Professional Documents
Culture Documents
Muzikte Evrensellik Iddialarina Sosyolojik Bir Bakis Onur Gunes Ayas
Muzikte Evrensellik Iddialarina Sosyolojik Bir Bakis Onur Gunes Ayas
Önsöz ...................................................................................................................... 7
I. BÖLÜM
“Müzik – Kimlik- İdeoloji”
Güneş AYAS
Müzikte Evrensellik İddialarına Sosyolojik Bir Bakış.................................... 21
II. BÖLÜM
“Müzikte Etnografik Kimlik Sorgulamaları”
Mehmet SÖYLEMEZ
Türkçe Sözlü Hıristiyan İlahileri “Hatay İli Altınözü İlçesi Hıristiyanları” ......137
5
Feyzan GÖHER
Saha Türklerinin Kimliklerini Koruma ve Aktarımında
“Khomus”un Etno- Kültürel Konumu........................................................... 149
Süleyman FİDAN
Müziğin Görselliğine Bir Ek: Çevrimiçi Kimlik Göstergesi Olarak
Halk Müziği Temalı Karikatürler ................................................................... 163
III. BÖLÜM
“Popüler Müziklerde Kimlik Göstergelerine Eleştirel Bakışlar”
Hilal BATI
Yerelin Küresel Dolaşımını World Music ve Indie Music İlişkisi
Bağlamında Düşünmek: Gaye Su Akyol Örnek Olayı ................................ 227
6
MÜZİKTE EVRENSELLİK İDDİALARINA
SOSYOLOJİK BİR BAKIŞ
Güneş AYAS1
üziğin kültürel ve siyasal ayrımları aşan evrensel bir dil olduğu kanaati,
M akademik dünyada artık itibarını büyük ölçüde kaybetmiş durumda.
Ancak toplum içinde, bilimsel olarak temellendirilmemiş bir yaygın kanaat
olarak yaşamaya devam ediyor. Bu yüzden de yerel sınırları aşan müzik de-
neyimleri hakkındaki her tartışma, ister istemez bu klişenin gölgesinde yü-
rütülüyor. Gündelik dilde sürekli tekrarlanan bu klişeyle bazı gündelik tec-
rübelerimiz çakıştıkça, onu bir sağduyu bilgisi olarak algılamaya başlıyoruz.
Örneğin tek kelimesini bile anlamadığımız bir Edith Piaf parçasını dinlerken
hüzünlenebiliyoruz. Rus veya Çin alfabesiyle yazılmış bir metin bize hiçbir
şey ifade etmese de, bir Rus veya Çin şarkısı duyduğumuzda neşelenebiliyo-
ruz. Bütün bunlar bize, müziğin, farklı diller konuşan toplumlar arasındaki
iletişimsizliği aşma gücüne sahip ortak bir dil olabileceğini düşündürtüyor.
Bununla birlikte müziğin evrensel bir dil olmadığına işaret eden deneyimle-
rimiz de var ve aslında bunlar, belki de lehteki örneklerden çok daha fazla.
Farklı kültürlere ait, aşina olmadığımız müzikler duyduğumuzda, çoğu za-
man bunları garip, tuhaf, anlaşılmaz buluyoruz. Tarihsel kaynaklar da bu
gerçeğe işaret eden sayısız örnekle dolu.
Örneğin, on sekizinci yüzyılda Osmanlı müziği hakkında bir inceleme
kaleme almış olan Antoine Murat, bu müzikle ilk kez karşılaşan Batılı göz-
lemcilerin önyargılı değerlendirmelerini canlı bir şekilde kaydeder. Bülent
Aksoy’un aktardığına göre (2003: 162-5) “Türkiye’ye gelen birçok Avrupa-
lı, Türk musikisinde bir çeşit kakafoni bulunduğunu, akordu bozuk sesler
ve sazlar kullanıldığını yazmıştır.” Batı müziğiyle yetişmiş bir kulak, kendi
müzik sisteminde bulunmayan, yarım sesten küçük aralıkları “yanlış” ses-
ler olarak duymaktadır. Hâlbuki makam müziğiyle beslenmiş bir kulak, iyi
1
Doç. Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü
21
Güneş Ayas
bir müzikte tam da bu “yanlış” sesleri arar. Benzer bir iletişim sorunu, Batı
müziğiyle ilk kez karşılaşan Osmanlılar için de geçerlidir. On sekizinci yüz-
yılın sonunda Fransa’ya sefir olarak gönderdiğimiz Seyyid Ali Efendi ilk kez
“cümle-i a’câibden gayet kebîr bir aded erganun” (yani devasa bir org) ile
karşılaştığında epey yadırgar, çünkü bu garip alet “bamları (pes perdeleri)
gayet girân (iç karartıcı, sıkıntı veren) ve tizleri dahi nihayet mertebe tiz olup
garib sadâlar” çıkarmaktadır. Seyyit Ali Efendi “me’lûf (alışkın) olmadığı”
bu musikinin “kar helvası gibi bârid (sevimsiz, nahoş) ve lezzetten bî-nasib”
olduğunu söyler (Pişgin, 2016).
Seyyid Ali Efendi’nin Batı kültürüne karşı önyargılı olduğu düşünülebilir.
O halde Batıcı bir iklim içinde yetişen, Batı müziğinin evrensel müzik oldu-
ğuna inanan ve ileride müzikte Batıcı politikaların tavizsiz savunuculuğu-
nu üstlenecek olan bir isimden örnek verebiliriz. İsmet İnönü, hatıralarında
Batı musikisi zevkine Yemen’deki vazifesi sırasında alıştığını anlatır. Ancak
bu pek de kolay olmamıştır. Bölgedeki demiryolunun yapımını üstlenen bir
Fransız Şirketi’nin çalışanları, ülkelerine dönerken gramofon ve plaklarını
burada bırakmış, müzik dinlemeyi çok özleyen İnönü ve arkadaşları da ordu
karargâhında bu plakları dinlemeye başlamışlardır. İnönü senfoni, opera ve
serenatlardan oluşan bu plak kayıtlarını ilk dinlediklerinde “gürültüsüne
dayanamayıp” kapattıklarını, diğer akşamlar da aynı tecrübeyi defalarca ya-
şayıp tahammül etmekte çok zorlandıklarını, nihayetinde çok uzun günlerin
ardından yavaş yavaş alışmaya başladıklarını söyler. Hatta İnönü ve arkadaş-
ları, Saffet Arıkan’ın bu müziğe diğerlerinden daha çabuk alışmasını yadır-
gamış ve herhalde “Erzincan’da öğrenmiştir” diyerek onunla dalga bile geç-
mişlerdir (Selek, 1997: 99-100). Ancak İnönü’nün bu deneyimden farklı bir
sonuç çıkarttığı anlaşılmaktadır: Batı müziği, ilk dinleyişte bazı toplumların
kulağına yabancı gelebilir, ama bir süre yerli müzik perhizi yapıp sürekli Batı
müziği dinleyen bir toplum, tıpkı İnönü’nün kendisi gibi, zamanla “evrensel
musiki”ye alışabilir. Nitekim yıllar sonra kendi partisinin milletvekili olan
Osman Şevki Uludağ, bir meclis oturumunda, konservatuar müfredatına
Batı müziği yanında Türk müziği derslerinin de eklenmesini önerdiğinde, İs-
met İnönü onu müzikte ikilik yaratmakla suçlayacaktır (Yıldızeli, 2009: 112).
Çünkü konservatuarlarda okutulmaya layık, akla ve bilime uygun tek evren-
sel müzik sisteminin Batı müziği olduğunu varsaymaktadır. Gerçekten de o
dönemin metinlerinde, Batı müziği “evrensel musiki” olarak adlandırılır ve
bütün toplumlar için geçerli bir evrensel model olarak görülür. Bu mantığa
göre, müzikte evrensellik, bir yerlerde başarılmış, olup bitmiş bir şeydir, onu
22
Müziğin Kimlikli Halleri
23
Güneş Ayas
24
Müziğin Kimlikli Halleri
25
Güneş Ayas
değil, tıpkı fizik, kimya gibi objektif bir bilim olan müzikolojinin otoritesi-
dir. Hâlbuki bilimsellik kisvesine bürünen bu etnosentrik görüş, gerçekte
totolojik bir düşünme şekline dayanmaktadır. Müzikoloji disiplininin stan-
dartları, başlangıçta sadece Batı müziğinin incelenmesinden doğmuş, ama
sanki bu kültürel bağlamdan bağımsız bir değerlendirme ölçütü sağlıyor-
muş gibi, yine Batı müziğinin üstünlüğünü, bilimselliğini, evrenselliğini vs.
kanıtlamak için kullanılmıştır. Bu standartların evrenselliğini kabul ettiği-
mizde, Cemil Bey’in bastığı segâh veya uşşak perdesi “sorunlu”, “yanlış”
perdeler haline gelir. Müziğin doğal akışında bir “arıza”, evrenselleşmek
için paçamızı kurtarmamız gereken bir ayak bağı olarak görülür. Gökalp’i
Türk müziğindeki yarım tondan küçük sesleri, bir an önce kurtulmamız
gereken “hasta çeyrek sesler” olarak görmeye iten yaklaşım, bu akıl yürüt-
meden kaynaklanır.
Peki, bizzat kendisi tikel bir coğrafyanın ve kültür dünyasının ürünü olan
bir müzik geleneği, nasıl diğer müzikleri değerlendirmek için evrensel bir
ölçüt haline gelebilir? Bunun mümkün olduğunu savunanlar, evrenselliğin
en temel tanımından hareket ederler. Evrensellik kültürden bağımsız olarak
herkes için geçerli olana, istisna tanımayana, cüz’i değil küllî olana işaret
eder. Böyle bir evrensellik yukarıda gördüğümüz gibi ya tek bir ilahi kayna-
ğa ya da evrensel akla ve doğa kanunlarına başvurarak temellendirilebilir.
Kısacası dini bir açıklamaya başvurmayacaksak, bir müziğin evrenselliğini
temellendirmek için iki kere ikinin dört etmesi veya suyun yüz derecede
kaynaması gibi kültürden bağımsız dayanaklar bulmamız ve ölçütlerimizi
bunlara dayandırmamız gerekir. Batı müziğinin evrensel müziği temsil etti-
ğini savunanlar, bu müziğin iç yapısında, tam da bu türden, bilimsel olarak
tespit edilebilen akla ve doğaya uygun özellikler bulunduğunu iddia ederler.
Bunu gerekçelendirmek için de, Batı tonal sisteminde sesler arasında mü-
kemmel bir matematiksel uyum bulunduğunu, bu uyumun ses fiziğiyle ilgili
bulgular (özellikle doğuşkanlar) tarafından desteklendiğini ve tonal dizile-
rin uyumlu aralıklarının birlikte duyurulmasından oluşan akorların bir sesin
içindeki doğal armoniklerle çakıştığını ileri sürerler.
Tarihin farklı dönemlerinde ve dünyanın farklı toplumlarında farklı mü-
zik sistemlerinin gözlenmesi gerçeğini ise, sosyal Darwinizmle ve Hegelci
tarihselcilikle açıklamaya çalışırlar. Buna göre Batı müziği, tarihsel evrimi
içinde akla veya doğaya uygun olmayan unsurlardan arınarak bugünkü en
gelişmiş şekline ulaşmıştır. Varlığını sürdürmekte olan Batı dışı müzik gele-
nekleri, bu evrensel gelişme çizgisinin geçmişteki basamaklarından başka bir
26
Müziğin Kimlikli Halleri
27
Güneş Ayas
28
Müziğin Kimlikli Halleri
29
Güneş Ayas
30
Müziğin Kimlikli Halleri
31
Güneş Ayas
var olabilmesi için ille de mutlak, evrensel veya ebedî olmaları gerekmez.
Müziğe ilişkin estetik normların kimi zaman gözümüze evrensel, ezelî ve
ebedî gözükmesi çok yavaş değişmelerinden kaynaklanır. Bu da sosyal ha-
yatın gerektirdiği bir şeydir. Belli derecede tutarlı ve kalıcı normlara sahip
olmadan hiçbir eğitim sisteminin, konser repertuarının, eleştiri standardının
ve nihayetinde hiçbir sosyal tecrübenin devam ettirilmesi mümkün değildir.
Dolayısıyla belli bir süre devam ettirilen normlar bir süre sonra sorgulan-
madan kabul edilen adet ve geleneklere dönüşürler. Bu normlara uymayan
değerlerse sapkın veya garip olarak damgalanmaya başlar. Bu, George Sim-
mel’in kültürün trajedisi olarak tanımladığı şeydir. Simmel’e göre insanların
kültürel üretimleri zamanla nesnel bir varlık kazanır ve insanlar üzerinde
hakimiyet kurar. Böylelikle insanlar kendi yarattıkları kültürü doğal, gerçek-
leşmesi kaçınılmaz, evrensel geçerliliğe sahip bir şey olarak görmeye baş-
larlar. Tikel müzik kültürlerinin evrensel değerini, bu müziklere içkin doğal
bir şifrede arama eğilimi de buradan kaynaklanır. Ancak Attali’nin (2004: 46)
harika bir şekilde tespit ettiği gibi “doğal bir müzikal şifrenin, nesnel, bilim-
sel ve evrensel bir armoninin varlığı” iddiası, mantıken doğal bir düzenin ve
genel bir dengenin var olmasını gerektirir. Bu ise ancak “totaliter ütopyaların
çoğunun kaynağındaki doğallık”tır.
Buraya kadarki tartışmadan müzikte mutlak anlamda bir evrensellikten
söz etmenin mümkün olmadığı, müziğin evrensel unsurları başlığı altında
listelenen bir avuç özelliğinse farklı müzikleri üretmek için kullanılan ham
malzemeden ibaret olduğu anlaşılmış olmalı. Buna karşılık, hepimizin insan
olmasından ve ortak bir ses malzemesini kullanmamızdan kaynaklanan bu
evrensel unsurlar olmasa, hiçbir müziğin yerel sınırları aşamayacağı da bir
gerçektir. Zaten müziğin evrensel özellikleri listelenirken de mutlak olanlar
ile istatistiksel olanlar arasında bir ayrım yapıldığını söylemeliyiz (Gasser,
2019: 418). Mutlak evrenseller hemen hemen bütün toplumlarda istisnasız
olarak görülen ve doğadan kaynaklandığı varsayılan özelliklerdir. İstatisti-
ki olanlar ise bütün toplumlarda olmasa da çok yaygın bir şekilde gözlenen
müzikal özelliklerdir. Bu ikinci gruptaki özelliklerin kültürel yayılma ve etki-
leşim yoluyla “evrenselleştiği” varsayılabilir. Bu özelliklerin yaygınlığı adım
adım inşa edilen ve kapsamı genişleyen bir uzlaşımın ürünüdür. Nitekim
tarihte pek çok toplum yerel sınırları aşan ve bir kozmopolis idealini ifade
eden müzik dünyaları yaratmıştır. Başka bir deyişle kökeninde yerel müzik
kültürlerinin yer aldığı evrensel yönelimli müzik dünyaları kurulmuştur. Bu
müzik dünyalarının nasıl kurulduğunu anlamak için, sosyologların belli bir
32
Müziğin Kimlikli Halleri
33
Güneş Ayas
niş bir coğrafyada Maftirim dedikleri ayin müziğini aynı makamlarla icra
etmelerini, tıpkı Müslümanlar gibi Bayati’den Segah’tan ilahiler söyleme-
lerini veya Osmanlı elitlerinin İstanbul’dan Diyarbekir’e, Basra’dan Mısır’a
kadar ortak bir müzik kültürünü paylaşabilmelerini mümkün kılan şey-
lerden biri Pax-Ottomana değil miydi? Arkasında Batının emperyal tahak-
kümü ve siyasi gücü olmasaydı, klasik Batı müziğinin Çin’den Japonya’ya,
Afrika’dan Hindistan’a kadar böylesine yaygın bir şekilde kurumsallaşması
mümkün olabilir miydi? Dünyadaki bunca popüler müzik ürünü arasında
en çok Amerika menşeli olanların küreselleşebilmiş olması, Amerikan kültür
endüstrisinin gücüyle ilişkili değil midir? Yine bu popüler müzikler arasın-
da, Afrika kökenli olanların kazandığı güç ve yaygınlığı, küresel ekonomik
sistemin kurulmasında Afrika kaynaklı köle emeğinin payını düşünmeden
açıklamak mümkün müdür?
Paul DiMaggio (1982) Avrupalı göçmenler tarafından kurulmuş bir ülke
olan ABD’de bile klasik Batı müziğinin hegemonik bir konuma, ancak uzun
bir ekonomik-kültürel girişimler zincirinin bir sonucu olarak ulaşabildiğini
göstermiştir. XIX. yüzyılın başına kadar ABD’de Batı klasik müzik ayrıcalıklı
bir konuma sahip değildir, konserlerde eğlenceye yönelik müziklerle birlikte
icra edilir. Zamanla üst sınıf kültürel kapitalistlerin oluşturduğu kâr amaçlı
olmayan kuruluşların etkili faaliyetleri sonucunda bir yüksek müzik katego-
risi yaratılmış, Boston’da bir senfoni orkestrası kurulmuş, konser programla-
rından popüler müzik dışlanmış, yaratılan yeni yüksek müzik-popüler mü-
zik ayrımına uygun bir dinleyici kitlesi yaratılmış, bu ayrım üniversite müf-
redatlarına sokulmuş ve nihayet bu ayrımın 1900’lerin ikinci yarısında çok
yaygın bir şekilde kabul edilmesi sağlanmıştır. Benzer şekilde, piyanonun
dünyada müzik eğitiminde en çok kullanılan enstrüman haline gelmesinin
ardında da, büyük sosyolog Weber’in mükemmel bir şekilde tespit ettiği, çok
faktörlü bir nedensellik zincirine dayanan bir toplumsal organizasyon vardır.
Weber’e göre (1958: 117-124) Batı müziğini tek başına temsil etme imkânına
sahip bir çalgı olan piyano, aynı zamanda müzik endüstrisinin de ilk küresel
metalarından biridir. Bunun arkasında da Doğu toplumlarından farklı olarak
Batı dünyasında çalgı üretiminin endüstrileşmiş olması vardır. Enstrüman-
ların küresel metalar haline gelmesi, rekabeti artırmış, bu da teknik gelişimi
beslemiştir. Piyanonun toplu üretimi, onu satın alacak bir orta sınıfın doğu-
şuna bağlıdır. Hayatlarının önemli bir kısmını artık saraylarda ve konaklar-
da değil kendi evlerinde geçiren bu orta sınıf için piyano biçilmiş kaftandır.
Konser salonlarını evin içine taşıyan bu çalgı, Batı müziği külliyatının bütün
34
Müziğin Kimlikli Halleri
35
Güneş Ayas
36
Müziğin Kimlikli Halleri
kadar şikâyet etse de, kendi faaliyetinin bağımlı olduğu bütün ilişkiler ağı,
mensup olduğu sanat dünyasının bir parçasıdır. Bu sanat dünyasının diğer
bileşenlerini dikkate alarak, onlarla mücadele ve müzakerelere girişerek, al-
ternatif sanat dünyaları tahayyül ederek arzu ettiği sanatsal amaca ulaşabilir.
Bu fikri, müzikte evrensellik tartışmasına uygularsak, yerel sınırları aşmış
veya aşmak isteyen sanatçıların uzun bir tarihsel süreç içinde inşa edilmiş
devasa bir ilişkiler ağına bağımlı olduklarını rahatlıkla görebiliriz. Müziğini
ülke sınırların ötesine taşımak isteyen müzisyenin şikâyet ettiği bütün engel-
ler, aslında bize evrensellik iddiasındaki bir müzik dünyasının hangi unsur-
lara ve işbirliği kalıplarına bağımlı olduğunu gösterecektir. Örneğin bir sözlü
müziğin dünyada yaygınlık kazanmasında, en başta İngilizce, daha sonra
da İspanyolca ve Arapça gibi diller daha avantajlıdır. Bu dillerin yaygınlık
düzeyi ise çok büyük ölçüde bu dili konuşan toplumların tarihteki siyasal
rollerinin bir sonucudur. Standart bir notasyon ve müzik teorisi müzisyenler
arasındaki küresel iletişimi kolaylaştırdığı gibi, standart bir eğitim ve icrayı
da mümkün kılar, böylelikle bu alandaki standartlaşmasını erken tamamla-
mış müzik geleneklerine mensup sanatçılar, yerel sınırları aşma konusunda
daha avantajlı hale gelirler. Benzer bir durum Batı müziğinin kurumsal orga-
nizasyon, yaygınlık ve küresel aşinalık açısından sahip olduğu üstünlükler
için de geçerlidir. Küresel pazara hitap etmek isteyen sanatçı, bunu veri ka-
bul ederek, müziğini Batılı kalıplara uydurmayı tercih edebilir. Ancak dünya
müziği örneğinde de gördüğümüz gibi, bu yaygın kalıpları olduğu gibi taklit
etmek, aşinalık ile özgünlük arasındaki dengeyi bozabilir.
Bu, Türkiye’de Musiki İnkılabı’na girişenlerin de karşılaştığı başlıca so-
runlardan biriydi. O dönemde Türk müziğinin kendine özgü çalgılarını ve
perde sistemini koruyarak da dünyaya hitap edebileceğini savunanlar var-
dı, ama yetkililere göre bu çok uzun zaman alacak ve maliyetli bir yoldu.
Kestirme bir çözümle hızlıca hedefe ulaşmayı amaçlayanlar resmi eğitim ku-
rumlarında makam müziğine özgü aralıklardan ve çalgılardan vazgeçerek
Batı müziğini esas almaya karar verdiler. Yapılan hesaba göre, zamanla Batı
müziğine Ruslar gibi milli bir çeşni kazandırılacak ve Türk müziği evrensel
müziğin özgün bir parçası haline gelecekti. Bu konuda bazı kısmi başarılar
kazanılsa da, çağdaş Türk müziği beklendiği gibi Rus klasik müziğine denk
bir küresel temsiliyete ulaşamadı. Buna karşılık, bu tercih Türk müziğinin
kendine özgü renklerinin solmasına yol açtı. Klasik Türk müziği camiasının
bu politikaya karşı reaksiyonu ise içe kapanma şeklinde oldu. Batı müziği-
ni ayrıcalıklı kılan, şekilsiz bir evrenselcilik içinde eriyip kendini kaybetme
37
Güneş Ayas
korkusuna kapılan klasik Türk müziği sanatçıları, uzunca bir dönem evren-
sel açılımlı müzik tecrübelerinden uzak durdular. Bu da içe kapanık, tutucu,
yerel sınırlara hapsolmuş, muhafazakâr bir müzik kültürünün bu çevreye
hâkim olmasını kolaylaştırdı. Uluslararası sanat dünyalarının mevcut stan-
dartlarını bir tehdit olarak görmeleri, onları, bu standartlara göre kurulmuş
olan sanat dünyalarının dışında bıraktı. Bu direncin olumlu yönleri de oldu.
Mevcut standartlara boyun eğmeyerek, örneğin tampere sistemi benimse-
meyerek kendi müzik geleneklerini muhafaza eden bu insanlar, zamanla,
standartları müzakereye daha açık alternatif uluslararası sanat dünyaları-
nın oluşmasına da zemin hazırladılar. Bugün yerel sınırların ötesine taşan
icracılarımız işte bu zeminde yetiştiler, ama geçmişe göre uluslararası sanat
dünyalarına mensup olmanın gerektirdiği organizasyon biçimleri ve ilişki
ağlarının daha iyi farkındalar.
Peki müzisyen ille de dünyaya açılmak zorunda mıdır? Bir müziğin de-
ğerli olması için ille de yerel sınırları aşması mı gerekir? Elbette ki hayır. Hele
ki bu çabanın muhtemel sonuçlarından biri, yabancı bir müzik kültürünü
ayrıcalıklı kılan sahte bir evrenselcilik içinde eriyip gitmek ve kendi özgün-
lüğünü yitirmekse. Bir müziğin insanlara bir değer ifade etmesi için ille de
evrensel olması, bütün insanlığa hitap etmesi gerekmiyor. Ama nasıl ki başka
toplumların estetik deneyimleri bizim için bir anlam ve değer ifade edebi-
liyorsa, bizimkilerin de onlar için ifade etmesini beklememiz gayet makul-
dür. Müzikte evrensellik idealini de bu makul beklentiye dayandırabiliriz.
Birbirimizi anlama, kendi deneyimlerimizi insanlığın ortak deneyimlerinin
bir parçası olarak görebilme ve bu ortak deneyimi zenginleştirecek katkılar-
da bulunabilme imkân ve yeteneğimiz, yeniden tanımlanmış bir evrensellik
idealine zemin oluşturabilir. Buraya kadar sosyolojik bir eleştirisini sunmaya
çalıştığımız evrensellik iddialarının ortak noktası, evrenselliği müziğin söz-
de içkin, doğal ve kültürel bağlamdan bağımsız özelliklerinde aramalarıdır.
Mutlak bir evrensellik tanımına dayanan bu yaklaşım, toplumların müzikle
kurduğu karmaşık ilişkiyi anlamamıza izin vermez. Buna karşılık alternatif
bir evrensellik tahayyül etmek de mümkündür. Bir müzik kültürünün oluşu-
mu, müziğe ilişkin deneyimlerimizin benzer bir zaman ve mekânda yaşayan
insanlar arasında paylaşılma derecesiyle ilgiliyse, evrensel yönelimli bir mü-
zik kültürünü, hiçbir zaman mutlak anlamıyla gerçekleşmeyecek bile olsa,
bu paylaşımın kapsamını büyütmeye dönük bir çabayla ilişkilendirebiliriz.
Postkolonyal literatürü başlatan eserleriyle Avrupamerkezcilik ve sö-
mürgeciliğe en sert eleştirileri yönelten Césaire ve Fanon, bir yandan da
38
Müziğin Kimlikli Halleri
39
Güneş Ayas
Kaynakça
Aksoy, Bülent (2003). Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musiki, İstanbul: Pan
Yayıncılık.
Attali, Jacques (2004). Gürültüden Müziğe, çev. G. G. Türkmen, İstanbul: Ayrıntı Yayın-
ları.
Ayas, Güneş (2015). Barbar Batı: Bir Aimé Césaire Kitabı, İstanbul: Doğu Kitabevi.
Ayas, Güneş (2018). Müziği Boğan Gürültü: İdeolojinin Kıskacındaki “Musiki”, İstanbul:
İthaki Yayınları.
Ayas, Güneş (2019). Müzik Sosyolojisi: Kuramsal Bir Giriş, İstanbul: İthaki Yayınları.
Becker, Howard S. (2013). Sanat Dünyaları, çev. Evren Yılmaz, İstanbul: Ayrıntı Yayın-
ları.
Byrne, David (2021). Müzik Nasıl İşler, çev. Ergin Özler, İstanbul: Mundi Kitap.
Césaire, Aimé (2015). “Maurice Thorez’e Mektup”, çev. Güneş Ayas, Barbar Batı: Bir Aimé
Césaire Kitabı, İstanbul: Doğu Kitabevi içinde, 135-150.
Çetinkaya, Yalçın (1995). İhvan-ı Safa’da Müzik Düşüncesi, İstanbul: İnsan Yayınları.
Değirmenci, Koray (2013). Creating Global Music in Turkey. Lanham, MD: Lexington
Books.
DiMaggio, Paul J. (1982). “Cultural Entrepreneurship in Nineteenth Century Boston:
The Creation of an Organizational Base for High Culture in America”, Media, Cul-
ture and Society, 4, 33-50.
Düzenli, Pehlül (2014). İslam Kültür Tarihinde Musiki, İstanbul: Kayıhan Yayınları.
Gasser, (2019). Why You Like It: The Science and Culture of Musical Taste. New Yok: Fla-
tiron Books.
Groot, Rokus de (2010). “Edward Said and Polyphony”. Edwad Said: A Legacy of Eman-
cipation and Representation, ed. Iskandar and Rustow, Los Angeles: University of
California Press, 204-228.
Karatani, Kojin (2017). Dünya Tarihinin Yapısı: Üretim Tarzlarından Mübadele Tarzlarına,
çev. Ali Karatay, İstanbul: Metis Yayınları.
Kroeber, A. L. (1963). Cultural Patterns and Processes, New York: Harcourt.
Kundera, Milan (2006). Perde: Yedi Bölümlük Bir Deneme, çev. Aysel Bora, İstanbul: Can
Yayınları.
Lévi-Strauss, Claude (1995). Irk, Tarih ve Kültür, çev. H. Bayrı - R. Erdem, İstanbul:
Metis Yayınları.
40
Müziğin Kimlikli Halleri
41