Professional Documents
Culture Documents
Stephen King - Tom Gordon'a Aşık Olan Kız
Stephen King - Tom Gordon'a Aşık Olan Kız
Stephen King - Tom Gordon'a Aşık Olan Kız
STEPHEN KING
Bu kitap, bana beysbolla benim ona öğrettiklerimden çok daha fazlasını
öğretmeyi başaran oğlum Owen içindir…
Oyun Öncesi
UNYANIN dişleri vardı ve canı ne zaman isterse ısırabilirdi seni. Trisha McFarland,
D bunu dokuz yaşındayken keşfetti. Haziran başlarında, bir sabah saat onda, annesinin
Dodge karavanında oturmuş, ü stü ne Red Sox topa vuruş antrenman kazağ ını giymiş
(sırtında 36 GORDON yazılı olan), bebeğ i Mona ile oynuyordu. Saat on buçukta ormanda
kaybolmuştu. On birde artık korkmamaya, “Bu tehlikeli, bu çok tehlikeli” diye dü şü nmemeye
çalışıyordu, insanların ormanda kayboldukları zaman bazen çok ciddi şekilde yaralandıklarını
düşünmemeye çalışıyordu. Bazen ölürlerdi.
“Bü tü n bunlar çişim geldiğ i için,” diye dü şü ndü . Aslında o kadar da çok sıkışmamıştı, bir
ağ acın arkasına giderken annesi ve Pete’den yolun başında bir dakika beklemelerini
isteyebilirdi. Yine kavga ediyorlardı, aman ne sü rprizdi; işte bu yü zden bir şey sö ylemeden
biraz geride kalmıştı. Sonra yoldan ayrılmış ve yü ksek bir çalı kü mesinin arkasına geçmişti.
Onların tartışmalarını dinlemekten, şen şakrak gö rü nmeye çalışmaktan bıkmış, annesine,
“Bırak artık gitsin o halde! Eğ er yeniden Malden’e gidip babamla yaşamayı o kadar çok
istiyorsa, neden bırakmıyorsun? Eğ er ehliyetim olsaydı, burada yalnızca bir parça sessizlik ve
huzur bulabilmek için onu ben kendim gö tü rü rdü m!” diye bağ ıracak hale gelmişti. Peki ya
sonra? Annesi ne derdi o zaman? Yüzünde ne tür bir bakış belirirdi? Ve Pete...
O daha bü yü ktü , nerdeyse on dö rt yaşındaydı ve aptal değ ildi, o halde neden aklını başına
toplamıyordu? Neden buna bir son vermiyordu? “Kesin şu saçmalığ ı!” demek istiyordu ona
(aslında ikisine birden), kesin artık şu saçmalığı!
Annesiyle babası bir yıl ö nce boşanmışlardı ve anneleri velayetlerini almıştı. Pete, Boston
banliyö sü nden Gü ney Maine’e taşınmalarına kızmış ve uzun uzun karşı koymuştu. Bu
davranışın altında babasıyla birlikte olma isteğ i yatıyordu ve bunu Annesine karşı kullanmıştı
her zaman (yanılmayan bir içgü dü ile en derin ve zorlu şekilde kullanabileceğ inin bu olduğ unu
anlamıştı), ama Trisha, bunun tek neden, hatta en bü yü k neden olmadığ ını biliyordu. Asıl
nedeni Pete’in Sanford Ortaokulu’ndan nefret etmesiydi.
Malden’de oldukça iyi ayarlamıştı işlerini. Bilgisayar kulü bü nü kendi ö zel krallığ ı gibi
idare ediyordu; arkadaşları vardı, sersemlerdi, tamam, ama grup halinde geziyorlardı ve kö tü
çocuklar onlara bulaşamıyordu. Sanford Ortaokulu’nda bilgisayar kulü bü bile yoktu ve yalnız
bir tek arkadaş edinmişti, Eddie Rayburn. Sonra ocak ayında Eddie de taşındı. O da bir
ayrılığ ın kurbanı olmuştu. Yalnız kalmıştı Pete ve herkes onunla dalga geçiyordu. Daha fenası,
bir sürü çocuk gülüyordu ona. Nefret ettiği bir lakabı olmuştu “Pete’in BilgisayAlemi”*.
*Orijinalinde “Pete’s CompuWorld”olarak geçiyor.
Babaları ile birlikte olmadıkları, Malden’e gitmedikleri hafta sonlarının çoğ unda, anneleri
onları gezmeye gö tü rü rdü . Gezilere çok sadıktı ve Trisha’nın bü tü n kalbiyle Annelerinin buna
bir son vermesini istemesine rağ men gezilerde en kö tü kavgalar olurdu –bu isteğ inin
gerçekleşmeyeceğ ini biliyordu. Quilla Andersen’e (kızlık adını geri almıştı ve Pete’in bundan
da nefret ettiğ ine bahse girebilirsiniz) inançları cesaret veriyordu. Bir keresinde, Malden’deki
evinde babalarıyla kalırken, Trisha babasının, bü yü kbabasıyla konuştuğ unu duymuştu. “Eğ er
Quilla Little Big Horn’da olsaydı, Kızılderililer kaybederdi,” demişti ve Trisha Babasının,
Annesi hakkında bö yle sö zler sö ylemesinden hoşlanmamasına rağ men –bu sadakatsiz olduğ u
kadar çocukçaydı da– bu düşüncede bir gerçeklik payı olduğunu da inkâr edemiyordu.
Son altı ay boyunca, annesi ile Pete’in arası giderek bozulurken, annesi onları
Wiscasset’deki oto mü zesine, Gray’deki Shaker Kö yü ’ne, Kuzey Wyndham’da New England
Plant-A-Torium’a, Saco nehrinde kano gezisine ve Sugarloaf’a kayak yapmaya gö tü rmü ştü .
(Orada Trisha bileğ ini incitmişti, sonradan anne ve babasının çığ lıklarla kavga etmesine
neden olan bir incinmeydi bu; boşanma ne kadar eğ lenceliydi, gerçekten ne eğ lence!) Bazen
eğ er bir yerden gerçekten hoşlanırsa, Pete çenesini kapatırdı. SixGun şehrinin “bebekler için”
olduğ unu ilan etmişti, ama annesi gezinin bü yü k bö lü mü nü elektronik oyunların olduğ u
odada geçirmesine izin vermişti ve Pete eve dö nerken çok mutlu olmasa bile en azından
sessiz kalmıştı. Ote yandan, Pete eğ er annesinin seçtiğ i yerlerden birini beğ enmezse (şu ana
kadar en sevmediğ i yer Plant-A-Torium olmuştu; o gü n Sanford’a dö nerken iyice berbat bir
haldeydi), ikirlerini paylaşmakta çok cö mert olurdu. “Birinin huyuna suyuna gitmek” sö zü
onun karakterine uymuyordu. Annelerininkine de uymadığ ını dü şü nü yordu Trisha. Kendisi
bunun harika bir felsefe olduğ unu dü şü nü yordu, ona bakan herkes babasının kızı olduğ unu
söylerdi. Bu bazen rahatsız ederdi onu, ama çoğunlukla hoşuna giderdi.
Trisha cumartesileri nereye gittiklerine aldırmazdı; giderek kö tü leşen kavgaları azalttığ ı
için mini golf sahaları ve lunapark ö nerisine her defasında keyi le razı olabilirdi. Ama Anne
gezilerin ö ğ retici olmasını istiyordu –bu yü zden gidiliyordu Plant-A-Torium ve Shaker
Kö yü ’ne. Bü tü n diğ er problemlerinin ü stü ne, cumartesileri bilgisayarında Sanitarium veya
Riven oynamak varken, bir de gırtlağ ına kadar derslerin içine sokulmasından nefret ediyordu
Pete. Bir iki kere ikirlerini o kadar cö mertçe paylaşmıştı ki (Edilen sö z ö zetle “ahmakça” idi,
oldukça iyi ö zetliyordu) Anne onu yeniden arabaya gö ndermiş, kendisi ve Trisha geri
gelinceye kadar orada oturup “kendine gelmesini” söylemişti.
Trisha annesine ona molaya ihtiyacı olan bir yuva çocuğ u gibi davranmasının yanlış
olduğ unu –Pete Massachussetts’e otostop yaparak gitmeye karar verdiğ inden– bir gü n geri
geldiklerinde arabayı boş bulabileceklerini sö ylemek istedi ama tabii ki hiçbir şey sö ylemedi.
Cumartesi gezileri zaten yanlıştı, ama annesi bunu asla kabul etmezdi. Gezilerin bir kısmının
sonuna doğ ru Quilla Andersen, ağ zının yanından inen derin çizgilerle ve sö zde ağ rıyan başını
ovan parmak uçlarıyla en az beş yaş daha yaşlı gö rü nü r ama yine de gezilerden asla
vazgeçmezdi. Trisha bilirdi bunu. Belki de annesi Little Big Horn’da olsaydı Kızılderililer yine
kazanırlardı, ama ölü sayısı hatırı sayılır şekilde artardı.
Bu haftanın gezisi eyaletin batısındaki bir ilçeyeydi. Appalachian Yolu, New Hampshire’a
giderken çayırların ortasından geçiyordu. Bir gece ö nce mutfak masasında otururken, Anne
onlara bir broşü rden resimler gö stermişti. Kesimlerin çoğ unda mutlu yayalar, bir orman
yolunun yanında yü rü rken veya gü zel manzaralı yerlerde durup, ellerini gö zlerine siper
ederek ormanlarla dolu büyük vadilerin üzerinden White Dağları’na bakarken görülüyorlardı.
Pete masada feci şekilde sıkılmış olarak oturup broşü re bir gö z atmaktan fazlasını
yapmadı. Anne ise onun bu gö sterişli ilgisizliğ ini ö nemsememeyi tercih ediyordu. Trisha,
artık huy edindiğ i gibi, son derece heyecanlı gö rü nü yordu. Bugü nlerde kendisini bir TV
şovunda yarışır, ancak bir tencere seti kazanma dü şü ncesi karşısında neredeyse donuna
edecek kadar korkar gibi gö rü yordu. Ya kendini nasıl hissediyordu son gü nlerde? Kırılmış bir
şeyin iki parçasını bir arada tutan zamk gibi. Güçsüz zamk.
Quilla broşü rü kapatmış ve ters çevirmişti. Arka tarafında bir harita vardı. Mavi yılankavi
bir yolun üzerine vurdu.
“Bu 68. Yol” dedi. “Arabayı buraya park edeceğ iz, bu park yerine.” Mavi kü çü k bir kaleye
vurdu. Şimdi bir parmağ ıyla yılankavi kırmızı bir çizgiye vurdu. “Bu New Hampshire, Kuzey
Conway’deki 68. Yolla 302’nin arasında. Yalnız altı mil ve oldukça iyi olduğ u sö yleniyor. Şimdi,
ortadaki bu kü çü k kısım için Orta-Zor deniyor, ama tırmanma gereçleri ilan gerekecek kadar
değil.”
Başka bir mavi kareye vurdu. Pete başını eline yaslamış ö teki tarafa bakıyordu. Elinin
kenarıyla ağzının sol tarafını çekerek küçümser bir tavır takınıyordu. Bu yıl sivilceleri çıkmaya
başlamıştı ve alnında taze bir kü me parlıyordu. Trisha onu çok seviyordu, ama bazen –mesela
dü n akşam mutfak masasında Anne yollarını açıklarken– ondan nefret de ediyordu. Ona
korkak bir tavuk olmamasını sö ylemek istiyordu, çü nkü Babalarının dediğ i gibi, sonuçta iş
buna varıyordu. Pete korktuğ u için yeniyetme kuyruğ unu bacaklarının arasına kıstırıp
Malden’e geri dö nmek istiyordu. Annesine aldırmıyor, Trisha’ya da aldırmıyor ve eğ er uzun
vadede kendisi için iyi olacak olmasa Baba’ya da aldırmıyordu. Pete’in tek umurunda olan açık
tribü nlerde birlikte yemek yiyeceğ i kimsenin olmamasıydı. Pete’in en çok umurunda olan
birinci zilden sonra sınıfa girdiğ inde birinin daima, “Hey BilgisayAlem! Nassın, homo çocuk?”
diye bağırmasıydı.
“Çıktığ ımız park yeri bu,” dedi Anne, Pete’in haritaya bakmadığ ını ya da bakmıyormuş
gibi yaptığ ını ö nemsemez bir şekilde. “Saat ü ç sıralarında bir araba gelecek buraya. Bizi
yeniden arabamıza gö tü recek. Iki saat sonra evde olacağ ız ve eğ er çok yorgun değ ilseniz,
sizleri bir sinemaya götürürüm. Nasıl?”
Pete dü n gece bir şey sö ylememişti, ama bu sabah, Sanford’dan gelişten başlayarak
sö yleyeceğ i çok şey vardı. Bunu yapmak istemiyordu, son derece aptalcaydı, ayrıca daha
sonra yağ mur yağ acağ ını da duymuştu, neden bü tü n cumartesiyi yılın bö cek bakımından en
kö tü zamanında ormanlarda yü rü yerek geçirmeleri gerektiğ ini, Trisha’nın zehirli sarmaşığ a
değ ebileceğ ini (sanki umurundaymış gibi) sö yledi ve sö ylendi durdu. Vıdı vıdı vıdı. Hatta
evde oturup sınavları için çalışması gerektiğ ini sö ylemeye bile kalktı. Trisha’nın bildiğ i
kadarıyla Pete hayatında cumartesi gü nleri hiç çalışmamıştı. Once yanıt vermedi Anne, ama
sonunda sinirine dokunmaya başladı oğ lan. Fırsat verilince hep yapardı bunu. 68. Yol’daki
kü çü k toprak park yerine vardıklarında direksiyondaki ellerinin eklemleri beyazlanmış ve
Trisha’nın çok iyi tanıdığ ı o kısa cü mlelerle konuşmaya başlamıştı. Anne, Sarı Alarmı geride
bırakmış, Kırmızı Alarma geçmek üzereydi.
Batı Maine ormanlarında altı millik çok uzun bir yü rü yü ş olacak gibi gö rü nü yordu.
Onceleri Trisha, samanlıklara, otlayan atlara ve manzaralı mezarlıklara doğ ru bağ ırarak
onların dikkatini çekmeye çalıştı, ama aldırmadılar ona ve bir sü re sonra kucağ ında Mona
(Baba, Mona’ya Moanie Balogna demekten hoşlanırdı) arka koltukta ö ylece oturdu, yanında
çantası onların tartışmalarını dinliyordu, bir yandan da acaba ağ lamalı mıyım, yoksa delirmeli
miyim diye dü şü nü yordu. Ailesinin durmadan kavga etmesi insanı delirtebilir miydi acaba?
Belki de annesinin parmak uçlarıyla şakaklarını ovması başı ağ rıdığ ından değ il, beynini ani
öfkelere karşı korumak içindi.
Onlardan kaçabilmek için, Trisha kapılarını en sevdiğ i fantezisine açtı. Red Sox şapkasını
çıkardı ve ö nü ndeki kalın siyah kalemle atılmış imzaya baktı; bu onu havaya soktu. Tom
Gordon’un imzasıydı bu. Pete Mo Vaughn’u sever ve Anneleri Nomar Garciaparra’yı beğ enirdi,
ama Tom Gordon Trisha’nın ve Babasının en sevdiğ i Red Sox oyuncusuydu. Tom Gordon Red
Sox’un bitiricisiydi; sekizinci veya dokuzuncu devrede oyun bitmek ü zereyken ancak Sox hâ lâ
galipken girerdi. Babası Gordon’a hayrandı, çü nkü sinirlerini hiç bozmazdı o. “Flash’ın
damarlarında buzlu su akıyor,” demekten hoşlanırdı Larry McFarland, Trisha da her zaman
aynı şeyi sö ylerdi, bazen de 3-0’da eğ ri (bu ona babasının bir Boston Globe makalesinde
okuduğ u bir şeydi) bir atış yapmaya cesaret ettiğ i için Gordon’u sevdiğ ini sö ylerdi. Yalnız
Moanie Balogna’ya ve (bir kere) kız arkadaşı Pepsi Robichaud’a daha fazlasını sö ylemişti.
Pepsi’ye Tom Gordon’u “oldukça yakışıklı” bulduğ unu sö ylemişti. Mona ile tedbiri tamamen
elden bırakmış, 36 numaranın yaşayan en yakışıklı adam olduğ unu ve eline bir kere
dokunursa bayılacağ ını sö ylemişti. Eğ er, yanağ ından bile olsa, onu ö perse herhalde ö leceğ ini
düşünüyordu.
Şimdi, annesi ve kardeşi ö n koltukta –gezi hakkında, Sanford Ortaokulu hakkında,
dağ ılmış hayatları hakkında– kavga ederlerken Trisha –Martta sezon bitmeden hemen ö nce–
babasının ona aldığı imzalı şapkaya bakıyor ve şunları düşünüyordu:
Sanford Parkı’ndayım, sıradan bir gü nde oyun parkından geçip Pepsi’nin evine doğ ru
yü rü yorum. Ve işte bir adam sosisli sandviç arabasının yanında duruyor. Kot pantolon ve
beyaz bir tişö rt giymiş ve boynunda altın bir zincir var –bana arkası dö nü k ama zincirinin
gü neşte gö z kırptığ ını gö rebiliyorum. Sonra dö nü yor ve ve gö rü yorum... Ooo inanamıyorum
ama gerçek, bu gerçekten o, Tom Gordon bu, neden Sanford’da olduğ u bir sır, ama bu o, evet
ve ah Tanrım gö zleri, sahada bir işaret için adamlara bakarkenki gibi, o gö zler ve gü lü msü yor
ve kaybolduğ unu sö ylü yor, merak ediyor acaba Kuzey Berwick diye bir şehri biliyor muyum,
oraya nasıl gidebilir ve… Tanrım, ama Tanrım titriyorum, tek kelime sö yleyemeyeceğ im,
ağ zımı açacağ ım ama, babamın fare osuruğ u dediğ i kuru bir viyaklamadan başka tek kelime
çıkmayacak, ama konuşmayı deneyince yapabiliyorum, neredeyse normal çıkıyor sesim ve
diyorum ki...
Ben sö ylü yorum, o sö ylü yor, sonra ben sö ylü yorum ve sonra o sö ylü yor; karavanın ö n
koltuğ undakilerin kavgası sü rü p giderken, onların nasıl konuşacaklarını dü şü nü yorum,
(Bazen, diye karar verdi Trisha, sessizlik hayatın en bü yü k nimetidir.) Annesi park yerine
girdiğ inde o hâ lâ uzaklardaydı. Trish kendi dü nyasına gitti derdi babası. Olayların basit
yapısının içinde dişler gizli olduğ unun ve yakında bunu anlayacağ ının farkında olmadan,
gö zü nü beysbol şapkasının vizö rü ndeki imzaya dikmiş bakıyordu. Sanford’daydı, TR-90’da
değ il. Kasaba parkındaydı, Appalachian Yolu’nun girişinde değ il. Tom Gordon’la birlikteydi, 36
numara ile ve o da kendisine, Kuzey Berwick yolunun tari ine karşılık bir sosisli sandviç
almayı öneriyordu. Oh, ne kadar güzel.
Birinci Devre
STEPHEN KING
Longboat Key, Florida Şubat l, 1999