Professional Documents
Culture Documents
Alain Joxe (Çev. Işık Ergüden) - Kaos İmparatorluğu (İletişim - 2003) - CS
Alain Joxe (Çev. Işık Ergüden) - Kaos İmparatorluğu (İletişim - 2003) - CS
ALAIN JOXE Sosyolog ve strateji sorunları uzmanı, Ecole des hautes etudes en s cien
ces sociales'de müdür ve CIRPES başkanı (Barış ve Stratejik incelemeler Üzerinde
Disiplinlerarası Araştınna Merkezi [ Centre interdisciplinaire de recherches sur la pa
ix et d'etudes strategiques]). Eserleri: La eyde de la dissuasion (1945-1989), Essai de
sırategie critique (La Decouverte, 1990), Voyage aux sources de la guem (PUi� 1991),
fAmeıique merceııaire. Guene du Golfe et eıııpire anıeıi cain (Stock, 1992).
ffnıpire du Clıaos
Les Rı!publiqucs Jace <l la dominatioıı americaine dans l'apres-gııeırefroide
İletişim Yayınları
Klodfarer Cad. lletişiın Han No. 7 Cağaloğlu 34122 lstanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 • Fax: 212.516 12 58
e-mail: iletisim@iletisim.com.tr • web: www.iletisim.com.tr
ALAINJOXE
Kaos
İmparatorluğu
Soğuk savaş sonrası dönemde
Amerikan tahakkümü karşısında
cumhuriyetler
tEmpire du Chaos
Les Republiques face a la domination
americaine dans l'apres-guerre froide
v t m
O Fürst, du kannst die Menschen zwingen
GOETHE
"Ey imparator,
yaşamlarını sana,
zorlayabilirsin insanları:
GOETHE
Önsöz ....................................................................................................................................................... 9
Politik şiddetin nedenlerini anlamak ..................................................... . . . . 10
Küresel şiddet riski ........................................................................ ....................... .............. 11
Düzensizliğin düzenleyicisi, Amerikan imparatorluğu 14 ......
5. Clinton'dan Bushjr'a
İmparatorluğun Askerileştirilmesi . . l 67
....................................... ...... .
Düzensizliğin düzenleyicisi,
Amerikan imparatorluğu
16
karşı kendini savunmak gerekecektir ve bu disiplin, ölüm
tehdidi altında karşılıklı eylemin antropolojisi ve mantığı
olarak uygulanır. Bu strateji, caydırma ve önleme zamanı
içinde, aynı zamanda da operasyon zamanı içinde, güç iliş
kilerinin kısmen hayali temsillere dayanması gerektiğini
kabul eder (ama şunu da belirtir ki, "hayali" hayal edilmiş
anlamına gelir, yoksa gerçekleşemez demek değildir) .
Ama, geçen zaman içerisinde, stratejik yaklaşımın yeni
lenmesi gerekmektedir. Tarihin başlangıcından bu yana, bu
yaklaşım, şiddete dayalı etkileşimler içindeki devletlerin ey
lem ve temsillerini rasyonel olarak değerlendirmeye genel
olarak çabalamaktadır. Oysa, kısmen-tesadüfi kaos olarak
kabul edilen bir dünyaya kendi kurallarını dayatan tek li
derlik sistemi, anlaşmalarla ve uluslararası geleneksel hu
kukla düzenlenen devletlerarası serbest rekabetten doğan
sorunlardan biçimsel anlamda farklı olan hiyerarşileşme ya
da zafer sorunlarını ortaya atmaktadır.
Ulus-aşırı imparatorluk liderliği, devlet geleneklerinde
düzensizlik olarak adlandırılan şeyin kalıcılığını gerektirir
ve bu düzensizliği imparatorluğun basamaklarına fırlatıp
atar. Ama günümüzde impar� ,ffluk sisteminin sınırları ar
tık coğrafi değildir, dolayısıyla düzensizlik her yerdedir.
Ulus-devlet toplumlarını koruma sorumluluklarından
kaçınma yönündeki Amerikan stratejisi ile ümitsizlik -ne
denlerine saldırı yerine- semptomlarının bastırılması yö
nündeki stratejinin, dosdoğru açmaza ya da dünya çapında
anti-demokratik bir rejimin yükselişine yol açtığını gör
mekteyiz . .Clinton döneminde ana hatları belirlenen ve
Bush Jr. döneminde onaylanan küresel stratejilerle başlatı
lan şey, dünya çapındaki bu anti-demokratik rejimin yükse
lişidir. Clinton döneminde ekonomik planda saldırı halinde
olan imparatorluk, halefinin döneminde, tamamen yeni bir
askeri saldırı ve sefer biçimi aldı.
17
Geleceğe yönelik bu öngörüler sergilendiğinde, kaos im
paratorluğu biçimindeki "tekelci" bir Amerikan imparator
luğunun yeniden örgütlenmesinin ve dünya çapındaki ku
ralsızlaştırma teşebbüsünün yenilgisinin kesin olduğu -bu,
ille de yakın olduğu anlamına gelmez- sonucu çıkar. Çoğul
bir güç ve kıtalar arasında kavşak olan Avrupa'nın, yalnızca
ideolojik nedenlerle değil, aynı zamanda politik ve güven
likle ilgili yapısal nedenlerle de, bu imparatorluğa karşı di
renişin muhtemelen ana dalgakıranını oluşturduğu fikrini
destekliyorum. Ayrıca, Avrupa'da, Avrupa'nın sosyokültürel
çeşitliliğinin buluşma noktası olan Fransa'nın, gelecekteki
Avrupa Cumhuriyeti'ni oluşturacak politik bilinçlenmelerin
geometrik yeri olduğu fikrini de savunuyorum. Çünkü ,
Fransa, bir kavşak olmasına rağmen, evrensel bazı ortaklık
lar etrafında üniter bir ulus olarak kurulmuştur.
Bugüne kadar, savaş kuruntusunun kökünde barış umu
du yatıyordu. Gerçekten de, Aziz Augustinos'un dediği gi
bi, "normal olarak savaşın hedefi barıştır. Tersine, barışın
hedefi savaş değildir. " Kimi zaman dış savaş tehdidi uydu
rarak bir devlet iç barışı yeniden kurulabilse bile, bu şiddet
ihraç mekanizmasının Tanrı'nın barışından çok şeytanın
barışı olduğu söylenebilir.
Küreselleşmenin iç savaşlarla dış savaşlar arasındaki sı
nırları sildiği bir çağa girmiş olduğumuz doğruysa eğer, kü
reselleşmenin ya barışı, ya da iç barışla dış barış arasındaki
sınırı ortadan kaldıracağını da düşünebiliriz; öyle ki barış,
savaşları ortadan kaldıran küresel hedef halini alabilir.
Günümüzde savaşların hepsi, "liberal devletler"in "terö
rizm"i bastırma savaşları olarak görülmektedir, ama bu ge
çici bir görünümdür. Bu görünüm Amerika Birleşik Devlet
leri'nin medyatik çabasının sonucudur. ABD, müttefikleri
ni, dış dünyaya Amerikan tarzı bakış açısına denk düşen,
tuhaf, hatta saçma terimlerle dayanışmalarını ifade etmeye
18
mecbur bırakmaktadır. Bu bakış açısı, son derece behaviou
rist, yeni-Darwin'ci ve otistiktir - bir tür. kabile bilgeliği
olan bu bakış açısı, Vahşi Batı'nm düzlüklerinde ilerleyen
öncü bir aile için açıklana�ilir olsa da, evrensel krallık iddi
asında olan biri için fazlasıyla eksik ve kusurlu bir bakış
açısıdır.
Terörizm bir rakip değil, politik şiddetin bir biçimi olduğu
na göre, terörizmin ortadan kaldırılması da, sonu zaferle ve
barışla bitebilecek, Clausewitz'çi anlamda politik bir hedef
değildir. Teröristlere karşı eylemler her zaman için devlet ya
da imparatorluk terörizmiyle ve insan hakları ihlalleriyle
bağlantılı olduğundan; ve bu önlemler de her zaman için
en aşırı direnişlerin ve terörizmin kaynağı olduğundan; te
rörizm yukarıda belirtilen anlamda politik bir hedef asla
olamaz. Nedenlere saldırılmadığı sürece, bu döngü güçlen
dirilmiş olur.
Bugünkü anlamlarını belirleyebilmek için kökensel an
lamlarını gözden geçireceğimiz egemenlik biçimleri olan
cumhuriyetler, bu ümitsiz döngünün durdurulması ve bu
imparatorluk kaosuna direniş için küresel ölçekte konfede
rasyonlar halinde birleşmelidirler.
19
1
Cumhuriyet ve Umut1
21
zayıfa ya da en güçlüye güvence vermeye, içini rahatlatma
ya yönelik ulusal inanç sistemlerinden oluşan bir bezek
kordonudur. Jeopolitik, düşüncelerimizi uzam içinde belli
bir yere sabitlememize yardım eder. Ama ya gücül olan? Ya
hareket? Öngörü, önlem? Kehanet? Aslında, gelecek üze
rinde bu üstünkörü uçuş gücüne içki sohbetlerinde herkes
sahip olur ve kimse bundan vazgeçemez, çünkü bu temsil
arzusu insanın özelliğidir, yani, Pandora gibi hem merakı
hem de ümidi korumaya meraklı erkeğin ve kadının bütün
olarak özelliğidir.
Bu da soruna bir katkıdır; ama bugün yaşanan evrimin
geri dönüşsüz bir Cesur Yeni Dünya'ya kaçınılmazcasına yö
neldiğini gö:ı;en ve madem ki hiçbir şey değiştirilemeyec�k,
o halde bu duruma sevinelim diyenlerin bakış açısından
farklı bir katkıdır. Neo-liberal modernlik yandaşı peygam
berlerin kesin cevapları bize göre değil. Bilgeliğe erişme ar
zusu olan felsefe, cevap verici olmaktan çok, sonsuz so !ular
sorucudur. Sokrates, diyordu Hannah Arendt, şaşkınlığa
aşıktır.3 Demek ki, cevaplarını tarihin sağlayacağı birçok so
ruya kendi kuşbakışı vizyonumu serpiştirerek, felsefi bir je
opolitik dile getirmek zorundayım.
Eğer soruları doğru sorduysak ve eğer inançlarımızı sa
vunmak için yeterince hazırlıklıysak, tarih bizim önerdiği
miz biçimi alacaktır.
Demek ki, geleceğin sorumluluğunu yüklenmeden, Av
rupa'ya ve dünyaya kendini dayatan Amerika Birleşik Dev
letleri'nin stratejik liderliği nin dünya için öngördüğü biçi
'
22
bir imparatorluk mu? Günümüz dünyası liderliğinin fela
kete yöneltiyor olmasını denetleyecek ve bu felakete engel
olabilecek iktidar biçimi hangisidir?
Sonuç olarak, toplumsal cumhuriyet programının temeli
olan özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe yönelik ilerlemenin tüm
ilkelerinin ortadan kaldırılmasını önlemek istiyorsak başa
rılı olmamız gerekecektir. Artan sefalet, eşitsizlik ve şiddet
temelinde iktidarını kurmuş bir tür soyluluğun restorasyo
nuna ve düzensizliğe dayalı bir imparatorluk adına bunlar
dan vazgeçmeyi hiçbir Avrupa toplumu, ulusu ve halkı iste
meyecektir. . .
24
Kellesi uçurulmuş egemen, şirketlerin egemenliği
imparatorluğun karşı-devrimi,
"soyluluğun" geri dönüşüdür
Kardeşlik zamanı
Kaotik bir dünyada pazar yasasının, fikir akışı içerisinde
kendini kabul ettirdiğini varsayalım. Hukuksal özgürlüğün
ve politik eşitliğin zaferinden sonra, bugün Batı'yı, -fazladan
Gulag'ları ve eksik özgürlükleriyle komünist rejimlerin
temsil etmek istedikleri ve dayanakları göçen- toplumsal
kardeşlik ilkesinin yönettiğini varsaymamız gerekir; bu du
rum, reklamın tarif ettiği ürünü pazarın reddedeceği anla
mına gelmez elbette. Beşinci soru da buradan kaynaklanır.
Soru 5: Fikirlerin akışı içerisinde, kardeşlik nerededir?
Politik kardeşliğin yaratılmasını kötüye kullanmış Sovyet te
kelinin sonu, normal olarak, daha kardeşçe toplumsal sis
temlei-in yaratılması için bir rekabet evresine varmaz mı?
Neo-Darwinci, neo-liberal proje, günümüzde "ister istemez
mutluluk üreten" proje olarak satılmaktadır, ama bu yalana
dayalı bir reklamdır. Pazar, yani doğru fikirlerin tüketicisi
halk, bir süre sonra, bu hileli ürünü "ortadan kaldıracak
tır. " "Yeni efendiler"in şimdiden endişelendiklerini görmek-
30
teyiz; samimi bir şekilde aydın despot olarak davranmaya
çalışanlar var.
Bu durum, barbarlığın değil, uygarlığın bir görüngüsü
dür. George Soros'un, spekülatif servetini elde ettiği vahşi
küreselleşmenin zaferinin kurbanı olmuş bölgelere yardım
yaptığını görüyoruz. Soros, nihayetinde, bir iş adamı değil
dir, aynı zamanda bir düzen kurucusudur (unutmayalım ki,
Azize Avilalı Theresa yalnızca düzen kurucu bir mistik de
ğil, aynı zamanda fatihlerin altınını çalan korkunç bir iş ka
dınıydı) . En üst düzeydeki bankacılar hümanist ya da top
lumsal açıklamalar yapıyorlar. Bütün ülkelerin yurttaşları,
serbest elektronlar gibi, somut olarak kardeşliği hedefleyen
-eski ya da yeni- uluslararası sivil toplum örgütlerinde top
lanıyorlar: Uluslararası Af Örgütü, Dünya Doktorları, Sınır
Tanımayan Hekimler, Helsinki Watch, insan Hakları Birliği,
FIDH, vs. 2001 yılında Birleşmiş Milletler Örgütü'nün Göç
menler için Yüksek Komiserliği, iç çatışmalarda kendini
yetkili ilan etti; Uluslararası Kızıl Haç Komitesi (CICR) iç
savaşlarda Cenevre Sözleşmesi'ne saygı gösterilmesini ka
bul ettirmek için seferber olmuştur. . . Kardeşliğin bu ulusla
rarasılaşması büyük bir kargaşaya eşlik etmektedir, ama
belki de uluslararası politik bilincin şaşırtıcı ilerlemesine de
eşlik etmektedir.
Cumhuriyetçi slogandaki kardeşlik, bilim, robot kullanı
mı ve kaynakların olası bolluğu sayesinde mümkün hale
gelmiştir, ama cumhuriyet olmadan, politika olmadan kar
deşlik olmaz. Oysa, Aydınlanmacı atalarımızın öngördüğü
yöne doğru dünyayı yöneltmek için gerekli olan çok sayıda
politik yetkiden devletler ve halklar -şirketler yararına
çoktan yoksun kalmıştır.
En kemikleşmiş "egemenlik yanlıları" , kardeşlik yanlısı Si
vil Toplum Örgütleri'nin (STÖ), cumhuriyetin tekelini elle
rinden alarak cumhuriyetleri parçalamaya yönelen aygıtlar
31
olduğundan kuşkulanmaya kadar işi vardırmışlardır. Halklar
bu teşhisin saçmalığını değerlendirir. Havuç ve sopa dozunu
ayarlamak için yurttaşsız devletleri vekil seçen uluslararası
zengin sınıfların gülümseyen neo-faşizminin zafer kazandı
ğını görmektense; dahası, Mekke'de ve Medine'de hüküm
süren çürümüş monarşinin gösterişçi kamu harcamalarına
dayanan, CI�nın eski müttefiki, Salafi oligarklarının kor
kunç tehlikeli ve intihara dayalı neo-faşizminin zaferini gör
mektense, düzensizliğin içinde, cumhuriyetçi kardeşlik çem
berinin devletsiz yurttaşlarla örgütlendiğini görmek yeğdir.
Acımasız bir neo-Darwincilik küresel olarak yayılırken,
bu korkunç soylular tepkisi zaten yeterince başarı kazandı
ğına göre, cumhuriyetçilerin çabalarının bizi geriye, Millet
ler Cemiyeti sisteminin eski güzel günlerine döndürme
şansı hiç kalmamıştır.
6 Tacile, De Gemıania.
33
Fransa'da ve ötesinde yeniden ortaya çıkışına işaret eden
yurttaş hareketlerinden biri oldu. Bu gösteri bir isyan değil
dir, Fransa'ya kapanıp kalmış milliyetçi bir düşünceyle de
alakası yoktur, merkezi kimi zaman Fransa'da, kimi zaman
Belçika, Cenevre ya da başka bir yerde bulunan bir rüzgar
gülünün ve bir ıneliing pot'un Avrupa'daki varlığına işaret
etmektedir.
1995 yılında, SN CF greviyle birlikte Fransa' da, küresel
modernleşmenin özel güçlerinin büyük kamusal hizmetlere
karşı bir saldırı sürdürdüğünün bilincine varıldı. Halk Cep
hesi'nin kurduğu en büyük kurum olan "kamu hizmeti gö
ren devlet"in yavaş yavaş ölümüne karşı mücadele etme bi
linciydi bu. Fransızlara özgü bu olayın, diğer Avrupa ülke
lerinde <le başka kurumlar üzerinde odaklanan kimi eşde
ğerleri vardır. Ama 1995 yılı aynı zamanda Srebrenica'nın
düşüş ve soykırım yılı olarak, sosyalist ya da de Gaulle'cü
bir hükümetin bir soykırımı önlemek için kılını bile kıpır
datmayacağını, trajik ve yürek kaldırıcı biçimde göstermiş
tir. Fransa'nın, Avrupa'nın, NATO'nun, Amerika Birleşik
Devletleri'nin, genel olarak kaos imparatorluğu sisteminin
hesabına yazılacak özel bir utanç yılıdır bu.
1996 yılında kamyon şoförleri grevdedir: Çalışma alanla
rı Fransa ve Avrupa'nın tüm yolları olan, yani ulusal top
raklar -eski egemenlik simgesi- ile Avrupa toprakları -yeni
topluluk uzamı- olan bir ücretli kategorisinin çalışına yerini
işgal ederelı yaptığı grev'dir bu. Lojistik kavşakta grev yapan
Fransız kamyon şoförleri "lojistik bir kardeşliğin" varlığını
ortaya koyarlar. Yolların geçici olarak tıkanmasına öfkele
nen İspanyol kamyoncular, sonunda bu eylemden esinlene
rek Ispanya'da devam edecek bir hareket başlatırlar. Kara
yolu ulaşım şirketlerinin toplumsal ve ekonomik yapıları
yine de iki ülkede çok farklıdır. Ticaretin şeffaf yanı olan
satış noktalarına ikmal sağlanmasında, yaşamsal ve halkla
34
ilgili ülkesel bir işlevin değerlendirilmesinde stratejik ola
rak denk görülmelerini sağlayan şey onların lojistik tanım
larıdır.
Bu grevler tüm toplum için çok rahatsız edici olmasına
rağmen popülerliklerini yitirmediler. Niçin? SNCF, yararlı
ve etkili bir kamu hizmetidir. Kamyon şoförleri de çalışma
yerleri "Tayland'a taşınabilir" emekçiler değildir. Geçmişin
egemenleri olan ülkesel bütünlükler -ulusal ve uluslararası
ölçeğinde yararlı bir sınıf dayanışmasının olası kılınması bi
linci vardı. Grev kırıcı Rus şoförler mafyasının ortaya çıkı
şıyla birlikte, politik dayanışma olarak lojistik uzam birliği
nin bilincine varılır oldu.
Nihayet, 1 997-1 998 yılındaki işsizler hareketi: Küreselle
şen modernleşme yapısal bir işsizliği kaçınılmaz olarak ya
ratırken ve yoksullaşan bireyler kaçınılmaz olarak toplum
dan dışlanırken, işsizliği ortadan kaldırmanın yapısal ola
naksızlığının bilinci ve tüm yurttaşların toplumsal saygınlı
ğını koruyacak politik bir çözüm talebidir bu.
"Fransa" cumhuriyeti
40
Eritir, dönüştürür ve yeniler onları
Evrensel bir bilim halinde
Ve ödünç verir tüm insanlığa.
Sonra pek sönük halklara geri fırlatır
Krallık asalarını ve hükümdar tacını
Önyargılarını ve sistemlerini
Hepsini eğip büktükten sonra güçlü ellerinde.
41
Ey devrimler!
En sıradan tayfa olan ben,
Bilmiyorum,
Ne hazırlamaktadır Tanrı karanlıkta
Sizin dalgalarınızın gürültüsü altında.
42
talep eden özel bir ideoloji olarak değil, bir insan hakkı ola
rak belirmektedir. 1 793 cumhuriyetçileri için devrim hem
bir kurtuluş hem de mülkiyete bağlı olması ille de gerek
meyen bir hayatta kalma tarzının inşasıdır. Sürekli bekle
yen bir program !
Robespierre'e göre, "insanın temel hakları, kişinin varlığını
korumasının sağlanması ve özgürlüktür" (2. madde). Bunun
sonucu (6. madde) , mülkiyet, yalnızca, "her yurttaşın yasa
tarafından kendisine kesin olarak sağlanmış mal payından
yararlanma ve bunu kullanma hakkıdır." Gerçekten de, (7.
madde) "mülkiyet hakkı, tüm diğer haklar gibi, başkasının
haklarına saygı zorunluluğuyla sınırlandırılmıştır" - yalnızca
"başkasının mülkiyetiyle" değil; tüm fark da buradadır.
Gerçekten de, 8. maddeye göre, mülkiyet hakkı birincil
değil ikincil bir haktır: Ne güvenliğe, ne özgürlüğe, ne ya
şama, ne de (elbette) hemcinslerimizin mülkiyetine zarar
verebilir. Mülkiyet hakkına getirilen ilk sınırlamalar, 2 .
maddedeki "korunma" ve "özgürlük" temel haklarıyla geti
rilmiştir. Bunlar içgüdüler değil, haklardır.
Mantıksal olarak bundan çıkan sonuç, projenin önceden
belirttiğimiz 1 0 . ve 1 1 . maddeleridir. Bu maddeler, koşul
olarak şunu ileri sürer: "Toplum, bütün üyelerinin geçimini
sağlamak zorundadır; bunu onlara iş sağlayarak ya da çalı
şamayacak durumda olanlara da yaşama imkanı sağlayarak
yapar" ve "İhtiyaçlarını karşılayamayanlar için zorunlu olan
maddi yardım, fazlaya sahip olanın borcudur: Bu borcun
nasıl ödeneceğini belirlemek yasanın görevidir."
Bununla birlikte, bir yasanın kaleme alınması ve benim
senmesi, toplumsal. sorunu biçimsel bir yasallığın imdadına
bırakmak anlamına gelen bir mutlak oluşturmaz. Robespi
erre'e ve 1 793 Anayasası'na göre, bir yasa zorbaca olabilir
ve bu durumda, insanın mutlak hakkı olan isyan hakkın
dan aşağıdır:
43
- "İnsanın zaman aşımına uğramayan haklarını ihlal eden
her yasa, özünde adaletsiz ve zorbacadır: Asla bir yasa sayıl
maz . " ( 18. madde) ;
- "Her özgür devlette yasa, yönetenlerin yetkilerini kötü
ye kullanmalarına karşı özellikle kamusal ve bireysel öz
gürlüğü savunmalıdır. Halkın iyi olduğunu ve yüksek gö
revlilerin de çürümeye yatkın olduğunu kabul etmeyen her
kurum ahlaksızdır." ( 1 9 . madde) ;
- "Hükümet halkın haklarını ihlal ettiğinde isyan halk
için ve halkın her bir bölümü için hakların en kutsalı ve
görevlerin en kaçınılmazıdır." (29. madde).
Şöyle ifade edelim: Halkın haklarını -yasal olarak- ihlal
eden yasalar çerçevesinde, fazlaya sahip olan kişi, ihtiyaçla
rını gideremeyenler karşısında borcunu ödemeye kalkışabi
lir. Bunu , ihtiyaçlarını karşılayamayanın özgürlüğünü ya da
kendini korumasını tehlikeye atan asgari miktarın yeniden
paylaşımı şeklinde yapabilir.
Özgürlüğü tehlikeye a tan yasalar, geçici işleri teşvik
eden, sınır dışı edilme şantajıyla karşı karşıya olan yabancı
ları ya da yabancı çocuklarını yasadışı konumda tutan ve -
kaçak işçi çalıştırılmasının önlenmemesine paralel olarak
her türden fahişelik de dahil olmak üzere yeni kölelik bi
çimlerini kurnazca yayan yasalardır. Öncelikle yabancılar
ve yabancı çocukları köleleştirilmekte ve fahişelik yaptırıl
maktadır ki, bir gün, hatta aynı gün, "buralı" yurttaşlar da
köleleştirilebilsin diye.
insanların kendilerini korumalarını tehlikeye atan yasa
lar, hukuksuz bölgelerin yayılmasını teşvik eden yasalardır;
bu bölgelerde yerel ya da özel milislerin, mafya gücünün,
"kirli" paranın mali gücünün artması, kısacası, devletin ko
ruyucu rolünün sona ermesi, "ihtiyaç içindeki yurttaşların"
hayatta kalmasını bile tehdit etmektedir.
1 793 Montanyarlar'ına göre, Fransa'da ya da başka yerde,
44
halkın özgürlüğüne ve kendini korumasına kasteden bu
türden politikalar, isyanın gerekçelerini oluşturmakta ve is
yanı haklı çıkarmaktadır. 1995 seçim yılında (cumhuriyet
çi) sağı harekete geçirmiş olan büyük hümanizma atılımın
da, bu isyandan korkulduğu için, yasadışı karlarla mücade
le, yalnızca fahişelikten elde edilen geliri değil, yasadışı işçi
kullanan şirketlerin parasını da ilgilendiren "para akla
ma"ya karşı mücadele gibi halkçı önlemler artırılmıştır.
Daha ziyade çocukların kullanıldığı köle atölyelerinin ör
gütlendiği Asya ya da Afrika ülkelerinde şubeler ya da taşe
ronluklar açmış şirketleri de buna katacak mıyız? Şirketlerin
"çok pahalı" Fransız işgücüyle imkansız hale gelmiş karlar
elde etmelerini sağlayan ve bir yerden bir yere gitmelerine
imkan tanıyan bu yeni hizmetkarlık ya da yeni kölelik alan
larında çalışan işçilerinin isyan hakkını tanımaya, hatta is
yanlarına somut olarak yardım etmeye kadar vardıracak mı
yız işi? Bizim popülist modernlerimiz ve modern sosyalistle
rimiz Üçüncü Dünya'nın sömürülen sınıflarıyla dayanışma
ya ilkesel olarak ve fiilen hazır mıdırlar? Ya Çin Gulag'ı? Ya
Tayland genelevleri? Malezyalı küçük kızlar? Alabama ha
pishaneleri? Bunu yapacaklarına asla emin olamayız.
Ama bizler, sefalete ve açlığa götüren saçma maddi politi
kalara karşı 2001 yılı sonunda isyan eden Arjantin halkı
nın, 1 793 Haklar Bildirgesi'nin 29. maddesini uygulamak
tan başka bir şey yapmadığını anlayabiliriz - anlamalıyız.
Bu koşullarda, cumhuriyetçi enternasyonalin hali ne olur?
9 Aphes hemin ta opheilcmata lıbnôn lıôs lıai lıemeis aplıiemen tois ofeiletois lıemôıı.
(mpEÇ rıµıv ı:cx Oq>EıA.ııµcxı:cx rıµmv wı; KCXl !]µEl(; CXq>tEµEV ı:oıı; Oq>ElAEı:oıı; ııµmv.)
47
anlamına gelir, yoksa "ödeme süresini uzatmak, ertelemek"
demek değildir. Opheilemata, kaba anlamda borçlardır. Ama
Tanrı'nın insanlara para ödünç vermediği kesin olduğuna
göre, özellikle de faiz olmadığından, anlam -özellikle Tann'yı
ilgilendiren kısmıyla- metaforiktir. lnsanlığııı 1wrtuluşu, tan
rısal edinı'i çağrıştıracak, kıyaslanabilir tek insani edim, yo1ı
sullann zenginlere olan tüm borçlarınm iptalidir. Tanrı'yı taklit
etmek isteyen zenginlere öğüt! Yeryüzü sitesinde yeni baştan
başlamayı; servet eşitsizliğine ve rant birikimine yol açan si
lahlı insanın silahsız insan üzerindeki iktidarına ve eşitsiz bi
rikimine değil, aşka, philia'ya ya da tüm insanlara verilmiş
Kutsal-Ruh'a dayanan yeni bir dünya düzenini, bir ümidi, eh
silısiz bir ümidi simgeleyen tek edim budur.
Pek az kişi bunu bilmektedir: Fransızca ve İspanyolca
versiyonları hariç, Aziz Babamız duasında ne "bağış" ne de
"günah" geçmektedir. Niçin? Günahlarımızın bağışlanması
bireysel etik ve psikoloj iye, hatta günah çıkarma sonrası
tövbeye gönderme yapar. On altıncı yüzyılda, Karşı-Reform
sırasında dayatılmıştır. Borçların iptali ise, daha devrimci
politih bir kardeşlik edimini çağrıştırır; özellikle Hıristiyan
lığın kendini konumlandırdığı gezegen düzeyinde.
Yunan antik çağında, dahası Isa döneminde, borçların ip
tali, iç savaşı önlemeye ve toplumsal sınıflar arasında uyu
mu güçlendirmeye yönelik, sınırları belirli, zekice, oldukça
yaygın bir edimdi. Gerçekten de, zenginlerle yoksullar ara
sındaki eşitsizliğin arttığı, yoksulların ancak zenginlere da
ha çok borçlanarak varlığını sürdürebildiği bir dinamik,
dosdoğru iç köleliğe ya da iç savaşa ve sitenin tahribine gö
türür. Site için her koşulda ölümcül olan bu etkinin nede
nini araştırmakla yetinmemeli, uygun zeminlerden yeniden
yola çıkabilmek için bu borçları köklü bir şekilde ortadan
kaldırmalıdır.
Demek ki, borçların iptali Yunan kültürünün, aynı za-
48
manda da Yahudi kültürünün politik beylik düşüncesidir.
Yahudi kültüründe "jübile yılı", kutsal yıl özellikle her yüz
yılda bir ortaya çıkan borçların iptal yılıdır; bu da yoksul ve
dolayısıyla borçlu olan nüfusun çoğunluğunun "jübile"
yapmasına yol açar ve halkı kölelik tehdidinden kurtarır.
Borçlar yüzünden kölelik tehdidi, Roma politik kültü
ründe de vardır. Cumhuriyetçi Roma, Etrüsk kralını kov
duğunda, gerçekten de politik olarak bir Yunan sitesi halini
alır. Yasalarını Delphoi'deki Pythia'dan talep eder. Roma
cumhuriyetinin yaşamı, borçlar yüzünden köleliği yasakla
mak isteyen pleblerle bunu sürdürmek isteyen patrisyenler
arasındaki mücadeleyle şiddetli bir şekilde kesintiye uğrar.
(Atina'da, bir yurttaşın borç yüzünden köleliğe mahkum
edilmesi ve borçlunun topraklarına el konulması ve alacak
lı hesabına çalışma zorunluluğu, M.Ö. 594'te Solon tarafın
dan ortadan kaldırılmıştı; bu önlem Roma'da ancak M.Ö.
326'da, yani 268 yıl sonra kabul edildi.)
Aziz Babamız duası, kutsal kitap metinlerinden yola çıka
rak hem Yunan uzanımda hem de Latin ve Yahudi uzanım
da biçimlendiğinde, yoksulların borçlarının iptali, "yeni
ahit" olarak Hıristiyanlıkta Tanrı iradesinin temsil ettiği şe
yi politik olarak açıklamanın en iyi yoluydu: lnsanın kurtu
luşu, tinsel köleliğe karşı takdir-i llahidir; bu, ilk günaha
kölece inancın sonu ve -dönemin sözdağarcığında- lwrtar
malı k vermiş, yani kölelikten tamamen kurtulmuş Hıristi
yan halkının özgürlük, eşitlik ve kardeşliğinin ilanıdır.
Toprak köleliğinin ve esirliğin tamamen ortadan kaldırıl
ması, bir anlamda borçlarırı iptalini artık önemsememeyi
sağlar. Fransız cufD.huriyeti borç iptaline bir kez başvurdu,
o da Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda eski savaşçılar için
di: 1 9 1 7 Ekim Devrimi nedeniyle direngen bir tehlike var
dı. 2000 yılında başbakan Lionel Jospin, 1 9 1 7 yılında Ge
neral Nivelle'in saldırıları sırasındaki aptalca kıyımlara kar-
49
şı çıktıkları için kurşuna dizilen dikkafalıların yurttaşlık
haysiyetine yeniden kavuştuklarını ilan etmek zorunda kal
dı. Bu, borç iptalinin bir biçimiydi. Yoksa günahların bağış
lanması değil.
50
2
Hobbes, Koruyucu Cumhuriyetin Doğumu:
Leviathan Behemot'a Karşı
Thomas Hobbes, Uviathan, Sirey, Paris, 1 97 1 , 38. bölümün başı, s . 472. [Bu
eserden yapılan tüm alıntılarda Türkçe tercümesinden yararlanılmıştır: Leviat
lıan, Yapı Kredi Yayınlan, çeviren Semih Lim, 1992, s. 3 1 1 . ]
51
Kaotik düzensizliğe karşı ölümlü tanrısal devlet
52
yaç sonucu merkez! iktidarın oluşması ve silahların gücü
sayesinde seçkinlerin asalakça yaşamasına imkan tanır.
"Tanrıların merkezileştirilmesi" -dolayısıyla ekonomik ve
politik iktidarın merkezileştirilmesi- böylece Mısır'da iki tür
lü meydana gelebilmiştir: Ya, kendi tanrısını merkezileştirme
ye çalışan, böylece yerel tanrının, tıpkı Amon-Ra gibi güneş
tanrısı olduğu yerel bir ruhban sınıfınının tahakkümü görü
lür; ya da merkezi politik otorite bir tek tanrı keşfeder. !kinci
duruma örnek, ruhbansız bir tanrısal cumhuriyet adına
Amon rahiplerinin politik ihtiraslarına darbe indiren ve Ak
henaton adını alan IV. Amenophis'in yarattığı, tüm insanlara
yaşamı eşit olarak taşıyan, ışıldayan güneş diski Aton'dur.
Bu iki güneş tanrısı arasındaki mücadele acımasızdı.
Aton çabucak yenildi. N e Mısır ne Sümer iktidarlarının
merkezine askerlik sanatını koyuyordu, ama kozmosu istis
nai ekonomik kaynaklar sağlayan toprağın ve suyun doğal
bir bileşiminin idaresi olarak görüyorlardı; düzensizlik ise
bentlerin yıkımı, siteler arası ayrılık, şiddet ve karanlık, is
tila anlamına geliyordu.
Ast tanrılardan oluşan -baş tanrının tanrılar üzerinde hü
küm sürmesi gibi tanrısal krallar rahipler üzerinde hüküm
sürer, savaşçılar da toprağa bağlı emekçiler üzerinde tahak
küm uygular- bir piramidin tepesinde bulunan ve aslıerl za
fer yolııyla dünyanın tek bir başlangıcına yol açan tek tanrı
fikri, fatihlerin örgütlediği imparatorluklarda görülen baskın
idari temsil türü olarak ortaya çıkar. Irmak boylarındaki uy
garlıkların ilk sakinlerinin akarsuyun yukarısı ile aşağısında
oturanlar arasında el yordamıyla yaptıkları pazarlıklarla dü
zenlemiş oldukları · sulamayı ve toprakların tarıma açılma
usulünü merkezileştirmeye ve idaresini rasyonalleştirmeye
fatihler önem veriyordu. Demek ki düzenin ikinci tanımı,
tapınakların iktidarının devlet şiddeti yoluyla asalaklaştırıl
ması ve suya bağlı köylülüğün tabi kılınmasıdır.
53
Tanrılarını Sümer-Akad Olimpos'unun zirvesine çıkaran
Akadlar; tanrı Marduk'u zirveye çıkaran Asurlular; hatta, ır
mak kültürü bölgelerinin dışında, Toprak'ın dev oğullarını
yenen Zeus'un tüm tanrılar üzerinde iktidar sahibi olduğu
na inanan Yunanlar bile bu modeli yeniden üretmiştir. Ni
hayet, Roma'da, tüccar Yunan siteleri ve Etrüsk sulama site
leri topluluğunun Roma'nın askeri gücü sayesinde ezilmesi,
bu modelin yeniden üretimidir: Süleyman Tapınağı'nın ye
rine Titus'un yerleştirdiği Jüpiter'in zaferi, Antik çağın bin
lerce yıldan beri yarattığı, yıktığı ve yeniden yarattığı tanrı
sal ve imparatorluğa özgü askeri düzenin bir versiyonunun
sondan bir önceki halidir. Konstantin'in Hıristiyan olması;
sonra, müminlere komuta eden halifeler döneminde ls
lam'ın yayılması; ve Hıristiyanların haçlılar olarak birliği;
bu evrensel, tanrısal devlet temsilinin son değişimleri bun
lardır. Bu değişimler, meşruluklarının bir bölümünü, barış
yaratıcısı savaş'ın merkezi önemine borçludurlar.
Askeri olmayan düzen ve merkeztleşmemiş çoğul tanrısal
lık, her zaman için düzensizlik olarak görülebilir. Antik çağ
dan günümüze imparatorluk tarihini duraklara bölen altüst
oluş döneml eri nin, iktidarın çözülme-yenidenoluşma dön
'
3 Cari Schmitt, Gesprach über die Macht und den Zugang zum Maclıthabeı; Günler
Neske, Pfüllingen, 1 954 (Fransızca çevirisi: "iktidar Üzerine Söyleşi", Com
mentaire, no 32, Kış 1985-1 986, s. 1 1 14).
Cari Schmitt Alman otoriter sağının bir filozofuydu; bir Nazi olduğu bile
söylenebilir, ama Batı devletinin ve şiddetin temelleri sorununu ele alarak (ay
rıca Hitler'in demokratik yoldan iktidarı ele geçirişi üzerinde de durmuştur) ,
55
Bu bakış açısının, iktidarı itaat'in bir ürünü olarak gös
terdiği söylenebilir. Ama "saf Hobbes" -Diderot böyle diyor
du-, Cari Schmitt'ten daha kurnazdır. Çünkü, söyledikleri
dikkatle incelenirse, ona göre itaat halkın rızasının ürünü
dür ve halk da elinden geldiğince kendinin korunmasını
özgürce örgütlemeye çalışır. Hobbes, mutlak monarşinin
halkın en mükemmel korunması olduğuna inansa da, ko
ruyucu işlev gören her türlü cumhuriyet biçiminin halk ta
rafından meşru görüleceğini kabul eder.
Tüm insanlar -ve yalnızca en zayıflar değil- yaşamlarının
bir döneminde uygar düzene ihtiyaç duyarlar: Korunma ih
tiyacı sınıf farklılıklarının üzerindedir, dolayısıyla sınıflı
toplumlarda yaş kategorilerinden ve cinsel rollerden yola
çıkarak daima yeniden üretilir. "Çocuk onu koruyan kişiye
itaat etmek zorundadır; çünkü , hayalın korunması amaç ol
duğundan ve bundan dolayı bir kimse başka bir kimseye
bağlandığından ötürü , herkes , kendisini korumak veya
mahvetmek gücüne sahip olana itaat borcu altındadır. "4
Çocukların düzene ihtiyaçları vardır, çünkü başlangıçtaki
zayıflıkları nedeniyle korunmaya ihtiyacı duyarlar. Kadınla
rın da, annelik rolleri gereği korunmaya ihtiyaçları vardır.
Yaşlıların da, nihai zayıflıkları nedeniyle. Olgun insanların
da, yıpranmaya başladıkları için ve nihayet gençlerin de,
korkusuz kendiliğindenlikleri ve deneyimsizlikleri nede
niyle korunmaya ihtiyaçları vardır. Sonuç olarak, herkesin
düzene ve korunmaya ihtiyacı vardır; yaşamaktansa ölmeyi
tercih ettirecek korkunç bir düzene değil, kabul edilebilir,
mutluluğu mümkün kılan, hatta ihlali bile ilerleme olarak
anlamlandırabilecek bir düzene . . .
iki dünya savaşının barbarlığından doğan şaşkınlık içinde yeni kavramlar dile
getirişiyle dikkate değer biridir.
4 Thomas Hobbes, Uviatlıaıı, "Cumhuriyet, pederşahi ve despotik hakimiyet
üzerine" , a.g.e., s. :zıo.
56
Namuslu uyruğun, fedakar vassalın korunması; feodal
insan, emeğini efendisine verirken, ona bu koruma için yal
varır. Ama modern anlamda koruma, Hobbes'un düşünce
siyle başlar.
Egemenliğin tek meşru işlevi doğal olarah korumadır ve
çocuk-ebeveyn ilişkisiyle başlar. Ama ya politik olarak?
Hobbes'a göre koruyucu yüce bir kurtarıcı değildir; "tek bir
kişide birleşmiş çoğulluk" ya da "huzurumuzu ve korun
mamızı borçlu olduğumuz ölümlü tanrı" ya da "yapay in
san"dır. Bu yapay şahsiyetin sahibine "egemen" denir: Söz
konusu edilen Büyüh Uv iathan'dır. Hobbes, Kutsal Kitap'ta
ki bu mitik hayvanı devletle, cumhuriyetle özdeşleştirınek
tedir (Hobbes, Latincedeki res publica [cumhuriyet] terimi
ni -kelimesi kelimesine, "kamusal şey"- common wealth, ya
ni ortak zenginlik olarak çevirir) . Hobbes'a göre bu ege
men, tüm halk, seçilmiş bir meclis ya da bir hükümdar ola
bilir. Kendisi ise cumhuriyetin biçimi olarak mutlak mo
narşiden yanadır, ama kendi politik tercihlerini, bilimsel te
mellere dayandırmak istediği iktidar teorisiyle karıştırmaz.
Demek ki, Locke'dan, Montesquieu'den ve Rousseau'dan
önce Hobbes'u okumak gerekir, çünkü modern cumhuriyet
bilinci on yedinci yüzyılın ortasında ve onun düşüncesi et
rafında oluşmuştur. Kuşkusuz, iki yüz elli yıl içinde her şey
değişmiştir, cumhuriyet fikri de değişmiştir elbette ama bu
fikrin özünü saçma kılacak kadar değil.
Modern cumhuriyetin fikir olarak Hobbes'tan doğduğu nu '
S A.g.e., XLVI.
60
sırtını dönmeyi" başarabileceğine inanır. Başka düşünürleri
izleyerek, "ifüan insanın kurdudur" demesi , iktidar bilimi
ni, İsa'nın Cisimleşmesi'nden bu yana insan insanın kuzu
sudur şeklindeki tek fikir üzerinde kurmayı istemediği
içindir. İnsanın savaşa karşı barışı hazırlaması için, barışa
karşı savaşı hazırlamak için gereken kadar, hatta daha fazla
akıl yürütmesi gerekir.
Ampirik çalışması ve konusunun kalıcılığıyla -İngiliz
cumhuriyet ve devriminin düzensizlik ve krizinin kroniğini
yeniden oluşturur- Hobbes, tehlike alanındaki geri dönüşsüz
hararın antrovoloğudur. Bu anlamda o bir strateji uzmanıdır;
tıpkı Sun Zi'nin, Tacitus'un, Machiavelli ya da Clause
witz'in de bu "meslek" içinde sınıflandırılması gibi. Hob
bes'un söyledikleri, bugünü yoğun biçimde meşgul eden
şiddetli toplumsal çözülmelerin dehşeti karşısındaki strate
jik şaşkınlığımızın ortaya attığı soruları kapsayıcıdır.
O, fiziksel ya da biyolojik bilimlerin kesinliği ve maddi
sabitliğiyle iktidarı incelediğine inanmaktadır. Aslında, İn
giliz monarşisinin krizinden, kaos deneyimi olarak yarar
lanmayı bilmiştir: Kendi doktrininden esinlenerek geliştir
diği bir kötüye kullanmayla, bu krizi yapay bir mekanizma
nın kendi doğal parçalarına ayrışmasıyla özdeşleştirir. Behe
mo t la birlikte, teorik bir devlet analizi üstünde durduğunu
'
64
letin merkezinde ya da başında," Hobbes'un "Leviathan'ın
ruhu" olarak kabul ettiği "egemenlik" bulunur.
Foucault, aksi bir yöntem kullandığını düşünerek şöyle
der: " [Egemenin] merkezi ruhu sorununu ortaya atmaktan
sa, periferik ve çoğul cisimleri, iktidarların etkisiyle özne
olarak oluşmuş cisimleri incelemek [gerekir] . " Bireylerin
pıhtılaşma ilkesi olarak doğrudan doğruya bu nesneyi, yani
devleti, egemeni düşünme fikrini reddeden Foucault, bir
tür temel atomculuk öğütlemektedir, ama bunun etkisin
den kendini de hemen kurtarır: "Bir tür ilkel atom oluştu
ran şey birey değildir," bireyin kendisi de iktidarın bir etki
sidir. Peki o halde, hangi iktidar? "Sonsuz-küçük taktik ve
tekniklerle uygulanan bölgesel iktidarlar."
Foucault tepeden yola çıkmayı reddederek her zaman
"aşağıdan yola çıkmayı" öğütler. Ama, aynı zamanda, on se
kizinci yüzyılın liberal bireyciliğinin ardından doğan, imal
edilmiş politik nesne olan bireyden, yani en aşağıdan yola
çıkmayı da reddeder; dolayısıyla, temeldeki kolektif disip
linlerin yaratıcısı mikrososyolojik yapılardan, yani iktidar
dan yola çıkar: "Aileler" , "tıbbi beden", "soylular" , vs. So
nuç olarak, çoğullaşan şey, global tahakküm, yani merkezi
devlet iktidarı değildir, tersi meydana gelir, yani çoğul, böl
gesel tahakküm g!oba!leşir.8
Hobbes'u tersine çevirme iddiasındaki Foucault'nun yap
tığı şeyin aslında tamamen Hobbes'çu olduğu görülebilir.
Foucault ile Hobbes'u uzlaştırmaya çalışmadan, bugün ihti
yaç duyduğumuz cumhuriyetin soykütüğünü hazırlamak
için, 1976'nın bu tarih-ötesi tartışmasına bağlı olarak ortaya
çıkmış verimli yanlış anlamaları göstermek ilginç olacaktır.
Foucault, gerçekten de, Hobbes'un Leviathan'ı yapılandır
masını eleştirir, ama Leviathan'ın yapılışı'nın anahtarı, gör-
8 A.g.c., s. 28.
65
düğümüz gibi, �ehemot'un y apı-s ö hümü'ndedir, yani Hob
..
bes'un lngiliz iç savaşı üzerinde düşüncesinden yola çıka
rak ele almak istediği sorundadır: Egemen ortadan kalktı
ğında egemenlik ne olur?
Foucault'nun "bölgesel iktidar" nosyonuna geri döner
sek, her iç savaşın, ya da her derin politik karışıklığın, -da
ha üst düzeyde bir koruma olmadığından, imha edilmiş ol
duğundan- yerel ya da bireysel bölgesel iktidarların ayakta
kalmalarını amaçlayan stratej ik tercihler bütününden -oluş
tuğunu söyleyebilmemiz gerekir.
Birey ise, en ince ölçekteki bir ayrılmadan kaynaklanır;
bu ölçek teorik olarak "atomik" düzeydedir, biyolojik ola
rak bölünmezdir, bireyin ölçeğidir bu. Ama bu yine de do
ğal halin bölünmez ölçeği değildir. Birey ölçeği artık korun
mayı örgütleyemiyor olsa da, insanı dünyadan koparan de
lilik kopması (şizofreni) , bireyin etrafındaki dünyanın çıl
gınca yeniden örgütlenmesi (paranoya) ya da gönüllü poli
tik intihar, stratejik egemenliğin son talebi olarak, ya özgür
kalmak ya da ölmek isteyen ve ille de bireyi değil, kardeşli
ği de içeren bu vicdan bölünmesinin protestosu olarak hala
devreye girebilirler.
Bu bize hangi tür strateji ve iktidarların söz konusu edil
diğini söylemez. Ama, tam olarak, devrimci bir süreçte her
yana, her ölçeğe yayılan strateji, yeni kaçış çizgilerini ya da
yeni direnişleri hayalgücüne sunar. Her iç savaş, birbirlerini
parçalayan ya da işin içine dahil stratej ilerin parçaladığı
toplumsal maddenin nokta nokta işaretli sınırlarına göre, -
aynı anda ya da çelişik · olarak- sınıfların ayrılık savaşı ve
topluluhların ayrılık savaşı olabilir. Sınıfsal ayrılıklar olduğu
gibi taşra egemenlikleri, hayatta kalmaya yönelik bireysel
stratejiler, topluluk için yapılan kahramanca fedakarlıklar
da vardır. Geçici meşruiyetler vardır; bunlar şaşırtıcı bir
hızla kurumlaşırlar ve tüm karışıklık durumlarında, tehlike
66
alanına, faillere, kozlara, tehditlere ulaşmanın, güvenlik ör
gütlenmesinin yeni ölçeklerindeki sıradan araçları halini
adlarından dolayı kısa sürede alırlar; " Cobra" milisleri,
1997 yılında, petrolü anahtar olarak kullanarak Brazzavil
le'i ele geçirirler. Cobra'ları kim hatırlayacaktır? Kurbanla
rın aileleri elbette, ama bu milisler, çok geçici olarak ege
men üs oluşturan kimliklerin konjonktürel yaratılandır, ci
nayetleri nedeniyle kimse onları yargılayamaz.
Savaş suçlarının cezalandırılamazlığı sorununun olası
stratejik tanımlarından biridir bu: Suç isnat edilebilir poli
tik varlıklar kaybolmaktadır. Bu nedenle, insanlığa karşı iş
lenen suçların asla zaman aşımına uğramaması doğru ve
mantıklıdır, çünkü insanlık her zaman için mevcut bir ko
lektif aktör olarak kalmaktadır.
9 Memoire de ]oseplı Fouclıt, duc d'Otrante, Lerouge libraire, Paris, 1824 (2. Bas
kı), s. 1 14-1 15.
70
baren ise güncel bir hal alır. Hala baş konsül olan Napole
on'u kardeşi Lucien monarşik bir restorasyona doğru iter.
Hala cumhuriyetçi olan Savaş Bakanı Carnot'nun istifasını
isteyen Lucien Bonaparte, Parallele de Cromwell, Monck et
Bonaparte [ Cromwell, Monck ve Bonaparte'nın Ortak Yanları]
adlı bir yergi yazısıyla monarşi fikrini savunma ihtiyatsızlı
ğını göstermişti. 10 Ama, cumhuriyetçi Montanyarlarla ilişki
lerini sürdüren Fouche'nin etkisi altında, tek bir korkusu
vardı, o da cumhuriyetin tarihine bir General Monk olarak
geçmek - Cromwell rolü elbette Robespierre'e ayrılmıştı.
Lucien elçilik göreviyle lspanya'ya uzaklaştırıldı ve resto
rasyon krallık biçiminde değil, Papa Vll. Pie tarafından im
paratorluğun kutsanması biçiminde gerçekleşti.
Fouche'ye göre bu kutsanma anı, Monk tarzı krallığın
restorasyonunu mayınlamak için değil, Charlemagne impa
ratorluğunun restorasyonu için istenmişti: Batı Roma impa
ratorluğu Germen Ulusu'ndan Fransız Ulusu'na geçiyordu
(Vll. Pie tiranın kaprisine teslim olmak zorunda kalmış
korku içindeki yüksek rütbeli bir papaz değildi yalnızca,
aslında o, papa olarak, Roma lmparatorluğu'nun geri dönü
şünden yanaydı) . Bugün bize bir maskaralık gibi gelen şey,
henüz pek yakın olan Ancien Regime de hala yaşayan sem
'
10 A.g.e., s. 200-205.
71
kuşkusuz arkaiktiler, ama yüz elli yıl sonra Fransa'da peşle
rinden gelecek olanlar kadar bölünmüş, tutkulu ve radikal
diler ve Ortaçağ egemenlik teorisinin anayasal yenilik tara
fından parçalanması gereken belirgin noktalarını gayet iyi
saptamışlardı. Bu noktaya teorik bir çıkarsamayla varmamış
olsalar da stratej i uzmanı olarak varmışlardı, çünkü tehlike
nin olduğu alanda kararlar almak zorundaydılar: Kendi po
wer'ları için kuşku verici eklem noktalarını oylar ve yasalar
) Oluyla ortadan kaldırmaya çabaladılar; Hobbes, 1 649'da
kesilen kralın kafası ile gövdesinin eklemlenmesinden baş
layarak bu noktaları kusursuz biçimde tanımlamıştı.
lngiliz parlamenterler parlamentonun kral tarafından de
ğil, her yıl, takvim tarafından toplantıya çağrılması ve kral
olmadan toplanabilmesi için oy kullandılar: ' ordlar Kama
rası'nın lordlardan başka kimseyi temsil etmediğine, lordla
rın da halkı temsil edemeyecek kadar özel halk üyeleri ol
duğuna ve Komünler'in tam anlamıyla temsil ettiği halkın
lordların onayı olmadan yasaları geçirtebileceğine karar
verdiler. Bunlar, on sekizinci, on dokuzuncu, hatta yirminci
yüzyılın sonunda lordlar hakkında varacağı reformlardır ve
lngiliz monarşisi aşama aşama hukuksal bir kelle uçurmaya
maruz bırakılacaktır; bu reformlar on yedinci yüzyılın ilk
yarısından itibaren öngörülmüştür ve yavaş bir süreklilikle
de olsa, Hobbes'un mutlakıyetçiliğiyle karşıtlık içerisinde
olan ama egemenlik teorisiyle karşıtlık içerisinde olmayan
bir mantığı açıklar gözükmektedir. Krallığın yıkılıp parça
lanması günümüzde Britanya monarşisinin nihai kriziyle
sona ermiştir ve aşkları ve hayır işleriyle cumhuriyetçi bir
azizeye dönüşmüş olan Lady Di sayesinde skandal yaratıcı
ama canlı, insani, medyatik bir kurum halini almıştır.
Hobbes'un tarih tarafından yenildiğini, yönteminin "geri
ci" ve teorisinin de lngiliz toplumunun ve Avrupa demokra
sisinin geleceğinin gerçek güç ilişkilerini betimlemekte ye-
72
tersiz kaldığını söylemek haksızlık olur. Diderot, l 765'te
(yani 1 688 muzaffer Ingiliz Devrimi'nden çok sonra, ama
Amerikan devriminden on yıl önce ve Fransız Devrimi'nden
yirmi altı yıl önce) Neuchatel'de yayımlanan Encyclope
die'deki "Hobbes'çuluk" maddesinde Hobbes'u över: Onu,
tersine, eleştirel politika biliminin bir kurucusu olarak ka
bul ediyordu. Gerçekten de Hobbes kendi mutlakıyetçi te
orisinde kendisi yarıklar açar, devletin ve egemenliğin kuru
cu ve/veya imha edici parçası olarak şiddet kullanımının
muğlaklığı sorununu başkalarından daha iyi aydınlatır.
Hobbes'un yaşamının ve yönteminin iki anahtar dönemi,
onun monarşist ideolojisini tamamen görecelileştirir. Bun
ları gözden geçirelim; çünkü çağdaş düzensizlikler dönemi
ni aydınlatmakta yararlı olurlar.
74
menin edimleriyle yok olamayacağına göre, en yüksek güce
sahip olan karşısında yurttaşların yükümlülüklerinin, yur
taşları koruyan bu iktidarın var olduğu sürenin dışında da
süreceği sanılmamalıdır."
Çağdaş dile çevirirsek, egemen-kralla halkın imzaladığı
koruma sözleşmesinin anlaşma boyunca sınırsız olduğunu,
ama patron işten çıkarıldığında, egemen koruma işlevinde
başarısız kaldığında -bu başarısızlık yükümlülüğün ihlali
demektir- sözleşmenin geçersiz kaldığını söyleyebiliriz. Ko
ruma işlevi şiddete dayandığından, egemenin koruyucu ol
maktan çıkması için güç kontrolünü, kendi tekelinin ya da
aşikar üstünlüğünün kontrolünü yitirmesi yeterlidir. Bu
durumda (ne yazık ki, Hobbes'a göre) herkes yeniden ken
dini koruma doğal hakkına kavuşur ve toplum, yeni bir
monarşik koruyucu ortaya çıkana kadar "doğal hal"e ya da
imparatorluk devletine yeniden düşebilir.
Düşmanın nihai zaferi kazanması ve cumhuriyetçi güçlerin
kendi yerlerini koruyamaz olması gerektiğini belirten cümle
ciğe bağlı kalmazsak, bu oportünizm tüm Vichy'ciliklerin te
meli olarak görülebilir. Hobbes'çu terimlerle ifade edersek,
de Gaulle'cülüğün özel önemi, demek ki, 1 940 Haziranı'nda
Fransa'nın savaşının kesin sonuçlanmadığını ve Özgür
Fransa'nın bir avuç cumhuriyetçi gücünün savaş alanında
düşmana hala dayandığını ilan etmiş olmasıdır.
Zaferin nihai olup olmadığına ve cumhuriyetçi güçlerin
alanı terk edip etmediğine vicdanlarında ya da efemen fo
rumlarında karar verecek olan yurttaşlardır. Hobbes, taht
talibi düşkün kralın sarayına üşüşen sürgündeki soyluların
yurttaşlık gücünden .yoksun olduklarını görebiliyordu.
Durum böyle olduğundan, (çok daha sonra yazılan ve ya
yımlanan) Behemot'un yaklaşımının merkezinde bulunan
Leviathan'ın kısa bölümünün, muhtemelen Hobbes'un ş aş
kınlığının da merkezi yeri olduğunu kabul etmemiz gerekir.
75
Bu öyle merkez! bir yerdir ki, insan gerçekten tehdit edildi
ğini hisseder, korkuya kapılır ve onu Cromwell'in bir yan
daşı olarak gören kliklerle karşı karşıya gelmektense, çocuk
XIV Louis'nin sarayına ve Kral 11. Charles'ın sarayına kaç
mayı tercih eder. Ve, stratejik bir söz dağarcığı kullanmak
ve egemeni bir karar verici olarak kabul etmek isteniyor ol
sa da, Hobbes egemeni tehlike alanında sorumluluk konu
muna yerleştiriyordu: Eğer artık egemen değilse, hataları
nın sonucudur.
Ama stratej i var mıdır? Teorik olarah, hayır: Egemenin
sorumluluğu, bir otomatın sorumluluğudur. Hobbes kralcı
olsa da, bir zaman eğitmeni olduğu Galler prensinin kişili
ğine bağlı olsa da, babasının idamından sonra tahta talip ol
masını meşru olarak görse de, ona göre, egemen, Commen
wealth, devlet, veraset yoluyla sadakat gösterilmesi gereken
bir monarşi değildir: Doğal insanın yarattığı bir "yapay hay-ı
van" , daha doğrusu bir "yapay insan"dır. Daha Leviathan'ın
ilk sayfalarında bunu ileri sürer. Demek ki, egemen koru
yuculuk işlevinden, bir bilgisayarın belleğinden ya da iş
lemcisinden sorumlu olmasından daha fazla sorumlu değil
dir. Kralcı kliklerin eleştirdiği cümlecik, Hobbes'a göre bir
tür akronik totolojidir. Onun Gassendi'ci mekanizması baş
ka türlü düşünmesini engeller. Saat sökülür, tekrar takılır,
bu nasıl işlediğini daha iyi anlamayı sağlar, ama işleyiş ilke
si asla değişmez.
"Herkesin herkese karşı savaşına karşı halkı güç kullana
rak koruyandır egemen" ; "bunu yapamayan egemen ola
maz " ; "bunu yapamayan egemen olmaktan çıkar" ; "herke
sin herkese karşı savaşına karşı halkı güç kullanarak koru
mak" : Bunlar mekanikçi Hobbes için kesinlikle birbirine
özdeş dört önermedir. Ve örneğin, "Kral, herkesin herkese
karşı savaşı karşısında halkı koruyamasa bile egemen kalır"
demiş olsaydı, tüm yaklaşımını boşa çıkarmış olurdu. Toto-
76
lojiler listesine şu da eklenebilir: "Herkesin herkese savaşı
na karşı güç kullanarak halkı artık koruyamıyor olan hala
egemen olamaz . " Ama halk kendi kendini koruyabildiği
gün, kendisi egemen olur.
Yiiriiyiiş Marş ı bu açıdan son derece açıktır: Egemen
halk, aristokratik iktidar olarak görülen monarşilere son
verir, ama aynı zamanda halk iktidarları olan zorbalara [ ti
ran] da son verir. Eğer halk tam anlamıyla egemen olursa
krallar ile tiranlar arasındaki incelikli ayrım yok olur:
82
olarak değerlendirir: "Aforoz yetkisi, kilise havarileri ve ba
balarının Kurtarıcı'mızdan aldıkları yetkinin amacını aşma
malıdır; bu yetki ise, buyurma ve zorlama ile yönetmek de
ğil, insanları gelecek dünyada kurtuluş yolunda eğitmek ve
yönlendirmektir. Herhangi bir bilim dalında bir usta, kural
larını uygulamayı inatla ihmal eden bir öğrencisini nasıl
terk edebilir, fakat onu adaletsizlikle suçlayamaz ise, çünkü
öğrenci ona itaat etmekle hiçbir zaman yükümlü değildir;
aynı şekilde, Hıristiyan düşüncesinin bir öğretmeni de, Hı
ristiyan ilkelerine uygun olmayan bir hayat sürmekte inat
eden taraftarlarını terk edebilir; fakat ona haksızlık yaptık
larını söyleyemez, çünkü ona itaat etmekle yükümlü değil
lerdir. Bundan şikayet edecek bir öğretmene, Tanrı'nın Sa
muel'e verdiği şu cevap verilebilir. . . 'Onlar seni değil, beni
reddettiler.' Dolayısıyla, . . . aforoz cismani iktidarın desteği
yoksa geçersizdir. . . onu ilk kez kullanmış olan Roma pisko
posu, kendini kralların kralı sanmıştı; tıpkı paganların Ju
piter'i tanrıların kralı yapmaları gibi. . . " 17
Hobbes, (günah bağışlama ticaretini reddeden) Luther'in
ilan ettiği Reform'un ve -Hıristiyanlığı ulusal bir devlet mo
dernliğiyle birleştirmenin en basit biçimi- Anglikan papa
karşıtlığının özü olan, Ortaçağ'daki papalık-karşıtı tüm eleş
tirinin mirasçısıdır. Ama bir Anglikan olan Hobbes, Protes
tan tarikatlardan daha öteye gider; onun papa-karşıtlığı ger
çek bir ruhban-karşıtlığıdır. Yalnızca Katolik Roma'ya değil,
tamamen politik iktidar olarak, yani Isa'nın buyruğunun
tersine, şiddete dayalı bir düzen kurarak ortaya çıkmaya yö
nelen tüm din adamlığına karşıdır: "Isa Mesih'in krallığı bu
dünyadan değildir;_ dolayısıyla, onun vekilleri de, kral olma
dıkça, onun adına itaat talep edemezler."18
84
olarak papa yanlıları, Presbiteryenler, Püritenler- krala rakip
olarak, yaşamdan daha büyük ödüller ve ölümden daha bü
yük cezalar belirleme hakkını talep ettikleri andan itibaren
yok olmuştur. Tüm din1 gruplar içinde kralla relwbet içinde
olınadı1ılarını ilan etmiş olanlar yalnızca Anglikanlardır.
Demek ki, koruyucu lord olarak Cromwell'in üstlendiği
egemen koruyucu iktidarın meşruluğunu Hobbes'un kabul
etmesi kısmen yanlıştır. Diktatör, dini özgürlüğü tesis ede
rek (ama papa yanlıları için değil) din sorununu gayet iyi
çözmüştür.
20 Krş. John Keegan, sentezinde bu ilkel savaş sorununa uzun açıklamalar ayırır:
Histoire de la guerre. Du neolithique a la guerre du Golfe, Dagorno, Paris, 1966.
Paskalya Adası'nın savaşçılık yüzünden çöküşünün tarihinden yola çıkarak,
Paskalyalılardan Avrupalılara kadar tüm askeri öz-imhaların sorumlusunun
Clausewitz olduğunu kanıtlamaya çalışır; bu sorumluluğun nedeni Clause
witz'in, "savaş, politikanın devamıdır," demiş olmasıdır. Britanya savaş uz
manlarının Clausewitz'e özellikle kızdıkları bilinmektedir, çünkü Keegan'ın
86
Hobb�s, aslında, İngiliz iç savaşında faal olduğunu göz
lemlediği, "doğal hale geri dönmüş" insanı düşünür. lnsan
bu durumdan ne "doğal olarak iyi'', ne "doğal olarak kötü"
çıkar; daha ziyade, "doğal olarak strateji uzmanı"dır o. Bu
durum belki de yalnızca alın loblarının limbik sistemi kont
rol ediyor olmasının türün bir özelliği olduğunu gösterir.
Ama bu, limbik sistemin varlığını ortadan kaldırmaz. Hob
bes, Rousseau'nun tersine, kendi paradigmasını tarihsel bir
deneyime dayandırır, ama yalnızca adlandırmada yanılgıya
düşerek, bu kaos durumunu "doğal hale geri dönüş" olarak
adlandırır. Böylece de, Diderot'nun dediği gibi, bu durum
dan insan doğasının kötü olduğu sonucunu çıkarır, yani in
san insanın kurdudur der, oysa insan aynı zamanda insanın
kuzusudur, dahası, en dizginsiz duygular ile katışıksız ras
yonalite düzeyindek bu iki kertenin karışımını gerçekleşti
ren bir strateji uzmanıdır. Savaşçı kişiliği "iyi" ya da "kötü"
olarak tanımlayan değer yargısı, savaş suçu ve insanlığa kar
şı suç tanımı, bu bileşim üzerinde temellenecektir.
87
yeni-Ortaçağ karmaşasında, bu tanımlar açık seçik biçimde
uygulanabilir gözükmemektedir.
Demokratik mücadeleyi südürebilmek için bu kavramsal
aletleri yenilemek, halk egemenliğinin korunma olarak ta
nımlanışını yeniden biçimlendirmek ve barış arayışını tü
müyle gözden geçirmek gerekmektedir. Barışçıl demokrasi
oyunu ile sınıflar mücadelesinin şeffaf, çatışmalı oyununu
kaçınılmaz olarak birbirine karıştıran sistem olan kaos im
paratorluğunun her düzeyde savaş ve baskıyı geri getirdiği
günümüzde barış asla kazanılabilmiş değildir.
Fortsetzung
Clausewitz şöyle der: "Savaş, politikanın başka araçlarla
devamıdır (Fortsetzung) yalnızca (blofl)." Savaşın bu şekil
de politikanın "yalnızca" devamı olması, egemen devletler
arasında on sekizinci yüzyıldan yirminci yüzyıla, l 945'e ka
dar ve emperyalist bloklar arasında da l 945'ten Körfez Sa
vaşı'na kadar barış/savaş ilişkisi etrafında dengelenmiş bir
modüldür. Ama "devam" sözcüğü belki de çok uygun bir
sözcük değildir, çünkü Clausewitz'çi düşünceyi deforme et
mektedir.
Öncelikle, Almanca'nın Fransızca'da bilinmeyen, daha
doğrusu bilmezden gelinen şeyleri söyleyebileceğini kabul
etmek gerekir. Genellikle "süreklilik" olarak tercüme edi
len Fortsetzung'da, yola çıkış ya da aşma'yı (jort) anıştıran
dinamik bir parçacık ve yerleşme'yi (setz-) anıştıran bir fiil
kökü vardır: Karşıtlardan oluşan, daha doğrusu bir yola çı
kış ile bir varıştan oluşan bileşik bir sözcüktür bu. Alman
şarkı söyler ve Fortsetzung mi-re-do olarak şarkı söyler:
Vurgu ve yoğunluk başlangıçtaki parçacıktadır (jôrt-); son
ra bir ton aşağıda, yerleştirmenin fiil kökünde (-setz-) ve
nihayet bir ton daha aşağıda, eylemin sonucunun istikrarlı
88
niteliğini belirten soyut sonek üzerindedir (-ung). Fransız
ca-Latince "devamlılık"ta elbette böyle bir anlam yoktur;
bir kopuştan ziyade süreklilik eylemidir. Cum tenere, -bir
arada tutmak, birlikte-tutmak/içermek- iki statik bağ oluş
turur, tek bir sözcük içinde bloke edilen ikili sesli harf, oy
sa Clausewitz -öğrencinin eserinin ustanın eserini sürdür
mesi anlamında- daha ziyade sıçrama anlamına gelen ey
lemde sürekliliği anıştırır. "Başka araçlarla politikanın sür
dürülmesi" olarak tercüme edenler anlama daha yakınlaş
mış olurlar. Yine de, sürdürme dinamik bir parçacıkla (Per:
arasından, ötesine) ve yine dinamik bir fiili (sequor: izle
mek) bir araya getirir.
Ayrıca, herkesin bildiği gibi, savaştaki politika barıştaki
politikadan çok farklı bir şeydir - yalnızca araçları bakımın
dan değil, amaçları bakımından da farklıdır. Clausewitz bu
nu gayet iyi bilmektedir ve politik amaçları belirtmek için
özel bir sözcük (Zweck) ve tamamen askeri hedefleri belirt
mek için de bir başka özel sözcük (Ziel) uydurmaya çalışır.
Ve, "devam"daki karmaşık "basitlik"in esrarı böylece yer
değiştirmiş olur. Zaman dışına, organigramatik uzama (or
ganigram mant•ğına) yöneltilir, Zweck-Ziel ilişkisi, politik
askerI komuta nlığın organigramıyla ve yasanın ya da kralın
operasyon d' rumundaki askere bıraktığı özerklik ve inisi
yatif derecesiyle çözüme bağlanır. Bu, Sun Zi'de görülen,
hükümdar ile başkomutan arasındaki ve Clausewitz'de gö
rülen kral ile Prusya genelkurmay başkanı arasındaki ve
günümüzde, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ile Penta
gon arasındaki, kökeni eskiye dayalı ilişki sorunudur.
Her koşulda, hiyerarşikleştirilmiş ilişkinin [Zweck>Ziel]
kurumlar düzeyinde ele alınmayı hak ettiği doğrudur. Ne
var ki, esas olarak kurumsal bir ayrım değil, felsefi olarak
hiyerarşikleşmiş iki eylem felsefesi arasındaki farklılık söz
konusudur: lç barışın güvencesi olan demokratik egemenli-
89
ğin ölümü pahasına da olsa, politik eylem felsefesi askeri
eylem felsefesine baskın çıkmalıdır.
Fransa'da, " Cezayir Savaşı" döneminde bunu gördük: Ce
zayir'deki Fransız ordusu savaşı kendi anladığı biçimde
sürdürmekte özgür olsaydı, yani hem Ziel'i hem de Zweck'i
kendi saptayabilseydi, Fransa'da iç savaş patlak verebilirdi,
çünkü metropolü bu Zweck'e zorlayabilmek için ordu met
ropolde iktidarı almak zorundadır; bu da bir demokraside
iç savaş demektir. Bilindiği gibi Fransız politikasının hedefi
olan bağımsızlığın kabulü, parçalanmalar olsa da, sonunda
baskın çıkmıştır.
Aynı şekilde, günümüzde de, lsrail ordusu savaşı kendi
istediği gibi, yani politik hedef olmadan sürdürmekte özgür
olsa ya da Zweck'i Filistinliler'in tümüyle boyun eğdirilme
si, hatta topraklardan sürülmesi olarak saptamakta, Ziel'in
(Filistinliler üzerinde kesin zafer) bir fotokopisi olarak sap
tamakta özgür olsa, bu durum, sürekli savaşa, lsrail demok
rasisinin imhasına ve uluslararası çatışmaya götürür.
Ama genel görünüm böyle değil. Fransız Cezayir, tıpkı
Bantustan Filistin gibi, bir başka çağın hedefidir. 2002 yı
lında, Şaron'un ölçüsüzlüğünün arkasında yatan şey, aslın
da Amerikan askeri ölçüsüzlüğüdür: İmparatorluğun askeri
küreselliği ile uluslararası politika olarak küresel diploma
sinin çöküşü arasındaki anormal temastır bu; -bir devam
değil , daha ziyade, ekonominin toplumsal bir aynası ola
rak- ayrı bir dünya olarak, "politik düşünmeyen" , ama
"baskı uygulayan" ekonomik küresellik karşısında küresel
diplomasinin silinmesidir.
Küçük savaşların ve Amerikan askeri komutanlığının ya
lancı pehlivanlığının çoğaldığı günümüzün genel manzara
sı, demek ki Fransız Cezayiri'nin paleo-imparatorluk süre
cinden oldukça farklıdır: Ziel ile Zweck arasındaki ayrımın
günümüzün küresel imparatorluğunda imkansız hale gel-
90
mesinin nedeni, küresel politik iktidarın olmaması, yalnızca
küresel bir askeri iktidarın (Amerikan ordusu) ve küresel
bir ekonomik iktidarın (şirketler, pazar) olmasıdır.
Stratejiler tarif etmekten vazgeçmeden, yani dost ya da
düşman, sol, sağ ya da ılımlı karar gruplarına özgü karar il
keleri tarif etmekten vazgeçmeksizin bu karmaşıklığa ha
kim olmak için yeni sözcükler gerekir. Solcular, eşitsizliğe
ve sefalete karşı ve egemenliğin, kültürün, yurttaş sorumlu
luğunun ve barışın tüm halk sınıflarına yayılması için mü
cadeleyi bundan böyle küresel ölçekteki (sağınki zaten böy
ledir) programlarına kaçınılmaz olarak koymak zorunda
dırlar. Bunu yapabilmek için büyük bir iyi niyet yetmez,
çünkü şiddet en ölümcül haliyle şimdiden işlemektedir;
hem de egemen politikanın devamı olarak değil, küresel
ekonominin, politik dolayım olmadan başka araçlarla "de
vamı" olarak. . .
Bu amaçla, sorunu aydınlatmak için Hobbes'un v e Cla
usewitz'in söylemleri içinde yol almayı öneriyorum, ama el
bette pratiklerinden başka yollar da ortaya çıkar.
Gidiş dönüş
Sınırlı, "antlaşmah" barış olarak, yani halk ile egemen
arasındaki koruma anlaşmasının meyvesi olan devletten,
tüm kimlik hiyerarşilerinin birbirine karşı savaşı olan iç sa
vaşa geçiş, Hobbes'un düşüncesinin egemenliği altındadır;
Hobbes, Leviathan olan devlet düzeninin doğuşunu açıklar
ken, bu doğuşun soyluların, askerlerin ve parlamenterlerin
ayaklanmasının tehdidi altında olduğunu da Behemot se
naryosuyla açıklar.
Fransa'daki soylu ayaklanmalarına ancak 1 789-1 793 dev
rimi son verdi. X. Charles'ın soylu gericiliğini yok eden ve
93
cumhuriyetin renklerini geri alan 1 830 devriminin bu rolü
oynadığı da kesindir. Amerika Birleşik Devletleri'nde, Ayrı
lık savaşını beklemek gerekir. İngiltere, 1688'den itibaren,
tüm Behemot'vari şiddetini sömürgeci imparatorluğun fet
hine (lrlanda dahil) dönüştürür. Bugün, gizliden gizliye ka
osu düzenlemeyi umut eden İngiltere, kaos imparatorluğu
nun hizmetinde "tezkere bırakmaya" hazır gözükmektedir.
Fransa ise, N;:ı.poleon'un Avrupa çapındaki imparatorluk
döneminin ardından, ticari olmaktan çok fetihçi olan bu
küresel imparatorluğa heves etmekte pek. geç kaldı. Bir yüz
yıl içinde kendi topraklan üzerinde iki savunma savaşı sür
dürmek zorunda kaldı ve yeniden fethe yönelik iki savaşı
da kaybetti - Hindiçin'deki imparatorluğu ve Cezayir fethi
nin savunulması. Fransa yeniden bir cumhuriyet halini aldı
ve bu bir yenilgi değil, başlangıçta çizilmiş olan yola yeni
den girmektir.
Günümüzde küresellik, ulusal egemenliği yıkarak, ama
küresel bir koruma biçimini alacak uluslararası bir egemen
liği yeniden inşa etmeden, egemenin koruyucu işlevini yok
etmektedir. imparatorluk, uluslararası koruyucu olarak
davranmadığı gibi (BMÖ, Amerika Birleşik Devletleri tara
fından felç edilmiş ve yadsınmıştır) , koruyucu imparator
luk olarak (imparatorluk düzensizliğe hem meydan oku
makta hem de bunu kışkırtmaktadır) ya da ulus-altı koru
ma olarak da davranmamaktadır (bölgesel -Lander- ege
menliğin küresel şirketlerin egemenliğine karşı durabilecek
eleştirel kütlesi yoktur ve BM'ye çağrı yapamaz).
Günümüzde, ne olduğunu anlamadan köle olmadan ön
ce, Avrupa'da, mali sermayenin uluslararasılaşmasının ve
bilgisayarlaşmasının kışkırttığı devletin krizine karşı koya
bilmek için Hobbes'un ve Clausewitz'in düşüncesinin ku
rucu iki düğüm noktasına yeniden sahip çıkmak gerekiyor.
94
Leviathan --+ Behemot --+ Leviathan
Clausewitz'in, yalnızca düzenli ordularla yapılan devlet
ler arası savaşlar hakkında düşünürken işe yaradığını san
mak, indirgemeci bir optik yanılsamadır. Clausewitz, önce
likle, Hobbes ile Behemot'u, tek başına Hobbes'tan daha ek
siksiz düşünmeyi sağlar. Demek ki, Hobbes ile Clausewitz
birbirine sürekl ilik fikriyle eklenmektedir: Clausewitz, Hob
bes'un başka araçlarla devamıdır. Hobbes, Clausewitz'in sü
rekliliğinin anahtarlarını başka araçlarla bize verebilir ve
böylece günümüzdeki küresel düzensizliğe geri dönüşü ay
dınlatabilir.
Clausewitz'in devletinden önceki devlet'te herkesin her
kese karşı savaşı (doğal hal) ile politika (cumhuriyet) ara
sındaki bu eklemlenme (süreklilik-devam-Fortsetzung) ne
anlama gelir? Hobbes'un devletinde, Leviathan Behemot'tan
doğduğundan, iç barış iç savaşın başka antlaşmalarla deva
mıdır: Hobbes'un analiz ettiği egemen, "antlaşmalı" devle
tin iç savaşa ve iç savaştan da antlaşmalı egemen devlete
döngüsel geçişinde, iç barış ve dış savaş aracılığıyla sürekli
iç savaşa varmak için hükümdarların teslim olması gereken
uzatılmış iç çatışmalara uyarlanmış Clausewitz'çi süreklili
ğin çevrimsel bir ifadesi görülebilir.
Ama Clausewitz'deki Fortsetzung fikrinin ille de bir "kav
ga tarihi"nin ardından gelen diplomatik bir yenilginin di
yakronik anlatısı olması gerekmez. Ona göre, askeri teh
dit'in potansiyel Fortsetzung'u, savaşın, mücadelenin, çar
pışmanın, hatta düellonun "temel" antropolojisini her za
man yakından izlese de, kalıcı caydırmanın yeri olabilir
( Clausewitz, önlenen olası çatışmaların sonuçları itibarıyla
gerçek olduğunu söyler) . Önlenen olası nükleer savaşın
gerçek sonuçları vardır: Örneğin, karşılıklı nükleer caydırı
cılığın iki-imparatorluk arasında sağladığı barış.
95
Egemen, rasyonel devletin inşası, hem savaş-barış alma
şıklığının çevrimsel karakterine son verir, hem de savaşı sı
nırlar dışına atarak savaş ile politika ayrımı yaratır; ama bu
ayrım politikadan kopuk değildir. Dahası, Ortaçağ düşün
cesindeki savaş-barış ayrımının dengi de değildir, çünkü
yalnızca zamansal olmak (savaş zamanı, barış zamanı) yeri
ne uzamsal bir hal alır.
Hobbes, iç savaş yoluyla devletin sökülmesi -imha- ile
koruma antlaşması aracılığıyla yeniden kurulması -inşası
arasındaki teorik denkliği düşünüyordu hala. Ama devlet
inşa edildiğinde, anarşiye ve ruhbanların arabuluculuğuna
karşı mücadele ederek sonunda tarihsel olarak ortaya çıktı
ğında, dolayısıyla dinsel imparatorluk koşullarında düzeni
tehdit eden Ortaçağ'a özgü iç savaş (günümüzde buna "Bal
kanlaştırma", "Lübnanlaştırma" denebilir) önlendiğinde,
Clausewitz, politik-askeri ulusal kronikler dizisi olarak (de
vetler arasında) barış ile savaş arasındaki sürekliliği düşü
nür, barışın ardından savaş gelir, savaşın ardından barış ge
lir, yeniden kurulma söz konusu değildir: Kültür devletleri
arasındaki ortak antlaşma yoluyla, doğal hale özgü olan
şiddet, dışarıya doğru atılır.
101
3
Şiddet ve Küreselleşme
1 03
soykırım, aşağılama ve aşağı-erkekler, aşağı-kadınlar ve aşa
ğı-çocuklar statüsüne indirgenmiş olan fethedilen komşula
rın kimliklerinin yavaş yavaş imhası, Netanyahu'lann, Ba
rak ve Şaron'ların uyguladıkları yöntemlere damgasını vur
maktadır. "Yoksul" kıtalarda "demokratik geçiş" denen ev
reden sonra, sosyal yasaların yok edilmesi ve ekonomik if
las üzerinde yükselen asker! ya da sivil zorba iktidarlar ye
niden kurulma tehdidi savuruyorlar. Asimetrik savaşın aşırı
eşitsizliği içinde güçsüzlüğe mahkum edilmiş doğal direniş
ruhu, bu durumda terörizme, rehin almaya, karşı-vahşete
doğru dönmektedir yüzünü.
Aynı zamanda, sanki alay eder gibi, insan haklarının yük
selişinden söz ediliyor: İnsanlığa karşı suçlarla görevli gele
cekteki uluslararası ceza mahkemesi, akıntıya karşı ödünle
yici bir tavırdır. Bazı suçlular cezalandırılacaktır, ama suçun
faal olarak önlenmesi politikası terk edilmiştir. Düzensizlik
içinde insan hakları her yerde ihlal edilmektedir, çünkü kaos
imparatorluğunun merkezi ne insan haklarının korunmasını
ne de ihlalini düzenlemektedir. Kaos imparatorluğunun mer
kezi, BMÖ müdahalelerini sabote etmekte ve zorlayıcı ulus
lararası sözleşmeleri imzalamayı reddetmektedir. Dahası, ger
çekten egemen politik mercilerden biri ya da -elleri kollan
bağlanmış olan- uluslararası hukuk savunmasında yeterliliğe
sahip kurumlar da insan haklarıyla ilgili değildir. lnsan hak
lan ihlali, gerçekten de çoğu zaman maskeli askeri koman
dolara ya da köksüz veya mafyavari bir mali mantığın, kimi
zaman da yeni bir olgu olarak köksüz küresel mafyaların ye
rel hizmetkarı olan katil paramiliterlere vekalet edilmiştir.
Hiyerarşikleşme ve küresellik
1 09
sinde inşa edilen kil ayaklı dev heykel olan ve imha teknik
leri alanı hariç, üretkenlikte bir gelişim göstermeyen Asur
militarizmi kan dökülmeden yok oldu; tıpkı çok sonraki
Sovyet imparatorluğu gibi.
1 10
davranarak fetihlerini koruyabileceğini kabul eder. Ama
belki bu küresel olmaktan çok yerel bir bakış açısıdır.
Braudel'in dediği gibi, ticaret ekonomisi (ve özellikle ilk
küresel sefer olan Portekiz macerası) , yerel olarak, " iki ar
zu arasındaki temas"ın küreselleşmiş yönetimi olarak ek
lemlenmiş olsa da, askerl ve coğrafi engelleri aşan bu pazar
mantığı, (silahlı) tacirleri yerel egemenlerle ittifak yapmaya
zorlar ya da buna davet eder. Paralı askerler ve korsanlar
bu akışı anlık kesintiye uğratsa bile, pazarı oluşturan kabul
ve konukseverlik yapıları, yeni ağların sabit noktaları ola
rak kalır. Ama bir sonraki evrede Batı'nın savaşta uzman
laşmış denizcileri denizleri yönetir ve aniden uzak akışların
hakimi olurlar; Asya'nın kıyı bölgelerindeki tacirler ve kü
çük krallar bunu öngörememiştir. Avrupa sermayesinin il
kel birikimi için gerekli olan Hint'ten Hint'e ticaretin ve
ekonomilerin yaygın asalaklığı ve parazitliği, elbette, doğ
rudan doğruya asalaklığı gerçekleştirmekle değil, yerel
ekonomilere şiddet yoluyla el koymayı engellemekle görev
li, ağzına kadar toplarla dolu açık deniz gemisinin keşfine
dayanır.
On sekizinci yüzyıldan yirminci yüzyıla uzanan tarih
içinde, gerçekten tüccar denizci imparatorluklar (Britanya)
daha ziyade lojistik formülden yanadırlar, fetihçi kara im
paratorlukları ise (İspanyol, Fransız) asalaklık formülün
den yanadırlar. Aslında, her iki tür de aynı anda asalak ve
lojistiktir, ama deniz imparatorlukları akışlara bağlı asalak
lardır, oysa kara imparatorlukları daha ziyade stokların (in
san, toprak, maden filizi yatakları) sırtından geçinir. İspan
yol imparatorluğu, . İspanyol-öncesi büyük lojistik impara
torlukların (Andlar, Meksika) köylü çekirdeklerinde daha
ziyade lojistikken, şeker üretimi için Afrika'dan getirilen
kölelerin sömürüsünde asalaktır. Bununla birlikte, Britanya
imparatorluğu Hint'te karasal ve lojistiktir.
111
Amerikalılar Amerika'da karasal ve asalak olarak işe baş
larlar, ama insanları topraklarından kovarak ya da onları tabi
kılarak topraklan ele geçirdiklerinden, daha ziyade "öncü,
yol açıcı" oldukları söylenebilir; bu, Siyonizmi ve başlangıç
taki Güney Afrika'yı niteleyen asalaklığın bir nüansıdır.
Bugünkü modernite sorununu inceleyebilmek için bu ör
nekleri, bu senaryo başlangıçlarını unutmamak gerekir:
Şiddeti kesin olarak belirleyen şey, hangi ölçüde ekonomi
dir, ya da ekonomiyi yönlendiren şey hangi ölçüde şiddet
tir? Bu sorun hala güncelliğini korumaktadır, çünkü eko
nominin mutlak üstünlüğü, neo-liberallerin yorulmak bil
meden tekrarladıkları bir amentüdür ve küresel ideolojiye
biçimini veren de budur. Yirmi birinci yüzyılın Amerikan
imparatorluğu genel manzarası içinde, ekonominin şiddet
üzerinde baskın olduğunu ve imparatorluğun, parayla iyi
askerler değil, özellikle iyi silahlar yaratarak lojistik impa
ratorluk olarak işlediğini düşünmek mi doğru olur, yoksa
şiddetin ekonomiye baskın çıktığını ve imparatorluğun, iyi
askerler sayesinde para yaparak asalak bir imparatorluk
olarak işlediğini düşünmek mi doğru olur? Yoksa, şiddet
robotlaştırıldığından artık sorunun bu şekilde ortaya atıla
mayacağını mı düşünmek gerekir?
Ekonomi şiddeti şeki llendirebilir, çünkü askerı engelleri
zorlayabilir ya da tersine döndürebilir, özellikle bu engel
lerden karayollannda olduğundan daha kolaylıkla sıyırtıla
bilen denizler sayesinde; ama karada ya da limanlarda da
asker! engelleri zorlayabilir, ya da kazanç yemini ortaya ata
rak ve ahlaki çürüme yoluyla bunları "geçirgen" kılabilir.
Yine de, asker! şiddetin kurallı açılımının ya da bu tehdi
din, ekonomik akışlar için, hidrolik dolaşım bent ve kanal
larının dengini oluşturduğu doğrudur: Asker! şiddet, gerek
li kuralları belirleyebildiği gibi bu kuralları ortadan kaldıra
bilir de. Şiddet ekonomiyi biçimlendirebilir.
1 12
lmparatorluk tarihlerine bu basitleştirilmiş geri dönüşler,
demokrasinin mevcut krizini anlamaya yardımcı olabilir:
Demokrasi zafer kazanmış gibi görünürken, zenginler/yok
sullar arasındaki aykırılıklar küresel ölçekte şiddetlenmekte
ve küresel düzeyde bir tür yapısal köleliğin yeniden ortaya
çıktığı görülmektedir. Bu genel manzara içerisinde, evren
sel, demokratik serbest bir pazarın şeffaf güzelliği değil, La-:
konyah köleleriyle Isparta sitelerini ya da sürgünler ve kö
lelerle birlikte totaliter imparatorlukları görmekteyiz.
Maliyenin ve askeri gücün küreselleşmesinin insanlığa
getirdiği biricik iyilik, demek ki, zenginliklerin küresel dü
zeyde eşitlenme mekanizmasını düşünmeyi sağlamasıdır; so
ğuk bir barbarlık biçimini almakla tehdit eden dünya ça
pındaki �ç savaşın ertelenmesini yalnızca bu sağlayabilir.
Ama, küresel düzeydeki eşitlenmenin kapitalizmin sonu
olacağı açıktır. Kapitalizmin doğuşundan beri -kısa dönem
ler hariç- sürekli düşünülmüş bir okul sorusudur bu.
Marx ve Weber
5 Max Weber, Economie et Socitte dans l'Antiquitt, ardından Les Causes sociales du
dtclin de la civilisation antique, La Decouverte (poche), no 108, Paris, 1998, s. 67.
115
birikmesiyle gerçekleşir: Ne kadar çok köle ya da serf varsa,
özgür olmayan mesleklerde uzmanlaşma da o ölçüde arta
bilir," demektedir; "bu, özgür faaliyeti sermayesiz ücretli
emek evresinde (aıif des Stufe der Besitzlosen Kıınden Loh
narbeit) sabitliyordu, bir talep ekonomisi, olası pazar geniş
lemesi yaşanmıyordu. "6
Özgür emek ve dolayısıyla mübadeleler Antikçag'da azalır,
çünkü köle avının rasyonel ekonomisi savaşların karakteris
tik özelligi olduğundan köleler ucuzdur. Özgür olmayan iş
bölümü yoluyla tekniklerdeki gelişme, serbest pazar olmadı
ğından kesintiye uğrar. Ortaçağ'da ise, tersine, özgür emek
ve mübadeleler artar ve özgür faaliyet ücretlilik ve sermaye
birikimi yoluyla gelişir. Demek ki, özellikle geleneksel ola
rak tanımlanmış kapitalist-olmayan iki üretim tarzında, ve
rili bir anda, hakim üretim tarzını belirleyen şey, askeri ör
gütlenme ve ekonominin biçimlenmesine şiddetin uygulan
masıdır, yoksa tersi değil, çünkü yalnızca şiddet (ya da belki
şiddet artı din) özgür olmayan emegi örgütleyebilir.
Bu neredeyse bir totolojidir: Köleciligin yenilgisi sermaye
birikimi için gerekliydi. Örnegin, Amerika Birleşik Devlet
leri'nde liberal kapitalizmin zaferi için Ayrılık Savaşı'nda
kölecilerin askeri yenilgisi gerekliydi.
Ama ya bugün? Bu "Marksçı-Weberci" yaklaşımı mevcut
durumun analizine uygulayarak, şu saptamayı yaparız: Gü
nümüzde, üçüncü dünyadaki bütün manüfaktür üretimde
kısmi bir köleliğe geri dönüş vardır ve bu refah ülkelerin
özgür emeği üzerinde yük oluşturur. Özgür olmayan insan
lar ucuzdur. Ama bunlar köleci savaşlar olmadan, köylü
bilgilerinin basitçe değersizleştirilmesiyle, köylülüğün im
hasıyla, şehirlere doğru akınla ve tarımsal halk sınıfların
kitlesel olarak suça eğilimli pleblere dönüştürülmesiyle el-
6 A.g.e., s. 67.
1 16
de edilmektedir. lşsiz özgür emekçilerin birikmesi, bundan
böyle, işbölümünden ve ilerlemeden ayrılmıştır. llerleme,
teknoloji ve elektroniğin makinelere dahil edilmesiyle üre
tilmektedir ve işbölümü makinelerin işbölümü halini al
maktadır. Demek ki, özgür insanın emekçi olarak köleler
den daha fazla değeri yoktur. Kar ahlakı açısından bakıldı
ğında, bu insanlar da katledilebilir; ama fethetmek ya da
köle haline getirmek için değil, yalnızca uslandırmak için.
118
Egemen kimliklerde bulanıklık,
şirket egemenlikleri ve devlet çıkarları
Bu doğrusal kuvvet kaybının kökeninde, politik kimlikle
rin ve dolayısıyla egemenliklerin temsilindeki büyük bula
nıklık yatmaktadır. Hiçbir şey ya da hiç kimse olmamak
için, egemenliği tümüyle yitirmemek için, insanlar kendi
tanrılarına, kendi dillerine, kendi kabilelerine, şehirlerine
ya da ailelerine, hatta dinlerine dört elle sarılmaktadırlar.
Ama en önemli bulanıklık, bu iç içe geçmiş egemenliklere
ve Ortaçağ'ın evrensel inançlarına basitçe geri dönüşten
kaynaklanmamaktadır; böyle bir durum, olsa olsa, bizim
etnik-tarihsel Lander'lerin, yani ulus-devletlerin, yani Avru
pa'nın meşruluğu ile evrensel imparatorluğun meşruluğu
ile mezheplere geri dönüş arasında tereddüt etmemize yol
açar. Çeşitli kamusal düzeylerdeki politik egemenliklerle
-bugüne kadar egemenlik olarak değil, yalnıca "özel çıkar
lar" olarak kabul ettiğimiz- şirketlerin özel egemenlikleri
arasındaki karşıtlıktan doğan bulanıklıktır en önemlisi.
Bir dönem kapandı, çünkü iktidarların hiyerarşisi tersine
döndü. Bugün, öfke duymak için bile olsa, şirlutlerin ve dev
let çıkarları n ı n egemen li lı l eri nden söz etmek gerekiyor. Ser
'
1 20
içine girmektedir. Bu durumda, devletlerle sürdürülen bu
savaş ya da ittifak, ticaret özgürlüğü ve şirket özgürlüğü adı
na sürdürülür. Özel şirketler son birkaç yıldan beri büyük
ölçüde yeniden toparlanmış ve temerküz etmiştir; bu yeni
gruplaşmalar bundan böyle hükümetler üzerinde önemli bir
ağırlık oluşturmaktadır. Bunların yöneticileri Amerika Birle
şik Devletleri başkanına denktir ve çoğu zaman güç bakı
mından daha küçük devlet aygıtlarından üstündürler.
Örgütlü suç, örgütlü finans ve örgütlü sanayi şirketi artık
tek bir bütünün, serbest şirketin parçasıdır. Suça dayalı
ekonomi ile genel olarak ulusaşırı ekonomi arasında gerçek
bir sınır, yani mali bir sınır çekmek ise son derece güçtür.
1 26
gelme Ancien Regi me'in sömürgeci soyluluğundan postmo
dern oligarşilere geçişin, kalıcı çözüm olmaksızın gerçek
leştiği ülkeler vardır: Buralarda yoksul tabakaların ezilmesi,
daima, Antikçağ'dan, Ortaçağ'dan ya da Rönesans'tan, (is
panya Burbonları'nın ve Bragance'ların az çok aydın despo
tizmine rağmen) Karşı-Reform hareketinin mutlakıyetçili
ğinden miras kalmış stratejik reçetelere uygun olarak ör
gütlenmiştir. Ama sanayi kapitalizmi ile mali kapitalizmin
bütünleşmesiyle birlikte, asimetrik silahlı şiddet, en güçlü
lerin en zayıflara karşı şiddeti, bundan böyle her yerde he
saplanabilir, basit kar arayışı ilkesinin şiddete dayalı ta
mamlayıcısı olarak uygulanmaktadır. Özgürlüğü ve eşit
olarak yaşama hakkını talep eden ayaklanmaları bastıran
on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın "eşitsiz antlaşmalar"ına
ve sömürgeci fetihlerine az çok belirgin bir temel oluştur
muştur bu şiddet. Günümüzde, bilgisayara dayalı mali en
tegrasyonla birlikte, devlet şiddeti ve paramiliter ya da özel
şiddet, yerel düzeyde kendi kendini yöneten katliamların
içine "atılabilir" halkların ceplerini tüketmek için örgütlen
miştir. Halklar, ceplerinden bir şey alınamadığında atılabi
lir oluyor.
Mali business hiyerarşisine hiçbir şey borçlu olmayan
araçlarla gelirlerin yeniden dağılımını az çok yönlendirebil
mek için adalete dayalı popülizmlerin ortaya çıktığı bazı ör
nekler görülür. Bunlar, en az gelişmiş ülkelerde her şeyi
"yasanın kesinliği"ne borçlu olan yeniden paylaşımı yerleş
tirmeye çalışırken kimi zaman ordulardan destek alırlar;
tıpkı yetmişli yıllarda Peru'da Velazquez'ciliğinin hortlama
sı gibi (Chavez'cilikle birlikte Venezuela'nın ve askeri po
pülizmin şimdilik durduğu Ekvator'un durumudur bu). Bu
isyanlar, -petrol kaynağına dayanıyor olsa da- muzaffer is
yanlar değildir. Ama tüm dünyaya es geçilemeyecek bir so
ru sormaktadırlar. lspanyol Amerikası'nın dağınık devletle-
1 27
ri, imparatorluğu reddeden ayrık toprak egemenliklerini sa
vunan Avrupa mantığının mirasçısıdırlar. Burada Bolivarcı
hk bir milliyetçilik ve bir tür ulusotesi gönderge olarak kal
maktadır. Sınır savaşlarının şaşkın orduları, başlamış ve
ulusaşınlaşmanın günümüzde mahkum ettiği bir ulusal ge
lişimin izi olarak kalmaktadır. Yine de, Latin Amerika eko
nomisinin ve şiddetinin morfolojisinin, gelişme bakımın
dan Avrupa'nın bir bölümüne tüm diğer kıtalardan daha ya
kın olduğu kesindir.
1 29
4
Clinton'cu Küreselleşme,
Düzensizliğe Stratejik Bir Yaklaşım
Huntington'cu Üçlem:
Uygarlıklar (üç uygarlık) çatışması
1 35
S. Huntington, "gerçekçi" denen okula dahildir, anıa güç
ler ilişkisinin gerçek ve monat stratejik kimlikleri olarak
ulus-devletlerin üstünlüğüne inanmamaktadır. Haziran
1 993'te , "uygarlıklar çatışması"na2 ayrılmış bir makalede,
dünyayı altı ya da yedi büyük uygarlığa bölmeyi önerir (Ba
tı, Tao-Konfüçyüs ve Islam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin
Amerika ve belki de Afrika) , ama dünya özellikle üç uygar
lığa -belirtilen ilk üç uygarlığa- bölünmelidir. Bundan böyle
çatışmaların artık devletler arasında değil, Kuzey ile Güney
arasında ya da toplumsal sınıflar arasında veya kapitalizm
ile komünizm arasında da değil, hatta genel olarak ekono
mik çıkarları amaçlayarak da değil (tersine, "jeopolitiğin
yerini alan jeo-ekonomi" yandaşları -"Luttwak paradigma
sı"-3 böyle düşünürler) , bu uygarlıklar arasında meydana
geleceğini öngörür.
Meşhur makalesini yayımladığında, Huntington'un bir
tarihçinin uzun süreli akademik çalışmasını açıklayacağın
dan kuşku duyulamazdı; "Dünyayı nasıl bölmeli ki hakim
olabilelim? " sorusuna cevap veren stratejik bir önerme söz
konusudur. Günümüz dünyasını paylaşan uygarlıkların
"gerçek" sayısını alabildiğine tartışarak makaleyi müzakere
etmek isteyen herkes elbette gerçek konunun yanından ge
çip gitmiştir.
"Huntington paradigması" bölgesel ittifakların ve bölge
sel düşmanlık cephelerinin tanımını içerir. Ilk bakışta,
"Batı uygarlığı"nın, yani Yahudi-Hıristiyan uygarlığının
varlığıyla kurumlaşan Atlantik-ötesi bir ittifaktan yanadır.
Ona göre, Yahudi-Hıristiyanların ittifakı sorunun doğal
bir verisidir, Müslümanlarınki ve Tao-Konfüçyüsçülerinki
1 36
daha az kurumlaşmış diğer iki "veri"dir. Huntington, Ba
tı'nın savunma stratejisini tanımlamak için, diğer iki uy
garlığın kendi aralarında birleşmediklerini göz ardı eden
bu üçlü nesneyi inşa eder. Dolayısıyla, Rhin "barbarları"
ile Tuna ya da Asya "barbarları" arasındaki bölünmeyi ko
rumaya çalışan, klasik (Roma) imparatorluk stratej isini
önerir.
Ama onun paradigması da çok daha indirgenmiş ölçek
lerde işleyebilecek bir analiz aygıtıdır ve bu anlamda, bu üç
temel kültür olası tek alt-bölümler olarak verilmiş değildir.
"Latin-Amerika kültürü"nün, gerektiğinde, Kuzey Amerika
kültürü, Avrupa-İspanya kültürü ve Yerli Amerika kültürü
olarak bölünebileceği açıktır. 1 993 sonbaharında Foreign
Affairs'de yayımladığı yorumlardan oluşan makalesi, hesaba
katılması gereken uygarlık sayısının "ikiden daha fazla" ol
ması gerektiğini ve kültürel kimliklerin şiddetli kolektif bi
linç kaynakları olarak kabul edilmesi gerektiğini özellikle
dikkate almayı anlatmaya çalışır. Bu öğeler, onun konusu
açısından, "kültürler"in özgüllüğü ya da asıl sayısından çok
daha önemlidir.
Niçin? Her yerel çatışmada hemen hemen her zaman -iki
sosyo-ekonomik kamp değil- en azından üç "kültürel"
kamp ayırt edilebilir. Bu üçlü önerme, gerçek bir savaş ya
pısı olan ikikutuplu genel manzarayı mümkünse sonsuza
dek ortadan kaldırmaya yönelik bir buyruğun parçasıdır.
Üçlü ya da çoğul teşhislerin karmaşıklığı ve yerel altbölüm
lerin pratik sömürüsü yoluyla, karmaşık ve engellenmiş ça
tışmalı alt-sistemler yaratma imkanı bulmaya çalışır; bu alt
sistemlerde ilgili taraf olarak liderin müdahalesinin arzu
edilir olmaması, iki kampın olmamasındandır. Lider yalnız
ca dengelerin garantörü ya da dengesizliklerin yöneticisi
olarak ortaya çıkacaktır.
Huntington kendi paradigmasına 1 99 6 sonunda bazı
137
açıklamalar getirir.4 Yaklaşımının "teo-stratejik" yanını güç
lendirir. Yöntem açısından, yaptığı rötuşlarla kültürlerin
birbirine karışmayacağını gösterir. Bir akademisyen olan
Huntington, Braudel'den alıntı yapar, ama tarihçi olmaya
çalışmaz (bu açıdan, onun katkılarını "stratejik yergi" de
nen edebi tür içinde sınıflandırmanın tam zamanıdır) . Batı
lılık ölçütlerinin bir li s t ing ini çıkarır: Yaklaşımını yöneten
'
4 Samuel P. Huntington, "The West Unique not Universal", Foreign Affairs, Ka
sım-Aralık 1996, s. 28.
1 38
Huntington'un tüm tahminleri, paradoksal olarak, Batılı
lığın tek modernlik olmadığını5 ve Batılı olmayan tehlikeli
modernliklerin ortaya çıkabileceğini, bunlara karşı kendini
savunmak gerekeceğini il�fi sürmeye yöneliktir. Sonuç:
NATO Batı uygarlığının· güvenlik organizmasıdır ve tarih,
din ve kültür bakımından Batılı olan devletler, eğer ister
lerse, NATO'ya katılabilmelidirler. Pratik olarak, bu Viseg
rad devletlerini, Baltık devletlerini , Slovenya ve Hırvatis
tan'ı, Macaristan'ı kapsamaktadır; ama tarihlerinde Müslü
man ya da Ortodoks olmuş ülkeler katılamaz. Sırplar, Bos
nalılar, Arnavutlar, Romanyalılar, Ukraynalılar ve Yunanlar
(Katolik kilisesini kabul eden birlikçiler hariç mi?) dışarı !
Zaten, Huntington'a göre, NATO'nun misyonunun değiş
mesi ölçüsünde, Türkler'in ve Yunanlar'ın NATO'yla bağla
rının zayıflayacağını ve hatta üye devlet olarak aidiyetleri
nin bitebileceğini ya da "tüm anlamını yitireceğini" kabul
etmek gerekir. Yenilenmiş NATO üyesi devletlerde güven
lik amacıyla Müslüman ve Ortodoks avı, böylece haklı çı
karılabilir mi?
Bu koşullarda, Huntington'un paradigması yerel güçlerin
ittifaklarını , koalisyonlarını ve genel dış görünümlerini
kapsadığı gibi, -bir tarihçi için tamamen suiistimal edici
olan, ama neo-gerçekçi bir stratej i uzmanı için yararlı- bir
basitleştirme pahasına tarif ediyor göründüğü küresel siste
mi de kapsamaktadır.
Ama, birleştirici karmaşıklığın bekleme odası olan üçlü
ye duyulan eğilim, yalnızca Huntington'un tekelindeki bir
özellik değildir. Bu durum bizi ikinci paradigmamıza gö
türür.
1 39
Töffler'ci Üçlem: Üç uygarlık dalgasının çatışması
6 Alvin ve Heidi Töffier, Future Shodı, Betntham, New York, 1970; The Thinl Wa
ve, Bentham, New York, 1 980; Previews and Premises, William Morrow, New
York, 1 983; Powershift, Bentham, New York, 1 990; War and Antiwaı; Little
Brown. Baston, 1993.
140
Avrupa'da ve Japonya' da, savaşın düşünülemeyeceği bir ba
rış bölgesi oluşturmayı başarmış" olduğunu düşünmesini
sağlayan ve dünyaya uzanabilen yeni dünya düzeni'nin "Ro
malı" iyimserliğini reddederler. Körfez Savaşı'ndan çok Sa
raybosna kuşatmasıyla birlikte tarih bu iyimserliği yalanla
dı ve Töfler'ler haklı olarak Sırp ya da Hırvat milislerin
dehşetlerini herkese duyurdular; ama aynı zamanda da bir
tehlike çığlığı atarak, "marjinal cinayet ve uzaklardaki kü
çük savaş" bölgelerinin, Rwanda ya da Liberya'daki yenilgi
lerin yerini bir süre sonra bölgesel çatışmaların alacağını,
bunların büyük güçlerin müdahalelerine yol açabileceğini,
hatta onların kendi toprakları üzerinde cereyan edebileceğini
önceden kestirdiler.
Dolayısıyla Töffler'ler, hümanistler olarak, bu yüzyıl so
nunda duyurulan "kitlesizleştirilmiş" stratejilerin acımasız
ve duygusuz dünyasını gözler önüne sererler ve barış için
mücadele etmenin yollarını ararlar. Ama ikna edici olmak
için, özellikle War and Antiwar'da bir dizi retorik ve mani
püle edici yola başvururlar. Stratejik üretimleri medyatik
başarıyı hedefler ve buna erişir. Kitaplarının içeriğinin, yine
de, basit ya da naif olduğu söylenemez: Tö°ffler'lerin tüm
kavramsal yaklaşımı, bir tür New Age Marksizm'den kay
naklanan dünyanın geleceği vizyonuna varır, bunun zirve
sinde Amerikan teknolojik gücü gibi rakipsiz olduğunu ile
ri süren bir güç oturmaktadır.
Ardışık üç dalganın sözümona-tarihsel paradigması
( 1 980 tarihli kitaplarında sundukları ) , onların gözünde,
birlikte yaşayan ama uzlaşmaz ve ayrımcı üç uygarlığa bö
lünmüş günümüz dünyasının durumuna biçim vermGkte
dir. Bu uygarlıklar, aşağı, orta ve üst diye kesin anlamda hi
yerarşikleştirilmişlerdir ve mutlak olarak rekabet halinde
ve dışlayıcıdırlar: Uygarlık "çeşitlilikleri" (tarımsal, sınai,
bilgisayara dayalı), kendi aralarındaki melezleştirmeler kısır
1 41
olarak tarif edildiği ve "kültürel jenosit" savaşlarının kaçı
nılmaz olduğu ölçüde, mücadele içindeki biyoloj ik "ırk
lar"ın türdeşidir. Töffler'lerin karşı-savaşı katliamların
mümkün olduğunca ölçülü kılınmasına indirgenir. lkinci
dalganın (sına!) birinci dalgaya (tarımsal) karşı büyük sa
vaşı, Töffler'lere göre, Amerika Birleşik Devletleri'nde ön
ceden yaşanmıştı: Bu, klasik olarak, sanayileşmiş Kuzey'in
tarımsal Güney'e karşı bir zaferi olarak kabul edilen Ayrılık
Savaşı'dır. Demek ki şimdi , ikinci dalgaya (sınal) karşı
üçüncü dalganın (bilgisayar) büyük bir savaşını beklemek
gerekir.
Bu üçlünün sahneye koyduğu "ilerleme sistemi" , Sta
lin'in dondurmuş olduğu, Marx'ın üretim tarzlarının birbi
rini izlemesi şemasıyla karşılaştırılabilir. 9 Her iki sekansta
da, art arda gelen üç evreye uygulanmış olan "ırkçı" para
digma (kısır melezleştirme) , önceki (dolayısıyla aşağı) iki
uygarlığın yüksek uygarlık tarafından kaçınılmaz biçimde
ortadan kaldırılması sonucuna varır. "Sosyalist üretim tar
zı" mantıksal olarak sekans dışı kalmıştır, süpürülüp tari
hin çöplüğüne atılmıştır. Ama üç tarz arasındaki ölümüne
mücadele -ve saldırmaya devam eden "sonuncu " üretim
tarzının kaçınılmaz zaferi (aynı görüntü Francis Fukuya
ma'da da vardır, bundan daha ilerde söz edeceğiz)- biçimsel
olarak Stalin'ci şemanın bağlam değiştirmiş halidir. 10 Üçün
cü dalga ile diğer ikisi arasında her türlü uzlaşma-melezleş-
1 42
me çabasının reddi, Stalin için olduğu gibi, her sosyal-de
mokrat ya da Hıristiyan-demokrat uygarlığın da yaşayamaz
olmasını sağlar, ama bu kez Amerika Birleşik Devletleri'nin
gelecekteki liderliğinin özünü oluşturan elektronik dalgası
nın şoku karşısında gerçekleşir bu durum.
Bu temsilin türevleri, Amerika Birleşik Devletleri'nin
güncel stratejisindeki bölgesel ittifakların tanımlandığı stra
tej ik alanı aydınlatır. Çünkü "Töffler paradigması"nın bu
karanlık yorumu, hem iç ittifaklar hem de uluslararası itti
faklar için geçerlidir.
"Üç numaralı uygarlık" esas olarak Amerika Birleşik Dev
letleri'nde, Avrupa ve Japonya'da yoğunlaşır, ama Amerika
Birleşik Devletleri'nde daha fazla yoğunlaşmıştır, çünkü ku
rucu liberalizmleri nedeniyle bu yükselişe daha hazırlıklıdır
(Avrupalılardan ve onların Jakoben, Hıristiyan-demokrat ya
da aydın despotizmi devletlerinden veya Japonlar'dan ve
onların sanayileşmiş militarizmlerinden daha hazırlıklıdır) .
Üçüncü dalga Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekten de
daha katışıksızdır, çünkü birinci dalga artık yoktur (Güney
yenildi, Yerliler katledildi, köylüler kulelere ve hapishanele
re tıkıldı) ; ikinci dalga, komşu devletlerde bile kontrol al
tındadır (Meksika'nın PRI devleti köleleştirildi, Kanada'nın
Welfare State'i kontrol altında) ; Middle West'in fanner'ı ve
New Deal'in Fordist sendikalizmi çoktan mat edildi, Siyah
lar ve sapıklar yardım alıyor, uyuşturucu kullanıyor ve/veya
hapisteler. Üçüncü dalganın saflığı ve dolayısıyla dinamiz
mi, içerdeki ikilikle ölçülüyor.
ikili bir toplum , üçüncü dalga aristokrasisinin kazan
makta olduğu ve iki�ci dalganınkinin kaybetmekte olduğu
bir toplumdur; birinci dalga aristokrasisi ise öyle zayıfla
mıştır ki "atılabilir" hale gelmiştir. iç savaşlara varana ka
dar, hatta bunlar da dahil olmak üzere, bu evreden geçmek
gerekir. Yeni türde bir Ayrılık Savaşı saplantısı, yalnızca mi-
143
lis ideolojisinin1 1 paranoidlerinde değil, bu ideolojinin aşı
rılıklarından evvelden beri korkan liberallerde de vardır.
Ama yeni "Güneyciler" , kitlesel Fordizm'in, banliyölerdeki
uyuşturucu kullanan işsizlerin ve milis yanlısı çiftçilerin
"güneyciliği" kaçınılmaz olarak yenilecektir.
Son dalganın yükselişinde temsil edilen aristokratik viz
yon, Platon'un bir remake'i olarak ortaya çıkar, ama ilerici
ve gerçekçi bir Platon (yoksa geçmişe hayran ya da döngü
sel ve idealist değil) : Aydınlanmaya doğru, en azından elekt
roniğin aydınlanmasına doğru üç çağ birbirini izler. Tarım
sal uygarlık, popüler iştahlar ve tutkular düzeyinde yer alır;
kitlesel sınai uygarlık, savaşçılar kastının üretimci-yıkıcı
ideolojisini yansıtır; ve sonuncu dalga, bilgi dalgası, filozof
lar kastına özgüdür. Ama üç çağ arasında bağlantı yoktur.
Çözülmemiş küçük sorun: Enformasyon savaşı, ancak
kullanılan enfomıasyonlar doğru bilgilere denkse kazanıla
bilir. Bu iki kavram arasındaki ayrım net olmalıdır. Töff
ler'ler ise, tersine, enfomıasyon ve bilgi kavramlarını birbiri
nin yerine ve kimi zaman da ikisini birlikte, eşdeğermiş gi
bi kullanmaktadırlar. Bu karışıklık, tekno-militer düşünme
gruplarındaki benzerlerinde görülen stratejik akıl yürütme
ler düzeyindeki bir hatanın habercisidir. Sun Zi'nin söyledi
ği gibi, enformasyon düzeyinde rakibe hakim olmak için
onun operasyonunu yanlış habere dayandırmak gerekir.
Partnerlere hakim olmak için enformasyon üzerinde oyna
mayı sağlayacak tek şey, yalnızca bilgi tekelini sürdürmektir
(paylaşmama ve mutlak üstünlük). Ama politik ve ekono
mik ittifaklar kurmayı daima sağlamış olan şey, hedef ortak
lığı nedeniyle enformasyonun paylaşımıdır.
Demek ki, Töffler'in tezi, yeni sistemde -bu sistemin
amacı en azından enformasyona ulaşımın genelleşmesini
1 44
engellemekse- ittifakların imkansızlığını açıklayan öğeler
den biridir.
1 47
1993 yılında imparatorluğa dair temsiller s toğu
Bu model çokluğundan doğan dünya temsillerinin bazı
ortak özellikleri vardır. Bunlardan kimileri Bush dönemin
de güçlendirilecek, kimileri ise terk edilecektir. Ortak öz şu
niteliklere indirgenebilir:
1) Otistik yapı: Öteki'ne dair stratejik-olmayan ve etkileşi
me-dayanmayan bir bilince kapanma; küresel düşmanın or
tadan kaldırılmasının ve ekonomi dahil, tüm dünyayı yapı
landıran askeri ikikutuplulugun yokolmasının sonucudur;
2) Yeni dönemin kurucu postulatı olarak Batı üzerinde
Amerika Birleşik Devletleri'nin liderliği ve Batı'nın da dünya
üzerindeki liderliği; bir eşitsizlik durumunun, tersine dön
dürülemez küresel bir hiyerarşinin çoktan sağlamlaştırılmış
varlığını üstlenir;
3) Çiftkutuplu olmayan karmaşıklık içinde minimalist is
tilacı müdahale ilkesinin aranması; şiddete dayalı operasyon
larda müttefiklerin baskın bir yeri olmasını sağlar ve Ame
rikan gücü, şiddete dayanmayan ya da risksiz gücül görev
ler için (lojistik, iletişim , hava operasyonu, anlaşmaların
korunması) yedekte bekletilir;
4) Politik-askeri yanın ekonomi üzerindeki tahakkümü ola
rak tiranlığın tanımı: Töffler'lere göre de Lake'e göre de, tanı
mı gereği ekonomi genel olarak baskındır; ama Huntington'a
göre, bu, tanım gereği değil, bir mücadelenin sonucudur: O,
ekonominin karşısına kültürel kimliklerin baskınlığını çıka
rır. Ve Huntington tüm kültürel kimlikleri (Hıristiyanlık ha
riç) zorba ideolojiler olarak kabul eder, çünkü bunlar Se
zar'ın iktidarını Tanrı'nınkiyle karıştırmaktadır ve bu da pra
tikte, ekonomiyi şiddete dayalı olarak yönetme isteği de
mektir - ve "kötülük" de budur. Töffler sorunu ekonomik
kimlikleri kültürel kimlikler olarak kabul ederek çözer.
Antikapitalist mücadeleleri örgütleyen ve ü lke olarak
1 48
düşman, silahlı bir devlet artık var olmadığından ve böyle
bir devlete karşı savaş ön plana konulamadığından, kutup
suzlaşmış bir dünyada, "politik-askeri olmayan" , ticari, li
beral tavırlara ve "jeo-ekonomi"nin barışçıl zaferine yerel
olarak geri dönmek her zaman mümkündür.
Genel olarak şu sonucu çıkarmak gerekir ki, soğuk savaş
sonrası Amerikan paradigma okullarının hepsi, kimi zaman
şiddetle birbirlerine karşı çıksalar da , aslında "uyum
cul"dur. Her koşulda yerel ittifakları, bağımlılar olarak ka
bul ederler; bunları görecelileştirmeyi bilmek gerekir: Bun
lar "otist" s\rateji kaynaklarıdır.
14 Krş. Alain Joxe, "Nouv�au paradigme strategique: la Revolution dans !es alfa
ires militaires ou la guerre de l'information", in Alain Joxe (edit.), Le Debat
strategique americain, 1994-1995. Revolution dans les affaires militaires ?, Cahi
ers d'ftudes strategiques, no 18, Paris, CIRPES, s. 79-99.
15 Department of Defense, Conduct of the Persian Gulf War. Final report to Cong
ress, US Govemment Printing Office, Washington, Nisan 1992, s. 164.
1 49
manda da hayalet uçakların ve genel olarak enformasyon
üzerindeki elektronik yönetimin getirdiği altüst oluşlar be
lirtiliyordu. Eğer Irak uydu haberleşmesine sahip olsaydı,
General Schwartzkopf'un sol kanattan sürpriz saldırısı bu
kadar etkili olmazdı.
1994 yılında, US Army War College'e bağlı Stratejik İnce
lemeler Enstitüsü'nün Pennsylvanya'da, Carlisle Barracks'ta
düzenlediği bir kolokyumun ardından "askeri işlerde dev
rim" kabul görmüş bir deyim olur. 16 Gerçekten de, Amerika
Birleşik Devletleri'nde en incelikli politik analizlerle ve en
derin sorunsallarla kimi zaman deniz piyadelerinde ve kara
kuvvetlerinde karşılaşılır; çünkü onlar Avrasya ya da Latin
Amerika toprağını, havacılardan ya da deniz kuvvetlerinden
daha iyi kavramak zorundadırlar (yoksa ölümle karşı karşıya
kalırlar) ; havacılar ya da deniz kuvvetleri ise kaza dışında
düşmanın erişebileceği yerde asla karaya ayak basmaz.
RMA kavramı , meydana gelmiş tekno-stratejik değişimle
rin yol açtığı dönüşümün altını çizen tüm teorik ve felsefi
düşünceye eşlik eder. SSCB'nin yokoluşuyla birlikte, dış
dünya RMA okulu için esasen öngörülemez olmuştu. Bu ne
denle, fiziğin hazırladığı doğrusal olmayan ilişkiler -outpııt
değişiminin input değişimine orantılı olmadığı ilişkiler- te
orisinin düşünce çizgisindeki bir kaos ve öngörülemezlik
teorisi benimsemek gerekli olur. Yine de kaos, tüm düzen
sizlik değildir, dolayısıyla, "başlangıç koşulları"nı dikkatlice
ele almak gerekir; düzen, az çok "yabancı" "çekiciler"le te
zahür eder, vs. Amerika Birleşik Devletleri'nin, doğrusal çı-
16 Krş. Michael Mazarr, The Revolution in Military Affairs. A Framework for De
fense Planning, Strategic Studies Institute, US Army War College, IV Annual
Conference on Strategy, Carlisle Barracks (Penn.) , Nisan 1994. Genel olarak
RMA hakkında, krş. Alain Joxe (edit.), Le Debat strategique ameıicain 1 994-
1 995, a.g.e.; Alain Joxe, " Etat des lieux de la RAM (Revolution dans !es affa
ires rnilitaires). Deux antirnonies en lirnitent l'efficacite strategique", rAnne
ment, Mart 1996, s. 137-142.
1 50
karları olan sabit aktörleri düşünmek zorunda kalmadan
davranabileceği bir dünyayı tanımlamayı sağlayan şey, Pri
gogine'in 17 kaosu 18 bu şekilde basitleştirmesidir.
Dünyayı kaos olarak düşünmenin bu öngörülemezliğin
den ve zorunluluğundan, iki teorik düşünme hattı kaynak
lanır. Stratejik düşünme hattı olarak adlandırılabilecek bir
hat, Clausewitz'in silinmesini ve Sun Zi'ye geri dönüşü ileri
sürer. ideolojik olan diğer hat, Sovyet dünyasının "kapanı
şı"nın sonunun mantıksal sonucu olarak kaosa geri dönüşü
benimser. Ama bu düşüncenin yandaşları, doğal olarak ya
şanan bu kaosa ancak yeni kapanışlar yaratarak hakim ola
bileceklerini düşünmektedirler. Birinci ekol, Clinton'un sal
dırgan iyimserliğine ve enlargement paradigmasına bağlıdır.
ikincisi, Huntington'cu stratejiye.
Göreceğimiz gibi, Bin Ladin'e ve terörizme karşı haçlı se
feri ilanı sırasında Başkan Bush'un tercihi, ideolojik temsil
ler düzleminde, Huntington'cu kavramın tümüyle ve eksik
siz restorasyonundan ibarettir; ama, saldırgan bir temelde
bunu yapar ve dayanaklarını da Clinton döneminin enlarge
ment'ında bulur.
1 51
Clausewitz'e göre, güç ilişkilerinin niceliklendirilemeyen
bölümünü oluşturan moral güçlerin ancak savaşın kendisi
tarafından ölçülebilmesinden kaynaklanır - bazıları, bu
amaç nedeniyle savaşın politik olduğunu ve ortadan kaldı
rılmasının imkansız olduğunu söyleyeceklerdir.
Ama RMA yandaşları için tartışma daha kabadır: Öngö
rülebilirliğin sonunu belirleyen şey, çiftkutupluluğun sonu
dur, çünkü aktörlerin sayısı çok artmıştır. Özerk aktör sayı
sıyla birlikte, düzenleyici karmaşıklık da artmaktadır. Nük
leer çiftkutupluluğun liderleri, caydırmanın karşılıklı doğ
rusal rasyonalitesini basitçe sürdürüyorlardı. "Öyle gözü
küyor ki, uluslararası politikanın geleceği, savaşın geleceği,
savaşın operasyonel ayrıntıları öngörüye meydan okumak
tadır," demektedir Center far Strategic and International
Studies'de araştırmacı olan Michael Mazarr.20
Ama Clausiewitz'ci terimlerle ifade edildiğinde, içinden
çıkılmaz bu durum içinde operasyonlar'ın caydırıcı makro
lojistiğe baskın çıktığı anlamına gelir. Dolayısıyla, dönemin
baskın tehdit biçimi olan bir savaş türünü ciddi olarak ta
nımlayamayız.21 Ne Fukuyama ile birlikte "tarihin sonu"na
inanabiliriz, ne de Luttwak'la birlikte j eopolitiğin ayağını
kaydıran jeo-ekonominin yükselişine (Mazarr'ın çok iyim
ser olarak kabul ettiği sistemler) .
Kuşkusuz, Clausewitz ile jomini'nin ortak ilkeleri, Napo
leon seferlerinin dönemine ve paradigmatik varlığına (nihai
muharebeyi kazanmak için, belirli bir andaki belirli bir
noktada, bir çekim merkezi üzerinde bir insan kitlesinin
yoğunlaştırılmasına) bağlıdır ve bu ilkeler, en azından ateş
gücünün taşıyıcısı olarak insan kitlesinin rolü dikkate alın
dığında geçersiz kalacaktır. Ama, muharebe alanının dışın-
1 52
da üslenmiş ya da dağılmış insan kitlesinden tamamen ba
ğımsız bir hal almış olan savaş imkanlarının belirleyici an
larda atışlarını her zaman hedeflere yoğunlaştırabilir olduk
ları dikkate alındığında ilkenin kendisi geçerli kalır. Ateşin
kesin olarak yoğunlaştırılması, -atış platformları ve düşman
hedefler yaklaşan bir muharebe için savaş düzeni almamış
ya da yoğunlaşmamış olsa da- nihai muharebenin dengidir.
Değişken erimli, dağınık, ama uydu yoluyla gözetleme
sayesinde merkezi olarak bilgi sahibi araçlar yoluyla hedef
lerin kesin olarak saptanması, Kosova'da biraz ve Afganis
tan'da şimdiye kadar oldukça çok görüldüğü gibi, topların
ve büyük taburların savaş alanındaki her türden yoğunlaş
masının yerini alabilir. Savaş türlerinin bir karışımı ve dev
letlerarası olmayan savaşların ortaya çıkışı kaçınılmaz gö
zükmektedir; oysa, imkanlara sahip olma düzeyinde belir
leyici olan şey, taktik görünümüyle birlikte enformasyon
devrimidir: Uyduya dayalı gözetlemedeki Global Positi
oning System'in ve titizlikle yönlendirilen cephane stokları
nın (PGM) olası kıldığı uzun mesafe ya da yüksek irtifalı
kıtalararası bombardıman uçaklarına dayanan aşın-kesin
ağır vuruşların öne çıkışı. Clausewitz de elbette Jomini ka
dar gündemdedir; tabii her ikisini de yalnızca Napoleon sa
vaşlarının doktrincileri olarak kabul edersek durum değişir.
Bununla birlikte, mesafeli savaş pratiğinin ve caydırıcı sa
vaş düzenlemesinin yeni vizyonu, Sun Zi'nin düşüncesinin
temellerine daha fazla dayanmayı gerektirmektedir.22
Doksanlı yılların ikinci yarısının başlangıcında, askeri
planlamanın yönetimi için Amerika Birleşik Devletleri'nde
dört ilke dile getirilmiştir: 1 ) "Enformasyon hakimiyeti"
(infonnation dominance) ; 2) "Sinerji" (synergy) -silahlarara
sı operasyonel bütünleşmenin sonucu olan azami etkinliği
22 A.g.e., s. 28; krş. Alain joxe, Voyge aı.ıx Sources de la guerre, Paris, PUF, 1 99 1 , s.
1 50-165.
1 53
temsil eden terim; 3) "Bağlantısızlık" (disengagement) ya da
"asker askere savaş"taki temas durumu olmadan savaşmayı
sağlayan, uzun erimli kesinliğe hakim olma sayesinde "te
masa dayalı çarpışma olmayan savaş" arayışı; 4) nihayet, ci
vilianization, "sivil toplum"un ve genel ekonominin kay
naklarına sistematik başvuruyu anıştıran uydurma sözcük -
daha kalabalık asker sayısı talep etmeden önce ya da özel
likle ileri teknoloj i alanındaki "özgül askeri üretimleri" teş
vik etmeden önce.
Bu dört ilke, savaş türlerine bağlı olarak farklı biçimlerde
uygulanır. Örneğin, o dönemde, geleneksel savaş değerlerinin
bir koruyucusu olarak kalacak olan "düzensiz savaş" ta te
massız çarpışmanın imkansız olduğu açıkça gözükmektedir.
"Sun Zi'ye geri dönüş" , enformasyon hakimiyeti'nin tüm
diğer ölçütler üzerindeki üstünlüğü sayesinde mümkün ol
maktadır. MÖ beşinci yüzyılın bu Çinli strateji uzmanı Sa
vaş Sanatı23 adlı eserinde, her türlü çarpışmadan önce, düş
manın planlarında dalavere nin önemini ve i letişimlere haki
'
1 54
security community içinde RMA'.nın öncüsü olan küçük bir
grubun var olduğu; yönetimde ve akademik çevrelerde bu
na karşı çıkan daha önemli miktarda bir RMA'.dan kuşku
duyan grubun var olduğu yönündedir.24 RMA yandaşları bi
le, Töffler çiftinin makro-tarih basitleştirmesinin tartışma
nın en iyi açıklaması olmadığı ve kavram üzerindeki tartış
manın gerçek merkezini oluşturmaktan uzak olduğu kanı
sındadırlar.
RMA üzerine akademik tartışma, yöntemin çok sayıda
nesnesini ya da sorunsalını aydınlatmaya yöneldi. Ampirik
kanıtlama kaynağı olarak tarihe başvuru, genel zihniyetin
aldığı bir seyir olarak kalır. RMA'.nın tanımı bir kez ortaya
atıldığında, askerI işlerde devrimlerin genel olarak herhangi
bir kurala bağlı kaldığını ve dolayısıyla şu anki RMA'.yı şu
ya da bu yönde teşvik etmek ya da frenlemek gerektiğini
kanıtlamak için tarih kullanılır.
Ama, tarihsel sürekliliğin kesintiye uğradığı, Amerikalı
akademisyenlerin önerdiği teorilerin ampirik doğrulanma
havuzu olarak görülen tarihin belki de son iki evresi tara
fından işe yaramaz hale getirildiğinden kuşku duyulma
maktadır: Atom evresi (topyekun imha kapasitesi) ve en
formasyon evresi (mutlak kesinlik kapasitesi) , bunlar her
türlü silahlanmanın nihai sonuçlarıdır. Günümüzdeki aske
rI devrim, hem hardware'de ve termodinamikte, hem de
software'de ve enformasyonda yer almaktadır; bu durum sa
nayi-öncesi modellerin bir anlamda modası geçmişliğini de
açıklamaktadır.
Buna karşılık, RMA'.yı ittifaklar sorununa indirgemek an
cak dolambaçlı yoldan mümkün olmaktadır. Bu dönüşü
mün amaç ve araçları sorgulanırken, tarihsel bilimlere ide
olojik başvuru arttıkça sorunsallar sanki tersine dönmüş gi-
1 55
bi olur. Sonunda, ittifaklar sorununa ancak ikinci derece
den bir sorun olarak varılır, oysa, savaş fikrinden yola çıkan
eksiksiz asker! devrim kavramından bakıldığında bile (saf
anlamda teknolojik olmak istemeyen bu bakış açısıyla) itti
faklar sorunu başa yerleşir.
Birinci stratejik dönüşüm, gerçekten de, SSCB'nin çökü
şüyle komünist düşmanın, dolayısıyla anti-Sovyetik ittifa
kın ortadan kaybolmasıdır, yoksa elektronik devrim değil
dir; bu devrim, nükleer hedef saptamak amacıyla çok önce
den başlamıştı. İttifaklar sorununu yeni bir kiplik temelin
de ortaya atan ve bu sorunu belirgin düşmanı olmayan, hat
ta ittifaksız, elektronik, holistik bir savaş altlığı üzerine yer
leştiren şey, bu yok oluşun sonucu olan politik bağdaşıklı
ğın bozulma [decohesionnement] etkileridir. Bu süreç, (ister
gerçekten üçüncü olsun, ister bilmem kaçıncı) "yeni dal
ga"nın asker! çabasının stratejik hedefleri şeklindeki tama
men politik sorundan Amerika Birleşik Devletleri'nin ka
çınmasını sağladı.
1 65
5
Clinton'dan Bush jr'a
İmparatorluğun Askerileştirilmesi
1 67
olması ve ekonomik küreselliğin kaygan uzanımda sınırla
rın önemsizleşmesidir.
Ama stratejik bir çelişki bu düşçül temsile karşı durmak
tadır: Açık düşman yoksa, önleyicilik nosyonunu korumak
zorunludur ve toplumsal adalete yönelik ekonomik politi
kayla çatışmaları önleme fikrinden hemen vazgeçildiğinde,
ittifakların bastırma kapasitesinin sürekli ve her yerde hazır
ve nazır olması zorunludur. Clinton'cu idealizm kisvesi al
tındaki bu çelişki, günümüz doktrinlerini belirleyen askeri
gerçekçiliğe götüren evrimi açıklar.
1 68
yon" ve "partnership" almaktadır. Ve, istikrarsızlık unsurla
rının liderlik tarafından yeni normlara uygun olarak denet
lenmesi gerektiği görülmektedir: "Amerika Birleşik Devlet
leri, gerçekten küresel çıkarlara sahip tek ülke olduğundan,
uluslararası topluluğun doğal lideridir. "
Dolayısıyla, bu liderlik görevinden kaçılamaz, ama bu gö
rev, artık askeri ittifaklar biçimini değil, kalıcı bir denetim ve
önleyicilik sistemi biçimini almak zorundadır. Önleyici de
netimin bu önceliği, çatışma türlerinin değişmesiyle değil,
Amerikan çıkarlarının küreselleşmesiyle doğrulanmaktadır.
Cumhuriyet devletlerini oluşturan ulusal egemenliklerin ve
ülke topraklarının komşuluğu mantığının yapısökümü he
deflenmektedir; böylelikle bu cumhuriyetler, Amerika Birle
şik Devletleri'nin "doğal liderliği"nin uygulanacağı ulus-aşı
rı işlevsel dallar olarak yeniden oluşturulacaktır.
Bu sürecin -dürüstçe- betimlenişi, tüm dünya için tehli
keli bir dinamiği gösterir; bu dinamik içerisinde, genelleş
miş yapısal küreselleşmenin bakışıyla, dış istikrarsızlık iç is
tikrarsızlığa yansır. Gerçekten de, Başkan Clinton'dan akta
ran Perry'in belirttiği gibi: "Sınırlarımızın dışında başlayan
sorunlar hızla sınırlarımız içindeki sorunlar halini alabilir."
Böylece, savunma bakanlığı sekreterine göre, "güç kullanı
mı, yerel [dış] sorunların bizim sorunlarımız haline gelme
sini engellemeye katkıda bulunabileceği gibi, yine de iç so- ·
" Ka l ıcı çatışma dönemine girdik ... B ugüne kadarki tarih, enformasyon
edinme arayışının tarih iyd i. Günü müzde ise mesele, enformasyonu kimin
yöneteceğ idir. içimizden kim uygun bilgileri seçebilecek, sindirebi lecek,
sentezleyebilecek ve uygulayabi lecekse, hem profesyonel olarak, hem
mali, politik, askeri ve toplumsal olarak o kazanacaktır. Biz galipler, bir
azı n l ığız.
" Etkin biçimde yönetemeyecekleri ve yorumlayamayacakları enfor
masyon karşısında harap olmuş dünya kitleleri için yaşam sıkıcı, kabadır
ve sı k sık kesintiye uğrar. Değişimin genel ritmi insanı boğar; ve enfor
masyon bu değ işimin hem devi ndirici gücü hem de g österen i d i r. Yeni
dü nyayı anlayamayan, onun belirsizli klerinden yarar sağ layamayan ya da
onun d i namiğiyle kendilerini uzlaştıramayan her ü l keden insa n l ar, uyum
sağlayamamış yönetimlerinin, daha ta l i h l i komşu larının ve son kertede
de Amerika B i rleşik Devletleri ' n i n şiddet l i d üşmanı ol acaktır. Ye n i bir
Amerikan yüzyı l ı na gi rmekteyiz, bu yüzyılda daha zengin, kü ltürel açı
dan daha kıyıcı ve daha güçlü olmamız gerekmektedir. H iç görülmemiş
kinlerin ortaya çıkmasına yol açacağız. [ ... ]
"Barış o lmayacaktır. Ömrümüz boyunca her an, dünya n ı n her tarafın
da değişik biçim lerde sayısız çatışma olacaktır. Şiddetli çatışmalar gazete
lerin manşetl erinde yer alacaktır, ama kültürel ve ekonomik çatışmalar
daha kalıcı ve kesinlikle daha belirleyici olaca ktır. Amerikan silahlı kuv
vetleri nin de facto rolü, dünyayı bizim ekonomimiz için emin bir yer ola
rak ve bizim kültürel dinamizmimize açık bir uzam olarak korumak ola
caktır. B u amaçlara u l aşmak için bir y ı ğ ı n katl iam yapaca ğız (a good
amount of ki/ling).
"Bu katl iaml arı yapmak için, enformasyona daya l ı askeri bir sistem
k u rmak üzereyiz. E l bette bir miktar kas gücüne ihtiyacı mız ol acaktır,
ama askeri sanatımızın büyük bölümü, düşmanın kendine dair bildiğin
den daha fazlası n ı onun hakkında bil mekten, etk inlik ve efektiflik ama
cıyla verileri manipüle etmekten ve muhal iflerimizin b u türden olanakla
rını tamamen kesmekten ol uşacaktır. Bu, epey bir teknoloji gerektirecek
tir, ama gereken sistemler, bombardıman uçakları ve saldırı denizaltıları
gibi bütçe yiyen vampirler şeklinde olmayacaktır... B u sistemler piyadele
re ve denizcilere karada destek teknolojileri olacaktır, koşullara uyg u n
kararlar vermemize i m k a n "tanıyan v e uygun tarzda öldürmemizi v e şehir
savaş ı n ı n çokboyutlu muh arebe a l a n ları nda [. . .] yaşama mızı sağ layan
teknoloj i ler olacaktır."
Commandant Ralph Peters, "Constant Conflict",
Parameters, Yaz 1 997, s. 4- 1 4
171
Latin Amerika: Soğuk savaş sonrası demokrasi
3 Jonathan D . Pollack, Young Koo Cha ve diğerleri, A New Alliance for the Next
Century, Tlıe Future of US-Karen Security Cooperation, National Defense Rese
arch lnstitute, prepared for the Office of the Secretary of Defense, Rand Corpo-
·
ration, 1995.
1 73
Kore saldırısını caydırmak-bozguna uğratmak; 2) Barışçı bir
birleşme gerçekleştirmek; 3) Bölgesel güvenliği sağlamak.
Karsılıklı olarak beklenen yararlar: 1) Cost-effective bir
savunma sağlamak; 2) Birleşme yönetimini istikrara kavuş
turmak; 3) Kuzeydoğu Asya'da güçler dengesini korumak;
4) Bölgesel peacekeeping'i (çatışmaların önlenmesi) yönet
mek; 5) Ekonomik kalkınmayı sağlamak.
Temel hedefin -Kore'nin birleştirilmesi- dönemlendirilme
s iyle birlikte benimsenen formülün de değiştiği özellikle
açıktır. Bu birleşme için üç evre öngörülmüştür: Birleşme
öncesi, birleşme dönemi, birleşme sonrası. Birleşmeden ön
ce ittifakı yönlendiren şey tehdidin varlığıdır; birleşme sıra
sında yönlendirici olan bütünleşme hedefidir; ve birleşme
den sonra ise ittifak "kar geometrisi"ne tabidir. Birleşmenin
başarılı olduğu kendini gösterdikçe, Amerikan ittifakı gev
şek bir hal alır ve zora dayalı savunmacı askeri ittifaktan
bölgesel enlargement çerçevesindeki güvenlik için partners
hip'liğe geçilir. Böylece, birleşik Kore (Çin karşısında) , Do
gu Avrupa ve Rusya karşısındaki birleşik Almanya'nın den
gi olur Qaponya da Büyük Britanya'nın dengidir) .
1 74
devletlerden kaynaklanması gerekmez, genel olarak devle
tin işlevlerinin suça eğilim gösterecek şekilde ahlaki olarak
çürümesinden ya da liberal ideoloji açısından bakıldığında
zorba devletin militarist patolojisinden kaynaklanır) .
Bu tehlikelerin listesi şudur: 1 ) "Ortadoğu'da barışın düş
manları" ; 2) etnik ve dinl şiddet şeklindeki eski tehditler;
3) Rogue s tates lerin (serseri devletler) saldırganlığı; 4) kitle
'
5 Hybıis: Çok güçlü olduğuna inanan insanı ele geçirmiş olan gururu belirten
Eski Yunanca bir sözcük. Bu kişi tannların kıskançlığına yol açar ve tanrılar da
onu mahvetmek için işbirliğine girerler.
1 76
sığmaz varlıklara ya da iktidarlara (mafyatik, dini, zorba,
terörist. . . ) uygulanabilir gözükmektedir. "Devletaşırı işlev
sel ittifaklar" olarak nitelendirilmesi gereken ve egemenler
arası anlaşmalarda değil, parsellere ayrılmış teknik sözleş
melerde ifade bulan ittifaklara liderin patronluk yapma zo
runluluğu buradan kaynaklanır (örnekler: ortak askeri tat
bikat, hava sahasının kullanımı ve Fırat suyu konusunda
lsrail-Türk teknik sözleşmesi; Kudüs'teki kutsal yerlerle il
gili lsrail-Ürdün sözleşmesi) .
Lake'in ikinci ve dördüncü noktaları çelişik gözükmekte
dir: Hem demokrasi topluluğunu genişletmeyi istemek,
hem de demokratik devletlerin kurulması için gerekli des
teği reddetmez birbiriyle bağdaşmaz (bu konuda Ameri
ka'nın gerçek başarıları, uzun sürmüş -hala süren- bir işga
lin meyvesi olan Japonya ve Almanya olduğundan, [bu iki
önerme birbiriyle] hiç bağdaşmaz) . Ama bu fazlasıyla Kar
tezyen, yani çok mantıklı ve yeterince diyalektik olmayan
bir bakıştır. Savunma bakanlığı sekreteri Perry'nin (yine
Mart 1996'da) önerdiği daha somut analizde gördük ki, bu
çatışkının çözümü, enlargement'ı arkaik (diplomatik, sö
mürgeci ya da fetihçi) tarzda politik olarak kurmayı değil,
yerel dinamiği içinde ona eşlik etmeyi amaçlayan yeni tür
bir ittifakta ya da değişken geometrili ve değişken zaman
sallığa sahip koalisyonda yatmaktadır.
İmparatorluğun militarizasyonu
1 92
Avrupa'ya özgü küreselleşmenin özgüllüğü
6 Krş. Kar! R. Derouen jr ('The Indirect Link: Politics, the Economy and the Use
of Force" , ]oumal of Conjlict Resolution, c. 39, no 4, Aralık 1995, s. 671-675),
ekonomik kriz ile güç kullanımı arasında doğrudan bağ olmamasına ilişkin:
Güce başvurmak için politikanın, yani başkanlığın arabuluculuğu, politik pres
tiji sarsılsa bile, şarttır ve bunu yalnızca o sağlayabilir.
1 94
Bu kaygılar, kuşkusuz, falanca devletle yaşanan politik
anlaşmazlık ya da anlaşma türlerini açıklamaya yarar, ama
egemen ulus-devletler arasında kalıcı ve ayrıcalıklı politik
ilişki anlamında i ttifaklar' dan söz etmeye pek imkan tanı
maz. İttifak sözcüğü de, durumun kendisi de, muhtemelen,
Amerikan politik tarihinin, Amerika'dan bakıldığında iki
kırmızı düşman bayrak olarak görülen Nazizme ve komü
nizme karşı mücadeleyi kapsayan sınırlı bir dönemine denk
düşüyordu.
Yine de, ittifak sözcüğü, 1996 yılı başında "aktif hale gel
meye" yeniden başlar, ama Amerika Birleşik Devletleri,
nükleer çiftkutupluluğun containment stratejisine değil, en
largement'in genel stratej isine bağlı olduğundan ve ulus
devletler arasında uluslararasılaştırılacak ölçütleri değil,
ulus-aşırılaştırılacak politik güçleri ilgilendirdiğinden, kav
rama yenilenmiş bir anlam verilir.
7 Isotimia, eski Yunanca sözcük, galibi olmayan bir savaşın sonucunda ya da ga
lip gelenin mağlup olana onursal bir eşitlik tanıması sonucunda onursal eşit
\
likten yarar anan iki site arasındaki ilişkiler için kullanılır.
195
Fransız hükümeti, 1995 yılında -Avrupa'yla ön görüşme
yapmaksızın- Atlantik İttifakı ya da Avrupa Birliği ya da ad
hac Avrupa koalisyonları çerçevesinde kullanılabilecek kuv
vet kullanımı aygıtını modernleştirmeyi ve pröfesyonelleş
tirmeyi hedefleyen bir savunma reformunu öngördü. Bu re
form, ittifak ve koalisyonlar konusundaki ulusal tercihlerde
yeni bir düşünceye açıkça gönderme yapmaktadır ve böyle
de kalmıştır; dolayısıyla, kendi tercihlerini her zaman kendi
inşa edermiş gibi davranan Fransa açısından kaygı vericidir.
Başlangıçta, Avrupa içi ittifakın ve Avrupa-Amerika ittifa
kının dönüşümü "uygun" gözükmektedir, çünkü Amerikalı
lar da NATO'nun arkaik kısıtlamalarını çözmek ve lttifak'a,
ad hac koalisyonlara, barışı yeniden kurma, düzeni koruma
ya da insani yardım seferlerine uyumlu, daha "modüler" stra
tejiler ve komuta yapıları vermeyi arzulamaktadırlar.
Mayıs 1 996'da hızlanan NATO reformu, hem devletlerin
(ve özellikle Fransa'nın) yarı özerk tanımlarına, hem de
Amerikan modüler taleplerine tabi olmuştur. Avrupa, Ame
rikan tanımından farklı bir tanıma girişmekten başka bir
şey yapmamıştır. Amerika Birleşik Devletleri'ne göre, Atlan
tik ittifakı, UEO (Batı Avrupa Birliği) ile NATO arasında -
NATO'nun üstün olduğu- bir tür partnership biçimini alma
lıdır; NATO üstünlüğü , Amerikan hava uydu sisteminin
gözlem ve telekomünikasyon aygıtlarına yalnızca NA
TO'nun sahip olması gibi pratik nedenlerledir. Bu durumda
koordinasyon, öncelikle, Amerika Birleşik Devletleri'nin
CJTF-GFIM (Combined joint Task Force - Çokuluslu Or
dulararası Kuvvetler Birliği) biçimi altında önerdiği tanım
etrafında örgütlenir. Ama pazarlık çok kesin resmi sonuçla
ra varmaz: lttifak'ın Amerikalılarca ve Avrupalılarca kavra
nışı arasındaki farkın ortadan kaldırılamadığı her yerde, an
laşma metinleri muğlak kalacak ya da içerikleri teknik gö
rünümlerin ötesine geçemeyecektir.
1 96
Avrupa Birliği'nin büyüyen birliği ve özellikle politik bir
liği, yani konfederal ya da federal birlik olarak gerçek de
mokratikleşmesi, demek ki kaos imparatorluğunun karşısı
na güçlüklerle dolu stratejik bir sorun çıkarmaktadır. Avru
pa-Amerika ittifakı sorununa getirilecek bir çözüm, hiye
rarşik bir ittifakı yeniden doğrulamaya yeterli, ulusaşırı ye
ni bir hedef verebilecek midir? Küresel bir jeopolitik içinde
boyutlanan ve bundan böyle "Avrupa komşuluğu" rolü oy
nayan bu yeni hedef arayışı, Amerika Birleşik Devletleri'ni,
gerçekten stratejik hedef olarak -dolu olmaktan çok- boş
bir alana yönelen bir "genişleme" betimine doğru yavaş ya
vaş yöneltmektedir: Orta Asya.
Bu go hamlesi Başkan Bush Jr'ın seçiminden ve Afganis
tan Savaşı'ndan çok daha önce hazırlanmıştır. Taliban-kar
şıtı savaş, bu jeostratejinin "olaysal" düzleme yayılmasın
dan başka bir şey değildir.
1 97
6
Orta Asya Aracılığıyla
Avrasya Krizlerine Hakim Olmak
1 99
Bosna'da ve Kosova'da olduğu gibi, Amerikan imparator
luğunun askeri iktidarı, bölgede müttefik olmadığında, ön
leyici stratejilerden çok misilleme imkanlarına sahip olmayı
önemsemektedir. NATO-Rusya Kurucu Senedi ve merkezin
bu yeniden belirlenmesine eşlik eden ve daha geçenlerde
Körfez Savaşı'nın büyük komutanlığını üstlenmiş Amerika
Birleşik Devletleri "merkezi komutanlığı"nın -US Centcom
yeniden yükselmesinin vesilesi olan küresel düzenlemeler,
makrostratejik düzeydeki bu boşluğu doldurmak amacıyla
ortaya çıkar.
3 Secretary of State Madeleine Albright on NATO, Statement before the Senate Fo
reign Relations Commitee, 7 Ekim 1997.
4 Alain joxe, "l'.elargissement de !'OTAN des Balkans a l'Asie centrale: la maitrise
globale des crises locales", Le Debat strategique americain 1 997. Contrôler l'Eu
rasie, Calıiers d'Etudes strategiques, no 2 1 , CIRPES, 1 998, s. 45-60.
205
sözleşme midir? Amerika Birleşik Devletleri için böyle bir
gereklilik olmadığı açıktır; onun için bu ancak uygulamaya
dönük bir senettir. Ama eğer bu bir sözleşme değilse, dev
letleri ortak kararlar almaya nasıl zorlayabilir? Ve eğer or
tak kararlar alınırsa, özellikle savaşa giriş söz konusu oldu
ğunda, demokratik halk temsili nasıl elde edilebilir?
13. paragrafa göre, görüşmeler NATO üyelerinin ve Rus
ya'nın içişlerine kadar uzanmamaktadır, ama "yakın yaban
cı ülkeler"in içişleriyle ister istemez ilgilenilmektedir. Ger
çekten de metin yalnızca hızlı görüşmeleri değil, aynı za
manda ortak kararları da öngörmektedir; saldırı durumun
da değil, "istikrarı tehlikeye atan" ya da "toprak bütünlüğü
ne, politik bağımsızlığa ya da üye d{'.vletlerden birinin gü
venliğine yönelik bir tehdidi" temsil eden durumlarda bu
yapılmalıdır. Demek ki, o dönemde ortaya çıkan askeri
doktrinin kurucusu olan "düşman istikrarsızlıktır" şeklin
deki anlambilimsel bloğa gönderme yapan durumlar kaste
dilmektedir. Sözü edilen senaryolar, Kafkasya'dan Orta As
ya'ya uzanan Balkanlaşmış bölgenin "ulusalcı kimlikleri" ya
da devletleri içindeki "iç-dış" krizlerdir.
Amerikalılar ve Avrupalılar, bu belgeyi imzalayarak, NA
TO üyesi olarak Çin sınırlarına önleyici, caydırıcı ya da ope
rasyona yönelik birlikler göndermelerine yol açabilecek bir
müdahaleciliğin çarkını birlikte çevirmiş olmaktadırlar. Se
nedin ll. bölümünde bir "Avrupa-Atlantik bölgesi"nden söz
edilmektedir -başka biçimde de belirtilmemiştir- ve bu böl
geye ilişkin önemli görevler saptanmaktadır: Çatışmaların
önlenmesi ve çözüme bağlanması, kriz yönetimi ve "barışın
sürdürülmesi" (peace keeping) ile "barışın yeniden inşası"m
(peace enforcement) da kapsayan birleşik operasyonlar. . .
NATO'nun ordulararası yeni u luslararası birliklerinin
( CJTF-GFIM) buna dahil olacaklarını açıkça öngörmek ve
erken bir evrede Rusların da buna katılacağını öngörmek,
206
NATO üyelerine yeni ve zorlayıcı görevler dayatmıştır. Ve
bu durum, Temmuz 1997'de Madrid'de düzenlenmesi ön
görülmüş olan NATO toplantısının GFIM'ler formülünü
resmen onaylamasından ve NATO'nun büyük komutanlık
larının yeni yetki bölgeleri sorununu konsensüs içinde çö
zümlemesinden önce meydana gelmiştir. (Büyük komutan
lıklarda reform, o dönemden itibaren, Orta Avrupa komu
tanlığının kaldırılmasını ve NATO-Rusya Sözleşmesine bağ
lı kuvvet kullanımı alanının kaçınılmaz olarak Güney ko
mutanlığının eline geçmesi riskini varsayıyordu. NATO'nun
güney komutanlığının bir Avrupalıya verilmesini Ameri
ka'nın reddetmesi karşısında Fransa, örgütün birleşik ko
mutanlığına bağlı daimi yapıların dışında kalmak için bir
gerekçe daha bulmuş oldu.)
207
enformasyon ve haber alma savaşında bir anlamı vardır:
"Bilgi topluluğundan talebimiz, ticari ve demografik verile
ri, doğal kaynakları dikkate almaları, eğilimleri saptamala
,,
rıdır.
Sözlerini bitirirken, stratejik olarak saldırgan bir operas
yon türünün söz konusu olduğunu kabul etmektedir: "Bu,
istikrarsızlıkla uğraşmanın, soğuk savaş zamanında olduğu
gibi savunmacı değil saldırgan bir tarzıdır. Düşünce tarzın
daki bir paradigma değişimidir."
Demek ki Avrupalılar açısından yepyeni bir risk alma söz
konusudur: Ruslar, imparatorluk sisteminin parçası olarak
kabul edilen hegemonik alt-sistemlerinden yana NATO'yu
Orta Asya'da savaşa sürükleyebilirler. Ama risk daha da ge
neldir: "Devlet-ötesi istikrarsızhk"a karşı saldırı amacıyla
örgütlenen imparatorluk, giriştiği askeri seferlerle, yeni tür
de bir kopma ve düzensizlik etkenini kaçınılmaz olarak ya
ratmaktadır - bunlar gerçekte, serbest pazarı genişletme
oyunu oynamak için kendi kendine yarattığı risklerdir.
Eğer ileri sürülen hedef ekonominin toplumsal örgütlen
mesi üzerinde devlet denetiminin sonu değilse, bu evrim
"yeni imparatorluk düzeni"nin saldırganlığıyla özdeşleştiri
lebilir. Bu hedef, bu düzeni tam olarak düzensizliğin düzeni
haline getirir: En güçsüzleri ezen en güçlülerin düzeni, dü
zensizlik olmadan işlemez.
Bu koşullarda, üç üyenin (Polonya, Çek Cumhuriyeti,
Macaristan) katılımıyla NATO'nun genişletilmesinden yana
Temmuz 1997'de Madrid'de alınan kararlar, NATO-Rusya
ve NATO-Ukrayna anlaşmalarıyla oluşan tuhaf yalancı aya
ğın Atlantik lttifakı'na eklenmesinden ve Asya'nın derinlik
lerine pek yakında kesin olarak müdahale edilecek olun
masından daha az önemli bir dönüşüm olarak kendini gös
terir.
208
Afganistan'da Taliban'ın iktidara gelişi
1 996 yılında Taliban Afganistan'da iktidara geldiğinde,
Pakistan ordusu, devleti ve gizli servisleri içinde Amerika
Birleşik Devletleri'nin uzun zamandır sahip olduğu bazı da
yanak noktalarının yayılmasına benziyordu bu durum.
Ama o dönemde tüm bölge Suudi Sünniliğinden daha radi
kal, militan bir lslamcılığın zaferiyle sarsılmıştı; ve, Stalin
sonrası dönemin kesinlikle demokratik olmayan diktatör
lüklerinin Sufi-Müslüman topluluklar üzerinde hüküm
sürdüğü Orta Asya'nın Müslüman devletlerinde bu İslamcı
lık bulaşıcı olabilirdi.
Türkiye, Hindistan, Rusya ve sınırdaki eski Sovyetler'in
beş cumhuriyetinden dördü (Özbekistan, Kazakistan, Kır
gızistan ve Tacikistan) , Ahmad Şah Massud'un yönetimin
deki Kuzey lttifakı'nın Taliban'a karşı yürüttüğü silahlı Af
gan muhalefetine destekten yana oldular. Ama bu koalis
yon -özellikle de Türkiye- Clinton'cu idealizmin icat ettiği
"demokrasinin ve pazarın genişlemesine dayanan impara
torluk"un çıkarını temsil etmekten uzaktı. Afganistan'da
Rus ateist komünizmine karşı mücadelede pekişen militan
Islam ile CIA arasındaki ittifak, soğuk savaştaki niteliğini
yitirmişti. Bundan böyle, 1996 yılında Taliban'ın Kabil'e gi
rişi ve 1997'den itibaren Bin Ladin şebekesiyle iyi ilişkileri,
Amerika ile Islam arasındaki anlaşmazlığın semptomlarıy
dı. Afrika'daki Amerikan elçiliklerine ve Kızıldeniz'deki
Amerikan gemilerine yönelik Bin Ladin suikastlerinin ar
dından ise ittifak altüst olacaktır.
Bu ani dönüşüm, kuşkusuz, Orta Asya'daki petrol-gaz
bölgesine hakim olmak gibi kışkırtıcı bir fikre bağlıdır. En
azından "jeopolitikçi" varsayım böyledir; 1 99 7 yılında
Amerikalı Geoffrey Kemp ve Robert Harkavy bu varsayımı
grafik olarak ifade etmişler ve biri Hazar Denizi'nin kuze-
209
yinde, diğeri Körfez'de bulunan iki odakla birlikte "stratejik
enerji elipsi" çizmişlerdir.6 Bu elips, bilinen dünya petrol
rezervlerinin yüzde 70'den fazlasını ve dünya doğalgaz re
zervlerinin de yüzde 40'tan fazlasını içermektedir. Bu bakış
açısıyla, -Hazar rezervlerinin gerçek önemi o zamandan bu
yana kuşku verici olsa da- "düşük demografik basınçlı" bu
bölgelerin hidrokarbür kaynakları, Güney Asya'nın en yok
sul bölgelerinde yaşayan milyarlarca kişinin baskısının
"tehdidi altında" olacaktır; zaten bu nüfusun milyonlarcası
şimdiden Arap petrol bölgelerine göç etmiştir. Demek ki,
Orta Asya'nın Müslüman cumhuriyetlerine ve Afganistan'a
hakimiyet Çin'e ve Hindistan'a karşı dikilmiş bir barajın
parçası olacaktır. Asya uzamının bu şekilde betimlenişi, -ne
ölçüde akla yatkın olduğu tartışmalı olsa da- Amerikan ko
muta kademelerindeki reformda kuşkusuz rol oynamıştır.
6 Geoffrey Kemp, Robert E. Harkavy, Strategic Geograplıy and tlıe Clıanging Midd
le East, Brookings Institution Press, Washington DC, 1997.
210
bölgesine ve daha genel olarak da Kazakistan'ın kuzeyinl'
kadar genişleterek Rusya'ya yaydı. US Centcom'un (Anıcri
ka Birleşik Devletleri "merkezi" komutanlığı) çekim merke
zi yakın döneme kadar, stratejik önemde görülen Arap-lran
Körfezi ve petrol kaynaklarıydı. Görüldüğü gibi Körfez Sa
vaşı'nın ustabaşı Centcom'du ve o dönemden beri -Suudi
monarşisinin giderek daha tereddütlü onayıyla birlikte- Su
udi Arabistan'da bulunan birlikleri de kapsamaktadır.
En önemli olanı ise AOR'unun yayılmasıdır, çünkü , 1
Ekim 1 999'dan bu yana, lran'ın ve Afganistan'ın kuzeyinde,
Çin ile Hazar arasında bulunan Müslüman Orta Asya cum
huriyetlerinin topraklarını kapsamıştır (Türkmenistan, Öz
bekistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Kazakistan) ve daha ya
kın dönemde de Rusya Federasyonu'nun Kazakistan'ın öte
sine , Vladivostok'a kadar uzanan bölümünü kapsamıştır.
Demek ki, tüm Rusya uzamı bu "üstlenilen sorumluluk"un
potansiyel olarak görev alanıdır ve güneyde, bir Amerikan
komutasının sorumluluğuna resmen tabi olmayan iki "ka
barcık" olarak Çin ve Hindistan kalmıştır (Pasifik komu
tanlığı Pacom, Madagaskar'ı da içererek Asya kıyılarında
son bulur).
Doğrudan doğruya Amerika Birleşik Devletleri'nden Orta
Asya'ya "kuvvet gönderme" denemeleri 1997 ve 1 998 yılla
rında yapılmıştır. 1 998 yılında (siviller ve yedekler dahil)
717 bin kişilik bir toplama sahip US Air Force'ta 367 bin ki
şi aktif hizmetteydi ve bunun 95 bini yurtdışındaki 1 72 te
siste -olası bir operasyon "randevusu"na hazır, gönderilebi
lir birliklerin standart donanım "kitleri"nin depolandığı lo
jistik üsler ve hava üsleri- kalıcı hizmet görevlisi olarak bu
lunuyordu. Stratejik bakımdan önem taşıyan nokta, Ameri
ka Birleşik Devletleri'nde üslenmiş B l , B2 ve B52 bombar
dıman uçaklarının gücünün US Air Force aracılığıyla yeni
den düzenlenmesi ve Aerospace Expeditionnary Force'un
21 1
(EAF, daha ziyade insani eylemlerde müdahale etmek için
l 995'ten bu yana Körfez bölgesinde bulunan bir task force)
yerleştirilmesidir. Amerikan deniz piyadeleri ve deniz kuv
vetleri ise, ülke dışına kuvvet gönderme ilkelerine dayalı
sistem ve birlikleri gönderebilecek durumdadırlar. Tüm bu
sistemler ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nden gön
derilip hedefe tam isabet edecek ağır bombardıman sistem
leri için gerekenler 2000 yılından itibaren hazırdır.7
Amerika Birleşik Devletleri'nin Orta Asya'ya yönelik sal
dırganlığı yeniden düzenleme süreci, demek ki bu tarihte
sonuna varmıştı. 1 1 Eylül 200 1 saldırısı sırasında, Ameri
kan toprakları üzerindeki anti-terörist savunma aygıtı ge
cikmiş ya da ihmal edilmişti (intihar uçaklarına rotasından
çıkarıp el koyan ekipleri yakalamaya ramak kalmıştı) . Ama,
saldırgan modernleşmenin hızlanması sanki ancak krono
metreyle hesaplanan bir önlemmiş gibi misilleme olanağı
hep mevcuttu.
Kaos imparatorluğunun oluşumunu aydınlatmak için,
denizci imparatorluğun Avrasya'nın kalbine gönderildiğine
tanık olduğumuzu söyleyebiliriz; eski jeopolitikçilere göre
burası Yeryüzü Efendisi'nin gücünü barındırmaya adanmış
bölgeydi. Avrasya, steplerdeki lslam'ın kısa süre önce fet
hettiği bir havza olduğundan, Suudi, lran, Afgan ve Pakis
tan lslamcılığının bu uzamdaki evrimini bazı ayrıntılarla
birlikte izlemek gerekir. Yaşanmış ittifak değişikliklerinin
tarihçesini çıkaramayacak kadar olayların yakının.dayız ha
la; ve özellikle tarih sona ermemiştir. Demek ki, 1 1 Eylül
saldırısının Bush Jr yönetimine dayattığı ve Amerikan hal-
7 Krş. Sami Makki, "Projection de puissance des Etats-Unis dans le Sud. Cara
ibes, Mediterranee, Grand Moyen-Orient", in Saida Bedar, Maurice Ronai
(edit.), Le Deat strategique americain, 1 998-1999. Defis asymetriques et projecti
ons de puissances, Cahiers d'Etudes strategiques, no 25, CIRPES, Paris, 1999, s.
6 1 - 10 1 .
212
kının politik evreni ile imparatorluk tepkileri üzerindeki c ı
kileri yeni bir tarzda olmuş dramatik değişimleri tarif ede
bilmek için, şematik yorumlardan yalnızca tarih olarak ya
rarlanmak söz konusu olabilir burada.
221
Sonuç:
Kaos İmparatorluğu Postulatlarının
Politik ve Toplumsal Sakıncaları
7. İmparatorluk militarizmi
lki numaralı imparatorluk versiyonu da -bir numaralı versi
yon gibi- Amerika Birleşik Devletleri'nden başka sosyo-po
litik kendiliklerin [varlıkların] her türden özerkliğine te
melde karşı durur. Ve politik egemenliğin zayıfladığını gör
me arzusunu neo-liberal propaganda yoluyla dünya kamu
oyunda örgütlemeye· çalışır; böylece ekonomi insan grupla
rında ayrımcılığın yasası olacaktır. Amerikan popüler kül
türünde ekonomi zaten doğal bir düzenleyici ve yetenekli
lerin yükselme imkanı bulduğu bir alan olarak ünlenmiş
ken, Clinton'un ikinci başkanlığının karma döneminde,
227
ekonomiyi dengeleyici etken olarak "shaping the world" de
yiminin ortaya çıktığı görülür; ama bu deyim, imparatorlu
ğun ekonomik faaliyetinin yanında, askeri faaliyetinin, yani
mutlak üstünlüğü ölüm tehdidiyle yapılandıran etkinin de
eşit önemde olduğu anlamına gelir.
229
1 2 . Yalnızca toplumsal özerklik, açıklıktır; fetvaların,
keyfi kararların ve yasa buyruklarının sonudur
Heteronomi, hayvanların biyoloj ik sistemlerinin gerçek bir
özelliğidir. Ama özerklik, -toplumsal bilimler anlamında
tarihte bir açıklık olarak ortaya çıkar. Musa Yasası'nın (do
ğa dışında, Tanrı otoritesinin dayattığı yasa) heteronomik
kapanması yerine, -kabilenin kapanması olarak değil- açık
lık ve özgürlük olarak özerklik ortaya çıktığında özerkleş
me görülür. Kendi Kurumlaşmalarını, yani kendi varlık ya
salarını kendileri sorgulayan toplumlar ortaya çıkar: Ger
çekten de toplumlar bu yasayı kendi kendilerine verdikleri
nin ve sonsuza dek dayatılmış ve belirlenmiş biyoloj ik ya
da teolojik yasalarca (Sina Dağı'nın üzerindeki tanrı tarafın
dan ya da Moskova ya da Washington'dan tarihin yasaları
tarafından) yönetilmediklerinin bilincine varırlar. Devletler
imha olurken ayakta kalan gücül yurttaşlık, imparatorlu
ğun tehdidi altındadır.
230
14. Soğuk savaş özlemi
Amerika'nm dünyayı betimleyişi açısından soğuk savaşın
yetmiş yıl boyunca, yani Amerika Birleşik Devletleri'nin
varlığının üçte biri boyunca, Stalinizm ve antikomünizm
aracılığıyla insani işlerin militarize basitliği karşısındaki
aşırı bir rahatlama dönemi olduğuna inanabiliriz. Dolayı
sıyla SSCB'nin düşüşü, elekronik devrim sayesinde hetero
nomik kapanmaları yeniden yaratarak insanlara topyekun
hayvan muamelesi yapmayı sağlayacak, askeri işlerde bir
devrim gerektiren kaosa geri dönüş olarak yaşanmıştır.
Huntington paradigmasının özü budur.
231
Bu kitabın başında, çağdaş dünyayı döneme en uygun
sözcüklerle tarif etmek için temel kavramlar önermeye ça
lıştık. Bu nedenle, "Ortaçağ kaosu"ndan çıkışta görüldüğü
haliyle politik bilimin bazı kavramlarını benimsedik (özel
likle, cumhuriyet, egemenlik, sonra da halk egemenliği) ;
çünkü bugünkü "küreselleşme" bazı özellikleriyle bizi ye�
niden Hobbes öncesi bir kaosa soktuğundan, uygulamasını
ve anahtarlarını yitirdiğimiz bir dünya halinde yaşıyoruz.
Egemen iktidarın meşru özü "halkı korumak" mıdır; bu
soruyu kendimize sormamız gerekir. Elimizdeki eksik bi
lançoya rağmen şu cevabı verebiliriz: "Hayır, neo-liberalizm
çerçevesinde, halkı korumak değildir," çünkü devlet ege
menlikleri erozyona uğramıştır ve hakim olan egemenlik
tarzının, şirket egemenliğinin hedefi kardır, koruma değil.
Buna karşılık, görevi gezegen sakinlerini açlıktan ya da kat
liamlardan korumak değil, şirketlerin egemenliğini savun
mak olan kaos imparatorluğu, ancak askeri imkanlarını
güçlendirmek amacıyla ve iç ve dış sapmalara karşı güç
kullanabilmek için ekonomiye müdahale edebilir. lşte, tar
tışmaları aydınlatan budur, ama bu henüz bir çözüm sun
mamaktadır.
Geleceğe yönelik görüşler ya da önermeler biçiminde res
mi bir bitiriş yapmak yerine, -ki bir araştırmacının rolü ille
de bu değildir- Sokrates gibi ironik ya da Aziz Jean gibi şa
manca olsa da, kaybedilmiş gibi gözüken davalardan yana,
Vietnam'da, Şili'de, Filistin'de, Bosna'da, Cezayir'de, Çeçe
nistan'da, Kolombiya'da ve tüm Kara Afrika'da ve tüm Rus
ya'da cesaretini yitirmeden militanca mücadele etmiş olan
sanat dünyasından ve STÖ'ler evreninden herkese adadığım
umuttan yana bir bildiriyle bitiriyorum.
232
İmparatorluk, Cumhuriyetler ve Umut
Özet-Bildiri
{Rateau Şirketi'nin yerleşim alanında düzenlenen
bir tartışma için da!:)ıtı ldı, Rennes, 20 Mart 1 9 98}
233
Halklar egemen liklerini şirketlere devrediyor
234
olarak- gel işmiş ü l kelerdeki ücretler üzeri nde etkide b u l u n a n " l i bera l
toplama kampları " n ı model a la rak zeng i n ü l kelerin topra k larında da
vardır. Her yerde ü m itsizlikten kaynaklı ırkçilığı ya da pazar koşu l l arına
kölece itaati ü retmeye yaramaktadır.
Ümidi korumak
235