Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 121

Prof. Dr.

Ümit Özdağ
KAÇINILMAZ ÇÖKÜŞ


/J
DESTEK
(�)yayınları
DESTEK YAYINLARI: 1086
ARAŞTIRMA: 258

ÜMİT ÖZDAG /KAÇINILMAZ ÇÖKÜŞ

Her hakkı saklıdır. Bu eserin aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü,


yayınevinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz.

İmtiyaz Sahibi: Yelda Cumalıoğlu


Genel Yayın Yönetmeni: Ertürk Akşun
Yayın Koordinatörü: Özlem Esmergül
Editör: Devrim Yalkuı
Kapak Tasarım: İlknur Muştu
Sayfa Düzeni: Işıl llgıt Şimşek
Sosyal Medya-Grafik: Tuğı,,'e Budak - Mesud Topal

Destek Yayınları: Mart 2019


Yayıncı Sertifika No. 13226

ISBN 978-605-311-567-0

© Destek Yayınları
Abdi İpekçi Caddesi No. 31/5 Nişantaşı/İstanbul
Tel. (O) 212 252 22 42
Faks: (O) 212 252 22 43
www.destekdukkan.com
info@destekyayinlari.com
facebook.com/Destek Yayinevi
twitter.com/destekyayinlari
instagram.com/desıekyayinlari
www.destekmedyagrubu.com

1 l,·ııiz Ofset - Nazlı Koçak


�ı·rı ifika No. 40200
Mıılıqıc Mahallesi
ı ı,.. ı,ııu· Yolu Sokak No. 1/6

/ı 1ıı11hııııı11 /İstanbul

A _lli_
KARAWCA _BET.AZ BAYKUŞ
ÜMİTÖZDAG

KAÇINILMAZ
RE.�İMİ�I�
ÇOKUŞ DORTLU KRiZi
P
•• ••

A �


jJ
DESTEK
ı.,--,ıyayınları
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ................................................................................ 9

GİRİŞ .................................................................................... 13

1 . DEVLET KRİZİ .............................................................. 21

2. MİLLİ BİRLİK KRİZİ ..... ............ . . .. .... .. . .


.. ... .................. 31

Ayrıştırma Politikaları ve Türkiye'den Göçler ................. 39

Milli Birliğimizi Zayıflatan Diğer Gelişmeler . .


... ........ .... 41

Yeniden Milli Birlik ..................................................... ..... . . 42

3. EKONOMİK ÇÖKÜŞ ............... ..................................... 45

1 986-2002 Dönemi Proje Sözleşme ve


Yatırım Bedeli, İşletme Devir Hakkı ve Sayısı. ................ 49

2003-20 17 Dönemi Proje Sözleşme ve Yatırım Bedeli,


İşletme Devir Hakkı ve Sayısı 50
.................... ........................

Krizden Çıkış Elbette Var .


........................ ......................... 51
4. SURİYELİ SIGINMACILAR POLİTİKASI
ÜLKEMİZİN GELECEGİ İÇİN
EN BÜYÜK TEHDİTTİR . .. . . .. . . ................................... .... . 55

Evlad-ı Fatihana Hayır, Suriyelilere Evet .. .


....... ............... 61

Suriyeli Sığınmacıların Sessiz İstilası ............................... 63

Batı Neden Suriyeli Sığınmacıların


Türkiye'de Kalmasını İstiyor? . ..... ...................................... 67

Birinci Neden:
Suriyeöe Bir PKK-İSTAN'ın Kurulması . ......................... 68

İkinci Neden: Türkiye'de İçsavaş Çıkarmak. .


.......... ......... 70

Suriyeliler Dışındaki Diğer Sığınmacı ve


Mülteci Adayı Gruplar . . .
............... ..... .......... ...................... 72

Suriyeli Sığınmacıların Ortaya Çıkardığı Kısa ve


Orta Vadeli Diğer Tehditler . .... .......................................... 74

a. Türklerin Ellerinden İş Piyasasının Alınması . . ........... 74

b. Suriyeli Suç Örgütleri ve Eroin Mafyası Doğuyor ...... 75

c. Türkiyeöe Yeni IŞİD'ler Ortaya Çıkıyor ....................... 77

d. Hanefı-Maturidi Çizgiden Selefi Çizgiye


Kayış Tehdidi Ortaya Çıktı ................................................ 78

e. Eğitimde Adaletsiz Uygulamalar .................................. 78

f. Sağlık Sistemi Üzerinde Artan Yük ve


Artan Çocuk Hastalıkları . . . .
................. ........... ... .. ..... ....... . 80

g. Artan Fuhuş ..................................................................... 82

h. Suriyeliler Toplumun Huzurunu Kaçırmaktadır ....... 83

ı. Suriyeli Sığınmacılar Uyum Sağlamamakta,


Türkiye'yi Suriyelileştirmektedir ....................................... 83
j. Türkiye'nin Avrupa Birliği Sürecinin
Nihai Olarak Sona Ermesi ................................................. 83

k. Özellikle Arap İstihbaratları İçin


Verimli İnsan Kaynağı ........................................................ 84

l. Bedeli Olmayan Kayıplar .


................ ............................... 84

m. Harcanan 40 Milyar Dolarla Neler Yapılabilirdi? ...... 86

Emperyalizmin Aracı Kurumu İnsan Taciri STÖ'ler ve


Mankurt Akademisyenlerimiz 86
..........................................

Suriyeliler Türkiye'ye Entegre Olacaklar Yalanı .............. 89

Afganistan-Pakistanöan (Af-Pak)
Suriye-Türkiye'ye (Sur-Tür) Giden Yol ............................ 95

Suriye Siyasetinde Yeni Bir Hata:


Güvenli Bölge Tuzağı ..................... : ................................... 99

Suriyeli Sığınmacıların Gitmesini İstemek


Suriyeli Düşmanlığı Değildir! ........................................... 100

Erdoğan Neden Suriyelileri


Türkiyeöe Tutmak İstiyor? ................................................. 101

8 Alanda Entegrasyon ........................................................ 105

Vatandaşlık Kriterleri ......................................................... 105

Biyometrik Kayıt ................................................................. 106

Polislik ve Askerlik Yapabilecekler ................................... 106

Çalışma Hayatı .................................................................... 106

Sağlık .................................................................................... 107

Mülk Edinme .
................................................... ................... 107

Seçme ve Seçilme Hakkı .


....... ............................................ 107
Askerlik .............................. ...................................... . . . ......... 108

Eğitim ................................. .................................................. 108

Ve Erdoğan Türkiye'yi Felakete Sürüklüyor .................... 1 12

Türk Milleti Suriyelilerin


Vatanlarına Dönmelerini İstemektedir ....... ..................... 1 14

Suriyeliler Nasıl Geri Dönerler? ........................................ 1 14

Sonuç ya da Türkiye'nin Beka Sorunu ............................. 1 17


ÖNSÖZ

Ülkemizde bir rejim değişikliği yaşandı. Bu rejim değişik­


liği, 16 seneye yayılmış, adım adım gerçekleşen bir sürecin
sonunda oldu. Parlamenter demokrasinin eksikleri ve hatala­
rı vardı elbette ancak sonuç itibariyle demokratik bir rejimdi.
Oysa 2002'de başlayan dönüşüm süreci, tek adam üzerine ku­
rulu ''.AKP Rejimi"nin kurulması ile sonuçlandı. Yeni siyasal
sistem artık demokratik bir sistem değil. Devleti yöneten değil
kendisini devlet ile özdeş gören bir tek adam, Erdoğan üzerine
kurulu antidemokratik bu rejim 2016 Kirli Referandumu son­
rasında anayasal olarak kuruldu.
24 Haziran 2018 genel seçimleri ile fiili tek adamlıktan
hukuki tek adamlığa dayanan ''.AKP Rejimi"ne geçildi. ''.AKP
Rejimi"ne geçilmesi ile birlikte Türkiye ağır bir krize girdi. Bu
ağır ve çok katmanlı kriz aniden çıkmadı. Yaşadığımız çok kat­
manlı kriz son 2003-2018 arasındaki 1 6 yılda gerçekleşen uzun
birikimin sonucu.
Şimdi ne yazık ki Cumhuriyet tarihinin en ağır krizi ile
karşı karşıyayız. Dört farklı alanda yaşanan krizin katmanları
birbirini tamaınlıyor ve her kriz diğerini daha da ağırlaştırıyor.
Kriz ''.AKP Rejimi"nin krizi olmakla beraber zararı sadece re­
jim ve unsurları değil, Türk halkı bir bütün olarak bu krizden

- 9-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

çok ağır zararlar görüyor. Ve bu zararlar artarak devam ede­


cek. Sonunda Türk milletinin ve devlet felsefesinin tarihsel ge­
lişimine aykırı ''AKP Rejimi" kaçınılmaz olarak çökecek. De­
mokratik Türk siyasetinin önündeki en büyük görev Türkiye'yi
''AKP Rejimi"nden Türkiye büyük bir çöküş yaşamadan tekrar
demokratik rejime döndürmektir. Demokratik rejime dönüş
aynı zamanda krizin aşılmasının ve çöküşün yaşanmamasının
en önemli yoludur.
Bu kolay mı? Elbette hayır. Hem de hiç kolay değil. Çünkü
artık kurumların tarafsız olduğu, seçimlerin dürüstçe yapıldığı
ve adil olduğu, demokrasinin temel kurallarının uygulandığı
bir ülkede siyaset yapmıyoruz ve yaşamıyoruz. Muhalefetteki
siyasi partilere seçimlere "katılma hakkı" veriliyor ancak se­
çimleri kazanma hakkı verilmiyor. Buna rağmen demokratik
muhalefet seçimleri kazanmak zorunda ve bu ''AKP Rejimi"ne
rağmen mümkün. Ancak bu seçim ile değişimi sadece muha­
lefet partilerinin teşkilatları ve üyeleri ile gerçekleştirmesi artık
mümkün değil. Değişim için çok daha geniş seçmen kitleleri­
nin değişim sürecine katılımı gerekiyor.
Değişimi isteyen seçmenin kendisini sadece oy atmakla
mükellef gördüğü ve "Gerisini de siyasi partiler yapsın'' dedi­
ği bir zeminde değişim mümkün değil. Artık seçmen değişim
için seçim günü dışında da aktif olarak siyasal alana katılmak
zorunda. Seçmen, siyasetin propaganda aşamasından başlaya­
rak sandık aşamasına kadar görev üstlenmeli. "AKP Rejimi"
kendi seçmenini sandık sürecine geçtiğimiz yıllarda muhale­
fetteki seçmenden daha etkili bir şekilde dahil etti. AKP, devlet
imkanlarını da kullanarak kendi seçmenini siyasal propaganda
sürecine kitlesel olarak soktu. İktidar seçmeni her sandıkta 2-3
müşahit ile bulunmayı başardı. Muhalefet ise çoğu zaman bü­
tün sandıklarda bir kişi ile bulunmayı bile başaramadı. Oysa,
iktidar ile muhalefetin oyları aşağı yukarı aynı. Yani muhalefet

- 10-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

de en az iktidar gibi çok güçlü bir propaganda kadrosu ile sa­


hada olmayı ve sonra sandıkların başında yer almayı başara­
bilmeli ve başarabilir. Özetle, seçmen sadece oy atmakla değil,
oy bulmakla, oy ikna etmekle ve bulduğu, ikna ettiği ve attığı
oyu sonuna kadar savunmakla yükümlü. Seçmen sandığa oyu­
nu atacak ve sonra oylar sayılana kadar görev alarak sandık
başında bekleyecek. Eğer oyunu atıp eve geri dönerse akşam
televizyonu açtığında oyunun buharlaştığını görmesi kaçınıl­
mazdır. Haziran 201 5 seçimlerinde olduğu gibi sandık başında
nöbet tutan seçmen iktidarı da değiştirebildiğini gördü. Bugün
Türkiye Haziran 201 5'ten çok daha antidemokratik bir zemine
kaymış olmakla beraber umudumuzu kaybetmememiz lazım.
Demokratik değişim mümkün. Bunu mümkün kılan demokra­
tik-hukuk devletini talep eden partilerin doğru politik program
ve seçim stratejileri ile halkın siyasal katılım konusunda göste­
receği irade olacak.
Son olarak kitabın yayından önce okuyarak benimle görüş­
lerini paylaşan değerli dostlarım İpek, Nilgün ve Hilmi'ye ayrı
ayrı teşekkür ediyorum. Her üçünün de kitabın bu hale gel­
mesinde ciddi katkıları oldu. Soyadlarını bilerek yazmıyorum.
Öyle ya demokratik bir ülkede yaşamıyoruz ve kimsenin başını
belaya sokmak istemem.
Ümit Özdağ
Mart 2019

-il-
GİRİŞ

Ülkemiz 2002-20 17 arasında adım adım tahrip edilen de­


mokratik parlamenter rejimin kalıntılarından 24 Haziran
201 8'de yapılan seçimler ile otoriter tek adam yönetimine daya­
nan ''.AKP Rejimi"ne geçmiştir. ''.AKP Rejimi"nin kurulması aşa­
ma aşama gerçekleşmiştir. 201 1 seçimleri ile Türkiye "yumuşak
hegemonik parti" sistemine geçmiştir. Yumuşak hegemonik
parti sistemi "hegemonik parti" sisteminden farklıdır.
Hegemonik parti modeli tek parti sistemleri arasında yer
alan bir modeldir. Hegemonik parti sistemi ile hakim parti sis­
temleri arasında hem benzerlik hem de bazı farklılıklar vardır.
Hegemomik parti sistemi ile hakim parti sistemi arasındaki te­
mel benzerlik, her iki parti sisteminde de iktidarda değişmeyen
bir partinin egemenliğinin söz konusu olmasıdır. Bunun yanı
sıra her iki sistemde de iktidardaki parti dışında başka parti­
lerin hukuki olarak var olduğu görülür. Ancak bu hukuki gö­
rünümün, fiiliyata yansıması, her iki parti sistemi arasındaki
temel farklılığı oluşturur.
Hegemonik parti sisteminde, hukuken yani kağıt üzerinde
var olan siyasi partiler, gerçek hayatta aslında yoktur. Bir siya­
si partinin temel hedefi olan siyasi iktidarı ele geçirme ya da
paylaşma arzusu, hegemonik parti sisteminde var olan hege-

- 13 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

monik parti dışındaki partilerde gözlenmez. Dolayısıyla, hege­


monik parti sisteminde yer alan diğer siyasi partiler, ne gerçek
anlamda muhalefet yapabilirler ne de seçmenler tarafından ter­
cih edilebilirler. Seçimler, daima hegemonik partinin zaferiyle
sonuçlanır.
Oysa hakim parti sisteminde, teorik olarak hakim partinin
yerini bir muhalefet partisine bırakmasına engel bir durum söz
konusu değildir. Nitekim tarihsel tecrübe, hakim parti sistem­
lerinde yer alan hakim partinin, her ülkenin kendi sosyoeko­
nomik yapısına göre değişebilen uygun koşullar altında, yerini
muhalefet partisine bırakabildiğini göstermiştir. Buradan hare­
ket ile "AKP Rejimi"nin bir hakim parti sistemi olduğunu ileri
sürenler vardır.
Bu iddia dikkate değer olmakla beraber AKP hakim par­
ti modelinden çok hegemomik parti modeline yakın olan bir
politik sistem oluşturmuştur. Ancak bu modelin tamamen
hegemonik parti olduğu da en azından başlangıç aşamasında
söylenemez. AKP'nin modeli başlangıç aşamasında hegemonik
modelin yumuşatılmış şeklidir. Yumuşak hegemonik parti sis­
temi bu kitabın yazarı tarafından 20 1 1 senesinde ortaya atıl­
mış bir kavramsallaştırmadır: AKP, 2002Öe iktidara geldikten
sonra 2007 seçimlerine kadar devleti tanımış ve büyük ölçüde
FETÖ aracılığı ile nüfuz etmiştir. 2007Öe FETÖ ve Amerikan
istihbaratı ile işbirliği yapılarak militarizme karşı demokratik­
leşme sloganı ile TSK'ya karşı yıkıcı bir saldırıya başlanmıştır.

* Ümit Özdağ, İkinci Tek Parti Dönemi-Yumuşak Hegemon Parti Projesi,


Kripto Yayınları, Ankara 2011 (220 sayfa olan bu kitabın siyasal parti sis­
temlerinin anlatıldığı ilk 84 sayfasını Gazi Üniversitesi İktisadi ve İda­
ri Bilimler Fakültesi'nde asistanım olan genç bir akademisyen yazmıştı.
Kitap baskıya giderken asistanım "Ben daha akademik kariyerimin ba­
şındayım, benim hayatımı bitirirler" diyerek isminin kilapla yer almasını
istemedi. O an kitabın temel tezinin ne kadar doğru olduğunu bir kez
daha anladım.

- 14-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Aslında yapılan devletin yeniden kurgulanması sürecinin baş­


latılmasıdır. 201 1 senesine gelindiğinde artık AKP yumuşak
bir hegemonyayı siyasal sistem üzerinde kurmuştur. Ancak
AKP'nin kurduğu model klasik hegemonyacı sistemden fark­
lıdır. Bundan dolayı, yumuşak hegemonyacı model olarak ta­
nımlanabilir. Yumuşak hegemon parti modelini hegemon parti
modelinden ayıran temel hususlar şöyle sıralanabilir:

a. Hegemon parti sistemlerinde muhalefete iktidar şansı


verilmez iken yumuşak hegemon parti modelinde muhalefetin
seçimleri kazanma şansı vardır.
b. Hegemon parti modelinde muhalefet partisi gibi görünen
partiler aslında uydu partileridir. Yumuşak hegemon parti mo­
delinde ise iktidar partisi muhalefet partilerine karşı saldırgan
baskıcı bir politika sergileyerek muhalefet partilerini hegemon
parti çizgisine yaklaştıran bir fikri uydulaşma gerçekleştirmeye
çalışır. Ancak bu, hegemonik sistemdeki iktidar uydu parti iliş­
kisinden çok farklıdır.
c. Hegemon parti modeli totaliter sisteme daha yakın hatta
totaliter bir model anlayışı üzerine kurulu iken yumuşak hege­
mon parti modeli otoriterizme güçlü eğilim gösteren, illiberal
demokrasi modeline daha yakın görünmektedir.

. Öte yandan yumuşak hegemon parti modelinde iktidarda­


ki parti, hegemon parti modelinde olduğu ve liberal demokra­
silerde rastlanmayan bir parti örgütlenmesi şeklini benimser.
Bu örgütlenme modeli militan bir zihniyet üzerine kuruludur.
Sadece seçimden seçime hükümete seçilmeyi değil, bütün
toplumsal ve idari damarlara sızarak iktidarı geri vermeyecek
şekilde fetih anlayışını benimser. Demokrasiyi söylem olarak
kullanır ancak demokrasiyi sadece kendisinin hakları ve reji-

- 15-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

min devamına imkan sağlama aracı olarak görür. Demokrasiyi


çoğulcu değil, çoğunluğu demokrasi olarak yorumlar. Çoğun­
lukçu demokrasi anlayışına göre çoğunluğun veya en büyük
azınlığın kararları mutlak doğrudur. Kuvvetler ayrılığı değil,
kuvvetler birliği zihniyeti tercih edilir. Devlet, çoğunluğun/en
büyük azınlığın isteklerine göre yönetilmelidir ve isteğin so­
nuçlarının ilgili diğer azınlıkların durumunu/menfaatini nasıl
etkilediği üzerinde durmaya gerek yoktur.
Özetle çoğunlukçu demokraside iktidar sınırsız ve denetim­
siz güç arayışı içindedir.
Oysa çoğulcu demokraside demokrasi çoğunluğun/en bü­
yük azınlığın mutlak hakimiyeti olarak görülmez. Çoğulcu
demokrasi anlayışı; kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti ve bugün
azınlık olanın yarın çoğunluk olması yollarının açık tutulm�sı­
na dayanır. 2018'de gerçekleşen seçimler ile 16 Nisan 2016 Kirli
Referandumu sonrasında oluşan yeni anayasal durum uygula­
maya konulmuştur.
20l l 'de kurulan yumuşak hegemonyacı sistem 2016/2018
sürecinde tahkim edilerek demokratik sistemin temel unsuru
olan kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, parlamenter demokrasi
ve basın özgürlüğünü ortadan kaldırdı. Sonuç; 'J\KP Rejimi"ne
geçildi. Artık yumuşak hegemonik sistem kurumsallaşmıştır.
''AKP Rejimi"nde seçimler yapılmakla birlikte siyasal siste­
min demokratik olduğunu söylemek mümkün değildir. Çün­
kü sadece seçimlerin yapılması bir siyasal sistemi demokra­
tik yapmaz. Sistemin demokratik olması iktidardaki partinin
adil, dürüst ve eşit seçimleri kaybetmesi sonrasında iktidar­
dan gitmeyi kabul etmesine bağlıdır. Oysa Türkiye'de artık
adil, dürüst ve eşit seçimlerin yapılması söz konusu değildir.
Bu şartları karşılayan bir seçim fiilen ve neredeyse hukuken
de imkansız hale getirilmiştir. Hatta seçimler iktidardaki parti

-16-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

AKP ile muhalefetteki partiler arasında gerçekleşmemektedir.


Seçimler devlet gücü ile özdeşleşmiş ve bu gücü istismar eden
AKP ile diğer partiler arasında dürüst olmayan, adil olmayan
ve eşit olmayan bir süreçte gerçekleşmektedir. Muhalefete sağ­
lanan imkan seçimlere girmesidir ancak seçimleri kazanması
değildir. İşte muhalefet bu şartlar altında seçimleri, sistemin
doğasının verdiği imkan ile değil, sisteme rağmen kazanmaya
mecburdur ve bunun için demokratik bir sistemde göstermesi
gereken performansın çok ötesinde bir performans göstermek
zorundadır.
AKP, iktidara oy ile gelişi kabul etmekte ancak oy ile gidi­
şi kabul etmeyeceğini propaganda mekanizmasını kullanarak
halkın kulağına fısıldamaktadır. ''AKP seçimleri kaybederse iç­
savaş çıkar!'' ''AKP'nin bekası devletin bekasıdır!" "Ben ölürsem
devlet parçalanır!" söylemlerinin tamamı yumuşak hegemonik
rejimin iktidarı devretmeyeceğiz manifestolarıdır.
Rejimin önemli isimlerinden Numan Kurtulmuş, "Cum­
hurbaşkanımız Erdoğan'ın gitmesini Gezi Parkı ile denediler.
1 7 /25 Aralık' la denediler. 1 5 Temmuz' la denediler. Olmadı.
Şimdi 3 1 Mart'ta denemeye çalışıyorlar. Avuçlarını yalayacak­
lar" derken, demokratik bir yerel seçimde muhalefetin kazan­
ması ile FETÔ'cü darbe girişimi arasında fark görmediklerini
ortaya koymaktadır.
AKP'nin seçimle gelmeyi kabul edip seçimle gitmeyi kabul
etmeme tavrı sadece söylemde kalmayıp fiilen iktidarı bırak­
mama eylemi olarak uygulanmıştır. 20 14 yerel seçimlerinde
Ankara'da seçimi kazanan Mansur Yavaş, dönemin içişleri ba­
kanının yönettiği grupların seçim merkezlerine yaptıkları bas­
kınlar sonucunda kazandığı seçimi kaybetmiştir.
Bütün adaletsizliklere ve çok boyutlu baskıcı siyasete rağ­
men AKP sandıkta yenilmiştir. Nitekim Haziran 201 5 seçim-

-17-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

lerinde AKP sandıkta kaybetmiş ve iktidardan düşmüştür. Bu


durumda da Erdoğan Bahçeli'nin dolaylı desteği ile anayasa­
yı askıya almış, ana muhalefet partisi liderine vermesi gere­
ken hükümeti kurma görevini vermemiş ve Türkiye'yi Kasım
201 5'te tekrar seçimlere götürmüştür. 16 Nisan 2017Öe yapılan
ve başkanlık sistemine geçişin oylandığı referandum sonucun­
da Yüksek Seçim Kurulu tarafından anayasaya aykırı bir karar
alınmış, mühürsüz oyların geçerli sayılması ile referandum so­
nucu "Evet!" olarak ilan edilmiştir.
Böylece Türkiyeöe demokratik rejim adım adım tasfiye
edilerek, ''AKP Rejimi" kurulmuştur. Yaşanan rejim değişikli­
ği, AKP iktidarı döneminde birikmiş sorunları tırmandırmış;
ülkemizin ağır ve çok boyutlu bir kriz sürecine sürüklenmesi­
ni hızlandırmıştır. Türkiye hızla yönetilemez hale gelmektedir.
Ülkemiz, Cumhuriyet tarihinin en büyük krizleri ve bu krizle­
rin ürettiği tehditler ile karşı karşıyadır. ''AKP Rejimi" sürdürü­
lebilir değildir. Ve ''AKP Rejimi"nin çöküşü başlamış bir süreç­
tir. Ancak ''AKP Rejimi" varlığını sürdürdüğü her dakika ortaya
Türk halkının ödeyeceği daha büyük bedeller çıkmaktadır.
Türk halkı demokratik sistemin tasfiye edildiği ve demok­
ratik seçimlerin sanallaştırıldığı bir düzen içinde yine demok­
ratik mekanizmaları son aşamasına kadar kullanarak ve zorla­
yarak ''AKP Rejimi"ni halkın öz gücüyle ve demokratik meka­
nizmalar ile aşmalıdır. Bu elbette 20 15 Haziran seçimlerinde
olduğundan çok daha zor olacaktır. Haziran 20 1 5'te seçmen
AKP'yi, seçim oyunlarını ve arkasındaki devlet kaynaklarını
yenmişti. Bundan sonra seçmen artık devlet kaynaklarını değil,
devlet bürokrasisinin bütününü ve Yüksek Seçim Kurulu'nu da
yenmelidir. Bu ancak doğru bir muhalefet stratejisinin seçmenle
bütünleşmesiyle mümkündür. Herhangi bir fikri zemini, prog­
ramı ve stratejik bakış açısı ve propaganda söylemi olmayan bir
"muhalefet partileri ittifakının" başarısı ''AKP Rejimi"nin ağır

-18-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

kriz döneminde dahi büyük ölçüde şansa kalmıştır. Üstelik iş­


birliği ve ittifak her zaman muhalefet partilerinin aynı seçim
ittifakı içinde yan yana gelmesi ile olmaz. Bazen de muhalefetin
karşı karşıya gelmesi, "AKP Rejimi"ni sona erdirmek için en iyi
yöntem olabilir.
Bu çalışmada önce Türkiye'nin karşı karşıya olduğu ağır ve
çoklu kriz tahlil edilecek ve bu çoklu krizi aşmak için ortaya
konması gereken duruş ve irade açıklanacaktır.

- 1 9-
ı. DEVLET KRİZİ

Türkiye Cumhuriyeti'nin karşı karşıya olduğu ağır kri­


zin ilk boyutunu devlet krizi oluşturmaktadır. Büyük Hun
İmparatorluğu'ndan başlarsak 2500 senelik devlet geleneğine
sahip olan Türk milleti, bugün bu büyük devlet geleneğinin
inkar edildiği bir süreci yaşamaktadır. Birleşmiş Milletlere üye
193 ülkenin dörtte üçünden fazlasının ancak 50 yaşında olduğu
düşünülür ise devlet kültürümüzün önemi anlaşılır.
Tarihin en eski yaşayan devlet kültürüne sahip olan dev­
letimiz bir devlet krizi yaşamaktadır. Çünkü Erdoğan, FETÖ
adlı küresel yayılım ve Amerikan istihbaratı bağlantılı bir ca­
susluk (önce) ve terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti'ne bir
devletin karşı karşıya kalabileceği en büyük casusluk operas­
yonunu yapmasına izin vermiştir. Diğer bir ifade ile insan­
lık/devletler tarihi boyunca hiçbir devlet bütün kurumları ile
Türkiye Cumhuriyeti'nin uğradığı ölçüde casusluk, psikolojik
operasyon, kurumsal yıkım, sızma gibi alt operasyonlardan
oluşan büyük bir istihbarat operasyonuna maruz kalmamıştır.
Bu öyle kapsamlı bir operasyondur ki, Türk devletinin hiçbir
sırrı kalmamıştır. Bu öyle büyük bir operasyondur ki, bazı dev­
let kurumları nerede ise bir bütün olarak FETÖ'nün dolayısıyla
bir yabancı ülkenin istihbarat servisinin eline geçmiştir. Türk
devletinin hemen hemen hiçbir sırrı kalmamıştır. Casusluk ve

- 21 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

terör örgütü devlet kadrolarını öyle işgal etmiştir ki, FETÖcü


kadroları tasfiye etmek devlette bir kadro zaafı ortaya çıkar­
maktadır. Örneğin Hava Kuvvetleri savaş pilotu eksikliğinden
dolayı ağır şekilde baskı altında kalmaktadır.
FETÔ casusluk ve terör örgütü aracılığı ile önce modern ta­
rihin en büyük casusluk operasyonuna maruz kalarak kılcal da­
marlarına kadar sızılan ve taşıyıcı kolonları yıpratılan Türkiye
Cumhuriyeti'nin 15 Temmuz sonrasında tarihten süzülerek gelen
bütün kurum ve gelenekleri bir tek adam rejimi kurmak uğruna
sorumsuzca yıkılmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı rejimi adı altında tesis edilen otoriter
tek adama dayanan 'i\KP Rejimi" ile Türkiye'de demokrasinin
temeli olan kuvvetler ayrılığı tasfiye edilmiştir. 1 Ekim 2018Öe
TBMM, tarihinin en hazin açılışlarından birini yapmıştır. Çünkü
TBMM'nin yetkileri elinden alınmıştır. Hukuk devleti ortadan
kalkmıştır. Anayasa ve yasalar askıdadır, diğer bir ifade ile iste­
nildiği zaman ve istenildiği kadar uygulanmaktadır. Herhangi
bir anayasa maddesi veya yasa, 'i\KP Rejimi"nin menfaatlerini
temsil etmiyorsa uygulanmamaktadır. Örneğin Anayasanın 94.
Maddesi TBMM Başkanı'nın siyasi faaliyette bulunamayacağı­
nı, bulunmak için istifa etmesi gerektiğini açık bir şekilde ortaya
koymasına rağmen 3 1 Mart 201 9 yerel seçimlerine giderken İs­
tanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday olan TBMM Baş­
kanı Binali Yıldırım kamuoyu baskısı galip gelene kadar bu göre­
vinden istifa etmeyi reddetmiştir. Yıldırım bununla yetinmeyip,
"Seçimler siyasi faaliyet değildir" diyerek, halkla alay etmiştir.
Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnamesi sözde kal­
dırılmış ancak yerine daha sert bir sivil sıkıyönetim yasası çıka­
rılmıştır.' "AKP Rejimi" muhalefete bir içsavaş tarafı psikolojisi

* Hanifı Yıldırım-Çetin Güney, Yeni Türkiye'nin Kalıcı Olağanüstü Hal


Rejimi, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Kasım 2018

-22-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

ile adeta iç düşman gözü ile bakmaktadır. Bu konuyu ileriki


sayfalarda daha ayrıntılı şekilde ele alacağız.
"AKP Rejimi" ile akla, bilgiye ve liyakate dayalı bürokratik
yapıdan tek adama biate dayalı partizan bürokrasiye geçilmek­
tedir. Milli İstihbarat Teşkilatı 1 5 Temmuz sonrasında TBMM
Darbe Araştırma Komisyonu'na yolladığı raporda bürokraside
yapılan atamalarda "Liyakat ilkesine dikkat edilmeli" demek
zorunda kalmıştır. Milli İstihbarat Teşkilatı raporunda kastedi­
len ne yazık ki, sadece kişisel liyakatsizlikler değildir. Bundan
çok daha vahim olan sadece bir cemaat veya tarikata mensup
olduğu gerekçesi ile insanların bir devlet kurumuna kitlesel
olarak alınmasıdır.
Ekonominin başına -sadece damat olduğu için- Berat
Albayrak'ın geçirilmesi, liyakatin yerini sadakatin aldığının en
somut göstergesidir. Valiler ve kaymakamlar artık devleti de­
ğil, AKP'yi temsil etmektedirler. Partizanlık o ölçüde artmış­
tır ki, bir ihtisas alanı olan dış politikada büyükelçilik kadro­
ları AKP'li eski siyasetçilerden oluşanlarla doldurulmaktadır.
AKP'li büyükelçi oranı toplam büyükelçilerin yüzde l O'unu
geçmiştir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu en iyi büyükelçi­
lerin AKP'li eski siyasiler olduğ�nu ileri sürerek bütün Dışişleri
Bakanlığı'nın profesyonel diplomat kadrolarını aşağılamıştır.
En çok uzmanlık gerektiren konularda bile uzmanlık değil,
yandaşlık tercih edilmektedir. Ekim 20 18Öe, 1 5 yılın rekorunu
kıran tüketici enflasyonunu aylık yüzde 6,30, yıllık yüzde 24,52,
üretici enflasyonunu da aylık yüzde 1 0,88, yıllık yüzde 46. 15
olarak açıklayan TÜİK Genel Müdür Yardımcısı işini yaptığı
için görevinden alınmış, yerine "Damat"ın a_rkadaşı atanmış­
tır. Kasım 2018'de devlet harcamalarını denetlemekle görevli
Sayıştay'ın denetleme raporu yayımlanınca usulsüz harcamalar
ortaya çıkmış, yayından sorumlu başkan yardımcısı görevin-

- 23 -
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

den istifa etmek zorunda kalmıştır. Aradan bir hafta geçmeden,


İstanbul'da belediyeleri denetleyen Sayıştay 15. Grup Başkanı
görevden alınmıştır. Cumhurbaşkanlığı harcamaları halktan
büyük bir çaba gösterilerek gizlenmektedir. Saray, halkın, para­
sının nasıl harcandığını öğrenmesini istememektedir.
FETÔ ile işbirliği yapılarak Türk ordusuna, Türk yargısına,
Türk istihbaratına ve bütün bürokrasiye komplo kuran AKP,
Türk devlet binasının taşıyıcı kolonlarına ağır zarar vermiş­
tir.· FETÖ'nün kurduğu komplolara destek vererek Türk mil­
liyetçisi ve ulusalcı subayların tasfiye edilmesini, kadroların
FETÔC:ü subaylar tarafından işgal edilmesini sağlayan AKP
böylece 15 Temmuz FETÔC:ü darbesinin yolunu açmıştır. Di­
ğer bir ifade ile bir hükümet, yabancı bir servisin denetiminde
olduğunu bildiği bir casus örgütle işbirliği yaparak kendi or­
dusuna, yargısına ve istihbaratına karşı operasyon yapmıştır.··
1 5 Temmuz sonrasında ise 1 52 FETÖ'cü general ve amiral
ile 1 6.500 subay, astsubay ve uzman FETÖ'cünün TSK ile ilişki­
si kesilirken FETÖ'nün yerini halen başka cemaat ve tarikatlar
almaktadır....

* Bu konuda okuyucuya Ümit Ôzdağ, FETÔcü Darbe Sonrasında Kendi


Ülkesinde Kuşatılan ve Bölünen Ordu: Türk Silahlı Kuvvetleri Genişletil­
-

miş Baskı (6. baskı), Kripto Yayınları, Ankara, Ağustos 2016 adlı çalışma­
mı öneriyorum.
** AKP Diyarbakır Milletvekili AKP'li Kurt, 2014 yılında CNN Türk'te şu
açıklamayı yapmıştır: "O dönem cemaatle görüşmeler yaptık. Bir sürü
eşimiz, dostumuz, akrabamız var bu konuda çevremizde. Burada yadırga­
nacak bir şey de yok. Bu da ülkenin bir gerçeğiydi. Ve biz askeri vesayete
karşı mücadele verirken, onlar yanımızdaydı. Biz bir şeyi karıştırdık. On­
ların bizim yanımızda olması, askeri vesayetin ilk defa Rusya'nın yanında
yer alması nedeniyle görevlendirilmelerindenmiş. Amerika ile beraber,
cemaat de bizim yanımızda yer aldı. Bunun sebebi, askeri vesayetin dar­
beyi Rusya'ya yaslanarak yapmaya çalışması:·
*** Barış Terkoğlu, Barış Pehlivanoğlu, Metastas, Kırmızı Kedi Yayınları.
İstanbul 2019

-24-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Türk ordusu, parti ordusuna, AK-Silahlı Kuvvetler'e dö­


nüştürülmeye çalışılmaktadır. Öğrenci alımları için mülakat
komisyonlarını 1 5 Temmuz öncesinde FETÖ'nün eline veren
AKP 1 5 Temmuz sonrasında ise Milli Gençlik Vakfı ve Hayrat
Vakfı merkezli bir komisyon yapılanması oluşturmuş durum­
da. Yeni komisyonlar Milli Savunma Bakanlığı'ndan asker veya
sivil bir başkan, MSB tarafından tespit edilen bir emekli subay,
bir kuvvet temsilcisi muharip subay, MSB<ien sivil üye ve bir
psikolog olmak üzere beş kişiden oluşmaktadır. Milli Savunma
Bakanlığı'ndan komisyona katılan daire başkanı ve MSB tem­
silcisinin Milli Gençlik Vakfı ve/veya Hayrat Vakfı'na yakın ve
fanatik AKP'li oldukları ileri sürülmektedir. Emekli subay ola­
rak komisyona girenler 201 6 sonrasında ilk aşamada TSK<ian
irticai faaliyetlerden çıkarılanlar arasından seçilmiştir. Ancak
bunlar sorun oluşturunca kuvvet komutanlıkları Milli Savun­
ma Bakanlığı'na subay listeleri yollamış ve Milli Savunma Ba­
kanlığı bunlar arasından isim seçmiştir.
Mülakatlarda komisyon başkanı diğer üyelerin notlarını
görebilmekte fakat diğer üyeler başkanın verdiği notu göreme­
mektedirler. Başkan, diğer notları gördükten sonra almak iste­
diği adayın notunu yükselterek istediği adayı almaktadır. Türk
Silahlı Kuvvetleri'nde subay olmak isteyen bir adaya sorulması
gereken ve kurumsal nitelikle ilgili sorular yerine Milli Savun­
ma Bakanlığı Daire Başkanı ve uzman genellikle dini sorular
sormaktadır. Adaylar arasından daha mülakat salonuna girer
girmez "Ben Süleymancıların yurdunda kaldım" diyerek, re­
ferans oluşturmak isteyenler çıkmaktadır. Bu şaşırtıcı değildir
çünkü bu açıklamaya "Sorun yok ben de kaldım" cevabını ve­
ren ve başarısız olan öğrenciye başarılı notu veren komisyon
başkanları vardır.
Bu şekilde farklı cemaat ve tarikatlar arasından seçilen Harp
Okulu öğrencileri daha sonra Harp Okulu'nda cuma namazını

-25-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

hangi tarikatın imamının kıldıracağı konusunda kavga etmiş­


lerdir. Devlet kurumları nasıl tarikat ve cemaatler arasında pay­
laştırılıyor ise TSK da bu şekilde cemaat ve tarikatlar arasında
adeta paylaşılmaktadır. TSKöa etkin olma mücadelesi veren ce­
maatler arasında Menzil, Süleymancılar, Salavat Grubu, 40'ıncı,
İlim Yayma Cemiyeti ön plana çıkmaktadır. 1 5 Temmuz son­
rasında 3 sene askeri lise, 4 sene Harp Okulu eğitimi sonunda
subay olanların yerini 25 haftalık subay eğitimi ile subay olanlar
almaya başlamıştır.
Yeni yetişen subay nesillerinde durum budur: Peki mevcut
durum nedir? Şunu kesinlikle söyleyebiliriz ki, kurmay sınıfı
yok olmuş bir ordumuz vardır. 8 kurmay subayın olması gereken
kuvvette sadece 1 kurmay subay vardır. Deniz Kuvvetleri, Mar­
mara Denizi'nde gemiyi karaya oturtmaktadır. Hava Kuvvetleri
çok yoğun pilot sıkıntısı çekmektedir. Türk Ordusu terörle mü­
cadelede yılların getirdiği deneyim ile terör örgütlerine karşı çok
başarılıdır ancak bir başka ülke ordusu ile kapsamlı bir konvansi­
yonel savaş için hazır olduğunu söylemek mümkün değildir.
Devlet krizinin diğer bir göstergesi de Rus büyükelçisi­
ni bir "Türk polisi"nin Ankara'nın ortasında öldürmesidir. Bu
"polis"ten Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde daha ne kadar
var denildiğinde bu sorunun cevabını kimse bilmemektedir.
Bir devletin savunma kalkanı istihbarat servisidir. Napole­
on şöyle demektedir: "İnanın bana, savaşın sonuçları incelen­
diğinde topçunun, süvarinin, piyadenin kahramanlıkları, ca­
susların şu göze görünmeyen lanetli ordusu yanında hiç kalır:'
Gerçekten casuslar ordulardan çok daha tahrip edici olabilirler.
Ve Milli İstihbarat Servisi'ne 300 FETÖcü casus alınmıştır.' Bu
konuda başka bir şey söylemeye gerek yok.

� Murat Yetkin, Meraklısı için Casuslar Kitabı, Doğan Kitap, İstanbul


2017, s. 401-404

·26-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Özetle, ''.AKP Rejimi"nin baskıcı devlet mekanizması, içeri­


de güçlü bir rejim imajı oluştursa dahi, aslında devlet kurumu
hiç olmadığı kadar zayıflamıştır.
Devlet krizinin bir başka boyutu devletin kurumsal yapı­
sının cemaat ve tarikatlar arasında paylaştırılmış olmasından
kaynaklanmaktadır. Bu durum, 5000 senelik Türk devlet aklına
aykırıdır. Türk devletleri tarihinde Safeviler dışında tarikatlara
devlet bünyesinde müsaade eden hiçbir devlet olmamıştır. Oysa
AKP, bürokrasiyi bir tarikatlar federasyonuna dön\iştürmüştür.
Devlet krizi en ağır şekilde yaşanırken, Erdoğan'ın siyasi ya­
şamının ilk gününden itibaren aklından çıkarmadığı Türkiye'yi
federasyona sürüklemek için çalışmaları derinden devam et­
mektedir. Erdoğan, eyalet sistemini sürekli savunmuştur. Güçlü
devletlerin eyalet sistemi ile yönetildiğini ileri sürmüş, valilerin
de halk tarafından seçilebileceğini ifade etmiş, "2023'te başba­
kan olur isem eyalet sistemini düşünürüm" demiştir. AKP'nin
birçok ileri geleni eyalet modelini Erdoğanöan aldıkları cesaret
ile savunmuşlardır. Üstelik yeni Anayasanın 1 23, 124 ve 127.
maddeleri Erdoğan'a Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile eyalet
kurma yetkisi vermektedir.·
1 Kasım 2018Öe Numan Kurtulmuş, katıldığı bir televizyon
programında 8 1 il için birer anayasa hazırlamakta oldukların­
dan bahsetmiştir. İllerin anayasası olmaz ancak federe devletle­
rin ve federal devlet ile üniter devletin anayasası olur. Bundan
Türkiye'yi federal bir devlete, 8 1 ilimizi de federe devletlere
dönüştürmeye niyetlerinin olduğu anlaşılıyor. Gene Kasım
201 8'de bir AKP milletvekili heyeti Almanya'da federal sistem
konusunda Almanlar ile görüş alışverişinde bulunmuştur. Öte
yandan İmralı'da cezasını çeken Öcalan ile aile ziyaretleri gö-

� Yeniçağ, 2 Mart 2019, Sadi Somuncuoğlu, "2023'te eyalet, özerklik


olacak mı?"

- 27-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

rüntüsü ile temaslar tekrar başlamıştır. Tüm bunların sonucun­


da, PKK/HDP gizli pazarlıklarının devam ettiği, İmralı'da yazı­
lan anayasanın tekrar gündeme geldiği anlaşılmaktadır.

Devlet Krizi Nasıl Aşılır?

Devlet krizi ancak devlet yönetiminde 5000 yıllık Türk


devlet geleneğini inkar etmeyen bir anlayıştan hareketle aşı­
labilir. Türkiye Cumhuriyeti Amerikan danışmanlık şirketle­
rinden istenen raporlarla değil, Alper Tunga'dan Mete Han'a,
Alparslan'dan Fatihe ve Atatürke uzanan büyük tarihi birikim­
den alınan feyizle yönetilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti'ni ya­
şadığı krizden McK.insey'in raporlarını okuyarak değil, Orhun
Abideleri'nden, Kutadgu Bilig'den, Nutuk'tan aldığımız devlet
anlayışıyla ve 2 1 . yüzyıla değin insanlığın elde ettiği demokra­
tik kazanımlar esasında yeniden inşa ederek çıkarabiliriz. Bu­
rada yapılan hamaset değildir. Türkiye Cumhuriyeti yeniyetme
kolonyal dönem sonrası bir devlet değildir. Türk devleti, Çin
devleti ile birlikte tarihsel derinliği en fazla olan iki devletten
biridir. Böyle bir devlet ancak kendi tarihsel ve kültürel biri­
kiminin 2 1 . yüzyılın demokratik değerleri ile sentezlenmesiyle
krizi aşabilir. Ancak İslam dinini İngiliz kolonisi olan Mısır'da
ortaya çıkan Müslüman Kardeşler'in koloni Müslümancılığın­
dan öğrenen siyasal kadrolar Türkiye Cumhuriyeti'ni yaşadığı­
mız ağır krize sürüklemişlerdir.
Ülkemizde hukukun üstünlüğü yeniden tesis edilmeden
devletimizin sağlam temeller üzerine oturması mümkün de­
ğildir. Çünkü adalet sadece mahkeme duvarında değil, hayatın
içinde de mülkün temelidir. Bu; yargı bağımsızlığının yeniden
ve daha iyi şekilde tesisi ile mümkündür. Demokrasinin tesisi
kuvvetler ayrılığının tekrar kurulması ile başlayacaktır. İstiklal
Savaşı'nı gerçekleştiren Gazi Meclis'in rehin alınan yetkileri tek

-28-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

adamdan alınarak TBMM'ye iade edilecektir. Devlet yöneti­


minde partiye biat eden partizan bürokratlar değil, işinin ehli
insanlar tercih edilecektir. Özetle, "AKP Rejimi"nin kurulması
ile ağırlaşan devlet krizi tarihsel milli birikimimizi esas alan de­
mokratik-hukuk devletinin kurulması ile aşılacaktır.

· 29 ·
2. MİLLİ BİRLİK KRİZİ

Ülkemiz büyük bir milli birlik krizi yaşıyor. Milli birlik kri­
zinin sebebi Türk milletini ayrıştırmak, düşman kamplara ayır­
mak için uygulanan iktidar politikaları sonunda bugün gelmiş
olduğumuz hassas toplumsal gerilimdir. Türk milletine ülke­
mizin bir "beka tehlikesi" ile karşı karşıya olduğunu söyleyen
Erdoğan'ın ayrışma, gerilim ve düşmanlaştırma üzerine kurulu
politikası karşı karşıya olduğumuz asıl ve en büyük tehlikedir.
Erdoğan bu politikası ile iktidarını korumak uğruna mille­
timizi ortadan ikiye bölmeye, bir yarısını diğer yarısına düş­
man etmeye çalışmaktadır. Yaşadığımız coğrafya tarihin en zor
coğrafyasıdır. Anadolu adeta bir Bermuda Şeytan Üçgenföir.
Anadolu(ia gemiler ve uçaklar batmaz, Anadolu'da devletler ve
milletler yok olur.
Anadolu coğrafyasında tarihin en uzun kesitinde yaşayan
millet, Türk milletidir. Son 1000 yılda Anadolu'da en zayıf
olduğu dönem olan Mondros Mütarekesi sonrasındaki sü­
reçte dahi Türk milleti, emperyalizmi Gazi Mustafa Kemal
Atatürk'ün "iç cephe" diye nitelendirdiği milli birlik sayesinde
aşmıştır. Erdoğan, iktidara geldiği 2002'den bu yana vatandaş­
ları gerilim, ayrıştırma ve nihayet düşmanlaştırma stratejisi
ile bölmektedir. Yukarıda da altını çizdiğimiz gibi muhalefet

-31 -
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

partilerini ve bu partilere oy veren seçmeni iç düşman gibi gö­


ren "AKP Rejimi" adeta bir içsavaş dili ile bu parti ve kitlelere
karşı nefret kusmaktadır. Erdoğan'ın bu tehlikeli politikası,
sonuçta iç cepheyi diğer bir ifade ile milli birliğimizi tahrip
etmektedir.
Erdoğan, Türkiye'yi önce Laz, Kürt, Çerkez, Türk diyerek
değişik etnik gruplara ayrıştırmış; sonra Alevi-Sünni eksenin­
de germiştir. İçinden geçtiğimiz FETÔcü darbe sonrasındaki
süreçte ise ülkemiz '1\.KP'li millet" ve "bu milletten olmayanlar"
şeklinde ayrıştırılmaya ve düşmanlaştırılmaya çalışılmaktadır.
Erdoğan için millet sadece AKP'ye oy verenlerden ibarettir.
Milli kimliksiz millet tanımı, Erdoğan'ın 201 6 Kirli Referan­
dumu öncesinde otoriter başkanlık rejimine "Hayır!" diyerek
parlamenter demokrasiyi destekleyen Türk milletinin yarıdan
fazlasını; "terörist': "darbeci" ve "çukur" diye suçlayabilmesine
yol açmıştır.
3 1 Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde AKP ve MHP'ye
oy vermeyen yurttaşlara yapılan suçlama "zillet" aşağılaması
olmuştur. AKP'ye oy vermeyen yurttaş, sadece aşağılanma­
makta, aynı zamanda dışlanmaktadır. Diğer bir ifade Saray'ın
bakış açısı ile AKP'ye oy verenler tam yurttaş olup milleti
oluşturmakta, AKP'ye oy vermeyenler ise baskı altına alınıp
tahammül edilmesi gereken "zillet"in mensuplarıdır. Evet,
AKP'ye oy vermeyenler adeta yurttaş kabul edilmemekte,
memur olmak, ihale almak, burs almak gibi haklardan istifa­
de ettirilmemektedir. Eğer memur adayı ise memur olamaya­
caktır. İşadamı ise ihale alamayacaktır. KPSS'de aldığı 88,295
not ile fizik öğretmenliği alanında Türkiye birincisi olan bir
genç kızımız mülakatta 55 puan alarak elenince "Tüm so­
ruları bilmeme rağmen elendim, neden, anlamadım!" diye
sormaktadır. Aslında cevabı bilmektedir çünkü bu genç kız
yurttaş kabul edilmemektedir.

-32-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Bütün bu AKP politikalarının sonucunda Türk milleti yakın


tarihinde hiç olmadığı kadar ayrışmaya, kamplaşmaya ve düş­
manlaşmaya başlamıştır. Yaşanan toplumsal ayrışma yabancı
düşünce kuruluşlarının raporlarına da yansımaktadır. Örneğin
raporları ABD devletinin stratejilerini hazırlamak amacıyla da
değerlendirilen, Washington merkezli araştırma ve eğitim ens­
titüsü "Fund For Peace"ın 2006'dan beri, yıllık olarak hazırladı­
ğı "Başarısız Devletler Endeksi" Türkiye hakkında endişe verici
tespitler yapıyor. Türkiye 2006 yılında 82. sırada iken, 201 6 ve
201 7 yıllarında, 1 78 ülke içinde "en kırılgan" 79. ve 64. ülke,
201 8'de ise en kırılgan 58. ülke konumuna gelmiş durumda.

lOOI 1007 100I ZOOI 1010 lOU 2012 20U il:OlA 201S 201' 2011 lOU

Orijinal Kaynak: Fllı\c;rı.ı:. STAIT.S INDEX prcscıılcd by Ti IE l'UND FOll l'FACT

hllp://fundforpcan'.org/ ı:,i

2006-201 8 FFP kuruluşunun değerlendirmesine göre,


Türkiye'nin Kırılganlık Endeksi'ndeki artış. 201 8 yılında Türki­
ye, 2006'da Suriye'nin olduğu yüksek uyarı bandında.

- 33 -
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

,
- ..,. - .... .... ..... 10ıJ .... ,.,.
20U
tl!ıa
.... .. '"" '""
utt

Orijinal Kaynak: FRAGTLE STATES INDEX presented by THE FUND FOR PEACE

http:l /fundforpeace.org/fsi

FFP Uluslararası Kırılganlık Endeksi'nde, Türkiye 2006 yılın­


da 82. sırada iken, 201 6 yılında 1 77 ülke içinde 'en kırılgan" 79.
ülke, 2018Cle 58. ülke konumuna gerilemiştir.

Genel sıralamadaki bu derece, devlet yönetiminin değer­


lendirildiği bu raporda, 2006 yılında "düşük uyarı" seviyesinde
olan Türkiye'yi "yüksek uyarı" grupları arasındaki "artırılmış
uyarı" grubundaki ülkeler arasına sokmuş, "alarm" sınırına da­
yandırmıştır. Eğilime bakıldığında ülkemizde iç barışa yönelik
tehdidin nasıl arttığı görülmektedir. Ayrıca raporda ülkeleri de­
ğerlendirmek açısından kullanılan 1 2 kriterden ikisi, Türkiye
açısından çok kritik işaretler vermektedir:

-34-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

100 �06;821
�Sıralama Y"ıikseldikçe
daha iyi

90 Eo1s; 581 t
80
70 (20ı6;7� 1
60 l
50 &011; sD
Azaldıkça

40
2004 2006 2009 2012 2014 2017 2020
daha kötü

Yıl

FFP Uluslararsası Kınlganlık Endeksinde, Türkiye 2006 yılında 82. Sırada iken,
2016 yılında 177 ülke içinde "en kırılgan" 79. ülke, 2018'de 58. ülke konumuna
gerilemiştir.

Orijinal Kaynak: FRAGILE STATES INDEX presented by THE FUND FOR PEACE
http://fundforpeace.org/fsi

Türkiyeae toplum kesimleri arasındaki ilişki/gerilim/çatışma


konusunun değerlendirildiği kriterde, Türkiye 2018Öe 10 üzerin­
den 1 O ile "yüksek alarm aşamasında'' şeklinde değerlendirilmiş­
tir. Bu hususta Türkiye, 1 78 ülke arasında 1 . sırada ve en kötü 4
ülkeden biridir. 201 8 itibarı ile Türkiye ile beraber bu kriterde 1 O
puanla yüksek alarm seviyesinde sadece 3 ülke daha bulunmak­
tadır. Bunlar Sudan ( 10), İsrail Batı Şeria ( 1 0) ve Kongodur ( 10).
İki yıl önce Türkiyeöen daha kötü durumda olan Suriye (9,9),
Myanmar (9,8), Pakistan (9,7), Irak (9,3), Güney Sudan (9,7) şu
anda aynı bantta da olsa, daha iyi durumda olarak değerlendi­
rilmiştir. Aynı grupta, "Güvenlik Örgütleri" ve "Kutuplaşma'' alt
kriterlerinde de (8,0) ve (9,1) değerlendirmeleri ile yüksek uyarı
ve alarm bantlarına girmiş olduğumuz gözden kaçmamalıdır.

-35-

�-=
�" ..... co �
'° "O ı-.
Yıl Sıralama Toplam Cl: C2: C3: Farklı Toplum �
::ı
� c:: � G)
E� o�
Puan Güvenlik Kutuplaşma Kesimleri Arasında ı::
c:: 73
·ı:: ::ı -
Gerilim/Çatışma � •bo · ,,;
·ı:: ;;; ı::o -:9 "O
Türkiye 201 8 58 82,2 8.0 9, 1 10,0 c:: ::ı ı:-i bO c::
..:ııe c:: ;;;
Sudan 201 8 7 108,7 8,7 9,7 10,0 - ti ·c:: a cı � e
� � G) :::ı
ı::
·-
>- v.ı::ı co
.� '$?.., Q>
.,..
'"'
İsrail- 201 8 67 78,5 6,6 8, 1 10,0 "O
Q>
.....
>- � -
� c:: ....., Q>
't;;.
··�
- . c:: :::ı
·-

..... ::ı
B, Şeria
\...)-
g, :::ı c::
c::
� Kongo 201 8 6 1 10,7 9, 1 9,8 10,0 (.!) o
..s ·- ' ::ı ıÜ ··.... ::ı
., � "O
ı...
� ..... "O >- :O
;:;. Suriye 201 8 4 1 1 1,4 9,9 9,9 9,9 - ·c � .ı,
� ..:ııe :.o
o ::ı c:: ":'
:::::: Myanmar 201 8 22 96,l 9,0 8,3 9,8 � c:: tv.ı Q>
•!><) ..sı
� ·a c: ô �
·- Q> bO c::
Güney 201 8 1 1 1 3,4 10,0 9,7 9,7
� c
:-;::: � lı-4 c::
"' ·� o :!"'
- CI)
Sudan
-l:: ·:;: .�
•P'"'I

:::;::: G)
� Q> � >t:ı.O �
.


Pakistan 201 8 20 96,3 8,8 8,9 9,7 1...:1 ·�
:-a
� �
Ruanda 201 8 34 89,3 6,0 8,0 9,7 t ; �
-
-= >-
�"'2
- !!'..,., Q> &.�
....
Nepal 201 8 39 87,9 6,2 8,8 9,6
"Oc:: rrı "
co
201 8 3 1 12,7 9,9 10,0 9,5 �
Yemen .....

12
�� � °' c:co
.:!"' .!::!
·-

·- � ::ı E...
..o
Irak 201 811 102,2 9,0 9,6 9,3 t
V) � Q>
>- = >- a
FFP Değerlendirmesine göre Türkiye
:� � :::ı �co
FRAGILE STATES INDEX presented by THE FUND FOR PEACE verileri kullanılarak hazırlanmıştır.
3 ....,o s· Yıl Sıralama Toplam
S 1 : Demografik S2: Sığınmacılar ve Dahili
"'
§§
...... ..... § :;;'"
Baskılar Yer Değiştirenler
...... (/)

� � eı § Kongo 201 8 58 82,2 8,0 9,1


3111 ..,
ı:: 5
Çı)
6)
<
rıı "ö
::ı Suriye 201 8 7 108,7 8,7 9,7
& :ı
rı a
-
OQ Güney Sudan 201 8 67 78,5 6,6 8,1
� Çı) �
ı::: '<
< ı:: · '-< :ı
:;.;- c::T
Merkezi Afrika 201 8 6 1 10,7 9,1 9,8
R N. C:: -·
0
�. 0..rıı N a­
o.. -· Afganistan 201 8 4 1 1 1 ,4 9,9 9,9 �
::;:
rıı
ti. -...
o - :ı.
.] .. (t)
� :ı Somali 20 18 22 96, l 9,0 8,3 �
3 ....::: N rtı

(D � �: g_ Irak 201 8 1 1 13,4 10,0 9,7 oq,
::::::
.:.. eı �- OQ< 9:- § Sudan 201 8 20 96,3 8,8 8,9 �
';" ...... ı:: . OQ �
eırıı:;.;- "':;.;- ::L
rıı ı::: ::ı
:!... rıı < rıı
Yemen 201 8 34 89,3 6,0 8,0 t
.? a 5. 2. Türkiye 201 8 39 87,9 6,2 . 8,8 �
t:.:. �
"' {j
..... rıı 111 Q,
� 201 8 3 1 12,7 9,9 :><--
Çad 10,0
8.. �: §"
�'

� � �
Myanmar 201 8 11 102,2 9,0 9,6
§""
3 �--· ....
111 il)3 ....,

111
Ürdün
0.. e-
111 "ö
6:1 ·:ı � Etiyopya

� s
3 � � c.
�: �: Uganda
A- ı:: :ı rii_
E... o..
Türkiye, sığınmacılar konusunda en kırılgan 10. ülke konumunda.
111 �: 3 o: rıı
rıı
1 1

FRAGILE STATES INDEX presented by THE FUND FOR PEACE verileri kullanılarak hazırlanmıştır.
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

dır. Türkiyeöe sadece 201 6-201 7 yıllarında 2 milyon 300 bin kişi
ruhsatlı silah almıştır. İnsanlar birbirine karşı silahlanmaktadır.
Özetle, Türkiye ağır bir milli güvenlik krizi ile karşı karşıyadır.
Milli birlik krizini tetikleyen bir başka husus, Erdoğan'ın ta­
nımladığı milletin milli bir kimliğinin olmamasıdır. Erdoğan
"Tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan" demekte, ancak
bu "tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek vatan" adı olmayan
bir millet, vatan, bayrak ve devlettir. Erdoğan'ın milleti zorun­
lu haller dışında Türk milleti değildir. Üstelik bu tek millete
AKP'ye oy vermeyen kitleler dahil değildir. Erdoğan'ınki Türk
kimliksiz, milli kimliksiz millet anlayışıdır ki, Andımız'a karşı
çıkar, İstiklal Marşı'na -sözde sahip çıksa da- İstiklal Marşı'nın
yazarı Mehmet Akife küfreden, İstiklal Harbi'mizin Yunan or­
dusunun galibiyeti ile bitmesini arzu eden, milli şeref ve hay­
siyet düşmanı "Fesli Mısır Koçanı"nı büyük tarihçi olarak gö­
rür. Bu kadar da değil. Sadece milli kimlik mi eksiktir iktidarın
gözdesi Fesliöe? Hayır, İslami kimliği de yoktur aslında. Doğru
dürüst İslam bilinci olan bir adam ''.Amerikan kuklası olsa da
bir halife olsun" diyebilir mi? Hayır diyemez. Ancak buna rağ­
men bu adam Cumhurbaşkanlığı masasına davet edilir çünkü
Fesli Türkiyeöe hilafetin geri gelmesini savunmaktadır. Bir di­
ğer ifade ile hilafetin "resmi" ideoloğudur. Bunun için her şeye
rağmen Erdoğan tarafından savunulmaktadır.
Milli kimlik krizi yaşandığı için Egeöe 1 8 Türk adası fiili
Yunan işgali altında olmasına rağmen büyük bir toplumsal tep­
ki yoktur. Üstelik iki AKP'li başbakan Yunan ordusunun işgal
ettiği Koyun ve Marahati adalarına pasaport göstererek turist
olarak gitmişlerdir. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri
Ersoy'un sahip olduğu turizm şirketi Yunan ordusunun işgal
ettiği Keçi ve Gavdis adalarındaki otellerin pazarlamasını yap­
makta, bu otellere turist taşımaktadır.

-38-
Ümit ôzdat il Kaçınılmaz Çöküş

En büyük tehlike eğer Levent Gültekin'in iddiası doğru ise


-ki yalanlanmadı- Erdoğan'ın bir içsavaştan korkmaması hat­
ta bu içsavaşı kazanabileceğini düşünmesidir. Gültekin şöyle
demektedir: 'J\dını vermeyeyim, çok üst düzey bir bürokrat,
emekliye ayrılma aşamasında Tayyip Bey'le vedalaşmaya gi­
diyor. Tayyip Bey o bürokrata, yapacakları ile ilgili bazı şeyler
anlatınca bürokrat diyor ki: 'Bu dediklerinin yarısını yap, iç­
savaş çıkar bu ülkede: Tayyip Bey de 'Çıksın, ezer geçeriz' diye
,
karşılık veriyor: . Erdoğan eğer "Bir içsavaştan korkmuyo­
rum" ve "Ezer geçeriz" değerlendirmesini yapıyor ise içsava­
şın sadece içsavaş olduğunu zannettiği içindir. Oysa içsavaş­
lar asla içsavaş olmaz. Her içsavaş en son Suriye İçsavaşı'nın
gösterdiği gibi birçok dış aktörü içeri davet eder. Hele Türkiye
gibi milli birliğin ortadan kaldırıldığı, muhalefetin iç düşman
konumuna konulup her gün aşağılandığı ve saldırıldığı bir
ülkede içsavaşlara dış müdahale çok kolaylaşır. Ve içsavaşların
iç kazananı olmaz genellikle sadece dış kazananları olur. Allah
Türkiye'yi bir içsavaştan ve "lçsavaş çıkarsa çıksın, ezer geçeriz"
zihniyetinden korusun.

Ayrıştırma Politikaları ve 1Urkiye'den Göçler

Erdoğan'ın yol açtığı ayrıştırma ve gerilim politikasının


sonucunda ülkemiz bugün dört tür büyük göç yaşamaktadır.
Birinci büyük göç, dış göçtür. 2016Öa 69.326 ve 2017 içinde
1 1 3.326 vatandaşımız ülkeyi terk etmiştir. Bunlar iyi yetişmiş,
orta-üst ve üst gelir gruplarına mensup insanlardır. Türkiye'yi
terk etmektedirler. Bu göç ile Türkiye beşeri sermaye yitirmek­
tedir. Yetişmiş, genç ve Türkiye'ye uzun yıllar büyük katkılar
yapabilecek yurttaşlanmız kayıp hanesine yazılmaktadır.

* Cumhuriyet, com.tr/haber/kultur-sanat/550248/_ic_savas_cikar_di­
yen_burokrata_Erdogan_dan_yanit_Ciksin_ezer_geceriz.html

39-
-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

İkinci göç dalgasını Türkiye'nin değişik bölgelerinden ağırlık­


lı olarak İzmir ve Ege Bölgesi'ne gerçekleşen iç göç oluşturmak­
tadır. Bu göç seküler ve Alevi vatandaşlarımızın göçüdür. Böyle
bir göç sosyolojik anlamda çok tehlikelidir. Çünkü bir kısım va­
tandaş politik ve kültürel nedenler ile Türkiyeae yaşadığı bölgeyi
terk ediyor ve psikolojik rahatlık için ülkenin belirli bir coğrafya­
sına (Ege Bölgesi'ne) sığınıyor ise ülke içinde görünmeyen sınırlar
çiziliyor demektir. Bu bir iç çatışma coğrafyasının şekillenmesidir.
Üçüncü göç ise, yurtdışına yerleşmemekte birlikte her an
Türkiye'den ayrılabilmek için yurtdışında gayrimenkul ala­
rak oturma izni veya vatandaşlık hakkına sahip olma şeklinde
gerçekleşen göçtür. Türk vatandaşları Türkiye'de bir karışıklık
çıkması durumunda kaçmak için 20 milyar dolar civarında
bir parayı yurtdışında gayrimenkule yatırmışlardır. İspanya,
Portekiz ve Yunanistan Türklerin gayrimenkul satın aldığı ül­
kelerin başında geliyor. Türk vatandaşları yurtdışında ev satın
alma listesinde dünyada 4. sıraya yükselmiştir. Bu türde bir göç,
henüz fiilen gerçekleşmemekte birlikte Türkiye'de bir karışıklık
çıkması durumunda gerçekleşecektir. Türkiye'nin en ünlü aile­
lerinin Malta vatandaşlığı alması buna bir örnektir.
Dördüncü büyük göç ise sermaye göçüdür. Türkiye'nin milli
birliğini ve istikrarını tehdit altında gören sermaye, yurtdışına
kaçmaktadır. Kirli Referandum öncesinde mal varlığı 1 milyon
doların üzerinde olan 6 bin kişi Türkiye'yi terk etmişti. Keza
Kirli Referandum öncesinde İstanbul'da yaşayan ve yıllık geliri
30 milyon doların üzerinde olanların yüzde 22'si Türkiye'den
ayrılmıştır. Kirli Referandum bu göçü daha da hızlandırmıştır.
Bu, ülkemizin geleceğinin istikrarsız göründüğünün en önemli
göstergelerinden birisidir. 201 7'de Türkiye, Çin ve Hindistan'dan
sonra sermaye çıkışı sıralamasında dünyada 3. sıradadır.'

* Global Wealth Migration Review-Worldwide wealth and wealth migra­


tion trends-February 2018

- 40 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Milli Birliğimizi Zayıflatan Diğer Gelişmeler

Milli birliğimizin bozulması sadece göçler ile sonuçlanmı­


yor. Toplumsal dokumuz ağır bir tahribata maruz kalıyor. Te­
cavüz suçları artıyor. 2013-2015 arasında tecavüzden hüküm
yiyenlerin sayısı 23 kat artmıştır. Linç olayları da artış göster­
mektedir. Halk, adaleti kendi eline almaya başlamıştır. Başta,
perakende sektöründe çalışan şirketler olmak üzere yabancı
şirketler yağmaya karşı önlemler almaktadırlar.
Uyuşturucu Türk milleti için stratejik bir tehdit olmaya baş­
lamıştır. Uyuşturucuda transit ülke olmaktan çıkan Türkiye he­
def ülke haline gelmiştir. Uyuşturucu kullanımı özellikle genç­
lik arasında hızla yayılmaktadır. Madde kullananların yarısı
1 5-24 yaş arasındadır. 2002'de uyuşturucuya başlama yaşı 1 6,6
iken 2018Öe 10 yaşına kadar inmiştir. Uyuşturucudan kurtul­
mak için tedavi amacı ile AMATEM'lere başvuru sayısı 2004'te
1 1.233 iken 201 7ae 257.249a yükselmiştir. Bu yüzde 2200 artış
demektir. 2004'te AMATEM'lerde 1417 hasta yatarken, 201 7'de
yüzde 1 200 artış ile yatan hasta sayısı 1 5.885'e yükselmiştir.
Türk milletini bir arada tutan manevi değerler yapısında
da büyük tahribat ortaya çıkmaktadır. Türkiye'de ilk kez ateist
ve deist oranı yüzde lO'ların üzerine çıkmıştır. Vatandaş, bir­
birini rakip olarak gören değişik cemaat ve tarikatlara bölün­
mektedir. Müslümanları AKP'ye oy verenlerden ibaret kabul
eden bir tavır sergileyen Diyanet işleri Başkanlığı birleştirici bir
makam olmaktan çıkmış, bölünme sürecinin aktörlerinden biri
olmuştur. Erdoğan, Türkiyeae lslam'ı partileştirmektedir. Diya­
net işleri Başkanlığı'nın kurumsal yapısı ile AKP'ye destek veren
bir tavır aldığı hususunda kamuoyunda gittikçe yaygınlaşan
bir algı vardır. Camilerin siyaset merkezi olması ile birlikte
birçok yurttaş cuma namazına gitmekten vazgeçmeye başla­
mıştır. Gelecekte mevcut Diyanet İşleri Başkanlığı başkan ve

-41-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

yönetici kadroları milli vicdanda yargılanacak ve mahkum


edileceklerdir. Bir milleti millet yapan bütün birleştirici un -
surların sarsıldığı bir dönemden geçiyoruz. Özetle milli birli­
ğimiz sarsılmaktadır.
Milli birliğimiz sarsılırken milli hassasiyetlerimiz de azal­
maktadır. Milli meselelerde tepki eşiği yükselmekte, insanla­
rımız daha zor ve daha zayıf tepki vermeye başlamaktadır­
lar. Eskiden milli meselelerde daha hızlı ve sert tepki veren
kamuoyu/vicdanı artık aynı tepkiyi vermemektedir. Örneğin
Ege Denizi'nde bulunan 1 9 Türk ada ve kayalığı Yunan Ordu­
su tarafından 2004 sonrasında işgal edilmiş olmasına rağmen
bu durum milli vicdanda büyük bir tepki yaratmamaktadır.
İşgal devam ederken 1 ,5 milyon Türk her sene bazıları işgal
altındaki Türk adaları olan Ege adalarına turistik seyahat
yapmaktadır.
Türkiye'nin milli birliğinin sarsıldığı sırada çevremizdeki
ülkeler çökmekte ve ortaya ülkemize düşman yapılar çıkmak­
tadır. Irak'ta bölünme büyük ölçüde gerçekleşmiştir. Irak'ın ku­
zeyinde ülkemize düşman bir yapı ortaya çıkmıştır. Suriye'nin
kuzeyinde ABD desteği ile PKK-İSTAN kurulmaktadır. Suriye
İçsavaşı'nı İran'da rejimin çökertilmesi ve daha sonra Türkiye
içsavaşı izleyecektir. Türk milletinin ayrışmaya değil, bir an
önce milli birliğe bir canlının oksijene duyduğu ihtiyaç gibi ih­
tiyacı vardır.

Yeniden Milli Birlik

Milli birlik politikası aynı zamanda ve her şeyden önce bir


milli güvenlik politikasıdır. Yaşanan ağır krizi aşmak için milli
birlik ve beraberliğimizi tekrar tesis edecek adımları hızla at-
mak zorundayız. Milli birliğimizi tekrar tesis etmek sadece ya­
şanan krizi aşmak için değil, iç çatışma noktasına varacak daha

-42-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

ağır bir krizi yaşamamak için de şarttır. Anadolu coğrafyasında


bu kadar ağır bir bölünme ve gerilim yaşamayı denemek, top­
lumsal Rus ruleti oynamak anlamına gelir. Ülkemizi her türlü
dış müdahale ve tahrike açık hale getirir.
Hırpalanan, örselenen milli birliğimizi tekrar inşa edecek,
ayrışma, kutuplaşma ve düşmanlaştırma politika ve söylemine
son vererek, Türk milletini bir bütün olarak kucaklayacak bir
politik yaklaşım şarttır. Bu konuda 'J\KP Rejimi"nin söylemi ve
politikaları ne olursa olsun muhalefet Türk milletinin tamamı­
na sevgi, dostluk ve kardeşlik ile yaklaşmalıdır. Son bin senede
bu coğrafyada değişik Türk hanedanlarının oluşturduğu dev­
letler kurulmuş yıkılmıştır. Ancak Türk milleti varlığını sürdür­
mektedir. Ve bugün Türk milleti TBMM eli ile bizzat kurduğu
Türkiye Cumhuriyeti ile Anadolu'da hüküm sürmektedir. Son
1 00 yıl içinde ise birçok parti kurulmuş, iktidara gelmiş, muha­
lefette kalmış, sonunda yok olmuştur. Ancak Türk milleti varlı­
ğını sürdürmektedir. Bugün var olan partiler de bir süre sonra
yok olacaklardır. Fakat Türk milleti varlığını sürdürecektir. Asıl
ve önemli olan Türk milletinin milli birliğini sürdürmesidir.
AKP ne kadar dışlayıcı bir içsavaş dili kullansa da muhalefet
AKP'ye oy veren kitleleri asla dışlamamalı, AKP'nin diline aynı
dille cevap vermemelidir.
Milli birliğe sarılırken, milli kimliksiz "teklerin" arkasına
sığınmadan "Türk milleti, Türk vatanı, Türk devleti, Türk bay­
rağı" demeye devam edilmelidir. Zaten AKP'ye oy veren seç­
menlerin büyük bölümü bu konuda Erdoğan gibi değil, Atatürk
gibi düşünmektedir.

-43-
3. EKONOMİK ÇÖKÜŞ

"Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın


yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler evvela haysiyetle­
rini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kay­
betmeye mahkumdurlar."
Mustafa Kemal Atatürk

Yaşanan ağır devlet ve milli birlik krizine çok ağır bir eko­
nomik kriz hatta çöküş refakat etmektedir. 2002 sonundan iti­
baren devam eden dış borca, tüketime, ranta ve şatafata dayalı
"beton -israf-soygun ekonomisi" üçgenine sıkışan Türk ekono­
misi çökmektedir.
AKP propaganda mekanizmasının bütün manipülasyonla­
rına rağmen Türkiye 2002-201 8 arasında 1 960'tan bu yana en
düşük büyüme sürecinden geçmiştir.
2002-20 1 8 arasında büyüme oranı ise sadece yüzde 4,4 ol­
muştur. Bu dönemin ilk aşaması olan 2002-2007 arasında yüz­
de 6,8 iken, 2008-2019 arasında ise yüzde 3,6'ya düşmüştür: Ve
bu büyüme, kalitesi düşük büyüme olmuştur. AKP propagan­
da mekanizmasınca çok övülen AKP dönemindeki kalkınma,
gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) altında kalmıştır. 2002-201 8

* İsmail Tatlıoğlu, İYİ Parti 2019 Bütçe Görüşmeleri

-45-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

arasında GOÜ yüzde 5,8 oranında büyürken, AKP Türkiye'si


yüzde 4,4 oranında büyümüştür.
Türkiye 2002öen bu yana adım adım üretimden kopmuştur.
İmalat sanayii, 2002'de ekonominin yüzde 22'sini teşkil eder­
ken 2019'da yüzde 1 5'ini oluşturmaktadır. Türkiye sanayisizleş­
mektedir. Var olan sanayi de montaj sanayiidir. Ancak küçülen
sadece sanayi değildir. Türkiye tarım ve hayvancılıkta da küçül­
mektedir.
Dünyada tarıma destek artarken, AKP Batılı kuruluşların
akıllarına uyarak köylüye gelir desteği vermiş, çiftçiyi tarım­
dan ve üretimden koparmıştır. Köylerimiz boşaltılmış, köyde
üreten insanlarımız kentlerin varoşlarındaki kahvehaneleri
doldurmuşlardır. Batılı uzmanlar AKP'yle köylüyü köyden ve
tarımsal üretimden kopartırken, Batılı ülkeler tarımsal üreti­
mi desteklemek için büyük fonlar kullanmışlardır. Vardığımız
nokta Anadolu'nun geleneksel ürünleri olan mercimek ve no­
hudu dahi ithal eder hale gelmemizdir.
Hal böyleyken Türk milleti ile alay eden eski Tarım Bakanı
Fakıbaba, "Suriyelileri geri yollamayacağız. Türk tarımını ayağa
kaldırmak için Suriyelilere ihtiyacımız var" derken, yeni Tarım Ba­
kanı Pakdemirli Türklere Sudan'da tarım yapmayı önermektedir.
Türk ekonomisi 201 8 sonu 201 9 başında dünyadaki en kırıl­
gan ikinci ekonomidir. İşsizlik ve enflasyon artmaktadır. Para­
nın değeri düşmektedir. Türk insanı fakirleşmektedir. AKP'nin
iddiasına göre 201 3'te 1 2 .480 dolar olan kişi başına milli gelir,
201 8Öe ancak 9.385 dolar olmuştur. 20 19'da ise 7.61 5 dolara
düşmesi beklenmektedir.
Döviz kurları 2004'ten bu yana en yüksek noktasına ulaşmış­
tır. Türkiye, dünyada Arjantinöen sonra en yüksek faizi veren
ülke olmuştur. İşyerleri kapanmakta, fabrikalar yanmakta, iflaslar
peşi sıra gelmektedir. Büyüme rakamları düşmüştür. Bütün bun-

- 46 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

ların oluş nedeni bir papazın tutuklanması değil, yanlış ekonomi


politikalarıdır. Ve Erdoğan krizden çıkışın tek yolu olan üretime
dayalı yeni bir ekonomik modeli önermemekte ısrarcıdır.
''.AKP Rejimi" kısa vadeli kaynaklarla, uzun vadeli kredileri
yüklenen bankaları büyük risk altına sokmuştur. Yandaşların
desteklenmesi uğruna bankacılık sektörü sıkıntıya sürüklen­
mektedir. Kriz, reel sektör krizi olarak başlamıştı. Ancak artık
mali sektörü de yani bankaları da içine çekmiştir. İstikrarsızlı­
ğın daha da artacağının farkında olan ülkenin önde gelen fir­
maları varlıklarını yurtdışına kaçırmaktadır. Sermayenin kaç­
masının bir nedeni istikrarsızlık ise diğeri de hukuksuzluktur.
Sermaye hukuksuz bir ortamda mallarının nasıl gasp edilebil­
diğini görmüştür.
Reel kesim güven endeksi, tüketici güven endeksi, ekonomi
güven endeksi çökmüştür. Ekonomi güven endeksi gerilemiştir.
Saray, borçları ödeyebilmek için tefeci faizi ile uluslararası tefeci
piyasasından yeni dış borç almaktadır. Dolar bazında yüzde 7,
avro bazında yüzde 5,25 faiz ödüyor ülkemiz. Bizi çok kıskanan
Almanya ise aynı borcu sadece yüzde 0,50 ile buluyor.
İflas, işten çıkarma, konkordato ilan etme, kapasite azaltımı
ile kriz gittikçe derinleşiyor. Firmalar zor durumda; esnaf, reel
kesim boğulmak üzere. Görülmemiş sayıda iflaslar yaşanmak­
tadır. Damat, 2019'da ekonomi yüzde 2,3 büyüyecek dese de
ekonomimiz ne yazık ki küçülecektir. 20 19'da bütçe açığı tarihi
bir rekora imza atacaktır.
Özellikle son 10 yıldır uygulanan beton-israf-soygun eko­
nomisi ve tüm yetkilerin tek kişide toplanmasını sağlayan rejim
değişikliği nedeniyle ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en derin ve
muhtemelen etkileri en uzun sürecek ekonomik krizine gir­
miştir. Türk ekonomisi AKP iktidara geldiğinde dünyanın en
büyük 16. ekonomisiydi, 2019'a ise 20. sırada başladık. Ve bu,

-47-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

bize 2023'te ilk I O'a gireceğimiz masalı anlatılırken oluyor. Bu


krizin aşılabilmesi için hesaplanan rakam IMF tarihinin en bü­
yük yardım programı olacaktır.
Saray ve Damat, büyük krizin faturasını milletimize kesiyor­
lar. Bugünlerde kesilen diğer bir fatura da trafik cezalarıdır. Po­
lis, elinde ceza koçanı ile bütçe açıklarını kapatmaya çalışıyor.
Oysa bu krizin faturasının Türk halkına değil, krizin sorum­
lularına kesilmesi gerekmektedir. Bu ise devletten başlayan bir
tasarruf ile mümkündür. Ancak halkın boğazından lokmasını
alan ekonomik politikalara imza atan Saray; lüks, israf ve şa­
tafattan vazgeçmemektedir. Ağır krize rağmen başkanın uçak
filosuna, Katar Emiri'nin 400 milyon dolara satılan uçağının
eklenmesinde bir sakınca görülmemiştir. Saray, her gün 1 ,8
milyon TL tüketmeye devam etmektedir. Akıllarına hala üre­
tim gelmediği için, kek ikramı yapılacak devlet kıraathaneleri
açmaya devam ediyorlar. Oysa zaman, fabrika açma zamanı.
Erdoğan ise fabrikaları satıyor ve yeni hapishaneler inşa ediyor.
İsraf sadece saray, yazlık saray, başkanlık uçakları, devlet kıra­
athaneleri ile sınırlı değil. Yap- İşlet-Devret projeleri "Yap-İşlet
ve Soy" modeline dönüşmüş durumda.
Yap-İşlet-Devret modeli ile Türkiye Cumhuriyet döne­
minde 1986'da tanışmıştır. 1 986-200 1 arasında bu model
ile 67 proje gerçekleştirilmiştir. Bu projelerin yatırım bedeli
1 1 ,2 milyar dolardır. 1 1 ,2 milyar dolar yatırım yapan şirketler
454,5 milyon dolar kar etmişlerdir. Kar oranı yüzde 4 ile sınır­
lıdır. 2003-201 7 arasında ise 158 proje gerçekleştirilmiştir. Bu
çerçevede 50,5 milyar dolarlık yatırım yapılmıştır. 50,5 milyar
dolarlık yatırım yapan şirketlerin 72,7 milyar dolar, yani yüz­
de 143 kar yapması hedeflenmiştir. Bu artık Yap-lşlet-Devret
değil, Yap-lşlet-Soy modelidir.
Şimdi aşağıda iki dönemde yapılan yatırımlara daha yakın­
dan bakalım.

- 48-
:...� �-:;; ı5 �
03�

� � ��
� > � :c
'< � .... 00

�� � �
Yıllar İşletme Devir ... O'\
Yatırım Bedeli ($) KÖİ Sayısı � "C :::!
=... ı::ı.. 9 N
1

§ �� �� ��:
Hakkı ($) il) o:
::J ::J = 8
1986 4.338.719,12 4.338.719,12 o 1 ("1) ııı N

..... 3 Q,. �
-
18.496.747,08 o 1 ::J Q.. Q:

1987 18.496.747,08
'S :ı ı::ı.. �· t:I
;:=: �· >
'il
1992 16.969.841,47 16.969.841,47 o 1 3 ("1) - ııı
§ � Ql � � � �
("1) =
.... �
o :ı "O .... c
� �- �: ;: 1993 1 .979.071 .205,84 1.979.071.205,84 3 ::J "1:1

ı �� �� ;:�
.......
..... '""'
1
a ...
::s- ;:, � � 1994 15.589.951 , l 1 15.589.951,1 1 o 7 il) -
("1)
("1) ..9. !
O"'
- .... . � ("1) ::::::
o ("1) ti)
o "' o 2=
��r�
;::i.
1

� 1995 1.345.807.185,00 1.345.807.1 85,00 1


� ı:: ("1) �
-"'· < ... - ::ı

��
865. 792.904,94 16.606.740, 15 11 ...
1996 882.399.645,09 ("1) ("1) = � �
] ] ı� �
.....
1997 831 .264.986,64 704.618. 770,23 126.646.216,41 9 il)
'""' '< �
il) il) <"l
Q,
;:ı. 1998 2.804.007. 1 15,80 2.761 .924.992,18 42.082. 123,62 11 o.9' ı::ı.. < ("1)
,...
ı::ı.. il)

f � �;
Vl ("1) .fi'
� il)
� ti)


g.- �:;:t. ��g� 1999 2.245.618.216,44 1 .978.633.828,14 266.984.388,30 12
�o:. 3 .;
.... ı:!: ::ı 2000 41.188.792,56 39.009.71 3,87 2. 1 79.078,69 4 ı:: �
\O ;:ı Si
2001 1.417.424.01 5, 1 1 1 .397.247.236,70 20. 176.778,41 6 e; 6
3 � � �b:ı Toplam 1 1 .602. 176.421,26 1 1.127.501.095,68 454.498.547,17 67
� �.
'%. 00 c:l"' ......

:-1" ::j·
:... a. "ğ:
-:._ �
� �� �
8"" ' 1
a-
l
� j � ":§.
Yıllar İşletme
Sözleşme Bedeli ($) Yatırım Bedeli ($) KÖİ Sayısı
Devir Hakkı ( $)
f j &� 5
� 1 -:

§
=
2003
2004
1 37.907.364,28
582.974.775,90
58.060.038,50
582.974. 775,90
79.847.325,79
o
8
6
E s: °' ı

2005 4.879.420.722,24 713.147.873,94 4. 166.272.848,00 4 ı:::: : ;::s .....
:ij �� �
� 't:
� 2006 7 1.305.542,34 24.8 1 1.410,77 46.494. 1 3 1,57 6

� !9!.ı :�
'�
� :8 V). E
� �� 1 �§ Qi
� � 2007 5.014.471.627,62 362.010.302, 12 4.652.461 .326,00 9
(.).

2008 4.586.487.961,27 753. 1 13.470,92 3.833.374.489,65 8
..§ s:

���!
u 2009 2.756.297.456,80 142. 1 6 1 . 1 12,20 2.614.136.344,60 4
i:
Ü. 'i3
:
; ;::s 6
o
� t:.
:::::: v:ı
u
'Q'
=
ı;I)
2010 1 0.428.641 .825,61 7.193.860.9 18,21 3.234.780.907,40 13
�� � ":'

\O
3.228.965.207,46 1 .943.583.609, 1 7 1 .285.38 1 .598,29 14

i� �
201 1

�]�i
u
... �
� 2012 2.548.2 1 5.546,09 2.547.68 1.992,97 533.553, 12 8

i 8�
J ::ı::
20 1 3 70.197.728.722,05 24. 1 52.853. 140,90 46.044.875.58 1 ,45 36
14 � �� �
:o 2014 5.645.805.31 3,51 2.556.925.703,74 3.088.879.61 0,31
Q ·�
!:! :� ;g
.r :ı::
5 ·;::s
t-. u
2015 1 .349.568.606,24 779.845.42 1,80 569.723.184,44
� Q -.ı:: � E=:: <"!
o u 2016 5.222.727.264,93 3.987.235.943,12 1 .235.49 1 .32 1 ,81 13
� e
ff') ti
g -;.
2017
Toplam
6.270.758.846,24
123.286.143.029,01
4.455.847.920,46
50.530.052.944,88
1 .8 14.9 10.925,78
72.756.090.084, 13
10
1 58
t l � ��
.<::::! � = .

§ı:: .·Er;; >i


"" - � ·- (\,


Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküf

Bu iki tablo incelendiğinde neden Yap-İşlet-Devret modeli­


nin Yap-İşlet-Soy modeline dönüştüğü daha iyi anlaşılacaktır.
Türk halkına bu projelerin halkın cebinden beş kuruş para
çıkmadan özel sektör eliyle yapılacağı anlatılıyor. Bu projeler
hem çok pahalıya mal oluyor hem de AKP kar garantisi verdiği
için, projeler istenilen kadar kar getirmez ise aradaki fark devlet
kasasından ödeniyor. Osmangazi Köprüsü'nün toplam maliyeti
3 milyar 1 50 milyon dolar. Yapan şirket 1 9 yıl içinde bir tek ara­
ba geçmese dahi 8 milyar 208 milyon dolar kazanacak.
İnşaatına 201 ı<ie başlanan, yüzde 40'ı bitirildikten sonra inşa­
atından 2018Öe vazgeçilen Çukurova Havalirnanı için 1 50 milyon
avro harcanmıştır. Kütahya Zafer Havalirnanı için AKP, uçmayan
yolcular adına 2012-2017 arasında 1 6 milyar TL ödemiştir.
Devlet bilerek zarar ettiriliyor. Türk halkı acımasız şekilde so­
yulmaktadır. Hem milletin cebinden 1 lira çıkmayacak diyorlar
hem de 201 9 bütçesine 14 milyar TL, 2020 bütçesine 25 milyar TL,
2021 bütçesine 28 milyar TL koyuyorlar. Türk milleti, geçmeyen
araçlar, tedavi görmeyen hastalar için para ödüyor ve ödeyecek.
Ekonomik krizin ayak sesleri yıllardan beri duyulmasına
rağmen ve aylar önce milletimizin üzerine bir kabus gibi çök­
mesine rağmen, Kasım 201 8 başında Dışişleri Bakanı Çavuşoğ­
lu, "Artık tasarruf yapmaya alışmamız lazım" açıklamasını ya­
pıyor. O, bu açıklamayı yaparken de Erdoğan, Katar Emiri'nden
satın aldığı 400 milyon dolarlık uçağı ile Parise uçuyor. Hala
dertleri yandaş müteahhitleri kurtarmak. Özetle bu kadro ve
zihniyet ile ekonomik krizi aşmak mümkün değil.

Krizden Çıkış Elbette Var

Türkiye'nin bu ağır ekonomik krizden çıkışı mümkün an­


cak mevcut kadro ve politikalar ile olası değil. Türkiye zengin

-51-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

bir ülke. Türk iş dünyası çalışkan ve girişimci kadrolardan olu­


şuyor. Anadolu, kullanılmayan sayısız zenginlik barındırıyor.
Türk milleti, sabırlı, dirençli ve çalışkan bir halk. Türkiye, eğer
kaynakları har vurulup harman savrulmaz, iyi yönetilir ise bu
krizden hızla kurtulur ve eskiden olduğundan çok daha iyi bir
noktaya doğru tırmanabilir.
Krizi aşmanın yolu mucizeler yaratmak değil. Atılması ge­
reken iki temel adım var: Birinci adım devletten başlayarak ta­
sarruf, tasarruf, tasarruf Ve ikinci adım devletten başlanarak
üretim, üretim, üretim. Türk ekonomisini borçlanma yapma­
dan çarklarını döndürebilir hale getirmek bir zorunluluk. Bu
ise ancak gösterişe, israfa ve kamu kaynaklarının soyulmasına
son vermekle olur. Türkiye mümkün olan en yüksek tasarruf
zihniyeti ile yönetilmek zorunda. Türk milletinin kanının faiz
şeklinde küresel piyasalar tarafından emilmesine izin verme­
yecek bir yaklaşım içinde olunmalı. Günde 2 milyon TL harca­
yan israfın ana sembolü olan Saray'ı katma değer üreten bilim
merkezine dönüştürmek büyük bir sembolik adım olacaktır.
Cumhurbaşkanlığı'na ait uçakların satılması, şatafattan üretime
geçişin kararlılık göstergesidir, bu adım derhal atılmalıdır. Yaz­
lık saray inşaatının şehit aileleri ve gaziler için kullanılan tesise
dönüştürülmesi Türk milletinin vefasını gösterecektir. Devlette
araç kullanımının yüzde 80 azaltılarak bürokrasinin semboller
ile de üretimin parçası olması sağlanmalıdır. Yandaşlara peşkeş
çekilen ve devleti zarara sokan anlaşmalar kamu yararına ye­
niden yapılandırılmadan ekonominin düze çıkması mümkün
değildir. Tüm hastane, köprü, tünel, havaalanları, tüm HES
projeleri TL'ye döndürülmelidir. Sözleşmeleri makul biçim­
de kar marjı ile yenilenmelidir. Üretimi desteklemeyen bütün
yatırımlar durdurulmalıdır. Tek para harcanacak yer, sanayi ve
tarım üretimini artıracak yatırımlar olmalıdır.

-52-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Önümüzdeki 3 yıl için sanayide ve tarım üretiminde dev­


let yeniden yatırım yapmalıdır. Yabancı tekeline girmiş üretim
alanları yeniden düzenlenmelidir. Özetle ciddi bir "üretim re­
formu ve yatırım" planı yapılmalıdır. Üretmeyen bir ülke çöker.
Türkiye üretmemekte ve çökmektedir. Prof. Dr. Osman Altuğ
bu konuyu şöyle izah ediyor:

"Bir ülke düşünün, 1 00 yumurta üretiyor; bu yüz yumur­


taya karşı 1 00 lira basıyor. Demir veya kağıt. Bir yumurtanın
fiyatı kaç lira? 1 lira. 1 00 yumurtanın üretimini daha fazla
artırmak için ne yapman lazım? Tavuklara, yani üreticilere ve
de horozlara, yani yatırımcılara iyi bakman lazım. Tavukla­
rın bakımını iyi yaparsan horozların yani yatırımcıların ya­
tırım şevkini yüksek tutarsan yumurta üretimi l OO 'den 200'e
çıkarsa, bir yumurtanın fiyatı kaç lira olur? 50 kuruş olur. Ta­
vuklara bakmazsan, horozların moralini düzgün tutmazsan,
yumurta üretimi l OO 'den SO'ye düşerse ne olur? Bir yumurta­
nın fiyatı 2 lira olur. Fiyatı belirleyen, daha doğrusu paranın
değerini belirleyen neymiş? Bir ülkenin üretim gücü. Paranın
değerini ülkenin üretim gücü belirler. Paranın değerini ne
cumhurbaşkanı, ne Merkez Bankası, ne Meclis, ne de TÜİK
belirleyebilir! Sen şimdi, üretim gücünü kırmışsın, üreticinin
kolunu kanadını kırmışsın. Üretici üretemiyor. Mecburen ne
yapıyorsun? Dışarıdan borçla mal alıyorsun. Borca hizmet
alıyorsun. Borca para alıyorsun. Kime çalışıyorsun? Borca ça­
lışıyorsun. Kimin gene bu yük? Üreten kesimin. Üreten kesimi
yoksullaştırıyorsun. O çöktükçe çöküyor. Battıkça batıyor. Pa­
ranın değeri de düştükçe düşüyor."

Özetle Türkiye yeniden sanayide, tarımda ve hayvancılıkta


üretmeye başlamak zorundadır. Varlık Fonu kapatılarak tüm

-53-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

kurumlar hazineye geri alınmalıdır. Güneş enerjisinde 201 6-


201 8 arasında maliyet yarıya, rüzgar enerjisinde üçte bire indi.
Bu Türkiye'nin önünde yeni ufuklar açıyor. Ülkemiz güneş ve
rüzgar enerjisi kaynaklarını son noktasına kadar kullanmalıdır.
Böylece yenilenebilir enerji ile Türkiye'nin enerjideki dışa ba­
ğımlığı en alt seviyeye çekilmelidir.
Demokratik Türkiye, Sayıştay denetimine geri dönmelidir.
Türk halkına parasını nasıl harcadığımızın hesabı verilmelidir.
Yapılacak en önemli işlerden biri Türkiye'nin kaynaklarının is­
rafına son vermek olacaktır. Türk insanının alınterinin çarçur
edilmesi engellenmelidir.
Bu amaçla atılacak adımların başında Türkiye'de Suriyeli sı­
ğınmacılara harcanan ve 40 milyar doları aşan harcamalara son
vermek gelmeli. Ortadoğu ve Afrika ülkeleri için harcanan 1 4
milyar dolarlık ve çoğu israf olan harcamalar durdurulmalıdır.
Yüzde 7 dolar faiziyle borç bulup ülkemizin geleceğindeki ya­
tırımları gelecek nesillerin elinden alan politikacıların, bir de
Suriyeli sığınmacılara ve Ortadoğu ile Afrika'ya yardım yapma
hakkı yoktur.

-54-
4. SURİYELİ SIGINMACILAR POLİTİKASI
ÜLKEMİZİN GELECEGİ İÇİN
EN BÜYÜK TEHDİTTİR

Tarih boyunca insan kitleleri büyük yığınlar halinde tarih­


sel kesitte hızlı sayılacak şekilde yer değiştirmişlerdir. Bu büyük
nüfus hareketine göç denilmektedir. Göçler, harekete başladık­
ları coğrafya gibi, hareket edilerek ulaşılan coğrafyayı da poli­
tik, ekonomik, kültürel, sosyal açılardan; en önemlisi güvenlik
sonuçları açısından çok boyutlu etkiler, bazen de tamamen de­
ğiştirirler. Kavimler göçü 300-850 yılları arasında gerçekleşerek
Avrupa Kıtası'nın kaderini tamamen değiştirmiştir. Keza, Oğuz
Türklerinin 1 071 sonrasında kitleler halinde bugünkü Türkme­
nistan ve Doğu İranöan Anadolu'ya kitleler halinde göçü Ana­
dolu coğrafyasının kaderini tamamen değiştirmiş, Anadolu'yu
Türkleştirmiştir. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında gerçek­
leşen Rumeliöen Türk göçleri ile de Balkan jeopolitiği yeniden
yapılanmıştır. Türk olan Balkan coğrafyası tamamen tasfiye
edilmiştir. Büyük nüfus hareketleri olan göçler büyük politik
sonuçlar doğurur. Tarih bunu birçok kez göstermiştir. 201 9 yı­
lının başında dünyada mülteci ve sığınmacı statüsünde toplam
68,5 milyon insan vardır. 685 milyon kişi kendi ülkeleri içinde
yer değiştirmeye zorlanmışlardır. 25,4 milyon ise ülkelerini terk

-55-
Ümit ôzdağ 11 Kaçınılmaz Çöküş

edenlerdir. Bu rakamın 5,4 milyonu Filistinlilerden oluşmak­


tadır. 1 9,9 milyonunu ise değişik ülkelerden gelen mülteci ve
sığınmacılar teşkil etmektedir. Suriye, Afganistan ve Sudan en
fazla mülteci ve sığınmacının ayrıldığı ülkelerdir.
Türkiye dünyada en fazla sığınmacı kabul eden ülkedir. Su­
riye İçsavaşı'nın başlamasından sonra "Açık Kapı Politikası"
izlenerek, sınır kapıları ve sınırlarımız kontrolsüz bir şekilde
Suriyelilere açılmıştır. Hatta ilk aylarda Suriye'den Türkiye'ye
göç AKP hükümeti tarafından Birleşmiş Milletler çerçevesin­
de Suriye'ye insani müdahale yapılabilmesi için teşvik edilmiş­
tir. Böyle bir müdahalenin olmayacağı ortaya bir süre sonra
çıkmış ise de Davutoğlu Suriye<ie daha etkin olabilmek adına
Suriye<ien Türkiye'ye göçü teşvik etmeye devam etmiştir.
Suriyelilerin kayıt altına alınmasına başlanması ise, ancak
2014'te Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin
yardımı ile gerçekleşmiştir. Türkiye için dördüncü büyük kriz ve
krizin oluşturduğu tehdit, bu "Açık Kapı Politikası" neticesinde
gelen, 4,7 milyonu kayıtlı takriben 1,5 milyonu kayıtsız, toplam 6
milyon 200 bin sığınmacıdan kaynaklanmaktadır. 6 milyon 200
bin sığınmacı içinde ülkemiz için en büyük tehdidi 3,8 milyonu
kayıtlı, 1 ,5 milyonu kayıtsız gayriresmi olarak 5,3 milyon Suriyeli
sığınmacı teşkil etmektedir. (Bu arada bu kitabın yazıldığı Şubat
2019<ia AKP'nin açıkladığı resmi rakam 3.559.272 idi.)
Kayıtlı ve kayıtsız Suriyeliler dışında ülkemizde 900 bin Af­
gan, Iraklı, İranlı ve sair milliyetlerden sığınmacı ve mülteci ola­
rak başka ülkelere girmek amacı ile bekleyen insan vardır.· Oysa
2012<ie dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu 100 bin mülte­
cinin Türkiye için kırmızı çizgi olduğunu söylemişti. Sadece bu
açıklama, Türkiye'nin Erdoğan-Davutoğlu ikilisi tarafından sı-

* 1995-20 1 3 arasında ülkemizde sadece 48 bin İranlı, 24 bin Iraklı


ve 29 bin Afgan bulunmaktaydı. Nisan 201 1 öncesinde Suriyeli sayısı
sadece 635'ti.

-56-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

ğınmacı macerasının içine ne kadar hazırlıksız sürüklendiğini


göstermektedir. Ve Davutoğlu, Ağustos 2012<le NTV'ye verdiği
röportajda "Biz Suriye<le bütün alternatifi deneyerek bugünlere
geldik ama bu sancılı sürecin çok uzun süreceğini düşünmü­
yorwn" demiştir. Diğer bir ifade ile Türkiye Suriye<le geleceği
yanlış okuyordu. Sonuç milyonlarca Suriyeli sığınmacı ile ülke­
mizin kaderini değiştirebilecek bir sürecin başlaması oldu.
Suriyeli sığınmacıların oluşturduğu tehdit, Türk milletinin
Anadolu'da egemenliğini tesis ettiği 1071 sonrasında yaşadığı
üç büyük tehditle kıyaslanabilecek ölçüde büyüktür. Türkiye
yaşanan devlet krizini demokratik hukuk devletini tekrar tesis
ederek aşacaktır. Milli birlik krizi, tekrar tek millet olduğumuzu
hatırlayarak aşacağımız bir krizdir. Yaşadığımız ekonomik kriz,
Cumhuriyet tarihinin en ağır krizi olmakla beraber vereceği
ağır hasara rağmen aşılacaktır. Ancak Suriyeli sığınmacıların
Türkiye'de kalması, sığınmacılara vatandaşlık verilmesi gerçek­
leşir ise ortaya aşılamayacak ve sonunda Türkiyeyi içsavaşa ve
bölünmeye sürükleyecek bir sonuç çıkacaktır.
Türk milletinin Anadolu'ya gelmesinden sonra karşılaştığı
birçok ağır tehdit vardır. Ancak bunlardan üçü Türk milleti­
nin Anadolu üzerindeki egemenliğini sona erdirecek kadar ağır
tehditler ortaya çıkarmıştır.
Birinci büyük tehdit, Malazgirt Meydan Muharebesi'nden
24 yıl sonra başlayan ve amacı, Türklerin Anadolu'dan atılması
ve Kudüs'te Hıristiyan egemenliğini tesis olan Haçlı Seferleri'dir.
1095'te Birinci Haçlı Seferi gerçekleşmiş ve 1270'e kadar yedi
Haçlı Seferi yapılmıştır. İlk Haçlı Seferi'nin Anadolu'ya ulaşma­
sını takiben, Sultan 1. Kılıçarslan'ın Haçlı ordusuna karşı uygu­
ladığı vur-kaç savaşları bu ordunun beşte dördünü imha etme­
sini sağlamıştır. Buna rağmen Haçlı ordusu, 1096'da Kudüs'ü
fethetmiştir. Bu seferin sonucunda Bizans, Batı Anadolu'ya tek-

-57-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

rar dönmüş; Antalya'da bir Latin kontluğu kurulmuştur. Bunu


izleyen diğer seferlerde Türkleri geriletseler dahi Anadolu'dan
atmayı başaramamışlardır.
Türklüğün Anadolu'da tutunması 1 1 1 6- 1 1 55 arasında 40 yıl
hüküm süren Sultan 1. Mesud döneminde gerçekleşmiş ve oğlu
Sultan il. Kılıçarslan'ın 1 176'da 1 00 bin kişilik Bizans ordusunu
Miryokefalon Savaşı'nda ezmesiyle kesinleşmiştir. Bir tarih­
çi, "26 Ağustos 107 1 Malazgirt Zaferi, yeni yurt arayan Türk
milletine bir müjde idi. 1 7 Eylül 1 1 76 Miryokefalon Savaşı ise
Anadolu'yu ilelebet Türklere yurt yapan bir zaferdir" demek­
tedir. Haçlı Seferleri, Türk varlığına ve devletine ağır zararlar
verse, Anadolu'nun fethini geciktirse dahi Anadolu üzerindeki
egemenliğini sona erdirememiştir.
Anadolu'da Türk devletinin ikinci kez ağır bir krize girme­
si, dağılma eşiğine gelmesi Timur'un 1402'de Ankara Meydan
Savaşı'nda Yıldırım Beyazıt komutasındaki Osmanlı ordusunu
yenmesi sonrasında başlayan Fetret Devri'nde olmuştur. Eğer
Fetret Devri'nde güçlü bir birleşik Avrupa ordusu tarafından
bir Haçlı Seferi düzenlenseydi Türklüğün Anadolu'nun derin­
liklerinden olmasa da Rumeli ve Batı Anadolu'dan çıkarılması
söz konusu olabilirdi.
Türk millet ve devletinin karşılaştığı en büyük üçüncü
tehdit, Mondros Mütarekesi ile ortaya çıkan durumdur. Ar­
tık son sığınak olarak düşünülen Anadolu'nun da Türkler için
güvenli bir yer olduğunu söylemek mümkün değildir. 1 9 1 9
yılında, dünya Müslümanlarının ancak yüzde 2,5'i, 300 mil­
yonun 8 milyonu, yani Sakarya ile Aras nehirleri arasında ya­
şayan Türkler özgürdür. Onlar da Mustafa Kemal Paşanın ön­
derliğinde bir ölüm kalım mücadelesi vermektedirler. İngiliz
Başbakanı ise bu sırada "Türkler Asya'nın Kızılderilileridir ve
akıbetleri de öyle olacaktır" diyerek Türk milleti için bir yok
oluş önermektedir. Türk milleti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk

-58-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

önderliğinde verdiği İstiklal Harbi ile Anadoluöa hem devle­


tini hem millet olarak varlığını muhafaza etmiştir.
Türk milleti, Haçlı Seferleri, Timur yenilgisi ve Mondros
Mütarekesi sonunda karşılaştığı tehditleri aşarak bugünlere gel­
miştir. Bugün ise Türk milleti farklı bir tehdit olmakla beraber
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin varlığına yönelik ve sonuçları
itibariyle en az bu üç büyük tehdit kadar büyük bir tehdit ile
karşı karşıyadır. Bu tehdit, Suriye İçsavaşı sırasında ülkelerini
terk ederek Türkiye'ye kaçan ve resmi rakamlara göre sayıları
3,8 milyon, ancak gayriresmi sığınmacılar ile birlikte 5,3 mil­
yon olan Suriyeli sığınmacıların Türkiye için oluşturdukları
çok boyutlu tehdittir. Modern tarihin en büyük göçlerinden biri­
ni gerçekleştiren Suriyeli sığınmacılar, ülkemize yönelik modern
bir kavimler göçü oluşturmuştur. 201 1 öen bu yana Türkiye'ye 73
ülkenin nüfusundan daha büyük bir nüfus gelmiştir. Kavimler
göçü tarihte hangi sonuçları doğurmuş ise Suriyeli sığınmacı­
ların geri dönmemesi durumunda Türkiye için de o kadar ağır
sonuçlar ortaya çıkacaktır.
Türkiye halen Erdoğan'ın izlemiş olduğu yanlış Suriye po­
litikası sonucunda, dünyada en fazla sığınmacının olduğu ve
bütçesine göre sığınmacılar için dünyada en fazla para harca­
yan ülkedir. Suriye lçsavaşı'ndan, Suriye'den sonra en zararlı çı­
kan ülke Türkiye olmuştur.· Üstelik ülkemiz bu duruma bile bile
sokulmuştur. Dönemin İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun,
Pakistanlı bir yetkilinin 2012Öe kendisini "Biz ABD'nin orga­
nizasyonu ile Afganistan'a müdahale ettik. Sonuçta 5,5 milyon
Afgan ülkemize göç etti. Şimdi onlara bakıyoruz. Türkiye'nin
Suriye'ye müdahalesi söz konusu. Yetkililerinizi uyarın. Siz de

" 201 l'de TV S<le Hasan Celal Güzel, Fikri Sağlar ve Gülay Göktürk'ün
katıldığı programda Suriye İçsavaşı'ndan Suriye<ien sonra en zararlı çı­
kacak ülkenin Türkiye olduğunu söyleyerek, AKP hükümetinin Suriye'de
içsavaşı kışkırtmaması gerektiğini ifade etmiştim. Bkz. https://youtube.
be/mpQsOHFhX7U

- 59-
Ümit Ôzdağ // Kaçınılmaz Çöküş

aynı sorunla karşı karşıya kalacaksınız" diye uyardığını açıkla­


mıştır. Özetle Erdoğan, hangi sonucun ortaya çıkacağını bile­
rek Suriyeli sığınmacıların Türkiye'ye kabulü politikasını inatla
sürdürmüştür. Öte yandan Erdoğan'ın Beşar Esad'ı yıkma po­
litikası tamamen çökmüştür. Ancak bu arada Türkiye'ye resmi
rakamlara göre 3,8 milyon, gayriresmi 1,5 milyon, toplam 5,3
milyon Suriyeli yerleşmiştir.
Suriyeli sığınmacılar, Türk vergi mükelleflerine 201 1 <len bu
yana muazzam büyüklükte bir para olan 40 milyar dolardan
fazlaya mal olmuştur. (Erdoğan Mart 2019<la kamuoyunda har­
canan para konusunda tepkiler yükselmesi üzerine Suriyeliler
için harcanan paranın bütçeden harcanmadığını denkleştirildi­
ğini ifade etmiş ise de en fanatik AKP'li dahi inanmamıştır.) Bu
miktar o kadar büyüktür ki, Türkiye de bütçesine göre dünyada
en fazla insani yardım yapan ülke olmuştur. Dünyada en fazla
sığınmacının olduğu ülke olarak bu doğal bir sonuçtur.
Suriyeli sığınmacıların Türkiye için oluşturduğu tehdit, sa­
dece bugünle ilgili ekonomik bir yükten kaynaklanmıyor. Suri­
yeliler, orta ve uzun vadede Türkiye'nin milli, kültürel, politik
ve jeopolitik yapısını değiştirecek kadar büyük bir tehdit oluş­
turmaktadır.
Suriyeli sığınmacılar Türkiye'nin kültürel ve etnik dokusunu
değiştirecek bir hızla artmaktadır. Eğer resmi rakamları kabul
eder ve 3,8 milyon Suriyeli olduğunu varsayarsak bugün Türkiyet:le
yaşayan 20 kişiden biri Suriyelidir. 2040 yılında Suriyeli nüfusu
7,2 milyona çıkacaktır. 2040'ta her 13 kişiden biri Suriyeli olacak­
tır. Türk nüfusu azalırken Suriyeli nüfusu artacaktır. Çünkü Su­
riyelilerin nüfusu Türklerin nüfusundan çok daha hızlı artıyor.
Türkiye'de her gün ortalama 405 Suriyeli bebek doğuyor. Kilis'te
bir okulda 84 Türk öğrencinin 277 kardeşi var. 100 Suriyeli öğ­
rencinin ise 422 kardeşi var. Bu rakam bile Suriyeli nüfusunun
nasıl demografik bir işgali gerçekleştirdiğini göstermektedir.

-60-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

2040 yılında Suriyelilerin 7,2 milyon olacakları tahmini, bu­


gün resmi olarak açıklanan 3,8 milyon Suriyeli sığınmacı sayısı
baz alınarak hesaplanmıştır. Aslında Suriyeli sığınmacı sayısı­
nın 5,3 milyon civarında olduğu devletin değişik kurumların­
dan gelen bir bilgidir. Ayrıca Suriyelilere vatandaşlık verildiği
zaman "ailelerin birleştirilmesi" adı altında şu anda bu ailelerin
Suriye'de veya dünyanın başka yerinde olan diğer mensuplarına
da vatandaşlık verilecek. Özetle 2040 yılında Türkiye'de 7,5 mil­
yondan çok daha fazla, takriben 10 milyon Suriyeli olması büyük
bir ihtimaldir. Böyle bir demografik istila ile Türkiye'de milli dev­
letin ayakta kalması mümkün değildir. Böyle giderse 2040 yılın­
da Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Hatay; Türk kenti olmaktan çı­
kar. Adana ve Mersin illerimiz yarı yarıya Türk kimliğini yitirir.

Evlad-ı Fatihan'a Hayır, Suriyelilere Evet

1 988'de Bulgaristan'daki Evlad-ı Fatihan, faşist Jivkov rejimi


tarafından Türklüklerinden ve Müslümanlıklarından vazgeç­
meye zorlanmıştı. Türklüklerinden ve İslamiyet'ten vazgeçme­
yen soydaşlarımız Blene denilen bir toplama kampında büyük
işkencelere maruz bırakılmıştı. Sonra Jivkov, soydaşlarımızı
"Bulgar olmayı kabul etmiyorsunuz" diyerek sınır dışı etmişti.
350 bin civarında soydaşımız evlerinden barklarından edilerek,

dedelerinin mezarlarını bırakarak Türkiye'ye geldiler. Onlar sa­


dece dedelerinin mezarlarını mı geride bıraktılar?
Hayır! Onlar "Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin
atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik/ Aktolgalı beylerbeyi hay­
kırdı: İlerle!/ Bir yaz günü geçtik Tuna'dan kafilelerle" diye ruh­
larında yaşayan ecdadın zafer günlerinin rüyalarını da geride
bırakarak geldiler.
Evlad-ı Fatihan sadece evlerini mi geri de bıraktı? Hayır!
Onlar, "Tuna Nehri akmam diyor/ Etrafımı yıkmam diyor/ Şanı

- 6ı -
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

büyük Osman Paşa/ Plevneöen çıkmam diyor" türküsünde ol­


duğu gibi hala ruhlarında yaşayan Osman Paşanın ve Plevne
şehitlerinin ruhlarını da geride bırakıp geldiler. Anadolu'ya
1 988'de adeta 93 Harbi ve 1912'de Balkan Harbi'nde olduğu gibi
bir göç başladı. Bu göç, Balkanlar ve Kafkasya'dan 1 8 1 2'de baş­
layıp 1 924'e kadar süren 5 milyon Türk'ün soykırıma uğradığı,
4,5 milyon Türk'ün Anadolu'ya sığındığı göçün son parçasıydı.
İşte Evlad-ı Fatihan böyle Anadolu'ya sığınırken o zaman
Refah Partisi İstanbul il b �şkanı olan Erdoğan, partisinin top­
lantısında yaptığı konuşmada Evlad-ı Fatihan'ın Türkiye'ye
alınmasına karşı çıkıyordu. Bakın şöyle diyordu: "Tamam gü­
zel, gelin diyorsun ama bak Ahmet, Mehmet asgari ücrete talim
ediyor. Ülke insanı aç; kadınını satıyor, kızını satıyor, çalıştı­
rıyor. Sen buna çözüm bulamamışken gelin diyorsun. Bunları
nereye yerleştireceksin? Kapıkule'de bir anons: Muamelesi bi­
ten soydaşlarımız istediği yere gidebilir, 780 bin kilometrekare
emrinize amadedir. E tabii, bu insanlar geldi. Kim geldi? Casus
mu, değil mi? Ve bir de bakıyorsunuz ki Ercüment K. açıklıyor:
'Gelenlerin içinde beş bin casus var: Hey Allahım ya Rabbim ...
Bu nasıl bir devlet anlayışı? Sen oradan Türk olduğu için değil,
Müslüman olduğu için kovulan 300 bin insan dikkat edin bu
ifademe nazik bir ifade olduğu için söylüyorum, 300 bin kişi
kovuluyor. Ve adam ne diyor: 'Biz bunları Türk olduğu için
kovmadık, bunlar Bulgar vatandaşı Müslümanlardır: Ve biz bu
insanların oradaki haklarından vazgeçiyoruz, isteyen istediği
yere gider diyoruz. Nereyi veriyoruz? Okul yurtlarını onlara
veriyoruz. Okullar açılıyor, başınızın çaresine bakın diyoruz.
E, başının çaresine nasıl bakacak bunlar ya? Bursa'nın park ve
bahçelerinde ahlaksızlığa başlıyorlar:'
Türkiye'de resmi rakamlara göre 3,8, gayriresmi 1 ,5 milyon
Suriyeli sığınmacı ile 5,3 milyondan fazla Suriyeliye yer bulan
Erdoğan, 350 bin Rumeli Türkü'ne yer bulamamıştı.

-62-
Ümit Ôzdağ 11 Kaçınılmaz Çöküş

Suriyeli Sığınmacıların Sessiz İstilası

Suriyeli sığınmacıların kitlesel göçleri modern kavimler


göçü olarak Türkiye'nin demografik yapısını, Türk kimliğini
orta ve uzun vadede ağır tahribata uğratacak niteliktedir. Esa­
sen bu tahribatın boyutlarının ne kadar büyük, yıkıcı olacağı
ortaya çıkmaya başlamıştır.
Hulusi Üstün saygın bir avukat, edebiyatçı ve kültür araştır­
macısıdır. Üstün, "Bu Kadar Arapla Bu Gemi Artık Batı'ya Git­
mez" başlıklı makalesinde şu çok önemli tespitleri soğukkanlı bir
dille yapmaktadır:

"Hiçbir devlet kendi iradesi ve kendi tasarrufu ile ülkesinin


demografik, etnik ve sosyal yapısını değiştirmez. Türkiye'nin et­
nik yapısı geri dönülemez bir şekilde değişti. (...) Türk, Avrupa
ve Asya'nın arasında 1000 yıldır icra edilen bir görevin adıdır. Ve
Türk, dünya politiği açısından varlığı zorunlu bir aktördür. Şunu
rahatlıkla söyleyebilirim ... Türk bu göç ile kimliğini oluşturan en
temel yapıtaşlarını yükselen bir balondan aşağı atmıştır. Önü­
müzdeki yüzyıllardan sonra bu topraklarda Türk'ün varlığını ko­
ruyup koruyamayacağı tartışılır hale gelmiştir. lstanbullu kimliği
nasıl otuz kırk yıl içinde hiç var olmamışçasına yok olmuşsa Türk
kimliği de böylesi bir yok oluş sürecine girmiştir. Kırk yıl elli yıl
değil ama üç kuşak sonrası bu kimlik, bu şekilde bu topraklarda
varlığını sürdüremez. Tarihin temel aktörlerinden biri olan bu
halk geçmişte tarihin temel aktörlerinden olan birçok halk gibi,
İskitler gibi, Keltler gibi, Hunlar gibi eriyip dönüşür."

Üstün kötümser değil, gerçekçidir. Durum bu kadar vahim­


dir. Hatta daha vahimdir.
Suriye ulus devletinin sert Suriyeli kimliği ile yetiştirdiği kitle­
ler hiçbir zaman Türk toplumuna entegre olmayacaklardır. Ancak

- 63 -
Ümit ôzdağ11 Kaçınılmaz Çöküş

Türk toplumunu dönüştürerek yok edecektir. Kavmi necip inancı


ile kendilerini Müslümanlar içinde en üstün hisseden milyonlar­
ca Arap'ın Ttirk toplumunun parçası olması mümkün değildir.
Aksine Türk milli dokusu üzerinde olumsuz etkiler yapacaklardır.
Suriyeli Araplar ile Türkler arasında sosyolojik bir milli bü­
tünleşme sağlanamayacaktır. Suriyeliler içimizde büyüyen ayrı
bir millet olarak varlıklarını sürdüreceklerdir. Bir süre sonra Arap
azınlık hakları talepleri yükselecek, Arap kimliğine ve milliyetçili­
ğine dayanan partiler ortaya çıkacaktır. Arap seçmen Türk siyase­
tini esir alacaktır. Ayrıca Türk milli bütünlüğünün bir parçası olan
Arap asıllı yurttaşlarımız arasında da Arap milliyetçiliği tetiklene­
cektir. Esasen bu konuda ilk adımlar atılmaya başlanmıştır. 'J\rap­
ların'' partileşme çalışmalarını yürüten Beyt Nahreyn Arap-Ara­
mi Birliği Sözcüsü Mim Yavuz Binbay, Türkiyeöe 8 milyon Arap
ve Arami olduğundan bahisle anadilde eğitim ve diğer haklarının
verilmesini talep etmiş, partileşme çalışmalarından bahsetmiştir.
Tti.rkiye'nin belirli kentlerinde Suriyeliler, ya tam nüfus üstün­
lüğünü ele geçirmiş durumda ya da yüzde 25 veya yüzde 30'luk
dilime ulaşmışlardır. Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis ve Hatay'da;
Türkiye'de yaşayan 3,8 milyon Suriyelinin 1,6 milyonu yaşıyor.
Hatay<ia nüfusun yüzde 30'u, Şanlıurfa'da yüzde 24'ü, Gaziantep'te
yüzde 20'si Suriyelilerden oluşuyor. Aslında bu kentlerimizdeki
Suriyeli oranı kayıt dışı Suriyeli sığınmacılar ile birlikte hesaplandı­
ğında daha da fazladır. Üstelik bu şehirlerimizde yerleşik Türk ai­
leler evlerini terk ederek Ttirkiye'nin batı bölgelerine göç ederken,
Gaziantepe, Şanlıurfa'ya, Hatay'a ve Kilise her gün yeni Suriyeli­
ler gelmekte ve Suriyeli çocuklar doğmaktadır. GAP bölgesi dahil
geniş bir coğrafya Araplaşmaktadır. Özetle Türkiye'nin büyük bir
bölgesi sessiz sedasız işgal edilmektedir. Ve bu işgal, Türk milletinin
parasıyla finame edilmektedir. Bu istilaya dikkat çekmek isteyen
Türk vatandaşları kışkırtıcı diye suçlanarak gözaltına alınmakta,
üzerlerinde devlet baskısı kurularak susturulmaya çalışılmaktadır.

-64-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

:E
:J �

,(;
<
o .i

J
w
o:: �
o
C> j
w
o::
w
..J
..J

-65-
2 1 . Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, UZEL KAPOK: S U IU Y EL l Slli l N MACILAK
ve DEMOGRAFİ K PROJEKSİ YONLAR (Mart 2019)

2040 yılında illere göre Suriyeli nüfus oranları


ı-.ı...ı

.,,.
'"
""'
'0

i
N
"' 2018 � � � � � Oranl · 20/1
;:: J040 Wlnda,ıı� � Jürt � Or9 =·U/l
Ü.
..;,
� "?

>b<)
M.dln
j
-
90,000 -+ 1&0,000
" 11 ·HU7
� t/l -+ •fl

423,000 -+ 750,000
Minin
206,000 -+ 365,000 ZU,000 -t 4U,OOO � -+ �•
� -+ "11
5/1 -+ S/1
•ıı -t "17
Kl"1
Hay
t/1 -t 1/1 10/1 -t 6/l
..7$,000 -+ Ul,000 115,000 .... ıol,000
"-MI -+ "'5 MH,.Ul
S/1 -+ 2/1 U/1 -+0�/l
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Kilis'te ise 131 bin Türk, 115 bin Suriyeli var. Kilis, Türk
topraklarındaki Kerkük olmaya aday. Şanlıurfa, Gaziantep ve
Hatay'ın kaderi de Kilis'in kaderini paylaşmak olacak. Nitekim
Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde şimdiden Suriyeli nüfusu Türk nü­
fusunu aşmıştır. Çünkü Suriyeli nüfus artış hızı Türklerin artış
hızından daha fazla. Daha şimdiden Kilis'te çoğunlukta olan
Suriyeliler Kilislilere "Burası bizim, siz gideceksiniz. Devlet bu­
raları bize verdi!" diyerek tecavüzkar şekilde davranmaktadır.

Batı Neden Suriyeli Sığınmacıların


Türkiye'de Kalmasını İstiyor?

Suriyeli sığınmacıların Ttirkiye'de olmasının birçok nedeni var.


Gelen sığınmacıların da orıları burada tutmak isteyen Erdoğan'ın
da kendine göre nederıleri var. Elbette Batı sisteminin Suriyeli sı­
ğınmacıların Tlirkiye'de kalmasını istemesinin de sebepleri var.
Batı dünyası neden milyonlarca Suriyelinin Türkiye'de kal­
masını istiyor? Neden Soros, ABD, AB hatta sosyal yardım­
lara karşı çıkmasıyla ünlü olan IMF, Suriyeli sığınmacıların
Türkiye'ye yerleşmesi için çalışıyor? Uluslararası Kriz Grubu
Türkiye'deki Suriyeli sığınmacılar ile ilgili her çalışmasında Su­
riyelilerin entegrasyonunu savunuyor. Oysa etnik sosyolojiyi
iyi bilen Uluslararası Kriz Grubu çalışanları böyle bir entegras­
yonun mümkün olmadığını gayet iyi bilirler. Batılı uzmanlar,
kitlesel göçlerin medeniyetleri yıkan bir silah olduğunun uzun
zamandan beri farkındadır. Bundan dolayı sosyal bilimlerde
Kitlesel İmha Silahları kavramından hareket edilerek "Kitlesel
Göç Silahları" kavramı üretilmiştir.
AKP'li siyasetçiler ve AKP'ye destek veren aydınların, gaze­
tecilerin bir an için kendilerine şu soruyu sorması çok faydalı
olur: ABD, AB, Soros, IMF, istihbarat örgütleri bağlantılı araş­
tırma kuruluşları neden ısrarla Suriyelilerin Türkiye'ye entegre

-67-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

edilmesi gerektiğini savunuyorlar? Biz Türklerin her geleni ka­


bul eden iyi insanlar olduğumuzu ve Suriyelileri de kabul etme­
mizin insancılığımızı bir kere daha göstermemiz için bir fırsat
olacağını düşündükleri için mi? Yoksa Suriyeli sığınmacıların
iyiliğini istedikleri için mi? Tabii ki değil. Amaç; Suriyeli sığın­
macıları büyük Kürdistan'ın Türkiye parçasını kurma sürecinde
içsavaşı ateşlemek için ateşleyici olarak kullanmaktır. "Suriyeliler
Suriye'ye dönsün" diyenlere kızan AKP'li siyasetçiler ve aydın­
ların meseleye bir de Batılıların neden Suriyeli sığınmacıların
Türkiye'de kalmasını istedikleri noktasından bakmaları ve sor­
gulamaları faydalı olacaktır. Bu çok önemli bir sorudur. Çünkü
yanlış verilecek bir karar, Türkiye'nin bir içsavaşa sürüklenmesi ile
neticelenecektir. Batı ve Doğu muhtemelen bu içsavaşta Türkiye'ye
müdahale edecektir. Bu içsavaş sonucunda Türkiyetlen Irak ve
Suriyetle oluşturulan bölgelere eklemlenecek bir "Kürdistan" çıka­
rılacaktır. Şimdi bu konuya biraz daha yakından bakalım.

Birinci Neden: Suriye'de Bir PKK-İSTAN'ın Kurulması

Suriye'den, özellikle de Kuzey Suriyeöen 5 milyon Suriyeli­


nin Türkiye'ye taşınması ilk aşamada onların boşalttıkları yerin
PKK'nın eline geçmesini ve orada bir PKK-İSTAN kurulmasını
kolaylaştırmaktadır. PKK/YPG, işgal ettikleri alanlarda ulusla­
rarası kuruluşlar tarafından bile mahkum edilen etnik temiz­
lik gerçekleştirmiştir. Ancak; Türkiye'ye gelenler sadece PKK/
YPG'nin etnik temizlik ile işgal ettiği alanlardan sürdükleri de­
ğildir. PKK/YPG'nin işgal ettiği bölgenin çevre alanlarından da
büyük göç gerçekleşmiştir. Böylece, PKK-İSTAN'ın genişleme­
sinin önündeki etnik engel de kalkmıştır.
Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir husus da PKK te­
rör örgütünün AKP hükümetinin PKK Açılımı politikasını na­
sıl Suriye'de üstlenmek ve yeni bir savaş/teror alanı açmak için
kullandığıdır.
-68-
ı.ooo • ıoo.ooı . ıoo.ooo & ..ıuııeo Kampı
illere Göre Suriyeli
K a ra den i O?
<

L000 · 10,000 • SOOJJOO LOOOJJOO


Sıl)ınmacıların Sayıları Ceç.ı.t Noktalan

AZER

IRAN
[
o

�.
::::::
°' �
'P ""
::;
§­
ıı
<J
"'
""
�:

KIBRIS I RAK

k dc n i·
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Özetle emperyalizmin Suriyelilerin Türkiye'1e kalmasını is�


temesinin birinci nedeni, Suriye'nin kuzeyinde kurulması he­
deflenen PKK-İSTAN'ın önündeki Arap ve kısmen Türkmen
etnik duvarını yıkmaktır. AKP, öngörüsüz Suriye siyaseti ile
PKK-İSTAN'ın kurulmasına yardımcı olmaktadır. Bir yandan
"Beşar Esad'ı devireceğim" diyerek, merkezi otoriteyi zayıf­
latıp PKK'ya yardımcı olmakta, diğer yandan PKK'nın işgal
ettiği bölgelerdeki ve çevre bölgelerdeki insanları Türkiye'ye
alıp PKK'nın bu bölgeleri elinde tutmasını kolaylaştırmakta­
dır. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, AKP'nin Suriyeli sığın -
macılar politikasını haklı çıkarmak için "Suriyeli sığınmacıla­
rın yüzde 67'si Misak-ı Milli sınırlarından geliyorlar" dedi. Bu
doğru. Diğer bir ifade ile PKK-İSTAN'ın kurulmak istendiği
bölgeden, Suriye'nin kuzeyinden geliyorlar. Onların vatanla­
rına geri dönmesi PKK-İSTAN projesini ve ileride planlanan
Türkiye içsavaşını engelleyecektir. Erdoğan ve Soylu ise onlara
vatandaşlık vererek hem PKK-İSTAN'ın hem de Türkiye'de iç­
savaşın yolunu açıyorlar.

İkinci Neden: Türkiye'de İçsavaş Çıkarmak

Emperyalizmin Suriyelilerin Türkiye'de kalmasını isteme­


sinin ikinci nedeni ise gelecek on yıllarda Türkiye'de bir Kür­
distan kurmak amacıyla içsavaş çıkarmak için sığınmacılardan
istifade etmektir.
Emperyalizm, planlarını çok uzun vadede yapar ancak
kararlılıkla, istikrarlı bir şekilde uygular. Irak'ın parçalanma
süreci 1 99 l 'de başlamıştır. Ve devam etmektedir. Suriye'nin
parçalanma süreci 201 1 'de başlamıştır, devam etmektedir.
Bu süreçte Irak'ın kuzeyinde federe Kürdistan önce fiili son­
ra hukuki olarak kurulmuştur. Şimdi Suriye'nin kuzeyinde

-70-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

PKK'nın kontrolünde bir Kürdistan oluşturulmaktadır. Sı­


rada önce İran sonra Türkiye toprakları üzerinde Kürdis­
tan'ların kurulması projeleri vardır. Türk topraklarında bir
Kürdistan'ın kurulması için Türkiye'nin bir gayrinizami harp
ortamına sürüklenmesi gerekir. Diğer bir ifade ile; nasıl önce
lrak'ta sonra Suriye'de içsavaşlar çıkarıldı ve sonra bu iki ülke­
nin içinden Kürdistanlar çıkarıldı ise Türkiye'de de aynı proje
uygulanmaktadır. Ancak Türkiye'nin sosyolojik yapısı Irak ve
Suriyeöen farklı olarak güçlü bir milli kimliğe sahip olduğu
için Türkiyeöe Türk-Kürt içsavaşı çıkarmak mümkün değil­
dir/olmamıştır. Fakat yaşanan süreçte bir yandan milli birlik
duygumuz zayıflamakta diğer yandan Suriyelilerin gelmesi ile
Anadolu'ya yeni bir millet yerleşmektedir.
Suriyeli sığınmacılar, önümüzdeki on yıllarda ülkemizde
ateşlenecek bir gayrinizami harp için çok önemli bir vasat oluş­
turmaktadır. Bu vasatı hem Suriye'nin hem Türkiye düşmanı
birçok ülke ve yapının kolaylıkla kullanabileceği açıktır. Zaman
geçtikçe Türkler ile Araplar arasında sorunlar azalmayacak, ak­
sine artacaktır. Suriyelilere vatandaşlık verilmesi, onların ken­
dilerini Türkiyeöe kalıcı görmesi sorunları artıracak ve keskin­
leştirecektir. Türk milletinin artan mağduriyet duygusu daha
da güçlenecektir. Türkler ve Araplar arasında başlayan kaynak
paylaşımı savaşı daha da artacaktır. Bir yandan kendi içinde
kültürel, politik ve bölgesel olarak ayrışmış Türk milleti, diğer
yandan coğrafi anlamda Şanlıurfa-Konya hattında bloklaşmış,
Ankara, İzmir, İstanbul gibi metropollerde büyük gettolar oluş­
turmuş olan Suriyeliler.
Böyle bir sosyal zemin dış tahriklere, kitlesel çatışmaları kış­
kırtmaya çok uygun bir ortam yaratacaktır. Batı'nın içimizdeki
bu gayrinizami harp ortamını içsavaşa dönüştürmesi hiç zor
değildir. Bu gerçeği görmemek için kör olmak gerekir.

-71-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Ayrıca Suriyeli sığınmacıların en yoğun olarak yaşadığı/yer­


leştikleri bölgeye bakıldığı zaman sadece Türkiye'nin Suriye sı­
nırında kırılgan bir jeopolitik yapı oluşturmakla kalmayıp aynı
zamanda en sorunlu jeopolitik bir alt bölge olan Doğu Akdeniz
ile sınırdaş illerimizde de demografik yapıyı köklü şekilde de­
ğiştirdikleri görülmektedir.
Sonuç olarak, Suriyeli sığınmacıların bir an evvel ülkele­
rine dönmelerinin zemini hazırlanmazsa Ortadoğu'da sık sık
rastladığımız jeopolitik sarsıntılardan birinin gerçekleşmesi
durumunda bu coğrafyayı Türkiye'nin parçası olarak tutmanız
mümkün olmaktan çıkar. Esasen "mültecilerin çoğunun gel­
dikleri ülkeye geri dönmedikleri" üzerine kurulu Batı kaynaklı
söylemin arkasında da Batı emperyalizminin Türkiye içerisinde
gelecekte istismar edebileceği bir demografik yapının oluşması­
nı hedeflemesi yatmaktadır.

Suriyeliler Dışındaki Diğer Sığınmacı ve


Mülteci Adayı Gruplar

Suriyeli sığınmacıların dışında bu kadar olmasa da bü­


yük sorunlar yaşıyor Türkiye. Afganlar, Iraklılar ve İranlılar.
Türkiye'ye büyük bir Afgan göçü gerçekleşiyor. Halen 1 75 bin
Afgan olduğu tahmin ediliyor. Çoğu kırsal alanda çiftliklerde
yaşıyor ve çalışıyorlar. Ahırlarda dahi kalıyorlar. Bir aile 2000
TL gibi bir maaş karşılığında çalışıyor. Bu vizesiz göç, İran'a ka­
çan 900 bin Afgan'ın Doğubayazıt üzerinden girişleri ile oluyor.
İran, Afgan sorunundan' kurtulmak için Afganları Türkiye'ye
yönlendiriyor. Türkiye tarafında da kimse engellemiyor. İran'ın
Şii Afganlara sunduğu öneri ise "iran'da ailenizin kalmasını isti­
yorsanız Suriye'de İran için Esad rejimi yanında savaşacaksınız"
şeklinde oluyor. Afganlar ise Kabil'de yerleşik bir çetenin 5000
dolara temin ettiği vizeler ile giriyorlar ülkemize.

-72-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Afganistanlılar Türkiye'ye gelen en fakir, eğitimsiz grup.


Birçoğunda Hepatit-B, tüberküloz çok yaygın. Sivas'ta bir
Afgan'da cüzam bile tespit edildi. Afganlar çok büyük bir sağlık
tehdidi oluşturuyorlar. Uluslararası kuruluşlar iki sene sonra
Türkiye'de büyük sağlık sorunları ortaya çıkacağını söylüyor­
lar. Afganların Türkiye için oluşturduğu bir diğer tehdit uyuş­
turucu getirmeleri. Ve Türkiye artık uyuşturucuda transit ülke
olmaktan çıkıyor, hedef ülke-pazar haline geliyor. Afganlar
yanlarında eroin getiriyorlar.
Afganistanlılardan sonra sayıları 145 bin civarında olan
Iraklılar geliyor. (Erdoğan, kısa bir süre önce, 8 Ekim'de yaptı­
ğı konuşmada Iraklıların sayısının 500 bin olduğunu açıkladı.
Eğer ağzından gizlenen bir rakamı kaçırdı ise durum bilindi­
ğinden daha kötü demektir.) Iraklılar daha çok emeklilerden
oluşuyor. Ülkelerinde emekli olup daha huzurlu bir yaşam ter­
cihi ile Türkiye'de yaşayan bu insanlar 600 ile 1 000 dolar ara­
sında bir emekli maaşı alıp T[ye çevirince Türkiye'de rahatça
geçinebiliyorlar.
İranlılar ise 35 bin civarında. BM tarafından başka bir ül­
keye gönderilmek üzere Türkiye'nin değişik bölgelerine dağıl­
mış durumdalar. Eskişehir ve Denizli gibi illerde yoğunlaşma
görülüyor. İranlılar üst gelir ve kültür gruplarına mensuplar.
Kendi tiyatro gruplarını kurmuşlar. Yazın, ailelerin ziyareti
için Denizli-Tahran arasında haftada iki kez uçak seferi dü­
zenleniyor. Büyük bölümü siyasi muhalif veya izin verilmeyen
yaşam tarzları, cinsel tercihler gibi nedenlerle İran'ı terk et­
mişler. İranlılar arasında misyonerlik faaliyeti ve Hıristiyanlık
çok yaygın. Uzmanlar, İranlı mülteciler arasında AIDS riskinin
fazla olduğunu belirtiyorlar.

- 73 -
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Suriyeli Sığınmacıların Ortaya Çıkardığı Kısa ve


Orta Vadeli Diğer Tehditler

Suriyeli sığınmacılar Türkiye'nin demografik yapısını değiş­


tirerek milli devletin demografik altyapısını ortadan kaldırmak
veya güney ve güneydoğu illerimizde jeopolitik kırılmalara yol
açmak dışında da kısa ve orta vadeli sorunlar oluşturmaktadır.
Bu sorunları şu başlıklar altında toplamak mümkündür:

a. Türklerin Ellerinden İş Piyasasının Alınması

Suriyeliler Türk işgücü piyasasını olumsuz etkiliyorlar.


Türkiyeöe çalışan Suriyeli sayısı 1 milyon civarındadır. Türk­
lerin işsiz kalmasına yol açacak şekilde düşük ücretler ile çalış­
mayı kabul ederek iş piyasasının dengelerini bozuyorlar. Birçok
Türk işsiz kalıyor, işini kaybediyor. Türkiyeöe 5 milyon 823 bin
kişi işsiz. Fiili işsizlik oranı yüzde 16, 1 . İŞKUR'a kayıtlı 3 milyon
2 1 5 bin işsizin yüzde 20'si üniversite mezunu. Suriyelilerin ise
yüzde 45'i kendi dilinde bile okuryazar değil.
Suriyeliler sağlık hizmetlerinden ücretsiz faydalanıyor. Ça­
lışmadan devletten mali destek alıyorlar. Türkiyeöe Türk vatan­
daşlarının işsizliği yüzde 1 6'nın üzerine çıkmış ve yükselirken
Suriyelilerin iş piyasasında artması isteniyor. AKP, 900 bin Su­
riyelinin, işgücü piyasasına dahil olması için çalışma yürütü­
yor. Suriyeli çalıştıracak firmaların izin harcı 537 Tllien 228
TL'ye indirildi. Torba yasayla birlikte, sosyal yardım alan kişile­
ri istihdam edecek işverene, bir işçi için yıllık toplam 4 bin 56
lira destek sağlanacak. Düzenlemeden Suriyeli istihdam eden
işverenler de yararlanabilecek. Türk milleti uyutulurken, işyer­
leri ellerinden alınıp Suriyelilere veriliyor. Sadece Türk milleti
uyurken değil, Türk çocukları ölürken de işleri ellerinden alınıp
Suriyelilere veriliyor.

-74-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Merve Çavdar, 25 yaşında genç bir öğretmen adayıydı.


Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler öğretmenliğin­
den mezun olmuştu. Fakir bir ailenin evladıydı. Bir an önce
öğretmen olarak atanarak ailesine yük olmamak istiyordu.
Yıllarca iş aradı, bulamadı. 1 7 Nisan 20 1 8'de yaşadığı Aydın
İncirliova'da intihar ederek yaşamına son verdi. Sadece Merve
mi hayata veda etti? Hayır, 2016-201 7 yıllarında 42 öğretmen
adayı gencimiz intihar etti. Ancak bu çocuklarımıza ölesiye
istedikleri öğretmenliği yaptırmayan Milli Eğitim Bakanlığı
geçtiğimiz günlerde 900 Suriyeliyi öğretmen olarak atandı.
Bunlar sadece Suriyeli çocuklara değil, Türk çocuklara da ders
verecekler. Keşke Merve'ye ve Merve gibi iş bulamayan genç
öğretmen adaylarına da istedikleri iş verilseydi. Onların suçu
Türk olmak mı?
Suriyeliler, açtıkları sayıları 15 bine varan ticarethanelerde
vergi ödemiyorlar. Türk esnaf vergi öderken Suriyeli esnaf hem
vergi ödemiyor hem kaçak mal satıyor. Böylece hem Türk es­
nafa zarar veriyor hem Türk ekonomisine. Bu şartlarda Suriyeli
esnaf ile baş edemeyen Türk esnaf, dükkanını Suriyelilere dev­
rederek işi bırakıyor. Türk olmak zor, gerçekten zor. Türk işa­
damı isen vergini ödeyeceksin, sigortanı ödeyeceksin. Suriyeli
isen aç dükkanı ne vergi var, ne sigorta ... Bir de "Yabancıya iş
yok'' diyerek Türk vatandaşlarına iş vermiyorlar. Türk işadamı
iflas edince de işyeri Suriyeli sığınmacının eline geçiyor. Gidin
Gaziantep'e, Hatay'a, Şanlıurfa'ya, gerçek durumu görün.

b. Suriyeli Suç Örgütleri ve Eroin Mafyası Doğuyor

Türkiye'de İstanbul başta olmak üzere etkin bir Suriye maf­


yası oluşmaya başladı. Suriye mafyası ülkemize cesaret artırıcı
ve uyanık tutan, kokain benzeri olduğu söylenen sentetik bir
uyuşturucu sokuyor. Bu mafyanın çok güçlü de bir insan kay-

- 7 5-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

nağı var: Suriye İçsavaşı'nın klinik depresyona sürüklediği,


Türkiye'de eğitimsiz, umutsuz, köksüz kalan 600 binden fazla
Suriyeli çocuk. Kısa bir süre önce 1 2- 14 yaş grubundaki bir
grup Suriyeli çocuk bir Türk kahveciyi bıçaklayarak öldürdü­
ler. Devletin mafya ile mücadelesinde en önemli gücü teknik
istihbarattan kaynaklanıyor. Ancak kendi aralarında Arapça­
nın değişik lehçelerini konuşan bir mafyaya karşı mücadele
çok zor olacak. Sonuç olarak Arapçanın değişik lehçelerini
konuşarak polisin teknik istihbaratından büyük ölçüde ka­
çabilecek bir Arap mafyası, Türkiye'yi Ortadoğu ile Avrupa
arasında geçiş yolu yapacaktır. Polisin giremediği mafya ve
gizli örgütlere ev sahipliği yapan büyük gettolar büyükşehirle­
rimizde oluşmaya başlamıştır. Arap sokak çeteleri kurulmak­
tadır. Büyük uyuşturucu pazarı için bütün şartlar bir araya
geliyor. Zaten artık Türkiye uyuşturucuda transit ülke değil,
hedef ülke, pazar olmuş durumda.
Dünyanın her yerinde uyuşturucu ile terör ve ayaklanma
arasında bağlantı vardır. Tayland-Laos-Vietnam coğrafyala­
rının oluşturduğu ''Altın Üçgen" diye anılan coğrafyada ge­
leneksel afyon üreticilerinin Vietnam Savaşı sırasında eroin
üretimine dönmesi ilk akla gelen örneklerden biridir. Catheri­
ne Lamour ve Michel R. Lamberti, Eroin Dosyası-Amerika'nın
Afyon Oyunu adlı kitaplarında bu süreci anlatırlar. Bir diğer
örnek Afganistan'da yaşanmıştır. Rus ordusuna karşı sava­
şan Afgan aşiret, grup ve partileri savaşı finanse etmek için
her kaynağı kullanmışlardır. Bu kaynaklar arasında Ameri­
kan ve Suud yardımları olduğu gibi uyuşturucu gelirleri de
vardı. Afgan liderler sadece dış yardıma bağlı kalmamak için
komuta ettikleri binlerce mücahidi ve savaşı finanse etmek
amacı ile uyuşturucu üretimi ve satışına girmişlerdir. Birleş­
miş Milletler'in sadece 2009 raporuna bakarsak Afganistan'da
300 ila 500 eroin laboratuvarı olduğunu görüyoruz. Birleşmiş

-76-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi UNODC'nin Mayıs 20 1 8'de


yayımladığı rapora göre, Afganistan'da 20 1 7'de 4, 1 -6,6 milyar
dolar değerinde eroin üretildi. Eroin satışından Taliban 1 55
milyon dolar, Afgan köylüleri 440 milyon dolar ve uyuşturucu
tüccarları 2,2 milyar dolar kazanmış.
Türkiye-Suriye sınırında yerleşik yapıların bu illegal tica­
retin dışında kalması beklenemez. Nitekim Cerablus-Afrin
hattı ve altında üretimi eroinden daha kolay olan kaptagon
adlı uyuşturucu hap üretilmeye başlanmıştır. Bu uyuşturucu
hem Türkiye'ye sokulmakta hem Türkiye üzerinden denizyo­
lu ile Arap ülkelerine dağıtılmaktadır. Üstelik Türkiye içinde
5,3 milyon Suriyelinin olduğu bir ortamda Suriye mafyası ta­
şıyıcı ve dağıtıcı bulmakta hiç zorlanmayacaktır. Bu durum
bir yandan Türkiye'de uyuşturucu kullanımını daha da artıra­
cağı gibi, diğer yandan ortaya çıkacak uyuşturucu parasının
büyüklüğü Türk siyaset ve güvenlik sektörü üzerinde yıkıcı
etkiler yapacaktır.
Bunun ötesinde Suriyeliler ile ilgili suç oranları AKP tara­
fından bilinçli şekilde gizlenmektedir. Şimdiden hapishaneler­
de 3. 102 Suriyeli mahkum cezasını çekmektedir. Suriyeliler ile
birlikte dilencilik, hırsızlık, taciz ve şiddet olayları artmaktadır.

c. Tdrkiye'de Yeni IŞİD'ler Ortaya Çıkıyor

AKP'nin yanlış Suriye politikasının sonucunda IŞİD, El Nus­


ra ve benzeri selefi sözde cihatçı terör örgütleri ülkemizin başına
bela olmuştur. Selefi sözde cihatçı örgütler; vatansız, emperyaliz­
min kullanımına açık, İslam kültürü düşmanı yapılardır. IŞİD'in
gerçekleştirdiği Ankara'daki gar bombalanmasında 125 kişi ha­
yatını kaybetmiştir. Gaziantep'te düğünü bombalayarak çoğu
çocuk 53 kişiyi katletmişlerdir. IŞİD'li teröristler, Atatürk Hava­
limanı baskınında 42 kişiyi katletmiş, 238 kişiyi yaralamıştır.

-77-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Suriye İçsavaşı'nın radikal selefi unsurları Türkiye'deki mev­


cut örgütlenmelerini Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalması
durumunda çok daha güçlü hale getireceklerdir. Bir süre son­
ra bu unsurlar Türkiye'de yabancı istihbarat servislerinin tetik
çekmesi ile selefi cihatçı şiddet eylemlerine imza atacaklardır.
Türkiye'de selefi cihatçı örgütlenmeler güç kazanacaktır. Türki­
ye, yeni bir selefi-cihatçı terör dalgasının hedefi olmanın öte­
sinde, merkezi de olacaktır.

d. Hanefı-Maturidi Çizgiden Selefi Çizgiye


Kayış Tehdidi Ortaya Çıktı

Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalması durumunda


Türk-İslam kültürü büyük bir aşınma ile karşı karşıya kalacak­
tır. Zaman içinde Hanefi-Maturidi çizginin yerini, selefi cihat­
çı çizgi almaya başlayacaktır. Nitekim son yıllarda bu konuda
olumsuz gelişmeler görülmektedir. İlahiyat fakültelerine bile
Suriyeli ilahiyatçılar aracılığı ile selefi cihatçı çizgi sızmaya baş­
lamıştır. Afgan göçmenlerin Pakistan'da din anlayışını değiş­
tirmesi ve radikalleştirerek sertleştirmesi sürecinin bir benzeri
Türkiye'de yaşanacaktır.

e. Eğitimde Adaletsiz Uygulamalar

Eğitim sistemimiz yazboz tahtasına dönmüştür. Eğitimin


kalitesi düşmüştür. Özel okullar ile devlet okulları arasındaki
eğitim kalitesi farkı açılmakta, devlet okullarından mezun olan
çocuklarımız adeta hayata geriden başlamaktadır. Eğitim, söz­
de ücretsizdir ancak bağış adı altında sürekli velilerden para
toplanmaktadır. Şimdi bütün bunların üzerine 620 bin Suriyeli
çocuğun eğilim sistemi üzerine getirdiği iyi planlanmamış yük
gelmektedir. Türk çocukları yıllarca emek vererek bir noktaya

-78-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

gelmektedir. Anneler babalar dişlerinden tırnaklarından ar­


tırdıkları ile çocuklarını okutmaya çalışırken Suriyeli çocuk
aynı yere sınavsız gelmektedir. Suriyeli ve Türk çocuklar aynı
okullarda okuyunca, ister istemez eğitimin kalitesi düşmekte­
dir. İnanılır gibi değil ancak Türk olmak, gerçekten suç oldu.
Suriyeli öğrencilere 1 200 TL burs verilirken Erdoğan Türk öğ­
rencilere "Burs alıp bedavacı olmayın, kredi alıp geri ödeyin"
diyor. Evet, bu ülkede bedavacılık Suriyeli sığınmacılara tahsis
edilmiş bir ayrıcalık.
Hepimiz çocuklarımızın, torunlarımızın okul kayıtlarından
dolayı sıkıntılar yaşıyoruz. Çocuk, ancak velisinin oturduğu
bölgedeki okula kayıt yaptırabiliyor. Bunun istisnası ancak şe­
hit, harp malulü ve gazi çocuklarıydı. Buna kimsenin bir itirazı
olamaz. Şimdi buna Adana'da Suriyeli çocuklar da eklenmiş.
Bunun anlatılır, izah edilir yanı yok.
Adaletsizlik sadece ilk ve orta eğitimde değil, üniversite eği­
timinde de açık şekilde görülüyor. İYİ Parti Ankara Milletve­
kili Prof. Dr. Ayhan Altınbaş, 20 Şubat 201 9'da TBMM Genel
Kurulu'nda yaptığı konuşmada bu adaletsizliği şu şekilde orta­
ya koydu:

"1 7 Şubat 201 9'da YÖK'ten yapılan açıklamada Suriyeli mül­


tecilerin hiçbir sınava tabi tutulmadan ülkemizde istedikleri üni­
versiteye girebilecekleri şeklinde YÖKe yapılan atıfların doğru
olmadığı duyuruldu. Öncelikle YÖK gibi akademiya ve bilimle
ilgili bir kuruluşun mülteci ve sığınmacı arasındaki farkı bilmesi
gerekir. Suriyelilere kamuoyundan gizli mülteci sıfatı verildi de
haberimiz mi yok? Gazeteler bu mülteci/sığınmacı farkını bile­
meyebilir, ama bu özensizlik YÖKe yakışmaz.
İkinci husus ise bazı üniversitelerimizin Suriyelileri sadece lise
diploması ile kabul ettiklerine dair aynı YÖK'te ilanlar var. Ör-

-79-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

neğin Aksaray Üniversitesi. Zaten tüm üniversitelerimiz Suriyeli


öğrenci kabul ediyorlar. Suriye Bakalorya sınavını kabul etmeyen
üniversitemiz yok gibi. Üstelik yüzde 50 başarı yeterli görülüyor.
Bu sınavın seviyesi, kim tarafından yapıldığı, sonuçların güveni­
lirliği hakkında bilgimiz yeterli mi? Suriyelilerin eğitim görmele­
rine bir itirazımız yok. Ancak, eğitimde fırsat eşitliğini gözetmek
şartıyla. Ayrıca, yabancı öğrencilerin pek çoğuna bu milletin öde­
diği vergilerle bol bol burs ve yurt dağıtılıyor.
Kendi öğrencilerimize lise diplomasını yetersiz görürken Su­
riye lise diplomasını, Angola lise diplomasını ya da Demokratik
Kongo Cumhuriyeti lise diplomasını yeterli görmemizi nasıl açık­
layacaksınız? Milli Eğitim Bakanlığı'mızın verdiği lise eğitiminin
Angola ya da Kongo Cumhuriyeti'ndeki eğitimden daha alt dü­
zeyde olduğunu mu kabul ediyorsunuz? Öncelikle Milli Eğitim
Bakanı'mızın buna itiraz etmesini beklerdim."

Ayhan Altıntaş'ın verdiği örnek Aksaray Üniversitesi ancak


sadece Aksaray Üniversitesi değil, başta Gaziantep Üniversitesi
olmak üzere birçok üniversite aynı uygulamayı yapıyor. Özetle,
YÖK Türk halkına doğru söylemiyor.
Adaletsizlik bununla da kalmıyor. Sadece çevre üniversitele­
re değil, bir şekilde seçkin üniversitelere girebilen Suriyeli öğ­
rencilerin sınıf geçmesi için öğretim üyelerine baskı yapılabili­
yor. Bu baskıya maruz kalan öğretim üyeleri durumu anlatırken
ekliyorlar: "Siz bilin ama lütfen benim söylediğim duyulmasın:·

f. Sağlık Sistemi Üzerinde Artan Yük ve


Artan Çocuk Hastalıkları

Suriyelilerin Türkiye'ye kitlesel göçü ile Türk sağlık sistemi


üzerinde büyük bir yük oluşmuştur. Bu çok doğaldır. Bu in-

- 80 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

sanların hastalanmaması, sağlık sorunlarının olmaması bekle­


nemez. Aslında evlerini barklarını terk etmiş insanların daha
fazla sağlık sorunuyla karşılaşması doğaldır. Suriyelilerin sağlık
sorunlarını karşılamak amacı ile 1 8 Ocak 20 1 3'te kayıtlı ve ka­
yıtsız bütün Suriyelilerin sistemden ücretsiz yararlanmaları ka­
rarı alınmıştır. Suriyeliler özellikle Şanlıurfa-Gaziantep-Kilis­
Hatay-Adana-Mersin hattında ve Ankara-İstanbul gibi büyük­
şehirlerde yoğun yaşadıkları bölgelerde acil servisleri ve has­
taneleri doldurmaktadır. Sınır illerinde devlet hastanelerinde
toplam hizmetlerin yüzde 30 ila 40'ı Suriyelilere verilmektedir.
Öte yandan Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde
TürkiyeCle kaybolmuş hastalıkların tekrar ortaya çıktığını görü­
yoruz. Özellikle çocuk hastalıklarında bu durum tedirgin edici
olmaya başlamıştır. Bir çocuk doktoru olan Dr. Savan Günay'ın
attığı çığlığı bütün Türkiye duymalıdır:

"Ülkeyi 50 yıl öncesine götürdünüz, bir çocuk doktoru olarak


size söylüyorum. Ülkeye 4,5 milyon Suriyeli doğurgan çift almakla
beraber 1 milyon 800 bin aşısız bazı kaynaklarda 2 milyon Suriye
uyruklu çocuk aldınız. Ülkemin son 30 yılda emek emek, ilmek
ilmek yapılan demografik aşı haritasını değiştirdiniz. 30 yıldır
görünmeyen kızamık hastalığını hortlattınız. Türk çocukları 30
sene sonra kızamık geçirir oldu. İlk olarak Batı Şeria ve Gazze'den
kontrolsüz geçiş suretiyle el, ayak, ağız hastalığı hortladığında
bakanlığı uyarmıştım. O dönemin sağlık bakanı kısa bir çalışma
başlatmıştı. Sonra Suriye faciası ile olay kontrolsüz bir hale geldi
ve ülkenin aşı politikasının ruhuna el Fatiha okudunuz.
Yine 30 yılda sıklığı J OOO'de 2ye düşen suçiçeği hastalığını
yüzde 4e fırlattınız. Eredike ettiğimiz (yani sıfırladığımız) el,
ayak, ağız hastalığını 10.000'de 1 görülürken yüzde 2 görülür
hale getirdiniz Ölüyü hortlattınız. Bunlar korkunç rakamlardır.

-81-
Ümit Özdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Bu sektörde çalışanlar iyi bilir. Sınır kapılarında aşı yapmak 1,5


milyon çocuk geldikten sonra aklınıza geldi. Önünüze geleni ül­
keye aldınız. Almayın demiyorum ama kontrollü alınız. Böylece
aşılanmış çocuklar ve aşılanmamış çocuklarla, aşılanmış olanla­
rında immün (bağışıklık) sistemi bozuldu. Size söylüyorum sayın
Sağlık Bakanı. Biz 50 yıl bu hastalıklarla tekrar mücadele edece­
ğiz. Kim için? Ne için? Ne adına?
Benim çocuklarımın bahar yaşadığı bu iklime, kontrolsüz 2
milyon aşısız çocuk sokarak ülkeyi 50 yıl öncesine götürdünüz.
Bunun acı faturasını Türk çocukları daha sonraki yıllarda öde­
yecek. Ya siz ne ödeyeceksiniz? Ben ülkemin meftunu, aşığıyım...
Gerçek budur ve halkım bilmelidir... "

Dr. Savan Günay'ın söylediklerine eklenebilecek çok şey var.


İstanbul başta olmak üzere birçok şehrimizde merdiven altı kli­
nikler kurulmuş, çalışıyor. Bu kliniklerde kürtaj ve başka birçok
cerrahi müdahale yapılıyor. Gerçek ortada ve ne yazık ki gerçek
Savan Günay'ın söylediğinden daha da vahim. Birleşmiş Millet­
ler yetkilileri Türkiye'ye sadece Suriyeli sığınmacılar değil, Af­
gan sığınmacıların getirdiği hastalıklar ile önümüzdeki yıllarda
salgın hastalıklar beklemektedir.

g. Artan Fuhuş

Ensar-muhacir edebiyatı yapanlar, fuhuşun Suriyeliler ile


birlikte nasıl yayıldığını gözden kaçırmaya çalışmaktadır. Bu,
Suriyelilerin bir ahlaki sorunu değildir. Açlığı aşmak için sa­
tacak bir şeyi kalmayanların vücutlarını satmalarıdır. Fuhuşun
olduğu yerde kaçınılmaz olarak mafya devreye girmekte ve or­
ganize suç oluşmaktadır. İstanbul'un en lüks semtlerinde cad­
delerin kenarları Suriyeli fahişeler ile dolmuştur. Suriyelilerin

-82-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

yoğun olduğu illerde erkek çocuklarının fuhuşa gitmeleri 14


yaşına kadar düşmüştür. Cinsel hastalıklar korkutucu ölçüde
artmıştır. Ensar edebiyatı yapanlar Suriyeli kadınların kendi
ülkelerinde vücutlarını satmak zorunda kalmadan normal bir
hayat yaşadığının farkında değil mi acaba?

h. Suriyeliler Toplumun Huzurunu Kaçırmaktadır

Türk halkı kültürel farklılıklardan dolayı Suriyeli sığınmacı­


ları tehdit olarak algılamaktadır. Kadınlarımız kendilerini Su­
riyelilerin çoğunlukta olduğu yerlerde güvende hissetmemek­
tedir. Suriyeliler kaba ve saldırgan olarak algılanmakta. Toplu­
mun huzurunu kaçıran sadece kaba ve saldırgan tavırlar değil,
aynı zamanda suç zeminine kayan kültürel uyumsuzluklardır.
1 1 - 12- 1 3 yaşındaki Suriyeli kız çocukları evlendirilmekte ve
hamile kalmakta, o şekilde okula gitmektedir. Gaziantep ve
Kilis'te çok sayıda 1 5 yaş altı "çocuklar" çocuk doğurmaktadır.

ı. Suriyeli Sığınmacılar Uyum Sağlamamakta,


Türkiye'yi Suriyelileştirmektedir

Suriyeli sığınmacılar topluma uyum sağlayacakları yer­


de toplumu kendilerine uydurmaya çalışmaktadır. Her yerde
Arapça levhalar yurttaşlarımızı rahatsız etmektedir. Türk halkı
adeta evimizde tanımadığımız insanlar yaşıyor diye düşünme­
ye başlamaktadır.

j. Türkiye'nin Avrupa Birliği Sürecinin


Nihai Olarak Sona Ermesi

Türkiyeöe halen ülkemizin bir gün AB tam üyesi olabilece­


ğine inanan var ise artık bu inancından tamamen vazgeçme-

-83-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

lidir. Çünkü içinde milyonlarca Arap olan ve Ortadoğululaş­


mış bir Türkiye'yi AB asla tam üye yapmayacaktır. Suriyelilerin
Türkiyeöe kalması durumunda Türkiye Ortadoğu ile AB ara­
sında köprü olmaktan çıkacak, kendisi Ortadoğu olacağı için
Ortadoğu'nun sınırları AB'nin sınırlarına dayanacaktır.

k. Özellikle Arap İstihbaratları İçin


Verimli İnsan Kaynağı

Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalmaları durumunda


özellikle, Arap ülkelerinin istihbarat servisleri için kolay devşi­
rilebilecek sınırsız bir insan kaynağı ortaya çıkacaktır. Suriyeli
sığınmacıların büyük bir bölümü alt gelir gruplarına mensup­
tur. Türkiye'ye karşı herhangi bir sadakat bağı ile bağlı değildir.
Arapça bilmekte, Türkiyeöe yaşamaktadırlar. Bu tür insanların
yabancı servisler tarafından devşirilmesi kolaydır. Arap ser­
vislerinin Türkiyeöe eleman devşirmeye başladığı haberleri
gelmeye başlamıştır. "Arap servisleri eleman devşirse ne olur?"
şeklindeki bir soru hiç akıllıca olmaz. Suriye istihbaratının
Türkiye'de yaptığı bazı operasyonlara bu çalışmada değinilmiş­
tir. Suudi servisinin daha yakın zamanda İstanbul'da tanınmış
bir gazeteciyi katletme cesaretini gösterdiği düşünülür ise Arap
servislerinin ne kadar cüretkar olduğu anlaşılacaktır.

1. Bedeli Olmayan Kayıplar

Erdoğan'ın yanlış Suriye ve Suriyeli sığınmacılar politika­


sı çok ağır bedeller ödetiyor. Buna rağmen Erdoğan, Esad re­
jimini devirme politikasında ısrar ediyor. Esad'ın devrilmesi
ise yerine geçerek merkezi otoriteyi sağlayabilecek kimse ol­
madığı için Suriye'nin parçalanması, Akdeniz kıyısında ikinci
bir Afganistan'ın ortaya çıkması anlamına gelecek. IŞİD ve El

- 84 -
Ümit Ôzdağ il �çınılmaz Çöküş

Nusra gibi örgütler Suriye'nin bazı bölgelerine hakim olacaklar.


Rusya ve İran destekli Nusayriler, Akdeniz kıyısında kendi dev­
letlerini kuracaklar. PKK ise Suriye'nin kuzeyinde, güney sını­
rımız boyunca bir PKK-İSTAN oluşturacak. Esad'ın devrilme­
yeceği artık ortaya çıkmıştır. Ancak Suriye'nin bölünme tehdidi
devam etmektedir. Suriye'nin değişik bölgelerinin değişik ör­
gütler tarafından ele geçirildiği bir Afganistan olma süreci sona
ermiştir. Ancak Suriye'nin ikiye bölünmesi tehdidi devam et­
mektedir. Emperyalizm Suriye'nin kuzeyinde bir PKK-İSTAN
kurma çalışmalarını sürdürmektedir.
Suriye'nin bölünmesini engellemenin yolu yanlış Suriye po­
litikasını durdurmak, Beşar Esad ile görüşerek Suriye'nin top­
rak bütünlüğüne destek vermektir. Böylece Suriye Ordusu hem
IŞİD ve El Nusra hem PKK ile daha etkili şekilde savaşacaktır.
Ancak Erdoğan'ın hatalı siyasetinin sonuçlarını kısmen de olsa
büyük bedeller ödeyerek ortadan kaldırmak Türk Ordusu'na
düşmektedir. Türk Ordusu, El Bab ve Afrin'de Türkiye'nin as­
lında Suriye Ordusu tarafından sağlanması gereken güvenliğini
sağlamak amacı ile savaşmaktadır. Bu sınır ötesi operasyonlar­
da Türkiye şehitler vermektedir. Türk Ordusu'nun mensubu
iki er Sefer Taş ve Fethi Şahin, IŞİD tarafından yakılarak öldü­
rülmüştür. Kahraman üsteğmen Oğuz Kaan Ustanın cenaze­
si günlerce bulunamamıştır. Bu evlatlarımız Suriye'de güvenli
bölgeler için şehit olurken askerlik çağındaki 450 bin Suriyeli
genç, ülkemizde nargile içmekte, Taksim Meydanı'nda bayrak
açıp, "Suriye! Suriye!" nidaları ile yılbaşı kutlaması yapmakta­
dır. Ülkesini bu kadar seven insanlara evlerine gitmeleri için
yardımcı olmak gerekir.
Erdoğan ise Türk Ordusu'nun kanı ile parti siyaseti yap­
maktadır. Bu durum Afrine düzenlenen sınır ötesi operasyon
sırasında kendisini çok açık şekilde ortaya koymuştur. Erdoğan
Afrine yapılan ve Türk milletinin iradesini temsil eden Türk

- 8 5-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Ordusu'nun operasyonunu ''.AKP sınır ötesi operasyonu"na dö­


nüştürmüştür. Erdoğan AKP'nin il ve ilçe kongrelerinde ope­
rasyonun adeta basın sözcülüğünü yapmıştır. Operasyon bitin­
ce Erdoğan 'l\KPöe metal yorgunluğunun aşıldığını" açıkla­
mıştır. Böylece Türk milleti asıl amacın terörle mücadele değil,
AKP propagandası olduğunu anlamıştır.

m. Harcanan 40 Milyar Dolarla Neler Yapılabilirdi?

Türkiye şimdiye değin 40 milyar dolar gibi çok büyük bir


meblağı Suriyeli sığınmacılar için harcamıştır. Her Türk vatan­
daşı Suriyeliler için ortalama 500 dolar ödemiştir. Bu, Suriyeli­
lerin de kişi başına 1 O bin dolar almış olduğu anlamına geliyor.
Bu para, Türkiye gibi dünyanın en borçlu, en yüksek faizle borç
alan ülkesi için çok büyük bir miktardır. Bu para ile Türkiye
örneğin, maliyet bedeli üzerinden 1 2 Osmangazi Köprüsü ya­
pabilirdi. Hiçbir hükümetin Türk halkının parasını bu şekilde
harcamaya hakkı yoktur.
Suriyeli sığınmacılar için harcanan 40 milyar dolar Türk
ekonomisinin bütün dengelerini bozmuştur. Eğer 40 milyar do­
lar Suriyelilere harcanmasaydı 2015 ve 201 6cta bütçe açığı olma­
yacaktı. 201 7 ve 2018cte çok az bütçe açığı olacaktı. 40 milyar
dolar Suriyelilere harcanmasaydı, 40 milyar dolar az borçlana­
caktık ve daha azfaiz ödeyecektik.

Emperyalizmin Aracı Kurumu İnsan Taciri STÖ'ler ve


Mankurt Akademisyenlerimiz

Sığınmacılar ve mülteciler denilince üzerinde durulma­


sı gereken olgulardan biri de bu konu üzerinde çalışan sivil
toplum örgütleridir. Bu örgütler sürekli olarak "Sığınmacılar
geldikleri ülkede kalırlar, geri döndürmeye çalışmak boşuna

-86-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

çabadır" şeklinde bir tezi işliyor. AKP liderleri de bu tezi iş­


leyerek Türk halkını öğretilmiş çaresizliğe mahkum etmeye
çalışıyor. Son süreçte bazı köşe yazarlarının da aynı çizgiye
katılarak, "Artık Suriyelilerin dönmeyeceği kesin, entegras­
yonun yollarına bakmalıyız" yaklaşımları da Türk halkına
bir dayatma yapmaktır. Oysa gerçek hiç de bu STÖ'lerin ileri
sürdüğü, AKP ve köşe yazarlarının iddia ettiği gibi değildir.
Afganistan'dan Pakistan'a göç eden Afgan sayısı 1 992 yılında
6,2 milyona kadar yükselmişti. 2002 yılında bu sayı 3 milyo­
na düşmüş, 20 1 8'de 1 ,3 milyona kadar gerilemiştir. Üstelik,
Afganistan'da Taliban rejiminin kurulması, Amerikan müda­
halesi, sonrasında içsavaş ve Taliban'ın geniş bölgeleri kontrol
etmesine rağmen Afgan sığınmacıların ülkelerine geri dönüş­
leri devam etmiştir. Demek ki, sığınmacılar dönmez ön kabu­
lü doğru değildir.
Söz konusu sığınmacı ve mülteciler ile ilgili çalışan STÖ'ler
olunca öncelikli olarak şunun altı çizilmelidir ki bu STÖ'ler
mültecilerin ve sığınmacıların varlıkları ile sermaye oluştur­
makta, proje yapmakta ve para kazanmaktadırlar. Ellerini ovuş­
turup bu projelerden elde edecekleri gelirlere odaklı STK'lar,
müteahhitler, danışmanlar var. Suriyeli çocuklar için yapılacak
100 okulun ihalesini alınca, parayı aralarında nasıl bölüşüp,
hangi model BMW, nerede villa alacağını konuşan müteah­
hitlerin ses kayıtları internette yayınlandı. Emperyalizm için
çalışan STÖ'ler Türk akademisyenleri de fonlayarak Suriyeli
sığınmacıların entegrasyonu görüşünü savunan araştırmalar/
raporlar yazdırmaktadırlar. Bu akademisyenlerin bir bölümü
yanlış yönlendirilmiş, bir bölümü mankurtlaşmıştır. Önleri­
ne konulan "Mültecilerin yüzde 80'i geri dönmez" tezini hiç
sorgulamadan kabul etmekte ve konuya "Madem öyle nasıl
entegre edebiliriz?" şeklinde yaklaşmaktadırlar. Oysa mülte­
ci ile sığınmacı farklı kategorilerdir. Mülteci ülkesini değişik

-87-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

nedenler ile bilinçli bir tercih koyarak terk etme kararı almış
ve yaşamını iltica edeceği ülkede geçirme kararı almış kişidir.
Sığınmacı ise böyle bir karar vermemiştir. Ülkesini ebediyen
terk etme konusunda bir kararı yoktur. Ayrıca "Yüzde SO'i geri
dönmez" şeklindeki veri Pakistan'dan Afganistan'a dönenleri
kapsasaydı ortaya çok farklı bir durum çıkardı. Fonlanan ve/
veya mankurtlaşan aydınlar ise Türk milletine "neden Suriyeli­
ler ile birlikte yaşamaya alışmaları gerektiğini" anlatan yazılar/
raporlar yazmaktadır.
Bu STÖ'lerin büyük bir bölümünün Batı tarafından fi­
nanse edildiği göz önünde tutulmalıdır. Batı, ısrarla almadı­
ğı Suriyelilerin Türkiye'de kalması için çalışmaktadır. Çünkü
Batı'da bazı gruplar, Türkiye'nin içinde oluşacak güçlü bir
Arap azınlığın Türkiye'ye karşı kullanılabilecek büyük bir
baskı aracı olacağına inanmaktadırlar. Bundan dolayı örne­
ğin AB'nin Türkiye'de desteklediği projelerin hepsi Suriyeli­
lerin Türk.iye'ye entegrasyonu projeleridir. Oysa, Suriyelilerin
Türk.iye'de kalması Ortadoğu'yu AB ile sınırdaş hale getire­
cektir. AB, bundan sonra Ortadoğu'daki her jeopolitik sarsın­
tıyı Anadolu coğrafyası emmeden olanca sertliği ve şiddeti ile
yaşamaya başlayacaktır. Özetle, aslında AB Suriyeli sığınma­
cıların Türk.iye'de kalmasını isterken doğru ve kendi çıkarları­
nı temsil eden bir hesaplama yapmamaktadır.
Suriyeli sığınmacıların vatanlarına geri dönüşü konusu
üzerinde hiç çalışılmamıştır. Oysa Suriyeli sığınmacıların
çoğu, ülkelerine dönmek istemektedir. AFAD'ın 2014'te Suri­
yeli kadınlar arasında yaptığı bir araştırmaya göre "Suriye'ye
hiçbir zaman dönmeyi düşünmüyorum" cevabını verenlerin
oranı sadece yüzde 6.3'tür. Geriye kalanlar "çatışmaların bit­
mesi durumunda" yüzde 58,5, "Esad yönetiminin değişmesi
durumunda" yüzde 23, 1 şeklinde dağılmaktadır. Birçok bi-

-88-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

limsel araştırma Suriyelilerin geri dönmeyi arzu ettiğini gös­


termektedir. Eğer Türk devleti Suriyelilerin geri dönmesi için
gereken şartları oluşturursa çok kısa zamanda bu oran yüzde
95'lere çıkacaktır. Suriyelilerin çok önemli bir bölümünün bi­
reysel iradesi bile yoktur. Özetle anne babaları döndüğü za­
man onlar da dönecektir. Türkiye'de yaşayan 0-4 yaş grubun­
daki Suriyeli sayısı 552 bindir. Suriye hükümeti de Rusya ile
işbirliği yaparak Suriye'den komşu ülkelere kaçan insanların
Suriye'ye dönmesi için çalışmaktadır. Türkiye'nin hızla bu ça­
lışmalara katılması gerekmektedir.

Suriyeliler Türkiye'ye Entegre Olacaklar Yalanı

Tarihin büyük yalanları denilince aklımıza halklara söyle­


nen büyük yalanlar gelir. Bugün de Türk halkına tarihin bü­
yük yalanlarından biri söylenmektedir. Bu yalan Suriyelilerin
Türkiye'ye entegre olacağı yalanıdır. Ve şimdi bu yalan Türk
milletine kabul ettirilebilmek için anlatılmaya başlanmıştır.
Nasıl mı? "Ay'da petrol var!" yalanı nasıl anlatıldı ise. Şimdi ba­
kalım nasıl olduğuna.
Ay'da petrol bulunduğuna dair bir haber okursanız derhal
bunun yalan olduğunu düşünün. Çünkü petrol oluşması için
bitkilerin fosilleşmesi gerekmektedir. Ay'da ise bitki yoktur.
Öyleyse Ay'da petrol olmaz. Bu çok açık bir gerçekken siz eğer
insanların Ay'da petrol olduğuna inanmalarını sağlamak istiyor
iseniz bunu yapabilirsiniz. Bunun için gereken doğru teknikleri
uygulamanızdır.
Öncelikle bazı "uzmanlar" Ay hakkında bildiklerimizin ye­
terli olmadığını, Ay'daki doğal kaynakların Dünya'daki doğal
kaynak sıkıntısı için bir çare olacağı konusunda makaleler yaz­
malı, haberler yapmalı, bazı sempozyumlar düzenlenmelidir.
Böylece hedef alınan kamuoyu, "Ay-doğal kaynak ikilisi" konu-

- 89 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

su hakkında zihinsel bir hazırlık içine girecektir. Artık "ön pro­


paganda" dediğimiz dönemi arkamızda bırakabiliriz. Kamuo­
yu, ikinci adımı atmamız için olgunlaşmıştır.
İkinci aşamada sanayideki gelişmenin dünyanın her yanına
yayılması sonucunda petrol kaynaklarının küresel talebi karşıla­
madığı doğrultusunda yayınlar, televizyon konuşmaları, bilim­
sel makaleler yoğunlaştırılmalıdır. İnsanlar, yarın Dünya petrol
kaynaklarının tükenebileceği ve arabalarını kullanamaz, evlerini
ısıtamaz ve işlerini yapamaz hale geleceklerini düşünmeye başla­
malı, gizli bir korku ruhlarını sarmalıdır. Bu noktada Ayöa petrol
bulunması ihtimalinin yüksek olduğu "bilimsel öngörü" ve tar­
tışmalarını, her türlü aracı kullanarak, kamuoyuna taşımalıyız.
Bu yapılırken tabii ki, karşı çıkanlar, "Ay'da petrol olması­
nın mümkün olmadığını" söyleyenler olacaktır. Ay'da petrol
olduğuna inanmayanların, görüşlerini kamuoyu ile paylaş­
maları rahatsız edicidir. "Ay'da petrol olamaz" diyen bilima­
damları ve politikacıların görüşlerinin "yetersiz", "bilimsel
değil", "ilerlemenin karşısında'' şeklinde kamuoyu önünde
küçük düşürülmesi için çalışılmalıdır. Hatta "Ay'da petrol
olamaz" diyenlere, basın-yayın organlarında ambargo uygu­
lanmalıdır. Bu görüşü savunanlardan biri televizyona davet
edilir ise "Ay'da petrol var" diyen beş "bilimadamı" ile bir­
likte çıkarılıp, ezilmelidir. Onların mümkün olduğu kadar az
bu görüşlerini dile getirmeleri sağlanmalı, bu sırada "Yazık
işte böyleleri de var. Ne yapalım? Onlar da sonunda gerçeği
görecekler" şeklinde davranılmalı, adeta onlara acınmalıdır.
Bunların Ay<ia petrol bulunmasından rahatsız olan çevrelere
mensup oldukları ileri sürülmelidir.
Ayni süreçte, değişik basın ve yayın organlarında Ay yüze­
yinde petrol benzeri bir maddenin bulunduğuna dair düzenli
haberler yayınlanabilir. Kamuoyu, Ay'da petrol olduğu görü-

- 90 -
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

şüne alıştırılmalıdır. Bu süreçte bazı bilimadamlarına 'J\ydaki


petrolü araştırmaları için" geniş mali fonlar oluşturulmalıdır.
Bu bilimadamlarının yaptıkları "ihtiyatlı-ihtiyatsız" açıklama­
lar basında abartılarak yer almalıdır. Enerji sektöründen emekli
olan ve Ay'da petrol olduğunu savunanların desteğinin alınma­
sı önemlidir. Bunların Ay'da petrol olduğuna gerçekten inan­
maları da gerekmez. Yeterince mali kaynak aktarıldığında bir
süre sonra savunduklarına inanacaklardır.
Bu arada Ay'da petrol olduğu görüşü popülerleştirilmeli­
dir. Bu çerçevede 'J\y'da petrolü Sevenler Derneği" kurulabi­
lir. Tişörtler yapılmalıdır. Sevilen bazı markalarla Ay'da petrol
var görüşü bir araya getirilmelidir. Örneğin, reklam filmle­
rinde Ay'a inen astronotlar, uzay araçlarına benzin koyarken,
Coca-Cola içebilirler. Televizyon dizileri ile gizli anlaşmalar
yapılarak, 'J\y'da petrol olduğu tezi" ilgili ilgisiz, film senar­
yolarının içine monte edileceği gibi, sadece Ay'da petrol oldu­
ğunu ispat eden film ve diziler çekilebilir. Ay'da petrol olduğu
görüşünün ders kitaplarına da konması hususunda baskılar
oluşturulabilir.
Ay'da petrol olduğunu savunanlar basında birbirlerine atıfta
bulunarak tezlerinin doğruluğunu "kanıtlarken" Ay'da bulunan
petrolün dünya ekonomisine yapacağı katkıların hayatı nasıl
ucuzlatacağı, üretimin ucuzlaması ile gelirlerin artacağı, küresel
bir refah döneminin başlayacağına dair ekonomik araştırmalar
yayınlanmalıdır. Bu araştırmaların basın ve TV'de tartışılması
sağlanmalıdır. Ay'da petrol ve zenginlik kavramları insanların
beynine kazınmalıdır. Öyle bir zemin hazırlanmalıdır ki, biri­
leri 'J\y'da petrol yok" dediğinde, insanlar onlara ceplerinden
para çalmış gibi tepki göstersinler.
Halkın Ay'da petrol olup olmadığı konusunda ne düşündüğü
ile ilgili olarak kamuoyu araştırmaları yapılmalıdır. Bu araştır-

- 91 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

malarda deneklere 'J\y'da petrol bulunursa iyi olur mu?" sorusu


sorulmalı ve "Evet, olur" diyenlerin, Ay'da petrol bulunduğuna
inandıkları tekrar ve tekrar açıklanmalı, bu konuda "Halkın %
90'ı Ay'da petrol olduğuna inanıyor" şeklinde bilimsel kamuoyu
yoklamaları yayınlanmalıdır.
Üniversitelere verilecek fonlarla üniversite öğrencilerinin bu
konuda yazacakları makaleler ile ilgili yarışmalar düzenlenme­
lidir. Ay'da petrol olduğunu ileri sürenler mali olarak ödüllen­
dirilmelidir. Onlar bu görüşlerinde samimi olmasalar dahi bir
süre sonra bu görüşe inanmak ve hatta Ay'da petrol olduğunun
keskin savunucuları olmak zorunda kalacaklardır. Aksi halde
vicdanları kendilerini rahatsız edecektir. Böylece tezimizin en
ateşli savunucuları ortaya çıkacaktır.
Aslında halkın çoğunluğu bütün çabamıza rağmen bize
inanmayacaktır ama kimse bize karşı örgütlü bir direnişi tem­
sil edemeyecektir. Aydınların büyük bir kısmı bize inanmaya­
caktır ama toplum içinde yaptıkları açıklamalarda 'J\y'da petrol
bulunur ise çok iyi olur" diyecektir. Artık sonuca vardığımızı
söyleyebiliriz.
Kurulacak psikolojik baskı ile, 'J\y'da petrol olduğuna''
inanmayanlar, bu görüşlerini açıklamaktan korkar hale getiril­
melidirler. Kendilerini yalnız hissetmeli, kendilerinden başka
herkesin 'J\y'da petrol olduğuna" inandığını zannetmelidirler.
Hatta Ay'da petrol olduğuna aslında inanmayanların bir kısmı,
"Tamam, Ay'da petrol var. Ancak arayacak isek bunu onuru­
muzla arayalım" dedikleri noktada 'J\y'da petrol var" tezi ka­
zanmıştır. Artık, doğru dürüst karşımızda kimse kalmamıştır.·
Bugün Türkiye'de Suriyeli sığınmacılar ile ilgili "Ay'da petrol
var" operasyonu yapılmaktadır. Saray bu operasyonu yapmak-

* "Ay<la Petrol Var" bölümünü bir kelimesine dokunmadan Ôzcan Yeniçeri


ile yazdığımız Ermeni Psikolojik Operasyonu adlı kitaptan aldım.

-92-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

tadır. AKP propaganda mekanizması bu operasyonu sürdür­


mektedir. Avrupa Birliği kaynakları bu operasyona ayrılmıştır.
İngiliz Büyükelçiliği bu operasyonu sürdürmektedir. Özetle
Suriyelilerin Türkiye ve Türk toplumuna entegre edilebileceği
yalanı söylenmektedir.
Entegrasyonun birçok tanımı ve birçok boyutu vardır. An­
cak en basit anlatımı ile entegrasyon bir kişi veya topluluğun
bir başka toplum ile kültürel olarak benzeşmesi, katıldığı toplu­
mun toplumsal değerlerini benimsemesidir. Entegrasyon diğer
bir ifade ile etnik kimliğini sürdürmekle beraber hakim kültü­
rü benimsemektir. Bu süreçte entegre olan toplum sayısına ve
kültürel değerlerinin özelliğine göre entegre olduğu toplumu da
köklü şekilde etkileyebilir.
Suriyeli Araplar, Türk kültürüne entegre olacaklar mıdır?
Hayır, olmayacaklardır çünkü entegrasyonu engelleyen bir­
çok dinamik mevcuttur. Birinci dinamik coğrafi dinamiktir.
Suriye ile Türkiye'nin sınırdaş olmaları, Türkiye'deki Suriye­
lilerin Suriye ile çok yoğun bir bağ içinde olmaları sonucunu
doğuracaktır. Suriye ile devam edecek olan yoğun etkileşim
Türk toplumuna, kültürüne entegrasyonu engelleyecektir.
İkinci engelleyici husus, Suriye Arap milli devlet formatında
eğitilen ve seçkin Arap olduğuna inanan kitlelerin alt kültür
olarak gördükleri Türk kültürünü benimsemeleri mümkün
değildir. Suriyeliler etnik bir kimlik değil, güçlü bir milli kim­
lik taşımaktadırlar. Etnik kimlikler daha kolay entegre veya
asimile edilebilir. Ancak milli kimliklerin entegre edilmesi
çok mümkün değildir. Suriyeliler daha çok Türk kültürünü
dönüştürmeye çalışacaklardır. Türkiye'de Arap olan her şeyi
İslam zanneden kitlelerin olması Suriyelileri bu konuda daha
da cesaretlendirecektir. Bu durum kültürel çatışmaları ateşle­
yecektir. Üçüncü husus sayısal büyüklüktür. Bu ölçüde büyük

-93-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

ve büyüyen sayı Arapları entegrasyona değil, aksine ayrışmaya


teşvik edecektir. Kültürel üstünlük inancı ile sayısal büyüklük
bir araya gelince entegrasyon mümkün olmaktan çıkacaktır.
Üstelik, Arapların Türkiye'de belirli coğrafyalara odaklanma­
ları entegrasyonu daha da imkansız hale getirecektir.
Suriyeli sığınmacıların Türkiye ve Türk milletine karşı
tutumları da tepki doludur. Sığınmacıların önemli bir bölü­
mü ülkelerinin içsavaşa sürüklenmesinden Esad gibi Erdo­
ğan ve Türkiye'yi de sorumlu tutmaktadırlar. Bundan dolayı
Türkiye'ye karşı içlerinde bir hınç, intikam duygusu ile ya­
şamaktadırlar. Gaziantep'te bir Türk esnafın yanında çalışan
18 yaşlarında bir Suriyeli genç kız patronuna "İnşallah bizim
başımıza gelen bir gün sizin başınıza da gelir" diyerek beddua
etmiştir.
Üstelik entegrasyon süreçleri Araplar arasında dahi başa­
rısız olurken bir Arap toplumunun Türk toplumuna entegre
olması saf bir hayaldir. Ürdün'e kabul edilen Filistinli Araplar
Ürdün'e entegre olmak yerine Ürdünöe iktidarı ele geçirmeye
çalışmışlardır. Sonuç 1970 yazında Ürdün'de içsavaş çıkması
olmuştur. Filistinliler bulundukları hiçbir Arap ülkesine ger­
çekten entegre olmaz iken Suriyeli Arapların Türk toplumuna
entegre olmasını beklemek gerçekten saflıktır.
Bütün bunların ötesinde kendimize sormamız gereken soru,
Suriyeli Arapların Türk vatandaşlığı verilince Türkiye'yi bizim
gibi sevip sevmeyecekleridir. Türkiye-Suriye futbol maçında
hangi takımı tutacaklardır? Gururla Türk bayrağı asacaklar mı­
dır? Bu ülke için savaşmaya hazır olacaklar mıdır? Kendilerini
Türk tarihinin bir parçası hissedecekler midir? Çocukları as­
kerde şehit olursa "Vatan sağ olsun" diyecekler midir? Vatandaş
olmak böyle bir şeydir. Özetle, entegrasyon bir hayaldir. Ve so­
nucu Türkiye için etnik cehennem olacaktır.

-94-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Afganistan-Pakistan'dan (Af-Pak)
Suriye-Türkiye'ye (Sur-lür) Giden Yol

Afganistan ve Pakistan iki komşu ülkedir. Kızıl Ordu'nun


1980'de Afganistan'ı işgali sonrasında başlayan ve Afganistan'dan
Pakistan'a gerçekleşen, daha sonraki yıllarda Taliban'ın iktida­
ra gelmesi ve 1 1 Eylül sonrasında Amerikan müdahalesinin
neden olduğu göç dalgaları ile Pakistan ağır bir Afgan göçü
deneyimi yaşamıştır. Yaşanan bu göçler, sadece insanların gel­
mesi ile sonuçlanmamış, aksine iki ülkeyi demografik, siyasi,
kültürel, ekonomik ve güvenlik anlamlarında da adeta bütün­
leştirmiştir. Sonuçta ortaya güvenlik stratejilerinin oluşturul­
masında yoğun kullanılan "Af-Pak" kavramı çıkmıştır. Af­
Pak adeta yeni bir jeopolitik, yeni bir ülkedir. Afganistan'dan
Pakistan'a yaşanan göç ve ortaya çıkardığı sonuçlar ne yazık ki,
Türkiye'de kapsamlı şekilde incelenmemiş ve gereken dersler
çıkarılmamıştır. Bu konuda sadece iki çalışma gerçekleştiril­
miştir. Biri araştırmacı gazeteci Bahadır Selim Dilek tarafın­
dan kaleme alınan Suriyeli Göçü adlı kitapta konuya ayrılan
bölümdür. İkincisi ise Doç. Dr. Çağla Gül Yesevi tarafından
hazırlanan ve 2 1 . Yüzyıl Türkiye Enstitüsü'nün yayımlandığı
''Afgan Mültecilerin Pakistan'a Siyasal ve Sosyoekonomik Etki­
leri" başlıklı rapordur. Oysa bu konu Türkiye için çok öğretici
olabilecek bir konudur. Bu bölümde kullanılan veriler bu iki
çalışmadan alınmıştır.
Afganistan'a Sovyet müdahalesinin başlamasıyla birlikte
komşu ülke Pakistan'a yoğun bir Afgan göçü başlamıştır. İran
ve büyük bir bölümü Pakistan'a gitmek üzere 7 milyon Afgan
ülkelerini terk etmiştir. Pakistan'a gerçekleşen Afgan göçü ve 1 1
Eylül sonrasında gerçekleşen Afganistan savaşı Pakistan devlet
ve toplumu üzerinde onarılamaz yükler oluşlurmuştur. 2001
sonrasında 75 bin Pakistanlı ölmüş, Pakistan 1 23 milyon do-

-95·
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

lar harcamıştır. Ancak Afgan göçünün Pakistan üzerinde oluş­


turduğu yük sadece bundan ibaret değildir. 1 949'da kurulduğu
günden itibaren her alanda Hindistan ile rekabet içinde olan
Pakistan, Afgan göçmenlerin getirdiği çok yönlü yük altında
kalarak Hindistan ile yarıştan tamamen kopmuştur.
Dönemin Pakistan Cumhurbaşkanı General Zia-ül Rah­
man Afgan mülteciler üzerinden Afganistan, Özbekistan, Ta­
cikistan ve İran üzerinde etki alanı kurmayı hedeflemiştir. Ge­
neral Rahman sadece Afgan mültecileri misafir ederek değil,
Afgan mücahitlerin savaşını örgütleyerek etkisini artırmaya
çalışmıştır. Zia-ül Rahman özellikle Hikmetyar'ın liderliğini
yaptığı Hizb-i İslami'yi desteklemiştir. Erdoğan -Davutoğlu
ikilisi de Suriyeli sığınmacılar üzerinden Türkiye'nin Suriye'de
ve Ortadoğu'da etkili olabileceği hayalini kurmuşlardır. Bu
amaçla önce Müslüman Kardeşler'i sonra değişik selefi ci­
hatçı grupları ve nihayet karma bir grup olan Özgür Suriye
Ordusu'nu desteklemişlerdir.
Afgan göçünün başlamasından sonra Pakistan'da medrese
patlaması yaşanmıştır. Afgan göçü öncesinde sadece 1 medre­
se varken 20 IS'de bu sayı 1 7 bin medreseye yükselmiştir. Bu
medreselerin başlangıçtaki kuruluş amacı Afganistan'da Rus
işgaline karşı savaşacak kadroların devşirilme ve eğitilme mer­
kezi olmalarıdır. Ancak zaman içinde önce Afganistan'da sonra
Pakistan'da siyasal sistemi değiştirmenin merkezlerine dönüş­
müşlerdir. Medreselerden Afganistan'da Rus ordusunun çekil­
mesinden sonra siyasal hakimiyet kuran Taliban rejimi Pakistan
istihbaratının desteği ile çıkmıştır. Ancak Taliban bir süre sonra
Pakistan'daki rejimi yeterince İslami bulmayarak Pakistan'da da
siyasal rejimi şekillendirme iddialarını ortaya atmıştır.
Halen Türkiye-Suriye sınır bölgesinde de selefi yaklaşımla
eğitim yapan medreselerin sayısında büyük bir artış görülmek-

- 96-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

tedir. Bu durum hem Suriye hem Türkiye'de faaliyet gösterecek


terör örgütlerine insan kaynağı oluşturacak merkezlerin oluş­
ması sonucunu doğuracaktır.
Afgan göçü Pakistanaaki İslami anlayışı da değiştirmiştir.
İslam'ın geleneksel yaklaşımının hakim olduğu Pakistanaa İslam
sert-selefi Afgan yorumuna doğru hızla kaymıştır. Türkiyeae
de aynı süreç yaşanacaktır. Selefilik hızla ehlisünnete karşı ze­
min kazanmaktadır. Türkiyeae ilahiyat fakültelerinde şimdiden
1 64 'ten fazla Suriyeli ilahiyatçı ders vermeye başlamışlardır. Bu
adeta çeşmenin başının tutulmasıdır. Türk çocukları devlet okul­
larında selefilik eğitimi alacaklardır.
Afgan göçü Pakistan'a beraberinde uyuşturucu ve silah ka­
çakçılığını getirmiştir. Hatta uyuşturucu kaçakçılığı mücahit­
leri finanse etmek için Pakistan istihbarat servisi tarafından
desteklenmiştir. Afganlar gelmeden Pakistan'da eroin kullanan
sayısı yok denecek kadar azdır. 1983 'te eroin kullanan sayısı 100
bine ve daha sonra 1 ,3 milyona tırmanmıştır. Afgan mülteciler
ile birlikte Pakistan'da terör olaylarında büyük artış yaşanmış­
tır. Mültecilerin geri dönüşü ile birlikte terör olaylarında bü­
yük azalma görülmüştür. Türkiye'de de Suriyeli sığınmacıların
gelişinden sonra ilk kez kitlesel katliam niteliği taşıyan büyük
terör eylemleri İŞID tarafından gerçekleştirilmiştir. Türkiye'ye
uyuşturucu girişi artmıştır ve durum böyle devam ederse daha
da artacaktır.
Afgan sığınmacılar Pakistan'da barınma, sağlık, eğitim, alt­
yapı, ulaşıma olan talebi artırmıştır. Aynı süreç Türkiye'de de
yaşanmaktadır. Özelikle Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay,
Adana ve Mersin'de kira bedellerinde büyük artış yaşanmıştır.
Afganistan'da çöken devlet otoritesi Pakistan'da da devlet
otoritesinin zayıflamasını beraberinde getirmiştir. Afganis­
tan'daki otoritesizlik Pakistan'a gelen Afganların bu ülkede de

- 97 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

devlet otoritesini yıpratmalarına neden olmuştur. Aynı süreç


şimdi TürkiyeCie yaşanmaktadır. Özellikle sınır bölgelerimizde
devlet otoritesi yıpranmaktadır.
Suriye bir anlamda Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay, Ada­
na, Mersin, Konya üzerinden sadece demografik olarak değil,
adeta coğrafi olarak Türkiye'ye doğru genişlemiştir. Önümüz­
deki yıllarda bu genişleme daha vahim boyutlar kazanacaktır.
Sonuç olarak, Afganistan savaşı, Pakistan'ı sürekli istikrar­
sızlaştırmış, içten içe çürütmüştür. Pakistan'da yaşanan çürü­
me sürecini Amerikan istihbarat raporlarından izlemek de
mümkündür. CIA, 2000 yılında yayımlanan "20 1 5 Öngörü
Raporu"nda Pakistan ile ilgili olarak şu yargıya varmaktadır:
"Pakistan çok daha parçalı, münzevi ve uluslararası mali yardı­
ma çok daha bağımlı bir ülke haline gelecektir:' Bu öngörünün
büyük ölçüde gerçekleştiği görülmektedir.
2005 yılında yayımlanan bir başka Amerikan raporunda
ise Pakistan için Yugoslavya benzeri bir kader öngörülmüştür:
"20 1 5 yılı itibariyle Pakistan, başarısız bir devlet olacak; içsavaş
batağına saplanacak; ülkede kan gövdeyi götürecek; eyaletler
arasında düşmanlıklar artacak; nükleer silahların denetimine
yönelik bir mücadele patlak verecek ve topyekun bir Taliban -
laşma yaşanacaktır:'
ABD Ulusal İstihbarat Konseyi'nin 2008'de yayımlanan "Kü­
resel Eğilimler 2025" adlı bir raporunda Pakistan'ın geleceğine
ilişkin "eğer 2025 yılına kadar parçalanmadan varlığını sürdü­
rürse Peştun kabilelerinin daha geniş çaplı bir bütünleşmeye
gideceği ve Pakistan ile Afganistan'ı birbirinden ayıran Du­
rand Hattı'nı silmek için birlikte hareket edecekleri; böylelikle
Pakistan'da Peştunlara ayrılan bölgenin hudutlarını, Pakistan'da
Pencabiler, Afganistan'da ise Tacikler ve diğerleri aleyhine ge­
nişletecekleri" iddiası yer almıştır.

-98-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Pakistan'ın geleceğiyle ilgili bu tespitleri daha da vahim hale


getirecek husus, Amerikan Ordusu'nun Afganistan'dan çekil­
mesinden sonra Afgan İçsavaşı'nın etkilerinin daha yıkıcı bir
şekilde Pakistan'a yansıma ihtimalidir.
Öte yandan Pakistan, Belucistan'da devam eden ayrılıkçılık
sorunu ile de karşı karşıyadır. Belucistan, Pakistan'ın en büyük
eyaletidir. 12 milyon nüfusa sahip olan Belucistan'ın İngiliz
koloni yönetiminin verdiği özerkliğinin, Pakistan'ın kurulma­
sından sonra kaldırılması, bugüne değin beş isyana neden ol­
muştur. İran ve Pakistan arasında bölünmüş olan Belucistan'ın
her iki tarafında da milliyetçilik akımları Batı tarafından des­
teklenmektedir. Genel çürüme sorunu üstüne binecek olan bir
Belucistan'ın bağımsızlığı meselesi, Pakistan için aşılması zor
bir sorun olabilir. Ancak Pakistan'ın bütün bu sorunlarına rağ­
men nükleer bir güç olduğu unutulmamalıdır. Diğer bir nükle­
er güç olan SSCB de etnik sorunlar temelinde ayrışmış olması­
na rağmen, nükleer potansiyel Pakistan'ın ayrışma sürecini bu
ülkedeki gibi yavaşlatan bir etki yapabilir.·

Suriye Siyasetinde Yeni Bir Hata: Güvenli Bölge Tuzağı

Suriye konusunda yapılabilecek bir başka büyük hata


Suriye'nin kuzeyinde Amerikalıların önerdiği güvenli bölge
teklifinin kabul edilmesi olur. Suriye'nin kuzeyinde önerilen
güvenli bölge 1991 öe Kuzey Irak'ta yaşama geçirilen ve so­
nuçta karşımıza federe devlet olarak çıkan sürecin benzerinin
Suriye'de de yaşanması anlamına gelecektir. Suriye'nin kuzeyin­
de Türkiye-Suriye hattının Suriye tarafından 35 kilometre de­
rinliğinde bir bölgede Türkiye'nin etkin olmasının önü açılarak
alttaki bölgede PKK-PYG'ye meşruluk kazandırılmak isten-

*Ümit Ôzdağ, Türk'ün Vatanla imtihanı-Kirli Referandum Sonrasında,


Destek Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 2017, s. 196-198

-99-
Ümit ôzdağ 11 Kaçınılmaz Çöküş

mektedir. Erdoğan bu tuzağa düşmemelidir. Ayrıca eğer Tür­


kiye gerçekten yapması gerektiği gibi Suriye'nin toprak bütün­
lüğünü savunuyor ise Suriye'nin kuzeyinde Amerikan destekli
PKK-YPG bölgesi Şam'ın denetimine girmelidir. Böyle bir ge­
lişme Suriye'nin toprak bütünlüğünün gerçekleştirilmesi doğ­
rultusunda önemli bir adımın atılmasını sağlarken Türkiye'ye
yönelik PKK-YPG tehdidini de ortadan kaldıracaktır.

Suriyeli Sığınmacıların Gitmesini İstemek


Suriyeli Düşmanlığı Değildir!

Suriyelilere Türkiye'de vatandaşlık değil, Suriye'de bir vatan


verilmesi gerektiğini söylediğimiz zaman, iktidarın bazı men­
supları tarafından ırkçılıkla, Suriyeli düşmanı olmakla suçlanı­
yoruz. Oysa gerçek Suriyeli düşmanları önce Suriye İçsavaşı'nda
söz sahibi olmak amacıyla içsavaşı kışkırtıp mümkün olduğun­
ca fazla Suriyelinin Türkiye'ye kaçmasını teşvik edenlerdir. Al­
lah kimsenin başına Suriyelilerin başına gelen felaketleri ver­
mesin. Suriyelilere acımalı ve şefkat göstermeliyiz. Ancak bunu
söylerken şunu da bilmek zorundayız: Kendi vatanları için sa­
vaşmayıp vatanlarını terk edenlerle Türk vatanını Türk vatan­
daşlığı vererek paylaşmayız. Ancak Suriye'de kendi vatanlarını
kazanmaları için yardımcı oluruz.
Suriyelilerin Suriye'ye dönmesini isteyen Türklerin hedefi
vatanlarından ayrılan/ayrılmak zorunda kalan biçare Suriyeliler
değildir. Türk milliyetçilerinin, vatanseverlerin hedefi, emper­
yalizmin Türkiye'yi bölme projesini tarihe gömmektir. Türk va­
tandaşlığı alınıp satılan bir meta olmamalıdır. Yahya Kemal Be­
yatlı, Madrid'de büyükelçi iken bir konferans verir. Türkiye'nin
nüfusunun 66 milyon olduğunu söyler. Konuşmanın sonun­
da bir İspanyol dinleyici "Sayın Büyükelçi, bildiğim kadarı ile
Türkiye'nin nüfusu 16 milyon" diye müdahale edince Beyatlı,

- 100-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

"50 milyon da toprağın altında yatan var" cevabını verir. Özetle


bizim vatandaşlık anlayışımız 250 bin dolara verilen vatandaşlık
değil, şühedaya yani şehitlere saygıya dayanan vatandaşlıktır.
Saray ve yandaşlar, Türk milletinin talebi olan Suriyeli sığın­
macıların ülkelerine dönmeleri talebinin gündeme taşınmasın­
dan çok rahatsız oldular. "Savaştan kaçan kadın ve çocukları
sınırdan almasa mıydık?" gibi tahrik edici soruların da bir anla­
mı yoktur. 20-24 yaş aralığında Suriyeli her 100 kadına, aynı yaş
aralığında 1 34 erkek düşmektedir. Tekrar ediyoruz: Aynı yaşta­
ki Mehmetçik Afrinöe şehit düşerken Suriyeli genç Osmanbey/
Taksimde nargile içmektedir. Beş sene sonra da bu kişiler Türk
vatandaşlığı alacaktır.
Üstelik on binlerce Suriyeli bayramlarda Suriye'ye gitmekte,
bayramı geçirip Türkiye'ye dönmektedir. Oysa BM Mülteciler
Sözleşmesi bir kişinin dahi özgürce ülkesine dönebilmesi du­
rumunda mültecilik statüsünün kalkacağını ifade etmektedir.
Oysa AKP giderken ne götürdüğünü gelirken ne getirdiğini
bilmediğimiz on binlerce Suriyelinin adeta bedava alışveriş
yapılan bir süpermarket gibi kullanılmasına izin vermektedir.
Sadece tatillerini geçiren Suriyeliler değil, Türkiyeöe suç işle­
dikleri için sınır dışı edilen Suriyeliler de İçişleri Bakanlığı'nın
yayınladığı yönetmelik uyarınca Türkiye'ye dönebilmektedirler.

Erdoğan Neden Suriyelileri lürkiye'de Tutmak İstiyor?

Emperyalizmin Suriyeli sığınmacıların Türkiye'de kalmasını


istemesinin iki nedeni olduğunu yazmıştık. Burada tekrar altı­
nı çizelim. Birincisi, Suriye'nin kuzeyinde kurulması hedefle­
nen PKK-İSTAN için coğrafya oluşturmak amacı ile etnik te­
mizlik gerçekleştirmektir. İkincisi ise önümüzdeki on yıllarda
Türkiyeöe çıkarılması hedeflenen içsavaş için Suriyeli Araplar
aracılığı ile etnik sosyoloji oluşturmaktır. Emperyalizm, Su-

- 101 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

riyeli sığınmacıların Türkiyeöe kalmasını bu nedenler ile is­


terken Erdoğan da Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık vererek
Türkiyeöe kalmalarını sağlamak istemektedir.
Erdoğan'ın başka bir hedefe doğru da yürüdüğü anlaşılmak­
tadır. Erdoğan, Suriyelilere Türk vatandaşlığı verme hedefini
zamana yayarak Türk halkının tepkilerini kontrol altına ala­
rak vermeyi hedeflemektedir. Çünkü Erdoğan da bilmektedir
ki Türk halkı, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmelerini
istemektedir. Bundan dolayı Erdoğan bazen "Suriyelileri geri
yollayacağız" söylemleri ile tepkileri azaltarak hedefine doğru
ilerlemektedir. Erdoğan bazen "Suriyelilere vatandaşlık müj­
desi" vermekte bazen ''Afrin'de ele geçirilecek yerlere Suriyeli
sığınmacıların yerleştirileceğini" ifade ederek Türk halkının
tepkisini azaltmaya çalışmaktadır.
Erdoğan'ın Suriyelilere vatandaşlık vermek istemesinin bir­
kaç nedeni vardır. İlk akla gelen neden Suriyelilerin vereceği
oylar ile iktidarını güvence altına almayı hedeflemesidir. Bu
doğru olmakla beraber ikincil nedendir.
Erdoğan'ın asıl amacı, Türk devletinin demografik yapısını
değiştirerek millet kimliği yerine ümmet kimliğine dayanan yeni
bir sosyoloji yaratmaktır. Erdoğan bu sosyoloji üzerinde amaçla­
dığı hilafet rejiminin daha rahat oturacağını düşünüyor.
Yavaş yavaş alıştırma diye adlandırabileceğimiz bir strateji
çerçevesinde AKP ileri gelenleri Türk halkını Suriyelilere va­
tandaşlık verilmesine ikna etmek için vatandaşın aklına haka­
ret eden gerekçeler bulmaktadırlar. Örneğin Şeref Malkoç, 15
Ocak 201 7öe "Ne kadar teşvik edersek edelim Suriyelilerin
yüzde 80'i kalacak" açıklamasını yapmaktadır. Aslında AKP is­
tememekte ancak gelenler geri dönmedikleri için sanki çaresiz
kalmaktadır. Şeref Malkoç, 8 Eylül 20 1 8Öe ise "Büyük devlet
olmak için büyük nüfusa ihtiyaç var. Suriyeliler Türkiye için bü-

- 102 -
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

yük fırsata dönüşebilir" diyerek Suriyeli nüfusu ile Türkiye'nin


büyük devlet olacağı gibi bir komikliğe imza atmıştır.
Eski Tarım Bakanı Fakıbaba ise "Biz Suriyelilere biraz destek
verirsek Türkiye'nin sulanabilir arazileri ile her şeyi yapabiliriz.
Ben bunu yüzde yüz ile de çalıştırabilsem benim işsizlik oranım
bitecek. Bizim şu an 3,5 milyon Suriye'den gelen misafirlerimiz
var, kendileri gitse biz onları göndermeyeceğiz, bizim ihtiyacı­
mız var" diyerek yok ettikleri Türk tarımını Suriyeliler ile ayağa
kaldıracağını iddia edebilmektedir. Ve ilginç olan husus bir sü­
redir Suriyelilerin köylere yerleştirilmesi ile ilgili çalışmaların
yapıldığıdır. Ve TÜİK'in Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi in­
celendiğinde son 12 yılda ilk kez belde ve köylerde nüfus artmış
görünüyor. Artış oranı yüzde 4,76. Ve bu oran ülke genelindeki
binde 1 4,7 olan nüfus artışından çok daha fazla. Bir başka ilginç
olan husus ise özellikle erkek nüfus artışı var. Bu ise göç hare­
ketlerinde öncü nüfus olan erkek nüfusu ile ilgili:
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 16 Aralık 201 8'de TBMM'de
yaptığı konuşmada "Benim ülkemde 380 bin Suriyeli çocuk
doğdu. Allah izin verse de Meclis de yardımcı olsa, keşke bu
380 bin çocuğu doğar doğmaz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
yapsak" diyerek, AKP politikasını biraz daha açığa kavuştur­
muştur. Soylu, çocuklar üzerinden Türk milletinin duygularını
istismar etmek istemektedir. Türk vatandaşlığı verilen çocukla­
rın anne ve babalarına da vatandaşlık verilecektir. Böylece 380
artı 760, 1 milyon 140 bin Suriyeli vatandaşımız olacaktır. Her
Suriyeli ailenin ortalama 4 çocuğu olduğunu kabul edersek,
diğer 3 çocuk ile birlikte toplam 2 milyon 200 bin Suriyeliye
vatandaşlık verilmesinin önü açılacaktır.
Öte yandan bürokrasi AKP'nin Suriyelilere vatandaşlık ver­
mek istediğinin farkındadır.

* Engin Kahveci, "Köye Dönüş mü?': http://www.habergazetesi.eom.tr/


yazarlar/ 1 8436/koye-donus-mu

- 103-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Uluslararası Kriz Grubu Eylül 2016 tarihli raporunda üst


düzey bir AKP'li bürokrat şöyle söylemektedir: "Suriyelilere
vatandaşlık verilmesine yönelik politikaları hayata geçirme­
ye başlamadan önce anayasadaki vatandaşlık tanımının daha
kapsayıcı hale getirilmesi lazım. Ancak bu hususta partiler ara­
sında uzlaşılamaması yüzünden Suriyelilerin vatandaşlık için
biraz daha bekleyeceğini söylemek mümkün:'
Hürriyet gazetesinden Hacer Boyacıoğlu, 4 Temmuz 20 16
gibi erken bir tarihte Erdoğan'ın Suriyelilere vatandaşlık veril­
mesi gizli programını detayları ile deşifre etmiştir. Öneminden
ötürü Boyacıoğlu'nun haberinin tamamı aşağıda verilmiştir:

"Suriye'deki içsavaştan kaçarak Türkiye'ye sığınan ve kayıt


altına alınarak biyometrik kimlik verilen 2 milyon 746 bin Su­
riyeliye, topluma entegrasyonları sağladıktan sonra vatandaşlık
hakkı tanınacak.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Suriyelilere vatan­
daşlık verilmesi için çalışma başlatıldığını açıklamasıyla,
Türkiye'ye sığınan ve 2 milyon 746 bini kayıt altında olan yak­
laşık 3 milyon Suriyeli ile ilgili strateji çalışması önem kazan­
dı. Türk vatandaşlığı koşullarının, Suriyeliler için esnetileceği
belirtiliyor. Hükümet, yasadaki vatandaşlığa hak kazanma
koşullarını taşımayan Suriyelilerin, beklemeden vatandaşlı­
ğa alınması için nasıl bir yol uygulanacağı üzerinde çalışıyor.
Bunun için ya şu anki Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlı­
ğa alınma işlemi uygulanacak veya Vatandaşlık Kanunu'nda
yapılacak bir değişiklikle Suriyelilerin vatandaşlığa alınması
kolaylaştırılacak. Bu konuda Nüfus ve Vatandaşlık Genel Mü­
dürlüğü çalışma yürütüyor.

- 1 04-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

8 Alanda Entegrasyon

Entegrasyonda 'Türkiye'deki Suriyelilere yönelik. Politikalar


ve Stratejiler İçin Çerçeve Belgesi'ne göre, 7 bakanlık ana so­
rumlu kurum. 14 destek kurumu, STK'lar ve özel sektörün kat­
kısıyla yürütülen çalışmayla Suriyelilerin entegrasyonu, 'sığın­
ma, eğitim, sağlık, ekonomik ve çalışma hayatı, sosyal uyum,
yerel yönetimler, güvenlik, sivil toplum' gibi 8 ana dalda eğitim
çalışmasıyla sağlanacak.

Vatandaşlık Kriterleri

Suriyeliler, diğer yabancılar gibi nitelikli işgücü veya yatırım


koşulunu sağlamaları durumunda Turkaz kart uygulamasın­
dan da yararlanabilecekler. Entegrasyon eğitimine tabi tutulan
ve burada uyum sağlayan Suriyelilere vatandaşlık yolu açılacak.
Sosyal uyumda zedeleyici herhangi bir davranışta bulunan veya
kamu düzenini bozan kişiler, vatandaşlık için başvuru hakkını
yitirecekler. 8 ana kriteri yerine getiren ve vatandaşlık için baş­
vuracak Suriyelilerde ise 'toplumsal ve kamu düzenine uyum,
sosyal uyum, yeteri seviyede Türkçe biliyor olması, adli sicil
kaydının temiz olması, suç kaydının bulunmaması, Türkiye va­
tandaşı olacağında nasıl bir katkı sağlayacağı' kriterlerine bakı­
lacak. Bu kriterleri yerine getiren ve vatandaşlık için başvuran
Suriyeliler için İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,
'vatandaşlığa kabul edilip edilmeyeceğini, vatandaşlığa uygun­
luğunu' inceleyerek rapor verecek. İstihbarat incelemesinden
de geçirildikten sonra uygun rapor verilen Suriyeliler Türkiye
vatandaşlığına kabul edilecek.

- 105-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Biyometrik Kayıt

Türkiye'ye sığınan Suriyelilerin, eğitim, sağlık gibi sosyal


'
haklardan yararlanmaları, suça karışanların takibi için 201 3
yılında biyometrik kimlik çalışması başlatıldı. AFAD koordi­
nasyonunda yürütülen çalışmada parmak izi, kimlik ve ikamet
bilgileri alınan 2 milyon 7 46 bin Suriyeli, biyometrik kimlik
verilerek kayıt altına alındı. Suriyelilere böylece 'geçici koruma
statüsü' de verilmiş oldu. Kayıt altına alınan Suriyeliler, bulun­
dukları kentin dışına çıktıklarında ise sağlık ve eğitim hizmet­
lerinden faydalanmak için kayıtlarını revize ediyor.

Polislik ve Askerlik Yapabilecekler

Suriyeliler vatandaşlığa geçtiklerinde çalışma hayatlarında­


ki birçok sınırlama sona erecek.

Çalışma Hayatı

Mevcut durum: Suriyeliler çalışma izni olmaksızın Türkiye'de


çalışamıyor veya çalıştırılamıyor. Suriyeliler, geçici koruma kayıt
tarihinden 6 ay sonra çalışma izni almak için Çalışma Bakanlığı'na
başvuruda bulunuyor. Mevsimlik tarım veya hayvancılık işlerin­
de çalışacaklar, çalışma izni muafiyeti kapsamında. Yalnızca Türk
vatandaşları tarafından icrasına izin verilen iş ve meslekler için
izin verilmiyor. Sağlık ve eğitim alanında ön izin alma şartı bulu­
nuyor. Çalışma Bakanlığı'nca, çalışma izinleri için değerlendirme
kriterleri belirleniyor. Farklı işyeri istihdam kotaları da uygula­
nabiliyor. Kamu düzeni, kamu güvenliği ya da kamu sağlığı yö­
nüyle çalışma izni verilmesinde sakınca görülen illerde, çalışma
izni durduruluyor. Bir işyerinde çalışan Suriyelilerin sayısı, Türk
vatandaşlarının sayısının yüzde l O'unu geçemiyor.

- 106-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Vatandaş olunca: Çalışmak isteyen Suriyelilerin 6 aylık


bekleme süresi sona erecek. İstedikleri sektöre geçecekler. 'iş­
yerindeki sayıları yüzde 1 O'u geçemez' sınırlaması da kalkacak.

Sağlık

Mevcut durum: Temel ve acil sağlık hizmetleri kapsamın­


daki tedavi ve ilaçlardan katılım payı vermeden faydalanabili­
yorlar. Sağlık hizmetini ikamet adresinde almaları şartı bulunu­
yor. Üniversite, sağlık uygulama ve araştırma merkezleri ile özel
hastanelere ancak sevk halinde gidebiliyorlar.
Vatandaş olunca: Gelir testinde belli bir sınırın altında geli­
ri olduğu belgelenen Suriyelilerin sağlık sigortası primleri dev­
let tarafından ödenecek. Bunun dışında kalanlar ise primlerini
yatıracak. Ayrıca hastaneye ve eczaneye gittiklerinde de katılım
payı verecekler.

Mülk Edinme

Mevcut durum: Suriyeliler şu anda Türkiye'de mülk edi­


nemiyor.
Vatandaş olunca: Mülk edinme hakları olacak.

Seçme ve Seçilme Hakkı

Mevcut durum: Seçme ve seçilme hakkını da kullanamıyor.


Vatandaş olunca: Seçme ve seçilme hakları olacak. Millet­
vekili, belediye başkanı, belediye meclis üyesi, muhtar seçile­
bilecekler, yaşadıkları yerlerdeki yönetimlerin belirlenmesinde
etkin olacaklar.

- 1 07-
Omit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Askerlik

Mevcut durum: Askerlik yapamıyorlar.


Vatandaş olunca: Askerlik hizmeti yükümlülüğüne tabi
olacaklar.

Eğitim

Mevcut durum: Suriyeli mülteciler Türkiyeöeki devlet


okullarına ve geçici eğitim merkezlerine kaydolabiliyor. Geçi­
ci eğitim merkezleri, Suriyeliler için özel olarak açılmış eğitim
kurumları niteliğinde. Üniversitede ise kontenjan dahilinde sı -
navsız okuma hakları bulunuyor.
Vatandaş olunca: Türk vatandaşlarıyla aynı sınırlamalar
kapsamında okula gitme hakları olacak. Üniversite içinse sına­
va girme zorunluluğu gelecek:'

Bu kapsamlı haber göstermektedir ki, AKP Suriyelilere va­


tandaşlık vermek üzere kapsamlı bir çalışma yapmıştır ve şimdi
bu çalışmayı yürütmektedir.
Suriyeli sığınmacılar için sadece vatandaşlık kriterleri tespit
edilmekle kalmamış, Suriyeliler için kapsamlı yerleşim plan­
larının yapılmasına başlanmıştır. Örneğin Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürlüğü tarafından
2017Öe hazırlanan ve Bakanlık İnternet sitesine konulan "Kilis
İli 1/100.000 Ölçekli Çevre Düzeni Planı-Açıklama Raporu"nda
Kilise gelen Suriyelilerin en az yarısının Kilise yerleşecekleri ön­
görülmüştür. Kilis'in gelecek planlaması buna göre yapılmıştır.
Artık devlet kurumları açık bir şekilde Suriyelilerin Türkiye'de
yerleşeceğini söylemenin ötesinde bunun mekansal planlama­
sını yapmaktadırlar. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın yaptığı
plana göre 2040 yılındaki Kilis Türk kenti Kilis değil, Arap kenti

- 1 08-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

"Yeni Ayn El Arap" olacaktır. Planda şu satırlar yer almaktadır:


"Suriyeli geçici koruma kapsamındaki nüfusun bir bölümünün
kalıcı nüfus olması, ildeki yatırım kararları ve sektörel gelişim di­
namikleri doğrultusunda Kilis iü'nin 2040 yılı perspektifinde bir
sosyoekonomik ve demografik dönüşüm süreci yaşayacağı tah­
min edilmektedir... Suriyeli geçici koruma kapsamında bulunan
nüfusun yarısının kalıcı ve işgücü arzının bir kısmının bu nüfus­
tan sağlanacağı öngörülmektedir:' Bütün bunlar göstermektedir
ki, Türk milletine büyük bir yalan söylenmektedir. Suriyelilerin
Türkiye'de nasıl yerleştirileceğinin planları yapılmaktadır. Seçim
öncesinde halkın tepkisini azaltmak için "Suriyeliler dönecek"
yalanı söylenmekte, bu arada Suriyelilere vatandaşlık verilmesi
ve Türkiye'ye yerleştirilmesi planlanmaktadır.
Özetle Erdoğan ve AKP propaganda mekanizması Türk
halkının büyük bölümünün Suriyelilere vatandaşlık verilme­
sine karşı çıkmalarına rağmen halkı psikolojik olarak hazırla­
maya çalışıyor. AKP'li propagandistler ise anlaşılan gayriresmi
ve utangaç bir şekilde "Neden Suriyelilere karşı çıkıyorsunuz?
Hepimiz buraya göç ile gelmedik mi? Rumeli'den Kafkaslar­
dan göçler ile gelmedik mi?" diye propaganda yapmaktadır­
lar. Evet, Türkler Anadolu'ya 1 O ve 1 1 . yüzyıllarda milyonlar
olarak geldiler. Türklerin gelmesinden önce yaygın hastalıklar
ile nüfusu büyük ölçüde azalmış olan Anadolu Türkleşti. Türk
ilerlemesi devam ettikçe Hıristiyan toplulukların bir bölümü
Balkanlara doğru çekildi. Türk ilerlemesi Balkanlara ve sonra
Orta Avrupa'ya doğru devam etti. 19 ve 20. yüzyılda Osmanlı
Türk devleti gerilerken Balkanlar ve Kafkaslarda devletin çekil­
diği alanlardan Türkler de geri çekilmeye, Anadolu'ya dönmeye
başladılar. Bu göçü Suriyeli sığınmacıların Türkiye'ye gelişi ile
karşılaştırarak meşrulaştırmaya çalışmak aptallıktır. AKP'nin
bu propagandası devam ederken devlet kurumları da Suriyeli­
lere vatandaşlık verilmesi çalışmalarını yoğunlaştırıyor.

- 109-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

İstanbul'da bir ilçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nün res­


mi yazısında şöyle denmektedir: "İstanbul Milli Eğitim
Müdürlüğü'nün himayelerinde 'MEKTEP' projesi, İstanbul'da
a$ırladığımız, yakın gelecekte yurttaşlarımız olacak mülteci­
lerin örf, adet ve geleneklerinin yakından tanınması, ilgi, istek
ve ihtiyaçları doğrultusunda, eğitim etkinliklerinin düzenlen­
mesi, karşılıklı kültür alışverişinde bulunarak sosyalleşmele­
rini, yaşanan travmaların en aza indirgenmesini, toplumsal
entegrasyonlarını, kültürümüzü ve dilimizi öğrenen yabancı
uyruklu öğrencilerimiz ve velilerimizin başka ülkelere iltica
ettikleri durumlarda bile birer kültür elçimiz olmasını da sağ­
lamak amacı ile hazırlanmış, okul, veli ve öğrenci merkezli
bir değerler eğitim projesidir:' Bu proje ile amaç çok açık bir
şekilde ABD'nin, AB'nin, Soros'un, IMF'nin istediği gibi Su­
riyelileri Türkiye'de kalıcı hale getirmektir. Suriyelilere yakın
zamanda vatandaşlık verilmesinin planlanmakta olduğu bu
resmi belgeden anlaşılmaktadır.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Türkiye Eko­
nomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) eliyle başlatılan,
AB tarafından desteklenen "Mahir Eller Projesi" de Suriyeli­
lerin Türkiye'de kalmasının teşviki politikasına çok güzel bir
örnek teşkil etmektedir. Sığınmacı başına işletmelere yaklaşık
1 .000 Trlik bir ek ödeme yapılacak.
İstanbul Arel Üniversitesi'nde Norveç hükümeti tarafından
desteklenen, 3 1 Ekim 2018 tarihinde "Suriyeli Kadınları Güçlen­
dirme" adıyla yayımlanan raporda, "Türkiye'de yaşayan Suriyeli
göçmen kadınların kadın hakları, mülteci kadın hakları, top­
lumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, kadın sağlığı
başlıklarında düzenlenecek çalıştaylarla toplumsal farkındalığın
artırılarak bilinçlenmenin sağlanması" şeklinde bir ifade göze
çarpıyor. Bu tür örneklerin sayısını artırabiliriz. Özetle AKP, Suri­
yehlere vatandaşlık verme yolunda çalışmalarını hızla sürdürüyor.

- 1 10-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Erdoğan'ın milli bilinci yıkarak yerine ümmet bilinci ve, üm­


met sosyolojisi inşa etme rüyası sadece hayaldir. Erdoğan bu ha­
yalinin sonunda ne yazık ki böyle giderse ülkemizi etnik cehen­
neme dönüştürecek bir zemini elleriyle oluşturmaktadır. Biz bun­
ları söyleyince Erdoğan ve yandaşlar büyük bir kendini beğen­
mişlik ve biz her şeyi biliriz havası ile tepki göstermektedirler.
Bu kendini beğenmiş yandaşlara hatırlatalım:
Yandaşlar, Kıbrıs'ta Türklüğün tasfiyesi anlamına gelen An­
nan Planı'nı destekliyorlardı. Yandaşlar, emperyalizmin oyu­
nuna düşmüş hatta "Kıbrıs Adası'nın jeopolitik önemi yoktur"
diyenler çıkmıştı. Biz, Türk milliyetçileri bütün varlığımız ile
Annan Planı denilen emperyalist komploya karşı çıkıyorduk.
Yandaşlar, Ergenekon adlı sahte terör örgütü masalına sonu­
na kadar sarılmış, FETÖ ile işbirliği içinde Türk Ordusu'na sal­
dırıyorlardı. Yandaşlar yine emperyalizme hizmet ediyordu. Biz
Türk milliyetçileri bütün varlığımız ile Ergenekon diye bir örgü­
tün olmadığını, bunun bir büyük emperyalist komplo olduğunu,
amacın milli-üniter devletin yıkılması olduğunu ifade ediyorduk.
Yandaşlar, sahte Balyoz darbe planı iddialarını üreten FETÖ
ile birlikte Türk subay ve generallerinin tutuklanmasını, aşağı­
lanmasını alkışlıyorlardı. Yandaşlar her zaman olduğu gibi yine
emperyalizmin yanında konuşlanmışlardı. Biz Türk milliyetçi­
leri böyle askeri darbe olmayacağını, amacın Türk Ordusu'nu
hırpalamak, FETÖcü sızmanın Türk Ordusu'nda önünü açmak
olduğunu ısrarla tekrarlıyorduk.
Yandaşlar, "Hepimiz Ermeni'yiz. Aslında geçmişte İttihatçılar
bir soykırım yapmış galiba" diyerek Ermenistan ile yakınlaşmayı
savunuyorlardı. Biz Türk milliyetçileri, Ermenistan ile sözde soy­
kırımı kabul ederek ve kardeş Azerbaycan'ı küstürerek yakınlaş­
manın hem milli kimliğimize ve tarihimize hem Türkiye'nin ve
Türk dünyasının çıkarlarına aykırı olduğunu tekrar ediyorduk.

- l l 1-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Yandaşlar, FETÖ ile işbirliği içinde PKK ile müzakereleri sa­


vundular. Öcalan'a yağ çektiler. Türk askerini ve polisini PKK
ile mücadele etmemesi için baskı altına alan AKP'yi alkışladılar.
Türkiye'nin ve Türk bayrağının adını değiştirmeyi dahi önerdi­
ler. Yandaşlar, emperyalizmin Kürdistan tuzağının Türk mille­
tine kurulmasına yardımcı oluyorlardı. Biz Türk milliyetçileri
PKK'ya teslimiyet ve Türkiye'nin bölünmesi anlamına gelen
PKK açılımına karşı her yolu kullanarak karşı çıktık.
Yandaşlar, F. Gülen'e ve örgütüne Türk Ordusu'nun, yargısı­
nın, eğitiminin, sonunda devletin teslim edilmesini alkışladılar.
FETÖ için para bastılar. Yandaşlar ise emperyalizm ve FETÖ ile
el ele halay çekiyorlardı. Biz Türk milliyetçileri ise FETÖ'nün
bir casusluk örgütü olduğunu söyledik, FETÖ'nün saldırılarına
maruz kaldık.
Suriyeli sığınmacılar konusunda da yandaşlar emperyaliz­
min tuzağına düşüyorlar. Eksik milli bilinç ve milli menfaat tes­
piti konusunda yapılan hata nedeni ile hem Türk milletine hem
Suriye halkına kurulan çok boyutlu tuzağı görmüyorlar.

Ve Erdoğan lUrkiye'yi Felakete Sürüklüyor

Erdoğan'ın Suriye politikası Türkiye'yi felakete sürüklüyor.


Sadece bugün için değil, Türk milletinin geleceğini elinden
alma ve Türk devletinin uzun vadeli çıkarlarını tahrip etme an­
lamında yanlış bir politikayla karşı karşıyayız. Türkiye'nin milli
kimliği yok olmaktadır. Demografik dengeler değişmektedir.
Kentlerimiz Türk kimliğini yitirmektedir. Erdoğan milli kimli­
ğin yerine ümmet kimliğini koyabileceğine inandığı bir siyaset
ve toplum mühendisliğine soyunmuştur. Erdoğan'ın ümmet
sosyolojisi oluşturma şansı, Hitler'in haralarda üstün Alman
ırkı yaratma çabasından daha başarı olamayacaktır.

- 1 12-
Ümit Ôzdağ il Kaçımlmaz Çöküş

Erdoğan TürkiyeCie bir içsavaş sosyolojisi oluşturmaktadır.


Bu içsavaş sosyolojisi Batı emperyalizmi tarafından çok etkili bir
şekilde istismar edilecek, Türkiye bir etnik cehenneme sürükle­
necektir. Batı yıllardan bu yana Suriyelilerin yerleştiği Şanlıurfa­
Mersin hattı dahil Türk toplumunu çok iyi tahlil etmektedir. Bir
Amerikan vakfının Şanlıurfa-Mersin hattında kadınların doğum
oranları ve doğum kontrol yöntemleri konusunu yıllarca önce
çalışmış olması tesadüf ise çok ilginç bir tesadüf olmalıdır.

l
...

't c

�·
<
it
·• .•
l
-
<ı/

- 1 13-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

Türk milletine, niilli devletimize yönelik en büyük tehdit,


AKP'nin Suriye'de içsavaşı tahrik eden yanlış Suriye politikası­
nın sonucu olarak, Suriyeli sığınmacılardır. Suriyelilere düşman
değiliz ama Erdoğan'ın Suriye politikasının Türk milletinin
aleyhine bir politika olduğunu, aynı zamanda bu politikanın
Suriyelilerin de aleyhine olduğunu görüyoruz. Yapılması gere­
ken şey, Türk ekonomisi üzerinde bir yük, Türk sosyal sistemi
üzerinde bir yük, Türk eğitim sistemi üzerinde bir yük ve bun­
lar kadar zihniyet sistemi üzerinde bir yük olan bu kavimler gö­
çünün sona erdirilerek Türkiye'deki Suriyelilerin Suriye'ye geri
gönderilmesinin önünün açılmasıdır.

Türk Milleti
Suriyelilerin Vatanlarına Dönmelerini İstemektedir

Türk milletinin çok büyük bir bölümü -bütün medya kay­


naklarından yanıltıcı bilgi aktarılmasına rağmen- sağduyusuy­
la Suriyeli sığınmacıların oluşturduğu tehdidin büyüklüğünü
hissetmiştir. Bilgi Üniversitesi tarafından yapılan "Kutuplaşan
Türkiye" adlı araştırmada seçmenlerin yüzde 84-85'inin Suri­
yelilerin ülkelerine dönmesini istediğini görüyoruz. Bu oran,
İYİ Parti seçmeninde yüzde 97, MHP seçmeninde yüzde 95,
CHP seçmeninde yüzde 94 ve AKP seçmeninde yüzde 84 ci­
varındadır. Türk milletinin üzerinde uzlaştığı tek şey, Suriye­
lilerin Türkiye'den gitmesidir. Başka hiçbir konu üzerinde bu
kadar büyük bir uzlaşma yoktur. Suriyeliler vatanlarına dönsün
diyenler aslında Türk milletinin talebini dile getirmektedir.

Suriyeliler Nasıl Geri Dönerler?

Türkiye'nin bir numaralı meselesi, Türkiye'nin demogra­


fik dengelerini ortadan kaldıran ve milli devleti tahrip edecek

- 1 14-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

olan, devletin Türk kimliğini ortadan· kaldıracak olan bu ka­


vimler göçüdür. Bu demografik istila karşısında başı sonu bel­
li, açık bir politik hedef ortaya koymak Türkiye için yaşamsal
bir zorunluluktur. "Suriyeliler Suriye'ye" diyenler Suriyelilerin
düşmanı değil gerçek dostlarıdır. "Suriyeliler Suriye'ye" diyen­
ler Suriyelilerin vatanlarına, bir insanın en mutlu olacağı yere
dönmesini istemektedir.
"Suriyeliler Suriye'ye" diyenler Suriyeli kadınların Türkiye'de
fuhuşa sürüklenmek zorunda kalmadan ülkelerinde, onurlu
kadınlar olarak yaşamalarını istemektedir.
"Suriyeliler Suriye'ye" diyenler Suriyeli çocukların kendi
ülkelerinde, kendi okullarında geleceğe hazırlanmalarını iste­
mektedir.
"Suriyeliler Suriye'ye" diyenler Suriyeli gençlerin geleceği­
nin mafya veya terör örgütü üyeliği olmasını istememektedir.
Özetle, "Suriyeliler Suriye'ye" diyenler Suriyelilerin de biz
Türkler gibi vatanlarında yaşama hakkına sahip olmaları ge­
rektiğini düşünüyor. Üstelik Suriyelilerin büyük bir bölümü de
ülkelerine geri dönmek istemektedir. Gaziantep Üniversitesi
tarafından yapılan "Gaziantep'teki Suriyeliler" adlı araştırmaya
göre Suriyelilerin yüzde 69'u Türkiye'den ayrılmak istemekte­
dir. Bu rakamlar bize emperyalizmin aracı kuruluş ve aydınları
ile AKP'nin anlattığı "Sığınmacıların yüzde SO'i kalmak ister"
şeklindeki söylemin yalan olduğunu göstermekte. Türkiye'nin
yapması gereken; Suriyeli sığınmacıların geri dönmelerini
hızlandıracak ve yeni göçlerin gelmesini engelleyecek somut
adımlar atmaktır. Bu çerçevede yapılması gerekenler şu şekilde
sıralanabilir:

1 . Beşar Esad rejimi ile diplomatik ilişkiler tesis edilmeli ve


Türkiye'nin Şam, Suriye'nin Ankara Büyükelçiliği açılmalıdır.

- l lS-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

2. Türkiye ve Suriyeli yetkililerden oluşan bir komite Suriyeli


sığınmacıların geri dönüşünü koordine etmek için görüşmelere
başlamalı ve bir zaman takvimi çıkarılmalıdır. Belirli bir süre
tespit edilerek bu süre içinde bütün sığınmacıların ülkelerine
dönüşlerinin şartları oluşturularak dönüş başlamalıdır.
3. Türkiye, Suriyeli sığınmacılara Türkiye'de kaç sene kalır­
larsa kalsınlar Türk vatandaşlığı verilmeyeceğini açıklamalıdır.
4. Türkiye'de herhangi bir suça karışan Suriyeliler cezalarını
çektikten sonra hemen sınır dışı edilmeli ve bir daha Türkiye'ye
alınmamalıdır.
5. Türkiye, 201 1 -20 19 başı arasında Suriyeli sığınmacılar
için 40 milyar dolar harcamıştır. Bu artık Türkiye'nin taşıya­
bileceği bir yük olmaktan çıkmıştır. Suriyeli sığınmacılar için
yapılan harcamalar sistemli bir şekilde azaltılmalıdır. Harcama­
ların azaltılması geri dönüşleri teşvik edecektir. Ayrıca BM ve
AB kaynaklarının harcamaları daha etkili bir şekilde üstlenme­
si için Türkiye'de daha etkili çalışmalar yapılmalıdır.
6. Suriyeli sığınmacıların açtığı dükkanlarda kaçak ürünle­
rin satışına engel olunmalı, Türk ekonomisine katkı yapmaları,
Türk ürünleri satmaları sağlanmalıdır.
7. Suriyeli ve diğer sığınmacılar için, geçici vergi mükellefi­
yet kanunu çıkarılmalıdır. Çalışanlardan sigorta katkı payı alın­
malı ve vergi kesintisi yapılmalıdır.
8. Şanlıurfa, Gaziantep, Kilis, Hatay, Adana ve Mersin'de
esnafımıza vergi kolaylığı sağlanmalı ve esnaflık, sığınmacılar
için değil, Türk vatandaşları için kazançlı hale getirilmelidir.

Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmelerinin en önemli


adımlarından biri hiç şüphesiz Erdoğan'ın Türkiye'nin mevcut
Suriye ile gerilim politikasını değiştirerek Esad rejimi ile diplo­
matik ilişkileri tekrar kurmasına bağlıdır. Türkiye'nin Esad re-

- 1 1 6-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

jimi ile ilişkilerini normalleştirmesi, Suriye'de barışın gelmesini


hızlandıracaktır. Suriye'de barışın gelmesi ise Suriyeli sığınma­
cıların ülkelerine dönmelerinin yolunu açacaktır. Esasen bütün
dünya Esad yönetimindeki bir Suriye'yi kabul etmiştir. Arap
ülkeleri Suriye ile ilişkilerini tekrar tesis etmektedirler. 2019
Davos toplantısında Suriye'nin yeniden inşası için gereken 200
milyar dolardan bahsedilmesi, Suriye'nin yeniden inşa döne­
mine girdiğini göstermektedir. Artık Erdoğan'ın kişisel intikam
duygusuna dayalı Suriye politikası terk edilerek, Türkiye'nin
menfaatlerini esas alan bir Suriye politikası çerçevesinde hare­
ket edilmesinin zamanı gelmiş, geçmektedir.
Son olarak altını tekrar çizelim: Türk milleti Suriye'nin bo­
şaltılarak emperyalizmin kuklası PKK'ya teslim edilmesine di­
renecektir. Türk milliyetçileri ve vatanseverleri Türkiye'de bir
içsavaş sosyolojisinin oluşturulmasına, milli ve kültürel kimli­
ğimize suikast yapılmasına izin vermeyecektir. Suriyeli sığın­
macılar üzerinden hem Türkiye'ye hem Suriye'ye yapılmak is­
tenen suikast engellenecektir. Suriyeli sığınmacılara Türkiye'de
bir gelecek hayali ve Türk vatandaşlığı değil, Suriye'de geri dö­
nebilecekleri bir vatan verilmelidir.

Sonuç ya da Tıirkiye'nin Beka Sorunu

Tekrarlayalım: 'J\.KP Rejimi" 1 6 yıla yayılan bir süreçte ku­


rulmuştur. Bir ittifaklar adamı olan Erdoğan gerçekleştirdiği us­
taca dış ve iç ittifaklar ile 'J\.KP Rejimi"ni tesis etmiştir. 2002'de
dışarıda ABD ve AB içeride ise FETÖ ve liberaller ile yapılan
ittifak 1 O yıl devam etmiştir. 2009'dan itibaren bu ittifaka PKK
Açılımı sürecinde PKK ile ittifak da eklenmiştir. Haziran 2013'te
çıkan Gezi olayları ile AKP'nin Avrupa Birliği ve liberaller ile
olan ittifakı sona ermiştir. 201 1 'den itibaren çatlamaya başlayan
AKP-FETÖ ittifakı 17/25 Aralık 2013'te parçalanmıştır. Aslın-

- 1 17-
Ümit Ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

da bu AKP-ABD ittifakının da parçalanmaya başlamasının ilk


adımları olmuş, AKP-ABD ittifakı da 201 5'te Suriye'de Esad reji­
mine karşı yürütülen savaşta selefi güçlerden istifade etmek ko­
nusunda yaşanan anlaşmazlık sonucu sona ermiştir. AKP, FETÖ
ile biten ittifakının yedne 201 5 seçimlerine PKK ile ittifakını
tahkim ederek girmiştir. Öte yandan ABD ile ittifakının yerini
Rusya ile yakınlaşma almıştır. Haziran 201 5'te PKK ile ittifakın­
dan dolayı seçimleri kaybeden ve iktidarı yitiren AKP, Kasım
201 5 öncesinde PKK ile ittifakını PKK ile mücadeleye çevirmiş­
tir. Bu süreçte FETÖ ile işbirliğinin yerini de TSK ile yakınlaş­
ma stratejisi izlemiştir. Erdoğan son ittifak hamlesini 2016'da
yapmış ve MHP ile ittifak kurmuştur. Erdoğan'ın kurduğu son
ittifak aynı zamanda 'J\KP Rejimi"nin tesisini sağlayan ittifaktır.
Bu ittifaklar süreci ile oluşturulan 'J\KP Rejimi"nin ülkemi­
zin getirdiği nokta bu kitabın konusu olan dörtlü kriz sürecidir.
Türkiye Cumhuriyeti bir devlet krizi yaşamaktadır. Devlet sis­
temi ve devlet kurumları tarihin en büyük casusluk operasyonu
olan FETÖcü saldırı ve sızma ile adeta çürütülmüş, cemaat ve
tarikatlar arasında paylaştırılarak rasyonel bürokrasi ilkesi ta­
mamen tahrip edilmiştir.
Türk milleti Erdoğan'ın bilinçli kutuplaştırma ve düşman­
laştırma politikaları neticesinde tarihinin en büyük ayrışmala­
rından birini yaşamaktadır. Milli birliğimiz ne yazık ki, büyük
ölçüde çökmüştür. Çöken milli birlik yerine ümmet bilinci ve
kimliği koyma çalışması ise beyhudedir.
'J\KP Rejimi"nin tesisinin ön şartı olan ekonomik anlam­
da popülist politikalar ile yaşanan yoğun beton-soygun-rüşvet
ekonomisi kaçınılmaz olarak büyük bir ekonomik çöküşü bera­
berinde getirmiştir.
Ve nihayet, Suriyeli sığınmacılar bir modern kavimler göçü
ile ülkemizin milli kimliğini tahrip ederken bir içsavaş zemini

- l l8-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

oluşturmaktadırlar. Bütün bunlar ülkemizi bir beka tehdidi ile


karşı karşıya bırakır mı? Kesinlikle bırakır.
Yusuf Halaçoğlu yukarıda dört kriz çerçevesinde özetlenen
süreci şöyle tanımlamıştır:

"Son günlerde bir beka sorunu sözüdür gidiyor. Gerçekten


Türkiye'nin bir beka sorunu var mıdır? Yazacaklarıma göre siz
karar verin. Bir ülkenin veya milletin bekası tehlikeye nasıl gi­
rer, birlikte değerlendirelim:

l. Şayet milli değerleri ayaklar altına alınır, ülkenin kurucu­


ları kötülenir veya aşağılanırsa
2. Ülkeyi var eden millet, kimliksizleştirilir, adı söylenmez
ve o millet tepkisiz kalırsa
3. Stratejik kuruluşlarınız, yani tank-palet, fabrika, enerji,
telekomünikasyon, banka, yol-köprü gibi ulaşım, iletişim ve fi­
nans kurumlarınız yabancılara satılırsa
4. Eğitim kurumlarınız kaliteli eğitim veremez hale gelirse
5. Tarımda ve hayvancılıkta dışarıya bağımlı hale gelirseniz
6. İthalat artar, cari açık yükselir, buna rağmen üretim yeri­
ne tüketim piyasaları sararsa
7. Kendi yetersizliklerini görmeyip, yanlışlarını dış güçlere
yükleyen bir yönetim başa geçerse
8. Liyakatsiz yöneticiler işbaşındaysa
9. Okumayan ve aklını kullanmayan bir topluma sahipseniz
10. Din siyasete alet edilirse
l l . Bilim insanları doğru bildiklerini söyleyemeyecek kadar
korkaksa
12. İsraf had safhaya ulaşmışsa

- 1 19-
Ümit ôzdağ il Kaçınılmaz Çöküş

13. Yôneticiler, ülke ve millet yerine koltukları için her türlü


yalan dolana başvuruyorsa
14. Gerçek bilimadamları yerine bilimadamı kisvesine bü­
rünmüş kişilere itibar ediliyorsa
15. Toplum bir kısım kimseleri kutsallaştırıyorsa, kesinlikle
o ülkede beka sorunu vardır ve geleceği tehlike altındadır:'

Türkiye ''AKP Rejimi" kurulduğu andan itibaren bugüne ge­


lişinin araçları olan politikaların ülkemizi sürüklediği krizin al­
tında ezilmeye başlamış ve beka sorunu ile karşı karşıya kalma
süreci içine girmiştir.
Ancak ''AKP Rejimi" henüz bitmiş-tükenmiş değildir. Ciddi
bir direnme gücüne sahiptir. Rejim devamını sağlamak için bü­
tün mekanizmaları kullanmaya kararlıdır. Ancak rejim sürdü­
rülebilir değildir. Devam ettiği her gün Türkiye için beka soru­
nunu artırmakta, sonlandığı zaman ortaya çıkaracağı/gerisinde
bırakacağı maliyet artmaktadır.
Bu maliyeti azaltmanın yolu; Türk milletinin toplumsal birliği
ve iç barışı için her türlü provokasyona, ''AKP Rejimi"nin bölücü
ve kışkırtıcı tavrına rağmen kararlılık sergilemektir. Çünkü, han­
gi partiye oy verirse versin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının
en büyük değeri iç barış ve milli birliktir. İçeriden veya dışarıdan
hiçbir ihtiras ve siyasetin bunu ortadan kaldırmasına izin veril­
memelidir. Hiçbir parti veya parti lideri Türk milletinir,ı birliği
ve kardeşliğinden daha önemli değildir. Hiçbir parti ve lideri uğ­
runa milletimizin mensuplarına düşmanlık etmeye değmez. Oy
verdiğimiz liderler, partiler gelir geçer ancak Türk milleti 1000
seneden bu yana bu coğrafyada yaşamaktadır ve gelecek 1000
yılda da yaşamaya devam edecektir.

- 1 20-

You might also like