kadın ayağa kalkar ve çevresine bakınır.

M. MACDONALD: Ve hepsi birden… Kayboldu, öyle mi?


B. WILBERFORCE: Evet. Doğru. Kayboldular.
M. MACDONALD: Bayan Wilberforce, ne arıyorsunuz?
B. WILBERFORCE: Parayı! Güvenli bir yere koymuştum ama nereye
hatırlamıyorum…
M. MACDONALD: Bayan Wilberforce. Lütfen. Oturun.

Kadın oturur.

M. MACDONALD: Söyleyeceklerim size sürpriz olacak ama dikkatle


dinlemeniz çok önemli. Bu küçük meseleyi unutmanız herkes için en iyisi
olur.
B. WILBERFORCE: Unutayım mı?
M. MACDONALD: Gerçekten, en iyisi bu.
B. WILBERFORCE: Ama… Ama neden?
M. MACDONALD: Beni ve meslektaşlarımı büyük bir utançtan kurtarır.
Onları aradığımız süre boyunca, usta bir suçlunun ve çetesinin, bura- da,
burnumuzun dibinde olduğu anlaşılınca, çıkacak rezaleti düşünebi- liyor
musunuz?
B. WILBERFORCE: Peki, para? Para ne olacak?
M. MACDONALD: Sizde kalsın.
B. WIBERFORCE: Bende mi kalsın?
M. MACDONALD: Tabii, neden olmasın? Sigortalıydı. Herkese, primin- den,
bir metelikten daha azı düşer.
B. WILBERFORCE: Onlar da böyle söylemişti! Ama Memur Bey,
ben… Ben bu parayla…

77
M. MACDONALD: (kalkar) Hiçbir şey düşünmeyin, Bayan
Wilberforce. Sadece… Size kalsın. İnsanları bilirsiniz. Sonra, sizin yap-
tığınızı, ha ha, düşünürler! Ha ha!
B. WILBERFORCE: Evet… Galiba… Galiba inanılmaz görünüyor. Ama
her kelimesi doğru!
M. MACDONALD: Ah, hiç şüphem yok, Bayan Wilberforce. Hem de hiç.
B. WILBERFORCE: Bundan sonra sözünü etmeyeceğim. Teşekkür
ederim, Memur Bey. ne diyeceğimi gerçekten bilmiyorum.
M. MACDONALD: Hoşça kalın Bayan Wilberforce! Benim için daima
zevktir!

Adam çıkar.

Bayan Wilberforce oturduğu yerde bir an donakalır.

Sonra aniden…

B. WILBERFORCE: Ah!

Daha önce adamların saklandığı dolaba gider, dolabı açar, çello kutusunu
dışarı çeker. Kutuyu açar ve paralara bakar.

B. WILBERFORCE: (göz yaşları içinde) Ah, General Gordon! Her şey


yoluna girecek!

SON

78

You might also like