Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 600

1

Kurucusu
KEMAL KARATEKİN
Hasan İzzettin Dinamo
KUTSAL İSYANI Beşinci Kitap

Belgesel Roman

©Tekin Yayınevi
TÜRKÇE YAYIN HAKLARI

Editör
Ayşegül Çakan

Redaktör
Cemil Acar

Kapak Tasarımı
Erkal Yavi

Sayfa Tasarım
Gülizar Ç. Çetinkaya

Basım
Ocak2015

Baskı ve Cilt
Yaylacık Matbaası
Litros Yolu, Fatih Sanayi Sitesi, No: 12/197-203
Topkapı/İstanbul
Tel: (0212) 567 80 03
Sertifika No: 11931

TEKİN YAYIN DAGITIM SAN. veTİC. LTD. ŞTİ.


Ankara Cad. Konak Han, No: 15/ A
Cağaloğlu -İstanbul
Tel: (0212) 52769 69 - 512 59 84 Faks: (0212) 511 11 22
www .tekinyayinevi.com
info@tekinyayinevi.com
Sertifika No: 12336

ISBN: 978-975-478-050-5 (Tak. No.)


ISBN: 978-975-478-055-0 (5. Cilt)
Hasan Izzettin Dinamo

KUTSAL İSYAN
MİLLİ KURTULUŞ SAVAŞININ GERÇEK HİKAYESİ
v

1
NOT:
Yıllar önce basılan Kutsal İsyan 8 cilt olarak okurlara sunulmuştu. Yayı­
nevimiz tarafından yeniden sayfa düzenlemesi yapılan Kutsal isyan 5 ciltte
toplanarak basılmıştır.
Yine, Kutsal İsyan'ın devamı olan, 7 ciltlik Kutsal Bartş adlı kitap da
aynı dönemde sayfa düzenlemesiyle 4 ciltte toplanıp yayınevimizce basımı
yapılarak okurlara sunulmuştur.
Tekin Yayınevi
DEN İZLİ ' DE EŞRAF MEZBAHASI

Demirci Meh met Efe de Goncal ı 'dan telgrafla Denizli hal kı n ı göç
etmekten al ı koymaya çal ı ştı . Bunlar, halkın bir kulağ ı ndan girip öbü­
ründen çıkıyord u . Halk, Yu nan' ı n geleceğ i n i a l ı nyazısı olarak gör­
meye başlad ı ğ ı ndan kendi sesinden başka h içbir şeye kulak asm ı­
yord u .
Şehirde yiyecek kıtl ı ğ ı da baş göstermişti . Hele zeytinyağ ı gibi
nesneler, hiç bulunmuyordu. Şeh irden pek çok göç eden hemşehri
olduğu halde yine de halk kalabalığı savaştan önceki nüfusu aşıyor­
du. Şundan ki Yunanl ı ları n önünden kaçan Türk halkı n ı n kimisi Orta
Anadolu'ya geçip gitmekle birlikte, kimisi de şehirde tutunmaya çal ışı­
yordu. Sonra , Ayd ı n l ı , Umurlu, Köşk, Sultanh isar, Atça ve Nazilli'den
getirilerek Rum mahallelerine, kil iselere yerleştirilen Rumlar şehrin
kalabal ı ğ ı n ı iyice artırm ıştı .
5 Temmuz 1 920 g ü n ü , Heyeti Milliye' n i n , şehrin güvenliğini koru­
yamayacağ ı bir g ü n old u .
Bütü n Denizli Rumları , hazı rlad ı kları Yu nan bayrakları n ı gizli yer­
lerden ç ı karıp Türk hemşehrilerine gösteriyor, şöyle sözler söylüyor­
lard ı :
- Korkmayı n , biz sizi kurtarı rız!
Yun a n l ı ları karş ı lamak üzere haz ı rl ı kları n ı bu kerte açığa vuran
yerl i Rumlar, Heyeti Mill iye üyelerin i öfkelend i rm işlerd i . Başkan M üf­
tü Ahmet H u l usi Efend i , hemen telg rafhaneye koştu . Gonca l ı 'daki
yeni orduga h ı nda bulunan Demirci Mehmet Efe'yi ived i makine ba­
şına çağ ı rd ı , ona şöyle dert yand ı :

5
- Efe oğl u m , Denizl i'de Rumlar önemli bir çoğunluk meydana
getird i . Bunlar, geçen yıl Türkler aleyh inde Yu nanl ı larla birlikte faci­
alar işlemişlerd i r. Şu halde Denizl i'de kalan Müslümanlar ve cephe
tehlikeye düşecektir. H iç olmazsa, Rum erkeklerin i n Denizli'den kal­
d ı rılarak içerilere gönderilmesin i Müslüman ahali ad ı na dileri m .
Denizli Türk halkı n ı n isteğ i üzerine yap ı lan bu dileği ben imseyen
Demirci Mehmet Efe , Denizli'ye bu işi yoluna koyma buyruğuyla en
çok sevd iği kızan ı Sökeli Ali Efe'yi gönderd i .
Müftü Ahmet H ulusi Efendi, şehirde çok düşman ı olduğundan bu
sırada, Demirci Mehmet Efe'den göç etmek için müsaade istedi .
5 Temmuz 1 920 g ü n ü çok civcivli b i r gün old u . Şeh irdeki un fab­
rikaları n ı n altı na Yunanl ı lar gelirken patlatılmak üzere yıkım kal ı pları
yerleştirild i . Günde üç yüz çuval un öğüten Pandazoplu un fabrikası­
nın ayg ıtları , makineleri sökülerek içerilere taş ı nd ı .
Efe'nin müsaadesi gelince M üftü Ah met H u l usi Efend i , yan ı na
çoluk çocuğuyla birl i kte bir yığ ı n da öksüz şehit çocuğunu alarak
Tavas'a göç etti. Heyeti Milliye Derneğ i üyelerinden birçoğu da müf­
tünün a rkası ndan şehri b ı rakıp g itti . Yine o g ü n M utasarrıf Vekili
Müştak Bey, Muğla'ya, polisle jandarmalar, ağ ı r ceza yarg ı c ı , tah ri­
rat müdürü, muhasebe müdürü yaya olarak Tavas'a kaçt ı lar. Bu sı­
rada Çak ı r Mehmet adl ı milis kumandan ı b irkaç arkadaşıyla çarşıda
gezerken Denizli halkı n ı n aşağ ı lamas ı n a uğrad ı . Gonca l ı 'ya s ığ ı nd ı .
Şehirde bir Kuvayı Milliye düşmanl ı ğ ı havası esmeye başlam ı ştı .
Artı k, güzel Denizli şehri , Yunanl ı ların önünde açı k bir şehir, bütün
anlam ıyla hükümetsiz bir şehir olarak yay ı l ıyordu.
Ancak, kaçamayanlarla şehrin eşraf ve zenginleri , her yerde ol­
duğu g i b i malları n ı n , mülklerinin baş ı ndan ayrı lmamı şlar, Rum eşraf­
la el ele vererek kaderlerini onları n kaderine bağlam ı şlard ı . Askerli k
Şubesi Başka n ı Albay Tevfik Bey de gizlice onları destekliyord u .
Şehrin güvenliğini elinde tutan Heyeti M i l l iye ad ı ndaki Kuvayı
M i l l iye örgütü , dağ ı l ı p gidince geride kalan şehrin eşrafı , yönetimi
ele almak için davrand ı . Beled iye Reisi eşraftan Hacı Tevfik Bey,
şehrin Türk-Rum eşrafı n ı belediyede toplantıya çağ ı rd ı .

6
Toplantıya halktan da katı lanlar oldu . Toplantıda Rum askerleri­
nin göç ettirilmesi işi görüşüld ü . Rum erkeklerin i n Anadolu'nun içine
doğru sürg ü n edilmesinin pek yakı nda şehre gelecek olan Yunan­
l ı ları kızd ı racağ ı , bu kez Türklere zul ü m , işkence yap ı lmas ı na yol
açacağ ı , bundan dolayı bunun yersizl iği ileri sürüldü . Sözcüler, ko­
nuyu biraz daha derinleştirerek şöyle konuşmalar yaptı lar:
- Eğer Yunan l ı lar gelecek olursa hü kümetimiz de Ankara'da
yeni kurulduğundan bize h içbir biçimde yard ı m edemez. Bu durum­
da şeh ir Yu nan l ı ların zulmüne açı k kalacağ ı ndan başka bir çare
bulmalıyız. En doğrusu içimizden elçiler göndererek Antalya'daki
ltalyan işgal Kumandan l ı ğ ı n ı n korumas ı n ı isteyelim. Müderris Esat
Efendi'yle Beled iye Başka n ı Hacı Tevfik Bey ve eşraftan Salih ve
G ıyas efendileri bir kurul olarak gönderelim.
Ne var ki toplantıda bulu nan Ayd ı n savaşı kah ramanları ndan Ko­
miser Hamdi Bey, bu son önerinin gereksizl iği üzerinde konuşarak
buna engel old u .
Sonra , şehrin bundan böyle ne biçimde yönetileceği üzerinde gö­
rüşülüp tart ı ş ı ld ı . Tartışma n ı n sonunda "Göç Etmeyenlerin Hakları n ı
Koruma Derneği" adl ı bir derneği n kurulması kararlaştırıld ı . Derne­
ğin başka n l ı ğ ıyla mutasarrıf vekilliğine işinden atı l m ı ş Yarg ıç Kah ra­
man Seyfi Efendi atand ı . Derneğin sekiz üyesi şunlard ı :
Belediye Başka n ı Hacı Tevfik, Karahacıoğl u Sal i h , Feyzullahoğlu
Ahmet, Ş i rvanoğ l u Nakip, Ahmet Ziya, Saraçoğl u Hacı Sal i h , Oda­
başıoğlu H a l i l , Şirvanoğlu G ıyas efendilerle jandarma subayı emek­
lisi Nam ık.
Bu dernek, Denizli şeh rinin yeni h ü kümeti demekti . Derneği n
bütün amacı da h e r türlü olupbittiye karşı g ö ç etmeyenlerin can ı n ı ,
mal ı n ı mülkünü koru maktı .
Dernek kuru l u r kurulmaz hemen "Düyu n u Umumiye" kasası ndaki
paraya el koyd u . Memurlara ikişer maaş öded i . Mal sand ı ğ ı ndan da
emekl ilere , dullara , öksüzlere , yine ikişer maaş tutarı nda para öded i .
Belediyede bu toplantı yapıla, şehrin yeni hükümet düzeni kurula­
dursun Demirci Mehmet Efe, M üftü Ahmet Hulusi Efendi'nin isteğine

7
uyarak Denizli'ye Sökeli Ali Efe buyruğunda otuz zeybekle jandarma
yüzbaşısı Rifat, Üsteğmen Fazı l beyleri gönderd i .
Denizli'ye varan Sökeli A l i Efe, doğ ru Maarif H a n ı 'na inerek ka­
rargah ı n ı kurd u . Sonra, Rum Mahallesi' n i kuşatarak Rum erkeklerini
toplamaya başlad ı . Bunu gören geçici h ü kü met, M üderris Esat Efen­
d i'yle G ı yas Efendi'yi Sökeli Ali Efe'ye göndererek bu sürg ü n işinden
vazgeçmesini isted i . Elçiler, eğer bu göç ettirme işi yapılacak olursa
Denizli'yi ele geçi recek olan Yunanl ıların Türk, Müslüman halka çok
zul medeceğinden söz ettiler.
Sökeli Ali Efe , onlara ald ı rı ş etmeyerek Rum erkeklerini toplad ı ,
trene doldurd u , Eğirdir Gölü üzerindeki adaya yerleştirilmek üzere
6-7 Tem muz'da Eğirdir'e yola çıkard ı .
Göç ettirme günü Denizlili bir hemşehri Sökeli Ali Efe'ye giderek
eşraftan birinin evinde bi rkaç Rum zengi n i n i saklad ı ğ ı n ı bildird i . Sö­
kel i 'yle kızanları bildirici n i n kı lavuzluğunda zengin adam ı n evin i ba­
sarak saklanan Rum zengin lerini bulup ç ı kard ı lar. Zengin Den izl iliyi
iyice dövdüren Sökeli Ali Efe, ele geçi rdiği Rum zenginlerini g idenle­
rin arkası ndan Eğirdir'e doğru yola çıkard ı .
7 Temmuz 1 920 g ü n ü , Askerlik Şu besi Başkanı Albay Tevfi k
Bey, Gonca l ı 'daki Demirci Mehmet Efe'ye bir telgraf çekerek Denizli
Rumları n ı n d ı şarı gönderilmemesini diled i .
7-8 Temmuz gecesi, Kilisli Murat Bey'i n kızanları H ı ristiyan Ma­
hallesi'ne dalarak sark ı ntı l ı kta bulundular. Sökeli Ali Efe'nin kızan­
larından birkaçı da Çaybaşı Mahallesi'nde Külahçı Ahmet Ağa ile
Değ irmenci Sad ı k' ı n evini soyd ular.
Sökeli Ali Efe'yle kızanları , Tavas-Denizli yolunun içinden geçtiği
çam l ı ğa gidip yerleştiler. Zeybekler, Tavas'a gitmekte olan zengin
yolcuları n önünü keserek para , pulları n ı soydular. Akşamdan kimi
kızanlar, mahal lelerde bu gece Çal yön ünden Yunanlıların Den izl i'ye
gelecekleri n i bildirerek Tavas'a kaçı rm ı şlard ı . Sonra, bunları çam­
l ı kta kıstırarak bütün paraları n ı mücevheratları n ı ellerinden ald ı lar.
7 Temmuz gecesi sabaha karş ı Askerl ik Şubesi Başkanı Tevfik
Bey, Gonca l ı 'daki Demirci Meh met Efe'ye bir telg raf daha çekerek:

8
- B u rada bulunan zeybekler, halkı n mal ı na ve can ı na saldı rıyor­
lar. Bir olay ı n çı kmas ı ndan korkuyorum , ded i .
Aradan yirmi d ö rt saat geçmemişti k i M utasarrıf Vekili Kah raman
Seyfi ile sekiz arkadaşı , Demirci Mehmet Efe'ye toplu olarak bir telg­
raf çektiler:
- B u raya gönderdiğiniz zeybekler, halkın mal ı n a , can ı n a , ı rzına
sald ı rmakta olduklarından doğacak üzü ntü verici olay ı n sorumlusu­
nun siz olacağ ı n ızı bildiriyoruz.
B u , şimd iye dek Demirci Mehmet Efe'nin hiç a l ı şmad ı ğ ı , kim­
senin de kullanmak yürekliliğini gösteremed iği bir d i l d i . "Ayd ı n ve
Dolayları Genel Kuvayı Milli Kumanda n ı " bu telgrafa , bu düşünüşe
korkunç bir mim koyd u .
8 Temmuz 1 920 saba h ı hükü met bomboştu . Bir tek Telgraf M ü ­
dürü Süreyya Bey, görev başı ndayd ı . Sonra, M utasarrıf Vekili Kah ra­
man Seyfi , Albay Tevfik beyler geldiler. Sarayköy telgrafhanesinden,
Yu na n l ı ları n nerelere dek geldiğini sordular. Sarayköy'den buna:
- Yunan ' ı n Ah metl i köprüsünden geçtiğ i yaland ı r, halkın kay­
naşmas ı n ı önleyiniz, diye yan ıt geld i .
N e var k i halk, telg rafhanenin çevresi n i sarm ı ş , gerçeği öğren-
mek için y ı rt ı n ı yord u .
Telg rafhanenin içine sokulanlar b i l e vard ı .
Bunlardan biri Kahraman Seyfi Bey'e:
- Memlekette jandarma, polis yok, ne yapacağ ız? diye sord u .
- D u ru m gelişinceye d e k herkes mahallesini korusu n . H ı ristiyan
Mahallesi'ne de komşu mahalle baks ı n .
B u n u n üzerine emekli jandarma kumandan ı , şehirde b i r güvenlik
örgütü kurd u . Bir süre sonra eli silah, sopa tutanlar mahallelerde
devriye gezmeye başlad ı lar.
Demirci Mehmet Efe, Denizlililerden ald ı ğ ı telgraflardan orada iş­
lerin yolunda gitmediğini anlayarak Sökeli Ali Efe'yi makine başına
çağ ı rd ı . Telgraf Müdürü Efe'yi çağ ı rmak üzere Maarif Hanı'na var­
d ı ğ ı nda orada nöbetçi iki zeybekten başkası n ı bulamad ı . Demirci

9
Efe'nin buyruğunu onlarla geceyi kızanlarıyla çam l ı kta geçiren Sökeli
Ali Efe'ye gönderd i .
Sökeli A l i Efe, buyruğu alı nca hemen atı na atlayarak şeh re koş­
tu . Kızanları da atl ı , yaya arkas ı ndan koşarak geldiler. Hepsi de bü­
tü n gece içmişti , körkütük sarhoştu . Değ irmen önüne vard ı klarında
g ruplara ayrı larak mahallelere dald ı lar. Maarif H a n ı 'na böylece yol­
land ı lar. Den izl i halkı n ı n silahlı ları pusuya yatm ı ş onları bekliyord u .
Çaybaşı'nda, Saltak'taki halk güvenlik ekipleri, buradan geçen
zeybeklerin üstüne çullanarak ellerinden silahlarıyla cephanelerini,
üstlerindeki bütün paraları n ı , ganimetlerin i aldı lar. Sonra hepsini götü­
rüp belediye başkan ı n ı n Çaybaşı'ndaki kira l ı k eviyle Saltak mescidine
kapad ılar. Denizli halkı , Kayalı k'tan şehre g i ren zeybeklere de sald ırıp
silahları n ı , paraları n ı yağmalad ı lar. Birçok kişi; bu yüzden zengin oldu.
B u ndan başka büyük halk yığ ı n ları , şehrin ana caddesi nde karı n­
ca gibi kayn ıyord u . Meserret Otel i'nin önü iğne atsan yere düşme­
yecek gibi kalaba l ı kt ı . Yunanl ı lara karşı olan kin , Kuvayı Mill iyecilere
karşı dönmüştü .
Üç atl ı kıza n ı yla Çatalçeşme'den Delikçınar'a g itmek isteyen Sö­
kel i Ali Efe , ilkin Meserret'in önünde hal k ı n kurduğu barajdan öteye
geçemedi . Halkın aras ı nda güç bela yol açarak Delikçı nar Hama m ı
hizas ı na varm ı ştı ki kızanlardan biri havaya bir s i l a h atarak arkadaş­
ları na:
- Toplan ı n , tehlike var! d iye işaret verd i .
Çaybaşı Camisi köşesinde pusu kurmuş olan birkaç yeni silah­
lanm ı ş mahalle bekçisi, Kuvayı Milliyecilerin yaklaşmas ı n ı bekliyor­
d u . Bu s ı rada oradan geçen Askerli k Şubesi Başka n ı Albay Tevfik
Bey, pusudaki sila h l ı lardan Mehmet Maksut oğlu Saatçi Ali'ye:
- Korkmayı n , tutun ! diye seslendi.
Sökeli Ali Efe , bu s ı rada telgrafhaneye vararak makine baş ı nda
dört gözle kend isini bekleyen Demirci Mehmet Efe'ye Denizli'deki
d u rumu inceden inceye anlatt ı . Sökeliyle çok öfkeli konuşan Dem irci
Mehmet Efe , görüşmen i n sonunda hemen bütü n kızanları n ı toplayı p
Gonca l ı 'ya dönmesini buyurd u .

10
Sökeli Ali Efe , telgrafhaneden çı karken Jandarma Tabur Kuman-
danı Hamdi Bey, onun karş ı s ı n a dikilerek:
- Efe, bu hal ne olacak? diye sord u .
Denizli halkı , sanki zeybekleri linç etmek üzere orada bekliyord u .
Bunu gören Sökel i Al i Efe:
- Silahları m ızı size teslim edeli m , ta ki halk ü rkmesin, bizi jan­
darmalar Maarif Han ı ' na kadar götü rsünler. Oradaki eşya ve arka­
daşları m ızı a l ı p Gonca l ı 'ya gideceğiz, ded i .
Sökeli Al i Efe'yle arkadaşları , silahları n ı i k i jandarmaya yükle­
yerek öne düştüler; Maarif Hanı 'na yolland ı lar. Yal n ız, yolun her iki
yan ı nd a n , geriden ağ ı r ağ ı r ilerleyen halk, ilginç bir olay bekl iyor gibi
görünüyord u .
Küçük kafile, eski Tabakhane h izas ı n a gelmişti k i buradan atılan
kurşunlarla Sökeli Ali Efe ile bir kıza n ı hemen oldukları yere yıkı larak
can verdiler. Birisi yaralanan öbür iki kıza n , teh l i keyi gören iki ge­
yik gibi s ı k ağaçl ı klar arası na dalarak ölümden kurtuldu . Gonca l ı 'ya
doğru kan ter içinde durmadan koştular.
Demi rci Mehmet Efe'nin saat onda Denizli'den Askerl ik Şubesi
Başka n ı Albay Tevfik Bey'den ald ı ğ ı telgraf, önemli kötülükler haber­
cisi gibi kafası nda çınlayıp duruyord u .
Telgraf şöyle d iyord u :
- Olabileceğ i n i gece bild irdiğim üzücü olay, en sonra old u .
Efe , bütünleyici haberler bekleyerek bir i k i saattir bu yaş l ı çınar
altında bağdaş kurup bir ayağ ı n ı altı na almış oturuyor, durmadan
kahve içiyor, sapı gümüş işlemeli tabancaları ndaki kurşunları boşal­
tıp doldu rarak zaman öldürmeye çal ışıyord u . Yolda sila h l ı zeybekler
devriye geziyor, uzaktan uzağa g ü rleyen topları n sesi sürekli gök
gürültüleri gibi yankılan ıyord u .
Ne v a r ki o , bunların h içbiriyle oyalanam ıyor, bir önseziyle anlar
gibi olduğu kötü haberi getirecek herhangi birini sab ı rs ızl ı kla bekl i­
yord u .
Efe, biri yaralı olan iki tanıdığı zeybeğin Denizli yönünden koşarak

11
geldiklerini görünce heyecanland ı . Bir saattir durmadan koşan kızan­
lar, yorgunluktan köpek gibi soluyordu.
Genç adam, Denizli'de olup biten kan l ı işi Efe'ye anlattı .
Tabancaları n ı kuşağ ı n ı n arası na sokarak yerinden fı rlayan De­
mirci Mehmet Efe koruyucularından birine:
- Tez, Albay Şefi k Bey'i çağ ı r bana! d iye buyurd u .
Albay Şefi k Bey, i r i gövdesiyle koşarak geld i , Mehmet Şefik Bey,
olayı dinleyince Denizli'nin ayakland ı ğ ı n ı hemen anlad ı .
Demirci Efe , hemen ü ç vagon l u k b i r tren hazı rlattı . Albay Şefi k
Bey' i , bir g ü n önce D i nar'dan gelen Jandarma Üsteğmeni Şevki
Bey'le on i ki jandarmas ı n ı , kendi kızanları n ı yan ı na alarak trene
atlad ı .
Tren, biraz sonra Denizli istasyonunda durd u . Demirci Meh met
Efe'yle yan ı ndakiler, trenden atlayarak istasyonun önü nde dikilip
durdular. Görü n ü rlerde bir tek insan yoktu . Şeh ir, ölü gibi sessiz­
d i . Demirci Efe , Jandarma Kumanda n ı Şevki Bey'in yan ı na bir i ki
kı lavuz zeybek katarak jandarmalarıyla birl i kte hükü met konağ ına
gönderd i . Şevki Bey, M utasarrıf Vekiliyle Jandarma Tabur Kuman­
dan ı n ı a l ı p Efe'nin yan ı n a götü rmekle görevl iyd i . Daha önce saklan­
mış olan istasyon kahvecisiyle istasyon memuru da meydana çı ka­
rak Dem irci Efe'ye birtakım şeyler anlatmaya başlad ı lar. Bu s ı rada
hükümete giden zeybekler, Sökeli Ali Efe'yle Kara M ustafa Efe'nin
ölüsünü bir arabaya koyarak istasyona getirdiler. Zeybekler, ölüleri
arabadan a l ı p yere uzattı lar. Erkek güzeli Sökeli Al i Efe'yi böyle süs­
lü cepken iyle kanlar içinde yerde yatar görü nce Demirci Efe , kend ini
tutamayarak h ıçkı rı klarla ağlamaya başlad ı . Bütü n zeybekler de ağ­
l ıyord u . Demirci Efe başta olarak Denizl i l ilere ağıza a l ı nmaz sövgü­
ler savu ruyor, bunları n öcü nü alacakları n ı söyl üyorlard ı .
Demirci Mehmet Efe :
- Denizlilerden öç alacam! diye bağ ı rd ı .
Efe , durumu kavrar gibi olmuştu . B u ufak bir olay değildi. Den izl i
eşrafı ile zenginler, Yu nan l ı ların kend i lerine bir şey yapmaması için
bir gösteri olsun yapmayı denem iş, birkaç yiğit efenin ka n ı na gir-

12
mekten çekinmemişti . Bütün bu g ü rü ltü , Tü rk eşrafı n , Rum eşrafı
korumaya kalkışmas ı ndan çıkmış, bu arada her şehirde olduğu gibi
bu şeh i rdeki pad işahçılar, H ürriyet ve itilaf Partililer zaman ı n geldiği­
ni sezinleyerek davra n m ı şlard ı . B u , bütü n Ayd ı n ile dolayları Kuvayı
Milliyesine karş ı tasarlanmış bir ayaklan ı ştan başka bir şey değildi.
Evet, bu hain Den izlililere bir ceza vermeliydi ki kuşaklar boyunca
söylenip durmalıyd ı . Gözyaşları n ı elinin tersiyle silen Efe, hemen tre­
ne bindirdiği birkaç adam ı n ı Gonca l ı 'ya sald ı . Şu s ı rada Sarayköy'de
bulunan bütün atl ı zeybek arkadaşlarıyla Goncalı 'daki depo eratı n ı ,
bir topu, iki ağ ı r makineli tüfeği hemen Denizl i'ye göndermesi için ay­
rı l ı rken yerine b ı raktığı topçu binbaş ısı lsmail Hakkı Bey'e bildird i .
Sökeli Al i Efe'nin, Kara Mustafa Efe'nin ölülerini de bu trenle
Gonca l ı 'ya gönderd i . Arkadaşları n ı n ölülerini h ı rsları ndan ağlay ı p
tepinerek yolcu eden zeybeklerle Demirci Mehmet Efe , Jandarma
Tabur Kumandan ı Hamdi Bey' le şube başka n ı Albay Tevfik Bey'in
istasyona geld iğ ini gördüler. Tevfik Bey, yayan olarak birçok halkla
birlikte Tavas'a doğru yola çıkm ışken trenin düdüğünü işitince niza­
miye askerleri gel iyor sanarak dönüp geriye gelmişti .
istasyona yaklaşan Tevfik Bey'i yara l ı zeybek eliyle göstererek:
- Ahaliyi kışkırtan işte bunlar, ded i .
Demirci Efe , o n a karş ı ağz ı n ı açı p gözü n ü yumd u .
Tevfi k Bey, o n a askerce selam vererek:
- Evet, efe ! d iye söze başlarken Dem irci Meh met Efe , hemen
kuşağ ı n ı n aras ı ndaki gümüş işlemeli tabancasına el attı , el atmasıy­
la tabancadan üst üste boşalan kurşunlar, kalem reisinin göğsüne,
kafas ı n a saplanarak onu oraya yıkıverd i . Kızanlara buyurarak ölüyü
çırı lçı plak soydu rup bir kenara att ı rd ı .
Gözleri dem iryolunda kalan Efe , ikindiüstü bekled iği güçlerin gel­
diğini görd ü . Goncal ı 'dan gelen depo erleri , ağ ı r makineli tüfekler,
top, hemen indirild i .
Dem irci Efe, zeybekleri öne sürerek kendisi arkada şeh re doğ ru
ilerled i . Ağ ı r ağ ı r yü rüyen kafile, h ü kü met konağ ı na varı nca durd u .
Makineli tüfeklerden biri caddenin b i r baş ı n a , öbürü d e öbür baş ı na

13
yerleştirildi. Top da kışlan ı n yan ı nda namlusu şehre çevrilerek ha­
zırland ı .
Demirci Efe, bütün şehri yakmayı göze almıştı. Belediye gazhane­
sindeki gaz dolu tenekeleri hükümet konağ ı n ı n avlusuna taşıttı . Kimi
zeybekler, mahalle aralarına dalarak suçlu arıyorlard ı . Çarşı pazar­
daki, caddelerdeki, kahvelerdeki halk, çoluk çocuk korkuya kap ı larak
kaçışmaya başlad ı .
Halk, Efe'nin düşü ncesini sezmiş gibiyd i . Tabakhane dolayında,
arkadaşları na ateş edenleri arayan zeybekler, denk geld ikleri birkaç
kişiyle medrese avl usunda otu ran Esat Efendi'yi hemen öldürdüler.
Demirci Mehmet Efe, bütün bu işlerin eşrafla zengin lerin başı al­
tı ndan çıktı ğ ı n ı inceleyerek anlam ış, yakalanacakla rı n listesin i bile
hazı rla m ı ştı . Bütü n muhtarları jandarmalarla arattı . Bulunup geti ri­
lenlerin yanlarına jandarma katarak eşrafı bir bir toplattı . Evlerden
zorla toplanan bu adamlar, hapishaneye dolduruldu. Hapishane hü­
kümet konağ ı n ı n bitişiği ndeyd i . 9 Temmuz 1 920 g ü n ü öğleye dek
şehi rde toplanan altm ışa yaklaş ı k eşraf, zengin topluluğu hapisha­
neye doldurulduktan son ra korku nç bir tehlikeyle karş ı karş ıya ge­
tirildi. H ü kü met konağ ı n ı n karş ı s ı nda, eczanenin bitişiğindeki evi n
yü ksek d uvarlarla çevril i avlusu insan mezbahası olarak hazırland ı .
Demirci Efe , yakalanan suçlulara kurşu n u , ipi çok gördüğünden on­
ları b ı çakla enseleri nden kesmeye yem i n etmişti . Avl uya bir kütük
uzatıld ı ; bunun başı nda sekiz-on zeybek ellerinde keskin b ı çaklarla
yer ald ı . Ku rbanlar birer birer d ı şarı çağ rı l ı yor, Demirci Efe'nin önün­
de ufak bir sorgudan geçiriliyor, sonra Efe adamları na:
- Hayd i , alın şunun da ifadesi n i ! d iye buyuruyor, adamcağ ız
"ifadesi" a l ı n mak üzere biraz ötede kan içinde yüzen eşraf mezha­
bas ı na götü rül üyord u .
Kurbanlar, burada hemen güçlü kolların yard ı m ıyla yüzükoyun
yere yat ı rı l ı yor, cellat hemen onları ensesinden lahana ya da ek­
mek keser gibi kesi p bı rakıyor, ölüyü d uvarı n d i bine atan zeybekler,
korkunç haykı rışlar, ulumalarla insan ı n tüylerin i diken d i ken eden
kurbanları , kılları k ı p ı rdamadan kesip odun gibi üst üste yığıyorlard ı .

14
Hapishanede bulunanlar, dışarı çağrı lanların gerçekten bir adalet
mekanizmasınca sorguya çekilerek evlerine gönderildiklerini san ıyor­
lard ı . Sonra ölüm çığlı kları n ı sürekli olarak işittikleri nde iş değişti. Artı k,
sırayla yüzde yüz ölüme gittiklerini anlamışlar, korkunç bir isteğe ya­
kalanarak bir ayak önce götürülüp kesilmeyi beklemeye başlamışlard ı .
Biliyorlard ı k i b u mezhabadan geçmek e n korkunç bir kanun, Tanrı ge­
reği gibi yakalarına yapışmıştı . Şu ölüm dakikaları uzad ı kça birkaç kez
ölmek talihsizliğiyle karşı karşıyayd ı lar.
Eksi ksiz elli sekiz kişi, Eşraf mezbahası nda bıçakla enselerin­
den kesildiği halde Dem i rci Efe'nin öç alma, cezaland ı rma h ı rs ı hala
dinmemişti . Bütü n şehri yakmaya haz ı rlan ı yord u . Bu s ı rada göçmen
olarak Denizli'de bulunan Sarayköy şeyh i , ak saçl ı , aksaka l l ı Tahir
Efendi çı kageldi , bu zincirleme sürüp gidecek felaketin önüne dikild i .
Ne var k i Efe , şehri yakmak için de a n d içmişti . Şeyhe b u n u söyle­
yince, a k ı l l ı Şeyh Tah i r Efendi buna da bir çözüm yol u buldu: Büyük
mezarl ığa tenekelerle gaz dökülerek ateşe verildi. Kuru otlar, kap­
l umbağalar, süsenler, zambaklar, kertenkeleler, bod ur serviler cayı r
cayı r yand ı . Böylece Denizli şehri yakı l m ı ş old u .
Demirci Mehmet Efe , şehrin güvenliğini korumak üzere tertibat
al mayı da unutmad ı . Jandarma Tabur Kumandanı Hamdi Bey' i mu­
tasarrıf vekili olarak atad ı . Hamdi Bey de güvenilir kişilerden bir yö­
netim kurulu toplad ı . Bu kurulun ilk işi , kesilip "Eşraf Mezbahası"na
y ı ğ ı l m ı ş ell i-sekiz kişinin gömülmesi için bunları n akrabaları n ı hükü­
met konağ ı n a çağ ı rmak old u .
Ege yaz ı n ı n sıcağ ı , kesilmiş ölülerin üzerine bütün ağ ı rl ığ ıyla çök­
müştü . Ölüler şişmeye başlamıştı . Yüz binlerce yeşil, karasinek, ke­
silmiş boyunlara üşüşmüş, habire ak yumurtalar dökmekteydi. Silah l ı
b i r zeybek, köpekler parçalamasın d iye mezbahada nöbet bekliyordu.
Bir a ral ı k kesilip avluya uzatı l m ı ş ölülerden birinin k ı m ı ldayarak
doğrulmak istediğini görd ü . Kellesi ensesinden kesik adamcağ ız,
dirsekleri üzerinde sürünerek biraz öteden ş ı rı l şırıl geçen dereye
dek güç bela g itti . Yarı yarıya kesik baş ı n ı , öne düşmesin d iye , iki
eliyle tutarak ağz ı n ı suya dayad ı , kana kana içti . Şaşkı n l ı ğ ı ndan ayı­
lan nöbetçi zeybek, onun yan ı na g itti . Ne var ki adamcağ ız, suyu

15
içtikten son ra yine kendinden geçmişti . Başucuna dikilen nöbetçi
zeybek:
- Arkadaş, sağsan k ı m ı ldan da sana yard ı m edeyim . Ben onlar­
dan değ i l i m , ded i .
Bu ara yine ayılan adamcağ ız, bunları işittiyse de i nanamad ı . En
sonra sön ü k bir inilti çı kararak sağ olduğunu anlatabild i .
Zeybek, onu su kıyıs ı ndan alarak götü rüp hükümet konağ ı du­
varı n ı n dibine b ı raktıktan son ra hükümet konağ ı nda otu ran Demirci
Efe'ye durumu bildird i :
- B u n u ne yapacağ ız, şimdi efem? d iye sord u .
Efe , biraz düşündükten sonra :
- Kurtulabi lecekse hastaneye yatı rı n , değilse çektirmeyin, ded i .
Yaral ı n ı n yaşayabileceği doktorlarca anlaş ı l d ı ğ ı ndan o n u hasta-
neye yatı rarak kurtlanmaya başlayan yaraları n ı temizleyip sard ı lar.
Bu zavallı adam , kuru n u n yan ı nda yanan yaşlardan biri, posta hava­
le memuru l brah i m Bey'di.
Büsbütün iyileşerek yine yaşayanlar aras ı na karıştı ktan sonra ,
küçük, korku nç serüvenini şöyle anlattı :
- Postanede işimle uğraştığ ı m sırada gelen birkaç zeybek, "Seni
Demirci Efe çağ ı rıyor" d iye beni önlerine katıp Efe'nin yan ı na götür­
düler ve beni de daha önce herkesi kapad ı kları yere soktular. Herkes
d ı şarıda adaletle iş gördüğünü, suçluların cezaland ırılıp suçsuzların
b ı rakıld ı ğ ı n ı san ı yord u . Bunun olmad ığı anlaş ı l ı nca herkes akı betinin
bir ayak önce gelmesi için sanki çırpınmaya başlad ı . En sonra s ı ra
bana gelmişti . Beni de Efe'nin karşısına götürdüler. Kısa bir sorgu su­
alden geçirdikten sonra Efe:
-Bunun da ifadesini al ı n ! diyerek beni de mezbahaya gönderd i .
Çok korkmakla birlikte soğukkan l ı l ı ğ ı m ı da koruyordum. Cellada tes­
lim edildiğimi hatı rl ıyoru m , gerisi koskoca bir karanl ı k. Bıçağ ı n ensemi
kestiğini bile hatı rlamıyorum. Yal n ız, neden sonra üzerimde korkunç,
kara düş gibi bir ağ ı rl ı k duydum. Çok susam ıştı m . Susuzluğumu gi­
dermek için sürünerek oradan geçmekte olan bir dereye gittim . Kana
kana su içtim . işte, o günden beri doktorları n çabas ıyla iyileştim , ya-

16
ş ıyorum. Yal n ız baş ı m güçlükle dönüyor. Daha doğrusu dönmüyor,
gövdemle birlikte dönüyor.

TEGMEN HALİL N U Rİ M U C İZESİ

Bize gereken Bursa değildir. Vatandır.


Mustafa Kemal

Celal Nuri Bey'in çıkard ı ğ ı "//eri" gazetesinin yazarlarından Sami­


zade Süreyya Bey Reşit Han ı'ndaki idarehanenin yazı odası nda otur­
muş, yazı yazıyordu. içeri uzun boylu , dal gibi, yakı ş ı kl ı , sarı ş ı n , mavi
gözlü, tem iz yüzlü bir subay girdi. Bu, bir teğmend i .
Sü reyya Bey'e bakarak:
- Efendim, Samizade Sü reyya Bey'le görüşmek istiyorum , ded i .
Süreyya Bey, kal k ı p g itti :
- Görüşmek istediğiniz kişi beni m . Bir şey mi söylemek istiyor­
sunuz?
- Sizi nle biraz yal n ız görüşmek isterdim.
Sam izade Süreyya Bey, onu a l ı p başyazarın odası na götürd ü .
Orada yal n ızd ılar.
Sarı ş ı n Teğ men , şöyle konuştu :
- Anadolu 'ya kaçmak kararı nda olduğunuzu, fakat henüz buna
imkan bulamad ı ğ ı n ızı öğrendim. Ben de benzer kararı verm iş bulu­
nuyoru m . istersen iz birlikte kaçarız. Anadol u'nun bizim gibi gençlere
çok ihtiyacı var. Ben, emrinize amadeyim .
Samizade Süreyya Bey şaşı rm ı ştı . H i ç tan ı mad ığı b u genç subaya
ne söyleyebilirdi? Süreyya Bey'i en çok kuşkuland ı ran da kendisinin
Anadolu'ya kaçmak düşüncesini nereden bildiğiyd i . Yoksa Damat Fe­
rit Paşa'n ı n polisi, onu da birçokları gibi tuzağa mı düşürmek istiyor­
du? Bütün bunlar, onu genç subayla açı k konuşmaktan alı koyuyordu .
Şöyle b i r yanıt vermeyi daha doğru buldu:
- Ben Anadolu 'ya kaçmaya karar vermiş değilim. Ald ığ ı n ız ha-

17
ber yanl ı ş olacak. Bununla birlikte önerinize ve zahmetin ize teşek­
kür ederi m .
Sarı ş ı n Teğ men , üzg ü n bir sesle:
- Öyleyse bana yanl ı ş söylemişler. Sizi tedirg i n ettim ! diyerek
gazetecin i n elini s ı k ı p çıktı .
Samizade S üreyya Bey, ertesi sabah Babıali'de mebus çıkıp An­
kara'ya g itmeden önce Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey'in işlettiği ,
şimdi d e Tasviri Efkar gazetesi mürettiplerinden Mehmet Mazhar'a
kalan Ay-Yıldız kı rtasiye mağazası na gird i . Mağaza n ı n asıl sahibi
Süreyya Bey'i n akrabası , yen i sahibi de Tasviri Efkar'da gazetecilik
ettiği s ı ralarda arkadaşıyd ı . Ali Şükrü Bey'in olduğu gün lerden kal­
ma bir gelenekle caddeden her geçişte şimdi de buraya uğramadan
edemiyord u .
işte , genç, sarı ş ı n subayla konuştuğu n u n ertesi günü de Mehmet
Mazhar'la ayaküstü bir iki laf etmek üzere yine Ay-Y ı l d ı z mağazası­
na uğrad ı .
Meh met Mazhar, onu görünce:
- D ü n , size Anadolu'ya geçecek bir teğmen gönderdim. Ret
cevabı vermişsin iz. Anadolu'ya gitmek kararı nda olduğunuzu , fakat
nas ı l gidileceğ i n i bana söyleyen siz değil misiniz? Sonra da "Benim
böyle şeylerden haberim yok!" diyorsunuz. Bu işi bir türlü anlayama­
d ı m , ded i .
Bunun üzerine Sü reyya Bey ayı ktı :
- ilahi Mazhar, ded i . H iç tan ı mad ı ğ ı m , görmediğim, ne biçim
adam olduğunu bilmediğim bir subay gel iyor:
"Anadolu'ya kaçacakm ışsın ız. Ben de benzer karardayı m , birl i k­
te kaçalım" d iyor. Ben , bu öneriye nas ı l olur da "Hay hay! Kaça l ı m ! "
derim? Sen in aracı l ı ğ ı nla geld iğini söyleseyd i o vakit i ş i n rengi de­
ğişird i .
Süreyya Bey, o zaman bütün kuşkularından kurtuldu. Genç subayı
kendisine gönderen, arkadaşı Mazhar'dan başkası değildi.
Mazhar:

18
- Teğmen Halil Nuri 'ye çok güveni m vard ı r. O yurduna tapı n a n ,
özü sözü doğru , m e rt bir gençtir, dedi.
- Şimdi iş ayd ı nland ı . Onu yine bana gönderirsen bu sefer ken­
d isiyle başka türl ü konuşuru m .
Bir i k i g ü n son ra Teğmen H a l i l N u ri Bey, y i n e "//eri" gazetesine
uğrad ı . Süreyya Bey, kendisinden özür diled i . O da onun kuşkusunu
hakl ı buldu. Baş başa vererek nas ı l , nereden kaçacakları üzerinde
konuşup bir karara vard ılar.
Süreyya Bey'i n plan ı şuyd u :
- B i z , yaln ı z kendimiz kaçmakla yetin meyip birliğimizde beş-on
silahl ı asker de kaçı rmal ıyız. Ta ki karşı yana geçer geçmez küçük
bir güç olarak hemen işe başlayabilel i m . Onlara yük değ i l , güç ola­
lım.
Teğmen Halil N u ri Bey' in düşüncesi d e buna yatkınd ı .
Genç subay, Süreyya Bey'i bir cuma g ü n ü Erenköy'deki evine
çağ ı rarak çıktı gitti . O gün orada kaçmayı sağlam bir plana bağlaya­
caklar, yolculuk için gerekli kimi örgüt ve kişilerle de görüşeceklerd i .
*

Cuma g ü n ü E renköy'e giden Samizade Sü reyya Bey, üç oda­


lı küçük bir evin kap ı s ı nda Teğmen Halil N u ri Bey' in güleç, mert
yüzüyle karşı laştı . Bir odadan öbürüne geçerken bir köşedeki bir
yatakta hasta olduğu anlaşı lan yaş l ı ca bir kad ı n ı n yattığ ı n ı görd ü .
Otu rma odas ı nda karş ı l ı kl ı otururlarken yataktaki kad ı ncağ ızın kim
olduğu n u sord u .
Genç subayın yüzünü hemen derin b i r üzüntü kaplad ı :
- Yatakta gördüğünüz kad ı n annemdir, dedi. Zavall ı , hasta ve sa­
kat! Biz iki kardeştik. Ağabeyim Çanakkale'de şehit oldu . Ağabeyimin
öcünü almak için Anadolu'ya geçerken onu yal n ız başına bı rakaca­
ğ ı mdan dolayı yüreğim kan ağlıyor. Beni büyük çabalarla, büyük şef­
kat ve okşayışlarla bu yaşa getiren sevgili anneciğimi bırakıp gitmek
ne denli acı bilmezsiniz! Fakat düşündüm ki anavatan da bizlere muh­
taç! Bu en sıkışık zamanda onun yard ı m ı na koşmazsak görevlerimizi
yerine getirmiş sayılabilir miyiz? Kusurum varsa Tanrı beni bağ ışlas ı n !

19
Süreyya Bey, bu sözler karşısında elinde olmayarak ağlamaya
başlad ı . Gözlerinden yaşlar fışkırı rken bir gösteri n iteliği almas ı n diye
öteye dönerek pencereden dışarı bakıyormuş gibi yaptı . Süreyya
Bey'in gözündeki yaşlar, gözleri dolu dolu olan genç teğmeni de coş­
turup ağlattı . i kisi de karş ı l ı kl ı burunları n ı çekerek bir süre ağlad ı .
Halil N u ri Bey, gözyaşlarıyla ı slak b i r sesle:
- Size bugün yazd ı ğ ı m bir şiiri okuyacağ ı m . Bilmem beğenecek
misiniz? dedi ve yüksek sesle "Sancağ ı ma" adl ı şiiri okumaya başlad ı .
"Sancağ ı ma" şiirinin düzyazı biçimi şöyleyd i :
Ah sevgili sancak! N iye karalara bürü n müş, boynu n bükük, uta­
n ı r gibisin? Bu acı ve yas günlerinin daha çok süreceğini mi san ı ­
yorsun? S a k ı n üzülme. Süründüğün yas g iyneğini üstünden atarak
yine eskisi gibi Anadolu'nun o temiz gelinlerine yaraşan al renginle
ı ş ı ktan ü rken düşman gözlerine korkular saç! Bunu yap! Yalvarırı m ,
sevgili sancak, b u n u yap! B u n u yap k i seni göğsüne bası p düşman
saflarına sald ı racak, sen i öyle boynu n u bükmüş, üzg ü n üzgün dal­
galanmana razı olmayacak Türkler vard ı r ve bunların sayısı kimse­
nin bilemeyeceği kadar çoktur. Nazl ı sancak! Sevgili sancak! Hepi­
miz uğruna fedayız!
Halil N u ri Bey, l stanbul'da çok güzel bir kızla romantik bir sevginin
şiirl i yang ı n l ı mutluluğu içinde sevişiyord u . Genç kız da bu tertemiz,
lekesiz aşka bütün varl ığ ıyla katıl ıyord u . Kızın ailesi , onun Kuvayı
Milliyecilikle uğraştığ ı n ı yakı ndan bil iyor, bu tehlikeli işleri bir yana
b ı rakarak l stanbul'da güzel bir işe yerleşmesini, hemen kızlarıyla
evlenmesini istiyord u . Genç subay ı n yurt aşkı genç kıza olan aşkın­
dan daha üstün geldiğinden bir türlü onları n bu isteğ ine uyamad ı .
Genç kızın ana-babası umutsuz düşerek onu eğitim için altı ay
önce Almanya'ya gönderdi.
Şu ndan ki Halil N u ri Bey son sözün ü şöylece söylemişti :
- Ben ancak vatan kurtulduktan sonra evlenebilirim. Benim va­
tan ı m , aşkımdan bin kat daha azizdir.
idealist ruhunda, ulus ve yurt uğruna çok büyük işler yapmak

20
tutkusu kaynayan genç subay, feda etmek zorunda kald ı ğ ı aşkı n ı n
kanayıp duran a n ı s ı n ı yaşad ı ğ ı sürece koruyacaktı r.
Bor kasabası n ı n Mazlumoğulları ailesinden Kolağası Halil Efen­
di'nin oğlu olan Halil Nuri Bey, ilkokulu Bor'da, geri kalan eğitimini
Bursa, Kuleli Askeri okulları nda bitirmişti .
Halil N u ri Bey, Sü reyya Bey'i Bostancı 'ya , lçerenköy'e, Merd i­
venköy'e götürerek gözü pek lstanbul Kuvayı Milliyeci örgütleriyle
tan ı ştırd ı . Genç gazeteci , bunlardan inancı n ı güçlendiren pek çok
güzel şeyler dinled i .
H a l i l N u ri Bey, şimdi Erenköy yedek subayları adayları kampı nda
öğ retmenlik yap ıyord u . Annesi , pek uzakta , Bor'da hasta , yal n ı z kal­
d ı ğ ı ndan, son günlerde l stanbul'a getirmişti . Sonra , mütareke patlak
verince Müslüman ol mayan yurttaşları n yapmaya başlad ı ğ ı zul üm
Türk, M üslüman çeteleri n i n türemesine yol açm ı ş , zamanla ulusal
bir anlam alan bu çeteler, en içten yard ı mcı lardan biri olarak Halil
N u ri Bey'i yanlarında bulmuşlard ı . Gerek onlara , gerekse Anado­
l u'ya sila h , cephane bulabilmek için büyük bir yetenek göstermişti .
l stanbul'da işe yaramadan bekleyen bütü n can l ı cansız güçleri Ana­
dolu'ya göndermek uğruna gecesini gündüzüne katm ışt ı .
Samizade Süreyya'dan önce pek çok ayd ı n kişiye kendilerini
Anadolu'ya kaçı rmak üzere başvurmuştu . M i l li şair Mehmet Emin
de bunlar arası ndayd ı . Ne yazık ki hasta olduğundan kaçamaya­
caktı . Yal n ız Anadol u'da işler geliştikçe lstanbul'da çal ı şan Kuvayı
Milliyecilerin görevleri de o oranda güçleşmeye başlam ıştı . Halil N u ri
Bey, elinin yetiştiği yerlerdeki subay, gazeteci , ayd ı n , savaşçı , sila h ,
cephane g i b i şeyleri hemen ilk ağ ızda Anadolu'ya aktarıyord u . Ne
var ki her türl ü doludizgin çal ışma, m ı knatıs gibi büyük tehlikeleri
de üzerine çektiğinden, l ngilizler, Merdiven köy'ünde bir müfreze kur­
maya çal ı şan genç subay ı n kokusunu da almakta gecikmemişti .
işte, Teğmen Halil N u ri Bey, l ngilizlerin kend isini yakalayıp Be­
kirağa Bölüğü hapishanesine tı kacakları n ı anlayı nca , Anadolu'ya
kaçmaya karar vermiş, g iderken beraberinde birkaç da ayd ı n götü r-

21
mek istemiş, yeşil gözlü , zeki bir gazeteci olan Trabzonlu Samizade
Süreyya Bey'le de böylece tan ışmıştı .
O cuma g ü n ü , u lusal örg ütlerle anlaşan genç subayla Tasviri Ef­
kar gazetesi sahiplerinden Talha Bey, i leri gazetesi yazarlarından
Samizade Süreyya Bey, daha birkaç kişi, Anadolu'da dağ ıtmak üze­
re bu gazetelerde basılan bir yığ ı n bildiriyi de birlikte götürmeyi ka­
rarlaştırm ı ştı .
Ne yazık ki kaçacakları gün, bir ihanete uğrayarak yakalandılar.
Teğmen Halil Nuri Bey'den başkası tutuklanarak Bekirağa Bölüğü'ne
tıkıld ı . O, tek başına Anadolu'ya kaçtı . Kand ı ra'ya vard ı . Oradaki Ulu­
sal Güçlere katıld ı . Hemen örgütçülüğünü göstererek ulusal güçleri
bir elden yönetmek, yine bir elden yedirip içirmek için yararl ı bir giri­
şim yaptı . Yal n ız, çete reisleri , bu yönetim biçimini beğenmediler. Halil
Nuri Bey'e karşı geldiler. Onu öldürmek bile istediler.
Genç Teğmen için gerçek bir ölüm tehl ikesinin beli rdiği bu sı ra­
da l ngil izlerin vaktiyle Eskişehir'de tutsak olarak Malta zindanları­
na sürdüğü Yarbay Atıf Bey, (Kazım Karabeki r'in Erzurum'da tutsak
ettiği Yarbay Lawrinson'la değiştirilerek sal ıverildi . ) doğruca Kand ı­
ra'ya gelerek bütü n oradaki güçlerin kumandas ı n ı eline ald ı . Böyle­
ce Halil Nuri Bey, ölümden kurtulduğu gibi kendisini anlayan bir de
koruyucu buld u .
Halil Nuri Bey, bundan sonra , Karadeniz, Ereğli, Kastamonu, An­
kara , Adapazarı'nda durmadan , yı lmadan çal ı ştı . En sonra 70. Alayda
Halit Bey'in emir subayl ığı sırasında Geyve'de rah metli 24. Tümen
Kumandan ı Yarbay Mahmut Bey'in ayaklan ıcılarca darmadağ ı n edi­
len tümenin yeniden kurulması dolayısıyla toplanan ilk eratın eğitimi­
ne başlad ı . Sonra Halit Bey'le Bozüyük'e g itti .
işte, Yunanl ı ları n 22 Haziran 1 920 g ü n ü nden beri önüne h içbir
asker çı kmad ı ğ ı ndan dolayı yıldırım h ızıyla ilerlediği en bunal ı m l ı
günleri n g e l i p çattığı s ı ralard ı . 1 20.000 düşman askeri sald ı rıdayd ı .
Yunanlı lar, Bursa'yı a l ı p geçmişler. B u rsa-Yenişehir arası ndaki
Dimboz s ı rtları n ı tutmuş, l negöl yönünde Aksu'ya dek ilerlemişlerd i .
Yunan gücü n ü n on beş g ü n içinde lzmir cephesinden kalkarak ta

22
buralara dek ulaşm ış ve bunun gerisindeki bütün o büyük Anadolu
parçası n ı düşürmüş olması gerçekten şaşı l acak bir şeyd i .
Yunanl ı lar, henüz Bursa'n ı n epeyce ötesindeyken Bursa ' n ı n için­
de yuvarland ı ğ ı panik havası , korkunç olmuştu . Sonra , Bursa-Yenişe­
hir-Bilecik yolu ndaki panikle karışık bozgu n dalgaları az görülebilen
bir ulusal d ram biçiminde ulusal ruha gözyaşlarıyla çarpmıştı . Türk,
nas ı l olur da toprakları n ı bu kerte kolayl ı kla bir düşmana çiğnetirdi?
Bursa Kumandanı Bekir Sami Bey'le Vali Hacim Muhittin Bey, 6 1 .
Tümen Kumandanı Kazım Bey, hep bu üzgün göç, bozgun kalabalığı
içinde yolculuk ederek dram ı n merkezinden Eskişehir'e doğru uzak­
laşm ışlard ı . Artı k kurtuluşa inanmayan asker kaçıyor. Yunan ordusu
bu korkun u n , inançsızl ı ğ ı n açtığı gedikten kolayca ilerl iyord u .
Büyük Millet Mecl isi'nde bu s ı rada büyük bir gürültü koptu :
Mebuslar, B u rsa'yı savunmayarak b ı rakıp kaçan 56. Tümen Ku­
mandanı Bekir Sami ile Val i Hacim M u h ittin Bey'in en şiddetli ce­
zalarla hemen cezaland ırılmas ı n ı istediler. En son ra, boş yere kan
isteyen Mecl isi susturmak için Mustafa Kemal , kürsüye çıkarak Bur­
sa' n ı n boşaltması n ı n askerce bir eylem olduğ u n u , boşaltma buyru­
ğunu da kendisinin verdiğini söyleyerek gözü yaşlı h ı rçın mebusları
susturabild i :
- B ize gereken Bursa değildir, vatand ı r! d iye haykırd ı .
B u parola ile sert, gerekl i bir çıkış yaparak milletin akl ı n ı baş ı na
getiren M ustafa Kemal, şimdi gerçekten bütün vata n ı kurtarmak kay­
g ısıyla Ankara'dan trene atlayarak Eskişehir'e, oradan da Bozüyük'e
vard ı . Onun şu s ı rada bütün düşündüğ ü , Yunanl ı ları n daha ilerilere
sarkmas ı n ı önlemekti . Bunun için de şimdiye dek ayaklanış bölge­
lerine yayı l m ı ş olan bütün U lusal Güçleri bir araya getirip stratej ik
noktalara yerleştirerek direnme olanakları yaratmak gerekiyord u . 23
Haziran 1 920'de Umum Kuvayı Mill iye Kumandanı olarak atanan Ali
Fuat Paşa , Bozüyük'te Mustafa Kemal'le buluştu . Her iki kumandan
da durumu son kerte bunal ı m l ı görd ükleri n i söyledi . Ali Fuat Paşa ,
Mustafa Kemal'e son durum üzerinde öğrenebildiği şeyleri kısaca
anlattı: Yüz yirmi bin kişilik Yunan ordusu önünde bugün bir korkuluk

23
dahi yoktu . Bursa-Bozüyük arası , bomboş, ıssız bir caddeden başka
şey değildi. Sonra , işin en kötü yan ı , Bursa'ya girip orayı da geride
b ı rakan Yunan ord usuyla Kuvayı Milliye' n i n h içbir değinek noktası
yoktu . Bu yüzden Yu nan l ı ları n şu s ı rada ne yapacakları n ı kestirmek
için elde en küçük bir bilgi de yoktu . Bu ı ssız bölgelerde h ı rsı artarak
ilerleyen düşman ordusu elbette ilk büyü k erek olarak Eskişehir'e,
ondan sonra An kara'ya el atacaktı . Teh l i ke, yuvarlanan bir dağ gibi
gözle görülür, tehdit eder bir duru m almıştı . 23, 56, 57, 6 1 . tümenler
rüzgarı n önünde savrulan güz yaprakları gibi dağ ı l ı p gitmiş, birer ad
ya da a n ı olarak kal m ı şlard ı . Düşman ı n ele geçirdiği şehirlerden ,
bölgelerden kaçan bozguna uğramış Kuvayı Mill iye güçleri de çete­
ciliği eşkıyal ığa değişecek bir eğilim göstermeye başlam ışlard ı .
Sonra , Bursa'n ı n daha ötelerinde n , Bursa bölgesinden kopan
göç çığları , Eskişehir'e, oradan da Ankara'ya doğru aral ı ksız yuvar­
lan ı p gidiyord u . Bütün yollar bunlarla tıka n m ı ş gibiyd i . Umut, kurtu­
luş, inanç, her şey Temmuz güneşinin kızd ı rd ı ğ ı tozlar gibi ayaklar
altında çiğnenip savru luyor, uçuşup gid iyord u . Böyle mahşere dek
kaçılacak olduktan son ra, bu ülkeyi , bu kaçanları kim kurtaracaktı?
i kirciksiz d iyebiliriz ki meydana gelen bu u mutsuz d u rum içinde
Kurtuluş Savaş ı , en çetin bir aşamas ı n ı yaş ıyord u . Bursa'dan ül ke­
n i n kalbine doğru ağulu bir dev hançer gibi ilerlemeye başlayan düş­
man ı hangi güç, hangi asker, hangi dev, hangi mucize ku rtaracaktı?
Evet, toplanacak olan güçlere gerekli zamanı kazand ı racak olan
mucize, hangi gücü n çekirdeğinde, hangi insan ı n beyninde, hangi
şimşeğin parıltı s ı nda, hangi yıld ı rı m ı n uğultusunda gizliydi?
Mustafa Kemal , 70. Alay Kumand a n ı Albay Halit Bey'i trendeki
özel kompartıman ı na çağ ı rarak ondan birliklerinin bulunduğu yerler
üstüne bilgi almak isted i . Halit Bey'in yan ı s ı ra emir subayı tığ gibi,
sarı ş ı n Teğmen Halil Nuri Bey de gelmişti .
Mustafa Kemal , Halit Bey'e :
"Halit Bey, duru m çok tehlikelidir. Memleketimiz en tehlikeli anları
yaşamaktad ı r. Bir ayak önce güçlerimizi Karaköy mevzilerine getiri­
n iz ve burayı savu nunuz" buyruğunu verd i . Halit Bey, buyruğu alı nca

24
Paşa'yı selamlayarak kompartı mandan çıkıp gitti . Yaln ız, onun emir
subayı geride kald ı . Şimd i , kompartı manda ikisi yalnız kalm ı şt ı .
Halil N u ri Bey, Mustafa Kemal'in ö n ü n e varı p selam verdikten
sonra şöyle konuştu :
- Paşam, ben günlerden beri Bozüyük ve Pazarcı k'ta uğraş­
maktayı m . Buralarda kuwet toplamayı başarabileceğim. Bu güç­
lerle düşmanla değin işerek bir cephe tutmak mümkün olabilir, emir
buyuru nuz Paşam!
i lkin üzgün bir yüzle bu genç, sevimli subayı dinlemeye başlayan
Mustafa Kemal ilgilend i :
- Oğlu m , ded i , biraz önce dinled iniz. Size vereceğimiz h içbir
kuwet yoktur. Tek baş ı n ıza ne yapabilirsin iz?
- Paşa hazretleri , ben düşmanı Nazif Paşa hattında durdurmak
ve karış karış yurdu savunmak için haz ı rl ı k yaptım. Bütün durumu
biliyoru m . Teşrifleriniz dolayısıyla maruzatta bulunuyoru m . Başka bir
isteğim yoktur.
- Ad ı n ız?
- Halil N uri .
Mustafa Kemal biraz durd u . Sonra tatl ı , s ı cak bir sesle sord u :
- Ali Fuat Paşa hazretlerine durumu anlattı nız m ı ?
- Hayı r.
- Öyleyse Ali Fuat Paşa hazretleri n i de görünüz.
Ali Fuat Paşa , 7 Temmuz 1 920'de Bozüyük'e vard ı ğ ı nda hemen
Pazarcı k'la haberleşmiş, Bursa yönünün büsbütün boşalmış olduğu­
nu öğrenmişti . Düşman ı n bu bomboş yoldan kolları n ı sallayarak ilerle­
mesi, en büyük felaketlere kapı açabilird i . Bundan dolayı da ilk tedbir
olarak Halit Bey'in buyruğundaki 70. Alayı ele almıştı . Bu korkunç fe­
laket sellerinin akıp geleceği gediği bununla kapamak istiyordu.
Mustafa Kemal de bunu doğrulam ıştı . 70. Alayı Karaköy'e getirip
bununla Karaköy Boğazı'nı savunmak şansı n ı deneyecekti. Yaln ız,
düşman öyle h ızl ı ilerliyordu ki 70. Alay yetişinceye dek onun ilerleyi­
şini cinler mi, şeytanlar mı durduracaktı? Paşa , 70. Alay yetişinceye

25
dek savunma mevzilerinin yerini tasarlamak üzere Kurmay Başkanı
Halis Bey'i Karaköy Boğazı'na göndermişti .
i şte, bu savunma mevzileri ayarlan ı ncaya , 70. Alay gelinceye
dek geçmesi gereken birkaç günlük tehl ikeli boşluğu hangi güç dol­
duraca ktı? Göründüğüne göre de bu boşluğu ancak bir mucize dol­
durabilird i . 70. Alay Kumanda n ı , gerçi onun yan ı na gelmişse de bu
sırada orada bulunan düşmana o da tek baş ı na bir şey yapacak du­
rumda değildi. M utlaka bu s ı rada bir güç, bir m ucize güç bulmal ıyd ı .
Yal n ız, b u nas ı l bulunacaktı? i şte, Ali Fuat Paşa , b u sıkışık d u rumda
ne yapacağ ı n ı düşünüp d u rurken gencecik, sarı ş ı n , sevimli Teğmen
Halil Nuri Bey, M ustafa Kemal'den ald ı ğ ı buyrukla Ali Fuat Paşa'n ı n
kap ı s ı n ı çald ı .
Ali Fuat Paşa d a M ustafa Kemal gibi o n u ilgiyle dinled i :
- Paşam, ben düşmanı Bursa-Bozüyük yolunda durduracağ ı m .
Bozüyük'ten toplayacağ ı m tüfeklilerte Pazarcı k'a gideceğim. Oranın
Müdafaayı Hukuk Derneği Başkanı Yetimoğlu'nun yard ı m ı n ı daha ön­
ceden sağlam ış bulunuyorum. Sonra, hem düşmana değininceye dek
l negöl yönünde ilerleyeceğim, hem de düşmanı Nazif Paşa hattı nda
oyalayabilecek bir güç toplayacağ ı m .
Paşa, Halil Nuri Bey'in yapmayı tasarlad ığı kah ramanca işi, baba­
ca, paşaca doğrulad ı . Sonra, onun üstüne biraz bilgi edinmek isteyin­
ce şaşırd ı . Bu ufak tefek subayı Bozüyüklüler de seviyordu . Çabucak
halkı n kalbine girecek "Açıl Susam Açıl" tılsı m ı n ı buluvermişti . Ali Fuat
Paşa, ilkin onu bir gençlik sıtmasına yakalanmış bir büyüklük hastası
sand ıysa da birkaç gün içinde onun özgün bir yiğitlik çekirdeği taşıyan
gerçek bir kah raman adayı olduğunu anlamakta gecikmedi .
*

Halil Nuri Bey, büyüklerinin de üzerine dikilmiş olan şefkatli , de­


ğerlendirici bakışları altında son kerte yen i bir girişimle ileri atıld ı .
Silahl ı insan yığ ı n ları toplamayı bir yana b ı rakarak inanan , coşkun
savaşçı gruplar yaratmayı dened i . i nsan gücünün, granitte n , çelik­
ten daha sert, daya n ı kl ı bir cevher olduğunu sezmek mutluluğuna
erişmişti .

26
ilk iş olarak Bozüyük'te bir mehter takı m ı meydana getirmeye gi­
rişti. lstanbul'da henüz bir Kuleli Askeri Lisesi öğrencisiyken sık s ı k
askeri müzeye gider, oradaki mehter tak ı m ı n ı heyecanla seyreder,
onun çald ığı coşturucu kahramanl ı k havaları n ı sonsuz bir hayranl ı kla
dinlerdi. Çalg ıcı ları n kılık kıyafetlerini inceler, böyle bir mehter takımı
kurma n ı n hülyas ı n ı kurard ı . Bu cenk havaları n ı dinleyen en sünepe,
en sümsük kişilerin bile yiğitlik damarları n ı kamçı layacağ ı n ı derinden
derine sezer, silah ı n , topun, tüfeğin yan ı nda en büyük yard ı mcı sila­
h ı n , bu cenk türküleri olduğuna inanırd ı .
işte , aradan yıllar geçmiş, maneviyatı sıfı ra inmiş, topun ağzın­
daki bir ülkeyi sel gibi ilerleyen düşmana karş ı ayağa kald ı rmak,
onun üstüne yürütmek görevi başa düşmüştü . Küllenmiş kah raman­
lık ru hları n ı kamçı layarak düşmana karşı yü rütebilmek görevini talih
işte askeri m üzede o eski mehter havaları n ı dinleyen sarı ş ı n öğ ren­
ciye vermişti .
Evet, silahtan önce kahramanl ı k ruhları şahland ırı lacaktı .
Bu düşünceyle davranan Halil Nuri Bey, Bozüyük halkı n ı n da
büyü k yard ı m ıyla, bin türlü güçlükle lstanbul'dakin i örnek tutarak o
ideali olan mehter tak ı m ı n ı kurdu.
Halil Nuri Bey'in kurduğu mehter takı m ı , Bozüyük'ün en büyük ola­
yı oldu . Her gün şehrin mahallelerini dolaşarak cenk havaları vuran
bu eski Osmanlı bandosu , az zamanda deliğe deşiğe sığınmış bütün
kahraman l ı k duyguları n ı gün ışığ ı na çıkard ı . Çoluk çocuk, yığ ı n yığ ı n
onun arkasına takı lıyor, porsumuş ruhlar, şişerek devleşiyor, göğüsle­
re sığmaz oluyord u . Her Allah'ın günü yapılan bu egzersizler, mehter
takı m ı n ı artık bir savaş silah ı değerine yükseltmişti . Halil Nuri Bey, işin
kıvama geldiğini anlad ığı gün, yine mehteri arkası na takarak bütün
Bozüyük şehrini dolaştırd ı . M ızıkacılar, bu kez cenk havaları n ı daha
ustaca, daha kahramanca , daha kıvrakça, daha coşturucu vuruyord u .
Bütün şehir coşmuş, düşmanı b i r avuç karasineği ezer gibi ezmek için
sanki kükremişti . Her mahalleden geçtikçe arkadaki kalabal ık, biraz
daha artıyor, kad ı nlar, yufka yürekli erkekler, ağlıyorlard ı .
Halil N u ri Bey, mehter takımıyla h ü kü met konağ ı n ı n önüne va-

27
rıp durd u . Meydanla caddeler cıvıl cıvı ld ı . Mehter tak ı m ı susunca ,
kalabal ı k da durd u , sustu . Teğmen H a l i l N u ri , hükümet konağ ı ndan
kocaman, kapkara bir yas bayrağ ı çıkarıp yap ı n ı n önüne astı . Halk
yığ ı n ları bu kara bayrağ ı n , Türk ulusu n u n bugünlerde içinde bulun­
duğu kara günleri n , yasl ı günlerin bildiricisi olduğunu hemen anlad ı .
Sonra , şehrin tan ı n m ı ş hocalarıyla h ükümet konağ ı na giren genç
subay, bir başka kara yas bayrağ ı n ı yüksek sesle tekbir getirerek d ı ­
şarı çıkard ı . Bütün h a l k da bu tekbirlere katı l d ı ğ ı ndan Bozüyük erkek
seslerinden bir gök gürültüsüyle uğuldad ı .
B u kara bayrağ ı n üzerinde ak yazılarla şöyle yazıyord u:
- Müslümanlar, beklediğiniz kıyamet bu günlerdir. Birleşel im,
kurtuluruz. 1 Temmuz 1 336 ( 1 920).
Halil N u ri Bey, yas bayrağ ı n ı duvara astı ktan son ra güzel bir ko­
nuşma yaptı . Memleketin ölüm dirim savaş ı n ı n en çetin günlerini
yaşad ı ğ ı n ı anlattı . Kahramanlık, insan l ı k, yurtseverlik, hemşehrilik
gününün bugün olduğunu söyledi . Bu s ı rada da tekbirler getirilmek­
te , minarelerden ezanlar okunmaktayd ı .
Bozüyük halkı , ta gönülden coşmuştu . Hemen herkes ağl ıyor, er­
keklerse , ağlama n ı n bir erkekl ik, bir şeref olduğu bir güne erişmenin
mutluluğu içinde ağl ı yorlard ı .
Kad ı nlarsa çığl ı klar atarak:
- Mehdi çıkt ı ! d iye bağ ı rıyorlard ı .
Genç yaşl ı , kad ı n erkek, herkes düşmanla vuruşmak, onun ge­
tirdiği bu kara gün leri cehenneme dek kovalamak için can atıyord u .
U lusal ru h , bütü n anlamıyla ayaktayd ı . Binlerce gönüllü cepheye
koşmak istiyordu .
N e yaz ı k k i savaşmak isteyen gönüllülere verilecek silah , cepha­
ne yoktu . Ancak yüz kişiye silah bulunabild i . Kurulan milis müfrezesi ,
dinsel v e ul usal duyguları n çocuğu olduğundan iki takıma ayrılarak
birine "Azmi Milli," öbürüne de "Azmi Di ni" denild i . Demirci Hüseyin
Remzi Hoca gönüllüleri birer birer Tanrı 'ya emanet etti . Onlara yengi
dileklerinde bulund u . Bütün gönüllüleri n göğüslerinde şöyle bir yaz ı l ı
şerit vard ı :

28
- M üstakimimiz Hazreti Alla h , utand ı rmaz bizi !
Halil N u ri Bey, tüfekli gönüllü müfrezesi n i hazı rlad ı ktan son ra Pa­
zarcık, l negöl kaymakamlarıyla belediye başkanları na, Müdafaayı
Hukuk başkanlarına şöyle birer propaganda telgrafı çekti:
- Yeşil Ordu'nun ilk bölümü Bozüyük'e çıktı . Beş yüz kişiyle ge­
liyoru m ,
Genç Teğmen , telg rafları n ard ı nca hemen 9 Temmuz 1 920'de
Pazarcı k'a vard ı . Halk, Yeşil Ordu'nun bu öncülerini gözyaşlarıyla
bağrı na bastı . Bozüyü k'e doğru göç etmeye hazırlanan kasabal ılar,
köylüler, bunun üzerine bundan vazgeçtiler. Halil Nuri Bey'in bu ka­
sabalara çektiği telg rafları , Bursa, l stanbul halkıyla birlikte işgal dev­
letleri de öğrendiler. Gerçeği öğrenmek uğruna bütün haberleşme
mekanizmaları n ı işletmeye koyuldular.
Mehter m ı z ı kası n ı n coşkun savaş naraları atan müziği , bura hal­
kını da kahraman l ı k duyguları n ı n s ı n ı rları na doğru h ızla itmiş, ona
yurt için vuruşma n ı n kutsal güzelliği üstüne yepyeni şeyler öğret­
mişti . Kocaman yeniçeri kavukları , eski zaferlerin dimdik tan ı kları
gibi yükseliyord u . i çeri çökmüş umutsuz tan ı kları gibi yükseliyor,
Yunan l ı ları n , sald ı ğ ı korku rüzgfm, bu kabarık göğüslere çarparak
kırıl ıyord u .
Pazarcı k'a giren mehter takı m ı , Geyvel i Hafız Şevket'in davudi
sesiyle okuduğu zafer ayetleri yan ı s ı ra cenk türküleri çalarak ağ ı r
ağ ı r caddede ilerliyor, h a l k yine coşuyor, h a l k yine ağ lıyor, halk yine
düşmana lanetler yağd ı rıyor, onu kahredeceğine ant içiyord u . Hükü­
met konağ ı önünde yap ı lan büyük toplantıda arslan gibi yurt çocuk­
ları , düşma n ı tepelemek üzere meydana atı ld ı .
Halil Nuri Bey, buradan toplad ığı gönüllüleri d e elden geldiğince
gereçlendirerek Nazif Paşa hattı na yerleşti . Halil Nuri Bey, ilk gönüllü
milislerle bir savunma çizgisi üzerinde bir sıra umut çırası yaktı ktan
sonra Pazarcı k'ta yeni bir müfreze kurarak düşmanın ha girdi, ha
girecek diye beklendiği l negöl'e doğru h ızla ilerledi. Doğru hükümet
konağ ı na inerek korkudan gözleri büyümüş olan, her saat kaçmaya
hazırlanan halkı toplayarak geride büyük sayıda ordu birliklerinin top-

29
!anmakta olduğunu, bugünlerde Yunanl ı lara karşı büyük bir saldı rıya
geçileceğini söyledi . Halkın yüzünde bıçak ağzı gibi gerilen sert kayg ı
çizgileri, yumuşayarak ı l ımlaştı .
Bursa'ya kaçmak üzere olan yığı nlarla hal k ı , tehlike göçünü
önled i . Hemen Bursa yönünde tedbirler ald ı . Kasabada sıfı ra inen
güvenliği sağlayı p halkın kayg ı ları n ı yatıştırd ı ktan sonra elindeki
gönüllülerle Bursa yönünde, korkuyu yolu n tozları gibi çiğneyerek,
h ızla ilerled i . Henüz Yu nan öncülerinin ulaşmaya vakit bulamad ı ğ ı
Aksu-Dimboz hattına vard ı . Burada, savunma tertibatı alarak Kestel
yönüne doğru yürüdü . Her yer bomboş, ıssızd ı . Bütü n yollarda cinler
cirit oynuyord u .
Dağları bekleyen salt korkuyd u . Genç, sarış ı n Teğmen, Bozü­
yü k'ten beri arad ı ğ ı halde onu bir türlü bulamıyord u . Yeşil Ordu'nun
bu gerçek öncüsü nerdeyse yeşil Bursa'ya yaklaşıyordu ki , yüz yirmi
bin kişilik Yunan ordusu öncülerine ilk kez denk geld i . Kollarını salla­
yarak bir turist kayg ısızl ı ğ ıyla ilerleyen düşman kolları na tepelerdeki
ağaçl ı klar, çok g üzel maskelenmiş pusulardan ateş baskı nları yap­
tı . Çevik davra n ı şlarla türlü noktalara kayarak buradan ateş ediyor,
düşmana bütün tepelerin askerle dolu olduğu izlenimini veriyord u .
Bursa'dan Bozüyü k'e doğru b i r turistik gezi yapacağ ı kan ısıyla
yola çıkan Yunan ordusu, bu yolun tekin olmad ı ğ ı n ı görerek ayı ktı ,
duraklad ı .
Sarı ş ı n Teğmen , elindeki ufacı k gücü öyle kullanıyordu ki , düş­
man askeri her k ı m ı ldayan çalıyı bir Kuvayı Milliyeci başı olarak gö­
rüyor, o yöne doğru takı rdatmaya başlad ı ğ ı makineli tüfekler bom­
boş topraklara binlerce mermi harcıyord u . Sonra , yard ı ma gelmek­
te olan büyük Yeşil Ordu birlikleri palavrası n ı doğruya almış olan
Yunanlılar, tongaya basmamak için son kerte hesapl ı davranmaya
başlam ı şlard ı .
Düşma n , h i ç beklen med ik noktalardan yed iği ateş baskı nları ,
sald ı rılar karş ı s ı nda şöyle bir duraklayı p düşünmek zorunluluğunu
duyd u .
Halil Nuri Bey, düşmanı duraklatıp şaşı rtt ı ğ ı n ı Ali Fuat Paşa'ya bil-

30
dirdi. Bu rapor, karanl ı kta kalan Bursa-Bozüyük yolu üzerindeki düş­
man durumunu da ayd ı nlatan sağlam bir istihbarat yüküyle yüklüyd ü .
Ali Fuat Paşa yüzünü güldüren bu raporu hemen özel treninin
kompartı man ı nda kayg ı içinde bekleyen M ustafa Kemal'e gönderd i .
Mustafa Kemal , gerçekten yaşayış ı n ı n en kayg ı l ı günlerini yaş ıyor­
d u . Ne var ki, bir asker dehasıyla soğukkanl ı l ı ğ ı na da sahip oldu­
ğundan , Bursa'n ı n düşüşünü Hamdullah Suphi ile kimi mebuslar gibi
yas, öfke çığl ı kları atarak karşılamamıştı . Acı ları , kayg ı n ı n çizgisin­
den d ı şarı taşmam ı ştı .
Halil N uri'nin beş on kişiyle stratejik bir çığ gibi yolu üzerine kur­
maya çal ı ştığı Bursa ipeği yumuşakl ı ğ ı ndaki barikat tutar da Yu nan
ilerleyişi durdurulabilirse bu ancak askerce bir mucize olarak adlan­
d ı rı labilird i .
Mustafa Kemal , kayg ı l ı düşünceleri aras ında böyle şeyler d e dü­
şünüyor, Bursa'dan yıld ı rı m h ızıyla yola çıkan düşman ı n hala l ne­
göl'e bile girmemiş olmas ı , ona old ukça garip geliyord u . Halil N u ri
denen çocu k, oralarda bir şeyler beceriyorsa da, ne yaptığ ı henüz
bilinmiyord u .
Al i Fuat Paşa'dan gelen raporu Yaver M uzaffer (Kıl ıç) Bey, kom­
partı man ı nda otu rmuş bunları düşünen M ustafa Kemal'e verd i .
Paşa , bunu son kerte büyük b i r ilgiyle okudu. K i m i yerlerin i b i r kez
daha gözden geçird i . Sonra, yüzü sevinçle, doygunlukla ayd ı nlana­
rak orada dikilip duran Muzaffer Bey'e dönd ü :
- Çocuk bir sigara ver, bu çocu k durumu kurtard ı , ded i .
*

All ı yeşilli h ı rkalar, potinler, yüksek külahlar, kavuklarla gözleri dol­


duran mehter çalg ıcı ve türkücüleri , l negöl mahallelerinde dolaşmaya
başlayıp da ulusal ruhu şaha kald ı rı nca burada da Bozüyük, Pazar­
cık benzeri yurtseverlik, savaşçı l ı k yarışı başlamıştı . Bütün kasaba
Halil N uri'nin buyruğundayd ı . Her göğüs granitten bir s ı n ı r taşı gibi
Yunan güçlerinin önüne dikilmiş, onları bir ad ı m ileri attı rmıyordu. Ateş
yağmurları altı nda mehterciler cenk havaları n ı vuruyor, buna katılan
kal ı n , gür erkek sesleri savaşı bir yiğitlik yarışı durumuna yükseltiyor,
Yunan askerlerine korku sal ıyordu.

31
Hemen hepsi cahil Yunan köylüleri olan düşman askerleri , korku
içindeydi. Bu allı yeşilli giynekler, yüksek kavuklar içinde bir savaş
müziği haykıran yaratı kları n giynekleri de, müzikleri de bu mitolojiler
ülkesi çocukları nda kan ı kurutan bir korku yaratıyordu . Geyveli Hafız
Şevket, yine en önde makineli tüfeklerin takırtı ları n ı bastıran davudi
sesiyle ilahiler, savaş şiirleri okuyor, durmadan tekbir getiren savaş
müziklerine önderlik ediyor, çevrelerinde vızı ldayıp duran kurşunları ,
savaşçılara uçan leblebi taneleri gibi etkisiz gösterecek bir coşkun­
luk yaratıyord u . Evet, Yunan köylüleri olan Yunan askerleri , mehter
takı m ı nda çal ı şan yiğitleri yeryüzüne inmiş öç melekleri sanm ışlard ı .
Aradan uzun yıllar geçtikten son ra Yunan ordusunda sağ kal ı p d a Yu­
nanistan'a dönenler bunu bir Türk tarihçisinden şöyle soracaklard ı :
- O kırmızı , yeşil cüppel i , mest pabuçlu sarı kl ı lar (kavuklular)
kimlerd i , ne söylüyor ve ne çal ıyorlard ı ?
Halil N u ri Bey, Yu nanl ı ların gözlerine b i r avuç yeşil, kırmızı ul usal
afsun tozu atarak onları bu stratejik yürüyüşlerinde z ı n k d iye dur­
durduktan son ra , bu cepheye başka güçler gelerek gerçek cepheyi
kurdular.
1 1 . Tümen , Yarbay Arif Bey'i n buyruğunda, Ağustos'un on üçün­
cü günü gelip bu raya temelli yerleşti , bir süre son ra yine ayakla­
n ı şları bastı rmaya gidince yerini Ali Fuat Paşa' n ı n yen iden kurduğu
rah metl i 24 . Tümen Kumandanı Yarbay Mah mut Bey'in tümeni ald ı .
B u cephenin üstünde ateşten harflerle ş u yazı yazılm ıştı :
- Teğmen Halil N u ri (Yurdakul) mucizesi!

DEM İ RCİ ZAFERİ VE ÖTESİ

Hiçbir zafer erek değildir. Zafer ancak kendisinden daha


büyük bir ereği elde etmek için belli başlı araçtır.
Mustafa Kemal

Ethem Bey, Yozgat'tan Ankara'ya doğru yola çıkan ordusunu

32
beklemeden geceleyin trenle Eskişehi r'e yolland ı . Birlikleri , genel­
kurmay başka n l ı ğ ı arkadan l nönü 'ye gönderecekti .
Ethem Bey, l nönü'de bulunan genel Kuvayı M i l l iye Kumandan ı
Al i Fuat Paşa'n ı n yan ı na g itti . Karş ı l ı kl ı otu rup cepheler üstüne gö­
rüştüler.
Ethem Bey, Ali Fuat Paşa'ya :
- M ustafa Kemal Paşa ' n ı n düşüncelerinden yararlanam ıyoruz,
nereded ir? d iye sord u .
- O , oyun u bize b ı rakarak i k i saat önce Afyonkarah isar'a gitti .
B i z şimd i , durumu ve n e yapacağ ı m ızı i nceleyelim. Düşman üstü ne
gelen bilgi çok tehlike gösteriyor. Ben , henüz Batı Cephesi'nin genel
durumunu kavramaya vakit bulamadan düşman sald ı rıya geçmiş
bulund u . Bastırma güçleriniz, Allah vere de çabuk yetişseler! Cep­
helerden gelen raporlara göre durum şöyled ir:
"Yunan ordusu , bir kolu ile dün Bursa'yı işgal etti. l negöl ve Yeni­
şehir dolayları nda zayıf da olsa kimi kıtaları m ı z va r. Güneybatı yö­
nünden bir başka sald ı rı kol u da Elvanlar köprüsünü geçmek üzere .
Ereği , Uşak-Afyonkarahisar olsa gerek. Karş ı s ı nda Aşir Bey, n izami
tümen iyle ve kimi milis müfrezeleri düşmana karşı zayıf bir direnç
göstererek çeki lmekte , daha doğrusu , Sal i h l i cephesinden beri dağ ı­
la dağ ı l a geri çeki lmekted ir. Bu iki koldan başka düşman ı n bir tümen
tutarında başka bir kol u da Borlu'dan Dem irci yönüne doğru ilerle­
mektedir. Bu düşman gücü önünde zayıf bir halde bile düşman kıta­
ları n ı uğraştırabilecek gücümüz yok gibidir. Şu durum içinde burada
Uşak'ta , Afyon'da ve Küta hya'da bulunan yedek güçlerimiz şunları
içermektedir: Afyonkarah isar ve ilerisinde Al bay Fahrettin Bey ko­
lordusuna bağ l ı bir bölüm güç bulu nsa da önemsizd ir. Bildiğ i n iz gibi
kıta kadroları eksi k! ismi var cismi yok gibi! Kütahya'da milis örgütü­
nün düzenlenmesine Yüzbaşı lsmail Hakkı Bey adı nda bir subay ı n
çal ı ştı ğ ı n ı haber ald ı m ki, bu sizin ada m ı n ızmış! Benim doğ rudan
doğ ruya buyruğumda burada yani l nönü'de bulunan güçlerim de
Bursa'dan l nönü'ye doğru ilerlemek isteyecek düşman gücünü gün­
lerce oyalayıp durd u rmak gücünde değildir. l nönü'nün coğrafi duru-

33
mundan ve oldukça bulunan top ve makineli tüfeklerimizden çokça
yararlanmaya ve bütü n varl ı ğ ı m ızla düşman ı ileri geçirmemeye ça­
l ı şacağ ız.
Ethem Bey'in anlad ı ğ ı na göre düşman, on tümenle sald ı rıya geç­
mişti . Her tümen on bin kişilik olduğuna göre bomboş Türk cepheleri­
ne yüklenen en son olanaklarla gereçlenmiş düşman gücünün tutarı
altm ış bin silahlıyd ı .
Genelkurmay Başkanı ismet Bey'in, Yozgat'tayken kendisine çek­
tiği telgrafta söyledikleri gerçeğin ta kendisiydi: "Düşman, Afyonkara­
hisar' ı , Kütahya'yı , Eskişehir'i ele geçirerek Kuvayı Milliye'nin belini
kırmak, Anadolu demiryolları n ı n bu en önemli merkezini elde bulun­
durmak istiyord u . Böylece de Anadolu'nun kalbine giden en yakın yola
sahip olacaktı."
Bu s ı rada, Ethem Bey'in güçleri zorlama yürüyüşle iki günde
Yozgat'tan Ankara'ya varmış, oradan da trenlere bindirilerek Eskişe­
hir'e doğru yola çıkarı l m ı ştı .
Bu güçler yetiştikten sonra l nönü'de Ali Fuat Paşa ' n ı n başkanlı­
ğ ı nda bir savaş diva n ı kuruldu. Uzun görüşmelerden sonra verilen
kararlar şöyleydi :
Ali Fuat Paşa buyruğundaki kıtalar, Bursa'dan Eskişehir'e ilerle­
mek isteyecek olan düşmana karşı l nönü'de kesin bir savunma sava­
ş ı n ı benimseyecek. Güneyde, Afyon yönünde bulunan Albay Fahret­
tin (Altay) Bey'i n yerine Mustafa Kemal Paşa , kendisi düşmanı oya­
lama ve savunma sorumluluğunu üzerine alacak. Aşir Bey güçlerini
güçlendirecek.
Ethem Bey de ortadan, Demirci yön ünden ileri yürüyüşünü sür­
düren düşman kol u üzerine karş ı sald ı rıya geçerek bu düşman kolu­
na kesin bir vuruş indirmekle görevli olacakt ı .
Ali Fuat Paşa, Afyonkarahisar'da bulunan Mustafa Kemal'e savaş
meclisinin verdiği geçici görevini telgrafla bildirdi.
En ağ ı r görevi yüklenen Ethem Bey, 8 Temmuz 1 920 günü, kıta­
ları n ı n başı nda trene binerek Kütahya yol uyla l nönü'den Demirci'ye
yolland ı . O akşam Kütahya'ya vard ı . Orada, örgüt yapmak üzere

34
daha önceden gönderdiği Yüzbaşı l smail Hakkı Bey'in doludizgin
çal ı ştı ğ ı n ı , başarı l ı işler becerdiğini görd ü .
Kütahya mutasarrıfıyla konuşurken konu ora hapishanesinde bulu­
nan mahpuslara geldi . Pek çok mahpusu n , dünya ateşler içinde kıvra­
n ı rken , orada kad ı nlar gibi oturup köyünden gelecek ekmeği bekleme­
si yakışık alır mıyd ı ? Bunlar, cephede kurşun da atamaz mıydı? Çoğu
katil olan bu herifler zaten silah atması n ı bilen eski askerlerden başka
neydi ki?
Ethem Bey, mutasarrıf a racı l ı ğ ıyla mahpuslara haber göndererek
kimi koşullara bağ l ı olmak üzere cepheye g itmek isteyip istemed ik­
lerini sord u rd u . Gitmek isteyenlerden dört yüzü nü serbest b ı raktırıp
Kütahya'da toplad ı . Onlara silah, cephane verd i . D ı şarıdan toplan­
mış yüz elli kişilik bir müfrezeyi de bunlara katarak bir yen i tabur
kurd u . Buna tecrübeli kumandanları ndan en iştesi Tesalyalı Hafız
H üseyi n Bey'i kumandan olarak atad ı . Onun buyruğuna da birçok
yedek subay verd i .
Ethem Bey, yıllard ı r içeride yatan bu uzun cezalı canilere herke­
sin içinde şöyle bir söz verdi:
- Eğer düşmanla fedakarca savaşacak olursanız en yak ı n ve
en uygun zamanda geri kalan hükümlülük sürelerinizi affettireceği m .
Namusluca h izmet edenleriniz tam yerinde yurda h izmet etmiş bu­
lunacak, kuşkusuz, bütün günahları n ı da Tanrı bağ ışlayacaktır. Son­
ra düşmanla savaşı rken şehit olmak da herhalde mahpushanede
tutsakl ı k ve yoksullukla ölmekten daha çok şerefli ve erdemlice bir
sonuçtur. B u n u da her zaman a n ı n ız!
Hükümlüler taburunun hazırl ıkları da bitince Ethem Bey cepheye
yollanma buyruğunu verdi. Yaln ız, yıllard ı r mahpushanede kalmış bu
adamcağ ızları n , egzersizi orduya ayak uyduramayacağ ı n ı anlad ı ğ ı n­
dan Kütahya'n ı n içinde, dolayları nda bulunan bütün Tatar arabaları­
n ı n ivedi olarak Kütahya'da toplanması n ı istedi . Yeterince araba top­
lan ı nca hükümlüleri bunlara yerleştirip tabanları n ı patlamaktan ve yarı
yolda kalmaktan kurtard ı . Sonra ordu Kütahya'dan Demirci'ye doğru
yola çıktı . 4.500 atl ı , silahl ı subay ve asker, 550 arabaya bindirilmiş

35
hükümlülerin piyade taburu, dört dağ topu, on dört ağ ı r makineli tüfek,
kıvrılan yollarda düşmana doğru uzaklaşı rken Ali Fuat Paşa, gözleri
doluksayarak arkaları ndan baktı . O, Ethem Bey'in burada da yurdun
ve ulusun şu sırada isteği en büyük bir işi başaracağ ına, düşman ı
tepetaklak edeceğine inan ıyord u . Son Yunan sald ı rısıyla çamurlara
bulanmış ulus için bundan daha büyük m üjde mi olurdu?
Ethem Bey ordusu, yola çıkı ş ı n ı n üçüncü günü, Simav kasabas ı­
nın kuzeyinde ufak bir toplanma molası verdiyse de hemen ayağ ı n ı n
tozuyla ileri yürümesi gerekiyord u . Geceleyin Gediz l rmağ ı ' n ı geçen
ord u daha ilerdeki Yunan ordusuyla kendi aras ı nda bir tehlikenin be­
lirdiğini öğrenmişti . Kasabadan kaçarak Ethem Bey'e s ı ğ ı nan Simav
Müdafaayı H u ku k üyeleri , Yu nanl ı ları n Demirci ile yöresini ele geçir­
diğini söyled iler. Yunan ordusunun kendi kasabalarına yaklaştığ ı n ı
gören Simavl ı lar, Yu nanlı lardan kötülük görmemek için Kuvayı Milli­
ye'ye karş ı sila h l ı ayaklan ı şa girişmişler, B i n başı Aziz Bey'le Simavl ı
Müdafaayı H u ku kçular bunları n elinden canları n ı zor ku rtarm ışlard ı .
işin kötü yan ı Şalgamoğulları denen eşraf, derebeyi bozması bir
ailenin bütü n S imav' ı , yöresini kendi egemenlikleri altına alarak bu
bölgeyi bir ileri Yu nan karakolu durumuna getirmiş olmalarıyd ı . Bu
da Çapanoğ ulları ayakla n ı ş ı na kumaşça tı patıp benziyord u .
Şalgamoğulları , yaklaşan Yu nan güçleri n i karş ı lamaya hazı rla­
n ı rken Yu nanl ı lara karş ı çı kacak Kuvayı M i l liyecilere karş ı savaşma­
yı da göze a l m ı ştı .
Ethem Bey, Simav kasabasına yaklaşıncaya dek buralarda böy­
le bir ayaklan ı ş olduğ u n u bilmiyord u . Şalgamoğu lları , Simav-Demir­
ci yol u üzerinde H isarköy'de oturan bir derebeyi ailesiyd i . Akhisar
- Salihli cephesin i n eskiden beri halka yükled iği savaş giderleri nin
ağ ı rl ı ğ ı ndan yakı nmaktayd ı lar. Yu nan sald ı rıs ıyla buralardaki Kuva­
yı Mill iye cephesi tarihe karışı nca Şalgamoğulları da suyun yüzü ne
çı karak bütü n bu bölgede eli silah tutanları Kuvayı Mill iye'ye karş ı
silahland ı rm ışlard ı .
Şalgamoğulları , salt kendi köyleriyle kasabaları n ı ayakland ı r­
makla kalmayarak ta Kütahya'ya dek uzanan köylerle kasabaları da

36
Kuvayı M i l liye'ye karşı ayakland ı rmaya girişmişlerd i . işi o kerte azıt­
m ı şlard ı ki o bölgedeki memurları kendi hava ve heveslerine göre
atamaya ya da işten atmaya başlamışlard ı .
B u bölgede e n çok yüz-yüz ellişer kişilik gezgin Kuvayı Mill iyeci
milisler bulunmaktayd ı . Şalgamoğulları , ilkin bunlara sald ı rı p bölge­
lerinden atm ışlard ı .
işte , Yunan l ı ları n il E'.l ri karakolu olarak Ethem Bey'in karş ı s ı na di­
kilen bu yen i ayaklanıcı kalabal ığ ı , görü n üşte epeyce ted irginlik ve­
receğe benziyord u . Ethem Bey, bunları n yola gelmeyeceğ ini birçok
denemeleriyle biliyord u . Hem Yunan l ı larla iç içe bir d urumda olan bu
adamlar, kolay kolay silahları n ı teslim eder miydi? Bunları silahla yol
üstünden uzaklaştı rmaya kalksa cayı rtıyı Yu nan ileri karakolları işi­
tip geridekileri uyand ı racak, böylece Demirci'deki d üşmana yapmak
istediği baskın suya düşecekti .
Böyle düşünerek bir öğüt kuru l u kurup silahsız olarak ayaklan ı­
cılara gönderd i . Kuru l , ayaklanıcılara isterlerse Simav'a bile uğra­
madan Demirci'ye geçeceklerini söyleyecekti . Bunu benimseselerd i
Ethem Bey h e m boşuna Türk kan ı dökmeyecek, h e m de Yunan l ı la­
ra yapmayı düşündüğü baskın olanağ ı n ı yeri nde kullanmış olacaktı .
Demirci'ye giden bir başka yol olsayd ı hiç bu heriflere yüzsuyu mu
dökerdi? Bir yanda geçit vermez dağlar, öbür yanda Simav Gölü
doğal barikatları n ı kurmuştu . Buraları dolaşmak, çok değerl i olan za­
man ı n yitmesine yol açacaktı .
Simavl ılar, Ethem Bey' in beklediği gibi, öğüt ku rulunu olumsuz
bir yan ıtla geri çevird iler. Bunu daha önceden düşünen Ethem Bey,
piyade olarak iki sald ı rı müfrezesi haz ı rlamış bekl iyord u .
Olumsuz haber gelir gelmez mevziye girmiş o l a n sald ı rı müfre­
zeleri , karş ı tepeler üzerinde boy gösteren ayaklan ıcı ların üstüne
atı ld ı . Silah çatırtısı ancak bir saat sürd ü . Silahl ı başı bozuklar, Si­
mav'a doğru kaçışmaya başlad ılar. Kasaba, her yandan kuşatı ld ı .
Sokaklar, mahalleler birer birer ayaklanıcılardan temizlenirken Et­
hem Bey' in ağabeyi Binbaşı Tevfi k Bey, böylece kasaba ile Simav
Ovas ı ' n ı n batı sı ndaki tepeleri tutmuş olan Yu nan ileri karakollarıyla
savaşa tutuştu .

37
Ethem Bey, ateş kesildikten sonra , Simav'a girerek ived i bir so­
ruşturma kurulu kurd u . S imav' ı n h ükümet memurlarıyla iki üç saat
bir toplantı yaparak i hanet eden leri meydana çı kard ı . Bu ayaklan ı ş ı
Yu na n l ı ların buyruğ uyla Şalgamoğul ları yap m ı ştı . Bu ailenin başı
olan Şalgamoğlu Mehmet Ağa , çarp ı şma s ı rası nda Ethem Bey'in
attırd ı ğ ı bir tek uyarma top mermisiyle parçalan ı p gitm işti . Mehmet
Ağa' dan başka bi rkaç suçlu daha vard ı . Ethem Bey, bun ları n içinden
yal n ı z üç kişiye ölüm cezas ı verip salland ı rd ı . Ötekileri bağ ışlad ı .
Simavl ı lar d a ondan af d ilediler. Kasaba l ı lar, Ethem Bey' in başarı­
s ı ndan sevinir görü nüyorlard ı .
Ethem Bey, Simav'daki işini bitirip d e Tevfik Bey'in savaş yönetim
yerine vard ı ğ ı nda Yu nan ileri karakolları n ı n yarı yarıya yok edildiği­
ni, geri kalan ı n ı n da mevzileri nden çıkarı larak uzaklara sürüldüğ ünü
öğrend i . Demirci üzerine h ızl ı , şiddetli bir sald ı rı başla m ı ştı . Demir­
ci'ye bir saatl ik bir yere dek çetin bir karş ı koymaya rastlamad ı . Bu
çizgiden sonra Yu nanl ı ların direnci a rttı , önem kazand ı . Ethem Bey,
ateş çizgisi ndeki askerleri ni güçlend ird i . Savaş, kanl ı bir biçimde ak­
şama dek sürd ü . Akşama doğru Yu nan ana güçlerinin bulunduğu
Demi rci'ye iki buçuk kilometre çeken yere egemen tepeler, Ethem
Bey' in eline geçti . Bu s ı rada Faik Mehmet, Mehmet Ali adl ı iki müfre­
ze kumanda n ı yla birl i kte on üç er şehit d üştü . Otuz da yara l ı verildi.
Ethem Bey'i n , köylü k ı l ı ğ ı nda Demi rci'ye soktuğu casuslar, Ku­
vayı Seyyare'nin karş ı s ı nda "Ayval ı k" adlı on bin kişilik Bir piyade
tümeni bulunduğu haberini getirdiler. E rtesi g ü n , demek, korku nç bir
boğuşma olacaktı .
Ethem Bey, sabahleyin düşman üstü ne sald ı rıya kal d ı rı lacak ilk
güç olarak mahpuslardan kurulan piyade taburu n u seçti. Bunun için
Tabur kumandan ı Hafız H üseyin Bey, gecenin karanlığ ı ndan yarar­
lanarak taburu d üşman mevzilerine yanaşt ı rd ı .
Tanyeri atarken , bütü n silahlar karş ı l ı k l ı konuşmaya başlad ı . Yu­
nan l ı lar, büyük bir d i renç gösterdiler. Mahpuslar taburu , büyük bir yi­
ğitl ikle Yu nanl ı ları terletmekte sanki öbür profesyonel mil islerle yarış
ediyord u . Savaş ı n dörd üncü saatindeydi , Tabur Kumanda n ı Tesalya
Yenişehirli ve Ethem Bey'in eniştesi H üseyin Bey, ağ ı r olarak yara-

38
land ı . Bu değerl i kumandan, hemen geriye götürüldü. i l k tedavisi
yap ı l d ı ktan sonra An kara'ya doğru yola çı karı ld ı . (Orada göreceğ i
s ı k ı bir tedaviye bakmayarak öldü).
Mahpuslar taburunun pek çoğu subaylarıyla birlikte şehit düştü .
Savaş, ara l ı ksız altı saat sürd ü . Yunan direnci zayıflamaya başlam ış­
tı ki arkadan yetişen iki piyade taburuyla canlanarak karşı saldı rıya
geçti . Yal n ız Ethem Bey'in topçusu Yunan sald ı rı dalgaları n ı kırarak
devirdi, birbiri üzerine katlad ı . Şöyle böyle paniğe benzer bir durumda
siperlerine dönüp sindiler. Yu nan subayları , ellerinde tabancaları , era­
tı durduru p siperlerine sokarak paniği önlediler. Ethem Bey, elindeki
dürbünüyle bir tepenin üzerindeki savaş yönetim yerinden savaşı iz­
l iyordu.
Bundan sonra , savaş meydan ı , sald ı rı , karşı sald ı rı lar aras ı nda
toza dumana buland ı . Her iki yan ı n topçusu mermilerini hiç acımadan
düşman dalgaları na doğru savurup durmaktayd ı . Yal n ız bu s ı rada Et­
hem Bey'in topçusu mermisizlikten yakınmaya başlad ı . Topçu yöne­
tim yerinden düşman gerilerini dürbünle tarayan subaylar, Yunan l ı lara
arkadan kalabal ı k yard ı m güçleri geldiğini bildirdiler. Bunun üzerine
Binbaşı Tevfik Bey, başta olarak bütün kumandan arkadaşları , Ethem
Bey'e geri çekilmek gerektiğini söyled iler. i natçı , kavgacı bir karakte­
re sahip olan Tevfik Bey'in de bu isteğe uymuş olmas ı , Ethem Bey'i
düşündürd ü . Ethem Bey'e göre bu durumda geri çekilmek, büyük bir
tehlike yaratacaktı . Al ı n yazısı nda yenilmek yaz ı l ı olmayan Kuvayı
Seyyare'nin geri çekilmesi , tıls ı m ı bozup her şeyi bir anda yok ede­
bilirdi. Ethem Bey'e göre bu çekiliş buyruğunu vermek ölümle birdi.
Yap ı lamayanı yapman ı n zamanı geldiğini anlayan Ethem Bey, yüz
kişilik bir atl ı müfrezesini geride bırakarak bütün Kuvayı Seyyare'yi
savaşa sürmeye karar verd i . Düşman siperleri ne karşı görülmemiş bir
kahraman l ı k sald ırısı yapı l ması için bütün kumandanlara buyruk ver­
d i . Arkadaki yedek güçler, ateş çizgisine doğru ilerlerken Ethem Bey
topçu atış yerine çekilerek dürbününü eline ald ı . Bu s ı rada Parti Pehli­
van ' ı n atl ı ları , düşman ı n ateş çizgilerini yandan , gerilerden ateş altına
alabilecek egemen bir noktaya yetişinceye dek yıldırım gibi ilerled i .

39
- Allah, Allah , All a h , Allah!
haykı rışlarıyla süngü takarak düşman siperlerine çullanan savaş
dalgaları , şehitleri n i n üzerinden atlayıp geçerek d üşman cephesini
yard ılar. Düşman siperlerinden bir bölümü ele geçirildi. Ethem Bey'in
çok yak ı n arkadaşı Şevket Bey'i n Manyas müfrezesinin cephe mer­
kezinden yaptığı sal d ı rı öyle korkunç, önü nde d u rulmaz bir şey oldu
ki bütü n önü ndeki siperleri sildi süpürd ü .
Sabahtan beri , dokuz saattir aral ı ksız sürüp giden savaş, Yunan­
l ı ları n panik içinde kaçmaya başlamalarıyla sona erd i . i lkin Yunan­
l ı ları n merkezinde baş gösteren bozg u n , çabucak sağ kanada geç­
mişti . Bu kanatta pek az Yu nan l ı sağ kal m ı ştı .
Ethem Bey, savaş meyda n ı n ı gezerken düşman siperlerinin içi n i ,
ö n ü n ü doldu ran dost, düşman ölülerinin kucak kucağa yattığ ı n ı gör­
d ü . Beş yüz Türk eri , subay ı , düşman ölüleri aras ı na serpilmiş olarak
yatıyord u . Yu nan Tümen Kumandan ı Otneos da yaralanarak gerile­
re götürü lmüştü (Bu kumandan, Venizelos kabinesin i n düşüşünden
son ra kurulan kralcı kabinede Harbiye Naz ı rl ı ğ ı na yükselecekti). Bi­
raz ötede kaçarken Yu nan topçuları üç topu dereye atm ıştı .
Bu savaşta Ethem Bey'in di kkatini bir şey çekti:
Yunan askerleri öl üyor da teslim olmuyord u . Ethem Bey'in savaş­
çıları , ellerinde kovboy kementleri , dağda taşta kovalad ı kları seksen
Yunan askeriyle subay ı n ı zorlukla avlayabildiler. Böyle kement ata­
rak avlanan yara l ı bir Yu nan subayı , Ethem Bey'in karşısına getirild i .
Onunla birlikte tutsak edilen Yu nan erleri ne neden tutsak olmaktan
bu kerte korktukları sorulunca tutsak Yu nan subayı n ı göstererek
şöyle dediler:
- Bu kumandan ı m ız, bize "Ethemistlere tutsak olursanız ayak­
ları n ıza at nalı çakacaklar ve sizi daha bin türlü işkence içinde öldü­
recekler" diyord u .
Ethem Bey, bundan başka, son kerte u mutsuz b i r durumda dahi
dövüşmekten vazgeçmeyen bir Yu nan subayı n ı sorguya çekti . Su­
bay yaralıyd ı .
Başı ndan akan, gözlerini örten kanları elinin tersiyle silerek Et­
hem Bey'e :

40
- Sen Ethem misin? diye sord u .
- Evet, b e n Ethem' i m .
- Size tutsak olan ı n sonu aşağ ılanarak ölmek değil midir? diye
sord u .
Ethem Bey, gerek savaş meydan ı nda, gerekse Demirci kasaba­
s ı n ı n içinde toplattığı silahla cephaneyi otuz öküz arabas ı na yükle­
yerek Eskişehir'e doğru yola çıkard ı .
Yu nan propagandas ı n ı n yersizliğini göstermek üzere tutsakları n
bir bölümünü serbest bı rakarak Yunan tümenine yol lad ı . Geri ka­
lanlara da iyi davra n ı lması , yara l ı ları n yaraları n ı n sağlanması için
buyru k verd i .
Ethem Bey'in güçleri , bunca yorgunlukları na bakmayarak kaçan
Yunan tümeninin döküntülerini Borlu'nun güney, Alaşehir Ovası'n ı n
kuzey eteklerine dek kovalad ı . Uşak-Afyon yönünde ilerleyerek öbür
Yunan kolunun çekiliş çizgisini tehlikeye düşürd ü .
1 4 Temmuz g ü n ü , Demirci i l e çevresi üzeri nde uçan birkaç Yu­
nan uçağ ı bomba attıysa da kimseye değdiremed i .
O gün öğleden sonra , güneyden b i r Yunan piyade alayı n ı n Demir­
ci'ye doğru ilerlediği görüldü. Demirci'nin on beş kilometre güneyinde
buna karşı bir savunma cephesi kuruldu. Bununla çarpışma sürer­
ken Kula , Uşak yönünden bir başka Yunan gücü , Demirci'ye doğru
ilerlemeye başlad ı . Savunma cephesinin gerisine, büyük gücün sol
kanad ına doğru ilerleyen bu düşman gücünün yarattığı tehlike yü­
zünden Ethem bey, savunma cephesini biraz geriye ald ı rd ı . Doğudan
ilerleyen düşmanla da değinilmiş, savaş başlamıştı. Bu sırada, Ethem
Bey'in Mustafa Kemal'den istediği topçu cephanesi Demirci'ye yetişti .
i lk savunma çizgisinden Türklerin geri çekildiğini sanan Yunanlı­
lar, karş ı larında pusuya yatm ış olan Kütahya Alayı Kumandan ı , Et­
hem Bey'in teyzesi nin oğlu Halit Bey'i n tuzağ ı na düştüler. Bir bölük­
lük Yunan gücü birçok yitik vererek taban ları kald ırıp ilk çıkış yerine
doğru kaçt ı . Eğerl i dört subay atıyla bi rkaç otomatik silah b ı raktılar.
Öbür yanda egemen noktaları yitiren bölüklerin yard ı m ı na koşula­
rak düşman buralardan iki kilometre geriye itildi. Yunan ordusunun

41
sald ı rgan h ızı , Ethem Bey granitinde kırı l m ı ş , törpülenmişti . Afyon'a,
Eskişehir'e doğru uzanmak hevesinde olan Megalo i dea ile süslü
turistik yolculuk burada ister istemez duraklam ı ştı .
Bu sırada Afyon karahisar'da bulunan M ustafa Kemal, Ethem
Bey'i n başarı l ı savaşları n ı bütün d ikkatiyle sevi nçle izliyord u . De­
mirci 'nin geri a l ı nması üzerine Ethem Bey'e şu 1 4 Temmuz tarihli
telgrafı çekti:
Demirci Bölgesinde Ethem Beyefendiye,
Demirci'yi geri alan kahraman müfrezelerinizin sürekli kahraman­
ca saldırı larıyla bozulan, askerce duru mları n ı düzeltme derdine dü­
şen Yunan ordusunun ileri yürüyüşünün durduğu, gevşediği, cephe­
lerden gelen son raporlardan anlaşılmaktad ı r. Sol kanad ı n ızı tehdit
eden yeni düşman gücünün bu cephede geri al ı nd ı ğ ı n ı ve Kula yoluy­
la üzerinize gönderild iğini haber ald ık. Yard ı m ı n ıza bir asker kıtas ı n ı n
gönderilmesini Uşak dolayları ndaki Tümen Kumandanına buyurdum.
Benim Ankara'ya dönmekliğim zorunluluğu doğdu . Nedeninin açık­
lanmas ı , şifreyle dahi doğru değildir. Bunun üstüne ağızdan bilgi ver­
mek üzere Doktor Tevfik Rüştü Bey'le Hüsrev Sami Bey, şimdi yola
çıktı lar. Gözlerinizden öper, başarı ları n ızı kutları m .
Mustafa Kemal
*

Ethem Bey güçleri , stratejik bir yer olan ovan ı n ucundaki Cevizlik'e
çekildi. Buradaki düzlük, pek bol , yaşlı ceviz ağaçlarıyla kapl ı , savun­
maya da elverişliyd i . Ethem Bey'in buraya çekilişini bir bozgun çekil işi
sanan Yunan l ı lar, buraya tedbirsizce sald ı rd ı lar. Siperlerden mermi
kusmaya başlayan piyade tüfekleriyle makineli tüfekler, bu hazırl ı kl ı ,
etkili savunma karşısı nda ya ölmek ya d a yere yatarak bir baş siperi
arkasına gizlenmekten başka çıkar yol bulamad ı lar.
Bu s ı rada önceden hazırlanan tuzağa göre ormanl ı k, engebeli
araziden yararlanarak Yu nan l ı lara yanda n , arkadan baskın ateşine
başlayan Ethem Bey g üçleri , onları beş saat süren bir çarpışmadan
son ra paniğe uğrattılar. Ethem Bey, dudaklarında sevinçl i bir gülüm­
seyiş, elinde d ü rbünüyle Yunanlı ları n bir bozgu n içinde Demirci'ye

42
doğru kaçtı kları n ı görd ü . Düşma n ı n arkas ı n ı b ı rakmayan Ethem Bey
güçleri , yine Demirci'ye egemen tepelere yerleştiler.
Bu savaşta pek büyük bir yararl ı k gösteren Kütahya Taburu Ku­
manda n ı , Ethem Bey'in teyzesi oğlu Halit Bey, şehit düşen kırk sa­
vaşçı aras ı nda bulundu. Altm ış da yaralı toplanarak tedavi altına alın­
d ı . Alaca müfrezesi subaylarından Mısırl ı Yusuf Bey de öyle çılg ınca
kahraman l ı klar yapmıştı ki Halit Bey'in yan ı başı nda şehit düşmemesi
milyonda bir insana yar olan bir tal ih sonucuydu.
Ethem Bey, kaçan d üşman ı n ard ı ndan boşalan savaş meydan ı n ı
gezerken teyzezadesi Halit Bey'in ölüsüyle karş ı laşı nca çok üzüld ü .
O yakı ş ı kl ı arslan gibi adam, kanlar içinde yerde yatıyord u . Göz­
lerine yaşlar sald ı rd ı . Kocaman elinin tersiyle bunları silerek şöyle
düşünd ü :
"Eğer Uşak'tan Yunan l ı ları n Gediz yönüne yapacakları b i r sald ı rı
belkisi beni bu Cevizlik'e m ı hlamasayd ı , şu bozgunu nasıl zincirleme
bozgunlara çevireceğimi ben bilirdim."
Gerçekten de Cevizlik'te, meydana gelecek bu Yunan azizl iğ i n i
yıld ı rı m gibi karş ı lamak üzere bulunuyord u .
Albay Fahretti n v e Aşi r Beylerin Uşak' ı boşaltmaları onca çok bü­
yük bir yanl ı şl ı ktı . O biliyordu ki şu s ı rada işler, eldeki silahl ı g üçler­
den kahraman l ı k duyguları n ı n silah gibi keskinleşmesi , parlamasıyla
yap ı l ıyord u . Kutsal bilinen bir şey için dövüşen tek insa n , bir orduya
bedel olabilird i . Demek ki Fahrettin ve Aşir beyler salt birer asker gibi
davranm ışlard ı .
B u yüzden öne doğru atı lmak isteyen Ethem Bey'i n gözleri bir
d üzeye geriye bakıyor, Uşak dağları ndan s ı rıtacak tatsız azizlikleri
bekl iyord u . Cevizlik savaşı sona erdiği nde Tevfik Rüştü Bey'le H üs­
rev Sami Bey, Ethem Bey'in karargah ı na çı kageldi. Onlar, M ustafa
Kemal ' i n telg rafı nda söyleyemediği gerçeğ i şöylece anlattı lar:
- Büyük M i llet Meclisi'nde cephelerde Yunan sald ı rı s ı n ı n durdu­
rulamad ı ğ ı üstüne zararl ı ve bozgu ncu bir propaganda ald ı yürüdü .
Önüne geçilemiyor. Sonra sizin Demirci savaşı nda ağ ı r yaraland ığı­
n ıza inan ı l ıyor.

43
i şte, Mustafa Kemal Paşa, bunlarla ilgili açı klamaları yapmak ve
heyecanı yatıştı rmak üzere Ankara'ya dönmek zorunda kald ı .
Ethem Bey bunları d i nleyince : "Tuhaf şey, d iye düşünd ü . Benim
cepheden çektiğim telgrafları bütün mebuslar görüyor ve durumu
biliyord u ."
Sonra iki konuğuna ü nleyerek:
- Gereksiz zah mete sokuldunuz. M ustafa Kemal Paşa eğer
beni hoşnut etmek istiyorsa doktor ve s ı h h iyeci göndermeli! ded i .
Tevfik Rüştü Bey:
- Mustafa Kemal Paşa , size son kerte teşekkü r ve minnet borçl u
olduğunu söyledi . Sizi övüp duruyor! ded i .
Ethem Bey, M ustafa Kemal'in Ankara'ya vard ı ktan sonra gazete­
lere verdiği savaş bildirisini okuyu nca sevindi.
Bunun özeti şöyleyd i :
"Savaş durumu h e r yanda lehimize dönd ü . Yu nan sald ı rısı kırıld ı .
Bunda Ethem Bey güçlerinin çaba ve fedakarl ı ğ ı gerçekten büyük­
tür. Ethem Bey, çok ustaca yaptığı bir plan ve manevrayla Demirci
dolaylarına yığı lan düşman alayları na kahredici bir darbe daha in­
dirmiştir. Hatta bugün güçlerimiz Demirci'nin gü neyinde savaş duru­
munda ve sald ı rıdad ı rlar. "
*

Temmuz sıcağ ı , Ege ikliminin egemen olduğu Demirci bölgesi­


ni yakıp kavu ruyord u . Yaşlı bir ceviz ağacı n ı n gölgesindeki portatif
karyolası nda giynekleriyle uzanmış, iki elini baş ı n ı n altı na koym uş
şekerleme kestiren Ethem Bey, birdenbire irkild i . Hemen yan ı ba­
şı nda ayak sesleri vard ı . Gelen Tevfik Bey'di. Yatağ ı n ucuna ilişerek
cebinden çı kard ı ğ ı iki mektubu kardeşine oku maya başlad ı . Bunlar­
dan biri Dahiliye Vekili Refet Bey'e, öbürü de Genelkurmay Başkanı
Al bay ismet Bey'e yazı lm ışt ı . Her iki mektu pta Kuvayı Seyyare'nin
çal ı şmaları na engel olunduğundan söz edi liyor, bunun ne gibi bir
amaç güttüğ ünü soruyord u . Mektupları n yaz ı l ı ş ve ünleyiş biçimleri
h ı r çı ka rmak istercesine ağ ı r, sayg ısızcayd ı .
Ethem Bey:

44
- Bunları Ankara'ya göndermeyelim ağabey, ded i . Gerçi siz,
bunları benim mührümle mühürlemişseniz de ben bunların gitme­
sine karşıyı m . Ben Ankara'ya ilk gid işimde hakkım ızda kaynayan
kaza n ı n anlam ı n ı kendim Mustafa Kemal Paşa'dan sorar anları m .
En doğrusu budur.
Sinirl i , sert bir asker olan Tevfik Bey, bu düşüncelilik, soğukkan­
l ı l ı k karş ı s ı nda parlad ı :
- Sen in b u durumun hepimizin felaketine yol açacaktır, dedi. Reşit
Bey ağabeyimden öyle haberler geliyor ki! Hakkım ızda onları n düşün­
düklerini bilmek istemiyorsun . Ama göreceksin ki senin bu durumun
sonuçları değiştirmeyecektir. Onlar, ilk fı rsatta bizi tepeleyeceklerdir.
Ethem Bey, bu anlamsız gibi görünen atakl ığa, sinirlil iğe şaş ıyor­
d u . H içbir makamla, kişiyle arası nda bir düşma n l ı k yaratmak isteme­
d iği gibi bunun kendiliği nden olabileceğini de usu alm ıyord u . Tevfik
Bey, kardeşi nin düşüncesini çelemeyince yeri nden fı rlad ı ğ ı gibi ken­
di çad ı rına gidip Ankara'dan Reşit Bey'i n sık sık, Ethem Bey' i de
uyarmas ı içi n gönderdiği karaya benzer haberler üzeri nde bir kez
daha acı acı düşün meye başlad ı . Kahrama n l ı ğ ı n ve şan ı n doruğu­
na doğru yükselmeye başlayan her güç sahibi kişinin a l ı n yazısı bu
değ il miydi? Her h ızl ı yükseliş baş döndürücü tehlikeler yaratmaz
mıyd ı ? Her h ızl ı yükseliş, birer Zeus d uyg usuyla dorukta otu ranları
el bette ted irgin edecekti .
Ethem Bey' in en çok ürktüğü şey cephelerde en korkunç ölüm
dirim savaşları veril irken politika n ı n tehlikeli pislikleriyle uğraşmakt ı .
Bütün bunlar bir yana, gençliğinden beri akciğerlerine yapışmış olan
veremle, midesindeki sancı larla da d u rmadan boğuşuyor, yurt için
yaşama n ı n üstün bilinci , onu kahrolup gitmekten koruyord u .
Yal n ı z Cevizlik ordugahı nda dinlendiği bu son günlerde gövde­
sinde kötü bir bitki nlik duymaya başlam ı ştı .
Yüzü n ü n rengi de çok sararm ıştı . Gövdesinin zayıfl ı ğ ı , artık her­
kesin gördüğü bir gerçekti . Cepheden bi rkaç gün ayrı l ı p kendine
biraz bakabilse gövdesinin iki noktası nda başkaldı rmaya başlayan

45
canavarları kolayca zincire vurabileceğine inanıyord u . Ne var ki cep­
heden ayrı lam ıyord u .
S o n günlerde gerek midesinden gelen sancılar, gerekse göğ­
sünün kendisine ihanet etmeye başlamas ı , onu zorunlu bir tedbire
başvurdurd u .
Reşit Bey'i Ankara'dan Demirci'ye çağ ı rd ı . Orduyu bir zaman
onun buyruğuna b ı rakıp birkaç gün bir kenarda dinlenmek istiyord u .
Reşit Bey, telg rafı a l ı r al maz kardeşinin yan ı na koştu . Ethem Bey,
bütün kulağ ı na değen olumsuz haberlerin , asl ı n ı astarı n ı ona sora­
rak öğrenmek istedi:
- Ağabey, ned ir bu ortada dönenler? Bana hepsi ni açı kça anla-
tı n , ded i .
Reşit Bey'i n ilk sözü şu old u :
- Bizi yok edecekler, karar bu . Bunun nedeni de sensin.
Ethem Bey'i n , Reşit Bey'e karşı büyük sayg ısı vard ı . Ağabeyinin
sözü nden çıkamama n ı n korkunç köleliğ i n i ruh u n u n kara n l ı kların­
da acı acı d uyuyor, onun kendisini kurtuluşu olmayan bir felaketin
uçurumlarına doğru sürü klemek isted iği n i derinden derine seziyor­
d u . Onun düşüncelerine bağlanman ı n bir aile geleneğinin korkunç
zorunluluğuna dayand ığ ı n ı da düşünmekten uzak kalamıyor, bu da
ona bireysel özgürlüğünü köstekleyen gizli bir zulüm gibi gel iyordu.
Ethem Bey, Reşit Bey'e sordu:
- Bizi derken ben i ya da sizleri mi, yoksa Kuvayı Seyyare'yi mi
kasted iyorsunuz?
- Hepimizi ! i l k önce elbette bizleri , sonra da müfrezelerimizi !
Buna kesin olarak karar verdiler.
- Kim karar verdi?
- i smet Bey, Fevzi Paşa , Refet Bey ve daha birkaç kişi. Sonra
bunları Al i Fuat Paşa neden söylemiyor? O da hepsini biliyor.
- Siz yan ı l ıyorsunuz. Mustafa Kemal Paşa'n ı n böyle bir kararı
h içbir vakit söz konusu olamaz. Belki Fevzi Paşa, Refet Bey bir şey
düşünürler ve isterler ama o da şimdi olmasa gerek. Şu düşman kar-

46
şıda iken böyle şeyler nasıl anı labilir? Siz, yanl ı ş düşünüyorsunuz.
Reşit Bey öfkelend i , ünlü kumanda n ı bir çocuk gibi paylamaktan
çekinmed i :
- Sen , sersemlik ediyorsun, ded i . Meclisteki görüşmelerin içyü­
zünü bilmiyorsun. Bursa ' n ı n ve başka yerlerin düşma n ı n eline geç­
mesinden kimi kumandanlar sorumlu tutul u rken birçokları seni karş ı
düşüncede olanları n örneği olarak gösterd iler. H e m Mustafa Kemal
hem ismet, sen in yaptığ ı n işleri "Bu işler çete savaşları na benze­
mez" d iye berbat etmek istediler. Şimdi, sen i n yapacağ ı n bir şey var.
O da hemen şimdi Mecl ise, bütün mebuslara ayrı ayrı başvurarak
kuwetlerine yap ı l makta olanlardan yakı nman ve Mecl is araştı rması
istemend i r. Mecl iste bu işi beğenmeyenlerin sayı sı sen in düşündük­
lerinden çoktur. Ben , her fı rsattan yararlanarak her şeyi anlatıyo­
rum , ama sen in başvurman başka olur. Adamlarına asker ve silah
toplatm ıyorlar, onları tutukluyorlar. Kaymakamlara , valilere "Bunlara
değer vermeyi n , kovun" diye buyruk veriyorlar da sen hala susacak
m ı s ı n? Bu toplad ı ğ ı n erat ve silahla sen düşmanla savaşıyorsun .
Onlar gibi düşma n ı n karşısı nda kaçm ıyorsun. işte ben sana mebus­
lara yazı lacak mektubu da getirdim.
Reşit Bey, cebinden çıkard ı ğ ı üç-dört sayfa l ı k bir mektup müs­
veddesi ni Ethem Bey'in önüne koydu . Üzerinde biraz da oynanmıştı .
- Bak, okuyay ı m da dinle:
Reşit Bey bu mektupta , Kuvayı Seyyare'nin nasıl kurulduğun­
dan , ilk örgütlenme günlerinin çetinl iğinden söz ederek, "eğer ulu­
sal güçler, düşman ı n karş ı s ı na çı kmasayd ı şimd iye dek Ankara bile
düşer, Mecl is toplanamaz" diyor, bu örgütün devletten yard ı m değil
ancak güçlük gördüğünü, bütün yıkıcı ayaklanışların bu güçlerce
bastırıld ı ğ ı n ı , sonuç olarak Meclis'in Kuvayı Seyyare'yi örgütlemeye
ilişkin kanuna bakmayarak yüksek makamları n bu kanunun uygu­
lanması nda güçl ü kler çıkard ı ğ ı n ı anlatıyord u . Reşit Bey, en sonra
bu mektupta şunu demek istiyord u:
Mecl iste hemen bir araştırma komisyonu kurulmal ı , araştırman ı n
sonucunda soru mları görülenler için kovuşturma yap ı l mal ı , bu gibi
düşünce sahiplerinin eline icra sorumları n ı vermemel i , Kuvayı Sey-

47
yare'nin varl ığ ı n ı , yaşamas ı n ı ve gelişmesini g üvenlik altı na alacak
tedbirleri bir ayak önce almal ı d ı r.
Ethem Bey, mektubu dikkatle dinledikten sonra:
- Bu yazılanlardan anl ıyorum ki cephede olup bitenleri Tevfik
ağabeyim size d üzgünce bildirmiş. Onun da bu tespit edilen mad­
delerde bilgi ve doğrulaması var. Beni m , düşüncelerini öğ renmeden
böyle bir iş yapmama imkan olmayan kişiler var. Bu öneriyi yapmak
demek vekillerle doğrudan doğruya mücadeleye girmek demektir.
Bunun ne gereği var?
Bunun üzerine Reşit Bey, bir zemberek gibi yerinden fı rlayarak
Ethem Bey' in üstüne yü rüd ü :
- Yah u , sen gerçeğ i görmüyor musu n , anlamıyor musun? Bizi
yok edecekler be! d iye bağ ı rd ı .
Ortanca kardeş Tevfi k Bey d e hemen b u s ı rada içeri gird i . Üç
kardeş, şimdi bir aradayd ı .
Reşit Bey b u kez ona ünled i:
- Senin dediğin gibi, anlamıyor! Hala kafası almıyor! Pişman
olacak ama iş işten geçecek. Hepimizin baş ı n ı ateşe yakacak.
Bu kez sözü Tevfik Bey ald ı , Ethem Bey'e şöyle ded i :
- Biz, cephedeyiz. O l u p bitenlerden haberimiz yok. Herhalde
ağabeyim olayları daha iyi bilir. Meclisin içindedir. Son zamanlarda
her davra n ı ş ı m ız ı n nas ı l engellendiğini bilm iyor musun? Bu işler bi­
raz daha böyle sürerse zaten onların dediği kendi kendine olacak.
Ethem Bey, serinkanlıca şunu söyled i :
- Ben , bu öneriyi imzalayamam. Benim g izli amacı m ol mad ı­
ğ ı ndan hiç kimseden korkum yoktur. Sizin de öyle. Eğer Kuvayı
Seyyare'den daha iyisi n i yapabileceklerse yaps ı nlar. Bana da görev
versin ler. Yok, bunu da istemezlerse ben tek başıma üç beş sad ı k
adamı mla birlikte yine düşmanla çarpışırı m . B e n şimdi bütün bu me­
buslara bu yak ı n ma ve araştırma mektubunu göndersem kıyamet
kopar. Zaten görüyorsunuz ki hastayı m . Gerçekten tedavi olmam
gerek. Ali Fuat Paşa'ya gideceği m . Ondan sonra baka l ı m Tanrı ne
gösterir.

48
Bunun üzerine küplere binen Reşit Bey, Tevfik Bey'e dönerek
şunları söyledi:
- Bak Tevfik, bu sersem bir daha buraya dönemeyecek. Kafası
laf almıyor. Bunu iyice afyonlamı şlar. Tanrı hepimizin encam ı n ı hay­
ra tebd il etsin. Var ne istersen gör, ne istersen yap .
Ethem Bey, çok üzülmüştü . O n u n e l i n i öperek gönlünü almak is­
ted i , öteki sinirlicene elini çekti .
Ethem Bey, Reşit Bey'e ünleyerek:
- Ağabey, sen mebus değil misin? Arkadaşlarınla beraber Ku­
vayı Seyyare kanununu h ükümetin uygulamad ı ğ ı n ı bildir. Araştı rma­
yı siz yaptı rı n . Ben cephede bir kumandan olarak hükümeti nas ı l
Meclise yak ı nayı m?
Reşit Bey, masan ı n üstündeki mektubu a l ı p cebine att ı :
- Öyle şey olmaz! Bu i ş , toptan v e birden çözümlenir. Sen , Mec­
lisi bilmediğinden böyle konuşuyorsun.
Reşit Bey, o akşam Ankara'ya dönecekti . Gitmeden önce karde­
şinin düşüncesini bir daha yoklad ı . Ethem Bey'in direnci kırı l ı r gibi
oldu. Yal n ız, bu işi bir kez de Ali Fuat Paşa ile görüşmek istiyord u .
Bundan önce h içbir karar veremeyeceğ inde diretti . Bütün korkusu ,
bir yan l ı şl ı k yaparak yurda, ulusa zarar vermekti.
Reşit Bey giderayak Ethem Bey'e şunu sord u :
- Sen , "Mustafa Kemal Paşa'yı Meclis'in önünde asacağ ı m" de­
din mi?
Ethem Bey şaş ı rd ı . "H içbir vakit düşünemeyeceğim böyle bir şeyi
nas ı l söylerim?" d iyeceğ i s ı rada Reşit Bey:
- Ahmak! i şte , Mecliste senin Yozgat bastı rmas ı ndan sonra An­
kara Valisi Yahya Galip Bey'i d ivan ıharbe istediği n i , eğer gönder­
mezlerse hem o n u , hem de Mustafa Kemal Paşa'yı Meclisin önün­
de idam edeceğ ini bağ ı ra bağ ıra söylediğini ilan ediyorlar. Hem de
bunu Yozgat mebusları duymuş, doğ ru mu?
Ethem Bey, şaşk ı n l ı k içindeyd i :
- Tevfik ağabeyim , Yozgat ayaklan ı ş ı n ı n bastı rı lmasından sonra
mahkemece ifadesine başvurulmak üzere Yahya Galip Bey'i n getiril-

49
mesinin gerekli olduğunu söyledi . Yozgat'tan kimi kişiler ayaklan ı ş ı
vaktiyle haber verd i klerini v e bir liste ile kışkırtı cıların adları n ı Yah­
ya Galip Bey'e gönderdiklerini ileri sürmüşler. Oysa görünürde bu
adamlar ayaklan ı ş ı n içindeydiler ve cezaland ı rı l maları gerekiyordu.
Ben de "araşt ı rma için gerekli ne yap ı l acaksa yapars ı n ız" ded i m .
Başka h içbir şeyden haberim yok.
Ethem Bey, sözü nü bitirip biraz ikircikten sonra Reşit Bey'e:
- Sizden sonra ben de Ankara'ya geleceğ i m , ded i .
Cephede şöyle böyle bir denge kuru l muştu . Bu durgunluk sürer­
ken birkaç gün buradan uzaklaşarak m idesiyle akciğerleri ni sağla­
mak üzere tertibat alacaktı . Bu arada Ali Fuat Paşa'yı da görerek bu
siyasal dalaverelerin ne olduğu nu soracak, ne yapmak gerektiğini
anlayacaktı . Ağabeyi gider gitmez Al i Fuat Paşa'yı görmek istediğini
bildirerek kendisinden izin ald ı . Paşa , evet deyince hemen kalaba­
l ı k koruyucuları aras ı nda Paşa ' n ı n geçici karargah ı n ı n bulunduğu
Bozüyük'e gitti . Ali Fuat Paşa'yı , yan ı nda Ku rmay Başkanı Binbaşı
Saffet (Arı kan ) , Albay Bekir Sami Bey, Ömer Lütfi Bey olarak çal ı ş ı r
görd ü . Hepsi , yerlerinden kalkarak onu büyük bir sevgiyle karşı la­
d ı . Bu yen i savaş tanrısıyla kucaklaşı p öpüştüler. Onu nereye kon­
duracakları n ı bilemediler. Hepsi de biliyordu ki, şu s ı rada, şurada
toplan ı p görüşebil melerini sağlayan biricik güç, bu çok uzu n boyl u ,
menekşe gözlü , yakı ş ı kl ı , ağ ı rbaşl ı askerin ellerindeyd i .
Paşa , o n a yan ı başı nda yer gösterirken d ikkatle yüzüne bakt ı :
- Ethem Bey, ne kadar zayıflam ışs ı n ız. S i z hastas ı n ız!
Ethem Bey, gerçekten kendini çok bitkin , hasta d uyuyord u . Yolda
gelirken çok terlemiş, üşütmüştü de.
- Kaç zamand ı r Paşam, vücudumda bir halsizl ik duyuyoru m .
Sürekli savaşlar, kend imi dinlememe fı rsat vermiyordu. Düşman ,
birkaç gündür ateşi kesince, ben kendi derdimi duyabildim, diyerek
Paşa'ya cephedeki işler üstüne açıklama yaptı .
Al i Fuat Paşa , oradakilere şöyle ded i :
- Eğer bütün cephelerdeki kararl ı l ı k Ethem Bey'in cephesine ben­
zemiş olsayd ı yeni orduyu rahat rahat kurabilirdik.
ötekiler kalkıp gittikten sonra Paşa , Ethem Bey'e şöyle dedi:

50
- Bakı n ız, Ethem Bey, ilk önce sağ l ı k gerek. Sizin memlekete
yapacağ ı n ı z daha çok büyük hizmetler var. Kimi anlarda bireyler yur­
da yararl ı olacakları n ı duyarlarsa kendilerine daha iyi bakarlar. Sizi
cephe baştabipliğine göndereceğim. Sağ l ı k kurulunun toplanmas ı n ı
v e sizi inceden inceye muayene etmesini buyurdum. Hiç itiraz etme­
yeceksiniz.
Bu şefkatli davranış, Ethem Bey'e çok dokundu. Gözleri doluksa­
d ı . Bundan yüreklenerek Reşit Bey'le aras ı nda geçen olayı olduğu
gibi Paşa'ya anlattı .
Paşa , bun ları büyük bir ilgiyle, üzüntüyle dinled i .
"Mustafa Kemal'i Meclis önünde asacağ ı m " lafı n ı işitince b i r tuhaf
old u :
- Vay hayasızlar, vay! d iye bağ ı rd ı .
Ethem Bey'in b u mektubu imzalamam ış olmasına çok sevindi:
- Keşke bu mektu bu da yan ı n ıza almış olsayd ı n ız! ded i .
- Paşa m , b u n u hazı rlayan ağabeyimdir. Bence soru n , o n u buna
zorlayan olayları bilmek ve onları düzeltmektir. Yoksa bu gibi kış­
k ı rtmalar sürüp d u ru rsa d u rum ne olur? Ben , Reşit Bey' in bana im­
zalatmak istediği mektup yan ı mda olsa dahi bunu ancak kişi olarak
size verebiliri m . Bunun M ustafa Kemal Paşa'ya dek gitmesi, benim
ağabeyimden yak ı n mam ve onu gammazlamam gibi bir leke ile le­
kelenmeme yol açmaz m ı yd ı ?
A l i Fuat Paşa , kesin olarak şöyle konuştu:
- Ben , bu mektubu kendi elinizle Mustafa Kemal Paşa'ya verme­
nizi direterek sal ı klard ı m . Hatta siz bunu vermemekte ayak diresey­
diniz bile ben bu görevi yapard ı m . Şundan ki bu gibi olaylara karşı
alı nacak en köklü tedbir gerçekleri yetkili kişilerle daha baştan konu­
şarak çıba n ı n baş ı n ı kangren olmadan koparıp atmaktı r.
Ethem Bey:
- Peki, bunlar benden ne istiyorlar Paşam? diye sord u .
Paşa, bu soru üstüne doyurucu b i r söz söyleyemed i . Türkçesi,
Paşa'n ı n bu sorun üstüne söyled iği nesneler, havadan, sudan ileri
geçmed i . Ethem Bey, birdenbire yü kseldiği bu şan , şeref doruğunda

51
yeni siyasal kuruluşun doruğundakilerle bir h izaya gelmiş, onları da
geçmeye başlamıştı . Şimdi, bu halk ordusunun kumandan ı n ı , sula­
rı n korkunç anaforlar yaptığı şan , şeref ı rmağ ı ndan atıyla karşıya
geçerken, bin türlü teh l i ke bekl iyordu. Bunu en iyi bilen de Ali Fuat
Paşa'yd ı , onun bu sulara kapı l ı p gideceği n i bayağ ı bil iyord u . Ne
var ki bunu ona söyleyemezd i . Son kerte tehlikeli bir iktidar savaşı
başlamıştı ki bunu hiçbir tedbirle yarı yolda durdurmak hiç kimsen in
elinden gelmezd i . Şu menekşe rengi tatl ı bakışl ı gözleri nde veremli
ciğerleri nin acı ateşi yanan halk ordusu kumanda n ı , bütün değerle­
rin altüst olduğu düzensiz bir dünyada yaşad ı ğ ı günün koşullarına
uyarak yarattığı ordunun ötesinde bir başka güç göremiyor, düşü­
nemiyord u .
Ne var ki Osma n l ı ordusunun e n güçlü paşaları , N iza m ı Ced it'le
başlayan, Alman generalleriyle Enver Paşa' n ı n elinde gelişen milita­
rist bir ordunun son temsilcileri olarak, bundan başka ordu olama­
yacağ ı düşü ncesiyle onun karşısı ndayd ı . Onlar, askerce bir örgüt
gücü göstermem işlerse de siyasal bir güç yaratm ışlar, Kuvayı Milli­
ye'ye salt bir yard ı mcı olarak çal ı şıyorlard ı . Bu siyasal güç, Al i Fuat
Paşa ' n ı n da halk ordusunun safları aras ı nda başarıyla çal ı ştığ ı n ı
görerek o n u bile fedaya hazırlan ıyord u . Ankara'da Ethem Bey için
söylenen teh li keli şeyler, Ali Fuat Paşa için de söylenm iyor muydu
sanki? Bu başarı l ı generalin, çetecileri ş ı marttığ ı n ı , onlara yüz ver­
diğini söyleyenler Ethem Bey'e diş bileyenlerden az m ıyd ı ? Evet,
memleketin en nazik bir zaman ı nda çok teh likeli bir iktidar mücade­
lesi N izami Güçler-Kuvayı Seyyare tartışması biçiminde kend iliğin­
den sah neye çıkmış, tehlikeli s ı n ı rlara doğru gel işerek ilerl iyord u .
A l i Fuat Paşa , b u n u Ethem Bey'e nas ı l açabilirdi?
*

Ali Fuat Paşa , Ethem Bey'i kendi makam arabas ı na bindirip ya­
n ı na da yaveri n i katarak hastaneye gönderd i . Başheki m , sağ l ı k ku­
rulunu toplayarak Ethem Bey'i tepeden tı rnağa muayeneden geçi rtti .
Kan a ld ı lar, sonucu en kısa zamanda bildireceklerin i söyleyerek ona
kesin tedaviye dek d i n lenme sal ı klad ı lar. Birkaç türlü ilaç verd iler.

52
Karargaha döndüğünde Ali Fuat Paşa :
- Raporlar gelinceye dek benim kendi konuğumsunuz, ded i .
Raporları n kocaman bir zarf içinde gelmesi gecikmedi . Zarfı n
üzerinde Paşa ' n ı n adresi vard ı .
Paşa , raporları dikkatle gözden geçirdikten sonra :
- Ethem Bey, akciğerlerde zafiyet görmüşler. Şükür k i hasta l ı k
ilerlememiş, ded i .
Ethem Bey, Paşa'n ı n "zafiyet" sözcüğüne güldü:
- Paşa m , sizin söylemek istemed iğiniz teşhisi müsaaden izle
ben söyleyeyim : Verem değil mi? Ben de b u n u seziyord u m . Ne
çı kar, Paşa m? Daha bi rkaç za man cephede h izmet edebiliri m .
öteki için de Allah keri m . Kader neyse o o l u r. H e r g ü n gözü müzün
önünde tüyü bitmed ik yüzlerce delikan l ı şehit ol uyor. Belki bana da
şeh itl i k nasip olur, ded i .
Ethem Bey'i n bu konuşması , Al i Fuat Paşa'ya çok dokundu . Onu
avutmaya çal ı ş ı rken sesi titriyord u . Ethem Bey' i , Eskişehir'e gidip
Mevki Hastanesi'nde tedavi ol maya zorl uyor, o da durmadan bun­
dan yan çiziyord u .
- B e n hemen An kara'ya gitmek istiyoru m Paşa m !
- Fakat d a h a önce bir süre Eskişehir'de tedavi o l u p dinlenmek
koşuluyla!
Ali Fuat Paşa, Eskişehi r'deki Mevki Hastanesi'ne Ethem Bey'in
sağlanması için buyruk verd i .
Paşa , giderayak sözü Reşit Bey'in söz konusu ettiği sorunlara
geti rd i , birden ona şu soruyu sord u :
- Ethem Bey, siz b i r süre önce Damat Ferit Paşa'n ı n atı l ması
için padişaha ve çekilmezse kend isinin öldürü leceğ ini sad razama,
en sonra bu adamları n Türk ulusunu temsil etmediklerini l ngil izlere
bildirmeye karar vermiş ve mektu pları Adapazarı'ndaki l ngiliz siya­
sal temsilcisine vermiştin iz. Sonra, benim uyarmamla bunları geri
ald ı rm ı ştı n ız. Sizden bir şey öğrenmek istiyorum . Size bu düşünceyi
başkaları vermişti , değil mi?
Ethem Bey, durg u n :

53
- Evet! demekle yetindi.
Paşa da bunları n adları n ı öğrenmek istemedi .
Ethem Bey, A l i Fuat Paşa'n ı n sıcak, dostça uğurlamasıyla trene
binerek Eskişehir'e g itti .
Ali Fuat Paşa , Ethem Bey'in hasta olarak Eskişehir'e geldiğini
Ankara'ya bildird i . iki g ü n sonra , Ethem Bey'e M ustafa Kemal'den
çok sıcak bir telgraf geldi. Paşa , hasta l ı ğ ı ndan dolayı üzüntülerini
bildirerek sağ l ı k dil iyord u . Sonra , Ethem Bey'i n ald ı ğ ı habere göre
Mustafa Kemal, Reşit Bey'i çağ ı rarak Ethem Bey'i n Ankara'da te­
davi edilmesi işini görüşmüştü . Bunu öğrenen Ethem Bey, kendisi
üstü ne dönüp d u ran dolapları n bir dedikodudan başka bir şey ola­
mayacağ ına inanmak isted i .
An kara'ya yollanacağ ı günlerde Ethem Bey'e Büyük Millet Mecli­
si ad ı na Mustafa Kemal'den şöyle bir telgraf geld i :
"Meclis'in 2 1 Ağustos 1 920 Cumartesi günkü birleşiminde verilen
karara göre Yüksek Meclis'in selam ve çabuk şifa dileklerini bildiririm."
Meclisi n , kendisini böyle anmış, düşünmüş olmas ı Ethem Bey'i
çok duygu land ı rd ı . ismet Bey de bugün lerde Ethem Bey'e şifa dile­
yen bir telg raf gönderd i .
Ethem Bey, Ankara'ya yollan madan önce ordusunun kumandan
vekil l iğine Tevfik Bey' i b ı raktı .
Bunu ona Reşit Bey sal ı klam ı ş :
- Hastal ığ ı n dolayıs ıyla güçlerinin baş ı ndan ayrı lmak zorunda
kal ı rsan Tevfik'ten başkas ı n ı n yerinde kalmas ına sak ı n razı olma,
demişti .
Ali Fuat Paşa da bunu benimsedi. Ethem Bey'i bütün ömrünce
süründürecek olan felaketin tohumu da işte böylece atı lmış oldu. Si­
nirl i , dik kafalı bir asker olan kısa görüşlü Tevfik Bey rakiplerin yolları n ı
onları n isteğince düzleyecekti .
*

Ethem Bey, Ankara'ya giderken fı rsat yaratarak bu dedikoduları n


içyüzü nü sorup öğrenmek kararındayd ı .

54
Ankara istasyonunda Ethem Bey'i Mustafa Kemal ad ı na Hayati
Bey, birçok mebusla birlikte Reşit Bey karşılad ı .
Hayati Bey, Ethem Bey'e Mustafa Kemal'in selamıyla birlikte
kendisine istasyondaki Direksiyon Konağ ı ' nda bir oda ayrıld ığ ı n ı ,
Mustafa Kemal'in kişisel konuğu olduğunu bildird i . Mustafa Kemal ,
o akşam Ethem Bey'i yemeğe çağ ı rd ı . Sofrada kend ilerinden baş­
ka hiç kimse yoktu . Paşa , son kerte nazik, sevimli, içtend i . Ethem
Bey'in sağl ı ğ ı n ı sorup bilgi ald ı . Bu konuda Ali Fuat Paşa' dan gerekli
bilgiyi ald ığ ı n ı söyledi .
Sonra :
- Yarı n , sizi b e n i m i htisasları na v e teşh islerine çok güvend iğim
doktor arkadaşlar muayene edeceklerdir, ded i .
- B u n u n n e gereği var Paşam? Zahmet etmesinler. Teşhis konul-
muştur. Bir süre dinlenebilirsem s ı hhatimin düzeleceğini umuyorum.
Mustafa Kemal d ikkatle onun yüzüne baktı :
- Hay ı r, olmaz Ethem Bey, ben rica ed iyoru m .
Bu dostlu k havas ı ndan yararlanan Ethem Bey, Reşit Bey'den
dinlediği "iğrenç" dedikoduyu Paşa'ya açt ı :
- Demek k i Paşam, ben sizin için böyle söz söylemişi m . Ben ,
sizi "Mecl isin önü nde asacağ ım" demişim. Bunu kime söylemişim?
Hangi namuslu insansa bunu d uyan gelsin burada yinelesin. Duyan­
lar içinde Yozgat mebusları da varm ış. Merak ettim , bunları n adları n ı
öğrend i m . H içbirisini tan ı m ı yorum. Belki orada izleme s ı rasında gö­
rüşmüşümd ür. işte ben buraday ı m , gelsinler, yüzüme karşı söylesin­
ler. Sizin için ded iğim darağacına kend imi çektireyim .
Bu sözler, Mustafa Kemal'e dokunmuştu . Yüzü üzü ntü içindeyd i .
Uzun uzun Ethem Bey'i n yüzüne baktı :
- Evet, Ethem Bey, bunları sizin söyled iğinizi bana anlattı lar.
Hatta direttiler. Ne var ki ben inanmad ı m . i nanmad ı ğ ı m ı n en büyük
kan ıtı da size ne o zama n , ne de ondan sonra sözünü ettim .
Sofradan kalkacakları s ı rada, Mustafa Kemal birdenbire usuna
yen i gelmiş gibi en can alıcı soruyu sord u :

55
- Şimd i , yerin izde Tevfik Bey mi var?
- Evet Paşam.
Paşa salt düşündü, konuşmad ı .
*

Ertesi gün Ethem Bey, Doktor Ad nan (Ad ıvar), Doktor Refik
(Saydam), Ertuğrul (Bilecik) Mebusu Doktor Fikret Beylerle bir paşa
doktor, bir sivil doktoru n meydana geti rdiği bir sağ l ı k kurulunca te­
peden tı rnağa muayeneden geçi rildi. Doktorlar, muayeneden sonra
Eskişeh ir hastanesi sağ l ı k kurulu nca verilen raporları da inceleyerek
hasta l ı ğ ı n ad ı n ı koyd ular:
- Verem başlang ı cı !
Ethem Bey Kuvayı M i l liye'ye sapasağlam bir adam olarak girmiş­
ti . Bu hastalık, şu bir y ı l ı aşkın cephe yaşayışı n ı n işiyd i . H içbir gün
rahat bir uyku uyumadan haftalarca at s ı rt ı ndan inmemiş, ne bul­
duysa onu yemiş, nerede gecelemişse orada kıvrı l ı p yatm ıştı . Buna
göre verem geç bile kal m ı ştı .
Ethem Bey, teşhis sonucunda böyle düşündü.
Dr. Ad nan Bey:
- Oldukça havadar bir yerde otu rmal ı s ı n ız, ded i .
Ethem Bey, onu çok s ı cak, sevimli b u l d u . Bu d uygusunu sonuna
dek korudu.
*

Ethem Bey Keçiören'de tek gözlü bir bağ evi ne yerleşti . Burası
ıssız, sessiz bir yerd i . Çevrede içilecek tatl ı kaynak suları da vard ı .
Cephe bir a n ı sessizliğ iyle birdenbire çok uzaklarda kal m ı ştı . B i r gün
kendisini görmeye gelen lzmir Mebusu Fuat Bey'le otu rmuş, bir yan­
dan terl iyor, bir yandan da şuradan buradan konuşuyorlard ı . Derken
bağ ı n kenarı nda bir yayl ı araba durd u . i çinden çı ka çıka Dahil iye
Vekili Refet Bey çıkı nca, Ethem Bey gerçekten şaş ı rd ı . Şundan ki
onunla araları uzaktan da olsa şekerrenkti. Yal n ız Tevfik Bey ona,
Ethem Bey'in m ü h rüyle mühürlenmiş sertçe bir mektup göndererek

56
neden erat toplanmas ı na engel olunduğ u n u sormuştu . Yoksa Ethem
Bey'le geçen yı ldan beri de tan ışıyorlard ı . O zamanlar Refet Bey
Ankara ' n ı n temsilcisi, Demirci Mehmet Efe'nin yol göstericisi olarak
Nazilli'de bulunuyord u . Yal n ız, Demirci Efe'nin kişisel etkisi o kerte
güçlüydü ki o da tıpkı Mahmut Celal (Bayar), Al bay Meh met Şefik
gibi onun buyruğu altı na girmek zoru nda kal m ı ş , birçok işlerini an­
cak böylece yürütebilmişti . ( U lusal Kurtuluş Savaş ı ' ndan sonra Mus­
tafa Kemal onun bu durumunu haksız olarak yerecekti . Nazilli 'ye o
zaman M ustafa Kemal de gitmiş olsayd ı iş yapabilmek için Efe'nin
buyruğuna girmek zoru nda kalacaktı . )
İ şte Refet Paşa'n ı n b u döneminde Ethem Bey'in Salihli cephesiy­
le Demirci Mehmet Efe'nin buyruğundaki Ayd ı n cephesinin bağlantı
yerlerinde bir anlaşmazl ı k çıkmış, her iki cephe kumandan ı , kendisi­
nin hakl ı olduğunu ileri sürerek karşısındakini suçlamaya başlam ıştı .
Kuvayı Milliye cephelerinin Yunanlı ları b ı rakıp birbirleriyle boğuşmaya
başlayacağ ı n ı sanan Refet Bey, gerek Demirci Mehmet Efe'yle gerek­
se Ethem Bey'le ayrı ayrı görüşerek ortadaki sorunun incir çekirdeği­
ni doldu rmad ı ğ ı n ı görmüş, onları birbirleriyle tan ı ştırıp barıştırmaya ,
böylece bu işi de kapamaya karar vermiş, bir gün Ethem Bey'i al ı p
Efe'nin Nazilli'deki karargah ı na götürmüş, parlak b i r şölende onları
barıştırm ıştı . Efe'nin sofrası ndaki kristal takı mlar, Ethem Bey'in dikka­
tini çekmiş, Refet Bey'in gözlerine bakarak gülümsemiş, bunun tuhaf­
l ı ğ ı üstünde anlaşm ışlard ı .
i şte, Ethem Bey'in Refet Bey'le ilk tan ı şması böyle başlam ış, son­
ra rastlaşarak üstün körü görüşmüşlerdi. Hiçbir dostlukları yoktu . Bir­
birlerini tan ı d ı kları ise hiç söylenemezdi .
Refet Bey, güleç b i r yüzle Ethem Bey'le mebus arkadaşı Fuat
Bey' in yan ı n a g itti . Kal k ı p elini s ı ktılar, yer gösterd iler. Refet Bey' in
ufak tefek gövdesin i s ı k ı bir Albay giyneğ i , p ı rı l p ı r ı l bir kalpak, ayna
gibi parlak çizmeler süslüyord u . Elinde giydiği şeyler gibi p ı rı l p ı r ı l ,
cici bici , süslü bir bisküvi kutusu vard ı . Bunu Ethem Bey'e uzatarak:
- B u ralarda böyle süslü kutular içinde nefis bisküviler pek bu­
lunmaz. İ stanbul hed iyesidir, çok isteyeni vard ı , ama size getirdim
Ethem Bey, ded i .

57
Ethem Bey, teşekkü r etti, utand ı . Yüzü nün ateş gibi yan ı ş ı ndan
kızard ı ğ ı n ı anlad ı .
Refet Bey üst üste, Ethem Bey'in sağlığ ı n ı sordu. Sonra:
- Doktor Adnan , vekiller heyetinde sağl ı ğ ı n ız üstüne kan ı ve
gözlemlerini anlatt ı . Doktorlar işitmesinler, ama benim için de birkaç
yıl önce böyle epey şeyler söylediler, beni kayg ı land ı rd ı lar. Fakat
görüyorsunuz ya eski dinçliğimiz olmamakla birlikte işte , hala ata
binebil iyoruz. Siz, hele bize göre çok gençsiniz.
Refet Bey, bu sırada her zaman Ethem Bey'in yan ı nda bulunan en
yiğit koruyucusu, cellad ı Serezli l brahim'i dikkatle süzerek:
- Benim bu delikanl ıyı bir yerden gözüm ı s ı rıyor, ded i . Ethem
Bey gülerek:
- Belleğinizi kutları m , ded i . Demirci Efe ile şu bilinen meselede
Nazilli'ye gittiğimde de yan ı mdayd ı ve sizin tan ı mlaman ızla bir bür­
yan kebabı yap m ı ştı .
Refet Bey, bir sevinç şarabı gibi köpürüp duruyor, tatl ı tatl ı ko­
nuşuyor, gülüyord u . Ethem Bey de karamsarl ı ğ ı ndan kurtulmuştu .
Demek ki insanlar yan yana gelince, uzakl ı ğ ı n verdiği bütün kötü
kuruntular sili n i p gidiyor, dostluk sabah güneşinin serin ı ş ı kları gibi
insan ı n karanl ı ğ ı na vu rmaya başlıyord u .
Refet Bey, geldikten biraz sonra belki özel , gizli işler konuşulur
düşü ncesiyle Fuat Bey, m üsaade alarak gitti .
Refet Bey, Ethem Bey'e cephe üstüne kan ı s ı n ı sord u . Sonra :
- Peki , Ethem Bey, ded i . Şimdi Yunanl ı lar An kara üzerine bir
ilerleme yapabilirler mi?
- Eğer ordumuzu çabuk örgütleyebilirsek bu ihtimal ortadan kal­
kar. Yoksa her zaman böyle bir felaketle karşı laşmak olağand ı r.
Refet Bey, bu sözü doğrulad ı ktan son ra şöyle ded i :
- Doğru , yal n ız Kuvayı Seyyare bu koşullar altında asker toplar­
ken n izami ord u n u n gelişmesi düşünülebilir mi?
Ethem Bey, şaşkın şaşkı n onun yüzüne baktı . Bunun üzerine Re­
fet Bey, sorun u deşti :

58
- Sizinle bu koşullar içinde karşılaş ı p bunları görüşmek iste­
mezdi m Ethem Bey. Fakat ben biliyorum ki siz kendi baş ı n ıza ger­
çeklerle karş ı laşmaktan çekinmeyen bir insansın ız. i çten kan ı m ,
demin size söylediğimdir. Siz, Kuvayı Seyyare'ye bugünkü koşullar
altında erat toplarken ve onlara n izami güçlerin yan ı nda bugünkü
yaşayış ve eğitim koşulları n ı uygularken nizami ordu kurulabilir mi?
Elbette kurulamaz.
- Sizinki bir görüş. Belki siz doğru düşünüyorsunuz. Ne var ki
benim tecrübelerimle elde ettiğim kan ı , bu d üşüncenin tersinedir.
Biz, bu denli uzun bir cephe üzerinde düzgün bir ord u kurabilmek
için ne insana, ne malzemeye , ne de paraya sahibiz. Sonra Yunan
güçleri g ittikçe üssünden ayrı lıyor, yabancı bir ülkede ilerliyor. Biz
bunun uygulaması n ı l ran 'da da gördük. Çete savaşları bir istila or­
dusunu en çok yıpratacak olan sistemdir. Demirci'deki sonuçları
gördünüz. Yok ettiğiniz düşman gücü , bizim hiç olmazsa üç katım ız­
d ı . Biz, ça rpı ştığ ı m ız gücün beşte biri bile değildik. Sonra , neden
ayaklan ış bölgelerinde bastırış işlerini salt milis güçlerimiz yönetti?
Demek daha doyurucu oluyord u .
Bu açı klama , Refet Bey'i doyuracak d u rumda değild i .
Ethem Bey, o n a şöyle b i r soru sord u :
- Vekiller heyeti de tıpkı sizin kan ı n ızda m ı d ı r?
- Bak, Ethem Bey, ben hiçbir vakit siyasi olamam. Çok zaman
doğru söylediğim için dokuz köyün de kötüsü oldum. Ne var ki ergeç
vekiller heyeti de böyle düşünecektir. Belki hepsi böyle düşünüyorsa
da şimdiden söyleyemiyorlar.
Refet Bey ayrı l ı p gittikten sonra Ethem Bey derin düşüncelere
dald ı . işte, Ankara ' n ı n en yetkili ağ ızları ndan biri baklayı çıkarı p önü­
ne atıvermişti . Demek ki okullarda yetişmiş, derece derece yüksel­
miş subay kad rosunun d ı ş ı nda hiç kimse düşma n ı yenmek, zafer
kazanmak hakkına sahip değildir. Kapkara düşü nceler Ethem Bey'in
içini karartt ı kça kararttı . Böyle zamanlarda midesindeki , göğsündeki
sancı lar da azg ı nlaşıyord u .
*

Bir gün yine bağ evinde uzanmış, hava n ı n sıcağ ıyla karasinek-

59
lerle, kara düşüncelerle savaşı p dururken Karahisar Mebusu Şükrü
Bey ziyaretine geld i .
Onunla i l k kez görüşüyord u . H a l hatır sorduktan sonra Şükrü
Bey:
- Ethem Bey, ben Mecl isten askerce durumu kayg ı ile izleyen
birçok arkadaş adına zatıalinizi ziyaret ediyoru m . Bundan dolayı zi­
yaretimin gizli kalmas ı n ı dil iyoru m , ded i . Geçenlerde , günlerce ordu
üstü ne vekiller heyeti sigaya çekildi. Genel kurmay başkan ı ndan
açı klama isted ik. Yap ı l a n açıklama bizi doyurmad ı . Fakat neyleye­
lim ki bu konu üzerinde daha çok konuşabilecek ve istemde buluna­
cak güçte değildik. Bizim isted iğimiz, düşman ilerleyişinin durdurul­
ması ve düşman ı n ü l keden d ı şarı konul mas ı d ı r. Bunun uğruna ne
fedakarl ı k yap ı l mak gerekirse ulustan isteyelim. Ne var ki artık bu
bozgunlara bir son verilsin. Örneğ i n , işte sizin Kuvayı Seyyare'niz,
her nereye gittiyse yen d i . Bütü n orduyu bu biçime koymak için siz
ne düşü ncedesin iz? Eğer bu öneriyi benimsiyorsa n ı z lütfen bir gün
bir yerde toplanal ı m . Bu düşüncede olan ya da bu düşünce açı klan­
d ı ğ ı nda katı lacak olan say ı n mebuslar karş ı s ı nda lütfen açı klamada
bulun mayı kabul eder misiniz?
Ethem Bey bu söz üzerine Mecl isin içinde ordunun durumunun
kayg ıyla izlend iğini anlad ı:
- Genelkurmay başkan ı n ı n verdiği açıklama sizi neden doyur­
mad ı efendim?
Şükrü Bey uzun uzad ıya konuştu . Gerek vekiller heyeti , gerekse
Mustafa Kemal , ordusuz kalm ı ştı . Kuvayı Seyyare'yi de ordu olarak
benimseyemediklerinden tehlike kendiliğinden büyüyordu.
Yal n ız, Reşit Bey'i n Mecl isin içinde ve d ı ş ı nda Kuvayı Seyyare
ad ı na rastgele konuşup durmas ı , kafaları büsbütün buland ı rıyor,
kuşkuları arttırıyor, tehlike duygusunu elle tutulur bir biçime getirerek
devri min liderlerini kışkırtıp uzak yakın tedbirler almaya zorluyord u .
Ethem Bey' i en çok üzen de buyd u .
Şükrü Bey, Meclisteki gizli birleşimlerde tartışı lan bütün konuları Et­
hem Bey'in önüne serd i . Onu şaşkı nlıktan şaşkınl ığa sürü kledi. Yaln ız,

60
sezinlediğine göre Şükrü Bey'in bugün kendisini görmeye gelişinde
Reşit Bey'in de parmağ ı vard ı .
Ethem Bey, karş ı s ı ndaki n i , son kerte d ikkatle dinled ikten sonra
şu yan ıtı verd i:
- Efend i m , ben kendimi bütün ord u konusu nda bir çözümleme
biçimi sal ı k verecek güçte görem iyorum . Bu çok büyük bir iştir. Me­
buslardan kurulmuş bir kurula böyle açıklama yapamam . Yan l ı ş şey­
ler söylemiş ve sal ı klam ış olmaktan korkarı m . Bundan dolayı beni
bağ ışlamanızı dileri m .
Şükrü Bey, bu sözlere çok üzüldü. Bütün u m u d u kırı l m ı şa ben­
ziyord u .
- Peki , a m a bu durum yıkıma doğru gid iyor. Yu nan ordusu,
bi rkaç atı l ı m daha yaparsa Ankara'ya gelebilir. Hatta ismet Bey' i n ,
Ankara'n ı n merkez olmaktan çı karak Mecl isin v e hükümetin Sivas'a
götürülmesini isted iğini biliyor musunuz? Biz bunu gizli olarak haber
ald ık.
Ethem Bey'in şaşı rd ı ğ ı n ı gören Şükrü Bey gülerek:
- Yaa , işte böyle olupbittiler çok ol uyor, azizim . Oysa , eğer or­
dunun düşma n ı d u rdurabileceğ i kan ısı bulu nsayd ı böyle bir girişim
olur muydu?
Şükrü Bey, giderayak Ethem Bey'e şunları söyledi:
- Ağabeyi niz Reşit Beyefend i , gerek zatı alinizin, gerek Tevfik
Bey'in değerinde orduda kumandan bulunmad ı ğ ı n ı direterek söy­
lüyord u . Eylem ve işler de bu gerçeği ispatl ı yor, ama zatıaliniz bu
düşü ncede bulunmuyorsunuz. Doğrusu bu d uygunuz alçak gönüllü­
lüğün s ı n ı r ı n ı aşan bir d uygudur. Oysa ülken i n daha çok beklemeye
gücü yoktu r.
*

Ethem Bey'i n aylard ı r üst üste kazand ı ğ ı zaferler, henüz siyasal


bir güçten başka bir şey olmayan Mustafa Kemal'in prestijini düşür­
dü kçe düşürmüş, Mecliste arkası ndan gidenlerin sayıs ı n ı yarıdan
aşağ ı indirmişti . Şimdi Mecl iste başbuğ olarak Ethem Bey'i , ord u
olarak o n un Kuvayı Seyyare'si ni tutanlar çoğunluktayd ı . Mustafa

61
Kemal bu korkunç muhalefet karş ı s ı nda çok çetin günler yaşıyord u .
Eski Osma n l ı ordusunun su baylarına h a l k , diş bil iyor, ancak kendi
içinden insanlara inanıyor, onları n buyruğu altında silahlanıyord u .
Birçok Osma n l ı ordusu subay ı , başta A l i Fuat Paşa, Kuvayı Mill iyeci
k ı l ı ğ ı na girmiş, ancak böyle çal ı şabiliyord u . M ustafa Kemal , çevre­
sinin günden güne boşald ı ğ ı n ı , kendi yarattığı Mecl isi'nde bir avuç
kum gibi parmakları n ı n arası ndan akıp gittiğini görüyord u . Keçiören
bağlarına hasta olarak gelip yerleşen Ethem Bey'i her gün öbek
öbek insan ziyaret ed iyord u . Bunları n çoğunluğu Ethemist olmak­
la birlikte aralarında epeyce de Mustafa Kemalci vard ı . Bunlar da
oraya görevli olarak gidiyor. Ethem Bey' i n , Mecl isteki partizanlarıyla
aras ı ndaki il işkilerin derecesini öğ renmeye çal ı ş ıyorlard ı . Mecl iste­
ki sosyalist mebusları n başı nda Tokat Mebusu Naz ı m Bey vard ı .
Bunun çevresi ndeki s ı k ı bir sosyalist inan m ı şlar grubu, Mecl isteki
mebus çoğunluğunu etkil iyor, onları hem Ethem Bey' i n , hem de bir
sosyalist kurtuluş çözü münün çevresinde topl uyord u . Sosyalist gru­
bun en güçl ü , bilgili başı olan Naz ı m Bey, Sivas Kongresi s ı ralarında
uzaktan Mustafa Kemal'e gönderdiği uzu n , ateşl i mektuplarla Türki­
ye'de Bolşevikliğin ilan ı n ı istiyor, Mustafa Kemal de Şişli'deki evden
beri , bunu Türkiye'nin kurtuluşu için bir umut dal ı olarak eli nde tuttu­
ğundan bu mektupları hiç de düşmanca karşı lam ıyord u . Ne var ki ,
şu s ı rada kafasında hiçbir topl umsal idealin yer edemeyeceği kerte­
de güç koşullar altında beli bükülen Mustafa Kemal, her şeyi salt bir
asker gözüyle görüyor, her türl ü güçlüğün çözümleme yolunu asker­
lik ilkelerine göre düşünüyord u . Bir yandan Bolşeviklik, sosyalistl ik,
komün istlik üstü ne kitaplar makaleler okuyor, bilgiler almaya çal ışı­
yorsa da bu hiç de toplumsal bir inancı güçlendirmek, beslemek için
değildi. Bel ki, bu işi düşman ı n ı daha iyi tan ı yabil mek uğruna yapı­
yord u . Evet, Mecliste kendinden kopmuş, baş ı n ı a l m ı ş gitmekte olan
bir sosyal ist inan ı rlar topluluğu vard ı . Kendisini hiç de hesaba kat­
mıyorlard ı . Amasya kararları s ı rası nda E rzurum'da bulunan Kazım
Karabekir'e Bolşevizm üstüne bir mektup yazarak onun düşüncesini
çelmek isted iği zamandan ne kerte uzaktayd ı . O zaman, Tü rkiye'yi
Bolşevikleştirerek istila ordularından kurtarabil meyi bir çözüm olarak

62
ne denli içten düşünüyord u . Zamanla bu düşünceden uzaklaşmış,
yerine benzer tutu m u , düşünceleri , yarattığı Mecl isteki kendi adam­
ları ben imsemiş, kend isini de bir moren gibi bir yana atıverm işlerd i .
Ş i m d i ellerinde Ethem Bey g i b i "Kahraman ı Vatan", "Başbuğ" dedik­
leri , üstüne marşlar besteledikleri bir de askeri kumandanları , halk
orduları vard ı . Asker bandoları Mustafa Kemal için bestelenmiş mar­
şları n yan ı s ı ra Ethem Bey marş ı n ı da çal ı yord u .
Mustafa Kemal , Mecl iste sosyalizm kozu için büyük çal ı şmalar
gösteren Tokat Mebusu Nazım Bey'in yerli , yabancı bütün sosyalist­
lerle ilişkiler kurduğunu yakı ndan biliyordu.
Eski bir kom ü nist olan Hakkı Behiç Bey' le Ayd ı n cephesi kah ra­
manı Binbaşı Hacı Şü krü Bey, iki sosyal ist m i l itan olarak her zaman
Ethem Bey'le beraberd i . Hacı Şü krü Bey, Ethem Bey'e ilk An kara'ya
gelişinde gerekli aşıyı yapm ış, Kuvayı Milliye'n i n , ancak sosyalizmin
ordusu olduğunu ona benimsetmişti . Bu arada bu davaya inananlar,
bu halktan gelme ye f! i l mez askerin çevresinde s ı k s ı k toplan ı p dün­
ya , Türkiye sorunları n ı ileri geri bir hayl i konuşmuşlard ı .
O gü nden b u yana daha çok Demirci'de Kuvayı Seyyare'nin Yu­
nan l ı lara indirdiği yu m ru ktan sonra işler daha da h ızlan ı p gel işmiş,
sosyal istlerin eline geçen asker gücünden sonra Büyük Millet Mec­
lisinin temsil ettiği siyasal güç için de bir gövde gösterisi başlamıştı .
Büyü k Mil let Meclisinin M ustafa Kemal ' i n kişiliğinde temsil ed ilen
siyasal gücü , bir önemli olayla sallan maya , yer değiştirmeye doğru
açı k bir eğilim gösterd i . G izli bir iktidar kavgası h ızla gelişerek bir­
denbire Mustafa Kemal'in geleceğini teh l i keye düşürd ü . Dahil iye Ve­
killiği için yapılan seçimde Mustafa Kemal'in aday olarak ileri sürdü­
ğü Albay Refet Bey 89 oy, muhaliflerin adayı Tokat mebusu sosyalist
Nazım Bey'se 98 oy alarak rakibini nakavt etti. Naz ı m Bey, hemen
gidip Dahiliye Vekaleti makam ı na kuruluverd i . Mustafa Kemal için
bu, bütün gelecek h ülyaları n ı n iflası demekti . Dahiliye Vekaleti gibi,
Türkiye'nin bütün yönetici kad rosunu, jandarmas ı n ı , polisini elinde
tutan bir güç, Ethem Bey'i n halk ord usuyla el ele verince Türkiye'de
hemen sosyalist devrimi gerçekleştirebilir, bir yandan emperyal izme

63
karşı korken bir yandan da kapitalizme karş ı savaş açar, böylece
Mustafa Kema l , bu güçlü kozlar karş ı s ı nda yapayalnız kalabilird i .
Elinde ne asker, ne de doğru dürüst kumandan vard ı .
Mustafa Kemal, bunun üzerine büyü k bir heyecana kap ı ld ı . Bu
h ızl ı gelişmeyi iyi değerlendirememişti . B u teh likeli sonucu hiç de
beklemiyordu. Şaş ı rm ı ştı .
Naz ı m Bey, Dahiliye Vekili olarak seçilip de maka m ı na yerleşin­
ce , ilk iş olarak icra kurulu başka n ı olan M ustafa Kemal'i ziyarete
gittiyse de Mustafa Kemal , onu odasına kabul edemeyeceğini söy­
leyerek geri çevird i . Mecl isin verdiği karara karş ı gelmeyi göze al­
m ı ştı . Meclisin g üven i n i kaza n m ı ş bir ada m ı hiçe saymak bu belal ı
günlerde, durumun güçlüğünü daha da artıracak b i r işti . Mustafa
Kema l , bunu göze a l m ı ştı . Nazım Bey' i n , Ankara'daki Sovyet koloni­
siyle sarmaş dolaş olduğ u n u , memlekette Bolşevik devrimi yapmak
düşüncesiyle geniş çal ı şmalara giriştiğini anlatarak Mecliste onun
maskesini düşürecekti.
Sovyetler'i n , kendisini bir yana b ı rakarak Ethem Bey'i tutmaya
başlad ı kları n ı biliyord u . Ethem Bey'e aktarı lan altın ları da biliyord u .
Anadolu'daki baskı makinelerinin en modern i n i satın alarak Kütah­
ya'da gazeteci Arif Oruç' un buyruğuna verd i ğ i n i , böylece Yeni Dün­
ya gazetesin i n harıl harıl proleter devrim i için ateşli yazılar döşendi­
ğini pek yakından yürek çarp ı ntısıyla izliyord u .
i plerin elinden kaçmaya başlad ı ğ ı n ı , Nazım Bey'in Dahiliye Vekili
seçilmesiyle iyice anlamıştı . Onun gözünde yurdu her ne pahasına
olursa olsun kurtarmaktan başka bir düşünce yoktu . Sosyal izmin ge­
tirdiği s ı n ıf kavgası n ı anlayam ıyord u . Şu s ı rada ortaya bir de s ı n ıf kav­
gası çı karsa kontrolü büsbütün elden kaçırabilird i . Sovyet Rusya'da
bütün okullu subaylar, işçi sın ıfı devrimine karşı çıkmış; Vrangel'in,
Kolçak' ı n , Denikin'in orduları nda işçi s ı n ıfı n ı n yarattığı halk orduları­
na karşı çarpışm ıyor muydu? i şçi s ı n ıfı n ı n devriminden yana çıkan
subay kadrosu da sürekli bir kuşku altı nda salt dan ışman olarak kulla­
n ı l ıyordu. i şte Sovyet Rusya'da şu sırada karşı devrimcilerle çarp ışan
halk ordusu kumandanları hep şu Demirci Mehmet Efe ile Ethem Bey
gibilerd i .

64
Mustafa Kemal böyle düşünerek zama n ı n önüne çıkard ı ğ ı bütü n
bu engelleri aşmaya karar verd i . Tan ı nm ı ş Bolşevik eğilimli subay­
lardan Ethem Bey'i n yak ı n arkadaşı Binbaşı Hacı Şü krü Bey' i çağ ı r­
tarak karş ı l ıklı görüştü . Zaman ı n nazikl iğinden , Dahil iye Vekilliğini
ele geçiren Nazım Bey' i n çok teh l ikeli ad ı mlar atacağ ı ndan, bugün
herhangi bir idealle düşünceye sahip olsa da namuslu bir kişinin ilkin
bütün eldeki güçleri ortak düşmana karş ı bi rleştirici bir rol oynamaya
ça l ı şması gerektiğ inden söz etti . Muhalefeti teh l ikeli olabilecek çıkış­
lara, bir iktidar hevesine sürü kleyecek olursa Tü rkiye sonucu bel irsiz
bir olaylar zinciri n i n içine yuvarlanabilird i . Hele bir kez şu düşma n ı
Türk toprakları n ı n d ı ş ı na atal ı m , ondan sonra d ü ş ü n tartışmaları ve
çekişmeleriyle uğraşmak herkesin hakkı olabilird i .
Hacı Şükrü Bey ne diyeceğ ini şaş ı rm ı ştı . Nazım Bey'i Dahil iye
Vekilliğine getiren mebusları n baş ı nda kendisi vard ı . Onu oraya
neden getirdiğini de bil iyord u . Tü rkiye'yi sosyal ist bir ülke yapmak
isteyenlerden biri de oyd u . Oyu nu bunun için vermişti . Şimd i , nas ı l
Nazım Bey'e gider de "Dahiliye Vekilliğ i nden çekil de Refet Bey ol­
sun" diyebilird i .
En sonra , bu i ş i yapsa yapsa ancak Ethem Bey'in yapabileceğ in­
de karar kıldı lar.
*

Ethem Bey, küçük bağ evinde rahat edem iyord u . Çok gelip gide­
ni vard ı . Baştan beri Keçiören'deki köşkünde kendisini konuk etmek
isteyen tüccardan Arif Arslan Bey' in diretmesine dayanamayarak
oraya yerleşti . Burada gen işçe bir salon da bulunduğundan gelen
konukları burada ağ ı rlamak, otu ru p söyleşmek daha rahat oluyord u .
Nazım Bey'in Dahiliye Vekilliğine seçildiği g ü n köşke kalabalı kça
bir mebus grubu geldi. Bunların çoğunluğu Mustafa Kemalci , birkaçı
da Ethemciyd i . Karşılıkl ı olarak Nazım Bey'den, Refet Bey'den yakın­
d ı lar. Ethem Bey, Hacı Şükrü Bey'den sosyalist Nazı m Bey'i Dahiliye
Vekilliğine getirmeye çal ı şacakları n ı , bunu başarabileceklerini daha
önce anlatm ıştı . Ethem Bey, muhalif mebusları n sayı s ı n ı , bu yüzden
Nazım Bey'in seçileceğini de biliyordu.
Salonda bu kon u üzeri nde karş ı l ı kl ı ateşli kon uşmalar yap ı l ı rken

65
köşkün önünde bir otomobil homurtusu işitildi. Ankara'da bir tek oto­
mobil vard ı ki o da M ustafa Kemal'in altı ndayd ı . M ustafa Kemal , bu
otomobili Düzce dönüşü Ethem Bey'i n altı na vermişti . i şte, otomobil
gürültüsünün kap ı n ı n önünde kesildiğini işiten Ethem Bey'le mebus­
lar bu gelenin Mustafa Kemal olduğunu hemen anladı lar. Hepsi ka­
pıya ç ı ktı . Mustafa Kemal'le Binbaşı Hacı Şükrü Bey otomobilden
inerek onlara doğru yürüdüler. Hepsi , salondaki büyük masa n ı n ba­
şı nda topland ı . Mustafa Kemal'de üzüntül ü bir durgunluk göze çar­
pıyord u . Bir sigara yak ı p gümüş tabakası ndan oradakilere de birer
sigara tuttu ktan sonra hemen Nazım Bey' in sözü nü açtı . Onun kır­
tasiyeciliğinden , içişleri n i n çok nazik bir aşamada bulunduğundan,
mebuslardan genel olarak yakı nd ı . Bun ları söylerken hep Ethem
Bey'i n yüzü ne bakıyord u .
Naz ı m Bey, Dah iliye Vekilliğinde bulundukça h içbir iç karı ş ı kl ı ğ ı n
serumunu üstü ne alamayacağ ı n ı , Mecl is başkanl ı ğ ı ndan da gerekir­
se çekilebileceği n i söyledi .
Mustafa Kema l , bu başlangıcı yap ı p kon uşmayı b ı raktı . Oradaki
onu tutan mebuslar Ethem Bey'in işe karışmas ı n ı isted iler:
- Eğer, Nazım Bey'e bir selam gönderirseniz onun Dahiliye Vekil­
liğinden çekilmesi pek mümkündür, dediler.
Ethem Bey, bu öneriyi hiç de beğenmed i . Onun Nazım Bey'e bir
selam göndererek vekillikten çekilmesin i istemesi , tehditle iş görmesi
anlamına gelmez miydi? Nazım Bey'e karşı bu nas ı l yapı l ı rd ı ? Sonra,
düşündü, daha uygun bir çözüm bulur gibi olduğunu sanarak onlara
şöyle dedi:
-Şu halde ben yarı n kendisini maka m ı nda görü r, uygun bir bi­
çimde çekil mesini dileri m .
Mebuslara:
- Bir kez göreve başlad ı ktan sonra olacak bir çekiliş, hem ka­
muoyu na, hem de kendisine kötü etki yapar. Buna meydan kalma­
mak üzere ayn ı zamanda Nazım Bey'i n kişisel dostlarından olan
Hacı Şükrü Bey, selam ı n ızı ve görüşünüzü bu geceden kendisine
ulaştırırsa çok uygun olur kan ı s ı ndayız, dediler.

66
ötekiler çok d i retince Hacı Şükrü Bey'i selam ıyla, şu sözlerle Na­
zım Bey'i n evine gönderd i :
- Büsbütün ortadan kalkmayan olağanüstü durum dolayısıyla
özellikle Dahiliye Vekilliği gibi bir görevde kimi zaman süratli emir ve
icraata gitmek çok mümkündür. Birtakım zorunluluklar olacak. Kendi­
sinin değer ve gücüne bütün arkadaşlar gibi benim de güvenim olmak­
la birlikte bugün bu durumu kabul etmemesini uygun bulanlarda n ı m .
Kendisini ilerde d a h a büyük makamlarda görmek dileğiyle şimdilik
yeni görevinden çekilerek Meclis üyeleri arası nda görevini sürdürme­
sini uygun buluyorum. Bununla beraber karar yine kendisinindir.
i ş bu kerteye vard ı ğ ı nda Mustafa Kemal, vaktin çok geç olduğu­
nu söyleyerek ayağa kal kt ı :
- Hacı Şü krü Bey'i Ziraat Mektebi'ne b ı rakabiliri m , diyerek onu
da ald ı götürd ü .
Gecenin karanl ı ğ ı nda otomobil gürültüsü uzaklaşı p işitilmez oldu .
Öbür konuklar d a gittikten sonra Ethem Bey yatağ ı na gird i . Arap sa­
çına dönmeye başlayan işleri kafasında evirip çevirirken aşağ ıda
kap ı n ı n güm güm çal ı n d ı ğ ı n ı işitti . Ev sahibi Arif Bey'le merd ivenleri
h ızla i nerek gecelik kılığ ıyla kapıya vard ı ğ ı nda Hacı Şükrü Bey'le
karşı laştı . i çeri gird iler. Hacı Şükrü Bey'in cebinden çıkarıp verdiği
bir kağ ı d ı Ethem Bey, gaz lambası n ı n ışığ ı nda okud u .
Nazım Bey, Mecl is başka n ı na yazd ı ğ ı kağ ıtta Dahiliye Vekilliğin­
den çekildiğini bildiriyord u .
Ethem Bey, gözlerinin akı n ı göstererek B i n başı Hacı Şükrü Bey'e
şöyle ded i :
- Arkadaş, bu çekilişin ben im sözlerimle değil de b i r tehdit sonu­
cu olduğunu anlarsam seni şiddetle protesto ederim.
Hacı Şükrü Bey:
- Tersine, çok nazikçe bildirdim. Eğer böyle değilse, yarı n An­
kara'ya indiğinizde zaten kendisi de sizi görmek istediğini söyled i .
Görüşü anlars ı n ız eksik ya d a mübalağa var m ı ?
- Öyleyse, b u "istifa"yı hemen şimdi götürüp M ustafa Kemal Pa­
şa'ya ver.

67
Hacı Şükrü Bey g itti . Ethem Bey de yine yatağ ına girerek uyu­
maya çal ı ştı .
Ethem Bey, ertesi g ü n şehre inerek Hacı Şü krü Bey' in Taşhan'da­
ki odas ı na uğrad ı . Burası muhalif, sosyalist mebusları n uğrad ı ğ ı ,
söyleşi yeri gibiyd i . O burada d i n lenirken M ustafa Kemal , elindeki
istifa mektubuyla Meclise gelmiş Refet Paşa'yı Dahiliye Vekilliğine
seçtirmek için konuşuyord u . En sonra istediği old u . Sosyal devrim­
ciler, böylece bir daha h içbir vakit böyle sağ lam bir çıkış noktasına
erişmemek üzere ön plandan uzaklaşm ı ş oldular.
Ethem Bey, Hacı Ş ükrü Bey'le otu rup yeni gelişen soru nlar üze-
rinde konuşu rken içeri ayd ı n yüzl ü bir adam g i rd i .
Hacı Şükrü Bey o n u :
- Nazım Bey! d iye Ethem Bey'le tan ı ştırd ı .
Nazım Bey, Ethem Bey'in karşısı nda otu rarak hayran bakışlarla
bir süre onu süzd ü . Sonra :
- Sizin çok saf v e temiz b i r yüreğ iniz var, Ethem Bey, ded i .
Sizin isteğ inize uyarak Dahil iye Vekilliğini Refet Paşa'ya b ı raktı m .
Biz, Mustafa Kemal Paşa'yla o n u tutmayan mebusların karş ı s ı nda
olanlar Kurtuluş Savaş ı ' n ı n ileride hepimizi "tasfiye" edecek bir bur­
juva devleti meydana getirmek uğruna kullanı lacağ ına inanıyoruz.
Mustafa Kemal Paşa bir kez olsun Ege'de bir y ı ld ı r çarp ı şan Ayd ı n
Cephesi Kumandan ı Demirci Meh met Efe'nin ve Sal ihli'de sizin cep­
hen ize uğrad ı m ı ? Uğrayamaz. Şundan ki bir hafta , on gün sizin
bulunduğunuz cephelerde konuk kalsa tıpkı Meh met Şefik Bey ve
Albay Refet Bey gibi sizlerin yan ı n ızda ancak bir asker dan ı şman
olarak görevlenebilir. Halk milislerince bu Osma n l ı paşas ı n ı n h içbir
anlamı yoktur. Ne var ki Mustafa Kemal Paşaca da bu cephelerde
düşmanla çarp ı şanlar birer kuru ntu varl ı k , birer sembolik kahraman­
d ı r. Mustafa Kemal Paşa , Yu nus Nadi Bey'e böyle söylem iş. Neden
sizi ve güçlerin izi birer ku runtu güç olarak gördüklerini biz anlamıyo­
ruz. Yeni ord uyu neden , örneğ i n , sizin kişiliğiniz çevresinde kurmak
istem iyorlar da yetenekleri ve güçleri üstüne hiç kimsenin bir şey
bilmediği eski Osmanl ı ordusunun general ve al bayları çevresinde
yaratmak istiyorlar? iç ve d ı ş düşmanlara ilk doyu rucu yumruğu in-

68
diren sizsin iz. Şimdiye dek yenilgi nedir bilmediniz. Elinizin altı ndaki
güç artık bir çete değildir. Bunu bütün d ünya anlamıştır. Bunun için
de Meclisi s ı k ı ştı rarak sizin güçleri nize Kuvayı Seyyare denmesi için
kanun ç ı karttık. Sizin gezgi n gücü nüz, tam örg ütl ü bir ordunun çekir­
değinden başka nedir ki? Bunun kad roları n ı genişleterek ve bu örgü­
tü yayg ı n bir duruma getirip devletin tam kontrolü altına verirsek iste­
diğimiz ord u meydana gelemez mi? Bugün ücretli asker kullan ı rs ı n ız
da yarın da işi yavaş yavaş ücretsize dökersiniz. Sovyet Rusya'da
koskoca reaksiyoner Çar yanl ı s ı , emperyalist devletler beslemesi
orduları önüne katıp kovalayan kumandanlar, hep halkın içinden fış­
kırmış sizin gibi kumandanlard ı r. H içbir Çarl ı k generali halktan yana,
devrimden yana çıkmamış, çıkamamıştır. B izim Osman l ı ordusu pa­
şaları mızın ve albayları m ı z ı n tutulacak bir tek yanları , emperyalizme
karş ı çıkm ı ş olmalarıd ı r. Kazım Karabekir, Mustafa Kemal , Ali Fuat
paşalar üstü n n itelikler taş ıyan bu Osmanl ı subayları n ı n başı nda bu­
lunmaktad ı r. Ne yazık ki bunlar, bütün iyi n iyetlerine karşın formas­
yonları gereğ i bizim isted iğimiz sosyal devrime yabancıd ı rlar. Yarı n
Türkiye, düşmandan temizlendiğinde Osmanlı ordusunun paşaları
burada ancak bir burj uva devleti kuracaklar, bütün ağal ı k, derebeyl ik
gibi kuru luşları olduğu gibi b ı rakmak zoru nda kalacaklard ı r. Oysa
gördük ki Ayd ı n'da, Manisa'da, Antep'te , Yozgat'ta , Demirci'de, Düz­
ce'de, Adapazarı 'nda, Bolu'da bütün Kuvayı Milliye'ye karşı gelerek
korkunç ayaklanmalara önayak olanlar hep eşraf denen zenginler,
eski çağları n kal ı ntısı olan derebeyleri ve ağaları d ı r. Siz kend iniz
bunlara karşı çıkıp hepsini silip süpürdüğünüzden durumu bizden
daha iyi bilirsiniz. Alaşeh i rli Mustafa Bey'le Sal ihli ağaları n ı n size
karşı kurduğu komplolar unutulur şeyler midir?
i şte Ethem Bey, bizim paşalarımız s ı n ıf kavgas ı , sosyal devrim
ned ir bilmediklerinden , bilemeyeceklerinden yarı n bu nca kan paha­
s ı na kazanacağ ı m ız zaferin yemişlerini yine bu ağa , derebey ve eş­
raf denen ve halkı n tepesinde oturan devlerin kucağ ına bı rakacak­
lard ı r. Bizim isted iğimiz, bir yandan d ı ş düşmanları yurt s ı n ı rlarından
d ı şarı atarken, yen i devletin iç düşmanları olarak her zaman pusuda
kalacak burjuva , ağa ve derebey s ı n ıf ve zümrelerini de zarars ız

69
duruma getirmektir. Böylece , büyük sars ı ntılara uğramadan sosyal
devrimi de yap ı p Türkiye'yi s ı n ıfsız bir halk hükümeti durumuna ge­
tirmek istiyoruz. B iz, Mecliste bu akı m ı n politik gücünü yaratmaya
çal ışmaktayız. Sosyalizmi meydana getirmekle Sovyetler de bize
her türlü yard ı m ı yapmaya her gün yeniden söz veriyorlar. Sizi , Mus­
tafa Kemal'den üstü n buluyorlar. Mustafa Kemal Paşa , salt bir siya­
sal güç, emperyalizme karşı savaşın bir sembolü olarak bilin iyorsa
da elinde asker gücü olmad ı ğ ı ndan sah i p olması gereken gücün ya­
rı s ı n ı yitirmekted ir. Yal n ız, gördüğümüze göre M ustafa Kemal'in g it­
tiğ i yol , tam anlam ıyla bir diktatörlük yoludur. Bu güçte ve karakterde
bir generalin çevresinde başka güçlü insanları barı nd ı rmayacağ ı ka­
n ı s ı bizde egemendir. Bugün bütün ipleri elinde toplamasına yard ı m
etmek için U lusal Kurtuluş Savaş ı ' n ı n a l ı n yazısı için kellesini koyan
sizler ve bizler de düşünce ve planları m ızdan ister istemez fedakar­
l ı k ediyoruz. Sizin isteğ in ize uyarak Dahiliye Vekilliğinden vazgeç­
miş bulunmam, yarı n için bize çok büyü k güçlükler çı karabilir. Refet
Bey, Mustafa Kemal'in d ı ş düşmanlardan çok iç pürüzleri , daha çok
politik anlamdakileri tem izlemek için kulland ı ğ ı tam anlam ıyla mili­
tarist kafada bir adamd ı r. Mustafa Kemal, baş ı n ı yiyeceği güne dek
onu da ötekiler gibi kullanacaktı r.
Nazım Bey, siyasal durumun tablosunu o kerte sert çıkı şlarla
yapm ı ştı ki, Ethem Bey'in içi bulanmış, kafası kuşku ile karamsarl ı k­
la dolmuştu . Büyük bir ted irginlik duyd u . Geleceği bekleyen korkunç
karanl ı k günler, sisl i , yağmurlu ufu klar gibi gözleri nin önündeki iyim­
serlik ayd ı n l ı ğ ı n ı bütü n üyle örtmüştü .
"Veremli bir insanla böyle mi konuşulur, nası l adamlar bunlar
yah u ?" d iye düşündü.
Yüzü ası l m ı ş , somurtmuştu . . .
*

Ethem Bey, salt kendisine karşı değil, yiğit Kuvayı Seyyare'sine


karşı da "Osmanlı Paşaları"nda uyanan tehlikeli tepkinin bu biricik vu­
rucu gücü de moralden düşürdüğünü görerek üzülüyordu. Onlar da
hükümet büyüklerinin artık kendilerini tutmad ığ ı n ı , kaldı rmak istediği­
ni öğrenmiş, homurdanarak oturup kalkmaktayd ı . Ethem Bey'i n özel

70
ulaklarıyla ald ığı haberler bu merkezdeydi . Bu dinamik halk ordusu ,
bezgin gelecekten umutsuz oturuyor, hep kötü , bozguncu şeyler dü­
şünüyordu.
Mustafa Kemal Paşa'n ı n , Refet, ismet beylerin kendilerini iste­
mediğini neredense öğrenmişler, bunu genel bir bilgi olarak benim­
seyip, bunun üzerinde türlü kuruntular kurar olmuşlard ı . Gediz'deki
yüz kilometre boyundaki cepheyi tutan Kuvayı Seyyare işte son gün­
lerde bu duruma gelmişti . Yitiklerini eski yönteme göre doldurmak
da engellendiğinden bu biricik ulusal gücü n ü n yavaş yavaş sayısı
azalarak ortadan silinmesi isteniyor demekti .
Naz ı m Bey'in konuşmasıyla da morali iyice sars ı lan Ethem Bey,
bu gerçeğ i ismet Bey'e götürmeye karar verd i .
Ziraat Mektebi'ndeki bürosunda o n u ziyaret etti . Kuvayı Seyya­
re'nin çok yorgun olduğundan biraz geri plana a l ı narak dinlenmesini
önerdikten sonra :
- Bu durumda Kuvayı Seyyare herhangi b i r Yu nan sal d ı rı s ı na
karşı koyamayacaktı r, ded i .
ismet Bey:
- Kuvayı Seyyare'nin cepheden geri çekilmesini h içbir vakit
doğru bulmam, ded i . Kuvayı Seyyare, Eskişeh ir'de cepheye gönde­
rilmek üzere haz ı rlanan iki milis kıtası ndan başka , bir başka nizami
alayla da güçlendiri lebilir.
ismet Bey, bunları dedikten sonra işi bir kez de Ali Fuat Paşa ile
görüşmesini söyled i .

YEŞİ L ORDU

Ulusal savaşlara kişisel hırs değil, ulusal ideal, ulusal


onur önayak olmuştur.
Mustafa Kemal

Konya ' n ı n karşı devrimci orta m ı nda Ôğüt gibi yüzde yüz Kuvayı

71
Milliyeci bir gazeteyi salt gençliğ i n i n , idealist ateşinin verdiği yürekli­
likle çı karan Feridun (Kandemir) şimdi Büyük Millet Meclisi bas ı me­
vinin müdürlük odası nda oturmuş harıl harıl çal ı ş ı yord u .
Mustafa Kemal, Ôğüt'ün baskısını yapan bası mevin i satın alarak
Ankara'ya getirmiş, genç, yiğit gazeteci Feridun'u da yaptığı yararl ı k­
lara karşılık şimd i , Büyük Millet Meclisi Bası mevi ad ı n ı alan kuruluşun
müdürlüğüne atamıştı .
Kapı vuruld u , içeri tan ı mad ı ğ ı üç kişi gird i . Genç gazeteciyi se-
lamlayarak kendilerini şöyle tan ıttı lar:
- Mülkiye kaymakamlarından Vakkas, Veteriner Binbaşı Salih.
Feridu n Bey, onlara yer gösterdiyse de oturmad ı lar.
- Sizi rahatsız ediyoruz. Fakat önemli bir iş için arkadaşlar ad ı­
na geld ik, Yeşil Ordu Derneği ad ı na.
- Evet efendi m , emriniz?
- Estağfu rullah emir değ i l , arkadaşlar yani Yeşil Ordu An kara
merkez kurulu ad ına dileğimiz sizin de aram ıza katılmanızd ı r.
- Yani?
- Derneğe üye olarak yazılman ızı . . .
- Beni bağ ı şlayı n ız. Şimdiye dek Türkocağ ı 'ndan başka h içbir
yere girmed i m . Pek sevdiğim babam ı n vasiyet biçimindeki öğüdüne
uyarak da h içbir siyasal derneğe giremem . Sonra memur olmam do­
layı s ıyla da böyle bir şey yapamam.
- Yeşil Ordu Derneği Avrupa emperyalizm iyle dövüşmek, yan i
y u rt v e ulusu kurtarmak amac ı n ı güden b i r kutsal dernektir. Memur
olman ızın önemi yok. Şundan ki üyeleri mizin hepsi mebuslarla me­
murlard ı r. Esasen sizi de Mustafa Kemal Paşa hazretlerin i n uygun
görmesiyle çağ ı rıyoruz.
- Anlamad ı m !
- Evet, Paşa H azretleri derneğe yazı lmanızı uygun bulmuşlar-
d ı r.
- Ama bana bunu bildiren bir buyrukları olmad ı .
- Öyledir, efendim.

72
Genç gazeteci , iyice kuşkulan m ı ştı:
- O halde bana yarına dek müsaade buyuru n , bir kez sorup
anlayay ı m .
Üç kişi selamlayarak çıkıp gitti . Feridun Bey de hemen kalkıp
Meclise g iderek Mustafa Kemal Paşa'yı arad ıysa da bulamad ı . Mec­
lis Başkatibi Yüzbaşı Recep ( Peker) Bey'i arad ı . Derken karşısına
Adliye Vekili Doktor Ad nan Bey çıktı . i şi ona açı nca Ad nan Bey çok
ciddi:
- Elbette , elbette gireceksin. Paşa'n ı n haberi var, yeni hazı rla­
nan beyannamesi onda bulunuyord u .
Derneğe girmelerini isted iklerinin listesini b i l e birlikte yaptık. Seni
de bu listeye koyan odur, ded i .
- Ama Adnan amca , matbaadaki işleri bil iyorsunuz. Sabahla­
ra dek çal ı ştı ğ ı m ızı Paşa da biliyor. Bir de bu dernek araya girerse
korkarım ki asıl işler aksar. Beni bu işe sokmasalar daha iyi olurd u .
- Bu d a görev, memleket h izmeti , zaten kaç kişiyiz? B e n gir­
meyeyim, sen g irme, kim girecek? Hep girdik. Ocakl ı lar, memleket
işlerinden yorulmazlar. . .
Doktor Adnan Bey, Feridun Bey' in babas ı n ı n çok içten dostuyd u .
Bundan dolayı Feridu n Bey, o n u küçü kten beri tan ı r, sayar, severd i .
Ad nan Bey, burada o n u n üstelik amiriydi d e .
Ertesi g ü n , Vakkas, Salih beylerin yanlarında getirdikleri üye def­
terine kendi ad ı n ı kuzu kuzu yazd ı rd ı . Ona Yeşil Ordu Derneği üyesi
old uğunu bildiren bir üye kartı doldurup verdiler. i ki gün sonra yapı­
lacak genel toplantıyı da bildirerek çıkıp g ittiler.
Feridu n Bey, bildirilen ad resteki toplantıya gitti . Buras ı , Bursa
Mebusu Şeyh Servet Efendi'nin eviyd i . Toplantıda Kaymakam Vak­
kas Bey, asker veteriner Binbaşı Salih Bey, Yen i Dü nya gazetesi
sahip ve başyazarı Arif Oruç Bey, öğretmen N u ri Bey, mebus H üsrev
Sami Bey'le sarı kl ı bir kişi de vard ı .
Ferid un Bey'e "usulen" giriş andı içird iler. Sonra hemen görüş­
meye geçild i . Görüşmeyi bir gözü özü rlü , gözlüklü, zayıf gövdeli bir
kişi olan Arif Oruç Bey, yönetiyord u . Feridun Bey'e Meclis bası me-

73
vi kişilerini olduğu gibi derneğe aktarma görevi verildi. Bu s ı rada
gerekli olduğundan Yeşil Ordu Derneği Beyan namesini getirtmek
üzere öğretmen N u ri Bey'i Taşhan'da bir bekar odası tutmuş olan
Binbaşı Hacı Şükrü Bey'e gönderd iler. Derneğin yen i hazırlanan be­
yan namesi onda bulunuyord u .
Hüsrev S a m i Bey:
- Yoldaşlar, ded i , Ankara'dan başka Eskişehir' de de örgüte baş­
lanmış bulunul uyor. Mustafa Kemal Paşa , özell ikle buna çok önem
veriyor. Bana bu alanda ilgilenmem içi n s ı k ı direktifler verd i . Eskişe­
hir' den başka bi rkaç şehre daha g iderek mutasarrıflara ant içirerek
Yeşil Ordu örg ütüne ald ık.
Yeni üye olduğundan Feridun Bey'in biraz ayd ı n latı lması gereği
düşünülerek dernekteki ünlülerin adları sayı l ı p döküldü. Ankara genel
merkez üyeleri arası nda kimler yoktu ki! Adliye Vekili Doktor Adnan,
Maliye Vekili Hakkı Behiç, eski Dahiliye Vekili Tokat mebusu Nazım,
Muğla mebusu Yunus Nad i , Saruhan mebusu l brahim Süreyya , Es­
kişehir mebusu Eyüp Sabri , lzmit mebusu Hamdi Nam ı k, Saruhan
mebusu Reşit, lzmit mebusu S ı rrı (Bell ioğlu), Dersim mebusu Doktor
Mustafa beylerle Bursa mebusu Şeyh Servet Efendi derneğin şeref
köşesinde yer almışlard ı . Derneğin en girg i n , çalışkan üyeleri de gö­
rünüşe göre gazeteci Yunus Nad i , Maliye Vekili Hakkı Behiç, Eyüp
Sabri , Reşit beylerdi.
Feridun Bey, Reşit Bey dernekte olduğundan Ethem Bey'in de
olup olmad ı ğ ı n ı merak etti.
- Hayır, içim izde silahlı hiç kimse yok. Bugünkü durumda da
böyle olması gerekir. Bu doğrudan doğruya ordu ile ulusal güçlerin
d ı ş ı nda bir u lusal örg üttü r, ded iler.
Bu s ı rada öğretmen Nuri Bey, Yeşil Ordu Beyannamesinin müs­
veddesiyle çıkageld i . Arif Oruç Bey bunu alarak:
- Bu henüz müsvedded ir. Genel merkezde son biçimini alacak­
tır. Arkadaşlarca bir fikir edinilip gerekirse genel merkeze duyurul­
ması için okuyoru m , d iyerek okumaya başlad ı :
Yeşil Ord u Beyannamesi

74
Eski dünya, birkaç zenginin milyonlarca insanı köle gibi çal ı ştı rarak
bu milyonlarca insa n ı n açl ı k ve yoksulluğuna karşı kendi rahatl ı kları n ı
sağlaması ndan başka bir şey değildir. Köylüler, çiftçiler, bağcılar, bah­
çeciler, kunduracılar, yemeniciler, duvarcılar, marangozlar, arabacılar,
Türkçesi ayağ ı ile ve kolu ile çal ışan bütün işçiler geceyi gündüze
katarak çal ışır, çabalarlar, pek zorlukla ancak karı nları n ı kuru ekmekle
doyurabilirler. Hasta olurlar, aç, ilaçsız kal ı rlar, onlara ne ekmek veren
olur, ne de ilaç veren ve ne de hekim getiren bulunur. Dünyada yenen ,
giyilen her şeyi yoksullar meydana getirir. Evleri , konakları , sarayları
işçiler çal ı şarak yapar. Ne var ki kendi aç, çı plak, yoksul , evsiz, yurt­
suzdur. Aşar diye alırlar, vergi diye alırlar, yard ı m diye alı rlar. Zavall ı
köylü , her türlü vergiye katlan ı r, ne yolu yap ı l ı r, ne okulu yap ı l ı r, ne
çocuğu okutulur. Yoksulları n hayrı na hiçbir iş görülmez. Ne davası na
bakan olur, ne de kimse ona insan diye bakar. Sanki Tanrı köylüyü ,
işçileri , yoksulları , zenginlere kul köle olmak için yaratm ıştır.
Ey köylüler, yoksullar, ey çal ı şan çiftçiler, namuslu ı rgatlar, işçiler,
gözlerin izi açı n ız. Çevrenize dikkatle bak ı n ız. Çevrenizde bulunan
beyler, ağalar, kimlerdir bilir misiniz? Onlar da sizin gibi i nsand ı r.
Tanrı ' n ı n katı nda aran ızda h içbir ayrı l ı k yoktu r. Tanrı i nsanları hep
eşit yaratm ışt ı r. Sizi yoksul yapan , cahil yapan bu zalim adamları n
kötülüğü nden kurtulmak için baş ı n ızı biraz kald ı r ı n ız, sesinizi yük­
seltin iz, onlardan korkmay ı n ız. Onlar kendi kend ilerine h içbir şey ya­
pamazlar. Rusya'dan gelen haberlerden Rusya'da çiftçi ve askerin
yaptığı işleri herkes yavaş yavaş öğreniyor. Onlar yen i bir dü nya
yapıyorlar. Eski yönetimleri, eski hükümetleri büsbütü n değiştirmiş­
ler, yeni yönetim , yen i hükümetler yap ıyorlar. Yen i dünya bambaşka
oluyor. Yeni dünyada hükümet hep fakirleri n eline geçti . H ü kümet
adamları n ı yoksullar seçiyor. Valiler, m utasarrıflar, kaymakamlar
hep ortadan kalktı . Zeng i n , yoksul , küçü k, büyük, bey, ağa hep eşit
old u . Rütbeler hep kalkt ı . Bütün i nsanlar, arkadaş ve kardeş g ibi ça­
l ışıyor, geçin iyor. Dövmek, sövmek gibi şeyler ortadan kalkt ı . Hep
kardeş, arkadaş oldu. Er, erliğini ve görevini biliyor. Subayı ndan ne
buyruk a l ı rsa hemen yerine getiriyor. Çünkü o buyruğu erin yerine
getirmesi görevdir. Subay ı n görevi söylemek, erin de yapmaktır. i şte

75
o kadar. Görevini yapmayan her kim olursa olsun mutlaka şiddetle
cezaland ırılıyor. Mal , mülk sahibi olmak da yasak olduğundan rüş­
vet, anafor, h ı rsızl ık, yalancı l ı k, doland ı rı cı l ık, bütün ortadan kal k­
m ı ştır. Herkes i nsan l ı ğ ı anlamış, herkes birbirine eşit olmuş. Biz de
öyle olacağ ız, biz de bu yola gid iyoruz.
Feridun Bey, birkaç saat dinleyip durduğu bu ve buna benzer bir
yığ ı n gürültüden hiçbir şey anlamadan bası mevindeki odas ı na dön­
dü. Kafası n ı n içi şimdi bile bu yepyeni gürültüyle uğulduyord u . Hele
o beyannameyi M ustafa Kemal'in gördüğünü hiç san m ıyordu. Genç
gazeteci , bunun içinde ne gibi oyu nlar döndüğü n ü düşündüyse de
içinden çı kamad ı .
Toplantıdan iki gün sonra Yunus Nadi Bey'le l brahim Süreyya Bey
"iki eski ahbap" Meclis bası mevinden içeri gird iler. Buras ı , bütün ün­
lülerin uğrak yeriydi . Meclisteki konuşmaları basılacağ ı s ı rada Musta­
fa Kemal, her zaman buraya gelir, provaları bir kez gözden geçirird i .
Trabzon mebusu A l i Şükrü , Afyonkarahisar mebusu Mehmet Şükrü ,
gazeteci Yunus Nadi beyler d e bası mevinin gedikli konukları ndand ı .
B u ü ç kişi , yalnız bayağı birer konuk değil, bası mevinin koruyucu , iyilik
melekleriydi de. Bası mevine en çok gerektiği halde pek az bulunabi­
len kağ ıt, tutkal , mürekkep gibi çok değerl i maddeleri , bu üç iyi insan ,
birbirleriyle yarış edercesine bulup buluşturur, Feridun Bey'in buyru­
ğuna verirlerdi.
Yunus Nadi Bey, tombul denecek gibi gürbüz bir adamd ı . Eski
arkadaşı , eski İzmit mutasarrıfı l brah im Sü reyya Bey de zeki bakışl ı ,
kupkuru , bir adamd ı . i kisi d e bıyıkl ı ve gözlüklüyd ü . Birer koltuğa
yerleştiler. Bu s ı rada Yu nus Nadi Bey'i n geti rdiği birkaç top kağ ı d ı
işçiler içeri taş ıyord u .
Feridun Bey, l brahim Süreyya Bey'le içten dosttu . i l k günden beri
kafas ı n ı kurcalayıp duran Yeşil Ordu sorununu s ı rasıyken bir de on­
lara danı şmaya karar verd i .
l brahim Süreyya Bey gülümseyerek:
- iyi etti n , iyi etti n , Feridun, dedi. Biz de zaten oradayız. Hatta
genel merkez üyesiyiz. Demek, orada da beraber çal ışacağ ız, çok iyi
oldu. Amaç ve ereği , Avrupa emperyalizmiyle mücadeledir. Dernek bir

76
bakıma Büyük Millet Meclisinin yard ı mcısıd ı r. Çekinecek bir yan ı yok.
Reisimiz yine Mustafa Kemal Paşa'd ır. Yalnız bu işte dışarıya karşı
perde arkası ndad ır. Siyasal zorunlulukla böyle olması gerekiyor.
Yunus Nadi Bey:
- Sen hele birer kahve ı smarla. Yorgunuz yah u . Can ı m efend i m ,
Meclisin içinden çıktığı açı kça belli o l a n bir derneğin amaç v e ereği
üzerinde uzun boylu durmaya ne hacet? Böyle bir dernek, ülkenin
hayrı ndan başka bir yol izleyemez. Hepimiz, elbirliğ iyle çal ışıyoruz.
Sen de Tu nalı gibi şu bu kayg ı s ı n ı b ı rak, üye yazmaya bak. Şimd i ,
bütün amaç v e erek, budur. Ondan sonras ı n ı büyükler düşünür.
- Bir beyan name var da . . .
- N e beyan namesi?
- Toplantıda okudular. Yeşil Ordu Beyan namesi taslağ ı diye . . .
- H a ! Olabilir. . . Biz daha görmed ik. Belki d e Hakkı Behiç Bey
hazırlam ıştır. El bette , getiri rler görürüz. Hakkı Behiç Bey pek çal ı ş­
kand ı r. Gerçekten çok çal ı şıyor. Herkes öyle çal ışsa daha ne iste­
nir? Bu iş türlü kollardan gösterilecek çal ışmayla yürür. Beyan na­
meyle de iş bitmez. Daha "nizamname ve tali matname" yap ı lacak.
Ama ded im ya , şimdiki d u rumda temel dava örgütü elden geld iğince
h ızl ı gel iştirmektir. Sen , ona bak ve dediğ imi unutma . Lafla peynir
gemisi yürümez. Buradaki çocu klardan başlayarak eş dost, kafadar
kimi bulursan üye yaz.
Kahvelerin son yudumları höpürdetilirken Feridun Bey yine sordu:
- Demek M ustafa Kemal Paşa yine baş ı m ızda?
Yu nus Nadi Bey, bastonuna dayanarak ayağa kalkt ı :
- A, efend i m , şu avuç içi g i b i Ankara'da baş ı nda o n u n bulun­
mayacağ ı hangi iş yapılabilir ki? Bunu düşünmek bile saçma! Kald ı
ki şu s ı rada Yeşil Ordu Derneğ ini kuran kişilerin hepsi , evet ayı rt
edilmeksizin hepsi tıpkı Mecl iste olduğu gibi Paşa'yı başkan bilip
onun çevresinde ona sımsıkı bağlanarak toplan m ı ş olan kişilerdir.
Bu böyle olu nca artık küçücük bir ikircik ve kayg ıya yer kal ır m ı ?
l bra h i m Sü reyya Bey bu konuşmayı gerg i n mimikleriyle sonuna
dek doğrulad ı ğ ı n ı gösterdi .

77
Feridun Bey'i n kafa boşluğunda: "Reisimiz yine Mustafa Kemal
Paşa'd ı r!" sözü çın çın ötüyord u .
O da işin üst yan ı n ı büyüklere b ı rakarak gerçek bir Yeşil Orducu
gibi çal ı şmaya karar verd i .
*

Genç gazeteci Ferid u n Bey, Yeşil Ordu Derneğinin ikinci Ankara


merkez kurulu toplantısına giderken yan ına Büyük Mil let Mecl isi Ba­
sı mevi işçilerinden beş de çömez katm ı ştı . Bu kez, toplantı daha ka­
labal ı ktı . Kaymakam Vakkas Ferit Bey'i n başka n l ı k ettiği toplantıda
Saruhan mebusu Reşit, lzmit mebusu Hamdi N a m ı k beylerle Bursa
mebusu Şeyh Servet Efendi de vard ı . Ufak tefek işler görüşülüp bit­
ti kten sonra s ı ra Başkan Vakkas Ferit Bey'in yapacağı konuşmaya
geld i . Üstü ne daima bolca gelen k ı l ı ğ ı kıyafeti , eli nden düşmeyen
şemsiyesi , halleri davra n ı şlarıyla pek babaca n , o oranda da girg i n ,
konuşkan, cerbezeli v e cewal bir adam o l a n Vakkas Ferit Bey, ka­
b ı na sığmaz bir telaş içinde, hoplaya sarsıla, yumrukları havada , te­
peden tı rnağa heyecan kesilmiş bir halde ah ve vah larla konuşarak
san ki bir açı k hava n utku çeker, bir mitingte konuşur g ibiyd i .
- Yoldaşları m , b e n tam on yıld ı r bu yolday ı m . G e n ç yaşımda l s­
tanbul'da eğitimde bulunduğum s ı rada iktisat dersleri aras ı nda ilgile­
nerek, yineleyerek okuduğum birçok kitaplar aras ı nda Kari Marks' ı n
"Kapital"iyle d e gözlerim açıld ığı zamandan beri bizim zavall ı , peri­
şan ve harap memleketimizin kurtulup, rahatl ı k ve mutluluğa kavuş­
ması için tek çıkar yolu n hangisi olduğunu bulur gibi olmuştum. Bu
yol sosyalizm yoludur. Özellikle bugün içine düştüğümüz felaketler­
den , biz sosyal izmden başka bir yolla katiyen kurtulamayız. Düş­
manları memleketim izden defedip atsak bile bu yolda bulunmazsak
hiçbir biçimde yoksulluktan kurtulamayız. Zaten Mustafa Kemal
Paşa da bütü nüyle bu düşü nceded ir. Huzurlarına kabul olunmak şe­
refine eriştiğim Paşa H azretleri ; evet, bizimle bir düşüncede olduk­
ları n ı açı kça bildirmiş oldukları gibi bize çal ı şmaları mız için başarı lar
d ileyerek direktifler de vermişlerdir.
Yoldaşları m , bu düşünce ve amaç çevresinde bu memleketin bü-

78
tün ayd ı n çocuklarıyla köylüsü, çiftçisi, işçisi ve kad ı n ı erkeği birleşip
el ele vermedikçe kurtuluş yolu yoktur. Ve bugün hamdolsun, bu yolda
yal n ız da değiliz. Komşumuz ve dünkü amansız düşman ımız Büyük
Rusya da yaptığ ı Bolşevizm devriminden sonra , dost, hatta kardeş
gözüyle baktığ ı n ı açı kça söylediğini Türkiye'ye bu yolda her yard ı­
m ı yapmaya hazırd ı r. Buna güvenin! Hayaller peşinde koşmuyoruz.
Evet, Rus Bolşevik yoldaşları mızla eylemle el ele verip bir amaç ve
erek uğrunda zalim ve kahredici Avrupa emperyalizmine karşı dövü­
şeceğimiz gün yakı n d ı r.
Sonra sözü Şeyh Servet Efendi alarak şöyle konuştu :
- Bugün Yaradana sığı narak ulusça giriştiğimiz büyük dinsel
savaşı n ereği olan kurtuluş ancak ulu Tanrı ' n ı n gösterdiği yolda yü­
rümekle gerçekleşecektir. Yoksa herhangi bir savaşla ya da zaferle
temel amaca varı lamaz. Böyle de olsa savaş ve zafer yine Tanrı ' n ı n
gösterdiği yolda kaza n ı l ı r.
Dindaşları m , yoldaşları m , bizim bütün eksiğimiz "d ini mübin imi­
zin" temellerini yüzüstü b ı rakm ı ş , unutmuş olmamızd ı r. Bu ana dek
başı m ıza gelen felaketleri n neden i de salt budur.
Bundan dolayı bunca belalardan, felaketlerden ders a l ı p usumu­
zu baş ı m ı za toplayarak bu temellere dört elle sarı lmamız zama n ı
gelmişti r. Şu kadar milyon nüfusu i l e dünya n ı n en muazzam devleti
olan komşumuz Rusya' n ı n da yaptığı büyü k devrimlerle bu lslam
dini temellerini benimsemiş olduğunu görmüyor musunuz? Bugün
Ruslara Bolşevik d iyorlar. Bolşevizm ned i r? Bolşevizmin en kısa ve
açık tan ı mlanması "Asrı Saadet"te yaşa n m ı ş olan "g ı l l ı g ı şsız" ortak
içten yaşayışt ı r. O s ı rada eğer Bolşevik deyimi bilinseyd i . Hazreti
Ebubekir Rad ıyallahüan h ı n yaptığına düpedüz bu ad verilird i . O
bütün serveti n i , develeri n i , koyunlarına kadar bütün varı n ı yoğunu
dağ ıttığı yoksu l ve kimsesizlerle eşit bir d u ruma gelmişti . Bu ndan
dolayı bir an ikirciğe yer yoktu r. Biz de öyle yapacak, "Mutluluk Yüz­
y ı l ı " n ı n ortaklaşa içten liğini canland ı racak gerçek zaferi elde edip
bütü n belalardan , felaketlerden kurtulacağ ız.
Ondan sonra , Saruhan mebusu Reşit Bey oturduğu yerde biraz
kendini arkaya vererek şöyle konuşmaya başlad ı :

79
- Arkadaşlar bi rkaç haftad ı r cephelerdeyd i m . Yen i dönmüş bu­
lunuyoru m . ilk önce kendim tan ı k olduğum genel duru m u n , benden
önce konuşan değerl i arkadaşları m ı n ileri sürd ü kleri düşü nceleri bü­
tünüyle hakl ı gösterecek nitelikte olduğunu söylemek isterim . Bugün
düşman karş ı s ı nda yer yer silaha sarı larak "Allah ! Allah!" haykı rış­
larıyla boğ uşmaya koşan ları n hemen hepsi , pek mu hterem arkada­
ş ı m Şeyh Servet Efendi Hazretlerinin buyurdukları gibi "Asrı Saadet
= M utluluk Yüzy ı l ı " ortak içtenliğinin içinde bulundukları n ı duyarak

"ya şehit, ya gazi" d iye canları n ı feda edercesine dövüşüyorlar. Ara­


larında bey, efend i , ağa, zengin, fakir ayrı l ı ğ ı görmüyorlar. Ortada
mal diye ne varsa hepsi nin ortak mal ı ve bunun böyle olacağ ı n ı ,
böyle gideceğ i n i bilerek b u uğurda dövüşüyorlar. N izamiye askeri
ded i klerim izse gözleri mle görd ü m , siz de pekala bil iyorsunuz ki ka­
çak sürü leri olarak dağlarda, ormanlarda dolaşıyorlar. Gerçek budur,
ne yaz ı k ki bundan başka bir şey değildir. Bu da gösteriyor ki bugün
ordu dediğimiz düzg ü n güçlerle iş görmek artık mümkün değildir.
Zaman ve koşullar çok değişm işti r. Yı llarca süren bitmez tükenmez
savaşlardan bezg in çıkmış olan insanlar artık şunun bunun buyruğu
ile ateşe atı l m ı yorlar. Bu ndan dolayı yapmak isted iğimiz devrimin
anlam ı n ı anlayabilecek insan larla el ele vererek yepyeni bir örgüt
içinde çal ı şmazsak, inan ı n Yu nan l ı larla değ i l , yer yer patlak veren iç
ayakla n ı şlarla bile başa çıkamayız. Nitekim Ankara kapı larına dek
gelen ayaklan ı ş dalgaları n ı durdurup yok eden leri n kimler olduğunu
gördü nüz.
Bütün toplantıdakilerin de yakı ndan bildiği gibi Reşit Bey, bu söz­
lerle Ethem Bey' i n yaratm ı ş olduğu Kuvayı Seyyare'nin sosyal ist bir
düzene inan m ı ş savaşçı lardan meydana geldiğ i n i bir kez daha yine­
lemiş old u .
Reşit Bey, mebus arkadaşları aras ı nda, memur toplulukları nda,
kahvelerde, Mecl isin yan ı ndaki "Millet Bahçesi"nde yüzlerce kez söy­
leyip durduğu bu düşünceleri , Yeşil Ordu Derneği toplantıs ı nda rahat­
ça bir kez daha yinelemiş oldu.

80
KARS KAPISINDA SABI RSIZ BEKLEYİŞ

Askerce zafer/erimize kurum/anmayalım. Yeni bilim ve


iktisat zaferlerine hazırlanalım.
Mustafa Kemal

Kazım Karabeki r'in geceli gündüzlü gördüğü kutlu bir düş vard ı .
B u Kars düşüyd ü . Enver Paşa'n ı n 1 9 1 4'te Ka rs fatih i olmak h ı rsıyla
Al lah uekber Dağları ' n ı n korkunç karları aras ına seksen beş bin Türk
çocuğunu gömd üğü halde ele geçi remed iği bu kutlu şehri , o Rus
ordusu 1 9 1 7 devrim i yüzünden çekili rken bir kez zapt ettiğ i gibi bir
kez daha temelli ele geçirmeye ant içmişti .
Karş ı s ı nda bir tek engel vard ı : M ustafa Kemal .
Onun kan ı s ı na göre bu yem işi henüz h a m , ekşi iken koparmak
birçok kötülüğe yol açabilird i . Oysa Kaz ı m Karabekir, bu yemişin ol­
gunlaştı ğ ı , dal ı nda bir elin gelip kendisini koparmas ı n ı bekleyerek
parlayı p durduğu kan ı s ı ndayd ı . Kazı m Karabekir, koşu çizg isi üze­
ri ne çıkış işareti ni bekleyen soy bir yarış atı duygululuğuyla ordusu­
nun baş ı nda gözleri ni duman l ı Kars, Ermenistan dağlarına dikmiş
sab ı rsızl ı kla bekl iyord u .
5 Temmuz 1 920 günü M ustafa Kemal'den ald ı ğ ı şifre , bütü n key­
fi ni kaçı rd ı . M ustafa Kemal ondan Yu nan cephesi, iç ayaklan ı şlar
için bir tümen asker istiyordu . Hiç bu olacak iş miydi? Mustafa Ke­
mal iç ayakla n ı şları n , Erme n i , Kars soru n u ndan daha ived i olduğunu
yazıyord u . Kolordu karargah ı n ı n bahçesinde gözlerini parlak renkli
yaz çiçeklerine dikerek şu kurşun gibi düşü nceler altında eğiliyord u :
- İ şte , bu berbat! Benden asker istemek, büyük b i r yan l ı şl ı k­
t ı r. Bu konuda neler yazmak gerekse vaktiyle yazm ı ştı m . Bu nca
haz ı rl ı ktan sonra batıya bir tümen göndermek için ne gibi bir ne­
den gösterilebi l i r? Sonra artık Ermenilerle karş ı l ı kl ı cephe kurmuş
olduğumuzu her gün bildiri rken bu ne biçim düşünced ir? Ermenile­
ri n kolları n ı sallayarak doğu vilayetlerim izi ele geçirmeleri ne mi yol
açacağ ız? Çiçerin'in mektubu gel mez olayd ı ! Bunun olamayacağ ı n ı

81
M ustafa Kemal Paşa'ya yazd ı m . Anca k iki hafta içinde Azerbay­
can'dan gelmekte olan süvari ve piyade alayları n ı üç bin kişi olarak
gönderebileceğimi yazd ı m . Ordumu perişan etmeden batıya bir tü­
men gönderemem . B u da bence bir cinayettir. Ankara bunu düşü­
nemiyor mu yoksa ben i m usumun ermed iği başka nesneler mi var?
Ne olursa olsun ben bu cinayeti yaptı rmayacağ ı m ve Ermeni işini
bitirmeden gücümü dağ ıtmayacağ ı m . Savaş bittikten son ra da üç
tümeni hemen bütün silah , cephane ve malzemesiyle gönderebili­
rim . Yoksa doğudan g idecek tümen hem doğunun yok olmas ı na yol
açacak, hem de onları n çokça işine yaramayacak. Sonra, önemli bir
nokta da şu: Tümenler Batı 'ya gitmeden önce bir zafer havas ı da
koklama l ı d ı rlar. Yoksa bugünkü düşük durumda bütün erat silahla­
rıyla memleketlerine savuşabilir ki bu bile başl ı başına bir facia, bir
yara olur. i şte, bütün bu gerçekleri kaç kez M ustafa Kemal Paşa'ya
yazd ı m . O, yine ded iğim dedik, diyor. Elbette , ortada açık bir ci nayet
gördüğümden ben de d i retiyorum .
*

Azerbaycan'dan yola çıkan Müsavatçı hükümetin ordusundan bir


süvari alayı Nahçıvan'a sığınm ıştı . Kızıl Ordu öncüleri de bu bölgeye
doğru yola çıktığı ndan Kazım Karabekir, süvari alayı n ı Hasankale'ye
getirtti . "Kırm ızı" (Kızı l ) orduyla araları nda çatışma olabilird i . Paşa ,
bunları denetleyerek eksiklerini bütünlemeye karar verd i . Bunları ya
söz verdiği gibi Mustafa Kemal'in buyruğuna Batı 'ya gönderecek ya
da kendi ordusunda alı koyacaktı . Paşa , bunu Mustafa Kemal'e yaz­
d ı ysa da o, bunları istemedi . Böylece Azerbaycan atl ı alayı Kazım Ka­
rabekir'in ordu saflarında yer ald ı .
Paşa , 7 Temmuz'da iki b i n metre yü ksekl iğindeki Horum Dağ ı ' n ı n
tepesine çad ı rl ı ordugah kurdurd u . Korkunç b i r dolu yağmaya baş­
lad ı . Yarım saat süren fı n d ı k büyüklüğü ndeki dolu eratı da, Paşa'yı
da çok ted irg i n etti . F ı rtı na öyle korku nç bir güçle esiyordu ki birçok
çad ırı birer mendil yeğ nikliğiyle ald ı götü rd ü . Bütü n erat fı rtına süre­
sinde çad ı rları n ı n d i reğine ası larak bunları uçup gitmekten kurtar­
maya çal ışt ı . Paşa n ı n çad ı rı n ı n baş ına da böyle bir iş geldi . Masalar,

82
sandalyeler, kağ ıtlar, başları n ı al ı p gitti . Paşa , 7 Temmuz'da iki bin
metre yü ksekliğindeki dağdan ordusunu Hasankale'ye çekerek bir
bekleyiş dönemine gird i . E rzurum'da yakı nlarda çal ı şmaya başlayan
telsizi de Hasankale'ye götü rd ü . Paşa'n ı n ald ı ğ ı 5 Temmuz tarihli
rapor, yedi bin kişilik bir Sovyet gücünün Keros'u ele geçirmek üzere
yürüyüşe geçtiğini bildiriyord u . Paşa n ı n Nahçıvan'a göndermiş ol­
duğu müfrezenin Kızıl Ordu birlikleriyle bağlantı yapması , Paşa'yı
büyük bir s ı k ı ntıdan kurtaracaktı . Paşa'n ı n bütün isteği Kızıl Ordu
birliğinin Şahtahtı bölgesine gelmesiyd i . Tü rk müfrezesini de bunla­
rı n yan ı na katarak Ermen ilere ortak bir sald ırı yaptı rmak istiyord u .
( Paşa , d a h a son ra bu düşü ncesinde başarıya ulaşacaktı . )
*

1 1 Temmuz 1 920 g ü n ü , saba h ı n saat beşinde iki bin kişilik bir


Ermeni gücü Vad isaban cephesine sald ı rd ı . Karalar, Çamkıran köy­
lerine girdiler.
1 1 -1 2 Temmuz gecesi, Paşa'yı çok ted irgin eden bir haber gel-
di. Otuz Beşinci Alaydan otuz altı er silahlarıyla birlikte kaçıp gitmişti .
Paşa bunu Ermeni savaşı n ı n geriye atı lması uğursuzluğuna yordu.
Bu iş daha gecikirse bütün ordu böyle parça parça elinden çıkıp gide­
cek, böylece bütün umutlar duman olacaktı . Ermeniler, meydanı boş
bulmuşlard ı . Paşa, yakı nda sald ı rıya geçileceği üstüne sıkı bir propa­
ganda yaparak hem eratı uyuşukluktan, moral düşüklüğünden kur­
tarmak, hem de Ermenileri rastgele sald ı rılar yapmaktan al ı koymak
istiyordu . Eratın izinsiz b ı rakılmas ı n ı n da kötü etki yaptı ğ ı n ı , bunun
çaresine bakılmas ı n ı da kumandanlara bildirdi.
Paşa' n ı n kulağ ı n a gelen yeni bir habere göre Bakü'de beş Taş­
nak Ermeni idam ed ilm işti . "Bizim tembelliğimize karş ı l ı k Bolşevik
başarısı olsun herkesi sevindiriyor" diye düşündü.
1 3 Temmuz'da Ermenilerin Nahçıvan'da başarı l ı ilerleyişi sürd ü .
Gece yarı s ı , Beyazıt'tan Paşa'n ı n eline gelen telg rafta Tümen Ku­
manda n ı , Türk hal k ı n ı n Ermenilerle b ı rakışma yaparak Nahçıvan ' ı
felaketten kurtarmak isted iğini yazıyord u . Milis güçleri dağ ı l ı p git­
mişti . Ermenilerin Savrak'a girdikleri haberi de geldi . Karşı ları nda

83
Paşa'n ı n ordusundan zayıf müfrezelerle Azerbaycan'dan s ı ğ ı nan
morali kırık Azeri ordusu döküntülerinden başka bir güç yoktu . Halk,
Anadolu'dan g itme askerlerle Azerbaycan ordusu döküntülerinin
gösterd iği dirence bayağ ı yad ı rgayarak bakıyor, kend isini savu nmak
için parmağ ı n ı bile k ı m ı ldatm ıyord u . O , b ı rakı şmayla can ı n ı n , malı­
nın kurtulacağ ına bel bağlam ı ş , yal n ı z bekl iyor, bu arada kend isini
savu nan fedakar insanlara da iyi gözle bakm ıyord u .
Paşa , oradaki güçlere kendilerini harcamayarak oyalama savaşla­
rı yapmaları n ı bildird i . Ermeniler, Kazı m Karabekir ordusunun tuttuğu
cephede de boş durmuyor, geceleri gökyüzüne ayd ı nlatma fişekle­
ri atıyor, Oltu cephesin i top mermileriyle dövüyor, sonra, ufak çapta
sald ı rıyor, Capardağ ı , Zakim bölgelerinde otuzar, kı rkar kişilik müfre­
zelerle durmadan baskınlar yapıyorlard ı . Bunları n hepsi de yitiklerle
püskürtülüyord u . 1 6 Temmuz'da kalabal ı k bir Kızıl Ord u müfrezesinin
Karabağ'dan Nahçıvan üzerine yürüdüğü haberi geldi . Paşa'y ı , se­
vinçle yerinden s ıçrattı . Bu güç, Nahçıvan'a yetişince Nahçıvan halkı­
nın Ermeni baltalarıyla doğranmaktan kurtulacağ ı sevinci bütün Türk
yüreklerini dolaşt ı .
Paşa , hiç kaçı rmadan Moskova telsizin i n verdiği haberleri din­
liyor, Kızıl Ord u ' n u n her yanda attığı ad ı mları büyük bir sevinçle,
iyimserlikle izliyord u .
1 7 Temmuz'da, Birinci Dünya Savaşı 'nda , l ran'da Halil Paşa'ya
bağ l ı olarak l slamları birleştirme propagandasıyla görevli Türk Binba­
şısı Talipzade Yusuf Ziya Bey, Paşa'n ı n karargah ı na çı kageldi . Paşa,
Dünya Savaş ı'nda ona l ran'da rastlam ış, görevine kimi s ı n ı rlar çiz­
mişti . Yusuf Ziya Bey, birkaç ay önce Paşa'nın katında Azerbaycan
Müsavat Hükümetinin adam ı olarak görevl iyken Kızıl Ordu, Azerbay­
can'da Bolşevizm i kurduktan sonra o da Paşa'nın yan ı na bir Bolşevik
olarak gelmişti . Oysa Paşa onu Bolşevik olsun d iye değil Bakü'den
haber getirsin diye göndermişti . Paşa yine de ondan istediğince bilgi
ald ı :
Bakü'de bir Türk Komünist Partisi kurulmuştu . Partinin lideri Mus­
tafa Suphi Bey'd i . Şimdilik üyeler de Ası m Halim, Ahmet Yakup, Meh­
met Emin, Salih Zeki , N u rettin ve Hilmi beylerd i . Yusuf Ziya Bey, Pa-

84
şa'ya Mustafa Suphi ile ilk üç üyenin imzalarıyla imzalanmış bir de
mektup getirmişti . Bunda Ermenistan'da "harekete" başlandığından
söz ediliyord u . Türk-komünist partisinden bir grup da Orduabad'a va­
rarak oradan Nahçıvan'a yollanmıştı . Paşa , komünist partisinin ku­
ruluşuyla çok ilgilend i . Kurucuları n ne gibi adamlar olduğunu sord u .
Gazeteci , öğretmen Mustafa S u p h i , eski Zor mutasarrıfı Salih Zeki,
tutsak edil miş Türk subaylarından birkaç kişi, lstanbul tı bbiyesinden
ayrı lmış öğrenciler, kurucu kad royu dolduruyordu. Paşa , bunları n dı­
şarıda Türk ordusu alanı nda bir çal ı şma temposu tutturmuş ol mala­
rından hoşlanmad ı . Yusuf Ziya Bey'e:
- Ankara'ya gidip, durumu yakı ndan görsü nler, hükümetle ve
Mecl isle temasa geçsinler, orduyla temas gibi zararl ı bir yoldan vaz­
geçsinler, ded i . Mademki ben imle de görüşmek istiyorlarmış gelsin­
ler görüşeli m .
Paşa , M ustafa S u p h i Bey'le arkadaşları na böyle haber gönder-
d i . Enver Paşa' n ı n amcası Halil Paşa' n ı n yine Bakü'ye döndüğünü
öğ renerek ona da Yusuf Ziya Bey'le gönderil mek üzere bir mektu p
yazarak, d u rumumuzun gü nden güne kötüleştiğini bildird i . Sovyet­
ler'in bize ived i , s ı k s ı k yard ı m ı n ı sağlamas ı n ı isted i . Mektupta şöyle
acı kl ı sözler de vard ı :
Takd ir buyuru l u r k i g ü n geçtikçe zava l l ı yurd u muzu n durumu da­
ima daha acı kl ı d ı r. Her köy, son fişeği n i , son dişini, son tırnağ ı n ı ve
son akçesini kullanıyor. Elde avuçta ne varsa namus uğruna kulla­
n ı l m ı şt ı r. Namussuz İ ngiliz emperyalizm i , Yunan' ı , ülkemizin başına
sard ı . Belki de erekleri , can evi miz olan Ankara'd ı r. Gözlerden yaş
değ i l , bağ ı rlardan kan akıyor ( . . . ) Bizde bir istila düşü ncesi olma­
d ı ğ ı n ı ve Rus Sovyetlerine karşı sonsuz sevgimiz ve kardeşliğimiz
olduğunu her yerde, her şeyde göstererek onları n bize ka rş ı ikirci­
ğinin büsbütün yok ed ilmesini ve Ermeni Taşnakları n ı n başına bir
yumruk indiril mesiyle doğu yolunun açılmas ı n ı ve Rus Sovyetleriyle
doğrudan doğ ruya bağlant ı m ızı sağ lars ı n ı z ve bizi d u rumdan sık s ı k
haberdar edersiniz ( . . . ) Sayg ı v e içten selam kardeşi m .
Kazım Karabekir

85
Paşa, Türkiye s ı n ı rlarına doğru ilerlemekte olan Kızıl Ordu öncü­
leriyle bağlantı kurmak üzere 1 2. Tümen Piyade Kumandanı Yarbay
Reşat Bey'in* buyruğunda bir subay kurulu göndermişti . Bunun verdi­
ği bir dolu bilgi, Paşa'yı pek çok sevindirdi.
Birinci ve üçüncü Kızıl Kuban alayları , 23 Temmuz'da Keros'tan
Nahçıvan'a doğru yürüyüşe geçti . Kızıl Ordu Kumanda n ı , Ermeni
Kumandanl ı ğ ı na Nahçıvan bölgesinde savaş davranışlarında bulun­
maması için bir ültimatom verdi. Paşa, bütünüyle Azeri Türk'ü olan
Nahçıvan'a 1 1 . Tümen Kurmay Başkanı Veysel Bey buyruğunda zayıf
kadrolu üç tabur bir batarya gücünde bir müfreze göndermişti . Reşat
Bey kurulu, Kızıl Ordu'nun bölgeye girişini uysal bir biçimde karşı lama­
sı için halka, Türk askerine öncülük edecekti.
Paşa , Nahçıvan'a gönderdiği bu su baylar kuru l u na er k ı l ı ğ ı nda
subaylar da katm ıştı . Kızıl Ordu'nun Türk subaylarıyla erlerine karş ı
ne biçim davranacakları n ı böylece öğrenmek istiyord u .
Kızıl Ord u ' n u n gelişi haberi Nahçıvan mil islerini de canland ı r­
m ı ştı . Altı yüz kişi olarak Şahtahtı'ndaki m üfrezem izin yan ı nda yer
aldı lar. Ne var ki Ermeni ler 24 Temmuz'da bir zırhlı trenle batarya
korumasında bir sal d ı rıya geçerek sağ kanattaki milis mevzilerini ele
geçi rdiler. Ermen iler, sağ cenahtaki nizami Türk bölüğünün gerisine
de sarkmaya başlad ı ğ ı ndan Veysel Bey, gece kara n l ı ğ ı nda bölüğü
geri çekti . Böylece müfreze bütü nüyle Aras l rmağ ı ' n ı n batısına, l ran
toprağ ına geçti . Ermen iler, Nahçıvan'da bir öld ü rme kampanyas ı
açmadan 28 Temmuz'da bir öncü Kızı l Ord u müfrezesi Nahçıvan'a
gird i .
Sekiz yüz e l l i altı kişi , d ö rt d a ğ topu, otuz levis makineli tüfeğ ini
içeren bu birinci Kafkas Süvari Alayı , Tugay Kumanda n ı Parhof buy­
ruğu ndayd ı . i kinci Alay da An kelaot'tan geliyord u .
Kaz ı m Karabekir'in bütü n sevi nci , Nahçıvan'daki Türk halkı n ı n
toptan kesilmekten kurtulmuş, Kızı l Ord u 'yla aylard ı r beklenen bağ­
lantı n ı n en sonra kurulmuş olmasıyd ı .

• Yarbay Reşat Bey, 26 Ağustos büyük sald ı r ı s ı nda a l ı nması gereken Çiğiltepe'yi
vaktinde ele geçiremediğinden bunu bir şeref sorunu yaparak kendini öldürecektir.

86
Kızı l Ordu kumandan ı , Ermen ilere 29 Temmuz'da Şahtaht ı ' n ı n
boşaltılmas ı n ı , görüşmeci kurulunun Nahçıvan'a gönderilmesini bil­
dird i . Akşam saat on yed ide kızıl bayrak asm ı ş bir tren Şahtahtı'dan
Nahçıvan'a vard ı . Akşamüstü Halil Paşa da iki yüz kızı l atl ı ile Nah­
çıvan'a geld i , Halil Paşa , Kazım Karabeki r'e Şahtahtı'daki Tü rk müf­
rezesi nin hemen Nahçıvan'a ald ı rılmas ı n ı , çünkü 3 1 Temmuz öğle
üstü Ermen ilerle yapı lan b ı rakışma n ı n biteceğini bildird i .
Paşa , müfrezeyi hemen Nahçıvan'a doğ ru yü rüttü . A rt ı k Veysel
Bey, Kızıl Ordu ile el ele Ermenilere sal d ı rıya geçebilird i . Kaz ı m Ka­
rabekir'den başka hemen herkes Tü rk askerleriyle Kızı l Ordu'nun
yan yana gelişinden korkuyordu.
Beyazıt'tan Tümen Kumandan ı Cavit Bey:
- Kendi elimizle ateşe atı l ı yoruz! diye yazıyord u .
Paşa , bu s ı rada Erzurumlu zeng inlerin sonsuz b i r korku , kayg ı
içinde yüzd ü klerini görüyord u :
- Bolşevikler gel iyor! diye söylenerek kaçmaya hazırlananlar
bile görü l üyord u . Bolşevi kler üstüne o kerte kötü söylentiler yayıl­
m ı ştı ki bunları n geçtiği yerde her nesnenin yan ı p kül olacağ ı kan ısı
kökleşiyord u . Tü rkiye'nin içinde bulunduğu çok teh likeli durumun so­
nucu bile unutulmuştu .
Paşa kendi çevresinde dönen bu ağ ı r söylentilerin anaforundan
uzakta daha serinka n l ı düşünüyor, durmadan dört bir yan ı yatıştı r­
maya çal ı ş ı yord u . Biraz d üşünebilme yeteneğine sahip olanları da
şöylece inand ı rmaya çabal ıyord u :
- işte , Nahçıvan'a kızı llarla buluşmak üzere b i r müfreze gönder­
dim. Göreceksiniz ki eratımız Bolşeviklerle buluştuktan sonra ken­
di din ve geleneklerine daha çok sarı lacaklar ve subayları na boyun
eğmekten h içbir vakit ayrılmayacaklard ı r. Ayrıca güçlü ve bilinçli bir
kurulumuz da sürekli gözcülük ve incelemede bulunuyor. Durumdan
günü g ü n ü ne bilgi al ıyoru m . Bolşevik ordusuyla temas ı m ız gerekli­
dir. Para , cephane ve özellikle Batı Cephesi ordumuza her türlü silah
ancak Rusya'dan al ı nabilecektir. Bolşeviklere karş ı olan propagan­
dalara kap ı l ı rsak birkaç ay sonra paras ızl ı ktan ordular dağ ılabilecek
ve Ermeni-Yunan ordusu bile Anadolu'da Türklüğü boğabilecektir.

87
Bolşevi kliğe ne askerimiz, ne de halkı m ı z yüz verecekti r. Buna karş ı
en önemli silah da d i n d uyguları n ı n hal k ı m ızdaki gücüd ü r.
Kazım Karabekir, bu düşünceleri her fı rsatta yazı lar, söyleşiler,
bildirilerle çevresine yayıp dururken, bir yanda Bakü'de kurulduğunu
işittiği Türk Komünist Partisi'nin Erzurum halkı arası nda ya da kendi
ordu safları arası nda kışkırtma, örgütlenme işleriyle uğraş ı p uğraşma­
d ı ğ ı n ı büyük bir dikkatle kontrol ediyord u . Bunun hızı onu korkutuyor,
şaşı rtıyordu. Paşa , düşünüyordu da bütün yaşayışı boyu nca bu kerte
bunal ı m l ı bir dönem içine düşmediğini anl ıyordu. Salt beş duyusu de­
ğil, altıncıs ı , yedincisi bile ayaktayd ı . Çevresine verdiği talkına kendisi
bile inanmıyor, atlamaktan, atlatı lmaktan ödü kopuyord u .
Ne var k i içini ferahlatan haberler gelmekte gecikmed i. Nahçı­
van'da Bolşevik askerleriyle Türk askerlerinin buluşması çok ı l ı ml ı ,
doğal koşullar altı nda meydana gel mişti . Yal n ız, Bolşevik askerlerin,
subayları n rütbelerine, apoletlerine düşman oldukları n ı işiten Tü rk su­
bayları , bütün subayl ı k işaretlerini daha önce söküp saklamışlard ı .
Bunun d ı ş ı nda her şey güzel gitmiş, her iki yan ı n askerleriyle su­
bayları , birbirleriyle birlik iki devleti n askerleri gibi içten davranmış­
lard ı . Bu olay üzerine Paşa , omuzlardaki şatafatl ı apoletleri kal d ı ra­
rak kollara işleme işaretleri taktırd ı . Bu işi de böyle çözü mlediğine
inanarak Ankara'ya da bildird i .
3 1 Temmuz'da milliyetçi Azerbaycan hükümetinin dağ ı lan ordu­
sundan Tatarski Alayı n ı n bir bölüğü , dört subay, kırk beş atl ı asker,
Paşa' n ı n Hasankale'deki karargah ı na gelerek teslim oldu. Paşa eratı
da, atları n ı da, silahları n ı da iyi buldu. Bunlar, bir Azeri piyade bölüğü­
nün de Horasan'a s ı ğ ı nd ı ğ ı n ı bildirdiler.
Kafkasya'ya gönderilen iki açı kgöz Türk subayı n ı n sunduğu uzu n
bir rapor, Paşa'yı heyecana düşürd ü . Hemen bunu An kara'ya bildir­
d i . Mustafa Kemal de bu iki subayı yakı ndan dinlemek üzere Anka­
ra'ya çağ ı rd ı .
i ki genç subayı n verdiği raporun son paragrafı şöyle diyordu:
Bolşeviklerle gerek birlik olsun gerek olmas ı n , Bolşevik prensip­
lerinin Türkiye'ye gireceği muhakkaktı r. Bolşevik prensiplerinin cahil
uluslarda pek çok tahribat yaptığı denenmiştir. Özell ikle Türkiye gibi

88
felaket içerisinde ve düşman karşısı nda bulunurken katkı olarak Bol­
şevik prensiplerinin yıkı m ı na uğraması , yıkıma en çok bütün ülkenin
ve subayları n uğraması acı kl ı sonuçlar doğurur. Bundan dolayı Bol­
şevik prensiplerini iyice incelemek ve bu düşü ncenin ne biçimde ve
nelerden girmesi gerekeceğini belirlemek; Bolşeviklik prensiplerini
ülkenin şimdiki di nsel ve toplumsal durumuna göre değiştirerek al­
mak zorunludur. Bunun için en önemli merkez Trabzon'dur. Bolşevik
çal ı şmaları n ı izleme ve inceleme işlerini yönetmek üzere çal ışkan ve
güçlü bir siyasal kurulun Trabzon'da bulundurulmas ı n ı kesin olarak
gerekli sayıyoruz.
l smail Hakkı Aziz

Paşa , bunu okuduktan sonra, kendi kend ine şöyle söylendi:


-Şimdiye dek sürüp giden Bolşeviklerle değinişmek ya da deği­
nişmemek yani dostluk ve düşmanlık akınları na şimdi bir de Türki­
ye'de Bolşevik yönetim biçimi gerekliliği daha önemli ve tehlikeli olarak
karı şm ı ş oluyor. Ben bu gibi işlerin cephede değil, Ankara merkezinde
tartı şılmasına önem veririm ve başka bir biçime meydan verilmeyece­
ğini Bakü'ye de bildirmiştim . Ne var ki bir yandan itilaf Devletlerinin,
bir yandan da komünizmin hemen bizi de altüst edeceğini sanan hiç
eğitim görmemiş zenginlerin dedikoduları maiyet kumandanları na,
subaylara yalan yan l ı ş yankı lar yapıyor.
Kaz ı m Karabeki r'in H asankale'deki kararg a h ı n a 2 Ağustos 1 920
günü iki ayd ı n yüzl ü konu k geld i . Bunlar, Bakü'de yakınlarda kuru­
lan, M ustafa Suphi Bey' in başkanl ı ğ ı nda kurulan Tü rkiye Komün ist
Partisi üyelerindend i . Biri eski Zor mutasarrıfı Salih Zeki Bey, öbürü
de eski Rus ordusuna tutsak düşmüş subaylardan N u rettin Bey'di.
Paşa'yla görüşmek isted iklerini söyled iler. Paşa, onları odas ına ala­
rak çay-kahveyle ağ ı rlad ı . Sonra , konuşmaya başlad ı lar.
Sal ih Zeki Bey SÖZ ald ı .
- Paşam, ded i . Varl ı ğ ı m ızı koru mak için Bolşevik yönetimini al­
mak zoru ndayız. Büyük Mil let Meclisinin işlerine doku nmamak koşu­
l uyla yazı lacak bir statü içinde ülkemizde komünist örgütü kurmalı ve
böylece sesimizi ve biçimimizi d ı şarıya d uyurma l ı ve göstermel i , en

89
sonra uygun bir zamanda dahi Bolşevik yönetim biçimini almalıyız.
1 Eylül 1 920 günü Bakü'de Doğu Ulusları Kongresi toplanacak,
buna Türk Komünist Partisi de katılacaktı r. Bundan dolay ı , bu kong­
reye Anadolu'dan sekiz-on üyeyi delege olarak göndermeliyiz. Ana­
dolu'nun kimi yerlerinde komünist partisine girmiş kişiler vard ı r. Bize
müsaade ederseniz burada Erzurum'da Türk komünist partisinin bir
dal ı n ı gizli ya da açı k kura l ı m .
Paşa , bunları serinkanl ıca dinled ikten sonra :
- Ben , böyle bir partinin Büyük Mil let Mecl isinin haberi olmadan
Tü rkiye toprakları üzeri nde kurulmas ı n ı doğru bulmam. Siz en iyisi,
daha önce de bildirdiğim gibi An kara'ya gidip orayla an laşmaya ba­
kın ız. Şimdi biz burada Ermenilerle karşı karşıyayız. Bundan dolayı
Erzurum'da bir şube açmanız çok sakı nca l ı d ı r. Zaten Türk ayd ı n ları
kurtuluşu hep Bolşevik yönetimi biçiminde buluyorlar. Gidip Al bayrak
gazetesi sahipleriyle görüşünüz. Onlar kongreye g idebil ir, yal n ız siz­
den dileğim, bunu da g izlice yap ı n ız. H içbir yana sızmas ı n .
- Bizim güvenliğimiz ancak Bolşeviklerle birlik kurarak sağlana­
caktır. Sonra, benzer yönetim biçimini de ülkemizin sindirim gücüne
göre kurmayı da öngörmekteyiz. Yal n ız, bunu yaparken ulusal hükü­
metimizi bir yana bırakmayacağ ız; onunla birlikte yapacağ ız. Böyle­
ce yönetim biçimimizdeki köhnemiş mülki ve adl i örgütleri yepyeni
kuramlarla ve yine hükümet eliyle yenileyeceğiz. Bu işlerin hükümet
eliyle yapı lması bir kolayl ık da sağlayacaktı r. Bugün toprakları mızı
çiğneyen emperyalistlere karşı direnen Kuvayı Milliye'yi , İ ngilizler, Ha­
life güçleriyle dağ ıtmak uğruna var güçleriyle çal ı şmaktad ı rlar. Bun­
dan dolay ı , Rusya'da olduğu gibi gizli örgüt yapmak, sonra da devrim
planları hazırlamak İ ngilizlerin ekmeğine yağ sürer. Böylece İ ngilizler,
hilafet güçlerinden daha kolayca yararlan ı r demek istiyorum .
Kazım Karabekir, özeti verilen bu konuda uzun uzu n konuştu .
Onların birçok soruları n ı yan ıtlad ı .
Salih Zeki Bey'le N u rettin Bey:
- Peki Paşa m , biz de ulusal Ankara hükümetine ü l kemizde ko­
mün ist partisini gizli çal ı ştı rmayacağ ı m ıza söz veririz.

90
Salih Zeki Bey'le N u rettin Bey' in elini içtenlikle s ı kan Paşa , onları
karargahtan uğurlad ı ktan sonra arkalarına adamları n ı takarak sıkı
bir kontrol altı na ald ı rd ı .
Son ra kendi kendine şöyle düşünd ü :
- Türk yoldaşları n An kara'ya g i d i p kom ü n izm nedir, kend ile­
ri nas ı l adamd ı r, güzelce hükümet ve Millet Meclisine anlatmaları
ve kendileri n i tan ıtmaları , sonra da uygun görü rlerse kimi örgüt ve
kanunlarda değişiklik yap ı lmal ı d ı r. Ankara'da bir komün ist partisi
n itel iğinde görü n mek, d ı ş siyasetimizde itilaf Devletleri ni etkileyebi­
lir. Son ra , ulusal davra n ı ş ı m ızın başarı sağlaması durumunda itilaf
Devletleriyle anlaşmak gibi bir olanak doğarsa hükümeti n bu ren kte
görünmesi ne gibi bir sorun yaratı r? Bunları Ankara'dakiler günün
sorunları olarak şimd iden ele a l ı p şöyle bir düşünsünler! Yoksa ne
Ruslardan para ve silahça yard ı m görebiliriz, ne de bu gibi adamla­
rın bol para ve aldatıcı araçlarla hükümetin haberi olmadan teh l i keli
girişimlerinden haber alabileceğiz. M ustafa Suphi ve arkadaşları n ı n
güvenle ü l kem ize gelmek için Salih Zeki ' n i n n e biçimde karş ılanaca­
ğ ı n ı bil med i klerini san ıyorum. As ı l önemli soru n , eratın (kolordu as­
kerleri n i n ) en sonra kışa değin sabredecekleri , k ı ş ı n bütün kaçacak­
ları sözleridir. Bun lar, eratın zarars ız düşü nce ve tartı şmaları ndan
başka bir şey değ i l . Kıştan önce mutlaka Doğu işini çözümlemek
zoru nday ı m . Şundan ki orduyu beslemek imkansız! Şuna göre işin
kışa değin beklemeye takati ol mad ı ğ ı ndan ben de eratla bir düşün­
cedeyim .
Kaz ı m Karabekir, sonra Salih Zeki , N u rettin Beylerle yaptığ ı ko­
nuşmayı bir rapor olarak yazıp An kara'ya Büyük Millet Meclisi Baş­
kan l ı ğ ı na gönderd i .
Raporada şu parçalar vard ı :
( . . . ) Bendeniz isti rham ederim k i Rus Sovyetleriyle çal ışan bu
zatlarla iyice anlaşı larak, bunlara gereken sayg ı gösterilsi n . i nsan ı n
tabiatında bulunan h ı rs v e intikam g i b i kötü d uygular uyand ırılma­
s ı n . Ve bu kişiler idealleri n i Rus Sovyetlerine dayayarak iş yapaca­
ğız d iye zavallı yurda bir uğursuz darbe vurmaları na yer kalmas ı n .

91
Ayn ı zamanda bu kişilerin şimdilik güçsüzl üğümüzden yararlanarak
uygun bir zamanda iş başına çı kmak gibi h ı rsları da unutu lmas ı n .
Bekir Sami ve Yusuf Kemal Beyler yan ı mda iken geleceğimiz üstüne
yapt ı ğ ı m ı z tartı şmalarda, ne Avrupa' n ı n temelde bir türlü anlaşama­
d ı ğ ı m ız yönetim biçiminde ve ne de modası çoktan geçmiş l slam
ve Türk birliğinde (Panturanizm) bizim için kurtuluş olmad ı ğ ı n ı ve
elden geldiğince bize uygulanabilir bir Bolşevik yöneti mini benimse­
mek zoru nda old uğumuzu ve bunun da elden geldiği nce gü rültüsüz­
ce kuru lmas ı n ı hep birlikte uygun görmüş ve el bette, cephelerdeki
görevler hafiflemedi kçe eylem olarak bir girişimin tehlikeli olacağ ı n ı
da kabul etm işti k.
Kazım Karabekir

Her gün Erzurum halkı n ı n nabzını yoklayan Paşa , bugünlerde


onu garip kuşkular içinde bularak kayg ı land ı . Hasankale'deki karar­
gahı nda oturup çal ı ş ı rken eline bir mektup verdiler. Bu karargahtaki
bir levazım çavuşunun Erzurum'daki ailesine gönderdiği bir mektuptu .
Levazı m çavuşu, bu mektubu Erzurum'a giden bir mızıka erine verip
onunla göndermek istemişse de bundan kuşkulanan mızıka eri , Pa­
şa'yı çok sevdiğinden :
- Bunu mutlaka Paşa görmel idir, pek önemli şeyler oluyor, diye­
rek subayına verm iş, o da götürü p Paşa'ya teslim etm işti .
Mektup şöyle diyord u :
- Ferit Paşa hükü meti Erzurum'u katiyen ku rtarm ı ştı . Erme­
ni s ı n ı rı belki Erzurum yakı n ı ndan geçecekti . Fakat şimd i , her şey
mahvold u . Erzurum yakı nda elimizden çı kacaktır. Bunun nedeni de
kumandan ı m ızın Ermeni savaşı n ı yapmakta d i retmesidir. Ben, en
doğru ağızlardan duydum ki bizim ord u Ermenilerle bile baş edecek
güçte değ i l . Oysa G ü rcülerle Ermenilerin birleşmesi de düşünülürse
felaketimizin ne olacağ ı kolayca anlaş ı l ı r. Her şeyi sayın ve göç et­
meye haz ı r olun ! . .
Paşa , hemen levazı m çavuşunu çağ ı rtarak kurmay kuruluyla
birlikte sorguya çekti . i ş anlaşı ld ı . Bu, Paşa ' n ı n kış gelmeden önce

92
mutlaka Ermenilere karş ı savaş açacağ ı üstüne subaylarla erat ara­
sı ndaki tartı şmaları n yarattığı söylentilerden başka bir şey değildi.
Bunun yarattığı nedensiz bir ürküntüyd ü . M ustafa Kemal Paşa ' n ı n ,
bu savaşa karş ı olduğu söylentileri pek kötü b i r yönde dalla n ı p bu­
dakla n m ı ştı . Halk aras ı nda yap ılan tartışmalardan birçoğ unda Pa­
şa'n ı n Ermenilere karşı savaş açarsa Erzu rum'u tehlikeye atacağ ı
uluorta söylenebil iyord u . Paşa bunu canice , alçakça buld u . Sözde
Kazım Karabekir, M ustafa Kemal'in sözü n ü dinlemeyerek Ermeni
savaş ı n a başlam ı ştı . Bunun sonunu başarıyla getirmek nasip ol­
mayacaktı . Bu tehlikeyi önlemek üzere de Erzurum'da bağ ımsız bir
sosyalist halk hükümeti kurmak düşünülmüştü .
Kazım Karabekir'in daha çok üzüldüğü , Erzurum Müdafaayı Hu­
kuku'ndan iyi tan ıdığı gençlerin de bağ ı msız bir Erzurum sosyalist
hükümeti kurma işinde daha ileri giderek ord uya da el atmalarıyd ı .
8 Ağustos 1 920 günü Albayrak gazetesi sahibi, yeni Maarif Müdürü
Mithat, Kız Öğretmen Okulu Müdürü Cevat, Kolordu Kurmay Başkanı
Mustafa beyler, Paşa'n ı n Hasankale'deki karargah ı na gittiler. Mithat
Bey, sözcü olarak ileri çıkıp durumu anlattı . Erzurum'da bağ ı msız bir
hükümet kurmak bir zorunluluktu.
Paşa onlara :
- Orduma da gereken buyruğu verd i m . Size de böyle b i r girişim
için kesin olarak müsaade edemem. Ankara'daki h ü kü metin kanun­
ları d ı ş ı nda yap ı lacak her türlü girişimi ezeceğ im, d iyerek onları Er­
zurum'a döndürd ü .
Paşa , daha Bakü'deki komünist partisi kuruluşunu öğrenir öğren­
mez 3 Ağ ustos'ta ordusunun kumandanları na şu uyarıyı yapmıştı :
- Bakü'deki Türk Komün ist Partisi 'nin ülkemiz içinde Mil let Mec­
lisinin haberi olmadan ufak rütbelilerle ya da halkla örgüt yaparak
çal ı şmaya kalkı şması felaket olur. Bütün gücü müzü kullanarak her
şeyin M i llet Mecl isine yukarıdan aşağ ı yap ılmas ı n ı sağlamak göre­
vimizdir. Eğer kom ü n izm kabul ed il mek gerekirse bunu ancak Millet
Mecl isi kabul edebilir. Birtakım istemler ve devrimlerle olamaz. Bunu
Bakü'ye de bildirdim ve başka türlü bir şey yapmalarına meydan

93
vermeyeceğimi anlatt ı m . Onlar kabul ederek Ankara'ya adam gön­
derdiler. Mustafa Suphi de Ankara'ya gitmek için Millet Meclisi'nden
müsaade isted i ve kabul olundu . Bununla birl i kte kimi çı karcı ya da
. . . kişilerin habersizce ülkemizde ve özellikle ordumuzda örgüte kal­
kı şmaları mümkün olup bu da yurdumuz için felakete yol açacağ ın­
dan pek uya n ı k bulunmakl ı ğ ı m ız gerekir.
*

Kazım Karabekir Paşa , Halil Paşa' dan Ağustos baş ı nda uzu n bir
mektup ald ı . Bunda şöyle bir paragraf da vard ı :
( . . . ) Ayrıca Bakü'de komünistlerce Tü rkiye için önce Azerbay­
can'da bulunan Türklerle tutsakları n bir bölümünden bir Türk Bolşevik
alayı kurmaktad ı rlar. Sayıları bine yaklaşıktır. Örgüt ve buna ilişkin
buyruk ve propagandalar Rusları nkinin benzeridir. Rusya'n ı n türlü
yerlerinden Bakü'ye gelecek Türk tutsak eratı n ı n hepsinin Türk Bol­
şevik alayına sokulmaları n ı başkanlığında Mustafa Suphi yoldaş bu­
lunan Bakü'deki Türk Komünist Partisi istemiştir. Ben de buna karşı
şu öneride bulundum:
Gelecek tutsaklardan Bolşevik olmak isteyenler Bakü'deki Bol­
şevik Alayına girerler. i stemeyenlerse mutlaka Tü rkiye'ye gönderil­
mel idir.
M ustafa Suphi Bey ve arkadaşları buna razı oldular.
Gönderileceğine söz verilen altı n ı n beş yüz kilosu önceki rapo­
rada da bildirdiğim gibi Sovyet elçilik kurulu başkatibinin yan ı ndad ır.
Gelecektir. As ı l büyük böl ümünü de elçi kendisi getirecektir. Bu da
Keros-Nahçıvan yol u n u n ya da demiryolu n u n güvenle açılmasına
bağl ı d ı r.
Kazım Karabekir, 30 Ağ ustos 1 920 günü Sovyet elçilik kurulunun
ilk kademesini Hasankale'de karş ı lad ı . Kuru l , Enternasyonal Marşı­
n ı söyleyerek Paşa'yı selamlad ı . Bunların arası nda ayd ı n larla birçok
telgrafçı vard ı . Erzurum'a, Sivas'a, Trabzon'a ikişer telgrafçı b ı raka­
cakları n ı söylediler.

94
BAKÜ KURULTAYI N DA
TÜ RKİYE SORU N LAR!

Bir insan, yurt ve ulusa yararlı bir iş yaparken gözden


bir an uzak bulundurmamak zorunda olduğu düstur,
ulusun gerçek eğilimidir.
Mustafa Kemal

1 Eyl ü l 1 920 g ü n ü petrol kuyuları n ı n garip bir orman gibi çevre­


sini kaplad ı ğ ı Azeri Türkleri n i n güzel ü n l ü kenti Bakü'de çokta n beri
haz ı rl ı ğ ı yap ı lan Doğu U l u sları Kongres i , Büyük Tiyatro'da açı ld ı .
Delege sayısı iki bini aşkı nd ı . Aralarında elli beş de kad ı n vard ı . Bu
iki bin delegenin yüz çizgileri , gövde yapı ları , çoğunlukla Türk, Doğu
ulusları n ı n çekik gözl ü , elmacı k kemikleri çıkık soyları na özgüydü .
Türkiye , l ran , Hindistan, Belücistan, Afganista n , Ç i n , Gürcistan, Da­
ğıstan , Ermenista n , Buhara , Türkistan, Taşkent, Fergana, Semerkant,
Türkmenistan, Çeçenista n , Kuban, Kırg ız, Kuzey Kafkasya , Terek, Uk­
rayna, Kırım, Doğu Yahudileri , Azerbaycan , Başkırdistan, Tataristan,
Kazakista n , Kalmuk cumhuriyetlerinin birer ya da birkaçar delegesi
Büyük Tiyatro'daki yerlerini almış birbirlerini süzüyorlard ı . Baş locada
Üçü ncü Enternasyonal i cra Komitesi ad ına sarı ş ı n , yakışıkl ı , çok zeki
bir adam olan Zinoviyef ile Pavloviç, Stasova oturuyor, onları Kari Ra­
dek, Macar devrimcisi Belaku n , Kirof, Gürcistan delegesi Ordshoniki­
dze ile Skoçkof izliyord u . Avrupa, Amerika, Japonya enternasyonalist
delegeleri de bu s ı rada yer almıştı . Osmanlı Tü rklerinin türlü hizipleri
ad ı na bir yığ ı n delege de birkaç locadaki yerlerini alm ıştı .
Batum'da bir komünist partisi kurmuş olan Enver Paşa , kongreye
yeşil komünizmin delegesi olarak katıl ıyordu. Bir loca n ı n başında çe­
nesini dirseğine dayamış, yerdeki sıraları , karşı locaları dolduran dele­
ge yığınları n ı gözden geçiriyor, ara sıra kendi komünist partisinin ileri
gelenlerinden ünlü i ttihatçı Polis Müdürü Azmi Bey'le dudağ ı n ı n ucuyla
bir iki laf ediyor, sonra, yine bu kalabal ı ktaki tan ıdık yüzlere dal ıyordu.
Enver Paşa , kongrede en aşağ ı Zinoviyef kertesinde popülerdi. Bütün

95
doğu ulusları delegelerinin gözleri onun üzerindeydi . Bu kerte tan ın­
mışlık, aranırl ı k, bunca yitirdiklerinden sonra hoşuna gidiyordu. Henüz
locasına gelip yerleşmeden yüzlerce doğulu gelip ellerine sarı lmış,
bunları sanki bayg ı n l ı k geçirircesine öpmüştü . Şu sırada bile sarı kl ı ,
papakl ı b i r delege gelip onun ellerini avuçlarına alıyor, onları kutsal bir
nesneymiş gibi kokluyor, yerine dönüyordu. "Halifeyi Müslümin'in da­
mad ı" şimdi bile sosyalizme yönelmiş bu yığ ınlar üzerinde korkunç bir
etkiye sahipti. Enver Paşa, rütbesiz bir subay giyneği giyiyor, koyu bir
gömlek üstüne kravat takıyordu. Bacağ ı nda bir külot pantolon , başında
bir kalpak vard ı . Yine yanakları pespembe, davranışları capcanlıyd ı .
Türk delegelerin i n Enver Paşa'dan sonraki s ı rasında ince uzun
boylu esmerimsi, çıkık a l ı nl ı , orta yaşlarda, gözlüklü , kalpakl ı , Tür­
kiye Komünist Partisi lideri Mustafa Suphi ile Tahsin Bey göze çar­
pıyord u .
Mustafa S u p h i , i kinci Meşrutiyet devriminden son ra eğitim için
Paris'e g itmiş, Science Pol itique'i bitirerek Türkiye'ye dönmüş, Öğ­
retmen Oku l u nda öğretmenlik yaparken "itham" adl ı bir dergide yen i
düşü nceler ileri sürmüş, Tü rkiye kurtuluş problemlerine el atm ış,
İttihat ve Terakki hükümetini devirmek suçuyla , bütü n Prens Saba­
hattinciler öbür muhaliflerle Sinop kalesine sürgün ed ilmişti . Oradan
küçük bir den iz aracıyla Rusya'ya kaçm ı ş , orada da savaş tutsağı
olarak yakalan ı p Sibirya tutsak kamplarına sürülmüş, Bolşevik dev­
rimi patlak vermiş, o da hemen onun safları aras ı n a katılıvermişti .
Fransa'da sosyalist lider Jean Jaures'in nutukları n ı din leye dinleye
Marksizme ı s ı n m ı ş , Fransız kaynaklarından i ncelediği birçok kitap­
tan edindiği bilgilerle Tü rkiye'ye dönmüştü .
Enver Paşa burada yeşil komünizmi , Mustafa Suphi de kızıl
komünizmi temsil ediyord u . Mustafa Suphi Rusya'daki Türkler ve
su bay tutsakları ndan kurduğu bir Kızıl Alay' ı n üstü nde Tü rkiye Ko­
mün ist Partisi adlı bir de siyasal örgüt kurmuştu . Böylece kongrede
Tü rkiye'nin aşırı sol akı m ı n ı temsil ediyord u . Enver Paşa ise eski
Panislamizm siyasetinden elinde kalan düşü nce, örgüt döküntüle­
rine bir de kom ü n istli k katarak sosyal bir devrimin kan ıyla aşı lama­
ya çal ışıyor; Sovyet s ı n ı rları içindeki Müslüman Tü rklerden başka ,

96
Müslümanlardan kuracağ ı kızıl düşünceli Yeşil Ord usuyla eski hül­
yalarından biri olan H i ndistan'daki l ngiliz emperyal izm inin üstü ne
yü rüyecek, böylece Sovyetlerin isted iği en g üzel işlerden birini yapa­
cak, sonra da bu Yeşil Ord u 'yla Türkiye s ı n ı rlarından içeri dalacak,
hem de Yu na n l ı l a ra karşı kahredici bir cephe kuracaktı . Böylece ,
önceleri Kafkasya'dan aşağ ı doğ ru emperyal izmi süre süre den ize
dökmek, Tü rkiye'nin kurtuluşunu sağ lamak üzere kurduğu düşler bir
başka biçimde gerçekleşecekti .
Kardeşi Nuri Paşa'nın buyruğunda bıraktığ ı tonlarca altı n , yüz bin­
lerce seçme Türk askeri , Mondros B ı rakışması 'yla izzet Paşa bunağ ı­
nın şerrine uğramasayd ı şimdi Türkiye'de bir tek Yunan askeriyle öte­
ki ulusları n sembolik asker güçleri bulunmayacaktı . işte Enver Paşa ,
yeni güçler elde etmek amacıyla elinde son kalan kozu, "Halifenin
Damatl ığı"nı kullanmaya çal ı şıyord u . Bunun için de kendi komünist
partisini geri plana al ı p yeri ni Lenin'in güvenini kazanmış olan Musta­
fa Suphi Bey'i komünist partisine bı rakarak kendisi kongreye Tunus,
Cezayi r, Fas, Trablusgarp devrimcilerinin delegesi olarak katı lmıştı .
Türk Kuvayı Mill iye Hükümetiyse kongreye hiçbir delege gönder­
memişti . Yal n ız, yakı nda Moskova'ya g itmiş olan Türk görüşmeci
kurulu üyelerinden asker doktor ve Mustafa Kemal'in içten arkadaşı
İ brahim Tal i Bey, gözlemci olarak kongreye katı l ı yord u . Otonom bir
vilayet d u rumunda görünen, bütü nüyle Enver Paşa ' n ı n etkisi altı nda
bulunan Trabzon ' dan mebus Hafız Mehmet, Mühendis Aziz Beyler­
le Erzurum vilayeti nden Binbaşı Arif Bey kat ı l m ı ştı . Bunlar da tıpkı
Doktor İ brahim Tal i Bey gibi gözlemci niteliği taşıyorlard ı .
Kaz ı m Karabekir, Erzu rum'dan geçen Türk delegelerine orada
konuşu rken pot k ı rmamak üzere şu formülleri konuşmaları na temel
yapmaları d i rektifin i vermişti :
- Yönetim devrimini yaptık. Sosyal devrim de gelenek ve din imi­
ze uygundur. Ancak henüz vakti değildir. Şundan ki emperyalist Av­
rupa l ı larla ve İ stanbul hükümetiyle savaş duru m u ndayız. Aşağ ıdan
yukarı gelebi lecek bir devrim y ı k ı m ı m ıza yol açar, delegelerimiz gö­
rüşmeleri dinlemeli ve bize haber vermelidir. Kongrede Anadol u'nun
gerçek devrimci old uğunu ve devrim ru hundan başka bir şey tan ı-

97
mad ı ğ ı n ı eylemle göstermek, kongreye katı laca k olan Avrupal ı dele­
gelerin bu konuda güvenlerini kazanmak ve yard ı mlarından ülkemiz
için en aşı rı yararı sağlamak, ülkemizin yönetim biçimi üstüne en iyi
yönetimin ne olabileceğini onlara anlatmak. Delegelerimiz, Türkiye
üstüne her ne biçim ve n itel ikte olursa olsun bir yarg ı ve karar alma­
ya yetkili değildirler.
Kongre, Azerbaycan Cumhuriyeti Devrim Komitesi Başkanı Dok­
tor Neriman Nerimanof'un başkanl ı ğ ı nda özet olarak şu sözlerle
açıld ı :
- Dünyaya uygarl ı klar bağ ışlayan koca Doğu bugün ilk kez göz­
yaşları dökerek kapitalist ve emperyalistlerden gördüğü zulümlere ve
aşağ ılamalara değgi n yakı nışları n ı söyleyecektir.
Sonra , kongre başka n ı seçimini ileri sürd ü :
- Yoldaşlar! d iye bağ ı rd ı . Len i n , Zi noviyef v e Troçki yoldaşları n
onursal başkanl ığa, Zinoviyef yoldaşı n da eylemsel başkanl ığa se­
çilmesini öneriyoru m .
i ki b i n e yaklaş ı k delege alkı şlayarak bu öneriyi kabul etti . "Bun­
dan sonra, Pavloviç'in başkanl ı ğ ı nda dokuz kişilik bir Başkanlık D i­
van ı , kırk yed i delegel ik bir Doğu Şuras ı , otuz bir delegelik bir Yö­
netim Kuruluyla kongre katipleri seçildi. Pavloviç, Kirof, Cercinski ,
Stasova , Elyava ile Skaçkof Doğu Şuras ına girdiler. " Mustafa Suphi
Bey'in l iderliğindeki Türk komünist partisinden ü steğmen Süleyman
N u ri ile l smail Hakkı Beyler, Enver Paşa ' n ı n komünist partisinden
eski gazeteci Bahaettin Şakir Bey de bu şuraya seçilenler arası n­
dayd ı . Bunları n ikisi Biri nci Dünya Savaşı'nda Ruslara tutsak olarak
1 9 1 7 devriminde komü n ist ideolojisini benimseyen iki Türk subayıy­
d ı . Bahaettin Şakir ise i ttihat ve Terakki Partisi ' n i n eskiden beri en
önde ayd ı n larından biriyd i .
Seçimden son ra sahneye çıkan Zinoviyef şunları söyledi :
-Şüraya büyük görevler yükled ik. Bizce örgütlenecek olan bu
kuruluşun önünde büyük bir gelecek vard ı r. Onda her ne kadar bu­
gün için gereği gibi bir "merkeziyet" yoksa da yarın bu şüra Doğu'da
güç bulacak, devrime geniş yollar açacak ve zaman geçtikçe Doğu

98
için büyük bir devlet olacaktır.
Şura , i ki nci kongrenin toplanışına dek Bakü'de çal ışacakt ı . Şu­
ran ı n yönetim kuruluna "Anadol u'dan" Trabzon delegesi Hafız Meh­
met, "Türkiye'den" d iye de Mustafa Suphi Bey'le komünist partisin­
den Tahsin Bey seçild i . Tahsin Bey de Ruslara tutsak düşen Türk
subayları ndand ı .
Kongre başka n ı Zinoviyef, kongre üyelerine bas ı l m ı ş birer be­
yanname dağıttı .
Bunda özet olarak şunlar vard ı :
Doğu ul usları , komünist enternasyonal ince çağ rı ld ı . Her köylü ve
her işçi bilmelidir ki komünist enternasyonali kapital ist egemenliğini
yok ed ip halkı n birliğine çal ı şan bütü n dü nya komü n ist ve işçilerinin
birliğid ir. Bu komünist enternasyonali yaln ı z , kapital istlerin egemen­
liğini değ i l , bir ulusun başka başka uluslar üzerindeki egemenliğini
de yok etmek istiyor. Buna göre Avrupa ve Ameri ka işçileri Doğu
ulusları n ı n köylü ve işçi s ı n ıflarıyla birleşmel idir ( . . . ) Dünya savaşı
otuz beş milyon insan ı n can ı na mal old u . Yüzlerce şehir ve binlerce
köy yak ı l ı p yıkıld ı . M ilyonlarca insan açl ığa ve yoksulluğa mahkum
old u . Savaş ı l ngil iz, Fransız ve Alman kapitalistleri Asya ve Afrika
pazarları n ı yağmalamak uğruna açtılar ( . . . ) Almanlar savaştan ye­
nik, Frans ızlar da ezik olarak çıktılar. l ngiltere , böylece Avrupa' n ı n
ve Asya ' n ı n biricik g üçlü v e egemen devleti oldu .
Beyan name, bu başlangıcı yaptı ktan sonra o s ı rada dünya n ı n en
ileri gelen sorunlarından biri olarak boy veren emperyalizme ka rşı
ayaklan m ı ş Türkiye'ye geçerek sözü nü şöyle sürdürd ü :
- Doğu u lusları ! l ngilizlerin Tü rkiye'ye neler yaptı ğ ı n ı biliyor­
sunuz. l ngilizler, Türklere önce bir barış önerd iler ki bir Tü rk ülkesi
olan Anadol u'nun dörtte üçü l ngiltere , Fransa, ltalya ve Yunanistan
aras ı nda bölüşüldü . Türklere b ı rakılan parçadaki halk da l ngiliz kapi­
tal istlerin i n tutsağ ı kertesine düşürüld ü . Türkler bu öneriyi ben imse­
med iler. Bunun üzerine l ngilizler, Türk dünyası için kutsal olan lstan­
bul'u işgal ettiler; Mil let Meclisini dağ ıttı lar; yurtseverleri tutuklayarak
bunların bir bölümünü kurşuna d izd iler. Bir bölümünü de Malta Ada-

99
s ı ' n ı n karan l ı k ve yaş kalesine sürdüler. Şimdi l stanbul'da l ngilizler
var. Türklerin ellerinde ne varsa bankaları n ı , paraları n ı , imalathane­
leri n i , fabrikaları n ı , demiryolları n ı ve vapurları n ı ele geçirdiler. Ana­
dolu'ya giden yolları tuttular. Türk köylüsünü gömleksiz gezmeye,
tarlas ı n ı tahta sabanla sü rmeye mahkum ettiler. l ngilizler, Yunan
ord usuyla l zmir ve Bursa vilayetleri n i , Fransız ord usuyla Adana vi­
layetin i ele geçirdiler. Bu ord ularla Tü rkiye'yi baştan başa işgale ve
yıllarca bitmez tükenmez savaşlarla yorg u n düşmüş Türk ulusunun
yok ed il mesine çabal ıyorlar. l stan bul'da bütü n okulları ve üniversi­
teyi kışla yaparak Tü rkleri eğitimden yoksun b ı raktılar. Gazeteleri
kapattılar. i şçi örg ütleri n i dağ ıttılar. ( . . . ) Biz, bizimle bir d üşünmeyen
y ı ğ ı n lara da sab ı rla yard ı m ed iyoruz. Bunlar düşünceleriyle dahi
bize karşıttırlar. Örneğ i n , Sovyet hükü metin i n Türkiye'ye Mustafa
Kemal'e yard ı mcı olduğunu biliyorsu nuz. Biz, başı nda Mustafa Ke­
mal bulunan davra n ı ş ı n komünist davra n ı ş ı olmad ı ğ ı n ı bir dakika
bile un utmuyoruz. Ankara'daki halk h ü kü metin i n birinci birleşi minin
stenog rafı kopyas ı gözümün önü nded ir. Mustafa Kemal , Halife'nin
ve Sultan ' ı n "kişiliği kutsald ı r, ona dokunulamaz" diyor. Mustafa Ke­
mal ' i n , baş ı nda bulunduğu k ı m ı ldanış, Halife'nin kişiliğini düşman­
dan kurtarmak istiyor. i şte bu partinin görüşü budur. Bu, komün ist
prensibi midir? Hay ı r, asla! Toplumun duygularına sayg ı d uyuyoruz.
Bunu değiştirmek bizim elimizden gel mez. Şundan ki bu iş için çok
çal ı şmak ister. Doğunun ve başka ülkelerin d i n inan ışları na biz çe­
kinerek yaklaşıyoruz. Bununla birlikte M ustafa Kemal hü kümetinin
Tü rkiye'de yü rüttüğü siyaset, kom ün ist enternasyonalinin siyaseti ,
yani bizim siyaseti miz değildir. l ngiliz hükümeti ne karşı yü rüyen her
devrim savaş ı na yard ı m etmeye hazı rız. Bu saatte Tü rkiye' de terazi­
n i n gözü kim zenginse ondan yana eğilmekted ir. Bunun başka türl ü
olacağ ı zaman da gelecekti r.
Zinoviyef'ten sonra kürsüye çıkan zayıf gövdel i , büyük başl ı ,
gözl üklü bir devrimci olan Pravda gazetesi başyazarı Kari Radek de
Tü rkiye üstü ne şun ları söyled i :
- l ngiltere , 1 909 y ı l ı nda "Genç Tü rklerin" sahneye çı kmaları n ı
alkışlad ı . l ngiliz gördü k i "Genç Türk" h ü kümeti ordusunu yeniliyor,

1 00
ilerici kanunlar çı karmaya ve düzgün bir yönetim kurmaya çal ışıyor.
Güçlü bir Tü rkiye'nin meydana gelmesi, yeryüzünün her yan ı na ya­
yılmış olan l ngiliz emperyalizmi için büyük bir tehlike yaratacağ ı n­
dan İ ngiltere , Türkiye'yi parçalamaya karar verd i . "Türkler barbar ve
vahşidir, Doğunun uygar ulusları olan Arapları , Asurileri Tü rklerin
elinden kurtarma l ı d ı r" demeye başlad ı lar. Öbür yandan kendilerini
Doğu ulusları n ı n savu nucu başısı gösteren Alman kapitalistleri , ger­
çi Türkiye ve l ran ' ı parçalamak istemiyorlard ı . Onların siyasetleri de
Türkiye'yle l ran ' ı iktisatça ele geçirmek ve Genç Türk yönetimi per­
desi arkas ı nda Doğu ulusları n ı sağlamak ve sömürmekti . Savaş, Al­
manya'n ı n yenilgisiyle ve l ngiliz gücünün artmasıyla sonuçland ı . Bu
sonuç üzerine l ngiliz donanmas ı , l stanbul'a el attı , Boğazları tuttu .
l ngiliz istila güçleri Arabistan ve l rak' ı , Fransız ordusu Suriye'yi iş­
gal etti . Yunan ordusu lzm ir'le Anadolu'nun önemli bir parçası n ı ele
geçird i . Bundan başka Fransızlar ve ltalyanlar, Güney Anadol u'yu
ele geçi rdiler. Suriye'de, l rak'ta ve Arabistan'da özgür ve bağ ı msız
devletler yaratmak perdesi arkası nda Türkiye'yi parçalad ı lar.
Kari Radek'ten son ra söz alan Pavloviç, Türkiye üstüne şöyle
SÖZ etti :
- Egemenlik, zenginleri n , mülk sahiplerinin ve vurgu ncuları n
elinde kalacaksa canlan m ı ş yeni bir Tü rkiye'nin doğmas ı n ı n ne ya­
rarı vard ı r? i şte , bundan az önce geçmişin örnekleri : Enver'in Tür­
kiye'deki savaş siyaseti , Gürcistan gibi, Ermen istan gibi burjuvazi
hü kümetleri benim ortaya koyduğum kura l ı n doğruluğunu göste­
ren yen i bir kan ı ttır. ( . . . ) Enver Paşa Tü rkiye'si , Almanya'n ı n o Wil­
helm'i ile ittifak yaptı ki bütün Batı devletlerinin Doğu ile savaşmak
için birleşmeleri gerektiğini dünyaya anlattı . Osma n l ı nazırları n ı n
Brest-Litovsk konferansı ndaki davran ışları tiksindiricid ir. N e var ki
Tü rkiye mill iyetçileri bu anlaşmayla da doymad ı lar. Türkiye Kars' ı ,
Ardaha n ' ı ve Aleksandropol'ü d e ald ı lar. Gürcista n , Almanya ' n ı n işe
karışmasıyla kurtuldu. Ondan sonra Osma n l ı lar, Azerbaycan üze­
rine sald ı rd ı lar. Bakü 'ye girdiler. Osman l ı ların Bakü'deki iki buçuk
ayl ı k saltanatları çok felaketler görmüş olan bu şehrin tarihinde en
karanl ı k sayfad ı r. Bu şehir ki Kafkas'ta proletaryan ı n tabyası d ı r. ( . )
. .

1 01
l ngiltere ve Fransa müttefiki Vrangel'e efendilik etmeyi n için istiyor?
Şundan ki Kırım Vrangel' i n elinde oldukça devrimci Tü rkiye'nin arka­
sı kesilmiştir ve artık Sovyet Rusya , Tü rk devrimcilerinin yard ı m ı na
koşamaz. Öbür yandan Anadolu, i tilaf Devletlerinin elinde bulundu­
ğu sürece ve oraya istila g üçleri gönderildikçe bizim arkamız ke­
silmiş olacaktı r. Yu nan l ı ları n Edirne'yi ve Trakya'yı ele geçirmeleri
bu amaçlad ı r. Sovyet hükümetine başvurarak Çanakkale sorununu
Karadeniz kıyısı nda bulunan devletler arası nda Vrangel'in ilgisi ol­
madan çözüm lenmesin i bildirdiler. Biz, bu düşü nceyi hararetle alkış­
l ıyoruz. Bu düşünce eyleme geçerse, toprakları Karadeniz kıyı s ı nda
bulunan bütün u luslar ve ülkeler aras ı nda birl i k kurulmasına doğru
ilk ve kesin ad ı m olacaktır. Çanakkale sorununu çözüm lemek için
Karadeniz federasyonu yapma l ı d ı r. Federasyon biçi m i , yaşama ye­
teneği olduğunu ispatlad ı .
Pavloviç, kapitalizme karş ı sert sald ı rı larda bulunduktan son ra
kürsüden indi.
Zinoviyef kürsüye çı karak şöyle konuştu :
- Yoldaşlar, Türkiye'de Mustafa Kemal Paşa , Sovyet Rusya'n ı n
kahraman b i r müttefiki olarak, yüksek b i r milliyetçilikle, Türkiye'nin
kapitalist ve emperyalist düşmanlarıyla ölüm dirim dövüşüne girişmiş
bulunuyor. Bu en büyük milliyetçilik davra n ı ş ı na Sovyet Rusya , hiçbir
yard ı m ı n ı esirgememektedir. Şimdi de Enver Paşa, emperyalist ve
kapitalistlerin kölelik altı nda tuttukları Müslüman memleketleri uyan­
d ı rı p ayakland ı rmak için geniş bir örgüt ile girişime geçmek üzeredir.
Bu yeni dövüş davra n ı ş ı n ı da desteklemek Sovyet Rusya'nın temel
ödevidir.
Zinoviyef' in bu kon uşmas ı n ı yan ıtlamak üzere Türkiye Komü n ist
Partisi'nin Batum dalı başka n ı Yüzbaşı lsmail Hakkı Bey söz ald ı ,
şöyle ded i :
- Zinoviyef yoldaş, bu adam i k i m ilyon Tü rk'ü n kan ı na m a l olan
budalaca bir siyaset izlemiş ve sonunda, silah larıyla birlikte mem­
leketi düşmanlara b ı rakarak kaçm ıştı r. Böyle bir adama Sovyetler
Birliğ i yard ı m elini uzatmamal ı d ı r.

1 02
Ondan sonra Ahmet Cevat Bey de söz alarak lsmail Hakkı Bey'in
dediklerini güçlendiren şu konuşmayı yaptı :
- Enver Paşa , Halife'nin damad ı olarak ci hat ilan etmiş, oysa l n­
gil izlerle Fransızlar, Müslümanlardan ordular toplayarak Türk ordu­
ları n ı yen mişlerdir. Onun şimd i , ezilmekte olan Müslümanları uyan­
d ı rı p ayakland ı rmak davas ı , boş laflardan başka bir şey değildir. En­
ver'in megaloman kafası nda yeni doğan bir serüvenciliktir. Eylemci
örgütleri yoktur.
Zinoviyef onu şöyle yanıtlad ı :
- Enver Paşa'n ı n , Tü rkiye'ye en büyük kötülüğü yaptığ ı kuş­
kusuzdur. Tü rkiye'nin bugün içinde bulunduğu tehl i kelerden Enver
Paşa sorumludur. Ne var ki Hal ife damad ı olarak Müslüman toplum­
ları ayakland ı rma girişiminde bir başarı göstermesi de düşünülemez
mi?
Bu tartışma buracı kta kesildi. Enver Paşa , sahneye çı kmayarak
yaz ı l ı nutkunu okuması için Doktor l brahim Tali Bey'e verdi. l brahim
Tali Bey kürsüye çı karak nutku okumaya başlad ı .
Enver Paşa , b u kongreyi hazı rlayarak kendisine konuşma , dert­
lerini dökme olanağ ı verdiğinden dolayı Üçüncü Enternasyonal'le
onun başka n ı na teşekkür etti.
Sonra Fas, Tu nus, Cezayir ve Trablusgarp devrimcileri ad ı na ko­
nuşacağ ı n ı söyleyen Enver Paşa' n ı n yazısı şöyle sürüyord u :
- Yoldaşlar, Türkiye savaşa girdiğinde dü nya i k i g ruba ayrı lmış
bulunuyord u . Biri ncisi kapital istler ve emperyalist eski Çarl ı k Rus­
ya'sıyla onun müttefi kleriyd i . i kincisinde Almanya ile müttefikleri
vard ı ki, bunlar hem emperyal ist ve hem de kapitalisttiler. Biz, bu
iki gruptan Çarl ı k Rusya'sıyla l ngiltere ve bunların dostları n ı kap­
sayanlara karşı savaştık. Şundan ki, bunları n amaçları bizi büsbü­
tün boğup varl ı ğ ı m ızı yeryüzünden kaldı rmaktı . Biz Almanya'dan
yana geçtik. Şundan ki Almanya hiç olmazsa , varl ı ğ ı mızı bize ba­
ğ ı şlamaya razı olmuştu . Almanlar, amaçları n ı n s ı n ı rı na erişebil mek
için bizden yararland ı lar. Ne var ki biz bu türl ü antlaşmalara ortakl ık
etmiyord uk. B izim çaba ve direncimizin biri nci ereği bağ ı msızl ığı-

1 03
m ızı korumaktı . Yoldaşlar! Beni Berl i n ' i n rahat yaşayışı ndan Trab­
lus'un kızg ı n cehen nemi çöl lerine ve bedevileri n yoksul çad ı rlarına
götürüp ömrümün en sı kı ntı l ı günlerini geçirmeye zorlayan duyg u ,
istilac ı l ı k d uygusu değildi. Trablus'u ; Trabluslular için ku rtarmaya
çal ışıyorduk ve bunun için seviniyoruz ki, Trabluslular, dokuz yı l l ı k
savaşı n sonucu olarak istilacıları kovmayı başard ılar. Azerbaycan
üstü ne de başka amacı m ız yoktu . Azerbaycan'da Azerbaycanlı la­
rın düşü nceleri n i besl iyorduk. Biz, yan l ı ş yola d üşüyor idiysek bu,
bizim felaketimizden ileri geliyordu. ( ... ) Şimdiki Rusya o zaman var
olsa ve bugünkü amaçlar uğrunda savaşsayd ı biz şimdi yaptığ ı m ız
gibi o zaman da bütün gücümüzle onun safı nda bulunurduk. Buna,
sizi inand ı rabilirim ve sözü mün doğru olduğunu da ispatlayabilirim.
( ... ) Biz, Sovyet Rusya ile birlikte iş görmeye karar verdiğimizde Yu­
deniç'in ordusu Petrograd dol.aylarında bulun uyord u . Kolçak, U ral ' ı
tutmuştu . Denikin gü neyde Moskova'ya yaklaşıyord u . Bu güçleri kı­
m ı ldatan Antanta ise oyu nu kendi hesabına bitm iş san ıyor ve yı rtıcı
dişlerini gösterip sevinçle ellerini ovuştu ruyord u . Biz Rusya'ya dost
olmaya çal ı ştı ğ ı m ızda durum işte böyleyd i . Karaden iz'deki fı rtınalar
bindiğim gemi nin direklerini kırıp geri sü rmeseyd i ve Kovno ile Riga
hapishanelerinin duvarları ve uçağ ı n yere düşmesi , yoluma setler
çekmeseydi ben size en çetin ve felaketl i zama n ı mda gel ird i m . Kimi
arkadaşlara açıklama yapmak gereği beni burada böyle şeyleri söy­
lemek zoru nda b ı rakmazd ı .
Yoldaşlar! Dünya Savaşı'nın ilk istila çarpışmalarında bizim yenil­
diğimizi siz biliyorsunuz. Ne var ki, yen ilmiş saym ıyorum. Şundan ki
Türkiye, istilaya doymaz Çar Rusya's ı n ı n yıkı l ı p kavrulması n ı hazı rla­
yan etkenlerden biri olduysa , bu görevini ancak Boğazları kapayarak
yaptı . i şte o nedenled ir ki, o zalim kara hü kümetin yerine zulüm gör­
müşlerin doğal müttefiki olan Sovyet Rusya kuruldu. Böylece, Türki­
ye dünyayı kurtarmak için yeni yolu açanları n ortağı oldu. Gerçekten
mazlum gözüyle bakarak ben bu durumu Tü rkiye için yengi ve zafer
sayıyorum.
Yoldaşlar! Bugün emperyal istlere karşı k.a hramanca dövüşen Türk
ordusu -ki güçlerini köylerden alıyor- söyled iğim gibi yenilmemişti. An-

1 04
cak, bir zaman için tüfekleri ni aşağ ıya indirmişti . Bu ordu ayn ı zaman­
da düşmanla on beş yıl savaştı ktan sonra şimdi de iki yıld ı r sonsuz
gereksinim ve sıkıntı içinde savaşı dirençle sürdürüyor. Şimdiki savaşı
öncekine benzetmek olmaz. Türk ordusu bütün imanla yürüyor. Şun­
dan ki, Doğu dünyası n ı n Üçüncü Enternasyonal ile birlik olduğunu ve
kendi hakl ı davalarına bütün dünya mazlum ve yoksulları n ı n yard ı mcı
çıktığ ı n ı görüyor. ( . . . ) Bu kurultay, mazlumları savunmak için kan ı n ı
döken Kızıl Ordu'ya ve Türk savaşçılarına yeni b i r g ü ç verecektir. Bu
savaşın bizim yengimizle yani hakkın zaferiyle bitmesine çal ışacaktı r.
Bizi Üçüncü Enternasyonal'e yaklaştıran neden, yaptı ğ ı m ız şimdiki
savaşta kendimize yard ı m ve arka bulmak isteği değildir. Siyasal, top­
lumsal düşünüşlerimizin temelde birbirine yaklaşık bulunması da sa­
n ı rı m ki önemli bir nedendir. Biz, devrimci gücümüzü her zaman halk­
tan , halkın da gadre uğram ış yoksul bölümü olan köylüden alıyorduk.
Eğer bizim çokça fabrikaları m ız ve işçileri miz olsayd ı önce onları yad
ederd i m . Köylüler, bizim devrimcilerle birlikte idiler. Şimdi de böyledir.
Yoldaşlar! Biz, halkın isteğine boyun eğd iğimizden kaderleri nin
kendi eline veril mesinden yanayız. Onlar ki bizimle yaşamak istemi­
yorlar, biz kendi kaderlerini kendilerine b ı rakmak istiyoruz. Mill iyet
sorunlarında bizim düşüncemiz budur. Biz, savaşa karşıyız. i ktidar
ve h ı rs için insanların birbirleri n i boğ maları n ı n karşısı ndayız. Her
zaman barışı yaratmak uğruna Üçü ncü Enternasyonal'le birlikte yü­
rüyoruz. Ve ancak bundan dolayıd ı r ki bütün engelleri aşarak kan l ı
savaşı şimd iye dek sürdürdük ve sürdüreceğ iz. Biz, çal ı şan s ı n ıfı n
mutluluğunu istiyoruz. ister yerl i ister yabancı olsu n , başkaları n ı n
kazancından h i leyle, zor i l e yararlanman ı n v e yararlananları n kar­
şısı ndayız. Onlara karş ı korkusuz ve acımasız davranmal ı d ı r. Biz
halkı m ı z ı n sanatı n ı ve çiftl iğini büyük hesap ile ileri götü rüp işin ye­
mişlerinden herkesi n yararlanmas ı n ı istiyoruz.
Yoldaşlar! Özg ürlük ve mutluluk denen nesneleri ancak bilinçli ve
bilgili ulusun elde edeceğ i kan ısı ndayız. Çal ı şmayla birlikte özgürlü­
ğü sağlayacak temelli bilgi ve bilim ışığ ıyla ü l kemizin ayd ı nlanması­
n ı istiyoruz. Bu amaçta erkek ile kad ı n aras ı nda ayrı l ı k koym uyoruz.
Toplu msal siyasete değin düşüncemiz budur.
l brahim Tal i Bey, Enver Paşa ' n ı n söylevini okuyup bitirerek kür-

1 05
süden indiğinde hiç kimse alkışlamad ı . Enver Paşa'n ı n söylevinden
sonra kongre , emperyal izme karş ı can ı n ı dişine takarak savaşan
Tü rkiye üstüne bir karar verd i . Kararı n ruhu özet olarak şöyleyd i :
"Tü rkiye, emperyalizmin istilacı çetelerine karş ı savaşı rken ku­
rultay ona düşü nce ve gönül birliği gösterecektir. Ne var ki ku rultay
bütü n Doğu işçi ve köyl ülerine de bağ ı msız Tü rkiye'ye yard ı mcı ol­
maları n ı d ilerken Türk işçi ve köyl ülerine de bağ ı msız örgüt ile dü­
zenli olarak toplanmaları n ı salı klar. Onlar ancak böylece , kend ilerini
özgü rlüğe kavuştu rabilirler. Baskı nlara ve hilelere kurban olmaktan
kendilerini kurtarabilirler.
Böylece hükümet gücünü el lerinde tutan birkaç kişi, artık kendi­
lerini istilacı y ı ğ ı n lardan birinin çıkarı na sürü kleyemez. Hem iç ve
hem d ı ş zalimlerin pençesinden kurtulmaktır ki , Tü rkiye'yi gerçek ve
sağ lam bağ ı msızl ığa kavuştu rabilir."
*

Enver Paşa' n ı n nutku nu okudu ktan son ra sahneden inen Mus­


tafa Kemal'in içten arkadaşı asker Doktor l brahim Tal i Bey Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gözlemcisi olarak yine kürsüye çıkt ı . Emper­
yalizme karşı dişe diş savaşan Türk ulusunun gözlemcisi olarak çok
alkışland ı . l brahim Tal i Bey, Birinci Dü nya Savaş ı ' n ı n çı kışı n ı n ne­
denleri n i , yenilgiyi , Amerika Cumhurbaşka n ı Wilson'un dedikleri ne
inanan Türklerin acı bir biçimde aldand ı kları n ı ve bir şaşkı n l ı k döne­
mi geçirdikten sonra nas ı l kend ine geldiklerini anlattı .
Sözünü şöyle sürd ü rd ü :
- N e var k i sonraları , üzeri ne silahla yürüdükleri n i v e batı ka­
pitalistleri çıkarına bütün hakları n ı n ayaklar altı na al ı nd ı ğ ı n ı ve son
lokma ekmeğini de elinden almak isted iklerini görür görmez gazaba
geld i , ayaklandı ( . . . ) D ı ş neden şudur:
Türk köylüsü , dört yılı aşkın on yerden çok cephede en güçlü bur­
juvazi devletleriyle dövüşmüştü . Şimdi aln ı n ı n teriyle ağ ı r emeklerle
kazand ığı bir parça ekmeğini rahatça yiyip köyünde rahat yaşamayı
özlüyordu. Ne var ki bu olamad ı . Elindeki silah ı n ı alan Batı kapitalist­
leri , sad ı k uşakları Venizelos, Rumları batıdan ve Taşnak Ermenileri
doğudan sald ı rmaya karar verdiler. Türk köylüleri biliyordu ki istilacılar

1 06
ve onları n kurnaz uşakları her nereye gelirlerse ateşle, kılıçla ve bom­
bayla iş görüyorlar, hepsini alıyorlar. Biliyord u ki bunları n içinde bir
yığ ı n soyucu zorla elindeki mal ı n ve yiyeceğin hepsini alıyor.
Bunu bildiği halde Türk köylüsü belki bu zalim kararı yerine getir­
mezler umuduyla yuvası nda rahat duruyordu. Ne var ki ulusları n öz­
gürlüğü için savaştığ ı n ı ilan eden Fransa, Suriye'yi almakla kalmayarak
yang ı nlar ve basıp kesmelerle Adana'yı, Maraş' ı ve Kilis'i ele geçirdi.
Uygarl ı k ad ına iş gördüğünü söyleyen Fransız başbakanı istediklerinin
hepsini ald ıktan sonra yüzündeki maskeyi attı ve Bourbon Sarayı 'ndan
dünyan ı n kulağ ı na şöyle bağ ırd ı:
- Doğ udaki iktisat çı karları n ı elde etmek için Musul'a dek olan
yerlerde ne madenler varsa hepsini Fransa işletmekted ir. Buna göre
askerce yürüyüşümüzü Mardin'e dek uzatmalıyız. Buralarda doğal
zenginliklerin ne kerte önemli olduğunu biz Fransa ' n ı n çıkarına ola­
rak göz önüne almal ıyız.
En sonunda bizim Akdeniz' de biricik yol u m uz olan lzmir'e de sal­
d ı rı ld ı . Pek acı kl ı olan bu olay ı n sonucu doğuda ve batıda u lusal
hakları savu nanları n haydutlara karş ı birleşmesi old u . lzmir işgal
edildikten son ra doğuda istilacı ları n düşmanları n ı n yan i Erzurum ve
Trabzon halkı n ı n girişim iyle Erzurum'da u l usal kongre topland ı ve
hakları m ı z ı n savu n ulmasına karar verildi. Sonraları Sivas ve An ka­
ra'daki kongrelerde bu karar yine doğruland ı .
Malum Anadolu köylüsü yüzyıllard ı r burj uvazinin isted iği gibi
davra n ı ş ı ve zorba l ı ğ ı altı nda inl iyord u . Zava l l ı köyl üyü , l stanbul'dan
gelme hasta l ı k , memur suistimal i , diktatörlük ölüm kertesine getir­
mişti . Diktatörlüğün kaynağ ı hem Padişa h ' ı n iktidarı , hem memurlar,
nazırlar ve bunların maiyetlerinin kötü nüfuzu ve yönetimleriyd i . Türk
köylüsünde hakl ı ve kutsal bir öfke uya n m ı ştı . Bu öfke bir g ü n bile
kendileriyle yaşamayan ve temasa gelmeye tenezzül etmeyen pa­
şalara ve büyük memurlara karş ı id i . Köylü tarlası nda bütün ömrünü
verdiği ve buna karş ı n açl ı ktan öldüğü halde bu paşalar ve saray
ru hlu beyler, efendiler, l stanbul'da muhteşem köşklerde, saraylarda
bol bol israflarla u l usun zeng inliğini çarçu r ed iyorlard ı . Bu ayakla­
n ı ş ı yla Anadolu ispatlad ı ki bundan böyle l stanbul'a ve lstanbul'un

1 07
haz ı r yiyici paşa ve beylerine bir lokma ekmek bile vermeyecekti r.
işte bundan bi raz önce Anadol u'da meydana gelen devrimin doğuş
nedenleri budur ve böyled ir.
Anadolu k ı m ı ltı s ı , h içbir vakit burjuvaziye dayanan bir k ı m ı ltı de­
ğildir. Avrupal ı ların bu yolda verdikleri bilgi yan l ı şt ı r. Kapitalizmin do­
ğuda yard ı mcı ları Taşnak Ermenileriyle batıda Ven izelos Rumları d ı r.
Buna katkı olarak, Pad işa h ' ı n saray uşaklarıyla yakı nlarıd ı r. Bunlar,
Pad işah ' ı n nüfuzu n u l ngiliz sermayeci liğinin çıkarı na kullanıyorlar.
Bun ları n hepsi Antanta'ya soku l muştu r. Silah, mal, zeng i n l i k ve iti­
barları n ı ve bol bol altı nları n ı onlardan a l ı yorlar. Anadolu devrimci­
leriyse yüzleri ni doğuda gü neş gibi doğan devri me çevirmişlerdir.
Anadolu devrimi zengi nlerin ve haz ı r yiyicilerin ç ı karı na karşıt oldu­
ğundan karş ı devrimciler, güçlerini bir yere toplad ı lar. Şeyh Recep
Sivas'ta , Şeyh Eşref Bayburt'ta , Çapanoğ u l ları ailesi Yozgat'ta, ls­
tan bul'la el ele verip Anadolu devri mine karşı devrim yaptılar. l stan­
bul'dan bunları güçlend iren Pad işah ve saraylard ı r. Bunlar, l ngiliz
parasıyla kendilerine yalandan lslamiyet süsü verip ul usal ve top­
l umsal olan Anadolu köylü devri mini yen mek ve tepelemek istedi­
ler ( . . . ) Çevresinde hainler ve hayd utlar dolu olduğu halde Anadolu
devri mcileri ve köylüleri yeni devrimlerine sada katle ve bunu canla,
kanla genişletmede d i retiyorlar. Onlar, a rtık şevkle ve içtenlikle yüz­
lerini Üçüncü Enternasyonal'e çevirmişler, talihleri n i n , Üçüncü En­
ternasyonal 'in talihine bağ l ı olduğuna inanıyorlar. U l usal devrimciler,
Türk parlamentosu dağ ı l d ı ktan sonra Üçüncü Enternasyonal'e içten
bağl ı l ı kları n ı Moskova'ya delegeler göndermekle güçlend irdiler.
Anadolu devrimcileri şundan dolayı sevinç duymaktad ı rlar ki ,
Moskova Üçüncü Enternasyonali'ne uzattı kları yü rekten dostl uk
eline, Moskova da benzeri duyg u ile beni mseyip benzeri içtenlikle
yanıt verd i ( . . . ) Yoldaşlar! Bu açı klamalardan anlaşıl ıyor ki Anadolu,
son sol uğuna dek özg ü rlük ve devrimini savu nmaya karar vermiş­
tir. Kendisine Sovyet Rusya'n ı n uzatt ı ğ ı dostlu k elini hoşnutluk ve
doğru l u kla ben imser. Yaşasınlar, bu yolda birlikte yürüyen devrimci
Rusya ile devri mci Anadolu ve onları n dayand ı ğ ı Doğu devrimi!
Bakü Doğu Ulusları Kurultayı dokuz gün sürdükten sonra kapand ı .

1 08
KAzl M KARAB EKİR'İN KARS DÜŞÜ

Bir ulus çocuklarının önüne geçip onları ateşe sürmek


hak ve yetkisine ancak direnmenin ve yiğitliğin cevheri­
ni ruhunda bulmuş olan subaylar sahiptir.
Mustafa Kemal

Kazım Karabekir, 2 Eyl ül 1 920'de ilk yağmurlarla birlikte karar­


gah ı n ı H asankale'den Erzu rum'a götürd ü . Bolşevik Kuru l u , bir süre
Erzu ru m'da kalacağ ı ndan onları yal n ız b ı rakmak istemiyor, bu arada
Erzuru m'a gelen mebuslarla s ı k ı il işkide bulu nmak, bir ya ndan da
Ermenilere art ı k sald ı rıdan vazgeçtiği kan ı s ı n ı vererek onları uykuda
avlamak istiyord u .
Böylece daha kolayl ı kla Ka rs Ovas ı ' n a inerek yı lan hikayesi ne
dönen Kars düşünü en sonra gerçekleştirecekti.
Kazı m Karabeki r'in karargahı nda Türkiye Büyük Millet Mecl isinin
ikinci başka n ı Celalettin Arif Bey'in de bulunduğu görüşmede Sov­
yetler'i n Ankara elçiliği başkatibi Opmal'le elçilik asker ataşesi Türk
soyundan Bakıroğ l u , Kazım Karabekir karş ı l ı kl ı düşüncelerini şöylece
bildirdiler.
Opmal :
- Sovyet hükü meti n i n prensibi yard ı m isteyen yoksul halka yar­
d ı md ı r. B u n u n için Tü rk yoksul halkına da yard ı m etmek zorunludur.
Özellikle Sovyet hükümeti , emperyalistlerle savaş d u rumunda oldu­
ğundan yeng imizin sağ lanması için Tü rkiye ve başka lslam hükü­
metleriyle birlik olması gerekir. Eğer Tü rkiye'nin ileride yine Sulta n
hükümeti n i n boyu nduruğ una düşmeyeceği ve bu köhne yönetimin
kötü lüğü halka açı kça a n latılsa ve özel likle iktisad i siyaseti ilan ed il­
se hem em peryalist egemenliğinden kurtu l u rsunuz, hem de karş ı l ı kl ı
güven daha temel l i olur. Bugün hala halka Padişa h ı n ızı tutsa kl ı ktan
kurtararak yine baş ı n ıza geçi receği n izi söylüyorsunuz. Biz dahi bu
Su ltan hü kü meti n i n ne olacağ ı n ı bilm iyoruz. Eğer Türkiye'nin bugün­
kü halk h ü kümeti halka propaganda yapmayı uyg u n bulmuyorsa bir

1 09
Tü rkiye Komünist Partisi ' n i n , açıktan çal ışmasına müsaade etmeli­
dir. Ta ki Rus Sovyet h ü kümeti de görsün ki Türkiye'de, emperyalist
hükü meti karşısı nda çal ışıyor. i ktisadi soruna gel ince : Faizciler, mu­
rabahacı lar, arazi ve mülk sahipleri üstü ne "icraat" gerekir. Sonra,
Anadolu'nun her yan ı nda komü nist örgütü ne girmiş kişiler vard ı r. Ne
var ki gizli bulunuyorlar, açık çal ı şmaktan korkuyorlar. Bu durum,
d ı şarıda Anadolu hükümeti nin biçim ve rengini göstermiyor.
Paşa, onu şöylece yan ı tlad ı :
- Sovyet hükümeti , Türk hükümetinin yard ı m ıyla pek çok i ş göre­
bilir. Türkiye hükümetinin tutacağı siyasete bakan ve ona göre davra­
nacak olan birçok l slam hükümeti vard ı r. Bugün Anadolu hükümetine
başvurmuşlar ve onun siyasetiyle yü rüyeceklerini bildirmişlerdir. Hint,
Suriye , I rak, Trablusgarp vb. bu başvu rularda en çok ileri gidenlerdir.
Bu konuyu Moskova'ya gönderdiğimiz mektupla da bildirmiştik. Bü­
yük savaşta bi raz aramız açı k olan Araplar bile bugün bizden erek
bekl iyorlar. i nsanl ı ğ ı n kurtuluşu uğruna çarpışan Rus Sovyet hükü­
metine bütün lslam d ünyas ı n ı n var gücüyle yard ı m ı n ı biz sağlayabi­
liriz. Rusya ve Türkiye el ele verirlerse bütün l slam d ünyası bu bir­
liğe girer. Ül kemizde açı ktan açığa Bolşevik propagandasına henüz
başlanmaması ve Bolşevik prensiplerinin bilinmemesi suçu daha çok
Moskova'n ı nd ı r. l ngiliz, Fransız, Yu nan ve hilafet güçleriyle savaş ı­
yoruz. Oysa daha iki ulus arası nda imzalanmış bir nesnemiz olmad ı­
ğ ı gibi doğu yolu da emperyal ist Taşnaklar elinde kapa l ı d ı r. Bundan
başka uygulanacak yöntemler o ülkeye göre olmal ı d ı r. Rusya'da şir­
ketler, bankalar vard ı . Halkın toprağ ı yoktu . Bizdeyse büsbütün tersi­
nedir. Kapital, bütün yabancı ları ndır ki biz de onlarla savaşmaktayız.
Demiryollarına da el koyduk. Bankalarda para da yoktur. Toprağa
gelince, önce topraksız köylü yoktur. i kinci olarak köylünün ortak ça­
yırı , tarlası , ormanı vard ı r. Henüz her yanda çevrilmemiş bir durum­
dayken kendi çı karlarına iktidarı ele almak için örgüt yapmak, dev­
rim yapmak, ülkeyi yakıp yı kmak, i tilaf hükümetlerine teslim etmek
demektir. Halk h ükümeti yap ılmak üzeredir. Mecliste görüşülecektir.
Ne var ki ilk önce yol açılmak gerekmektedir. Ül kede bir karışıkl ı k
çı karsa siz de Türkiye'den yararlanamazsı n ız. Böyle b i r kargaşada

110
lslam dünyas ı n ı n yararlanması olanağı da kal maz.
Faiz ve murabaha sorununa gelince : Temelde dünyada yasaklan­
mış olduğundan bunların kald ırılması kolayd ı r.
Özet olarak: Doğu yol u açı l ı nca, bu soru nlar baştan başa kolay­
l ı kla çözümlenir. Esasen hükümet, bugün bütü n üyle halkın eli ndedir.
Halk, itilaf Devletleriyle birlik olan hilafet güçleriyle savaşmaktad ı r
(...)
Kazım Karabekir, bu konuşmayı bir rapor olarak Ankara'ya Bü­
yük Millet Mecl isi Başka n ı Mustafa Kemal Paşa'ya bildirmekte ived i
davrand ı .
Sovyet elçiliğinin başkatibi Opmal'in sand ı klar içinde geti rdiği
beş yüz kiloluk alt ı n külçesi, hastanede Kaz ı m Karabeki r'in önünde
tartı ld ı . Paşa, iki yüz kiloyu biraz aşk ı n altı n ı ordusunun g iderlerin­
de harcamak üzere Erzurum'da b ı rakt ı . Ord u n u n kasas ı nda metelik
kalmam ı ştı . Opmal , kalan altınları yine sand ı klara yerleştirip elçilik
kuruluyla Ankara'ya yolland ı . Yal n ız, kurulun E rzurum'da, Sivas'ta ,
Trabzon'da ikişer telgrafçı b ı rakmas ına Ankara , şiddetli tepki gös­
terd i .
ismet imzasıyla gelen şifre, Kazım Karabekir'i azarlar g i b i oldu­
ğundan Paşa buna çok üzüldü. (Sanki onlar, Bolşevik sızmasına
karşı kend isinden daha uya n ı kmışlar gibi!)
Paşa , Sovyet elçilik kurulunu yolcu edişinin ertesi günü 8 Ey­
lül'de 2.500 kişilik bir Ermen i müfrezesinin Kulp bölgesine sald ı rarak
ilerlemeye başlad ı ğ ı n ı öğrend i , çok ted i rgin old u . Top, tüfek sesleri
s ı n ı r boyları n ı yine haraca kesmişti .
Paşa ' n ı n kafası artık kızmaya başlamıştı . Batı Cephesi'nde işler
kötü giderken Doğu Cephesi'nde u mutlar, beklemekten çürümeye
başlam ı ştı . Bu korkunç bir batakl ığa benzeyen duru mdan silkinip
kurtulmak için haz ı r Ermeniler sald ı rıya geçerek bir fı rsat vermişken
şöyle bir davranmak gerekmez miydi? Paşa bu h ızla 9 . Tümen Ku­
mandanı Del i Halit Bey'e Ermenilerin Bard iz-Oltu cephesinde Olur'a
karşı yaptı kları sald ı r ı n ı n acı s ı n ı almak üzere Yaradana sığ ı n ı p on­
lara bir ders vermesini buyurd u . Halit Bey 13 Ağustos günü Bard iz

111
(Gaziler) cephesinden 29. Alayla, 8. Alayı Oltu cephesinde Erme­
nilerin 1 . Alayına sald ı rtt ı . Halit Bey güçleri Patmu rt'tan d üşman ı n
çeki liş yol una indi ler. E rmeniler cephedeki sekiz topun hepsi n i , iki
makineli tüfek, bir kamyo n , bir mutfak arabas ı , iki yüz de ölü b ı raka­
rak kaçtı lar. Yal n ız, Kireçl igöl'e bir gösteri sald ırısı yapmaya kalkan
alaydan bir bölü k boş yere sekiz şehit, biri subay on beş yara l ı verd i .
*

Büyük Mil let Mecl isi başkan yard ı mcısı Celaletti n Arif Bey de
Erzu ru mlu ayd ı nları n ku rmaya çal ı şt ı ğ ı "Sosyal ist Erzurum Halk
Cumhuriyeti" düşü ncesini desteklemeye başla m ı ştı . Erzu ru m'daki
hükümet adamları hep E rzu rumlu olma l ı yd ı . Avu kat mebus H üseyin
Avni Bey'i Erzu rum Valiliğine atad ı . Bu arada iki türlü propaganda
yü rütüyord u . Bir yandan halk hükü meti düşüncesini M ustafa Ke­
mal'in de isted iğ ini söylerken öbür yandan onu rezil etmeye , küçük
düşürmeye çal ı ş ı yord u .
Kazı m Karabekir, Celalettin Arif Bey'le görüşerek o n a şunları
söyled i :
- Erzu rum Erzurumluları nd ı r, formü l ü vaktiyle " M ı s ı r, M ı s ı rl ı la­
rınd ı r" d iyerek oraya yerleşen lerin yapt ı ğ ı işe benziyor. Bu propa­
ganda ya onları n ya da Bolşeviklerin ç ı kard ı ğ ı bir şeyd ir.
Paşa , Celalettin Arif Bey' in kendi baş ı na tehl ikeli işler peşinde
koştuğ unu anlad ı . Dizginlemek, kendi buyruğ una alabilmek için onu
Erzu ru m Vali Vekil l iğine atad ı . Böylece , otoritesiyle bu kı m ı ltıyı ez­
mek üzere davra n m ı ş old u .
Doğu bölgesinin naml ı dağları , tepeleri , insansız toprakları üze­
ri nde güz bulutları , kal ı n , karanl ı k y ı ğ ı n larıyla yuvarlanmaya , Kazım
Karabekir'in son umut yaprakları n ı dalları nda sarsan soğ uk rüzgar­
larla gü neye doğ ru in meye başlad ı ğ ı 20 Eylül 1 920 g ü n ü An kara' dan
Ermen ilere sald ı rma buyruğ u geldi. Kaz ı m Karabekir, 20 Eylül 1 920
tarihli savaş buyruğunu ald ı ğ ı nda, ordusu Çakı rbaba - Tandarl ıdağ -
Korucukdağ - Zakim - Yenek çizgisini tutmuş bulun uyord u . Bu çizg i ,
93 Savaşı çizgisinin on i l e k ı rk kilometre harita mesafesi ötesindey­
d i . Soğa n l ı Dağları ' n ı n bütün önemli geçitleri n i de tutmuş durum-

112
dayd ı . Paşa , karargah ı n ı da Bardiz'e iletmişti . Gizleme yeri Al mezar
Tepesi'yd i . Mustafa Kemal, Ermeni savaş ı n ı n gelişim noktaları n ı da
gösteriyor, Kağ ızman-Novoselim-Merdenik çizgisini erişilecek son
çizgi olarak gösteriyord u .
2 4 Eyl ül'de, Ermeniler, Paşa'n ı n karargah ı n ı kurduğu Bardiz üze­
ri ne bir uçakla beş bomba attılar. Sonra , uçaklar ikileşti , arkas ı ndan
Ermeni kıtaları Bard iz'in doğusuna sald ı rıya kal ktılarsa da püskürtül­
düler. Paşa , bunun üzeri ne daha çok beklemenin yersiz olduğunda
karar kıld ı . 24 Eylül 1 920 tarihli savaş buyruğunu en sonra kıtaları na
verd i . 27 Eyl ül 'de karargah ı n ı gözetleme yeri olan Almezar Tepe­
si'ne götü rd ü .
Kazım Karabekir, Almezar Tepesi'nde, üzerinde kal ı n yağmur bu­
lutları n ı n h ızl ı h ızl ı geçtiği, kayalıklarında fı rtına gücündeki rüzgarların
ıslık çald ığı 28 Eylül 1 920 sabah ı , gözü nde dürbünü, kül rengi uzak
uçurumlara, bakır renkli kayalıklara, vadilerin dibinde ak birer yılan
gibi kıvrı larak giden yollara dikilmiş gözetliyord u . Saba h ı n saat üçün­
de henüz tanyeri atmadan aylard ı r olmas ı n ı istediği şey olmuş, sald ı rı
başlamıştı . Türk askeri , yamaçlardan aşağ ı su gibi akıyor, bayı rlardan
yukarı çağlayanları dikine tırmanan alabal ı k sürüleri gibi kayıyord u .
1 9 1 4- 1 9 1 5 kışı nda Kars'ı e l e geçirmek üzere Enver Paşa da Al­
man ku rmay kuru l uyla bir sal d ı rı yapm ış, şu görünen Allah uekber
Dağları ' n ı n , insan boyu karları aras ı na seksen beş bin Tü rk çocu­
ğunu gömmüş, yine de Kars'ı ele geçirememiş, "Kars Fatihi" olama­
m ı ştı . Moskova savaşında Napoleon'un baş ı na gelen korku nç fela­
ket, onun baş ı na da gel miş, koskoca Tü rk ord usu Alagöz Dağları ' n ı n
karla yüklü uçurumları nda yitip gitm işti .
Şu saate dek Kazım Karabekir'in korktuğu da buyd u . Ermeni soru­
nunu kış ayları nda temizlemek zorunda kalma n ı n kara düşlü düşünce­
leri içinde bunal ıp durmaktayd ı . Onun korktuğ u , kış kertesinde tehli­
keli bir engel vard ı ki o da aradan geçecek çok değerl i gün ler, saatler
için Ermeni lerin Bolşevi kl iği beni mseme belkisiyd i . Bir kez bu oldu
mu, artık Kars'la öteki kasabalar, Sovyetler'in eline geçeceğ inden
Kars hülyas ı da suya düşecekti . işte , şu s ı rada kış engeli de tarihe

113
karı şmıştı . Şimdi şu top , makineli tüfek, piyade tüfeği sesleri , bütün
bu karamsar düşünceleri önüne katm ış kovalıyord u . Dağların tepe­
lerinde, vad ilerin yamaçlarında patlayan düşman topları n ı n mermi­
leri , havaya küçük bulut yığı nları yükseltiyor, azal ıyord u . Karargaha
bağ l ı sahra telefonları tıkı rdayı p du ruyor, düşman ı n her yanda mev­
zilerinden atı larak geriled iğini bildiriyord u .
Ermeniler, bütün gün süren savaşta sıkı b i r direnç göstermeye­
rek gerilediler. 28 Eylül 1 920 akşa m ı , topları n , makineli tüfeklerin gü­
rültüleri takırtı ları kesildiğinde Türk ordusu , Surphaç Dağ ı-Handere
s ı rtları-Hüseyi n Ağa Yu rdu Dağ ı-Kumru Dağ ı-Verişan-Başköy sı rtları
çizgisine ulaşm ıştı .
Ermen iler, Sarı ka m ı ş-Laloğlu-Kamışl ı çizgisine çekil mişti . Sarı­
kam ı ş' ı n ele geçiri l mes i , bugün için hesapland ıysa da 29. Alayı n ,
yolunu şaş ı rarak uzun uzad ıya dolaş ı p durması , e n değerli saatle­
ri yitirmesi, ayrıca 9. Tümeni n karşısı nda Laloğlu'nda bulunan altı
yüz kişil i k Ermen i gücüne, alay ı n yetişmesinden önce sal d ı rmakta
ikirciklenmesi, buna engel olmuştu . i lk gün Ermenilerden beş top ,
makineli tüfek e l e geçirildi.
1 2 . Tümen , 29 Eylül sabah ı , h içbir çatı şmaya tutuşmadan Sarı­
kam ış'ı ele geçi rd i . 9 . Tümen de bugün Çanak -Deyubek'le Bezirgan
Geçid i bölgesini ald ı . E rmeni ordusu, Novosel i m-Bayburt-Tuzluca
çizgisine çekildi. 30 Eylü l'de Merdenik ele geçirildi.
Kazım Karabekir, sahra telefonunun başı ndan bir dakika ayrı l­
madan umulmad ı k bir kolayl ı kla gelişen sald ı rı üstü ne haber alıyor,
yen i buyruklar veriyor, bir yandan da geniş göğsü sevinçle dolup
taşıyord u . Ne yazık ki 30 Eylül günü, Erzu rum'da Kolordu Kuman­
dan Vekili olarak b ı raktığı Albay Kazım (Dirik) Bey'den can s ı kıcı bir
haber ald ı . Sald ı rı , böyle güzel gelişirken bunun yeri var m ı yd ı ? Can
sı kıcı olay şu:
Ordunun Ermenilere karşı sald ı rıya geçtiği 28 Eylül günü, Erzu­
rum'da halktan, memurlardan meydana gelen elli kişilik bir grup, "Halk
Murahhasları" ad ıyla Ankara'ya, Mustafa Kemal Paşa'ya ayaklan ış
bildirisine benzeyen bir telgraf çekmişti . Mustafa Kemal Paşa da Ka-

114
zım Bey'e bu elli kişinin hemen tutuklanarak Ankara'ya gönderilmesini
buyurmuştu . Albay Kazım Bey de içinden çıkı l maz gibi görünen bu
durumu Kazım Karabekir'e bildiriyor, ne yapacağ ı n ı soruyordu. Kazım
Karabekir, daha önceden çıbanbaşı vermiş olan bu işin çözümlen­
mesini kendisine b ı rakması n ı Mustafa Kemal'den d ilemiş, cepheye
bu gönül rahatl ığıyla gitmişti . Şimdiyse Mustafa Kemal , kendi bölge­
sinden adam tutuklatmak isteyerek bütün işleri berbat edecek bir yol
tutmuş bulunuyord u . Bu, gerçekten tehlikeli bir yöndü. H ı rsızl ı k suç­
lamalarıyla lekelenmek istenen adam Albay Kazım (Dirik)'ten başka­
sı değildi. Tutuklama buyruğu da ona veriliyordu. Sonra, Erzurum'un
yerlisi olan elli kişinin tutuklanması ne demekti? Bu, bütün doğu böl­
gesini altüst edebilir, karıştırabilirdi. Sonra, ulusal k ı m ı ltı n ı n ilk kutsal
beşiği olan Erzurum gibi bir şehri böylece lekelemeye çal ı şmak yakı­
şık alır m ıyd ı? Kolord u kumandanları n ı n , subayları n ı n , eratı n ı n bir bö­
lümü şu s ı rada Erzurum'un içindeydi. i mza sahipleri mutlaka bunlarla
el ele, iç içe çal ışmıştı . Paşa , bu bölgede kanun d ışı hiçbir davran ışa
göz yummam ıştı , yummayacaktı.
Kendisine hiçbir haber vermeden Mustafa Kemal'in zaten yeri hiç
de sağlam olmayan Kazım Bey'e buyruk yollamış olması , yerinde bir
davra n ı ş değildi.
Kafası iyice kızan Kazım Karabekir, sald ı rıyı yarıda b ı rakarak işi
çözümlemek üzere Erzurum'a döneceğini M ustafa Kemal Paşa'ya
bildirdi. ismet Bey'den gelen telgrafta cepheyi b ı rakıp Erzurum'a dö­
nüşün tehlikeli olabileceği , en iyisi savaşı sürdürmek olduğu bildirili­
yordu.
Bu sırada Ermeniler, çok güçlü mevzilere yerleşmiş, çetin savunma
savaşları vermeye hazırlan ı r görünüyordu.
Paşa , sald ı rıyı burada durdurup ord uya bulaşmak tehlikesi taş ı­
yan Erzurum işini bir çözüme bağlamaya karar verd i . Kumandan­
larına birkaç gün için Erzurum'a gidip dönmek zorunda olduğunu
bildirerek gerekli buyrukları da vererek bir de propaganda kurusıkısı
patlatt ı :
- Türk orduları n ı n sald ı rı gücü kalmamıştı r. Korku içinde ne ya­
pacakları n ı şaş ı rd ı lar. Erzuru m'da dahi halk hoşnutsuzlukları n ı gös­
teriyor.

115
Paşa bu haberi Ermenilerin kendi adam ı olduğuna yüzde yüz
inand ı ğ ı casuslarıyla Ermen i ordusu saflarına ulaşt ı rd ı . Ermen i or­
dusunun Kumanda n ı Nazarbekef bu haberi al ı nca bir karşı sal d ı rıya
geçmeyi düşünecekti ki bunun haz ı rl ı ğ ı da on beş g ü n sürerd i . Bu
süre içinde de Paşa, E rzu rum'daki işi çoktan bitirip geriye dönebi­
l i rd i .
Paşa , Erzurum'a gideceğini Mustafa Kemal'e bildirerek 1 Ekim
1 920'de Sarı ka m ı ş'tan E rzu rum'a yolland ı . 2 Ekim 'de Erzu rum'a
varan Paşa , telgrafı n Albayrak gazetesi sah ibi, Maarif Müdürü M it­
hat Bey'ce çekildiğ i n i , kimsenin bundan haberi olmad ı ğ ı n ı öğrend i .
B u n u An kara'ya bildird i . Sonra silah h ı rsızl ı ğ ı i ş i n i ayd ı nlatmak üze­
re Celalettin Arif Bey'i de yan ı na alarak silah depoları n ı gezd i .
Elli bin silah ı n çal ı n m ı ş olduğu ya n l ı ş haberi n i yayan Celalettin
Arif Bey, gerçeğ i öğrenince bundan çok s ı k ı ld ı : Silahları İ ngiliz kont­
rolcülerin i n gözü önünden gizlice aşı rtıp iç kaleye saklatan Paşa'n ı n
ta kendisiyd i .
H a l k h ü kü meti kurmak isteyenler de bu silahları eski yerinde
görmeyince "silahlar çal ı n d ı " d iye vaveylayı basm ışlar, tozu duma­
na katm ışlard ı . Hem de çal ı nan silahların Ermeni lere satı ld ı ğ ı gibi
korku nç bir söylenti de bütün zihin leri buland ı rm ı ştı . Paşa , Celaletti n
Arif Bey'le birl i kte yan l ı ş yolda olanları da yan ı na katarak iç kaleye
götü rd ü , bütü n silahları , defterlerdeki kayıtları n ı gösterd i . Her şey
sütliman old u .
Paşa , Celaletti n Arif Bey'e, yaptığı yan l ı ş l ı ğ ı d üzeltmesi için bunu
gerekenlere an latmas ı n ı , bir daha da görevi nin d ı ş ı ndaki işlere ka­
rışmamas ı n ı sertçe buyurd u .
*

7 Ekim'de otomobille E rzu ru m'dan Sarıkam ış'a yollanan Kaz ı m


Karabekir, oradan M ustafa Kemal'e bir telgraf çekerek ordunun sar­
s ı l maz sayg ı ları n ı bildird i .
Kendi telsiz telg raf makinesiyle Erivan, Moskova telsiz haberlerini
s ı kıca izleyen Kazım Karabekir, Erivan telsizinin 9 Ekim'de şöyle bir
haber yayı nlad ı ğ ı n ı öğrend i :
"Tü rklerin sald ı rı gücü n ü n bittiği v e şaşkı n bir d u ruma geld ikleri
inan ı l ı r kaynaklardan haber al ı nd ı . S ı ra bize geld i . Yakında sald ı rıya
geçerek gereken darbeyi Türklere vuracağ ız."

116
Bunu öğrenen Paşa güldü. Demek ki N azarbekef onun kurduğu
tuzağa düşmüştü . Yal n ız Paşa'n ı n ald ı ğ ı başka bir habere göre de
Kars'a d u rmadan düzg ü n asker kıtalarıyla gönüllüler gelmekteyd i .
Paşan ı n 1 3 Ekim'de gördüğü kimi k ı m ı ltılardan 1 4 Ekim'de daha
çok 9 . Tümen cephesine Ermen ilerin sal d ı rıya geçeceğ i kan ı s ı n ı
verm işti . Sabahleyin erkenden tümenlerden durumu sorarak her­
hangi güçlüce bir sald ı rıya karşı s ı k ı durmaları n ı buyurd u . Ku rmay
kuruluyla gözetleme yerine çıkan Paşa , kumandanlardan ald ı ğ ı ra­
porları çabucak gözden geçird i . Hepsi de bir sald ı rı beklemed iklerini
bildiriyord u . Paşa , saba h ı n yed i buçuğunda Ermeni topçusu n u n 9.
Tümen mevzilerini yoğu n bir ateşle dövdüğünü görünce yan ı l mad ı­
ğ ı n ı anlad ı .
N e yazık k i düşma n ı n burnu dibinde bulunan kumandanlar, bu
sald ı rıyı sezememişlerd i .
Paşa , kurmay kurulu i l e kumandanlarıyla Ermenilerin Kars' ı n
Tü rk siperlerine sald ı rı ş ı n ı seyred iyord u . İ l k raporlar, Paşa' n ı n eline
gelmeye başlad ı . 1 2 . Tümeni Berna üzeri nden Ermen i sal d ı rı kıta­
ları n ı n yan gerileri ne sürd ü . Biraz sonra Ermeniler yen ilerek bütü n
cephe boyunca geri püskürtüldüler. Paşa n ı n kıtaları Kars'ı koruyan
Başkaya ta hkimli noktasıyla doğ uya , batıya uzanan d ı ş mevzileri ,
karşı sald ı rı larla 1 6 Ekim'de ele geçi rd i .
Şimd i , artık s ı ra , Kars'a karş ı büyük, geniş bir kuşatma manev­
rası yapmaya gelmişti . Paşa, kurmay kuru l u ile kumandanlarıyla
Kars' ı n kilit noktası Beşkaya'da bir toplantı yaparak son buyrukları n ı
verd i . Sağlam keşif bilgileriyle gözetlemelerden sonra arazi üzerin­
de de olacakları kumandanlarına gösteren Kazım Karabekir, savaş
buyruğunu yaz ı l ı olarak bildird i .
Ş i m d i Enver Paşa'n ı n 85 bin cana mal ettiği halde e l e geçi reme­
diği ünlü Kars Kalesi 'nin fethi başl ı yord u . Paşa , gerçek bir heyecan
içindeydi . 20 Ekim 1 920 saba h ı tanyeri atarken Türk ordusu sald ı­
rıya geçti . Paşa , karargah ı n ı Berna'ya götü rd ü . Savaş ı n , yöneti mini
bütünüyle eline alarak Kars ' ı n ileri mevzilerindeki Ermeni kıtaları n ı
süre süre Kars Kalesi'ne tıktı . Sonra, cephede çokça top, piyade
alayı b ı rakarak iki tü meni gece yürüyüşleri yaptı rarak "cü retl i" bir ku­
şatma işine kald ı rd ı . 28 Ekim'de Yah n i ler tepeleriyle Vezi rköy-Üçler
tepesi çizgisini baskı nla ele geçird i .

117
Gözetleme yerin i Üçler tepesine ileten Paşa , hemen oracı ktan
yönettiği çok şiddetli bir sald ı rı ile Ermeni ordusunu üç saatte dar­
madağ ı n etti . Panikleyerek kaçı şan d üşman ordusunun arkas ı na
takılan tümenler, Doğu Cephesi'ndeki tabyaları ele geçirdiler. Kale
d ı ş ı ndaki Ermen i kıtaları , Kars' ı n kuzey cephesine karşı sald ı rıya
başlad ı larsa da iki y ı l önce yine onun buyruğu altı nda Kars'ı ele
geçirmiş olan kıtaları n ı n h ı zl ı , becerikli davra n ışlarıyla bu sarp, pek
güçl ü , modern cepheyi onlardan önce ele geçirdiler.
Karadağ-Arap tabyaları n ı n ele geçmesiyle asker her yandan
Kars' ı n içine doğru inmeye başlad ı . Paşa , Kars'ı kumandanlık ya­
şayışında ikinci kezd ir ki işgal ed iyord u . Saba h ı n üç buçuğunda ka­
rargah ı n ı Kars' ı n göbeğinde kuran Kaz ı m Karabekir, elleri arkası nda
savaş meyda n ı n ı dolaş ıyor, toplanan tutsaklarla cephaneyi gözden
geçiriyord u . Yal n ız, Tahmasp Tabyasına s ı ğ ı nan Ermeni savaşçı ları
hala inatla diren iyord u . Onlar da ikindiüstü teslim oldular.
Dağdan taştan toplanan tutsaklarla ganimetler Paşa ' n ı n demir­
yolu istasyonundaki karargah ına getiril iyord u . Tutsaklar arasında üç
general, altı albay, on iki yarbay, on altı yüzbaş ı , elli dokuz üsteğ­
men, teğmen, on altı sivil memur, on iki subay vekil i , dört subay
adayı vard ı . Tutsak olarak bin yüz elli de er bulunuyord u . Bin yüz
on Ermeni ölüsü say ı l m ı ştı . Yararlanı labilecek üç yüz otuz yedi top,
onarı lması gerekli üç yüz otuz dokuz top , pek çok makineli tüfek, her
türlü cephane, savaş ayg ıtları , projektörler ganimet olarak ele geçti .
Tutsaklar arasında Ermeni Harbiye Nazırı Araratof, Genelkurmay
Başka n ı Vekilof, Kars Grup Kumanda n ı Primo, bir de sivil nazır var­
dı.
Kazım Karabekir b u sald ı rıyı "tek cephe" yöntem iyle yapm ı ştı .
Birçok riskler de saklayan bu yöntem, Türk ordusuna koskoca bir za­
fer kazand ı rmakla kal mamış, Amerika ' n ı n , l ngiltere'nin, Fransa'n ı n
besleyip durduğu koskoca "Büyük Ermenistan" h ülyas ı n ı d a birden­
bire yere sermişti .
*

Bu sürprizl i yıld ı rı m savaş ı n ı n kapa n ı ş bölümünde Türk ordusu­


nun yitiği dokuz şehit, k ı rk yedi yaral ıyd ı .
Kars'ta pek çok d a Ermeni halkı Amerikan papazları n ı n elinde

118
altı bin kişilik bir Ermeni öksüzler yığ ı n ı bulunuyord u . Paşa , kendisi
de binlerce öksüz çocuk beslediğinden onlara karş ı da çok şefkatl i
davrand ı , şefkatl i davra n ı lmas ı n ı buyurdu. Kars'taki Amerikan kolo­
nisi başları , 31 E kim'de lstanbul'da Amiral Bristol'e bir telgraf çeke­
rek Türk ordusun u n Kars'ta Amerika l ı larla Ermenilere h içbir kötülük,
katl iam yapmad ığ ı n ı , Türk ordusunun çok disiplinli olduğunu yazd ı .
Kaz ı m Karabekir Paşa , 3 1 Ekim'de Fevzi Paşa'yla makine ba­
ş ı nda konuştu :
- Kars'ta ald ı ğ ı m ız ganimetler kurtuluş savaş ı m ızı on yıl yönet­
meye yeter! ded i .
Fevzi Paşa da ferikliğe yükseltildiğini müjdeledi . Kazı m Karabekir
Tuğgenerallik rütbesini de iki yıl önce yine Kars'ı ele geçirdiği g ü n
almıştı .
Kazı m Karabekir'in Kars düşü gerçekleşmişti . M utluyd u .
B u , Tü rkiye'nin doğu s ı n ı rları n ı oynak k u m yığ ı nları olmaktan
kurtaracak, orduya granitten bir s ı n ı r çizgisi çekecekti.

B U KEZ DE DELİBAŞ

Yobazlar, devletten yüz bulamadıkları dakikada kendi­


lerinin yağı tükenir. Çünkü ulusumuz hiçbir vakit kur­
nazlıktan hoşlanmaz.
Mustafa Kemal
Abdülhamit'le Vah idettin'in kız kardeşi Mediha Sultan'la evlene­
rek Baltaliman ı ' ndaki ü n l ü yal ısına yerleşen Damat Ferit Paşa , şu sı­
rada dünya n ı n en bela l ı bir işinin başı nda olduğuna yem in etse başı
ağrı mazd ı . Bug ü n , Boğaziçi' n i n mavi çırp ı ntı l ı suları na karşı açılan
salonda bir aşağ ı , bir yukarı dolaşarak sarı kl ı konukları n ı bekliyord u .
Şu Kuvayı Milliyecileri n başı na ne belalar açm ı ştı da herifçioğu lları
hepsinin de bir bir altından kalkm ışlard ı . O Anzavur devi yen ilir kişi
miydi? Onu da yenmişlerd i . O Düzce , o Bol u ayaklan ı şları bastı rı l ı r
yang ı n lar m ı yd ı ? Hele Ankara'n ı n burnu dibinde körüklediği o Yoz­
gat yang ı n ı söndürülür yang ı n mıyd ı ? Usu almıyord u .

119
O Ethem hergelesi , son gün lerde onun baş ı n a M ustafa Ke­
mal'den daha azg ı n bir bela kesilmişti . Şimdi de kend isini öldürmek
üzere yal ı n ı n koru l u klarında dolaşm ıyorlar m ı yd ı ? O Bulgar Sad ı k
gavuru , a z kals ı n kendisini Rumelih isarı mezarl ı ğ ı n ı n d ibinde yaşa­
maktan a l ı koyacaktı . Ya o Dramal ı R ıza haini silah , bomba sergisi
gibi yakalanmam ış olsayd ı kim bilir mezara koymak için kend isinin
parçaları n ı bile bulamayacaklard ı . Herif, Köprü'nün baş ı nda dara­
ğacı nda can veri nceye dek lstanbul'a onu öldürmek için geldiğini
söyleyip durma m ı ş m ı yd ı ?
Dur hele, çı kmayan canda umut vard ı . O M ustafa Kemal'in burnu
d i binde yen i bir cehennem meşalesi daha tutuştu rsu n da görsündü
o.
Damat Ferit, böyle düşü nerek yal ı n ı n den ize bakan bahçesine,
rıhtıma baktı . Her yanda elleri tabancalarında atıcı Arnavut, Boşnak
polisler vızı r vızı r dolaş ıyord u .
En sonra, konuklar geldi . Zeynelabidin Hoca , Sait Molla, Mustafa
Sabri Efend i , eski Dahil iye Nazırı Peyami, Sabah gazetesi başyazarı
Ali Kemal , itilaf Devletlerinin temsilcisi Ermeni Agopyan , salona gir­
dikten sonra kapı anahtarla kitlendi . Zeynelabid in Hoca , Konya Nakşi­
bendi tekkesi şeyhliğinden mebus seçilerek l stanbul'a yerleşmiş, ey­
leme yönelen bir gerici nitel iği taşıdığından Vahidettin saray ı n ı n içten
adamları arası nda güçlü bir yer almış, Konya dolaylarında Bozkı r'da
ilk ayaklan ış çıras ı n ı tutuşturmuşsa da Kuvayı Milliyecilerin acar sön­
dürücüleri , bunu bir üfleyişte söndürmüşlerd i . Sait Molla ise Düzce ,
Bol u , Anzavur ayaklan ışları n ı l ngiliz altı nlarıyla körükleyen denenmiş
bir zebaniyd i .
Hocalara buzlu içecekler geldikten sonra , konuşma kap ı s ı açı ld ı .
Kuvayı Mill iyecilerin ülkeyi soktu kları çı kmaz üzerinde uzu n uzad ıya
kon uşulduktan sonra s ı ra yine ayaklan ı şlara elverişli bölgeler ara­
maya gelmişti . Damat Ferit, şu son iki y ı l içinde iyice k ı rarm ı ş saç,
sakal ve b ı y ı klarında elini gezdi rerek itilaf Devletleri 'nin temsilcisi
Agopyan'a sord u :
- Siz, ne buyuru rsunuz?

1 20
- Düşüncenize ortak olurum Paşam. Bunları şu s ı rada ezemez­
sek yarı n hiç üstlerine varamayız. Bu ndan dolayı türlü yönlerden yer
yer ayaklan ışları m ızı sürdürmel iyiz. Örneğ i n , Konya ve dolayları n ı
ben b u bakı mdan elverişli görüyoru m .
Konya sözü geçince Zeynelabidin Hoca , y ı l a n sokmuş g i b i yerin­
den sıçrad ı . Demek ki Bozkır ayaklan ı ş ı ndan sonra kendisini bir kez
daha ateşe atmak istiyorlard ı .
Agopyan'a:
- Sizce Konya ile dolayları n ı n seçi l mesinde ne gibi bir neden
var? d iye sord u .
- P e k çok. Örneğ i n , Konya coğ rafi bakımdan b u n a elverişlidir.
Anadol u'nun göbeğinded ir. Buradaki bir ateş yanlara çabucak s ıçra­
yabilir. Sonra azı n l ı k, Konya'da iyi bir biçimde çal ı şmaktad ı r. Olayda
büyük bir rol oynayabilirler. Üçüncü olarak zatıal ilerinin de Konya ve
dolayları ndaki n üfuzu . . .
Hoca , böyle korkunç bir işe gerçekten b u kez ortak olmak iste­
miyord u . Bunun da başarıs ızl ığa uğ rayacağ ı n ı yed iği ekmek gibi bi­
l iyord u .
Sonra , birkaç g ü n önce Konya'daki kardeşi Rıfat Hoca'dan ald ı ğ ı
mektupta şöyle insa n ı uslanmaya iten sözler vard ı :
- Art ı k buralarda yap ı l acak k ı m ı ltılarda başarı sağlamak umudu
kalmam ı ştı r. Yap ı lacak her davra n ı ş , baştan başa aleyhimized ir. Siz
serbest yerdesiniz, kaçı p kurtulabilirsiniz, ne var ki bizi çoluğu muzla,
çocuğumuzla yok edebilirsiniz.
Zeynelabidin Hoca , kardeşinden gelen bu mektubun ürküntü ve­
ren etkisini yine yaşayarak şöyle ded i :
- Konya'da yap ı lacak bir davra n ı ş , Devlet-i Aliye'nin aleyh ine
olur kan ı s ı ndayı m . Ankara ile Konya iki komşu vilayetti r. Kuvayı Mil­
l iye , Konya'daki bir k ı m ı ltıyı bastı rmakta gecikmeyecekti r.
Sait Molla söz ald ı :
- Zatıaliniz, b u işten u mutsuz görünüyorsu nuz. Bizim için her kı­
m ı ltı , yarardan hali değildir. Bari b ı rakı n ız da konu ile biz uğraşal ı m .

121
Zeynelabidin Hoca , fena bozum olmuştu . Damat Ferit'i n iri, yor­
gun bakışlı gözleri kendisi nden yard ı m dilen iyord u . Bunu bir saattir,
üzerinden bir an eksilmeyen bu bakışlarda okuyord u . Ne var ki ol­
mayacak duaya amin demek de elinden gelmemişti . Damat Ferit'i
biraz küskü n , biraz öfkel i , biraz umutsuz görünce eski arslan yelesi­
n i yine şöyle bir göstermeye yeltenmekten kend ini alamad ı .
- Ben üzerime d üşen ödevi yapmaya çal ı şacağ ı m .
O zaman Damat Ferit Paşa göğsüne yığı lan u mutsuzluğu geniş
bir solukla d ı şa rı attı . i ri gözlerin i n minnet dolu bakışlarıyla Zeynela­
bidin'i okşayarak şöyle ded i :
- Çok müteşekkir v e memnunum hocam. Şimdiden g i rişimleri­
nize başlayabil irsiniz. l ng iliz Muhipleri Derneğ i de sizinle beraberdir.
Her hususta zatıalilerine yard ı m edeceğiz.
*

Çumra'n ı n Alibeyhöyüğü köyünden Delibaş Mehmet, eski yiğit bir


soydan, savaşlarda Delibaş denen delice yiğitlikler yapmakla tan ı n­
mış Delibaşlar Teğmeni Mehmet Ağa'n ı n soyundan geliyordu. Dedesi
Delibaş Mehmet'ten ad ı n ı , soyad ı n ı alan Delibaş Mehmet, köyünde
toprak işleriyle uğraşan rastgele bir köylü delikanlısıyken Birinci Dün­
ya Savaşı patlad ı . O da birçokları gibi Çanakkale Savaşı'na katı ld ı .
Yalnız ölüm saçan o korkunç savaştan birliğindeki tabur imam ı na çö­
mezlik ederek kurtulabild i . Delibaş Mehmet, bu korkunç cepheden bir
kolayını bulup köyüne gelmiş, geri dönmediğinden yakalan ıp Dördün­
cü Ordu buyruğuna gönderilmek üzereyken Alibeyhöyüğü köyünün
Muhtarı Hacı Ş ı h , bir kolay ı n ı bularak onu köyde b ı rakmıştı . Hacı Ş ı h ,
b i r yıl sonra iflas edip mal ı n ı mülkünü hacizde yitirmiş, o n u n yerine
Delibaş Mehmet birdenbire köyde söz sahibi bir ağa olup çıkıvermişti .
Köyde kendi ad ı na bir cami yaptırd ı , okulu onartt ı ; köyün her işi ken­
disinden sorulur oldu. Delibaş Mehmet de her cebbar köy ağası gibi
az zamanda sözün ü dinletebilmek üzere çevresinde silahlı adamlar
beslemeye başlad ı . Bunların sayısı günden güne artıyordu.
Delibaş, s ı k s ı k Konya'ya da gidip geliyord u . Konya'n ı n eşrafı n­
dan kimisiyle yak ı n dostlu k kurmuştu . Sofuluk, ağal ı k , kumandanl ı k,

1 22
efelik gibi n itelikler taşıyan Delibaş Mehmet Ağa , her g ü n biraz daha
aranan , sözü geçen bir adam oluyord u . Çevresinde barana denen
sila h l ı kızan ları , Kuvayı Mill iye müfrezelerinden daha kolayl ı kla ço­
ğal ıyord u . Müdafaayı Hukuk örgütü , kendiliğinden doğup büyüyen
bu müfrezeyi sahiplenmek isted i . Deli baş Mehmet'le görüşülüp ko­
nuşuldu. O da Kuvayı Mill iyeci olduğunu söyled i . Kuvayı Milliye ad ı­
na iş görmeye başlad ı .
Delibaş Mehmet, gösterişe çok merakl ı , safça yürekli bir adamd ı .
Hele Çumra'dan atl ı ları n ı n baş ı nda Konya'ya geli rken birçok zafer
kazan m ı ş eski bir kumandan gibi kas ı l ı yor, Kuvayı Milliyecilerle hal­
kın kend isini alkışlayarak karş ı lamas ı na bayı l ı yord u . Artı k Delibaş
Mehmet, bütün anlam ıyla Kuvayı Mill iyeci olara k bilin iyord u . Bu do­
laylarda buna benzer bir başka milis gücü de yoktu . Yal n ı z Konya
Kuvayı Mill iye Kumanda n ı Yüzbaşı Hüsnü Bey' i n arkas ı nda ufak,
çevik bir milis gücü geziyord u .
1 920 N isan a y ı içinde yine kalaba l ı k atl ı ları n ı n başı nda Kon­
ya' n ı n uzun caddelerinden geçen Delibaş Mehmet, Kuvayı Milliye
Kumanda n ı Yüzbaş ı Hüsnü Bey'ce karş ı lanarak Sanayi Mektebi
mutfağ ı nda pişirilen g üzel yemeklerle ağ ı rland ı . Böylece, bir kez
daha Konya'da gövde gösterisi yapa n , sevgi toplayan Del ibaş Meh­
met, dönüşte şeh ri n d ı ş ı n a dek mızıka ile uğurland ı .
*

Çok yaşl ı bir yönetici olan eski Konya Valisi Suphi Bey ayrı ld ı k­
tan son ra , yerine vekil olarak bir süre 1 2 . Kolord u Kumandanı Albay
Fahrettin Bey bakt ı . Sonra da Düzce'de halife ordusu Kumandan ı
Berzek Safer Bey'i n evi nde gözaltı edilen eski Van , sonra Bolu Valisi
Haydar Bey kurtu l u r kurtulmaz Konya'ya val i atand ı . Haydar Bey,
Konya'ya gelir gelmez ilk iş olarak Delibaş Mehmet Ağa'yı karşısına
çağ ı rarak onunla bir ahbap gibi görüştü . Korkunç bir ayaklan ı ş böl­
gesinde aylard ı r görmediği, çekmediği kalmam ı ştı . Bu yüzden sureti
haktan görünen bu adam ı , gemlemek, dizg in lemek istiyord u :
- B a n a bak Mehmet Ağa , ded i . Ben , m e rt adamları severi m .
S e n de m e rt v e yürekli bir adams ı n . Eşraf da s e n i övüyor. dedikleri

1 23
gibi çı karsan senden çok şeyler bekleri m . Memleketin durumu mey­
danda, millet ya son sol uğunu verecek ya da yaşayacak. Sizin gibi
hatırı sayı l ı r babayiğitleri n bizlere yard ı m edeceği zaman . Senden
bu memleket yard ı m bekliyor.
- Vallah i , Val i Bey, ben erkekçe kon uşuru m . M i llete h izmet, ami­
re sadakat borcu muzd u r. Güvenebilirsiniz.
- Güven iyoru m . Çumra ve dolayları ndaki güvenliğin sağlan ma­
s ı n ı sana b ı rakıyoru m . Şimdilik bu kadar, seninle ayrıca görüşece­
ğiz.
Delibaş Mehmet, o geceyi Konya'da geçi rdikten sonra , ertesi sa­
bah atı n ı sürerek köyüne vard ı . Bu s ı rada bütü n o yörenin köyl ülerini
heyecana veren bir olay geçti . Had ı m köyleri nden dört kişi, Obruk
köyünü basm ış, eşraftan birinin kızı n ı kaçı rara k Çumra dolaylarında
bir hana götü rm üştü . Dört köyl ü , kızı paylaşamad ı ğ ı ndan b ı çaklarla
birbirine girmişler, öldürülen bir arkadaşları n ı kuyuya atarak oradan
da savuşup gitmişlerd i .
K ı z ı n babas ı n ı n yak ı n ması üzeri ne hükümet hemen davrand ı .
Konya'dan bir jandarma müfrezesi eşkıyaları n arkasına düştü . iz­
lemede kızı n babasıyla Çumra bucak müdürü , Val i Haydar Bey'in
buyruğuyla Delibaş'la atl ı ları da bulunuyord u . Kuyuya atı lan ölü ça­
bucak bulu narak katillerin Had ı m yöresine doğru kaçt ı ğ ı öğrenild i .
Delibaş, b u n u öğreni nce a s ı l izleme gücünden ayrı ld ı . Başka b i r
yönden eşkıyaları araştı rmaya koyuld u . Atl ı larıyla dağlara çıkan De­
libaş, düşündüğü gibi, eşkıyaları bir tepede kıstırd ı . Üç katille kız­
cağ ızı götü rüp hükümete tesl im etti . Delibaş, gerçek ünün ilk basa­
maklarından s ı çraya rak çı kmaya başlam ı ştı .
Delibaş Mehmet, artı k Konya görevl ilerinin gerekli ada m ı duru­
muna gelm işti . Val i Haydar Bey, Del ibaş' ı n bir vukuat çıkarması ndan
çeki nerek onu hoş tutmaya çal ı ş ı yor, bu s ı rada ikisi arası ndaki il iş­
kiler s ı klaş ı r gibi görünüyord u . Temelde, Delibaş ' ı "idare" eden Vali
değil de Val iyi "idare" eden Del ibaş'tı . Ayrıca , Konya Müdafaayı Hu­
kuk örgütüne de onları n adamıymış gibi davranıyorsa da derinlerde
kimi kara n l ı k , bulan ı k sularla karıştığ ı bir gerçekti.

1 24
Müdafaayı Hukuk Derneği'nin üyeleri , bu adam ı n şu s ı rada büs­
bütü n yarars ız olarak gövde gezdirdiğini bil iyord u . Bunları n kimisi
henüz denemeden geçmemiş olan bu adama çokça yüz veril me­
mesini sal ı kl ıyor, kimisi de ondan birdenbire yüz çevirmenin tehlikeli
olacağ ı ndan söz ediyord u . i ş , bu durumdayken Müdafaayı H u kuk­
çular, atlarıyla şeh re her gelişinde onu m ı z ı ka ile karş ı l ıyor, m ı z ı ka
ile uğurl uyord u . Bunu bir zorunluluk olarak yap ıyord u .
Bir g ü n Delibaş, Müdafaayı H u kukçu lara şehre geleceğ ini bildir-
d i . Onlar da hemen Sanayi Mektebi m ı z ı kas ı n ı hazı rlayarak karşı la­
maya çıktılar. Yal n ız, ufak bir yanl ışl ı k old u . M ız ı ka , onun geleceğ i
yola gideceğ ine ters bir yola giderek bekledi . Delibaş, şehre girerken
m ız ı kayla karş ı lanmad ığ ı n ı görünce küplere bindi. Müdafaayı Hu­
kukçular, yan l ı ş l ı ğ ı ona an latabilmek için akla karayı seçtiler:
- Bir yan l ı şl ı k old u , ağa . M ız ı ka vallahi de billahi de karş ı lamaya
çıktı . Siz, ters yoldan gelm işsiniz. Kusura bakmay ı n . Yine şehrin d ı ­
şına çı k ı n . B i z , yen i baştan seni karş ı laya l ı m .
Bu çözüm Delibaş ' ı n usuna yatt ı . Atına binerek Sakal ı ğ ı n köprü­
ye gidip orada m ı z ı kayı bekled i . Sonra m ı z ı ka önde, o arkada atı n ı n
üstü nde kas ı larak Konya'ya g i rd i .
Müfrezesi gü nden güne büyüyen, bununla birl i kte henüz kime
yar olacağ ı bel l i olmayan Delibaş Mehmet, bir soru işareti olarak
halkın da, yönetim adamları n ı n da kafası nda kıvrı l ı p duruyord u .
*

işte, bu s ı ralarda Baltalimanı Toplantı s ı ' nda Konya 'yı bir kez
daha ka rıştı rmak görevini a l m ı ş olan ü n l ü Nakşibendi Şeyh i , H ü rri­
yet ve İtilaf Partisi' n i n sevg i l i lerinden Zeynelabid in Hoca , Konya 'daki
eski piyonlarına yavaştan kirli parmakları n ı dokundurmaya başlad ı .
Erek, Delibaş Mehmet'ti . Zeynelabid in'in Konya'daki piyonları onu
bir akşam yemeğ ine çağ ı rd ı lar.
- Sen , Konya ' n ı n da ağas ı s ı n gayri . Bizleri u nuttun . Şimdi Val i
i l e d ü ş ü p kalkıyors u n .
- Olen a ğ a M i l liciler, ittihatçıların kal ı ntıs ı d ı r. itti hatçıların d ü nya­
da ve ahi rette yeri yoktu r. Nas ı l oldu da sen bunların içlerine girdin?
Senin gibi mert ve Müslüman adama doğrusu acıyoruz.

1 25
- Ağa biliyor musu n? Hal ife ordusu geliyormuş. Etme, eyleme.
Sen de Padişah efendimizin yan ı na geçiver.
Bütün bu kışkı rtmaları d i nleyen Delibaş:
- Olen gidiler, ded i . i çinizde hiç akı l l ı uslu adam yok. i çten ol­
duğunuzu da inanmıyorum ama kayg ı lanmay ı n , beni kendi hali me
koyun .
ötekiler i ş i daha da üstelediler.
- Sen , paşa da olursu n , bey de; sende bu yüreklilik olduktan
sonra ! Gel şu Konya'yı bas! Konya'yı a l ı rsan d ünyayı a l ı rs ı n !
Müdafaayı H ukukçular, Delibaş' ı n ayakları n ı n kimi kirli sulara
değdiğini sezin liyor gibi oluyorsa da bir kan ı t da bulamıyord u . Yal n ız,
onun ikiyüzlü davrand ı ğ ı n ı artık anlamış gibiydiler. Onun Konya'da
koskoca bir tehlike gibi dolaşı p d u rmas ı n ı artık önlemeliyd i .
Val i Haydar Bey'e :
- Emrinize amadeyim ! diyen bu ada m ı bir ayak önce cepheye
aktarmak en kesin , yararl ı çözüm yoluyd u .
Müdafaayı Hukukçular, b u n u Mevki Kumandanı Avn i Bey'e (me­
bus paşa) açtılar. O da:
- Böylelerine g üven caiz değildir. Bakars ı n yarı n orada da başı­
m ıza bela açar, ded i .
B u n u n da çözümü şöylece düşünüldü:
Delibaş, müfrezesiyle cepheye gönderilecek, son ra da arkası n­
dan açı klama yap ı lacaktı . Müdafaayı Huku k'ta bu iş ileri geri konu­
şuld u .
K i m i üyeler:
- Del ibaş' ı n bu işe yanaşmayacağ ı n ı bil iyoruz. Yanaşsa da dav­
ran ı şları n ı ad ı m ad ı m izlemek gerek. Bu adam i ki yan ı da "idare"
etmek istiyor, diyorlard ı .
Toplantıya Val i d e katılm ı ştı :
- Ben, sizin düşüncenizde değilim. Delibaş bize çal ı şacaktı r.
Onunla aram ızda "besa" yaptık. Kim sözünden ve and ı ndan döner­
se ; anas ı n ı n donu baş ı n a olsun dedik. Mademki kuşkulanıyorsunuz
bir kez s ı nayal ı m .

1 26
Haydar Bey, Deli baş' ı katına çağ ı rd ı . Çumra dolaylarında güven­
liği sağlad ı ğ ı ndan dolayı ona birçok güzel söz söyled i . Sonra ona
milis binbaşı rütbesin i vererek beline bir de gümüş kakmal ı k ı l ı ç taktı .
Artı k, Delibaş Kuvayı Milliye'nin bir milis subayıyd ı . Val iye bağ l ı y­
d ı . Val i , işin kıvama geldiğ i n i anlayarak ona şöyle ded i :
-Şi md i , ben i d i n l e Mehmet Ağa , h izmet v e doğru l uğ u ndan hoş­
nudum. Senin gibi yürekl i ve yiğit kişiler geride değ i l cephede düş­
manla çarpışıyorlar. Sen de bugü nden tezi yok Çumra , Karaman,
Sultaniye dolayları ndan 1 300- 1 3 1 5 doğumlu kişiler arası ndan işine
yarayanları seçerek bir müfreze kuracaks ı n . Seni cepheye gönde­
receği m .
Delibaş şaşkı n , sord u :
- Hemen şimdi mi?
- Evet, hemen şimdi!
- Peki , haz ı rlanay ı m Val i Bey. Yal n ı z bana bir müsaade buyu-
ru n . Hem daha çok erat toplayabiliri m , hem de gereçlerimi eksik b ı ­
rakmam.
- Göreyim sen i Mehmet Ağa , yüzümü kara çı karma.
- Evvelallah, bu işi de bitiririz Val i Bey, siz merak etmeyin . Yal-
nız bir d i leğim var. Çumra Bucak Müdürü ile Karaman ve Sultaniye
kazaları kaymakamlarına benim toplayacağ ı m adamlara dokunma­
maları için birer buyruk yazarsan ı z ben de işlerimi çabuk bitirmiş
olurum.
- Peki , peki ! Sen vakit geçirmeden hemen işe başla. istediğin
buyruklar yazı l ı r. Yal n ız, çabuk gel meye bak ve Konya'ya geleceği n
günü telle. S e n i törenle karşı lamak istiyoru m .
- S a ğ ol Vali Bey, haydi Allahaısmarlad ı k .
Yal n ı z Müdafaayı H u k u k Derneği'nin en sayg ıdeğer ada m ı S i ­
vaslı A l i Kemali Hoca ile vilayet mektupçusu Kazım Bey, Vali Haydar
Bey'in karş ı s ı n a dikildiler:
- Aman beyefend i , bu adama çok güven iyorsunuz. Korkarız, bu
fı rsattan yararlanarak yarı n başı m ıza bir iş açar.

1 27
- Siz, korkak adamlars ı n ız. Delibaş benimle besa yapt ı . O , sö­
zünden dön mez.
Vali, bir gün Delibaş'la görüşürken onun anaca Arnavut olduğunu
öğrenmiş, kendisinin de Arnavut olduğunu söyleyerek "Ben de Arna­
vut'um, o halde besa yapa l ı m . Sen bana karşı gelmeyeceksin . Ben de
seni koruyacağ ım" diye bir Arnavut and ı içmişlerdi.
Ancak, Müdafaayı H u kukçular, h iç de Vali'nin düşüncesinde de­
ğildiler, çok kuşku l u , uya n ı k bulunuyorlard ı .
B i r kez, Delibaş ağzı ndan Müdafaayı Hukukçuları n tuhafı na da
g iden şöyle bir söz kaçırd ı :
- Ş u Kulumill icilere (Kuvayı Mill iyeciler anlam ı na ) b i r kez kandık
ama ya onlar benim baş ıma bir çorap örer ya da ben onları n !
Val i Haydar Bey b u sözü işitince:
- Yalan söylüyorlar, ağayla aramızı açmak istiyorlar, ded i .
Cepheden kaçıp gelerek Delibaş' ı n müfrezesine s ı ğ ı n m ı ş birkaç
kişi Delibaş'a en teh likel i fişeği koymayı başard ı lar:
- Ağa, bir haber duyduk. Bilmem yalan, bilmem doğ ru . Sen cep-
heye gidersen orada seni öldüreceklermiş.
- Kimmiş beni öldü recek olanlar?
- Ne bileyim ben? Senin o yüzüne gülen herifleri !
- Suçum neym iş?
- Bilmeyiz. Senden çekiniyorlar herhalde.
- Yaa! Akl ı n ı baş ı n a topla!
Karahöyüklü Kad ıoğlu Ali:
- Gelen düşman ordusu deyip duruyorlar. Ben arkadaşlardan öğ­
rend im. Gelen halife ordusuymuş. Mademki asker topluyorsun, bari
şu Kulumillicilere bir ders ver.
i steyerek istemeyerek Delibaş Meh met'i etkilemek durumunda
olan Zeynelabid in'in bel l i adamları , yavaştan , usuldan onu dürtme­
ye, okşamaya , nodullamaya başlam ışlard ı . Zeynelabidin'in kardeşi
Rifat Hoca , Kad ı Hilmi Efend i , kardeşi M ustafa Remzi , Taşbaşl ı Na­
zif, Ç ı krı kçı n ı n Meh met Efend i , Keresteci Mehmet ile bu gibi H ürriyet

1 28
ve itilaf Partisi'nin kara ideolojisini kişiliklerinde taş ıyan kişiler, akın­
tıya kap ı l m ı ş gidiyorlard ı .
Delibaş, bunlardan Zeynelabidin'le birlikte belki Padişa h ' ı n selamı­
n ı da almıştı . Belki de kafası n ı n ham ahlattan başka bir şey yetişme­
yen kısır, kıraç toprakları nda Padişa h ' ı n paşalarından biri olmak va­
adi , düşü de olarak Konya'dan Al ibeyhöyüğü'ne döndüğünde hemen
davrand ı . Görünürde Kuvayı Milliye'ye asker toplamaya gitmişti. Köye
varı nca kardeşi ômer'le dayısı Hacı Memiş' i , Kel Musa'yı yan ı na
alarak Çumra bucağ ı köyleriyle Karapı nar kazası köylerinden adam
toplamaya başlad ı . Asker kaçakları , hapishane kaçkınları , işsiz güç­
süzler, bir arı gibi Delibaş ' ı n çevresini ald ı . Delibaş Mehmet, bunları n ,
kimisine onbaş ı , çavuş, kimisine d e teğmen rütbesi dağ ıtarak örgüt­
lüyord u . Kend isine kafa tutanları ölümle korkutuyordu . Jandarma ör­
gütleri , arad ı kları katilleri, kanun kaçakları n ı , onun saflarında görünce
el süremiyordu. Konya köylüleri , bunları yedirip içiriyor, onlara, at, si­
lah, giynek sağlamaya çal ışıyord u . Eski yarenlerinden "Çumralı Hacı
Hasan, Üçhöyük köylü Mevlüt Çavuş, Kark ı n l ı ibiş Hasan, Türkmen
Karahöyüklü Kad ıoğlu Ali , Dedemoğlu köylü Bekdik, Karapı nar'dan
Hacı Zihni" bu s ı rada onun buyruğuna girdiler.
Delibaş, asker toplayadu rsu n , Konya Kuvayı Milliye Kumanda­
n ı ndan bir mektup ald ı . Bunda o dolayları haraca kesen Türkmen
Halit çetesi n i n tutu klanmas ı , elini çabuk tutarak toplayabildiği asker­
lerle hemen Konya'ya gitmesi buyruluyord u . Mektu ptan işkillenen
Delibaş, arkadaşı Y ı k ı k Mahalleli Abdu rrahman'a:
- Abdu rrahman be , ded i . Ben bu mektubu hiç beğenmed i m .
Benim anlad ı ğ ı ma göre bu adamlar önce b a n a bu mekruh gidileri
tem izletecekler, son ra da ben i .
Bu mektupla birl i kte Delibaş' ı n ru huna kuşku y ı l a n ı girmişti . Ab­
durrahman , bu dertleşmeden kötü anlamlar çı kararak Karapı narl ı
Hacı Zihni'ye şöyle ded i :
- Zihn i , ben bizim Del i baş' ı n düşü nceleri n i beğenmiyoru m . Ya­
rın baş ı n ıza iş açar. Sen , buradaki subaylar nereye g iderse onlarla
beraber ol.

1 29
Abdurrahman kendi köyü olan Karahöyük'e vararak burada Ka­
d ıoğlu Ali ile baş başa verdi, asker toplama işini bozmaya çal ı ştı .
Karahöyük'e gelen Delibaş, onlara şöyle dert yand ı :
- B u işin çı karı yok gayri . Bizi cepheye gönderip işimizi bitire­
cekler. Onlar, bana bu oyun u oynamadan biz onlara bir oyun oyna­
yal ı m .
B u n u işiten Abd urrahman, Delibaş' ı n tehlikeli bir i ş i n peşinde ol­
duğunu anlayarak Hacı Zihni'ye:
- Arkadaşı m , ben Konya'ya dönüyorum . Zaten polisle aram iyi
değil. Bu işte ben olsam da olmasam da suçu bana yükleyecekler,
diyerek ayrı l ı p Konya'ya yolland ı .
Delibaş, yine asker toplarken yolu Dedemoğlu köyüne düştü . Bek­
dik Hüseyin'in odası na inen Delibaş, köyün imam ıyla öğretmeni Şük­
rü Bey'i çağ ı rtt ı . Öğretmene:
- Muallim efend i , Karkın'daki teğmene bir kağ ıt yaz. Buralarda
askeri yal n ı z ben topları m . Emir de koynumda, toplad ı ğ ı askerleri
hemen bana göndersin , ded i .
Öğ retmen , mektubu yazarak Delibaş'a verdiği s ı rada boşboğaz
bir köylü :
- Yahu ağa , sen cepheye asker toplayacağ ı m d iye didinip du­
ruyorsun. Oysa bizim kulağ ı m ıza kötü haberler geliyor. Güya sen
cepheye gidersen orada seni idam . . .
Delibaş, onun sözü n ü yarıda kod u :
- K i m söyledi bu lafı gene?
- Bilmem ağa, kulağ ı m ıza çal ı nd ı .
Delibaş, fıl i ntasıyla oynamaya , derin derin düşün meye başlad ı .
Delibaş Mehmet, buradan Hayraoğlu köyü ne geçti . Her gittiğ i
köyde askeri biraz d a h a artıyord u . H a c ı Fettah Ağa'n ı n odası na inen
Delibaş, burada örgütü n ü bütü nlemeye çal ı ştı . Teğmen , üsteğmen ,
yüzbaşı rütbelerini bol keseden dağ ıtt ı . Yarı s ı ndan çoğ u n u Karahö­
yük, Hotamış, Camili, Üçhöyük, Atl ıtürkmen köylerinden toplam ı ştı .
Ova köylerinden seçtikleriyse yalnız arkadaşları , ysrenleriyd i . Son-

1 30
ra , birkaç yüz kişiyi bulan bu silah l ı başı bozuk kalabal ı ğ ı n ı a rkasına
takarak kendi köyü olan Alibeyhöyüğü'ne yolland ı . Kendi köyüne va­
rı r varmaz, öteden beri araları açık olan Emrullah ile Fettah adlı iki
suçsuz köylüsünü oracı kta öldürttü . Sonra Çumra Bucağı Müdürü
l bnürrefık Emin Bey'e bir kağ ıt yazd ı rarak bu iki kişiyi eşkıyal ı k ettik­
lerinden dolayı öldü rttüğünü bildird i . Bunun korkusuyla Ali beyhöyü­
ğü' nden elli kişil i k bir g rup ona katılmak zorunda kald ı .
Yard ı mcısı olarak bulundurduğu Kel Musa'ya:
- Bana bak Musa, bugünden son ra öneml i bir adam ı m . Emirle-
rim kesindir. Biz, Konya'yı basacağ ız, ded i .
Öbürü şaş ı rm ı ştı .
Delibaş:
- Bana kalleşl ik edersen vallahi sen i öld ü rür, ibretialem için kel­
leni cami d uvarlarına astı rırı m . Korkacak bir şey yok, gereği düşü­
nüldü, d iye ona gözdağı verd i .
Delibaş' ı n Konya'ya bask ı n yapacağ ı söylentileri a l m ı ş yürümüş,
Çumra Bucak Müdürü Emin Bey'in kulağ ı na da varm ı ştı . O da bun­
ları bir rapor olarak Vali Haydar Bey'e bildirmekte gecikmedi .
Mektupçu Kazım Bey, telgrafı a l ı r almaz Vali'ye koştu :
- Görd ü n üz mü beyefendi? i şte durum karıştı . Çumra'dan telg-
raf var.
Val i telg rafı okuyarak şöyle ded i :
- Laf, müdürü n kuru ntusu. Mehmet Ağa cepheye g idecek.
- Ya g itmezse?
- G idecek. Bir telg raf yaz müdüre. Mehmet Ağa'n ı n kesin yolcu-
luk gününü bize bildirsin .
Emin bey, vilayetten çekilen telgrafı alı nca Al ibeyhöyüğü köyü
muhtarı Kör Alioğlu Mehmet'i çağ ı rttı :
- Hemen köyüne g it. Delibaş' ı gör. Val i beyefend i n i n ivedi buy­
ruğu var. Benimle mutlaka görüşsün.
Delibaş, Bucak Müdürü n ü n buyruğunu öğrenince küçümsemey­
le püfleyerek güldü:

1 31
- Bak hele şuna. Beni ayağ ına çağ ı rıyor ha. Koskoca Del ibaş
Mehmet Ağa , bir bucak müdürü nden buyruk da al maz, ayağ ı na da
gitmez. Git o herife söyle benimle görüşecekse buraya gelsin.
Bucak Müdürü kal ktı onun ayağ ı na g itti. Delibaş, ona ufak bir
sayg ı bile göstermeyerek fıl i ntas ı ndaki kurşu nları havaya boşalttı ,
şöyle hayk ı rd ı :
- işte ilk kurşun, müdür efendi. N e o ? Neye öyle afallad ın? işin ne
olduğunu hala anlayamad ı n m ı ? Şimdi esirimsin müdür efendi!
Sonra kardeşi ômer'e şöyle buyurd u :
- Al ü l e n ş u n u içeri . Nöbetçi koyun başı n a . Arkadaşlara da söy­
leyin . Hazırlans ı n lar. Çumra'yı basacağ ız.Yalnız bu iş olmadan önce
Val i Bey'e bir telg raf çekelim.Yaz katip efend i :
"Üç yüz atl ı , dört y ü z piyade i l e Al ibeyhöyüğü köyüne geld im.
Çok yorgun düştük. Birkaç gün burada d i n lendikten sonra cepheye
g itmek üzere Konya'ya geleceğ i m . Arzı malumat ederi m . " Hemen
çeki n bu telg rafı .
Delibaş, hemen atı na atlayarak adamları n ı n başına geçti . Bozkırın
sarı tozlarından bulutlar kald ırarak Çumra'yı basmak üzere doludizgin
gittiler. Vali Haydar Bey'in çektiği telgrafı Delibaş, Çumra postanesin­
den kendisi ald ı .
Bunda şöyle yazıyord u :
- Pazartesiye d e k izinlisiniz!
2 Ekim 1 920 g ü n ü Çumra üzerine yü rüyen Delibaş, Çumra Jan­
darma Karakolunda Hakkı Çavuş'un buyruğ u ndaki beş jandarma
erinin kurşu nlarıyla karş ı land ı . Yüzlerce kişinin yağ mur gibi yağan
kurşu nları altında en sonra teslim olmaktan başka çı kar yol bulama­
yan bu yürekli jandarmalar, d ipçik, sille, tokat altı nda çökertilerek ip­
lerle bağland ı lar. Erlerden H üseyin Cah it Hoca ağ ı rca ya ralanmıştı .
Delibaş, ilk iş olarak Konya'ya giden telg raf tel leri n i kestird i . O
gün Çumra'da görevli olarak bulunan Ziraat Başmüdürü Hamdi Bey,
Mecl is yönetim üyelerinden Karahafızzade M ustafa Bey yakalana­
rak jandarmaları n yan ı na kapatı ld ı . Baskı ndan bi raz sonra, teller
kesil meden biraz önce Çumra tren istasyonunda bulunan Sulama

1 32
Müdürü Nadir Bey, vilayete bir telgraf çekerek Çumra'n ı n Delibaş'ça
bas ıld ı ğ ı n ı bildird i .
Delibaş, o gece Sulama Müdürü Nadir, Sevkiyat Memuru Hak­
karili Ethem Fahri , Batı Cephesi buğday u laştı rma memuru Yüzbaşı
Mehmet N u ri beylerle sulama işlerinden daha üç memuru tutuklaya­
rak hapsetti.
Sonra silahl ı kalabal ığa şöyle ünled i :
- Arkadaşlar, bugünden tezi yok Konya'yı basacağ ız. Şehri ele
geçi rdikten sonra bir de vali seçer, hükümeti isted iğimiz gibi kura­
rız. O ben i öld ü recek dokuz kişi de Delibaş' ı n kim olduğunu öğren­
miş olur. Şimdi, her köyden iki kişi ayrı l s ı n . Bunlar hemen köylerine
giderek eli silah tutan ları Konya'ya sürsün . Gel meyen, karş ı gelen
olursa gözü n ü n yaş ı n a bakmay ı n . Sizden de kalleşlik eden olursa
alimallah . . .
Val i H aydar Bey, Nadir Bey'in Çumra istasyonundan çektiği telg­
rafı ald ı ğ ı nda Mektupçu ile tavla oynuyord u :
"Delibaş, Çumra'yı bas m ı ş bulunuyor. Şimdi de kalabal ı k adam­
larıyla Konya üzerine yü rüyor. Arzı malu mat eyleri m . "
Haydar Bey'le birl i kte telgrafı dinleyenler şöyle bir korku depremi
geçirdiler. Val i :
- Yiti recek vaktimiz yok, durumu hemen Afyon'a, 1 2 . Kolordu
Kumanda n ı Fahrettin Bey'e telg rafla bildireli m , ded i .
Durumu öğrenen Albay Fah rettin Bey:
- Üsteğmen Rıza Bey buyruğunda bir bastırma müfrezesi gön­
deriyorum . Cephanel ikleri , garn izonları , muhafaza altına a l ı n ız. 1 .
Konya Alayı'na adı karı şanları ve kimi eşrafı toplayı n , d iye ived i sa­
l ı kta bulundu.
Polis Müdürü , hemen Abdülhalim, Bakı r Çelebileri , Kad ı Hilmi
Efendi'yi, Mazlu mzade Hacı Osman Efendi'yi , Taşbaşl ı Hacı H ü se­
yin ' i , Şehzade Rifat Hoca'y ı , toplatarak val i konağ ı nda koruma altına
ald ı . Val i ve askerler, Alaetti n Tepesi'ne çekilerek savu nma kararı
ald ı lar. Kent, olduğu gibi Delibaş'la onun cahil çapulcuları n ı n mü rü­
wetine b ı ra k ı l ı yord u .

1 33
Eldeki güçlerin çoğ u n l uğu güçlend i rilen Alaetti n Tepesi'ne, geri
kalanlar da parça parça saat kulesine, kiliseye , tiyatroya , l ncem ina­
re yön üne, hükümet konağ ı n a , garnizonlara , asker okulları na, öğ ret­
men okuluna, depolara bölüştürüldü.
Bir yayl ı arabaya binen Delibaş, kalaba l ı ğ ı n önünde gidiyor, ar­
kadan da atl ı eşekl i , yaya n , sila h l ı silahsız bir kalaba l ı k, tozlu yolları
süpürerek Konya'ya doğru ilerliyord u .
Val i ' n i n dün gece aracı olarak Del ibaş'a gönderdiği Derviş Ba­
kıroğlu da Delibaş' ı n yayl ı s ı nda kurulmuş, bu belal ı işin baş ı nda git­
tiğ ine üzg ü n , ona şöyle ded i :
- Val i Bey sana g üvend i . Senin böyle yapman doğru m u ?
- Senin akl ı n bu işlere ermez.
Kalaba l ı ktan da konuşmalar işitilmeye başlad ı :
- Yah u , b u n e iş? Bizi cepheye gideceksiniz d iye toplad ı lar, şim­
d i de Konya'yı basacaks ı n ız d iyorlar. Bu Konya'n ı n hiç mi baş ı , pa­
şası yok? Hem şehri neye bas ıyoruz? Oradakiler kafir mi? Düşman
mı? Bu işten hay ı r gelmez.
Delibaş ' ı n yaren leri hemen bu şom ağ ızları kapatı p :
- Vallahi, a ğ a hepimizi öld ürür. D ü ş ü n yola, dediler.
Yine şöyle konuşmalar işitil iyord u :
- Konya'yı bas ı p da ne yapacağız?
- Şeriatı ku rtaracağ ız.
- Şeriata ne olmuş?
- Hükümet kuracakm ışız.
- Peki, Konya'da h ü kümet yok mu?
- Var.
- Varsa neye?
Bunlara kulak m isafi ri olan Delibaş, arabadan baş ı n ı çıkarıp ba­
ğ ı rd ı :
- Karı lar gibi çekişip durmay ı n . Sizin akl ı n ız büyük işlere ermez.
Korkuyor musunuz yoksa?
Birisi, eli ndeki birkaç yüzy ı l l ı k pasl ı bir k ı l ı c ı havada sallayarak
şöyle bağ ı rd ı :

1 34
- Korkan kim be ağa? Hayd i , çek, yürü . . .
Geceleyin Kad ı n ha n ı istasyonunda ufak bir çatışma geçti . Si­
lahlar sustu . Ay ı ş ı ğ ı alabildiğine Konya Ovas ı ' n ı ayd ı n latıyord u . Ay
ı ş ı ğ ı nda yorgun ayakları n çıkard ığ ı tats ız sesler işitiliyord u . Delibaş
bir ara kimsen in yanları nda bulunmamasından yararlanarak Hacı
Hasan'a şöyle ded i :
- Biz, bu i ş i pekiyi etmed ik a m a n e yapa l ı m k i b i r kez tükürdük,
yalayamayız.
Tan yeri atmak üzereyd i . Konya artık hayal meyal seçil iyord u .
Kalaba l ı k , verilen ufak molada topla n ı rken b i r yandan da merakla
biraz son ra basacakları şehre bakıyord u .
Del i baş' ı n gür sesi işitil d i :
- Yürü . Konya'yı basacağız. B e n i m haberim olmadan kimseye
el sürmek yok. Buyrukları m ı dinlemeyeni de öldürürü m .
Ulu ı rmak yol u n u n ucundaki Sakalağ ı n köprüye vard ı lar.
Pol is Müdürü Necip Bey, yüzlerce ayaklan ıcıyı şehre sokmamak
üzere Sakalağ ı n köprüye altı yiğit polis dikm işti .
Atl ı pol is memuru Baha, Van l ı Cemi l , Sıtk ı , Kad ri , Ağzıkırık Mus­
tafa ve Avni beylerd i . Bunlar sabaha karşı Çumra yönü nden gelen
kuşkulu bir kişiyi yakalay ı p sorguya çektiler. Ada m , Delibaş ' ı n henüz
Karaaslan höyüğü dolayları nda olduğunu söyled i . Biraz sonra Deli­
baş' ı n öncülerinden biri köprüden geçmek isterken polisler:
- Dur! Kimsin? d iye hayk ı rd ı lar;
- Siz kimsiniz?
- Atl ı devriyeyiz.
Polislerden biri bal gibi Delibaş' ı n ada m ı olan bu yolcuyu ilk kur­
şunla selamlad ı . Arkadan Delibaş' ı n kalaba l ı ğ ı yetişti . Karş ı l ı kl ı silah
atışı s ı klaştı . Sabah ı n alacakara n l ı ğ ı yd ı . On dakika süren çatı şma­
dan sonra silah sesleri birdenbire kesild i . Bu s ı rada sessizl iği Deli­
baş' ı n haykı rışı bozd u :
- Namussuz kerhaneciler! Hepi n iz çil yavrusu g i b i dağ ı l ı yorsu­
nuz. Daya n ı n !

1 35
Delibaş' ı n sürüsü köprüyü geçemeyince sağdan ve soldan dola­
şarak Kumköprü ile Aymanas'tan şehre girmeyi yeğ buld u . Polisler,
biraz sonra karşı larında tek insan kalmad ı ğ ı n ı görü nce geri çekile­
rek bağlar arası ndan gizlice şehre girdiler. Yalnız Delibaş' ı n adamları
polislerden Cemil, S ıtkı , Kadri beyleri yakalayarak dipçikle vura vura
götürüp hapishane olarak kullanmaya başlad ı kları Piri Mehmet Paşa
Tekkesi'ne kapad ı lar.
Del i baş, 3 Ekim 1 920 saba h ı arkası ndaki sürüyle U l u ı rmak yo­
lu ndan Samanpazarı 'na vard ı . Burada Sarı Yakup Polis Karakolunu
bastı ktan son ra , sonradan karargah yapacağ ı Kayıklı kahve'ye gitti .
Buradan bir yelpaze gibi açılan sürü , H ü kü met Meyd a n ı ' n a doğrul­
du. Delibaş' ı n sürüsü, h ü kü met konağ ı n ı çepeçevre sarı nca pence­
relerden bunları n üzeri ne bir yayl ı m ateş yap ı ld ı . Onlar da kurşun
atı lan pencerelere dört bir yandan kurşun yağ d ı rmaya başlad ı lar.
H ü kü met konağ ı nda buyruğu ndaki yirmi pol is ve jandarmayla Mer­
kez Kumanda n ı Ziya Bey vard ı .
H ükümet konağ ı n ı kuşatanları arkada b ı rakan Del i baş, sürüsü nü
Alaettin Tepesi'ne, okullara , hapishane üzeri ne, asker bulunan yer­
lere, mahallelere yürüttü .
Mahal lelerde tellallar bağ ı rıyord u :
- Allah ' ı n ı , Peygamberini sevenler bizimle olsu n !
Konya l ı lar, evleri n i n kap ı ları n ı sürgülemiş, b u yemlemeye ald ı rı ş
etmeksizin tevekkül içinde bekl iyord u . Konya h a l k ı rastgele serüven­
lere pabuç b ı rakmayan eski uslu bir halktı . Bir doğa felaketi , bir dep­
rem gibi bunun zarars ızca gelip geçmesi n i bekl iyord u . Bu s ı rada ,
Alaettin Tepesi'nin kale gibi güçlend irildiğini anlayan ayaklanıcı lar,
bu Konya'ya egemen yü ksek tepeye ku rşun düşürmek için Şerafed­
d i n Camii'nin minaresine yerleştird ikleri n işancı larla orayı ateş altına
aldılar. Bütün buraya s ı ğ ı nanlar, ayakla n ı c ı ların çiğ çiğ yemeye ant
içtikleri yöneticiler, subaylard ı . Reh ine olarak a l ı nanlardan Zeynela­
bid i n ' i n kardeşi Rifat Hoca da buradayd ı .
Öteki lerin gösterd iği soğukkanl ı l ığ ı göstermekten uzak:
- Eyvah , baş ı m ıza neler geld i . Konya g itti ! d iye ağlay ı p dövü­
n üyord u .

1 36
Val i Haydar Bey'i n ü n l ü otomatik tüfeği ayaklanıcıların üzerine
kurşun yağd ı rıyord u .
Piri Meh met Paşa Camii i l e Tekkesi tutuklanan subay, asker, me­
mur, jandarmayla dolmaya başlad ı . Tutuklananları n , giynekleri ile
birl i kte, üstlerinde başlarında ne varsa yağmalan ı yor, don gömlek
b ı rakı l ı yord u . Bu d u ruma gelen zava l l ı ları , arkası ndan kesin olarak
k ı rk katır ya da k ı rk satır bekl iyord u .
"Delibaş, s ı rt ı nda Ankara sofundan yap ı l m ı ş bir avniye, belinde
boyu ndan k ı rmızı kaytanla asılmış Val i Haydar Bey' in verdiği eğri
gümüş k ı l ı ç olarak" caddelerde dolaşıyor, her yana buyruklar yağ­
d ı rıyord u .
Öğleye doğru b i r tellal bularak şöyle bağ ı rtt ı :
- E y a h a l i ! Allah ' ı n ı , Peygamberini seve n , Padişah ' ı n buyruğu­
nu dinleyen mümi nler hemen şimdi silahları n ı alsınlar, Alaettin Te­
pesi'nde hak yol unda cen k eden ehli lslam'a katı lsı nlar. Şeh irde tıs
yoktu . Uslu Konya l ı lar susuyor, bekliyorlard ı . Tellal ı n bağ ı rması ndan
son ra şeh i rde çıt çı kmay ı n ca Delibaş, kardeşi Ömer'in kulağ ına eğil­
d i , şöyle ded i :
- Ömer, bu işten hay ı r yok.
- Bir çare akl ı ma geliyor, ağa. Hapishaneyi boşalta l ı m .
Gerçekten birkaç gard iyanla jandarmayı bir kenara iterek koca
hapishaneyi boşalttılar. Mahku mlar, sel gibi ayd ı n l ığa, gü neşe ç ı k ı n­
ca yel gibi köylerine doğ ru kaçmaya başlad ı lar. Hapishaneden gök­
yüzü ne kapkara dumanlarla alevler yükseliyord u .
Şeh irde kalan mahkumlar salt yağma, soygu n için kald ı .
Yal n ız, hükümet konağ ına kapanan savunucular, daha çok da­
yanamayarak teslim old ular. Bütü n dükkanlar, evler kapal ı yd ı . Su­
bayları n , zeng inleri n , eşrafı n evlerin i n kap ı ları kırı larak birkaç kez
yağ maland ı .
Sekban Çavuş , atl ı bir Rumeli göçmeni ü ç silahl ı arkadaşıyla
postaneyi bastı . Yu karıya ç ı kan ayaklanıcı lar, bir müvezziyi yaka­
lad ı l ar:
- Müdür nerede?

1 37
- Burada değil efend i m .
- Vekili k i m ya?
- işte bu!
Başmemur Hacı Kası m Efendi'yi göstermişti .
Sekbanbaşı ona dönerek:
-Şimd i , bu makineleri kır, aşağ ı at!
Kas ı m Efend i , bu güzelim makineleri kurtarma n ı n bir yolunu bul­
mak üzere kafas ı n ı şimşek gibi çal ı ştırd ı :
- Ağa , ded i . Sonra İ stanbul'la haberleşmek için b u makineler
size de gerekecek, k ı rarsak çok yazık olur. Bir daha Avrupa'dan gel­
mesine de imkan yok. Şuradan bu düğmeleri söker size verirsek bu
makine de işlemez.
- Bizi aldatmayı n ha. Sonra , bizim de telgrafç ı m ı z var. . . Geti rir
gösteririm . Yalan çı karsa kurşunu yersiniz.
Hacı Kas ı m Efend i , devreyi keserek düğmeleri d inamo odası na
götü rd ü . Sonra derin bir soluk ald ı . Telg rafhane güzel işlerde, ülke­
n i n kurtuluşu için daha pek çok çal ı şmak üzere ku rtulmuştu .
Ayaklanıcılar iyi örg ütlü değilseler de aralarında Kuvayı Milliye
düşman l ı ğ ı üfleyen korkunç bir iblis dolaş ıyord u .
Saatçi Rıfat Efend i'yi arıyorlard ı . Hele o , ş i m d i Kuvayı Milliye'nin
sarı kl ı mebusları ndand ı . Ele geçmek üzereyd i . U lemadan Fahrettin
Efend i , onu kendi evinde saklayarak kurtard ı . Ne var ki Delibaş' ı n
uğursuz h ı şm ı Konya Kuvayı Milliyesinin, Konya'n ı n e n aziz, say­
g ı değer varl ı ğ ı Sivas l ı Ali Kemali Efend i ' n i n üstü ne boşand ı . Konya
Müdafaayı Huku k Derneğ i merkez kurucu başka n ı Ali Kemali Hoca ,
Konya'n ı n bası lacağ ı haberi yayıld ı ğ ı nda Hamd izade Rag ı p Efendi
onu kendi bağ ı na götü rerek saklamak istemişse de ona şöyle de­
m işti :
- B ı rakınız. Ben şimd iye dek kimseye kötülük etmed i m . Mem­
leketim ve halkı n kurtuluşu için çal ıştı m . Şimd iyse cehaletten kaçar­
sam ödevimi yapma m ı ş oluru m .
A l i Kemali Hoca , Sivas'tan p e k küçükken ayrı l m ı ş , gezip dolaş-

1 38
mad ı k yer koymam ı ş , kendi kendini yetiştirmiş, iyil iksever, yenilik se­
ver, ileri görüşl ü , bütü n anlamıyla az bulunur olgun insanlardan biri ,
Konya'n ı n da gözbebeğ iyd i .
Onun Rag ı p Efend i ' n i n önerisini geri çevirerek ayaklanıcı ların
zulmüne göğüs germeye haz ı r olması herkesi üzmüştü .
3 Ekim saba h ı silah sesleri kenar mahallelerde işitilirken Ali
Kemali Efendi de abdestin i al ı p namaz ı n ı k ı l m ı ş , aksakalları n ı ak
parmaklarıyla tarayarak olacakları soğukkan l ı l ı kla düşün meye baş­
lam ı ştı . G ü rültülerle silah sesleri şimdi şehrin göbeğ ine doğ ru yayı­
l ı yord u .
Karı s ı , hocaya :
- Aman efend i m , seni saklayay ı m , diye yalvarmaya başla m ı ştı
ki bir y ı ğ ı n sila h l ı başı bozuk evin kap ı s ı n ı kı rarcas ı na çalmaya baş­
lad ı .
Kad ı ncağ ız titreyerek kapıyı açtığı nda içeri dalan çapulcular, bir
yandan ellerinde kal ı n sopalarla hocayı hal ı silker gibi döverlerken,
bir yandan evi talan ed iyorlard ı . Böylece Al i Kemali Efendi'yi yaka
paça sü rükleyip götürd ü ler. Hasta adamcağ ız s ı rtı na , kafasına, yü­
züne acımadan inen kal ı n sopalar altında eski zaman mazlu mları
gibi gık demeden yü rü meye çal ı ş ıyor, Vali'ye, şu Delibaş denen her­
geleye "yüz verme " d iye verdiği öğütleri anarak ağlamakl ı ol uyord u .
Kendisi bu s ı rada ölmesine ölecekse de arkada k i m b i l i r d a h a kimler
yanacak, ne suçsuz insanların kan ı akıtılacaktı .
- işte, Kulu Millici hoca geliyor, diyen ayaklanıcı g ruplar, onu
görmek için koşuyor, yumruğ u n u n , d ipçiğ i n i n kaviliğini onun kemikli
s ı rtında denemekten kendini alam ıyord u .
i l k önce, onu Kay ı kl ı kahve'nin yan ı nda hapishane olarak ku llan­
d ı kları Abdu rrahim'in han ı n a tıktılar. Sonra , ikindi üstü de ç ı ka rt ı p Piri
Mehmet Paşa Camisi'ne kapad ı lar.
- Bu ben im son gecem ve son namazı m , ded i .
Sabahleyin başka mahpuslarla itilip kakılarak Arsla n l ı Kışla'ya
götürülmek üzere yola ç ı karı ld ı . Al i Kemali Efend i , çok güçsüzd ü .
Kafilenin en arkas ı nda ayakları n ı sürüyerek gidebil iyord u . Muhafız­
lar, nerden bulmuşlarsa ellerindeki modern polis coplarıyla adamca-

1 39
ğ ı z ı n s ı rtı n a , omuzlarına, kafasına, gözü ne durmadan vurarak şöyle
bağ ı rıyorlard ı :
- Sen nutuk verirsin h a ! Sen Kulu Mill icilere yard ı m edersin ha!
Yürü ü ü !
Hoca'n ı n yüzü gözü k a n içindeyd i . Fes i , sarı ğ ı çam u rlara, tozlara
atı l ı p çiğnenmişti . Aksaka l ı şimdi kı pkı rm ızıyd ı . Güçlü bir ayaklanı­
cı n ı n indirdiği kal ı n bir sopa onu yere serd i . Bir daha da kal kamad ı .
Kal kıp arkadaşları na yetişebilmek için d izüstü bi rkaç ad ı m emek­
lediyse de başaramad ı . Boylu boyunca tozların içine uza n ı p kald ı .
Baş ına birikmiş gülüp d u ran adamlara çok zayıf bir sesle şunları
d iyebildi:
- Ben sizi affettim . Çünkü ne yaptı ğ ı n ızı bil meyecek kerte cahil­
siniz. Tanrı da sizi affets i n . Herhangi birin izden davacı değ i l i m .
A l i Kemali Efendi'nin öldüğünü gören herifler, hemen üstüne atı­
larak onu don gömlek kal ı ncaya dek soyd ular, üstü nde baş ı nda ne
buldularsa kap ı ştılar. Sonra yarı çı plak şehidi bir arabaya koyarak
götürü p hükümet meydan ı nda kald ı rı m taşları n ı n üstüne att ı lar. Ne­
den sonra , adamcağ ı z ı n ölüsünü Beled iye Mecl isi üyeleri nden Sa­
atçi Sava ile Kı brısl ı Faik Bey, bir arabaya koyarak evi ne b ı raktı lar.
Şehirde Kuvayı M i l l iyeci , Müdafaayı H u ku kçu avı bütün h ızıyla
sürüyord u . Yakalanan götü rülüp Piri Mehmet Paşa Camisi'yle tek­
kesine kapat ı l ıyord u . Jandarma Bölge M üfettişi Yarbay Osman Nuri
Bey'i n evi üç kez bas ıld ı .
Kuvayı Milliye Kumand a n ı Binbaşı Abd i Bey, köşe bucak harı l
harıl aranıyord u . Cepheden yeni gelmiş, Delibaş' ı n Konya'yı basa­
cağ ı haberini işitmemişse de o da ötekiler gibi Val i Haydar Bey'e dert
an latamam ı ştı .
Şehrin Delibaş'a karşı savu nma yerleri aras ı nda Öğ retmen Oku­
l u ile Askeri Rüştiye Okulu da vard ı . Yüzbaşı Osman N u ri Bey'le
Öğretmen üsteğmen Celaletti n Al i Beyler l nceminare silah depo­
sundan yüz mavzer alarak öğrencilere dağ ıtm ı ş , okulu saran ayak­
lanıcı lara karş ı ateşe başla m ı şlard ı . Yüz mavzerden ancak on sekizi
işled iğinden bunlar nişancı öğrencilere verilerek oku l u n iki yan ı na
yerleştirilmişti .

1 40
i l k gün Ja ndarma Okulu da ayaklanıcı lara karşı sert bir savunma
yaptı . Cephaneleri biti nce de teslim oldular.
Alaaddin Tepesi' ndeki cam i n i n taş odalarında yağmur gibi yağa n
ayaklanıcı kurşunları n ı n vızı ltıları n ı , d uvarlarına çarp ı ş ı n ı din leyerek
korkudan titreyen bir yığ ı n insan arası nda Val i H aydar Bey de vard ı .
B u korku nç sorum kendi omuzları na bindiğinden acı acı düşünüyor,
Fahretti n Bey' i n göndereceği yard ı m gücünü bekl iyord u . Beti benzi
kül gibiyd i . . .
E n yürekl ileri , soğ ukka n l ı ları Kumandan Avn i Bey'd i .
Avn i Bey, b i r aral ı k camiden d ı şarı kaşla göz aras ı nda altı kişilik
bir yoklama müfrezesi çıkard ı .
Müfreze , hemen oracı kta bi rkaç ayaklanıcı yakalayarak dönd ü .
Kumandanla Val i tutsakları sorguya çektiler:
- Konya'ya neye geld i n iz?
- Cepheye gitmek için geld ik.
- Cephe burası m ı ?
- Ne bileyi m , Ağa : "Bunlara atı n " ded i , b i z d e attık.
E rtesi gün öğleye doğru savunucular, M üftü Al i Rıza Efendi'nin
kendilerine doğ ru bir kuru l u n baş ı nda geldiğ i n i gördüler. Kuru l u n
eli nde bir de ak bayrak vard ı .
Kurul geld i , Kumandan'la Val i'ye şunu bildird i :
- Bizim Val i Bey'e karşı kötü b i r amac ı m ı z yok. Dirimiyle me­
muriyeti korunacaktı r. Yi ne gelsin val ilik ets i n . Biz cepheye geçip
gideceğ iz.
Bu Kay ı kl ı kahve'de müftüye , Del ibaş' ı n dikte ettiği buyruktu .
M üftü , bunu söyled ikten sonra:
- Durum kötü , ortada söz sahibi kimse yok. Her kafadan bir ses
çıkıyor. Ne yapmak gerekiyorsa siz söyleyin, ded i .
Val i şöyle yan ıtlad ı :
- Ben , ü ç buçuk eşkı yaya teslim olama m . Eğer boş yere kan
dökmek istem iyorlarsa şehri boşaltıp gitsinler. Ancak, böylece affa
u laşabil i rler.

141
M üftü , kuru l u alarak Kayıklı kahve'ye döndü .
Delibaş e n sonra , kendinin şehre baş olamayacağ ı n ı anlad ı ğ ı n­
dan bir hükümet kurmaya karar verd i . Kaz ı m Hüsnü ile Keresteci
Mehmet Efendi val i muavi nliğine, Tahsildar Yakup Rüştü pol is mü­
dürlüğüne, Sad ı k Bey de jandarma kumandanl ı ğ ı na geti rildi. Beled i­
ye başkan ıyla bütü n öbür memurlar eski görevlerinde b ı rakıl ıyord u .
Kaz ı m Hüsnü Bey, bu görevi kabul edemeyeceği n i , Sad ı k Bey de
bu işi tek baş ına yapamayacağ ı n ı söyled i .
Bu atanmalar Delibaş'la kurmayı n ı n yaptığ ı bir listeye göre ya­
p ı l m ı ştı . Yeni hükü met memurları şeh irden zorla kand ı r ı l ı p hükü met
konağ ı na götü rülmüş, kap ıya süngülüler d ikilmişti . Memuriyeti kabul
edenler çıkıp gid iyor, ötekiler imza edinceye dek orada kapa l ı tutu lu­
yorlard ı . Beled iye başka n ı da hasta olduğunu bahane ederek yerin­
den ayrı l ı p gitti . Hemen yeri ne başkas ı n ı otu rttular. Bu, azı n l ı klardan
Saatçi Sava'yd ı .
Seçim yap ı l ı p d a herkesin yeri bell i oldu ktan son ra hepsi val i ve­
kili olan eski kuşku l u kişilerden M ustafa Remzi'nin çevresinde top­
land ı .
Kaz ı m Hüsnü Bey, orada toplanan elebaşı lara :
- Delibaş v e maiyeti şeh i rden ç ı k ı p g itsin. Val i Haydar Bey'i
Alaeddin'den getireli m . Val i iyi adamd ı r. Ayaklan ıcıların suçları n ı ba­
ğ ı şlar, ded i .
Eyüp Sabri Efend i :
- Yal n ı z memleketi b ı rakıp g itmekle bunlar affed ilemezler. Çün­
kü birçok kötülük yaptılar. Eğer bunlar bağ ışlanmak istiyorlarsa: "Biz
yan l ı ş iş yaptık. Amacımız burası değildi. Cepheye gideceğiz" de­
mel iler. Hiç ol mazsa bunlar Uşak cephesine gidip Yun a n ' ı Manisa'ya
dek olsun kovalas ı n lar, öyle af istesinler.
Delibaşçılar bu sözden hoşlanmayarak:
- Öyle laf ol maz! d iye söylendiler.
Alaettin Tepesi'ne savunman ı n ikinci g ü n ü tırmanan Delibaş' ı n
gönderdiği Yalvaçl ı Ömer Efendi başkanl ı ğ ı ndaki barı ş kuru l u h içbir
sonuç alamadan dönd ü .

1 42
Üçüncü g ü n kuşlu k vakti Alaaddin Camisi'ne yağd ı rılan kurşun­
larla birlikte bütü n şehirde silah sesleri birden kesilince Val i Haydar
Bey'le Kumandan Albay Avni Bey, ne olacak diye kulakları kirişte
beklediler. Baktı lar, ellerinde bir ak bayrak, tepeye bir barı ş kurulu
daha tırmanıyord u . i çlerinde bir de Arap görü nüyord u . Bu, Enver Pa­
şa' n ı n kutsal savaş ilan ettiği günlerde Trablusgarp'tan getirdiği ünlü
Şeyh Ahmed Sünusi Efendi'yd i . Bursa'da otururken Yu nan l ı lar orayı
işgal ed ince l ngilizlerin eline düşmemek için kaçı p Konya'ya gelmiş­
ti . Bütün l slam ülkelerinde tan ı nan ünlü ve u l u sayılan bir kişiyd i .
Demek k i Delibaş, dara geldiğinden bu kez de o n u bulmuştu . Şeyh
Sünusi'nin yan ı nda da Sertarı k Ad il Çelebi'yle kimi tan ı n m ı ş kişiler
vard ı . Val i ile adamları , kurulu saat kulesi çuku rlarında karş ı lad ı .
Şeyh Sünusi, Delibaş' ı n önerileri n i Arapça söyled i :
- Val i Bey teslim olsu n , yine makam ı na otu rsun.
- Ben , Konya valiliğini herhangi bir nedenle b ı rakm ı ş değilim.
Görüyorlar ki üç gündür daya n ı yoru m . Bugün ol mazsa yarı n ul usal
g üçler buraya gelecek. Eğer canları n ı kurtarmak, affa uğramak isti­
yorlarsa koşulsuz şehri b ı rakı p gitsinler. Ya da biz çoluğumuz çocu­
ğu muzla ve maiyetimizle şehirden çı karak Afyonkarah isar'a gidelim.
Evet ya da hayır!
Şeyh Sünusi:
- Siz buradan bir kurul gönderiniz. Onlarla görüşsü n konuşsun­
lar ve kesi n yan ıtı göndersinler, d iye önerd i .
Vali i l e yan ı ndakiler bunu benimsediler. Elde tutulan gerici lerden
Abdülhalim Çelebi ile Hoca Rifat Efendi'nin gönderilmesine karar
verildi. Bunlar Kayıklı kahve'de Delibaş'la görüşüp akşama dek bir
haber getirecekti . Camide yiyecek, cephane suyu n u çekmişti . Vali
ne yapacağ ı n ı şaşı rm ı ştı . Yard ı m gücü de görü n ü rlerde yoktu . Gi­
den kurul da hiç dönmemiş, hem de bir haber göndermemişti . Val i ,
Bekçi lsmail'e b i r mektup vererek Abdülhalim Çelebi'ye gönderd i .
lsmail g itti . Çelebi Efendi'yi hükü met konağ ı nda Delibaş' ı n valisi
M ustafa Remzi Efendi'nin yan ı nda buldu .
Ona Delibaş' ı n adamları şu yan ıtı verdiler:

1 43
- Val i Haydar Bey Ah!ıeddin'den gelsin , efeler de buradan gitsin.
Yal n ı z bekçi lsma i l , güzel bir haber de getird i :
- B ize yard ı m i ç i n Afyon'dan gönderilen güçlerin Kemre sı rt­
larında baskı ncı ları darmadağ ı n ed ip kaç ı rd ı ğ ı söylentileri şehirde
çalkalanıyor. Val i , daha çok dayanamayacağ ı kan ı s ı ndayd ı . Albay
Avni Bey'se:
- Sonuna dek dayana l ı m , d iyordu.
Mektupçu Kazım Bey:
- Öl ü ve yara l ı ları m ı z da artt ı . içimizden bir kurul daha seçelim.
isterseniz bu kurula ben de gireri m . Görüşüp kesin bir sonuç alal ı m ,
ded i .
Taşbaşl ı Hacı Hüseyin Efend i :
- Aman Kaz ı m , sen akl ı n ı baş ı n a topla, buradan d ı şarıya çıkı l ı r
m ı ? Vallahi hepim izi öldürürler, d iye diretti .
Haydar Bey de durmadan öteye beriye dolaşıyor, teslim olmak­
tan başka çıkar yol göremiyord u . En son ra Konya'n ı n yerlisi olan
mektupçu Kc!ız ı m Bey'i n sözüne geld iler. Taşbaşl ı Hacı H üseyin
Efendi'yle iki rehine daha seçildi. Taşbaş l ı hala kendisini öldürürler
korkusuyla gitmek istemiyord u . Albay Avni Bey, şöyle ded i :
- Mektupçu ! Görüşmen izde askerl ik şerefi ni lekeleyen h içbir
öneriyi kabul etmeyi niz. Yoksa ben kabul etmem , ded i .
Kuru l , kapıya yaklaştığ ı nda kap ı n ı n d ı şarıdan vurulduğunu işit­
tiler. Birileri d ı şarıdan hem kapıyı güm güm çal ı yor, hem de şöyle
bağ ırıyord u :
- Açı n ız, b i z sizdeniz. Üzerim ize gel iyorlar, çabuk açı n ız.
Kapı açı ld ı ğ ı nda içeri kurşu n gibi dalan üç kişi, fotoğrafhaneye
üç g ü n önce ileri karakol olarak yerleşti rilen erlerd i . Aç, susuz orada
daya n m ı şlar, cephaneleri tükenince de kaçıp gelmişlerd i . Bu s ı rada
Val i Haydar, Albay Avni beylerin de katı l d ı ğ ı barış kurulu kapıdan
çı kmak üzereyd i . Kap ı açı ld ı , çıktılar. Val i , rehine olarak a l ı konulan
iki tan ı n m ı ş gerici n i n , Taşbaşl ı Hacı Hüseyin Hoca'yla Mazl umzade
Hacı Osman Efendi'nin arasına geçerek birer el iyle bunları n yakala-

1 44
rına s ı k ı s ı k ı yap ı ş m ı ş şehre doğru in iyord u . Onları n ard ı ndan mek­
tupçu Kazı m Bey, Albay Avn i Bey, Hoca Salih Efend i , Başmühendis
Ethem izzet Bey, Polis Müdürü Necip Bey, Kad ı Hilmi Efend i , Komi­
ser Şü krü Bey, kimi subaylar, pol is eratı gid iyorlard ı .
Kuru l , s u deposu yan ı na vard ı ğ ı nda Taşbaşl ı Hacı H üseyin Efen­
d i oradaki bir yığ ı n ayakl a n ıcıya bağ ı rd ı :
- Ben , Taşbaş l ı Hacı Hüseyi n ' i m . Yan ı mda kurul var. Teslim ol­
duk. Gayri silah atmayı n .
Sila h l ı kalaba l ı k bunun üzerine kurulun üzerine koşmaya başla­
d ı . Bir yandan da bağ ı rarak soruyorlard ı :
- Hang i n iz val i , nerede kumandan?
Çapulcular, onları b ı rakıp doğru Alaettin Tepesi'ne yağmaya
koştular. Orada bütün nişanları n ı takm ı ş olarak karş ı larına ç ı kan
Bin başı Halit Bey' i Kumandan Avni Bey sanarak öldürd üler. Hala
savunmada bulunan N u ri Çavuş'u da yaşayanları n listesinden sildi­
ler. Alaettin Tepesi'nin teslim olduğunu işiten y ı ğ ı nlarca ayaklan ı c ı ,
yağma için oraya koşmaktayd ı . Savunucular yakalanıyor, dipçikle­
nerek götü rülüyorlard ı . Öbür yandan çevreleri silahlı i nsan d uvarıyla
çevrilen Val i ' n i n kafilesi, ağ ı r ağ ı r tepeden i n iyor, h ü kümet konağ ına
doğru ilerl iyord u .
Artı k şehrin göbeği ndeydiler. Dayızade Ahmet yumru kları n ı s ı ka­
rak Val i'nin üzerine sald ı rd ı . Yal n ız, bir yerden gelen bir d ipçik darbe­
si Val i 'yi inletti . Val i'yle adamları Ağazade Oteli'nin önüne vard ığ ı nda
Çelebi Efendi'yle eski Jandarma Kumanda n ı lsmail Hakkı Bey, Ka­
zım H üsnü Bey, daha başkaları onlara karşıcı çıktılar. Birkaç azg ı n
ayaklanıcı , burada d a tüfek dipçikleriyle çökertmek, öld ürmek üze­
re Vali'nin üzerine atı ldı ise de Çelebi Efend i , Kaz ı m Hüsnü, lsmail
Hakkı beyler, saldı rıya göğüslerini gererek onu ku rtard ılar. Şerafettin
Camisi önünde kalaba l ı k bir ayaklanıcı grup daha kaba sövgülerle
sald ı rd ı . Bunda da Çelebi Efendi'nin oğl u Val i 'yi kurtarmak için sal­
d ı rıcı ları n dipçikleriyle süngülerine göğsünü gererek onu gerçek bir
ölümden kurtard ı . H ü kümet konağ ı n ı n önüne gelindiği nde ayaklan ı ­
cılar süngü leriyle kafilenin içine dald ı lar. Beled iye başmü hendisini

1 45
yedi yerinden süngüleyerek yere serd iler. Öldü sanarak b ı raktılar.
Vali'nin polisini delik deşik ederek öldürd üler. Polis Müdürü Necip
Bey'e de birkaç süngü dald ırıp çı karmaya vakit buldular. Kazım H üs­
nü Bey'e de benzer biçimde sövüp sayı p sald ı rıyorlard ı . Onları ko­
rumas ı n ı istemiyorlard ı .
Val i konağ ı n ı n önünde kafileyi Abdülhalim Çelebi , M üftü Ali Rıza,
Eyüp Sabri efendiler karşılayarak:
- Biz de size gel iyorduk. Ne çare ki konuşacak, bir karara va­
racak kimseyi bulamad ı k . Mademki siz de gel iyorsunuz, hep birlikte
h ü kümete gidel i m , ded iler.
Bir ara mektupçu Kazım Bey kaçmaya kalkışt ı , onu görenler:
- Mektupçu kaçıyor, yakalay ı n , d iye bağ ı rd ı .
Arkasına düşen bir yığ ı n silahlı biraz ötede adamcağ ızı çökert­
tiler. Nalbant Hacı Mehmet adamcağ ızı ellerinden güç kurtard ı . Bu
s ı rada i stasyon Kumandan ı Yarbay Abidin Bey'i de yaralad ı lar.
Kafile, hükümet konağ ına girdiği s ı rada iblisin biri:
- Val i , Alaettin Tepesi'nde şehrin su deposuna zeh i r atm ış diye
söylenti çıkard ı .
Bütün şehri umutsuz düşüren bir söylenti e n sonra mektupçu Ka­
z ı m Bey'in kulağ ı n a geld i . Ayaklan ıcılar köpürüyord u .
B u n u n üzerine mektupçu :
- Yalan, şehrin suçu ne? Getirin suyu ilkin ben içeceği m diyerek
musluktan doldurulan bir bardak suyu içti , herkesi ferahlattı .
Delibaşçılar, Vali ile yaveri Hüseyin'i, mektupçu Kazım Bey'i Mevki
Kumandan ı Albay Avni Bey'i bir odaya kapayarak öteki tutu klulardan
ayı rd ı lar. Çelebi Abdülhalim Efendi'yle arkadaşları , Vali'nin odasına
gelerek onu avutmaya çal ı ştılar. Çelebi , onları avutmaya çal ışıyorsa
da onları n her an öldürüleceğini seziyord u . D ı şarıdan ara l ı ksız silah
sesleri geliyordu. Meydanlarda, genel caddelerde ölüler, inleyip duran
yaralı lar yatıyor, bunlara kimse ald ı rış etmiyord u . Hemen hükümet ko­
nağ ı n ı n önündeki meydanda Haydar Bey'in pekiyi tan ı d ı ğ ı jandarma
Kır Kazı m yaralarından kanlar akarak inleyip duruyor, yan ı ndan gelip
geçenler ona ald ırış bile etmiyordu. Hükümetin önünde mahşer gibi

1 46
silahl ı , silahsız bir köylü kalabalığı dalgalan ıyordu. Kan tutmuş gibi
hep oldu kları yerde dönüp duruyorlard ı . Vali Haydar Bey'le arkadaş­
ları bu görünüşün tekinsiz olduğunu biliyorlard ı . Evet, her an öldürü­
lebilirlerdi.
Çelebi Efendi de arada gürültüye gitmemek için mahpusları n ya­
n ı nda çokça kalmak istemeyerek:
- Fakiriniz henüz ağzına bir lokma koymad ı . Müsaade ederse­
n iz gidip lokma edeyim , d iyerek odadan çıkıp gitmek isteyince Val i
yakas ına yapışt ı :
- Nereye gid iyorsun? Yoksa bizi hemen öldürü rler.
Sonra işmar ederek mektupçuyu yan ı na çağ ı rd ı . Kulağ ına şöyle
fıs ı ldad ı :
- Benim üzerimde bir bomba var. Eğer üzerimize sald ı raca k
olurlarsa b u n u kullanacağ ı m .
- Aman beyefend i , böyle bir şey yaparsanız tehlike ve felaketi
daha çok üstümüze çekersiniz. Bu düşüncenizden vazgeçiniz.
- Bizi öldürürlerse, ben Bakır Çelebi'ye (Çelebi'nin oğl u ) üze­
rimdeki altı nları verd i m . Sen sağ kal ı rsan söyle onları kayı nvalideme
versin. O da çocu kları a l ı p l şkod ra'ya götü rsün .
- Müsterih olunuz, hepimiz kurtulacağ ız.
i kindiüstü , hükü met meydan ı ndaki büyük kalaba l ı k şöyle bir dal­
galand ı :
- Delibaş geliyor! d iye bağrışmalar işitildi.
Deli baş, atı n ı n üstünde filintası , gümüşlü k ı l ı cıyla kası larak gö­
ründü. Kalabal ık, ikiye ayrı larak ona yol verd i . Bir alkış tufa n ı d ı r kop­
tu . Yan ı nda kardeşi Ömer'le arkadaşı Abd urrahman vard ı . Kendisini
alkı şlayanlara ters ters bakan Delibaş, birden atı n ı n üstünde doğ­
ruldu.
Susan kalabal ığa şöyle bağ ı rd ı :
- El şakı rdatmay ı n ! O , ittihatçıların işidir!
H ükümetin önü nde atı ndan inen Delibaş, merdivenlerden yukarı
çı karken birisinin şöyle yak ı nd ı ğ ı n ı işitti :
- Bana neden bu kabahati yaptı lar?

1 47
Dönüp bakt ı . Bu i stinaf Mahkemesi Savcısı Edip Bey'di. Onu ta-
n ıyord u . Hemen kardeşi ômer'e:
- Edip Bey'e kimse dokunmas ı n . Al götür, ded i .
Onu al ı p evine götürdüler.
Delibaş, mektupçu ile lsmail Hakkı Bey'i n bulunduğu odaya gird i .
Müftü A l i R ıza Efendi'yle Eyüp Sabri Efendi de oradayd ı .
Kurşun gibi içeri giren Delibaş:
- Doğru cepheden geliyoru m . "Afyon'dan Kuvayı Milliye geliyor"
d iye Hacı Tahsin ben i aldattı . Bulursam onu öldüreceği m . Sivaslı
Hoca'yı da zaten öldürdük. Şimdi Kuvayı Milliyecilerden dokuz kişi
kald ı . Onları n da birer birer kafası n ı ezeceği m , ded i .
Belediye Başka n ı mahpuslara karpuz, peyni r g i b i yiyecekler ge­
tirmişti . Masa üzerinde ekmek vard ı .
Delibaş, kocaman eliyle ekmeği a l ı p öptü , aln ı na götürd ü , sözü-
nü şöylece sürdürd ü :
- Şu nimet b e n i çarpsı n ki gelenler halife askeridir. Aldanmay ı n .
lsmail Hakkı Bey:
- Ağa , çok yorulmuşsu n ; otu r şuraya , biraz dinlen. Karn ı n da
acı km ı ştır herhalde, yemek getirelim, ded i .
Delibaş ' ı n öldü rmeyi kurduğu dokuz "Kulu Millici" a ras ı nda lsmail
Hakkı Bey de vard ı . Delibaş'a:
- Val i Bey de buradad ı r. Gel sen i görüştüreyim , diyerek onu ko­
ridora çıkard ı .
Orada Vali Haydar Bey'le karş ı laştılar. Delibaş'la Val i Haydar Bey
yüz yüze geli nce bir an d u raklad ılar. Sonra da kolları n ı açarak ku­
caklaştılar. Oradaki kalaba l ı k , bunu görünce şaş ı rd ı kald ı . Val i , onu
şöyle azarlad ı :
- Nedir b u işler ağa? Seninle aramızda besa d a vard ı değil mi?
Mertliğe yakışır m ı bu d u ru m , söyle bakayı m bana?
Delibaş, bir tek söz söylemedi . Yal n ız, Vali'yi kolu ndan çekerek
boş odalardan birine soktu . Bu durum karşısı nda şaş ı ran şaş ı ranay­
d ı . Biraz sonra da iki adam ı n girdikleri odadan gülerek çı kmas ı , şaş­
k ı n l ı ğ ı büsbütün a rtt ı rd ı .

1 48
Delibaş, kapıda dikilen adamları na şu buyruğu verd i :
- Val i v e Kumandan beyler, yaverleriyle birl i kte benim konuğum­
d u rlar. Taşbaşl ı Hacı Hüseyin Efendi'nin konağ ı nda kalarak ağ ı rla­
nacaklard ı r. Kendilerine yan baka n ı n can ı n ı çıkarı rı m .
Delibaş, h ızl ı h ızl ı encümen odas ı na gitti. Orada kapa l ı olan Polis
Müdürü Necip Bey'e :
- Ulan Necip Bey, ded i . B i rbirimize kurşun attık falan filan. Geç­
miş olsu n hele.
O da :
- Aşkolsun a ğ a , tepede ne ettikse ettik. Teslim olduktan son ra
bize etmedi klerini koymad ı lar. Bu mertliğe sığmaz, ded i .
Kuvayı Milliyeciler Kem rebeli s ı rtlarına daya n m ı ştı .
Delibaş'tan habersiz iki yüz siyasi tutuklu Piri Mehmet Paşa Cami­
si'nden alınmış Çayı r'a götürülmüştü . Ayaklan ıcı lar, Kuvayı Milliyeciler
şeh re girmeden önce bunları kurşuna dizmek istiyorlard ı .
Tutu klular, Çayı r'da s ı raya d izilerek karş ı larındaki silahl ı lar tüfek­
lerini onlara çevird i kleri s ı rada Delibaş, doludizgin oraya gelmişti :
- B ı rakın şu zavall ı ları , bunların suçu yok, diyerek hepsi n i ger­
çek bir ölümden kurtard ı .
Kafile, don gömlekten başka her şeyleri soyulup a l ı n d ı ğ ı ndan,
yal ı n ayak, baş ı kabak, sevinç içinde Horozluhan yön ünde şehre
dönd ü . Yolda karpuz yükl ü bir arabaya denk gelen zava l l ı lar bunları
kap ı şarak kabuklarıyla birlikte yediler. Günlerd i r açtı lar.
Val i H aydar Bey'le Kumandan Albay Avn i Bey, konu k olarak Taş­
başl ı Hacı Hüseyin Efend i ' n i n evine götürüldüler. Konukları sıcak
güzel yemeklerle dolu bir sofra bekl iyord u .
H üseyi n Efend i :
- Kuvayı Milliyeciler, Kem rebeli s ı rtlarına dayand ı lar. Daha çok
kan dökülmemesi için bir şeyler düşünel i m , ded i .
Bu s ı rada Delibaş içeri gird i .
Val i , bir yandan kahvesini içerken Delibaş'a şöyle ded i :
- Ağa bir hatad ı r old u . Zararın neresinden dönersen kard ı r. Ku-

1 49
vayı Milliye geldi dayand ı . Yarın Allah saklası n çok kan dökülecek,
kardeş kardeşi öldürecek. Bunun da önüne ancak sen geçebilirsin .
Gel inat etme. Yarın sabah birlikte gidel i m . Gelen kuwetlerle anla­
şal ı m . Onları n şehre g i rmesine engel olmad ı ğ ı m ız gibi seni de affet­
tiririz. Bu işi başaracağ ı m ıza g üveniyoru m . Sen de kolunu sallaya
sallaya döner, adamları n ı al ı r gidersin .
- Ya affetmezlerse?
- Bu işi bize b ı rak. M utlaka dediğimiz olacak, ded i .
Hacı H üseyin Efendi, Delibaş'a:
- Kabul et! d iye göz kı rptı . O:
- Vallahi bilmem ki, d iye ikirciklendi .
E n sonra, sabahleyin Vali'nin otomobil iyle birlikte Kuvayı Mill iye­
cilere karşıcı çı kmaya karar verdiler.
Ertesi saba h , güneş doğuşuyla birlikte Val i Haydar Bey'i n otomo­
bili P ı narbaşı yolunda homurdanarak, tozu dumana katarak ilerle­
meye başlad ı . Otomobilde Val i , Kumandan Avni Bey, Taşbaşl ı Hacı
Hüseyin Efend i , Delibaş Mehmet, kardeşi Ö mer vard ı .
Araba epeyce yol almıştı k i Delibaş, birdenbire gitmekten cayd ı :
- Hayd i , siz gidin anlaş ı n . Bana d a b i r haber getiri n , ded i .
Otomobili durdurarak kardeşi ômer'le birlikte atlad ı , geriye dön-
dü. Otomobi l , bütün h ızıyla bastırıcı güçlere doğru ilerled i .
Uzun boylu , çokça kumra l , yiğit yap ı l ı , koç burunlu 1 2 . Kolordu
Kumanda n ı Albay Fahrettin (Altay) Bey, Afyonkarahisar'daki karar­
gah ı nda bir yandan Ankara'n ı n istediği yeni haberleri yetiştirmeye
çal ı ş ı rken bir yandan da Konya'ya gönderilecek bast ı rıcı güçlerin
ikinci kafilesini hazı rlamaya uğraşıyord u . Elmas Peh l ivan, Kara Ah­
met, Hadi Bey müfrezeleriyle N u ri Bey buyruğu ndaki Ertuğrul taburu
bu kafileyi meydana getirecekti . Buna karışması düşünülen bir de
Haydar Bey müfrezesi varsa da eratı n ı n şöyle böyle hepsi hapisha­
ne kaçakları ndan , rastgele toplanmış kişilerden meydana gelmişti .
Ayrıca en önemlisi , hepsinin de Konya dolaylarından olmasıyd ı . Ko­
layca ayaklan ıcı lardan yana geçmeleri tehlikesi vard ı . Albay Fahret­
tin Bey, bu müfrezeyi bastı rmaya göndermek istemediyse de Müfre­
ze Kumandanı Haydar Bey:

1 50
- Kumanda n ı m , ded i , bana da, erata da g üvenebilirsiniz. H iç­
biri buyruğumdan ve müfrezemden ayrı l maz. Tek kalp gibi birbirine
bağl ı d ı r. Karş ı yana geçecek kahpeliği yapan bilir ki cezası ölümdür.
Kancı kl ı k edecek tek bir kişinin çı kacağ ı n ı san m ı yoru m .
Fahrettin Bey bu söz üzerine bu Konya l ı lar müfrezesini de Kon­
yal ı ayaklan ıcıları bastı racak müfrezeye katmaya karar verd i . i ki ma­
kineli tüfek, bir dağ topuyla g üçlendirilen bastı rma g ücü Veteriner
Binbaşı Sadetti n Bey'in (General) buyruğuna verildi.
Esmer, zayıf gövdel i , zeki yüzlü istihkam Üsteğmeni Şevki Bey,
heyecanla Kolordu Kumandan ı Fahrettin Bey' in karş ı s ı n a d ikilerek
selam çakt ı :
- Kumanda n ı m , ben i de Konya'daki ayaklanmayı bastı rmaya
gidecek müfrezelerden birine katmanızı dileri m , diye yalvard ı .
Kumandan , hemen onun bastırıcı güçlere katılmasına müsaade
etti . Genç Üsteğmen , çocuk gibi sevindi. Şundan ki Konya'da daha
birkaç ay önce evlenmiş, körpecik karı s ı n ı orada b ı rakarak Afyon'a
gelmek zorunda kalm ı ştı . Şimdi, bu ayaklanma sırasında bütün dü­
şüncesi Konya'dayd ı . Kumandan, onun da gitmesine müsaade ettik­
ten sonra şöyle konuştu :
- Daha iki gün önce Konya'n ı n bütün eşrafı n ı getirdik ve bütün
cephede gezdirerek düşma n ı n ateşini üzerimize dahi çektik. Ta ki bu
adamlar, karşım ızdakilerin propaganda edildiği gibi halife ordusu ol­
mayıp Yunan ordusu olduğunu görsünler, gidip halkı uyarsınlar. Oysa
onlar döner dönmez Konya ' n ı n ilk işi ayaklanma oldu.
Şevki Bey, Konya l ı ları çok iyi tan ı d ığ ı n ı , ayaklananların onlar ol­
mad ı ğ ı n ı söylerken Kumandan sözü nü kesti :
- Onu da anlarız, ded i . Siz de gidip göreceksiniz, bu güç du­
rumda bizim arkam ızdan k ı l ı ç çekmişse elbette cezas ı n ı bulur. Biz,
herhalde bunun altından kal kacağ ız.
Kumanda n ı n yan ı ndan ayrılan genç Üsteğmen heybesinin gözle­
rini dayan ı kl ı , yiyecekler, mermiyle doldurd u . Atı n ı nallattı , fılintası n ı
sildirdi. Sonra , birkaç gönüllü subayla bastırıcı gücün Kumanda n ı Sa­
dettin Bey'in buyruğuna girerek onun karargah ı n ı meydana getirdiler.

1 51
Sadettin Bey, iç savaşlarda Nazım Bey'i n buyruğunda savaşmış,
Beyşehir'de halife ordusuna karş ı başarı l ı bir biçimde dövüşmüştü .
üç müfrezenin tutarı beş yüz, piyade taburundaki ise i ki yüz ki­
şiyd i . Konya'ya gidecek müfrezeyi istasyonda denetleyen Fahrettin
Bey, çok üzgündü.
Kısa birkaç söz söylemekten de kendini alamad ı :
- Gidiniz . . . Suçl uları acı maksızın cezaland ı r ı n ız. Çünkü ; cephe
bu gibi karı ş ı k l ı klara dayanamaz.
M üfreze , döşemesiz, elektriksiz tren vagonlarına bind i rild i . Gece­
n i n karanl ı ğ ı nda daha çok kararan vagonları n a n ı ları n , uzak düşün­
celerin ayd ı n l ı k bahçelerine s ı ğ ı narak bilin meyen tehlikelere doğru
gidişin katran gibi yapı şkan pisliğine meydan okumaya çal ı ştılar.
Alaşehir'e vard ı klarında tren durdu. Aksakallı bir hocalar grubu on­
lara karşıcı çıktı . Gecenin karanl ı ğ ı , onları n öğrenmek istediği şeye
engel oldu. Müfrezenin kumandanları , genç subayları , onları n aske­
rin gücünü yoklamaya geldiğini anlam ı ştı . Bu sarı kl ı lar grubunda bu
bölgede kımı ldamaya başlayan ayaklan ı ş ı n elebaşılarından birkaç
kişinin olup olmad ı ğ ı n ı hiç kimse kestiremezdi . Askerlik ruhunun hakl ı
kuşkuları ndan biri , bütün sezgi güçlerini şöyle bir dolaşm ı ştı . Sonra ,
kalkan tren llgı n'da durd u . Orada d a sarıkl ı , sarıksız b i r g rup, kasaba
ad ı na müfrezeye karşıcı çıktı . Bunlar arası nda birkaç ayaklanıcı ele­
başı olduğu sonradan anlaşı lacaktı . Kuşku askerl iğin dini imanıyd ı .
I lg ı n 'd a d u ran tren, b i r türlü kalkmak bilmiyord u :
1 . Üsteğmen M . Şevki Bey'le bir subay arkadaşı , fıl i ntaları n ı ka-
parak istasyon memuruna koştu :
- Tren neden bekl iyor?
- Vallahi bilmem, efend i m . Makinede bir bozukluk varm ı ş galiba.
B u kez, iki arkadaş makinenin yan ı na koştu :
- Hayrola, maki neci baş ı , lokomotifte bozukluk mu var?
- Öyle efend i m , borular gevşemiş de, makine istim tutmuyor.
- i yi ama şimdi s ı rası m ı bunun? Biz, bir ayak önce yerimize
varmak zorundayız.

1 52
- Ne yapa l ı m efendim? Dünden beri çabal ıyorum . Afyondan çı­
karken söyled im. işte, buraya dek geldi , ileri g itmiyor.
- Ça re?
- Telgraf çekelim, Akşehir ya da Afyon'dan başka bir makine
gelsin .
i ki genç subay, dikkat etti . Makin ist H ı ristiyan azı n l ı klarından bir
kişiyd i . Sonra buradan ileri de gitmek istemiyord u . Bu açı kça görü­
l üyord u .
Genç subaylar, kafa kafaya vererek trenin yürüyebileceği n i anla­
d ı lar; onu yü rütmeye karar verd iler. M. Şevki Bey'i n arkadaşı hemen
lokomotife tı rmanarak fil inta n ı n namlusunu gayrimüslim makinistin
s ı rtına dayad ı :
- Arkadaş b u tre n , b u makine yü rüyecek. Ben d e sen in yan ı nda
du racağ ı m .
Makinist, m ı r ı n kırı n ettiyse d e genç subaylar da direttiler:
- Bir yana k ı p ı rdayamazs ı n . Bu makineyi yürüteceksin.
- Eh bakal ı m . Bir çabalayal ı m .
Biraz sonra lokomotif doludizgi n Konya'ya doğru koşmaya başla­
d ı . Müfreze , Afyon ' dan ayrı ld ı ktan on sekiz saat son ra olays ız Sara­
yönü istasyonuna vard ı . Tren memurları , müfreze kumandanlarına
ötesi üstüne epey bilgi verd iler.
M üfreze Kumanda n ı B i n başı Sadettin Bey, bundan ötede her
an bir çatışma olabi leceği n i düşünerek atl ı olan milli müfrezeleri
trenden indird i . Makineli tüfeklerle topu açı k bir vagona her an ateş
edebilecek bir durumda yerleşti rdiler. Atl ı müfrezeler, demiryol unun
sağ ı nda ve solunda ilerlemeye başlad ı . Atl ı lar, tren içinde bulunan
piyade taburuyla m üfreze karargah ı n ı , maki neli tüfekleri , topu koru­
yacaklard ı .
M üfreze Kumanda n ı Veteriner Bi nbaşı Sadettin Bey de atı na bi­
nerek atl ıların başı n a geçti .
Karargah subayları n ı trende b ı raktı . Atl ı ların önünde yürekli bir
savaşçı gid iyord u . B u , eski bir yedek subay olan M ü hendis Necip

1 53
Bey'di. Birkaç silahl ıyla bir otodrezine atlayan genç mühendis, ka­
filenin önünde uzayıp giden demiryoluna, köprülere sabotaj yapı l ı p
yap ı l mad ı ğ ı n ı kontrol ediyor, böylece daha güvenle gidiliyord u .
Meydan istasyonuna yaklaş ı l d ı ğ ı s ı rada ilkin bir tüfek patlad ı .
Sonra bir yayl ı m ateşi açıld ı . Bunun üzerine atl ı lar da, tren d e durd u .
Atlarından i n i p yere yap ışan atl ılar, istasyona doğ ru yayl ı m ateşe
başlad ılar. Ne var ki , müfrezenin üzerine ateş edenler görünmüyor­
d u . Çatışma çok sürmed i . istasyon konağ ıyla tah ı l hangarı n ı n dolay­
larından on beş kişinin atlarına atlayarak kaçtığı görüldü. Müfreze
atl ı ları , onları n arkas ı n a düştüler. Sağdaki ve soldaki atl ı lar istas­
yon u n arkas ındaki s ı rtlara doğ ru doludizg in ilerled iler. Ayaklanıcılar,
s ı rtları Keskin çizg isi üzeri ne tırmandı kları s ı rada kovalayanlar bu­
radan kalabal ı k bir ateş bask ı n ı yed iler. Demek ki s ı rtların gerisinde
ayaklanıcı yığı nları pusuya dönerek örtüler arkasına çekildi.
Karargah subayları meydan istasyonuna girerken arslan gibi bir
Kuvayı Milliyecinin oracı kta uzanmış inlediğini gördüler. Karn ı ndan
yediği tehlikeli bir kurşu n , onu k ı m ı ldayamayacak gibi oraya yıkmıştı .
Hemen dar, s ı k ı , kara giyneklerini yı rtarak yarayı meydana çıkard ı lar.
Doktor, kurşunun giriş, çıkışı ndan yaran ı n öldürücü olmad ı ğ ı n ı anla­
d ı . Genç subaylar, yaralıyı sıhhiyeye bırakıp kendi atları n ı da trenden
indirerek Müfreze Kumandanı Sadettin Bey'in yan ına gittiler. Buyruğa
göre piyade taburuyla top, makineli tüfekleri istasyonda bekleyecekti.
Binbaşı Sadettin Bey, elinde dürbün tepedeki gözetleme yerinden
düşmanı inceliyordu: Ayaklanıcılar oldukça kalaba l ı kt ı . Kuvayı Milliye
müfrezesinin sayısınca idiler. Yalnız askerlikten uzak topluluklar mey­
dana getirerek tehlikeli erekler yaratm ışlard ı .
Gü neş, ufuktaki yayman bozkı r dağ ları üzerinde güz ışı klarından
pek güzel gu rbet renkleriyle gökleri , ovaları boyad ı ktan sonra battı .
Kara n l ı k çöktü . Ancak m üfreze için duracak zaman değildi. Atl ılar,
ayakla n ı c ı ları n sağ ı ndan ve sol undan sessizce ilerleyerek bir kuşat­
maya g i riştiler. Piyade topu uzakta kalm ı ştı . Onları n gelişini bekle­
yecek zaman da yoktu .
Kuşatı l d ı kları n ı ayı rt eden ayaklan ı c ı lar, tutu ndukları yeri b ı ra-

1 54
karak darmadağ ı n geriye kaçmaya başlad ı lar. Kaçanların kimisi
atl ı , kimisi yayayd ı . Kara n l ı k, iş göremeyecek gibi yoğu nlaştığı nda
ayaklanıcı ları kovalayan müfreze, yüz elli tutsakla piyadenin bekle­
diği Meydan istasyonuna dönd ü . Kumandanlar, burada kazand ı kları
yengiyi sürdürmek üzere ilerlemek mi, yoksa saba h ı beklemek mi
konusu üzerinde tartışmaya giriştiler. En sonra , gece yarısına dek
burada ayı n doğuşunu beklemeye , ondan sonra yola çı kmaya karar
verd iler.
Gece yarı s ı ndan son ra müfreze , bozkı r ı n ufku ndan yükselen ba­
kır renkli ayın ı ş ı ğ ıyla birazc ı k ağaran demiryolunun sağ ı ndan ve so­
lundan ilerlemeye başlad ı . Yine piyade, top , makineli tüfekler trende,
bunları n ortas ı nda gid iyord u .
Müfreze , sabah ayd ı nl ı ğ ı nda yürüyüş temposunu daha çok h ız­
land ı rd ı . Yarmaları geçerek Bozdağ üzerindeki barakaya vard ılar.
Ayaklan ıcı lar, yine görü n ü rlerde yoktu . Yal n ız, ayakla n ı c ı lar geri ka­
çarken birkaç rayı söküp bir yana atm ışlard ı . Bozdoğan Tepesi'nden
sonra Konya Ovası alabildiğine genişl iyor ve sü rüyord u . Şehir, hö­
yüklerin arkas ına gizlenmişti . Elmas Pehliva n ' ı n müfrezesi , ilerideki
köyü aramak üzere gönderild i . Konya'yla müfrezenin aras ı nda yük­
selen höyükler üzeri nde çevrilen dürbünlerin içinde yığ ı n larca insan
kaynaşmaya başlad ı .
Aradan az bir zaman geçm işti ki höyükler karı nca sürülerini and ı­
ran ayaklanıcı kalaba l ı klarıyla örtüld ü .
Binbaşı Sadettin Bey, dağ topu n u n namlusunu bu başı bozuk yı­
ğ ı nları n üzerine ayarlattı . Yal n ı z talihsizl iğe bakı n ı z ki bu çok değerl i
arac ı n iş göreceğ i zamanda topçu su bayı H ayri Bey, Meydan istas­
yon unda hastalan m ı ştı . Adamcağ ızın iki bacağ ı birden kütü k gibi
şişmişti. Topundan ayrı lmamak için de bütün gece at üstünde g itme­
ye katlanm ıştı . Sabahleyi n , artık ata binemeyecek duruma gelmişti .
Sedyeye yatırı larak dört s ı h h iye eri nce taş ı nd ı .
Yine sevgili topu n u n arkası ndan gitti . O n u birçok kez geride bı­
rakmak istedilerse de razı olmad ı :
- Zararı yok, ben böyle d e görevimi yapabiliri m . N e yapa l ı m ,

1 55
size b ı rakırsam topu ku llanamazs ı n ız. Başka topçu subayı da yok.
i şte Sadettin Bey'i n , dağ topunu ayaklanıcılar üzerine ayarlamak
üzere verdiği buyruk, çok zorl ukla yerine getirildi . Erler, acemi ka­
tırları n sürüklediği topu güçlükle tepeye ç ı karırken sedyedeki topçu
subayı Hayri Bey de inleye inleye dört s ı h h iye erinin yard ı m ıyla top­
çu kumanda yeri ne götürüldü. Hayri Bey, sedye üzeri nde doğruldu,
batarya d ü rbü nünün sehpas ı n ı alçaltarak önüne d ikild i . Ayaklanıcı­
ları n bulunduğu tepenin mesafesi n i , açı s ı n ı ölçtü , biçti , son ra :
- Ateş! buyruğu n u verd i .
Merm i , höyüğün üzerinde, biraz önde patlad ı . Kurşun renkli bir
duman bulutçuğu yükseld i . Bu bir tek merm i , ayaklan ı cı kalabal ı ğ ı n ı
allak bullak etti. Müfreze eratı , sevinç içinde z ı p z ı p zı plamaya , söy­
lenmeye başlad ı .
- H a topçu , göreyim sen i , kaçıyorlar! Biraz daha uzak, biraz
daha çabuk, kaçıyorlar!
Hayri Bey:
- Beni ve topu serbest b ı rak ı n , açı l ı n ! Bu durumda ne ben , ne
de eratı m iş görü r. ded iyse de baş ı bozuk erat bir kez coşmuştu . Hep
benzer d ilekleri yineleyip d uruyorlard ı .
B u gürü ltü patı rtı içinde şaşalayan topçu eratı n ı n yaptığı bir yan­
l ı şl ı k sonucunda hemen yan ı başları nda bir gürültü koptu , göğe
doğ ru bir toprak direği yü ksel d i , mermi parçaları hemen başları n ı n
üzeri nden ısl ı k çalarak geçti . Herkes şaşı rd ı . Topun başı b i r anda
boşald ı . Zava l l ı topçu eri , nişan alıp mesafe bildirilmeden tetiğe do­
kunarak büyük bir felaketle sonuçlanabilecek bu kazaya yol açm ı ştı .
Merm i , topun başı ndakilerden yüz metre ötede toprağa saplan m ı ştı .
Hayri Bey, iyi ayarlan m ı ş dört beş mermi gönderince höyük üze­
rindeki başı bozu k kalaba l ı ğ ı çil yavrusu gibi dağ ı larak yitiklere ka­
rıştı .
M üfreze, top mermilerinin dağ ıtı p kaç ı rd ı ğ ı ayaklanıcı y ı ğ ı nları­
nın boşalttığı ıssız topraklar üzeri nde toz bulutları kald ı rarak Kon­
ya'dan önceki ilk istasyon olan P ı narbaş ı ' n a doğ ru ilerl iyord u . Acar,
genç subaylar, köylerden buldukları birkaç Tatar arabas ı n ı top biçi-

1 56
m i ne soktular, yürüyüş kolları n ı n boyunu pek çok uzatarak müfreze­
yi kalaba l ı k göstermeye çal ıştılar. Gizli casus gözlerinin kendilerini
gözetlediğini biliyorlard ı .
Müfrezeyi b u durumda görenler i ki alay sanabil i rlerd i .
Bu s ı rada Konya'dan bir otomobilin bütü n h ızıyla toz bulutları n ı
kald ı rarak kendilerine doğru geld iğ ini gördüler. Otomobil, biraz son­
ra önlerinde durd u . içinden üç kişi i nd i . Birisi Konya Valisi Haydar
Bey, öbürü Mevki Kumanda n ı Avn i Bey, üçüncüsü de Taşbaşl ı Hacı
Hüseyin Efendi'yd i .
Taşbaşl ı Hacı Hüseyin Efendi'nin ak sarı ğ ı n ı görenler, bunun
Taşbaş ı l ı Hüseyi n Hoca olduğunu öğreni nce gericiler aras ı nda adı
a n ı ld ı ğ ı ndan çetecilerden biri üzerine sald ı rmak isted i . Sald ı ran ı zor­
la tuttu lar. Elçiye zeval yoktur.
Binbaşı Sadettin Bey'le karargah su bayla rı , hocayı bir yana b ı ra-
karak Val i ve Avn i Bey'le görüştü ler.
Sadettin Bey:
- Yüzündeki yara ve bereler ne?
- Dayaktan .
- Konya'da neler var?
- i lkin siz söyleyin bize , çok güçlü müsünüz?
- Oldukça .
- Kaç kişi?
- Beş yüz kişiyiz. Sonra bir topla iki de makineli tüfek.
- Vallahi, ben asker değilim. işinize de karışmam ama bu güçle
siz Konya'da pek iş göremezsiniz.
- Neden?
- Çünkü Konya'da Del i baş' ı n elinde en az dört bin kişi var. Siz,
beş yüz kişiyle bunları n üstesinden nas ı l gelebi l i rsiniz?
- Sizce ne yapma l ı yız?
- Başka güçlerin gelmesini beklemelisiniz. Bozg una uğ rarsa n ız
ayaklan ıcıların moralini artırır ve ikircikli olan halkı onları n kucağ ına
atm ış olursunuz.

1 57
- i yi ama daha h içbir temell i dirence uğramadan nas ı l yü rüyü­
şümüzü durdurabiliriz? Ald ı ğ ı m ız buyruk bir ayak önce Konya'ya
varmaktır.
- Vallahi, oras ı n ı siz bilirsiniz. Dedim ya , ben sizin işinize karış­
mam. Benimki bir d üşünce , ötesi size özgüdür.
Vali'nin bu karamsarl ı ğ ı müfrezenin başları n ı bayağ ı çarpm ı ş ,
hepsin i sersemletmişti . Yürekli bir savu nma yap m ı ş o l a n bu adam ı n
sözlerinde herhalde b i r h ikmet vard ı .
Avn i Bey, susuyord u . Yine Val i'ye sordular:
- Peki , Delibaş sizi ne diye gönderdi?
- Bunu biz de bilemiyoruz. Bize bir hayli palavra savurduktan
son ra : "Gidin onlara söyleyin , gel irlerse şöyle asar, böyle keserim"
dedi ve bizi gönderd i .
- Bu hoca neci?
- O da casusluk için gönderilmiş olacak. Ne var ki ona dokunul-
mayacağ ına ve yine otomobille geri gönderileceğ ine söz verdiğimiz­
den ona sakın il işmeyi n .
U z u n bir tartı şmadan sonra Delibaş'a şöyle bir mektup yazd ı lar:
"Konya'da Delibaş Meh met Ağa'ya!
Bana söyledi kleri n i , Konya'yı bastı rmaya gelen gücün kumanda­
n ı na olduğu gibi bildird i m . Sana bell i bir süre veriyor ve yirmi dört
saat içinde hükü mete teslim olma n ı bildiriyorlar. Kardeş kan ı dökül­
mesine yol açmamak istersen böylece davra n . O vakit hakkında af
ile işlemde bulunulacakt ı r. Yoksa son pişma n l ı k yararl ı olmaz. Se­
lamlar.
Konya Valisi Haydar

Subaylar, sonra Taşbaşı l ı Hacı Hüseyin Hoca' n ı n yan ına giderek


ona gözdağ ı vermeye çal ı ştılar. Genç bir subay daha önce tasarla­
nan oyu na göre birkaç atl ı ile dörtnal geldi . Binbaşı Sadettin Bey'e
selam çakarak:
- Efend i m , Üçüncü Alay geld i , ded i . Hangi yönü izleyecek?

1 58
Binbaşı Sadettin Bey:
- Şimdi genel buyruk yazılıyor. Ona göre davranırsı n .
M . Şevki Bey, uzaktan geldiğini anlatmaya çal ı şarak:
- Efend i m , bataryalar Yukarı P ı narbaşı yolu n u izlemek istiyorlar.
Çünkü bol su ancak orada varm ış, ne emir buyurursunuz?
Kumanda n :
- Emirde de zaten öyle kararlaştırm ı ştık. Yal n ı z yem almak için
tren yol undan da uzaklaşmasınlar.
Tren de acı acı düdük çalarak geld i .
Bir başka subay, b u fı rsattan yararlanarak Sadettin Bey'in yan ı na
koştu :
- Efend i m , trendeki taburları indirelim mi?
Trende yal n ız erzak çuvalları vard ı . Kumanda n , subaya şöyle
ded i :
- Hayır, hayır. Onlar, yine yolları n ı trenle sürdürsünler.
Bu d üzenler bittikten sonra Vali'nin mektubunu Taşbaşl ı Hacı H ü­
seyin Hoca' n ı n eline vererek otomobile bindirip Delibaş'a gönderdi­
ler.
Otomobi l , Konya'ya doğ ru uzaklaşı rken Vali Haydar Bey, arka­
sı ndan bakarak şöyle ded i :
- Hal ife-i Müslimin uğruna, peygamberler v e şeriat uğruna ça-
1 ı ştı kları n ı ilan eden ayaklan ı cıların Konya'ya girer girmez ilk işleri
K ı rmızı Fener' deki kötü avratları kapı şarak köylerine götürmek oldu.
Bu uğurda kavga dövüş, silah l ı çatışma bile oldu.
Müfreze Kumanda n ı Sadettin Bey, Konya Val isi Haydar Bey,
Mevki Kumanda n ı Albay Avn i Bey'i de beraberine a l ı p sahte top
arabalarıyla , biricik dağ topuyla Konya'ya doğru ilerleyerek Yu karı
P ı narbaş ı köyüne gird i .
Köylüler, put g i b i susuyord u . Bir teki b i l e on dakika ötede tepenin
ard ı nda pusuya yatan ayaklanıcı y ı ğ ı n ları n ı n varl ı ğ ı ndan onlara bilgi
vermedi . Müfreze , burada ufak bir mola verd i kten sonra yola çıktı .
Biraz son ra önden gidenler, birdenbire nereden geldiğini kestireme-

1 59
diği bir ateş bask ı n ı yed i . H içbir savaş d üzen i almadan kolları n ı sal­
layarak ilerleyen müfreze , pan i k yaratarak geriye doğ ru darmadağ ı n
kaçmaya başlad ı .
Bütün müfreze, çuku r bir ova parçası üzerinde bulunduğundan
teh l i keliyd i . Hemen Yukarı P ı narbaşı köyü n ü n gerisindeki s ı rtlara t ı r­
manarak ovaya egemen bir duru m ald ı . Bu s ı rada Haydar Bey müf­
rezeleri , koşar ad ı m P ı narbaşı istasyonuna varm ış, oradan ayakla­
n ı c ı lara ateş ediyorlard ı . Onlar, orada ayaklanıcı ları m ı hlad ı ğ ı s ı rada
taburla öbür müfreze de s ı rtlara çekilm işti . M üfreze Kumanda n ı Sa­
dettin Bey, s ı rtlara t ı rma n ı l d ı ğ ı s ı rada bu s ı rtların sağ ı ndaki d üzl ük­
ten kalaba l ı k atl ı yığı nları n ı n müfrezesi n i n gerisine doğ ru sarktı ğ ı n ı
görd ü . Bu atl ı gücü , bütün Kuvayı Milliye sayısı nca vard ı .
M üfrezeye ateş açan ayaklanıcılarsa istasyonun karş ı s ı nda,
ova n ı n ortas ı nda bir ada gibi yükselen tepenin arkas ı nda bulunu­
yorlard ı . Subayları n hesa b ı na göre burada şöyle böyle iki bin kişi
kümeleniyord u . M üfrezen i n gözü , arkalarına dolanan atl ı larla tepe­
nin arkas ı nda karı nca gibi kaynaşan ayaklan ıcılar arası nda gidip ge­
l iyord u . Herkesi n umudu biricik dağ topundayd ı .
Su baylar d a , erat d a bir ağızdan:
- Aman, topçu ateş! d iye bağ ı rd ı .
Biraz ötede sedyesinde uzanm ı ş , şişkin bacakları n ı ovuştu rarak
bir yandan da inleyip duran topçu subayı Hayri Bey' i dört s ı h h iye eri
kald ı rarak topun yerleşti rileceği tepeye ç ı kard ı . Yal n ız, acemi katı r­
lar, top arabas ı n ı çekmemekte d irettiklerinden onu iplerle asılarak
tepeye çı karmak yine erata düştü .
Top mevziye sokulup ayarlanı rken iki ağ ı r makineli tüfek, müfreze­
nin gerilerine sarkmaya çal ı şan beş yüz kişilik ayaklan ı cı atl ı üzerine
ara l ı ksız takırtı larla merm i püskürtmeye başlam ıştı bile. i ki makineli
tüfeğ in öldürücü ateşine uğrayan atl ı lar, atları n ı n başları n ı geriye çe­
virerek doludizgin kaçmaya başlad ı . Bu atl ı ların h içbirine artık sonuna
dek rastlan ı lmayacaktır.
Topçu subayı Hayri Bey, Adatepe'nin üzerinde kaynaşan ayakla­
nıcı lara karşı topunu düzenlediği s ı rada bu tepenin hemen arkası nda

1 60
uzayan demiryolu üzerinden dört trenin arka arkaya geldiği görüld ü .
Bunların ayaklanıcı lara yard ı m getirdiği anlaş ı l ıyord u . Kumandan,
hemen Hayri Bey'e bu trenlere ateş etmesini buyurd u . Küçük dağ
topu mermilerini trenlere doğru savu rmaya başlad ı . Mermilerden biri ,
trenlerden birinin yan ı başı nda patlad ı . Bu, trenleri ters yüz Konya'ya
doğru kaçı rmaya yetti. Trenler, dumanlar savu rup puflayarak bütün
h ızıyla Konya'ya doğru kaçarken onları n ovaya döktüğü ayaklanıcı
yığı nları da bunları n her iki yan ı nda, ard ı nda alabildiklerine koşuyor­
lard ı . Anlaşılan, yine trenlere binmek istiyorlard ı . Dört beş top mer­
misinin dört beş bin kişil ik ayaklan ı cı yığ ı n ı n ı kaçı rması , Binbaşı Sa­
dettin Bey'le genç subayları ve bütün müfrezeyi çelik gibi bir moralle
güçlend ird i . Trenler, getirdikleri ayaklanıcı yığ ı n larıyla Konya'ya doğru
uzaklaşadursun topçu subayı Hayri Bey, sedyenin üzerinde doğrulup
batarya dürbününü düzenleyerek Adatepe'deki insan yığı nları üzerine
ilk mermileri savurmaya başlad ı . Bir araya toplanmış sık insan grupla­
rı , her merminin patlayışı nda yerinden kopup sağa sola kaçışıyord u .
Bu s ı rada, güneş d e alçalmaya başlam ı ştı . Ku ru otlarla örtülü ölü
bozkı r, sapsarı kesilmişti . Akşam karanlığı basmadan bir sonuç alma­
yı düşünen Kumandan, Adatepe'nin sağ ı ndan , solundan milis atl ı ları­
nı ileri sürerek geniş bir çevirme işine girişti . Ancak bu s ı rada tepeye
yerleşmiş olan ayaklanıcı yığ ı n ı , ereğ ine erişmeyen mermilerini boş
yere yakıp duruyor, geniş ova n ı n ıssızl ı ğ ı n ı , sessizliğini tüfek sesle­
ri , kurşun cıvlamaları bozuyordu. Yal n ız, milis atl ı ları n her iki yandan
iyice yaklaştığ ı n ı gören ayaklanıcı lar, yığ ı n yığ ı n geriye doğ ru kaçış­
maya başlad ılar. Top, makineli tüfekler, piyade tüfekleri bu kalabalığ ı n
arkası ndan alabildiğine mermi, ölüm püskürüyordu. B i r süre sonra,
kaçanlar kaçtı , kalanlar topland ı . Epeyce de tutsak al ı nd ı . Müfrezeden
birkaç hafif yaralıdan başkaca zarar gören yoktu .
Sonra epeyce uzakta , bomboş ova ortası nda küçük bir grup in­
sanla ellerinde bir de ak teslim bayrağ ı gördüler. Teslim olmak iste­
yen ayaklanıcı grubu yaklaştı . En önde ak bayrağ ı tutan kara giy­
nekli bir adam, onun arkas ı ndan ikişerli yürüyen bir mangal ı k başı­
bozuk gel iyord u . E l lerinde çakaralmaz tüfekleri vard ı . Birisinin elinde
de kocaman bir meydan süpürgesi bulunmaktayd ı .

161
Gelenleri d ikkatle süzen Teğmen M . Şevki Bey, birdenbire çığl ı k
attı :
- Ay, Ahmet Efendi, bu ne hal?
Genç subayı bir bakışta tan ıyan Ahmet Efendi de şaşkın sordu:
- Aman beyim , sen burada mısın?
- Ben buraday ı m , fakat sen ne arıyorsun burada?
- Sorma baş ı m ıza gelenleri !
Bunlar, Konya Lisesi'nin h izmetl ileri , Ah met Efendi de baş hiz­
metliyd i . Delibaş' ı n buyruğuyla bütün eli silah tutanlara silah dağ ıtı­
larak cepheye gönderi l i rken lisenin hademelerini de al ı p götü rmüş­
lerd i . Göçmen olan bu zava l l ı lar, öbürlerinden ayrı l ı p Kuvayı Milli­
ye'ye teslim olmaya gelmişlerd i . Bunlar da gelen dört trenin ovaya
döktüğü toplama askerlerden d i .
Kumandan, onlara güzel tüfekler, b o l cephane verd i , hepsi ni
Konya'yı ele geçiri nceye dek müfrezeye kattı .
Akşama doğru bast ı rma müfrezesine birkaç kişi daha geld i . Teğ­
men M. Şevki Bey içlerinden Saraç Kemal Efendi'yi tan ı yord u . Bun­
lar, yarın ayaklan ı cı ları n kesin olarak Konya'yı b ı rakıp gideceklerini
söyled iler. Kumandan bunları , halka öğütler vermeleri için geri gön­
derd i .
M üfreze , geceleyi n P ı narbaş ı istasyonunda mola verd i . Yarı n
hayvanlarla insanlar d i n lenmiş olarak şehre gireceklerd i . Subaylar
M. Şevki başta , Konya' da kalan tazecik eşlerini düşünmekten bütü n
gece gözlerini kı rpmayarak çene çald ılar. Acaba burada bozguna
uğrayan bu herifler Konya'daki karı ları na öç almak için sal d ı rmaya­
caklar m ı yd ı ? Konya'dan gelenler böyle bir şey olamayacağ ı n ı söy­
led ilerse de onları n gönülleri bir türlü inanmak istem iyord u .
Müfreze yola çıktı ğ ı n ı n üçüncü g ü n ü tanyeri atarken dinlenmiş,
tok erat ı , hayvanlarıyla yine eski düzen üzeri ne yola çıktı . Atl ı müf­
rezeler iki yanda , tren ortada, piyade taburu trende gidiyord u . Şimd i ,
sayı ca biraz d a h a artm ı şlard ı .
Geceleyin , E rtuğrul grubunun ku rnaz başka n ı Derviş Bey (Paşa),
buyruğundaki yen i bir müfrezesiyle yetişip onlara kat ı l m ı ştı . Günün

1 62
ağarmasıyla tozlu , sisli bir hava içinde ovaya rastgele yayı l m ı ş Kon­
ya şehri eski , yen i minareleriyle uzaktan göründü. M üfreze, bir tek
kurşun atmadan şehrin beş kilometre berisindeki Horozlu Han'a var­
d ı . Burası şehri , dolayları n ı gözetlemek için çok elverişliyd i . Kuman­
danla subaylar, bomboş bulunan han ı n arkas ı ndaki s ı rta çı karak
batarya d ü rbünüyle Konya'yı gözetlemeye başlad ı lar. Şehrin d ı ş ı ­
n ı çevreleyen uzun kerpiç d uvarlarla birbirinden ayrı l m ı ş pas renkli
bağlar aras ında, Alaettin Tepesi' nde doğal olmayan insan kalabal ı k­
ları , gidiş gelişler vard ı . Bunlar, elbette ayaklanıcı y ı ğ ı n ları ndan baş­
kas ı değ i ld i . Demek ki şeh ri bunlar savu nacakt ı . Kumandan Sadettin
Bey, subaylarıyla yaptığ ı tartı şmadan sonra şehri bir yarı m kuşatma
içine almaya karar verd i . Böylece şehirden gü neye doğ ru kaçanlar
görülürse müfrezenin atl ı ları da arkalarına d üşecekti .
Atl ıların bağ larla bahçelere yaklaşması üzerine her yandan tü­
fek ateşi başlad ı . M üfreze kumandanları n ı n bu ndan anlad ı ğ ı na göre
Delibaş, şeh irde dövüşe hazı rlan m ı ş , şehri bir mezbahaya çevi rme­
ye karar vermişti .
Burada da en önemli iş küçü k kahraman topla , kahraman has­
ta topçu subayı Hayri Bey'e düştü . i leriye piyade sürülerek Horozlu
Han gerisindeki küçü k s ı rta yerleştirildi.
Topçun u n , Alaettin Tepesi'nde şehri Kuvayı Mill iye'ye karşı sa­
vun maya hazırlanan Del i baş kalaba l ı ğ ı na ateş etmesi gerekiyord u .
Ne yazık k i müfreze subayları ndan çoğunun evi de Alaetti n Tepe­
si'nin en çok yüz, yüz elli metre aşağ ısı ndayd ı . Mermilerin her an
buralara d üşmesi beklen i rd i .
To p ateşinin bu sakı ncası yan ı nda çok büyük b i r yararı vard ı . Top
mermilerinin çı karacağı panik, şehri çabucak bu haşarattan kurtarabi­
lir, hiçbir yitiksiz bastırıcı müfrezenin ellerine düşürebilird i .
Bundan dolayı ö b ü r yandaki duygusal sakıncayı b ı rakıp beri yan­
da savaş yasas ı n ı n gerektirdiğini yapmak zorunluluğu vard ı . Subaylar
aras ı nda yap ı lan tartışma en sonra açı kl ığa kavuştu . Alaettin Tepesi'ni
topla dövmek düşüncesi üstün gelmişti. Hayri Bey, batarya dürbünüy­
le atış düzenlemesini yaparken genç subayları n yüreği sızl ı yord u . En

1 63
sonra Alaettin Tepesi'ne ilk mermi yolland ı . Genç subayların heye­
candan yürekleri ağızları na gelmek üzereyd i . Hepsi gözlerini dikmiş
patlayan merminin çı karacağ ı barut duman ı n ı n nerden yükseleceği­
ne bakıyordu. İ lk mermi, şehrin d ı ş ı ndaki bağlarda patlad ı . Bulut, bir
patlama sesiyle buradan yükseld i . Mermiler hep tepenin bu yan ı nda,
tehlikesiz bölgede patl ıyord u . Top, son yetiştirebildiği yere düzenle­
nen mermisini gönderince Teğmen M. Şevki Bey, bu merminin kendi
yüreğinde patlayacağ ı n ı sand ı . O da Alaettin Tepesi'nin bu yan ı ndaki
eteği nde patlad ı . Her mermi düşüşünde Alaettin Tepesi'ni dold uran
kalabal ı k, karmakarı ş ı k kaçışıyor, meydan boşaltılıyord u . On mermi­
den sonra, orası büsbütün ıssızlaşm ışt ı . Tepenin berisinde patlayan
mermiler, hem düşmanı kaçı rarak görevini yapm ış, hem de yürekleri
avuçlarında çırp ı nan genç subayları n evlerinde kendilerini dört gözle
bekleyen gencecik eşleri de kurtulmuştu .
Hayri Bey, Alaettin Tepesi'ni temizled ikten sonra, bağ lar aras ı n­
daki ayaklanıcı toplu l u klarına ateş etmeye başlad ı .
B u s ı rada herkesin gözü Konya istasyonundan müfrezenin mev­
zilerine doğru gelen bir trene takı ld ı . Tre n , hemen mevzilerin önü nde
durd u . Bu iki vagonlu bir trend i . Bir atl ı haberci doludizg in gözetleme
yerine geldi:
- Konyalı lardan bir görüşmeci kuru l u gel iyor, ne yapal ı m?
Kumandan Sadettin Bey, biraz düşündükten sonra Teğmen Şev­
ki Bey'e bakarak:
- Sen git ve kurulu al buraya getir, ded i .
Şevki Bey, demiryolu hendeği içinde gizlenerek ön mevzilere gitti .
Bağlar, bahçelerden d u rmadan silah sesleri gel iyord u . Şevki Bey' i n
gözü , trende ta n ı d ı ğ ı bir yüze d e n k geld i . Bu Abdülhalim Çelebi'yd i .
O da genç Teğmeni görünce sevind i , güldü:
- Cephe ne alemde? Siz buraya geldiğ i n iz için orası zayıflad ı
m ı ? Yu nanlılar, bundan yararlanarak ileri yürüyüşe falan kal kmad ılar
ya inşallah? d iye sord u .
- Hay ı r, h i ç merak etmeyi n , h e r şey yol unda. Biz, h e m buras ı­
n ı n , hem de oras ı n ı n hakkı ndan gelebilecek durumdayız.

1 64
- O h , oh, çok şükür! Pek rahat ettim. Kaç gündür zi hnim hep
bunlarla uğraşıyord u .
Genç Teğmen , şöyle d ü ş ü n d ü : "Bi rkaç g ü n d ü r z i h n i n bunlarla uğ­
raştığı gerçek. Fakat acaba olumlu mu, yoksa olumsuz yönden mi?
Bunu Al lah bilir. "
Bu sözler, genç Teğmene hiç de doyurucu gelmemişti . Genç su­
bay, atı n ı atl ı lardan birine vererek trene atlad ı . içeride birçok tan ı d ı ­
ğa d a h a d e n k geld i . Hemen Kumandan' ı n müsaadesi olduğunu söy­
leyerek treni Horozlu Han istasyonuna doğ ru yü rüttü . Trendekilerin
bildik yüzleri , genç subaya hiç de güven verici gelmiyord u .
Bu tan ı d ı klardan biri Şevki Bey'e sokularak şunları fısı ldad ı :
- Trende birçok silah v e cephane var. Del i baş: " Eğer size doku­
n u rlarsa kendinizi koruyu n , hatta zayıf görü rseniz üstlerine çul la n ı n"
d iye buyru k verd i .
Biraz sonra , trenden silah ve cephaneleri ç ı kard ı lar. M üfreze su­
bayları n ı n anlad ı ğ ı na göre ; Delibaş' ı n gönderdiği bu kuru l , kendi ba­
ş ı n ı bu belaya sokan düşü ncesiz kişilerin salamuras ı ndan başka bir
şey değildi. Herif, baş ı n a bu püsküllü belayı açan ları topun ağzına
kor gibi Kuvayı Mill iyecilere göndermişti . Bunlar da, Çumra , Sultani­
ye'den gelen köyl üler de Delibaş' ı n her an Konya'yı boşaltıp kaçmak
üzere olduğunu söyled iler.
Bu s ı rada müfreze kumandanları n ı n kulağ ı n a kanları n ı dondu­
racak kötü bir haber geld i . H aberi , arkadaki tepede b ı rakılan bir atl ı
güven lik müfrezesinin kumandan ı göndermişti .
Haber şöyleyd i :
- P ı narbaşı yönünden atl ı ve piyade olarak b i n kişilik b i r ayak­
lanıcı müfrezesi bulunduğu muz yönde ilerlemekted ir. Buyrukların ızı
bekl iyoru m .
Haberin kötü lüğü şuydu k i arkadan hiçbir şey gelmeyeceğini bi­
lerek bütün eratı çatı şmaya sürmüşler, düşman karş ı s ı nda dağ ıtm ı ş­
lard ı . Gerideki düşman gelinceye dek bunları n toparlanması düşü­
nülemezd i . Elde kalan yal n ı z yüz kişilik bir piyade gücüyd ü . Sadetti n
Bey, hemen trendeki kuru l u n baş ı n a nöbetçiler diki p d ı şarıyla il işki­
lerini kestikten sonra eldeki ufacık güçle bin kişilik düşman üzerine
yürümek buyruğunu verd i . Eğer silahları ellerinde olsayd ı trendeki

1 65
k ı rk beş kişilik kurul arkada çok tehlikeli olabilird i . Piyade bölüğü he­
nüz bi rkaç ad ı m atm ı ştı ki gerideki atl ı müfrezeyle bin kişil i k ayakla­
n ı c ı yığ ı n ı aras ı nda ilk çatışma başlad ı .
Vagondakiler, işi an layı nca d ı şarı fı rlay ı p kaçmaya çal ı ştılarsa da
süngülü nöbetçi lerin yürekl iliği karşısı nda geriled iler. Geriye gönde­
rilen bölüğün dönüp kendilerine doğru geld iğini gören kumandanla
su bayla r umutsuzca birbirleri n i n yüzü ne baktılar. işte , bu s ı rada o
yandan bir atl ı doludizg in gelerek bir rapor geti rd i . Subaylar, daha
uzaktan habercin i n eli ndeki kağ ı d ı kaptılar.
Kumandan Binbaşı Sadettin Bey, yüzü sevi nç içinde yüzerek kü­
çük kağ ıt parças ı n ı hepsine okud u .
- Gelen güç, ayaklan ı cılar değ i l , bizi güçlendi rmeye gelen bir
süvari alayıd ı r. Hava n ı n o s ı radaki karanl ı ğ ı ndan giynekleri kara gö­
rülmüştür. Bundan ayaklanıcı san ı l m ı ştır.
Bunu okuyan Binbaşı Sadettin Bey tabura şu buyruğu verdi:
- Hemen Konya'ya g i ri n !
Askerler, Konya'n ı n üzerine birer ö ç meleği g i b i atı l d ı lar. Yarım
saat sonra da bir milli müfreze kumandan ı ndan şu rapor geldi .
- H ü kümet konağ ı n ı işgal ettim ve ayakla n ı c ı ların önemli b i r bö­
l ü m ü n ü yakalad ı m .
Müfreze , şeh re girdiğ inde caddeleri ı p ı ssız buld u . Yaln ız, her
yanda ak bayraklar as ı l m ı ştı .
Delibaş, bir bölüm atl ı larıyla şeh i rden ç ı k ı p gü neye doğ ru savuş­
muştu . Bir zaman sonra en içten silah arkadaşları Delibaş' ı vurup
kel lesi ni keserek hükü mete teslim edeceklerd i .

KAN LI HAÇ I N TÜRKÜSÜ

Sonsuz bir özgürlük düşünülemez. Haklarm en büyüğü


olan yaşamak hakkı bile mutlak değildir.
Mustafa Kemal

H u ku ku bu yaz bitirmiş, uzu n boylu , zayıf, açı k al ı nl ı , ateşli iri


gözlerinde yaşay ı ş ı n çok s ı navlarından geçmiş bir insan ı n türküleri

1 66
okunan genç bir adam, Harbiye Nezaretinin arkası ndaki siyasi tu­
tuklular hapishanesi Bekirağa Bölüğü'nün merdivenlerini ağ ı r ağ ı r,
çeki ne çeki ne çıktı . Eski Harbiye Nazırı Mersi nli Cemal Paşa'yı gö­
receğ ini söyleyince müdür, Paşa'yı kendi odasına çağ ı rd ı .
Biraz sonra , odadan içeri giren i ri yarı , tombulca , çenesinin al­
tı nda etler sarkmaya başla m ı ş olan ve henüz k ı rk yaş ı ndaki Paşa
karş ı s ı ndaki otuz yaşları nda görü nen genç adamı görünce tan ı d ı
v e gülümsed i . B u , Koza n l ı Saim Bey'di. Kozan askersel mutasar­
rıfı Yüzbaşı Tapavrat' ı n çabalamasıyla Kozan s ı n ı rlarından d ı şarı
atı l m ı ş , bi rkaç gün Adana şehrinde barı n d ı ktan sonra oradan da
Bremond'un buyruğuyla Adana s ı n ı rları d ı ş ı na sürülmüştü . Oradan
l stanbul'a giden Saim Bey, Birinci Dünya Savaş ı'na yedek su bay
olarak kat ı l ı rken yarı m b ı raktığı son s ı n ıf s ı navları n ı vererek hu­
kuk d iplomas ı n ı alm ı ştı . Saim Bey, Birinci Dü nya Savaş ı ' nda yı llar­
ca yedek subay olarak cepheden cepheye sürü klenmiş, bu s ı rada
Kolordu Kumanda n ı olan Mersinli Cemal Paşa' n ı n buyruğunda da
bulunm uştu . Onun Harbiye Naz ı rl ı ğ ı koltuğu ndan a l ı narak Kuvayı
Mill iyeci d iye Bekirağa Bölüğü'ne hapsedildiğini ve Malta Adas ı ' na
sürüleceğ ini bil iyord u . Hiç olmazsa , son kez onu görmek isted i .
Mersinli Cemal Paşa , Saim Bey' i görünce çok sevindi. Onun b ı ­
rakı şmada, Kozan 'daki küçük hikayesi n i d i n ledi :
- Anadolu 'ya , Anadolu'ya . Güzel y u rt sizleri bekl iyor, ded i .
- Paşam, ben i m de h e r an gece g ü ndüz d üşündüğüm bu. Fakat
lstanbul'da kapand ı m kald ı m , ded i .
Koza n ' ı n h e r yanla haberleşme v e ulaş ı m ı kesildiğinden Saim
Bey'e para gelem iyor, pek çok para s ı k ı ntısı çekiyord u . Bir yerden
bir yere kı m ı ldayacak durumda değildi.
Cemal Paşa , onun d u rumundan hemen bunu anlad ı . Cebinden
çıkard ı ğ ı dört yüz lirayı onun cebine soktu. Bu para Saim Bey'e yine
kavgaya atı l mak için kapıyı ard ı na dek açıyord u . Paşaya min netleri­
ni bildird i . Elini öperek çabuk kurtulup yurda dönmesi dileğinde bu­
lundu. Paşa da ona hay ı rl ı yolculuklar ve yüksek başarı lar d ileyerek
gözlerinden öptü .

1 67
Saim Bey, Bekirağa Bölüğü' nden ayrı l d ı ktan sonra d iplomas ı n ı
koynuna sokarak Karaden iz'e kal kan vapurlardan birine b i r ateşçi
k ı l ı ğ ı ve göreviyle bindi.
l nebolu yoluyla Ankara'ya vard ı . An kara ilgil ileri ona Yıld ızel i
Savcı l ı ğ ı n ı verd iler, gitmed i . Konya' n ı n Bozkır ilçesine kaymakam
atamak istedi ler:
- Hayı r, ded i . Doğduğum yurt işgal altında kan ağl ı yor, kurtuluş
saatleri ni dört gözle bekl iyor. Ben her şeyden önce Kozan'a gide­
ceğ i m . Ya onları n kurtuluşuna birazcık olsun yard ı m edeceğim ya
da onlar gibi öleceğ i m . Memuriyet umurumda değ i l ! i lk planda bir
tek idealim var. O da Kozan' ı n kurtuluşu. Teveccüh ü n üze teşekkür
ederi m . Beni bağ ışlayı n ız.
Ankara'dan ayrı lan Saim Bey, 1 920 N isan ı içinde Kı rşehir, Kayse­
ri , Develi yoluyla Feke'ye vard ı . Oraya vard ı ğ ı nda Fekeli Ermeniler,
henüz Haçı n'a kaçmamıştı . Yerli Ermeniler, kasabayı boşaltıp gittikten
son ra Belediye Başkanı Cezmi Bey; Tapavrat' ı n yerli Ermenilere veril­
mek üzere kendisine gönderdiği silah ve cephaneyi kurduğu savaşçı
grupları na dağ ıtarak Haçı n cephesine gönderd i . Bu güçler, bütünüyle
bağ ı msız bir Ermeni kasabası durumuna getirilen Haçı n ' ı n d ı şarıyla
olan bağlantıs ı n ı ve ulaşı m ı n ı kesmek üzere sistemli bir çal ı şmaya
koyuldu. Bunlarla birlikte Haçın'a giden Saim Bey, Haçı n ' ı n Gürleşme
bucağ ı na yerleşti. Burada bir yandan Haçı n kaymakam vekilliğini, bir
yandan da Haçı n ' ı güneyden kuşatan Kuvayı Milliye'nin kumandanlı­
ğını üzerine ald ı .
Haçı n , altı yed i b i n evli k kocaman bir kasabayd ı . Burada otuz kırk
bin Ermeni otu rmaktayd ı . N üfusun kı rkta biri Türk'tü . Birinci Dü nya
Savaş ı ' nda Talat Paşa h ü kü meti , buradaki Ermenileri de savaş gü­
ven liği yüzü nden Arabistan bölgesine sürmüştü . Savaş bitip de sağ
kalan Ermeniler, eski yerlerine dönü nce ateş ve ölüm püskü ren birer
can l ı öç makinesi kesildiler. Vaktiyle Dü nya Savaş ı içinde jandarma­
n ı n vurarak Akkaya deresine gömdüğü Arşak' ı n kem i klerini çıkarıp
kasabaya geti ren Ermen iler, bunu bir öç bayrağ ı olarak kulland ı lar:
- Bu kemikler ne istiyor?

1 68
Kalaba l ı k şöyle yan ıtlad ı :
- Öç istiyor!
Bir g ü n , Bucak Müdürü Süleyman Bey'i n evine bir Ermeni jandar­
ması gelerek kend isini kaymaka m ı n ı çağ ı rd ı ğ ı n ı söyled i . Süleyman
Bey, Haçın h ü kümet konağ ı n a girerken meydanda büyük bir Ermeni
kalabal ı ğ ı n ı n topland ı ğ ı n ı görd ü . Ortada bir tören olsa gerekti . Onu
da görd ü . Bu s ı rada bayrak direğinde bulunan Tü rk bayrağ ı indirildi
ve yerine Ermen ice bir marş söylenerek Ermeni bayrağ ı çekildi. Bu­
cak Müdürü Süleyman Bey, sonra jandarman ı n kılavuzluğunda hü­
kü met konağ ı n a gird i . Kaymaka m ı n maka m ı nda Haçı n l ı Çavdaryan
Avadis oturuyord u . Bu, geleceğin Kilikya Kra l ı ya da Cumhurbaş­
kan ı n ı n ad ıyd ı . Kaymaka m , Başkom iser, Jandarma Kumanda n ı Ka­
rabet ve daha bi rkaç kişi onun çevresinde oturuyord u . Kaymakam,
içeri girerken Bucak Müdürü Sü leyman Bey'e:
- Evi n izi Avadis beyefend iye vereceksiniz, ded i .
- Evimin a l t katı n ı Terzi Serkis'e verd i m . Üst katta da b e n otu-
ruyoru m .
- Şimd i , emrimiz yerine getirilecektir. Size iki saat müsaade edi­
yoru m . Evin üst katı n ı kesin olarak boşaltmanızı istiyorum . Buyu ru­
nuz d ı şarı !
Haçı n'da büyük ev s ı k ı ntısı vard ı . Şehirde çıkan büyük yang ı nda
beş bin ev yan m ı ş , ancak yarı s ı şöyle böyle oturulabilir d u rumda
kalm ı ştı . Kilikya' n ı n hemen bütü n Ermenileri buraya s ı ğ ı n ı nca ev bu­
nal ı m ı başlamış, Türklerin evlerine hep el kon muştu . Bu, en sonra
Süleyman Bey'in de baş ı n a gel iyord u .
Ne v a r k i Süleyman Bey, hükü met konağ ı ndan çı karken evin i bo­
şaltmamaya karar verd i . Eve uğramayarak çarş ıya gitti , bir kahvede
otu rup sonucu bekled i . üç saat sonra iki Ermeni jandarması gelerek:
- Evi boşaltmak üzere emir ald ı k. Mahalle ihtiyar kurulu da sizi
bekl iyor, dediler ve onu birer kol undan yakalayarak eve götü rdüler.
Türk i htiyar kurulu kend isini bekl iyord u .
Orada epeyce Ermeni jandarması vard ı . Süleyman Bey'e evi aç­
mas ı n ı söyled iler. O da anahtarı yitirdiğini söyled i . Bunun üzerine

1 69
jandarmalar, kapıyı baltalarla k ı rarak Bucak Müdürünün bütün eş­
yas ı n ı d ı şarı attılar.
Terzi Serkis, bir yandan eşyaları toplayarak kendi odaları ndan bi­
rine doldururken bir yandan da Süleyman Bey'e soğ u kkanl ı l ı k aşısı
yap ıyord u :
- Dostum , birl i kte otu ra l ı m . Bir oda sana, bir o d a bana yeter!
Süleyman Bey, bu hoyratça davran ı ş ı n arkas ı ndan kötü şeyler
geleceğ ini sezerek kasabadan ç ı k ı p g itti .
Bu s ı ralarda ul usal savaş ru hunun ateşi yavaş yavaş h e r yanda
olduğu gibi Haçı n bölgesinde de köylüleri yalayı p geçmeye başla­
m ı ştı . Adaletin , barı ş ı n , yaşaman ı n ve insa n l ı ğ ı n namlunun ucundan
çı kacak çelik sözcüklere bağ l ı olduğunu ulus anlam ı ştı . Bunu öğ re­
ten de zulüm ve haksızl ı klard ı . Fransız ve Ermeni güçleri n i n s ı k s ı k
köyleri basarak silah aramas ı , köylülerin gözünü açıyord u . Şundan
ki her silah araman ı n sonunda zulmün türlü örnekleri uygulanıyord u ,
ölüme bir d uvarla bitişik zindanlar umulmad ı k zamanda umulmad ı k
insanları a l ı p yutuyord u . Tü rk köylüsünün ufak tefek örgütlenmesi­
ne karş ı l ı k Ermeniler dev gibi örgütleniyord u . Devel i , Feke , Kayseri ,
Göks ü n , Aziziye, Kozan ve Kars'ta kurulan Kuvayı Milliye örgütleri­
nin tatl ı öyküleri , gü ney köyl ülerinde büyük umutlar uyand ı rıyor, on­
lar da bunlardan örnek a l ı yord u .
Bunları Ermen i azı n l ı kları işitiyor, kopacak kıyamet için onlar da
açı ktan açığa hazı rlan ı yorlard ı . Kafkas bölgesinden yol bulup gelen
Kamavor denen sert ve fedai Ermeni mil isleri , Taşnak partisinin bü­
tü n vurucu , k ı rıcı ve komiteci ruhunu güneydeki Ermeni yuvalarına
özell ikle Haçın'a taşıyorlard ı . Eski Antranik güçlerinden kaçıp bura­
ya gelenler aras ı nda Cebeciyan adl ı bir Kurmay Binbaşı da vard ı .
O , Haçın'a gelir gel mez, burada ö ç kompleksi ve gelecek büyük teh­
likelerin tedirgin ru h u içinde yaşayan Ermenileri askerce bir d isip­
l i n altına ald ı . Rumlu ( Doğanbeyl i ) ve Şarköy köyleri n i yen i Ermeni
göçmenleriyle güçlend ird i . Bunlardan birincisi Haçın'a dört, ikincisi
sekiz saat uzaktayd ı .
*

1 70
1 9 1 9- 1 920 kışı n ı n karl ı , tipili günlerinde M ustafa Kemal'in Kilikya
Kuvayı Milliyesinin kumandan l ı ğ ı na atad ı ğ ı Bi nbaşı Mehmet Kemal
Bey (Kozanoğlu Doğan Bey), güneyin karanl ı ğ ı na doğ ru karları g ı ­
cı rdatarak ilerled i . Doğan Bey, il kyaza d e k çevreye örgütlenme ruhu
yayarak ve kendisi de ufak bir müfreze toplayarak çal ıştı . Kurduğu
ufak güçle 5 Mart 1 920 günü Rumlu (Doğanbeyli ) köyüne bir gece
baskı n ı yaparak köyü ele geçi rd i . Ondan son ra Teğmen Boğos buy­
ruğunda seksen kişilik bir Ermen i jandarma bölüğüyle ve Haçı n'dan
getirilen iki yüz kişilik savaşçı gücüyle savu nulan Şarköy'ü kuşattı .
Ereği hemen Haçı n'd ı . Oralardan çok acı sesler gel iyord u . Köyler­
den gelen eli silah tutabi lecek bir yığ ı n insa n , N iğde'den bin türlü
güçlükle geti rilen tüfekleri ve makineli tüfekleri omuzlayarak Doğan
Bey' i n müfrezesi n i n saflarına katı ld ı . M üfreze on beş g ü n içinde sıkı
bir eğitimden geçi rildi.
Bir sabah kar, önceden yağ m ı ş olan karın üzerine buram buram
yağarken Doğan Bey, atı na bind i , kal ı n kürklü kaputu na sarınarak
müfrezesi n i n baş ı nda Haç ı n Kalesi'ne doğ ru yola çıktı . M üfreze ,
karlara bata çıka ilerled i . Eleruk'un göl yan ı n ı geçti . Haçı n'a dönüş
yaptı . işte , tam bu s ı rada karş ı ki yüksek dağda mevzi lenmiş Ermeni
gücünün mermileri müfrezenin üzerine yağm u r gibi yağd ı . Müfre­
zen in piyade bölümü öne atı larak mevzilend i . Ağ ı r makineli tüfekler
sonsuz ta k ı rtılarıyla piyade tüfeklerinin karş ı l ı kl ı tan tunları n ı bastırı­
yord u . Ermeni savaşçı ları , maki neli tüfekleri n öldürücü ateşine daha
çok dayanamayarak mevzilerini b ı rakıp kaçtılar.
Doğan Bey arkada kuşatı l m ı ş Şarköy'e birçok askerini bağla­
yarak H aç ı n ' ı ele geçi rmeye g itmenin yersizl iğ i n i anlad ı . ilkin Şar­
köy'ün ele geçirilmesi gerekiyord u . Orada serbestleyecek güçlerini
de a l ı p Haçı n'a, ondan sonda yürümeye karar verd i . Haçı n yol undan
geri dönerek Şarköy'e sald ı ran Doğan Bey, burayı da ele geçi rd i .
Şarköy Jandarma Takım Kumanda n ı Kirkor yara l ı olarak tutsak ed il­
di. Öldürülmemesi için Kumandan ' ı n elini ayağ ı n ı öptü . Kirkor, Ha­
çın kuşatı lm ışları aras ı ndaki karısıyla görüşmeyi o denli çok isted i ki
onu karargahta b ı rakarak Ermenilerle uzaktan uzağa görüştü rd ü ler.
Haçı n ' da kuşatılanlara boş yere kan dökmeyerek teslim olmaları için

171
yalvard ıysa da içeridekiler t ı n mad ı lar. En sonra karı s ı n ı n sesin i de
işiten Kirkor bayg ı n l ı klar geçird i . Onu çılgı nca seviyord u . Karı sı şöy­
le seslen d i :
- Bizi neden istoorsun , Kirkor Efendi?
- Ben , senin için yaş ıyoru m . Sen , sağ m ı s ı n? Eğer ölmüş olsay-
d ı n gerçekten şu dakikada ben de ölmüş olurd u m .
- Karşıdaki benim Kirkor'um değildir. Ben , Kirkor'umu ö l ü görmek
isterdim. Ben de bugün bu haberi duymak için yaşıyordum. Şimdi,
burada öyle Kirkorlar yetişti ki hiçbirisi sana benzemez. Yani Türk'e
tutsak olmak küçüklüğünü benimsemez.
Bunları işiten Kirkor, ağlamaya başlad ı . Gözyaşları aras ı nda yine
kuşatılanlara bağ ı rarak teslim olurlarsa akı l l ı ca bir iş yapacakları n ı ,
yoksa sonunun çok kötü olacağ ı n ı boşuna yineledi durdu.
Şarköy'ün a l ı nması ndan sonra Haçı n ' ı n çevresindeki kuşatma
çem beri daha daraltı ld ı . Kötün Beleni yönü nden gelen ünlü Gizik
Duran müfrezesi , denk geldiği Ermeni savaşçı ları n ı Haçı n'a doğru
sürerek Haçı n ' ı bin beş yüz iki bin metre kuzeyden s ı kıca kuşattı .
Gü ney cephesin i kuşatacak güç, Feke ve Kozan köylerinden gele­
rek yavaş yavaş Saim Bey'in buyruğunda topla n ı yor, örg ütleniyord u .
Bir i k i gün sonra Haçı n ' ı n kuşatı lması bütünlend i . Bütü n savaşçı
g rupları , birbirleriyle bağlantı kurdular.
Haçı n ' ı kuşatan u l usal güçlerin sayısı beş yüzü aşıyord u . Yine de
Doğan Bey'den gelecek sald ı rı buyruğunu bekl iyorlard ı . Doğan Bey,
hala Rumlu köyü ndeyd i . istemiş olduğu bir topun gelmesini bekli­
yord u . Bu gelmeden Haçın'a yap ı lacak sald ı r ı n ı n başarıya u laşama­
yacağ ına inanıyord u . Oysa topun gelmesine önemli bir engel vard ı .
Gebzeli, kar altı ndayd ı .
Doğan Bey, topu n gelmesin i bekleyedursun bundan yararlanan
Ermeni Kumandanl ı ğ ı , Haçı n ' ı güçlend i rerek bir kale d uru muna ge­
tird i . En sonra gelen top , Top Beleni ad ı n ı alacak olan Haçı n 'dan iki
kilometre uzaktaki tepeciğe konuldu.
En sonra Tufan Bey, cepheye geldi ve ulusal güçler sald ı rıya
geçmek üzere kulakları kirişte beklediler.

1 72
Bir sabah tanyeri atarken dört bir yandan Haçı n'a ku rşu nlar ve
naralar atı larak saldı rıya geçild i . Ermeni savaşçı ları , ötesinin ölüm
olduğu n u bildiklerinden çok iyi dayanıyord u . Tufan Bey buyruğu n­
daki kuzeydeki m üfrezeler, şiddetle sald ı rarak Kağ n ı Pazarı'na dek
sokuld u . En çok ilerleyen de onlar old u . Kirkor ve Kaleeskisi güçleri­
nin gevşek davranması yüzü nden oralardan ayrı lan Ermeni savu nu­
cuları Haçı n mevzilerine yirmi otuz metreye dek sokulan Tufan Bey
müfrezesi üstü ne oradan ayrı l ı p yard ı mcı g üçler gönderdiler. Doğan
Bey'in o kerte bel bağlayıp boşuna beklemesi yüzü nden onca de­
ğerli zamanlar yitirdiği top, bir kale gibi güçlend irilen Haçın'a artık
h içbir temelli etki yapa m ı yord u .
Savunucular, çok iyi haz ı rlanm ış siperlerde ve mazgallar arka­
s ı nda sinerek boy ereğ i gösteren sal d ı rı ları hemen avl ıyorlard ı . Yere
m ı hlan ı p kalan müfrezeler, d işlerini g ı c ı rdatarak gecenin karanl ı ğ ı n ı
bekliyord u .
Geceleyin şiddetl i b i r sald ı rıya geçerek g ündüzün acı s ı n ı çı kar­
mak isterlerken Doğan Bey'den beklenmeyen bir buyru k geld i . Sal­
d ı rı belirsiz bir zamana dek geri b ı rakılarak savaşçılar geriye a l ı nd ı .
Bu i l k sald ı rı n ı n sonucu , şehre girilmese d e b i r engel çıkmasay­
dı çok olumlu olacaktı . Şehir nüfusunun belki yarısı Türklere teslim
olmak üzere bir eğ ilim göstermişti. D ı şarıdan gel ip de buraya ka­
pananlarsa teslim olmaktansa ölümü üstü n tutuyorlar ve ötekilere
silahla egemen oluyorlard ı . Teslim olmayı temelinden yok etmek
üzere bir çözüm de buldular. Şeh irde kuşatılanlarla birlikte kalan
yüzlerce Türk'ü işkencelerle öldürmeye karar verd iler. Bütün Türkler
evleri nden alı narak Katolik kilisesi ne, Ermeni kilisesine ve Ermeni
evleri ne hapsed i l d i . Akl ı baş ı ndaki Ermenilerin öldürü l melerinin önü­
ne geçmek üzere evlerine konuk ettikleri bütü n Tü rkleri Kamavorlar
zorla bu akı l l ı Ermenilerin elinden çekip ald ı lar. Hepsini yavaş yavaş,
parça parça , kıym ı k kıym ı k ederek uzu n ölüm çığl ı kları attırarak öl­
dürdüler. Bu çığl ı kları uza k siperleri ndeki mil isler bile zaman zaman
işittiler.
- Yetişin din kardeşleri m , h iç m i lslam yok?
Bu işkencelerle öldürüş s ı rası nda ut ve keman sesleri , kahkaha-

1 73
lar da işitilmekteyd i . Kurşu nla öld ürülmek, bunları n canlarına min­
netti . Yal n ız, kurşun çabuk öldü rüp işkenceyi önlediğinden Kama­
vorlar buna başvu rmaktan uzak duruyorlard ı . Her yandan dürbünler
Haçı n'a çevrilmişti . M üfreze kumandanları her sabah "Çarm ı ha ge­
rilmiş yiğ itler, kil ise önünde baş aşağ ı ası l m ı ş insanlar" görüyorlard ı .
B u s ı rada bir Kürt kad ı n ı , her nasılsa H açı n 'dan kaçıp Kuman­
dan ' ı n yan ı na geldi. Kim bilir, zavallıcığı belki de yap ı lan işkenceleri
Kuvayı Mill iyeci lere anlats ı n da şehri tesl i m almaya yanaşması nlar
d iye göndermişlerd i .
K ü rt kad ı n ı şunları anlattı :
- Küçük çocuklar ve bebekler pişirilerek annelerine yediriliyor,
sonra bu kad ı nlar sı raya dizilerek demir tellerle boğuluyor, genç er­
keklerin etleri çivili topuzlarla vurularak yolunuyordu.
Ermen i kaymaka m ı n buyruğ uyla evi boşaltı larak eşyaları sokağa
atı lan ve evi ne, geleceğ i n Kilikya Ermeni Krall ı ğ ı n ı n kra l ı yerleşti­
ri len Bucak Müdürü Sü leyman Bey de bir müfrezede şimdi Haçı n
Ermen i lerine karş ı savaşıyor, bir ağ ı r makineli tüfeğ i n baş ı nda ge­
rekince oraya kurşun yağd ı r ı p duruyord u . Süleyman Bey, yedek
subay ü n iforması içindeki bu ince uzun boyl u genç ada m , bir gün
yine elinde dürbü n ü ağ ı r makineli tüfeği n i n baş ı nda bir av beklerken
çok acı kl ı bir görünüşe tan ı k old u . i ki Türk erkeği bir Türk ölüsü n ü
sürü kleyerek bir yardan aşağ ı atm ı ş dönüyorlard ı . Attı kları ölü m ut­
laka bin türlü işkenceyle öldürülmüş olanlardan biriyd i . Bu iki Türk
de işkencelerle öldü rü lmeye aday olan o ku rbanlardand ı . Belki on­
lar da bütü n işkenceyle öldü rülen ler gibi kolay ve çabuk bir ölümün
özlemini çekerek son saatlerin i yaşıyorlard ı . Sü leyman Bey'in bunu
düşünmesiyle makineli tüfeğ in tetiğine doku nması bir old u . i ki kur­
ban cellatları n ı n bulunduğu eve gi rmeye vakit kalmadan delik deşik
olarak yere serildiler.
Şairliği de olan genç adam, bu cinayete pek benzeyen ku rtarış ı n
arkası ndan hemen cebinden kalemini kağ ı d ı n ı çı kararak bu duygu­
ları kapsayan bir şiir yazd ı .
Kap ı n ı n önünde iki Türk gezer,

1 74
Vermişler ellerine bir şehit yavru ,
Sürü n mek isterlerd i kayaya doğru .
Görü nce bunları eyled i m feryat,
Makineli tüfeği çevird i m imdat! . .
Haçı n kuşatı lması aylarca sürd ü . Tü rk mil isleri b u uzun ve dur­
gun siper yaşayışı ndan b ı k ı p usandı lar. Bu s ı ralarda Yüzbaşı Pa­
pavrat' ı n boşaltı p gitmek zoru nda kald ı ğ ı Kozan kurtulmuş, oraya
n izamiye güçleri ve başka kumandanlar gel mişti . Yen i gelen kuman­
danlarla Osman Tufan Bey'i n arası açıld ı . O da kalkıp yine Haçı n'a
geld i . Düşman mevzilerine on metreye dek yanaşarak sald ı rd ı , par­
mağ ı ndan yaraland ı .
E rmeni Kumandanlığ ı n ı n yaptığı güçlendirme aş ılacak gibi değil-
di. Şehrin dört bir yan ı , aylarca süren sabı rl ı bir çatı şmayla aşılmaz
duruma getirilmişti . içeri sokulabilmek için en ufak bir ged ik bile b ı ra­
kılmam ı ştı . S ı ra s ı ra ve üst üste yerleştirilen kum torbaları arası ndaki
mazgal deliklerine uzatılan silahları n namluları Kuvayı Milliye üstüne
sağlam atışlar yaparak şeh re kimseyi yanaştırm ıyordu. E rmeni Ku­
mandanl ı ğ ı n ı n elinde bin beş yüze yaklaşı k savaşçı vard ı ki bunları n
bir bölümü de kad ı nd ı . Şehrin susuz kalmaması için dereye inen üstü
kapalı sıçan yolları yapı l m ıştı . Ermeniler, görülmeden bu yollardan
güçlerini her yana kayd ı rabiliyor, her tehlikeli gördükleri noktaya yo­
ğun bir ateş gücü sağlayabiliyorlard ı . Şehrin yükseklerinde bulunan
kagir evler birer kale gibi güçlendirilmişti . Cebeciyan Boğos, kad ı nları
da örgütlendirip silahland ı rmayı düşünmüş, böylece savaşçı sayıs ı n ı
b i r hayli arttırmıştı . Ermeniler, çevrelerindeki Kuvayı Milliye kuşağ ı n ı n
g ü n geçtikçe yoğunlaştığ ı n ı ve sı klaştı ğ ı n ı görüyor, yiyecek sıkıntısı
bunal ı m ı na ayak basmak üzere oldukları n ı anlıyorlard ı . Bir tek umut­
ları vard ı . D ı şarıdan büyük H ı ristiyanl ı k güçleri gelip kendilerini ve Ki­
likya-Ermen i Kral l ı ğ ı n ı n geleceğini kurtaracaktı . Kral adayı Avadis'le
Ermeni sorumluları n ı n kesin kan ı s ı buydu. Ermeniler, kendilerine bir­
kaç ay yetesi bir yiyecek stoku ele geçirmek üzere bir ağustos gecesi,
Rumlu bucağ ı yönünde şiddetli ve başarı l ı bir çıkış yaptılar. Tah ı l ı n
v e yiyeceğin bol ve zengin olduğu Rumlu bucağ ı nda Doğan Bey'in

1 75
Kuvayı Mill iye karargah ı bulunuyord u . Gece yarısı , Rumlu'ya yapı lan
bask ı n bir ana-baba günü oldu. Ermeniler, ellerine geçirdikleri bütün
Türkleri , kılıçtan , süngüden ve kurşundan geçirerek ambarlardaki ,
eldeki avuçtaki bütün ü rünü köyün hayvanlarına yükleyerek Haçı n'a
döndüler. Rumlu gibi uzak bir köyü erek seçmelerinin bir nedeni de
burada oturan Kumandan Doğan Bey'i ele geçirip öldürmekti . Bunu
başaramad ılarsa da onun atıyla kürklü kaputunu alıp gittiler. Doğan
Bey, yakalan ı p öldürülmekten güç kurtuldu. Haçı nlı Ermeni savaş­
çılar, ateşe verdikleri Rumlu'dan yükselen alevler gökyüzünü kızıla
boyarken, sevinç içinde yerlerine döndüler. Şehirde bir zafer şenliği­
nin gürültüsü top gibi patlad ı . Ermeni savaşçı ları mazgallardan Türk
milislerine alay ederek şöyle seslenmeye başlad ı lar:
- Doğan Bey nerede? Atı ve kürkü nerede?
Haçı n savaşçıları n ı n eylemce kumandanı olan Aram Çavuş, Rum­
lu baskı n ı nda kazand ığı başarıdan son ra kendine daha çok güvenir
olmuştu . "Mağara çıkışı" denen ve Rumlu başarısıyla taçlanan olay,
buna benzer yeni olaylar zincirini neden hazı rlamayacaktı? Aram Ça­
vuş, bir gün kumandanları n ı toplayarak yeni bir çıkış davranışı yap­
man ı n ve bunu sürdürerek kuşatmayı yıpratı p çökertmenin gerektiğini
anlattı ve savaşçıların yiğitlik damarları n ı kabartmak için şöyle bağ ı rd ı :
- Ben, ölüme gid iyoru m . Bana arkadaş var m ı ?
Hemen d ö rt yüz kişiye yaklaş ı k savaşçı o n u n arkasına takıld ı .
Ç ı kışı inceden inceye planlad ı lar, hesaplad ılar ve torbalarına silah
ve cephanelerinden başka birer günlük de yiyecek alarak gecenin
zifir gibi karanl ı ğ ı nda Haçı n ' ı n g üneyi nden sert ş ı r ı ltılarla akan dere­
n i n içinde bu ş ı r ı ltılarla ayak sesleri n i boğarak birer birer ilerled iler.
Türk nöbetçileri , derenin masumca ş ı rı ltıları n ı n korkunç bir iha­
neti saklayacağ ı n ı düşünmed iler ve bilemediler.
Böylece dört yüz kişilik gözü pek Ermen i silah l ı s ı , Haçı n 'dan
d ı şarı süzülerek gü ndüzün o dolaylardaki ıssız bir ormanda kı rkar
kişilik g ruplarla Haçı n ' ı kuşata n Türk mil islerine arkadan birdenbire
sald ı rd ı lar. Büyük bir kalaba l ı k , her gün ara l ı klarla Haç ı n ' ı dövüp du­
ran biricik dağ topunun bulunduğu tepeye sald ı rd ı .

1 76
Kuvayı Milliye müfrezeleri gecenin sessizl iğinde birdenbire ge­
rek şeh i rden , gerekse arkalarından üzerlerine atı lan h ı rçın Erme­
ni savaşçı ları karş ı s ı nda şaş ı rd ı lar. Bu hiç beklenmeyen bir şeyd i .
Bununla birlikte her i k i yanda dişini tı rnağ ı n a takarak dövüşüyord u .
Hele küçük dağ topunun a l ı n yazısı üzerine büyük b i r kumar oyna­
maktayd ı . Ermeniler, daha önceden bu topu ele geçirmeyi kurd u kla­
rından buraya haddinden aşırı silah l ı göndermişlerd i . Savaş bir sürp­
rizle, bir baskı nla başlad ı ğ ı ndan az zaman içinde bask ı n basanlara
güler yüz gösterd i . Ermen ilerin d ı şarıdaki güçleriyle içerideki güçleri
birleşiverd i . Topçu subayı Ethem Bey, topunu düşmana vermemek
için can ı n ı vermeyi daha üstü n tuttu . Topun elden gideceğ ini anla­
d ı ğ ı ndan ilkin kamas ı n ı ve nişanga h ı n ı yok etti. Tabancası elinde,
üstü ne gelenlere ateş etti . Sekiz on Ermen i savaşçı s ı kanlar içinde
ayakları n ı n dibine düştü . Sonra kendisi de kurşu nlarla del i k deşik
olarak topunun üstüne devrild i . Ermeni savaşçı ları topu sürü kleyip
şehre götü rdüler. Kararg a h ı da basan Ermeniler, bütün yiyeceği a l ı p
götürd ü ler. Arkada ölüler v e i nleyen yara l ı lar b ı rakarak çekilip g ittiler.
Ertesi g ü n , beceri kli E rmeni ustaları topa kama ve nişangah
yaparak bununla Kuvayı Milliye mevzilerine ateşe başlad ılar. Şeh­
rin hemen burnunun dibi ndeki Türk mevzileri oldukça geri a l ı narak
kuşatma çemberi aral ı kland ı , gevşetildi. Bu ilerlem iş güz aylarında
k ı rm ızı bir pas rengi alan meşelik ortas ı nda dolaş ı p d u ran Kuvayı
Milliye savaşçıları n ı n gön ü llerinde de mevsimin üzgünlüğüne uyg u n
bir umutsuzluk rüzgarı esmeye başlad ı .
*

Yeni Güney Cephesi Kumandan ı Selahattin Adil Paşa , Haçın işi nin
bir çı kmaza girdiğini görünce davrand ı . Osman Tufan Bey'i bu cephe­
nin başına geçirerek bütü n eldeki avuçtaki güçleri onun buyruğuna
verd i . Bu çı banbaşı artık koparı l ı p atı lmalıyd ı . Osman Tufan Bey, buy­
ruğuna verilen güçlerin kumandanları n ı toplayarak birçok görüşme
yaptı . Durumu iyice inceledikten, zafer kokuları n ı koklar gibi olduktan
sonra 1 6 Ekim 1 920 günü Haçın'a sald ı rı buyruğunu verd i . Selahattin
Adil Paşa , cepheye etkili bir iki obüs topu da göndermişti .

1 77
Sald ı rı üç koldan yapılacaktı . Güney bölgesinden Saim Bey sal­
d ı racaktı . Güney milislerinin bu genç kumanda n ı n ı n buyruğuna bir
n izamiye taburu da verd i . Kuzeydoğu bölgesinden Osman Tufan
Bey' in yard ı mcısı Şakir Bozdoğan Bey sald ı racakt ı . Maraş, And ı ra n ,
Aziziye , Göksun m i l i s müfrezeleri onun buyruğundayd ı . Kayseril i
yedek subay Coşkun Osman Bey de Kuzeybatı Cephesi Kuman­
danıyd ı . Kayseri , Develi, Mağara , Feke güçleri onun buyruğunda
sald ı racaktı .
Osman Tufa n Bey, sal d ı rıdan önce kumandanları toplayarak son
buyruğu verd i :
- Bu ü ç kumandan , şehre sald ı rtacakları birlikleri buyrukları nda­
ki kıtaları n fedailerinden seçecekler, başlarında bulunacak subayları
da yine kendileri seçeceklerdir. ileriye gidecek erlerin silahı mavzer
olacak, en az yetmiş seksen mermileri bulunacaktı r. Bu fedailer ge­
cenin karanl ı ğ ı ndan yararlanarak şehre yaklaşabilecekleri kerte so­
kulacaklar, fı rsat bulanlar buyruk beklemeden şehre gireceklerdir.
Şehre girmeyenler de sabahı bekleyeceklerdir. Sabahleyin saat beşte
on buçukluk top sald ı rıyı bildirecek, bunu on beşlik obüs selamlaya­
caktır. Bu sald ı rı , birbirlerinin arkası nda başka birlikler bulunacak ve
her biçimde ileri gidenlerle yard ı mcı olacaklard ı r. i leri gidenler, elde
edecekleri herhangi bir fı rsatı kaçı rmayarak şeh re girecek ve şehri ya­
kacaklard ı r, buna yetkilidirler. Parola: La ilahe illallah M u hammeden
Resulullah'tı r. Hayd i , size başarı lar dilerim.
*

Saim Bey akşam yemeğ inden son ra bütün subayları karargah ı n­


da toplad ı . Tufan Bey' i n sal d ı rı buyruğunu bildird i :
- i l k önce birliklerle gidecek su bayları bulal ı m . Arkadaşlardan
gönüllü gitmek isteyen var mı? d iye sord u .
Öğretmen yedek subay Recep Bey:
- Haçı n bizi mdir. Kayseril i arkadaşlardan önce gitmek bize dü­
şer. Ben haz ı rı m , ded i .
Haçı n l ı Rıfat Bey:
- Ben Haçı n l ı y ı m . En önde ben im gitmem gerekir. Ben de va­
rı m , ded i .

1 78
Ceyhanlı Sarı kad ızade Celal Bey de:
- Ben , Recep Bey'den ayrı lmam. Ben de gideri m , ded i .
Yeğenzade Fikri Bey de onlara kat ı l ı nca d ö rt subay oldular, bun-
lar yeterl i görüldü.
Bütün subaylar, eratın içine dağı larak onları ayrı ayrı başları na
toplad ı lar, şöylece dertleştiler:
- Daha ne zamana dek bekleyeceğiz. Kış da geliyor. Ne ola­
caksa olsu n . Şu Haçı n işine son verelim. Eğer birkaç g ü ne dek bu
Ermenileri yok edip hesapları n ı görmezsek yak ı nda bir Amerikan
Kurulu gelecek ve bunları a l ı p götü recek. Bunca emekleri miz boşa
gidecek, alacağ ı m ız öç suya düşecek. Savaşta insan öl mez, ölse
de şehit olur. Ecel geli nce her yerde ölünür. Ölüm , insa n ı her yer­
de bulur. Öl ü mden kaçılmaz. Ne var ki ecel gelmezse h içbir yerde
ölünmez. Bizim kita b ı m ı z böyle yazar. Şu üç buçuk Ermeniye boyun
eğmek bizim gibi mert ul usa yakı şmaz. Bunlar, vaktiyle bizim çıra­
ğ ı mız, çoban ı m ı zken Fransızları görünce ş ı mard ı lar. Ellerine silah
geçince köylerim izi nasıl yakıp yıktı kları n ı , ne çok cana kıyd ı kları n ı
gözlerinizle görd ü n üz. Onlara Tü rk'ü n kim olduğunu öğretmek za­
manı gelmiştir. Sizden d i n i bir uğruna çal ı şmak, düşman kurşun u n u
sivrisinek vızıltısı sayacak kah ramanlar istiyoruz. Bizimle birl i kte g i ­
decek olanlar ayrı l s ı n .
Bu sözleri d i nleyen bütün erat, birlikte gitmek üzere ö n e ç ı ktılar.
N izamiye taburunun her böl üğünden seksener kişi ayırd ı lar. M i l isler­
den de bir o kerte ayrı l ı nca dört yüze yaklaşı k bir fedailer topluluğu
meydana geldi . Hepsine birer mavzer, seksener de mermi verildi.
Bunlar en ileride bulu nacak, bir s ı ra da bunları n ard ı nca gidecek,
gerektikçe ileridekilere yard ı m edeceklerd i . Bu ikinci s ı radakilere bir
ağ ı r makineli tüfek veril iyord u . Yaln ız, s ı radakilerin tüfekleri tutarl ı
değild i , her birine ancak o n altışar mermi verilebilm işti .
Yüze yak ı n eratı olan Yeğenzade Fi kri Bey, birinci s ı radakilerden
yüz ell i-iki yüz metre geride , yedekte kalacaktı . Birinci s ı ran ı n yara­
l ı ları buraya götü rülüp tedavi altı na a l ı nacaktı . Fikri Bey güçleri n i n
bir görevi de ön s ı ralardan geriye kaçanları yakalamak, gerekirse ö n
s ı rayı g üçlendirmekti .

1 79
Fedai gurupları , gece yarı s ı n ı bekleyerek ünlü eşkıya Arap Ali
ile Yavuz Al i'nin kı lavuzluğu nda dereye doğru in meye başlad ılar. En
önde Arap Ali , son ra Yavuz Al i , arkalarından da yedek subay Recep
Bey in iyord u . Ötekiler de tek s ı ra olarak onları n ard ı ndan geliyord u .
Dereye inerek s u çağ ı ltı ları n ı n yan ı s ı ra yürümeye başlad ı lar.
Bir ara Arap Al i :
- Buraya Ahmet Çavuş Kaya l ı ğ ı derler, ded i . Buradan Haçın'a
yüz metre bile yoktur.
Burada ayaküstü beş dakika mola verdiler. Arap Al i , Recep Bey'e
şunu sord u :
- Al d ı ğ ı n e m i r nasıld ı r? Hemen Haçı n'a g i rebilir misin?
- Evet, büyük Tanrı bize o fı rsatı bağ ı şlarsa hiç kimseye sorma-
d a n , h içbir yerden emir beklemeden şehre g i receğiz ve yakacağ ız.
- Peki öyleyse. Buradan elli metre i leride hükü met konağ ı ile
jandarma dairesi var. Belki yirmi beş metre ileride düşman nöbetçi­
leri beklemekted ir. Buradan ileride tutu nacak elverişli hiçbir yer yok.
Artı k, bundan ötesi n i sen bilirsin .
Recep Bey şöyle düşünd ü : "Şehir, çepeçevre ustaca g üçlend iril­
miş. Şu s ı rada düşman ı n nerede çok, nerede az olduğ u n u bilm iyo­
ruz. Gece kara n l ığ ı nda birbirimizi öld ü rebilir ve üzücü olaylara yol
açabiliriz. En iyisi sabah ı beklemektir. "
Recep Bey bu düşünceleri , Cemal beylere açtı . O n l a r da b u n u
doğ ru bularak dere boyunca mevziye girerek saba h ı beklemeye ka­
rar verdiler. Herkes, birer taş siperinin arkas ına çekilerek bekleme­
ye başlad ı . Dere , cıvıl cıvıl konuşuyord u , kimi kuytularda gecikmiş
c ı rc ı r böcekleri ötüyor, yıld ızlar üstlerinde pır pır titreşiyord u . Esat,
öksü rüğü n ü boğabilmek için boğ u lacak gibi oluyord u . . .
Şimdi, Rıfat Bey gücü sağda, Recep Bey' inki ortada , Cemal
Bey'inki de solda mevziye girmişti . Gerileri nde yedek olarak bir
manga l ı k bir güç kal m ı ştı . Erat, sabaha dek d işiyle, tırnağ ıyla çal ı ş ı p
didinerek düşman kurşunları ndan koru nacak birer siper yapmaya
çal ı ştı . Bu iş, tanyeri atı ncaya dek sürd ü . Dağların tepesinde çoğa­
lan masmavi ayd ı n l ık, derenin çukur kara n l ığ ı n ı ayd ı n latınca Haçı n

1 80
mazgallarından ilk kurşun yağmuru çok elverişsiz durumda siper­
lenmiş olan eratın üzerine yağmaya başlad ı . Erat ı n birçoğu ilk anda
yaraland ı . Baş kald ı rı p yağan ku rşunlara karş ı l ı k verilemiyord u .
Bu ara l ı ksız düşman ateşi s ı rası nda Cemal Bey, sürünerek Re­
cep Bey' in yan ına vard ı :
- Bu ateşin altında düşman ilerl iyor mu? Yoksa bizi süngüden
mi geçirecek? diye sord u .
Recep Bey:
- Korkma, bir şey yapamazlar, d iye yan ıtlad ı ğ ı s ı rada geride­
ki i kinci s ı ra savaşçı ları bulundukları yü ksek mevzilerden d üşma­
na yoğu n bir ateş açtı lar. Ağ ı r makineli tüfek, hiç kimsen in gözü n ü n
yaş ına bakmamacasına sonsuz ta- ta- talarıyla düşman siperleri ne
ateş ed iyord u . Başları n ı yerden kald ı ramayan biri nci s ı radaki era­
tın morali birdenbire yükseldi. Düşman ı n ateşi zayıflamıştı . Makineli
tüfeğ in göz açtı rmayan sürekli ateşine bir de kuzeybatıya yerleştiri­
len on buçukluk obüs topunun etkili atışları katı l ı nca erat sald ı r ı n ı n
başlad ı ğ ı n ı anlad ı . Dağ ı n arkas ı ndan on beşl i obüs topu da ötekin­
den son ra ilk mermisini Haçı n 'a savurd u . İ l k mermi Tapanl ı bucağ ı
müfrezesi n i n bulunduğu hattaki dağ ı n yamacına düştü . Neyse ki bir
zarar vermed i . Bu müfrezeden Tapanl ı l ı Abd u l lah Kahraman Çavuş
gür bir sesiyle bağ ı rd ı :
- H a topçu , bir bize, b i r düşmana!
işiten herkes güldü. E rmeniler, Kuvayı M i l l iyecilerden ele geçir­
dikleri nişangahsız dağ topuyla etkisiz birkaç atış yaptılarsa da on
beşl ik obüsün gönderdiği ölçülü bir mermi onu da başları ndakilerle
birl i kte temell i susturd u . On beşl ik obüs topu, öğleye dek doksan altı
mermi atarak şehrin bütü n büyük yap ı ları n ı y ı ktı . Obüs topu nun şe­
hirde kald ı rd ı ğ ı taş , toprak, toz bulutları , dere kıyısı nda mevzilenmiş
olan fedai g rupları n ı n üzerine yağ ı p duruyord u . Bu patırtı gürü ltü , bu
patlamalar, cavlamalar savu nucuların sinirleri n i berbat etti . ilk kez
moralleri , dolma toprak içi nde açılan bir mağara gibi çöktü .
Kurmay Binbaşı Cebeciyan Boğos da yaralan m ı şt ı . Sonucun ne
olacağ ı n ı soran savaşçı lara şöyle ded i :

181
- Mademki on beşlik obüs burayı dövüyor, kurtuluş çaresi yok­
tur. Baş ı n ız ı n çaresine bak ı n !
Akşam kara n l ı ğ ı bastığı nda Haçı n ' ı n içinde bir k ı m ı ltı , bir dalga­
lanma sezild i . Çok geçmeden dere kıyı s ı nda siperlenen fedai grup­
ları üzerine çok yoğu n bir tüfek ateşi yağ maya başlad ı . Kumandan­
lar, hemen Ermen i askerlerin i n , Kuvayı Milliyecilerin her iki yan ı n ı
tuttukları köprüden b i r çıkış yapacakları n ı y a d a kaçı p gideceklerini
anlad ı lar. Köprü n ü n her iki yan ı nda tutu nmuş Kuvayı Mill iyecilerin
üstüne göz açtı rmamacas ı na açılan yoğ u n , öldürücü ateş, bir süre
sürd ü . Kumandanlar, anlaşarak k ı m ı ltı görülür görü lmez bütün ate­
şin köprü ateşi üstü ne çevrilmesini buyurdular. Dere içi kara n l ı ğ ı o
kerte yoğundu ki birkaç ad ı m ötesi zor görülüyord u . Yedekteki man­
gan ı n da katılmasıyla köprü üstü ne başlayan ateş, köprü üstü nde
yığ ı nla Ermeni savaşçı s ı n ı n toplanmış olduğunu gösterd i . Vu rulan,
yaralanan Ermeniler:
- Aman, acıyı n , öld üm, yetişin, vay anam ! d iye bağ ı rd ı kça Ku­
vayı Milliye'den Karabucaklı Deli Hacıdoğa n ' ı n narası hepsin i bastı­
rırcası na işitiliyord u .
- Vuru n ! L a ilahe illallah!
Bu s ı rada şehirden kaçabilen yüzlerce silahsız Ermen i çoluk ço­
cuk, Kuvayı Mill iye'ye teslim oluyor, uzakta gözaltı edi l iyord u . Yine
bu s ı rada kuzey, kuzeydoğu , batı güçleri şehre girerek evleri yakma­
ya başlad ılar. Kartal yuvas ı n ı and ı ran şehir, bu yang ınların ı ş ığ ı nda
ayd ı nland ı . Yang ı n ları n ayd ı n l ı ğ ı nda kaça n , kovalayan silah l ı insan
yığı nları görülüyor, artık rastgele silah atı l m ıyord u . Herkes birbirine
karışmıştı . Yukarıdan gelen Kuvayı M i l l iye baskısı Ermeni savaşçı­
ları n ı biricik elverişli çıkış yeri olan dere üzeri ndeki köprüye doğru
sü rüyor, dere kıyısı nda yatan Tü rk savaşçı ları da yang ı nları n ı ş ı ğ ı n­
da ellerindeki son merm ileri bunların üzerine boşaltıyorlard ı .
Haçı n , cayır cayı r yan ı yor, çevredeki dağlar kızarı p bozarıyord u .
Suçsuz Ermeni hal k ı , yığ ı n yığ ı n teslim oluyor, acıma diliyor, savaş­
çı ları n ayaklarına düşerek öldürülmemeleri n i dil iyord u . G ü n ağard ı ­
ğ ı nda Haçın'da yer yer dumanlar tütüyor, y ı k ı l m ı ş evlerin aras ı nda

1 82
binlerce ölü yatıyord u . Hele şehir köprüsün ü n üzeri , üst üste yığ ı l­
m ı ş Ermeni savaşçıları n ı n kanlar içindeki ölüleriyle örtülüyd ü . Kuva­
yı Mill iye s ı ralarında da bir yığ ı n ölü, yara l ı vard ı .
Recep Bey müfrezesinden biraz ötedeki köyü n hükümet kona­
ğ ıyla jandarma dairesine ak teslim bayrakları as ı l m ı şsa da pencere­
lerinden yine de ateş ed il iyord u .
Recep Bey, arkadakilere işittirmek üzere şöyle seslend i :
- Hey, hükümet konağ ı nda bulunanlar! Size söyl üyoru m ! Hem
ak bayrak açm ı şs ı n ız, hem de ateş ed iyorsunuz! Eğer, teslim olmak
istiyorsan ız silahları n ızı h ü kü met konağ ı n ı n kap ı s ı önüne çatarak
bu raya gel i n . Eğer, savaşı sürdürmek istiyorsan ı z ak bayrağ ı indiri­
niz. Bir erkek gibi karş ı m ıza ç ı kı n ız!
Hükümet dairesindeki savaşçılardan biri sert bir sesle cevap verdi:
- Oraya bir top getird i n iz d iye mi kuruluyorsunuz? Bu gece o
topu elin izden alacağ ız!
İki konak da kale gibi güçlendirildiğinden piyade tüfekleriyle üzer­
lerine varılamazd ı . Hele gündüzleyin oraya sald ı rmak aptall ı k olurd u .
Recep Bey'le arkadaşları b u n u Güney Cephesi Kumandanı Saim
Bey'e bir raporla bildirdiler. O da Tufan Bey'e bildirerek obüsle bu iki
konağa ateş ettirdiyse de etkisiz kald ı . Obüs mermileri bunlara değ­
dirilemedi . Yine iş piyadeye düştü . i kindiüstü Karaduman Rıfat Bey,
elli savaşçıyla oraya sald ı rd ı . Konakların dibinde altı ölüyle on yaralı
b ı rakarak geriye dönd ü . Akşam karanlığı bası nca Abdüssamet elli sa­
vaşçıyla batıdan , Recep Bey'le arkadaşları da elli kişiyle güneyden
birlikte sald ı rarak konakları n kapı larına dayand ı lar:
- Teslim olu n ! d iye bağ ı rd ı lar.
içeride, beş altı savaşçı vard ı . Hepsinin gövdelerini mermilerle
doldurarak içeri girdiler. Her iki konakta halkta n beş yüz yığ ı ntı bu­
l u n d u . Bunlar, bayrakları pencerelere asanlard ı . Bunları n teslim ol­
mas ı n ı ön leyenler de bi rkaç kişiyd i . Silahsız Ermeni hal k ı n ı bir d izi
yaparak Saim Bey' in karargahına götü rdüler. Bunlar tutsak al ı nan
en son Ermeni kafi lesiyd i .
1 920 y ı l ı Ekim ayı n ı n on sekizinci günüyd ü . Kilikya Kral l ı ğ ı ' n ı n

1 83
yeniden kurulması h ü lyaları n ı taş ıyan başlar, Haçı n denen bu kartal
yuvas ı nda gerçeği n g ranitlerine çarparak tuz buz old u . Oysa burada
yaşayan on binlerce masum insan , politika n ı n iğrenç manivelas ıyla
yerleri nden oynat ı l ı p Türk toprakları n ı n üzeri nde küçü k bir ada ola­
rak bağ ı msız bir devlet ku rmaya özen meselerd i bu kartal yuvas ı nda
birer Türk yurttaş ı olarak mutlu türküler söyleyebilirlerd i .
Tufan Bey, Haçı n ' ı bütün üyle ele geçi rince savaş başlad ı ğ ı nda
içeride kalan beş yüz Tü rk'ten sağ bir tek kişi bulunmad ı . Şeh irde
ked i , köpek, fare gibi h içbir can l ı hayvana da rastlanmad ı . Hepsi
yen mişti . Tutsak a l ı na n , teslim olan bütü n E rmeni ler, Develi'ye gön­
derild i .
Haçı n savaşı başlad ı ğ ı günlerde kasaba n ı n Ermeni kaymakamı
Çaylan Karabet, masan ı n baş ı nda otu ru p resmi işlerle uğraşı r görü­
nerek a n ı ları n ı yazıyor, hiç kimseye göstermeyerek bunları bir çöm­
leğ i n içinde sakl ıyord u . Çaylan Karabet, genç ayd ı n bir adamd ı , Ha­
ç ı n l ı yd ı . Kafkasya , l ra n , l rak'ta avu katl ı k yapm ı ştı . Onu kaymakam
olarak Haçı n'a çağ ı rm ı şlar, baş ı n a son kerte belalı bir iş sarm ışlard ı .
Bu görevi a l ı rken çok düşünmüştü . E rmenilerin onu yen il mez güç­
lü klere doğ ru iteceğini pekiyi bil iyord u . An ı ları n ı şöylece yazıyord u :
" B u i ş e başlad ı ğ ı m gü nden beri bütü n Ermenileri karş ı mda bul­
dum. i l k zamanlarda polis komiseri Hay ı k Efendi biraz beni dinled i .
Buyruklarıma boyun eğd i . Sonradan öbürlerinin kışkırtmasıyla o d a
vazgeçti . Ermeni Jandarma Kumanda n ı üsteğmen Bed ros, bayağ ı
bir eşkıya olan Gizik Dura n ' ı n evin i yaktı . Duran da eşkıya l ı ğ ı b ı raka­
rak milliyetçi bir Türk olarak karş ı m ıza d i kild i . Bu gerekir miyd i? Yine
bu Jandarma Kumanda n ı silah aramak bahanesiyle durmadan köy­
lere gider, erkek ve kad ı nları toplayarak hapseder; kad ı n ları abdest­
leri n i yaptırıncaya dek döverdi . Kamavor Kumandan ı Cebeciyan , bir
gün güzel bir Tü rk kad ı n ı na tecavüz etmek isted i . Ne var ki kad ı n ı n
mertçe savunması karş ı s ı nda isteğine ulaşamad ı . Yi ne b i r g ü n Er­
meni Jandarma Kumanda n ı , yüz elli köylü erkek ve kad ı n ı n ellerini
bağlayarak şehre getirmiş ve hapsetmişti . Otuz dokuz derece ateşle
hasta yatıyord u m . Kalkt ı m , bu zava l l ı ları ald ı m . Gürleşen köyü nün
karş ı s ı n a dek kend i m götürd ü m . Orada serbest b ı rakarak köyleri­
ne gönderd i m . Bu çi rkin işlere bir türlü engel olamad ı m . Verdiğim

1 84
buyru klar d inlenmiyord u . Tapavrat'a başvurd u m . Burada güven liği
düzeltmek imkansızd ı r. En azdan yüz Fransız askeri göndermesini
dileyerek yalvard ı m . Hiç cevap alamad ı m . B u çirkin d u rum bütü n
korkunçluğuyla hatta şeh irdeki Müslümanları n en iğrenç biçimlerde
öldürü l meleriyle sonuna dek sürd ü . Evet, Ermeniler, Mustafa Kemal
Paşa'n ı n gönderdiği toplara , tüfeklere kah ramanca göğüs gerd iler.
Ne var ki bu, adaletin yitmesini gerektirmez. Ben de milliyetçi bir
Ermeni'yi m . Yi ne de böyle cinayetlere, adaletsizl iklere yü reğ im sız­
lar, insanl ı ğ ı n yok olmas ı na hiçbir zaman gönlüm razı olamaz. Bu
vahşet karş ı s ı nda tüylerim ü rperi r ve kah rolurd u m . "
*

Haçı n savaş ı nda sağ kalan Kuvayı Mill iye müfrezeleri Haçı n-Ko­
zan yol u üzeri nde toplanarak Tufan Bey' in gelişini beklediler. Tufan
Bey gel ip eratı denetled i , yengilerini kutlad ı . Hep birlikte yola çı karak
Gürleşen bucağ ı na vard ı lar. Karaduman Rifat Bey' in babas ı , amcası
yengi onuruna subaylarla erata bir şölen verd i . Eratla su baylar, ay­
lardan beri ilk kez, kuşkusuz, güven dolu ve rahat bir uyku çektiler.
Artı k, buralar düşmansız bir ü l keyd i .
Oradan yola çı karak Feke'ye vard ı lar. Feke Kaymakamı Feyyaz
Bey'le çok çile çekmiş olan Feke halkı , onları zaferlerinin parlakl ı ğ ı
ora n ı nda, ellerinden geld iği nce iyi karşı l ayarak ağ ı rlamaya çal ı ştı .
Geceyi orada geçirerek Kozan'a yolland ılar. Çok sert, uzun bir dö­
vüş yapm ı ş olan Kozan halkı , onları daha yarı yoldan davul zur­
nayla karş ı lad ı . H açı n gibi son kerte tehl i keli bir çı banbaş ı n ı n orta­
dan kald ı r ı l m ı ş olmas ı , Kozan halkı n ı çocu k gibi sevindiriyord u . Her
yüzde kurtuluşu n , serbestl iğin ı ş ı kları parl ı yord u . Bu tad ına doyum
ol maz bir sevinçti . Kuvayı Mill iyeci Tufan Bey' le, Kozan şehrinin yıl­
d ızı Saim Bey, atları üzerinde Kuvayı Milliye g iynekleri içinde şehre
girerken ç ı l g ı nca alkı şland ı lar. Analar, bu yiğitleri işte bugün için do­
ğurmuştu .
Haçın'dan Kozan'a dönen Tufan ve Saim Bey güçleri burada bir
hafta kal ı p dinlendiler. Bu raya artık Yarbay Talat Bey egemend i . Tu­
fan Bey' in de, Saim Bey' in de böyle şanl ı şerefl i alayları , zaferleri
arkalarında sürü kleyerek bu raya gel meleri onu ted irgin etmişti . Bu

1 85
s ı rada Maraş'ta oturan G üney Cephesi Kumandan ı Salahatti n Adi l
Paşa da Tufan Bey'i n ününü çekemiyord u . Onu Demirci Mehmet
Efe tipinde bir halk kah rama n ı san ıyord u . Koza n ' ı n yen i m utasarrıfı
Abd ülaziz Bey, Saim Bey'e Kozan' ı n Tah rirat Müdürlüğünü vermek
isted iyse de o kabul etmedi ; ona şunları söyledi :
- Yurdumun türlü yerlerinde düşman bulunur, onları n pis çizme­
leri buraları kirletirken ben burada bir kalem efendisi olarak pasif bir
durumda kalamam. Bu beni çok üzer. Yurdumun taş ı , toprağ ı , canlı
cansız her şeyi bütünüyle özgürlüğüne, bağ ı msızl ı ğ ı na kavuşmadan
yeşil masada oturup keyfime bakarsam bu yurdun ekmeğ i , aşı bana
haram olur. Böyle kara günde ulus kan ağlarken ben kadife koltukta
oturamam. Af buyurunuz, efendim. Öneriniz benimsemeyeceğim bir
iştir. Bu can bu tende iken, bu göz görür, bu kulak işitir, bu kafa anlar­
ken ben düşmanla savaşacağ ı m .
Bir hafta sonra Maraş'ta otu rup Gü ney Cephesi Kumandan l ığ ı n ı
yapan Salahatti n Adi l Paşa , Tufan Bey'i Gezgi n Güçler Kumandan­
l ı ğ ı n a , Saim Bey' i de Kad irl i Merkez Kumanda n l ı ğ ı na atad ı ğ ı n ı bil­
dird i .
Tufan Bey'le S a i m Bey, savaşçı ları n ı n ö n ü n e düşerek Kad irl i'ye
vard ı lar. Saim Bey istemediği halde orada bir hafta Merkez Kuman­
danl ı ğ ı yapmak zoru nda kald ı . Bu arada durmadan müfrezelerden
kaçanları kovalamak, bunları yakalamak üzere ağa ile eşrafı n da
yard ı mcı olmas ı n a çal ı şt ı . Sonra , Salahattin Ad il Paşa'n ı n buyruğu
ile Kars güçleriyle Ceyhan Grup Kumanda n l ı ğ ı na atand ı . Mansurl u
müfrezesinin başı nda bulunan Abdüssamet Bey de üsteğ men rütbe­
sindeki Saim Bey'in buyruğuna verildi.
Elli kişilik Tapan l ı Bucağ ı müfrezesiyle yüz kişilik Karabucak Bölü­
ğü öğretmen yedek subay Recep Bey'in buyruğunda Saim Bey güç­
lerine katı ld ı . Tapanl ı l ı Abdullah Kahya ile Karabucakl ı Hacı Ali Ağa
gibi Recep Bey de Kozan'ın bu bölge köylerindendi . Her iki müfreze
bu iki adam ı n sözünü dinleyecek durumdayd ı . Kumandan Recep Bey
de çoğunca biliniyor, tan ı n ıyord u . Recep Bey, yüz elli kişilik gücüyle
Kozan'dan yola çı karak daha önce yola çıkan Saim Bey'le buluşmak

1 86
üzere güneydoğu yönünde ilerledi . Ceyhan l rmağ ı ' n ı n doğusunda bu­
lunan Hemite Kalesi'ne vard ı ğ ı nda Saim Bey'i orada kend isini bekler
buldu. Saim Bey bu gücü n , Ceyhan l rmağ ı ' n ı n geçit yeri olan Hemite
köyüne yerleşmesini buyurd u . Mansurlu Bölüğü de onların solunda
buraya bir saat çeken Harnip Burnu'na yerleşmişti . Orası , yaya ola­
rak buraya iki buçuk saat çekiyordu. Saim Bey, yapı lacak işleri şöyle
anlattı:
- Tufan Bey, And ı r ı n bölükleri ve Çokak g üçleriyle dün akşam
Harun iye'ye dönd ü . Bizimle bağlantı kurup Mamure, Osman iye ve
Ceyhan şehrinden Frans ızları atma buyruğu n u ald ı . Savaş birl iği­
n i kararlaştı rmak üzere yarın kendisiyle buluşacağ ı m . Bu yüzden ,
kararlaşt ı rı l m ı ş olan Mamure bask ı n ı ndan şimdilik bir iki gün için
vazgeçildi. Çerkez N u ri Çavuş güçleri bu geceyi Mustafabeyl i ve
Tatarl ı köylerinde geçirecekler. Bunlardan bulacakları malzemeyle
demiryolunu bi rkaç yeri nden patlatacaklar. i nşallah Osman iye top­
raklarından gavuru kovan ilk öneml i etken biz olacağ ız. Şehirlerde,
g üzel noktalarda Türk bayrağ ı n ı çekecek ve sonuna dek yaşatacak
biz olacağ ız.
Recep Bey, Kesmeburnu' ndaki Saim Bey'den iki gün sonra Ma­
mure kasabas ına yapılacak baskı n buyruğ unu alarak Ceyhan l rma­
ğ ı ' n ı n geçit yerine on silahl ı b ı rakıp müfrezen i n baş ı nda oraya yol­
land ı . Harnip Burnu' ndaki Abdüssamet Bey' in Mansurlu Böl üğünü
de alarak Ceyhan l rmağ ı ' n ı n sol kıyısında bula n ı k suların çağ ı ltı s ı n ı
dinleyerek Kesmebu rnu'na vard ı . Saim Bey orada Yeğenzade Fikri
Bey'le kend ilerini bekler buldu. Erat, bir saat mola verd i . Yemek ye­
nildi. Öğle üzeri hep birlikte doğu yönü nden yü rüyüşe geçild i .
Mamure kasabas ı n ı doğu yan ı ndan kuşatan Gavur Dağları ' n ı do­
laşarak Domuz Dağ ı ' n ı n etekleri nden Ceyhan ' ı geçtiler; son ra yine
dağa t ı rmand ı lar. Domuz Dağ ı ' n ı n doruğu sık ormanlarla kap l ı yd ı .
Doruğa yaklaş ı l d ı ğ ı nda bir düzlükte ordugah kurarak mola vermek
üzere durdular. Tufan Bey' i n daha önce And ı r ı n , Çokak güçleriyle
oraya gelmiş olduğunu gördüler. Bu güçlerin bulunduğu s ı k ağaç­
l ı klarla kap l ı yer, Mamure' n i n tepesinde bir kartal yuvas ı na benzi-

1 87
yord u . Kasaba, bütü nüyle onları n ayakları n ı n altı ndayd ı . Buradan
kuşbakışı görü nüyord u . Düşman askerlerinin düzlüklerde eğitimle
uğraştı kları görülüyorsa da bu ancak d ü rbünle olabil iyord u . Garni­
zon oldu kça uzakt ı .
Kozanlı ilk militan Kuvayı Milliyeciler Kurtoğlu H ulusi i l e Topaloğlu
Halil beyler de orada, Tufan Bey'in yan ı ndayd ı lar. Recep Bey'le Halil
Kurtoğlu hemşehrisi Saim Bey'le şöyle ıssızca bir kıyıda biraz konuş­
mak gereğini duydular. Şöyle sordular:
- Ovada kuru l u Mamure' n i n ele geçirilmesinden ne gibi bir yarar
umabilir? Bizce Mamure'nin h içbir askerce değeri yok. Biz, Osmani­
ye ve Toprakkale'yi ele geçiri rsek Mamure kendiliğinden düşer. Biz­
ce buraya yap ı l acak emeğe değmez.
Saim Bey, Selahattin Ad il Paşa'dan gelen , Tufan Bey'i n de ge­
reksiz bulduğu bu buyruğu sonuna dek savu nur görü nerek hemşeh­
rilerine şöyle ded i :
- Sizin Recep v e H a l i l beyler olduğunuzu bilmeseyd im şimdi
şurada sizi vururd u m .
Selahattin Ad il Paşa' n ı n gönderdiği tek dağ topunu ovaya iyice
egemen bir tepeye kurdular. Yal n ız bu topcağ ızı n ancak altı mer­
misi vard ı . Sald ı rı işi inceden inceye düşünüldü . Ku rtoğ lu H u l usi ile
Topaloğlu Halil, Uç Tutlu Şükrü beyler, atl ı larıyla ovaya inecekler,
Osman iye ile Mamure arası ndaki düz araziyi kapayacaklar, Osma­
niye'den Mamure'ye yap ı lacak herhangi düşman yard ı m ı na engel
olacaklard ı . Kuzeyle kuzeydoğudan And ı r ı n güçleri , kuzey-kuzeyba­
tıdan Recep Bey, Kars güçleri Mamure'ye sald ı racaktı .
Bütü n müfrezeler kendilerine verilen ereklere ulaşmak üzere yü­
rüyüşe geçti. Saim Bey' i n ard ı nca dağ ı n ı k olarak, k ı rm ızı gövdeli,
çel ik gibi sert kocayemişi , çam , meşe , p ı rnal ağaçları aras ı ndan zor­
l u kla kendilerine yol bulup ilerlemeye çal ı şan savaşçılar, kimi alan­
lardan Mamure Ovas ı 'na bakıyor, orada Fransız askerlerin i n hala
eğitimle uğraştı ğ ı n ı görüyord u .
Saim Bey' i n , b i r ayak önce ateş ed ilecek mesafeye varılması için
içi gid iyord u :

1 88
- Ateş menzil i ne g i relim, eğitimdelerken ateş aça l ı m , deyip du­
ruyord u .
Ne yazık k i Domuz Dağ ı onlara b u olanağ ı vermedi . Son kerte
sarp, ayrıca balta girmemiş ormanlarla kapl ı olan engebeli topraklar,
saatleri şeker gibi kutu kutu yed i . Güneş, tozlu ufu kları kızartarak h ızla
alçald ı . En değerli saatler yalçı n kaya l ı klarda, d ikenli s ı k çal ı l ı klarda
eriyip gitti . Fransızlar, eğitimi bitirerek kışlaları na gird iler. En güzel bir
fı rsat kaçm ıştı . Bu fı rsat yakalanmış olsayd ı bütün düşman askerleri
bir ateş baskın ıyla saf d ı ş ı edilebilecekti .
Müfreze, akşamüstü vad iye inebildi . Ova buradan başl ıyord u . Erat,
büklerin arkasına gizlenerek yarı m saat mola verdi. Arkadan gelmekte
olanları beklediler. Gök bitimi üzerindeki zengin kızıl renkler, yavaş
yavaş pembeleşti , morard ı . Ova nefti, son ra eflatun bir renk ald ı . Ka­
ran l ı k , s ı k ormanlardan ovaya doğru bir kurt sürüsü sessizliğiyle indi.
Son güz kuşları n ı n çığl ı kları kesildi . Dağdan ovaya doğru kara n l ı kla
birlikte bir serinlik de akmaya başlad ı . Müfreze, yerinden doğrularak
tilki ad ımlarıyla Mamure yönünde ilerledi . Kasaba n ı n bir kilometre be­
risinde kullan ılmayan bir hangara vard ı lar. Burası karargah olacak,
yaralılar buraya taş ı nacakt ı . Vakit yatsıyd ı . Saim Bey, Teğmen Abdüs­
samet Bey'e :
- Müfrezenle demiryolu üzerindeki bütün telgraf v e telefon tel le­
rin i kesecek, demiryolunu geçecek ve bunun sağ ı ndan Mamure'ye
doğ ru ilerleyerek demiryolunun solu ndan ilerleyen Kars bölü kleriyle
bağ lantı kuracaks ı n , buyruğunu verd i .
Kars bölüklerinin kumandanları Mahmut Ağa i l e Hasan Hüseyin
Çığşar'a:
- Siz de demiryolunun sol undan Mamure'ye doğru ilerleyecek­
siniz. Denk geleceğ iniz devriye ve çift nöbetçilere ateş açmayarak
bunları sessizce ortadan kald ı racaks ı n ız. Düşmana kı şlada silah
baş ı yaptırmamak için elinizden gelen her şeyi yapacaks ı n ız. Böy­
lece baskı n ı n ru hunu bozmamaya çal ı şacaks ı n ız. Şimdi size davul
zurna vereceğ iz. Bunları demiryolu akıntı köprüsü n ü n altında bu­
lunduracak, düşmanla savaşa tutuşacak olursan ız bunları çalarak

1 89
bize bildireceksiniz. B iz de hemen size yard ı m göndereceğ iz. Recep
Bey, bütü n gücüyle burada yedekte kalacak.
Saim Bey, emir subayı Fikri Bey'le yedek güçle birlikte kald ı .
Heyecanl ı bir sessizli k sürüyord u . O n beş dakika geçmemişti ki
ovadan silah tan tunları gel meye başlad ı .
Saim Bey, buna son kerte üzüldü. Bask ı n güme gitmişti . Düşma­
n ı n bu kerte çabuk uyanması her şeyi altüst etmişti . Tilki ad ı mlarıyla
ovaya gidenler, sol u k soluğa koşarak dönüyorlard ı . Bölük Kumanda­
nı Mahmut Ağa da araları ndayd ı .
Saim Bey:
- Ne oldu? d iye sord u .
- Bilmiyoruz, kimse kalmad ı . Herkes dağ ı ld ı .
Kafası kızan Saim Bey, Recep Bey'e:
- Bütün gücünle ilerle. Ben de geleceği m , diye buyurd u .
Recep Bey, askerlerin i silah başı edip ovada avcı hattına kal­
d ı rd ı ğ ı nda Frans ızları n attığı parlak ayd ı n latma fişekleri başları n ı n
üzeri nde açı l ıyor, hepsin i n gözlerini kamaştı rıyord u . Bu askerl i k de­
ğ i l , rezaletti . Düşman ı n topları , yeğnik, ağ ı r makineli tüfekleri , piyade
tüfekleri , tüfek bombaları ovayı hallaç pamuğu gibi atıyor, her yan­
dan şimşekler çakıyord u . Birer ad ı m aral ı kla ilerleyen yedek güç,
bu cehen nem kusuntusuna bakmadan ereğe yaklaşıyord u . Köprü
altı ndaki davul zurnayı geride b ı ra ktılar. Demiryolu doldurmas ı na
geli nce bunun küçük yamacı na yapı şarak siperlendiler. Biraz sonra
Saim Bey'le Fi kri Bey de tabancaları n ı çekmiş olarak onları n yan ı na
geld i ler. Bu s ı rada Mamure'deki Fransız topları na ta Osman iye'de­
ki Fransız topları da katı l ı yor, gecenin sessizl iğini gök g ü rültüleriyle
dold uruyor, sars ıyorlard ı .
Demiryolu dolmas ı n ı n yamacına s ı ğ ı nan Recep Bey gücü n ü n ,
S a i m Bey' in başı üzeri nden e l l i altm ı ş metre ötedeki Fransız kara­
kol undan yağd ı rı lan ağ ı r makineli tüfek kurşunları çel i k bir tarağ ı n
d işleri gibi gel iyord u . Recep Bey müfrezesi d e o yana boşuna kur­
şun atıyord u .
Bir ara S a i m Bey, ateşi kestird i , yüksek sesle Fransız karakoluna
bağ ı rd ı :

1 90
- Ülek ente Müslim? (Sen Müslüman m ı s ı n?)
Karşıdan yan ı t geldi :
- Elhamdülillah!
Saim Bey yine Arapça :
- Ya a h i , ene Müsl i m . Taa l , ya a h i ! (Kardeş , ben de Müslüma­
n ı m , gel kardeş! ) d iye seslendi.
Bu s ı rada karakolda Arapça , Tü rkçe, Fransızca , Ermenice yük­
sek sesle tartı ş ı l d ı ğ ı işitild i . Orada Arap askerlerinin bir kenara itil­
diğini gösteren değişikliğin izleri hemen görüldü. Makineli tüfekleri
daha büyük bir gevezelikle işlemeye başlad ı . Makineli tüfekler böyle
korkunç bir öfkeyle ta- ta- taları n ı sürdüredu rsun karakoldaki karı ş ı k
uluslardan askerler aras ı nda bir kavga gürültüdü r gid iyord u .
Cezayirli Araplar, Saim Bey'le konuşmak istedikçe ötekiler bunları
önlüyorlard ı . Bu s ı rada Mevlüt Çavuş, elindeki bombayı bismillah de­
yip, düşmana savurd u . Mevlüt Çavuş'un ikinci bombayı da fı rlatması
üzerine düşman uyand ı . Ağ ı r makineli tüfekten daha iyi iş görecek
silah ı anmış olacak ki bir Fransız bombası hemen demiryolunun üze­
rinde, müfrezenin burnunun dibinde şimşek çakarak patlad ı . İ kinci
düşman bombası demiryolunu aşt ı , müfrezenin ayakları d ibinde pat­
lad ı . "Sanki cehennem kaza n ı patlam ış gibi her yan ateş içinde kald ı . "
Avcı hattı n ı n bir başı ndan öbür baş ı na dek müfreze sarsıld ı . Taşlar,
topraklar, demir, ateş parçaları , yoğu n birer bulut gibi göğe fı rlayarak
sonra müfrezenin üzerine yağd ı .
- Ben vuruldum!
- Ben de vuruldum!
Sesleri zincirleme avcı hatt ı n ı dolaştı . Sonra üçüncü bombayı
yemek istemeyen bütü n savaşçılar, buyruksuz yerlerini b ı rakarak
darmadağ ı n geriye kaçmaya başlad ı lar.
Recep Bey, yerinden fı rlayarak bir bölümünün önünü çevirip on­
ları elli metre geride yine mevziye sokabild i . Recep Bey, biraz dü­
şünmeye fı rsat bulu nca Saim Bey' i and ı . Ortalarda yoktu . Sesi de
gelmiyord u . Hemen Fikri Bey'le onu aramaya koyu ldular. Bu s ı rada
jandarma H u rşit Onbaşı yanlarına geld i :

1 91
- Efend i m , Saim Bey vurulmuş, bayg ı n yatıyor, ded i .
- Nerede? Hayd i , çabuk beni oraya götü r.
Bu haber, Recep Bey'i deli gibi etmişti . Hemen Fikri Bey'le fı r­
ladı lar. Biraz ötede üç dört şehidin ortas ı nda Saim Bey de sessiz,
k ı m ı ltısız uzanmış yatıyord u . Yan ı baş ı nda da Bölü k Emini Ah met
Efendi otu rmuş, kendi yaras ı n ı sarıyord u . Recep Bey, hemen Saim
Bey'i n üstüne kapand ı , nabz ı n ı tuttu , kalbini dinled i , nabzı da, kalbi
de hafiften atıyord u . Demek ki sağd ı . Ne var ki giynekleri parçalan­
m ı ştı . Recep Bey'in ellerine, neresini tutsa , s ıca k kan bulaşıyord u .
- Saim, S a i m ! d iye kulağ ına seslendi.
- H ı h , sen kimsin? Defo l , alçak düşman . Yara l ı olmakla beni
teslim mi olacak sand ı n ?
S a i m Bey'i n kendinde ol mayarak verdiği bu yan ıt, Recep Bey'i
daha çok üzd ü .
- Ben düşman değ i l i m . Recep' i m . Ş i m d i seni geriye alacağ ız,
iyi olacaks ı n , ded i .
S a i m Bey, b u n u n üzerine kendine geldi. Kan l ı gövdesiyle yarı
doğ rularak Recep Bey'i kucaklamaya çal ıştı .
- Gel kardeşi m , seni bir daha kucaklayayı m !
H ü ngür hüngür ağl ıyord u . Recep Bey d e kendini tutamayarak
ona sarı l m ı ş durumda ağlamaya başlad ı . Şimdi kanlar, s ı cacı k göz­
yaşları birbirine karışıyord u .
D ö rt kişi, S a i m Bey'i tutarak otuz metre geriye götü rd ü . Davu l
zurna n ı n bulunduğu demiryol u köprüsü altına s ı ğ ı narak onu oraya
yat ı rd ı lar.
Recep Bey, Saim Bey' in ya raları sarı ladursu n , hemen geriye
dönd ü , yarı m saat düşmana kurşun att ı rd ı . Saim Bey' in ölüm kerte­
sinde yaraland ı ğ ı n ı işiten mil isler, baş ı n ı a l ı p kimseye danışmadan
savuşmaya başlad ı . Çevredeki ul usal güçlerden de hiçbir bilgi yok­
tu . Herkes yitiklere karı ş m ı ştı . Yal n ız, Musa Bey'in böl üğü uzaktan
bir kez ateş etmiş, o da susmuştu . Artı k düşman karşısı nda bulun­
man ı n bir yararı kalmam ı şt ı . Baskı n , baskı n l ı ktan çıkmış, basanlar
tehlikeye düşmüştü .

1 92
Yarım saat sonra bir sila h l ı ile köprü altı ndaki yara l ı Saim Bey' in
yan ı na dönen Recep Bey, Teğmen Abd üssamet Bey'i de onun ba­
ş ı nda buld u . Belki yirmi-yi rmi beş yerinden kanlar fı şkıran genç ada­
m ı n yaraları sarı l m ı şsa da y ı rt ı lan gömleklerden yap ı lan sarg ı ların
üzerinden bile kan sızıyord u .
Bu köprü altı da şu s ı rada tehlikeliyd i . M i l islerin dağ ı l ı p g ittiğ ini
anlayan düşman her an çıkagelebilir, yara l ı , yarasız hepsini can ı n­
dan edebilird i .
Hemen silahlardan bir sedye yaptı lar. Üzerine b i r keçe gererek
Saim Bey' i buna yatırd ılar. Kaputu n u üstü ne örtt ü ler. Sarsarak al ı p
götü rmeye başlad ı lar. Kim bilir belki yaral ı n ı n görünürde olmayan
yaraları da vard ı . Daha ilk sars ı ntıda:
- Kardeş! Kardeş! d iye yüksek sesle inlemeye başlad ı .
B u ağ ı r durumda silah arkadaşları onu günd üz gözüyle son kerte
g üçlü kle indikleri Domuz Dağ ı ' na gecenin kara n l ı ğ ı nda çıkarıp ka­
rargaha u laştı rd ı lar. Oraya ancak tanyeri atarken varabildiler. Dağ
serindi. Hemen bir ateş yakarak genç adam ı onun başına yat ı rd ı lar.
Köylerden içi yatakl ı bir araba bulup geti rmeleri için atl ı lar gönderil­
d iyse de bayg ı n bulunan Saim Bey, son kez yüzü nü çoban ateşi n i n
ayd ı nl ığ ı na çevird i , kım ı ltısız kald ı . Onun öldüğü n ü gören karargah­
taki silah arkadaşları , h ü ng ü r hüngür ağlamaya başlad ılar. "Çukuro­
va' n ı n en parlak yıld ızı sönmüştü ."
*

Tufan Bey, o gece Saim Bey'in ağ ı r yaraland ığı haberini alı nca
deli gibi olmuştu . Bunu işitince olayın başlang ıçları n ı bir daha yaşad ı .
Onu, "Haçın cephesinin bir köşesinde alçak gönüllü, fedakar, bir er
gibi ül küye bağ l ı " bulmuştu . " İşte, yerime geçecek adam" demişti .
En sonra Mamure'yi ele geçirmek üzere Maraş'tan buyruk gelm işti.
Buran ı n topsuz al ı namayacağ ı belliyse de Kumandan Salahattin Ad i l ,
b u n u bilemezd i . Saim ve arkadaşları Doğudan, kuzeyden keşfederek
Domuz Dağ ı'ndan istasyona yaklaşman ı n daha kolay olacağ ı n ı anla­
m ı şlard ı . Domuz Dağ ı'na vard ı kları nda kagir yapıya gündüzün sald ı r­
man ı n tehlikesini hesaplam ış, bu işi geceye b ı rakm ı şlard ı . Fransızlar

1 93
istasyonu savunak olarak güçlendirmişlerd i . Gündüzün gönderilen
keşif güçleri , Fransızları n bir tabur tutarında olduğunu raporlamışlar­
d ı . Osmaniye ile dolayları ndaysa burada ellerini çabuk tutmaları n ı ge­
rektirecek sayıda düşman gücü vard ı .
Gündüzden baskı n plan ı n ı güzelce hazı rlam ı şlar, geceleyin d e
burayı sarm ı şlarsa da kag i r olan istasyon konağ ı n ı n pencereleri
mazgal l ı tuğlalarla örülmüştü . Burası topsuz yıkı lamaz, içine sızıl­
mad ı kça da sonuç a l ı namazd ı . Konağa salt kapıdan giri liyord u . O
da güçlend irilmişti.
Saim Bey, Tufan Bey'e:
- Kapıdan ben ve arkadaşlarım g i receğiz, demişti .
Saim Bey' in bu önerisi, yapılacak en doğru işi Tufan Bey'e an­
latm ı ştı . Bunu kendisi öneremezd i . Görev bell i olduktan sonra Saim
Bey yola çı kmaya haz ı rlanmıştı . Tufan Bey onun s ı rt ı n ı sıvazlayarak:
- Hayd i , Allah başarı sağlas ı n kardeşi m , d iyerek onunla helal-
leşmişti .
Uzun boylu , iri yarı Saim Bey, akşa m ı n kara n l ı ğ ı içinde koyu bir
gölge gibi alın yazı s ı n a doğru uzaklaşm ı ştı . O gittikten sonra Tufan
Bey kendi kendine:
"Mamure'yi a l ı rsak ne kazanacağ ız, h iç!" d iye düşünmüştü .
Sonra ovada kıyametin koptuğunu işitti, hem de görd ü . Yüreği
kuşkularla çarparak bir haber bekled i . Bask ı n suya düşmüştü . Arka­
s ı ndan bir milis Tufan Bey' in kulağ ına şu gözyaşl ı haberi fıs ı ldam ı ştı :
- Efend i m , Saim Bey vuruldu!
Tufan Bey, birdenbire çöker gibi olmuştu . Vu rulan san ki Saim Bey
değil de kendisiyd i . Beyn inden vurulmuş g ibiyd i . O geniş al ı n l ı , ateş
bakışl ı , dalg ı n yüzl ü , dolgun gövdeli arslan gibi genç adam , kanlarla
bulan m ı ş varl ığ ıyla gözleri n i n önü nde kıvra n ı yor, debelen iyord u . Or­
tada yok olan yaln ız Saim Bey değil de bir baskın görevi vard ı . O da
güme gitmişti . "Bundan sonra ne yapacağ ız?" d iye düşünerek ovada
döndü durd u . Uzun zaman haber getirenler, Saim Bey'i n "beni b ı ra­
k ı n ız" ded iğini anlatm ı şlar, o da son buyruğunu şöyle vermişti :
- Hay ı r, o geri gelmeden bir can buradan gerilemeyecek.

1 94
Tufan Bey, o gece yitik milislerin arkası nda çılg ı n gibi öteye beri­
ye koşadu rsun en sonra Recep Bey'i n mil isleri onu bularak uğursuz
haberi ona ilettiler. Tufan Bey, milislerin kümelendiği çoban ateşinin
baş ı na vard ı ğ ı nda ona yol açtı lar. Kaputuyla baş ı , gövdesi örtülmüş
olan Saim Bey, orada yatıyor, herkes hüngür hüngür ağl ı yord u . O da
kendisini tutamayarak elleri n i yüzüne kapad ı , hüngür hüngür ağla­
maya başlad ı .
Birkaç gözyaşı dökülüp h ı çkırd ı ktan sonra Tufan Bey kendine
egemen olmaya çal ı şarak:
- Ağlaman ı n yararı yok, ded i . Olan old u . Saim, acı a l ı nyazı s ı n ı n
sonucu n u çekti . Ölüsünü al maya çal ı şal ı m . Yaveri Fikri Efend i , Sa­
im'i Kozan'a götürmeye memurdur. Çok sevd iği Tapan l ı lar da birlikte
g itsin.
Savaşçı lar, ağaçlardan bir sedye yaptılar. Saim Bey'i buna yatı r­
d ı lar. Onu çok seven Tapan l ı lar sedyeyi omuzlarına alarak Kozan'a
doğru yola ç ı ktılar. Kars üzerinden Kozan'a doğru ilerleyen cenaze
alayına yollarda gözyaşı dökmeyen kalmad ı . Köylü kad ı nlar, d izleri n i
döverek, yaşl ı erkekler başları n ı döverek oflad ı lar, düşmana beddua
ettiler. Hele aziz hemşehrileri Kozanl ı lar bu büyük ruhlu kahraman
evlatları n ı n cenazesini gerçek, yakıcı , acı gözyaşlarıyla karş ı lad ı lar.
Kozan'a Bölge Kumanda n ı olarak gelen çabucak bağ-bahçe ,
m ü l k ed inen Yarbay Talat Bey, Osman Tufan Bey'i , rütbesi yüzba­
şı olduğundan baş ı ndaki altı n kah ramanl ı k çemberin i h içe sayarak
ezmek, h ı rpalamak istiyor, i kide bir buyru klarına boyun eğilmed iğini
bahane ederek Maraş'taki Salahatti n Ad il Paşa'ya yak ı n ı p d uruyor­
d u . Kozan bölgesi bu duruma gelinceye dek onun neler çektiği n i , ne­
lere katland ı ğ ı n ı bütün bu dolaylar halkı bil iyor, ona dava n ı n gerçek
kah rama n ı d iye bütün gönü l leriyle bağ l ı bulunuyorlard ı .
N e yazık k i Salahattin Adil Paşa d a rütbelerinin çok üstüne çıkan
kah ramanlara dayanacak soydan bir asker değildi. O da rütbenin ger­
çek kah ramanl ı ktan üstün olduğu kuruntusu içinde yaşayanlardan bi­
riydi . Yarbay Talat Bey' in yazı p çiziştirmelerini göz önüne alarak Tufan
Bey'i, rütbesinin ağ ı rl ı ğ ı altı nda ezmek üzere Maraş'a çağ ı rd ı .

1 95
Tufan Bey, olacakları sezinleyerek d u rumu doğrudan doğ ruya
M ustafa Kemal'e yazd ı , acı acı yakı nd ı :
- Beni Maraş'a çağ ı rıyorlar. Maraş'a ancak suçlular ve cezalılar
gider. Ben , buraya sizin buyruğunuzla geldim. Başka yere de ancak
sizin buyruğunuzla giderim. Eğer bu feryatlarıma kulak asmazsan ız
Kafkasya'ya kaçarı m .
B u n u n üzerine Mustafa Kemal, hemen Maraş'ta Salahattin Adil
Paşa'ya çektiği uyarıcı ve sevindirici telgrafı n bir kopyası n ı da Osman
Tufan Bey'e gönderd i :
"Gü ney Cephesi Kumandan ı Salahattin Adi l Paşa'ya , sureti Ko­
zan Kuvayı Mill iye Kumanda n ı Yüzbaşı Osman Nuri Bey'e : Tufan
takma ad ı ve Doğu Kilikya Kuvayı Milliye Kumanda n ı unvan ıyla Ko­
zan bölgesine gönderilen Yüzbaş ı Osman Nuri Bey, umudun çok
üstü nde başarı göstermiştir. isted iği adla ve isted iği görevle orada
kalması ya da Ankara'ya gelmesi kendi isteğ ine b ı rakı l m ı ştır. "
Bunun üzerine Salahattin Ad i l Paşa , Osman Tufa n , Bey'e ş u n u
yazd ı :
"Zatıal ileri n i buraya çağ ı rmakla size mevki ve şerefin ize uygun
bir görev vermeyi düşünmed im değ i l . "
Tufan Bey, Mustafa Kemal'e An kara'ya gitmek isted iğ i n i bildird i .
Osman Tufan Bey' i n Ankara'ya doğru yola çı kacağ ı g ü n Kozan , bü­
yük bir heyecanla yeri nden oynad ı . Şehirl ilerin yürekleri onun kar­
ş ı s ı nda bir tek yürek gibi çarptı . Koza n Müdafaayı Hukuk Derneğ i ,
Haçı n l ı izzet Efend i'nin güzel atı n ı beş yüz liraya sat ı n alarak küçük
bir armağan olmak üzere ona verd i . Osman Bey, bunu almamak için
çok d irettiyse de ötekiler bask ı n çıktılar. Osman Tufan Bey, halkın
sevgisi karş ı s ı nda ata binmeden önce doluksayan gözlerle onları bir
kez daha kucaklad ı , sonra hayva n ı okşayarak sürdü . . .
An kara'ya varan Tufan Bey'e hemen Binbaşı rütbesi verildi.
Mustafa Kemal'in yakın karargah subayları ndan biri oldu . Sakarya
Savaşı 'nda da 1 27 . Alay Kumanda n ı olarak ka hraman l ı ğ ı n ı n altı n
zincirine yeni halkalar ekleyecekti .

1 96
KARA ELMAS SAVAŞI

Bir ulus, varlık ve bağımsızlığını sağlamak uğruna dü­


şünülebilecek olan girişimleri ve fedakarlıkları yaptıktan
sonra başarıya ulaşır.
Mustafa Kemal

l nebolu önünde duran yolcu vapurundan ince uzun boylu , asker


bakışl ı , düzg ü n , güzel yüzl ü , büyü kçe ağızl ı , iri, sağlam çeneli sivil
bir genç adam dalgaları n üzeri nde fı nd ı kkabuğu gibi oynayan kayı­
ğa atlad ı , l nebolulu yiğit kayı kçı , kocaman poyraz dalgaları n ı n tepe­
lerinde bir keçi yavrusu gibi oynayı p duran kayığ ı n ı iskeleye yanaş­
tı rmakta gecikmed i . Dalgalar, kıyıda köpükler saçarak şakl ıyord u .
Genç a d a m , hemen kumandan l ığa giderek Yüzbaşı Cevat Ri­
fat olduğ u n u , U lusal Kurtuluş Savaş ı 'na kat ı lmaya geldiğini söyledi .
Bunun üzeri ne Kastamonu'ya, Batı Cephesi Kumanda n ı Ali Fuat Pa­
şa'ya Cevat Bey'in buraya geldiğini bildiren bir telgraf çekildi.
Orada Ali Fuat Paşa' dan şu telgraf gel d i :
" H o ş geld iniz. Sizinle Batı Cephesi'nde buluşmak v e sizden ya­
rarlanmak isterd i m . Ne yazık ki buraya gelinceye dek zaman geçe­
cek ve bu süre içinde kişiliğinizden yararlanamayacağ ı m . Bundan
dolayı son kerte nazik gü nler geçirmekte olan Kastamonu Batı Böl­
gesin i n denenmiş olan zeka ve gücünüzden yararlanmas ı n ı uyg u n
buldum v e bunu ayrıca Kastamonu Bölge Kumandanl ı ğ ı na bildird i m .
Gözlerinden öperi m . "
Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, Birinci D ünya Savaş ı ' nda Al i Fuat Pa­
şa'n ı n Arabistan Cephesindeki Kolordu Kumandanl ı ğ ı s ı rasında
atakl ı ğ ı , zekas ı , girişim yeteneğ i , yiğitliğiyle tan ı d ı ğ ı bir genç subay­
d ı . Paşa , Sina Cephesi'nde onun ün salan yararl ı kları n ı yakı ndan
biliyord u . Cevat Rifat Bey'i n telgrafı n ı a l ı nca hemen Ankara'da M us­
tafa Kemal'e bildird i . M ustafa Kemal de, Ali Fuat Paşa da teh l i keli bir
boşl uk olarak buldukları Kastamonu'nun batı s ı n ı koruyacak ada m ı
buldukları na inand ı lar.

1 97
M ustafa Kemal , Ali Fuat Paşa ' n ı n verdiği gerekli bilgi üzerine
Kastamonu Bölge Kumanda n ı Albay Osman beye 21 N isan 1 920'de
şu telg rafı çekti :
"Yüzbaşı Cevat Rifat Bey' in l nebolu'dan bug ün Kastamonu'ya
vard ı ğ ı öğrenilm iştir. Yüzbaş ı Cevat Rifat Bey' i son kerte nezaket
ve önem kazanan bölgenizin önemli noktalarında görevlendirerek
kullanman ızı ve şimd iye dek cephelerde denenmiş gücünden yarar­
lan ı lmas ı n ı sal ı kları m . Duru m , ayrıca Kastamonu Valisi Cemal Bey'e
de bildirilmiştir. "
*

Cevat Rifat Bey, ufak bir dinlenmeden sonra yen i görevine Bar­
tın'la dolayları , Kuvayı Milliye Kumanda n ı olarak başlad ı . Kuracağ ı
gücün ilk çekirdeğ ini Kastamonu'nun içinde buld u . Buradaki kı şlada
piyade taburlarından işe yarar eratı seçip bir de hapishaneyi doldu­
ran kader kurbanlarına başvurd u . Bölge hapishanesinden de ald ı ğ ı
eratla yüz kişilik b i r müfreze meydana getird i . Ö rgütü nü büyütmek
için geniş yetki istedi , verdiler. Şimd i , yüz kişiye bir biçimde giynek
giyd i rmek gerekiyord u . Bunun da çözümünü buldu. PTT başmüdür­
lüğü deposunda m üvezzilere g iynek yaptı rmak üzere bekletilen top
top kumaşlara el koydu . Son ra , Kuvayı M i l l iye Kumandan l ı ğ ı n ı n Val i
Cemal Bey' in yard ı m ıyla bütün şehir terzileri bir araya getirilerek b u
kumaşlardan yüz kat giynek diktirildi.
1 920 Mayı s ı n ı n son günlerinde müfreze, Cevat Rifat Bey'in buy­
ruğunda Bartı n bölgesine doğru yola çıktı . Cevat Rifat Bey, sivil gö­
revlerde kullanmak üzere yan ı na eski Tavşanlı Bucağ ı Müdürü Hüsnü
Bey'i de almıştı . Bartı n s ı n ı rı na varıncaya dek hepsi atl ı oldu. Genç
kumandan, her geçtiği köyden , bucaktan hem bir yığ ı n gönüllü, hem
de araları ndaki zenginlerinden karş ı l ı ğ ı sonra ödenmek üzere at alı­
yor, yaya eratın ayağ ı n ı yerden kesiyord u . Bartı n s ı n ı rına varan Ce­
vat Rifat Bey, oralarda oyala n ı r gibi yaparak, Fransızları n Zonguldak
bölgesinde bulunuşundan yü reklenerek Bartı n kasabası n ı Padişah'a
özgü bir lokma olarak ellerinde tutmaya çal ı şan H ürriyet ve itilaf parti­
lilere bir ders vermeyi tasarlad ı .

1 98
1 Hazira n 1 920 gecesi , son kerte gizli bir yürüyüşle Bartı n'a so­
kulan m üfreze, sessizl iği döven nal sesleri n i n yarattığı baskı n rüz­
garı içinde şeh ri n ana caddelerine dald ı . Cevat Rifat Bey, doğruca
hükümet konağ ı n a gitti. Şehre güvenlik güçleri sald ı . Baskın düşü­
nülen bütün karşı koyma belki leri n i çiğneyip geçm işti . Kasabada hiç­
bir memur bulamad ı . Kaza kaymaka m ı Ahmet Durmuş Bey, Bartı n
şube reisi Binbaşı Memdu h Bey ile kimi mülkiye memurları Amas­
ra'ya kaçm ı ştı .
Cevat Rifat Bey, beraberi nde getirdiği Bucak Müdürü Hüsnü
Bey'i Bartı n'a kaymakam atad ı . Şehri n müftüsü Rifat Efendi'yle ileri
gelenleri , ertesi g ü n Yüzbaş ı n ı n çevresinde kenetlenerek Bartı n ' ı n
Kuvayı M i l l iyeciliğini perçinlediler.
Cevat Rifat Bey, buraya yerleşerek müfrezesi n i n eratı n ı h ızla art­
tı rmaya başlad ı . Gerek kasaba n ı n içinde n , gerekse dolaylarından
durmadan gönüllü gel iyord u . Bir yandan da m üfreze, s ı k ı bir asker
eğ itimi ve d isipl i n i altına al ı n ıyord u . Bu s ı rada yap ı lan girişim sonu­
cu nda Sürmene' den on bir taka dolusu Karadeniz uşağ ı geld i . Bun­
lar yüz kişiyi aşkı nd ı . Bun ları da müfrezesine katarak güzelce ge­
reçlend i ren Cevat Rifat Bey, askerce girişim gücünün en son ince­
l i kleri n i göstererek g üçleri n i büyük bir h ızla a rttırd ı . Atl ıları n ı k ı l ı çla,
m ı zrakla gereçlend ird i . Şimdi, elinde bir alay piyade ile bu m ızrakla
gereçlenmiş atl ı gücü vard ı . Bunlar, bölgede g üvensizli k yaratan her
türlü yerli k ı m ı ltı n ı n tepesine şahi n gibi i n iyord u . Az zaman içinde
bölgede ideal bir güven egemen olmaya başlad ı . Böylece , g üven i
bozucu bütün kuşkulu unsurları sindiren Cevat Rifat Bey, bölgen i n
s ı n ı rlarında boy gösteren Fransız emperyal istlerine şöyle bir görün­
menin zamanı geldiğ i n i anlad ı . Zonguldak' ı n kara elması üzeri ne lök
gibi otu ran Frans ızlar; bununla da doymayarak daha büyük tasarı­
ları n peşindeyd iler. Ankara'ya giden en yak ı n yol , bu bölgeden geçi­
yord u . Buradaki F ransız gücünün palazlanmas ı , ayaklan ışları n ka­
s ı p kavurduğu bölgeden tereyağ ı ndan kıl çeker gibi geçip An kara'ya
gidebilird i . işte genç Yüzbaşı şimdi o korkutucu gücü den ize dökmek
üzere m ızrakl ı atl ı larıyla bir alay piyadesini alarak savaş karargah ı n ı
kurduğu Çaycuma'ya doğ ru atı n ı n üzeri nde yola çıktı . M üfrezesi n i n
karşısı nda eski özgürlük şampiyonu Frans ızlar vard ı .

1 99
Fransızlar, Zongu ldak' ı 8 Mart 1 9 1 9 günü bir tabur Fransız as­
keriyle ele geçi rmişlerd i . Bu işgalin geçici olduğunu lstanbul H ü kü­
meti'ne bildirmeyi de unutma m ı şlard ı . Fransızlar, zengin kara elmas
yatakları n ı n üzerine ayak bastı kları n ı bil iyorlard ı . Bu yüzden 9 Ha­
ziran 1 920 günü E reğli'nin Bababurnu bölgesine i ki gambot yanaş­
tı rarak karaya bir piyade bölüğüyle üç ağ ı r makineli tüfek çıkard ı lar.
Üç kilometrekarelik bir toprak parçası n ı tel örgüyle çevirerek buraya
Fransız bayrağ ı n ı diktiler. 1 O Haziran 1 920'de Ereğli'nin açı ğ ı nda
demi rleyen Fransız savaş gemileri , Ereğl i kasabasıyla liman ı n ı topa
tuttular, ufak çapta bir karş ı koymadan son ra kasaba n ı n resmi yöne­
ticileri , karaya dökülen kalabal ı k Fransız deniz askerleri önünde ge­
riye kaçmaktan başka çözüm bulamad ı lar. Fransız denizcileri , Ereğ­
l i'ye kendi şereflerine yakışmayacak biçimde girerek evlere dald ı lar,
yükte yeğnik, pahada ağ ı r ne buldularsa yağmalad ılar.
Ereğl i'yi ele geçiren Frans ızlar, orada rahat kalamad ı lar. Kasa­
baya girdikleri n i n dördü ncü günü yetmiş kişilik yerl i bir müfreze ,
sağlam konaklarda, bu arada memleket hastanesinde siperlenen üç
yüz modern gereçli Fransız askerine göz açtı rmamacasına sald ı rıya
g i rişti . Bu savaşta otuz Fransız eriyle bir Fransız subayı öldürüldü.
Frans ızlar, Ereğl i deniz feneri n i de söndürdüklerinden birçok eski
gemi lerin batık bulunduğu tehlikeli liman, zifırimsi bir karanl ığa gö­
mülm üştü .
Kuvayı Milliye müfrezesiyle savaşan Fransızlar, memleket has­
tanesinin iki odasına birer ağ ı r makineli tüfek yerleştirerek, buradan
durmadan ateş etmişler, boş kovanlar odada tepeler gibi yığılmıştı .
Fransızlar, bu hastanede Fransız insanl ı k düzeyine taban tabana
karşıt işler de gördüler. Hastanenin bütün kap ı ları n ı , pencerelerin i ,
camları n ı k ı r ı p parçalad ı lar. Bütün ilaçları , ilaç şişelerini, tedavi , sağ l ı k
araçları n ı yerlere atarak k ı r ı p döktüler, son ra da hepsini ağ ı r asker
postalları altı nda tepinerek ezip tuz buz ettiler. Yalnız bu kötü öfke,
Kuvayı Milliye'nin yenilmezl iğine karşı duyulan kızg ı n l ı ğ ı n zavall ıca bir
gösterisinden başka bir şey değildi.
Cevat Rifat Bey'i n çığ gibi büyüyen m ı zrakl ı atl ı ları , yiğit piyade-

200
leri , bu bölgede tutu nmaya çal ı şan Fransızların a l ı n yazıs ı n ı çoktan
bel irlemişti . N itekim otuz atl ı erle bir subayları n ı gübre olarak geride
b ı rakıp Ramazan Bayra m ı saba h ı çekilip g ittiler.
Çerkezlerle Abazaları n oturduğu bölgelerde ayaklanışlar birbirini
kovalarken Cevat Rifat Bey Zonguldak bölgesinde Fransızlarla ayak­
lanıcı lar arasında geçilmez bir Kuvayı Milliye duvarı meydana getir­
meye başlad ı . Onun olağanüstü örgütçülük gücü , alçakgönüllü bir örtü
altında koskoca bir varl ı k yarattı . ikinci Bolu ayaklanışı sırasında bu
bölgede Cevat Rifat Bey'in, elindeki süvari kamçısıyla her dokunduğu
canlı varl ık, bir asker olup çıktı . Bedri Emin Bey buyruğunda üç yüz
mızrakl ı bir atl ı müfrezesi , Bahriye Binbaşısı Murat Bey buyruğunda
bin kişilik bir mavi tabur, Sürmeneli Rifat Kaptan buyruğunda bir Ka­
radeniz ulusal taburu , Sabri Bey buyruğunda beş yüz kişilik bir güç,
Mahir Bey buyruğunda bir dağ bataryası ile üç yüz kişilik bir karargah
bölüğü gibi vurucu örgütler meydana geldi .
Sakarya ağzı nda i psiz Recep buyruğu ndaki h ızla büyüyen Ka­
radeniz Uşakları çetesiyle bir anlam ald ı . Daha önceden Ereğli'de
bulunan Fransızların kasabaya g i rmesine engel olan ul usal çete,
Cevat Rifat Bey'in etkisiyle daha çok büyü d ü .
Kızı lcahamam yoluyla An kara'ya giderek güney illerimizde Ma­
raş'ta , U rfa'da yed ikleri sopa n ı n acı s ı n ı çı karmak, kara elmas yatak­
ları üzeri ne Fransız bayrağ ı n ı sonuna dek dalgaland ı rmak isteyen
Fransızlar, Cevat Rifat Bey'in gözlerine doğru sivriltip uzattığ ı Türk
mızrakları karş ı s ı nda ileri doğru bir ad ı m atamaz oldular. Bu yerden
mantar biter gibi birden bitiveren u lusal örgütler karş ı s ı nda şaşırıp
kald ı lar.
Ankara Cevat Rifat Bey' i n , F ransızlara An kara yolunu son una
dek kapaya n , göz dolduran çal ı şmas ı n ı çabucak görd ü . N isanda
ul usal örgüte başlayan Yüzbaşı Cevat Rifat Bey ağustos ayı içinde
milis generalliğine yükseld i .
1 5 Ekim 1 920 g ü n ü onun kurduğu can l ı barikatı yı kmak, An ka­
ra'yı korkutmak isteyen Frans ızlar, Montesqu ieu' n u n , Diderot' u n ,
Voltai re'in özgürl ü k bayrakları Türk m ı zraklarıyla delik deşik ed ilmiş
olarak geri çekildiler.

201
Sonra bu kalaba l ı k güçlerin bir böl ü m ü Muh ittin Paşa'n ı n buyru­
ğuna verildi.
Frans ızlar, 12 Ocak 1 92 1 günü Cevat Rifat Bey'le M u h ittin Pa­
şa' n ı n g üçlerine bir sald ı rı daha yapacak, bunu da k ı ran u lusal güç­
ler, sald ı rı g i rişimini ellerine alarak karş ı sald ı rıya geçecek, onları
Karadeniz kıyı şeridi üzeri nde daracı k kaya l ı klara dek kovalayacaktı .

YERYÜZÜ N D E C E H E N N E M CEZASI

Dünya vatandaş/arı haset, aç gözlülük ve kinden uzak­


laşacak biçimde eğitilmelidir.
Mustafa Kemal

Rum soyu ndan bir Amerika l ı papaz olan Klematyos ilk kez Tür­
kiye'ye gelip l nebol u ' n u n yalçın bir tepesindeki kilisede eski Pontos
düşünün ağ ı l ı tohumları n ı ektiği günden beri Karadeniz kıyı s ı n ı n
zümrüt yeşili şeridi üzeri nde mutlu günler geçi ren Rumları n başları
belaya g i rd i .
B ı rakışma döneminde yeryüzü nün birçok yerlerinden getirilip
bu yemyeşil dağlara dökülen Pontos d üşleriyle, Türk düşman l ı ğ ı ile
beslenmiş çetecilerin sayısı yirmi beş bini geçti . Papaz Yermanos,
Samsun Rej i Müdürü Tokomanidis, Yunan soyundan l ng i l iz suba­
yı Yüzbaşı Solter bu korkunç, öldürücü , vurucu , kırıcı , yıkıcı gücün
gözle görülür örgütçüsü oldular.
Bunları n arkas ı nda devletler vard ı . Batu m'dan Sinop'a dek uza­
yan yemyeşil dağ zinciri üzerinde yuvalanan bu yirmi beş bini aşkın
Pontos çetecisi, b ı rakışmadan Tü rk Kafkas ord u ları ndan alınıp Ba­
tum'da toplanan Osma n l ı ordusunun silah larıyla silahland ı r ı l m ı şt ı .
Batu m'da 1 8 Ara l ı k 1 9 1 9'da kurulan Pontos R u m hükü meti , Trab­
zon'u merkez yaparak ta Zonguldak'a dek uzanmak düşüncesin­
deyd i . Bu hükümet, komünistler Batum'a gelinceye dek orada kald ı .
1 920 y ı l ı içinde bir bast ı rma alayı kuran Topal Osma n , b u kan , ateş,
ölüm saçan yirmi beş bin çeteciye karş ı kıyasıya bir savaş açtı . Bun-

202
ları küçük topluluklar olarak yakalad ı ğ ı her yerde ezd i . Son kerte
acı madan sürüp g iden savaş, bütü n insan l ı k kuralları n ı n d ı ş ı nda bir
gidiş ald ı . Her iki yandan yakalanan ı n en yeğnik cezas ı , ölümd ü .
Pontosçular, Tü rk toprakları üzerinde bağ ı m s ız b i r devlet kurmak
üzere savaş ı rken Türkler salt üzerinde yaşad ı kları yurdu savun mak,
kurtarmak uğrunda savaşıyorlard ı . Son zamanlarda her iki yan ı n öl­
dürme yöntemleri , alabildiğine sertleşmiş, vahşileşmişti . Savaşçılar,
artı k korkunç işkencelere başvurarak hem karş ı ları ndakileri y ı ld ı r­
maya çal ı ş ı yorlar, hem de dökülen kanları n öcü nü alarak ferahla­
mak istiyorlard ı .
Son zamanlarda Topal Osman'la Pontosçu lar arası ndaki e n kan­
l ı , kıyas ıya savaşlar Samsun dağlarında geçmekteyd i .
Osman Ağa, alayı n ı Samsun'a getirmiş, hükümet konağ ına yer­
leştirmişti . Samsun sokaklarında ateş eğitimi yapan Pontosçular,
dağların en kuytu mağaralarına çekilmek zorunda kald ı lar. Osman
Ağa, Samsun bölgesinin hem asker, hem sivil biricik gücüyd ü . Bütün
bölgeyi kontrol ed iyord u . Dağlarda, bayı rlarda sakland ığı öğ renilen
Pontosçu çete grupları üzerine atı lan Karadeniz uşakları , acımadan
vuruyor, öldürüyor, Türk toprağ ı n ı temizlediklerinin inancı içinde içleri
rahat dönüyorlard ı .
Son çete savaş ı nda Osman Ağa ' n ı n savaşçı ları bi rkaç d a Gire­
sunlu Rum yakalad ılar. Hemen yakalad ı kları yerde öld ürü lmeleri ,
çeteci yasas ına göre gereken bu bi rkaç Pontosçu , salt Giresunlu
oldukları ndan dolay ı , öld ü rü lmeyerek Topal Osman Ağa'ya geti rildi.
Osman Ağa , y ı rt ı k üst başlarına, birbirine karışm ış saç, sakalları na,
aradan epeyce zaman geçmesine bakmadan , bunları tan ı makta ge­
ci kmed i . Bunlar mahalle arkadaşları denecek kerte yakı ndan tan ı d ı ğ ı
eski Giresunlu R u m çocu kları ndan azma kan l ı çetecilerd i . Silahları
ellerinden a l ı n m ı şsa da ağ ı rl ı kları kend ileri taş ı s ı nlar d iye fişekl i kleri
üstlerinde b ı rakılm ıştı . Fişekliklerin önemli bir bölümü boştu . Demek
ki sonuna dek çarpışmışlard ı . Karargahta yara l ı sağ bacağ ı n ı öne
doğ ru uzatarak otu ran Osman Ağa , vaktiyle her gün birlikte oyun
oynad ı ğ ı bu çocuklu k a rkadaşları n ı feleğ i n bu biçimde karş ı s ı n a çı-

203
karı ş ı n a çokça şaşmad ı . Şu ndan ki bunların beşikten beri bu gibi
düşü ncelere a l ı ştırıld ı ğ ı n ı , o da o yaşlardan beri bil iyord u . Çocu kluk
gü nleri n i n o insanc ı l , barı şçıl dönemi arkada b ı raktı kta n sonra , ke­
mikleşen korku nç düşünceler, birer granit duvar gibi araya giriyor,
bu d uvarları n arkas ı nda alabildiğine korku nç oyu nlar oynan ıyord u .
Şimd i , şu Osman Ağa'n ı n karş ı s ı nda süklüm pükl ü m duran ü ç gür­
büz, orta yaş l ı adam , bir Venizelos'tan, bir Yermonos'ta n , bir Toko­
manidis'ten başka neyd i ki?
Topal Osman Ağa , onları küçü msemeyle birer birer süzdükten
sonra , şöyle konuştu :
- Ulan Yanko, H risto , lstrati , benim karş ı mda dövüşen domuzlar
siz miydin iz? Vay nankörler, vay! Söyleyin , şimdi size ne ceza vere­
yim ben?
Çok güzel Tü rkçe konuşan Pontosçular, Topal Osma n ' ı n ayağ ına
düştüler, yalvarı p yakard ılar. Onları n bu yalvarışları , Osman Ağa'yı
daha çok iğrend ird i . Bunca zu l ü m yapan insanlar, sessizce öl mesi ni
bilmeli değil miydi?
- Al ı n ha bunları , kapayı n kenefe! d iye buyurd u .
Topal Osma n , Giresu n'a g itmek için Trabzon'a kalkmak üzere
l i manda bekleyen Gül nihal vapuruna bindi. Silah l ı adamları , üç Gi­
resunlu Pontos çetesi ni de elleri , kol ları bağ l ı olarak getirip geminin
ambarı na boş birer çuval gibi att ı lar. Topal Osma n , görünüşte bunla­
rı G i resu n'a götü rü p yerli nankörler olarak halka gösterecek, sonra
da, örnek olsun diye yine halk ı n karş ı s ı nda ku rşu na dizd i recekti . B u ,
ağalarıyla G ü l n i hal'e b i n e n on beş sila h l ı koruyucusunun düşünce­
siyd i . Yoksa o, düşünceleri n i salt kend isine sakl ıyord u . Topal Os­
man, Pontosçuları birer vatan haini olarak düşün üyord u . Üzerinde
yaşad ı kları toprağ ı n halkına ve hükümeti ne, yabancı ul uslarla birle­
şerek silah çekmişler, d u rmadan adam öld ü rüyorlard ı . Ö ldürdü kleri
salt silahl ı savaşçılar olsa yine neyse neyd i . Onlar, kundaktaki ço­
cuktan başlay ı p kad ı nları , erkekleri , yaşl ı ları , gençleri kesiyor, biçi­
yor, öldü rüyorlard ı . Bun lar, kan içinde canavarlard ı . Kanları helald i .
Topal Osman Ağa , silah l ı adamlarıyla doğru biri nci mevki salona

204
g i rd i . Herkes kal karak yerini onlara verd i . Karadeniz giynekleri , z ı p­
kalar, karabaşl ı kları içinde yakı ş ı kl ı , şahin bakışl ı Karadeniz uşak­
ları , yumuşak koltuklara , kanepelere yan gelip otu rdular. G ü l n i hal
kal ktı . Çaltı Burnu feneri dönüp du ruyor, sonsuz karanl ı k içinde şim­
şek çakıyord u . Gemide görevl ilerden , bir de Osman Ağa'dan başka
uya n ı k hiç kimse yoktu . ( E lbette koruyucuları da uyan ı ktılar. Ancak
hafiften şekerleme kesti riyorlard ı . )
Osman Ağa , kafası ndaki düşü nceyi hakl ı çı karaca k güçlü kan ıt­
lar bulmuştu . Bu herifler, şu bi rkaç y ı l içinde Karadeniz s ı radağla­
rı n ı n cennete benzer yemyeşil vad ilerinde kurulmuş dört yüz Türk
köyünü yakm ışlar, buralarda otu ranların çoğ unu da gözyaşlarına
bakmadan türlü işkencelerle öld ürmüşler, birçoğ unu da evleriyle bir­
l i kte yakm ı şlard ı . Evet, yakm ışlard ı . Önemli olan yakmaktı . Diri diri
bir insa n ı n ateşe atılarak yakı lması ne korku nç bir canavarl ı ktı . Evet,
bu Pontosçu lar, Türkleri kuzu gibi, koyun gibi, dana gibi böğ ü rte bö­
ğürte, melete melete kızartm ışlard ı . Kendisi şimd iye dek bunu hiç
denemem işti . Dişe diş, bıçağa b ı çak, kurşuna ku rşu n , ateşe ateş
gerekti . Karadeniz dağları n ı n ıssız gecelerini kızartan dört yüz ya­
k ı l m ı ş köyün alevleri , dumanları içinde diri diri, cay ı r cayı r yanmakta
olan Türk kad ı nları n ı n , Türk çocu kları n ı n , Türk yaşl ı ları n ı n çığl ı kları­
n ı işiti r gibi ol uyord u .
Topal Osman kal k ı p yavaş yavaş güverteye ç ı ktı . Kapkara n l ı k
Türk kıyı ları , insansız orma n l ı k bir bölge gibi uzuyord u . O karanl ı k­
lardaki ağaç kütü klerinden çatma evlerde, erkekleri savaşlarda eriyi p
gitmiş y ı ğ ı nlarla sah ipsiz Türk kad ı n ı bu vahşi Pontos canavarları n ı n
günlük avları durumu ndayd ı . O yana bakarken d işlerini g ı cırdattı . Bir
yandan da gözleri denizin uzaklarında fıld ı r fı ld ı r dön üyord u . U m u l­
mad ı k bir düşman gemisi G ü l n ihal'i durduru p içini araştı racak olursa
ölünceye dek ça rp ı şması gerekiyord u . Nemrut Mustafa Paşa d iva­
n ı harbi daha geçen y ı l onu ölüme mahkum etmişti . Şu s ı rada, yaka­
la nacak olursa gönderileceğ i yer darağacıyd ı . Osman Ağa , elinden
hiçbir vakit eksik etmed iği gümüşlü kamçıs ıyla çizmelerini h ızl ı h ızl ı
döverken adamları na:
- H ayd i , inelim aşağ ı , ded i .

205
i nd iler. Kazan dairesinin yan ı ndan geçerlerken Topal Osman ,
durd u . Aşağ ıdan tatl ı b i r sıcakl ı k esiyord u . Kıpkızıl alevlerin ayd ı n­
l ı ğ ı nda gövdeleri n i n üst yan ı terden parlayan s ı r ı m gibi ateşçilerin
ocaklara durmadan kömür atışları n ı seyretti. Kapkara elleri n i n tersiy­
le, mendile benzer kapkara paçavralarla d u rmadan yüzleri n i , göğüs­
leri n i , s ı rtları n ı silen, sonra yan ı başları ndaki su dolu testiyi durma­
dan başlarına dikip serinlemeye çal ı şan ateşçi lerin çektiği zahmeti
baştan başa bir daha yaşad ı . Ocaklara atılan kömü r, ilkin kapkara
bir duman çıkarıyor, son ra kızg ı n ateş, onları hemen kavrayı p kıpkı­
zıl bir ateşe çevi riyord u . işte cehennem ateşi de mutlaka böyleyd i .
Yal n ız anlaş ı l d ı ğ ı na göre bu ateş o n u n yan ı nda çocuk oyu ncağ ı gibi
kal ıyord u . Bütün günahlı lar, Tan rı katında suçlu olanlar, bunun yüz
kat daha korku ncunda yanacak, kavrulacak, ama ölmeyecekti . işte
cehennemin temel anlam ı , büyü klüğü, korku nçluğu da bu radayd ı .
i nsan , yanacak, b u cehennem ateşinin korkunçluğunu etleri n i n , ru­
hunun içinde duyacak, ama ölmeyecekti .
Bu Pontos gavurcukları n ı n yeri acaba neresiyd i? Cenneti bir yol
geç, oraya ad ı m atamazlard ı . Araf'a pek yüzleri yoktu . Onları pakla­
yacak en güzel yer, cehennemd i . O da şu gavurcu klara yarın cehen­
neme atıld ı klarında yabancı l ı k çekmesin ler, bu olay çok uzun yı llar
dil lerde dolaşs ı n d iye ufak bir ateş cezas ı verecekti . Onlar gerçi ev­
leriyle birlikte on binlerce Türk'ü yakm ı şlarsa da öğrenerek cehen­
neme gidecek olu rlarsa Tanrı ' n ı n vereceği ceza n ı n korku nçluğ u n u
d a h a gerçeğe yaklaş ı k bir biçimde d u y u p değerlend irebileceklerd i .
Onun şimdi şu gavurcuğa vereceğ i ceza , t a Batu m'dan Yunanis­
tan ' ı n en küçük köylerine dek onun ad ı n ı bir korku bayrağ ı gibi gez­
direcek, hele şu güzelim Karadeniz dağlarında dolaşanlar, korkudan
tir tir titreyerek onun ad ı n ı n işitildiği her yerden şeytan görmüş gibi
kaçacaklard ı . Topal Osma n , böyle düşü nerek yan ı ndaki adamlarına:
- Getiri n şu gavurları , yakacağ ı m onları ! ded i .
Adamları i l k i n bir i rkildiler. Kulakları na inanmad ı lar.
- Ne duruyorsunuz be? Getiri n şunları dedim ya !
Adamları , elleri ayakları sımsıkı bağ l ı dört G i resu nlu Pontosçu
Rum'u getirmeye giderlerken Osman Ağa da demir merd ivenlerden

206
kazan dairesine indi. Ateşçiler, Osman Ağa'yı tan ı yarak korkudan
bir yana çekildiler. Biraz sonra , dört Pontosçu Rum, merd ivenlerden
aşağ ı indirilip birer mumya gibi kömürlerin üzerine yatı rı ld ı .
Osman Ağa ateşçilere:
- Aç ı n ha şu ocakları n kapakları n ı , d iye buyurd u .
Ateşçiler, kapakları açtılar. D ı şarı cehennem g i b i bir sıcakl ı k vur­
d u . Topal Osma n , sonra, adamlarına dönd ü , yerde gözleri korkudan
yusyuva rlak kesilmiş tutsakları gösterd i :
- Atın ha şu bokları ayaklarından ocaklara, buyruğunu veri r ver­
mez dört kişi ku rbanlarından birini yakalayarak bir kütük gibi ocağa
soktu .
Kulakları tı rmalayan çığl ı klar arası nda Osman Ağa' n ı n yed i sil­
silesine ra h met okuyan sövgü d izileri yüksel d i . Biri nci kurban he­
nüz ayaklarından tutuşu rken ikinciyi de onun yan ı na sürd üler. Yürek
tırmalayıcı korkunç bağ ı rtı l ar, oradakilerin tüyleri n i diken diken etti .
i kinci ocağa üçüncü kurba n ı soktular. O da ateşe karşı babayiğitl ik
olamayacağ ı n ı göstererek en yakası yırtılmamış sövgüleriyle Os­
man Ağa'yı kalaylayad u rsu n , bu s ı rada onu çok yakı ndan tan ı yan
dördü ncü tutsak bu korkunç cezayı daha kolay bir ölüm biçimine
çevirtmek umud uyla yalvard ı :
- Ağa , fı şkı n ı yiyeyim , bana işkence etme. N e olur çek taban­
can ı vur beni !
Osman Ağa:
- At ı n ha bu gavuru da içeri , demeye kalmadan dörd ü ncü Pon­
tosçu Yan ko çok kaba sövgüler savu rarak bal ı klama ocağ ı n içine
atı ld ı .
Bacakları yağ l ı ç ı ralar gibi yanarak ölümü daha geç tadan Pon­
tosçu lar, tavaya konmuş can l ı bal ı klar gibi ateşlerin içinde sıçrayı p
d uruyor, bağ ı rı p çağ ı rıyor, sövüp sayıyor, boğazlanan domuzlar gibi
tiz korkunç çığl ı klar atıyorlard ı .
E n sonra, ocakları n ateşleri dört Pontosçuyu d a cızı rdatarak erit­
meye başlad ı .
Topal Osman oradakilere dönerek:
- Bunlar da insand ı r, d iyeceksiniz, ama değ i l . Daha düne dek

207
bu memlekette kimden ne kötül ü k görd üler? Öyle iken şimdi hepsi
kan ı m ıza susa m ı şt ı r. Her biri kim bilir kaç masum d indaş ı m ız ı n kati­
lidir. Yok, uşaklar yok. Bunlara acımak olmaz. Arkada kalanları na da
ibret ols u n . Bilsinler ki bize nankörlük etmeye kalkacak olan gavu ru n
cezas ı işte budur.

GEDİZ SAVAŞI
Fakat varlığımızı ve bağımsızlığımızı korumak için, gü­
ven içinde çalışarak müreffeh ve mutlu olmasını sağla­
mak için her vakit yurt ve ulusumuzu savunmaya gücü
yeter bir orduya sahip olmak da amacımızdır.
Mustafa Kemal

Ethem Bey, Keçiören'de d i n lendiği g ü n lerde Ankara'n ı n bütün


sollarıyla tan ı ştı . Onlar, onun çevresinde pervane gibi dönüyorlar­
d ı . Biricik umutları oyd u . Ethem Bey'le ağabeyleri de Hakkı Behiç
Bey'i n kurduğu Yeşil Ordu Derneği'ne g i rmiş, böylece bu dernek bir­
den büyük bir anlam kazanmıştı . Şu s ı rada Ethem Bey, biricik zafer­
ler kaza n m ı ş kumandand ı . Bir halk ordusunun kumanda n ı yd ı . Yeşil
Ord u'yu onun güçlerinden ötede mi arayacaklard ı ?
Ethem Bey'le kardeşleri Yeşil Ordu 'ya g i rip de söz söylemek hak­
kı n ı ele geçirince durum, gerçekten çok önem l i bir ren k ald ı . Türki­
ye'ye son kerte önem veren Sovyetler de birden bire gözleri n i Ethem
Bey'e, onun asker gücüne çevirdiler. Onu tuttular, onun Tü rkiye halk
hükümeti ni kurması için gereken koşulları hazı rlamak üzere kolla­
rı n ı sıvad ı lar. Ankara'n ı n solcu çevrelerinde artık Ethem Bey, "Baş­
buğ" olarak çağrı l ı yord u . Mecl isin çoğunluğu onun asker dehasına
hayrand ı . Mustafa Kemal'e karş ı onu tutuyord u . Eskişehi r'de Ethem
Bey' in paras ıyla Anadolu'nun en modern bası mevi kurulmuş, bura­
da M ustafa Suphi Bey' in Bakü'de ç ı kard ı ğ ı gazetenin ad ıyla "Yeni
Dü nya" gazetesi çı kmaya başlam ı ştı . Gazete Osma n l ı ordusuna,
bunun artıklarına karş ı küçümseyici yazı larla dolup taş ıyor, su bay­
lara "Sarı bacak" d iyord u . l stanbul'dan kaç ı p gel miş, Ethem Bey'i n

208
ordu saflarına katı l m ı ş genç komünist bir gazeteci Arif Oruç Bey, bu­
nun başyazarl ı ğ ı n ı yapıyord u . Ethem Bey de o dönemde Troçki 'nin
düşündüğü gibi düşün üyor, az zamanda bütün dünya n ı n komü n izmi
benimseyeceğ ine inan ıyord u . Ankara ' n ı n bir y ı ğ ı n ayd ı n Bolşevik'i
gibi o da bunu Türkiye'de bir gün soru nu olarak görüyor, bütü n d uy­
gularıyla, düşünceleriyle buna göre hazı rlanarak yaklaşan "iktidar"
günleri n i n m utlu düşleriyle yaşıyord u .
Yalnız o, ordusunun d ı ş ı nda bayağ ı b i r sinekten başka b i r nesne
değildi. Şundan ki ordusu yüz kilometrelik bir s ı n ı r çizgisi üzerinde
bütünüyle Yunan ordusunun karşısında bağlı bulunuyordu. Bu ord u ,
yeni erat katkı ları olmad ı kça orada eriyip sıfıra inebilirdi. Mustafa Ke­
mal de, ismet Bey de, Refet Bey de onun yeni erat ed inmesi biçiminin
karşısı ndayd ı lar. Onun ücretle asker toplaması yüzünden düzenl i or­
dunun kurulamad ı ğ ı ndan, kurulamayacağ ı ndan yakınıyorlard ı . Anlaş­
mazl ık, böylece bütün kötü sonuçlarını kucaklayarak patlak vermişti
bile.
Ethem Bey'e göre böyle Tü rkiye'nin sosyal bir devrime geçiril­
mesi düşünülen bir zamanda onun ordusunun yüz kilometrelik bir
bölgeye serpiştirilmiş olması çok büyük tal ihsizli kti! Ethem Bey, Tür­
kiye' de sars ı ntısız bir sosyalist devrimin olmas ı n ı a rtı k her toplu mcu
gibi candan istiyordu . Osmanlı ordusu saflarında yetişmiş yüksek
rütbeli subayları n , sosyal devrime h içbir vakit yanaşmayacakları n ı ,
bunlara eğ ilimli herkesi, her örgütü temizleyeceklerini artık yakından
biliyord u . i l k iş olarak büyük yorgunluk içinde bulunan, türlü yakı n­
maları n ı d i nleyip durduğu ordusunu geriye a l ı p biraz dinlendirmek,
ondan sonra Osma n l ı ordusunun h ı rsları n ı bir kenara itmek gerekti­
ğ i n i düşünüyord u .
Ethem Bey, bunları düşünerek bir sabah eli nde fil i ntas ı , on beş
sila h l ı atl ı s ıyla Ziraat Mektebi' ndeki Genelkurmay Başkanl ı ğ ı na g itti .
Adamları n ı d ı ş kap ı n ı n önünde, koridorada nöbete dikerek Genel­
ku rmay Başka n ı Albay ismet Bey'in odas ı n a g i rd i . Karş ı l ı kl ı koltuk­
lara otu rdular. Kahvelerin i içerlerken Ethem Bey, gel işinin nedenini
şöyle açı klad ı :

209
- Beyefend i , Gediz'de yüz kilometre uzunluğundaki geniş bir cep­
heyi korumak zorunluluğuyla karşı karşıya bulunan Kuvayı Seyya­
re'nin subay ve eratı , bezgin ve yorgun bulunuyor. Bu güç, hızla güç­
lendirilmelidir. Yoksa düşman ı n ağ ı r bir sald ı rısı karşısında görevini
hakkıyla yapamaz. Bu düşünce, durmadan kafamı kurcalamaktad ı r.
Yeni kurulmuş nizami tümenlerin varl ı ğ ı ndan yararlan ı larak güçlerimi­
zin biraz geri a l ı n ı p dinlendirilmesi gerekir.
ismet Bey, elinde ku rmay pergeliyle oynayarak şöyle ded i :
- Ethem Bey, Kuvayı Seyyare'nin bu biçimde geri çekilmesini
ben uygun bulmuyoru m . Eskişehir'den cepheye gönderilmek üzere
hazırlanan iki milis birliği var. Bu ndan başka bir n izami alay da ve­
rerek Kuvayı Seyyare'yi güçlend irebiliriz. Bu soru nu siz en iyisi Al i
Fuat Paşa'yla görüşünüz.
Ethem Bey, bu k ı sa görüşmeden sonra, kal k ı p Keçiören'e dön­
dü. Kafas ı n ı ku rcalayı p d u ran bir başka teh l ikeli soru n daha vard ı ki
bunu hiç kimseye dan ı şamazd ı .
Mebus Meh met Şü krü Bey' i n , hükü met merkezi nin Sivas'a kal­
kacağ ı üstüne kendisine fı sı ldad ı ğ ı giz, bütün düşü nceleri ni altüst
etm işti . Hükü met merkezi Ankara'dan nas ı l kal kabil i rdi? Acı acı dü­
şünüp du ruyor, bir cephe kumanda n ı olduğu halde kendisine bile
açı klamad ı kları bu tasa rıyı hiç kimseyle tartışmayacağ ı n ı anl ıyord u .
"Genel kurmay Başkan l ı ğ ı ' n ı n bu tasarı s ı n ı n , cepheyi daraltmak
ve düşman ilerleyişini demiryolsuz bir bölgeye götü rerek güçleşti r­
mek, zaman kazanarak ul usal orduyu hazı rlamak isteğinden ileri
geldiği gerekli nedenler olarak düşünül üyor. Mustafa Kemal Pa­
şa' n ı n kişi olara k bu plan ı doğru lad ı ğ ı n ı san m ı yoru m . N itekim haz ı r­
land ı ğ ı ve Batı Cephesi Kumanda n ı Al i Fuat Paşa'n ı n düşü ncesinin
sorulduğunu kesin olarak öğrendiğim Ankara'n ı n b ı rakılması konu­
su, ayrı ntı larına dek tasarlan m ı ş olduğu halde Meclise geti rilemed i .
Bu tehlikeli karardan vazgeçil mesinin temel nedenlerini b e n bilmi­
yoru m . Ne var ki ismet Bey'le Refik Bey'i n hazı rlad ı kları söylenen
bu pla n , uygulanacak olursa Kurtuluş Savaş ı ' n ı n büyük bir tehlikeye
gireceğ inden hiç kuşkulanı lamaz. Bunun ne pahas ına olursa olsun

210
önüne geçilmesini Ali Fuat Paşa hazretlerine yazmal ı y ı m . Bu da ol­
maz. Şundan ki haberin kaynağ ı n ı açığa vurmak gerekir. Eğer Ge­
nelkurmay Başkan l ı ğ ı n ı n tasarlad ı ğ ı plan uygulanacak olursa bizim
cephelerdeki durumumuz kökü nden değişecektir. "
Ethem Bey, bozu lan üzüm bağları n ı n pasl ı yapraklarına baka­
rak tatl ı güz güneşine s ı rtı n ı vermiş, böyle düşünürken eline Ali Fuat
Paşa'dan bir telg raf getirdiler. Paşa , onun sağl ı ğ ı n ı , sağ l ı k durumu
engel olmazsa birliğinin baş ına dönüp dön meyeceğini soruyord u .
Ethem Bey'in sağ l ı k durumu temelli d üzelmemişti . Gerek ciğer­
lerindeki, gerekse midesindeki sürekli ağrı lar, ancak onun kalbini,
kafas ı n ı dolduran sıcak, renkli gelecek h ü lyalarıyla biraz olsun uyu­
şuyor, diner gibi ol uyord u . Yaptığ ı , yapacağı büyük, ul usal , övülesi
işler onu bir çocu k gibi avutuyord u .
Paşa'n ı n sağl ı ğ ı n ı soruşunda b i r önemli düşü ncesi olduğunu
anlad ı . Ethem Bey'i , Ankara'ya bu gelişinde daha çok çarpan An­
ka ra'n ı n "manevi" havası olmuştu . Ağabeylerinden birinin cephede,
öbü rünün An kara'da kendi ad ına har vurup harman savurmas ı , ge­
lecek için onu çok kayg ı landı rıyordu. H ü kümetle Meclis kedi köpek
gibi dalaş ı p duruyord u . Mecl is, gün geçtikçe M ustafa Kemal'in elin­
den çıkıp kendisine doğ ru geliyorsa da bu bile onu üzüyor, gelecek
için korkuyor, kayg ılanıyord u . i ki önemli hasta l ı k onu cephelerde
as ı p kesen o sert asker olmaktan uzaklaştırıp korkunç kuruntu lara
doğru sürüklüyord u . Bu duygu yan ı n ı boğup herkesin isted iği o güç­
l ü , büyük asker olarak görü n mek uğruna insanüstü bir savaş içinde
bunal ıyord u .
Reşit Bey'i n Ankara'da çevi rd iği işleri n , söylediği aşırı sözlerin
hiçbirini doğrulamıyor, benimsemiyord u . Reşit Bey, her konuştuğu
kalaba l ı k , bu küçü k kardeşine ilerde taşıyamayacağ ı büyüklükte
yükler hazı rl ıyord u . Bunlar ku lağ ı n a geld ikçe Ethem Bey deli oluyor­
d u . Ne yaz ı k ki ağabey, onca Tanrı yarısı gibi bir anlam taş ıyord u .
Bu kara düş çuku ru ndan ku rtulup silkinebilmek için en iyisi cepheye
g itmel iyd i . Ali Fuat Paşa'ya hemen olumlu bir yan ı t vererek yolculu­
ğa hazırland ı . Ankara'dan sanki kaçar gibi M ustafa Kemal Paşa'n ı n

211
yaveri H ayati Bey'e "kişisel işlerimle uğraşmak ve yine kısa zaman­
da dönmek üzere" g ittiğ ini bildiren bir mektup b ı rakarak Eskişehir'e
yolland ı . Ali Fuat Paşa , Bozüyük'teyd i . Oraya g itmesi gerekiyord u .
Onunla baştan beri a l ı n yazısı birliği etm iş g ibiyd i . Paşa'n ı n düşün­
celeri her ne kadar sosyalizme, Bolşevikliğe yatk ı n değilse de bir
halk ordusunun çarkları arası nda kolayca çal ı şabilecek bir davra n ı ş ,
düşü nce esnekl iğine sahipti . Ethem Bey, o n u n dediği şeyleri seve
seve yapabilird i .
Ethem Bey, Eskişehir'e i n ince 1 920 Eyl ülünde kurduğu kendi ga­
zetesi "Yeni Dü nya" n ı n idarehanesine uğ rad ı .
Ticaret bası mevini satın alarak Arif Oruç Bey'in başyazarl ı ğ ı nda
Yeni Dünya gazetesini buyruğuna vermişti . Yeni Dünya , s ı rt ı n ı Ethem
Bey' in asker gücüne, ününe dayayarak komünizmi savunuyord u . Et­
hem Bey'i bütün Türkiye'de siyasal asker tek lider, başbuğ olarak bil­
diriyord u . Yeni Dünya başl ı ğ ı n ı n altında, "Dü nyan ı n fukarayı kasibesi
birleşiniz!" d iye yazıyord u .
Gazetenin imtiyaz sahibi başyazarı Arif Oruç Bey, başlangıçta ga­
zetesinin başl ı ğ ı n ı "Türk Bolşevik", sonra da "lslam Bolşevik" olarak
kullanmak istemişse de sonradan bunlardan vazgeçmişti . Arif Oruç
Bey, hemen Ethem Bey'le bir röportaj yaptı rarak gazetesine koydur­
d u . Ertesi sabah çıkan Yeni Dünya'da "Milli Kahramanları m ızla M üla­
kat" başl ığı altı nda yayı mlanan bu röportajda kendisine sorular soran
gazeteciye Ethem Bey şu yan ıtı veriyord u .
- i y i uygulanmak koşul uyla bu memleket v e bu mil leti n ancak
Bolşevikliği kabul etmekten başka çaresi kal mad ı .
Bir başka gazeteci n i n :
- Bolşevikliğ in d ü nyayı kaplayacağ ına zatı aliniz inan ıyor musu­
n uz? Sorusuna Ethem Bey şu yan ıtı veriyord u :
- Evet, Bolşevizm dünyayı kaplayacaktı r. B i z o n u layı k olduğu
hisle karşı layıp kabul edersek memleket herhalde mutlu olacaktı r.
Ethem Bey, Eskişehir'den ayrı l ı p Ali Fuat Paşa ' n ı n Bozüyük'teki
karargah ı na vard ı ğ ı nda onu büyük bir savaş hazırl ı ğ ı içinde buldu.
Paşa , onu hemen kabul etti. i l k olarak sağ l ı ğ ı n ı sord u . O da kendi-

212
sinde henüz bütü n bir iyilik d uymad ı ğ ı n ı söyled i . Sonra Paşa baklayı
ağzı ndan ç ı karmakta gecikmed i :
- Ethem Bey, düşman ı n ayrı b i r tümen inin bulunduğu Gediz'e
karş ı bir sald ırı yapmayı düşün üyoru m . Bu sald ı rıdan amac ı m , or­
dumuzu n isted iğinde hareket yapabileceğ i konusunda yurda güven
aşı layabilmek ve düşman ı n belki yapmayı düşündüğü sald ı rıları n ı
geci ktirmek, vakit kazanmaktır. Siz, n e düşün üyorsun uz?
Ethem Bey, Paşa'ya Ankara'daki ruh durumunu anlattı. Hükümet
merkezinin Ankara'dan Sivas'a götürülmesi için yapılan plandan söz
etti . Paşa , bunları hiç renk vermeden , şaşkı n l ı k izi göstermeden din­
leyince Ethem Bey, onun da bunu bildiğini anlad ı . Ethem Bey'e öyle
geldi ki Ali Fuat Paşa , Yunanlı lara karşı yapacağ ı bu saldı rıyla An ka­
ra'dan Sivas'a kaçmaya hazırlananları n korkakl ı ğ ı na da birkaç yum­
ruk indirmek istiyord u .
A l i Fuat Paşa , Ethem Bey'e:
- Sald ı rı inşallah başarıya ulaştı ktan sonra yine dinlenmeye gi­
dersiniz, ded i .
- Paşam , iş ben i m d i n lenmemde , hatta yaşamamda değ i l ; ye­
ter ki gi rişeceğ imiz sal d ı rıda benden bekled iklerinizi yerine getirm iş
olay ı m .
Ged iz' de tek başı na, üslerinden çok uzaklaşm ı ş bulunan tümen i n
Kumandan ı Albay Kondil is'ti (sonraki y ı llarda başbakan olacaktır).
Albay Kond ilis'in tümeni Gediz'i ele geçird i kten sonra daha ilerilere
de sarkmak istemişse de Ethem Bey' in Ged iz' in kuzeyine çekilmiş
olan Kuvayı Seyyare'si buna baskın üstü ne baskın yaparak göz aç­
t ı rma m ı ş , Yunan ordusunun bu atak kumanda n ı n ı Ged iz s ı rtlarına
çekilmek, tahkimat yapmak, orada yerleşmek zoru nda b ı rakm ı ştı .
B u , Kuvayı Mill iye'ye ve Kütahya'ya karş ı sürekli bir tehlike meyda­
na getiriyord u .
Sald ı rı 2 4 E k i m 1 920 g ü n ü saba h ı başlayacaktı . Ethem Bey, Ge­
d iz'deki Albay Kond ilis tü menine yapılacak sald ı rıyı Ali Fuat Paşa'yla
görüştü kten sonra ku rmay başka n ı Yüzbaş ı Halil Bey'den bu tüme­
nin d u ru m u n u inceleyerek kendisine bildirmesini buyurd u . Yüzba-

213
şı Halil Bey, birkaç g ü n sonra Kütahya'daki kararg a h ı nda bulunan
Ethem Bey'e gidip raporu nu verd i . Ethem Bey, o zaman , Kuvayı
Seyyare'ye katı lacak iki nizami alayla, arkas ı kesilerek yap ı lacak bir
sald ı rı son ucunda bu tümenin yok edilebi leceğ i n i anlad ı .
Bu keşif sonucunu kalkıp Eskişehir'e giderek Ali Fuat Paşa'ya
bildird i . Sonunda şöyle ded i :
- Ordu buyruğunda v e yedeğinde kuruluşu bütünlenmiş bulunan
n izami birlikler de böylece savaşa alıştırı lmış, denenmiş olur.
Paşa :
- Güvene değer gördüğüm Sekizinci ve On Birinci Piyade Tü­
menleri ihtiyaç olarak bugün ordu buyruğunda hazırd ı r. Gerçekte Ge­
diz'de ayrı bir durumda bulunan bir tümenlik Yu nan gücüne yapaca­
ğ ı m ı z kesin bir baskı n sald ı rısıyla iyi bir sonuç alı nacağ ına ben de
inan ıyoru m . Genelkurmay Başkanlığı bu isteğimize karşı durduysa da
kimi mütalaalarımla diretmem üzerine uygun görüldü. Bu hareketin ne
biçim yapı lacağ ı üstüne Alayunt istasyonunda tümen kumandanları­
mın katı lmasıyla bir savaş kurulu toplar ve sald ırı gününü kararlaştı­
rı rız. Öbür gün yani çarşamba günü siz de bulunursunuz, konuşuruz.
Ethem Bey, sald ı rı kararı al ı n d ı ktan sonra Ali Fuat Paşa'dan ay­
rılarak Kütahya'ya gitti . Göğsü ndeki öldürücü hastalığı şimdilik unut­
muş gibiyd i . i lle de midesindeki sancılar onu bitiriyord u . Bir yayl ıya
atlayarak cepheye gitti . Kuvayı Seyyare, Reşit Bey' in sorumu altın­
dayd ı . Hükümetin Kuvayı Seyyare'ye karşı duymakta olduğu hoş­
nutsuzluğun savaşçı safları aras ı nda bir yaprak dökümü görünüşü
meydana getirdiğini görd ü . Kendi hükümetince desteklenmediklerini,
kendilerine düşma n l ı k bile beslendiğini öğrenen milis ordusu, peri­
şan bir ruh durumu içinde gevşemiş gitmişti . Sanki bunlar daha bir ay
önce Demirci'de düşman ı önüne katıp kovalayan savaşçılar değildi.
Ordunun çelikten disiplin ruhu tuz buz olmuş gibiydi. N izami orduy­
la kendi aralarında baş gösteren ayrı l ı k onları Yüksek Kumandanl ı k
gözünde üvey evlat durumuna düşürmüştü . Başlarındaki subaylarla
birlikte bütün bu savaşçı yığınları , bir yı ldan beridir yaptı kları paha
biçilmez kah raman l ı kları n hiçe sayıld ı ğ ı n ı görüyor, için için başlayan

214
bir öfkenin, acı bir kızg ı n l ı ğ ı n , gücenikliğin yarattığ ı genel bir kayg ı
içinde yüzüyord u . Ethem Bey, bunu açı kça görd ü , anlad ı . O zaman,
"Hastalığ ı m ne kerte ağ ı r olursa olsun keşke ordumu ağabeylerime
bırakıp Ankara'ya gitmemiş olsayd ı m ! " d iye söylend i . Reşit Bey, or­
duyu kayg ı land ı rıcı , yıpratıcı , bezdi rici bir ruhla ağ ı rlam ışt ı . Hükümet
büyüklerince ve ulusça desteklenmediğini gören küçük savaşçı tipi ,
kendisini boşlukta sallan ı r görüyor, kahraman l ı kları n bomboş davul
seslerinden başka bir nesne olmad ı ğ ı na inanmaya başl ıyord u . Onla­
rın başları üzerinde altı n ışıklar saçan ortaklaşa kah ramanlık ruh u , bir
havai fişek gibi en zengin parlakl ı ğ ı n ı gösterd ikten sonra sönerek mor
çiçeklerle karanlı klara dökülmeye başlam ıştı .
Ethem Bey, bu çökmekte olan kah ramanl ı k ru hunun bir daha na­
s ı l yükselebileceği n i boşuna düşünd ü . Artı k bu ağ ı r leşi kal d ı rabi­
lecek alt ı n man ivela onun ellerinde değildi. Artı k, iş işten geçmişti .
içinden gözyaşları gid iyord u . Tevfi k Bey, bu sonucu doğal bulduğu­
n u söyleyerek şu yan ıtı verd i :
- Böyle olduğu yerde k ı m ı ltısız d u ran bu adamlar, işleri güçleri
kalmad ı ğ ı n ı anlarlarsa elbette başka nesnelerle uğraşı rlar.
Tevfik Bey, askeri eğiti m işleriyle oyalamayı da doğru bulmuyor­
du.
- Ne öğrenecekler? Bütün öğrendikleri savaş ı n içinde ol uyor.
Kolord u kumandanları n ı n bilmed ikleri n i bil iyorlar. Kuramlara gelin­
ce : Bundan böyle hiç kimse onlara bir eğitim düşü ncesi aşı layamaz.
Ethem Bey, yüz kilometre uzunluğundaki bütün cepheyi gezip
dolaştı . Siperler içinde başı boş b ı rakı l m ı ş , olumsuz duygular, dü­
şünceler aras ı nda bunal m ı ş savaşçı yığı nları n ı sonsuz bir acıyla
gözden geçi rd i .
Hükümeti n , sevilir ordusunu bütü nüyle yüzüstü b ı rakm ı ş olduğu­
nu görd ü . Onlar, umutsuzluğun batakl ı ğ ı nda çürümek üzere b ı rakıl­
m ı şa benziyor, An kara'da bütü n d uyduğu , işittikleri burada güzelce
uygulanıyord u .
Ethem Bey, bu yürekler acısı d u rumu görd ü kten sonra , bir d e
düşman ı n bu cephedeki d u rumu üstüne bilgi edinmek isted i . Düş-

215
man bir ay önce Demi rci'de yed iği sopayı şimdi bile un utamamış
olacaktı ki cepheye d u rmadan taze güçler y ı ğ ı yord u . Ethem Bey,
cepheye m ı hlan ı p kal m ı ş bu atak güçlerde gördüğü olumsuz ruh du­
rum u n u Ali Fuat Paşa'ya anlatmayı düşünürken ondan kend isini Ala­
yu nt'ta toplanacak savaş mecl isine kat ı l mak için bir çağrı ald ı . He­
men Tevfi k Bey'e yakı nda Yu nanl ı lara karş ı girişilecek bir sald ı rıya
ord uyu haz ı rlamas ı n ı söyleyerek Alayu nt'a yolland ı . Alayu nt'a varı r
varmaz savaş mecl isi topland ı . Mecl iste Al i Fuat Paşa , Grup Ku­
manda n ı Kaz ı m Bey, 8 . Tümen Kumanda n ı izzettin Bey. 1 5. Tümen
Kumanda n ı Arif Bey, sonra Ethem Bey'le onun ku rmay başka n ı Halil
Bey vard ı . Ali Fuat Paşa , savaş ku rulu toplantı s ı n ı n amacı n ı anlat­
t ı ktan sonra hemen biraz önce Ethem Bey' i ilgilendiren bir telg rafı n
geldiğini söyleyerek bunu okudu . Bu telgrafta yen i bir ayakla n ı ş ı n
meydana geldiğ i n i , bunu bastırmak üzere Ethem Bey' in güçleriyle
hemen olay yerine gönderilmesi bildiril iyord u . Ali Fuat Paşa , Ethem
Bey'e düşüncesi n i sord u . O düşüncesini şöyle açı klad ı :
- Konya'da önemli bir ayaklanma bulunmad ı ğ ı na kaniyi m . Ba­
yağ ı bir olay için düşman karş ı s ı nda bulunan gerek Kuvayı Seyya­
re' n i n ve gerekse cephe yedek güçleri n i n ufak bir parças ı n ı n Kon­
ya'ya gönderilmesi d üşmana fı rsat vereceğinden doğ ru değildir.
Ankara'da, Afyonkara hisar'da bulunan geri birlikler bu görev yerine
geti rilmek üzere An kara hükümeti başka birisi ni görevlendirmel idir.
Örneğ i n Refet Bey'i Dahiliye Vekaletine getirmekten amacı mız bu
gibi iç işlerde eylem olarak bir h izmeti n i n geçmesi değil miydi? Son­
ra , böyle bir seferde sağ l ı ğ ı m ı n elverişli olmad ı ğ ı n ı da görüyorsunuz.
Albay Kaz ı m Bey, Ethem Bey' in konuşmas ı n ı doğrulayınca bu
yeterli görü l d ü .
Toplantıda b u l u n a n bütü n tümen v e g r u p kumandanları sald ı rıyı
doğruladı lar. Yal n ı z izzettin Bey kimi araç ve gereç eksikliklerinden
söz ederek sald ı rı n ı n şu s ı rada yap ı l mas ı n ı doğ ru bulmad ı ğ ı n ı söy­
led i .
Al i Fuat Paşa şöyle konuştu :
- Genelku rmayl ı ktan bütü n eksiklerim izi isted i m . Hepsi nin yolda
olduğu cevab ı verild i . Ş u ana dek gel med iyse de mutlaka gelecekti r.

216
Savaş mecl isinde sald ı r ı n ı n en ağ ı r sorumluluğu ve görevi Ku­
vayı Seyyare'ye verildi. Gerek Al i Fuat Paşa , gerekse öbür kuman­
danlar Demirci sald ırısı nda kaza n ı lan başarı n ı n etkisi altı ndayd ı lar.
Yal n ız bu s ı rada Ethem Bey, cepheden ayrı l d ı ktan sonra askerle­
ri n i n ne biçim zararl ı bir ruh durumu içine düştüklerini Paşa'ya anlat­
mak fı rsatı n ı bulamad ı ğ ı ndan üzülüyord u . Belki de anlatacaktı . Ne
var ki bunun bir uydurma hasta l ı k sayı labileceği düşüncesi buna en­
gel old u . Kend ini şöylece avutmaya çal ı ş ı yord u : "Bu savaşta pişmiş
insanlar, ateş başlayınca eski yiğitl ik ve savaşçı l ı kları n ı yine kaza­
n ı rlar ve ben utançtan kurtuluru m . "
Ethem Bey, Demirci sald ı rı s ı n ı n hiç de azımsanamayacak so­
nuçları n ı son günlerde eline geçen bir Atina gazetesinden çevi rtip
din lemişti . Gazete şöyle d iyord u :
"Küçük Asya'da bulunan ordumuzun son sald ı rı hareketine değ­
gin hükümetin verdiği bilgiye dayanarak kimi meslektaşlarımız, ordu­
muzun her yerde başarı larından söz ediyorlar. Bizim özel ve inan ı l ı r
istihbaratımız ise ordumuzun son günlerde korkunç direnmelere rast­
lad ığı ve birçok ölü verdiği merkezindedir. Hatta Ayval ı k Tümenimizin
bozuluşundan sonra zavallı soylu Yu nan asker evlatları n ı n ölüleri De­
mirci Dağları'ndaki kuşları ve vahşi hayvanları doyuracak ve hava­
yı bozacak kadar çok olmuştur. Herhalde yeni bir mebus seçimine
gitmek gerek. Siyasal ve askersel durumumuz tehlike ve sorumluluk
gösteriyor. "
*

Ali Fuat Paşa , Konya ayaklan ı ş ı n ı bast ı rmak üzere Refet Bey
buyruğuna gönderilen birliklerin dönmesin i beklemeden 24 Ekim
1 920 günü Gediz'de tek baş ına d u ran Kondilis tümen ine karş ı sald ı­
rıya geçti . Sağda 6 1 . Tü men , ortada bir depo alay ı , solda 1 1 . Tümen,
en solda da Kuvayı Seyyare, en sağda Ayva l ı kl ı Doktor Faz ı l Bey
müfrezesi bulunuyord u . Gecenin karan l ı ğ ı ndan yararlanarak gerekli
yerlere yerleştirilen toplar sabahleyin gün ı ş ı rken düşman mevzile­
rine sürekli bir baskı n ateşi açtı . İlk mermiler uyuyan düşma n ı n boy
siperleri ne g iderken yarı geceden beri durmadan yağan inatçı bir
güz yağmuru altı nda iliklerine dek ısla n m ı ş olan piyade tümen leri ,

217
batakl ığa dönen ovada bata çıka ilerlemeye başlad ı .
Ethem Bey birlikleriyse daha geceden davranarak temel Yunan
mevzilerinin sekiz kilometre güney yönünde Yunan tümeninin dönü­
şünü kesecek ve Uşak yönünden gelecek olan yard ı m güçlerini dahi
durduracak bir durum almıştı . Bütün telgraf telleri gecenin karanl ı ğ ı n­
dan yararlan ı larak kesilmişti . i lerleyen Kuvayı Seyyare, Köprühan'da­
ki güçlüce bir bağlantı kolunu temizleyerek ald ığı ilk Yunan tutsakları­
nı belki onlardan işe yarar bilgiler sızd ı rabilir düşüncesiyle Ali Fuat Pa­
şa' n ı n karargah ı na gönderd i . Çekiliş yolunun kesildiğini ve çevrilmiş
bir duruma gird iğini gören Albay Kondilis, Gediz' den Köprühan'a keşif
yapmak üzere bir atl ı kolu gönderdi. Bunları n geldiğini gören Ethem
Bey güçleri , pusudan yaptı kları bir çıkış sonucunda bunları ağ ı r yitik­
lere uğratarak geriye doğru kovalad ı lar.
Albay Kondilis, askerlerin i boy siperlerine kapayarak şiddetli bir
savunma yapmayı başarı rken mevzilerin ilerisinde araziden yararla­
narak kurduğu başarı l ı pusulara ilk avları n kolayca düşmesini sağlad ı .
Yarbay Arif Bey'in 1 1 . Tümeninden iki bölük b u pusulara düşmekte
gecikmed i . Çok koyu bir sis, ormanları , toprağ ı sararak gid iyord u . i n­
san on ad ı m ötesini göremiyord u . Bu bölüklerin pusuya düşmesine ve
tutsak olmasına daha çok bu yağmurdan sonra ortal ığı kaplayan ve
yerde sürünen sis yol açm ıştı .
N izamiye tümenleriyle Kuvayı Seyyare mevzilerinin arası pek o
denl i uzak olmamakla birlikte arazinin ormanl ı k oluşu bağlantıya en­
gel oluyord u . Haberleşmeyi Ethem Bey'in atl ı habercileri sağlamaya
çal ışıyord u . Piyade tümenleriyle Kuvayı Seyyare, Kondilis'in tümenini
kuşattığı halde ormanl ı k arazi, bu kuşatman ı n değerini azaltıcı bir rol
oynuyord u . Kuvayı Seyyare, bu yüzden bağ ı msız bir durumda kal­
m ı ştı . Gerçi , Kuvayı Seyyare'nin görevi belliydi: "Düşman tümeninin
çekiliş yolunu tı kayacak, Uşak yönünden geleceği belli olan yard ı m
gücünü Köprühan' ı n güney s ı rtlarında karş ılayarak, durduracak y a da
geriye püskürtecekti. Savaş, sekiz saattir sürüyord u . Ethem Bey, sa­
vaşı n g idişatı üstüne bütün bir karanl ı k içindeyd i .
Bu s ı rada piyade tümenlerinden kaçan birkaç e r i Ethem Bey'e

218
getirdiler. Bunları n anlattığ ı na göre kimi n izam i birlikler, düşman ate­
şi karş ı s ı nda kar gibi erimiş, dağ ı n ı k olarak geri çekil mişti . Kuvayı
Seyyare Kumanda n ı Tevfik Bey, bu s ı rada 1 1 . Tümen Kumanda­
n ı 'na şöyle bir haber gönderd i :
- Neye sald ı rm ıyorsunuz? Neye duruyorsunuz?
Kurmay Yarbay Arif Bey, öfkeden küplere bindi ve şöyle bağ ı rd ı :
- B u heriflerin amaçları kötü , bizi k ı rd ı rı p kendileri ni sağlam
kalmak, böylece bu iki n izami tü meni yok ettirerek durumu ellerine
almak istiyorlar.
Kafası kızan ve Ethem Bey'in durumundan kuşkulanan Arif Bey,
tümeni yeniden sald ı rıya kald ı rmad ı .
Savaş durumunun bir karan l ığa doğru g ittiğini gören Ethem Bey,
bir atl ı haberciyle Ali Fuat Paşa'ya şöyle bir rapor gönderd i :
"Uşak'tan beklenen düşman yard ı m güçlerinden henüz meydan­
da bir iz yok. Şimdiye dek istenen sonucu alamad ı ğ ı n ız görü l üyor.
Savaş durumumuza değgi n de ne bilgi ne buyru k ald ı m . Son du­
rumunuzu olumsuz olarak tah m i n ediyoru m . Birliklerimiz savu nma
durumu al ı r, düşmanı cepheden oyalarsa ve bize h ızl ı buyru klar
gönderirseniz yedek güçlerimle düşman mevzilerine karş ı arkadan
saldı rıya geçmeye hazı rı m , bekl iyoru m . "
Ethem Bey, yapılacak böyle b i r sald ı rı n ı n etkil i v e yararl ı olacağ ı n ı
düşünerek yedek güçlerini d e hazırlam ıştı .
Gece kara n l ı ğ ı bastırm ı ş , Kuzeyde silah sesleri kesilmişti . Ka­
ran l ı k içinde çad ı rı nda sabı rsızca bekleyen Ethem Bey, en sonra atl ı
habercin i n Ali Fuat Paşa'dan getirdiği raporu iki hasta l ı ğ ı n etkisiyle
ateş gibi yanan kocaman el iyle kaptı , fı rtına fenerinin ayd ı n l ı ğ ı nda
yer gibi okudu :
"Piyade birliklerimiz, durumu gereği nce Kuzeydoğu yönüne doğ­
ru olan çekil işleri üzerine Kuvayı Seyyare'nin dahi yerlerin i b ı ra karak
geri çekilmesi zorun u bildirilir. "
A l i Fuat

219
Ethem Bey, bu buyruğu a l ı nca kendi olanakları na göre bir ka­
rar vermek zoru nda kalarak güçlerini kuzeydoğuya çekeceğine bir
umutla Köprühan ' ı n doğusundaki yak ı n bir vad iye çekti . Son kerte
yorg u n olan eratı yorucu bir gece yürüyüşüyle perişan etmekten ko­
ru mak isted i .
Orta l ı k , sabah ı n ilk ayd ı n l ı ğ ıyla ı ş ı maya başlarken Köprühan yö­
nünde b ı rakılan keşif kolundan Ethem Bey'e şu rapor geldi :
"Gediz gece boşaltı l m ı ştır. Köprühan' ı n güneyine çekilen Kond ilis
tümeniyle Uşak'tan gelen iki piyade alayı tutarındaki Yunan güçleri
birleşm iştir. Köprühan mevkiini yine gönderdikleri güçlü bir piyade
birl iğ iyle şimdi ele geçi rmek üzered irler."
Ethem Bey hemen bu raporu Ali Fuat Paşa'ya bildird i . Raporu n
yan ı na şunları da kattı :
"Yunan güçleri , yine Gediz'i ele geçirmek isteyeceklerdir. Kuvayı
Seyyare'miz kesi n olarak Gediz'i savu nmaya ve Köprühan kuze­
yinde savaşı kabule karar vermiştir. Maneviyatı yeri nde olan n izam i
tümenlerin izden bir yard ı m birliğinin hemen buyruğuma gönderilme­
sini dileri m . "
Ethem Bey, Al i Fuat Paşa yeri ne Köprülülü Albay Kaz ı m Bey' den
bir rapor ald ı . Bu nda Ali Fuat Paşa'n ı n , tümenlerden birinin baş ı n a
geçerek merkezi bir durum a l m a k üzere geceleyin Kütahya'ya çe­
kildiğ i n i , nedeninin de Yu nanl ı ları n Bursa üzerinden l nönü'ye doğru
yapacakları tehlikeli bir sald ı rıyı önleyebilme kayg ı s ı olduğu n u bildi­
riyord u .
Albay Kaz ı m Bey, bunu bildirdikten sonra elinde kalan güçlerle
Gediz'i n kuzeyine vararak Ethem Bey'i n yedek gücü old u . i ki dağ
topuyla gereçlenmiş bir birliğini de doğrudan doğruya ateş çizgisine,
Ethem Bey'in buyruğuna gönderd i .
Kuşluk vakti , Yu nanl ı ları n beklenen sald ırısı başlad ı ! Kanl ı bir bo­
ğuşma biçimini alan savaş, gü neş batıncaya dek sürd ü . Gü neş ba­
tacağ ı s ı rada Uşak'tan gelen bir Yu nan birl iği , yorg u n d üşen Yu nan
savaşçıları n ı n yan ı nda mevziye gird i .
Kara n l ı k, dostla d üşman ı n birbirine karı şacağı b i r koyulukla sa-

220
vaş meyda n ı n ı kaplad ı . Bir ara tüfek sesleri kesilerek kuşkul u. bir
cephe sessizliği başlad ı . Güçlendi rme birliğini alan Yunan l ı lar, koyu ,
nemli güç karanl ı ğ ı na bakmadan h ı rç ı n bir saldı rıya geçtiler. Ethem
Bey güçlerini ite ite üç kilometre geri attılar. Ethem Bey güçleri n i n
bu savunakları d a h a elverişl iyd i . Bu kez de Albay Plastiras' ı n Efzun
Alayı üst üste y ı lg ı n l ı k verecek kerte çetin sald ı rılar yapt ı . Her iki yan
da korku nç bir d i rençle savaşıyor, ölüyor, öldürüyordu. O kerte yak ı n
savaş ıyorlard ı k i Efzunları n savurd u kları el bombaları milisler daha
patlamaya vakit kalmadan yakalayıp Efzu nları n üstü ne savuruyor­
d u . Kimi zaman savaş çı lg ı n l ı ğ ı na yakalanan her iki yan askerleri ,
fırlayı p birbirinin boğazına sarı l ı yor, mahalle kavgası yapan çocuklar
gibi çamurları n içinde yuvarlanıyorlard ı . Türkçe-Yunanca sövgüler,
vurulan , yaralananların kulak y ı rtan çığl ı kları , savaşa tüyler ü rpertici
bir vahşilik veriyord u .
Yu nan l ı ların bütün topları ara l ı ksız Ethem Bey'in savu nakları n ı
dövüp d u ruyord u . Boşuna da atm ıyorlard ı . Top ateşi öyle yoğundu ki
merm ilerin biri ereğe değmese biri değiyord u . Ethem Bey de savaş­
çıları n ı n yüreklilik gücünü a rttırmak üzere elden geldiğince düşmana
top ateşi açtırıyord u . Yunanlı lar, karanl ı k geceyi gü ndüz gibi ayd ı n la­
tan ayd ı nlatma tabancalarıyla Türklerin saflarına sald ı rma olanağ ı n ı
kaza n ı rken Türkler d e b u ayd ı nlatmadan onlar gibi yararlan ıyorlard ı .
Boğuşma sabaha dek şiddetinden bir şey eksiltmeden sürd ü .
Efzun alayı , tanyeri atarken çılgı nca bir h ızla ateş içinde püs­
kürtüldü . Ethem Bey, bu Efzu n sald ı r ı s ı ndan sonra yeni bir sald ı rı
dalgas ı n a daya n ı p dayanamayacağ ı n ı düşünmeye başlad ı . Savaşı n
gece sürmesi yüzü nden ölü, yitik say ı s ı bilinemiyord u . Sağ kalan
erat da çok yorg u n , uykusuzd u . Yal n ız, yaraları sarı l ı p geriye gönde­
rilen yara l ı ların çokluğu Ethem Bey'i adama k ı l l ı ü rkütüyor, üzüyord u .
Sabaha d e k süren bu kan l ı sava ş ı n henüz hangi yana güleceğ i
de bel l i değildi. Şimdilik bir denge göze ça rp ıyord u .
Sabaha karş ı Ethem Bey güçlerinin merkez savunakları n ı n karş ı­
s ı na düşen düşman mevzilerinde bir d u rg u n l u k başlamı şsa da sağ ,
sol kanatlarda kimi zaman hafif, kimi zaman "sağanak biçimi nde"
çarpışmalar ol uyord u .

221
"Savaş meydanlarında çoğu zaman hükmünü gösteren bilinmez­
lik ve sesl iliktir ki sonuç üzerinde öneml i rol oynar. Düşman , düşma­
n ı n durumunu bilmez, derler. i şte bu bilinmezlik, bu gece savaşı n ı n
son evrelerinde egemen oluyord u . "
Ethem Bey, ancak gü neş doğup da savaş meydanı ayd ı nland ı k­
tan sonra Yu nan birliklerinin bozulup çekil mekte oldukları n ı görd ü .
Oysa sabahleyin birlikte Yu nan l ı ları n yeni bir sal d ı rıya geçeceğ ini
sanan Ethem Bey de, birliklerinin yeni bir sald ı rıya dayanamaya­
cağ ı n ı anlayarak orta , sağ kanattaki savunaklarda az bir örtü gücü
b ı rakarak geri kalan g üçlerinin çoğunu Gediz'i n güneydoğu yönün­
deki ormanl ı k, engebeli bölgeye çekip yerleştirmişti . Düşma n , sald ı­
rıları n ı sürdürecek olursa örtü güçleri , yavaş yavaş geri çekilecek,
topçu da şimdi yerleştiği Gediz önündeki yeni mevzi inden çekilen
örtü güçlerine koruma ateşleri açarken bir yandan da büyük milis
gücü n ü n o yana çekildiği san ı s ı n ı vererek düşma n ı yan ı ltacakt ı .
Düşman yan ı larak topçu mevzileri yön ü nde ilerleyip de tuzağa yak­
laşı nca Ethem Bey'i n büyük güçleri ona yanda n , gerilerden sürpriz
sald ı rı ları yapmaya başlayacakt ı .
Bu d a Ethem Bey güçlerinin gösterebileceği son g ü ç denemesi,
son fedakarl ı ğ ı olacaktı .
Ethem Bey bu son askerce durum üzerinde d üzenlemelerle uğ­
raş ı rken G rup Kumanda n ı Köprülülü Albay Kazı m Bey'den bir rapor
ald ı . özetle şöyle d iyord u :
"Batı Ordusu Kumanda n ı Al i Fuat Paşa'dan ald ı ğ ı m ived i b i r buy­
ruk üzerine birliklerimle birlikte hemen Kütahya yönüne gid iyoru m .
Nedenine gelince: Yu nan Genel kurmay ı n ı n Gediz dolayları savaşı n­
daki üstü nlüğümüzü gidermek ve küçültmek için Bursa cephesinden
l nönü'ne doğru sald ı rı gösterisine başlamalarından ileri geldiği an­
laş ı l ı yor."
Ethem Bey düşünd ü . Ali Fuat Paşa'n ı n kafası nda bir saplantı
düşüncesi olarak hep bu vard ı . Demek ki bu düşünce eyleme doğ­
ru yol almıştı . Ethem Bey, Gediz savunmas ı n ı salt kendi güçleriyle
yapmayı göze ald ı ğ ı ndan Kazım Bey'in çekilip gitmesi bir şey değiş­
tirmeyecekti .

222
Bu kan l ı , öfkel i gece savaşı nda talih Kuvayı Seyyare'ye bir kez
daha güler yüz göstermişti .
Düşman ı n bozguna benzeyen 26 Ekim 1 920 günkü çekilişini
Ethem Bey'i n atl ı ları tedirgin bir çekiliş durumuna sokarak onları
Uşak' ı n beş kilometre kuzeyindeki temel mevzilerine dek kovalad ı lar.
Yu nan l ı lardan yal n ız Gediz'le dolayları geri a l ı nmakla kalmayarak
sonraları Simav, Demirci şehirlerini de içeren askerl ik bak ı m ı ndan
öneml i geniş bir bölge ele geçi rild i . Ethem Bey, savaş meydan ı ndan
iki yüz şeh it toplatarak gömdürd ü . Şeh itler arası nda Eskişehir M i l is
Atl ı Alayı 'ndan Yüzbaşı Necip Bey, Ethem Bey'in arkadaşları ndan
müfreze kumanda n ı l brahim Bey'in arkadaşı bir müfreze kumandan ı
d a vard ı . Az ve ağ ı r yaral ı lar beş yüzü buluyord u .
Ged iz savaşından birkaç gün sonra Tevfi k Bey, ufak bir çarp ışma
sonucunda Gördes kasabas ı n ı da ele geçi rd i .
Yal n ız bu yorgunluk son ucunda Ethem Bey' in hasta l ı kları dep­
reşmişti . M idesindeki ağrı ile sancı lar, onu sürekli olarak kıvrand ı rı­
yord u . Kuvayı Seyyare'nin yönetimini ortanca kardeşi Tevfik Bey'e
b ı rakarak d i n lenmek üzere Kütahya'ya çekildi . Bundan sonra ancak
özel olarak çağrı l ı rsa Eskişehir'e ya da Ankara'ya gidip gelecekti .
Bir gün Eskişehi r'deki karargahı nda Ali Fuat Paşa'yı görmeye git­
ti . Paşay ı , sald ı r ı n ı n sonucundan hoşnut buld u . Yaln ız, kendisi hem
hasta l ı kları , hem de son d u rumlar yüzü nden çok üzg ü n , durgun gö­
rün üyord u . Çok sevip sayd ı ğ ı bu büyük, sevimli adam ı n karş ı s ı nda
bile üzg ü n bir yüz, sarkm ış dudaklar, derinleşmiş alın çizgileriyle
otu rmaktan kend ini alam ı yord u .
Paşa , onun türl ü nedenlerden ileri geldiğ i n i sezd iği üzü ntüleri n i
elden geldiğince gözle görünür neden lere yükleyerek:
- Ethem Bey, ded i . Herhalde Demi rci 'deki gibi bir sonuç ala­
mad ı ğ ı n ız için üzülüyorsun uz? Bu sonuç, sizin sald ı rı günü bask ı n
biçiminde düşman saflarına girememiş olman ızdan doğan bir sonuç
değildir. Havan ı n berbatl ı ğ ı n ı görd ü n üz. Bizi yirmi dört saat içinde
düşman saflarında daha doyu rucu sonuçlar almaktan al ı koyan as ı l
olumsuz etken havalar old u . Sonra askerin çoğunun ayağı yal ı nd ı .
Bunları Genelkurmaydan istedi mse d e hiçbir şey göndermed iler.

223
Ethem Bey, Paşa'n ı n ruh d u rumu nda olağanüstü bir şeyler sezi­
yord u . Sanki kimi g izli haberler verecekmiş gibi görünüyord u . Böyle
bir şey söylemeyerek yine sözü başka bir konuya getird i .
- Ethem Bey, ş i m d i hemen Eskişehir'e git, oradan da yine ister­
sen An kara'ya gider tedavini sürdürürsü n .
Ethem Bey, Eskişehi r'e vard ı ğ ı nda Gediz sald ı rı s ı üstü ne kendi­
sini şaşkına çevire n , hepsi de Ankara' dan gelen konular, söylentiler
d i n led i .
Eskişehir'e varı r varmaz lzmit Mebusu Fuat Bey, pek içten dostu
onu görmeye geldi ve ona bir sürü can s ı kıcı haber geti rd i .
- Al i Fuat Paşa , Batı Cephesi Kumandanl ı ğ ı ' ndan ayrı l ı yor.
- Peki , Paşa bu değ işikliğe razı oldu mu?
- Paşa'n ı n henüz bilgisi yok. Ben , d ü n Ankara'da çok sağlam
bir yerden haber ald ı m . Nedeni de şu imiş: lstanbul h ü kümeti ad ı na
izzet ve Salih paşalarla Mustafa Kemal aras ı nda Bilecik'te meyda­
na gelen ve daha sonra izzet ve Salih paşaları Ankara'ya götürerek
orada süren görüşmelerde, lstanbul ve daha çok l ngiliz makamları ,
Ali Fuat Paşa' n ı n Batı Cephesi Kumanda n l ı ğ ı 'ndan ayrı lmas ı n ı ko­
şul olarak ileri sürmüştür. Ancak bu koşul u n yeri ne geti ril mesinden
son rad ı r ki M isakı Milli üzeri nde bir görüşme söz konusu olabilece­
ğini söylemişler. Bence , nedenlerin hepsi bu değildir. Bu nedenler
aras ı nda ismet Bey' i n , Mustafa Kemal üzerinde yaptığ ı diretim ve
sürekli telkinler de etkil i olmuştur. Şundan ki bütün mecl is çevreleri ,
ismet Bey'in Ali Fuat Paşa'yı Batı Cephesi Kumandanl ı ğ ı 'nda iste­
mediğini bil iyor. Batı Cephesi'ne kimin geti ri leceğ i de kararlaşm ı ş
san ıyoru m . Söylentilere göre ismet Bey, kendisi gel iyormuş.
Bu haberi alan Ethem Bey, bir zemberek gibi yerinden fı rlayarak
doğruca Batı Cephesi karargah ı na gitti . O rtada dönen , kendi al ı n
yaz ı s ı n ı d a ilgilendirmesi gereken son kerte önemli işler vard ı . Ali
Fuat Paşa'yı yerinden oynatan man ivelan ı n ereğ i doğrudan doğruya
Kuvayı Seyyare'yle kendisi olmak gerekird i . Ali Fuat Paşa' n ı n odas ı­
na hiç kimseye haber vermeden bir ok gibi g i rd i . Paşa, onu böyle bir­
denbire karş ı s ı nda görünce şaş ı rd ı . Ethem Bey kendisine sağ l ığ ı n ı n

224
nas ı l olduğunu soran Paşa'ya Fuat Bey'den işittikleri n i , kaynağ ı n ı
bildirmeden bir çırpıda anlatıverd i . Paşa , o n u çok d ikkatle, üzüntüyle
dinled i , son ra d u rg u n bir sesle:
- Duydukları n ı z doğ rud ur. Yal n ız ileri sürülen nedenler üzeri nde
bir şey söyleyecek durumda değildim. Moskova elçiliğini isteyip is­
temed iğim soru l d u . Ben de bana yap ılan açı klamayı yurd u n yü ksek
çı karları için zorlayıcı nedenler olarak düşü ndüm, bu görevi ald ı m .
Yal n ız, ayrı ntıları görüşmek üzere An kara'ya gideceğ i m , dedikten
sonra kon uşmaya biraz ara veren Paşa , birden damdan d üşer gibi
Ethem Bey'e şu öneride bulundu:
- Ethem Bey, benimle birlikte Moskova'ya gelir misiniz?
Ethem Bey, böyle bir öneriyi usunun kıyıcığ ı ndan geçi rm iş değil-
d i . Bu öneri n i n nedenleri n i birdenbire kavrayamad ı . .. Yal n ı z sorulan­
ları , olaylar felaket zincirleri gibi s ı raland ı ğ ı nda, verilmiş korku nç bir
kararın pençesinden kend isini ku rta rmak üzere Paşa' n ı n bu öneriyi
ne insancı l anlayışta yaptığ ı n ı anlayacak, gözleri yaşaracaktı .
- Sizinle her yere giderim paşa m . Fakat bil mem ben orada size
nas ı l h izmet edebilirim? Çünkü bil iyorsunuz ki ben hiç resmi memur­
luk görevi nde bulunmad ı m .
Paşa , o n u n yüzü ne, geleceğ i n i okur g i b i deri n , şefkatl i , tertemiz,
masmavi bakışlarla baktı . Sanki d i l i n i n ucuna gelmiş sözler vard ı .
Her san iye onları söylemek ister gibi ikircikler geçi riyor gibiyd i .
E n sonra karara varm ı ş g i b i son u na d e k sustu .
Ethem Bey, Ali Fuat Paşa'n ı n kararg a h ı ndan ikircikl i , üzg ü n , sü­
rekli kayg ı larla ayrı larak trene bind i . Trende durmadan orduda baş­
layan değ işiklikleri , bun ları n sonuçları n ı düşünd ü .
"Batı Cephesi Kumanda n l ı ğ ı 'na, Fuat Bey' i n verdiği haber çı­
kar da i smet ya da Refet beylerden birisi gelecek olursa cephede
var olan daya n ı şma yok olacaktır. " Bu düşü nce , kafası nda kırık bir
plaktaki bir şarkı parçası gibi dönüp d u rurken Kütahya istasyonunda
trenden indi. Eve vard ı ğ ı nda Reşit Bey' i sigaras ı n ı tüttü rerek kendi­
sini bekler buld u . Reşit Bey de hemen Fuat Bey' i n daha önce verm iş
olduğu haberi vermekte gecikmed i . Reşit Bey'i h içbir vakit bu kerte
kayg ı içinde görmem işti :

225
-ismet Paşa , Kuvayı Seyyare'nin tasfiyesi ve sen in uzaklaştı rıl­
man için M ustafa Kemal Paşa'yla anlaşm ı ş ! ded i .
Reşit Bey'i n hiçbir vakit yalan söylemed iğini bil iyord u . Demek ki
kayg ı verici haberlerin en kötüleriyle yüklü gel mişti .
Reşit Bey, biraz duraklad ı ktan sonra sözlerine şunları kattı :
- H ü kümet, Ruslarla tam bir birlik ve bağlantı ku rulması nda
zorl u k görüyor. Bunun için mecl is, Moskova büyükelçiliğine Ali Fuat
Paşa'yı gönderiyor. Bunu M ustafa Kemal Paşa isted i . Yan ı na da üç
mebus arkadaş ı m ızı katıyoruz. Buraya ya ismet Bey gelecek ya Re­
fet Bey. Demek ki işitti klerim doğ ru imiş!
Bu kez şaşı rmak s ı rası Ethem Bey'e gelmişti . Reşit Bey, ne gibi
şeyler işitm iş olabilirdi? Belki , o bir şeyler işitmiş olabil i rd i . Yal n ız,
kendisi bilmiyord u . Ethem Bey' in sürekli susuşu Reşit Bey'e karde­
şinin bir şey bilmediğini anlattı .
Ethem Bey, o zaman geçmişin sayfaları n ı ateşli elleriyle şöyle bir
çevirerek Yozgat ayaklan ı ş ı n ı bastırd ı ğ ı günlere gitti . O zama n , Yoz­
gat'a onu görmeye gelen bir mebus g rubu içinden birisini kendisine
tan ıtan Reşit Bey, bu mebus için şöyle etiketler kullan m ı ştı :
- Eski Dah iliye Vekili Hakkı Behiç Bey, kendisi Yeşil Ord u örgütü
genel katibidir. Seninle özel olarak görüşmek istiyor.
Ethem Bey, o güne dek herkesin ağzı nda bir Yeşil Ordu dolaş­
tığ ı n ı bil iyorsa da bunun Türkiye'ye nereden ve nas ı l geleceğ ini bir
türlü düşü nemiyord u . Kimisinin dediğine göre sanki bu ord u Türkis­
tan'da Tu ran'dayd ı . Başı nda da Enver Paşa vard ı . Çoğuna göre ör­
gütün baş ında kimin olduğu bel l i değildi. Tutsak durumu ndaki Türk,
Müslüman ülkelerinden böyle bağ ımsızl ı klar ku rtarmaya gelecek
bir ord u nas ı l çıkabilirdi? Sözde Turan illerinden çı kacak bu ord u ,
eski Cengiz orduları g i b i h e r geçtiği yerden katılan ordularla ç ı ğ gibi
büyüyerek Anadolu'ya gelecek, Yu nan gavuruyla l ngiliz mel u n u n u
yok edecekti . Yeşil sözcüğü, bu orduyu baştan başa yeşile boyuyor,
içine yeşil sarı kl ı , yeşil cüppel i evl iyalar, şeh itler de katarak bütü n
anlam ıyla d insel bir efsane ordusu yaratıyord u . Müslüman Türk hal­
kı n ı n bu efsaneden güç ald ı ğ ı açı kt ı . B i rçoğunun umudunun önünde
bu Yeşil Ord u dalgaları yü rüyord u .

226
işte , Enver Paşa'n ı n kızı l-yeşil karış ı ğ ı bir Müslüman ordusu
kurarak gerek Hind istan 'daki l ngiliz l mparatorluğu'na, gerekse Tür­
kiye'ye sald ı ran bacaks ız Yu nan emperyalistine sald ırıp yok etme
düşüncesinden doğan bu Yeşil Ordu efsanesini Mustafa Kemal'le
onun içten adamları ele alarak ordunun boşluğunu doldurmak iste­
mişlerd i . Salt bir propaganda aracı olarak ele a l ı nan bu dernek, az
zamanda program ı n ı n modern Marksçı düşüncelere tıpatı p uygun
oluşu yüzü nden çabucak kızıla boyanm ı ştı .
Bu yeşilin s ı rtı na binerek Ankara'ya doludizg in gelmeye haz ı r­
lanan Enver Paşa , bu kü heyla n ı çabucak M ustafa Kemal'e kaptırı­
vermişti . Hakkı Behiç Bey, o zaman yakı l ı p y ı k ı lan Yozgat'tan genzi
yakan acı d umanlar yükselirken, h ü kü met konağ ı nda Ethem Bey'le
karşı karş ıya konuşmuştu :
Hakkı Behiç Bey, her ikisinin yal nız bulunduğu sırada:
- Beyefend i , demişti , zatıalileri bu örg ütün eylemce kumanda­
n ı s ı n ız.
- Bana gösterilen güvene çok teşekkür ederi m . Mademki beni
ve Kuvayı Seyyare'yi siyasal örgütü nüzün kumanda n ı ve asker gücü
olarak benimsiyorsunuz, Yeşil Ordu örgütüne yazı n ız ve bildiri n iz de
Kuvayı Seyyare'ye yard ı m etsinler. En küçük i htiyaçları n ızı karş ı la­
mak üzere yal n ı z bizler boğuşur gibi uğraşmak zorunda kal maya l ı m .
Ethem Bey, Yozgat'tan Ankara'ya döndüğünde Hakkı Behiç
Bey'le yaptığ ı konuşmayı , Yeşil Ordu soru n u n u yemekten sonra baş
başa kald ı klarında M ustafa Kemal'e açmak zoru nda kal m ı ş , Paşa
ona şöyle demişti :
- Hakkı Behiç Bey, güvenilir, yu rtsever bir arkadaştı r. Çal ı şma­
sı ndan haberim vard ı r.
Ne var ki sonraları Ethem Bey için kimi güçlükler baş göstermeye
başlamıştı . Yeşil Ordu'ya gönüllü asker olarak gelenlerle para ve mal
yard ı m ı nda bulunanlar Yeşil Ordu'yu arıyorlard ı . Bu yüzden üzücü
anlaşmazl ı klar da olmuştu . Bunları Reşit Bey'e anlatan Ethem Bey,
Hakkı Behiç Bey'in bu sorunu paylaşması n ı istemişti.
Ethem Bey, Yeşil Ord u işini Ali Fuat Paşa'ya da açm ı ştı . Ethem

227
Bey'i n işittiğ ine göre Erzurum'da Erzu rum l u kom ün ist eği l i m l i , Yeşil
Ord ucu eski Müdafaayı Huku kçu larla eski Meclisi Mebusan başka­
nı Celalettin Arif Bey, bağ ı msız bir sosyalist hükümet kurarak Erzu­
rum'u bunun merkezi yapmak istemişler, hemen de Ermenistan sa­
vaş ı başlad ı ğ ı günlere denk gelen bu iş Kaz ı m Karabekir'ce barı şçı l
bir biçimde bast ı rı l m ı ştı .
Bu olaydan son ra Ethem Bey'i bulan Reşit Bey şöyle demişti:
- M ustafa Kemal Paşa , Yeşil Ord u örgütü nü kald ı rmak istiyor.
Yal n ız Hakkı Behiç Bey, bunun olamayacağ ı n ı söylüyor. Sen i n , bu
örgütün kumanda n ı olduğunu söylemişler. Paşa'ya durumu anlatı­
ver.
Ethem Bey bunun üzerine, Demirci savaş ı n ı açmaya gideceğ i
günlerde Mustafa Kemal Paşa'yı görmeye gitm işti :
- Paşam, dem işti . Zatı aliniz bana Hakkı Behiç Bey' i n güven ilir
ada m ı n ız olduğunu ve Yeşil Ord u ' n u n bilginiz içinde çal ı şmaya baş­
lad ı ğ ı n ı buyurmuştu nuz. Ben de ortada hiçbir eyleme benzer k ı m ı ltı
bulunmad ı ğ ı ndan bana önerilen kumanda n l ı ğ ı almakta bir sakı nca
görmemiştim . Oysa şimdi duyduğuma göre, zatıali niz bu örgütü n
kald ı rı l mas ı n ı e m i r buyurmuşsu nuz. Ne v a r k i Hakkı Behiç Bey bu­
nun olamayacağ ı n ı söylemiş. Bu arada benim ad ı m da söz konusu
olmuş. Size soru n u n bu ndan ibaret olduğunu bildirmek isteri m .
- Bu bilgiyi nerden ald ı n ız?
- Reşit Bey söyled i .
- Ağabeyiniz d e bu örgütü n militan üyelerindend ir. O da bana
başlang ıçta bu konu üzeri nde ne düşündüğümü sorm uştu . İ l k za­
manlar Yeşil Ord u , halkı n yürekl iliğini yü kseltmek bakı m ı ndan yararl ı
olmuştur. Ne var ki sonraları birçok işler, hükümetin kendi işlerine
karşıt düşen ve bunlarla ka rışan durumlar meydana gelmiştir. Bun­
dan dolayı örgütün kald ı rı l mas ı n ı doğ ru bularak em rettim . Hakkı Be­
hiç Bey' in söylemek istediği örgütün bir genelgeyle kald ı r ı l mayacak
kerte güçlü bulunmas ı d ı r. Ne var ki bu onun ka n ı s ı d ı r. Görüyorsunuz
ki bana kendisi sizden ve sizin bu kal d ı rmaya evet demeyeceğ in iz­
den söz ettiği halde siz, sorunun içyüzü n ü benden öğrenmek istiyor­
sunuz. Bilirsiniz ki kimi örgütlerin bel l i h izmet dönemleri vard ı r. Bu

228
dönemlerden sonra çal ışmaları n ı d u rduru rlar. Yeşil Ord u da daha
çok halkı n yürekl iliğini yü kseltmek uğruna başvurulan kuru ntu ör­
gütlerden birisiyd i . U lusal ord u eylem olarak hamdolsun , meydana
gelince böyle kuruntu ord u ları n gereğ i kalmad ı .
Ethem Bey bunun üzeri ne Hakkı Behiç Bey'i çağ ı rarak kendisiyle
bir kez daha görüştü :
- Sizden dileğ i m , ad ı m ı n böyle anlaşmazl ı klara karıştırı lmama­
s ı d ı r, deyince Hakkı Behiç Bey, davasına inan m ı ş eski bir komünist
olarak:
- Yeşil Ord u Derneği'nin kapatıl maması uğruna bütü n güçl ü k­
lere göğüs gereceğiz. Kurulmuş örgütler kolay kolay bir buyrukla
kapatılamaz, ded i .
Ethem Bey, kendi ad ı n ı n olur olmaz işlerde bayrak yap ılmasına
çok üzül üyord u . Onun bu üzüntüsüne tatl ı bir gülümsemeyle karş ı l ı k
veren Hakkı Behiç Bey, şunları söyled i :
- Ethem Bey, bütün bunlar, özel olarak düzenlenmiş işlerdir.
Örneğin şimdi ben , Yeşil Ordu'yu kapayacağ ı m , fakat bunun arka­
s ı ndan bir de komün ist partisi ku racağ ı m . B u n u n müsaadesini bile
almış bulun uyorum .
Hakkı Behiç Bey' in b u son sözleri bardağ ı taş ı rm ı şt ı . Ethem Bey,
karş ı s ı ndaki kendisi gibi Çerkez olan adam ı n yüzü ne şaşkı nca , bi­
raz da iğrentiyle baktı . "Bu adam nas ı l oldu da Dahiliye Vekaleti gibi
ülkenin güvenliği ve kurtuluşu için en önemli bir sandalyeyi işgal et­
mişti?" d iye düşünd ü .
Gerçekte idealist, zeki b i r sosyal ist olan Hakkı Behiç Bey, onun
bakışları ndan bu tiksi ntiyi okumakta gecikmed i . Ağ ı rbaşl ı l ı ğ ı n ı ele
alarak şunları ded i :
- Ethem Bey, siz, m e rt v e erkek ruhlu bir adamsı n ız. Bana na­
musunuz üzeri ne söz verir misiniz ki açığa vu racağ ı m gerçeğ i hiçbir
yerde açmayacaks ı n ız.
- Söz veriyorum .
- Öyleyse anlatay ı m . Ben , b u kom ünist partisi ni M ustafa Kemal
Paşa'n ı n buyruğuyla ve d i retmesiyle kurmaktayı m . Bunu kurmak

229
zoru ndayız, hatta buna mahkumuz. Ş u ndan ki biz, eğer böyle yap­
mac ı k bir tedbir al mazsak gerçek kom ü n istli k memleketin içi n i yer.
Duyduğumuza göre Yunan ordusunda komün istl ik eğ ilimleri başla­
m ı ş . Askerlerin aras ı n a böyle duyguları n girmesi, Tanrı saklas ı n ba­
ş ı m ıza ne felaketler açar, bilirsiniz. Onun için bizler şimdiden nas ı l
olsa gittikçe gel işecek olan gerçek Bolşevik eği l i m lerini b i r yana it­
mek ve biçimsel de olsa kendisiyle güzel i l işkiler sürdürmek zorunda
old uğumuz Rusya'yı kand ı rmak için biçimsel ve göstermelik komü­
nist partisin i kurmak zorunluluğunu d uyuyoruz. Bundan dolayı da
H ariciye Vekili Yusuf Kemal Bey'le S ı h h iye Vekili Doktor Rıza Nur
Bey'i Moskova'ya göndermiş bulunuyoruz. işin içyüzü budur. Bu
partiye kimlerin girebileceğ i n i M ustafa Kemal Paşa'yla birlikte tespit
ettik. Asker kumandanlarım ızdan Ali Fuat Paşa, Fevzi Paşa , Köprül ü
Kazı m Bey, Kazı m Karabekir Paşa , ismet Bey, Refet Bey v e sizin
gibi tan ı n m ı ş kişiler partiye girmekted i rler. Ayrıca mecl isten M ustafa
Kemal Paşa'n ı n özellikle güvendiği mebuslardan bir grup da partiye
gireceklerd i r. Böylelikle kaleyi içinden fethetmeyi düşünüyoruz. Ben ,
bu görevi al madan önce çok düşünd ü m . Ne var ki en sonra yurt kay­
g ı sıyla almak zoru nda kald ı m . Yal n ız, M ustafa Kemal Paşa'ya Yeşil
Ord u olay ı ndan esinlenerek ve onu örnek göstererek örgütü bir ker­
te genişletmemiz, sonra onu tasfiye etme n i n , Yeşil Ordu'da olduğu
gibi, g üçlükle mümkün olabileceğ ini anlatt ı m . Paşa hazretleri de bu
düşü ncemi benimsed iler. Şimdi siz bugün yarı n komünist partisine
g i rmeniz önerildiğinde bunu olağan , hatta gerekl i karş ı lamal ı s ı n ız.
Yal n ız, şimd ilik bunu benden d uymuş olmay ı n ız. Şundan ki Kuvayı
Seyyare gibi doğrudan doğruya milis sistemine bağ l ı bir örgütün , bu
parti işine girmesi nas ı l son uçlar verir onu benden iz bilmem .
Bu görüşmeden birkaç gün sonra Hakkı Behiç Bey'in l iderliğinde
göstermelik kom ü n ist partisi kurulmuş. Ethem Bey'e de bir üyelik
bildirisi gelmişti .
Mektup , doğ ruca M ustafa Kemal imzas ıyla gel iyord u :
"Muhterem Ethem Beyefend i ,
Doğu s ı n ı rlarım ızdaki Ermeni soru n u lehimize kesi n yengi ile

230
sona ermiştir. Bize pek elverişli bir biçimde aram ızda anlaşma ya­
p ı lmak üzeredi r. Bundan başka geçende bild irdiğim gibi öbür yanlar­
daki d ı ş d u rumumuz dahi olağan üstü hoşnutlu k verecek kerteded i r.
Bunu özellikle müjdeleri m . "
Eskişehir'de çıkan "Yeni Dünya" gazetesi n i n bundan sonra An­
kara'da ç ı karılmas ı n ı biz arkadaşlar pek uyg u n bulmaktayız. Hakkı
Behiç Bey'i n mektubunda gerekli bol bilgi verildiği nden buna de­
ğinen konuyu yazmayacağ ı m . Yal n ı z şuras ı n ı bildirmek gerekir ki
Üçü ncü Enternasyonal'e bağ l ı Ankara'da bir genel merkez kuruldu .
Bu merkez derneğe ben , sen ve Refet Bey dahi a l ı nd ı k. Yen i Dün­
ya gazetesi işte bu derneğ in düşü nceleri ni yayacaktı r. Hakkı Behiç
Bey, derneğ i n genel katibi olmuştur. Buna cidd i olarak çal ı şma, bi­
l imsel ve eylemsel çaba gerekl idir. Şundan ki genel çıkarı m ı z bunu
gerektiriyor. Hazırlanmakta olan program bittiğ i anda size de gön­
derilecektir. O zaman okur ve hemen gereken merkez ve yerlerde
şubeler açılmas ı n a l ütfen çal ı ş ı r ve kı lavuzl u k edersiniz. Matbaan ı n
hemen Ankara'ya ulaştırılmasına müsaade buyuru n uz. Hacı Şükrü
Bey, matbaan ı n getirilmesiyle görevlidir. Hakkı Behiç Bey biraderi­
miz yu rtseverliğine de değer derecesine benim gibi sizin de inand ı ­
ğ ı n ıza kaniyi m .
Sağ l ı k v e afiyet dileri m , muhterem yoldaş.
M ustafa Kemal

Ethem Bey, M ustafa Kemal'in bu mektubunu okuyunca dudakla­


rına bir gülümseme gelmişti. Sovyetler, M ustafa Kemal'den çok ken­
disine güveniyorlard ı . Bunu açı kça ortaya da koymuşlard ı . Üçüncü
Enternasyonal, Mustafa Kemal'in kurmaya çal ı ştığ ı göstermelik ko­
mün ist partisinin içyüzünü daha ilk günden anlayacaktı . Ethem Bey'le
kardeşlerinin girişleriydi ki komünist partisinin yaşayışı , Üçüncü Enter­
nasyonal'ce benimsenmesi şansı artacaktı .
M ustafa Kemal'in böylece bir taşla birkaç kuş vurmak istediğini
Ethem Bey pek iyi anl ıyord u . Türkiye sosyalistlerinin umut bağlad ı­
ğ ı bir asker gücü d u rumuna ulaşan Kuvayı Seyyare içindeki , onun

231
çevresindeki zincirleme çal ı şmaları böylece kontrol altına almak is­
tiyord u .
Sovyetler Birliği'nin Ethem Bey'e vermeye başlad ı ğ ı önemin
M ustafa Kemal'i son kerte kuşkuland ı rd ı ğ ı anlaş ı l ıyord u . Ethem
Bey, elindeki bu güçle her an bir hükümet değişikl iği yapabilir, Mus­
tafa Kemal'le birkaç kendine yarı bağ l ı arkadaşı n ı tutu klayıp sah­
neden silebil i r, siyasal devrimle sosyal devrimi uyumlu bir biçimde
uyg u lamak için davranabilir, her şey bir anda değişebilird i . Gizli g izli
konuşulup düşünülen bu gibi şeyleri önlemek için M ustafa Kemal'in
son kerte zoru n l u , ku rnazca bir ad ı m attığ ı meydandayd ı . Yeşil Or­
du'yu kald ı rarak, Ethem Bey'le güçleri n i n çevresinde biriken yen i ,
etkili devrimci gücü n büyüsü nü nas ı l azaltmaya çal ışmışsa bu kez
de Ethem Bey'i komün ist partisine a l ı p onursal başkanl ı ğ ı na kendisi
geçerek Kuvayı Seyyare'nin komünizme yönelen gizli gidişini legali­
ze ed ip s ı rası nda onunla oynayabilmek gücünü kazanacaktı .
Bu komünist partisi işinin kend isine karşı yöneltilmiş bir taktik
olduğunu an layan Ethem Bey, bu partiye girmen i n bir maskara l ı k
olduğunu düşünüyord u . Bundan dolayı da gerek M ustafa Kemal'e,
gerekse Hakkı Behiç Bey'e hiçbir yan ıt vermed i . Yaln ız, sosyalist
arkadaşı Binbaşı Hacı Şü krü Bey'le derin derin dertleşti . Bu yen i
göstermel i k partinin kendisine düşündürd ü klerini açı kça anlatarak
bu öneriyi olumlu ya da olu msuz bir yan ıt vermek üzere düşünece­
ğini Hakkı Behiç Bey'e bildirmesini diled i .
Eskişehi r'de çıkan Yeni Dü nya gazetesinin bası meviyle birl i kte
Ankara'ya gönderil mesine ister istemez müsaade etti . Komünist
partisi nin kuru l ması nedenlerinden biri de bu gazeteyle bası mevini
kontrol altına almak düşü ncesi değil miydi?
Ethem Bey, ortada direnç gücü n ü n engelleyemeyeceği kendi
alın yazısıyla ilgili çok önemli işlerin döndüğünü anlıyorsa da has­
tal ı ğ ı yüzü nden kend inde k ı p ı rdayacak takat bulam ıyord u . Arif Oruç
Bey' le birl i kte Yen i Dü nya' n ı n bası mevi n i n Eskişehir'den An kara'ya
gitmesi yeni çiçeklenmekte olan sosyalist düşüncelerin boyu nduruk
altına g i rmesinden başka ne anlama gelebilirdi?

232
Salt siyasal bir kurtuluş, siyasal bir güç peşinde olan Mustafa
Kemal , Osma n l ı n izami ord uları n ı n , subayları n ı n prestij iyle oynayı p
d u ran bu gazeteye daha n e kadar süre dayanabilirdi?
Bütün bunlar, Ethem Bey'in kişiliğine, Kuvayı Seyyare'ye karşı
kurulmuş yumuşak görünüşlü tuzaklar değil m iyd i? Kuvayı Seyyare
ortadan kalktığı g ü n , Mustafa Kema l , Türkiye'de tek baş ına astığı
astık, kestiği kestik bir bağ ı msız güç durumuna gel meyecek m iyd i?
Evet, gidiş bu gidişti .
Ethem Bey, o Arif Oruç Bey' i cephede Kuvayı Seyyare safları
aras ında bir savaşçı olarak bulmuş, bu genç ayd ı n gazeteciye sa­
vaşçı safları n ı n d ı ş ı nda yararl ı olabil mesi için ticaret bası mevi ni a l ı p
vermiş, b u n a bütü n gerekl i para yard ı m ı n ı yapmaktan çekin memişti .
Komünist eğilimli olan Arif Oruç Bey, kurduğu Yen i Dünya ga­
zetesinde kendi inand ı ğ ı düşü nceleri , Ethem Bey'le Kuvayı Seyya­
re' n i n ideolojisi olarak savunacaktı .
Tü rkiye'nin salt siyasal devrimle kurtulamayacağ ı n ı , bunun
sosyal bir devri mle kucak kucağa g itmesini isteyen Ethem Bey ve
meclisteki mebus arkadaşları Yen i Dünya gazetesinde her g ü n dü­
şünceleri n i n gerçek yankı ları n ı bulmaya başlamı şlar, bu da M ustafa
Kemal'i kara kara düşüncelere dald ı rm ı ştı .
Arif Oruç Bey, bir gün Ethem Bey'e:
- Bizim baskı makinelerimiz Anadolu ' n u n en modern makinele­
ri ; deyince o da ona:
- i nşallah zafer son u nda bu matbaa size armağan ı m olacaktı r.
Bu ulusu düşünce özgürlüğüne sahip olarak yetiştirmek uğrunda,
azminde ve sebatında devam edeceksin, dem işti .
Arif Oruç Bey de ona şöyle demişti :
- Yu rt ve ulus bir kez düşürüldüğü kötü durumdan kurtarı lsı n .
U l usun o mutlu g ü n leri arifesinde yurdun son kurbanları arasında
ben de kurban olsam ne çıka r! Eğer sağ kal ı rsam bu u lusa hükü met
ned i r, ulus nedir, işte bunları anlatmak uğruna hayatı m ı koyacağ ı m .
Gazetenin görevi, devrim içinde v e istila teh l i kesi içinde bulunan
Türkiye'yi Büyük Millet Mecl isi çevresinde toplamaya çal ışmak, u l u-

233
sal birliği sağlamak, devrimci hükümete de adalet ve özgürlük ilkele­
ri içinde davranmak gerekliliğini anlatmaktı .
*

Bir gün Doktor Tevfik Rüştü Bey'le Mahmut Celal (Bayar) Bey,
Eskişehir'e gelerek Yen i Dü nya gazetesinin sah ibi, başyazarı Arif
Oruç Bey'i buldular. Yemekli içmeye g ittiler. Akşam karanl ı ğ ı na dek
içtiler. Ankara'da Haka n ' ı n şiddetle yasak ettiği içkiyi burada doya
doya içtikten sonra Tevfik Rüştü Bey'le Celal (Bayar) Bey, hep bir­
den :
- Şu matbaayı bir görel i m , d iyerek kal ktılar.
Yavaş yavaş , Yen i Dü nya gazetesi idarehanesine doğru g ittiler.
Neşeliyd iler. Yanları nda Arif Oruç Bey' in henüz pek genç, esmer, ya­
k ı ş ı kl ı , zeki gazeteci yeğeni N izamettin Nazif de vard ı . Neşe içinde
yalpalayarak, konuşarak matbaaya vard ı klarında Arif Oruç Bey, bir
ok gibi i leri atı ld ı :
- N e ol uyor, nereye gid iyor bunlar? d iye bağ ı rd ı .
Onlar yiyip içtiğ i s ı rada asker pol isin gözcü lüğü altında sökülmüş
olan bas ı mevi n i n yepyen i makineleri sand ı klara konmakta ve çakıl­
maktayd ı .
Arif Oruç Bey, Tevfik Rüştü Bey'le Celal Bey'in içki masas ı düze­
nini o zaman anlad ı . Yapacak bir şey de yoktu . Tek baş ı nayd ı . Orada
bir yığ ı n asker vard ı . Ethem Bey de Ankara'dayd ı . Bu s ı rada Celal
Bey, Arif Oruç Bey'i bir yana çekerek ona içinde yüklüce bir para
bulunan bir zarfı uzattı :
- Yen i Dünya'yı An kara'da çı karmaya devam edeceksin, ded i .
B u n u n üzerine parayı a l ı p cebine atan Arif Oruç Bey, yeni bir
umutla orada dikilerek makinelerin trene yüklenmesini gerçek bir
dram serüveninin gözyaşl ı kahraman ı gibi seyretti.
Sonra üç yarı sarhoş adam da trene bi nerek sand ı kların üzeri­
ne çöktüler. Yen i Dü nya gazetesi sahibi ile i ki Ankara l ı konuk, bam­
başka düşü nceler içinde vagonun kara n l ı ğ ı na gömülerek Ankara'ya
yolland ılar.
Ethem Bey, Ankara'da ağabeyi Reşit Bey'i n bekar odas ında bir
sandalyeye çökmüş, ondan şunları d i n liyord u :

234
- ismet Paşa , Batı Cephesi'ne kumandan oluyor. Bizim Kuvayı
Seyyare'yi de onun buyruğuna veriyorlar. Al i Fuat Paşa'yı salt bu
amaçla Batı Cephesi Kumanda n l ı ğ ı ' ndan geri ald ı la r. ismet Bey, ge­
çenlerde meclisin g izli birleşiminde konuşurken Gediz sald ı rı s ı n ı n
Kuvayı Seyyare'nin tembelliğinden ve düşmana sald ı rmamas ı ndan
yitirildiğini ileri sürd ü ve n izami güçlerin yan ı nda milis güçleri n i n bu­
lunmas ı n ı n orduda d üzenin sağlanmas ı n a imkan b ı rakmad ı ğ ı n ı söy­
led i . Ben bunu protesto ettim . Bunun üzerine i smet Bey:
- Bu olay, ordunun kumanda sorunudur. Genelkurmay Başkanlı­
ğ ı Kuvayı Seyyare'nin çal ı şması ndan d üzgünce haberdar edilmekte­
dir. Bunda cephe kumandan ı n ı n da düşüncesi etkili olmaktad ı r, ded i .
Anlaşı l ıyor k i bize karş ı tedbir almak için i l k önce cephe kumandan ı n ı
değiştirmek gereksinimini duymaktadı rlar. B u n u bilmelisin. Ali Fuat
Paşa Moskova'ya yolland ı ktan sonra, artık sen in orada rahat etmene
imkan kal m ı yor.
Ethem Bey, şiddetle duymaya başlad ı ğ ı gereksinimi ona açtı :
- Ben de Ali Fuat Paşa'yla birlikte Moskova'ya gideri m . Hatta
gerekirse siz de gelirsiniz. Mademki mecl is üç mebusun Moskova'ya
g itmesine karar vermiştir. Pekala bun lardan birisi siz olabilirsiniz.
Gereki rse ben bunu M ustafa Kemal Paşa'dan rica ederim .
Reşit Bey, b u n u n üzerine yılan ı s ı rm ı ş g i b i yerinden fı rlad ı :
- Sen n e söylüyorsun? Sen n e söylüyorsun? Tevfik n e olacak?
Ben ne olacağ ı m ? Bizim yan ı m ızdaki binlerce kişi ne olacak? Böyle
bir şeyi bir daha ağzı ndan işitmeyeyim.
Ethem Bey, bi rkaç gün önce Naz ı m Bey'i n Kütahya'da kend isini
bularak uzun uzun dertleşmesinden , M ustafa Kemal ' i n diktatörlüğe
doğ ru gitmek isted iğini an lattığ ı nd a n , Ali Fuat Paşa'yla görüştükle­
rinden söz etti .
Reşit Bey:
- N az ı m Bey'in d uydu kları n ı meclisten birçok kimse de d uyd u .
Ama böyle bir şey olmayacak, d iye diretti .
Ethem Bey, meclis içinde türlü düşünce akımları n ı n çarp ı şmakta
olduğ u n u , değ i ndiği birçok mebusun konuşmaları nda n , davra n ı şla-

235
rından a n l ı yord u . Reşit Bey'i n bu akımlara karı şmas ı n ı da hiç iste­
miyord u .
Moskova'ya gitmek üzere d uyduğu şiddetli isteğe Reşit Bey' i n
şiddetle karşı koymas ı , Ethem Bey'i n sinirlerini dal dal oynatmaya
başlam ı ştı . Şu s ı rada kafası nda gürü ltüsüz uzak şimşekler gibi ça­
kıp d u ran en önemli düşü nceler şunlard ı :
"Ben gittikten sonra Kuvayı Seyyare'nin o güne dek yaptığı bütün
işler birer kusur, belki de suç sayılabilir. Oysa bunlar yapıldığı sırada
değerlendirilmiş, örnek olarak gösterilmişti . Buna bakmayarak bir kez
Mustafa Kemal Paşa'yla görüşmeliyi m . " Ethem Bey, böyle düşüne­
rek M ustafa Kemal'i yorgunluğundan dolayı hemen o gün görmeye
gidemed i . Yal n ız bir mektup yazıp Hayati Bey'le göndererek Anka­
ra'da olduğunu, "Reis Paşa"yı ziyaret etmek istediğini bildird i . Mektu­
bun karş ı l ı ğ ı n ı öldürücü bir sab ı rsızl ı kla bekled i . Ancak ertesi akşam,
Hayati Bey'den yanıt gelebild i. Hemen kalkıp istasyondaki Direksiyon
Konağ ı'na gitti . Kendisini Hayati Bey karş ı lad ı :
- Mektubunuzu ancak b u sabah Paşa hazretlerine verebildim.
Ali Fuat Paşa'n ı n Moskova yolculuğu ile çok meşgullerd i , ded i .
Ethem Bey' in içine bir yıld ı r ı m düşmüş g i b i old u . Yaşlı b i r çınar
gibi şöyle bir salland ı . "Hayati Bey, ola n ı biteni bilseyd i belki geld iğini
daha önce haber verird i . " d iye düşü nerek:
- Al i Fuat Paşa hazretleri ne zaman yola ç ı ktı lar? d iye sord u .
- Bu saba h . Bu saba h , beraberi nde dokuz kişilik bir kurulla yola
çıkt ı . Üç de mebus bey vard ı .
Ethem Bey, kapkara düşünce bulutlarıyla kararan kocaman sa­
rı ş ı n baş ı n ı kocaman avuçları aras ı na alarak bir ara öyle kald ı . Bu
çı kmaz çemberden ç ı kabilmek için tali h i n i n aralad ı ğ ı biricik ged ik de
hemen kapa n ı verm işti .
Ethem Bey, böyle içindeki karanlığa gömülerek düşü n ü rken bel l i
ayak sesleri , M ustafa Kemal'in mecl isten döndüğünü gösteriyord u .
M ustafa Kema l , yüzü nde sıcak bir gülümsemeyle Hayati Bey'in oda­
sına g i rd i .
Ethem Bey, ayağa kalkıp kendisine elini uzatan Mustafa Kemal'le
bir hizaya gelebilmek üzere biraz eğilmek zorunda kalarak elini uzattı :

236
- S ı h hati n iz nas ı l , Ethem Bey?
- Hastal ı ğ ı m sü rüyor paşam . . .
Koca adam ı n elinin ateş gibi yand ı ğ ı n ı duyan Mustafa Kemal,
onu al ı p kendi çal ı şma odas ı na götürd ü . Öteden beriden kon uşuld u .
Sonra M ustafa Kemal , Ethem Bey'e:
- Yerin ize kim bakıyor? d iye sord u .
- A l i Fuat Paşa hazretlerinin buyruğ uyla kardeşim Tevfik Bey
vekalet ediyor.
- Al i Fuat Paşa'yı Moskova'ya büyükelçi olarak gönderdik. Rus­
ya'yla d u ru m önemli bir döneme gird i . Oraya gönderil mesi gereksin­
mişti. Hariciye Vekilinin yaptığı yolcu luk umduğumuz olumlu sonucu
vermeyince bu biçimi doğ ru buld u m .
Ethem Bey, Fuat Bey'den işitti klerini açt ı :
- A l i Fuat Paşa hazretleri nin Batı Cephesi Kumandan l ı ğ ı ' ndan
ayrı lmas ı n ı l stanbul hükü meti nin direterek istediği söylen iyor, Paşa
hazretleri !
M ustafa Kemal , di kkatle onun gözleri ne baktı :
- Size bunu kim söyled i?
- Eskişehi r'de bir dosttan duyd u m .
M ustafa Kemal, kon uyu değiştird i :
- ismet Paşa'yı da Batı Cephesi 'ne kumandan yaptı k. Cenup
Cephesini Refet Bey'e verdik. Genelkurmay Başka n l ı ğ ı vekaleti ni de
milli müdafaa vekili Fevzi Paşa hazretleri vekil olarak yönetecek.
- Hepsine başarı lar dilerim.
Ethem Bey' in derin üzüntüsü M ustafa Kemal'in gözü nden kaç­
mad ı . Yal n ız, susmayı üstü n tuttuğu anlaş ı l ı yord u .
Ethem Bey sessizl iği şu sözlerle y ı rtt ı :
- Paşa Hazretleri , yeni Batı Cephesi Kumandan ı ismet Bey' in
Kuvayı Seyyare'nin örgütlenme n itel iğini ve h izmetlerini değerlendi­
receğ i ne i n a n ı yoru m . Şundan ki Kuvayı Seyya re'nin h izmet dönemi
aşağ ı yukarı kapanmış gibidir. Zaman zaman bu güçlerin yan ı nda
nizami güçleri n kolayl ı kla kurulamayacağ ı kon usundaki karş ı çı kma-

237
ların bundan sonra özellikle sürüp g itmesi beklenebilir. Bendeniz de
hastayı m , sürekli tedaviyi gereksemekteyi m . Bundan dolayı uygun
görürseniz Kuvayı Seyyare'nin başına g üvend iğiniz bir kişi atans ı n .
- Yen i cephe kumanda n ı ben im kan ı mca bu soru nu en iyi bi­
çimde çözümleyecektir. i smet Bey, ulusal ordunun hemen ve h ızla
kurulması düşüncesinded i r. Ben de bu düşüncedeyim. Ne var ki bu,
Kuvayı Seyyare'nin gereksinmediği anlamına gelmez. Yal n ı z siz kar­
deşinize yaz ı n ı z , cephe kumandanlığ ıyla sürekl i bağlantı sağlas ı n .
Bakı n ı z Ethem Bey, sizin erata verdiğiniz maaş, onları eğitimden
uzak tutmanız, el bette ki Kuvayı Seyyare'yi üstün tuttu ruyor. Böyle­
ce n izami orduyu kurmak ve örgütlemek g üçleşiyor. Kumandanlar,
bundan yak ı n ıyorlar. Amaç yurdu düşmandan kurtarmak olduğuna
göre bu amaca hangi yolda daha h ızl ı ve güvenle varabilirsek onu
ortaklaşa arayı p bulacağ ız.
Bu s ı rada Hayati Bey içeri girerek:
- Efend i m , Fevzi Paşa hazretleri geld iler, ded i .
Fevzi Paşa da i ri gövdesi, babacan davra n ı ş ı , i ri kara gözleri­
nin pa rlad ı ğ ı yüzü nde içten bir insan ı n ayd ı n l ı ğ ıyla içeri gird i . Yal n ız,
Paşa boğazı ndan hasta olduğundan boynu ak bir sarg ı beziyle sa­
rı l ı yd ı . Mustafa Kema l , hemen yerinden fı rlayarak onu elinden tuttu ,
köşedeki koltuğa oturttu .
Ethem Bey de ayakta onun elini s ı ka rak, yerine oturd u . Onu bu
ikinci kez görüşüyd ü . Fevzi Paşa , dikkatle onun yüzüne baktı :
- Ethem Bey, hastayd ı n ız, nas ı l oldun uz? diye sord u .
Ethem Bey teşekkür etti. Fevzi Paşa , M ustafa Kemal'e dan ı ş ı r
gibi:
- Paşam, Kuvayı Seyyare Kumanda n ı 'na soracak bir iki sorum
var, ded i . iyi bir rastlayış old u , müsaade eder misiniz?
M ustafa Kemal, g ülerek yan ıtlad ı :
- Aman , üzücü sorular olmas ı n . Ethem Bey hasta. Onu yorma­
yal ı m .
Fevzi Paşa , sevim l i , babacan havasıyla Ethem Bey'e döndü:

238
- Şu Karakeçili müfrezesi ned i r, anlatır m ı s ı n ız Ethem Bey?
Ethem Bey, bu bilgiyi ona aktarıverd i .
B u n u n üzeri ne Fevzi Paşa , sorucu bakışlarla Mustafa Kemal'e
baktı:
- 6 1 . Tümen Kumand a n ı Albay Kaz ı m Bey, bu müfrezenin, ken­
d i kadrosundan eratı kand ı rarak kaçmaya kışkı rttı ğ ı n ı ve kendisine
katmaya çal ı ştı ğ ı n ı yazıyor, yakı n ı yor. Bu yakı n ışlar son zamanlarda
çok arttı . Bunun için ne düşünüyorsunuz?
Ethem Bey, hemen M ustafa Kemal'in n izami ordunun kuru luşu­
nun Kuvayı Seyyare'nin varl ı ğ ı nca engellen mesi üstüne söyled ikle­
riyle Fevzi Paşa'n ı n anlattı kları aras ı ndaki ilişkiyi sezmekte geci k­
med i .
Fevzi Paşa'ya şöyle ded i :
- Paşam görüyoru m k i Kuvayı Seyyare'nin varl ı ğ ı ordunun ku­
rul ması için teh likeli görülüyor. Doğru bulursan ız bu güçleri kald ı ra­
l ı m , dağ ıtal ı m , isteyen nizami güçlere katı lsı n .
- Hay ı r, hayır, ben bu düşü ncede değ i l i m . Yurtta henüz güvenlik
bütü nüyle kurulmuş durumda değildir. Sizin güçleri n izin Demi rci'de
kazand ı ğ ı başa rıyı başka bir güç elde edemezd i . Yal n ız sizin bu erat
toplanmas ı , yevgi* bedeli a l ı nması ve para toplanması gibi işleri
düzen altına almal ı d ı r, bu kan ı dayı m .
- B e n de bu düşüncedeyim , Paşa m .
- Buna sevi ndim, diyen Fevzi Paşa , bir i k i önemli konuyu Ethem
Bey'den çekinmeksizin Mustafa Kemal'le konuştuktan sonra müsa­
ade al ı p ç ı ktı .
Fevzi Paşa gittikten sonra Ethem Bey, Mustafa Kemal'e şöyle
sord u :
- Paşa m , A l i Fuat Paşa Moskova'da salt belli konular m ı çözüm­
leyecek, yoksa sürekli olarak m ı kalacak?
- Rusya'yla aram ızda çözümlenmesi gereken birçok önemli so­
run var. Ali Fuat Paşa , bizim Rusya katında büyükelçimizdir. Ne za-

* Yevgi: Hayvan yiyeceği .

239
man yurda döneceğ i n i olaylar belirler. N içi n sord u n uz, Ethem Bey?
- Paşa m , size müsaadenizle arz etmek isted iğim ve sizi ted irg i n
etmenin nedeni o l a n kon u şudur: Ben , A l i Fuat Paşa ile birlikte Mos­
kova 'ya g itmek istiyord u m .
- Evet, b u n d a n b i l g i m var. A l i Fuat Paşa b a n a sözü n ü etti ve
ben de gerek sizi , ister ve uygun görü rlerse biraderin izi de bera­
beri n izde götürebileceğ ini söyled i m . Bil iyorum , Paşa son ra sizinle
görüştü mü?
- Hayır, ben Eskişehir'de tedaviye g ittikten sonra Paşa ' n ı n Batı
Cephesi Kumandanl ı ğ ı ndan ayrı lacağ ı n ı haber ald ı m ve kendisi ni
bu konuda gidip gördüm. "Malumu al ileridir ki" Batı Cephesi, Kuva­
yı Seyyare'yi yakı ndan ilgilendiren bir konudur. Ben , Ali Fuat Paşa
hazretlerine her zaman sayg ı l ı ve minnettarı m . Kendisinin de bana
özel sevgisi olduğuna kan iyim . Paşa, Moskova elçiliğinin kendisine
önerildiğini söyled i ve benim beraberinde gidip gitmeyeceğimi sord u .
Kendisine ikirciksiz, olumlu yan ıt verdim. Şimdi görüyorum k i Paşa , ya
düşüncesinden vazgeçm iştir ya da bu olanağ ı bulamamıştı r.
- Ali Fuat Paşa bana, sizinle görüştüğünü anlattı . Al i Fuat Pa­
şa' n ı n özellikle Gediz sald ı rı s ı ve sonucu ndan son ra kan ı s ı Kuvayı
Seyyare'nin bağ ımsız olarak kendi taktiğ i içinde görev görmesidir.
Sizler ayrı ld ı ktan sonra bu biçimin gerçekleşmesi ve uygulanması­
nın mü mkün olması da incelen meye değerl i sorundur. Ne var ki Al i
Fuat Paşa bana, sizin sağ l ı ğ ı n ız ı n hala d üzelmed iği nden ve tedavi
zoru n luluğu n uzdan da söz etti . San ıyorum ki bug ü n kü sağ l ı k duru­
munuz içinde sizin Moskova'ya dek gidebil meniz, özellikle yaklaşan
kış mevsiminde kolayl ı kla mümkün değ i l d i r. Paşa , bunu düşünmüş
olsa gerekti r. Bana kal ı rsa siz, sağ l ı ğ ı n ı z büsbütün düzelinceye dek
Ankara'dan bir ya na ayrı lmama l ı s ı n ız.
Ethem Bey, kal ktı ğ ı nda Mustafa Kemal onu en içten gülümseme ,
şefkat ve davra n ı ş ıyla uğurlad ı .
*

Ethem Bey, birkaç gündür Ankara'da bulunuyord u . Ne var ki her


Allah ' ı n günü bir yandan gelen acı bir haber, onun hasta varl ı ğ ı üs-

240
tüne acemi bir cerrah neşteri gibi in iyor, içinde patlamaya haz ı r bir
ortam yaratı yord u .
i smet Bey, Batı Cephesi'nde kumandan o l d u olal ı cepheden her
gün ted irg i n edici bir haber gelmeye başla m ı ştı . Tümenden bölüğe
dek bütü n birliklerin kumandanları değiştiril iyord u . Bugünlerde ismet
Bey'in Ankara'ya gelip M ustafa Kemal'le çok önemli bir görüşme
yaptı ktan sonra yine özel bir trenle cepheye döndüğü söylentileri
meclise dek gelmiş, Reşit Bey de bunu Ethem Bey'e iletmişti . Bir
gün Reşit Bey, elinde Tevfik Bey'den gelen bir mektubu kardeşine
uzatt ı . Bunda i smet Bey'in ona göndermiş olduğu bir buyruğu n kop­
yas ı vard ı . Ethem Bey, buyruğu görü nce şaş ı rd ı .
Bir kez Kuvayı Seyyare , Batı Cephesi Kumandan l ı ğ ı 'na bağ l ı ol­
mayan bağ ı msız bir orduydu . Sonra i smet Bey, buyruğunda üç kar­
deşin oldum olası hiç görmedikleri , a l ı şamad ı kları sert, kavgacı bir
üslup kullanarak Karakeçili Müfrezesin i n örg ütlenmesi işini soruyor,
göndereceği su baylara bunu denetleteceğ i n i , gerekirse dağ ıtacağ ı­
n ı bildiriyord u .
Ethem Bey, buyruğu okud uktan sonra :
- Bu ru h duru m u , doğrudan doğ ruya Kuvayı Seyyare'nin varl ı­
ğ ı n ı istememekten başka bir şey değ i l , şundan ki öbür müfrezeler
nas ı l kurulmuşsa Karakeçili Müfrezesi de benzeri koşullar altı nda
kurulmuştur. Bunu i smet Bey de çok iyi biliyor. Kuvayı Seyyare'nin
hiçbir müfrezesi Batı Cephesi kumandanları na resmi olarak dene­
tim verm iş değildir. Bu çok garip bir istek, ben şöyle düşünüyoru m .
Orada , düşman ı n Demirci v e Gediz sald ı r ı s ı ndan son ra Yu nanl ıların
bütün bir kolordu yığd ı kları Kütahya'yı tutacak güçte değildi. Nitekim
Gediz sald ı r ı s ı ndan sonra bile ben i m cephem düşman ı n kurduğu
hatt ı n içerisine girmiş durumdad ı r. Bu hat, askerce bakımdan tehlike
yaratıyor. Bu s ı rada ise cephenin yürek gücü n ü korumak her şeyden
önemlidir. Kuvayı Seyyare'nin dağ ı l masıyla birl i kte cepheye bu hattı
tutacak n izam i güçlerin bulunması nas ı l mümkün olacaktı r?
Reşit Bey, ona şöyle ded i :
- Artı k bu g i b i olaylar, birbiri n i kovalayacaktı r. Ben , duru m u
Mustafa Kemal Paşa'yla konuşacağ ı m .

24 1
- Siz mebussan ız, Mecl isteki ru h d u rumunu ve olayları yakın­
dan biliyorsunuz. Bundan dolayı cephe işlerine karışmanızı Paşa
belki istemez. Fevzi Paşa'yla görüşseniz daha iyi edersiniz.
- Hay ı r, bütün bunlar, Mustafa Kemal Paşa'n ı n uygun görmesiy­
le yap ı l ı yorsa ancak o önüne geçebilir. Fevzi Paşa' n ı n , ismet üze­
ri nde etkisi yoktu r.
Ethem Bey, son kerte üzülüyord u . Artı k Mustafa Kemal'in d u ru­
munda da kendisine karşı bir değişikl iğin varl ı ğ ı n ı sezmeye başla­
m ıştı . Gerçi kendisine karş ı her zaman olduğu gibi şefkatl i , içten,
dostça davra n ı ş görünüyorsa da bu nezaket perdesi altında göz­
lerine hançer gibi batan bir şeyin her g ü n biraz daha renk, biçim
alarak meydana çı kmaya hazırland ı ğ ı n ı anl ıyord u . Artı k onun kendi
sağ l ı ğ ıyla bir ağabey gibi içten ilgilenmesini bile yak ı n bir tehl ikenin
çalmaya başlayan çanları olarak görmeye başla m ı ştı . Ethem Bey'in
bütü n kayg ı s ı , M ustafa Kemal ' i n altı nda kald ı ğ ı telkin konuları n ı n ,
kendisince d üzelti lemeyeceği n i , bunları n , olayları n kendi varl ı ğ ı nda
bulunduğunu anlam ı ş olmasıyd ı .
" Eğer bana, her zaman içi n , her halükarda Kuvayı Seyyare'yi
dağ ıtma m ı buyurmuş olsayd ı bunu kendi gücüm içinde bulunan bö­
lümüyle yapmaya hazırd ı m" d iye düşünüyor; bu düşünce onun kafa­
s ı ndan birçok kez gel ip geçiyord u .
Ethem Bey böyle düşünceler içinde bir bunal ıma yönel mişken
bir de Çerkez Yusuf izzet Paşa'ya başvu rmaya karar verd i . Babas ı
Al i Bey'in eski ahbapları ndan ola n , kendisini de iyi tan ıyan bu bilgili
ada m , şimdi yeni meclisin mebusları ndand ı . Yusuf izzet Paşa'ya gi­
derken de Reşit Bey'e haber vermed i . Onun korkunç ağabeyl ik bü­
yüsü nün çemberinden kurtulmak üzere son çabaları n ı harcıyord u .
Evine vard ı ğ ı nda Paşa'yı her zamanki kitaplarıyla baş başa buld u .
Yal n ız biraz hastayd ı .
Ethem Bey, bütün kend i n i , kardeşleri n i b u korku nç bunal ı m uçu­
rumuna doğru sürü kleyen zincirleme nedenleri , olayları kendisini
büyük bir sempati ile d ikkatle d i nleyen Paşa'ya anlattı .
Sözlerin i bitirip de soluk almaya başlarken Paşa şöyle konuştu :
- Hangi kumandan Kuvayı Seyyare'nin bugün yaptığı h izme-

242
ti n izami güçlere yaptırmayı düşünüyorsa yan ı l ı r. Daha cephelerin
duru m u , çete savaşları yapmakta i htisas sahibi güçleri uzun zaman
için gerekseyecektir. Soru n salt Kuvayı Seyyare'yle n izam i güçlerin
birbirleriyle olan bağlantı konusu ise bunu çözümlemek için tedbirler
a l ı nabil i r. Ne var ki mecliste ordu üstüne kimi ikircikler var ki i smet
Bey'i n Kuvayı Seyyare'ye karş ı ald ı ğ ı tedbirlerde bu kan ı lar önemli
etkiler yapmaktad ı r, san ı yoru m .
- Bu etkiler nelerdir, Paşam?
- Son olarak cephede meydana gelen çekiliş, mecliste kimi
kumandanları n yan ı lg ı s ı düşünüld ü . Bu düşüncede olanlar, sizin
savaşları n ızı ve elde ettiğ iniz sonuçları kendi görüşlerine dayanak
olarak gösterd iler. Ben , Ali Fuat Paşa ile konuyu g itmeden önce gö­
rüştü m . Paşa da bu d u rumu ile de daha bir süre elde kalmas ı n ı n
zorunluluk olduğ u n u , sonra n izam i güçler içine a l ı nması n ı n yararl ı
olacağ ı n ı , yal n ı z sessizl ik ve iç güvenlik kurulu ncaya dek varl ı ğ ı n ı n
kesin olarak gerekli olduğunu söyled i . Sizin Demirci'de kazand ı ğ ı n ız
başarıyı o g ü n kü koşullar içinde h içbir kolordunun bile sağlayama­
yacağ ı n ı söyled i . Anlaş ı l ı yor ki ismet Bey, bu düşü ncede değildir.
- Bana ne gibi sal ı kta bulunabil irsin Paşam?
- Olayları n gelişmesine biraz daha olanak veriniz. Belki Kuvayı
Seyyare'nin görmekte olduğu hizmetleri , ancak onun yapabileceğ ini
anlarlar ve anlaşmazl ı k kendiliğinden ortadan kalkar. Ben de bunu
dileri m .
Ethem Bey, Yusuf izzet Paşa'dan derin yarasına şifa verecek bir
ilaç almadan eskisinden daha karamsar düşüncelerle geri döndü .
Şöyle düşünüyord u :
"Yusuf i zzet Paşa'n ı n ded iği olayları n gelişmesini beklemek zo­
ru nday ı m . Başka hiçbir ç ı kar yol yok. Sağ l ı ğ ı m , cepheye dönüp ku­
manda n l ı k almaya elverişli değ i l . Sonra eğer ismet Bey, hakkı m ı zda
bir karar vermişse bunu ben de değiştiremem . Bu zamana dek Kur­
tuluş Savaş ı ' n ı n askerce dönemler üzeri nde olumlu çal ı şmaları gö­
rülmemiş bir kişi n i n , salt kuramca ve duyguca davranmasına da göz
yumulamaz. Bunu da kendi benliğime karşı bir hesaplaşma konusu
olarak ele a l ı yoru m . "

243
Ethem Bey'i üzen olaylar, zincirleme s ı ralan ı p gid iyord u . En yeni
olay şuyd u : ismet Bey, Kuvayı Seyyare'nin düşman ı kovduğu top­
raklarda "Simav Bölgesi Kumanda n l ı ğ ı " d iye bir jandarma yüzbaşı­
s ı n ı n buyruğunda bir örgüt kurmaya başlam ı ştı . Kuvayı Seyyare'nin
tuttuğu cephenin ön bölümü olan böyle bir yere bu zıpçıktı örg ütü
sokuştu ruvermenin ne anlamı vard ı ? Ethem Bey, haberi a l ı nca : "Bu­
nun nedenleri hiçbir tartışmaya meydan b ı rakmayacak kerte mey­
danda" d iye düşündü .
Kuvayı Seyyare'nin başında bulunan Tevfi k Bey, kendi önü nde
böyle bir kumandanl ı k kurulmas ına birdenbire köpürd ü . Gerek ismet
Bey'e, gerekse Ethem Bey'e bu düşüncesini yazıp bildird i . Böyle uy­
durma bir kumandanl ığa müsaade etmeyecekti .
ismet Bey'in, Kuvayı Seyyare'nin halka zulüm yaptı ğ ı n ı yazıp Si­
mav Kumandanl ı ğ ı ' n ı n kurulmasıyla bu zulmün önleneceğine değinen
bir de bildiri yayımlaması bardağ ı taşı rd ı . Tevfik Bey, Kuvayı Seyyare'yi
tedirgin eden olaylar üstüne durmadan Reşit Bey'e mektupla yakı nd ıy­
sa da hiçbir doyurucu yanıt alamamıştı . Bu kez, durumu uzun uzad ıya
anlatan bir mektupla Ethem Bey'e başvurd u :
- Sağ l ı ğ ı n elverişliyse gel , kumandayı e l i n e a l , b e n a rt ı k bu gibi
kışkı rtmalara daha çok dayanamayacağ ı m , diye yak ı nd ı .
Ethem Bey, M ustafa Kemal'e g iderek d urumu açı klamak isted iy­
se de bunun bir yakı n ı ş sayılacağ ı n ı düşünerek vazgeçti . iş, bir kez
bu biçime dökülecek olursa d üzeltilemez bir biçimde karı şabilird i .
Mustafa Kemal'in, ismet Paşa' n ı n düşüncelerinin paralelinde düşün­
mediğini kim ileri sürebilirdi?
işin daha kestirmesi doğrudan doğruya ismet Bey'le görüşmel iy-
di. Ondan ne demek isted iğini soracaktı .
Ethem Bey, ertesi g ü n Tevfik Bey'den şiddetli bir mektup ald ı .
Mektub u , güvenilir b i r adamıyla göndermişti .
Tevfi k Bey, mektubunda şöyle diyord u :
"Simav Bölge Kumandanl ı ğ ı eğer üç g ü n içinde Batı Cephesi Ku­
mandan l ı ğ ı 'nca iptal ve bu göreve atananlar geri a l ı n mazsa bu işi
kendim yapacağ ı m . ismet Bey, bana ahiret soruları soruyor. Gü nde

244
ne kerte malzeme gerekiyor, ne yiyor, ne içiyoruz, bunları nereden
bul uyoruz, her bölükbaş ına bir bölü k emini koymuş muyuz, günde
kaç saat eğitim yapıyoruz? Bizim aylardan beri kaza n ı m ı z ı n kayna­
mad ı ğ ı n ı bu zat bilm iyor mu? i nsan bir cephenin kumandas ı n ı ele al­
d ı ğ ı nda gel i r görür, öğrenir sonra buyruk vermeye kal kar. Geçenler­
de düşma n , cepheyi zorlad ı . Hem de iki piyade alayı ve bir topçu ve
atl ı tabu ruyl a . Bir de bakt ı k ki cephen in gü neyi ni tutan 1 2 . Kolord u
kıtaları Kibar Efendi köprüsüne d e k çekilmiş, gitmiş. Eğer i htiyatl ı ve
soğukka n l ı davranmasayd ı m cephe olduğu gibi çöküyord u . Cephe
kumandan l ı ğ ı na şifreyle ve ivedi yazarak başvu rdum, ses yok. Bir
daha başvu rd u m yine cevap yok. Üçüncüsünde denetime çıktı d iye ,
bizi baştan savmakla vatan çocukları n ı k ı rd ı rman ı n anlamı yok. " B ı ­
rak ı n , bu işi b i z yapal ı m" desinler vessela m . "
Ethem Bey, Tevfi k Bey'i n patlamak üzere olduğunu görerek ada­
makı l l ı korktu . Onu ı l ı m l ı ol maya çağ ı rarak kendisinin i smet Bey'le,
gerekirse Reis Paşa'yla görüşüp işleri bir hale yola koymaya çal ı şa­
cağ ı n ı bildiren bir mektup yazd ı .
Tevfik Bey, yazd ı ğ ı mektubu yine Tevfi k Bey'i n gönderdiği haber­
ciye vererek gönderd i kten sonra , otu ru p ismet Bey'e de uzu n bir
mektup yazd ı . Bu mektup özet olarak şöyle d iyord u :
"Kuvayı Seyyare , türlü müfrezelerden meydana gelmiştir. B u
müfrezelere bağ l ı olan birl ikler, ancak kendi kumandanları n ı tan ı rlar,
onlara bağ l ı olarak savaşa girerler, öyle ki bu m üfrezelerin içine baş­
ka bölgenin erat ı n ı sokamayız. Böl ük emin leri de vard ı r, teşkilatları
da, hesapları kitapları da, ancak kendilerinin gücünü ilgilendirecek
biçim ve n itel i kted i r. Hatta son aylarda Müdafaayı Mill iye vekaleti n­
den bir levazı m müfettişi istedik. Zatıalileri de takdir buyurursunuz
ki bir bölgenin savunma sorumluluğu kendisine verilmiş ve bunu şu
ana dek üstü n düşman güçleri karşısı nda dolu bir yürekl ilik ve başa­
rıyla yeri ne getirmiş bir cephe kumandan ı , savu nacağ ı bölge içinde
kendisi sanki adaleti sağlayamıyormuş da bir başkas ına verilmesi
gerekmişçesine bir başka örgütün ku rulmas ı n ı doğal bulamaz. Kal d ı
k i böyle bir kumandan l ı ğ ı n dayan d ı ğ ı güç de söz konusu olamaya-

245
cağ ı n a göre bu tedbirinizden bendenizin de bir anlam çı karamad ı ğ ı ­
m ı bildirmeye müsaadenizi rica edeceğ iz.
Zatı alilerinden dileğim şudur ki, böylece Kuvayı Seyyare'nin ge­
leceği üstü ne verilmiş kimi kararlarınız varsa bunu lütfen açı kça bil­
d i riniz. Hastal ı ğ ı m ı n sürmesine bakmadan bu kararların uygulanma­
sı için kendim cepheye gitmeye hazı rı m efendim.
Kuvayı Seyyare Kumandan ı
Ethem"

ismet Bey bu mektu bun yan ı tı n ı vermekte gecikmedi . Bu mektu­


bu okumaya başlayan Ethem Bey, Tevfik Bey'den üçüncü , çok şid­
detl i bir mektup daha ald ı .
ismet Bey'se Ethem Bey'e yan ıtında şöyle d iyord u :
"Yeniden e l e geçi rilmiş bölgelerde i k i a y sü rece eratın toplanma­
mas ı , vekiller kuru l u kararları aras ındad ı r. Tevfik beyefendinin bu
noktaya d i kkat etmemesi ve uymaması gibi birçok yakınmalar kar­
ş ı s ı nda Kuvayı Seyyare'nin daha "salim" bir biçimde görev yapması
için Simav Kumandan l ı ğ ı kurulmas ı n ı uygun görd ü m . Kuvayı Sey­
yare komşu birliklerde atl ı güçleri yeterli bulunmad ı ğ ı ndan bağ ı m s ız
olarak davranmas ı n ı uygun gördüğümü biraderin ize bildird i m . Bu
biçi m i , Tevfik Bey, Kuvayı Seyyare'nin güvenliği bak ı m ı ndan uygun
görmed i san ıyoru m . Kuvayı Seyyare'nin gü neyinin açı k b ı rakıld ı ğ ı
doğ ru değildir. Bu cephen i n , en sonra k ı rk kilometre ilerisinde b i r
tümenimiz vard ı r. Cephe kumandanl ı ğ ı n ı n , kendi bölgesi içindeki
bütü n güçlerin mevzi ve gücünü yakı ndan bil mesi zorunluluğunu
doğrulayacağ ı n ızı san ı yoru m . "
Ethem Bey, ismet Bey'in bu mektubunu okudu , doğru buld u .
B u n u Tevfik Bey'e de yazı p bildirecek, d a h a ı l ı ml ı , daha soğu kka n l ı
olmas ı n ı sal ı klayacaktı .
Bu s ı rada ismet Bey'den gelen ived i bir şifre yine kafas ı n ı karış­
tı rıverd i .
ismet Bey şöyle d iyord u :
"Kuvayı Seyyare i k i günden beri rapor vermemekte v e d u rumu

246
bildirmemektedi r. Vekilinizi uyarman ızı d ileri m . Cephenin güney ko­
lunu denetlemek için yarı nki 28 Kası m günü Bilecik'e g ideceğ i m .
Dönüşte Tevfik beyefendiyle görüşmek istiyorum . Bütü n sorunları
çözümleyebileceğ inizi umduğum ve diled iğim bu görüşme için ara­
cı l ı ğ ı n ızı d ilemekteyim . Bu isteğ imi kendisine de bildireceğ im efen­
dim."
Bu şifre telg raf, Ethem Bey'e 28 Kası m 1 920 sal ı gecesi gelmişti .
Ethem Bey, bu şifreyi ald ı ğ ı saatte ismet Bey'i n Tevfik Bey'le yapma­
yı düşündüğü görüşmeyi çoktan yapm ı ş olması gerekiyord u . Ethem
Bey şaş ı rm ı ştı . Bu, neyin nesiydi? Bunu hemen Batı Cephesi cephe
karargah ı n a ald ı ğ ı tari h i , g ü n ü , saati , dakikas ı n ı bildirerek şifreled i .
Ayrıca Tevfik Bey'e d e durumu bildirerek Bilecik'e gitmiş olan i smet
Bey'i eğer bulabilirse bunu anlatmas ı n ı diled i .
i ki gün sonra , Tevfik beyden ş u yan ı t geld i :
"İ smet Bey'i n görüşme şifresi n i , verilen tarihten bir g ü n sonra ala­
bildim ve elbette görüşmek mümkün olamad ı . "
Tevfik Bey'i n de görüşme isteğ ini bild iren şifreyi bir gün sonra
alması ne garipti . Ethem Bey' in sağduyusu na küt kuyruklarıyla en­
gerekler çarpmaya başla m ı ştı . Öbür yanda Tevfik Bey, yavaş yavaş
ağz ı ndan, burnundan ateşle duman püsküren bir mitoloj i yaratığ ı na
benziyord u .
Ethem Bey, soğ uk Kas ı m gecesinde kara kara düşü ncelerle bo­
calayarak, kesik kesik öksü rerek sabahlad ı . Düşünd ü , taş ı nd ı , bu
gittikçe dolaşan yumağ ı kiminle, hangi soru m l u ile çözeceğini bir tür­
lü kestiremed i .
Derinden derine seziyord u k i suyun gözü Mustafa Kemal'den
başkas ı değildi. ismet Bey, en küçü k ad ı m ı n ı dahi onun buyruğ uy­
la atmaktayd ı . Sonra bu başlayan yarı kapa l ı savaş ı n , bir "iktidar"
boğuşmas ı ndan başka bir şey ol mad ı ğ ı n ı da görüyord u . Yal n ı z
salt siyasal bir güç o l a n yeni hükü metin yüksek sorumluları , biricik
asker g ücü durumuna gelmiş olan Kuvayı Seyyare'yle onun şan l ı
kumandan ı n ı boyunduruk altına almaya , en sonra saf d ı ş ı etmeye
çabal ıyorlard ı . Yal n ız M ustafa Kemal'in yönettiği bu savaş, son kerte
yumuşak, çekinge n , hesapl ı , esnek bir n itelik taşıyord u . Bu yüzden

247
de Ethem Bey'le kardeşleri , bunun deri n l i klerini adamakı l l ı sezdi kleri
halde yine bir umutla ismet Bey'i "Reis Paşa"dan ayırıp hep ona
çullanarak işi çözü mlemek gibi kendi kendileri n i de aldatıcı bir yol
seçmiş bulunuyorlard ı . B u da zorunluyd u .
i şte Ethem Bey, kal ı n asker kaputu n u n altında d u rmadan sağa
sola dönerek uya n ı k geçi rdiği bu bunal ı m l ı , yıpratıcı gecenin saba­
h ı nda yatağ ı ndan doğrulduğunda bir kez daha "Reis Paşa"ya uğ ra­
mak, ondan bir çözüm aramak kararı n ı vermiş bulunuyordu. Pen­
cereden baktı . D ı şarıdaki kurumuş otlar, kısa çimenler, kal ı n , ak bir
k ı rağ ı örtüsü altı ndayd ı .
"Reis Paşa"yı görmeye gitmek üzere haz ı rlanı rken içi sönü k bir
umut ı ş ı ğ ı n ı n ayd ı n l ığ ıyla ağarıyord u . Bu işlerin hep i smet Bey' in
baş ı n ı n altından çıktı ğ ı , "Reis Paşa"ya da yan l ı ş yansıtı ld ı ğ ı düşün­
cesidir ki bu umudu besl iyord u .
Bir arabaya atlayarak erkenden , muhafız atl ı ları n ı n ortas ında
istasyona doğru yolland ı . Biraz sonra D i reksiyon Konağ ı ' nda "Reis
Paşa" ile görüşmeye geld iğini Hayati Bey'e bildiriyord u . Hayati Bey,
hemen meclise gitmek üzere hazı rlanan " Reis Paşa"ya onun geldi­
ğini bildird i . M ustafa Kemal onu, odas ı nda karş ı layıp elini sı karken
masas ı n ı n üzerinde yeni geldiği anlaşılan birkaç çözülmemiş şifreyi
göstererek şöyle ded i :
- H o ş geld i n iz, Ethem Bey. Sizin geleceği n izi tah m i n ed iyord u m .
Konuğuna masas ı n ı n karş ı s ı ndaki koltuğu gösterdi :
- Kuzu m , nedir bu sorun?
Ethem Bey hemen, "Reis Paşa"n ı n i smet Bey'ce doldurulduğu­
nu anlad ı . Hemen Tevfik Bey'le ismet Bey'den gelen şifre telgrafları
çıkarı p ona verd i . Sonra bütün gece kon uşmayı tasarlad ı ğ ı şeyleri
anlattı . Reis Paşa, onu sonsuz gibi görünen bir ilgiyle dinliyord u .
Tevfik Bey'i n kulland ı ğ ı kimi terimler üzerinde açı klama yapı lmas ı n ı
isted i . Cepheni n kararl ı l ığ ı n ı n sağlanmasıyla ilgili noktalar üstü nde
Ethem Bey'i n düşüncesini sord u .
O da bunları anlattı ktan sonra , şöyle ded i :
- Paşa hazretleri , ismet beyefend i n i n Tevfik Bey'den öğrenmek

248
istedikleri , Kuvayı Seyyare'nin kurulmas ı n ı n kendisinde olan sorun­
lard ı r. Bunların eksikleri ya da yan l ı şları varsa d üzeltilemez. Şundan
ki bunlar ö rgütün gövdesinde vard ı r. Tevfik Bey ya da bir başkası
bunları nası l d üzeltebilir? Ben , Tevfi k Bey'e d u rumu ı l ı ml ı ve soğu k­
kan l ı l ı kla yönetmesini bildird i m . Bundan sonraki anlaşmalar, verece­
ğiniz buyru k ve kararlara bağ l ı d ı r.
"Reis Paşa", Ethem Bey' in verdiği belgeleri d i kkatle gözden ge­
çird i . Bu işin bittiğini gören Ethem Bey:
- Paşa m , eğer gerekli ve uygun görürseniz Tevfik Bey'in yeri ne
isted iğiniz n itelikte bir kumandan gönderelim. Bu sorunları n , beni
hasta l ı ğ ı mdan daha çok ted i rgin ettiğine inan ı n ız, ded i .
Reis Paşa , ikircikliyd i . Ethem Bey'e sord u :
- Acaba bu salt kumandan soru nu mudur?
Ethem Bey, Kuvayı Seyyare'nin n iteliklerini yineled i :
- Takd ir v e karar sizi ndir, d iyerek müsaade a l ı p çıktı .
Yolda giderken düşünceleri hala d ü n geceki kara düşe benzeyen
korku nç bunal ı m uçurumunun kıyı larında dolaşı p du ruyordu.
Ethem Bey'i n Mustafa Kemal'le görüştüğünün gecesi , Reşit Bey
geç vakit ona uğrad ı :
- Bug ü n Mecl iste Mustafa Kemal Paşa beni başka n l ı k odasına
çağ ı rd ı ve Fevzi Paşa'n ı n yan ı nda yarı m saat konuştu . Bana, olan
bitenleri sord u . Ben de her şeyi olduğu gibi anlattı m . ismet Bey'i n
Kuvayı Seyyare'yi yok etmek istediğini, Kuvayı Seyyare'nin başarı­
ları n ı çekemediğini, buna ilk günden beri karar vermiş bulunduğunu
ve bu kan ı s ı n ı n bizce bell i olduğunu bildird i m . Paşa , bana şu soruyu
sord u :
- Biraderi n iz Ethem Bey de sizin düşüncen izde midir?
Ben de kendisine:
- Evet, ded i m .
"Reis Paşa", b a n a temi nat verd i ki i smet Bey'i n böyle bir düşün­
cesi asla yoktu r. Ben de yine ortada dönenleri anlattım. Simav Ku­
mandan l ı ğ ı ' n ı n ne demek old uğunu sord u m . Bunun üzerine Fevzi
Paşa karıştı :

249
- Onu ben sal ı klad ı m ve buyurd u m . Kurtarı l m ı ş bölgelerde milli
yönetimin kurulması zorunluluğu vard ı r. Karış ı kl ı kları n ve tecavüzle­
rin başka türlü önüne geçemeyiz, ded i .
Bu tedbiri neden şimdiye dek düşünmediklerini, bunları n bahaneler
olduğu cevabı n ı verdim. Görüyor musun? i şte, her şeye boyun eğme­
nin sonu budur. Haydi, gel bakal ı m , çık şimdi işin içinden.
Reşit Bey, son sözü nü söylerken el ini cebine attı . Tevfik Bey'den
yen i gelen mektubu kardeşine uzatt ı . Tevfik Bey, bunda i smet Bey' in
atad ı ğ ı Simav Bölgesi Kumandan ı ' n ı karargah ıyla birlikte toparlay ı p
geriye gönderd iğ i n i , eğer b u n a bir kez d a h a girişirlerse d a h a köklü
tedbirler alacağ ı n ı yazıyor, bu son duru m u n Ethem Bey'e bildiri lme­
sini de ekliyord u . Ethem Bey, Reşit Bey'e sabahleyin "Reis Paşa"yı
gidip gördüğünü söyledi :
- Ben d e bu saba h , "Reis Paşa"yı ziyaret etmiş ve kend isiyle
bu konuları görüşmüştüm . Kendisi size, benim de sizin gibi düşünüp
düşünmediğimi sormuş. Siz de "evet" demişsiniz. Oysa doğrusu böy­
le değildir. Ben sizin gibi düşünmüyorum . Bu biçimde davranmakla
işlerin sarpa sarmas ı ndan başka bir şey elde ed ilmez. Ben , size ka­
rarı m ı söyleyeyim mi? Ben bu anlaşmazl ı klar çözümleninceye dek
Kütahya'ya dönmek niyetinde değilim. Şundan ki , eğer benim d üşün­
mediklerimi ve yapmak istemediklerimi bana yüklemek ve olupbittiler
yaratmak arzusunda olanlar varsa onlara bu fı rsatı vermeyeceğim.
Benim hiçbir gizli amac ı m , h ı rs ı m , olumsuz ereğim yoktu r. Ortadaki
anlaşmazl ı klar, gezgin güçler, düzgün güçler anlaşmazl ı ğ ı ndan ve
ayrı l ı ğ ı ndan çıkıyorsa , işte Kuvayı Seyyare . Als ı n lar istediklerini yap­
s ı nlar. Bir işin içyüzü nü bilmeden o işe el atma n ı n cezası da uluorta
iş görmek isteyenlere ait olur. Yunan g üçleri fı rsat bekliyor. Bizimle
uğraşanlar, haritaya da m ı bakm ıyorlar? Kütahya Cephesi, Yunan
Cephesi içine yerleşmiş hançer gibidir. Bu uç yitip giderse, Eskişehir
de, hatta Ankara da tehlikeye girer. Benim Kuvayı Seyyare denen bu
başı bozuk alayı kolayl ı kla m ı tuttuğumu san ı yor i smet Bey?
Reşit Bey, bu son sözlerde kendine bir dayanak bularak sözü
ald ı :

250
- Buna hiç kuşkun olmas ı n . Biz böyle baş eğdi kçe, bunlar üstü­
müze yü rüyecekler. Sen Mecliste olup bitenleri bilmiyorsun. Meclis,
kimi kumandanları istemiyor. Seni ve Tevfık'i örnek göstererek, sizin
hiç yenilg iye uğramad ı ğ ı n ızı ve ayaklan ı şları senin bastırd ı ğ ı n ı , De­
mirci'de koskoca Yu nan tümenini seni n yok ettiğini söyleyerek bu
işin içyüzünü öğ renmek istiyor. Sen, asıl ereği anlam ıyorsun . Soru n ,
ne Si mav Kumandanl ı ğ ı hatta ne de Kuvayı Seyyare . As ı l soru n ,
sen , sen i n kişiliğ i n .
Reşit Bey bundan sonra , kardeşine Yu nanl ıların Bursa'yı ele
geçirmelerine değ i nen tartışmalardan birkaç sahne anlatt ı . Bu tar­
tışmalarda hep Kuvayı Seyyare, düzgün güçler karş ı s ı nda başarı
örnekleri olarak gösterilmekteyd i .
Ethem Bey, a rt ı k b u aldatıcı görünüş üzeri nde durmuyord u . Bir
uğursuz al ı n yazı s ı n ı n çarklarına tak ı l m ı ş sürü klene n , kend isini de
sürükleyip götüren zincirlenmiş olaylar, artık onun direnci d ı ş ı nda
bağ ımsız bir g idiş almışa benziyord u . S ı rayla bu uğursuz gidişi d u r­
durmak üzere yapt ı ğ ı çabalar, bu korku nç akı ntıya sivrisinek vızıltısı
gibi geliyord u .
Reşit Bey:
- Kuvayı Seyyare'yi siyaset konusu yapan ben değilim, ded i .
Karşı yan yap ıyor. Sen b u n u anlamak istemiyorsun. A l i Fuat Paşa ,
cephe kumand a n ı i ken neden bu anlaşmazl ı kları n hiçbiri olmuyor­
du? Bunu araşt ı rsan hepimizin hayrı na olur.
Ethem Bey, ağabeyin i n bu son sözüne parmak bastı . O , bu sö­
zünde yerden göğe dek hakl ıyd ı .
Ethem Bey, ağabeyi gittikten son ra, b u geceyi d e feda ederek otu­
rup Tevfik Bey'e uzun bir mektup yazd ı . Özel adamıyla gönderd i . Bun­
da durumu bütün çıplak tehlikeleriyle açıklayarak ona "soğukkanl ı l ı k,
ı l ı m l ı l ı k ve Batı Cephesi'nin bütün buyrukları na ve isteklerine boyun
eğmesini" sal ı klad ı . Ethem Bey, ona bunları yazarken Reis Paşa ' n ı n
kendisine verdiği söze güveniyor, o n a dayanıyordu. O n u n , aradaki
anlaşmazl ı kla geçimsizliği çözümlemek üzere elinden geleni yapaca­
ğ ı n ı umuyord u . i smet Bey'e, yaptığı yapacağ ı kimi haksız davran ışlar­
da herhalde arka olmayacaktı .

251
Bu avu nuşla gece yarısı ndan sonra bi rkaç saat dald ı .
*

E rtesi g ü n , eski Ayd ı n Cephesi Kuvayı Mill iye yıldızları ndan ,


kendisinin güven ilir, içten arkadaşı Diyarba k ı r mebusu Bi nbaşı Hacı
Şü krü Bey çı kageld i . Hacı Şü krü Bey, Mahmut Celal (Bayar) Bey' in
içten adamı görünüyord u . M ustafa Kemal'in de görü n ü rde güvend iği
Kuvayı Milliyeciler arası ndayd ı . Hacı Şükrü Bey'le Reşit Bey de içten
dosttu. Hacı Şü krü Bey' i n , sempatik varl ı ğ ı , her yana kolayca soku­
lur, neşe dağ ıtan tatl ı , içten konuşmalarıyla herkesin kolayca dost­
luğunu kazan ı rd ı . Kuvayı Milliye'n i n Ege'de Yu nan l ı larla çarp ı şan ilk
kah ramanları ndan , Ayd ı n bölgesinin ilk Kuvayı M i l l iye Kumanda n ı
. oluşundan çevresinde şöyle böyle ı ş ı ktan bir kahramanl ı k çemberi
de ışıyord u . Bu yaz, Ethem Bey'le çok s ı kı fı kı olmuşlard ı . Hacı Şük­
rü Bey de bi rçok D üzen l i ordu düşmanları gibi Ethem Bey' in başa­
rıları na bel bağlayan sosyalist eğ ilimli Kuvayı Mill iyeci lerden biriyd i .
Onunla birkaç arkadaşı , Taşhan 'daki bekar odas ı nda i ktidarı temelli
ele alman ı n umutları , olanakları üzeri nde bile konuşmuşlard ı . Mus­
tafa Kemal'in yürüdüğü "iktidar, d i ktatörl ü k" yolunda iki üç kişiden
başka bütün bağ ı msız düşüncelere sahip olanları n süpürüleceğ i
üstüne çok uzun konuşmalar yapmışlar, M ustafa Kemal'i ortadan
kald ı rman ı n son kurtuluş çözümü olduğunda karar k ı l m ı şlar, girişime
geçmek üzere davrandı kları bile olmuştu . Taşhan'daki odas ı n ı n dili
olsayd ı , neler, neler söyler, bunlar "Reis Paşa"yı tir tir titretird i .
Şimdi d e baş başa verip derin bir konuşmaya dald ılar.
Ethem Bey'i n kişiliğini bekleyen, iyi niyetle durdurulamayacak
olan büyük tehlikeden söz etti . M ustafa Kemal ' i n , Ethem Bey'i ik­
tidar yolunda en yak ı n tehlike, rakip olarak gördüğünü, bu yüzden
onu ortadan kald ı rarak hem büyük, teh l i keli bir iktidar rakibini, hem
de onun Kuvayı Seyyare'nin kişiliğinde Türkiye'ye yerleşmek üzere
olan sosyalizm i , Bolşevizmi günün konusu olmaktan uzaklaşt ı rmak
isted iğini söyledi .
Son olarak sözlerini şöyle perçinled i :
- Ethem Bey, sağl ı ğ ı n ı n tam düzel mesini hiç bekleme. B e n se-

252
n i n yerinde olsam ne yapar yapar güçlerimin baş ı na kendim geçe­
rim . Müfrezeler, böyle vekaletle yönetilemez.
- N için?
- Şundan ki Mehmet Tevfik Bey, sinirl i bir adamd ı r. Bilirsin, son
söyleyeceği sözü ilk kez söyler. Bu da birçokları n ı n işine gel iyor. Yal­
nız bütü n olup bitenler, dönüp dolaş ı p sen i n üzerinde kalacak. Oysa
senin hiç de kusurun yok. Tevfik üzerinde Reşit' in nası l etkisi var
bilirsin. Ağa beyin izi n , ne sen , ne o, bir dediğini iki etmezsiniz. Bu
özel yaşay ı ş ı n ızda olsa neyse ne, ama ord u işlerinde, savaşta böyle
davranmak doğru değ i l . Şundan ki Reşit Bey biliyor musun ki ne
olmak istiyor? Bundan haberin var m ı ? Ağabeyin Müdafaayı Milliye
Vekili olmak istiyor.
Ethem Bey, buna gerçekten şaştı . Onun böyle bir düşü nce taşı­
d ı ğ ı n ı şimdiye dek hiç sezmemişti . Demek ki gerçekten her yürekte
bir arslan yatıyord u . Reşit Bey, az günün adam ı değildi. Harbiye'den
çıktı ktan sonra her subay gibi, Makedonya dağlarında M ustafa Ke­
mal'le Trablusgarp - ltalyan Savaşı'nda, Teşkilatı Mahsusa' n ı n bir­
çok yerdeki en tehlikeli işlerinde çal ı ş m ı ş çok tecrübel i , sözü sohbeti
dinlenir bir eski askerd i . Böyle bir görevi herkes gibi yapamaz m ıyd ı ?
Bu bir yana, H a c ı Şü krü Bey'in verdiği i ki nci haber Ethem Bey'i
büsbütün şaş ı rttı :
- Bak, Ethem Bey, sana güç inanacağ ı n bir haber daha verece­
ğim. Eğer Reşit Bey, Müdafaayı M i l liye Vekilliği kendisine verilmez­
se Genelkurmay Başka n ı olmak istiyor.
Ethem Bey, ağabeyi nin bu yü ksek görevleri isteyişine hiç de şaş­
mad ı . As ı l şaştığ ı Reşit Bey' in bu isteklerini şimd iye dek kendisinden
dikkatle saklayışıyd ı .
Hacı Şü krü Bey:
- Bunlardan sakın Reşit Bey'e söz etme. Özell ikle ben im söyle­
diğimden bilgisi olmas ı n . Yal n ız, olup bitenleri öğ renmiş old u n , ded i .
*

Ethem Bey, son günlerde dozu gittikçe yükselen ağ ı l ı bir propa­


gandan ı n gerek kend isine, gerekse Kuvayı Seyyare'ye karş ı sistem-

253
li olarak yürütüldüğ ü n ü bil iyor, son kerte üzülüyord u . Onun kulağ ı n a
gelen haberlere göre bu y ı k ı c ı propaga ndayı yürütenlerin baş ı nda
Batı Cephesi Başveterineri Albay Galip Bey vard ı .
Ordu safları , subayları arası nda d u rmadan yinelediği ş u sözler
bir taş yağmuru gibi Ethem Bey'in baş ı n a yağmaktayd ı :
- Kuvayı Seyyare Kumandanı Ethem Bey'in, hastal ı ğ ı n ı bahane
ederek cephenin işlerini kardeşi Tevfik Bey'e b ı rakıp gerilerde başka
şeylerle uğraştığı anlaş ı l ı yor. Evet, hiçbir vakit rahat duruyor sanmayı­
n ız. Ethem Bey, sözde tedavide oysa hiç durmadan merkez ve şehir­
lerde belirsiz birtakım özel örgütlerle gizli ve açı k çalışmaktad ı r. Ulus
ve Meclis katı nda her istediğini yaptı rabilecek güce sahip! Ali Fuat Pa­
şa' n ı n hoşgörülü yanl ı l ı ğ ı onu gereğinden çok şı marttı . Evet, zaman
ve olaylar da bunun sivrilmesine yard ı m etti . Ethem Bey'in hizmetleri
inkar edilemez. Ne var ki acaba amacı yurtseverce ve doğru mudur?
Son davranışları düşünmeye değer. Albay ismet Bey'in kumandan­
l ığ ı na karşı koyuyor. Refet Bey'i hiç istemiyor. Şundan ki , bunlar, Ali
Fuat Paşa gibi Ethem Bey'in etkisi altına girmeyecek, istediği gibi oy­
naması na meydan vermeyecekler. Kardeşi Tevfik Bey'se küstah, ge­
çen gün telefonda cepheden buyruk vermiş. Kütahya Merkez Kuman­
danı aracı l ı ğ ıyla Kütahya mutasarrıf vekilini evinden küçümsemeyle
ald ı rı p şehirden kovdu rmuştur. Güya bunun suçu , asker kaçakları n ı
korumakm ış. izlenmeleri işinde d e hoşgörü lü davranıyormuş. Ankara
hükümeti , bu mutasarrıf vekilini görevine geri göndermek isteyince
Tevfik Bey telgrafla An kara'ya şu yan ıtı vermiş:
"Bu bozguncuyu geri gönderirseniz asarı m . " Kuvayı Seyyare su­
baylarıyla eratı , düzgün birl i kler ku mandan ve askerlerininkiyle öl­
çü lemeyecek kerte çok ayl ı k a l ı yorlar. Bütün Müdafaayı H u kuk der­
nekleri Ethem'in gücü altında isted iği parayı hemen gönderiyorlar.
Kuvayı Seyyare'de Çerkezler çoğal ıyor. Çerkez subay ve eratına
daha çok "imtiyaz" veriyor, bunları n gözü nde başkaları sıfı r. Oysa
Kuvayı Seyyare ad ı altı nda şimd iye dek Ethem Bey'in buyruğunda
ölen, kan ı akanlar çoğ u n lukla Türkler değil mi? Böyle olduğu halde
nam , ün ve onur başkaları n ı n .

254
Bu propagandayı Ethem Bey'in kulağ ına aracı olarak yüksek rüt­
beli iki kumandan iletmişti .
Ethem Bey'i n kulağ ına şimdiye dek buna benzer ufak tefek de­
dikodular çal ı n m ı şsa da böyle önceden düşünülmüş, sistemli bir
propagandaya erek olmam ı ştı . Bunu di nledikten son ra , "iktidar"
kavgası n ı n yumuşak temposu nu b ı rakıp h ızland ı ğ ı n ı , acımasız, sert
bir alana yöneld iğini, bunu yitirenin Tü rkiye topraklarında yaşamak
hakkı kal mayacağ ı n ı anlad ı . Yenilirse, eskiden olduğu gibi bir kenar­
da ortalama bir yurttaş olarak yaşayabilmesi artık düşünülemezd i .
Düşerse doruktan düşecekti k i buradan yere ininceye d e k bin parça
olacak, belki de masallarda olduğu gibi en büyük parçası kulağ ı ka­
lacaktı .
Zafersizler, zaferlilere karş ı bir ölüm dirim savaşı açm ıştı . Os­
man l ı ordusunun son paşaları , halk ordusu n u n başları na karş ı , ku­
manda n l ı k, zafer kazanmak hakkı salt kendilerine özgü ölü msüz bir
"i mtiyaz" m ı ş gibi davra n ı yor, bununla da yetin meyerek bu yenme,
zafer kazanma hakkı ndan onları yoksun b ı rakmak istiyorlard ı . Evet,
M ustafa Kemal'le arkadaşları , hiç kimsenin gözyaşları na bakma­
maya kararl ı bir "iktidara" yürüyüş politikası n ı n çetin yolunda kan
ter içinde ilerl iyorlard ı . Ethem Bey, sosyalist bir Yeşil Ordu'nu n , bir
Osma n l ı ordusunun safları aras ı na al ı nmayacağ ı n ı , bunun ancak
dağ ıtı larak yok ed i leceğ ini düşün üyord u .
"Reis Paşa"n ı n , bunun kumandan ı n ı n değiştirilerek yaşamasına
hiçbir türlü yanaşmak istemediğini onunla konuşurken anlam ıştı . iş­
lerin düzelmeyecek kerte bozulduğunu görüyordu. Şu Batı Cephe­
si Başveterineri Albay Galip'in yaptığ ı propagandan ı n İsmet Bey'le
Reis Paşa'n ı n buyruğuyla yapı ld ı ğ ı n ı kim inka r edebilirdi? Demek ki
"Reis Paşa" sonsuz nezaketi , ı l ı m l ı l ı ğ ı , şefkatli davranışı altında Ku­
vayı Seyyare'yle birlikte onun kumandanları için de uzlaşmaz bir öç
alma kayg ısı taşıyordu. Moskova'ya gitmek istemiş, son dakikada ne
düşünmüşlerse hastal ı ğ ı n ı bahane ederek onunla kardeşlerini yal n ız
başları na büyük tehlikenin açı lmış ağzı önünde b ı rakıp çekilmişlerdi.
Evet, Mustafa Kemal, Kuvayı Seyyare'yle birlikte Ethem Bey'in kişi-

255
liğinde kendisi için en büyük tehlikeyi görüyordu. Ethem Bey, bunu
çok iyi seziyordu . Kendi zaferlerinin arkası ndan Türkiye'nin sosyalist
geleceğini sürüklediğini Mustafa Kemal çok iyi incelemişti . Bolşevik­
lik, Türkiye'ye gelir gelmez bütün Osmanlı ordusu kal ı ntı larıyla birlikte
kend isini de sürükleyip götürecekti. O da bunun için bayağ ı bir post,
iktidar kavgası gibi görünen bu gidişata tek başına egemen olma n ı n
zorunluluğu içinde çı rp ı n ı p duruyordu. Ethem Bey, bu toz duman ara­
sı nda kavgan ı n salt Mustafa Kemal'in kişiliğiyle kendi kişiliği arası nda
geçmekte olduğunu artık pek iyi biliyord u . Mustafa Kemal çap ı nda bir
kişi onu frenlemeseyd i Meclis çoktan bütünüyle kendi yan ı na geçer,
bu kavga da biterd i . ismet Bey'le Refet Bey' i n , son günlerde sahneye
çıkan Fevzi Paşa' n ı n bu kavgada söyleyecek hiçbir sözü yoktu . Onlar
salt emir kuluyd u .
Ethem Bey, böyle düşünerek gittikçe b i r karara doğru yöneliyor,
zaferlerini, askerce gücünü kıskanan bu adamları tuz buz etmek isti­
yordu. Hele Mustafa Kemal'in, siyasal gücünü bir ordu gibi beceriklice
kullan ı p kendisini dört yandan sıkıştırarak kıskıvrak bağlamaya çal ış­
mas ı , gözle görünür bir renk almıştı . Ethem Bey, kendi güçlerinin Yu­
nan cephesinde bağlı olmas ı n ı talihin kötü bir oyunu olarak alıyord u .
Kendisi, Ankara'da ancak on beş adamıyla kal m ı ştı . Bu yüzden d e
kend ini on d ö rt atl ı sıyla Akhisar'a giderken olduğu günkü g i b i cıl ız,
yalnız buluyord u . Gece uykuları artık yitip gitmişti . Gözlerinin önü nde
hızla oynayan yaşayış ı n ı n acı kl ı dram ı , beliriyor, kan ı daha h ızl ı dola­
şıyor, şakakları zonkluyor, en yüksek şeref merdivenlerinde bile dön­
meyen baş ı , dönüyord u . "Ethem şı mard ı " ne demekti? Bir yıl gibi kısa
bir zaman içinde bunca zaferi bir başkası kazansa dahi olduğunu,
savaş tanrısı olduğunu san ı r, deli bile olurd u . "Ethem ş ı mard ı " lafı na
iyice içerl iyord u . "Kimin karşısında şımarm ı ş ı m? Benden önce büyük
işler görmüş büyük adamlar var da ben çocukluğumla ufak tefek işler
görüp kendimi bu büyük adamları n yan ı nda büyük mü görmeye baş­
lad ı m da bana bu lafı yakıştı rıyorlar? Ben , Osmanlı ordusu paşaları­
nın toplan ı p salt çene çalarak yurdu kurtaracakları n ı sand ı kları bir dö­
nemde koca bir Salihli Cephesi'ni kurup Yunanlı ları Binbir Tepeler'in
dibinde olduğu yere m ı hlad ı m .

256
Ben, Osma n l ı paşaları n ı n h ı şm ı ndan tir tir titred ikleri Anzavur'un
baş ı na cel lat kesildim ve onu ordusuyla kovalay ı p Biga'da den ize
döktü m . Ben Adapazarı , Düzce ve Bolu ayaklan ıcıları n ı n çan ı na ot
tı kayarak Tü rkiye'nin kaderin i bir kere daha ku rtard ı m . Ben , Yoz­
gat'taki korku nç ve azg ı n Çapanoğulları n ı atl ı larımla çiğneyip yere
sererek Tü rkiye'yi en umutsuz bir d u rumdan kurtard ı m . iç düşman­
ları n burn u n u böylece yere sürttükten sonra, yine Yu nan l ı lara dön­
düm ve Demirci'de en modern ve dolg un bir tümenlerini bir kanat
çarp ı şta darmadağ ı n ettim . Bu hangi Düzenli ord u paşas ı n ı n düşüy­
dü? Daha son ra, yine Yu nan l ı ların Gediz'deki tü menine sald ı r ı p h ı r­
palad ı m ve gerilere doğ ru kaçırtt ı m . Bu sayd ı ğ ı m işleri bugün benim
karş ı mda yer alan D üzenl i ordu kumandan larından birisi başarsayd ı
"haşa" kend i n i Tanrı san ı r ve kendine destanlar yazd ı r ı rd ı . Bana "şı­
mard ı " d iyorlar. Ş ı marmak, usunda yokken herhangi göze çarpan
bir başarı kazanan ufacık tefecik bayağ ı kişilerin şişinmesine denir.
Ben , yeng ilerim ve zaferlerime denk bir davra n ı şa ve söz söylemek
hakkı na sahipsem buna ş ı marmak mı derler? Ben , kazand ı ğ ı m za­
ferlerden sonra, bun lara denk söz söylemek hakkı na el bette sahip
olacağ ı m . Benden ve herkesten önce An kara'ya geçip iç ve dış düş­
manlara karş ı yiğ itçe çarpışmaya başlayan Al i Fuat Paşa'ya karş ı
neden şimd iye dek en küçük bir sayg ı sızl ı kta bulunmad ı m . O, bizle­
rin öncüsüyd ü . Bundan dolayı , her zaman sayg ı değerd i . O da beni
h içbir vakit ş ı marık bul mad ı . Onun karş ı s ı nda boynum her zaman
eğ ikti . O, alçakgönüllü, büyük ruh l u bir kah ramand ı . O , Düzenli or­
duyla Kuvayı Seyyare'nin el ele çal ı şabileceğ i bir düzen ya ratmaya
çal ı ştı . Paşa , yeri nden al ı n ı p uzaklaştırıl masayd ı el bette çeteci lik bu
olduğu d u ru mda kal mayarak bir ord uya dönüşecekti . Ayl ı k l ı asker­
ler, ayl ı ksız askerleri örgütleyerek büyük halk ordusunu kuracak ve
büyük Yu nan güçlerine karş ı elbette bu beş altı bin kişilik Kuvayı
Seyyare'yle çı kmayacaktı . Bol ayl ı k l ı yüz bin kişilik bir Tü rk ordusu­
nun örgütlen mesi hiç düşünülebilir miydi? Paşalar işte, yarınki bu
büyük orduyu kurma şans ı n ı elimizden almak ve bizi haritadan sil­
mek üzere bütün g üçleriyle ayağa kal ktı lar."
Ethem Bey, soğ u k bir Kas ı m gecesi sabaha dek böyle düşü nerek

257
korkunç bir karara vard ı . i leride kurulacak Türk ordusunun l iderliğini
rakiplerinin elinden alacaktı . Bu da ancak onları ortadan kald ı rmakla
olacakt ı .
Kend isini ul usal başbuğluktan bayağ ı bir komiteci d üzeyine indi­
ren kararı n ı uygulamaya davrand ı . Diyarbakır mebusu Hacı Şü krü
Bey'in Taşhan 'daki bekar odas ı nda bu kararı n ı ona açt ı :
- Arkadaş, y a herru y a merru ! Bu iş böyle gitmez! diyerek bütü n
gece birkaç kez kafası n ı yakarak geçen düşü nceleri ona da yineled i .
Hacı Şü krü Bey:
- Ne yaparsa n yap! ded i .
- Gidip Mustafa Kemal Paşa'ya bir d a h a söyleyeyim , b u işten
vazgeçsinler. "Yine eskisi gibi çal ışa l ı m . Kurtuluş bu yoldad ı r. N izami­
ye askeri vars ı n kendi usulüyle hareket etsin. Bizim işimize karışma­
s ı n . Bize ayrı bir cephe verin. Amaç, düşmanı tepelemek değil mi?"
diye anlatay ı m . Dinlerse ne ala, mesele kalmaz. Kabul etmezse söz
silah ı n d ı r. Başka çare kalmad ı .
Hacı Şü krü Bey d e düşü nceleri dolayısıyla ileride Mustafa Ke­
mal ' i n , başına iş açacağ ı n ı düşünenlerdend i :
- Git, ded i . Git, son kozu nu oyna. Nas ı l olsa gid iyorsun.
Ethem Bey, uzun boyu ile doğruldu. Gözleri nin sol uk menekşe­
sinde sıtmal ı bir parı ltı yan ıyord u . Hacı Şü krü Bey on beş adamıyla
Taşhan'dan çı karak Karaoğlan'dan istasyon yoluna sapan Ethem
Bey' in arkas ı ndan uzu n uzun baktı . Şu s ı rada Tü rkiye'nin al ı n yazısı
üzeri nde söz sahibi olan bu iki adamdan biri, bugü nden sonra ister
istemez bu sözcülükten ayrı lacak, ya rınki Tü rkiye , söz sahibi olan
tek adam ı n düşü nceleri ne göre kurulacaktı . "Ya asker diktatörlüğü,
ya sosyal ist halk hükümeti" d iye düşündü.
Ethem Bey, on beş silahl ı adam ı n ı n ortas ı nda istasyona doğ ru gi­
derken kendisini gören halk, asker selamlıyord u . Nereye gittiğini bi­
len de yoktu . Direksiyon Konağ ı 'na vard ı ğ ı nda nöbetçileri iteleyerek
adamlarıyla h ızl ı h ızl ı merdivenleri tırmand ı . Adamları ndan birkaçı n ı
aşağ ıda b ı rakm ı ştı . Birkaç ı n ı d a merd iven baş ı n a d i kerek birdenbire
tek baş ına M ustafa Kemal'in odas ına g i rd i .

258
Reis Paşa , hasta yatıyord u . Gözleri nin mavisi ateşl i bir hasta l ı ğ ı n
s ıtmas ıyla parl ı yord u . S ı rt ı nda geceleri g iyd iği ketenden b i r gecel i k
entari vard ı . Karş ı s ı ndaki koltu kta Doktor Tevfik Rüştü Bey otu ru­
yord u . Ethem Bey'le silahl ı adamları n ı n böyle apansızın gel işi, eski
komiteciler ü l kesi Balkanları n zengin öyküleri , s ı n avlarıyla beslene­
rek gelen M ustafa Kemal'i birdenbire uyard ı . Her zaman yastı ğ ı n ı n
altı nda bulu ndurduğu tabancasına ulaşabilmek üzere sağ elini belli
belirsiz uzatt ı . B u , Ethem Bey'in gözü nden kaçmad ı . Tevfik Rüştü
Bey, yak ı n bir felaketin korku nç önsezisiyle ne yapacağ ı n ı bilmeden
ç ı rp ı n ı p d u ruyord u . D ı şarı çıkıp haber vermeye davransa birkaç kur­
şunun birden gövdesini delip geçeceğini biliyord u .
Ethem Bey, durgun görü nerek:
- Geçmiş olsun paşa m , ded i .
Dereden tepeden biraz konuştular. Ethem Bey sonra Hacı Şükrü
Bey'le konuştuğu şiddetli konuları biraz daha ı l ı m l ı bir dille bir daha
Reis Paşa'ya yineled i . Reis Paşa , bunları anlamazl ı ktan gelerek yu­
muşak, politik, diplomatik bir konuşma biçimiyle zaman kazanmaya
çal ı şıyord u . Reis Paşa'n ı n eli, yastığ ı n altındaki tabancas ı n ı n kabza­
s ı n ı kavra m ı ş , öl meden önce öldürmeye kararl ı , kuşku lu bir durum­
da konuşuyor, Ethem Bey' in bütü n k ı m ı ltı ları n ı göz ucuyla izliyord u .
Ethem Bey işleyeceği cinayeti n , ölünceye d e k vicdan ı n ı ted irgin
edecek soydan bir cinayet olmaması için demin söyled iğini bir daha
yinel iyord u :
- Paşa m , i smet Bey' le geçi nemeyeceğ iz. B u , kesin olarak an­
laş ı l d ı artık. Onun yerine daha yumuşak bir kumandan getirin , bize
daha yumuşak davransı n , işler mutlaka yol una girer.
"Reis Paşa", kararl ı boğuk sesiyle:
- Ol maz Ethem Bey, ded i . Artık çetecil i k dönemi geçti . Düzenli
ordu kuruluyor. Siz de orduya bağ l ı olarak çal ı şmak zorundas ı n ız.
Başka türlü olamaz.
Ethem Bey'in kafası nda karar a n ı n ı n şimşeği çaktı . Tabancası n ı n
kabzası n ı kavramak h ı rsıyla göbeğinde bağlad ı ğ ı kocaman el inin tit­
rediğini Paşa'ya göstermemek üzere çabalıyor, yüzünün sarı , ak deri-

259
si seğ iriyord u . Mustafa Kemal, Ethem Bey' in davra n ı şları n ı kollarken
ara sıra Doktor Tevfik Rüştü Bey'le de göz göze geliyor, Direksiyon'un
çevresinde al ı nan kendi tertibatları n ı n neden işlemediğini sormaya
çal ı ş ıyord u . Bu s ı rada d ı şarıda gürültüler old u . Ethem Bey'in silahl ı
adamları ndan biri kapıdan kafası n ı uzatarak Ethem Bey'e Çerkezce:
- Sarı l d ı k , ded i .
Onu b i r yana iten M ustafa Kemal'in bir yığ ı n sila h l ı adamı oda­
ya dal ıverd i . Hepsi elleri ta bancalarında gözlerini kurt gibi Ethem
Bey'e d i kti . E n küçük k ı m ı ltı , birçok tabancan ı n birden patlamas ı n a
yol açacakt ı .
B u n u gören Ethem Bey, yerinden doğrularak gitmeye davrand ı :
- Öyle olsu n , peki paşam, buyurduğunuz üzere davra n ı rız. Yal­
n ız, İ smet Bey de biraz uysal davrans ı n . B izimkileri düzene a l ı ştırın­
caya dek biraz göz yu msunlar, ded i .
Sonra, Reis Paşa'ya şifalar dileyerek odadan çıktı . Bütün Direk­
siyon Konağ ı ' n ı n alarma geçtiğ ini görerek şaş ı rd ı . Nereden haber
almış olacaklard ı ? Yaverlerinden uşağ ı na dek herkes, eli tabanca­
sı nda merdiven baş ı ndan d ı ş kap ıya dek her yan ı tutmuştu . Ethem
Bey, bunu hesaplayan M ustafa Kemal'in her zaman haz ı rl ı kl ı oldu­
ğunu nerden bilecekti?
Ethem Bey, Direksiyon'dan ayrı l ı p silah l ı adamlarıyla An kara'ya
yolla nd ı ğ ı nda onlardan şunları dinled i :
- Siz, d a h a Paşa ' n ı n yan ı na girer gi rmez kuşku lanarak davran­
d ı lar. Biz, size haber vermek isteyince odaya b ı rakmad ı lar.
Ethem Bey, eve döndüğü nde bütün gövdesi ateş gibi yan ı yord u .
Danan ı n kuyruğu kopmaya yaklaşm ı ştı . Bundan sonra artık, Reis
Paşa ' n ı n yüzü ne de bakamayacaktı . Aşağ ı doğ ru tekerleniş, bun­
dan böyle daha h ı zlanaca ktı . Artık bıçak kemiğe daya n m ı ştı . Bu son
davra n ı şıyla kendisi nas ı l olsa ölüm hükmünü giymişti . Reis Paşa ,
bir kazaya ku rba n g itmez de i ktidarı tek baş ı na sahiplenirse artık
kendisi için Tü rkiye'de yaşayabilmek olanağ ı kalmayacaktı . Reis
Paşa , iktidar gücünü hiçbir kişiyle paylaşmak istemeyen bir karakte-

260
re sah ipti . Kendisi de ne yazık ki böyle bir adamla iktidarı bölüşmek
zoru nda kal m ı ştı . Birisinden birinin başı mutlaka yenecekti . Evet, ok
yaydan ç ı k m ı ştı . M ustafa Kemal, biraz güçlenir güçlen mez kend isi n i
de kardeşleri n i de en küçü k bir bahaneyle astı racaktı . Bundan dola­
yı Reis Paşa'yı yaşayanları n listesinden silmek farz olmuş görünü­
yord u . Artı k bu ndan böyle silah konuşacaktı . Artı k ağzıyla kuş tutsa
ki mseyi inand ı ramazd ı . Yi ne de bir yandan ismet Bey'i di nler gibi
yaparak elini silah ı n ı n tetiği üzerinde hazı r bulundurmaya karar ver­
d i . Reşit Bey de onun bu en son çözü mleme koşul u n u benimsemek
zoru nda kald ı . Reis Paşa , kendilerini nasıl olsa yarı n öldürtecekti .
Onlar da onu bugün öldü rmeye çal ı şacaklard ı .
Ethem Bey, bununla birl i kte son kez yaratt ı ğ ı bütün kuşkuları or­
tadan silmek üzere bir taktiğe başvurd u . Çok uysal görünüp eski
düşü ncesinden büsbütün caym ış old uğuna gerek, " Reis Paşa"y ı ,
gerekse ismet Bey'le Fevzi Paşa'yı , Refet Bey' i uyutmak isteyecekti .
Ondan son ra ne dedilerse ben imsemiş görü n d ü . Hiç karş ı koy­
mad ı . Kendi arkadaş çevresi n i de bu taktiğin etki alan ı n a alarak al­
datmacayı daha da etkili olarak yü rütmeye çal ı ştı . Yine bir gün Taş­
han'da Hacı Ş ü krü Bey'le bu konu üstüne kon uşu rlarken onun bu
taktiğini bil meyen öbürü :
- Korkak! diye bağ ı rd ı . Bunlara neden b u kerte uysall ı k gösteri­
yorsun? Bu korkakl ı ğ ı n ı n ve miskinliğinin nedenini anlam ıyoru m .
Ethem Bey, bu söze kızıp köpürür görünerek kal kıp Hacı Şü krü
Bey'i n üzerine yürüd ü :
- Korkak sensi n ! d iye bağ ı rd ı . Ben yurd u n ç ı karı için doğru bul­
duğum yolda gid iyoru m . Her işin başı ordudur. Ordu buyruğunda ça­
l ı şmak ödevimdir. Eski kafayı b ı rak! Ord uyla el ele yu rd u ku rtarmak
zama n ı gelmiştir.
Ethem Bey' in amacı , bu sözlerin "Reis Paşa"ya işittirilmesiyd i .
Hacı Şü krü Bey'in ağzı ndan çevreye yayı lan bu tartışma, "Reis Pa­
şa" n ı n kulağ ı na gitmekte gecikmed i . Aradan biraz zaman geçi nce
her şey u n utu ldu, yatı ş ı r gibi old u . Kuşku ları n , öfkelerin tavsad ı ğ ı n ı

261
gören Ethem Bey, "Reis Paşa"ya yapacağ ı yen i komployu tasarla­
maya başlad ı . Taşhan 'daki Hacı Şükrü Bey'in bekar odas ı n ı karar­
gah gibi kullanarak yen i suikastı bu odalarda hazı rlayacaktı . Artı k
iyice anlam ı ştı k i "Reis Paşa"n ı n çevresi boş değildi. i ktidar kavgası
başlad ı ğ ı g ü nden beri haz ı rl ı kl ı bulunuyord u . Bu yüzden eskiden ol­
duğu gibi halkı n aras ı nda halktan biri gibi görü n müyor, hele geceleri
otomobiline bin meden hiçbir yere ayak atm ıyord u . Gerek Direksi­
yon Konağ ı 'nda , gerekse Büyük Millet Meclisi'nin çevresinde artık
bir grup koruyucu belirmeye başlam ı ştı . B u iki yerde artık ona kötü
niyetle yanaş ı lmazd ı . Onu mutlaka bu bel l i yerlerden başka bir yan­
da, daha doğrusu kendi uygun göreceği ıssız bir yerde ele geçirmesi
gerekiyord u .
B u n u da son kerte kurnazca yapma l ı yd ı . Bundan dolay ı : "Her­
hangi bir nedenle kendisine bir şölen çeksem nas ı l olur, acaba gelir
mi? Kim bilir belki kuşkulan ı p gelmez ya da gelse bile tertibatl ı gelir,
başkaları n ı da çağ ı rmak gerekir, yine iş bozulur. Acaba onu, yan ı nda
ancak bir iki kişi bulunduğu zaman kıstırabilme fı rsatları n ı nas ı l elde
edebilirim?" d iye uzun uzad ıya düşündüyse de bir çıkar yol bulamad ı .
En sonra Reşit Bey'e başvurarak onun da düşüncesini almak is­
tedi . Reşit Bey, ona şöyle bir çözüm buldu: "Paşa'yı ani bir durumda
tedbir almas ı n ı düşünmeye vakit b ı rakmadan, örneğ i n yolda denk
gelinmiş ve buluşulmuş bir biçimde , içtenlik göstererek tasarlayaca­
ğı bir yere çağ ı rmak."
Bunun için de en uyg u n yer Taşhan'd ı . Buras ı , şehrin göbeğ inde,
ayakaltı bir yerd i . Kalaba l ı kt ı . Rastlayış d üzene getirme olanakları
zeng in bir yerd i . Herkes , böyle kalaba l ı k bir yerde kimsenin kimseye
bir şey yapamayacağ ı n ı sanabil i rd i . işte, bu psikoloj i k aldan ı ştan ya­
rarl a n ı larak birçok fı rsatlar ele geçirilebilird i . "Reis Paşa" da burada
taş ı d ı ğ ı sürekli kuşkuyu bir ara başlayabilird i . Yal n ız, bu işi punduna
getirmek için geceli gü ndüzlü "Reis Paşa" n ı n kollanması gerekiyor­
d u . Düşünd ü : "Reis Paşa" meclise giderken s ı k s ı k Karaoğlan'dan
ve Taşhan' ı n önünden geçiyord u . Ben de geçeceğini kesti receği m
bir zamanda sokağa ç ı k m ı ş g i b i yapar, rastlam ı ş oluru m . "Buyu rmaz
m ı s ı n ız, bir acı kahvemizi içmeye Paşam?" filan d iye içeri çağ ı rı­
rı m . Ne var ki bu da güpegündüz olmaz. Sonras ı n ı düşünmek gerek.

262
M utlaka hava n ı n kararm ı ş olması gerekir. Hava karard ı ktan son ra
da Paşa yaya g itmez. O halde ne yapma l ı ? Pla n ı m güzel ama kuş­
kuland ı rmadan uygulanması kolay değ i l .
Günlerce böyle düşünd ü . Bu ikircikli g ü n l e r sürüp gitmekteyken
Reşit Bey yine işe el att ı :
- Vakit geçiyor. Artı k bir karara varmak gerek, ded i .
Ethem Bey, hemen son bir plan tasarlayarak davrand ı . Yaptığ ı
çok önemli bir yan l ışlık, "Reis Paşa"n ı n can ı n ı ikinci kez kurtarm ı ş
old u : Tasarlad ı ğ ı ilk plana göre Karaoğ lan'dan geçerken M ustafa
Kemal'e kendisi rastlam ı ş gibi yaparak onu Taşhan'da bir acı kahve
içmeye çağ ı racağ ına bu görevi kendisi gibi önem l i , becerikli olma­
yan bir arkadaşına verd i . O gün sinirleri gerg i n , akşama dek Pa­
şa' n ı n geçmesini bekled iler. Gözcüler en sonra daha uzaktan Pa­
şa' n ı n , otomobiline binmiş olarak geld iğ i n i n haberini uçurdular.
Ethem Bey, kısa , yassı burnunu cama yap ı ştırarak Hacı Şükrü
Bey'le heyecan içinde bekliyord u .
Görevli arkadaş, yan ı ndaki ikinci derecede görevlilerle akşam
kara n l ı ğ ı içinde yavaş yavaş ilerleyen otomobilin önüne fı rlayarak
durdurmak istedi . Bunu gören şoför, bir suikastla karş ı karşıya ol­
dukları n ı anlayarak gaza bast ı , istasyona doğru h ı zla uzaklaştı .
Taşhan'daki odadan olayı seyreden Ethem Bey, Hacı Şükrü
Bey'e şöyle ded i :
- Görd ü n mü? Bir çuval incir berbat old u ! Şimd i , eskisinden
daha kötü d u ruma düştü k. Oysa ben , ona ne buyruk vermiştim . Pa­
şa' n ı n otomobili yaklaşınca ya sokaktan geçen birini ya da yan ı ndaki
arkadaşları ndan birini araba n ı n altı na iterek arabayı d u rmak zorun­
da b ı rakacak, ondan sonra buraya kahve içmeye çağ ı racaktık. Tü h !
Bütün umutlar suya düştü !

263
S İ LAH BAŞ I N DAN
ZORAKİ DİPLOMATLIGA

Böyle bir dönemde en büyük makam çalışkan/ara özgü


olacaktır.
Mustafa Kemal

Ali Fuat Paşa, ilkin M ustafa Kemal'in küçük çevresinden yayılmaya


başlayan kişiliğini küçük düşürücü , bilinçli söylentileri bir süre filozofça
dinled i . Onu Ethem Bey'in erişilmez başarı ları n ı n en önemli desteği
olarak görüyor, ona yüz verip şımartmakta , bir çeteciyi büyük adamlar
arası na yükseltmekte rol oynam ı ş olarak küçümsüyor ve bayağ ı ayı p­
lıyorlard ı . Soru n , en çal ı şkan Düzenli ord u paşas ı n ı n gerilla güçlerinin
yan ı baş ı nda görev almas ı , bununla birlikte Albay Refet Bey'in Demir­
ci Mehmet Efe'nin karargahı nda düştüğ ü küçük duruma düşmeden
yine de kumandan olarak Ethem Bey'e karşı egemen bulunmasıyd ı .
B u ikisi e l ele vermiş aylard ı r bir yandan i ç düşmanlara, bir yandan da
Yunan tümenlerine duman attırıyorlard ı . Doğuda Kazım Karabekir'in
son Kars zaferi bir yana b ı rakı l ı rsa öbür i ri kıyım askerler, salt iktidar
için sonu gelmez hazırl ı klar yapmaktayd ı lar.
Küçük M ustafa Kemal g rubu n u n , Zi raat Mektebi ' nden , mecl isten
yavaş yavaş yayd ı kları bu bilinçli propaganda, etkil i ol maya başlar­
ken buna bir de Gediz sald ı rısı başarı sızl ı ğ ı katı ld ı . Bu kez Al i Fuat
Paşa'yı da Ethem Bey'i n yan ı s ı ra çürütme işine el attılar. M ustafa
Kemal , Al i Fuat paşayı Ethem Bey'e destek olmaktan a l ı koyabilmek
için uzu n boylu düşünmek zoru nda kald ı . Şundan ki bu ilk Kuvayı
Mill iyeci paşayı hiç kimse rastgele kolu ndan tutup atacak durumda
değild i .
M ustafa Kema l , olayların çok büyü meye başlad ı ğ ı bu dönemde
inisiyatifi , gerçek kumandan l ı ğ ı , egemenliği kendi ellerinde toplama­
yı şiddetle istemeye başlam ı ştı . Ali Fuat Paşa ile Ethem Bey güç­
leri , son Gediz sald ı rı s ı n ı onun isteğine karşı koyarak yapmışlard ı .
Gediz'de bir yenilgi söz konusu olmad ı ğ ı halde, M ustafa Kemal'le

264
kliğ i , bunu bir yen ilgi olarak yayd ı . Ali Fuat Paşa'yla Ethem Bey' i
suçlayıcı , küçü mseyici bir kampanya açan M ustafa Kemal , kendi­
sinden buyruk almadan kendi kendilerine savaş açan Batı Cephe­
si Kumanda n ı ' n ı yü rütmek üzere sihirl i bir koltuk değneği bulmakta
gecikmedi . O n u , i l k Moskova büyükelçisi olarak Sovyetler Birliği'nin
sonsuzl uğuna doğru sürgün etmeye karar verd i . İ şte, bu teh likeli ko­
al isyon u yıkma n ı n en güzel çözümü buyd u .
A l i Fuat Paşa , Mustafa Kemal'in ağzı ndan bu öneriyi işitip d e
kabul etmek durumunda kald ı ktan son ra sokağa çıkı nca, yıkılan
dü nyası n ı n baş ı n ı n çevresinde fı r fı r döndüğünü görd ü . içten içe
ağlamakl ı old u . E n güvendiği ideal arkadaş ı n ı n kend isini bu kış kı­
yamette tutu p karl ı buzlu Rusya steplerine fı rlatmas ı nda herhalde
çok zorlayıcı nedenler vard ı . Düşünü nce , bun ları da buld u . M ustafa
Kemal , yal n ı z kalmak istiyord u . Şanı şerefi hiç kimseyle paylaşmak
niyeti nde olmad ı ğ ı anlaş ı l ıyord u . işte en son ra kend isini de harca­
m ı ştı .
Ali Fuat Paşa , hiç kimseye derdini açmamaya karar vererek birkaç
gün kurşun gibi ağ ı r düşünceleri ni salt kendisine saklad ı . Top tüfek
seslerine, kışlaları n özel havası na, asker giyneğ i , terli postal kokuları­
na o kerte alışmıştı ki bütün bunlardan, her şeyden çok sevimli, sevgili
cephe arkadaşlarından ayrı lmak, ona ölüm geliyordu.
En eski , en içten oku l , ideal arkadaşı M ustafa Kemal'in kendisine
bu oyu n u oynaması n ı usu bir tü rl ü alm ıyord u .
- Benim için a rt ı k cepheden , silah seslerinden ve top gürül­
tülerinden uzakta ve siyasal bir yaşayı ş başl ı yor. ister istemez bu
yaşayı şa uyacak, yü klendiğim ağ ı r ve sorumlu görevi başarmaya
çal ı şacağ ı m . "Mademki bu da bir yu rt görevid ir. H içbir fedakarl ı ktan
kaçınmayacağ ı m . "
Tırnak içindeki son sözü M ustafa Kemal'e söylemişti .
Ali Fuat Paşa , 2 1 Kas ı m 1 920'de Moskova Büyükelçisi olarak
ata n m ı ştı . Artık, Batı Cephesi Kumanda n l ı ğ ı yl a askerl ik işlerine belki
de sonras ız olarak veda edecekti . içinden yine de yaşlar giderek
hazırl ığa başlad ı .

265
Ali Fuat Paşa'n ı n elçilik kafilesine Büyük Millet Meclisinde Mus­
tafa Kemal'in kurduğu komünist partisinden dört mebus katı l ı yord u .
Bunlar Sovyet Rusya'da komünizmi incelemek göreviyle yükümlüy­
düler. Görevl i dört mebus, Doktor Tevfik Rüştü , Fuat, lsmail Suphi ve
Besim Atalay beylerd i .
A l i Fuat Paşa , son kabine toplantı ları nda bulunarak d ı ş siyaset
üstü ne yap ı lan uzun konuşmalarda gerekl i görüşleri kavramaya ça­
l ı ştı . Ankara'n ı n soğ u kları başlam ı ştı . Ara l ı k ayı n ı n baş ında toplana­
cak olan elçilik kafiles i , buradan yola çı kacaktı .
Yal n ız, Ali Fuat Paşa'yı son kerte üzen bir başka olay da, babası
l smail Fazıl Paşa'n ı n damar sertliği hasta l ı ğ ı ndan yatmasıyd ı . Ağ ı r
günler geçiriyord u . Doktorlar b u rahatsızl ığ ı n , Ankara'nın sert iklimiyle
bağdaşmayacağ ı n ı , mutlaka yumuşak iklimli bir deniz kıyısına gitme­
si gerektiğini sal ıklıyorlard ı . Ne var ki lsmail Fazıl Paşa , Ankara'dan
ayrılmamakta diretip duruyordu. Son olarak Antalya'da birkaç gün
dinlenmesi sal ı ğ ı n ı da kabul etmemişti . M ustafa Kemal , bir kabine
toplantısı ndan sonra Ali Fuat Paşa'yı bir yana çekerek şöyle ded i :
- l smail Fazıl Paşa'n ı n sağ l ı k duru m u n u i y i görmüyoru m . Din­
lenmeye çok i htiyacı var. Ankara'dan da ayrı lmak istemiyor. Bu kez
de siz d i reti niz.
Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal'in bu d ileğ i n i üç kez babası na aç­
tıysa da hasta Paşa , N u h deyip peygamber demed i . Ona son bir kez
daha öneride bulundu. Babas ı :
·

- Hay ı r, ded i . Ankara'dan ayrılmayacağ ı m .


- Neden babacığ ı m ?
- Ankara'da oturmaktan büyük zevk d uyuyoru m . Hastalığ ı m ı
ben d e biliyoru m . Çok diretme v e b i r şey sorma.
Ali Fuat Paşa Ankara'dan ayrı lacağ ı gün, yine babas ı n ı yoklama­
ya gitti . lsmail Fazıl Paşa :
- Bu kutsal havan ı n zaferle sonuçlanmas ı n ı görmek istiyorum .
Eğer görmezsem beni bu ulusal yönetimin merkezinde b i r yere gö­
mersiniz. Bu arzumu Mustafa Kemal'e söyle . Bir oğlum sen isen, bir
oğlum da odur, ded i .

266
(lsmail Faz ı l Paşa , ne yazık ki zaferi görmeden 1 92 1 N isan ı nda
ölecek ve Ankara bozkı rlarına gömülecekti . )
Ali Fuat Paşa , kal ı n bir giynek içinde trenle Eskişehir'e g itmek
üzere istasyona indiğinde Mustafa Kemal'i uğurlamada hazır buld u .
Bütü n bir mutluluğu olan askerl iğini sonrasız elinden alan bu eski
arkadaş ı n a karş ı d uyduğu öfke, şimdi acı bir güceniklik biçiminde
yüreğinde dolaşıyord u .
Yurd u n u gerçekten seven h e r insan , onun hapishanesinde bile
ona büyük yararl ı klar yapabilird i . G idecekti . Evet, bu da bir yurt gö­
reviydi . Bunu da askerl ik görevi olarak benimseyecek, burada da
bir general gücüyle savaşacaktı . Bu yüzden ayrı l ı p trene binerken
arkadaş ı M ustafa Kemal'in elini bütün yüreğiyle s ı ktı . Onu bağ ı şla­
m ı ştı bile.
Paşa , Eskişehi r'de yen i Batı Cephesi Kumanda n ı ismet Bey'le,
eski silah arkadaşlarıyla helalleştikten sonra , kalaba l ı k elçilik kafile­
siyle trene binerek Ulukı şla'ya doğru yola çıktı .
Konya'dan geçerken burada yen i ord u n u n örgütlenmesiyle uğ­
raşan Albay Refet Bey'le görüştü . Onunla da helalleşerek odu n du­
manları savura savu ra sonsuz tuzlu Konya çölünü geçen trenle 4
Ara l ı k 1 920'de Ulukı şla'ya vard ı . Artı k bundan öteye başka araçla
gidecekti . Kafilenin bir tek üstü açı k otomobili vard ı . Buna üç kişi
binecek, ötekiler yayl ı arabalarla gidecekti . Paşa kendisi , elçilik baş­
katibi Aziz Bey, Ataşem i l iter Kurmay Binbaşı Saffet (Arı kan ) bindi­
ler. Hemen o g ü n , N iğde üzerinden Kayseri'ye yolland ı lar. Kafilenin
öbür kişileri ise geceyi Ulukışla'da geçirecek, sabahleyin erkenden
yayl ı larla Kayseri'ye yollanacak, dört g ü n l ü k programlı bir yolcul u kla
Sivas'a varacaklard ı .
üstü açı k otomobilde Anadolu bozkı rları n ı n sert, karl ı k ı ş ı n ı ikiye
ayı rarak donmuş, kaygan yollar üstünde iliklerine dek kaskatı kesi­
lerek ilerlemeye çal ı şan Paşa ile arkadaşları , güç bela ilk konak yeri
olan N iğde'ye vard ı lar. Kalabal ı k bir N iğdeli topluluğu, onları şehrin
kap ı ları nda karşılayarak a l ı p götürd ü .
Bu mosmor kesilmiş yolcuları bağ ı rlarına basarak:
- Artı k, bu gece sizi b ı rakmayız, bizim konuğumuzsu nuz, de-

267
dilerse de yolcul u k bir kesin program içinde geçeceğinden onları n
bu s ı cak istekleri yeri ne getirilemedi . N iğdelilere, U l usal Kurtuluş
Savaşı ' n ı n gidişi üstüne umut dolu bilgiler verip sıcak yemeklerle
karı nları n ı doyu rduktan sonra , yine, karl ı doğan ı n sağ ı r sessizliğini
küçü k otomobilin homurtu larıyla doldurarak yola düştüler. Yola çı­
karken akşam karanl ı ğ ı , ova n ı n apak kar örtüsü nü kirl i bir duman
rengiyle örtmeye başlamıştı . Epeyce yol a l d ı lar. Yüzleri ni bıçak gibi
kesen bir poyraz, gözlerini yaşartıyor, çevreyi görmeleri n i önl üyord u .
Gecenin saat onunda ıssız b i r yerde lastiklerden biri, büyük b i r gü­
rültüyle patlad ı . Tersl iğe bak ı n ız ki yedek lastikleri de yoktu . Gecenin
bu vaktinde bozu kl u k da onarı lamazd ı . Paşa , Saffet Bey'e :
- N iğde'de kalsaym ışız daha iyi olacakm ı ş , ded i .
Geceyi ister istemez kal ı n kaputlarına sarı narak otomobilde ge­
çi receklerd i . Öyle de yaptılar. Paşa , Rusya'n ı n korkunç k ı ş ı na daya­
nabil mek için bunun bir gerekli egzersiz olacağ ı n ı söyled i , gülüştüler.
Ku rtların sald ı r ı s ı n a uğramamak için s ı k s ı k gözleri ni açı p çevreyi
kollamaktan da kendilerini alamad ı lar. G ü n ı ş ı rken , lastiği onararak
yola koyuldular. Yine yolda kalmak teh l i kesin i düşünerek otomobili
çok yavaş sürd ü ler. "Acaba Kayseri'ye ulaşabilecek miyiz?" d iye dü­
şünerek ted i rg i n g itmektelerken birdenbire karş ı larına bir Amerikan
kamyonetiyle Kayseri'den bir yığ ı n karş ı cı ç ı ktı . Çok sevindiler. Bu
kamyonet onları Sivas'a götürecekti .
Ali Fuat Paşa, Kayseri'den geçerken bir yığ ı n a n ı n ı n sald ı rısına
uğrad ı . Ulusal Kurtuluş Savaşı ' n ı n en civcivli günlerinde burada ne
kararlar vermiş, ne güzel umutlar, acı düş kırıkl ı kları içinde davayı yü­
rütmeye çal ışm ı ştı. Şimdi hepsi uzak birer a n ı olarak geride kalıyordu.
Kamyonet, hiçbir bozukluk yapmadan onları S ivas'a götürd ü . işte ,
onun gözlerin i dolu ksatan bir koca şehir daha! Sultani Mektebi'ni bir
kez daha gezip görd ü . Kongre zaman ı ndan kalma insan hayalleri ,
konuşulmuş sözler, kafası n ı n içinden h ızl ı h ızl ı geçip ölümsüzlüğe
doğru uzaklaştı . Bir daha dönülemeyen bu yaşayı ş panoramas ı , bü­
tün askerlik yaşay ı ş ı gibi artık arkada kalacak, meydana çı karsa salt
gözlerini yaşartmak için çı kacaktı .

268
Paşa , 8 Ara l ı k'ta Erzincan'a yolland ı ğ ı nda elçilik kafilesinin öbür
bölümü hala Sivas'a varmamıştı . Kamyonet, açık bir havada Zara
kasabas ı n ı geçti. Refah iye'yi sağ ı nda b ı rakarak Erzincan' ı n kuzey­
batısı nda bulu nan Çardakl ı Boğaz ı ' na doğru yöneld i . İ kindiüstü , Bo­
ğaz' ı n boyu n noktas ı nda i ki bin metre yüksekl ikte yolu tı kayan bir
metre boyu nda karla göğüs göğüse geldi ler. Kamyonet, karı söktü­
rüp geçemed i . Paşa ile ötekiler, burada arpacı kumrusu gibi düşü­
nürken tepenin ard ı ndan birdenbire iki yüz kişiye yakın bir delika n l ı
kalabal ı ğ ı , g ü l e eğlene sökü n etti. B u n l a r Doğu Cephesi'nde Ermeni
ordusunu yenerek terhis edilen 1 5 . Kolordu erlerindend i . Bunlar da
kamyoneti boyun noktas ı ndan aş ı rtmak uğruna çok uğraştılarsa da
başaramad ı lar. Paşa'yla arkadaşları bunun üzerine kamyoneti oldu­
ğu yerde b ı rakarak geceyi geçirmek üzere boyu n noktası ndaki jan­
darma karakoluna s ı ğ ı n d ı lar. Ertesi sabah jandarma çavuşu dolay­
lardaki köylerden iki eşek bulup getird i . Eşyaları n ı bunlara yükledi­
ler. Kendileri de hayvancağ ızları dehleyerek yayan Erzincan'a doğ ru
yola düştüler. İ ki saatlik yü rüyüşten son ra atl ı arabalarla bir kafilenin
kendilerine doğru geld iğ ini gördüler. Bun lar, onları karş ı lamak içi n
gel iyord u . Arabalara binerek Erzincan'a vard ı lar.
Al i Fuat Paşa Erzincan'a varır varmaz çocukluğu koşarak gel-
di. Öpmek için ellerine sarı ld ı . Burası çocukluğunun sevgili şehriyd i .
Şimdi ö l ü m döşeğ inde Ankara' da b ı raktığ ı babası İsmail Fazıl Paşa ,
istibdat Dönemi'nde Abd ülhamit'in yaverleri ndend i . Sonra özgürl ü k­
çü düşünceyle davra n ı şları ndan dolayı saraydan uzaklaştırılarak
ilkin Erzu rum'a, oradan da Erzincan'a sürülmüştü . O zaman yarbay­
d ı . Çol u k çocuğunu da sürgün yerine getiren Paşa, küçük Ali Fuat' ı
burada Asker Rüştiyesi'nde okutmuş, sonra İ stanbul'da Moda'daki
Sai nt-Joseph Fransız Lisesi'ne vermişti . Ali Fuat, yaz tatil lerinde
Erzincan'a babas ı n ı n yan ı na gel ird i . Şehir, o zaman ordu merkezi
olduğundan burada, kum gibi asker kaynard ı . Ali Fuat, ilk asker ru­
h u n u , eğitim i n i baştan başa asker olan aile orta m ı ndan almıştı . Bura
garnizonunun onun üzeri nde yaptığı etki lerin izleri , bütü n yaşay ışı
boyu nca çok derin olarak süregelm işti .
O zaman Asker Rüştiyesi , askerlerin eğitim meydanları n ı n önünde

269
bulunuyordu. Eğitim yapan Mehmetçikler onu sanki büyüler, gözlerini
oradan başka yana çevirmeye vakit bulamazd ı . On yaşına bastığı nda
mahalle çocuklarına tahta tüfekle eğitim yaptı rmaya başlamıştı . Kimi
zaman iki takıma ayrı l ı r, karş ı l ı kl ı savaş oyunu oynarlard ı . Bu savaş
oyu nları n ı n sonunda çokça kızışır, işi gerçek savaşa dökerlerdi.
Paşa, çocukluğunun bu sevgili a n ı larına sahne olan yerleri görme­
ye gittiğinde buraları n ı , üzerinden korkunç bir doğa felaketi geçmiş
gibi gördü. Bütün evler yakı l ı p yıkılmış, koca şehir bir yang ı n yerine
dönmüştü . Ermeni ordusu çekilirken güzelim şehri olduğu gibi yak­
mıştı . O zama n ı n halkı da savaş kası rgasıyla savrulup gitmişti . Şehrin
tepesinde karş ı l ı kl ı yükselen Mercan Dağları 'yla Spikor Dağ ı bu yakı­
lıp yıkılmış şehrin üzerinde bir çift mezar taş ı gibi duruyord u . Bu gör­
dükleri karşısında içi sızlad ı , gözleri doluksad ı . U mutsuz düşmemek
için yine eski güzel , can l ı a n ı larına sığınd ı .
Al i Fuat Paşa , Erzi ncan'a varı r varmaz, Erzu ru m' d a bulunan sev­
gili arkadaşı Kaz ı m Karabeki r'in dostl u kları n ı n izleri ni görmeye baş­
lad ı . Şehrin onları elden geld iğince iyi ağ ı rlayıp konuk etmesi için
gereken her yere buyru klar sal m ı ştı . Arkadan yayl ı larla gelen elçilik
kafilesi de burada Paşa'ya yetişti .
Burada birkaç gün dinlenip ağ ı r yolculuğun tedirginliğini yitirdikten
sonra Erzurum'a yolland ı lar. Eski Samsun mutasarrıfı , sonra Trab­
zon Valisi, Kuvayı Milliyeci yeni Erzurum Valisi Hamit Bey diz boyunu
aşan Erzurum'un karları n ı hiçe sayarak Ali Fuat Paşa'yı ta l l ıca'da
karşılad ı . Erzurum can l ı , neşeliydi. Kazım Karabekir'in on beş gün
önce kazand ığı parlak zaferin sevinci bütün Erzurumluların yüzünden
okunuyordu. Eski korkun u n , umutsuzluğun izleri silinmiş, Dadaşlara
bir güven gelmişti . Artı k kıyamete dek üzerinde yaşad ı kları toprağ ı n
sahibi oldukları na inanıyorlard ı .
Nene Hatun'un şehri Erzurum'da d a birkaç g ü n geçiren Paşa ile
adamları , dekovil lere binerek 16 Aralı k'ta Kars'a vard ı lar. Kars'ta bu­
lunan Kazım Karabekir Paşa , onları büyük bir sevgiyle karşılad ı . Ger­
çek Kars fatih i , Kars müstahkem mevki karargah ı nda dayanıp döşen­
miş bir daire hazı rlatarak dinlenmelerini sağlad ı .

270
Al i Fuat Paşa , Kars'ta umduğundan çok kald ı . Bakü 'ye yollan­
maya hazı rla n ı rken Sovyetler'de bir antlaşma yapmaya gitm iş olan
Yusuf Kemal Bey'le Rıza Nur Bey'i beklemeleri için Ankara' dan buy­
ruk gel mişti .
Ali Fuat Paşa , Kars'ta bir ay kald ı . Bu zaman içinde ilginç kişilerle
karşılaşıp onlarla görüşmeler yaptı .
Sovyetler'in ilk Türkiye büyükelçisi olarak Tü rkiye'ye gelmesi bek­
lenen birinci s ı n ıf Bolşeviklerden Elyava ' n ı n yerine ince, uzun boylu ,
kasketli b i r Gürcü ayd ı n ı olan Medivani, arkası ndaki çok kalaba l ı k
elçilik personeliyle Karsa çı kageldi. Bu kalaba l ı k Sovyet memurları­
n ı n yan ı s ı ra Bakü'de kurulan Tü rk Komün ist Partisi'nin lideri Mustafa
Suphi Bey'le kurucu üyeler de vard ı . Bunları n çoğunluğu Dünya Sa­
vaşı 'nda Ruslara tutsak düşen Türk ordusu subayları ndand ı . 28 Aral ı k
1 920'de Medivani yoldaş, Kars'a gelir gelmez Kazım Karabekir Pa­
şa' n ı n ziyaretine gitti . Daha önce Menşevik Gürcü Hükümetinin elçisi
olarak Ankara'ya gitmiş bulunuyord u .
Mediva n i yoldaş, sonra A l i Fuat Paşa'n ı n ziyareti ne geldi . A l i Fuat
Paşa , Medivani yoldaştan birçok şeyler öğrenmek isted iğinden he­
men resmi çerçeveyi parçalayarak ona birçok sorular yöneltti . Elçi ,
bunlara topluca şöyle yan ıt verd i :
- i l k delegemizin Moskova'da bulunduğu zamanki durum şimdi
değişti . Bundan sonra ilişkilerinizin d üzenlen mesi salt Hariciye Ko­
miserliğine b ı rakılmayacaktır. Tü rkiye sorunlarına şimdi eskisinden
daha çok önem verilmekted ir. Bundan sonra, Türkiye ile Sovyetler
aras ı nda kuru l ması gerekli dostl uk bağları n ı n d üzenlenmesine U lus­
lar Komiseri Stalin yoldaş karışacaktı r. Türk elçilik kurulu Mosko­
va'da önemle beklenmektedi r.
Bunları anlatan Medivani yoldaş, sözleri n i kesi nlikle mühürlemek
üzere şun ları ekled i :
- Sözlerimi resmi bir mektupla da g üçlendirebilir v e belgeleye­
bilirim.
Medivani yoldaş, sözünde dura rak gerçekten Al i Fuat Paşa'ya
belge sayılacak bir mektup gönderd i .

27 1
Bunda şöyle güvenlik verici sözler vard ı :
- ( . . . ) Kendi ad ıma d a şunu söylemek isterim k i Kaz ı m Karabekir
Paşa'ya daha önce bildirmiş olduğum gibi Tü rkiye'ye yollanmadan
önce ne bana verilmiş olan direktiflerde ve ne de Stalin yoldaşla
yapm ı ş olduğum görüşmede Ermenistan'a Türk toprakları ndan her­
hangi bir parça n ı n b ı rakı lacağ ı üstüne bir sözcü k bile yoktur.
Sovyetlerin Ankara elçisi Medivani'nin beraberindeki elçilik per­
sonel i arası nda Bakü'de kurulmuş olan Türk Komün ist Partisi lideri
Mustafa Suphi Bey'i n genç, güzel karısı ile on beş de arkadaşı vard ı .
Bunlar, Kars'a Ankara'nın (Mustafa Kemal'in) müsaadesini alarak gel­
mişlerd i .
Kazı m Karabekir'i görmeye giden M ustafa S u p h i Bey'le en yak ı n
arkadaşı Ethem Nejat Bey, ondan çokça yüz bulmam ı ştı . Yal n ız, ş u
s ı ralarda p e k çok nesneyi Sovyetler'den beklemek zoru n l uluğunda
bulunuşumuz, Kaz ı m Karabekir'i onlara karşı tatl ı , nazik davranma­
ya zorlam ı ştı .
2 Ocak 1 92 1 günü Ali Fuat Paşa , müstahkem mevkide konuk oldu­
ğu dairede oturup dağ ı taşı örten kal ı n kar örtüsünü üzgün bakışlarla
seyrederken M ustafa Suphi Bey'le bir arkadaşı n ı n kendisini görmek
istediğini öğrend i .
Ankara'dan ayrı lmadan önce Mustafa Kemal'le teknik bir i k i kişiyle
baş başa verip Türk Komünist Partisi, M ustafa Suphi sorunu üstüne
uzu n uzad ıya görüşmüş, gerekli bilgiyi edinmişti . M ustafa Kemal'in Et­
hem Bey komü nizmiyle onun asker gücünü ortadan kal d ı rmak uğruna
ter döküp durduğu bir s ı rada bir olupbittiyle Sovyet elçilik personeli­
ne katılarak Tü rkiye s ı n ı rlarından içeri giren bu adamlar, yepyeni bir
sorun yaratm ışlard ı . Bunların Sovyet elçilik grubuyla Ankara'ya dek
gitmesi, Mustafa Kemal için çözümlenmesi güç bir sorun yaratacak­
tı . Ali Fuat Paşa , böyle düşünmemekle birlikte Mustafa Suphi Bey'le
görüşmenin yine de yararl ı olacağ ına karar verdi, onu kabul etti . i nce,
uzun boylu , orta yaşlarda, ayd ı n yüzlü, altı n gözlüklü, buğday beniz­
l i , geniş çıkık a l ı n l ı , kahverengi gözlü bir adam olan Mustafa Suphi
Bey'le arkadaşı Ethem Nejat Bey, halıyı karl ı çizmeleriyle çiğneyerek

272
Paşa'ya doğru ilerlediler. Ali Fuat Paşa onları kapıdan karşılayarak
ellerini s ı ktı , yer gösterd i . Karş ı l ı kl ı hal hatı r sordular. Yolların güven­
sizliğinden , şu s ı rada Rusya steplerini kaplayan kışın şiddetinden söz
edild i . Paşa'nın getirttiği çaylar içilirken Mustafa Suphi Bey söz ald ı :
- Paşam, Üçüncü Enternasyonal Türkiye içinde mutlaka komü­
nizmin uygulanmas ı n ı benimsemiştir. Türkiye'nin toplumsal alın ya­
zısı kendisine b ı rakı lmıştır. Anadolu hareketin i n , toplumsal bir devrim
olmaktan çok Türk ulusunun emperyalist düşmanlara karşı bağ ı msız­
l ı k ve özgürlüğünü kurtarması ndan başka bir şey olmad ı ğ ı na kan ı k
bulunuyoruz. Türkiye'deki bey ve paşaları , burj uva sın ıfı ndan saym ı­
yoruz. Tersine, halk yığı nları n ı n en yakın yard ı mcıları olarak biliyoruz.
Anadolu hareketini yönetenlerin ve özellikle Mustafa Kemal Paşa'n ı n
prensiplerini anlamaya çal ışıyoruz. Anlayabildiklerimizi genel siyaset
bak ı m ı ndan uygun görüyoruz.
Biz, hilafet ve saltanat makam ı n ı n bir g ü n kald ı rı lması gerekli l i­
ğine kan iyiz.
Mustafa Suphi Bey'le arkadaşı Nejat Bey, daha bir süre konuşa­
rak müsaade a l ı p ayrı ld ı ktan son ra Ali Fuat Paşa , edindiği izlenimleri
bir daha kafasından şöyle geçird i :
"Mustafa Suphi, ün v e h ı rs peşinde koşan zeki , kurnaz v e azi m
sahibi bir kişi gibi görünmüyor. Rusya'daki Bolşevik l iderlerinin ba­
şarıları n ı yakı ndan incelemek fı rsatı n ı bulan bu zat ı n , bir gün gelip
Tü rkiye'nin Len i n ya da Stalin'i olması belkisini usundan geçirdiği
bell i . Komü n izme inanıyor, düşü nce ve prensiplerini kendi siyasetine
bir araç yapmak istiyor. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları n ı n d ı ş
düşmana karş ı davra n ı ş ı n ı doğru luyor v e bunsuz olamıyor. D ı şa­
rıdaki ittihatçıların ül keye girmemeleri ve içeride ittihat ve Terakki
Partisi 'nin her ne biçimde olursa olsun cezaland ı rı lmamas ı üstüne
Mustafa Kemal Paşa'n ı n görüşüne bütünüyle ortak oluyor. Belki de
daha ileri giderek ya Mustafa Kemal Paşa'yla ya da arkadaşlarıyla
komünizmin uygulamasına başlamayı bile usundan geçiriyor. Mus­
tafa Suphi, her devrimci gibi saki n , kurnaz ve güçlü bir kişi gibi gö­
rünmeye çal ış ıyor.

273
Ü l kemizde, Üçüncü Enternasyonal ' i n gerçek bir komünist elçi­
si gibi g i rmek istediği ilk bakı şta anlaş ı l ı yor. Rusları n resmi elçisi
Medivani yoldaşla birl i kte Kars'a dek gel mesi de bunun bir kan ıtı
sayı labilir.
Ankara'da bütün Bolşevik akımlarına Büyük Millet Meclisi hükü­
metinin istediği yönü vermek üzere resmi bir komünist partisi kuruldu.
Mustafa Suphi ve onun arkası nda bulunan Üçüncü Enternasyonal
ve Rus Sovyet hükümetinin de hiç kuşkusuz, bizim resmi komünist
partisinin yönünü gerçek Üçüncü Enternasyonal'in yoluna kurnazca
çevirmek isteyeceklerine hiç ikirciklenmemeli . M ustafa Suphi , olanak
bulunca Ankara'daki komünist partisine Rusları n istediği aşıyı uygula­
makta ikircik göstermeyecektir."
Ali Fuat Paşa , bunları kafasında toparlad ı ktan sonra bir rapor
biçiminde Mustafa Kemal'e bildird i .
A l i Fuat Paşa' n ı n yan ı s ı ra Moskova'ya gitmekte o l a n Doktor
Tevfik Rüştü (Aras) ile arkadaşları , M ustafa Kemal'in kurduğu resmi
komü n ist partisinin üyelerinden olan mebuslardand ı . Moskova'da
Mustafa Kemal ' i n komün ist partisini Üçü ncü Enternasyonal'e sok­
mak isteyeceklerse de bunu başaramayacaklard ı . Şundan ki öteki­
ler, salt Mustafa Suphi'nin partisi ni tan ı d ı kları n ı söyleyecekti.

İ KTİ DAR ÇEKİŞMESİ N DEN


İ KTİ DAR SAVAŞINA DOGRU

Zafer, "zafer benimdir'' diyebilenin, başan, "başaraca­


ğım " diye başlayanın ve "başardım " diyebilenindir.
Mustafa Kemal

Ethem Bey' in Kütahya'daki karargah ı n a uğrayan bir mebus arka­


daş ı , ona mecl isteki öbür arkadaşları n ı n şu önemli sal ı ğ ı n ı bildird i :
- Ethem Bey, mecl is aracı l ı ğ ıyla teh l i kelerin önüne geçmekte
ihmalka r davranmas ı n .
Bu sal ı k üzerine Ethem Bey hemen Kütahya telgrafhanesine

274
koştu . Ağabeyi Reşit Bey'i makine baş ı n a çağ ı rarak onunla şöyle
konuştu :
- Ordu arası nda özel görevliler aracılığ ıyla bize karşı bozguncu
propagandalar, tevil kabul etmez bir halde vefasızca sürüp gidiyor.
Gün geçtikçe müzminleşen bu durumu onarılmayacak bir kerteye
gelmeden , Büyük Millet Meclisinin açı k görüşmesine götürünüz. Bu
işi size daha önce de söylemiştim . Anlamad ı m ki siz, Mla kand ı rı labi­
liyorsunuz. iyi niyete dayanan bu ihmalinizin acı sonuçları yüzünden
sonraları siz de pişmanl ı k duyacaks ı n ız. Bilmeyerek alet oluyor, onla­
ra fı rsat kazand ı rıyorsunuz. Ben her şeyden çok şuna üzülürüm ki Ku­
vayı Milliyemiz arası nda çı kacak bir uygunsuzluk, karşım ızda bulunan
Yunan ordusuna yeniden yüreklilik, umut ve can verecektir.
Reşit Bey:
- Bu soru n u n , Mecl isin açık görüşmesine geti ril mesinde siyasal
sakı nca bulunduğunu öne süren içten dostlar var. Bu, yabancılara
yans ı r, içerideki bozguncular bundan yararlan ı r, d iyorlar. Artı k ben
de kaniyim: M ustafa Kemal Paşa'dan d ireterek iş isteyeceği m . Eğer
yine vaatte diretirse g izli birleşim isteyeceğ i m . Siz sabı rl ı olunuz. So­
nucu bildiriri m .
Ethem Bey' in haber ald ığına göre Mustafa Kemal , eski arkadaşı
Reşit Bey' i bir kez daha uyutmuştu . Gizli birleşim de bir kez daha
suya düşmüştü .
Eski rakip Refet Bey, şu s ı rada Ethem Bey'in üstüne üstüne varı r
gibi görü n üyord u . Ona göre Refet Bey, iki buçuk aydan beridir Kon­
ya'da kendisine karş ı asker devşiriyord u .
Uşak cephesinde Kuvayı Seyyare'ye bitişik mevzilerde yer a l m ı ş
olan Albay Fahrettin Bey, Refet Bey'in buyruğunda bulunuyor, Kuva­
yı Seyyare birl i kleri aras ına özel adamlar göndererek Türklü k-Çer­
kezl i k akı m ı n ı yaratmaya çal ışıyord u .
Ethem Bey, yaz ı n Naz ı m Bey'i bir sözüyle yeri nden ederek onun
yerine Dahil iye Vekil l iğine getirdiği Refet Bey çok tutuluyord u .
Refet Bey'le Ethem Bey arası nda, Yozgat bastırması ndan sonra
çok önemli bir olay geçmişti :

275
Ethem Bey, Yozgat ayakla n ı ş ı n ı bastı rarak An kara'ya döndükten
sonra , ayaklan ı ş süresinde ufak müfrezesiyle Çorum'da beklemiş
olan Refet Bey de Alaca , Yozgat üzeri nden Ankara'ya dönmüştü .
Yal n ız, buralardan geçerken Ethem Bey'i n affedi p ellerine belgeler
verdiği kimi kişileri katına çağ ı rt ı p onlara gözdağ ı vermiş:
- Bunlar, Ethem Bey'in yetkisi d ı ş ı ndad ı r, ama sizi nle son ra gö­
rüşeceğiz, demişti.
Bu dolaylardaki Alevilerin d ince başka n ı olan Dede Galip'le bütü n
Aleviler, bundan dolayı can kayg ı s ı na d üşmüşlerd i . Şundan ki, bura
Alevileri iki nci derecede de olsa Yozgat ayakla n ı ş ı nda rol oynam ı ş­
lard ı . Yal n ız, sonradan pişmanl ı k duyan bu adamlar, beş yüz kişilik
bir Kuvayı Milliye atl ı m üfrezesi ku rarak silahland ı r ı p gereçlendirmiş­
lerd i . M üfrezenin kumandan l ı ğ ı n ı da Dede Galip'in oğl u Gazi a l m ı ş ,
cepheye g i d e n bu m üfrezenin büyük yararl ı kları da görülmüştü .
Yal n ız, Yu nan ordusu, Ged iz'i ald ı ğ ı s ı rada Refet Bey' in Yoz­
gat'ta söyled iği korkutucu sözler Alaca m üfrezesi erleri n i n kulağ ına
gitmiş, yüz elli kişilik bir Alevi erat topl uluğu, anlaşarak bir gece ka­
çıp g itm işti .
Kalan arkadaşlarına şöyle demişlerd i :
- Mademki geçmişe değinen b i r ayakl a n ı ş dolayısıyla affedil­
meyeceğ iz, mademki evlerimizde çol u k çocuğumuz, dedemiz kü­
çümsemeye uğ ruyor, neden Yunan karş ı s ı nda şu kerte zahmet ve
güçl ü k aras ı nda ölelim?
Silah l ı olarak Alaca'ya dönen bu erat, orada yine güvenliği bozu­
cu işlere girişmişlerd i . Bu yüzden bir köyle birlikte Gediz'i de düşman
kolayca ele geçirm işti .
Ethem Bey, bilerek işled iği bu suç yüzü nden cephenin zarar
gördüğünü ileri sürerek Dahiliye Vekili Refet Bey'i Eskişehir İ stiklal
Mahkemesi'ne bildirmiş. Büyük Millet Mecl isine de usulden olarak
haber vermişti .
Eskişehir mahkemes i , Refet Bey'in yapt ı ğ ı işte suç bularak yarg ı ­
lanması için davra n m ı ş , Millet Meclisi Başkanl ı ğ ı na bildirerek onun
Eskişehir'e gönderilmesini istem işti .

276
Bunun üzerine M ustafa Kemal'le ismet Bey' in etekleri tutuşmuş,
araya g i rerek ya işin mahkemeye götü rül memesi , ya da götü rülse
bile yarg ı laman ı n geriye b ı rakılmas ı n ı dilemişlerd i . Ethem Bey de
yarg ı laman ı n geriye b ı rakılmasına karar verm iş, iş böylece küllen­
mişti.
Refet Bey, bu s ı rada araya birçok adam sokarak Ethem Bey'den
gizl ice af istemişti . Şimdi bu Refet Bey, hem Dahiliye Vekil i , hem de
Gü ney Cephesi Kumanda n ı bulunuyor, katmerl i bir güç taş ıyord u .
Ankara'dan Kütahya'ya üst üste mebuslardan seçilmiş anlaşma
kuru lları gelip gidiyor, bunları n aras ında Reşit Bey de bulunuyord u .
Reşit Bey, şu s ı rada Mustafa Kemal'in en içten ada m ı g i b i düşünüp
konuşuyor, onun bütü n düşü ncelerini bili nçli olarak Ethem Bey'e
karş ı savu n maya çal ışıyord u . Sanki yer değ iştirmiş gibiydiler. Oysa
daha önceleri iş büsbütün tersineyd i .
Durmadan Ethem Bey' in kulağ ına fı s ı ldanan sözler şunlard ı :
- M ustafa Kemal Paşa'yla ismet Bey, yan l ı ş l ı kları düzeltmeye
çal ışıyorlar.
Bu haberleri direterek ona taşıyanları n başı nda ağabeyi Reşit
Bey'le Eskişehir mebusu Eyüp Sabri Bey vard ı .
Batı Cephesi Kumandanı ismet Bey, bugünlerde Ethem Bey'e Es­
kişehir'den bir otomobil gönderdi. Çektiği telgrafta cepheyi bu otomo­
bille gezmesini bildiriyordu. Ethem Bey, öte yandan ismet Bey' in dur­
madan kendi kuyusu nu kazmakta olduğunu işitiyor, bütün duyguları
bir kirpi gibi ayaklanmış bulunuyordu. Ne doğru dürüst yatıp uyuya­
biliyor, ne de yemek yiyebiliyordu. Bütü n varl ı ğ ı yıpratı cı , öldürücü bir
ayaklanışla, alarmla yüklüyd ü . Yeni kumandanların yü rüttüğü bu kor­
kunç aleyhtarl ı k kampanyas ı n ı bir noktada bıçakla keser gibi kesmek
hevesine kapılarak bir gün on beş silahl ı adamıyla, özel doktoruyla
trene atlad ı ğ ı gibi Eskişehir'e indi.
ismet Bey'in karargah ına varı p bütü n bu ömür törpüsü sorunla­
rı onunla yüz yüze, baş başa çözümlemek istiyord u . Ondan sonra
yine trene atlayı p Ankara'ya varacak, bu pürüzlü , dikenli işleri Mustafa
Kemal'le başka gerekenlerle de görüşüp çözümlemeye çal ışacaktı .
İş büyük bir h ızla bir çı kmaza sürüklenip gidiyord u . Bunu yarı yolda

277
yakalayıp olumlu bir sonuca bağlama n ı n olanağ ı n ı aramak üzere so­
nuna dek çal ışmaya , atı lmaya karar vermişti .
i kindiüstü trenden inen Ethem Bey, doğru buradaki eski karar­
gahı na g iderek dinlenmeye, düşünmeye başlad ı . Bu s ı rada , Kütah­
ya'da güçlü bir Kuvayı Milliye taburu yaratm ı ş olan (Bolşevik Taburu )
Yüzbaşı lsmail Hakkı Bey ç ı kageldi.
lsmail Hakkı Bey, komünist düşünceli olduğundan (Bakü'de ku­
rulan Fuat Sabri'nin Komünist Partisi'nden) Onun Karakeçili aşiret
erkeklerinden devşirdiği taburun ad ı na da Bolşevik taburu den meye
başlanm ı ştı .
lsmail Hakkı Bey, salt bu adla yetinmeyerek eratı da sosyalistçe
düşüncelerle beslemeye çal ışıyord u . Yüzbaşı lsmail Hakkı Bey, Et­
hem Bey'i n en gözde subayları ndand ı . Şimdi, burada izi n l i bulunu­
yord u . Ethem Bey, ona şu buyruğu verd i :
- G i t bak, Ord u Kumandanı ismet Bey maka m ı ndaysa anla,
kendisini gör, ziyaretine gideceğimi haber ver.
lsmail Hakkı Bey g itti . Bir saat sonra dönd ü . Güneş batm ış, ak­
şam kara n l ı ğ ı çökmeye başla m ı ştı .
Yüzbaş ı şöyle ded i :
- Karargah Kumandan ı ' n ı görd ü m . Ordu Kumanda n ı meşgul­
müş. "Bu akşam kimseyi kabul etmeyiniz." d iye buyurmuş. "Yarı n
gelirlerse ismet Bey'i görü rler." ded i .
Ethem Bey şaş ı rm ı ştı . D i l i tutulmuş g ibiyd i . Ne söyleyeceği n i , n e
yapacağ ı n ı kesti rem iyord u . Böyle şaşkı n , dalg ı n , kendi içine gömül­
düğünü gören Yüzbaşı l smail Hakkı Bey onu şu sözlerle uyard ı :
- Efendim, orduda Kuvayı Seyyare'nin bağlantı subayı ile dün
konuşmuştum . Onun söylediğine göre ismet Bey, bugünlerde hasta­
neden çıkm ı ş Kuvayı Seyyare subayları na rastlad ığı nda onları azar­
lamak ve küçümsemek üzere bahane arıyormuş. Ben de karargah
subayı ndan usul dışı nezaketsizce bir davranış gördüm.
Bunu işiten Ethem Bey' in baştan başa hasta l ı ğ ı n egemenliği al­
tı nda i nleyen gövdesi , üstün bir enerj iyle gerildi. Sinirleri üzerinde
sihirli bir kamçı saklamış gibiyd i .
"H içbir yan ı nda içtenlik v e ciddilik izi görü nmeyen bu ortaklaşa

278
yaşayı şa kesi n olacak bir son vermeliyim. Bu artık kaçırılmaması
gerekli bir fı rsatt ı r. Yeter ki i smet Bey'le karş ı laşay ı m . Hele bana kar­
şı da ufa k bir küçümseme göreyim!" d iye düşünerek böyle bir durum
karş ı s ı nda nasıl davranacağ ı üstüne de kesi n bir karar verd i . Saat­
lerdir s ı rtı n ı kamburlaştırarak oturduğu yatağ ı ndan bir zemberek gibi
fı rlayara k oda n ı n ortas ı nda dikildi, adamları na:
- Arkamdan geli n ! diye bağ ı rd ı .
Hep birl i kte sokağa dökülerek i smet Bey'in karargah ı na doğru
h ızl ı h ızl ı yürüdüler. Batı Cephesi Karargah ı , Ethem Bey'i n evinden
biraz ötedeyd i . Ethem Bey, yolda yü rü rken adamlarından en g üven­
diklerine kimi buyruklar verd i . Karargah kap ı s ı na yaklaştıklarında
orada dikilen çifte nöbetçiler, bir ağızdan:
- Yasaktır efendim, nöbetçi subay ı na haber verelim, ded iler.
Zili çekmek isteyen bir nöbetçi nin elini Ethem Bey'in adamları
hemen yakalad ı lar. Ethem Bey, dört silahl ı adamıyla iki nöbetçiyi
göz hapsine ald ı ktan son ra öteki adamlarıyla nizamiye kap ısı ndan
içeri dald ı . H ızl ı h ızl ı yukarı kata tırmanan Ethem Bey, kurmaylara ,
yaverlere özg ü odan ı n kap ısına bakan merdiven lerin baş ı na d a iki
nöbetçi dikerek ismet Bey'in odas ına yöneldi. Kapıyı vurarak yanıt
gelmesini beklemeden içeri dald ı . Öteki kalabal ı k arkadaş grubu ko­
ridorada bekliyord u .
içeri girerken Ethem Bey'in gözüne çarpan ilk görünüş şöyleyd i :
i smet Bey koltukta oturuyor, karşısı nda dikilen levaz ı m başka n ı ona
bir şeyler an latıyord u . Ethem Bey'in kulağ ı n a son olarak "Kuvayı
Seyyare" sözü ilişti .
Odaya giren Ethem Bey'i ilk önce Levazı m Başkanı görd ü . Ko­
nuşma bıçakla kesilir gibi kesild i . ismet Bey, Ethem Bey' i upuzun
boyuyla karş ı s ı nda dikili görünce gerçekten şaş ı rd ı . Hemen ayağa
kalkarak ikircikli bir durum ald ı . Son ra , eski tecrübeli asker kişiliğine
bürünerek geniş ad ı mlarla ona doğru ilerled i . Yüzünü bir gülümseyiş
ayd ı n latıyord u .
Gitti , Ethem Bey' i n ellerini tutarak s ı ktı , nabz ı n ı tutarak bir süre
d i nled i , kolları n ı okşad ı :

279
- Ne zaman teşrif buyurdunuz? Sizi ateşli ve s ı k ı ntı l ı buld u m ,
d iyerek onu masa n ı n başına doğru çekti.
Her ikisi karş ı l ı kl ı birer koltuğa çöktü . Hala ayakta dikilen levazı m
başka n ı , ağzı şaşk ı n l ı ktan b i r karış açı k onlara bakıyord u .
Ethem Bey, i smet Bey'e:
- Beyefendi, müsaade ediniz de Levazı m Başka n ı bey bizi yal­
nız b ı raks ı nlar, ded i .
Levazı m Başka n ı , elindeki kağ ıtları masaya b ı rakıp d ı şarı çıkın­
ca Ethem Bey, ismet Bey'e h içbir girişsiz şunları söyledi :
- içtenlikten i z kalmayan ve sizinle ortak olan yaşay ı ş ı ma son
vermeye geld i m . Şu g ü nlerde geçmekte olan maskeli ve maskesiz
aleyhtarl ı klardan amaç nedir? Eğer bana ve Kuvayı Seyyare'ye artık
gereksinim kalmam ı şsa bunu açı kça söyleyiniz. Hemen bu fedakar
gücü dağ ıtmaya hazı rım.
Görüyorsunuz ki hastayı m . Kafamla ve gövdemle dinlen mek zo­
runday ı m . Beyefend i , ben sizinle açık ve ciddi görüşüyoru m . Ve öyle
yanıt istiyorum .
ismet Bey, bu sözleri şunlarla yan ıtlad ı :
- Allah ş u bozg uncuları n belas ı n ı vers i n . Can ve gönülden söy­
l üyorum ki sizi Ali Fuat Paşa'dan çok seviyorum ; takdir ediyoru m .
i nan ı n ız, güveniniz, yurt savunması nda size v e güçlerin ize gerek­
sinim kal mad ı ğ ı kan ı s ı nda değ i l i m . Yal n ız, görüyorum ki bire bin
katan bozguncular, sizi benim hakkımda ikirciklendirmişler. Bütün
bu anlaşmazl ı kları n giderilmesin i , eskisi gibi içtenlik ve dostluğun
geri gelmesin i istiyorum . Bundan sonra da sizden başka biçimde
yararl ı klar bekliyoru m . Ben sizin gibi arkadaşları n fedakarl ı ğ ı n a gü­
venerek ord u kumandan l ı ğ ı n ı kabul edip geld i m . Sizinle baş başa
verip anlaşmak için fı rsat arad ı ğ ı m halde işlerin çokluğu yüzü nden
ve ded ikodulardan fı rsat bulamad ı m . i lkin şunu söyleyeyim ki yarar­
l ı l ı ğ ı n ızla orant ı l ı bir asker üniforması içinde sizi görmek isteri m . Rüt­
ben i n derecesini bel irleme size özg ü , karar ve buyruğu almak be­
nim ödevimdir. Albay Refet Bey işine gelince , i stiklal Mahkemesi'ne
verdiğiniz evrakı geri ald ı rı n ız ve bu yarg ı laman ı n kald ı rı lmas ı n a

280
çal ı ş ı n ız. B u n u d ileri m . i n an ı n ız, Refet Bey, size her zaman değer
verenlerdendir. Size isted iğiniz yerde "tarziye" verecektir. isterseniz
elinizi bile öptürürü m . Refet Bey, gelecekte çok işimize yarayacak,
her ikimizin de içten ve g izli bir arkadaş ı m ız olacaktır. Bu candan
sözlerime karş ı vereceği n iz yan ıtı bekliyoru m .
ismet Bey, kulakları n ı avuçları n ı n içine alarak gözleri ni Ethem
Bey'in gözlerine dikerek bekled i .
Ethem Bey, onun sözlerini şöyle yan ıtlad ı :
- Bana gösterdiğiniz teveccühe çok teşekkü r ederi m . i l kin şunu
söyleyeyim ki ben rütbe merakl ısı değ i l i m . Ben , b ı rakışma son la­
rı ndaki olağanüstü duru m içinde savunmasız kald ı ğ ı n ı gördüğüm
yurdun savunması uğruna ortaya atı ld ı m . S ı rası düştü ki zararl ı
gördüğüm kimi yurttaşları n , hatta diyebilirim ki kimi akrabam ı n adli
kovuştu rmalar s ı rası nda hoşgörüsüzce ölüm kararları n ı imza ettim .
Rütbe alsam halkı n gözünde küçü l ü rü m . Halk, hakl ı olarak d iyebilir
ki , Ethem, bu insafsız ve zalimce işleri n i yurd u n kurtuluşundan çok
rütbe ve koltu k kapmak uğruna yap m ı ştır. Güçlerin arası nda terfiye
ve okşanmaya değer birçok su bay var. Ben, bu lütfu onlara değer
görürü m . Refet Bey'in yarg ı lanmas ı na gelince , o zatla h içbir kişisel
a l ı şverişim yoktu r. Bu bir adli sorundur ki genel hukuku ilgilend i ri r.
Olağanüstü duru m gereği , bu gibi soruları da kovuşturma ve araş­
tı rmayla i stiklal Mahkemesi yükümlüdür. Bu yarg ı laman ı n gereksiz­
liğini öne sürmek ve Refet Bey'e değinen evrakın geri al ı n masına
girişmekse d ı şarıdan karı şma n itel iği taş ı r. Böyle olu nca da i stiklal
Mahkemesi'nin anlamı kal maz. Hem nasıl olur anlayamad ı m . Mah­
kemede beraat etmesine i mkan görülemeyen bir san ığa Dahil iye
Vekaleti yeterli bir yan l ı şl ı kken ona bir de G üney Cephesi Kuman­
danl ı ğ ı verilmesi! Yarı n Ankara'ya geçeceği m . Dönüşte yine görüş­
mek isteri m . Karargah kumanda n ı n ızı da uyarmanızı dileri m . Ben i ,
b u akşam size karş ı biraz nezaketsiz davran maya zorlayan onlar
olmuştur.
Ethem Bey, bunları söyleyerek ayağa kal ktı . Usundan şöyle bir
düşünce şimşekleri çakarak geçti: "ismet Bey'in konuşması tasarıla­
rı m ı değiştirmeme yol açacak. Sözleri aras ı nda kişiliğime değinenleri

281
içinde içtenlik yok değil, ne yazık ki bunlar entrika gereği."
Ethem Bey, ayrı l ı rken onun elini güçlüce s ı kan i smet Bey'in son
sözü şu oldu :
- Ankara dönüşü, h e r halde yine görüşelim. Ord u içinde propa­
ganda yap ı ld ı ğ ı n ı söylediğiniz kişilerin de cezalandı rı l maları işini o
zaman konuşuruz.
*

Ethem Bey, Batı Cephesi Karargah ı ndan ayrı ld ı ktan sonra tren­
le Ankara'ya g itti . Bütün Ankara'da N izami ordu ile Kuvayı Seyyare
arası nda g itti kçe alevlenen bir çatı şmaya döneceğe benzeyen ge­
çimsizl ikten , açı k-kapal ı kavgadan söz edil iyord u . Ethem Bey he­
men mecliste M ustafa Kemal'i arad ı . Meclisteki odası nda görüştü .
Mustafa Kemal , herkesin dediği gibi bu teh l ikeli anlaşmazl ı ğ ı n çö­
zümlenmesine çal ı şmakta olduğunu, çal ı şacağ ı n ı anlatarak:
- Siz, Kütahya'dan ayrı ld ı ktan sonra Batı Cephesi Kumandanı
ismet Bey'le Kuvayı Seyyare Kumandan ı Tevfik Bey aras ında an­
laşmazl ı k artm ı ştır. Bundan dolayı sizin ived i Kütahya'ya dönmenizi
dileri m , ded i .
Sonra çabuk dönmesinin zorunlu olduğunu göstermek için d e
o n a ağabeyi Tevfik Bey'in ismet Bey'e gönderdiği 20 Ara l ı k 1 920
tarihli telg rafı gösterd i . Bunda özetle kurtarı l m ı ş topraklara Batı Cep­
hesi Kumandan l ı ğ ı ' n ı n Kuvayı Seyyare aleyhinde kötü bildiriler as­
tırd ığ ı n ı , bunları toplattığ ı n ı söyleyerek özetle şöyle d iyord u :
( . . . ) Bozgun yaratan bildirileri toplatt ı m . Kuvayı Seyyare v e bize
şerefsizl ik yükleyen sizin gibi bir kumanda n ı bundan son ra merci
olarak tan ı makta mazurum ve sizi nle il işkilerimi kestiğimi bildiriri m .
Ethem Bey, hemen o gün cepheden , ağabeyi Tevfik Bey'den ş u
telg rafı ald ı :
"An kara'da Kuvayı Seyyare Kumandanı Ethem Bey'e!
Aylardan beri cephemiz gerisinde ve kanatlarında geçmekte olan
ve g ittikçe müzminleşen densiz duruma bir son vermek üzere Anka­
ra'da ciddi ve resmi girişimlerde bulunmanızı dileri m . B iz karşım ız­
daki düşmanları arkamızda ve yanlarım ızdaki kumanda yerlerine
getirilenlerle m i uğraşacağ ız? Ben , bu koşullar altında "vekaleten"

282
üzerime ald ı ğ ı m bu görevi daha çok sürdüremeyeceğim. Ya durumu
düzeltiniz, ya da cepheye gelip görevi üzerin ize al ı n ız. Bir yandan
Güney Cephesi Kumandanlığı nca kıtaları m ız arasına gönderilen
propagandacılar, subay ve eratı mızı bozmaya çalışıyor, sonra savu­
şuyorlar. Yal n ı z bundan son ra gelecek ve ele geçecek olan bu gibi
bozguncuları n yakalanarak karargahıma gönderilmesini kumandan­
larıma bildirdim. Yarg ı lamasız ve kayıtsız koşulsuz kendilerini idam
ettireceği m . "
Kuvayı Seyyare Kumandan
Vekili Mehmet Tevfik

Ethem Bey, hemen o gece Denizli'den Demirci Mehmet Efe'ce


makine baş ı na çağrı ld ı . Efe şöyle diyord u :
"Kardeşim Ethem Bey, bildiğiniz g i b i bundan iki buçuk a y önce
Konya ayaklanışı üzerine biraz askerimle ayaklan ış bölgesine gön­
derilmiştim . Albay Refet Bey'le görev yaptı ktan sonra Denizli'ye
döndüm. Gövdece dinlenmek istiyordum. Kendi köyümde kald ı m .
Maiyetim eratı n ı cepheye göndermiştim. Yan ı mda kalan birkaç arka­
daşımla hiçbir şeye karışmıyordum. Yal n ız Konya'dan dönüşümden
beri apaçık görüyorum ve anlıyorum ki ben erek tutan birtakım entri­
kalarla çevrilmiş bulunmaktayım. Hatta çok yakı n ı m bulunanlar birer
biçimde aleyhimde kışkırtılmaktad ı r. Can ı ma suikast için ihanete sü­
rüklenmektedirler. Refet Bey'den dün bir telgraf ald ı m . 'Örgütlediğim
kıtalardan birine kumanda etmek üzere Konya'ya geliniz, bekliyorum.'
diyordu. B u , pek tuhaf değil mi?
Bir kez, benim bulunduğum yer, cepheye Konya'dan daha yakı n ,
sonra n izami birliği yönetmek için çağrı lmakl ı ğ ı m n e münasebet?
Biz, yurdun savun masıyla silaha sarı l m ı ş ve bugünkü fı rsatı haz,ı r­
lam ı ş kişileriz. Ben , bunda içtenlik görmüyoru m . Bilmem siz nas ı l
buluyorsunuz? Kuşkusuz durumu daha yakı ndan biliyorsunuz."
Ethem Bey şu yan ıtı verd i :
"Kardeşim Mehmet Efe , Refet Bey'in çağrısına g i d i p g itmemekte
serbestsi n . O zatı , benden daha iyi tan ı man gerek. Şundan ki , yak ı n

283
zamana dek sizinle birl i kte bulunmuştu r. Yak ı n d ı ğ ı n durumla ben de
karşı karşıyay ı m . i htiyatl ı bulunmak gerekliliğini hatı rlatmakla birlikte
hançerin i yurd u n bağrı na sokmakta d i renen Yunanlı lara fı rsat vere­
bilecek her davra n ı ştan sakı nmanızı sal ı kları m . Ben de Ankara'ya
bu üzücü işi meclis aracı l ı ğ ı ile çözümlemeye gelmişti m . Yal n ı z mec­
liste bir boşluk ve şaşkı n l ı k var. Böyle de olsa meclis üyeleri aras ı n­
da bu d u rumlardan üzü lenler yok değ i l . Ben, bu uygunsuzluklara
yine bütü nüyle bir son vermeden yarı nki postayla Kütahya'ya dön­
mek zorunday ı m . Şundan ki yeni Batı Cephesi Kumandan ı ismet
Bey'le Uşak cephesindeki ağabeyim Tevfi k Bey'in aras ı n ı n pek çok
gerginleştiği Ankara'ya son gelen telg raflardan anlaş ı l ı yor. Çabucak
dönüşüm bir kötülüğe meydan vermemek içindir. Refet Bey'i geri
ald ı r ı p kumandan l ı ktan att ı rarak işi barış yol uyla çözü mlemeye uğ­
raşan mebuslar var.
Refet Bey, eski bir suçu dolayısı yla istiklal Mahkemesi'nde san ı k­
tır. Yak ı n günler, işin ne olacağ ı n ı ortaya koyacaktı r. Yörük Al i ile ara­
n ı z nas ı l d ı r? Birkaç g ü n önce özel bir adam ı arac ı l ı ğ ıyla bir mektup
almıştı m . Henüz cevap veremedi m . Yazacağ ı m cevapta size sad ık
kalmas ı n ı sal ı klayacağ ı m . Yu rdun çetin zamanları geçti . Her neyse,
yine görüşürüz. Gözlerinden öperi m . "
*

Ethem Bey, Ankara'da işlerin düzeleceğine değgin birçok söz al­


d ı ktan sonra Kütahya'ya döndü . üç gün son ra M ustafa Kemal'den
ald ığı şifreli telgrafla gönderilecek özel trenle hemen Ankara'ya dön­
mesi dileniyord u . lstanbul hükümeti yeni bir anlaşma tabanı bulmak
üzere Ahmet izzet Paşa kurulunu Bilecik'e göndermişti . Mustafa Ke­
mal , içinde Ethem Bey'in de bulunması gereken bir mebuslar kurulu­
nun başı nda onları karşılamaya gidecekti .
Ethem Bey, on beş kişilik sila h l ı ada m ı yla trene binerek An ka­
ra'ya yolland ı .
Trende harareti yükselen Ethem Bey Ankara'ya bayağ ı hasta
olarak indi. Hemen Binbaşı Hacı Şü krü Bey'i n mecl is dolayları ndaki
bir otelde otu rduğu bekar odası na s ı ğ ı nd ı . Boylu boyun ca karyolaya
uzand ı .

284
Ethem Bey'i n Ankara'ya geldiği hemen işitil mişti . Biraz sonra ka­
bine üyelerinden , mebuslardan birkaçı oda n ı n sıcak havası na karl ı
üst başlarıyla dold u . Pencereden karın yağd ı ğ ı görü lüyord u . Daha
çok Ethem Bey' in sağ l ı ğ ı üzerinde kon uşuld u . Aradan çok geçme­
den M ustafa Kemal'le Doktor Ad nan Bey de paltoları n ı n omuzları
karla ağarm ı ş olarak odaya g i rd iler. Ad nan Bey, hemen Ethem Bey'i
muayene etti . Hararetin i çok yüksek bularak d i n lenmesini sal ı klad ı .
içeri g i rdiğinden beri ayakta d ikilerek gözlerin i hiç Ethem Bey'den
ayı rmayan M ustafa Kemal , sözlerin i bitiren Ad nan Bey'e şöyle ded i :
- Üç d ö rt saat sonra ya n i akşamüzeri trenle karş ı lama kuru l u
ile bizim de g itmemiz gerekli v e zoru nludur. O zamana d e k harareti
düşürecek çareler bulunuz. Trende yatakl ı ve özel bir yeri n Ethem
Bey için hazı rlan mas ı n ı sağlay ı n . Bilecik'e dek uzanacak bu tren
yolculuğu Ethem Bey'i n üzerinde iyi etki yapar. Gelen kuru l , herhal­
de Ethem Bey'i de aram ızda görmelidir.
Ethem Bey bütün ayaklanm ış sezg i gücüyle Paşa' n ı n yüzü n­
de geli p geçen gizl i anlam tonları n ı , gölgeleri n i şavull uyord u . Pek
yakı ndan tan ı d ı ğ ı bu yüzü n zengin anlamı üzerinde hiç de olağan
olmayan yabancı sinyaller oynuyord u . Yed iği ekmek gibi biliyordu
ki onun yüzündeki bu yabancı karaltı lar, Paşa'da kendisine karş ı
beslemekte olduğu yepye n i , tehlikeli olması gereken duygularla d ü­
şüncelerin yansı malarından başka bir şey değ i l d i . Bunları pek derin
düşünemeyecek kerte hasta olmakla birl i kte önsezisinin ı ş ı k l ı perde­
sine çarpan görüntüler, onun içini acıyla burd u . Ad nan Bey, üzerine
ald ı ğ ı harareti düşürme görevini güzelce yaparak onun gözlerin i aç­
mas ına yard ı m etti.
Yal n ız, harareti geçip de kendine gelince Hacı Şü krü Bey'le Reşit
Bey, son ra gerçek birkaç dostu , Bilecik yolculuğu üzerine uzun uzun
düşündü ler. Bu bir tuzak olabi lird i . Şundan ki çekişme çok uzu n sür­
müş, her i ki yan için de en tehlikeli saatler gelip çatm ı ştı . H iç kimse,
bu kerte yaklaşm ı ş "iktidar''ı n güzel, renkli düşlerinden vazgeçmek
filozofl uğ u n u , apta l l ığ ı n ı göstermezd i . Her iki yan da bu anlaşma ça­
baları n ı n boşu na olduğunu bil iyord u . Bir yan sah neden çekilmedi k-

285
çe bütün bir anlaşma yap ı lamazd ı . Şimdi, her iki yan da bir punduna
getirip yaşamak, egemen olmak hakkı n ı sonuna dek rakipsiz olarak
sağlamak düşüncesi peşindeyd i . Her iki yan da gülümseyen birer
mazlum dost maskesi takm ış, meydanda bununla dolaş ıyor, kuytu­
da, partizanlar arası nda bu maskeler ç ı karı l ı p bir yana b ı rakı larak
gerçeğ in somurtka n , kayg ı l ı yüzüyle karşı yan ı en kolay, en çabuk
nakavt etmenin yolları n ı arıyord u .
Ethem Bey, ateşin buland ı rd ı ğ ı sisli bakışları aras ı ndan Mustafa
Kemal'in taktığı maskeyi açık seçik görmüşse de derin nedenleri n i ,
halsizliğinden dolayı kavrayamamışt ı . Ne v a r ki ateşi düşürülüp d e
gözleri açı l ı nca içten dostları başucu nda toplan ı p d u rumu i nceled i .
Bilecik yolcu luğunun tehlikeli bir tuzak olduğu kararına vard ı . Tek
başına gecenin karanl ı ğ ı nda ilerleyen bir özel trende Ethem Bey için
tehlikelerin en büyüğü çöreklenebilird i . Bunlar, Mustafa Kemal'le ya­
kın adamlarında tuhaf bir kararl ı l ı k görmüşlerd i . Ethem Bey'e güven
vermek için kurula ağabeyi Reşit Bey, en içten ideal arkadaşı Binba­
şı Hacı Şükrü Bey, Eskişehir mebusu Eyüp Sabri Bey de a l ı n m ı ştı .
Ethem Bey'le birl i kte on beş silahl ı atıcı adam ı da gidecekti. Bütün
bunlar, Ethem Bey'i de, bunları n canları n ı da ölümün pençesinden
kurtaramazd ı .
Bilecik'e gidiş, salt izzet Paşa kuru l u n u karş ı lamak uğruna ol­
mayacaktı . Bundan yararlanarak Eskişehir'deki karargah ı ndan Batı
Cephesi Kumandan ı i smet Bey de çağrılarak bu çok uzamış olan
anlaşmazl ı kla geçimsizliğe toptan bir çözüm bulu nacakt ı .
Ethem Bey, bu konuşmalar sırası nda salt kardeşi i l e dostları n ı n
sağduyuları na kendisini b ı rakarak Bilecik'e gitmemeye karar verdi. B u
karar, hastalığın şiddeti bahane edilerek Mustafa Kemal'e bildirildi.
Bu kez o yanda bir heyecanla kayg ı lanma baş gösterdi . Mustafa
Kemal , Ethem Bey'in üstüne düşerek trene rahat bir yatak da koy­
d u racağ ı n ı , Ahmet izzet Paşa kurulunun Ethem Bey'i de aralarında
görmesinin çok iyi olacağ ı n ı bildird i .
Mustafa Kemal , yaverini göndererek Ethem Bey'i istasyonda
beklediğini de bildird i .

286
Ethem Bey, kürklü uzu n , kurşun renkli kaputuna sarı narak istas­
yona vard ı ğ ı nda özel tren haz ı rd ı . Lokomotif yağan kara karşı kirli
dumanlar savurup puflayarak istim üzerinde bekl iyord u . Ethem Bey,
kuşkulu gözlerle çevreyi gözden geçirince sivil g iydirilmiş silah l ı ol­
duğuna kuşku olmayan elli kişil i k bir ekibin trene yerleştirilmiş oldu­
ğunu görd ü .
Mustafa Kema l , o n u n gelişine çok sevin i r göründü. E l i n i s ı k ı p
şifalar dileyerek o n u özel vagondaki yatağ ı n a b ı raktı . Arkas ı n ı h i ç
b ı rakmayan K ı l ı ç Al i , Celal (Bayar) beylerle kendi vagonuna geçip
otu rd u . Tre n , apak kesilmiş bozkırı ikiye bölerek batıya doğru yol­
land ı .
Ethem Bey, yatağ ı na uzan ı p d a gündüz geçenleri bir kez daha
kafasından geçirince , bu gidişin gerçekten ölümle komşu tehlikeler
taşıyabileceğini anlad ı . Hepsi de keskin nişancı olan adamları n ı her
türl ü olumsuz davra n ı şa karş ı hazırl ı kl ı bulunmak üzere uyard ı .
Hacı Şü krü Bey'i n oteldeki odas ı nda Mustafa Kemal ayrı ld ı ktan
sonra gelip kendisini uyaran bir yı ğ ı n dostu n u n anlattığı tehlikeyi hiç
de yabana atm ı ş değild i . iş, o kerteye varm ı ştı ki artık ya Musta­
fa Kema l , ya kendisi sağ kalacaktı . Mustafa Kemal'in de bu koşula
göre haz ı rland ı ğ ı su götü rmezd i . Uzu n çetecil i k yaşayışı n ı n bütü n
kuşkulu kara n l ı k dönemleri n i , günleri n i , saatleri n i , dakikaları n ı bir
kez daha usundan geçiriyor, en yakın teh l i kelerin çemberi nden nas ı l
kurtulabileceği üzerine planlar tasarl ıyord u .
Mustafa Kemal , ayrı ld ı ktan sonra Hacı Şü krü Bey' in odasına do­
lan dostlar, bu Bilecik yolculuğunun, Ethem Bey'e bir suikast haz ı r­
lamak üzere çok güzel bir fı rsat vermiş olduğu kan ı s ı ndayd ı lar. Bunu
da Ethem Bey'e açı kça söylemişlerd i . Mustafa Kemal , Hacı Şü krü ,
Reşit, Eyüp Sabri beyleri ancak Ethem Bey'i yemlemek üzere gö­
rüşmeci kurula ald ı ğ ı kan ı s ı ndayd ı lar. "Türk Bolşevizminin serdarı ,
başbuğu" Ethem Bey'le birlikte Reşit Bey' i n , dinamik bir sosyalist
kafası taş ıyan Bi nbaşı Hacı Şü krü Bey' i n de ortadan kalkmas ı el­
bette ki M ustafa Kemal'le arkadaşları için tad ı na doyu m olmaz bir
şölen olacaktı .
Ne var ki Ethem Bey haıa hastayd ı . "Bu iş kopacaksa en ince ye-

287
rinden kopsun" d iye düşünerek gelip trene binmekten çeki nmemişti .
Yal n ız hiç kimse, Mustafa Kemal'in vermiş olduğu şiddetli kararı
bilmiyord u . O trene binmemekte diretseydi Ethem Bey'le Reşit, Hacı
Şükrü beyleri , kurduğu tertipte zorla gecenin kara n l ı ğ ı nda batıya doğ­
ru götürecekti .
Onun "iktidar'' düşlerinin önünde vaktiyle Enver Paşa'n ı n yükselt­
tiği olumsuzluk d uvarı n ı şimdi de Ethem Bey yükseltiyord u . Kendisini
vurmak üzere yatak odası na dek girmek yürekliliğini gösteren bu ada­
m ı , o da benzeri kayg ısızl ı k, tasasızl ı kla harcamaya karar vermişti .
Elli kişilik silahlı sivil koruyucusu olduğu gibi tertibin içindeyd i .
S o n günlerde eski Dahiliye Vekili Naz ı m Bey, kurduğu " H a l k lşti­
rakiyun F ı rkası " adl ı komünist partisinin Eskişeh ir' de bir dal ı n ı açarak
Ethem Bey'i burada "Komünizm Serdarı" olarak ilan ed ip kutlam ı ş ,
Ethem Bey de parti n i n genel sekreterl iği n i seve seve üzerine a l m ı ş ,
böylece Mustafa Kemal'le aras ı nda geçmekte o l a n askerce çekiş­
meye bir de siyasal yön katm ı ştı . Mustafa Kemal, bunun üzerine salt
iktidar düşlerinin değ i l böylece can ı n ı n da tehlikeye girdiğ ini anlaya­
rak Ethem Bey'e karş ı gizl i , affetmez bir savaş açm ı ştı . Türkiye'ye
Ethem Bey arac ı l ı ğ ıyla gelecek komünizmin kendi dirimini teh likeye
atacağ ı n ı çok yakı ndan bil iyord u . Kendi kurduğu Komünist Partisi de
tutmamıştı . Gerçek sosyalistle komün istlerden hiçbiri buna yanaş­
mam ı ştı . Ayrıca , bunun göstermelik bir partiden , bir aldatmacadan
başka bir şey olmad ı ğ ı n ı da yay ı p durmaktayd ı lar.
*

Güneş, karl ı , ıssız Anadolu dağları n ı n üzeri nde doğarken tren


Eskişehir'e g i rd i . Tre n , buradan su alacaktı . Bundan dolay ı , biraz
durması gerekiyord u . M ustafa Kemal'le arkadaşları uykudayd ı . Et­
hem Bey, yaveri Yüzbaş ı Sami Bey'i trenden indirerek ne var ne yok
anlaması için şehre gönderd i .
S a m i Bey'i n dönmesi , uzun sürmed i .
- Efend i m , tren burada iki ü ç saat kalacak. Bu sürede iyi din­
lenebilmeniz için şeh i rdeki maka m ı n ıza g itmen iz uygun olmaz m ı ?
Sonra sizi i k i subay özel olarak görmek istiyor. Böylece sizi görmek

288
isteyen subayları n da ne demek isted i kleri n i öğrenirsiniz.
Ethem Bey, bunun üzerine on beş kişilik adam ıyla trenden inerek
şehre yolland ı . Karargahına varı nca karargah subayı n ı çağ ı rd ı :
- N e var n e yok? ded i .
Su bay, kendisini arayan iki subay ı n kıtaları n ı , adları n ı söyledi .
- Beni neden görmek istiyorlar?
- Efendim, Ankara'ya geçtiğiniz günden beri ordu kıtaları arası n-
da göze çarpan bir olağanüstülük, değişiklik, tertibat var. Dün gece
özel bir trenle l nönü'den sald ırı taburunu Eskişehir'e getirdiler. Sonra ,
başka b i r piyade alayı d a Kütahya yolu üzerindeki Porsuk Çayı köp­
rüsüne yaklaşık bir yere yerleştirildi . Batı Cephesi Kumandanı ismet
Bey, iki günden beri Bilecik dolaylarında bulunuyor. Pek gizli tutulmak
istenen bir çabalama var. Şimdilik ve nedenleri bilinmeyen bu duru­
mu gören Eskişehir halkı nda bir telaş, bir heyecan var. Hatta acaba,
"Cephe mi bozuldu, Kuvayı Seyyare ne oldu?" gibilerden merakla
benden haber isteyenler de çok oluyor. Ben de doğal olarak "Cep­
helerde durgunluk var" diyoru m . Kimi vefal ı nizamiye subaylarından
sızan bilgilere göre, bu olağanüstü tertibatın hepsi sizin içindir. Bu iki
subay da işte bu amaçla sizi görmeye ve uyarmaya gelmiş. Bana bi­
raz açı ldılar. Sözleri , bildirdiğim konuları güçlendiriyor. Buyuru rsanız
kendilerini getireyim de siz kendiniz de görünüz, ded i .
Koşarak onları çağ ı rmaya gitti . Subaylar, biraz, sonra geld i . Bun­
ları n anlattığ ı na göre durum şöyleyd i :
Bu tren yolculuğu, becerikl ice tertiplenmiş b i r suikast tuzağ ıyd ı .
Bunda çal ı m ı na getirip Ethem Bey'le sila h l ı koruyucu ları n ı bir kazaya
kurban g itmiş gibi yok edeceklerd i . Bunu yol boyunca yapmazlarsa
Bilecik istasyonuna varı ld ı ğ ı s ı rada Ethem Bey' le adamları seçme
bir müfrezeyle çevri lecek, diri olarak ele geçi rilemezlerse öld ürüle­
ceklerd i . Eskişehir'e getirilen sald ı rı taburu n u n görevi, Eskişehir'de
herhangi bir ayaklan ı şa karş ı koymak içind i . Porsuk Çayı köprüsü
dolaylarına yerleşti rilen piyade alayı , yard ı ma koşması düşünülen
Kuvayı Seyyare'ye karş ı koyacaktı .
Ethem Bey, genç subaylardan bunları d i nleyince Ankara' da ken-

289
dini uyaran mebus dostları n ı n dedikleriyle birleştird i , bütün durumu
bir anda kavrad ı . Ateş olmayan yerden , elbette d u man çı kmazd ı .
Evet, b u Bilecik yolculuğu, hiç d e dostça b i r nedene dayanm ıyord u .
Hemen adamlarından en güvendiğini yan ına çağ ı rarak şu buy­
ruğu verd i :
- Dikkati çekmemek üzere aran ızdan açı kgöz b i r arkadaşı silah­
sız olarak şimdi istasyona gönder. Görevi bizi getirmiş olan treni gö­
zaltında bulundurmak, Mustafa Kemal Paşa'yla d ı şarıdan gelip kimle­
rin görüştüğünü sıkı bir biçimde gözetlemek! Göze çarpacak ufak bir
durum oldu mu, ilk işiniz hemen bana bilgi yetiştirmek olacaktı r. i kinci
bir arkadaşı da ( . . . ) n ı n yan ı na gönder ve şu buyruğumu bildirerek
izlesin. Kuvayı Seyyare'den izinli olarak ya da tedavi amacıyla gelip
iyileşmiş ve cepheye dönmek üzere bulunan güvenilir erattan beş altı
kişiyi bulup silahland ı rarak buraya getirecek ve bunlar size katı lacak­
tır. Her an toplu ve buyruğa hazır bir duru mda bulunmal ı s ı n ız.
Ethem Bey' in şimşek gibi verdiği karar şuyd u :
H ızla istasyona dönecek, Paşa'yla kozunu son kez paylaşacak,
onu kapana kıstı racak, onun kendisine kurduğu tuzağ ı tersine çevire­
rek bu kapana onu kıstıracaktı .
Bu karş ı tuzağ ı n heyeca n l ı ayrı ntı ları n ı hesaplamaktayken tren­
de b ı rakt ı ğ ı karş ı lama kurulu ndaki mebus arkadaşları ndan Eyü p
Sabri , Hakkı Behiç, Celal (Bayar) , Hacı Şü krü beyler, toplu olarak
içeri girdiler.
i kisi , üst üste şöyle ded i :
- Rahats ızl ı ğ ı n ı z arttığı ndan trenden ç ı ktığ ı n ızı merak ederek
geldik. M ustafa Kemal Paşa da meraktad ı r.
- Ben iyiyim . Tren iki üç saate dek ancak haz ı rlanabileceği nden
evde daha iyi d i n lenebileceğimi düşü nerek trenden indim.
Mebuslar bu sözleri kayg ı l ı kayg ı l ı başları n ı sallayarak dinlediler.
Hakkı Behiç Bey:
- Biraz şeh re uğrad ı k. Ayaküstü kimi dostlarla görüştü k. Halkta
az çok bir heyecan görülüyor. Hakları da yok değ i l . Ned i r bu kimliği
anlaş ı l maz, bilinmez davra n ı şlar?

290
Ethem Bey, bunu işitmezli kten gelerek kon uyu değiştirmek iste-
d i . Bu mebuslardan biri biraz sonra Ethem Bey'i n yan ına sokularak,
bulundukları yap ı ya giren i ki silah l ı milisi işaret etti , onun kulağ ı na
şöyle fı s ı ldad ı :
- Maiyeti nizde bir olağan üstülük sezi nl iyoru m . Arkadaşları m ıza
katılan şu kerataları n gözleri velfecri okuyor. Hem de aksıyorlar. Ga­
l iba yaraları da iyi olmamış.
Bunu söyleyen, Ethem Bey'in meclisteki baş destekleyicilerinden
Eskişehir Mebusu Eyüp Sabri Bey'di. Ethem Bey'i n bu güvendiği s ı r­
daşlardan biriydi ve sosyalistti . Şu s ı rada istese hemen kendisine ka­
tı labilirdi. Yal n ız bu fiskos, salondaki öbür mebuslarda kuşku uyand ı r­
m ı şa benziyord u . Bu da Ethem Bey'in hoşuna gitmed i .
Eyüp Sabri B e y de bunu sezerek sustu .
Biraz son ra iri yarı gövdesiyle K ı l ı ç Ali Bey içeri girip Ethem Bey' i
askerce selamlayarak:
- Efend i m , paşa hazretlerinin selamı var, tren haz ı rd ı r, buyur­
sunlar diyor, ded i .
Ethem Bey, birer koltuğa yerleşmiş arkadaşlara :
- Şu h a l d e s i z buyurunuz, b e n de arkan ızdan hemen gel iyoru m ,
ded i .
Bu s ı rada K ı l ı ç A l i Bey, ayakta dineliyor, bir yandan Ethem Bey'i ,
bir yandan da öbür mebusları gözden geçiriyord u . Kuşkuland ı rıcı bir
durumu vard ı . Ethem Bey, onun bakışları ndaki soğuk ı ş ı kları yaka­
layarak ona menekşe gözlerinden üst üste buz gibi bakışlar fı rlattı .
K ı l ı ç Al i Bey, bu bakışlar karş ı s ı nda irki ld i . Bu bakışları n soğukluğun­
dan ted irg i n olarak:
- Mağaza n ı n birinde paşa hazretleri n i n bir siparişi var. Onu a l ı p
doğruca istasyona geçerim . Ç o k g e ç kal maz, s i z de yavaş yavaş
teşrif edersiniz, d iyerek Ethem Bey'i yine selamlad ı , çıkıp gitti. Biraz
sonra da öbür mebuslar çıkıp istasyona g ittiler.
Ethem Bey, hemen adamları n ı n yan ı n a g itti :
- Kaç kişisiniz?

291
- Burada silahlı olarak on yedi kişiyiz.
- Hayd i , düşelim yola .
Karargahtan ç ı k ı p h ızl ı ad ı mlarla istasyona doğ ru ilerlemeye
başlad ı lar. Bu s ı rada istasyondan bir kişi n i n koşarak kendi leri ne
doğru geldiğ ini gördüler.
Adam, sol u k soluğa gelerek:
- Mustafa Kemal Paşa ile adamları n ı taşıyan tren ivedi olarak
Bilecik'e yolland ı , ded i .
- Ş i m d i istasyona gidenler trene yetişti m i ?
- Hay ı r, efendim. Eyüp Sabri Bey' le arkadaşları tren kalkarken
istasyona yetiştilerse de binemediler. i leri doğru koşarak elleriyle
işaret ettilerse de treni durdurmayı başaramad ı lar.
Bunu gören Ethem Bey, arkadaşlarıyla geri dönd ü . Biraz son­
ra da Eyüp Sabri Bey'le arkadaşları onun ya n ı na geldiler. Şaşkı n l ı k
içindeyd iler:
- Paşa , herhalde bir şey sezmiş olacak ki çabucak uzaklaş ı p
gitti , dediler.
Bunun gerçek nedenini yal nız Ethem Bey bil iyordu. Kılıç Al i Bey'e
her karş ı laştığı nda olduğu gibi dostça gülümseyerek bakmamış, kuş­
kulu soğuk, ü rkütücü bir biçimde bakm ı ştı . Şundan ki kendisine karşı
hazırlanan suikastın içinde Kılıç Ali Bey'in de yer alabileceğini düşün­
müştü .
K ı l ı ç Ali Bey, Ethem Bey'in çelik mavisi bakışları ndaki olumsuz,
korkutucu , sald ı rgan anlamı kavraya rak M ustafa Kemal'e anlatm ış,
bunun üzerine bir karş ı tuzak karş ı s ı nda kalabi lecekleri n i hesapla­
yan Mustafa Kema l , kurul üyelerini bile beklemeden çabucak istas­
yondan uzaklaşmak buyruğunu vermişti .
*

Ethem Bey, bunun üzerine şöyle düşünmek zoru nda kald ı : "An­
laş ı l ıyor ki artık, Eskişehir'de bizim durumumuz hiç de güven altı n­
da say ı l maz. Şu ndan ki gereçlenmiş mükemmel bir ord uyu ismet
Bey' in eline verdik. Bizse içtenlikten doğan geçmişe özgü ya n ı l g ı la-

292
rı m ı z ı n zararl ı yemişleriyle karş ı laşıyoruz. Kuvayı Seyyare'miz Es­
kişehir'den iki yüz kilometre g üneyde ve Uşak' ı n kuzey yanları nda
düşman karş ı s ı nda bulunuyor."
Evet, bu yüzden bu tehlikeli şehi rden bir ayak önce ayrı lması
gerekiyord u . Artı k bütün ipler kopmuştu . Yal n ız, g ü nd üz gözüyle Es­
kişehi r'den ayrı lmak, büyük tehl ike yaratabilird i .
Akşam karanl ı ğ ı bastı ktan son ra Kütahya'ya yollanmak üzere
dört yayl ı araba hazı rlattı . Binbaşı Hacı Şükrü Bey, Ethem Bey'in
bu hazı rl ı ğ ı n ı sezince M ustafa Kemal'den gelecek tehlikenin kendi­
sini de erek tutacağ ı n ı anlayarak onlara kat ı l mak için diretti . Akşam
yemeği nden son ra karl ı , soğuk bir havada yayl ı lara yerleşen Ethem
Bey'le arkadaşları , karanl ı ğ ı n içinde son kerte ted irg i n , üzgün dü­
şünceleriyle yalpalayarak Kütahya'ya yol land ılar.
*

M ustafa Kema l , Bilecik'e giderek izzet Paşa kurulunu kompartı­


man ı na buyur etti . Onları tutsak ederek An kara'ya doğru yola çıktı .
Daha Eskişehir'e varmadan Bilecik'ten yaptığ ı haberleşmelerle,
Ethem Bey'in Kütahya'ya doğ ru uzaklaştığ ı n ı öğrenerek yan ı ndakiler­
le i smet Bey'in karargahına gitti .
ismet Bey, ona Tevfik Bey' in kend isine karş ı ald ı ğ ı dik başl ı du­
rumu anlatt ı . Arada geçen haberleşmeleri gösterd i . i smet Bey, Tev­
fik Bey'i n takı n d ı ğ ı anlaşmak bilmez duru m u n belgelerini meydana
koyd ukça odada bulunan Reşit Bey heyecanla sinirlilikle dikiliyor,
kardeşlerini onlara karşı savun maya çal ı ş ı yor ve şöyle d iyord u :
- B i r asker disiplini kuracağ ı m diye neden kardeşlerimi küçüm­
seme anlam ına alabilecekleri işlemler yaptın ız? Hangi disiplin? Hangi
ordu gücü meydana getirecektiniz? Bu Düzenli ordu gücü düşüncesi­
nin iflas ettiğini hala mı anlamıyorsunuz? Geçirdiğiniz son olaylardan
sonra artı k d isipl inli ordular yerine insanlık, kardeşl ik ve sevgi prensip­
lerinin egemen olması gerektiği açı k bir gerçek değil midir? Neyinize
güveniyorsunuz? Osmanlı Devleti'nin en azametli zaman ı nda ne ya­
pabildiniz? Sonunda felce uğramış haldeyken sizi o durumlardan kur­
taranlar kimlerdir? Velev ki yaşamınız süresince okuduğunuz askerlik

293
kanunları içinde olsun bu ulusal güçlere dil ve el uzatmanız büyük cü­
ret değil midir? Eğer Düzenli ordu düşüncesiyle iş görmek istiyorsan ız
şaşarım akl ı n ıza! Benim kardeşlerim birer kahramand ı rlar, hiç kimse­
nin buyruğu altı na giremezler. Bunu da herkes böylece benimsemek
zorundad ı r.
Bunun üzerine M ustafa Kemal :
- Bu dakikaya kadar sizinle eski b i r arkadaş sıfatıyla ve sizin
lehinizde bir sonuca u laşmak üzere içten d uyguyla görüşüyord u m .
Bu dakikadan sonra arkadaş l ı k v e içtenliğe değgin d u rumum son
bulmuştur. Şimdi karş ı n ızda Tü rkiye Büyük Millet Mecl isi ve hükü­
metin i n reisi bulunmaktad ı r. Devlet reisi s ıfatıyla Batı Cephesi Ku­
mandan ı 'na durumun gerekti rdiğini uygulamak yeteneğini kullanma­
s ı n ı buyu ruyoru m , ded i .
i smet Bey d e :
- Maiyetimdeki kumandanlardan herhangi biri b a n a itaatsizl ik
etmiş olabilir. Benim onu terbiye ve ted ibe gücüm yeter. Bu hususta
henüz kimseye aczimi söylemiş ve hiç kimsenin bana özgü olan bu
görevin kolaylaştı rı lması nda aracı l ı ğ ı n ı dilemiş değilim. Ben , görevin
gereğini yaparı m , ded i .
Deminden beri çok yüksek perdeden konuşan Reşit Bey, i k i aske­
rin bu biçim cephe a l ı ş ı karşısı nda duru l u r gibi old u . Belki de epeyce
şaş ı rd ı . Bütün iplerin koparı lmamas ı n ı , işlerin hala düzelme şansı
taşı d ı ğ ı n ı , belki kardeşlerinin üzerinde etkil i olabileceğini söyleyerek
Kütahya'ya gidip bir kez daha onlarla görüşmek isted iğini söyled i .
M ustafa Kemal , kendisi g i b i onları n da zaman kazanmak istedi­
ğini bilerek onun kardeşleri nin yan ı na g itmesini hoş karşılad ı . Yal n ı z
Köprülülü Albay Kaz ı m Bey'i n de o n u n l a g itmesini uyg u n buld u . He­
men özel trenle Kazı m Bey'le Reşit Bey'i Kütahya'ya gönderd i .
Ethem Bey'le arkadaşları Kütahya'ya vard ı klarında onları ken­
dilerini bekler buldular. Konuştular. Ethem Bey'i n anlad ı ğ ı na göre
kendisinin yüz kilometre güneyde düşmanla değ i n iş d u rumu nda bu­
lunan ordusunun bir bölümünü d üşman karş ı s ı ndan çekerek Eskişe­
hir üzeri ne yürüyeceğini sanan Mustafa Kema l , bu belkiyi ön lemek
üzere Kaz ı m Bey'i göndermişti .

294
Kaz ı m Bey, bununla ilgili olarak şöyle konuştu :
- Kimi nankör ve hasetçi insanlar kolayl ı kla başarı sağlayacakla­
rı n ı sanarak aleyhinizde kimi girişimlerde bulunuyorlar. Ne var ki beni
buraya gönderen Mustafa Kemal Paşa'n ı n sözlerinden anl ıyorum ve
öyle san ı yorum ki düşüncelerinden vazgeçti. Bununla birlikte eğer ka­
n ı mda yan ı ld ı ğ ı m meydana çı karsa ve size karş ı eylemce girişimler­
de bulunurlarsa, namusumla söz veriyoru m , yönetimimdeki iki piyade
tümenimle ben de onlara karşı giderim. Tarih ve kamuoyu önünde
maddi ve manevi sorumluluğu onlara düşer. Fakat siz takdir edersiniz
ki öyle bir durum karşısı nda Kuvayı Seyyare'ye katılacak iki piyade
tümenimiz öyle bir sald ı rıyı başarısızlığa uğratı r. Bundan dolayı d üş­
man karş ı s ı nda bulunan birliklerinizi geri almak ve o cepheyi açmak
Yu nanl ı lara fı rsat verir ki öyle bir duruma yol açmak sizin yurtsever
duyguları n ıza sığmaz.
- Düşman karş ı s ı nda gücü n ü çekip düşmana fı rsat vermek, be­
nim tenezzül edeceğim bir iş değildir. Şunu söyleyeyim ki böyle bir
davran ı şa gereklilik ve gerekseme var ya da yok. O başka ! Yal n ız
açı k olan şu ki bundan sonra Mustafa Kemal Paşa'ya yakın ve gizl i ,
arkadaşları n "dört başı mamur" içten dost sıfatıyla bakmayacağ ı m .
Yal n ız, eylemle düşman önü nde arkadan vurulacağ ı m ız son a n ı
beklemeye karar verd i m . Çünkü gafi l avland ı m . Şimdiki durumum
da böyle buyu ruyor. Eylemle saldı rıya kal karlarsa siz ve sizin gibi
amaç arkadaşları m ı z üzerine düşen görevi ister yapar, ister yap­
mazlar. Benim böyle bir duru m karş ı s ı nda yapacağ ı m , hastalığ ı ma
aldırış etmeden cephedeki güçlerime katı lmak, özü mü korumak, fı r­
sat düşü nce de Yuna n l ı lara karşı sald ı rıya geçmek olacaktı r.
Kazı m Bey, ona şu yan ıtı verd i :
- Olması düşünü lebilen v e bence beklenmeyen böyle bir dav­
ran ı ş karş ı s ı nda karş ı koymak, doğal bir hakt ı r. Ben de sözümde
duracağ ı m ı tekrarları m .
Bu s ı rada Reşit Bey, şu telg rafı Ethem Bey'e uzattı :
"Eskişehir'de Saruhan Mebusu Reşit Beyefendiye!
Tevfik Bey'le konuşmanızın iyi son ucunu bekl iyoru m . Ethem Bey'i

295
gece yolculuğunda üşüttüğü nden dolayı Hacı (Şükrü ) arkadaşlarca
cezaland ı rılacaktı r. Cümlenizin gözlerin izden öperi m , kardeşim."
Türkiye Büyük M i l let Meclisi
Reisi M ustafa Kemal

Kazım Bey'le Reşit Bey, bu konuşmadan sonra yine özel trenle


An kara'ya döndü ler. Yaln ız, hiçbir anlaşmazl ı k çözü mlen memişti .
*

Ethem Bey, işin artık olumsuz karanl ı kları na doğru h ızla sürük­
lenmeye başlad ı ğ ı n ı görerek kendini koruma kayg ı s ı na düşmüştü .
Son günlerde epeyce palazlanan Refet Bey ve ismet Bey ordularıyla
Yunan ordusu arası nda s ı kışıp kalan Kuvayı Seyyare'nin talih yıld ızı
ufukta pek parlak görünmüyordu. Bunu gören Ethem Bey, duvara sı­
kıştı rı lmış bir insa n ı n yapmak zorunda kald ığı davran ışlara atı lmaya
hazırlanıyordu. i lkin bir telgraf yağmuruyla eyleme ve politikaya yöne­
len iki erek üzerinde işlemeye başlad ı .
1 920 y ı l ı on i kinci ayı n ı n sekizinci g ü n ü Seyyar Güçler Kurmay
Başka n ı Yüzbaşı Halil Bey'e şu telg rafı çekti :
"Düşman ı n üstün güçlerle sald ı rısı durumunda cidd i bir karşı koy­
ma yap ı l madan değiniş; koruyarak çekilmek üzere gereken tertibatın
şimdiden düzenlenmesiyle büyük birliklerden uzak bulunan müfreze
kumandanları n ı n gizli olarak uyarı lmas ı n ı rica ederim efendim."
Ethem

1 920 y ı l ı on i kinci ayı n ı n dokuzuncu g ü n ü M ustafa Kemal'e özel


şifreyle şöyle bir telgraf çekti:
"Son , ismet beyefend inin kasten denecek kertede pek mevsimsiz
işlemi sonucu meydana gelen leke, bendenizce zaten düşünüldüğü
içi n , önemli olmayan durumdan yararlanmakla, ahlaksızl ı kları n ı neye
mal olursa olsun yürütmekte ikirciklenmeyecek kerte düzeyce düş­
kün ve her yerde bol bulunan kimselerin dedikodusuyla, özellikle zatı
devletlerinin de "evham getirecek" kerteye d üşürüldüğünü dolayısıyla

296
haber alıyorum. ( . . . ) Paşam, hayatınız ve mevkiiniz bendenizce son
kerte kutsall ı klardan sayı l ı r. Benim yurt amacına varmak için bu kerte
bağ l ı l ı ğ ı m üstüne gereken kişileri uyarı n ız. Bütün beceriklilik ve gücü­
müzü amacı n elde edilmesi için harcayal ı m . Güçlük çı karması n lar, in­
san yan ı lg ısız olmaz, uyars ı nlar. Ben , yurdun kurtuluşu için amir kabul
ettiğimin değil, en aciz mensupları n bile düşüncelerine dan ışıyorum."
Ethem

Ethem Bey, Demirci Mehmet Efe'ye ittifakı n ı kazanmak üzere


1 920 y ı l ı on i kinci ayı n ı n dokuzuncu g ü n ü şu telg rafı çekti :
"Kardeşim Demirci Meh met Efe ,
Bizim çal ı şmam ızın sonucu olarak d ı şarıya ve içeriye karşı dev­
rimin ve yurt savu nmas ı n ı n gereken d üzen i nde geçmesi için ör­
gütlendirilen Ankara hükümeti , birkaç mu hteris kişi nin aleti olmak­
tan kurtulamamakta ve gü nden güne keyif, kişisel h ı rslar ve çıkar
egemen olmaktad ı r. Yurdun bu gidişle kurtulması ne yazık ki olanak
d ı şı ndad ı r. Dış durum, Anadolu harekatına elverişli bulunmamakla
birlikte yararlanmak şöyle dursun kı skançl ı k ve fesatl ı kla kal ı n ma­
yarak yak ı ş ı ksız davra n ı şlarına engel olacağ ı n ı bildikleri sen i , Yörük
Ali'yi, ben i ve kimilerini her ne biçimde olursa olsun yok etmeye ka­
rar vermişlerdir. Daha önce Yörü k Ali ve sizin yok ed ilmenizin yurt
hesabına gerekl i l iğ i n i sezdi rmek gafletinde bulundu lar. Ben , elimde
olmayarak bu vicdansızca düşünceden üzüldüğümü, yurt ad ı n a or­
tak amacı m ı z ı n elde ed il mesi uğrunda her g ü n h izmet ve fedakarl ı k
eden v e edecek olanları n , neden yok ed il meye değer görüldükleri­
ni söz konusu ettiğimde; "seni biz kendim izden biliyoruz, onlar, ne
vakit olsa baş ı m ıza belad ı r" d iyecek kadar makul olmayan cevap
ve düşüncelerle işi kapad ı lar. Ailesini Söke'ye götü rmek üzere olan
Eşref Bey' i daha o zaman sizi uyarmak üzere göndermiştim . Oysa
bu kez benzeri işlerin gerçekleşti rilmek üzere olduğu büsbütü n mey­
dana çıktı , dolayısıyla anlaş ı l m ı ş old u . S ize memur Refet Bey'dir.
Bana memur da Batı Cephesi'ne atanan i smet Bey'dir ki bu namus­
suzlar hazıra konmuş ve ismet, dün lstanbul'dan gelmiştir. Refet' i n ,
senin yan ı nda son zamanlarda e m i r su bayı g i b i bulunduğunu bilir-

297
siniz. Özel olarak kurtuluşumuz ve yurd u n kurtuluşu , el ele vermek
ve birbirimizle s ı k ı bir bağlantı sağlayarak davra n ı ş birliğinde ve
güçlenmeded ir. G üçlerimiz aras ına katiyen ordunun vereceği kişiyi
almay ı n ız. Mazlum halkın hakları n ı koruyunuz. Uya n ı k bulununuz.
Allah doğru n u n yard ı mcısıd ı r kardeşim . Birer rezil olmamak ve yurt
emeklerimizin boşa g itmemesi için birbirim ize sarı lmalıyız. Yan ıt ı n ızı
bekliyorum. Gözlerin izden öperim"
Ethem

Mustafa Kemal de Ethem Bey'i n oyalayıcı mektubuna şöyle oya­


layıcı , taktikli bir yan ı t verd i :
" 1 2'de ald ı m . Kişiliğim v e amaçla ilişkim üstüne göstermiş oldu­
ğunuz duygular beni çok duyguland ı rm ı ştır. Son günlerin eylemce
görü nüşlerinin beni kuruntuya değ i l , fakat ikirciğe düşürdüklerini iti­
raf ederi m . Ne var ki bütün bu ikircikler içinde yurdun yaşamas ı n a ,
özgürl ü k v e bağ ı msızl ı ğ ı na çal ışmış v e çabalam ı ş sen i n g i b i bir kar­
deşim üstüne kişisel sevg im sars ı lmam ı ştır.
i smet beyefendinin yersiz ve mevsimsiz bir ted bir alm ı ş olduğu­
nun delillerini görmüyoru m . ( . . . ) sana ve bana lehte ve aleyhte söz
yetiştirenlerin ahlak n iteliklerinin incelenmesin i n gerekli olduğunu
hatı rlatırı m .
i çinde bulunduğumuz büyük işlerde o oranda küçük duygulu ve
aşağ ı ahlakl ı insanları n dahi varl ı ğ ı n ı göz önüne a l ı rsak, anlaşmaz­
l ı klardan kendimizi ku rtarmak için çok vakit harcanması n ı n gerek­
mediğini takdir edebilecek zeka ve anlayışta olduğuna kaniyim. Bu
nedenle ben im sözlerimi ve tem inatımı bütün içtenlik ve cidd iliğimle
ben imseyerek her türlü güçlüğ ü , başka makamlarla çözümlemekte
zorl uğa uğrad ı kça , doğrudan doğ ruya özel ve g izli olarak bana bil­
dirmekle çözümlenebileceğine kan ı k olmal ı s ı n .
( . . . ) içten b i r kardeşlik duygusuyla gözlerinden öperek h e r türlü
kuşku , ikircik ve dertlerini doğrudan ben imle haberleşerek çözümle­
meni ve fakat genel d u rumumuzun uyum ve düzeni n bozu lması nda
da kimseyi hoş görmemenizi rica ederi m .
M ustafa Kemal

298
Mustafa Kemal'in özel şifreyle Ethem Bey'e çekilen bu telgra­
fı ndan sonra Reşit Bey, makine başı nda Kütahya'da Ethem Bey'i
arad ı . Hal hatı r sorulduktan sonra Ethem Bey, önemli işlere geçti :
- Hacı Şü krü Bey'in özel şifresin i yan ı n ı za ald ı r ı n ız.
- Hacı Şükrü Bey'i n elinden şifre anahtarı n ı almışlard ı r. Buna
rağmen açı k ve serbest konuşacağ ız.
- Cepheye değgin i ki rapor şifreyle gönderilmişti, a l ı n ı p a l ı nma­
d ı ğ ı n ı n bildirilmesi.
- Gelmedi ve gelemez. Buradaki bağlantı subayına özgü şifre­
leri de sakl ıyorlar.
- Mustafa Kemal Paşa'ya özel şifre vermiştim . Onu da verme­
diler mi acaba?
- Kemal Paşa'nın şimdi size pek uzun bir şifresi makine başı nda­
d ı r. Herhalde şifrenize cevap olacaktı r. Elbette Paşa'yla olan haberleş­
meniz kontrolde değildir. Güçlerimiz nerelerdedir? Buradaki bağlantı
subayı n ı n şifrelerini gizlice al ı koydukları n ı şimdi anl ıyorum. Meclis, bu
durumlardan üzgündür. Bakalım ne yapacak? Herhalde sizin ve sizin
gibilerin orduya üstün tutulacağ ı biçimindedir.
- Edip'e (Sarı Efe) meseleden haber ver. Memuriyetinden çeki­
lerek kendisine bağl ı güç ve araçlarla Gökbayrak Taburu Cephesine
gitmesi için özel adam göndererek haber ver. Geri hizmetleri b ı rak­
s ı n . Yu rdun bize ilişkin mukadderat ı n ı yapal ı m . Tek baş ı na bulun­
mas ı n .
- Peki , haber göndereceğ im. Daha bir diyeceğiniz var m ı ? Ya
da Düzce'de Edip'i telgraf başı na kendin iste .
- Telgrafla ya buluruz ya da bulamayız. Adam gönderiniz.
- Telg rafla şifre yaz ı n ız. Yirmi dört saatte Edip'ten cevap ala-
mazs ı n . "Sizinle yine ilişkimi kesiyorum . " diyerek ismet Bey'e bildiri­
n iz. Gördes'e düşman girmiş midir? B u rada başka entrikalarla karşı­
laşıyoru m . Tartışmaları m ı z sürüp gidiyor. Henüz sonuca varamad ık.
- Düşman Gördes'i ne yaz ı k ki yine a l m ı ştır. Yine kendileri nden
haber veren var. Güneyde Alibey'de şiddetle eylem ve sevkiyat var­
d ı r. Burada da gizl i biçimde sürüp g ittiğ i anlaş ı l ı yor. Yurdun zararına

299
çı kacak bu karı ş ı kl ığa çabuk bir sonuç vermel idir. Mecl isçe ne yap ı ­
l ı yor? Kara Müdür ( Baytar Binbaşı S a l i h Bey), Komün ist Partisi'nden
olduğundan olacak Konya'ya sürülmüş.
- Kara Müdür zaten Konya'ya gidecekti. Nereden gönderilmiş­
tir? Neredeydi?
- Afyon'da aranarak tutu klanmış ve gönderilm iştir. Gördes'in
düşmanca yine işgal ine, lay ı k olmayan bu durumun büyük etkileri
vard ı r. Çünkü açı kça tutulan nam ussuzl uğa karşı da ayrı ca tertip
almak zorunluluğu vard ı r.
- Katiyen karı şmama l ı s ı n ız. Geri çeki l i n iz. Kahraman tümenle­
rin savu nmas ı n a b ı rakı n ı z .
- Mecl is'te g i z l i birleşimi d e mi engelliyorlar?
- Evet. Gizl i birleşime girmeden çözü mlemek istiyorlar. M u ha-
l if-muvafı k yirmi beş arkadaş işe gi rişti . H ü kü met katı nda özet olarak
yarına dek çözü mlen mezse birleşim yaptı racaklar.
- Bu, akıl karı değildir ve yurt hesabına yan l ı ş düşünülüyor. Son ra
yara , kangren olacak ve öyle yapmak isteyenler pişman olacaklar­
d ı r. Garezkarca isteklerine evreni kurban edecek Refet, iş başı nda­
d ı r. Meclistekiler, işi ulustan saklamak isterken patlayacak bombaları
l ngiltere bile ne yazık, işitecektir. Hem pek çabuk işitecektir. ilk önce
Refet Bey'in cepheden ilgisini "resmen" kestirmelidir. Memlekete hiç
olmazsa doğruyu anlatarak vebalden kurtul ve bizi de kurtar. Ben
karşıma gelecek bozulmuş ve temelde şu karanl ı k b ı kkın güçlerden
çekinmiyorum. Yurd u , çektiğimiz zahmetleri -kendi hesabı ma- kurban
ettiğim, cepheden yine kendi sığı nmalarıyla ayrı ld ı ğ ı m zamandan beri
iç ayaklan ış ve d ı ş düşman karşısı nda şehit verdiğim beş yüz küsur
İslam çocuğunu ve iş anlaşı lana dek gafletle yönetecekleri yurt çocuk­
larından savaş d ı ş ı olacakları düşünüyoru m . Ne var ki bu son kerteye
dek düşünülebilir. Çokçası hem yurt, hem namus için haramd ı r. Şun­
dan ki Tanrı ' n ı n yard ı m ıyla, gerçi namussuzluktan düşman bir derece
yaralansa da kötülüğü büsbütü n başı boş b ı rakman ı n , onlara boyun
eğmenin getireceğ i felaketten daha ucuz olarak giderilmesi mümkün­
dür kan ı s ı ndayı m . Gördes'in düşmanca yine işgaline, müstahak ol-

300
mayan bu durumun pek büyük etkisi vard ı r. Şundan ki pek belli olan
kötü niyete, namussuzluğa karşı da ayrıca tertibat almak zorunluluğu
ortadan kal kmamış, tersine, artmıştı r.
- Peki . Bu haberleşmenin hepsin i Meclise vereceğ i m . i nşallah
şifa buluruz. Ara s ı ra telg raf baş ı nda, o da sen i n bildirmenle görü­
şebil iriz.
- Kuvvetl i otu r. Bunlar, hem turşu yiyorlar, hem de papazdan
korkuyorlar.
Ethem Bey' in bu telg raf konuşmas ı n ı M ustafa Kemal , Dr. Ad nan
Bey, Celal (Bayar) Bey, Kazım (Özalp), Reşit beyler şöylece yan ıt­
lad ı lar:
"Ethem Beyefend iye ,
Reşit Bey'le makine baş ı ndaki haberleşmenizi birlikte okuduk.
Durumun gerektirdiği davra n ı ş ve güvenliği sağ lamak üzere yap ı la­
cak işlerin eylemce son uçları n ı iki güne dek göreceksiniz. Soru n u n
Mecl iste resmi olarak ortaya atı l ı p kon uşu l ması n ı h e p birlikte uy­
gun görmekteyiz, isterseniz bunun gerekli nedenlerini bildirebiliriz.
Edip'in (Sarı Efe) yeri nden oynatılması amaca uygun değildir. Ken­
disine ona göre buyruk veri niz. Ortaklaşa amacı n ortaklaşa elde edi­
lebilmesi uğruna adalet ve içtenlik içersinde çal ı şmakta olduğ u n u n
v e çal ı şacağ ı n ı n bu nedenle de yinelenmesini gerekli görür, inan ve
güven sal ı klarız, kardeşimiz."
*

Düzg ü n güçlerin yöneticileriyle gezg i n g üçlerin yöneticileri ara­


sı nda hemen her gün tehlikeli uçlara doğru yönelmiş sü rtüşmeler
sürüp gided u rsun , Ankara'da Mustafa Kemal ' i n başkan l ı ğ ı nda kabi­
ne üyeleriyle mebuslardan meydana gelen otuz kişilik bir anlaşmaz-
1 ı ğ ı çözümleme kuru l u , icra vekilleri ku ru l u n u n topland ı ğ ı hükümet
konağ ı n ı n salonunda topland ı . Toplantıda Reşit Bey de vard ı .
Mustafa Kemal şöyle konuştu :
- Hepimizin bildiği ve son kerte üzücü bu anlaşmazl ı ğ ı çözüm­
lemek için yurda değgin h izmetlerin izdeki azim ve içtenliğiniz bize
yeter bir kılavuz olabilir.

301
Bir kez Ethem Bey ve kardeşleri n i n , ord u tedbirlerine il işkin her­
hangi bir sorundan dolayı kendilerini küçümseme görmüş ya da
gönülleri k ı rı l m ı ş saymalarına neden yoktu r. Önümüzdeki soru n ,
sen-ben kavgas ı ndan hangi yan ı n üstün tutulması gerekeceği gibi
bayağ ı bir benlik soru n u değildir.
Doğrusu şudur ki önümüzde yenilip mutlaka denize dökülmesi ge­
reken bir Yunan ordusu vard ı r. Bu büyük sonucu alabilmek için ise
büyük, ciddi ve kesin tedbirler gereksinmektedir. Benim askerliğime
güvenirseniz -ki arkadaşları m ı n bu güveni sakı nmayacakları n ı san ı­
rım- bu büyük iş ancak d üzgü n , bir ucundan öbür ucuna ve en büyük
kütlesinden son erine dek disiplinli, mükemmel bir ordu ile başarı­
labilir. Batı ordusunda bir süreden beri başlan ı lan çal ışma, işte bizi
amaca götürmeyi erek tutarak çabalamalardan meydana gelmiş ve
biçimlenmiş bulunuyor. Amaç bu olduğuna göre gezgin güçler başı n­
da bulunan arkadaşları m ı n da bu doğruyu anlamaları , onu değerlen­
dirip benimsemeleri gerekir. Bu değerlendirme ve benimseme olup
bittikten sonra ortada çözümlenmeyecek sorun kalmaz.
M ustafa Kemal'den sonra birçok kişi söz ald ı . En sonra Reşit Bey
konuştu . Çok sert, sald ı rgan bir konuşma yaptı .
Özetle şöyle ded i :
- H a l a Düzenl i ordular yapmak g i b i b o ş hülyalar peşinde misi­
niz? Hala bu kurmay beylerle mi gavuru kovacağ ı n ız ı san ıyorsunuz?
M ustafa Kemal :
- Reşit Bey, ded i . Ord u sorun u üstü ne şimd iye dek sürüp gitti­
ği bilinen "fuzuli" sözleri nize de böylece bir son vermek gerektiğini
söylemek isterim . Kardeşlerinizin hizmetlerini yadsıyan yok. Yaln ız,
o demek değildir ki insan iki buçuk h izmetiyle her doğruyu çiğneye­
rek yurdun baş ı n a bela olmaya hak kazan ı r. Herkes , hakkı nda ve
hadd inde kalmak zorundad ı r. Askerlik soru n u n u n bu kerte u luorta
tartışı lması yal n ı z bilime değ i l , karş ı n ızda bulunan arkadaşlara da
sayg ı s ı zl ı k olur.
Reşit Bey:
- Bu Anadolu savaşlarına katı ld ı ğ ı m ıza hata etmişiz, ded i . Bu

302
yüzden bizim yüz binlerce liral ı k çiftli klerimiz, servet ve saman ı m ız
d üşman yan ı nda kald ı . Benim ne zorum vard ı da geleyim, buralarda
sonunda bu d u ruma getirilecek işler için uğraş ı p durayım? Zaten va­
tan ne kelimed i r ki! Vatan ad ı na bana l ran da birdir, Turan da. Ben ,
nerede olsa pekala oturabilir ve yaşayabiliri m . Paşa , Paşa ! Daha
açı k söyleyeyim ! Ben, Ven izelos'la da pekala d iz d ize otu rabilir ada­
mım.
Mustafa Kemal'in kaşları çatıldı ve şöyle ded i :
- Reşit Bey, bu sözlerinizi özgürlüğü nüzün aş ı rı l ı ğ ı ndan ileri
gelmiş saymak bile onları n ağ ı rl ı ğ ı n ı ve çirkinliğini hafifletmez. Biz
karş ı m ızda Venizelos'la d iz d ize oturabilecek yetenekte kişi varsay­
mak ve görmek istemiyoruz. Seninle Bingazi'de de beraberdik. B u ,
g ü n ü n birinde bu kerte vatansızca sözlerle tan ı k v e muhatap olmak
için değildi. Böyle amansız ve saçma sözleri b ı rakal ı m da asıl soru­
na gelel i m .
Reşit Bey, y ü z binlerce liral ı k çiftl iklerinden söz ederken Yunus
Nadi Bey'i n yan ı nda oturan Yusuf izzet Paşa , kalpağ ı n ı baş ı ndan
çı karıp masaya vu rarak şöyle ded i :
- B a k birader, herif nelerden söz ediyor! Benimse bu dünyada
dikili ağacı m bile yok!
Bir sonuca bağlanamayan bu uzu n , sert, kırıcı konuşmalar sonun­
da bir kez daha buradaki mebuslardan bir öğüt kurulunun seçilerek
Ethem Bey'e gönderilmesine karar verildi. Eskişehir Mebusu Eyüp
Sabri , Saruhan Mebusu Celal (Bayar), Antep Mebusu Kılıç Ali , Karesi
Mebusu Vehbi beylerle Sivas Mebusu Emir Paşa'ya bir de Reşit Bey
katılarak kurulan kurul hemen Kütahya'ya yollanmak üzere kalkarken
Mustafa Kemal, son sözünü söyledi :
- Bu arkadaşlar, şimdiye dek h izmet ettiler v e çal ı ştılar. Bu h iz­
metlerin değerleri n i mahfuz tutmak isteri m . O rdunun içinde candan
çal ışarak görevleri n i sürdürebilirler. Her şey caiz ve her şey müm­
kündür. Yal n ız, anlaşmazl ı k ve düşmanl ı k asla! işte , bunu kabul ede­
meyiz! Hayd i , göreyim sizi , bu kardeşli k ve kurtuluş temelini sağla­
yın!

303
Toplantı dağ ı l madan Mustafa Kemal hemen Ethem Bey'e bir
telg raf çekerek d u ru m u görüşmek üzere yarın 23 . 1 2 . 1 920 günü özel
trenle yukarıda adları bildirilen mebusları içeren bir görüşmeci ku­
rul u n u n yola ç ı karılacağ ı n ı bildird i . Reşit Bey de yola çı kmak üzere
oldu kları n ı bildiren ayrı bir telg raf çekti .
Kuru l , Küta hya'ya varır varmaz Düzenli ordudan kend isini seven
bir subay, kara n l ı kta Ethem Bey' i bularak son kerte kayg ı land ı rı c ı ,
alarma geçirici bir haber verd i :
- Efend i m , Batı Cephesi Kumandan ı ismet Bey, 8. v e 1 1 . Tü­
menler temel olmak üzere Eskişehir'in güneybatı ve Kütahya'n ı n ku­
zeydoğ usunda birliklerini toplamaya başlad ı . Bu gücün ilk ereği Kü­
tahya'yı ansız ı n kuşatmak ve sizi d i ri ya da ölü olarak yakalamakt ı r.
Müsaade ederseniz ben de sizinle birl i kte kalayı m .
Ethem Bey, bu yeni tertip karşısı nda hemen savu nma tedbirleri
al maya davrand ı . Kendi birliklerinde kal mak isteyen subayı ya n ı nda
a l ı koymayarak yine eski birliğe gönderd i .
Yaln ız, Ethem Bey, bu haberden b i r g ü n önce salt kişisel güven­
liğini koru mak, sürekli keşiflerde bulunmak üzere Parti Peh l ivan'la
birlikte yüz elli kişilik atl ı s ı n ı Kütahya'ya geti rmişti . Bu atl ılar, geceleri
Kütahya dolaylarında devriye geziyor, İ smet Bey'i n asker yığmaya
çal ı ştığı Alayu nt yön lerinde keşiflerde bulunuyord u . Ethem Bey, ken­
disini son kez görmeye gelen bu mebuslara da artık inanmıyord u .
Ağabeyinden gayrı s ı na bütün uyutu lmuş, aldatı l m ı ş yüzüyle bakıyor,
K ı l ı ç Ali Bey gibi leri de M ustafa Kemal'in espiyonu olarak görüyord u .
Parti Pehliva n ' ı n getirdiği keşif raporu , Ethem Bey'e gizli haberi
getiren subayın dediklerini doğrular biçimdeyd i . Yeni bilgiye göre de
ismet Bey'in kendi kumandası ndaki 1 1 . ve 8 . Tümenler Kütahya'n ı n
o n beş kilometre kuzeyinde, Alayunt istasyon u dolaylarında yığı nağ ı­
nı bitirmiş, Kütahya üstüne yürümekteydi . Ethem Bey:
"Demek ki İ smet Bey, sabahleyin erkenden birl i kleriyle Kütahya'yı
kuşatmak üzere geceden yü rüyüşe geçecek." d iye düşünd ü . "Bun­
dan dolayı yap ılacak ilk iş mebuslar ku ru l u n u tutsak alarak Gediz'e
doğ ru yola çı karmaktı . " Sonra bu düşü ncesi nden cayd ı . Elçiye zeval

304
olmazd ı . Bunlar aras ı nda bu işlere gerçekten kendisi gibi üzülenler
de vard ı . Reşit Bey' i karargahta a l ı koyarak ötekilerin Ankara'ya dön­
mesini söyledi . Reşit Bey de gitmek isted iyse de b ı rakmad ı . Kurul
ayrı l ı rken onlara şöyle ded i :
- Gediz Cephesinde Kuvayı Seyya re'yle düşman aras ı nda sa­
vaş sürmekted ir. Düşma n , son aylar içindeki göreneğinin d ı ş ı nda
garip bir ru hla bizden yan i cepheden kimi mevziler işgal etmek is­
tiyorm uş. i şte , duru m bu. Gidiniz Ankara' da candan arkadaşları n ızı
uyarı n ız. Teşrii görevinizi ona göre yap ı n ız.
Ethem Bey, kurul An kara'ya yola çı kmak üzereyken Büyük Millet
Mecl isine şöyle bir telg raf çekti:
"Bu israfat içinde ulusun savaş sürdürmeye gücü kalmıyor. Bir yıl­
dan beri düzgünce toplan ı p durduğunuz halde bu sürede en büyük ic­
raatınız kendi maaşları n ızı üç dört yüz liraya çı karmak olmuştur. Yur­
dun yüksek çı karları n ı siyasetle çözümlemeye yetkili Ankara'ya dek
gelen l stanbul kurulunun tutuklanması tarihte görülmemiş bir olayd ı r.
Memleketin lehine olarak yenen devletler aras ı nda meydana gelen
ayrı l ı ğ ı n (böyle şeyler) birliğe ve beraberl iğe dönmesine yarayabi­
lir. Herhalde aylardan beri ordu arasına sokulan fitneden haberdar
edild iğiniz halde bir gizli birleşimle bunları gidermeye ve önlemeye
cü ret yeteneği göstermediniz. Her birerleriniz başka başka kayg ı lar
peşinde, ereği unutmuş, amacı yüzüstü b ı rakm ış bulunuyorsunuz.
Tıpkı elbirliğiyle hükümeti denetim altında bulunduracakları yerde teş­
rii görevlerini kötüye kullanma dolayısıyla genel savaşı n acı akı beti­
ne düşen eski Meclisi Mebusan gibi sizler de kabine üyelerinin her
birerine dalkavuklu k ederek kutsal görevinizi kişi çıkarları na feda
etm iş görü n üyorsunuz. Bundan dolayı sizlere Mondros B ı rakı şması
dönemlerinin acı ve üzücü günlerini, Sevr Anlaşmas ı n ı n zincire bağ­
layan yarg ı ları n ı hatı rlatarak yalvarırım ki l stanbul hükümeti erka n ı n­
dan olup yu rtsever duyguları ndan en ufak bir kuşku bile caiz ol mayan
Ankara'daki kurulla bugünkü durum üstüne görüşerek serbest olarak
lstanbul'a dönmelerine müsaade ed ilmesini ve herhangi bir kötü işle­
me uğratılmamaları n ı dilerim.
Ethem

305
Ethem Bey'i n öfken i n ateşler püsküren krateri üzeri nden yazd ı ğ ı
bu yazı , M ustafa Kemal başta olarak bütün rakiplerini sonsuz se­
vindird i . O, bu telgrafla Büyük M i llet Mecl isine karşı ayaklanmış ve
"ihanet" denen , rakipleri n i n kazd ı ğ ı pisl ik dolu çuku ra yuvarlanm ı ştı .
Ethem Bey, Kütahya Merkez Kumanda n ı 'yla Parti Pehl ivan'a
i smet Bey güçleriyle çatışmaktan sakınmaları için buyruk vererek,
Reşit Bey'le birl i kte birkaç gün önce ismet Bey' in kendisine armağan
ettiği otomobile bind i . Gediz'e doğ ru uzaklaştı .
ismet Bey, Ethem Bey'in düşündüğü gibi birl i klerini Alayunt is­
tasyonundan Kütahya üzerine yü rütmüş, kimi yerleri de tutturmuştu .
Ethem Bey, Parti Pehlivan'a sald ı rıya geçen tümenlerle salt göz
değinişini koruyarak yavaş yavaş Gediz yönünde çekilip raporları n ı
Gediz Kuvayı Seyyare karargah ına gönderilmesini bildirmişti .
*

"Gediz'de B i rinci Seyyar Kuwetler Ku mandanl ığ ı na


1 3 . 1 2 . 1 920
Kütahya
Ankara'ya ve Batı Cephesi Kumandanl ı ğ ı 'na yazd ı ğ ı açı k telgraf,
Büyük Millet Meclisinin meşruluğuna karşı ayaklan ı ş ve bu nedenle
vatan h ı yaneti olduğundan Ethem Bey'e işten el çektirilmesiyle hak­
kında kanuni kovuşturma yapılması Büyük Millet Meclisi Genelkur­
may Başkanl ı ğ ı ndan buyrulmuştur. Birinci Seyyar Kuwetler Kuman­
danlığ ı n ı , sizden ve kardeşiniz Tevfik Bey'den sonra en kıdemli müf­
reze kumandan ı na teslim edip b ı rakın ız.
Batı Cephesi Kumandan ı
İsmet

Ethem Bey, 1 Ocak 1 92 1 günü Batı Cephesi Kumanda n ı ismet


Bey'e şöyle bir yan ı t verd i :
"Çektiğim telgraf v e telgraflar bütün üyle bir gerçektir. B e n d e
kendi hesabıma h e r türlü ihtiyata başvurd u m . Şimdiki meşgul iyetim ,
olayları lehime uydurmak üzere sald ı r ı n ızı beklemektir. Meşruluğu­
nu öne sürdüğünüz son d u rumunuz darmadağ ı n olacaktı r. Bana sal-

306
d ı racağ ı n ız askerin nankör olacağ ı na kan ı k olmakla beraber karş ıt
durum da düşünülmüştür. Büyük kavgalara g i rişmiş kişilerde can
kayg ısı söz konusu ol maz, diyorsunuz. Bu sal ı ğ ı bana vermeye la­
yık olduğun uzu ispatlamak üzere Uşak Cephesine buyurma l ı s ı n ız.
A, gözü n ü sevdiğimin biçareleri! Eğitimle 93'ten beri kazand ı ğ ı ­
nız en ufak savaşı gösterebilecek durumda olsanız bu iddian ıza o
kerte şaşmayacağ ı m . Bana karş ı önem verici bir durum al ı n ız. Yok­
sa hak ve gerçek başarı kazanacaktı r. Tarih beni az ve sizi çok la­
netleyecektir.
Baki , ilh* selam . . . "

Ethem Bey, Kütahya'n ı n altm ı ş kilometre g üneyindeki Gediz'e


yaklaştığı nda ilk cephe kokuları , ilk top sesleri gelmeye başlad ı . Yen i
şarapnellerin , yen i kurşu nları n açtığı taze yaralarından kanlar akan
ilk yaral ı kafi lelerini görünce savaşın uyumad ı ğ ı n ı anlad ı .
Kuvayı Seyyare'nin temel güçleri Gediz'den otuz kilometre öte­
den Yu nanl ı larla çarp ı şmaktayd ı .
Ethem Bey, Gediz'e vard ı ğ ı nda Kurmay Başka n ı Halil Bey'le Tev­
fik Bey'i n cephede olduğunu görd ü . Telefonla onları buld u . Gerideki
olayların önemini anlatarak Tevfik Bey'i Gediz'e çağ ı rd ı .
- Düşman ı n , manevi gücü nas ı l ? diye sord u .
- Aylardan beri çatışmadan çeki ndikleri görüldü. Yal n ı z karşı-
mızdaki Yunan birlikleri , iki günden beri g ittikçe artan savaşçı dav­
ran ı şlarıyla san ki bizimle çatışmaya istekl i görü nüyorlar. Ben öyle
san ıyorum ki Kuvayı Seyyare'nin öbür yandan uğrad ı ğ ı durumdan
Yunanl ı lar gafil ve bilgisiz değillerd i r. Subayları mız arası nda da dü­
şünceleri çelinenlerin bulunduğunu san ıyoru m . Bundan başka 8.
Tümenden buyruğumuzdaki piyade taburları n ı da şu duru m karşı­
sı nda güvenilmeye değer bulam ıyoru m . Düşman üzerine gider gibi
Kütahya'ya birlikleriyle birlikte gelmiş bulunan i smet Bey, elbette bu­
gün değilse yarı n yetişecek. Sonra arkada n bize sald ı racak. Böyle
bir hal karş ı s ı nda bir de içimizden kimileri n i n ve birliklerin ihaneti baş

* i l h : ila ahir sözcüklerin i n kı saltı l m ı ş halidir.

307
gösterirse aşırı içtenlikle d üştüğümüz gafletin sonu ve büyüğü olur.
Ethem Bey, derin düşüncelere dald ı .
Sonra Tevfik Bey'e:
- Evet, artık ihtiyat tedbirleri nde kusur etmemeliyiz. Yal n ız kötü
düşü ncelere de yenilmemeliyiz. Gerçekten temiz yürekl iliğin yeri yü­
rek değil dimağ m ı ş , ded i .
Sonra atına atlayarak Gediz önlerinde ateş hattı gerisindeki bir
köyde yedek g üçler aras ı nda bulunan Piyade Alay Kumandan ı n ı
kerpiç karargah ı nda buld u . B u b i r Binbaşı idi. Ona:
- Binbaşı bey, 8 . Tümen Kumandan ı izzettin Bey'le son günler­
de ara n ı zda hiçbir haberleşme geçti mi? d iye sord u .
- Evet. Birkaç g ü n önce alay ı n kimi eksiklerinin gönderilmesini
kendisinden istemişti m . Tümen kumanda n ı m , Ku rmay Yarbay izzet­
tin Bey, şu cevab ı vermişti :
"Birkaç g ü n daha sabred iniz. Ya biz, ya da siz, bize katı lacaks ı­
n ız."
- Binbaşı bey, bugün artık gerçekleşen acı bir durumda kald ı ğ ı ­
m ızı size üzü lerek v e açı kça söylemek zorunday ı m . Duru m bu mer­
kezded ir. Buna ne d iyeceksin?
- Pek çok üzüldüm. Yan yana ve el ele verip birlikte yurd u d üş­
man ayağ ı ndan tem izlemeye s ı ra geld iği bir zamanda Kuvayı Sey­
yare gibi bir g ücü düşmanla savaşı rken arkadan vurmak ya da vur­
durmak. Of, of! Bu ne mutsuzluktur!
- Evet, bu böyle acı bir son uçtur ki işte gelip çatt ı . Durumun gidi­
şine göre, yarı n güçlerimiz eylem olarak iki ateş aras ı nda bulu nacak.
Bundan dolayı su bayların ızı toplay ı n ız, kendileriyle konuşacağ ı m .
Toplanan b i r bölüm alay subay ı na Ethem Bey şunları söyled i :
- Arkadaşlar, n e uzun araştırmalara , n e d e geniş açı klamalara
durum elverişli değil. Yaln ız, beklenmeyen durum üstüne size şu bilgi­
yi vermekle yetineceğ im. Görüyorsunuz ki Kuvayı Seyyare düşmanla
savaş durumundad ı r. Sizler de onun yedek gücünü meydana getiri­
yorsunuz. Batı Ordusu Kumanda n ı ismet Bey, dünden beri eylem ola­
rak sald ı rı durumuna geçmiştir. Güçleri , şimdi Kütahya'dan beri karşı
koymaya uğramadan Gediz'e doğru yürüyüşlerini sürd ürüyor. Yarı n

308
sabah ya da geceleyin Gediz s ı rtlarına yetişeceklerine göre silahla
durdurularak kend ilerinden önce insaf ve anlaşma isteyeceğiz. Son ra
savunmaya geçeceğiz.
Arkadaşlar, karş ı n ızdaki düşman parti tartışmalarına girişmiş,
sanki bir enkaz d u rumuna gel miş bulun uyor. On ları n artık yurdumu­
zu barı ş yaparak boşaltmaya hazır bulundukları n ı kan ıtlayan durum­
lar çoktu r. Ne var ki Yu nan l ı ların döktü kleri kanlara karş ı n başları n ı
eğd iren bizim toplanmakta gösterd iğimiz yetenek ve dayan ı kl ı l ı ktı .
Yurdu boşaltmaya değgin yenen devletlerle bugünkü Yu nan hükü­
meti nin An kara'ya gönderdi kleri l stanbul kuru l u n u n açık kon uşma­
ları ile de Yu nanl ı ları n aczi meydana çıkm ı ştı . Ne var ki bu kurulun
Ankara'da teması önlenmiştir.
Efendiler, alay ı n ı z ı n bütü n ü ne eski koşu llar içinde güveneme m .
Kuvayı Seyyare'yi bu acı kl ı d u ruma ben i m temiz yürekl iliğim v e içten
düşüncelerimle ben düşürd ü m . Olağanüstü d u rumlar içinde herkesi
göründüğü gibi benimsemek hiç de doğ ru değilmiş. Ne var ki ben
bunu pek acı olarak çok geç anlad ı m . Eğer ara n ı zda Kuvayı Seyya­
re' nin yan ı baş ı nda bize sald ı racaklara karş ı silah kullanmak isteme­
yenler varsa düşünmek için kendilerine bir saat mühlet veriyorum .
Zor yok. Bizimle kalmak istemeyenleri teh l i keli bölgemiz d ı şına ser­
best b ı rakacağ ı m , şu kadar ki silahları n ı alarak.
Subayları kendi aralarında tartışmak, bir karara varmak üzere
serbest b ı raktı . Sonra önü nde konuştuğu kerpiç kulübeye gird i . Bi­
raz sonra subaylar, kararları n ı bildirmek üzere geldiler. Ona yaklaş ı k
küçü k büyü k rütbel i su bay, Ethem Bey'le kal ıyor, Alay Kumanda n ı 'y­
la dört beş subay da gidip gitmemekte ikircikli görün üyord u . Verd iği
sözü tutarak onları , gitmek isteyen bütün eratı , silahları n ı a l ı koyarak
bölgeden uzaklaştırıp serbest b ı raktı . Öbür subaylarla eratı alarak
Gediz'deki karargah ı na dönd ü . Akşam olmak üzereyd i . Kış bulut­
ları n ı n aras ı ndan güneş, karla örtülü dağları n , tepelerin dorukları n ı
soğuk b i r pembel ikle, ateş gibi turuncu alevlerle yakıyord u .
Kuvayı Seyyare , h a l a Yu nan cephesinde vuruşuyor, top sesleri
uzak gök gürültüleri gibi uğuldayıp duruyord u .
Parti Pehliva n ' ı n s ı k s ı k gönderdiği raporlardan d a ismet Bey
güçleri n i n , gitti kçe Gediz'e yaklaştıkları anlaş ı l ıyord u .
Ethem Bey, akşam karanlığı basarken, Gediz'in sırtları ndaki kimi

309
gedikleri gözaltında bulundurmak üzere yedek müfrezeyi buralara
yerleştird i . Akşam karanlığ ıyla cephe durgu nlaşı nca Kurmay Başkanı
Halil Bey'i telefonla çağ ı rttı . Çabucak gelen Halil Bey'den cephe duru­
munu dinledikten sonra şöyle ded i :
- H a l i l Bey, cephemiz ikileşti demekted ir. Kuzey savu nma çiz­
gimiz önünde ismet Bey, eğer durmaz da sald ı rıyı sürd ürürse bizim
için silah kullanmak zorunlu değil midir?
- Evet, mademki biz bell i ve ortaklaşa d üşmanla dövüşürken bizi
arkadan vuracak olurlarsa kendimizi savunmak elbette zorunludur,
meşrudur. Ben , bir olupbittiden çoktan beri korkuyordum. En sonra,
bu arkadaşlar, sizin aşı rı içtenlik ve hasta l ı ğ ı n ızdan yararland ı lar.
- Halil Bey, birliklerimiz düşmanla süreklice temastayd ı . Cep­
heyi b ı rakıp kuruntuya düşmüş arkadaşlara uymak doğru olmazd ı .
- Yu nanl ı ların cephemizde iki günden beri savaşmaya atı l ı şla­
rı n ı çoktan beri çarp ı şmadan çekinir duru mlarıyla denkleştiremiyo­
rum . Öyle san ı yorum ki Yu na n l ı ları n casus örg ütleri bizim bildiğimi­
zin üstünde, yan i bugün içim izde baş gösteren durumdan bilgileri
var. i ki gün öncesine dek tek tük bize s ı ğ ı nmaya başlayan Yu nan
eratı n ı n söyled iklerine göre Yunan ordusunda söz ayağa düşmüştür.
Yunanistan'da parti tartı şmaları da en kızg ı n kerteye u laşm ı ştır. Or­
dularında disiplin kalmam ı ştı r. Yunan askerleri cepheden kaçmak­
tad ı r. işte bu d u ru mdayken içimizdeki durum, düşman ordusunun
moralini yeniden yükseltecektir.
Ethem Bey, gece yar ı s ı na dek ku rmay başka n ıyla oturup dertleş­
ti . Bir insa n ı n yaşayı ş ı s ı rası nda rastlayan en acı , en bunal ı ml ı , en
üzücü an gelip kap ı ya daya n m ı ştı . Ethem Bey, bi rkaç saat şekerle­
me kestirmek üzere birer kerevete uza n ı rlarken ku rmay başka n ı n a :
- H a l i l Bey, yarı n sabah şafakla beraber s i z eski Yu nan savaş
hattına, ben de yen i iç cepheye yollanmal ıyız, ded i .
"Bunu söylerken d i l i sanki dönmüyor, gözleri nden yaşlar boşa n ı ­
yord u . Halil B e y de ağl ıyord u . "
Ethem Bey, sözlerini kesik kesik şöyle sürd ü rd ü :
- Cephelerde karş ı m ızdakiler yol açmad ı kça çarp ı şmadan çe­
kinmeliyiz. Yunan cephesindeki toplardan ikisi n i bana gönderi n iz.
Her i ki yandan olacaklardan birbirimize süreklice bilgi vermel iyiz.

310
Ethem Bey, gözünü kı rpmadan saba h ı etmeye çal ı şt ı . M idesin­
den yükselen daya n ı lmaz sancılara şimdi daha daya n ı l maz acılar
katı l m ı ş , onun iskelete dönmüş eski gürbüz gövdesini cehennemin
daha yakıcı , kah redici hatları na doğ ru çekip götürmeye başlam ı ştı .
Durmadan sağdan sola, soldan sağa dönüyor, in leyip de Halil Bey'i
ted irgin etmemek için kendini zor tutuyord u , salt h ızl ı , öfkel i bir bi­
çimde soluyord u . Gecenin soğuğu da artm ı ştı . Buz gibi umutsuzluk,
buz gibi düşünceler, buz gibi bir gece ortas ı nda bir insan olarak da­
yanabilmenin bütü n evreleri Ethem Bey' in önünden birer birer geçi­
yord u .
Onun bu acı kl ı durumunu gören Halil Bey, kal ktı , kendi kaputunu
da Ethem Bey' in üstüne örterek ocağa biraz daha odun attı . Oca­
ğ ı n alevleri odan ı n duvarlarında gün ışıyı ncaya dek oynad ı durd u .
Ethem Bey, gözleri açı k bu alev oyu nlarında b a ş aşağ ı düşüşünün
bütün korku nç d ram ı n ı yaşad ı . Bir ara , dalar gibi old u , bu arada bir
de düş görd ü . Uyand ı . B u , etkili bir d üştü . B u düş onu uyand ı rm ı ştı .
Halil Bey'i n haz ı rland ı ğ ı n ı görd ü :
- Gidiyor musu n , Halil Bey? Hayırl ı b i r d ü ş görmediniz mi?
Halil Bey acı acı gülerek:
- Bugün düş değil, bakalım ne acı olayları göreceğiz, diye yanıt­
lad ı . Sonra kumandan ı n ı selamlayarak h ızla odadan çıktı.
Güneş doğmuştu . Ethem Bey, kanepede oturmuş, karş ı karl ı s ı rt­
ları gözden geçiriyord u . Bu s ı rada Parti Pehliva n ' ı n adamları ndan üç
yaralı atl ı geld i .
Bunları n getird iği rapor şöyle yazıyord u :
" B u sabah şafakla beraber H isar köyünden bize baskın yapan bir
piyade birl iğiyle aram ızda meydana gelen çatışma sonunda köyü bı­
rakarak sı rtlardan çekilmekteyim. Bende üç yara l ı , üç ölü var. Baskın
yapan piyade birliğinin yitiklerini bilmiyorum. Geride bıraktığ ı m ız Çav­
darhisar köyüne haylice piyade birlikleri girmektedir."
*

i smet Bey, Gediz'in kuzey sı rtlarındaki Ethem Bey savunakları


üzerine sald ı rmakla kalmamış, top ateşi de açtı rm ı ştı . "Bursa'da bu-

311
lunan Yunan güçlerine karşı yal n ı z bir piyade tümeni b ı rakılarak iki
piyade tümeni ve süvari tugayı , Eskişehir'in g üneybatı s ı nda ve Kü­
tahya yönü nde toplan m ı ştı . Uşak'ta bulunan Yu nan g üçlerine karşı
da yal n ız bir tabur b ı rakılarak iki piyade tümeni ve yed i süvari alayı
Dumlupı nar dolaylarında ve yine Kütahya yön ü nde toplan m ı ştı ."
Ethem Bey, gerek Yunan cephesinden, gerekse Gediz s ı rtların­
dan gelen top seslerine kulak vererek bütün anlam ıyla iki ateş ara­
s ı nda kald ı kları n ı anlad ı .
Biraz sonra bi rkaç Yunan uçağ ı Ged iz üzerinde uçarak keşiflerde
bulundu.
Bu s ı rada Türk uçakları da Ethem Bey'in kuzey savu nakları na
bombalarla karış ı k bildiriler atıyord u .
Bu bildirilerde şöyle diyord u :
- E y Kuvayı Seyyare'nin kahraman v e fedakar eratı , size ordu­
muzun başkumandan ı ndan erine dek hepsinin sayg ı ve sevgileri var.
Ordumuzun ereği sizin itaatinizi kötüye kullanan ve kendi özel amaç­
larına alet etmek isteyen Çerkez Ethem -ilk kez Çerkez deniyordu- ve
kardeşleridir. Bunlar, zararl ı insan olmak üzeredirler. Bu hainlerin buy­
ruğuyla kardeş ordumuza silah atmayınız. Biz silah arkadaşların ıza
karşı kan dökmeyiniz. Sizin için sorum yoktur.
-Düzenli ordu­
Ethem Bey, i smet Bey'le ara bulmak üzere son bir kez başvurd u .
Gediz'de bulunan Saruhan mebuslarından Reşat Bey'le Deniz Bin­
baş ı s ı Aziz Bey'i ulak seçerek şu haberi gönderd i :
"Kardeş güçler aras ı nda dökülecek olan kanlar, i k i yan için ihanet
olacağ ı gibi karş ı m ızda durumu çok sars ı l m ı ş düşmanlarım ıza fı rsat
ve yen iden can vereceğ i n i , Çavdarköy'de bulunan i smet Bey'e gidip
söyleyi niz. Her iki cepheden gelen silah seslerin i işitiyor ve yine her
iki cepheden gelen yara l ı ları görüyorsunuz. ismet Bey'e son selamı­
m ı söyleyiniz. i nsafa çağ ı r ı n ız. Evet, onlar kuruntudad ı rlar. Bundan
dolayı yüz yüze gelmek istemezler. Lakin amaç, yurdu ku rtarmak
olduğuna göre böyle şeyler ikinci hatta üçüncü derecede düşünülür."
i ki ulak, atları na binerek Ged iz'den çıktı . Savu naklarındaki gö-

312
zetleme yerinden ulakları n iki ateş arası ndan geçerek ismet Bey'i n
karargah ı na vard ı ğ ı izlenerek Ethem Bey'e rapor edi ld i .
B u n u n üzerine Ethem Bey'in savunma çizgisine, ismet Bey güç­
leri daha şiddetle yüklendiler. ismet Bey, iki ulağı Ethem partiza n ı
olmakla suçlayarak gözaltı nda Ankara'ya gönderd i .
Ethem Bey, d u rumun ağ ı rl ı ğ ı n ı görerek kardeşleri ni çağ ı rı p gö­
rüştü . K ı s ı ld ı kları bu kapandan bir kurtuluş çözü mü arad ı lar. Ethem
Bey, Yunanlı larla birkaç günlük b ı rakışma yapma n ı n serumunu üze­
rine alarak yaveri Yüzbaşı Sami Bey'le birl i kte cephe bölgesinde
Yunan casusu oldukları kuşkusuyla yakalanan biri Ermeni iki kişiyi
otomobiline bindirerek Uşak'taki Yunan kumand a n ı n a gönderd i .
ismet Bey güçleri durmadan sald ı rıyor, Ethem Bey'se güçleri Yu­
nanlıları n karş ı s ı nda bağ l ı olduğundan buna karş ı l ı k veremiyor, du­
rum her saat biraz daha bunal ı m l ı noktaya doğru yaklaşıyordu.
Yu nan l ı lar, sal d ı rıya geçerek öneml i kimi mevzileri ele geçirm iş­
lerd i .
Ethem Bey, Refet Bey'i n d e bu s ı rada doğudan atlarıyla meyda­
na çı karak bir kuşatmaya başlayabileceği n i düşünüyord u . Böylece
üç yandan çevrilmek tehl i kesi baş gösterecek, son kerte bunal ı ml ı ,
içinden ç ı k ı l maz b i r durum doğacaktı .
Şimd i , bu son d u ruma göre yurt kayg ı s ı da bitip o aşağ ı l ı k can
kayg ı s ı başl ıyord u .
Ethem Bey, Refet Bey' in bu düşünülen kuşatmas ı n ı engellemek
üzere Doğu Cephesi yönüne güçl ü kle bir keşif müfrezesi gönderd i .
i kindiüstü ismet Bey'i n yaptığı şiddetl i b i r sald ı rı , Ethem Bey'i n Ge­
d iz s ı rtları ndaki savu nakları n ı çiğneyerek geri attı , Ethem Bey eldeki
bu örtü gücünü alarak Gediz'den Şaphane yönüne doğru çekildi.
ismet Bey güçleri , soluk ald ı rmaksızın bu zayıf gücü ad ı m ad ı m
koval ı yor, sanki ateşten b i r çember içine almaya çal ışıyord u .
Bu s ı rada Yüzbaş ı S a m i Bey, Uşak'taki Yunan kumanda n ı ndan
Ethem Bey'e şu haberi gönderd i :
"Yunan ordusu kumanda n ı General Menata i l e konuştu m . Bu­
gün dahil dört g ü n l ü k bir b ı rakı şma önerimizi kabul etti. Cephemizde

31 3
bulunan birlikleri n kumandanları na şimdi buyru klar verd i . Yal n ız bı­
rakışma koşulları n ı n dondurulması için yetenekli bir memur istiyor.
Benim şimdilik dönüşüm uygun görülmedi . "
Ethem Bey, bu haberi a l ı r almaz Yunan cephesinde de top, tüfek
seslerinin kesildiğ i n i görd ü . Şimd i , i smet Bey'e bir vuruş vurma n ı n
zaman ı geldi d iye düşündü.
Hemen Yu nan cephesinden getirttiğ i iki güçlü top ve büyük gü­
cüyle Gediz'e girmiş olan i smet Bey güçlerine karş ı savaşa gird i .
Boğuşma çok çetin old u . i ki saat sürd ü . i smet Bey güçlerinde boz­
gun başlad ı . Bir tümen dağ ı ld ı . Öbürü bozuldu . Gece bastırd ı . Top,
tüfek sesleri kesild i .
Ethem Bey güçleri geceyi Ged iz'de v e kuzeyinde geçirerek sa­
bahleyin gün ı ş ı rken i smet Bey güçlerini Kütahya'ya doğru izlemeye
başlad ı . Ethem Bey, geride, Gediz ve Yunan cephesi karşısı nda Bol­
şevik Taburu denilen Karakeçili aşiretinden devşirme Yüzbaşı l smail
Hakkı Bey'i n sekiz yüz kişilik taburu n u , bunun yan ı s ı ra bir de atl ı
müfrezesin i b ı rakm ı ştı .
Ethem Bey, atı n ı n sırtı nda Kütahya'ya doğru ilerlerken şöyle düşü­
nüyordu: "Acaba bu vuruş yetecek mi? Ama ben sanmam . Ben bunu
sanmamakla birlikte şu durum üzerine Millet Meclisinin yapacağ ı bir
işe el koyman ı n etkiden uzak kalmayacağ ı n ı umarı m."
Yu nanl ı lar, cephede dek durmayı sürd ürüyord u . Yal n ız, bu s ı rada
Yunan uçakları Kütahya'ya çekilen 8. ve 1 1 . Tümenler üzerinde keşif
uçuşu yaparak birkaç bomba da attı . Bu olay, Ethem Bey'in usunu
baş ı na getird iyse de artık elinde yapaca k bir şey yoktu . Yuna n l ı ların
bu bombaları atması , Kuvayı Seyyare'yle el ele çal ı ştıkları duygusu­
nu yaratmak içindi.
Ethem Bey, bunun üzeri ne atı ndan inerek Yunan cephesine bı­
raktığı Bolşevik Taburu Kumanda n ı Yüzbaşı l smail Hakkı Bey'e şu
buyruğu yazıp bir atl ı haberciyle gönderd i :
"Bozulan ismet Bey tümen lerin i izleyerek Kütahya'ya doğru iler­
liyoruz. Fakat Yuna n l ı ları n aramızdaki bu çekişmeyi fı rsat sayarak
yararlanmaları belkisi çoktur. Her zamandan çok gözetlemeye ve

314
haber almaya önem veriniz. Eskisi gibi Yunan işgal bölgesine ve
karargah ı na güvenilir ve tecrübeli casusları m ızı gönder. i l k önce Yu­
nan l ı ları n askerce haz ı rl ı kları n ı öğrenin. Eğer herhangi bir yandan
ye özellikle Gediz'e doğru b ı rakışma hükü mlerini bozan bir sal d ı rı
karşısı nda kal ı rsan ız, hemen bize haber vermekle beraber ikirciksiz
silahla karşı koymak ile görevlisiniz."
Dereköyü' nden Ethem

i smet Bey güçlerini izleyen Ethem Bey güçleri , ertesi günü öğle­
den son ra Alayunt, Kütahya dolaylarında yen i savunaklarla karşılaş­
tı . i smet Bey burada elverişli bir savunak meydana getirmişti . S ı rt ı n ı
demiryoluna dayayan i smet Bey, Afyonkarahisar, Eskişehir, l nönü
gibi merkezlerden getirdiği taze güçlerle Ethem Bey yetişinceye dek
yen i bir güçlü savunma hattı yaratm ı ştı . Akşama dek burada karşı­
l ı kl ı silah patlatıld ı . i smet Bey'in savunma hattı biraz sarsıld ıysa da
yıkılmad ı .
Akşam kara n l ı ğ ıyla birlikte silahlar sustu .
Her iki yan da d i n lenmeye çekildi.
*

Ertesi sabah başlayan savaş daha şiddetli old u . i smet Bey de­
miryolundan sonuna dek yararlanmıştı .
Ethem Bey, bugün bütün gücüyle Alayunt'a sald ı rıyord u . Dün
yaptığ ı askerce yan l ı ş l ı k ciğerini yakıyord u . Dün i smet Bey' i Kütah­
ya'da sanarak orayla çokça oyalan m ı ş , güçleri n i ikiye ayı rm ı ştı . Şim­
di bütün güçleriyle Alayunt'a çullanacağ ı n ı boşuna düşünüyord u .
i smet Bey'i n elindeki bütün toplar, kimsenin gözyaşları na bakma­
dan ateş püskürüyord u .
Ethem Bey, yüz e l l i kişilik b i r atl ı müfrezesini de geceleyin kar­
şıya , i smet Bey savunakları n ı n gerisine geçirmişti . Öğleden sonra
i smet Bey'i n birliklerinden beri yana sığı nanlar, tutsak olanlar artma­
ya başlad ı .
B u savunma hatt ı n ı n d a sars ı l d ı ğ ı anlaş ı l ıyord u .

315
Öğleden sonra ismet Bey'in askerce talihi bir yarı m ay gibi karanlı­
ğa gömülmek üzereyken Refet Bey'in her iki yanca da beklenip duran
atl ı ları Ethem Bey'in sağ , geri yanları ndan sökün etti . Onları beklemek
üzere Ethem Bey'in geride b ı raktığı müfreze çarpışmaya başlad ı .
Ethem Bey, i smet Bey' in savunakları önünde bir örtü gücü b ı ra­
karak bütün güçleriyle Refet Bey güçlerine çullanmayı düşünd ü . Re­
fet Bey, Ethem Bey güçlerini arkadan kuşatmaya girişmişti . Ethem
Bey d üşündüğü gibi yaptı . Refet Bey güçleri ne sald ı rarak püskürttü ,
bunları n bir böl ü m ü n ü de dağ ıttı . Refet Bey, savaş meyd a n ı ndan ilk
uzaklaşanlar aras ı ndayd ı . Savaş meydanı nda b ı raktığ ı evrak çanta­
sı Ethem Bey' in eline geçti .
işte, bu s ı rada Ethem Bey'in Yunan cephesinde b ı raktığ ı Bolşe­
vik Taburu Kumanda n ı Yüzbaş ı lsmail Hakkı Bey'den şöyle bir rapor
geld i :
"Yunanl ı lar Kuvayı Seyyare cephemizi göstermelik olarak b ı ­
rakışma hükümlerine şimdilik uyar görün üyorlarsa da bize gelen
doğru haberlere ve keşiflerimize göre sald ı rı amacıyla haz ı rl ı klar­
da bulunmaktad ı rlar. Bu gerçekleşmiş gibidir. Hatta şimdi Uşak'tan
haber getiren bir casusumuzun anlattığ ı na göre Yu nan birliklerinin
Uşak' ı n doğu yön ü nden Dumlupı nar ve Afyon genel yönüne doğru
sald ı rıya geçmiş ilerlemekte olduğ u , yine B u rsa'dan l nönü'ye doğ ru
da bir başka Yu nan kolu n u n benzer davra n ı şa katı l d ı ğ ı s ızan haber­
lerdendir. Karş ı m ızdaki Yu nan kıtaları nda henüz ileri yürüyüş yoksa
da kimi noktalara asker gönderil mekted ir. "
Ethem Bey, bu haber üzeri ne ku rmay başka n ı Halil Bey'le ağa­
beylerin i çağ ı rarak bir toplantı yapmak zoru nda kald ı .
ismet Bey' den tutsak düşen askerlerden d e Yu nan süvari güçleri­
nin İ nönü'den ileri Eskişehir'in batı yanları ndaki ovalarda göründük­
lerini öğ renmişti .
Yap ı lan toplantı sonunda bu yeni gelişme karşısı nda ismet Bey
güçlerinin yakası n ı b ı rakıp Kuvayı Seyyare'yi yine Gediz'e çekmeye
karar vererek hemen geceleyin bunu uygulamaya başlad ı .
Sabahleyin i smet Bey' in dün epeyce h ı rpalanan savu nma çizg i-

316
si önünde salt Ethem Bey birliklerinin yaktığı mermilerin hartuçları*
karlar üzerinde parl ıyor, şurada burada kimi ölüler yatıyor, çamurlara
karı şmış kar tümseklerinin arkası nda bomboş siperler görünüyord u .
Top mermileri n i n karla örtülü toprak üzerinde açtığ ı çukurlar kapkara
kraterler gibi s ı rıtıyord u .
*

Ethem Bey güçlerini Gediz'e doğ ru izleyen ismet Bey güçleri ,


savaş vermeden ilerleyed ursun Gediz dolayları ndaki Efendi Köprü­
sü'nde bulunan ismet Bey, Eskişehir kuzeyindeki 24 . Tümenle Dum­
lupı nar'daki 1 2 . Kolordu kumandanlarından şu raporu ald ı :
"Düşman Yenişehir' den Bilecik yönü nde ve Uşak'tan Dumlupınar
yönü nde yürüyüşe geçmişti r. "
ismet Bey, baş ı n ı avuçlarına gömerek düşündü: Batı Cephesi'nin
bütün tümenleri Ethem Bey'in izlenmesi yüzünden Gediz önüne yığ ı l­
mış durumdayd ı . Eğer Yunanl ı lar h ızl ı bir yürüyüş temposu tutturabilir­
lerse, kendi tümenleri yetişinceye dek l nönü'nü tutabilirler, Eskişehir'i
ele geçirebilirlerd i . Şundan ki Yunanlıların önünde b ı rakılan güçler çok
zayıf bir örtü görevi yaparak çekilmekten başka bir şey yapamazlard ı .
Birdenbire korkunç bir önem kazanmış olan Yunan ilerleyişini durdur­
mak uğruna Ethem Bey'in önündeki bütün güçleri çekip götürmek de
ona meydan ı büsbütün boş b ı rakmak olacaktı . ismet Bey, Ethem Bey
güçlerinin önünde bir örtü gücü bırakarak tümenlerini h ızla geri çek­
meye başlad ı .
Düşman ı n üzerine kestirmeden inmek zoru nda olan ismet Bey
güçleri , topları , başka ağ ı rl ı kları Kütahya üzerinden dolaştırarak ge­
tirmek üzere M u rat Dağ ı ' n ı n yamaçlarından sıyrı larak geçen en kes­
tirme, en kısa yoldan yü rüyüşe geçti .
Yazı n bile üzeri karlarla örtülü olan Murat Dağ ı , bu alaca karanl ı k­
ta ak örtüsüyle daha heybetli görünüyor, çam ağaçları n ı n arası ndan
ısl ı k çalarak esen rüzgarı n , birliklerin çevrelerini saran haşin doğa n ı n
verdiği ürperti de içlerindeki üzgünlüğe katı lıyord u . Gündüz çok açı k
başlad ı . Güneş , eratın ve subayları n sırtı n ı ısıttı , yolları n ı ayd ı nlattı .

* Kovan .

317
Bütün bu yarı m gecelik ve bir günlük yürüyüşte hep Murat Da­
ğ ı ' n ı n çevresini dolaştılar, boyuna ilerled ilerse de onu yine yan ı baş­
ları nda gördüler. Saat üçe doğru Dumlupınar mevzimizin sağ açı ğ ı n­
da bulunan Karakeçili köyüne vard ı lar. Buralarda hepsinin de kulağ ı
kirişteyd i . Top ve tüfek sesi bekliyorlard ı . Bereket versin h içbir şey
yoktu ve onlar düşmandan daha önce mevziye ulaşmışlard ı .
Düşman tümenleri , dolgun silah , erat sayı larıyla önlerindeki örtü
Türk güçlerini ite ite ilerliyord u . 24 . Tümen düşma n ı istenildiğinde
daha iyi oyalıyor, onu geciktirmek uğruna türlü fedaka rl ı klar yapı­
yord u .
8 Ocak 1 92 1 g ü n ü l nönü mevzilerinde 4 . Tümenden bir alay,
bir sald ı rı bölüğü, bir batarya top vard ı . 1 1 . Tümenin bir alayı da 9
Ocak'ta yetişecekti . Savaşa savaşa, yıprana yı prana bir alayı büs­
bütü n dağ ı l ı p giden 24 . Tümeni n de bu savu nağa çekilebileceğ i
umuluyord u . Düşma n , ayın dokuzunda sald ı rıya geçerse karş ı s ı nda
ancak dört alay bulunabil ird i .
Gerek Yunanl ı lar, gerekse Türk ordusu birlikleri , Ankara yol u n u
açmak y a da kapamak kayg ı sıyla kilit noktası olarak bilinen l nönü
istasyonu ile köyüne doğru bir yürüyüşe geçmişlerd i . Türk ordusu ,
beraberinde sekiz bin beş yüz er, dört yüz on yedi subay, altı bin tü­
fek, on sekiz hafif makineli tüfek, kırk sekiz ağ ı r makineli tüfek, yirmi
sekiz top götürüyordu . Bu ndan başka arkadan yetiştirmeye çal ışı lan
birkaç piyade taburuyla atl ılar da katı l ı nca ord u n u n tutarı biraz daha
yükseliyord u . Yunan g üçleriyse dört yüz yirmi yed i subay, on beş bin
sekiz yüz on altı er, o n iki bin tüfek, iki yüz yetmiş hafif makineli tüfek,
seksen ağ ı r makineli tüfek, yetmiş iki topu içeriyord u .
Türk ordusu n u n savunakları l nönü demiryol u istasyonunun bi­
raz kuzeyinden geçiyor, sağ ve sol kanatlarda yüksek tepelere s ı rt
veriyord u . ismet Bey güçlerinin ağ ı rl ı k merkezi sol kanattayd ı . Sağ
kanattaki Söğüt yol u n u ise çok h ı rpala n m ı ş , ezilmiş, askerlerinin
önemli bir bölümünü yollarda vuruşarak harca m ı ş olan 24. Tümen
tutuyord u . Demi ryol u n u n geçtiği ortadaki vadi ise ancak bir süvari
böl üğüyle bir piyade taburu nca tutulmuştu .

318
Yunanl ı lar, saba h ı n saat altı sı nda dağı taş ı örten ince sis arası n­
da hayaletler gibi bel i rerek sol kanada baskı n biçimi nde sald ı rı larda
bulundular. Bi rkaç önemli tepeyi de ele geçirmekte gecikmed i ler. i s­
met Bey g üçleri n i n yaptığı ufak karşı sald ı rılar etkisiz kald ı . ismet
Bey, sald ı rıdan bir saat sonra otomobilinden inerek istasyona gird i .
O geldiği nde üç d ö rt günlük yol yorgunluğundan, açl ı ktan , çı plakl ı k­
tan perişan sol kanattaki savunucular, düşma n ı ele geçi rdiği tepele­
re m ı hlamış, cephede bir d u rgunluk yaratm ışlard ı .
B u s ı rada Ankara'da, Mustafa Kemal'le arkadaşları d a dokuz
doğuruyord u . i smet Bey, cephede durgunluk olduğunu Mustafa Ke­
mal'e bildird i . M ustafa Kemal, hemen Ankara'dan verd iği buyruklarla
cepheyi bel l i bölgelere ayı rttı . Çok zayıf bulduğu orta cephen in sa­
vunmas ı n a 24 . Tümenden bir alay daha verd i . Saat ona dek karş ı l ı k­
l ı tüfek atı şlarıyla geçen savaş, sisin kalkmasıyla şiddetlend i .
Yoğun topçu ateşinin koruyucu çelik perdesi altında Yunan piya­
desi dalga dalga yine sol kanada yüklendi . Donmuş topraklar içinde
kazı lmış boş siperlerinde yırtık çarıklarından mosmor parmakları dı­
şarı fı rlamış Mehmetçikler, hilafetçi, pad işahçı ayaklan ıcı lara bir türlü
göstermedikleri direnci bu düşman dalgaları na karşı göstererek onları
hemen oracı kta kı rıyor, sap ı r sapı r döküyord u .
Ethem Bey'in u macı gibi görünen güçleri meydandan çekilip git­
tikten sonra kol ları n ı sallayarak Eskişeh ir'e, oradan da tereyağ ı ndan
kıl çeker gibi Ankara'ya gideceklerin i sanan öylece hazırlanan Yunan
askerleriyle subayları , bu toprağa gömülmüş, açl ı ktan , yorgunluk­
tan , uykusuzlu ktan avurtları çökmüş, kuru yüzl ü insanların nereden
çıktı ğ ı na şaşıyorlard ı . Onları n birkaç katı sila h , insan üstünlüğüyle
sald ı rı şları işe yaram ıyord u . Düşma n , hakl ı olarak şaş ı rm ı ştı .
Bu s ı rada ismet Bey güçleri n i n sayı l ı topları , Bozüyük önlerine
kurulmuş düşman bataryaları üzerine savurd u kları isabetl i mermi­
lerle onları n da ağzı n ı kapad ı ğ ı ndan düşman cephesinde gerçek bir
şaşkı n l ı k başlad ı .
B u şaşkı n l ı k d u rgunluğundan yararlanan kumandan l ı k, 4 . ve 1 1
Tümenleri kimi noktalarda sald ı rıya kald ı rd ı .

319
Yal n ız, bu s ı rada orta cepheyi kapayan zayıf güçler, sisin yard ı­
m ıyla ileri sokulan, iki savunma kanad ı n ı n aras ı ndan süzülen d üş­
man güçlerini ayırt edemed iğinden her iki kanattaki Tü rk savunakla­
rı n ı n bağlantı olanakları elden çıkıverd i .
Bu da ancak koyu s i s kalktığ ı nda görülebild i . ismet Bey, bu du­
rum karş ı s ı nda soğukka nl ı l ı ğ ı n ı yiti rmeyerek b u tehlikeli durumda
merkezden sürülmüş olan düşma n ı n karş ı s ı n a yedek güçlerden bir
bölümünü sürd ü . i stasyon kuzeyinde savu naklar meydana getire­
rek kendisi l nönü istasyonu ndan ayrı ld ı , kararg a h ı ile birlikte l nönü
köyü ne yerleşti . Sol kanada yüklenen bütü n düşman sal d ı rı ları kırı ­
l ıyord u . Ne v a r ki s a ğ kanattaki 2 4 . Tümenin varl ı ğ ı ndan artık haber
de a l ı namaz olmuştu . i smet Bey, bunu görünce öğleden sonra cep­
heyi l nönü istasyonunun gerisine ald ı rmak üzere buyruk verd i .
i kindiüstü cephe geriye doğru kaymaya başlad ı . Düşman da b ı ra­
kılmış siperlere girmekte ivedi davrand ı . Yunan l ı lar, yen i Türk savu­
naklarına sald ı rmad ı lar. Onlar da h ı rpalanmıştı . Geriden , ismet Bey'i n
bu çekilen birlikleri besleyeceğini d e sezmişe benziyorlard ı . Ancak
yen i güçlendirme birlikleri alı nca bunu yapabileceğe benziyorlard ı .
Yaln ız, i smet Bey güçleri d e açl ı ktan , üst baş yokluğundan, cephane
eksikliğinden bunal ı m l ı bir noktaya gelmişlerd i .
D a h a üstün , d i n lenmiş Yunan güçlend irme birlikleri yetiştiğinde
duru m son kerte teh l i keli olabilird i . ismet Bey, çekilme buyruğ u verip
vermemek için kıl üstünde bulunuyord u .
1 1 Ocak 1 92 1 saba h ı başlaması beklenen düşman sald ı rı s ı için
birlikler gözleri n i kapamadan bütün gece siper kazı p savunma ha­
z ı rl ı ğ ı yaptılar.
Gün ı ş ıd ı . Güneş doğdu . H içbir k ı p ı rdama görülmed i . Biraz son­
ra ileriden çok şaş ı rtıcı , çok güzel bir haber geld i . 1 1 Ocak 1 92 1
sabah ı n ı n donuk g ü neşi , batıya doğ ru çekilen Yunan tümenleri n i n
s ı rtları n ı ayd ı nlatıyord u .
Savaş meyd a n ı nda yal ı nayak Türk şeh itleri iyi giyimli kuşaml ı , iyi
silahlan m ı ş düşman ölü leri , makineli tüfekler, y ı ğ ı n larla savaş mal­
zemesi yan yana yatıyord u . Her yengi ile yenilgi aras ı nda kı ldan ince

320
bir fark vard ı . Türk ordusu, acıya biraz daha dayanma gücü taş ı d ı ­
ğ ı ndan k ı l gibi ince s ı n ı r ı n berisindeki zafer bölgesinde kald ı . Yu nan
Megalo ldea'sı ilk anlaml ı yumruğu bu karl ı kış günü l nönü'nde yed i .
B i r mermi çukurundan savaşı yöneten ufak tefek b i r kumandan
Albay ismet Bey, birdenbire dev gibi boy atarak gözleri doldurdu.

U N UTULUŞUN CEN N ETİN E DOGRU


BİR YOLCU DAHA

- Ulan kancıklar!
Demirci Mehmet Efe

Eski Muhafız Bölüğü Kumandanı üsteğmen Şerif Bey, Refet Bey'in


buyruğuyla Akşehir'deki eğitim alanı ndan kalkıp atl ı bölüğü ile ağ ı r ma­
kineli tüfek tak ı m ı n ı trene attığ ı gibi akşamüstü Afyonkarahisar'a vard ı .
Eratı n ı , hayvanları n ı doyurup dinlenmeye geçirerek kendisi d e yatıp
uyudu.
Saba h ı n alaca kara n l ı ğ ı nda bir er onu tatl ı uykusundan uyand ı rd ı :
- Al bay Refet Bey, Konya'dan trenle istasyona geld i .
Bu haberi a l ı nca hemen giyindi . istasyona vard ı . E m i r Subayı
Teğmen H i kmet Bey (General), onu kumandan ı n yan ı na götü rd ü .
Refet Bey, tren lambas ı n ı n ö l ü gözü g i b i yanan ı ş ı ğ ı altında jiletle
tıraş ol uyord u .
Şerif Bey'i görü nce sevi ndiğini gösterd i :
- Ooo , h o ş geld in Şerif! G e l şöyle otur baka l ı m , sen inle görüşe-
ceklerim var.
Kompartı manda tahta sı raya oturan Albay Refet Bey şöyle ded i :
- Şerif, Demi rci Efe'nin üzerine gid iyoruz.
Şerif Bey, kend inde olmayarak bir kez yerinden sı çrad ı ve sertçe:
- Neee? d iye bağ ı rd ı .
Refet Bey, buna şaşacağ ı na neşeli bir kah kaha attı .
- Ne o , korktun mu?

32 1
- Hayı r, korkmad ı m . iyi kararı n ız karş ı s ı nda kendimi tutamad ı m .
Bu davra n ı ş neden gerekli efendim?
- Çerkez Ethem , Düzenli ordunun kurulmas ı n ı önlemeye çal ı şı­
yor. Demirci Efe'yi de kandı rmaya çal ışıyor. Oysa bu işlerin efelerle,
çetelerle d üzeleceği yok. Buyrukları ndaki güçlerin n izamiye örgütü­
ne dönüşmesine de razı olmuyorlar. Artı k onlar bizim için yararl ı ol­
maktan çıktılar. Zararları n ı önlemek için onları ortadan kaldı racağ ız.
iş , gizli kalsı n . Yal n ız, seni n Sarı Efe de oynuyor.
- Sarı Efe'nin böyle bir davra n ı şa yürekleneceği n i hiç sanmam.
- Demirci ile Çerkez Ethem'le haberleşiyor.
- Belki onlardan öneri almıştır. Ama bu işe yanaşmaz. Bununla
birlikte onların şifreli haberleşmeleri ni yakalamak kolayd ı r. Öğleye
kalmaz şifreyi buradaki katibinden çalarak getiririm .
Şerif Bey, bunu söylerken d ü n Afyon'a indiğinde sokakta rastlad ı­
ğ ı Sarı Efe Edip Bey'i n katibini düşünüyord u . Sözün ü bitirir bitirmez
müsaade alarak ayrı ld ı . Handaki odas ı n a vard ı ğ ı nda bütü n harfleri
içeren bir telgraf yazd ı . Bunda, Sarı Efe'den onarıl ması gerekli eğer
takımları için Gerede'den kösele, deri bulunduru larak Afyon'a gön­
derilmesini dil iyord u .
Bunu yazar yazmaz kal k ı p Sarı Efe'nin katibinin kald ı ğ ı hana
koştu :
- Kardeşim şu telgrafı m ı l ütfen şifre ediniz. Efe ile iyi arkadaşl ı­
ğ ı m ı z var. Elbette beni kı rmaz. Gereksed iğ i m malzemeyi bana gön­
derir.
Katip telg rafı şifreled i . Şifrelenmiş kağ ı d ı da ona uzattı , yaz ı l ı ka­
ğ ı d ı buruşturup yanan sobaya attı .
Şerif Bey, hemen kendi odasına giderek yaz ı l ı ikinci kağ ı d ı çı­
kard ı . Ş ifreyi açtı , harfleri sayı larla dizerek şifreyi d üzenledi . Sonra
söylend i :
-Zava l l ı lar! Cin olmadan şeytan çarpmaya çal ı ş ı yorlar. Çete ka­
fası da işte bu kada r işler.
Şifreyi Refet Bey'e u laştı rd ı . Hemen davranan Refet Bey, k ı rk
sekiz saat sonra Sarı Efe Edip Bey'in Ethem Bey'le birlik olmad ı ğ ı n ı
meydana çıkard ı .

322
Afyonkarahisar'da toplanan bast ı rma g üçleri , Yarbay Nazmi
(Korgeneral) Bey'i n buyruğunda Sand ı kl ı 'ya doğru yü rüyüşe geçti­
ler. Güçlerin Kurmay Başka n l ı ğ ı nda Yüzbaşı l smail Hakkı Kurtcebe
(Orgeneral Noyan) bulunuyord u .
Afyon çevresi ndeki dağlar, karla örtülmüştü . Erken bastı rm ı ş
o l a n kış orta l ı ğ ı kas ı p kavuruyord u . Üç atl ı alay ı , bir piyade tabu­
ru , bir batarya ile Şerif Bey' in atl ı müfrezesi Ara l ı k ayı n ı n soğuğu n u ,
gecenin karanl ı ğ ı n ı i kiye yararak ertesi g ü n ikindiüstü , Sand ı kl ı 'ya
vard ı lar. Refet Bey, Şerif Bey'in atl ı bölüğünü üçüncü atl ı alayı n ı n
yan ına çağ ı rd ı .
Alayı n yan ı nda d u ran Refet Bey, Şerif Bey'e:
- Şerif, bu alayı n kumandan ı s ı n . Alay Kumandan ı Ramiz, sen in
Dördü ncü Alay ı n örg ütlen mesin i bitirmek üzere Akşehir'e gidecek.
Bu alaydaki makineli tüfek tak ı m ı n ı da götü recek. Sen in müfrezen­
deki makineli tüfek tak ı m ı da Üçüncü Alaya katılacak. Sen in bölük
şimdilik ben i m buyruğumda kalacak.
Şerif Bey, bu buyruğu a l ı nca yaşam ı n ı n en sevinçli dakikaları n ı
yaşamaya başlad ı . Üsteğ men Şerif, albay görevi yapacak. Ama yüz­
baş ı l ı ğ ı hak edeli iki y ı l olduğu halde ancak on beş gün önce inhamız
Ankara'ya g itti , d iye düşünd ü .
Alaydaki s ı n ıf arkadaşları n ı n da h a l a üsteğmen oldukları n ı gören
Şerif Bey kumandana:
- Eğer bu alay ı n iyi iş görmesini istiyorsan ı z ben Akşehir'e gel­
diğimde "inha" ettiğ iniz gibi şimdi Sand ıklı 'daki Biri nci ve Üçüncü
Bölük kumandanları n ı n da yazılarak yüzbaşı l ı ğa yükseltilmeleri n i n
sağlanmas ı n ı diliyoru m , şundan ki o n l a r b e n i m s ı n ıf arkadaşlarım­
d ı r, ded i .
- Peki , kimliklerini yazarak bana gönder.
*

O geceyi Sand ı kl ı 'da geçiren bastırma birl i kleri , 1 5 Ara l ı k saba­


hı Dinar'a doğru yürüyüşe geçtiler. Akşamleyin birbirinden ayrı larak
köylere dağ ı lan birlikler, oralarda gece yarıs ı n a dek d i n lendiler. Son­
ra belli bir saatte buluşma yerine gelerek şiddetli kuru soğuğa as-

323
kerce meydan okumaya çal ı şarak y ı ld ızları n altı nda güneye doğ ru
elden geldiğince sessiz yürüyüşe geçtiler. Tepelerden ağaçları , ku ru
bükleri , otları h ı ş ı ldatarak geçen soğuk, kuru bir rüzgar, atları n nalla­
rından çıkan t ı k ı rt ı ları bastı rıyord u . Uzu n yol kolları , Dinar kasabas ı­
n ı sağda b ı rakarak l sparta'ya yaklaşıyord u .
Bitl isli Yüzbaşı Kamil Bey' in taburu öncü olarak gidiyord u . Onun
arkas ı ndan Harputlu Avn i Bey' in atl ı alayı , Şumnulu Yüzbaş ı Galip
Bey' in atl ı alay ı n ı izl iyor, en sondan da Şerif Bey' in yeni atl ı alayı
gel iyord u .
Yüzbaş ı Kamil Bey' i n Jandarma taburu , saba h ı n alaca karanlı­
ğ ı nda birdenbire Balad ız istasyonunu bastı . Gerek istasyonda , ge­
rekse dolaylarında bulunan Demirci Meh met Efe'nin ilk zeybeklerini
yakalad ı . Son ra , kolbaşı sola dönd ü . Demirci Meh met Efe'nin şu
s ı rada otu rduğu iğdecik bucağ ına doğru gürü ltüsüzce sokul maya
başlad ı .
Refet Bey'den ald ı kları ayrı ayrı buyruklara göre İğdecik'i sarmak
üzere bir birlik bir yandan ilerliyordu. Artçı olarak dönüş yerine varan
Üsteğmen Şerif Bey'le alayı , birdenbire Refet Bey'le yüz yüze geld i ;
yan ı nda d a Kurmay Yüzbaşı izzet Bey (Orgeneral) vard ı . Üsteğmen
Ferruh Bey de hemen oracı kta bataryası n ı mevziye sokmuş, İğdecik
bucağ ı na karş ı ateşe hazı r bulunuyord u .
Gün ı ş ı m ı ştı . Kargalar, ağaçlardan kal karak tarlalara doğru uçar­
ken kal ı n sesleriyle bağ ı rıyorlard ı . lğdecik'i sarmak üzere giden bir­
liklerden bir tek kişi görü nüyord u . İğdeci k, yeşil ovada serilmiş, s ı rtı­
n ı kuzeyindeki ormanl ı k yüksek dağa daya m ı ştı . Batısı ndaki sı rtlarla
arkas ı ndaki dağ l ı k bölgenin, daha önce giden birli klerce sarı l m ı ş
olması gerekiyord u .
Dem irci Efe , kaçarsa ancak buralardan kaçacakt ı .
Refet Bey, İğdecik' i , o n u çevreleyen araziyi b i r süre gözü ndeki
dürbünle ta rad ı ktan sonra birdenbire Üsteğ men Şerif Bey'e dönd ü :
- Şerif, alayınla İğdecik'e sald ı r! d iye buyurd u .
Şerif Bey, hemen alayı süratle takım kol una soktu .
Yön vererek böl ü k kollarına geçtikten son ra , dörtnalla köye doğ­
ru sald ı rıya geçird i .

324
Şerif Bey, bir baskın havası içinde köye girmek, Demirci Meh­
met Efe'yle kızanları n ı ele geçirmek hevesiyle doludizg in giderken
birdenbire batarya n ı n arkadan ateşe başlad ığ ı n ı , üç dört merminin
baş ı n ı n üstü nden kal ı n ı sl ı klar çalarak geçtiğ ini işitince şaşalad ı .
Yap ı lacak baskı n ı n etkisini sıfıra indirecek böyle bir yanl ışl ı ğ ı Re­
fet Bey nas ı l yapt ı rabilirdi?
Top atı ş ı buyruğunu onun verdiği yüzde yüzd ü .
Köyü n üzeri nden aşan mermiler, karş ı s ı ndaki tepelerde patlaya­
rak d ü nyayı ayağa kald ı rd ı . Şerif Bey' in alayı köye bir kilometreye
dek yaklaşı nca bunun kuzeybatısı ndaki dere içinden tüfek sesleri
gel meye başlad ı .
Şerif Bey bunun üzerine yü rüyüşü açtı . Üçü ncü bölü kle makineli
tüfek takı m ı n ı yedekte b ı rakarak birinci , i kinci bölü klerle lğdecik'in
sokaklarına dald ı .
Köyün kuzeyini çevirip arkadaki dağ l ı k, ormanl ı k bölgeyi bir atl ı
baraj ıyla kapayan Şerif Bey' in karş ı s ı n a birçok lğdecikli köylü dikild i :
- Efe i l e karısı v e beş on atl ı dağdan yukarı kaçı p gittiler, ded iler.
O zaman genç subay ı n kafası nda bir şimşek çaktı :
Bataryan ı n , Efe'yi uyarmak ister gibi duru p duru rken köyün üze­
rinden atı ş yapmas ı n ı n gerçek anlam ı neyd i? Acaba Refet Bey, De­
mirci Mehmet Efe'yi bilerek mi kaç ı rm ı ştı? Ş u ndan ki baskın yap ı lan
bir yere , ereğe varı l madan top atı ş ı yla gelindiğini bildirmek büsbütün
askerce gerçeğe karşıttı . "Evet, bu olaydan otuz yed i yıl sonra Refet
Bey, top atı ş ı n ı Demirci Meh met Efe'nin kaçı p kurtulması için yapt ı r­
d ı ğ ı n ı H i lton Oteli ' n i n bir odası nda Şerif Bey'e söyleyecekti ."
Demirci'nin kaçtığ ı n ı öğrenen Şerif Bey yine de çekingen, sessiz
onun evi ne doğ ru ilerled i . Evden içeri girince bir gürültü patı rtı , bir
çekişme gitti . G ü rültünün geldiği odaya girince gördüğü olay karşı­
s ı nda tüyleri diken diken old u :
Menderes boyu nda efeleri örgütleyerek Yunan'a karşı yıllarca b i r
direnme cephesi kuran 5 7 . Tümen Kumandan ı Albay Meh met Şefik
Bey'le Şerif Bey' in alayı ndan bir yedek Üsteğ men , güzel bir av tüfe­
ğinin birer ucundan tutmuş çekişti riyorlard ı . Görü n üşe göre Teğmen ,
av tüfeğ ini yağ malamak istiyor. Şefik Bey de buna karşı koyuyord u .

325
(Bu güzel av tüfeği , Eskişehir savunması nda kah ramanca şeh it
düşen ünlü Naz ı m Bey' i nd i . )
Albay Mehmet Şefik Bey, Ayd ı n Cephesi bozulduktan son ra An­
kara'ca ltalyanlardan silah , cephane almak üzere Antalya'ya gönde­
rilmişti. Çine kasabasında ltalyan işgal güçleri karargah ı ndaki gene­
ral lerle ahbapl ı k kurduğundan onlarla bu silah işi için görevlendiril­
mişti . Ne var ki An kara , Kuvayı Mill iye'yi ortada n kald ı rma kapsamı­
na başlayınca Ethem Bey'le Dem irci Mehmet Efe arası nda zorunlu
bir daya n ı şma meydana gelmiş, lstanbul H ükümetiyle H ürriyet ve
İtilaf Partisi elemanları , Demirci Meh met Efe'ye el atmaya başlam ı ş­
lard ı . Bunu gören Ankara, hemen Albay Meh met Şefik Bey'e haber
salarak Efe'nin yan ı na g itmesini buyurm uştu . işte bu buyru k sonu­
cunda henüz d ü n akşam Efe'nin evine konuk gelen Meh met Şefik
Bey, sabahleyin bast ı rma işiyle karşı laşm ı ştı .
Albay Şefik Bey, bütü n gece Demirci Mehmet Efe'yle görüşmüş,
onu büyük kayg ı , kuşku içinde bulmuşsa da hükümete karş ı ayak­
land ı ğ ı n ı gösteren hiçbir ize rastlamam ı ştı .
Refet Bey' in att ı rd ı ğ ı ilk topun patlay ı ş ı , Dem irci Mehmet Efe'ye
tehlikenin kapıya dayand ı ğ ı n ı anlatm ış, çabucak giyinerek bi rkaç kı­
zan ıyla atı n a atlam ı ş , köyün sokaklarından geçerken top sesleriyle
uya n ı p d ı şarı dökülen köyl ülerin işiteceği bir sesle geriye doğru :
- Ulan kancıklar! d iye bağ ı rarak atı n ı dağlara doğ ru sürmüştü .
Sonra araştırma yap ılan evde sekiz teneke dolusu alt ı n para bu­
lunmuştu . Demirci Mehmet Efe bunun hesab ı n ı hiçbir vakit vereme­
yecekti.
Bastı rma güçleri , Demirci Mehmet Efe'nin buyruğu ndaki güçleri ,
dağ ı n ı k olarak lsparta'dan , köylerden toplad ı lar.
Menderes Kuvayı M i l liyeciliğinin en değerl i m i l itanlarından ola n ,
Ayd ı n Bölgesi kan u nsuzları nca eskiden kendisine Arap Yüzbaş ı de­
nen Ayd ı n Jandarma Kumanda n ı N u ri Bey, bi rkaç gün son ra Efe'nin
sakland ı ğ ı köye gönderilerek onun aracı l ı ğ ı ile etliye sütlüye karış­
mamak koşuluyla karı s ı , birkaç kızan ı n ı yan ı na a l ı p bir köşede otu­
rup din lenmesi kendisine bildirild i .

326
Demirci Mehmet Efe, unutuluşun cennetine sığınarak canını kurtar­
d ı . Yaşayışını bu yumuşak karanlık içinde sürdürmeye başlad ı .

BİR MASALI N ÖLÜŞÜ

Yaşamanın e n acı yanı, insanların çektikleri acılar de­


ğil, yaşayışta kaçırdıkları fırsatlardır.
Thomas Cariyle

Ethem Bey: "Yunan Kumandan ı ' n ı kand ı rmak, birinci derecede


durumumuzu n gereğidir. " d iye düşünerek büyük ağabeyi Reşit Bey'i
Uşak'taki Yunan Generali Maneta'ya gönderd i . Reşit Bey, Yunan
Kumandan ı ' n ı n : "Neden çekildiniz?" sorusuna "Cephane azl ı ğ ı n­
dan." yan ıtı n ı verecekti.
Reşit Bey, ister istemez d üşman karargah ı nda kalarak fı rsat bul­
dukça Kuvayı Seyyare'yle haberleşecekti . Bu arada düşman ı n giz­
lerini de bildirmekte gecikmeyecekti .
işte, Reşit Bey, Yunan karargahı nda kald ı ğ ı bug ünlerde çok ba­
yağ ı ki mi bildiriler, propaganda yazı ları hazı rlatarak Türk ordusu saf­
ları üzeri ne att ı rd ı ya da att ı rmak zoru nda kald ı . Bunlarda da Ethem
Bey' in ad ı n ı kulland ı . General Maneta ile Albay Plastiras' ı n Ethem
Bey'e Manisa Tü rk cephaneliği nden cephane vermeye söz verdiğini
bildird i .
Yaln ız, b u n a fı rsat kalmadan Refet Bey'in atl ı ları , karla örtülü
ak ovalar, tepeler üzerinde yılankavi karaltılar biçiminde göründü;
Gediz'e çekilişleri n i n ikinci günü seyyar güçlere arkadan yüklend i .
Ethem Bey, savaşı kabul ederek, eratı n ı öld ü rmeyi hesaplayarak or­
dusunu Gediz'i n kuzeyindeki sı rtlarda savu nmaya geçirmekle yeti n­
di. Savaş hemen hemen ara l ı ksız iki gün sürd ü . i ki nci günü akşam
karanlığ ıyla birlikte Kuvayı Seyyare, bu kez Yu nan cephesinde b ı ra­
kı lan örtü gücünü de çekip götürerek düşma n ı n karş ı s ı n ı büsbütün
boşalttı .
Ethem Bey'i n bundan amacı , o bölgeye gelmiş olan Refet Bey
ordusunu düşmanla karş ı karşıya b ı rakmaktı . Yal n ız, bu taktik sök-

327
med i . Her nedense Refet Bey, Yunanl ı lara yaklaşamad ı ğ ı gibi Yu­
nanl ı lar da onlara doku nmad ı lar. Yunan l ı lar, hem iki has ı m Türk or­
dusunun birbirini k ı rması için fı rsat hazı rl ıyor, hem de Ethem Bey'e
Seyyar Kuvvetleri n , Yunan işgal bölgesinde dostça karş ı l anacakları
haberini gönderiyorlard ı .
Gerek Ethem Bey ordusu, gerekse Refet Bey ordusu karl ı , tipi­
l i havaları n korku nç zulmü altında birbirleriyle uğraşı p d u ruyord u .
Ethem Bey, Gediz'den beri inatla kend isini izleyen Refet Bey güç­
leriyle salt çekilişi sağlamak üzere küçük küçük çatışmalar yaparak
Simav' ı geçip Demirci'ye vard ı . Hepsi ak birer hayalet gibi kasabaya
s ı ğ ı nd ı . Bir savaş mecl isi kurd ular. Kimi kumandanlar, Demirci önün­
de bir savunma çizgisi kurarak Refet Bey güçleriyle savaşı lmas ı n ı
önerd iler.
Ethem Bey, henüz hiç kimsenin bilmediği vicdan ıyla ilgili kararı
çoktan vermişti . Onları avutarak dedi ki :
- Eğer yapacağ ı m ız bir karşı sald ı rıyla başları n ı yakalamak
mümkün olacağ ına inansayd ı m , bunda hiç ikirciklenmezd i m . Eğer
böyle bir sal d ı rıya karar verecek olursak, Gördes dolayları buna
daha elverişlidir. Hem de bizi izleyenleri hareket üslerinden biraz
daha uzaklaşt ı rm ı ş oluruz.
Ethem Bey, Simav'a varı nca Uşak'taki Reşit Bey'e bir adam sa­
larak Yu nan ordusu ile bir s ı ğ ı nma protokol ü d üzenlenmesi üzerinde
çal ı şmas ı n ı , sonucu da hemen kend isine i letmesini bildird i . Ertesi
sabah ordusunu Gördes'e doğru yü rüttü .
Seyyar kuvvetler, Demirci'den Gördes'e doğ ru çekil i rken atı n ı n
üstü nde kardan apak kesilen Ethem Bey, şöyle düşünüyord u : "Yu­
nan işgal bölgesine geçmek isteyecek olan arkadaşları m ı n hiçbir
nedenle geçmişle ilgili davra n ı şları ndan dolayı suçlu tutul mamaları ,
kendilerine resmi ya da resmi ol mayan hiçbir h izmet önerilmemesi.
Yunan l ı lar, bu koşulu kabul ederlerse, isteyen subayla eratı Yunan
işgal bölgesine, düşmana sığı nmay ı , kabul etmeyenleri de istedikleri
yana serbest b ı rakmak, böylece Kuvayı Seyyare'yi dağ ıtmak! Bana
gelince elli altm ış kişilik seçkin adam ı mla yine dağlara tı rmanmak.

328
Sağ l ı ğ ı m elverişli olunca da cepheler bölgesinden uzaklaşı p Anadolu
içerlerine, doğu vilayetlerine geçmek olacak!"
Ethem Bey, artçı müfrezesini Refet Bey öncülerini oyalamaya
b ı rakarak geri kalan eratı n ı Gördes'te dinlenmeye geçi rdi. Reşit
Bey'den bekled iği haber de geldi . Yunan Kumanda n ı , s ı ğ ı nma pro­
tokolünü d üzenlemeye karar vermişti .
Ethem Bey, ertesi sabah, Gördes önünde savunma durumunu
ald ı rarak kuzeyde ak bir külah gibi yükselen karl ı bir tepeye iki güçlü
topu n yerleştirilmesini buyurd u .
Karşıda sald ı rı için toparlanmakta o l a n Refet Bey güçlerinin kala­
bal ı ğ ı görü nmeye başlamıştı .
Ethem Bey, Egemen Tepe'deki çifte topun baş ı nda dürbününü
gözleri ne daya m ı ş , Refet Bey yığınağ ı n ı incel iyord u . Topçu kuman­
dan ı , erata buyruk veriyor, topları bu y ı ğ ı nak üstüne ayarl ıyord u . Bu
s ı rada atı n ı n nalları ndan karlar savrulan genç süvari subaylarından
Yusuf Bey, Ethem Bey' in karşısı nda atı ndan inerek selam verdi:
- Kumanda n ı m , ded i . Refet Bey'le son kez bir anlaşma olanağ ı
üzerinde bir yoklama yapsak çok iyi olur.
Bu, Ethem Bey'in vicda n ı na uygun bir davranış olarak göründü:
- G it, Refet Bey'le ve Süvari Tümeni Kumandan ı Derviş Bey'le
görüş ve konuş, ded i .
Genç subay, atı n ı sürerek sevinçle Refet Bey yığ ı nağ ına doğru
uzaklaştı .
O giderken Ethem Bey, daha dün Derviş Bey'i n Demirci dolay­
ları nda bir atl ı haberciye kendisine ulaşt ı rd ı ğ ı şu mektubu cebinden
çıkarı p bir kez daha okud u :
"Duru m size elverişli değildir. Şerefl i b i r geçmişe v e yaşayışa sa­
hipsiniz. Sizin için tutulacak yol şu olma l ı d ı r: Top ve ağ ı rl ı kları n ızı
bize vererek yine Yu nanlı larla savaşmayı başka biçimde sürdürmek
üzere Yu nan işgal bölgesine geçmek. Sizin hasm ı n ız Refet Bey de­
ğildir. M i llet Mecl isi ve hükümetidir. Askerl ik gereği ald ı ğ ı m ız buyru­
ğu yapmak zorundayız."
Bu s ı rada, Gördes şeh rinin yarım saat batısı ndaki bir köyde he-

329
sap memuru H i kmet Bey, olağanüstü d u ru m dolayısıyla erat ı n , su­
bayların dağ ıtılmayan ayl ı kları n ı dağ ıtıyord u . Ayl ı kları n ı almak üzere
bu köye giden birlikler, Ethem Bey'in çevresini iyice ıssızlaştırm ı ş­
lard ı .
Ethem Bey, birkaç topçu eri , topçu subayıyla tepede yal n ız kal­
m ı ştı . Yüreğ inde, m idesinden gelen ağ rı ları gölgede b ı rakan bir acı
uyanıyordu. Artık bir ad ı m ilerisini düşünebilecek güçte değildi. Ge­
lecek ona artık kal ı n demir kapıları n ı kapa m ı ş gibiyd i . O altın gibi
insan l ı k, yükselme düşleri , dipsiz, korkunç karanl ı ğ ı n içinde bütün
yaldızları n ı yitirerek sön ü p gitmişti . Yal n ız geçmiş h ızl ı bir sinema
şeridi gibi durmadan gözlerinin önünden geçiyord u . Geri dönülmez,
ölüme gitmek gibi kesin bir yolculuğun eşiğinde gözleri yaşlarla bu­
ğulanm ı ş olarak dikiliyord u .
Artık, karş ı s ı nda sayısız g i b i göstermeye çal ıştığ ı atl ı larıyla Refet
Bey'i n , can ı n ı almak için gelişi bile onu ilgilendirm iyord u . Her türlü
güçlüğü kend isine ayrı bir zevk veren o ulus yolunda, o gelecek yo­
lunda yürümen i n g üzel , sürekli destanı şuracı kta , şu tepenin etekle­
rinde bitmişti bile.
Evet, siyasal hasımları , bu kötü başlayan iktidar kavgası n ı kazan­
mış, onu ihanetten başka bir şey olmayan bu uçuruma dek itmişlerdi.
Her iktidar kavgası nda yitiren, hain damgas ı n ı yemek zorunda değil
miydi? işte o da şimdi bu s ı n ı rdayd ı . Haind i , vatan hainiydi. i ktidar sa­
vaş ı n ı yitirmişti . Eğer bu savaşı hası mları yitirmiş olsayd ı kim bilir belki
onlar da buna benzer acı kl ı bir duruma düşmeyecek miydi? Onlar da
böyle bir yana s ı ğ ı nmayacak mıyd ı ? Şimdi , siyasal hası mları , bütün
ulusu arkalarına alarak kendisini en korkunç damgalarla damgalama­
ya bile başlam ışlard ı . Artı k bundan ötesini düşünemeyerek elinde ol­
madan bir: "Ah !" çekti .
Bu s ı rada topçu çavuşunun, Refet Bey atl ı ları üzerine ateş et­
meye haz ı rland ı ğ ı n ı gören Ethem Bey, elindeki kamçıyı onun elleri
üzerinde şaklattı :
- B ı rak ateş etme!
Yan ı baş ı nda dikilip duran topçu subayı :
- Mademki topları kullanmayacaks ı n ız , bari yükleyelim, ded i .

330
- Peki , yükleyin iz!
Refet Bey güçlerinde bir durgunluk vard ı . Onlar da artık bu işle­
rin son kurşunlar harcanmadan biteceğini anlam ı ş gibiyd iler. Refet
Bey'e başvurmaya giden süvari subayı Yusuf Bey, dönmemişti . Artı k
beklemenin d e b i r yararı yoktu .
Ethem Bey, artçı müfrezeye yön vererek:
- Yavaş yavaş büyük güce katı l ı n ız, d iye buyurd u .
Ethem Bey, para dağ ıtı lan toplantı yerine vard ı ğ ı nda mu hasip
Hikmet Bey'i n hala harı l harı l para dağ ıttı ğ ı n ı görd ü . Bunlar, gezg in
güçler eratıyla subayları n ı n ald ı ğ ı son ayl ı klard ı .
Ethem Bey, oraya varı nca beyninden vuru lmuşa döndü . Ağabeyi
Tevfik Bey'le Kurmay Başka n ı Halil Bey'i n yanları na üç yüz er, birkaç
subay alarak kend isini beklemeden Yu nan işgal bölgesine geçtikle­
ri ni öğrend i . Bu ona öyle acı geldi ki m idesinden yükselen korkunç
sızı ları bir kez daha u nuttu .
Bu s ı rada arkas ı ndaki yiğit atl ı larıyla kendisini bekleyip duran iri
yarı gövdesi , açı k renkli gözleriyle Parti Pehliva n , ağlamakl ı ağla­
makl ı Ethem Bey' i n yan ı na sokuldu:
- Efendi Ağa , ded i . Biz sen i n maiyetine düşmanla savaşmak
üzere girdik, şimdi ne oluyoruz? Ben gavur tarafı na geçemem . Ne
hükümet tarafı na, ne düşman tarafı na! Ben artık dağlar kra l ı y ı m . Bir
kurşun bu yana, bir kurşun öbür yana ata ata bu uğurda öleceğ i m .
Ethem Bey, kocaman e l i n i n tersiyle gözyaşları n ı silerek:
- Hakl ı s ı n , ded i . Bu duruma sebep kcvdeşlerimdir. Bana hakkı­
n ızı helal ed iniz.
Parti Pehliva n , Ethem Bey'le sarı l ı p öpüşerek hepsi de ağlaya­
cak gibi görünen atl ı ları n ı n baş ı nda, Yunan karakolları n ı bası p nakl i­
ye kolları n ı vurmak üzere atı n ı işgal bölgesindeki karl ı dağlara doğru
sürd ü .
Ethem Bey, gözyaşları n ı kimseye göstermemeye çal ı şarak onla­
rın arkası ndan bir süre baktı .
Yunan kumandanl ı ğ ıyla Reşit Bey'i n d üzenlediği s ı ğ ı nma pro­
tokolünü ald ı ğ ı nda bunu uygulayabilme d i rencine birdenbire sahip
olama m ı ş , bu süre içinde Tevfik Bey'le Halil Bey, onunla helal leşme-

331
yi bile beklemeden doğ ruca Yu nan l ı ları n kucağ ı n a atı l m ı ştı .
Hay ı r, Ethem Bey bu "bedbahtların" yaptı ğ ı n ı yapmayacakt ı . iş­
gal bölgesine geçmek isteyenlere h içbi r şey demeye hakkı yoksa da
bu korkunç g ünde helalleşmeni n u n utulmaz, ağ ı l ı acı s ı n ı tatmak da
mı kendisine haram olacaktı?
Kendisi, şimd iye dek boğazlaştığı bu düşmana gidip teslim ol ma­
yacaktı . Bunu yapmak elinden gelmiyord u .
Daracık b i r alanda toplanan binlerce üzgün i nsan gözlerin i ona
dikmiş bekliyord u . Hepsinin başları eğikti . Sanki dokunsan ağlaya­
caklard ı . Bu korku nç al ı n yazısına h içbiri a l ı şacağa benzemiyord u .
Tevfi k Bey'le H a l i l Bey bu binlerce insa n ı başı boş , yüzüstü b ı rakıp
gitmenin günah ı n ı da yüklenmişlerd i . Ethem Bey, bu suçu Halil
Bey'den çok Tevfik Bey'de buluyord u .
Bu umutsuz i n s a n yığ ı n ı n ı n içine girince birçok propagandacı­
n ı n bun lar üzerinde harı l harıl işlemekte olduğunu görd ü . Bunları n
bir böl ümü Yu nanlı ları n , öbü rleri de Refet Bey'i n adamlarıyd ı . Hepsi
onları kendi bölgelerine çağ ı rı yord u .
Refet Bey'i n adamları , Ethem Bey' i öldüreceklere paralar, rütbe­
ler de ad ıyorlard ı .
Ethem Bey'i n yan ı na b u s ı rada içten adamlarından biri yanaşa­
rak kulağ ına şöyle fı sı ldad ı :
- B u son saatlerde aramızda çok kalmayı n ız. Zira insanoğlu çiğ
süt emmiştir. Fesatçılara kap ı lanlar, adananlara inananlar olabil ir.
- Uyarman ı za teşekkü r ederim. Öyle fesada kap ı lan bir arka­
daş ı m ı biliyorsanız geti riniz, şu d u rumda ona yapacağ ı m şey elini
sıkıp, öpüp isted iği yana serbest b ı rakmak olacaktır. Bence zillet
kertesine düşürülen bu yaşama n ı n artık hiçbir değeri yoktur. Bun­
dan sonra yaşamak istiyorsam vata n ı ma ve vatandaşları ma s ı k ı ntı l ı
ve felaketli bir gününde hizmet edebilmek ve yard ı m ı na yetişebilmek
amacıylad ı r.
Ethem Bey, bir kez daha yineled i . Çok konuşmaktan da sakı n ı ­
yord u . Gerek Yunan işgal bölgesine, gerekse Refet Bey'i n yan ı na
geçecekleri n , bu işi bütün bir serbestlik içinde yapmaları n ı , bunda
kendi direnci nin hiçbir rol oynamad ı ğ ı n ı göstermek istiyord u . Adam-

332
cağ ızları n bu yüzden her iki yanda da kovuşturmaya uğraması n ı is­
temiyord u .
Eratla su baylar, hala b i r karara vara m ı yor, g rup g rup Ethem
Bey' i n yan ı na gelerek ya Yunan bölgesine ya da hep birlikte Refet
Bey'in yan ı na g itmeleri n i istiyorlar, kimi g ruplar da:
- Tutacağ ı n ız yolu söyleyiniz, biz de ona göre karar vermek is­
teriz, kabul ederseniz ayrılmayız, d iyorlard ı .
Ethem Bey, tutacağ ı yolu kardeşleri nden bile sakla m ı ştı . Bunu
ancak elli Manyasl ı ile Band ı rmal ı Çerkez arkadaş ı n a çıtlatm ı ştı .
Ethem Bey'i n bütü n korktuğ u : "Ethem Bey'i n buyruğuyla gelmiş­
ler, " dedirtip herhangi bir yanda arkadaşları n ı n baş ı n ı nara yakmaktı .
Her iki yana geçmek istemeyenlere de beşer onar kişilik topluluk­
lar olarak dağlara çekilmeyi sal ı klad ı . Artı k herkes bir karara varm ı ştı .
Bütün gruplar ayrı ayrı gel iyor, onunla el sıkışıp hakkı n ı helal etmesini
yineleyerek uzaklaşıyordu. Ters yönlerde kafile kafile uzaklaşan bu
insanları n bu gidişi Ethem Bey'in yüreğini ustura gibi doğruyord u . Ya­
şayış ı n bundan daha korkunç bir sahnesi olamayacağ ı n ı bu dakikada
anlıyord u .
Alan ı dolduran y ı ğ ı n lar, yavaş yavaş eriyor azal ıyord u . Hemen
herkes bu korkunç ayrı l ı ş ı n üzüntüsünü ayrı ayrı yaşar görünüyord u .
Ethem Bey, s o n kafileleri uğurlamak üzereyd i ki adamları kendisine
suikast hazı rlayan Halil Efe adlı birini yakalad ı l ar.
B u , Ethem Bey' in iki nci derecede arkadaşları ndand ı . Kendisine
bunu haber veren arkadaşları na:
- i l işmeyiniz, bana haber verdiğinizi de kendisine sezdirmeyi niz,
ded i .
Bu s ı rada Yunan işgal bölgesine geçen Kuvayı Seyyarecilerin
sayısı yedi yüze varm ı ştı . içlerinde yal n ı z yirmi beş subay vard ı .
Ethem Bey, Yu nan işgal bölgesine e n son geçmekte olan ü ç arka­
daş ı na Akhisar'a geçen ağabeyleri Reşit ve Tevfik Beylere veri lmek
üzere şöyle bir mektup verd i :

333
"Gördes'in batısında,
Son ayrı l ı ş bölgesinden
20 . 0 1 . 1 92 1
Akhisar'da Reşit ve Tevfik beylere ,
Yunanl ı larla yaptığ ı m ız s ı ğ ı nma protokol ü nefsime çok ağ ı r gel­
diğinden dolayı sizin a rka n ı zdan gelemeyeceğ i m . Beni bağ ışlayın ız.
Kuvayı Seyyare erat ve subayları n ı b ı raktı m . Hepsini dağıttıktan
sonra ben de karargah ı mla bilinmeyen bir yana doğru Tanrı 'ya s ı ğ ı ­
narak gidiyoru m . Tanrı cümlenizin yard ı mc ı s ı olsu n . Hastal ı ğ ı m için
merak etmeyin iz. Kend imi iyice buluyoru m . "
Kardeşiniz Ethem

Bu s ı rada güneş, karl ı dağlar üstünde dorukları bir gül şurubu


pembeliğine bulayarak batıyord u .
Yunan işgal bölgesine yollanan son kafiledeki i k i üç arkadaşıy­
la da sarı l ı p öpüşen Ethem Bey atı na atlayarak elli kişilik atl ı s ıyla
S ı n d ı rg ı Dağları ' n ı n göz karartan akl ı ğ ı n a doğru atı n ı sürd ü . Biraz
sonra durmadan tipi biçiminde yağan kar altında ağararak birbirini
göremeyecek duruma düştüler. Dağlara doğru yükseldikçe poyrazı n
çamlarda, meşelerde, yüksek kayalı klarda çald ı ğ ı uğursuz ı sl ı kları
dinlemeye başlad ı lar.
F ı rtı n a , ak postlu kalabal ı k , aç bir kurt sürüsü gibi uluyarak dört
yanları nda koşuşup d u ruyord u .

TÜRKİYE ÜZERİN DE
SOSYALİZM RÜZGARLAR!

Zenginlik ve erdem, bir terazinin iki kefesine konmuş


birer ağırlık gibidir. Biri inmeden öteki çıkmaz.
Eflatun

Otomobil homurtusunu işiten Fikriye Han ı m , Paşa'n ı n meclisten

334
döndüğünü anlad ı . Hemen merd iven baş ı n a koşarak onu bekle­
d i . Direksiyon Konağ ı ' n ı n , Paşa'n ı n en emektar adamı olan Bekir
Çavuş da Fikriye H an ı m ' ı n bir ad ı m gerisinde bekliyord u . Fikriye
Han ı m , l stanbul'dan mutlu bir serüven havas ı n ı n sıcakl ı ğ ı na bürü­
nerek Ankara'ya gel ip Direksiyon'un yönetim i n i eline a l ı ncaya dek
Paşa'n ı n çamaş ı rları n ı bile Bekir Çavuş yıkıyord u .
Paşa , çabucak merd ivenleri çı karak taze karla ağarm ı ş kürklü
kurşun rengi kaputuyla boz kalpağ ı n ı onlara verd i :
- Nas ı l s ı n Fikriye H a n ı m ?
- iyiyim paşa m , teşekkür ederi m .
iyiyim ne demek, s o n kerte mutluyd u . On beş yaşı ndan beri
sevd iği bu sarı ş ı n , güzel erkeğin araları nda n , su s ızmayacak kerte
yakı n ı na gelmiş, şimd ilik göründüğüne göre ona sahip biricik kad ı n
durumuna yükselmişti.
Mustafa Kema l , lstanbul'dan ayrı l ı rken ona:
"Anadolu'da yerleşeyim , ben sen i ald ı r ı rı m . " d iye verdiği sözü
tutmuş, araya g i ren bir erkek akraba Fi kriye H a n ı m ' ı l stanbul'dan
aldırıp Paşa ' n ı n konağ ı ndaki odas ı n ı n hemen yan ı başındaki biti­
şik odaya dek getirip b ı rakm ı ştı . B u , Fi kriye Han ı m için çok tatl ı bir
serüvend i . Şimdi bile bu eskimeye başlayan serüvenin verdiği tatl ı
mutluluk içinde yüzüyord u . On beş yaşı ndan beri bütün benl iğiyle
sevd iği bu ideal erkek artık onund u . Onu her akşam meclis dönüşü
böyle görü nce yen iden heyecanlanıyor, bir manolya çiçeği yaprağ ı
gibi biraz sol uk, ak yüzü nde gittikçe artan bir mutluluk, her an elin­
den alabileceklerin i sand ı ğ ı bir garip mutluluk içinde yüzüyord u .
Masas ı n ı n başı n a geçip çenesin i sol avucu na dayayarak bir şey­
ler düşünmeye başlayan Paşa'ya kapıdan:
- Limonlu bir çay ister misiniz paşam? d iye sord u .
Paşa , baş ı n ı ö n e eğerek istediğini bildird i . Sonra ayakta buyru k
bekleyen Hayati Bey'e:
- Çocu k, bana M ustafa Suphi'nin dosyas ı n ı çıkarsana, ded i .
Biraz sonra ak bir fincandaki limonlu çayla M ustafa S u p h i Bey'in
dosyası masa n ı n üzerine geldi. Mustafa Kema l , çayı n ı yudumlarken
dosyayı karı ştı rmaya başlad ı :

335
"Başı m ızda bir Ethem Bey sorunu varken şimdi bir de M ustafa
Suphi işi çıktı , d iye düşündü. Rus elçisi Medivani'nin açtığı ged i k­
ten hemen Kars'a girivermiş. Kendilerini içeri b ı rakmayacağ ı m ızı
bildiklerinden bu olupbittiye başvurmuşlar. Ama dur hele Tü rkiye'de
iki tane M ustafa'ya yer olmad ı ğ ı n ı pek yakında anlayacak. Türkiye
Kom ü n ist Partisi' n i ben kurduktan sonra bir ikinci komünist partisi­
nin kurularak benim d i rencim d ı ş ı nda çal ı şamayacağ ı n ı onlara çok
ya kında göstereceğ i m . Onlar hem ben i , hem de bütün ul usal davayı
bir ağ ızda yutmak kararıyla gel iyorlarsa onlara verecek başka lok­
malarını da vard ı r. "
Bu nları düşündükten sonra dald ı . Şişli 'deki evden beri kendisi n i n
bu yeni düşü nce biçimi üzeri nde geçirdiği evreleri bir d a h a yaşad ı .
Yu rd u iç, d ı ş düşmanlardan kurtarmak için e n gerçekçi bir kafayla
ne gibi çözüm yolları bulabileceğ ini düşündüğü nden başl ıca çözü­
m ü n , Türkiye'de Bolşevi kliği ilan etmek, bu şaşı rtıcı fı rtına içinde bir
şeyler yapmak olduğunda karar k ı l m ı ştı . O zamanlar bu düşü ncesini
Şişli'deki evde en içten arkadaşlarıyla durmadan tartı şmış, bunun
karşıtı n ı şiddetle savu nan kimseye de rastlamam ı ştı .
Dokuzu ncu (Üçüncü) Ordu Müfettişi olarak Anadolu 'ya geçip
Amasya'da karargah kurarak yen i devrimci kara rları n ı tasarlarken
de bu düşünce kafası nda henüz biricik çözüm olmaktaki büyüsünü
koruyord u .
Amasya' dan O rta Anadolu yaylas ı n a geçen M ustafa Kemal , l ngi­
liz propagandası n ı n kulland ı ğ ı yeni bir sila h ı n ilk mermileriyle karşı
karş ıya geld i . l stanbul hükümet çevreleriyle onları n gerisinde sinmiş
l ngiliz l ntell igence Service'i Mustafa Kemal'le arkadaşları n ı n Bol­
şevik oldukları n ı ilk kez fı sı ldamaya başlad ı lar. Sivas'tan Erzurum
Kongresi'ne geçti kten sonra ise usuna ilk çarpan bu kurtuluş yolunu
çabucak bir kenara atmak zorunda kald ı . Orada hem İ stanbul, hem
İ ngiliz propagandas ı ndan , hem de Kazı m Karabekir'den çekinmek
zoru nda kalm ı ştı . Ş u ndan ki Kazım Karabekir, Şişli'deki evden beri
Mustafa Kemal'in bir kurtuluş çözümü olarak ileri sürdüğü bu düşün­
celere karş ıyd ı . M ustafa Kemal' i n , onun düşüncelerini yine yokla­
mak üzere Amasya'dan kendisine yazd ı ğ ı ilginç mektubu da yan ıt­
lamaya değer görmemişti . Mustafa Kemal , bunda Rusya'daki kimi

336
Türk ülkelerinin kom ü nistliği kabul ettiğ i halde dince ve gelenekçe
varl ı kları n ı korudukları n ı an latıyor, Türkiye'nin bu türlü kurtuluş çö­
zümü üzeri nde ne düşündüğünü soruyord u .
M ustafa Kemal, Erzuru m'da kald ı ğ ı sürece otoriteyi ister istemez
Kaz ı m Karabekir'le paylaşt ı .
Bu s ı rada Enver Paşa , Kafkasya'da k ı m ı ldayarak Mustafa Ke­
mal'in b ı raktığı çözüm yolunu denemek üzere bir atı l ı m yaptı . Kaf­
kasya'n ı n Türklerle kaplanmış bölgelerinde özellikle Bakü'de yüzde
yüz ittihatçılardan bir komünist partisi kurd u . Kurucular arası nda Ali
Bey takma ad ı n ı alan Enver Paşa görünmüyorsa da partinin genel
sekreteri oyd u . Kurucu kadro Halil Paşa , Baha Sait, Doktor Fuat Sa­
bit, Küçük Talat, Kaz ı m Karabekir'in subayları ndan Kurmay Yüzbaşı
Mustafa beylerden meydana gelmişti . Sonra , bu kurucular çevresin­
de yeni üyeler halkaland ı . Rusya'n ı n Sibirya bölgesindeki kuş uçmaz,
kervan geçmez şehirlerden bin türlü ölüm tehlikesi atlatarak dönmek­
te olan binlerce Türk askeri ve subayı , Bakü'de toplanarak Türkiye'ye
dönmenin yollarını arıyord u . Bu tutsaklar arası ndaki birçok subay, ye­
dek subay, Enver Paşa'n ı n kurdurduğu Türkiye Komünist Partisi'yle
yakı ndan ilgilendi . Bu parti , Anadolu'da bir şuralar (Sovyetler) hükü­
meti kurmaya hazırlanıyor. Türkiye'deki bütün eski ittihatçıları bu iş
için hazırl ı yordu.
Anadolu oku lları nda bilinçli öğ retmenler, öğrencilerine şöyle bir
sosyalist marşı öğ retmeye başlam ışlard ı :
Anadolu şuralar hükümeti var olsun
işçilerin emeği özlerine yar olsu n .
Uya n , m i hnetle çal ı şan çı plak hemşehri ,
inkı laba katıl dünya n ı n hür rençperi !
Bu marşlar Anadolu ilkokulları nda söyleni rken Enver Paşa , kendi­
sini Türkiye s ı n ı rlarından içeri sokmamaya çal ışan Mustafa Kemal'e
uzaktan uzağa bıyık altından gülüyordu. Yaln ız, Enver Paşa'n ı n Türki­
ye Komünist Partisi çabucak hizipleşti . Doktor Fuat Sabit Bey, ilk kuru­
cu kadronun üyelerinden Halil Paşa , Küçük Talat, Baha Sait, Komiser
Tahsin beylerle birkaç subay, iki doktorun meydana getirdiği grubun
başı na geçti. Yüzbaşı Yakup Bey'le yedek subay Süleyman Sami Bey

337
(Orta Asya'da maarif komiserliği yapm ıştı) öbür çoğunluğu subay olan
hizbin başı na geçtiler. Bu hizip, Mustafa Suphi Bey'in adamlarıyd ı .
O, henüz Moskova'da Lenin'le, öbür Sovyet ileri gelenleriyle değiniş­
mekte olduğundan Bakü'ye gelmemişti . Yaln ız, her an gelmesi bek­
leniyord u .
Sovyetler d a h a çok bu ikinci gruba güveniyor, onu tutuyorlard ı .
Her iki g rubun da bütün amacı , Türkiye'yi koşulsuz olarak kurtar­
maktı . Bu kurtuluşun da iki yönde olması gerekliyd i : "Emperyal izm
ile Kapitalizmden."
Her iki grup, bir toplantı yaparak temel bir karara vard ı .
Sovyet Rusya ile i ş ortakl ığı yapacaklard ı . Kararlar arası nda önemli
şeyler vard ı . ilk önce lngilizlerin boyunduruğuna girmiş olan müsavat­
çı Azerbaycan Hükü metini elden geldiğince çabuk yı kacaklar, onun
yerine de Bolşeviklerle anlaşacak bir hükümet getireceklerdi. Böylece
Bolşevikler, daha çabuk Türkiye s ı n ı rları na varı p Kazım Karabekir'in
1 5. Kolordusuyla el sıkışacaklar, Türkiye'ye de böylece Sovyet yard ı­
m ı başlayacak, Türkiye devrimcileri birdenbire feraha kavuşacaklard ı .
Kazım Karabekir'in gece gündüz beklediği buyd u . Sovyetler, isterse
bütün dünyayı Sovyetleştirsinler, yalnız bir ayak önce Türkiye s ı n ı rı na
gelsinlerdi.
Komünist Partisi'nin her iki g rubundan ortak bir komite seçilmişti .
Bu komitede Halil Paşa , Doktor Fuat Sabit, ü steğmen Süleyman
Sam i , Kurmay Yüzbaşı Mustafa , Baha Sait beyler vard ı . Bu komite
üç dala ayrı l m ı ştı .
Harekat dalı nda, Ku rmay Yüzbaşı Mustafa , Baha Sait, Süleyman
Sam i , Yüzbaşı Yakup beylerle üç de Rus Bolşeviğ i vard ı .
Bas ı n dal ı n ı n şefi , Doktor Fuat Sabit Bey'di . B i r d e gazete çıka­
racaktı .
Propaganda dal ı n ı n şefi , Zor Mutasarrıfı Salih Zeki Bey'di .
Bu komite , Bakü'de bulunan, bundan son ra Rusya ' n ı n her yan ı n­
dan gelecek Türk tutsakları n ı Devrim O rdusu Kumanda n l ı ğ ı buyru­
ğunda toplayarak örg ütleyecekti .
Komite, Bakü'deki Kızıl Ord u komitesiyle bir anlaşmaya vararak,
Kızıl Ordu'nun Azerbaycan'a ancak Türkiye Komünist Partisi ara-

338
c ı l ı ğ ıyla g i rebileceği koşul u n u kabul ettird i . Gerek Türkiye Komü­
nist Partisi, gerekse Azerbaycan komün istleri kesin bir zorunluluk
olmad ı kça Kızıl Ordu'nun Azerbaycan'a girmesi ni önleyebilecekler­
d i . Hepsi de Azerbayca n ' ı n Kızıl Ordu'nun egemenliği altına g i rerek
ezileceğ inden korkuyord u . Yal n ı z Bakü'de Türk Komünist Partisi'nin
yapmak isteyeceği devrimin hiç de karşı koymasız, kansız ol maya­
cağ ı , onu boğ mak üzere ayaklanacakları n pek bol bulunacağ ı da
bilindiği nden böyle bir duru m karşısı nda Türk Komü n ist Partisi ister
istemez, boğazlanmamak için Azerbaycan'a Kızıl Ord u 'yu çağ ı rmak
zoru nda kalacaktı .
Böyle bir duru m olu nca , Petrovsk bölgesinde bulunan gerçek Kı­
zıl Ord u ' n u n hemen yard ı ma çağrılması kararlaştı rı l m ı ştı . Bakü'deki
Tü rk Kom ü nist Partisi icra komitesi , l ngil izlerle Ameri ka l ı ları n ellerin­
de tutmaya çal ı ştı kları Ermen ista n ' ı n da Bolşevikler hesab ı na Türk
ordusunca işgalini öngörüyord u . Türk Komü n ist Partisi , Devrimci
Kumandanl ı ğ ı n ı n örgütlemekte olduğu Türk Kızıl Alayı da yolu ke­
sen Ermen i ordusu birlikleriyle çarp ışarak Türk s ı n ı rlarına doğru ine­
cek, böylece, Azerbaycan Bolşevikleştirilirken gerek Gürcülerden ,
gerekse Ermenilerden gelecek sald ı rı lar önlenmiş olacakt ı .
R u s Bolşevik komitesi , bu düşü nceleri iyi , yerinde bulduğunu bil­
dirmişti . Sonra bu işgal Moskova'ca uygulanan bir plana göre yap ı l­
d ı ğ ı ndan emperyalist Avrupa devletleri Tü rkiye'nin emperyalist he­
vesleri , Ermeni düşman l ı ğ ı üzerinde spekülasyon yapamayacaktı .
Azerbaycan' ı n şu sıradaki müsavatçı hükümeti , Türk Komünist
Partisi'nin Kazım Karabekir'in elindeki telsizle haberleşme yapması n ı
yasak etmişti. B u n u n için Rus Kızıl Ordusunun telsiz ayg ıtları n ı iste­
mek zorunda kalmışlard ı .
B u s ı rada Dağ ı stan'da l ngil izler hesabına çal ı şan Enver Pa­
şa' n ı n kardeşi Nuri Paşa' n ı n adamları , l slam Bolşevik liderlerinden
Kazikof'u öldürd ü ler. Bu yüzden Nuri Paşa'n ı n d u rumu son kerte na­
zikleşti , tehlikeye gird i . Can ı n ı kurtarmak üzere bir yanda saklanmak
zorunda kald ı . N u ri Paşa'n ı n yaptığ ı bu işi Halil Paşa , "çocukluk" d iye
küçültmeye çal ı ş ı rken aşağ ıda dokuz doğ u ran Kazım Karabekir, öf­
kesinden küplere binecek, defteri ne şöyle yazacaktı r: "Azerbaycan
H ü kümeti , ne yazı k ki kend isini ve u l usu büyük bir tehlikeye d üşü-

339
recektir. Bir yandan Karabağ 'da Ermen ilerle çarp ı ş ı yor, bir yandan
da Bolşeviklerle anlaşmaya yanaşm ıyor. Bizi ise hiç düşünmüyor.
Bütü n bu ters işleri n , l ngil izlerin tertibatı olduğunu bilmemesi d üşü­
nü lemez. N u ri Paşa'n ı n yaptığı ve daha da yapacağ ı gafletlerde mü­
savat hükümetinin kışkı rtması ve doğal bir felaket payı da olacaktır."
Kazikof'u n öld ürü l mesine karş ı n Dağ ısta n , yerl i Bolşeviklerin eline
geçm işti . Dağ ı stan Sovyet hü kümetini, Hüdaverd i kurmuştu .
Azerbaycan kamuoyu , Bolşevikliğe karş ı eğ ilim göstermeye baş­
lamışsa da iki y ı l önce Türk ordusu Bakü 'ye gireceğ i s ı ralarda Bakü
Ermen ileri , Bolşevik örg ütü olarak meydana çıkm ı ş , bütün şeh ri yağ­
ma, talan etmiş, pek çok canlara kıym ışlard ı . Halk, şimdi de böyle
bir olaydan korkarak biraz ikirciklen iyor, Türk Komünist Partisi de
onu ayd ı n latmaya çal ı şıyord u . Bu s ı rada , Anadolu' dan kaçı p gelerek
Azerbaycan ordusunda görev almak isteyen Türk subayları n ı yine
l ngilizlerin etkisiyle müsavat h ükümeti kabul etmeye başla m ı ştı .
Bakü'deki Türk Komü nist Partisi, Kızıl Ord u ' n u n Azerbaycan ka­
p ı ları n ı çald ı ğ ı s ı rada birdenbire önem kazand ı .
Eski korku nç bir komiteci olan Baha Sait Bey, 3 . Tümen Kuman­
dan ı Rüstem Bey eliyle Tü rkiye Kuvayı M i l l iyecilerine şöyle bir mek­
tup gönderd i :
"lstanbul'dan bu raya Moskova ' n ı n delegesi dönd ü . Mustafa Ke­
mal Paşa'ya bildiriniz. Moskova'ya gönderilecek delegeler kurulunu
göndersin . Pek ived idir. Oradan gönderilecek adam ı titizlikten bula­
mazlarsa burada Küçük Talat ile beraber ben varı m . K ı rmızı Ordu­
nun bütü n Kafkas işleri şimd ilik ben im mukadderatıma bağlanmış
durumdad ı r( ... ) N u ri Paşa bir ahmak, kaderi hain gibi, gene ulusal
durumu sarsaca k çocu kluklar yaparak Azerbaycan h ü kümeti ve l n­
giliz yan l ı s ı old u . Artı k o , devrin güçlerinin gözü nde kirli bir nokta
old u . Ne yaz ı k ki böyle old u . Bugün Denikin'in Hazar Den izi filosu­
nun Azerbaycan'la birleştiği gündü. Bunun teh l i kesi meydandad ı r.
Tü rkiye'ye yard ı m edebilecek Rusya'ya yol u biraz daha kapayacak­
tır. Amiral Sergiyef, Azerbayca n hükümeti ve Ermen iler, durumu iyi­
ce güçleştiriyorlar. Erzurum'un Ermenileri d u rdurması çok gerekl idir.
Artık burada Halil ve falan paşalar yoktu r. Halil'in de içinde bulundu­
ğu genel örgüt vard ı r. Onun aracısı da ben i m . Onun için haberleş-

340
meyi öylece d üzenlesin, Türk Komün ist Partisi ad ı na olacaktır ( . . . )
Moskova'n ı n Kafkas vekili yan ı nda komiser olmak koşuluyla Genel
Kafkas Komitesi beni şimdilik Başkumandan mevki inde bulunduru­
yor. Yan i , bütün bu işleri alel hesap ben görüyoru m . Bir Türk subay ı ,
Harbiye Dairesi Başka n ı , bir Türk ku rmay subayı Harekat Şubesi
Başkan ı , bir kızıl Albay da ben im ku rmay başkan ı m seçilmiştir. Yan i
icra gücü n ü n yarısı Türk, yarısı d a kuzey delegelerid ir.
( . . . ) Kurmay başka n ı olan Albay ı , Mustafa Kemal tan ı r, l stan­
bul 'da bulun uyord u . i ktisad i yard ı ma bir hafta son raya kadar yani
telg raf haberleşmesi kuruluncaya kadar sabretmek gerekir. istenildi­
ği kadar yard ı m yap ı lacaktı r.
Baha Sait

itti hat ve Terakki 'nin hem terör, hem de yaşama aracı olarak ku­
ru lan Karakol Örgütü , genel direktiflerini d ı şarıdan, Talat, daha çok
Enver Paşa'dan a l ı yord u .
Bu derneğ in baş ı nda b i r yandan Mustafa Kemal'le arkadaşları n ı
oyalayarak bağ ı msız davranmaya çal ışan , h e r şeyden önce İttihat
ve Terakki'nin yeni taktikleri üzeri nde yürüyen Albay Kara Vasıf Bey,
başlam ı ş olan u lusal örgütlen meyi ittihat ve Terakki 'ye mal etmeye
yeltenerek yine d ı şarıdan gelen işaretle Uşak'ta bir kongre toplad ı .
E rzu ru m , Sivas kongreleri nin bütün yemişleri n i bir e l çabukluğuy­
la toplamak isteyen Kara Vasıf Bey'le arkadaşları , Tü rkiye'nin ge­
lecek rejimi üzerinde tartı şarak bunun sosyal izmden başka bir şey
olamayacağı üzeri nde bir karara vard ı lar. Enver Paşa'n ı n daha önce
Küçü k Talat, Bahaettin Şakir gibi arkadaşlarıyla kurduğu Komünist
Partisi çoktan Tü rkiye içine atlamış, burada "Anadolu Şuralar H ü kü­
meti" gibi bir devlet adı daha yerleştirmeye başlamıştı . Uşak Kong­
resi biter bitmez Kara Vasıf Bey ile arkadaşları , ittihat ve Terakki'nin
bin türlü k ı l ı kta , tehlike içinde pişmiş, yetişmiş bir eski adam ı olan
sosyal ist eğilimli Baha Sait Bey' i gizl ice Kafkasya'ya , Halil ve N u ri
paşaların yan ı na göndermişti .
Uşak Kongresi , kendisini geçici Anadolu Devrim H ü kü meti olarak
adland ı rm ı ş , bunun seçtiği icra Komitesi, Sovyetlerin delege olarak
l stanbul'a gönderdiği Kızıl Ordu subayları ndan Albay l lyaçef'le bir
antlaşma müsveddesi bile yapmıştı .

34 1
Sonra, Albay l lyaçef, Kara Vasıf Bey'in aracı lığ ıyla Sivas Kong­
resi'nde bulunan Mustafa Kemal'in yan ı na gitmiş, onunla böyle bir
antlaşma tabanı üzerinde düşünce yoklaması nda bulunmuştu . Yal n ız
Mustafa Kemal, böyle bir antlaşman ı n şimdilik mevsimsiz olduğunu
söylemişti . Şundan ki, orada henüz sorumlu bir hükümet filan olmad ı­
ğ ı ndan yapılan antlaşma kağ ıt üzerinde kalabilird i . Bu gibi işler ancak
sorumlu hükümet kurulduktan sonra yapı labilird i .
Albay l lyaçef'le arkadaşları , böylece elleri boş dönmüştü .
Ne var ki, 26 Şu bat 1 920 tarihinde Kara Vasıf Bey'den gelen
mektu p M ustafa Kemal'i hem çok şaş ı rtm ı ş , hem de öfkelend irmişti .
Mektu pta , Kafkasya'da Tü rkiye Geçici Devrim H ükümeti icra Komi­
tesi ad ı na yetkili delege olarak bulunan Baha Sait Bey' in oradaki
yetkili Sovyet makamlarıyla yaptığı bu ittifak antlaşmas ı n ı n müsved­
desi vard ı . Baha Sait Bey, bu on beş maddel i k antlaşmas ı n ı 1 1 Ocak
1 920'de yapm ı ştı .
Ka ra Vasıf Bey, antlaşma müsveddesinin kopya ed ilerek imza­
land ı ktan son ra , kendisine gönderilmesi n i , Karakol Örgütünce de
mühürlenerek Sovyetler'e gönderileceğ ini bildiriyord u . Vas ıf Bey,
böylece gerek iç, gerekse d ı ş ilişkilerde Karakol Örg ütü adına biri­
cik soru m l u , yetkili kişi rolü nde görü nüyord u . Öbür yanda da Baha
Sait Bey, d ışarıda ondan ald ı ğ ı yetkiyle bağ ı msız bir delege olarak
Sovyetler'le her türlü görüşme ile antlaşmaları yapmakta serbest
bulunuyord u .
M ustafa Kemal , bu dengesizliğe p e k çok k ı z ı p öfkelendi . Onlara
verdiği yan ıt da sert, kesin old u . Kend isinin hem Baha Sait Bey'i
delege olarak tan ı mad ığ ı , hem de onun kendi baş ı n a yapt ı ğ ı ant­
laşmaya imza atmayacağ ı n ı , bundan böyle de kendi başına işler
yap ı l mamas ı n ı azarlarcasına bildird i . Vasıf Bey'le arkadaşları , an­
cak lstanbul 'daki Anadol u ve Rumeli Müdafaayı H ukuk Derneği'nin
üyeleri olabil i rd i .
Mustafa Kema l , Kara Vasıf Bey'le Karakol örg ütçüleri n i azarla­
yan mektubunu gönderd i kten son ra , bunu olduğu gibi Doğu Cephesi
Kumanda n ı Kaz ı m Karabekir'e de bildird i .
Kaz ı m Karabekir özet olarak Mustafa Kemal'e şu yan ıtı verd i :
"Bolşevizmin bulaşıcı olan gücü v e hareketleri özellikle i tilaf Dev-

342
!etlerinin bize karşı baskı ları bu biçimde meydana çıktı kça er geç yur­
dumuzu da sürükleyecek ve biricik aman kurtuluşun o güçte birlikte
alı nyazısı birliğini de gerektirecekti . Bir kez bu düşünceyi adeta bir
temel olarak benimsedikten sonra bir de ereğe ulaşmak için yap ı lacak
yanl ı ş ve vaktinden önce davranışları n sonuçland ı racağı en büyük fe­
laketleri ayrı bir evre olarak incelemelid ir. Bunu kesin olarak bilmelidir
ki Bolşevizmin (Komünizmin) bizi kurtaracak bir biçimde girmesi ve
onun gerektirdiği davranışları n tutulması ancak doğu vilayetlerinden
Erzurum kapısı ndan olabilir. Ve orada böyle uzak tehlikeli kurumlarla
değil, Bolşevizmin girişim ve güçlerinin Kafkasları aşıp s ı n ı rlarım ıza
dayanmasıyla belli olacaktı r. Ve böyle bir davranıştır ki Bolşevizmin
kaplama çemberine girince yurdumuzu da zoru nlu gösterecektir. Bun­
dan dolayıd ı r ki l stanbul'daki örgütün bir patlak vermesi ve antlaşma­
lara girmesi temelde yetkisiz olduğundan geçersizdir. Ve kuşkusuz,
düşmanları n büyük ölçüde sald ı rısı n ı , sonuç olarak l stanbul'da itilaf
güçleri , Rum ve Ermeni elemanları n ı n birliğiyle Bolşevizmin iftirası
altında lslam halkı n ı n pek kötü biçimde baskıyla yok edilmesini ve
artık Türk payitahtı n ı n Türk tarihinden uzaklaşması n ı gerektirecektir.
Hatta daha önce payitaht Rumeli yönünden Bolşevizmle değinişse
dahi benzer biçimler altı nda, gafletle olacak bir ayaklanış, payitahtı ve
lslam halkı n ı benzer tehlikelerin etkisi altında bulunduracaktır. Bu iş
böyle olmakla beraber Bolşevik ordularına da ülkemiz katı nda umur­
samaz ve kayg ısız davra n ı lmayacak, kendilerinin umut ve güvenliği
kurma ve koruma ve s ı n ı rları m ıza çabuk ve güvenle, eylemle gelme­
lerini h ızland ı rmak için de girişimlerden geri durmamak ve fakat bildir­
diğim biçimde hiçbir zaman angajmana(bağlantıya) girişmeyerek işi
manevi ilintilerle yönetmelidir. lstanbul'daki Kara Vasıf ve arkadaşları­
nı bu bakımdan uyararak birbiriyle olan meslek ve davran ışları ı l ı m l ı l ı­
ğ ı yöneltmek ve kendilerini reddederek kı rmamak düşüncesindeyim."
*

Bu s ı rada Batum 'daki Türk subayları , şeh i rde on bin kişilik si­
lahlı çı karabilecek d u rumda olan Bolşevik eğilimli Türk, Müslüman
hal k ı n Bolşevize edilmesi için Kazı m Karabekir'e dan ı ştılar. O da
Temsil Kuru l u Başka n ı M ustafa Kemal'e yazd ı . M ustafa Kemal de

343
ona gecikmesi vatan hainliğidir d iye ived i bir telg raf çekerek şöyle
yanıt verd i :
"Batum v e dolayları nda Bolşevi klik ilanı üzerindeki yü ksek dü­
şüncelerinize bütü n üyle katı l ı rız. Bu düşüncenin hemen uygulan­
mas ı n a geçil mesi için gerekenlere bildirilmesini ve giriştiğiniz yeni
savaşlarda bizim için yararl ı bir güç olarak sürdürülmesine çal ışıl­
mas ı n ı d i leriz efend i m . "
Temsil Kurulu adına
M ustafa Kemal

Kazı m Karabekir, Batum'un Bolşevikleşti rilmesi için 3. Tümen


Kumandanl ı ğ ı na özet olarak şu buyruğu verd i :
"Batu m'da Bolşevikl i k ilan ı yurdumuzun geçi rmekte olduğu yeni
bunal ı m içinde yararl ı olacağ ı ndan Temsil Kurulu nca da uygun görü­
lecek eylemin h ızland ı r ı l ması isteniyor ( . . . ) Hem subayla rı n gönderil­
diğini ve hem de katım ızdan bildirildiğ inin ve yönetildiğinin büsbütün
gizli kalmas ı n ı n ve Batum olayları n ı n vakitsiz Trabzon'a sı çratılma­
mas ı n ı n sağlanmas ı . "
1 5. Kolord u Kumandanı
Kazım Karabekir
*

1 920 y ı l ı Martı n ı n ortalarında Kazım Karabekir' i n kolordusu su­


bayları nda n , Erka n ı Harbiye okulu öğ retmen yard ı mcıları ndan ko­
mün ist eğ ilimli Ku rmay Yüzbaşı Mustafa Bey, Trabzon yoluyla Ba­
kü'ye gitmekteyken Rize'de üç Bolşeviğe rastlad ı . Bunlar Len in 'ce
yed i ay önce Tü rkiye'deki örgütlerle anlaşmak üzere l stanbul'a gön­
derilmiş üç Kievl i komünistti . Mustafa Bey'e pantolon kemerleri nin
iç astarına yaz ı l m ı ş , resmi damga ile m ü h ü rlenmiş belgelerini gös­
tererek kendileri n i tan ı ttılar. Yüzbaşı Mustafa Bey bun ları n Bolşevik
delegesi old u kları na inand ı . Bunlarla uzun boylu konuşarak düşün­
celerini olduğu gibi not etti .
Yığı nla notun içinden şu temel düşünceler göze çarpıyordu:
"Kuvayı Milliye, Bolşevi klerle ne biçimde davra n ı ş birliği yapmak
ister?

344
Kuvayı Milliye, Bolşeviklere ne gözle bakar?
Kuvayı Milliye , Kafkasya'da ne kerte güç sahibidir?
Tü rkiye'de Bolşeviklik ilan ed ilirse Padişah ve Hal ife'ye karşı ne
d u rum a l ı nacak?
Kuvayı M i l liye ile görüşmek üzere bir ay önce Moskova'dan bu
yakı nlarda An kara'ya giden takma ad ı Hacı Şeyh Sü leyma n , gerçek
ad ıyla K ı r ı m Emlak ve Arazi Komiseri Sü leyman ldrisof ile arkadaşı
Vel i lbrahimof l stanbul'da l ngil izlerin sıkı izlemesine uğrad ı klarından
bizimle görüşmeden Şam vapuruyla l stanbul'dan savuştular. Şimdi
nerede old u kları n ı bilmiyoruz. Bu iki kişi Mustafa Kemal'le görüşme­
yi başarabildi mi? Sovyetler'le siyasal ilişkilere g i rişilmek isten iyorsa
bizimle birlikte Moskova'ya delegeler göndersin. Batu m'daki Türk
komün istlerle görüşmek istiyoruz. Kimi sal ı k veri rsi n iz?"
Kurmay Yüzbaşı M ustafa Bey, beraberi ndeki görevli subay ar­
kadaşlarıyla Batu m'daki komünist devrimini başlatmak üzere bir
motorla giderken birden bire patlayan hava dolayısıyla Rize'ye s ı ğ ı n­
mak zoru nda kal m ı ştı .
1 . Kafkas Kolordusu Ku rmay Kuru l u nda bulunan Mustafa Bey
çok yetenekl i , güveni l i r bir subay olarak bilin iyord u . Büyük propa­
ganda yeteneğine sahipti .
6 Mart 1 920 günü Rize'ye s ı ğ ı nan Yüzbaşı Mustafa Bey'le ar­
kadaşları biraz son ra fı rtı nadan kaçan bir başka motoru n can kor­
kusuyla kendini kıyıya attığ ı n ı gördüler. i şte , bu mataradan iki Rus­
yal ı Bolşevik çıktı , görüştüler. Bunlar, iki Müslüman Tü rk Bolşevikti .
Biri bundan altı y ı l önce Rusya'ya geçmiş bir Osma n l ı Türk'üyd ü .
Öbürü i s e K ı rı m ' ı n Yalta kasabası ndan bir Tatar'd ı . İ ki Türk Bolşevik,
Kurmay Yüzbaş ı Mustafa Bey'e söyleyecekleri n i söyledikten sonra ,
kendilerine herhangi bir ilgi gösteril med iğinden y i n e motora binerek
1 6 Mart 1 920 günü Batum'a yolland ı . Batu m Müslü manlarıyla Tü rk­
lerini Bolşevi k yapmak için Kazım Karabekir'ce görevlendirilen Mus­
tafa Bey'le arkadaşları da ertesi gün motorla yol land ı lar.
*

Batum'da Bolşevi kliği ilan etmek üzere giden Mustafa Bey'le


adamları , orada yed i , sekiz bin kişil i k bir Müslüman Bolşevik eğil im-

345
l isiyle karş ı laştı larsa da burada bin dört yüz kişilik iyi gereçlenmiş
bir l ngiliz gücü de buldular. Bu l ngiliz birliğinin otuz makineli tüfeği ,
sekiz topu vard ı . Halkın elinde silah yoktu . Tuapse yoluyla büyük
sila h , cephane bekleniyord u . Ancak bunlar geldikten son ra l ngilizle­
ri Batum'dan kovmak işine girişeceklerd i . Bu yüzden Mustafa Bey,
l ngilizleri buradan daha çabuk kovmak üzere Türkiye'den beş altı
bin silah istemek zoru nda kald ı . Bu silahlar verilince l ngil izleri birkaç
gün içinde Batum'dan atabileceklerine inanıyord u .
Kumanda n l ı k b u n u n üzerine Trabzon l sti hk�m park ı nda Ruslar­
dan kal m ı ş bir ateşleme makinesiyle bir ölçek fünyeyi mil itanlara ve­
rilmek üzere Hopa'ya gönderd i .
Karadeniz kıyı s ı nda bundan on a y önceki K ı z ı l Ordu'nun kal ı ntı­
ları ndan örgütlenmiş, her gün biraz daha g üçlenen çoğ u nluğu Müs­
lümanlardan meydana gelmiş bir Karadeniz Ordusu vard ı , ad ı na
Yeşil Ordu deniyord u . Bu ordu bütünüyle Bolşevik değilse de kilit
noktalardaki g izli militanlar onu Bolşevizme eğilimli bir d u rumda tu­
tuyord u .
l ngilizler, bu Yeşil Ordu'yu e l e almı şlar, G ü rcistan v e Azerbay­
can'la birleştirerek Bolşeviklere karş ı bir Karadeniz baraj ı yaratmaya
çal ışıyorlard ı . Ne var ki bunu da pek başard ı kları söylenemezdi .
Yeşil Ordu'nun kolbaşı s ı Novorossisk'e on beş kilometre ötedey-
d i . Yeşil Ord u , Armad i r dolayları ndan a l ı nacak Bolşevik güçlend irme
birl i klerini bekliyord u . Bu güçlendirme birlikleri gelir gelmez Novo­
rossisk üzerine yürüyerek bunu ele geçirecekleri g ü n bekleniyordu.
Yeşil Ord u , Lenin'in son kez yayımlad ı ğ ı ortaklaşa dayanış progra­
m ı n ı benimsemişti . Bu da onun Kızıl Ordularla birleştiğini kan ıtl ıyordu.
işte bu s ı rada Batum'da saklanarak tehlikeli bir mil itan yaşayı ş ı
geçiren Mustafa B e y ile arkadaşları Türkiye'den s i l a h gelmeyince
bütün umutları n ı bu Yeşil Ordu 'ya bağlam ı şlard ı . Ondan alacakla­
rı silahlarla hemen davranacaklar, Denikin ordusunun döküntü leri ,
Fransız, ltalyan güçleri Batum'a ayak basmadan önce Bolşevikliği
ilan ederek Kafkas geçitlerine yaklaşmakta olan Kızıl Ordu'yla he­
men bağlantı ku racaklar, böylece Kuvayı M i l liye'ye kuzeye doğru bir
yard ı m , umut kap ı s ı açı l m ı ş olacaktı .

346
Beklenildiği gibi 24-25 Mart 1 920 gecesi Kızıl Ord u birlikleriyle
birleşen Yeşil Ord u , Novorossisk üzerine yürüyerek General Deni­
kin'in bu son s ı ğ ı n ağ ı n ı da elinden almış, Bolşeviklerin eline pek çok
tutsak, silah ve cephane geçmişti .
Artı k, Kafkasya' n ı n H azar Den izi , Karade n iz kıyı ları baştan başa
Kızı l , Yeşil orduların egemenliği altı na girmişti .
Otuz bin kişilik Denikin ordusu döküntüsü Gürcistan'a kaçm ış,
büyük rütbeli bütün subayları Batum'a s ı ğ ı n m ı ştı . Denikin, lstanbul'a
kaçm ıştı .
Batum'da bu zafer üzerine, Türk militan subayları n ı n yönettiği
devrimci komiteler, l ngilizlere karş ı mitingler yapmaya başlad ı lar. 1 7
N isan 1 920'de şehrin her yan ına Bolşeviklerce bildiri ler ası larak l n­
gil izlerin hemen Batum'u boşaltmaları , yoksa doğacak kötülüklerin
sorumluluğunun onları n olacağ ı bildirildi.
Ku rmay Yüzbaşı Mustafa Bey'le buyruğ undaki su baylar, Ba­
tum'dan yol bularak Bakü'ye geçtiler. Orada Ali Bey'in (Enver Paşa)
bilgisi, d i rektifi altında ilk Tü rkiye Komünist Partisi'ni kurdular. Bun­
ları n baş ı nda Halil Paşa , Türkiye Devrimci Geçici H ü kümetinin (Ka­
rakol ôrgütü ' n ü n ) yetkili delegesi Baha Sait Bey, Doktor Fuat Sabit
Bey, Küçük Talat Bey vard ı . Bir yandan da Kuvayı Milliyeci olan bu
Türk ayd ı nları , böylece yarı resmi bir örgüt içinde toplanarak Sov­
yetler'le Kuvayı M i l liyeci Türkiye aras ı nda bir yard ı mlaşma bağlantı­
sı kurman ı n peşindeyd iler.
Bakü'de ilk Türkiye Komünist Partisi'nin kuruluşu biraz da Ka­
zım Karabekir'i n bilgisi , korumasıyla olmuş gibiyd i . Mustafa Bey'den
Trabzon 'daki 3. Tümen Kumanda n l ı ğ ı ' n a gelen taze haberleri , he­
men Kazım Karabekir'e aktard ılar. O da Rüştü Bey'e buyruk gön­
dererek Türkiye Komü nist Partisi'nin hemen M üsavatçı Azerbayca n
hükümetiyle i lişki kurarak Tü rk Kuvayı Mill iyesine altı n , para yard ı m ı
sağlaması n ı isted i . Hasankale'nin doğusuna Azerbaycan , Bolşevi k
Rus uçakları n ı n inebileceğ ini bir kolayl ı k olara k bildird i .
Kızı l Ordu 28 N isan 1 920 günü olaysız Bakü'ye gird i . Türkiye Ko­
münist Partis i , Rus Bolşevikleriyle doğrudan doğruya temasa geçti .

347
Dört bin Bolşevik K ı rg ı z askeri , Taşnak ve Ermenistan üzerine yü rü­
mek üzere haz ı rlanmaya başlad ı .
Kazım Karabekir, Bakü'de kurulmuş olan Türk Komünist Parti­
si'yle doğrudan doğ ruya il işki kurarak 5 Mayıs 1 920 tarihinde Tür­
kiye'nin en yen i siyasal olayları üstüne bilgi verd i kten sonra, Az.er­
baycan Hükümeti'nden Kuvayı Mill iye H ü kümeti için a l ı nacak borç
paraya değinmiş, Moskova'ya g itmek üzere haz ı rlanan özel bir Türk
delegeleri kurulundan haber vermişti .
Kazım Karabekir, yine 5 Mayıs 1 920'de Ankara Büyük Millet
Meclisine yazd ı ğ ı yazıda şöyle diyord u :
" . . . Bakü Komünist Partisi aracı l ı ğ ıyla Moskova Bolşevik Şuras ına
sunulacak yüksek mecl isin önerileri Trabzon'a verilmiş ve gereken
tedbirler yap ı l m ı şsa da Bolşevik ordusunun olays ızca ve hoş karş ı la­
narak Az.erbaycan'a girmesinden doğan yen i d u rum üzerine Batum
ile Bakü ulaşt ı rması l ngil izlerce kapa n m ı ştır. Bu yolla gönderilecek
yazılar bu kez Beyazıt ve Nahçıvan yol uyla ve 1 1 . Tümene seçilmiş
seçkin subaylar eliyle dahi gönderileceğ inden buna ilişkin tedbirler
de a l ı n m ı ştır. Ancak, Az.erbaycan'a giren lslam orduları n ı n bir bölü­
mü Karabağ üzeri nden Ermenistan'a karş ı yü rüyüşe hazı rlan makta
olduğu Erivan bölgesinden belgeli olarak bildirildiği gibi son bilgilere
göre Gürcista n , Bolşeviklere karş ı seferberlik yapt ı ğ ı ndan Az.erbay­
can cephesinden türlü Bolşevik güçlerinin Gürcistan s ı n ı rları na yö­
neldiği de anlaş ı l maktad ı r.
Bu olayların doğuşu ve geçişi bizi belki de yakın zamanda Is­
lam Bolşevik orduları birlikleriyle bi rleşmeye zorlayacaktır. Bundan
dolayı Moskova'ya gitmek üzere çabucak hazı rlanmas ı n ı önerdi­
ğim büyük ve karış ı k güçlü kurula bir kez daha d ikkati nizi çekmek
isterim . ( . . . ) Yarı n Bolşevik orduları s ı n ı rları m ı za doğru gelirken ve
Tü rkiye'nin a l ı n yazısı ve gelecekte insanoğl u n u n kurtuluşu ad ına
yapılacak görüşmeler s ı rası nda l slam orduları birliklerine dayanarak
ya da Anadolu'da yeniden l ngilizlere karş ı açı l m ı ş olan savaşlara
katılmak amacıyla Enver, Talat, Cemal paşalarla arkadaşları ve yine
Halil ve Nuri paşalar gelirlerse bunlar ne biçim karşılan ı p beni mse-

348
necektir? ( . . . ) O halde bu kişiler gelir ve onlar da bu kez taburları n ı
yeniden kurmak ad ı altında yen i b i r ö ç alma durumuna düşerek işe
karışmak ve hatta baş olmak ve daha bayağ ı s ı da komite akımları n ı
coştu rmak isterlerse u l u s b u n u n e biçim karş ı l ayacak ve koruyacak
ya da hoş görecektir? ( . . . ) Şimdi d ı şarıdaki paşaları m ız, Bolşevik
akı m ı diye yurdumuza g i rerlerse o zaman d ı ş ve iç düşmanları m ı z ı n
suçlamaları , artık tan ı ksız olarak dünya n ı n gözü önünde meydana
gelebilir.
( . . . ) Bununla birlikte d ı şarıda olan bu kişilerin onurunu k ı rmamak
ve onları umutsuz düşürmemek de çıkarı m ı z gereğ indedir."
*

Türkiye Komü nist Partisi'nin iki l ideri Halil Paşa'yla Doktor Fuat
Sabit Bey Anadolu Devrim Hükümetinin sorunları n ı anlatmak, para,
silah yard ı m ı sağlamak üzere 1 920 Mayı s ı n ı n sonları nda Mosko­
va'ya g ittiler. Bolşevik liderleriyle görüştüler. Tü rkiye'nin durumu üs­
tüne bilgi verdiler.
- Sovyet Rusya ile ilişki kurmak, Anadolu devrim hareketinin
amacı d ı r, dediler. Bizim görevimiz ve yetkimiz bu ilişkiyi kurmak değil,
Anadolu'nun durumunu açı klayarak bunun taban ı n ı hazı rlamaktı r. Bu
ilişkilerin temellerinin tan ı mlan ı p belirlenmesi her iki yan ı n direktifini
taşıyan yetkili kişiler aracılığ ıyla olur. Bunları taşıyarak Anadolu'ya gi­
decek bir Sovyet Cumhu riyeti delegesiyle ilişkilerin biçimi ve genişliği
üstüne görüşülebilir.
Yal n ız, bu il işkilerin kendiliği üstü ne d u rumdan esinlenerek kişice
ka n ı ları n ı da bu konuşmaya kattılar.
Hariciye Komiseri Çiçeri n :
- Anadolu 'daki ul usal davra n ı şa yard ı m etmek amacımızd ı r,
ded i . Bolşevizmin kend iliği toplumca evrim olmakla birlikte Doğuda
ulusal devrimleri tutmak ve ona yard ı m etmek prensibini ben imse­
dikçe de bu da s ı n ı rl ı d ı r. Örneğ in Afgan'daki ulusal davra n ı ş ı destek­
l iyor ve güçlendiriyoruz. Amanullah Han'a yard ı m ediyoruz. Ne var
ki bu silahları n yarın bize karş ı ku llan ı lmayacağ ına güvenemiyoruz.
Fuat Sabit Bey, bunun üzerine Anadol u 'daki u lusal davra n ı ş ı n ne
gibi gereksinimlerden doğduğu n u , Tü rkiye'nin tari hçe ve toplu mca

349
d u rumunun Avrupa'dan pek başka bir şey olduğunu anlattı ktan son­
ra şöyle konuştu :
- Anadolu'daki ulusal davra n ı ş ruh u , Batıdaki, s ı n ıf davran ışı n ı n
ruhundan başka b i r şey değildir. Yal n ı z zulüm v e baskı etkenleri Do­
ğuda başka olduğundan dolayı özgürlüğü kurtarış etkenleri de baş­
ka biçimde beli rir. Batıda bir yanda kapitalizm ve emperyalizm salta­
nat ı n ı kurmak uğruna istila siyaseti izleyen bir s ı n ıfl a , bunun baskısı
altı nda inleyen başka bir s ı n ıf olduğundan devri m , s ı n ıf n itel iğinde
oluyor. ( . . . ) Yüz y ı l ı n düşüncesiyle uyuşmuş serüvenci siyasetlerin
Anadolu devrimcileri aras ı nda yeri yoktur.
Çiçerin bu anlattı kları n ı bir rapor olarak kendisine vermesini dile­
diğinden Fuat Sabit Bey de bunu yazarak ona verd i , bir suretin i de
Trabzon'da 3 . Tümen Kumanda n ı Rüştü Bey el iyle Tü rkiye Büyük
Millet Meclisine gönderd i .
Halil Paşa'yla Fuat Sait Bey'in başvurması üzerine Sovyet Hükü­
meti, Anadolu devrimlerine yapılacak yard ı m ı ilk elde bir milyon altı n
lira, altm ış bin tüfek, (yirmi bin Rus, yirmi bin Fransız, yirmi bin l ngiliz)
beher tüfek için üç bin fişek, yüz on iki top, on ağ ı r top olarak öngörd ü .
*

Bu s ı rada l brahim ve Hulusi adl ı iki genç subay, Trabzon , Batum ,


Bakü yolunu izleyerek Moskova'ya vard ı . Mustafa Kemal Paşa'n ı n
mektubunu Lenin'e sundular.
Bu mektup Halil Paşa'yla Fuat Sabit Bey' in istediği yard ı m biçi­
mini desteklemekle birlikte bir de Sovyetler'e Kafkasya'da askerce
yard ı m öneriyord u . Sovyet devlet adamları , bunu gereksemed ikleri­
n i söylediler.
Bu görüşmeler s ı rası nda Cemal Paşa , Bahatti n Şakir, eski l stan­
bul Polis Müdürü Bedri beyler, Al manya'dan Talat Paşa'n ı n yan ı n­
dan Moskova'ya geldiler.
Mustafa Kemal Paşa'n ı n kendileriyle haberleştiğini, Mustafa Ke­
mal Paşa ad ı na Sovyet hükümetiyle görüşeceklerin i , yalnız son sö­
zün M ustafa Kemal Paşa'ya özgü olduğunu söylediler. Bu arada te­
mel amaçları n ı n da Doğuda çal ı şmak olduğunu açı klad ı lar.

350
Fuat Sabit Bey onlara :
- Anadolu devri m i , i tti hat v e Terakki'den ayrı bir şeydir. Eğer
siz Anadolu ad ı n a iş görürseniz i tti hat ve Terakki ile bu devrimin bir
olduğu kuşkusu uya n ı r ve bunun durum üzerine iyi ya da kötü etki
yapacağ ı üstüne ben hüküm veremem, deyin ce Cemal Paşa :
- Benim kişisel ka n ı ları m , Anadolu devrim i düşüncesiyle uyuş­
maktad ı r, ded i .
Bu kan ı ları n ı , düşü ncelerini M ustafa Kemal'e bildirmek üzere
yazıp hazı rlad ı . Cemal Paşa g rubu, arkadaşlar aras ı nda böyle ko­
nuşmakla birlikte Sovyet liderleriyle görüşmek üzere pek ived i dav­
ranmad ı lar.
l brahi m , Hulusi beyler Sovyet l iderleriyle görüştü kten sonra gel­
dikleri yoldan geri dön mek üzere hazırland ılar. Sovyetler, onları n
yan ı s ı ra bir ölçek alt ı n göndermek isted ilerse de den izdeki büyük
tehlike düşünülerek bundan vazgeçildi.
Fuat Sabit Bey, ilk yard ı m kafi lesiyle Tü rkiye'ye döneceğ i n i ,
Tü rkiye'ye gidecek R u s delegesinin Türk dostu , Türkiye sorununa
önem verecek bir kişi olmas ı n ı istediğini, böyle bir adam aramakta
olduğunu Türkiye'ye gidecek rapora yazd ı . Böyle geçici bir delege
bulunacak olursa l bra h i m , H u l usi Beylerden hemen sonra Bakü-Tif­
lis-Kars yoluyla, yan ı nda ilk posta olarak yüz yirmi bin altı n l i ra ile
Türkiye'ye gidecekti . Bundan sonra yard ı mlar böyle ufak partilerle
yurda soku larak Kazım Karabeki r'e verilecekti. Fuat Sabit Bey, or­
dunun yevgisi için de ayrıca erzak vb. sağlayacaktı .
Sovyetler'in elinde pek çok mücevherat, altı n stoku olduğu halde
yolları n güvensizliği yüzünden göndermekten çekiniyorlard ı .
*

Fuat Sabit Bey, Avru pa'n ı n , Amerika ' n ı n sosyalist çevrelerinden


Moskova'ya gelmiş bir y ı ğ ı n gazeteciye, düşünce adam ı na Türk
devrimci k ı m ı ltısı üstüne bildiriler verip duruyord u . Bununla da an­
l ı yordu ki i nsanc ı l davalara karş ı gözleri , kulakları açı k olan dü nya
sosyalizm i , Tü rk'ü n davası üstü ne h içbir şey bilmiyordu. Yal n ı z elin­
de istatistik verileri olmayan doktor burada birçok güçlüklere uğru­
yordu.

351
Halil Paşa'yla Fuat Sabit Bey' in Moskova'ya vard ı kları günlerde
l ngiliz Trades-Union işçileri delegeleri de gelmişti . Sovyet hükümeti ,
bu l ngiliz işçilerine çok parlak bir karşı layış töreni yapt ı . Buna Halil
Paşa'yla Doktor Fuat Sabit Bey de çağrı ld ı . Hemen ertesi gün Mos­
kova ' n ı n kocaman Opera Tiyatrosunda un utul maz bir toplantı yap ı l­
d ı . Sovyetler Birl iğ i ' n i n bütün işçi delegeleri burada toplan m ı ştı . Fuat
Sabit Bey'in san ı s ı na göre elli bin kişi vard ı . Len i n , Sta l i n , Zinovyef,
Kamenef, Kari Radek gibi birçok Sovyet ileri gelenleri özel locaların­
daki yerlerini alm ışlard ı .
l ngiliz işçi delegeleri sah neye çıkıp kardeşlik nutukları çekti ler,
tiyatroyu y ı kan bir alkış tufa n ı kulakları sağ ı r etti . Sonra , Sovyet işçi
örgütleri delegeleri sahneye çı karak dostl u kta n , kardeşl ikten, em­
peryalizm, kapitalizm düşman l ı ğ ı ndan uzun boylu söz ettiler.
En sonra, Doktor Fuat Sabit Bey, Türk Kom ü nist Partisi delegesi
olarak Türk köylüsü, işçi ad ına konuşmak üzere sah neye çı karken
bütün Sovyet işçi delegeleri onu büyük bir coşkun l u kla , sevg iyle al­
kı şlad ı lar. Doktor, alkışlar bittikten sonra nutkuna şöyle başlad ı :
- Yoldaşlar,
Bir toplantıda bulun uyorum ki orada mazlumları zulümden kurtar­
mak uğruna çal ışa n , insanlar hakkı nda haksızl ı ğ ı kald ı rmak ve ka r­
deşliği kurmak isteyen mert insanları n vekilleri topl a n m ı ştır. Karş ı m­
da d ünyadaki zulümlerin başı olan kapital izm ve emperyal izme karşı
üç yıldan beri tek baş ı na dövüşen, sellerle kan akıtan ve en sonra
başarıya erişmiş olan kah raman Rus işçisi ve köyl üsünü temsil eden
soylu , yürekli insanlar var. Sonra kend ileri n i sevinç ve sayg ıyla kar­
şılad ı ğ ı m ız l ngiliz işçi delegeleri var. Ü nlü konuklara içtenlikle hoş
geldiniz der ve kendilerine ortak işte başarı dileri m .
Doğunun v e Batı n ı n işçi temsilcilerinin toplan d ı ğ ı bu tarihsel top­
lantıyı kutlar, burada mazl um Tü rk işçisi ve köyl üsü n ü n davas ı n ı aç­
maya ve bu nokta üstü nde açıklama yapmaya müsaaden izi dileri m .
Yoldaşlar! Dünya n ı n en büyük facias ı , bug ü n Anadolu köylü ve
işçisinin baş ı nda oynanıyor. Avrupa kapitalistleri , kendi yurtlarında
uyanan işçi kamuoyu karş ı s ı nda yenileceklerin i a n l ı yor ve Türk pro­
letaryas ı n ı , kara halkı n ı işletmek istiyorlar. Tü rkiye'yi her ülke kapita­
li için istila bölgesine ayırıyorlar ve oraları işgal ediyorlar.

352
Bu amaçları n ı meşru bir biçimde yapmış görü n mek için Doğuda
kapitalin ajanları olan Ermen i ve Rum soru n u n u ileri sürüyorlar.
Yoldaşlar, ben , bu sorunu kapitalistlerin kışkırtmalarından ve
resmi ajanlardan değ i l , yal n ız olarak incelemelerin i sayg ıdeğer tem­
silcilerinden dileyeceğ i m .
Yal n ız, bi rkaç sözcükle göstermek isterim k i Rumlara vermek is­
tedikleri lzmir vilayetinde Rum nüfusu yuvarlak sayı , yaklaş ı k olarak
yüzde on beş-yirmi ve doğu vilayetleri nde Ermeni nüfusu yüzde on­
on beşi geçmiyor. Rum ve Ermeni istilacı ları n ı n görevlerini kolaylaş­
tırmak için hükümeti n ve ordunun elindeki sila h ı topluyorlar ve silah l ı
Rum asker v e çetelerini yurda sokuyorlar. Doğal olarak bunu yığ ı nla
Türkleri öldürme izl iyor.
Yoldaşları m , lzmir trajedisi, bu doğ ruyu anlatmaya yeter. Ken­
dileri ele geçirmek isted ikleri yerleri ise sosyal ist kamuoyu önü nde
işgallerini hakl ı göstermek için bir sorun çıkarıyorlar. Kilikya sorunu
buna tan ı ktır. Size d iyemem ki Ermeniler Tü rkiye'de zulüm görme­
diler. Ne var ki bunun sorumlusu Tü rk proletaryas ı , kara halkı , hatta
Türk ulusu değildir. Kuşkusuz, Osman l ı h ü kümetinin bunlarda suçu
vard ı r. Yal n ız, olayları n kaynaklarına dek analiz uzatı l ı rsa bunun
yine istilaya taban haz ı rlamak üzere emperyalistlerce yap ılan kış­
kı rtmalarla olduğuna kuşku kal maz.
Yoldaşlar, Türk işçileri ve köylüleri kan ı kt ı r ki İ ng i l iz işçi çevreleri
yap ı lan işlerden habersizd i r ve umarım ki doğ ruyu öğ renince hükü­
meti katında bu "müdahale ve işgal" siyaseti ne ve üzücü olaylara
son vermek için gücünü kullanacakt ı r. Ve bekler ki bütü n d ü nya işçi­
leri ve özellikle Rus işçileri , başlad ı ğ ı varl ı k ve kurtuluş kavgas ı nda
kendisine kardeş yard ı mları n ı esirgemeyecekti r.
Fuat Sabit Bey, nutku nu bitirip de sah neden inerken bir alkıştır
koptu . Fuat Sabit Bey, sah neden indikten sonra İ ng i l iz Kurulu Baş­
ka n ı , kati bini göndererek onunla görüşmek isted iğini bildird i . Ertesi
gün Rus gazeteleri nutkun özetini yayı mlad ı la r. Asl ı n ı n çevirisi ise
D ı şişleri Komiserl iği dergisine konulmak üzere a l ı nd ı .
*

353
Kuzey Kafkasya'dan dönen iki istihbarat subayı , lsmail Hakkı ile
Aziz beyler, 1 920 Ağustosu nun baş ı nda Kazı m Karabekir'e Sovyet­
ler'le anlaşma olanakları üzerinde kolayl ı klar gösteren önemli ha­
berlerle yüklü bir rapor sundular.
Bu raporun son paragrafı şöyle diyord u :
" . . . Bolşevi kleri n gerek birlik d u rumunda bulunsun v e gerekse bu­
lunmas ı n Bolşevik prensiplerinin Tü rkiye'ye g i receğ i muhakkaktır.
Bolşevik prensiplerinin cahil hal klarda pek çok y ı k ı m yapt ı ğ ı denen­
miştir. Özel likle Tü rkiye gibi felaket içerisinde ve düşman karşısı nda
bulunurken ayrıca Bolşevik prensipleri n i n yıkı m ı na uğraması , yıkı­
ma en çok bütün yurtla birlikte subayları n uğraması acıkl ı sonuçlar
doğu ru r.
Bundan dolay ı , Bolşevik prensipleri n i iyi incelemek ve bu düşün­
cen i n nerelerden ve ne biçimde girmesi gerekeceğ i n i bel irlemek ve
belli etmek, Bolşeviklik prensiplerini yurd u n bug ü n kü din ve toplum
durumuna göre değiştirerek almak zorunludur.
Bunun için en önemli merkez Trabzon'dur.
Bolşevik çal ı şmaları n ı izlemek, incelemek ve yönetmek üzere
siyasal , güçlü bir çal ı şma kurulunun Trabzon'da bulund urulmas ı n ı
kesinlikle gerekli sayıyoruz.
İsmail Hakkı - Aziz
*

M ustafa Suphi Bey, 1 920 yı l ı n ı n N isan sonlarına doğ ru bir iki iç­
ten arkadaşıyla Moskova'dan Bakü 'ye g itti . Sovyet liderleri onu iyi
tan ı yorlard ı . Sibirya'da tutsak Türk subayları n ı n yard ı m ıyla örgütle­
diği devrimci güçlerle çarl ı ğ ı yeniden d i ri ltmek amacıyla kocaman
sürülere kumanda eden Amiral Kolçak'a karş ı çarpışmış, onun yeni­
lerek yere seril mesinde, Türkista n ' ı n Bolşevikleştiril mesinde önemli
rol oynamıştı .
Sovyet rejiminin yerleşmeye başlamasıyla M ustafa Suphi Bey'le
arkadaşları Orta Asya Türkleri arası ndaki çal ı şmaları s ı rası nda Tür­
kiye Komünist Partisi' n i kurdular. Sonra, oralardaki görevlerini bit­
miş sayarak zincire vurulmuş Tü rkiye'yi kurtarmak amacıyla Türkiye
s ı n ı rlarına doğru yola çıktılar. Kimisi Bakü 'ye gelip h ızla örgütleme

354
işine başlarken M ustafa Suphi Bey'le bir iki arkadaşı partisinin a l ı n
yazısı üzeri nde görüşüp b i r statü haz ı rlanmas ına çal ı ştı .
Bir karara vard ı ktan son ra , Bakü'ye vard ı ğ ı nda ittihat ve Terakki
kodamanları n ı n kimi devrimci subaylarla bir Tü rkiye Komünist Parti­
si kurmuş olduğunu görd ü .
M ustafa Suphi Bey, Bakü'ye gelince Sovyetler o n u v e partisini
şehrin en büyük, en g üzel konaklarından birine yerleştird iler. Musta­
fa Suphi Bey, Bakü 'ye gelip de Türkiye üstü ne söz söylemek, örgüt
yapmak hakkına sahip bir tek kişi olduğunu gösterince ilk ku rulan
ittihat ve Terakkici Komün ist Partisi' nin bütü n üyeleri , Bakü'yü bı­
rakıp Batu m'a kaçmak zorunda kald ı lar. ittihatçılar burada bile eski
öç duyguları n ı rahatça taş ıyabil iyor, l stanbul'da vaktiyle kendilerine
karşı yazı yazm ı ş olan d i lci Ahmet Cevat Bey'i yok etmekle korku­
tuyorlard ı . Mustafa Suphi Bey geli nce , bu tehdidi savuran Küçük
Talat Bey, meydanda görü n mez olmuştu . Şundan ki Mustafa Suphi
Bey, onları n 1 9 1 4 y ı l ı nda Si nop Kalesi'ne sürg ü n ettiği l stanbul'un
Fransa'da ü n iversite bitirmiş sosyalist eğilimli gerçek ayd ı nlarından
biriyd i .
ittihat v e Terakkicileri itham gazetesindeki yazı ları , konferansla­
rıyla durmadan yerdiğinden dolayı birçok muhalifle birlikte yakalan ı p
apar topar Sinop'a sürülmüş, oradan da b i r kayı kla Çarl ı k Rusya's ı ­
na kaçm ı ştı . Ne v a r ki onlar, karaya çıkt ı ktan p e k a z zaman sonra
Biri nci Dü nya Savaşı patlamış, Mustafa Suphi Bey de savaş tutsağ ı
sayılarak uzak Sibirya şehirlerinden birine sürülmüş, orada birkaç
kötü y ı l geçirmiş, sonra, arkadan 1 9 1 7 devrimi patlayı n ca Fransa'da
ü niversite eğitimi yaparken çağ ı n en parlak sosyalist hatibi ve lideri
olan Jean Jaures'in düşüncelerine kap ı larak sosyalist olmuş, bin­
lerce Tü rk tutsağ ıyla korku nç ölüm yüklü yıllar yaşanmış hemen
Rus Bolşevikleri n i n yan ı başı nda silaha sarı larak Çarcılar, gericilerle
çarp ı şmaya başla m ı ş , birdenbire devrimcilerin gözünde öneml i bir
adam olup çıkm ı ştı . işte Sovyetler o zamandan beri ona karşı d uy­
dukları yakı n l ığ ı , g üven i şimdi de sürd ürüyor, onu Tü rkiye'de sosya­
list devrimini gerçekleştirecek tek adam olarak tan ı yorlard ı .
Mustafa Suphi Bey, Bakü'ye ayağ ı n ı basar basmaz i l k i ş olarak
önceki iki hizipli komünist partisini tem izleyerek büsbütün kendi yö-

355
netimi altında bir parti d u rumuna geti rd i . i l k partin i n sol kanad ı zaten
kendi adamlarından meydana gel mişti .
Sonra , Orta Asya' da, Sibirya'da kendisiyle birlikte Amiral Kolçak' ı n
Çarcı , gerici güçlerine karşı çarpışan güçler içinde görev alm ı ş bü­
tün tutsak Türk subayları n ı toplayarak Rusya içlerinde yitip gitmiş on
bin Türk askerinden Bakü'ye gelmekte olanları örgütleyip ilk elde bir
"Kızı l Türk Alayı " ku rmaya başlad ı . Daha önceki ittihatçı renkteki ko­
münist partisiyle birkaç kendi arkadaşı n ı n başlattığ ı bu işi çabucak
elle tutulur, gözle görülür bir varl ı k durumuna getird i . Kızıl Alayı bütün
silahlanmış, gereçlenmiş olarak Türkiye'ye götürecek, bağ ımsız bir
güç olarak Yunanlı ların karşısına dikecekti . Böylece Türkiye Komünist
Partisi, Türkiye'nin kapısı ndan içeri girerken salt bir propaganda aracı
olarak girmeyecek, arkası nda dayanacağı bir silahlı güç de buluna­
caktı. Bu daha çok sembolik bir güç olacak, gerektikçe Sovyet Türk­
lerinden tümenler getirip Yunan' ı n karşısına dikecekti . O, Kızıl Ala­
yı böyle örgütleyedursu n , Halil Paşa işe karışarak bütü n tutsakları n
zorla alaya alı nmamas ı n ı , isteyenlerin, yaral ı , sakat olanları n hemen
Türkiye'ye dönmesini söyled i . Şimdilik elde bin kişilik bir güç bulunu­
yord u . On bin Türk tutsağ ı ndan en aşağ ı beş binin karl ı-buzlu , çok
uzak, araçsız Sibirya ülkesinden batıya ulaşmaya çal ı ş ı rken açl ı ktan ,
yoksulluktan , türlü hastalı klardan kırı l ı p gittiği san ı l ı yord u . Gelse gelse
Bakü'ye ancak üç dört bin kişi daha gelebilird i .
M ustafa Suphi Bey, Kızıl Alayı g ü ç l ü Türk su bayları n ı n buyruğun­
da daha önceden Nahçıvan'a doğru yola çı kara k bütü n Tü rk Komü­
nist Partisi kurucu üyeleriyle Türkiye'ye g itmeye hazı rlan ı yord u .
Bugünlerde Ka rs üzeri nden Tü rkiye'ye gitmeye haz ı rlanan Türki­
ye'nin Sovyet Büyükelçisi Medivani yoldaş ı n kalaba l ı k kafi lesine ka­
t ı l ı p gidecekler, Kızıl Türk Alayı da yollardaki karlar kal ktı ktan sonra
Kars'a varacaktı . Ş u ndan ki yol larda kal ı n kar tabakaları ndan başka
Taşnak Ermeni sila h l ı g rupları da kaynıyord u . Hem kara kışla, hem
de bun larla çarp ışarak Tü rkiye'ye giderken yollarda kar gibi eriyebi­
l i rlerd i . i l k yaz aylarında Ermenilerle çarp ı şmak daha kolay olurd u .
M ustafa S u p h i Bey, Tü rkiye'ye ellerini kolları n ı sallaya sal laya gi­
rilemeyeceğ ini iyi bil iyord u .

356
M ustafa Kema l , Enver, Cemal , Halil, Talat paşaları ulusal davaya
burunları n ı sokarak karı ştı rması nlar bahanesiyle Tü rkiye s ı n ı rların­
dan içeri sokmuyord u . Bu ndan dolayı içeri g i rmek için ona başvu r­
mak gerekiyord u . İ çeriye g i rmek için izin istemek, Türkiye'de komü­
n izm çal ı şmaları na yer olup olmad ı ğ ı n ı anlamak üzere çok değerl i
silah arkadaşlarından, Türkistan'da iki y ı l Maarif Komiserl iği yapm ı ş
olan Üsteğmen Süleyman S a m i Bey'e, Mustafa Kemal'e ünleyen b i r
mektup vererek Trabzon'a gönderd i .
3 . Kafkas Tü meni Kumanda n ı Rüştü Bey, mektubu M ustafa Ke­
mal'e telg rafla iletti . Mektup şöyle d iyord u :
"Büyük M i llet Mecl isi Reisi M ustafa Kemal Paşa Hazretlerine,
Süleyman Sami yoldaş el iyle gönderilen mektu bumuzun kapsa­
m ı , gerek Rusya'daki örgütlerimiz, gerekse Üçü ncü Enternasyonal
çevrelerinde güzel etki yapm ış, mazl um yu rt ve hal k ı m ı z ı n da tut­
sakl ı k ve yoksulluktan kesin olarak kurtulması na değgin ortaklaşa
amaçlar, elbirl iğiyle çal ı ş ı l ması hususu ndaki d i retimimiz güç kazan­
m ıştı r. Bunun da tasarıdan eyleme geçmesi için Tü rkiye'de yer yer
ve hemen kend iliği nden doğmaya başlayan komünist örgütleri n i n
kanunlu bir biçime soku l ması gerekir. Gerek bu i ş i sağ lamak v e ge­
rekse genell i kle i l işki kurmak üzere zatıalileri n i n de önerisi veçh ile
geniş yetki taş ıyan kurul bu günlerde kat ı n ıza ulaşmak üzere yola
çı kmaya haz ı rlanmaktad ı r.
Kıyam orduları n ı n Doğu Cephesi' ndeki başarı l ı savaşları , bura­
da güzel etki yaratm ı ş ve ancak son zamanlarda sizin katı n ızdan
hiçbir bağlantı ve u laştırma ku ryesinin de gel memesi di kkati çekmiş
olduğundan dolayı d u ru mu incelemek ve daha güçlü il işkiler kurul­
mak üzere Medivani yoldaş ı n başka n l ı ğ ı altı nda bir kurul o yana yola
çıkarı l m ı şt ı r. Ermeni s ı n ı rları aşı rı yapılan sözü geçen savaşçılar do­
layısıyla kamuoyu nda meydana gelen kimi ikirciklenmeler, bildirimiz
sayesinde d i ndirilmiş ve bu savaşlardan Ermeni işçi ve köylü hal­
kı n ı n zarara uğramayacağ ı , amaçları n ise arada Antanta acenteliği
ederek birçok kötü l ü k ve cinayetten çekin meyen Taşnak hükü meti­
nin ted ibine değg in bildirilmişti r.

357
Katı n ızdan da yap ı l a n bu bildiriler, kam uoyuna g üzel etki yap­
m ı ş olmal ı ki Türklerin barbarl ı kları üstüne eskiden beri yap ı lagelmiş
olan propagandalar, bu kez baş göstermemiştir.
H atta Ermeni komü n istleri , başı nda Türk savaşlarından yana
görünmeseler de savaş ı n çı kmas ı nda, Anadolu kıyamcı ları n ı hakl ı
gösterecek havadislerin yayı m ı n ı sürd ürmektedirler.
Herhalde, "Ermeni katl iam ı " biçiminde Rusya ve Avrupa prole­
taryası n ı n düşü ncelerin i Anadolu savaşlarına karş ı kal d ı rabilecek
olaylara yol açı lmayarak bizim de yalancı çıkarı lmamam ıza ricayı
gereksiz sayıyoruz.
Vrangel'in başarıs ızl ığ ı , Anadolu'nun ise Batı ve Doğu cepheleri­
ni g üvene kavuşturması üzerinde l ngilizlerin de Büyük Millet Meclisi
H ükümeti'yle an laşma i l işkilerine gi riştiğ i yolundaki vaat, son günler­
de güç bul masıyla buna da böyle bir anlaşman ı n Anadolu kıyamcı­
larına şimd iye dek kaza nd ı kları n ı birdenbire yitireceğ i n i , l ng i l izlerin
Anadolu'yu Sovyetler üzeri ne yöneltebilecek maddi ve manevi her
araçtan yoksun bulunduğ u , ancak kıyamcıların Rusya ile daha güçlü
ve işlek bir il işkiye g i rişmek isted i klerini söyled i k ki bu düşü ncelerde
yan ı l mad ı ğ ı m ızı san ı yoruz.
Partimizce Anadolu harekatına yard ı m olmak üzere örgütlenişin­
den daha önce bilgi verdiğimiz Türk Kızıl Alayı üyelerinden ve mer­
kez kurulundan Mehmet Emin yoldaşı n kumandası altı nda yaklaş ı k
olarak üç hafta önce Nahçıvan yoluyla Kazım Karabekir buyruğuna
gitmek üzere gönderilmiş ise de bu sırada Doğu Cephesi'nin sald ı rıya
geçmesi , Taşnakları n Nahçıvan yolunu kapamalarına yol açarak as­
kerin Anadolu'ya ulaştı rı lması mümkün olmam ı ştır. Ancak, alayımızın
Kerusi'den başlayarak Pazarçayı'na doğru yaptığı harekat başarı larla
sonuçlanmış ve düşman gücünün büyük yitiklerine yol açm ıştı r. As­
kerimizden on bir şeh it ve yirmiye yaklaşı k hafif yaralı vard ı r. Şimdi
kış şiddetle sürdüğünden askerimiz Agram'da dinlenmeye çekilmiştir.
Delican yoluyla gönderilmeleri sağlanmak üzere gereken çal ı şmalar
yapı lmaktad ı r.
Büyük Millet Meclisinin Azerbaycan'da temsilcisi Memdu h Şev­
ket (Esendal) Bey Bakü'ye gelir gelmez başarı l ı görev görmesi ne-

358
denleri sağla n m ı ş ve kendisi tan ı n m ı ş devrim adamlarıyla örneği n
son günlerde burada b u l u n a n Rusya H a l k (Vekilleri ) Şurası üyesi
Stalin yoldaşla tan ı ştı r ı l m ı ştır.
Stalin yoldaşla iki saate yaklaş ı k süren bu görüşme sonucunun
Memduh Şevket Bey'ce sunulmuş olduğunu sanmakla beraber iki
üç noktayı buraya eklemeyi gerekli görüyoruz.
Stalin yoldaş, bir kez Rusya Şuralar H ü kü metinin Anadolu'daki
ulusça ayaklan ı ş hareketine, bütün Doğu u lusları nca uyulacak ör­
nek olacağ ı bir önemli tarih olayı olarak baktı ğ ı n ı ve bu hareketi güç­
lend i rmek için her fedaka rl ı ğ ı yapmaya haz ı r olduğunu söyled ikten
sonra şimd iye dek bütü n orada eylemce yard ı mda bulunamad ıysa
bunun nedenini Anadolu ile köklü bir il işkinin ancak son günlerde ku­
rulmuş olmasıyla açıklıyor. Öbür yandan Anadolu hareketleri başla­
d ı ktan son ra Kızıl Ord u ' n u n yansız kald ı ğ ı hakkı ndaki sözlerin etkil i
olmad ığ ı , b u g ü n Nahçıvan cephesindeki savaşlar öneml ice güçleri
tuttuğu gibi Kırım işi girer girmez ilk planda Kafkasya savaşları na
güç verileceğ i bildirilmiştir.
Stalin yoldaş, üçüncü önemli bir sorundan daha söz etti:
- Enver Paşa ve arkadaşları n ı n Rusya'da iyi karşı lan maları ,
bunların kıyamcı Anadol u için çal ı şmaları koşuluylad ı r. Kendilerine
maddi yard ı mlarda da bulunulduğuna göre, bunları n Anadolu cep­
hesini bozacak iç a n laşmazl ı klar çı karmaya girişmeleri belkisi var
m ı d ı r? Böyle yard ı mları sürd ü rmeyi engelleyici bir neden var m ı d ı r?
Memduh Şevket Bey, nedenlerini açı klayarak Enver Paşa'yla ar­
kadaşlarına yard ı m ı n sürdürülebileceği yan ıtı n ı vermiştir.
Buralarda eskiden beri komünist ad ı altında çal ışıp duran Doktor
Fuat Sabit Bey'in Anadolu devrimini milliyetçilikten uzak göstermek
koşuluyla programsız bir çoban hareketi olarak açıklamaya çal ışmas ı ,
temelinde komünistlikle d e ilgisi olmaması yüzünden son olarak Bekir
Sami Bey'in birkaç zaman önceki sorusuna dayanarak, kendisini Ana­
dolu Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin Rusya'da elçisi olarak bildirmiş
ve bir mühür de kazd ı rarak Azerbaycan Hükümeti'nin dört milyon rub­
le istemine kalkışmas ı , durumu çirkin bir biçime sokmuştur.
Rusya Şuralar H ükümeti katı nda temsilcilik edecek kişinin kıyam

359
hareketlerinde yer a l m ı ş , mil itan devrimcilerden seçilmesi uygun
olur düşüncesindeyiz.
Örg ütümüz Bakü kongresinde bir prog ram ve örgüt nizamname­
sini kabul ile parti d u rumuna geçtikten sonra , yu rtta hemen izleye­
ceği siyaseti bel i rlemiştir. Türkiye Komün ist Partisi'nin Büyük Millet
Mecl isi H ü kü meti'ne, emperyalist devletlerle çarp ı şmakta bul undu­
ğu sü rece bütün gücüyle yard ı ma ve kargaşaya yol açacak her türlü
aşırı l ı ktan sakın maya karar verdiği gibi zulüm ve istibdada karş ı sa­
vaşma duyguları n ı n halkı n bağrı nda derinleşmesini sağlamak üze­
re parti çal ışmas ı n a geçmeyi gerekli görmüştür ki bunun kan unlu
biçimde olması için Büyük Mil let Mecl isi H ü kümeti 'nce müsaadenin
esirgenmeyeceği umul maktad ı r.
Tü rkiye Komünist Partisi üstü ne mektubumuzu sunan yoldaş bil­
gi verecektir.
Emperyal izm tutsakl ı ğ ı ndan ve Büyük Mil let Mecl isi H ükü meti'nin
bu yolda açılan devri m cephesinde onurlu yer tutmayı başarması n ı
diler ve sayg ı ları n ı yineler. "
Tü rkiye Kom ü n ist Partisi
Merkez Kuru l u Başka n ı : M ustafa Suphi
Genel Sekreter: Ethem N ejat

M ustafa Suphi Bey, Üsteğmen Süleyman Sami Bey'i n M ustafa


Kemal'e götü rdüğü mektuptan bir ses çı kmayı nca bir süre sonra
eski Zor Mutasarrıfı Salih Zeki Bey'i Trabzon'a gönderd i .
Tümen Kumandan ı , bell i etmeden gözaltı ederek onun diyecek­
leri n i şu telgrafla An kara'ya bildird i :
"Paşa Hazretleri ,
Örgütü müzü n düşüncesi şudur: Dü nyan ı n en h ı rs l ı emperyalist­
leri n i n sald ı rı s ı n a uğrayan zavallı Tü rkiye'yi ve mazlu m halkı istila­
cı ları n kan l ı pençesinden kurtarmak hususunda devrim hükümetiyle
ulusal güçler kumandan l ı ğ ı n a her biçimde yard ı m etmek ve devrim
hükü meti n i n mucizeli man ivelas ı ndan yararlanarak bu meşru davayı
bir ayak önce gerçekleştirmek için çal ışmam ızı yurt içine getirmektir.

360
Böylece , mutlu sonuca daha çok yaklaşı lacağ ı kan ı s ı ndayız. Savu n­
ma gücüne zarar vermemek koşuluyla yurt içinde örgüt yapmak ve
yal n ı zca halk d üzeyini ve yürek gücünü yü kseltmeye yarar bili msel ,
toplumsal nitelikte propagandalarla toplu msal devrim temel lerini ha­
zırlamak ve Türkiye mazl umları ile savu nma örgütleri n i , ul uslararası
dü nya devrim örgütü -yani Üçüncü Enternasyonal- ile tan ı ştırarak
bunları n güçlü yard ı m ı n ı sağlamak suretiyle işe başlayacağ ız.
Şu kadar ki , bütü n bu durumlar arası nda yurtta topl umsal devri m
temellerini hazı rlamakla uğraşacak örgütü müzün nas ı l karş ı lanacağ ı
ve özellikle bugün yurt yönetimi başı nda bulunan kişilerin örgütü müz
üstü ne düşünce , düşün ve davra n ı ş biçimleri , U luslararası Dü nya
Devrim Örgütünce de d i kkatle izleneceğinden bunları n herhangi bir
nedenle aleyhte verilecek yarg ı ve kararları n ı n , yurdumuzun gele­
cekteki yazg ısı üzerine etkisi muhakkak bulunduğundan pek karı ş ı k
olaylara karı şmış kişilerin yapmaları muhtemel uygu nsuz davra n ı ş­
lardan doğabilecek soru m l u l u klarla ezil memek ve "Tanrı esirgesin"
böylece mazl um her ulusun son kurtuluş sila h ı olan devrim gücü­
n ü n , yurd u muzdaki g i rişimi dahi bu veçh ile bozul u p , yurdu o silahtan
yoksun b ı rakmamak için garanti elde etmek istiyoruz ve kimi arka­
daşları mızla ortaya çı kabilecek bu gibi sorunları n , halkı n ve devrim
adam ı n ı n gözü önüne konabilecek duruma geti rilmesini, bu garanti­
nin gereği olarak görüyoruz.
Devrim hükü metiyle Kuvayı Milliye Kumandan l ı ğ ı ' n ı n bu husus
üstüne düşü nceleri n i ve istilacılara karş ı bizlerle birlikte çal ı şmak
için düşündükleri n i n bild irilmesini dil iyoruz."
*

Mustafa Kemal , gerek Süleyman Sami , gerekse Salih Zeki bey­


lerin mektu plarına doğrudan doğ ruya yan ı t vermeyerek o günlerde
Eskişehir'de, Ankara'daki komün ist örgütleri nde harı l harıl çal ı şan
uzu n boylu zayıf, inan m ı ş bir komün ist olan Şerif Manatof'u yaka­
lattığı gibi eline M ustafa Suphi Bey'e yaz ı l m ı ş bir mektup vererek
Trabzon yoluyla d ı şarı att ı rd ı .
Mustafa Suphi Bey'e yazd ı ğ ı mektupta kendisine danışı lmadan

36 1
Tü rkiye'de hiçbir şey yap ı lamayacağ ı n ı yine de Türkiye'ye gelmele­
rinde bir sakınca olmad ı ğ ı n ı bildiriyord u .
*

Bu s ı ralarda Batı Cephesi Kumandan ı olarak Ankara' dan ayrı l ı p


Eskişehir'deki kararg a h ı n a yerleşen Ali Fuat Paşa , M ustafa Kemal'e
yazd ı ğ ı bir yazıda şöyle d iyord u :
" . . . Kimlerce v e ne gibi amaçları n etkisi altında yazı l d ığ ı n ı gen işçe
araştırmakta olduğu m komünist nizam namesi dolayıs ıyla soruştur­
mamdan çıkan sonuca göre sizin bu örg üt yan l ı s ı olmad ı ğ ı n ız san ı s ı
iyice meydanda ise de ö b ü r yandan komünizm akı m ı n ı n resmi olma­
yarak yurtta yayı lmas ı n ı n arzu buyrulduğ u n u Meclis üyesi Hacı Şük­
rü Bey söylemekted i r. Hatta burada Eskişehi r'de Yen i Dü nya adlı
bir Bolşevi k gazetesi çıkıyor. Bu gazetede Büyük Mil let Meclisinin
siyasetine karş ı açı kça sald ı rılar görül üyor. Oysa yine bu gazete­
de başları nda sizin bulunduğunuz kaçamak anlatı larak Büyük Millet
Meclisinde Halk Partisi kurulduğu da yazı l ı yor. "
A l i Fuat Paşa , bütün bunların ne demek olduğ u n u M ustafa Ke­
mal'den sorm uş, o da ona şu yan ıtı vermişti :
- Moskova'daki delege kurulumuzdan alı nan 1 3 Ağustos tarihli
rapora göre Ruslarla görüşmeler sürmektedir. Kuru l , Rusları n mal­
zemece yoksul oldukları ndan yard ı m işini görüşmelerde uzatmak
eğiliminde oldukları n ı söylüyor. Yine de buna bakmayarak Halil Paşa
aracılığ ıyla karadan üç sand ı k dolusu altı nla bir elçilik kurulu geldiği­
ni, Rusların "harekat" planları n ı n ilk önce Leh istan'ı yenmek ve son­
ra Kırı m'da bulunan Vrangel'i yok etmek temeline dayand ı ğ ı n ı ve o
zamana dek Doğu'da "harekata" erişemeyeceklerinin anlaşıld ı ğ ı n ı
v e bu durumlardan Bolşeviklerin malzemece pek yoksul olup barışa
susad ı kları n ı , hazı rlad ı kları Lehistan seferini başarıyla bitirince Batılı­
larla hemen uyuşmak düşüncesinde bulundukları n ı anlad ık. ( ... ) Bol­
şevikler ayn ı zamanda yurdumuzda Bolşevik örgütü kurmak uğruna
olağanüstü çal ı şmalara başlamışlard ı r. Bakü'ye gönderdikleri Musta­
fa Suphi ve arkadaşları aracılığ ıyla Türkiye komünist genel merkezini
meydana getird iler. Bütünüyle Bolşevik düşüncelerine kazanılan saf

362
ve saf olmayan adamlardan deniz kıyısı n ı n her noktasına çıkard ı kları
gibi, içeride de Eskişehir'e ve Ankara'ya dek göndermişlerdir. Bunla­
rın amacı , yurtta toplumsal bir devrim yapmaktır.
Bu duru mda memleket, doğrudan doğ ruya Üçüncü Enternasyo­
nal'e yani Rusya'ya bağ l ı olacağ ı ndan Bolşevikler h içbir antlaşma
ve yard ı m ı gereksemeden bizi kendilerinden ayrı l m ı ş bir duruma
getirmiş ve Batı l ı larla siyasal pazarl ı klarında daha güçlü bir durum
elde etmiş olurlar.
Yurdumuzun düşü nce ve devrim yan l ı s ı olan ya da bu perde al­
tı nda türlü türlü amaçlar peşinde koşan adamları da bu tehl i keleri
ayı rt etmeksizin Bolşevik örgütünü kolaylaştırmaktad ı rlar.
( . . . ) Makine baş ı nda bizimle haberleşerek sorunu bir sonuca
vard ı rmak üzere Yusuf Kemal Bey, Trabzon'a gönderilmiş ve ayrı ca
malzeme ve para n ı n denizden çıkarı l d ı ğ ı bildirilmiştir. Bu daha çok
umut veren bir d u rumdur ki Yusuf Kemal Bey geldi kten sonra ken­
diliğinden anlaşılacaktı r. ( . . . ) l ngilizler, nas ı l içeriyi propagandayla
'kısmen' ellerine geçirmişler ve geçirmek istiyorlarsa , Ruslar da her
şeyden önce iç sars ı ntı larla yurdumuzu ellerine geçirmek istiyorlar.
( . . . ) Açı klamamdan da anlaşılmaktad ı r ki koşulsuz Rus uyru kluğu
demek olan içeriden komünizm örgütü , erek dolayıs ıyla büsbütün
bize karş ı d ı r. Gizli komü nist örgütünü bir biçimde durdurmak ve
uzaklaştırmak zoru ndayız.
Mecliste son kez meydana çıkan Halk Zümresi bizim tan ıdığımız
arkadaşlard ı r. Bunlar yurtta bir toplumsal devrimin bölük pörçük de ol­
sun gerektiğine inanıyorlar. Bu girişimin tehlikelerini kavrayamamak­
tad ı rlar. Hükümetten ayrı bir zümre yapmaktan vazgeçirmek istedik,
olmad ı .
N e var k i şimdi halkç ı l ı k programı altı nda hükümetçe bir program
benimsedik.
Hacı Şükrü Bey gibi birçok arkadaşlar, g izli olarak başlad ı kları
Yeşil Ordu örgütüyle oynad ı lar. Bunu durdurmaları için kendilerini
uyard ı m . Kendi istediklerini kolayl ı kla kabul ettirmek isteyen birtakım
kişiler, d üzenbazca davranarak komünizm ve örgütü yan l ı s ı olduğu-

363
mu durmadan yayıyorlar. Fakat yan l ı ştır. Duru m u m , bildirdiğim gibi
Doğu ve Batı ile belli bir sonuca varmadan devrimlerden sakı nmak
ve s ı rasında M ustafa Suphi yoldaşa da yazd ı ğ ı m gibi, ne yap ı lacak­
sa hükü met aracı l ı ğ ıyla yapmakt ı r.
Elbette, komünizm ve Bolşevizme açı ktan karşı olmayı uyg u n
görmem."
*

Hakkı Behiç, Hacı Şükrü , sonra Tokat mebusu Nazım beylerin sol
düşüncenin biricik süngü gücü olarak düşündükleri , ele ald ı kları Et­
hem Bey'le Kuvayı Seyyaresi, M ustafa Kemal'in gözüne diken gibi
batmaya başlam ıştı . Ethem Bey, bal gibi komünizme sürü klen miş,
kendisine Yeşil Ord u ' n u n gerçek başbuğu olarak bakıl maya başlan­
m ı ştı . Şu s ı rada Yeşil Ordu sözcüğü salt bir perdeyd i . Onun arka­
s ı nda gerçek komünizm örgütü gelişmekteyd i . Ethem Bey' i n , bütü n
ayaklan ı şları yıld ı r ı m h ızıyla bastırması , onu birdenbire Tü rkiye'nin
en büyük askeri durumuna yü kseltmişti . Mecl isteki k ı rk mebusluk
Enver Paşacı g rupla altm ışa yak ı n bir başka g rup onu tutup alkışla­
maya başlam ı ştı . M ustafa Kemal'i destekleyen seksen yedi mebusa
karş ı Ethem Bey'i yüze yaklaş ı k mebus destekliyord u . Artı k ona Ye­
şil Ordu'nun başbuğu dendiği gibi salt başbuğ da deniyord u . Musta­
fa Kemal, hele Ethem Bey için bestelenip söylenmeye ve çal ı nmaya
başlamış olan marşa çok sinirlenmişti :
Güneş, Ay gibi ülkeyi parlattı
Kahraman Ethem , cihad ı n sen i n .
Garb ı , ci hanı yeri nden oynattı
Kahraman Ethem , nejad ı n sen i n .
M ustafa Kemal , salt kendisi için yaz ı l ı p söylenmesi gereken böy­
le bir marş karş ı s ı nda ne diyeceğ ini bil meyerek dişlerini s ı k ı p bek­
lemekten başka bir çözüm kalmad ı ğ ı n ı görüyord u . Vaktiyle Enver
Paşa karş ı s ı nda da çok bekleme egzersizi yapm ı ştı .
Ethem Bey, şimdiden ted bir a l ı n mayacak olursa Tü rkiye'yi az za­
manda Bolşevizme sürü kleyebilird i . Mecl iste çoğunluğu ald ı ğ ı gibi
Tü rkiye halkı da ondan y ı lg ı nd ı . Bugün Ethem Bey'e başkald ı racak

364
bir tek insan yoktu . M ustafa Kemal kend i n i , dü nyadaki ü n ü ne bak­
mayarak, havada buluyord u . Ethem Bey, bi raz daha güçlü bir i kti­
dar h ı rs ı taş ı sa hemen onun hakkı ndan gelebilird i . Bunları düşünen
Mustafa Kemal, ilk iş olarak Yeşil Ord u örgütü n ü dağ ıtmaya karar
verd i . Ethem Bey' in ayakları n ı n altı n ı boşaltmak için bu birinci çö­
zümd ü . Sonra ona büyü k destek olan Ali Fuat Paşa'yı Batı Cephesi
Kumanda n l ı ğ ı 'ndan hatta askerl ikten çekip alarak onun ayakları n ı
büsbütün yerden kesecekti . Yeşil Ordu gibi büsbütü n sağa gitmesi
gereken örgüt bile dönmüş dolaşm ış, lslam l ı ktan salt biraz hurma
yeşilliği alarak kan kırm ızı bir alana kaym ış, kendisine yard ı mcı ola­
cağ ı na karş ı s ı nda yer a l m ı ştı . E n içten, en g üvendiği mill iyetçi arka­
daşlar da bu kı pkızıl örgüt içinde sürüklenip g itmişlerd i .
M ustafa Kemal , Yeşil Ordu'yu amel iyat masas ı na yatı rmaya ka­
rar verd ikten sonra , bir akşa m , genel merkez üyelerinden Hakkı Be­
hiç, Yu nus Nad i , Naz ı m Bey gibi ileri gelenleri Direksiyon Konağ ı ' n­
daki bürosunda toplayarak buyruğ unu yumuşak tonlarla ortaya att ı :
Yeşil Ord u , kontrolden çı karak zararl ı b i r d u ru m alm ıştı r. Kapatılması
gerekiyord u . Yeşil Ord u Örgütü , açı k-g izli hücreler olarak ord u bir­
liklerinin içine de girmiş, doludizg i n çal ı ş ıyord u . Kimi yerlerde Yeşil
Ordu m i l itanlarıyla nizami ordu ku mandanları aras ı nda olaylar pat­
lak vermiş, kimi kumandanlar Yeşil Ordul uları tutu klay ı p Ankara'ya
gönderm işler, bunları n propagandaları n ı n orduya zararl ı olduğun­
dan yak ı n m ı şlard ı .
Mustafa Kemal , bütün bunları , buna benzeyen bir sürü sakı nca­
ları sayıp döktükten sonra Yeşil Ordu'nun genel sekreteri eski Maliye
Vekili ve şimdi Kırşehir mebusu olan Hakkı Behiç Bey'in gözlerine
bakarak şöyle ded i :
- Bil iyorsunuz k i Yeşil Ordu Derneğ i ' n i , Damat Ferit v e lngilizle­
ri n yurt içinde ayaklan ı şlar çıkarmak ve ul usal hareketi baltalamak
için kurdukları "Cemiyet-i Ah med iye" nin kamuoyu üzeri ndeki kötü
etkilerini ve kışkı rtmaları n ı yok etmek ve u lusal savaş ı n ereğ ini açı k­
lamak uğruna kurmuştu nuz. Ben de salt bu amaçla hareketinize yar­
d ı mcı olmuştu m . Ne var ki daha sonraları derneği n as ı l amacından

365
saptığ ı n ı ve devlet içinde özel bir örgüt d u rumuna gelebilme yetene­
ğini gösterdiği görüldü. B i rçok bölgelerden yakın malar almaktay ı m .
Bütün bun lardan başka Yeşil Ordu'nun d ışarıdan yurda yay ı l mak
istenen karışma n ı n sembolü ve temsilcisi olduğu propagandası da
ne yazık, almış yürümüş. Ulus birliğinin korunması ve otoritenin salt
Büyük Mil let Meclisinde toplanması zoru n l u l uğu vard ı r. Bu nedenle
derneğ in hemen kapatı lması n ı sizden istiyorum .
Genel merkez üyeleri , M ustafa Kemal'in bu sald ı rı s ı karşısı nda
şaş ı rd ı lar. Bu kerte dal budak sal m ı ş , insancı l bir örgüt, nas ı l dağ ıtı­
labilirdi? Sonra, ul usal savaşa insancıl yan ı n ı veren, işi salt askerce
bir kavga olmaktan ç ı karıp kan ı n ı harcayan halk y ı ğ ı nları n ı n gele­
ceğini de güven altı na almak isteyen bu örgüt, nas ı l dağıtılabil irdi?
Yeşil Orducu lar, hem şaş ı rm ı ş , hem de öfkelenmişlerd i . U l usal Kur­
tuluş Savaş ı , ulusun can ı n ı kurtarabilirse de yarı n onun yiyeceğ ine
içeceğine sald ı racak türlü düşmandan onu kurtaramazd ı . İşte Yeşil
Ord u o n u , can ı kurtulduktan sonra bu gibi teh l i kelerden de kurtar­
man ı n peşindeyd i .
M ustafa Kemal , h a l k ı n yarı nki kurtuluşu karş ı s ı na nas ı l dikilebil ir­
di? Emperyalistleri kapıdan kovsan bacadan gel irlerd i . Onun yurda
gireceği bütün deliği deşiği tı kayabilmek için Yeşil Ord u gibi sosya­
list, insancı l , halkçı bir örgütü n , büyük dava n ı n yan ı s ı ra çal ı şması
güzel bir şey değil miydi? Sonra yurt çap ı nda örgütlenmiş, genişle­
miş, yay ı l m ı ş bir dernek, toplumsal bir yürüyüş, bir tek buyrukla na­
s ı l d u rdurulabil i r, haritadan silinebilirdi? Hepsinin kelleleri n i koyd uğu
düşünce özgürlüğü ne olacaktı? Devrim denen şey, salt cephede
düşmanla çarp ı şmakla mı meydana geti rilecekti? Silah eldeyken ya­
vaş yavaş bütü n yurd u n istediği iyilikler uygulanamaz m ı yd ı ?
Hepsinin de içi kararm ı ştı . Sonra Tokat mebusu Naz ı m Bey'le
Muğla mebusu Yenigün gazetesinin sah i b i , başyazarı Yunus Nadi
Bey, Paşa'ya karş ı gelir gibi bir durum ald ı lar, Yeşil Ordu'yu şiddetle
savu ndular.
Hakkı Behiç Bey söz alarak şöyle konuştu :
- Paşam, Yeşil Ordu Derneği , bugün yurt içinde ve d ı ş ı nda zatıa-

366
!ilerinin düşünebildiğinden daha geniş biçimde gelişmiş ve örgütlen­
miştir. Bu nedenle derneğin a l ı n yazısı üzerinde birdenbire bir karar
vermek ne sizi n , ne de benim elimdedir. Böyle bir maddi olanak söz
konusu olmasa dahi yine uzun uzun düşünmek gerekir. Şundan ki
Yeşil Ord u , başlang ı çta anlamsal bir umut olarak kurulmuştu . Yal n ız
bugün, yüz binlerce partizan ı vard ı r ve maddi varl ı k durumuna gelmiş­
tir. Bu h ususta ani karar almak çok tehlikelidir.
Mustafa Kemal , kendisinin de ulus gibi sırat köprüsünden geçtiğini
bildiğinden işi bayağ ı bir diktatör gibi değil de yumuşak yöntemlerle
çözümlemek isteyerek araya Fevzi Paşa'yı koydu . Fevzi Paşa, Mus­
tafa Kemal'i dinledikten sonra kişisel dostu olan Hakkı Behiç Bey'in
evine gitti. Yeşil Ordu'nun dağ ı lmas ı n ı n zorunlulukları üzerinde tıpkı
Mustafa Kemal gibi konuştu , her ne pahasına olursa olsun bu derne­
ğin kapatılmasına çal ı şacağ ı n ı söyleyerek bu soruna bütün ağ ı rl ı ğ ı n ı
koyduğunu bildirdi.
Hakkı Behiç Bey, derneği n değil, sosyalizmin de baş ı n ı yemek
isted iklerini yakı ndan bildiği bu iki büyük askere içten bir sayg ı da
duymaktayd ı . Bu iki adama duyduğu sayg ıyı mı yoksa sosyalizmi
mi gözden çı karacağ ı n ı şöyle bir düşündü. Sonra , razı olur gibi old u .
Fevzi Paşa'ya şöyle ded i :
- Paşa m , Yeşil Ord u başlangıçta , ş i m d i açı kça söyleyeyim,
daha geniş bir erek uğruna kurulmuştu . Olaylar, bunun uygulanma­
sına imkan vermed i . Yal n ız özellikle benim kendi tek ereğ im yurda
hizmet etmekti . Bu bir görüş sorunudur. Mademki bugünkü olaylar,
Yeşil Ordu'nun dağ ıtılmas ı n ı gerektiriyor, bunu bütü n bir yü reklilikle
yapıyorum . Bunun için de güvenlik tedbirleri almak gerekir. Birçok
yerlerde kapatıl maya bakmayarak çal ışma n ı n sürüp gideceğinden
korkuyoru m .
Yeşil Ord u Genel Sekreterinin yed iği yumru kları n altında nakavt
olmas ı n a ald ırış etmeyerek kafaları kızan Yunus Nadi Bey'le Naz ı m
Bey, yine M ustafa Kemal ' i yakalayarak o n a yen i önerileri sundular:
- Yeşil Ord u ' n u n yurda çok yararl ı çal ışmaları vard ı r. Bunlar
durdurulmama l ı d ı r. Yurd u n sosyal davaları n ı , yoksulluğunu, sömü-

367
rülmesini ancak Yeşil Ordu'nun yayı lması ve çal ı şması sayesinde
sağlayabiliriz. Salt d ı şarıdan gelen düşmana atı lacak kurşunlarla bu
yu rt kurtuluşa ve mutl u l uğa u laşamaz. Kapitalistler, m ütegallibeler,
ağalar, eşraf, onun baş ı n a bela oldukça yurdun kurtulması düşünü­
lemez. Sizin direktif ve denetlemelerin iz altı nda eski biçimde olmasa
bile bir halkçı l ı k, halka her şeyin başı olan halka gidiş progra m ı n ı çi­
zerek bundan sonra "Halk Zümresi" ad ı altında bu toplumsal davayı
yü rütmek istiyoruz. Bu halkçı l ı k programı olmad ı kça U lusal Kurtuluş
Savaşı yarım kalabilir. Bu iş birdenbire kan l ı bir devrimle olmaya­
cağ ına göre biz elimizdeki örgütler ve gazetelerim izle halkı yavaş
yavaş yetiştirelim. Düşman ı den ize döktükten sonra haz ı rlanmış bir
ortamda bir sürü değ işiklikler ve devrimler yapmak elimizdedir.
Bu sözleri bir Yu nus Nadi Bey, bir Naz ı m Bey a l ı yor, durmadan
M ustafa Kemal ' i dostça etkilemeye çal ı şıyorlard ı .
Yu nus Nadi Bey, Yenigün'de yazıp savu nduğu birçok sosyal istçe
düşünceleri n i özel olarak M ustafa Kemal'e sunmuş, onu yumuşat­
m ı ştı .
Mustafa Kemal, ta Sivas Kongresi günleri nden beri Türkiye'de
sosyalizmi kurman ı n gerekliliği üzerinde kendisine uzaktan uzağa
birçok mektup yazm ış olan Nazım Bey'i sevmiyor, ondan çekiniyor,
saf d ı ş ı etmek için de s ı rası n ı bekliyord u . Avrupa'da eğitim görmüş
olan, birkaç Avrupa dili bilen , son kerte zeki, kültürl ü , ufak tefek, baba­
yani giyinişl i , davranışlı bir ayd ı n olan Nazım Bey, M ustafa Kemal'in
Dahiliye Vekili adayı Refet Bey'i (Paşa ) yere vurarak meclisten yüze
yaklaşı k oy alıp bu makama seçildikten sonra M ustafa Kemal'in salt
antipatisini değil düşman l ı ğ ı n ı da kazanmıştı .
Yal n ız, Yu nus Nadi Bey, öyle değildi. O , ta Selanik'ten Mustafa
Kemal'in gençl ik arkadaşları çevresindendi . Onun sosyal izme ina­
narak bağland ı ğ ı n ı , bunun da gençliğinde çok zor g ünler geçirmiş
olmas ı ndan doğduğunu bil iyor, bundan da çok görmüyord u . Nazım
Bey'inse kıpkızıl bir komünist oluşu ona hiç g üven vermiyor, onu
iktidara gelir gelmez ilk iş olarak kend isini saf dışı edeceğ ini yed iği
ekmek gibi biliyord u .
Yu nus N a d i Bey'le Nazım Bey, bütü n Yeşil Orducular ad ına yap-

368
tı kları bu görüşmeyi kazanarak ayrı lmak üzereyken Paşa'dan Sov­
yetler'le bağlantı kurmak, görüşmek üzere Yeşil Ordu ad ına Hakkı
Behiç Bey'i n Moskova'ya gönderilmesini de isted ilerse de o, bunun
için söz vermed i .
Yu nus Nadi Bey'le Naz ı m Bey, Yeşi l Ord u ' n u n kimi koşullara bağ­
lı olarak çal ı şmas ı n ı sürd ü rebileceği müjdesini götü rü nce arkadaş­
ları çok sevindiler. Şimdi, bütü n üyelerle l iderler bir kenarda kal m ı ş ,
Yu nus N a d i Bey bundan sonra " H a l k Zümresi" ad ı n ı alacak o l a n yen i
Yeşil Ordu'nun prog ram ı n ı h a r ı l h a r ı l hazı rlamaya başlam ı ştı . Yu nus
Nadi Bey yine sosyalist ilkelere dayanarak prog ramı hazı rlad ı , top­
lantıya sundu. Kimi sert, d i kenli yanları törpülenmiş olmakla beraber
program yine sosyalist bir programd ı . Yeşil g iynekl i bu sosyalistler,
yine eskisi gibi dolud izgin çal ı şmaya başlad ılar. Yu nus Nadi Bey' in
Yenigün gazetesi , yine Türk sosyal ist devrimciliği üstü ne yazılar
döşen iyor, Mustafa Kemal ' i n ad ı ndan yararlanan binlerce milita n ,
Anadolu ' n u n genişliği üzerinde yemyeşil b i r sosyal izm yayıyorlard ı .
Bilimsel sosyal ist ve komünistlerle peygamberin zaman ı ndaki tem iz
sosyal izmi n özlemi n i çeken Müslüman sosyalistler el ele çal ışıyor­
lard ı .
(Yunus Nadi Bey' in b u , "Halk Züm resi" buluşu Mustafa Kemal'i
de etki leyecek, o ilerde "Halk Partisi"ni n temellerini bundan esi nle­
nerek atacaktı . )
N e var k i Mustafa Kemal'in almakta olduğu yığınla rapor, "Halk
Zümresi" nin de eski Yeşil Ordu'dan başka bir şey olmad ı ğ ı n ı göster­
diğinden bunun dağ ı lmas ı n ı istemek üzere kurucuları toplad ı . Uzun
uzun konuşarak bu gibi çal ı şmaları n zamanı olmad ığ ı n ı , dava n ı n par­
çalanacağ ı n ı anlattı . Onun eski arkadaşları , Muhittin Baha ile Yunus
Nadi onu kı ramayarak sosyalizm davası n ı b ı rakıp çekilmek zorunda
kaldı larsa da ötekiler küskün küskün çekildiler. Bu küskünlüklerinin
altı nda illegal çal ışman ı n , hem Mustafa Kemal'le hem de Türkiye'nin
korkunç koşullarıyla boğuşarak sosyalizmi kurma n ı n kararı yatıyor­
du. Aralarına iğreti olarak sokulmuş bütün değersiz sayd ı kları üyelere
derneğin dağ ı l d ığ ı n ı söyleyerek az, öz bir üye kad rosuna sahip çık-

369
tılar. Bunlar artık Yeşil Ordu ya da Halk Zümresi adı altında çal ı ştı rı­
lamazd ı . Bütün rengi, düşünceleri , parolalarıyla bir komünist partisi
kurmanın zamanı gelmişti . Nazım Bey, lider olarak kendini benim­
setti , gizli bir partiye dönen komünist partisinin ad ı n ı "Halk lştirakiyun
F ı rkası" koyd u . Bu bütün anlam ıyla bir komünist partisiydi . Üçüncü
Enternasyonal'in Türkiye'ye gelen adamlarıyla da çabucak bağlantı
kurmakta ivedi davrandı lar. Ankara'ya gelen Sovyet Elçiliğinin ilk ba­
samağ ıyla açı ktan ilişkiler sürdürmeye başlayan Nazım Bey, Mustafa
Kemal'in polisince şiddetle gizlice izleniyord u .
Gerek Naz ı m Bey, gerekse Ethem Bey, Mustafa Kemal'in Yeşil
Ordu'yu dağ ıtı ş ı n ı n neden ini anlam ı şlard ı . B u , Kuvayı Seyyare'yle
onun başbuğunu erek tutuyord u . Sovyet Elçiliğ inin ilk basamağ ı ,
Halk l ştirakiyun F ı rkası 'yla olduğu gibi Ethem Bey'le, onun güçleriyle
de ilgileniyorlard ı . O n u n elindeki bu seçkin halk ordusunu Türkiye'de
sosyal ist devrimini yapabilecek yetenekte görüyorlard ı .
Hükü metle Ethem Bey'i n aras ı n ı n şekerrenk ol maya başlad ı ğ ı
bunal ı m l ı bir zamanda Naz ı m Bey'le arkadaşları Ankara'da kurul­
muş olan Halk lştira kiyu n F ı rkas ı ' n ı n ilk dal ı n ı Eskişehir'de açtılar.
Ethem Bey'i Tü rkiye kom ü n izmi nin başbuğu (serdar) olarak alkı şla­
d ı lar. Ethem Bey de bu ad ı benimseyerek onlara teşekkür etti . Et­
hem Bey, particilik işlerinde yen i yeni geçerli bir ad olarak kul la n ı lan
"Genel Sekreter"i benimseyerek bir yandan da "Halk lştirakiyun F ı r­
kas ı " Genel Sekreteri old u .
M ustafa Kemal, bütün bunlara uzaktan uzağa bakar g i b i davran­
maktan başka bir şey yapamad ı . Yal n ı z biraz d i kkatle dinleyenler
onun d işlerini nas ı l g ı c ı rdattığ ı n ı işitebilirlerd i . Sovyetler' i n , gerek
Bakü'deki M ustafa Suphi'nin Üçüncü E nternasyonale bağ l ı Türkiye
Komün ist Partisi'yle, gerekse Ankara'da ve Eskişehir'de kurulan,
Kuvayı Seyyare gibi vu rucu asker birli klerine de dayanan Halk l şti­
rakiyun Partisi adl ı komü nist partisiyle ne kerte yakı ndan ilgilendi k­
lerini görerek bunal ı m l ı gü nler geçirmeye başlad ı . Onun yü rütmeye
çal ı şt ı ğ ı bütün davada oynayacağ ı kozlar, Sovyetler'in elindeyd i .
Oradan altı n , silah gelmedikçe durum d a h a da kötüye g idebilird i .

370
Oysa şu s ı rada Sovyetler kendisini bir yana b ı rakarak Moskova'da
Enver Paşa'yla, Bakü'de ve Türkiye'de bir çift komünist partisiyle, bu
partilerden birinin Genel Sekreteri olan Ethem Bey'le ilgilen iyorlard ı .
B u büyüyü k ı rmad ı kça , Sovyetler'e kendisinin d e komünizmi hükü­
metin eliyle, biraz değiştirip yurt gelenekleriyle gerçeklerine uydu­
rarak uygulayacağ ı n ı göstermedikçe işlerin sarpa saracağ ı n ı anla­
m ı ştı . S ı rası gelmişti : Ta , Şişli'deki Madam Kasapyan' ı n evinden beri
Amasya kararları günlerine dek ilan etmeyi biricik kurtuluş çözümü
olarak düşündüğü komünizmi, hiç olmazsa en yak ı n , güvenilir dostlar
arası nda gizli olarak kuracak, böylece hem içeride hem d ı şarıdaki iki
komünist partisinin büyüsünü bozacak, hem de Moskova'ya Büyükel­
çi olarak göndereceği Ali Fuat Paşa'n ı n yan ı na bu kuracağ ı komünist
partisinin dört de mebus üyesini katacaktı . Bunların başı nda gidecek
olan Tevfik Rüştü Bey, bu komünist partisini Moskova'da Üçüncü En­
ternasyonal'e ald ı rmaya çal ı şacaktı . Ali Fuat Paşa'ya kendisini ku­
mandanl ı ktan a l ı p Moskova'ya göndereceği g ü nlerde yazd ı ğ ı bir
mektupta şöyle demişti :
" . . . Gizli komünist örgütü n ü her biçimde durd u rmak ve uzaklaş­
t ı rmak zoru ndayız. Yu rtta ne yapılacaksa hükümet arac ı l ı ğ ıyla ya­
p ı lmal ı d ı r. "
Mustafa Kemal , Tü rkiye Komünist Partisi'ni ku rmaya karar ver­
dikten , Yunus Nad i , M u h ittin Baha beyler gibi bir iki gençlik arkadaşı­
n ı son Halk Zümresi içinden çekip ald ı ktan sonra, bir gün yine Hakkı
Behiç Bey'i yemeğe a l ı koyd u .
O n a ilk kez bu i ş i açtı :
- Behiç Bey, dedi. Bütünüyle Rus devrimini erek tutan bir komü­
n ist partisi kuracağ ız. Bunun genel sekreterliğini senin üzerine alma­
nı istiyorum . Biliyorsun Rusya'dan gelmekte olan komünizm tehlike­
si büyüktür. Buna bir baraj kurup iplerini toparlayamazsak hepimizi
sürükleyip götürecektir. Bak, Yeşil Orduculara söz dinletebildik mi?
Yeşil Ord u olmas ı n da Halk Zümresi olsun dediler, ona da göz yum­
dum. Ama işler eskisinden beter baş ı n ı almış gidiyor. Nazı m Bey'le
arkadaşları , Ethem Bey'le kumpas kurmuş yeni bir örgütün peşinde
koşmaktalar. Güçlerimizi dağ ıtacağ ı m ıza güzel güzel hükümet çev-

371
resinde toplanarak bu sosyal davalara bir akış yolu arasak daha iyi
olmaz m ı ? Ben düşünd ü m . Türlü adlar altında ortaya çıkan bütün bu
arkadaşların Türkiye'ye getirmek isted ikleri şey nedir, komünizm , de­
ğil mi? işte, biz de üstü ndeki örtüyü kald ı rarak bunu gerçek yüzüyle
ortaya koyacağız ve resmi bir komünist partisi kuracağ ız. Memleketin
bu addan ürkeceğini söyleyeceksin. Kamuflaj daha tehlikeli değil mi?
Yüreklice bu ad ı ileri attık m ı türlü adlar altında gizlenmeye, halka
şirin görünmeye çal ışan bütün sollar, sosyalist, komün ist ve Bolşe­
vikler bizim saflarım ıza gelecek, böylece gözümüzden kaçan ve bizi
kayg ı land ı ran yeraltı çal ı şmaları su üstüne çıkmış olacaktı r. Böylece
de ulusça ne yaptığ ı m ızı , nereye gittiğimizi bileceğiz.
Hakkı Behiç Bey, inanmış, Batı kültürüyle yoğ rulmuş bir sosya­
listti . Mül kiye amirliklerinde, mutasarrıfl ı klarda bulunmuş, halkı n tu­
tucu korkunç yanları n ı yakı ndan bilen bir adamd ı . Yeşil Ord u perdesi
arkas ı nda gizlenerek çal ı şmak çok kolayd ı . Bu bambaşka bir işti .
Burada halkın karş ı s ı na bir umacı gibi çı kacak, hem resmi, hem de
halkça komün ist olarak tan ı nacağ ı ndan bundan böyle her türlü ayrı
parti çal ışmalarına paydos etmek gerekecekti . i kincisi de anlad ı ğ ı ­
na göre bu göstermelik b i r partiyd i . B u n a alet olmak, kend isini ger­
çek sosyalistler aras ı nda, hem de namuslu kişiler aras ı nda kötü bir
oyuncak durumuna düşürecekti . En kötüsü bu göstermel ik partinin
yönetimini omuzları na ald ı ktan sonra çok uzun zamand ı r besled iği
sosyal izm idealine de bir yol paydos etmek gerekecekti . Onun bütü n
düşlerin i , düşü ncelerini süsleye n , yaşata n tek etken buyd u .
M ustafa Kemal 'in hatı rı için kend ini harcayı p b i r posa gibi b i r ke­
nara atacağ ı n ı düşü nerek çok üzüld ü . "Bu partinin bizim memlekette
ereğ ine göre bir yönetim biçimi yaratmak bayağı olanaksızken ben
bu olmayacak işi yapmaya çal ışan bir adam durumuna düşeceğ im
ve her yandan üstüme yağan y ı l d ı r ı m lara karş ı koymaya çal ışarak
antipatik bir insan durumuna düşeceğ i m , " d iye acı acı düşünd ü .
Kabul etmese M ustafa Kemal'le arası açı lacaktı .
- Paşa m , ded i . Bana vermeyi düşündüğünüz bu görev çok ağ ı r,
çok düşündürücü . Bunu ancak bir yurt görevi yapmak düşüncesiyle
kabul ed iyoru m .
M ustafa Kemal 'in sevinçten gözleri parlad ı . O n a teşekkür etti.
Ayrıldı lar.

372
Sonra, Mustafa Kemal'le Hakkı Behiç Bey baş başa vererek bir
yazı yazd ı lar.
B u , başyazı olarak Hakim iyeti Milliye gazetesinin 1 3 Ekim 1 920
tarihli say ı s ı nda çıktı .
"Rusya'da kan l ı devri m , Bolşevik ad ı n ı taş ı yan koskoca bir ko­
münizm devrimi old u . Tü rkiye de bu yolda paralel olarak bir yöne
doğ ru gidiyor. Bu yürüyüşün düzenlen mesiyle uğraşanlar için bu
devrim olayı n ı n bütü n ruh u n u iyiden iyiye i ncelemek, onu anlamak
ve bu anlayışa uyg u n bir tutum çizmek gerektiğ ine göre bugün de
Rusya'da gerçekleşen Büyük Bolşevizm Devri mi ile Tü rkiye'de ger­
çekleşmesini görmek isted iğimiz komünizm aras ı ndaki özellikleri in­
celemek istiyoruz.
Rus Bolşevizmiyle Türkiye komünizmi arası nda ve gerek geliş
ve gerekse uygulama biçimi yönünden iki büyük özellik göze çarpar.
Rusya'da Bolşevizm korkunç bir mutlakiyet yönetiminin ülkenin her
köşesine dağıttığ ı soylular s ı n ıfları n ı n pek ağ ı r baskıları altı nda doğ­
muş, yine o baskı altı nda büyümüştü.
Rus devrimi edebiyatı n ı okuyu nuz. Avrupa' n ı n başka h içbir ül­
kesinde ve hiçbir döneminde bu kerte ateşli ve bu kerte ki nli edebi­
yat daha yoktu r. Tolstoy bile, kendisi devrim yan l ı s ı olmad ı ğ ı halde,
yapıtlarıyla Rus yoksulları arası n a kinli bir devri m için istemeyerek
ne kerte çok tohum saçm ı ştır. Bir yüzyıla yak ı n sürüp giden Fransız
Devri mi yaşayışı nda dahi Rus devrimi edebiyatına benzer hiçbir şey
yoktur. Nedeni de şudur ki o korku nç Çarlar istibdad ı ve soylular
saltanatı , bir yandan da bil imler ve edebiyat bütün şiddetiyle birlikte
yü rümüştü r. Bir yandan ça rları n baskı ları egemen olurken , öbür yan­
dan da Rusya'da güzel d uygular, felsefe ve bilim düşünceleri büyük
bir verimlilik ve güçle bütü n Rus yaşayı ş ı n ı sarıyord u .
Tü rkiye'de böyle olma m ı ştı . Tü rkiye d ı ştan muzaffer olmad ı ğ ı n­
dan bütü n d ü nyaya bilim ve sanat verimliliğinin büyük bir güçle ya­
y ı l d ı ğ ı dönemlerde bunlarla uğraşamam ı ştı . Bu nedenle Tü rkiye'de
ne yüksek bil imce , felsefece düşü nceler, ne de derin ve yen i güzel
duygular gelişmişti .

373
Türkiye'de değil bir devrim edebiyatı , ulusçu bir edebiyat bile pek
yeni , ancak son birkaç senede kend isini göstermiş, henüz doğma­
ya başlamıştı . Bu nedenle Türkiye'de komü n izm , ulusun ruh u ndan
gelen yakıcı , yıkıcı , kı rıcı , dökücü bir devrim biçiminde gerçekleşe­
cek değildir. Şundan ki bu devrim doğuşu yönünden, bunu hazır­
layacak bir gereksinimden gelmiyor. Bundan başka benzer sonucu
doğ u rmak için ikinci bir neden daha vard ı r: Rus devriminin bu kerte
sert, a n i , h ızl ı ve altüst edici bir güçle egemen olması için karş ı s ı nda
rastlad ı ğ ı d irenmenin de büyük etkisi olmuştur. Eğer Çarl ı k, değil
komünistler, rastgele Menşeviklere ve hatta Terakkiperverlere kar­
şı güçlü örgütlere dayanan bir diretici d i renç göstermemiş olsayd ı
yine Bolşevizm devrimi bu kerte h ızl ı , kah red ici , altüst edici olmazd ı .
Yani böyle yapmak isteyenler, başarı sağlamak için halktan o gücü
alamazlard ı .
i kinci bir özellik noktası d a şuradad ı r:
Rusya'da böyle bir devrim yapmaya kal kanları n el lerinde çok
güçlü bir silah vard ı . Rusya'da köylü y ı ğ ı nları n ı yıllardan beri ezip
bitirmiş toprak sorun u gibi koskoca bir soru n bulunuyord u . Devrim i
bu kerte hızl ı , ani kahredici yapmaya karar verenler bu sila h ı kul­
land ı lar. Halk salt birtakım felsefece düşüncelerle bir kurama karşı
ayakland ı rmaya kışkırtılmayarak, onlara pek kolay anlayabilecekleri
maddi bir değişiklik ve devrim parolası gösterdiler:
'Ayaklan ı n ız' , dediler. 'Bugün üzerinde ı rgat ve tutsak olarak ça­
l ı ştı ğ ı n ız bu topraklar sizin olacaktır!'
Halk, Tol stoy'un felsefesi nden Marks' ı n kuramları ndan, Gorki' n i n
edebiyatından çok bu topraklar uğruna ayakland ı . Bu topraklara ka­
vuştuklarında da devri mi anlad ılar ve sevd iler.
Tü rkiye'yi komü n izmin halk y ı ğ ı nları için muhakkak olarak hay ı rl ı
olan geleceğine götürmek isteyenler, Bolşevizm kertesinde h ızlı ve
ateşli bir devrim içi n , ne Rusya'daki biçimde bir doğuş ve hazı rla­
n ı ş , ne de elde böyle güçlü bir silah görüyorlar. Yine esasen yukarı
kattan yönetilmek gereken bu davra n ı ş , yüksekten gelen bir mutlak
yönetimin -Rusya'da bulunduğu gibi şiddetli ve d i retici bir- direnme­
siyle karşı laşıyor.

374
Bu nedenle Rusya'da Bolşevizmin kulland ı ğ ı devrim yöntemleri­
ni, burada yan i Türkiye'de uygulamak istemek kertesinde devrimci­
likten haberdar olmayış düşünülemez.
Bolşevizmin devrimi, bütün komünizm davra n ı şları için bir örnek,
bir model değ i l , pek değerl i , pek can l ı , pek muazzam bir kılavuzdur.
Bu kı lavuzdan yararlan mayı , onun gösterdiği yollardan g itmeyi ne
kerte candan istersek, onun yöntemlerini biçim olarak olduğu gibi
taklit etmekten de o kerte sakı n ı rız. Her şeyde körü körü ne taklitçilik
kötüdür. "
*

"Rus Bolşevizmi , Türk Komünizmi" adıyla yayı nlanan bu başyazı


başkentte hemen herkesi şaşkı na çevirmişti . Sovyet elçilik persone­
liyse a p ı ş ı p kalm ı ştı . Yal n ız hiç şaşı rmayanlar, Nazım Bey g rubuyla
Ethem Bey'le kardeşleriydi . Mustafa Kemal'in her şeyde olduğu gibi
komünizmde de kendilerinden bask ı n çı kmaya çal ı şacağ ı n ı bil iyor­
lard ı . M ustafa Kemal, elinden gelse komü n izmi "K" s ı n a dek yok
edecek, kül ü n ü savuracaktı . Ne var ki elinde bu güç yoktu. Şimdilik
güç Ethem Bey'i n eli ndeyd i .
Mustafa Kemal'in bütün savu nucuları böyle düşü nerek işin sonu­
cunu beklemekteyken 20 Ekim 1 920'de Hakkı Behiç Bey, kendisin­
den başka her türlü komünist örgütüne yaşamak hakkı n ı yasaklayan
bir bildiri yazarak -Mustafa Kemal'le birlikte- birçok yü ksek maka m ,
kişilere gönderd i .
Bildiri şöyle d iyord u :
"Sevgili yoldaş!
Doğrudan doğruya Üçüncü Enternasyonal'e bağ l ı , (burası henüz
belli değildi) temel program ı na göre bir Türkiye Komünist Partisi kuru­
larak Dahiliye Vekaleti Genel Emniyet Şubesinin 1 8 Ekim 1 920 tarihli
resmi ilmühaberiyle hükümetçe de doğ rulan m ı ştır. Partinin Üçüncü
Enternasyonal'e bağ l ı olan temel programıyla iç yönetmeliği gönde­
rilmek üzere olduğu gibi, yurdumuzun özel koşullarına göre , partinin
genel kongresi topla n ı ncaya dek uygulanacak, izlenecek temellere
ilişkin ayrıca bir de çal ışma programı düzenlenmektedir. Bu prog-

375
ram üstüne değerl i düşüncelerinizi beklemekteyiz. Partinin otuz kişiyi
içeren genel merkezi orada burada bulunup eylem olarak kongrenin
yapıcı kurulu yetkisiyle uyumlu çal ışacak yoldaşlardan kurulu dokuz
kişilik bir kurucu kurulu vard ı r.
Genel merkezi n , örgüt, toprak, köylü , işçi , end üstri , askerl ik ve
propaganda işleri dal ı örg ütlenmek üzered ir. Askerl ik işleri şubesi siz
kumandan yoldaş ı m ızı dahi üyeleri aras ı nda görmekle övü necek ve
orduya değgi n bütün çal ı şmalarda değerl i düşüncelerin ize ve dev­
rimci ru hun uza dayanacaktır.
Parti resmi olarak kurulmuş olup çal ı şmas ı n ı d üzenlediğine ve
vaktiyle kurulmuş olan Yeşil Ord u örgütü dahi partiye karıştığı ndan
dolayı artık Bolşevizm , komünizm düşünce ve prensi pleri üzerinde
hiçbir dernek ya da kuru l u n fotoğ rafl ı belge ve yetkinamesi olmaksı­
zın kim olursa olsun bir kişinin çal ışmas ı n a müsaade olunmayacak­
tır. Keyfiyet Dahiliye Vekaletine bildirilm iştir. Yönetmel i k ve bildirinin
bas ı l ı p yayı mlanması biter bitmez kamuoyun u n düşüncesine de
keyfiyet sunulacaktı r.
Şimd iden ilgililerin d i kkatleri n i n çeki lmesine çal ı ş ı lmas ı n ı d ileriz. "
Türkiye Komün ist Partisi Genel Sekreteri
Hakkı Behiç
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
M ustafa Kemal
H akkı Behiç Bey'le M ustafa Kemal bu beyannamelerden Ali Fuat
Paşa vb . ile birlikte Ethem Bey'e de bir tane göndermişler, onu da
yeni komünist partisinin doğal üyesi sayd ı kları n ı bildirmişlerd i .
Yine Mustafa Kemal'in direktifiyle Hakkı Behiç Bey, Ethem Bey' i
gidip bularak onu komünist partisine çağ ı rm ı şsa da Ethem Bey, kar­
ş ı s ı ndakinin oynamak zorunda kald ı ğ ı rolden tiksi ndiğini gösteren
m i mikler yap ı n ca Hakkı Behiç Bey, bunun gerçek bir komü nist par­
tisi olmad ı ğ ı n ı söyleyerek kuruluşunun en doğru nedenlerini anlat­
mak zoru nda kal m ı ştı .
Oysa bildiri yayımlanmadan önce Nazım Bey, Şeyh Servet, Bay­
tar Bi nbaşı Salih Bey' le öbür arkadaşları n ı yen i partiye transfer et­
mek için şöyle kon uşmuştu :

376
- Ben düşünd ü m , komü nizm progra m ı n ı da iyice inceledi m . Ye­
şil Ordu için gericilik düşü nceleri güdüyor diye söylentiler olduğunu
da hesaba katt ı m ve yurda daha yararl ı olacağ ı düşüncesiyle komü­
nistliği üstün tuttum . Siz de düşü n ü n , düşüncemi doğ ru bulursanız
bu prog ramla yine birlikte çal ı şmayı sürdürü rüz.
Elbette, Hakkı Behiç Bey bu söyled iğiyle kal m ı ş , gerçek sosya­
listler "Türkiye Halk l ştirakiyun F ı rkası " içinde yuvalan maya karar
vermişlerd i .
Bildiri yay ı mland ı ktan sonra gerçek sosyalistler, bütün Yeşil Ordu
örgütü nün olduğu gibi Hakkı Behiç Bey'in yen i komünist partisine
geçtiğini gazetelerin yazması üzerine bunu yalanlamak üzere dav­
randı lar. Hemen bir yalanlama kaleme al ı p Yenigün, Hakimiyeti M illi­
ye gazetelerine gönderdilerse de hiçbiri bunu yayımlamad ı .
Nazım Bey, bunun nedenini sorduğunda ona ş u yan ıtı verdiler:
- Bu açı klamayı M ustafa Kemal Paşa'ya gösterdik. Paşa da:
"Halk Zümresi Başkanl ı ğ ı ndan izin olmadan yapm ı şlar, ilkin başvu­
rup izin alsı n lar" buyurd u .
Nazım Bey'le arkadaşları kuracakları "Tü rkiye H a l k lşti rakiyu n
F ı rkası " n ı n prog ram ı n ı hazı rlayı p izi n almak üzere hükü mete baş­
vu rduğunda Doktor Ad nan Bey ona şöyle sord u :
- Komünist Partisi varken neden siz d e ayn ı prensiplerde baş­
ka bir parti daha kuruyorsunuz? Onlarla birlikte çal ı şsan ız daha iyi
olmaz m ı ?
Nazı m Bey, o n a şöyle ded i :
- B u s ı rada b i r i k i yerden ald ı ğ ı m ız mektuplardan da komünizm
sözcüğünden ürküldüğü anlaşılıyor. Ben , zor bir duruma düştüm . Bu
işi bir namus sorunu olarak düşünüyorum. Çünkü Yeşil Ordu Genel
Merkezinin uygun görmesiyle taşraya giden kimi kişilere ant içirmiş
ve ellerine güven belgeleri vermiştim. Bu nedenle eldeki üyeleri top­
layıp "Halk lştirakiyun F ı rkası" ad ıyla bir parti durumuna getirmek ve
hükümete onaylatıp karı ş ı kl ı ğ ı ortadan kald ı rmak uygun olur diye dü­
şündüm.
Halk l ştirakiyun F ı rkası kurulunca şöyle bir bildiri yayı mlad ı :
"Yoldaşlar, Anadol u'nun geçirmekte olduğu bunal ı m ı ve Doğu

377
devriminin bugün genişleyip büyüme ereğine doğru gittiği n i göz önü­
ne alan Yeşil Ord u ve Türkiye Gizli Kom ü nist Partisi genel merkez­
leri Üçüncü Enternasyonal'ce benimsenmiş olan Rusya Komü nist
Partisi program ı n ı n iş ve devrim düstu run u kabul ve her ikisi birleşe­
rek yurt içindeki bütün devrim akı mları n ı birleştirmeye karar vermiş­
tir. Büyük Millet Mecl isi'nde kurulmuş ve kuruluşundan beri halka ve
halk devrimine doğru önemli ad ı mları n ı da atm ı ş olan 'Halk Zümresi'
ile beraber hepsi birden öbür örgütten her türlü ilgiyi kesmek üzere
'Tü rkiye Halk lştirakiyun F ı rkas ı ' ad ı n ı almıştır. "
Gazetelerde ilan olunduğ u gibi bu birleşik v e içten örgütün son
kez kurulan 'Türkiye Kom ü nist Partisi' ile (Mustafa Kemal'in göster­
melik Kom ü nist Partisi) hiçbir il işkisi yoktur.
Kapitalizm ve emperyalizm , i nsan l ı k için bir bela olduğuna ve za­
val l ı Anadolu emekçilerinin artı k kendisine hüküm ve zulüm eden
s ı n ıftan kurtulması zaman ı gelmiş bulunduğuna kan ı k olan ''Türkiye
Halk l ştirakiyun F ı rkas ı " bütün d ünyaya mutluluk ve Türklere artı k
rahatl ı k ve kurtuluş verecek olan bu muazzam emekçiler devrimi nde
çok içten ve çok doğru olmayı ve h ı rsl ı işler ve kişilerden kaçı n ı p sa­
k ı n mayı en birinci davra n ı ş düsturu tan ı m ı ştır. Bundan son ra , "Türki­
ye Halk lştirakiyun F ı rkas ı " bayrağ ı altı nda birleşecek olan Anadolu
halkı örgütün ü n de bu içtenlik ve ağ ı rbaşl ı l ı ğ ı prensip olarak ed inme­
lerini önemle sal ı klarız.
Şurası da iyi bilinmelidir ki yürekten gelmeyen görü nüşler ve gös­
terişler altı nda sakl ı h ı rslar ve amaçlar durmadan felaket getirir ve
hiçbir zaman yaşayamaz.
Yeşil Ord u N izamnamesi, özellikle on ikinci maddesi ile bu husus­
ta gerekli taktikleri düşünmüştür. Pek yakı nda yayımlanacak "Türkiye
Halk lştirakiyun F ı rkası N izamnamesi"nde de bu kayıtlar yinelenecek­
tir. Yeni genel merkezce benimsenen parola "emek"tir.
Bu devrimden en çok yararlanan köylülerd i r.
Onları d u rmadan uya nd ı rmal ı ve örg üte bağlama l ı d ı r.
Genel merkeze yazı lacak yazı lar için adres:
Ankara , Hayvan Hastanesi Müdürü Salih'tir. "

378
S a l i h Hacıoğlu
Genel Sekreter Ethem
Kuvayı Seyyare Kumandan ı
(Yeşil Ordu mührü ve imzası )

Yan ıt: 2 Ocak 1 92 1

"Doğu Cephesi Kumandanlığ ı na ,


Bildiğiniz üzere Ankara hükümeti , d ı şarıdan gelecek akımların sı­
n ı rland ı r ı l ması ve kayıt altına a l ı n ması çözüm ü n ü gözaltında bir ku­
rulun çal ı şması nda bulmuş ve merkezde bir partinin örg ütlenmesin i
h o ş görerek ve belki d e arac ı l ı k ederek bu parti d ı ş ı ndaki kişilerin
çal ı şmaları kabul olunmayacağ ı n ı bildirip yayımlamıştı . i mdi şu du­
ru ma göre bu bilinen parti d ı ş ı ndaki kişilerce yap ı lacak girişimler ve
yap ı mlar yu rtta makbul ve makul görülen komü nistl ik biçimine karş ıt
görülmekle birlikte bozgu ncu ve devrimci amaçlarla yorumlanmak
zorunlu bulunduğundan yap ı m çal ışmaları na engel olunmak ve ken­
dileri izlenmek doğal işlerden ve hukuktand ı r. Bundan dolayı bende­
n izce yurtta ki daya n ı şmayı ve uyumu bozmaya çal ı şa n bu kişilerin
s ı n ı r d ı ş ı edilmeleri zorunludur. Şundan ki Kars'ta çal ı şmaları n ı sür­
d ü rmeleri çevredeki unsurları n , bunları n orada h ükümetin koruması
altında çal ı ştı kları n ı sanmalarına ve koruyucu san d ı kları makamlara
karşı düşman kesilmelerine yol açar. Bununla birlikte s ı n ı r d ı ş ı etme
işinin Kars'ta Rusları n gözü önünde yapı lması sak ı n ca l ı bulundu­
ğundan işin benden ize havale buyurulması en doğru yoldur.
Burada halk genellikle komünizme şiddetle karş ı d ı r. Halkçı l ı k akı­
m ı hükü metin, yönetimin d üzeltilmesi için meclise sunduğu programla
kayıt altı na alınmış ve kamuoyunda onunla s ı n ı rland ırılmış bulundu­
ğundan bundan bir sakı nca çıkacağ ı düşünülemeyeceğini bildiri r ve
bu vesile ile sayg ı ları m ı sunarı m."
Vali
Hamit
Mustafa Suphi Bey'le on yedi-on sekiz arkadaş ı n ı içeren Türkiye
Komü nist Partisi kurucu kadrosu , 29 Aral ı k 1 920 günü Sovyet elçisi

379
Medivani yoldaşla Kars'a ayak bası nca Kaz ı m Karabekir başta ola­
rak doğudaki bütü n kumandanlarla yöneticilerde bir dalgalanmad ı r
başlad ı .
Kaz ı m Karabekir hemen durumu M ustafa Kemal'e bildird i . Mus­
tafa Kema l , vaktiyle Samsun mutasarrıfl ı ğ ı na getirdiği yakı n adamı
Erzurum Valisi Hamit Bey' i n kulağ ı n ı büktü . Hamit Bey, durumu öne­
mince kavrayarak Kaz ı m Karabekir'e şifreyle başvurd u , ondan bir
çözüm yolu isted i . Kaz ı m Karabekir, Kars'ta 3 Ocak 1 92 1 tarihli şif­
resiyle Erzurum Val isi Hamit Bey'i şöylece ayd ı n lattı :

"Erzurum Valisi Hamit Beyefend iye ,


Ocak 1 92 1 tari h l i şifreye yan ıt: Mustafa Suphi ve örgütü üstü ne
kan ı ma uygun olan yü ksek düşü nceleri (şifre okunamıyor) böylece
bu kişin i n memlekette h içbir değer ve nüfuza sahip olmad ı ğ ı kan ı s ı n ı
Ruslara vermek fı rsatı da elde ed ilmiş v e d ı şarıdaki sürekli çal ı şma­
ları üstü ne dahi değeri büsbütün azaltı l m ı ş ve düşürülmüş olacaktı r.
Ancak yazılacak girişimler ve icraatı n komünist d ü nyası ile bir temas
ve ilişki kurmuş olan M ustafa Suphi ve arkadaşları n ı n s ı n ı r d ı ş ına
çıkarı l ması nda özel l i kle Ruslar katı nda kötü bir etki ve tevile imkan
vermemesi için yurttaki akı mlarla kamuoyları n ı n doğrudan doğruya
yurt devri mine zararl ı olarak düşünülen M ustafa Suphi ve eşliğinde­
kilerin kişil i kleri üzerinde gösterilmesine ve bu yoldaki gösterilerin
ve g i rişimleri n kom ü n izm devrim dü nyas ı n ı okşayacak bir biçimde
yönetilmesine d i kkat olu n mas ı n ı önemli görüyorum .
B u n a göre M ustafa Suphi ve arkadaşları n ı n s ı n ı r d ı şına çıkarıl­
mas ı nda şu aşağ ıdaki gibi bir düzenin yap ı l ması uygun görülmek­
ted ir. Onunla arkadaşları n ı n Erzuru m'a geldikleri gü nden bu yana
gerek gazete yay ı n ları ve gerekse halkın uygun gösterileri ve bas­
kılarla daha içerilere yolcu luğun ve yu rtta kalmak ve çal ı şmakl ı ğ ı n
mümkün ol mayacağ ı üstü ne kendilerine d e gereken etkiler yap ı l ı r.
Bu durumda halkı doyurmak ve yurttaki birlik ve güvenliği korumak
uğruna s ı n ı r d ı ş ı na çı kması gerektiğine il işkin uygun ve gerekirse
resmi kovuştu rma yap ı l ı r. S ı n ı r d ı ş ı na ç ı karı l maları için isterlerse
Trabzon'dan dahi gidebi l i rler.

380
Şu halde yoldaki otu rulan yerlerde ve Trabzon' da da benzer gös­
terilerin yap ı l mas ı , Erzu rum'da yap ılanları n güçlendi rilip birleştiril­
mesi uygundur. Özel likle Trabzon'da Bolşeviklerin gözleri önünde
bu gösteri lerin istenildiği biçimde yönetilmesi ve Bolşevikl iğe karş ı
olmaktan çok işbu kişiler üstü ne olduğ u n u n gösterilmesini uygun
buluyoru m .
M ustafa S u p h i v e arkadaşları n ı n yurttan ç ı karı lması nedeninin
d ı ş komün ist d ünyas ı nda kırg ı n l ığa ve eleştirmeye yol açmaması
için de d ı şarı çı karma girişimlerinden son ra M ustafa Suphi ve arka­
daşları n ı n halkın gözü nde san ı kl ı kları na ve yu rtta güvenlik ve birliğin
korunması gerekl iliğinden söz eden resmi bir bildiri n i n yayı mlanma­
s ı n ı n ve ilan ı n ı n doğru bir tedbir olacağ ı kan ı s ı nday ı m . "
Doğ u Cephesi Kumandanı
Kazım Karabekir
Mustafa Suphi Bey ve arkadaşları , Erzu rum'da sol bir hükümet
kurmak üzere davranan, girişimleri Kaz ı m Karabekir'ce önlenen
sosyal ist örgütten gizlice, çok kötü haberler aldı lar, kara kara düşün­
meye başladı lar.
Kazım Karabekir başta olarak Erzurum Valisi Hamit Bey'le Anka­
ra'da Mustafa Kemal , kendileri için bir düzen hazırl ı yorlard ı . Bunun
şimdilik bilinen biricik yan ı ; onları n her geçtikleri yerde insan topluluk­
ları , kapkara gerici parolalarla onlara karşı kışkırtı lacaktı . Gözü dönen
halkın bu arada neler yap ı p neler yapmayacağ ı kestirilemezdi .
Mustafa Kemal'den Ankara'ya gitmek üzere resmi müsaade çık­
tıysa da yollar güvensizl ik kayalarıyla barikatla n ı yor, bu haz ı rl ı k ta
Kars'tan başlayarak Trabzon'a dek sürüyord u . Birçok kişi bu duru m
karşısı nda d a h a ileri gidil meyerek Bakü 'ye dönül mesi düşü ncesin­
deyd i .
Ankara'dan daha önce s ı n ı r d ı ş ı ed ilip M ustafa Suphi beylerle
yine Tü rkiye'ye girmiş olan Şerif Manatof:
- Yoldaşlar, d iyord u . Kazı m Karabekir özbeöz bir Prusya gene­
ral i kafası ndad ı r. Ludendorff' la onun kafası aras ı nda hiçbir ayrı l ı k
yoktu r. O n a hiçbir biçimde güvenemeyiz.

381
Mustafa Suphi, g ü nlerdir almış olduğu bu haber yüzünden bir
yana k ı p ı rdayamıyor, Sovyet elçisi Medivani yoldaşla kapa n ı p bir
çözüm yolu araştırıyorlard ı . Medivani yoldaş şu s ı rada paşaları n
kendilerine büyük kötülük yapamayacakları n ı söyleyerek onlara yü­
rekl ilik vermeye çal ı ş ı yorsa da hepsinin içi kararm ı ş , kafalarına ağ ı l ı
kuşku kurdu girmişti . Çok değerli günler yel gibi geçiyord u . Bundan
dolayı şöyle bir k ı m ı ldayıp yollarda kendileri için hazırlanmakta olan
bu tertibin, bu düzenin ne olduğunu öğrenmeye karar verdiler.
Böylece, partinin genel başka n ı Mustafa Suphi Bey'le genel sek­
reter Ethem Nejat Bey' i Kaz ı m Karabekir'le görüşmeye gönderdiler.
Medivani yoldaş da bu işle çok ilgileniyord u .
M ustafa S u p h i Bey' le Ethem Nejat Bey (Al manya'da yüksek eği­
tim görüp orada sosyalistleşmiş, Türkiye'ye döndükten sonra bu kez
kal k ı p Rusya'ya gitmişti . ) Kazım Karabekir'in kocaman sac odu n
sobas ı n ı n ısıttığı odasına girdiler. Paşa onları dost ol mayan b i r dav­
ran ışla, yal n ı z nazik bir biçimde karşılayarak oturttu . M ustafa Suphi
Bey hemen söze başlad ı :
- Paşa hazretleri , ded i . Erzurum'da bize suikast haz ı rland ı ğ ı n ı ,
bizi aşağ ı layı p türlü kötülükler ve işkenceler yaparak öldüreceklerini
işittik. Cahil halkın yobazl ı k d uyguları ayakland ı r ı l makta ve bu za­
vall ı lar bizi linç etmeye hazı rlanmaktaym ışlar. E rzu ru m Valisi Hamit
Bey, daha şimdiden bütü n tertibatı almış. Erzurum'dan sağ çı ksak
bile Trabzon'a dek bütün yol larda buna benzer kışkı rtmalar, tuzak­
lar haz ı rlanmaktaym ı ş . Biz bunu göz önüne alarak ben ve benimle
birlikte birkaç arkadaş geri dönüp Tifl is ve Batum yol uyla An kara'ya
gideceğiz. Geri kalan arkadaşları m da bu yolu deneyecekler.
Kazım Karabekir, şimdi bunların bir bölümünü geri kaçı rsa Mus­
tafa Kemal'de kuşku uyandı racağ ı n ı bildiğinden kesin olarak buyru­
ğunu bildird i :
- Ya hepiniz Erzuru m üzeri nden giderek halkın d uyg uları n ı gö­
rü rsünüz ya da An kara yolculuğundan vazgeçerek Bakü 'ye dönersi­
niz. Zaten ordumuzda Bolşevik örgütü yaptığ ı n ız üstü ne dedikodular
başlad ı . Kol kol ayrılarak yolcu luk etmeniz size karş ı daha büyük
dedikodulara yol açacakt ı r.

382
Mustafa Suphi Bey çok düşündükten son ra :
- Evet, toptan E rzu ru m üzeri nden gitmemiz gerekiyor, yolculuk­
tan vazgeçmek doğru olmaz, ded i .
Kazım Karabekir:
- Korkmay ı n ız, ded i . Sizin güvenliğiniz için elimden geleni yapa­
cağ ı m . Ben im bölgemde hiç kimse can ı n ıza kastedemez. An kara da
sizin yolculuğunuzu bildiğinden orayla da haberleşebilirsiniz. Yal n ı z
aranızdaki Şerif Manatof sizinle yolculuk edemez. Kendisi Sovyet
uyru klu olduğu gibi An kara'ca geçen y ı l kom ü n izm kışkırtıcı l ı ğ ı yü­
zünden i stiklal Mahkemesince on beş yıl ağ ı r hapse hüküm giyerek
salt Sovyet uyru klu olduğundan s ı n ı r d ı ş ı ed ilmişti . i şte Ankara'dan
gelen buyruğa göre Şerif Manatof eşyas ı n ı toplayı p geri dön meye
haz ı rlansı n .
Mustafa Suphi Bey'le Ethem Nejat Bey, arkadaşları n ı n yan ına
dönerek bir tartışma kap ı s ı açtı lar; çoğunluk, ileri g itmeye karar ver­
d i . Şundan ki Rusya'da yıllarca süren cephe, siyaset yaşayışları nda
korkunç denecek tuzaklarla, gerici halk y ı ğ ı nları n ı n ölüm tehditle­
riyle karşı laşm ış, hepsi nin üstesinden gelmişlerd i . Çoğunluğu su­
bay olan bu kad ronun arası ndaki siviller de zaten devrim s ı rası n­
da subaylaşm ış, sertleşmiş, kararl ı birer militan olmuşlard ı . Yurdun
kurtuluşu uğruna ölmek, onlara çocuk oyuncağı geliyord u . Başka
yurtları n kozları için çarpışm ışlar, Türkiye için de çarp ı şacak, seve
seve öleceklerd i . i şte böyle düşü nerek Erzu rum'a doğru yola çı kma­
ya hazı rla n ı rlarken Kazım Karabekir'in gönderdiği inzibat çavuşları ,
Şerif Manatof'u almaya geldiler.
Şerif Manatof, kupkuru kemikten meydana gelmiş bir Tatar'd ı .
Daha önce uzun zaman lstanbul'da yaşad ı ğ ı ndan Türkçeyi Tatar di­
yaleğiyle konuşarak Mustafa Suphi Bey'e son öğüdü verd i :
- Suphi Bey beni dinleyin. Can ı n ız pamuk ipliğiyle bağl ı d ı r. Siz
bu Kazım Karabekir'e inanmayı n . Bütün d üzeni hazı rlayan odur. Di­
riminiz tehlikededir. Gelin birlikte Bakü'ye dönelim. Bu kaçmak değil
tehlike önünde gerilemektir. Türkiye kaçm ıyor. işte burada duruyor.
Yine geli rsiniz. Can elden gidince devrimcilik de kalmaz.

383
Bunu dinleyenler g itmekten caymakta idiler ki M ustafa Suphi Bey
onun sözünü kesti :
- Arkadaş, burası bizim ana yurdumuz. Ölürsek de burada ölü­
rüz. Biz hemen E rzu rum'a yollan ıyoruz.
Bunun üzerine on altı arkadaş ı n daha önce Erzu ru m'a varıp ora­
da M ustafa Suphi Bey'i beklemeleri kararlaştırıld ı . Eğer onlara kö­
tü lük ed ilmeye kal kışılmazsa bütü n söylentilerin kötü söylentiler ol­
duğu anlaşı lacak, o zaman M ustafa Suphi Bey de onlara kavuşmak
üzere Erzu rum'a yollanacaktı .
Şerif Manatof üzg ü n , askerler aras ı nda uzaklaşı rken Mustafa
Suphi Bey'in on altı arkadaşı da kiralad ı kları eşeklere, atlara binerek
Erzurum'a doğru karl ı yollara düştüler. Komünist Partisi kurucuları ,
genel sekreter Ethem Nejat Bey' in başkanlığı nda gidiyorlard ı . Mus­
tafa Suphi Bey, genç sarı ş ı n bir Alman Yah udisi olan karı s ı n ı yan ı nda
a l ı koymuştu . Sonra onunla birlikte gidecekti.
Çizmeli , kal ı n yünlü giyneklere gömülmüş olarak yola çıkan par­
tililer, "kesin olarak bilinmemekle birlikte Ethem Nejat, Almanya'da
eğitim görmüş hatip yetenekli, Kayserili İ smail Hakk ı , Süleyman Nuri,
Mehmet Emin, Abit Al i m , Yozgatl ı Yedek Üsteğmen Süleyman Sami,
Resmi, eski Zor Mutasarrıfı Salih Zeki , Trabzonlu Yüzbaşı Yakup,
Ası m Necati , Hilmi oğlu Hakkı , Topçu Hakk ı , Ahmet, Halim, Nazm i ,
H üseyin Sait, Selim Mehmet oğl u , Lütfü Necdet, İsmail Çitoğ l u , Kazım
Ali , Şefik beyler arası nda bulunmaktayd ı ." (Bunlardan birkaç kişi Kaf­
kasya'da kalmışsa da hangisi olduğu bilinmediğinden hepsinin ad ı n ı
buraya yazmak zorunda kald ı k . )
Mustafa Suphi Bey de onları n arkas ı ndan karı sıyla yola çı kmak
isteyince onun Sovyet uyruklu olduğunu , s ı n ı r d ı şı ed ileceğ ini söyle­
yerek kend isiyle göndermed iler.
Kafile, yola d izilir d izil mez Kazı m Karabekir, hem Mustafa Ke­
mal'e, hem de Erzurum Val isi Hamit Bey'e birer şifreyle durumu bil­
dird i .
M ustafa Kemal, M ustafa S u p h i Bey' le arkadaşları Kars s ı n ı rı n­
dan içeri g i rd i kleri g ü nden beri elinin altında bulundurduğu Erzurum-

384
lu (Ebul hindili) Cafer Bey'i çağ ı rttı . M ustafa Suphilerden önce Zi­
gana Dağları'na yetişip yetişemeyeceğini sord u . Onlar hiçbir araca
bindirilmeden yaya yürütüleceklerinden el bette yetişebilecekti .
Cafer Bey, M ustafa Suphi Bey kafi lesin i otuz yed i kişilik çetesiy­
le Zigana Dağları ' n ı n yalçı n uçurumlarından aşağ ı yuvarlay ı p kurda
kuşa yem edecekti. Cafer Bey, on gündür yola çı kmayı sab ı rs ızl ı kla
bekl iyord u . Onları n üzerinde pek çok Rus altı n ı olduğunu da işitmiş­
ti . Kendisi zaten zengin bir adamsa da daha çok zeng inlik göz mü
çıkarı rd ı ?
Yal n ız, M ustafa Suphi'nin uyarmas ı n ı göz önüne alan Kazı m Ka­
rabekir, kana bulan m ı ş her türlü komiteci likten tiksi ndiği nden M us­
tafa Kemal'e ived i bir şifre çekerek kendi asker bölgesinde Mustafa
Suphi ile arkadaşları n ı n can ı na kastedileceği haberlerin i üzüntüyle
karş ı lad ı ğ ı n ı bildird i . Böylece Mustafa Suphi ile arkadaşları n ı n Ziga­
na Dağları 'nda öldürü l mesi plan ı ndan vazgeçi lerek bir başka kombi­
nezon düşü nüldü. En iyisi uçsuz bucaks ız, d ilsiz denizd i . Toprak her
zaman konuşursa da den izler bütü n gürü ltülerine bakmadan derin
derin susard ı .
Yaln ız, Cafer Bey'e yeni bir görev verildi. Cafer Bey, Erzurum Be­
lediye Başkanl ı ğ ı na halka okunması dileğiyle korkunç bir telgraf çekti.
Bu bir komünist devrimi parolasından başka bir nesne değildi.
"Serian Bolşevik olunuz, kesin iz, kırın ız, herkesi sizin seviyen ize
indiriniz!" d iye haykı rıyord u .
Bu telgraf, zaten havası karışm ış olan Erzu rum halkı üzeri nde
komün izme karş ı fı rtınalı bir d u rum yarattı .
Şimdi ağ ı r ağ ı r E rzu ru m'a doğru ilerleyen M ustafa Suphi Bey'le
arkadaşları bu kerte örgütlü durumdan habersiz yine de kayg ı için­
de bocalay ı p d u ru rken Erzurum Valisi Hamit Bey, Mustafa Kemal'e
şöyle bir şifre yol layarak d i rektif isted i :
"Büyük Mil let Mecl isi - M ustafa Kemal Paşa Hazretlerine,
Mustafa Suphi'nin yaklaşmas ı ve Ankara'dan Cafer'in hemşeh ri­
lerine: 'Serian Bolşevik olunuz, kesiniz, kırın ız, herkesi sizin seviye­
nize indiriniz', gibi saçmalamaları içeren gönderdiği mektup, Erzurum
halkı n ı olağanüstü galeyana ve harekete getirmiştir. Dün, mebus Du-

385
rak Bey'in içinde bulunduğu eşraf, ulema ve esnaftan meydana ge­
len bir kurum makama gelerek hükümeti n komünizme karş ı siyaset
biçiminin açıklanmas ı n ı istemiş ve ahal ice bunun önüne geçmek için
her türlü şiddetl i tedbire başvurulacağ ı n ı , gerekirse silahla savunu­
lacağ ı n ı bildirerek yirmi dört saat son ra bu sorunun görüşülmesi için
büyük bir toplantı yap ı lacağ ı eklenmiştir. Önceden ald ı ğ ı m telgraftaki
görüş noktası ndan hükümetin bu konudaki siyaseti ni ve Ankara'daki
partinin amaç ve kuruluş nedenini açı klayarak kendilerini doyurdum.
Mustafa Suphi sorununa gel ince: Sözü geçenin eylem ve davra n ı ş­
ları n ı n kişisel ve özel olduğunu ve hiçbir yandan koru n mad ı ğ ı n ı , ken­
disinin buraya gelince zararları n ı n önüne geçmek uğruna her tü rl ü
tedbirin alı nacağ ı n ı bildiririm. Mustafa Suphi'nin adamlarından o n
altı kişi Kars'tan yola çıkmıştır. Bir i k i g ü n e d e k bu raya geleceklerdir.
Bunlara ilişilmed iği haberi a l ı n d ı ktan sonra kendisi yola çı kacakt ı r.
Kazım Karabekir Paşa ile bu konuda yapı lan haberleşmeler sonu­
cundan kararlaştırıld ı ğ ı üzere taşkın bir durumda bulunan halkın sal­
d ı rısına meydan vermeyerek sözü geçenle adamları n ı koruyarak sı­
nır d ışına atı lmak üzere Trabzon'a göndereceği m . Bu konuda başka
bir d iyecek varsa bildiri l mesi ni dilerim ."
16 Ocak 1 921
Hamit

Komünist partililer çetin bir yolculuktan sonra Erzurum'a varı rken


yapılacak aşağ ı lamalar deneyini beklemeye dayanamayan M ustafa
Suphi Bey de onlara yetişti . E rzurum'un Kars kap ısı ndan içeri giren
yolcular, karlar üzerinde saatlerdir beklemekten mosmor kesilmiş
güdümlü, merakl ı bir halk kalaba l ı ğ ı nca yuhalanmaya , taşlanmaya
başland ı . Yal n ız, Kazı m Karabeki r'in linç edilmesinler d iye yanları na
kattığ ı silah l ı lar, gerçekten yı rtıcı bir biçim alan sald ı rıyı güç önledi­
ler.
Erzuru m halkı içinden çıkan eski Müdafaayı Hukuk Başka n ı
Hoca Raif Efend i ' n i n arkas ı nda toplanan gerçek gericiler, mukad­
desatçılar, hilafetçiler, eski Müdafaayı H u kuk i l keleri n i eksik bularak
yen i bir dernek kurmuştu . Hacıları n , hocaları n , Erzurum eşrafı n ı n ,

386
ağa ile zenginlerin kurduğu bu derneğin ad ı "Mu hafazayı Mukad­
desat ve Müdafaayı Hukuk"tu . Yirmi kişilik bir yönetim kurulu seçen
derneğ in başka n ı şimdi mebus olan Hoca Raif Efendi'yd i . An kara' da
Komün ist Partisi kurulduğundan dolayı M ustafa Kemal'e de düşman
kesilmişti . Eski Müdafaayı H u kukçular da Ankara ' n ı n bir asker burju­
va diktatörlüğüne g ittiği düşü ncesiyle Erzu ru m'da bir sosyal ist h ükü­
met kurmak üzere davra n m ı şlard ı . Yine de Erzurum halkı , Hoca Raif
Efendi'nin arkas ı ndayd ı .
İ şte , böyle bir ortam içinde hem hükümet, hem d e gerici örgütçe
kışkırtılan yoksul Erzurum halkı sokaklara dökülmüş, şeytan taşla­
maya çıkmıştı .
Kaz ı m Karabeki r'den, M ustafa Kemal'den gelen buyruklara göre
bu lanetl ilere yiyecek, içecek, binek veril meyecek, halkın sövüntü­
leri , aşağ ı l a malarıyla h ı rpalana h ı rpalana yayan olarak Trabzon'a
yü rütüleceklerd i .
Kafile Erzurum'un a n a caddesinde ilerlerken çocu klar, üzerine
taş, kartopu , buz parças ı , çamur fı rlatmaya başlad ı lar. Yu murta , bu
açl ı k çeken şeh i rde pek değerl i yiyecek olduğu halde eşraf takı m ı n ı n
peylediği külhaniler, yaklaşarak el lerindeki yu murtaları yolcuları n ka­
faları na, yüzlerine, gözlerine çal ı yor, sövü ntüyle karı ş ı k kah kahalar
atıyord u . Değnek, sopa , odun son kerte değerl i bir matah olup bu­
lun mad ı ğ ı ndan halk h ı ncı n ı almak üzere kocaman kartopları savur­
makla yetin iyord u .
M ustafa Suphi Bey' i , eşyaları n ı taşıyan küçük bir eşeğe ters bin­
diren göstericiler, çarşıda kah kahalarla gezd i ri p dolaştırd ı lar. Pol is,
jandarma , tıpkı seyi rci gibi dikilip bu durumu seyretti. Yal n ı z hiç kim­
senin onları linç etmek gibi aşırı bir davra n ı şa kalkışmas ı n a engel
olacakları n ı da göstermekten geri kalmad ı lar. Gerek Ankara , gerek­
se Kazı m Karabekir, onları n Trabzon 'a belki de Karadeniz'in suları
üstüne ç ı k ı n caya dek öld ü rü lmemeleri üstüne s ı k ı ca kararl ıyd ı lar.
Erzu rum'daki bu aşağ ı lama sahnesi nin yettiğini gören Val i Hamit
Bey'le kumandanl ı k on yed i kişilik yolcu kafilesini s ı k ı kordon altı n­
da İstanbul kap ı s ı ndan çı kararak l l ı calara doğru yolcu etti . Verilen
buyruk dolayısıyla hiç kimse onlara bol para verdikleri halde yiye­
cek bir lokma ekmek, binecek araba, at, katı r, eşek vermedi . Yal n ız,

387
muhafızları na bolca para yedi rerek yiyecek aldı rıyor, g izl ice yemeye
çal ı şıyorlard ı .
Yal n ı z Bayburt'a vard ı klarında yarı donmuş, morarm ı ş bir du­
rumdayd ı lar. Daha Bayburt'un ilk evleri n i geçm işlerd i ki tıpkı Erzu­
ru m'dakini and ı ran dinci , mukaddesatçı parolalarla silahlanmış bir
güdümlü kalaba l ı k , üzerlerine sald ı rd ı . Ya rı donmuş durumdaki si­
lah l ı muhafızlar bile onları güç durdurdular. Salt mu hafızları n soğ uk­
tan donmaları n ı önlemek üzere Bayburt Kaymakam ıyla Jandarma
Kumandan ı kafileyi bir hana soktular. Han ı n odaları na sokmayarak
toprak üzeri nde, hayvanların yan ı nda otu rmaları na müsaade ettiler.
M ustafa Suphi, burada da paras ıyla ekmek yemek isted iyse de hiç
kimsenin kı l ı k ı p ı rdamad ı . Yaln ız, geceleyin , çil çil altı nları n etkisiyle
gizlice biraz ekmek, yiyecek ald ı r ı p kara n l ı kta sezdi rmeyerek yed i­
ler. Sonra birbirleri n i n üstüne devrilerek her an öldürü l mek tehlikesi­
ni de hesaba katara k uyumaya çal ı ştılar. Bu duru m ta Kars'tan beri
böyle sürüyord u .
Sabahleyin , yine yayan olarak Trabzon'a doğ ru yola d izilecekleri
s ı rada, kaymaka m , Jandarma Kumandan ı , Şube Reisi gelerek iki
subayı üsteğ men Süleyman Sami ile Meh met Emin beyleri hükü­
met doktoru nun muayenesinden geçirerek hasta oldukları üstü ne
bir rapor a l ı p ölüm yürüyüşünden geri b ı raktılar. Bu iki su bay Orta
Asya 'daki Tü rkler aras ı nda m i l l iyetçi duyg u lar, Tü rkl ü k aşkıyla ça­
l ı ştı kları üstü ne yine oradan dönen subay arkadaşları n ı n söyledi k­
leri savu nucu sözlerin etkisiyle Kazım Karabekir'ce kafileden a l ı n ı p
sonu bilinmeyen yü rüyüşten kurtarı lm ı ştı .
On yed i kişiden on beşe inen kafile, sabahleyin yine yola dü­
şerek karlara bata bata ilerlemeye başlad ı . Anadolu'da zemheri
denen korku nç Ocak ayı , dondurucu poyraz fı rtı naları , durmadan
yağan karlarıyla yurd u bir soğuk cehen neme çevi rmişti . Diz boyu
kara gömülen yolcu lar sabahtan akşama dek ufak molalarla yürü­
yerek ancak az yol alabiliyorlard ı . Son dirim güçlerini harcayarak
yürüyorlard ı . Şundan ki bu yollarda sürü klenip kald ı kları sürece kı­
kırdayıp bir hendekte kalabilirlerd i . Bu yüzden bir ayak önce kor-

388
kunç Zigana Dağları kı ş ı n ı aşarak Trabzon'a, ı l ı k den ize erişmeye
çal ışıyorlar, son güçlerini harcamaktan çekin miyorlard ı . En sonra
Zigana Dağları ' n ı da aşarak Trabzon'un ilk evleri aras ı ndan geçen
Erzurum-Trabzon Caddesi'ne vard ı klarında birer insan y ı k ı ntısı ya
da birer paçavra g ibiydiler. 1 1 Ocak 1 92 1 gününden beri yürüyorlar,
yürütül üyorlard ı . Şimd i , Ocağ ı n yirmi sekiziyd i . Demek ki on sekiz
gündür kar üzerinde yürü müşlerd i .
H ü kü met meydanına vard ı klarında güdümlü h a l k sopalarla, sö­
vüntülerle, b ı çaklarla onları n üzerine sald ı rd ı . H içbi ri onları şeh i rde
istemiyord u . Trabzon diyaleğinin kulakta şaka etkisi yapan en çirkin
sözleri onları n üzerine sağanak gibi yağ ıyord u . M ustafa Suphi'nin
yakı nacağ ı , acıma d ileneceği hiçbir sorumlu kişi ya da kap ı yoktu .
En sonra , kayıkçılar kahyası Yahya Bey ç ı kageldi. Bugüne bugün
Trabzon'un diktatörü oyd u . El inde örgütü , bin kişiye yaklaşı k silah l ı
b i r milis gücü vard ı . B u n u , Enver Paşa'yı yine Tü rkiye'nin baş ı n a
geçirmek i ç i n topl a m ı ştı . Çoğ u , boşaltılan Trabzon mapushane h ü ­
kümlüleriyd i . Enver Paşa' n ı n "Anadolu Şuraları H ü kü meti" hülyası­
nın temel d i rekleri nden biri olan Yahya Kahya , M ustafa Suphi Bey'le
adamları n ı n ittihatçı ları n , özellikle Enver Paşa'n ı n d üşman ı olduğu­
nu bil iyord u .
M ustafa Kemal Paşa'n ı n Ankara'dan kendisine gönderdiği uzun
bir telgrafta bunları n vatan haini olduğ u , öldürü lmeleri gerektiği , eğer
bunları öld ü rü p denize atarsa çok büyük bir yurt h izmeti yapmış ola­
cağ ı yazıyord u .
O da kararı n ı verm işti . Onları Karadeniz'in kara dalgaları aras ı n­
da yitirecekti . Trabzonlu kı l ı ğ ı ndaki bir yığ ı n adamıyla M ustafa Suphi
Bey'le arkadaşları n ı alıp şeh i rden çıkard ı , deniz kıyısına götürd ü .
Kısa kış günü sona ermekte 2 8 . Ocak g ü n ü n ü n saatleri güneş gör­
müş kar gibi eriyip g itmekteydi . M ustafa Suphi Bey'e Türk halkı n ı n
kendilerini istemed iğ i n i , bu yüzden s ı n ı r d ı ş ı edileceklerini bildird i .
Onları bol altı n pahası na bir motora doldurd u . Ekmek, zeyti n , peyn ir
gibi bir yığ ı n da yiyecek al ı p ellerine verd i .
Mustafa S u p h i Bey, iri yarı , orta yaşl ı , yakı ş ı kl ı , boğazdan düğ-

389
meli ak Kafkas gömleği g iyen kalpakl ı , çizmeli, kamçı l ı , dik Enver
Paşa bıyıklı Yahya Kahya'n ı n durumunda, gözlerinde kendisine gü­
venlik veren h içbir nesne bulamad ı . Bu fı rtınal ı , yağ ı şl ı , akşam ka­
ran l ı ğ ı nda bu küçük motorla Batum'a g itmek üzere denize açılmak,
ancak alın yazısına boyun eğmekten başka çözüm ü olmayanları n
harcıyd ı . Buz gibi poyraz, sulu kara bulanarak yüzlerine çarpıyordu.
Motorun tak takları başlad ı . On beş kişi küçük kamaraya dolup sıkı­
şarak birbirlerinin s ı caklığ ıyla ı s ı n maya , yarı lan yüzleri n i n , çatlayan
elleri n i n , patlayan tabanları n ı n acı sı biraz uyuşmaya başlad ı . Kara­
dan g ittikçe uzaklaşan motor, onları denizin kara n l ı k , oynak gücü
içine doğru a l ı p götü rd ü .
*

M ustafa Suphi, motoru n boradaları na çıkan denizin sürekli h ı ş ı r­


tı s ı , uğultusuyla i kinci Meşrutiyet y ı l ları n ı n a n ı larına doğ ru zorunlu
bir yolculuk yaptı . Paris'e ün iversite eğitimi yapmak üzere g itm işti .
Sorbon'da çal ı şkan , zeki bir Türk öğrencisi olarak eğitimini sürdü­
rürken Fransız öğrenci a rkadaşları aras ı nda birçok sosyalistle tan ı ş­
m ı ştı . Bunlar onu s ı k s ı k yal n ı z Fransa'n ı n değ i l , o dönemde bütü n
dünya n ı n en parlak sosyalist hatibi, l ideri olan Jean Jaures'in konfe­
ransları n ı , n utukları n ı dinlemeye götürüyorlard ı . O da az zamanda
onlar gibi sosyalist olmuş, Tü rkiye'nin bu korku nç, karanl ı k tarihinin
mutsuzl uklarından sıyrı l ı p daha mutlu bir ü l ke olmas ı n ı n tek çözümü
olarak sosyalizmi görmeye başlam ı ştı . Jaures'e mektuplar yazıyor,
onun anaforundaki derin sularda küçümencik, cı l ız bir çöp gibi dö­
nüyord u .
Eğitimini bitirip de Türkiye'ye döndüğünde a rt ı k biraz Marksist
kültürü de olan herkes gibi kendini sosyalist sayıyord u . i ttihat ve Te­
rakkicileri n , Tevfik Fikret'in de tiksintisi n i belirterek yazd ı ğ ı bir "Hanı
Yağma" bir yağma sofrası içinde yüzdüklerini görmüş, o da tiksin­
miş, bu yağmacı partiye karşı cephe almakta gecikmemişti . Bu sı­
rada ünlü eğitimci Satı Bey'in modernize ettiğ i öğretmen okulunda
ruh iyat, sosyoloji dersleri okutuyor, lfham gazetesinde uygarl ı kçı gö­
rüşleri yansıtan yazılar yazıyord u . ittihat ve Terakkiciler, onu hemen

390
m imlemişler. Prens Sabahattinciler gibi zararl ı , teh l ikeli bir adam
olarak görmeye başlam ışlard ı .
ittihat ve Terakki hükümeti , Mahmut Şevket Paşa'n ı n öldürülme­
sinden Prens Sabahattin'le çömezlerini sorumlu tutarak hepsini Bod­
rum'daki eski kaleye sürmüştü . Bu hem sürgün hem de korkunç bir
hapislikti. Onlar orada çile doldurmaya başlayadursun bunu fı rsat bi­
len ittihat ve Terakki hükümeti , lstanbul'da kendilerine kafa tutmak,
etki yapmak gücünden olan nice ayd ı n varsa hepsini toplayarak Si­
nop'a sürd ü . Gerçi Sinop'ta da bir kale vard ı . Yal n ız buraya sürülen­
ler kaleye konmayı p şehrin içinde "ikamete memur" edilerek serbest
b ı rakı lmışlard ı .
B u sürgünler aras ı nda Amasya mebusu lsmail Hakkı Paşa , it­
ham gazetesinin sahiplerinden Ferit, Mustafa Suphi beyler, Doktor
Celal Paşa , Yazar Refik Halit, Gazeteci Refi Cevat ( U l unay), Alem­
darcı Bed ri beyler, Evkafı lslamiye Müzesi müdürü , Melamiler Şey­
hi Salih Efend i , Şeyh Baha Bey, valilerden Ziver Bey, Saka l l ı R ıfk ı ,
Osman Cemal (Kayg ı l ı ) , Neml izade Sali m , Sosyal ist H i l m i , kurmay
subay Nevres, Mülaz ı m Bombacı Lütfü Beylerle daha birçok değerl i
kişi vard ı .
Yal n ız, Sinop sürgünleri , böyle serbestçe gezip dolaşı rken Prens
Sabahattinciler Bod rum Kalesi'nin ağ ı r hükümlülere özgü koğuş­
larında çile dold uruyor, s ı k ı ntıdan patl ıyorlard ı . Çakı rca l ı Mehmet
Efe'nin tutuklan ı p hüküm giydirilmiş kızanları da bu siyasal sürgün­
lerle içten arkadaş l ı k ediyor, onları buradan kaçı rabilmenin yolları n ı
arıyor, bunu onlarla s ı k s ı k kon uşuyorlard ı .
Ahmet Bedevi (Kuran), Satvet Lütfi (Tozan ) , Sal i h , Mahmut S ıtkı
beyleri içeren bu küçük siyasiler g rubu, Çak ı rcal ı ' n ı n kızanlarına da
çaktırmadan kaleden kaçı p Bodrum'un hemen karş ı s ı ndaki ltalyan­
ları n eline geçmiş olan lstanköy'e s ı ğ ı nabilmenin çözümlerini arayı p
duruyorlard ı . B u n u n için Satvet Lütfi Bey' i n kardeşi Esat Bey'i Bod­
rum'a çağ ı rm ı şlard ı . Esat Bey, kaçış olanakları n ı h ızla hazı rlamaya
başlam ı ştı . Kaleden aşağ ı sarkarak inmek üzere bir kangal tel bile
getirmişti . l stanköy'e g idecek sandallar da haz ı rd ı . Kale bekçilerinin

391
çaylarına konarak onları uyutacak ilaç bile elde bulunuyord u .
işte, bu s ı rada lstanbul'dan gelen bir buyrukla Ahmet Bedevi
Bey'le arkadaşları kaleden a l ı narak l stanbul'a, oradan da vapurla
Si nop'a götü rülmüşler oradaki sürgünler gibi serbestçe bir yaşayı şa
kavuşturulmuşlard ı . Yal n ız Satvet Lütfi Bey l stanbul'da a l ı konarak
Bursa'da i kamete memur ed ilmişti .
işte, Bodrum Kalesi mahpusları böyle Sinop'a vard ı ktan son ra
kaçı ş plan ı yine canlanm ı ş , buna buradaki arkadaşlardan da katı lan­
lar olmuştu . Burada herkes serbest olduğundan iş yal n ı zca şehirden
kaçmak gibi oldukça kolay bir duruma gelmişti . Trabzon'dan getirip
özel olarak bol para ile kiralad ı kları Mustafa Reis'in kayığı 1 9 1 3 yıl ı n ı n
b i r yaz g ü n ü kumsalda yolcuları n ı bekliyord u . Karanl ı k bas ı p d a deniz
kıyısı ı ssızlaşı nca Zeytinlik denen yerde karaya çekilen kayık, denize
sürülerek Prens Sabahattin'in özel sekreteri Ahmet Bedevi , kurmay
subay Nevres, Mülazı m Lütfi , öğretmen , yazar Mustafa Suphi, Münir,
Sabih , Servet, S ıtkı , Raşit beyler kayığa doluştular. M ustafa Reis, kü­
reklere asılarak engine doğru açı l ı rken Sinop Körfezi'nin d ı ş ı nda ken­
dilerini bir taka n ı n bekleyeceğini söyled i . Onun görevi orada bitiyordu.
Kayık açıld ı kça açıld ı . Bir yaz poyrazı , denizi kabartarak tehlikeli bir
d urum yaratmaya başlamıştı . Çoğunluk, taka görünürlerde olmad ığı­
na göre geri dönmenin daha akı llıca bir iş olduğunu söyledi . Yalnız
Bodrum Kalesi'nden gelenler, böyle yaşamaktansa boğulup gitmenin
yeğ olduğunda direttiler. Mustafa, kayığ ı n ı dalgalar üzerinden aşı rarak
açıklara götürmek üzere yeni bir güç ald ı . Bu ufacı k sandalla Rusya
kıyılarına düşmeyi düşünmek, hepsine düşe benzer serüvenin ölüme
sürtünüp sürtünüp geçen heyeca n ı n ı veriyordu. En sonra , bir takanın
sönük gemici fenerini seçtilerse de bu kendilerinin beklediği taka de­
ğildi. M ustafa Reis'le adamları n ı n mavzerleri , küçük taka sahibini,
onları bol para karş ı l ı ğ ı nda Kırım kıyılarına götü rmeyi kabullenmeye
zorlad ı . Yal n ı z taka gerçekten küçüktü . Bununla bu coşkun den izi
geçip Kırım'a varmak olacak iş değild i . "Yelkenli l imon kabuğu gibi
çal kalanarak denize bat ı p çıkıyord u . Yolcular, bu korku nç dalgalar
aras ına gömülme an ı n ı kayg ısızl ı kla bekl iyorlard ı . "

392
Tanyeri attı ğ ı nda ufukta kocaman bir yelkenlinin pupa yelken ken­
dilerine doğru geldiğini gördüler. Bu Sinop önlerinde kendilerini bek­
leyecek olan gemiyd i . Hemen ona doğru yol ald ı lar. Kocaman taka­
ya bindiklerinde bir ara kayg ısızl ık durumuna gelen ölüm korkusunu
büsbütün yendiler. Denizin gürleyen dalgalarında artık pek o eski
korkunçluk kalmam ı ştı . Gemi başı n ı Sivastopol'e çevirmiş gidiyordu.
F ı rtına ısl ı kları , dalgaları n gürlemeleri arası nda Sivastopol'de karaya
ayak bastılar. Rus makamlarına serüvenlerini anlattı ktan sonra ser­
best bırakıld ı lar.
Bu s ı rada Sivastopol'deki Türk konsolosu Cemil Bey onları bula­
rak ittihat ve Terakki h ü kü metince affed ildikleri n i , yine yurda dönme­
leri n i sal ı klad ıysa da h içbiri buna ald ı rı ş etmed i . Tü rkiye'de özgürlü­
ğün bir kez daha yitiklere karıştı ğ ı n ı görmüş, anlam ışlard ı . Kaçaklar,
birkaç gün şehirde konuk olarak bu sürede hangi ü l kelere, nerelere
s ı ğ ı nabileceklerini kararlaştırd ı lar. M ustafa Suphi Bey, bir iki arka­
daş Kafkas dolayları na gitti . Orada yurduna daha yak ı n olacağ ı n ı
düşünmüştü . Ahmet Bedevi Paris'e, b i r ikisi d e M ı s ı r'a yolland ılar.
Çok kötü bir denk geliş olarak bu s ı rada Bosna-Hersek'te Avustur­
ya vel iahtı öldürülmüş, Avrupa kaynaşmaya başlam ı ştı . Birinci Dünya
Savaşı , 1 9 1 4 yaz ı n ı n sıcakları içinde patlayı nca Türklerle düşman
kampa düşen Ruslar, Mustafa Suphi Bey'i tutup ele geçirdikleri bü­
tün Osmanlı Türkleriyle birlikte uzak Sibirya şehirlerine sürerek orada
1 9 1 7 Bolşevik devrimine dek enterne ettiler.
Bolşevik devrimiyle birlikte kendisinin de sosyal ist olduğunu anan
Mustafa Suphi Bey, savaş süresince kampa getirilen binlerce Türk tut­
sağ ı arası nda sosyalizm propagandasına başlad ı . Büyük bir özgürlük
umuduyla meydana atıld ı . Silahland ı rd ı ğ ı solcu çetelerle Çarcı güç­
lere, sonra bir ejderha gibi Sibirya'da tozu dumana katan Çar yanlısı
Amiral Kolçak'a karşı çarpı şmaya başlad ı .
*

Mustafa Suphi Bey, Sinop'tan kaçışıyla yurttan uzak evi ile arka­
daşları , Prens Sabahattin'e u laşmak üzere Paris'te kal ı ş ı n ı n acı la­
rı n ı büyük bir duyarl ı l ı kla yaşarken buna bir yen isi n i n hem de daha

393
acıs ı n ı n katı ld ı ğ ı n ı anlıyord u . O zaman yurttan kaçmak zorunda bı­
rakı l m ı ştı . Şimdiyse yurttan kovuluyord u . Karadeniz ona h içbir vakit
dost olmam ı ştı . Hep onu yurttan uzaklaştı rmaya aracı l ı k etmişti . Bu
s ı rada fı rtınan ı n uğultuları arası nda yoğu n silah sesleri işitti . Herkes
kulak kabartm ı ştı . Silah sesleri g ittikçe yaklaşıyord u .
M ustafa S u p h i Bey, reise sord u :
- Reis, bu silah sesleri nedir, son ra motorun yolu n u neden kes­
tin?
- Beyim bunlar herhalde korsan olacak. Kaçarsak, atacakları
kurşunlarla ya hepimizi öldürür ya da gemiyi delik deşik edip batırır­
lar. Hele gelsinler, bakal ı m neyin nesidirler?
Gerek Mustafa Suphi Bey, gerekse arkadaşları , korkunç önseziy­
le ü rperdiler. Bunlar, yoksa ta Kars'tan beri kulakları na çal ı n m ı ş olan
kara haberlerin finali m iyd i? Ölüm insana bir kez de gelse korkunçtu .
Biraz sonra yol unu kesip dalgalar üzerinde bocalamaya başlayan
motorun boradasına iri kıyım bir motor toslad ı . içinde, gemici fener­
lerinin ışığı nda bir yığ ı n çeteci k ı l ı ğ ı nda süngü takm ı ş silahl ı adam
kaynaşıyord u .
Mustafa S u p h i Bey, tan ı d ı :
Bunlar Yahya Kahya'n ı n adamlarıyd ı . Hemen , motora atlad ı lar.
Mustafa Suphi Bey'le arkadaşları na:
- Anadan doğma soyunun bakal ı m ulan din düşmanları ! diye
g ü rlediler.
Dalgaları n soğu k serpintileri altında hepsi anadan doğma soyun­
du. Sonra süngülüler, parlayan süngüleriyle onlara sald ı rd ı lar. Bağ­
rışmala rı , çağrı şmaları , yalvarma, yakı n maları boşuna g itti . Birkaç
dakika içinde kama, tabanca kurşunuyla delik deşik ederek hepsin i
den ize attılar. Mustafa Suphi Bey süngüler, kamalar altı nda h a l a öl­
memişti. Denizden uzun parmakl ı ellerini uzatm ı ş , motorun kenarla­
rına tutu n muştu . Bir çeteci elindeki süngüyle onun elleri n i delmeye
çal ı ş ı rken o, atı l ı p ağzıyla süngüyü ı s ı rd ı . Adam süngüsünü çekip
alarak onun ağz ı na saplad ı . Süngünün ucu M ustafa Suphi Bey'in
ensesinden çıktı . Elleri gevşedi . Kapkara dalgalar onu kaptığı gibi

394
motoradan uzaklaştırd ı . Katiller, boğazlananları n g iynekleriyle eşya­
ları arası nda sekiz bin altı n , yüz binlerce liral ı k mücevherat bulup
yağmalad ılar. Bunlar, partin i n parasıyd ı . Ertesi saba h , Trabzon'da
"Bolşevikleri" götüren motoru n battığ ı , hepsinin boğularak öldüğü söy­
lentisi yayı ld ı .
*

M ustafa Kemal , Mustafa Suphi Bey'i n dosyas ı n ı gözlerinden


uyku akan Hayati Bey'e uzatarak:
- Hayati Bey, ded i . Bu dosya n ı n artık gereği kalmad ı . Bunu
uzaklaştırın burad a n .
Hayati Bey, dosyayla , terli klerini sü rüyerek odadan çıktıktan son­
ra , Mustafa Kemal kalkıp Fikriye Han ı m ' ı n odas ı n ı n kap ı s ı na g itti .
i çeriyi d i n ledi . Sonra yavaşça kapıyı tıkırdattı . Fikriye Han ı m gecelik
k ı l ı ğ ıyla koşa rak kap ıyı açtı . Manolya çiçeği n i n mat akl ı ğ ı yla parla­
yan yüzü nde üzg ü n bir mutluluk vard ı . Eğilip Paşa'n ı n ayakkabı la­
rı n ı çı kararak tüylü terliklerin i g iyd ird i . Giynekleri n i çıkarmasına yar­
d ı m ederek keten gecelik gömleğ i n i de giydird i . Odadaki küçük odu n
sobası odaya tatl ı bir s ı cakl ı k veriyord u .
Direksiyon'un önünde cepheye asker taşıyan trenlerin ard ı ar­
kas ı kesilmeyen manevra g ü rü ltüleri , koşuşmalar, askerce kom utlar
birbiri n i koval ıyord u . Saatin tik-takları , sobadaki odu nları n çıtı rtısına
karı şıyord u . M ustafa Kemal yastığa baş ı n ı korken:
- Şimdi, s ı ra Naz ı m Bey'le arkadaşları nda, onlar da yak ı nda
bana kafa tutamayacak d u ruma gelecekler, d iye m ı rı ldand ı .
*

Türkiye'de sosyalizmin silah gücüyle yayılmasına, kurulmas ı na


destek olan Ethem Bey'le onun gezici güçleri tarihe karı ş ı r karışmaz
Mustafa Kemal hemen davrand ı . Mustafa Suphi ile arkadaşları Er­
zurum'dan Trabzon'a yayan yürütülürken içerideki sosyalistleri ,
Türkiye Halk l ştirakiyun F ı rkas ı ' n ı n kurucuları n ı birer birer tutuklatıp
hapse attırd ı . Ankara'da Hayvan Hastanesi Müdürü Veteriner Bin­
başı Salih Hacıoğlu 1 1 Ocak 1 92 1 günü tutu kla n ı p içeri atı ld ı . Onu
Bası n Genel Müdürlüğü mem u rlarından Zinetullah Nevşirvan Bey'in

395
27 Ocak 1 92 1 günü tutu klanması izledi . Bunları n yan ı s ı ra birkaç kişi
daha tutukland ı . Geriye, Türkiye'nin içinde sosyalizmin hatta Bolşe­
vikliğin bayraktarl ı ğ ı n ı yaptı kları bilinen birkaç mebus kal ı yord u ki
bunları tutuklamak için de bir mizansen hazırlamak zoru n l uluğu baş
gösterd i : Bir zamandan beridir Kastamonu bölgesinde küskün otu­
rup doğa güzelliklerini seyrederek dinlenmekte olan N u rettin Paşa ,
Merkez Ordusu Kumanda n ı n iteliğiyle meydana çıktı . 1 9 Ocak 1 92 1
tari h l i ş u şifreyle Genelkurmay Başkan l ı ğ ı n ı n kap ı s ı n ı çald ı :
"izinli ya d a memur olarak g iden kimi mebusları n ızca öteye beri­
ye verilen iki broşürün suretlerin i ekli olarak sunuyoru m .
U l u s için elde edilmesi murat edilen mutlu amacı isteyenlerdenim
ve bunun için ulusun toplumsal düzeyiyle uygun bir toplumsal d üzeliş
ve yönetim yeniliğine doğru gitmeniz gerektiğine de kan ı ğ ı m . Ancak,
bu gibi devrimlerin doğuracağ ı kargaşa ve karışıklı klar, yığı nları n eği­
tim d üzeyleriyle ters düşmektedir. Bundan dolayı bizde bu kuşkusuz
en h ızl ısıyla olacaktı r. Mülkümüzün önemli bölgelerin i kaplayan bir
d ı ş düşman karşısı nda bulunduğumuz sırada durumumuzun böyle
bir sarsı ntıya dayanamayacağ ı doğald ı r. Bu nedenle yavaş yavaş dü­
zelişe yönelme zorundayız.
Bu yüzden bu gibi propagandalar bugün için zararl ı ve yabancı
unsurları n telkinleri eseri olarak kabul edilebilir. Bu konularda Türki­
ye Büyük M i llet Meclisi h ü kümetinin görünüşü üstü ne bilgi verilme­
sini dilerim."
N u rettin Paşa'n ı n bu yakı n ı ş ı Fevzi Paşa'yı hemen davrand ı rd ı .
Vekiller kurulu başkanl ı ğ ı n a ş u 24 Ocak 1 92 1 tarihli yazıyla yazd ı :
"Merkez ordusunca elde ed ilip sunulan Yeşil Ordu örgütüne özgü
tal imatnamenin Bursa mebusu Şeyh Servet Efendi'ce ve öbür bil­
dirinin de Tokat mebusu Nazım Bey'in kardeşi şu s ı ra Amasya'da
bulunan Lütfü Efendi'ce dağıtıld ı ğ ı , istenen açı klamaya yan ı t olarak"
Merkez Ordusu Kumandanl ı ğ ı ndan bildirilmekle sunulur.
Mustafa Kemal'den çıkan yazı yine Büyük Millet Meclisi başkanı
olarak Mustafa Kemal'in eline geldi . Hemen işi adalete geçirmek üze­
re Ankara istiklal Mahkemesi başkanlığına şöyle bir yazı gönderdi:

396
"izinli ya da memur olarak giden kimi mebuslarca Genelkurmay
Başkanl ı ğ ı n ı n 1 9 Ocak 1 92 1 tarih ve 647 numaralı yazısıyla sunulan
Yeşil Ord u örgüt ve tal imatnamesi ve ol baptaki Merkez Ordusu Ku­
mandan l ığ ı ' n ı n yazı ları Vekiller Kurulunun 23 Ocak 1 92 1 tarihindeki
toplantısı nda okunarak tasdikli suretleri i l işik olarak gönderilmiştir."
Bu bürokratik formaliteden az zaman sonra Tokat mebusu Na­
z ı m , Afyonkarahisar mebusu Mehmet Şükrü beylerle, Bursa mebu­
su Şeyh Servet Efendi'nin dokunulmazl ı kları kald ı rı ld ı . Hemen tutuk­
lanarak Ankara istiklal Mahkemesi'ne verildiler.
9 Mayıs 1 92 1 günü yarg ı lama bitti. istiklal Mahkemesi'nin kararı
şöyle d iyord u :
"Tü rkiye Büyük Millet Mecl isi hükümeti ni devirerek ulusun isteği­
ne aykırı bir hükümet ku rmaya çal ı şmak suçundan san ı k kimlikleri
aşağ ıda yaz ı l ı olan Ethem , Tevfik, Reşit, Yüzbaşı l brahim, jandarma
Yüzbaşısı Sami, Kurmay Yüzbaşı Halil, Polis Arti n , Manyasl ı Şev­
ket, Çerkez Ahmet, Reşat, Kütahya Bölge Kumanda n ı Binbaşı Ab­
d u l lah ve m ü lkiye kaymaka m ı Lütfü'nün silah l ı olarak işbu hükümet
devirme suçu n u işlediklerinden ve sonra düşman yan ı na kaçtı kları
anlaş ı l d ı ğ ı ndan dolayı hepsin i n idamları na ve menkul ve gayrimen­
kul malları n ı n haczine, gizl i Komün ist Partisi kurarak gene hükümeti
devirme suçu nu işlemeye girişmiş bulundukları anlaşılan Tokat me­
busu Nazı m ' ı n tutukland ı ğ ı tarih olan 1 2 N isan 1 92 1 'den ve Bayta r
Binbaşı Hacıoğlu Salih Efend i'nin 1 1 Ocak 1 92 1 'den ve bas ı n ge­
nel müdürlüğü memurlarından Zinetu l lah Nevşirva n ' ı n da 27 Ocak
1 92 1 'den başlayarak Ceza Kanununun 46'ncı maddesi delaletiyle
Vatana H ı yanet Kanunu'nun 1 2 . maddesi gereğ ince on beşer yıl
süre ile küreğe konmalarına ve öteki san ı klardan Bursa mebusu
Şeyh Servet Efendi ve Afyon mebusu Mehmet Şü krü Bey ile öbürle­
rin i n sorumsuzlukları na karar verilmiştir. "
Bu arada "Yeni Dü nya" gazetesi başyazarı Arif Oruç da tutuklu
kal d ı ğ ı süre yeter görülerek tah liye ve u lusal amacın elde ed ilme­
sine değ i n hü kümetin uyg u n göreceği bir yerde otu rmaya memur
edilmişti .

397
Sovyet elçiliğinde s ı k s ı k neşel i kon ukluk g ü nleri geçiren genç,
coşkun gazeteci N izamettin Nazif Bey, dayısı Arif Oruç Bey'in sür­
gün cezasına çarptırılmasından sonra, sorumsuzluğu görülerek ser­
best b ı rakılanlar arası ndayd ı . istiklal Mahkemesi' n i n bu kararından
sonra , Ankara'da hatta bütü n Tü rkiye'de sosyal izm iğneyle delinmiş
bir balon gibi söndü . Yunus Nadi Bey'le Osmanzade Hamdi beylerin
çı karmakta oldukları "Yeni Gün" gazetesinin sütunları arası nda buram
buram tüten sosyal izm kokusu birdenbire yok old u . Kari Marks' ı n "Ka­
pital" inden yapılan çeviriler kimsenin göremeyeceği yerlere gizlendi .
Mustafa Kemal'in sevdiği genç hukukçulardan Mahmut Esat Boz­
kurt'un koltuğunun altı nda kutsal bir kitap gibi taşıdığı "Kapital" bir gizli
deliğe sokuldu. "Yeni Dünya" gazetesi , süresiz kapatıld ı . Bası mevi,
zaten daha önce millileştirilmişti .
Büyük Millet Mecl isi'nin bahçesinde mebus, halk toplulukları na
sosyalizm üstüne saatlerce ü nleyen Şerif Manatoflar, Malatya l ı Kay­
makam Ferit Vakkaslar, onları n sosyalizm çığl ı kları , sağanağ ı n ı dök­
müş fı rtına bulutları gibi geçmişe doğru h ızla uzaklaşı yord u .
Bu s ı rada on beşer y ı l kürek cezas ı g iymiş o l a n Tokat mebusu
N az ı m , Zinetullah, k ı rk bir yaşı ndaki Trabzonlu Baytar Binbaşı Salih
Hacıoğlu beyler Ankara Cezaevi'ndeki koğuşlarında bağdaş kurup
otu rmuş, on beş yı l ı n nas ı l geçeceğini düşünmeye başlamışlard ı .
Artı k U lusal Kurtuluş Savaş ı ' n ı n geri kalan l iderleri , dikensiz gül
bahçesinde çal ı şacaklard ı .

SAKARYA MARŞI

Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bü­


tün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın ka­
nıyla ıslanmadıkça bırakılmaz.
Mustafa Kemal

Ali Fuat Paşa, Ethem Bey'le Demirci Mehmet Efe'nin bir buçuk yıl
Batı Cephesi'nde Yu nanlı ları n burnunu taşlara, topraklara sürtüp dur-

398
mas ı , yıldırım savaşlarıyla Anadolu'nun silinip süpürülmesini isteyen
sab ı rsız Yunan halkı n ı b ı ktırıp usand ı rmış, halk bu işin üstesinden
gelemeyen Megalo ldeacı Venizelos'la onun tuttuğu bütün cephe ku­
mandanları na karşı ateş püskürüyor, bu beladan kendini kurtaracak
bir çıkar yol arıyord u . Bu sırada, Venizelos'un lsviçre'ye sürdüğü kralı
andı lar. Bir kurtarıcı olarak bütün umutları n ı ona bağlad ılar.
Ethem Bey'in son kez Demirci'de, Gediz'de Yunan ordusuna in­
dirdiği yumruklar Yunan halkı n ı n akl ı n ı büsbütün başına getird i . Ana­
dolu'da işlerin yolunda gitmediğini anlayarak haykı rmaya , hükümeti
yeni bir seçime zorlamaya başlad ı . Seçime gitmek zorunda kalan Ve­
nizelos'un partisi, kral ı n ald ığı 896.000 oya karşı ancak 500.000 oy
alarak iktidardan düştü . Kralcı , "Ahali" partisi, iktidarı ele alır almaz,
Yunan halkı n ı n sürekli acıları n ı dindirmeni n , barış yolları araman ı n
çözümünü bulmaya çal ı şacağı yerde "Büyük Yunanistan" hülyasına
daha korku nç bir h ı rsla sarı ld ı . Venizelosçuları n üç yıld ı r hapishanede
inlettiği General Papulas' ı çıkarı p Anadolu'daki Yunan ordusunun ba­
şına başkumandan olarak gönderdi. Antanta hükümetleri gerek kral
gerekse "Ahali" partisi üzerine karakuş gibi atı ldı lar; onları n eliyle Ana­
dolu'yu ele geçirmek üzere son kozları n ı oynad ı lar. General Papu­
las, Anadolu'ya geçer geçmez zaferi bir türlü elde edemeyen yüksek
rütbeli birçok generali yerinden atarak geri kalanı eski görevlerinde
b ı rakt ı . Atı lan kumandanlar l stanbul'a kaçarak orada lstanbul'u ele
geçirmek, Ayasofya'ya çan asmak uğruna ayrı bir çal ışmaya giriştiler.
General Papulas Anadolu 'da d izginleri s ı kıca eline a l ı nca arka­
s ı ndan kra l , yeğeni Prens Andreas, Genel kurmay Başkan l ı ğ ı n ı n bir­
kaç temsilcisi, yen i Başbakan Gonaris, Harbiye Nazırı Teotokis'le
birl i kte Limnos z ı rhl ı s ı na binerek lzmir'e doğru yola çıktı . Z ı rhl ı n ı n
güvertesinde Genelkurmayı n temsilcisi General Dusmanis'le Stra­
sigos bir yanda, Başbakan Gonaris'le Harbiye Nazı rı Teotokis öbür
yanda Kral' ı n başkumandan l ı ğ ı üzeri ne alıp al maması sorununu tar­
tışıyord u . General Dusmanis, kra l ı n kumandayı eline alması nda d i­
retiyor, nazı rlarsa bunu kabul etmiyorlard ı . Bu s ı rada Yu nanistan'da
büyük bir seferberl i k kampanyas ı sürüyor bütün i nsan kaynakları ,
Anadolu'yu d ize getirmek üzere gemilerle lzmir'e taş ı n ı yord u .

399
Yunan Kra l ı 1 92 1 yı l ı Hazira n ı n ı n 1 2 . günü lzmir'in Kordonbo­
yu'na ayakbast ı . Kra l Konstantin lzmir rı htı m ı na çıkar çı kmaz ak
g iynekl i , mavi kemerl i k ı rk g üzel Rum kızı onu karş ı l ad ı . Ellerinde
çiçek sepetleriyle doğ u n u n büyüleyici kokuları n ı taş ıyan buhurdan­
lar vard ı .
lstanbul Rumları n ı n Türklere karşı elde ettikleri zaferlerde söyle­
diklerine benzer din ilahileri okuyorlard ı .
i ris Vinoglon ad l ı bir kız, Kral'a yaklaşarak ş u şiirli konuşmayı
yapt ı :
- Ben , Helenizmin Anadolu'da ruhuyum . Uzun y ı l l a r a c ı çeken,
umut besleyen ve düş içinde yaşayan Homeros'un altın kelebek ül­
kesinin çocukları n ı n ru h u ! Ayakları n ıza döktüğümüz şu güller, tutsak
olarak yaşayan ve ölü rken d udakları ndan Konstantin Paleolog ad ı
dökülen kardeşlerimizin kan ı ile boyanm ı şt ı r.
*

M ustafa Kemal , Harbiye'den , Kurmay Okulundan s ı n ıf arkadaşı


olan Al bay As ı m (Gündüz) Bey' i lstanbul 'daki g izli örgüt aracı l ığ ıyla
buld u rup Anadolu 'ya çağ ı rd ı . O zamana dek her nedense uyuşuk,
ikircikli olarak köşesinde oturup bekleyen Albay As ı m Bey silkind i ,
gizl ice lnebolu'ya vard ı . Orada , daha karaya ilk ad ı m ı n ı atarken
Anadol u'nun yed iden yetmişe nas ı l harıl harı l çal ı ştı ğ ı n ı görd ü . l ne­
bol u'dan kalka n , subay, er, cephane, silah kafi leleri bir zincir gibi ça­
murl u , tozlu , bakı msız yol lardan Ankara'ya doğru uzan ıyord u . Yalnız
bu nca emeğe bakmadan cepheler hiç de insan ı n yüzü nü güldüre­
cek durumda değildi. Oralardan gelen haberler herkesi acı acı dü­
şündürüyor, hele h ü kümetin Ankara' dan Anadolu'nun içlerine doğru
kalkacağ ı haberi , herkesi umutsuz düşürüyord u .
As ı m Bey, bütü n yol boyunca bunları din leyerek Ankara 'ya vard ı­
ğ ı nda, hemen M illl Müdafaa Vekaletine koştu . Eski arkadaşlarından
Albay Refet Bey' i vekil olarak buld u . Refet Bey'in onu otu rtup bir
kahve ısmarlad ı ktan sonra ilk sözü :
- Aman As ı m , d u ru m çok kritik. Mustafa Kemal Paşa cephede
seni bekliyor. Kendisini orada bulursu n . Yarın kal kacak trende sana
bir yer ayı rtay ı m , old u .

400
Ertesi gün trenle yola çıkan Albay Ası m (Gündüz) Bey, Beylika h ı r
dolaylarında Mustafa Kemal'in treniyle karşı laştı . Hemen o n u n kom­
partı man ına geçti . Mustafa Kemal bu pek eski , değerli arkadaşı n ı ku­
caklayarak yanaklarından öptü , bir kez daha öpüştüler:
- As ı m , hoş geld i n ! Tam zaman ı nda yetişti n ! Durumu görüyor­
s u n , ne düşünüyorsun?
Albay As ı m Bey, buraya gelinceye dek ancak demiryolunun her
iki yan ı ndan durmadan geriye, Sakarya'ya doğ ru çekilen perişan kı­
l ı kl ı birli klerden başka bir şey görmemişti ki . Durum üstüne bildikleri
ancak öteki nden , berikinden dinledikleriyd i .
- Efend i m , ded i . Şimdi geld im. Duruma egemen değ i l i m . An­
cak, düşma n ı n çok üstün olduğunu kabul etmek gerek. Bu bakım­
dan kendi üs ve ikmal merkezleri nden uzağa almak, dar bir cephe­
de toplanmak, toparlanmak ve düşman ı yıpratmak herhalde doğ ru
olacaktı r.
- Doğru , biz de böyle düşünüyoruz.
Vagonda , masaya serilmiş harita üzerinde ufak bir çal ı şma yap­
tı lar. Gerek M ustafa Kemal, gerekse Albay ismet Bey, Ası m Gündüz
Bey'e Birinci İ nönü Savaşı 'ndan sonra yine gelişen cephe işlerini kı­
saca şöyle anlattı lar: l nönü'de kafas ı n ı inlerle dolu l nönü kayal ı ğ ı na
çarpan oldukça hazırl ı ksız Yunan ordusu iyi bir dayak yiyerek çekil­
mek zoru nda b ı rakı ld ı . Bu düzenli ordunun umulmayan ilk zaferi old u .
l ngiltere geri çekilen Yu nan l ı ları avuçlarıyla iteleyerek 23 Mart
1 92 1 günü bir kez daha İ nönü 'de sald ı rıya geçird i . Yunan Ordusun­
da 4 1 . 1 50 tüfek, 750 makineli tüfek, 3 1 1 4 yeğ nik makineli tüfek, 220
top ve 2000 k ı l ıç, bizde 30. 1 08 tüfek, 235 ağ ı r makineli tüfek, 55
yeğnik makineli tüfek, 1 02 top , 4000 k ı l ı ç vard ı .
Düşman sald ı rı s ı , iki cepheden birden başlad ı . H ızla ilerleyerek
Mart' ı n yirmi dörd ü ncü günü güney cephemizin yasland ı ğ ı Dumlupı­
nar mevzi lerine çarptı . Kuşatı lmak tehlikesiyle karş ı laşan güçlerimiz
buradan aradaki Balmahmut'a çekilmek zoru nda kald ı lar. Düşman
sald ı rı n ı n dörd üncü günü yine iki ay önce çarparak kafas ı n ı yard ı ğ ı
bağ rı kara n l ı k i nlerle süslü İ nönü kayal ı ğ ı n ı n karş ı s ı na dikild i . Sağ

401
kanattaki 6 1 . Tümenle çatı ştılar. Böylece i ki nci l nönü Savaşı başla­
m ı ş old u .
Birinci l nönü Savaşı 'nda hiç ummad ı ğ ı halde düşmana dayak
atma n ı n tad ı n ı tatm ı ş olan zayıf Türk birl ikleri , yine bunu anarak dö­
nüp ona çarpmaya başlad ı lar.
Türk ordusu , bu oynak meydan savaşında çok kımıltı l ı bir taktikle
ağ ı r sı klet düşmana şaşı rtıcı vuruşlar vuruyor, girişim yeteneğini elin­
den alarak onu her seferinde bocalatıyor, durduruyor, kaçı rıyordu.
i smet Bey, ufacı k inatçı sald ı rı sağanağ ı altında düşma n ı s ı rs ı k­
lam ı slatı rke n , 6 Mart saba h ı düşman sağ kanattan Söğüt yönüne
doğru 3 . Tümeniyle süvari l ivası ndan güçlü bir kol u ileri sürd ü . Bu
düşman güçleri oynak savunmal ı , sald ı r ı l ı bir taktikle çarp ı şan Türk
birlikleriyle çarp ışmaya başlad ı ğ ı s ı rada sol kanatta hiçbir düşman
k ı m ı ltısı görmeyen ismet Bey, bu sipsivri , tek baş ı n a ilerleyen sağ
kanattaki düşman gücüne askerce bir oyu n oynamaya karar verd i .
S a ğ kanatta Günd üzbey'e giren düşmana 6 1 . Tüme n , yandan bir
sald ı rı h ızıyla çarptı , onu geri püskü rtt ü .
Düşman böyle b i r sald ı rıyı öylesine beklemiyordu k i birçok tutsak,
cephane b ı rakarak kaçmak zorunda kald ı . 26 Mart günü güney cep­
hesinde de saldı rıya geçen düşman Afyonkarahisar önündeki Bal­
mahmut'ta durduruldu.
Yunan l ı lar, 27 Mart'ta yine sağ kanattan sald ı rıya geçtiler. Mer­
kezdeyse hiçbir k ı p ı rt ı görünmüyordu. Sağ kanattaki düşman sald ı­
rı s ı n ı karş ı lamak üzere 24 . Tümen , merkezden sald ı rıya geçirild i .
24 . Tümen bir süre kolları n ı sallayarak ilerlediyse de biraz ilerde sa­
bahtan beri yürüyüşte bulunan 7. ve 1 0 . Yunan tümenleriyle burun
buruna gelerek onlarla şiddetl i bir savaşa tutuştu .
i ki Yu nan tümen ine akşama dek göz açtı rmayan 24. Tümen ,
sonra düşma n ı n ağ ı rl ı ğ ı altında ezilmemek üzere geri çekilerek eski
mevzilerine yerleşmek zorunda kald ı . l lerdeki çıkı ntıda kal m ı ş olan
1 1 . Tümen de merkezdeki güçlerle bir h izaya gelmek üzere geri çe­
kild i .
G üney cephesinde Balmahmut'u düşüren düşman Afyon karahi­
sar'a gird i .

402
Düşma n , l nönü'de kesin sonuç almak kararındayd ı . Yine sağ ka­
nattaki i zzettin Bey'in güçlerine çulland ı .
i smet Bey'in taktiği yine işlemeye başlad ı . Ü nlü Al man savaş ku­
ramcıları n ı n dediğine göre , en iyi savunma sald ırıyd ı . Tü rk ordusu
da Alman hocaları n ı n elinde yetiştiğinden i smet Bey, onlardan kal­
m ı ş biricik olumlu nesne olarak bunu Yunan l ı lara karşı göz açtı rma­
macası na uygulad ı durd u . Kan l ı s ı rt, Metristepe, Üç Şehitler Tepesi ,
G ü nd üzbey sı rtları durmadan el değiştird i . Ufacı k tepeler üzerinde
harcad ı ğ ı bu dev anlaml ı günler, Yunanlı ları berbat etmişti .
Bütün H ı ristiya n l ı k dünyas ı , onları n Ankara'ya varması n ı bekler­
ken onlar ufacı k tepeler, s ı rtlar üzerinde bir avuç silahsız Türk aske­
riyle sanki satranç oynuyorlard ı .
B u taktik sal d ı rı larla h ı rpala n ı p duran Yu nanlılar, Bursa' dan ald ı k­
ları taze yard ı mlarla 30 Mart sabahı erkenden üç Şehitler Tepesi'ne
yoğ u n , korku nç bir topçu ateşi açtı lar.
"Biraz sonra topçu ateşi kesildi. Makineli tüfekle piyade tüfekleri
ateşe başlad ı . Bu da çok sürmedi." Bizimkiler, tepenin yüksek çiz­
gisinden aşarak bu yana çekildiler. Tepenin arkası nda siperlenerek
beklediler. Bir ara yoğun düşman topçu ateşine bizim pek az topumuz
çok hesapl ı , etkili yan ıtlar vermeye çal ı ştı . Topçumuz, tepenin çizgisi
üzerinde gözüken düşman piyadesini dövmeye başlad ı . Bunun ar­
kasından, tepenin gerisinde siperlenen bizim piyade, süngü takarak
düşman ı n üstüne atı ld ı . Düşman ı yeni yetiştiği mevzilerden söküp
attı . 30 Mart günü sağ kanatta izzettin Bey'in güçleri Balarya Tepe,
Elmacık sırtlarında düşmana çok başarı l ı karşı sald ı rı lar yaptılar.
Yunan sol kanad ı da çok h ı rçınca çarp ı n ı p çırp ı n d ı ğ ı ndan bir bit­
kinlik, yorgunluk d u rumu gösterd i . Bunu gören kumandan l ı k, 3 1 Mart
saba h ı sağ kanatta Kemalettin Sami Bey tü menini sal d ı rıya kald ı rd ı .
K ı rkı ncı Piyade Alayı n ı n e n önünde, atı n ı n üzerinde düşmana saldı­
rı nca bu örnek, korkunç bir etki yaptı . Bütü n asker, karş ı dan yed iği
korku nç ateşe aldı rmayarak ileri atı ld ı . Sonuç, hemen göründü:
Yunan tümeni tüfekler, makineli tüfekler, tutsaklar, 1 50 de ölü bı­
rakarak kaçmak zorunda kald ı .
Sol kanad ı tutan Ayıcı Arif Bey' in 1 1 . Tümeni, iki koldan üzerine

403
yüklenen üstü n Yunan güçleri karş ı s ı nda geri çekildi. B u radan iler­
leyen düşman ı durdurmak üzere başka yerlerden güçler kayd ı rı l d ı .
3 0 Mart g ü n ü , d a h a soldan ilerleyen düşman kol u yediği darbe kar­
şısı nda duraklamak zoru nda kald ı .
Cephede fı rtı nadan önceki durgunluğu and ı ran b i r d u rgunluk gö­
rüldü . Yu nan güçleri de, Türk güçleri de iyice h ı rpala n m ı ş bir durum­
da kayg ı l ı saatler geçirmeye başlad ılar. i smet Bey, bu sessizliğin
arkası ndan gelebilecek ağ ı r bir Yunan sald ı rıs ı n ı d u rduracak güç­
lerden yoksun olduğ u n u artık görüyord u . Bu durgunluğun arkasın­
da Yu nan çekilişi de gelebilirse de iyi bir askerin böyle belkilere bel
bağlaması hiç de doğru değildi. i smet Bey, en son raporları okuyup
değerlendirdikten sonra , l nönü mevzilerini b ı rakarak çekilmeye ka­
rar verd i . Yazd ı ğ ı şifreyi hemen Mustafa Kemal'e çektird i .
*

1 92 1 Martı n ı n 3 1 'inci gününü 1 Nisana bağlayan gece , Genelkur­


may Başkanlığ ı n ı n bulunduğu Ziraat Mektebi'nin yemekhanesinde,
içlerinde Mustafa Kemal'in de bulunduğu Doktor Adnan, Diplomat
Sami , Doktor Refik (Saydam), Salih (Bozok), Mustafa Kemal'in ya­
verlerinden pek genç Muzaffer (Kıl ıç), ünlü Türk Ocakları hatibi Ham­
dullah Suphi (Ankara'ya yeni gelmişti) beylerle Halide Edip Han ı m
yemekleri ni ağ ı r b i r sessizli k içinde yed iler. Kuru fasulye, pilav, üzüm
hoşafı n ı içeren üç kap yemek boğazlarından aşağ ı zorla iniyor gibiyd i .
Hepsi d e l nönü'de b i r ikinci kez düşman ı n çok üstün güçlerine kar­
şı kan l ı , umutsuz bir savaş vermekte olan küçük, yetersiz, araçsız,
gereçsiz Türk ordusunu, dolayısıyla kendi akı betlerini düşünüyord u .
l nönü'de yenilen Türk ordusunun yerine koyacak başka güçler d e ol­
mad ı ğ ı ndan düşma n , bu ordunun kal ı ntıları n ı önüne katıp Ankara'ya
doğru kovalayacaktı .
Kaç gündür kan l ı bir biçimde sürüp giden son kerte k ı m ı ltı l ı sa­
vaş, en bunal ı m l ı dönemine girmişti . i smet Bey'e artık yen i bir silah ,
yen i bir asker g ücü bulunup gönderilemiyord u . Yu na n l ı ları n elindeki
kocaman olanaklar, bu yen i doğmuş küçük, çel imsiz ord uyu elbette
çiğneyip geçecekti .

404
Çatal kaş ı k g ü rü ltüleri , ağız şapırtı ları bitince yemektekiler, M us­
tafa Kemal başta olarak kal k ı p yukarı çıktı lar. M ustafa Kemal'in eski
çal ı şma odas ı ndaki kanepelerle, sandalyelere çöktüler. Hiç kimse­
nin ağzı n ı b ı çak açm ıyord u . Sigara tabakaları açı l ı p kapand ı . Odayı
koyu bir sigara duman ı kaplad ı . Bu kez de konuşma yerine içilen
kahvelerin höpürtüsü işitilmeye başlad ı . Herkes , san ki bir ölü evin­
de bulunuyormuş gibi konuşmaktan korkuyord u . Birbirleriyle fı s ı ltı
ile konuşuyor, hemen bir suç işlemiş gibi susuyorlard ı . M ustafa Ke­
mal , otu rmam ı ştı . Elinde tütüp duran sigaras ı ndan ara s ı ra bir sol u k
alarak ortadan bir aşağ ı bir yukarı g i d i p geliyor, çok düşüncel i gö­
rü nüyord u . Herkes i kinci l nönü Savaş ı ' n ı n sonucunu beklediğinden
hiçbirini uyku tutmuyord u . Cepheden , i smet Bey'den gelecek aktan
çok kara haberi herkes ürpererek bekl iyord u .
Sabah yaklaş ıyord u . Karargah ı n dolayları ndaki k ı r evleri n i n , öte­
deki Kalaba köyü n ü n horozları alabildiğine ötüyord u . Bu horoz ses­
leri bile karargah insanları n ı n içindeki sessizliğe kocaman taşlar gibi
çarp ıyord u . Saba h ı n saat üç buçuğuna doğru oda n ı n kapı s ı açıld ı .
içeriye saba h ı n ü rpertici serinl iğiyle birlikte Şemsettin Bey gird i . Bir
kara haber getirdiği yüzü ndeki ürkütücü ölüm sarı l ı ğ ı ndan belliyd i .
Herkesin gözü örümcek a ğ ı n a takılan b i r sürü sinek g i b i bu yüzdeki
korkunç anlama takı ld ı . Uzun boylu , genç, kumral subay, gözlerinde
sonsuz bir acı , umutsuzlu k yüzerek M ustafa Kemal'in önü nde duru p
topukları n ı kavuşturd u . Masan ı n üstü nden masa baş ı nda otu ran Pa­
şa'ya ismet Bey'den gelen telg rafı uzattı :
- Oku maya hacet yok, savaşı yitirmişiz, ded i .
Bu söz odan ı n gergin havası üstüne bir y ı l d ı r ı m g i b i düşmüştü .
Herkesi n başı önüne eğ ild i . Herkes bundan böyle zincirleme s ı rala­
nacak ka ra haberleri n , felaketlerin önsezisiyle kurşun gibi düşünce­
lere gömülmüştü . M ustafa Kemal , telg rafa h ızl ı bir göz att ı kta n son ra
okumam ı ş gibi d u rd u . Herkesin gözü ondayd ı . Herkesin ondan bir
şey bekled iği anlaşıl ıyord u .
B u n u anlayan Paşa şöyle konuştu :
- Arkadaşlar, savaşı yiti rdik. Dinleyi niz gelen haber şudur:

405
"Sağ kanada kumanda eden Albay i zzettin Bey, üstün düşman
g üçlerinin baskı s ı altı nda elden gelen direnmeyi gösterd i kten son ra
tuttuğu mevzileri b ı rakarak geri çekilmek zoru nda kalm ı ştı . Sol ka­
nada kumanda eden Albay Arif Bey, benzer nedenlerle geri çekilmiş­
ti . Genel çekiliş buyruğunu verd i m . "
i smet
M ustafa Kemal Paşa , bu telg rafı bitirir bitirmez uzun bir hasta l ı k­
tan kalkm ış gibi gözlerinin altı mosmor kesilm işti . Üzerine büyük bir
yorgunluk çökmüş, yüzü ne Anadolu kavgas ı n ı n sonucu olacak tam
felaketi n gölgesi, korkusu sinmiş bitik bir adam gibi d u ruyord u .
Onun hayal inde Yu nan ordusu bizim güçlerimizi kovalayarak Es­
kişeh ir'e giriyor, Kütahya ve Afyonkarah isar düşüyor, Batı Anadol u
demiryolları elimizden çıkıyord u .
- Ne var, Hamdullah S u p h i Bey, arkadaşlara bir şey mi söylü­
yorsunuz? diye sord u .
Hamdullah S u p h i Bey:
- Paşam, dedi. Başta itiraf edeyim , size son kerte garip bulaca­
ğ ı n ız bir söz söyleyeceğim. 1 6-1 7 yaşı ndan beri yaptığ ı m bu deney­
ler bana bu yürekliliği veriyor. Arkadaşlara diyorum ki ald ı ğ ı m ız ha­
ber yanlıştır. Biz muzafferiz. Bunu size hiç ikirciği olmayan bir kan ıyla
söylüyorum. Bu s ı rada içimde beş bin ı ş ı k yan ı yor. Biz, yenilelim ve
ben ruhumu bu kaynaşma durumunda bulayım. Bunun imka n ı yoktur.
i kinci bir haber gelecek. Biz muzafferiz.
Bir saattir odada dikilip duran uzun boylu bir askerle birlikte baş­
ta Mustafa Kemal , bütün oradakiler şaşk ı n l ı kla Hamdullah Suphi
Bey'i n yüzüne baktı lar:
"Köşede bir koltukta oturduğu halde ayakları oda n ı n ortasına dek
uzanan Hariciye Vekili Bekir Sami Bey, her zamanki gibi kekeme
d i liyle" Hamdullah Suphi Bey'e sord u :
- B u , bu, b u , nas ı l şey?
- Beyefend i , size sözümün baş ı nda demedim mi? Anlatacağ ı m
şeyi son kerte garip bulacaks ı n ız. Çok eskiden beri başlayan dene­
yişlerin sonucu olarak h iç çekinmeden haber veriyorum . Biraz yen­
dik, yen ildik.

406
- A, a , a , anlad ı m . B u , b u , bu, buna ne derler?
- Buna Fransızca illüminasyon derler. Bizde "cezbe" d iye tan ı m-
lanabilir.
- Cez, c, c, cezbeye tutulana meczup derler.
- Razıyı m , iki saat, üç saat için meczup , fakat daha sonra ne
diyeceksi n iz? i kinci haber gelecek.
Bu iyimser peygamberlik önsezisi bile odada bir değişiklik yapma­
d ı . Odada kafası n ı yıllard ı r gerçeğin granitine çarp ı p duran insanlar
vard ı . Böyle nesnelere kulak asacak mistik insan ruh u , hele şu sırada
hiçbirinin içinde egemen olacak durumda değildi. Bu kerte gerçekçi
bir devrimci kafası taşıyan şu insanlar, işi mucizeye b ı raktı ktan sonra
yok olmayı da göze almış olmayacak mıyd ı ?
Hamdullah Suphi Bey, p e k garip olarak iyimser, ayd ı n l ı k yüzüy­
le odan ı n somu rtka n , umutsuz havas ı n ı , "Mustafa Kemal Paşa' n ı n
yass ı kumral kalpağ ı altındaki bitkin yüzü nü seyrediyor ve onun ge­
niş hayali önü nde serilen büyük felaketi" anlamaya çal ışıyord u .
Sabah saati yaklaşmıştı . Camlar, kendi içinden ayd ı n l ı k o l a n b i r
su g i b i yavaş yavaş parlamaya başlad ı . Hüseyin Gazi Dağ ı ' n ı n üs­
tünden gelen ilk ayd ı n l ı k da belirmeye başlad ı . Saksağanlar bu dal­
ları n aras ı nda ok gibi Ankara sabah ı n ı n içine atı l ı yorlard ı .
i şte , b u s ı rada oda n ı n kap ı s ı çald ı . Bir fı rtı nayla itil mişçesine bir­
den Binbaşı Şemsettin Bey, eli nde yen i bir telg rafla ok gibi içeri gir­
d i . Onun yüzü de Hamdullah Suphi Bey'in yüzü gibi ı ş ı k , iyimserli k
saçıyord u :
- Paşam, ikinci bir haber, d iyerek elindeki telgrafı Paşa'ya uzat-
tı .
Odadakilerin yürek atı ş ı bile durmuş gibiyd i . Gerçekten bir mu­
cize mi olmuştu? M ustafa Kemal , heyecanla telgrafı okudu . Sarı ş ı n
yüzünde birdenbire gü neş doğmuş g i b i old u :
- Arkadaşlar, durum büsbütün değişti . S ize telgrafı okuyoru m .
Herkesi n ilgisi s o n kertesine varm ı ştı . Solu kları n ı kesmiş. Musta­
fa Kemal'i dinlemeye hazı rlan ı yorlard ı .

407
Mustafa Kemal yine telgrafı okud u :
"Metristepe'den
1 N isan 1 92 1
Saat 6.30, sonrada Metristepe'den gördüğüm d u ru m :
Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri direnen v e artçı olduğu
san ı lan bir düşman müfrezesi , sağ kanat grubunun sald ı rı s ı üzeri­
ne dağ ı n ı k olarak çekiliyor. Yakı ndan izleniyor. Hamidiye yönünde
temas ve faaliyet yok. Bozüyük yanıyor. Düşman binlerce ölüsüyle
doldu rduğu savaş meydan ı n ı silahları m ı za b ı rakıyor."
Batı Cephesi Kumandanı
İsmet

Telgraf, okunup biti nce herkes, sevinç içinde parlayan yüzüyle


Hamdullah Suphi Bey'e döndü .
Mustafa Kemal de ayağa kal k ı p o n a dönerek:
- Hamdullah Suphi Bey, ded i . Bu zaferi herkesten önce siz bize
haber verdiniz. Geliniz buraya otu ru nuz ve kutlama telgrafı n ı siz ya­
z ı n ız.
Hamdullah Suphi Bey, kal k ı p Mustafa Kemal'in yerine otu rdu şu
telg rafı kaleme ald ı :
" l nönü Savaş Meydan ı nda Metristepe'de Batı Cephesi Kuman­
danı ismet Bey'e ,
Bütün dü nya tarihinde, sizin l nönü Meydan Savaşları nda yü k­
lend iğiniz görev kertesinde ağ ı r bir görev yüklenmiş kumandanlar
çok azd ı r. U lusumuzu n bağ ı msızl ı ğ ı ve varl ı ğ ı , dah ice yönetiminiz
altı nda onurla görevlerin i gören kumandan ve silah arkadaşları n ızı n
kalp ve yurtseverl iğine büyük güvenle dayanıyord u . Siz, orada yal­
n ız düşman ı değ i l , ulusun makus* talihini de yendiniz. istila altı nda­
ki mutsuz topraklarım ızla beraber bütü n yurt bugün s ı n ı rlarına dek
zaferinizi kutl uyor. Düşman ı n yurdumuzda yayılma h ı rs ı , "azim ve
himmetinizin" yalçın kayalarına baş ı n ı çarparak param parça old u .

* makus: ters giden

408
Ad ı n ızı , tarih i övgüler kitabesine yazan ve bütü n ulusu hakk ı n ız­
da sonsuz min net ve şü krana sevk eden büyük gaza ve zaferinizi
kutlarke n , üstünde durduğumuz tepenin size binlerce düşman ölüle­
riyle dolu bir şeref meydan ı seyrettirdiği kadar, ulusumuz ve kendi­
miz için yükselme parı ltıs ı yla dolu bir gelecek ufku n u da gösterdiğini
söylemek isteri m . "
M ustafa Kemal

Mustafa Kemal , kutlama telgrafı n ı okuyarak Hamdullah Suphi


Bey'e:
"Duygu ları m ıza ne g üzel tercüman old u n uz, ded i . Sayfan ı n al­
tına Arap harfleriyle bir yı rtıcı kuşun pençesini and ı ran üç çengelli
i mzas ı n ı attı . "
*

Kral Konstantin'le General Papulas' ı n buyruğundaki seksen se­


kiz bin kişilik Yunan ordusu, araç, gereç, silah bakı m ı ndan büyük bir
üstünlük taş ıyarak 1 92 1 yılı Temmuzunun başı nda l nönü dolayların­
daki Türk mevzilerine toslad ı .
i smet Bey, daha ilk çarp ı şmalarda düşman ı n ezici üstünlüğünü
görerek orduyu geri çekmekten başka çıkar yol bulamad ı . Kütah­
ya-Altı ntaş savaşları n ı kolayca kazanan Papulas ordusu, üç kolor­
d u , bir bağ ı msız atl ı tugay ı , üç yüz top , yirmi uçakla , An kara'yı almak
kararıyla, Sakarya'ya doğru ilerlemeye başlad ı . Yu nanl ı ları n Kütah­
ya'da çok h ı rpalad ığ ı , ağ ı r yaralad ı ğ ı Türk ordusu , yine de d üzgü n
bir çekilişle Sakarya'ya yetişmeye çal ışıyord u . Ordunun yiyecek içe­
cek örgütü darmadağ ı n olmuştu . Askercikler, cehennem gibi yakıcı
Temmuz gü neşi altında aç susuz, kan ter içinde hiç mola vermeden
geriye doğru yürüyor, bu s ı rada içinden geçtiğ i sararm ı ş buğday tar­
laları n ı biçerek ufalay ı p kavurga yap ıyor, bununla karn ı n ı aldatmaya
çal ı şıyord u .
Tü rk ordusu, h ızl ı b i r çekilişle Sakarya l rmağ ı ' n ı n sarı suları n ı
aşıp öbür yanda toz bulutları kal d ı racak yeni mevzilerine yerleşme­
ye haz ı rlan ı rken Batı Cephesi Kumandan ı Albay ismet Bey, Benz

409
otomobilinin içinde Polatl ı istasyonunda kendisini sab ı rsızlı kla bek­
leyen Mustafa Kemal'e doğru h ızla ilerliyord u . Otomobilin kehribar
sarı l ı ğ ı ndaki bozkırdan kald ı rd ı ğ ı sapsarı toz bulutları durg u n Tem­
muz göğünün maviliğine doğru yükseliyor, sonra upuzun bir yol gibi
düzl ü kte uzayarak yavaş yavaş siliniyord u .
Bütün bozkı rda asker kafi leleri , mekkareler, yorg u n , bitkin , b ı kkın
Polatl ı yönünde ilerlemeye çal ışıyord u . Bozk ı r ı n çok yükseklerinde
yı rtıcı kuşlar süzülüyor, mavi-yeşil renkleri , çıng ı rakl ı sesleriyle arı
kuşları otomobilin üzeri nden darmadağ ı n geçiyor, kakül l ü boz tarla
kuşları , yoldaki tezekler üzerinden birkaç nota l ı küçük sesleriyle öte­
rek kaçı şıyord u . En sonra uzakta Polatl ı istasyonu görü n d ü .
M ustafa Kemal , terlerin i s i l i p durarak istasyonun ö n ü n d e ayakta
bekl iyord u . Yan ı nda birçok asker, sivil de vard ı . En sonra sarı toz
bulutları içinde bozkı r ı n rengine bürünmüş Benz otomobilin ç ı ktığı­
n ı görd ü . Birkaç dakika sonra otomobil istasyonun önü nde durd u .
içinden ufak tefek, er giyneği g iymiş, orta yaşl ı , kara zeytin gözlü bir
adam indi. Bu, Batı Cephesi Kumanda n ı Albay ismet Bey'd i . Üstü
baş ı , yüzü gözü , bozkı r tozlarıyla örtülerek onu da bozkı r toprağ ı n ı n
b i r parçası yapm ı ştı . Genç kumandan ı n uzu n , kapkara kirpikleri bile
bozarm ı ştı . Mustafa Kemal, otomobilinden inen i smet Bey'e doğru
ilerled i . Koluna gird i . Bu küçülmüş, kavrulmuş yüzde iyi tan ı d ı ğ ı bir
çift zeki göz kal m ı ştı . Savaşı n korkunç kayg ı ları , An kara bozkı rları­
nın sapsarı tozu , geri kala n ı n ı büyük bir değ işikliğe uğratm ı şt ı .
i smet Bey, Mustafa Kemal'in kolunda istasyona doğru yü rürken
ağlamakl ı bir sesle:
- Bittik, bittik, bittik! d iye inled i .
M ustafa Kemal, istasyondakilerin bunları işitmesinden korkarak:
- Sus! Sus! Üzülme! Biz, yine topla n ı rız. Ankara'n ı n gerisine çe-
kilir, ötelere dek bu toprakları savunuruz, ded i .
Kol kola istasyona girdiler. Biraz sonra ismet Bey otomobilde otu­
ran Dağ ıstanlı Hoca n ı n oğlu Şamil'e seslendi:
- Gelsene oğl u m .
Ş a m i l , d a l gibi bir asker, koştu .

410
- Sen, hocan ı n oğl u musun?
- Evet.
- Arkada bizim sefertas ı var, getirsene!
Şam i l , sefertası n ı koşarak götü rd ü . ismet Bey, M ustafa Kemal'in
yan ı nda küçük sefertas ı n ı açt ı . i çinde üç tane küçücük poğaça var­
d ı . Bir yandan yiyor, bir yandan da bir elini boru gibi yap ı p kulağ ına
koyarak M ustafa Kemal ' i d i n l iyord u .
*

Düşman , bütü n h ızıyla Ankara ' n ı n üstüne üstüne gel iyord u .


Önünde savu nak olarak bi rkaç kel tepeyle dümdüz, susuz, zava l l ı
bir bozkı r hal ı s ı yatıyord u . Bu hal ı parças ı n ı çiğ neyerek Ankara'ya
varması bir gün soru nu olarak bilin iyord u . Bütü n halk, mecl is üyeleri
böyle düşünüyord u .
Yal n ız bir tek adam M ustafa Kemal , karş ı s ı ndaki Yu nanl ı ların d a
böyle düşündüğünü bildiği halde tersini düşünüyord u . O , gerçi An ka­
ra'daki bütün resmi dairelerin kald ı r ı l ı p Kayseri yoluna düşürülmesi­
n i sal ı klam ı şsa da düşma n ı bu kel tepelerle bu sapsarı , zavall ı , kı raç
toprakların üzerinde evi re çevire yeneceğ ine inan ıyord u . Bütü n boz­
k ı r, s ı ra s ı ra derin siperlerle bir köstebek ülkesine dönd ürülmüştü .
Silahl ı Anadolu köylüsü, bu çuku rlara sinip düşman ı Ankara bal ıyla
değ i l , çel i k leblebilerle karş ı l ayacaktı .
i şler çok büyüdüğ ünden , yürekl ilik gücü sıfıra doğru yol alm ı ş
o l a n Büyük Millet Mecl isi üyelerinin sorumluluğunu tek baş ı n a b i r
adam ı n yüklenmesi gerekiyord u . M ustafa Kemal, bütü n bu sorumlu­
luğun bel l i bir süreyle kendisine verilmesini isted i . Diktatörlüğünden
korkanlar yine ona karş ı d ikildilerse de ününü bildikleri bu en büyük
askere en son ra boyun eğd iler. Sakarya Savaş ı ' n ı , ordunun başku­
manda n ı olarak onun yönetmesine karar verd i ler.
Meclis kürsüsüne çıka n M ustafa Kemal şunları söyledi :
- Bu teveccühe layık olabilmek uğruna bütün varl ı ğ ı m ı istekleri­
nizin çevresinde harcamaktan bir dakika kaç ı nmayacağ ı m ve bunda
ikircik göstermeyeceğimi telakki ve kabul buyurman ızı rica ederim.
Efendiler, zavallı ulusumuzu tutsak etmek isteyen düşmanları Tan-

411
rı ' n ı n yard ı m ıyla mutlak olarak yeneceği mize değin olan güven ve
inancı m bir dakika olsun sars ı l mamıştır. Bu dakikada bütün bu inancı­
m ı yüksek kurulunuza, bütün ulusa bildiririm.
*

M ustafa Kemal , istasyondaki Direksiyon Konağ ı 'ndan ayrı l m ı ş ,


Çankaya denen Papaz ı n Bağ ı ' ndaki küçü k bir köşke taş ı n m ı ştı . Bu­
ras ı da l stanbul Şişli'de kiralad ı ğ ı evin sahibi Madam Kasapya n ' ı nd ı .
Buras ı n ı M ustafa Kemal'e b ı rakm ı ştı . Çan kaya bir kartal yuvası gibi
bütü n Ankara'ya kuşbakışı bakıyord u . Çevresinde alt ı n sarı s ı üzüm­
ler yetiştiren bağlar, köşkün çevresinde g üzel gölge veren yü ksek
ağaçlar vard ı . Köşkün alt katı nda fı skiyesi çevreye tatl ı bir serinlik
dağ ıtan bir havuz da bulunuyord u .
Fikriye Han ı m , burada on yıl düşünü gördüğü sarı ş ı n Paşasıyla
mutluya benzer günler geçiriyorsa da cepheden gelen korku nç ha­
berler Mustafa Kemal'i ulusal, kişisel kayg ı lar içine atmaktan uzak kal­
m ı yord u . M ustafa Kemal artık, bütün yaşa m ı nca Enver Paşa'ya hiç
yakıştı rmad ığı o Başkumandan l ı ğ ı işte en sonra ulusundan almıştı .
Hem o Enver Paşa gibi Başkumandan Vekili de değil, doğrudan doğ­
ruya Başkumandand ı . Şimdi tıpkı bir ulus gibi düşünmek o denli geniş
düşünmek zorunda olduğunu duyuyordu.
Bir gün havuzun baş ı nda otu rmuş, bir yandan k ı rm ızı bal ı kları
seyrediyor, bir yandan da yü ksek sesle, içli içli şu şarkıyı söyl üyord u :
Ya Rab! Ne eksilird i deryayı izzetinden
Peymane-i vücuda zeh ri ab dolmasayd ı .
Azade ser olurdum asib-i derd ü gamdan
Ye dehre gelmeseyd i m , ya akl ı m olmasayd ı .
Bu s ı rada biraz ötede otu ran köşkün sürekli konukları ndan ede­
biyatçı , gazeteci Ruşen Eşref Bey gülerek ona:
- Ne yapa l ı m Paşam? i kisi de old u , ne mutlu bizlere . Hem dehre
geldi n iz, hem akl ı n ız var, ded i .
O , h e m alçak gönüllülük, h e m d e guru r yoluna sapmayı düşün­
meden genç gazeteciye şu yan ıtı verd i :
- Evet, böyle old u .

412
Sonra , sarı k ı rp ı k bıyıkları n ı çekiştirerek sözün ü n sonunu şöyle
getird i :
- Şimd i , i ş i n içinden çı kmak gerek.
*

Türk ordusunun çok yorucu çekilişi sürüyord u . Sakarya ' n ı n beri­


sine geçen birlikler, hemen kazma küreğe sarı larak siper kazmaya
başl ıyord u . Mustafa Kemal de artık Başkumandan olarak Sakar­
ya' n ı n berisindeki kanl ı olayları n geçeceği bozkı r üzerinden geçip
Ankara'ya uzanan demiryolunda ileri geri gidip gelen gezgin karar­
gah ı nda, külüstür bir vagonda çal ışıyord u . O , bu üçüncü mevki va­
gonun eski tahta döşemesi üzerine serilen portatif yatağ ı nda yatıp
kalkıyord u . Vagonun çevresinde sıkı bir güvenlik çemberi çevrilmişti .
Yaver Muzaffer Bey, genç irisi gövdesiyle bir akşam nöbetçileri dola­
şıyord u . Bozkırın iri yıld ızları kuru yaz havası içinde kocaman p ı rlan­
talar gibi vagonun üstünde parl ıyord u . M ustafa Kemal , yine portatif
yatağ ı nda yatıyor, vagonun penceresinde bir mum yan ı yord u .
Muzaffer Bey d ı şarıda dolaşı rken Paşa'n ı n emir erine seslendi:
- Paşa hazretleri yattı mı?
Emir eri yerine vagon u n içinden Paşa'n ı n sesi geldi:
- Muzaffer Bey, gel buraya !
Gitti , selam verd i . Paşa ona yatağ ı n ı n kıyısı nda oturması için yer
gösterd i . O da oraya i lişti .
M ustafa Kemal :
- Düşman iyi savaşı yor, yönetimi d e başarı l ı , ded i .
Muzaffer Bey de o n a şu yan ıtı verd i :
- E m i r v e kumandan ızdaki orduları m ı z ı n çekil mesi de öyle d üz­
g ü n oldu ki bu da başl ı baş ı na bir başarı sayı l ı r Paşam!
Böylece ona, Napoleon'un Moskova savaşı nda söylediği "Düz­
g ü n bir çekiliş zafer kertesinde önemlidir" sözünü hatı rlatmak iste­
mişti .
Mustafa Kemal , içindeki inancı haykıran gür, yüksek sesiyle ona
şöyle ded i :

413
- Bu düşman güçlerini mutlaka yeneceğiz ve yok edeceğiz.
*

Mustafa Kemal, Başkumandan l ı k karargah ı n ı Alagöz köyündeki


çiftlik evlerine yerleştirdikten sonra, Kurmay Kurulunu alarak at üstün­
de Eskişehir-Katrancı bölgesinde araziyi incelemeye çıktı .
Sakarya'da sava ş ı n başlad ı ğ ı tarih olan 23 Ağustos g ü nünden
önceyd i . Mustafa Kemal, çok sevd iği kır atı n ı n üstünde Polatl ı ' n ı n
otuz kilometre gü neyindeki Yıldıztepe'ye dek gitti . Yan ı nda Genel­
kurmay Başka n ı Fevzi Paşa , Batı Cephesi Kumanda n ı Albay ismet,
Batı Cephesi Kumanda n l ı ğ ı Ku rmay Başka n ı Al bay As ı m Gündüz,
Yaver Muzaffer ( K ı l ı ç) beylerle daha başkaları vard ı . Tepenin üs­
tünde atlarından inip ufak bir mola verdikten son ra haritayı açarak
araziye uygulamaya çal ı ştı lar. M ustafa Kemal bu ara Fevzi Paşa'ya
dönd ü :
- Paşa , arazi bizi aldatıyor. Cephenin sol kanad ı n ı bel i rlememiz
için i nli Katrancı 'ya gitmek gerek.
Yine atlarına binip inli Katrancı 'ya gittiler. M ustafa Kemal , bura­
daki arazi d u rumunu görü nce sağ eliyle şakağ ı n ı avuçlad ı :
- Al lah bizi bu raya gönderd i , d iye söylend i . "Burada arazi oldu­
ğu gibi görünüyord u . "
Hemen akşama d e k burada incelemede, uygulamada bulunduk­
tan son ra dönüşe hazı rlan d ı lar. Yaln ız, Mustafa Kemal'in kafası n­
da hala biçimini alma m ı ş bir y ı ğ ı n düşünce kaynaş ıyord u . Dalg ı nd ı .
Seyis onun k ı r atı n ı getird i . O , ata bi neceğ i s ı rada bile uzak arazi
üzerinde gezen bakışlarıyla yen i bir şey yakalamak istiyor gibiyd i .
Batmak üzere o l a n g ü n e ş , sarı bozkı ra altın renkli bir boya püskü­
rerek büsbütün sarartm ı ştı . Ufuklar, çepeçevre ateş a l m ı ş gibiyd i .
işte , gözleri böyle uzakta gezi ni rken s ı çrayarak atı na binmek is­
teyen M ustafa Kemal'in ayağ ı üzenginin d ı şına kayd ı . Olduğu gibi
sivri kayaların üstü ne yüzü koyun düştü. Düşer d üşmez bay ı l m ı ştı .
Herkes şaş ı rm ı ş , ona bakıyor, bir şey yapmayı düşünmüyord u . Bu
d u ruma yol açan sevgili kır at da olduğu yerde kalaka l m ı ştı .
i l k önce Fevzi Paşa , kendine geld i , onu tutup kol larında kald ırır­
ken :

414
- Çabuk, bir matara verin ! d iye bağ ı rd ı .
Gelen matarayla ona s u içirirken i smet Bey davrand ı :
- N e d u ruyorsunuz, bir doktor bulunuz.
Bu s ı rada M ustafa Kemal kendine geld i , gülümseyerek ayağa
kalkarken korku içinde bulunan arkadaşları na:
- Korkulacak bir şey yok! i şte, bir şey yok, ded i . Tatl ı tatl ı gülüm­
seyerek yüzlerine baktı .
K ı r atı n ı n baş ı n ı okşad ı . Sonra çevik bir davra n ı şla hayva n ı n s ı r­
tına atlad ı . Çevresindekileri korkuda n , heyecandan ku rtard ıysa da
göğsü n ü n içinde sızlayan bir yerler, akciğerine saplanan sivri uçlu
bir şeyler olduğunu a n l ı yord u . Güç sol uk al makla birlikte bunu çev­
resindekilere duyurmamaya çal ışıyord u .
Kı pkızı l alevler içinde batmakta olan gü neşe bakarak şunları
ded i :
- Konstantin ' i n kafası da işte burada kı rılacaktır.
M ustafa Kemal , yiğ itl iği elden b ı rakmayarak An kara'ya , oradan
da Çankaya'daki ufacı k köşküne yolland ı .
Fi kriye Han ı m , kazayı haber a l m ı ş onu büyük üzüntülerle bekli­
yord u . M ustafa Kemal geld i . Hemen yattı . Ateşi yükselmişti . i çeriden
yaraland ı ğ ı anlaş ı l ı yord u .
Fikriye Han ı m , baş ı nda pervane g i b i dönüyord u . Bütü n yakı n ar­
kadaşlarıyla eşleri köşkteydi .
Hemen Doktor M i m Kemal Bey'le arkadaşı Murat Bey, yetişerek
Paşa'yı ince bir muayeneden geçirdiler. Kaburgalarda bir şeyler oldu­
ğunu anlad ı larsa da ne olduğunu bütün olarak anlayamad ı lar. Otomo­
bile binerek hep birlikte Cebeci Askeri Hastanesi'ne gitmek zorunda
kald ı lar. Orada röntgeni çekilerek tam teşhis konacaktı . Albay Kazım
Bey'le Doktor Adnan Bey de orada onları bekliyordu. Mustafa Kemal
zorla yürüyerek röntgenin altına uzand ı . Elinde olmadan inliyordu.
Pek zor soluk ald ığı görülüyord u . Filmi al ı nd ı . Gözden geçirildi. Üç ka­
burga kemiği kırı l m ı ştı . Mim Kemal Bey'le arkadaşları , güçlükle bula­
bildikleri plasterle kırık kaburga kemiklerinin bulunduğu yan ı güzelce
sarı p sarmalad ı lar. Biraz rahatlayıp kendine gelen Paşa :

41 5
- Allah da Konstantin'e yard ı m ediyor, fakat ben böylece de ça­
l ı ş ı r ı m , ded i .
M i m Kemal Bey'le arkadaşları n ı n "mutlak d i n lenme" sal ı ğ ı n ı hiçe
sayan Paşa , bir iki g ü n l ü k zoru n l u dinlenmeden sonra kal k ı p otomo­
biline bindi, Başkumandanl ı k Karargah ı n ı n bulunduğu Alagöz köyü­
ne yolland ı .
*

Halide Edip Han ı m , Ankara'dan kalkan trenin üçüncü mevki , eski


püskü vagonunda genç bir yüzbaşıyla karş ı l ı kl ı oturmuş, insansız, sa­
hipsiz gibi görünen sapsarı bozkırı, mavi dağları , yeşil şeritler gibi ara
sıra uzayan küçük akarsularla çevrelerindeki bodur ağaçl ı kları sey­
rederek cepheye doğru ilerliyord u . Ankara'dan ancak Sarı köy'e dek
uzanan bir toprak parçası Türklerin elinde, kalmış, Yunanl ı lar ötesini
vahşi bir sel gibi kaplamıştı .
Od unla çal ışan, son kerte yavaş giden trenin acı odu n dumanları
k ı rı k pencerelerden içeri dolarak yolcuları ted irgin ed iyord u . Tren ,
cepheye g iden askerlerle doluyd u . Bunlar hep asker, erzak, cepha­
ne taşı mak uğru nda kullan ı l ıyord u .
Vagonlar tahtakurusu yuvas ı olmuştu . Tren, istasyonlara uğra­
d ı kça yen i derlenmiş perişan k ı l ı kl ı askerler, cepheye g itmek üzere
binerken köylerinden onlarla birl i kte buraya gelmiş olan y ı ğ ı nla ka­
d ı n-kız acı gözyaşları dökerek ağlaşıyord u . Kalkan trenin ard ınca
bir süre koşarak pencerelerden sarkan askerlerle son lafları n ı edi­
yor, son ra elleri n i sallayarak geride kal ı yorlard ı . Ağzı nda hiçbir diş
kalmam ış olan çok yaş l ı bir kocakarıcığ ı n uzun iniltileri Hal ide Edip
Han ı m ' ı n içi n i parçalad ı . Bu uzun zaman onda yaşayacaktı .
Hal ide Edip Han ı m ' ı n , bu yen i cephe serüveninin başlangıcı şöy­
le geçmişti . Kocası Doktor Ad nan Bey bir g ü n ona:
- Nasuhçal'dan geldiler elbette , Fevzi Paşa'n ı n dediği gibi. Bu
adam ı n anlay ı ş ı sanki sihirl i , dem işti .
Yan i cephe durumunu sorduğunda da Fevzi Paşa'n ı n :
- Sakarya'n ı n doğusunda onları yeneceğiz, dediğini d e karıs ı n a
anlatm ı ştı .
Böylece konuşarak Ziraat Mektebi'nden yeşi l vadideki küçü k

416
evlerine gitmişlerd i . Karargahta umudunu yitirmemiş bir tek sorum­
lunun Fevzi Paşa olduğunu görüyorlard ı . Bütü n öbür subaylar, dut
yemiş bülbül gibi susuyord u . Hepsinin yüzü nden d üşen bin parça
ol uyord u . Büyük i llet Meclisi, yal n ı z M ustafa Kemal'e güvenerek onu
başkumandanl ığa getirmekte gecikmemişti . Yu nanlı ları n h içbir en­
gel dinlemeyerek ilerleyişi herkesi bataklığa benzeyen kapkara bir
umutsuzl uğa itivermişti .
M ustafa Kemal'in cepheyi denetleyerek Eskişehir'den döndüğü
günün gecesiyd i . Eve dönmek üzere Ad nan Bey'i arad ı ğ ı nda oda n ı n
ortas ı nda kocas ıyla Mustafa Kemal'in aya kta d i kilerek konuştukları ­
n ı görmüştü . Paşa'n ı n yüzü sapsarıyd ı . Paşa ayaklanışların sürüp
gittiğ i o korku nç heyecanlarla yüklü günlerde olduğu gibi kayg ı l ı
görünmüyord u . Yaklaş ı p elini s ı karak b u d u ruma çok üzüldüğünü
söylem işti .
Otu rmuşlar, birer kahve ı smarlam ı şlard ı .
- Birer kahve içerek İ smet Bey'den gelecek haberleri bekleye­
l i m , demişti.
Biraz sonra , yazar Yakup Kadri Bey de onlara kat ı l m ı ş , haberi
bekl iyord u . Yaver her haber getirişinde odaya g i rip çı karken M ustafa
Kema l , sövüp sayarak öfkesin i dindirmeye çal ı ş ı yord u . Böylece kay­
g ı lar, sövgüler, sigara dumanları , kahve kokuları aras ı nda saba h ı
etm işlerd i .
- İ smet, Eskişehir savaş ı n ı yiti rd i . Hayd i , birer fi ncan kahve
daha içel i m , demişti .
Bu s ı rada odadan ç ı k ı p giden Ad nan Bey döndüğü nde yüzü gü-
l üyord u .
M ustafa Kema l :
- Neredeyd in Ad nan? d iye sormuştu :
- Fevzi Paşa'yla konuştu m . Çok iyimserd i . Yu nanlı ları yenece-
ğimizi söyled i .
Bunun üzerine M ustafa Kemal b i r kah kaha atarak Fevzi Paşa'n ı n
arkas ı ndan epeyce alay etmişti .
Bununla birlikte Fevzi Paşa'n ı n yorumu onu etkilemiş, iyimser
yapmışt ı . Bundan hoşnut olduğu görül üyord u . Düşlere inanan Mus-

417
tafa Kemal , Fevzi Paşa'n ı n yorumunu da hayı rl ı bir fal olarak almıştı .
*

Cephe kararg a h ı nda yedek subay olarak çal ışan Yusuf Akçura
Bey bi rkaç günlüğüne Halide Ediplere izi n l i gelmişti . O, bu karı-ko­
can ı n Türk Ocağ ı 'ndan arkadaş ıyd ı .
Cephe kararg a h ı ndaki işleri yapacak ayd ı n kişilerin azl ı ğ ı ndan ,
yetersizl iği nden yak ı n m ı ştı . Ayd ı nların görev alma zaman ı n ı n ge­
lip çattığ ı n ı anlatıyord u . Yusuf Akçura Bey' in bu sözleri Halide Edip
Han ı m ' ı çok etkilemişti . Gidip cephede görev almayı iyice kafasına
koymuştu .
Bu s ı rada 5 Ağustos 1 92 1 günü beklenen olmuş, M ustafa Kemal
de Mecl isin bütün yetkilerini alarak üç ayl ı ğ ı na Başku mandan seçil­
mişti . Bu görev her üç ayda bir yenilenecekti .
Başku mandan l ı ğ ı alan Paşa , hemen bir asker kabinesi kurmuş,
buna eski arkadaşı Albay Arif Bey'le D iyarbakırl ı Kaz ı m Paşa'yı da
a l m ı ştı . işte, bu seçimden sonra i nli Katrancı 'ya araziyi incelemeye
giden yeni Başku mandan attan düşerek kaburga kemiklerini kırm ı ş­
tı.
Ankara'n ı n siyasal havası paniğe dönmek üzereyd i k i evinde an­
cak iki gün dinlenebilen Paşa , hemen cepheye koşmuştu .
Bu sırada yeşil vadideki küçük evinde Hal ide Edip H an ı m ' ı görme­
ye gelen kad ı n l ı erkekli bir köylü grubu ona şöyle sormuştu :
- Beyler Ankara'dan kaçıp gidiyor. Yunanlı lar yaklaşm ış, şehir ka­
çaklarla dolu. Biz de arabaları mızı hazı rlad ı k. Ne dersin?
- Yeri nizden k ı m ı ldamayı n .
Halide Edip H an ı m ' ı n onlara verdiği yan ıt bu v e buna benzer
bir yığ ı n güçlendi rici , inand ı rıcı sözd ü . Bunu söylerken bile ne kor­
kunç, ne bunal ı m l ı bir dönem içinde soluk ald ı kları n ı biliyord u . "Ben
denilen şeyin bütünüyle ulusun içine karı şmış olduğu n u en çok şu
zamanda duyuyoru m . Ulus göçerse ben de onunla birlikte gitmek
istiyoru m . Bence kend i m i n , bir küçü k parça olmam ı n hiç önemi yok. "
d iye düşü nerek Ağustosun on altı s ı nda Başkumandan M ustafa Ke­
mal'e bir telg raf çekti , gönüllü asker olmak istediğini bildird i .
B u n a hemen şu yan ı t geld i :

41 8
"Hal ide Edip H a n ı mefendi Hazretlerine,
- ivedidir -
Batı Cephes i ,
Ordu safları aras ı nda yu rdumuzun savu nmas ı n a eylemle katıl­
mak üzere şiddetli istekle yap ı lan yu rtseverce başvurmanız ordu­
ca hoşnutl u kla karş ı land ı . Eylemce askerl ik görevine kabul ve Batı
Cephesi 'ne atand ı ğ ı n ızı bildiriri m . Durum Cephe Kumandanl ı ğ ına
da bildirild i . i l k araçla cephe karargahına başvu rarak oradan görevi­
nizi alman ız rica olunur. "
F : 1 8 .8 . 1 92 1
Başkumandan
Mustafa Kemal
*

işte , cepheye yeni askerl i k görevi ni al maya giden Hal ide Edip
Han ı m , bir genç asker heyeca n ı taşıyord u . Mall ı istasyonundan ön­
ceki istasyonda tren durunca genç kad ı n , doğan ay altı nda demir­
yolunu izleyerek bir atl ı birliğ inin cepheye doğru ilerled iğini, sonra iki
askerin vagonun penceresine t ı rmand ı ğ ı n ı görd ü :
- Ne istiyorsunuz hemşehriler?
- Biz, Nazım Bey'in tümenindeniz, sen i n elini öpmeye geldik,
dediler ve genç kad ı n ı n elini tutup şap d iye öptü ler.
Onu cephe kumandanlarıyla savaş alanlarında dolaşı rken gör­
müş, tan ı m ı ş oldukları belliyd i .
Askerlerin Naz ı m Bey'den söz etmesi, o n u birdenbire ağlamakl ı
yaptı . Gözleri dold u . Bu sevimli askeri , bütü n sempatik varl ı ğ ı , canl ı ­
l ı ğ ı yla karş ı s ı nda görür g i b i old u .
Nazım Bey, ayaklan ı ş döneminde gösterdiği canl ı l ı ğ ı Yunanl ı la­
ra sürekli olarak başlayan savaşlarda da göstermişti . l nönü'ye daha
önce yetişip orada mevzi tutmak üzere Yunan ordusuyla Türk ordu­
su aras ı nda başlayan yarı şmada Yunanl ı ları n Pazarcı k'tan bu yana
kestirmek zorunda oldukları otuz kilometreye karş ı l ı k Türk ordusunun
kestireceği seksen kilometrelik yolu Yarbay Nazı m Bey'in Dördüncü
Tümeni daha önce kestirerek oraya varmış, onları beklemeye başla-

419
mıştı . Nazım Bey'in Dördüncü Tümeniyle Albay Arif (Ayıcı ) Bey'in On
birinci Tümeni yetmiş-seksen kilometrelik yol u yirmi dört saatte kesti­
rerek Ocağ ı n sekizinde kazd ı kları siperlere girmiş d üşma n ı , son kerte
yorg u n olarak göğüslemişler, yine de Birinci l nönü Savaşı ' n ı yengiyle
sona erdirmişlerd i .
l nönü s ı rtlarında çetin s ü n g ü savaşları yap ı l m ı ş , d ü ş m a n bu sün­
gülerle delik deşik edilerek Bursa'ya doğru kovaland ı ktan sonra , bu
s ı rtlara onları n adları verilm işti .
Naz ı m Bey, cephede askerleri n i n önünde düşmana doğ ru uçar­
ken kurşu nlarla delik deşik ed ilmişti . Genç kad ı n , hasta nede onun
ölüsüyle karşılaş ı ş ı n ı and ı . Şehit, üstüne örtülmüş Türk bayrağ ı al­
tında k ı m ı ltısız yatıyord u . Bayrağ ı kald ı rmak yürekl iliğini göstermiş,
başı yüksek yastı klara konmuş, topçu ü n iformasıyla, elleri göğsün­
de kavuşturulmuş yatıyord u . Baş ı nda mavi tepeli kahverengi kal­
pağ ı vard ı ( . . . ) Ela gözleri açıktı . Her zamanki ifadesi n i taşıyord u .
Dünya n ı n bir melodram olduğunu anlatan gülümsemesiyle "Bütün
subayları kes !" der gibiyd i . Önce onun el lerine bakm ı ştı . Herhangi
çilli bir çocu k eli, uyuyan bir çocuk gibi göğsünün üstü nde, bu ellerin
kurşunla oyna m ı ş olduğunu düşünd ü . Elini elinin üstü ne koyarak bir
kardeşe veda eder gibi vedalaştı , bayrağ ı yine üzerine örttü .
Halide Edip Han ı m , bu sahneyi bir daha bütün duyguca zengin­
liğiyle yaşad ığı ndan gözleri yaşard ı . Elinin tersiyle gözlerin i silerken
Nazım Bey'in askerleri de helalleşerek oradan uzaklaştı lar.
Tren, Mal l ı istasyonuna vard ı ğ ı nda genç yüzbaşı vagonun kapı­
sını açarak burada ineceklerini söyled i . Burada da istasyo n , asker
yığ ı n larıyla kaynaşıyord u . Trenden iner inmez kısa boylu genç bir
su bay ona doğru ilerled i . Bu ismet Bey' in yaveriyd i . ismet Bey' in
kend isini almak üzere otomobilini gönderdiğini söyled i . Halide Edip,
atıyla seyisini oracı kta b ı rakmak zorunda kalarak ötede bekleyen
üstü açık Benz otomobile doğ ru yürüd ü . Otsuz, ağaçs ız topraklar
üzerinde toz kald ı rarak giden otomobi l , kel s ı rtları n arası ndaki ince
bir yoldan geçerek bu s ı rtları n ard ı ndaki bir vad iye g i rd i . Gecenin
karanl ığ ı , ancak yıld ızları n ı ş ı klarıyla birazc ı k ağarıyord u . Otomo-

420
bilin homurtusuna çoban köpeklerinin kal ı n havlayışları yan ıt verd i .
E n sonra , Alagöz köyü nde kurulmuş çad ı rları n ı ş ı kları göründü.
Otomobil köye girince önünde i ki süngülü askerin nöbet bekled iği
ahşap bir evi n kap ı s ı nda d urdu . Yaz gecesine açılan kapıdan iki top­
rak taba n l ı odada masa baş ında birçok subayı n geceyi h içe sayarak
harı l harı l çal ı ştı ğ ı n ı görd ü .
Eve girip üst kata çıktığ ı nda Kurmay Yarbay Tevfik ( B ı y ı koğl u ) ,
onu bir odaya götürd ü . Köşede büyük bir masa , portatif bir karyola
vard ı . "Burası ismet Bey' in odas ıyd ı . " ismet Bey, ayakta bir binba­
şıya buyru k veriyordu . Bu konuşma bitti kten sonra, Hal ide Edip'e
dönerek otu rması için yer gösterd i .
Şöyle ded i :
- Artık, benim ordumda bir ersin.
- Evet, efend i m .
- S a n a küçü k, bir oda l ı bir e v vereceği m . Bir de h izmet e r i bula-
cağ ız sa na. Başkumandanı ziyaret etti niz mi?
- Hay ı r efend i m .
- Ş i m d i hemen gitmel isiniz. Sizi bekl iyor, döner dönmez sizi gö-
revin ize atayacağ ı m .
B i r subay, Hal ide Edip'i a l ı p Başku mandan ' ı n karargah ı n a götür­
d ü . Solda toprak yığı nları n ı n altı nda birkaç evi n ı ş ı ğ ı yan ı yord u . Bir
tek ses kara n l ı ğ ı del iyord u . O da telefon servisini yapan askeri n .
- i nli Katrancı ! diye bir köy haberleşmesiyd i .
Sağ yan ı ndaki çuku rl u ktan ş ı rı ldayarak b i r su geçiyord u . Arka­
s ı nda üç ev daha vard ı . Bu evlerin arkası nda yine ı ş ı kları yanan
çad ı rlar, uzun ve sivri bir d i rek, telsiz tesisleri . Köy yolları karanl ı k,
çamur içindeyd i .
Ay batm ı ştı . Gece yarı sı horozlar karş ı l ı kl ı ötüşüyordu. Subay
önde Halide Edip arkada deminki akarsuyun altından aktığ ı bir küçük
tahta köprüyü geçtiler. Öbür yanda tek başına duran eve gittiler. Bu­
rası Mustafa Kemal'in Başkumandanl ı k yönetim yeriydi. Kapıda koru­
yucular bekliyordu. Onlardan biri Halide Edip'i yukarı çıkard ı . Yazıcı

421
Yüzbaşı Muzaffer Bey hemen onu karşılad ı . Önüne düşerek Paşa'nın
odasına götürdü. Burası , parlak ışıkl ı bir lüks lambas ı n ı n ayd ı n l ığa
boğduğu bir odayd ı . Masa n ı n başı nda çal ı şan Mustafa Kemal, hala
ağrılar içindeki göğsünün acı s ı n ı yenmeye çal ışarak yerinden doğrul­
mak istedi . Bunu bilen genç kad ı n kalkması n ı önledi. Yan ı nda Musta­
fa Kemal Paşa'n ı n ikiz kardeşiymiş gibi kendisine benzeyen bir albay
ayakta duruyordu.
B u , 1 1 . Tümen Kumanda n ı Kurmay Albay Arif (Ayıcı ) Bey'den
başkası değild i .
Halide Ed ip ilerleyerek, yara l ı Türk Ulusunun bir örneği gibi gör­
düğü M ustafa Kemal'in elini öptü . Bu içinden gelm işti . Oysa önceleri
onun elini bir şövalye inceliği ve zarifl iğ iyle M ustafa Kemal öpüyord u .
- Safa geld iniz hanı mefend i , d iyerek Albay Arif Bey'i o n u n l a ta­
n ı şt ı rd ı . Masa n ı n üzerine serilmiş olan haritada Yu nanlı larla bizim
durumumuzu açık açık gösterd i .
Sonra Halide E d i p o n a şöyle bir soru sord u :
- Eğer Ankara'ya gider d e bizi geride b ı rakırsa ne yaparız?
- Ban voyage , messieurs, deri m . Arkalarından vurarak onları
Anadolu'nun boşluğunda yok ederi m .
Halide E d i p , bundan sonra ayağa kal ktı :
- Sizinle görüştüğümüzü gidip ismet beyefendiye bildireyi m ,
ded i .
M ustafa Kemal tatl ı bir gülüşle güldü:
- Yerin iz rahat mı? Akşamları ben im masamda yemek yersiniz.
i smet Bey, Arif Bey ve yaverlerimle birlikte yiyoruz.
Halide Edip Han ı m , yine ismet Bey'in yan ı na döndüğünde Birinci
Şubede insan çok gereksindiğinden oraya atand ı ğ ı n ı öğrendi .
Garnizon Kumanda n ı onu kendisine ayrı lan eve götürd ü . Burası
iki oda l ı bir kul ü beyd i . Odan ı n birinde elinde yanan lambayla emir eri
onu bekliyord u . Köşeye bir portatif karyola kurulmuştu .
Emir eri , uzun boylu , üstü başı ve ayakkabı ları paramparça bir
adamd ı . Halide Edip'e:
- Battan iyem i getirip kap ı n ız ı n d ı ş ı nda yatayım m ı efendim?

422
d iye sord u .
- Garn izon Kumandan ı 'ndan izin ald ı ktan sonra yatabilirsi n .
Garn izon Kumandan ı :
- Edip kızı Halide, karargah erlerinden , d iye Hal ide Edip'in ad ı­
n ı san ı n ı yazd ı ktan sonra yemeğini erinin getireceği n i , saat onda
karargaha g itmesin i , gece çal ı ş ı p günd üz yatılacağ ı n ı söyleyerek
çekilip g itti .
Sabahleyin Ali R ıza, çay ı n ı getirdiğinde Yunan uça kları n ı n Mall ı
istasyonunu bombalamış oldukları n ı söyledi .
*

Beklenen Yu nan sald ı rı s ı 23 Ağustos 1 92 1 günü üç koldan baş­


lad ı . Porsu k l rmağ ı ' n ı n iki yan ı ndan h ızla ilerleyerek Sakarya Savaşı
için haz ı rlanan mevzilerim ize yaklaşıyorlard ı . ilerleyiş yönlerine göre
Türk ordusunu geniş bir demir kuşak içine almaya çal ışıyorlard ı .
Sağ kanatlarında g üneye doğ ru açı l ı yor, Türk ordusunu An kara yö­
nü nde kuşatarak Kastamon u'nun dağ l ı k, orma n l ı k bölgesine atmak
istedikleri anlaş ı l ıyord u .
Türklerin sol kanad ı ndaki Mangal Dağ ı tah ki matı na üst üste h ız­
la, h ış ı mla çarptı lar. Sakarya l rmağ ı ' n ı n karş ı s ı nda beş Türk devi
gibi bağdaş kurup otu rmuş "Beş Tepeler" üzerindeki siperlere ya­
ğan düşma n ı n top mermileri , toprağ ı kaynatıyor, bu tepeleri n arka
yamaçlarına sinmiş Türk piyadesinin üstüne sapsarı bir taş, toprak
sağanağ ı yağ ıyord u . Top mermileri , nerdeyse tepelerin biçimini de­
ğiştirdiği halde orada yine piyade tüfeklerin i n , makineli tüfeklerin
baş ında, elleri ndeki dürbünleriyle kumanda noktalarında bulunan
erler, subaylar barı n ı yor, sal d ı rıya geçen d üşman üzerine hesapl ı ,
esirgenmiş mermiler yağd ı rarak göz açtı rm ı yorlard ı . i lerlemek h ı r­
sıyla dolu dipdiri düşman Ağ ustos g ü neşi nin korkunç s ı cağ ı altında
bozkı ra yapı ş ı p kal ı yor, ecel terleri dökülüyord u . Düşma n , bu doğal
Beş Tepeler bölgesin i önemsemekten vazgeçer gibi yaparak bütün
öldürücü potansiyelini sol kanad ı m ıza yüklemiş, burayı gerçek bir
cehenneme çevirmişti .
Savaş, karş ı l ı kl ı kıyıya çarp ı p çekilen deniz dalgaları gibi sanki

423
ritmi k bir uyum a l m ı ştı . Küçük toprak parçalarına, ufacı k tepelere
sald ı ran nefti g iynekli insan dalgaları biraz sonra karş ı s ı ndakilerin
h ızına çarparak çıkış yerleri ne dek geriliyor ve bu durmadan böylece
sürüp gid iyord u .
Her karış toprağ ı kan ı pahas ına koruma buyruğu a l m ı ş olan Tü rk
ordusu, çok üstün d üşman güçleri karş ı s ı nda çok bol yara l ı , şehit
vermeye başlam ı ştı . Bir meydan savaş ı n ı n bütü n sürprizleri , tehl i ke­
leri , her iki ord uyu da her an tehdit ed iyord u . Yunanl ı lar, d u rmadan
sald ı rıyor, beş-altı yüz metre içinde sıçrıyorlar, yaklaşıyorlar, ateşi
yiyi nce geriliyorlar, bu kez piyade susuyor, topçu lar işe girişiyord u .
Sarı renkli tepelerin toprakları v e kumlarla birl i kte insan gövdeleri
havaya savru luyor, çel i k parçaları kayalara çarparak tozlar çıkarı­
yor, ateş yarı m saat sü rüyor, bir sürü eli kolu bağ l ı insan sedyeler
üstü nde ya da topal layarak geriye gidiyord u . Yu nanlı lar tepelerin ol­
gunlaştı ğ ı n ı ve artık olmuş bir armut gibi kolayca koparılabileceğ ini
san ıyorlar ve yattı kları yerden kal kmalarıyla birl i kte tüfek, makineli
tüfek ateşi baş l ı yor, gelen leri biçiyor, iki üç yüz metre ötede yatıyor­
lar, sonra yine geri bir kaçı şma ve yine topçu ateşi başl ıyord u .
Beş Tepeler bölgesinde savaş böyle şiddetle sürüp gitmekte , da­
yanmak üzere pek çok taze yard ı m güçlerini gerekti rirken i ki günlük
kanl ı boğuşmadan sonra buradaki birl ikler a l ı narak bizim sol kanada
kayd ı rı ld ı . Düşma n , bütün gücünü bu raya toplam ış, bütü n cephenin
al ı n yaz ı s ı n ı burada çözü mlemek ister gibi görünüyord u . Gittikçe
daha çok kıraçlaşarak, çöl leşen bozkı r bölgelerine doğru ilerliyor, pek
uzaklardan yapmayı hesaplad ı ğ ı bir kuşatma peşinde koşuyord u .
Bütü n Türk savu nma çizgisi üzerinde can l ı olarak kalan erleri n ,
su bayları n kulakları nda h e r an M ustafa Kemal'in orduya yayı mlad ı ğ ı
ş u kesi n buyru k çınlayı p d u rmaktayd ı :
- Savu nma çizgisi yoktu r, savu nma yüzeyi vard ı r. O yüzey, bü­
tün vatand ı r!
Buna göre bütü n yurt her ne pahas ına olursa olsun karış karış
savu nulacaktır.
*

23 Ağustos'tan 3 1 Ağustos'a dek kanl ı bir gidiş geliş olarak sürüp

424
giden meydan savaşı nda 3 1 Ağustos günü Yunanl ı lar, birçok puan
birden kazandı lar. Çaldağ ı-Sivri çizgisi üzerinde tehlikeli bir girme
meydana getird iler. Duatepe, bir sald ı rıda ellerine geçti . Güçlerimiz
Basritepe'ye çekilmek zorunda kald ı . Savaş, gece gündüz sürüyord u .
Açl ı ktan , uykusuzl ukta n , yorgunluktan birer zavallı otomata dö­
nen asker ve subayları m ız, taze düşman karş ı s ı nda yine de denk
güçlermiş gibi daya n ı yord u .
M ustafa Kemal'le ku rmay kuru l u , askerin gittikçe zayıflayan yü­
rekl ilik gücünü artt ı rmak üzere salt genç su baylardan birl i kler kura­
rak düşman üzerine sald ı rttı . Subay birlikleri korkunç kertede kah ra­
manca bir çarpı şma gücü gösterdiler. Bunu gören gerçek askerler,
onlarla kah raman l ı k yarı ş ı na girerek ölümü hiçe sayd ı lar. Her iki
yandaki yiti k sayısı akıl ları d u rduracak kerteye yüksel iyor, yine de bir
yan , zafer, Megalo İdea düşleriyle öbür yan da salt üzerinde yaşa­
d ı ğ ı sevgili toprağ ı n ı korumak düşüncesiyle kıyasıya çarp ı ş ı yord u .
*

2 Eyl ül'de Çaldağ ı ' n ı n düşüşü, bu raya büyük askerce önem ve­
ren Mustafa Kemal'le ku rmay kurulunu çok üzd ü . Polatl ı-Haymana
yol unun kesilmesine yol açan bu düşman başarısı bunal ı m kertesin­
de bir umutsuzlu k yaratamad ı . Burayı ele geçiren Yu nan kolordusu,
sald ı rıyı sürdü rmeyi nce M ustafa Kemal bu d u rgunluktan yararla­
narak hemen başka yanlardan güçler kayd ı r ı p bir denge ku rmaya
çal ı ştı . 3 Eylül'de Kazım Bey'i n (Özalp) güçleri çok üstü n düşman
güçlerinin ara l ı ksız sald ı rı ları karş ı s ı nda �zilip yok olmak tehlikesi
içinde bocalad ı , d u rd u . Cephane yokl uğu yüzü nden ancak süngü
takılarak yap ılan karş ı sald ı rı lar, düşma n ı iyiden iyiye yıld ı rıyord u .
Süngüsü ol mayan kimi birl i kler süngü takm ı ş düşman askerine karş ı
dipçik savaşıyla karş ı koyuyor, süngünün yaptığı işi hemen hemen
bunlarla yapıyorlard ı . Savaş meydanları dost, düşman ölüleriyle
baştan başa örtülmüştü . Toprak parçaları d u rmadan elden ele geçi­
yor, hiçbir yan , kendi ölüsünü gömemiyor, bu yüzden de buru nları n
d i reğini k ı ran çok ağ ı r bir leş kokusu bozkı rda bir baştan bir başa
mide buland ı rarak dalgalan ı p d u ruyord u .

425
Verd iği pek çok yiğide bakmayarak arkadan durmadan asker ye­
tiştiren Türk Başkumanda n l ığ ı , bunları n yeri ni doldurabildiği halde
Yunan ordusu, bu olanaktan yoksun kal ı yord u . Bu yüzden de bu
korkunç yitiğe ald ı rmadan öldürücü sald ı rı s ı n ı sürdürerek sıfırı tü­
ketmeden önce bir sonuç almaya çal ı şıyord u .
Kanl ı , eritici b i r siper savaşı dönemi başla m ı ştı . Stratej i k sald ı rı
olanakları n ı yitiren Yunan Başkumandan ı Papulas, iyi bir asker ol­
duğunu gösteren bir iş yaptı . Eylülün beşinci günü Yunan ordusunun
Ankara'ya girmesini bekleyen Yu nan Harbiye Naz ı rı na şöyle bir ra­
por vermek zoru nda kald ı :
"Savaşlar, siper savaşı biçimini almaktad ı r. Savaş ı sürdürmek
tehlikelidir. H ü kü meti n kararı n ı bekl iyorum . "
*

Yunan ordusunun küçük taktik sald ırı dalgaları arası nda bocala­
d ı ğ ı n ı gören Mustafa Kemal , düşman ordusunun takatten düştüğünü
anlad ı . Fevzi Paşa'yı , düşman ı n en ağ ı r sald ı rı larla ezmeye çal ı ştığ ı
Kazı m Bey'in Zafertepe'deki karargah ı na gönderd i .
Yolda sürekli bir güz yağmuruna tutu lan Paşa , orada y i n e bu kor­
kunç yağmur altı nda gerçekten iyi , yararl ı bir inceleme yaparak 8
Eyl ül'de düşman ı n ağ ı rl ı kları n ı savaş bölgeleri nden al ı p götü rdüğü­
nü meydana ç ı kard ı .
B u haber Başku mandan l ı k karargah ı n ı tertemiz bir sevinç sağa­
nağ ıyla yı kad ı . M ustafa Kemal'le birlikte bütü n kumandanları n yüzü
ı ş ı k saçıyord u . Demek ki düşman artık bundan son ra yapacağ ı sal­
d ı rılarla ancak çekilişini perdelemeye çal ı şacaktı .
Sakarya Savaş ı ' n ı n kan l ı , güneşli yüzü Türk ordusuna karşı dön­
müştü . Bunun üzerinde tatl ı bir gülümseyiş geziniyord u .
M ustafa Kemal'in sövüp saymaları yeri ni d a h a olgun bir ağ ı rbaş­
l ı l ığa b ı raktı .
*

Hal ide Edip Han ı m , bir hafta önce Yusuf Akçura Bey' le, Binbaşı
Ali Bey'i n yan ı s ı ra karargahtan uzaklaşarak Alagöz Tepesi'ne çık­
m ı ş , ötelerde geçmekte olan savaşı dürbünleriyle iyice seyretm iş­
lerd i . Karargahta , "Çaldağ ı " lafı o kerte çok geçmişti ki Binbaşı Ali

426
Bey'le Yusuf Akçura Bey ona bu tepeyi hemen göstermişlerd i . Tepe­
lerinde Yu nan uçakları uçarak keşif yapıyord u . Ali Bey, karargah ı n
yerini keşfetmelerinden korkuyord u . M ustafa Kemal , Refet, ismet
beylerle öbür kumandanlar da bu s ı rada karargahta toplantıda bu­
lunuyorlard ı .
Alagöz Tepesi'nde yan yana d ikilen ü ç a rkadaşı n gözü d e Çal
Tepesi 'ndeyd i . Alagöz Tepesi'nden aşağ ı doğru inen sonsuz vadiler
ve toprak y ı ğ ı n ları k ı rm ızı , mavi renklere boya n m ı ş gibiyd iler. Çal
Tepesi, bunların üstü nde bir dev gibi yükseliyord u . işte , bu tepe Sa­
karya savu nmas ı n ı n kutsal bir kalesi kesilmiş, kurtuluş umutları n ı n
çoğu o n a bağlanm ı ştı . Çal ' ı n düştüğü haberi bu yüzden kararga hta
bomba gibi patlam ı ştı . Bunun arkas ı ndan artık zincirleme başarısız­
l ı klar, felaket bekleniyord u . Cepheyi Kaz ı m Bey'i n karargahı nda de­
netlemeye , incelemeye giden Fevzi Paşa'dan karargaha ilk telefon
gelince , bütün karargah bir araya gelmiş, kulak kesilmişti . Sofada bir
yığ ı n subay dimdik donmuş, haberi d i n lemek üzere bekliyord u .
Fevzi Paşa'n ı n karşısı nda M ustafa Kemal , telefonun başı na geç­
miş şöyle konuşuyord u :
- M ustafa Kemal konuşuyor. S iz misiniz, Paşa Hazretleri? Du­
rum lehimize mi ded i n iz? Doğru anlad ı m mı? Haymana hemen he­
men işgal ed ilmiştir. Ne? Yunanlılar güçleri n i n sonuna gelmiş, geri
m i çekilecekler?
Şimdi s ı ra , Yunanl ı ların daha çok ilerlemelerin i önleyecek gücü
bulmaya gelmişti . M ustafa Kemal'in şu s ı ra d uyduğu gereksinim
buyd u .
"Mustafa Kemal Paşa ' n ı n gözleri o gece Dante'nin cehennemin­
de yananları n gözleri gibi anlatıl mayacak kerte acı içindeyd i . "
Hal ide E d i p Han ı m , onun bu cehennemce acı s ı n ı , sonsuz yor-
gunluğunu görerek gerçek bir kad ı n şefkatiyle:
- D i n leniniz Paşa m , yat ı n ız! ded i .
- Hayır, haydi b i r kahve daha içeli m .
Paşa, böyle d iyerek t a Erzu rum'dan Kaz ı m Karabekir'in kararga­
h ı ndan a l ı p getirdiği, eskiden Enver Paşa'ya da h izmet etmiş olan Al i
Çavuş'a kahve getirmeleri için seslendi.

427
Fevzi Paşa'n ı n cepheyi i ncelemesinden vard ı ğ ı kan ı , deneyin
korkunç dehası n a daya n ı yord u .
Yu nanl ı ların Ç a l Tepesi'ni düşürdükten sonra , Haymana yönü nde
açtı kları çok tehlikeli, askerce anlamı son kerte büyük ged i k önünde
Kemaletti n Sami Bey üç tümen d üşman askeri ne karş ı dövüşüyor
ve dört yan ı ndan yanan bir mum gibi bütün gücüyle birl i kte h ızla
eriyord u .
"Gece yarı s ı , M ustafa Kemal Paşa'ya telefon ederek a c ı a c ı cep­
hane istedi . "
Bütün bu ara l ı k Fevzi Paşa , Yu nanl ı ları n çekileceklerinde direti­
yord u .
*

Yu nanl ıların çekilecekleri üstüne gelişen düşünceler Albay Fah­


rettin Bey'in atl ı birlikleri n i k ı m ı ldattı . Atl ı birl i kleri , Yunanlı ların geri
h izmetleri n i , ulaşım kolları n ı allak bullak edecek biçimde çı kışlar
yapmaya başlad ı lar.
Ethem Bey'in dağ ı l ı p da dağlara çekilmiş atl ı çeteleri , ı ssızl ı kta
kıstırd ı kları ufak Yunan topluluklarına öldürücü baskı nlar yapıyorlard ı .
Kanatları durmadan patates ezmesiyle yap ı ştırılarak onarılan bir
tek Türk uçağ ı bin türlü tehlikeyi göze alarak havala n ı yor, yirmi Yu­
nan uçağ ı aras ında yol buluyor, Yu nan ordusu ve gerileri üzerinde
yaptığı paha biçilmez keşiflerin sonucunu Başkumandan l ığa u laş­
tırıyord u . "Pilotlar arası nda d ü nyan ı n imgelerini şaşı rtacak olan bir
tanesi Yüzbaşı Fazı l 'd ı . "
M ustafa Kemal'e geti rilen b i r Yu nan tutsağ ı şöyle d iyord u :
- Bize h e r tepeye sald ı rı şta arkas ı nda Ankara var, d iyorlard ı .
Türklerin eline geçersek bizi öldüreceklerini söyl üyorlard ı . Durma­
dan da makineli tüfeklerle bizi ileri sürüyorlard ı .
*

Harekat Şubesinden genç bir ku rmay subay, Başkomuta n ı n oda­


s ı n a gird i . Lüks lambas ı n ı n parlak ı ş ı ğ ı nda yüzü , b ı y ı kları , saçları
daha sarı , gözleri daha mavi görünen Başkumandan, ku rmay suba­
yın eli ndeki raporu görd ü :
- Oku , d iye buyurd u .

428
Subay, ayakta dimdik dikilerek raporu okurken bunu can kulağ ıy­
la dinleyen Mustafa Kemal, birdenbire kaşları n ı çatarak onun sözü­
nü kesti :
- Dur, ded i . O düşman tümeni orada olamaz.
Odada otu ran bir yığ ı n insa n , şaş ı rd ı .
Mustafa Kemal daha önce ald ı ğ ı raporları getirtti . Dikkatle ince­
led i . Gerçekten de düşma n , tümeni n i n sol kanad ı na geçmiş bulunu­
yord u . Bunu gören Başku manda n , gerçek bir öfkenin tatsızl ı ğ ı içine
yuvarland ı :
- Batı Cephesi Kumanda n ı b u raporu görd ü m ü ? d iye sord u .
Sonra b u n u n ya n ıtı n ı beklemeden şöyle çıkıştı :
- Başkumandana yan l ı ş rapor vermen i n meydana geti receğ i
sonuçları düşünmüyor musun arkadaş?
Durum şöyleyd i :
Kocael i G rubu, düşmanla dişe d i ş savaşmaktayd ı . Bu cephede
düşman ı n daya n ı lmayacak ölçüde bir sald ı rıya geçmek üzere oldu­
ğ u n u bildirerek Mustafa Kemal 'den yard ı m istiyord u .
Başkumandansa bu s ı rada düşman ı n en ağ ı r sald ı rı s ı n ı Türk sol
kanad ı na yönelteceğini bildiğ inden oradan ald ı ğ ı tümeni sol kanada
kayd ı rmak işi üzerindeyd i .
iş büsbütün tersineyd i .
Raporun yan l ı ş l ı ğ ı n ı anlayarak bunun isteğ inin tersini yapan
Mustafa Kemal, sol kanad ı n istenen noktas ı n ı güçlendirdikten sonra
düşman gerçekten de bu noktaya karşı büyük bir saldı rıya geçti . Boş
sand ı ğ ı bu bölümün insan zekas ı ndan, yüreklilikten , yu rtseverl i kten
meydana gelen bir "tahkimat" sistem iyle örtülmüş olduğunu görd ü .
Düşman sald ı rı s ı , burada da ereğine ulaşamad ı .
*

Başkumanda n , Fevzi Paşa ' n ı n sevindirici raporun u ald ı ktan son­


ra bunun bütünüyle kendi görüşlerine uyg u n olduğ u n u görerek düş­
mana karş ı genel bir sald ı rıya geçmenin zaman ı geldiğini anlad ı .
ismet Bey'i , Ası m Bey'i , öbür kurmay kumandanları toplayarak:
- Tam zama n ı , artık Yunan gücü k ı rıld ı , s ı ra bizim, ded i .

429
Yirmi günden beri sürüp giden bu dünya n ı n en uzun meydan
savaş ı n ı n böyle bir dön ü m noktası n ı sab ı rsızl ı kla beklemişti . işte o
dönü m noktası gelip çatm ı ştı .
Hemen bir sald ırı grubu hazı rlamak üzere 1 , 1 7, 23, 1 5 ve 47. tü­
menlerden bir seçme yapt ı . G ru p sol kanattan , Kazım Bey'i n buyru­
ğu altında bulu nacak, Başkumandan da sald ı rıyı yönetecekti. Sald ırı
düşman ı n büyük bir güçle çöreklenmiş olduğu teh l i keli Duatepe'ye
karş ı yapılacakt ı .
Başkumandan ı , bugünlerde sevindiren b i r başka olay daha geç­
miş, çok eski sevgili arkadaşı Fethi Bey'i karargaha çağ ı rm ı ştı . Şimdi,
içinde Fethi Bey'in de bulunduğu bütün karargah ı n ı , Kazım (Özalp)
Bey'in karargah ı n ı n bulunduğu Zafertepe'ye götürüyord u . Başkuman­
dan , karargahıyla Zafertepe'ye yerleşir yerleşmez Kazım Bey, Abdur­
rahman Nafiz, Şükrü Nail i , Osman Zati , M ümtaz, Halil beyleri topar­
layarak Balkan Savaşı 'yla Birinci Dünya Savaşı 'nda pişmiş, yetişmiş
olan bu genç tümen kumandanlarına Duatepe'ye sald ı rı buyruğu ver-
di. Birliklere ereklerini gösterd i .
Genç ku mandanlar bütü n gece birl i klerini sald ı rı noktalarına ya­
naşt ı rmak işiyle uğraşarak çok heyecanl ı , çok yorucu bir gece ge­
çirdiler.
*

Sakarya Savaşı başlad ı ğ ı nda, başı nda Albay Fahrettin (Altay)


Bey'in bulunduğu Süvari Kolordusu, ordudan epeyce uzakta , yarı ba­
ğ ı msız bir durumda bulunuyord u . Uzun boylu , yap ı l ı , arslan gibi genç
bir asker olan Fahrettin Bey gerçi Harbiye'den, kurmay okulundan atl ı
s ı n ıfı eğitimi görerek çı kmam ışsa da Harbiye'de kendi isteğiyle süva­
riliğe çok çal ışmış, Balkan Savaşı 'nda Kı rklareli'ni Bulgarlardan geri
alan atl ı tugayın kumandanlığ ı n ı yapmıştı .
Fahrettin Bey'in kolordusu, düşmanla herhangi bir savaş yapma­
yarak Eskişehi r bozgunundan sonra Sakarya'ya doğru h ızla ilerleyen
düşmana durmadan yanlardan sald ı rmış, onun h ız ı n ı kesmiş, büyük
kuşatma çemberleri kurmasına engel olmuştu . Düşma n ı n karşısı nda
b ı raktığı ufak örtü güçleri onları oyalarken o , ulaşım kolları na, yanlara
genişlemek hevesi gösteren birliklere yal ı n kılıç, saldı rıyord u .

430
Fahrettin Bey, bizim ordu Sakarya'ya doğ ru oldukça düzgün çe­
kilirken Eskişehir ve Afyon karahisar savaş bölgeleri arası nda kalan
ıssız, boş bölgede kolordusunu toplayarak düşman gerilerine yap­
t ı rd ı ğ ı akı nları buradaki karargah ı ndan yönetmişti . Yen ilerek moral
gücü n ü yitirmişe benzeyen Türk birl i klerine bir iyimserli k aşı lamak
için bu akı nlar çok yararl ı oluyord u .
Ord u Kumandanl ı ğ ı , bu süre içinde birçok piyade, atl ı birl i kleri n i
l ç Anadolu'ya doğru çekerek Fahrettin Bey'i 2 . v e 1 4. tümenler, Dör­
düncü Atl ı Tugayı ile baş başa b ı rakm ı ştı .
Fahrettin Bey, kendi inisiyatifiyle bu üç atl ı birliğini s ı rasıyla kulla­
narak üç akın d üzenled i . Birinci akı n ı Döğer yönünde, ikinci Atl ı Tü­
meni yapt ı . Düşman ı n gerilerini allak bullak ederek bir şaşkı n l ı k yarat­
tı . Tutsaklar, ganimetler alarak döndü. Bu tümeni kurmay subaylardan
Kurtcebe (Orgeneral) ile Muzaffer Tuğsavul yönetmişti . i kinci akı n ı ,
Altı ntaş Ovası 'na doğru yaptı . Kimi düşman ulaşım kolları n ı vurarak
korku yarattı . Ne var ki o gerilerde dolaştığı s ı rada düşman dönüş yol­
ları n ı kesmişti . Bu yüzden 4. Tugay, ta Sand ı kl ı 'dan dolaşıp pek uzun
bir yol kestirerek ordugaha dönebildi.
Şimdi akın s ı rası 1 4. Tümene gelmişti. Bu s ı radayd ı , Fahrettin Bey,
düşman mevzilerinde garip kımıldanışlar olduğunu bildiren raporlar
almıştı . Gerek bu durumu anlamak, gerekse düşman gerilerini vur­
mak üzere 1 4 . Tümeni 1 4 Ağustos 1 92 1 günü Cevizli yönünde yola
çıkard ı . Tümen yola çıkar çı kmaz düşman , Fahrettin Bey kolordusuna
karşı davrand ı . 1 4. Tümen , düşmanı göğüslediyse de geri çekilmek
zorunda kald ı . Şundan ki bu salt bir savaş kolu değildi. Kocaman
düşman yığı nları , Sakarya yönünde h ızla ilerlemeye başlam ı ştı . Sa­
karya'da mevzilenen Türk ordusuna karşı genel bir sald ı rıya geçtiği
anlaş ı l ı yordu. Keşiflerin sonucuna göre Seyitgazi dağl ı k bölgesinden
doğuya doğru üç düşman tümeni ilerliyord u . Karahisar - lscehisar -
Bayat üzerinden de bir tümen düşman gücü Aziziye (Emirdağ) yönün­
de yürüyordu.
Fah rettin Bey ilerleyen düşman ı çok yakı ndan görerek izleme­
ye karar verd i . Ku rmay kuruluyla birl i kte savunma mevzilerine g it-

431
meyerek düşmanla göz temas ı nda bulunan Dağ ı lgan köyündeki bu
gecenin mu hafızı atl ı bölüğü n ü n yan ı nda kald ı . i lerde Ku ruca köyü
dolaylarında bir düşman tümen inin kurduğu ordugahla ileri karakol­
ları ayna gibi görü nüyord u .
"Bura n ı n kuzeyinde de toz d u m a n bul utları yüksel iyord u . " Düş­
man çok ileriye keşif kolları çı karmaktan çekiniyord u . Bu da Fah ret­
tin Bey'in çok işine yarıyord u . Bütün soru n , yarı nki yürüyüş yol ları n ı
anlayabil mekti .
Yüksek dağları n ard ı nda kıpkızıl bir kağn ı tekerleğ i gibi inen yaz
güneşi arkada tatl ı , sessiz bir yaz akşa m ı b ı rakm ı ştı . Ovalarla vadi­
ler, dağların yamaçları , h ızla kal ı n gölgelerle örtül üyord u . Fahrettin
Bey' in karargahı muhafız bölüğü, Yu nan ileri karakolları n ı n hemen
önü ndeki bir köyün ot y ı ğ ı nları n ı n üzeri nde Yu nan l ı lara teslim bay­
rağ ı gibi çekilmiş ak bir bez görd ü . Hemen oraya giden birkaç atl ı
düşma n ı n burnu dibi ndeki ot yığ ı n ı n ı ateşe verd i . Gitti kçe kararan
akşam içinde havaya kıpkızıl alevler yükseld i .
Ot yığ ı n ı n ı n yakıld ığ ı n ı gören köylü kad ı n lar, yığ ı n ı tutuşturan as­
kerlere ağlayarak şöyle dert yan d ı lar:
- Bu teslim bayrağ ı n ı n asıld ı ğ ı ndan haberimiz yoktu. Herhalde
bunu köye yeni gelmiş elekçilerden biri yapm ı ş olacak.
Ateş, bu s ı rada teslim bayrağ ıyla birl i kte ot yığ ı n ı n ı da yak ı p kül
etti .
Biraz ilerdeki Kurucadere köyü , Fahrettin Bey' in d ü rbününde bir
karargah old uğunu gösteren asker ve hayvanlar kaynaşıyord u . Bol
suyu olduğu anlaşılan bir kuyu nun baş ı n a y ı ğ ı nla insan , hayvan ge­
lip g itmekteydi .
Kumanda n , kara n l ı k iyice bastıktan sonra buraya mu hafız bö­
lüğünden bi rkaç piyade asker göndererek kuyu baş ı nda şimdi bile
sürüp giden kaynaşman ı n üzeri ne bir ateş bask ı n ı yaptırd ı . Düşman
karargahı heyecanla yerinden oynad ı . Piyade tüfekleri , makineli tü­
fekler, toplar, Fahrettin Bey'i n karargah ı yönünde körlemeden ateşe
başlad ı . Kırk elli top mermisi, siperlenmiş Tü rk akı ncıları üzerinden
ı sl ı k çalarak geçip g itti .

432
Fahrettin Bey karargah subaylarıyla köye egemen tepeye çıkıp
baktığı nda d üşman tümen inin doğu yönü nde yürüyüşe geçtiğini gör­
d ü . Bundan başka , bir tümenlik düşman askeri de Veysel köyü yö­
n ünde ilerl iyord u .
Fahrettin Bey, üç düşman tümeninin Sakarya'n ı n g üneyinden do­
ğ uya doğru yol aldığ ı n ı anlad ı . Bunu görünce karargah ı n ı alarak 1 4 .
Tümen i n yan ı na g itti , görülenleri telsizle Mustafa Kemal'in kararga­
h ı na bildird i .
Ağustos'un on beşinde üç düşman tümen i , topçu koruması nda
Fahrettin Bey'i n güçlerine karş ı sald ı rıya geçti . Savaş akşama dek
sürd ü . Fah rettin Bey çekilmek zorunda kald ı .
Fahrettin Bey' in atl ı ları , Sakarya'daki ordumuza katı lmak üzere
Adana bölgesinden ilerleye n , Akşehir üzeri nden geçecek olan 2 . Ko­
lord umuzu n kazasız belasız ereğine ulaşabilmesini sağlamakla da
yükümlüyd ü .
Düşman ı n bu sağdan ilerleyen tüme n i , Piri beyl i ' n i n o n kilomet­
re kuzeybatısı nda ordugah kurmuştu . Fahrettin Bey, o dolaylardaki
bir subaş ı n ı , bataryalarına erek alarak seçti, bekled i . Bekled iği gibi
düşman , yararlanmak üzere bu subaş ı nda birikmeye başlayı n ca an­
sızın yediği ateşten paniğe kap ı ld ı . Bu s ı rada Fahrettin Bey'i n akın­
cı ları yal ı n kılıç bu panik havas ı n ı n içine dal d ı lar. Birçok yitik veren
düşman , toparlanmakta gecikmed i . Hemen ka rş ı sal d ı rıya geçti .
Fahrettin Bey'in atl ı ları , bu ve buna benzer baskınlarla çok ku­
rak, susuz, tozlu , sıcak bir bölgede ilerleyen d üşmana rahat solu k
ald ı rm ı yor, dinlenmelerine engel oluyor, onları Sakarya cephesine
götürdükleri cephanenin bir bölümünü buralarda harcamak zorunda
b ı rakıyord u .
Fahrettin Bey'i n elinde a n a güçlerle haberleşmek için küçük, ge­
zici , eski bir telsiz istasyonu vard ı . Bu Teğmen Remzi Bey'in buyru­
ğundayd ı . Geride sinek vızı ldasa haberleşme subayı Remzi Bey'i n
eliyle M ustafa Kemal'in kulağ ına erişiyord u .
Fahrettin Bey' in atl ı kad rosu , bu s ı rada Orta Anadolu ' n u n en su­
suz bölgelerinden birinde bulun uyor, bu kerte susuz bir bölgeyi düş­
man ı n yürüyüş yönü seçmeyeceğini düşü nerek kolord usunu bura-

433
dan ted irgin edilmeden Sakarya'ya doğru çekebileceğini san ı yord u .
Düşman önünde suyu b o l alanlar varken elbette bu çöl ü yürüyüş
bölgesi olarak seçmezdi . Atl ı kolordusu, böylece Sakarya'da mev­
zilenen ordumuzun sol yan ı na çekilmeyi hesapl ıyord u . Çekilirken
vad i n i n doğu yamaçlarında d üşmana karşı direnmeyi de tasarl ıyor­
d u . Fahrettin Bey, bütün düşüncelerinin ertesi gün düşman ı n , kolor­
duyu saracak biçimde güneydeki susuz, kurak bölgedeki Musaoğlu
köyüne doğru ilerled iğini görü nce şaş ı rd ı . Kolordusunu çevirmeye
çal ışan bu düşman kolordusu , on beş bin tüfek, yetmiş iki topla ge­
reçlendirilmişti .
2 . Tümen, düşmanla bir oyalama savaş ı verirken Fah rettin Bey,
1 4 . Tümenle 4. Tugayı M usaoğlu köyünün daha güneyine, Çal Dağ ı
eteklerine çekmeye başlad ı . Düşma n , Çal Dağ ı 'na doğru çekilen
Tü rk tümenlerine sald ı rd ı . Bu sald ı rı gücü , bir tugay tutarı nda atl ı
ile bir sahra bataryas ı ndan meydana gel iyord u . Eğer bu düşman
atl ı ları , piyadesinden ayrı larak Fahrettin Bey güçleri karş ı s ı nda yal­
n ız baş ı n a b ı rakı labilseydi güzel bir av olacaklard ı . Fahrettin Bey,
onları piyadelerinden ayı rmak düşüncesiyle alayları n ı gü neye doğ­
ru çekmeye başlad ıysa da düşman bu yeme daha çok yanaşmad ı .
Akşamleyin piyadesinin arkasına çekilen düşman atl ı ları , bir daha
da meydana çı kmad ı . Kolordu atl ı birlikleri geceyi su içip karı nları n ı
doyurarak Katırl ı 'da geçird i . Sabahın alacakaranl ı ğ ı nda Ç a l Dağ ı'na
ulaştılar. "Düşman, onlara karşı güçlü bir yabancı h imayesinde do­
ğuya doğru ilerlemesini sürdürdü." Kolordunun 2. Tümenle bağlantı sı
kesildi. Bunun üzerine Fahrettin Bey, hemen Sakarya'da mevzilen­
miş ordu üzerine çekilmeyi bir yana b ı rakarak düşma n ı n arkadan yeni
güçlerinin gelip gelmediğini öğrenmek, gerilerini ted irgin etmek üzere
biraz daha bu bölgede oyalanmaya karar verdi. Bu plana uygun ola­
rak kuzeye doğru , düşma n ı n geçiş yolları üzerine iki alay atl ı sürdü.
Bunlar görevlerini çok iyi yaparak düşma n ı n ulaştı rma kol ları n ı vur­
dular. "i ki yüze yaklaşı k deve ve birçok silah , cephane, eşya vb. ele
geçirdiler." Başka yeni düşman tümenleri gelmiyordu. Yal n ız, Yunanlı­
lar Uzunbeyli'de bir ulaştı rma noktasıyla bir uçak meydanı yapıyorlar­
d ı . Fahrettin Bey, buraya bir akın yapılabileceğini düşündü. Bir gece

434
sıkı bir atl ı yürüyüşle oraya varılabileceğini hesaplad ı . Ertesi sabah,
güneş doğmadan buraya yapılacak baskı nda büyük bir başarı payı
gören Fahrettin Bey, bu baskı n ı kendisi yapmak istedi. Elindeki beş
atl ı alayını sebikbar* duruma getirerek yürüyüşe hazırlanmaları ve üç
günlük demirbaş erzak almaları için buyru k verd i . Telsiz istasyonuyla
ağ ı rl ı kları Katırl ı güneyinde güvenilir bir yere yerleştird i .
Fahrettin Bey'in el indeki harita buraları n ı gereği g i b i göstermedi­
ğinden köylülerden kı lavuz almak zorunda kald ıysa da aşı lacak yol
k ı rk kilometre çektiğinden verilecek raporu telsizciye b ı rakan Fahret­
tin Bey, güneş batarke n , köylerden geçen ince izler üzerinden atl ı la­
rı n ı n baş ı nda kuzeybatı yön ünde yola çıktı . Büyük bir iş başaracak­
ları ndan umutlu olarak sevinçli ve h ızl ı ilerl iyorlard ı .
N e yazık k i Fahrettin Bey'in gövdesini bir sıcakl ı k kaplad ı . i ki saat
sonra da artık at üzerinde duramayacak duruma geldi . Doktor, ağ ı r
b i r sıtma nöbetine tutulduğunu, yatması gerektiğini sal ı klad ı . Fahrettin
Bey, kumandayı 1 4. Tümen Kumandan ı Yarbay Suphi (Tümgeneral
S. Kula) Bey'e b ı raktı . Kurmay Başkanı Yarbay Baki (Vandemir) Bey'i
de onun yard ı mcı lığ ına verd i . Kendisi, uzaklaşan atl ı ları n ard ı nda
rastlanı lan ıssız bir damda doktoru , koruyucularıyla kalarak yattı . Ka­
l ı n asker kaputları altında bol bol terleyerek gözlerini açtığ ı nda ner­
deyse sabah olmak üzereydi . Kılavuzu öne düşürerek birliklerin gittiği
yolu izlemeye başlad ı lar. Güneş doğmuştu . Yine de ortal ı kta garip bir
sessizlik vard ı . Bu sırada kıyamet kopmal ı değil miydi?
Küçü k kafile, yarı m saat yol almıştı ki gittikleri yönden silah ses­
leri gelmeye başlad ı . Biraz sonra Uzunbeyli'ye ateş etmekte olan
sahra topları n ı n yan ına vard ı lar. Atl ı lar Uzunbeyli köyü nü savunan
düşmana mermi yağdı rıyord u . Baskıncı lar, Uzunbeyli'ye güneş doğ­
duktan son ra vard ı ğ ı ndan iş, bir baskı n olmakta n , büyük bir başarı
adamaktan çıkm ı ştı . Düşman, taşl ı k bir dere içindeki köyü makineli
tüfekleriyle sıkı bir biçimde koruyor, havada d üşman uçakları , ho­
murdanarak dönüp duruyord u . Yal n ı z akı ncılar köy dolayları ndaki
çad ı rl ı Yunan ordugah ı n ı darmadağ ı n etmişler, bütün çad ı rları yak-

• sebikbar: yükü hafif

435
m ı şlard ı . Ne var ki köye sokulamıyorlar, atları n ı geride b ı rakarak
piyade savaşı yapıyorlard ı . Bu s ı rada bir atl ı alayı , köyü kuzeyden
sarmak üzere davranıyord u .
Fahrettin Bey, sald ı rı n ı n şiddetlendirilerek çabucak köye girilme­
sini buyurd u . Bu s ı rada , köyün doğusundaki yollar üzerinden kal kan
yoğu n toz bulutları , Uzu nbeyli köyüne otomobi l l i , kamyonlu yard ım­
lar geldiğini gösteriyord u .
Bu s ı rada geride b ı rakılan ordugahtan atl ı lar çıkageldi. Telsizle
ordudan ald ı kları bir ordu buyruğunu Fahrettin Bey'e verdiler. Ordu
buyruğu , Fahrettin Bey kolordusunun vakit geçirmeden ordunun sol
yan ı na varmas ı n ı bildiriyord u .
Kumanda n , baskı n l ı ktan çıkan bu savaşı buracı kta keserek he­
men Sakarya'ya doğru gerileme buyruğunu verd i . Biraz daha da­
yanarak köyü ele geçirseler bile bu artık çok bir şey anlatmayacak,
hem de gecikeceklerd i . Atları n ı n baş ı n ı Sakarya'ya çeviren atl ı yı­
ğ ı nları Başkumandan M ustafa Kemal'in ı ş ı kl ı küçücük bir nokta gibi
kurşuni kaputuyla oturduğu Sakarya ötesindeki bozkı ra doğru yola
ç ı ktı lar.
Uzunbeyli baskı n ı ndan bir yıl sonra, yine bir Ağustos günü bu köy­
den lzmir'e doğru giden atl ı ları n ı n başına geçecek olan General Fah­
rettin , köylülerin anlattı kları karşısı nda şaşkı n l ı ktan apı ş ı p kalacaktı .
Çünkü önceden bildikleri gibi burası bir ulaştırım noktası değil, Yunan
Ordusu Başkumandanl ı k Karargahıyd ı . Yunan Ordusu Başkumanda­
n ı General Papulas, Prens Andreas, kimi Avrupal ı gazetecilerle bura­
da bulunuyordu.
Saba h ı n bir vaktinde Türk akı ncıları köyü n dolayları ndaki ordu­
gah çad ı rları n ı yakıp da köyü n ilk evlerine sald ı rd ı kları nda General
Papulas, pijamas ıyla portatif karyolas ı ndan fı rlam ı ş , sokağa çıkm ı ş ,
Tü rk atl ı ları kendisini öldürmesin d iye elindeki ak b i r bez parçası­
nı sallayıp durmuştu . Karargahta konuk olan bir Fransız gazetecisi ,
kendi gözleriyle gördüğü bu olayı son ra Fransız gazetelerine akta­
racaktı .
Fahrettin Bey, köylülerden bu haberi ald ı ğ ı nda General Papulas'ı

436
Türk Başkumanda n ı na armağan edemed iğine son kerte yanacak,
telsiz telgraf istasyonunun böyle bir zamanda bozulmayıp işlediği­
ne pek çok üzülecekti . Demek ki telsizin bir işlemeyeceği tutsayd ı ,
Uzunbeyli nası l olsa ele geçirilecek, Yunan Başkumanda n ı pijama­
sıyla tutsak edilecekti.
i şte, Fahrettin Bey'le atl ı ları , böyle bir talihe sürtünüp geçtiklerin­
den habersiz Kat ı rl ı 'daki ağ ı rl ı kları da alarak zorlu bir yürüyüşle ge­
ceyi , gündüzü nal sesleriyle doldu rdular. Fah rettin Bey'i n , düşman
gerilerin i tedi rgin ed ip d u ran atl ı kolordusu , Sakarya'ya çağrı l ı nca
bu görev Ku rmay Yarbay (Tümgeneral) Zeki Bey'in buyruğu ndaki
yen i örgütlenmiş iki alayl ı k atl ı gücüne veril mişti . Zeki Bey'i n atl ı ları
Yu nan ordusunu bu susuz bölgede durmadan ted irgin edecek, onun
yevgi , cephane kolları n ı vuracaktı .
Fahretti n Bey atl ı kolordusunun geniş Yunan kuşatmasına indir­
diği darbeler bu kuşatmayı nas ı l ereğ inden uzaklaştı rmakta , gecik­
tirmekte önemli bir rol oynamı şsa Zeki Bey'i n akı ncı ları da bu çok
önemli görevi sürdürüp gidecekti .
*

Fahrettin Bey kolordusunun geceli gündüzlü yol alışı s ı rası nda


Sakarya Savaşı korku nç bir h ızla, vahşilikle sürüyord u . i ki günlük
yürüyüşten son ra ereğine çok yaklaşan atl ı d izileri , zifir gibi karanl ı k
b i r gecede batakl ı k b i r derenin üstünde uzanan daracık b i r köprüden
birerli kolla geçerken sol ilerilerinden birdenbire üst üste birçok ay­
d ı n latma fişeğinin atıld ı ğ ı n ı gördüler. Atl ı ları n , atların gözleri kamaş­
tı . Yeri n , göğün gü ndüz gibi ayd ı n lanmasıyla önden şiddetl i bir tüfek
ateşi de başlad ı . Çok tehlikeli bir d u rum baş göstermişti .
Bu s ı rada Fahrettin Bey'in yaveri Üsteğmen Fevzi (Hava Korge­
nerali F. Uçaner) Bey, yan ı na ald ı ğ ı birkaç erle ileri atı larak durumu
anlamak istedi . Ateş edenlere zor bela yaklaşabilen Fevzi Bey, bun­
ların düşman olmayıp birinci grup buyruğuna girmiş, onun kanad ı n ı
korumakla görevlenmiş ikinci atl ı tü meninden oldukları n ı anlayarak
hemen karş ı l ı kl ı ateş kesilmesini sağlad ı , boşu boşuna yitiklere uğ­
ran ı l ması n ı önled i .

437
Fahrettin Bey g üçleri , ilerdeki Can ı mana köyüne yorgunluktan
yarı ölü, aç olarak varı p mola verd iler.
Sabahleyi n , güçlükle uyanan Fahrettin Bey, düşma n ı n birinci
Türk Kolordusuna sald ı rmakta olduğunu öğrend i . Bunu anlayınca
atl ı tümenlerini düşman ı n sağ yan ı gerilerine sal d ı rtt ı . Sonra bunu
telsizle orduya bildird i . Fahrettin Bey'i n Atl ı Kolordusu , Sakarya'da
mevzilenmiş ord umuzu sarmaya çal ı şan düşman kolunu saracak
bir biçim a l ı nca düşman sald ırısı durd u . Ordudan gelen yen i örgüt­
lenme buyruğuna göre i kinci , Üçüncü Atl ı Tümenleri yine Fahret­
tin Bey'in kolordusuna bağland ı . 4. Tugay dağ ıtı larak her tümene
dörder alay verild i . Fahrettin Bey'i bu s ı rada en çok sevindiren de
ordunun kend isine iki toplu, bir sahra bataryası vermesi old u . Bu,
kolord u için büyük g üçtü .
Fahrettin Bey Kolordusu, Ankara ' n ı n altm ı ş kilometre güneyi ne
düşen Karacaören köyünün batı yamaçlarına yerleşerek burayı tah­
kime başlad ı . Karş ı ları ndaki Güzelcekale köyün ü n güney s ı rtları n ı
d a düşman tutmuş, tahkim ed iyord u .
Bu s ı rada Sakarya Meydan Savaşı , yirminci gününü doldu rmuş,
sonuna doğru h ızla kayıyord u . Askerce bakı l ı nca düşma n ı n çok yıp­
ran d ı ğ ı anlaş ı l ı yord u .
Fahrettin Bey, yakalanan tutsaklardan , Yunan askerlerinin ekmek­
siz kald ı ğ ı n ı , yenme umudunu yitirdiğini de öğrendi. Batı Cephesi
Kurmay Başkanı Albay Ası m (Gündüz, Orgeneral) Bey'le telefonla
görüştü . Cephedeki durgunluğun gerçek nedeninin Yunan ordusunun
tükenmişliği olduğu üstüne konuştu . Ordu karargahı da bu düşünceye
varm ı ştı . Yal n ız Ası m Bey, ona bundan söz etmedi . Fahrettin Bey, bu
durgunluktan yararlanarak yine önceki gibi atl ı kolordusunu düşman
gerilerine sald ı rtmak istediğini, bunun için cephe kumanda n ı ndan mü­
saade alı nmas ı n ı diled i . Bu sırada Fahrettin Bey'in yan ı başı nda bu
görüşmeyi dinleyen grup kumandan ı , mikrofonu alarak Asım Bey'e,
düşma n ı n sald ı ramayacak durumda olduğunu, henüz kesin olarak
belli olmad ı ğ ın ı , birkaç günlük bir hazırl ı ktan sonra yine sald ı rabilece­
ğini ve bu durumda kendi sol yan ı n ı n güvensiz b ı rakılmas ı n ı n uygun
olamayacağ ı n ı söyledi .

438
Fahrettin Bey, burada bir tümenini b ı rakacağ ı n ı söylediyse de ku­
lak asan olmad ı . Onun ancak bir atl ı tümenini düşman gerilerine sür­
mesine müsaade edildi. Bu akı ncı tümenin başı na Kurtcebe (Noya n ,
Orgeneral) geçerek atl ı ları n ı Mangal Dağ ı 'na doğru dörtnala kald ı rd ı .
Kurtcebe Bey'in gidişinden bir gün sonra cephe kumandanl ı ğ ı ndan
beklediği haber geldi. Düşma n ı n çekilmeye başlad ı ğ ı , Türk ordusu­
nun düşmana karşı sald ı rıya geçmek üzere olduğ u , atl ı kolordusu­
nun yine eskisi gibi düşman gerilerine akınlara başlaması , Mangal
Dağ ı ' n ı n çabucak ele geçirilmesi bildiriliyord u .
Birkaç g ü n d ü r k ı m ı ltısızl ı ktan tedi rgin o l a n Fahrettin Bey'le atl ı
yığı nları , kişnemeler, tıks ı rmalar, nal şakı rtı ları arası nda hemen
o akşamüstü yola çıkarak bütü n gece yürüdüler. Üçüncü yü rüyüş
günü, 3. Tümen Mangal Dağ ı ' n ı aştı . Onun sol ilerisindeki 2. Tümen
de I l ıca yönü nde ilerleyerek düşma n ı n gerilerine sokulmaya başlad ı .
Fah rettin Bey' in karargah ı , Katrancı 'ya vard ı . 1 4 . Tümen 'se bunun
biraz daha batıs ı n a uzand ı . Fahrettin Bey daha önce geçtiği insa n l ı
Katrancı köylerin i bomboş buld u . Savaş buralardan bir dev silindir
gibi geçip g itmişti .
Fahrettin Bey, akşamleyin tümenlerine ertesi gün tanyeri atarken
kuzeybatı yönünde h ızla ilerleyerek düşma n ı n çekiliş yolunu kesme­
leri ve rastlayacakları düşma n ı n üzerine atılarak onu yok etmeleri
buyruğu n u verd i .
*

9 Eyl ü l saba h ı , Başkumandanl ı k karargah ı n ı n Garnizon Kuman­


dan ı , Halide Edip'in kulübesinin kap ı s ı n ı çald ı :
- Halide Han ı m , ded i . Yal n ız iki battan iye alabileceksiniz. G idi­
yoruz. Doktor Murat'la birl i kte Mall ı istasyonuna gideceksiniz.
Genç kad ı n herkes gibi Sakarya Savaş ı ' n ı n kazan ı ld ı ğ ı n ı ya da
kaza n ı lmak üzere olduğunu bilmeni n bilinci ve sevinci içindeyd i . Uy­
kularında karşı laştığ ı kara düşler, birdenbire yitiklere karışmıştı . Bü­
tün karargah ayaktayd ı . Polatl ı ' n ı n on beş-yirmi kilometre ötesindeki
yen i karargah yerine gitmeye haz ı rlan ı yord u .
Halide Edip, M a l l ı istasyonunda Doktor M u rat Bey'le trene bindi-

439
ğinde bir efsane kah rama n ı gibi hava serüvenlerinin en güzellerini ya­
ratan Hava Kumandan ı Tayyareci Fazl ı Bey'le ilk kez yüz yüze gelince
büyük bir heyecan duydu. Kanatları patates hamuruyla onarı l ı p duran
tek Türk uçağıyla yirmi bir Yunan uçağ ı na meydan okuyan bu kahra­
man ı n geniş yüzüne, üzgün, iyi bakışlı gözleri ne hayranl ı kla dald ı . "Bu
gözler, bulunduğu yerin ötesinde bir şeylere bakıyor gibiydi."
Sabahleyin karargahtan yalnız bir bardak çay içerek ayrı lan Ha­
lide Edip'in karn ı açl ı ktan kaz ı n ı yord u . Bu s ı rada trenin kapı s ı nda
M ustafa Kemal'in Ali Çavuş'unu görerek ondan bir dilim ekmek is­
tedi . Sonra gece kara n l ı ğ ı bastığ ı ndan kompartıma n ı n kap ı s ı n a
iki battan iyesinden biri n i asarak öbürü n ü yastık gibi baş ı n ı n altı na
koydu , mavzerini kucağına alarak uyumaya çal ı ştıysa da soğuktan
sabaha dek titredi . Bozkırın Eylül serinliği artık yatağ ı n ı n d ı şına düş­
müş garipleri titretecek bir güç kaza n m ı ştı .
Ertesi saba h , trenden inerek atları na binen k ı rk kişilik karargah
personeli arası nda doru atı na atlayan H alide Edip kafilenin baş ı n­
da ilerlemeye başlad ı . B u , onun önden g itme hevesinden çok atı n ı n
acarl ı ğ ı yüzündend i .
Savaş yüzü nden biçilmeyen geniş buğday tarlaları olgu n başak­
ları altında bir yana yatm ı ş , güzün bu yağmurlu günlerinde ağlamakl ı
ağlamakl ı bekliyord u . Kafile bir Tatar köyüne varınca attan i nd i . Hep
birlikte bir tepeye tırmand ı lar. Dar bir boğazdan 3 . Kolordunun 53.
Tümenine özgü asker, hayvan y ı ğ ı n ları n ı n tam siper yaparak bek­
lediğini gördüler. 1 5. ve 23. Tümenler Duatepe üzerindeki düşman
güçlerine sal d ı rıya geçmişlerd i . Havada Yu nan uçakları dolaşı p du­
ruyord u . Karargah personelinin üzerinde bulunduğu tepenin önünde
geniş bir vadi başl ıyor, onun çevresinde Polatl ı-Kat ı rl ı görün üyord u .
Sise benzer sapsarı bir toz, d u m a n , rüzgarı n s ı rt ı nda gezip duruyor­
d u . Atları n ı yeden kafile yine bunları n sırtına atlayarak, vad iye doğru
ilerlemeye başlad ı .
B u s ı rada Ali Çavuş , Halide Edip'in yan ına g iderek:
- Sol üzeng iye ayağ ı n ı geçirmemişsin . Paşa gönderd i , düzelte­
yim d iye, ded i .

440
Halide Edip bakı nca Ali Çavuş'un öbür yan ı ndaki siperden Musta-
fa Kemal'in gülerek kendisine baktı ğ ı n ı görd ü . Genç kad ına seslendi :
- Gel i n , hanı mefend i . Harp ed iyoruz.
"Yüzü , en çok sevdiği oyunu oynayan bir çocuk gibi gülüyordu."
Halide Edip'le 3 . Kolordu Kumanda n ı Albay Kaz ı m (Özalp) Bey'i
tan ı ştırd ı .
Halide Edip, baktı: Mustafa Kemal , "Arkası nda bir kürk, elinde bir
telefon , karşıdaki tepelerle konuşan bir adam" d ı . Ona:
- Duatepe'ye sald ı rıyoruz, ded i .
Hal ide E d i p , Mustafa Kemal'in siperinden ayrı larak öbür siperleri
de dolaşmaya gitti. Toplar durmadan gürlüyor, ağ ı r makineli tüfekler
durmadan takırd ı yord u . Genç kad ı n ı n gözlerindeki dürbünün içinde,
ellerinde parlayan süngüleriyle karş ı l ı kl ı insan yığ ı n ları birbirine doğ­
ru koşuşuyor, birbirine g iriyor, kaçanlar kovalayanlar görünüyord u .
Sivri bir piramit gibi göklere b a ş çeken Karadağ ' ı n arkası nda Yunan
çekilişi gözden kaçmayacak bir netlik alm ı ştı . Güneşli göğün altı nda
kara bir toz bulutu arkası nda da kapkara bir insan sürüsü gid iyord u .
Genç kad ı n ı n yan ı nda dikilen Binbaşı Muharrem Bey:
- Yunanlı lar yüreklice dövüşüyorlar. Güçlerinin çekilişini kapat­
mak için topçuları kendilerini feda ediyor, ded i .
Halide Edip, birçok siperi dolaştıktan sonra Zafertepe'de kurulan
G rup Kumanda n ı Kaz ı m (Özalp) Bey' in Duatepe savaş ı n ı yönettiği
karargaha vard ı . Deri n bir siperin içinde kürküne bürünerek telefo­
nu dinleyen Kazı m Bey, bir yandan kal ı n sesiyle buyruklar verirken
öbür yandan genç kad ı na bir hoş geld i n gülü msemesi yol lamayı da
unutmad ı .
Aşağ ı siperlerden ayrı l ı p daha önce karargaha dönmüş olan Mus­
tafa Kemal , arkası ndaki geniş kurşun renkli pelerine sarı nmış olarak
elindeki dürbünle korkunç bir boğuşma n ı n sürüp gittiği Duatepe'yi
gözden geçiriyordu.
Biraz ötede Fevzi Paşa'n ı n geniş s ı rtı görü nüyor, omuzları önüne
eğilmiş, dağlara bakıyor, ismet Bey, daha iyi dinleyebilmek için baş ı n ı
telefona eğmiş duruyordu.

44 1
Tepenin çevresinde kazılmış derin siperlerde arı gibi işleyen bir
subaylar çal ışması vard ı . Yaverlerin biri gidip biri geliyord u . Zafer­
tepe'nin önünde Duatepe'ye doğru bir ova uzanıyordu. Uzaklarda
çepeçevre değirmi, iç içe sarı , kızı l , mor ve dumanl ı dağlar yükse­
liyord u . En batıda, sarı iki yüksek tepeli bir dağ görünüyord u . işte,
Duatepe buydu. Türk ordusu buraya saldı rıyordu. Güneşin en yüksek,
rüzgarı n en güçlü olduğu s ı rada savaş kızışm ıştı . "Duatepe'nin üstü
birkaç ağızl ı yanardağ gibi dumanları ta gökte, yan ı ndaki sırtlarında
ve arkası ndaki Kartaltepe'nin darg ı n ve kara doru klarında topraklar,
dumanlar fışkırıyor''du . Coşkun ve dinmeyen bir gümbürtü ortası nda
renk renk dumanlar, ak kandiller gibi uçuşan şarapneller bu göksel
melodinin sahnesiydi. Bu bir dev dünyasına benziyord u . işte, artık bir
yer görünmüyordu. "Topları n köpüren, azan, çıld ı ran ilahileri arası nda
bir şey işitilmez oldu ( . . . )
Fevzi Paşa'n ı n omuzları dua eder gibi büsbütün eğilmiş, Başku­
manda n ' ı n mavi gözleri yükseklere bakıyor, göğe ağ ıyor"du . "ismet
Bey'in kara gözleri durgun bir ateşe benziyor"du . "Biraz ileride erlerin
yan ı k yüzlerinde kalbi yoran bir bekleyiş, bir acı var"d ı .
*

Halide Edip karargaha vard ı ğ ı nda bütün kumandanlarla birl i kte


Batı Cephesi Kurmay Başka n ı Albay Ası m Bey de onu sevimlice
karşılad ı , ona bir zafer maskotu gibi bakarak onbaş ı l ı k rütbesi verd i .
Biraz sonra Binbaşı M u harrem Bey genç kad ı n ı n yan ı na sokuldu:
-Şimdi insanları n top ateşi ile öldüğü yere gidiyoruz, ded i .
Otomobile binerek Zafertepe'yi arkada b ı raktılar. Duatepe'ye
savaşanları çı plak gözle iyice görecek gibi yaklaşm ışlard ı . Duman
yığı nları aras ı na dal ı p çıkan insanlar birer hayalet gibi seçiliyord u .
Muharrem Bey, genç kad ı n ı bizim toplu mevzilerimize götürmüştü .
Bu s ı rada, ayakta dikilerek büyülenmiş gibi Duatepe'yi seyreden ka­
d ı n ı "demir gibi bir ses" uyard ı :
- Yüzükoyun yürüyün .
B i n baş ı :
- Bulundukları yerin Yunan l ı larca keşfed ilmesin i istemiyorlar,
ded i .

442
Hemen yere kapanarak yüzükoyun emeklemeye başlad ılar. Ku­
manda siperlerinin yan ı n a vard ı klarında derin bir siperden demir
gibi bir dev kol u uzanarak Halide Edip'i içeri çekti . Bu, Albay Şükrü
Bey'i n (Genera l ) koluyd u . Geniş boy siperinin içine inen genç kad ı n ,
çok uzun boylu b i r Cermen sarış ı n l ı ğ ı taşıyan çocuksu mavi gözlü
dev gibi bir subayla karş ı karşıya geld i . "Yüzü toz toprak içindeyd i . "
Genç kad ı n ı siperdeki batarya dürbününün baş ına oturtarak:
- Şimdi buradan Yunan l ı lara ateş edeceksin, diyerek güldü.
Genç kad ı n , Yarbay Arif Bey' in Şükrü Naili Bey için anlattığ ı şey­
leri and ı . O gerektiğinde süngü ile dövüşecek kerte güçlüyd ü . O ,
eski Cermenlerin çağlarındaki b i r Cermen dövüşçüsüne benziyord u .
Bu s ı rada, şu a n a d e k Sakarya Savaş ı 'nda yed i tümen kumanda n ı ­
n ı n şehit düştüğünü a n a n Hal ide E d i p , sekizincinin Şükrü Naili Bey
olmaması için içinden dua etti .
*

l ngilizleri n , Malta kalesinden sal ıverdiği Fethi Bey, hemen de


Sakarya'da Mustafa Kemal'in düşmana karş ı sald ı rıya geçeceği
günlerde An kara'ya gelmişti . Başkumandan bu çok eski , içten ideal
arkadaş ı n ı n böyle mutl u , kutlu bir günde yan ı nda bulunmas ı n ı iste­
yerek yaveri Muzaffer Bey aracı l ı ğ ıyla onu karargah ı na çağ ı rd ı . Fet­
hi Bey 1 1 Eylül'de karargaha geldiğinde ertesi g ü n sal d ı rıya geçecek
ord u safları nda sıtma l ı bir çal ı şma göze çarpıyord u . Fethi Bey, bütün
subayları n , kumandanları n yüzlerinde iyimserlikle umut ı ş ı kları n ı n
dalgaland ı ğ ı n ı görüyordu. Karargahta eski arkadaşı n ı i smet Bey'le
Fevzi Paşa ve başka değerli kumandanlar aras ı nda durmadan hari­
tayı izler, buyruk üstüne buyruk verirken buld u . Uzun uzun öpüşüp
kucaklaştılar.
Fethi Bey, Başkumandan ı n geçirdiği çok ağ ı r sı navların ancak
kendisinin görebileceği izlerin i M ustafa Kemal ' i n yüzünde açık seçik
görmekle birl i kte onu her zamanki gibi neşeli , inançl ı buld u . Paşa ,
1 2 Eyl ü l g ü n ü tanyeri atarken düşmana sağ kanattan sald ı rıya ge­
çileceğini söylemişti . Sonra kurmay kurulu Fethi Bey'le birlikte cep­
heye yaklaşmak, yap ı lacak işleri daha yak ı ndan kontrol edebilmek

443
düşüncesiyle karargahtan ayrı l m ı şt ı . Otomobil onları Mal l ı köy is­
tasyonunda b ı rakm ı ştı . Burada bekleyen özel trene binerek cephe­
mizin gerisine doğru i lerlemişlerd i . Akşam kara n l ı ğ ı basarken tre n ,
cephe yakın larında bir yarma içinde durmuştu . Geceyi , lüks ışığı nda
çal ı şarak trende geçirmişlerd i . Sabaha karşı bir iki saat şekerleme
kestirerek gün ı ş ı rken Grup Kumandan ı Albay Kazım Bey'i n Zaferte­
pe'deki karargah ı n a yol lanmışlard ı .
Burada geniş bir boy siperi içinde haritaları n ı açarak düşman
mevzilerine g iden bütün yolları sonsuz bir d ikkatle inceleyen Başku­
mandan, bir yandan da çevresi ndekilerle Feth i Bey'e yapılacak iş­
ler üzerinde bilgi veriyord u . Sakarya geçitlerine sahip olabilmek için
Duatepe, Çad ı rtepe gibi yüksek, sarp, savunmaya elverişli yerler­
den düşman ı n atı lması gerektiğini söylüyord u . Sald ırı , Kaz ı m Bey'i n
buyruğuyla başl a m ı ştı b i l e . Düşma n , birçok birlikleri n i çekerken bun­
ları Sakarya'n ı n azg ı n , bulan ı k sularında yitirmemek uğruna örnek
direnişler gösteriyorsa da Tü rk Birlikleri , Başkumandan ı n gösterdiği
ereklere doğru giden yollar üzeri nden hoşnutlu k verecek bir biçim­
de ilerlemeye başlam ıştı . Düşma n , çekilişini saklamak için Türk yı­
ğ ı nakları üzerinde sık sık uçaklar uçuruyor, sol kanattan şaşı rtmak
amacıyla sald ırılar d üzen liyord u . Bütün bu çal ı şmaları n biricik amacı
ise Yunan ordusunun bozgun vermeden d üzgünce çekil mesi içind i .
"Bütün bu olaylar süresince Kazım Bey'i n karargah ı n ı n bulundu­
ğu Zafertepe'de telefon başı ndan ayrı l mayan Başkumandan , hey­
betli bir enerj i örneği kesilmişti . Savaş ı n en ince ayrı ntılarına dek her
dönemini izl iyor, yen i buyruklar veriyor, yeni güçleri cepheye gön­
deriyor, ilerden haber almak üzere emir subayları n ı ileri birliklerin
yan ı na gönderiyord u . "
"Yüksekten bakan bir kartal g i b i savaşın bütü n davra n ı şları na
egemen kesilmişti . Ayn ı zamanda en uzak cephemizde olan biten
üstüne bilgi soruyor, oralara da direncin i uzatmaktan geri kal mı­
yord u . Bu enerj i sarfı akşama dek bir dakika ara vermeden sürd ü .
Duatepe i l e Çad ı rtepe'deki düşman direnişi kırılmış v e düşma n ı n
genel bir çekiliş davra n ı şı na başlad ı ğ ı anlaş ı l m ı ştı . Düşman bu çe-

444
kilişi bozgunluğa çevirmemek uğruna çok çal ı ş ı yordu. Bu cümleden
olarak ara s ı ra cephemizin sol kanad ı nda karşı sald ırılar yapıyord u .
Başkumandan da düşmana soluk ald ı rmamak üzere hiçbir tedbirde
geri kal m ı yord u . "
Kara n l ı k bastığı nda Başkumandan'la Fethi Bey v e arkadaşları ,
yarma içinde maskelenerek g izlenen trene döndüler.
Sabaha dek telefo n , telg raf makineleri n i n baş ı nda üst üste çay,
kahve, sigara içerek çal ışmas ı n ı sürdürd ü . Uyku , sanki Başkuman­
dan ' ı n yan ı na yaklaşmaktan korkuyor gibiyd i . Başkumandan ' ı n bü­
tün davra n ı şları n ı sabaha dek göz hapsine alan Fethi Bey, onun
bütün tümenleri pençesinde tutar gibi sıkı bir değiniş durumunda
kald ı ğ ı n ı görd ü .
"Düşman ı n son kerte şiddetl i karş ı sald ı rı ları n ı cidd iye a l a n tü­
men ve kolordu kumandanları n ı n az çok kayg ı l ı raporlarına durma­
dan yan ıtlar veriyor ve bütü n ikircikleri yürekl i l iğe, girişime çevirmek
için uğraş ıyor, buyruklar veriyord u . Mustafa Kemal , kükremiş bir
arslana benzemişti . Kendi direnci karşısı nda yenmek ereğ ine doğ­
ru durmadan ilerl iyord u . Kükremiş arslan ı n enerji kıvı lcı mları bütün
cepheye yayı l m ı ştı . Sabaha dek uğraştı ve en sonra her yanda düş­
man ı n çekildiği haberi geld i . iş , bununla bitmedi . Düşma n ı izlemek
için buyru klar vermek, tertibat almakla çabası n ı sürdürd ü . "
Fethi Bey, sabaha d e k Anafartalar' ı yapm ı ş o l a n bu eski arkada­
ş ı n ı , gerçek savaş tanrı s ı n ı seyreder gibi hayran hayran seyretti . 1 3
Eyl ü l saba h ı düşma n ı n bütün cephe boyunca en aşağ ı bir bozgun
psikoloj isi içinde çeki ldiğ i n i öğ renen Başkumandan ' ı n yüzünde kor­
kunç bir devi yenmiş bir mitoloj i ka hrama n ı n ı n büyük sevinci parl ı­
yord u .
*

Başkumandan General Papulas' ı n uya n ı kl ığ ı yla Yu nan ordusu


bütün üyle eriyip bozkı ra g übre olmaktan kurtulmak için kendini Sa­
karya l rmağ ı ' n ı n ötesine zor atm ıştı . Yirmi iki gündüz, yirmi iki gece
süren tari hin bu en uzu n meydan savaş ı , her i ki ulusun orduları n ı da
iyice yaralam ıştı . Türk ordusu on bin ölü, on beş bin yaral ı ; Yunan
ordusu ise on iki bin ölü, yirmi üç bin yara l ı verd i . Türk Başkuman-

445
danl ı ğ ı cepheye her gün bin bütünleme eri yetiştirebiliyord u . Yunan
ordusu bundan yoksundu. Yalnız elindekini harcıyor, gidenlerin yeri­
ni dolduramad ı ğ ı ndan her gün bin kişi yitirerek s ıfı ra doğru gidiyor­
d u . Yunan ordusu , ölüleri n i , döküntülerini arkada b ı rakarak Eskişe­
hir'e doğru h ızla yol alı rken çok derinden , yaralan m ı ş Türk ordusu
da hemen hemen kandan kıpkırm ızı kesilmiş gövdesiyle bozkırın
tepelerine dikilerek onun kaçış ı n ı seyretmekten başka bir şey yapa­
mad ı . Onun da ad ı m ı n ı atacak gücü kal mamıştı .
Yal n ız, yaralarından kan akarak düşman ı n boşalttığı savaş mey­
danları nda ilerleyen Türk ordusu , bütün köylerin , evleri n , tarlaların
kül yığı nları haline geldiğini görd ü . Demiryolu atı l m ı şt ı . Hele bozkı r­
da yaşayan çilekeş Türk köylüsünün kad ı n , çoluk çocu k süngüden,
kurşundan geçirildiğini görmek onu ağlamakl ı etti .
*

Atl ı Kolordusu Kumandanı Albay Fahrettin Bey, kolord u karar­


gahıyla birlikte Katrancı Vadisi'ni geçerek kuzeybatıda yü ksekçe bir
tepeye çıkt ı . Çevrede düşman ı n b ı raktığ ı derin kamyon izleri nden
başka h içbir nesneye rastlamad ı .
Yal n ız, soldan ilerlemesi gereken O n Dörd üncü Atl ı Tümeni de
henüz görünürlerde yoktu . Dürbünüyle sağ uzağ ı ndaki masmavi
Haymana dağları n ı tarayan Fahrettin Bey, bunların güney yamaç­
larında orduya, insana benzer h içbir k ı m ı ltıya rastlamad ı . Önde, git­
ti kçe alça l ı p uzayan vadiyi hafif bir sis kaplamıştı . Eldeki harita bu
bölge üzerinde işlememişti . Bu yüzden Kumandan, şu s ı rada 1 322
rak ı m l ı Karl ı k Dağları'nda bulundukları n ı anlayamad ı . Önde uzaya n
vad i , Soğl uca köyünündü.
G ü neş, Fahrettin Bey' in arkasından doğuyord u . Elinde dürbün
tepenin i lerisinde tek baş ına gezinirken yüz metre ötedeki bir dere­
cikten birdenbire sila h l ı bir Yu nan askerin i n kendisine doğru geldiği­
n i görd ü . Tabancası n ı atı n ı n üstünde b ı raktığ ı ndan bir şaşkı n l ı k a n ı
geçirdiyse de bu uzun sürmedi . Hemen yan ı na gelmesi için Yunan
erine, el iyle işaret etti. Bu s ı rada yaveri Fevzi (Uça ner) Bey de yan ı ­
na gelmişti . Yunan askeri , kumanda n ı n verdiği işarete uyarak tüfeği­
ni yere b ı rakt ı , ellerini yukarı kald ı rarak onlara doğru ilerled i .

446
Karargahlı lar, kumandanları n ı n tutsağ ı d iye Yunan askerin i al ı p
sofralarında yemek yedi rdiler, o n a hoş davrandı lar. Tutsağ ı n anlat­
tığ ı na göre tümeniyle bütün gece yol yürümüş, son ra tümenini yitir­
mişti .
Fahrettin Bey, Soğluca Vadisi'ni kaplayan yoğun sisin kal kma­
sıyla yedi sekiz kilometre ileride Soğluca köyünün dolayları nda he­
men hemen bir tümenlik düşman ordugah ı n ı n geriye, batıya doğru
yürüyüşe geçtiğini görd ü . Sol yandan beklenen On Dördü ncü Atl ı
Tümeni hala görü n ü rlerde yoktu . Bunun üzerine Fahrettin Bey emir
subayı n ı o yöne göndererek tümen in çabuk gelmesin i , bataryas ı n ı
ileri sü rmesin i , ayrıca yan ı ndaki atl ı muhafız bölüğüne d e geniş bir
cephe ile yayılarak düşman ı n üzerine atı lması n ı , onu durdurmaya
zorlamas ı n ı buyurd u . Atl ı tümeni yetişinceye dek düşman ı oyalaya­
rak durd u rmak amacıyla Atl ı Muhafız Bölüğü bozkı rda tozu dumana
katarak ileri atıld ı .
Bunu gören düşman , hemen güçlü bir a rtçı güç ayırarak atl ı ları
karş ılamaya davrand ı . Bu s ı rada ana düşman gücü , h ı zla Sakar­
ya yönünde ilerlemeye başlad ı . B u oyalama savaşı sürerken On
Dördü ncü Atl ı Tümeni de savaş meydanı na yetişti . Hemen kurulan
bataryan ı n topları , çekilen düşman yığ ı n ları üzerine ateş etmeye
koyuldu. Topçu ateşinin ısl ı k çalan mermileri altında küçük Anado­
lu atları , köpüklü ağ ızları ndaki gemleri kemirerek ileri atı ld ı . Tümen
sabahleyin hayvanları sulayacak yeterince su bulamad ı ğ ı ndan ge­
cikmişti .
1 4 . Tümen , çekilen d üşma n ı ted irgin ederek sald ı rı p durduğu sı­
rada , yen i bir ord u buyruğu geld i . Bunda Atl ı Kolordusun u n , d üşma­
nı Y ı l d ı ztepe genel yönü nde kovalaması bildiri liyord u . Fahretti n Bey
de zaten bu yönde hareket ediyord u .
Eli ndeki d ürbü nle Haymana dağları n ı n yamaçları n ı tarayan ku­
mandan , kimi piyade yürüyüş kolları n ı n ilerlediğini görd ü . Bunları n
bizim ordunun düşma n ı izleyen birliklerinden olduğunu düşünerek
onlara habercilerle:
"Önlerinde gördükleri birliklerin düşman olmayıp onu izleyen bi­
zim atl ı lar olduğunu ve bu nedenle uzun boylu güvenlik kademeleri
gerekli olmayıp bizi desteklemek üzere h ı zla ilerlemeleri n i diler" yol-

447
lu bir rapor gönderd i . Fahrettin Bey'i bulan atl ı habercilerin getirdiği
yen i raporlara göre i kinci , Üçüncü Atl ı Tümenlerimiz de I l ı ca Vadi­
si'nde d üşman artçı larıyla dövüşüyord u .
Arazinin dağl ı k , kesik olmas ı , d üşman ı n daha kolay, daha yitiksiz
çekilmesini sağl ı yord u . Sakarya l rmağ ı 'na kurduğu geçici köprüleri
Tamburoğlu'na yerleştird iği toplarla koruyord u .
Fahrettin Bey'i n Haymana dağları n ı n yamaçlarında gördüğü
Türk piyadesi, yorg u n l u ktan bitkin olarak akşama doğru savaş mey­
dan ı n a yetişti ve düşman artçıları üzerine atı lmaktan geri d u rma­
d ı . Kara n l ı k bası n ca savaş ister istemez durd u . Bundan yararlanan
düşman , Sakarya'n ı n karş ı geçesine geçti.
1 3 Eylül saba h ı Fahrettin Bey'in kolordusunun binlerce atı , son
yağmurlarla kabarm ı ş , bula n m ı ş olarak akıp giden Sakarya l rma­
ğ ı ' n ı n kıyı larından su içiyord u . Artık bundan öteye geçmeye Türk
ordusunun takati yoktu .
Sakarya'n ı n bozbulan ı k suyu , barışçıl bir s ı n ı r gibi kıvrıla kıvrı la
iki yara l ı ord u arası nda akıp gid iyord u . Sakarya'ya dayanan Tü rk
birliklerinin eline birçok tutsak, eşya , cephane, silah geçti . Düşman ı n
söküp götürmeye fı rsat bulamad ı ğ ı gezici köprünün tombazları da
olduğu gibi ele geçti .
Yal n ı z Sakarya'n ı n batısı nda yerleşmiş kimi d üşman bataryala­
rı , ı rmağa dayanmış Türk birlikleri üzerine durmadan ateş ediyord u .
Fahrettin Bey bu topları susturmak için ı rmağı geçemediğine hayıf­
lanarak piyade birliklerinden ayrı larak atl ı ları n ı n baş ı nda ı rmağ ı n
gü neyinden dolaş ı p Uzunbeyli , Çiftler yön ü nde düşma n ı yandan
izlemeyi , onu gerilerinden vurmayı kurd u . Bu s ı rada piyade tümen­
lerinden ald ı ğ ı birer güçlü dağ bataryasıyla atl ı kolordusunu güçlen­
d i rd i .
Atl ı kolordusu düşma n ı n boşaltıp çekildiği bölgelerden geçtiği s ı ­
rada açl ı kla karşı laştı . Bütün köyler tamtakırd ı . Erat, yemek y a da b i r
kuru ekmek, hayvanlar ot, arpa , saman istiyord u . Bütün köyler sö­
mürülmüş, biçilmeden kalan tarlalar düşman eliyle yakılm ıştı . Sonsuz
tarlalar, kapkara bir kül örtüsü altında uzuyord u . Ne var ki Fahrettin
Bey'i n daha önce yevgi , yem stokları elde etmek üzere Konya'ya gön-

448
derdiği Kolordu Levazı m Müdürü Binbaşı Faik Bey, düşman ı n Sakar­
ya yenilgisini öğrenerek bol yiyecek, yem çuvallarıyla Uzunbeyli'ye
dayanm ı ş , kolordunun gelişini bekliyord u . Binbaşı Faik Bey'i n , kendi
girişim gücüyle böyle yard ı ma koşması , yorg u n , aç insanlarla hayvan­
ları pek çok sevindirdi.
Fahrettin Bey, Uzunbeyli köylüleriyle görüşünce üç hafta önce bu
köye yaptırd ı ğ ı sald ı rıda Yu nan Başkumandan ı General Papulas' ı n
geçi rdiği korkunç heyecan ı anlattılar. Bu kez d e şaşmak s ı rası Fah­
rettin Bey'e geld i . Köyl ü ler, Yu nan Başkumanda n ı ' n ı tutsak alacak­
ken savaşı neden birdenbire b ı rakarak çekilip gittikleri nin nedenini
bir tü rlü anlayamad ı kları n ı söylediler.
Fahrettin Bey, bu h i kayeyi dinled ikten sonra yaşayı ş ı n ı n en bü­
yük üzüntülerinden birine kap ı ld ı . Düşman Başku mandan ı ' n ı n ka­
rargah ı n ı bas ı p da onu tutsak almadan çeki lip gitmek ne pis tal i hti .
Hem kaç ı rd ı ğ ı o güzel im fı rsatı düşünüyor, hem de kolord uyu yürü­
yüşe haz ı rl ı yord u .
Bu s ı rada, tozu dumana katarak gelen b i r otomobil o n u n yan ı
baş ında durd u . Otomobilden inen genç b i r Kurmay Yüzbaş ı (Şü krü
Sökmensüer), Fahrettin Bey' in paşal ı ğ ı n ı kutlayarak ona iki mesaj
verd i . Bunun biri savaş boyunca gösterd iği büyük yararl ı klar dolayı­
sıyla Fahrettin Bey'in Tuğgeneralliğe yükseltildiğini bildiriyor, iki nci­
sinde de M ustafa Kemal, Fevzi Paşa ve ismet Bey onun paşal ığ ı n ı
kutluyord u .
Kumandanları n ı n paşalığa yükseldiğini öğ renen atl ı y ı ğ ı nları
Fahrettin Paşa'n ı n sevincine ortak oldular. Fahrettin Paşa da Kur­
may Yüzbaş ı Şükrü Bey'e yedek binek atı n ı armağan etti . O da bu
atı ancak bir koşulla alabileceğini söyled i . O da lzmir'e ilk gidecek
subaylar aras ı nda kend isinin de bulunmas ı na fı rsat verilmesiyd i .
Fahrettin Paşa , buna söz verd i . "Kurmay Yüzbaşı Şü krü (Sökmen­
süer) gerçekten de lzmir'e ilk giren subaylar arası nda bu atı n s ı rtı n­
da bulu nacakt ı . "
Fahrettin Paşa , ord u n u n buyruğuna verdiği birçok g üçlerle Es­
kişehir'e doğ ru çekilen Yunanl ı ların ard ı nda at oynattı durd u . D üş­
man ı n korkusuzca yayılarak işgal ettiği bölgelerde zulüm yapmas ı n ı

449
önled i . Onun Atl ı Kolordusu , Türk atl ı ları geleneğ i n i n en yeni örne­
ğ i olarak akınlarıyla düşma n ı n gözünü y ı ld ı rd ı . Düşman ona, "Ünlü
Fahrettin" ad ı n ı taktı .
*

Halide Edip, cepheyi gezmeyi sürdürü rken elindeki d ü rbünle Ka­


radağ'a yapılan Türk sald ı rı s ı n ı izled i . Sanki bütün bu öldürüşmeyi
kendisi icat etmiş gibi korkunç bir utanç duyd u . Karadağ'a sald ı ran
bin iki yüz kişilik 57. Tümenin yedi yüzü buradaki göğüs göğüse ge­
çen boğuşmada şeh it düşmüştü . Düşman bugün bütü n tutunduğu
yerlerden sökül ü p atı l m ı şt ı . Halide Edip en son ra , gövdece ve ru hça
son kerte yoğun olarak Albay Kazım Bey'i n Zafertepe'deki çad ı rı na
dönd ü . Kaz ı m Bey ona içi ot dolu yatağ ı n ı n üzerinde yer gösterd i .
Hepsi , M ustafa Kemal'i bekl iyord u . Çekilen düşman ı n çok ya­
k ı n larına sokulan M ustafa Kema l , en son ra otomobiliyle çı kageld i .
Biraz dinlendikten sonra Kaz ı m Bey' i , ismet Bey' i , Fevzi Paşa'yı
otomobiline alarak Polatl ı 'ya yol land ı . Çok yavaş giden otomobilin
yan ı s ı ra bütü n karargah kişileri , Hal ide Edip de aralarında olarak
atl ı gidiyordu.
Eylül'ün on üçüncü g ü n ü , Sakarya belas ı n ı savuştu rmuş olman ı n
iyimserliği, sevinci yüzünün her çizgisinden taşan M ustafa Kemal ,
savaş arkadaşlarıyla Polatl ı 'da öğle yemeği yed i . Fethi Bey de sof­
radayd ı . M ustafa Kemal, eskiden beri el fal ı na bakmakta usta olan
arkadaşı Arif Bey'e elini uzatt ı :
- B a k baka l ı m şu elime Arif! ded i .
Arif Bey, o n u n elini avuçları n ı n arası n a ald ı , okumaya başlad ı :
- Bak, parmakları n ı n aras ı ndan ı ş ı k sızıyor. Hiç içi n i saklamı-
yorsun .
Öbürü güldü:
- Bunu bilmek için elime mi bakmak gerek?
Albay Arif Bey, sonra Halide Edip'in elini avcuna ald ı :
- S iz, hem içi n izi saklayabiliyorsunuz, hem d e güçlü b i r kişisin iz,
d iyerek geleceğ i n i n parlakl ı ğ ı üstüne birçok söz söyled i .
*

450
Yemekten sonra M ustafa Kemal, Ankara'ya g itti .
Cephe kumandanları birer birer gel ip i smet Bey'i kutlad ı lar. Ga­
yet vakur ve sakin olmaları na karş ı n , bir küçük çocuğun kendinden
güçlüleri yendiği zamanki d u rumda oldukları görül üyord u . Vagonun
basamaklarında oturup onlara bakan Halide Edip, onları n yüzleri nde
bu d uyguları okuyord u .
Gece geç vakit, Yusuf Akçu ra Bey'le Doktor Murat Bey, Hal ide
Edip'i görmeye geldiler. Savaş bitti kten son ra Karadağ'da en kor­
kunç boğuşma n ı n geçtiği yerleri çıkıp dolaşm ı şlar, taze heyecanlar­
la dönmüşlerd i .
Doktor Murat Bey:
- Al lah bizi oraya yollad ı . Orada üç yara l ı Türk askeri bulduk.
Bir Yu nan doktoru yaraları n ı sarm ı ş , onlara ekmek, su b ı rakm ı ş ,
ded i .
Yusuf Akçura Bey d e bir başka ilginç gözlemini anlatt ı :
- B i ri Türk, biri Yu nan i k i askerin birbirlerine sarı l m ı ş olarak uza­
n ı p yattı kları n ı görd ü m . Yüzlerinde h içbir düşman l ı k izlenimi yoktu .
Yal n ız, Polatl ı 'ya yerleşen Batı Cephesi Karargah ı n a Yu nan l ı la­
rın yapm ı ş olduğu korku nç vahşilikler üzerine yığı nla bilgi gelmeye
başlad ı .
Polatl ı 'ya yerleştiklerin i n üçüncü g ü n ü Halide Edip, bir Tatar evi­
n i n balkonunda oturan ismet Bey'e raporu n u götürünce kumandan
onu öğle yemeğine a l ı koyd u .
- Sana yen i b i r görev veriyorum , ded i . M ü balağa ve yalan kat­
madan Yu nanlıların bu bölgede yapm ı ş oldukları zulümleri incele­
yeceksin .
Zulümleri i n celeme Şubesin i n başı nda Halide Edip Han ı m , üye
olarak da romancı Yakup Kad ri , Yusuf Akçu ra beyler, bir teğmen , bir
de fotoğrafçı bulunuyord u . Teğmenle fotoğ rafçı en uzak köylere gi­
d iyor, Hal ide Edip'e resim, bilgi getiriyord u . Gelen resimlerle bilgiler
o kerte insan l ı k dışı suçların işlendiğini gösteriyordu ki genç kad ı n
dayanamayarak kendisi d e b u i ncelemelere katı lmak zorunluluğunu
duyd u .

451
"Yunanlı ları n bu köylerdeki davra n ışları , akl ı n ı kaçı rm ı ş insanla­
rı n davra n ı şları gibiyd i . "
Yunanlı ların Anadolu kad ı nları na yaptı kları , bütün vahşet ölçüle­
rin i aşm ı ştı .
Hal ide Edip, ı rzı na geçilmiş kad ı n larla kızların listesini tutmak için
günlerce kül olmuş köy evleri nin y ı k ı ntı ları aras ı nda oturarak göz­
yaşlarıyla ıslanm ı ş binlerce "itiraf d i n led i .
Bu vahşiliğe en çok uğrayan yerin insanları , Uzu nbeyl i i l e Çe­
kirdekler(Çekirdeksiz köyü} halkıyd ı . Bütün bu cinayetleri Yunan
ordusunun artçı ları yapm ı ştı . Uzunbeyli ile dolayları büsbütün ya­
k ı l m ı ştı . i nsan , pencerelerin dem ir parmakl ı klarında yan m ı ş el par­
çaları görüyord u . Buraları n halkı hep kaçarak Çekirdekler'e gitmişti .
Duatepe'nin eteğinde, yirmi beş evl i bu küçük köyden yal n ız üç ev
kalm ı şt ı . ötekiler yan m ı ştı . Yunan l ı lar, Duatepe'den çekilirke n , tabii
hayvan sürüleri n i götüremed iklerinden , onları da öldürmüşler. Her
yerde y ı ğ ı n yığ ı n hayvan leşine rastlan ı yord u .
" O kara n l ı k g ü n ü n kapattığ ı k ü l ve taş y ı ğ ı nları üzerinde b i r sürü
insan oturtmuştu . Erkekler bir şey söylemiyor, kad ı nlar d u rmadan
hareket ediyor ve çocuklar ağlıyord u . "
O g ü n , Albay Kenan Bey'le romancı Yakup Kad ri Bey de Halide
Edip'le birlikteydi . Onlar da köy halkı gibi taş y ı ğ ı nları üzeri nde otu­
rarak halkın çektiklerini dinled iler.
Başı kirli bir mendille sarı l ı , yaşl ı , buruşuk yüzlü bir kad ı n , dişsiz
ağzı açıkta , kara gözleri ölüm acı s ı içinde, birer pençe gibi uzanan
elleriyle Hal ide Edip'in omzundan yakalayarak şöyle bağ ı rıyord u :
- Kocam ı , benim Üzeyi r'imi burada d i ri diri yaktı lar.
- i nsanları burada d iri diri mi yaktı lar?
- Öyle galiba!
Bu köyde zulmedilip öldürülen köylüler, Balkan Savaş ı ' ndan ka­
çarak gelip buraya yerleşen Rumeli göçmenleriyd i . 1 9 1 2'den beri
zulümden uzak yaşayan bu zavallı ları , on y ı l sonra bir Balkan ulusu­
nun ordusu gelip burada da kesip biçmek, yakıp öldü rmek olanağ ı n ı
bulmuştu . N e var k i bundan sonra buralarda sağ kalanlar, gelecek

452
kuşaklara , barbarl ı ğ ı , zul m ü , vahşeti yenen Anadolu insan ı n ı n yal ı n
ayağ ıyla, nas ı rl ı eliyle, kırık süngüsüyle, soba borusundan toplarıy­
la, d işiyle, t ı rnağ ıyla, kan ıyla, can ı yla çald ı ğ ı Sakarya Marş ı ' n ı gö­
ğüsleri kabararak anlatacaklard ı .

PAPA EFTİ M U LUSAL ORKESTRADA

Herkes, buyruğu altında bulunduğu hükümete itaat et­


sin.
-Pavlos-

Eski Ankara vilayeti Yozgat sancağ ı Akdağmadeni kasabası nda


l stanbulluoğlu Mahal lesi'nde 1 884 yı l ı nda Ortodoks Türklerden Ka­
rahisarl ı oğlu'nun bir çocuğu doğd u . Pek minimini, esmer, iri , kara
gözlü çocuğa büyük babası n ı n ad ı n ı vererek Pavri dediler. Küçük
Pavri, henüz okul çağ ına varmadan doksan yaşı ndaki gözleri gör­
meyen babaan nesiyle kiliseye gitmeye başlad ı . Kilise , küçü k Pav­
ri'yi büyülemiş gibiyd i . Babaan nesiyle, çoğu zaman gece yarı larına
dek kilisede kald ı ğ ı halde can ı s ı k ı l maz, onun d izi dibinde uslu uslu
otu rurd u . i lkokul u bitirerek Rüştiye'ye (ortaokul ) gidince Şevki Bey
adl ı öğretmeni onu zekası , usluluğu yüzünden çok sevd i . Kur'a n ' ı
okuyup , hatmederek, hafız o l a n Müslüman Türk çocukları n ı n kazan­
d ı kları bu manevi rütbeye erişmek için o da l ncil'i ezberleyerek hafız
oldu . l ncil'i ezberlemek için üstüne düşen Pavri , o yaşta din üstüne
pek çok şey öğrendiği gibi dine karşı da sürekli bir eğ ilim duymaya
başlad ı .
Ortodoks Türklerinin yaşad ı ğ ı mahallenin halkı , onun böyle l n­
cil'e dald ı ğ ı n ı görünce:
- Pavri'yi papaz yapacağ ız, diye söylen meye başlad ı lar.
1 908'de Ankara'ya yerleşen Pavri , babas ı n ı n manifatura mağa­
zas ı nda çal ı şmaya koyul d u . 1 9 1 1 'de evlenen Pavri'nin üç kızı , iki
oğl u old u .
B i r yandan babas ı n ı n mağazasında ticaretle uğraşan Pavri , bir

453
yandan da eski eğilimini sürdürüyor, bir d i n ada m ı olma n ı n d üşleri
içinde yuvarlan ı p gidiyord u . 1 9 1 2'de Diyakoz old u . 1 9 1 5'te seçimle
papaz olarak bundan sonra bu meslekte çal ışmak üzere Akdağma­
den i'ne dönd ü . Kayseri Metropol iti N ikolas onu kutlad ı . Pavri , 1 9 1 8
Mart ayında Metropolit vekil i olarak Keski n kasabasına gitti.
*

Büyük savaş patlad ı ktan son ra , Anadolu'daki Türk halkı gibi Rum
denen H ı ristiyan Tü rk yığ ı n ları da çok acı çektiler. Ya l n ız bütün bun­
ları n nedeni siyasald ı . H ı ristiyan d i n i ndeki Türk halk yığ ı n ları Yu nan
Megalo ldea's ı eliyle Türkiye'ye karş ı çal ı ştırılmaya başlad ı lar, bu
yüzden de hiç rahat yüzü görmediler. Yerleri nden oynatı larak sür­
günlere gönderildiler. Yal n ız, Anadolu ' n u n Keskin Metropol itliğine
bağ l ı Ortodoks Türkler Pavlos'un sözlerine kulak veren bir d i n ada­
m ı n ı n yard ı m ıyla ted i rg i n ed ilmekten kurtuldular.
Osma n l ı orduları yenilmiş say ı larak b ı rakı şmayla silahları n ı d üş­
manlarına b ı raktı kta n sonra , bir yandan Ven izelos , bir yandan da
lstanbul'daki Patrikhane eyleme geçerek bütün Anadolu'daki Rum
ad l ı Türk Ortodoksları na karş ı yoğ u n bir propagandaya giriştiler.
Trabzon'la Samsun'da yerleşen Pontos devrimci dernekleri Orto­
doks Türkleri de sürü klemeye çal ı şa rak korku nç bir öldürme kam­
panyasına g i riştiler. Sinop'tan Batum'a uzayan dağl ı k bölgelerdeki
Türk, M üslüman halkın barı nd ı ğ ı dört yüz köyü , zulmün gecesi için­
de birer meşale gibi yaktılar. Karadeniz kıyı ları nda kurulacak Pontos
cumhuriyeti ya da krall ı ğ ı n ı n geleceğ i uğruna bütü n bu bölgede ya­
şayan Müslüman halkın ka nları helal olarak bildirild i . Bunun tepkisi
görü l mekte gecikmedi . G i resun'da ortaya fı rlayan Topal Osman da
Pontos düşünü kökü nden kazı mak uğruna zulme varan eylemlere
girişti. Her iki yan , acı mayı eski bir giynek gibi çıkarıp bir yana atarak
öld ürme kampanyası açtı .
Yunanistan'la Patrikhaneden yönetilen bu korkunç kampanya n ı n
eskiden beri karş ı s ı nda olan Pavri (Papa Ettim), yüreği sızlayarak
meydana atı ld ı . Anadolu'ya d ı şarıdan gelen her türlü kışkırtman ı n
Müslüma n , Türk halkı tedirgin ettiği gibi H ı ristiyanları d a tedirgin et­
tiği n i bildiren bir bildiri yayı mlad ı .

454
Bunda özetle şöyle d iyord u :
"Büyük Tan rı ' n ı n i radesiyle l sa Mesih ' i n h izmetkarı Keskin Or­
todoks Ruhani Başka n ı ben Papa Ettim bütü n Anadolu Ortodoks
cemaat ve kil iselerine Tanrı Babam ızca ve kutlu l sa Mesih i mizce
cümlemize kurtuluş ve mutluluk, inayet ve ihsan buyurulmas ı n ı dua
eder, a m i n !
Avrupa' n ı n karışması v e özellikle s o n zamanlardaki Yu nan sal­
d ı rıları sonucu ndan Anadolu'nun Müslümanları gibi biz H ı ristiyanlar
da etkileniyor, zarar görüyoruz, buna hiç kuşku yoktur. Anadolu'da
h içbir H ı ristiyan yoktu r ki şu genel felaketi n kendilerine değ i nen bö­
lümünün biricik nedeninin lstanbul Patrikhanesi olduğuna inanma­
mış olsu n . Çünkü i n kar ed ilir bir durum değildir ki Tü rk hükümeti­
mizi n , ta baştan şimd iye dek kiliselerimize hiç karıştığı olma m ışken
lstanbul Patrikhanesi , kutlu l sa Mesihimizin buyruğuna aykı rı olarak
ruhan iyeti ve mezhebimizi şerre alet ederek, Türk olduğumuz hal­
de Elenizm propagandasıyla aldatı larak güya soyca Yu nan l ı i m iş
ve soyu na dönecekmiş gibi azı n l ı k hakları iddias ıyla mezhebi u lusa
karışt ı rarak bir yandan bizi Yunan amaçları na a l ı ştı rmak d üzen baz­
l ı kları n ı sürdürerek hakkı m ızı istiyoruz der gibi durumlar alarak Avru­
pa'ya ka rş ı hükümetimizden yak ı n ı r s ıfat ve d u rumuyla göstermeye
kalkıştı lar.
l stanbul Patrikhanesi, acaba bu hususta hakl ı m ı ? Haksız m ı ?
Soru n u n ruhani v e cismani olarak topluca çözümüne g i rişelim:
il k önce ru hani düşüncemizden söz edel im ( . . . ) lsa Mesih'in re­
sulü Pavlos'un Romal ı lara ü nleyerek yazd ı ğ ı mektubun on üçüncü
bab ı nda şöyle yazı l ı d ı r: Herkes buyruğu altında bulunduğu hükü me­
te boyun eğsin . Ş undan ki Tanrı katından olmayan h içbir yarg ı ve
hükümet yoktu r. Hükümet mevcuda Ta nrı 'ca d üzenlenmiştir. B u n u n
i ç i n hükümete muhalefet eden Tan rı ' n ı n d üzen i ne karş ı diretenler,
kendilerine karşı hükmü davet ederler. Şundan ki hükümetler, iyi ey­
lemler için değ i l , ancak kötü eylemler için korkutuyorlar. Hükü metten
korkmamak ister misiniz? Boyun eğ ! Ve iyi ola n ı işle ki onca övülsün.
Şundan ki senin iyiliğin için Tanrı katı ndan ata m ı ştır. Yal n ız, kötü ola­
nı işlerken kork! Çünkü o , k ı l ı cı n ı boşuna taşı m ı yor. Tanrı katından

455
ata n m ı ş olup kötül ü k işleyen ve boyun eğmeyen üzerine gazap icra­
sı için öç k ı l ı cı d ı r. Bu ecelden , yan l ı ş gazap nedeniyle değ i l , ancak
ta için izden hükümete boyun eğmek gerekir.
Bu nedenled i r ki hükümete vergi dahi veri rsiniz. Ş u ndan ki , o
Tanrı katından bir şeye atanm ı ştır.
i m d i , cümleye hakları n ı veriniz. Ya n i vergi hakkı olana verg i ,
gümrü k hakkı olana gü m rük, korku hakkı olana korku , itaat hakkı
olana itaat, sayg ı hakkı olana sayg ı veriniz.
Sorunun ru hani bölümüne yukarıdaki Tanrısal sözler yeter. Bun­
lara katılacak öğüt çok olur san ı r ı m . Soru n u n d ü nyevi ve cismani
hususlardaki düşüncemize gelince , bu da pek açı k ve çok basit ol­
duğundan uzun uzun açı klamayı gereksiz görüyoru m . Şundan ki bu
da herkesçe bilinen bir nitel i ktir. Örneğ i n lstanbul Patrikhanesi'nin
bize Tü rklüğümüzü u nutturmak ve dilimizi değiştirmek uğruna ald ı ğ ı
bunca tedbirler hiç k a r etti mi? işte , Türk uyrukluğumuz v e d i limiz
olduğu gibi d u ruyor. Özbeöz Tü rk çocu kları olduğumuzu görenek,
gelenek, töre, kültür ve her durumumuzla ispatlamaktayız.
Düşü ncelerimizi böylece özetleyerek çözümlemiş olduğumu sa­
n ı rı m . i şitmek için kulağ ı olan işitsin. On yüzyı ldan beri Anadol u'da
Türk h ü kümetimiz kiliselerimize ve dinimize ne zaman sald ı rd ı ?
Böyle b i r şey olmuş mudur? Haşa!
Din, Tan rı 'ya özgü ve vicdana bağ l ı d ı r. Kiliseler siyaset ocağ ı de­
ğildir. Tan rı ' n ı n evidir. D i n , şerre ve ihtilafa alet değil, hayra ve iyiliğe,
barışa ve kurtuluşa delalettir. Fener Patrikhanesi'nin dinsel ve ruhani
görevini yüzüstü b ı rakarak şan l ı Türk ulusunun biz şanl ı çocukları­
nı d üzenbazl ı klarla Yunanlı yapmaya kalkışması ve Avrupa'ya böyle
göstermesi , Türk ulusuna karşı temelden arı yakı nmalarda bulunma­
s ı , Tan rı ' n ı n buyruğuna ve gerçeğe karşıd ı r."
*

Papa Eftim'in Anadolu ile lstanbul Rumları arası nda yayı mlanan
bu şiddetli , uzlaşmaz bildirisi, l stanbul Patrikhanesi'yle onun Anado­
l u 'daki barı şçı l Rum halkı aras ına sald ı ğ ı kurtları n başına bir bomba
gibi d üştü . Başta Patrik olmak üzere iri l i ufakl ı kilise yöneticileri ara­
s ı nda gözle görülen bir kayg ı başlad ı . Aradan çok geçmeden 1 9 1 8

456
yı l ı n ı n sonlarına doğru l stanbul Patri khanesine bağ l ı Keskin Metro­
pol iti , Papa Eftim'e bir genelge gönderd i . Bundan Tü rkiye'nin Yu na­
n istan'a verildiğinden , Türk hükümetin i n vereceği buyruklara boyun
eğilmemesinden , artık Ortodoks Rumları n Türk uyruğunda kalması­
nın gereksiz olduğundan söz ediyord u . Ayrı ca , yap ı lması gün soru­
nu olan mebus seçimlerine de giril memesi buyruluyord u .
Patrikhanenin bu genelgesine ald ı rı ş etmeyen Papa Etti m , a rt ı k
ora n ı n bir erek tahtası durumuna gelmişti . Her yandan o n a sald ı rı­
yorlard ı . 1 9 1 8 yı l ı on iki nci ayı n ı n sonlarına doğru Patrikhane, za­
man ı n sadraza m ı n a başvurarak Keskin Metropolit yard ı mcısı Papa
Eftim'in tutuklanarak kendisine verilmesin i isted i . l stanbul hükümeti ,
Patrikhanenin isteğ ine uyarak Ankara vilayetine Papa Eftim'in tutu k­
lanarak l stanbul'a gönderil mesini buyurduysa da Keskin kaymaka­
m ı , Papa Eftim'in mill iyetçi kavgas ı n ı iyi bildiğinden tutu klama buy­
ruğunu ortadan kald ı rd ı .
B u sı ralarda lzmir'in Yu nanlı larca işgal edilmesi Patrikhanenin
ekmeğ ine yağ sürd ü . Patri k ile onun çevresindeki geniş örgüt, elini
kolunu sallayarak çal ı şmaya başlad ı . Artı k bütü n sinsi istekler, h ı rs­
lar suyun yüzüne çıkmıştı .
Papa Eftim'le onu tutan Ortodoks Türkleri kuşku l u , tehl i keli bir
d u ruma düşürmek için bunların Moskova'daki Bolşevik Ortodoks
Patrikhanesinden buyru k ald ı kları n ı ileri sürd ü .
*

Papa Eftim'in Megalo ldea'c ı , Pontosçu Patri khaneye karşı şid­


detli bir savaş açtı ğ ı n ı gören Mustafa Kemal hemen onu An kara
merkezine ald ı rd ı , ona milli kahramanlardan biri gözüyle bakmaya
başlad ı . Papa Ettim artı k Kuvayı M i l l iye saflarında, düşma n ı n çok
ince hesaplarla yü rüttüğü ihanetler, alçakl ı klarla dolu savaşı na kar­
şı şiddetle d i renen bir savaşçıyd ı . Anadolu O rtodoks Tü rk Cemaati
ile kiliselerinin genel vekil i temsilcisi olarak An kara'da görevl i bulu­
nuyord u . Ortodoks Tü rklerden Şi nasi adl ı bir katibi, Yakup adl ı bir
m uhafızı vard ı . Yakup her sabah postaneye gid iyor, posta kutusun­
da toplanan yüzlerce mektubu alarak getirip Şinasi 'ye veriyord u .

457
Bunları d ikkatle okuyan katip , d ilekleri not ediyor, l isteler yaparak
Papa Ettim'e veriyord u . Bu mektupların çoğ u Tü rkiye'nin birçok yer­
leri ne serpilmiş olarak yaşayan H ı ristiyan , Ortodoks mezhebindeki
Türklerden geliyord u . Bu arada birçok tan ı n m ı ş Türk'ün de mektup
gönderdiği oluyord u . Mektupları n çoğu "hacet" sahipleri n i n d i . Papa
Etti m , bu d ilekleri il işkin oldukları vekaletlerde izleyerek sahiplerini
sevindirmeye çal ı şıyord u . Bu arada çok önemli bir görevle yükümlü
bulunuyor, bunun üzerinde candan uğraş ıyord u .
Patrikhanen i n Pontosçuluk davas ı n ı gütmek üzere çeteciliğe
doğ ru ittiği birçok yerl i elebaş ı larla uzaktan , yakı ndan şiddetle ilgi­
lenerek bunları uyarıyor, Türk köyl üleri ne zul ü m , işkence ya pmala­
rı n ı n önüne geçmeye çal ı şıyord u . Bu çeteleri doğru yola geti rmeye
çal ı şan Papa Ettim , onlardan çok onları bu yola kışkırtan Patrikha­
nenin yerl i görevli leriyle savaşmak zoru nda kal ıyord u . Papa Etti m ,
Orta Anadol u 'daki R u m çeteleri n i doğ ru yola getirmek üzere adam­
larından iki papazla iki sivilden meydana getirdiği bir kurulu kulla­
n ı yord u . Bu çal ı şmalar epeyce başarı l ı olmuştu . Patrikhane kışkır­
tıcı ları n ı n tatl ı sözleri ne kanan birçok çeteci , bu kuru l u n inand ı rıcı
sözleri karş ı s ı nda gittikleri eğ ri yoldan hemen ayrı l ıvermişti . Papa
Ettim , bunların hepsini Ankara h ü kümeti ne affettird i . Kimisi de teslim
olmaktan korkarak yurt s ı n ı rlarından d ı şarı çıkabil mek müsaadesi
ald ı , çekilip g itti .
iç ayaklan ışları n , Türkiye'yi kas ı p kavurduğu, M ustafa Kemal ' i n
e l i n d e b u l u n a n b i n b i r güçlükle örgütlenmiş asker güçlerini pamuk
atar gibi attığ ı , hükü metin Sivas'a doğru taş ı nma düşü ncesinde sap­
land ı ğ ı çok teh l ikel i , bunal ı m l ı g ü nlerden bir yaz günüyd ü . M ustafa
Kemal, halkın moral gücü n ü arttırmak için mitingler tertipliyor, ul usal
ruh u n çökmemesi için bütün gücüyle çal ı ş ıyord u . Büyük M i l let Mec­
lisinin önü ndeki kürsüye birçok hatip çıkıyor, ateşli söylevler veriyor,
alkışlan ıyord u . M ustafa Kemal , meclis konağ ı n ı n önünde, bütü n me­
buslarla birlikte bu söylevleri izl iyor, s ı rası nda kü rsüye yen i hatipler
yaratıp çıkarıyord u . Bir ara gözleri mebusları n aras ı nda ayakta d iki­
lip onlarla konuşan Papa Ettim'e il işti :

458
- Haydi Etti m , ded i . Ç ı k baka l ı m şu duvarın üstüne halka bir
nutuk söyle .
- Aman paşa m , affed iniz ben im hatipliğim yoktu r.
- Burada hatipl iğe l üzum yok. Hayd i , çık kend ini göster.
Papa Etti m , hemen çevik bir s ı çrayışla meclisin bahçe d uvarı
üstü ne ç ı ktı . Mustafa Kemal 'in diretmesine daha çok dayanamaya­
cağ ı n ı anlam ışt ı . Onun söz söylemek üzere d uvarın üstüne çıktı ğ ı n ı
gören kalaba l ı k halk yığ ı n ları , susarak ilg iyle beklemeye başlad ı .
Papa Etti m , yüksek sesiyle şöyle konuştu :
- M u hterem Ankaralı lar, aziz hemşehrileri m ! Buraya size bir
şeyler söylemek üzere çıktı msa da çok söyleyeceğ im yok. Yi ne de
bu heyecanl ı , ul usal günde d uymakta olduğum büyük heyeca n ı m ı
bi rkaç sözcükle olsun size aktarabilirsem ne m utlu ba na! Şimdi, ş u
içinde bulunduğumuz siyasal durumu iyice gözlerin izde canland ı ra­
bil mek üzere size kutsal kitaplardan bir örnek vermek istiyoru m .
l srail kavminin Filistinlilerle yaptığı b i r savaşta lsrail Kumandanı
Yalvaç Davut'la Filistinl ilerin Kumandan ı , o günlerde gelenek olduğu
üzere orduları n ı n çevirdiği meydanda düello ediyorlar. Yalvaç Davut
bu düel loya , dağarcığ ı nda her zaman bulundurduğu bir sapan ile çıkı­
yor. Rakibi olan Filistin Kumandanı da tepeden tı rnağa zı rhlara bürün­
müş ve silahlanm ı ş olarak meydana geliyor. Böylece savaşa başla­
yan iki rakip kumandan askerlerince şiddetle alkışlan ıyor. Ne var ki Fi­
listinliler, kumandanlarına çok güvendiklerinden elinde sapanla duran
Davut'la alay ediyorlar. Hakl ı ve meşru davasına inanan ve Tanrı s ı n ı n
yard ı m ı na dayanan v e sığ ı nan Davut, bütün gücüyle sal l ıyor, sall ıyor
ve ileri doğru fı rlatıyor. Bu taş, gözünden başka gövdesinin bütün or­
ganları zırhla bürünmüş olan rakip kumanda n ı n tam gözüne değiyor
ve o bu acıyla yere seriliyor. Bu fı rsattan yararlanmas ı n ı bilen Davut,
hemen rakibinin üzerine çullanıyor. Düşman ı n ı n kendi kılıcıyla kafası­
n ı kesiyor ve Filistinlilere doğru fı rlatarak zafer ve yengisini bildiriyor.
Papa Etti m , bu öyküyü anlattı ktan sonra bunun Türk-Yunan sa­
vaş ı na olan benzerl iğini de anlattı . Avrupa devletlerince silahland ı­
rılan Yu na n l ı ların silahça zenginliğinden , üstü n l üğü nden ya na Filis-

459
tinl ilerin kumanda n ı n a pek çok benzediğini, Davut'un ise silahsız,
gereçsiz olsa da inançla silahlan m ı ş durumunun Türk ulusunu ne
çok and ı rd ı ğ ı n ı söyled i .
Sonra:
- Türk ulusunun u l usal savaş ı , sars ı lmaz inancı karş ı s ı nda bü­
tün sald ı rıcı düşman ları n eriyip gideceğ i nden hiçbir Türk kuşku et­
memelidir. Bütün düşman sald ı rı ları n ı n ve u lusumuzun baş ına bela
olan bütün kötü lüklerin nedeni olan, din görevini unutan l stanbul
Patrikhanesi, Fener mumunu hem de pek yakında kendisi sönd ü re­
cektir. Yaşas ı n muzaffer Türk ulusu!
Söylev biter bitmez, halk onu büyük bir coşku nlukla alkı şlad ı .
Gür, tatl ı sesiyle halka işitti rmek için öyle çok bağ ı rm ı ştı ki sesi k ı s ı l­
m ı ştı . N utuk söylerken onun birçok pozda resimlerini çektiren Mus­
tafa Kema l , nutuk bitince oradakilere:
- Etti m'e su getiriniz boğazı kurudu , ded i .
Papa Etti m , h a l k ı n sürekli alkışları arası nda d uvardan inerken
birçok mebus, ellerine sarı larak onu kutlad ı .
H emen herkes ona şöyle diyord u :
- Yah u , sen yüksek bir hatipmişsin de haberi miz yokmuş. Meğer
yal n ız, M ustafa Kemal Paşa bil iyormuş bu yeteneği n i sen i n . Böylece
herkesi n , senin yüksek yeteneğini öğren mesine yard ı m etmiş old u .
Var o l Papa hazretleri !
Bir gün birçok Avru pa, Amerika gazetesinin mu habirleri An ka­
ra'ya çıkageldi. Mustafa Kemal , hemen Papa Ettim'e haber gönde­
rerek bu gazetecilerle bir otu ru m yapmas ı n ı bildird i .
Tü rk gazetecileriyle h ü kü met sorumlularından ki misi n i n , Musta­
fa Kemal'in bulunduğu bu otu ru mda Avrupal ı , Amerika l ı gazeteciler,
Papa Ettim'e can alacak bir noktaya parmak bastı kları n ı sanarak
şöyle bir soru sordular:
- Anadolu'da Türkleri n H ı ristiyanları öldürdü kleri ileri sürü l müş­
tür. Siz ne d iyorsun uz?
Papa Ettim , gözleri ni suçland ı m gibi açarak onlara şu yan ıtı ver­
di:

460
- Evet, bu iddia n ı n yalanı yok, yan l ı ş ı vard ı r ve şöyled ir:
M i l li h ü kümete ve milli davas ı na ihanet eden lerden İstiklal Mah­
kemesi'nde ihanetleri gerçekleşen Rum ve E rmenilerden çok M üs­
lüman Türkler de idam ed ilmişlerd i r. N itekim , Yozgat ayaklan ı ş ı nda
beş Ru m ' u n ayakla n ı ş ı anlaş ı l ı nca asılm ışlard ı r.
Akdağmadeni de böyle, Konya vb. de böyled ir. Bunun üzerine
muhabirler kendi gazetelerine ilginç bir din adamı olarak buldukları
Papa Eftim'le onun söyledikleri üstü ne yazı lar gönderdiler.
Mustafa Kema l , Papa Eftim'in Avru pal ı gazeteciler üzeri nde yap­
tığ ı propaganda ile gerçek değeri yü ksek etkiyi anlatmak isteyerek
ona:
- Ettim , ded i . Seni kutları m . Bugün Avrupal ı gazeteciler karşı­
s ı nda bir ordu gibi iş görd ü n .
*

Papa Eftim'le birlikte bütü n Anadolu Rumları da Selçuk Tü rkle­


rinden önce l ran üzerinden Anadolu'ya gelip yerleşmiş Türk boyla­
rındand ı . Tü rkçeden başka h içbir dil bilm iyorlard ı . Bizans s ı n ı rları
içinde oku nan İ ncil Yu nanca yaz ı ld ı ğ ı ndan bu Türkler bunu anlaya­
bilmek için Türkçeye çevirmişlerd i . Malazg i rt Savaş ı 'ndan önce H ı ­
ristiyanl ı ğ ı benimsemiş olan b u Türk boyları , Malazgirt Savaş ı ' nda
Selçuk ordusunun ka rş ı s ı nda savaşan Bizans ordusu içinde bul u n­
mak mutsuzluğuna uğram ışlard ı .
Son zamanlarda bile İ stanbul'da Yunan harflerini kullanarak Tü rk­
çe "Anadolu" ve "Asya" adl ı gazeteler çı karan bu Türkleri Yunanlı­
laştırmak isteyen Patrikhane, büyük çabalar harcamak zoru nda kal­
d ı . Dinleri aracı l ı ğ ıyla onları n Türklüğünü yok etmek için Kayseri'de
Zencidere'de bir papaz okulu açt ı . Buraya Yunanistan'dan tan ı nm ı ş
öğretmenler, profesörler getirtti . D a h a sonra öksüz yurtları açarak
buralarda yetişen Yunan d üşünceli öğretmenleri bütün Anadol u'daki
Ortodoks Türkler aras ı na gönderd i , birçok yerde başarı da sağlad ı .
Onları n Tü rkçe olan soyadları n ı Yunanlı laştırd ı . Örneğin Arslanoğlu
yerine Leond iyadis'in, Pamukoğulları yerine Vanvakidis'i n , Gülbal ıoğ­
lu yerine Antomelidis' in kullan ılmas ı n ı zorunlu kıld ı .
Başlang ı çta Yorg i , Dimitri ad ı i l e vaftiz edilen Türk Ortodoksla rı ,

461
eski Yunan adları olan Evripides, Sokrates, Platon gibi adlarla vaftiz
ed il meye başland ı .
*

işte Papa Etti m , Anadol u'daki bütün bu H ı ristiyan Karaman l ı


Türkleri l stanbul'daki Fener Patrikhanesi ' n i n elinden kurtarmak için
Anadolu'da Ortodoks Türklere özgü bir patrikhane kurmak davası
peşindeyd i . Bu onun için biricik ideald i . Şundan ki Yu nan l ı laştı rmak
istenen bu Ortodoks Tü rkler, bu yüzden çevrelerinde yaşaya n Türk
hemşehrileriyle , h ükü metle çelişkiye düşerek dağa çıkıyor, sahte
bir Yu nan mill iyetçiliği davas ı g ütmek yüzü nden korku nç akı betlere
uğ ruyorlard ı . Onların bu mutsuzl uğu Fener Patrikhanesi ' nde pusu
kurmuş Megalo ldea'cı ları n u murunda bile değ i l d i . işte onları n bu
d u rumları n ı bir cinayet olarak n iteleyen Papa Ettim , Anadol u ' n u n bu
en eski Türklerini Yun a n l ı militanların korkunç heveslerinden ku rta r­
mak, bulundukları yerlerde Müslüman Türk kardeşleriyle mutlu bir
yaşayı ş sürmeleri n i sağlamak istiyord u .
Ortodoks Türk Patrikhanesi'ni kurmak üzere b i r yayl ı arabada
Kayseri'ye g itmekte olan Papa Ettim , Keski n , K ı rşeh ir yoluyla gider­
ken Nevşehir'e de uğrad ı . Kasabaya yaklaştığ ı nda büyük bir Türk
kalaba l ı ğ ı nca karşı lanan Papa Efti m , buna bir anlam veremeyerek
şaş ı rd ı . Beled iye başkan ı , onu doğru beled iyeye götü rüp orada ko­
nuk etti, ağ ı rlad ı . Beled iye dairesinde biraz din lenen genç papaz,
kal k ı p hükü met konağ ı n a giderken kaymaka m ı yerinde ziyaret etti .
Kendisi için yap ı lan ka rşı lamadan dolayı teşekkür ederek bu karşı­
lamada bura Ortodoks Tü rklerinden hiçbiri n i n neden bulunmad ı ğ ı n ı
sord u .
Kaymakam:
- Yap ı lacak töre n i kendilerine bildirdik. Bilmediğimiz bir nedenle
törene kat ı l mad ı lar. Ancak, kilisede toplu olarak beklemeyi yeğ tut­
tukları n ı söyled iler. Belediyeye haber gönderip sizi orada bekled ik­
leri n i bildirdiler.
Yarı m saat sonra iki papaz ı n başka n l ı ğ ı nda on i ki üyelik bir kurul
belediyeye geldi :

462
- Bütün cemaat kilisede topland ı , sizi bekliyor, dediler.
Papa Etti m , kalkıp kuru l u n yan ı s ı ra bir yokuşun üst başı nda bu-
lunan kiliseye gitti .
Kil iseden içeri ayağ ı n ı atarken bütün Nevşehir Ortodoks Tü rkleri :
- Hoş geld i n , var ol Papa Ettim! d iye bağ ı rarak onu karş ı l ad ı .
Papa Etti m , doğ ruca kü rsüye çıktı . Onlara güven, i ç rahatl ı ğ ı ve-
rici , doyu rucu bir y ı ğ ı n söz söyled i . Patrikhanenin Yu nan propagan­
das ı n ı n korku nç tehd idi, ağ ı rl ı ğ ı altı nda ezilip ne yapacağ ı n ı şaş ı ra n ,
birçok evlatları dağa çıkmış ola n , bu yüzden de Türk h ü kü meti nden
gelecek belayı düşü nerek kötü kötü düşünen halk, onun sözlerinde
sakinleştirici , acı ları d i n d i rici bir ilaç etkisi buldu , yine bütün kiliseyi
inleterek s ı k s ı k:
- Çok yaşa . var ol Papa Etti m ! diye bağ ı rd ı .
Yap ı l ması görenek olan törenlerden , dualardan sonra Papa Eftim'i
kilisenin büyücek bir odas ı nda yapı lacak bir toplantıya omuz üstünde
götürdüler. Orada ileri gelenlerle yaptığı toplantıda cemaat arası nda
süregelmekte olan anlaşmazl ı kları çözümlemek üzere geldiğini, her­
kesin d ilediğini söylemek için ad ı n ı yazd ı rmas ı n ı söyledi . iki karşıt lis­
tede adları yaz ı l ı olanları toplu olarak yan ı na çağı rı p onlara Müslüman
Türk yurtta şlarla araları ndaki bu tehlikeli soğukluğun ne olduğunu sor­
du.
Cemaat temsilcileri , özet olarak şöyle dediler:
- H ü kü met, bize karş ı güvensizl ik gösteriyor. Müslüman Tü rkler
de bize sürekli boykot yapmaktad ı r. Bize hep küskün davra n ı yorlar.
Kimileri n i n yaptı kları tehditler yüzü nden de sokağa çıkamaz, dük­
kanları m ızı açamaz olduk!
Uzun süren karş ı l ı kl ı konuşmadan sonra oradan ayrı lan Papa Et­
tim , dinlediği yak ı n ı şları sorumlu makamlara aktard ı . Bunun üzerine
Nevşehir'de süregelmekte olan Müslüman-H ı ristiyan Türklerin düş­
manl ığı birdenbire bıçakla kesilir gibi kesildi. Bu toplantıda cemaatler,
halklar arasına bu bozgun havas ı n ı sokan Patrikhane militanları , bu
gerçek d üşmanlar olduğu gibi meydana çıkmıştı . Kaymakam, Nev­
şehir'in çarşı pazarına, mahalle araları na tellallar salarak yurtta şları n
kardeşçe geçinmelerini, birbirlerine güven beslemelerini, buna karşı

463
duranların şiddetle cezaland ı rı lacağ ı n ı uzun uzad ıya bağ ı rtt ı .
Kil isede yap ı lan i ki nci bir toplantıya Papa Ettim'le birlikte kayma­
kam , askerl i k şubesi başka n ı , müftü ile beled iye başka n ı da katı ld ı .
Ortodoks Türk cemaati , h ü kü met büyüklerinin d e kil iseye gelme­
leri n i büyük bir hoşnutlu kla karş ı lad ı , güvenleri a rttı . Bu ndan sonra
işler daha da ilerledi . H ı ristiya n Tü rkler Müslüman Türklere , Müslü­
man Türkler de H ı ristiyan Türklere şölenler verd iler. Yurttaşl ı k , kar­
deşl ik konuları üstüne tatl ı , insancıl konuşmalar yaptılar.
Papa Etti m , Nevşehir'den ayrı l madan önce H ı ristiya n cemaati nin
anlaşmazl ı klarında sürekli jüri olarak her iki yandan altışar kişilik iki
kurul seçerek bunları eski K ı rşehir Mahkemesi üyeleri nden Anargi­
des' in başkanl ı ğ ı altında birleştird i . Bu kurullara kendisi de katılarak
anlaşmazl ı kları bir i ki g ü n içinde giderd i . Barışan cemaat küskün­
leri , Ortodoks Türklerinin genel sorunları üzerine eğilmek fı rsat ı n ı
buldular. Papa Ettim'in d i rektifi altında yen i kayg ısız yaşayışları n ı n
bahçesine ad ı mları n ı attılar.
Papa Ettim, Nevşehir'i bu durumda b ı rakarak bir hafta sonra ora­
dan Ürgüp'e geçti. Burada yerl i Müslüman- H ı ristiyan Türkler arasın­
da sürüp giden karş ı l ı kl ı sevg i , sayg ı ve insancı l havadan çok hoşnut
kald ı . Bu olay onu hem sevindird i , hem de şaşkına çevirdi. Bu eşi gö­
rülmemiş olayı yaratan etkenleri araştırı nca çabucak buldu. Bu güzel
ortamı yaratan eski şeyhülislamlardan Hayri Efendi'nin ta kendisiydi.
O da orada tıpkı kendisinin çal ı şmaları na benzer bir çal ı şma yönte­
mi tutturmuş, Müslüman Tü rklerin , Ortodoks Türklere karş ı pek çok
nedenlerle meydana gelen küskünlüğünü yenmiş, her iki yan ı da bir
kitabın inan ı rları gibi kardeş kardeş geçi nmeye zorlamıştı. . .
Papa Etti m , Ü rgüp'e varır varmaz, Nevşehir'deki insancıl çal ı ş­
maları burada da dil lere destan olduğ undan Müslüman Türk ileri
gelen leri Ortodoks Türk i leri gelenleriyle birbirlerine karş ı l ı kl ı şölen­
ler verip güzel konuşmalar yaptılar. Bu şölenlerin başköşesinde yer
alan Papa Ettim , hem Müslüman Türklerin , hem de Ortodoks Türkle­
rin sevgilisi old u . Bu kardeş safları n ı n insancı l havası , çok dertli olan
her i ki halkın gözünden sevinç yaşları getird i .
Ü rgüp'ten bu tatl ı hava içinde ayrı lan Papa Ettim doğ ru l ncesu'ya

464
g itti . Şehrin d ı ş ı nda yal n ı z kaymakamla memurları nca karş ı land ı .
Ortalarda b i r tek Ortodoks Türk yoktu . Doğruca belediye dairesine
götürüldü. Orada kaymaka m , belediye başka n ı vb. ile konuşurlarken
içeri bir papaz gird i .
Hiç kimseden müsaade almadan selamsız sabahsız içeri dalan
bu papazı n gelişinden kuşkulanan kaymaka m , Papa Eftim'in kulağ ı­
na eğilerek:
- Bu herife yüz vermeyin , bunu gözüm tutmad ı , diye fısı ldad ı .
Yen i gelen papaz, güler bir yüz, s ı k ad ı mlarla ilerleyerek Papa
Eftim'in ellerine sarı l ı p şapur şupur öptü . Papa Etti m , içtenliğinden
kuşkuland ı ğ ı papaza anlaml ı bir biçimde g ü l ümseyerek ad ı n ı sor­
d u . Öğrenince de tiksi nti duyd u . Şundan ki yerl i Müslüman Türklerle
H ı ristiyan Türklerin bu bölgede aras ı n ı aça n ı n bu olduğun u hemen
anlam ı ştı . Onun bu kirli işlere karıştığ ı n ı birçok kez işitmişti .
Bunun üzerine papaz ı n daha çok konuşmasına meydan verme­
den kal ı n , kara kaşları n ı çattı , kısaca şöyle ded i :
- Yaa , siz misiniz?
Kapkara , iri , zeki , ateş saçan gözleri n i iki yumruk gibi onun yüzü­
ne indirerek, yine d uyduğu derin iğrenti ve tiksintiyle şu sözleri onun
yüzüne kustu :
- Seni şimdi d i nleyemeyeceği m . Gerekirse görüşmek üzere ça­
ğ ı rtı r ı m ben sen i !
Papaz b u n u n üzeri ne kızard ı bozard ı . Dudakları n ı , bıyı kları n ı ke-
mirerek bakışları n ı iki çivi gibi Papa Ettim'in gözlerine çakt ı .
H ı rsl ı h ı rslı yutkunarak uzun bir:
- Yaaa! Öyle mi? çekti .
Sonra , yine geldiği gibi selamsız sabahsız çekilip gitti .
Yarım saat sonra , H ı ristiyan cemaatinden dört kişilik b i r kurul ge­
lerek Papa Eftim'in cemaatçe kilisede beklendiğini bildirdi. Deminki
papaz üstüne kaymakamdan yeterli bilgi alan Papa Ettim kurulla bir­
likte kiliseye gitti . Kapıdan girerken, kiliseyi dolduran Ortodoks Türk
cemaati onu alkışlarla karşılad ı . Din ayininden son ra Papa Etti m , ki­
l ise odası nda kaymaka m ı n katı nda cemaatin yakınmaları n ı dinledi .

465
Hepsi de hakl ıyd ı . Bu papazları n geçimsizliği yüzünden cemaat de
birbirinden ayrı lmış, parçalan m ı ştı . Suçlu bulduğu papazın görevine
son vererek buradan Kayseri'ye yolland ı .
*

Kayseri'ye varan Papa Ettim , pek yü rekten karşıland ı . Zencide­


re (Zincirlidere) Manastı rı'nda konuk ed ildi. Manastırın meydanı nda
çok büyük bir kalabal ı k toplanmıştı . Kü rsüye çıkan hatipler Papa
Ettim'i çok sevindiren kardeşlik idealinin kıvı lcı mlarıyla parlayan nu­
tuklar söyled iler. Bu sevindirici nutukları söyleyenler arası nda ünlü
avukatlardan lstimat (l stamat) Zih n i , Antalyal ı Filip özellikle göze
çarpı yord u .
Papa Eftim'in söyled iği söylevden sonra koca meydan a l k ı ş ses­
leriyle inled i . Papa Etti m , Kayseri'ye varı nca ilk iş olarak Kayseri ce­
zaevinde siyasal suçlu olarak bulunan otuz Ortodoks Türk'ü kurtarı p
serbest b ı raktırd ı . Sonra yine Kayseri'den Erzu rum'a sürülmüş olan
bin beş yüz kişilik bir kafi leyi , Ankara'yla görüşerek kefaletle serbest
b ı raktırıp çoluk çocuğuna kavuştu rd u .
Bu işler, Papa Ettim'i Ortodoks Türklerin gözünde çok yü kseltti ;
gerçek bir ku rtarıcı durumuna getird i . ikircik içindeki pek çok d inda­
ş ı , onun arkası n a tak ı lmakta n , onun öğ ütlerin i dinlemekten başka
çözüm olmad ı ğ ı n ı anlamıştı .
Papa Etti m , Kayseri 'ye boşuna gelmemişti . Anadol u 'da yaşayan
yüz binlerce Ortodoks Türk'ü lstanbul'daki Fener Patrikhanesi'nin
siyasal pençelerinden kurtararak bir Ortodoks Türkler Patrikhanesi
kurmak istiyor, M ustafa Kemal de onun girişimlerini bütü n gücüyle
destekliyord u .
Ortodoks Türklerin de Müslüman Türk kardeşleriyle Anadol u'da
mutl u , kardeşçe bir yaşayış sürmelerinin temellerini atmak istiyord u .
Bu yabancı siyasal etkilerden uzak yaşay ı ş ı n içinde o da mutlu gün­
ler geçirip Türk ulusunun bir parçası olduğunu d uya d uya yaşamak
istiyord u .
Papa Ettim'in Kayseri'de çok kal ı ş ı Fener Patrikhanesi'ni iyiden
iyiye kuşkuland ı rm ı ştı . Bundan dolayı gizli militanlarıyla onu ad ı m
ad ı m izletiyord u . O n u n Kayseri' d e n e yapmak isted iğini anlamak için
çıld ı rıyord u .

466
Fener Patrikhanesi'nin uzaktan yakı ndan ada m ı olanların kimisi
de Papa Eftim'in, M ustafa Kemal'in gözünden düştüğünü, Kayseri'ye
sürgün olarak gönderildiğini san ı yor ve çevrelerine sevinerek bunu
fısıldıyord u . Bütün bunlar hiç kuşkusuz, Papa Eftim'in rakipleriyle
düşmanları n ı n kendilerini avutmak için bulduğu çerden çöpten avu­
nuşlardan başka bir şey değild i . Bugünlerde Papa Eftim'in barışçı l
çal ı şmaları n ı sıfı ra indirmek isteyen Patrikhane, Samsun Metropol iti
Kara Vangelis'e buyru k üstüne buyruk vererek Samsun dağlarındaki
Pontosçul u k davası n ı h ı zland ı rmaya çal ı ş ı yor, Tü rk devleti nin uyru­
ğundaki yerli Rumları , Yu nan ordusu saflarında Türklere karşı çar­
pıştırmak üzere gönüllü yazd ı rıyord u . Patrikhane, içeriden bu zara rl ı
işlerle uğraşı rken Patri k Kaymaka m ı Doreteos'un başkanl ı ğ ı nda l n­
g iltere'ye, Amerika'ya da bir kurul göndermişti . Bu kurulun oradaki
propaganda gücü n ü desteklemek üzere de Avrupa ile Amerika ga­
zetelerinde Tü rkiye'ye karşı yığınla makale yayımlatıyord u . Fener
Patrikhanesi'nin bir tek amacı vard ı : "Türkleri ortadan kald ı rmak."
Biri nci Dünya Savaş ı ' n ı n sonunda lstanbul'a giren büyük düş­
manlar, Fener Patrikhanesi'ne destek olmuşlar, patrikhane dedikleri
de kilise kanunları na aykı rı olarak kendi araları nda bir seçim yap­
m ı ş , Yu nan uyru klu Melediyos'u patrik yap m ı şlard ı . Kil ise kanun­
larına göre bir patrik, ancak içinde yaşad ı ğ ı devletin uyru klarından
seçilebilird i . Böylece kanu nsuz bir biçimde patrik seçilen Yunanlı
Melediyos, ayrıca bir de Sen Sinod Mecl isi kurarak, doludizgin Yu­
nan Megalo i deası için çal ı şmaya koyuldu. işte, lstanbul Patrikhane­
si'nin böylece ulusal amaçlara düşman olduğunu gören Papa Etti m ,
h e m bir d i n yetkisine sahip, h e m de Fener Patrikhanesi'nin yerin i
alabilecek bir ulusal kilise yönetimi kurmak kararıyla meydana atı ld ı .
Böylece ulusal davan ı n orkestrası nda o d a kendi gerekli davası n ı
yü rütmeye başlad ı .
Mustafa Kemal'in d e gözü altı nda yapılan b u girişim , Ulusal Kur­
tuluş Savaşı ' n ı arkadan vurmak üzere yerli Rum halkına dayanarak
patrikhanenin açtığı korku nç kampanyaya karş ı böylece bir panzehir
olacak, ayrıca Müslüma n , H ı ristiyan yurttaşlar, boşuna öldürüşmele­
re girişip acı çekmeyeceklerd i .

467
Anadolu'da u lusal bir patrikhane kurabilmek göründüğü gibi kolay
değildi. Papa Etti m , ilk önce bütün Anadolu'yu kapsayan bir kongre
toplamak zorundayd ı . Kongre de insanla, d i n adamları n ı n varl ı ğ ı y­
la olacağ ı ndan bu adamları bulup bir araya getirmek gerekiyord u .
Papa Etti m , kilise kan u n u gereğince bütün cemaatle kil iseleri temsil
edecek kişileri arıyor, ayırıyor, bir yandan da hiç ol mazsa Episkopos
(Piskopos) payesinde üç ru hani başka n ı n kongrede bulunabil mesi­
ne çal ı şıyord u . Bunları bulmak uğruna Papa Ettim'in katland ı ğ ı güç­
l ükler, her babayiğ idin altından kal kabileceğ i türden değ i l d i . Gerekli
kilise adamları n ı davayı kazanabilmek uğruna d iğerleri n i n kat kat
üstünde tutmak zorunda kal ıyor, bu yüzden de karakteri n i n zede­
lendiğini d uyarak sonsuz üzülüyord u . Yal n ız, büyük bir d i n ve ulus
davası uğruna çal ı ştığ ı n ı düşünerek avunuyor, böylece bu pespaye
heriflere karş ı gösterd iği güler yüzlülüğün utancı n ı u nutabil iyord u .
Anadolu'daki bütün kilise uluları n ı n hemen hemen hepsi siyaset
batakl ı ğ ı na batm ı ş olduğu ndan gittikçe g üçlenen u lusal davra n ı şlar
karş ı s ı nda birer birer kaçı p l stanbul'a s ı ğ ı n m ı şlard ı . Bir böl ümü kaç­
m ı ş görünerek Anadol u' da saklan ı p bozguncu, ihanetçi çal ı şmaları­
nı sürd ürüyor, birkaçı da u lusal hükümetçe başka yerlere sürülmüş
bulun uyord u . Bu yüzden bir u lusal patri khane kurmak isteyen Papa
Ettim , ortada bu yen i patrikhaneye temel olacak üç gerekl i Episko­
posu bir türlü bulam ı yord u . Görü n ü rlerde Konya Metropol iti Prokopi­
yos, Maçka (Trabzo n ) Metropol iti Kirillos, Antalya Episkoposu Mele­
d iyos , Gümüşhane Episkoposu Yervasvos vard ı .
Bunlardan Konya Metropol itiyle Antalya Episkoposu ulus ve hü­
kümetin buyruğuyla Erzurum'la Erzincan'a sürgün edilm işti . Papa
Ettim bu duru m karş ı s ı nda Maçka Metropol iti , Gümüşhane Epis­
koposuyla anlaşmak üzere haberleşmeye girişti . Öbür yandan da
hükümete başvurarak Konya Metropolitiyle Antalya Episkoposunu
sürgü nden kurtarıp büyük kongreye katı lmaları n ı sağlamaya çal ı ştı .
Ne var ki Maçka Metropoliti Kirillos, kongre işine bir türlü yanaşm ı­
yor, türlü bahaneler ileri sürüyor, özellikle hasta olduğunu söylüyordu.
Böylece Maçka'dan bir türlü ayrı lmak istemeyen Kirillos'un günün bi­
rinde lstanbul'a savuştuğu öğrenildi.
Gümüşhane Episkoposu Yervasyos ile Ankara'n ı n bu s ı rada af-

468
fettiğ i Meled iyos, Papa Eftim'in çağ rı s ı n ı benimseyerek kongreye
katıl maya yanaştılar. Yal n ı z Ankara'da affed ilip Kayseri'ye gelen
Konya Metropol iti Prokoposyos, kongreye katılma işine bir türlü ya­
naşmak istemiyor, bununla da kalmayarak H ı ristiyan cemaati ara­
sı nda Papa Ettim'e karşı ateş püskü rüyord u . Ayrı ca , Adl iye Vekale­
tine Papa Etti m üstü ne yakınmalarla dolu dilekçeler gönderiyord u .
Kongreye katılmayı göze alan din adamları üzeri nde olumsuz et­
kiler yapmaktan geri kal m ı yor, onları Papa Ettim'in yol undan uzak­
laştı rmak için var gücüyle çal ı ş ıyord u . Onun bu davra n ı şları Papa
Etti m'i güçlükler içine atmaktan uzak kal m ı yord u . Prokopyos , kong­
re erka n ı ndan genel sekreter l stimat Zih n i , Avu kat Filip gibi cemaat
temsilcilerinden gördüğü sayg ı yüzü nden ş ı marıyor, Ettimciliği yok
etmek için Patrikhanenin istediği gibi çal ı ş ı yord u . Papa Ettim gibi bir
adam ı n atı l d ı ğ ı girişime katılman ı n aşağ ı l atıcı , alçaltıcı bir davra n ı ş
olduğunu söyleyerek o n a inananları cayd ı rmaya çal ı ş ı yor, onu git­
tiği gerçek d i n , ulus, mill iyetçilik yol unda yaln ı z baş ı na b ı rakmaya
çal ı ş ı yord u . Bu s ı rada girişimiyle ilgili kimi işleri izlemek üzere An ka­
ra'da bulunan Papa Etti m , Prokopyos'un bu densizl iklerinden genel
sekreter l stimat Zihni ile öbür arkadaşları arac ı l ı ğ ıyla bilgi a l ı yord u .
H e r neye m a l olursa olsun bu Metropol iti elde etmeye karar vermişti .
Bu i natçı , zararl ı propagandacıyı Milli H ükümetin yard ı m ıyla en
sonra An kara'ya getirmek zoru nda kald ı . Amacı uğruna kullanarak
kendisinden yararlanmayı bir kez kafas ına koymuş olan Papa Etti m ,
Prokopyos'u n An kara'ya gelişinde onu parlak bir törenle karş ı l ad ı .
B u onmaz karşıtı n ı yola getirmek uğruna birçok şaşı rtıcı numaralar
yaptı . Prokopyos, bu parlak karş ı lama karş ı s ı nda gerçekten şaş ı r­
d ı . Karş ı layıcılarına mübalağa l ı min net d uyguları n ı göstererek te­
şekkür etti . Ne var ki bu s ı rada Papa Eftim'e karş ı yine son kerte
sert davranmakta n , ona herkesin yan ı nda hakaret etmekten bir türlü
vazgeçmed i . Hele onun yüzü ne karş ı sövüp saymas ı , bu adam ı n
içinde n e korku nç b i r tiksi nti , ö ç kaza n ı n ı n kaynamakta olduğ u n u
gösteriyord u . Papa Etti m , bütü n bu yakı ş ı ksız h ı rç ı n l ı kları , sayg ısız
davra n ı şları , sövüp saymaları sonsuz bir peygamber sabrıyla gü­
lümseyerek karş ı l ıyord u .

469
Bu sövgü leri d i n led i kçe çileden çıkan adamları , Prokopyos'a had­
d i n i bildirmek üzere davranmak isted ikçe Papa kaş-göz işaretleriyle
onları güç d u rduruyord u . Bu yola gelmez adam ı n dinlenmesin i sağ­
lamak üzere yatacağ ı yatağ ı bile kendi eliyle, onun gözün ü n önünde
d üzeltiyor, böylece kendine inananlara da ideal uğruna ne yen ilmez
yutulmaz şeylere katlanman ı n bir erdem olduğunu anlatmak istiyor­
d u . Papa Ettim'in bu insanüstü dayanma gücü Metropol it Prokop­
yos'u şaşı rtmakla birlikte ağ ı l ı d i l i n i tutmaktan a l ı koyamıyord u .
Ankara'da konuk edilen Prokopyos, Papa Ettim'in odada bulun­
mad ı ğ ı bir s ı rada, oda arkadaşı Yervasyos'a şöyle ded i :
- Bu Papa Ettim ne tuhaf bir adam yahu? Yaptığ ı m bunca ha­
karetlere karş ı nezaketi ni koruyarak ikramlarda bulunmas ı na şaştım
doğrusu . Kayseri' de baş ıma toplanan bir sürü heriften daha çok akıl­
l ı göründü gözü me. Şimdi bu adam bütü n ulusu n u , kil isen in yetkisini
kişiliğinde taş ı d ı ğ ı gibi hükümeti n de g üven i n i , sevgisini kazand ı ğ ı ,
gördüğü yard ı m lardan anlaş ı l ıyor. Böyle olduğuna göre h i ç kuşku
yok ki yaptığ ı m davra n ı şlara karşı her türlü kötülüğü yapmak elinde
i ken bakıyorum karş ı mda bir s ı ra papazı gibi son kerte itaatl i , sayg ı l ı
duruyor ve o oranda d a nazik davranıyor. Şaştı m b u haline v e sab ı r­
larına doğrusu ! Kendisine yaptı klarımdan da vicdan azabı d uymaya
başlad ı m .
Bunları söyleyen Prokopyos, Yervasyos'tan da o n u n üstüne ne­
ler düşündüğünü sord u . Yervasyos'tan ed indiği bilg i , Prokopyos'u
daha çok şaş ı rttı . Prokopyos, görüşmek üzere Papa Ettim'i Zenci­
dere Manastırı'na çağ ı rd ı . E rtesi gün sabahleyin baş ı nda kara bir
kuzu derisi Kuvayı Milliyeci kal pağ ı , s ı rt ı nda bir avcı g iyneğiyle Papa
Ettim'in Zencidere Manastırı'na çıkagelişi bağnaz Prokopyos'u hem
şaşı rttı , hem de öfkeden küplere bindird i .
Bu s i n i r üzerine y i n e Yervasyos'a:
- Bak, bak, şuna bak, ded i . Papaz k ı l ı ğ ı n ı da b ı rakm ı ş . Ne der­
sin buna sen?
- Evet, Papa Etti m , kilise d ı ş ı nda papaz giyneği g iymiyor. Fakat
ne beis var sanki?

470
- Papazlığa yakı şmaz bu davra n ı ş ı . Hem de cezayı gerektirir.
- Cezası bir hafta papazl ı k yaptırılmamak değil mi?
- Evet.
- iyi ama Papa Eftim'in aylardan beri papazl ı k yaptığ ı yok ki.
- Ne yapıyor ya?
- Di ndaşları n ı n , yurttaşları n ı n işleri içi n , koşup d uruyor. Hem
onun bu h usustaki görüşü, düşünüşü bambaşka .
- Ne gibi?
- O papazları n kil ise d ı ş ı nda ruhani g iynekleriyle görün mele-
rinden , gezmelerinden yana değil pek. Ben de bu düşü ncesinden
yanay ı m doğrusu .
- Yaa , öyle mi? Bravo . Mademki öyle, ama . . .
Prokopyos gerisini getirmedi . Papaz Eftim , Ankara'n ı n bütün Ku­
vayı Milliyecileri gibi giyimli olarak odadan içeri dald ı . O dönemi n ge­
leneğ ine göre yavaş yavaş ilerledi . Prokopyos'un önünde d iz çöküp
yere kapand ı . Sayg ı ile onun d izi n i , son ra , elini öptü . Yervasyos'a
da bu biçimde sayg ı s ı n ı bel i rtti . Karş ı larında el pençe d ivan durup
buyrukları n ı bekled i .
Prokopyos hoşnut bakı şlarla Yervasyos'a baktı ktan son ra Papa
Eftim'e okşayıcı bir sesle:
- Gel oğl u m , söyle. Akşamdan beri ben söylüyoru m , sen de
dinliyorsun . Otu r yan ı ma da biraz da sen söyle, ben dinleyeyim ba­
kay ı m . i l k önce şunu sorayım sana. Bizi buraya ne d iye geti rttin?
Amac ı n nedi r? Açı kça anlat şunları bir hele.
Papa Eftim , d i n görenek ve geleneklerine göre ellerini bir kez
daha öptükten son ra karş ı larında diz çöküp oturd u .
Tatl ı sesiyle şöyle konuştu :
- Aziz babaları m , sizlere zama n ı n nezaketinden uzun uzad ıya
SÖZ etmeyi gereksiz görüyoru m . B u n u acizin izden çok daha iyi takd ir
buyuracağ ı n ıza inan ıyoru m . Yal n ız şu kadarc ı k söyleyeyim ki böyle
nazik bir zamanda güdücüsüz kalan Ortodoks H ı ristiyan sürüleri n i
gücümün yettiğ i nce korumayı v e bu sürü leri , uğurlarına h e r türlü fe-

47 1
dakarl ı ğ ı göze alacak, sizin gibi iyi ve sad ı k çobanlara teslim etmeyi ,
kendim için kutsal bir ödev bildim ve bunun içi ndir ki sizleri buraya
çağ ı rd ı m . i şte , Tanrı'n ı n inayetiyle bunu başarabilmekle son kerte
hoşnut bulunuyor ve büyük bir övü nç d uyuyoru m .
Kaçak çobanları nca yüzüstü b ı rakılan v e yeryüzüne dağ ı l mak
üzere bulunan bu zava l l ı sürüleri hep bir araya toplad ı m . Sizin gibi
sad ı k ve kutsal çobanları bunların baş ı n a geçi rmeyi de san ıyorum
ki başard ı m . Benim görevim bununla sona ermiştir. Artık daha önce
Tanrı'n ı n yard ı m ıyla kurulması nasip olan Ortodoks H ı ristiyan toplu­
lukları n ı temsil eden yetkili mecl isle karş ı karşıya geleceksiniz. On­
larla birleşir, el ele veri r ve hay ı rl ı işler görürsünüz inşallah! Yal n ız,
bana düşen bir ödev daha var. O da sizleri h ü kümetimizin Adl iye
Vekil iyle tan ı ştırıp görüştürmektir. Bu vesile ile h ü kümet ve ulusun
isted iğini de öğrenir ve işleri ona göre tertiplersiniz.
Her iki yü ksek rütbeli din adam ı , Papa Eftim'in bu sözlerinden
pek hoşnut kald ı .
Bir iki saat sonra Adl iye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey'in oda­
s ı nda karş ı l ı kl ı oturuyor, genç adliyecin i n kendilerini karş ı lamakta
gösterd iği candanl ı k karşısı nda ne d iyeceklerini bilmiyorlard ı . Mah­
mut Esat Bey'in bu güzel karş ı lamas ı , her iki din adam ı n ı n Papa Ef­
tim'e karşı olan tutumları nda bir olumlu değişiklik, bir güven yaratt ı .
Ad l iye Vekaletinden pek hoşnut olarak ayrı lan iki d i n adamı ayrı
ayrı , kendi hesaplarına Papa Eftim'i koltuklamaya başlad ı lar. Bu işin
ucunda büyük bir payenin hayalini görü r gibi olmuşlard ı .
B u davranışları , bıyık altından gülerek karşı layan Papa Eftim, on­
lara bildirmeden birdenbire ortadan yiterek Keskin'e gitti . iki gün sonra
da iki din adam ı , Mahmut Esat Bey'ce Adliye Vekaletine çağ rı ld ı . Ve­
kil , ufak bir giriş yaptı ktan sonra onlara şu buyruğu verdi:
- Kayseri'de Ortodoks Türklerin bir kongre yapmak üzere old uk­
ları n ı elbette biliyorsunuz. Kongre üyeleri şu s ı rada sizleri beklemek­
tedir. Bunun için hiç vakit geçirmeden hemen kongreye yetişmek üze­
re yola çıkmalısı n ız.
Prokopyos , hemen bu buyruğa karş ı geld i . Böyle bir kongrenin

472
toplanmas ı n ı n gereği olmad ı ğ ı ndan , kilise işlerinin salt kil ise ruhani
başkan ları nca yönetilebileceğinden Kayseri'ye gitmeden de işlerin
yol una konabileceğ inden söz ederek Kayseri'ye g itmeyeceğini kesin
olarak bildird i .
Adl iye Vekili b u n u n üzerine, h e r i k i din adam ı n ı n Kayseri'ye gön­
derilmesi işini kendisi gibi yeni Dahil iye Vekili olan Feth i (Okyar)
Bey'e b ı raktı . Telgrafla da Keskin'den Papa Eftim'i Ankara'ya çağ ı rtt ı .
Adl iye Vekil i , Prokopyos'a kendi kendilerine Kayseri'ye gitmez­
lerse jandarmayla gönderileceği n i söyled iyse de buna da ald ı rı ş
etmedi . Yal n ız Jandarma Genel Kumandanl ığ ı nca çağ rı l ı p da sert
davran ışlar karş ı s ı nda kal ı nca şaş ı rd ı , ü rktü . Bunun üzerine Kayse­
ri'ye gideceğ i n i , kendisine yol haz ı rl ı ğ ı için bi rkaç gün zaman veril­
mesini diled i .
Keskin'den dönen Papa Eftim , Mahmut Esat Bey' i n yan ı n a koş­
tu. Din adamları n ı n bir densizl ik yaptı kları n ı anlam ı ştı .
Vekil , durumu Papa'ya anlattı ktan sonra şöyle ded i :
- Bu adamdan n e sana ve n e de cemaatinize hayır var. Bunu
bil. Bu küstah ve kibirli adam Erzurum'da bulunduğu sı ralarda da
sana karşı birçok yazı yazd ı bize. Ne var ki bunları n iftira olduğunu
bildiğimiz, senin üzülmeni ve umutsuzluğa düşmeni istemediğimizden
bunu senden gizlemiştik. Sana da gösterdiği diretici istekler üzerine
bu adamı buraya getirdik. Aram ızda kararlaştırıld ığı üzere değinişlere
de girdik kendisiyle. Ne var ki bu adam senin yolunda yürüyeceğe
benzemiyor pek. Söyle ne yapacağ ız şimdi?
Vekille Papa Eftim , uzun uzun görüştü . Sonra yeni direktiflerle
vekaletten ayrı larak Prokopyos'u görmeye g itti . Kaç gündür büyük
bir bunal ı m içinde bulunan Prokopyos, Papa Eftim'i görünce her şeyi
un utarak sevinçle boyn una atı ld ı . Yanakları n ı öpüp koklad ı , boğuk
bir sesle hayıflanarak sord u :
- Nerdesin b e oğlum? Bize haber vermeden ansızı n gitti n gö­
zümüzün önünden.
Papa Eftim gülü mseyerek:
- Keskin cemaati nin çağrısı üzerine oraya gittim . Durum gereği

473
ived i yola çı kmak zoru nda kald ı ğ ı mdan yolculuğumu size bildireme­
d i m . Af buyurun kusuru m u , efend i m . Sizi biraz üzgün ve kayg ı l ı gö­
rüyorum peder. Can ı n ızı s ı kan bir şey mi oldu yoksa?
Prokopyos, küçüldükçe küçülerek, kızarıp bozararak jandarman ı n
kendisine karşı tutumundan yakınarak şöyle yalvard ı :
- Aman oğ l u m , sen bilirsi n . N e yap yap kurtar bizi b u Jandarma
Kumandan ı n ı n elinden. i ki ayağ ı m ızı bir pabuca sokarcasına s ı k ı ş­
tı rıyor bizi , ille Kayseri'ye gidin d iye . Neler çektik gün lerdir bilsen
oğ l u m . Şimd i , lafı b ı rakal ı m da hemen git. Haz ı rl ı ğ ı m ızı görene dek
burada kalmamız ve kendi baş ı m ıza yola çıkmamız için müsaade
edilmesini sağla. Ne olursa senden olacak oğl u m . Jandarma Ku­
manda n ı da hiç kuşku yok seni n sözünden çı kmaz.
- Demek Kayseri'ye g ideceksiniz?
- Mademki hükü metin buyruğu var. ister istemez gideceğiz oğ-
l u m . Elden başka ne gelir ki?
Papa Efti m , hemen gidip müsaadeyi ald ı ; d i n adamları na bildire­
rek onları sonsuz sevi ndird i .
Yal n ız, i k i d i n ada m ı Kayseri'ye Papa'n ı n da birl i kte g itmesini is­
tiyor, o da n iyetin i sakl ıyor:
- Aman peder, ne işim var benim Kayseri'de, siz büyüklerimiz
varken? d iyord u .
- i y i a m a oğl u m , bizim için Kayseri'deki kongre üyeleriyle anlaş­
mak olanakları n ı göremiyorum pek. Sen i n beraberim izde bulunman
herhalde gerekli , yoksa hiç de yararl ı bir sonuç vermez bu g i rişi m .
Papa Eftim nazland ı kça , Prokopyos d a h a çok üstüne düşüyord u .
Papa Eftim en sonra g itmeye razı olmuş g i b i yaptığ ı nda öteki onu
kand ı rm ı şças ına çok sevindi.
Papa Etti m , Kayseri yolculuğundan önce Ankara'daki Ortodoks
Türklerin yard ı m ıyla Prokopyos'la Yervasyos'a zengin bir şölen çekti .
Bu s ı rada Kayseri'deki vekiline haber salarak oraya varaca kları gün
için parlak bir karş ı lama töreni haz ı rlanması n ı , bütün kongre üyeleri­
nin bunda topluca bulunmaları n ı buyurd u . Ruhani başkanlar, Anka­
ra'daki şölenden son ra , Keskin , Kırşehir üzerinden Kayseri'ye yollan-

474
d ılar. Gerek Keskin'de, gerekse Kırşehir'de şimdiye dek görmedikleri
bir biçimde karşılanıp ağ ı rlanarak en sonra Kayseri'ye vard ı lar.
Kayseri H ı ristiyanları , Papa'n ı n istediğinden de güzel bir karş ı la­
ma töreni yaptılar. Episkopos Melediyos'un başkanl ı ğ ı ndaki karşı­
layıcılar, onları şehir d ı ş ı nda karş ı la m ı ş , avuçları çatlayı ncaya dek
alkışlam ı şlard ı . Prokopyos, bu parlak törenin Papa'n ı n başı altı ndan
ç ı ktı ğ ı n ı hemen anlam ı ştı . Bu yüzden de ona karşı duymaya başla­
d ı ğ ı m i nnet borcu nu ödemek için fı rsat bekliyord u :
- Hayd i , oğlum Etti m , ded i . Öne geç v e adamları n ı karş ı l a . Bu
parlak karş ı lama bize değil sana karş ı yap ı l ı yor.
- Hayı r, peder yan ı l ıyorsunuz. Gösterilen sayg ı bana değil size­
dir. i nan ı n ız sözüme.
- Bana karş ı olsayd ı , on gün önce yine bu adamlar, hakaretle
beni manastı rdan kovmazlard ı .
- Yaaa! Fakat babalar çocukları n ı n kusu rları na bakmazlar aziz
peder. Belki de şunun bunun iğfallerine kapı larak bir cahillik etmişler­
dir. Siz, af buyurunuz lütfen. Bu kusurları n ı şimdiden sonra hepsinin
de anlayarak pişmanlıkla telafi edeceklerine güvenebilirsiniz. Buna
ben aciz evlad ı n ız kefil oluyorum.
Halk, bu s ı rada büsbütün yaklaş ı p da şapur şupur ellerini öp­
meye başlayınca Prokopyos keyiften dört köşe oldu . Hele ellerine
sarı l ı p öpmeye davrananları Papa Ettim'in iteleyerek kendisine gön­
dermes i , Prokopyos'u ayrıca çok hoşnut etti. Hemen yol üzerinde
hazı rlanan bir büfede ağ ı rlanan üç ruhani başkan sonra kocaman,
süslü bir yayl ı ya bi nerek kalaba l ı ğ ı n ortası nda Kayseri 'nin büyük kili­
sesine doğru yol ald ı . Kilisenin önünde, avlusunda toplan m ı ş , onları
bekleyen çok büyük bir halk kalabal ı ğ ı , kafile yaklaşı nca alkışlama­
ya , "yaşa , var ol" d iye bağrı şmaya başlad ı .
Ruhaniler, kilisede yapı lan kısa, gerekli ayinden sonra Metropo­
l itl ik konağ ı n ı n büyük salonundaki parlak törende yer ald ı lar. Papa
Etti m , bir söylev vererek yap ı lacak kongrenin amaçları ndan , bunun
gerek ulusu n , gerekse yurd u n yararına olacağ ı ndan, olması gerek­
tiğinden söz etti .

475
istimal Zih n i ile birkaç kongre üyesi de Papa Ettim'in düşüncele­
rini destekler biçimde birer konuşma yapt ı lar.
Tören bittikten sonra daha önceden haz ı rlanan zengin bir sofra­
n ı n baş ı n a geçild i . Kayseri'nin ü n l ü Gesi Bağları n ı n üzümlerinden
yapı l m ı ş ak, k ı rmızı şaraplar şişelerde, sürah ilerde ağ ızları suland ı­
rarak gelin gibi süzül üyordu.
Doyasıya yiyip içen ruhani ler, buradan yine büyük, süslü bir ara­
baya binerek kartal yuvası Talas' ı n yoluna koyu ldular. Bütü n yol
boyunca s ı ralan m ı ş H ı ristiyan yığ ı n ları , gözleri yaşararak onları al­
kışl ıyord u . Bu halk, Yu nan savaş ı n ı n , Pontosçuluk davas ı n ı n başla­
rına ne büyük belalar açtığ ı n ı , daha da açacağ ı n ı bil iyor, bu yüzden
bu belaları n karş ı s ı nda paratoner gibi dikilen insan sevg isiyle dolu
Papa Efti m ' i , onun yan ı s ı ra öbür papazları yü rekten alkışl ıyord u .
Bütü n kil iselerin çanları durmamacası na çal ıyor, uzaktan uzağa ha­
van ı n içinde çan sesleri sürüklen iyord u .
Zencidere'ye varı l d ı ğ ı nda Manastırın yüksek d uvarları önündeki
geniş meydanla birl i kte içerideki geniş avlu büyük bir kalabal ı kla dol­
muş, onları bekl iyord u . Manastırın i ki kanatl ı yüksek kap ı s ı önünde
kü rsüye çıkan Papa Etti m , güçlü sesiyle topluluğa umut, g üven veri­
ci sözler söyled i . Herkesi n gözü nü yaşarttı .
Bu uzun söylev sona erince halk hep bir ağızdan:
- Çok yaşa , Papa Ettim ! Var ol! d iye haykı rarak onu uzun uzu n
alkı şlad ı .
Halkın yaş l ı gözleri n i gören Papa Ettim d e ağlamaya , gözlerin­
den yağmur gibi yaşlar boşanmaya başlad ı :
- Var olsun asil Türk ulusu! Var olsun hükümet başkan ı m ız Mus­
tafa Kemal Paşa ! Var olsun Büyük Millet Mecl isi H ü kümeti ! d iye üst
üste bağ ı rı nca coşan halk da:
- Var olsun aziz Türk ulusu ! Bin yaşasın M ustafa Kemal Paşa !
Kıyamete dek var olsun milli hükümetim iz! d iye bağ ı rd ı .
Koca meydan bağ ı rı ştan , alkış sesinden inled i . Papa Etti m , halka
öbür papazları da alkı şlamas ı n ı bakışlarıyla anlatarak şöyle bağ ı rd ı :
- Var olsun aziz babaları m ı z ve sad ı k çobanları mız Prokopyos,
Yervasyos ve Meled iyos!

476
Bir kez de halk Manastır kilisesine giderek yapı lan gerekli ayin­
den son ra ruhanilerin ellerini öptü , Papa Eftim'e başarı dilekleri ya­
p ı ld ı . Sonra halk dağ ı ld ı .
Papa Eftim , Manastı r odaları na yerleşti rd iği d i n başkanlarıyla
kongre üyelerin i tan ı ştırd ı . Bu s ı rada Manast ı rdaki genel sekreterlik
odas ı nda kongre hazı rl ı kları sıtmal ı bir biçimde sürüyor, kongre baş­
kan vekili Avu kat Filip, genel sekreter l stimat Zihni, geceli gündüzlü
çal ı şıyorla rd ı . Papa Eftim , birer aziz sayd ı ğ ı konuk, din uluları üze­
rine halkı n , kongre üyelerinin bütü n sayg ı ları n ı toplamaya çal ı ştığı
s ı rada Prokopyos yine ona karş ı türlü ted irgin edici eleştirilerde bu­
l u nuyor, onu acı acı düşüncelere , başarı sızl ı k tehlikelerinin uçurum­
larına doğ ru sürü klüyord u .
Hazı rl ı klar üzerinde düşünce tartışmaları yap ı l ı r, yeni Patrikhane
yönetmeliğine temel olacak konular gözden geçirilirken bu yeni din ör­
gütünde en yüksek payeyi kapmak h ı rsına kapı lan Prokopyos, kendi­
sine başl ıca rakip sayd ığı Papa Eftim'in genel vekalet ve temsilciliğinin
sona ermesi üzerinde diretiyor, kararda bunun bir maddeyle açı klan­
mas ı n ı istiyord u . Papa Eftim , göz kaş işaretiyle ne yapacağ ı n ı şaş ı ran
l stimat Zihni'ye bunları tutanağa olduğu gibi geçirmesini anlattı. Papa
Ettim, Prokopyos'u n bununla da kalmayarak daha tehlikeli engeller çı­
karacağ ı n ı seziyor, son kerte üzülüyord u . Papa Eftim'in genel vekalet
ve temsilcilikten düşürülmek istendiğini anlayan kongre üyeleri toptan
öfkelendiler. H içbiri böyle bir tutanağ ı kabul etmeyeceğini bildirdi. Bü­
tün Anadolu Ortodoks Türklerinin genel vekilliğini, temsilciliğini şerefle
taşıyan Papa Eftim'den bunları hiç kimsenin alamayacağ ı n ı bağ ı ra
bağ ı ra söyleyen kongre üyeleri , en sonra Prokopyos'un akl ı n ı başı na
getirdiler. Prokopyos, bu isteğinden ister istemez vazgeçtikten sonra ,
h e r yan sütliman oldu san ı l ı rken bu kez de Episkopos Yervasyos'la
Melediyos arası nda daha büyük bir anlaşmazl ı k patlak verdi.
Kongre üyeleri , bunun tepkisiyle tedirgin oldular; öfkelendiler. Bu
iki papaz da Papa Eftim'in girişimini yarıda b ı rakmak için kimi temelli
sorunlar üzerinde anlaşmazl ığa düşmüş gibi görünerek kongreyi sa­
bote etmeye çal ışıyorlard ı . Bu düşünce tartışmaları n ı n kavgaya , dö-

477
vüşe, boğazlaşmaya vard ı ğ ı görüldü. Bir ara sinmiş görünen Prokop­
yos, iki papazı n boğazlaşması ndan yararlanarak yeni bir h ı r çıkarı p
kongrenin toplanmas ı n ı geciktirmek için bunlardan birinin düşüncele­
rin i destekleyerek kavgaya karı ştı . Böylece, kongrenin ulusal kaderi
toza dumana karışt ı . Papa Eftim'in bu üç papaz arası nda yaptığ ı ara­
cılık hiçbir işe yaramad ı . Üç papaz da kocaman h ı rsları n kası rgası nda
birer toz zerresi gibi sürüklenmiş gidiyord u .
Papa Eftim'in en çok korktuğu, hükü met, u l u s karş ı s ı nda yüklen­
diği görevin yarıda kalmas ı , bunun sonsuz utancıyd ı .
Papa Ettim , tatl ı l ı kla yola gelmelerinden umudunu kestiği b u h ı rs
kumkuması herifi artık zorla g üçle yola getirmeyi akl ına koymuştu .
Artı k, tatl ı d i l i n i bir yana b ı rakıp bir komiteci kimliği takınacak, bu
duygusuz heriflerin karşısına bombayla çı kacakt ı . Onları bombayla
da yola geti remeyeceğ ini anlad ı ğ ı dakikada bir bomba ile onları n da,
kendisinin de can ı na kıyacak, böylece yeryüzü nün en büyük utan­
cından kurtulmuş olacaktı . Bu üç ru hani başka n , onun uzun y ı l lard ı r
süsleyip büyüttüğü insancıl din umutları n ı yok etmiş, onun içi n i kız­
g ı n rüzgarlar esen bir çöle çevi rmişti . Bu üç adam ı n , onun üzeri nde
yapt ı ğ ı yıkıcı etki çok büyüktü . Son başarı sız günün gecesinde bu
kapkara yı pratıcı düşüncelerle sabaha dek yatağ ı nda çırp ı n d ı d u r­
d u . Sabahleyin el bombasıyla süslü plan haz ı rd ı .
Elinde okşayı p durduğu kara b i r e l bombası n ı acı acı süzüyor,
odası nda tek baş ı n a otu rarak karşı yamaçları , mavi ufukları , yürü­
yen bulutları seyrederek günün saatlerini sanki kemire kemire bitir­
meye çal ı ş ı yord u . Odası na hiç kimseyi kabul etmiyord u . Sonra göz­
leri n i oda n ı n döşemesine dikip bir şeyler m ı rı ldan ı yord u . Güneş en
son ra , ufka inmiş, kara n l ı k , haz ı rlanan yen i bir dra m ı örtmek üzere
pencerelerden içeri dol maya başlam ı ştı .
Günlük yaşay ı ş ı nda çok k ı m ı ltı l ı , çevik davra n ı ş l ı bir adam olan
Papa Efti m , akşam kara n l ı ğ ıyla birlikte bir zemberek gibi yerinden
fı rlad ı . Odan ı n kapı sı n ı koparacakm ı ş gibi açtı .
Yandaki oda n ı n açı k kapısı ndan muhafızı Yakup'a seslend i :
- Yakup, biraz gelsene!

478
- Buyurunuz, sevgili papam.
- i yi dinle beni Yakup. Bu gece çok önemli bir işe atı lacağ ı m .
Kulakları n h e r an kirişte v e sana seslendiğim zaman d a gözlerin hep
gözlerimde olsu n .
Yakup, papan ı n ö l dese ölecek en candan adamıyd ı .
- Hayhay, aziz papa m !
- Manastırın kap ı s ı kapand ı kta n , herkes odası na çekilip yattık-
tan sonra , bütün kıyı köşeyi gezecek, bütü n ı ş ı kları n söndüğünü gö­
recek, bana gelip haber vereceksin . Sonra da arkam s ı ra gelip ben i
gözleyeceksin.
Hani sana saklamak için birkaç bomba vermiştim ya. Onlardan
birini de yan ına al. Arkamdan gelerek girdiğim odanın kapı s ı nda kala­
caks ı n . Sağ ı solu gözetleyerek tetikte olacaks ı n .
Bu buyruğu veren Papa Ettim , bombas ı n ı koynuna sokarak doğ­
ruca Prokopyos' un yatt ı ğ ı odan ı n kap ı s ı n a gitti . i çerisini din ledikten
sonra , kapıyı açmak isteyince kapa l ı olduğunu görd ü . Kap ı n ı n ayna
tahtasına birkaç yumruk indird i .
i çeriden Prokopyos, boğuk bir sesle:
- Kim o? Kim o? diye bağ ı rd ı .
Papa Ettim h ı rsla, öfkeyle titreyen sesiyle :
- Ben i m , ben , çabuk aç kap ıyı . Çok önem l i . Son kerte ived i bir
iş üstü ne görüşmek istiyoru m .
Prokopyos , kapıyı açtı ktan sonra yine yatağ ına girerek yorgana
sarı ld ı :
- Hayrola evlat?
i çeri bir yel gibi giren Papa Etti m , koltu klardan birine çöktü .
Papaza hiç bakmayarak kap ı n ı n önünde bekleyen muhafıza ses-
lend i :
- Yakup hemen git, Yervasyos i l e Melediyos'u çağ ı r gelsin, eğer
gelmezlik ederlerse zorla getirmek zorunda olduğunu ve bunun için
benden buyruk ald ı ğ ı n ı söyle. Hayd i , çabuk ol .
Prokopyos , yorgan ı n altında korkudan titriyord u . Papa Ettim'se
otu rduğu yerde h ı rs ı ndan soluyord u . Bu s ı rada öbür iki papaz da

479
şaşkı n şaşkı n içeri g ird i . Odadaki sahneyi görünce şaşkı n l ı kları
daha çok a rtt ı .
Papa Eftim'in yüzünden düşen bin parça ol uyord u . Onlar da kor­
kup birer koltuğa iliştiler.
Papa Ettim , Yakup'a:
- i çeri kimseyi b ı rakma! d iye buyurd u , kapıyı çarparak kapad ı .
Son ra ru han ilerin yüzüne karşı tükürür gibi:
- Efendiler! d iye hayk ı rd ı , hükümet ve ulus bizden h izmet bek­
liyor. Bizi bunun için çağ ı rarak buraya toplad ı . Bizse kişisel h ı rsları­
m ıza tutsak olmuş, birbirimizi yı kmaya uğraşıyoruz. Kutsal mesle­
ğimizin ödevlerin i u nutuyoruz. Üçünüz de kutsal bir üçlü gibi sevgi
ve sayg ı ile birleşmeniz, bir ruh , bir gövde olarak görünmeniz gere­
kirken kişisel inanç ve düşünceleriniz uğrunda birbirinizden ayrı l ı ­
yorsunuz. H ı rsları n ı z sizi birbirin ize düşman etm işti r. Hepin ize ayrı
ayrı yalvard ı m , ayakların ıza kapand ı m . Ağ lad ı m , s ızlad ı m . Bunları n
hiçbiri size dokunmad ı . Meğer yü reklerin izde zerrece acıma yokmuş
sizleri n . Bunun da nedeni evlenip birer yuva kurmamanız, çol uk ço­
cu k sahibi olmamanız, sevg i n i n , şefkatin, acıman ı n tatları n ı tatma­
m ı ş olmanızd ı r. Bu bakı mdan bağ ışlıyorum sizi . Ne var ki yüksek
eğitim görmüş, n u rlan ı p ayd ı nlanmış insanlars ı n ız ne de olsa. Ze­
min ve zaman ı , onun gerekleri n i , hele her şeyden kutsal olan göre­
vinizi değerlendirmelisiniz. Şu dakikada ara n ızdaki anlaşmazl ı ğ ı n ,
yaptığ ı n ız iğrenç kavgaları n bizi , yarı n u l u s önünde rezil edeceğ ini
düşü nerek içim kan ağl ı yor. Buna daya namad ı ğ ı mdand ı r ki kesi n
kararı m ı verd i m . Sizleri gecenin bu vaktinde uyand ı rmayı v e karar­
ları m ı n ne olduğunu anlatmayı son bir ödev ed indim. Kesin olarak
uyarıyorum sizi . Hemen şimdi kişisel h ı rsları n ızı bir yana b ı rakın ız,
kucaklaş ı p öpüşerek barışman ızı istiyorum . Yoksa bütü n mukadde­
satım ve namusum üzerine ant içiyorum ki. . .
Papa Etti m , sözün ü n burası nda elini arka cebine atarak küçük
bombas ı n ı ç ı kard ı :
- işte b u bomba ile . . . d iye bağ ı rd ı ve sözü n ü n sonunu şöyle
getird i :

480
- Manastırı havaya uçuracağ ı m . Hepimiz birden yok olup g ide­
ceğ iz. Hiç ol mazsa bütü n d ü nya bir kazaya kurban gittiğimizi san ı r
d a bize acı r. i nan ı n ız k i . . .
Papa Etti m , sözün ü n sonunu getiremed i . üç papaz birden gözle­
ri korkudan fal taş ı gibi açılarak onun ayaklarına düştü .
Ağlayarak şöyle haykırıştı lar:
- Aman oğl u m , sakı n yapma bu del iliğ i . Barı şacağ ız. Başka ne
istiyorsan onu da yapal ı m .
Papa Ettim , amirce Yervasyos'la Meled iyos'a:
- Hayd i , öyleyse ilkin ikiniz öpüşün . Sonra da Prokopyos' un eli­
n i öpün bakay ı m , d iye buyurduktan sonra Prokopyos'a:
- Sen de onları n a l n ı ndan öp hele , ded i .
Ruhaniler hemen öpüştüler. Papa Ettim de bunun üzeri ne yumu­
şar görünerek gitti , hiçbir şey olma m ı ş gibi g ü l ümseyerek üçü n ü n de
elini öptü , sonra şöyle ded i :
- Ya rın saba h , Tan rı ' n ı n yard ı m ı na s ı ğ ı narak kil isede cemaatin
ve bizlerin katı lmasıyla din ayinimizi yaptıkta n , bu arada Yervasyos
babam ı z ı n da yarına rastlayan ad gününü kutlad ı ktan sonra kongre­
yi açacağız. ded i koduyu b ı rakıp kutsal ereğ imize u laşmaya çal ı şa­
cağ ız. S izlerden d i leğim bu. Hayd i , şimdi güle güle yat ı n . Gövdenizi
dinlendirmeye bak ı n aziz pederleri m .
Papa Ettim , sonra hoşnut, odas ı na çekildi. E rtesi saba h , Ma­
nastırın kil isesi tıkl ı m tıkl ı m cemaatle dolmuştu . Bu da ancak Papa
Ettim'in bütün gece uykusunu feda ederek çal ı şmasıyla meydana
gelmişti .
Prokopyos' u n başkan l ı ğ ı altında otuzu aşk ı n papaz ı n katı l d ı ğ ı
ayin çok parlak old u . Ayin s ı rası nda Episkoposlar Papa Ettim'i hakl ı
olarak kutlad ı lar. Böylece Papa Etti m , kilisenin en büyük buyurucusu
(megas kon nomks) duru m u na yükselmiş old u . Haz ı rlanan sofralar­
da içkil i şölenlerle bu güzel sonuç da ı slatı ld ı . Öğleden sonra kongre
başlayacaktı . Üyeler birer i kişer Manast ı ra gel iyorlard ı . Bunlardan
çoğu neşesiz, umutsuz görü nüyord u . Dünkü tatl ı umutları böyle ka­
rartan şey neydi? Şuyd u , Papa Ettim ortalarda yoktu. Bu en mutlu

481
günde onun ellerinden, yanakları ndan öpmek isteyen halk, onu ne­
rede arad ıysa bulamad ı . Kongre üyeleri , s ı k s ı k kap ıya dönüp duran
başlar Efti m'in sab ı rsızl ı kla beklendiği n i gösteriyord u . Bir an geldi
ki büyük salonu dold u ran yüzleri bir umutsuzlu k dalgas ı dolaştı . Bu
s ı rada, Avu kat Filip'le l stimat Zih n i gelerek Papa Eftim'in rahats ızl ı ğ ı
yüzünden kong reye katılmayacağ ı n ı söyled iler. Bu haber, toplantı­
dakilerin üzerinde uğursuz bir kamçı gibi şaklad ı . Bağ ı rmaya baş­
lad ı lar:
- Papamızı isteriz.
- Onsuz yap ı lan toplantıdan ne hayı r gelir ki?
- Hasta ise ne d u ruyoruz? Ziyaretine koşal ı m .
Koca salon, bu seslerle uğulduyord u . Bu s ı rada Papa'n ı n hasta
olmad ı ğ ı , kimi can sıkıcı nedenlerden kong reye gelmediği fı s ı ltıları
kongreyi dolaştı . Bu fı s ı ltı üzerine, üyeleri n coşku nluğu, öfkesi arttı .
Daha yüksek sesle ortaya şöyle d ilekler atmaya başlad ı lar:
- Bu tarihi kongreyi Papamız açmal ı ve başkanl ı ğ ı n ı o yapma­
l ı d ı r.
Bunun üzerine on kişilik bir kurul kurularak Papa Eftim'in ziyare­
tine gönderildi. Papa Eftim'i hiç de rahatsız bul mad ı lar. Üç yü ksek
rütbeli papazın yine bir oyunbazl ı k yap ı p kongreyi bozguna uğ rata­
cağ ı ndan korktuğu için gelmediğini söyled i .
Kongre üyeleri , o n u hakl ı bularak i kinci b i r toplantı yaptılar, şöyle
bir karar ald ı lar:
- Bizler, temsilcileri ve her hususta yetkil i vekil leri bulunduğu­
muz cemaatlerimizce genel vekil ve delegemiz olan Papa Eftim'in
bütü n d ilek ve isteklerini yerine getirmekle görevlendirildik. Papamı­
zın görevine son vermeye ya da yetkisini s ı n ı rland ı rmaya ne bizle­
rin ve ne de Episkopos efendinin had ve hakkımız yoktur. Bu nas ı l
olur? Bu kötü a k ı m hangi kaynakları n telkin v e esini i l e atı l m ı ştır
ortaya? Bunu herhalde öğrenmek istiyoruz. Bunu sağlamak üzere
de Episkopos efendilerin toplantı m ıza hemen şimdi çağrı lması n ı ve
amaçları n ı n kendilerinden soru l u p öğren ilmesini de son kerte gerek­
li görüyoruz.

482
Böylece toplantıya Episkoposlar da ister istemez katıldı lar. Avu­
kat Filip şöyle konuştu :
- i l k önce müsvedde olarak yaz ı l m ı ş olan tutanağ ı müsaaden iz­
le okuyacağ ı m . Eğer aran ızda buna karş ı herhangi bir itirazı olanlar
varsa söylesin ve tutanakta da kesin biçimini alsın da kong rede ge­
reksiz tartışmalara yer kalmas ı n .
Kurul üyeleri tutanağ ı alkı şlarla benimsed iler. Prokopyos başta
olarak öbür papazlar da ister istemez tutanağ ı uygun bularak doğ­
rulad ı lar. Bu ndan sonra kurul Papa Eftim'e giderek tutanağ ı okud u ,
o n u kongreyi açmaya çağ ı rd ı . Başkanl ı k kürsüsüne çıkan Papa Et­
tim , Orta Anadolu , Karaman Türkleri şivesiyle şöyle bir konuşma
yapt ı :
- Aziz pederler! Say ı n cemaat v e kil ise vekil i arkadaşlar! Hepini­
zi can ve gönülden selamlayarak kongremizi açıyoru m .
Ortodoks H ı ristiyan cemaatlerimizin v e kutsal kilisemizin mutlu­
luk ve kurtuluş için gereken kararı almak üzere bugün burada baba­
mız aziz Vasiyos'un kutlu makamı nda toplanmış bulunuyoruz. Ne
mutlu bize! Bu kutsal toplantıda alacağ ı m ız karar bütün Ortodoks
H ı ristiyan d ü nyas ı n ı ilgilendireceğinden dolayı pek önem l i , çok de­
ğerl i ve o oranda haklı ve kutsald ı r. H ı ristiya n l ı ğ ı m ızın temeli olan
kilise birliğimize ayrı l ı k sokarak onu yı kmak g i rişi m i , hiçbirimizin akıl
ve hayali nden geçmez.
Ancak uygar insan topluluklarına göre kutsal Ortodoks kil isemizi
lekeleyecek her türlü ayk ı rı g i rişimlerin her ne yandan herhangi bir
kişin i n eliyle gelirse gelsi n , onları eleştirmek ya da karşısına dikil­
mek her Ortodoks için bir ödevd ir. N itekim biz de kiliseyi koru mak
amacıyla Doğu H ı ristiyan Cemaat ve kil iseleri n i n bir zamanlar Roma
merkez kilisemize karşı yaptığı şeyi yapacağız. Merkez kil isemizde,
bir Anadolu cemaat ve kil iseleri ad ı n a görev yapan ru hani memur­
ları m ızı n , kutsal dinimize ve kilisemize aykı rı olan ve burada açı k­
lamaktan utanç duyduğum davra n ı şlarından dolayı kil isemizi koru­
mak istiyoruz. Merkez kilisemizde görevl i ruhanilerimiz, görevleri n i
kötüye kullanarak, lekesiz v e kutlu d i n imizi siyasete alet etmekle d i n

483
ve kilisem izi ve onu temsil eden Anadolu cemaat ve kil iselerini leke­
lediklerini ve zor duruma düşürdükleri n i hep bil iyoruz. İ şte onları n
işledikleri kişisel yan ı lg ıdan dolayı kilise ve cemaatlerin sorumluluk
kabul etmeyeceklerini bugün alacağ ı m ız kararla ispatlayacağız. Bü­
tün uygar dü nyaya karş ı kutsal d i n imizi ve kil isemizi lekeden kur­
taracağız, şan ı n ı arttı racağ ız ve daha da yü kselteceğ iz. Hakl ı ve
kutsal davam ızda yard ı mcımız U l u Tanrı ve kutlu lsus H ristos' tur.
Papa Etti m , bu söylevinden son ra kongrenin genel kararıyla İ s­
tanbul'daki siyasete, h ı yanete bulan m ı ş Patrikhaneyi bir kenara ite­
rek onun bütün yetkileriyle gereçlenmiş bir Ortodoks Türk Patri kha­
nesi n i n temelini attı . Papa Ettim patrikliğe, Prokopyos Patrik yard ı m­
cı l ı ğ ı na atand ı . Hepsi de halktan olmak üzere bir Sen Sinod Mecl isi
seçi ldi. Ufak tefek karş ı koymalar bir kenara b ı rakılacak olursa bütü n
Ortodoks cemaatleri , bu U lusal Patri khaneye kap ı land ı .
(Ne yazık ki daha sonraları b u konuda pek çok gürültüler, kon uş­
malar olacak, Papa Etti m , küskün An kara'ya dönüp orada yaşaya­
caktı . Zaferden sonra, Anadolu'nun H ı ristiyan Tü rkleri Yu nanistan'a
gönderilip lstanbul'un H ı ristiyan Bizansl ı , Yu nan l ı Rumları yerl i ye­
rinde b ı rakı lacak, Papa Etti m , böylece bu kendisine düşman Mega­
lo ldea'cı Bizansl ı cemaatle karş ı karş ıya kal ı p bir avuç cemaatiyle
küskün yaşayışı n ı lstanbul'da sürdürmeye çal ı şacaktı . )

M E RZİFON AMERİKAN KOLEJ İ ' N DE


PONTOS CEPHAN ELİGİ

Yurdumuzda herhangi bir kişiyi, istediğinizi sevebilirsi­


niz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi se­
vebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi ulusal varlığınızı, bütün
sevgilerine rağmen herhangi bir kişiye, herhangi bir
sevdiğine vermeye yol açmamalıdır.
Mustafa Kemal

Merzifon'un bir yan ı ndaki geniş, düz bir alan üzerinde ak yağl ı bo-

484
yayla boyanmış Amerikan Koleji'yle Amerikan Hastanesi uygarl ı ğ ı n
p ı r ı l p ı r ı l birer kuruluşu olarak b u yoksul toprağ ı süslüyordu. Hemen
onun yan ı baş ı nda H ı ristiyan Mahallesi sessiz yatıyordu. Kolejin bah­
çesinde iyi besili H ı ristiyan çocukları , ortal ı ğ ı gürültüye boğuyor, izci­
lerin boruları , trampetleri , bitmez tükenmez gürültüleriyle buraya bir
okuldan çok bir kışla havası veriyordu .
Bütün Tü rkler, burada gizli bir şeyler döndüğ ünü seziyorsa da
bunları n neler olduğunu anlam ıyord u . Yaln ız, bunları n , Türkler için
ü rkütücü karanl ı klar taş ıd ı ğ ı n ı da bil iyorlard ı .
Yepyeni ayg ıtları , bilgili, becerikli Amerikan doktorlarıyla değerl i
bir uygarl ı k yuvası gibi görünen Amerikan Hastanesi'ne nası lsa gir­
miş olan bir Tü rk kad ı n ı , bir buçuk y ı ld ı r burada çal ı şıyord u . Hasta
bakıcı olarak çal ı ştığı bu yerde son günlerde tuhaf yaralı lara rastl ı­
yord u . Kurşun yaralarıyla örtülü bu gövdelere bu kurşu nları yerleş­
ti renler kimlerdi? Bu adamlar, hep Rum'du. Bunlara kurşun atanlar
Tü rk askerinden başka kim olabilirdi? Hasta bakıcı daha çok geceleri
büyük Amerikan kamyonları n ı n homurtularla hastanenin bahçesine
girişini görüyor, bunlara gittikçe bilinçlenen bir merakla bakıyord u .
Birkaç kez bu kamyonlardan yığı nla fişek armaları kuşanmış silah­
l ı çetelerin indiğini görd ü . Gözleri fal taşı gibi açı l m ı ştı . Hastanenin
bod rumuna inen merd ivenlerden, bahçeye doğru uzanan gizli yollar­
dan ilk günlerde hiçbir şey anlamayan hasta bakıcı , zamanla bahçe­
nin altı n ı n da gizli s ı ğ ı naklar, barı naklar, silah depoları olarak haz ı r­
land ı ğ ı n ı , şimdi, buraların gizli amaçlar için vızır vızır işlediğini anlad ı .
Geceleri nöbette olduğu saatler, tuhaf gürültüler, silah şakı rtılarına
benzeyen sesler, h ı zl ı , kuşkulu ayak sesleri işitiyor, kimi zaman da
kamyonlardan boşaltı lan yığ ı n yığ ı n silah ı Kolejdeki delikanlı ları n ye­
raltı depolarına indirdiğini görüyord u . Artı k gözleri dört açı l m ı ştı .
Bütün bu amaçları n , Türkleri öldürmek için yapı lan bir hazırl ı k oldu­
ğunu artı k iyice anlam ıştı . Amerikan doktorları n ı n , yönetim adamları­
nın melek gibi yüzleri arkasında demek ne şeytanl ı klar yatıyordu. Hele
bir gece muşambalara sarı lmış ağ ı r makineli tüfeklerle topları n kam­
yonlardan indirilip yeraltı sığı nakları na sokulmas ı , bardağ ı taşı rm ı ştı .

485
Hemen, Amasya'ya varıp 5. Kafkas Tümeni Kumandan ı Cemil
Cahit (Toydemir) Bey'i bularak bütün gördükleri n i , işittikleri n i anlattı .
Kumanda n , bunu bir raporla Ankara'ya bildird i . M ustafa Kemal , Mer­
zifon'daki Amerikan kuruluşları n ı n , Tavşandağ ı Rumları n ı n yatakl ı k
ettiği Pontosçularla s ı kı i lişki kurduğunu bil iyord u . Bu soru n u n d a
çözüm lenmesine s ı ra geldiğini anlad ı ğ ı ndan Pontosçuları n azraili
Topal Osma n ' ı An kara'ya çağ ı rttı .
*

Samsun'da sekiz yüz kişilik milis alayı ile karargah kurmuş olan
Osman Ağa , Samsu n ' u n içinde cirit atan Pontosçuları ya büsbütün
tem izlemiş ya da dağlara kaç ı rm ı ştı . Karadeniz s ı ra dağları n ı n yeşil­
likleri üzerinde barı n maya çal ı şan son Pontos yuvaları n ı da gönder­
diği kalaba l ı k müfrezeleri n , düzgün güçlerin yard ı m ıyla yok etmeye
çal ı ş ı yord u . Hem Milis Alay Kumanda n ı , hem de G i resun Müdafaayı
Hukuk Derneğ i başkan ı , ayrıca Belediye başka n ı olan Osman Ağa ,
Pontosçuları n Pontos cumhuriyetin i n merkezi olarak düşündükleri
Samsun'dan her yana kolayca yetişiyor, yaramazl ı kları zerrece acı­
madan bastırıyord u .
M ustafa Kemal'den ald ı ğ ı çağ rı üzerine yine kendisine öneml i b i r
iş düştüğünü anlad ı . Yan ı na çakı g i b i on beş Karadeniz uşağ ı alarak
en kısa yol olan l nebolu'ya indi. Bu Karadeniz zı pkaları , baş l ı kları
giyinmiş, tepeden tı rnağa sila h l ı Karadeniz uşakları n ı n l nebolu iske­
lesine ayak bas ı şıyla l nebolu Rumları çil yavrusu gibi dağ ı ld ı lar. Ke­
penkleri g ü rü ltüyle indirip Rum mahallesine savuştular. Yunan savaş
gemilerinin ikide bir gel ip Türk mahalleleri n i topa tutuşu, Karadeniz
kıyı s ı n ı doldu ran Pontos hasta l ı ğ ı na yakalanm ı ş yığ ı nlarca H ı ristiya­
nı canlan d ı r ı p umutland ı rıyor, buralardan yapı lacak bir Yunan çı kar­
ması olayı n ı n yaklaştığı kan ı s ı n ı uyand ı rıyord u .
Onları n başları n ı n bir tek belası vard ı . O da Topal Osman'd ı .
Daha geçenlerde Sinop'ta yakalad ı ğ ı birkaç Giresunlu Pontos çete­
sini G ü l nihal vapuru n u n ocakları na d i ri d i ri atarak yakm ı ştı . Bu olay
y ı l d ı r ı m h ızıyla her yana yayılmış, her Pontos çetesini bir kez titret­
mişti . Bundan daha kötü ölüm can sağ l ı ğ ı yd ı . i şte, şimdi l nebolu'ya

486
on beş kişilik koruyucusuyla inen Osman Ağa , bura Rumları n ı n he­
men bu korkunç, gerçekten insanca olmayan olayı düşündürmüştü .
Gümüş kakmal ı , süslü mavzeriyle Osman Ağa'n ı n arkası ndan kıv­
rak kıvrak yürüyen milisler, lnebolu Müdafaayı Hukukçularıyla Kuvayı
Milliye müfrezesince kardeşçe karş ı land ı lar. Karş ı layanları n başı nda
Kaymakamla Belediye Başkanı vard ı . 2 Kas ı m 1 920'de Kastamo­
nu'ya varan Topal Osman Ağa ile adamları Kaz ı m Karabekir Paşa'n ı n
Kars'ı kurtarması şenliğine katı ld ı . O , Kazım Karabekir'in Doğu Cep­
hesi sald ı rı s ı ndan önce bin kişiye yaklaşı k bir milis gücü örgütleyip
göndermişti. Onun için Kars zaferine herkesten çok onun sevinme
hakkı vard ı .
Sinoplu Rasim Bey' in ulusal müfrezesi de bug ü nlerde Ankara'ya
çağrı l m ı ştı . Osman Ağa onunla birlikte g itmek üzere Kastamonu'da
epeyce beklemişse de en sonra Sinop'ta padişahçı kimi k ı m ı ldama­
lar görüldüğünden Rasim Bey müfrezesinin Ankara'ya gidemeyece­
ği anlaş ı l m ı ştı . Bu s ı rada Ankara'dan Dahiliye Vekili Doktor Adnan
Bey' den gelen telg rafta , Osman Ağa ' n ı n Rasim Bey' i beklemeksizin
hemen An kara'ya doğru yola çı kması buyuruluyord u .
Bu buyruk üzerine adamlarıyla yayl ı arabalara atlayan Topal Os­
man, yayl ı ların damı nda trampet çalan güz yağm u rları n ı n düş veren
gürültüsünü dinleyerek ağaç denizinin içinden An kara bozk ı rlarına
doğ ru yolland ı .
*

Ankara'da M ustafa Kemal , Osman Ağa'yı kişisel konuğu olarak


ağ ı rlad ı . Getirdiği silahl ı ları Direksiyon'un çevresinde nöbet bekle­
mek üzere sahiplend i . Sonra Ad nan Bey' i de çağ ı rarak Merzifon'da­
ki Amerikan Kolej i ile hastanesi işini görüştü . Bura n ı n bir Pontos
ku rmay kararg a h ı old uğunu en ağ ı rları da içinde olarak büyük bir
silah deposu durumuna geldiğini anlattı . Pontosçu luk üstü ne uzman
kesilen Osman Ağa bu eşek arıları yuvas ı n ı da temizlemek buyruğu­
nu alara k Merzifon'a doğru yola çı kmaya haz ı rland ı . Bu s ı rada Sam­
sun'daki sekiz yüz kişilik milis alayı da Samsun dağları n ı tarayarak
Amasya'ya doğru yola çıkm ı ştı .
Osman Ağa , alayı ile Merzifon dolaylarında buluştu . Bir gece Mer-

487
zifon Kolej i , Amerikan H astanesi, H ı ristiyan mahallesi ansızın sarı ld ı .
Hastanenin bütün doktorları , müstahdemleri , kolejin bütün öğretim ,
yönetim üyeleri hizmetlileri , öğrencileri toplan ı p enterne edildi. Bir
yandan da bütün H ı ristiyan mahallesinde oturanlar, yediden yetmişe
ikişer kolla oradan uzaklaştırıld ı . içinde askeri mülkiyelilerin de bulun­
duğu araştırma grupları hastaneyi , koleji baştan başa arayıp tarad ı lar.
Pek çok Pontosçu yazılar, mektuplar, mühürler, Pontos bayrağ ı n ı n
yan ı s ı ra okulun, hastanenin altı ndaki tünellerde , beton sığı naklarda
binlerce tüfek, ağ ı r, yeğnik makineli tüfek, sand ı klar dolusu bomba ele
geçirdiler. H ı ristiyan mahallesindeki büyük kilisenin de altı , üstü , içi ,
d ı ş ı , silah ve cephane doluydu. Özel evlerin bodrumları , tavan ara­
ları da silah deposu gibiydi. Karadeniz uşakları , her yeni depoyu ele
geçirdikçe güldürücü sövgüler savuruyorlar, şaşkı n l ı ktan şaşkı nl ığa
düşüyorlard ı . Araştırmalar, çok uzun sürd ü .
Ameri kal ı lara hiç kimse el sürmed i . H iç kimsenin burnu kanama­
d ı . Yal n ız, Osman Ağa Pontosçuları n , Karadeniz dağları ndaki Türk
köylerini yakarken kendisine öğrettikleri ateş oyunları n ı uygulaya­
rak bütün bu Pontosçu H ı ristiyan mahallesini ateşe verd i . Geceleyin
Merzifon'un gökleri kıpkızıl kesilip kapkara dumanlar, mermiler, bü­
yük g ü rü ltülerle patl ı yord u . Evsiz, barks ız kalan H ı ristiyan halk, Orta
Anadolu azı n l ı kları n ı n yoğun olarak bulunduğu kasabalara doğ ru
yola çıkarı ld ı . Megalo idea kim bilir daha ne mutlu topl ulukları n ba­
ş ı n ı yiyecekti . Ne yazı k ki bu zavallı insanlar, kendilerini o melun
siyaseti n değil de Türk hükümeti nin bu d u ruma getirdiği kan ısı nday­
d ı lar. Böyle düşündükçe de mutsuzlukları n ı n gerçek nedenini hiçbir
zaman an layamayacaklard ı .
*

Merkez Ordusu Kumanda n ı Nurettin Paşa , Genelkurmay Baş­


kan l ı ğ ına şöyle bir yazı yazd ı :
"Merzifon'da Amerikan Hastanesi'nde ve kolejinde yer altında
gizl i tüfek, bomba gibi silah ve cephaneyle silahlı kimi H ı ristiyan köy­
lüleri n i n buralarda sakland ı ğ ı n ı ve hastane soruml uları n ı n Tavşan­
dağ ı ' nda otu ran H ı ristiyan köylülerle gizli ilişkilerde bulunduğunu bir

488
buçuk y ı l hastanede bulunduktan sonra iki buçuk ay önce çıkan ve
şimdi Amasya'da Şefkatli lslamiye yurdunda çal ı şan bir Türk kad ı n ı
haber vermiştir. Silah aranması v e bu kuruluşun aran ı l ması buyruğu
5. Tümen Kumandanl ı ğ ı nca Amasya Mutasarrıfl ı ğ ı na verilmiş ve bu
arama n ı n yap ı l ması s ı rası nda memu rlarca Amerikalı lara iyi davra­
n ı l m ı ştır. "
H ü kü met bu aramayı , İ stanbul'daki Amerikan temsilcisi Amiral
Bristol'a bildird i ve son ra bütün vekiller kurulunun imzası n ı taşıyan
şöyle bir bildiri yayımlad ı :
"Yunan donanmas ı n ı n Ereğli'yi ve son olarak l nebolu 'yu bom­
bard ı man etmesi ve geçen gün de Averof' la bir başka Yunan torpi­
dosun u n Bartı n kuzeydoğu yön ünde seyretmesi gibi olaylarda d üş­
manca deniz kıyılarım ıza sald ı rı yap ı l ması ve oralarda düşmanla
kendilerinden yana olan Rumlardan ulusumuza karşı yararlanmaya
kalkı şmas ı , yurdun savu nması için olağanüstü tedbirlerin a l ı n mas ı n ı
gerektirdiğinden 1 2 Haziran 1 92 1 tari h i nden başlayarak Karadeniz
kıyısı ndaki bütü n kazaların savaş bölgesi ilanı karar altı na a l ı n m ı ş­
tır. "
Merzifon Amerikan Hastanesi'yle Kolejin bası larak topa varın­
caya dek her türlü silahla dolu depoları n ele geçirilmesi , Topal Os­
man ' ı n H ı ristiyan mahallesi ni yakı ş ı , l stanbul'daki bütü n işgalcileri
hop otu rtup hop kald ı rd ı . Fransız, l ngiliz ve ltalyan temsilci leri H a­
riciye Vekili Yusuf Kemal Bey'e bir protesto telgrafıyla başvurdular.
Yusuf Kemal Bey onlara 1 92 1 Eylülünün 1 5'inde aşağ ıdaki yan ıtı
verd i :
"Halen lstanbul Patri khanesi'nin u z u n zamandan beri Karadeniz
kıyılarında merkezi Samsun olmak üzere bir Rum hükümeti kurmak
uğruna çal ı şan Yu nan hükü metiyle birlikte davrand ı ğ ı anlaşıl mak­
tad ı r. Birçok gizli dernekler ki bunlardan en önemlisi 1 904 yı l ı nda
kurulan Pontos Derneğ i'dir. Yı llardan beri bu erek uğruna çal ı ş m ı ş­
lard ı r. Bu örg ütlerin askerce ve adli alanda dahi çal ı şmalara değgin
yönetmelikleri , heykelleri , silahları , bayrakları , madalyalarıyla der­
neğin m ü h rü geçen baharda kulü plerinde ele geçi rildiğinden artık
bu hususta kuşkuya yer kal mam ı şt ı r. Bu arayı p tarama yap ı ld ı ktan

489
sonra sonuç, Amerika Olağanüstü Kom iseri Am iral B ristol cenapla­
rına bildirilmişti . Bundan dolayı geçen bahardan beri Büyük Millet
Meclisi H ükümeti geçen olaylar üstüne kesin bilgilere sahip bulun­
maktad ı r. H ü kümet burada da lzmir darbesinin yinelenmek istendiği­
ni bil iyord u . Karadeniz Rumları , her türlü insan l ı k ve hukuk kuralları
d ı ş ı nda silahland ı rı l ı p örg üt altına a l ı nara k l zmir'de olduğu gibi h ı zl ı
bir çı karma işine başvu rmak üzere onları n yard ı m ı n ı sağlamak ve
böylece çoğunluğu meydana geti ren M üslümanları Rum azı n l ı kları n
yönetimi altı na almak, sonra hiçbir müdafaaya rastlanmadan yurda
sahip çı kmak için bu Müslüman çoğunluğun yok ed ilmesi düşünül­
düğünü bil iyord u .
işte yukarıda an latı lan aramadan önce Yu nan destroyerlerinin
Karadeniz kıyısı ndaki Türk toprakları üstü nde olan projeleri , Mond­
ros B ı rakı şmas ı ' ndan sonra bütün genişl iğ iyle tazelenmiştir. H ü kü­
metin içinde bulunduğu güç durumdan yararlanan Samsun Metro­
pol iti , Karadeniz kıyısı ndaki Türk toprakları na Rusya'dan ve içeri­
sinden geti rilerek yerleştirilecek Rumlarla ve böylece o bölgedeki
azı n l ı kları n say ı s ı n ı çoğaltmak ve yoğu n laştı rmak çal ı şmalarıyla
uğraşmak üzere komisyon kurmuştu . Bundan önemli ve çok sayıda
silah ve cephane yurt içine sokularak Rumlara dağ ıtı lmakta ve öbür
yandan çeteler örgütlen mesi harı l harıl sürmekteyd i .
lzmir komplosunun yarattığı ulusal k ı m ı ltı ve meşru savunma
üzerine Yunanl ı lar, bütün güçleri n i sözü geçen bölgelere yı kmak zo­
runda kald ı klarından Ka radeniz kıyılarında tasarlad ı kları proje uy­
gulanamad ı .
N e var k i son zamanlara dek hala varl ı ğ ı n ı sürdüren ve ilk za­
manlar iyice silahland ı rı l ı p düzenlenmiş olan Rum çetecileri , bu
sald ı rgan davra n ı şlara karşı hiçbir silah ve örgüte sah i p olmayan
Müslümanlara yaptı kları zulümler ve işkencelerle hü kümetin d i kkati­
ni çekmekten uzak kalmad ı lar.

490
ARARAT VAPURU VE SONRASI

Uçurumun kenannda yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla


boğuşmalar, yıllarca süren savaş.
Mustafa Kemal

Türk ordusunu "Tasfiye Etme Komisyonu" toplantısı nda Padi­


şah'la işgal orduları n ı n çıkarına çal ı ştığ ı kan ı s ı n ı veren, Avrupalarda
eğitim görmüş, birkaç yabancı dil bilen kültürl ü , alçakgönüllü Kurmay
Albay Kemal Bey, ellerini göbeğinin üstü nde bağlayarak Kom isyon
Başkan ı n ı n sorusuna son kerte sayg ı l ı , içten görünen bir davran ışla
şu yan ıtı verd i :
- Say ı n başka n ı m , İ stanbul'da yüz elli değ il ancak on altı topu­
muz vard ı r, bunun yüz ell iye çıkarılması için eksik olanları n satın
a l ı nması gerekir!
Kom isyonda yer alan bütü n Türk subayları , yüz elliyi aşk ı n topun
Anadol u 'ya kaçı rı l m ı ş olduğunu anlayarak sevindiler. işgalci su bay­
lar da lstanbul 'da bu kerte az topun bulunuşuna ayrı ca sevindi ler.
Komisyondaki Türk subayları en koyu Pad işah yan l ı s ı görünerek bu
önemli yerde görev almış Kuvayı M i l l iyeci dövüşçülerd i . Hele elleri n i
göbeğ inde bağlayarak "masumca" davra n ı şları , sözleriyle işgalcile­
re kül yutturan Türk subayı Ku rmay Albay M . Kemal (Koçer), İ ngil iz­
lerce tutuklan ı p Bekirağa Bölüğü'ne kapatılan, son ra pir ara b ı rakı­
lıp yine tutuklanarak Malta Adası ' n a sürgün edilen Galata l ı Şevket
Bey'in yerini hakkıyla a l m ı ş olan adam ı n ta kendisiyd i .
Anadolu'ya kaçı rılan yüz e l l i topun serüven inde o n u n da parmağ ı
vard ı .
*

Albay M . Kemal (Koçer), çok küçük s ı k ı bir arkadaş topluluğunun


başı nda M im-Mim G rubu denen u lusal g izli örgütü n demir çekirde­
ğ i n i meydana getirm işti . Çevresi ndeki küçük arkadaş g rubunda her
türlü d işe vurulmuş, demir leblebi türünden m i l itanlar vard ı . Bunlar
arası nda Deniz Yüzbaşısı Safranbolu l u Hakkı Bey, Üsteğmen Abdül-

49 1
vahap Bey, Yüzbaşı Bilal Bey, Yüzbaş ı Zeki Bey, Piyade Üsteğmeni
Saffet Bey, Üsteğmen Burhan Bey, Kayyum Ahmet Efendi vard ı .
Kemal Bey, silah kaçakçı l ı ğ ı n ı b i r süre bun larla yönetti. Sonra bu
küçü k g ruba Teğmen izzet Bey, Teğmen Necmi Bey, Topçu Teğmen
Ziya Bey katıldı lar. Bunların çevresinde gölgede çal ı şan iki kişi daha
vard ı ki onlar da muhabere subayı (Binbaş ı ) Cavit Bey ile üsteğmen
Ah met Bey'd i .
Kesin olarak Albay Kemal Bey'in buyruğ unda çal ı şan ve b i r yan­
dan l ngilizleri n , bir yandan da M ustafa Kemal'in teh likeli görerek
dağ ıtt ı ğ ı Karakol Demeği'nin gözü nü daldan budaktan sakınmayan
sivil-asker karması bütün seçkin üyeleri M i m-Mim G rubu çal ı şmaları
içinde zengin bir kad ro meydana getiriyord u . Tasviri Efkar gazetesi
sahip ve başyazarı Vel it Bey, Karakol Derneği'nin cesur şefi Kur­
may Albay Baha Sait Bey'in en yakın yard ı mcı s ı , Tal i m ve Terbiye
Cemiyeti Başka n ı Göz Doktoru Esat Paşa , Sait Molla'n ı n şifreleri n i ,
Anadolu kulübünde a l ı nan kararları haber veren Su Şi rketi M üfet­
tişlerinden Halit Bey, ü n l ü l ngiliz casusu M ustafa Sağ ı r'la ilk önce
dostlu k kura n , sonra casus old uğunu anlayarak haber veren Bel­
çika Elçiliğinde çal ı şan Ferit Cevat Bey, saka l l ı süvari Yarbayı Aziz
Bey, H ürriyet ve l tilafçılarla kumar arkadaş l ı ğ ı yapmak bahanesiy­
le s ı rları n ı haber veren eski sporculardan Kör Emin Bey, Erenköy
dolayları ndaki Nadir Bey çiftliğini basarak Al manlardan kalma pek
çok silahla cephaneyi ele geçiren Yüzbaşı Meh met Ali Bey, Alem­
dağ menzil iyle bağlantı kuran Kuzguncuk'taki Karakol Kumanda n ı
Yüzbaşı Memduh Bey, ulaştı rma işleri nde yararl ı l ı klarıyla ü n sal m ı ş
hamallar kahyas ı Salih Reis, Harbiye Nazı rı Mersinli Cemal Pa­
şa'n ı n yaveri Bi nbaşı As ı m Bey, Çel iköz çiftl iği dolayları nda türeyen
çeteleri yok eden Yüzbaşı Aziz Bey, Beykoz dolaylarında düşman
çeteleri ni yok eden Meclisi Mebusan Muhafız Taburu Kumandan ı
Reşat Bey'i n kardeşi M u rat Bey, Kand ı ra i l e lzmit arası ndaki Kuş­
çal ı (Kutluca)köyün ü n gizli telgraf merkezi ni yöneten (sonra Büyük
Mil let Meclisi Telgraf Müd ürü) Ali Bey, Anadolu ile gizli haberleşmeyi
yapan l stanbul telgrafhanesinde Manast ı rl ı Salih Bey, Posta Müdürü
Nusret Bey, Posta Müdürü I hsan ( Pere) Bey, Mara l ı Halit, kardeşi

492
Nail Beyler, propaganda servisinden Ad il Bey, Vel i Bey (sonraları
Ankara Noteri ), Yörük vapuru kapta n ı Sait Bey, Paşabahçe vapuru
kapta n ı Al i Bey, Anastasya römorkörü kapta n ı Sava ve oğl u , Teşki­
latı Mahsusa ' n ı n başka n ı Yarbay Mehmet Ali Bey, Teğmen Ahmet
Bey, Saraçhane müdürü Halit Bey, Yüzbaş ı Rag ı p Bey, Sarayburnu
ambarı nda Boşnak Yüzbaşı Arif Bey, Sevkiyat Müdürü lsmail Hak­
kı Bey, ya rd ı mcısı Yüzbaşı Fevzi Bey, deniz subayı Yüzbaşı Murat
Bey, Saraçhane ambarı nda Binbaşı Halit Bey, yard ı mcısı Yüzbaşı
Ali Rıza Bey, Yüzbaşı Sabri Bey, Teğmen Ekrem Bey, makineli tüfek
ve yedek parçalara bakan Teğ men Naz ı m Bey, kaçak eşya aras ına
asker eşyası karıştı ran Harbiye Nezareti Üçüncü Şube Müdürü Bin­
başı Rifat Bey, Ah ı rkapı Müdürü Binbaşı Ziya Bey, Mim-Mim Gru­
bunun isteklerini hemen yeri ne getiren fabrikatör Kemal ( l bak) Bey,
Bursa Tümen Yaveri Hamdi Bey ve eşi Kız Öğretmen Okulu Müdi­
resi Şekibe ile yard ı mcısı Bah riye hanı mlar, deniz işlerinde Ku rmay
Kolağası Şevket Bey, Yüzbaşı Muh ittin Bey, polis müdürü Ekrem
Bey (General), M ustafa Kemal Paşa ' n ı n S ivas'tan Konya delege­
si diye l stanbul'a gönderdiği, Niğde, Konya ve dolayları kıtaları n ı n
mekanizma, makineli tüfek vb . lerini ulaşt ı ra n , istihbarat işlerinde de
çal ışan , i kinci l nönü Savaşı 'nda baş ı ndan , kol undan, başka bir ye­
rinden üç kurşun yiyerek yaralana n , kurşun kafası nda kald ı ğ ı ndan
uzu n süre görme , tan ı ma d uyuları n ı yitiren 4 . Tümen Yaveri topçu
Yüzbaş ı s ı I hsan (ldikut) Bey, Emin Al i Bey, lstanbul'daki M i m-Mim
Grupları n ı n can ı n ı dişine takarak, dirim ini h içe sayarak çal ı şan mi­
l itanları aras ında bulunuyord u . Bunları n da çevrelerinde nice adsız
kah ramanlar, Anadolu savaşı n ı beslemek üzere var gücüyle çal ı ş ı ­
yord u . B u n ların yaptı kları başl ıca iş, Anadolu'ya yararl ı insa n , silah
ve cephane kaçı rmaktı .
*

Anadolu'ya durmadan kendi başı n a türlü yollardan silah kaçak­


ç ı l ı ğ ı yapan Hüsnü ( H i m metoğl u ) Bey, bu kez Anadolu 'ya büyük öl­
çüde bir parti cephane ile malzeme göndermeyi kafasına koyarak
Harbiye Nezaretinde görevli Topçu Yarbayı Salih Bey'le konuşup
anlaştı .

493
Ankara'ya giderek bundan son ra gizlice Fevzi Paşa'ya danıştı :
- Şimdiye dek ufak tefek sevkiyat yaptık. Bu kez büyük ölçüde
götü rmek istiyorum .
Paşa , o n a şu sal ı kta bulund u :
- Biz ufak tefek sevkiyatı daha üstü n tutuyoruz. Bu daha uyg u n­
dur. Çünkü büyük ölçüde sevk ederken l ngilizler yakalayacak olursa
azar azar gönderd i klerinize de engel olabilirler. Bundan dolayı bü­
yük ölçekten vazgeç. Parça parça göndermen izi sürdürelim, daha
iyi olur.
Paşadan umudunu kesen Hüsnü Bey, kendi ad ına girişime geç­
ti . Odesa'dan Rus göçmenleri taş ıyıp d u rmuş olan sekiz yüz ton­
luk Ara rat vapuru sorumlularına başvurd u . Direkleri nde dalgalanan
Fransız bayrağ ı , bu vapura bir doku nul mazl ı k bağ ışl ıyord u . Mösyö
Kalçiy'le on beş bin l i raya uyuştu .
Şirketin isted iği beş yüz lira peşin parayı bulmak son kerte önem­
l i bir iş old u . Hüsnü Bey'in cebinde yüz kuruş bile yoktu . Anadolu­
cu birkaç arkadaşı bu parayı bulup ona vermekte gecikmed i . Şimdi
iş asıl büyük parayı bulmaya kal ı yord u . Eski Anadolucu gizl i Felah
Grubu'na başvurd u . Bu grubun baş ı nda bu s ı rada l stanbul Pol is Mü­
dürü olan Ekrem Bey ( Paşa), Eyüp Bey ( Paşa, son ra H atay mebu­
su), Seyfi Bey (Paşa) bulunuyord u .
Bunlar, H ü s n ü Bey' i d i n led i kten sonra :
- Ne yaparsan yap biz karışmayız, dediler.
B u ndan sonra , M im-Mim Grubu üyeleri ne açıld ı . Onlardan ancak,
o da bin güçlükle beş bin l i ra koparabild i . Yan i bulabildikleri buyd u .
üç yüz yükleme işçisi Haliç'te demirlemiş o l a n Ararat'a yükleme
buyruğunu bekl iyord u .
H ü s n ü Bey, Eminönü' nde Anadolu sevkiyat ambarında elleri böğ­
ründe düşünüp d u ru rken her zaman kendisine uğrayı p bir çayı n ı ,
kahvesi n i içen lstanbul'un kocaman kafal ı , k ı sa boylu ünlü uğur ge­
tiricisi Pazar ola Hasan Bey çı kageldi . Hasan Bey'i n selamlama biçi­
mi "Pazar ola" yd ı . Bu, uğur getirici say ı l ı r, bütün esnaf ona i kramda
bul u n u r, gönlünü hoş ederd i . Hüsnü Bey de derd i n i u nutarak Hasan

494
Bey' i oturttu . l ran l ı çaycı Meh met'e ısmarlad ı ğ ı demli çayları karşı­
l ı kl ı içtiler. Çaydan sonra Hasan Bey bir sandal gezisi isted i . Hüsnü
Bey, sanda l ı tuttu. Hasan Bey, yal n ız binip g itti .
Son ra gelen sandalcı , Hüsnü Bey'e şu ilginç haberi verd i : Pazar
ola Hasan Bey kay ı kla, Kas ımpaşa önünde demirlemiş olan Ararat
vapuruna g itmiş, bunun çevresinde tavaf eder gibi bir kaç kez dolaş­
tıktan sonra uzaklaşmıştı .
Bunu uğur sayan Hüsnü Bey, bütün kayg ı ları n ı bir yana bırakarak
29 Ekim 1 92 1 cuma günü gecesi Karaağaç'tan taşıdığı sekiz mavna
dolusu malzeme ile cephaneyi , Ararat'a yanaştı rarak başlarında Sü­
leyma n ' ı n bulunduğu üç yüz işçiye taşıttı . Bunlar, dört gece sabaha
dek vinçsiz çal ı şarak işi bitirdiler. Ararat'a yüklenen eşya arası nda kırk
iki bin dokuz yüz elli dört top mermisi, iki seri ateşli top, yirmi altı san­
d ı k telemetre, dürbün, telefon vb. vard ı .
Ararat, beşinci g ü n ü sabahı Haliç'ten çı karak Dolmabahçe önün­
de demirledi . Hüsnü Bey, şirkete bir zarar gelmemesi için kumpan­
yan ı n acenteliğini alarak gemide "malları n ı n" başı nda kald ı . Hüsnü
Bey, gemideki bu korku verici cephane y ı ğ ı nları n ı çivi, dem ir, sabun
gibi ticaret eşyası olarak gösterd i .
Sabahleyin , Kızkulesi önüne vararak l ngiliz kontrolünden geç­
mek üzere hazırlanan gemiye yen i bir iş daha çıktı :
M uaveneti Bah riye Başka n ı Albay Nazı m Bey'den Hüsnü Bey'e
gelen mektupta şöyle d iyord u :
"Aman! Benim i k i tayyarem var. Bunları da al götü r. "
Hüsnü Bey, bu teh l ikeli işi gruba dan ı şmak zorunda kald ı :
- Am a n , dediler, koskoca tayyareleri l ngilizler görür, çok tehlikeli
iş. Bir yakalarlarsa gemi de g ider, sen de gidersin.
Hüsnü Bey, her şeyi göze alarak iki uçağ ı da yükled i . Manifesto­
ya da ticaret eşyası d iye yazd ı .
Ararat, 2 Kas ı m 1 92 1 sabah ı , demir alarak Kızkulesi önüne
varı nca l ngiliz kontrol kurulu geld i . Onları salona alan Hüsnü Bey,
kahveler, viskiler, l ikörler, sigaralar sundu. Manifestoya şöyle bir göz
atan kuru l , gemiyi araştırmayı gerekli görmeyerek çekip g itti .

495
Ararat, Karadeniz' in dalgaları üzerinde nerdeyse korkulukları na
dek sulara gömülerek l nebolu 'ya doğ ru giderken Hüsnü Bey, cep­
hede en önemli düşman mevzilerini ele geçi rm iş bir kumandan ı n
duyd uğu zevki d uyuyord u . Tam yolla giden Ararat, kazasız belas ız
İ nebolu'ya vard ı . Mevki Kumandan ı Nidai (General), Selami beyler
gerek Ararat' ı n yükü n ü , gerekse bunları binbir teh l i ke içinden aşı­
rarak buraya geti ren Hüsnü Bey'i kahramanlar gibi karş ı lad ı lar. Her
zamanki gibi yed iden yetm işe davranan İ nebol ulular bütün takaları­
n ı , kayı kları n ı seferber ettiler.
Gemi , otuz altı saatte boşaltı ld ı . l stanbul 'daysa doksan altı saat­
te yüklen mişti .
An kara'ya uçan müjde orada da benzer sevi nci yarattı . Genel­
ku rmay Başkanl ığ ı , Hüsnü Bey'e An kara'ya gidebil mesi için bir oto­
mobil gönderd i . Hüsnü Bey, Ankara'ya vard ığ ı nda Refet, Ali , H ikmet,
As ı m (Gündüz) Beylerle görüştü .
Yal n ız, M im-Mim Grubu kendi d ı ş ı nda bir yu rtseverin böyle bü­
yük bir başarı sağlamas ı n ı çekememek gibi bir durum ald ı . La Fran­
caise Şirketi ne verilmesi gereken dokuz bin beş yüz lirayı ödemed i .
( B u parayı sonradan An kara ödemek zoru nda kald ı . )
Hüsnü Bey, Ankara'dan lstanbul'a döndüğü nde Reşad iye Cad­
desi' ndeki ambarı her zaman bir silah deposu gibi işled i durd u . Eşi
dostu buraya her uğrayışı nda büyük bir kayg ıyla birlikte bu yurtse­
verl iğin derecesine karş ı büyük bir sayg ı da d uyard ı :
- Ya bir baskına uğrasayd ı n ız!
- Ölümü zaten göze a l m ı ş ız!
*

l stanbul'un bütün cephanelikleri , levaz ı m depoları , Trakya'da,


Küçü kçekmece'de, Anadolu yakas ı nda da Pend ik s ı n ı rına dek uza­
yan bölgelerde topla n m ı ştı .
Bu yüzden M im-M im Grubu bu geniş bölgedeki cephaneliklerle,
depolardaki bütün Türk sorumlularla anlaşmak üzere davranmış,
bunu da başarm ıştı . O dönemde Kuvayı Milliyeci , yurtsever olmayan
siville askere de pek az rastlan ıyordu. Bu yüzden bütün işgalcilerin

496
sözde kontrolünde olan eski Osma n l ı Ordusunun silahlarıyla cepha­
nesi Anadolu'nun yolunu tutmak üzere nöbet bekl iyord u . Başlangıçta
Anadolu'ya silah kaçı rmak son kerte teh likeli olduğu halde Frans ız­
larla yapı lan Ankara Antlaşması'ndan son ra bu tehlike hemen hemen
çok azalm ıştı . Fransız hükümeti , Kuvayı M i l l iye ile aras ı ndaki pü­
rüzleri temizled i kten sonra , İ stanbul bölgesinde kendi kontrolünde­
ki bütü n cephanelik, depo ve ambarları resmi ol mayarak Mim-Mim
Gurubun u n kaçakç ı l ı ğ ı na açtı . Kuvayı M i l l iye ajanları , ünlü Fransız
ajanlarıyla baş başa verip Anadolu'ya yap ı la n silah kaçakçı l ı ğ ı n ı
daha rasyonel b i r biçime sokmaya başlad ı lar. Anadolu'ya gereken
silahların g itmesine göz yuman Fransız i şgal Makamları , Kuvayı Mil­
liyeci olduğundan cezaevlerine düşmüş, dirimleri tehlikede bulunan
Türk militanları n ı da birer bahaneyle serbest b ı raktılar. Fransızlar,
Tü rkleri sonuna dek s ı k ı ştırıp Bolşevikliğe doğru itmenin tehlikesi­
n i anlamış, Mustafa Kemal ' i ilerde Batı n ı n adamlarından biri olmak
üzere ilk kez selamlamışlard ı .
l stanbul'da şimdi Kuvayı Milliye' n i n ü ç temelli d üşman ı vard ı .
Bunları n baş ı nda İ ng i lizler, sonra Damat Ferit hükümeti , daha sonra
Yu nan casusluk örg ütü gel iyord u . Ne var ki Fransız casus örg ütü
Türkiye kozu için çal ı ş maya başlay ı n ca Sakarya Zaferi'nden son­
ra Yunanl ı lardan büsbütün umudunu kesen İ ng i l izleri n l ntel l igence
Service'i de yön değiştirerek, el altından Türk karş ı casuslarıyla an­
laşmakta geç kal mad ı lar.
itilaf Devletleri n i n işgali s ı rası nda istanbul'a üç beş dil bilen ayd ı n
Ermeniler d e gelmişti. Bunlar, Rusya'yı d a görmüş, öğrenmişlerd i .
'Artık, ı rkları yok eden sürgünler durd u ru l mal ı , düşma n l ı klar, kışkırtı­
cılara yöneltilmeli' d iyorlard ı . Bunları n bir böl ümü Fransız uyruğ una
geçmişti . Akdeniz ile Karadeniz ulaşı m ı n ı sağlayan "La Française"
ad ı ndaki vapur kum panyas ı n ı yönetiyorlard ı . Frans ızlarda, Tü rkle­
re yard ı m etmek eğ ilimi uya n ı nca bu düşü nce bu Ermenilerde çok
güçlü bir yankı buldu. Böylece hem para , hem de uyruğu oldukları
Frans ızları n teveccüh ü n ü kazanacaklar, hem de geçm işte yaptı k­
ları n ı unutturarak Anadolu'da ve İ stanbul'da arta kalan Ermen i leri
olsun ku rtaracaklard ı . Artık Tü rklerin eskisi gibi gerek l stanbul'a , ge­
rekse Anadol u'ya egemen olacakları da anlaş ı l maya başlam ı ştı . Bu

497
Ermeniler, düşündükleri gibi yaptılar ve bütün isteklerine u laştı lar.
Fransızlar, La F rançaise kumpanyas ı n ı n bütün gemilerini silah ,
cephane taşı makta serbest b ı raktılar. Bunda bol para da vard ı .
Kontrol komisyonundaki memurlarına buyru k vererek b u gemilerin
aranmas ı n ı engellediler. Kontroller ya hiç yap ı lmad ı ya da üstünkörü
yap ı ld ı .
Fransız askerinin gözcülüğü altındaki bütü n fabrikalarla depo­
lardaki silahları , cephaneyi Kuvayı Milliyecilerin buyruğuna verdiler.
Bunun için de Doğu şubesinden Dela Croix ad ı nda çok genç bir me­
m u r görevlendirdiler. Dela Croix, hem Millicilerle, hem de Fransız
kumandanlarıyla görüşüyor, yard ı m ı böylece sağ l ı yord u . Bu süre
içinde ancak Bakı rköy'de bir tek Fransız subayı korkakl ı k göstererek
General Pellet'ten yaz ı l ı buyruk istemişti .
*

Böylece , silahla cephaneye kavuşan Mim-Mim Gru b u , şimdi


daha büyük bir güçl ü kle karş ı laşm ı ştı . Bunları taşıyacak gemilerle
bu gemilere ödenecek normalinden çok üstü n para , birdenbire ön
plana gelmişti . Artı k depolar ele geçtikten son ra şimd iye dek yapı lan
ufak tefek silah kaçakçı l ı ğ ı n ı bir yana b ı rakıp büyük çapta bir silah
kaçakç ı l ı ğ ı na başlamak gerekiyord u . Oysa elde h içbir araç yoktu .
Büyük bir parti silahla cephane elde etmedikçe durup duru rken
para bulmaya çal ı şmak da Kemal Bey'e olanaksız görün üyord u .
B u n l a r bulunduktan son ra para kend iliğinden gelebil i rd i . Kemal Bey
büyük ölçüde bir parti silahla cephaneyi ilk olarak Anadolu'ya u laş­
tırabil meyi kafas ı n a koyduktan sonra Harbiye Dairesi Topçu Şubesi
Müdürü , onun kara gün dostu Erzinca n l ı Yarbay Salih Bey'in büro­
suna uğrad ı :
- Sal i h , bir vapur bulursak bize cephane vermekte kolayl ı k gös­
terebilir misiniz?
Salih Bey, hiç ikircik göstermed i :
- Cephanelikler, ben i ş başı ndayken sizin buyruğunuzdad ı r. Ne
zaman ve neler isterseniz alabilirsiniz, isterlerse beni cephanelikle­
rin kapısında assı nlar! Cephaneliklerimizdeki memurları mız bu ola­
ğanüstülükleri karşılayamazlarsa, isteklerine göre de değiştirebiliriz.
Durumu tehlikeye düşenleri siz Anadolu'ya aşırırs ı n ız.

498
Salih Bey'den sonra Harbiye Dairesi Başka n ı olan I hsan Paşa da
Mim-Mim G rubu başka n ı na benzer garantiyi verd i .
Silahla cephaneyi böylece sağlayan Albay Kemal Bey, şimdi bun­
ları l nebolu'ya götürecek geminin peşine düşmüştü . Bunu nerden , na­
sıl bulacaktı? Kafası n ı kurcalayıp duran bu soruya bir çıkar yol bulmak
üzere ilk usuna gelen yere doğruldu. Sirkeci'de bir ardiyeye uğrad ı .
Buras ı n ı Birinci Dünya Savaşı'nda Kemal Bey'in kumanda ettiği
alayda emir subayı olan, ona çok bağlı bulunan Himmetzade Hüsnü
Bey işletiyordu. H üsnü Bey'in ardiyesi Anadolu'ya silah kaçı ran bir şe­
bekenin merkeziydi . Son kez l nebolu'ya gönderdiği g ı rtlağına dek yük­
lü Ararat vapuru , onun önem kazanmasını sağlam ıştı . Hüsnü Bey'le
karşılıkl ı oturup çayları n ı içerlerken Kemal Bey:
- Hüsnü, ded i . Gerçekten, böyle ufak tefek silah kaçakç ı l ı ğ ıyla
Anadolu'yu besleyemeyiz. Ancak senin Ararat vapuruyla yaptığ ı n
gibi bir atı l ı mda binlerce ton silah ve cephane gönderebilirsek temelli
bir iş görmüş olabiliriz. Türk ordusunu ancak böylece besleyebiliriz.
Cephelerin ateş sağanakları altında yetişen genç subay eski ku­
mandan ı n ı n düşüncelerine hemen ortak oldu .
- B e n size vapuru sağlayacağ ı m , ded i . E l sıkışıp ayrı ldılar.
Albay Kemal Bey, birkaç gün sonra yine ard iyeye uğrad ı . Çayla-
rını içerlerken sord u :
- H ü s n ü , galiba yine avuntu?
- Hayır, vapuru buldum. Hem bin ton cephane alacak.
- Bin ton mu?
- Evet, üç gecede bin ton .
- Hangi vapur, kimin?
- Yi ne Ararat! Sizi de sahibiyle görüştü receğim.
Sonra şu açı klamayı yaptı :
- Ararat boyanma bahanesiyle Haliç'e girecek, yüklenecek, lima­
na çıkacak, burada da yolcusunu güvertesine aldı ktan sonra denize
açılacak, yükünü konuştuğumuz gibi l nebolu'ya boşaltacak.
Kemal Bey çok sevindi. Bin tonluk cephane bir sürpriz yaratacak

499
değerdeydi . Yal n ız bu işin çakı lmas ı , girişimcilerinin dirimini tehlikeye
atabilird i . Bu ölçüde bir işin başarı yolları üzerinde türlü tehlikeli engel­
ler bulunabilird i . Bu, mantığ ı n sınırları dışında boy atmış bir serüven­
den başka bir şey olmayacaktı. "Cephanelikler gözaltı ndayd ı . Gece­
leyin Haliç'te hareket dikkati çekebilirdi. Vinç işletilemezdi . Sonra yüz­
lerce işçiyi cephanelikte ve vapurda çalıştı nnak, bir şey sızd ı nnamak
acaba olabilecek iş miydi?" Casuslar, her yanda vızı r vızır işliyordu.
Onları n koynuna dek sokulabilirlerd i . "Bu, üzerine eşya , altına cep­
hane yükleyerek lzmit'e satıcı kılığ ıyla seferler yapan motorları nkiyle
nasıl ölçüştürülebilirdi? Bütün ambarları n ı yasak maddelerle dolduran
bir vapuru n , yoklamada göze çarpmaması olacak iş miydi? Yalnız işin
bu yönündeki düşüncelere kapılmak da insanı hareketsizliğe götüre­
bilirdi."
Kemal Bey, bütün bunları düşündükten sonra hepsini bir kalem­
de çizerek:
"Tutsak bir yaşayışın ne değeri vard ı r?" diye söylendi. Sirkeci'de
bir lokantadaki randevusuna doğru iyimserl ik dolu bir yürekle ilerledi .
Masada oturan uzun boylu , uzun sakall ı , parlak gözlü b i r Fransız, ye­
rinden doğrularak onun elini sıktı . Kemal Bey, ilk bakı şta bu adamın
güven venneyen bir hava taşıdığını sezer gibi old u . Buna ald ırış et­
meden tabak, kaşı k-çatal gürültüleri , ağ ız şapırtı ları arası nda adam ı n
silah kaçakçı l ı ğ ı için açı klad ığı planı ilgiyle, sevinçle dinlemekten ken­
dini alamad ı .
Adam:
- Efend i m , diyord u . Boyan ı rken vapuru yüklemek işten bile de­
ğildir. Hem de bu ilk vapurdur. Zafer yolunu bu vapur açacaktır ve
artık bu işlek yoldan yürü necektir.
O , anlatırken Kemal Bey şöyle düşünüyord u :
"Acaba karşısı ndaki i ş adamı b i r serüvenci , b i r ajan mıdır? Ben ,
bir La Byrinte miyim? Nereye gidiyorum? Yol arkadaşı n ı iyi seçmeyi ,
güvendiğim görgülerim bana öğretmedi mi? i lk konuştuğum bu adam ,
acaba kanl ı bir oyun mu oynamaya haz ı rlan ıyor? Herifçioğlu lstan­
bul'u ve birçok mevki sahiplerini yakından tanıyor. Sonra olumlu işler

500
yaptığ ı ndan da söz edip duruyor. Bütün bunlara inanmak için doğrusu
çok saf olmal ı ! Ben ki yaşamış, okumuş, yabancı ülkeleri de biraz
tan ı m ı ş bir insan ı m . i şin kendiliğini çok daha bilgili ve görgülülere sor­
mak, onlardan karar almak da doğru olabilir. Yaln ız, burada mantı ğ ı n
d a yeri var m ı ?" Bunları düşünerek Mösyö Pozalt'a kesin b i r kararl ı l ı k
içinde şöyle ded i :
- Vapur, yarı n geceyle birlikte yükü n ü alabilir.
Pozalt, bin ton cephaneyi l nebolu'ya on bir bin liraya b ı rakacaktı .
Bu para da Kemal Bey'e çok görü n med i .
*

Düşman ı n korkunç gözü altında üç gece üst üste vapura silah


ve cephane yüklenecekti . Bunları yükleyecek fedakar işçiler son
kerte tehlike içinde çal ı şacaktı . Bir patlama, hepsinin dirimine mal
olabil i rd i . Yal n ız, düşman nöbetçilerinin kapa l ı yerlere çekilerek din­
lenme a l ı şkan l ı ğ ı birçok yarar sağ l ı yord u . Cephaneliklerin kap ı s ı ki­
litlenmiş, sorumluları n buyruğuna b ı rakı l m ı ş . Yal n ız, Haliç'te köprü
altında gözcüler vard ı . Düşman hesa b ı na işleyen şebekeler de boş
durmuyord u .
"Yükleme hamalları iki yan olmuşlard ı . S a l i h , Osman Reis kar­
deşler, Anadolu'nun ereğ i için yap ı l a n , yap ı lacak her türlü fedakarl ı ­
ğa hazırd ı lar. Bu i k i kardeşin yönetiminde binlerce işçi vard ı . H ız ı r i l e
Şaban Kahya i s e o zaman egemen o l a n H ü rriyet v e i tilaf Partisi'nin
bir oyuncağ ı idiler. Salih'in partisinden yararl a n ı labilird i , öteden beri
Salih'le anlaş ı l m ı ştı . Sal i h , çoğunluğun baş ı ndayd ı . Muhalif partiye
ayrı lanlardan sakı n mal ı , bütün yap ı lanlar gizli kalmal ı ve yabancı la­
ra bir şey sızd ı rmamal ıyd ı . "
Kemal Bey, işe başlayacağ ı s ı rada bir iki kişi , işçi örgütünü ken­
dileri çal ı ştı rmak üzere bir başkanl ı k davası gütmeye , işçileri ça­
l ışmaktan a l ı koymaya yeltend i . Kemal Bey'le arkadaşları , her şey
yoluna kon muşken böyle bayağ ı bir kumanda sorunu yüzünden işin
aksama teh l ikesini göstermesine çok üzüld ü ler. Bu başlara gidip
ulus ad ı n a yalvarıp yakarmak zorunda kald ı lar. Ayra n ı kabaran yen i
işçi l iderleri n i yola getiren Kemal Bey'le arkadaşları cephaneliklere

501
yanaşı p m ü h ü rleri söktüler. Yüzlerce işçi gecenin kara n l ı ğ ı nda, Ha­
liç'in ölü sessizliği içinde arı gibi işlemeye başlad ı . Bu çok tehlikeli
işin baş ı nda Yüzbaşı Bilal, Hakkı , Teğmen Abdülvahap, Kayyum Ah­
met Efend i , Tahsin Kapta n , Hemşinli (Bolşevik) Meh met, Mustafa
vard ı . Kemal Bey'le H üsnü Bey, cephaneliklerle vapur aras ı nda me­
kik dokuyorlard ı .
"Yaln ız, U n kapan ı Köprüsü altındaki casus baraj ı büyük tehlike­
ler taşıyord u . T. 'nin yönetimindeki bir gözcü postas ı , buradan kuş
uçurtmuyord u . Hal iç'e gidip gelmeler de bu s ı k ı kontrol altı ndayd ı .
Geceleyin Haliç'te ölü bir sessizl ik göze çarpıyord u . Kara n l ı ğ ı y ı rtan
bir ses , casusu iş baş ı na çağ ı rabilird i . "
Ararat vapuru , Kas ı m paşa ile Fener aras ı nda demirlemişti . Ge­
cen i n sessizliğ i n i vincin gürültüsüyle bozmamak, düşman kulakları n ı
uyand ı rmamak için cephane sandı kları elden ele verilerek taş ı n ı yor,
rampalardan ambarlara kayd ı r ı l ı yord u . i şçiler, gelen sandı kları , bir
tıkırtı çı karmamaya çal ı şarak istif ediyord u . Ancak bu yükleme biçi­
mi, yükleme saatleri n i uzatıyord u . Durmamacas ına en h ızl ı tempoy­
la çal ı ş ı l d ı ğ ı halde ancak altı yüz ton l u k cephane yüklenebilm işti .
Bu arı örneğ i çal ı şmaya tanyeri atmadan önce ara veri liyor, güneş
doğarken işçiler, koğuşları nda horlamaya başlıyorlard ı .
Bin tonu bitirmek üzere daha iki gece çal ı şmak gerekiyorsa da,
tehlikeli görüldüğünden bundan vazgeçildi. Vapur şirketi, Kemal Bey'e
haber göndererek dördüncü gün vapuru n Haliç'te kalmas ı n ı n tehlike
yaratacağ ı n ı bildirdi.
Şimdi, boyanması bitmiş olan Ararat, Si rkeci 'ye yanaş ı p yolcu
alacaktı . Ararat, büyük kayg ı lar içinde Hal iç'teki casus barajları n ı
aşarak S irkeci'ye yanaştı : Yolcuları n ı almaya başlad ı .
*

Kemal Bey'le arkadaşları , vapur serüveninin bundan son rası­


n ı düşü nerek yürek çarp ı ntıları içinde geçen saatleri sayıyorlard ı .
Mehmet ve Hüsnü Beyler d e tehlike topunun ağzı nda yer alan iki
militand ı . Her üçü de kara , acı günler görmüş kişilerd i . Ne var ki bu
cephaneleri n yakalanması , şimdiye dek geçird i klerini gölgede b ı ra­
kacak felaketlere gebe olabilird i . Yolcu alan her vapur, iğneden ipl iğe

502
yoklamadan geçiriliyord u . Bunca cephane sand ı ğ ı n ı n bu yoklamada
ele geçmemesi , ancak bir mucize olabil ird i . Bu yüzden de bu üç ki­
şinin kayg ı s ı büyüktü . Vapurda başka öteberiyle birl i kte k ı rk beş bin
mavzer mermisi vard ı .
Kemal Bey, arkadaşlarına:
- Bunca mermiyle Anadolu bir meydan savaşı kazanabilir, di­
yord u .
Aralarında varsayımlar yürütüyor, kayg ı ları n ı yeğnikleşti riyor,
avu nmaya çal ışıyorlard ı .
*

Bu s ı rada Pozalt' ı n Kemal Bey'le görüşmek isted iği bildirildi . Ke­


mal Bey, ardiyeye g i rdiğinde Pozalt' ı n heyecanla kayg ıdan sakal ı n ı n
tellerini titrer buld u :
- Bu ardiyede konuşamayacağ ız, ded i .
B u n u n üzerine Kemal Bey, bir felaketin , d e m i r kanatları n ı çı rpa­
rak kend isine doğru yaklaştığ ı n ı duyar gibi oldu.
Pozalt'la birlikte ardiyeden çı karak bir tramvaya atlad ı lar. Kemal
Bey, karşısı nda oturan ada m ı n yüzünü inceden inceye gözden geçirip
durumu anlamaya çal ı şıyordu. Acaba bu herif gerçek bir provokatör
müydü? Kim bilir şimdiye dek kaç kişinin baş ı n ı yakm ıştı? "Her ne
olursa olsun bu suçu birlikte işledik cezası n ı da birlikte çekeriz" d iye
düşünerek yürekliliğini yitirmemeye çal ıştı .
istiklal Caddesi'nde Ağa Camisi durağ ı nda indiler. Karşıdaki so­
kağa dalara k g ittiler. Oradaki bir evin kapı s ı ndan girdiler. Şimd i , üç
katl ı evi n en üst katı ndayd ı lar. Koltuklara gömüldüler. Pozalt' ı n ı s­
marlad ı ğ ı kahveleri h izmetçi kız getird i .
O çıktıktan sonra Pozalt kap ıyı kapayarak şöyle konuştu :
- Bilirsiniz beyefend i , bu gibi olağanüstü girişimlerde başarı
mali fedakfırl ığa bağl ı d ı r. Duru m tasarlad ı ğ ı m gibi çı kmad ı . Vapu­
ru kurtarmak için çok para ödemek zorundayız. Belki elli bin l i ra ile
vapur yola çıkabilir. Ben yirmi y ı ld ı r l stanbul'da çok işler görd ü m .
Elli bin l i ra geleceğimiz için de gerekl idir. Tal i h i n cilvelerini bilemeyiz.
Yarın beraberce bu toprakları da b ı rakıp g itmeyeceğ imizi kim garan-

503
ti edebilir? Bu para da göndereceğiniz mal fiyatı n ı n yüzde kaçı n ı n
karş ı l ı ğ ı d ı r.
Pozalt' ı n bu alçakça dönüşü, Kemal Bey' i n kafasına bir gülle gibi
indi. Yirmi y ı ld ı r bu gibi işlerde çürümüş olan bu adam şimdi yal n ı z
Kemal Bey'e değ i l , onun yirmi y ı ld ı r üzerinde çöplendiği bu güzel
toprakların kaderine karşı da ihanet ediyord u .
Kemal Bey, bu aşağ ı l ı k, korkunç olupbittiye ne diyeceğini şaşı r­
m ı ştı . içinden herife birçok sövg ü , lanet savurarak kapıyı çarpıp çıktı .
Yine Sirkeci'ye giden tramvaya bindiğinde sersem gibiydi. "Bu adam
bir suikast hazı rlamış olabilir. Yakası n ı sıyırmak için bizi ele verebi­
lir. Ne var ki benim de yalnız olmad ığı mdan bütün karakteriyle yirmi
yı ldan beri , hele meşrutiyetten sonra tan ı d ı ğ ı ülkede hareketinin ce­
zas ı n ı çekeceğinden de emindir. Amacı , zayıfları kıvrand ı rarak para
koparmaktı ve bir kez bu yol açı l ı rsa h ı rslara bir s ı n ı r çekmek elden
gelmez. Kurtuluş yolu birdir. Bu da doğru yoldur. Kaderin cilvesine
boyun eğmek en uygun düşüncedir. Belki elli bin lira verilir. Fakat ben ,
Ankara'daki makamlara ve arkadaşlarıma, bu işin nispeten ufak bir
para karş ı l ı ğ ı nda yapı labileceğini garanti ettim . Verilecek para n ı n ya­
rı s ı n ı büyük güçlüklerle l stanbul'da hamiyet erbabı n ı n lütfuna başvu­
rarak ödünç elde ettim . Bize açı lmış bir kred i yoktur. En büyük güç
grubun inancıd ı r."
Kemal Bey, S irkeci'ye dek tramvayı n sars ı ntısına kendi n i b ı raka­
rak acı acı hep bunları düşünd ü . Sözde para n ı n yarı s ı da silah ve
cephane başarıyla l nebolu'ya çıkarı ld ı ktan sonra verilecekti . Eminö­
nü 'nde tramvaydan inerek doğru Hüsnü Bey'in ardiyesine gitti. Onlar
yazı hanede bu işin tartışmas ı n ı yaparken içeri güler yüzlü bir adam
girerek Kemal Bey'e:
- Ne o Bey, seni heyecan içinde görüyorum? ded i .
- Rahatsızı m .
- Hayır, can ı n ı s ı kan olayı biliyoru m . Ararat, şi rketin haberi ol-
madan verilmiştir. Vapur, La Francaise şi rketinin mal ı d ı r. Ben , bu
şi rkette komiserim . Derin düşüncelere dalmayı n ız. Belki bir çözüm
buluruz. Gel beraberce d irektöre gidel i m . O , iyi bir kişid ir. Bize , yur­
dumuza umarım yard ı m eder.

504
Bunu söyleyerek Kemal Bey'le Hüsnü Bey' in yüreğine birazcık
soğu k su serpen Arif Bey adl ı adam, bir casus da, bir kurtarıcı da
olabilird i . Zaman o zamand ı . Kemal Bey, kendisi kocaman bir denize
düşmüş, boğulmak üzere olan bir kaza kurba n ı n a benzetiyor, Arif
Bey'i n sunduğu kurtuluş çaresin i de bu den izde tutu nduğu ak bir
köpüğe benzetiyord u .
Şirketin direktörünü görmek üzere köprüde h ızl ı ad ımlarla ilerler­
ken böyle düşünüyord u .
Arif Bey, onun kayg ı ları n ı yeğ nikleştirmeye çal ışıyord u .
Sağa döndü ler, rıhtım üzerinde biraz g ittiler. Ç i n i l i H a n ' ı geçtiler.
Sonra, Salih Reis'le zaman zaman görüştükleri yap ı n ı n karş ı s ı n a
düşen Yuvakimyan Han ı ' n ı n birinci katından içeri girdiler. Kemal
Bey, bir dakika son ra direktörle karş ı karş ıyayd ı . Gösterilen koltuğa
yerleşerek ziyareti n i n nedenini anlattı . Direktör, simidini çaya bana­
rak yerken Albay ı n derin bir üzüntüyle an latt ı ğ ı h i kayeyi dinl iyord u .
- Fakat efend i m , şi rketin sorumlu direktörü ben im. Bu işten h i ç
haberim yok. Pozalt, bu şirkette yetkisiz bir memurdur.
Bunları söyleyen direktör öfkeyle zile bastı . içeri giren çam yar­
ması gibi bir Ak Rus'a:
- Boris, ded i , şimdi gazetelere Pozalt' ı n şi rketle ilgisinin kesildi­
ğini bildiren bir ilan verin iz.
Kemal Bey'e göre bu işlem , çı kmaza g i rmiş olan işi büsbütün
çı kmaza sürü kleyecekti. Pozalt işinden olunca, Mim-Mim Grubunu
işgal makamlarına haber vererek bütün u mutları kökü nden balta­
layabil i rd i . Kemal Bey, bu konu üzerindeki bütün düşünceleri n i açık
yüreklil ikle d irektöre açtı . Direktör, oldu kça soğukka n l ı görünüyord u .
Yal n ız, bu s ı rada direktörün bildiği k i m i gizli buyru kları Kemal Bey
de bilseyd i bu kerte kayg ıla nmazd ı . F ransız casus örgütün ü n Ana­
dolu'ya karşı dostça davranmak için Paris'ten ald ı ğ ı buyru k La F ran­
caise şirketin i n vapurları n ı Anadolu ' n u n kozu için çal ı şmakta serbest
b ı rakıyor, Frans ızları n gözcülüğündeki bütün asker, silah , cephane,
malzeme depoları n ı Anadolu'nun istekleri ne karşı açı k bulunduru­
yord u . Yal n ız, Yunanlı larla l ngil izlerin gizli servislerine karşı uya n ı k
bulunulması gerekiyord u .

505
Bu yüzden Kemal Bey'in bütün kayg ı içinde yüzen sözlerini dur­
gunca dinleyen d i rektör, monokl gözlüğünü eline a l ı p , gözünü sile­
rek yine takt ı ktan sonra ayağa kalktı , şöyle konuştu :
- Sizi hakl ı buluru m . i çtenliğinize inan ı r ı m . Girişiminizin büyük­
lüğünü bilirim. Ben de bu toprağ ı severim . Size söz veriyorum . So­
nuncu vapurumuzu da elden çıkarı ncaya dek sizinle fakat mutlaka
sizi nle çal ı şacağ ı m . Sevkiyat ı n ızı ı l ı m l ı bir fiyatla yapacağ ı m . Benim
de büyük babam bu vatanda yaşa m ı ş , ailem burada mutlu olmuştu .
Hem ina n ı n ız siz düşman ı yeneceksiniz.
- Teşekkür ederim. Fakat Pozalt' ı uzaklaştırmak doğru mu?
- Bak, burada iyi düşünmed iniz. Hainler korkaktı rlar. Ş irketten
ayrılan Pozalt'a yurd u için savaşanlar karş ı s ı nda titremek düşer.
(Bu sayg ıdeğer direktörü , daha y ı l larca birlikte çal ı şarak deneye­
cek olan Albay Kemal Bey, ona Türk ulusu adına bütü n yaşayışı nca
borçlu kald ı ğ ı n ı duyacaktı . )
B u direktör rastgele bir adam değildi. Sekiz dilin edebiyat ı n ı biliyor­
du. Kredi Lyon'da yirmi iki yıl yüksek görevler görmüştü . Son görevi
bu banka n ı n bütün Doğu şubelerinin genel müdürlüğüyd ü . Bu adam
en sonra Avrupa'da ünlü bir ekonomi bilginiydi de. Monokl taktığ ı gözü
körd ü . Onu okulda yitirmişti . Gözünü çıkaran öğrenciyi de mahkeme­
ye vermeyerek bağ ı şlam ıştı .
Az buçuk Tü rkçe de biliyord u . Bu erdem sahibi adam bir Erme­
ni'yd i . Ad ı da Kalçi id i . (Bundan sonra silah ve cephane kaçakç ı l ı ğ ı ­
n ı n planları n ı Kemal Bey'le birlikte çizecek, i ş i birlikte yü rütecekler­
di.)
Mösyö Kalçi , söyleşi d u rumuna gelen ticari , siyasal görüşmeleri
s ı rası nda Kemal Bey'e şöyle ded i :
- Beyefendi görüyorsunuz, yaşayışım ne denli sade. Ben , zevki
sadelikte bulurum. Bu hafta da okul çocukları n ı Boğaz'a ve Adalar'a
götürd ü m . i n leyen insanl ığa h izmet! i şte, bence en büyük vicdan ra­
hatl ı ğ ı ve ölümsüz zevk . . . Ş u , Ağa Camisi m üezzininin g üzel sesiyle
her sabah uyan ı r ı m . Derin düşüncelere daları m . Shakespeare'in ,
Lamartine'in , Hugo' n u n , Tolstoy'un kitapları n ı okuyarak açı l ı rı m .

506
Gözümde yaşamak, çokları n ı n bildiğ i nden başkad ı r. Ben , bir mil­
yonerdim. Fakat bug ü n kü yaşayıştan da üzüntü duymayan bir filo­
zofum. Ben , zevki insanl ı kta ve doğruda ararı m . Bütün maddesel
varl ı ğ ı m ı elimden alan Bolşeviklere karşı da derin bir güceniklik bes­
lemiyorum . Kafa m ı lütfen bana bağ ı şlad ı lar, d üşünebiliyoru m . Rus­
ya'dan, zindandan kurtuluşum da dertlilere ettiğim iyiliklerin yüzü
suyu hürmetined i r. B u , benim on üç yaş ı ndaki oğluma acaba bir
hapis yaşay ı ş ı tattırmak sizce mümkün değ i l midir? Onu da dü nya
dağdağalarına a l ı ştırmanızı dilersem gülmeyiniz. Çünkü ben yal n ız
bu yaşayışı yaşa m ı ştı m . Üç ayl ı k zindan yaşayı ş ı bana acı geld i .
(Şarl Kalçi , k i m i geceler Kemal Bey'de konuk kalacak, bu büyük
konuğun varl ığ ıyla ailece şerefleneceklerd i . Birçok geceler bu bilgin
anlatacak, aile hem can kulağıyla din leyecek, hem ağlayacaktı . )
*

Kemal Bey, uzun süren ticaret üstüne kon uşmadan çok, iki dertli
insan ı n karş ı l ı kl ı dert dökmesine dönen söyleşmenin sonu nda ruhu­
na baskı yapan bütün önsezileri , düşünceleri silkip att ı . Şimdi Şarl
Kalçi'nin üst üste ısmarlad ı ğ ı ka hveleri gerçek bir güven, sevinç
havası içinde içiyord u . Artı k cephane yüklü Ararat, l nebolu 'ya varıp
yükünü boşaltabilecekti . Buna inan ıyord u . Bundan başka dokuz va­
pur daha Kuvayı Milliyeci grubun buyruğundayd ı . Kalçi, bunu garanti
ed iyord u . Kalçi , yine zile bastı . i ri yarı Rus memur içeri gird i . Ona:
- Vapuru yola çı karmak için her şeyi yapacağ ız. Pandikyan'la
da görüşmemi sağlay ı n ız, ded i .
Kalçi'nin yak ı n akrabası o l a n yakışıklı i r i yarı R u s genci sayg ı yla
eğilerek odadan çıkt ı .
i ş i n yürümesi için bir anlaşma yap ı lmas ı n ı n gerekli o l u p olmad ı­
ğ ı n ı sora n Kemal Bey'e Mösyö Kalçi :
- Söz senettir, ded i . Ben yaşay ı ş ı mda namusum üzerine de söz
vermedi m . Söz zaten namustur.
Kemal Bey, karş ı s ı ndaki adam ı n büyüklüğüne, olgunluğuna git­
tikçe daha çok hayran oluyord u .
Direktörün , Boris arac ı l ı ğ ıyla Pandikyan adl ı büyük l ngiliz casusu

507
Ermeni'yle görüşmek istemesi Kemal Bey' i iyice ilgilendirmişti . Türk
istihbaratçıları n ı n bildiğine göre bu ada m , İ ngilizlerin l stanbul 'daki
en korkunç adam ı yd ı . Korkunçluğ u , her türlü işin içinde bu gücü
taşıyıcı l ı ğ ı ndayd ı . E l i ndeki örgütle lstanbul'da bir sineğin kanad ı n ı
çı rpmas ı n ı işitebil iyord u . Demek k i o da a rt ı k Anadolu'nun çıkarı­
na çal ı şacakt ı . O da Mim-Mim Grubuna arka çı karsa artık, g rubun
önü nde başarı n ı n alt ı n merd ivenleri sonsuz s ı ralanacak demekti .
Kemal Bey, bunu düşünü nce yüreği sevinçten öyle coşmuş ka­
barm ı ştı ki artık göğsüne s ı ğmayacak d u ruma gelmişti .
Yine görüşmek üzere min netle Kalçi 'nin elini s ı karak bürodan
çıktı . Tramvaya binip Şehremini'deki evine giderken Yarbay Salih
Bey'e rastlad ı . Başarı l ı görüşmeyi sevinç içinde ona anlattı . Tram­
vayda yal n ı z kal ı nca düşünmeye başlad ı . "Pand i kyan ' ı n l stanbul 'da­
ki mevkisinin önemi meydanda. Bu adam bizim cephemize büyük
kuvvet olacak.
Yal n ız, Pand ikya n , gazeteci Vel id'in evini basan düşman müf­
rezesinin baş ı nda bulunuyord u . Bense ince siyaset okulunun yen i
öğrencilerinden değildim. Böyle de olsa akı ntıya uymak en doğ ru
davra n ı ş . Büyük bilginin o açık kon uşmasıyla bir güvenlik havası
yaratmak istemiş olduğundan da kuşku lanamıyord u m . "
Albay Kemal Bey, Ararat vapuru n u n baş ına g ruptan bir gözcü
koymak istiyorsa da bu tehlikeli işi kime önereceği n i bilemiyord u .
Kardeşi Yüzbaşı Abd ü lvahap:
- Düşün meyi niz ağabey, ded i . Bu ilk görev ben imdir. Bu tehlikeli
san ılan yol u açmak şerefi ni benden esirgemeyiniz.
Ararat yolcuları n ı a l m ı ş , istim üzerinde bulunuyord u . Tayfaları
Türk ve Rus, kaptan ları da Rus'tu . Hepsi de güven i l i r kişilerd i . Al­
bay Kemal Bey, kardeşi Abdülvahap Bey'i vapur hizmetlileri arasına
yerleştird i . Güvertede kahvecilik yapacaktı . Vapurda ad ı Mehmet'ti .
Yoklama kuru l u vapura çıkı nca salonda kendilerine verilen zeng in
bir şölenle ağ ı rland ı . Yoklama kurulu enternasyonaldi. Ancak, yolcu­
ları biraz araşt ı rd ı lar. Vapurun direğinde dalgalanan Fransız bayrağ ı ,
daha ileri gidilmesine engel ol uyord u . Büyükdere ön lerinde i kinci bir

508
enternasyonal yoklama kurulu Ararat'a tırmand ı . O da ilkine benzer
yöntemlerle kolayca atlatı ld ı .
Kalçi , kaptana:
- l nebolu 'ya dek elden geld iğince kıyı lardan gitmeye çal ış, cidd i
b i r teh l i keyle karş ı laşırsan baştankara et, demişti .
Ararat, Boğaz'dan çıktı . Ne var ki teh l i ke hiçbir vakit ortadan kal k­
m ı ş değ i l d i . Boğaz'daki M im-Mim G rubunun gözcüleri , Boğaz'dan
Karadeniz'e kimi düşman torpidoları n ı n çıktığ ı n ı bildirmişti . Kıyı daki
Kuvayı Mill iye yuvalarından böyle izlemelere karş ı tertibat a l ı n m ı ştı .
Bu tertibat h içbir vakit kesin bir çözüm adam ı yorsa yine de umut
vericiyd i .
*

Ararat' ı n cephane yüklü olarak geleceğ ini bilen l nebolu makam­


ları onun kasaba önüne demir attığ ı n ı görü nce büyük sevi nç çığ­
l ı kları atı p gösteri yaptılar. Bütü n halk rı htı mdayd ı . Cephaneyi arı
gibi işleyerek buru n arkasına çekecekler, düşman savaş gemileri n i n
açacağ ı ateşten zarar görmemelerini sağlayacaklard ı . Gerçekten d e
halk sand ı kların baş ına üşüşerek a z zamanda bunları kuytuya a ş ı r­
d ı . Böylece U lusal Ku rtu luş Savaş ı 'na Mim-Mim Grubu el iyle büyük
ru hlu bi rkaç Ermeni'nin dost Fransız isti hbarat servisinin iyi niyetiyle
ilk büyük cephane kaçakç ı l ı ğ ı başarıyla yap ı l m ı ş old u .
Ararat, yine yüklenmek üzere Karadeniz' in kocaman dalgaları
üzeri nde sekerek lstanbul'a döndü .
*

Bir g ü n , Şarl Kalçi ile Albay Kemal Bey büroda oturmuş, her
zamanki gibi konuşuyorlard ı . Anadolu'da Ethem Bey, Pad işah' ı n ,
l ngilizlerin yarattığ ı büyük ayaklan ı cı güçlerini silip süpürmüş, Yu­
nanlı lar, l nönü'de Albay i smet Bey'le yiğit kumandanlar, yal ı n ayak
Mehmetçiklerden iki korkunç şamar yem iş, M ustafa Kemal Başku­
mandan l ı ğ ı alarak Sakarya Meydan Savaş ı 'nda Yu nanl ı ları Anado­
lu 'ya ç ı ktıklarına pişman etmişti . Avrupa devletleri de artık Tü rklerin
yeneceğ ini anlad ı ğ ı ndan Anadolu 'ya doğru sempatiye benzer bir
ilgi ile bakmaya başla m ı şlard ı . "Gerçekçi bir ulus olan ve akıcı bir

509
siyaset izleyen l ngilizler de Sakarya yen ilgisinden son ra Yunan l ı la­
rı n iflah olmayacakları n ı anlamı şlard ı . l ngiliz ulusu da artık savaş
istemed iğinden ister istemez Yunan O rdusunu Anadolu'da yaln ız
baş ı na b ı rakacaklard ı . Türklerin de üzeri ne daha çok düşmenin teh­
likesin i de görüyorlard ı . Tü rkler, Batı'dan daha çok anlayışsızl ı k gö­
rürlerse Bolşevi k olabilirler, böylece Bolşevizm birdenbire Akdeniz'e
inebilir, bu yüzden de pek çok şey yitirilebilird i . Her şeyden önce
Boğazlar elden giderd i . Anadolu savaş ı n ı açan Lloyd George'un ne
düşündüğü bilinmiyorsa da ltalyan ve F ransızlardan sonra l ngiliz
gizli servisi de M i m-Mim Grubuna resmi olmayarak iyi bir yard ı mcı
olmaya başl a m ı ştı . "
*

işte , l ntel l igence Service'te bu değişikliğin başlad ı ğ ı günlerden


bir gün Şarl Kalçi , yu karda anlattığ ı m ız gibi otu rmuş, Kemal Bey'le
kahve içiyor, konuşuyord u . Kalçi birdenbire :
- Kemal Bey, ded i . Pand ikyan'la tan ı şman ızın zamanı gelmiştir.
Sürüp g idecek olan işleri n iz için Pandikyan'la anlaşmak gereklidir.
Kemal Bey, ikircikleniyord u . lstanbul kamuoyunca kuşkulu tan ı ­
n a n Pand i kyan , açı kça yaptığı işlerle de bu kuşkuları artı rmaktayd ı .
işler ilerled ikçe tehl i ke d e o oranda büyüyord u . B u yüzden d e Pan­
dikyan gibi güçlü bir adam ı n yard ı m ı bu tehlikeyi oldukça azaltabilir,
belki de sıfı ra bile indirebi l i rd i . Hele bu sal ı ğ ı veren Kalçi gibi dostlu­
ğu denenmiş sayg ı değer bir adam olu nca Kemal Bey'in daha çok
düşünmeye hakkı yoktu r. Bu öneriyi sevinçle benimsed iğ ini söyled i .
Randevu yeri n i Pand i kyan bildirmişti . Burası Yuvakimyan Ha­
n ı ' n ı n bir odasıyd ı . Sonra Pand ikyan'dan gelen yen i bir haberle
buluşma yeri n i n bir birahane olduğu bild iriliyordu ki burası , lstan­
bul'daki l ntel l igence Service'in çal ı ştığ ı yap ı n ı n hemen karş ı s ı n a
düşüyord u . B u n d a n da anlaş ı l ı yord u k i Pand ikyan , yal n ı z i y i yürekli
bir Ermeni olarak değil doğrudan doğruya l ngiliz l mparatorluğu'nun
gizli bir temsilcisi olarak geliyord u . Albay M . Kemal, hiç ikirciklen me­
den birahanenin kap ı s ı ndan içeri gird i . Gi rmesiyle de hiç tan ı mad ı ğ ı
Pand ikya n ' ı parlak, zeki , büyüleyici bakışlarından tan ı d ı .

51 0
Pandikyan masadan kalkarak ona doğru birkaç ad ı m attı . Onun
elini birden avuçlarına al ı p içten bir s ı k ı şla s ı karak:
- Nasılsı n ız Kemal Bey? d iye sord u .
Birahanenin arkas ı ndaki odaya çekilerek b a ş başa verdiler. Pan­
d i kyan çok güzel bir Türkçe ile:
- Kemal Bey, ded i , ilk önce bundan sonra yapacağ ı m ı z bütü n
gizli çal ı şmaları m ı z ı n bir progra m ı n ı yap ı p bir plan ı n ı çizelim. Sizinle
Anadolu savaşı kazan ı l ı ncaya dek birl i kte çal ı şacağ ı m . Buna güven­
menizi isteri m .
Kemal Bey:
- lstanbul'da kurulmuş olan pek s ı k ı gözcülük ve örgütleri er geç
bize engeller çı karacakt ı r. Bu engelleri yenmek için neler düşünü­
yorsunuz? diye sord u .
- Birl i kte alacağ ı m ız ted birlerle mutlaka başarı sağlayacağ ız.
Kemal Bey, karşısı ndaki adam ı n bütün kon uşmaları nda n , davra­
n ı şlarından zeki , içten bir kişiyle yüz yüze olduğunu anl ıyord u . Ke­
mal Bey, bundan yüreklenerek l stanbul'da şu s ı rada yap ı l ı p d u ran
haksızl ı kları n durdurulup durdurulamayacağ ı n ı söz aras ı nda çıtlattı .
Bütün kon uşmaları ndan Pandikya n ' ı n da bunlara parmak bastığ ı n ı
sezer g i b i olmuştu .
Pandikyan ona şu yan ıtı verdi:
- i şin iki cephesini de yönetmek h ü ner değil midir? Ben im de
herkesçe muzı r tan ı nan bir alet olmamda beis mi var? Mahiyeti is­
patlayan eylem ise beni benden sonra ölçenler, hakkımda kararları­
nı veremezler mi? Sizin cepheyi güçlendi rmek için her çözüme baş­
vurmal ı d ı r, asıl olan bud u r. Bu toprakta yaşayanlar böyle bunal ı m l ı
zamanlarda olsun ideoloj i anlaşmazl ı kları n ı un utma l ı d ı rlar. ı rkları n
göç ettirilmesi, felaketleri n i sonuçland ı r ı r. Artı k bu göç ettirmelere bir
son verilmelid ir. i şte, ben im ereğ im budur ve sizle bütün gücümle
çal ışacağ ı m .
Bu söz, Kemal Bey'in üzerinde ereğe doğru b i r ad ı m daha ilerle­
diklerini anlatan bir kan ı t old u .
Pandikyan'la Kemal Bey, ilk görüşmeyi zengi n bir programla
taçland ı rd ı lar: Millicilerce serbest olması birçok yararlar sağlayacak

51 1
olan tutuklu milliciler türlü bahanelerle sal ıverilecek, tutuklanacak
millicileri , evleri , bası mevlerin i daha önceden haber vererek korun­
maları ya da kaçmaları sağlanacak, l ngiliz casus örgütünün eline
geçen, milliciler için kötü sonuçlar verebilecek olan yaz ı l ı kağ ıtlar
yok ettirilecek, silah ve cephane kaçakçı l ı ğ ı na hepten göz yumula­
cak ya da buna yard ı m edilecekti.
Pandikyan'la Kemal Bey çekinerek g i rd i kleri birahanedeki soğu k
bira bardakları n ı n başı ndan bundan sonra Tü rkiye için p e k çok ya­
rarl ı olacak iki dost olarak kal ktılar. Progra m , bütün h ızıyla eylem
alan ına geçirilmişti .
*

Pandikyan artık, Şarl Kalçi gibi M . Kemal Bey'le içten bir arka­
daşl ı k kurmuştu . Ara s ı ra gecenin geç vakitlerinde onun evine ge­
liyor, yap ı lacak işler için a l ı nacak tertibatı kontrolleyerek, her şeyin
yolunda g itmesi için son kerte dikkat ediyord u .
Bir gece, Kemal Bey'i n evine fotoğrafısi a l ı n m ı ş beş parça evra­
kın cam ları n ı getirip masa n ı n üzerine attı , gücenik bir sesle:
- Azizim , öyle san ıyoru m , siz en son ra bizi de sürükleyeceksi­
n iz! Bu evrakı neden ve nereden çald ı rd ı n ız? diye sord u .
- Bu evraktan yal n ı z bir ta nesi biraz önce g ru ba gelmiş olan bir
buyruğun kopyasıd ı r. Evrak bizden değil yine l stanbul'da resmi bir
makamdan çal ı n m ı ştır. Bu beceriksizl iği, rica ederim gruba yükle­
meyin iz.
M. Kemal Bey bu evrak karş ı s ı nda epeyce korku geçi rd i . Bun­
ların başka ellere geçmesi, grubun baş ı n ı belaya sokabilirdi. Pan­
dikya n ' ı n sal ığ ıyla, onun bir memuru n u n eşliğinde sabah leyin bir
kayığa binen Kemal Bey, kırıp tuz buz ettikleri camları den ize döktü .
Pand ikya n , en küçük cam kırı kları n ı n bile tehlike doğurabileceğine
inanıyord u .
Belgelerde M im-Mim Grubu çal ı şmaları n ı n b i r özetiyle kadrosu­
nun çal ışma bölgeleri de gösteriliyordu. Bu grup içinde çal ı şan bir ha­
inin işiyse de şimdilik hiçbir şey söylenemezdi . M. Kemal Bey bunun
hesab ı n ı n görülmesini sonraya b ı raktı . Yal n ız çal ı n ı p fotokopisi de alı-

512
nan bu belgelerden üç sayı alıp saklamayı unutmad ı .
*

Mill icilerin tutu klu bulunan arkadaşları n ı kurtarmak için şu yön­


tem uygulanıyord u : l ngiliz istihbarat memu rlarından bir ya da birkaç,
tutukl u n u n gereken adları , örgütleri bildirmediğini, kend isinin sal ı ve­
rilerek arkas ına yine ajanlar takılmas ı n ı , böylece gerçek Millici örgü­
tün meydana çıkarılmas ı n ı sal ı kl ı yorlard ı . Böylece sal ıverilen M i l l ici ,
bir daha da kodese girmiyord u .
Bu s ı rada lstanbul'da gerçek düşman olarak çal ı şan b i r Yunan
gizli örgütü kal m ı ştı . Bunlar, çete reisi ünlü Fuat (Balka n ) Bey'in
Trakya' dan i stanbul'a geldiğini ve bir çete ku rmaya çal ı ştı ğ ı n ı öğren­
mişler ve bunu tutuklayan ya da tutuklattırana yüz bin lira vermeyi
adam ışlard ı .
Pandikya n ' ı n ajan ları Fuat Bey' in sakland ı ğ ı yeri öğ renmişler ve
şeflerine haber vermişlerd i . i kramiyeyi alacaklarından hiç kuşkuları
yoktu . Yunan istihbarat memurları n ı n da bulunduğu aramada Fuat
(Balka n ) Bey bulunamam ı ştı .
Ajanlar:
- Biz elimizle koymuş gibi biliyorduk, buradayd ı , d iyorlard ı .
Arad ı lar, her yeri yeniden arad ı lar. Fuat Bey yoktu .
Pand ikyan adamlarına h ı ş ı mla:
- Beni de Yu nanl ı dostlarıma karş ı utand ı rd ı n ız, ded i .
"Oysa aramaya gel meden biraz önce M i l licilere haber vermiş ve
Fuat Bey'i kad ı n k ı l ı ğ ı nda bir başka yere kaçı rtm ı ştı . "
*

Mim-Mim Gurubu denen yiğ itler yiğidi gizli örgüt, Karakol Derne­
ği'nin silindirlediği yol üzeri nden giderek Fransız ve l ngiliz istih ba­
ratlarında çal ı şan büyük E rmeni ajanları n da yard ı m ıyla Almanları n
Birinci D ünya Savaş ı ' n ı doğuda sürdürmek üzere Osma n l ı Orduları­
nın depolarına yığd ı kları bütün cephaneyi , silah ı , aracı yavaş yavaş
Anadolu 'ya ulaşt ı rd ı lar.
La Française şi rketin i n adamlarından Arif Bey, Terziya n , Papaz-

513
yan kardeşler, Karabet, Hogasya n , Bedeş, M i m-Mim G rubunun ger­
çek militanları gibi bütü n tehlikelerle boğuşarak onlarla yan yana
çal ışıyorlard ı .
Arif Bey, en teh l ikeli d u rumlarda kayg ı ları silip süpüren şakaları ,
nükteleriyle, herkesi iyimserl iğe doğru sürü kl üyor, yüzleri n gergin­
liğini yumuşatıyord u . En zor işlerde militanların bir ad ı m önlerinde
yer a l ı yor, onlara yol gösteriyord u . Arif Bey, bir kitap dolusu başarı
sağlamış bir adamd ı .
Hogasyan Efend i , vapurları n yüklenip yola çıkarı lması nda bütü n
becerikliliğini kullan ıyord u . Basit bir işçi etkisi yapan Bedeş, komik,
soğ ukka n l ı bir memurd u . Tehlikenin ortası nda evi nin bahçesinde do­
laş ı r gibi dolaşmas ı n ı bil iyord u .
Boşnak Tayyar, Osma n l ı uyrukl u , çok teh l ikel i , korkunç b i r işgal­
ci casusuyd u . Hep de Kemal Bey'le arkadaşları n ı n cephane, silah
ulaş ı m ı yolu üzeri nde d i kil iyord u . Bu korkunç gözden kurtulmak ge­
rekiyorsa da yumuşak bir çözüm bulmal ıyd ı . Yüzbaşı Hakkı Bey'le
Terziya n , bu işle görevlendirild i . Güzel kad ı nlar, bol içki alemleriyle
süslenen gecelerde Boşnak Tayyar bal gibi erid i . Artı k o da grubun
ada m ı yd ı . Yal n ız Kemal Bey, ondan yine de çekiniyor, onunla karşı­
laşmamak için her çözü me başvu ruyordu .
Karanl ı k b i r gece idi , yine Haliç'te bir gem iye cephane, silah yü k­
len iyord u . Yüzbaşı Hakkı Bey'le Boşnak Tayyar, Terziya n , tersane­
nin açıklarında bir kayı kta pusmuş yüklenişi seyrediyorlar, bir yan­
dan da kadehlerini boşaltıyorlard ı . Bu s ı rada biraz ötede upuzun bir
karaltı gören Boşnak Tayyar:
- Bu da ne yahu? d iye sord u .
Baktılar, Terziya n :
- Ne olacak, bir den izaltı , ded i .
Boşnak Tayyar, bir nükte yapma n ı n s ı rası geldiğini anlayarak:
- Yükleyin onu da! d iye güldü. Ötekileri de hayli güldürd ü .
*

l stanbul'da düşman ı n son dakikada yapabileceği herhangi bir


toptan öldü rmeye karş ı , salt savunma amacıyla geniş bir u l usal sa-

514
vunma cephesi kurulmuştu . Elli dört şubesi olan bu örgütün militan
sayısı altm ı ş bine yükseliyord u . işgalciler, son güne dek bunu bile­
meyeceklerd i . Bu sila h l ı örgüt Mim-Mim G rubunun arkas ı n ı yaslad ı ­
ğ ı bir d a ğ gibiyd i . Bundan dolay ı , g rubun eli en kuytu köşelere dek
yetişiyord u . B u örg üt Kemal Bey' in yönettiği g ruba yard ı mcı olmakla
birlikte ona etki yapacak durumda değildi. Kemal Bey'le arkadaşla­
rıysa bu savunma örgütün ü n yönetici çekirdeğinde üye idiler.
Genel Yunan sald ırısı n ı n Sakarya boylarına doğru uzad ı ğ ı s ı ­
ralarda l ngilizler, Malta Adası 'ndaki çoğu itti hatçı o l a n siyasal Türk
suçluları n ı sal ıverdiler. Hepsi de gelir gelmez, kendi örgütleri olan
Karakol'un yerine otu ran Mim-Mim G rubunu ele geçi rme yarı ş ı n a
giriştiler. Bu yüzden bütü n savu nma örgütüyle g rup içinde bir ted i r­
ginlik havası esmeye başlad ı .
B u , hemen d e l ngil izlerin Enver Paşa'yı Sovyetler'e karş ı kışkırt­
maya çal ı ştı ğ ı , onun kardeşi N u ri Paşa'yı Kafkasya'da Sovyetler'e
karşı kul land ı kları zamana rastl ıyord u . ittihatçı ları , Mustafa Kemal'e
karş ı bir tehdit a racı gibi kullanmayı da düşündükleri san ı l ıyord u .
Daha önce H a l i l Paşa'yı da Bekirağa Bölüğü' nden Yahya Kaptan
aracı l ı ğ ıyla kaçırıp Anadolu'ya, son ra Kafkasya'ya gönderen de on­
lard ı .
N e var k i Mim-Mim Grubu onlar sürg ü nden dönünceye dek pek
çok iş başarm ı ş , An kara'n ı n güvend iği, tuttuğ u bir örgüt durumuna
gelmişti .
Sürg ünden dönenler aras ı nda daha önceki mill iciliğinden dolayı
tutu klan ı p sürülen Tevhidi Efkar gazetesi sahibi Ebuzziyazade Vel it
Bey de vard ı . Gelir gel mez grupla bağlantı kurarak hiçbir h ı rsa kap ı l­
madan g ruptan iş isted i çal ı şmaya başlad ı . Bir yandan gazetesinde,
elden geldiğince millici başyazılar yazarken bir yandan da cepha­
nel iklerde, vapuru n yüklenmesinde bir işçi gibi çal ı ş ı yord u . Böylece
g rubun en çal ı şkan militanları arası n a girmekte gecikmedi .
Son yüklenen vapuru l nebolu'ya o götürmek istiyor, bunun için
de bir çocu k gibi ç ı rp ı n ı yord u :
- Eğer, bu vapuru benim götürmeme imka n vermezsen iz çok

51 5
üzülürüm. isterseniz bir de asker arkadaş veriniz.
Yüklenen vapur, Ladil'di. Bunu l nebolu'ya Velit'le Yüzbaşı Bilal
beyler götürecekti . Bilal Bey, Birinci Dünya Savaşı 'nda Arabistan cep­
helerinde kolordu emir subayl ı ğ ı yapm ış bir askerd i . Sabahleyin gün
ışımadan yatağ ı ndan fırlayıp vapura gittiğinde Velit Bey'i orada buld u .
Ufak tefek Ladil vapuru, Hal iç'ten kalkıp da Köprü'den geçerken g ı rt­
lağ ı na dek sulara gömülmüş bir mandayı and ı rıyord u . Hiç hava payı
b ı rakılmamacasına cephane yüklenmişti . Daha da yolcu alacaktı . Sir­
keci'ye yanaştı . Eğer Pandikyan, yukardan yoklamayı güven altı na
almamış olsayd ı görgülü bir gözü n ilk bakı şta çakacağ ı bu durum, bir
drama gebe olabilird i .
Velit Bey'le B i l a l Bey vapura g i rince ilkin kaptanları n somu rtka n
suratlarıyla karş ı laştılar. Karl ı , soğ uk bir kış günüydü . Deniz, sert
bir poyraz fı rtı nasıyla çalkalan ıyor, Sarayburnu'ndan geniş bir ı rmak
gibi güneye doğ ru akıyord u . Kaptanlar, bu küçü k teknen i n bu kor­
kunç yükle Karadeniz'e çı kamayacağ ı n ı , çı karsa batacağ ı n ı söyled i­
ler. Ne va r ki vapurun Si rkeci' de beklemesi de bir o kerte tehlikeliyd i .
Çocukluğundan beri den izle oyna m ı ş olan Velit Bey d e vapurun
yükü nü tehlike doğ u racak kerte çok buldu. Geminin batmas ı onun
için şundan önem taş ı yordu ki alt ı n pahas ı n a elde edilen can ı m
cephaneler denizin dibini boylayabilird i . Matbaada b i r iki arkadaşı­
na görevi n i çıtlatm ı ş , sanatoryumda ölüm hali nde bulunan kardeşi
Talha'ya da vasiyetnameye benzer bir mektup b ı rakm ı şt ı . F ı rtı na ,
gemi n i n iplerinde ı sl ı k çalarken enternasyonal yoklama kurulu vapu­
ra tırmand ı . Güdümlü olduğu pek bel l i olan kontrolden sonra defteri
imzalayarak gittiler.
Ladil, Karadeniz'in, Boğaz'a sald ı ran öncü suları n ı ezerek kuze­
ye doğru yol almaya başlad ı . Kuzguncuk önlerinde iki örme, ilginç
direğiyle yatan Yunan zırhlısı Kılkış' ı n yan ı ndan geçerken bir ürperti
geçirdiler. Daha ötede bir Karakol gemisine daha rastlad ı larsa da o da
Ladil'le ilgilenmed i . Bilal Bey düşman zırh l ı ları n ı n yan ı ndan geçerken
fesleri çıkarıp saklayarak dikkatin çekilmesini önlediyse de Velit Bey,
düşmanları n ı sayg ıya benzeyen bu duruma layık olmad ı kları n ı , bunu
ancak düşmanı geçtikten sonra yapacağ ı n ı söyledi . Akşamüstü , La-

516
dil, Kavaklara vard ı . Orada nöbet bekleyen bir düşman karakol gemisi
Ladil'i görmezl ikten geldi .
O da Karadeniz'e çı kmak için çı rp ı n ı yorsa da fı rtına, suları ku­
durttu kça kudu rtuyord u . Kapta n , bu kerte yüklü bir vapurun böyle bir
den ize açılmas ı n ı n akılla bağdaşı r h içbir yan ı olmad ı ğ ı n ı söylüyor,
bunda diretiyord u . Vapurda birçok başka malzemeyle birlikte k ı rk bin
de mermi bulunuyord u . Ladil kü peştesine dek suya batm ı şt ı .
R u s kapta n , Bilal Bey'le Velit Bey'e söz d i n letemedi . Gemiyi Ka­
raden iz'e doğru yü rüttü . Boğaz'dan çıkar çı kmaz dalgalar güverteyi
süpürmeye başlad ı . Denizin açı kları nda dalgaları n bu kerte tehlikeli
olmad ı ğ ı n ı söyleyen Velit Bey'le Bilal Bey, gem i n i n , gerçek tehlike­
nin gözü ne gittiğini bile bile yaşlı kaptan ı n başı nda fena halde ekşi­
mişlerd i . Velit Bey, Bilal Bey'in soğukkan l ı l ığ ı na, kendine güvenine
hayran kal ı yord u . Ne var ki Karadeniz, şimd iye dek pek çok soğuk­
ka n l ı insa n ı yutmuştu . K ı rk bin mermiyle birlikte onları da çerez gibi
yutabilird i .
A k R u s kapta n ı en sonra, yüzde yüz batacakları n ı söyleyince ,
tehlikenin gerçekten başları nda çan çald ı ğ ı n ı anlayarak y i n e Bo­
ğaz'a dönmeye razı oldular. Kapta n , geminin burnunu Boğaz'a çe­
vird i . Arkadan yüklenen dalgalarla fı rtı na onu her ne kadar daha h ızl ı
yürüttüyse de iki saat süren korku nç bir bocalamayla baş başa bı­
raktı . Bu biçimde de kolayca denizin dibine inebilirlerd i . Karaden iz'e
açılmak üzere yola ç ı kan birçok vapu r Anadolu Kavağ ı ' n ı n kuytulu­
ğuna s ığ ı nm ı şt ı . Ladil de onları n arasına soku larak gözden yitti .
Kırk sekiz saat süren fı rtına, gemiye göz açtı rmad ı . Ertesi gün ak­
şamüzeri , fı rtınan ı n ulumas ı , denizin çalkantıs ı dinmeye başlayınca
durmadan Boğaz'daki karakol gemisini d ikizleyen Bilal Bey'le Velit
Bey, Karaden iz'e açı lma buyruğunu verdiler. Karaden iz'e çı k ı l ı nca
fı rtınan ı n hiç de eksilmediğini, dalgaları n yine hoyratça , azg ı nca kü­
çük gemiye çulland ı ğ ı n ı gördüler. Artık, ölüm de olsa gidilecekti . La­
dil, ister istemez Amasra'ya sığınd ı , iki gün burada bekledikten sonra
yola çı ktı . lstanbul'dan ayrıldıktan altı gün son ra l nebolu önüne vard ı .
Karadeniz'in kış ı , l nebolu önündeki dalgaları , dağlar gibi yuvarlayı p
duruyord u . l nebolu Kumandanı Zafer Kemal Bey, bütün l nebolu'yu

51 7
ayağa kald ı rarak malzemeyle cephaneyi karaya taşıttı . Ertesi gün
ikindiüstü bütün gereçler, cephane sand ı kları , karaya taş ı n ı p Yunan
savaş gemilerinin bombard ı ma n ı ndan etkilenmeyecek bir yere istif
edildi.
Vel it ile Bilal beyler o s ı rada bir iş için l nebolu'ya gelen Refet
Bey'le tan ı ştı r ı l d ı lar.
Refet Bey, Vel it Bey'e:
- Vel it Bey, ded i . Şu geti rdiğiniz cephaneyi bize Avrupa'dan bu
anda getirselerd i hemen bir milyon lira verirdik. Siz, lstanbul'dan ge­
ti ri rken yüz bin lira isteseydiniz onu da hoşnutlukla öderdik. Oysa
bedava getird i n iz. Nasıl teşekkü r edelim ve ne diyeli m !
- Yurdumuza borcu muzu ödüyoruz . . .
*

Karanl ı k bir gece yarısı Albay M . Kemal Bey'le Posta Müdürü


I hsan (Pere) Bey, Yeni Postane'nin arkası ndaki küçük bir kapıdan
postaneye gird iler. Dar bir koridoradan biraz ilerledikten sonra sol­
daki küçük, küf kokan bir odaya gird iler. Bir cezaevi ölüm hücresini
and ı ran bu odada bir telgraf makinesinin başı nda millici bir telgrafçı
aletini tıkırdatıp duruyor, habire Ankara'ya haber yetiştiriyordu . Büyük
Postane'de telgraf haberleşmesi, son kerte s ı kı bir kontrol altında ya­
pıl ıyord u . Telgrafhanede sürekli olarak bulunan işgalci bir müfreze,
istediğinde her telgrafı kontrol etmeye yetkiliyd i . Ayrıca işgalcilerin
postanenin başına diktikleri bir Ermeni kontrol memuru , gece gündüz
demeden iş başı nda bulunuyor, Anadolu'ya hiçbir haber sektirmemek
için bütün gücüyle çal ışıyordu.
Bütün kontrole karş ı n hala Ankara'ya istenildiği gibi haber uçu­
rulduğunu öğrenen işgalciler postanenin baş ı na bela ettikleri Ermeni
yurttaşı sıkıştırarak bu gizli tel merkezini bulmas ı n ı istediler. Adam hiç
uyumaz oldu . Gecenin sessizliğinde dinlenmesi gerekli her yan ı , her
yeri dinled i . En sonra geceleri Ankara'ya doğru uzayan tellerden gizli
haberleri uçuran tıkırtı ları işitti . Evet, Ankara'ya gizli bir tel çal ışıyord u ,
çal ışıyordu y a nerdeydi? Bu yüzden bütün lstanbul telgrafçıları , kuş­
ku altına düştü . Ermeni memur gizli tel i Ankara'ya bağlayan telgrafçı

51 8
Cemal Bey'in üzerinde durd u . Onu şölene çağ ı rarak önüne torbalarla
altın koydu . Bu gizli telgraf merkezinin ipuçlarından biri üzerinde bu­
lunduğunu sezen memur, Cemal Bey'i tehdit de ettiyse de bir şey çı­
karamad ı . Oysa g izli teli Ankara'ya bağlayan Cemal Bey'den başkası
değildi.
Yal n ız, bütü n yük İ hsan (Pere) Bey'i n omuzlarındayd ı . Telgraf
baş ı nda çoğu zaman o bulun uyor, teh l i ke , baş ı n ı n üzerinden hiç ek­
silmiyord u . Hele kontrolcü Ermeni'nin korku nç araştı rmaları , gerçek
iz üzerinde yoğ u nlaştığ ı nda bu tehlike artık çan çalmaya başlam ı ş­
tı . Anadolu'da savaş kızışm ı ş . Yu nan l ı ların zafer umudu tepetaklak
olmaya başlam ış, isti hbarat servisleri korkunç denecek bir çal ı şma
temposu tutturmuştu . En küçük haber gergin kamuoyu sinirleri üze­
rine birer ton demir külçesi gibi düşüyord u .
işte, böyle günlerden b i r gece, telgrafhane çevresinde dolaşan
bekçilerin baraj ı ndan geçerek gizli telg raf hücresine giren Kemal
Bey'le I hsan Bey, istedikleri haberleri Ankara'ya iletmekteyken kap ı ,
ancak b i r baskındaki büyük gürültülerle vuruldu. K ı s ı k gaz lambas ı n ı
hemen üfleyip söndürdüler. Demek basılm ışlard ı . Kaçacak hiçbir delik
de yoktu . Suçüstü yakalanmışlard ı . Makine başı ndaki telgrafçı Cemal
Bey kalkıp kapıya yöneldi. Hök makinelerinde çal ı şan bu genç telgraf­
ç ı , durg u n , sağlam, çal ı şkan bir adamd ı . O , ağ ı r ad ı mlarla kapıya doğ­
ru giderken Kemal Bey'le I hsan Bey tabancaları n ı n kabzası n ı sımsıkı
tutuyorlard ı . Kemal Bey: "Acaba görev burada sona m ı eriyor?" d iye
hakl ı olarak düşündü .
Telg rafçı , kap ıyı açı nca bütün korkuları n ı n boşuna olduğu anla­
ş ı ld ı . G izl i telle ilgisi olmayan yine güvenl i bir arkadaş, elindeki şifreyi
geti rirken şaka olsun d iye içeridekileri heyecana düşürmek istemişti .
Gülerek içeri gird i . Ne var ki oradakilerin kül gibi, kararl ı benizleri n i
görünce şaka n ı n yeri nde olmad ı ğ ı n ı anlad ı .
*

Postaneyi kontrol eden Ermeni , gizli tel i n Yeni Postane'nin altın­


daki küçük mahzenden gittiğini en sonra meydana çıkarm ı ştı . i şgal­
cilerin istihbarat servisleri nde çal ışan dost bir aja n , Kemal Bey'i bu­
larak mahzenin bir müfrezeyle bası l acağ ı n ı bildird i . Mahzen boşaltı!-

519
d ı , hemen o gece baskın yap ı l d ı ysa da gelenler elleri boş döndüler.
*

Anadolu'da savaş çok bunal ı m l ı doruklara doğru t ı rman ı yord u .


Kemal Bey'le I hsan Bey, baş başa verip yen i b i r çözüm arad ılar.
Gizli telin dolu dolu çal ışması gereken bir zamanda bulunuluyord u .
İ hsan Bey gizli merkezi Kad ı köy'deki kendi evine taş ımaya karar
verd i . Son kerte büyük tehlikelerin demir kanatl ı yı rtıcı kuşlar gibi
baş ı n ı n üzerinde uçuştuğunu bile bile makinesini An kara'ya doğru
t ı k ı rdattı durd u .
Sakarya Savaş ı , Anadolu bozkırları n ı dost, düşman kan ıyla sula­
yıp kızartarak en bunal ı m l ı günlerini yaşarken bir gün l stanbul'daki
azı nl ı kları n kulağ ı n a korkunç bir haber u laştı : M ustafa Kemal Pa­
şa'yı Yunanlı lar tutsak alm ışt ı . l stanbul'un bütün H ı ristiyan semtleri
özellikle Beyoğl u , sevi nçten y ı k ı l ıyord u . Bütü n pencerelerden Yu nan
bayrakları sarkmaya başlam ı ştı . Bu korkunç bir haberd i . Kurşun gibi
ağ ı r, öld ü rücü bir üzü ntü bütü n Türklerin yüzlerinde ateş ateş yan ı­
yor, umutsuzlu k herkesi boğacak gibi oluyord u . H içbir yandan bir
haber de a l ı nam ıyord u . işte , bunu gören I hsan ( Pere) Bey, Kad ı­
köy'deki evin i n g izl i odası ndaki sevgili makineciği n i n baş ı n a geçerek
Ankara'da Fevzi Paşa'yı arad ı , buld u . Haberin asl ı olup olmad ı ğ ı n ı
sord u . Fevzi Paşa, bu haberin yalan b i r propaganda haberi olduğu­
nu bildird i . I hsan Bey, hemencecik bunu Tü rk gazetelerine yetişti rd i .
M ustafa Kemal Paşa'n ı n tutsak düşmed iğini öğrenen Türklerin se­
vinci deli fişekler gibi yüksel irken, azı n l ı kları n taşkı n , coşkun sevi nci ,
içine bir teneke soğu k su dökülen kaynar bir kazana dön d ü .
*

Ararat vapuru n u n açt ı ğ ı yoldan Anadolu 'ya malzeme, cephane


akmaya başlad ı . G rubun baş ı n ı kaş ıyacak zaman ı yoktu . Vel it Bey'le
Bilal Bey' in l nebolu 'ya götü rdüğü Lad il vapuru , onları almadan lstan­
bul'a kaçm ı ş , yen i bir parti cephane yüklemeye başlam ı ştı . Albay
Salih Bey'in delika n l ı oğlu da cephaneyi vapura teslime memurd u .
Sal i h Reis vapurda yüklemeyi yönetiyor, kardeşi Osman Reis de
cephanel i klerden cephanelerin çıkarı lmasında gözcü lük ediyord u .

520
Karl ı tipili bir havada cephanelerin Karaağaç'l a , Eyüp'teki depolara
kamyonlarla getirilip yerleştirilmesi işinde Bilal, Nedim Beyler insa­
nüstü bir çaba göstermişlerd i . işte, ilk gece bu depolardan Lad il'e
yirmi tona yaklaşı k cephane taş ı n ı p yüklend i . i kinci gece sabaha
doğru son mavnalarla Feneryolu'ndan vapura yaklaşmakta olan son
cephaneleri Kemal, Hakkı Beyler bir kayı kla izliyorlard ı . Bu s ı rada
gemiden kulakların zarı n ı patlatan bir patlama gürültüsü koptu . H a­
liç'in sessizl iğini dolaştı .
Vapurda elli ton barut, trotil vard ı . Eğer bunlar ateş a l ı rsa Fe­
ner, Kas ı m paşa karş ı l ı kl ı olarak büyük bir felaketle karş ı laş ı labilird i .
Neyse k i patlama oracı kta kal m ı ştı . K ı r ı k bir cephane sand ı ğ ı ndan
düşen bir mermi patlayarak istifle uğraşan Pütürgeli H üseyi n'i şehit
etmiş, beş işçiyi de yaralam ı ştı .
Salih Reis'in soğ ukka n l ı l ı ğ ı paniği önled i , çal ı şma yine arı gibi
sürd ü .
*

Anadolu , g ru ptan araba dingil iyle giyim mal istiyord u . Bunun üze­
rine Kemal Bey, Anadolu'nun güven ini kaza n m ı ş olan levazım baş­
kan ı n ı n bürosuna damlad ı . i l k ağ ızda ondan yüz bin giyim nal isted i .
- Sen bu kadar giyim n a l ı b i r arada görd ü n mü?
- Evet, levazı m ambarlarında dört yüz bin giyim var!
- Sana ancak iki bin giyim verebiliri m . Hele bunları gönderin de
anlayal ı m .
Yal n ız, iki b i n giyim n a l veril mesi için Üçü ncü Şube Müdürüne
bir kağ ıt yazd ı . Kemal Bey, bunu Üçüncü Şube Müdürü Hilmi Bey'e
götürd ü :
- Reis, bize Anadolu 'ya göndermek üzere bak ı n neler lütfettiler.
- Yirmi bin olacak! Ben bunu ambar müdürüne üç kez söylerim .
Altm ı ş b i n eder. D ü n d e size o n beş b i n vermiştim . Üst yan ı n ı d a siz
müdürle uyuşarak a l ı rs ı n ız.
Ambar Müdürü Yarbay lsmail Hakkı Bey'le buyruğu ndaki su bay­
lar da grupta çal ı şan yurtsever çocu klard ı .

52 1
Yüz bin giyim nal, ufak tefek pürüzlerden son ra Sirkeci'deki va­
pura yüklenmeye başlad ı . Kimi zaman y ı rt ı k torbalardan fı rlayan nal­
lar gürültüyle ambara dökül üyord u . Vapurun komiseri ünlü Arif Bey,
heyecana gelen soru m l u arkadaşlara gü lerek şöyle d iyord u :
- Zarar yok, bu ses , y i n e o sesti r, beyim ! Türk zaferi n i n şarkı s ı n ı
söylüyor, korkmay ı n ız! Vapurda yabancı yoktur.
Grup, ambarlarda hesab ı n ı öğ rendiği dört yüz bin giyim nalı parti
parti Anadolu'ya yetişti rmekte ived i davra nd ı . Şimdi dingiller kal ı yor­
du.
Kemal Bey, A l i Satış Komisyonu Başka n ı Tümgeneral Abuk Ah­
met Paşa'n ı n karş ı s ı n a dikild i :
- Kemal , ne yaz ı k k i ben de bir şey yapamayacağ ı m . Görüyor-
sunuz, bu Komisyonda kimler var. Siz başka bir çözümünü arayın ız.
- Öyleyse alan bize sats ı n . Buna aracı l ı k ed i n iz.
- Buna Komisyon Başka n ı olarak karı şamam.
Adam yan çiziyord u . Yal n ı z dingiller de elde ed ilmeliyd i . M ustafa
Kemal bekl iyord u . Bun ları bir Ermeni sat ı n almak üzereyd i . Erme­
ni'yle görüşüp an laşmak gerekiyord u .
Kemal Bey, B i l a l , Hakkı v e kardeşi Abd ülvahap beyleri bu işle
görevlendird i .
Ermeni, parasıyla da olsa dingilleri g ruba vermemekte diretiyor­
d u . Zora başvurmaktan başka çözüm yoktu . G rubun tabancaları
adam ı n şakaklarına daya n ı p soğ uk ecel terleri döktü rü nce işler he­
men yol una gird i .
E rmeni, bi rkaç mavnaya dingil yüklem işti . Grup bu mavnalara e l
koyarak yüklemeyi sürdürd ü . Yüklenen bir mavna battı . Güçlükle çı­
karı ld ı . Yüklenen mavnalar, nalları Sirkeci 'de vapura vermek üzere
birer birer Haliç'ten çıktı .
K. adl ı bir sorumlu subay daha önce dingillerin verilmesine razı
olmad ı ğ ı gibi şimdi de Harbiye Nazı rı Ziya Paşa'ya ispiyonlam ı ş ,
i ş i durd u rmaya çal ı ş ı yord u . Satış Komisyon uyla Harbiye Naz ı rı n ı n
etekleri tutuşmuştu . Ziya Paşa , Kemal Bey'i çağ ı rd ı . Mim-Mim Gru­
bu durumu anlar anlamaz K. Bey'i t ı pkı nalları , d i ngiller gibi Anado-

522
lu 'ya aşırırken Kemal Bey de Ziya Paşa' n ı n katına çıktı . Paşa , lstan­
bul'daki millici militanları her zaman koruyan bir yu rtseverd i . Kemal
Bey, Anadolu'ya gönderilen nalları n ı götü rüp hep ona gösteri r, g ittik­
leri yer üstü ne de bilgi veri rd i . Ziya Paşa , her seferinde:
- Tan rı yard ı mc ı n ı z olsu n , der, gözleri sevinç yaşlarıyla dolard ı .
Yal n ız, b u kez K . Bey onu fena halde doldu rmuştu .
Paşa , kızg ı nd ı . Gözlerini devi rerek:
- Evet, fakat kutsal bir çapulculuk!
*

Arada birçok gürültüler geçmekle birl i kte dingiller Sirkeci'deki


Adana vapuruna yüklend i ; l nebolu'ya doğru yola çıktı . Bi rkaç g ü n
sonra eli ndeki makbuzla y i n e Naz ı r Paşa'n ı n karş ı s ı na ç ı kan Kemal
Bey, ondan her zamanki gibi eski hayı r duayı ald ı :
- Tanrı yard ı mcı n ız olsu n !
*

Kemal Bey, Harbiye Nezareti dolayları ndaki ambarlardan birinde­


ki üç bin m ızrağ ı kald ı rttı . Mızraklar, demir çubukları n ambalajland ığı
sandı klara ustaca yerleştirildi. Sand ı kları n kenarı nda görünen demir
çubukları n uçları , öteki savaş silahları n ı gizl iyord u .
M ızraklar l nebolu'ya , oradan da An kara'ya vard ı ktan sonra ku rye
olarak g iden Mehmet Bey'e Fevzi Paşa şöyle ded i :
- Mehmet Bey, en sonra grup, m ızrağ ı da çuvala sığd ı rd ı .
Güldüler.
*

Mim-Mim Grubunun çal ı şmaları n ı artı k d üşmanlardan çok bizim


içimizden olanlar bozmaya başl ıyord u . Ufak bir çıkar düşüncesi ya
da H ü rriyet ve itilaf Partisi 'nin inan m ı ş , h ı nçl ı , kinli ada m ı olmak koca
bir ulusun davası n ı baltalamaya yetip de artıyordu bile. Bütün Fran­
sız, l ngiliz casusları g ru ba yard ı mcı olurken bunlar baltalıyord u . La
Française Kumpanyası vapurları n ı n Anadol u'ya cephane taş ı d ı ğ ı n ı
öğ renen yerl i hainler, bütü n d ikkatlerini buna d i kmişlerd i .
Bir gece Haliç'te yine bir vapur cephane yüklerini alarak Köp-

523
rü'den geçti . Bunu sonuna dek bir kayı kta gözleyen Kemal Bey'le
Hüsnü Bey, tehl i kenin atlad ı ğ ı n ı düşünerek evlerine dönüp rahat bir
uykuya dald ı lar.
Ne var ki sabahleyin gözlerin i açtıklarında Kroker Zinda n ı 'ndan
Kayyum Ahmet' i n gönderdiği bir pusulayı okumak talihsizliğine uğ­
rad ılar. l ntelligence Service'in buyruğunda çal ı şan Boşnak Cemal ile
Ned i m kardeşler, Kayyum'u ele geçirmişlerd i . Yaln ız, yüklü gemi bu
arada s ıyrı l ı p gitmişti .
i kinci gün sorguya çekilen Kayyum , düşman pol isine şöyle de­
mişti :
- Ben bir komisyoncuyu m . Balat'ta bu mavnaları bana Kızkulesi
açı kları nda karş ı layacak olan Nuri'ye teslim etmek üzere verd iler.
Nuri'yi de tan ı m a m . Sand ı kların içindekileri de bilmem . Bu iş için
ald ı ğ ı m para da işte cebimdeki şu on lirad ı r. Ben ne sorduğunuz
örgütü ne de onu yönetenleri biliri m .
"Kayyum çelimsiz, iyi giyinen, ulusal dava n ı n en hararetli yanl ı s ı ,
çok ağzı sıkı , kurnaz b i r adamd ı . Muhaliflerle de sürekli temastayd ı .
Onları n bile sayg ı s ı n ı kazanmıştı ."
En sonra , Kayyu m'un zindandan kurtarı lması için Boşnak Ce­
mal'le Kemal Bey'in görüşmesi gerekli old u . Kemal Bey, kalabal ı k bir
koruyucu gizli g rupla buluşma yeri ne gitti .
Cemal:
- Ben de bulunduğum partide yu rd u n kurtulmas ı n a çal ışıyoru m .
A h şu ittihatçılar memleketi bu duruma soktu lar, d iye d işlerini g ı c ı r­
datt ı .
- Evet, öyle çal ı ştı ğ ı n ıza inan ıyoru m v e o güvenle buraya gel­
dim.
- B e n ord u m uzu v e subayları n ı severim . Fakat şu ittihatçı su­
baylardan tiksi n i ri m .
- i nan ı n ız, bizim çal ı şmamız partici l i kle i l g i l i değildir. Biliyorsu­
nuz ki yard ı mlar U l usal Ordunun başarı s ı nda etkili old u . Sizin de
sevineceğ in ize i n a n ı yoru m .
Bir saat süren konuşma sonucunda an laştılar.
Cemal Bey, Kemal Bey'e:

524
- Türk ordusunun sen in gibi bir subay ı na güveniri m . Sana ben
de yard ıma hazı rı m , ded i .
- Teşekkü r ederi m . Fakat n e yapacaks ı n ız? Arkadaşları kurta­
rabilecek m iyiz?
- El bette kurtaracağ ız.
i çeride Kayyu m'la birlikte birkaç kişi yatıyord u .
*

Kayyum Ahmet'le arkadaşları n ı n Kroker'in işkence edilen zin­


danları ndan kurtulması gecikmed i . Onlar kurtulduktan sonra da Sa­
l ı pazarı'nda cephane yüklü olarak kalan iki mavna Cemal Bey'i n yar­
d ı m ıyla elde ed ildi. Cephaneler, "zevah i ri ku rtarmak üzere aşırıld ı ğ ı
cephaneliklere gönderildi."
işçiler, onları ertesi gece yine Hal iç'teki vapu ra taş ı d ı lar.
l stanbul'da bu zamana dek pek çok canlar yakan Boşnak Cemal
ile Nedim beyler, Kemal Bey'le görüşüp anlaştıktan sonra sonuna
dek grubun yard ı mcısı oldular.
*

Silah ve cephane gönderilmesi işi aral ı ksız sürd ü . Sakarya 'yı 30


Ağustos yengisini besleyecek olan cephane ile silahları l nebolu'ya
s ı rayla taş ıyan kah raman gemiler, sefer s ı rasıyla şöyleyd i : Ararat,
Lad i l , Ada na, Ararat, Lad i l , Mersin, Ararat, Ararat, Lad i l , Lad i l , Ara­
rat, Lelet, Lelet, Adana, Adana, Lad i l , Mersin , Lan k ı r, Lelet, Lan k ı r,
Lankır, Lelet, Ada na.
Bu vapurlarla yirmi beş büyük top, yüz yirmi beş ufak top, üç yüz
elli altı bin merm i , yüz doksan dokuz bin tapa , otuz dört bin hartuç,
doksan dört kama, altı yüz on üç dürbün , yed i yüz on iki tüfek, iki
milyon yedi yüz bin fişek, altm ış yedi bin üç yüz yed i palaska, doksan
sekiz bin yedi yüz seksen matara , elli dört bin yed i yüz yirmi sekiz
ekmek torbası , elli dört bin yüz yirm i sekiz arka çantası , dört yüz bin
giyim, at nal ı gönderilmişti .
Mim-Mim Grubunun yiğ itl iklerle dolu desta n ı bitip tükeneceğe
benzem iyord u . Kahraman l ı klar, iha netler, alçakl ı klar birbirini kova­
l ı yor, her şeye karş ı n Anadolu'ya türlü iskelelerden türlü iskelelere
cephane yüklü gemiler gidip geliyord u . l stanbul'da işçi , subay, ay-

525
d ı n , adsız kah ramanlar gibi çal ı şman ı n tatl ı sıtması içinde her şeye
meydan okuyarak en tehlikeli bir cephe yaşayı ş ı yaşıyorlard ı . Büyük
zafer için atı lacak bütün mermiler bu adsız yiğitlerin elinden geçti .

ORD U LAR, İLK HEDEFİNİZ


AKDENİZ'DİR, İ LERİ !

Bütün büyük işler, küçük başlangıçlarla olur.


Çiçeron

Başkumandan M ustafa Kemal , Trakya'da Yu nanl ı ların harı l harıl


hazı rlad ı ğ ı yard ı mcı güçler yetişmeden genel bir sal d ı rıya geçmek
gerektiğ i n i anlam ı şt ı . Fevzi ve ismet paşalarla Ku rmay Kurulu da
böyle düşünüyord u .
Fevzi Paşa , M ustafa Kemal'in buyruğuyla bütün cepheyi dolaş­
tı . En küçük erinden en yüksek rütbeli subay ı n a dek bütün orduyu
gözden geçi rd i . Ord u , gövdece de, ru hça da böyle bir sald ı rıya ha­
z ı rd ı . Bu raporu alan Başkumandan , ona genel sald ı rı n ı n planları n ı
haz ı rlamas ı n ı buyurd u . Fevzi Paşa , ordudaki görevinden ayrılarak
Genelkurmay Başka n l ı ğ ı n ı n bir odasına kapand ı , sald ı rı n ı n planları­
n ı yapmaya başlad ı .
Başkumandan M ustafa Kema l , Yu nan ordusunun ayakları n ı yer­
den kesebileceği n i anlad ı ktan sonra sald ırı kararı n ı Büyük Mil let
Meclisi'nden geçi rmeye karar verd i .
Bir gün hükü met konağ ı n ı n üst katı nda olağanüstü bir toplantı
yap ı ld ı . Vekiller Kuru l u na Malta Adas ı 'ndan dönmüş olan Başvekil
Rauf Bey başka n l ı k ediyord u .
Görüşme başlar başlamaz sald ı rı n ı n yersiz old uğunu haykıran
sesler de yükseldi. Sald ı r ı n ı n bir çılg ı n l ı k olduğunu söyleyenler, bo­
şuna kan dökmenin gereksiz olduğuna d i retenler çoğunluğu a l ı r gibi
old u . Birisi:
- Efend i m , ded i . Yüzde yirmi beş yenme belkisi olsa ben de bu
sald ı rıdan yana olurd u m , fakat ne yazık ki yok.

526
Bir başkası onu şöyle doğrulad ı :
- Efend i m , bizim ş u kadar kat ı rı m ız, ş u kadar devemiz olsayd ı
bu yapı labilird i !
Fevzi Paşa , kocaman yumruğunu masaya indird i !
- Efend i m , ded i . Bu sald ı rıda zafer belkisi yüzde yirmi beş değ i l ,
yüzde yetmiş beştir. Gerçekten bizim karşıtları m ı z ı n istedikleri ölçü­
de katırı m ı z ya da devemiz yoksa da ben Mehmetçiğin dövüş gücü­
nü dünya n ı n hiçbir yaratığ ıyla ölçüştüremem . O Mehmetçik, kavgayı
sevdiği nde deveden daha çok yol yü rüyerek ve deveden daha çok
aç kalarak dövüşür. Hem unutmayın ki Sakarya kavgamıza, mermi­
lerimizin çoğunu Mehmetçiğin karısı taş ı m ı şt ı r.
Fevzi Paşa' n ı n bu sözlerine Malta'dan yen i dönen Kara Vasıf
Bey, şu yan ıtı verd i :
- iyi a m a efend i m , An kara'yla lzmir arası ndaki sekiz yüz kilo­
metrelik yol u a l ı rken askeri neyle besleyeceğ iz?
- Vasıf Bey, mesafeyi ölçerken pergeli herhalde yanlış tutmuş
olacak. Şundan ki bizim sald ırımız Ankara'dan değil, Afyon'dan başla­
yacak. Vasıf Bey, şimdi harman mevsimidir. Şimdi köylünün elinde her
şey vard ı r. Onlar kendi orduları n ı , fı rınlar dolusu ekmekler çı kararak
sürülerle kurbanlar keserek ve çuvallar dolusu üzümler sağlayarak
karşı layacaklard ı r. Bu kavga başka orduları n , başka koşullar içinde
yaptı kları kavgalardan hiçbirisine benzemez. Bunun içindir ki bu kav­
gada bizim yevgi konağ ı m ız, tarihin klasik savaşları nda görülen ordu­
ları nki gibi gerimizde değil ilerimizdedir.
Bu sözler, Kara Vasıf Bey'i n gözlerin i yaşartt ı , onu sustu rd u . Fev­
zi Paşa'n ı n sözleri onu doyu rmuştu . Böylece karş ıtları n sayısı azald ı
ve Vekiller Kuru l u genel sald ı rıya karar verd i .
*

Başkumandan, sald ı rı kararı n ı Vekiller Kurulu'ndan geçirdikten


sonra , küçük bir g rupta cepheye yaklaşarak incelemelerde bulunmak
üzere sald ı rıdan on beş gün önce trenle Akşehir'e doğru yola çık­
tı . Tren, Biçer istasyonunda durdu. Oradan öteye gitmiyordu. i nerek
otomobile bindiği s ı rada Mustafa Kemal derin bir göğüs geçirdi. Bunu

527
gören çocukluk arkadaşı Yaver Salih (Bozok) Bey:
- Rahatsız m ı s ı n ız, paşam? d iye sord u .
- Hayı r.
- Öyleyse önemli bir şey düşünüyorsunuz?
- Evet, bir şey düşünüyorum ve eğer düşündüğümü uygulaya-
cak zaman bulabilirsem ki bulabileceğimi san ı yoru m , d ünyan ı n göz­
lerini kamaştı racak bir görünüş doğacakt ı r.
*

M ustafa Kemal, cephede yaptığı uzu n denetlemelerden sonra


Çan kaya'ya dönerek sıtma l ı bir biçimde sald ı rı için kı l ı k ı rk yararca­
s ı na haz ı rlanmaya başlad ı .
26 Ağustos sald ı rı s ı için cepheye gideceği 2 3 Ağustos günü ilk
şaş ı rtmaca olarak Anadolu Ajansı 'ndan geceleyi n Çankaya'da bir
çay şöleni verileceğ ini yayı n lattı .
Bunu An kara'da gazeteler de yazd ı .
Başkumandan o akşam gecenin kara n l ı ğ ı na bürünerek Akşe­
h ir'deki karargaha yollanacaktı . Otomobiliyle Konya yoluna çı kmas ı­
na da ancak iki üç saat kal m ı ştı . Cevat Abbas Bey'le An kara Mevki
Kumandan ı Fuat Bulca da onunla cepheye gidebil mek için bir daki­
ka peşini b ı rakm ı yorlard ı .
Cevat Abbas Bey'i Mecl isten otomobil iyle a l ı p Çan kaya'ya götü­
ren Paşa , Mevki Kumandan ı Fuat Bulca Bey'in de köşke gelmesini
buyurd u .
"Mustafa Kemal, yolculuğunu gece yapacağ ı ndan bi rkaç saatl ik
vaktini ara s ı ra gür kaşları n ı çatarak düşünceye dalarak, kimi zaman
da güler, sevinçl i bir yüzle yaptığı ufak tefek şakalarla geçi riyord u .
Fakat büyük ru h u otu rduğu yere sığam ıyord u . "
Mustafa Kemal, Cevat Abbas Bey'le köşkün önü nden yü rüyerek
birinci nöbetçi kulübesine dek g itti . Oradan Fuat (Bulca ) Bey'in geldi­
ğini görd ü ler. M ustafa Kemal, nöbetçi kulübesin i n arkas ı ndaki doğal
kaya yığ ı n ı n ı göstererek:
- Burada otu ral ı m , ded i .
Cevat Abbas Bey'le Fuat Bey d e hemen onun d izleri dibine otur-

528
dular. Cevat Abbas Bey, yüreklenerek kend ileri n i de cepheye götü r­
mesi d ileğ i nde bulundu. Onu güçlendirmek üzere Fuat Bey de bu
d i leği yineled i .
Mustafa Kemal güldü:
- Sizin her ikinizin Ankara'da işiniz var, alamam, ded i . Her iki
asker de bundan üzüldü . Üzüntüleri ni boğmak üzere birer sigara tel­
lendird iler.
Bu s ı rada Fuat Bey' in biraz ötedeki evinden üç fincan kahve gel-
di. Cevat Abbas Bey bir nükte fı rsatı yakalad ı :
- Çay şölen i birer kuru şekerl i kahve ile geçiyor Paşa m , ded i .
Paşa :
- ikinizin de burada iki göreviniz var, ded i . Biri Ankara'da sizin
gibi yakı nları m ı n kalmas ı , birkaç gün için yolculuğumun gizli tutul­
ması na yarayacakt ı r. Her ikiniz de Mecliste , şeh i rde, görüldükçe ve
benden söz açı l d ı kça burada olduğumu karş ı n ızdakilere söyleye­
ceksiniz. Öbürü çok zayıf bir belki ise çok d ikkatli izlenecek bir iş­
tir. Sald ı rıyı m utlaka başaracağ ı m . Ancak binde bir ihtimal dahi olsa
geri hareketlerin i burada kötüye yoranlar bulunabilir.
Sonra Cevat Abbas Bey'e döndü :
- Sen , Mecliste h e r türlü akı m ı izler v e o n a göre gerekenleri
ayd ı n latı rs ı n . Tezvirata meydan verme. Alacağ ı n haberlere göre ar­
kadaşları uyarırs ı n .
Fuat Bey'e de şöyle ded i :
- Sen de Mevki Kumandanı olarak d ikkatl i ve h e r zaman her
olaya karş ı haz ı r bulun; An kara kamuoyuna sahip ol.
Sonra da her ikisine birden :
- Bize karş ı göreceğ iniz en ufak davra n ı şları bile benimseyin .
Ve şifreyle bana bildiri n . Alacağ ı n ız buyruğuma göre kesin davra­
n ı rs ı n ız!
Akşam kara n l ığ ı , dostu düşmana ayırt ettirmeyecek gibi çökünce
üç gölge, kaya l ı ktan kalktı . Köşkte hazırlanan sofra n ı n başı na geç­
tiler.
*

529
Mustafa Kema l , yemekten sonra annesin i n odası na gird i . Hayır
duas ı n ı ald ı , elini öptü . Zübeyde Han ı m , çok hasta olduğundan ls­
tanbul'dan oğl u n u n yan ına gelmişti . Ne var ki Ankara'n ı n havası da
çok sertti. Bu yüzden de hasta l ı ğ ı daha çok artm ı ştı . Doktor Adnan
Bey, s ı k s ı k Çan kaya'ya gidip geliyord u . Zübeyde Han ı m , köşke
yerleştiği nden beri Fikriye Han ı m ' ı n da üzgün günleri başlamıştı .
Zübeyde Han ı m ' ı n eski h ı rçı n l ı ğ ı yine depreşmişti . Oğlunun onunla
evlenebileceğ ini düşünmek bile ona felaket gibi görünüyord u . l stan­
bul'dan yola çı karken genç kad ı n , birçokları na "Mustafa Kemal'le
evlenmek üzere An kara'ya gittiğ ini" söylemişti . Bu yüzden de gerek
Zübeyde Han ı m , gerekse Makbule Han ı m , bu zaman içinde kendi
kendilerini yiyip bitirmişlerd i .
Şimdi, köşkte çok tedirgin b i r hava esiyordu. Zübeyde Han ı m ,
Fikriye Han ı m ' ı çatık kaşlarla karş ı l ıyor, o n u ancak b i r hizmetçi ola­
rak görmek istediğini anlatan davranı şlarda bulunuyordu: Son kerte
duygulu bir kad ı n olan Fikriye Han ı m , göğsünün altında kız kardeşini
alıp götüren ince hasta l ı ğ ı n belirtilerini sezmeye başlam ıştı . Bu ana­
n ı n Mustafa Kemal'i kendisine bı rakmayacağ ı n ı anlıyor, çok kah ı rl ı
günler geçiriyor, yine d e ald ı rı ş etmez görü nerek köşkü , evin han ı m ı
g i b i çekip çeviriyordu. Mustafa Kemal , köşkte yavaştan başlayan b u
dramı soğukkanl ı l ı kla görmezlikten gelerek geçiştirmekten başka çö­
züm bulamıyord u . O s ı rada, dünyan ı n parmağ ı n ı ağzı nda b ı rakacak
gerçekten büyü k bir işi yapmaya giderken bile bu dramın oynanmış
ya da oynanacak sahnelerini usundan geçiriyor, tatsız bir biçimde yü­
zünü buruşturuyord u .
Annesi nin odası na gird iğinde Zübeyde Han ı m , ilerlemiş hasta
görünüşüyle k ı m ı ltısız yatıyord u . Oğ l u n u n geldiğini görünce k ı m ı l­
dar gibi old u .
- Nas ı l s ı n , an ne?
- Pek, iyi değ i l i m , paşa oğl u m .
- B e n birkaç g ü n l üğüne gidiyoru m . P e k yakında lzmir'deyiz.
Sana ora n ı n havas ı daha iyi gelir. Seni oraya götürürüz.
Kad ı ncağ ız şaşkın şaşkın oğlunun yüzüne baktı . lzmir, düşman
elinde değil miydi?

530
Mustafa Kema l , eğilip annesinin kemikleri çı kmaya başlayan elini
öptü . H ızla kapıdan çıkt ı .
Havuzun başı nda otu rmuş, k ı rmızı bal ı kları seyreder g i b i yapa­
rak düşüncelere dalmış olan Fikriye H a n ı m'la karşı laştı :
- Ben gid iyorum Fikriye, Yu nanlı ları denize dökmeye. Hayd i , Al­
lahaısmarlad ık.
Fikriye Hanım, i ri gözlerinde yanan gizli bir ateş, dudaklarında
solgu n bir g ü l ümsemeyle:
- Güle güle paşa m , ded i .
Son ra , akşa m ı n koyu kara n l ı ğ ı nda bir otomobil homurtusu işitti .
Otomobil 23 Ağustos gecesi ıssız Konya yolu n u n sessizliğini ü rper­
terek An kara'dan uzaklaştı . Konya l ı lar, ertesi g ü n Mustafa Kemal'i
birdenbire Konya caddelerinde görünce şaş ı rd ı lar. Birkaç yıld ı r çok
civcivli gü nler geçiren Konya halkı , Paşa'n ı n gelişi n i olağanüstü bir
ilgiyle karş ı l ad ı .
iki g ü n Konya'da kalan Paşa , Akşehir'e yolland ı . Batı Cephesi Ku­
mandanı i smet Paşa'n ı n karargahı buradayd ı .
Mustafa Kemal , bütün kumandanları n katıl masıyla bir toplantı
yaptı . Sald ı rı n ı n ne biçimde yapı lacağ ı üstü ne kararlar a l ı nd ı . Bu
önem l i karardan sonra bir ad ı m daha ileri gidilerek i smet Paşa'n ı n
karargahı Afyon'un yaklaş ı k olarak yirmi kilometre gü neyinde bulu­
nan Şuhut bucağ ı n a götürü ldü. Kocatepe ile Şuhut bucağ ı aras ı nda
ak çad ı rlar kuru l d u . "i smet Paşa'yla Fevzi Paşa'n ı n karargahları s ı k
ağaçlarla kapl ı v e h e r iki yan ı yalçı n tepelerle çevrilmiş vadinin için­
deyd i . "
Başku mandan, bir köy evin i n ikinci kat sofrasında, buram buram
tüten tezek kokuları aras ı nda, üzerinde büyük bir gaz lambası yanan
bir yemek masas ı n ı n baş ı nda küçük akşam yemeğini yiyord u . Yaver
Muzaffer (Kıl ıç) Bey, bu s ı rada içeri g i rerek Paşa'ya ağ ızdan rapor
vermeye başlad ı . Bu Muzaffer Bey' i n , bir g ü n önce cephe topçu ku­
mandanları ndan topçu grupları üstü ne edindiği bilgilere değgindi.
Muzaffer Bey, ateş yoğunluğunun üç dört saat sürebileceği n i ,
yal n ız pla n l ı engelleme ateşinin gerekli görü l mediğini söyled i .
Başkumandan :

531
- Engel leme ateşi n i de onlara b ı raka l ı m , ded i .
Paşa , saat o n a doğru stratej i haritas ı n ı isted i . B u , h e r i k i yan ı n
arazi üzeri ndeki durumları n ı gösterir b i r haritayd ı . Paşa , bunda:
"Özell i kle düşman ı n yarma, ağ ı rl ı k merkezinin bulunduğu noktalar­
daki tahkimat ile kuşatmayı yapacak süvari kolordusunun geçeceği
Ah i Dağ ı Geçid i'nin arazi durumunu gözden geçird i . Ayn ı zamanda
Eskişehir-Afyon aras ı nda, Döğer mevkiinde bulunan düşman ye­
dekleri üzeri nde d i kkatle durup haritayı inceled i . "
Muzaffer Bey'e Döğer'le Eskişehir aras ı n ı n haritada ölçülmesi n i
buyurd u . Elindeki kalemle Döğer noktasına i ki kez vurd u :
- Döğer, Döğer, ded i . Fakat döğmeyeceklerd ir. Bu güçler hare­
ketsiz kal maya mahku m .
Sonra , Muzaffer Bey'e döndü :
- Haritaları topla, yola çıkıyoruz.
*

Mustafa Kemal , 25 Ağustos akşam ı Şuhut bucağ ı ndan ayrılarak


gece yarısı Kocatepe'nin eteklerindeki Çad ı rl ı Ordugaha vard ı . Ça­
d ı rlarda gaz lambalarıyla mum fenerleri yan ı yord u . Belirlenemeyen
yönlerden cırcır böceklerinin uyku verici sesleri geliyor, uzaktan uza­
ğa köpekler havl ıyor, orduga h ı n hemen önünden söğüt ağaçlarıyla
örtülmüş küçük bir dere şırı ldayarak akıp gidiyord u .
Gökyüzü , iri y ı l d ı zlarla örtülüyd ü . Gecenin kara n l ığ ı , derin b i r
sessizl i k gibi bütün boşlukları dolduruyord u . Y ı l d ı z ı ş ı kları n ı n altın­
da, süngü leri parlayan nöbetçileri n , devriyelerin ayak sesleri , sessiz­
liği bell i bel i rsiz noktal ıyord u .
M ustafa Kemal, sivri , ak bir asker çad ı rı nda, üstü nde gaz lamba­
sı yanan küçük bir masa n ı n baş ı nda otu ruyor, yazıcı M uzaffer Bey,
karş ı s ı nda haz ı r ol durumunda dikil iyord u .
- Emri n iz paşam?
- Haz ı r m ı y ız?
M ustafa Kemal , bunu söyleyerek kal kt ı . "Henüz bozulmamış por­
tatif karyolası n ı n üzeri nden tabanca kemeri n i a l ı p takı nd ı . " Bir ba­
loya gider gibi g iyiml iyd i ve tıraş olmuştu . Eld ivenleri n i de takarak

532
çad ı rdan ç ı ktı . Düşman ı n bulunduğu yöne doğru bir süre baktı . Son­
ra , gaz ve mum fenerlerin i n titrek ı ş ı ğ ı altı nda Kocatepe'ye çı kmaya
başlad ı , öne doğru çokça eğilerek yürüyord u . Arazi çok engebe l i ,
taşl ı ktı . Bu yüzden çok ağ ı r ilerl iyord u . En sonra, tepenin doruğu­
na çıktı . Çevresindekilerin varl ı ğ ı ndan bile habersiz görünüyord u .
Bütü n varl ı ğ ı yla düşman ı n karşısı ndayd ı . Önleyeceği b i r tek varl ı k ,
düşmand ı .
Kendi kendisine söyler gibi:
- Allah , Türk ulusunu ve ordusunu koruyacaktır, ded i .
Sabah ı n dört-dört buçuğu sıralarıyd ı . Katran renkli karanl ı k , hızla
eriyip yerini kül rengi , sonra mavimtı rak bir denizaltı ayd ı nl ı ğ ı na b ı rak­
tı . Kocatepe'nin doruğuna dikilen Başkumandanl ı k flamasıyla ord u ,
kolordu ortası nda yarı yiten insanlar, bir tap ı naktaym ış g i b i susuyor,
olacak bir şeyi bekliyordu. Başkumandan ı n çiğnediği kekik sapların­
dan mis gibi bir kekik kokusu yükseliyordu. Başkumandan, batarya
dürbünüyle düşman siperlerini gözden geçirmeye başlad ı .
2 6 Ağustos sabahı saat dördü çeyrek geçiyordu k i birdenbire dağ ı
taş ı doldu ran sessizliği bir tek topun gürültüsü yırtıp paramparça etti .
"ilk mermiyi atan on buçukluk bir obüstü ." Düşman siperlerinin önüne
düşen merm i , havaya bir toprak, duman direği kald ı rd ı .
Namluları düşman siperlerine çevrilmiş iki yüz top, o n buçukluk
obüsün arkası ndan, şimdiye dek buraları n işitmediği korkunç bir gü­
rültüyle ateş etmeye başlad ı . Avları n ı iyi gözetleyen bataryalar, mer­
milerini onları n üstüne sağanak gibi yağd ı rıyord u . Düşman siperlerinin
önlerindeki tel örgüsü bölgesi, siperlerin içi , bir dev kazandaki lapa ola­
rak sürüyord u . Kalecik Sivrisi'nden Çiğiltepe'ye dek her yanda havaya
toprak, duman direkleri yükseliyord u .
Düşman topçusu da uyanarak engelleme ateşine başlad ıysa da
rastgele ateş ettiğ inden etkili olamıyord u .
Tü rk topçuları n ı n yok etme ateşi , düşman ı n bir yı lda geçilemeye­
ceğini söyled iği tahki matı tuz buz ed ip havaya uçu ruyord u . Kaleci k
Sivrisi'nin üstü ndeki düşman tahkimat ı , bütün canl ı larıyla birlikte toz
toprak olarak havaya savrul uyor, zinci rleme patlamalar s ı rası nda
renkli şimşekler çakıyor, taşlar, topraklar, bir cehennem kaza n ı gibi

533
kayn ıyord u . Tonlarca top mermisi , burnu havadaki düşman tahki­
matı üstüne sanki su gibi akıyord u . Topçular bu s ı rada cephanenin
azald ı ğ ı n ı görerek kayg ılanmaya başlad ı lar. Bu kerte hovardaca
harcanan top mermilerinin durumunu öğ renmek isteyen Mustafa
Kemal de biraz kayg ı land ı . Yal n ız bu merm i lerin ancak bu saat için­
de gerekeceğ ini iyi bildiğ inden şu buyruğ u verd i :
- Tek merm i kal ı ncaya d e k ateş sürd ü rü lecek. Cephane bütün­
lememizi düşmandan yapacağ ız.
*

Birinci Ord u Kumanda n ı Nurettin Paşa , i kinci Ord u Kumandan ı


Yakup Şevki Paşa , Birinci Kolordu Kumandan ı Albay izzettin Bey,
i kinci Kolord u Kumandan ı Albay Ali H i kmet Bey, Üçü ncü Kolord u
Kumanda n ı Albay Şükrü Naili Bey, Dörd ü ncü Kolordu Kumanda n ı
Albay Kemaletti n S a m i Bey, Altıncı Kolord u Kumandan ı Al bay Ka­
z ı m Bey, Kocaeli G rup Kumandan ı Al bay Halit Bey, Süvari Kolord u­
su Kumanda n ı Fahrettin Paşa , yok etme ateşi süresince gerilmiş bir
zemberek gibi bekleyen güçlerini saldı rıya geçi recekleri a n ı yıpratıcı
bir heyecanla bekl iyorlard ı .
Yal n ız, Fahrettin Paşa ' n ı n Atl ı Kolordusu biraz daha uzakta , d üş­
man gerilerinde onun ulaşı m ı n ı , çekilmesini engellemek üzere terti­
bat alm ı ş bekliyord u . Fahrettin Paşa'n ı n Başkumandan l ı ktan ald ı ğ ı
buyruğa göre 26 Ağustos Atl ı Kolordusu i ç i n bir bekleme günü ola­
caktı . Atl ı Kolordusu, piyadenin sald ı rı s ı n a seyirci kalacaktı . Fahret­
tin Paşa Sand ı k l ı 'dayd ı .
Ordudan , 25 Ağustos'u 26 Ağustos'a bağlayan gece gelen sald ırı
buyruğunda Atl ı Kolordusunun bu gece Ahi Dağ ı geçitlerine doğru
yürüyerek ertesi gün Sinanpaşa'ya in mesi bildiri liyord u . Böylece
Fahrettin Paşa ' n ı n atl ı ları , Birinci Kolord u m uzun karş ı s ı nda bulunan
d üşman birlikleri n i n sağ yan ve gerilerine sald ı racak, demiryolunu
y ı kacak, Altı ntaş-Eğret(Anıtkaya) bölgelerindeki yedek grubuyla
Uşak g rubuna karşı keşif ve güvenlik görevleri n i görecekti.
Fahrettin Paşa , hemen kolorduyu bu yönlerde yola ç ı kard ı . Atl ı
d izileri , Ahi Dağ ı geçitlerin i aşarak ovaya düşmek üzere ilerlediler.

534
Yal n ız yürüyüş çok güçlük içinde geçiyord u . Gecenin zifir gibi karan­
l ı ğ ı nda sarp dereler boyu nca taşl ı k patikalardan iki atl ı tümen i tek
kolda gid iyor, bir haftad ı r gece uykusu görmemiş atlar tökezliyord u .
On dörd üncü Tümenin sonuyla i kinci Tümenin başı arası nda on beş
kilometre çeken bir ara l ı k vard ı . Fahrettin Paşa'n ı n Birinci Atl ı Tüme­
ni kolbaşıyla ovaya inmiş, keşif kol ları n ı çıkarm ı ştı .
Deri nden ve doğudan gelen top sesleri , büyük sald ı r ı n ı n başla­
d ı ğ ı n ı gösteriyord u . Birinci Atl ı Tüme n i , Çayhisar'a doğru ilerlerken
On dörd ü ncü Tümen de Yörükmezar'da toplan ıyord u . Sonra Birinci
Tümenle On dörd ü ncü Tümen düşmana doğru ilerled i .
i kinci Atl ı Tümeni yalçı n , sarp araziden geçerken sahra toplarıyla
telsizi geride b ı rakmak zorunda kalmıştı . Ancak 26 Ağustos sabahı
Çiğiltepe'nin batısı nda bir yere varabildi . Burada düşman topçusunun
yoğun ateşiyle karşı laşarak bin türlü güçlükle ana güçlere yetişmek
üzere sarp dağları aşmaya çal ı ştı .
Fahrettin Paşa bu s ı rada düşma n ı n türlü d u rumlarına karşı dü­
zen almaya çal ı ş ı rken bir ord u buyruğu ald ı . Bütün öneml i tepeler
düştüğü halde Çiğiltepe' nin bir tü rlü düşmed iği bildiri liyor. Bu tepenin
düşürülmesi için Atl ı Kolordusunun Kı rka-Paşaköy yönünde sald ı rı­
ya geçmesi buyrul uyord u .
Bu yön Kı rka-Sinanpaşa aras ı n ı tutan düşmanca kapatılmıştı . Bu­
rası hem de Çiğiltepe kuzeyindeki d üşman ı n etkili top ateşi altı nda
bulunuyord u . Paşa , bu yöne pek yorgun bulunan i kinci Tümeni sür­
dü. Sald ı rıya geçen tümen , düşman direnmesiyle karşılaştı . Yaln ız,
düşman ihtiyatları n ı n Çiğiltepe'yi güçlendirmesini engelleyerek çok
gerekli bir iş başard ı . Gece bastı rı nca kolord u , olduğu yerde dinlen­
meye geçti . Yalnız askerler de, hayvanlar da açtı . Şundan ki bu bölge
Yunanlıları n işgal ettiği topraklar içindeyd i . Köylülerin bütün yiyecek­
leri ellerinden alınm ıştı . Bu yüzden de kendilerini kurtaran ordularına
yiyecek hiçbir şey veremiyorlard ı .
Fahrettin Paşa'yı Tokuşlar köyünden H aydar Ağa konuk etti .
Düşman ı n yenilmek üzere olduğunu anlayan köylülerle askerler o
gece, orası n ı bir bayram yerine çevirdiler. Kolordunun bandosu as-

535
ker marşları çald ı . Fahrettin Paşa bandosu n u bir de lzmir'e girdikleri
gün çald ı racakt ı .
i ki yüz Türk topunun yok etme ateşi , piyadenin geçmesi için ye­
tesi gedi kler açtı kta n , düşman ı siperleri nde gerçek bir şaşkı n l ı ğa uğ­
rattıktan son ra her birliğin kumanda n ı , buyruğundaki piyade birliğ i n i ,
topları n h a l a hallaç pamuğu g i b i attığı korkunç bölgeye sald ı rtt ı .
Mustafa Kemal, Kocatepe'den piyade y ı ğ ı nları n ı n b i r süngü or­
man ı gibi ilerleyerek s ı rtları aştı ğ ı n ı görd ü . Sabah güneşi bu sün­
g ü orma n ı nda göz kamaştıran oyunlar oynuyord u . Kuytu vad ileri ,
dereleri örten sisler geniş avcı hatları d u ru m u nda ilerleyen piyade
yığı nları n ı ara s ı ra gözden gizliyord u . Türk süngü orman ları , dar­
madağ ı n ed ilmiş düşman siperlerine doğru ilerlerken düşman tüfek­
leriyle ağ ı r, yeğ nik makineli tüfeklerinin korku nç gevezeliği başlad ı .
Bunun üzerine Türk topçusu daha şiddetl i , daha yoğun bir ateş tem­
posu tuttu rd u . Düşman piyadesi göz açamaz old u . Düşman yine de
direniyord u . Bunun üzeri ne manga manga, takım tak ı m s ı çrayarak
ilerlemeler başlad ı . Türk topçusu, düşman siperleri önüne varan ilk
tel örgülerini keserek obüslerin açtığı ged iklerden geçmeye çal ı şan
Tü rk piyadesine zarar vermemek üzere ateşi n i düşman hatları n ı n
gerilerindeki yedek g üçlere yöneltti . Artı k , Kocatepe'den uzanan
dürbünlerde de bir şey görünmüyord u .
Karş ı l ı kl ı savrulan el bombaları n ı n kald ı rd ı ğ ı toz, duman , bütün
cepheyi boydan boya kaplamıştı .
*

Başkumandan ı n bir yan ı nda Sovyet Elçisi Medivani, öbür yan ı n­


da da Sosyalist Azerbaycan Cumhuriyeti' n i n elçisi dikiliyor hepsi de
Türk askerinin tel örgüler sistemini nas ı l aşacağ ı n ı görmek istiyord u .
Medivani'nin baş ı nda bir işçi kasketi, y i n e onun gibi uzun boylu olan
Azerbaycan elçisinin başında da ak bir papak vard ı .
Mediva n i , M ustafa Kemal'e:
- Türk askeri bu tel örgüleri nas ı l aşacak? d iye sord u .
Öyle bir and ı ki on binlerce insan s ı rtlarındaki çantaları çıkarıp
tel örgülerin üzerine atarak köprüler, basamaklar yaptı lar. O zaman
Mustafa Kemal, Medivani'ye şu yan ıtı verd i :

536
- i şte böyle geçecekler!
*

On binlerce insan , dağ ı taşı kaplamış, ilerliyor, durmadan ilerl iyor­


du. Bu s ı rada, bütün cephe boyunca ilerleyen bu coşkun insan yığ ı n­
ları hep birden bir sevinç çığl ığı attılar. Bu devlere özgü bir ses gibi sa­
vaşı n bütün gürültülerini bastırd ı . Kocatepe'nin üstündekiler, dürbün­
lerini, bütün tepelere yukardan bakan Kalecik Sivrisi'nin doruğundaki
olaya çevirince sevinçten titrediler; dorukta yeni dikilmiş kocaman bir
Türk bayrağ ı , bir dev gelincik gibi parl ıyord u .
Mustafa Kemal bakt ı : Türk bayrağ ı n ı n Kalecik Sivrisi'ne d i kildiğini
gören bütün siperdeki Türk askeri fı rla m ı ş , "Allah! Al lah!" naralarıyla
düşmana doğ ru s ı ra dalgalar gibi koşuyord u . Bütün ordu bir zafer
havası sezmiş, bir zafer kokusu a l m ı ş gibiyd i , yeri nde duram ıyord u .
i l k düşman siperlerine g irild iğini bildiren işaretler, geriden ilerle­
yen savaşçı yığ ı n ları n ı büsbütün aşka getirmişti .
Yenmenin verd iği heyecanla duran , koşan bütün erler, subaylar,
birbiri n i n elini sıkıyor, birbiriyle öpüşüp kucaklaşıyor, şuna benzer
sevinçli sözler söyl üyorlard ı :
- Hey Allah ' ı m , bize bugünü d e m i gösterd i n !
*

Çok önemli bir demiryol u kavşağ ı nda bulunan, Yunanlıların elin­


de aşıl maz bir kale durumuna sokulmuş olan Afyonkarah isar, yarı m
çember biçiminde Türk tümenlerince kuşat ı l m ı ştı . En solda Çiğilte­
pe' nin karş ı s ı nda 57. Tü men, K ı l ı ç Ali Tepesi'nin karş ı s ı nda 1 4 . ve
1 5. Tümenler, Tınaztepe karş ı s ı nda 23. Tümen, Belentepe karş ı s ı n­
da 1 1 . Tümen , Kalecik Sivrisi denen en yü ksek tepenin karş ı s ı nda
5. Tü men , onun bi raz sağ ı nda 8. Tümen , Afyon'un önlerinde 1 7 . Tü­
men , en sağda da 1 6 . Tümenle 6 1 . Tümen yer a l m ı ştı .
Yu n a n l ı lar bir doğal engel olan bütün bu tepeleri , savaş biliminin
en son verileriyle güçlend irmişlerd i .
Övü nçle de:
- Tü rkler, bu rayı bir y ı lda aşamaz, d iyorlard ı . S ı ra s ı ra tel ör­
güler arkasına çekilerek derin bir yaz uykusu çeken Yu nanlı lar, Tı-

537
naztepe'nin önündeki korkunç tel örgüsü sisteminin 25-26 Ağustos
gecesi güçlü iplerle, halatlarla bağ lanarak yüzlerce mandayla çekilip
götü rüldüğ ü n ü d uyma m ışlard ı bile.
Tü rk savaşçı ları tel örgüsü engelinden tem izlenmiş ala n ı aşıp da
Tınaztepe'de siperlenen düşman ı n burn u n u n dibinde bitiverince an­
latı lması güç bir şaşkı n l ı k baş gösterm işti .
Gü neş , bir m ı zrak boyu yüksel ince Kocatepe'de dikilen Başku­
mandan'la karargah görevl ileri , Yu nan l ı ları n gözü ne çarpmaya baş­
lad ı . Düşman o kargaşa arası nda yine de Başkumandan ı n Kocate­
pe'sine büyük çaptaki toplarından birinin mermilerini göndermekte
kusur etmed i . i l k mermi tepenin etekleri nde büyük bir gümbürtüyle
patlad ı . Bunu ikinci , üçü ncü , dördü ncü mermiler izled i . Kim bilir düş­
man belki de tepenin önünden geçen yara l ı arabaları na ateş edi­
yord u . Düşman kendi cephesinin içine g i rmiş, orada boğuşan Türk
askeri ne ateş edememenin acı s ı içinde kıvra n ı yor, bu yüzden de
uzaktaki bu biçim erekleri seçiyord u .
Bu s ı rada gerek Tınaztepe, gerekse Belentepe'deki Yu nan mev­
zilerine coşku n , sürekli sald ı rı larda bulunan askerlerimiz, düşman ı n
özene bezene yaptığ ı tah kimatı h ızla kem irmekte, Afyon yolunu aç­
mak için d işlerini tırnakları na takmaktayd ı lar.
Saat dokuzda Çiğiltepe'den başka bütün güçlendirilmiş tepeler
Türk savaşçıları n ı n eline geçmişti . Yemyeşil Afyon Ovası'na doğru bir
kaçmaca kovalamaca başlamak üzereydi. Yal n ız sol uçta bulunan Çi­
ğiltepe'de düşman anlaşı lmaz bir direnme gösteriyor, siperler, elden
ele geçip duruyor, çukurlarda Türk ve düşman ölüleri kucak kucağa
yatıyordu. Kendi erekleri olan tepeleri ele geçiren bütün tümen ku­
mandanları , başkumandana tekmil vermişlerd i .
Türk ordusunun Afyon'a doğru akacağ ı g e n i ş bir yarma yap ı l m ı ş ,
kocaman bir ged ik açı l m ı şt ı . Düşma n ı n bu s ı rada h a l a kaçmayarak
yerinde sayması , bir us gereği değildi, bir şaşkı n l ı ktan ileri gel iyord u .
Başkumandan Çiğiltepe'nin hemen düşürü lmesi için buyru k üstüne
buyruk veriyor, i htiyat düşman güçlerinin savaş yerine yaklaşma­
ması için d u rmadan bunları top ateşiyle darmadağ ı n ettiriyor, bir

538
yandan da Döğer'de bulunan düşman i htiyatları n ı n durumu üstüne
rapor isteyip duruyord u . Buralardan gelen raporlar, Başkumandan ' ı n
yüzünde tatl ı iyimserlik gülümsemeleri yaratı yord u .
Gün h ızla sonuna değiyor, tepeleri n , vadilerin doğu yüzleri uzun ,
inatçı gölgelerle esmerleşiyor, kararıyord u . Bu s ı rada kuşatmayı
bütünlemek üzere davranan Fahrettin Paşa ' n ı n Atl ı Kolordusu, Ahi
Dağ ı geçitlerinden süzülerek kaçması a l ı nyaz ı s ı olan d üşman ı n çe­
kiliş yolları n ı engellemeye çal ı şıyord u .
Palab ıyıkl ı , arslan yürekl i , iyi yüzlü bir asker olan 5 7 . Tümen Ku­
manda n ı Albay Reşat Bey, batmak üzere olan gü neşe bakarak kara
kara düşün üyor, düşman ı n direnişini k ı ramaman ı n korku nç tal ihsiz­
liği karş ı s ı nda ne yapacağ ı n ı , ne diyeceğ ini bilmiyor, Başkuman­
dan'dan gelen her telefonla bir kez daha kah roluyord u . Onun sesi,
Albay Reşat Bey' in kulaklarında şöyle ç ı n l ıyord u :
- Gece olmadan Çiğiltepe a l ı nmal ı d ı r.
Reşat Bey, palab ıyı kları n ı çekişti rerek en şiddetli buyrukları n ı
verd i . Çiğiltepe'nin etekleri , yamaçları insan mezbahas ı na dönd ü .
Düşman yine d i reniyord u .
Gece bastırı nca Başkumandan 57. Tümen Kumanda n ı Albay
Reşat Bey'e telefonda:
- N için hedefi n ize varmad ı n ız? d iye sord u .
- Yarım saat sonra bu hedeflere erişeceğ iz.
Yarım saat sonra Ciğiltepe yine düşürü lemem işti . Mustafa Ke­
mal , yine sorusunu yineleyince Reşat Bey, ona şu yan ıtı verd i :
- Yarım saat içinde size o mevzileri almak için söz verdiğim hal­
de sözümü yapmam ı ş olduğumdan dolayı yaşayamam.
Bu s ı rada Biri nci Ord u Kumanda n ı N u rettin Paşa da:
- Reşat Bey, ded i . Öbür tümenler görevleri n i yaparak istenen
ereklere vard ı kları halde siz hala Çiğiltepe'yi düşüremed i n iz. B u
ordunun genel durumunu etkilemekted ir. Rica ederi m , biraz çaba
gösteriniz.
Reşat Bey, bunun üzerine tek başarısız tümen kumanda n ı olma-

539
n ı n utancına daha çok dayanamayacağ ı n ı anlayarak tabancas ı n ı n
namlusunu şakağ ı n a dayayarak tetiğe dokundu.
Reşat Bey'i n kendisini öldü rmesi , M ustafa Kemal'e bildirilince
çok üzüldü.
Yine de çevresindeki bir yığ ı n kumandana bakarak:
- Yarın öğleden son ra Afyon'da olacağız, ded i .
Herkes ikircikle , kuşkuyla birbirinin yüzü ne baktı .
Ali Ihsan (Sabis) Paşa'n ı n yeri ne Birinci Ordu Kumanda n l ı ğ ı n a
atanan N u rettin Paşa , Başkumandan'a:
- Paşam çok yoruldunuz. Yarın önemli ve d i rimsel kararları ve­
receksiniz. Bir iki saat uyuyu nuz, önerisinde bulunduysa da Başku­
mandan hiç ald ı r ı ş etmed i .
Gü neş batm ı ş , hava kararm ı ştı . Çiğiltepe'deki kan l ı savaş hala
sürüp gidiyord u . Bu yüzden de yarı n öğleden sonra Afyon'da oluna­
cağ ına hiç kimse inanm ıyord u .
*

Savaş, geceleyin de sürd ü . Tanyeri atarken yap ı lan şiddetli bir


sald ı rıyla Çiğiltepe 57. Tümen savaşçı ları n ı n eline düştü . Ne yazık
ki Reşat Bey gitmişti .
Çiğiltepe'de sökülen d üşman güçleri , Afyon , Sinca n l ı ovalarına
kaçmaya başlad ılar. Artık, siper savaşı bitmişti . Savaş yer yer "tah­
kimli" noktaların d ı ş ı nda sü rüyord u .
Başkumanda n , art ı k i kinci erek olarak gözleri n i Afyon'a d i kmişti .
Çiğiltepe al ı nd ı ktan son ra Birinci Ord u , bütün ihtiyatları n ı da kullana­
rak Afyon Ovas ı ' nda bozgu n durumunda kaçışan düşman ı n arkası­
na düştü . Şimd i , bütü n tümen ler, birbirleriyle yarışa girmişti . M ustafa
Kema l , 1 3 1 0 rakı m l ı tepe dolaylarında açılan büyük gedikten geçen
Albay Benli Kaz ı m (General) Bey' in buyruğu ndaki 8. Tümen in öğ le­
den sonra saat on yed i otuzda Afyon'a girdiğini bir kurmay subaydan
öğ rend i .
Artık Türk ordusunun karşısı nda bir düşman cephesi yoktu . 27
Ağustos günü ancak kaça n , kovalayan iki ordu göze çarp ıyord u .
İ kinci ord u , Yu nan i htiyatları n ı n kümelendiği Döğer'i alarak Altı ntaş'a
doğru ilerliyord u . N u rettin Paşa'n ı n Birinci Ordusu, düşman ordusu-

540
nu elden geldiğince kuzeye doğru sürerek lzmir yoluna dökülmesi n i ,
kaçması n ı önlemeye çal ışıyord u . Fahrettin Paşa'n ı n atl ı kolordusu,
lzmir'e giden demiryolları , şoseler üzerinde ci rit oynuyord u .
Başkumanda n , 27 Ağ ustos akşa m ı , e rtesi gün Afyon'a g itmek
üzere haz ı rl ı k yap ı lmas ı n ı buyurd u . 28 Ağustos saba h ı iki yan ı na
Fevzi Paşa'yla ismet Bey' i alarak üstü açık otomobil iyle Afyon'a yol­
land ı , öbür kumandanları n arabaları da onları izliyord u .
ismet Bey, yolda rastlad ı kları köylüler aras ı nda yaşlı bir adam ı
tan ı d ı ğ ı ndan otomobil durd u ruldu. Onun halini hatı rı n ı , son ra da iz­
lenilen yolu n doğru olup olmad ı ğ ı n ı sord u . Köyl ü :
- Yol doğ rudu r. Yal n ız, b u şosenin ileride toprağ ı tesviye edi lme­
mişti r. Otomobiller bozul u r, yü rüyemez, ded i .
Otomobiller, şoseden ayrı larak başka bir yola saptı . Bir süre son­
ra yol u şaş ı rd ı lar. Yolsuz bir bölgeye düştüler. Çok zaman yiti rdiler.
Onlardan son ra yola ç ı k ı p da ilk şoseden giden karargah arkadaş­
ları , onlardan önce Afyon'a vard ılar. Ovada yü rüyerek yol ararlarken
düşman siperleriyle, tel örgüleriyle karş ı laştılar. Hemen bütü n arazi
kazı larak derin hendekler meydana geti rilm işti . Otomobilin geçme­
sini önleyen d i kenli tel leri kesip kopararak otomobile yol açtılar. Boş
düşman siperleri nde ellerine geçi rdikleri bir kapıyı hendeklerin üze­
rinden bir köprü gibi kullanarak otomobili geçird iler.
Başkumandan ı n otomobili Afyon'a g i rd iğ i nde mahalleler, sokak­
lar duman, ateş içindeyd i . Havada bir fı rın s ı cakl ı ğ ı vard ı . Düşman
şeh i rden çekil i rken yakabildiği bütün evleri yakm ış, arkas ı nda bir ce­
hennem b ı rakm ı şt ı .
Afyon halkı , M ustafa Kemal'in geldiğ ini görünce yanan evleri ni
söndürmekten vazgeçerek onu karş ı lamaya koştu. Bu arabadakiler
için unutulmaz bir an oldu. Halk, kumandanları can ı içine sokmak
istercesine, çılgı ncas ına üzerlerine atı l ıyor, bir yandan Mustafa Ke­
mal ' i n , bir yandan da Fevzi Paşa' n ı n , i smet Bey'in elleri n i , yüzlerin i
öpüp d u ruyord u .
Otomobil güçl ü kle beled iye konağ ı n ı n ö n ü n e yanaştı . Burası na­
s ı lsa yang ı ndan kurtulmuştu .
*

54 1
Afyon savaşı başlayacağ ı günlerde Hal ide Edip bir görevle Kay­
seri 'ye g itmişti . Ameri ka l ı lar, orada H ı ristiyan çocu kları n ı barı nd ı ra­
cak bir öksüz yurd u açmak istiyord u . O da oraya bu işi incelemek
üzere gönderilmişti.
Ağustosu n yirmi üçünde orada denetlemelerde bulunurken Mus­
tafa Kemal'den , hemen ord uya dön mesi için bir telg raf ald ı . An ka­
ra'daki asker ü n iformas ı n ı almak için Miss Billings'in küçük otomobi­
l iyle gitmek zoru nda kald ı . Sonra , Konya yoluyla cepheye yolland ı .
Kürt köyleri nin tozlu yollarından Konya'ya giderken Mustafa Ke­
mal 'in ived i olarak kendisini çağ ı rmas ı n ı n amacı n ı düşünüyor, bunu
Sakarya Savaşı ' n ı n kaza n ı l ması nda sözde uğur melekl iği -maskot­
luk- gücü n ü n denen miş olmasına bağl ı yord u . Başku mandan , her­
halde maskotu nu büyük sal d ı rıda da yan ı nda görmek istiyord u .
Genç kad ı n , ancak Ağustosun yirmi yed isinde kend ini Konya'da
buld u . Emir eri l b rahi m , onun dorusuna binerek cepheye gitmişti .
Şimdi, o, köpeği yoldaşla yal nız kal m ı ştı . Ayı n yirmi sekizi nden önce
tren yoktu . Demiryolları m üfettişi, onu otod rezine alarak yola çıkard ı .
Yollarda halk sevinç içindeyd i . Köylü kad ı n lar, onlara üzü m , armut
sun uyorlard ı .
Çay'a varmadan Türk Ordusunun Afyon'a g i rdiği haberini ald ılar.
Bütün ulusun gözleri gül üyord u . Bütün bu bakışlar, zafer mutluluğu­
nun ı ş ı klarıyla y ı kan ıyord u .
Çay'a girdiğinde kalpağ ı b i r yana eğ ilmiş, Napoleon davra n ı ş ıy­
la çal ı m satan bir subayla karş ı laştı . Su bay, Afyon'a henüz h içbir
aracı n işlemediğini, Albay Kamil Bey' i görmesini söyled i . Kamil Bey,
ulaş ı m merkezin i n baş ı ndayd ı . Genç kad ı n , cephe gerisinde çal ı şan
subayların nedense daha çal ı m l ı olduğ u n u görd ü . Albay Kamil Bey
dertli bir adamd ı . Delibaş ayaklanmas ı nda ayaklanıcıların eline d üş­
müş, onu üç gün süren işkenceden sonra ölüme mahkum etmişlerd i .
Birinci gün sopa atm ı şlar, i kinci gün ayakları n ı n tı rnakları n ı sökmüş­
ler, üçüncü g ü n de onu don gömlek soymuşlar, kollarından bir atı n
kuyruğuna bağlam ışlard ı . Kamçı lanan a t koştu kça kafası taşlara
çarp ı p d u ruyord u .

542
- Görüyorsun ya onbaş ı , beni ölümden oraya gelen ordumuz
kurtard ı .
Albay ı n böyle paytak paytak yü rüyüşü ondand ı . Genç kad ı n , bu
gazinin elini sayg ı yla s ı ktı . Albay Kamil Bey, Hal ide Edip'i bir otomo­
bille cepheye gönderd i .
Afyon yolu , bir y ı ld ı r kullan ı lmad ı ğ ı ndan şoför nereden gideceği n i
bilmiyord u . Karanl ı k bası n ca yol b u l m a olanağ ı büsbütün ortadan
kalkm ı ş , şoför yan l ı ş yollara sapm ı ştı . Yıld ızların altında yaradana
s ı ğ ı n ı p giderlerken yoğun tüfek sesleri n i işitmeye başlad ılar. Cephe­
ye yaklaştı kları n ı anlayarak Yunanl ı ların ellerine d üşmekten korkup
geri döndüler.
Afyon'un dolaylarındaki Çobanlar köyü n ü n ı ş ı kları , bir tek yol
gösterici old u . Ön lerinden başları ak sarg ı l ı hayaletler geçiyord u .
Bunlar birbirine destek olarak Çay'a yetişmeye çal ı şan yara l ı Türk
askerleriyd i . Halide Edip, otomobil inden atlayarak bunlara sord u :
- Merhaba hemşeh ri . Bu yol Afyon'a gider mi?
- Doğ ru Afyon'a çı kar. Ama yoldan ayrı lmay ı n . Çukurlar bomba
dol u .
Otomobil Afyon'a girdiği nde Hal ide Edip, yıkılan evlerin y ı k ı ntı ları
içinde ışıl ı ş ı l kor yatakları görd ü . Havada hala genzi yakan çam
tahtası dumanı yüzüyord u .
Otomobi l i , önünde e m i r erleri n i n , subayların eşyaları n ı taşıya­
rak vızır vızır gidip geldikleri büyük bir evi n kap ı s ı nda durd u . Burası
Belediye konağ ıyd ı . Halide Edip'i gören bütün subaylar, odalardan
fı rlad ı lar, O n u :
- Merhaba onbaş ı , d iye selamlad ı lar.
Binbaşı Tahsin Bey de içlerindeyd i .
Halide Edip'in e m i r eri l brahim gelmemişti . Tahsin Bey' in e m i r eri
ona yard ı m etti.
Elini yüzün ü yı kamaya fı rsat bulunca Tahsin Bey ona:
- Hemen Başku mandana rapor ed in iz. Çavuşu iki defad ı r geld i ,
sizi sord u , ded i .
- Başkumandan nerede otu ruyor?

543
- Yandaki odada!
*

Genç kad ı n , yandaki odaya geçmek için d ı şarı çıktığ ı nda bütü n
Afyonluları n sokaklara dökülmüş olduğu n u görd ü . Gecenin karan­
l ı ğ ı nda kara coşkun bir su gibi caddeleri , sokakları doldu rarak akı­
yorlard ı . Binlerce göz bu kara , k ı m ı ltı l ı dalgalanma aras ı nda parl ı­
yord u . Bütün bu gözler Başkumandanla öbür büyük kumandanları n
bulunduğu Beled iye konağ ı n ı n ı ş ı k l ı pencerelerine dikilmişti . Onları
görmek, öpmek, kucaklamak, onları n göğüslerinde sevinç gözyaş­
ları dökmek istiyorlard ı . Bir araya gelmiş bir yığ ı n kad ı n gözlerin i
Başkumandan ı n penceresinden ayırm ıyord u . Hal ide E d i p oradan
geçerken heyecanla onun üstü ne atı l d ı lar. Yaş l ı bir kad ı n onu kolla­
rı n ı n arası na alarak iki yanağ ı ndan şap d iye öptü . O da onun iki elini
öperek başına koyd u . Bunu gören öbürleri , birer birer onun boynuna
sarı l d ı lar, sevinç gözyaşları döktü ler. Halide Edip, bu davra n ı ş kar­
şısı nda gözlerin i n yaşard ı ğ ı n ı duyd u , şöyle düşünd ü : "Bu, zaferin
temel inin kendileri olduğunu anlamaya n bir grup."
Onlardan zorla koparak Başkumanda n ' ı n dairesine gird i . Kend ini
geniş bir sofada buld u . Sofan ı n ortas ı nda kocaman bir masa vard ı ,
burada bir yığ ı n su bay kaynaşıyord u . Kap ı s ı açık duran bir küçü k
odaya gözü ilişti . Yuvarlak bir masan ı n üstü nde iri bir gaz lambası
yan ı yor, bu masaya serilmiş bir harita üzerine eğilen M ustafa Ke­
mal'le Fevzi Paşa'n ı n yüzlerin i ayd ı n latıyord u . Haritaya bakarak bir
şeyler konuşuyorlard ı .
"Mustafa Kemal Paşa'n ı n başı nda, yüz g üneş doğmuş gibi yüzü
parl ıyor"du . Halide Edip'in kap ıdan girdiğini görü nce başları n ı kal­
d ı rd ı lar.
M ustafa Kemal onun elini s ı karak:
- Safa geldi n iz hanı mefend i , ded i .
- Tebriklerim paşam . En sonra başard ı n ız.
M ustafa Kemal bir kahkaha att ı :
- Evet, en sonra bu i ş i yaptık. Buraya nas ı l geld iniz?
- Az daha Yu nanl ı ların aras ına düşüyord u m .

544
- Ben de bugü n Yunanl ı ları n arası n a d üşüyordum.
Başkumandan bunu da gülerek söyled i .
- Sizin düşmeniz, çok büyük felaket olurd u .
Mustafa Kemal, bu söz üzerine d e sevinçli bir kahkaha atarak
şöyle ded i :
- Gelin hanı mefend i , yemek yiyelim.
Askerlerin çabucak donattıkları masa n ı n üzeri nde evlerden gel­
miş çeşitl i yemekler vard ı .
Fevzi Paşa , iri gövdesiyle Halide Edip'in karş ı s ı nda otu ruyor, ça­
tal-b ıçak, tabak gürü ltüleri aras ı nda neşeli bir şeyler anlatı rken sol
el iyle sağ göğsünü yumruklayarak güm güm öttü rüyordu . Batı Cep­
hesi Kumanda n ı ismet Bey de Mustafa Kemal'in yan ı nda yer almıştı .
Mustafa Kemal ' i n taşkın neşesi Halide Edip'in çok hoşuna gidi­
yord u . Bu l iderin yı llard ı r korkunç tehlikeler karş ı s ı nda gülmeyi unu­
tarak somurtup durduğunu düşü nerek şimdiki d u rumu onun üzeri n­
de mutluluk havas ı yaratıyord u . Ona:
- l zmir'i ald ı ktan sonra artık biraz dinlenirsiniz paşam. Çok yo­
ruldunuz, ded i .
- D i n lenmek m i ? Yu nan l ı lardan son ra birbirimizle dövüşeceğiz,
birbirimizi yiyeceğ iz.
- Neden? O kadar çok yap ı lacak iş var ki!
- Ya bana muhalefet etmiş olan adamlar?
- B u , bir Millet Mecl isinde doğal değ il mi?
Genç kad ı n , bu söz üzerine Mustafa Kemal'in gözlerinden teh l i-
kel i bir parı ltı geçtiğini görd ü .
Muhalif mebuslardan bir ikisinin ad ı n ı anarak:
- Bu adamlar, halkça linç ed ilseler yeridir, ded i .
Yemek sürerken bir süre susuld u . Sonra deminki kon uşman ı n
karanl ı kta geçen zincirinden bir halka olarak Halide Edip'e şunları
söyledi :
- Bu savaş bitince durum s ı k ı ntı l ı olacak. Başka heyeca n l ı b i r iş
bulmal ıyız hanı mefend i !

545
Genç kad ı n , bu söz üzeri ne şöyle düşündü: "Bu sözler, Musta­
fa Kemal Paşa ' n ı n karakteri n i n anahtarı d ı r. Büyü k güce erişenlerin
hepsinde bu vard ı r. "
Başkumandan gece yarı s ı gelen çok sevindirici raporu al ı nca
düşman ı n son u n u n geld iğini anlayarak hemen sabahleyin Dumlupı­
nar'a gitmek üzere karargaha buyru k verd i .
O , Biri nci Ord u ' n u n , Fevzi Paşa da i kinci Ord u ' n u n karargah ı na
giderek meydan savaşı durumunu alan savaşı buralardan çok ya­
kı ndan yöneteceklerd i . Böylece düşmana hiç soluk aldı rmayacak,
onu iki parçaya bölerek ayrı ayrı yok etmeye çal ı şacaklard ı . Başku­
mandan otomobiline binerek tanyeri atarken Dumlupı nar'a yolland ı .
ismet Bey, Afyon 'da kal m ı ştı . Otomobi l , Dumlupı nar dolayları ndaki
Balmahmut'ta Biri nci Ordu Karargahı çad ı rları n ı n önünde durd u .
Ordu Kumanda n ı N u rettin Paşa , çad ı rdan d ı şarı fı rlayarak Başku­
mandanı karş ı lad ı . M ustafa Kemal , Başkumandanl ı k karargah ı n ı
Biri nci Ordu kararg a h ı nda kurduğunu söyleyerek Dördü ncü Kolordu
Kumanda n ı Albay Kemalettin Sami Bey'le telefonla konuşmaya baş­
lad ı . Bu s ı rada karargaha iki gün önce tutsak ed ilmiş bi rkaç Yu nan
subayı geti rdiler. Araları nda bir de kurmay subay vard ı . Başku man­
dan onu yan ı na çağ ı rtt ı . Ona bir çay ı smarlayarak savaş durumu
üstüne bilgi almak isted i .
Su bay:
- i ki gün önce tutsak düştü m . Bu yüzden yen i savaş d u rumunu
bilemem, ded i .
B u n u n üzeri ne Başkumandan haritayı açtı . Bu s ı radaki savaş du­
rum u n u ona gösterd i . Düşman subayı , ordusunun demir bir çember
içine düştüğü n ü hemen anlad ı . Sonra elinde olmayarak parmağ ı n ı
harita üzerinde gezd i rd i .
- Bu duruma göre i ki kolordu kumandan ı m ızla tümen kuman­
dan ı m ızı n , birl i kleri n izin çemberi içinde bulunduğunu san ı r ı m , ded i .
Hemen telefona sarı lan Başkumanda n , Yu nan subayları n ı n ver­
diği bilgiyi anlattı , çember içindeki düşman kumandanları n ı n hemen
tutsak ed ilmesi n i buyurd u . Bu buyru k üzerine Yu nan subayı bay-

546
g ı n l ı k geçirir gibi old u . Başkumandan ı n verd iği buyruğ un korkunçlu­
ğunu anlam ı ştı . Türkçe bilmediğini söyleyerek tercü man arac ı l ı ğ ıyla
konuşan subay ı n beti benzi atm ış, elini a l n ı n a götürmüştü . Masan ı n
üstü nde d u ran çayı içmeye eli varmad ı . Bunald ı ğ ı n ı , çad ı rdan çık­
mak isted iğini söyled i . Hemen onu d ı şarı ç ı kard ı lar.
Herkes onun Türkçe bildiğ i n i , bunu saklad ı ğ ı n ı anlam ıştı .
Yaver Salih (Bozok) Bey de onunla d ı şarı çı karak Türkçe :
- Nerelisin? d iye sord u .
Su bay, Selanikli olduğ u n u , Kulekahveleri Mahal lesi'nde oturd u­
ğunu söyleyince Salih Bey de şaş ı rd ı . O da Selanik'in o mahallesin­
dendi . Bunu düşman subayına söyledi kten sonra:
- Neden o güzel Selanik'i b ı rakıp da buralara geldin? d iye sor­
du.
- Askeri m , e m i r ald ı m . Baş ı m çatlayacakm ı ş g i b i ağrıyor, onun
için çok konuşamayacağ ı m .
Salih Bey, karargah ı n ilaç bavulundan o n a baş ağrı s ı n ı dindire­
cek ilaçlar verd i .
*

Yunan kurmay subayı n ı n istemeyerek verdiği bilgi üzerine heye­


cana gelen Mustafa Kemal , otomobiline binerek Nurettin Paşa ' n ı n
Balmahmut'taki Birinci Ordu karargah ı n ı arkada b ı raktı . Nurettin Pa­
şa' n ı n bütün dilekleri , onu o tehlikeli bölgeye gitmekten alı koyamad ı :
- Paşa m , ateş hattına in iyorsunuz. Zatı devletiniz, burada ka­
l ı n ız.
Dörd üncü Kolordu Kumandanı Albay Kemaletti n Sami Bey' in
karargah ı na vard ı ğ ı nda onu savaş meydan ı na egemen bir tepede
dürbün üyle düşman ı n Dumlupı nar dolayları ndaki ovada çekilişini
seyreder buld u . Vakit ikindiüstüyd ü .
Kolord u kumandan ı n a :
- Beyefend i , teşebbüs v e kararı n ız nedir? d iye sord u .
- Paşa m , yürüyüş halinde bulunan tümenimizin gelmesiyle sal-
d ı rıya geçmeyi düşünüyorum .
- Düşün meye vakit yok. Gü neş batmadan kesin sonucu almak
gerek. Yoksa düşman ı n büyük böl ü m ü M u rat Dağ ları eteklerinden
ve Kızı ltaş Vad isi'nden çekilebilir.

547
Bu nları söylerken d ü rbün üyle de cepheyi tarıyord u :
- i leride bir d u m a n görüyorum , bu ned ir?
- Düşman ağ ı rl ı kları n ı yakıyor, Paşa Hazretleri .
- Şu sağdaki köy ve duman nedir?
- Dövüştüğümüz düşman , çekilirken yal n ı z ağ ı rl ı kları n ı değ i l ,
köyleri , şehi rleri , içinde otu ranlarla birlikte ateşe veren b i r düşman­
d ı r. Yanan Çal köyüd ü r. Yu nanlı lar yakm ı ştır.
- Orada hangi birliklerimiz var?
- On Birinci Tüme n .
- Telefonla görüşülebilinir m i ?
- Henüz telefon kurmad ık. Çünkü bir gün önce dolaylardaki te-
pelerde düşmanla savaş yap ı l m ı ştı .
Başkumandan On Birinci Tümenin bulunduğu yere gitmek isteği
gösterd i . Kemalettin Sami Bey' i beraberi ne alarak Çal köyüne yö­
neldi . Onlar tepeye vard ı klarında On Birinci Tümen birlikleri de avcı
hattına yayı larak düşmana doğ ru koşmaya başlam ışlard ı . Tümen in
topçuları da arkadaki bir tepeden düşmana ateş ediyorlard ı .
Başkumandan , Tümen Ku mandanı Albay Derviş Bey'i yan ına ça­
ğ ı rtarak:
- Burası , Başku mandan karargah ı d ı r, ded i .
Hemen topçu n u n ö n e geçmesin i , piyadenin d e ileri yü rüyüşe
geçmesini buyurd u .
Düşman topçusunun mermileri Mustafa Kemal'le öbür kumandan­
ları n yan ı başlarında patlayıp duruyord u . Başkumandan, kısaltı lmış
bir batarya dürbününe gözlerini dayam ış, çömeldiği siperlerden tü­
menin büyük yığı n larla düşmana yanaşması n ı seyrediyordu . Ara sıra
elindeki sigarası ndan da h ızl ı soluklar çekiyord u . Güneş, dağları n
üzerine bir altı n tekerlek gibi yuvarlanarak iniyormuşçasına h ızl ı bir
alçalış almış gibiydi .
M ustafa Kemal , baş ı n ı geridekilere çevirerek:
- Gü neş, topçu muzun görmesine engel oluyor. Fakat biraz son­
ra süngülerimize vurduğu zaman parı ltılarıyla düşman ı n görmesini
engelleyecek, ded i .

548
Biraz sonra, dalga dalga yüksele n : "Allah! Al lah! Allah! Allah !"
haykı rışları yla güneşte göz kamaştıran bir süngü orman ı düşmana
doğru koşmaya başlayı nca Mustafa Kemal'in yüzü nde çok derinler­
den gelen kavu rucu bir acı rüzgarı dolaştı .
Düşma n ı n makineli tüfek kurşu nlarına karş ı böyle korkusuz ko­
şan bu yurt çocu kları na d uyd uğu sonsuz sayg ı yüzü nün bütün anla­
m ı na egemen olm uştu . Elinde tütüp d u ran sigaras ı n ı yere fı rlatarak
siperde doğruldu. Kirpikleri yaşarm ı ştı . Bu s ı rada birkaç yüz metre
ötede patlayan düşman tüfekleri nden biri n i n mermileri onun can ı n ı
alabil i rd i .
O yine de askerine d uyd uğu sayg ı n ı n büyüklüğü nden bu tehlike­
yi usuna bile geti rmeden ayakta dikilerek ufukların ötesindeki düş­
man Başkumandanına şöyle ünled i :
- Hacı Anesti! Mağrur ku mandan! Nerdesin? Gel de orduları n ı
kurtar!
Bu s ı rada i kinci Ordu birl i klerinin de sağ kanattan kaçan d üşma­
na çulland ı ğ ı görülüyord u .
Dağları n üzeri ndeki son kızı l l ı k yitip de dostu n , düşman ı n seçil­
meyeceğ i koyu bir karanl ı k çökünce silah sesleri kesildi.
Bu s ı rada Başku mandana telefonla zafer haberleri yağmaya
başlad ı . Bütün bunları n dili bird i .
Hepsi a ğ ı z birliğiyle şöyle d iyord u :
- Bozguna uğ rayan düşman askerleri ç i l yavrusu g i b i dağ ı l d ı lar,
dağlara , tepelere , ormanlara s ı ğ ı n ı yorlar.
Raporlarda düşmandan a l ı nan ganimetlerden de söz edi liyord u .
Derviş Bey'i n O n Birinci Tümeni karş ı s ı nda son dakikada düşman ,
beşi koşu l u olarak yirmi beş top b ı rakm ı ştı .
Dumlupı nar Meydan Savaşı kazanılmış, düşman artı k bir daha be­
lini doğrultmamak üzere yenilmişti . Bundan sonra döküntüler toplana­
cak ya da lzmir sularına doğru doludizgin kovalanacaktı .
Başta i smet Bey olarak Dumlupınar Savaşı'na Başkumandanl ı k
Meydan Savaşı dediler.
*

549
Başkumandan , otomobiline atlayarak şoföre Dumlupı nar'a çekme­
sini söyledi . Karargah kişileri Afyon'a dönüleceğini san ı yordu. Dumlu­
pı nar'a vard ı lar. Yakılmış, yıkılmış, eşyasız, insansız köye girdiklerin­
de karanlık, yoksul, son Ağustos gecesinden başka onları karşı layan
olmad ı . Başkumandan içlerinde olarak bir köy evinin kuru peykeleri ,
döşemeleri ve topraklar üzerinde kıvrı l ı p saba h ı etmeye çal ı ştılar. Eş­
yaları ancak ertesi gün gelecekti.
O gece , çok rahats ız bir yolcu uykusu uyuyan Başkumandan ,
tanyeri atarke n , yerinden fı rlad ı . Karargahl ı lar da onunla birlikte
kal ktılar. Bu korkunç savaş meydan ı n ı dolaşmak için rastgele i le­
ri doğ ru yü rüdü . Gördüğü şeyler onu bir d uygu deniziyle doldurd u .
Dağları , tepeleri , dereleri , d üzlükleri , vad ileri ad ına zafer denen kor­
kunç bir felaket, d ram örtüyord u .
Düşman ordusunun baş ı n a gelen felaketin büyükl üğü, burada
apaç ı k görü lüyord u . Karş ı ki s ı rtların gerilerinde bütün vad iler, bü­
tün dereler, bütün kapa l ı ve korunmuş yerle, b ı ra k ı l m ı ş toplar, oto­
mobillerle ve sayısız gereç ve malzemeyle ve bütün bu b ı rakı l m ı ş
nesneleri n aras ı nda y ığ ı nlarca ölü lerle, topla n ı p karargaha götürü­
len sürü sürü tutsak kafileleriyle gerçekten bir mahşeri andı rıyord u .
Bu dar ateş çem berinden pek a z kişin i n kurtulduğu anlaş ı l ıyord u .
Birbiri üstü ne yığ ı l m ı ş binlerce düşman ölüsü , parçalanm ı ş yüzlerce
topçu hayvan ı , savaş meyda n ı n ı n yüzü n ü , insan ı duyguland ı racak
en acı kl ı bir görü n üşle örtüyord u . M ustafa Kemal'in yüzü nde insan­
cıl duygunun bütün tonları yüzüyord u . Kendi kendisiyle konuşur gibi
şöyle ded i :
- Bu görünüş, insan l ı ğ ı utand ı rabilir. Fakat meşru savunmamız
için bunu yapmak zorunda kald ık. Türkler başka ulusları n yurdunda
böyle bir davra n ı şa girişmezler.
Biraz ileride topları n aras ı nda yere düşmüş bir Yunan bayrağ ına
gözü i lişti . El iyle onu göstererek:
- Bir ulusun bağ ı msızl ı k alametidir. Düşman da olsa sayg ı d uy­
mak gerekir. Bayrağ ı oradan kald ı rı p topun üzerine koyunuz, dedi .
*

550
Savaş meydan ı ndan dönen Başkumandan Çalköy'de Fevzi Pa­
şa'yla, ismet Bey'le birleşti . Burası da yakı l ı p y ı k ı l m ı ş , insanları ya
öldü rülmüş, ya da kaçm ı ştı . Y ı k ı k bir evi n önünde kırık bir kağ n ı bul­
dular. Döşemesi , oku üzerine şöylece ilişerek olup bitenleri birlikte
görüştüler. Kaza n ı lan zaferin toptan bir yeng iye dayand ı ğ ı nda artık
lzmir'e, B u rsa'ya doğru çok h ızl ı bir yü rüyüş yapma n ı n gerektiğinde
karar kıld ı lar.
Artı k, Yu nan ordusu döküntülerini bu yönlerde izlemekten başka
yapacak iş kalm ı yord u . Bu karar üzerine Başku mandan, Türk Ordu­
suna şu ünlü buyruğu yazd ı :
'Tü rkiye Büyük M i llet Mecl isi Ordularına!
Afyonkarah isar, Dumlupı nar Büyük Meydan Savaşı ' nda zal i m
v e mağrur bir ordunun as ı l unsurları n ı inan ı l mayacak kadar a z b i r
zamanda yok ederek büyük v e soylu ulusumuzun fedakarl ı kları na
değer old uğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibiniz olan büyük Türk ulu­
su geleceğ ine güvenmekte hakl ı d ı r. Savaş meydan ı ndaki becerikli­
lik ve fedakarl ı ğ ı n ızı yak ı ndan gözlüyor ve izliyoru m . U l usumuzu n
hakk ı n ı zdaki değerlendirmelerine aracı l ı k etmek ödevi ni durmadan
ve sürekli olarak yapacağ ı m . Başkumandanl ığa önerilerde bulunul­
ması n ı cephe kumandan ına buyurd u m . Bütün arkadaşları m ı n Ana­
dolu'da daha başka meydan savaşları verileceğ ini göz önüne alarak
i lerlemesini ve herkesin us güçleri n i , yiğitl i k ve yu rtseverl ik kaynak­
ları n ı yarışma ile göstermeyi sürdürmesi ni isteri m . i l k hedefi n iz Ak­
den iz'd ir, ileri ! "
Atl ı Kolordusu Kumanda n ı Fah rettin Paşa y i n e düşma n ı n gerile­
ri ni karmakarı ş ı k etmeye başlam ı ştı . Düşman ı n umudunu bağlad ı ğ ı
İzmir yolları üzeri nde o n u n atl ı y ı ğ ı nları cirit oyn uyord u .
27. Ağustos g ü n ü , i ki nci Atl ı Tümeni karş ı s ı ndaki düşmanla ara­
l ı ksız savaşı rken Biri nci Atl ı Tümeni de Balmahmut'a varan düşman­
la savaşa tutuştu . Onun sald ı rıdaki Türk piyadesine karş ı ilerlemesi­
ni önled i . Az zaman son ra da piyademizin bütün güçlend irilmiş tepe­
leri düşürerek ilk, en zor erekleri ne u laştı kları haberi geld i .
Fahrettin Paşa, düşman ı n i kinci savu nakları n ı Resulbaba-lı-

551
budak Dağ ı-Dumlupı nar'da kurabilece!)ini düşünerek buna engel
olmaya karar verd i . Yal n ız, orduyla kolord u n u n telefon bağlantı sı
kesilm işti . Paşa , Batıdan gelebilecek düşman g üçlerini karş ı lamak
üzere bir güç ayı rarak l lbudak Da!)ları yön ü nde bir çevirme yapmayı
uygun buld u .
Yal n ız, demiryolu üzerinde koruyucu Yunan güçleri vard ı . Uşak'ta­
ki düşman atl ı tümen inin Dumlupı nar doğusuna yürümek tehlikesi de
sı rıtıyord u . Paşa, bu hesaplar üzerine ilk önce Akçaşar-Bakırcık Yay­
lası'na yerleşerek demiryolunu tutan düşman güçlerini temizlemeyi
Batıdan daha kesin haberci almayı tasarlad ı .
Bakı rcık Tepesi, bu bölgenin biricik egemen noktası olduğundan
burayı tutan güçler de Sinanpaşa Ovas ı ' na büsbütün egemen ola­
bilird i . Uşak'tan trenle gelebilecek düşman güçlerinin Küçükköy is­
tasyonu nda inerek burayı tutması Atl ı Kolordusunun şu s ı radaki pek
çok gerekli davra n ı şlarına engel olabil i r, l lbudak Dağ ları'na giden
yön ü kapayabilird i .
Fahrettin Paşa , kararı n ı uygulayarak On Dördüncü Tümeni Ba­
kırc ı k Tepesi'ne yollad ı . Kendisi de karargah ıyla birlikte i kinci Tüme­
ni izleyerek Akçaşar'a yolland ı .
1r

Atl ı Kolordusunun yü rüyüşünü gören düşman , Balmahmut gü­


neyi ndeki Tayyare meydan ı n ı bozd u ; buradaki uçakları n ı da Uşak'a
götü rd ü . Bu uçaklar, yürüyüş halindeki Kolordu Atl ı ları üzeri nden
geçerken atl ı lar bunlara yayl ı m ateş açtılar. . . Biri yaraland ıysa da
alçaktan uçarak kaçabild i . Bu s ı rada, Akçaşar'a varan iki atl ı tümeni,
demiryolu koruyucu larıyla savaşa tutuştu . Yürüyüşte olan On Dör­
dü ncü Tümen, Elvanpaşa'dan bir düşman piyade tabu ruyla bir ba­
taryas ı n ı n kend isine doğ ru geldi!)ini öğ renerek bunun büyük bir gü­
cün öncüsü oldu!)unu san m ı ş , yürüyüşünü d u rd u rarak düzen alma­
ya başlam ı şsa da düşma n ı n yü rüyüşünü durd u rduğunu görmüştü .
Fahrettin Paşa , kolordu karargahıyla i lerlerken önden giden mu­
hafız atl ı böl üğünün demiryolu koruyucusu düşman askerine sald ı r­
d ı ğ ı n ı görd ü . i ki subayla birkaç er çatışmada şehit düştü . i kinci Tü-

552
men , İzmir demiryolu üzeri ndeki Küçü kköy istasyonuna sald ı rarak
buradaki d üşman birliğini geri attı , istasyonu ele geçi rd i . Fahrettin
Paşa , bu çarp ı şmayı Akçaşar Tepesi'nden seyrediyord u .
Bu s ı rada İzmirli yedek subay Y ı l d ı r ı m Kemal karşısına dikil iver­
di:
- Paşa m , ded i . Sald ı rı haberi n i a l ı r al maz Konya'daki asker
hastanesinden kaçı p trene atlad ı m ve hemen size geld i m .
Paşa baktı : Birkaç kez yaralanm ı ş , cephede vuruşamayacak ker­
te h ı rpala n m ı ş olan bu yağ ız, yuvarlak, sert ve genç yüzde ölüme
meydan okuyan bütün kah raroanları n o y ı l maz, atılgan anlamı vard ı .
Küçü k çenesi , bas ı k burnu bile b u kah ramanca görü n üşe bir eksikl i k
katm ıyord u . G e n i ş omuzları , uzu n boyu , i r i , kapkara gözleri karş ı s ı n­
daki üzerinde ilk anda etki yapacak bir güç taş ı yord u . Paşa da çok
uzun boylu , babayiğit bir gövde taş ı d ı ğ ı ndan onu değerlend i rerek
süzüyord u .
*

Bu yak ı ş ı k l ı genç subay ı n serüveni lzmir'de H u kuku Beşer ga­


zetesi başyazarı sosyalist gazetesi Osman Nevres Bey' i n Efzon ta­
burları na ilk ul usal kurşu n u attığı gün lerden başl ı yordu. izmir'in Yu­
nanl ı larca işgal ed ileceğ i haberini alı nca en çok acı duyan, kıvranan,
bir çıkış yol u araya n insanlardan biri olmuştu . lzmir'in o kararsızl ı k
gecesinde ç ı rp ı n ı p duran o n bin lerce kişi n i n kalbu rüstü sesleri nden
biri de oyd u .
Birinci Dü nya Savaş ı ' n a yedek su bay olarak katı l m ı ştı . B i r savaş
görgüsü de vard ı . Kordonboyu'na çı kacak düşma n ı göğüsleyecek
h içbir gücün k ı m ı ldamad ı ğ ı n ı , yönetici başları n korku nç bir h ıyanet
içinde oldukları n ı gören Y ı ld ı rı m Kemal , Parabel lum tabancas ı n ı be­
line takt ı ğ ı gibi lzmir'i kurtarmak kararıyla lzmir'den kaçarak Man isa
Dağ ı ' n ı n doruğuna ç ı k m ı ş , oradan geriye bakı nca örslerin i s ı ktığı
halde yine de gözleri doluksam ıştı . Büyük anavata n ı kurtarmaya
giderken geride doğup büyüdüğü "Akdeniz' i n i ncisi" güzel lzmir'le
birlikte a n nesi n i , babas ı n ı , kardeş i n i , güzel sevgilisini b ı rakıyord u .
Man isa Dağları ' nda ilk düşman kurşun uyla delinen gövdesin i b i r

553
köy evi ne atarak lzmir'deki sevg i l isine yazd ı ğ ı ilk mektupta şöyle
dem işti : "Önce vata n , son ra aşk."
Akhisar' da Köprülülü Albay Kazı m Bey' i n savaşçı safları arasında
ilk çal ı şmaları n ı yaparken halkı çevresine toplayarak coşkun ateşli
kon uşmalarıyla uyand ı rmaya çal ı ş ı yord u . U lusal güçler kurulu nca
atl ı saflar aras ı nda yer ald ı . Akhisar cephesinde yine yaralan m ı ştı .
Bu kez düşmanla ağ ı r bir çatı şmada bulunmuşlard ı . Bir süre asker
hastanesinde yattı . lzmir'in emekli memu rlarından biri olan babası
Hasan Askeri Bey, ona bir akrabasıyla güzel bir tabanca göndermiş­
ti . Bu akrabası yatağ ı nda halsiz yatan Y ı ld ı rı m'a tabancayı verd i k­
ten sonra onu bu z ı p ı rl ı klardan ( ! ) da vazgeçirmek için akl ı nca şöyle
öğütlerde de bulunmuştu :
- Bak evlad ı m , takatsiz ve perişan d üşmüşsü n . Annen merak
ediyor, n işan l ı n Servi bekl iyor. Şimdi bütü n mahalle arkadaşları n lz­
mir'de, bak onları n hiçbiri k ı l ı n ı k ı p ı rdattı m ı ? H ayd i , iyileş de seni
çok sevdiğin lzmir'e götüreyim. Anana, babana, sevgiline kavuş. Bı­
rak bu deliliğ i . Bu vatan yal n ız seninle mi kurtulacak?
Bu sözleri g itti kçe a rtan bir öfkeyle d i nleyen Y ı l d ı rı m Kemal , en
sonra dayanamayarak, halsizl iğine bakmadan yatağ ı ndan fı rlad ı ,
sesinin bütün gücüyle akrabas ı na şöyle hayk ı rd ı :
- Sus vatan haini, sus! B u vatan elbette k i yal n ı z benimle kur­
tulmayacak. Fakat Y ı l d ı r ı m Kemal'lerle mutlaka kurtulacak. Defol
karş ı md a n , yoksa sen i şimdi babamdan getirdiğin tabancayla ge­
bertiri m .
*

Sakarya Savaş ı ' n ı n en bunal ı m l ı , kan l ı g ü nlerindeyd i . Tümen


yaveri olan Y ı ld ı rı m Kemal Bey' in ortadan yittiğini gören kumandan
onu aratmaya başl a m ı ş , arayanlara şu sal ı ğ ı vermişti :
- i leri hatlara bakı n ız, mutlaka oradad ı r.
Onu arayan iki su bay, avcı hatları n ı n arası n a g i rmek zorunda
kalm ı ştı . Piyade , top mermileri dört yanları na sağanak gibi yağ ıyor­
d u . Yere yatıyor, yine kal kıp biraz koştuktan son ra yatıyor, hatları n
en önünde onu arıyorlard ı . En sonra , onu yüz metre i lerde görebil-

554
mişlerd i . "Sol elini ileri uzatm ı ş , tabancas ı n ı havaya kald ı rm ı ş an­
laşı lmaz davran ışlar yap ı yord u . Çok yakı nlarına düşen mermilerin
çıkard ı ğ ı toz kas ı rgası içinde onu bir ara gözden yiti rdiler. Sonra yine
buldular. "
i ki genç subay, h e m koşuyor, h e m de o n a bağ ı rı yorlard ı :
- Y ı l d ı r ı m Kemal, seni kumandan istiyor.
Ona yaklaş ı p da yan ı na vard ı kları nda bir otomat gibi kendinden
geçmiş olduğunu gördüler. Gözleri , sald ı rı lan Tü rbetepe'nin doru­
ğundayd ı :
- lzmir! İzmir! d iye bağ ı r ı p duruyord u .
Onu bir türlü a l ı p karargaha götürememişlerd i .
En sonra , Tü rbetepe bizimkilerin e l i n e geçm iş, yal nız Albay Zeki
Bey, ön saflarda şeh it olmuştu . Y ı ld ı rı m Kemal'i büyük şehidin üstü­
ne kapa n m ı ş ağlarken buldular.
*

Sakarya Savaş ı ' ndan sonra Y ı l d ı r ı m Kemal ilk olarak lzmir'e gi­
renler aras ı nda bulu nmak için Fahrettin Paşa ' n ı n atl ı kolordusuna
verilmek istemiş; bu dileği yerine getiril mişti . Tü rk bayrağ ı n ı ilk ola­
rak Kad ifekale'ye o d i kmek istiyord u .
Tümenden ayrı lacağ ı s ı rada arkadaşları ndan birine:
- Ah , bilemezsin kardeşim , diyord u , içim tutuşuyor ben i m ! Yer­
yüzü nde bir gölge gibi geziyorum . Yine de sana bir şey söyleyeyim
mi? i nsan çok isted iği bir şeyi yakalayamaz. Ruhumdaki özlem kor­
kunç bir vebaya dönd ü . San ı rsam ben şeh it olacağ ı m .
- B ı rak can ı m ç ı ld ı rma yine.
- Görü rsü n lzmir'e girmek bana nasip ol mayacak. Dudakları m ı
Akden iz'de ı slatamayacağ ı m . Ben b u n u biliyoru m . Fakat ne çıkar
sanki bundan? Siz gireceksiniz ya ! H a ben , ha siz! Elverir ki vatan
kurtulsun , ulus kurtulsun!
Arkadaşlarıyla ağlaşarak helal leşmiş, kendisini bütün birli kler­
den önce lzmir'e götü recek olan atl ı birl iğine kavuşmuştu . Ne var ki
gövdesi ni kaplayan genel bir rahatsızl ı k yüzünden Konya'daki asker
hastanesine gönderilmiş, böylece birliğinden yine uzaklaşmak talih-

555
sizliğine uğra m ı ştı . işte, böylece hastanede yattığ ı günlerde büyük
savaş ı n başlad ı ğ ı n ı işitince taburcu olmak için doktorlara başvur­
muş, doktorlar, kendisini taburcu olacak gibi bulamayı nca gizlice
giyneklerini s ı rt ı n a çekip hastaneden kaçm ı ş , Afyon cephesine g it­
mek üzere trene atlam ı ştı .
Y ı l d ı r ı m Kemal 'in Akçaşar Tepesi'ndeki Kolord u Karargahı nda
Fahrettin Paşa ' n ı n karş ı s ı nda dikili nceye dek geçen serüveni özet
olarak buyd u .
Fahrettin Paşa , her zaman karargah arkadaşları na iyimserl ik,
neşe aş ılayan Y ı ld ı rı m Kemal'i yine kendi karargah ı na almak iste­
diyse de Paşa'ya şöyle ded i :
- B e n k ı l ı c ı m ı sal layarak lzmir'e en ö n d e girmek isteri m . B e n i e n
ilerdeki bir alaya göndermen izi dileri m .
Paşa , onu İ kinci Tümenin Küçükköy'de düşman ı n demiryolu ko­
ruyucu birlikleriyle çarp ışan i kinci Alay ı n a gönderd i . En uçtaki atl ı
birliği buyd u .
Fahrettin Paşa , i k i saat sonra Y ı ld ı rı m Kemal'in Küçü kköy istas­
yonuna doru at üstü nde sald ı r ı rken şehit düştüğü haberini ald ı . Ken­
disine verilen bir demiryol u köprüsünü atma görevini başard ı ktan
sonra atl ı ların baş ı nda istasyona sald ı rı rken oradan atı lan kurşun­
larla atı ndan yuvarlanm ıştı .
Fahrettin Paşa , iki saat önce ateş hattına gönderdiği bu yiğit gen­
cin yitip gitmesine çok üzüldü. Gözleri dol u ksad ı . (Onun girişim iyle
sonraları Küçü kköy istasyonuna Yıld ı r ı m Kemal ad ı verilecekti . )
*

Fahrettin Paşa ' n ı n l l budak Dağ ı ' na gönderdiği keşif kol ları , orada
düşman olmad ı ğ ı n ı yal n ı z Eğ ret bölgesinde kimi düşman ordugah la­
rı n ı n görüldüğünü bildird i ler. Bu s ı rada Birinci Atl ı Tümeni cepheden
Balmahmut'a çeki l mek isteyen düşman topluluklarına sald ı rarak bu
morali bozulmuş savaşçı ları k ı l ı çtan geçird i .
Fahrettin Paşa , akşam üzeri kolord u n u n sahra topçu taburuyla
telsiz arabaları n ı n geçecekleri yolu düzlemek için koca bir gün har­
cayarak en sonra dağları aştıkları n ı , Çayhisar'a yaklaştı kları n ı öğ re­
nince çok sevind i . Böylece sal d ı rı gücü a rtm ı ş bulu nacaktı . Hemen

556
On Dörd ü ncü Atl ı Alay ı n ı onları a l ı p getirmesi için karşıcı gönderd i .
Ş i m d i , Eğ ret'te onlar, düşman ordugahları n ı basabilird i .
Afyo n ' u n gü neyinde yenilen düşman ı n , i htiyatı üzeri ne çekilece­
ğ i n i hesaplayan Paşa , yen i bir savunakta tutunmas ı n ı önlemek üze­
re bu i htiyat toplulukları üzeri ne atl ı bask ı nları yapmaya karar verd i .
Güneşin batış ıyla Birinci Atl ı Tümenleri n i kuzeye doğ ru yü rüttü .
i ki nci Tüme n , l lbudak Dağ ı ' n ı aşı nca onun arkasından ilerleyen Ko­
lordu Kararg a h ı da Ulucak'a girip orada kald ı .
2 8 Ağustos 1 922 gecesi , U lucak köyün ü geçip giden İ kinci Tü­
meni n iki alayı yan l ı ş bir patikaya saparak tümenden ayrı düştü .
Sabahleyin kendileri n i ana güçten çok uzakta Çatalçeşme'de bulun­
ca şaş ı rd ı lar. Bu s ı rada Afyon'dan Kütahya'ya çekilmek isteyen bir
otomobil kolu görerek sald ı rd ı lar. Bu araçları n çoğunu ele geçird iler.
Yal n ız, arkadan yetişen çok kalaba l ı k düşman piyadesinin sald ı rısı­
na uğrayarak çekilmek zoru nda kald ı lar. B u piyade güçlerinin baş ı n­
da bu bölgede yen i bir savunak tutmak isteyen Yunan Başkumanda­
n ı General Tri kopis vard ı . (Bunun böyle olduğu son ra anlaşı lacaktı . )
Öbür yanda, Eğret yönü nde ilerleyen atl ı tümen inin iki alayı , düş­
man ı n çad ı rl ı karargah ı na bask ı n yaptıysa da düşman, bir şaşk ı n l ı k­
tan son ra toparlanarak savu nmaya geçti . Bir düşman tümeni de avcı
hattında sal d ı rıya geçtiğinden, atl ı alayları n çekil mesi gerçekleşti .
Düşman piyadesini destekleyen şiddetl i batarya ateşi gerek atl ılar
gerekse U lucak doğusunda mevzilenmiş olan Kolordunun sahra ba­
taryalarına çok etkil i old u . (Buradaki Yedek Kolordu Kumanda n ı Ge­
neral diyenis sonradan tutsak ed ildiğinde çad ı r ı n ı Türk kurşu nları n ı n
deldiğ i n i söyleyecekti . )
İ lbudak Dağ ı 'na çekilip iki yitik alayı ile buluşan i kinci Atl ı Tümen i ,
bugün çok kurban verd i .
Ne v a r k i ereğe erişilmiş, düşman buralarda yen i b i r savu nak tu­
tamam ı ş , çekilişi bozg una dön meye başlam ı ştı . İ kinci tümenin bu­
günkü şehit su bayları aras ı nda On Üçüncü Alay Kumandan ı Yüzba­
şı Galip, Rizeli Yüzbaşı Hasan H üseyi n , Man isal ı Teğmen ishak idris
Beyler bulunuyord u .

557
Kolord u bataryası n ı n kimi topları da düşman mermilerinin değ­
mesinden parçalanm ı ştı .
*

29 Ağustos g ü n ü , yen ilen düşma n ı n Dumlupı nar üstüne çekil­


diğini öğrenen Fahrettin Paşa , onunla yeniden değinişmek için On
Dörd üncü Tümeni C ı rlayık yönüne gönderd i . Bu tümen az zaman
sonra i kinci Ord u buyruğundaki Mürettep Atl ı Tümeniyle karşı laştı .
Paşa , öğleden sonra , On Dördüncü Tümenin yan ı na ve Çalköy'ü
kuzeyindeki tepeye g itti . Düşman Hamurköy'le Küçü kköy arası nda
Batıya çeki l iyord u . Hemen On Dörd üncü Tümeni Çal köy üzerinden
bu düşman kollarına saldı rtt ı . Sahra bataryas ı , düşman üzerine çok
etkil i bir ateşe başlam ı ştı . Ne yazık ki otuz merm iden başka cepha­
nesi kalmam ı ştı . Akşama dek sıkıştırı l ı p bunaltı lan düşman ı n içine
kara n l ı k basarken Yüzbaş ı Sekip Bey, atl ı bölüğüyle bir kama gibi
dalarak şaşkın asker y ı ğ ı n ları ndan birçoğu n u k ı l ı çtan geçirip ya da
tutsak ald ı . Yal n ı z düşman kurşunları onu da atı ndan alaşağ ı etmek­
te gecikmeyerek bu g üzel sonucu gölgeled i .
Gecenin b i r bölümünü dinlenmekle geçiren Atl ı Kolordusu Fah­
rettin Paşa' n ı n buyruğuyla k ı m ı ldad ı . Kara n l ı kta Ş ı hlar' ı (Şeyhler)
tutmak üzere yola d izild i . Belova Ged iğ i ' nden düşman ı geçirmemek
üzere g iden O n Dörd ü ncü Tümeni n arkası ndan i ki nci Tümen , saba­
ha karşı Tokul'a yürüyecekti . Fahrettin Paşa , On Dörd üncü Tümeni
izleyerek yola çı kmak üzere karargahıyla birlikte haz ı rlanı rken yine
eski korkunç sıtma nöbetine tutuldu. Önce zang ı r zang ı r titredi , diş­
leri birbirine vurd u . Sonra ateş bast ı . At üstünde duramayacak duru­
ma geldiğinden yatmak zoru nda kald ı . Sabaha dek kal ı n velenseler
altında titredi , ter döktü .
Sabahleyin karargah ı n önü nde bir otomobil durd u . i çinden i ri
yarı bir asker i n d i . Bu Fevzi Paşa'yd ı . Fahrettin Paşa'n ı n hasta l ığ ı n ı
görerek üzü l ü rken Atl ı Tümenlerinin kullanış biçimini beğend i . Tü rk
ordusunun Dumlupı nar'a doğru ilerled i ğ i n i , oradan da i leri atı laca­
ğ ı n ı , zaferin yak ı n , kesi n olduğunu anlatarak yine otomobiline bindi
uzaklaşt ı .

558
Bu s ı rada gelen Altm ış Birinci Tümen Kumandanı Albay Salih (Ge­
neral, Omurtak) Bey, ona çok yard ı m etti . Onun verdiği bir otomobille
Arslanlar'a doğru yola çıktı . Orada tümenlerine kavuştu .
Ş ı h lar'a (Şeyhler) varan On Dördüncü Tümeni , Belova Gediği'nin
önündeki Saraycık köyü ile yöresindeki ormanların düşmanla dolu ol­
duğunu görerek bunlara sald ı rd ı . Tokat'a giden ikinci Atl ı Tümeni de
bu savaşa katılmaktan geri durmad ı . Savaş, karanl ı k bası ncaya dek
sürdü, düşman sıkıştırılarak, kımı ldanamayacak duruma getirildi.
Bu sırada (30 Ağustos) Başkumandan M ustafa Kemal , Dumlupı­
nar'a çekilen kalabal ı k düşman tümenlerinin belkemiğini kırıyor, bü­
yük Dumlupı nar Meydan Savaş ı ' n ı kazanıyord u .
*

30 Ağustos g ü n ü Dr. Murat Bey, Halide Edip'i otomobille Afyon­


karah isar'dan Dumlupı nar'a götürüyord u . "Yollar cephane ve mü­
himmat yüklü kamyonlar ve yorgun düşmüş atlarla doluyd u . Köylü­
ler, otomobili d u rd u rarak onlarla gözleri ı ş ı k içinde konuşuyorlard ı . "
Bir köyl ü kad ı n , Halide Edip'in boynuna sarı ld ı , sonra eline fı rından
yen i çıkm ı ş , kara ve sıcacık bir ekmek tutuşturd u .
Doktor M u rat Bey:
- Bu, onun yüreğinin bir sembolüdür, ded i .
Otomobi l , Dumlupı nar köyünde durd u . Köyü n büyük b i r bölümü
yakı lm ı ştı . Çevresi vad ilerle, tepelerle çevril i olan bu köyceğizin bü­
tün dolayları önünde top mermileriyle darmadağ ı n edilerek yumak
biçimine geti rilmiş yoğu n bir tel örg ü sistemi vard ı .
Karargahtan Yüzbaş ı Şemsettin Bey, genç kad ı n ı karş ı layarak:
- Onbaş ı , ded i . Köyün kad ı n ları , ağ ıza a l ı nmayacak kerte kötü
davra n ı şlara uğra m ı şlar. Bir Yunan askerin i linç ettiler.
Halide Edip, M ustafa Kemal'i Biri nci Ord u Kumanda n ı Nurettin
Paşa'n ı n s ı ğ ı n d ı ğ ı kulübede buldu.
Nurettin Paşa , Halide Edip'e:
- D ü n gelip de kad ı nların nas ı l öç ald ı kları n ı ve bir Yunanlıyı
nas ı l linç ettiklerin i görmeliyd i n , ded i .

559
Mustafa Kemal de ona:
- Bana ayrı lan odayı size veriyorum . Ben , çad ı rda yatacağ ı m ,
ded i .
N u rettin Paşa'ya ünleyerek:
- Kızılcadere'yi gösterin ona, diye ekled i .
Kızılcadere, Yu nanlı ları n lzmir'e kaçmak isterken s ı k ı ştırı ld ı kları
korkunç bir kapand ı . Dört buçuk Yunan tümeni bu tuzağa itilerek yok
edilmişti .
B i rinci Ord u Kumandan ı N u rettin Paşa, On Birinci, On i kinci Tü­
menlerle vad i n i n ağzı n ı s ı ms ı kı kapam ı ştı .
Bu plan ı , başku mandana öneren N u rettin Paşa'yd ı .
N u rettin Paşa'yla kulübeden çı karak savaş meydan ı n ı gezme­
ye başlayan Halide Onbaş ı , bu kan l ı görünüşe yüreği s ızlayarak,
gözleri büyüyerek baktı . Bu dar ve uzu n , iki yan ı ormanl ı k dağlar
arası ndaki vadi , sanki bir kara düşe benziyord u . B ı rakı l m ı ş tüfek­
ler ve cephane yığ ı n ları , bütü n vadide gü neşin altı nda parl ıyord u .
Aralarında b i r sürü ö l ü insan v e hayvan vard ı . Genç kad ı n ı n gözleri
bu ölü yığ ı n ları arası nda başı boş dolaş ı p duran köpeklere takı ld ı .
Bunlar ölüler arası nda Yunanlı sahipleri n i arayı p d u ruyor, b u arada
acı kl ı seslerle inl iyorlard ı .
N u rettin Paşa :
- Onbaş ı , ded i . Bu serseri köpekleri b ı rak da gel , buradan bir
tüfek seç.
Nurettin Paşa'yla yine karargaha döndüklerinde toplanmış birçok
Yunan tutsağ ı gördüler. Başkumandan ı bir a h ı rı n yan ı başı nda kurul­
muş çad ı rı nda d inlenir buldular.
Çevresini bir yığ ı n köylü kad ı n ı almıştı :
- Öcü müzü a l . Onları n kad ı n ları n ı yakalarsan bize yaptı kları n ı
yap. Köpekler! Domuzlar! d iye çığl ı k çığ l ı ğa bağ ı rıyorlard ı .
*

Ahmet Çavuş , yan ı na bölüğünden iki er alarak keşif için dağa


tırmanmaya başlad ı . Yan ı nda saatli , tetikl i , fitil l i olarak on bir bomba

560
vard ı . B i raz son ra onları n ard ı ndan k ı rk kişi daha gelecekti. Alaca
karanl ı kta tepenin boyun noktasına vard ılar. Di kkatle bakı nca bir
kuytuda beş-on Yu nan subayı n ı n oturduğunu gördüler.
Ahmet Çavuş, hemen belindeki bombalardan birini yakalayıp fı r-
latmaya hazı rlanarak:
- Davranmayı n , teslim olun! d iye bağ ı rd ı .
Subaylar elleri n i havaya kald ı rd ı lar.
Ahmet Çavuş önündeki bir subay ı n atı n ı yularından yakalayarak
çekti.
Yunan subayları :
- Ne kadar gücünüz var? d iye sord u lar.
Ahmet Çavuş :
- üç ord u . Tümünüz kuşatı ld ı n ız. Ya teslim olacaks ı n ız, y a da
sizi grup ateşine vereceğ iz, ded i .
Subaylardan biri:
- Hangi birliğe kumanda ediyorsun? d iye sord u .
- Alay kumandan ıyı m .
- Rütben nedir?
- Başçavuş!
Bunu işiten subaylar, şaş ırıp kal d ı lar.
Ahmet Çavuş, sözünü sürdürd ü :
- B izde onbaşıdan b i l e tümen kumandan ı var.
Bunu da onları n şaşkı n l ı ğ ı n ı arttırmak için söylemişti . Onların aç
oldukları n ı düşü nerek çantalarındaki peksimetlerden çıkarıp verd i­
ler. Subaylar da onlara bol bol sigara verdiler. Cepleri bunlarla dold u .
Bu s ı rada Yarbay Hüseyi n H ü s n ü Bey'le tabur kumandan ı Fuat Bey
de tutsak edilen Yunan subayları n ı n yan ı na geldiler. Hüseyin Hüsnü
Bey, düşman subaylarından birini eliyle göstererek Ah met Çavuş'a
sord u :
- Bu subay ı n k i m olduğunu bil iyor musu n?
- Ne bileyi m . E l i n düşman ı . Baba m ı n oğlu değil ya bileyi m .
Tabur Kumanda n ı gözlerini fal taş ı gibi açarak Ahmet Çavuş'un
yüzüne doğru bağ ı rd ı :

56 1
- Trikopis! Trikopis! Yu nan Başkumandan ı !
Ahmet Çavuş'la başkaları Trikopis'le öbür subayları Başkuman­
dan ı n bulunduğu U şak'a götürdüler. Yunan Başkumandan ı n ı tutsak
ettiğinden ona bir istiklal madalyası yazd ılar. Trikopis'in giyneklerini
de ona armağan ettiler.
*

Uşak'ta 30-3 1 Ağustos gecesi Başkumandan Mustafa Kemal,


Fevzi Paşa , ismet Bey, Ası m (Gü ndüz) Bey, Yunan Başkumandan ı
Hacı Anesti için hazı rlanan, odaları yağ l ı boya ile mavi-ak Yu nan
bayrağ ı rengine boya n m ı ş büyük bir Tü rk konağ ı n ı n üçü ncü katın­
da geniş salonunda bir masa baş ı nda otu ruyorlard ı . Biraz sonra ,
Doktor Murat Bey'i n otomobil iyle gelmiş o l a n Hal ide E d i p de onlara
katı ld ı . Hepsi heyecanla önemli bir şey bekl iyord u . Tutsak ed ilmiş
olan Yunan Başkumandan ı General Trikopis'le öbür kumandanlar
karargaha getirilmek üzereyd i . Yunan Başkumand a n ı Trikopis'le Ko­
lord u Kumandan ı d iyenis biraz sonra kaçan düşman ı n kundaklad ı ğ ı
Uşak' ı n h a l a alev alev yanan evlerinden caddelere vuran kıpkızıl
ayd ı nl ı k ortas ı ndan geçirilerek Nurettin Paşa'yla Kemalettin Sami
Bey'i n arası nda kara rgaha getirildiler.
Onları , karargah ı n kap ısı nda Batı Cephesi Kumandanl ı ğ ı Kur­
may Başka n ı Albay As ı m Bey, şu sözlerle karş ı l ad ı :
- Sizleri düzgün ve modern bir ordunun subayları olarak m ı , yok-
sa kan l ı bir çetenin adamları olarak mı karşı layayım, bilemiyorum.
lçerden tutsakları n getirildiğini anlayan M ustafa Kemal:
- Getirdiler mi? d iye sord u .
N u rettin Paşa'yla Kemalettin S a m i Bey aras ında i k i Yu nan ku­
manda n ı süklüm püklüm içeri gird i . Yepyeni ü niformaları , yüzleri
gözleri toz toprak içindeydi . Yaln ız, göğüslerinde türlü n işanlar, ma­
dalyalar parl ıyord u . Hele Trikopis'in göğsü madalya doluyd u .
Oysa masa baş ı nda oturan üç Türk kumandan ı bayağı Türk er­
leri gibi giyinmişti .
Yu nan generalleri , içeri girer girmez haz ı r ol d u rumuna geçerek
askerce selam verdiler.

562
Fevzi Paşa'yla ismet Bey'i n arası nda otu ran Mustafa Kemal ağ ı r
ağ ı r ayağa kal ktı . i kisinin d e elini s ı kt ı . Fevzi Paşa'yla ismet Bey salt
başları n ı eğerek selamladı lar. El vermediler. Tutsak kumandanlar,
gösterilen yere düşünceli , ü rkek bir durumda otu rdular ve başları n ı
önlerine eğdiler.
Mustafa Kemal , onlara kahve söyleyerek, gümüş tabakası ndan
sigara sunarak sözüne şöyle başlad ı :
- Bundan birkaç ay önce Başkumanda n ı n ız Hacı Anesti cepheyi
denetleyerek izmir'e döndü kten sonra gazetecilere verdiği bildiride:
"Mustafa Kemal mi? Fakat ben bu adda bir kumandan tan ı m ıyoru m .
Cephede h içbir yerde rastlayamıyorum" demişti . Ş i m d i b i r haftad ı r
savaş meyda n ı ndayı m , Başkumanda n ı n ızı göremed im, nereded ir?
d iye sord u ktan sonra, Trikopis'i son kerte şaş ı rtan bir haber de verd i :
- Atina, sizi H a c ı Anesti'nin yerine Yu nan Ordusu Başkumanda­
n ı atad ı , fakat haberleşmeniz kesildiğinden atama buyruğu bizim eli­
mize geçmişti r. Buyruğu ona göstererek Başkumanda n l ı ğ ı n ı bildird i .
Trikopis, b i r süre şaşkı n l ı ktan kurtulamad ı . Yal n ız gözlerini Mus­
tafa Kemal'e dikmiş, hayran hayran bakmaktan kendini alamıyor,
onun sunduğu sigara elinde boşuna tütüp duruyord u .
" E l l i yaşlarında sinirl i , hasta l ı kl ı , tiyatro sahnesindeymiş g i b i gi­
yinmiş" olan Trikopis:
- Ben , sizin bu kerte genç olduğunuzu bilmiyordum genera l , di­
yebild i .
Mustafa Kemal, masaya serilmiş o l a n harita n ı n başı nda Yunan
generalleri n i de çağ ı rarak:
- Bu nas ı l sevk ve idared ir? Sizin için g i rişilecek birçok davra­
n ı şlar vard ı , neden h içbirine başvurmad ı n ız? d iye sord u . Trikopis:
- Bu sonucu h içbir vakit tahmin etm iyorduk, ded i .
Trikopis, bundan son ra dertli dertli konuştu . Bütün suçu Başku­
mandan Hacı Anesti'yle Ven izelistlerin , Kralcı ları n , komünistlerin
üstüne attı . Hacı Anesti'nin d u ru m u bilmeden ordusuna buyru klar
verdiğinden yak ı nd ı . Sonra Türk atl ı ları da Yu nan l ı ların geriyle olan
bağlantı s ı n ı , ulaş ı m ı n ı kestiğinden birlikler, birbirleriyle anlaşabil­
mekten yoksun kal m ı ştı .

563
Sonra:
- Çobanlardan bir karşı sald ı rı yapmayı düşünüyord u m , deyin­
ce M ustafa Kemal , hemen bu karşı sald ı rıyı nas ı l ku racağ ı n ı ne­
denleriyle açı klad ı . Bu s ı rada Kolordu Kumandanı d iyen is, kahvesini
içerek iki Başkumandan ı n konuşması n ı d i n l iyord u . Trikopis, bir ara
diyenis'in de kendisine, buyruklarına boyun eğmeyişini bozgu n ne­
denlerinden biri olarak ortaya atı nca diyenis, Trikopis'e karşı dikile­
rek kendisini savun maya başlad ı . B u , oldukça sert bir tartışmayd ı .
M ustafa Kemal, tartışma bittikten son ra , Tri kopis'e:
- Döğer'de bulunan büyük i htiyat g rupları neden Dumlupı nar
s ı rtlarına çekilmedi? Bu büyük bir askerce yan ı lg ı yd ı , dedi.
Görüşmenin bittiğini anlatmak üzere ayağa kalktı .
Trikopis'e:
- Sizin için bir şey yapabilir miyim? d iye sord u .
- l stanbul'daki karı m ı n , durumumdan haberdar ed ilmesini dile-
rim .
M ustafa Kema l , bunun yap ı lacağ ı n ı söyleyerek Trikopis'in elini
uzunca bir süre s ı ktı :
- Savaş, bir tal i h oyunudur genera l . Kimi zaman en büyük ku­
mandanlar da yenilir. N itekim dünyan ı n en büyük askerlerinden biri
olan Napolyon da yenilmiş ve tutsak olmuştur. Üzül meyi niz.
Trikopis, ellerini sallayarak, ağlama l ı bir sesle:
- Ah , genera l ! ded i . En son yapmam gereken şeyi yapamad ı m .
Bununla, kendini öldü rmek yü rekliliğini göstermed iğini anlatmak
istiyordu.
Mustafa Kemal oradakilere:
- O, kendi vicda n ı n ı n bileceği işti r, ona biz karışamayız, dedik­
ten sonra ismet Bey'e:
- Kumandanlar, san ı rsam , d inlenmeye mu htaçtı rlar. Dinlensin­
ler, güvenlik altında bulunduru n , diye ekled i .
*

Dumlupı nar'la dolaylarında tutsak edilen Yu nan askerleri yaya


olarak Polatl ı 'ya yürütülüyord u . Bundan üzülen , Mustafa Kemal'in

564
sonsuz nezaketinden yüreklenen General Trikopis, Cephe Menzil
Şubesi Müdürü Binbaşı N u ri (Berköz, General) Bey'e bir yakı nma
mektu bu gönderd i . i ri yarı , tatl ı , vicda n l ı , yiğit yarat ı l ı ş l ı bir asker
olan Binbaşı N u ri Bey, General Trikopis'e Başkumandan ı n kon uş­
ması gibi nazik ol mamakla birlikte son kerte doğru , gerekli olan şu
yan ıtı verd i :
- Bir y ı l önce Uşak'tan Sakarya'ya d e k yürüyen v e orada d a
başarı kazanamayarak bir bu kerte mesafeyi geriye kestiren su bay­
ları n ız ı n , böyle daya n ı ksız ve yorgun olduğunu öne sürmeniz müba­
lağal ı görülmüştür. Çağrı l mad ı kları yu rd u muzu yak ı p yı kmakta pek
atik davranan Yu nan subayları n ı n üç g ü n l ü k yü rüyüşe dayanama­
maları iddiası gülünç olur. Hatı rlayı n ız ki şu dakikada henüz tutsak
olmayan subayları n ız, sizin verd iği n iz buyru k çerçevesinde köy ve
kasabaları m ızı yakmaya çal ı şmaktad ı rlar.
*

Fahrettin Paşa, Atl ı Kolordusu ' n u , Yunan O rdusunun k ı l ı ç artık­


ları n ı çiğneyip geçmek üzere İzmir yoluna düşürmüştü . Biri nci Atl ı
Tümeni Kumanda n ı Mürsel Paşa , i kinci Atl ı Tümeni Kumandanı
Albay Zeki Bey, On Dörd ü ncü Atl ı Tümeni Kumanda n ı Albay Sup­
h i Bey, Atl ı Kolordusu Kurmay Başka n ı Albay Şükrü (Koçak) Bey,
başta Fahrettin Paşa , rütbeleri birer derece daha yü kselti lmiş olan
Türk piyade tümenleri n i n önünde lzmir'e doğru önüne geçilmez bir
biçimde başlayan yarı şa doludizg i n katıld ı lar. Gü nde yal n ız bir kez
sulana n , duru p d i n lenmeden yemsiz yü rüyen küçü k gövdeli Anado­
lu atları üstü nde Anadolu çocukları , geceyi gündüze katarak Batıya
doğru koşuyorlard ı Özlemle yükl ü , toz d u m a n , bütü n yol boyunca
atl ı tümenlerine yoldaşl ı k ediyord u . Geceli g ü ndüzlü gidiş, atları güç­
süz b ı rakıyor, çoğ u yerde bin iciler inerek atları n ı sopayla dü rtüştü­
rerek on ları n arkas ı ndan koşuyor, kan ter içinde atl ı birliklerine ayak
uydurmaya çal ı ş ı yorlard ı .
Albay Zeki Bey'in atl ı ları , kaçan düşma n ı n ayak seslerini kovala­
yarak Batıya doğru koşuyord u . izmir'e yü rüyen atl ı tümenlerinin kol­
baş ı ları Eylülün sekizinci günü sabah ı n saat on birinde Manisa önleri­
ne vard ı ğ ı nda şehirden göklere yükselen kapkara duman yığ ı n larıyla

565
yoğun yal ı mları (alev) görünce duralad ı lar. Sonra d üzen alarak şeh re
girdiler: Gördükleri vahşilik, önlerinden yel gibi kaçıp giden düşman ı n
n e korkunç b i r yaratık olduğunu onlara b i r kez daha gösterdi . Yollar,
sokaklar, Türk ölüleri , öteye beriye atı lmış, saçı lmış eşyayla doluydu.
Şehirde pek az insan vard ı . Ölümden kurtulmayı göze alan halk dağ­
lara , ormanlara s ı ğ ı n m ı ştı .
Bu s ı rada henüz şeh ri yakmaya çal ı şan tek tük Yu nan eratı on­
ları n üzerine ateş etmeye başlad ı . Küçük, çevik atl ı birlikleri , hemen
bunları kuşatarak tutsak ettiler.
Sonra , yanmakta olan Man isa'yı arkada b ı rakarak yine lzmir yo­
luna dizildiler. Düşman , Türk atl ı ları n ı n sol u kları n ı ensesinde duya­
rak kaçıyord u . Atl ı ların öncüleri günlerden sonra Sabuncu Boğazı'na
dayandı lar. Bornova ' n ı n doğu s ı rtlarında tutunmuş bir düşman birli­
ği, üzerlerine ateş açı nca onlarla savaşa tutuştular. Bu yüzden daha
ileri gidemeyerek geceyi boğazda geçirmek zoru nda kald ı lar.
Eylülün dokuzuncu günü saba h ı Yarbay Reşat Bey'in buyruğun­
da bulunan Atl ı Alay ı , yine lzmir yol una d üştü . Reşat Bey, Alay ı n
Üçüncü Bölüğünü Uç Bölüğü olarak seçti . Atl ı Müfrezesinin Kuman­
danl ı ğ ı n ı da B inbaşı Şerafettin Bey'e verd i . Alay ı n öbür bölükleri de
Uç Bölüğünü pek yakı ndan izliyord u . Şerafettin Bey, Sabuncu Bo­
ğazı 'ndan çıkar çı kmaz Eylül gü neşi altı nda masmavi bir kartpostal
güzelliği, d u rgunluğ uyla serilmiş yatan Akdeniz'i görünce son kerte
büyük bir heyecana kap ı ld ı . Erat da sevincinden haykı rıyor, çığl ı k
atıyord u .
Şerafettin Bey, gözlerinin yaşlarla dolduğ unu duyd u . Sanki yor­
gunluktan bitmiş olan küçük atlar da den izin kokusunu a l m ı ş gibi
bin icilerinin altı nda son güçlerini harcayarak doludizgin koşmaya
başlad ı .
U ç Bölüğü, Bornova kasabası n ı n kıyısına vard ı ğ ı nda kuzeyba­
tı s ı rtlarına tünemiş düşmandan yine ateş yedi . Üçüncü Bölük Ku­
mandan ı lskender Bey'le birlikte bu düşman üzerine dürbünlerini
çevirince bunun pek önemsenecek bir nesne olmad ı ğ ı n ı anladı lar.
Düşmana önem vermeyerek Bornova'ya g i rd iler. Ne var ki yaln ı z

566
karş ı s ı rtlarda bulunduğunu sand ı kları düşman ı n kendilerini şiddetli
bir ateş baskı n ı na tuttuğunu gördüler. Öncü bölüğün düşmanla ça­
tıştığ ı n ı gören Reşat Bey, hemen Amasya l ı Mehmet Bey'in bölüğünü
ona yard ı ma gönderd i . Bu iki bölüğün kumandan l ı ğ ı n ı da Şerafettin
Bey'e verd i . Sokak savaşı n ı kazanan Uç Bölü kleri , Bornova tren is­
tasyonunu ele geçirerek yine lzmir şosesine d izildiler.
*

Piyade tümenleri , büyük atl ı kolları n ı n d üşmandan temizled iği at


fı şkısıyla örtülü yollarda yürüyüş kolları halinde batıya doğ ru ilerli­
yord u . Ufak molalar verip biraz şekerleme kestiren asker yığı nları
gece gündüz demeden lzmir yolunu tozutup duruyorlard ı .
Mustafa Kemal'le Fevzi , ismet paşaları n bindiği üstü açı k büyük
otomobil de bu yorgun tümenler aras ı nda batıya ulaşmaya çal ışıyor­
d u . Bir gece yol üstündeki yak ı l ı p y ı k ı l m ı ş bir köyde birkaç saat şe­
kerleme kestirmek isteyen Mustafa Kema l , öbür paşalarla bir yığ ı n­
tıya sokularak içleri kuru üzüm dolu asker çuval ları üzerine uzand ı .
B u s ı rada çuvallardan birinin y ı rt ı ğ ı ndan keh ri bar gibi kuru lzmir
üzümünün g ü l ümsediğini gören Başkumandan , bir avuç al ı p ağzına
atmak üzereyken kendisine gülümseyerek bakan Fevzi Paşa'ya gü­
lerek şöyle ded i :
- Paşa m , şu hayatın cilvesine bak. Arsla n l ı k edelim derken fare­
lere döndük. Çuval deliğinden üzüm çal ıyoruz.
Bu nü kteye bayılan Fevzi Paşa , uzun uzun güld ü ; sol eliyle sağ
göğsü n ü yu mruklad ı .
*

Mürsel Paşa'n ı n , Fahrettin Paşa'dan buyruk al madan lzmir'e gi­


riş için verdiği buyruk, öncü bölükler arası nda gerçek bir yarışa yol
açtı . Anadolu'yu yakıp yı karak l zmir'e kaçm ı ş olan düşma n ı n elinden
gerek şehri , gerekse Müslüman Tü rk halkı n ı kurtarmak, en ivecen
ödev olarak görün üyord u . Yüzbaş ı lbrah i m , Yüzbaşı Zeki ( Doğa n ) ,
Yüzbaşı Abdu rrahman beylerin böl ü kleri , atları n ı çatlatı rcasına koş­
tu ruyorlard ı . Bu s ı rada Bornova ' n ı n bağları , bahçeleri arası nda sinsi
d üşman merm ileri gelip kulakları n ı n dibinden geçiyorsa da onları n

567
durup yanıt verecek zamanları yoktu . Mersinl i'ye vard ı kları nda bir
düşman piyade koluna rastlad ı lar. Karşıyaka yönünden gelip lzmir'e
gidiyord u . Bunlara da ald ı rı ş etmeden yolları n ı sürd ü rdüler. Düşman
piyadesi de onlara il işmed i . Geçtikleri yol üzeri nde elleri silahl ı d üş­
man askerlerine rastl ıyorlar, bunlar, ne yapacakları n ı şaş ı rm ı ş , sağa
sola kaçıyor, evleri n , d uvarları n arkas ı n a saklanarak çiğnenmekten
korunmaya çal ışıyorlard ı . Bunlardan hiçbiri n i n usuna, Tü rk atl ı larına
silah atmak gel miyord u . Bu düşman askerleri , bir alay tutarı ndayd ı .
Arkadan gelen atl ı tümeni onları tutsak edecekti.
Yüzbaş ı Zeki Bey' in bölüğ ü , bütün bölükleri geçerek ilk önce Hal­
kapı nar'a gird i . Atl ı ları n önüne koşar ad ı m giden sekiz yaya silah l ı
geçirilmişti . Bunlar, düşman ı n herhangi b i r kahpeliğine karş ı atl ı ları
ilk anda koruyacakt ı .
Tuzakoğl u Fabri kas ı ' n ı n önü nden geçen bölüğün üzerine bu fab­
rika n ı n pencerelerinden ateş açı ld ı . Önde giden sekiz piyade erinin
dörd ü hemen kanlar içinde yere serild i . Üçü ölmüş, biri de ağ ı r yara­
lanm ı ştı . (O da sonra ölecekti . ) Zeki Bey, hemen bölüğünü attan in­
direrek fabrikada pusu kuran düşmanla savaşa başlad ı . Biraz sonra
Fikret Bey'le Abd urrahman Bey' in bölü kleri yetişti .
Zeki Bey onlara :
- Ben im bölüğü ateşle koruyun , b e n köprüden geçip ileri atı la­
cağ ı m , ded i .
Yeni gelen bölü kler de attan inerek düşman ı n üzeri ne kurşun
yağd ı rmaya başlad ı lar. Bundan yararlanan Zeki Bey, bölüğünün en
önü nde Halkap ı nar Deresi'yle köprüsünü nal şang ı rt ı ları aras ı nda
geçti.
Atı n ı n üstü nde yumularak düşman yayl ı m ateşi altında Yüzbaşı
Zeki Bey'in köprüyü geçmesi, lzmir'e doğru yel gibi gitmesi, bütün
geridekileri heyecana getird i . Onlar da beklemeyerek onun arkası
s ı ra ileri atı ld ı lar. Abd urrahman Bey, yan ı ndaki son bombaları düş­
man s ı ğ ı nağ ına savu rm uş, onları temelli susturmuştu .
Gittikçe şeh re yaklaşıyorlard ı . Sokaklar Rum göçmenleri , içi eşya
dolu arabalar, hayvanlar, silahlar bombalı sivil , asker binlerce insan

568
sürüleriyle doluyd u . Bölükler, kı n ı ndan çektikleri kıl ıçları havada sal­
layarak araları ndan geçerken bunlara ald ı rı ş bile etmiyorlard ı . Punta
(Alsancak) istasyonunun köşesine vard ı klarında bir deniz eri müfreze­
sinin başı nda kendilerini bekleyen l ngiliz amiraliyle yaverini buldular.
Başvekalet yaveri Binbaşı Atıf Bey, (sonradan kendilerine katılmıştı)
onunla konuşmak üzere orada kald ı .
Bölü kler, yal ı n k ı l ı ç Kordonboyu 'na g i rd iler. Evlerin pencerelerin­
de Türk, işgal devletlerinin bayrakları sallan ıyord u . Düşman asker­
leri , tan ı n mamak için ü n iformaları n ı ç ı karıp atm ışlar, don-gömlek
limanda bulunan yabancı savaş gemilerine kapağ ı atmak için Kor­
don 'daki halk y ı ğ ı nları n ı n arası na karışıyorlard ı .
Kayı klar, motorlar, durmadan bunları taşıyord u . Birçoğ u d a yüze­
rek savaş gemilerine varmaya çal ı ş ı yord u . Türk halkı ise Kordon'a
ilk ayak basan atları n , bin icilerini yüzü nden , gözünden öpüyor, se­
vinçten ağl ı yord u .
Yüzbaşı Zeki (Doğan) Bey, Sarı kışla'nı n balkonu nda as ı l ı kalm ı ş
Yunan bayrağ ı n ı görerek h ı rsland ıysa da oraya asacak bayrak yok­
tu . Bu s ı rada onun derd i n i anlamış gibi altm ı ş yaşlarında bir kad ı n ,
eli nde b i r Türk bayrağıyla çı kageldi . Bunu öperek Zeki Bey'e verd i .
Zeki Bey hemen fı rlayarak kışlan ı n balkonu ndaki düşman bayrağ ı n ı
ind ird i . O n u n yeri ne Türk bayrağ ı n ı çekti. lzmir'de çekilen i l k Türk
bayrağı bu old u .
Bu s ı rada Eşrefpaşa yolu ndan gelen , yüzü nden kanlar akan B i n­
başı Şerafettin Bey, Zeki Bey'den hükü met konağ ına bayrak çek­
mek için iki er isteyi nce berikiler buna içerlediler.
Fikret Bey:
- Biz, buraya vata n ı ku rtarmaya geld ik, tek baş ı m ıza bayrak
çekmek için alay ı m ızı b ı rakıp gelmedik. İ sted iğ i erleri veriniz de bay­
rağ ı çeksin , ded i .
Şerafettin Bey, hükümet konağ ına bayrak çekmek için i k i er ala­
rak gitti .
Kordonboyu'na girdiğinde öndeki su bayları n rastlad ı kları d üş­
man askerlerin i n silahlarıyla bombaları n ı denize attıkları n ı görd ü .

569
Düşman askerlerinin hepsi silah ı n ı , cephanesini den ize attı ğ ı halde
sivil birisi atmamakta d i reniyord u . Elindeki bombayı denize ataca­
ğ ı n a Şerafettin Bey'in üstüne fı rlatt ı . Bomba hemen patlad ı . Hay­
van ağ ı r yaralanarak öldü. Şerafettin Bey de i ki yerinden yaraland ı .
Bundan yararlanan sivil düşman, kaçarak yoğu n halk kalabal ı ğ ı n ı n
arası na karı ştı .
Şerafettin Bey halkın geti rdiği bayrağı hükümet konağ ı na çeker­
ken yüzü ndeki kanlar bayrağa da bulaştı . Aşağı indiğinde halk onu
çok alkışlad ı .
Yarbay Reşat Bey'in başı nda bulunduğu Atl ı Alay ı , biraz sonra
Cel il adl ı bir erin eliyle Kad ifekale'ye Tü rk bayrağ ı n ı çekti .
*

Başkumandan M ustafa Kemal'in otomobili yorgunluktan bitmiş,


boyun ları uzam ış, sekerek yürüyen piyade yığı nları n ı n arası nda iz­
mir yolunda ağ ı r aksak ilerliyord u . Armutl u köyü nün kıyısı ndaki yola
elindeki kırık testileriyle dizilen köy halkı , sunacak başka bir şey
bulamad ı ğ ı ndan yüzlerinden ter yerine ateş saçılan Mehmetçiklere
bardak bardak su veriyord u .
Mustafa Kemal'in otomobili bu köyden geçerken hayvan ları n , as­
kerlerin geçmesi için bir ara durmak zorunda kald ı . M ustafa Kemal ,
kara toz gözlüğünü gözünden çı kararak b i r sigara yakt ı . Gözlüğünü
çıkarır çı karmaz, köylü lerin içinden yaşl ı bir adam h ızla ona doğru
ilerledi . Otomobile iyice yaklaşarak Paşa ' n ı n yüzü nü dikkatle süzd ü .
Sonra e l i n i koynuna sokarak bir kartpostal çıkard ı . Bunu avcu nda
saklayarak otomobil i n basamağ ına t ı rmand ı . Bir karta bir de Pa­
şa'ya bakt ı , baktı . Sağ elinin şahadet parmağ ı n ı il kin karta , sonra
Paşa'ya uzatarak:
- Bu sensi n ! diye bağ ı rarak öbür köylü leri de uyard ı :
- Arkadaşlar, M ustafa Kemal'dir.
Bunu işiten köylüler, kad ı n erkek, çol u k çocu k ellerindeki testi­
leri , bakraçları bir yana b ı rakıp dört yandan otomobile sald ı rd ı lar.
Gözyaşları dökerek Paşa'n ı n kalpağ ı n ı , omzu nu öptüler. Paşa n ı n
ayağ ı ndaki tozları sürme g i b i gözlerine çekenler vard ı . Köylü ler, bir
türlü otomobilden ayrı lmak istemiyorlard ı . Şoför, arabayı çal ı ştırıp

570
kornayı bas ı nca hepsi kaçı şt ı . Otomobi l , piyadenin yan ı s ı ra tozu
dumana katarak ilerlerken arkadan haıa:
- Yaşa paşamız, namusumuzu , hayatım ızı kurtard ı n . Hepimiz
sana kurban olal ı m ! d iye bağ ı rıyorlard ı .
Yunanl ı ları n , çekilirken yakıp yıktı kları b u b i r s ı ra köyü n halkları ,
onlar geçerken çok içten gösteriler yapıyorlar, her kez başta paşa
olarak hepsin i ağlatıyorlard ı .
Otomobil , e n sonra N ife (Kemalpaşa) vard ı . Paşa , halktan bura­
dan l zmir'in ne kadar çektiğini sord u . Yirmi beş-otuz kilometre olduğu­
nu söylediler. Paşa, yakın bir tepeden lzmir'in görülüp görülmeyeceği­
ni de sorunca Belkahve'den görülebileceğini bildirdiler.
Paşa otomobile atlayarak:
- Çek Bel kahve'ye, d iye buyurd u .
Tepeye vard ı klarında, düşman savaş gemilerinin kayg ısızca
uzand ı ğ ı masmavi lzmir Körfezi , birdenbire gözleri ne firuze bir muci­
ze gibi çarptı . Şaş ı rm ı şlard ı . Sanki Akdeniz, Ankara'n ı n yan ı başına
gelmiş gibiyd i :
- Deniz! Den iz! d iye bağ ı rd ı lar.
Körfez, Kad ifekale, daha birçok bilinen yerler, ayna gibi görünü­
yord u . G ü neş, Tuzla üzerinden masmavi suları erimiş altı n selleri
gibi kızartarak batıyord u . Belkahve, başta Paşa olarak, onlara y ı llar­
d ı r hayalini kurd u kları bir sevgiliye kavuşman ı n pek yak ı n mutlulu­
ğunu, elle tutulur gibi gösteren kutlu bir yer olmuştu . Oradan bir türl ü
ayrı lamıyorlard ı . B a l a düşmüş sinekler gibi özlemli gözleri , duyg u ,
düşünce y ı ğ ı nları arası ndan bu güzel görü nüşe sapla n ı p kalm ı ştı .
Buras ı , onlara Türk zaferinin en güzel yan ı n ı gösteriyor gibiyd i .
Bu s ı rada, ağaçl ı klar arası ndan ilkin b i r araba sesi işitildi, sonra d a
b i r araba çı kageldi. Arabacı , özgür b i r ülkenin çocuğu olarak g ı rtlak
dolusu , korkusuzca, gerine gerine bir şarkı söylüyordu.
- Nerden böyle ahbap?
- lzmir'den.
- l zmir'de ne var ne yok?

57 1
- Askerlerimiz Kordon'da geziyor.
- Doğ ru mu söylüyorsun?
- Nah işte lzmir, gidin de bakı n .
M ustafa Kemal'le arkadaşları , b i r süre daha orada kalarak N if'e
dönmek üzere ayrı ld ı lar. Yolda, bir piyade tümeni n i n lzmir'e doğru
yürüyüş düzen inde ilerlediğ ini gördüler.
M ustafa Kemal, Salih (Bozok) Bey'e :
- G it askerlere arkadaşları n ı n lzmir'e girdiklerini söyle , ded i .
Salih Bey, kolbaş ı n a el iyle işaret ederek birliği durd u rd u :
- Arkadaşlar, nereye gid iyorsu nuz? d iye sord u .
Erat h e p birden :
- lzmir'e! d iye hayk ı rd ı .
- Atl ı ların lzm ir'e g i rd i klerini bil iyor musunuz? Arkadaşları nız lz-
mir'e girdiler.
Bir er:
- Aferin be! diye bağ ı rd ı .
Yorgun askerlerle su baylar, bunun üzerine yorg u n l u kları n ı daha
az d uyarak yine yola koyuldular.
M ustafa Kemal , o geceyi N if'te geçi rd i . Sabahleyi n erkenden
kendilerine oturacak bir yer haz ı rlanması için Salih Bey' i lzmir'e
gönderd i .
S a l i h Bey, Siirtl i Mahmut, Ruşen Eşref, şifre memuru Memduh
beylerle lzmir'e vard ı . lzmir'e vard ı klarında piyade tümeni kolbaş ı­
s ı n ı n şehre bando çalarak girdiğini, bunları n her iki yan ı ndan Türk,
Müslüman halkı n ı n birer sevinç çağlayan ı gibi aktığ ı n ı gördüler.
Damlardan, evlerin pencerelerinden kad ı nlar, askerlerimizin üzerine
çiçek, kolonya , g ülsuyu serpiyord u .
M ustafa Kemal'in kartları hal k ı n baş ı nd a , göğsü nde v e evlerde
görü nüyord u . Salih Bey'le arkadaşları n ı n otomobilleri kalaba l ı ktan
durmak zorunda kald ı ğ ı nda, halk, onlara sald ı r ı p hepsini ayrı ayrı
öpüyord u . Güçl ü kle hükümet konağ ına vard ılar. izzettin Paşa'yı ora­
da Val i vekili olarak buldu lar. Onunla görüşerek Karşıyaka'da, vaktiy-

572
le Kral Konstantin ' i n , son ra da lskiryadis'in oturduğu köşkü Mustafa
Kemal için hazı rlamak üzere yola çıktı lar.
Karş ıyaka yol unda Bayrakl ı 'dan geçerken yabancı savaş gemile­
ri nden çıkmış olan askerler hazır ol durumunda onları selamlad ı lar.
Karşıyaka'daki köşke vard ı klarında çevredeki Türk kad ı nları onları
karş ı layarak:
- Biz Paşamız için her şeyi kendi elimizle yapacağ ız. Siz yorul­
mayı n ız. Ancak her şeyin haz ı r olduğunu gidiniz, kendilerine haber
verin iz, ded iler.
Mustafa Kemal'le karargah subayları , o gece N if'te dinlenirken
karargah ı n kimi adamlarıyla Hal ide Edip Han ı m , arkadan piyade yı­
ğ ı nları aras ında, doru n u n s ı rtı nda, yan ı nda sevgili köpeğ i Yoldaş'la
gel iyord u . Sabah ı n saat dördünde yol arkadaşı Binbaşı Tahsin
Bey'le N if'e (Kemalpaşa) gird i . Doru at, ilk kez yorgunluktan yürü­
yemeyecek d u ruma gelmişti . Ayakta uyuyord u . Atlar da, binicileri de
yürürken uyuyorlard ı .
i ki yan ı nda evler s ı ralanmış bir Küçük yokuşun başı nda yuvarla­
n ı r gibi dorudan inen genç kad ı n , evlerden birinin mermer merd iven­
leri üzerine baş ı n ı koyarak kendinden geçti. Köpeği Yoldaş da başı n ı
göğsüne dayam ış, onun yan ı nda yatıyor, doru ise Tahsin Bey'i n atıy­
la birlikte sütçü beygirleri gibi oracı kta uyuyord u . Tahsin Bey de biraz
ötede kal ı n kaputu na sarı n m ı ş bir cephe uykusuna dalm ı ştı . Yorgu n
i nsanları n altı nda kaskatı toprakla mermerler, kuş tüyü yatak gibi yu­
muşa m ı şt ı . Halide Edip Han ı m , neden son ra kulağ ı n ı n dibinde güçlü
bir ses işiterek gözlerini açtı .
Baktı , M ustafa Kemal'in ünlü Ali Çavuş'u başucunda dikilmiş,
onu uyand ı rmaya çal ı şıyord u .
- H a n ı mefendi! H a n ı mefend i ! Gel i n , Paşa'n ı n berberinin yattığı
bir oda var. Onu çıkarı p sizi oraya koyayı m .
Kal karak o n u n yan ı s ı ra yürüdü. Ayd ı n l ı k b i r koridorada n , üstü
cam l ı bir kapıdan geçti . lçerdeki kırık sed ire doğru g itti . Yatağı buy­
du.
A l i Çavuş , kapıya bir battaniye asarak çekilirke n :

573
- Sabahleyin yedide size sıcak su getiririm . Saat sekizde pa­
şalarla kahvaltı edeceksiniz. Battaniyelerin altı nda temiz bir çarşaf
var, ded i .
Halide E d i p , Ali Çavuş çekildikten son ra , tozlu topraklı çizmeleri ,
mahmuzları , üst başlarıyla kend ini bu temiz çarşafı n üzerine ölü gibi
b ı raktı .
Ali Çavuş, onu birkaç saat son ra kald ı rmaya geldiğinde henüz
beş dakika önce yattığ ı n ı sanarak şaştı . Elini yüzü nü y ı kayı p ken­
dine çeki düzen vererek, Mustafa Kemal'le öbür kumandanları n
oturduğu kahvaltı sofrasına vard ı . Odayı mis gibi sıcak çay kokusu
sarm ı ştı .
Mustafa Kemal, çay ı n ı yudumlayıp genç kad ı n a :
- Bugün l zmir'e gireceğ iz, ded i .
Halide Edip:
- Ben bir zafer alayı nda gitmek istemem . Teşekkü r ederi m . Ben
sonra yal n ız başı m a geliri m , diye düşü ncesini söyleyince Mustafa
Kemal, egemen sesiyle:
- Geleceksiniz H a n ı mefend i , d iye kestirip attı .
Öğle üzeri M ustafa Kemal'le kumandanlar, zeytin dallarıyla süs­
lenmiş beş otomobille lzmir'e yolland ı lar.
Birinci otomobilde M ustafa Kemal'le i smet Paşa , yaverleri , ikinci
otomobilde Fevzi Paşa ile adamları göze çarp ıyord u . Arkadan gelen
arabalarda da Cephe Kurmay Başkanı As ı m (Gündüz) Paşa , Topçu
M üfettişi Galip Paşa , Onbaşı Hal ide Edip Han ı m , Cephe Harekat
Şubesi Müdürü Tevfi k (Bıyıkoğlu ) Bey, S ı h h iye Başka n ı Doktor Hu­
lusi (Alataş) Bey, Kurmay Yarbay Seyfettin Şem'i Bey vard ı .
Şehrin giriş yerinde onları bir atl ı alayı karş ı l ad ı . Otomobiller ara­
ları na girince her iki yanda s ı ralanmış atl ı lar k ı l ı çları n ı çekerek ha­
vaya kald ı rd ı lar; otomobillerin çevresinde yürümeye başlad ı lar. Ka­
pal ı ça rş ı 'dan geçerken nal ş ı k ı rt ı ları bir çelik senfoni gibi çağ l ı yord u .
On binlerce l zmirli bu s ı rada Mustafa Kemal'in ad ı n ı anarak:
- Yaşaaa! d iye haykırıyord u .
H a l k ı n coşku n hayk ı rı ş ı , Anadolu yaylası n ı n sessizl iğine alışmış
küçük gövdel i atları n ı ü rkütüp şaha kald ı rıyor, s ı k s ı k kişnetiyord u .

574
Böyle deniz gibi bir kalabal ı ğ ı n aras ı ndan ilk kez geçmenin tedirgin­
liğini duyuyorlard ı . Kad ı nlar, bir yandan elleri ndeki karanfilleri , gül­
leri Mustafa Kemal'in otomobi l i ne fı rlatıp ömrüne dua ederken bir
yandan da içlerinde yıllarca biriken ağuyu dökerek hüngür hüngür
ağl ı yorlard ı . Yal n ız, gözyaşlarıyla ısla n m ı ş yüzlerinde yaşayışları n ı n
b u büyük mutluluğu parl ıyord u .
Bu s ı rada kalabalığ ı n aras ı ndan güçlükle geçen yirmi-yirmi beş
yaşlarında, ş ı k giyimli, genç ve güzel bir kad ı n , Mustafa Kemal'in
otomobiline doğ ru fı rlad ı ; çığl ı k gibi bir sesle:
- Paşam ! Paşa m ! diye bağ ı rd ı .
Mustafa Kemal , b u g üzel genç kad ı n ı n çığl ı ğ ı n ı işiterek otomobili
durdurd u . Bütü n yü rüyüş durd u . Şimd i , bütün m ı zrakl ı , kıl ıçl ı atl ılarla
birlikte halk denizi de onlara bakıyord u .
Genç kad ı n :
- Paşa m , ben Uşşakizade Latife , ded i . Allah'a nezrim (adağ ı m )
var. Zatı devletleri n i evimde ağ ı rlamak dileğindeyi m . Lütfen kabul
ed iniz.
- Peki , sizin evin ize konuk olacağ ı m .
Genç k ı z minnetle eğ ilerek oradan uzaklaştı . Doğru köşke koştu.
Ev halkına müjdeyi verd i . Hazı rl ı klar başlad ı .
*

Mustafa Kemal, doğru hükümet dairesine indi. Bu sırada uzaktan


top sesleri işitilmeye, şehrin içine mermiler düşmeye başlad ı Sonra iş
anlaşı ld ı . Söke yönlerinden kaçıp lzmir'e sığı nmak isteyen iki alayl ı k
b i r düşman gücü , Seydiköy'e gelince Kadifekale'deki Türk bayrağ ı n ı
görmüş, elindeki toplarla şehri bombard ı man etmeye başlam ı ştı . Ço­
lak l brahim Bey'in atl ı tümeniyle Fahrettin Paşa'nın atl ı alayları oraya
yıld ı rı m gibi yetişerek hepsini tutsak edip getirmekte gecikmedi .
Mustafa Kemal , karargahıyla rı htıma yerleşti ; üç gün burada kal­
d ı . i ki gün çizmesinin tozuyla karargahta oturmuş d inlenirken l iman­
daki l ngiliz donanması Am iral i , bir üst subay göndererek onunla bir
görüşme istedi . Mesaj , l ngiliz Ami ralinden Biri nci Ordu Kumandan ı
Nurettin Paşa'ya gel iyord u . Üst rütbel i l ngiliz subayı kapıda dikilip
duruyord u . Halide Edip'in okuyup M ustafa Kemal'le Nuretti n Pa­
şa'ya anlattığı mesaj ı n yan ıtı n ı bekliyord u .

575
Bu Yunanlı ları koruyarak lzmir'e çı karan l ngiliz Donanmas ı n ı n
Kumandan ı na M ustafa Kemal , b i r ders vermeyi düşündü . Amirale
kendisi görüşmek üzere bir randevu saati vermek istemediği gibi
yüksek rütbel i arkadaşlarından herhangi biri n i n de bu randevuyu ka­
bul etmemesi için tertibat ald ı .
Orada bulunan Ku rmay Yarbay Seyfetti n Şem'i Bey'e:
- Buna bir cevap ver, ama benim tarafı mdan değil. ismet Pa­
şa'dan da değ i l , üçüncü derece bir kumandanda n , Biri nci Ord u Ku­
manda n ı Nurettin Paşa tarafı ndan .
Halide Edip'çe hazı rlanan yan ı ta b i r göz atan Başkumandan :
- Fakat biraz şövalyece olsu n , diye eksik gördüğü b i r niteliğe
dokundu.
"Nurettin Paşa'n ı n Amirali kabul edeceğ i saat" diye yazılan nok­
tayı da beğenmed i :
- Hay ı r, ded i . Şöyle yaz ı n ız: Filan saatten filan saate d e k kı şla­
da bulunacağ ı m ; altı n ı N u rettin Paşa'ya i mzalatı n ız.
*

Bu s ı rada piyade , tozdan birer parça yan ı k Anadolu toprağ ına,


birer kerpiç parçasına dönmüş, yorgunluktan bitkin , Kordonboyu 'na
geldikçe Kordon'un taşlarına çarp ı p duran suları n serinliğ iyle, hiç
olmazsa gözleriyle seri nlemek üzere taşları n üzerine çöküyor, ilk ra­
hat soluğu a l ı yorlard ı . Ayakları ndaki postallar parçalan m ı ş , g iynek­
leri muşamba gibi terden s ı rtları na yap ı ş m ı ştı . Kıyıda demirleyerek
kocaman topları n ı şehre dikmiş olan düşman gemilerine şaşkınca
bakıyorlar, kıyıyı dolduran sivil H ı ristiyan hal k ı n kayı klarla şalupalar­
la, motorlarla den izdeki vapurlara, savaş gemilerine nas ı l kaçı ştı kla­
rı n ı ibretle seyrediyorlard ı .
B u s ı radayd ı k i her yan ı sarsan , her şeyi heyecana veren gök
gürültüsüne benzer bir gürültü işitildi. Bu gerilerdeki Ortodoks kili­
sesi nde meydana gelen bir patlaman ı n çıkard ı ğ ı gürü ltüyd ü . Bu
patlamayı bir s ı ra patlama izledi . Bunun arkasından silah sesleri ,
bomba patlaması n a benzer gürültüler gel d i . Gittikçe şiddetlenen güz
rüzgarı , patlamaları n meydana getirdiği yang ı n ı h ızla sağa sola sü-

576
rükleyerek dostun düşma n ı n gözyaşına bakmadan lzmir'i yakıp kül
etmeye başlad ı . Bu, lzmir'i artık sonsuz b ı rakıp gitmek zorunda ka­
lanların işiyd i . Kül edilen son Anadolu şehri de lzmir olacakt ı . Karar
böyleydi . Şehrin itfaiyesini S ı rp bir mütehass ı s yönetiyord u . Yang ı n
o kerte h ızl ı gelmişti k i onun d a elleri böğrü nde kald ı .
Bugüne dek evlerinde sinip d e Kordonboyu 'na dökülmemiş olan
H ı ristiyan y ı ğ ı n ları , mahal lelerinin yanmaya başlaması üzeri ne so­
kaklara dökülerek kaçmaya başlad ı lar. Üçü ncü kordonu yalayan
yang ı n , Frenk Mahallesi'ni yakı p kül ettikten son ra ikinci, birinci kor­
dona doğru korku nç bir veba salg ı n ı gibi ilerl iyor, birkaç dakikada
güzel im konakları n yal n ı z iskeletleri kal ıyord u . Akşama dek süren
yang ı n , korkunç dev bir meşale gibi l zmir' in bağları n ı , bahçeleri n i ,
dağları n ı k ı p k ı z ı l bir ayd ı n l ığa boğdu. Düşman savaş gemilerinin
güçlü projektörleri , gökyüzüne yükselen kocaman duman y ı ğ ı nları n ı
yalayıp geçiyor, mutsuz şehrin üzerinde çatı şarak sanki k ı l ı ç oyun­
ları oynuyord u .
*

H ı ristiyan halk, Kordon boyu'na s ı rala n m ı ş , Rum kayı kçı larına


yalvarıyor, onlar da ancak peşin para verebilenleri alıp götürüyor­
lard ı . Hepsin i n biricik umudu Müttefi klerin savaş gemileriyd i . Ne var
ki bunlar da iskelelerin i yukarı çektiklerinden t ı rmanam ıyorlar, yalva­
rı p yakararak bunların çevresinde dönüp d u ruyorlard ı . Kimileri suya
gömülmüş olan çapaları n zincirlerine tutu narak gemilere çı kmaya
çal ı ş ı yorlarsa da müttefik den izcileri , uçları demirl i sopalarla kafala­
rına, ellerine vurarak onları den ize düşü rüyorlard ı . Böylece boğulup
g idenlerin yerine Rum kay ı kçılar peşin parayla kıyıdan yeni kurban­
lar taşıyorlard ı .
Böylece Edgar Ouinet, Jean-Bart, Vittorio Emanuele, Venizia ,
King George, l ron Dog savaş gemilerinin çel ik duvarları dibinde de­
niz suyuyla gargara yapanların sayısı artt ı kça artıyord u .
Ameri kan torpidolarıyla z ı rh l ı ları da Kordonboyu'nu kontrol edi­
yorlard ı . Halkın sald ı rısı başlayı nca Amerikan Konsolosl uğu'nun he­
men önünde demirleyen bir Amerikan torpidosu demir a l ı p açı ld ı .

577
Hala yanmakta olan H ı ristiyan mahallelerinde g izli cephanelikler,
yeri göğü sarsarak büyük gürültülerle patlayı p d u ruyord u . Ermen i
Mahallesi'ni ateşleyerek kaçan bombal ı , sila h l ı Torkum çetesinin
adamları , sempatizanları kendilerine yol açmak için önlerine gelene
ateş ederek den ize u laşmaya çal ı ş ı yor, bu s ı rada silahlanan Tü rkler
de oralardan çıkıp kaçmaya çal ı şanları fare gibi avl ıyorlard ı . Saat
gecenin dokuzu olduğu halde her yer gü ndüz gibiyd i . Gökyüzü , ce­
hennemin dam ı gibi kıpkızıl şehrin üstün ü kapl ıyord u .
Sabah ı n saat ikisinde yang ı n daha da korkunçlaştı . lzmir tiyatro­
su yirmi dakika içinde dört duvarl ı k bir iskelet kald ı . Fransız Konso­
loshanesin i saran yal ı m lar, onun da bütü n tahta bölümlerini sömür­
dü. ltalyan oku l u n u n damına tırmanmış ltalyan denizcileri , ltalyan
Amiral gemisine ışı kla yang ı n ı n gelişmesi , yönleri üstüne sinyal ve­
riyord u . Cephanelikleri n , bombaların patlamas ı , aral ı ksız sürüyord u .
Otomobil garajları ndaki benzinleriyle bidonları , alkol depoları , gittik­
çe h ızlanan yang ı na bir başka h ı rs , sanki yeryüzünü yakıp kül etmek
h ı rs ı veriyor gibiyd i .
Bu büyük parıltı larla meydana gelen patlamalar, insan y ı ğ ı nları
içine salg ı n gibi dal m ı ş olan paniği daha çok a rttırıyor, Müslüman ,
H ı ristiyan insan y ı ğ ı nları ellerine geçirebild ikleri yükte yeğnik, paha­
da ağ ı r eşyalarıyla alevlerin ayd ı n l ığ ı nda cehenneme yen i atı lmış
günahkar y ı ğ ı nları gibi sağdan sola, soldan sağa kaçı ş ı p duruyor­
lard ı .
B u s ı rada meydana gelen son kerte şiddetli bir patlama, denizdeki
yabancı donanmaları da sarst ı . On binlerce Türk askeri yanan şehri
boşuna kurtarmaya çal ışıyordu.
*

M ustafa Kemal'in rı htı mdaki karargah ı n ı da yal ı mlar az zamanda


yalayı p yuttu . Yunan l ı ları n Ayatria , Aya Foti n i kil isesinin altına yer­
leştirdikleri dinam itleri patlatarak yang ı n ı çıkard ı kları söyleniyorsa
da bu işte Ermeni çete reisi Torkum'la adamları n ı n da parmağ ı oldu­
ğundan kuşkula n ı l ıyord u .
M ustafa Kemal'in karargahı Bornova'ya taş ı nd ı . Latife Han ı m ' ı n
konuğuyd u . Latife H an ı m , Paşa'n ı n hizmetine yaln ız kendisi bakı­
yord u . H izmetçileri bir yana itmişti . Bu kutl u görevde h içbir ortak ka­
bul edecek d urumda değild i .

578
Üç gün süren katil yang ı n , Türk zaferinin en güzel günlerini cehen­
neme çevirmişti . Uşşakizadelerin Göztepe'deki köşkünün balkonun­
da yang ı n ı yan yana seyreden Mustafa Kemal'le Latife Han ı m , herkes
gibi üzgündü.
Tarih i n en büyük yangı nlarından en sonu ncusu karş ı s ı nda içleri
sızlayarak dikilip du rmaktan başka ellerinden bir şey gelmeyen bu
iki insa n , bu s ı rada yaşayı şları n ı n en lirik saatlerinde bulunuyordu.
Bu da onlara çılgı nca bir iyimserlik a ş ı l ı yord u .
M ustafa Kemal. Latife H a n ı m'a:
- Yang ı n yerinde size ait emlak var mı? d iye sord u .
- Evet, emlakları m ı z ı n büyük bölümü yanan bölgededir. Fakat
ne zarar! Hepsi yans ı n . Yeter ki siz sağ ol u n . Bu mutlu günleri gören
insanlar için mal ı n ne değeri var. i lerde yeniden yaptı rırız.
Mustafa Kemal de coştu :
- Evet, yansı n , yıkıls ı n , ded i . Hepsinin yerine konması mümkü n !
*

Eylül'ün on sekizinci günü Latife Han ı m , ismet Paşa'yla gazete­


cileri , Halide Edip Hanım'ı lzmir zaferini bir masa başında kutlamak
üzere köşke çağ ı rd ı . Mustafa Kemal köşke giderken Halide Edip Ha­
n ı m ' ı yan ı na ald ı . Yol boyunca Latife Hanı m'dan söz etti . Ondan söz
ederken Mustafa Kemal'in konuşması nda tatl ı , yumuşak, aşk sıcakl ı­
ğ ı taşıyan bir lirizm titriyordu. O , şu sırada bu savaş gürültülerinin çok
ötesinde, göğsünün altı nda aşk kalbi çarpan bir delikanl ıyı and ı rıyor­
d u . Halide Edip Han ı m dikkat ediyordu: "Sesinde, en sonra bir yuva
kurmak için hazırland ı ğ ı n ı gösteren bir şey vard ı . " Latife Hanı m'a ger­
çekten tutulmuş gibiydi.
Otomobil körfezin masmavi suları önünde yemyeşil bahçesiyle ,
ak yüzüyle gülümseyen güzel köşkün önünde durd u .
Mustafa Kemal'le arkadaşları , evin verandasına götüren merd i­
venlere yöneld iler. Merdivenler, sarmaş ı k ve mor salkı mlarla süslüy­
d ü . Merdivenin baş ı nda karalar giyinmiş, ufa k tefek bir kad ı n onları
bekl iyord u .
Halide E d i p baktı : Yirmi dört yaş ı nda old uğunu bildiği genç kızın
davra n ı şları , çok daha olgun gösteriyord u . "Duruşunda ve selam ve­
rişinde eski dünya n ı n ağ ı r başl ı l ı ğ ı vard ı . Sosyete kızları n ı n gösterişi

579
hiç yoktu . Başı na sard ı ğ ı kara örtü nün ortas ı nda yüzü çok hoştu .
İ nce d udakları nda büyük bir irade duyul uyord u . Çok güzel ve zeki
gözleri vard ı . Bu kahverengi gözlerin çevresine saçt ı ğ ı ışık, çok çe­
kiciyd i . "
Salonda otu rduğu s ı rada M ustafa Kemal , bir ara ortadan yitti. Bi­
raz sonra , herkesi kendisine imrendirerek, baktıran çok hoş bir k ı l ı k­
la meydana çıktı . S ı rtı nda belden sı kmal ı ak i pekten bir Rus Kafkas
gömleğ i , bunun altı nda ak bir pantolon , ayaklarında da ak iskarpinler
vard ı . Savaş s ı rasında iyice zayıflamış olan gövdes i , bu g iynek için­
de levent gibi bir delikan l ı n ı nkinden ayı rt ed ilemezd i . Arkaya taran­
mış Kızı l ı mtırak sarı saçları n ı n çerçeveled iği yüzü ile mavi gözleri ,
en büyük başarı s ı n ı n , yen i yakalan ı l m ı ş bir aşkı n verdiği en güzel
mutluluk ı ş ı klarıyla parl ıyord u .
Çok güzel mezeler, yemeklerle süslenmiş olan rakı sofrası n ı n başı­
na geçen Mustafa Kemal, belki de çoktan beri özlediği bütün mutluluk­
ların bu sırada bu sofra başı nda topland ı ğ ı n ı düşünüyordu.
Halide Edip Hanı m'la Latife Hanım yan yana oturuyordu. Halide
Edip göz ucuyla Latife Han ı m' ı n hayran bakışları n ı Mustafa Kemal'in
yüzü nden ayırmad ı ğ ı n ı görüyordu. O, Hal ide Edip Hanım'a da "Ho­
cam" diye ünlüyord u . O, Amerikan Kız Koleji'nde Halide Han ı m ' ı n
kendisine b i r yıl öğretmenlik ettiğini de söylemişti .
Paşa'n ı n Halide Edip'e bir gün önce an lattığ ı n a göre Latife Ha­
n ı m ' ı n boyn undaki madalyonun içinde kend isinin küçük bir resmi
vard ı . Paşa , bunu anlatı rken keyifl i keyifl i gülmüştü .
Halide Edip, Paşa ' n ı n şu s ı rada Latife H a n ı m'a bakışı nda da bir
aşk başlang ıcı n ı n bütün hoş niteliklerini yakalamıştı . Latife Han ı m ,
Paşa' n ı n kadehini m i s g i b i anason kokan İzmir rakısıyla doldurduk­
tan sonra ötekilerinkini de doldurd u . Paşa , dolu kadehi eline alarak
öbür konuklara karş ı kald ı rd ı ktan sonra Halide Edip'e bakarak şöyle
ded i :
- H a n ı mefendi, İ z m i r zaferini kutluyoruz. S i z de bizimle içersi­
niz.
- Ben , ömrümde ağzıma rakı koymad ı m . Şampanya ile ben de
kutlayabilirim .
O zama n , M ustafa Kema l , rakı kadeh i n i ağzına götürürken:

580
- H a n ı mefendinin h uzurunda ilk kez içiyoru m . Prozit arkadaşlar,
ded i .
Bu s ı rada Halide Edip'le Latife Han ı m da şampanya kadehleri n i
dudakları na götü rd ü ler.
*

M ustafa Kemal o gece ta Selani k'teki askeri oku llardan beri git­
tikçe ı ş ığ ı , rengi artan zafer düşleri n i n en büyüğ ünü altı n yemişler
gibi avuçlarına a l m ı ş , güzel lzmir kızı Latife ' n i n aş ı k olunası varl ı ğ ı ­
na sunuyord u .
Sofradakilere d u rmadan içinde ilk zafer hülyaları n ı ku rduğu Sela­
n ik'in güzell i klerinden, cephe yaşayışı n ı n en ilginç olaylarından söz
etti.
Hal ide Edip'in d ikkat ettiği bir şey vard ı . M ustafa Kemal , ilk kez
bu gece hiç kimsenin aleyhinde konuşmuyor, U l usal Kurtu luş Sa­
vaş ı 'nda büyük emekleri geçip de hiç sevmed iği kişileri bile bol bol
övüyord u . Bu, herhalde yaşayı ş ı n ı n en büyük zaferiyle en son , en
büyük aşkı n ı n l ütufkar bir biçimde onun karş ı s ı nda el bağlam ı ş ol­
mas ındand ı .
*

Halide Edip, ertesi akşam Fevzi Paşa' n ı n sofrası ndayd ı . Fevzi


Paşa bir ara l ı k ona:
- Seni başçavuş yap ıyorum, ded i .
Halide E d i p , onbaş ı l ı ğ ı n kendine d a h a çok yakıştı ğ ı n ı söyled i . Ar­
tık. lzmir'den ayrı lacakt ı . Başkumandan'la vedalaşmak üzere Lati­
fe Han ı mlara uğrad ı . M ustafa Kemal Paşa'yla Başvekil Rauf Bey' i
Moskova'dan dönmüş olan Ali Fuat Paşa'yı koltu klara kurulmuş
olarak Körfez'in mavi sularına bakar buld u . O da onları n yan ı na bir
koltuğa çöktü .
Mustafa Kemal, Fevzi Paşa kendisine söylemiş olacaktı ki Hal ide
Edip'e:
- S iz hala onbaşı işareti taşıyorsunuz, d iyerek gidip başçavuş­
luk işaretlerini kendisi getird i . Latife H a n ı m'a verd i . O da iğne iplik
getirerek bunları Hal ide Edip'in kol una d i kti.
Halide Edip, epeyce oturduktan sonra veda etmek üzere kal ktı­
ğ ı nda M ustafa Kemal :

58 1
- Hava çok soğ uk, paltonuz var m ı ? d iye sord u .
Olmad ı ğ ı yan ıtı n ı a l ı nca :
- Biraz duru n , ben pelerinimi size vereceği m , d iyerek yine gidip
bütü n U lusal Kurtuluş Savaş ı boyunca giydiği uzun kurşun renkli pe­
lerinini geti rerek onun omzuna attı .
Halide Edip, M ustafa Kemal'in bir kara gün dostu olan kurşun
renkli pelerinini yerlerde sürüyerek merd ivenlerden aşağ ı inerken
Mustafa Kemal'le Latife Han ı m merdivenlerin başı nda onu uğur­
l uyorlard ı . Son basamakları inen Halide Edip dönüp arkaya şöyle
seslendi:
- Pelerini miras olarak çocu klarıma b ı rakacağ ı m . Sonra da mü­
zeye gidecek.
Bahçeyi geçip yola çıkı ncaya dek iki sevgili, onun arkas ı ndan
baktılar. Sonra elleri ellerinde Rauf Bey'le Ali Fuat Paşa'n ı n oturdu­
ğu balkona döndü ler.
Karşıda yan ı p kül olmuş şehir, bir şeh ir ölüsü gibi görünüyord u .
Yal n ız d ö rt duvarı kalm ı ş sayısız ev, bu şeh i r mezarl ı ğ ı n ı n aziz ölü­
leri gibi yang ı n ı n yalayıp yuttuğu bütün güzel liklerinin ard ı ndan sanki
yas tutuyord u . Ne var ki bu umutsuz şehrin sokaklarında düşman
boyu nduruğundan kurtuluş, yemenin, içmenin bile önemli bir şey
olmad ı ğ ı n ı düşünen özgürlükten sarhoş insan yığ ı n ları kaynaşıyor,
evlerinin barkları n ı n külleri altında geleceği n yakut, züm rüt saray­
ları n ı kuracakları umutları n ı n p ı rlantaları n ı araştırıyorlard ı . Önlerin­
de zengin masmavi p ı r ı ltısıyla Akdeniz suları gelecek için çok sa­
vaşmak gerekeceğini anlatmak ister gibi Kordonboyu 'nun taşlarına
çarp ı p d u ruyor, kavgan ı n bitmediğini anlatıyord u . Mustafa Kemal'le
Rauf Bey, Al i Fuat Paşa da Göztepe'deki evin balkonundan bu gö­
rü nüşü süzerken böyle düşünüyorlard ı . Kavga henüz bitmemişti . . .
Bağ ımsızl ı k savaş ı n ı n bütün kah ramanları , kurtulmuş yu rdun za­
fer sofrası ndaki okuyucularına sunulmuştur.

- SON -

582
KUTSAL İSYAN'I N EDEN YAZDIM?

A vrupa sömürgeci devletlerinin yeryüzünü ve onun pazarlarını


yağmalama rekabeti yüzünden patlattıkları Birinci Dünya Savaşı 'na
biz, Germanofil devlet adamlarımızın aptalca katıldıkları o savaş,
kalabalık ailemizin ekmek parasını çıkaran babamla ağabeyimi aldı
götürdü ve Kars dağlarının karlarına gömdü. A çlık ve ölüm, kalabalık
aileye kuduz bir kurt sürüsü gibi daldı. Toprakla uğraşan bu zavallı
anne iki yıla varmadan kırıldı gitti. Kutsal lsyan 'ın yazarıyla iki kız
kardeşi dışında. Bundan dolayı o zaman ufacık bir çocuk olan ben­
de savaş kavramı, karşılığında salt ölüm ve açlık getiren alçakça
bir davranış olarak yerleşti. Dünyaya küskün ruhumda böylece bir
savaş kompleksi oluştu. Savaş anlamsız ve aptalca bir boğuşmaydı.
Ne var ki bırakışma olup da biz Samsun Darüleytamı 'ndan ls tan­
bul'a Beykoz Darüleytamı 'na yerleştirildiğimizde ilginç olaylar geç­
meye başladı. Beykoz çayırları /ngiliz sömürge askerlerinin eğitim
meydanı haline gelmişti. 1 6 Mart lstanbu/'un işgali günü /ngiliz as­
kerleri bizim okulumuzu makineli tüfek ateşine tutarak bütün camları
şangır şungur indirdiler. lngiliz subayları öğretmenlerimizi alıp Bey­
koz dağlarına götürdüler. (Okulumuzun müdürü olan Kazım Nami
(Duru) 1 6 Marttan birkaç gün önce hiç kimseyle helalleşmeden çe­
kilip gitmişti.) Okulumuzun ambarları, debboy/arı (depo) süngülerle
delik deşik edilen erzak çuvalları ve eşya ile bir yangın yerine döndü.
Okulun ön yüzüne karşı mevzilenmiş iki ağır makineli tüfek, bütün
çocukları korkuttu. Çocuklar, lngilizlerce kuşatılmış olan okulun ar­
kasındaki bir delikten kaçıp lstanbu/'a dağıldı. Zaten aç, susuzdu/ar.
Kutsal /syan 'ın yazarı, ancak sekiz on sünepe arkadaşıyla sonuna
dek aç ve korku içinde döşemeleri kırarak altında fareler ve akrep­
lerle bir iki gün orada saklandı. En sonra onlar da kaçıp gittiler.
Yabancı ulusların maskaralığı bununla bitmedi. Beykoz çayırla­
l
rı, stanbu/ Rumlarından devşirilen bir taburluk Yunan askerinin de
eğitim meydanı oldu. Bizler çayırda bez topu oynarken dişlerini gı-

583
cırdatarak bize:
"Hele gidip Anado/u'da Mustafa Kemal'in askerlerini temizleye­
lim, gelip hepinizin anasını belleyeceğiz!" diye bağırıyorlardı.
Yine de moralleri pek yerinde olmasa gerek ki papazlar, onlara
Türkçe olarak şöyle bir moral şırıngası yapıyorlardı:
- Ey Elen çocukları, Bizans'ın has evlatları! Bizim bu eski top­
raklarımızı kurtarmaya giderken cennet daha uzaktan sizlere kapı­
larını açmıştır. Bugün ölseniz bile kırk gün sonra yine dirileceksiniz.
Ulusal Kurtuluş Sa vaşı 'nın sonuna dek bu böyle sürdü gitti.
işte, bende boş bir cellatlık olarak yer eden savaş kompleksi,
kutsal bir anlam kazanmaya başlayarak yeni bir yeşerme gösterdi.
Anado/u 'da Mustafa Kema/'le öbür kahramanların el ele yürüttükleri
savaş, bambaşka, kutsal bir savaş olarak bende çılgınca bir sempa­
tizan buldu. Pek küçükten resim yapmaya başladığımdan, adım da
ressama çıktığından İstanbul gazetelerinden kestiğim bütün büyük
kahramanların resimlerini büyütür, Pertev Bey'in sınıfının duvarlarını
bunlarla süs/erdim. Onlar benim o zamana dek tanıdığım en büyük
yeryüzü insanlarıydı.
Milli Kurtuluş Savaşı bitmişti. Kocaman savaş üstüne hiçbir dişe
dokunur kitap çıkmtyordu. 1 925 yılındaydı. lbrahim Alaettin Gövsa,
Ulusal Kurtuluş Savaşı için yeni bir şeyler yazılmadığından dizeleriyle
Çankaya yolunu büsbütün mistikleştirip Mustafa Kema/'i de bir tanrı
reis haline getirmişti. Dört yüz söz açarak bunun ancak kırk elli yıl
sonra yazılabileceğini, belki bunu yazacak olanın henüz doğmamış
olduğunu söylüyordu. Buna bir de örnek veriyordu: Victor Hugo, Fran­
sız devriminin romanını ancak devrimden elli yıl sonra vermişti. Her
yürekte bir arslan yatar derler. Bizim yüreğimizdeki gencecik arslan
da: "Bunu ben yazacağım " dedi.
Sivas Öğretmen Okulu'nda bu savaşı anlatan piyesler yazıp
kolordu sahnesinde oynattım. 1 928'de Ulusal Kurtuluş Savaşı 'nı
deşmek üzere "Batan Güneşler" adlı bir roman yazdım. Hakimiyeti
Milliye gazetesinde yitti. Sonra lzmit'te o gazetenin muhabirlerinden
birinin imzasıyla ve başka bir adla çıktığını gördüm.

584
İşte, beni Kutsal isyan kitabını yazmaya götüren ve pek uzak­
lardan gelen, iteleyici ve dürtücü nedenler, birçok deneyden sonra
bana yeni bir tür içinde Ulusal Kurtuluş Savaşı 'nı yazmak mutlulu­
ğunu bağışladı.
Kurtuluş Savaşı için yüzlerce kitap yazılmıştı. Ne var ki bunlarda
bu büyük günlerin olayları darmadağın durumdaydı. Her yazan, bu
büyük olayın bir yanını didikliyor, kendi tuttuğu parçayı dev aynasın­
da büyülterek veriyordu. Olayın görkemli bütünlüğü ise bize yakla­
şacağına büsbütün uzaklaşıyordu.
Kurtuluş Savaşı için yazılan şiirler ve destan/arsa bu gerçek kahra­
manlar mahşerini mitolojik bir zamanın dumanları içine atıyor ve şair­
ler, bu büyük konuyu salt kendi sanat güçlerini denemek, olgunlaştır­
mak ve göstermek için işliyorlardı. Romantik ve mistik şairler tuttukları
konuyu tabu haline getiriyor, kendilerinden başka hiç kimsenin buna
dokunamaması için ellerinden geleni yapıyorlardı. Yaşarken, kafasın­
da en gerçek şeylerden başka bir şey yaşatmayan Mustafa Kemal'i
eski tanrılardan biri haline getirmişlerdi.
O zamanlar bizler için bir tanrı şair olan Faruk Nafiz:
"Bu hıyaban ebediyet yoludur,
Gider Allah 'a kadar buradan ucu;
Karşıdan bakma geçerken yolcu
Belki bir dert ile bağrım doludur.
Bu hıyaban a vutur cümle yası,
Dinlen altında yeşil bir dalının;
O kızıl saçlı zafer kartalının
Bu hıyabanda kurulmuş yuvası!" diyordu.
Ben, Kutsal İsyan 'da hiçbir türlü zorlamaya başvurmadım. Olay­
ları ve kahramanları olduğu gibi, sağlam bir kronolojiye göre yerli
yerinde ve can alacak noktalarını vererek yansıtmaya çalıştım. Dev­
rik tümcelerden, laf cambazllklarından elden geldiğince kaçınarak
klasik söyleyişe yaklaşmaya çalıştım.
Elbette, Mustafa Kemal, kitabın en sempatik, en olumlu ve en

585
güçlü karakteri olarak sevilmektedir; başka türlü de olamaz. Bunun
çevresinde irili ufaklt yığmla kahraman sempatik yaşayışlannı sür­
dürmekte ve olumlu kavgalannı yapmaktadır.
Bu, bir kütle romanıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı bir orkestra gibi
Mustafa Kemal'in elleriyle ve sihirli değneğiyle çalmmakta ve yü­
rümektedir. En yitik sesleri bile yakalayıp bu senfonik hava içinde
değerlendirmektedir. Bir Papa Eftim 'den bir Ulusal Kurtuluş Savaşı
kahramanı yaratmanm yolunu bulmaktadtr.
Ulusal Kurtuluş Savaşımızı bir tarihsel roman türünde yazmak
hevesine koyulmamış pek az Türk yazan kalmıştır. Ne var ki bu bü­
yük olayı tarih romanı olarak yazmayı düşünmek, ona strasmda "ha­
yali" kişiler katmayı da gerektirmektedir.
Bu olay taa başlangıcmdan beri öyle ilginç ve hareketlidir ki oku­
yucuyu büyülemek ve sürüklemek için buna "hayali" roman kahra­
manlanm, entrikalanm katmak hiçbir vakit gerekmez.

Yalnız, bu kitap bayağı bir tarih kitabı da olmamalıydı. Statik görü­


nüşü içinde dondurulmuş bir yığm olay ve projeksiyonla yansıtılmış
kımıltısız resimlere benzeyen kahramanlar, hiç de ilginç olamazdı.
Yazılacak kitap bir film gibi hızlı ve civcivli olmalıydı. Kocaman
bir çerçeve içinde geçen olay yığmlan canlandınlıp yürütülmeliydi.
Ve bu statik olarak değil, senfonik ve rasyonel bir düzen içinde yö­
netilmeliydi.
Kahramanlar ve figüran yığmlan kronolojik ve mantıki yerlerinde
yaşamaya başlamalıydı. Bunun için de sanatm sihirli değneği ko­
caman olay yığmlanna ve ölümsüzlüğün duvanna asılı kalmış iri­
li-ufaklı resimlerden başka bir şey olmayan kahramanlara bir kez
dokundurmalıydı.
Büyük realistler gibi düşünmek ve çalışmak gerekiyordu. Kalıcı
bir yapıt, böylece bir çalışma biçimi istiyordu.
Sonra bu kitap, öyle bir nesne olmalıydı ki Şah lsmai/, Arzu ile
Kamber, Köroğlu, Kerem ile Aslı, Battal Gazi gibi halk kitaplarmı
okuyan bir okuyucu ile ortalama kültüre erişmiş bir okuyucu, gerçek

586
bir aydın, bunu zevkle okuyabilmeliydi. Bu kitaba realist edebiyatın
çoğu zaman denenmemiş gerçek gücünü yerleştirmeye çalışmalıy­
dı.
Bence bir kitap salt halk için, salt aydın için hatta salt çocuk için
yazılmaz.
En güçlü realizm, bir konuyu her yaşta ve her kültür aşamasın­
daki okuyucunun okuyabileceği bir güce eriştirebilmektir. Bunu de­
neme bilincine sahip olmayan hiçbir yazar başarının altın kapısını
kolayca açamayacaktır.

Hasan İzzettin Dinamo

587
SON SÖZ

Ulusal Kurtuluş Savaşı, Türk tarihinin bütün dönemleri arasında üç


yıl gibi çok kısa bir zamanda en çok kahraman ve kahramanlık o/ay­
larıyla dolup taşan son kerte rasyonel, son kerte gerçekçi bir inanç
mucizesidir denebilir.
Bütün Türk tarihi boyunca, Türk toplumlarını kımıldatan başlıca
manivela akıncı ve istilacı bir felsefe olmuştur. Türk ulusu, ilk kez her
yandan kendisini kuşatan ve ölüm fermanını okuyan düşman yığın­
larına karşı dikildi ve sırtındaki pireleri bir silkinişte döken bir arslan
gibi bütün düşmanlıklarını fırlattı. Bu sırada dünyaya parmak ısırtan
kahramanlar ve kahramanlıklar havai fişekler gibi ardı s1ra ışık saça­
rak yükseldi.
Bu mucizeyi canları pahasına yaratan "Meçhul Askerler" er ve su­
bay olarak bütün sevimli ve büyük serüvenleriyle meydanlardan, ki­
taplardan ve "hafıza "lardan silinip gittiler ya da bu yolu tuttular. Ancak
birkaç kalburüstü kumandan, Ulusal Kurtuluş Savaşı 'nın ayakta kalan
biricik devleri olarak görünmeye başladı.
işte, ben bu birkaç dev kahramanı da yaratan bir yığın kahrama­
nın, zamanın tozları altında unutuluşun kurbanı olmasına dayanama­
yarak Kutsal İsyan'ı yazdım. Zamanla bunda birçok eksik gördüm.
Bilerek ihmal ettiğim son kerte gerekli konular oldu. Henüz hayatta
bulunan kimi kahramanlardan uyarıcı mektuplar aldım. ômeğin, ôde­
miş 'in kahraman çocukları olan Ali Orhan (llkkurşun), Ahmet Şükrü
(Konuk), Ahmet (Baydar) Beyler, kitapta yerli yerine oturtulmadıkları­
nı, Gökçen Efe 'ye gereksiz yer verildiğini bildirdiler.
Yunanlılara kurşun atan bu ilk Kuvayı Milliye örgütünün başında
Gökçen Efe yoktur, hatta bu örgütün hazırlandığını Yunanlılara bildi­
rerek onların erkenden Ôdemiş'e sa/d1rmalarına yol açmıştır. Sonra,
kız kardeşinin kızı, Yunan subaylarının tecavüzüne uğrayınca mavze­
rini kapıp Ulusal Güçlerin arasında, hatta başında yer almıştır. "Öde­
miş Zeybekleri" konusunda bunun böylece düzeltilmesi gerekiyor.

588
Kitabımm eksiklerinden biri de savaş sırasmda en büyük kuman­
dan kertesinde ün yapmış olan Kara Fatma üstüne, bu ünü layık gös­
terecek hiçbir şeye rastlayamadım. Bütün sempatime rağmen ona
gereken sayfaları veremedim.
Anadolu 'da Yunan zulümleri çok önemli olduğu halde bunları da
bir kenara itme zorunda kaldım.
Antep Savaşı 'nm son aşamalarını kitaba almak imkanı olmadı.
İstanbul, M. M. Grubu ya da gruplarınm çalışmaları son kerte
önemli, ilginç ve kahramancadır. Türk karşı casus örgütünün bu sıra­
da başardığı iş/er başlı başma roman/ar doldurur. Vahidettin 'le Damat
Ferit Paşa 'nm ve bunların çevresinde kapkara rolleriyle ün salmış ki­
şilerin işleri de daha çok aydmlığa çıkarılmaya değerli ve ben buna
göre davranmıştım. Ne yazık ki ciltlerin birbiri peşi sıra başlarını alıp
gitmesi, okuyucunun alım gücünün dışına çıktığmdan bu çok ilginç
yanlardan istemeyerek vazgeçtim.
Sonra, Kuvayı Mil/iyeci gençleri de ihmal ettim.
Aziz okuyucularımın kitapta gördükleri haksızlık, eksiklik ve yanlış­
lıkları bildirmeleri beni çok sevindirecektir.
Kutsal İsyan, bir tarih kitabı değildir. Tarihin uçucu yanlarının bir
sanatçı gözüyle gerçeğin çerçevesinden bir karış dışarı taşmayarak,
bir büyük roman havası içinde yansıtılmasıdır. Kahramanlarm, davra­
nışları sırasmda psikolojik durumları, umutları, umutsuzluk/arı, öfkele­
ri, sevinçleri yakalanarak statik birer resim olmaktan kurtarılmalarına
çalışılmış, özel yaşayış/arma derinlemesine girilmekten çekinilmiştir.
Hepsinin kumandan ve asker yaşayışlarınm yanı sıra insan ve sivil
yanlarını da vermeye çalıştım.
Aziz okuyucularım göreceklerdir ki Kutsal İsyan kimilerinin sandı­
ğı gibi rastgele kahramanlık hikayelerinin birbiri peşine sıralanmasm­
dan meydana gelmemiştir. Bütün olaylar, bir orkestrada olduğu gibi
yerlerini almışlardır, bütün sazlar ve onların üflediği psikolojik hava bir
merkezden esip bir ereğe doğru yol almaktadır.
"Kutsal İsyan" kitabma "Bırakışma " ile girdik ve Türk Ordusunun

589
Akdeniz ktyılarına varıp düşmanı denize dökmesiyle bitirdik.
Bu kitabı, o günlerde canını vermiş bütün şehitlerle yaralı gazilere
bir panteon olsun diye yazdım. O kutsal ölülere sonsuz selamlar ve
henüz sağ olanlara uzun ömürler!
Hasan izzettin Dinamo

590
Hasan İzzettin Di namo

Trabzon , Akçaabat, Ahanda (Kavakl ı )'da 1 909 yılı nda doğdu . Hasan be­
bekken aile lstanbul'a göç etti . Beş yaşı na kadar lstanbul Sarıyer'de yaşadı
( 1 909- 1 9 1 4). 1 9 1 4'te Trabzon'a giderken iş nedeniyle ailece Samsun'a yer­
leştiler. Osmanlı Devleti 1. Dünya Savaşı ' na katılı nca babası ve ağabeyi aske­
re alınd ı . Babası Ahmet Çavuş ve ağabeyi Ali Bey, Birinci Dünya Savaşı'nda
Doğu Cephesi'nde "Sarıkamış'ta" şehit olduktan yaklaşık bir buçuk yıl sonra
annesi Şakire Hanım da vefat etti . Aileden geriye kalan üç çocuk Samsun
Darüleytamı 'nda ( 1 9 1 7- 1 9 1 9) yaşamaya başlad ı . Daha sonra 1 9 1 9'da lstan­
bul'daki Darüleytamlara getirildiler. Kız kardeşleri Validebağ ı Darüleytamı 'na
yerleştirildi . Kendisi de Yedikule, Beykoz, Halıcıoğlu, Selimpaşa Darüley­
tamlarında ( 1 9 1 9-1 924) yaşam savaşı verdi. Okuma yazmayı kendi kendi­
ne öğrendiğinden ilkokula sı navla ikinci s ı n ıftan başlad ı . ilkokulu lstanbul'da
( 1 9 1 9-1 924 ), ortaokulu Amasya Darüleytamı 'nda okudu ( 1 924- 1 927). "//ko­
kulu lstanbu/'da bitirmesine rağmen diplomasını lstanbul Maarifi zamanında
düzenlemediğinden Amasya'da son sınıfı yeniden okuyarak ilkokul diploması
almıştır." ilk şiiri "Vur Demirci"yi 1 4 yaşı nda yazd ı ve 1 926 yılında Giresun'da
izler dergisinde "Kırlarda" adlı bir aşk şiiri yayı mland ı . On iki yıllık darüleytam
yaşamı sona erdiğinde, 1 927-1 928 Eğitim ve Öğretim yılında Amasya'da bir
yıl vekil öğretmenlik yaptı . 1 928 yılında Sivas Öğretmen Okulu sı navı n ı kaza­
n ı p buradan 1 93 1 yılında mezun oldu. Malatya ve Adıyaman'da iki yıl ilkokul
öğretmenliği görevinde ( 1 93 1 - 1 933) bulundu. 1 933 y ı l ı nda Gazi Eğitim Ensti­
tüsü Resim-iş Bölümü sı navları n ı kazandı ve görevinden ayrı ld ı . 1 934 y ı l ı nda
Dinamo soyad ı m ald ı . Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-iş Bölümü'nde
okurken son s ı n ıftan mezun olacağ ı sırada (Mayıs 1 935'te işçi haklarıyla ilgili
bildiri düzenleme ve tutuklanması sırasında aramada bulunan önceki yıllar­
da yazdığı "Tren" şiiriyle hükümeti olumsuz eleştirdiğinden) Ceza Yasası ' n ı n
1 42 . Maddesine aykırı eylem yaptığı gerekçesiyle d ö rt yıl hüküm giydi. Bu ne­
denle yükseköğrenimini tamamlayamad ı . 1 935-1 939 arası dört yıl Ankara Ce­
zaevi'nde tutuklu kald ı . Öğretmenlik ve kamu hizmetlerinden de yasakland ı .
Gazete v e dergilerde yazd ığı yazı ve şiirleriyle birlikte kendisi d e ömrü boyun­
ca sürekli gözetim altında yaşad ı . Savaş karşıtı , toplumsal şiir ve yazı larıyla

59 1
1 940 kuşağ ı n ı n en önemli kalemlerinden biri oldu ( 1 939-1 942). 1 94 1 'de ev­
lendi, sonraki yıllarda bu evlilikten bir kızı dünyaya geldi. Yayımlanan bir şiiri
nedeniyle bir yıl ağır cezaya çarptırıldı ve sürgün edilip askere alındı ( 1 942).
1 944 yılı ndaki ünlü tutuklama furyası nda yayımlanmamış "Türkiye Sovyet
Cumhuriyeti" adlı şiiri nedeniyle bir yıl ağ ır cezaya çarptırı l ı nca yaptığı asker­
lik de yand ı . Yeniden askere alı nan Dinamo ancak 1 949'da terhis olabildi. As­
kerliği bitip lstanbul'a ailesinin yanına döndüğünde artık 40 yaşı ndayd ı . Şair
ve yazar olarak ad ından çekinildiğinden bildiği yedi yabancı dil de ona düzenli
bir iş olanağ ı sağlamad ı . 1 949-1 960 arası nda lstanbul'da başka adlar altında
çeviriler yaparak ve özel yabancı dil dersleri vererek geçimini sağlad ı . 6-7
Eylül olaylarında ( 1 955) haksız yere bir kez daha tutuklanan Hasan izzettin
Dinamo, lstanbul Harbiye Askeri Cezaevi'nde altı aya yakı n tutuklu kald ı ktan
sonra beraat etti . Yazd ığı eserlerini kendi ad ıyla 1 960'tan sonra yayımlatma
olanağı bulabildi . "Kutsal İsyan" adl ı , konusu Ulusal Kurtuluş Savaşı olan
kitabıyla ad ı n ı yen iden okurlara duyurdu. Bu çal ışması ndan sonra ölümüne
kadar çok sayıda roman , şiir, anı, çocuk kitabını yayımladı ve çeviriler yaptı.
Yetmişli yı llarda en çok okunan yazarlar arası nda yer aldı . 1 2 Mart 1 97 1 dar­
besinde de kısa bir süre gözaltı nda tutulup serbest bırakıld ı . Tutuklanmaları
sırası nda on taneden fazla basılmamış romanı ve binlerce şiiri yok olmuştur.
Seksen yıllık ömrünün altm ış altı y ı l ı n ı yazmaya adayan Hasan izzettin Dina­
mo, yazd ığı eserleriyle toplumcu çizgisinden ödün vermeden yaşam ı n ı sür­
dürdü. Hasan izzettin Dinamo (Hüseyin Dinamo), "Hasan izzettin ve Hasan
Deniz adları n ı da kullanmıştır." 20 Haziran 1 989'da 80 yaşı nda lstanbul'da
vefat etti.

Yazın Yaşamı
ilk şiirleri öğrencilik yı lları nda iz/er-Giresun 1 926, Servet-i Fünun-lstan­
bul 1 928, Adım-Sivas 1 930, Taşan-Merzifon 1 930, dergilerinde yayınland ı .
Sivas'ta bu yıllarda birçok oyun yazd ı ve sah nelendi . 1 93 1 'de i l k kita b ı n ı
"Adsız Kitap" (Vehbi C e m , Mehmet Cevdet i l e birlikte) yayı mlad ı . 1 937
y ı l ı nda Ankara Cezaevi' ndeyken Deniz Feneri adl ı şiir kita b ı n ı lstanbul'da
yayı mlattı . Ard ı nd a n , Yeni Yol, insan, Sokak, Hamle, Küllük, Ses, Yeni in­
sanlık, Yeni Edebiyat, Yeni SES ( 1 939- 1 942) dergilerinde göründü. Bu dö­
nemde yazd ı ğ ı şiirler ve yazılar nedeniyle birçok dergi kapatı ld ı . Askerl ik ve

592
sürgün dönemlerinde uzunca bir süre yazı n hayatı ndan uzakta tutuldu. As­
kerlik sonrası nda çeşitli adlar altında çeviriler yapt ı . Ü n iversite öğrencilerine
özel dil dersleri verd i . 1 960 y ı l ı nda Hasan Deniz adıyla Amatör Fotoğrafçılık
ve Adabı Muaşeret adlı kitapları n ı yayımlad ı . Yine ayn ı yıl Karacaahmet
Senfonisi şiir kita b ı n ı Hasan izzettin Dinamo adıyla yayımlad ı . Adabı Mua­
şeret (Görgü Kuralları) kitabı 1 96 1 y ı l ı nda Milli Eğitim Bakanl ı ğ ı nca Tebliğler
Dergisi' nde yayı mlanarak okullara tavsiye edildi. 2000'1i yıllara kadar çok
sayıda baskısı yapıld ı . 1 966'da MAY Yayınları'nda içeriği Ul usal Kurtuluş
Savaşı olan 8 ciltl ik Kutsal lsyan' ı yayı mlad ı .
Papirüs, Cumhuriyet, Politika , Vatan , Hürriyet, Sanat ve Toplu m , Sanat
Emeğ i , Edebiyat Cephesi, Dolmuş, Eleştiri , Gerçek, Varl ık, Yeni Ortam gibi
çeşitli gazete ve dergilerde şiir, eleştiri , köşe yazı ları , d izi yazılar ve kitap
tan ıtma çal ışmaları yaptı . Kutsal Barış (7 ciltlik roman) ile Orhan Kemal Ro­
man Armağanı'n ı ( 1 977) kazand ı .
Hasan izzettin Dinamo, hece ölçüsüyle yazd ı ğ ı i l k denemelerden son­
ra özgür koşuk akı m ı yla şiirinin dolaş ı m alanları n ı genişletme yolunu seçti .
Kendi nden yola çıkı şlarla yazd ı ğ ı şiirlerde, yaşad ı ğ ı kat ı , acımasız gerçek­
leri toplumcu bir dokuyla yans ıtı rken , sözcük gereçlerin i özgürce kullan ı m
coşkusunu yaşad ı . Yurt, toplu m , dünya soru nlarıyla emek olgusunu olayla­
rın güncel tan ı klığ ıyla donatarak, şiirini kendine özgü parlayışlarla sergiledi.
Doğaya bakış ı ndaki gözlemci dikkati, yine toplumu sergileyen anlatım
becerileri , kendi şiirsel sesinin başarı l ı ürünleri old u . Son yılları nda toplum­
sal içerikli çok sayıda gazel yazd ı .

593
HASAN İZZETTİN DİNAMO' N U N ESERLERİ

ROMAN LAR
KUTSAL iSYAN 5 CiLT
-

KUTSAL BARIŞ 4 CiLT


-

SAVAŞ VE AÇLAR
ÖKS ÜZ MUSA
ATEŞ YI LLARI
AÇLIK
KOYUN BABA
MUSA' N I N MAPU SAN ESI
MUSA'NIN GECEKONDUSU
TÜRK KELEBEGI
ANADOLU 'DA BiR YU NAN ASKERi
ADALET SITMAS I
SÜBYAN KOG UŞU

ANI
2. DÜ NYA SAVAŞ l ' N DAN EDEBiYAT AN I LARI
617 EYLÜ L KAS I RGAS I
TKP AYDINLAR VE AN I LAR

ŞİİR KİTAPLAR!
ADS IZ KiTAP 1 931 (Vehbi Cem - Mehmet Cevdet ile birlikte Hasan
-

izzettin adıyla)
DENiZ FENERi -1 937
KARACAAH M ET SENFONiSi 1 960
-

MAPUSANEMDEN Ş i i RLER
ÖZGÜRLÜK TÜRKÜSÜ
SÜRGÜN Ş i i RLERi
GECEKON DUMDAN Ş i i RLER

594
KAVGA Ş i i RLERi
ÇOBAN Ş i i RLERi
NAZIM'DAN MELTEMLER
TUYUGLAR
GAZELLER
ATEŞ ORMANLAR! ARAS INDAN

ÇOCUK KİTAPLAR!
SAVAŞTA ÇOCUKLAR
KENTi YiYEN ÇOCUK

DİGER KİTAPLAR!
AMATÖR FOTOGRAFÇI LIK 1 960 (Hasan Deniz adıyla)
-

GÖRG Ü KU RALLAR! 1960 (Hasan Deniz adıyla)


-

ÇEVİRİLERİNDEN BAZILARI
FAUST
I LYADA
WERTH ER
ANDERSEN MASALLAR!
GRI M M MASALLAR!

595
KAYBOLAN ROMANLARIN DAN BAZILARI
Tahiregiller (2 ci lt) - Kızılırmak Donjuanı - Simavneli Bedrettin
- Açlık "Bu romanları 1 935- 1 939 Ankara Cezaevi'ndeyken yazmıştır.
Cezası bittikten sonra lstanbu/'a gelirken trende bavulları çalınmıştır.
Romanlarının yanında oyunları ve binden fazla şiiri de yitiklere karış­
mıştır. "
Bir Yedek Subayın Hatıraları "Dinamo 'nun ilk yazdığı romanıdır. Ba­
sımı için Ulus'a verilmiş, daha sonra bu romanın bir başkası tarafından
kendi adıyla bastırdığı duyumunu almıştır. " (Kaynak: Kocaeli Gazetesi,
1 7 Mayıs 1 989-Günce-Ruşen Hakkı)
Batan Güneşler "1 928 'de Hakimiyeti Milliye gazetesinde yitmiştir. "
Arkadya "1 935'teki tutuklanmasında polisin elinde yok olmuştur. "

596
İÇİNDEKiLER

1. DENiZLi'DE EŞRAF MEZBAHA SI


2. TEGMEN HALiL NUR/ MUCiZESi
3. DEMiRCi ZAFERi VE ÖTESi
4. YEŞiL ORDU
5. KARS KAPIS/NDA SABIRSIZ BEKLEYiŞ
6. BAKÜ KURULTAYINDA TÜRKiYE SORUNLAR/
7. KAZIM KARABEKIR'/N KARS DÜŞÜ
8. BU KEZ DE DELiBA Ş
9. KANLI HA ÇIN TÜRKÜSÜ
1 0. KARA ELMA S SAVAŞ/
11. YERYÜZÜNDE CEHENNEM CEZASI
1 2. GEDiZ SAVAŞ/
1 3. SiLAH BAŞINDAN ZORAKi DIPLOMATLIGA
1 4. iKTiDAR ÇEKiŞMESiNDEN iKTiDAR SA VAŞ/NA DOGRU
1 5. UNUTULUŞUN CENNETiNE DOGRU BiR YOLCU DAHA
1 6. BiR MA SALIN ÖLÜŞÜ
1 7. TÜRKiYE ÜZERiNDE SOSYALiZM RÜZGARLAR/
1 8. SAKARYA MARŞ/
1 9. PAPA EFTIM UL USA L ORKESTRADA
20. MERZiFON A MERiKAN KOLEJ/ 'NDE PONTOS
CEPHANELIGI
2 1 . A RA RA T VAPURU VE SONRA SI
22. ORDULAR, iLK HEDEFiNiZ AKDEN/Z 'D /R iLERi!

597

You might also like