Professional Documents
Culture Documents
Kitap
Kitap
Yazarlar
Prof.Dr. Birol AKGÜN (Ünite 1, 2)
Dr.Öğr.Üyesi Mustafa Cüneyt ÖZŞAHİN (Ünite 1)
Dr.Öğr.Üyesi Segah TEKİN (Ünite 2)
Prof.Dr. Muhsin KAR (Ünite 3)
Doç.Dr. Mehmet ÖZKAN (Ünite 4)
Prof.Dr. Şaban TANIYICI (Ünite 5)
Dr.Öğr.Üyesi Özge KEMAHLIOĞLU (Ünite 6)
Prof.Dr. Haluk ALKAN (Ünite 7)
Editör
Prof.Dr. Birol AKGÜN
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir.
“Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır.
İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt
veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Öğretim Tasarımcısı
Doç.Dr. Muhammed Recep Okur
Kapak Düzeni
Prof.Dr. Halit Turgay Ünalan
Grafiker
Ayşegül Dibek
E-ISBN
978-975-06-3264-8
İçindekiler
Önsöz .................................................................................................................. viii
Önsöz
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan modern uluslararası sistemde So-
ğuk Savaş’ın yarattığı gerginlikler, dünya politikasında siyasi, ideolojik ve aske-
ri anlamda birbirine düşman iki kutuplu bir güç yapısını ortaya çıkardı. Liberal
ekonomiye ve demokratik yönetime sahip Batılı ülkeler Birinci Dünya; sosyalist
ekonomik modele sahip olan ve yönetimleri komünist partinin tekelinde bulunan
ülkeler grubu ise İkinci Dünya olarak adlandırıldı. İki grupta da yer almayan ve
gelişme, kalkınma ve yönetim alanlarında kendilerine özgü modeller uygulamaya
çalışan diğer ülkeler ise zamanla Üçüncü Dünya olarak anılmaya başlandı. Ço-
ğunluğunu eski sömürge ülkelerinin oluşturduğu Üçüncü Dünya için bazen “ge-
lişmemiş ülkeler” veya “az gelişmiş ülkeler” gibi terimler kullanılsa da, “gelişmekte
olan ülkeler” ismi zamanla akademik dünyada daha yaygın kabul gördü. Ancak
Soğuk Savaş sonrası dönemde bu üçlü sınıflandırma anlamını büyük ölçüde kay-
betti ve yerine yeni isimler önerilmeye başlandı. Bugünkü küreselleşmiş ulusla-
rarası sistemde sanayileşmesini tamamlamış ve temel insani sorunlarını çözmüş
refah toplumları için “Kuzey”, ekonomik gelişme, siyasi istikrar ve güvenlik so-
runları yaşayan fakir ülkeler için de “Küresel Güney” terimleri kullanılmaktadır.
Bugün dünyadaki bağımsız ülkelerin büyük çoğunluğunu Güney ülkeleri veya
hala kullanılmaya devam eden şekliyle gelişmekte olan ülkeler oluşturmaktadır.
Dünya nüfusunun neredeyse dörtte üçü bu ülkelerde yaşamaktadır. Söz konusu
ülkeler, ekonomik olduğu kadar siyasal ve sosyal pek çok açıdan ortak sorunlarla
karşı karşıyadırlar. Bu çerçevede gelişme sorunu tek boyutlu değil, çok boyutlu
bir olgu olarak görülmelidir. Elinizdeki kitap Açık Öğretim Fakültesi’nde okuyan
uluslararası ilişkiler öğrencileri için hazırlanmıştır. Ancak gelişmekte olan ülke-
lerin temel sorunlarının doğru biçimde anlaşılabilmesi için yalnızca Uluslararası
İlişkiler disiplini yeterli değildir; komşu alanlar olan siyaset bilimi, iktisat ve sos-
yoloji gibi diğer sosyal bilimlerin verilerine ve inceleme yöntemlerine de ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu nedenle kitapta eleştirel bir yaklaşım ve multidisipliner bir in-
celeme ve analiz yöntemi tercih edilmiştir. Böylece öğrencilerin gelişme sorununu
ve gelişmekte olan ülkelerin temel özelliklerini daha iyi anlamaları amaçlanmıştır.
Kitabın ilk üç ünitesi gelişme ve kalkınma sorununu farklı boyutlarıyla tartış-
maktadır. Geri kalan son dört ünitesini ise ülke örnekleri oluşturmaktadır. Birinci
ünitede gelişme kavramı farklı boyutlarıyla tanımlanmakta ve az gelişmişlik soru-
nu da modernleşme ve bağımlılık teorileri ışığında tartışılmaktadır. İkinci ünite-
de gelişmekte olan ülkelerin uluslararası sistemdeki yerinin ve son yarım asırdaki
rollerinin nasıl değiştiği gözden geçirilmekte; ayrıca bu ülkelerin dayanışma ve
işbirliği için oluşturdukları bölgesel ve küresel örgütlenmeleri incelenmektedir.
Üçüncü ünitede gelişmekte olan ülkelerin yoksulluk ve gelir adaletsizliği gibi te-
mel ekonomik sorunları tartışılmakta ve özellikleri azgelişmişliği açıklayan eko-
nomik teoriler gözden geçirilmektedir.
Önsöz ix
Kitabın ikinci kısmında ise öğrenciler gelişmekte olan ülke örneklerini incele-
me fırsatı bulacaklardır. Burada seçilen örneklerin yeryüzünün belli coğrafyalarını
temsil etmesine dikkat edilmiştir. Bu çerçevede kitapta Latin Amerika’yı temsi-
len Brezilya; Afrika kıtasını temsilen Güney Afrika; Güneydoğu Asya’yı temsilen
Hindistan ve Uzak Doğuyu temsilen Çin örnekleri yer almaktadır. Örnek ülkeler
incelenirken bu ülkelerin siyasi tarihleri, sosyal yapıları, yönetim sistemleri, eko-
nomik ve siyasi sorunları ile uluslararası konumları derinlemesine tartışılmaktadır.
Böylece seçilen ülke örnekleri ile öğrencilerin dünyadaki olaylara ve farklı ülkelere
eleştirel bir gözle ve karşılaştırmalı bir perspektiften bakmaları sağlanmaktadır.
Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset kitabı pek çok kişinin önemli katkılarıyla
hazırlanmıştır. Öncelikle dünyanın ve Türkiye’nin hızla değiştiği bir süreçte ders
materyallerinin de değiştirilmesi gerektiğine inanan ve bizlere bu kitapları yazma
sorumluluğunu yükleyen Anadolu Üniversitesi ve Açık Öğretim Fakültesinin de-
ğerli yöneticilerine takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca kitap ünitelerinin
yazılmasında emeği geçen değerli akademisyen arkadaşlarım Prof.Dr. Muhsin
Kar (Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, İktisat Bölümü), Prof.Dr. Haluk Alkan (İstan-
bul Üniversitesi, İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü),
Prof.Dr. Şaban Tanıyıcı (Necmettin Erbakan Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Kamu
Yönetimi Bölümü), Yrd.Doç.Dr. Özge Kemahlıoğlu (Sabancı Üniversitesi, Siya-
set Bilimi Bölümü), Doç.Dr. Mehmet Özkan (TİKA Kolombiya Koordinatörü)
ve Necmetten Erbakan Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler
Bölümünde görev yapan Yrd.Doç.Dr. M. Cüneyt Özşahin ve Yrd.Doç.Dr. Segah
Tekin’e katkıları için ayrı ayrı teşekkür ederim. Onların yardımları ve gayretleri
olmasaydı bu kitap tamamlanamazdı. Ayrıca kitabın dizgisini yapan A.Ö.F Dizgi
Birimine ve yayına hazırlanması esnasında yaptığı katkılarla eksikliklerin gideril-
mesine yardımcı olan Yrd.Doç.Dr. Mestan Küçük’ün desteklerini özellikle zikret-
mek isterim. Dikkatimize rağmen geri kalan tüm kusur ve eksiklikler ise bizlere
aittir.
Editör
Prof.Dr. Birol AKGÜN
1
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE SİYASET
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Gelişmişlik kavramını ve gelişmekte olan ülkelerin genel özelliklerini tanımla-
yabilecek,
Gelişmekte olan ülkelere ilişkin çeşitli sınıflandırmaları açıklayabilecek,
Gelişmekte olan ülkelerin tarihini açıklayabilecek,
Azgelişmişlik kuramlarını değerlendirebilecek,
Gelişme sorununa yönelik uluslararası girişimleri açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Gelişmişlik Kavramı • Coğrafi Keşifler
• Gelişmiş ve Gelişmekte Olan • Modernleşme Kuramı
Ülkeler Kuzey ve Güney Ülkeleri • Bağımlılık Kuramı
• Üçüncü Dünya • Birleşmiş Milletler Ticaret ve
• Kolonyalizm Kalkınma Konferansı (UNCTAD)
• Dekolonyalizasyon • Latin Amerika ve Karayipler
• Merkantalizm Ekonomi Komisyonu (ECLAC)
• Neo-kolonyalizm • En Az Gelişmiş Ülkeler Konferansı
• Kendi Kaderini Tayin Hakkı • Bin Yıl Kalkınma Hedefleri
İçindekiler
• GİRİŞ
• GELİŞME KAVRAMININ FARKLI
BOYUTLARI: EKONOMİK, SİYASAL VE
SOSYAL GELİŞMİŞLİK
• AZ GELİŞMİŞLİĞİN KAVRAMSAL
ARAÇLARI: SINIFLANDIRMALAR VE
SIRALAMALAR
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel • AZ GELİŞMİŞLİĞİN TARİHİ:
SİYASET Kavramlar ve Yaklaşımlar KOLONİZASYON, DEKOLONİZASYON
VE NEO-KOLONYALİZM
• GELİŞME SORUNUNA İLİŞKİN
KURAMSAL YAKLAŞIMLAR
• AZ GELİŞMİŞ VE GELİŞMEKTE OLAN
ÜLKELERE YÖNELİK ULUSLARARASI
GİRİŞİMLER
• SONUÇ
Gelişmekte Olan Ülkeler:
Temel Kavramlar ve
Yaklaşımlar
GİRİŞ
Bugün dünya nüfusunun büyük çoğunluğu gelişmekte olan ülkelerde yaşamakta-
dır. Bu ülkeler üçüncü dünya ülkeleri, güney ülkeleri ve çevre ülkeleri gibi farklı
isimlerle anılmaktadır. Tüm bu sınıflandırma ve sıralamalara konu olan söz ko-
nusu ülkeler, ekonomik olduğu kadar siyasal ve sosyal açıdan ortak sorunlarla
karşı karşıyadır. Bu çerçevede gelişme sorunu tek boyutlu değil, çok boyutlu bir
olgudur. Öğrencilerimize üçüncü dünyayı tanıtmayı amaçlayan birinci ünitenin
giriş kısmında gelişme kavramı tanımlanacak ve gelişme sorununun farklı bo-
yutları tartışılacaktır. Ardından, gelişmekte olan ülkelerin tarihleri kısaca gözden
geçirilecek ve özellikle kolonyalizmin bu ülkeler üzerinde bıraktığı çok yönlü et-
kilere değinilecektir. Bu çerçevede, kolonyalizmden dekolonyalizme ve neo-ko-
lonyalizme uzanan süreçte üçüncü dünyanın izlediği tarihsel çizgi ana hatlarıy-
la okuyucuya aktarılmaya çalışılacaktır. Ünitenin üçüncü kısmında ise pek çok
ülkenin ortak sorunu olan az gelişmişliği açıklamaya çalışan ve az gelişmişliği
aşmaya yönelik çözüm önerileri sunan kuramsal yaklaşımlara yer verilecektir.
Modernleşme ve bağımlılık kuramları bu çalışma bağlamında üzerinde durulan
iki ana yaklaşımdır. Son kısımda ise gelişmekte olan ülkelere yönelik uluslararası
girişimlere değinilecek ve Birleşmiş Milletlerin başını çektiği farklı programlar
gözden geçirilecektir.
Ekonomik, siyasal ve sosyal gelişme bir biriyle ilgili kavramlardır. Gelişmenin farklı
boyutları birbirleriyle yakın etkileşim içindedir.
Ekonomik Gelişmişlik
BM Kalkınma Programı (UNDP) raporuna göre, 2007 yılında dünya nüfusunun
en fakir %40’lık dilimi, küresel zenginliğin ancak %5’lik bir kısmını elinde bulun-
dururken en zengin % 20’lik dilimin %75’lik büyük bir küresel servete sahiptir.
(UNDP, 2007: 25). Bu nedenle ekonomik gelişme, gelişme sorunsalının belki de
en çok bilinen yönüdür. Gelişmekte olan ülkelerde GSYİH seviyesindeki düşük-
lük, adaletsiz bir gelir dağılımı ve kronik yoksulluk az gelişmişliğe sebep olan en
temel faktörler olarak dikkat çekmektedir.
(i) Gelişmekte olan pek çok ülkede kişi başı yurt içi hâsıla gelişmiş ülkeler ile
karşılaştırıldığında oldukça düşük düzeylerdedir. Bu ülkelerde üretim faktörle-
rinden emeğin bol olması ve dolayısıyla aşırı emek arzı nedeniyle ücretler düşük
seviyelerde kalmaktadır. Buna karşın sermaye faktörünün yetersizliği büyümeyi
engellemekte ve dolayısıyla arzulanan kişi başı gelir düzeyine ulaşılmasının önün-
de büyük bir engel olarak durmaktadır.
(ii) Gelişmekte olan ülkelerde yaşanan bir diğer sorun ise toplam gelirin ülke-
de yaşayanlar arasında adaletsiz bir şekilde dağılmış olmasıdır. Bir ülkede toplam
gelirin adaletli bir şekilde dağılıp dağılmadığı, ülkedeki toplam nüfusun yüzde
kaçının ülkenin toplam gelirinin yüzde kaçına sahip olduğu tespit edilerek ölçül-
mektedir. Toplam gelirin yüzdelik dilimlere ayrılmış her bir bölümünün toplam
nüfusun yüzde kaçı tarafından elde edildiğine dair bilgi gelir adaletine yönelik
ipuçları taşımaktadır ki bu ekonomi literatüründe Gini İndeksi ile ölçülmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde toplam nüfusun en altta bulunan %20’lik bölümünün
toplam gelirden düşük bir pay almasına karşın, en üst %20’lik dilimin toplam
gelirin büyük bir kısmına sahip olduğu görülmektedir. Kişi başı gelirin yüksek
olduğu Kanada, Almanya, İsveç ve İsviçre gibi ülkelerde de gelir dağılımında tam
adalet olmamasına karşın nüfusun en alt %20’lik diliminin az gelişmiş/gelişmekte
olan ülkelere kıyasla toplam gelirden daha fazla pay aldığı görülmektedir (bkz.
Tablo 1.2).
(iii) Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde bir diğer sorun ise yaygın yok-
sulluktur. Pek çok ülkede önemli kesim yoksulluk sınırının çok altında yaşamak-
tadır. BM raporlarında günlük 1,25$ ve 2$ altında gelir elde edenlerin toplam
nüfus içindeki payı sıklıkla kullanılan bir yoksulluk ölçütü olarak yer almakta-
dır. Toplam nüfus içinde günlük olarak 1,25$ veya 2$ altında gelir elde edenlerin
toplumda büyük bir kesimi oluşturması önemli bir az gelişmişlik göstergesidir
(UNCTAD, 2011). Gelişmiş ülkelerde ise yoksulluk sorunu büyük ölçüde çözül-
müş durumdadır (bkz. Tablo 1.2).
6 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Siyasal Gelişmişlik
Siyasal gelişmeye dönük analizler genellikle farklı ülkelerde siyasal kurum ve işleyişlerin
mahiyetini araştırma konusu yapmaktadır. Siyasal ve sivil hakların korunmasına imkân
sağlayacak çoğulcu demokrasilerin kurulması siyasal gelişmişliğe dair en önemli gösterge
olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte siyasal istikrar ve siyasal bir düzenin teşkil
edilmesi siyasal gelişme bağlamında önem kazanan diğer olgular olarak ortaya çıkmak-
tadır. (Huntington, 1968; Huntington, 1987). Tek parti yönetimleri, diktatörlükler veya
askerî cuntalarca idare edilen pek çok siyasal rejimin üçüncü dünya ülkelerinde hisse-
dilen ağırlığı siyasal azgelişmişliğe izafe edilmektedir. Modern demokrasinin kökleri
XVIII. yüzyıla uzanmakla beraber genişleyen dalgalar şeklinde 20. yüzyılın son çeyre-
ğinde küresel bir fenomene dönüşmüştür (Huntington, 1991). Tüm bu gelişmelere kar-
şın demokratikleşme pek çok ülkede sorunlu olmuştur. Darbeler, iç savaşlar ve siyasal
krizler sonucunda pek çok az gelişmiş ülkede demokrasi sekteye uğramış veya tümden
çökmüştür. Bu nedenle demokrasiyle tanışan üçüncü dünya ülkelerinin bazılarında de-
mokratik deneyimler kısa ömürlü olmuş ve bu ülkelerde işleyen ve kalıcı demokrasiler
1. Ünite -Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar 7
kurulamamıştır (Akgün ve Özşahin, 2011; Diamond, 1996). Gelişmekte olan ülkelerde
demokratikleşmenin neden başarıya ulaşmadığının nedenleri tartışmalı olsa da yapılan
araştırmalarda sıklıkla aşağıdaki sorunlara dikkat çekilmektedir:
(i) Siyasal meşruiyet (political legitimacy) eksikliği üçüncü dünyada sağlıklı bir
siyasal sistemin oluşmasında en büyük engellerden biridir. Pek çok ülkede siya-
setin/siyasal iktidarın etnik, dinsel ve ırksal temeller çerçevesinde örgütlenmekte
oluşu kitlesel bir meşruiyete izin vermemektedir (Kesselman vd., 1996: 23).
(ii) Siyasal meşruiyet ile bağlantılı bir biçimde siyasal kurumlara ilişkin güven
eksikliği, etkin ve işleyen bir demokratik sistemin inşasına imkân tanımamakta-
dır. Öyle ki, teoride yurttaşların kurumlara yönelik tutumlarıyla demokratik per-
formans arasında güçlü bir ilişki bulunduğunun altı çizilmektedir (Newton, 1999).
(iii) Kan ve hemşeriliğe dayalı güçlü geleneksel bağların toplumlarda hâkim
ilişki biçimini teşkil etmesi kuşkusuz siyasal alanın karakteristiklerini de etkile-
mektedir. Bu çerçevede -özellikle uluslararası yardımların dağıtımında karşıla-
şılan- yolsuzluk/yozlaşma kültürü önemli bir sorun olarak pek çok az gelişmiş
ülkenin gündemini meşgul etmektedir (Ware ve Noone, 2003: 191-209).
(iv) Toplumsal düzeyde siyasal kültürün elverişsizliği pek çok ülkede demokra-
tik rejimlerin tesis edilmesini olumsuz etkilemektedir. Gelişmekte olan ülkelerin
pek çoğunda demokratik kültürün eksikliği önemli bir sorundur. Bu çerçevede Başarısız devlet: Sınırları
bireylerin tutum ve inançları uzun dönemde siyasal rejimlerin geleceği açısından üzerinde egemenliği
zayıflayan ve başta
tayin edici olmaktadır (bkz. Almond ve Verba, 1963) güvenlik olmak üzere temel
(v) Az gelişmiş ülkeler içerisinde egemenlik zafiyeti yaşayan ve en temel hiz- kamu hizmetlerini yerine
metleri dahi sağlamakta yeterli olmayan başarısız devletler (failed states) de yer getirmekte acziyete düşen
devletleri adlandırmak için
almaktadır. Bu nedenle muhtelif coğrafyalarda çok çeşitli uluslararası girişimler kullanılmaktadır. Bugün
egemenlik boşluğunu farklı şekillerde istismar etmektedir (Duffield, 2007: 66-81). tipik bir başarısız devlet
Başarısız devletlerin pek çoğu Afrika kıtasında yer alan en az gelişmiş ülkelerden örneği olarak Afganistan
oluşmaktadır (bkz. Tablo 1.3). verilmektedir.
(vi) Kabile, klan ve aile bağları gibi yerel niteliği ağır basan ilişkiler ağı ulusal
bir siyasal aidiyet oluşturulmasına engel olmaktadır. Kuşkusuz hiyerarşilerin son
derece güçlü olduğu azgelişmiş toplumlarda patron-müşteri ilişkisine dayalı pat-
ronaj mekanizmaları tesis edilmiştir. İlişkilerin bu niteliği siyaseti olağan seyrin-
den büyük ölçüde saptırmıştır (Kesselman vd., 1996: 23).
Ekonomik olarak gelişmiş olarak kabul edilen petrol zengini ülkeler siyasal olarak da
gelişmiş midir? Ekonomik gelişme ve siyasal gelişme arasında nasıl bir ilişki vardır? 1
8 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Sosyal Gelişmişlik
Sosyal az gelişmişliğin iki temel göstergesi ortalama yaşam süresi ve eğitim dü-
zeyidir (Handelman, 2004: 25-30; HDR, 1990). Bunun yanında yetersiz çevre
ve sağlık koşulları da söz konusu ülkelerde kronik hâle gelmiş sosyal sorunlar
arasında değerlendirilmektedir.
Az gelişmiş ülkelerin gelişmeleri önündeki ilk ve öncelikli engel bu ülkelerin
insan sermayesinin niteliğine katkı sağlayacak eğitim olanaklarının kısıtlılığıdır
(Handelman, 2004: 25-26).
(i) Eğitim imkânlarının sınırlılığı pek çok gelişmekte olan ülkede okuryazarlık
oranlarının düşük düzeylerde kalmasına neden olmaktadır.
(ii) Bununla birlikte az gelişmiş dünyada çocuk işçiliğinin yaygınlığı ağır bir
insan hakları ihlali olmasının yanında, büyük bir kitlenin temel eğitim hakların-
dan mahrum kalması, dolayısıyla okuryazarlık oranının düşük düzeylerde seyret-
mesi sonucunu doğurabilmiştir (Psacharopoulos, 1997).
Sosyal az gelişmişliğin önemli bir diğer göstergesi de ortalama yaşam süresidir
(Handelman, 2004:27). Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortalama yaşam
süresinin görece düşük düzeylerde seyretmesinin çeşitli nedenleri vardır:
(i) İç çatışma ve sınır aşan savaşların eksik olmadığı pek çok üçüncü dünya ül-
kesinde ortalama yaşam süresi oldukça kısadır. Kolonyalizmin parçaladığı coğraf-
yalarda geçmişin mirası etnik, dinsel ve ırksal bölünmüşlükler sıklıkla çatışmalara
yol açmaktadır. Bu çerçevede başta Afrika olmak üzere etnik kıyımlar ve mezhep
savaşları pek çok ülkede ağır insan kayıplarına neden olmaktadır (Blanton vd.,
2001; Handelman, 2004:148).
(ii) Açlık ve doğal felaketler de azgelişmiş ülkelerde ortalama yaşam süresini
aşağıya çeken diğer önemli etkenlerdir. Kuraklık ve sel felaketlerinin oluşturduğu
olağanüstü durumların yanı sıra pek çok gelişmekte olan ülke kendi nüfusları için
temel gıda arzını olağan durumda dahi sağlamakta yetersiz kalmaktadır (Thomp-
son, 2009).
(iii) Gelişmiş ülkelere kıyasla gelişmekte olan ülkelerde sağlık harcamalarının
yetersizliği çok çeşitli sorunlara kapı aralamaktadır (bkz. Tablo 1.4). Sağlık altya-
pısının yetersizliği ve hijyen koşullarının standartların altında kalması başta bebek
ölümleri olmak üzere insan yaşamını kısaltan sonuçlar doğurmaktadır. Pek çoğu
temiz su ve kanalizasyondan yoksun olan az gelişmiş ülkelerde salgın hastalıklar
dolayısıyla ölüm riskleri de doğal olarak artmaktadır (bkz. Giddens, 1997:124-125).
(iv) Başta Afrika olmak üzere AIDS ve HIV’ın salgın bir hâle gelmesi ortalama
yaşam süresini kısaltmaktadır. Pek çok Afrika ülkesinde salgın halini almış olan
AIDS ve HIV’in söz konusu ülkelerde ekonomik ve siyasal pek çok olumsuzluğu
da beraberinde getirdiği ifade edilebilir (Caldwell, 2000).
1. Ünite -Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar 9
Üç Dünya Kavramsallaştırması
Özellikle Soğuk Savaş yıllarında siyasi bir nitelik de taşıyan üç dünya metaforuna
gelişme literatüründe sıklıkla rastlamak mümkündür. İlk defa Alfred Sauvy tara-
fından ortaya atılan üçüncü dünya kavramı, yirminci yüzyılın ikinci yarısından
itibaren tarihçiler ve sosyal bilimciler tarafından sıklıkla kullanılan bir kavram
hâlini almıştır. Buna göre Batı Avrupa ve Kuzey Avrupa ülkelerini bünyesinde
barındıran kapitalist ülkeler I. Dünya ülkelerini, başta Doğu Avrupa ülkeleri, Sov-
yetler Birliği ve Çin olmak üzere komünist ülkeler bloğu II. Dünya ülkelerini;
bunların dışında kalan diğer ülkeler ise III. Dünya ülkelerini oluşturmaktadır.
Ancak Soğuk Savaş sonrasında Komünist bloğun ortadan kalkmasıyla III. Dünya
kavramı da analitik değerini yitirmiştir (Akgün ve Çelik, 2007; Tomlinson, 2003).
Soğuk Savaş sonrasında Doğu ve Orta Avrupa’da yer alan kumanda ekonomisiyle
idare edilen komünist bloğu teşkil eden pek çok ülke geçiş ekonomileri (transition
economies) olarak isimlendirilmiş ve bu ülkeler hızla serbest piyasa ekonomile-
ri hâlini almıştır (Milanovic, 1998: 1-6). Soğuk Savaş döneminde yaygın olarak
kullanılan “üçüncü dünya” kavramsallaştırması 1970’lerden itibaren eleştirilme-
ye başlanmış, 1990 sonrası ise gözden düşmüştür. Günümüzde “güney ülkeleri”
veya “gelişmekte olan ülkeler” tanımlamaları daha yaygın olarak kullanılmaktadır
(Braveboy-Wagner, 2009: 3).
Kuzey-Güney Ayrımı
Üç dünya ayrımının yanı sıra siyasi içerikli coğrafi değerlendirmelere de rastla-
mak mümkündür. Söz konusu değerlendirme Kuzey yarım kürede yer alan ve
Güney yarım kürede yer alan ülkeler arasındaki farka işaret eder. 1980 yılında
Alman şansölyesi Willy Brandt’in hazırladığı Brandt Raporuyla da gündeme taşı-
nan Kuzey-Güney ayrımı Kuzey ülkeleri ve Güney ülkeleri arasındaki ekonomik
dengesizliğe dikkat çekmiştir (bkz. Brandt, 1980). Bu çerçevede ortaya konulan
zengin ve avantajlı Kuzey ülkeleri ile fakir ve dezavantajlı Güney ülkeleri arasında
işbirliğine vurgu yapan Kuzey-Güney Diyaloğu olgusu ve yine Güney ülkelerinin
kendi arasındaki iş birliği imkânlarına vurgu yapan Güney-Güney Diyaloğu kay-
nağını Kuzey- Güney coğrafi ayrımından almaktadır (Arı, 2002: 319-339).
Merkantilizm: Kökleri Ekonomik korumacılığa dayalı merkantilist bir ekonomik sistemin hâkim ol-
XVI. yüzyıla uzanan değerli duğu bu dönemde imparatorluklar, büyük ticari şirketlere destek vermiş, ihracatın
madenlerin arttırılması ile
ekonomik güç arasında ilişki arttırılması ve ithalatın azaltılması yoluyla ana ülkede altın ve gümüş stoklarının
kuran korumacı ekonomi genişletilmesini temel bir amaç olarak saptamıştır (Kegley ve Blanton, 2011: 105-
siyasetidir. 106). Bu çerçevede en dikkat çekici örnek, Hint alt kıtasında faaliyet gösteren ve
özellikle tekstil ve baharat ticaretini yönlendiren İngilizlerin Doğu Hindistan Şir-
keti (East India Company) olmuştur. Bunun yanında Hollanda’nın Doğu Hindistan
Şirketi (Dutch East India Company) bugünkü Endonezya’ya ulaşarak Felemenkli-
leri Güney Doğu Asya’da ticaret tekeli hâline getirmeyi başarmış, öte yandan yine
Hollanda’ya ait Batı Hindistan Şirketi (Dutch West India Company) ise Amerika
kıtasında çeşitli girişimlerde bulunmuştur (Mansbach ve Rafferty, 2008: 549).
Bununla birlikte barbarlar ve inançsızlar olarak görülen yerli topluluklara
Hristiyanlık dininin ve uygarlığının götürülmesi beyaz adamın boynunun borcu
(white man’s burden) olarak sunularak sömürgeciliğe meşruiyet kazandırılmış-
tır. Misyonerlerin, tüccarların ve askerlerin akın ettiği Batı-dışı bu coğrafyalar-
daki insanlarla ilk karşılaşmalar uzun dönem etkileri devam edecek olan farklı
sonuçlar doğurmuştur. Kolonyalizm sonrasında dahi pek çok eski kolonide eko-
nomik, siyasal ve kültürel olarak sömürgeciliğin izlerine rastlamak mümkündür.
Orta ve Güney Amerika’da İspanyol, Brezilya’da Portekiz, Kuzey Afrika’da Fransız,
Hindistan’da İngiliz, Endonezya’da ise Felemenkli etkisi mimariden dile, eğitim-
den gastronomiye kadar hayatın pek çok alanında kalıcı izler bırakmıştır. Bu ülke-
lerin bazılarında hala eski sömürgeci ülkenin dili resmî dil statüsünü korumakta
veya sömürgeciler tarafından kurulan siyasal sistemler varlığını sürdürmektedir.
Üçüncü dünya üzerinde derin izler bırakan bir diğer trajedi ise kuşkusuz köle
ticareti olmuştur. Özellikle Atlantik köle ticaretine bu çerçevede değinmek gerekir.
Avrupalı kolonyalistlerin yeni dünyada tesis ettikleri plantasyonlarda çalıştırılmak
üzere ucuz emek gücü sağlamak amacıyla başvurdukları köle ticareti çok aşama-
lı bir döngünün parçasıdır. Kıta Avrupa’sından getirilen işlenmiş mamuller (silah,
cephane, tekstil vb.) karşılığında kabile liderlerinden Afrikalı köleler satın alınır,
bu köleler Güney Amerika ve Karayipler’de yer alan plantasyonlara devredilir ve
bunun karşılığında da plantasyonlarda işlenmiş mamuller (şeker, tütün, tekstil vb)
alınarak ana karaya yani Avrupa’ya ulaştırılırdı (Klein, 1999). Böylece batılı ülkeler
Sanayi Devrimi sonrasında elde ettikleri üstünlüklerine dayanarak, köle ticareti sa-
yesinde uzun sürecek bir zenginlik ve refah birikimini sağlamış oluyorlardı. Kökleri
XVI. yüzyıla uzanan köle ticareti sonucunda yaklaşık on bir milyonun üzerindeki
Afrikalı’nın Amerika kıtasına taşındığı hesaplanmaktadır (Lovejoy, 1989).
Şekil 1.1
Atlantik Köle
Ticareti
Kaynak: http://ncvpsapwh2.pbworks.com/w/page/4252182/Chapter%2019%20and%2020%3A%20Atlantic%20
Slave%20Trade adresinden uyarlanmıştır.
1. Ünite -Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar 13
taya çıkan iki kutuplu dünya ve Soğuk Savaş koşulları da etkili olmuştur. Çünkü
Kegley ve Blanton’un (2001:111) da belirttiği gibi, II. Dünya Savaşı sonrasında
Sovyetler Birliği’nin bir süper güç olarak kolonilerin ulusal bağımsızlık mücadele-
sine destek vermesi, sömürgeciliği sürdürülebilir bir siyaset olmaktan çıkarmıştır.
Özellikle Sovyet Rusya’nın III. Enternasyonal sonrasında ulusal bağımsızlık mü-
cadelelerini desteklenme kararı alması bu çerçevede önemli bir milat olarak kabul
edilebilir (Tellal, 2005: 158-159).
Dekolonizasyon: İkinci Bununla birlikte çok sayıda üçüncü dünya ülkesinde milliyetçi motivasyonlar
Dünya Savaşı sonrasında sonucunda ortaya çıkan/güç kazanan direniş hareketleri dekolonizasyon süre-
kolonilerin hızla
bağımsızlıklarını kazandığı cinde etkili olmuştur. Ancak dekolonizasyon süreci belirli ülkeler için sanılandan
sömürgeciliğin sona ermesi çok daha sancılı geçmiş, koloniler ve koloniciler arasında kanlı çatışmalara sahne
sürecidir. olmuştur. Neticede çok sayıda ülke için ulusal bağımsızlık hareketleri başarıyla
sonuçlanmıştır. Fransa Hindi-Çin ve Cezayir’de savaşmış ve kaybetmiştir. İngiltere
Mohandas Gandhi’nin başını çektiği pasif direniş hareketine karşı koyamamış ve
1947’de Hindistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır. Yine eski bir İn-
giliz Sömürgesi olan Gana, Pan-Afrikacı lider Kwame Nkrumah’ın başını çektiği
bağımsızlık hareketinin başarıya ulaşması ile 1957 yılında bağımsızlığını ilan et-
miştir (Martin, 1996). İkinci dünya Savaşı sonrası farklı coğrafyalarda çok sayıda
ülke bağımsızlığını kazanarak Birleşmiş Milletler sistemine dahil olmuştur. Aynı
zamanda 1960 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen Sömürge Altın-
daki Ülkelere ve Halklara Bağımsızlık Verilmesine dair 1514 (XV) sayılı deklaras-
yon ile kolonyal yönetimler BM tarafından resmi olarak rafa kaldırılmıştır (Akgün
ve Çelik, 2007: 53).
Neo-kolonyalizm: Ancak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin egemenliklerini elde etmeleri
Dekolonizasyon sonrasında bu ülkeler açısından sorunların bitmesi anlamına gelmemiştir. Çünkü dekolon-
bağımsızlığını kazanmış
pek çok ülkenin eski yalizm sonrası dönemde özgürlüğünü elde eden pek çok ülkede sömürgeciliğin
sömürge güçleri ile olan mirası derinden hissedilmeye devam etmiştir. Bağımsızlığını kazanmış pek çok
ekonomik, siyasal ve kültürel ülke, eski sömürge güçleri ile olan ekonomik, siyasal ve kültürel bağlarını ortadan
bağlarının devam etmesi
neo-kolonyalizm olarak
kaldıramamıştır. Neo-kolonyalizm olarak adlandırılan bu yeni süreçte pek çok
adlandırılmıştır. eski koloni gelişme sorununun üstesinden gelememiş, üstüne üstlük siyasal ve
kültürel bakımdan da gelişmiş ülkelere olan bağımlılıklarını devam ettirmişlerdir
(Canbolat, 1999: 45-46; Woddis, 1967).
Modernleşme Kuramları
II. Dünya Savaşı sonrasında sosyal bilimlerin farklı disiplinlerine damgasını vuran
modernleşme kuramları uzun yıllar hakim paradigma olmuştur. Modernleşme ku-
ramları gelişme sorununa ilişkin içsel dinamikler üzerine eğilmiştir. Batı dışı top-
lumlar için azgelişmişliğin en önemli nedeni söz konusu toplumların siyasal, sos-
1. Ünite -Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar 15
Öte yandan Almond ve Verba 1963 tarihli Medeni Kültür: Beş Ulusta Siyasal
Eğilimler ve Demokrasi (Civic Culture: Political Attitudes and Democracy in Five
Nations) isimli çalışmalarında İngiltere, Meksika, Amerika Birleşik Devletleri,
Almanya ve İtalya’yı ele alarak karşılaştırmışlar ve “siyasal katılım” olgusu üzerin-
den ülkelerin siyasal kültürleri ile demokratik istikrar arasındaki ilişkileri analiz
etmişlerdir. Almond ve Verba sivil kültür olgusunu açıklamak için üç farklı ide-
al tipe başvurmuştur: Bu tipolojiler yöresel (parochial) kültür, uyrukluk (subject)
kültürü ve katılımcı (participant) kültürdür. Yöresel kültürde bireyler siyasete iliş-
kin temel bilgi ve ilgi eksikliği yaşamakta iken katılımcı kültürde bireyler siyasal
olarak donanımlı ve siyasete ilgilidirler. Aynı zamanda katılımcı kültürde bireyler
siyasete katılma eğilimindedirler. Merkeziyetçi bir yapının hâkim olduğu uyruk-
luk kültüründe ise bireyler siyasete yönelik bir farkındalığa sahip olmalarına kar-
şın siyasal katılımları sınırlandırılmıştır. Almod ve Verba, demokratik istikrarı
sağlayan şeyin, farklı kültürel grupların çatışmadan bir arada yaşamasını sağlayan
çoğulcu siyasal kültür olduğuna dikkat çekmişlerdir (Almond ve Verba, 1963).
Bağımlılık Kuramları
Latin Amerikalı sosyal bilimcilerin yoğun katkılarıyla şekillenen Bağımlılık ku-
ramları az gelişmişlik sorununun kaynağını içeride aramaktan ziyade dışsal neden-
lere bağlama eğilimindedir. Temelde bağımlılık kuramları küresel ekonomide ya-
şanan yapısal eşitsizliğe dikkat çekmiştir. Tarihinde kolonyalizmin izlerini taşıyan
pek çok ülkenin uğradığı ekonomik, siyasal ve sosyal tahribat bağımlılık teorile-
rince azgelişmişliğin en önemli nedeni olarak sunulmuştur. Bununla birlikte ifade
edildiği gibi, II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan dekolonizasyon süreci pek çok ülke
açısından köklü bağımlılık ilişkilerini sonlandırmaktan uzak kalmıştır. Bağımlı-
lık kuramları bu anlamda az gelişmiş ülkeler açısından geçmişten bugüne uzanan
18 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
sürekliliğin altını çizmiştir (Bkz. Cardoso ve Faletto, 1979; Chase- Dunn, 1989;
Wallerstein, 1974).
Bağımlılık okulu Marksist teoriden, daha özelde Lenin’in tekelci kapitalizm
argümanından faydalanmıştır (Hobden ve Jones, 2006: 231). Bağımlılık kuramı-
nın başvurduğu en önemli kavram çifti bu çerçevede merkez ve çevre ayrımına
dayanmaktadır. Merkez ülkeleri endüstrileşmiş kapitalist ülkeler, çevre ülkeler ise
çoğunluğu eski kolonilerin oluşturduğu azgelişmiş ülkelerden teşekkül etmekte-
dir. Bağımlılık kuramcıları azgelişmişliğin kaynağını içsel koşullardan ziyade dış-
sal koşullarda aramaktadır. Bu çerçevede bağımlılık kuramları az gelişmiş ülkele-
rin tarihlerine işaret etmektedirler. Modernleşme kuramlarının aksine bağımlılık
yaklaşımı pek çoğu kolonyalizmin mağduru olmuş ülkelerin gelişmiş ülkelerle
benzer bir gelişme çizgisi izleyemeyeceğinin altını çizmiştir (Frank, 1966).
Bağımlılık kuramları modernleşme kuramlarına önemli bir alternatif teşkil
etmiştir. Andre Gunder Frank, Fernando Henrique Cardoso, Theotonio Dos San-
tos, Paul Baran, Samir Amin gibi isimleri bünyesinde barındıran Bağımlılık oku-
lu, merkez ve çevre ülkeler arasında mal ve hizmet döngüsünde yaşanan dengesiz-
liğe dikkat çekmiştir. Söz konusu bilim adamlarının bir bölümü ise ECLA(C) ve
UNCTAD gibi uluslararası örgütlerin çatısı altında az gelişmişlik sorununa ilişkin
çalışmalar yapmıştır (Çemrek, 2007:164; Akgün ve Çelik, 2007:48-50).
Küresel ekonomide yaşanan eşitsizliğin nedeni ise farklı bağlamlarda açıklan-
maktadır. Buna göre, Raul Prebish’e göre ticaret hadleri önemli bir etken olarak
karşımızca çıkmaktadır. Prebish’e göre mamul ürün fiyatlarının ham maddelere
göre çok daha hızlı bir biçimde artması söz konusu eşitsiz ilişkinin en önemli
ayağını oluşturur. Bir diğer deyişle ileri teknoloji ürünü mamulleri çevre ülkele-
re ihraç eden merkez ülkeler, bunun karşılığında ham madde ithalatı gerçekleş-
tirmektedir. Böylesi bir ticari döngü ise çevre ülkeler aleyhine işleyen bir sürece
karşılık gelmektedir ve bu da azgelişmişliği sürekli hâle getirmektedir (Akgün ve
Çelik, 2007: 56-57).
Az gelişmişlik sorununa ilişkin farklı önerilerin öne çıktığı ifade edilebilir. Bu
çerçevede bağımlılık okulunda öne çıkan yaklaşımlardan biri ithal ikameci en-
düstrileşme olmuştur. Millî ekonomilerin korunmasını hedefleyen ithal ikameci-
ler merkez ülkelerin zararlı etkilerinden korunmayı amaçlamıştır. Diğer taraftan
pek çok az gelişmiş ülke için sosyalist planlı ekonomiler ikinci bir alternatif olarak
sunulmuştur (Akgün ve Çelik, 2007:49).
SONUÇ
Günümüzde büyük bir coğrafyanın yadsınamaz gerçekleri olan yoksulluk, eşitsiz-
lik ve adaletsizlik dünya politikasında önemli bir yer tutmaktadır. Tanımlanması
güç bir kavram olsa da bugün Birleşmiş Milletlerin başını çektiği birçok uluslara-
rası girişim gelişme sorunu üzerine eğilmekte ve az gelişmişliğin nedenlerini sor-
gulamaktadır. Gelişme kavramı ekonomik, siyasal ve sosyal farklı yönleriyle çok
boyutlu bir olgudur. Pek çoğu ortak bir tarihsel mirasa ve benzer sorunlara sahip
olsa da gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkeler olarak değerlendirilen ülkeler bü-
tünü homojen olmaktan uzaktır. Üçüncü dünya ülkeleri, güney ülkeleri ve çevre
ülkeleri gibi farklı sıralama ve sınıflandırmalara da konu olan bu ülkeler, kendi
içinde dikkat çekici bir zenginliğe sahiptir. Bu ilk bölümde dünya politikasında
göz ardı edilemeyecek bir öneme sahip olan gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş
ülkelere yönelik genel bilgiler okuyucuya sunulmuştur.
1. Ünite -Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar 21
Özet
Gelişmişlik kavramını ve gelişmekte olan ülkelerin eski koloninin bağımsızlığını elde etmesi II. Dünya
1 genel özelliklerini tanımlayabilmek Savaşı sonrasında gerçekleşebilmiştir.
Gelişme kavramı ekonomik, siyasal ve sosyal
yönleri olan çok boyutlu bir kavram niteliğinde- Az gelişmişlik kuramlarını değerlendirebilmek,
4
dir. Gelişmekte olan pek çok ülkenin gelişmiş- Farklı coğrafyalar arasında eşitsiz bir ilişki bu-
liğin farklı boyutları dikkate alındığında farklı lunduğu/kurulduğu argümanı kuşkusuz uzun
gelişmişlik düzeylerine sahip olduğu dikkat çek- yıllardır seslendirilmektedir. Ekonomik olarak
mektedir. Ancak pek çok ülkenin başta yoksulluk yoksul, siyasal olarak otokratik, sosyal olarak
olmak üzere enflasyon ve işsizlik gibi ekonomik; ise istikrarsız olarak değerlendirilen pek çok ül-
siyasal ve sivil hak ve özgürlüklerden yoksunluk kenin gelişme sorununu analiz etmeye yönelik
gibi siyasal; eğitimsizlik ve ortalama yaşam süre- farklı kuramlar geliştirilmiştir. Ortaya konulan
sinin kısalığı gibi sosyal nitelik arz eden aslında muhtelif kuramlardan özellikle ikisinin ön pla-
bir biriyle yakından ilişkili pek çok sorunla karşı na çıkmakta olduğunu söylemek yanlış olma-
karşıya olduğu ifade edilebilecektir. yacaktır: Modernleşme ve bağımlılık kuramla-
rı. Gelişme sorununu analiz etmeye çalışan iki
Gelişmekte olan ülkelere ilişkin çeşitli sınıflandır- kuramdan, modernleşme kuramları sorunun
2 maları açıklayabilmek, içsel nedenlerinin altını çizerken; bağımlılık ku-
Dünya politikasında çok sayıda ülke ekonomik, ramları ise dışsal nedenler üzerinde durmuştur.
sosyal ve siyasal anlamda dezavantajlı konum- Modernleşme kuramlarının önde gelen isimleri
dadır. Bu anlamda “üçüncü dünya”, “güney” veya arasında Walter Rostow, Daniel Lerner, Talcott
“gelişmekte olan” gibi çeşitli kategorilerin her biri Parson, Barrington Moore, Seymour Martin
aslında küresel sistemin söz konusu dezavantajlı Lipset, Gabriel Almond ve Sidney Verba sayıla-
ülkelerini bir araya toplama gayretinin bir sonu- bilir. Öte yandan Bağımlılık kuramlarının önde
cudur. Gelişmekte olan ülkelerin en önemli ortak gelen isimleri arasında Andre Gunder Frank,
özellikleri -hepsini kapsamamakla beraber- sö- Fernando Henrique Cardoso, Theotonio Dos
mürge geçmişine sahip olmaları ve/ya Batı ile ku- Santos, Paul Baran, Samir Amin yer almaktadır.
rulmuş olan ticari bağlar olduğu ifade edilmekte-
dir. Söz konusu sınıflandırma ve sınırlamaların her Gelişme sorununa yönelik uluslararası girişimleri
biri farklı dönemlerin ve farklı ölçütlerin bir ürünü 5 açıklayabilmek,
olmakla beraber genellikle benzer ülkelere işaret Gelişmekte olan olarak sınıflandırılan pek çok
etmekte ve birbirleri yerine kullanılabilmektedir. ülke dünya politikasında belirli ölçülerde gö-
rünürlüğe sahip olmuşlardır. Gelişmekte olan
Gelişmekte olan ülkelerin tarihini açıklayabilmek, ülkelerin pek çoğu Birleşmiş Milletler üyesidir.
3
Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinin her biri- Ayrıca söz konusu ülkelerin kendi aralarında
sinin kendine özgü eski medeniyetleri ve tarihleri oluşturdukları girişimlerden ve uluslararası top-
varsa da hepsinin ortak özellikleri modern dönem- lumun gelişme sorununa yönelik çeşitli faaliyet-
de neredeyse tamamının tarih sahnesine Asya ve lerinden de bahsedilebilir. Birleşmiş Milletler
Avrupa kıtalarına hükmeden eski imparatorlukların Ticaret ve Kalkınma Konferansı, En Az Gelişmiş
kolonilerinden biri olarak çıkmalarıdır. Bu nedenle Ülkeler Konferansı ve Latin Amerika Ekonomi
az gelişmiş ülkeleri anlamak her şeyden önce bu ül- Komisyonu gibi organizasyonlar gelişmekte olan
kelerin tarihlerini daha özelde ise emperyalizmin bu ülkeler ve az gelişmiş ülkelere yönelik uluslara-
ülkeler üzerinde bıraktığı sosyo ekonomik ve siyasi rası girişimlerin bir yansıması olarak düşünül-
etkileri anlamaktan geçmektedir. Az gelişmiş ve ge- melidir. Yine Birleşmiş Milletler tarafından or-
lişmekte olan ülkelerin boyunduruk altına alınması taya konulan Bin Yıl Kalkınma Hedefleri de pek
iki dalga halinden ele alınmaktadır. Bunlar sırasıyla çok uluslararası örgüt açısından yol gösterici
kökleri XV. yüzyıla uzanan birinci dalga emperya- olmuştur.
lizm ve 1870 sonrasını kapsayan ikinci dalga emper-
yalizmdir. Amerika kıtası dışında yer alan pek çok
22 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi gelişmişlik kavramının 6. Modernleşme kuramlarına ilişkin aşağıdakilerden
ekonomik boyutunun yanında sosyal boyutunu da göz hangisi doğru değildir?
önüne alan bir göstergedir? a. Gelişme sorununu içsel nedenlerle açıklamaya
a. Kişi Başı Gayri Safi Milli Hasıla çalışmıştır.
b. Kişi Başı Yurt İçi Hasıla b. Modernleşmenin kaçınılmaz bir süreç olduğu
c. İnsani Gelişme İndeksi vurgulanmaktadır.
d. Gayri Safi Milli Hasıla c. Geleneksel değerler ve kültür modernleşmenin
e. Gayri Safi Yurt içi Hasıla önünde büyük bir engel olarak değerlendirilir.
d. Eğitim olanakları ve kitle iletişim araçlarının
2. Gelişmekte olan ülkelere ilişkin aşağıdaki ifadeler- yoğunlaşması modernleşme için önemli kabul
den hangisi doğrudur? edilir.
a. Hepsi demokratik rejimlerle yönetilmektedir- e. Kapitalist dünya sisteminin doğurduğu ilişkiler
ler. ağı azgelişmişliğin temel nedeni olarak değer-
b. Bu ülkelerin tamamı Asya kıtasındadır. lendirilir
c. Hepsi geçmişte Fransa’nın sömürgesi olmuşlar-
dır. 7. Aşağıdaki isimlerden hangisi bağımlılık kuramcı-
d. Birleşmiş Milletler’e üyedirler. ları arasında değerlendirilemez?
e. Hepsi aynı gelişmişlik düzeyindedir. a. Walter Rostow
b. Andre Gunder Frank
3. Kuzey-Güney ayrımı aşağıdaki raporlardan hangisi c. Raul Prebish
ile gündeme taşınmıştır? d. Samir Amin
a. Brandt raporu e. Dos Santos
b. Kennan raporu
c. Drudge raporu 8. Aşağıdakilerden hangisi, dış ticaretin arttırılması
d. Palmer raporu ithalatın azaltılması yoluyla ana karada altın ve gümüş
miktarının arttırılmasını temel bir amaç olarak sapta-
e. Gaither raporu
mıştır?
a. Kolonyalizm
4. Kolonyalizm’in sona ermesi ve pek çok ülkenin ba-
b. Merkantilizm
ğımsızlığını kazanması nasıl ifade edilmektedir?
c. Neo-kolonyalizm
a. Dekolonizasyon
d. Emperyalizm
b. Anti-kolonizasyon
e. Liberalizm
c. Re-kolonizasyon
d. Neo-kolonyalizm
9. Aşağıdakilerden hangisi modernleşme kuramcıla-
e. Post-kolonyalizm
rından biri değildir?
a. Daniel Lerner
5. Kolonilerle eski koloniciler arasındaki eşitsiz ilişki-
b. Andre Gunder Frank
lerin bu ülkelerin bağımsızlıklarını kazanması sonra-
c. Seymour Martin Lipset
sında da devam etmekte olduğunu ifade eden kavram
d. Walter Rostow
aşağıdakilerden hangisidir?
e. Talcot Parson
a. Anti-kolonyalizm
b. Merkantalizm 10. Avrupa merkezli erken dönem emperyalizm (ilk
c. Liberalizm kuşak emperyalizm) hangi olayla başlamıştır?
d. Neo-Liberalizm a. Soğuk Savaş
e. Neo-kolonyalizm b. Monroe Doktrini
c. Avrupa Birliği’nin kurulması
d. II. Dünya Savaşı
e. Coğrafi Keşifler
1. Ünite -Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar 23
Bush, B. (2006). Imperialism and Post Colonialism (His- Klein, H. S. (1999). The Atlantic Slave Trade. NewYork:
tory: Concepts, Theories and Practice). Harlow Cambridge University Press.
UK:Pearson Education. Lerner, D. (1958). The Passing of Traditional Society:
Caldwell, J.C. (2000). Rethinking the African AIDS Modernizing the Middle East. New York: Free Press.
Epidemic, Population and Development Review, 26 Lewis, W. A. (1979). The Dual Economy Revisited. The
(1), 117-135. Manchester School, 47, 211-229.
Cardoso, F. H. ve Faletto, E. (1979). Dependency and Lipset, S. M. (1959). Some Social Requisites of De-
Development in Latin America. Berkeley: University mocracy: Economic Development and Political
of California Press. Legitimacy. American Political Science Review, 53
Chase-Dunne, C. (1989). Global Formations: Structures (March), 69-105.
of World Economy. Cambridge: Blackwell. Lipset, S. M. (1960). Political Man. The Social Bases of
Çemrek, M. (2007). Bağımlılık Yaklaşımı. H.Çakmak Politics. New York: Doubleda.
(Ed.), Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teori- Lovejoy, P.E. (1989). The Impact of the Atlantic Slave
ler içinde. Ankara: Platin Yayınları. Trade on Africa: A Review of the Literature. The Jo-
Diamond, L.J. (1996). Is the Third Wave Over?. Journal urnal of African History, 30(03), 365-394.
of Democracy. 7(3), 20-37. Martin, E.L. (1996). Ideological Responsense to British
Dillon, M. (2009). Introduction to Sociological The- Imperialism: The Cases of M.K. Gandhi and Kwa-
ory: Theorists, Concepts, and Their Applicability to me Nkrumah. (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
the Twenty-First Century. Malden, Mass: Wiley & University of Texas, Arlington.
Blackwell. McClelland, D. (1961). The Achieving Society. Prince-
Duffield, M. (2007). Development, Security and Unen- ton: Van. Nostrand.
ding war: Governing the World of Peoples. Cambrid- Modelski, G. (1987). Long cycles in World Politics. Se-
ge: Polity Press. attle: University of Washington Press.
Erdoğan, İ. (2000). Kapitalizm Kalkınma Postmoder- Mansbach, R. W. ve Kirsten, L. R (2008). Introduction
nizm ve İletişim. Ankara: Erk Yayınları. to Global Politics. New York: Routledge.
Moore, B.J. (1973). Social Origins of Dictatorship and
Frank, A. G. (1966). The Development of Underdeve-
Democracy: Lord and Peasant in the Making of the
lopment. Monthly Review, 18(4), 17-31.
Modern World. Harmondsworth: Penguin.
Giddens, A. (1997). Sociology. Cambridge:Polity Press.
Newton, K. (1999). Social and Political Trust in Es-
Handelman, H. (2004). Üçüncü Dünya’nın Meydan
tablished Democracies. P.Norris (Ed.), Critical Ci-
Okuyan İlerleyişi. K. Kaya ve S. Yılmaz (Çev). İstan-
tizens: Global Support for Democratic Government
bul: Kaknüs Yayıncılık.
içinde. New York: Oxford University Press.
Huntington, S.P (1968). Political Order in Changing So-
Nurkse, R. (1961). Problems of Capital Formation in
cieties. New Haven: Yale University Press.
Underdeveloped Countries. New York: Oxford Uni-
Huntington, S.P. (1987). Goals of Development. S.
versity Press.
Huntington ve M. Weiner (Ed.), Understanding Po-
Psacharopoulos, G. (1997). Child Labor versus Educati-
litical Development. Boston: Little Brown, 3-32.
onal Attainment: Some Evidence From Latin Ameri-
Huntington, S. P.(1991). The Third Wave: Democrati-
ca. Journal of Population Economics, 10, 377-386.
zation in the Late Twentieth Century. Oklohama:
Plakans, A. (2011). A Concise History of the Baltic Sta-
University of Oklohama Press.
tes. Cambridge: Cambridge University Press.
HDR (1990). Human Development Report 1990, UNDP,
Rostow, W.W. (1962). The Stages of Economic Growth.
NewYork, Oxford: Oxford University Press,h t t p : London: Cambridge University Press.
/ / h d r . u n d p . o r g / e n / m e d i - a/hdr_1990_ Rutherford, D. (1995). Routledge Dictionary of Econo-
en_front.pdf mics. London: Routledge.
Kegley, C. W. ve Blanton, S. L. (2010). World politics: Sander, O. (2003). Siyasi Tarih: İlkçağlardan 1918’e. An-
Trends and Transformations. 2010-2011 Edition, kara: İmge Yayınları.
Boston:Wadswoth Cengage Learning. Smelster, N. J.(1964). Toward a Theory of Moderniza-
Kesselman, M., Krieger, J., Joseph, W.A. (1996). Com- tion. A. Etzioni ve E. Etzioni (Ed.), Social Change:
parative Politics at the Crossroads. Lexington, Mas- Sources, Patterns and Consequences içinde (s. 258-
suchusetts: Heath and Company. 274). New York: Basic Books.
1. Ünite -Gelişmekte Olan Ülkeler: Temel Kavramlar ve Yaklaşımlar 25
Tellal, E. (2005). Sovyetlerle İlişkiler, B. Oran (Ed.), World Development Indicators (2010). http://data.
Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne worldbank.org/data-catalog/world-development-
Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I: 1919-1980 içinde. indicators/wdi-2010
İstanbul: İletişim Yayınları. Zamora, S. (2001). Economic Relations and Deve-
The Failed State Index (2010). http://www.foreignpo- lopment. Christopher C. Joyner (Ed.), The United
licy.com/articles/2010/06/21/2010_ failed_states_ Nations and International Law içinde. Cambridge:
index_interactive_map_and_rankings. Cambridge University Press.
Thompson C. (2009). Floods and Droughts: How Cli-
mate Change is Impacting Africa. Time, http://
www.time.com/time/specials/packages/artic-
le/0,28804,1929071_1929070_1936772,00.html Yararlanılan İnternet Adresleri
Tomlinson, B. R. (2003). What Was The Third World?. http://www.eclac.org/cgibin/getprod.asp?xml=/notici-
Journal of Contemporary History, 38(2), 307-321. as/paginas/4/43024/P43024.xml&xsl=/tpl-i/p18fst.
UNCTAD (2011). Poverty reduction and progress to- xsl&base=/tpl-i/top-bottom.xsl, (25.08.2012).
wards MDGs in the LDCs: encouraging signs but http://unstats.un.org/unsd/mdg/Resources/Static/Pro-
much remains to be done. Least Developed Count- ducts/Progress2010/MDG_Report_2010_Prog-
ries Series Policy Briefs. No: 20/E. ress_Chart_En.pdf, (25.08.2012).
UN-OHRLLS (2006). Brussels Program of Action: Ad- http://unctad.org/en/Pages/Home.aspx, (22.07.2012).
ressing the needs of te Least Developed Countri- h t t p : / / u n c t a d . o r g / e n / P a g e s / Ab o u t Us . a s p x ,
es, New York : United Nations Office of the High (22.07.2012).
Representative for the Least Developed Countries, http://www.un.org/en/development/devagenda/ldc.
Landlocked Developing Countries and Small Is- shtml, (25.08.2012).
land Developing States. http://www.un.org/wcm/content/site/ldc/home,
UN-OHRLLS (2007). Globalization, Agriculture and (25.08.2012).
the Least Developed Countries, Making Globaliza- h t t p : / / w w w. f o r e i g n p o l i c y. c o m / s t o r y / c m s .
tion Work for the Least Developed Countries. Uni- php?page=1&story_id=4350, (22.07.2012).
ted Nations Ministerial Conference of the Least De- h t t p : / / n c v p s a p w h 2 . p b w o r k s . c o m / w / p a -g e /
veloped Countries, Istanbul, Turkey, 9-11 July 2007. 4 2 5 2 1 8 2 / C h a p -ter%2019%20and%2020%3A%20
UNDP (2007). Human Development Report Atlant ic%20Slave%20Trade, (25.08.2012).
2007/2008: Fighting Climate Change-Human So-
lidarity in a Divided World. New York: Palgrave
Macmillan . , h t t p : / / h d r . u n d p . o r g / e n / m
e d i a/HDR_20072008_EN_Complete.pdf
Wallerstein, I. (1974). Dependence in an Interdepen-
dent World: The Limited Possibilities of Transfor-
mation within the Capitalist World Economy. Afri-
can Studies Review, 17(1), 1-26.
Wallerstein, I. (1976). Semi-Peripheral Countries and
the Contemporary World Crisis. Theory and Soci-
ety, 3(4), 461-483.
Ware, G. T., Noone, G. P. (2003). The Culture of Cor-
ruption in the Postconflict and Developing World.
A. Chayes ve M. L. Minow (Ed.), Imagine Coexis-
tence: Restoring Humanity After Violent Ethnic Conf-
lict içinde. San Francisco, CA: Jossey-Bass.
Woddis, J. (1967). An Introduction to Neo-Colonialism.
London: Lawrance & Wishart.
2
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE SİYASET
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Uluslararası sisteme katılan ülke sayısındaki artışın nedenlerini açıklayabilecek,
Gelişmekte olan ülkelerin ortak özelliklerini sıralayabilecek,
Gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarında nasıl farklılaştıklarını açıklayabilecek,
Gelişmekte olan ülkelerin birbirleriyle ve gelişmiş ülkelerle nasıl iş birliği yap-
tıklarını açıklayabilecek,
Uluslararası ilişkilerde gelişmekte olan ülkelerin rolünü açıklayabilecek bilgi ve
becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• En Az Gelişmiş Ülkeler • Uluslararası Örgütler
• Asya Kaplanları • Yüksek Borçlu Fakir Ülkeler
• Bağlantısızlık Hareketi • G20
• Küreselleşme • BRICS Ülkeleri
• Geçiş Ekonomileri • Küresel Yönetişim
İçindekiler
• GİRİŞ
• BAĞIMSIZLIKTAN SOĞUK SAVAŞ
SONRASINA: TARİHSEL PERSPEKTİF
Gelişmekte Olan Ülkelerde Sömürgecilikten Küreselleşmeye:
• KÜRESELLEŞME VE GELİŞMEKTE OLAN
Siyaset Uluslararası Sistemde Gelişmekte ÜLKELERİN FARKLILAŞMASI
Olan Ülkelerin Değişen Rolü • ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN
ROLLERİ
Sömürgecilikten
Küreselleşmeye: Uluslararası
Sistemde Gelişmekte Olan
Ülkelerin Değişen Rolü
GİRİŞ
Modern uluslararası sistemin en temel kurucu aktörleri devletlerdir. Yakın tarihte
uluslararası sisteme yeni devletlerin katıldığı üç önemli dönem dikkat çekmekte-
dir. Devlet sayısının artışındaki ilk dalga, I. Dünya Savaşı sonucunda Habsburg
ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılması sonrası yeni devletlerin ortaya çıkışı ile
yaşandı. İkinci dalga, II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan dekolonizasyon süreci
yani Avrupalı devletlerin denizaşırı sömürgelerinin bağımsızlıklarını kazanmala-
rıydı. Üçüncü dalga ise Soğuk Savaş sonrasında SSCB’nin yıkılması ve komünist
blokun çözülmesidir. Bu üç kritik dönemde de emperyal güçlerin dünyanın bazı
bölgelerinden çekildiğini ve bu boşluğu kimi zaman yeni kurulmanın zayıflığı
içindeki devletlerin, kimi zaman da anarşinin doldurduğunu görüyoruz. Doğu
blokunun yıkılmasının ardından Yugoslavya’da yaşanan etnik çatışmalar ya da gü-
nümüzde etkisi hâlâ devam etmekte olan Arap Baharı da aslında II. Dünya Savaşı
sonrası dekolonizasyon sürecinin tamamlanmasıdır. Günümüzde gelişmekte olan
ülkeler olarak nitelendirdiğimiz ve yeryüzündeki devletlerin yaklaşık üçte ikisini
kapsayan gruptaki ülkelerin ortak özellikleri geçmişte sömürgeciliğe veya emper-
yalizme maruz kalmış olmalarıdır. Gelişmekte olan ülkeler siyasal ve toplumsal
özelliklerinden ekonomik kalkınma seviyelerine kadar pek çok açıdan kendi iç-
lerinde farklıklar göstermektedirler. Küreselleşmenin etkisinin yaygın biçimde
hissedildiği Soğuk Savaş sonrası dünya koşullarında ise gelişmekte olan ülkeler
ile gelişmiş ülkeler arasındaki eşitsizlikler giderek derinleşmiştir. Günümüzde ge-
lişmekte olan ülkelerin uluslararası sistemdeki rolleri, aralarında güçlü olan ülke-
lerin tutumları, çeşitli uluslararası gelişmeler karşısında ortak hareket edebilmek
için birbirleriyle veya gelişmiş ülkelerle girdikleri iş birlikleri veya ekonomiden
coğrafyaya çeşitli alanlarda yakınlıkları bulunan gelişmekte olan ülkelerin kur-
dukları örgütlerin etkinlikleri çerçevesinde ele alınabilir.
Uluslararası Örgütler: çalışarak vermişlerdir. Uluslararası örgütlere üyeliği etkin biçimde kullanırken
Hükûmetler arası uluslararası aynı zamanda kendi aralarında gruplaşma ve bölgesel veya çeşitli ortak özelliklere
örgütler, üç veya fazla ülke
hükûmetinin anlaşma ile dayanan örgütler kurma yoluna gitmişlerdir.
kurdukları ve daimi bir Aslında uluslararası sistemdeki güçlü aktörler de gelişmekte olan ülkeleri ken-
sekreteryaya sahip örgütlerdir. di yanlarına çekerek küresel sisteme entegre etmeye çalışmışlardır. Bu çerçevede
Hükûmet dışı uluslararası
örgütler ise devletler arasında uluslararası sisteme yeni katılan devletleri küresel ekonomi-politik yapılara enteg-
yapılan bir anlaşmayla re etmek amacıyla büyük devletler öncülüğünde çok sayıda devletin üyeliğine açık
kurulmamışlardır. Fakat en az olan uluslararası örgütler kurulmuş veya bazı örgütlerin gelişmekte olan ülkelerin
üç farklı ülkeden yönetimde
söz sahibi üyeleri, uluslararası
ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik alt birimleri oluşturulmuştur (Navari, 2000: 198).
amaçları, daimi bir genel Gelişmekte olan ülkelerin mali ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik ilk kurum-
merkezleri ve sekreteryaları sallaşmış uluslararası destek Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankasından (IBRD)
bulunur. Örneğin Birleşmiş gelmiştir. 1944’te savaş sonrası Avrupa’nın yeniden inşası için kurulan IBRD’nin
Milletler, Avrupa Birliği veya
Arap Birliği hükûmetler arası 1950’li yıllarda ana çalışma alanı, yeni devletlere kalkınmalarını destekleyecek uy-
uluslararası örgütlere, Kızılhaç gun krediler vermek olmuştur. Fakat uluslararası sisteme katılan yeni devlet sayı-
ve Uluslararası Af Örgütü ise sındaki hızlı artış ve bunların artan ihtiyaçları, Banka’nın yetersiz kalmasına neden
hükûmet dışı uluslararası
örgütlere örnektir. olmuş ve yeni devletlerin ihtiyaçlarıyla ilgilenmek, uygun faiz oranlarında veya
faizsiz borç vermek için bünyesinde 1960 yılında Uluslararası Kalkınma Birliği ve
ona destek olan büyük devletlerin kaynak aktardığı Uluslararası Kalkınma Bankası
kurulmuştur (www.worldbank.org). Aynı zamanda genel katılıma açık kurumların
dışında ittifaklar da eski ve yeni devletleri bir araya getiren ve mali sorunlarına çö-
züm bulmayı amaçlayan mekanizmalarla destekleniyordu. Örneğin ABD, 1960’lı
yıllarda, II. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın yeniden imarını desteklemek
için oluşturduğu Marshall Yardımı Projesi’nin bir benzerini 1960’dan itibaren Ame-
rikan Devletleri Örgütü (OAS) için sağlamaya başlamıştır. Asya-Pasifik Bölgesi için
ise 1950’den itibaren uygulanan Colombo Planı bölgedeki tarımsal faaliyetlere İn-
giltere ve ABD’nin desteğini sağlamayı amaçlıyordu (Navari, 2000: 199).
1960’lı yıllara değin yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerin uluslararası alan-
daki talepleri genelde siyasal bağımsızlıklarını korumak, adaletli muamele gör-
mek, uluslararası toplumun eşit üyeleri sayılmak gibi konularla sınırlıydı. Siyasal
eşitliğe ulaşmaya çalıştıkları büyük devletlerle aralarındaki ekonomik gelişmiş-
lik farklarının giderilmesi öncelikleri arasında değildi. 1960’lı yıllar ise üçüncü
dünya ülkeleri için ekonominin ilk sıraya oturmaya başladığı bir dönem oldu.
Gelişmekte olan ülkeler ilk kez 1964 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Ticaret
ve Kalkınma Konferansı esnasında G77 olarak anılan 77’ler grubunu kurarak BM
çatısı altında bir araya geldiler. Bu dönemde, kalkınma sorununa dikkat çekile-
rek, gelişmiş olanların gelişmekte olanlara yardım yapmakla ve ticaret önünde-
ki engelleri kaldırmakla yükümlü oldukları düşüncesi ön plana çıktı. 1960’larda
gelişmekte olan ülkelerin adil bir uluslararası ekonomik düzen yaratılmasından
çok gelişmiş ülkelerden kalkınma yardımı talep etmeye odaklanmaları, gelişmiş
ülkelerin uzun vadede kendi çıkarlarına da hizmet edeceğini düşündüklerinden
dolayı bu taleplere olumlu yaklaşmalarıyla neticelendi (Bull, 1983: 211).
1970’li yıllar ise farklı gelişmelere sahne oldu. 1973 petrol krizi, gelişmekte olan
ülkelerin taleplerinin giderek keskinleşmesi ve dünya ekonomisindeki durgunluk, ge-
lişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki iş birliğine yönelik olumlu havayı sekteye
uğrattı. İş birliği ve yardımların her iki tarafın da yararına olacağı düşüncesi yerini
çıkar çatışması anlayışına bıraktı. Dünyadaki doğal kaynakların kullanımının her iki
taraf arasında tartışma konusu olduğu bu dönemde gelişmekte olan ülkeler de üs-
luplarını ve taleplerini sertleştirerek, kalkınma yardımlarını ve zenginliğin yeniden
dağıtılmasını birer hak olarak ifade etmeye başladılar.
2. Ünite - Sömürgecilikten Küreselleşmeye: Uluslararası Sistemde Gelişmekte Olan Ülkelerin Değişen Rolü 31
Bağlantısızlar Hareketi
Bağlantısızlık hareketi (non-aligned movement), üçüncü dünya ülkelerinin pek
çoğunu bir araya getiren bir uluslararası siyasi platform olmuştur. Bağlantısızlar
hareketinin başlangıç noktası, 1955 yılında Endonezya’nın Bandung şehrinde top-
lanan Asya-Afrika Konferansı’dır. Genelde Bandung Konferansı olarak anılır. 1955
yılında Asya’daki ülkelerin tamamına yakını bağımsızlığını kazanmışken Afrika
için durum böyle değildi. Konferansa 6’sı Afrika’dan diğerleri de Asya’dan olmak
üzere aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 29 ülke katılmıştır. Konferansın ama-
cı, ABD ve SSCB karşısında yeni bağımsızlığını alan Asya ve Afrika ülkelerinin
birlik ve dayanışma içinde hareket etmelerini sağlamaktı (Willet, 1983). O günler-
deki yaklaşımda öncelikli gündem ekonomik kalkınma değil, siyasi konulardı bu
nedenle de aralarındaki gelişmişlik farkları, siyasal rejimlerindeki veya dış politi-
kalarındaki farklılıklar gelişmekte olan ülkelerin bir araya gelmesini engellemiyor-
32 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Küreselleşme
Küreselleşme genel olarak “iktisadın, siyasetin, kültürün ve bir ülke ideolojisinin
diğerine nüfuz etmesini sağlayan ulusal ve uluslar üstü yapı ve süreçlerin oluş-
ması” olarak tanımlanabilir. Bu geniş tanımda küreselleşmenin, ülkeler arası si-
yasi, sosyal ve ekonomik ilişkilerin gelişmesi, farklı toplum ve kültürlerin, inanç
ve beklentilerinin daha iyi tanınması, uluslararası gelişmelerin yoğunlaşması gibi Sanayi Devrimi: Üretim
birbirinden farklı görünen fakat birbirleriyle bağlantılı yönleri ifade edilmektedir. sürecinde buhar gücü
gibi inorganik enerjinin
Küreselleşmenin tarihçesini Antik Dönem’e götürmek mümkün olmakla bera- kullanılması gibi insanlık için
ber Avrupalı devletlerin ekonomik açıdan ulus aşan faaliyetlerin artması anlamında çığır açıcı gelişmeleri ifade
küreselleşme ilk olarak 15. ve 16. yüzyıllarda coğrafi keşiflerle beraber ortaya çıktı. eden Sanayi Devrimi 18. ve
19. yüzyıllarda İngiltere’de
Bu durum, Avrupalıların uluslararası ticaretini artırırken yukarıda bahsettiğimiz başlamış ardından Kıta
üzere dünyanın geri kalanının da sömürgeleştirme veya emperyalizme maruz kal- Avrupa’sına, Kuzey Amerika’ya
masına yol açtı. İkinci dalga ise 19. yüzyılda Sanayi Devrimi’nin getirdiği üretim ve Japonya’ya yayılmıştır.
artışı ve ham madde ihtiyacının etkisiyle uluslararası ticari faaliyetlerin artmasıy- Üretimdeki kitleselleşme hem
yeni ham madde kaynaklarına
la ortaya çıktı. 19. yüzyılda yaşanan ekonominin uluslararası alanda genişlemesi hem de üretilen mamul
o kadar büyük boyutlardaydı ki dünya ekonomisi aynı seviyeye ancak 1970’lerin malların satılacağı yeni
pazarlara ihtiyaç doğurmuştur.
34 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Küresel Yönetişim
Küreselleşme sürecinin hem ülkelerin iç yapılarında hem de uluslararası sistem-
de önemli sonuçlarından biri yönetim anlayışının değişmesi olmuştur. Hiyerarşik
yönetim anlayışı yerine zamanla çok boyutlu ve çok düzlemli yönetime yani yö-
netişime geçilmiştir. Bu bağlamda küreselleşme ile uluslararası sistemin aktörleri
çoğalmış, geleneksel egemenlik anlayışı sarsılmış ve yeni bazı uluslararası örgüt-
lenmeler ortaya çıkmıştır. Yönetişim kavramı, bir tarafın diğerini yönettiği bir
ast-üst ilişkisi yerine karşılıklı ilişkilerin ön plana çıktığı bir etkileşimler bütü-
nünü ifade eder. Birlikte yönetme anlamını taşımaktadır (TESEV, 2008: 7). Küre-
sel yönetişimin neden gerekli olduğuna bakıldığında görülmektedir ki karşılıklı
bağımlılığın ve ekonomik ilişkilerin dünya çapındaki artışı hem pek çok insanın
hayatını kolaylaştırmakta hem de kendilerinden coğrafi açıdan çok uzakta ger- Çok Uluslu Şirket (ÇUŞ):
çekleşen olaylardan etkilenmelerine yol açmaktadır. Ekonomi, sağlık, çevre gibi Birden çok ülkede faaliyet
gösteren ticari işletme.
çeşitli alanları ilgilendiren bu ilişkiler bütününün faydalı bir biçimde yönetilebil- Günümüzde ÇUŞ’lar
mesi için ise akılcı davranmaya ve iş birliğine ihtiyaç bulunmaktadır (Boughton küreselleşmiş uluslararası
ve Bradford, 2007). ilişkiler ağının önemli bir
aktörüdürler ve uluslararası
Küresel yönetişimin iki temel özelliği bulunmaktadır. İlki, yalnızca devletler sistemin işleyişini önemli
arasında olmayıp çok uluslu şirketlerden sivil toplum kuruluşlarına değin devlet ölçüde etkilemektedirler.
dışı aktörlerin de katılımıyla gerçekleşmesidir. İkinci özelliği ise hiyerarşik değil
de çok düzeyli bir yönetişimi simgelemesidir. Yönetişim sadece hükûmetler veya Sivil Toplum Kuruluşu
(STK): Bir devlete bağlı
uluslararası örgütler düzeyinde değil yerel ve bölgesel düzeylerde de gerçekleştiri- olmayan, kâr amacı gütmeyen,
lir. Bu süreçte uluslararası kuruluşlar ve devletlerin yanı sıra çok uluslu şirketler şiddeti amaçlamayan sivil
ve sivil toplum kuruluşları (STKlar) gibi devlet dışı aktörler de küresel düzeyde kuruluşlardır. Ulusal düzeyde
olduğu kadar küresel
normların ve kuralların hem belirleyicisi hem de hedef kitlesi ve uygulayıcısıdır- düzlemde de STK’lar kritik
lar (Brühl ve Rittberger, 2001: 2). Fakat küresel yönetişim sistemi gelişmelere ayak roller üstlenmektedir.
36 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Küreselleşmenin Etkileri
Küreselleşmenin ideolojik temeli liberalizme dayanmaktadır (Cooper, 2005: 96).
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Doğu Bloku’nun çöküşünün ardından ekonomik
açıdan Marksizmi benimseyen devletlerin sayısında ciddi bir düşme yaşanmıştır.
Geçmişte Marksist-Leninist siyasetin en önemli ülkelerinden olan Çin bile gü-
nümüzde liberalizme uygun bir yapılanma olan Dünya Ticaret Örgütü’ne üye ol-
muştur (Ataman, 2007: 506-507). Çin’in 1970’lerde başlayan ve Soğuk Savaş son-
rasında hızlanan liberalleşmesinin bir örneği de 1990 sonrasında eski Doğu Bloku
ülkelerinde ve 1997 ekonomik krizi sonrasında Doğu Asya ülkelerinde yaşandı.
Pazarın serbestleşmesi ve dışa açılması bu ülkelerin her biri için farklı hızda ve
boyutta gerçekleşti. Fakat genel olarak baktığımızda 1990 sonrasında gelişmekte
olan ülke ekonomilerinin iç ve dış ticareti serbestleştirdikleri, gümrük tarifelerini
indirdikleri, özelleştirme ve devlet yatırımlarını azaltma yoluyla devleti küçült-
tükleri görülmektedir (Grindle, 2000: 180).
2. Ünite - Sömürgecilikten Küreselleşmeye: Uluslararası Sistemde Gelişmekte Olan Ülkelerin Değişen Rolü 37
yapısı ve bağımlılık ilişkileri ile ilgili meseleler ortak ilgi alanları olmaya devam
etmektedirler. Bu çerçevede; BM sisteminde reforma gidilmesi, uluslararası tica-
ret, dış yardımlar gibi alanlarda birbirlerine destek olmakta ve ortak tavır sergile-
mektedirler (Braveboy-Wagner, 2009: 8).
Dünya geneline baktığımızda bölgesel örgütlerin kuruluşlarında iki dalga yaşan-
dığını görüyoruz. İlki 1960’larda yaşanmış ve bu dönemde AB benzeri yapılar oluş-
turmak amacıyla bölgesel örgütler kurulmuştur. Fakat bu denemelerin çoğu başarısız
olmuştur. İkinci dalga 1990’lı yıllarda yaşanmış ve APEC (Asya-Pasifik Ekonomik İş
Birliği) gibi gelişmiş ülkeler arasında kurulan ortaklıklar ön plana çıkmıştır. Bölgesel
örgütlerde kendi aralarında veya gelişmiş ülkelerle kurulan ortaklıklar biçiminde bir
araya gelmelerinin yanı sıra, günümüzde gelişmişlik düzeyleri açısından da dünyanın
farklı bölgelerinden devletler arasında paralellikler kurulmakta ve bu ülkeler grup-
landırılarak kategorize edilmektedirler. Asya Kaplanları, BRICS ve MIST ülkeleri gibi
sınıflandırmalar buna örnektir. Gelişmekte olan ülkelerin uluslararası örgütler çatısı
altında bir araya gelmek istemelerinin nedenleri; ortak hareket etmenin onları daha
güçlü kılması, maliyetleri azaltması ve dünyanın geri kalanıyla ilişki kurmalarına
imkân sağlamasıdır. Diğer bir önemli neden ise gelişmiş ülkelerin söz sahibi olduğu
bir dünyada birlikteliğin statükoya karşı durmalarını kolaylaştırmasıdır (Braveboy-
Wagner, 2009: 210).
Bölgesel İş Birlikleri
Arap Birliği
Arap Birliği gelişmekte olan ülkeleri bir araya getiren uluslararası örgütlerin ve
gruplaşmaların en eskisidir. 1945’te Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Irak, Ürdün
ve Lübnan tarafından Kahire’de kurulmuştur. Günümüzde üye sayısı 22’ye ulaşan
örgüt, Suriye’de yaşanan ayaklanma ve Suriye hükûmetinin muhalifleri bastır-
mak için şiddete başvurması nedeniyle bu ülkenin üyeliğini askıya almıştır. Arap
Birliğinin hedefleri arasında ekonomik ve kültürel iş birliğinin yanı sıra Arap
dünyasında yaşanan çatışmaların sona erdirilmesi ve Filistin sorununun çözü-
me kavuşturulması da bulunmaktadır (www.arableagueonline.org, 29.09.2012).
Arap Birliği üyeleri arasında İsrail’le ilişkilerde farklı tutumlar alma, kendi ara-
larında siyasal önderlik çekişmeleri ve toprak sorunları, Soğuk Savaş döneminde
de ayrı bloklarla yakınlaşma gibi meselelerin yaşanmış olması siyasi açıdan tam
birliği içinde olmadıklarını göstermektedir. Son yıllarda etkinlik arayışına giren
Arap Birliği, Arap Baharı sürecinde Libya ve Suriye’de yaşanan olaylarda etki-
li olmaya çalışmıştır. Bu süreçte insan hakları ihlallerini kınamış ve bu sebeple
Suriye’nin üyeliğini askıya almıştır. Bununla beraber, Kaddafi’yi kınarken Mısır,
Tunus ve Bahreyn’de yaşanan olaylarla ilgili örgütün sessiz kalması çifte standart
olarak değerlendirilmektedir. Üyelerini gevşek bağlarla bir arada tutan bir yapı
olan Arap Birliğinin etkinliğini üyeleri üzerinde herhangi bir yaptırım uygulama
imkânından yoksun olması kısıtlamaktadır. Arap ülkelerinde tabandan gelen de-
mokratikleşme hareketlerinin yaşandığı günümüzde hükümetlerin yer aldığı bu
örgüt aynı zamanda meşruiyet sorunuyla da karşı karşıya kalmaktadır. Örgütün
etkinliği üye ülkelerin içinde bulunduğu şartlara ve önceliklerine bağlı kalmaya
devam edecek gibi görünmektedir (Masters, 2012).
2. Ünite - Sömürgecilikten Küreselleşmeye: Uluslararası Sistemde Gelişmekte Olan Ülkelerin Değişen Rolü 41
Afrika Birliği
Afrika Birliği, kıtada geçmişten gelen örgütlenme çabalarının son aşamasıdır. İlk
olarak 1963 yılında Afrika’nın o dönemde bağımsız olan 31 ülkesi bir araya gele-
rek Afrika Birliği Teşkilatını kurmuşlardı (Armaoğlu, 1993: 627). 1999 yılında bir
araya gelen Afrika ülkeleri devlet ve hükûmet başkanları günümüzde de varlığını
devam ettiren Afrika Birliğini kurmuşlardır. Fas hariç Afrika kıtasında bulunan
tüm devletler Afrika Birliğine üyedir. Örgüt Afrika’nın küresel ekonomide daha
etkin rol oynamasını sağlamanın yanı sıra kıtanın sosyal ve siyasal sorunları ve
küreselleşmenin olumsuz etkileriyle de mücadele etmeyi amaçlamaktadır. Temel
hedefleri arasında sömürgecilik ve ırk ayrımcılığı (apartheid) politikalarının kıta-
daki kalıntılarının ortadan kaldırılması, üye ülkeler arasında birlik ve dayanışma-
nın teşvik edilmesi, kalkınma için iş birliği yapılması, üyelerin bağımsızlıklarının
ve toprak bütünlüklerinin korunması ve BM sistemi çerçevesinde uluslararası iş
birliğine gidilmesi hedeflenmektedir (www.au.int, 28.09.2012). Afrika Birliği, Ba-
rış ve Güvenlik Departmanı aracılığıyla kıtadaki çatışmaların önlenmesiyle barış,
güvenlik ve istikrarın korunması için çalışmaktadır. Bu çerçevede Afrika Birliği,
çatışmaların önlenmesi ve çatışma sonrası barışı inşa süreçlerinde Birlik üyeleri-
nin sağladığı askeri personelle yer almaktadır (www.au.int, 28.09.2012).
Afrika Birliğinin kendisini bahsettiğimiz diğer örgütlerden ayıran en önemli
yönü üyelerinin çoğunun askerî, ekonomik ve siyasal açıdan zayıf ve istikrarsız-
lığa düşmeye eğilimli çoğu da iç çatışmalar yaşamış veya yaşamakta olan dev-
letler olmalarıdır. Bu devletlerin istikrarın sağlanmasının yanı sıra ekonomi ve
insan kaynaklarının geliştirilmesi noktasında önemli ihtiyaçları bulunmaktadır.
Bu durum, Afrika Birliği’nin zaten kısıtlı olan kaynaklarından çok şey beklenme-
sine neden olmaktadır. Siyasal açıdan da bütünleşmenin önünde geçmişe dayalı
rekabetler, eski sömürgecilerle yeniden kurulan bağlar ve çıkar çatışmaları gibi
çeşitli engeller bulunmaktadır. Başka bir sorun ise örgütün kıtadaki otoriter yö-
netimlerle mücadele ederken kendi varlığını da ayakta tutmayı başarabilmesinin
gerekliliğidir. Diğer taraftan, Afrika Birliği kıtada barış ve güvenliğin sağlanması
için büyük çaba göstermektedir. Zaman zaman diğer uluslararası kuruluşlardan
da destek alarak uyguladığı projelerle kıtada sağlık, eğitim, çevre gibi konularda
iyileşme sağlamıştır (Badejo, 2008: 100). Diğer örgütlerle kıyaslama yaptığımızda
üyeleri itibarıyla en az gelişmiş ve bölgesinde en çok çatışma yaşanan örgütün
Afrika Birliği olduğunu görüyoruz.
Afrika Birliği’nin ilgilendiği sorunlar ve çalışma alanları neden gelişmekte olan ül-
kelerin bir araya geldiği diğer oluşumlardan farklılık göstermektedir? 4
KEİ - Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü
Türkiye ve eski SSCB ülkelerini içine alacak biçimde bölgesel bir iş birliğine gidil-
mesi fikri 1990 yılında ortaya çıkmış, 1992 yılında İstanbul’da kesinleştirilmiştir.
Türkiye, Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Bulgaristan, Gürcistan, Yunanistan,
Moldova, Romanya, Rusya ve Ukrayna örgütün kurucu üyeleridir. 1998 yılında
bölgesel bir örgüte dönüştürülmesi kararlaştırılan KEİ’nin üye sayısı 2004 yılında
Sırbistan’ın katılımıyla 12’ye çıkmıştır (www.mfa.gov.tr, 08.11.2012). Üyeler haber-
leşme, ulaştırma, bilişim, ekonomik ve ticari bilgi alışverişi, mal standardizasyonu,
enerji, madencilik, turizm, tarım, veterinerlik hizmetleri, sağlık, bilim ve teknolo-
ji alanlarında iş birliği yapmaktadırlar. İstanbul’da daimi bir sekretaryası bulunan
KEİ’ye üye ülkelerin ortak yatırım projelerine kredi sağlamak amacıyla Selanik’te
Karadeniz Ticaret ve Kalkınma Bankası kurulmuştur (Kar ve Ağır, 2008: 102).
42 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
ANDEAN Topluluğu
And bölgesi ülkeleri topluluğu anlamına gelen bu Güney Amerika örgütünün temel
amacı bölge ülkeleri arasında kalkınma, eşitlik ve bağımsızlık temelli bir bütünleşme-
ye gidilmesidir. Tarihçesi 1969’a uzanan örgütün üye profili zaman içinde değişiklik
göstermiştir. Şili ve Venezuela üyelikten ayrılmışlardır. Hâlihazırdaki üyeleri Peru, Ko-
lombiya, Bolivya ve Ekvador’dur. Şili, Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay ortaklık
statüsüyle İspanya da gözlemci üye statüsüyle örgütün çalışmalarına katılmaktadırlar
(www.comunidadandina.org, 28.09.2012).
gütlerle ortak çalışmalar da yürüten İslam İş Birliği Teşkilatı’nın amacı İslam dün-
yasının ortak sesi olmak ve dünya genelinde barış ve uyumu teşvik etmektir. Hem
İslam dünyasının sorunlarına çözüm getirmeyi hem de dünya çapında Müslü-
manlara yönelik ayrımcılığı önlemeyi hedeflemektedir. On yıllık çalışma planları
çerçevesinde faaliyetlerini belirleyen örgüt ticaretten kadın ve çocuk haklarına
toplumsal ve ekonomik hayatın çeşitli yönlerinde İslam dünyasının ilerlemesinin
desteklemeyi amaçlamaktadır (www.oic-oci.org, 29.09.2012).
BRICS Ülkeleri
BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkeleri kısaltmasının mucidi 2001 yılında
ünlü finans kuruluşu Goldman Sachs için hazırladığı bir raporda bu dört ülkenin
yakın gelecekte gelişmiş G7 ülkeleri aynı seviyeye geleceğini iddia eden ekono-
mist Jim O’Neill’dir. Çok ses getiren bu gruplandırma ilgili ülkeleri de etkilemiştir.
Kendilerini ortak fırsat ve tehditlerle karşı karşıya olan ülkeler olarak nitelendiren
ve küresel istikrar, güvenlik ve refah amacını taşıdıklarını söyleyen dörtlünün dış
işleri bakanları bu ortaklık zemini üzerinde ilk kez 2006 yılında BM çatısı altında
bir araya gelmişlerdir. 2009 yılından bu yana düzenli olarak zirve toplantılara ya-
pan gruba 2011 zirvesinde Güney Afrika (South Africa) da dahil olmuştur. Gru-
bun adı da artık BRICS olarak anılmaktadır. 2012 zirvesi ise Hindistan’da yapıl-
mıştır. Zirve toplantılarında liderlerden uzmanlara çeşitli seviyelerdeki yetkilileri
bir araya gelen BRICS ülkelerinin gündeminde uluslararası terörizmden enerji
güvenliğine çeşitli konular bulunmakla beraber ekonomi alanındaki iş birlikleri
göze çarpmaktadır (www.bricsindia.in, 30.09.2012).
BRICS ülkelerinin uluslararası ilişkilerde ne kadar etkin olabilecekleri değerlen-
dirildiğinde aralarındaki farklılıkların ve rekabetin derinleşmiş bir iş birliğine engel
46 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
G-20 Ülkeleri
İlk olarak en gelişmiş 7 ülke arasında oluşturulan ve daha sonra Rusya’nın da
katılımıyla G-8 adını alan gelişmiş ülkeler forumunun küresel ekonomik krizler
karşısında yetersiz kalışı, yükselen ekonomileri de uluslararası alanda daha etkin
kılacak bir platforma ihtiyaç duyulduğunu ortaya koymuş ve G-20 bu düşünce
çerçevesinde ortaya çıkmıştır. G-20’nin üyeleri; G-8 üyelerini de kapsayan 19 ülke
ve Avrupa Birliği’dir. 1990’lı yıllarda çoğu yükselen ülkede yaşanan ekonomik kriz
ve bu ülkelerin küresel ekonomik yönetişim mekanizmalarında yeterince temsil
edilmedikleri düşüncesiyle oluşturulmuştur. G-20, uluslararası sistemdeki dönü-
şüme ayak uyduracak biçimde gelişmiş ve yükselen ekonomileri bir araya getiren
bir uluslararası platformdur. Gelişmiş ülkeler dışında G-20’nin üyeleri; BRICS ve
MIST ülkeleriyle Arjantin ve Suudi Arabistan’dan oluşur. G20 ülkelerinin lider-
leri 2000’den bu yana yıllık toplantılarda düzenli olarak bir araya gelmektedirler.
Temel amaçları küresel ekonomide istikrarı ve sürdürülebilir büyümeyi sağla-
mak, olası ekonomik krizleri önlemek ve yeni bir uluslararası mali yapı kurmaktır
(www.g20.org, 30.09.2012).
48 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Özet
Uluslararası sisteme katılan ülke sayısındaki artı- Gelişmekte olan ülkelerin birbirleriyle ve gelişmiş
1 şın nedenlerini açıklamak 4 ülkelerle nasıl iş birliği yaptıklarını açıklamak
Uluslararası sisteme katılan üye sayısındaki ar- Gelişmekte olan ülkeler haklarını ve taleplerini
tışın üç dalgada gerçekleştiği kabul edilir. İlki, uluslararası sistem çerçevesinde meşru yollar-
1800’lü yıllarda Latin Amerika’daki İspanyol ve dan dile getirmeye büyük önem vermişlerdir.
Portekiz sömürgelerinin bağımsızlıklarını ka- Bu çerçevede bazıları BM çatısı altında G77 gru-
zanmalarıyla başlamıştır. Yeni devletlerin ortaya bunu kurmuşlar, bir araya gelerek Bağlantısızlar
çıkmasındaki ikinci önemli dalga I. ve II. Dünya hareketini oluşturmuşlardır. Talepleri genelde
Savaşları’nın ardından yaşanan büyük impara- ekonomi ve sömürgelerin bağımsızlıklarının ka-
torlukların parçalanması ve sömürgeciliğin tas- zanmalarıyla ilgili olmuştur. Uluslararası örgüt-
fiyesi süreçleridir. Üçüncü dalga ise Doğu Blo- lere üyeliği etkin biçimde kullanırken aynı za-
ğunun yıkılması neticesinde Soğuk Savaş’ın sona manda kendi aralarında gruplaşma ve bölgesel
ermesi ile ortaya çıkmıştır. 1945 yılında 51 üye veya çeşitli ortak özelliklere dayanan örgütlerini
ile kurulan BM’nin üye sayısı yıllar içinde artmış kurma yoluna da gitmişlerdir.
ve günümüzde 192’ye ulaşmıştır.
Uluslararası ilişkilerde gelişmekte olan ülkelerin
Gelişmekte olan ülkelerin ortak özelliklerini sıra- 5 rolünü açıklamak
2 lamak Günümüzde gelişmekte olan ülkeler gerek ken-
Günümüzde gelişmekte olan ülkeler olarak ni- di içlerindeki ekonomik ve yerel farklılıklar
telendirdiğimiz ve yeryüzündeki devletlerin gerekse gelişmiş ülkelerle iş birliği yapabilme
yaklaşık üçte ikisini kapsayan gruptaki ülkelerin imkânları sunması nedeniyle çok taraflı ulus-
ortak özellikleri geçmişte sömürgeciliğe veya lararası örgütler ve iş birliği çalışmalarından
emperyalizme maruz kalmış olmalarıdır. Geliş- ziyade bölgesel örgütlenmelere yönelmişlerdir.
mekte olan ülkelerin çoğunda yaygın olan diğer Bununla beraber, uluslararası sistemin hiyerar-
ortak sorunlar ise istikrarsız siyasal sistemler, şik yapısı ve bağımlılık ilişkileri ile ilgili mesele-
gelir dağılımı eşitsizlikleri ve yerel ekonomilerin ler ortak ilgi alanları olmaya devam etmektedir.
küresel rekabet karşısında zorlanmalarıdır. Bu çerçevede; BM sisteminde reforma gidilmesi,
uluslararası ticaret ve dış yardımlar gibi alan-
Gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarında nasıl larda birbirlerine destek olmakta ve ortak tavır
3 farklılaştıklarını açıklamak sergilemektedirler. Bunun dışında, gelişmiş ve
Bu ülkelerde yaşayan insanlar farklı milletlere, gelişmekte olan ülkeler ayrımı ekonomik anlam-
ırklara, dinlere ve kültürlere mensupturlar. Ge- da ilerleme kaydetmiş G20’nin çoğu üyesinden
lişmekte olan ülkelerin kendi aralarında ekono- de görüleceği üzere eski önemini yitirmiştir. Bu
mik gelişmişlik ve küresel sınai ve ticari faali- sebeple gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler gerek
yetlere eklemlenme düzeyi bakımından oldukça bölgesel gerekse çok taraflı uluslararası örgütlen-
büyük farklılıklar bulunmaktadır. Aralarındaki meler çerçevesinde bir araya gelebilmektedirler.
bu kalkınma düzeyi farkları homojen bir bütün Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin uluslararası
olarak değerlendirilmelerini engellerken dün- ilişkilerdeki etkinliğini artırmaktadır.
ya siyasetindeki ağırlıklarını da etkilemektedir.
Örneğin gelişmekte olan ülkeler kategorisinde
kabul edilen Hindistan veya Brezilya’nın ulus-
lararası ilişkilerdeki ağırlığını Afrika’nın fakir
ülkeleri ile kıyaslamak mümkün değildir.
2. Ünite - Sömürgecilikten Küreselleşmeye: Uluslararası Sistemde Gelişmekte Olan Ülkelerin Değişen Rolü 49
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi yüksek borçlu fakir ülkele- 6. Aşağıdakilerden hangisi yalnızca gelişmekte olan
rin özelliklerindendir? ülkelerin bir araya geldikleri bölgesel bir örgüttür?
a. Avrupa Birliği benzeri bir bölgesel entegrasyo- a. Bağlantısızlar
na gitmeyi amaçlamaktadırlar. b. G20
b. Geçiş ekonomileri arasındadırlar. c. İslam İş Birliği Teşkilatı
c. Bu kategorideki ülkelerin çoğu Afrika kıtasında d. MIST
yer almaktadır. e. MERCOSUR
d. Küreselleşmeden olumlu yönde etkilenerek kal-
kınmışlardır. 7. Aşağıdakilerden hangisi gelişmekte olan ülkelerin
e. Tamamı eski Doğu Bloğu ülkeleridir. uluslararası örgütler kurarak iş birliğine gitmelerinin
nedenlerinden değildir?
2. Türkiye, aşağıdaki uluslararası gruplar/örgütlerden a. Güçlerini artırmak
hangisine üyedir? b. Uluslararası sistemde etkin olmak
a. Arap Birliği c. Ulusal ordularını ortadan kaldırarak ortak ordu
b. BRICS kurmak
c. ASEAN d. Kendi aralarında ekonomik faaliyetleri serbestleş-
d. G-20 tirmek
e. G-77 e. Ortak sorunlarına çözüm aramak
3. Gelişmekte olan ülkeler için aşağıdakilerden hangi- 8. Aşağıdakilerden hangisi farklı kıtalardan üyelere
si doğrudur? sahip değildir?
a. Hepsi demokratik rejimlerle yönetilmektedir- a. G77
ler. b. OPEC
b. Bu ülkelerin tamamı Asya kıtasındadır. c. İslam İş Birliği Teşkilatı
c. Hepsi geçmişte Fransa’nın sömürgesi olmuşlar- d. ANDEAN
dır. e. MIST ülkeleri
d. Birleşmiş Milletler’e üyedirler.
e. Bu ülkelerin hepsi aynı gelişmişlik düzeyindedir. 9. Aşağıdaki ülkelerden hangisi Asya Kaplanları ola-
rak isimlendirilen ülkelerden biri değildir?
4. Aşağıdakilerden hangisi küreselleşmenin olumsuz a. Hong Kong
etkilerinden değildir? b. Tayvan
a. İletişim imkanlarının artması c. Singapur
b. Gelir dağılımındaki eşitsizliği artırması d. Tayland
c. Toplumsal korunma mekanizmalarını zayıflat- e. Myanmar
ması
d. Gelişmiş ülkelerde işsizliğe neden olması 10. Aşağıdakilerden hangisi bağlantısızlık hareketinin
e. Çevre kirliliğinin yaygınlaşması önde gelen üyelerindendir?
a. Endonezya
5. Aşağıdakilerden hangisi BRICS grubundaki ülke- b. Fas
lerden değildir? c. Türkiye
a. Hindistan d. Rusya
b. Singapur e. Bolivya
c. Brezilya
d. Çin
e. Rusya
50 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Okuma Parçası
Gelişmekte olan ülkelerin bir araya geldikleri örgütlere ve ticesinde gelişmekte olan ülkelerin gündemine alınmışlardır.
birlikteliklere baktığımızda II. Dünya Savaşı’nın hemen Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin kurdukları örgütlerin
akabindeki dönemde çok amaçlı bölgesel örgütlerin orta- yalnızca dışsal taleplere cevap niteliğinde mi oldukları yok-
ya çıktığını görüyoruz. 1960’lı yıllarda birden fazla kıtadan sa kendi iç dinamikleriyle mi iş birliğine gittikleri hakkında
üyeleri olan ve dünya siyasetini etkilemeye çalışan yapılarla şüphe uyandırmaktadır. Bununla beraber günümüzde, yeni
teknik konularda iş birliği amaçlayan bölgesel örgütler ku- küresel tehditler karşısında gelişmekte olan ülkelerin örgütle-
ruldu. Günümüzdeki bölgesel örgütler ise önceliği ekonomik rinin güvenlik başta olmak üzere çeşitli alanlarda iş birliğini
bütünleşmeye vermekle beraber ortaklıklarını siyasal alana derinleştirdiklerini görüyoruz. Sonuç olarak baktığımızda,
da aktarmayı amaçlamaktadırlar. Günümüzde gelişmekte gelişmekte olan ülkelerin kendi aralarında iş birliğine gitme-
olan ülkeler yeni örgütler ve forumlarda bir araya gelmekle leri ortak tecrübelerden ve uluslararası sistemin hiyerarşik
beraber, eski yapılar da ortadan kalkmış değildir. Onlar da yapısından kaynaklanmaktadır. Bu yapı değişerek daha kap-
faaliyetlerini sürdürmekte ve günümüz dünyasının fırsat ve sayıcı hale gelmediği sürece gelişmekte olan ülkelerin önce-
tehditlerine karşı kendilerini yenilemeye çalışmaktadırlar. likle kendi aralarında yeni ortaklılar geliştirmeleri veya var
Uluslararası siyasette ortak hareket etme hedefleri olmasına olan yapıları derinleştirmeleri süreci devam edecektir.
rağmen çoğu, AB benzeri ulus üstü yapılar kurma eğiliminde
değildir. Gelişmekte olan ülkeler egemenlik ve ülke güvenli- Kaynak: Braveboy-Wagner, 2009:210-216
ğiyle ilgili meseleler konusunda oldukça hassastırlar. Ayrıca
gelişmiş ülkelerde devlet dışı aktörlerin ulus aşan ve ulusla-
rarası örgütlerle birebir iş birliği yapan etkinliklerinin aksine
gelişmekte olan ülkelerde bu aktörler devlete daha bağımlı-
dır. Sonuçta gelişmekte olan ülkeler uluslararası işbirliklerini
kendilerini denetleyecek ve kısıtlayacak yapılar değil de ege-
menliklerinin tamamlayıcısı olarak görme eğilimindedirler.
Gelişmekte olan ülkelerin örgütlenmelerinin kendilerine
sağladığı yararlardan bahsettik. Bununla beraber, iş birliğine
gitmeleri konusunda itici güç, iç dinamikler yerine genelde
gelişmiş ülkelerden gelmiştir. Başarısız da olsa I. ve II. Dünya
Savaşları sonrasında Balkanlar, Orta Doğu, Asya gibi bölge-
lerde paktlar oluşturularak gelişmiş ülkelerin himayesinde
bölge ülkelerinin iş birliğine gitmeleri teşvik edilmişti. Gü-
nümüzün BRICS ve MIST gruplandırmaları da bu ülkelerin
düşüncesiyle değil gelişmiş dünyadan gelen öneriler olarak
ortaya çıkmıştır. BRICS ve MIST ülkelerinin tamamının
hâlihazırda G20 grubunun üyeleri olarak gelişmiş ülkelerle
zaten iş birliği içinde oldukları da unutulmamalıdır.
Gelişmekte olan ülkelerin işbirlikleri, Batı etkisinde gerçek-
leşmiş olsun ya da olmasın Batı’ya özgü normatif ve yapısal
değerleri içselleştirmişlerdir. Bu örgütlerin amaçları ve ku-
rucu metinlerinde yer alan ekonomik kalkınma prensipleri,
demokrasinin ve insan haklarının teşvik edilmesine ve ko-
runmasına yönelik vurgular, Batı’nın değerler sisteminden
kaynaklanmaktadırlar ve gerek Batı’nın gerekse ülke içinden
aynı değerleri benimseyen toplumsal grupların talepleri ne-
2. Ünite - Sömürgecilikten Küreselleşmeye: Uluslararası Sistemde Gelişmekte Olan Ülkelerin Değişen Rolü 51
devletlerin tamamının Afrika Birliğine üye oldukları Braveboy-Wagner, J. A. (2009). Institutions of the Glo-
düşünüldüğünde Birliğin kendisini gelişmekte olan bal South. Oxon: Routledge.
ülkelerin bir araya geldikleri diğer örgütlerden ve grup- Brühl, T. ve Rittberger, V. (2001). From International
laşmalardan ayıran en önemli yönü üyelerinin çoğunun to Global Governance: Actors, Collective Decision-
askeri, ekonomik ve siyasal açıdan zayıf ve istikrarsızlığa Making, and the United Nations in the World of the
düşmeye eğilimli çoğunun da iç çatışmalar yaşamış veya Twenty-First Century. (Ed.) V. Rittberger. Global Go-
yaşamakta olan devletler olmalarıdır. Siyasal açıdan da vernance and the United Nations System içinde. Tok-
iş birliğinin ve bütünleşmenin önünde geçmişe dayalı yo: United Nations University Press.
rekabetler, eski sömürgecilerle yeniden kurulan bağlar Bull, H. (2000). Justice in International Relations: The
ve çıkar çatışmaları gibi çeşitli engeller bulunmaktadır. 1983 Hagey Lectures. K. Alderson ve A. Hurell (Ed.),
Hedley Bull on International Society içinde London:
Sıra Sizde 5 Macmillan Press.
BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) ülkeleri kı- Cooper, F. (2005). Colonialism in Question: Theory,
saltmasının mucidi 2001 yılında ünlü finans kuruluşu Knowledge, History. Berkeley: University of Cali-
Goldman Sachs için hazırladığı bir raporda bu dört ül- fornia Press.
kenin yakın gelecekte gelişmiş G7 ülkeleri aynı seviye- Deardorff, A. V. ve Stern, R. M. (2002). What You Sho-
ye geleceğini iddia eden ekonomist Jim O’Neill’dir. Bu uld Know About Globalization and the World Trade
Organization. Review of International Economics,
gruplandırma ilgili ülkeleri de etkilemiştir. Kendilerini
10(3), 404-423.
ortak fırsat ve tehditlerle karşı karşıya olan ülkeler olarak
Elbasan, P. (2011). Yeni Bir Uluslarara-
nitelendiren ve küresel istikrar, güvenlik ve refah ama-
sı Oluşum: MIST.http://www.bilge-
cını taşıdıklarını söyleyen dörtlünün dış işler bakanları
sam.org/tr/index.php?option=com_co-
bu ortaklık zemini üzerinde ilk kez 2006 yılında BM ça-
ntent&view=article&id=1226:yeni-
tısı altında bir araya gelmişlerdir. 2009 yılından bu yana
biruluslararas-oluum-mist&catid=116:
düzenli olarak zirve toplantıları yapan gruba 2011 zir-
analizlerekonomi&Itemid=145, (18 Kasım 2011).
vesinde Güney Afrika (South Africa) da dahil olmuştur.
Galbreath, D. (2008). International Regimes and Insti-
Grubun adı da artık BRICS olarak anılmaktadır. BRICS
tutions. (Ed.) T.C. Salmon ve M. F. Imber. Issues in
ülkelerinin gündeminde uluslararası terörizmden enerji International Relation içinde Oxon: Routledge.
güvenliğine çeşitli konular bulunmakla beraber ekono- Grindle, M. S. (2000). Ready or Not: The Developing
mi alanındaki iş birlikleri göze çarpmaktadır. World and Globalization. J. S. Nye Jr. ve J. D. Dona-
hue (Ed.), Governance in a Globalizing World için-
de. Washington, D.C.: Brookings Institution Press.
Yararlanılan Kaynaklar Hasgüler, M. ve Uludağ, M. B. (2007). UluslararasıÖr-
Akgün, B. ve Çelik, M. (2007). Küreselleşme Çağında gütler: Devlet Merkezli Sistemde Çöküntü. Zeynep
‘Üçüncü Dünya’yı Yeniden Okumak. Avrasya Etüd- Dağı (Ed.), Uluslararası Politikayı Anlamak: Ulus
leri, 13(31/32), 41-73. Devletten Küreselleşmeye içinde. İstanbul: Alfa.
Armaoğlu, F. (1993). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi Cilt I: 1914- Hurrell, A. (2007). On Global Order: Power, Values, and
1980. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. the Constitution of International Society. Oxford:
Ataman, M. (2007). Uluslararası Ekonomi Politik: Güç Oxford University Press.
Siyasetinin Ötesi. Zeynep Dağı (Ed.), Uluslararası Kar, M. ve Ağır, H. (2008). Türkiye’nin Üyesi Olduğu
Politikayı Anlamak: Ulus Devletten Küreselleşmeye. Bölgesel Ekonomik Entegrasyonlar İçinde AB’nin
İstanbul: Alfa. Yeri: AB’nin İkamesi veya Alternatifi Var mı? Kü-
Badejo, D. L. (2008). The African Union. New York: reselleşme Sürecinde Türkiye: Fırsatlar ve Tehditler
Chelsea House. Sempozyumu. Mersin. (12-14 Kasım 2008).
Barro, R. J. (1998). The East Asian Tigers Have Plenty Mansbach, R. W. ve Rafferty, K. L. (2008). Introduction
to Roar About. Business Week. (27 Nisan 1998). to Global Politics. New York: Routledge.
Boughton, J. M. ve Bradford, C. I. Jr. (2007). Global Go- Masters, J. (2012). The Arap League. http://www.cfr. org/
vernance: New Players, New Rules: Why the 20th- middle-east/arab-league/p25967, (26 Ocak 2012).
Century Model Needs a Makeover. Finance and Deve- Milanovic, B. (1998). Income, Inequality, and Poverty
lopment. Vol. 44 (4), www.imf.org/external/ pubs/ft/ During the Transition from Planned to MarketEco-
fandd/2007/12/boughton.htm. nomy. Washington, D.C.: World Bank.
2. Ünite - Sömürgecilikten Küreselleşmeye: Uluslararası Sistemde Gelişmekte Olan Ülkelerin Değişen Rolü 53
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Kalkınma ve büyüme arasındaki farkı açıklayabilecek,
Ülkelerin ekonomik kriterlere göre nasıl sınıflandırılabileceğini analiz edebilecek,
Az gelişmişlik ve gelişmekte olan ülkelerin ortak özelliklerini açıklayabilecek,
Az gelişmişliğin nasıl aşılacağını açıklamaya çalışan kalkınma teorilerini değer-
lendirebilecek
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Kalkınma ve Büyüme • Beşerî Sermaye
• Az Gelişmişlik ve Gelişmişlik • Kurumsal Yapı
• Yükselen ve Gelişen Ekonomiler • Ekonomik Özgürlükler
• Kalkınmanın Ölçülmesi • Büyük İtiş Teorisi
• Kişi Başına GSYİH • Fakirlik Kısır Döngüsü Teorisi
• Satın Alma Gücü Paritesi • Büyüme Aşamaları Teorisi
• İnsani Gelişme İndeksi • Dengeli-Dengesiz Büyüme Teorisi
• Sermaye Birikimi
İçindekiler
• GİRİŞ
• İKTİSADİ KALKINMA: KAVRAM VE ÖLÇ-
Gelişmekte Olan Ülkelerde Gelişmekte Olan Ülkelerin ME YÖNTEMLERİ
Siyaset Ekonomik Sorunları • GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERİN ÖZEL-
LİKLERİ
• KALKINMA TEORİLERİ
Gelişmekte Olan Ülkelerin
Ekonomik Sorunları
GİRİŞ
İktisadi kalkınma, iktisat biliminin oldukça yeni alanlarından biri olmasına rağ-
men, çok farklı kesimlerin ilgisini çekmektedir. İkinci dünya savaşı sonrası ülkeler
arasındaki gelişmişlik farklarının daha belirgin bir şekilde ortaya çıkması, kalkın-
ma olgusunu gündeme getirmiştir. Konunun kapsamlı ve sistematik olarak ince-
lenmeye başlandığı bu dönemde, kalkınma süreci büyük ölçüde iktisadi büyüme
kavramı ile eş anlamlı olarak anlaşılmıştır.
Ancak 1950 ve 1960’lı yıllarda gelişmekte olan ülkelerin birçoğunun hızlı bir
iktisadi büyüme gerçekleştirmiş olmalarına rağmen, kalkınma ile ilgili temel so-
runlarını (yoksulluk, yaşam standardının düşük olması, yüksek işsizlik oranları,
temel gereksinimlerin karşılanması, gelir dağılımının bozukluğu vb.) çözememiş
olmaları kalkınma sürecine bakış açısında değişikliklere yol açmıştır. Bu geliş-
melerin bir sonucu olarak, iktisadi büyüme ve kalkınma kavramları birbirinden
ayrı ve fakat aynı zamanda, birbiriyle etkileşim hâlinde ele alınmaya başlanmıştır.
Dolayısıyla gelişmekte olan veya az gelişmiş ülkelerin gelişmiş ülkeler seviyesine
nasıl geleceği, bir başka ifadeyle “dönüşeceği”, son 50 yılın en çok tartışılan konu-
larından birini oluşturmuştur.
Kalkınma ve Büyüme
Gelişmiş ve az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeler arasındaki en önemli fark GSYİH, bir ülke içinde belli bir
gelişmişlik/kalkınmışlık düzeylerinin farklılığıdır. Kalkınmayı kavrayabilmek için dönemde üretilen nihai mal
ve hizmetlerin piyasa fiyatı
öncelikle büyümenin ne olduğunu anlamak gerekir. İktisadi büyüme, daha çok ile değeri iken; GSMH, bir
niceliksel (hesaplanabilir) bir değişikliği ifade etmektedir. Herhangi bir değişke- ülke vatandaşlarının belli bir
nin bir dönemden diğerine gösterdiği artış veya azalış bir niteliksel değişmedir. dönemde ürettikleri nihai mal
ve hizmetlerin piyasa fiyatı ile
Makroekonomik değişkenlerin (gelir, enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı vb.) bir- değeridir.
çoğu dönemden döneme (artma ve azalma şeklinde) değişme gösterirler. İktisadi
büyüme, bir ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasının (GSYİH) veya gayrisafi millî
hasılasının (GSMH) bir önceki yıla veya döneme göre niteliksel olarak değişiklik
göstermesidir. GSYİH veya GSMH’nın bir önceki döneme göre artışı ekonomik
büyüme; azalması ise ekonomik daralma (küçülme) olarak adlandırılmaktadır.
56 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Kalkınma kavramı, büyümeden daha geniş anlamlı olup az gelişmiş bir top-
lumda iktisadi yapının dönüşmesinin/dönüştürülmesinin yanında sosyal, kültürel
ve siyasal yapıların da değiştirilmesini ifade etmektedir. Gelişmekte olan ülkelere
özgü ekonomik yapının önemli unsurları, kişi başına gelirin düşük olması, yatı-
rımların ve tasarrufların yetersizliği, yüksek işsizlik ve enflasyon oranları, tarımda
verim düşüklüğü, üretimde ve ihracatta tarımsal ve emek yoğun malların payının
yüksek olması, hızlı nüfus artışı ve beşeri sermayenin yetersizliği, gelir dağılımının
bozukluğu, bebek ölüm oranlarının yüksekliği ve eğitim seviyesinin düşüklüğü
şeklinde sıralanabilir. İktisadi kalkınma ile gerçekleştirilmek istenen ise bu yapı-
nın dönüştürülerek gelişmiş ülkeler seviyesine çıkarılması veya dönüştürülmesidir.
Dolayısıyla kalkınma, gelişmekte olan ülkelerin ulaşmaya çalıştıkları bir hedef ve
aynı zamanda nedensel ilişkileri içeren bir süreç olarak kendini göstermektedir.
Buna göre, gelişmekte olan ülkelerin kalkınmaları gelişmiş ülkelerin sahip ol-
dukları sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik değerlere kavuşmak olarak anlaşılmak-
ta ve ekonomik ve toplumsal bir dönüşüme karşılık gelmektedir. Diğer bir ifadeyle
kişi başına gelirin artmasının yanı sıra yaşam standartlarının yükselmesi, üretim
faktörlerinin gerek miktar gerekse etkinlik olarak artması ve sanayinin millî gelir
ve ihracat içindeki payının artması gibi yapısal değişiklikler, iktisadi açıdan bir dö-
nüşümü göstermektedir. Ancak kalkınma bunun yanı sıra siyasal, kültürel ve sosyal
açıdan dönüşümü de içermektedir. Bu açıdan ele alındığında; kalkınma, sosyal, si-
yasal, kültürel ve ekonomik anlamda bir modernleşme projesi olarak öne çıkmak-
tadır. Bu anlamda, iktisadi kalkınma sadece ekonomik boyutlarla sınırlanmayan,
toplumu sosyolojik, psikolojik ve politik boyutlarıyla kuşatan karmaşık bir süreçtir.
Bir ekonomide kalkınma olmadan ekonomik büyüme gerçekleşebilir. Ancak
büyüme olmadan kalkınma olmaz. İktisadi yapının, üretim süreçlerinin teknolojik
olarak gelişmesi ve yaşam standardının yükselebilmesi için öncelikle ekonominin
büyümesi gerekir. Ekonomi büyümeden kalkınmanın olması çok zordur. Çünkü
büyüme olmaz ise toplumda bireylerin bazılarının refahının azaltılması pahasına
diğerlerinin yaşam kalitesi iyileştirilecektir. Eğer büyüme olursa pasta büyürken
toplumun farklı kesimlerinin pastadan aldığı paylar da artabilir. Kalkınmaya yol
açmayan bir ekonomik büyüme, gelişmekte olan ülkeler için istenilen bir durum
değildir. Bu ülkelerin amacı, büyümeyi gerçekleştirirken aynı zamanda iktisadi kal-
kınmayı da diğer bir ifadeyle sosyal, siyasal ve kültürel dönüşümü de yaşamaktır.
Bir çiftçinin ineklerinin sayısının bir yıl içerisinde 25’ten 50’ye çıkmasını büyüme
1 ve kalkınma açısından karşılaştırınız.
Kalkınmanın Önemi
Gelişmiş ülkeler olduğu kabul edilen Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya gibi
ülkelerin sahip olduğu üretim yapısı, yaşam standardı ve refah seviyesine, bu sevi-
yelerin gerisinde olan hemen bütün ülkeler ulaşmak istemektedir. Daha fazla mal ve
hizmetin üretilmesi, tüketilmesi, yaşam düzeyinin yükseltilmesi bütün ülkeler için
arzu edilen bir süreçtir. İdeolojik olarak Batı karşıtlığına dayanan ülkeler bile ikti-
sadi kalkınma ile bir an önce ve hızlı bir şekilde gelişmiş ülkeler seviyesine gelmek
arzusundadır. İktisadi kalkınma yarışından vazgeçmek, fakirlik, yoksulluk ve düşük
yaşam koşullarına razı olmak hiçbir ülkenin kabul edebileceği bir durum değildir.
3. Ünite - Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Sorunları 57
İktisadi kalkınma sürecinde ilerleyen ülkeler sadece daha yüksek gelire sahip Kalkınma, az gelişmiş ve
olmamaktadır. Gelir artışı yanı sıra, daha iyi eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gelişmekte olan ülkelerin
hedefi iken; büyüme,
sağlayarak beşerî sermayenin kalitesinde de bir iyileşme görülmektedir. Ayrıca gelişmiş ülkelerin amacını
kalkınma, istihdamın artmasını, yoksulluğun azalmasını ve gelir dağılımının iyi- oluşturmaktadır. Çünkü
leşmesini de beraberinde getirdiğinden, toplumsal barışa katkıda bulunmakta ve gelişmiş ülkeler mevcut
ekonomik yapının ve yaşam
dolayısıyla hem bireysel hem de toplumsal refahın artmasına neden olmaktadır. standartlarının korunmasına/
Dolayısıyla iktisadi kalkınma, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için arzu edi- sürdürülmesine odaklanmış
len bir durum olmaktan çok, bir zorunluluktur. iken gelişmekte olan ülkeler
üretim yapılarını ve yaşam
Özetle kalkınmanın az gelişmiş ülkeler için önemi, birey ve toplum açısından standartlarını gelişmiş ülkeler
sadece maddi yaşamın sürdürülebilmesi ve iyileştirilebilmesi değil, onun yanın- seviyesine dönüştürme
da gelişmiş toplumların sahip olduğu refah seviyesine ulaşması ve yüksek kültür çabasındadırlar.
ürünlerine erişimi sağlayacak bir sürecin ve sürekli bir yarışın sürdürülmesidir.
Kalkınma Terminolojisi
Kalkınma iktisadının temel ilgi alanı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdir.
Kalkınma iktisadı literatürü, batı merkezli bir bakış açısının da etkisiyle bu ül-
keleri başlangıçta “gelişmemiş” veya “geri kalmış” kavramları ile adlandımıştır.
Ancak böylesi bir kavramsallaştırma, bu ülkelerin her alanda geri kalmış veya
gelişmemiş oldukları kanısını uyandırmaktadır. Oysa az gelişmiş ülkelerin de bazı
alanlarda (spor, sanat, barışseverlik gibi) gelişmiş ülkeler kadar üstün olabilecek-
leri düşünüldüğünde, böylesi bir genellemenin yanlış ve onur kırıcı bir durum
olduğunu söylemek mümkündür.
Geri kalmış veya gelişmemiş ülke kavramlarının diplomatik nezaket kuralları
açısından sorunlu olması, iktisatçıların yeni kavramlar geliştirmesine yol açmıştır.
Bunun üzerine, iktisat yazınında bir süre “az gelişmiş ülke” terimi benimsen-
miştir. Ancak bu terim, az gelişmişlik durumunun statik bir yapı olduğunu ima
etmektedir. Oysa bu ülkelerin içinde bulundukları ekonomik, sosyal ve kültürel
yapının zaman içinde yavaşta olsa değişme eğiliminde olduğu görülmektedir.
Kalkınma sürecinin içinde var olan dinamizmi ve değişimi içerecek bir şekilde,
iktisat yazınında “gelişmekte olan ülke” kavramı uzun süre yaygın bir şekilde
kullanılma imkanı elde etmiştir.
Böylesi bir yeni kavramsallaşma ile ülkelerin içinde bulundukları iktisadi ve
toplumsal yapının durağanlığına ve değişme eğilimine bağlı olarak az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler şeklinde bir sınıflandırmanın yapılmasına da olanak sağla-
mıştır. Geçen zaman içinde mevcut iktisadi ve toplumsal yapısını değiştiremeyen
ve bunun için çaba harcamayan ve hatta daha kötüye giden ülkeler için “az geliş-
miş” sıfatı tercih edilmiştir. Bunun yanı sıra yıllar içinde mevcut durumundan ra-
hatsızlık duyan ve değiştirmek için çaba harcayan ve bunda kayda değer iyileşme-
ler sağlayan ülkeler için “gelişmekte olan ülke” terimi kullanılmaya başlanmıştır.
Bu kavramsallaştırmanın yapıldığı yıllarda, geri ve ileri ekonomiler, gele-
neksel ve modern ekonomiler şeklinde adlandırmalarda kullanılmıştır. Geri ya
58 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Çevrenizde sizden önceki kuşakların kendi çocukluk ve gençlik yıllarına ilişkin an-
2 lattıkları olaylar ile kendi yaşam koşullarınızı kıyasladığınızda, sizce Türkiye hangi
ülke grubunda sınıflandırılmalıdır? Neden?
Gayrisafi Yurt içi Hasıla (GSYİH), bir ülkede belli bir dönemde üretilen nihai mal ve
hizmetlerin piyasa fiyatı ile değeri olduğunu hatırlayınız. GSMH ve GSYİH’in birbi-
rinden farklı olduğuna dikkat ediniz.
Tablo 3.2’de ise kişi başına GSYİH’ye göre dünyanın ilk 30 ekonomisi sıralan-
mıştır. Lüksemburg, 2010 yılında yaklaşık 109 bin dolarlık kişi başına GSYİH ile ilk
sıraya oturmaktadır. ABD, dünyanın en büyük ekonomisi olmasına rağmen, 2010
3. Ünite - Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Sorunları 61
yılında yaklaşık 47 bin dolar ile sekizinci sırada yer alabilmiştir. 2000 yılında kişi
başına GSYİH’si 4 bin dolar olan Türkiye ise 2010 yılında bu rakamı 10 bin dolara
çıkarmış ve yirmi dokuzuncu sırada yer almıştır.
yasaya çıkan yeni mal veya hizmetlerin başlangıç fiyatlarının gelişmiş ülke-
lerde daha yüksek olması da bu farklılığa katkı yapar.
• Karşılaşılan bir diğer sorun ise reel GSMH’yı hesaplamak için kullanıla-
cak fiyat indeksinin seçilmesidir. Baz yılının belirlenmesi, ürün kalitesinde
meydana gelen gelişmelerin millî gelir istatistiklerine yansıtılması gibi en-
deksleme sorunları sadece gelişmekte ülkelerin değil, gelişmiş ülkelerin de
karşılaştığı en önemli sorunlar arasında yer almaktadır.
Kayıt dışı ekonomi, devletin • GSMH, sadece kayıt altına alınmış ekonomik faaliyetleri ölçer. Kayıt dışı
resmî kayıtlarına girmeyen faaliyetler ya ihmal edilir ya da basitçe tahmin edilir. Gelişmekte olan ülke-
fakat bir gelir akımı doğuran
bütün faaliyetleri kapsar. lerde kayıt dışı ekonomi oldukça önemli boyutlardadır. Gelişmekte olan ül-
kelerde, üretimin geçinmek için yapıldığı kırsal bölgelerde, üretimin çoğu
piyasaya ulaşmaz. Tarımsal ürünlerin belli bir kısmı piyasaya girmeden aile
içinde tüketilir. Bu ürünlere herhangi bir ödemede bulunulmadığı için ulu-
sal gelir olduğundan daha düşük hesaplanmaktadır. Bu faaliyetlerin piyasa-
da işlem görmesi, GSMH’nin daha yüksek görünmesine yol açar.
• Her ülke, GSMH’sini kendi para birimi ile hesaplar. Karşılaştırma yapabilmek
için, bunların ortak bir para birimine (örneğin ABD Doları) çevrilmesi ge-
rekmektedir. Bu da bir döviz kuru sorunu yaratır. Ancak resmî döviz kurları
her zaman paraların gerçek değerini yansıtmamaktadır. Bu durum, özellikle
paralarının değerlerini belirli nedenlerle bilinçli olarak gerçek değerinin üs-
tünde ya da altında tutan az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde GSMH’nin
olduğundan daha yüksek veya düşük hesaplanması sonucuna yol açar.
• Ülkenin GSMH düzeyi oldukça yüksek olmasına rağmen az gelişmiş ülke-
lerin tipik özelliklerini gösterebilir. Bunun nedeni bir ekonomide kalkınma
ve büyüme kavramlarının aynı şeyi ifade etmemesidir. Kalkınma olmadan
da büyüme gerçekleşebilmektedir.
GSYİH sıralamasında (Tablo 3.1) ikinci sırada yer alan Çin’in kişi başına GSYİH sı-
ralamasının yapıldığı Tablo 3.2’de yer almadığına dikkat ediniz. Çin dünyanın ikin-
ci büyük ekonomisi olmasına rağmen kişi başına gelir dikkate alındığında görece
hâlâ fakir bir ülkedir.
Ayrıca reel döviz kuru ülkelerin yaşam standartlarının aynı olduğu varsayı-
mına dayanmaktadır. Eğer döviz kuru l$ = T3 ise bu durum, Amerika’da 1 dolara
satın alınan bir malın Türkiye’de de 3 lirayla satın alınabileceği anlamına gelir.
Ancak gerçek hayatta ülkelerin yaşam standartları birbirinden farklı olduğu için
çoğunlukla böylesi bir satın alma mümkün olmaz.
Bu nedenle de uluslararası gelişmişlik karşılaştırmalarında kişi başına GSMH
rakamları kullanılırken, GSMH rakamları ortak bir döviz kuruna dönüştürülmek-
tedir. Buna Satın alma Gücü Paritesi (Purchasing Power Parity) yöntemi denir.
Satın alma gücü paritesiyle hesaplanan döviz kuru, serbest piyasada oluşan döviz
kurundan farklıdır. Ülkenin reel satın alma gücünü gösteren satın alma gücü pari-
tesi, belirli bir mal ve hizmet sepetinin çeşitli ülkelerde satın alınması için gerekli
olan ulusal para tutarlarının birbirine oranı olarak tanımlanabilir.
Belirli bir tarihte Türkiye’deki fiyatlar TL cinsinden Pt, ABD’deki fiyatlar dolar
($) cinsinden Pa olsun. Bu durumda satın alma gücünü yansıtan gerçek döviz kuru
(P) = Pt/Pa şeklinde ifade edilir. Örneğin 1 kg elma, Türkiye’de T4; Amerika’da ise
2$ olsun. Buna göre Türkiye ile ABD arasında satın alma gücü paritesi 4/2 = 2 T/$
olacaktır. Bunun anlamı satın alma gücü paritesine göre hesaplandığında, 1$ = 2
T/$’dir. Ancak iki ülke arasındaki satın alma gücünü tek bir mala bağlı kalarak
ölçmek de mümkün değildir. Bu nedenle karşılaştırma yapılabilir bir mal ve hiz-
met sepeti oluşturmak gerekmektedir.
Tablo 3.3’te dünyanın en büyük yirmi ekonomisi, satın alma gücü paritesine
göre hesaplanmış GSYİH değerine göre sıralanmıştır. Buna göre, 2010 yılında
dünyanın en büyük ekonomisi ABD ve ikinci büyük ekonomisi Çin’dir. Ancak
Hindistan’ın dördüncü ve Rusya’nın da altıncı sıraya yükseldiği görülür. Türkiye ise
on beşinci sırada yer almıştır. Bunun nedeni 1 dolar ile ABD’de alınan mal ile Çin
ve Hindistan gibi fakir ülkelerde alınan miktarların aynı olmamasıdır. Bir dolar ile
bu ülkelerde daha fazla mal almak mümkündür.
Reel döviz kuru ve satın alma paritesine göre hesaplanmış GSYİH değerlerinin fark-
lı olduğuna dikkat ediniz.
14 Kanada 1,33
15 Türkiye 1,11
16 Endonezya 1,04
17 Avustralya 0,87
18 İran 0,85
19 Polonya 0,76
20 Hollanda 0,70
Satın alma gücü paritesi, ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarını ortadan kaldırdığı
için uluslararası gelişmişlik düzeylerinin karşılaştırılmasında daha güvenilirdir.
ölçü yoksulluk içerisinde yaşayan insanların kapsamlı bir resmini çıkarmak ama-
cıyla kullanılabileceği gibi hem ülkeler ve bölgeler arasında ve dünya çapında hem
de etnik grup, kırsal/kentsel konumlar ve diğer kilit hane halkı ve toplum özellikleri
açısından ülkeler içinde karşılaştırmaya olanak vermektedir.
Türkiye’nin 2011 yılı kişi başına GSYİH’sini bularak, Dünya Bankası sınıflandırma-
6 sının hangi kategorisinde yer aldığını gösteriniz.
3. Ünite - Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Sorunları 67
Ekonomik Özellikler
Ülkelerin birbirleriyle kıyaslamanın en kolay yolu ekonomik özelliklerine göre ya-
pılabilir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik yapılarındaki farklılık ilk
bakışta kendini gösterir. Temel makroekonomik değişkenlerin incelemesi ve hızlı
bir şekilde karşılaştırılması, ülke grupları arasındaki farklılıkların nerelerde ve nasıl
olduğu hakkında genel bir bilgi verir. Ekonomik özellikleri, temel makroekonomik
özellikler ve sektörel özellikler başlıkları altında incelemek mümkündür.
Makroekonomik Özellikler
Gelişmekte olan ülkelerin makro ekonomik özellikleri, kişi başına gelirin düşük-
lüğü, gelir dağılımının bozukluğu, tüketim harcamalarının yüksekliği ve tasarruf-
ların yetersizliği, yatırımların azlığı, işsizlik oranlarının yüksekliği ve belirsizliğin
fazla olduğu başlıkları altında incelemek mümkündür.
Marjinal tüketim eğilimi (c) ise 1 - c = s olduğunu ve s’nin de marjinal tasarruf eği-
limi olduğunu hatırlayınız.
Marjinal tüketim eğilimi 0.75 ise marjinal tasarruf eğilimini bulup yorumlayınız.
7
Yatırımların Azlığı
Gelişmekte olan ülkelerin en temel özelliklerinden bir diğeri ise yatırımların azlı-
ğıdır. Yatırımların azlığı sermaye birikimini sekteye uğrattığı için bir sorun olarak
ortaya çıkar. Yeni yatırımlar, fiziki sermaye birikimini artırır ve bu da ekonomik
büyümeye neden olur. Dolayısıyla sermaye birikimi gelişmekte olan ülkelerin is-
tikrarlı bir şekilde büyümesi açısından kilit öneme sahiptir.
Gelişmekte olan ülkelerde yatırımların azlığı, daha çok tasarrufların yetersiz-
liğinden ileri gelmektedir. Diğer bir ifadeyle yaşam standardındaki düşüklük ge-
lirin büyük bir kısmının tüketime ayrılmasına ve bu da tasarrufların az olmasına
yol açmaktadır. Az tasarruf ise yatırımlar için az fon anlamına gelir. Dolayısıyla
tam bir kısır döngü söz konusudur. Düşük gelir, yüksek tüketim düşük tasarruf
demektir. Düşük tasarruf ise, az miktarda yeni yatırım anlamına gelir. Bu da eko-
nomik büyümenin düşük seviyede kalmasına yol açmaktadır.
Tablo 3.9’da ülke gruplarına göre sabit sermaye yatırım oranları yer almak-
tadır. Yıllar itibariyle yüksek gelirli ülkelerde sabit sermaye yatırımları azalırken
orta gelirli ülkelerde fazla bir değişiklik olmamış ve düşük gelirli ülkelerde ise
önemli bir artış görülmüştür. Diğer bir önemli artış ise orta düşük gelirli ülkeler
grubunda göze çarpmaktadır.
Tablo 3.9 ve Tablo 3.8 birlikte değerlendirildiğinde, özellikle düşük gelirli ül-
kelerdeki tasarruf oranı, bu ülke grubunun yatırım oranını karşılamaktan uzak
olduğu görülür. Yurt içi tasarrufların yetersiz olması dolayısıyla gelişmekte olan
ülkeler yatırımlarını dış kaynaklardan finanse etme yoluna gitmektedirler. Dış
kaynak kullanımı bir yandan ülkelerin finansal kırılganlıklarını artırırken diğer
yandan dış borç miktarlarını artırmaktadır.
3. Ünite - Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Sorunları 71
Belirsizliğin Yüksekliği
Gelişmekte olan ülkelerde farklı dinamiklerden beslenen makroekonomik denge-
sizlikler birçok ekonomik sorunun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle
kalkınma için gerekli olan yatırımların finansmanı için tercih edilen yollar bu den-
gesizliklerin en önemli nedenidir. Kişi başına gelir düşük olduğundan, kayıt dışı
72 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
ekonominin yaygınlığı ile birleşince vergi hasılatının düşük olmasına yol açmak-
tadır. Bu bütçe açıkları, iç borç, dış borç veya para basarak kapatılma yoluna gidi-
liyor ki, bu durum ekonomideki belirsizliklerin artmasına neden oluyor. Özellikle
kamu kesiminin borçlanma gereğine paralel olarak; borçlanma maliyeti artmakta,
bu durum bir yandan yatırımları olumsuz etkilerken diğer yandan da enflasyonun
artmasına yol açmaktadır.
Türkiye’de 1970-2010 döneminde enflasyon oranları (TÜFE indeksi ile) nasıl bir seyir
9 izlemiştir?
Enflasyon, fiyatlar genel Bir ekonomideki belirsizliğin en önemli göstergesi fiyat istikrarının bozulma-
seviyesindeki sürekli artıştır. sıdır. Fiyat istikrarı, teorik olarak enflasyon ve deflasyon şeklinde ortaya çıkabilir.
Deflasyon ise piyasada
fiyatların belirli bir zaman Ancak gelişmekte olan ülkelerde daha çok enflasyon şeklinde kendini gösterir.
aralığında sürekli düşüştür Bu Tablo 3.10’da ülke gruplarına göre enflasyon verileri yer almaktadır. Orta ve dü-
indeksler, Tüketici Fiyat İndeksi şük gelirli ülkelerin enflasyon ortalamasının yüksekliği dikkat çekmektedir. Enf-
(TÜFE) ve Üretici Fiyat İndeksi
(ÜFE) yoluyla TÜİK tarafından lasyonun oranının yüksekliği belirsizliklerin fazla olması anlamına geldiği için
hesaplanmaktadır. firmaların yatırım kararlarını olumsuz etkilemektedir.
ken, ithal edilen mallar sermaye (kapital) yoğun mallardan oluşmasıdır. Bu da cari
açık sorununa neden olmaktadır.
Düşük gelirli ülke ihracatlarında, işlenmemiş tarım ürünleri ve madenciliğin pa-
yının %50’yi geçtiği görülmektedir. Aynı oranlar, orta gelirli ülkelerde nispi olarak
daha düşük olsa da gelişmiş ülkelerden çok daha yüksektir. Kalkınmada belirli öl-
çüde yol almış gelişmekte olan ülkelerin ihracatlarında, sanayi ürünlerinin payının
gelişmiş ülkelere yaklaştığı görülmektedir. Fakat sanayi ürünlerinin kompozisyonu
incelendiğinde, bunun çok da doğru olmadığı görülecektir. Zira, gelişmekte olan
ülkelerin sanayi ürün ihracatının büyük bölümünü hazır giyim, tekstil gibi emek
yoğun ve katma değeri düşük mallardan oluşmasıdır.
Gelişmekte olan ülkelerin dış ticaretlerinde gözlemlenen bu yapının geri kal-
mışlığın bir göstergesi olması yanında, bu ülkelerin kalkınmalarını da olumsuz
yönde etkilediği yaygın bir görüştür.
Özetlemek gerekirse gelişmekte olan ülkelerin en önemli yapısal özelliklerin-
den birisi, ihracat sektöründe tarım ve emek yoğun mallarının payının yüksek
olması ve ithalatta yatırım mallarının ağırlıklı olmasıdır. Bu yapının kalkınma-
nın sağlanması için değiştirilmesi gerekmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde hizmet kesimi, kırsal kesimin dışladığı işsiz kitleyi,
sanayinin yeterince istihdam olanağı yaratamaması nedeniyle de yapısında taşır.
Bir bakıma gizli işsizler ordusuna katılan bu kitle marjinal verimliliği son derece
düşük işlerde çalışır görünmektedirler. Oysa ileri gelişmişlik düzeyindeki ülkeler-
de hizmet kesiminin verimliliği oldukça yüksektir.
Emek piyasasında gözlenen diğer önemli bir özellik, kalkınma ile birlikte istih-
damın önce sanayi ve daha sonra da hizmet sektörüne kayıyor olmasıdır. Gelişmiş
ülkelerde, toplam çalışan nüfusun çok büyük bir bölümünün hizmet sektöründe
istihdam ediliyor olması bunun en güzel göstergesidir.
Gelişmekte olan ülkelerde gözlemlenen ortak ekonomik özellikleri özetle-
mek gerekirse, tarım kesiminin ekonomik yapıda çok büyük öneme sahip oldu-
ğu söylenebilir. Bu özellik kendini, üretim, dış ticaret ve emek piyasası gibi tüm
sektörlerde göstermektedir. Gelişmekte olan ülkelere ait bu yapı, makro düzeyde
gözlemlenen problemlerin temel sebepleri arasında yer almaktadır. İşte bu ne-
denle kalkınmanın en öncelikli hedefinin, ekonomik yapının modernleştirilmesi
olduğu söylenebilir.
Demografik Özellikler
Hızlı nüfus artışından kaynaklanan olumsuzluk ya da yetersizlikler gelişmekte olan
ülkelerin demografik özelliklerini oluşturmaktadır. Hızlı nüfus artışı, yetersiz ve
yanlış beslenme, yetersiz ve elverişsiz sağlık koşulları, sağlıksız kentleşme ve barın-
ma problemleri gelişmekte olan ülkelere özgü tipik demografik göstergelerdir.
Düşük gelir grubuna ait ülkelerde ortalama yıllık nüfus artış hızı % 2’nin üze-
rindedir. Buna karşılık, yüksek gelir grubuna sahip ülkelerde ise bu oran %1’in
74 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
altındadır. Nüfus artış hızının, toplam nüfusun yaş gruplarına göre dağılımında
önemli bir etkiye sahiptir.
Türkiye gibi orta gelir düzeyine sahip gelişmekte olan ülkeler için, nüfus artış
hızının yaklaşık % 1.5 ile % 2 arasında değiştiği görülmektedir. Bununla birlikte,
bu ülke gruplarında 0-14 yaş grubunun toplam nüfus içinde yaklaşık % 25 ora-
nında bir ağırlığı bulunurken, 65 ve yukarısı yaş grubunun ağırlığının ise %7.3
olduğu görülmektedir.
Gelişmekte olan ülkelere ait diğer bir demografik gösterge, bebek ve çocuk
ölüm oranlarının çok yüksek olmasıdır. Düşük gelir grubundaki ülkelerde orta-
lama olarak doğan her bin bebekten 75’i ölürken, 0-5 yaş grubundaki her bin ço-
cuktan ise 113’ü ölmektedir. Gelişmiş ülkelerde bu oran sırasıyla binde 6 ve 7’dir.
Bu göstergelerden yola çıkarak gelişmekte olan ülkelerin ortak özelliklerinden
birisinin de beslenme ve sağlık şartlarının yetersizliği olduğu söylenebilir. Bu-
nun nedeni ise gelişmekte olan ülkelerde sağlık harcamalarının yetersizliğinden
kaynaklanmaktadır. Satın alma gücü paritesine göre, düşük gelirli ülkelerde kişi
başına sağlık harcamaları 500 dolar civarında iken, yüksek gelirli ülkeler bakıldı-
ğında 2000 dolar ile 6000 dolar arasında değiştiği görülmektedir. Aynı zamanda
sağlık harcamaları, kişinin yaşam süresini etkileyebilecek diğer bir önemli faktör-
dür. Dolayısıyla, sağlık harcamaları ile doğumda yaşam beklentisi arasında pozitif
yönlü bir ilişkinin olabileceği söylenebilir. Örneğin, kişi başına düşen sağlık har-
camalarının çok düşük olduğu düşük gelirli ülkelerde, ortalama yaşam süresi 60
yıl iken, kişi başına sağlık harcamalarının yüksek olduğu yüksek gelirli ülkelerde
ise ortalama yaşam süresi yaklaşık 80 yıl civarındadır.
Kısaca, kalkınma açısından gelişmekte olan ülkelerin demografik özellikleri in-
celendiğinde ortaya çıkan tabloda, yüksek bebek ve çocuk ölüm oranları ile ortalama
ömrün kısa oluşu beslenme ve sağlık hizmetlerinin yetersiz olduğunu gösterirken,
genç nüfusun fazla olması, çalışan nüfusun ekonomik yükünün ağır olduğunu ve
kentsel nüfus artış hızının yüksek olması da kentleşme sorunlarını göstermektedir.
Kurumsal Yapı
Bir toplumda bireyler ve insan toplulukları arasındaki davranışsal ilişkileri be-
lirleyen siyasal partiler, sendikalar, dernekler, kooperatifler, borsalar, ürün piya-
saları, emek piyasaları ve hatta semt pazarları gibi yapılar kurumları oluşturur.
Bu kurumların belirli yazılı veya sözlü kurallara bağlı olması gerekir ki, bunlarda
kurumsal yapının bir parçasıdır. Ayrıca gelenekler, töreler gibi kültürel ve etik ku-
rallar da bireyler ve insan toplulukları arasındaki ilişkileri belirledikleri ölçüde
kurumdurlar. Kurumlar her toplumun kendi özgün yapısı doğrultusunda şekil-
lenmekte ve bireyler ile insan topluluklarının davranış biçimlerini belirlemekte-
dir. Ayrıca kurumların oluşumu, işleyişi ve gelişimi toplumlar arasında önemli
ölçüde farklılaşmaktadır. Dolayısıyla ülkelerin gelişmişlik düzeyleri arasındaki
farklılıkların anlaşılabilmesi için, kurumsal yapıların incelemeye dahil edilmesi
gerekmektedir.
Bazı ülkelerde gelişmeyi özendiren ve “teşvik eden” kurumsal bir yapı söz ko-
nusu olabilir. Gelişmekte olan ülkeler için bu durum oldukça önemlidir. Burada
dikkat edilmesi gereken bir başka nokta ise kurumlar belirli kurallara ve kısıtlara
bağlı olarak oluşturulduklarından zamanla mevcut durumun devam etmesinden
(statükodan) yana bir tavır içinde olmaya başlamaları ve yeni gelişmelere karşı di-
renmeleridir. Bu durum, gelişmekte olan ülkelerin “etkin çalışan” kurumsal yapılar
oluşturulmasını gerektirmektedir ki, bu kendiliğinden olan bir süreç değildir ve
her toplumun yapısına ve toplumsal, ekonomik ve tarihsel birikimine göre farklılık
76 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
göstermektedir. Konu ile ilgili yapılan çok sayıdaki teorik ve ampirik çalışmalar,
kurumsal yapının ve kurumsal değişimin iktisadi büyüme ve kalkınma sürecinde-
ki önemini dolaylı veya dolaysız olarak vurgulamaktadır.
Siyasal Kültür
Belirli bir toplumda siyasal Kültürel değerlerin ekonomik birimlerin davranışlarını etkileyebileceği düşüncesi
alana yansıyan, onunla ilgili çok eskilere kadar gitmektedir. Kültürel yapı ve değerlerin toplumdan topluma fark-
olan kanaat ve inançlar,
tutumlar ve davranışlar, o lılık gösterdiği gerçeği göz önüne alınırsa aynı tepkiye farklı ülkelerde ekonomik
toplumun siyasal kültürünü birimlerin farklı tepkiler verme olasılığı daha iyi anlaşılabilir. Kültür, bir ülkedeki
oluşturur. sanatı, edebiyatı, sosyolojik yapıyı, değer yargılarını, inançları ve beraber yaşama
arzusu çerçevesinde oluşmuş kuralları ve anlayışları kapsamaktadır. Diğer bir ifa-
deyle, kültür dendiğinde, en öz tanımıyla bir toplumun duyuş, düşünüş ve davranış
tarzları anlaşılır. Bu özelliği ile ekonomik aktivitelerin gerçekleştiği yerin kültürel
yapısından etkilenmediği varsayımı üzerine yapılan varsayımlar gerçekçi olmaya-
caktır. Bir ülkede uygulanan iktisat politikalarının başarı koşullarından biri de, uy-
gulandığı ülkenin sosyal, kültürel ve değer yargılarına uygunluğudur.
Siyasal kültür denildiğinde ise kültürün siyasal yönleri anlaşılmaktadır. Her
ne kadar kapitalizm ve demokrasinin belli özelliklere sahip bir toplumsal yapı ile
özdeşleştirilmemesi gerektiği söylense de, öteden beri siyasal kültür, siyasal sis-
temlerin ve özellikle demokrasinin performansını açıklamada başvurulan önemli
değişkenlerden biri olarak kullanılmaktadır. Siyasal kültür ve ekonomik kalkınma
ilişkisi daha ziyade ekonomik sistemin içerisinde işlediği siyasi yapı ve kurumla-
rın ekonomik kalkınmaya etkisi olarak ele alınabilir. Bu anlamda siyasal rejimler,
parlamentoların işlevi, anayasa ve genel olarak yasal yapının durumu, yozlaşma,
rüşvet, baskı grupları ve azınlık çıkar gruplarının ekonomik hayattaki etkinliği
gibi pek çok kavram ve olgu ile yakından ilişkilidir.
Kurumsal olarak etkin ve etkili bir devletin var olması için politik kültürü
oluşturan unsurların kalitesi önemlidir. Bu anlamda, politik olarak istikrarlı bir
siyasal yapının varlığı için, politik meşruiyete dayalı hükûmet ve etkin muhale-
fet partilerinin yer aldığı, yasama gücünün hukuk devleti olmanın bir göstergesi
olarak halkın çıkarları ile uyumlaştırıldığı bir politik sistem şarttır. Böyle bir po-
litik sistemin varlığının devamı için, güçler ayrılığını destekleyici bir Anayasa ve
bağımsız bir yargı sistemi zorunludur. Anayasaların yapılışında, toplumsal olarak
birey hayatını etkileyen ve yönlendiren sosyal norm ve değerler varsa anayasanın
bunlarla uyumu politik sistemi daha da güçlendirmektedir. Tüm bu şartları taşı-
yan istikrarlı bir politik sistem, siyasal kararların kestirilebilirliğini ve meşruiyeti-
ni sağladığından, ekonomik gelişimdeki aktörlerin faaliyetlerinin, gelişmeye açık
bir iklim içerisinde sürdürülebilmesi de sağlanmış olacaktır.
Ekonomik Özgürlükler
Ekonomik özgürlüklerin temel Son zamanlarda ekonomik gelişme ile ilişkilendirilen bir diğer konu ise ekono-
unsurları, tercih, mübadele ve mik özgürlüklerdir. Burada tartışılan temel olgu, ekonomik özgürlüklerin geliş-
rekabet özgürlüğü ile bireyin
ve mülkiyetinin korunmasıdır. miş olduğu toplumlar ile gelişmediği toplumların kalkınma sürecinde nasıl bir
seyir izlediğidir. Ekonomik özgürlüğü en basit şekliyle insanlar var olduğunda var
olan ve kişinin güç kullanmadan, hile yapmadan ve çalmadan edindiği mülkünü
diğer bireylerin saldırısından koruması şeklinde tanımlamak mümkündür. Diğer
bir tanımlama ile ekonomik özgürlük, bireylerin serbestçe iktisadi faaliyetlerde
bulunabilmelerini ve bu faaliyetler sonucunda elde ettikleri değerleri dışarıdan
bir müdahale olmaksızın özgürce kullanabilmelerini ifade etmektedir.
3. Ünite - Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Sorunları 77
KALKINMA TEORİLERİ
Kalkınma teorileri ile ilgili Ülkeler arasındaki gelişmişlik farklılıklarını açıklamak için farklı teorik yaklaşım-
ayrıntılı bilgiler için bakınız; lar geliştirilmiştir. Bugünkü anlamında kalkınma iktisadına ilişkin ilk çalışmalar
Tüylüoğlı ve Çeştepe (2003).
1940’lı yıllarda yapılmaya başlanmıştır. Kalkınma teorisinin temelini oluşturan bu
öncü çalışmalar, sektör analizine dayalı bir basit aşamalara dayanmaktadır. A.G.B
Fischer ve Colin Clark tarafından İngiltere örneği referans alınarak yapılan bu çalış-
malar, Avrupa ülkeleri ile dünyanın geri kalanı arasındaki uçurumu sayısal delillere
dayanarak açıklarken yapısal ve sektörel değişim olgusuna dikkat çekmişlerdir.
Yapısal değişim yaklaşımına göre, üretim faaliyetleri, gelişmekte olan ülkeler-
de hâlâ önemli olan birincil (tarım, ormancılık, madencilik vb.), ikincil (imalat,
inşaat vb.), üçüncül (hizmetler) üretim faaliyetleri şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Doğal olarak, ilk aşamada bulunan gelişmekte olan ülkeler birincil üretimde, daha
sonraki aşamada bulunan daha fazla gelişmiş ülkeler imalat malı üretiminde ve
son olarak en son aşamada bulunan olgun gelişmiş ekonomiler de hizmetler sek-
töründe, kaynaklarının daha büyük bir yüzdesini ayırmış olurlar. Böyle bir sınıf-
landırma yapmalarının önemli bir nedeni söz konusu ayrımın büyümenin kay-
nağı olarak tanımlanabilecek yapısal değişmeyi göstermesidir.
Birincil üretimin ulusal gelir içindeki payının azalması ile ikincil ve üçüncül üre-
timin ulusal gelirden aldığı payın yükselmesi iki nedene bağlı olarak ortaya çıkar.
Birincisi -Ernest Engel’e atfen- ünlü Engel Kanunu’dur. Buna göre, birincil ürünlere
yönelik talebin gelir esnekliği düşük iken, ikincil ve üçüncül ürünlere yönelik tale-
bin gelir esnekliği yüksektir. Gelir yükseldikçe gelirden birincil ürünlere harcanan
pay azalır ve böylece birincil ürünlerin ulusal gelirdeki rolü azalır. Toplam malların
kompozisyonunda birincil ürünler aleyhine ve diğer ürünler lehine meydana gelen
değişmeler, ekonomideki yapısal değişmenin en önemli nedenlerinden biridir. İkin-
ci neden, verimliliktir. Verimlilik nedeniyle ücretler imalat ve hizmetlerde tarıma
oranla daha hızlı büyüme eğilimi sergiler; Böylece bu sektörlerin ulusal gelirdeki
payları da aynı şekilde artma eğilimi gösterir. Bu iki neden, iş gücünün düşük ve-
rimli olan sektörden (tarım) yüksek verimli olan sektöre (sanayi) doğru kaymasına
ve bu yapısal değişim büyümenin kaynağını oluşturmaktadır.
İktisadi karar birimlerinin Hollis B. Chenery ise sanayi üretiminin payının artması her ülkede kişi başına
ihtiyaçlarını tatmin etmek geliri artırmayabileceğini ileri sürmektedir. Çünkü iç talebin kompozisyonundaki
için doğrudan kullandıkları
mallara tüketim malı, mal değişme dış ticaret yoluyla dengelenebilir. Birincil üretimde karşılaştırmalı üstün-
ve hizmet üretmek amacıyla lüğe sahip olan bir ülke, sanayinin payında bir yükselme olmaksızın daha yüksek
üretimde kullanmış oldukları bir toplam gelir düzeyine ulaşabilir. Doğal kaynakların çeşitliliği nedeniyle farklı
mallara üretim malı veya
yatırım malı denir.
ülkelerin için geçerli tek düze bir büyüme modeli önermek mümkün değildir. Bu-
radan yola çıkarak Chenery, araştırmalarını sanayi ürünlerinin kompozisyonunda
talebe göre meydana gelen değişmelere yoğunlaştırmıştır. Chenery’ye göre, sana-
3. Ünite - Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Sorunları 79
yileşme ekonomik yapıda üç ayrı değişmeye yol açar: Birincisi, tüm sektörler içe-
risinde imalat sanayisinin göreli öneminde bir artış; ikincisi, sanayi sektöründeki
çıktının kompozisyonunda bir değişme ve üçüncüsü ise her bir mal için üretim
teknikleri ve arz kaynaklarında bir değişme. Sanayi çıktısının kompozisyonu dik-
kate alındığında; sanayi ürünleri, yatırım malları, ara malları ve tüketim malları ol-
mak üzere üç gruba ayrılabilir. Dolayısıyla yatırım malı ve tüketim malı arasındaki
büyüme farklılığı tarım ve sanayi arasındaki farklılık kadar önem arz etmektedir.
Kalkınma iktisadını önemli ölçüde etkileyen bu ilk çalışmalar, kalkınmanın
gerçekleştirilebilmesi için geleneksel sektörlerde uzmanlaşmaya bağlı kalmayıp,
imalat ve hizmetler sektörlerine doğru ekonominin yapısal bir değişme sürecine
girmesi gerektiğini açıkça göstermektedirler.
1950’li ve 1960’lı yıllarda geliştirilen kalkınma teorileri, az gelişmişliği yerel
koşullar ile açıklama çabası içinde olmuşlardır. Çoğunluğu neoklasik iktisadi
düşünceden beslenen bu iktisatçılar, piyasa ekonomisinin temel ilkelerine bağlı
kalmakla birlikte, devletin siyasal ve toplumsal faktörler aracılığıyla piyasaya mü-
dahale etmesinin kalkınmayı hızlandıracağını benimsemektedirler.
Az gelişmişliği açıklamaya çalışan ve bu ülkelerin gelişmiş ülkelere dönüşmesi
için geliştirilen öneriler, geleneksel (Ortodoks) kalkınma teorileri ve heteredoks
kalkınma teorileri alt başlıkları altında incelenir. Kalkınma iktisadı literatürünün
ana gövdesini geleneksel kalkınma teorileri oluşturur. Bu geleneksel kuramlar,
Rosenstein-Rodan’ın (1943) Büyük İtiş Teorisi, Nurkse’nin (1952) Fakirlik Kı-
sır Döngüsü Teorisi, Boeke (1953) ve Lewis’in (1966) İkili Ekonomi Teorisi ve
Rostow’un (1960) Tarihsel Büyüme Aşamaları Teorisinden oluşmaktadır.
Paul N. Rosenstein-Rodan (1943) tarafından geliştirilen Büyük İtiş Teorisi,
az gelişmiş bölgelerin gizli potansiyellerinin harekete geçirilmesinin önemine
dikkatleri çekmektedir. Bu kapsamda, ekonominin birbirini tamamlayan birkaç
büyük sektöründe aynı anda büyük ölçekli yatırımlar ile başlatılan endüstrileş-
menin yaratacağı büyük itiş ile kalkınma başlatılabileceği belirtilmektedir. Eko-
nominin birkaç önemli endüstrisinde yapılacak olan yatırımlar bu alt sektörler
arasında olumlu bir sinerji yaratacaktır.
Rosenstein-Rodan, az gelişmiş bölgelerdeki gizli potansiyellerin piyasa ko-
şulları içinde harekete geçirilemeyeceğini ve bunun ancak devletin ekonomiye
müdahalesi ile olabileceğini ileri sürmektedir. Çünkü piyasa koşullarında özel
sektörün alacağı kararlar optimal olmayacak ve ekonomiyi ileriye itecek yeterli
yatırımı muhtemelen yapamayacaklardır. Ekonominin düşük gelir denge düze-
yinden hızlı bir şekilde çıkabilmesi, ekonominin birçok yerinde daha fazla yatırım
ile mümkün olabilecektir. Bu çerçevede özellikle yol, liman, havaalanı, iletişim
sistemleri, hastane ve eğitim kurumları gibi alt yapı yatırımlarına ağırlık vermek
gerekmektedir. Bu altyapı yatırımlarının özel sektör tarafından yapılmaz. Bunlar
ancak kamu tarafından planlanabilir ve yapılabilir. Bu bağlamda, tasarruflarıyla
yatırımlarını karşılayamayan az gelişmiş ülkelerin dış yardıma başvurmaları öne-
rilmiştir. Az gelişmiş ülkelere yapılacak uluslararası yardımın (borçlar, garantiler, Düşük gelir düzeyi, düşük
teknik yardımlar) amacı kendini sürdürme temeline dayalı tatmin edici bir büyü- tasarruf ve düşük talep
düzeyi demektir. Bu da
menin gerçekleştirilmesidir. Bu yolla ekonomik durgunluktan kendini sürdüren yatırımların düşük olmasına
bir ekonomik büyüme sürecine geçiş sağlanmış olacaktır. yol açar. Yatırım azlığı sermaye
Ragnar Nurkse (1952) tarafından geliştirilen Fakirlik Kısır Döngüsü Teorisi, birikiminin yetersiz olmasına
bir ülkeyi yoksulluk durumunda tutan sürecin kısır bir döngüye benzediğini ileri ve verimliliğin düşük olmasına
neden olur. Bu durum
sürer. Teoriye göre, göre az gelişmişliğin az gelişmişliğe yol açmaktadır. gelirinde düşük olmasıyla
sonuçlanır.
80 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Rostow, geleneksel toplumu Orta Çağ Avrupa’sına (bilim öncesi toplumsal ya-
pıya) benzetmektedir. Bilimsel ilerlemeye zaman zaman rastlansa da üretim sü-
recini etkileyen bilimsel bilgiye ulaşılmasını sağlayan bir sistematik mekanizma
bulunmamaktadır. Kaderciliğin hakim olduğu geleneksel toplum, bir tarım toplu-
mudur. Büyük toprak sahipleri, politikanın ve ekonomik gücün belirlenmesinde
belirgin bir rol oynamaktadırlar.
Geçiş aşamasında kalkınmanın başlaması için gerekli ön şartlar oluşmakta-
dır. Bu aşamada, geleneksel toplumu ortadan kaldırmak için toplumsal güçlerin
toplanmasına çalışılmaktadır. Geçiş aşamasının şartlarının oluşturulmasında dış
güçlerin ve özellikle kolonicilerin önemli bir işlev yerine getireceklerini ileri sür-
mektedir. İleri toplumların (kolonileştiren ülkenin) müdahalesi ile bir yandan ge-
leneksel yapı çözülürken diğer yandan modern bir toplumu oluşturacak düşünce
ve fikirler ortaya çıkacaktır. Geçiş aşamasında eğitim seviyesi artmaktadır. Ayrıca
özel ve kamu sektöründe yeni girişimci tipleri ortaya çıkmaktadır. Bu aşamada
yatırımlar toplumun altyapısını oluşturan taşımacılık ve diğer sosyal sabit serma-
yeye yönlendirmelidir. Sermayeyi harekete geçirmek için bankalar ve diğer ku-
rumlar kurulmaktadır. Ayrıca, iç ve dış ticaret genişlemektedir. Geçiş aşamasın-
da ekonomik ve sosyal değişmelerin yanı sıra, siyasal değişme de görülmektedir.
Özellikle eski yerel çıkarlara, kolonyalist güçlere veya her ikisine birden karşı olan
ve milliyetçi ruha sahip bir merkezî ulusal devletin kurulması, bu aşamanın en
önemli özelliklerinden biridir. Böylesi büyük bir dönüşüm, ancak etkin ve mo-
dern bir devlet aygıtıyla yönetilebilir.
Kalkış aşaması, sürdürülebilir bir büyümenin gerçekleşmesini engelleyen ve
direnen unsurların tamamen yıkıldığı bir dönemdir. Bu aşamada, karın tekrar ya-
tırıma harcanması hâlinde menfaatin geometrik bir şekilde katlanacağı düşünce-
si, bireylere ve kurumlara yerleşmiştir. Buna paralel olarak, girişimcilik hızla artar
ve özel sektör giderek gelişir. Bu aşamada kişi başına gelirin yeterince yükselmesi
için, tasarruf ve yatırımlar ulusal gelirin %5’inden %10’unun üzerine veya daha
fazlasına yükselir. Burada öncü bazı büyüme sektörlerinin kurulması önemlidir.
Tamamlayıcı gelişme sektörleri buna yardımcı olacak ve gelişme uyarılmış bir şe-
kilde diğer sektörlere yayılacaktır. Kalkış aşamasında süratle yeni sanayi kolları
gelişir. Bunların yarattığı hasılanın büyük bir çoğunluğu yeniden yatırıma akta-
rılır. İktisadi faaliyetlerde daha evvel kullanılmayan doğal kaynaklar ve üretim
yöntemlerinin kullanılmasına başlanır. Ayrıca, iktisadi modernizmi benimsemiş
siyasal bir grubun iktidara gelmesi kalkış aşamasında hayati bir rol üstlenir.
Olgunluk aşaması, toplumun kaynaklarının büyük bir bölümünün modern
teknolojilerin yer aldığı alanlarda etkin bir şekilde kullanıldığı uzun ve kuvvet-
li bir ilerleme devresidir. Olgunluk aşamasında, üretim sahası daha geniş sanayi
alanlarını içerecek şekilde genişler. Artık ekonomi herhangi bir şeyi değil, arzu
edileni üretecek girişim ve kabiliyetlere sahiptir. Olgunluk dönemi esnasında; iş
gücünün dağılımında da önemli değişme gözlenir. Kentsel nüfus büyür, beyaz ya-
kalı işçilerin oranı artar, endüstriyel liderlik girişimcilikten yöneticiliğe kayar. Bu
aşamada büyüme oldukça yüksektir. Kişi başına gelir kayda değer bir artış sergi-
ler. Tempolu bir büyümenin sürdürülebilmesi için, ulusal gelirin %10-20 kadarı
devamlı bir şekilde yatırımlara aktarılır. Gelir artışı nüfus artışından fazladır. Eko-
nomide yeni öncü sektörler eskilerinin yerini alır ve yeni sanayi kolları yükselir-
ken eskileri önemini kaybeder. Ekonomi uluslararası ekonomideki yerini bulur;
daha önce ithal ettiği malları üretir, yeni ithal ihtiyaçları artar, bunları karşılamak
için ihracatı artar.
82 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Özet
Kalkınma ve büyüme arasındaki farkı açıklamak kaldırdığı için, uluslararası gelişmişlik düzeyle-
1
Büyüme, herhangi bir değişkenin bir önceki dö- rinin karşılaştırılmasında daha güvenilirdir.
neme göre değişimidir. Ekonomik büyüme ise Ülkelerin gelişmişliklerini karşılaştırmak için
gayrisafi yurt içi hâsıladaki (GSYİH) bir önce- kullanılan üçüncü kriter, Birleşmiş Milletler Kal-
ki yıla göre yıllık değişmedir. Pozitif olduğunda kınma Programının (UNDP), yaklaşık 200 gös-
GSYİH’nin büyüdüğü, negatif olduğunda ise terge seti ile ülkelerin gelişmişlik düzeylerini ölç-
GSYİH’nin daraldığı anlamına gelir. Kalkınma tüğü İnsani Gelişme Endeksidir. Hem ekonomik
ise büyümeden daha geniş bir kavramdır. Bir hem de sosyal kalkınmayı içeren insani gelişme,
ülkedeki yaşam standardının ve üretim süreçle- ülkelerdeki yaşam kalitesini dikkate almaktadır.
rinin değişimini ve dönüşümünü ifade eder. Di-
ğer bir ifadeyle kalkınma, ekonominin yanı sıra Az gelişmişlik ve gelişmekte olan ülkelerin ortak
sosyal, kültürel ve siyasal yapının da gelişmiş ül- 3 özelliklerini açıklamak
kelerdekine doğru dönüşümü kapsar. Ülkelerin birbirleriyle kıyaslamanın en kolay
yolu ekonomik özelliklerine göre yapılabilir. Ge-
Ülkelerin ekonomik kriterlere göre nasıl sınıflan- lişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik ya-
2 dırılabileceğini analiz etmek pılarındaki farklılık ilk bakışta kendini gösterir.
Ülkelerin gelişmişlik düzeylerinin ölçülmesin- Temel makroekonomik değişkenlerin inceleme-
de uluslararası karşılaştırmalarda yaygın olarak si ve hızlı bir şekilde karşılaştırılması, ülke grup-
kullanılan ölçüt GSMH ve kişi başına GSMH’dir. ları arasındaki farklılıkların nerelerde ve nasıl
Ülkelerin GSMH’si kendi ulusal para birimleri olduğu hakkında genel bir bilgi verir. Ekonomik
ile hesaplanmaktadır. Uluslararası karşılaştırma- özellikleri, temel makroekonomik özellikler ve
larda, ulusal para birimi ile hesaplanan GSMH sektörel özellikler başlıkları altında incelemek
değeri genellikle ABD dolarına çevrilmektedir. mümkündür.
Ancak farklı gelişme düzeylerine sahip iki ülke Gelişmekte olan ülkelerin makro ekonomik özel-
arasındaki reel döviz kurunun, bu iki ülke ara- likleri, kişi başına gelirin düşüklüğü, gelir dağılımı-
sındaki satın alma gücünün iyi bir ölçümü ol- nın bozukluğu, tüketim harcamalarının yüksekliği
ve tasarrufların yetersizliği, yatırımların azlığı, iş-
madığı bilinmektedir.
sizlik oranlarının yüksekliği ve belirsizliğin fazla
Ayrıca reel döviz kuru ülkelerin yaşam standart-
olduğu başlıkları altında incelemek mümkündür.
larının aynı olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin en önemli sektörel
Eğer döviz kuru l$ = T3 ise bu durum, Amerika’da
özellikleri, ihracat sektöründe tarım ve emek
1 dolara satın alınan bir malın Türkiye’de de 3 li-
yoğun mallarının payının yüksek olması ve itha-
rayla satın alınabileceği anlamına gelir. Ancak
latta yatırım mallarının ağırlıklı olmasıdır.
gerçek hayatta ülkelerin yaşam standartları bir-
Hızlı nüfus artışı, yetersiz ve yanlış beslenme, ye-
birinden farklı olduğu için çoğunlukla böylesi
tersiz ve elverişsiz sağlık koşulları, sağlıksız kent-
bir satın alma mümkün olmaz. Bu nedenle de
leşme ve barınma problemleri gelişmekte olan
uluslararası gelişmişlik karşılaştırmalarında kişi
ülkelere özgü tipik demografik göstergelerdir.
başına GSMH rakamları kullanılırken GSMH ra-
Gelişmekte olan ülkelerin kültürel özelliklerine
kamları ortak bir döviz kuruna dönüştürülmek-
bakıldığında, eğitim seviyesinin düşük olması ve
tedir. Buna Satın Alma Gücü Paritesi yöntemi
okuma-yazma bilmeyenlerin nüfus içindeki ora-
denir. Ülkenin reel satın alma gücünü gösteren nı önemli birer gösterge olduğu görülmektedir.
satın alma gücü paritesi, belirli bir mal ve hizmet Diğer özellikler ise kültürel yapıya geleneklerin
sepetinin çeşitli ülkelerde satın alınması için ge- hakim olması ve buna bağlı olarak kadınların
rekli olan ulusal para tutarlarının birbirine oranı toplum içerisinde ikinci plana itilmeleri, orta
olarak tanımlanabilir. Satın alma gücü paritesi, sınıfın yok denecek kadar az olması ve çocuk iş-
ülkeler arasındaki fiyat farklılıklarını ortadan çilerin sayısının yüksek olması sayılabilir.
84 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Sermaye birikimi ve bu sürece katkı yapan yatı- Geleneksel (Ortodoks) kalkınma teorilerinin
rımlar, iş gücü ve teknoloji gibi unsurların iktisa- yanı sıra, kaynakların hangi oranda ve hangi
di gelişmenin temel dinamiklerini oluşturduğu sektörlere yönlendirilmesi gerektiğine ilişkin
konusunda iktisatçılar arasında bir uzlaşma söz görüşlerin ileri sürüldüğü heteredoks kalkınma
konusudur. İktisat yazınında büyüme üzerinde et- teorileri de geliştirilmiştir. Bu yaklaşımların bir
kileri söz konusu olan bu faktörlere ek olarak, kısa kısmı, kaynakların bütün sektörlere düzgün bir
süre içerisinde “ekonomik olmayan” unsurların da şekilde dağıtılmasına ve kalkınmanın dengeleri
büyüme üzerinde etkilerinin olduğu ileri sürül- olmasını önermektedir. Diğer bir kısmı ise kal-
meye başlanmıştır. Ekonomik olmayan faktörleri kınmanın ancak tamamlayıcı özelliği olan sek-
sosyal, kültürel ve siyasal başlığı altında toplana- törlerde kaynakların daha çok yönlendirilmesi
bilir. Bu çerçevede dış ticaretin, finansal sistemin, ile kalkınmaya bir ivme kazandırılabileceğini
eğitim ve sağlık ve kamu harcamalarının büyüme ileri sürmektedir.
üzerine etkilerine ek olarak, kurumsal yapının, bil-
giye ulaşmanın, kültürün, siyasal kültürün, sosyal
sermayenin, ekonomik özgürlüklerin, çevrenin ve
cinsiyetin de kalkınma/büyüme sürecinde önemli
rollerinin olduğu gündeme getirilmiştir.
Kendimizi Sınayalım
1. Aşağıdakilerden hangisi kalkınmanın temel öğeleri 7. Az gelişmişliği açıklamaya çalışan ekonomik yak-
arasında yer almaz? laşımlardan R. Nurkse aşağıdaki teorilerden hangisini
a. Sanayi kesiminin millî gelir ve ihracat içindeki geliştirmiştir?
payının artması a. Büyük İtiş Teorisi
b. Ekonomik yapının korunması b. Fakirliğin Kısır Döngüsü Teorisi
c. Üretim faktörlerinin değişmesi c. Büyüme Aşamaları Teorisi
d. Kişi başına düşen millî gelirin artırılması d. Dengeli Büyüme Teorisi
e. Üretim faktörlerinin etkinliği e. Dengesiz Büyüme Teorisi
2. Temel ihtiyaçlar yaklaşımına göre kalkınmanın 8. Aşağıdakilerden hangisi az gelişmiş ülkelerin eko-
amacı aşağıdakilerden hangisidir? nomik özelliklerinden biri değildir?
a. İthalatın artırılması a. Tüketimin bileşiminde gıda maddelerinin payı-
b. İhracatın artırılması nın yüksek olması
c. Yoksulluğu ortadan kaldırılması b. Tasarruf ve yatırımların düşük olması
d. Büyümenin hızlanması c. Nüfus artış hızının düşük olması
e. Tasarrufların azaltılması d. Kişi başına gelirin düşük olması
e. Gelir dağılımının dengesiz olması
3. Bir ekonominin büyüme sürecinde olduğu bir dö-
nemi aşağıdaki kavramlardan hangisi ifade eder? 9. Az gelişmişliği açıklamaya çalışan ekonomik yakla-
a. Az gelişmiş şımlardan “Büyük İtiş Teorisi” aşağıdaki iktisatçılardan
b. Sanayileşmiş ülkeler hangisi tarafından ortaya atılmıştır?
c. Üçüncü dünya a. Chenery
d. Gelişmekte olan b. Lewis
e. Gelişmiş c. Nurkse
d. Rosenstein-Rodan
4. Az gelişmiş ülkelerde gönüllü bireysel tasarrufların e. Prebisch
düşük olmasının nedeni aşağıdakilerden hangisidir?
a. Enflasyonun düşük olması
10. Aşağıdakilerden hangisinde Rostow’un gelişme
b. Halkın yoksul olması
aşamaları doğru bir biçimde sıralanmıştır?
c. Tasarruf yapmayı bilmemeleri
a. Gelişen Topluma Geçiş-Kalkış-Kalkışa Hazır-
d. Yüksek reel faizler
lık-Geleneksel Toplum-Olgunluk
e. Yatırımların çok olması
b. Olgunluk-Kalkışa Hazırlık-Geleneksel Toplum-
Kalkış-Gelişen Topluma Geçiş
5. Aşağıdakilerden hangisi iktisadi kalkınmayı ölçme
c. Geleneksel Toplum- Kalkışa Hazırlık-Kalkış-
yöntemlerinden birisidir?
Gelişen Topluma Geçiş- Olgunluk
a. İnsani gelişme endeksi yaklaşımı
d. Geleneksel Toplum-Kalkışa Hazırlık-Kalkış-
b. Enflasyon oranı
Kitle Tüketim Çağı-Olgunluk
c. Cari işlemler açığı yöntemi
e. Geleneksel Toplum-Kalkışa Hazırlık-Kalkış-
d. Dış borç yaklaşımı
Olgunluk-Kitle Tüketim Çağı
e. İç borç yaklaşımı
Enflasyon Oran›
140,0
120,0
100,0
80,0
60,0
40,0
20,0
0,0
70
72
74
19 6
78
80
82
19 4
86
88
19 0
92
19 4
96
20 8
00
02
20 4
06
20 8
10
7
0
19
19
19
19
19
19
19
19
19
19
19
20
20
20
Kaynak: www.dpt.gov.tr
3. Ünite - Gelişmekte Olan Ülkelerin Ekonomik Sorunları 89
Yararlanılan Kaynaklar
Berber, M. (2006). İktisadi Büyüme ve Kalkınma.
Trabzon: Derya Kitabevi.
Han, E., Kaya, A. A. (2006). Kalkınma Ekonomisi Teori
ve Politika. Ankara: Nobel Yayınları.
Kar, M., Taban, S. (2005). İktisadi Kalkınmada
Sosyal,Kültürel ve Siyasal Faktörlerin Rolü. Bursa:
Ekin Kitabevi.
Kaynak, M. (2007). Kalkınma İktisadı. Ankara: Gazi
Kitabevi.
Parasız, İ. (2005). Kalkınma Ekonomisi. Bursa: Ezgi
Kitabevi.
Taban, S., Kar, M. (2004). Kalkınma Ekonomisi Seçme
Konular. Bursa: Ekin Kitabevi.
Tüylükaya, Ş., Çeştepe, H. (2004). Kalkınma
Teorilerinin Temelleri ve Gelişimi. S. Taban ve M.
Kar (Ed.), Kalkınma Ekonomisi Seçme Konular
İçinde. Bursa: Ekin Kitabevi.
4
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE SİYASET
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Afrika siyasetinin genel özelliklerini tanımlayabilecek,
Güney Afrika’da siyasal sistemin tarihsel dinamiklerini değerlendirebilecek,
Güney Afrika’da siyasal sistemin kurumsal yapısını açıklayabilecek,
Dünya sistemi içinde Güney Afrika’nın konumunu analiz edebilecek bilgi ve
becereilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Afrika Siyaseti • Apartheid
• Güney Afrika Siyasal Sistemi • Irkçılık Sorunu
• Nelson Mandela, Thabo Mbeki, • Ulusal Parti
PW Klerk • Patronaj Sistemi
• Afrika Ulusal Kongresi (ANC) • Çok Kültürlülük
• Başkanlık Sistemi
İçindekiler
• GİRİŞ
• SİYASAL SİSTEMİN ŞEKİLLENMESİNE
ETKİ EDEN DİNAMİKLER
Gelişmekte Olan Ülkelerde • ULUSLARARASI SİSTEM VE GÜNEY
Afrika: Güney Afrika Örneği AFRİKA
Siyaset
• SİYASAL KURUMLAR
• SİYASAL PARTİLER VE SİYASAL HAYATIN
GELİŞİMİ
Afrika: Güney Afrika Örneği
GİRİŞ
Nelson Mandela’nın ilk siyahi Devlet Başkanı olarak yemin ettiği 10 Mayıs 1994 Apartheid: Güney Afrika’da
sadece Güney Afrika siyasi hayatı açısından değil, Afrika kıtası açısından da bir uzun yıllar uygulanan ırk
ayrımcılığı.
dönüm noktasıdır. Güney Afrika’da Apartheid rejiminin sona ermesi Afrika’daki
beyazların kontrolü altında olan son kalenin de düşmesiyle sonuçlanmıştır. Gü-
ney Afrika siyasi hayatı, bir nevi şiddet, terör, sosyal düzensizlik, ırk ayrımcılığı ve
bunların neticesi olarak ortaya çıkan problemler ve bunlara karşı gösterilen tep-
kilerin tarihidir. 1652 yılında Hollanda kökenli macera avcılarının Cape Town’da
koloni kurmasıyla başlayan siyah-beyaz mücadelesi, 1800’lerin başında İngiliz-
lerin de devreye girmesi ve Güney Afrika’yı kolonileştirmesiyle farklı bir boyuta
girmiştir. Bu tarihten sonra ülkeyi kontrol mücadelesi daha çok iki beyaz grup
arasında geçmiştir. Afrikaanslar-ı Hollanda kökenli beyazlar- ile sonradan gelen
İngiliz kökenli beyazlar arasındaki bu mücadele 1876 yılında ilk altın madeninin
bulunmasıyla daha da şiddetlenmiştir (Chilvers, 1936). İki beyaz azınlık topluluk
arasındaki işbirliği ve daha sonrasında da 1948 yılında Ulusal Parti’nin seçimleri
kazanması, Güney Afrika siyasi hayatına yeni bir boyut kazandırmıştır. Dünya
siyaset literatürüne Apartheid olarak giren ve temelde ırk ayrımcılığına dayalı bir
yönetim biçimini temsil eden 1948-1994 dönemi, insan hakları ihlallerinin Gü-
ney Afrika’da en yoğun yaşandığı dönemdir. Üç asır süren beyazların iktidarını
sona erdiren 27 Nisan 1994 seçimleri ile Güney Afrika, demokratik bir ülke olarak
dünya siyasetindeki yerini almıştır. Bu tarihten itibaren Güney Afrika çok partili
anayasal demokrasiye geçip siyasi sistemini yeniden revize etmiştir.
Apartheid rejimine karşı mücadele eden Afrika Ulusal Kongresi (ANC), Apart-
heid rejimini zayıflatmak ve uluslararası alanda izole etmek için 1960’lardan sonra
silahlı mücadeleye girişmiştir (Barrell, 1990). Bu tarihe kadar daha çok hükûmetle
diyalog yoluyla sorunların çözülebileceğine inanan ANC, 1960 yılında Sharpville’de
meydana gelen kanlı olaylardan sonra bu siyasetini tamamen değiştirmiştir. Afrika
Ulusal Kongresi’nin 1969 yılında Güney Afrika Komünist Partisiyle ittifak kurma-
sından sonra ise, ANC daha çok Sovyet merkezli bir politika arayışına girmiş ve
kendisini Doğu Blokunun kanatları altında bulmuştur. 1960 yılında ANC’nin si-
lahlı mücadeleye girmesiyle başlayan düşük yoğunluklu iç savaş durumu, 1980’li
yıllarda giderek alevlenmiştir. 1985 yılında Apartheid’e karşı başlayan köylü ayak-
lanmalarından 1993 yılına kadar geçen zaman zarfında, bir çoğu siyah olmak üzere
17 bin kişi hayatını kaybetmiştir (Harber ve Ludman, 1994:296). Güney Afrika
92 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
toplumu dinsel, ırksal, sosyal ve hatta dilsel açıdan son derece parçalı bir top-
lumdur. Bu toplumsal bölünmüşlük sömürgecilikle başlayan ve Apartheid’le de-
vam eden tarihî gelişmelerin bir ürünüdür. Toplumsal alandaki derin bölünmeler
Güney Afrika devlet yapısında liberal politikaların sağlıklı işlemesinin önündeki
engellerden biri olarak görülmektedir (Venter, 2001:3). Bu bölümde Güney Afrika
Cumhuriyeti’nin siyasi ve toplumsal yapısı tarihsel bir çerçevede incelenerek Gü-
ney Afrika’nın bugünkü siyasi yapısı analiz edilecektir.
Kesin bir galibin olmadığı savaş, tarafların anlaşması ile sona ermiştir. Özellikle
aynı dönemde Avrupa’daki Birinci Dünya Savaşına doğru gidişi gören ve Güney
Afrika’da hiç bir zaman beyaz çoğunluğu sağlayamayacağını anlayan İngiliz li-
beralleri Afrikaanslarla iş birliği yapmanın yollarını aramışlardır. Avrupa’nın her
geçen gün savaşa yaklaştığı bu dönemde, İngiliz hükûmeti Güney Afrika’da yaşa-
yan tüm beyazların kendi aralarında bir birlik kurmalarını teşvik edici bir politika
izlemeye başlamıştır. Bunun sonucu olarak 1908 ve 1909 yıllarında yapılan ve ikisi
Afrikaansların ikisi de İngilizlerin kontrolünde olan dört eyaletin temsilcilerinin
katıldığı toplantılar sonucu Güney Afrika Birliği’ninin (the Union of South Africa)
kurulmasına karar verilmiştir. Buna göre Güney Afrika Westminster tarzı (Wat-
son, 1994:189-201) bir hükûmet sistemini kabul edecek ve halkın seçtiği mecliste
basit çoğunluğu saglayabilen parti ülkeyi yönetecekti. İngilizce ve Flemenkçenin
resmi diller olarak kabul edildiği bu toplantı sonucu, eyaletlerin tercihine bıra-
kılan tek konu siyahlara oy hakkının verilip verilmeyeceği idi. Daha sonra Cape
ve Natal eyaletleri oy hakkını sadece gayrimenkul sahibi olan siyahlara vermeye,
Transval ve Orange River eyaletleri ise siyahlara hiç oy hakkı vermemeye karar
verdi. Louis Botha 1910 yılında kurulan ve İngiltere’nin bir sömürgesi olan Güney
Afrika Birliği’nin ilk başbakanı oldu.
Legassick’in (1995:44) de belirttiği gibi, temelleri Anglo-Boer Savaşı’ndan Güney Afrika’da meydana
sonra atılmaya başlanan Apartheid rejimi, Güney Afrika Birliği’nin kurulmasın- gelen bu maden devriminden
sonra madenlerin kontrolü
dan hemen sonra ırk ayrımcılığıyla kendini göstermeye başlamıştı. Bu çerçevede için iç mücadele dönemi
1911 yılında düzenlenen The Native Labour Regulation Act (Yerli İşci Yasası) ile başlamıştır.
işçi kontratlarını bozmak siyahlar için suç hâline gelirken beyazlar için normal
bir hak hâline geldi. Yine 1913 yılında düzenlenen the Natives Land Act (Yerli-
ler Arazi Kanunu) ile tüm arazilerin %7,5’i nüfusun 4/5’ini oluşturan siyahlara
verilirken nüfusun sadece 1/4’ünü oluşturan beyazlar toplam arazinin %92,5’ini
kontrol edecekti. Bunların yanında yeni hükûmet 1911 yılında yeni bir düzenleme
yaparak siyahların Dutch Reformed Kilisesine tam üye olamayacağını ilan etti.
1900’lerden sonra sömürge valilerinin beyazları açıkca destekleyen politikaları
siyahların direnişlerine yol açtı. 1902 yılında Cape Town’da Melez (Coloured) kö-
kenli bir grup, İskoçya eğitimli bir doktor olan Abdullah Abdurrahman önderliğinde
Afrika Siyasal Organizasyonu’nu kurdu (Venter, 1974:488). İlk başta ‘eğitimli melez-
lerin’ çıkarlarını korumayı amaçlayan bu örgüt, 1910 yılında 20 binden fazla üyeye
sahipti. Aynı zamanda Güney Afrika’da bulunan Mahatma Ghandi ise daha çok Hint
kökenli göçmenlerin yoğunlukta olduğu Natal bölgesinde sivil direniş hareketlerini
başlattı (Huttenback, 1971). 1909 yılının Mart ayında Güney Afrika Yerlileri Toplan-
tısı yapılana kadar Güney Afrikalı siyah, melez ve Hintliler arasında sayısız toplan-
tılar yapıldı. 1909 yılında toplanan Güney Afrika Yerlileri Toplantısında dönemin
iktidarından tüm sosyal gruplara ‘tam ve eşit haklar’ tanınması talep ediliyordu.
Aynı dönemde 1911 yılında yasalaşan Yerliler Arazi Kanunu’na tepki olarak si-
yahlar arasında doğan muhalefet, Afrika’daki en uzun soluklu bağımsızlık hareke-
tinin dogmasına yol açtı. İlk başlarda Güney Afrika Yerli Ulusal Kongresi olarak
adlandırılan bu örgüt 8 Ocak 1912 tarihinde Bloemfontain’de bir kaç yüz kişilik
eğitimli siyahın önderliğinde kuruldu. Kurucu Başkanlığına Amerika’da okumuş
olup öğretmenlik ve papazlık yapan John L. Dube, Mali İşler Başkanlığına ise Co-
lombia ve Oxford üniversitelerinde hukuk eğitimi görmüş olan Pixley Ka Isaka
Seme seçildi (Dunton, 2003:555). Bir yazar ve gazeteci olan Solomon T. Plaatje’nin
Genel Sekreterliğine seçildiği Güney Afrika Yerli Ulusal Kongresi, 1923 yılında
adını Afrika Ulusal Kongresi olarak değiştirdi (Walshe, 1973:9).
94 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
kında olan Hertzog Hükûmeti 1937 yılında yaptığı bir düzenlemeyle yahudilerin
Güney Afrika’ya göç etmesini yasakladı (Horowitz ve Kaplan, 2001:6). Aynı ya-
sayla beyaz topluma entegre olamayacak olan diğer Avrupalıların da ülkeye girişi
kısıtlandı.
İktidarda olan Hertzog ve Smuts koalisyonu her ne kadar Malan’nın savundu-
ğu etnik milliyetçiliği reddetse de aslında onların da siyahlara yönelik politikası
Malan’ın düşündüğünden farklı değildi. Hükûmet 1936 yılında yaptığı bir düzen-
lemeyle zaten Cape Eyaleti’nde sınırlı olarak oy kullanan siyahların oy kullanma
haklarını tamamen kaldırdı (Dubow, 1989:166-171). Aynı dönemde Pixley Seme
liderliğindeki Afrika Ulusal Kongresi ise halka kabile liderlerine saygı gösterme-
lerini ve sakin bir şekilde örgütlenmelerini öneren bir politika izliyordu. Dubow’a
(2000:18) göre örgütsel olarak tarihinin en zayıf dönemini yaşayan ANC’nin bu
pasif tavrı ANC içinden bazı gruplar tarafından protesto edilmeye başlandı. Bu-
nun sonucu olarak ANC’den ayrılan bir grup Hintli ve Melez, Tüm Afrikalılar
Toplantısı’nı düzenleyerek bu pasif direnişe dur demek istediler. Fakat tıpkı ANC
gibi bu yeni oluşan organizasyon da daha çok eğitimli siyahlardan oluşuyordu ve
çatışmacı bir strateji izlemekten uzaktı. Tüm Afrikalılar Kongresi liderleri Güney
Afrika ve İngiltere’ye bağlılıklarını dile getiriyor ve bu çerçevede İngiltere Parle-
mantosunun Güney Afrika’daki duruma müdahale ederek siyahların durumunun
düzeltilmesini istiyordu.
İşte böyle bir siyasi ortamda yapılan genel seçimlerde D.F. Malan’nın partisi 1900’lerin başından beri
Ulusal Parti (National Party-NP) seçimden galip çıktı ve bu resmi olarak Aparthe- her geçen yıl pekişen
ırk ayrımcılığı politikası
id rejiminin başlangıcını ilan etti. 1900’lerin başından beri her geçen yıl pekişen Afrikaansların 1948 yılında
ırk ayrımcılığı politikası Afrikaansların 1948 yılında tek başlarına iktidar olmasıy- tek başlarına iktidar olmasıyla
la yeni bir dönemece girdi. Bazı akademisyenlerin (Dubow, 1989:178; Boolberg, yeni bir dönemece girdi.
1990) tabiriyle özünde ‘Milliyetçi-Hrıstiyan’ bir temele dayanan Apartheid, bu ta-
rihten itibaren Güney Afrika siyasi hayatının en belirgin niteliği hâline gelecekti.
Buna göre, her etnik grup kendine ayrılan bölge dışında bir yerde yaşayamıyor
ve eğer bölge başka bir etnik grup için ayrılmışsa oradan taşınmak zorunda kalı-
yordu. Bu yasal düzenleme doğal olarak en çok nüfusun coğunluğunu oluşturan
siyahları etkiledi. Bu çerçevede 1963 ile 1985 yılları arasında yaklaşık 3.5 milyon
siyah bulunduğu yerden taşınmak zorunda kaldı. Fakat bunun bir çözüm olma-
dığı zamanla anlaşıldı çünkü her ne kadar siyahlar beyazların yaşadıgı yerden
taşınmaya zorlansa da 1980 yılına gelindiğinde bazı beyaz bölgelerinde yaşayan
siyahların nüfusu hala beyazların iki katından fazlaydı.
Daha çok yasalarla 1960’lar Apartheid hükûmeti için altın yıllardı denilebilir. Apartheid rejimi
uygulanan apartheid sistemi, gerek kurumlarıyla ve gerekse toplumsal desteğiyle kendini sağlamlaştırmış, sa-
1950’lerdeki yapılan bir dizi
düzenlemeyle resmî devlet hip oldugu altın rezervleri ise ekonomik alanda ciddi bir büyümeye yol açmıştı.
politikası olmuştur. Her ne kadar 1960 Mart’ında meydana gelen ve onlarca kişinin hayatını kaybettiği
Sharpeville olaylarından sonra birçok yabancı yatırımcı ülkeyi terk etse de döne-
min devlet başkanları Hendrik Werwoerd ve BJ Vorster aldıkları sıkı önlemler
sonucu bu yatırımların ülkeye geri dönmesini sağladılar. 1960’lı yıllar Güney Af-
rikası yabancı yatırımın cazibe merkeziydi çünkü genellikle %15-20 arası geri dö-
nüşüm getiren yatırımlar dönemin şartlarına göre çok iyi görülüyordu. Bunun en
önemli göstergesi 1963-1972 arasında Güney Afrika’daki yabancı yatırımın daha
önceki döneme göre iki katından fazla artmasıydı. 1960’lar aynı zamanda Güney
Afrika’ya yoğun beyaz nüfusun göç ettiği yıllardı. Ülke, başta İngiltere ve Portekiz
olmak üzere dünyanın her tarafından beyaz insan göçü aldı ve bunun sonucunda
ülkedeki beyaz nüfus yaklaşık %50 oranında arttı.
Apartheid’e karşı mücadele eden gruplar açısından ise 1960’lar silahlı mücade-
lenin basladığı yıllardı. 1961 yılında ANC, Umkhonto we Sizwe (MK) adı altında
silahlı örgütlenmeyi başlattı. ANC’nin bombalama ve sabotaj eylemlerini artır-
masından sonra 11 Temmuz 1963 tarihinde Rivonia denilen bölgeye yaptıgı bir
baskın sonucu ANC’nin önde gelen liderleri tutuklandı. Nelson Mandela, Govan
Mbeki, Walter Sisulu gibi önde gelen ANC liderlerinin tutuklanması ve yargı-
lanması Güney Afrika siyasi hayatında çok meşhur bir siyasi yargılama süreci-
dir. Mandela’nın da aralarında bulunduğu bir grup lider 12 Haziran 1964’te ömür
boyu hapis cezasına çarptırılmıştır.
1960 yılında ANC ve Pan-Afrikan Kongresinin (Pan-African Congress-PAC)
siyasi faaliyetlerinin yasaklanmasından sonra, zaten huzursuz olan siyahi genç-
lik yeni yönelimlere girişti. Bu çerçevede Güney Afrika Ögrencileri Ulusal Birliği
arayış içinde olan gençlik için bir umut olmaya başladı. Gençlerin yoğun olarak
toplandığı bu ögrenci örgütü dönemin Devlet Başkanı BJ Vorster’in uygulamala-
rına karşı muhafazakar bir tavır takınmaya başlayınca öğrenciler yeni arayış içine
girdi. Bu örgütten ayrılan bir grup 1969 yılında Natal Üniversitesinde bir tıp öğ-
rencisi olan Steve Biko önderliğinde Güney Afrika Öğrencileri Örgütünü (South
African Students’ Organization-SASO) kurdu (Gerhart, 1978:262). Amerika’daki
Siyah Güç hareketinden ciddi sekilde etkilenen Biko ve arkadaşları, Afrikalıla-
rın kendi örgütlerini kendilerinin yönetmesi gerektiğini ve liberallerle iş birliği
yapmanın yanlış olduğunu öne sürüyordu. Steve Biko aynı zamanda siyahların
kendilerine Apartheid tarafından tanınan ikinci sınıf vatandaşlık statüsünü kabûl
ederek kendilerine zulüm ettiklerini ve siyahların kendilerini zihinsel ve fiziksel
olarak bundan kurtarmadıkça başarının zor geleceğini söylüyordu (Biko, 1987).
Aynı zamanda Biko, ANC ve PAC’nin öne sürdüğü gibi silahlı bir mücadeleyi
önermiyor; aksine şiddet dışı yollarla Apartheid’e karşı mücadele edilmesi gerek-
tiğine inanıyordu.
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 97
için TEC yaklaşık 3,000 civarında polisi bölgede görevlendirdi. IFP’nin seçimlere
katılması için Henry Kissinger ve İngiltere eski Dışişleri Bakanı Lord Carrington
bile devreye girdiyse de IFP hâlâ seçime girmeye karşı direniyordu. Fakat seçim-
lere tam bir hafta kala 19 Nisan 1994 tarihinde IFP seçimlere katılma kararı alarak
hem sürpriz yapmış hem de Güney Afrika’nın dönüşüm sürecine olumlu bir katkı
sağlamıştır.
Güney Afrika’daki ilk Güney Afrika’daki ilk demokratik seçimler 27 Nisan 1994’te gerçekleştirildi
demokratik seçimler 27 Nisan ve seçim sonuçları da 6 Mayıs 1994’te açıklandı. Buna göre, oyların %62,6’sını
1994’te gerçekleştirildi ve
seçim sonuçları da 6 Mayıs alan Afrika Ulusal Kongresi (ANC) seçimden zaferle çıktı. Yedi partinin meclise
1994’te açıklandı. Buna girdiği 1994 seçimlerinde %5’ten fazla oy alan her parti kurulacak olan Ulusal
göre, oyların %62,6’sını alan Birlik Hükûmetinde (Government of National Unity-GNU) yer almaya hak ka-
Afrika Ulusal Kongresi (ANC)
seçimden zaferle çıktı. zanıyordu. Özgür bir ortamda gecen Güney Afrika’nin ilk demokratik seçimleri
sonucunda Nelson Mandela 9 Mayıs 1994’te oy birliğiyle Güney Afrika’nin ilk
siyahi devlet başkanı seçildi. Thabo Mbeki ve Apartheid rejiminin son devlet baş-
kanı FW De Klerk ise devlet başkan yardımcılığına getirildiler. 10 Mayıs 1994
tarihinde başkent Pretoria’da düzenlenen yemin törenine yaklaşık 140 ülkeden
devlet başkanı ve başbakan düzeyinde katılım gerçekleşti.
2003 yılı Kasım ayında kişi başına yaklaşık 4600 dolar ödeyerek başlatmış oldu.
TRC’nin temel görevi gizli kalmış suçları ortaya çıkararak Güney Afrika’da devam
etmekte olan genel uzlaşma ortamına katkıda bulunmaktı.
Thabo Mbeki’nin devlet başkanı seçildiği 1999 yılından sonra ise Güney Af- Güney Afrika’da Apartheid
rika siyasal sistemi uzlaşmanın ötesinde apartheid döneminden kalan köklü eko- sonrasında kurulan ANC
hükümetleri toplumun barışcı
nomik ve sosyal sorunlara çözüm arayışı içerisindedir. Toplumsal ve ekonomik bir şekilde dönüşmesine ciddi
hayatın yeniden düzenlenmeye çalışıldığı bu dönem halen devam etmektedir. şekilde katkıda bulunmuştur.
Eylül 2008’de iç siyasi sebepler yüzünden Mbeki görevinden istifa etmek zorunda Nelson Mandela’nın kendisi bu
süreçte örnek bir rol oynamış,
kalmış olup yerine 2009 baharında yapılacak olan seçimlere kadar Güney Afri- barış ve uzlaşmanın sembolü
ka devlet başkanlığına ANC başkan yardımcısı Kgalema Motlanthe getirilmiştir. olmuştur.
2009’da yapılan seçimlerde ANC adına yarışan Jacob Zuma devlet başkanı seçilmiş
ve halen bu görevini yürütmektedir. Yapılan tartışmalarda son yıllarda yaşanan iç
siyasi gelişmelere paralel olarak ülkede bir demokrasi türbulansı yaşanmakta ol-
duğu vurgulanmaktadır. Siyasi gelişmelerle beraber ekonomik sıkıntıların ve son
yıllarda tekrar yükselmeye başlayan suç oranının çözümüne yoğunlaşmıştır.
Sosyoekonomik Yapı
Güney Afrika toplumu sosyo-ekonomik açıdan eski Devlet Başkanı Thabo Mbeki
başta olmak üzere birçok kişi tarafından genellikle ‘iki ulus’ olarak tanımlanmak-
tadır (Nattrass, Seekings, 2001). Burada iki ulustan kasıt bir tarafta siyah ve fakir
kesim, diğer tarafta ise beyaz ve zengin elitin bulunmasıdır. Her ne kadar bu nitele-
me akademik açıdan olayı basitleştirme olarak değerlendirilse de, toplumda bunun
yansımalarını görmek hiç de zor değildir.
Güney Afrika’nın siyasal ekonomik tarihi özellikle düzensiz gelir dağılımının
ortaya çıkmasında ana rol oynamış, bununla birlikte tüm toplumsal grupların
ekonomik aktivitelere katılımının engellenmesi bu durumun derinleşmesine yol
açmıştır. Tarihi olarak beyazlar ekonomik aktivitelere rahat bir şekilde katılabilir-
lerken, siyahlar tarihi ve siyasi sebeplerden dolayı ekonominin dışında kalmışlar-
dır. Çeşitli kanunlar ve düzenlemeler, siyasi pratikle birleşerek beyaz azınlıkların
toplumdaki en zengin grup olmasına zemin hazırlamıştır. Siyahların ekonominin
dışında kalmaları ve beyazların her türlü ekonomik aktiviteden yararlanmaları-
nın kökleri 1924 yılında Hertzog hükûmetinin getirdiği düzenlemelerle yasal ola-
ral başlamış ve 1948 yılında Apartheid rejiminin kurulmasıyla birlikte bu durum
doğal bir hal almıştır.
Güney Afrika’da bugün hala geçmişten devralınan adaletsiz gelir dağılımının
izlerini bütün çıplaklığıyla görmek mümkündür. Ülkedeki gelir dağılımı hâlâ be-
yazların yararına çalışmaktadır. Her ne kadar ANC 1994 yılında iktidara geldikten
sonra ‘Pozitif Ayrımcılık’ (Affirmative Action) ve ‘Siyahların Ekonomik Kalkın-
ması’ (Black Economic Empowement-BEE) gibi bazı düzenlemelerle ekonomik
gelir dağılımına müdahale etse de durum hâlâ eski hâlini korumaktadır. Uzun
yılların birikintisi olan bu adaletsiz gelir dağılımının düzeltilmesinin de uzun yıl-
lar alacağı açıktır. Ülkede ekonominin daha çok ırksal bir dağılım gösterdiğini ve
beyazların yararına çalıştığını söylemek mümkündür. Güney Afrika toplumunda
bugün hala ülkenin en zengin %10’luk kesimi ulusal gelirin %50’sinden fazlasına
sahip iken en fakir %20’lik kesim ulusal gelirin ancak %1,5’ine sahiptir. Tüm bun-
larla beraber Güney Afrika’daki fakir kesimin %85’inden fazlasının siyah olduğu
unutulmamalıdır (Venter, 2001:5).
102 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Güney Afrika toplumu Güney Afrika toplumunda adaletsiz gelir dağılımının bir boyutu da genellikle
sosyo-ekonomik açıdan eski diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi kırsal-kesim şehirsel-kesim ikilemidir.
Devlet Başkanı Thabo Mbeki
başta olmak üzere birçok kişi Ekonomik aktiviteler Güney Afrika’da genellikle şehirleşmiş kesimlerde yoğunlaş-
tarafından genellikle ‘iki ulus’ mış ve yoğunlaşmaktadır. Özellikle sahil kesimi olan Durban, Port Elizabeth, Cape
olarak tanımlanmaktadır. Town ile klasik bir sanayi şehri olan Johannesburg’da yoğunlaşan ekonomik faa-
liyetler, kırsal bölgelerde yaşayan insanların bu bölgelere yoğun göçlerine yol aç-
maktadır. Bu durum, çarpık kentleşmeyle birlikte toplumsal ekonomi alanındaki
düzenlemeleri daha da zorlaştırabilmektedir (Schoeman, 2001:323).
Güney Afrika ayrıca yüksek bir işsizlik oranıyla karşı karşıyadır. Resmî rakam-
lara göre işsizlik oranı %33 ile %40 arasında değişebilmektedir fakat gayri res-
mi tahminlere göre bu rakam daha da yüksektir. İşsiz nüfusun yarısından fazlası
marjinal sektörlerle hayatını devam ettirmeye çalışmaktadır. Bu kesimin büyük
bir kısmı sokaklarda sebze ve meyve satımı gibi fakirlik oranının azalmasına her-
hangi bir katkısı olmayan işlerle hayatlarını kazanmaktadır (Anwireng-Obeng,
1996:129). Kırsal kesimlerde yaşayanların durumu ise öteki Güney Afrika’yı tem-
sil etmektedir. Kırsal kesimde yaşayan kadınlar arasında işsizlik oranının %60’lara
yaklaştığı gerçeğini diğer genel ekonomik göstergelerle beraber dikkate alan Nat-
rass (1998), Güney Afrika’nın endüstriyel ekonomiler arasında en yüksek işsizlik
oranına sahip olduğunu söylemektedir.
Makroekonomik göstergeler açısından Güney Afrika ekonomisi Afrika kıtasın-
daki en gelişmiş market ekonomisidir. Güney Afrika, Afrika kıtasının arazi açısın-
dan sadece %3’üne sahip olmasına rağmen, tüm kıtanın yaklaşık %40 endüstriyel
ürününü ve %25’lik GSMH’sini üretmektedir. Güney Afrika ekonomisi orta ölçekli
bir ekonomi olup finans, enerji, madencilik ve taşımacılık sektörlerinde gelişmiş-
tir. Durban Limanı sadece Güney Afrika için değil, aynı zamanda bütün Afrika kı-
tası için önemli bir ticari limandır. Güney Afrika ekonomisi 1994’ten sonra yavaş
bir büyüme içerisindedir. Genellikle büyüme oranı %3-4 arasında değişmekte ve
2005’ten sonra ise ekonomik büyüme yaklaşık %6 olarak seyretmiştir. Enflasyon
genellikle %4,6 gibi tek haneli rakamlarda seyretmektedir. Güney Afrika’nın siya-
si-ekonomi politiği yapısal açıdan son derece güçlü ve uzun vadeli dayanabilecek
güçtedir. Fakat işsizlik, adaletsiz gelir dağılımı gibi sosyal etkenler ekonomi-politik
için uzun vadede problem alanları olarak durmaktadır. Bu kötü sosyo-ekonomik
yapı ekonomi-politik yapı için adeta bir saatli bomba olarak değerlendirilmektedir.
Güney Afrika’da tarihsel olarak ekonominin kontrolünün hep beyazların elin-
de olduğu yukarıda belirtilmişti. Bunun bilincinde olan Güney Afrika hükümeti
1994 yılından sonra bir dizi düzenlemeler yaparak bozuk olan gelir dağılımını
düzeltmeye çalışmaktadır. Bu düzenlemelerin başında devlet ihalelerinin tarih-
sel olarak dezavantajlı (historically disadvantaged people) gruplara verilmesi gel-
mektedir. Devlete ait çeşitli işyeri kontratlarının verilmesi ve devlet kullanımı için
mal satın alma öncelikleri bu tanımlanan sınıfa ayrıcalıklıdır. Tarihsel olarak de-
zavantajlı gruplar, ilgili yasal düzenlemeye göre siyahlar (blacks), Asya kökenliler
(indians) ve melezlerdir (coloureds). Hükûmet BEE siyasetiyle özel sektöre müda-
hale etmekte ve yeni özel sektör yaratmada ilgili sınıfa giren kişilere öncelik tanı-
maktadır. BEE Komisyonu 1997 yılında kurulmuş ve hükûmete 2001 yılı sonunda
yapılacak düzenlemlerle alakalı tavsiyelerde bulunmuştur. Hükûmet komisyonun
önerilerine destek vermiş ve gerekli yasal düzenlemeleri o tarihten sonra yapmış-
tır. BEE ile ilgili düzenlemeler her ekonomik sektör için ayrı ayrı yapılmakta ve bu
şekilde belirlenen bir takvim çerçevesinde her sektörün belirli bir oranının tarihî
olarak dezavantajlı kişiler tarafından kontrolü hedeflenmektedir.
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 103
ve 15 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Mahkemenin Sheik ile igili kararından he-
men sonra dönemin Devlet Başkanı Thabo Mbeki, Zuma devlet bakan yardım-
cılığı görevinden almıştır. Daha sonra yapılan yargılamalar sonucunda Zuma
suçlandığı konularda mahkemece aklanmamakla beraber yargı olaya siyasetin
karıştığını belirterek davayı kabul etmemiştir.
Güney Afrika siyasi hayatının Apartheid sonrası dönemdeki en önemli davası
olarak değerlendirililen bu yargılama süreci AN içinde çeşitli bölünmelere yol aç-
mıştır. Mbeki ve Zuma taraftarı olarak adlandırılan bu kamplar arasında parti li-
derliği ve diğer konular üzerinde yapılan rekabetten Zuma tarafı karlı çıkmış olup
hâlen ANC lideri olan Zuma 2009 baharında yapılan seçimlerde seçimi kazana-
rak Güney Afrika devlet başkanı olmuştur. Thabo Mbeki’den sonra kimin devlet
başkanı olacağı sorusu son yıllarda siyasi kargaşalara yol açsa da hem ülkenin
geleceği hem de ANC’nin bölünmemiş bir parti olarak geleceği için önemlidir.
Nitekim Mbeki’nin devlet başkanlığından istifaya zorlanması sonucu görevinden
14 bakanıyla beraber istifa etmesi, ANC içinde yeni bir bloklaşma ve siyasi cephe-
nin varlığının en önemli işaretidir.
Güney Afrika’nın ekonomik ve sosyal hayatının en önemli problemlerinden
birisi de AIDS’tir. Güney Afrika, Afrika kıtasında AIDS’in rakamsal olarak en
yüksek oldugu ülkedir. İstatistiklere göre Güney Afrika’da yaşayan her beş kişiden
birisi HIV ya da AIDS virüsü taşımaktadır. Her gün 1500 kişinin HIV virüsünü
kaptığı ise bilinen bir gerçektir. Sadece 2001 yılında 360 bin kişi AIDS ve buna
bağlı hastalıklardan dolayı hayatını kaybetmiştir. 2001 yılı sonunda 250 bin çocuk
AIDS’ten etkilenmiş ve yaklaşık 600 bin çocuk annesini AIDS dolayısıyla kaybet-
miş ve yetim kalmıştır. AIDS özellikle kırsal bölgelerde çok daha yaygın olup ülke
çapında hızla yayılmaktadır. Örneğin daha çok kırsal yerleşim birimlerinin bu-
lunduğu KwaZulu Natal bölgesinde AIDS oranı özellikle hamile kadınlar arasın-
da %35,5’tir (Vachani, 2004:102). AIDS’in özellikle hamile kadınlar arasında çok
yaygınlaşması ülkenin gelecek nesillerini ciddi manada tehdit etmektedir. AIDS
dolayısıyla bir çok çocuğun anne ve babasız büyümesi hem Güney Afrika toplu-
munun sosyopsikolojik yapısı üzerinde hem de ekonomik iş gücü üzerinde önem-
li etkide bulunmaktadır. Özellikle hâlihazırda çalışan personelin AIDS dolayısıyla
hayatını kaybetmesi, günümüz Güney Afrika sirketlerinde oldukça alışıldık bir
durum haline gelmiştir.
Güney Afrika sosyo-ekonomik hayatı Apartheid sonrası dönemde suç olayla-
rının ciddi oranda artmasına şahit olmuştur. Hırsızlık, adam öldürme gibi suçlar
Güney Afrika’da hayatın bir parçası olmuştur adeta. Sosyal Güvenlik şu an itiba-
rıyla Güney Afrika siyasetçilerinin çözüm üretmeleri gereken en temel sorundur.
Yayımlanan istatistiklere göre Güney Afrika’da suç oranı azalmamakta aksine art-
maktadır. Devletin güvenlikteki rolü bir anlamda özel güvenlik şirketleri dolayısıyla
sınırlanmıştır. Güvenlik dolayısıyla evlerin etrafının elektrik telleri ile çevrilmesi
çok normal bir durum olarak kabul edilmekte ve her ev sahibi en az bir özel şirket-
le sözleşme imzalayarak evinin korunmasını sağlamaktadır. Özellikle suç oranının
son yıllarda artması sonucu özel güvenlik ve sigorta şirketleri Güney Afrika eko-
nomisinde önemli bir yer işgal etmeye başlamıştır. Her geçen gün bu tür şirketle-
rin sayısı artmaktadır. Devlet polis gücüyle suçlara karşı önlem almaya çalışsa da
halk genellikle polise güvenmemekte ve polisin olaylara geç müdahale ettiğinden
yakınmaktadır. Polis gücünün halk gözünde meşruiyeti sorunu Güney Afrika’da
suç olaylarının önüne geçmenin önündeki en büyük engeldir. (Bangstad, 2005:190)
Ayrıca suç oranının yüksekliği ülkeye yabancı yatırımın gelmemesinin en büyük
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 105
sebeplerinden birisidir. Güvenlik ile ekonomik kalkınmanın yan yana gittiği gü-
nümüz dünyasında işsizlik ve yoksulluk gibi temel sorunlarını çözmek isteyen
Güney Afrika hükûmetinin ilk olarak güvenlik sorunlarıyla işe başlaması gerekti-
ği bir çok kişinin ortak kanısıdır.
Güney Afrika sosyoekonomik yapısı çeşitli toplumsal ihtiyaçların bir an önce Güney Afrika, Afrika kıtasında
karşılanması için çalışmakla beraber bazı konularda özellikle yetişmiş insan un- AIDS’in rakamsal olarak
en yüksek oldugu ülkedir.
surunun azlığı dolayısıyla sıkıntılar yaşamaktadır. Güney Afrika’da hâli hazırda en İstatistiklere göre Güney
temel sorunlar evsizlik, eğitim, sağlık olarak sıralanmakta (Blumenfeld, 1999:35) Afrika’da yaşayan her beş
ve bu sorunlar daha çok siyah halkı etkilemektedir. 1994 yılından itibaren özellikle kişiden birisi HIV ya da AIDS
virüsü taşımaktadır.
ülkenin geleceğiyle alakalı endişesi olan bir çok eğitimli kişi, özellikle de beyazlar,
ülkeyi terk etmişlerdir. Beyin göçü, Güney Afrika’nin Apartheid sonrası yaşadığı
en büyük sıkıntılardan biridir. Özellikle bu beyin göçünün sağlık alanında daha
yoğun yaşanması, Güney Afrika’yı Küba ve İran’dan doktor ve hemşire getirtmek
zorunda bırakmıştır.
mik olarak bölgesinde en güçlü devlet olan Güney Afrika, bu avantajını zamana
göre kullanmaya çalışmıştır.
1980’lerin sonlarıyla beraber Güney Afrika’nın uluslararası alandan dışlanma-
sı öyle bir hâl almıştır ki Afrika Ulusal Kongresi’nin uluslararası alandaki temsilci
sayısı, Güney Afrika hükûmetinin büyük elçiliklerinden daha fazla hâle gelmiştir.
Afganistan savaşıyla başlayan SSCB’nin çöküşü aynı zamanda Güney Afrika’daki
Apartheid rejimin çöküşünün başlangıcını temsil eder. Uluslararası baskı ve iç
çekişmelere dayanamayan Apartheid rejimi nihayet 1990’ların başında çözülme-
ye, 27 Nisan 1994’te yapılan ve siyahların ilk kez oy kullandığı genel seçimle de
sandığa gömülmüştür. 1994 yılından sonra Güney Afrika’ya uluslararası toplum
tarafından uygulanan amborgalar kalkmış ve Güney Afrika uluslararası topluma
tekrar katılmıştır. Güney Afrika, 1 Haziran 1994’te İngiliz Milletler Topluluğuna,
23 Haziran 1994’te BM Genel Kuruluna yeniden girmiştir. 2003-2004 arası Afrika
Birliğinin ilk dönem başkanlığını yapan Güney Afrika, aynı zamanda Bağımsızlar
Hareketinin de dönem başkanlığını üstlenmiştir. Devlet Başkanı olduğu dönem-
de Nelson Mandela’nın şahsıyla bütünleşen Güney Afrika dış politikası, Mandela
sonrası dönemde her geçen gün daha tutarlı ve temelleri olan bir eğilim gösterme-
ye başlamış olup bu yönde yol almaktadır (Nathan, 2005:362).
Güney Afrika dış politikasının temel ilkesi insan hakları ve demokrasiyi iler-
letmek, siyasi, ekonomik ve kültürel olarak Afrika’nın yeniden dünya siyasetin-
deki yerini almasını sağlamaktır. Bu çerçevede Thabo Mbeki’nin 1997 yılında
açıkladığı ve her geçen gün popülerlik kazanan Afrika Rönesansı tezi, Landsberg
ve Hlophe’ye (1999) göre Güney Afrika dış politikasının temel direğini oluştur-
maktadır. Ayrıca Güney Afrika hazırlanmasında etkin şekilde rol aldığı Afrikanın
Kalkınmasi için Yeni İşbirliği (New Partnership for African Development -NE-
PAD) adlı ekonomik kalkınma programı yoluyla Afrika kıtasındaki geri kalmışlık
ve yoksulluğu azaltmayı hedeflemektedir.
Güney Afrika, Afrika kıtasındaki problemli olan tüm alanlarda aracılık yapma
ve gerektiğinde barış gücü gönderme konusunda isteklidir. Burundi, Kongo, Ko-
moros Adaları, ve Fildişi Sahilleri gibi bir çok ülkede yaşanan problemlerin çözü-
müne ya öncülük etmiş ya da katkıda bulunmuştur. Güney Afrika, Güney-Güney
koalisyonunun gelişmesi için elinden geleni yapmakta ve bu çerçevede girişimler-
de bulunmaktadır. Güney Afrika’nın başlatmış olduğu Hindistan-Brezilya-Güney
Afrika Diyalog Forumu (IBSA Dialogue Forum) bunların başında gelmektedir
(Özkan, 2004 and 2011).
1948-1994 arası dönemi Güney Afrika’nın dış politikasına yönelik en büyük eleştiri onun Zimbabve’ye
temsil eden Apartheid yönelik dış politika yaklaşımı dolayısıyladır. Güney Afrika’nın ‘sessiz diplomasi’
döneminde Güney Afrika’nın
dış politikası tek kelimeyle (quite diplomacy) adını verdiği Zimbabve dış politikası temel olarak, Zimbabve’yi
‘güvenlik arayışı’ olarak ifade dışlamadan ülkedeki krizin çözümüne katkıda bulunmaktır. Güney Afrika bu
edilebilir. çerçevede Zimbabve’deki iktidar ve muhalefeti bir araya getirerek ülkedeki soruna
ortak bir çözüm bulunmasını önermektedir. Güney Afrika’nın bu konuda şimdiye
kadar pek başarılı olmadığı ortada ise de Zimbabve’yi dışlamanın sahara-altı böl-
gesindeki ekonomik gelişmeleri olumsuz etkileyeceği korkusu Güney Afrika’nın
gerekçelerinden biridir. Zimbabve, “Güney Afrika Bölgesinin” Güney Afrika’dan
sonra ikinci büyük ekonomik gücüdür.
Özet olarak, 1994 sonrası Güney Afrika dış politikasını üç döneme ayırmakta
yarar vardır: Mandela Dönemi (1994-1999), Mbeki Dönemi (1999-2008) ve hâlen
devam etmekte olan Zuma Dönemi (2009-). Mandela dönemi olarak adlandırabi-
leceğimiz 1994-1999 yılları, Güney Afrika dış politikası için kilit bir dönemi işaret
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 107
Güney Afrika’nın 2000’li yıllarda bölgesinde öne çıkan bir ülke olmasının dinamikleri
3 nelerdir?
SİYASAL KURUMLAR
Güney Afrika’da halk 27 Nisan 1994’te ülke tarihindeki ilk demokratik seçim için
sandık başına gittiği zaman Geçici Anayasa ile yönetiliyordu. 1990’larla başla-
yan ve ülkede demokratik bir ortam kurmak için başlatılan CODESA toplantı-
ları sonucu Temmuz 1993’te geçici anayasa üzerinde uzlaşma sağlanmıştır. İşte
bu sebeple ilk demokratik seçimlerden sonra kurulan yeni Anayasal Meclis’in ilk
görevi yeni bir anayasa hazırlamaktı. 1994 seçimlerinden sonra oluşan Anayasal
Meclis 490 kişiden oluşmakta ve 7 parti mecliste temsil edilmekteydi. Bu parti-
lerden biri olan Inkhata Özgürlük Partisi Şubat 1995 yılında meclisten çekilse de
bu yeni anayasanın hazırlanmasına herhangi olumsuz bir etki yapmadı. Mayıs
1994’te başlayan ve tam olarak iki yıl süren bu süreç sonucunda yeni anayasa Ma-
yıs 1996’da kabul edildi ve 4 Subat 1997 tarihinde yürürlüğe girdi. Bu anayasaya
göre Güney Afrika Cumhuriyeti çok partili bir parlamenter demokrasi olup, siyasi
güç parlamento ile devlet başkanı arasında paylaştırılmıştır.
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 109
Meclis
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Meclis, Ulusal Meclis ve Ulusal Eyalet Konseyi ol-
mak üzere ikili bir yapıdan oluşmaktadır. Ulusal Meclis 400 kişiden oluşur. Ulusal
Meclis için seçime katılan her parti aday listesini sıralar ve her parti aldığı oy ora-
nına göre Mecliste temsil hakkını kazanır (Pottie, 2001: 28-30). 400 kişilik Ulu-
sal Meclisin yarısı ulusal parti listelerinden diğer yarısı ise partilerin eyalet parti
listelerinden seçilir. Anayasa’ya göre 18 yaşına gelen her Güney Afrika vatandaşı
oy kullanma hakına sahiptir. Bununla beraber oy kullanma hakkını kazanan her
Güney Afrika vatandaşı seçilme hakkına sahiptir. Anayasa’ya göre zihinsel özürlü
olanlar ile 12 ay veya daha fazla süreli cezaevinde yatmış fakat affedilmemiş kişi-
ler milletvekili adayı olamazlar. Ulusal Meclise seçilmiş olanların eğer seçilebilme
hâllerinde bir değişme olur, mesela 12 aydan fazla ceza alırlarsa milletvekilliğinin
düşüp düşmemesi için Ulusal Meclis toplanır ve karar verir. 2002 yılına kadar
eğer bir milletvekili seçildiği partisinden istifa ederse Ulusal Meclisteki üyeliğini
kaybediyordu. Bu sebeple Güney Afrika siyasal siteminde partiler arası geçiş yok-
tu. Bu tür bir geçişin olamaması mecliste yeni bir partinin oluşması ya da iktidar
partisi içinden yeni bir partinin çıkmasını imkansız kılmaktaydı. Bu düzenleme
sebebiyle meclis içerisinde güçlü bir muhalefetin oluşması engellenmekte ve ge-
nellikle milletvekili aday listesini parti genel merkezleri hazırladığı için, güç mer-
kezi milletvekilleri değil parti genel merkezi olmaktadır. 2002 yılında yapılan ve
bu durumu ortadan kaldıran düzenlemeye kadar, partiler arası geçiş yasağı yer yer
ülkede çok partili demokrasinin gelişmesinin önünde bir engel olarak görülmekte
ve eleştirilmekteydi (Taljaard, Venter, 2001:26).
Güney Afrika’da Ulusal Meclis beş yıllığına seçilir. Meclis ancak iki durumda
feshedilebilir. Meclisi feshetme yetkisi devlet başkanına aittir. Meclis üyelerinin se-
çilmesinin üzerinden 3 yıl geçmesinden sonra ve meclisin süresi dolmadan önce
eğer meclis çoğunluğu meclisin feshedilmesi yönünde karar alır ise Güney Afrika
anayasasının 50(1) fıkrasına göre devlet başkanı meclisi fesheder. Ayrıca devlet baş-
kanlığı koltuğu boşalmış ve meclis 30 gün içinde kendi arasından bir devlet başkanı
seçememişse devlet başkanı vekili meclisi fesheder.
Ulusal Meclis yasaların hazırlanmasında ve yapımında yetkilidir. En yüksek ya-
sal organ olarak yasaları değiştirebilir, onaylayabilir ve reddedebilir. Ulusal Meclis
kararlarını oy çokluğuyla alır. Ulusal Meclis çeşitli mekanizmalar yoluyla yürütme
organını denetler. Bugünkü Güney Afrika’nın Anayasal sisteminde bazı uygulama-
larla alakalı düzenlemeler ilgili bakanların inisiyatifine bırakılmıştır. İlgili bakanla-
rın açık bırakılan konularda yaptıkları düzenlemeleri Ulusal Meclise rapor etme zo-
runlulukları yoktur. Bu düzenleme yasal organın yürütme üzerinde tam hakimiyet
kurma yetkisini sınırlamaktadır. Bu açığı kapatmak için en azından ilgili bakanın
yaptığı düzenlemeleri meclisteki ilgili komisyona rapor etmesi gerektiği bazı uz-
manlar tarafından önerilmektedir (Taljaard, Venter, 2001:30).
Parlamentonun ikinci ayağını temsil eden Ulusal Eyalet Konseyi 90 kişiden
oluşmaktadır. Dokuz eyaletten oluşan Güney Afrika’da her eyalet, Ulusal Eyalet
Konseyi’ne eşit sayıda temsilci gönderme hakkına sahiptir (10 temsilci). Ulusal
Eyalet Konseyi eyaletlerin ulusal düzeyde temsil edilmelerini sağlamak için oluş-
turulmuştur. Temel görevi parlamento ile dokuz eyalet arasındaki ilişkileri geliş-
tirmek ve parlamento karar alırken eyaletlerin çıkarlarını gözetmektir. Her eyaleti
temsil eden 10 kişilik Ulusal Eyalet Konseyi üyesi, 4 kişilik özel delege, 6 kişilik
sürekli delegeden oluşur. Genellikle dört kişilik özel delegasyon, gruba başkanlık
110 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
edecek eyalet başkanı ya da onun seçtiği bir kişi ile eyalet meclisinde temsil edi-
len partiler tarafından seçilen diğer üç kişiden oluşur. Sürekli delegeler ise eyelet
meclisi tarafından seçilir. Herhangi bir Ulusal Eyalet Meclisi üyesi kişi aşağıdaki
hallerde koltuğunu kaybeder: Eyalet meclisine seçilebilme halini yitirmesi, kabine
üyesi olması veya kendisini gönderen partinin ilgili kişiyi geri çağırması.
Ulusal Eyalet Konseyi ulusal ve eyaletleri ilgilendiren konularda yasa teklifi ha-
zırlayabilir ya da süreci başlatabilir. Daha çok yerel eyalet meclisleriyle ortak çalı-
şarak, parlamentoda görevini yapar. Ulusal Eyalet Konseyi üç şekilde yasama yet-
kisine sahiptir. İlk olarak eyaletleri direkt olarak etkilemeyen fakat savunma, dış
işleri ve adaletle ilgili kanun tasarılarında, Ulusal Eyalet Konseyi, Ulusal Meclis gibi
yetki sahibidir. Her iki meclis de bu tür bir kanun tasarısını onaylayabilir, redde-
debilir ya da değişiklik yapabilir. Eger bu tür bir yasa tasarısı önce Ulusal Eyalet
Konseyinin önüne gelmiş fakat reddedilmiş ya da değişiklik yapılması istenmişse,
bu tasarı Ulusal Meclise gider. Yok eğer Ulusal Eyalet Konseyi yasa tasarısını ka-
bul ederse onaylanması için direkt olarak devlet başkanına gönderir. İkinci olarak
eyaletleri direkt olarak etkileyen konularda Ulusal Eyalet Konseyi öncelikli olarak
söz sahibidir. Bu durumda meclisin her iki kanadı da karar alabilir fakat aralarında
bir uyuşmazlık olursa bir ara bulucu komisyon kurulur ve ilgili öneri komisyona
havale edilir. Dokuz kişi Ulusal Eyalet Konseyinden, dokuz kişi ise Ulusal Meclisten
olmak uzere 18 kişilik ara bulucu komisyon önerinin kendisine gelmesinden sonra
30 gün içinde karar vermesi gerekir. Üçüncü olarak Ulusal Eyalet Konseyi Anayasa
değişikliklerinde kritik rol oynar. Anayasa’da bir değişiklik yapabilmek için Ulusal
Meclisin 3/4’ü, Ulusal Eyalet Konseyinden ise en az altı eyaletin ‘evet’ oyu vermesi
gerekir. Herhangi birisinin desteği sağlanamadığı takdirde anayasa değişikliği teklifi
reddedilmiş sayılır. Bununla birlikte Ulusal Eyalet Konseyinin Anayasa değişikliği
konusunda ‘evet’ oyu vermesi için genellikle seçildikleri yerel eyalet meclislerinin
buna destek vermiş olmaları gerekir. Anayasa değişikliği haricindeki yasal düzen-
lemelerde Ulusal Eyalet Konseyi, Ulusal Meclisten daha az yetkiye sahiptir. Bunun
en temel sebebi Ulusal Meclis üyelerinin doğrudan halk tarafından seçilmiş olması,
Ulusal Eyalet Konseyinin ise yerel eyalet meclislerinin seçip gönderdiği kişilerden
oluşmasıdır. Bu sebeple Ulusal Eyalet Konseyi üyeleri halkı temsil etmekten daha
ziyade eyaletleri temsil ederler.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Ekonomik konularla ilgili yasa düzenlemerinde özel bir durum vardır. Ekono-
Meclis, Ulusal Meclis ve Ulusal mik hayatla ilgili düzenlemeler yapan vergilendirme ve diğer konular hakkında
Eyalet Konseyi olmak üzere
ikili bir yapıdan oluşmaktadır. sadece Maliye Bakanı tarafından yasa teklifi verilebilir. Diğer konularda milletve-
killeri, bakanlar ve bakan yardımcıları teklif verebilirken, ekonomik düzenlemeler
sadece Maliye Bakanının isteğiyle Ulusal Meclise gelir (Taljaard ve Venter, 2001:45).
Ayrıca ekonomik konularda Ulusal Meclis en yetkili karar alma organıdır, bu konu-
da Ulusal Eyalet Meclisinin rolü sınırlıdır.
Devlet Başkanı
Güçler ayrımının ikinci ilkesi olan yürütme organının başı devlet başkanıdır. Gü-
ney Afrika siyasal sisteminde devlet başkanı Ulusal Meclis tarafından beş yıllığına
seçilir. Sadece Ulusal Meclis üyeleri bu makama seçilebilir. Anayasa gereği aynı kişi
en fazla iki defa bu göreve seçilebilir. Ulusal Meclisin üçte iki çoğunlukla güven-
sizlik oyu vermesi durumunda devlet başkanının görevinden istifa etmesi gerekir.
Güney Afrika Cumhuriyeti’nde devlet başkanı hem hükümetin hem de devletin
başıdır. Bundan dolayı devlet başkanı bir çok yetkiyle donatılmıştır. Bu çerçeve-
de yasaların onaylanması, Anayasa Mahkemesi gibi bir çok devlet organına atama
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 111
yapma ya da atama yapılacak kişiyi tavsiye etme yetkisi ona aittir. Devlet başkanı
ordunun başı olarak da görev yaptığı gibi, dış politika yapımında en yetkili kişidir.
Eğer herhangi bir yasanın onaylanması konusunda devlet başkanı ile parlamento
arasında uyuşmazlık çıkar ise anayasa mahkemesi devreye girer. Devlet başka-
nı parlamentonun gönderdiği herhangi bir yasayı onaylamayıp geri gönderirse
ve parlamento da yasayı aynen devlet başkanına iade ederse bu durumda devlet
başkanı yasayı anayasa mahkemesine götürebilir. Eger anayasa mahkemesi parla-
mento lehine bir karar verirse devlet başkanının yasayı onaylaması gerekir.
Devlet başkanı, yardımcısı ve diğer kabine üyeleriyle birlikte yürütme organını
oluşturur. Devlet başkanı yardımcısı, devlet başkanı tarafından atanır ve diğer kabine
üyeleri gibi Ulusal Meclise karşı sorumludur. Devlet başkanının olmadığı durumlarda
yardımcısı onun yerine vekalet eder. Sadece Ulusal Meclis üyeleri devlet başkanı ta-
rafından kabine üyesi olarak atanabilir. Devlet başkanı kabine üyelerinin atanması ve
görevden alınmasında tek yetkili kişidir.
Güney Afrika’nın siyasal kurumlarını, kitapta geçen diğer ülke örnekleri ile karşı-
laştırınız. 4
SİYASAL PARTİLER VE SİYASAL HAYATIN GELİŞİMİ
Demokrasiye geçtikten sonra Güney Afrika’da halk dört kez sandık başına git-
miştir: 1994, 1999, 2004 ve 2009. Her beş yılda bir yapılan genel seçimler şu ana
kadar Apartheid rejimine karşı mücadele eden en büyük örgüt olan Afrika Ulusal
Kongresi’nin (ANC) zaferiyle sonuçlanmıştır. Burada vurgulanması gereken nok-
ta Güney Afrika’da şu ana kadar yapılan dört demokratik seçimden de ANC’nin
oylarını arttırarak ya da bir önceki aldığı oy oranını koruyarak çıkmasıdır. Bu-
nunla birlikte genel bir trend olarak seçimlere katılım oranı her seçimde düşüşe
uğramıştır. 1994 seçimlerindeki halkın seçimlere katılım oranı, 1999 seçimlerinde
yaklaşık %20 oranında azalmıştır. 1994 seçimlerinde yaklaşık 20 milyon seçmen
oy kullanırken bu rakam 1999 seçimlerinde 16 milyona düşmüştür. Aynı düşüş
2004 seçimlerinde de devam etmiş ve katılım oranı %57 olarak gerçekleşmiştir
(Southall, Daniel, 2005:40). Bu düşüşün temel olarak bir kaç sebebi bulunmakta-
dır. Bunların başında muhalefet partilerini destekleyen halkın ANC’nin her ha-
lükarda seçimi kazanacağını düşünerek sandık başına gitmemesi; bir çok beyazın
Güney Afrika’dan göç etmesi; ve HIV/AIDS’in özellikle siyah seçmen arasında
hızla yayılması ve bunların birçoğunun yaşamını yitirmesi sayılabilir (Southall,
Daniel, 2005:37).
1994 seçimlerinde ANC yaklaşık 12 milyon seçmenin desteğini kazanarak oyla-
rın %62,6’sını alırken, Ulusal Parti %20,4, Inkhata Özgürlük Partisi oyların %10,5’ini
aldı. Küçük partilerden Özgürlük Cephesi %2,2, Demokratik Parti ise oyların ancak
%1,7’sini alabildi. Bununla birlikle ANC ile birlikte özgürlük mücadelesinde yarış
içinde olan Pan-Afrikan Kongresi ise oyların ancak %1,2’sini alarak siyasi zeminde
ANC ile yarışta çok gerilere düşmüştür.
112 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Güney Afrika siyasi hayatını Güney Afrika siyasi hayatını şekillendiren ANC yönetimi o tarihten bugüne
şekillendiren ANC yönetimi o kadar kurulan hükûmet kabinelerinden farklı toplumsal kesimleri temsil eden
tarihten bugüne kadar kurulan
hükûmet kabinelerinden kişilerin bulundurulmasına özen gösteren bir politika izlemiştir. Bu çerçevede
farklı toplumsal kesimleri 1994 seçimlerinden sonra daha çok tüm toplumsal kesimleri temsil etmek için
temsil eden kişilerin geniş çerçeveli bir koalisyon kurulmuştur. Her ne kadar Afrika Ulusal Kongresi
bulundurulmasına özen
gösteren bir politika izlemiştir. seçimlerden tek başına iktidar olarak çıksa da Nelson Mandela’nın devlet baş-
kanı olduğu dönemde tüm ırksal ve toplumsal tabakayı temsil eden kişiler kabi-
nede bakan olarak görev yapmıştır. Kabinenin hemem hemen yarısı siyahlardan
oluşmakla beraber diğer yarısı Afrikaans, Hintli ve Melezlerden oluşmaktaydı.
Hemen hemen bütün sosyal grupları barındıran bu kabine, Ulusal Birlik Hü-
kümeti olarak adlandırılmıştır. Mayıs 1996 tarihinde Afrikansları temsil eden
Ulusal Partinin, Ulusal Birlik Hükûmetinden çekilmesinden sonra Afrikaansla-
rı temsil eden hiç bir temsilci 2004 seçimlerinden sonra kurulan kabineye kadar
hükümette yer almamıştır.
1999 seçimlerinde ANC toplumsal taban desteğini yükselterek oyların
%66,3’ünü alarak Mecliste tek başına Anayasa’yı değiştirebilme yeterliliği olan
2/3’lük çoğunluğa çok yaklaşmıştı. 1999 seçimlerinde muhalefet çehresini tam
anlamıyla değiştirdi. Ulusal Parti ismini Yeni Ulusal Parti olarak değiştirerek se-
çimlere girdi fakat oyların sadece %6,9’unu alarak büyük bir düşüş yaşadı. Diğer
muhalafet partisi olan Demokratik Parti, ANC’ye karşı saldırgan bir seçim kam-
panyası düzenledi ve oylarını %1,7’den %9,6 ya çıkardı. Bu sonuçla Demokratik
Parti mecliste ana muhalafet partisi olmaya hak kazandı. Inkhata Özgürlük Par-
tisi oyların %8,58’ini alarak 1994 seçimlerinde olduğu gibi meclisteki üçüncülük
konumunu korudu. 1999 seçimlerinin en önemli sonucu Yeni Ulusal Parti’nin
aldığı oyların çok düşük olmasıydı (Lanegran, 2001). Özellikle toplumsal desteğin
yaklaşık 4 milyondan 1 milyona düşmesi parti içinde ve dışında yeni arayışların
yolunu araladı. Bu çerçevede ilk olarak Yeni Ulusal Parti, Demokratik Parti ile
2000 yılında birleşti (Kotze, 2001:117). Bu birleşme, muhalefeti destekleyen halk
için yeni bir ümit ışığı olmuştu. Birleşmeden yaklaşık bir kaç ay sonra yapılan
yerel seçimlerde bu ümit gözle görülür bir şekilde desteğini gösterdi. Yeni Ulusal
Parti ve Demokratik Partinin 1999 genel seçimlerinde aldığı oyların toplamı 2.6
milyon civarında iken, bu iki partinin birleşmesi sonucu kurulan Demokratik İt-
tifak 2000 yerel seçimlerinde yaklaşık 4 milyon oy aldı. Bu bir yıl içinde ciddi bir
yükselişti; fakat bu ittifak çok uzun sürmedi. Yeni Ulusal Parti’nin kısa bir süre
sonra Demokratik İttifak’tan ayrılması sonucu bu işbirliği bozulmuş oldu.
1999 seçimlerinden sonra kurulan ve Nelson Mandela’nın emekliye ayrılmasın-
dan sonra Thabo Mbeki’nin devlet başkanı olduğu kabinede ise aynı şekilde 1994
seçimleri sonrasında olduğu farklı kesimleri hükümette temsil etme eğilimi devam
etmiştir. Bu çerçevede Mbeki, Inkhata Özgürlük Partisi’ni koalisyon ortağı olmaya
çağırmış ve üç bakanlığı onlara ayırmıştır. 2004 seçimlerinde ise seçim ittifakları şu
şekilde oluşmuştur: Ana muhalefet partisi Demokratik İttifak, Inkhata Özgürlük
Partisi ile ittifak yaparken Yeni Ulusal Parti ise tarihi düşmanı olan ANC ile seçim
ittifakı yapmıştır. Bu seçimlerden ANC oylarını daha da arttırarak çıkmış ve seç-
menlerin yaklaşık %69,69 luk desteğini alarak mecliste üçte ikilik çoğunluğu elde
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 113
etmiştir. Demokratik İttifak oyların 12,37’sini alarak seçimden ikinci parti olarak
çıkmış, Inkhata Özgürlük Partisi ise 6,97’lik bir halk desteği alarak seçimlerden
üçüncü parti olarak çıkmıştır. 2005 itibarıyla meclisteki sandalye dağılımı şöyle-
dir: Afrika Ulusal Kongresi 279, Demokratik İttifak 50, Inkhata Özgürlük Partisi
28, Yeni Ulusal Parti 7, Birleşik Demokrasi Hareketi 9 milletvekili ve geri kalan 27
milletvekili ise diğer küçük partiler arasında paylaşılmıştır.
Güney Afrika siyasetinde Afrika Ulusal Kongresi şu ana kadar yapılan her
demokratik seçimde en yüksek oyu alarak baskın bir rol oynamasına rağmen,
Apartheid sonrası kendisine ilke edindiği farklı partileri hükümet içine çekme
eğilimini 2004 seçimlerinden sonra da devam ettirmektedir. Bu eğilim 2004 se-
çimlerinde daha farklı bir yol izlemiştir. Bu seçimlerde tarihi olarak Apartheid re-
jimini kuran Yeni Ulusal Parti seçim kampanyasını ANC ile beraber yürütmüştür.
Kurulan seçim ittifakı sonucu meclise girebilen Yeni Ulusal Parti 6 Agustos 2004
tarihinde ANC’ye katılma kararı alarak tarihî düşman olan iki parti birbirleriyle
birleşmiştir. Bu birleşme aynı zamanda Apartheid rejimini kuran Ulusal Parti si-
yasi geleneğinin Güney Afrika siyasi hayatındaki sonunu ilan etmiştir. Bu seçim
ittifakı ve birleşme sonucunda Yeni Ulusal Parti lideri Marthinus van Schalkwyk
yeni kurulan kabinede turizm bakanı olarak görev yapmaktadır.
Güney Afrika siyasi hayatı üçlü ittifak (the tripartite alliance) denilen bir yapının
önderliğinde şekillenmektedir. Apartheid rejiminin sona ermesinden sonra gayri
resmi olarak ülkeyi üçlü bir yapı yönetmektedir. ANC, Güney Afrika Komünist Par-
tisi (South African Communist Party-SACP) ve Güney Afrika Sendikaları Birliği
(Congress of South African Trade Unions-COSATU)’dan oluşan bu üçlü ittifak her
ne kadar 1990’ların başında ancak resmiyet kazansa da üçlü ittifakın temelleri 1985
yılında COSATU’nun kurulmasına kadar gitmektedir. Habib ve Taylor’a (2001:219)
göre temel olarak Apartheid rejimine karşı muhalefeti genişletmek ve işçi sınıfının
çıkarlarının hükûmet düzeyinde temsil edilmesini sağlamak amacıyla kurulan itti-
fak, Güney Afrikanın demokratik bir yapıya kavuşmasından sonra ANC şemsiyesi
altında seçimlere katılarak iktidar olmuştur. İttifakın küçük ortakları olan COSATU
ve SACP, bazen ANC’nin karar almada daha etkin olduğunu söyleyerek kendile-
rine çok fazla danışmadığından şikayet etse de şu ana kadar üçlü ittifak yasamını
sürdürmüştür (Lodge, 1999a). 2005’te dönemin Devlet Başkanı Thabo Mbeki’nin
yardımcısı Jacob Zuma’yı yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle görevden almasından son-
ra COSATU açıkça Zuma tarafını desteklemiş ve bu ittifak içinde bir çatlak olarak
değerlendirilmiştir.
Maré’nin (2001:99) de vurguladığı gibi Güney Afrika seçmeninin kararlarında Güney Afrika siyasi hayatı
ırk unsuru hala önemlidir. Halk ANC’yi bir siyasi partiden ziyade hâlâ bir özgürlük üçlü ittifak (the tripartite
alliance) denilen bir yapının
hareketi olarak görmekte ve sandık başına gittiği zaman bu kabul oy verme yöneli- önderliğinde şekillenmektedir.
minde önemli rol oynamaktadır. Güney Afrika siyasi hayatında muhalefet partileri Apartheid rejiminin sona
daha çok beyazlardan oluşmakta ve bu durum partilerin halk gözünde meşruiyet ermesinden sonra gayriresmî
olarak ülkeyi üçlü bir yapı
sağlamasının önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Southall’ın (1998: 466) öne yönetmektedir.
sürdüğü gibi bir çok defa bu muhalefet partileri Apartheid rejimiyle beraber hatır-
lanmakta ve onların devamı olarak görülmektedir. Güney Afrika’da siyasi partiler
sağ-sol ya da merkez diye bir yapılaşma içerisinde değildir. Schrire’e (2001:141)
114 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
göre bütün partiler merkezi partilerdir. Sol eğilimli olan Güney Africa Kominist
Partisi seçimlere tek başına girmemekte ve ANC ile birlikte üçlü ittifak içinde se-
çimlere katılmaktadır. Güney Afrika’da ANC seçimlerde hayli güçlü, muhalefet
partileri de hayli zayıftır. Bu durum bazen ‘egemen parti’ değerlendirmelerine yol
açmakta ve hatta ANC’nin muhalefeti bile kontrol ettiği vurgulanmaktadır. Ta-
mamıyla tarihî süreçte şekillenen bu siyasi yapının yakın bir dönemde değişeceği
ya da güçlü bir muhalefet üreteceği beklenmemekte ve mevcut durumun bir süre
daha devam edeceği öngörülmektedir.
Bununla beraber Güney Afrika Devlet Başkan yardımcısı Jacob Zuma’nın
2005 yılında dönemin Devlet Başkanı Thabo Mbeki tarafindan yolsuzluk yaptı-
ğı gerekçesiyle görevinden alındığı yukarıda vurgulanmıştı. Bu olay uzun vadeli
etkileri ve bir muhalefet üretebilme potansiyeli açısından dikkatle izlenmektedir.
Üçlü ittifakın üyesi olan SACP ve COSATU, Zuma’yi destekleyen açıklamalar yap-
mış ve Mbeki’nin kararını eleştirmişlerdir.
Özet
Afrika siyasetinin genel özelliklerini tanımlamak. Güney Afrika’da siyasal sistemin kurumsal yapı-
1
Afrika tarih boyunca sömürgecilik ve sonra- 3 sını açıklamak.
sında ona karşı verilen mücadeleler gibi uzun Güney Afrika’da halk 27 Nisan 1994’te ülke tari-
ve son derece sıkıntılı bir tarihe sahiptir. Fakat hindeki ilk demokratik seçim için sandık başına
tüm bunlara rağmen her Afrika ülkesi kendi gittiği zaman Geçici Anayasa ile yönetiliyordu.
sıkıntılarını aşmaya çalışmakta ve sömurge- İki yıl süren bu süreç sonucunda yeni anayasa
cilikten bagımsızlığını kazanması sonrasında Mayıs 1996’da kabul edildi ve 4 Subat 1997 tari-
toplumsal, siyasi, ve ekonomik olarak kendi dü- hinde yürürlüğe girdi. Bu anayasaya göre Güney
zenini kurmaya çalışmaktadırlar. Bu süreçte en Afrika Cumhuriyeti çok partili bir parlamenter
sıkıntılı olan konu sömürgecilik döneminden demokrasi olup, siyasi güç parlamento ile devlet
kalan kurumsal mirasla yüzleşmek olmaktadır. başkanı arasında paylaştırılmıştır. Güney Afrika
Bu Afrika’nın hemen hemen tüm ülkeleri için Cumhuriyeti’nde Meclis, Ulusal Meclis ve Ulu-
geçerlidir. İngiliz, Fransız, Portekiz gibi farklı sal Eyalet Konseyi olmak üzere ikili bir yapıdan
sömürge geçmişine sahip olmaları bu konunun oluşmaktadır. Ulusal Meclis 400 kişiden oluşur.
daha çetrefilli olmasına yol açmaktadır. Ulusal Meclis için seçime katılan her parti aday
listesini sıralar ve her parti aldığı oy oranına göre
Güney Afrika’da siyasal sistemin tarihsel dinamik- Mecliste temsil hakkını kazanır (Pottie, 2001: 28-
2 lerini değerlendirmek. 30). 400 kişilik Ulusal Meclisin yarısı ulusal parti
1860’lardan sonra keşfedilmeye başlanan yeral- listelerinden diğer yarısı ise partilerin eyalet par-
tı madenleri Güney Afrika’nın sosyal ve siyasi ti listelerinden seçilir. Anayasaya göre 18 yaşına
hayatında en önemli dönüm noktasını temsil gelen her Güney Afrika vatandaşı oy kullanma
eder. Elmas ilk olarak 1867 yılında bugünkü hakına sahiptir. Bununla beraber oy kullanma
Cape Town şehrinin kuzeyinde keşfedilmesine hakkını kazanan her Güney Afrika vatandaşı
rağmen, 1869-1870’lere kadar Güney Afrika’ya seçilme hakkına sahiptir. Ulusal Meclis yasala-
ciddi bir nüfus göçü olmamıştır. Bu tarihlerde rın hazırlanmasında ve yapımında yetkilidir. En
aniden bir kaç bini aşan hazine avcıları özellik- yüksek yasal organ olarak yasaları değiştirebilir,
le Avrupa’dan elmasın bulunduğu bölgeye göç onaylayabilir ve reddedebilir. Ulusal Meclis ka-
etmişlerdir. Güney Afrika’da meydana gelen bu rarlarını oy çokluğuyla alır. Ulusal Meclis çeşitli
maden devriminden sonra madenlerin kontrolü mekanizmalar yoluyla yürütme organını denet-
için iç mücadele dönemi başlamıştır. Amerika’da ler. Bugünkü Güney Afrika’nın Anayasal siste-
başlayan 1929 ekonomik buhranı tüm dünyayı minde bazı uygulamalarla alakalı düzenlemeler
olduğu gibi Güney Afrika’yı da derinden etkile- ilgili bakanların insiyatifine bırakılmıştır
di. Özellikle uzun vadeli sonuçları ve Aparthe-
id rejimine giden süreçte önemli rol oynaması Dünya sistemi içinde Güney Afrika’nın konumu-
dolayısıyla bu konuya değinmekte fayda vardır. 4 nu analiz etmek.
Daha önce İşçi Partisinden ayrılarak Ulusal Par- Güney Afrika I. ve II. Dünya Savaşlarına asker
tiyi kuran ve 1929 seçimlerinden galip ayrılan göndermiş ve ittifak güçleriyle beraber savaşmış-
James Hertzog ekonomik buhranın temel so- tır. Ayrıca II. Dünya Savaşı sonrası Kore’ye asker
rumlularından biri olarak görülmeye başlandı. gönderen ülkeler arasında yer almıştır. Güney
İşte böyle bir siyasi ortamda yapılan genel se- Afrika iki savaş arası dönemde kurulan Milletler
çimlerde D.F. Malan’nın partisi Ulusal Parti se- Cemiyeti’nin kurucu üyesidir. 1927 yılında Dışiş-
çimden galip çıktı ve bu resmi olarak Apartheid leri Bakanlığını kurmuş ve belli başlı Avrupa baş-
rejiminin başlangıcını ilan etti. 1900’lerin başın- kentlerinde ve Amerika’da temsilcilikler açmıştır.
dan beri her geçen yıl pekişen ırk ayrımcılığı po- Güney Afrika, Milletler Cemiyeti’nde olduğu gibi,
litikası Afrikaansların 1948 yılında tek başlarına Birleşmiş Milletler’in kuruluşunda da kurucu üye
iktidar olmasıyla yeni bir dönemece girdi. 1994 olarak yer almıştır. Bahsedilen her iki uluslararası
yılına kadar süren Apartheid Güney Afrika siya- örgütün önsözünün yazımı ise Güney Afrika’da
sal sistemi üzerinde derin etkiler bırakmıştır. değişik dönemlerde başbakanlık
116 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Kendimizi Sınayalım
1. Güney Afrika’yı karşılaştırmalı siyaset açısından 6. Güney Afrika’nın sosyo-ekonomik yapısı düşünül-
öne çıkan özelliği aşağıdakilerden hangisidir? düğünde insan kaynaklarının geleceği için en büyük
a. Kalabalık Nüfusu tehlike aşağıdakilerden hangisidir?
b. Parlamenter bir sisteme sahip olması a. Fakirlik
c. Çok kültürlü fakat Irkçılık sorunlu geçmişi b. AIDS
d. Yoksulluk ve sosyal gerilimlere rağmen canlı bir c. Irkçılık
demokrasiye sahip olması d. Afrikaanslar
e. 2000’li yıllarda gösterdiği ekonomik gelişme e. Kötü İdare
düzeyi
7. Güney Afrika’da anayasal olmayan konular hangi
2. Güney Afrika’da Apartheid yönetiminin yıkılma- mahkeme tarafından denetlenir?
sında Afrikalıları sömürge yönetimine karşı mobilize a. Yüce Divan Mahkemesi
etmekte başarı ile kullanan lider kimdir? b. Yüksek Mahkeme
a. Nelson Mandela c. Meclis Komisyonu
b. Thabo Mbeki d. Anayasa Mahkemesi
c. PW de Klerk e. Sayıştay
d. Steve Biko
e. Aziz Pahad 8. Aşağıdakilerden hangi örgüt Güney Afrika siyasal
sisteminde üçlü ittifak denilen yapının işçi sınıfı kana-
3. Güney Afrika siyasetinde belirleyici olan siyasi dını temsil eder?
parti aşağıdakilerden hangisidir? a. DP
a. Ulusal Parti b. ANC
b. Demokrat Parti c. COSATU
c. Afrika Ulusal Kongresi d. BEE
d. İnkhata Özgürlük Partisi e. SACP
e. Yeni Ulusal Parti
9. Güney Afrika’daki Apartheid rejiminin bitmesi son-
4. 1994 yılında yapılan seçimlere kadar Güney Afri- rası oluşturulan demokratik anayasa hangi tarihte kabul
ka’daki siyasi sistem aşağıdakilerden hangisidir? edilmiştir?
a. Apartheid Sistemi a. 10 Mayıs 1994
b. Hakim Parti Sistemi b. 18 May 1991
c. Kurucu Parti Sistemi c. 27 Nisan 1994
d. Tek Parti Sistemi d. 22 Aralık 1993
e. Çok Parti Sistemi e. 11 Şubat 1990
5. Güney Afrika’daki gelir dağılımı düzeltmeye yöne- 10. Güney Afrika’da 1999-2008 arası devlet başkanlığı
lik olarak uygulanan pozitif ayrımcılık politikasının yapan ve Afrika Rönesansı fikrinin önde gelen savunu-
adı aşağıdakilerden hangisidir? cularından birisi olan lider aşağıdakilerden hangisidir?
a. Siyah Ayrımcılığı a. Nelson Mandela
b. Yeniden Yapılandırma Politikası b. Jacob Zuma
c. Barış ve Uzlaştırma Komisyonu c. FW de Klerk
d. Siyahların Ekonomik Kalkınması d. Seve Biko
e. Sömürgecilikle Yüzleşme e. Thabo Mbeki
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 117
Yararlanılan Kaynaklar
Alden, C. (1996). Apartheid’s Last Stand, The Rise And Evans, G. (1996). South Africa in Remission: The Fo-
Fall of The South African Security State, London: reign Policy of an Altered State. The Journal Of Mo-
Palgrave Macmillan. dern African Studies, 34 (2), 249-269.
Alden, C., Le Pere, G. (2003). South Africa’s Post- Geldenhuys, D. (1978). South Africa’s Search For Secu-
Apartheid Foreign Policy-From Reconciliation To rity Since The Second World War, Occasional Paper,
Revival?, Adelphi Paper 362, London: The Interna- Braamfontein: SAIIA.
tional Institute For Strategic Studies. Gerhart, G.M. (1978). Black Power in South Africa, The
Ahwireng-Obeng, F. (1996). The State of South African Po- Evolution Of An Ideology, Berkeley: University of
litical Economy. A. Adedeji (Ed.), South Africa And Af- California Press.
rica: Within or Apart? içinde. Cape Town: Sadri Books. Giliomee, H. (1995). The Rise Of Afrikaner Identity,
Bangstad, S. (2005). Hydra’s Heads: Pagad And Res- (Ed.),W. Beinart ve S. Dubow, Segregation And
ponses To The Pagad Phenomenon in A Cape Mus- Apartheid in Twentieth-Century South Africa için-
lim Community. Journal of Southern African Studi- de. London: Routledge.
es, 31 (1), 187-208. Giliomee, H. (2003). The Afrikaners, A Biography of a
Barber, J. (1999). South Africa in The Twentieth-Cen- People, Cape Town: Tafalberg.
tury, Oxford: Blackwell Publishers. Habib, A. ve Taylor R. (2001). Political Alliances And
Barber, J., Barrat, J. (1990). South Africa’s Foreign Po- Parliamentary Opposition in Post-Apartheid South
licy, The Search For Status and Security 1945-1988, Africa,R. Southall (Ed), Opposition and Democracy
Cambridge: Cambridge University Press. in South Africa içinde London: Frank Cass.
Barrell, H. (1990). Mk, The Anc’s Armed Struggle, Lon- Hamill, J., Lee, D. (2001). A Middle Power Paradox?
don: Penguin Books. South African Diplomacy in the Post-Apartheid
Beinart, W. (2001). Twentieth-Century South Africa, Era. International Relations, 15(4), 33-59.
Oxford: Oxford University Press. Hanlon, J. (Ed.) (1990). South Africa The Sanctions Re-
Biko, S. (1987). I Write What I Like, A. Stubbs (Ed.), port: Documents and Statistics, London: The Com-
Oxford: Heinemann Educational Books. monwealth Secretariat.
Bloomberg, C. (1990). Christian-Nationalism And The Harber, A., Ludman, B. (1994). A-Z Of South African
Rise Of The Afrikaner Broederbond in South Africa, Politics, (Ed.) Johannesburg: Penguin.
1918-48, London: Palgrave Macmillan. Horowitz, S., Kaplan, R.D.E. (2001). The Jewish Exodus
Blumenfeld, J. (1999). The Post-Apartheid Economy: From The New South Africa: Realities and Implica-
Achievements, Problems And Prospects. J. E. Spen- tion. International Migration, 39(3), 3-31.
ce (Ed.), After Mandela, The 1999 South African Huttenback, R.A. (1971). Gandhi in South Africa, Bri-
Elections içinde. London: Royal Institute Of Inter- tish Imperialism And The Indian Question, 1860-
national Affairs. 1914, Ithaca: Cornell University Press.
Chilvers, H.A. (1936). The Yellow Man Looks On, Being Kotze, H. (2001). A Consummation Devoutly To Be
The Story Of The Anglo-Dutch Conflict in Southern Wished? The Democratic Alliance And Its Potenti-
Africa And Its Interest For the People of Asia, Lon- al Constituencies, R. Southall (Ed.), Opposition and
don: Cassell And Company Ltd. Democracy in South Africa içinde. London: Frank
Dubow, S. (1989). The Racial Segregation and the Ori- Cass.
gins of Apartheid in South Africa, 1919-1936, Lon- Landsberg, C. ve Hlophe, D.(1999). The African Rena-
don: Macmillan/St Antony College Oxford. issance As A Modern South African Foreign Policy
Dubow, S. (2000). The African National Congress, Jep- Strategy, October 1999, Www.Ceri-Sciences-Po.
pestown: Jonathan Ball. Org (27 March 2004).
Dunton, C. (2003). Pixley Kaisaka Seme and the Afri- Lanegran, K. (2001). South Africa’s 1999 Election: Con-
can Renaissance Debate. African Affairs, 102(409), solidating A Dominant Party System, Africa Today,
555- 573. 48(2), 80-102.
4. Ünite - Afrika: Güney Afrika Örneği 119
Legassick, M. (1995). British Hegemony and the Origins Schoombee, J.T. (1987). An Evaluation of Aspects of Gro-
of Segregation in South Africa, W. Beinart ve S. Du- up Areas LegislationiIn South Africa. (Yayınlanmamış
bow (Ed.). Segregation and Apartheid in Twentieth- doktora tezi). University Of Cape Town, Cape Town.
Century South Africa içinde. London: Routledge. Schrire, R. (2001). The Realities of Opposition in South
Lodge, T. (1999a). Policy Processes Within The African Africa: Legitimacy, Strategies And Consequences,
National Congress And The Tripartite Alliance. Po- R. Southall (Ed.), Opposition and Democracy in So-
litikon, 26 (1), 5-32. uth Africa içinde. London: Frank Cass.
Lodge, T. (1999b). South African Politics Since 1994, Singham, A.W., Hune, S. (1986). Namibian Indepen-
Cape Town: David Philip Publishers. dence, A Global Responsibility, Westport: Lawrence
Lodge, T. (2002). Politics in South Africa, From Mandela Hill And Company.
To Mbeki, Cape Town: David Philip Publishers. Southall, R., Daniel, J. (2005). The State Of Parties Post-
Malan, R. (1997). The Essential, Steve Biko, Cape Town: Election 2004: Anc Dominance And Opposition
David Philip Publishers. Enfeeblement, R. Southal, J. Daniel Ve J. Lutchman
Maphalala, J. (2000). The Zulus And The Boer War. (Ed.), State of The Nation: South Africa 2004-2005
History Today, 50(1), 46-51. içinde. Pretoria: Hsrc Press.
Maré, G. (2001). Race, Democracy And Opposition in Sparks, A. (1994). Tomorrow Is Another Country: The
South African Politics: As Other A Way As Possib- Inside Story of South Africa’s Negotiated Revolution,
le. R. Southall (Ed.), Opposition and Democracy in Sandton: Struik Books.
South Africa içinde. London: Frank Cass. Taljaard, R., Venter, A. (2001). Parliament, A. Venter
Nathan, L. (2005). Consistency And Inconsistencies in (Ed.) içinde. Government and Politics in the New So-
South African Foreign Policy. International Affairs, uth Africa. Pretoria: Van Schaik Publishers.
81(2), 361-372. Thompson, L. (1990). A History of South Africa, New
Moodie, T.D. (1975). The Rise Of Afrikanerdom, Berke- Haven: Yale University Press.
ley: University Of California Press. Vachani, S. (2004). South Africa and The Aids Epide-
Natrass, N. (1998). Growth, Employment and Econo- mic, Vikalpa, 29(1), 101-109.
mic Policy In South Africa: A Critical Review, Cde Venter, A. (2001). The Context Of Contemporary So-
Focus No. 2, Johannesburg: CDE. uth African Politics, A. Venter (Ed.), Government
Nattrass, N., Seekings, J. (2001). “Two Nations”? Race and Politics in the New South Africa içinde. Pretoria:
and Economic Inequality in South African Today, Van Schaik Publishers.
Daedalus, 130(1), 45-70. Venter, A.J. (1974). Coloured, A Profile Of Two Million
Oliver, G., Geldenhuys, D. (1997). South Africa’s Fore- South Africans, Cape Town: Human &Rousseau.
ign Policy: From Idealism To Pragmatism. Business Walshe, P. (1973). Black Nationalism in South Africa,
& The Contemporary World, 9(2), 363-377. Johannesburg: Ravan Press.
Özkan, M. (2004). Küreselleşmeye Karşı Global Bölge- Watson, G. (1994). The Westminster Model in Com-
selleşme, Anlayış 15, Ağustos. parative Perspective, I. Budge ve D. Mackay (Ed.)
Özkan, M. (2011). Integration In The Global South: Developing Democracy içinde. London: Sage.
What Role For Ibsa Dialogue Forum? Journal Of Welsh, D. (1974). The Political Economy of Afrikaner
Global Analysis, 2(1), 83-95. Nationalism, A. Leftwick (Ed.) içinde. South Afri-
Pottie, D. (2001). The Electoral System And Oppositi- ca: Economic Growth and Political Change. London:
on Parties In South Africa, R. Southall (Ed.), Oppo- Allison & Bushby.
sition and Democracy in South Africa içinde. Lon- Wilson, F. (2001), Minerals And Migrants: How The
don: Frank Cass. Mining Industry Has Shaped South Africa, Daeda-
Southall, Roger (1998). The Centralization And Frag- lus, 130 (1), 99–121.
mentation Of South Africa’s Dominant Party
System, African Affairs 97, 443-469.
Schoeman, M. (2001). South Africa’s Political Economy
in A Global Context, A.Venter (Ed.), Government
and Politics in the New South Africa içinde. Pretoria:
Van Schaik Publishers.
5
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE SİYASET
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Uzak Doğu Asya siyasetinin genel özelliklerini tanımlayabilecek,
Çin’de siyasal sistemin tarihsel kökenlerini değerlendirebilecek,
Çin’de siyasal sistemin kurumsal yapısını analiz edebilecek,
Uluslararası sistem içinde Çin’in konumunu açıklayabilecek
bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Uzak Doğu Asya Siyaseti • Komünist Parti Devleti
• Çin Siyasal Sistemi • Sosyalist Piyasa Ekonomisi
• Konfüçyüs, Mao Zedong, Deng • Halkın Kurtuluş Ordusu
Şayping • Bölgesel ve Küresel Güç
• Çin Komünist Partisi
İçindekiler
• GİRİŞ
• SİYASAL SİSTEMİN ŞEKİLLENMESİNE
ETKİ EDEN DİNAMİKLER
• SOSYOEKONOMİK YAPI
• ULUSLARARASI SİSTEM VE ÇİN
• SİYASAL KURUMLAR VE SİYASAL YAPI
Gelişmekte Olan Ülkelerde
Uzak Doğu Asya ve Çin Örneği • YASAMA ORGANI
Siyaset • DEVLET BAŞKANI
• DEVLET KONSEYİ
• YARGI
• ORDU
• MERKEZÎ YÖNETİM VE BÖLGELER
• SONUÇ
Uzak Doğu Asya ve Çin Örneği
GİRİŞ
Çin günümüzde dünya ülkeleri arasında gelişmekte olan ülke nitelemesini en
çok hak eden ülkedir. Çinliler insanlık tarihi boyunca büyük bir medeniyet kur-
muşlar, her alanda insanlığa önemli katkıları olmuştur. Binlerce yıl geriye giden
uzun tarihi boyunca bilim, ekonomi, iletişim, teknolojik yenilik gibi alanlarda
diğer dünya ülkelerinden ilerideyken son yüz elli yıldır Batı ülkelerinin gerisin-
de kalmıştır. 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılda Batı devletlerinin ilerlemesi
karşısında göreceli olarak geri kalsa da günümüzde tekrar bir yükselişte olduğu-
nu herkes kabul etmektedir. 20. yüzyılın sonlarına doğru tekrar atağa geçen Çin,
yüz elli yıllık bir uykudan uyanan deve benzemektedir. Ülkenin ekonomi poli-
tikasında, merkezî planlama ve devletçilik yanında piyasa ekonomisi yönünde
değişimin yaşandığı 1978 yılından bu yana ekonomik büyüme hızı yaklaşık yıl-
lık %10 olmuştur. Ekonomik açıdan dünyanın en büyük ikinci ülke ekonomisi
hâline gelmiştir. Çin’in ekonomik gelişimini göstermesi bakımından dünyanın
en yüksek on binasından altısına sahip olmasını not edebiliriz. Ekonomik ve
sosyal gelişmesi aynı hızla devam ederek siyasal istikrarını da koruyabilirse yir-
mibirinci yüzyıl Çin yüzyılı olacaktır.
Dünya siyasetinin en önde gelen ülkelerinden birisi olan Çin’i yönetmek sade-
ce nüfusu ve coğrafi büyüklüğü dikkate alındığında bile oldukça güçtür. Ülke nüfus
bakımından Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) nüfusunun dört katından fazla
nüfusa sahiptir. Nüfusun büyük kısmı okuryazar ve istihdama yönelik insan gücün-
den oluşmaktadır. İnsan kaynakları bakımından zengin olan ülke doğal kaynaklar
bakımından da zengindir. Ülkede önemli kömür yatakları, petrol ve doğal gaz rezerv-
leri bulunmaktadır. Bunların yanında değerli madenler de çıkarılmaktadır. Coğrafi
olarak dünyanın üçüncü büyük ülkesi olan Çin’in denize kıyısı 18 bin kilometredir.
Ülkede ulaşım ve taşımaya elverişli, ülkenin dağlık olan batı kesiminden düzlüklerin
bulunduğu doğu kesimine doğru akan büyük akarsular vardır. Akarsulardan sulama
ve enerji üretimi için yararlanılmaktadır. Çin hızla kentlileşen bir ülkedir. Ülke nüfu-
sunun yaklaşık %45’i kentlerde yaşamaktadır. Ülkede nüfusu bir milyonun üzerinde
olan yüzden fazla kent vardır. Ekonomik merkez Şanghay ve başkent Pekin her biri 20
milyon civarında nüfusları ile en kalabalık şehirlerdir. Hızlı kentleşmeye rağmen ülke-
nin nüfusunun yarıdan fazlası kırsal alanlarda yaşamaktadır. 1997 yılında İngiltere’den
geri alınan Hong Kong özel idari bölgelerden birisi olarak ticari ve finansal merkez
hâline gelmiştir. Etnik yapı bakımından görece homojen bir ülkedir. Ülke nüfusunun
122 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
%92’si etnik olarak Han Çinlidir. Geri kalan %8 ise resmî olarak tanınmış elli beş ayrı
etnik gruptan oluşmaktadır.
Çin siyasi olarak tek parti hâkimiyetine dayanan Komünist bir rejim ile yöne-
tilmektedir. Günümüzde Asya ülkelerinden sadece Kuzey Kore ve Laos katı ko-
münist rejimler tarafından yönetilmektedir. Çin ve Vietnam’da komünist ideoloji
yerini belli ölçüde pragmatizme bırakmıştır. Doğu Bloku ülkelerinde komünist
ideolojiye dayanan siyasal rejimlerin çökmesinin de etkisiyle Çin’deki rejim siya-
sal istikrarını korumakla birlikte ekonomik reform eğilimine girmiştir. Çin’deki
komünist tek parti yönetimi değişen şartlara uyum sağlayarak ideolojisini tekrar
yorumlamış, ülkenin ekonomik alanda piyasa ekonomisinin ve küresel rekabetin
şartlarına ayak uydurmasını sağlamıştır. Rejimin ve Komünist partinin meşrui-
yeti, komünist ideolojiden daha çok son otuz yıldır ekonomik büyüme ve kalkın-
mayı gerçekleştirmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu bölümde Çin’i otoriter
komünist tek parti yönetimi olmanın yanında Komünist partinin hakim parti ol-
duğu bir rejim olarak da ele alacağız.
Çin’in karşılaştırmalı siyaset disiplini açısından önemi nüfusuna, coğrafi bü-
yüklüğüne, ülkede yaşanan ekonomik reformlara rağmen otoriter Komünist tek
parti rejimini devam ettirebilmesidir. Çin’in siyasal sisteminin 21. yüzyıldaki ge-
lişimi ve alacağı biçim kapitalizm ve demokrasi arasında var olduğu düşünülen
ilişkiyi sınama bakımından da önemlidir. Ülkede ekonomik açıklık, şehirleşme ve
iletişim devrimine rağmen otoriter bir rejimin devam etmesi siyaset bilimcilerin
ilgisini çekmektedir. Çin’de demokratikleşme olasılığı, insan haklarının korunma-
sı ilgi çeken diğer önemli konulardandır. Siyaset bilimcilerin Çin’in siyasal sistemi
ile ilgili olarak sordukları sorular arasında şunlar bulunmaktadır: Çin’deki otori-
ter rejime benzeyen yönetimler ekonomik kalkınma açısından demokratik rejim-
lere göre daha mı etkindir? Komünist parti sosyal ve ekonomik modernleşmenin
getirdiği demokratikleşme baskılarına nasıl dayanmaktadır?
İmparatorluk Geleneği
Konfüçyüs düşüncesi, Çin’de Medeniyeti MÖ 2000 yıllarına kadar geriye giden Çin, ilk olarak MÖ 221 yılın-
imparatorluk döneminde
geçerli olan sosyal uyumu,
da bir imparatorluk olarak ülke birliğini sağlamıştır. Bu tarihten itibaren iç karı-
otoriteye itaati, hiyerarşik şıklıklar olmakla birlikte farklı hanedanlar ülkeyi 20. yüzyıla kadar merkezî bir
toplumsal düzeni ve adil imparatorluk olarak yönetmişlerdir. İmparatorluk döneminde ülkenin sınırları
yönetimin önemini vurgulayan genişlemiş, ülke yönetiminde önemli rol oynayacak bürokratik bir sistem orta-
felsefi düşünce.
ya çıkmıştır. Çin’de imparatorluk döneminde bürokraside görev almak isteyenler
ünlü Çinli düşünür Konfüçyüs’ün öğretilerinin ana kısmını oluşturduğu sınavlar-
dan geçerek göreve gelmişlerdir. Bu nedenle Çin’de siyasal kültür Konfüçyüs’ün
itaate, otoriteye ve hiyerarşiye önem veren öğretileri ile şekillenmiştir. Konfüçyüs
otoriteye itaat, yaşlılara ve idarecilere saygı, yöneticilerin adil yönetme sorumlu-
luğu ve eğitimin önemini vurgulamıştır. Çin’de hanedanlar değişse de merkezî bü-
rokratik sisteme ve Konfüçyüs değerlerine dayanan imparatorluk korunmuştur.
Çinliler geleneksel olarak her alanda kendilerini dünyanın merkezînde gör-
müş ve dışa kapalı olmuşlardır. Ülkenin Çince adının ‘Merkez Krallık’ anlamına
gelmesi bunun göstergelerinden birisidir. Batı Avrupa devletlerinin 18. yüzyıldan
itibaren ekonomik yönden ilerlemesi ve emperyalist yayılma politikası izlemesi
diğer dünya toplumlarını olduğu gibi Çin’i de etkilemiştir. Avrupalı sanayileşen
5. Ünite - Uzak Doğu Asya ve Çin Örneği 123
devletler, 18. ve 19. yüzyılda dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi pazar ve Ayfon savaşları, İngiltere
ham madde ihtiyacı nedeniyle Çin’i de dışa açılmaya ve serbest ticarete zorlamış, ile Çin arasında 19. Yüzyılda
gerçekleşen İngiltere’nin
ülkeyi sömürge hâline getirmeye çalışmışlardır. Örneğin, Çin’in direnmesine rağ- ticaret açığını kapatmak
men Britanya, Çin ile ticaretini kendi lehine çevirmek, ticaret açığını kapatabil- amacıyla ülkeye afyon satmak
mek için askeri güç kullanmıştır. 19. yüzyılda Britanya’nın galip ayrıldığı Afyon istemesine razı olmayan
Çin’in yenilgisi ile sonuçlanan
savaşları Çin’in emperyalist devletlere karşı direncinin azaldığının ilk gösterge- savaşlardır.
leri arasındadır. Batılılarla yaptığı savaşları kaybetmeye başlayan Çinliler Batı’nın
teknolojisinin üstün olduğunu kabul etmekle birlikte özde kendi kültürlerinin
korunması gerektiğini düşünmüşlerdir. 19. yüzyılın sonu Çin için yüzyıllardır
devam ettirdiği istikrar ve düzenin değiştiği, Avrupalı devletlere birçok alanda
imtiyazlar tanımak zorunda kaldığı bir dönemdir. 19. yüzyıla gelindiğinde ülke
bir nüfus patlaması da yaşamıştır. Nüfus artışı ekonomik durgunluk ve yoksullu-
ğun nedenlerinden birisi olmuştur. Ülkede köylülerin toprak sahipleri ve devlet
tarafından sömürülmesi isyanları da beraberinde getirmiştir. Örneğin, Tayping
isyanında 20 milyon kişi hayatını kaybetmiştir. İmparatorluğun reform çabaları
sonuç vermeyince 1912 yılında milliyetçi bir devrim ile cumhuriyet kurulmuştur.
Uzun Yürüyüş, Milliyetçilerin Komünist partinin başarısında ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması süre-
saldırısı karşısında Komünist cinde en önemli isim Mao Zedong’dur. Orta halli bir köylü aileden gelen Mao, Hu-
parti güçlerinin Mao’nun
liderliğinde binlerce kilometre nan eyaletinde doğmuştur. Üniversite eğitimi boyunca Marksist-Leninist öğretileri
yürüyerek geri çekilmesi. öğrenmiş ve Çin Komünist partisinin 1921 yılındaki kuruluşunda bulunmuştur.
Destansı bir niteliğe Ailesinin köylü olması sosyalist devrimin arkasındaki gücün işçiler değil köylüler
bürünmüş, yürüyüşten sağ
kalanlar Komünist dönemde olacağı yönündeki görüşünü etkilemiştir. İmparatorluğa karşı yapılan mücadelede
önemli siyasi görevlere milliyetçilerle birlikte hareket eden Mao, Milliyetçilerin, Komünistleri yok etmeye
getirilmişlerdir. çalıştığı yıllarda parti içerisinde sivrilerek liderliğe yükselmiştir. Marksist-Leninist
düşünceden etkilenen Mao’nun bu düşünceye getirdiği en önemli yenilik köylüle-
rin devrimi gerçekleştirerek komünist bir düzen kurabileceği fikridir. Bu nedenle
köylülerin örgütlenmesi için büyük çaba göstermiştir. Mao, Çin’de devrimin, Avru-
palı komünistlerin düşündüğü gibi sanayi kentlerinde çalışan işçilerce değil, kırsal
kesimdeki köylülerce gerçekleştirileceğine inanmıştır.
Devrime giden süreçte Çin Komünist Partisi 1923’te, Sun Yat-sen başkanlığın-
daki milliyetçi Kuomintang (Ulusal Halk Partisi) ile ittifak kurdu. Amaç, Çin’in
çeşitli eyaletlerinin bağımsız askerî yöneticileri arasındaki üstünlük mücadelesini
sona erdirmek ve Çin’i birleştirmekti. 1925’te Koumintang’ın başına geçen Kay-
Şek’in Şanghay’da 1927’de komünistlerin güçlenmesinden korkarak giriştiği kıyım
Çin Komünist Partisi ile bağlarının kopmasına yol açtı. Mao, Hunan-Jiangxi sı-
nırında bir üs kurarak, burada yerleşti ve köylü birlikleri oluşturdu. 1934’te Kay-
Şek’in askerlerinin bölgeye saldırması üzerine, 200 bin kişilik ordusuyla birlikte
ünlü “Uzun Yürüyüş”ü başlatan Mao, ülkenin kuzeybatısına çekildi. Bu yürüyüş
sırasında Komünist Parti’nin önderi durumuna geldi.
Mao, ülkesinin Japon işgalinden kurtuluşunda ve Milliyetçi parti ile yapılan mü-
cadelede önemli rol üstlenmiş ve 1945’te parti içerisinde liderliğe yükselmiştir. 1949
yılında Pekin’deki Tiananmen meydanında, iç savaşın galibi olan Komünist partisi
lideri olarak ‘Çin halkı ayağa kalktı’ diyerek Çin’in yüzyıllık gerileme döneminin
bittiğini ilan etmiştir. Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonraki ilk yıllarda
komünizmin küresel olarak yayılması için Sovyetler Birliği ile birlikte hareket edil-
miştir. Batıya karşı duyulan şüphe ve düşmanlık Çin’in Birleşmiş Milletler üyeliğine
kabul edilmemesi ile perçinlenmiştir. 1950-53 arasında Kore savaşı da Çin’in ulusla-
rarası camiadan uzak kalmasının nedenleri arasındadır (Lanteigne, 2009: 3).
Mao Dönemi
Çin Komünist partisi 1949 yılında iktidara geldiğinde Çin’de yüzyıllardır süregelen
toplumsal hiyerarşik yapıları ve eşitsizlikleri yok etme vaatlerini çeşitli politikalarla
gerçekleştirme çabasına girmiştir. Japonlara karşı olan mücadele sonucunda kazan-
dığı halk desteğini de arkasına alarak toprak reformu gibi birçok alanda eşitlikçi
sosyal reformları başlatmıştır. Afyon bağımlılığı ve fuhuş ile mücadelede başarılı
sonuçlar alınmıştır. Kadının aileden başlayarak diğer toplumsal alanlarda statüsü-
nün artırılması için hukuksal reformlara gidilmiştir. Bu reformları gerçekleştirirken
ideolojik propaganda ve ikna çabalarının yanında, rejimin meşruiyetinin yetersiz
geldiği durumlarda zor kullanma yoluna da gidebilmiştir (Joseph, 2012, 630).
Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk on yılında daha çok Sovyetler Birliği’ndeki komü-
nist rejimin ekonomik politikalarına benzer politikalar takip edilmiştir. Sovyetler
5. Ünite - Uzak Doğu Asya ve Çin Örneği 125
SOSYOEKONOMİK YAPI
Çin Asya kıtasının en doğusunda yer alan ülkelerden biridir. Çin’in kara sınırları-
nın uzunluğu yaklaşık 22,800 kilometredir. On dört ülke ile komşudur. Kuzeyde
Rusya ve Moğolistan, batıda Hindistan, güneyde Burma ve Vietnam Çin’in komşu-
larıdır. Çin, yaklaşık 9,6 milyon kilometrekarelik yüzölçümüyle Asya’nın en büyük
ülkesi; dünyanın ise Rusya ve Kanada’dan sonraki üçüncü büyük ülkesidir. Ülkenin
önemli bir kısmı dağlıktır. Ekilebilir alan ülkenin dörtte biri ile sınırlıdır. Nüfus yo-
ğunluğu ülkenin tarıma elverişli doğu bölgelerinde en fazladır. Ülkenin doğusunda
ve iç bölgelerinde genellikle etnik olarak Han Çinlileri yaşamaktadır. Diğer etnik
gruplar çevre bölgeleri denilebilecek batı bölgelerinde yaşamaktadırlar.
Çin dünyanın en kalabalık nüfusuna sahiptir. En son tahminlere göre Çin’in Tek Çocuk Politikası,
nüfusu yaklaşık 1 milyar 350 milyon kişidir. Çin’in nüfus artış hızı devletin tek Çin devletinin 1970’lerin
sonlarında nüfus kontrolünü
çocuk politikası nedeniyle yavaşlamış olsa da 2025 yılında nüfusun 1,5 milyar sağlamak için başlattığı bir
civarında olması beklenmektedir. Çin’in etnik yapısına bakıldığında ülkede en ka- politikadır. Aileler yalnızca
labalık grup Han Çinlileri olmakla birlikte nüfusunun yaklaşık %8’ini oluşturan bir çocuk sahibi olmaları
55 ayrı etnik grup coğrafi olarak ülkenin geniş bir alanına yayılmışlardır. Ülke nü- için çeşitli araçlarla teşvik
edilmekte, birden fazla çocuk
fusunun yaklaşık %92’si Han etnik grubuna mensuptur. Tibet ve Doğu Türkistan sahibi olmak isteyenler
etnik ayrışmanın en sorunlu olduğu bölgelerdendir. Çin’de Çince’nin mandarin cezalandırabilmektedir.
lehçesi ağırlıklı olarak konuşulmaktadır. Ülkede dinî açıdan Budizm, Taoizm ve Politikanın uygulanması tek
tip olmayıp, çeşitli istisnalar ve
Çin’in diğer geleneksel dinleri en önde gelen dinlerdir. Müslümanlık ve Hristi- esneklikler getirilmiştir.
yanlık da önemli dinler arasındadır. Çin’in nüfusunun kalabalık olması nedeniyle
küçük nüfus oranları bile oldukça büyük nüfus gruplarına karşılık gelmektedir.
Örneğin ülkede yaşayan müslümanların genel nüfusa oranı sadece %2 olmasına
rağmen bu oran 30 milyon kişiye denk gelmektedir.
Çin kırsal özellikleri ağır basan fakat giderek şehirleşen bir nüfus yapısına
sahiptir. 1949 yılında nüfusun yalnızca %10’u şehirlerde yaşamaktaydı. Bu oran
1970’li yılların sonlarına kadar çok fazla değişmemiştir. Günümüzde ise bu oran
%45 olmuştur. Çin’in toplumsal özellikleri açısından üzerinde durulması gereken
diğer ayırt edici özelliği ülkede hüküm süren şehirli ve köylü ayrımıdır. Ekonomik
kalkınmada sanayi sektörüne verilen önem kentler ile kırsal alanlar arasında gelir
dağılımı bakımından önemli farklılıklara neden olmuştur. Bunun sonucunda ise
Çin’de kırsal alanlardan büyük şehirlere giderek artan büyük bir göç yaşanmakta-
dır. 1980’lerden bu yana yaklaşık 150 milyon Çinli iş bulmak amacıyla şehirlere
akın etmiştir. Pekin’in nüfusunun dörtte birini Şanghay kentinin nüfusunun ise
üçte birini bu iç göçmenler oluşturmaktadır (Joseph, 2010: 9).
Ekonomik Politikalar
Ekonomik politikalar açısından değerlendirildiğinde Mao dönemi ekonomi politi-
kaları ülkeye kötü yönetilmiş bir tarımsal üretim ile ülke gereksinimleri açısından
son derece yetersiz bir sanayi yapısı bırakmıştır. Mao sonrası ekonomik reformlar
ülkede ekonomik büyümenin ve refahın artırılmasını amaçlamıştır. Bunu gerçek-
leştirmek içim merkezî planlama ve ortak mülkiyet prensiplerinden taviz verilerek
resmî olarak ‘sosyalist piyasa ekonomisine’ geçildiği belirtilmiştir. 1949 ile 1976
yılları arasındaki Mao döneminde Komünist parti devleti merkezî planlama yo-
luyla her türlü özel ekonomik faaliyeti baskı altına almıştır. Merkezî planlamaya
dayanan yaklaşım sanayileşmenin gerçekleştirilmesi ve eğitim ve sağlık standart-
128 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Sosyalist Piyasa Ekonomisi, larının yükseltilmesi konusunda kısmen başarılı olsa da Çin’in küresel ekono-
Çin’de özel mülkiyetin minin dışında yoksul bir ülke olarak kalmasına neden olmuştur. Mao’dan sonra
ve yabancı sermaye ve
yatırımlarının kabul edilmesi yönetime gelen Deng Şayping ise ekonomide göreceli açıklık politikaları izlemiş,
ile birlikte Çin ekonomisine devlet tekellerini ve kontrolünü azaltmıştır. Bu dönemde serbest piyasa gelişmiş,
Komünist parti liderleri özel mülkiyete izin verilmiş, uluslararası ticaret ve yabancı yatırımlar da artmıştır.
tarafından verilen addır.
Birçok sektörde devlet tarafından tanınan iş güvencesi kaldırılmış, devlet işletme-
lerine rekabet kurallarına uyma şartı getirilmiştir. Çin ayrıca Japonya ve Güney
Kore gibi diğer Uzakdoğu ülkelerinin uyguladığı ihracatın artırılmasına yönelik
reformları ile de uluslararası ekonomik sisteme eklemlenme yolundadır. 2001 yı-
lında Dünya Ticaret Örgütüne üye olarak katılmasında hem ülkenin artan eko-
nomik öneminin hem de ekonomisinin dışa açık niteliğinin rolü olmuştur. Çin
ekonomik büyümesini dışa kapalı olarak değil yabancı yatırımına, teknolojisine
ve yabancı mülkiyetine izin vererek gerçekleştirmektedir.
2001 yılında Rusya ve Çin elli yıldır ilk kez bir dostluk anlaşması imzalamışlardır
(O’Neil, Fields ve Share, 2010: 321).
ABD-Çin ilişkilerini büyük ölçüde iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler belir-
lemektedir. İki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 400 milyar dolardır. Ayrıca
her iki ülke diğerinde doğrudan yatırımlar yapmaktadır. ABD Çin’in en büyük
ticaret ortağıdır. ABD için ise Çin, Kanada’dan sonra en çok ticaret yaptığı ikinci
ülkedir. İki ülke arasındaki ilişkilerin tam olarak sorunsuz yürüdüğünü söylemek
mümkün değildir. ABD’nin Yugoslavya’ya müdahalesi sırasında yanlışlıkla Çin
büyükelçiliğinin bombalanması gibi olayların ardından kısa dönemli gerginlikler
yaşanabilmektedir. 2010 yılından bu yana Çin ile Japonya arasında yaşanan ger-
ginliklerden Çin-Amerikan ilişkileri de olumsuz etkilenmiştir. 2012 yılının ikinci
yarısında Japonya ile ABD arasında ortak tatbikat yapılacağı şeklindeki haberlere
karşı Çin gerekirse karşılık vereceğini bildirmiştir.
Çin ile Türkiye arasındaki ilişkiler görece sorunsuz yürümektedir. 18. Ulusal Parti
Kongresinde parti genel sekreterliğine getirilen ve 2013 yılında devlet başkanlığına gel-
mesi beklenen Şi Cingping, 2012 yılının Şubat ayında Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Aynı
yılın Nisan ayında ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bakanlar, bürokratlar ve üç yüz
kişilik iş adamı heyeti ile Çin’i ziyaret etmiştir. 2012 yılı Türkiye’de Çin yılı olarak ilan
edilmiştir. 2013 ise Çin’de Türkiye yılı olarak ilan edilmiştir. Türkiye ile Çin ilişkilerinde
en önemli sorun kaynağı Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerinin durumudur.
Başbakan’ın en son Çin ziyaretine Doğu Türkistan bölgesinden başlaması bu konuda
da olumlu yönde adımlar atıldığının göstergesidir. Çin’le olan ilişkilerimizde en önemli
sorunlardan birisi de bu ülkeyle olan ticaretimizin önemli miktarda açık vermesidir.
Çin Türkiye’ye hem çok daha fazla hem de çok çeşitli ürünler satmaktadır. Türkiye’nin
Çin’le olan ilişkilerinde en önemli amaçlarından birisi ticaretimizi miktarını artırmak
ve çeşitlendirmektir. Siyasi olarak ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi ve veto
hakkı olan Çin’in şimdiye kadar beklentilerimizi karşıladığını söylemek zordur.
Çin’in son yıllarda bölgesinde ve dünyada öne çıkan bir ülke olmasının nedenleri
nelerdir? 4
rejim vardır. Çin siyasal sisteminin devlet başkanlığı ve başbakanlık gibi önemli
kurumları komünist ideoloji ile meşruiyetini sağlayan tek bir parti denetimi altın-
dadır. Çin bu açıdan bir komünist parti devletidir (Roskin, 2009: 519). Sovyetler
Birliği’nde çöken komünist rejimde olduğu gibi Çin’de de siyasal ve idari kurumlar
birbirlerine paralel devlet ve parti hiyerarşileri şeklinde örgütlenmiştir. Partinin
en üst karar organı olan Ulusal Parti Kongresi üyelerinin çoğu devletin en üst
yasama organı olan Ulusal Halk Kongresinin de üyeleridir (Roskin, 2009: 521).
Komünist İdeoloji
Komünist İdeoloji, 19. Çin siyasal sisteminde Komünist parti hâkimiyeti komünist ideoloji ile meşru-
yüzyılda kapitalizme ve laştırılmaktadır. Çin Komünist parti tüzüğü komünizmin kurulmasını en yük-
liberalizme bir tepki olarak
ortaya çıkan, ortak mülkiyete sek ideal ve nihai amaç olarak yer vermektedir. Karl Marks’ın fikirlerine dayanan
dayalı olarak sosyal ve komünist sistem işçi veya köylülerin kendilerini sömüren sınıflara karşı müca-
ekonomik eşitliği savunan delesinin en son aşamasında kurulur. Buna göre Komünist sistemde bütün mül-
ideolojidir.
kiyet devletin olacak ve sınıf ayrımı ortadan kalkacaktır. Devrim gerçekleştikten
sonra ilk aşamada yönetimde işçilerin diktatörlüğü söz konusudur. Daha sonra
sınıf çatışması da ortadan kalkacağı için devlete ihtiyaç duyulmayacak bir döne-
me geçilecektir. Rusya’da 1917 Komünist devrimine liderlik eden Lenin, Marksist
düşünceye bir öncü veya lider parti eklemesi yapmıştır. Buna göre halk yığınları-
nın devrimci bilinç kazanmasını beklemeden lider ve öncü bir parti halkın ger-
çek çıkarları için halkı bilinçlendirmeli ve devrime öncülük etmelidir. Devrimden
sonra da yönetimde kalacak olan bu parti devlete ve topluma rehberlik edecektir.
Demokratik merkeziyetçilik ilkesi ile yönetilecek olan partide tartışma ve görüş
alış verişi olsa da parti liderliği karar verdiğinde sorgusuz itaat edilecektir. Parti-
nin ideolojik ve örgütsel liderliği komünist sistemin kurulması için zorunludur.
Maoizm, Çin Halk Mao Zedong, Marksist teoriye Çin’e özgü koşulları dikkate alarak yorum ge-
Cumhuriyeti’nin kurucusu tirmiştir. Buna göre devrimin itici gücü olan Komünist partisi, devrimi gerçek-
Mao Zedong’un Marksist-
Leninist ideolojik geleneğine leştirmek için ve komünist sistemi kurmak için köylü desteğine dayanacaktır.
getirdiği, köylülerin devrimci Köylülerle ve halkla olan bu bağlantıya ‘halk çizgisi’ denilmiş ve ilk olarak des-
olabilecekleri ve partinin tansı ‘Uzun Yürüyüş’ döneminde uygulanmıştır. Çin’deki siyasal yapı da Lenin’in
daima halka yakın olması
gerektiği gibi değişiklikleri Sovyetler Birliği’nde kurduğu her biri hiyerarşik olarak örgütlenmiş olan parti ve
içeren düşünce. devlet paralelliğine dayanmaktadır. Bu yapıda her düzeyde devlet kurumuna pa-
ralel bir parti örgütlenmesi bulunmaktadır. Parti organları devlet kurumlarında
görev alacakları belirler ve önemli politika kararlarını alırlar. Devlet kurumları ise
bu kararları uygular. Sosyoekonomik hayatta ise ideoloji ortak mülkiyet, merkezî
planlama ve sürekli propaganda şeklinde kendisini göstermiştir.
Günümüzde siyasal sistemde tek parti hâkimiyeti devam etse de ideolojinin
etkisi azalmıştır. Mao döneminde atamalarda ideolojiye bağlılık uzmanlıktan
önemliyken bugün teknokratlar siyasal hayatta önemli makamlara gelebilmekte-
dir. Ekonomik ve toplumsal hayatta ideoloji yerine pragmatizm ön plana geçmiş-
tir. Örneğin 2007 yılında özel mülkiyet haklarını koruyan bir yasa çıkarılmıştır.
Buna karşılık 1970’lerin sonundan itibaren ortak mülkiyet ve merkezî planlama-
dan uzaklaşan ülkede komünist ideolojiyi savunan gruplar tepki göstermektedir.
Yöneticiler parti ve devlet görevlerine liyakate göre seçilmektedir. Liyakatin ya-
nında önemli kişilerle olan bağlantıların da atamalarda etkisi vardır.
5. Ünite - Uzak Doğu Asya ve Çin Örneği 133
Çin’in kendisine örnek aldığı Sovyetler Birliği komünist sisteminde de devlet ile
partinin paralel bir yapılanması ve Komünist partinin devlet organları ve kararları
üzerinde mutlak kontrolü bulunmaktaydı.
Yasama Organı
Çin’de anayasal olarak en üstün devlet organı Ulusal Halk Kongresi’dir. Kongre
seçimleri kademeli olarak gerçekleştirilir. En küçük coğrafi ve işlevsel (mesleki)
birimlerden başlayarak üst birim meclislerine delegeler seçilir. Seçimler beş yıl-
da bir yapılır. Ulusal Halk Kongresi’nin üye sayısı yaklaşık üç bin kişidir. Yapısı
tek meclislidir. Yılın belirli bir döneminde çok kısa süre ile toplanır. Genellikle
genel kurula getirilen yasa tasarılarının onaylanmasına kesin olarak bakılır. Son
yıllarda meclisin genel kurul toplantıları daha tartışmalı ve renkli geçmektedir.
Siyasal partiler olmadığı için tam olarak bir temsil ve rekabetten söz edilemezse
de Kongre gücünü artırmaktadır. Ulusal Halk Kongresi toplanmadığı dönemler-
de onun yerine görev yapan yaklaşık yüz elli üyeli Daimi Komisyon görev yapar.
Daimi Komisyon’un önemi giderek artmaktadır. Daimi Komisyon’un başında ge-
nelde Politbüro Daimi Komitesi üyelerinden birisi bulunmaktadır. Komisyon iki
ayda bir toplanmaktadır. Önemli devlet görevlerinden ve eyalet yönetimlerinden
emekli olanlar Daimi Komisyon üyesi olmaktadırlar. Komisyon son yıllarda yürüt-
me organından gelen bazı yasa tasarılarını geri çevirebilmiştir. Daimi Komisyon
geleneksel olarak önüne gelen tasarıları tartışmasız onaylarken günümüzde dele-
geler hükûmet politikalarını eleştirebilmektedir. Parti içerisindeki görüş ayrılıkları
Daimi Komisyon içerisinde dile getirilmekte ve gruplar karşı karşıya gelmektedir.
Siyasal rekabet ayrıca bakanlıklar arasında olabileceği gibi bakanlıklar ile bölge
yönetimleri arasında da olabilmektedir. Ülkenin yasama organı olan Ulusal Halk
Kongresi’nin nadir de olsa hükûmete ve yargıyla ters düştüğü görülebilmektedir.
Ülkede ayrıca son yıllarda sayıları artan medya kuruluşları, devlet ve özel şirketler,
resmî ve özel araştırma kuruluşları, akademisyenler, devletin desteklediği kuru-
luşlar ve halka yakın kuruluşlar da siyasal çoğulculuğa katkıda bulunmaktadırlar.
Devlet Başkanı
Çin’de devlet başkanlığı makamı semboliktir. Buna rağmen makamın önemi baş-
kanın yürüteceği diğer görevlere göre artabilmektedir. 1982 Anayasası’na göre
devlet başkanını ve başkan yardımcısını Ulusal Halk Kongresi’nin Daimi Komis-
yonu aday gösterir ve Kongre başkanı beş yıllık bir süre için seçer. Devlet başkanı
en az kırk beş yaşında, seçilme yeterliliğine sahip Çin vatandaşları arasından se-
çilmektedir. Devlet başkanı, başbakanı, başbakan yardımcısını ve diğer Bakanlar
Kurulu üyelerini, meclis komisyonlarının başkanlarını ve büyükelçileri atar. Dış
politika alanında yetkilidir. Olağanüstü hâl ve savaş ilan edebilir (McCormick,
2010: 277). 1970’lerin sonlarında başlayan reform döneminde ülkenin en önde
gelen Komünist parti lideri devlet başkanlığı görevini de yürütmüştür.
5. Ünite - Uzak Doğu Asya ve Çin Örneği 137
Devlet Konseyi
Çin sisteminde en önemli yürütme organı Devlet Konseyidir (Bakanlar Kurulu).
Bakanlar Kurulu üyeleri başbakanın teklifi üzerinde Ulusal Halk Kongresi tarafın-
dan seçilir ve yaklaşık 50 üyesi vardır. Devlet Konseyi 1980’li yıllara kadar Komü-
nist parti kararlarının uygulayıcısı konumunda iken son yıllarda önemi giderek
artmıştır. Devlet Konseyi’nin üyeleri aynı zamanda Parti Merkez Komitesi ve Polit-
büro üyesi olduğundan, kararları bu kurumlar vermekteydiler. Devlet Konseyi üye
sayısı fazla olduğundan haftada iki kez toplanan başbakan, başbakan yardımcısı,
beş devlet bakanı, genel sekreterden oluşan bir kurul Konseyin işlerini yürütmek-
tedir. Devlet Konseyi bakanlıkları, komisyonların işleyişini denetler, ekonomiyi,
dış politikayı ve diğer politika alanlarını yönetir. Çin hem bir devlet başkanına hem
de başbakana sahiptir. Devlet başkanının Komünist partisi genel sekreteri olduğu
dönemlerde bu makamın önemi sembolik yetkilerini aşmaktadır. Başbakan Ko-
münist partisi Merkez Komitesi tavsiye eder yasama organı seçer. Devlet başkanlı-
ğı, başbakanlık ve bakanlık görevlerine gelen kişilerin neredeyse hepsi mühendis-
lik veya fen bilimlerinde eğitim görmüş teknokrat özelliğe sahip kişilerdir.
Yargı
Halk mahkemeleri ülkenin yargı merciidir. Devlet düzeyinde kurulan Yüksek
Halk Mahkemesi’nin yanı sıra eyalet, özerk bölge ve merkeze doğrudan bağlı
şehirlerde yüksek halk mahkemeleri, daha alt birimlerde de orta düzey ve yerel
halk mahkemeleri kurulur. Ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Yüksek
Halk Mahkemesinin yargı yetkisini bağımsız olarak kullanacağı hükmünü içerse
de yargı makamları da Komünist partinin denetimi altındadır. Yüksek Mahkeme
bütün kademelerdeki yerel halk mahkemeleri ve mesleki halk mahkemelerinin
yargı çalışmalarını denetleyen en yüksek kurumdur. Anayasal olarak Yüksek Halk
Mahkemesi, Ulusal Halk Meclisi ve Meclisin Daimi Komitesi’ne karşı sorumlu-
dur ve çalışmalarını meclise ve meclis daimi komitesine rapor eder. Yüksek Halk
Mahkemesi Başkanı, başkan yardımcıları ve yargı komitesi üyeleri, Ulusal Halk
Meclisi tarafından tayin edilir. Çin yargı sisteminde ayrıca Halk Savcılıkları ve
özel görevli mahkemeler de bulunmaktadır.
Ordu
Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ordunun büyük rolü olmuştur. Mao’ya
göre siyasal iktidarın ele geçirilmesinin en önemli aracı silahlı güç yani ordudur.
Halk Kurtuluş Ordusu ile Komünist Parti iç savaşta milliyetçilere karşı ve Japon
işgaline karşı mücadele sürecinde birbirinden ayrılmaz iki kurum olmuştur. Bu-
gün de Komünist partinin Politbürosu ile örtüşen Merkezî Ordu Komisyonu askerî
konularda en yüksek karar alma organıdır. Çin sistemini askeri komünizm olarak
da adlandıranlar olduğu düşünüldüğünde siyasal sistemde başlangıçtan bugüne
ordunun önemi daha iyi anlaşılabilir. Politbüro üyelerinin önemli bir kısmı asker
kökenli olmuştur veya en azından orduda görev almışlardır. Ordu Çin Halk Cum-
huriyeti kurulduktan sonra da rejimin muhafaza edilmesinde kritik rol oynamıştır.
Kültürel devrim döneminde radikal kesimlerin etkisinin azaltılması ve 1989 yılında
Tiananmen meydanında gösterilerin bastırılması bu durumlara örnektir. Çin ordu-
sunda 2,3 milyon asker bulunmaktadır. Son yıllarda ordunun modernleştirilmesi
sürecinde personel sayısı azaltılmıştır. Ordunun modernleşmesi ve modern bir do-
nanmanın kurulması Çin’in en önemli gündem maddeleri arasındadır. Çin dünya
138 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
silah pazarında en önemli birkaç ülkeden birisi hâline gelmiştir. Kara, hava ve
deniz kuvvetlerinin silah ve diğer gereksinimlerini kendi imkânları ve özellikle
Rusya’dan satın aldığı silah ve malzemelerle karşılamaktadır. Günümüzde rejim
iç güvenlik amacıyla ordunun yerine polis teşkilatına giderek daha fazla önem
vermektedir. Polisin sayısı ve yetkileri artırılmıştır.
SONUÇ
Çin, yüz elli yıl süren duraklama dönemine bir son verme ve dünya siyasetinde
hak ettiği yeri alma peşindedir. Komünist parti liderliği, Maocu düşüncenin etki-
sinin azaldığı günümüzde ulusal gururu ekonomik büyüme ile eşitlemiştir. Devlet
liderliğinde ekonomik büyüme ve refah artışı için her türlü ekonomik reformdan
kaçınılmamaktadır. Komünist parti ekonomik değişimi kontrolü altında tutmak
ve meşruiyetini devam ettirebilmek için çalışmaktadır.
Ülke dışa açılma politikaları ile dünyada eşine az rastlanır bir ekonomik başa-
rıya imza atmıştır. Uzun dönemli yüksek oranlı büyüme ülkede refah seviyesini
artırmış ve yoksulluk oranını düşürmüştür. Dış politikada ABD ile boy ölçüşebi-
lecek bir duruma gelen Çin bölgesinde tartışmasız lider konumundadır.
Ekonomik büyüme ve refah ile birlikte çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır. Çevre
kirliliği bu sorunların en önemlilerindendir. Ülkede kömür en yaygın kullanılan
enerji kaynağıdır. Kömür kullanımı hava ve su kirliliğini de beraberinde getir-
miştir. Dünyanın havası en kirli kentleri arasında önemli sayıda Çin kenti bulun-
maktadır. Çin nükleer enerji yatırımları ile kömüre olan bağımlılığını azaltmaya
çalışmaktadır.
Yolsuzluk ülkenin bir diğer önemli sorunudur. Son beş yıl içerisinde en alt ida-
ri düzeyde 540 bin devlet görevlisi yolsuzluk nedeniyle ceza almıştır. Madencilik,
eğitim, gıda güvenliği ve sağlık, kamulaştırma konularında yolsuzluk vakaları yo-
ğunlaşmıştır. Yolsuzluk vakalarının önemli bir kısmı kamulaştırma konusunday-
ken sosyal güvenlik ve yolsuzlukla mücadele için ayrılan fonların kullanılmasında
usulsüzlük de görülmektedir. Komünist parti ve devlet makamları yolsuzluk ile
mücadeleyi önceliklerinin başına yerleştirmişlerdir. Yerel düzeyde yerel yönetim-
ler yolsuzlukla mücadele için denetim kurulları oluşturmuşlardır. Yerel yönetim-
lerin büyük kısmı mali verilerini düzenli olarak yayınlamaktadır. Yolsuzlukla mü-
cadele çerçevesinde devlet makamlarından onay alınarak yapılabilecek işlemlerin
sayısı da azaltılmakta veya daha alt düzeydeki birimlere bırakılmaktadır.
Ülkenin ekonomik büyüme hızı son iki yıldır yavaşlama eğilimindedir. 2012
yılında yüzde 7 civarında bir büyüme hızı kaydedilmiştir. Dünyadaki ekonomik
krizle birlikte Çin ihraç mallarına olan talebin azalması bunun nedenleri arasın-
dadır. Çin yönetimi, ekonomik yavaşlamanın sonuçlarını en aza indirmek için iç
talebi artıracak tedbirler almaktadır. Faiz oranları düşürülerek bankaların kredi
vermeleri için gereken şartlar kolaylaştırılmış, istihdama yönelik büyük çaplı altya-
pı yatırımları teşvik edilmiştir. Çin Sosyal Bilimler Akademisinin yaptığı bir araş-
tırmaya göre Çin ekonomisi önümüzdeki yıllarda yıllık %8 oranında büyüyecektir.
Ekonomik alandaki ilerlemeler aynı oranda toplumsal yaşama yansımamak-
tadır. Çin’de sivil toplum kuruluşlarının Komünist parti denetimi dışında varlık-
larını devam ettirmesi zordur. Bunun en son örneğini Falun Gong isimli bir me-
ditasyon topluluğu oluşturmuştur. Üye sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber
milyonlarca takipçisi olduğu söylenmektedir. Siyasi bir niteliği olmayan topluluk
1999 yılında Çin siyasi liderlerinin evlerinin bulunduğu bölgede protesto eylemi
düzenlemiştir. Çin yönetimi bunun üzerine topluluğu yasaklamış ve üyelerinden
birçoğunu tutuklamıştır. Bu gibi olaylar rejimin 1989 yılında Tiananmen meydanın-
da demokrasi taraftarı gençlere yönelik baskı ve şiddet politikasını hatırlatmaktadır.
Çin yönetimi ekonomik açılım politikalarını siyasal açılıma dönüştürme niyetinde
değildir. Buna rağmen Çin toplumu değişmektedir. Örneğin İnternet kullanıcılarının
sayısı yüz milyonları bulmuştur. Çin yönetimi siyasal olarak sorun gördüğü her ko-
140 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Özet
Uzakdoğu Asya siyasetinin genel özelliklerini tanım- organları arasında paralel bir yapı vardır. Aynı
1 lamak kişiler hem parti hem de devlet görevlerinde
Uzak Doğu Asya ülkelerinde tarihsel olarak oto- çalışmaktadırlar. Devlet başkanı ve bakanlar ku-
riter rejimler egemen olmuşlardır. Demokrasi rulu ile Ulusal Halk Kongresi en önemli devlet
tecrübesi olan ülkelerde de tek parti hâkimiyeti kurumlarıdır. Devlet başkanlığı Komünist parti
vardır. Çin’in karşılaştırmalı siyaset açısından genel sekreteri yürütmektedir.
önemi hızla gelişmekte olan bir ülke olarak dün-
yanın ikinci büyük ekonomisi hâline gelmesine Uluslararası sistem içinde Çin’in konumunu açık-
rağmen komünist tek parti üstünlüğüne dayalı bir 4 lamak
siyasal rejimi sürdürebilmesidir. Çin’de demokra- Çin, merkezî bir imparatorluk kurduğu tarihten
tikleşme gerçekleşse bile bölgenin diğer demok- itibaren dünya ülkeleri arasında en önde gelen-
rasilerini andıracak tek parti egemen bir rejimin ler arasında yer almıştır. Uluslararası medeniye-
kurulması olasıdır. Ülkenin coğrafi büyüklüğü ve te, kültür ve bilim alanında önemli katkıları ol-
nüfusu merkezî güçlerin ağırlığını artırmaktadır. muştur. Çinliler uzun tarihleri ve medeniyetleri
ile övünürler. Son yüz elli yıldır Batı karşısındaki
Çin’de siyasal sistemin tarihsel kökenlerini değerlen- gerilemelerinin geçici olduğunu düşünmekte-
2 dirmek dirler. Çin uluslararası siyasette son dönemler-
Çin tarihinin büyük kısmında bir imparatorluk- deki önemi, ekonomisinin hızlı ve istikrarlı bir
tu. Ülkeyi hanedanlar yönetmiştir. İmparator- büyüme göstermesinden kaynaklanmıştır. Ül-
luk döneminde Çin siyasal sisteminde siyasal kenin üretimi ve kişi başına düşen geliri artmış,
kültürede olarak Konfüçyüs düşüncesi hâkim dünyanın en önde gelen ihracatçı ülkelerinden
olmuştur. Kurumsal olarak da Konfüçyüsçü dü- birisi olmuştur. Ayrıca dünya ülkelerinede fi-
şüncenin öğrenilmesine dayanan bir merkezî nansman da sağlamaktadır. Ülkenin siyasi ola-
bürokratik yapı kurulmuştur. Toplumsal yapıya rak demokratik olmaması, etnik grupları ve
bakıldığında büyük toprak sahipleri ve köylü- komşu ülkeler ile yaşadığı sorunlar uluslararası
ler bulunmaktadır. Ülkenin Batı ile karşılaşma- alanda itibarını zedelemektedir.
sı imparatorluk döneminin sonunu getirmiştir.
Kurulan cumhuriyet iç ve dış sorunlara çözüm
getiremeyince iç savaş uzun yıllar devam et-
miştir. 1949 yılında mücadeleden galip ayrılan
Komünist parti Çin Halk Cumhuriyetini kur-
muştur. Çin’de Komünist siyasal rejim hâlâ de-
vam etse de ekonomik olarak komünist anlayış
büyük ölçüde bırakılmıştır.
Kendimizi Sınayalım
1. Çin’in karşılaştırmalı siyaset açısından öne çıkan 6. Aşağıdakilerden hangisi Çin’in son dönemde karşılaş-
özelliği aşağıdakilerden hangisidir? tığı toplumsal ve ekonomik sorunlardan birisi değildir?
a. Kalabalık Nüfusu a. Çevre Kirliliği
b. Üniter bir yapıya sahip olması b. Hızlı nüfus artışı
c. Çok etnik gruplu toplumsal yapı c. Nüfusun yaşlanması
d. Ekonomik açılıma rağmen otoriter Komünist d. Çarpık kentleşme ve gecekondu yerleşimleri
tekparti yönetimini devam ettirebilmesi e. İşsizlik
e. 2000’li yıllarda gösterdiği ekonomik gelişme
düzeyi 7. Çin Komünist partisi ile ilgili olarak aşağıdakiler-
den hangisi söylenemez?
2. Çin’in 20. Yüzyılın ikinci yarısına bağımsız ve üni- a. Siyasal rekabete açıktır
ter bir ülke olarak Japon işgalinden kurtulmuş bir şe- b. Dünyada üye sayısı en fazla olan partidir
kilde girmesinde en önemli rolü oynayan lider kimdir? c. Demokratik merkeziyetçilik prensibini uygular
a. Deng Şayping d. Özel sektör temsilcileri de partiye üye olabil-
b. Hu Jintao mektedir
c. Sun Yat-sen e. Ülkenin her bölgesinde ve kurumunda teşkilatı
d. Mao Zedong vardır
e. Çan Kay-şek
8. Çin’de merkezî yönetim ve yerel yönetimler arasın-
3. Aşağıdakilerden hangisi Mao dönemindeki politi- daki ilişkiler konusunda hangisi yanlıştır?
kalardan birisi değildir? a. Çin üniter bir devlet sistemine sahiptir
a. Büyük Atılım b. Eyalet valileri seçimle işbaşına gelir
b. Kültürel Devrim c. Bölgeler ulusal yasalara aykırı olmayan kendi
c. Dışa Açılma ve liberalleşme yasalarını çıkarabilir
d. Ağır sanayi hamlesi d. Özerk bölgelerde önemli etnik gruplar yaşa-
maktadır
e. Orduya verilen önem
e. Bölge yönetimlerinin yöneticileri merkezî siya-
sal kurumlarda önemli görevlere getirilirler
4. Aşağıdakilerden hangisi Çin siyasal siyasal siste-
minde en önemli kurumdur?
9. Çin’de 1980’lerden itibaren uygulamaya konulan
a. Komünist Parti Siyasi Bürosu (Politbüro)
ekonomik politikalar arasında aşağıdakilerden hangisi
b. Devlet Konseyi
bulunmamaktadır?
c. Ulusal Halk Kongresi Daimi Komisyonu
a. Tarım sektöründe kısmi özelleştirme
d. Merkezî Ordu Komisyonu
b. Dış yatırıma açık serbest bölgelerin kurulması
e. Devlet Başkanı
c. Bazı kamu işletmelerinin özelleştirilmesi
d. Yabancı yatırımcıyı teşvik politikaları
5. Hangisi Çin’in dış politikasında önemli gelişmeler-
e. Yerli endüstriyi dış rekabete karşı korumacı po-
den birisi değildir?
litikalar uygulanması
a. Dünya Ticaret Örgütü üyeliği
b. ABD ve Batı ile yakınlaşma
10. Çin’de siyasal hayat ve kurumlarla ilgili aşağıdaki-
c. Tayvan sorunu lerden hangisi söylenebilir?
d. Rusya-Çin Yakınlaşması a. Rekabetçi çok partili bir siyasal hayat vardır
e. Tibet sorunun çözüme kavuşması b. Devlet başkanı halkın doğrudan oyu ile işbaşına
gelmektedir
c. Ülkenin yasama organı iki meclislidir
d. Ülkede bir anayasa mahkemesi vardır
e. Komünist parti genel sekreteri aynı zamanda
devlet başkanıdır
5. Ünite - Uzak Doğu Asya ve Çin Örneği 143
Yararlanılan Kaynaklar
Sıra Sizde 3 Benson, L.(2011). China Since 1949, New York: Long-
Bir ülkenin hızlı ekonomik büyümesi ve modernleş- man.
mesinin çeşitli siyasal sonuçları olabilir. Devrimlerin Joseph, W.A. (2010). Politics in China: An Introduction,
nedenlerini araştıran siyaset bilimcilere göre bir ül- New York: Oxford University Press.
kenin en çok devrim riski yaşadığı dönemlerin hızlı Joseph, W.A. (2012). China. Mark Kesselman vd.(Ed.),
sosyo-ekonomik dönüşüm dönemleri olduğunu tesbit Introduction to Comparative Politics: Political Chal-
etmişlerdir. Bu dönemlerde halkın beklentileri en üst lenges and Changing Agendas içinde (s.626-682).
seviyeye çıkmakta, ani bir ekonomik yavaşlama veya Boston: Wadsworth.
kriz ülkede devrime neden olabilmektedir. Öte yandan Lanteigne, M. (2009). Chinese Foreign Policy: An Intro-
sürdürülebildiği ve faydaları toplumun geneline yayı- duction, NewYork:Routledge.
labildiği sürece ekonomik büyüme siyasal rejimlerin Magsdadt, T. M. (2010). Nations and Government:
meşruiyetleri için en önemli kaynaklardan birisidir. Comparative Politics in Regional Perspective, Bos-
Çin yönetimi belki de bunu bildiği için ideolojik ilke- ton: Wadsworth.
lerden taviz vererek ne pahasına olursa olsun ekonomi- Manion M. F.(2007). Politics in China. G. Bingham
yi büyümeyi sürdürmeye çalışmaktadır. Powell vd. (Ed.), Comparative Politics Today içinde
(s.406-453). New York: Longman.
Sıra Sizde 4 McCormick, J. (2010). Comparative Politics in Transiti-
Çin Komünist partisinin iktidarını devam ettirebilme- on, Boston: Wadsworth.
sinin nedenleri baskı ve meşruiyetin bir karışımıdır. O’Neil P. vd. (2010). Cases in Comparative Politics, New
1989 Tiananmen meydanındaki ve ülke genelindeki York: W.W Norton.
gösterilerin kanlı bir şekilde bastırılması rejimin mu- Parlak B. ve Caner C. (2009). Karşılaştırmalı Siyasal ve
halefete asla izin vermeyeceğinin önemli bir göstergesi Yönetsel Yapılar, Bursa:Alfa Aktüel.
olmuştur. Baskı Çin rejiminin en önemli özelliğidir. Roskin, M. G. (2009). Çağdaş Devlet Düzenleri: Siyaset,
Diğer taraftan ekonomik büyüme ile sağlanan meşru- Coğrafya, Kültür, Adres Yayınları.
iyet rejimin desteklenmesini sağlamaktadır. Komünist Roskin M. G. ve. Berry N. O. (2009). IR: The New
partinin üye sayısının 80 milyonu geçmesi halkın par- World of International Relations, New York: Pear-
tiye değer verdiğini ve önemli gördüğünü göstermekte- son Education.
dir. Komünist partisi son yıllarda meşruiyetini devam Whiteford G. T. ve Salter C. L. (2010). Modern Wolrd
ettirebilmek için milliyetçilik söylemini de kullanmak- Nations: China, New York: Chelsea House Publis-
tadır. Konfüçyüs felsefesi’nin otorite ve itaate değer hers.
verdiğini de tekrar hatırlatmak gerekir.
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Latin Amerika bağlamında Brezilya’nın siyasi dinamiklerini analiz edebilecek,
Brezilya’nın Anayasal yapısını ve siyasal kurumlarını tanımlayabilecek,
Brezilya’nın seçim ve parti sistemini değerlendirebilecek,
Bu ülkenin temel sosyo-ekonomik sorunlarını açıklayabilecek bilgi ve becerile-
re sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Demokrasi • İthal İkameci Sanayileşme
• Başkanlık Sistemi • Korporatizm
• Federal Devlet • Ekonomik Reform
• Çok Partili Sistem • Sosyal Yardım Politikaları
• Açık Liste Nispi Seçim Sistemi
İçindekiler
• GİRİŞ
• KISA TARİHSEL ÖZET
Gelişmekte Olan Ülkelerde • ANAYASAL YAPI
Latin Amerika: Brezilya Örneği
Siyaset • SİYASAL KÜLTÜR
• POLİTİK İKTİSAT
• SONUÇ
Latin Amerika: Brezilya Örneği
GİRİŞ
Latin Amerika’yı yalnız coğrafi bir bölge olarak değil sosyoekonomik ve siyasi
olarak da dünyanın diğer bölgelerinden ayıran ortak bazı özelliklerden bahsede-
biliriz. Giriş bölümünde bu ortak noktaların üzerinden geçerken beş ana başlık
altında toplayacağız: Koloni dönemi ve günümüze mirası, değişik dönemlerde uy-
gulanmış olan ekonomik gelişme politikaları, 1980’lerde yaşanmış olan borç krizi,
demokratik ve otoriter yapı arasında gelgitler ve son olarak da 2000’li yıllardaki
sol ağırlıklı yönetimler. Bu ünite içinde daha detaylı olarak da göreceğimiz üzere
Brezilya bu beş ana temada da tipik bir örnek olarak yer almaktadır.
Latin Amerika diye tanımladığımız bölge Kuzey ve Güney Amerika kıtaların-
da İspanya ve Portekiz tarafından kolonileştirilmiş alanı kapsar. Bugün Brezilya
devletinin yer aldığı topraklar genel olarak Portekiz tarafından kolonileştirilmiş
olup, geri kalan alanlarda genel hatlarıyla İspanya İmparatorluğu hakim olmuştur.
1492 bu koloni döneminin başlangıç tarihi olarak kabul edilebilir. Genel olarak
ana karaya kaynak aktarımı üzerine kurulu bu yönetim biçiminin bölge üzerinde
bugün de devam eden çok önemli etkileri olmuştur. Koloni döneminin bölge hal-
kı arasında ekonomik, soysal ve siyasal eşitsizliğe yol açmış olduğu ve bu eşitsiz-
liklerin bağımsızlık sonrası dönemde de giderilememiş olduğu bölge uzmanları
tarafından sıkça dile getirilen bir düşüncedir (Thorp 2012).
Koloni döneminde temelleri atılmış en önemli sorunlardan bir tanesi tabii ki
yerel halk ile anakaradan gelen nüfus arasındaki farklılaşmadır. Bu sorun sonra-
ki dönemde ırklar arasında eşitsizlik olarak kendini gösterecektir. İspanyol ya da
Portekiz asıllı kişiler toprak ve madenleri kontrol edip, devlet yönetiminde sivil
ya da askerî pozisyonlara sahip olurken, yerel halk çoğunlukla çeşitli resmî ya
da gayriresmî kurumlar vasıtasıyla toprak üzerinde ya da madenlerde çalışma-
ya zorlanmıştır. Bağımsızlık sonrası dönemde siyasi istikrarsızlığı erken çözen
ülkelerde nüfusun çoğunluğunun gelişimi için devlet tarafından ilköğretim gibi
konular üzerine harcamalar yapılmış olsa da eşitsizlik sorununu çözmekte etkili
olamamışlardır. (Thorp 2012).
Eşitliği sağlamanın önünde duran önemli engellerden bir tanesi toprak dağılımı
alanındadır. Kraliyet tarafından az sayıda kişiye büyük alanları kapsayan topraklar
tahsil edilmiş (Thorp 2012), bağımsızlık sonrası dönemde örneğin Meksika gibi
bazı ülkelerde toprak reformu vasıtasıyla daha eşit bir dağılım sağlanmaya çalışılmış
olsa da toprak sahipliği konusunda çok büyük bir değişim yaşanamamıştır. Toprak
148 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
sahipleri ile olan uçurum yalnız yerel halkı kapsayan bir durum değildir. Toprak
sahibi küçük elit grup gittikçe diğer Avrupa kökenli halktan da farklılaşmıştır.
Koloni yönetiminin bir diğer etkisi ekonomik yapı üzerinde olmuştur. Latin
Amerika ekonomisi koloni döneminde tamamıyla ilksel ürünler üzerine kurul-
muştur. Ürünler ilk aşamada sadece koloni devletinin kendisine aktarılabilirler-
ken sonraki dönemlerde diğer Avrupa piyasalarına satılabilmiş olsalar da eko-
nomik yapı aynı kalmış, birçok ülkede endüstrileşme Büyük Buhran dönemine
kadar çok sınırlı kalmış, Avrupa’nın işlenmiş malları için Latin Amerika piyasa
oluşturmuştur. Birçok Latin Amerika ülkesi için 19yy.’da gerçekleşen bağımsızlık
da bu yapıyı değiştirmemiştir.
Koloni döneminde temelleri atılmış, bağımsızlık sonrası da değişikliğe diren-
miş bu ekonomik yapınının siyasi etkilerinin de olduğu iddia edilmiştir. Terry
Karl Latin Amerika’yı ABD ile kıyasladığı çalışmasında (2000) eşitsiz toprak da-
ğılımı ve dünya piyasasına ilksel ürünler ihraç etmeye dayalı ekonominin Latin
Amerika’da demokrasinin gelişimine engel olduğunu savunmuştur. ABD’de etkin
olan küçük toprak sahipliği ve güney bölgesi dışında zorla toprak üzerinde çalış-
tırmanın yoğun ve etkin olmaması eşitliğe dayalı vatandaşlık görüşünün oluşma-
sına yol açarken Latin Amerika’da toprak sahipliğine dayalı aristokrasi oluşmuş,
sayıca fazla olan yerel halkı zorla çalıştırmak amacıyla hiyerarşik bir devlet yapısı
geliştirilmiştir. İhracata dayalı ekonomik yapı ise aristokratik sınıfın etkisini sür-
dürmesine katkıda bulunmuştur.
1930 yılında etkisinin birçok ülkede görülmeye başlandığı Büyük Buhran ise Latin
Amerika açısından da belirleyici olmuştur. Dünyada etkisini gösteren bu ekonomik
kriz sonucunda Latin Amerika ülkelerinin ihraç ettiği ürünlere talep azalmış, Latin
Amerika’da ihtiyaç duyulan işlenmiş ürünlere ulaşmak ise gittikçe zorlaşmıştır. Birçok
Latin Amerika ülkesinde bunun sonucunda daha kapalı, devlet ağrlıklı bir ekonomik
İthal ikameci sanayileşme: büyüme modeline geçiş olmuştur. Literatürde “ithal ikameci sanayileşme” olarak ad-
İthalatı kısarak yerli üretimi
teşvik etmeyi ve iç piyasayı
landırılan bu model ithalat yoluyla ülke dışından gelen ürünleri yerli mallarla ikame
korumayı hedefleyen içe etmek prensibi üzerine kurulmuştur. Bilhassa ülke nüfusunun büyük olmasına dayalı
dönük endüstrileşme stratejisi. olarak iç piyasanın da büyük olduğu Brezilya gibi ülkelerde belli bir başarı sağlanmış
olsa da hemen hemen her Latin Amerika ülkesi 1980’lerde ithal ikameci sanayileşme
modeline de bağlı olarak borç krizinin içine düşmüştür.
Borç krizini ithal ikameci sanayileşmeye bağlayanlar bu ekonomik modelin
yapısal sorunlarına işaret etmişlerdir. Bu modelin ilk aşamada başarı sağlaması
daha kolay olup birçok ülke kendi piyasasında tüketilmek üzere tekstil gibi tüke-
tim malları üreten sektörlerde ilerleme sağlamış olsalar da üretim süreci sırasın-
da kullanılan teknoloji konusunda yine dışa bağımlı kalmışlar, tüketim mallarını
ihraç etmekte başarı sağlayamamışlar ve ilksel olacak ürünlerin ihracat gelirinin
ithalat gelirini karşılayamaması sonucunda oluşan açığı karşılamak amacıyla dış
borca yönelmişlerdir. Ayrıca devlet de bazı sektörlerde doğrudan üretime ka-
tılmış, devlet kuruluşları çok etkin ve verimli olamamış, devlet harcamaları ve
sonrasında borçların artmasına sebep olmuşlardır. Bazı yazarlar ise borçlanma
krizinde dış faktörlerin etkisine dikkat çekmişlerdir. 1973 Petrol Krizi sırasında
yükselen petrol fiyatları sayesinde kazançlarını arttıran OPEC (Petrol İhraç Eden
Ülkeler Örgütü) üyelerinin uluslararası finansal kurumlara bu kazançları yatır-
ması, borçların kaynak ihtiyacı olan Latin Amerika ülkelerine kolay koşullarda
verilmesine imkân sağlamış, bu ülkelerin borca bağlı büyümeye dayanmasında
etkili olmuştur (Stallings 1992).
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 149
neden mesela Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi zengin bir ülke olamamış-
tır? Bazı görüşlere göre sorumlu Portekiz koloni dönemidir çünkü altın ve elmas
madenleri ya da şeker üretiminin ihracatına dayalı ekonominin kazancı Portekiz’e
aktarılmış, ülkenin gelişimi için yatırım yapılmamıştır. Mesela 1920 yılına kadar
Brezilya’da üniversite kurulmamış (Nava ve Lauerhass 2006), Brezilya kolonyal
elitinin çocukları için bile tek yüksek eğitim imkânı Portekiz’de bulunan Coimbra
Üniversitesine gitmek olmuştur. Hatta Portekiz kolonyal yönetimi 1808 yılına kadar
Brezilya’da matbaa makinesinin kullanımı bile yasaklanmıştır. Diğer bir görüşe göre
Brezilya Endüstri Devrimi’ni kaçırmış, bunda Portekiz etkisi kadar Brezilya elitinin ide-
olojik görüşleri ve İngiltere ile olan ticari ilişkileri de rol oynamıştır. Skidmore (1999)’a
göre o dönemde Brezilya eliti arasında hakim olan görüş Manchester usulü liberalizmdi.
Her ülkenin en ucuz ürettiği ürünlere yoğunlaşması gerektiğini ve ülkeler arası ticareti
vurguluyordu. Dolayısıyla bu görüşe göre Brezilya’nın endüstrileşmesi için çabalamak
gereksiz ve zararlıydı. Aynı zamanda biraz da İngiltere’nin Fransız işgali zamanında Por-
tekiz monarşisine verdiği destek nedeniyle İngiltere’nin Brezilya ekonomisi üzerindeki
etkisi artıyordu. İki ülke arasında imzalanan 1827’deki antlaşma sonucunda Brezilya’nın
iç piyasasına girişte İngiliz ürünlerine hiçbir engel konulamayacaktı. Brezilya’da yaşayan
İngiliz vatandaşları için kurulmuş olan özel mahkemeler varlıklarını sürdüreceklerdi.
İngilizlerle olan bu yoğun ticaret ilişkileri ticaret açığına yol açmış ve para arzının önün-
de bir engel oluşturmuştu (Halperin-Donghi 1993). Böylelikle 20 yy.’ın başında Brezilya
ekonomisi gittikçe zaman içinde şeker ve maden üretiminin yerini almış olan kahve
ihracatına, dolayısıyla da dünya ekonomisindeki kahvenin yerine bağlı olan bir konuma
gelmiştir. Ünitenin bu bölümünde Brezilya hakkında tarihsel temel bilgileri verdikten
sonra diğer bölümlerde ülkenin bugünkü siyasal sistemi üzerine yoğunlaşacağız.
ANAYASAL YAPI
Brezilya 1964 ve 1985 yılları arasında ordu tarafından yönetilmiştir. Şu anki ana-
yasal yapı hem ordunun yönetimi ele geçirmesinden önceki dönemin anayasal ya-
pısından, hem 1982’de valilik seçimleriyle başladığını söyleyebileceğimiz demok-
ratikleşme sürecinden hem de demokratik seçimle oluşturulmuş parlamentoların
onayladığı anayasa değişikliklerinden etkilenmiştir. Bağımsız Brezilya devletinin
kuruluş aşamasına kadar uzanan tarihsel süreçte yerel güçler etkili olmuş, federal
bir devlet düzeni kurulmuş ve sürdürülmüştür. Latin Amerika’daki parlamenter sis-
temle olan nadir deneyimlerden birisi olan 1824-1889 arası dönem (ki bu süre içe-
risinde monarşi hâlâ kuvvetliydi) (Lijphart 1992) dışında Brezilya başkanlık sistemi
ile yönetilmiştir. 1986 yılında oluşturulan, anayasayı hazırlamakla görevli meclis de
iki yıllık bir tartışmanın ardından başkanlık sisteminde karar kılmıştır (Lamounier
1994). Kurumsal yapının daha detaylı incelenmesine geçmeden önce demokratik-
leşme süreci ve ordunun Brezilya siyasi tarihindeki yerinden bahsedeceğiz.
Demokrasi ve Demokratikleşme
İmparatorun yönetimini kısıtlayan ilk anayasal sınırlamalar 1824 yılında getirilmiş-
tir. Aynı dönemlerde sınırlı seçimler de yapılmaya başlanmış, partilerin ilk oluşum-
ları ortaya çıkmaya başlamıştır (Skidmore ve Smith 2001). Cumhuriyetin ilanı ise
1889 yılında ordunun baskısı sonucu İmparator ve ailesinin Brezilya’yı terk etme-
sinden sonra gerçekleşmiştir (Skidmore ve Smith 2001; Halperin-Donghi 1993).
Yeni anayasaya göre seçimlerde oy verme okuryazar erkek nüfusla sınırlı kalmıştır.
Kadınlar 1932 yılında seçme haklarını alsa da bu oligarşik düzenden geniş katılımlı
özgür seçimlere geçiş elli yedi yıl almış ve Getúlio Vargas’ın on altı yıl süren dikta-
törlük döneminden sonra gerçekleşmiştir (Skidmore ve Smith 2001).
1945 yılında yapılan seçimlerden sonraki demokratik dönem çok kısa sürmüş,
Vargas’ın 1950 yılındaki başkanlık seçimini kazanmasıyla seçimler devam etse de
demokratik olmayan eğilimler baş göstermiş, Vargas’ın ölümünden sonra da tam
bir demokratikleşme sağlanamamış, ordunun 1964 yılında gerçekleştirdiği darbe
ile Brezilya’nın ilk “demokratik deneyi” (Lamounier 1994) son bulmuştur.
Huntington’ın “üçüncü dalga” (1991) olarak adlandırdığı dönemde Brezilya
da demokrasiye geçiş yaşamıştır. Yirmi yıllık askerî rejimden demokrasiye ge-
çiş de uzun bir süreç olarak görülebilir. Devlet başkanlığının seçmenler heyeti
tarafından seçilen bir sivile geçtiği 1985 yılı literatürde genel olarak demokratik
dönemin başlangıcı olarak ele alınır. Sivil yönetime geçiş Şubat 1984 ile Haziran
1984 arası süren toplumsal siyasi hareketi izlemiştir. Birçok siyasi ve sivil toplum
grubundan oluşan bu hareket Direitas Já kampanyası olarak bilinir ve askerî yö- Direitas Já: Brezilya’da askerî
netimden doğrudan başkanlık seçimleri yapılması talebinde bulunmuştur. Askerî yönetimin sonlanması ve
başkanlık seçimlerinin 1984
yönetim başkanlık seçimlerinin doğrudan yapılmasına izin vermemiş, yeni ku- yılında gerçekleştirilmesi için
rulacak sivil yönetim üzerinde bazı kısıtlamalar da getirmiştir. Örneğin, kurulan geniş katılımlı bir kampanya
ilk sivil hükûmette altı asker bakan da bulunmuştur. Ulusal İstihbarat Servisi’nin yürüten toplumsal bir hareket.
ordu tarafından kontrolü devam etmiştir. Hatta tarım reformunun sınırları da
ordu tarafından çizilmiştir (Linz ve Stepan 1996).
Haggard ve Kaufman (1995) demokratikleşme sürecinin özelliklerini ülkenin
o dönemde içinde bulunduğu ekonomik duruma bağlarlar. Haggard ve Kaufman
(1995)’a göre ülkede yaşanan ekonomik kriz hem otoriter hükûmetin kendisine
siyasi destek oluşturmak için kullanabileceği maddi kaynakları azaltacak hem de
işveren grupları, orta sınıf ve askerî elit gibi sosyal aktörlerin menfaatlerini ye-
niden şekillendirecektir. Kriz bilhassa askerî elitin arasındaki farklılıkları daha
da açacak, muhalefet karşısında taviz vermeye meyilli olan ve olmayan iki grup
arasında bölünme ihtimalini arttıracaktır. Brezilya’da da ekonomik durum etkili Bürokratik-otoriter model:
olmuştur. 1973 yılı sonlarında başlayan ilk petrol krizini ordunun siyasi liberal- Latin Amerika ülkelerinde
sıklıkla rastlanan ve ordu
leşme kararı takip etmiştir. 1980’li yılların başlarında yaşanan ekonomik durgun- ile bürokratik elit arasında
luk ordu içindeki ilişkileri değiştirmiş, 1982’de gerçekleşen valilik seçimlerinde kurulan ittifak ile ekonomik
muhalefet başarılı olmuş, 1984 ise daha önce de bahsettiğimiz Direitas Já pro- ve siyasal düzenin zora dayalı
olarak tesis edildiği otoriter
testolarına toplumun değişik gruplarından yoğun katılım olmuştur (Haggard ve yönetim biçimi.
Kaufman 1995).
Siyasette Ordu
Daha önce de değinildiği üzere Brezilya’daki Portekiz yönetiminden bağımsızlık
sonrasında oluşan siyasi yapı, aynı dönemlerde aynı kıtada İspanyol koloni dev-
letinden bağımsızlığını kazanmış diğer ülkelerden farklılık gösterir. Brezilya’da
yaşanan siyasi istikrarın bir özelliği de ordunun siyasetten uzak kalmış olmasıdır
(Skidmore 1999). Bu durum Paraguay Savaşı (1865-1870) sırasında değişmiştir
152 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
(Skidmore ve Smith 2001). Büyüyen ordu, daha etkili bir siyasi aktöre dönüşmüş
(Skidmore ve Smith 2001), monarşinin son bulmasında etkili olmuştur. Daha sonra
1930 yılında da Vargas’ı yönetime getiren askerî darbe gerçekleşmiştir. Ordunun
kurumsal olarak yönetimi elinde tutması ise 1964-1985 yılları arasında olmuştur.
1964 yılında ordu sivil başkan João Goulart’ı (Goulart aslında başkan yardım-
cısı olarak seçilmiştir. Başkan Jânio Quadros’un Ağustos 1961’deki istifasından sonra
Goulart başkan olmuştur.) yönetimden uzaklaştırmış ve seçimlere bir süreliğine
ara vermiştir. O’Donnell (1973)’ın Latin Amerika devletlerinde görülen otoriter
askerî rejimleri anlamak amacıyla yazdığı ve onları “bürokratik-otoriter model”
diye adlandırdığı çalışmasında da iddia ettiği gibi Brezilya’da da seçimle başa gel-
miş hükûmetin yürüttüğü popülist politikalar ordunun yönetime el koymasında
etkili olmuştur. Goulart zaten popülist bir politikacı olarak görülmekteydi. 1963
yılında enflasyon iyice artmış, ödemeler bilançosu açığı kapanması zor duruma
gelmişti (Skidmore ve Smith 2001). O’Donnell (1973)’a göre Latin Amerika ülke-
lerinde ithal ikameci sanayileşmenin yüksek hızda ekonomik büyümeyi sağladığı
tüketici mallarının üretimine dayalı ilk aşamasında seçimlerle başa gelmiş po-
pülist politikalar uygulayan hükûmetler hakimdi. Ekonomik büyüme sayesinde
şehirdeki çalışan ve iş veren grupları tatmin eden popülist politikalar mümkün
olabiliyordu. 1950’lerin başında Brezilya böyle bir siyasi sisteme örnek olarak gös-
terilebilir. Ama ithal ikameci sanayileşmenin ara ve yatırım mallarının üretimine
dayalı ikinci aşamasına geçememesiyle büyüme durmuş, yüksek enflasyon, öde-
meler bilançosu açığı ve Dış Borçlanma baş göstermişti. O’Donnell (1973)’a göre
harcamayı azaltmak, teknoloji ve sermayeyi ülkeye getirecek çok uluslu firmaları
ülkeye çekmek için gerekli olacak ekonomik istikrarı sağlamak ancak organize
olmuş popülist sınıfların isteklerinin bastırılmasıyla sağlanabilirdi. Bunu da za-
man içinde büyümüş olan teknokratlar grubuyla ittifak kurmuş olan ordu yani
bürokratik otoriter yönetimler yapmıştı.
İthal ikameci sanayileşme ünitemizin ilerleyen bölümlerinde daha etraflı olarak an-
latılacaktır.
yıllık büyüme hızı %10’du. Ülkenin ihracatı neredeyse dört katına çıkmıştı (Skid- Brezilya Mucizesi:
more ve Smith 2001). Hatta bu döneme “Brezilya Mucizesi” denilmeye başlan- Brezilya’nın 1968 ve 1974
yılları arasında gösterdiği
mıştı. yüksek ekonomik performans
Ama 1980’li yıllara gelindiğinde ekonomi önemli sorunlarla karşı karşıya kal- Brezilya Mucizesi olarak
mıştır. Enflasyon %100’ü aşmış, yabancı borçlanma artmış, büyüme durmuştu anılmıştır.
(Skidmore ve Smith 2001). Hagopian (1996)’a göre askerî başarısızlıklarından bi-
risi siyasi alandaydı. Ordu geleneksel siyaset biçimlerini ortadan kaldırmak yerine
onları devam ettirmiş, yerel elitler etrafında dönen kişisel maddi çıkar ilişkisine
bağlı ağlar seçimlerdeki yerini korumuştu. Bilhassa rejimin partisi ARENA’nın
seçimlerdeki başarısı azaldıkça merkezî devletle olan bağların sağladığı maddi
kaynaklardan seçimlerde daha çok yararlanılmış, yerel geleneksel elit vasıtasıyla
sürdürülen patronaj ilişkileriyle oy sağlama yoluna gidilmiştir. Patronaj terimiyle
kast ettiğimiz bazı devlet imkânlarının kişisel bazda dağıtılması karşılığında bu
kişilerden oy beklenmiş olmasıdır. Yerel elit de bu patronaj ağlarında aracı göre-
vi görmüştür. Ames (1987)’e göre askerî hükûmet 1968 yılından itibaren devlet
harcamalarını genel olarak arttırmıştır. 1973 yılı sonrası dönemin bütçesel dağı-
lımına bakıldığında ise tarım desteği, emlak sağlama, maaş belirleme gibi devlet
imkânlarının kullanabileceği alanlara ağırlık verilmiş olduğu görülmektedir.
Askerî rejim 1978 yılından itibaren bilhassa São Paulo’da birçok işçi greviyle
karşı karşıya kalmış, 1973 yılında başladığını söyleyebileceğimiz siyasi liberalleşme
süreci (abertura) 1985’de hükûmetin sivil başkana devredilmesiyle sonuçlanmıştır.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi ordu ilk sivil hükûmet üzerine bazı sınırlan-
dırmalar getirmiş ama zaman içinde Brezilya siyaseti içindeki etkisi azalmıştır
(Hunter 1997). Hatta bütçe konusunda bile zaman içinde kayıpları olmuştur
(Hunter 1997). Fakat askerî rejim zamanında gerçekleşmiş olan insan hakları ih-
lalleri konusunda henüz bir gelişme olamamıştır. 1979 yılında askerî rejim doku-
nulmazlık kanunu getirmiş, bu kanuna göre askerî hükûmet tarafından yapılan
uygulamalar siyasi olarak adlandırılmış ve dokunulmazlık altına alınmıştır. 2010
yılında devlet başkanı Luiz Inácio “Lula” da Silva askerî rejim döneminde işlen-
miş insan hakları ihlallerini araştırmak üzere “hakikat komisyonları” (truth com-
mission) kurulmasını önermiş ama ordunun çok ciddi bir tepkisiyle karşılaşmış,
Savunma Bakanı ve kuvvet komutanları Lula’yı istifa etmekle tehdit etmişlerdir
(The Santiago Times, 4 Ocak 2010). Aynı yıl Federal Yüce Mahkeme donulmazlık
kanunun farklı şekilde yorumlanmasını reddetmiş ve dokunulmazlığın sürdürül-
mesini sağlamıştır (MercoPress, 1 Mayıs 2010).
Başkanlık Sistemi
Başkanlık Sistemini parlamenter sistemden ayıran iki temel özellik vardır. Birin-
cisi yasama ve yürütme organlarının kökeninin birbirinden farklı olması yani iki
organın farklı seçimlerle oluşturulması. Diğeri de bu iki organın görev süresinin
sona erişinin diğer organın kararından bağımsız olmasıdır (Shugart ve Carey
1992). Daha önce de bahsettiğimiz gibi Brezilya’da askerî rejimden sivil rejime
geçişte yapılan ilk başkanlık seçiminin doğrudan olmasına askerî hükûmet izin
vermemişti. Ama 1988’de hazırlanan anayasa doğrudan seçimler ön görmüş, ayrıca
başkanın görev süresini tek dönem olarak belirlemişti. Dolayısıyla bir kere devlet
başkanı seçilen kişi bir sonraki dönem için aday olamayacaktı. 1997’de yapılan ana-
yasa reformlarıyla aynı kişinin iki dönem arka arkaya başkanlık yapması mümkün
olabilmişti. Ama ikinci dönemin sonunda bir daha aday olamayacaktı. Bu reformun
sonucunda 1994 yılında başkan seçilmiş olan Fernando Henrique Cardoso 1998 yı-
154 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
lında yeniden aday olmuş ve seçilmişti. Cardoso’yu takiben seçilen Lula da Silva
da iki dönem başkanlık yapmıştır. Başkanlık seçimin iki turlu yapılması öngörül-
müştü. Eğer birinci turda herhangi bir aday tüm geçerli oyların mutlak çoğunlu-
ğunu almayı başarırsa ikinci tura gerek olmadan bu kişi başkan seçilecektir. 1989
yılından bu yana yapılmış olan altı doğrudan başkanlık seçiminin ikisinde, 1994
ve 1998 yıllarında Cardoso %50’nin üstünde oy alıp ilk turda seçilmeyi başarmış-
tır. 1989 yılı dışında başkanlık ve çift meclisli yasama organı seçimleri aynı yılda
ve dört yılda bir gerçekleşmiştir.
Brezilya’daki başkanlık sisteminin önemli özelliklerinden bir tanesi başkanın
partisinin yasama organında çoğunluğu sağlamasının çok zor olduğudur. Federal
devlet yapısını anlatırken daha etraflı bahsedeceğimiz üzere Brezilya’nın çift mec-
lisli yasama organı vardır. Yasama üst meclis - Senato - ve alt meclis - Temsilciler
Meclisinden - oluşur. Başkanın partisinin alt meclisteki temsiline bakarsak nadi-
ren %20’inin üstüne çıktığını görürüz (Cheibub Figueiredo 2007). Bu da başkanın
çeşitli partilerden oluşan koalisyonlar kurmasına neden olmuştur. 1985 sonrası
döneme bakıldığında koalisyonlardaki parti sayısının genelde dördün üstünde
olduğu görülebilir (Mainwaring 1997; Cheibub Figueiredo 2007). Hatta bu sayı
2004 yılında sekizin üstüne bile çıkmıştır.
Başkanın partisinin yasama organındaki temsiline bakarak Brezilya başkan-
larının genelde siyasi gücünün zayıf olduğunu söyleyebiliriz. Ama anayasa tara-
fından belirlenmiş hukuksal yetkilerine bakarsak yönetimin etkili bir şekilde sür-
dürülmesine sağlayacak güçlerinin olduğunu görebiliriz. Mesela yasama ile ilgili
yetkilerine bakarsak 1988 Anayasası’na göre Brezilya başkanının bazı özel alan-
larda meclise yasa tasarısı sunmakta müstesna hakkı olduğunu görebiliriz (Shu-
gart ve Carey 1992). Ayrıca başkan bütçe yasasını sunduktan sonra da yasama
organının sadece yeni kaynaklar gösterebildiği takdirde harcamaları yükseltme
hakkı vardır (Shugart ve Carey 1992). Figueiredo ve Limongi (2000)’ye göre Bre-
zilya’daki sistemin başkanın etkili bir şekilde istediği yasaları geçirmesini sağlayan
bir diğer özelliği kongre ajandasında başkanın sunduğu yasa tasarılarına öncelik
tanınmasıdır. Brezilya anayasasının başkana güç veren bir başka uygulaması kıs-
mi veto hakkıdır. Başkan önüne gelen yasa tasarılarının sadece bir kısmını veto
etme hakkına sahiptir. Brezilya’da normal vetolarda tasarının yasalaşması için yasa-
manın iki kamarasının birden mutlak çoğunlukla kabul etmesi yeterlidir ve meclisi
başkan karşısında güçlü kılan bir uygulamadır (Mainwaring 1997). Ama kısmi veto
hakkı meclisin başkan tarafından istenmeyen değişiklikleri başkanının istediği ya-
salara bağlamasına engel olur. Böylelikle başkanı meclis karşısında güçlendiren bir
uygulamadır. Brezilya başkanları tarafından sıkça kullanılan yasama alanındaki bir
başka yetkileri de kanun hükmünde kararnamelerdir. Portekizce medidas provisórias
olarak adlandırılan kararname yetkisi 1988 Anayasası’nın 62. maddesince verilmiş-
tir. Meclis tarafından kabul edilene kadar otuz gün kanun hükmü görebilecektir. Ya-
sal olarak aslında sadece acil durumlar karşısında uygulanabilecekken Lamounier
(2003) tarafından incelenen on üç yıllık süreç (1988-2000) içersinde dört başkan ta-
rafından 579 orijinal kanun hükmünde kararname uygulandığı görülmektedir. Hatta
bazı çok önemli alanlarda bile başkanlar kanun hükmünde kararnameler kullanmış-
lardır. Mesela başkan Cardoso’nun “Real Plan” olarak adlandırılan ekonomi planının
uygulanmasının bir kısmı bu kanun hükmünde kararnameler vasıtasıyla olmuştur
(Mainwaring 1997). Brezilya başkanları tarafından sıkça başvurulan bir taktik de
aynı kanun hükmünde kararnamenin yeniden düzenlenmesi ve meclis tarafından
reddedilmediği sürece pratikte uygulamada kalmasıdır (Mainwaring 1997). Yine
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 155
demokratik başkanlık sisteminin daha iyi çalıştığı fikrinin oluşmasına da yol aç-
maktadır. Bu iki dönem arasında anayasal yapı süreklilik göstermiş olsa da bazı
yazarlara göre Brezilya siyasetinde değişen önemli bir unsur parti sistemidir.
Brezilya’nın anayasal yapısını anlamak için son derece önemli olan federal devlet
konusunu da inceledikten sonra parti sistemi ve son yıllarda yaşanıldığı düşünü-
len değişiklikleri tartışmaya geri döneceğiz.
Brezilya devlet başkanının yasama alanındaki belli başlı görev ve yetkileri nelerdir?
1 Bu yetkilerin demokrasinin işleyişine etkisi nedir?
Federal Devlet
Brezilya’nın Portekiz koloni devletinden ayrılıp bağımsızlığını ilan ettiği 19. yüz-
yılın başlarından beri yerel seçkinler (elit) ve eyaletler Brezilya siyasetinde önemli
bir rol oynamıştır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Portekiz koloni sisteminde
merkezî idare çok kuvvetli değildi (Halperin-Donghi 1993). Yeni kurulan devletin
ilk anayasasında merkezî sistem kuvvetlendirilmeye çalışılsa da eyaletler yine de
önemini korumuştur (Skidmore 1999). İlk anayasada da iki meclisli yasama or-
ganı kurulmuştu, üst meclisin üyeleri on sekiz eyaletin önerdiği kişiler arasından
imparator tarafından seçilecek, fakat eyaletlerin başkanları imparator tarafından
atanacaktı (Skidmore 1999). 1889 yılında ilan edilen cumhuriyetle federal devlet
yapısı anayasaya da girmişti. Bu dönemde bilhassa Minas Gerais ve Saõ Paulo va-
lileri Brezilya siyasetine yön veriyordu (Samuels ve Abrucio 2000). Her ne kadar
1930 yılında başlayan Getúlio Vargas’ın diktatörlüğü döneminde ve 1964-1985
askerî rejim sırasında merkezîleştirme çabaları olmuşsa da demokratikleşme sü-
recinde eyaletlerin ve valilerin önemi artmıştı. 1982 yılında valilik seçimlerinin
doğrudan yapılması ve devlet başkanlığının 1985’te askerden sivile geçmesinden
önce gerçekleşmesi bunda rol oynamıştı (Montero 2000).
1988 Anayasası’na göre Brezilya’da yirmi altı eyalet ve otonom yönetimi olan
Federal Bölge (Distrito Federal) vardır. Her eyalet dört yıllık süre için seçilen va-
liler tarafından yönetilir. Her eyalette tek meclisten oluşan yasama organı vardır
(Dinan 2007). Eyaletlerdeki parti sistemleri de parçalanmış olduğundan yani çok
sayıda partiden oluştuğundan valilerin partilerinin yasama organında çoğunluğu
sağlaması zordur ve valiler genelde seçimlere koalisyonla giderler. Üst meclis yani
Senato birçok federal devlette olduğu gibi eyaletleri eşit temsil eder. Her eyaletin
temsilci sayısı üçtür yani eşittir. Nüfusa göre belirlenmemiştir.
Brezilya’daki federal devlet mali açıdan da son derece ademi merkezîleşmiştir.
Mesela eyalet ve belediye harcamalarının ulusal harcamalara oranı Latin Amerika
ülkeleri arasında bir diğer federal devlet olan Arjantin arkasından ikinci sırada
gelir ve 1996 ile 2004 yılları için %50’sini oluşturur (Daughters ve Harper 2007).
Kendi gelirlerini toplama açısından eyalet ve yerel belediyeler geniş hak ve görev-
lere sahiptirler. Buna rağmen Brezilya eyaletlerinin mali durumları ülkenin eko-
nomisi açısından ciddi sorunlar oluşturmuştur (Samuels ve Abrucio 2000; Arena
ve Revilla 2009).
Ademimerkezîyetçiliğin, bir başka deyişle devlet görev ve sorumlulukları-
nın merkezî (federal) yönetimler ile ulusaltı (subnational) yönetimler arasında
paylaşılmasının çeşitli yararları olduğu düşünülmektedir. Bilhassa mali ademi
merkezîyetçilik siyasi yerinden yönetim, yani yerel hükûmetlerin seçime tabii olması
ile birleşince vatandaşların yönetime katılmalarında ve hesap sorulabilirlikte iyileşme
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 157
olduğu yaygın bir kanıdır (Daughters ve Harper 2007). Yerinden yönetimin bir
diğer olası yararı da devlet tarafından sunulan hizmetlerin bölge halkının istek ve
tercihlerine göre belirlenebilmesidir (Daughters ve Harper 2007). Bu nedenlerle
devlet görev ve sorumluluklarının yerel veya eyalet yönetimleriyle paylaşılması
özellikle 1990’lı yıllarda bilhassa Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlar tara-
fından önerilen bir değişiklik olmuş, birçok gelişmekte olan ülke yerinden yöne-
tim uygulamaları geliştirmiştir (Tanzi 2000). Fakat ademi merkezîleşme yaşayan
gelişmekte olan ülke sayısı arttıkça sıkça karşılaşılan bir sorun yerel ya da eyalet
hükûmetleri tarafından yapılan gittikçe artan harcamalar ve borçlanmalar olmuş-
tur. Hatta bazı ülkelerde ulusaltı hükûmetlerin bütçe açıkları ekonomik istikrarı
ciddi çıkmaza sokmuş, ekonomik reformların yapılmasını ve uygulanmasını en-
gellemiştir ki Brezilya da bu örneklerden biridir.
Daha önce de söylediğimiz gibi demokratikleşme sürecinde valilerin ve eya-
letlerin önemi artmıştı. 1988 Anayasası da duruma uygun olarak eyalet ve yerel
belediyelere aktarılan gelirleri ve harcama sorumluluklarını arttırmıştı. Ayrıca
federal hükûmetten yapılan transferlerin de %90’dan fazlası için hangi alanlarda
harcanacağına dair bir kısıtlama konmamıştı (Montero 2000, 2001). Borçlanma
konusunda ise pek sınırlama getirilmemişti. Borçların sadece merkezî hükûmet
tarafından onaylanması gerekiyordu ama alınan borçlarda bir üst sınır ya da har-
canacak alanlara dair bir kısıtlama yoktu (Daughters ve Harper 2007). Latin Ame-
rika’daki diğer ülkelerin aksine vergi ve maddi kaynak toplamada Brezilya eya-
let yönetimleri ve yerel belediyeler kuvvetli olsa da harcama sorumluluklarının
arttırılması, borçlanma konusunda ise serbest olmaları bilhassa eyaletlerin mali
disiplin konusunda sorunlar yaşamasında etkili olmuştur. 1997 yılına gelindiğin-
de eyaletlerin bütçe açıklarının 139 milyar Amerikan dolarına ulaştığı görülebilir
(Samuels 2002). Eyaletlerin bütçelerine göre harcamaları genelde yüksek olsa da
kendi aralarında ve yıllar içinde de farklılık gösterirler ve harcama kararlarını et-
kileyen siyasi sebepler de olduğu düşünülür (Kemahlıoğlu 2010).
Daha önce kısaca bahsettiğimiz, politik iktisat bölümünde de daha detaylı ele
alacağımız gibi 1990’lı yıllarda Brezilya’da görülen ekonomik istikrarsızlığı son-
landırmak için çeşitli çabalar olmuş, Cardoso’nun başkanlık döneminde eyalet-
lerin mali disiplinsizliğinin de çözülmesi gerektiği anlaşılmış, bazı mali kurallara
değişiklikler getirilmiştir. Örneğin, 1995 yılında federal hükûmete borçlarını öde-
mekte geriye düşmüş ulusaltı hükûmetlerin bir denetlemeden geçirilmesi öngö-
rülmüştü (Daughters ve Harper 2007). Borçlanmadaki bir diğer sorun ise eyalet
bankalarına olan borçlanmalardı. 1997 yılında uygulanan bir teşvik planıyla bir-
çok eyalet bankası kapatılmıştı (Daughters ve Harper 2007). 2000 yılında geçiri-
len Mali Sorumluk Yasası (Lei de Responsabilidade Fiscal) bu değişikliklerin en
kapsamlısıydı. Personel harcamalarına ve bütçe açıklarına kısıtlama ve uyulmadı-
ğı takdirde ceza, bütçe harcamalarını yayınlama konusunda şeffaflık getiriyordu
(Leoni ve Renno 2006). Ayrıca yeni yapılacak borçlanma sermaye harcamalarının
seviyesine göre kısıtlanacaktı (Leoni ve Renno 2006). Mali disiplini sağlamada bu
yasal değişikliklerin ne kadar etkili olduğu konusunda literatürde tam anlaşma
sağlanamamıştır. Belediye harcamalarını inceleyen Leoni ve Renno (2006)’ye göre
Mali Sorumluk Yasası disiplini arttırmış, Kemahlıoğlu (2010)’nun eyalet harca-
malarını analizine göre ise 2001 yılı ile 2005 yılı arasındaki harcamalar diğer siyasi
ve sosyoekonomik verilerin de etkileri istatistiksel olarak arındırıldıktan sonra
yasa öncesi dönemin eyalet harcamalarına göre daha yüksek bulunmuştur.
158 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
SİYASAL KÜLTÜR
Brezilya’daki askerî rejim biteli yirmi yılı aşkın bir süre olmuştur. 1985 sonrası
sivil yönetimin ilk yıllarına batığımızda demokrasiye olan desteğin çok da yüksek
olmadığını söyleyebiliriz. Aralık 1988’de yapılmış bir kamu araştırmasına baktı-
ğımızda cevap verenlerin sadece %43’ü demokrasinin diğer herhangi bir yönetim
biçimine tercih edilebileceğini söylemiştir (Linz ve Stepan 1996). %26 kendisi gibi
insanlar için demokratik ve antidemokratik rejimin aynı olduğunu söylemiştir.
Bir buçuk yıl sonra ise demokrasiye destek artmış ama 1992 Nisan ayında yine
düşmüştür (Linz ve Stepan 1996). Linz ve Stepan (1996) Brezilya’daki demokrasi-
ye desteği yine üçüncü dalga ile demokrasiye geçen dört ülkeyle (Uruguay, İspan-
ya, Portekiz ve Yunanistan) kıyaslamış ve Brezilya’daki desteğin çok daha düşük
seviyelerde kaldığını görmüşlerdir. Demokrasinin diğer herhangi bir yönetim bi-
çimine tercih edilebileceğini söyleyenler Yunanistan’da %87’yi oluşturmuş, Uru-
guay ve İspanya’da%70 civarı demokrasiyi desteklemiş, Portekiz ise Brezilya’dan
sonra en az desteğin çıktığı ülke olmuştur (Linz ve Stepan 1996). Ama yine de
aradaki fark hayli büyüktür ve Portekiz’de destek %61’dir.
2008 yılına gelindiğinde ise demokrasiye olan desteğin Brezilya’da bir hayli
arttığını görebiliriz. Amerika kıtasındaki yirmi iki ülkede anket yapan Americas-
Barometer verilerine göre benzer bir soruda demokrasiye düşük destek verenler
Brezilya’da %32,9’u oluşturmuştur. Ama yine de yirmi iki ülke arasında on altıncı
sırada yer almışlardır (Cordova ve Seligson 2010). Siyasi sisteme verilen destek
de pek yüksek değildir. Cevap verenlerin %64,6’sı siyasi sistemi düşük seviyede
desteklemektedirler. Bu sefer Brezilya yirmi iki ülke arasında yirminci sırada yer
almaktadır (Cordova ve Seligson 2010).
Demokrasilerde vatandaşların siyasete katılmalarının ve tercihlerini belirtme-
lerinin en temel yolu tabii ki seçimlerde oy vermeleridir. Brezilya’daki seçimlere
baktığımızda katılımın bir hayli yüksek olduğunu söyleyebiliriz. İlk üç demokra-
tik başkanlık seçiminde ortalama katılım oranı %78,3 olmuştur. Yasama organı
seçimlerinde ise ortalama %73,2’dir (Fornos, Power ve Garand 2004). Yine diğer
Latin Amerika ülkeleri ile kıyasladığımızda katılımın Uruguay, Kosta Rika ve Şili
gibi ülkelerin gerisinde kaldığı ama bölgedeki yasama organı seçimlerindeki orta-
lama katılım oranı olan %63,7’den yüksek olduğu görülmektedir (Fornos, Power
ve Garand 2004).
Brezilya’daki siyasi tutum ve katılım hakkında bu temel bilgileri verdikten son-
ra vatandaşların tercihlerinin temsil edilmesini etkileyen kurum ve yapıları dört
ana başlık altında toplayacağız. İlk önce Brezilya’daki belli başlı partilerin, parti
sisteminin temel özelliklerinin, partilerin iç dinamiklerinin ve organizasyonla-
rının üstünden geçeceğiz. Partileri ve parti sistemini dolayısıyla vatandaşların ter-
cihlerinin nasıl temsil edildiğini belirleyen önemli bir siyasal etken seçim sistemidir.
Brezilya’da alt yasama organı seçimleri için kullanılan açık liste nispi seçim siste-
mi üzerinde birçok tartışma olmuştur. Biz de ilk önce bu sistemin nasıl çalıştığının
üstünden geçip sonra siyasi sonuçları üzerinde duracağız. Partiler arası tercihlerin
yıllar içinde nasıl dağıldığı üzerinde kısaca bilgi verdikten sonra seçimlerle ilgili bö-
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 159
PMDB’den ayrılan bir grup tarafından kurulmuştur. Sosyal demokratik görüşü sa-
vunur, merkez solda bir parti olduğu düşünülür (Mainwaring 1999). 1995 ve 2003
yılları arasında başkanlık yapmış olan Fernando Henrique Cardoso’nun da parti-
sidir. Kısaca bahsedeceğimiz bir diğer parti de PTB (Partido Trabalhista Brasileiro
- Breziya İşçi Partisi)’dir. PTB aslında askerî rejim öncesi Vargas’ın lideriğini yaptığı
popülist bir partiydi (Mainwaring 1997). 1979 yılında yeniden kurulmuş, çok daha
muhafazakâr bir pozisyon almıştır. PR (Cumhuriyet Partisi) ise PL (Liberal Parti) ve
PRONA birleşmesiyle 2006’da kurulmuş ideolojik olarak sağda yer alan bir partidir.
(http://www.partidodarepublica.org.br/PR22/historia_do_PR.html) Solda PSB (Bre-
zilya Sosyalist Partisi) ve orta solda PDT (Demokratik Emekçiler Partisi) de %5’in
üzerinde oy alan partilerdir.
Brezilya siyasi hayatında yer alan belli başlı partileri anlattığımız bu bölümden de
anlaşılabileceği gibi Brezilya parti sistemi çok partili, parçalanmış bir sistemdir. Du-
verger (1954)’e göre ülkedeki partilerin bir arada varoluş şekli ve usulü o ülkenin parti
sistemini belirler. Dolayısıyla parti sistemi partilerden ve partilerin toplamından ayrı
bir anlam ifade eder. Yani vurgulanan nokta partilerin birbirleriyle nasıl etkileştiği-
dir. Seçimlerde belli bir oranın üzerinde oy olan ve yasama organında temsil edilen
partilerin sayısı önemlidir (Blondel 1968, Sartori 1976) çünkü daha önce başkanlık
sistemini tartışırken de bahsettiğimiz gibi partilerin sayısı kurulacak hükûmetin ti-
pini (tek parti, koalisyon, çoğunluk ya da azınlık) ve vatandaşların tercihlerinin nasıl
temsil edildiğini etkiler. Başkanlık sisteminde iki partili sistemlerde bile hükûmetin
yasama için koalisyona ihtiyacı olabilse de genelde çok partili sistemlerde koalisyon
yani birden fazla partiden oluşan hükûmet kurulma ihtimali artar ya da çok partili
sistemin olduğu ülkelerde hükûmet dışı milletvekilleri tarafından desteklenen azın-
lık hükûmetleri kurulabilir. Bu demek değildir ki çok partili sistemlerde tek partili
çoğunluk hükûmetleri kurulamaz ama ihtimal olarak düşüktür. Ayrıca iki partili sis-
temlerde birçok farklı görüş ya da grup aynı parti içinde temsil edilmek zorunda ka-
lırken çok partili sistemlerde farklı grupları ya da görüşleri farklı partilerle temsil etme
olasılığı artar. Dolayısıyla parti sistemindeki parti sayısı önemlidir. Fakat seçimlere
katılan ya da mecliste sandalyesi bulunan partileri sadece saymak bize çok fazla bilgi
vermeyebilir. Çok küçük mesela %3’ün altında oy alan partileri saymasak bile (Ware
1996) sadece toplam sayıya bakmak yeterli olamayabilir.
Mesela Brezilya’daki 2010 milletvekili seçim sonuçlarına bakarsak (Bakınız
Tablo 2) önemli olan sadece %3’ün üstünde on bir partinin olması değildir. Bu
bilgi tabii ki parti sisteminin parçalanmışlığına işaret eder ama on bir partili bir
sistemde az ihtimal olsa da bir parti %50, diğer partiler %5 oy almış olabilirdi. Oy
oranlarının meclisteki sandalye sayısına çevrilmesinde seçim sisteminin nispi tem-
sile dayandığını düşünürsek ki bir sonraki bölümde anlatacağımız gibi Brezilya’da
böyledir, tek parti mecliste çoğunluğu sağlamış olabilirdi. Böyle bir durumda aynı
parti başkanlık pozisyonunu da kontrol ediyorsa partiler arası koalisyona ihtiyaç
olmazdı. 2010 seçimi sonuçlarına baktığımızda ise gördüğümüz hiçbir partinin
%50’nin üzerinde oy almadığıdır. Başkanın partisi PT en yüksek oyu almış olsa
da sadece %16,9 alabilmiştir. İki diğer parti %10’u geçebilmiş, bir diğer dört parti
ise %7 civarında oy almıştır. Bu da demektir ki parti sayısı kadar oyların partiler
arası nasıl dağıldığı da bizim için faydalı bir bilgidir. Siyaset Bilimi literatüründe
bu iki bilgiyi içinde toplayacak indeksler oluşturulmuştur. Bu indeksler ya parti-
lerin seçimlerdeki oyları ya da meclisteki sandalyeleri kullanılarak hesaplanır. Rae
(1967)’nin parçalanma indeksi (fractionalization index) ve Laakso ve Taagepera
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 161
kullanılan candidato nato (doğum hakkı adaylığı) yani bir partiden seçilen mil-
letvekillerinin bir sonraki seçimlerde otomatik olarak aynı partiden aday olma
hakkının da partinin adaylık seçimi üzerindeki etkisini iyice zayıflattığı düşünül-
mekteydi. 1991 ile 1998 yılları arasında alt mecliste yapılan oylamaları inceleyen
Morgenstern (2004)’e göre bu dönemdeki en disiplinli parti PT’ydi. Diğer parti-
lerde görülen disiplin çok yüksek olmasa da en azından sağ ve sol parti grupları-
nın oy verirken birbirlerinden ayrıldıkları söylenebilir (Morgenstern 2004).
Brezilya parti sisteminin partilerin güçsüz ya da önemsiz olduklarını düşün-
düren bir diğer özelliği de milletvekillerinin çok sık parti değiştirmeleridir. 1990,
1994, 1998 ve 2002 seçimlerinden sonraki dört döneme baktığımızda her dönem
150 milletvekilinden fazlasının parti değiştirdiğini görebiliriz (Desposato 2006).
1990 sonrası dönemde toplam 503, diğer dönemlerde 513 milletvekili olduğu dü-
şünülürse bu çok büyük bir orandır. Bu konuda da PT diğer partilerden ayrılır.
Mesela 1991 ile 1994 arası dönemde ortalama parti değiştirme oranı %51,7 iken
PT için bu oran %8,6’da kalmıştır (Mainwaring 1999). Parti değiştirme oranının
çok yüksek olması sonucunda 2007 yılında Ulusal Seçim Mahkemesi (TSE Tri-
bunal Superior Eleitoral) parti değiştiren milletvekillerinin milletvekilliklerinin
düşebileceğine karar vermiştir (Freedom House Country Report 2010).
Daha önce de bahsettiğimiz gibi parti içi siyasette de eyaletlerin ve yerel politi-
kanın önemi büyüktür. Bunun bir nedeni partilerin organizasyon ve aday belirleme
şekilleridir. 1971 yılında askerî hükûmet tarafından yürürlüğe konan partiler yasası-
na göre partilerin üç seviyede -ilçe (município veya bir milyondan fazla nüfusu olan
büyük şehirlerde distrito), eyalet ve ulusal - örgütlenmesi gerekiyordu (Mainwaring
1999). Her seviyede parti kongresi yapılması ve bir üst seviyenin kongre delegelerini
belirlemeleri gerekliydi (Garman, Haggard ve Willis 2001). Örgütlenmeyle ilgili bu
kurallardan da önemlisi yasanın aday seçimleriyle ilgili getirdiği düzenlemelerdi.
İlçe kongreleri belediye başkanı ve meclis adaylarının, eyalet kongreleri de vali, vali
yardımcısı, senatör, ulusal ve yerel milletvekili adaylarının belirlemesinde rol oyna-
yacaktı (Mainwaring 1999). PT ise Parti Yasası’nın düzenlemelerinde uyan fakat uy-
gulamada farklı bir yöntem geliştirmişti (Mainwaring 1999). 1995 yılında yürürlüğe
giren Yeni Partiler Yasası aday belirleme yöntemini partilerin seçimine bırakmış
olsa da birçok parti değişikliğe gitmemiştir (Mainwaring 1999). Milletvekili adayları
hâlâ eyalet seviyesinde belirlenir ve ulusal seviyedeki parti liderlerinin pek bir etkisi
olmaz (Samuels 2008). Eyalet seviyesinde vali geniş maddi kaynaklara sahip olduğu
için seçimlerde ve aday belirlemede etkili olduğu yaygın bir kanıdır (Samuels 2000;
Mainwaring 1999). Vali adaylarının belirlenmesinde PT bazen ön seçim yöntemini
kullanmıştır (Power ve Mochel 2008).
Seçim Sistemi
Brezilya demokrasisinde alt meclis (temsilciler meclisi) seçimlerinde açık liste nispi
seçim sistemi kullanılmaktadır. Nispi seçim sisteminin en önemli özelliği partile-
rin mecliste aldıkları sandalye sayısının partilerin oylarına oranla dağıtılmasıdır.
Seçim bölgesindeki sandalye sayısı arttıkça oransallık artacaktır ve küçük partiler
de mecliste sandalye sahibi olacaklardır. Brezilya milletvekili seçimlerinde eyaletler
seçim bölgelerini oluşturur. Saõ Paulo eyaleti en büyük seçim bölgesidir ve buradan
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 163
Seçim Sonuçları
Tablo 2’de 2010 yılında gerçekleşen milletvekili ve birinci tur başkanlık seçim so-
nuçları yer almaktadır. Burada görüldüğü gibi PT ve diğer on partiden oluşan
koalisyon %46,9 oyla ilk tur başkanlık seçiminde birinci parti olmuştur. (İkin-
ci turda da %56,1 alarak PT’nin adayı Dilma Rousseff seçimi kazanmıştır.) Mil-
letvekili (Temsilciler Meclisi) seçimlerinde ise PT’nin oyu %16,9’dur. Meclisteki
sandalye sayısı sadece 88’dir. İkinci parti PT’nin başkanlık adayını destekleyen
PMDB, üçüncü parti ise %11,9 oyla PSDB’dir ki başkanlık seçiminde ikinci olan
José Serra’nın da partisidir. %10’un üstündeki üç partiyi %7 civarında oyla De-
mocratas, PR, PP ve PSB izlemektedir. Önceki bölümlerden hatırlayacağınız gibi
Democratas PFL’nin isim değiştirmesiyle oluşmuştur. Askerî rejimden geçiş dö-
nemindeki seçimlerdeki başarısını koruyamamış olsa da hâlâ nispeten önemli bir
partidir. Mecliste sandalyesi olan on beş parti daha vardır. %0.5 oyla bile partilerin
mecliste temsil edilmesi mümkündür.
164 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
ve kategorilere göre ayrılan grupları temsilde devlet tarafından geçerli görülen tek
kurum olmalarıdır (Schmitter 1974).
Brezilya’da korporatizmin temeli Vargas’ın diktatörlüğü döneminde (Estada
Novo - Yeni Devlet) atılmıştır (Power ve Doctor 2002). İşçi ve işverenleri devlete
bağlayacak dikey, hiyerarşik ve merkezî bir örgütlenme yoluna gidilmiş, partilerin
aracı rolüne engel olunmaya çalışılmıştır (Power ve Doctor 2002). Sektörsel bazda
devlet ve iş veren arasında düzenli iletişim, danışma sağlanmak istenmiştir (Po-
wer ve Doctor 2002). İşçi ve devlet arasındaki ilişki ise daha otoriter bir biçimde
düzenlenmiştir. 1930’lu yıllarda işçilerden alınan sendika aidatı devlet tarafından
toplanıyordu ve devlet sendika seçimlerini veto edebiliyordu (Skidmore 1999: s.
116) Hatta 1937 ve 1946 yılları arasında grev yapmak bile yasaktı (Skidmore 1999:
s. 116).
Bu yapıdaki en önemli değişiklik askerî rejim döneminin sonlarına doğru dev-
letten bağımsız olarak oluşan yeni sendika (novo sindicalismo) hareketidir. Daha
önce de bahsettiğimiz gibi İşçiler Partisi (PT)’nin oluşumunda da rol oynamışlar-
dır. İlk başta işçi ücretlerinin devlet tarafından enflasyona göre ayarlanmamasını
protestoyla başlayan hareket daha sonra Saõ Paulo’ya yayılmıştır, 1983’te Merkezî
Sendika Organizasyonu’nun (Central Unica dos Trabalhadores, CUT) kurulması
ise önemli bir dönüm noktası olmuştur (Hunter 1997).
Brezilya’da son yıllarda gelişen ve etkili olan birçok toplumsal hareket vardır.
Kadın hareketi, çevreci gruplar, daha önce de bahsettiğimiz Topraksız İşçi Hare-
keti (MST) gibi gruplar askerî rejime karşı beraber hareket edip etkili olmuşlardır.
Bu bölümü sonlandırırken kısaca MST’ye yer vereceğiz. MST’nin amacı top-
rak reformu, yani toprak sahipliğinde değişikliğe gitmektir. Kullandıkları strateji
boş duran toprakları işgal edip (Hammond 1999), kooperatif çiftlikleri kurmak,
ev ve okul inşa etmektir. Kullandıkları slogan “Toprak hakkı”dır (Caldeira 2008).
Kendi verdikleri bilgilere göre bu yolla şimdiye kadar 350.000’den fazla aileye tapu
kazandırmışlardır (6http://www.mstbrazil.org/?q=about). 1997 yılında organize
ettikleri yürüyüşle ulusal siyasette de görünürlük kazanmışlardır (Caldeira 2008).
POLİTİK İKTİSAT
Daha önceki bölümlerde de bahsettiğimiz gibi 1930 yılına gelindiğinde Brezilya’da
ekonomi büyük ölçüde tarım ürünlerinin bilhassa kahvenin ihracatına dayanıyor-
du. Diğer birçok gelişmekte olan veya Latin Amerika ülkesindeki gibi Brezilya’da
da Büyük Buhran’dan sonra devlet desteğiyle sanayileşme yoluna gidilmiştir. Bun-
da Büyük Buhran’la ilgili olarak dışarıdan gelen sanayi mallarında yaşanan azal-
manın ve kahve fiyatlarındaki düşüşün de etkisi olmuştur (Skidmore 1999).
sınıf, sanayi sektörü ve şehirdeki kitle arasında oluşan bir ittifak tarafından des-
teklenmiştir (Cardoso ve Faletto 1979).
İthal ikameci sanayileşmenin ilk aşamasında tekstil ve işlenmiş gıda ürünle-
ri gibi daha temel malların üretimi üzerinde durulur. Bu başarı sağlaması daha
kolay olan aşamadır. İkinci aşamada ise “derinleştirme” stratejilerine geçilmeye
çalışılır (Haggard ve Kaufman 2008) yani amaç aracı ve sermaye malları üreti-
mine geçmektir. Brezilya’da 1970’lerde kimya, çelik, enerji gibi alanlarda büyük
yatırımlar yapılmıştır (Baer 2001: s. 103). Yıllar içinde tüketim, aracı ve serma-
ye malları içinde ithal edilenlerin oranına bakarsak büyük bir azalma görebili-
riz. Tüketim ürünlerinde 1949 yılında ithal malların oranı %10 iken 1966 yılında
%1,6’ya düşmüştür (Baer 2001: s. 66). Aracı ve sermaye malları için ise aynı yıllar-
da rakamlarda %25,9’dan 6,8’e ve %59’dan 13,7’ye düşüş görülür (Baer 2001: s. 66).
Dolayısıyla ekonomik yapıdaki değişiklikler açısından bakıldığında ithal ikameci
sanayileşmenin Brezilya’da başarı sağladığı söylenebilir.
Fakat birçok diğer ülkede de görüldüğü gibi bu yöntem çok önemli sorunlar
da yaratmıştır. Koruma devam ettiği sürece rekabet baskısı olmadığından malla-
rın düşük kaliteli kalması ve üretimin veriminin düşük olması genelde görülen
sorunlardır. İthal edilen malların fiyatlarının yüksek olması, ihracatın ise bunları
karşılayamaması sonucunda büyüyen dış ticaret açığı da Brezilya’nın da karşı kar-
şıya kaldığı başka bir sorundur (Baer 2001). Teşviklerin ve kamu teşebbüslerine
yapılan transferlerin hükûmete mali yük getirdiği de görülür (Haggard ve Kauf-
man 2008). Sonuç ise genelde yüksek enflasyon, dış borçlanma ve ödemeler bilan-
çosu krizidir. Brezilya’da 1982 yılında enflasyon %100’e çıkmış (Skidmore 1999:
s. 178), borç-çevirme ödemeleri ise ürün ihracatının %91’ine ulaşmıştı (Frieden
1992: s. 128).
Ekonomik Reform
Askerî dönemin ilk yıllarında mali yeniden yapılanma ve düşük ücret gibi politika-
larla ekonomik istikrarı sağlamakta başarıya ulaşılmış (Frieden 1992), bir süre yük-
sek büyüme sağlanmış ama 1980’li yıllara gelindiğinde yine ekonomik krizle karşı
karşıya kalınmıştır. 1985’ten sonra sivil başkanlar döneminde de birçok ekonomik
reform programı uygulanmış ama Cardoso’nun bakanlık döneminde uyguladığı
Real Plan’ına (Plano Real) kadar enflasyonu düşürmekte başarı sağlanamamıştır.
Yapısal reformlar ise uzun bir süre zaman sürecine yayılmıştır. Mesela ithalat ver-
gilerinde büyük bir azaltma ve vergi dışı ithalat engellerinin kaldırılması Collor’un
başkanlık döneminde gerçekleşmiştir (Amann ve Baer 2002).
Real Plan’ının başarısının de büyük etkisiyle 1994 yılında başkan seçilen
Cardoso’nun döneminde ekonomide yapısal değişiklikler sürdürülmüştür. İlk ola-
rak devlet tekelleri kaldırılmıştır (Weyland 2002). Companhia Vale do Rio Dolce
adlı maden şirketi, telekomünikasyon sektörü gibi özelleştirmeler de Cardoso’nun
ilk başkanlık döneminde gerçekleşmiştir (Weyland 2002: s. 231). Anayasa deği-
şikliği yoluyla yerli ve yabancı şirketler arasındaki bütün yasal farklılıklar kaldırıl-
mış, mali reform programı uygulanmıştır (Amann ve Baer 2002).
Brezilya’da son yüz yılda ekonomik gelişmeyi etkileyen temel siyasi kararlar neler
3 olmuştur?
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 167
Sosyal Politikalar
Vargas’ın diktatörlük dönemi, Brezilya refah devletinin oluşumunda da etkili ol-
muş, bu dönemde korporatist sistemin bir parçası olarak sosyal güvenlik sistem-
leri oluşturulmuştur. Haggard ve Kaufman (2008)’a göre Brezilya’da uzun bir süre
partilerarası siyasetin etkili olmaması, 1946 sonrası seçimlerde bile seçmenler için
okuma yazma şartı aranması ve de sendikaların korporatist düzen içinde yer alma-
sı sosyal güvenlik sistemlerini geliştirmek için çok fazla baskı olmaması sonucunu
doğurmuştur. Yine de 1970’li yılların sonuna gelindiğinde nüfusun %90’ından faz-
lası birtakım sosyal güvenlik haklarına ve kamu sağlık hizmetlerinden yararlanma
imkânına en azından yasal olarak sahipti (Haggard ve Kaufman 2008: s. 102). Eği-
tim alanında ise 1983 yılında federal devletten eyaletlere yapılan mali transferlerin
en az %15’inin ilköğretime ayrılması zorunlu kılınmışsa da öncelik orta sınıfı he-
def alan üniversite eğitimine verilmişti (Haggard ve Kaufman 2008). Son yıllarda,
bilhassa ekonomik liberalleşme reformlarından sonra genel olarak gelişmekte olan
168 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
ülkelerde etkili olan yoksulları hedef alan sosyal yardım paketleri Brezilya’da da
uygulanmış, Bolsa Familia (Aile Harçlığı) en başarılı örnekler arasında yer almış-
tır (Daha detaylı bilgi için Çerçeve 2’e bakınız.).
Bolsa Familia
Brezilya’daki ilk nakit transferine dayalı yardım programı 1995 yılında ulusal baş-
kent Brasília ve Campinas belediyesinde (São Paulo eyaletinde) gerçekleştirilmiş
ve daha sonra diğer belediye ve eyaletlere yayılmıştı. 1999 yılı devalüasyonunun
düşük gelirli vatandaşlar üzerindeki etkisini azaltmak için Brasília’daki Bolsa Esco-
la (Okul Harçlığı) programı ulusal çapta genişletilmişti (Fenwick 2009). 2002’de bu
programın yerini Bolsa Familia aldı. Okula giden çocuklara nakdi yardım içeren
bu programa ek olarak gıda ve enerji ihtiyaçlarına destek olacak programlar da uy-
gulanmıştı. Başkan Lula zamanında farklı programlar birleştirilmiş ve 2006 yılına
gelindiğinde bir aileye ayda ortalama 61 Real sağlayan bir hâle gelmişti (Fenwick
2009). 2006 yılı verilerine baktığımızda Bolsa Familia programı sonucunda açlık
sınırı altında yaşayan kişilerin oranın %19,31 azaldığını görebiliriz (Fenwick 2009).
SONUÇ
Son yıllardaki ekonomik büyümesi ve siyasi istikrarı ile gelecek vadeden geliş-
mekte olan ülkeler arasında görülen Brezilya’nın anayasal yapısı, siyasi kültürü
ve iktisadi geçmişi üzerinde durduk. En son olarak hâlâ karşı karşıya kaldığı çok
temel bazı sorunlara değindik. Ele alamadığımız başka bazı sorunlar içerisinde ise
suça bağlı iç güvenlik problemi ve bilhassa polis tarafından işlenen insan hakları
ihlalleri yer almaktadır. Favela adı verilen, Türkiye’deki gecekondu yerleşmelerine
benzeyen düşük gelirli halkın yaşadığı kentsel yerleşim bölgeleri bilhassa bu so-
runların görüldüğü yerlerdir ve daha önce bahsettiğimiz yoksulluk ve eşitsizliğin
buralarda etkisi büyüktür. Diğer gelişmekte olan ülkeler için de önemli olan bir
soru ekonomik gelişme ve istikrarlı bir demokrasinin bu sorunları çözmekte ne
kadar etkili olacağıdır.
Son yıllarda Brezilya üzerine yapılan çalışmalarda siyasi kurumların işleyişi
hakkında çok değerli bilgiler sağlanmıştır. Brezilya’daki demokrasinin işleyişini et-
kilemesi açısından en fazla dikkat çekmiş siyasi kurumlardan bir tanesi başkanlık
sistemidir. Başkanların yasaları, bilhassa önemli reformları yasama organından ge-
çirmek için partilerarası destek sağlaması her zaman kolay olmamıştır. Hatta üni-
tenin değişik kısımlarında da değindiğimiz gibi zaman zaman başkanlık sisteminin
parçalanmış, güçsüz partilerden oluşan bir parti sistemi ile birlikte yürüyemeye-
ceği fikri ortaya atılmıştır. Yasama organının kendi iç düzeni, parti liderlerinin ve
yürütmenin yasama sürecindeki rolünün araştırılmasıyla pratikte yürütmenin ya-
sama organı karşısında çok da güçsüz kalmadığı, çoğu zaman partilerarası desteği
sağlayabildiği anlaşılmıştır. Hakkında henüz çok fazla bilgi sahibi olmadığımız bir
konu ise parti liderlerinin ki devlet başkanı da kendi partisinin lideri olarak dü-
şünülebilir kendi partililerinin desteğini hangi tür yollarla sağladığıdır. Başkanlık
sisteminde yürütmenin yasama organı için erken seçime gitme kararı verememesi,
Brezilya’da yürürlükte olan seçim sistemi ülkenin yasama organında parti disiplinin
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 169
Filmlerle Brezilya
Bu ünitede bahsettiğimiz konularla ilgili üç film Brezilya’yı daha iyi tanımanızda
yardımcı olabilir. Bunlardan ilki uluslararası alanda epeyce ün yapmış Cidade de
Deus (Tanrının Şehri)’dir. Fernando Meirelles ve Kátia Lund tarafından yönetilen
bu film daha önce bahsettiğimiz favela hayatını konu alır. Jason Kohn tarafından
yönetilen Manda Bala (Kurşun Gönder) belgeseli ise Brezilya’da yaşanan yolsuzluğu
belki de biraz abartılı bir dille anlatır. Son bahsedeceğimiz film ise başkan Lula’nın
sıra dışı hayatını anlatan Lula, o Filho de Brasil’dir. (Lula, Brezilya’nın Oğlu) Fábio
Barreto ve Marcelo Santiago tarafından yönetilmiştir.
170 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Özet
Latin Amerika bağlamında Brezilya’nın siyasi di- yasama organı için erken seçime gitme kararı
1 namiklerini analiz etmek. verememesi, Brezilya’da yürürlükte olan seçim
Brezilya’yı diğer Latin Amerika ülkelerinden ayıran sistemi ülkenin yasama organında parti disip-
bir özellik olarak Portekiz monarşisinin Breziya’ya linin sağlanmasını zorlaştıracak etkenlerdir. Si-
taşınması ve bu sayede ülke bütünlüğünün korun- yasi sistemin bu özelliklerine rağmen liderlerin
masına katkıda bulunmasından bahsettik. Başka meclisteki kendi partilerine ait milletvekillerin-
üzerinde durduğumuz tarihsel nokta ise Paraguay den desteği nasıl sağladıkları konusu diğer ülke-
savaşı sırasında ordunun güçlemesi ve siyaset için- lerdeki başkanlık sisteminin işleyişini de daha
de etkisinin artması olmuştur. 1889 yılında cumhu- iyi anlamak açısından hâlâ araştırılmayı bekle-
riyetin ilanında etkili olmasıyla kendini gösteren bu yen bir sorudur.
süreç 1964-1985 yılları arasında süren askerî rejim-
de en üst noktalara çıkmıştır. Ordunun siyasetteki Brezilya’nın seçim ve parti sistemini değerlen-
rolü açısından Brezilya diğer Latin Amerika ülkele- 3 dirmek.
rine benzer bir deneyim yaşamıştır. Huntington’ın Brezilya’da temsiler meclisinin üyelerinin seçi-
(1991) “üçüncü dalga” olarak adlandırdığı demok- minde açık liste nispi seçim sistemi kullanılmak-
ratikleşme döneminde Brezilya’da da demokrasiye tadır. Seçim bölgelerinin eyaletlere denk gelmesi
geçiş sağlanmıştır. ve her bölgeden seçilen üye sayısının ortalamada
yüksek olması sistemin oransallığını, dolayısıyla
Brezilya’nın Anayasal yapısını ve siyasal kurumla- temsiliyetini arttırmış, ama bunun yanında çok
rını tanımlamak. partili, parçalanmış bir parti sisteminin oluşma-
2
Bu ünitede de üzerinden geçtiğimiz üzere son sında da etkili olmuştur. Açık liste uygulama-
yıllarda Brezilya üzerine yapılan çalışmalarda sının en önemli sonuçlarından biri ise seçilen
anayasal yapı detaylı bir şekilde incelenmiş, si- vekillerin parti liderleri karşısında gücünü art-
yasi kurumların işleyişi hakkında çok değerli tırması ve bunun sonucunda parti disiplinini
bilgiler sağlanmıştır. Brezilya’daki demokrasinin zayıflatmasıdır. Bir diğer sonuç ise parti içi reka-
betin öne çıkması, seçimlerin parti yerine aday
işleyişini etkilemesi açısından en fazla dikkat
ağırlıklı olmasıdır. Daha önce de bahsettiğimiz
çekmiş siyasi kurumlardan bir tanesi başkanlık
gibi seçim ve parti sisteminin bu özelliklerinin
sistemidir. Başkanların yasaları, bilhassa önem-
ülkedeki mevcut anasayal yapının işleyişi üze-
li reformları yasama organından geçirmek için
rinde de etkileri olmuştur.
partilerarası destek sağlaması her zaman kolay
olmamıştır. Hatta ünitenin değişik kısımlarında
Bu ülkenin temel sosyo-ekonomik sorunlarını
da değindiğimiz gibi zaman zaman başkanlık
4 açıklamak.
sisteminin parçalanmış, güçsüz partilerden olu-
İktisadi açıdan da Brezilya dalgalı bir geçmişe
şan bir parti sistemi ile birlikte yürüyemeyeceği
sahiptir. Diğer Latin Amerika ve gelişmekte olan
fikri ortaya atılmıştır. Yasama organının kendi iç
ülkelerde de uygulanan ithal ikameci sanayileş-
düzeni, parti liderlerinin ve yürütmenin yasama
me modeli ilk başta Brezilya’da başarılı olmuşsa
sürecindeki rolünün araştırılmasıyla, pratikte
da, zamanla Brezilya’da da yüksek borçlanma,
yürütmenin yasama organı karşısında çok da
enflasyon gibi sorunlar baş göstermiştir. Dev-
güçsüz kalmadığı, çoğu zaman partilerarası des-
letin ekonomideki rolünü azaltan liberal ekono-
teği sağlayabildiği anlaşılmıştır. miye geçiş Brezilya’da 90lı yıllarda yapılan yapısal
Hakkında henüz çok fazla bilgi sahibi olmadığı- reformlar vasıtasıyla yaşanmıştır. 2002 yılında
mız bir konu ise parti liderlerinin ki devlet başka- başkan seçilen İşçilerin Partisi adayı Lula ve son-
nı da kendi partisinin lideri olarak düşünülebilir rasında Rousseff hükûmetleri yapısal reformları
kendi partililerinin desteğini hangi tür yollarla tamamen tersine çevirmektense daha adaletli bir
sağladığıdır. Başkanlık sisteminde yürütmenin ekonomik yapı oluşturma çabasında olmuşlardır.
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 171
Her ne kadar bu çabalar olumlu sonuçlar do-
ğursa da yıllardan beri süregelen yoksulluk ve
ekonomik eşitsizlik hâlâ Brezilya’nın karşılaştığı
önemli sorunlar arasındadır.
Son olarak, bu ünitede ele alamadığımız bazı so-
runlar içerisinde suça bağlı iç güvenlik problemi
ve bilhassa polis tarafından işlenen insan hak-
ları ihlalleri yer almaktadır. Favela adı verilen,
Türkiye’deki gecekondu yerleşmelerine benze-
yen düşük gelirli halkın yaşadığı kentsel yerle-
şim bölgeleri bilhassa bu sorunların görüldüğü
yerlerdir ve daha önce bahsettiğimiz yoksulluk
ve eşitsizliğin buralarda etkisi büyüktür. Diğer
gelişmekte olan ülkeler için de önemli olan bir
soru ekonomik gelişme ve istikrarlı bir demok-
rasinin bu sorunları çözmekte ne kadar etkili
olacağıdır.
172 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Kendimizi Sınayalım
1. Brezilya’nın Portekiz koloni devletinden bağımsızlı- 6. 1985 sonrası dönemde Brezilya’nın siyasal sistemi
ğını kazanmasından sonra parçalanmadan varlığını sür- ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
dürmesinde aşağıdakilerden hangisi rol oynamıştır? a. İki partili sistem hakimdir.
a. Sanayi üretimine dayalı ekonomik sistemi b. Meclisteki temsilciler sıklıkla parti değiştirir.
b. Portekiz kolonyal döneminde eyaletlerin çok c. Patronaj ilişkileri hiç etkili değildir.
güçsüz olması d. Bütün partiler aynı ideolojik görüşe sahiptir.
c. Meksika ile yapılan savaşların yönetimi birleş- e. Sadece ulusal seviyedeki liderler parti içinde
tirmesi güce sahiptir.
d. Portekiz monarşisinin Brezilya’ya taşınmış olması
e. Köleliğin bağımsızlıktan önce kaldırılmış olması 7. Açık liste nispi seçim sistemine ilişkin aşağıdakiler-
den hangisi söylenebilir?
2. Aşağıdakilerden hangisi Brezilya’nın ekonomik ge- a. Parti liderleri adayların liste içindeki sıralamasını
lişimine engel olmuştur? belirler.
b. Seçmenler parti listesindeki adaylar arasında
a. 19. yüzyılda hakim olan ideolojiye göre devletin
tercih belirtebilirler.
sanayi üretim için fabrikalar kurması
c. Bir seçim bölgesinden sadece bir aday Temsilci-
b. 19. yüzyılda hakim olan ideolojiye göre devletin
ler Meclisi’ne seçilebilir.
korumacı bir ticaret politikası uygulaması
d. Bir adayın seçilmesi için mutlaka çoğunluğun
c. Doğal kaynaklar eksikliği
oyu aranır.
d. Şili ile yapılan savaşlar sonucu kaynak kaybı e. Bir seçim bölgesinden iki adayın seçilmesi
e. Sanayileşmeye geçememe sonucunda kahve ta- mümkün değildir.
lebine dayalı bir ekonomik yapı
8. İthal ikameci sanayileşmeye ilişkin aşağıdakilerden
3. Brezilya’da cumhuriyetin ilanında aşağıdakilerden hangisi ifade edilebilir?
hangisi etkili olmuştur? a. Brezilya’da hiç uygulanmamıştır.
a. Öğrenci ayaklanmaları etkili olmuştur. b. Ekonomide devlete hiç yer vermez.
b. Orta sınıf tarafından oluşturulan siyasi partiler c. Özellikle ihracatı arttırmak ister.
son sözü söylemiştir. d. İstikrarın sağlanması amacıyla işçi ücretlerini
c. Ordunun baskısı en önemli rolü oynamıştır. düşük tutmaya çalışır ve bu nedenle sendikal
d. İşçi sendikaları etkili olmuştur. harekete izin vermez.
e. Portekiz devletinin desteklediği örgütlenmeler- e. İthal mallar üzerine kısıtlamalar koyup yerli
le ordu arasında kanlı çatışmalar olmuştur. üreticiyi destekler.
4. 1964-1985 arası askerî rejim sırasında aşağıdakiler- 9. Brezilya’da 1985 sonrası uygulanan ekonomik re-
den hangisi gerçekleşmiştir? formlara ilişkin aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?
a. Yasama organı için sınırlı da olsa seçimler yapıl- a. 80’li yılların sonunda hemen başarıya ulaşmıştır.
maya devam edilmiştir. b. Özelleştirmeleri içermez.
b. Hiçbir parti varlığını sürdürememiştir. c. Enflasyonu düşürmeyi başarmıştır.
c. 21 yıl boyunca yüksek seviyede ekonomik bü- d. Yoksulluk üzerinde hiçbir etkisi olmamıştır.
yüme sağlanmıştır. e. Sosyo-ekonomik eşitsizliği tamamen ortadan
d. Devlet başkanlığı birkaç kez sivil politikacılar kaldırmıştır.
tarafından yürütülmüştür.
e. Seçimler ve siyasal partiler yasaklanmıştır. 10. Brezilya’da sosyal devlet uygulamalarına ilişkin
aşağıdakilerden hangisi ifade edilebilinir?
a. Refah devletinin hiçbir örneğini göremeyiz.
5. Brezilya’da devlet başkanı ile ilgili aşağıdakilerden
b. Bolsa Familia programı yoksulluğu azaltmada
hangisi söylenebilir?
etkili olmuştur.
a. İstediği zaman yasama organı için seçime gidebilir.
c. Devlet üniversitesi bulunmaz.
b. Kısmi veto yetkisini kullanabilir.
d. Sağlık hizmetleri tamamıyla özel sektör tarafın-
c. Kanun hükmünde kararname kullanamaz.
dan sağlanır.
d. Aynı zamanda yasama organı üyesidir. e. Gelir adaletini sağlamaya yönelik hiç bir somut
e. Veto yetkisi yoktur.
politika uygulanmamıştır.
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 173
Sıra Sizde 2
Brezilya’da parçalanmış, çok partili bir sistem vardır. Mec-
lis üyeleri sık sık parti değiştirir. Açık liste nispi seçim
sistemi nedeniyle de parti liderleri, parti üyelerinin seçil-
me ihtimali üzerinde çok etkili olamaz. Bunun da parti
disiplinini azalttığı düşünülür. Bir partiden aday olan si-
yasetçiler listedeki diğer parti üyelerinin önüne geçmek
zorundadır, bu da seçimlerde maddi kaynaklardan ya-
rarlanma isteğini arttırabilir, patronaj ilişkileri seçimlerde
174 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Yararlanılan Kaynaklar
Amann, E. ve Baer, W. (2002). Neoliberalism and Its Figueiredo, A.C., Limongi F. (2000). Presidential Power,
Consequences in Brazil. Journal of Latin American Legislative Organization, and Party Behavior in
Studies, 34(4), 945 – 959. Brazil. Comparative Politics, 32(2), 151 – 170.
Ames, B. (1987). Political Survival Politicians and Pub- Figueiredo, A. C. (2007), Government Coalitions in
lic Policy in Latin America. Berkeley and Los Ange- Brazilian Democracy. Brazilian Political Science
les, California: University of California Press. Review, 1(2), 182 – 216.
Ames, B. (1995). Electoral Strategy under Open-List Freedom House Country Report 2010
Proportional Representation. American Journal of Frieden, J.A. (1992). Debt, Development, and
Political Science, 39(2), 406 – 433. Democracy: Modern Political Economy and Latin
Ames, B. (2001). The Deadlock of Democracy in Brazil. America. Princeton: Princeton University Press.
Ann Arbor: The University of Michigan Press. Geddes, B., Neto A.R. (1992). Institutional Sources of
Arena, M., Revilla, J. E. (2009). Pro-cyclical Fiscal Po- Corruption in Brazil. Third World Quarterly, 13,
licy in Brazil Evidence from the States, Policy Rese- 641-61.
arch Working Paper 5144. Haggard, S., Kaufman, R.R. (1995). The Political Economy
Baer, W. (2001). The Brazilian Economy: Growth and Deve- of Democratic Transitions. Princeton: Princeton
lopment. Boulder, Colorado: Lynne Rienner Publishers. University Press.
Blondel, J. F.P. (1968). Party systems and patterns of Hagopian, F. (1996). Traditional Politics and Regime Change
government in Western democracies. Canadian Jo- in Brazil. New York: Cambridge University Press.
urnal of Political Science, 1(2), 180–203. Hagopian, F., Gervasoni, C. ve Moraes, J. A. (2007). From
Caldeira, R. (2008). ‘My land, your social transformation’: Patronage To Program: The Emergence Of Party-
Conflicts within the landless people movement Oriented Legislators In Brazil. Working Paper #344
(MST), Rio de Janeiro, Brazil. Journal of Rural Studies, Halperin-Donghi, T. (1993). Contemporary History of
24(2), 150 – 160 Latin America. Durham: Duke University Press.
Cardoso, F. H. (2007). The Accidental President of Hammond, J.L. (1999). Law and Disorder: The Brazilian
Brazil: A Memoir. New York: Public Affiars. Landless Farmworkers’ Movement. Bulletin of Latin
Cardoso, F. H., Faletto, E. (1979). Dependency and American Research, 18(4), 469 – 489.
Development in Latin America. Berkeley: University Hunter, W. (1997). Eroding Military Influence in Brazil:
of California Press. Politicians Against Soldiers. Chapel Hill: UNC Press.
Carey, J.M., Shugart, M.S. (1995), Incentives to Cultivate Huntington, S.P. (1991). The Third Wave:
a Personal Vote: a Rank Ordering of Electoral Democratization in the Late Twentieth Century.
Formulas. Electoral Studies, 14(4), 417 – 439. Norman: University of Oklahoma Press.
Cox, G.W., McCubbins M. D. (1993). Legislative Karl, T. L. (2000). Economic Inequality and Demoratic
Leviathan Party Government in the House. New Instability. Journal of Democracy, 11(1), 149-156.
York: Cambridge University Press. Kemahlıoğlu, Ö. (2010). The Politics of Fiscal Balance
Daughters, R., Harper, L. (2007). Fiscal and Political in a Federal Democracy: The Experience of Brazil,
Decentralization Reforms. Eduardo Lora (Ed.), 1995-2003. (basılmamış bildiri).
The State of State Reform in Latin America içinde. Laakso, M., Taagepera, R. (1979). Effective’ Number
Palo Alto, CA.: Stanford University Press ve Inter- of Parties: A Measure with Application to West
American Development Bank. Europe. Comparative Political Studies, 12(1), 3–27.
Desposato, S.W. (2006). .Parties for Rent? Careerism, Lemounier, B. (1994). Brazil: Toward Parliamentarism?.
Ideology, and Party Switching in Brazil’s Chamber Juan J. Linz ve Arturo Valenzuela (Ed.), The Failure
of Deputies. American Journal of Political Science, of Presidential Democracy içinde. Baltimore: The
50(1), 62 – 80. John Hopkins University Press.
Dinan, J. (2007). Patterns of Subnational Constitution- Lamounier, B. (2003). Brazil: An Assessment of the
making in Federal Countries. (basılmamış bildiri). Cardoso Administration. Jorge I. Dominguez ve
Fenwick, T. B. (2009). Avoiding Governors The Success Michael Shifter (Ed.), Constructing Democratic
of Bolsa Família. Latin American Research Review, Governance in Latin America içinde Baltimore: The
44(1),102-131. John Hopkins University Press.
6. Ünite - Latin Amerika: Brezilya Örneği 175
Leoni, E., Renno, L. (2006). Reelection and Fiscal Rae, D. (1967). The Political Consequences of Electoral
Responsibility Law: Reducing Populist Pressures in Laws. New Haven: Yale Press.
Brazil.http://svn.cluelessresearch.com/representation/ Samuels, D. (2000). The Gubernatorial Coattails Effect:
reelection.pdf. Federalism and Congressional Elections in Brazil.
Lijphart, A. (1992). Parliamentary versus Presidential Journal of Politics, 62(1), 240 – 253.
Government, New York: Oxford University Press. Samuels, D. (2002). Pork Barreling Is Not Credit Claiming
Lyne, M. M. (2008). The Voter’s Dilemma and Democratic or Advertising: Campaign Finance and the Sources of
Accountability Latin America and Beyond, College the Personal Vote in Brazil. Journal of Politics, 64(3),
Station, PA: The Pennsylvania University Press. 845 – 863.
Mainwaring, S. (1997). Multipartism, Robust Federalism, Samuels, D. (2008). Political Ambition, Candidate
and Presidentialism in Brazil. S. Mainwaring ve M.S. Recruitment, and Legislative Politics in Brazil. P. M.
Shugart. (Ed.), Presidentialism and Democracy in Latin Siavelis ve S. Morgenstern (Ed.), Pathways to Power
America içinde. New York: Cambridge University Press. Political Recruitment and Candidate Selection in
Mainwaring, S. (1999). Rethinking Party Systems in the Latin America içinde. University Park: Penn State
Third Wave of Democratization The Case of Brazil. Press.
Stanford, California: Stanford University Press. Samuels, D., Abrucio, F. L. (2000). Federalism and
MercoPress Democratic Transitions: The “New” Politics of the
Montero, A.P. (2000). Devolving Democracy? Political Governors in Brazil. Publius: Journal of Federalism,
Decentralization and the New Brazilian Federalism, 30(2), 43-61.
Peter R. Kingstone and Timothy J. Power (Ed.), Sartori, G. (1976). Parties and Party Systems: A
Democratic Brazil Actors, Institutions, and Processes Framework for Analysis. Cambridge and New York:
içinde. Pittsburgh, Pa: University of Pittsburgh Cambridge University Press.
Press. Schmitter, P. (1974). Still the Century of Corporatism?.
Montero, A.P. (2001). Decentralizing Democracy F. Pike ve T. Stritch (Ed.), The New Corporatism
Spain and Brazil in Comparative Perspective. içinde. Notre Dame: Notre Dame University Press.
Comparative Politics, 3(2), 149-169.
Shugart, M.S., Carey, J.M. (1992).
Morgenstern, S. (2004). Patterns of Legislative Politics
Presidents and Assemblies Constitutional Design and
Roll-Call Voting in Latin America and the United
Electoral Dynamics. New York, NY: Cambridge
States. New York: Cambridge University Press
University Press.
Murillo, V.M., Oliveros, V. ve Vaishnav, M. (2008).
Skidmore, T. E. (1999). Brazil Five Centuries of Change,
Voting for the Left or Governing on the Left?.
New York: Oxford University Press.
(basılmamış bildiri).
Skidmore, T.E., Smith, P.E. (2001). Modern Latin America.
Nava, C., Lauerhass, L. (2006). Brazil in the Making: Facets
New York: Oxford University Press.
of National Identity. Boulder: Rowman & Littlefield.
Stallings, B. (1992). International Influence on Economic Policy:
O’Donnell, G. (1973). Modernization and Bureaucratic-
Debt, Stabilization, and Structural Reform. Stephan Haggard
Authoritarianism: Studies in South American
ve Robert R. Kaufman (Ed.), The Politics of Economic
Politics. Berkeley: Institute of International Studies,
Adjustment içinde. Princeton: Princeton University Press.
University of California.
Tanzi, V. (2000). Policies, Institutions and the Dark Side of
Petras, J. (2005). Lula’s “Worker’s Regime Plummets in
Economics. Northampton, MA: Edward Elgar.
Stew of Corruption. Counterpunch, July 30/31.
The Economist
Populist Pressures in Brazil. (basılmamış bildiri).
Thorp, R. (2012). A Historical Perspective on the Political
Power, T., Doctor, M. (2002). The resilience of
Economy of Inequality in Latin America. J. Santiso ve
corporatism: continuity and change in Brazilian
corporatist structures. Working Paper no. 29. Center J. Dayton-Johnson (Ed.), The Oxford Handbook of Latin
for Brazilian Studies, University of Oxford. American Political Economy içinde. Oxford: Oxford
Power, T., Mochel, M.G. (2008). Political University Press.
Recruitment in Executive-Centric System: Presidents, Ware, A. (1996). Political Parties and Party Systems, Oxford:
Ministers, and Governors in Brazil. P.M. Siavelis ve Oxford University Press.
S. Morgenstern (Ed.), Pathways to Power Political Weyland, K. (2002). The Politics of Market Reform in Fragile
Recruitment and Candidate Selection in Latin Democracies Argentina, Brazil, Peru and Venezuela.
America içinde. University Park: Penn State Press. Princeton: Princeton University Press.
7
GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELERDE SİYASET
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Hindistan’da siyasal sistemin tarihsel dinamiklerini açıklayabilecek,
Hindistan’da siyasal sistemin kurumsal yapısını analiz edebilecek,
Dünya sistemi içinde Hindistan’ın konumunu tanımlayabilecek,
Diğer ülke örnekleri ile karşılaştırma yapabilecek bilgi ve becerilere sahip olacaksınız.
Anahtar Kavramlar
• Güney Asya Siyaseti • Kast Sistemi
• Hindistan Siyasal Sistemi • Keşmir Sorunu
• Mahatma Gandhi, Pandit J. • Bharatiya Janata Parti (BJP)
Nehru, Indra Gandhi • Patronaj Sistemi
• Kongre Partisi • Çok Kültürlülük
• Federal Parlamenter Sistem
İçindekiler
• GİRİŞ
• SİYASAL SİSTEMİN ŞEKİLLENMESİNE
ETKİ EDEN DİNAMİKLER
Gelişmekte Olan Ülkelerde
Güney Asya: Hindistan Örneği • ULUSLARARASI SİSTEM VE HİNDİSTAN
Siyaset
• SİYASAL KURUMLAR
• SİYASAL PARTİLER VE SİYASAL HAYATIN
GELİŞİMİ
Güney Asya: Hindistan Örneği
GİRİŞ
Hindistan zıtlıkların ülkesidir. Dünyanın en eski medeniyet havzalarından biri-
nin mirasına sahip bulunmaktadır. Canlı bir demokrasiye sahiptir. Bağımsızlıktan
bugüne ülkede düzenli seçimler yapılmakta, birçok ulusal ve bölgesel parti birbir-
leri ile rekabet hâlinde siyasal sistem içinde rol oynamaktadır. Özgür, güçlü bir
medyaya sahip olması ve vatandaşlara geniş siyasal hakların tanınmış olması ile
benzer sosyoekonomik özelliklere sahip diğer gelişmekte olan ülke örneklerinden
belirgin bir biçimde ayrılmaktadır. Ülke ekonomisi son yirmi yıl içinde yıllık orta-
lama %5-6 oranında büyümektedir. Bilişim teknolojileri başta olmak üzere birçok
sektörde dikkat çekici bir ilerleme göstermektedir. Üretim kapasitesi nedeniyle
tarımsal ürün ihracatçısı bir ülkedir. Hem askerî alanda hem de enerji üretiminde
nükleer teknolojiye sahip bulunmaktadır. Tüm bu görünüme karşılık, bağımsız-
lığına 1947 yılında ulaşabilmiştir. Ülkede sosyal bölünmüşlük üst düzeydedir. Bir
milyarı aşan nüfusun büyük bir kısmı kırsal alanda yaşamaktadır. Yoksulluk hâlâ
ülkenin temel sorunlarından biridir. Ekonomik gelişme, yeni kentsel grupların
ortaya çıkmasına, kentlerde yükselen taleplerin siyasal sistem üzerinde baskı kur-
masına neden olurken; gerek kentte gerek kırsal alanda gelir dağılımında yaşanan
olumsuz değişimler yoksulluğun derinleşmesine, yasa dışı suç örgütlerinin oluşu-
muna ve şiddet olaylarına neden olabilmektedir. Demokratik kurumların bağım-
sızlıktan bugüne başarılı bir biçimde işletilmesine rağmen, toplumsal eşitsizliğin
dinamiğini oluşturan kast sisteminin ve çok kültürlü toplumsal yapı içinde etnik
ve dinî gerilimlerin yol açtığı tehditlerin üstesinden tam anlamıyla gelinememiş-
tir. Ekonomik gelişmenin yol açtığı eşitsizlikler siyasal mekanizmaları kullanma
noktasında belli toplumsal grupları -özellikle büyük kentlere göç eden alt grupla-
rı- zayıflatmaktadır.
Tüm bu zıtlıklar Hindistan’ı karşılaştırmalı siyaset çalışmaları açısından ben-
zersiz kılmaktadır. Yoksulluğa rağmen canlı bir demokrasiyi kurumsallaştırıp sür-
dürebilmesi, etnik ve dinsel gerilimlere rağmen görece istikrarını koruyabilmesi,
çok kültürlülük ile demokrasiyi sürdürebilme yeteneği dikkat çekici özelliklerinin
başında gelmektedir. Hindistan bir yerde ekonomik gelişmişlikten, uluslaşmaktan
demokrasiye bakmak yerine, demokratikleşmenin ekonomik gelişme ve toplum-
sal istikrarın sağlanmasına katkılarının belirlenmesinde dikkat çekici bir örneği
oluşturmaktadır.
178 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
gösterdiği ülke içinde başlatılan kitlesel hareketler ile iktidarın devrilebileceği dü-
şüncesinin yaygınlaşması, Kongredeki değişimi tetikleyen başlıca dinamiklerdi.
Mohandans Karamçand Mohandans Karamçand (Mahatma) Gandhi Kongre Partisinin bir seçkinler
(Mahatma) Gandhi: örgütü olmaktan çıkartılıp kitlesel bir harekete dönüştürülmesinin karizmatik
İngiliz hâkimiyetine karşı
şiddet içermeyen, pasifist lideri olarak öne çıktı. 1921 yılında Kongre lideri olduktan sonra Gandhi köy-
yöntemlerle bağımsızlık lüleri hareketin aktif sosyal gücü olarak mobilize etmeyi başardı ve Hintli orta
mücadelesi yürüten efsanevi sınıf ile kaynaşmasını sağladı (Kohli and Basu, 2010: 271). Yaklaşan İkinci Dün-
Hinli siyasi lider.
ya Savaşı İngiltere’nin yükselen hareketi bastırmak yerine iş birliğine yönelmek
zorunda bıraktı. 1935 yılında özerkliği güçlendiren yasal düzenlemeler gerçek-
leştirildi ve 1937 yılında seçimler yapıldı. Bu şekilde Kongre Partisinin İkinci
Dünya Savaşı’nda aktif desteğini alan İngiltere, savaştan sonra Ağustos 1947’de
Hindistan’ın bağımsızlığını kabul etti.
Sosyoekonomik Yapı
Hindistan kalabalık ve heterojen nüfus yapısına sahip bir ülkedir. 2011 nüfus sayımına
göre Hindistan 1.210.193.422 insanı barındırmaktadır ve dünyanın Çin’den sonra en
kalabalık ikinci ülkesidir. Son 10 yıllık nüfus artış ortalaması %17.64’ü bulmaktadır.
Bu, ülke nüfusuna yılda yaklaşık olarak 18 milyon insanın katılması anlamına gel-
mektedir (Census of India, 2011). Ülkede resmî olarak tanınan 22 dil ve çok sayıda
yine resmî olarak tanınan ikinci dil konuşulmaktadır. Ancak ülkede konuşulan dil
sayısı bu rakamın çok üstündedir. Hindistan’da nüfus istatistiklerinde 114 farklı dil ve
210 farklı lehçe yer almaktadır. Bazı resmî rakamlar güncel olarak ülkede konuşulan
dil sayısını 850 olarak göstermektedir (Pathak, www.transnational-perspectives.org:
1). Bazı eyaletlerde iki resmî dil ve çok sayıda tanınmış dil statüsü söz konusudur. Aynı
durum inançlar açısından da söz konusudur. Nüfusun yaklaşık %80’i Hindu dinin-
dendir. Müslümanlar %13,4 ile ikinci büyük grubu oluşturmaktadırlar. Ayrıca nüfu-
sun %2,3’ü Hristiyan, %1,9’u Sih ve %0,8’i Budist’tir. Hindistan nüfusunun kalabalık
olması nedeniyle küçük nüfus oranları bile oldukça büyük nüfus gruplarına karşılık
gelmektedir.
Hindistan kırsal bir nüfus yapısına sahiptir. 2001 yılı rakamları ile nüfusun
72,2’si kırda yaşamaktaydı (Haub ve Sarma, 2006: 9). 2011 rakamları ile bu oran
%69’dur. 1900’lerin başından bu yana gelişme seyrine bakıldığında, kırsal kesim-
de yüksek bir nüfus artışı gözlenmektedir ve kırdan kente göç yoğun biçimde
sürmektedir. Son dönemde doğum olarak nüfus artışı, kırda azalırken, kentler-
de daha hızlı artmaktadır (Census of India, 2011). Bu durum kentleşmenin ve
kentlerde refahın artmasına paralel olarak ülkede farklı bir nüfus artış eğiliminin
ortaya çıktığını göstermektedir. İç göçle birlikte Hindistan’ın yakın gelecekte bir
kentsel nüfus patlamasına sahne olabileceği görülmektedir. Kırdaki nüfus artışı
da dikkate alındığında ülkedeki sosyoekonomik göstergeler açısından temel so-
runlardan birinin ekonomik gelişmeyi eriten ve dengesiz bir gelişme seyri izleyen
nüfus yapısı olduğu söylenebilir.
Hindistan’ın toplumsal özellikleri açısından üzerinde durulması gereken diğer
ayırt edici bir husus ülkede hüküm süren kast sistemidir. Aryaların beyazları, yerli
halklardan ayırmak için oluşturdukları bu ırkçı-dinî yapının etkileri günümüzde
de sürmektedir. Kast terimi iki anlama karşılık gelmektedir. Bunlardan ilki, hiye-
rarşik olarak biçimlendirilmiş, akrabalık çevresinde oluşmuş meslek alanlarında
(terziler, tacirler, işçiler gibi) yoğunlaşan sosyal gruplardır (Jatiler). İkinci anlamda
kast daha çok sınıf benzeri büyük toplumsal grupları nitelemekte kullanılır (Var-
na). Bu anlamda kastlar dört temel grup ve ilave olarak “dokunulmazlar” olarak
ifade edilen ötekileştirilmiş insanlardan oluşan karmaşık bir hiyerarşik yapıyı ifade
etmektedir (Taeube, 2002: 3). Meslek alanları ile toplumsal hiyerarşi, kast sistemi
sayesinde birbirlerine paralel olarak yapılandırılmış bulunmaktadırlar. Hangi jati-
lerin hangi varna içinde yer alacağı bellidir. Bu şekilde sosyal üstünlük ve ilişkiler,
temiz olanlar ile kirliler arasındaki hiyerarşik konumlar, bir ekonomik bağımlılık
ilişkisi içinde ülkede sürdürülebilmektedir. Konum yükseldikçe statü, ekonomik
kaynaklar, fırsat yapısı genişlemekte; alt kastlara doğru ise daralmakta, bazı top-
lumsal gruplar için ise toplumun dışında tutulma, dışlanma söz konusu olmaktadır
(Chatterjee ve Sheoran, 2007: 7). Her kast ancak belli meslekleri yapabilmekte, belli
yemekleri yiyebilmekte, belli bir tarzda giyinebilmekte ve kendi arasında evlenebil-
mektedir. Sırasıyla Brahminler (rahipler ve bilginler), Kshatriyalar (askerler ve yö-
neticiler), Vaişyalar (tacirler, toprak sahipleri ve çiftçiler) ve Şudralar (işçiler, kirli
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 183
işleri yapanlar) hiyerarşik kast gruplarını oluşturur. “Dokunulmazlar”ın ise hiç- Dokunulmazlar: Kast
bir hakları yoktur. 1950 yılında kast düzeni hukuken yasaklanmıştır. Ancak kırsal sisteminin en altında yer alan
dokunulmazlar, izole biçimde
kesimde sosyal ilişkileri belirleyen normları hâlâ şekillendirmektedir. Kentlerde yaşamaya zorlanmışlar ve
kast düzeninin anlamını yitirdiği iddia edilse de araştırmalar hizmet alımında, üst kastlarla temasları en
mesleki dağılımda, sosyal seremonilerde, özellikle lokanta ve benzeri sosyal te- aza indirilmeye çalışılmıştır.
Hindistan, kast sistemini
sislerde kast sisteminin sürdüğünü gösteren uygulama ve ayrımların söz konu- hukuken ortadan kaldırmış
su olduğunu belirtmektedirler (Siddique, 2008). Kast sistemi yerel düzeyde daha olsa da sosyal alanda etkileri
güçlü olduğundan, özellikle seçmen tabanı kırsal bölgeler olan siyasetçiler açısın- fiilen hissedilmeye devam
etmektedir.
dan bir blok destek sağlama kaynağıdır. 1960’lı yıllardan itibaren uygulanan ve
kast sistemini ortadan kaldırmayı amaçlayan pozitif ayrımcı hükûmet politikaları
beklenilmedik biçimde sistemin sürdürülmesine yardımcı olmuştur. Üniversiteye
alımlarda, bürokraside alt kastlara kontenjan ayrıldığı için kast sisteminin sağla-
dığı avantajlar nedeniyle insanlar bu konumlarını terk etmemektedirler. Yaklaşık
olarak 90 milyon insanın bu sistemden olumsuz olarak etkilendiği ifade edilmek-
tedir (Kohli and Basu, 2010: 284).
Sömürge yönetimi ülkeye kötü yönetilmiş bir tarımsal üretim ile ülke gereksi-
nimleri açısından son derece yetersiz bir sanayi altyapısı bırakmıştı. Bağımsızlık
sonrasında ülke liderlerinin ekonomik açıdan temel sorunu tarımda reform ve
hantal ekonominin modernizasyonu olmuştur. 1950-1980 yılları arasında Hin-
distan, devlet öncülüğünde planlamaya dayalı bir kalkınma politikası izledi. Bu
süreç ekonomide kamu sektörünün büyümesine, korumacılığa bağımlı bir özel
sektörün oluşmasına, devletin dağıtımı ve piyasayı sıkı bir biçimde kontrol ettiği
bir ekonomik yapı doğurdu. Temel hedef kendi kendine yeten bir ülke olmaktı.
Bu şekilde ülke sanayinde görünür bir iyileşme yaşandı, tarımda köklü reformlar
yapılamadı ama tarımsal üretimde önemli artışlar gerçekleştirilerek, açlık sorunu
ortadan kaldırıldı. Kentsel bir orta sınıf gelişti. Bütün bu olumlu gelişmelere kar-
şılık, oluşan ekonominin uluslararası piyasada rekabet gücü sınırlıydı. İyileşme
yoksulluk sorununu çözümleyecek bir fırsat yapısının oluşması için yeterli olama-
dı. 1980’lere gelindiğinde çalışan nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altındaki çift-
çiler ve tarım sektörü çalışanlarından oluşmaktaydı (Kohli and Basu, 2010: 279).
1980’lerin sonlarında, korumacı politikaların güçlendirdiği iş adamlarından
gelen, ekonomide devlet sınırlamaları konusundaki şikayetleri Hintli iş adamla-
rının, ülkeleri yerine, yurt dışına yatırımı tercih etmeleri ve değişen dünya düze-
ninin Hindistan’ı uluslararası değişimden soyutlama olasılığı, artan bütçe açığı,
ülke yönetimini liberal ekonomik politikaları önceleyen reformlara yönelmesini
tetikleyen dinamikler oldu (McCormick, 2010: 403-407). Sorunlar, 1991 yılında
Hindistan’ı IMF’den dış yardım almak zorunda bırakacaktır. Bu yardım aynı za-
manda kendine yeten ülke olmak politikasından uluslararası ekonomik sisteme
entegre olma arayışına doğru bir değişimi de ifade etmekteydi. Sonrasında ülke
sıkı para politikası ile desteklenen, %25 oranında devalüasyon yaparak bütçe açı-
ğını dizginlemeye yöneldi. 1991 yılından sonra hükûmetler, mali, idari, uluslara-
rası ticaret ve yatırım, sanayi, iş gücü, tarım ve özelleştirme ile ilgili bir dizi refor-
mu hayata geçirdiler (Ahuja vd, 2006: 12-16). Hindistan ekonomisinin reformlar
sonrasında gösterdiği gelişme çarpıcıdır. Milli Gelir artışı dikkate alındığında, Hindis-
tan 1950-1981 yılları arasında yılda ortalama %3,6 oranında büyürken, 1981-2006 yıl-
ları arasında bu oran %5,9 olarak gerçekleşmiştir (Acharya, 2007: 2). 1991 yılında 1,29
olan büyüme oranı, 1995’te 7,3, 2005 yılında 9,5, 2010 yılında 8,5 olarak gerçekleşmiş-
tir. Dünya Bankası verilerine göre yaşanan küresel krize rağmen 2011 yılında büyüme
6,9’dur (WB, 2012: http://data.worldbank.org/). Hindistan, bu verilerle Asya’da üçün-
184 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Hindistan’ın 2000’li yıllarda bölgesinde öne çıkan bir ülke olmasının dinamikleri
3 nelerdir?
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 187
SİYASAL KURUMLAR
Hindistan federal parlamenter rejim ile yönetilen bir demokrasidir. Hindistan’da
28 federe devlet (Eyalet) ve 7 bölge yönetimi bulunmaktadır. Ülke bağımsızlığın-
dan bugüne rekabetçi çok partili bir sistemi, karşılaştığı birçok zorluğa rağmen
kesintisiz olarak işletebilmiştir. Bu özellikleri ile Hindistan, sosyoekonomik ge-
lişme ile demokrasi kültürü arasında neden-sonuç ilişkisi kuran birçok yaklaşımı
sorgulanır kılan istisnai bir örnektir. Ancak bu özellikler Hindistan demokrasisi-
nin sorunları bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Hindistan siyasal sistemi-
nin, yakından incelendiğinde birçok tartışmalı özelliği bünyesinde barındırdığı
görülmektedir.
1950 yılında yürürlüğe giren Hindistan Anayasası dünyanın en kazuistik anaya- Kazuistik Anayasa: Ülkenin
salarından biridir. Anayasa 395 madde, 12 çizelge ve 4 ekten oluşmaktadır. Bugüne nasıl yönetileceğini uzun ve
ayrıntılı bir şekilde düzenleyen
kadar Anayasa’da 97 değişiklik yapılmıştır. Ayrıntılara inen bir anayasa olması nede- anayasalardır. Hint anayasası
niyle de gelecekte de çok sayıda değişikliğe gereksinim gösterecek bir kurumsal yapı dünyanın en kazuistik
oluşturmaktadır. Anayasa’nın yaklaşık 250 maddesi sömürge yönetimi tarafından anayasalarından biridir.
kabul edilen 1935 tarihli Hindistan Yönetimi Yasası’ndan alıntılanmıştır. Bu özellik
sistemin işleyişindeki İngiliz etkisinin somut bir göstergesidir. Anayasa kapsayıcı
bir içeriğe sahip olmasının ötesinde devlet politikalarını ayrıntısı ile yönlendirmeyi
amaçlayan bir program anayasa özelliği göstermektedir. Anayasa’nın IV. Bölümü
devletin politika ilkelerine ayrılmıştır. 36 ile 51. maddeleri içeren bu bölümde dev-
lete sorumluluk olarak yüklenen politika öncelikleri tek tek sıralanmaktadır. Halkın
refahını sağlamak, bölgeler, gruplar, kadınlar ve erkekler arasında eşitliğin sağlan-
ması, mülkiyet ve maddi kaynakların adil dağıtımı, vatandaşlara hukuki yardım
sağlama, çalışanların güçlendirilmesi, fabrika yönetimine katılımlarının sağlanma-
sı, aşağı kastların durumlarının düzeltilmesi gibi birçok alanda politika öncelikleri
belirlenmektedir. Bu direktifler hükûmet politikaları açısından sınırlar getirirken,
tanımlanmaya gereksinim gösteren kavramlar nedeniyle, siyasal aktörler ve özellik-
le yüksek yargı ile hükûmet arasında anlaşmazlıkların yaşanmasına neden olabil-
mektedir. Buna paralel olarak anayasal çerçevede oluşturulan federal yapı, yetkile-
rin federal hükûmet ve federe devletler arasında paylaştırılmasından çok, merkezi
önceleyen hiyerarşik bir sistem getirmektedir. Aşağıda ilgili bölümde ayrıntılı bir
biçimde değinileceği üzere bu basit politikaların yürütülmesinde bile federe devlet
yönetimlerine müdahalelerin ve çatışmaların yaşanmasına neden olabilmektedir.
Belirtildiği gibi Hindistan federal bir devlettir. Bu nedenle ülkenin siyasal ku-
rumları incelenirken, öncelikle merkezi (federal) siyasal kurumlar üzerinde duru-
lacak, daha sonra merkez ile federe devlet ilişkileri ele alınacaktır.
Sabha ile aynıdır. Halk Meclisinde olduğu gibi burada da ortak, daimî ve geçici
komisyonlar görev yapmaktadır. Ortak komisyonların sayısı 24’tür. Rajya Sabha
içinde 12 daimî komisyon, 1 geçici komisyon görev yapmaktadır.
Mali konular (vergiler, borçlanma, teşvikler ve fonlar) ve bütçe kanunu tasarısı-
nın öncelikle Lok Sabha’ya sunulması zorunludur. Bu meclis tarafından kabul edi-
len tasarı Rajya Sabha’ya gönderilir. Ancak Rajya Sabha’nın mali konular ve bütçe ile
ilgili yetkileri sınırlıdır. Rajya Sabha 14 gün içinde tasarıyı kabul etmek ya da deği-
şiklik ve ilave önerileri konusundaki görüşünü Lok Sabha’ya bildirmek zorundadır.
14 gün sonunda herhangi bir karar alınamazsa tasarı kabul edilmiş sayılır. Rajya
Sabha tarafından önerilen değişiklik ve önerilerin kabulü Lok Sabha’nın yetkisin-
dedir. Öneriler kabul edilirse tasarı yasalaşabilir. Ancak Lok Sabha, diğer meclisin
önerisini kabul etmezse, tasarı ilk şekliyle yasalaşır. Burada Rajya Sabha’nın yetkisi
öneri sunmaktan öteye geçmemektedir. Mali konular ve bütçe dışındaki konularda
iki meclis arasında yasama prosedürü açısından bir farklılık bulunmamaktadır. Her
iki meclis için toplantı yeter sayısı üye tam sayılarının onda biridir.
Hindistan’da iki tip yasa tasarısı söz konusudur. Hükûmetten kaynaklanan ta-
sarılar ve temsilcilerden kaynaklanan öneriler. Her iki mecliste de üç aşamalı İngil-
tere’dekine benzer bir süreç işlemektedir. İlk aşamada meclis başkanlığına sunulan
öneri meclis gazetesinde yayınlanır ve genel kurula sunulur. Buna ilk okuma adı
verilir. İkinci aşamada öneri genel kurulda tartışılarak ilgili komisyon veya ko-
misyonlara gönderilip gönderilmeyeceğine karar verilir. Öneri kabul edilirse ko-
nusuna göre karma komisyona ya da daimî komisyona gönderilir. İlgili komisyo-
nun öneri üzerinde çalışmalarını tamamlayarak, sonucu bir rapor hâlinde meclis
başkanlığına sunar ve bu şekilde ikinci aşama tamamlanmış olur. Bu aşamaya da
ikinci okuma adı verilir. Üçüncü aşamada komisyon raporu genel kurulda yeniden
tartışılarak oylanır. Genel kurulun kabul etmesi ile öneri diğer meclise gönderilir.
Meclisler arasında öneri konusunda anlaşmazlık yaşanırsa hükûmetin talebi üze-
rine cumhurbaşkanı ortak oturum çağrısı yapabilir. Bu durumda meclisler, katı-
lanların salt çoğunluğu ile öneri konusunda son kararı verir. Kabul edilen yasalar
cumhurbaşkanı tarafından yayınlanarak yürürlüğe girer. Anayasa’nın 111. mad-
desi cumhurbaşkanına bütçe dışındaki yasaları tekrar görüşülmek üzere parla-
mentoya gönderme yetkisi tanımaktadır. Parlamento yasayı değişiklik yapmadan
tekrar kabul ederse cumhurbaşkanı yasayı onaylayarak yayınlamak zorundadır.
Federal Yürütme
Hindistan, parlamenter rejimlerin temel özelliği olan ikili yürütme yapısına sa-
hiptir ve yürütmenin her iki kanadı doğrudan veya dolaylı olarak yasama tara-
fından belirlenir. Hindistan’da yürütmenin kişi tarafından temsil edilen kanadı
cumhurbaşkanı, kurul olarak görev yapan kanadı ise hükûmettir.
Cumhurbaşkanı
Hindistan cumhurbaşkanı, beş yıl süre ile parlamentonun her iki kanadı ve federe
devlet meclislerinden gelen temsilcilerin oluşturduğu bir meclis tarafından seçilir.
Federe meclislerden gelen temsilcilerin sayısı devletin nüfusunun önce federe dev-
letin yasama meclisindeki üye sayısına, bulunan sayının da bine bölünmesi ile be-
lirlenir (55. Md.) 2012 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde federe dev-
letlerden gelen ikinci seçmenlerin sayısı 4120’yi bulmuştu. Anayasa’ya göre adaylık
için Hindistan vatandaşı, 35 yaşını tamamlamış ve Halk Meclisine seçilme yeter-
liliğine sahip olma şartları aranmaktadır. Seçilen bir cumhurbaşkanı herhangi bir
190 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
merkezî ve yerel devlet görevini veya herhangi seçimle gelinen bir görevi cumhur-
başkanlığı ile bir arada yürütemez. Anayasa bir kişinin cumhurbaşkanlığına kaç
kez seçileceği konusunda herhangi bir sınırlama getirmemektedir.
Cumhurbaşkanı ülke birliğinin temsilcisidir. Ordunun başkomutanıdır. Özel
af yetkisine sahiptir. Federe devlet valilerini, yüksek mahkemelerin yargıçlarını ve
başsavcıyı atar. Başbakanı, Lok Sabha üyeleri arasından seçerek hükûmeti kurmak-
la görevlendirir. Başbakanın önerdiği bakanları atar. Önemli gördüğü konularla
ilgili bakanlar kuruluna uyarılarda bulunabilir. Seçimlerden sonra Parlamento-
da açılış konuşması yapar, ayrıca meclislerde ayrı veya ortak oturumda konuşma
yapabilir. Yine aynı şekilde Parlamentoya belli konularla ilgili mesaj gönderebilir.
Anayasa’nın 75. maddesi başbakana, hükûmetin ülke sorunları ve yasamaya dönük
faaliyetleri ile ilgili olarak cumhurbaşkanına bilgi verme sorumluluğu yüklemekte,
cumhurbaşkanının gerekli gördüğü hususları bakanlar kurulunun gündemine geti-
rebileceğini belirtmektedir. Bütçe ve mali konulardaki yasa tasarılarının Parlamen-
toya sunulmadan önce cumhurbaşkanınca imzalanması zorunludur.
Cumhurbaşkanı anayasayı ihlal suçlaması ile görevden alınabilir. Suçlama
önergesi meclisin her iki kanadında, meclis üyelerinin en az dörtte biri tarafın-
dan gündeme getirilebilir. Suçlama önerge verilen meclisinin üye tam sayısının
üçte ikisinin oyu ile yapılabilir. Böyle bir karar alınması durumunda durum diğer
meclise bildirilir. Cumhurbaşkanı hakkında soruşturmayı önergenin verilmediği
meclis yapar. Bu mecliste de üye tam sayısının üçte iki oy çokluğu ile karar alınırsa
cumhurbaşkanı görevinden alınır.
Cumhurbaşkanı ile birlikte parlamentonun her iki kanadının ortak oturumun-
da 5 yıl süre ile bir cumhurbaşkanı yardımcısı seçilir. Belirtildiği gibi cumhurbaş-
kanı yardımcısı Devletler Konseyinin başkanlığı görevini yürütür. Her durumda
cumhurbaşkanlığına vekalet cumhurbaşkanı yardımcısı tarafından yerine getiri-
lir. Seçilme koşulları cumhurbaşkanının seçiminde olduğu gibidir. Cumhurbaş-
kanı yardımcısı Devletler Konseyi tarafından salt çoğunlukla görevden alınabilir
ancak bu kararın Halk Meclisi tarafından da onaylanması gerekmektedir.
Bakanlar Kurulu
Belirtildiği gibi başbakan, Halk Meclisi üyeleri arasından cumhurbaşkanınca
atanmaktadır. Bakanlar ise başbakanın önerisi ile yine cumhurbaşkanı tarafından
atanır. Tüm bakanların Parlamento üyesi olması zorunludur. Atama sırasında her
iki meclisten birinde üyeliği bulunmayan kişiler görevde kalabilmek için altı ay
içinde temsilcilik sıfatını kazanmak zorundadırlar (bu durumda cumhurbaşka-
nının Devletler Konseyi’ne atama yetkisi kullanılabilir). Hindistan’da çok sayıda
bakanlık bulunmaktadır. 2009 seçimlerinden sonra kurulan hükûmette 50 bakan
görev yapmaktadır. İngiltere’deki hükûmet yapısına benzer şekilde bu bakanlık-
ların hepsi kabine bakanlığı değildir. Başbakan ile düzenli toplantı hâlinde ça-
lışan kabine bakanlarının sayısı ise 34’ü bulmaktadır. Anayasa’nın 75. maddesi
hükûmetteki bakanlık sayısının Parlamentonun üye sayısının %15’ini geçemeye-
ceğini belirterek bu konuda bir sınırlama getirmektedir. Bu kalabalık hükûmet
yapısının bir sonucu olarak Bakanlar Kurulu komisyonlar hâlinde çalışmalarını
yürütmektedir. Hükûmette 10 komisyon bulunmakta, bu komisyonun üyeleri de
yine o konu ile ilgili bakanlardan oluşmaktadır. Konulara göre bir araya gelen
bakanlar bu komisyonlarda bir arada çalışarak politikaları şekillendirmektedirler.
Hindistan’da hükûmet otoritesinin altında bakanlıkların dışında bazı kurum ve
komisyonlara da yer verilmektedir. Bu çerçevede iki bağımsız kurum (Atom Ener-
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 191
Hindistan siyasetinde son yıllarda yaşanan değişim merkezî yönetim ile fe-
dere devletler arasındaki ilişkilerde de yasal yetkiler yönüyle olmasa da federe
devletlerin daha özerk hareket etmelerini sağlayan sonuçlar doğurmuştur. Se-
çimlerin tek parti yönetimi ile sonuçlanmaması sonucunda çok partili koalisyon
hükûmetlerinin kurulması ve bürokrasiye hakim, aynı zamanda cumhurbaşkan-
larına nüfuz edebilen güçlü Kongre Partisinin iktidardan uzaklaştırılabilmesi,
güçlü bir başbakanın sistemi yönlendirebilmesini sınırlandırmaktadır. Kurulan
koalisyon hükûmetlerinde federe devlet düzeyinde örgütlenmiş yerel partilerin
kilit rol oynamaları, merkezî hükûmeti yerel taleplere daha duyarlı kılmaktadır.
Yerel bir sorun doğrudan merkezî hükûmet içinde anlaşmazlıklara neden olabil-
mekte, dolayısıyla hükûmetin güçlü anayasal yetkileri federe hükûmetlere karşı
kullanabilmesi zorlaşmaktadır.
Kırsal nüfusun fazla olduğu ve kırsal toplumsal yapıların sosyoekonomik ve
siyasal hayatta belirli bir ağırlığının bulunduğu Hindistan’da federe devlet düze-
yinde kırsal yerel yönetim birimleri olan “pançayat”ların üzerinde durmamız ge-
Pançayat: Pançayatlar, rekmektedir. Pançayat kökeni çok eskilere giden kırsal yönetim birimleridir. Bu
Hindistan’da kökeni oldukça geleneksel yapılar farklı biçimlerde ve etkinlik düzeyinde varlıklarını sürdürmüş-
gerilere uzanan yerel yönetim
birimlerine verilen isimdir. ler, modern Hindistan’da yerel yönetim yapılarının da dinamiğini oluşturmuşlar-
dır. 1959 yılında ülke genelinde ortak bir pançayat sistemi oluşturulması yönünde
adım atılmış ve bu yapılar birbirleri ile bağlantılı üç kademeli bir yerel yönetim
sistemine dönüştürülmüşlerdir. 1992 yılında Anayasa’da yapılan değişikliklerle bu
birimlerin yetkileri genişletildi, kadınlara ve aşağı kastlara kontenjan üyelik ve-
rilmesi uygulamasına geçildi (Kohli and Basu, 292). Bunlar; köy ve köy grupları
temelinde örgütlenen Gram Pançayat, ortalama 40-50 köyden oluşan Blok ya da
Pançayat Samiti ve bölge düzeyinde örgütlenen Zila Parişad yönetim birimleridir.
Gram Pançayat üye sayısı 5 ile 31 arasında değişen ve köy meclisince doğrudan ya
da dolaylı olarak seçilen ve meclisin icra organı olarak görev yapan en alt birimdir.
Görev süresi 5 yıldır. Köy düzeyinde inşaat, içme suyu, aydınlatma, sağlık, tarım,
itfaiye, kooperatifçilik gibi hizmetleri yürütmekten sorumludur. Köy ile ilgili nüfus
ve istatistik bilgilerini tutar, kalkınma planlarının hazırlanmasına yardımcı olmak
ve projeleri yürütmek gibi görevleri yerine getirir. Pançayat Samiti, birçok köyün
bir araya gelmesi ile oluşan daha büyük yerel yönetim birimleridir. Özellikle eko-
nomik kalkınma politikalarının yürütülmesinde belirleyici rol oynarlar. Görev sü-
releri 5 yıldır. Anayasa bu birimlerin seçimle oluşturulması esası getirmiştir. Ancak
uygulamada devletler arasında farklılıklar söz konusudur. Üyeleri köy muhtarla-
rı, bloktan seçilmiş üyeler, kooperatif ve diğer hizmet birimlerinin temsilcileri ve
kontenjan üyelerden (kadınlara ve kastlara ayrılmış üyelikler) oluşmaktadır. Kendi
görev alanında Gram Pançayat’ların üstlendikleri görevlerin yerine getirilmesi, de-
netimi ve koordinasyonu ve kalkınma programlarının yürütülmesinden sorum-
ludurlar. Zila Parişad, federe devletler düzeyinde büyük bölgelerde örgütlenmiş
kırsal yönetim birimleridir. Karma bir üyelik yapısına sahiptir. Pançayat Samiti
başkanları, bölgeden seçilen federal meclis temsilcileri, bölge kooperatif başkanı,
kontenjan üyeler, kamu yönetimi temsilcileri üyelikleri oluşturmaktadırlar. Görev
süreleri 5 yıldır. Zila Parişad, Pançayat Samiti’ye verilen görevlerin denetimi, yön-
lendirilmesi, koordinasyonu ve federe devlet yönetimine öneri ve bilgi sunmak gibi
görevleri bulunmaktadır. Kırsal yönetim birimleri federe devlet yönetimlerinin
sıkı hukuki, idari ve mali denetimine tabidirler. Federe devlet hükûmeti kırsal yö-
netimlerin vermiş oldukları kararları iptal edebilir, değiştirebilir, üyeleri görevden
alabilir, bütçelerini ve hizmetleri denetler (Kavruk, 1999: 141-150). Pançayatlar fe-
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 195
dere devlet yönetimleri tarafından potansiyel bir rakip olarak görülmeleri, yine
federe devlet birimlerinin sıkı denetimine tabi olmaları nedeniyle, daha da önem-
lisi kendilerine verilen görevlerle orantılı mali kaynaklara sahip olmadıklarından
ve bu konuda da hükûmetten aktarılacak gelirlere bağımlı kılındıklarından etkili,
demokratik bir yerel yönetim birimi olmanın çok uzağındadırlar. Kastlara ayrılan
kontenjan üyelikler de beklenilenin aksine kırda hakim olan geleneksel hiyerarşik
ilişkilerin sürdürülmesine hizmet etmektedir.
Hindistan’ın siyasal kurumlarını, kitapta geçen diğer ülke örnekleri ile karşılaştırınız.
4
SİYASAL PARTİLER VE SİYASAL HAYATIN GELİŞİMİ
Hindistan’da bağımsızlıktan bugüne oturmuş bir parti sisteminin bulunduğundan
söz etmek mümkün değildir. Ülke uzun yıllar, 1947-1967 yılları arasında, Kongre Başlıca Siyasi Partiler:
Partisi’nin güdümünde dominant bir parti sistemine sahip olmuştur (bir partinin Kongre Partisi: Bağımsızlık
hareketine önderlik eden ve
seçimlerde sürekli olarak parlamentoda çoğunluğu oluşturarak hükûmet olması Nehru ve Gandhi gibi isimlerin
durumu). 1967’den itibaren Hindistan, önce yine Kongre Partisinin merkezinde etkisiyle 1990’lı yıllara kadar
yer aldığı hakim parti sistemine (bir partinin seçimlerde en fazla oyu almasına parlamentonun egemen gücü
olan merkez partisi.
rağmen, parlamentoda hükûmet kurabilecek bir çoğunluğa sahip olamaması
durumu), daha sonra da 1990’lı yıllardan itibaren, çok parti sistemine doğru bir Bharatiya Janata Parti
değişim seyri izlemiştir. Bu değişken süreçte ülkede ulusal düzeyde üç temel siya- (BJP) dinî ve milliyetçi sağı
sal eğilimin öne çıktığı söylenebilir: Merkez, sağ ve sosyalist parti veya eğilimler. temsil etmektedir. Radikal
Hindu Milliyetçiliğini
Güncel olarak Hindistan’da bu eğilimler dört siyasal parti tarafından temsil edil- benimseyen BJP özellikle
mektedir. Kongre Partisi ve Janata Parti merkez siyasetin temsilcileridir. Bha- Müslüman karşıtı bir siyaset
ratiya Janata Parti (BJP) dinî-milliyetçi sağı, Hindistan Komünist Partisi ise izlemiştir.
sosyalist eğilimi temsil etmektedir (Kohli and Basu, 296). Janata Parti: Kongre partisi
Kongre Partisi, belirtildiği gibi, ülkenin bağımsızlık mücadelesini yürüten gibi merkezde yer almış ve
harekete dayanmaktadır. Gandhi, Nehru gibi bağımsızlığın karizmatik liderleri merkez siyasetin temsilciliğini
üstlenmiştir.
Kongre Hareketi içinde yetişmiş isimlerdir. Parti bağımsızlıktan bugüne gücünü
yitirse de ülkede hükûmetlerin oluşması üzerindeki hakim rolünü 1990’lı yıllara Hindistan Komünist
kadar sürdürebilmiştir. Kongre Partisi gücünü bağımsızlık süreci ve sonrasında Partisi: Ülkede sol siyasetin
merkezî ve yerel düzeyde geliştirdiği geniş patronaj ağından almaktadır. Parti li- sözcüsüdür. Hindistan’da
liberal politikalar karşısında en
deri Nehru’nun karizmatik kişiliği etrafında şekillenen bu ağ, seçim dönemlerinde ciddi muhalefeti temsil eder.
bölgesel liderlerin etkisiyle yaygın bir oy desteği alınmasında belirleyici rol oyna-
maktadır. Parti, bağımsızlıktan sonra birçok farklı özellik ve taleplere bölünmüş
olan Hint toplumunun siyasal otoritelere ulaşmakta ve dağıtımdan pay almaktaki
tek kanalı oluşturmuştur. Bu etkileşim, aynı zamanda partinin yerel ile ilişkile-
rini kontrol eden bölgesel liderlerin siyasetteki konumunu pekiştirmiştir. Parti-
nin ekonomi politikalarının oluşumunda edindiği özerk ve yönlendirici konum,
gelişen özel sektör üzerinde de benzer bir konum edinmesine neden olmuştur
(Kochanek, 1987: 1278). Kongre Partisi, kontrol ettiği bu patronaj ağı sayesinde
merkezî olarak yürütülen siyasetten bağımsız olarak, varlıklı Hintlilerden, kast
hiyerarşisinin unsurlarına, bürokrasiden, yeni gelişme gösteren kentsel gruplara
kadar temsil kabiliyeti bulunan kapsayıcı bir parti konumuna gelmiştir.
İşleyen bir demokraside bir partinin bu kadar farklı unsurları uzun süre bir
arada tutabilmesi oldukça zordur. Nitekim 1964 yılında Nehru’nun ölümü ve ye-
rine kızı Indra Gandhi’nin geçmesi hem ittifak içinde bazı ayrımların öne çıkma-
sına hem de Parti için bazı stratejik kararların alınması beraberinde getirmiştir.
1967 seçimlerinde Kongre Partisi 6 federe devlet seçimini kaybederek, ilk kez Lok
Sabha’da sandalye kaybına uğradı. Indra Gandhi, partinin yoksul kır ve kentsel grup-
196 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
ların taleplerine daha duyarlı bir siyasete yönelmesi gerektiğini ve parti örgütü-
nün bu doğrultuda yeniden yapılandırılmasını savunuyordu. Bu değişim, partiye
olan popüler desteği artırırken, Kongre içindeki yerel elitler tarafından destek
görmedi. Çatışma 1970’li yılların başlarında Kongre Partisinin Gandhi taraftarları
ile gelenekçiler arasında bölünmesine neden olacaktır. Mücadeleden Indra Gand-
hi taraftarları galip çıktı. 1971 seçimlerinde Gandhi liderliğindeki Kongre Partisi
güç kaybetse de seçimleri kazanabildi. Devamında Pakistan ile girilen savaştan
zaferle çıkılması Gandhi’nin elini iyice güçlendirdi. Özellikle 1972’den sonra Ind-
ra Gandhi ülke siyasetinde daha müdahaleci ve otoriter bir tutum sergileyecektir.
Parti kadrolarında yapılan radikal değişiklikler, yüksek mahkeme yargıçlarının
atanmasına yapılan müdahaleler, muhalif devlet yönetimlerine karşı olağanüstü
hâl ilanı yolu ile merkezî denetimin güçlendirilmesi bu otoriter tutumun birer
sonucudur. 1975 yılında ülkede yaşanan kıtlık ve ekonomik sorunların yol açtğı iç
karışıklıkları gerekçe gösteren Gandhi, Cumhurbaşkanından ulusal düzeyde ola-
ğanüstü hâl ilan etmesini istedi. 1976 yılında yapılması gereken seçimler ertelen-
di, muhalefetin üzerinde baskı kuruldu. Bu dönemde yüz binin üstünde insanın
tutuklandığı, bu insanların bir kısmının gördükleri kötü muameleden dolayı ha-
yatlarını kaybettikleri ifade edilmektedir (McCormick, 398). Gandhi’nin otoriter
siyaseti ülkedeki Kongre güdümlü dominant parti sisteminin sonunu getirecektir.
1977 yılında yapılan seçimler Gandhi taraftarları için tam bir sürpriz oldu. Janata
Parti ve onu destekleyen diğer partiler ilk kez parlamentoda çoğunluğu elde ettiler.
Ülkeyi 1980 yılına kadar yönetecek olan Janata liderliğindeki koalisyon hükûmeti
kuruldu. Gandhi ev hapsine alındı, faaliyetleri kısıtlandı ve hakkında yetkilerini
kötüye kullanmak suçlamasıyla soruşturma başlatıldı. Ancak hükûmet içindeki
çekişmeler Gandhi’nin üzerine gidilmesini frenlediği gibi, başarısız politikalar
ona olan popüler desteği yeniden canlandırdı. Bu duruma, Indra Gandhi’nin bü-
yük oğlu Sanjay’ın yürüttüğü propaganda da eklenince, Kongre Partisi 1980 se-
çimlerinde yeniden iktidara gelmeyi başardı. Indra Gandhi’nin yerine hazırladığı
Sanjay’ın aynı yıl bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi, Gandhi ailesinden yeni
bir ismi, Indra Gandhi’nin küçük oğlu Rajiv Gandhi’yi siyasete taşıyacaktır. 1981
yılında Rajiv abisinden boşalan sandalye için yapılan ara seçimleri kazanarak an-
nesinin yeni halefi olarak siyasete hızlı bir giriş yaptı.
1980’li yıllar Hindistan’da ayrılıkçı Sih hareketinin ülke siyasetinde temel bir so-
run olarak öne çıktığı yıllardır. Sih inancının kökenleri 14. yüzyılın başlarında Ku-
zey Hindistan’da, Hindu ve İslam inançları arasındaki arayışlara kadar gitmektedir.
İnanç 16. yüzyılda bugünkü şeklini almıştır. Günümüzde Sihler ülkenin kuzeyinde
Pencap’ta çoğunluğu oluşturmaktadırlar (Küçük, 393-402). Nüfusları 20 milyonun
üzerindedir. Sihler, Hintlilerin asimilasyon politikalarına karşı tepkisel bir tutum
içindedirler. Kalistan adını verdikleri bir devlet kurmak amacıyla 1970’li yıllardan
itibaren ayrılıkçı eylemelere hız verdiler. 1984 yılında Hindistan ordusu hareketin
lideri Bhindranwale ve yanındakilere karşı Sihlerin kutsal mekânı Altın Tapınak’a
bir operasyon düzenledi. Operasyonda ayrılıkçıların lideri ile birlikte çok sayıda
sivil insan hayatını kaybetmiştir. Bu olay ülke genelinde Sihlerin tepkisini çekmiştir
(Dhillon, 2007: 4). Bizzat Indra Gandhi bu tepkilerin kurbanı oldu. Aynı yıl Gandhi
Sih korumaları tarafından gerçekleştirilen bir suikast sonucunda hayatını kaybetti.
Rajiv Gandhi önce Kongre Partisinin başkanlığına, sonra da başbakanlığa getirildi
ve derhâl erken seçim kararı alındı. Annesinin ölümü ile oluşan popüler deste-
ği arkasına alan Rajiv, Kongre Partisini yeniden iktidara getirmeyi başardı. Rajiv
Gandhi döneminde Kongre Partisi merkez sol siyasetten, merkez sağ siyasete doğ-
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 197
yer almıştır. Janata Parti, disiplinli bir parti olmaktan çok, birçok grubun içinde
yer aldığı şemsiye bir örgüttür. 1977 seçimlerinden önce Gandhi karşıtı grupların
birleşmeleri ile kurulmuştur. 1977 seçimlerinden sonra, parlamentodaki küçük
partilerin desteği ile Morarji Desai liderliğinde kurulan koalisyon hükûmeti, par-
tinin içindeki gruplar arasındaki çekişmeler nedeniyle 1979’da istifa etmek zo-
runda kaldı. Bu hükûmetin yerine Parti, bu kez Charan Singh liderliğinde yeni bir
koalisyon hükûmeti kurdu. Ancak bu hükûmet aynı nedenlerle bir yıl içinde da-
ğılarak erken seçime gitti (McCormick, 399). Parti 1989 seçimlerinden sonra, BJP
ve Komünist Parti desteği ile V. Pratap Singh liderliğinde bir koalisyon hükûmeti
kurmayı başardıysa da bu hükûmet de iki yıl kadar görevde kalabildi. İstikrar-
sız hükûmet denemeleri Janata Partiyi zayıflatmış ve parti daha sonra diğer bazı
küçük partiler ve Komünist Parti desteği ile oluşturulan Birleşik Cephe içinde
hareket etmeye yönelmiştir. Janata Parti kendini Hindistan’ın lideri Mohandas K.
Gandhi misyonunun temsilcisi olarak tanımlamaktadır. Bu çerçevede, kır mer-
kezli, Brahma öğretilerini öne çıkartan, yerelci bir söyleme sahiptir. Partinin ülke
siyasetinde öne çıkan en belirleyici ismi, 2008 yılında ölen V. Pratap Singh’tir.
Singh, ülke kaynaklarının geleneksel kast sistemi temelinde yeniden dağıtılmasını
savundu. Bu söylemi ile özellikle kırsal grupların, kast sisteminin zayıflamasından
olumsuz etkilenen orta ve orta-alt seviyedeki kast gruplarının desteğini alabilmiş-
tir (Kohli and Basu, 298). Parti’nin liderliğini Subramanian Swami yürütmektedir.
Bharatiya Janata Parti (BJP) günümüz Hindistan’ın da aşırı sağ siyasetin parti-
sidir. Kökeni 1951 yılında kurulan ve küçük bir parti olan Jana Sangh Partisine da-
yanmaktadır. Bu parti 1977 seçimlerinden önce Janata Partisine katılmış, parti içi
anlaşmazlıklar nedeniyle 1980 yılında eski Janata Sangh üyesi bir grubun Janata
Partisi’nden ayrılmaları ile BJP kurulmuştur. Parti, Müslüman karşıtlığı temelin-
de bir kimlik siyaseti izlemektedir. Hiyerarşik, disiplinli bir partidir. Birçok dinî-
milliyetçi grupla ortak hareket etmektedir. Raştinya Swayam Sevak adlı bir milis
örgütüne sahiptir. BJP kentli, orta-alt gelir gruplarından, küçük tüccar ve esnaf
gruplarından destek almaktadır. Parti, 1980’li yılların sonlarından itibaren ülke
siyasetinde etkili olmaya başlamıştır. 1984 seçimlerinde Lok Sabha’da ancak iki
sandalye kazanabilmişken, 1989 seçimlerinde mecliste ikinci parti konumuna gel-
Babri Mescidi: Hindistan’ın miştir. BJP, birçok milliyetçi grupla birlikte 1992 yılında Müslümanlara ait Babri
Uter-Pradeş eyaletinde Babür Mescidi’nin yıkılmasında aktif rol oynamıştır (Puniyani, 2010: 4-22). Mescidin
Şah tarafından beş asır önce
yaptırılan tarihi camidir. yıkılmasından sonra çıkan olaylarda iki bine yakın insan hayatını kaybetmiştir
Mescidin Hint Tanrısı Ram (Kohli and Basu, 299). 1996 seçimlerinde BJP, Lok Sabha’da en fazla sandalye-
adına yapılan bir tapınağın ye sahip parti konumuna geldi. Ancak liderliğinde kurulan koalisyon hükûmeti
üzerine yapıldığı iddiası
Hindistan’da milliyetçilerle 12 gün görevde kalabildi. 1998 seçimlerini yine BJP kazandı. Parti Başkanı Atal
Müslüman azınlık arasında Behari Vajpayee liderliğinde koalisyon hükûmeti bir yıl içinde dağıldı. Parti asıl
çatışma yaratmaktadır. başarısını 1999 seçimlerinde gösterdi. Seçimlerde BJP Lok Sabha’daki sandalyele-
rin %30’undan fazlasını kazandı ve küçük partilerle - bu seçimlerde mecliste 37
parti temsil ediliyordu- birlikte 2004 yılına kadar ülkeyi yönetecek bir koalisyon
hükûmeti kurmayı başardı. BJP hükûmeti dönemi ülke siyasetinde yerel partile-
rin daha belirleyici rol oynadığı, federal yönetimde merkezin gücünün zayıfladığı
bir dönem olmuştur (McCormick, 401). BJP 2002 yılında Gucarat’da meydana
gelen ve çok sayıda insanın ölümüyle sonuçlanan olaylarda Müslüman karşıtı bir
söylemi öne çıkarmaktan çekinmedi (Muralidhar, 2004). Olaylarla ilgili yapılan
yargılamalarda BJP’nin yerel otoriteleri açıkça suçlandı (Kohli and Basu, 299).
BJP, 1990’lı yıllarda ülkede iyice öne çıkan Hindularla Müslümanlar arasındaki
çatışmalar, Keşmir’de ayrılıkçı Müslümanların güç kazanmasına paralel olarak Hin-
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 199
Özet
Hindistan’da siyasal sistemin tarihsel dinamikleri- Hindistan’da siyasal sistemin kurumsal yapısını
1 ni açıklamak. 2 analiz etmek.
Modern Hindistan tarihsel olarak iki önemli Ülke liderlerinin sosyoekonomik düzeyde büyük
dinamiği devralmıştır. Bu dinamiklerden ilki; bir dönüşümü gerçekleştirme istekleri, buna kar-
merkezî politikalara karşı geleneksel olarak di- şılık liderlerin mevcut iktidar yapısının bir unsuru
renç mekanizmalarına sahip, hiyerarşik olarak olan patronaj ağı ile birlikte hareket etme zorunlu-
örgütlenmiş, kırsal, çok etnili, kalabalık bir nü- lukları, Hindistan’ın parlamenter rejim temelinde
fus yapısına sahip olmasıdır. İkinci belirleyici hiyerarşik bir federal devlet olarak yapılandırılma-
dinamik, İngiliz sömürge yönetimi döneminde sıyla sonuçlanmıştır. Anayasa ile federal yürütme
oluşturulmuş kurumsal yapı ve ekonomik ilişki- otoritesine –pratikte başbakana- güçlü müdahale
lerdir. Ülkenin iyi eğitimli kurucu liderleri siyaset araçları verilmiştir. Bu kurumsal yapı, aynı zaman-
sürecini belirleyen bu iki dinamiğin doğurduğu da, Kongre Partisinin patronaj sistemi içindeki
gerilimle baş etmek zorunda kaldılar. Hindistan dengeleri yönetebilmesini de kolaylaştırmaktaydı.
ulusal kimliği, yerel ve etnik ayrımların, kast sis- Ancak 1970’li yıllarda Kongre içindeki çıkarları bir
teminin direnci ile karşılaştı. İngiliz kurumsal arada tutmanın zorlaşması ile bu yetkiler otoriter
geleneğinin bir yansıması olan parlamenter re- hükûmet politikalarının hayata geçirilmesi ama-
jim, son derece karmaşık bir etnik federalizm ile cıyla kullanılmıştır. Sonuçta Kongre Partisi iktidar
birlikte hayata geçirildi. Eşitlikçi merkezî sosyal tekelini kaybetmiş ve zaman içinde ülkede siyasal
politikalar, bu politikaların başlıca muhatabı olan istikrarın sağlanması yerel siyasal taleplere daha du-
kırsal nüfusu denetimlerinde tutan büyük toprak yarlı bir yönetim tarzına bağlı hâle gelmiştir. Ulusal
sahiplerinin süzgecinden geçirilerek uygulamaya partilerin yerel partilerin desteği ile hükûmet kura-
konulabildi. Daha da önemlisi bütün bu gerilim bilmeleri, Federal hükûmetin yerel üzerindeki kont-
uzun yıllar tek bir siyasal örgütün çatısı altında rol yeteneğini sınırlamıştır. Buna karşılık siyasette
bir arada tutulabildi. Bağımsızlık öncesinde farklı Hindu milliyetçiliği temelinde bir kimlik politikası
toplumsal grup ve talepler arasında oluşturulan izleme eğilimi giderek güç kazanmıştır. Bu sürecin
dengeler Kongre Hareketi’nin, Kongre Partisine kökeni yine 70’li yıllarda Indra Gandhi’nin, Pakis-
bıraktığı en önemli miras oldu. Bağımsızlık ile tan ile yaşanan sorunlar paralelinde, Partisi içindeki
birlikte üçüncü bir dinamik olarak çatışmacı bir görüş ayrılıklarını bir arada tutabilme arayışlarına
bölgesel siyaset yukarıdaki mirasa eklenmiştir. kadar gitmektedir. Buna karşılık 80’li ve özellikle
Hindistan’ın kurucu liderleri ülkelerinin uluslara- 90’lı yıllarda Hindu milliyetçiliği, bizzat ülke için-
rası sistemde, Soğuk Savaş’ın çift kutuplu ayrımı- de ayrıştırıcı bir siyaset tarzının güç kazanmasına
na karşı üçüncü dünya ülkelerinin sorunlarının kaynaklık etmiştir. BJP’nin temsil ettiği bu siyaset
belirleyici olduğu bir alternatif yapılanmanın mi- tarzı hızla güç kazandı ve Kongre Partisi yönetimi
marı olarak yer almasını istediler. Ancak Pakistan bu değişime karşılık veremeyerek 90’lı yıllarda ülke
ve Çin ile Keşmir üzerinde yaşanan kanlı çatışma siyasetinde hızla geriledi. Ancak yaşanan bu süreç
süreci, ABD-Pakistan yakınlaşmasının ülke üze- 2000’li yıllarda siyasetin yeniden şekillendirilmesin
rinde oluşturduğu baskı, bizzat kutup liderlerinin de dinamiğini oluşturmuştur. 2004 ve 2009 seçim-
dahil olduğu, zaman zaman bölgesel savaşlara leri ülkede, ılımlı bir başbakanlık modeli altında,
varan bir bölge siyasetini zorunlu kılmıştır. Hin- artan dışlayıcı milliyetçiliğe karşı kaygı duyan si-
distan zamanla alternatif bir dünya politikası ge- yasal aktörlerin ortak hareket edebileceklerini gös-
liştirmek yerine, Soğuk Savaş dönemi boyunca termiştir. Kongre Partisi bu yeni koalisyonun lider
ABD ve Çin’e karşı Sovyetler Birliği ile yakın ha- partisi olarak ülke siyasetinde yeniden bir denge ak-
reket etmek zorunda kalacaktır. törü olarak güç kazanmıştır. Bu şekilde Hindistan’da
güncel siyaset, yerel farklılıkların ve çok kültürlülü-
ğün, otoriter siyaset tarzını sınırladığı; buna karşılık
ulusal düzeyde etnik çatışmaları zayıflatan bir denge
politikasının oluşturulmasına da destek verdiği bir
zeminde gelişme göstermektedir.
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 201
Dünya sistemi içinde Hindistan’ın konumunu tanım- Diğer ülke örnekleri ile karşılaştırma yapmak.
3 4
lamak. Hindistan İngiliz parlamenter geleneğinin ku-
Uluslararası sistem içinde Hindistan, yukarıdaki rumsal yapısını bir miras olarak devralmıştır.
değişime paralel olarak kendi konumunu yeni- Ancak bu miras ülkenin sahip olduğu dinamik-
den şekillendirmektedir. 1980’li ve 90’lı yıllarda ler açısından yeniden şekillendirilmiştir. Bu du-
dünya ekonomisine uyum yönünde reformları rumun ilk yansıması federalizmdir. Hindistan
hayata geçiren ülke, bir yandan yerleşik sektörle- federalizmi ABD ve Almanya örneklerinden
ri rekabet edebilir hâle getirirken, diğer yandan farklı olarak federe devletlerin siyasal merkez
bilişim teknolojileri gibi yeni alanlarda dünya tarafından sıkı bir biçimde kontrol edildiği hiye-
ekonomisi içinde stratejik bir konum edinmeyi rarşik bir yetki modeli altında kurumsallaştırıl-
başarmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından mıştır. Kendi içinde sorunlu yönler taşımasına
sonra, somut olarak Keşmir’de yükselen ayrılık- rağmen demokrasisini sürdürebilme yeteneği
çı harekete karşı, ABD, Rusya ve Çin’in bölge- onu ordunun siyasete müdahalesi konusunda
sel kaygılarını kullanarak, kendi politikalarına daha dayanıksız olan Pakistan gibi bölge ülkele-
uluslararası destek sağlayabilmiştir. Bu şekilde rinden ayırmaktadır.
Pakistan üzerinde uluslararası bir baskının oluş-
masını sağlamış, Afganistan operasyonuna ver-
diği lojistik destek ve bu ülkede yürütülen alt-
yapı çalışmalarına aktif katılım ile TransAfgan
doğal gaz boru hattı projesinin ortaklarından
biri konumuna gelmiştir. ABD’nin yakın des-
teği ile nükleer enerji alanında kendine özerk
hareket alanı oluşturabilmiş, aynı zamanda ar-
tan enerji ihtiyacını karşılayabilmek noktasında
Rusya, Kazakistan ve Özbekistan ile iş birliği ve
yatırım anlaşmaları imzalayarak bölgesel konu-
munu güçlendirebilmiştir.
202 Gelişmekte Olan Ülkelerde Siyaset
Kendimizi Sınayalım
1. Hindistan’ı karşılaştırmalı siyaset açısından öne çı- 6. Hindistan federalizmi aşağıdaki kavramlardan
karan özelliği aşağıdakilerden hangisidir? hangisi ile tanımlanmaktadır?
a. Kalabalık Nüfusu a. Paylaşımcı Federalizm
b. Federal Parlamenter bir sisteme sahip olması b. Yarı-Fedaralizm
c. Çok kültürlü toplumsal yapı c. Katılımcı Federalizm
d. Yoksulluk ve sosyal gerilimlere rağmen canlı bir d. Yarışmacı Federalizm
demokrasiye sahip olması e. Bölgesel Federalizm
e. 2000’li yıllarda gösterdiği ekonomik gelişme
düzeyi 7. Hindistan hükûmeti hangi siyasal organ tarafından
denetlenir?
2. Hindistan’ın bağımsızlık sürecinde geleneksel Hin- a. Cumhurbaşkanlığı
du değerlerini toplumu sömürge yönetimine karşı mo- b. Yüksek Mahkeme
bilize etmekte başarı ile kullanan lider kimdir? c. Rajya Sabha
a. Mahatma Gandhi d. Lok Sabha
b. Pandit J. Nehru e. Sayıştay
c. M. Ali Cinnah
d. Indra Gandhi 8. Aşağıdakilerden hangisi Hindistan’da merkezi
e. Manmohan Singh hükûmetin federe devletler karşısında hiyerarşik rolünü
pekiştiren yetkilerden biri sayılamaz?
3. Kongre Partisi yönetiminde, dolaysısıyla Hindistan a. Federe Devlet düzeyinde olağanüstü hal ilan
siyasetinde belirleyici olan aile aşağıdakilerden hangi- etme
sidir? b. Federe Devlet valilerinin merkezden atanması
a. Gandhi Ailesi c. Ordu teşkilatının federal hükûmete bağlı olması
b. Nehru Ailesi d. Kanun çatışmasında federal düzenlemenin ge-
c. Singh Ailesi çerli olması
d. Cinnah Ailesi e. Federal yönetimin federe devlet sınırlarını de-
e. Rao Ailesi ğiştirebilmesi
4. 1967 yılında yapılan seçimlere kadar Hindistan’da 9. Hindistan’da 1980’li yılların sonlarından itibaren
oluşan parti sistemi aşağıdakilerden hangisidir? radikal Hindu milliyetçiliğini öne çıkaran ve bu şekilde
a. Dominant Parti Sistemi ülke siyasetinde etkili olan siyasal parti aşağıdakiler-
b. Hakim Parti Sistemi den hangisidir?
c. Kurucu Parti Sistemi a. Bharatiya Janata Parti
d. Tek Parti Sistemi b. Kongre Partisi
e. Çok Parti Sistemi c. Janata Parti
d. Hindistan Komünist Partisi
5. Hindistan’ın Pakistan ve Çin ile yaşadığı, Güney e. Janata Sangh Parti
Asya siyasetinde en önemli uluslararası sorun olarak
gösterilen konu aşağıdakilerden hangisidir? 10. Hindistan’da 2004 ve 2009 seçimlerinde ılımlı lider-
a. Doğu Pakistan Sorunu liği ile geniş tabanlı koalisyon hükûmetlerinin kurulma-
b. Nükleer Enerji Sorunu sında belirleyici olan lider aşağıdakilerden hangisidir?
c. Bangladeş Sorunu a. Indra Gandhi
d. Ayrılıkçı Sih Hareketi b. Manmohan Singh
e. Keşmir Sorunu c. Atal Behari Vajpayee
d. V. Pratap Singh
e. Nitin Gadkari
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 203
Yararlanılan Kaynaklar
Sıra Sizde 5 Abernathy, D. B. (2000). The Dynamics of Global do-
Başlangıçta siyasal liderlerinin sosyoekonomik dü- minance: European Overseas Empires, 1415-1980.
zeyde büyük bir dönüşümü gerçekleştirme istekleri, NewHaven, CT: Yale University Press.
ancak bunu gerçekleştirirken Kongre Partisi’nin içinde Akgün, B. ve Çelik, M. (2007). Küreselleşme Çağında
konumlandığı patronaj sistemine olan bağımlılıkları ‘Üçüncü Dünya’yı Yeniden Okumak. Avrasya Etüd-
Hindistan’ın parlamenter rejim temelinde hiyerarşik leri, 13 (31/32), 41-73.
bir federal sistem olarak yapılandırılmasına neden ol- Akgün, B. ve Özşahin, M.C. (2011). Soğuk Savaş Son-
muştur. Federal otorite ile etnik temelde şekillenmiş rası Dünyada Demokratik Konsolidasyon Sorunu:
federe devletler arasındaki denge Anayasa’da federal Teorik Bir Çerçeve Arayışı. Uluslararası İlişkiler, 7
yürütme otoritesine –pratikte başbakana- güçlü mü- (28), 31-57.
dahale araçları verilerek sağlanmıştır. 1970’li yıllarda Alavi, H. (2001). Colonial and Postcolonial societies. T.
Kongre Partisi içindeki çıkarları bir arada tutmanın Bottomore (Ed.), A Dictionary of Marxist Thought
zorlaşması nedeniyle, Parti iktidar tekelini kaybetmiş içinde. Oxford: Basil Blackwell.
ve zaman içinde ülkede siyasal istikrarın sağlanması Almond, G. ve Verba, S. (1963). The Civic Culture: Po-
yerel siyasal taleplere daha duyarlı bir yönetim tarzına litical Attitudes and Democracy in Five Nations.
bağlı hale gelmiştir. Ulusal partilerin, yerel partilerin Boston, MA: Little Brown.
desteği ile hükümet kurabilmeleri, Federal hükümetin Altun, F. (2005). Modernleşme Kuramı: Eleştirel Bir Gi-
yerel üzerindeki kontrol yeteneğini sınırlamıştır. Buna riş. İstanbul: Küre Yayınları.
karşılık 80’li ve özellikle 90’lı yıllarda Hindu milliyetçi- Arı, T. (2002). Uluslararası İlişkiler Teorileri: Çatışma,
liği, bizzat ülke içinde ayrıştırıcı bir siyaset tarzının güç Hegemonya, İşbirliği. İstanbul: Alfa Yayınevi.
kazanmasına kaynaklık etmiştir. Ancak yaşanan bu sü- Blanton, R., Mason, T.D., Athow, B. (2001). Colonial
reç 2000’li yıllarda siyasetin yeniden şekillendirilmesin Style and Post-colonial Ethnic Conflict in Africa.
de dinamiğini oluşturmuştur. 2004 ve 2009 seçimleri Journal of Peace Research, 38 (4), 473-491.
ülkede, ılımlı bir başbakanlık modeli altında, aşırı mil- Brandt, W. (1980). North-South: A Program for Survi-
liyetçiliğin yol açtığı çatışmalara karşı çeşitli grupların val. The Report of the Independent Commission on
ortaklık kurulabildiği ve Kongre Partisinin bu yeni ko- International Development Issues under the Chair-
alisyonun lider partisi olarak ülke siyasetinde yeniden manship of Willy Brandt. Cambridge: Mass.
öne çıktığı bir dönüşüme işaret etmektedir. Bu şekilde Braveboy-Wagner, J.A. (2009). Institutions of the Global
Hindistan’da güncel siyaset, yerel farklılıkların ve çok South. Oxon: Routledge.
kültürlülüğün, otoriter siyaset tarzını sınırladığı; buna Bush, B. (2006). Imperialism and Post Colonialism
karşılık ulusal düzeyde etnik çatışmaları zayıflatan bir (History: Concepts, Theories and Practice). Harlow
denge politikasının oluşturulmasına da destek verdiği UK:Pearson Education.
bir zeminde gelişme göstermektedir. Caldwell, J.C. (2000). Rethinking the African AIDS Epi-
demic, Population and Development Review, 26 (1),
117-135.
Cardoso, F. H. ve Faletto, E. (1979). Dependency and
Development in Latin America. Berkeley: University
of California Press.
Chase-Dunne, C. (1989). Global Formations: Structures
of World Economy. Cambridge: Blackwell.
Çemrek, M. (2007). Bağımlılık Yaklaşımı. H.Çakmak
(Ed.), Uluslararası İlişkiler: Giriş, Kavram ve Teori-
ler içinde. Ankara: Platin Yayınları.
Diamond, L.J. (1996). Is the Third Wave Over?. Journal
of Democracy. 7 (3), 20-37.
7. Ünite - Güney Asya: Hindistan Örneği 205