Professional Documents
Culture Documents
MÛSİKİ İNKILÂBI VE MEDYADA SEMBOLİK ŞİDDET ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ GAZETE-DERGİLERİNDE OSMANLI MÜZİĞİNİN TEMSİLİ (Onur Gunes Ayas)
MÛSİKİ İNKILÂBI VE MEDYADA SEMBOLİK ŞİDDET ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ GAZETE-DERGİLERİNDE OSMANLI MÜZİĞİNİN TEMSİLİ (Onur Gunes Ayas)
MÛSİKİ İNKILÂBI VE MEDYADA SEMBOLİK ŞİDDET ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ GAZETE-DERGİLERİNDE OSMANLI MÜZİĞİNİN TEMSİLİ (Onur Gunes Ayas)
ULUSLARARASI
MÜZİK ve MEDYA SEMPOZYUMU
(21-23 MAYIS 2014)
BİLDİRİLER KİTABI
EDİTÖRLER
Yrd. Doç.Dr. Göktan AY
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Emin KAHRAMAN
ISBN: 978-975-461-516-6
YTÜ.ST-2015.0888
Baskı
Yıldız Teknik Üniversitesi
Basım-Yayın Merkezi-İstanbul
Tel: (0212) 383 31 30
“Uluslararası Müzik ve Medya Sempozyumu Bildirileri” kitabında
yayımlanan bildirilerin dil, imla ve ilmi sorumluluğu yazarlarına aittir.
Bildirilerdeki görüşler YTÜ Rektörlüğü, YTÜ Sanat ve Tasarım Fakültesi ve
İstanbul Türk Müziği Konseyi (MÜZDAK) görüşü anlamında
yorumlanamaz.
SEMPOZYUM KURULLARI
Sempozyum Eş Başkanları:
Prof. Dr. Cihat Can, Gazi Ün. Gazi, Eğt. Fak.GS Bölümü, Müzik Öğrt.ABD
Dr.Ayhan Sarı, Kültür ve Turizm Bak. Devlet Türk Müziği Topluluğu Sanatçısı
1
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
2
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
ÖZET
*
Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü, Fen Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü, A-2020
Esenler-İstanbul, e-posta: gunesayas@gmail.com
181
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
ABSTRACT
GİRİŞ
182
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
davarlarını otlatırken, şarkı söylemek ihtiyacını hissederse, ille köye gidip bir
ikinci çobanı bulup,gel birader sen de şu ikinci sesi uydur söyle, mi desin?”1934
Kasım’ında radyonun ardından gazinolarda da Türk müziğinin yasaklanacağı
haberleri çıksa da (“Çalgılı yerlerden de eski musiki kaldırılacak”, Cumhuriyet, 8
Kasım 1934), birkaç gün sonra bundan “şimdilik” vazgeçildiği açıklanmıştır.
Velhasıl, bazı münferit uygulamalar dışında iş bu raddeye varmamış, radyo yasağı
iki yıl kadar sonra kaldırılmıştır.
184
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
Bourdieu’ya göre sihirli bir güce sahip olan sembolik iktidar gerçekliği
kurma, yapılandırma iktidarıdır. Bu sihirli gücün başarı kazanması için
hükmedilenlerin de ona inandırılması gerekir. Bu da hükmedenlerin meşru kabul
ettiği sembol ve anlamların hükmedilenlere dayatılması yoluyla sağlanır (Türk,
2010: 612-613). Bu açıdan, alaturka-alafranga tartışması, Habermas’ın (2001)
tarif ettiği türden bir iletişimsel eyleme, bir bilimsel argümanlı tartışmaya
benzetilemez. Çünkü buradaki tartışmanın amacı aklın rehberliğinde serbest
tartışmayla “herkes için iyi olanın” belirlenmesi değil, belli güç ilişkileri
aracılığıyla iletişimin çarpıtılması ve hâkim söylemin dayatılmasıdır. Hâkim
söylemin temelindeki sembolik sistem, yarattığı ikili karşıtlıklarla hükmedenleri
bütünleştirirken, hükmedilenlere belli ayrım ve hiyerarşileri kabul ettirir (Swartz,
2011: 121-2; Bourdieu, 1984: 468). Tek parti döneminde sembolik şiddet tekelini
ele geçiren gazete ve dergiler işte bu tip ikili karşıtlıklar yoluyla meşru ve
gayrimeşru olanın sınırlarını çizmiş ve bu sınırları okurlarına dayatmıştır. Müzik
alanında kültürel meşruluk tanımının kaynağı tamamen politiktir ve politik
meşruiyet tanımının müzik alanındaki izdüşümüdür. Dolayısıyla keyfi niteliktedir.
Keyfilikten kastımız, herhangi bir meselede başka türlü bir tercihin de mümkün
olmasıdır. Başka bir deyişle keyfilik, alınan bir kararın ilahi iradeyle veya çağın-
bilimin gerekleriyle değil, doğrudan kararı alanların öznel tercihleriyle ilgili
olması demektir. Hâlbuki sembolik şiddet, politik bir tercihin bu keyfi niteliğini
gizler ve ona bilimsel-objektif bir gerçeklik ve bundan kaynaklanan bir
kaçınılmazlık atfeder. Böylelikle muhaliflerini onu kabul etmeye zorlar. Örneğin
Erken Cumhuriyet döneminde bilim, çağdaş uygarlık ve ilerleme düşüncesi Batı
medeniyetiyle özdeşleştirilirken, Şarkla ilişkili her şey gericilikle, bilime
aykırılıkla ve zamana ayak uyduramamakla özdeşleştirilmiştir. Dolayısıyla
temelinde politik bir tercih olan Batıcılık kaçınılmaz bir karar olarak sunulmuş,
çağın ve bilim gereği olan bir şeye direnmek beyhude olduğundan buna direnenler
adeta tımarhanelik insan muamelesi görmüştür. Aynı şekilde yeni rejimin
milliyetçi ve halkçı meşruiyet esasları da bu temel Batıcı tercihle uyumlu hale
getirilmiştir. Osmanlı-Şark mirasından arındırılmış, Batı medeniyeti tercihiyle
uyumlu hale getirilmiş ve etno-seküler niteliği ağır basan yeni bir Türklük tarif
edilmiş, bu Türklüğün temeli Osmanlı-şark medeniyetiyle hiç temas etmediği
varsayılan “saf” ve “temiz” Anadolu köylerinde aranmıştır. Müzik alanında bu
kültürel meşruluk çerçevesinin izdüşümü Gökalp’in Türkçülüğün Esasları’nda
(1923: 130-1) geliştirdiği milli musiki formülüdür. Bu formül kısaca şöyle
özetlenebilir: Model = Batı Müziği, Düşman = Osmanlı Müziği, Kaynak =
Anadolu Türküleri (Tekelioğlu, 1996: 202). Burada Batı müziği çağın en ileri ve
bilimsel tekniğini temsil eder. Ancak bu tekniğe milli bir çeşni gerekmektedir.
Gökalp’e göre Osmanlı müziği bilime aykırı, yapay ve hasta olmakla kalmaz,
Bizans kaynaklı olduğu için Türklükle de alakası yoktur. Saf Türk müziği, ancak
185
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
30’lu yıllarda çeşitli dergilerde çizilen karikatürlerde alaturka müzik hep aynı
ileri-geri mantığı içinde resmedilir. Örneğin Akbaba dergisindeki bir karikatür bir
186
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
evde üç nesli resmeder. Göçmekte olan nesil alaturka sazlarla temsil edilir, genç
nesilse Batı müziği dinleyip dans etmektedir (Şekil 1). Yedigün dergisindeki bir
başka karikatürde bu kez daha politik bir yorumla aynı düşünce vurgulanmaktadır:
“Yeni Ruha Yeni Ses” (Şekil 2).Bir tarafta ilerlemeyi, kalkınmayı ve çağdaş
uygarlığı temsil eden fabrikalar, demiryolları ve okullar vardır, diğer
taraftairticayı temsil eden tambur, kemençe ve ud. Cumhuriyet çocukları bu kadar
inkılap arasında “eski devrin bozuk sazını” dinleyecek değildir elbette.
tekniğini almak bir tercih meselesi değil, bilimin ve çağın gerektirdiği bir
mecburiyettir. Bu mecburiyeti hissetmeyip de “bizim çeyrek seslerimiz var, onları
koruyalım” diyenler, Yönetken’e göre, hayatın doğal evrimine karşı durdukları
için cinnet geçirmiş kişilerden farksızdırlar (Karaman-Tebiş, 2012: 150-151). Şair
Ercüment Behzat Lav da Mûsiki İnkılâbı’na karşı çıkanları tahkir etmek için Nota
Musiki Mecmuası’nda aynı argümana başvurmuştur: “Bugün Hayyam’la
Mevlana’nın rubailerine göre hayatını tanzim etmeye kalkan adamı deli diye
tımarhaneye sokarlar… Ud ve tefle çalınan bugünkü mızmız afyonlu alay
musikisini makinalaşan Türkiye’de tarihe gömmek içtimai bir zarurettir.” (Nota
Musiki Mecmuası, 15 Haziran 1934) Aynı görüş Atatürk başta olmak üzere
rejimin önde gelen liderleri ve savunucuları tarafından da dile getirilmiştir. Batı
müziğiyle klasik Türk müziği arasında bir sentez kurmaya yönelik ılımlı öneriler
bile Atatürk ve Falih Rıfkı Atay tarafından bir “irtica girişimi” olarak
değerlendirilmiştir. 30’lu yıllarda kendisi de alafrangacı olan Peyami Safa
Cumhuriyet gazetesinde bu tip sentez görüşlerine yer veren bir musiki anketi
yayınladığında Atay’ın tepkisi son derece sert olmuş, Safa “musiki irticaı namına
bir tezahürat” başlatmakla suçlanmıştır. Atay’a göre “Alaturkanın ıslahını
düşünmek, medresenin ıslahını, şeriye mahkemesinin ıslahını, mecellenin ıslahını
düşünmekle birdir.” (Cumhuriyet, 25 Aralık 1932). Bu sembolik şiddetin 30’lu
yıllarla sınırlı kaldığı düşünülmemelidir. 1970’li yılların başında Türkiye’nin ilk
kültür bakanı CHP’li Talat Halman’ın Cumhurbaşkanlığı konser salonunda bir Itri
konseri düzenlemek istemesi, basında “irticanın hortlaması” olarak görülmüş,
bakan koltuğundan olduğu gibi, kültür bakanlığı bile lağvedilmiştir. Klasik Türk
müziği konusundaki olumsuz kanaatin oldukça yumuşadığı 1980’lerde bile Ahmet
Adnan Saygun “ilkokullara Türk müziği derslerinin konma aşamasına gelinmiş
olmasını, irticanın sarıksız olarak geri dönmesi” olarak tanımlayacaktır. Kısacası
klasik Türk müziğinin gazete ve dergilerde irticanın sembolü olarak gösterilmesi
sembolik şiddetin en temel özelliğini mükemmel bir şekilde gözler önüne
sermektedir: Keyfi ve politik nitelikte bir tercihe bilimsel ve objektif bir gerçeklik
olarak bir kaçınılmazlık atfedilmesi.
188
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
Şarklı niteliğiyle tanımlanır olmuştur. Dolayısıyla Osmanlı müziğine karşı bir açık
oryantalist (manifestorientalism) tutum söz konusudur. Ancak Türk milliyetçisi
bir rejimin Türk müziğini ismen hedef tahtasına oturtması abes olacağı için,
gazete ve dergilerde bu müzikten “Türk musikisi” olarak değil “Şark musikisi”
olarak bahsedilmiştir. Buna göre 1934’de radyolarda icrası yasaklanan müzik,
bizim müziğimiz değildir, Şark müziğidir. Örneğin Akbaba dergisinin kapağından
alkışladığı ve karikatürleriyle destek verdiği radyoda alaturka yasağı sanki başka
bir memleketin müziği yasaklanıyormuş gibi “Şark musikisi yolcu” başlığıyla
verilmiştir (Bkz. Şekil 3). Gazeteler bir yandan alaturkayı Şark musikisi olarak
etiketlerken bir yandan da Batının Şark müziğiyle ilgili aşağılayıcı tanımlarını
tereddütsüz kabul etmişlerdir. Ancak aşağılanan bu Şark müziği bizim dışımızda
bir şey olarak resmedilmiştir.
189
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
190
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
olmaktadır. Hâlbuki alafranga Frenk usülü demektir, alaturka ise Türk usulü.
Hatta kelimenin kendisi bile batı müziğindeki Türk etkisini ifade etmek için
doğmuştur. “Frenk usulüne” göre bestelenmiş eserler “milli musiki” olarak
adlandırılırken, “Türk usulüne” göre bestelenen eserlerin Bizans artığı, gayri-milli
bir müzik olarak görülmesi okurların kafasını karıştırmış olmalı ki bir kısım
alafrangacı yazar konuya “açıklık getirme” ihtiyacı duymuştur: Peyami Safa’ya
göre “alaturkacılarımızın en büyük hatası alaturkayı Türk sanmalarıdır… Alaturka
Türk değildir. Makam tekniktir ve tekniğin milletlerarası bir ifade haysiyeti olmak
lazım gelir. Alaturka makamlar bu haysiyetten mahrumdurlar.” (Ulus, 29 Aralık
1946).
Bu doğrultuda Falih Rıfkı Atay Türk müziğinin yaratılması için tek bir
formül önerir. Milli müziği yaratacak sanatçı batı tekniğini öğrenmek için Avrupa
memleketlerine, saf Türk harsını öğrenmek için “Türk dağlarına” gönderilmelidir.
Bourdieu’nun ikili karşıtlıklarından saf-karışık karşıtlığı burada yürürlüktedir.
Meşruluk alanının dışına itilmek istenen Osmanlı-Türk müziği “karışık” olmakla
suçlanmaktadır. Egemen söylemin tanımladığı “saf” müziğin kaynağı Osmanlı
medeniyetinin hiç temas etmediği varsayılan Anadolu köylerinde, hatta daha da
saf olsun diye Atay’ın deyişiyle “Türk dağlarında” aranmalıdır (Cumhuriyet, 25
Aralık 1932).
192
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
Batı tekniğinde yaratılacak yeni milli müziğin tek yerli kaynağı halk
müziği olacaksa, klasik müzik geleneğimiz halkla hiç temas etmemiş olmalıdır ki
bu halkçı söylem çerçevesinde de dışlanabilsin. Bunun için Mûsiki İnkılâbı’nın
savunucuları Osmanlı müziğinin dar bir zümre tarafından icra edilen kapalı bir
müzik olduğunu iddia etmişlerdir. Yani onlara göre bu müzik sadece Saray ve
Tekke mensupları tarafından icra edilmiş, halka hiç ulaşmamıştır. Bugün olduğu
gibi o dönemde de neredeyse herkes geleneksel müziğimizi Türk müziği olarak
adlandırıyordu. Bu adlandırmanın rejimin müzik alanındaki milliyetçi ve halkçı
söylemini zedeleyeceği açıktır. Türk milliyetçisi ve halkçı bir rejimin Türk
müziğine düşman olmasını açıklamak mümkün değildir. Bunun için bu müziğe
yeni adlar bulunmaya çalışılmıştır. Saray musikisi, Enderun musikisi, Edvar
musikisi, Divan musikisi, Saltanat musikisi, tekke musikisi gibi hepsi belli bir
zümreyle ilişkili yeni adlar türetilmesi bununla ilgilidir. Bilhassa Enderun veya
Saray musikisi gibi adlandırmalar sadece dergi sayfalarındaki daha bilimsel
nitelikli yazılarda (örneğin Gazimihal ve Yönetken gibi müzik adamlarının
yazıları) değil, gazetelerdeki politik köşe yazılarında da (örneğin Falih Rıfkı Atay)
yaygın bir şekilde tercih edilmiştir. Hâlbuki bu adlandırmaların hepsi yüzlerce
193
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
yıllık müzik tarihimizde ilk kez 1920’lerde tek tük kullanılmaya başlamış ve
ancak 1930’larda biraz yaygınlaşabilmiştir. Çünkü birçok yerli ve yabancı
gözlemci ve araştırmacının ortaya koyduğu gibi bu müzik, aslen bir şehir
müziğidir ve şehrin çok çeşitli toplumsal katmanlarını bir araya getiren bir üst
kültür sistemi teşkil etmiştir. Dellalzade İsmail Efendi, Hamamizade İsmail Dede
Efendi, Çömlekçizade gibi klasik geleneğin en seçkin temsilcilerinin isimleri dahi
bu geleneğin geniş sosyal tabanı hakkında bir fikir vermektedir. Üstelik yapılan
çalışmalar Osmanlı müziğiyle uğraşanların genellikle amatör olduğunu ve ancak
müzisyenler arasında küçük bir azınlığın saray’dan maaş aldığını ortaya
koymuştur. Bu apaçık gerçeğe karşın bu müzik saray’la özdeşleştirilmiş, daha da
kötüsü yapay bir saray-halk karşıtlığı, hatta düşmanlığı tablosu çizilmiştir. Bu
sembolik şiddet stratejisine bir bilimsel-tarihsel temel yaratmaya çalışan
makaleler de yazılmıştır. Gazimihal’in Milli Mecmua’daki “Musiki ve
Cumhuriyet”(1928) başlıklı üç bölümlük yazı dizisi buna örnektir. Burada
Gazimihal meseleyi Avrupa tarihi bağlamına oturtarak saray-halk karşıtlığının
evrenselliğini vurgular. Nasıl Ortaçağ Avrupa’sında kilise ve saray elele vererek
yüksek müziği aristokrasinin tekeline alıp halkı müzik zevkinden mahrum
bıraktıysa, Osmanlı’da da saray aynısını yapmıştır. Müzik alanında “iyi namına ne
varsa cümlesini kendi namına” ayırıp halkı bundan mahrum bırakan saray ve
müziğe baskı uygulayan medrese yüzünden halk Osmanlı müziğinden uzak
kalmıştır. Halkın el yordamıyla yaratmak zorunda kaldığı kendi öz müziği bu
olumsuz koşullarda doğduğu için ilkeldir. Bu ilkelliğin sorumlusu da saraydır.
Ama ne olursa olsun, saray müziği saray’ın kendisiyle birlikte göçüp gitmiştir.
Milli müziğe temel oluşturabilecek tek kaynak saray müziğinin zıddı olan halk
müziği olabilir.
194
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
Müziği korosu olarak isimlendirilmiş ve tarihe karışmış ölü bir sanatı temsil ettiği
o kadar vurgulanmıştır ki bu durum Türk müziği severlerin tepkisini çekmiştir.
General Pertev Demirhan’ın 1940’ların sonunda Türk Musikisi dergisindeki sitem
dolu sözleri bu tepkiyi yansıtmaktadır: “Güzel eserlerimizi Tarihi Türk Mûsikisi
adı altında radyodan dinliyoruz. Bu tarihi sözü bana pek acı geliyor ve bende
âdeta ‘Bu mûsiki artık maziye aittir; kıymeti yoktur, sizlere ancak hatıra diye
dinletiyoruz’ diyorlarmış gibi tesir hâsıl ediyor…” Aslında buradaki “gibi”
sözcüğü fazladır. Çünkü dedikleri tam da budur. Resmi görüşün savunucularına
göre, Halil Bedii Yönetken’in deyişiyle bu müziğin belki “kıymet-i tarihiyesi”
olsa bile “kıymet-i asriyesi” yoktur (Kahraman-Tebiş, 2012: 19). Yani bu müzik
ancak tarihte kaldığı, başka bir deyişle müzeye kaldırıldığı müddetçe kültürel
meşruiyet dairesine dahil olabilir. Örneğin Osmanlı müziğiyle batı müziği
arasında bir sentez fikrini bile bir irtica hareketi olarak gören Falih Rıfkı Atay,
müzelik olduğu müddetçe Osmanlı müziğinin tarihi değerini teslim etmekte bir
problem görmez: “Divan Edebiyatı gibi, eski musiki de terkettiğimiz medeniyet
âleminin malı idi. Fuzuli gibi Dede’yi de büyük bulmamak ve onun eserleriyle
iftihar etmemek mümkün müdür? Fakat ne o edebiyatı, ne de bu musikiyi devam
ettirmeye imkân yoktur.” (Ar, Kasım 1938) Öyleyse bu müziği yine de sevebiliriz,
ama uzaktan. Hayatın akışına bulaştırmadan, müzedeki camın arkasından
izlediğimiz bir tarihi eser gibi.
bu yüksek tarihi müzik geleneğiyle alakasız “adi bir müzik” olduğuna hükmeder
ve bu müzikten kurtulmak için “hakiki” alaturkacıları ittifaka davet eder. Hakiki
Türk müziğini savunanlar adi müziklere karşı savaşta devlete yardım etmelidir,
müfettişler radyoyu, plak şirketlerini, meyhaneleri denetlemeli, kötü müziğe engel
olmalıdır. Dergilerde radyoda icra edilen alaturka müzikle ilgili çizilen
karikatürler hep onun sarhoş masalarına layık “adi bir müzik” olduğunu vurgular
(Şekil 7-8). Bu müziğin estetik değerini tartışacak değiliz. Bu eleştirilerde haklılık
payı da olabilir. Ne var ki Türk müziğinde kalite düşmesinden endişe edenlerin,
hiç değilse Türk müziği eğitiminin yasaklanması konusunda da itiraz etmelerini
beklemek hakkımızdır.
196
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
SONUÇ
198
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
KAYNAKLAR
ERGİN, Osman Nuri (1977). Türk Maarif Tarihi, Cilt V, İstanbul: Eser
Kültür.
ÖZALP, Nazmi (2000). Türk Musikisi Tarihi II, İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
199
“MÜZİK VE MEDYA” ULUSLARARASI SANAT SEMPOZYUMU
200