Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 192

İÇİNDEKİLER

• Dinler Tarihi’nin Tarifi, Konusu ve Metodu

• Dinler Tarihi’nin Tarifi

• Dinler Tarihi’nin Konusu ve Metodu

• Dinler Tarihi’nin Önemi ve Lüzumu

• Dinler Tarihi’nin Diğer Bilim Dallarıyla İlgisi

• Dinler Tarihi’nin Din Sosyolojisi İle


İlgisi

• Dinler Tarihi’nin Din Psikolojisi İle İlgisi

• Dinler Tarihi’nin Din Felsefesi İle İlgisi

• Dinler Tarihi’nin Din Fenomenolojisi


DİNLER TARİHİ İle İlgisi

• Dinler Tarihi’nin Tarihçesi

• İslâm Aleminde Dinler Tarihi

• Batı’da Dinler Tarihi


DİNLER TARİHİNE
• Türkiye’de Dinler Tarihi
GİRİŞ • Özet

• Değerlendirme Soruları

Dr. Öğr. Üyesi • Başvurulabilecek Kaynaklar

Muhammet YEŞİLYURT
HEDEFLER (Calibri, 12, Kalın,Sola Yaslı)

Bu üniteyi çalıştıktan sonra; (Calibri, 11)

• Dinler Tarihi'nin tanımı yapılabilecektir.

• Dinler Tarihi'nin konusu ve metodu


anlaşılabilecektir.

• Dinler Tarihi'nin Din Bilimleri arasındaki yeri


belirtilebilecektir.

Türkiye'deki ve Batı’daki Dinler Tarihi


çalışmalarının tarihçesi anlatılabilecektir.
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

1. DİNLER TARİHİ’NİN TARİFİ, KONUSU VE METODU


1.1. Dinler Tarihi’nin Tarifi
Dinler Tarihi, tarih ve filoloji yardımı ile dinlerin doğuşunu,
gelişmesini, inanç, ibadet ve ahlâki değerlerini, tarihî seyir içerisinde
inceleyen ve fenomenolojik metottan da faydalanarak dinî fenomenlerin
yapısını ve özünü araştıran bir bilim dalıdır.
Dinler tarihi terimi, bilim adamlarına göre farklı anlamlar
içermektedir. Bazılarına göre dinler tarihi; karşılaştırma metodu
Dinler Tarihi, tarih ve kullanarak, dinlerin çeşitli yönlerini araştıran ve tasvir eden dünya dinleri
filoloji yardımı ile dinlerin arasındaki bir tür gezintidir. Başka bir görüşe göre dinler tarihi, sadece tek
doğuşunu, gelişmesini, bir dini ele almayan, birçok dini inceleme konusu yapan tarihsel bir
inanç, ibadet ve ahlâki disiplindir.
değerlerini, tarihî seyir Bilim adamlarının bu yaklaşımları ışığında dinler tarihinin, tarihi ve
içerisinde inceleyen ve karşılaştırmalı incelemelere göre olmak üzere iki farklı tanımını da ha
fenomenolojik metottan yapmak mümkündür:
da faydalanarak dinî Tarihi incelemelere göre dinler tarihi; tarih ve filoloji metotlarını
fenomenlerin yapısını ve kullanarak, dinleri doğuş ve gelişmelerinden inanç, ibadet, ahlak vb.
özünü araştıran bir bilim konularına kadar, tarihi seyri içerisinde inceleyen bir disiplindir.
dalıdır. Karşılaştırmalı incelemelere göre dinler tarihi ise; dinlerin tarihi
gelişimlerini dikkate almaksızın dinlerin diğer dinlerle olan ilişkilerini,
benzer, farklı ve ortak yönlerini karşılaştırmalı olarak ele alan bir bilim
dalıdır.
Dinler Tarihi sadece tarih ve filoloji ile değil, Arkeoloji, Etnoloji,
Sosyoloji ve Antropoloji ile de yakın işbirliği yaparak insanlığın dinî tarihini
kendine özgü metodolojisi ile incelemektedir.
1.2. Dinler Tarihi’nin Konusu ve Metodu
1.2.1. Dinler Tarihi’nin Konusu
Dinler Tarihi’nin konusu, tarihsel süreçte günümüze kadar gelebilen
ve gelemeyen bütün dinlerdir. Bu nedenle bütün dinler, Dinler Tarihi’nin
konusu içerisine girmektedir. Dinleri ele alırken dinlerin hak, batıl, ilkel ya
da gelişmiş olup olmamasına bakmamaktadır.
Dinler Tarihi, konu olarak yaşayan dinleri ele aldığı gibi mensubu
bulunmayan dinleri de ele alır. Bir anlamda Dinler Tarihi, insanlığın dinî
dünyasını bir bütün halinde kucaklamak isteyen bir disiplindir. Böylelikle
Dinler Tarihi, çok geniş bir sahayı kapsayan dinî fenomenler dünyasını
incelemeye talip olmaktadır. Bu ise bir yandan dinin tarihini, inanç ve
ibadet şekillerini içine alırken, diğer yandan mistik boyutunu ve
mezheplere ayrılışını da içine almaktadır. Ayrıca mesihî hareketler ve
radikal dinî hareketler de Dinler Tarihi’nin dışında kalmamaktadır. Kısaca
ifade edilirse Dinler Tarihi, insanlığın inanç, dinî düşünce ve yaşayış

1
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

dünyalarının tarihidir. Dinler Tarihi’nin konusu insanlığın varoluşsal


dünyasıdır.
1.2.2. Dinler Tarihi’nin Metodu
Her bilim dalının kendine özgü bir metodu vardır. Bu çerçevede her
bilim dalı, kendi metodunu kullanarak kendi sahasına giren konuları
araştırır. Bu nedenle Dinler Tarihi’nin de kendine has bir metodunun
olması tabiîdir. Ancak Dinler Tarihi’nin tek bir öğretim usulü ve tek bir
metodu da yoktur. Çünkü her araştırmada farklı metotlara başvurulabilir.
Dinler Tarihi, kendisine Yani Dinler Tarihi araştırmalarında metot¸ spesifik ihtiyaçlara ve farklı
has Nitelendirici şartlara göre kendini ayarlamak zorundadır.
(Deskriptif) Metoda Dinler Tarihi, kendisine has Nitelendirici (Deskriptif) Metoda sahiptir
sahiptir ve bu metodunu ve bu metodunu diğer din bilimleriyle de paylaşır. Dinler Tarihi sahasında
diğer din bilimleriyle de çalışma yapacak araştırmacıların objektif davranması zorunludur. Dinler
paylaşır. Dinler Tarihi Tarihi nitelendirici metodun yanında Tarihi-Karşılaştırmalı Metodu da
sahasında çalışma kullanır. Dinler Tarihi, dinlerin doğuşu, gelişmesi, yok olması gibi konularda
yapacak araştırmacıların tarih metoduna başvurur. O, malzemesini daima tarihten, yaşanan,
objektif davranması tecrübe edilen hayattan alır. Bu metodu, zaman zaman karşılaştırma
zorunludur. metoduyla birlikte kullanır. Buna, tarihi-karşılaştırmalı metot adı da verilir.
Dinler Tarihi, tarihi-karşılaştırma metodunu kullanarak bir dinin veya
dinlerdeki bir fenomenin nasıl ortaya çıkıp şekillendiğini ortaya koyar.
Örneğin; bir dindeki kutsal mekânları, kutsal zamanları, kutsal kitapları
diğer dinlerdekilerle karşılaştırarak ortaya koyar. Bazı Dinler Tarihçiler
Fenomenolojik yaklaşımları da Dinler Tarihi metodolojisine dahil etmek
istemişlerdir. Bunlara göre dinî fenomenlerin yapısını ve özünü araştırmayı
da Dinler Tarihi’nin metodları içine dahil etmek gerekmektedir. Bu
nedenle son yıllarda Dinler Tarihçiler, Dinler Tarihi metodolojisine yorum
(hermeneutik) teorisini de dahil etmeye çalışmaktadırlar. Böylece Din
Fenomenolojisi ile Dinler Tarihi’ni bir noktada birleştirmek istemektedirler.
Bu durumda Dinler Tarihi bir miktar yoruma yer vererek Fenomenolojiye;
Fenomenoloji de tarihî özelliğe yer vererek Dinler Tarihi’ne yaklaşmış
olmakta ve aralarındaki gerilim de sona ermektedir.
Dinler Tarihi, başka bilimlerin metotlarını da kullanır; filoloji,
antropoloji, etnoloji, arkeoloji, mitoloji, sosyoloji ve psikoloji bilimlerinin
verilerinden faydalanır. Özellikle filoloji, dini metinlerin analizinde,
anlaşılmasında ve sınıflandırılmasında Dinler Tarihi'ne önemli katkılarda
bulunur. Filoloji olmadan Dinler Tarihi bilimi yapılamaz. Dolayısıyla bu
alanda filoloji hayati bir öneme sahiptir.
2. DİNLER TARİHİ’NİN ÖNEMİ VE LÜZUMU
Dinler Tarihi, bir bakıma insanlığın kültür tarihidir. İnsanlığın kültür
tarihinin oluşmasında dinin rolü hiçbir zaman inkâr edilemez. Bu nedenle
din, insan kültürünün en belirgin kaynağı olmuştur.
Bugünün dünyasında her münevver kişi, genel kültür yanında Dinler
Tarihi kültürüne de ihtiyaç duymaktadır. Çünkü bu bilim dalı sayesinde

2
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

insanlığın bu güne kadar geçirdiği dinsel serüvenini tanıma imkanına sahip


olunmaktadır. Tarih öncesi devirlerde insanlığın yaşayışında gördüğümüz
birçok inanç, ibadet ve ayinlerin mahiyetini Dinler Tarihi vasıtası ile
öğrenebilmekteyiz. Bu açıdan Dinler Tarihi, insanlığın existansiyel
(varoluşsal) tarihinin bir incelemesi olmaktadır.
Giderek küreselleşen dünyamızda kültürlerarası yakınlaşma ihtiyacı
kendini iyice göstermektedir. İnsanlığın çokluk içinde birlikte yaşamak
zorunda kaldığı bu dünyada, Dinler Tarihi bu kültürel yakınlaşmayı
sağlayacak en önemli disiplin olarak değerlendirilmektedir. Günümüzde
insanlar ve ülkeler, bir yandan birbirleriyle yakın ticari, siyasi, iktisadi,
kültürel, sportif, askeri ve de dini ilişkiler içerisindedir. Her şeyden önce bu
münasebetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi, dini inançların
bilinmesiyle doğrudan alakalıdır. Diğer taraftan kitle iletişim araçları,
seyahatler, bilimsel toplantılar, sportif faaliyetler vb. vasıtalarla da
Bugünün dünyasında her insanların birbirleri hakkında bilgi edinme yolu ve imkânı açılmıştır. Bütün
münevver kişi, genel kültür bunlar, diğer insanların inançları ve hatta geçmiş kavimlerinin inançlarını
yanında Dinler Tarihi öğrenme merakı uyandırmaktadır.
kültürüne de ihtiyaç Günümüzün en popüler konularından olan dinler arası ilişkiler,
duymaktadır. Çünkü bu misyonerlik faaliyetleri, insanları hem kendi dinlerini hem de diğer dinleri
bilim dalı sayesinde öğrenmeye sevk etmektedir.
insanlığın bu güne kadar Öte tandan Türkiye, Dinler Tarihi için çok önemli malzemeleri
geçirdiği dinsel serüvenini bünyesinde bulundurmaktadır. Türkiye, yalnız jeopolitik bakımdan değil
tanıma imkanına sahip Dinlerin tarihi bakımından da önemli bir konumdadır. Çünkü Türkiye,
olunmaktadır. birçok medeniyetin ve dinin oluşum merkezi durumundadır. Anadolu’da
hâlâ bu medeniyetlerin ve kültürlerin izleri canlı şekilde durmaktadır.
Şurası da bir gerçektir ki, kendi dini hakkıyla bilmek, diğer dinleri iyi
bilmeye bağlıdır. Bu, bir taraftan insanları dinlerinde bilinçli bir mümin
olmasını sağlarken, diğer taraftan bağnazlık ve ön yargılardan kurtarır. Bu
bakımdan Dinler Tarihi, İslâm dininin daha iyi anlaşılası açısından da
önemlidir. Kur’ân-ı Kerim’de ismi geçen dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık,
Sabiilik, Mecusilik, Puteperestlik gibi) vardır. Bu dinlerin geçtiği ayetlerin
daha iyi anlaşılabilmesi Dinler Tarihi bilgisine ihtiyaç göstermektedir.
Ebu’l-Hasen En-Nedvi, “EI-Erkanu'I-Erbaa” isimli karşılaştırmalı
ibadet tarihini ele alan kitabında, diğer dinleri bilmenin İslam açısından
faydası konusunda Hz. Ömer'in “İslam’ın içinde büyüyüp de cahiliye
dönemini bilmeyen bir kimse İslam’ı tedricen bozabilir” sözünü
nakletmektedir. Bu sözde Hz. Ömer’in, İslam öncesi cahiliye adetlerini
bilmeyen bir kimsenin İslam'a zarar vermesinden duyduğu endişesi dile
getirilmektedir.
Diğer dinleri bilmek, İslam'ın sonradan karışmış yabancı unsurların
tanınmasını ve dinden ayıklanmasına katkı sağlar. Diğer dinler hakkında
bilgi sahibi olmak, son zamanlarda ülkemizde yoğun bir şekilde varlık
göstermeye başlayan yoga, meditasyon, reiki, fenşui vs. gibi pek çok

3
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

uygulama ve yeni dini hareketler olarak tanımlanan zararlı akımların iç


İslam kültürüne dahil yüzlerinin bilinmesine ve zannedildiği gibi masum olmadıklarının
olan İsrailiyattan tutun anlaşılmasına da katkı sağlar.
da İran menşeli Zerdüşt İslâm’ın ortaya çıkışında iki önemli medeniyet dünyaya halim
ve Maniheist kültürlere durumdaydı: Bunlardan birincisi Bizans Yahudi-Hıristiyan Kültür ve
kadar birçok bir çok Medeniyetidir. Bunu o dönemde Doğu ve Batı Roma İmparatorlukları
unsurun tespitinde Dinler temsil ediyordu. Diğeri de İran-Sasani Kültür ve Medeniyetiydi. Bu
Tarihi bir süzgeç görevini medeniyet özellikle Hind, Çin ve Orta Asya kültür ve medeniyetini
üstlenmiş bulunmaktadır. etkilemiştir. İşte Dinler Tarihi bu iki büyük medeniyetten İslâm kültürüne
Bu açıdan Dinler Tarihi yansıyan unsurların tahlilinde çok önemli rol oynamaktadır. İslam
âdeta bir sınır karakolu kültürüne dahil olan İsrailiyattan tutun da İran menşeli Zerdüşt ve
gibi çalışmaktadır. Maniheist kültürlere kadar birçok bir çok unsurun tespitinde Dinler Tarihi
bir süzgeç görevini üstlenmiş bulunmaktadır. Bu açıdan Dinler Tarihi âdeta
bir sınır karakolu gibi çalışmaktadır.
3. DİNLER TARİHİ’NİN DİĞER BİLİM DALLARIYLA İLGİSİ
Dinler Tarihi, İlâhiyat Bilimleri’nin, Sosyal Bilimler’in ve Beşerî
Bilimler’in içinde yer alan bir bilim dalıdır. Her bilim dalı, müstakil olarak
kendi alanına giren konuları incelediği gibi diğer bilim dallarından ve
onların verilerinden faydalanmaktadır.
Dinler Tarihi’nin ilişki kurduğu bilimlerin başında Tarih ve Coğrafya
gelir. Bunlardan başka Arkeoloji ve Filoloji de Dinler Tarihi araştırmalarında
önemli yeri olan bilim dallarıdır. Özellikle Filoloji’den yararlanarak dinlerde
kullanılan kelimelerin semantik ve lenguistik tahlili, dinî fenomenlerin
daha açık bir şekilde anlaşılmasını sağlamaktadır. Öte yandan Dinler Tarihi,
özellikle Din Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Din Felsefesi ve Din Fenomenolojisi
gibi Din Bilimleri adını verdiğimiz bilim dalları ile de sıkı ilişki içindedir.
Din Bilimleri; dinleri, inceleme konusu yapan bilim dallarından
oluşan bir şemsiye kavramdır. Almanca 'religionswissenschaft' olarak
isimlendirilen din bilimlerinin konusu şu şekilde belirlenmiştir: Din
bilimleri, yeryüzünde var olmuş bütün dinleri, doğuşundan gelişmesine ve
yok olmasına kadar her yönüyle inceleme konusu yapar. Dinlerin
tasavvurları, inanç, ibadet ve ahlak sistemleri, kurumlarının oluşum
süreçleri gibi bütün şekil ve tezahürler din bilimlerinin ilgi alanına girer.
Ayrıca, dini değerler, idealler, beklentiler, dinî tecrübeler, hisler, tavırlar,
kült ve organizasyonlar, dinlerin kökleri ve kaynakları, karşılaştırmalı
tarihleri, gelişmelerinde ve zayıflamalarında rol oynayan hususlar, hayat
ile din arasındaki bütün kompleks münasebetler, sosyal esasların dinler
üzerindeki tesir ve rolleri, din ile bilim, edebiyat, felsefe, sanat, siyaset ve
ahlak arasındaki ilişkiler, dinler arası karşılıklı tesirler, hatta dinden
kurtulma süreci olarak kabul edilen ateizm gibi bütün hususlar din
bilimlerinin inceleme alanına girmektedir.
3.1. Dinler Tarihi’nin Din Sosyolojisi ile İlgisi

4
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

Sosyolojiyi “toplumları ve onları meydana getiren fertler ve sosyal


kurumlar arasındaki sosyal ilişkileri inceleyen pozitif bir bilimdir” diye
tanımlamak mümkündür. Din Sosyolojisi ise dinin toplumla, toplumun
dinle münasebetlerini ve bu münasebetlerden doğan toplum olaylarını
Dinler Tarihi, her dinin
inceleyen bir bilimdir diye tarif edilebilir.
gelişmesini ve yayılışını
Dinler Tarihi, Din Sosyolojisi ile her zaman yakın ilişki içerisinde
müstakil olarak
olmuştur. Dinler Tarihi, her dinin gelişmesini ve yayılışını müstakil olarak
incelediği halde, Din
incelediği halde, Din Sosyolojisi dinleri bir bütün olarak ele alır ve hemen
Sosyolojisi dinleri bir
her dinde mevcut olan ibâdet, âyin, dua gibi davranışların sosyal
bütün olarak ele alır ve
tezahürleri ile ilgilenir. Din Sosyolojisi dinin teorik, pratik ve sosyolojik
hemen her dinde mevcut
anlatımlarını incelerken Dinler Tarihi ile konusunu paylaşır. Dinî
olan ibâdet, âyin, dua
gruplardan sayılan cemaat, tarikat, mezhep ve gizli dinî oluşumlar, Din
gibi davranışların sosyal
Sosyolojisinin incelediği konular arasındadır. Dinler Tarihi Din
tezahürleri ile ilgilenir.
Sosyolojisi’ne bir laboratuvar görevi görürken Din Sosyolojisi de Dinler
Tarihi’ne dinî fenomenlerin daha iyi ve doğru anlaşılmasında yardımcı
olmaktadır. İyi bir Dinler Tarihi birikimine sahip olmadan Din Sosyolojisi
yapmak oldukça zordur.
3.2. Dinler Tarihi’nin Din Psikolojisi ile İlgisi
Din Psikolojisi, insanın dinî karakterli rûhi yönelişlerini incelemeyi
kendisine konu edinmiştir. Bu çerçevede, her türlü dinî eğitim, dinî
kabiliyet, dinî arzular, dinî tecrübeler her çeşit dua, ibadet, tövbe, dine
dahil olma, dinden çıkma, dinî duygu ve heyecanlar hep din psikolojisinin
konuları içinde yer almaktadır.
Din Psikolojisi dinî fenomenlerle ilgili dökümanları, Dinler
Tarihi’nden alır ve onların insan ruhundaki şekillenişini inceler. Bu nedenle
de Din Psikolojisi ile Dinler Tarihi yakın ilişki içerisindedir. Öte yandan
Dinler Tarihi de dinî inanç ve düşüncelerin insan ruhunda aldığı şekil ve
tezahürleri inceleyen Din Psikolojisinden epistemolojik olarak
yararlanmaktadır.
3.3. Dinler Tarihi’nin Din Felsefesi ile İlgisi
Din Felsefesi, dini, felsefî açıdan inceler. Din Felsefesi,
incelemelerinde aklı ön planda tutmaktadır. Din Felsefesi’nin amacı dinî
emirlerdeki mantıksallığı belirleyip ortaya koymaktır. Bunun için Din
Felsefesi, Allah’ın varlığı ile ilgili delillerin mantıksallığını tartışma konusu
edinir ve tahlil eder. Din Felsefesi’nin öne çıkan bir özelliği de diğer din
bilimlerinden farklı olarak normatif (hüküm verici) olmasıdır. Din Felsefesi
de Dinler Tarihi’ni laboratuvar olarak kullanır. Bu bağlamda Din Felsefesi
ve Dinler Tarihi arasında da yakın bir ilişki mevcuttur. Din Felsefesi
malzemesini Dinler Tarihinden almakta; onun işlediği malzemeden de
Dinler Tarihi istifade etmektedir.
3.4. Dinler Tarihi’nin Din Fenomenolojisi ile İlgisi

5
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

Dinler Tarihi’nin Din Fenomenolojisi ile de yakın bir ilişkisi vardır.


Din Fenomenolojisi, dinî fenomenlerin yapısını ve özünü anlamaya
çalışmaktadır. Dinî fenomenlerdeki ortak olan özellikleri inceleyerek Din
Fenomenolojisi, bütün dinî fenomenlerdeki ortak noktaları elde etmeye
çalışır. Bunu yapabilmek için Din Fenomenolojisi, Dinler Tarihi’nin sunduğu
verilerden yeterince yararlanmaya çalışmaktadır. Hatta bazı Dinler
Tarihçiler, Din Fenomenolojisini Dinler Tarihi’nin içinde görmektedirler.
Çünkü Dinler Tarihi, dinî fenomenlerin yapısı ve özüyle ilgilenince Din
Fenomenolojisi ile aynı çizgide buluşmaktadır.
4. DİNLER TARİHİ’NİN TARİHÇESİ
4.1. İslâm Âleminde Dinler Tarihi
Sanılanın aksine İslâm aleminde Dinler Tarihi çalışmaları Batı’da
yapılan çalışmalardan çok önce başlamıştır. İslâm aleminde Dinler Tarihi
alanında ilk sistematik çalışma İbn Hazm (Ö. 456/1063) tarafından
yapılmıştır. Onun Yahudilik ve Hıristiyanlıkla ilgili getirdiği eleştirel
yaklaşım tarzına Batı’da ancak XIX. Yüzyıldan sonra rastlanabilmektedir.
İbn Hazm dışında Abdülkahir el-Bağdadi (Ö. 429/1037) ve Ebu’l-Feth
Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristanî (Ö. 458/1153)’nin, mezhepleri de
içine alan son derece mühim çalışmaları bulunmaktadır.
İslâm aleminde Dinler Tarihi alanında yapılan çalışmalardan birkaçı
şunlardır:
• Ebu Muhammed Ali b. Ahmet b. Hazm, Kitabu’l-Fasl Fi’l-Milel ve’l-
Ehvâi ve’n-Nihal.
• Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed eş-
İslâm aleminde Dinler Şehristanî, el-Milel ve’n-Nihal
Tarihi alanında ilk • İmam Ebu Mansur el-Bağdadî, el-Fark Beyne’l-Fırak
sistematik çalışma İbn • el-Bîrûnî, el-Âsâru’l-Bâkiye Ani’l-Kurûni’l-Hâliye
Hazm (Ö. 456/1063) • Ebu’l-Meâlî Muhammed b. Ubeydullah, Beyânu’l-Edyân
tarafından yapılmıştır. • el-Cuveynî Abdu’l-Melik, Şifâu’l-Ğalil Fî Beyani Ma Vaka’a Fi’t-Tevrat
ve’l-İncil Mine’t-Tebdil
• el-Gazali, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed, er-Reddu’l-Cemil li
İlâhiyyeti İsa bi Sarîhi’l-İncîl
• Abdulkerim el-Hatib, el-Mesih fi’l-Kur’an
• İbn Teymiyye, el-Cevâbu’s-Sahîh limen Beddele Dine’l-Mesih
• Muhammed Ebû Zehra, Muhadarat fi’n-Nasrâniyye
4.2. Batı’da Dinler Tarihi
Dinler Tarihi çalışmaları Batı’da, İslam dünyasında gerçekleştirilen
çalışmalardan daha geç başlamış olsa da daha sistematik bir gelişme
göstermiştir. Dinlerin ortak özelliklerini araştıran, dinlerdeki değişim
kanunlarını inceleyen ve özellikle dinlerdeki ilk formun ne olduğunu
bulmaya yönelen çalışmalar, Batı’da daha çok yapılmış ve Dinler Tarihi
müstakil bir bilim dalı olarak ortaya çıkmıştır.

6
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

Batı’da Dinler Bilimi ifadesi ilk kez 1852 yılında I. Abbe Prosper
Leblanc ve 1858 yılında Stiefelhagen tarafından kullanılmıştır. Ancak
Batı’da bilimsel anlamda Dinler Bilimi ifadesini ilk kullanan Max Müller
Batı’da bilimsel anlamda olmuştur. Müller, Cips From the Cerman Workshop (London, 1867) isimli
Dinler Bilimi ifadesini ilk eserinin birinci cildinde bu bilim dalına Dinler Bilimi veya Karşılaştırmalı
kullanan Max Müller Dinler Çalışması ismini vermiştir. Müller, bu çalışmasından önce
olmuştur. Müller, Cips yayımladığı Karşılaştırmalı Mitoloji Denemesi (1856) isimli kitabında
From the Cerman dinlerin mukayeseli tarihinden bahsetmiştir. Müller’in bu eserini alanda
Workshop (London, yazılmış ilk önemli Dinler Tarihi kitabı olarak kabul etmek mümkündür.
1867) isimli eserinin Max Müller’in bu çalışmalarının ardından Batı’daki Üniversitelerde
birinci cildinde bu bilim Dinler Tarihi kürsüleri kurulmaya başlanmıştır. İlk Dinler Tarihi kürsüsü
dalına Dinler Bilimi veya 1873’te Cenevre Üniversitesinde kurulmuş, bunu 1876 yılında Hollanda’da
Karşılaştırmalı Dinler kurulan dört yeni Dinler Tarihi kürsüsü takip etmiştir. Ardından 1879’da
Çalışması ismini Fransız Bilimler Akademisine (College de France) bağlı 1885’te Sorbonne
vermiştir. Üniversitesinde Ecole des Hautes Etüdes’e (Yüksek Etüdler Okulu) bağlı iki
Din Bilimleri kürsüsü açılmıştır. 1884 yılında ise Brüksel Devlet
Üniversitesinde bir Dinler Tarihi kürsüsü kurulmuştur. Daha sonraki
dönemlerde 1910 yılında Berlin’de ve Leipzig ve Bonn şehirlerinde birer
Dinler Tarihi kürsüsü açılmıştır. 1912 yılının ardından Batı’da Dinler Bilimi
alanında çok ciddi bir gelişme olmuş ve bütün Avrupa Üniversitelerinde
Dinler Tarihi kürsüleri açılmıştır.
Dinler Tarihi alanındaki çalışmalar yalnızca Avrupa’da değil
Amerika’da da ciddi bir gelişme göstermiştir. 1921 yılında Chicago
Üniversitesi tarafından yayımına başlanan The Journal of Religion (Din
Dergisi) isimli dergiyle 1936 yılından itibaren Colombia Üniversitesince
yayınlanmaya başlayan The Review of Religion isimli dergiler, Amerika’da
Dinler Tarihi alanındaki en saygın ve ciddi dergiler olarak zikredilebilir.
1950 yılında Amsterdam’da yapılan VII. Dinler Tarihi kongresinde
IAHR (International Association for History of Religions / Uluslararası
Dinler Tarihi Derneği)’nin resmen kurulma kararı alınmıştır. IAHR, Dinler
Tarihi ile ilgili çalışma yapan Ulusal Dinler Tarihi derneklerini de
bünyesinde toplamıştır. Türkiye Dinler Tarihi Derneği de IAHR’ye üye
olmak için gerekli işlemlere başlamış ve 2005 yılında Tokyo’da XIX. IAHR
toplantısında üyeliği resmen kabul edilmiştir. Günümüzde Türkiye Dinler
Tarihi Derneği, iki uluslararası derneğe üyedir. Birincisi, Avrupa Din
Bilimleri Derneği (EASR), ikincisi IAHR’dir. IAHR 1954 yılından beri
Leiden’de Numen isimli bir dergi yayımlamaktadır.
Batı’daki Dinler Tarihi çalışmaları iki ekol istikametinde
sürdürülmüştür. Bunlardan birincisi, Tekâmülcü Din Nazariyeleridir. Max
Müller’in “Tabiatçılık”, Tylor’un “Animizm”, Durkheim’in “Totemizm”,
Frazer’in “Büyü”, Marrett’in “Mana” teorilerinin dayandığı temel felsefe,
tekâmülcü anlayıştır. İkinci ekol ise Andrew Leang ve Wilhelm Schmidt
tarafından temsil edilen, tekâmülcü nazariyeye karşı çıkarak “Yüce Varlık”

7
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

veya “Yüce Tanrı” kavramlarını ön plana çıkaran anlayıştır. A. Lang,


tekâmülcü din nazariyelerine karşı 1883’de “Gelenek ve Mitoloji”, 1847’de
“Modern Mitoloji”, 1898’de de “Dinin Oluşumu” isimli eserlerini kaleme
almıştır. Bu dönemde Max Müller’in Tabiatçılık teorisi ile Tylor’un Animizm
teorisi ciddi biçimde eleştirilmiştir.
1900-1912 yılları arasında Dinler Tarihi’ne “Mana” teorisi hakim
olmuştur. Ancak bu dönemde en dikkat çekici görüş, A. Lang’ın izinden
giden Wilhelm Schmidt tarafından ileri sürülmüştür. “Tanrı Fikrinin Kökeni”
isimli eserinde Schmidt; mana, animizm ve totemizm gibi dinin kaynağı
hakkındaki teorilere karşı çıkmış ve insanlığın, başlangıçta “Yüce Tanrı”
inancına sahip olduğunu ileri sürmüştür.
Batı’da yapılan Dinler Tarihi çalışmalarına şu örnekler verilebilir:
• Raffaelle Pettazzoni, Eski Yunan’da Din
• Raffaelle Pettazzoni, Sardunya’da İlkel Din
• George Dumezil, Hindî-Avrupaîlerde Üçlü İdeoloji
• Van der Leeuw, Din Fenomenolojisi
• Rudolf Otto, Kutsal
• Mircea Eliade, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi (I-II-III)
• Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş
• Mircea Eliade, Avustralya Dinleri
• Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş
• Gustaw Menching, Dünya Dinleri
• Emile Durkheim, Dinî Hayatın İptidaî Şekilleri
• J. G. Frazer, Altın Dal
• Félicien Challaye, Dinler Tarihi
• Joachim Wach, Anlama
4.3. Türkiye’de Dinler Tarihi
Türkiye’de Dinler Tarihi’nin tarihsel seyrini “Cumhuriyet Öncesi” ve
Türkiye’de Dinler “Cumhuriyet Sonrası” diye iki kısımda incelemek gerekir. Cumhuriyet
Tarihi’nin tarihsel seyrini öncesinde Dinler Tarihi dersleri, İslâm dünyasında olduğu gibi Osmanlı
“Cumhuriyet Öncesi” ve medreselerinde de gerektiği yeri bir türlü bulamamıştır. Osmanlı
“Cumhuriyet Sonrası” İmparatorluğunda medreselerin gerilemesi, medreselerde ıslah
diye iki kısımda hareketlerinin başlamasına sebep teşkil etmiş ve Dinler Tarihi bilgileri
incelemek gerekir. kısmen umûmî tarih içinde, Rüşdiye, İdadiye ve bu okulların bazı
bölümlerinde verilmeye başlanmıştır. 1859’da açılan Mülkiye Mektebi’nde
müfredatta yer alan dersler arasına “Tarih-i Edyan” dersi de konulmuştur.
1869'da İstanbul’da “Dâru’l-Fünûn-i Osmanî” adı ile bir yüksekokul açılmış
ve orada Tarih ve “İlm-i Asar-ı Atika” dersleri de okutulmuştur. 13 Şubat
1910 yılında kabul edilen “Medaris-i İlmiye Nizamnamesi” programında
“Milel ve Nihal” dersleri konulmuştur.
1914 yılında “Dârü’l-Hilâfeti’l-Âliye Medresesi” faaliyete geçmiştir.
Bu medresenin ilk kısmında “Tarih-i İslam ve Edyan” dersi programa
alınmış ve Mütehassisin kısmının “Kelâm-Tasavvuf ve Felsefe” bölümünde

8
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

“Tarih-i Edyan ve Mezahip” ismi ile Dinler Tarihi, daha geniş bir şekilde ve
karşılaştırmalı olarak okutulmaya başlanmıştır. Bu dersi Mahmud Esad
Efendi okutmuştur.
“Dârü’l-Hilâfeti’l-Âliye” Medresesine iki yıllık hazırlık sınıfı açılarak
orada okutulan dersler arasına “Malûmat-ı Diniyye adı ile ve her dinin din
adamları tarafından okutulacak olan bir ders konulmuştur. Bu derste
Yahudilik, Hıristiyanlık ve diğer Hıristiyan mezheplerinin görüşleri kendi din
adamları tarafından, kendi dinlerinin mensuplarının çocuklarına
okutulmuştur.
1917 yılına gelindiğinde medreselerin yüksek kısmına
“Süleymaniye” ismi verilmiştir. Burada Dinler Tarihi dersi, Kelam ve
Hikmet bölümünde yer almış ve Tarih-i Edyan ve Din-i İslam olarak
isimlendirilmiştir. Dersi ise Şemsettin Günaltay okutmuştur.
Görüldüğü gibi Türkiye’de Dinler Tarihi çalışmaları, Osmanlı
medreselerinde XIX. Yüzyılın ortalarında başlamış ve her geçen gün
gelişme göstermiştir. Osmanlı medreselerinde Tarih-i Edyan derslerini
okutan kişilerin arasında özellikle iki ismin zikredilmesi gerekir: Bunlardan
birisi, Medresetu’l-Vaizin’de “Tarih-i İslam ve Edyan” müderrisi olan
Mahmut Esat Efendi'dir. E’ad Efendi’nin aynı zamanda Tarih-i Edyan isimli
1920 tarihli bir kitabı vardır. İkinci isim ise Şemseddin Günaltay’dır.
Süleymaniye Medresesi’nde yer alan “Tarih-i Edyan ve Din-i İslam”
derslerini okutan Şemseddin Bey, ders notlarından hazırlamış olduğu
Türkiye’de ilk akademik
“Tarih-i Edyan” isimli eserini 1919 yılında yayımlamıştır.
dinler tarihçi Prof. Dr.
Osmanlı medreselerindeki Dinler Tarihi çalışmaları, Cumhuriyet
Annemarie Schimmel’in
döneminin başlarında duraklamış olsa da 1949 yılında Ankara
öğrencisi ve asistanı Prof.
Üniversitesine bağlı olarak açılan İlahiyat Fakültesiyle birlikte, yeniden
Dr. Hikmet Tanyu
canlanmaya başlamıştır. Özellikle Prof. Dr. Annemarie Schimmel’in
hocamızdır.
öğretim üyeliği yaptığı 1954 yılından sonra Dinler Tarihi kürsüsü,
Türkiye’de ilk akademik dinler tarihçi olan Prof. Dr. Hikmet Tanyu
hocamızla bir istikrar ve gelişme dönemine girmiştir. Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesinde Hikmet Tanyu’nun asistanları olan Prof. Dr. Günay
Tümer, Prof. Dr. Mehmet Aydın, Prof. Dr. Abdurrahman Küçük ve
Tanyu’nun yakın mesai arkadaşı ve talebesi Prof. Dr. Ekrem Sarıkçıoğlu
Dinler Tarihi çalışmalarını geliştirmişlerdir. Günümüzde Hikmet Tanyu’nun
talebelerinin önderliğinde Dinler Tarihi alanında profesör, doçent ve
doktor düzeyinde yüzü aşkın bilim insanı çeşitli üniversitelerde ilmî ve
akademik çalışmalarına devam etmektedirler. Prof. Dr. Tanyu’nun
talebeleri 1994 yılında “Türkiye Dinler Tarihi Derneği”ni kurmuşlardır.
Bugün bu dernek, Uluslararası Dinler Tarihi Derneği (IAHR)’ne ve Avrupa
Din Bilimleri Derneği (EASR)’ne üye ve akredite olmuş durumdadır. Türkiye
Dinler Tarihi Derneği’nin merkezi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde
bulunmaktadır.

9
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

Dinler Tarihi alanında Türkiye’de yayımlanmış çalışmalardan bazıları


şunlardır:
• Ahmet Mithat Efendi, Tarih-i Edyan.
• M. Şemseddin Günaltay, Tarih-i Edyan.
• Mahmud Esad Efendi, Tarih-i Edyan.
• Ömer Hilmi Budda, Dinler Tarihi.
• Ö. Rıza Doğrul, Yeryüzündeki Dinler Tarihi.
• Prof. Dr. Annemarie Schimmel, Dinler Tarihine Giriş.
• Mehmet Taplamacıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi.
• Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Dinler Tarihi Araştırmaları.
• Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Eski Türk Dinî Tarihi.
• Prof. Dr. Abdülkadir İnan, Şamanizm.
• Prof. Dr. Hikmet Tanyu, Türklerin Dinî Tarihçesi.
• Prof. Dr. Abdurrahman Küçük-Prof. Dr. Günay Tümer-Mehmet
Alparslan Küçük, Dinler Tarihi.
• Prof. Dr. Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi.
• Prof. Dr. Mehmet Aydın, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı
Reddiyeler ve Tartışma Konuları.
• Prof. Dr. Ünver Günay-Prof. Dr. Harun Güngör, Başlangıçtan
Günümüze Türklerin Dini Tarihi.
• Prof. Dr. Şinasi Gündüz, Pavlus-Hıristiyanlığın Mimarı.
• Prof. Dr. Mehmet Aydın, Dinler Tarihine Giriş.
• Prof. Dr. Mehmet Aydın, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü.
• Prof. Dr. Şinasi Gündüz, Din ve İnanç Sözlüğü.
• Prof. Dr. Ali İsra Güngör, Cizvitler ve Katolik Kilisesindeki Yeri.
• Korhan Kaya, Buddhistlerin Kutsal Kitapları.
• Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik.
• Prof. Dr. Ali Rafet Özkan, Kıyamet Tarikatları.
• Prof. Dr. Kemal Polat, Katolik Hıristiyanlık’ta Azizlik ve Azizler
• Prof. Dr. Ahmet Güç, Dinlerde Mabed ve İbadet.
• Prof. Dr. Mustafa Erdem, Hazreti Adem (İlk İnsan).

10
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

ÖZET
Özet Metninin Yapısı

Dinler Tarihi, tarih ve filoloji yardımı ile dinlerin doğuşunu, gelişmesini,


inanç, ibadet ve ahlâki değerlerini, tarihî seyir içerisinde inceleyen ve
fenomenolojik metottan da faydalanarak dinî fenomenlerin yapısını ve
özünü araştıran bir bilim dalıdır. Dinler Tarihi’nin konusu, tarihsel süreçte
günümüze kadar gelebilen ve gelemeyen bütün dinlerdir. Bu nedenle
bütün dinler, Dinler Tarihi’nin konusu içerisine girmektedir. Dinler Tarihi,
kendisine has Nitelendirici (Deskriptif) Metoda sahiptir. Bunun yanında
tarihi-karşılaştırmalı metodu, fenomenolojik ve hermeneutik metodlarını
da kullanır. Dinler Tarihi, artık çeşitli dinlere ve inançlara sahip insanların
birlikte bir arada yaşadığı, fiili sınırların kalktığı bir dünyada önemini
giderek artıran bir bilim dalıdır. Böyle bir dünyada çeşitli dinlere mensup
insanlar arasındaki münasebetlerin sağlıklı bir zeminde yürütülebilmesi için
diğer dinleri bilmek son derece önemlidir. Dinler Tarihi, özellikle Din
Sosyolojisi, Din Psikolojisi, Din Felsefesi ve Din Fenomenolojisi gibi Din
Bilimleri adını verdiğimiz bilim dalları ile de sıkı ilişki içindedir. İslâm
aleminde Dinler Tarihi alanında ilk sistematik çalışma İbn Hazm (Ö.
456/1063) tarafından yapılmıştır. Dinler Tarihi biliminin modern anlamdaki
kurucusu Alman din bilimci Max Müller’dir. Türkiye’de özellikle Cumhuriyet
sonrasında Dinler Tarihi sahasında uzman pek çok bilim insanı yetişmiştir.
Bu çerçevede Türkiye’de yetişmiş ilk Türk akademik Dinler Tarihçi Prof. Dr.
Hikmet Tanyu’dur.

11
Dinler Tarihine Giriş Dinler Tarihi / 1

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Din ve Tarih kavramları üzerinden Tarih ve Dinler Tarihi arasında nasıl bir
ilişki kurulabilir? Tartışınız.
2. Dinler Tarihi’nin önemi ve gerekliliğini açıklayınız.
3. Dinler Tarihi’nin Türkiye’deki tarihi seyri hakkında bilgi veriniz.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük. (2009). Dinler


Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Aydın, M. (2018). Dinler Tarihi Tarih, İnanç ve İbadet. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Aydın, M. (2019). Dinler Tarihine Giriş. Konya: Literatürk Academia.

Baki Adam, Ahmet Güç, Ali İhsan Yitik, Ahmet Hikmet Eroğlu, Durmuş Arık, Bekir
Zakir Çoban, Mehmet Alıcı, Talip Ayar. (2016). Dinler Tarihi. Ankara:
Grafiker Yayınları.

Eliade, M. (2009). Dinler Tarihine Giriş. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Eliade, M. (2012). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Sharpe, E. J. (2013). Dinler Tarihi Tarihsel Bir Anlatı. Sakarya: Sakarya Üniversitesi
Kültür Yayınları.

12
İÇİNDEKİLER
• Din’in Tanımı

• Batılı Din Bilimcilerin Din Tanımı

DİNLER TARİHİ • İslam Bilginlerinin Din Tanımı

• Din’in Kaynağı Hakkındaki Görüşler

• Evrimci Görüş

• Tek Tanrı Temelli Görüş

• İlâhî Dinlere Göre Din’in Kaynağı


DİN HAKKINDA • Din Duygusunun Kaynağı ve İnsan İçin Dinin

GENEL BİLGİLER Gerekliliği

• Özet

• Değerlendirme Soruları

• Başvurulabilecek Kaynaklar
Dr. Öğr. Üyesi
Muhammet YEŞİLYURT HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Din kavramının sözlük ve terim anlamını


öğrenip dini tanımlayabilecek

• Dinin kaynağı hakkındaki görüşleri


açıklayabilecek,

• Din duygusunun kaynağını ve insan için dinin


gerekliliğini vurgulayabilecek.
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

1. DİN’İN TANIMI
İnsanlık tarihinde ne kadar geriye gidilirse gidilsin dinî inançlardan
yoksun bir topluma rastlamak mümkün değildir. Bu nedenle din, insanlık
tarihiyle yaşıt bir olgudur. En eski topluluklar, mutlaka “Kutsal” kabul
ettikleri bir varlığın ya da varlıkların önünde saygı duymuşlardır. Bugün de
insanlığın günlük hayatında en çok meşgul olduğu alan, din konusudur.
Batı’da yapılan araştırmalarla dinin, insan şuurunda doğuştan var olan bir
gerçeklik olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu, insanın doğduğu andan
itibaren din ihtiyacı ile doğduğu anlamına gelmektedir.
1.1. Batılı Din Bilimcilerin Din Tanımı
Dinin tarifiyle ilgili batıda ve doğuda pek çok görüş ileri sürülmüştür.
Batıda yapılan Dinler Tarihi çalışmalarında dinin birçok tarifi yapılmıştır.
Ancak üzerinde ittifak edilen bir din tarifine ulaşılamamıştır. Bu tariflerden
Batı’da yapılan birkaçı şu şekildedir:
araştırmalarla dinin, • “Din, insanın kutsal saydığı şeylerle olan ilişkisidir.” (Rudolf Otto)
insan şuurunda • “Din, bir cemaatin meydana gelmesini sağlayan âyin ve inançlar
doğuştan var olan bir sistemidir.” (Emile Durkheim)
gerçeklik olduğu • “Din, insanın sonsuzu kavramasını sağlayan, akıl ve mantığa tabi
sonucuna ulaşılmıştır. olmayan zihnî bir meleke ve yetenektir.” (Max Müller)
Bu, insanın doğduğu • “Din; dua, kurban ve inançla kendini gösteren bir arzudur.”
andan itibaren din (Feuerbach)
ihtiyacı ile doğduğu • “Din, insan hayatı ve doğanın akışını kontrol ettiğine inanılan
anlamına gelmektedir. insanüstü güçlere yakarış ve tazimdir.” (Frazer)
Yukarıdaki din tariflerinden, batıdaki din tariflerinde üzerinde daha çok
durulan hususun, dindeki kutsal kavramı ve insanın bu kutsalla ilişkisi
olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu din tariflerinde vahiy olgusu dikkate
alınmamış; sadece insanla insanın inandığı kutsal arasındaki ilişki ön
planda tutulmuştur.
1.2. İslâm Bilginlerinin Din Tanımı
İslâm bilginleri de din konusunda birçok tanım ortaya koymuşlardır.
Bu tanımlarda dikkatimizi çeken husus, bütün İslâm bilginlerinin yaptıkları
din tanımında vahyin temel alınmış olmasıdır. Bu tanımlardan birkaçı şu
şekildedir:
• “Din, akıl sahiplerini, peygamberlerin bildirdiği şeyleri kabule çağıran
ilâhî bir kanundur.” (Seyyid Şerif Cürcâni)
• “Din, Allah ile kul arasındaki ilişkilerdir.” (İmam Gazâli)
İslam bilginlerinin genelde üzerinde ittifak ettikleri tanım ise şu
olmuştur:
“Din, akıl sahibi insanları, kendi irade ve arzuları ile, bizzat onlar için hayırlı
olan şeylere sevk eden ilâhî bir kanundur.”

1
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

Bütün bu tanımlardan de anlaşılmaktadır ki İslam bilginlerinin din


tanımı, Allah’ın gönderdiği vahyi tasdik etmeyi ve onun gereklerini yerine
getirmeye yönelmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu tanımlarda Allah, peygamber
ve müminler cemaatinin karşılıklı ilişkilerine dikkat çekilmektedir.
2. DİN’İN KAYNAĞI HAKKINDAKİ GÖRÜŞLER
Dinin nasıl başladığı, kaynağının ne olduğu konusunda kutsal
kitapların verdiği bilgilerden başka herhangi bir tarihi belge yoktur. Bu
bakımdan bilimsel metotlara başvurarak dinin başlangıcı ve kaynağı
hakkında kesin bir şey söylemek imkânsızdır. Bununla birlikte dinin
kaynağını bulmaya teşebbüs eden bazı din bilimciler ortaya çıkmıştır.
Onlar, yaptıkları bilimsel çalışmalar çerçevesinde dinin kökeni hakkında bir
takım teoriler ileri sürmüşlerdir. Bu teoriler, 19. Yüzyılın son çeyreği ile 20.
Yüzyılın ilk çeyreğinde Batı'da tasvip görmüş ve bunlara bilim çevrelerince
rağbet edilmiştir. Fakat ilerleyen yıllarda bunların eleştirisi yapılıp
geçersizliği ispatlanmıştır. Dinin kaynağı hakkındaki görüşleri, pozitivist ve
materyalist perspektifli evrimci görüş ve tek tanrı temelli görüş olmak
üzere iki ana grup altında toplayıp değerlendirebiliriz. Bunun yanında ilâhî
dinlerin, dinin kaynağı hakkındaki görüşleri de konumuzun anlaşılması
açısından önemlidir.
2.1. Evrimci Görüş
Charles Darwin'in (1809-1882) 1859'da biyolojik evrimle ilgili
Dinin kaynağı hakkındaki
'Türlerin Kökeni' isimli kitabının yayınlanması, Batı’da din ile ilgili çeşitli
görüşleri, pozitivist ve
nazariyelerin ortaya atılmasına kaynaklık etmiştir. Öyle ki, bu eser Batı'da,
materyalist perspektifli
dine ve Kiliseye karşı olanlar arasında büyük bir heyecan yaratmıştır.
evrimci görüş ve tek tanrı
Darwin bu kitabında, canlıların biyolojik evrimle ortaya çıktığını iddia
temelli görüş olmak üzere
etmiştir. Onun ileri sürdüğü teoriler, kutsal kitapların yaratılışla ilgili
iki ana grup altında
dogmalarla çelişmiştir. XIX. yüzyılın sonları ve XX. yüzyılın başlarında
toplayıp değerlendire-
yapılan araştırma ve incelemeler genellikle evrim teorileri doğrultusunda
biliriz.
ve etkisinde kalmıştır. Evrimcilerin amacı, Yüce Allah’ın varlığın inkârdır.
Allah’ı devreden çıkarmaya çalışan bu anlayış, buna paralel olarak dini de
devreden çıkarmayı hedeflemiştir. Fakat dinin insan hayatından
çıkartılması ve yerini bilime bıraktırılması projesi, yaratılış esprisine
uymadığı için tutmamıştır.
Biyolojik evrim nazariyesine paralel olarak insanlığın kültür
bakımından da evrim geçirdiğinin ispatlanması için çeşitli alanlardan bilim
adamları çalışmalara başladılar. Antropologlar, etnologlar, sosyologlar ve
psikologlar arasından bazı bilim adamları, dinin kökeninin hala ilkel hayat
yaşayan ilkel kabilelerin din ve kültürlerinin incelenmesi ile bulunabileceği
iddiasında idiler. Bunlar, Yeni Zelanda, Avustralya, Afrika ve Asya'da
yaşayan bazı ilkel kabilelerin inançlarından hareketle dinin kökeni
hakkında değişik görüşler geliştirmeye başladılar. Şimdi bunlardan
birkaçına temas etmek istiyoruz:
1) E. Burnette Tylor: 1871 Yılında yayımladığı İlkel Kültür (Primitive

2
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

Culture) isimli kitabında Din'in kaynağını "Animizm" yani “Ruhculuk” olarak


göstermiştir. İlkel toplumlarda hakim olan Atalara Tapınmanın, Fetişizm'in
ve Büyünün, Animizm'den kaynaklandığını ileri sürmüştür. Ona göre ilk
insan, Ruh’un farkına rüyada varmıştır. Uyku halindeki insandan ayrılan ve
dolaşan Ruh’a, ilk insan inanmış ve ona saygı göstermiştir. Daha sonra
çevresindeki varlıklarda da Ruh’un olduğuna inanan İlkel Kabile insanı,
etrafında iyi ve kötü ruhlar tasarlamaya başlamış ve böylece Animizm
yaygınlaşmıştır. Tylor'a göre ilk din şekli Animizm şeklindeki inanç biçimidir
ve Politeizm (Çok Tanrıcılık), Animizm'den çıkmıştır. 20. Yüzyılın başlarında
"Animizm Öncesi" teoriler, Taylor'un "Animizm” teorisini zayıflatmıştır.
2) R. R. Marett: 1900 Yılının başında yayımladığı "Animizm Öncesi
Din” (Preanismistic Religion) isimli makalesinde Marett, dinin ilk şeklinin
ruh inancı olmadığını; fakat gayri müşahhas bir güç olan Mana ile
karşılaşmanın meydana getirdiği "mistik korku ve hayret duygusu” nun,
dinin ilk şeklini meydana getirdiğini ileri sürmüştür. Buna göre Mana,
içinde kutsalı taşıyan gizli bir gücün adıdır. Marett'in doğrultusunda bir
Tylor'a göre ilk din şekli
grup bilgin, bu teoriyi benimsemiş ve geliştirmiştir. Ancak bu görüş de
Animizm şeklindeki inanç
genel kabul görmemiştir. Birçok Etnolog, Mana fikrini tenkit etmiştir.
biçimidir ve Politeizm
Böylece Mana'nın, insanlığın ilk dini olduğu düşüncesi yıkılmıştır.
(Çok Tanrıcılık),
3) J. G. Frazer: "Altın Dal” isimli eserin yazarı Frazer de bir başka
Animizm'den çıkmıştır.
Animizm öncesi hipotez ileri sürmüştür. Buna göre insanlık tarihinde Büyü,
20. Yüzyılın başlarında
dinden önce gelmektedir. Böylece, insanlığın ilk dinî törenlerinin Büyü
"Animizm Öncesi"
Törenleri olduğunu belirtmektedir. Ancak bu teori de genel kabul
teoriler, Taylor'un
görmemiştir. Çünkü büyü cemaatinin süreklilik göstermediği ve geçici
"Animizm” teorisini
olduğu ileri sürülmüş ve din cemaatinin yerini tutmadığı belirtilmiştir.
zayıflatmıştır.
Frazer'in Altın Dal isimli eseri, iki cilt halinde Türkçeye de tercüme
edilmiştir.
4) Herbert Spencer: Spencer, ilkel kabile dinlerinin kaynağının Ata
ruhlarından korku olduğunu ve bunun da Atalara Tapınma şeklinde
kendini gösterdiğini ileri sürmüştür. Spencer'e göre korku, atalara
tapınmayı ortaya çıkarmış, atalara tapınma da diğer ibadet şekillerinin
gelişmesini sağlamıştır. Böylece Atalara Tapınma, insanlığın ilk dini inancı
olmuştur. Ancak bu görüş de genel kabul görmemiştir.
5) E. Durkheim: 1912 Yılında yazdığı Dinî Hayatın İbtidâî Şekilleri
(Formes Elementaire de la Vie Religieuse) isimli kitabında Durkheim, dinin
kaynağına sosyolojik bir yaklaşımla yaklaşmaktadır. Durkheim, bu
kitabında dinin, sosyal tecrübenin bir yansıması olduğunu savunmaktadır.
Durkheim'e göre ilk sosyal birlik Klan'dır. Klan ise bir Totem etrafında
şekillenmiştir. Totem olarak kabul edilen varlık, kutsaldır. Klan buna saygı
duymaktadır. Böylece “insanlığın ilk dinî şekli Totemizm’dir” demiştir. O,
Totemizmin aynı zamanda Kutsalı ve Klanı sembolize ettiğine işaret
etmiştir. Durkheim'in ileri sürdüğü Totemizm fikri, Etnologlar tarafından
şiddetle eleştirilmiştir.

3
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

6) Max Müller: Mülller’e göre insanlığın ilk dini Naturizm


(Tabiatçılık)'dir. Natürizm, tabiat varlıklarına tapınmanın adıdır. Bu görüşü,
Müller sistemleştirmiştir. Müller bu görüşü ileri sürerken Hinduizm’in
Veda'larına dayanmıştır. Ona göre Veda'lardaki Tanrı isimlerinin tabiat
olayları ile yakın ilişkisi vardır. Meselâ Agni, ateş; Dyans, gök anlamına
gelmektedir. İnsanların güneşe taptıklarını da ifade etmiştir. Ona göre ilk
insan için tabiat, büyük bir korku unsuru olmuştur. Böylece de tabiat
kuvvetlerine tapınma ortaya çıkmıştır. Bu da dinin kaynağının tabiatçılık
olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun için Müller, dinin kaynağı olarak
Naturizm'i kabul etmektedir.
2.2. Tek Tanrı Temelli Görüş
Dinin kaynağı hakkında ortaya atılan evrimci teorilerin sağlam ve
dayanaklı eleştirileriyle, evrimci görüşün meydana getirdiği bu heyecan
sönmeye başlamıştır. Çünkü bu teorileri ileri sürenlerin hiçbiri, ilkel
kabileler arasında yerinde gözlem ve inceleme yapmamıştır. Daha sonra
ilkeller arasında yapılan araştırmalar bu teorilerin pek tutarlı olmadığını
Schmidt, "Tanrı Fikrinin ortaya koymuştur. Wilhelm Schmidt ve Andrew Lang’ın bilhassa
Kökeni" adı ile yazdığı Avustralya ve Asya yerlileri üzerinde yaptıkları araştırmalar bu teorilerin
kitabında, insanlığın ilk güvenirliğini zedelemiştir. Sosyal antropolojinin gelişmesi sonucunda dinin
önce "Bir Yüce Tanrı'ya” kökeni ile ilgili naturizm, animizm, totemizm, büyü, çok tanrıcılık gibi
inandığını, ancak daha teoriler önemini yitirmiştir. Ünlü antropolog Edward Evans-Pritchard'ın
sonra bu Tanrıyı ifadesiyle, artık hiçbir antropolog bugün bu teorilerin geçerliliğini
unutarak veya ihmal savunmamaktadır. Sonuç olarak bütün bunlar dinin kökeninin bilimsel
ederek putlara saygı araştırmalarla ortaya konamayacağını ispatlamaktadır.
gösterdiğini açıklamıştır. İnsanın ve dinin kaynağı hakkındaki evrimci görüş karşısında bilim
adamları arasında tek tanrıcı görüşü savunanlar da olmuştur. Bunlardan
biri İskoçyalı bilgin Andrew Lang idi. Lang, kendi zamanına kadar ileri
sürülen bütün evrimci din nazariyelerini kabul etmeyerek yepyeni bir din
nazariyesi ileri sürmüştür. Lang, ilkel kabilelerin ülkesi olarak kabul edilen
Avustralya'nın ilkel kabilelerinde animizme ve totemizme rastlanmadığını,
ancak "Bir Yüce Varlık" kavramına, insanların inandıklarını ileri sürmüştür.
Bu Yüce Varlık, insanları denetleyen bir varlıktı. The Making of Religion
(Dinin Oluşumu) isimli eserinde Lang; Animizmi, Tabiatçılığı, Atalar kültünü
reddetmiştir. O, delillerini ilkel kabilelerde mevcut olan "Yüce Varlıklar”
üzerine dayandırmıştır.
Lang’ın bu görüşü daha sonra hararetli bir şekilde, Viyana Ekolunun
önemli bir temsilcisi olan Wilhem Scmidt tarafından savunulmuştur.
Schmidt, "Tanrı Fikrinin Kökeni" (Der Ursprung Der Gottesidee) adı ile
yazdığı kitabında, insanlığın ilk önce "Bir Yüce Tanrı'ya” inandığını, ancak
daha sonra bu Tanrıyı unutarak veya ihmal ederek putlara saygı
gösterdiğini açıklamıştır. Böylece insanlığın, başlangıçta "Bir Yüce Tanrı'ya"
inandığını ifade etmiş oluyordu. Schmidt'e göre ilk din, gökte yaşadığına
inanılan, iyiliksever, her şeyi bilen, yaratıcı ve ebedî bir "Büyük Tanrı/Yüce

4
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

Varlık” inancından ibarettir. Bunun için Schmidt'e göre başlangıçta her


yerde İlkel bir Monoteizm inancı mevcuttu. Schmidt, ilkel Kabilelerin bu
Monoteizm inancına, mantıksal olarak sahip olduklarını ileri sürmüştür.
Schmidt'in bu görüşü de bir takım tenkitlerle karşılaşmıştır. Ancak, diğer
Batıda dinin kaynağı görüşlerden daha tutarlı olan bu görüş, Batıda geliştirilen pozitivist ve
hakkındaki görüşler, materyalist teorilerle etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır.
genelde ilkel kabilelerden Lang ve Schmidt’in ardından Nathan Söderblom da “Tanrı İnancının
hareketle geliştirilmeye Kaynağı” adıyla 1914 yılında yayımlanan kitabında yüce varlığın yaratıcı bir
çalışılmıştır. Ancak bu Tanrı olduğu, kabilelerin ve sosyal kurumların kurucusu olduğu fikri
konuda bir görüş üzerinde önemle durmuştur. Daha sonra Pettazoni, G. Widengren ve M.
üzerinde herkes ittifak Eliade gibi bilginler de kendin önceki bu fikirleri destekleyici ve geliştirici
edememiştir. mahiyette çalışmalar yapmışlardır.
Sonuç olarak Batıda dinin kaynağı hakkındaki görüşler, genelde ilkel
kabilelerden hareketle geliştirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu konuda bir
görüş üzerinde herkes ittifak edememiştir. 19. Yüzyıl boyunca ve 20.
Yüzyılın ilk yarısına kadar dinin kaynağı hakkındaki çalışmalar, Batı'da
devam etmiştir. Bu konuda kesin bir sonuç alınamayınca Etnoloji ve
Antropoloji, dinin kaynağını araştırmaktan vazgeçmiş ve bugün din olayı,
bir kültür olayı olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Buna göre her din, bir
kültürdür. Her din, kendi dönemi için bir değer taşımaktadır. İşte Dinler
Tarihi, bu kültür tarihini incelemeye kendisini adayan bir disiplindir.
2.3. İlâhî Dinlere Göre Din’in Kaynağı
Kronolojik olarak ilahi dinlerin dinin kaynağı hakkındaki anlayışına
bakacak olursak; Ortodoks Yahudiliğe göre Tanrının vahyettiği tek geçerli
din Yahudiliktir. Bununla birlikte ilahi vahye dayanan ve adına Nuhilik
denilen bir inanç sistemi de vardır. Bu inanç sistemi, tek tanrıcılığı, adaleti
ve temel ahlak ilkelerini içerir. Bu ilkeler, Yahudiliğin onayladığı ilkelerdir.
Hangi millet, ırk ve kavim olursa olsan dini sistemi Nuhilik ilkelerine
uyuyorsa onlar da tıpkı Yahudiler gibi kurtuluştan hissedardırlar. Bununla
birlikte bu yaklaşımla Yahudilik, Nuhilik karakteri taşımasına rağmen
bilhassa İslam ve Hıristiyanlık gibi dinlerin kaynağının ilahi vahye
dayandığını onaylamaz. Yahudilere göre bu dinler, Yahudilikten türetilmiş
dinlerdir.
Geleneksel Hristiyan anlayış ise ilahi vahiy dini olarak sadece
Yahudiliği ve Hıristiyanlığı görmektedir. Bu anlayışa göre Hıristiyanlık,
Yahudiliğin bir devamıdır, fakat Hıristiyanlığın çıkışıyla Yahudilik dönemi
bitmiştir. Diğer dinler ise tamamen şeytani bir kaynağa dayanmaktadır.
Tanrının bu dinlerle hiçbir işi olmamıştır.
Dinin kaynağı hakkındaki tartışmada İslâm, kendine has bir görüşü
benimsemektedir. İslâm'a göre din, tamamen vahiy mahsulü olarak
düşünülür. Zaten insan aklını ve kalbini de ancak böyle bir din duygusu
tatmine kavuşturabilir. İlk din olarak kabul edilen Tevhid Dini, esasında
insan fıtratına/yaratılışına uygun, insanın yaratılış gayesine elverişli yegâne

5
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

dindir. Burada söz konusu edilen din, Hz. Adem'le başlayıp Hz.
Muhammed (S.A.V)’in peygamberliği ile tamamlanan dindir. Allah, Kur'an-ı
Kerim’de Adem'i, Nuh'u, İbrahim'i seçip görevlendirdiğini (Ali İmran, 33-
34), Nuh'a, İbrahim'e, İshak'a, Yakub'a, Musa'ya, İsa'ya ve diğer
peygamberlere gönderdiği vahiyleri Peygamberimiz Hz. Muhammed'e de
gönderdiğini (Nisa, 163) bildirmektedir. Bu nedenle İslam bilginleri, ilahi
dinlerin bu peygamberlere gönderilen vahiylerden oluştuğunu kabul
ederler. Bu dinler de ehli kitap olarak tanımlanan Yahudilik, Hıristiyanlık ve
son din İslam'dır. Ancak Allah, başka bir ayette bütün milletlere
peygamber gönderdiğini bildirmektedir: 'Andolsun ki her ümmete Allah'a
kulluk edin, azdırıcılardan kaçının diyen bir elçi gönderdik' (Nahl, 36). Bu ve
benzeri ayetler, Kur'an'ı-Kerim'de adı geçmeyen fakat binlerce yıldır
devam eden ve tahrif olmuş olsalar bile bugün milyonlarca mensubu
İslâm'a göre dinin bulunan dinlerin de asılları itibarıyla ilahi kaynaklı olabileceğine işaret
kaynağı, ne tabiat etmektedir. Bununla birlikte, İslam âlimlerinin dinleri “ilahi dinler” ve
hadiseleri, ne rüya olayı “beşeri dinler” şeklinde tasnif ettiklerini, kökeni ilahi olan dinleri birinci
ne de Totemizmdir. sınıfa dahil ettiklerini, köken itibariyle ilahi özellik taşımayan ve ilahi bir
İslâm'a göre dinin menşee dayandırılamayan dinlerin ise “beşeri dinler” sınıfında mütalaa
kaynağı İlâhîdir, yani ettiklerini de söylemek gerekir. Yine İslam alimleri, kaynağı ilahi olmakla
Vahiydir. birlikte Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın, muharref (bozulmuş) dinler
olduklarına inanmaktadır.
Netice olarak diyebiliriz ki, İslâm'a göre dinin kaynağı, ne tabiat
hadiseleri, ne rüya olayı ne de Totemizmdir. İslâm'a göre dinin kaynağı
İlâhîdir, yani Vahiydir. İlâhî kaynaklı bu din ise beşerin tertemiz yaratılışına
tam olarak uygundur.
3. DİN DUYGUSUNUN KAYNAĞI VE İNSAN İÇİN DİNİN
GEREKLİLİĞİ
İslâm, dinin Allah tarafından gönderilmiş ilâhî bir kanun olduğunu
söyler. İnsanlar, din duygusu ile yaratılmışlardır. Bu nedenle İslâm'a göre
din duygusu insanda fıtrî bir hadisedir, yaratılışla birlikte vardır. İnsan
yaratıIış itibariyle ise tevhidi bir inanca meyillidir. Bunun için
peygamberler, hep tevhidî inançları tebliğ etmişlerdir. Din, akıl sahibi,
şuurlu insanları, kendi irade ve arzularıyla, hayırlı olan şeylere sevk eden
ilâhi bir kanundur. Böylece İslâm’a göre dinin kaynağı, tamamen ilâhî
kökenlidir. Din, akıllı insanlara hitap eder. Aklı olmayanlar, dinin
muhatapları değillerdir.
Batıda da din duygusunun kaynağı konusunda buna benzer görüşler
ileri sürülmüştür. Max Müller, dinin, insana duygular ve akıldan müstakil
olarak muhtelif isimler ve değişik remizlerle sonsuzu idrak kabiliyetini
veren ruhun bir kuvveti olduğunu ifade etmektedir. Mircea Eliade de dinin
insan şuurunda olduğunu belirtir. Eliade'ye göre kutsal, insan şuurunun
yapısı içinde bir unsurdur, insan şuurunun tarihi içinde bir dönem değildir.

6
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

Çünkü insan, ruhî yönden ancak manevî şeylerle tatmin olabilir; insanın
topyekun maddî ve manevî yapısını ihata eden din olayı, insanın yapısının
bir gereğidir. Bunun için de dinin kökü insan fıtratındadır. Bundan dolayı
tarihin hiçbir döneminde insan toplulukları, dinden uzak kalamamıştır.
Yapılan bilimsel, tarihi ve arkeolojik kazılar, bu düşüncemizi
doğrulamaktadır. Belki fert olarak birtakım insanların dinsizliği seçtiğini ve
hiçbir şeye inanmadığını söylemek mümkündür. Ancak tarihin hiçbir
döneminde topyekün bütün bir toplumun dinsiz olduğunu ileri sürmek
imkansızdır. Dinsiz olduğunu iddia eden insanların da aslı bir çeşit inanca
sahip olduğu söylenebilir.
Milletlerin hayatında, mevcut dinin şu veya bu şekilde bozulduğu,
maksada hizmetten uzaklaştığı, insanların ihtiyacına cevap veremez hale
geldiği olmuştur. Bu gibi durumlarda ya yeni bir peygamber ya da bir
uyarıcı nebi ortaya çıkmıştır. Bu peygamberlerin ve uyarıcıların faaliyetleri
mevcut durumdan memnun olanlar tarafından tepkiyle karşılanmış ve
sonunda iki gruba ayrılmakla karşı karşıya kalınmıştır. Hz. Adem’den
Dinlerinin bozulup işe sonraki bütün peygamberlerin durumu buna örnek olarak gösterilebilir.
yaramaz hale geldiği Dinlerinin bozulup işe yaramaz hale geldiği dualarda insanlar hemen
dualarda insanlar hemen dinden vazgeçme yoluna gitmemişlerdir. Doğuştan gelen inanma
dinden vazgeçme yoluna ihtiyacını, yeni bir mezhebe veya bir dine katılarak karşılama yoluna
gitmemişlerdir. Doğuştan gitmişlerdir. Böylece, inanma ihtiyaçlarını herhangi bir şekilde karşılamaya
gelen inanma ihtiyacını, çalışmışlardır. Bundan dolayı da bugün yeryüzünde çeşitli coğrafi
yeni bir mezhebe veya bir bölgelerde yaşayan çeşitli inanç biçimleri ortaya çıkmıştır.
dine katılarak karşılama Öte yandan insan denilen varlık, Ruh ve Bedenden meydana
yoluna gitmişlerdir. gelmiştir. Bu iki unsur, mahiyeti itibariyle birbirinden ayrı ise de hakikatte
birbirlerinden ayrılması mümkün değildir. İnsan, sadece yiyen içen bir
varlık değil, aynı zamanda gülen, ızdırap çeken, ağlayan, hayal gören,
seven ve nefret eden bir varlıktır. Bunun için insan faaliyetleri, sadece
akılcı, maddeci ve bilinçli faaliyetlerle sınırlandırılamaz. Zira insan, sadece
maddî bir dünyada yaşamamakta; aynı zamanda varoluşsal, özel, hayalî bir
dünyada da yaşamaktadır. Yani insanı ayakta tutan zihinsel ve ruhsal
denge unsurları da bulunmaktadır. İnsan, nasıl vücudunun hayatiyetini
devam ettirebilmek için bir takım gıdalara muhtaç ise ruhunun ve zihninin
ihtiyacını giderebilmek için de manevi gıdası olan dinî, ruhî ve zihinsel
gıdalara da ihtiyacı vardır.
Nefsin arzularının bir sınırı yoktur. İnsan, gerçek saâdete ruhunun
sonsuz olan emellerini manen tatmin etmekle ulaşabilir. Hayat bir
mücadeleden ibarettir. Çoğu zaman bu mücadelede insanın, ruhen güçlü
olması icab etmektedir. İşte ruha bu gücü veren sadece dindir. Bazen
insan, maddî sebeplerin hepsine başvurduğu halde yine başarıya
ulaşamaz. Dindar adam, başarısızlıklar karşısında yılmaz, bilâkis daha güçlü
bir şekilde işe koyulur. Diğer yandan, ruhen çökmüş insanların bedenleri
de çabucak çöker. Bunun için ruhî yönden insanları güçlü kılan din gibi

7
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

önemli bir kaynağa, ciddi şekilde ihtiyaç olmaktadır. Yine bu dünya


hayatının bitmek, tükenmek bilmeyen elem ve ızdıraplarına, ancak
kuvvetli din duygusu sayesinde karşı konulabilir. Din, acılara karşı koyma
Din, insanla beraber aracıdır, acıları hafifletme aracıdır.
doğmuş, insanla beraber Netice olarak buraya kadar anlattığımız hususlardan yola çıkarak din
var olan ve insanla konusunda şu söylenebilir: Din, insanla beraber doğmuş, insanla beraber
beraber var olmaya var olan ve insanla beraber var olmaya devam edecek vazgeçilmez bir olgu
devam edecek ve gerçekliktir.
vazgeçilmez bir olgu ve
gerçekliktir.

8
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

ÖZET
Dinin tarifiyle ilgili batıda ve doğuda pek çok görüş ileri sürülmüştür.
Batıda yapılan Dinler Tarihi çalışmalarında dinin birçok tarifi yapılmıştır.
Ancak üzerinde ittifak edilen bir din tarifine ulaşılamamıştır. Batıdaki din
tariflerinde üzerinde daha çok durulan hususun, dindeki kutsal kavramı ve
insanın bu kutsalla ilişkisi olduğu anlaşılmaktadır. İslâm bilginlerinin
yaptıkları din tanımında vahiy temel alınmıştır.
Dinin kaynağı hakkındaki görüşleri, pozitivist ve materyalist
perspektifli evrimci görüş ve tek tanrı temelli görüş olmak üzere iki ana
grup altında toplayıp değerlendirebiliriz. İnsanın ve dinin kaynağı
hakkındaki evrimci görüş karşısında bilim adamları arasında tek tanrıcı gö-
rüşü savunanlar da olmuştur. Bunlardan öne çıkan ikisi Andrew Lang ve
Wilhem Schmidt’tir. Dinin kaynağı hakkındaki tartışmada İslâm, kendine
has bir görüşü benimsemektedir. İslâm'a göre din, tamamen vahiy
mahsulü olarak düşünülür.
İslâm'a göre din duygusu insanda fıtrî bir hadisedir, yaratılışla
birlikte vardır. İnsan yaratıIış itibariyle ise tevhidi bir inanca meyillidir.
Batıda da din duygusunun kaynağı konusunda buna benzer görüşler ileri
sürülmüştür. Max Müller, dinin, insana duygular ve akıldan müstakil
olarak muhtelif isimler ve değişik remizlerle sonsuzu idrak kabiliyetini
veren ruhun bir kuvveti olduğunu ifade etmektedir.

9
Din Hakkında Genel Bilgiler Dinler Tarihi / 2

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Batılı din bilimcilerin din tanımıyla İslâm bilginlerinin din tanımları


arasındaki benzerlik ve farklılıkları tartışınız.
2. Dinin kaynağı hakkındaki görüşlerden evrimci görüş nedir? Örnek vererek
açıklayınız.
3. Dinin insan için gerekli oluşuyla ilgili neler söylenebilir? Açıklayınız.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük. (2009). Dinler


Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Aydın, M. (2018). Dinler Tarihi Tarih, İnanç ve İbadet. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Aydın, M. (2019). Dinler Tarihine Giriş. Konya: Literatürk Academia.

Baki Adam, Ahmet Güç, Ali İhsan Yitik, Ahmet Hikmet Eroğlu, Durmuş Arık, Bekir
Zakir Çoban, Mehmet Alıcı, Talip Ayar. (2016). Dinler Tarihi. Ankara:
Grafiker Yayınları.

Eliade, M. (2009). Dinler Tarihine Giriş. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Eliade, M. (2012). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Sharpe, E. J. (2013). Dinler Tarihi Tarihsel Bir Anlatı. Sakarya: Sakarya Üniversitesi
Kültür Yayınları.

10
İÇİNDEKİLER
• Yahudilikle İlgili Temel Kavramlar

• İbrani

• İsrail

• Yahudi

DİNLER TARİHİ • Musevî

• Yahudiliğin Tarihçesi

• Yahudiliğin Tanımı

• Yahudiliğin Doğuşu ve Gelişmesi


YAHUDİLİK I • Hz. Musa ve On Emir

• Hz. Musa Sonrası Yahudilik

Dr. Öğr. Üyesi • Hıristiyanlık Öncesi Yahudi Mezhepleri

• Hıristiyanlık Sonrası Yahudi


Muhammet Yeşilyurt
Mezhepleri

• Yahudiliğin Kutsal Metinleri

• Tanah

• Talmud

• Kur'an-ı Kerim'e Göre Tevrat

• Özet

• Değerlendirme Soruları

• Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Yahudi, İbrani ve İsrail terimlerinin


anlamlarını tanımlayabilecek,

• Yahudiliğin tarihçesini özetleyebilecek,

• Yahudi mezheplerini açıklayabilecek,

• Yahudi kutsal metinlerini


açıklayabileceksiniz.
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

1. YAHUDİLİKLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR


Yahudi Kutsal Kitabına göre bütün insanlar tek bir atadan gelmiştir.
Hz. Nuh'un oğulları zamanına kadar da insanlar arasında ırkî bir ayrım
olmamıştır. Geleneksel Yahudi anlayışına göre Nuh'un Ham, Sam ve Yafes
adındaki üç oğlu, kendi adlarını taşıyan değişik milletlerin atası
olmuşlardır. Yahudiler soylarını, Nuh'un en seçkin oğlu olduğunu kabul
ettikleri Sam'a dayandırmaktadır. Sami kavimler ve semitizm gibi
kavramlar Sam’dan mülhem olarak türetilen kavramlardır.
Yahudileri ifade etmek üzere birden fazla terim kullanılmaktadır.
İbrani, İsrail, Yahudi ve Musevî olarak sıralanabilecek bu terimleri, aşağıda
ayrıntılı bir şekilde ele alalım.
1.1. İbrani
İbrani kelimesinin, İbranice İbri veya Hibri kelimelerinden geldiği
söylenmektedir. İbri kelimesi, geçmek anlamına gelmektedir. İbrani
kelimesi, M.Ö. 15-14. yüzyıllarda Filistin bölgesinde göçebe olarak yaşayan
bir kabilenin adıdır. İbrani, öte tarafın insanları anlamında Fırat ve Ürdün
nehirlerinin öbür kıyısından nehri geçerek gelmiş olan göçmenleri ifade
Yahudileri ifade etmek etmektedir. Bu göçmenlerin Hz. İbrahim’in soyundan olması kuvvetle
üzere İbrani, İsrail, Yahudi muhtemeldir. Yahudilere bu ad, Filistin bölgesinde yaşayan yerli halk
ve Musevî terimleri Kenanlılar tarafından verilmiştir.
kullanılmaktadır. İbrani isminin Mezopotamya'da, kazılarda bulunan levhalarda başka
bir izahı daha yapılmıştır. İbrani kelimesinin Habiru veya Hapiru
kelimelerinden geldiği ileri sürülmüştür. Habiru ise oradan oraya göç eden
bir kabileye verilen bir isimdir. Bu Habiru aşiretinin kültür seviyesi, çok
yüksekti. İnşaatla, paralı askerlikle, çobanlıkla meşgul oluyorlardı. Her
Habiru grubu en az 2000 kişilik bir ordu gibiydi. Çevre krallara hizmet
ediyorlardı. İşte Hz. İbrahim'in böyle bir Habiru Aşiretinin reisi olma
ihtimali çok büyüktür.
1.2. İsrail
Bu kelimenin menşei konusu ihtilâflıdır. Tevrat'ta (Tekvin 32:28);
Tanrı ile Güreşip Yenen anlamında İsrail kelimesinin kullanıldığı
belirtilmektedir. Tevrat'ta bu ismin Hz. Yakub'a Tanrı Yahve tarafından
verildiği bildirilmektedir. Ancak Yahudi teologları bu ifadeyi, Tanrı ile
güreşen değil Tanrı ile mücadele eden şeklinde anlamaktadırlar. Yahudi
teolojisinde İsrail kelimesine çok değişik anlamlar verilmiştir: Tanrılara
karşı savaşan, Tanrının uğraştığı kişi, Tanrı tarafından yönetilen kişi,
Tanrının doğru kulu veya Tanrı doğrudur anlamında da kullanılmıştır.
Ancak bu konuda bir ittifaka ulaşılamamış, tatmin edici bir açıklama da
yapılamamıştır. Taberi, Hz. Yakub’a "Geceleyin Allah'a Giden” anlamında
İsrail denildiğini belirtmektedir. Böylece İsrail kelimesi, Hz. Yakub'un on iki
oğlunun adı olmuş ve "İsrail Oğulları” tabiri de buradan kaynaklanmıştır.

1
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

İsrail kelimesine ilk olarak II. Ramses’in oğlu Merneptah (M.Ö.1232-1224)


tarafından diktirilen ve “İsrail Anıtı” diye anılan kitabede rastlanmaktadır.
Kur’an’da 40 ayette 41 defa “Beni İsrail” (İsrail oğlulları) kelimesi
geçmektedir. Yahudi inancına göre ise bu ad Yakub’a bizzat Tanrı
tarafından verilmiştir. Bundan dolayı Yahudilik milli bir din, Yehova da milli
bir Tanrı olarak kabul edilmiştir. Bu sebeple onlar kendilerini Tanrı’nın
seçkin bir milleti olarak görürler. İsrail adı, ilerleyen tarihi süreçte bütün
Yahudileri içine alan bir kavram hüviyeti kazanmıştır. Nitekim günümüzde
Kur’an’da 40 ayette 41
de İsrail Devleti bu adı kullanmaktadır.
defa “Beni İsrail” (İsrail
Tarihsel derinlik içerisinde bu milletin, Hz. Yakup'tan Hz. Süleyman
oğlulları) kelimesi
sonrasına kadar 'İsrail' ve 'İsrailoğulları' olarak isimlendirildiği görülür. Hz.
geçmektedir. Yahudi
Süleyman'dan sonra İsrailoğulları biri kuzeyde İsrail, diğeri güneyde
inancına göre ise bu ad
Yahuda olmak üzere, iki ayrı krallık ortaya çıkmıştır. Yahuda ile Bünyamin
Yakub’a bizzat Tanrı
kabileleri Yahuda krallığını, diğer on kabile ise İsrail krallığını
tarafından verilmiştir.
oluşturmuştur. İsrail krallığı, M.Ö. 721'de Asurlular tarafından ortadan
kaldırılmıştır. Burada yaşayan İsrailoğulları Asur topraklarına sürülmüş ve
onların yerine Asur topraklarından getirilen kavimler yerleştirilmiştir.
1.3. Yahudi
İshak oğlu Yakub'un on iki oğlu vardı. Dördüncü oğlu Yahuda idi.
Bunun adına izafeten İsrail oğullarına Yahudi denmiştir. Bir başka görüşe
göre, Filistin'in Güney bölgesinde kurulan Yahuda krallığından dolayı İsrail
Oğulları, Yahudi adını almıştır. Kur'an-ı Kerim'de de Yahudi kelimesi
geçmektedir. Ayrıca İsrail krallığının yok edilmesinin ardından, M.Ö.
586'da devletin ikiye bölünmesinden sonra güneyde kalan Yahuda krallığı
da Babilliler tarafından ortadan kaldırılmış ve halkı da Babil şehirlerine
sürgün edilmiştir. Bunlar, Babil sürgününden döndükten sonra Asurlular
tarafından buraya yerleştirilmiş ve Yahudi dinini kabul etmiş olan
Samirilerden kendilerini ayırmak için 'Yahuda halkı' adını almışlardır.
Bundan sonra İsrailoğulları kendilerini “Yahudi” olarak ifade etmeye
başlamışlardır. Günümüzde bu Yahudi ismi ırken ve dinen Yahudi olanlar
için kullanılmaktadır.
1.4. Musevî
Musevi, Yahudiliğin kurucusu olarak kabul edilen Hz. Musa’ya
mensup olanlar anlamında kullanılmaktadır. Babil esaretinden sonra
“Yahudi” isminin ön plana çıkmasıyla birlikte, “İsrail” ve “İsrailoğulları”
isimleri de kullanılmaya devam etmiştir. “İsrail” ve “İsrailoğulları” genel
tarihi anlamda, “Yahudi” ise özel ve yaşayan bir kavmi tanımlamak için
kullanılmıştır. Tarih içinde bu iki terim, karakterle ilgili bir muhteva
kazanmıştır. “İsrail” olumlu karakteri, “Yahudi” ise olumsuz karakteri ifade
eder olmuştur. “Yahudi” isminin küçük düşürücü ve küfür ifade edici bir
muhteva kazanması dolayısıyla Yahudiler, Hıristiyan topraklarında, zaman
zaman bu isim yerine “İsraell” (israelite) ismini kullanmayı tercih
etmişlerdir. Yahudiler, azınlıkta bulundukları Müslüman ülkelerde de

2
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

“Yahudi” yerine daha ılımlı olduğunu düşündükleri “Musevi” ismini


kullanmayı tercih etmişlerdir.
2. YAHUDİLİĞİN TARİHÇESİ
2.1. Yahudiliğin Tanımı
Yahudi din adamlarının belirlediği kurallara göre Yahudi olmanın
birtakım ırkî ve dinî şartları vardır. Yahudi olmanın temel ön şartı, Yahudi
bir anne-babadan veya Yahudi bir anneden doğmaktır. Sadece babası
Yahudi olan bir kimsenin Yahudi sayılabilmesi için din olan Yahudiliğe de
Yahudilik terimi; belli bir girmesi gerekir. Milliyeti bakımından Yahudi olmayıp sonradan Yahudiliğe
ırka, kültüre ve dine giren kimse de Yahudi sayılır. Bu bakımdan Yahudilik terimi; belli bir ırka,
mensubiyeti ifade eden kültüre ve dine mensubiyeti ifade eden çok geniş çerçevede bir anlamı
çok geniş çerçevede bir ihtiva etmektedir. Yahudi kadınlarının Yahudi olmayan bir erkekle
anlamı ihtiva etmektedir. evlenmesinin söz konusu olmaması hasebiyle doğan çocuğun babasının
Yahudi olmaması gibi bir durumun söz konusu olamayacağını da ifade
etmek gerekir. Sadece annenin Yahudi olması halindeki şart, çok özel
durumlar için geçerli teknik bir konu olarak değerlendirilmelidir.
2.2. Yahudiliğin Doğuşu ve Gelişmesi
Yahudiler, kendi kutsal kitaplarından hareketle tarihlerini Hz.
İbrahim'le başlatırlar. Tevrat’taki ifadelere göre Yahudilerin büyükatası Hz.
İbrahim, Keldanilerin Ur şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Terah (İslam
kaynaklarında Azer), ailesini alarak Harran'a göç etmiştir. Daha sonra
Tanrı, Hz. İbrahim’e Kenan bölgesine gitmesini emretmiştir. Bu emir
üzerine Hz. İbrahim, ailesini ve kardeşinin oğlu Hz. Lut’u da yanına alarak
Kenan’a gitmiştir. Kenan’da kuraklık baş göstermesi üzerine Mısır’a giden
ve orada bir müddet kalan Hz. İbrahim, Kenan’a tekrar geri dönmüştür.
Hz. İbrahim’in ilerleyen yaşına rağmen çocuğunun olmamasına
üzülen hanımı Sare, Hz. İbrahim’i, cariyesi Hacer ile evlendirmiş ve onun
bu evlilikten İsmail isminde bir erkek çocuğu dünyaya gelmiştir. Tevrat’ın
ifadesiyle Hacer’in Hz. İbrahim’e bir erkek çocuğu vermesi Sare’yi
kıskandırmıştır. Bunun üzerine Tanrı, meleklerini misafir kılığında Hz.
İbrahim’e göndererek Sare’ye bir erkek çocuk vereceğini müjdelemiştir.
Sare, hamile kalınca İbrahim’den Hacer ile onun oğlu İsmail’i evinden
uzaklaştırmasını istemiştir. Tanrı, Hz. İbrahim'e Sare'nin sözünü
dinlemesini, soyunun İshak'la yüceltileceğini bildirmiştir. Ayrıca onunla bir
de ahit yapmış, İsmail'in soyunu mübarek kılıp bir millet yapacağını
vadetmiştir. Bunun üzerine Hz. İbrahim, Hacer ile oğlu İsmail'i Paran
denilen yere götürüp bırakmıştır. İsmail, oraya yerleşmiş ve Arapların atası
olmuştur. Tevrat’ta geçen bu ifadelerde ciddi çelişkilerin olduğunu
belirtmek gerekir. Tevrat’ın başka ifadelerine göre Hz. İsmail 13
yaşındayken Hz. İshak dünyaya gelmiştir. Sünnet olayı da bu zaman
gerçekleşmiştir. Yani Hz. İsmail 13 yaşındayken, Hz. İshak ise sekiz
günlükken sünnet olmuştur. Dolayısıyla Hz. İsmail bebekken Paran

3
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

(Mekke) diyarına gönderilmemiş olmalıdır. İsmail (a.s)’ın Mekke civarına


annesi Hacer ile birlikte bebekken gönderildiyse bile, İshak (a.s) bu
olaydan 13 yıl sonra dünyaya gelmiş olmalıdır. Babası Hz. İbrahim de ara
ara İsmail’i ve hanımı Hacer’i ziyaret etmiş olmalıdır. Anlatımlarda her iki
çocuğun da bebek olarak takdim edilmesi ciddi anlamda bir tarihsel çelişki
oluşturmaktadır. Yahudilikteki ilk erkek çocuğun faziletli kılınması olayının
burada işlemediği de ortaya çıkmaktadır.
Tevrat'a göre Hz. İbrahim'in neslini devam ettiren İshak'ın da Esav
ve Yakup adında iki oğlu olmuştur. İlk oğul olmakla ilgili çekişme Esav ve
Yakup arasında da yaşanmıştır. O dönemde İbraniler'de ailenin ilk oğlu
olmanın ayrıcalığı vardır. Her şeyden önce Babanın otoritesi ve malının
büyük bir kısmı ilk oğula kalmaktadır. Hz. İshak, yaşlanıp gözleri görmez
olunca, ilk doğan Esav'a bereket duası etmek istemiştir. Yakup’un annesi
kendi oğlunu, babasına Esav olarak tanıtmış ve bereket duasını kendi
oğluna almıştır. Böylece, Esav'ın hakkı olan ilk oğulluğun imtiyazı Yakup’un
eline geçmiştir. Tanrı, Yakup’un ilk oğulluğunu onaylayarak onu mübarek
kılmış ve onu büyük bir neslin atası yapmıştır. Bu durum, Esav'ın Yakup'a
kin beslemesine sebep olmuştur. Esav'ın kendisine zarar vermesinden
endişe duyan Yakup Harran'a, dayısı Laban'ın yanına kaçmak zorunda
kalmıştır. Orada dayısının iki kızıyla evlenen Yakub'un, bu iki kızından ve
cariyelerinden on iki oğlu olmuştur. İsrailoğullarının on iki kabilesinin
kökeni, Yakub'un bu on iki oğluna dayanmaktadır. Yakup, Harran'da uzun
bir süre kaldıktan sonra tekrar atalarının yurdu Kenan'a dönmüştür.
Yakub, oğulları içerisinde en büyük sevgiyi Yusuf'a göstermiştir.
Babalarının Yusuf’a karşı olan bu derin sevgisini kıskanan diğer çocuklar,
ondan kurtulmak için babalarından hileyle izin alarak Yusuf’u bir kuyuya
atmışlar ve eve döndüklerinde “kardeşimiz Yusuf’u kurt yedi” yalanını
uydurmuşlardır. Mısır'a mal götüren bir ticaret kervanı Yusuf'u kuyudan
İsrailoğulları, Hz. çıkarmış ve Mısır'da Firavun’un memuru Potifar'a köle olarak satmışlardır.
Yusuf’tan Hz. Musa’ya Daha sonra Yusuf, Tanrı’nın dilemesiyle Firavun’un sarayına maliye nazırı
kadarki süreçte yaklaşık olmuştur.
beşyüz sene Mısır'da köle Kenan diyarında, Hz. İbrahim zamanında olduğu gibi tekrar kıtlık baş
olarak kalmışlardır. gösterince Mısır'da erzakın olduğunu haber alan Yakup, oğullarını Mısır'a
göndermiştir. Onlar Mısır'da Hz. Yusuf'la karşılaşmışlar ancak onu
tanımamışlardır. Kardeşlerini tanıyan Hz. Yusuf, öncelikle bir hile ile küçük
kardeşi Bünyamin’i kendisine getirmelerini sağlamış, ilerleyen zaman
içerisinde de bütün ailesini Mısır’a getirmiştir. Başlangıçta Mısır’da çok
rahat eden İsrailoğullarının durumu bozulmuş ve ilerleyen yüzyıllarda
köleleştirilmişlerdir. İsrailoğulları, Hz. Yusuf’tan Hz. Musa’ya kadarki
süreçte yaklaşık beşyüz sene Mısır'da köle olarak kalmışlardır.
2.3. Hz. Musa ve On Emir
İsrailoğullarının bu esareti sürerken dönemin Mısır Firavun’unun
gördüğü rüyayı yorumlayan kâhinler yakın bir zamanda İsrailoğulları

4
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

arasından bir erkek çocuğun dünyaya geleceği ve bu çocuğun Firavun’un


tahtını elinden alacağı kehanetinde bulundular. Bu kehanetten ürken
Firavun, o yıl doğacak olan bütün erkek çocuklarının öldürülmesini
emretti. Hz. Musa da o yıl dünyaya gelmişti. Hz. Musa'yı gizlice dünyaya
getiren annesi, belli bir müddet çocuğunu sakladıktan sonra Tanrı'nın
vahyi üzerine onu bir sepetin içine koyup Nil nehrine bıraktı. Sepeti bulan
hanımı ve kızının ısrarı üzerine Firavun çocuğu evlat edindi. Böylece ilahi
senaryo da devreye girmiş oldu. İlerde halkına önderlik yapacak olan Hz.
Musa, bir prens olarak sarayda yetişti.
İlahi bir tecelli olarak sarayda büyüyen Hz. Musa, bir gün pazarda
dolaşırken bir İsrailli ile Mısırlının kavga ettiğini gördü. Hz. Musa, İsrailliye
Bir gün Hz. Musa yardım etmek amacıyla kavgaya müdahale etti ve Mısırlıya bir tokat vurdu
koyunları otlatırken ve kazaen Mısırlı öldü. Çocukluk yıllarından itibaren yetişkinlik çağına
Tanrı, Herob dağında kadar sarayda Firavun’la sürekli didişme ve mücadele halinde olan Hz.
yanan çalıların içinden Musa, bu olayın çarpıtılarak sıranın Firavuna geldiği gibi bir komplo
ona hitap etti ve ona, üretilerek Firavunun kendisini cezalandırmasından endişe duyduğu için
İsraioğullarını Mısır Mısır'ı terk ederek Medyen'e gitti. Orada, Medyen kâhini Yetro'nun
esaretinden kurtarma (Şuayb) yanında çobanlık yapmaya başladı. Bir süre sonra onun kızlarından
görevini verdi. biri ile evlendi.
Bir gün Hz. Musa koyunları otlatırken Tanrı, Herob dağında yanan
çalıların içinden ona hitap etti ve ona, İsraioğullarını Mısır esaretinden
kurtarma görevini verdi. Musa’nın talebi üzerine kardeşi Harun'u da ona
yardımcı yaptı. Bu, aynı zamanda Hz. Musa'nın peygamberlik görevinin de
başlangıcı oldu.
Hz. Musa peygamberlik görevini aldıktan sonra Mısır'a döndü.
Kur'an-ı Kerim'e göre, Firavun’u öncelikle Allah’a imana davet etti ve
akabinde de İsrailoğullarını serbest bırakmasını talep etti. Firavun, imana
gelmediği gibi İsrailoğullarını serbest bırakmama konusunda da inat etti.
Bunun üzerine Tanrı, Mısır halkı üzerine birçok belayı musallat etti.
Sonunda, Mısırlıların da baskısıyla Firavun inadından vazgeçti.
Hz. Musa, İsrailoğullarıyla birlikte Mısır'dan çıktı. Üç ay sonra Sina'ya
vardı. Orada Tanrı, Yahudiliğin temel ilkelerini oluşturan On Emir'i iki
levhaya yazılmış halde Hz. Musa'ya verdi.
Hz. Musa, hemen İsrailoğullarını Mısırdan çıkarmış, mucizevi bir
şekilde yarılan Kızıldeniz’den onları geçirmiş ve Filistin'e doğru yola devam
ederken Tanrı Yahve tarafından Hz. Musa, Sina Dağına çağrılmıştır. Orada
Yahve ile konuşmuş ve ilahi vahye muhatap olmuştur. Verdiği izinden
dolayı pişman olan Firavun, İsrailoğullarını yakalamak için arkalarına
düşmüş ancak yarılan denizin tam ortasındayken deniz kapanarak Firavun
ve adamları boğulmuştur. Hatta Kur'an-ı Kerime göre, Firavun son nefesini
verirken imana gelmiştir (bkz. Bakara, 50; Yunus, 90). Allah ise böyle bir
imanı kabul etmemiştir (bkz. Yunus, 91)

5
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

Hz. Musa ve İsrailoğulları, Turu Sina'nın eteklerindeyken Tanrı Yahve


tarafından Turu Sina'ya çağrıldığında, Yahudilikteki dinî prensip ve Şeriatın
verilişi sağlanmıştır. Böylece Hz. Musa, Tevrat'ı vahiy olarak Tanrı
Yahve’den yazılı olarak almıştır. Tanrı Yahve'nin İsrailoğullarından istediği
ilk şey şunlardır:
• Elbiselerini yıkamaları (Temizlenmeleri)
• Kadına yaklaşmamaları (Cinsel perhiz yapmaları)
• Üçüncü gün için hazırlanmaları (Bedensel ve ruhsal olarak bu
buluşmaya hazırlanmaları) (Çıkış 19:15)
Hz. Musa'nın Tanrı Yahve ile görüşmesinin üçüncü günü, sabahleyin
gök gürlemeleri olmuş, şimşekler çakmış, Sina Dağı üzerinde koyu bir bulut
meydana gelmiştir. Ayrıca çok kuvvetli boru sesi işitilmiş ve ordugâhtaki
bütün Yahudiler korkudan titremiştir. (Çıkış 19:16)
İşte Yahudilikteki On Emir bu sırada Sina dağında Hz. Musa'ya tebliğ
edilmiştir. Bu tebliğ yazılı levhalar halinde verilmiştir.
On Emir:
• Seni Mısır diyarından, esaret evinden çıkaran Tanrı benim. Benden
Tanrı Yahve'nin başka tanrın olmayacak.
İsrailoğullarından istediği • Kendin için yontma put yapmayacaksın. Hiçbir şeyin resmini yapıp
ilk şey; elbiselerini tapmayacaksın.
yıkamaları • Tanrının adını boş yere ağzına almayacaksın.
(temizlenmeleri), kadına • Bir Cumartesi gününü daima hatırlayıp onu kutsal bileceksin. Haftanın
yaklaşmamaları (cinsel altı gününde çalışacak, yedinci gün dinleneceksin. Cumartesi, Rabbine
perhiz yapmaları), tahsis edilmiş genel dinlenme günüdür. O gün, ne sen, ne oğlun, ne kızın,
üçüncü gün için ne hizmetçilerin, ne de hayvanların bir iş yapacaktır.
hazırlanmaları (bedensel • Babana ve annene hürmet edeceksin.
ve ruhsal olarak bu • Öldürmeyeceksin.
buluşmaya • Zina yapmayacaksın.
hazırlanmaları)dır. (Çıkış • Çalmayacaksın.
19:15) • Komşuna karşı yalancı şahitlik yapmayacaksın.
• Komşunun evine tamah etmeyeceksin; komşunun eşine, kölesine,
cariyesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
Yahudilikteki bu On Emir’in birçok maddesi genelde İlâhî Dinlerin
hepsinde kabul edilmiştir. Hz. Nuh'a verilen Yedi Kanun da bu On Emrin bir
kısmını ihtiva ediyordu. Hz. Nuh'a verilen bu Yedi kanuna/Şeriata
inananlara Nuhîler denmiştir. Bu Yedi Nuh Kanunu şunlardır:
• Adaletli davranmak
• Haya etmek
• Allah'ı takdis etmek
• Babaya ve Anaya saygılı olmak
• Komşuyu sevmek
• Zinadan sakınmak
• Pislikten ve şiddetten sakınmak.

6
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

Hz. Musa'nın peygamberliği döneminde Yahudiliğin ana ilkeleri


büyük ölçüde teşekkül etti. İtikat, ibadet, ahlak ve hukukla ilgili kurallar
belirlendi. Ayrıca İsrailoğullarının, kutsal topraklara yerleştikleri zaman
kuracakları devletin yapısı da tayin edildi.
Kırk yıl süren bu göç sürecinde Tanrının büyük ikram ve lütuflarına
rağmen İsrailoğullarının isyanları Tanrının gazabını celp etti. En büyük ceza
ise Ürdün Nehrinin karşısında Eriha şehrini görüyor olmalarına rağmen
yollarını şaşırtmak suretiyle kırk yıl çölde dolaştırılmalarıdır. Mısır'dan
çıkan ilk neslin büyük çoğunluğu, vadedilen topraklara varamadan çölde
yok oldu. Bunlar, hem Tevrat'ta hem de Kuran-ı Kerim'de detaylı olarak
anlatılmaktadır. Mısır'dan çıkan ilk nesilden sadece iki kişi, Yefunne oğlu
Kaleb ile Nun oğlu Yeşu vadedilen kutsal topraklara ulaşabildi. Tevrat'ın
ifadesine göre Hz. Musa bile işlediği küçük bir suç yüzünden kutsal
toprakları göremedi. Yüzyirmi yaşında iken Moab diyarında öldü ve oraya
gömüldü.
2.4. Hz. Musa Sonrası Yahudilik
Hz. Musa’dan sonra onu yerine Yeşu bin Nun geçti. Yeşu, kutsal
Hz. Musa’dan sonra onu topraklara göç yolunda İsrailoğullarına hem liderlik hem peygamberlik
yerine Yeşu bin Nun geçti. yaptı. Ona da Tanrı tarafından yeni hükümler gönderildi.
Yeşu, kutsal topraklara Yeşu'dan sonra İsrailoğulları bir süre “şoftim” denilen hâkimler
göç yolunda tarafından idare edildi. Bu dönemdeki olaylar Eski Ahit'in Hâkimler
İsrailoğullarına hem kitabında anlatılmaktadır.
liderlik hem peygamberlik Daha sonra İsrailoğullarına peygamber olarak Samuel gönderildi.
yaptı. Halkın isteği üzerine Saul (Kur'an'daki ismi Talut), onlara kral tayin edildi.
Saul zamanında İsrailoğulları Filistinlilerle savaştılar. Hz. Davud, yaşının
küçük olmasına rağmen bu savaşta büyük başarılar gösterdi ve
İsrailoğullarının zafer kazanmasını sağladı.
Saul'un ölümünden sonra Davud, İsrailoğullarının başına kral olarak
geçti. Tevrat’a göre onun peygamberlik görevi yoktu. Onun zamanında
Natan gibi peygamberler görevlendirilmişti. Davud, Kudüs'ü fethedip
başkent yaptı. Böylece İsrailoğulları kutsal toprakları ele geçirdiler. Davud,
Kudüs'te büyük bir mabet inşa etmek istedi, fakat Tanrı, bu işin oğlu
Süleyman'a nasip olacağını söyleyerek vazgeçmesini sağladı.
Bir peygamber sayılmamakla birlikte Hz. Davud, kral olarak Yahudi
tarihinde önemli bir isimdir. Onun zamanında İsrailoğulları en ihtişamlı
dönemlerini yaşamışlardır. Tarih boyunca Yahudiler, hep onun
zamanındaki ihtişamlı hayatı özlemişler, Davud soyundan bir Mesih’in
gelip onları kurtarmasını ve kutsal topraklara toplayıp o ihtişamlı krallığı
kurmasını beklemişlerdir. 1948'de bağımsız İsrail Devleti kurulmasına
rağmen, dindar Yahudiler hâlâ o Mesihi beklemektedir.
Hz. Süleyman'ın ölümünden sonra İsraioğulları arasında bir bölünme
yaşandı. Kuzeyde İsrail, güneyde Yahuda olmak üzere iki ayrı krallık ortaya
çıktı. Bunlardan İsrail krallığı putperestleşti. Bu krallık, Milattan önce

7
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

721'de Asurlular tarafından ortadan kaldırıldı. Yahuda krallığı bir süre


devam ettikten sonra, M.Ö. 586’da Babil kralı Nabukednazar tarafından
yıkıldı. Kudüs'deki mabet Babilliler tarafından tahrip edildi ve halk Babil'e
sürüldü. Birinci Mabet Dönemi de böylece sona ermiş oldu. Bundan sonra
İsrailoğulları M.S. 1948'e kadar bağımsız bir devlet kuramadılar. Yaklaşık
iki bin yıl sürgün hayatı yaşadılar.
İsrailoğulları Babil'de yetmiş yıl kaldılar. Babil'deki sürgün hayatları,
Perslilerin Babillileri yenmesiyle sona erdi. Pers kralı Cyrus (Keyhüsrev),
Yahudilerin Kudüs'e dönmelerine ve mabedi yeniden inşa etmelerine izin
verdi. Ezra'nın önderliğinde mabet yeniden inşa edildi ve Yahudiliğin
kurum ve kuralları hayata geçirildi. Böylece, Yahudi tarihinde İkinci Mabet
Dönemi başlamış oldu.
2.5. Hıristiyanlık Öncesi Yahudi Mezhepleri
II. Mabet Dönemi, M.S. 70 yılına kadar devam etti. Bu dönemde
II. Mabet Dönemi, M.S.
Tevrat üzerine tefsir çalışmaları başladı. Bu çalışmalar, Yahudiler arasında
70 yılına kadar devam
mezheplerin doğmasına yol açtı. Bu dönemin sonlarına doğru, Ferisilik,
etti. Bu dönemde Tevrat
Saddukilik ve Essenilik mezhepleri ortaya çıktı.
üzerine tefsir çalışmaları
Ferisilik: Ferisi kelimesi İbranice “P.R.Ş.”(Peruşim) kökünden
başladı. Bu çalışmalar,
gelmektedir ve iki anlamı bulunmaktadır. 1. Kendini ayrı tutmak veya saf
Yahudiler arasında
ve temiz olmayanlardan şahıs veya eşyalardan ayırmak. 2. Açıklamak,
mezheplerin doğmasına
tefsir etmek. Birinci anlamı kabul görmüştür. Bunun için Ferisiler, Ferisi
yol açtı.
isminden pek hoşlanmazlar. Kendilerine alimler veya din kardeşleri
denilmesini isterler. Ferisiler, daha sonraki Yahudiliğe şekil veren büyük ve
önemli bir mezheptir. Yahudilik Ferisilik doğrultusunda şekil almış ve
gelişmiştir. Ferisiler, İsrail halkının Lâik dinî yöneticileri durumundadırlar.
Ferisiler, yazılı Tevratın yanında, Hz. Musa’dan sözlü olarak
nakledilen Sözlü Tevrat’ı (Talmud) kabul etmişlerdir. Bu sözlü Tevrat yani
Talmud, Yazılı Tevrat’ın yorumudur ve daha sonra kaleme alınmıştır.
Bunlar, ahiretin varlığına iman gibi Tevrat'ta olmayan bazı konuları iman
esaslarından sayarlar. Rabbilerin yorumlarına vahyedilmiş nas olarak
inanırlar. Her şeyi Tanrı’nın kontrol ettiği, hür iradenin varlığı, ölümden
sonra diriliş, ceza ve mükâfat ve Hz. Davud’un soyundan bir mesihin
geleceği, cennet ve cehennem bunların inançlarındandır. Ferisiler ayrıca,
Cumartesi istirahatına tam olarak uymakta, temizliğe çok önem verip sık
sık banyo yapmakta ve her şeyin tanrısal kaderle olduğuna inandıkları için
de kadercidirler. Modern dönemdeki Ortodoks Yahudilerin öncüleri olan
Ferisiler, meleklerin varlığına da inanırlar.
Sadukilik: Sadukilik, M.Ö. II. Asırdan M.S. I. asra kadar yaşayan dinî
ve politik bir gruptur. Yahudiliğe göre Kral Davud ve Süleyman
zamanlarında iş başında kalan Haham Sadok’un soyundan gelen
Kohenler’e (Din adamlarına) Sadukiler adı verilmiştir. Bunlar Yahudi
aristokrasisini temsil ederler. Daha çok siyasi grup olma özelliğini sürekli
göstermişlerdir. Bu nedenle İsrail halkının devlet yönetimine en yüksek

8
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

seviyede katkı sağlamışlardır. Sadukiler soylarının Harun’a kadar vardığını


söylemektedirler.
Bu mezhebin taraftarları, itikatta ve amelde Ferisilere karşıdırlar.
Tevrat'ın dışında hiçbir dini otorite kabul etmezler. Rabbilerin yorumlarına
ve fıkıh çalışmalarına değer vermezler. Bu nedenle Tevrat'ta olmadığı
gerekçesiyle öldükten sonra dirilmeye, ahiretin varlığına inanmazlar.
Sadukiler, Tevrat'ta Ferisilerden ayrıldıkları en önemli husus, yeniden dirilme ve gelecek
olmadığı gerekçesiyle dünyanın olmadığını kabul etmeleridir. Kaderi inkâr ederler. İnsanın tam
öldükten sonra dirilmeye, olarak iyilikte ve kötülükte hür olduğuna inanırlar. Materyalist ve positivist
ahiretin varlığına düşünceye sahiptirler. Greko-Romen medeniyete önem vermektedirler.
inanmazlar. Ruhun ölümsüzlüğüne inanmazlar. Ruhun bedenle birlikte yok olduğunu
söylerler. Sadukiler ayrıca, şeytanın ve meleklerin varlığına da inanmazlar,
manevi varlıkları kabul etmezler.
Essenilik: Esseniler, M.Ö. II. yüzyıldan M.S. I. yüzyıla kadar yaşamış
olan bir Yarı-Manastır hareketinin mensuplarıdır. Bu mezhebe, Ölü Deniz
Mezhebi de denir. Ferisilik ve Saddukiliğin çağdaşı olan, mistik karakterli
bir mezheptir. Bu mezhebin taraftarları o dönemdeki siyasi ve dini
karışıklıklara katılmayıp çöle sığınmış ve münzevi bir hayat yaşamışlardır.
Bazı araştırmacılar tarafından Hıristiyanlıkla bu mezhep arasında bağlantı
kurulmakta, Hıristiyanlığın doğuşu bu mezhebe bağlanmaktadır. 1947'de
bulunan Ölü Deniz yazmaları bu mezhep hakkında önemli bilgiler
içermektedir.
Bunlar, toplu halde komün hayat yaşardı. Mezhebe girişin belirli
kuralları vardı ve mezhep içi kurallar da çok sıkıydı. Bütün üyeler beyaz
giyerler, tarımla uğraşırlar ve bekâr yaşamayı tercih ederler. Ticaret
yapmaz, mal biriktirmez ve hayvan eti yemezlerdi. Abdeste benzer bir
temizlik anlayışları da vardı.
Esseniler, her türlü kişisel mülkiyeti kaldırmış, altın ve gümüş
tedavülünü reddetmişlerdir. Çalışmalarını, ahlâk, din ve özellikle kitabın
allegorik (mecazî) tefsiri üzerine hasretmişlerdir. Hayvan kurbanını kabul
etmez, daha çok Kudüs mabedine takdimeler gönderirler. Kaderin
reddedilemez olduğunu kabul ederler. İnsan iradesini kabul etmezler.
Essenilik’te mezhebe kadınlar alınmaz. Evlilik, sadece ırkın devamı için
“özel bir grup” içinde kabul edilmiştir. Ruhun ölümsüz olduğuna inanırlar.
Ruhun mutlu veya mutsuz oluşunu, ilk hayatındaki yaşayışına bağlarlar.
Böylece bir çeşit “ruh göçüne (tenasühe)” inanırlar.
Esseniler, melek inancı bakımından Ferisilerden ayrılmakla beraber
teferruatlı görüşlere sahiptirler. Melekler kutsal yaratıklardır, yaptıkları
işlere göre isimlendirilirler. Esseniler ayrıca mesihe de inanırlar.
2.6. Hıristiyanlık Sonrası Yahudi Mezhepleri
Karailik: Karailer, Yahudilikten ayrılan bir gruptur. Bunkar, özellikle
Rabbinik Yahudilikten ayrılmaktadırlar. Tevrat’ı çok okumalarından dolayı
mezhebin bu adı aldığı tahmin edilmektedir. Bunlar, Talmud’u yani şifahi

9
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

geleneği kabul etmezler. Dinî ritüeller konusunda da diğer Yahudi


gruplarından ayrılırlar.
Mezhebin kurucusu M.S. VIII. Yüzyılda Irak’ta yaşamış olan Anan
Ben David’dir. Karailer, kanlı kurban kesme törenlerine riayet ederler.
Ancak, Tevrat tarafından yasaklanan hayvanların etini yemezler. Farklı
hayvan cinslerinden gelen ürünleri karıştırarak aynı öğünde yerler. Meselâ,
ineğin sütü ile koyunun etini karıştırarak yerler. Rabbinik Yahudilikte ise
bunlar yasaktır. Rabbinik Yahudilik, Karailiği sapık bir cereyan olarak
görmektedir. Bu nedenle Karailerle evlenmeye izin vermezler. Karaileri, pis
ve murdar olarak görürler.
Karailiğe göre bütün varlıkları yaratan, Tanrı’dır. Tanrı, âlem
Muhafazakâr Yahudiliğe yaratılmadan önce de vardı. Hz. Musa’nın koyduğu kanunlar haktır.
göre Yahudilik, dinî ve Tevrat’ın dilini bilmek dinî bir vecibedir. Kudüs’teki “mabet”, dünya
etnik bir karışımdır; Tanrı, idarecilerinin makamıdır. Mesih’in gelmesine ve ilerde yeniden dirilmeye
insan ve toplum ilişkilerini iman haktır. Hesap günü vardır, hesaptan sonra mükafat ve mücazat
içeren bir sistemdir. haktır.
Muhafazakârlar Tevrat Karailer günde iki defa, sabah ve akşam ibadet ederler. Yıllık yetmiş
ve Talmud’a sıkıca günlük oruçları vardır. Oruçları daha çok perhiz mahiyetindedir. Hazar
bağlıdırlar. dağlarında yaşayan Hazar Türkleri M.S. X. Yüzyılda Karailiği benimseyerek
Yahudi olmuşlardır.
Muhafazakâr Yahudilik: XIX. Yüzyılın ortalarında, Alman Yahudileri
arasından ortaya çıkmıştır. Belli başlı temsilcileri, İsaac Bermays ve
Zacharia Frankel’dir. Özellikle Kuzey Amerika’da çoğunluktadırlar.
Muhazakâr Yahudilik, Reformist Yahudilik ile Ortodoks Yahudilik arasında
bir yer işgal etmektedir. Muhafazakâr Yahudilikte Siyonist hedefler ve
emeller fazlaca belirginleşmiştir.
Muhafazakâr Yahudiliğe göre Yahudilik, dinî ve etnik bir karışımdır;
Tanrı, insan ve toplum ilişkilerini içeren bir sistemdir. Muhafazakârlar
Tevrat ve Talmud’a sıkıca bağlıdırlar. Onlara göre Yahudiliğin bilimsel ve
tarihi tetkiki şarttır. Onlar, Yahudiliği modernizmle uyumla hale getirme
çabası içerisindedirler. Ancak Koşer ve Şabat (Cumartesi) kurallarına
uymaktadırlar. İbadet dilleri İbranice’dir. Kadınlar da dinî eğitim
alabilmekte ve dinî törenlere, ritüellere katılabilmektedirler.
Ortodoks Yahudilik: Mabedin yıkılışından (M.Ö. 586) zamanımıza
intikal edip gelen ve asıl Yahudiler diyebileceğimiz topluluktur. Bunlar,
dünya Yahudilerinin çoğunluğunu teşkil etmektedir. Ortodoks Yahudilikte
Musa Kanunlarına harfiyen uyulmaktadır. Bugünkü İsrail’de de hâkim grup
Ortodoks Yahudilerdir. Ortodoks Yahudiler, hem Tevrat’a hem de
Talmud’a sıkıca bağlıdırlar. Tevrat ve Talmud eğitimine çok önem
vermektedirler. Onlara göre Yahudi milleti, dinin emirlerini yaşarsa
Yahudiler için sıkıntılar sona erecek ve Mesih gelecektir.
Batı’daki aydınlanma hareketleri, Ortodoks Yahudilik üzerinde çok
büyük dinî etki bırakmıştır. Haskala hareketinin yayılma dönemi olan

10
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

1795’de Ortodoks Yahudilik, kendini gösteren dinî bir harekettir.


Reformist Yahudiliğe karşı doğmuştur. XIX. Yüzyıldan sonra yayılma
göstermiştir.
Ortodoks Yahudilik, Yahudi geleneğinin sahibi olarak kendini
görmektedir. Tevrat ve Talmud’un vahiy ürünü olduğunu kabul
etmektedirler. Yahve yerine Adonay (Rabbimiz, Efendimiz) kelimesini
kullanırlar. Cumartesi törenlerinde org çalmaya izin vermezler.
Sinagoglarda kadınlar ve erkekler ayrı yerlerde otururlar. Kadınların din
eğitimi almalarını caiz görmezler. Avrupa ve Amerika’daki Yahudilerin
birçoğu, Ortodosk Yahudiliğe mensupturlar.
Reformist Yahudilik: Moses Mendelssohn’un (1729-1786) kurucusu
olduğu Reformist Yahudilik, özellikle Avrupa Yahudileri arasında
gelişmiştir. Yahudilikte din ile dünya işlerini ilk kez birbirinden ayıranlar,
Reformist Yahudilerdir. Bunlar; ibadet şeklini, kadın-erkek ayrılığını,
Cumartesi yasaklarının bazılarını kaldırmışlardır. Meselâ Cumartesi günü
ışık yakmak, otomobil kullanmak, Ortodoks Yahudilikte kesin surette yasak
iken Reformist Yahudiler, sinagoga gitmek, dinlenmek veya eğlenmek
maksadıyla ışık yakılabilir ve seyahat edilebilir demektedirler. Bu nedenle
Mendelssohn’a Maskilim yani Işıkların Temsilcisi denmiştir.
Reformistlere göre ibadet esnasında müzik aletleri kullanılabilir,
erkek ve kadınlar yan yana oturabilir. Reformist Yahudiler, laikleşmiş
Yahudilerdir. Yahudiliği sekülarizm (dünyevileşme) ile birlikte yaşamak
isteyen Reformist Yahudiler, Yahudi şeriatinin değişmezliğini de kabul
Yahudiliğin Kutsal Kitap etmezler. Reformist Yahudilik II. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da ve
külliyatı ikiye ayrılır: 1) Amerika’da güç kazanmıştır. Reformist Yahudiler; hem muhafazakâr hem
Tanah (Yazılı dinî de Ortodoks Yahudilere karşıdırlar. Öne çıkan bir özellikleri de karma
edebiyattan oluşur), 2) evliliklere izin vermeleridir. Bunlara göre Yahudi olmak için annenin Yahudi
Talmud (Sözlü dinî olması gerekmez.
edebiyattan oluşur). Reformist Yahudiler, özellikle kadın hakları konusunda ciddi bir
mücadele vermektedirler. Kadın dua grupları oluşturmaktadırlar. Bu
konularda Ortodoks Yahudiler, Reformist Yahudilere karşı çok sert tavır
takınmaktadırlar.
3. YAHUDİLİĞİN KUTSAL METİNLERİ
Yahudiliğin Kutsal Kitap külliyatı ikiye ayrılır: 1) Tanah (Yazılı dinî
edebiyattan oluşur), 2) Talmud (Sözlü dinî edebiyattan oluşur).
3.1. Tanah
Hırisitiyanların Eski Ahit adını verdikleri kitaba Yahudiler, Tanah
adını vermişlerdir. Bu durumda Tanah, Eski Ahit’in tamamına verilen bir
isimdir. Tanah üç bölümden meydana gelmektedir: Tora (Tevrat), Nebiim
(Peygamberler) ve Ketubim (Kitaplar). TANAH ismi, bu üç bölümün baş
harflerinin (T-N-K) bir araya getirilmesiyle oluşmuş bir kelimedir. Bu
nedenle “Tanak” şeklinde okunması gerekir. Ancak İbranice’de, kelimenin

11
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

sonunda yazılan “k” harfinin yumuşatılarak “h” harfine dönüşme kuralı


nedeniyle bu kelime, Tanak değil Tanah şeklinde okunur.
1. Tora (Tevrat): Tanah’ın ilk beş kitabını meydana getirir. Arapçada
buna Esfar-ı Hamse, Latincede ise Pentateque (Beş Kitap) denmektedir.
Tora’yı meydana getiren kitaplar şunlardır: Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar,
Tesniye. Tora’yı meydana getiren iki önemli kaynak vardır: Yahvist
Metinler ve Elohist Metinler. Güneyde kullanılan Yahvist Metinler, Tanrı
için YHV kelimesini kullanırken kuzeyde kullanılan Elohist Metinler, Tanrı
için Elohim kelimesini kullanırlar. Bunlardan Yahvist Metinler, M.Ö. X.
Yüzyıla, ikincilerin ise M.Ö. VIII. Yüzyıla ait metinler olduğu kabul
edilmiştir.
Tora'nın Hz. Musa'ya verildiğine inanılmaktadır. Tora, âlemin
yaratılışından Hz. Musa'nın ölümüne kadar olan olayları ve Tanrı'nın Hz.
Tora'nın Hz. Musa'ya Musa'ya gönderdiği dini kanunları içermektedir.
verildiğine 2. Nebiim (Peygamberler): Toplam 21 kitaptan oluşan Nebiim
inanılmaktadır. Tora, bölümünde İlk peygamberler ve son peygamberlerden bahsedilmektedir.
âlemin yaratılışından Hz. İlk peygamberlerden söz eden kitaplar altı tanedir: 1) Yeşu, 2) Hakimler, 3)
Musa'nın ölümüne kadar I. Samuel, 4) II. Samuel, 5) I. Krallar, 6) II. Krallar.
olan olayları ve Tanrı'nın Son peygamberlerden bahseden diğer on beş kitap ise şunlardır: 1)
Hz. Musa'ya gönderdiği İşaya, 2) Yeremya, 3) Hezekiel, 4) Hoşea, 5) Yoel, 6) Amos, 7) Obadya, 8)
dini kanunları Yunus, 9) Mika, 10) Nahum, 11) Nabakkuk, 12) Tse fenya, 13) Haggay, 14)
içermektedir. Zekarya, 15) Malaki.
3. Ketubim (Kitaplar): Tanah’ın içinde bulunan 13 kitabı ihtiva
etmektedir. Bu kitaplar şunlardır: 1) Mezmurlar, 2) Süleymanın Meselleri,
3) Eyub, 4) Neşideler Neşidesi, 5) Rut, 6) Yeremya’nın Mersiyeleri, 7) Vaiz,
8) Ester, 9) Daniel, 10) Ezra, 11) Nehemya, 12) I. Tarihler, 13) II. Tarihler.
Tanah’ın ihtiva ettiği kitapların sayısı konusunda görüş birliği
mevcut değildir. Bugün Eski Ahit olarak bilinen Tanah, otuz dokuz kitabı
içinde bulundurur. Bu 39 kitabı Yahudiler birleştirerek 24 kitap olarak
kabul ederler. Müslümanların Hz. Davud’a indirildiğine inandıkları Zebur
ismindeki kitap, Tanah külliyatı içindeki Ketubim bölümünde, Mezmurlar
adıyla yer almış bulunmakta ve 150 Mezmurdan/Zeburdan oluşmaktadır.
Yahudi inancına göre bu kitap, Kral Davud yani Hz. Davud tarafından
kaleme alınmıştır.
3.2. Talmud
Yahudiler açısından Talmud’un da Tanah kadar önemi vardır.
Aslında Tevrat’ın şifahi bir yorumu olarak değerlendirilen Talmud, önceleri
yazılmış değildi. Tevrat’ın tefsiri mahiyetinde olan bu yorumlar,
yazılmamakla beraber nesilden nesile şifahi (sözlü) olarak intikal
ettiriliyordu. İşte bu şifahi yorumlar Yahuda Ha-Naşi tarafından derlenip
yazıya geçirilmiştir.
Bu şekilde meydana gelen kitaba “Mişna” adı verilmiştir. Mişna,
Talmud’un asıl metin kısmını teşkil etmektedir. İbranicede “tekrar”

12
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

anlamına gelen Mişna’yı kaleme alanlara “Tannaim Bilginleri” adı


verilmektedir.
İlerleyen yıllarda Mişna, sıradan halk tarafından anlaşılması
zorlaşınca Mişna’nın şerhleri yazılmaya başlanmıştır. “Gemera” adı verilen
bu şerhleri yapanlara da “Amoraim” (üstadlar) denilmiştir. Mişna ile
Gemera birlikte, Talmud’u meydana getirmektedir. Yahudi literatüründe
iki Talmud mevcuttur. Babil hahamlarının kaleme aldıkları Talmud’a Babil
Talmud’u, Kudüs hahamlarının görüşlerinin yer aldığı Talmud’a ise Kudüs
Talmud’u ismi verilmektedir.
4. KUR’ÂN-I KERİM’E GÖRE TEVRAT
Kur'an-ı Kerim'de Tevrat kelimesi on altı ayette on sekiz defa geçer.
Fakat bu ayetlerin hiçbirinde Tevrat'ın Hz. Musa'ya verilmiş bir kitap
olduğu belirtilmez. Yani, İncil'in Hz. İsa'ya, Zebur'un Hz. Davud'a, Kur'an-ı
Kerim'in Hz. Muhammed'e verildiği açıkça ifade edilirken, Tevrat'ın
verildiği peygamberin ismi zikredilmez. A’la Suresi’nin 19. Ayetinde Hz.
Kur'an-ı Kerim'de Tevrat Musa'ya verilen sahifelerden bahsedilir. Fakat Tevrat'ın Hz. Musa'ya
kelimesi on altı ayette on verildiğine ilişkin en ufak bir işaret yoktur. Müslüman bilginler, bazı
sekiz defa geçer. Fakat bu hadislerdeki ifadelerden hareketle, Tevrat'ın Hz. Musa'ya verildiğine
ayetlerin hiçbirinde hükmetmişlerdir. Müslüman bilginler arasında bu konuda ayrılık yok
Tevrat'ın Hz. Musa'ya gibidir. Tefsirlerde, Kur'an'daki “ve eteyne Musa el-kitabe” (Musa'ya kitabı
verilmiş bir kitap olduğu verdik) ifadeleri hep “Musa'ya Tevrat'ı verdik” şeklinde açıklanmıştır.
belirtilmez. Diğer taraftan Allah, Maide Suresi 44. ayette Tevrat'ı kendisinin
indirdiğini, İsrail peygamberlerinin ve daha sonra Yahudi din adamlarının
onun içindekilerle hükmettiğini açıklamakta ve Yahudileri Tevrat'a uymaya
çağırmaktadır. Sonraki ayette ve diğer bazı ayetlerde Tevrat'ın içindeki
hükümlerden bahsetmektedir. Allah'ın, Tevrat'ın verildiği peygamberin
ismini açıklamamış olması, Tevrat'ın bütün İsrail peygamberlerine
gönderilmiş vahyin genel adı olduğunu şeklinde de değerlendirilebilir.

13
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

ÖZET
Yahudileri ifade etmek üzere İbrani, İsrail, Yahudi ve Musevî
terimleri kullanılmaktadır. Yahudi olmanın temel ön şartı, Yahudi bir anne-
babadan veya Yahudi bir anneden doğmaktır. Yahudiler, kendi kutsal
kitaplarından hareketle tarihlerini Hz. İbrahim'le başlatırlar. Dine ilaveten
aynı zamanda bir ırka karşılık gelen Yahudiliğe mensup olanlar, soylarını
İbrahim, İshak, Yakup ve Yakup’un on iki oğlundan devam eden silsileyle
devam ettirirler. Yahudiler için en büyük peygamber, Hz. Musa’dır.
Hıristiyanlığın doğuşundan evvel Yahudilik içerisinde Ferisilik,
Saddukilik ve Essenilik mezhepleri ortaya çıktı. Hıristiyanlık sonrası ve
modern dönemde ise Karailik, Ortodosk Yahudilik, Muhafazakâr Yahudilik
ve Reformist Yahudilik, öne çıkan mezhepler arasındadır.
Yahudiliğin Kutsal Kitap külliyatı Tanah ve Talmud olmak üzere ikiye
ayrılır. Hırisitiyanların Eski Ahit adını verdikleri kitaba Yahudiler, Tanah
adını vermişlerdir. Tanah üç bölümden meydana gelmektedir: Tora
(Tevrat), Nebiim (Peygamberler) ve Ketubim (Kitaplar). Tora, Tanah’ın ilk
beş kitabını meydana getirir. Arapçada buna Esfar-ı Hamse, Latincede ise
Pentateque (Beş Kitap) denmektedir. Tora’yı meydana getiren kitaplar
şunlardır: Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye. Bugün Eski Ahit olarak
bilinen Tanah, otuz dokuz kitabı içinde bulundurur. Bu 39 kitabı Yahudiler
birleştirerek 24 kitap olarak kabul ederler. Talmud, Tevrat’ın şifahi bir
yorumu olarak değerlendirilmekte; Mişna ile Gemera birlikte, Talmud’u
meydana getirmektedir.

14
Yahudilik I Dinler Tarihi / 3

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Yahudi tarihinde Hz. İbrahim’in yeri ve önemi hakkında bilgi veriniz.


2. Hz. Musa’ya Yahve tarafından tevdi edilen On Emir, İslâm’ın genel ilkeleri
açısından nasıl anlaşılıp yorumlanabilir? Tartışınız.
3. Yahudiliğin kutsal metinleri hakkında bilgi veriniz.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük. (2009). Dinler


Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Adam, B. (2010). Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat. İstanbul: Pınar Yayınları.

Aydın, F. (2010). Yahudilik. İstanbul: İnsan Yayınları.

Aydın, M. (2018). Dinler Tarihi Tarih, İnanç ve İbadet. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Aydın, M. (2019). Dinler Tarihine Giriş. Konya: Literatürk Academia.

Baki Adam, Ahmet Güç, Ali İhsan Yitik, Ahmet Hikmet Eroğlu, Durmuş Arık, Bekir
Zakir Çoban, Mehmet Alıcı, Talip Ayar. (2016). Dinler Tarihi. Ankara:
Grafiker Yayınları.

Cohn-Sherbok, D. &. (2010). Yahudiliğin Kısa Tarihi. İstanbul: İz Yayıncılık.

Eliade, M. (2012). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Johnson, P. (tarih yok). Yahudi Tarihi. İstanbul: Pozitif Yayınları.

Nânâ, M. (2008). Yahudi Tarihi. İstanbul: Selenge Yayınları.

Tanyu, H. (2005). Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler. Ankara: Elips Kitap.

15
İÇİNDEKİLER

• Yahudiliğin Temel Özellikleri


• Ahit

• Seçilmişlik
DİNLER TARİHİ
• Kutsal Toprak

• Mabet

• Mesihçilik
YAHUDİLİK II • Yahudilik ve Misyonerlik

• Yahudiliğin İnanç Esasları

• Yahudilikte Mabet ve İbadet


Dr. Öğr. Üyesi
• Şabat (Haftalık İbadet Günü)
Muhammet Yeşilyurt
• Dinî Bayramlar (Yıllık İbadet Günleri)

• Yahudi Örf ve Adetleri

• Günümüzde Yahudilik

• Özet

• Değerlendirme Soruları

• Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Yahudiliğin temel özelliklerini


sıralayabilecek,

• Yahudiliğin temel inanç esaslarını


sayabilecek,

• Yahudilikte ibadet ve mabet konusunu


özetleyebilecek,

• Yahudi örf ve adetlerini açıklayabilecek,

• Yahudiliğin misyonerlikle ilişkisini anlayıp


değerlendirebileceksiniz.
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

1. YAHUDİLİĞİN TEMEL ÖZELLİKLERİ


Dinler tarihinde özel bir yeri bulunan Yahudilik, İsrail oğulları tarihi
içerisinde ortaya çıkmış, ilahî kaynaklı bir din olarak nitelendirilir.
Yahudiliğin birtakım temel özellikleri vardır. Bunlar; ahit, seçilmişlik, kutsal
toprak, mabet ve mesihçilik şeklinde sıralanabilir.
1.1. Ahit
Yahudiliğin başta gelen özelliklerinden biri onun bir ahit dini olması,
İsrail oğulları ile Tanrı arasındaki “ahde” kutsal kitaplarında geniş yer
verilmesidir. Bu nedenle Yahudilik bir “ahit dini” olarak da bilinir. Yahudi
kutsal kitabı Tevrat’a göre Tanrı, Nuh ile ahit yapmıştır. Bu ahde göre
Tanrı, Nuh’a putperestliği yasaklamış, bunun karşılığı olarak da dünyayı bir
Yahudiliğin başta gelen
daha yıkmamayı taahhüt etmiştir. Ahit daha sonra Hz. İbrahim’e tevdi
özelliklerinden biri onun
edilmiştir. Tanrı, Yahudilerin atası Hz. İbrahim’le olduğu gibi, İshak ve
bir ahit dini olması, İsrail
Yakup'la da bir ahit yapmıştır. Bu ahit, İsrail oğullarının Tanrı'nın seçkin
oğulları ile Tanrı
milleti olmasıyla ilgilidir. Tanrı, İsrail oğullarının atalarına, onların soylarını
arasındaki “ahde” kutsal
büyük bir millet haline getireceğini, bereketli ve kutsal toprakları onlara
kitaplarında geniş yer
vereceğini vadetmiştir. Tanrı, daha sonra bu vaadini Hz. Musa zamanında
verilmesidir. Bu nedenle
tekrarlamıştır. Bu yüzden Yahudilikte din ile milliyet iç içe girmiştir.
Yahudilik bir “ahit dini”
olarak da bilinir. 1.2. Seçilmişlik
Yahudilere göre Tanrı, ataları İbrahim, İshak ve Yakup'la bir ahit
yapmış ve onların soyunu kendisi için özel millet olarak seçmiştir. Bu
yüzden Tanrı, tarihte onlara daima yardım etmiştir. Dört yüz yıllık Mısır
esaretinden onları kurtarmak için Hz. Musa'yı görevlendirmiş ve kendisi de
onların kurtuluşuna müdahalede bulunmuştur. Kutsal kitabı, Tevrat'ı diğer
milletlere vermemiş, onu özel milletine teslim etmiştir. Yahudilerin bu
seçilmişliği konusu, Kur'an-ı Kerim'de Bakara Suresi 47. ayette de söz
konusu edilmektedir. Allah Yahudilere, bir zamanlar kendilerini seçtiğini,
diğer milletlere üstün kıldığını ve onlara çeşitli nimetler verdiğini
hatırlatmaktadır.
Seçilmişlik fikri, Yahudileri tarih boyunca daima diğer milletlerden
farklı kılmıştır. Yahudiler, her türlü baskı ve zorlama karşısında milli ve dini
kimliklerini bu fikir sayesinde koruyabilmişler ve ideallerini canlı
tutmuşlardır. Bu sayede onlar, yaklaşık iki bin yıllık sürgün hayatından
sonra, 1948'de kutsal topraklarda bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı
başarmışlardır.
Seçilmişlik konusu, Yahudiler arasında farklı şekillerde
yorumlanmıştır. Söz gelimi dindar Yahudiler, seçilmişliği bir imtiyaz değil,
külfet olarak görürler. Çünkü tarlanın nasıl ekilip biçileceğinden, elbisenin
rengine ve biçimine kadar hayatın her alanını kurallara bağlayan bir dini
yaşamak ve yaşatmak zorunda olduklarını düşünürler.
Yukarıda ifade edildiği gibi, Yahudilik milli bir din, bu dinin inananları
olan İsrail oğulları ise Tanrı tarafından seçilmiş etnik bir topluluk olarak

1
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

telakki edilmektedir. Oysa bu seçilmişlik ve üstünlük, Müslümanlar


tarafından da dile getirilen, Allah katında değerliliğin takvaya bağlı olduğu
şeklindeki bir üstünlükten başka bir şey değildir. Nitekim Yahudi kutsal
kitabında bu üstünlük ve seçilmişliğin böyle algılanması gerektiğine dair
kanıtlar bulunmaktadır. Ancak zamanla Yahudiliğin, Bâbil sürgününden
itibaren içe kapanmaya başlaması ve miladî çağların başlarında milli bir din
haline gelmesi üzerine başlangıçta inanca bağlı olan bu üstünlük anlayışı,
İsrail kavminin etnik üstünlüğü şeklinde algılanmaya başlanmıştır.
1.3. Kutsal Toprak
Yahudilik, diğer dinlerden farklı olarak, belli bir toprakla
kimlikleştirilmiş bir dindir. Yahudiliğin en temel kurum ve kuralları bu
topraklara göre belirlenmiş ve şekillenmiştir. Tanrı'nın seçip belirlemesi
nedeniyle kutsal sayılan bu topraklar, Filistin topraklarıdır. Yahudilere göre
Yahudilik, bu toprakların dışında tam olarak yaşanamaz. Zorunlu sürgün
hali hariç, Tevrat'ın buyruklarına kulak veren Yahudilerin mutlaka bu
topraklarda yaşamaları gerekir. Yahudi din bilginleri, şartları uygun olup da
kutsal topraklarda yaşamayan Yahudileri Tevrat'ın buyruklarına karşı
Yahudi geleneğine göre gelmiş bir asi olarak değerlendirilmektedir.
kutsal topraklar içinde Yahudi geleneğine göre, kutsal topraklar içinde yer alan Kudüs,
yer alan Kudüs, dünyanın dünyanın merkezidir. Öldükten sonra tekrar dirilme buradan
merkezidir. Öldükten gerçekleşecektir. Dolayısıyla dünyanın değişik bölgelerinde gömülmüş
sonra tekrar dirilme olan Yahudiler, tekrar dirilme gününde yer altındaki kanallar yoluyla kutsal
buradan gerçekleşecektir. topraklara gelecek ve oradan dirileceklerdir.
Yahudiler, tekrar dirilme İşte bu nedenlerden dolayı Yahudiler, zorunlu kalmadıkça kutsal
gününde yer altındaki toprakların dışında yaşayamazlar. Hatta bu topraklardan başka bir yerde
kanallar yoluyla kutsal devlet kurmaları bile caiz değildir. Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl, XIX.
topraklara gelecek ve yüzyılda böyle bir teşebbüste bulunmuş, fakat dini otoritelerin tepkisiyle
oradan dirileceklerdir. karşılaşmıştır. O, İngiltere’nin de desteğini alarak Uganda'da bir Yahudi
devleti kurmak istedi. Fakat Yahudi din otoriteleri, Yahudilerin kutsal
toprakların dışında bir devlet kurmalarının dine aykırı olduğunu ileri
sürerek buna yanaşmadılar. Dinî otoritelerin desteğini alamayan Herzl, bu
planından vazgeçti ve Filistin’de devlet kurmak için çalışmalarını sürdürdü.
1.4. Mabet
Yahudilik, kutsal sayılan Filistin topraklarıyla kimlikleştirilmiş bir din
olmanın yanında, aynı zamanda mabet merkezli bir dindir. Yahudilikteki
birçok kuralın bu mabette gerçekleştirilmesi gerekir. Bu mabet de her
hangi bir mahalli sinagog (havra) değildir. Yerini Tanrı'nın seçmiş olduğu ve
onun istemesiyle Kral Süleyman tarafından yaptırılan Kudüs'deki meşhur
mabettir. Süleyman Mabedi olarak da bilinen bu mabedin Yahudiler
tarafından kullanılan adı Bet-Ha Mikdaş'tır (Kutsal Ev). Birçok defa
tahribata uğrayan ve en son M.S. 70 yılında tamamen yıkılan Süleyman
Mabedi'nden geriye bugün sadece batı duvarı kalmıştır. Mabedin yerine
daha sonra Müslümanlar tarafından Mescid-i Aksa inşa edilmiştir.

2
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

Ağlama duvarı, Yahudilerin Beytü’l Makdis dedikleri mabetten


günümüze kalan ve kutsal kabul edilen duvardır. Süleyman Mabedi'nden
kalan bu batı duvarı Yahudiler için önemlidir ve kutsal sayılmıştır. Adı,
İbranice'de Kotel'dir. Yahudiler, Mabedin yıkılış yıldönümü başta olmak
üzere çeşitli vesilelerle bu duvarın önünde dua eder ve gözyaşı dökerler.
Yahudiler için Ağlama duvarı, Süleyman mabedinin Hz. Süleyman
tarafından yaptırıldığı şekliyle yeniden yapılarak Yahudi hâkimiyetinin
Yahudiler, 1967 yılındaki yeniden kurulması hayalini sembolize eder. Bu yüzden Yahudiler, Mabedin
savaş sonucunda Kudüs'e durumu için ağıt yakarlar ve en kısa zamanda yeniden inşa edilmesi için
tamamen hâkim Tanrı’ya yakarırlar.
olmalarına rağmen, Yahudiler, 1967 yılındaki savaş sonucunda Kudüs'e tamamen hâkim
Mescid-i Aksa'yı yıkıp olmalarına rağmen, Mescid-i Aksa'yı yıkıp yerine Süleyman Mabedi'ni
yerine Süleyman tekrar inşa etmemişlerdir. Bunun iki nedeni vardır. Bunlardan biri
Mabedi'ni tekrar inşa Müslümanların tepkisi, diğeri ve en önemlisi Yahudiliğin mesihçi
etmemişlerdir. Bunun iki karakteridir. İsrail devleti, İslam dünyasının tepkisinden çekindiği için
nedeni vardır. Bunlardan şimdiye kadar bunu planlamamıştır. İsrail devletinin bu tutumunda dinin
biri Müslümanların de önemli katkısı vardır. Çünkü Ortodoks Yahudiliğe göre Süleyman
tepkisi, diğeri ve en Mabedi'nin yeniden inşa edilmesi, Mesih’in gelmesine bağlıdır. Mesih’in
önemlisi Yahudiliğin gelmesinden önce girişilecek böyle bir faaliyet, dini otoritelerin tepkisini
mesihçi karakteridir. çekecek, din ile devlet karşı karşıya gelecektir. Bu nedenle Yahudiler,
Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etme teşebbüsünde
bulunmamaktadırlar.
1.5. Mesihçilik
Yahudilikte ve daha sonra Hıristiyanlıktaki Mesih (Mehdi)
tasavvurunu ifade eden Mesih kelimesi, İbranice Maşiah ve Aramca
meşiha kelimesinin Arapça şeklidir. Kelime, yağ sürülmüş, mesh edilmiş,
temizlenmiş anlamlarına gelir. Başlangıçta Mesih deyimi, İsrail kralları için
kullanılırken, sonradan başrahip ve rahipler için de kullanılmaya
başlanmıştır. Çünkü krallar tahta çıkarken, rahipler de tayinlerinde kutsal
yağla mesh ediliyorlardı. Bununla onlara özel bir güç ve kutsiyetin
geçtiğine inanılıyordu. Hatta sonraları Nebiler de mesh edilmeye
başlanmıştır. Babil esaretinden sonra bu tabir, ahir zamanda tanrı
tarafından yeryüzüne gönderilecek bir peygamber veya dini bir lider için
kullanılmaya başlandı. Daha önce Yahudiler arasında, görülmeyen bu
kavrama, Sümerliler zamanından beri şahit olunur. I. Sargon (M.Ö. 2350
yılları) ve Hammurabi (M.Ö. 1728-1686) kendilerinin mehdi-mesih
olduklarına inanıyorlardı. Yeni kavrama göre zamanın ilerlemesiyle
yeryüzünde dinsizlik ve ahlaksızlık yayılacak, insanlarda utanma hissi
azalacak, pahalılık artacak, saygı kalmayacaktır. Tabii ve sosyal felaketler
de birbirini kovalayacaktır. İnsanları savaş ve hastalık saracaktır. Dünyanın
verimi azalıp ülkeler çöle dönüşecektir. Kudüs harabeye dönüşecek,
sürülerin otlak yeri olacaktır. Mesih’in gelmesi yaklaştığında ise güneş
kararacak, Ürdün nehrinin suları kana dönüşecek ve bir cihan harbi

3
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

olacaktır. Hahamların hesabına göre Mesih, M.S. 240 veya 471 yılında
gelecek ve saltanatı 400 sene sürecektir. Fakat bu sürenin 2000 sene
süreceğine inananlar olduğu gibi 70 veya 40 sene süreceğini söyleyenler
de vardı. Yine geleneksel tasavvura göre Mesih gününde çöllerden sular
fışkıracak, bozkırlardan dereler akacaktır. Çöller, cennetin Eden
bahçelerine dönüşecektir. Ayın ışığı güneşinki gibi parlak olacak, güneşin
ışıkları ise şimdikinin yedi kat daha fazlası olacaktır. Ağaçlar devamlı meyve
verecek, yeryüzü bitkilerin aromatik kokularıyla dolacaktır. Yeryüzünde
Mesih bir kurtarıcıdır. vahşi hayvan kalmayacak, aslanla kuzu cennette olduğu gibi dost olacak,
Uzun süre sıkıntıyla çocuklar yılanlarla oyuncak gibi oynayacaktır. Sinek ve böcekler kimseyi
karşılaşmış, kendi ısırmayacaktır. Ayı ve aslan sığır gibi ot yiyecektir. Mesih, Tanrı Evini
çabalarıyla sıkıntıdan (mabedi) Kudüs'te Sion tepesi üzerinde kuracaktır. İlahi rahmetle Kudüs,
kurtulamamış bütün sahil şehri olacaktır. Etrafını 12 kapısı bulunan ateşten bir sur çevirecektir.
milletlerde bir Mesih İçeri girmek isteyen düşmanları yok edecektir. Şehir, inci ve mücevherlerle
beklentisi olmuştur. süslenecektir. Dağılmış cemaat burada toplanacak ve tozlar içinde
muazzam bir ihtişam yükselecektir. Caddeler evler, surlar mücevherlerden
inşa edilecektir. Şehir genişleyerek Şam kapılarına ulaşacaktır. Yahudilerce
Mesih, Davud'un soyundan gelecek, Betlehem'de doğacaktır. Doğum günü
mabet yıkılacak, doğumu Mikail ilan edecektir. Tanrı'nın yeryüzündeki
vekili olarak Yahudilere ve Yahudi olmayanlara hükmedecektir. Bir dünya
imparatoru olarak Yahudilere Tanrının rahmetini, küfürbazlara da lanetini
ulaştıracaktır. Adil bir hükümdar olarak Davud tahtından ülkeyi idare
edecek, ülkesinin sınırlarını denizlerden denizlere ulaştıracaktır. Roma’yı
fethedecek, Mısırlılarla, Arapları vergiye bağlayacak, ülkesini ilahi
kanunlara göre idare edecek, bütün insanları sulh ve refah içinde
yaşatacaktır. Tevrat'ı bütün milletlere öğretecektir. İnsanların kalpleri
imanla dolacaktır. Savaşları yeryüzünden kaldırıp kılıç ve mızrağı ziraat
aletlerine dönüştürecektir. Devrinde mesud olmayan kimse kalmayacak,
hatta hadımlara dahi evlenme ve çocuk sahibi olma imkânı sağlanacaktır.
Kudüs'ü kuşatacak olan Yecüc ve Mecüc'ü, Allah hastalık, ateş ve dolu ile
imha edecek, leşlerini vahşi hayvanlar temizleyecektir. Dünyanın saltanatı
dünyanın 6 bininci yılında sona erecek ve yeryüzünde hiç bir canlı
kalmayacaktır. 7 bininci yılda ise kıyamet kopacaktır. Sonra da haşir ve
hesap günü gelecektir.
Mesih bir kurtarıcıdır. Uzun süre sıkıntıyla karşılaşmış, kendi
çabalarıyla sıkıntıdan kurtulamamış bütün milletlerde bir Mesih beklentisi
olmuştur. Yahudilerdeki Mesih beklentisi, M.S. 70 yılında Roma
istilasından sonra belirgin hale gelmiştir. Romalılar, Yahudilerin Kudüs'teki
mabedini yıkmış, önemli dini kurumlarını ortadan kaldırmış ve Yahudiler
üzerinde büyük bir baskı uygulamışlardır. M.S. 70 yılındaki bu yıkımdan
sonra Yahudiler bir daha toplanma fırsatı bulamamışlar ve 1948 yılına
kadar devamlı başka milletlerin egemenliği altında yaşamışlardır. Bu
durum onlarda, Davud soyundan gelecek ve kendilerini kurtaracak olağan

4
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

üstü güçlere sahip bir Mesih inancının doğmasına yol açmıştır. Yahudi din
adamları bu inancın temelini kutsal kitaplara dayandırmışlardır. M.S. XII.
yüzyılda meşhur Yahudi bilgini Maimonides (İslam dünyasında Musa bin
Meymun olarak bilinir), Yahudiler için belirlediği on üç maddelik iman
esasları arasına mesih inancını da koymuştur. Yahudiler, her sabah
ibadetinde iman ikrarı olarak “Geciktiği halde Mesih’in geleceğine
inanırım” cümlesini tekrar ederler.
Mesih inancı, özellikle Ortodoks Yahudiler arasında yaygındır.
Ortodoks Yahudilere göre, Yahudiliğin birçok kurum ve kurallarının
yeniden işlerlik kazanması Mesih’in gelmesine bağlıdır. Hatta bazı dini
gruplara göre devletin kurulması bile Mesih’le bağlantılıdır. Bu gruplar,
Mesih gelmeden kurulduğu için bugünkü İsrail Devleti'ni küfür devleti
olarak değerlendirmektedirler. Doğu Avrupa Yahudileri, her doğan erkek
çocuğun Mesih olabileceği beklentisi içerisindedirler.
2. YAHUDİLİK VE MİSYONERLİK
Yukarıda belirttiğimiz özelliklerinden dolayı Yahudilik, Yahudi
olmayanlar tarafından bütünüyle Yahudilere has bir din olarak görülür ve
Yahudilerin bu dini yaymak için faaliyette bulunmadıkları düşünülür.
Birçok kimse tarafından bu dinin misyoner karakterli olmadığı zannedilir.
Tevrat'ta Yahudiliği
Bu kanaat, Tevrat'ın muğlak ifadelerinden ve Yahudilerin günümüzdeki
yaymakla ilgili açık
davranışlarından kaynaklanmaktadır. Tevrat'ta, din olarak Yahudiliğin
emirler olmasa da,
sadece Yahudi milletine has olduğu belirtilmemiştir. Bununla birlikte
Yahudiler, M.S. II. yüzyıla
Tevrat, Yahudilere, diğer kavimleri Yahudiliğe davet etmeyi de açıkça
kadar dinlerini yayma
emretmemiştir. Tevrat'ta, Yahudilerin dinlerini yaymak için savaş
faaliyetinde
yaptıklarına dair bilgi yoktur. Yahudilerin diğer kavimlerle savaşları, toprak
bulunmuşlardır. Hatta
kazanma, vadedilen topraklara girme savaşlarıdır. Bununla birlikte
Babil Sürgünü sırasında
Tevrat'ta, dolaylı olarak Yahudiliğin diğer kavimlere açık bir din olduğunu
ve MakkabiIer
gösteren bölümler vardır.
döneminde bile
Tevrat'ta Yahudiliği yaymakla ilgili açık emirler olmasa da, Yahudiler,
sistematik misyonerlik
M.S. II. yüzyıla kadar dinlerini yayma faaliyetinde bulunmuşlardır. Hatta
yapmışlardır.
Babil Sürgünü sırasında ve MakkabiIer döneminde bile sistematik
misyonerlik yapmışlardır. Ester kitabında anlatıldığına göre, Yahudilerin
baskısından korkan birçok Persli Yahudiliğe girmiştir. Talmud'da Yahudiliği
yaymak, faziletli bir iş olarak değerlendirilmiştir.
M.S. II. yüzyıldan itibaren dışarıdan Yahudiliğe girenlerin problem
teşkil etmesi dolayısıyla, mühtediliğe karşı olumsuz bakılmaya
başlanmıştır. Bu nedenle Yahudi din bilgini rabbiler, mühtedilik hususunda
katı sınırlamalar getirmişlerdir. Yahudiliğe geçmek isteyen bir yabancının
sıkı bir imtihandan geçirilmesini, samimi olup olmadığının belirlenmesini
istemişlerdir. Bunu belirlemek için şu soruların sorulması istenmiştir:
Yabancının Yahudi olma gerekçesi nedir? Yahudi olmak isterken
Yahudiliğin durumunu, Yahudilerin baskı altında yaşadıklarını, sürgünden
sürgüne gönderildiklerini göz önüne almış mıdır? Eğer yabancı, bunları

5
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

bildiğini, bununla birlikte Yahudi olmak istediğini, Yahudiliğe geçmekle


kaybedecek bir şeyinin bulunmadığını söylerse, o zaman o yabancının
hemen Yahudiliğe kabul edilmesi emredilmiştir.
Yahudiliğe girişe getirilen bu sınırlamalar, Yahudilikte ihtida
olaylarını nadir hale getirmiştir. Zamanla Yahudilik, kendi içine
kapanmıştır. Bununla birlikte her çağda, ufak tefek geçişler olmuştur. Bir
Türk kavmi olan Hazarlardan bazılarının, M.S. VIII. yüzyılda Yahudiliğe
geçmesi buna örnektir.
Çağdaş Yahudi bilginlerinden Arthur Hertzberg, Yahudiliğin
dışarıdan girişlere açık olduğunu belirtir. Ona göre mühtediler, aslında
Allah katında değerlidirler. Onların bu değerli oluşu, Yahudi inancını kabul
etmelerinden değil, Yahudi kaderine ortak olmayı kabul etmiş
olmalarındandır.
3. YAHUDİLİĞİN İNANÇ ESASLARI
Yahudilikte kalıplaşmış iman kaideleri yoktur. Bununla beraber, bazı
inanç prensipleri tespit edilmiştir. Ancak şekillenmiş bir sistem ortaya
çıkmamıştır. İnanç meselelerinde son sözü söyleyecek bir otorite, bir
makam yoktur. Tevrat'ta nelere inanılması gerektiği hususunda her hangi
bir belirlemede bulunulmamıştır. Bu nedenle nelere iman edilmesi
gerektiği hususu, Yahudiler arasında daima tartışmalı bir konudur.
Örneğin, Tevrat'ta bulunmadığı gerekçesiyle Sadukiler ve günümüzdeki
Maimonides, Hıristi- bazı reformcu Yahudiler öldükten sonra dirilmeye ve ahiret hayatının
yanların ve varlığına inanmamaktadırlar. Onlara göre Yahudilik, başka bir hayatın dini
Müslümanların değildir. Yahudilik, bir yaşam tarzı olup bu dünyaya aittir. Yahudilerin
Yahudiliğe yönelik inancı daha çok günlük ibadetlerde ve hayatta kendini gösterir. Önemli
eleştirilerine karşı sağlam olan Tevrat‘ta bildirilen şeriatın yaşanmaya çalışılmasıdır.
bir kale oluşturmak Yahudiliğin inanç sistemi ile ilgili bu karmaşayı ortadan kaldırmak
amacıyla XII. yüzyılda için tarihte Yahudiliğin temel iman esaslarını belirleme çabaları olmuştur.
Yahudiler için bir inanç Maimonides'in çabaları hariç, bütün bu çabalar başarıya ulaşamamıştır.
sistemi belirlemiştir. Maimonides, Hıristiyanların ve Müslümanların Yahudiliğe yönelik
eleştirilerine karşı sağlam bir kale oluşturmak amacıyla XII. yüzyılda
Yahudiler için bir inanç sistemi belirlemiştir. Maimonides, bu sistemin
yapısını belirlerken Hıristiyanlık ve İslam’daki inanç sisteminden
yararlanmıştır. On üç maddeden oluşan, Maimonides'in belirlediği bu
inanç sistemindeki iman cümlelerinden her biri “tam bir imanla inanırım
ki” ifadesiyle başlar. Bu inanç sistemi şu esaslardan oluşmaktadır:
• Tanrı var olan her şeyi yarattı ve onlara hükmetmektedir.
• Tanrı birdir ve ondan başka tanrı yoktur.
• Tanrı bir cisim değildir ve hiçbir şekilde tasvir edilemez.
• Tanrı, ezeli ve ebedidir.
• İbadet, sadece Tanrıya mahsustur; Ona ortak koşulamaz.
• Peygamberlerin bütün sözleri haktır.

6
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

• Efendimiz Musa'nın peygamberliği gerçektir. O, kendisinden


önce ve sonra gelen bütün Peygamberlerin en büyüğüdür.
• Elimizde olan Tevrat, tamamıyla, Tanrı tarafından Musa'ya
verilenin aynısıdır.
• Tevrat değiştirilmeyecektir ve gelecekte Tanrı başka bir
Tevrat da göndermeyecektir.
• Tanrı, insanın bütün işlerini ve düşüncelerini bilir.
• Tanrı, emirlerini yerine getirenleri mükâfatlandırır, ihlal
edenleri cezalandırır.
• Mesih gelecektir; geciktiği halde her gün onun gelmesini
bekleyeceğim.
• Tanrı'nın bildiği bir zamanda, ölümden sonra dirilme
gerçekleşecektir.
Yukarıdaki inanç esasları; Tanrı, peygamberlik, Musa'nın en büyük
peygamber oluşu, Tevrat'ın değişmediği ve değişmeyeceği, öldükten sonra
dirilme, ahiret ve Mesih gibi temel konuları içermektedir. Bu on üç
maddelik iman esasları sadece Ortodoks Yahudiler tarafından kabul
görmektedir.
Yahudiliğin en büyük iman esası, Tanrı'nın varlığına ve birliğine
imandır. Bu inanç bir tarafta putperestlikteki çok tanrıcılığa, diğer tarafta
Hıristiyanlığın teslis inancına karşıdır. Varlık ve birliğine inanılan Tanrı
görülemez, resim ve heykelle tasvir edilemez. İnsan veya hayvan şeklinde,
Yahudiliğin en büyük ay veya güneş gibi tabii varlıklar halinde tasavvur edilemez. Hıristiyanlarda
iman esası, Tanrı'nın olduğu gibi Tanrı'nın bir insanda inkarnasyonu da kabul edilmez. Tanrı
varlığına ve birliğine kendini yalnız yaratmasıyla ve peygamberlerine vahyettiği sözleriyle
imandır. Bu inanç bir anlatır. Tanrı ve insanlar arasında, peygamberler dışında bir aracı da
tarafta putperestlikteki düşünülmez.
çok tanrıcılığa, diğer Tanrı, her şeyi yaratan ve hükmeden yüce bir varlıktır. Onun Elohim
tarafta Hıristiyanlığın ve Yahve olmak üzere iki ismi vardır. Elohim gazap tarafını, Yahve ise
teslis inancına karşıdır. rahmet tarafını temsil eder. Yahudiler Tanrı'nın gazabından çok korktukları
için Elohim adını daha çok kullanırlar.
Yahudilik'te Tanrı tarafından yaratılmış ve O'nun emrinde olan
manevi varlıklar olduğuna da inanılır ki, bunlar meleklerdir. Birtakım
derecelere ayrılırlar; başta Mikail, Cebrail, Uriyel ve Rafael (israfil) gelir.
Cennetin kapıcısı Kerubim'dir. Cenneti ateşli bir kılıçla bekler. Serajim de
büyük meleklerden sayılır. Melekler, kanatlı insanlar şeklinde tasavvur
edilmişlerdir. Bu düşüncenin Yunanlılardan Yahudiler'e geçmesi
muhtemeldir. Melekler, Tanrı'ya mutlak itaat içerisindedirler. Mesela,
Yahve'nin emrini yerine getirebilmek için bir melek 70.000 insanı veba ile
yok etmiştir. Asur karargâhında bir melek bir gecede 185.000 insanı
öldürmüştür. Eğer bir kimse ölürse ona ölüm meleği kılıcını vurmuştur.
Onun için evde bulunan bütün sular boşaltılmalıdır. Çünkü ölüm meleği

7
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

kirlenen kılıcını bunların içinde yıkar. Geç devirlerde dualizmin tesiriyle


ölüm meleği, şeytanın özel bir tezahürü olarak düşünülmeye başlanmıştır.
Meleklerin faaliyetleri ise çeşitlidir. Bir kısmı Tanrı‘nın tahtı altında
bulunup Tanrı'ya hizmet ederler. Baş meleklere, tabiat kuvvetleri ile ilgili
bir takım vazifeler emanet edilmiştir. Mesela Mikail, Yahudileri korumakla
görevlidir ve göğü idare eder. Cebrail, vahiy taşıyıcısı ve ateşin
koruyucusudur. Uriyel, havanın ve yıldızların reisidir. Rafael de mucizevî
bir hekimdir.
Tanrı insanları aydınlatmak ve ilahı bilgiyi ulaştırmak için,
İsrailoğulları arasından kendine peygamberler seçmiştir. En önemli yer, Hz.
Musa’ya verilir. Tanah’ta ismi geçen tüm peygamberlere inanılır; bunlar
Yahudiler, Kur'an'da hem
Hz. Nuh ile başlar Malahi ile son bulur. Yahudiler, Kur'an'da hem
peygamber hem
peygamber hem hükümdar olarak anılan Davud ve Süleyman'ı yalnız
hükümdar olarak anılan
hükümdar olarak kabul ederler, bu konuda Müslümanlardan ayrılırlar.
Davud ve Süleyman'ı
Nebilere Tanrı'nın vahiyde bulunduğuna inanırlar. Genelde nebiler, dinî ve
yalnız hükümdar olarak
dünyevi merasimlerden uzak yaşarlardı ve şekilci geleneklere pek bağlılık
kabul ederler, bu konuda
göstermezlerdi.
Müslümanlardan
Peygamberlere iman, Yahudilerin son peygamberi Malahi ile
ayrılırlar.
sınırlıdır. Malahi ile peygamberlik sona ermiştir; bir daha peygamber
gelmeyecektir. Bu yüzden Yahudiler, Hz. İsa ile Hz. Muhammed'in pey-
gamberliğine inanmazlar.
Yahudilerin elinde bulunan Tevrat'ın Hz. Musa'ya verilen Tevrat'la
aynı olduğu, değişmediği ve değiştirilmeyeceği ile ilgili iman esası,
Müslümanların yönelttikleri ithama cevap mahiyetindedir. Maimonides'in
yaşadığı dönemde İbn Hazm gibi bazı Müslüman bilginler, Tevrat'ın
Yahudiler tarafından tahrif edildiğini iddia etmekteydiler. Bu iddia bugün
de Müslümanlar arasında yaygındır. Ancak Yahudiler arasında da Tevrat'ın
tahrif edildiğini iddia edenler çıkmıştır. Hatta Yahudilerin nazarında otorite
kabul edilen Talmud gibi önemli dinî kaynaklarda bile Tevrat'taki bazı
cümlelerin kasıtlı olarak değiştirildiği belirtilmektedir. Maimonides,
Yahudilerdeki şüpheyi gidermek için bu meseleyi iman esası haline
getirmiştir. Fakat bugün bile bazı Yahudi gruplar, Tevrat'ın zaman içinde
değişime uğradığını kabul etmektedirler.
Mesihle ilgili iman maddesi, beklenen Mesih’in belirlenen geliş
tarihinin üzerinden yüzyıllar geçmesine rağmen hala gelmemesi karşısında
Yahudilerin kalbinde şüphe uyanmasını engellemek için düzenlenmiştir. Bu
gün Ortodoks Yahudilerin dışındaki Yahudilerin çoğu Mesih inancını terk
etmiştir. Ahiretle ilgili iman maddesi de aynı amaçla düzenlenmiştir.
Tevrat'ta ahirete imanla ilgili hiçbir emir yoktur. Tevrat'ta olmama-
sına rağmen Yahudi din bilgini rabbiler, bazı cümleler üzerine yorumlar
yaparak ahirete imanın, Yahudiliğin esaslarından olduğuna karar
vermişlerdir. Rabbilere göre ahirete inanmayanlar, kâfirdir. Onlar cennet
hayatından nasip alamayacaklardır. Fakat bir Yahudi ne kadar büyük bir

8
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

günah işlerse işlesin, cehennemde ancak on iki ay kalacaktır. Bu,


Talmud'da belirtilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de, AI-i imran Suresi 24. ayette
Yahudilerin bu anlayışına işaret edilmiştir.
4. YAHUDİLİKTE MABET VE İBADET
Tevrat'taki buyruğa göre ibadet sadece Tanrı’ya yapılır. İbadet
mabet merkezlidir. Bu mabet ise ilk defa Kral Süleyman tarafından
yaptırılan Kudüs'deki mabettir (Süleyman Mabedi/Bet-Ha Mikdaş). M.S. 70
yılında bu mabet tamamen yıkıldığı için Tevrat'ta emredilen ibadetlerin bir
kısmı askıya alınmıştır. Kurban ibadeti bunların en başında gelmektedir.
Günümüzde, günlük ibadetler mabedi temsil ettiğine inanılan sinagoglarda
veya herhangi bir yerde yapılmaktadır.
Sinagog, İslam’daki cami karşılığında, topluca ibadet edilen yerdir.
Toplu ibadet, büluğ çağına ulaşmış (on üç yaş) en az on erkekle yapılabilir.
İbadeti haham veya cemaatten biri yönetir.
Sinagogların belli bir mimari sitili yoktur. Dolayısıyla bölgeye göre
yapı şekli değişiklik gösterir. Ancak bütün sinagoglarda mutlaka üç şey
Bütün sinagoglarda bulunur. Bunlar; Aron-Ha Kodeş (kutsal dolap), Ner-Ha Tamid (devamlı
mutlaka üç şey bulunur. yanan ışık) ve Teva'dır. Aron-Ha Kodeş, içinde el yazması Tevrat
Bunlar; Aron-Ha Kodeş tomarlarının bulunduğu bir dolaptır. Bir bakıma sinagogdaki mihrabı
(kutsal dolap), Ner-Ha oluşturur. Ner-Ha Tamid, Aron-Ha Kodeş'in üst tarafında bulunan ve
Tamid (devamlı yanan devamlı yanan bir ışıktır. Teva ise, Aron-Ha Kodeş’in tam önünde yer alan
ışık) ve Teva'dır. bir kürsüdür. İbadet esnasında Aron-Ha Kodeş'ten çıkarılan Tevrat tomarı
bu kürsüde okunur.
Sinagogun, camilerde olduğu gibi bir kutsallığı vardır. Sinagoglarda
resim ve heykel bulunmaz. Çünkü bunların bulunduğu yerde ibadet
yasaktır. Sinagoga edebe uygun kıyafetle ve başörtülü olarak girilir. Başı
açık olarak girmek, Tanrı’ya saygısızlık kabul edilir. Bunun için Yahudi
erkekleri “kipa” denilen takke benzeri bir şey giyerler. Kadınlar da başlarını
örterler. İbadette kadınlarla erkekler ayrı oturur. Kadınlar için genelde arka
tarafta, camilerdeki mahfile benzer ayrı bir bölüm vardır. Sinagogdaki
ibadete kadınlar aktif olarak katılmazlar, sadece seyirci olabilirler.
Günümüzde Yahudiler; sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde üç
vakit ibadet ederler. İbadet esnasında Siddur denilen dua kitabından belirli
bölümleri ve duaları okurlar. İbadette asıl kısım, “amida” denilen ve
ayakta yapılan duadır. Amida’da Yahudiler, Müslümanların namazında
mevcut olan rükûya benzer hareketlerde bulunurlar. Sağ elleriyle
göğüslerine hafifçe vurarak işledikleri günahlardan pişman olduklarını
belirtirler.
İbadette kullanılan bir takım malzemeler vardır. Bunlar; dua kitabı
Siddur, Tefilin ve Tallit'tir. Tefilin, içinde Tevrat'tan bazı cümlelerin yazılı
olduğu iki kutucuktan ve bir deri kayıştan ibarettir. Cumartesi dışındaki
günlerde, sabah ibadetinde erkekler bu iki kutucuğu, siyah deri kayışla
usulüne uygun olarak alınlarına ve sol pazularına bağlarlar. Tallit, kenarları

9
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

saçaklı, üzerinde Tevrat’tan parçalar yazılı olan bir dua şalıdır. Sadece
erkekler tarafından kullanılan bu şal, ibadet esnasında omuzlara örtülür.
Bunların dışında, Roş-Ha Şana (yılbaşı) ve Yom Kippur (tövbe günü) gibi
önemli günlerde kullanılan özel bir ibadet malzemesi daha vardır. Bu da
Şofar'dır. Şofar, boynuzdan yapılmış nefesli bir çalgıdır.
4.1. Şabat (Haftalık İbadet Günü)
Şabat, kutsal dinlenme ve ibadet günüdür. Kaynağını, Tanrı’nın
dünyayı yaratışından almaktadır. Tevrat’ta anlatıldığına göre Tanrı,
dünyayı altı günde yaratmış ve yedinci günde dinlenmiştir. Bu günü,
Yahudiler için özel dinlenme ve Tanrı’yı anma günü ilan etmiştir. Kur'an-ı
Kerim'de bu günden “Sebt” adıyla bahsedilmektedir. Bu günün kutsallığına
Kur'an-ı Kerim'de de işaret edilmiştir.
Şabat vakti, Cuma günü güneşin batışıyla sonra başlayıp Cumartesi
akşamına kadar devam eder. Şabat, Yahudi hayatında önemli bir yere
sahiptir. Cuma akşamında bütün dindar Yahudiler Sinagogda olurlar.
Sinagogda ibadet bittikten sonra eve giderler. Evde anne, Şabat mumunu
yakar. Sofrada iyi bir yemek yenir. Balık, en gözde yemeklerdendir.
Sofrada şarkılar ve ilahiler söylenir.
Dindar Ortodoks Yahudilerde Şabat boyunca ateş yakmak, elektrikli
alet, telefon, araba ve benzeri şeyler kullanmak yasaktır. Dindar Yahudi, o
gün hiçbir iş yapmaz.
4.2. Dinî Bayramlar (Yıllık İbadet Günleri)
Yahudilikte birçok dinî bayram vardır. Bunların Yahudiler açısından
anlamı ve önem derecesi birbirinden farklıdır. Kronolojik sıra itibariyle bu
bayramları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür. Bayramların sırası,
Yahudi takviminin başlangıcına göredir.
Roş-Ha Şana: Yılbaşı bayramıdır. Yahudi takvimine göre Eylül-Ekim
aylarında başlayıp iki gün devam eder. Yahudi inancında Roş-Ha Şana,
Yahudi inancına göre kainatın ve insanın kaderinin yeniden belirlenişini ifade eder. Yahudiler bu
insanın Roş-Ha Şana'da iki günü ibadet ve tövbe ile değerlendirmeye çalışırlar.
tasarımı yapılan bir yıllık Yom Kippur: Roş-Ha Şana'nın birinci gününden itibaren devam eden
kaderi, Yom Kippur'da on günlük tövbe zamanının sonundaki keffaret günüdür. Yahudi inancına
son şeklini alır ve göre insanın Roş-Ha Şana'da tasarımı yapılan bir yıllık kaderi, Yom
mühürlenir. Kippur'da son şeklini alır ve mühürlenir. Bu nedenle Yom Kippur,
Yahudilikte çok önemli bir gündür. O gün Yahudiler hiçbir iş yapmazlar.
Sadece ibadet ve tövbe ile meşgul olurlar. O gün İsrail’de hayat adeta
durur. Gazeteler çıkmaz, televizyonlar yayın yapmaz, acil olanlar dışında
her türlü kamu hizmetine ara verilir.
Sukkot: Yahudilerin Mısır'dan çıktıktan sonra, kırk yıl çölde
dolaşmaları anısına yapılan bir bayramdır. Sekiz gündür. Eğlence yönü
ağırlıklı bir bayramdır. Yahudiler Sukkot bayramında evlerinin bahçesine
bir çadır kurarlar ve onu ağaç dallarıyla süslerler. Çadırlarda milli oyunlar
oynanır.

10
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

Simha Tora: Tevrat'ın hatim bayramıdır. Sukkot'un hemen ertesi


günü kutlanır. Tevrat tomarları kucaklanarak sinagogdaki Teva'nın (Aron-
Ha Kodeş'in karşısındaki kürsü) etrafında dans edilir.
Hanuka: Dinî ve millî bir bayramdır. M.Ö. 148 yılında Yahudilerin
düşmanlara karşı verdiği mücadelede Süleyman Mabedi'ndeki Yedi Kollu
Şamdan'ın bir günlük yağla sekiz gün yanması anısına yapılır. Sekiz gün
sürer.
Fısıh: Mısır'dan çıkışın anısına kutlanan hac bayramıdır. Mart-Nisan
ayları arasında sekiz gün sürer. Bu bayramın özelliği, bayram süresince
mayalı yiyecek yememektir.
Şavuot: Tevrat'ın Tanrı tarafından Yahudilere verilişini kutlama
bayramıdır. Haftalar bayramı olarak da bilinen Şavuot, Haziran-Temmuz
aylarında kutlanır.
Sukkot, Fısıh ve Şavuot Yahudilikte aynı zamanda hac zamanıdır.
Dini kurallara göre Yahudiler, her sene bu bayramlarda Kudüs'e hacca
gitmek zorundadırlar. Süleyman Mabedi yıkıldığı için günümüzde hac
yapılmamaktadır.
5. YAHUDİ ÖRF VE ADETLERİ
Hayatın dönüm noktalarını, geçiş dönemlerini oluşturan doğum,
ergenlik, evlilik ve ölüm, çoğu dinde olduğu gibi Yahudi dini hayatında da
müstakil kural ve uygulamalar çerçevesinde yaşanan önemli hadiselerdir.
Tevrat kitabının her bir bölümüyle insan hayatının söz konusu dönemleri
arasında sembolik bir benzerlik kurulmuştur. Buna göre yaratılış bahsini
işleyen Tekvin kitabı, doğum ve ergenlik dönemlerini; Mısır’dan çıkıp
Çocuk sahibi olmak,
Sina’da Tanrıyla ahitleşme ve yeni bir düzen oluşturma tecrübesini işleyen
evlilik müessesesinin asli
Çıkış kitabı evlilik dönemini; İsrail’in Sina tecrübesini yeniden özetleyen ve
gayelerinden biri olarak
Musa peygamberin ölümüyle sona eren Tesniye kitabı ise yaşlılık ve ölüm
anlaşılmıştır. Nitekim eski
hadiselerini sembolize etmektedir.
İsrail toplumunda çocuk
Doğum: İnsanın hayat serüvenini belirleyen söz konusu dönemlerin
doğurmak huzur ve
başında doğum gelmektedir. Nitekim Tekvin kitabının ilk babında yer alan
bereketin işareti, kısırlık
üreyip çoğalmaya yönelik ilahi emirden hareketle neslin devamı hususu
ise utanç kaynağı olarak
özellikle Yahudi erkeklerin yerine getirmekle yükümlü oldukları son derece
görülmüştür.
önemli bir dinî vecibe kabul edilmektedir. Dolayısıyla çocuk sahibi olmak,
evlilik müessesesinin asli gayelerinden biri olarak anlaşılmıştır. Nitekim
eski İsrail toplumunda çocuk doğurmak huzur ve bereketin işareti, kısırlık
ise utanç kaynağı olarak görülmüştür. Hal böyle olunca doğum halindeki
kadın için birtakım tedbirler alınır. Kadının doğum esnasında kötü ruhların
etkisinde kalabileceği endişesiyle yatağın etrafına anahtar ve Tevrat konur.
Özellikle Adem'in ilk karısı Lilith'in kötülüklerinden korunmak için tuz
serpilir. Böylelikle kötü Cin Lilith'in bebeğe zarar vermesi önlenmiş olur.
Bazı yerlerde, doğum yatağının yanına “İlya'nın Sandalyesi” konur.
Doğacak çocuk eğer Mesih ise İlya bunu müjdeleyecektir.

11
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

Sünnet: Doğumu izleyen önemli merasimlerden biri erkek çocuk için


sünnet merasimidir. Sünnet ritüeli özellikle dini kimlik açısından kuvvetli
bir vurguya sahip olmakla birlikte, kişiyi Yahudi yapmak gibi bir fonksiyon
icra etmemektedir. Şeriata göre kız veya erkek olsun bireye Yahudi kimliği
kazandıran şey, Yahudi anneden doğmaktır. Sünnetin fonksiyonu ise Hz.
İbrahim’le yapılan ahdin fizikî ve görünür işareti olmaktan ibarettir. Doğan
çocuk erkek ise dini kurallara göre sekizinci günde sünnet edilir. Hastalık
durumlarında bu süre ertelenebilir.
Ad verme: Yeni doğan kız bebeğin adı, genellikle doğumdan sonraki
ilk şabat gününde sinagogta ilan edilmekte ve bebek, 8-40 günlükken evde
haham eşliğinde kutlama yapılmaktadır. Erkek bebeğin adı ise sekizinci gün
icra edilen sünnetten sonra verilir. İsimlerde genellikle Tanrı adı “el” ile
On üç yaşına giren erkek bitişik isimler kullanılır; Rahel, Rafael gibi. Bazı yerlerde, çocuğa yöresel
çocuk için “şeriatın oğlu” adlar da verilir. Örneğin Türkiye'de Sami, Yusuf, Naim gibi isimler
anlamına gelen “Bar verilmektedir.
Mitzva” töreni Mükellef olma: İnsan hayatında önemli dönüm noktalarından biri,
düzenlenir. Kızlar için de dini kurallarla mükellef olma yaşıdır. On üç yaşından bir gün alan erkek ve
“Bat Mitzva” (şeriatın on iki yaşından bir gün alan kız, Yahudi yasasına göre ergen sayılır. Artık o,
kızı) töreni düzenlenir. Yasa’nın emirlerini yerine getirmekle sorumludur. On üç yaşına giren erkek
çocuk için “şeriatın oğlu” anlamına gelen “Bar Mitzva” töreni düzenlenir.
Bu törende çocuk ilk defa sinagogda Tevrat okur. Ailesi ona bir Tevrat
hediye eder. Kızlar için de “Bat Mitzva” (şeriatın kızı) töreni düzenlenir.
Fakat bu tören, dinen zorunlu değildir.
Evlenme: Yahudi dini hayatı sinagog ve aile etrafında odaklanır.
Ailenin dinsel önemi, onun geleneğin nakledilmesi hususunda icra ettiği
fonksiyondan kaynaklanmaktadır. Kutsal bir aile evlilikle kurulur,
dolayısıyla evlenme Yahudilikte önemli bir husustur. Evlilik işlemlerinin
dini kurallara göre yapılması gerekir. Dine uygun olmayan evlilik geçerli
değildir. Evlenme töreni, haham nezaretinde yapılır. Ketuba denilen evlilik
sözleşmesi imzalanır. Ketuba, kadının haklarını garanti altına alan dini bir
belgedir. Ketubayı imzalayan damat onu geline teslim eder. Ketubanın
teslim edilmesinden sonra “hubba” denilen evlilik çadırının altına girilir ve
tören orada tamamlanır. Damat, “Musa şeriatına ve İsrail kanunlarına
göre sen bana bu yüzükle bağlısın” diyerek gelinin parmağına yüzük takar.
Bu işlemlerden birinin eksik olması durumunda evlilik, geçersiz sayılır.
Ölüm: Doğum gibi ölüm de Yahudilikte doğal bir hadise sayılır.
Yahudilik ölümü, hayatın başka bir safhasına geçiş aracı olarak görür.
Bundan dolayı mezarlık, İbranice’de “Beth Ha-Hayim” (Dirilerin Evi) olarak
isimlendirilir. Yahudi inancına göre Tanrı, iki dünya yaratmıştır: Bunlardan
biri cisim dünyası, diğeri ruh dünyasıdır. Cisim dünyası, geçici bir gölge
gibidir. Asıl olan ruh dünyasıdır. Ruh dünyası ebedidir. Ruh dünyası olan
ahiret, insanın gerçek yurdudur. Bu nedenle Yahudiliğe göre ölüm, korku
vasıtası bir felaket değildir. Dünya hayatı, ebedi mutluluğa ulaşma yolunda

12
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

bir hazırlık durağıdır. Ölüm döşeğinde itiraflarda bulunmaya, ahiret


hayatına geçişin önemli bir unsuru olarak bakılır. Ölümün yaklaştığına
kanaat getiren hasta, bir bakıma kelime-i şehadet olan “Dinle İsrail!
Rabbimiz Yahve, bir olan Yahve'dir” cümlesini söylemeye çalışır. Hastanın
yanında bulunanlar, günah itirafında bulunmasına yardım ederler.
Ölümü, ebedi mutluluğa ulaşmanın yolu olarak gören Yahudilik,
bununla birlikte ölünün ardından üzülmeyi ve onun için yas tutmayı meşru
kılmış ve hatta yas tutmanın kurallarını belirlemiştir. Ölünün yakınları,
dinen belirlenen kurallar çerçevesinde yas tutarlar. Üzüntülerini,
üzerlerindeki elbiselerini parçalayarak göstermeye çalışırlar. Bu, genellikle
cenaze gömülmeden önce mezarlıkta cereyan eder. Ölünün defninden
sonra kırk gün süren yas zamanı başlar. Bunun ilk üç günü şiddetli keder
günüdür. Takip eden yedi günde sadece yas tutulur. Sonraki otuz günde de
normal hayata adaptasyon başlar.
6. GÜNÜMÜZDE YAHUDİLİK
1789 Fransız İhtilali’nin meydana getirdiği değişiklikler, Yahudi
Dünyasını da etkilemiş ve sarsmıştır. Fransız İhtilali’nden sonra Avrupa'da
Fransız İhtilali’nden Yahudilere karşı tavır değişmiş; Yahudiler, kısmen de olsa rahata
sonra Avrupa'da kavuşmuşlardır. Bu rahat ortam, onların Yahudilik anlayışını etkilemiştir.
Yahudilere karşı tavır Çağdaş Yahudilerin klasik Yahudilik anlayışını etkileyen diğer bir
değişmiş; Yahudiler, etken, yıllardır beklenen Mesih'in gelmemesidir. Çeşitli kesimlerde,
kısmen de olsa rahata beklenen bu Mesih'in hiç gelmeyeceği, dolayısıyla vadedilen ümitlerin
kavuşmuşlardır. Bu rahat gerçekleşmeyeceği kanaati hasıl olmuştur. Bunun üzerine Avrupa'da
ortam, onların Yahudilik yaşayan Yahudilerin birçoğunda, bulundukları ülkenin şartlarında kısmen
anlayışını etkilemiştir. asimile olarak yaşamı sürdürme anlayışı hâkim olmuştur. Bu ise onların
geleneksel Yahudilik anlayışını gözden geçirmelerini gerektirmiştir. Çünkü
geleneksel Yahudiliğin, Yahudi kimliği ve inançları hakkındaki görüşleri
önemini yitirmiştir.

13
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

ÖZET
Yahudiliğin bir takım temel özellikleri mevcuttur. Onun bir ahit dini
olması, bu özelliklerin en başında gelir. Tanrı, Yahudilerin atası Hz.
İbrahim, ishak ve Yakup'la bir ahit yapmıştır, Bu ahit, İsrailoğullarının
Tanrı'nın seçkin milleti olmasıyla ilgilidir. Tanrı, İsrailoğullarının atalarına,
onların soylarını büyük bir millet haline getireceğini ve verimli toprakları
onlara vereceğini vadetmiştir. Tanrı, daha sonra bu vaadini Hz. Musa
zamanında tekrarlamıştır. Bu yüzden Yahudilikte din ile milliyet iç içe
girmiştir.
Yahudiliğin başka bir özelliği de, kutsal bir toprakla
kimlikleştirilmesidir. Buna göre Yahudilik, bütün kurum ve kurallarıyla
ancak kutsal topraklarda yaşanabilir. Bu kutsal topraklar da Filistin'dir.
Yahudiliğin diğer özellikleri ise mabet ve mesihçiliktir. Bu bakımdan
Yahudiliğin sadece Yahudilere ait milli bir din olduğu düşünülmüştür.
Halbuki Yahudilik, esası bakımından misyoner karakterli bir dindir; belli
zamanlarda, ırk bakımından Yahudi olmayanlar arasında yayılmıştır. Daha
sonra Yahudi bilginleri, Yahudiliğe girişe çeşitli sınırlamalar getirmişlerdir.
Yahudiliğin, bütün Yahudiler tarafından kabul edilen bir inanç
sistemi yoktur. XII. yüzyılda Maimonides'in oluşturduğu on üç maddelik
iman esaslarını, sadece Ortodoks Yahudiler kabul etmektedir. Bu on üç
maddelik iman esasları; Tanrı, peygamberlik, Musa'nın en büyük
peygamber oluşu, Tevrat'ın değişmediği ve değişmeyeceği, öldükten sonra
dirilme ve mesih gibi temel konuları içermektedir.
Yahudilikte ibadet, mabet merkezlidir. Bu mabet de Kudüs'deki
Süleyman Mabedi'dir. M.S. 70 yılında bu mabet tamamen yıkıldığı için,
Tevrat'ta emredilen ibadetlerin bir kısmı askıya alınmıştır.
Kurban ibadeti bunların en başında gelmektedir. Günlük ibadetler
günümüzde, mabedi temsil ettiğine inanılan sinagoglarda veya herhangi
bir yerde, günde üç defa yapılmaktadır. Haftalık ibadet günü Şabat,
Yahudilikte ibadet bakımından çok önemli bir gündür. Dini bayramlar olan
Roş-Haşana, Yom Kippur, Sukkot, Simha Tora, Hanuka, Fısıh ve Şavuot
yıllık ibadet günlerini oluşturmaktadır.
Yahudilikte; doğum, sünnet, ad verme, dini hükümlerle mükellef
olma yaşı, evlenme ve ölüm, insan hayatında önemli olaylardır.

14
Yahudilik II Dinler Tarihi / 4

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Yahudiliğin özelliklerinden Kutsal Toprak, Mabet ve Mesihçilik arasında


nasıl bir ilişki vardır? Tartışınız.
2. Yahudilikteki Peygamber inancının İslâm ile benzeyen ve farklılaşan yönleri
neler olabilir? Açıklayınız.
3. Yahudilikteki ibadet anlayışı hakkında bilgi veriniz.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük. (2009). Dinler


Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Adam, B. (2010). Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat. İstanbul: Pınar Yayınları.

Aydın, F. (2010). Yahudilik. İstanbul: İnsan Yayınları.

Aydın, M. (2018). Dinler Tarihi Tarih, İnanç ve İbadet. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Aydın, M. (2019). Dinler Tarihine Giriş. Konya: Literatürk Academia.

Baki Adam, Ahmet Güç, Ali İhsan Yitik, Ahmet Hikmet Eroğlu, Durmuş Arık, Bekir
Zakir Çoban, Mehmet Alıcı, Talip Ayar. (2016). Dinler Tarihi. Ankara:
Grafiker Yayınları.

Cohn-Sherbok, D. &. (2010). Yahudiliğin Kısa Tarihi. İstanbul: İz Yayıncılık.

Eliade, M. (2012). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Johnson, P. (tarih yok). Yahudi Tarihi. İstanbul: Pozitif Yayınları.

Nânâ, M. (2008). Yahudi Tarihi. İstanbul: Selenge Yayınları.

Tanyu, H. (2005). Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler. Ankara: Elips Kitap.

15
İÇİNDEKİLER
• Hıristiyan, Nasranî ve Nasârâ Terimleri

• Hz. İsa

• Hıristiyanlığın Tarihçesi

• Konsiller

DİNLER TARİHİ • İznik Konsili

• İstanbul Konsili

• Efes Konsili

• Kadıköy Konsili
HIRİSTİYANLIK I • Doğu-Batı Ayrılığı

• Reform Hareketi ve Protestanlık

Dr. Öğr. Üyesi • Özet

Muhammet YEŞİLYURT • Değerlendirme Soruları

• Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Hıristiyan, Nasrani ve Nasara terimlerini


tanımlayabilecek,

• Hz. İsa’nın Hıristiyanlıktaki yerini ve önemini


açıklayabilecek,

• Hıristiyanlığın tarihi gelişimini


özetleyebilecek,

• Hıristiyan inancının şekillenmesinde büyük


bir önemi olan Konsiller ve bu Konsillerdeki
tartışma konularını belirtebilecek,

• Hıristiyanlıkta meydana gelen ayrılmaları


belirtebilecek,

• Hıristiyan Kiliselerinin çağdaş dünya


karşısında kendilerini yenileme ve birliği
sağlama çabalarını değerlendirebileceksiniz.
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

1. HIRİSTİYAN, NASRANÎ VE NASÂRÂ TERİMLERİ


Hıristiyanlık, Kudüs’te doğan ve Nasıralı İsa Mesih’i merkeze alan bir
dindir. Kendisi Yahudi soyundan gelen Hz. İsa, tebliğini yakın çevresinden
başlamak üzere uzak halkalara doğru genişletmiştir. Hz. İsa’ya inananlar
arasında Yahudilerle beraber putperest Romalılar da bulunmaktadır. Yöre
Yahudileri bu insanları Nasıralılar veya Galileliler olarak adlandırmıştır.
Nasıra, Hz. İsa’nın büyüdüğü şehrin, Gallile ise bu şehrin bulunduğu
bölgenin genel adıdır. Bu sebeple, Hz.İsa’ya inananlara da Nasıralı’nın veya
Nasıra, Hz. İsa’nın Galileli’nin taraftarları manasında Nasıralılar veya Galileliler denilmiştir.
büyüdüğü şehrin, Gallile İncillerde Hıristiyan ve Hıristiyanlık gibi kelimeler yer almaz. Bu
ise bu şehrin bulunduğu ifadeler ilk defa, M.S. 30’lu yıllarda Antakya’da kullanılmıştır. Bu isim
bölgenin genel adıdır. Bu zamanla yaygınlaşmış ve bir süre sonra Kilise tarafından da
sebeple, Hz.İsa’ya benimsenmiştir. Böylece Mesih’in takipçileri, taraftarları anlamına gelen
inananlara da Hıristiyan kelimesi bu topluluğun adı haline gelmiştir.
Nasıralı’nın veya Kuran-ı Kerim’de Hıristiyan için Nasrani, Hıristiyanlar için de Nasara
Galileli’nin taraftarları kelimeleri kullanılır. Ancak Ehl-i Kitap deyiminin yer aldığı ayetlerde
manasında Nasıralılar Hıristiyanlar da muhatap alınmaktadır. Nasrani kelimesinin kökeniyle ilgili
veya Galileliler farklı iki görüş bulunmaktadır. Bunlardan birinci ve daha çok tercih edilen
denilmiştir. görüş, Hz. İsa’nın memleketi Nasıra’ya nispetle Hıristiyanlara Nasrani
isminin verildiğidir. Bu tanım, Kudüs’teki ilk dönem Hıristiyan cemaatinin
Yahudiler tarafından Hz. İsa’nın memleketine nispetle Nasıralılar şeklinde
adlandırılmasıyla da uygunluk göstermektedir. Kelimenin kökenini izaha
yönelik ikinci görüş ise bunun Arapça nasara fiilinden türediğidir. Bu
görüşe göre Nasrani ve onun çoğulu olan Nasara, Allah yolunda İsa’ya
yardımcı olanlar veya birbirleriyle yardımlaşanlar anlamına gelmektedir.
2. HZ. İSA
Hıristiyanlığın kurucusu Hz. İsa’dır ve Hıristiyanlığın tüm öğretisi, Hz.
İsa ve onun hayatı üzerinde şekillendirilmiştir. Dolayısıyla Hıristiyanlığı
anlayabilmek için Hz. İsa’nın hayatını ve misyonunu anlamak gerekir. Onun
hayatı ve öğretileriyle ilgili bilgiler İncillerde dağınık bir biçimde
anlatılmaktadır. Bu haliyle İncillerde geçen bilgiler ışığında Hz. İsa’nın
kimliğini anlamak oldukça zordur. Çünkü İncillerde Hz. İsa için, hem
Allah’ın oğlu hem de insanoğlu sıfatları kullanılmaktadır. Ayrıca ondan
Rab, Mesih, Tanrı kelamı(Logos), Adem oğlu, Davud oğlu, iyi çoban
şeklinde de tanımlamalar yapılmaktadır. Birbirinden farklı ve bazıları
birbiriyle çelişen unvanlara rağmen, Hz. İsa’nın hayatıyla ilgili bilgiler
detaylı değildir. Matta ve Luka İncillerinin ilk iki bölümünde Hz. İsa’nın
soyu, ailesi ve mucizevi doğumu hakkında bilgi verilmektedir. Bu bilgilere
göre bakire Meryem, Kutsal Ruh vasıtasıyla Hz. İsa’ya hamile kalmış ve onu
doğurmuştur. Bu doğum, Meryem Marangoz Yusuf’la nişanlıyken
gerçekleşmiştir. Hz. Meryem’in hamile olduğu anlaşılınca ailesi onu,
akrabaları olan Marangoz Yusuf ile nişanlamak zorunda kalmıştır. İçinde

1
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

bulundukları durumu izale edebilmek düşüncesiyle böyle bir yöntemi


seçmiş olmalarına rağmen, Yahudiler bu durumdan hoşnut olmamış ve bu
olayın sorumlusu olarak teyzesi Elizabeth’in kocası olan Hz. Zekeriya’yı
sorumlu tutmuştur. Yusuf, Kutsal Ruh’un kendisini Hz. İsa’nın mucizevi
doğumuyla ilgili olarak bilgilendirmesi nedeniyle bebek Hz. İsa’yı ve
annesini himaye etmiştir. Hz. İsa’nın mucizevi doğumu konusunda benzer
şeyler anlatan bu iki İncil, doğumdan hemen sonraki gelişmeler hakkında
farkı bilgiler vermektedir. Buna göre Matta İncili bebek İsa’nın öldürülme
tehlikesi nedeniyle ailesi tarafından Mısır’a götürüldüğünü ve tehlike
geçtikten sonra ailece geri geldiklerini anlatırken, Luka İncili bu olaydan hiç
bahsetmemektedir. Luka’ya göre bebek İsa Yahudi âdetine göre sekiz
günlükken sünnet edilmiş ve mabede götürülerek Tanrı’ya takdim
edilmiştir.
İncillerde Hz. İsa’nın çocukluk dönemiyle ilgili hemen hiçbir bilgiye
rastlanmamakta, sadece Luka İncilinde onun, on iki yaşındayken din
adamlarıyla görüşüp tartıştığından bahsedilmektedir. Hz. İsa’nın bundan
sonraki tüm gençlik yılları hakkında bilgi bulunmadığı için bu dönem kapalı
İncillerde Hz. İsa’nın ve karanlık bir zaman diliminden ibarettir. Tebliğ döneminin hemen
çocukluk dönemiyle ilgili başlarında Hz. İsa yaklaşık otuz yaşlarında iken, teyzesin oğlu Vaftizci
hemen hiçbir bilgiye Yahya (Yahya Peygamber) tarafından vaftiz edilmiştir. Bu vaftiz olayından
rastlanmamakta, sadece bir müddet sonra insanların tövbe ederek Tanrı krallığına girmesi için
Luka İncilinde onun, on iki tebliğine başlamıştır.
yaşındayken din Hz. İsa, çeşitli mucizeler göstererek birçok hastaya şifa vermiş, hatta
adamlarıyla görüşüp Allah’ın izniyle iki kez ölüyü bile diriltmiştir. O, gösterdiği mucizelerle halkı
tartıştığından etrafında toplarken, tavır ve düşünceleriyle Yahudilerin tepkisini çekmiştir.
bahsedilmektedir. Özellikle Yahudi din adamları, onun, mevcut dini anlayış ve uygulamalara
yönelttiği eleştirilerden büyük rahatsızlık duymuş ve Hz. İsa’yı susturma
çareleri aramaya koyulmuşlardır. Bu amaçla onlar, çeşitli entrika ve
komplolarla onu Romalı işgalciler nezdinde mahkûm ettirecek suçlar
bularak mahkûm ettirmeyi başarmışlardır. Onu mahkûm ettirmekle
yetinmeyerek, yok edilmesi için de büyük çaba sarf etmişler ve bu
gayretleri netice vermiş ve çarmıh olayı vuku bulmuştur.
Yahudiler, bekledikleri Mesih olduğu yönünde Hz. İsa’dan bir teyit
alamayınca ona karşı olan kinlerini daha da artırdılar. Ayrıca Hz. İsa’nın bu
dünya saltanatından ziyade, ahiret hayatını öne çıkarması ve Yahudilerin
dini anlayışlarına yönettiği şiddetli eleştiriler de düşmanlık duygularını
daha da kabartmıştır. Öyle ki Fısıh bayramı öncesinde Hz. İsa’ya yönelik
komplo girişimleri daha da yoğunlaşmıştır. Fısıh haftasında İsa, fısıh
yemeğini havarileriyle birlikte bir dostunun evinde yemiş ve bu yemekte
ihanete uğrayacağının işaretini vermiştir. Akşam yediği bu son yemekte
İsa, ekmeği bölerek havarilerine bunun kendi eti olduğunu söyleyerek
vermiştir. Ardından şarabı doldurarak onlara uzatmış ve bunun, insanlık
için dökülecek kendi kanıyla yeni ahit olduğunu ifade etmiştir. Aynı gece o,

2
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

kendisine ihanet eden havarisi Yahuda İskaryot’un da yardımıyla, Yahudi


ileri gelenlerinin tazyikleriyle Romalı askerler tarafından tutuklanmıştır.
İsa, Cuma günü Kudüs’te Yahudiler, Hz. İsa’yı kendi dini mahkemelerinde yargılayarak ölüm
Kafa Kemiği denilen cezasına çarptırmış ve bunun tatbikini de ülkeyi idare eden Romalı Vali
yerde çarmıha gerilmiştir. Pilatus’tan talep etmişlerdir. Vali onun masum olduğunu anladığı için
Hıristiyanlığa göre İsa cezayı Yahudilerin takdirine bırakmış, onlar da İsa’nın çarmıha
Mesih çarmıhta ölmüş, gerilmesinde ısrar etmişlerdir. Bunun üzerine İsa, Cuma günü Kudüs’te
aynı günün akşamına Kafa Kemiği denilen yerde çarmıha gerilmiştir. Hıristiyanlığa göre İsa Mesih
doğru gömülmüş ve çarmıhta ölmüş, aynı günün akşamına doğru gömülmüş ve ölümünün
ölümünün üçüncü günü üçüncü günü olan Pazar sabahı dirilmiştir. Kırk gün boyunca zaman zaman
olan Pazar sabahı havarilerine görüşmüş ve onlarla birlikte olmuştur. Bu çerçevede o,
dirilmiştir. havarilerine herkesi vaftiz etmelerini, kendisinin ise Baba’nın (Tanrı)
yanına gideceğini ve onlara Kutsal Ruh’u göndereceğini haber vermiştir.
Ardından da göğe yükselerek, Baba’nın sağında oturmuştur. Hıristiyanların
bu genel kabulüne rağmen, Kur’an-ı Kerim, çarmıha gerilen kişinin Hz. İsa
olmadığını, ona benzetilen birinin çarmıha gerildiğini bildirmektedir.
Aslında onun ölümünün üçüncü günü dirildiğinin zannedilmesi sebebi de,
havarilerin onu gizlenirken görmeleridir.
3. HIRİSTİYANLIĞIN TARİHÇESİ
Günümüzde dünyanın her yerinde taraftarı bulunan yaklaşık iki
milyar mensubuyla dünyanın en fazla taraftara sahip dinlerinden biri olan
Hıristiyanlık, Filistin bölgesinde doğmuştur. Bu din, Hz. İsa’nın tebliğiyle
başlamış ve ondan sonra geçirdiği değişim ve gelişmelerle günümüzdeki
şeklini almıştır. Hz. İsa’nın Romalıların Filistin bölgesini işgal ettikleri bir
dönem de ortaya çıkmıştır. Romalılarla yerli Yahudi halkı arasında
sürtüşmeler yaşanmasına karşın, Yahudiler de kendi aralarında da birlik
oluşturamamıştır. Bunun neticesinde birbiriyle mücadele halinde olan
farklı itikatlara sahip birçok mezhep ortaya çıkmıştır. Üstüne üstlük o
dönemde Yahudiler arasında dini şekilcilik artmış, samimiyet ve dindarlık
ise önemli ölçüde ortadan kalkmıştır.
Böyle bir dönemde Yahudilere peygamber olarak gönderilen Hz. İsa,
Hz. Musa’nın tebliğ ettiği dini canlandırarak, insanları tekrardan Allah’ın
talep ettiği çizgiye yöneltmeye çalışmıştır. O, kendisinden önceki Yahudi
peygamberleri gibi tebliğini öncelikli olarak kendi halkına yapmıştır. Ayrıca
o bölgede bulunan Romalılara yönelik de irşat faaliyetlerinde
bulunmuştur. Hz. İsa’nın tebliğ faaliyeti neticesinde etrafından hem
kendine halkından hem de Romalılardan oluşan bir taraftar kitlesi
oluşmuştur. Ancak Hz. İsa’nın içinde yaşadığı Yahudi toplumun mevcut din
ve dindarlık anlayış ve yaşayışlarını eleştirmesi, dönemin ileri gelen
Yahudilerini rahatsız etmiştir. Buna Romalı işgalcilerin, Hz. İsa’nın ilerde
kendi idareleri için bir tehdit oluşturacağı ile ilgili endişeleri de eklenince
hem Hz. İsa hem de taraftarlarına karşı bir düşmanca tavır sergilenmeye
başlamıştır. Çarmıh olayının gerçekleştirilmesi, Roma’nın Hıristiyanlara

3
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

yönelik ilk hamlesidir denebilir. Takip eden üç asır boyunca da Romalılar,


Hıristiyanları sürekli baskı altında tutmuş, dinlerini serbestçe yaşama
fırsatı vermemiştir. Hatta görüldükleri yerde öldürüldükleri için,
Hıristiyanlar gizlenerek yaşamak zorunda kalmıştır. Hıristiyanların
Romalılarca tehdit unsuru olarak algılanışlarının arkasındaki ana
sebeplerden biri, Roma İmparatorunun kendisi yaşayan tanrı ya da
tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak takdim etmesine karşın, Hz. İsa’nın
kendini Allah’ın kulu ve resulü olarak takdim etmesi ve İmparatorun
üzerinde olan bir Allah anlayışını ortaya koymasıdır. Bu inanç Roma
imparatorunun temel dogmasını Romalılar nezdinde çürütmüştür. Bir
değer sebep ise vahye dayanan ilahi bir dine ve onun peygamberine
Romalı putperest askerlerin fazlaca iman etmeye başlamasıdır. Paralı
askerlik sistemine sahip olan Roma devletinin askeri gücünün
Hıristiyanlaşması ise imparator açısından hayati bir tehlikedir.
Hıristiyan inancına göre Hz. İsa’nın öldükten sonra üçüncü gün
dirilerek bir süre havarileriyle birlikte yaşaması ve bazı başka mucizevî
gelişmelerin de etkisiyle ona inananların sayısı hızla artmıştır. İlk dönem,
büyük ölçüde Yahudi asıllılardan oluşan bu taraftar grubu, yeni bir din
olma iddiasından daha çok, bir Yahudi cemaati şeklinde algılanıyordu.
Galileliler ve Nasıralılar diye adlandırılan bu topluluk, Yahudi dini inanç ve
geleneklerine sıkı sıkıya bağlıydı. Bunların diğer Yahudilerden farklı olan
tek yönleri, Hz. İsa’ya inanmalarıydı.
Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dini sisteme kendisi hayattayken bile
Yahudilerin dışındaki kavimlerden katılımlar olmuştur. Ondan bir süre
sonra onun öğretisi sadece Yahudilerle sınırlı olmaktan çıkmış, başka din
Yahudi asıllı
ve milletten olanlarda bu dine iştirak etmek suretiyle yelpaze
Hıristiyanlarla putperest
genişlemiştir. İlk dönemlerinde Yahudiliğin imarı ve yeniden inşası ve
asıllı Hıristiyanlar
restoresi konumunda kabul edilen Hıristiyanlıkta bilhassa havarilerce dine
arasındaki problemleri
yeni girenlerin Yahudi ibadet ve geleneklerine uymaları gerektiği kanaati
çözmek için M.S. 49
yaşatılmıştır. Ancak ilerleyen zamanlarda putperest kökenden gelenlerin
yılında, Kudüs’te
sayısı artmaya başladıkça bazı problemler de zuhur etmeye başlamıştır. Bu
Havariler Konsili
insanlardan bir kısmı, Hz. İsa’ya inanmakla birlikte, kendilerine zor gelen
toplanarak problem
bazı Yahudi gelenek ve kurallarına uymak istememiştir. Bu durum, Yahudi
konuları tartışılmıştır.
asıllı Hıristiyanlarla putperest asıllı Hıristiyanlar arasındaki anlayış farkının
derinleşmesine sebep olmuştur. Bu problemi çözmek için M.S. 49 yılında,
Kudüs’te Havariler Konsili toplanarak konuyu tartışmıştır. Bu tartışma
konularının derinleşmesinde fikirleriyle çok etkili olan ve ne Hz. İsa’da ve
nede havarilerinde mevcut olan düşünce ve anlayışları kendisin de
sonradan iştirak ettiği Hıristiyanlığa sokmak suretiyle etkili olan ve aslen
de bir Yahudi olan Tarsus’lu Pavlus, putperestlerden yana tavır takınmıştır.
O, dine yeni giren bu müminlerin Yahudi dini pratiklerine uyma konusunda
fazla sıkıştırılmaması gerektiği hususunda havarilere baskı yapmış ve
bunda başarılı da olmuştur. Havarilerin, Hz İsa’nın çizgisinden kopuşunu

4
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

ifade eden bu ilk tavizlerini başka tavizler de izlemiştir. Putperest asıllılara


Hz. İsa’yı anlatma işine kendisini adayan Pavlus, bir süre sonra dini emir ve
hükümlerin hiçbir öneminin olmadığını, uhrevi kurtuluşun Hz. İsa’ya iman
vasıtasıyla elde edileceğini yaymaya başlamıştır. Onun bu yaklaşımı
havarilerle, özellikle de onların lideri konumundaki Petrus ve Yakup’la
ilişkilerinin bozulmasına ve karşılıklı suçlamalara neden olmuştur. Bu
suçlamaları ve Pavlus’un cevaplarını, onun Yeni Ahit’te bulunan
mektuplarında görmek mümkündür. Bu karşılıklı zıtlaşma ve restleşme,
Yahudi asıllılarla Putperest asıllı Hıristiyanların yollarını tümden
ayırmalarına neden olmuştur. Merkezi Kudüs’te olan Yahudi asıllı
Hıristiyanlar, liderleri Yakub’un öldürülmesi ve arkasından M.S. 70 yılında
Kudüs’ün Romalılar tarafından yakılıp yıkılmasıyla büyük bir darbe
yemişlerdir. Bu durum onları Pavlusçular karşısında zayıf düşürmüş,
muhalifleri artarken kendileri gittikçe azalmış ve IV. Yüzyılda tarih
sahnesinden silinmişlerdir. Bunların tarih sahnesinden silinmelerinde dini
hakkıyla yaşamak noktasında takındıkları tavır etkili olmuştur denilebilir.
Bir tarafta, dinin rükünlerini rafa kaldıran ve kurtuluşu sadece Hz. İsa’ya
Bugünkü Hıristiyanlığın bağlayan içi boşaltılmış bir Hıristiyanlık, diğer tarafta ise dinin bütün
mimarı sayılan Pavlus, bu icaplarıyla yaşanması gerektiğini savunan doğrucu bir anlayışın
yeni dini hareketi günden mücadelesinde, kolaycı kesim yani Pavlus taraftarları kazanmıştır. Aslında
güne Yahudi inanç ve bu dinin rotasında çıktığı, İslami terminolojiyle ifade edecek olursak tahrif
geleneklerinden olduğu anlamına da gelmektedir.
uzaklaştırmış ve onu Bugünkü Hıristiyanlığın mimarı sayılan Pavlus, bu yeni dini hareketi
farklı bir din haline günden güne Yahudi inanç ve geleneklerinden uzaklaştırmış ve onu farklı
dönüştürmüştür. bir din haline dönüştürmüştür. Tarihi şartlar da, onun bu hareketi
Yahudilikten uzaklaştırma amacına hizmet etmiş, M.S. 70’de Kudüs’ün
yıkılması ve Yahudilerin buradan sürülmesi Yahudilikle kalan son bağların
da kopmasına sebep olmuştur. Pavlus, Hz. İsa’nın hayatı ve öğretileriyle
hiç ilgilenmemiş ve tüm öğretisini onun çarmıha gerilmesi üzerine bina
etmiştir. Bu çerçevede o, Hz. İsa’nın, Âdem’in cennette işlediği ilk günahı
(Aslî Suçu) ortadan kaldırmak için çarmıhta öldüğünü iddia etmiştir. Ona
göre, Hz. Âdem’in bu günahı adeta bütün nesillere genetik olarak geçmiş
ve insanlar dinî kurallarla ve ibadetlerle bu suçtan kurtulamamışlardır.
Pavlus’un anlayışına göre aslen Tanrı olan ve de Tanrı’nın günahsız biricik
oğlu olan İsa Mesih’in Âdem’in günahını ortadan kaldırmak için kendini
feda etmesiyle mümkün olabilecektir. Günahsız olmak da ancak İsa gibi
tanrısal bir varlık olmakla mümkündür. Pavlus’a göre Tanrı, biricik oğlu
İsa’yı insan şeklinde yeryüzüne göndermiş ve onu çarmıhta ıstıraplı bir
ölümle feda ederek insanlığı kurtarmıştır. İsa’nın insanlık uğruna dökülen
kanı, Tanrı’nın insanlıkla barışmasına vesile olmuş ve onları “AsIi Suç”tan
kurtarmıştır. Pavlus’a göre İsa, kendisini çarmıhta feda etmekle
geçmiştekilere, dirilişten sonra vaftizi tavsiye etmekle de sonrakilere
kurtuluş imkânını bahşetmiştir.

5
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

Pavlus’un Hristiyanlığa geçişiyle birlikte bir takım problemler de


zuhur etmiştir. Pavlus’un, Hz. Âdem’i insanlığı günaha sokan bir günahkâr,
Hz. İsa’yı ise bu günahı ortadan kaldıran insan şeklindeki Tanrı olarak
takdimi, Tanrı’nın birliği, mahiyeti ve Hz. İsa’nın konumuyla ilgili
problemleri de beraberinde getirmiştir. Onun bu düşünceleri Hıristiyan
Kilisesi’nde Teslis’in (üçlü Tanrı anlayışı) mahiyeti, Hz. İsa’nın kişiliği ve
kimliği gibi konularda büyük tartışmalara ve bölünmelere neden olmuştur.
4. KONSİLLER
Konsil, piskoposlarla Kilise temsilcilerinin din ve disiplin konularını
tartışmak üzere yaptıkları resmi toplantılara denir. Ökümenik (evrensel)
Konsiller, tüm Kiliselerin piskoposlarının bir araya gelmesiyle oluşur.
Bölgesel problemlerin tartışıldığı küçük çaplı toplantılara ise sinod denir.
Hıristiyanlık tarihinde bu şekilde yedi büyük Konsil toplanmıştır. Bu
Konsillerin kararlarını Hıristiyanların büyük çoğunluğu kabul eder. Biz
burada, Hıristiyanlığın şekillenmesindeki önemi bakımından sadece dört
Konsili ele alacağız.
4.1. İznik Konsili
Pavlus’un etkisiyle farklı bir yöne sapan Hıristiyanlık, Roma devleti
içerisinde de hızla yayılma başarısı göstermiştir. Bu hızlı yayılma Putperest
inancın savunucusu olan Romalı idarecileri rahatsız etmiş ve bu durum
Hıristiyanlara yönelik baskıların başlatılmasına neden olmuştur. Bu baskı
ve zulümler, İmparator Konstantin’in M.S. 313’te Hıristiyanlara serbestlik
tanıyan Milano Fermanı’nı ilan etmesine kadar devam etmiştir.
Konstantin’in bu fermanının arka planında imparatorluk için en güçlü
rakibini yenmesi yatmaktadır. O, bu galibiyetinin şerefine bir anlamda
Hıristiyanlara bir lütufta bulunmuştur. Bu serbestlikle birlikte, o zamana
kadar yeterince kendilerini ifade etme ve tartışma imkânına sahip
olamayan Hıristiyanların, birbirinden çok farklı inanış ve anlayışları
İznik Konsili’nde İsa’nın
Hıristiyanlık adı altında yaşadığı görülmüştür. Bu nedenle özgürlüğün
tanrılığını savunanların
hemen ardından Hıristiyanlar arasında kutsal kitap, inanç esasları ve
görüşü kabul edilerek uygulamaları konusundaki tartışmalar peşpeşe patlak vermiştir. Dönemin
karara bağlanmıştır. papası olan I. Silvestre’ın talebi ve ricası üzerine bu farklılıkları ve
tartışmaları sona erdirmek için imparator Konstantin’in himayesinde, 325
yılında İznik’te bir Konsil tertip edilmiştir. Bu Konsilde İsa’nın tanrılığını
savunanların görüşü kabul edilerek karara bağlanmış, ortalıkta dolaşan
yüzlerce farklı muhtevalı İncil’in sayısı dörde indirilmiştir. Konsilde ayrıca,
Hıristiyanlığın inanç esasları da oluşturulmaya çalışılmış ve belirlenen
inanç esasları “İznik Kredosu” adıyla tanımışlardır.
4.2. İstanbul Konsili
Hıristiyanlık, M.S. 380 yılında Roma devletinin tek resmî dini haline
gelmiştir. Bunun neticesinde, Roma Hıristiyanlarının dinî lideri olan
piskopos, “papa” (baba) unvanını alarak diğer kiliselere karşı üstünlük
kazanmıştır. Bir asır kadar sonra Roma devletinin çöküşüyle Papa, sadece
kilisenin değil tüm Batı dünyasının siyasi-dinî lideri olmuştur. Ancak
Doğu’daki Antakya, İskenderiye ve İstanbul Kiliseleri, Roma Kilisesinin tüm
Kiliselere liderlik etme iddiası kabul etmemiştir. Özellikle kendisini Grek

6
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

düşüncesinin temsilcisi olarak gören İstanbul Kilisesi, Latin düşüncesinin


temsilcisi sayılan Roma’yı otorite olarak kabul etmemiştir.
İstanbul Konsili’nde Hıristiyanlar için önemli konular tartışılmış ve
kararlar alınmıştır. Kiliseler arası otorite mücadelesi yanında dini konulara
dair problemler ve bu problemleri çözmeye genel Konsiller de devam
etmiştir. Bu çerçevede, M.S. 381 ‘de İstanbul’da toplanan Konsilde Kutsal
Ruh’un da Tanrılığına karar verilmiştir. Böylece, Baba Tanrı ve Oğul İsa’dan
sonra Kutsal Ruh’un da ilave edilişiyle birlikte teslisin (üçlü Tanrı
anlayışının) unsurları tamamlanmıştır.
4.3. Efes Konsili
İstanbul Konsili’nde teslisin şekillendirilmesi ve izahı, özellikle Hz.
İsa’nın tabiatına dair tartışmaların sorununa bir süre sonra Suriyeli bir
piskopos olan Nestoryus dâhil olmuştur. O, İsa’da biri beşeri diğeri ilahi iki
tabiat bulunduğunu, bunlardan beşeri tabiatın Meryem’den geldiğini, ilahi
431’de Efes’te toplanan
olanın ise Tanrı’nın ebedi kelamı olduğunu savunmuştur. Nestoryus bu
Konsilde Nestoryus’un bu fikriyle, Meryem’in Tanrıyı değil bir insanı doğurduğunu iddia etmiştir. Ona
görüşü reddedildi ve İsa göre hiçbir beşer Tanrı doğuramaz, eğer bu kabul edilecek olursa, ilerleyen
Mesih’teki ilahî-beşeri dönemlerde Tanrı doğuran (Theotokos) da Tanrılık hüviyeti kazanabilir.
tabiatın ezelî bir birlik 431’de Efes’te toplanan Konsilde Nestoryus’un bu görüşü reddedildi ve İsa
halinde onda mevcut Mesih’teki ilahî-beşeri tabiatın ezelî bir birlik halinde onda mevcut olduğu
karara bağlandı. Konsilin bu kararıyla, Meryem’in İsa’yı doğurmakla Tanrıyı
olduğu karara bağlandı.
doğurmuş olduğu kabul edilmiş ve böylece Meryem’e de “Theotokos”
(Tanrı doğuran) unvanı verilmiştir. Nestoryus ve görüşleri ise aforoz
edilmiştir. Bunun neticesinde Suriye, İran, Irak ve Hindistan’a kadar
yayılmış gruplar, Nestoryus’un fikirlerini benimseyerek ana kitleden
kopmuş ve bunlar Nesturi Hıristiyanlar olarak adlandırılmaya başlanmıştır.
4.4. Kadıköy Konsili
Kadıköy Konsili sonrasında kilisede Nesturilerdekinden daha büyük
bir kopuş yaşanmıştır. 451’de Kadıköy’de toplanan Konsilde İsa’nın tabiatı
yine tartışma konusu edilmiştir. Bu Konsil, Eutyches’in İsa’da sadece ilahi
tabiatın bulunduğu, onun beşeri tabiatının ise ilahi tabiatı içerisinde
eriyerek yok olduğu şeklindeki görüşünü tartışmıştır. Sonuçta, Eutyches’in
Monofizit (tek tabiatçı) görüşü aforoz edilmiş ve İsa’nın hem ilah hem de
beşer iki tabiata sahip olduğu inancı teyit edilmiştir. Konsilin bu kararı
özellikle Doğu Kiliselerinde büyük tepkilere ve ayrılıklara neden olmuştur.
Bu kopmalar neticesinde Monofizit görüşü benimseyen Antakya Süryani,
Habeş Kıpti ve Ermeni Gregoryen Kiliseleri doğmuştur.
5. DOĞU-BATI AYRILIĞI
Monofizit Kiliselerin ana Hıristiyanlık kütlesinden ayrılışı,
Hıristiyanlık içinde meydana gelen bu ilk büyük parçalanma olmuştur.
Bunu müteakiben sırasıyla Ortodoks ve Protestan ayrılmaları yaşanmıştır.
Temelleri daha eskilere dayanmakla birlikte Ortodoksların ayrılığı 1054
yılında gerçekleşmiştir.
Esasta iki farklı kültürün temsilcileri olan Latin Roma Kilisesi ile Grek
Bizans Kilisesi, özellikle siyasi nüfuz ve otorite konusunda birbirleriyle
çekişme halindeydiler. Roma Kilisesi, Havarilerin lideri Petrus’un kurduğu
Kilise olması sebebiyle kendisini diğer Kiliselerin önderi olarak

7
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

görmekteydi. Buna mukabil Bizans Kilisesi eşitlik prensibinde


dayatmaktaydı.
Hıristiyanların, Katolik ve Ortodoks olarak ikiye bölünmelerinin
çeşitli sebepleri vardır. Yukarda temas ettiğimiz siyasi çekişmeye daha
sonra, teslisin üçüncü unsuru olan Kutsal Ruh’un kimden çıktığı ihtilafı
eklenmiştir. Roma Kilisesi Kutsal Ruh’un hem Baba hem de Oğul’dan
çıktığını savunurken, Bizans Kilisesi filioque (ve Oğuldan) takısını
reddederek Kutsal Ruh’un sadece Baba Tanrı’dan çıktığını iddia etmiştir.
Siyasi çekişmeye, inanca dair bu meşhur filioque tartışması da eklenince
Hıristiyanlık, 1054’de bir kez daha bölünmüştür. Bu ayrılıktan sonra Latin
Roma Kilisesi evrensel anlamına gelen “Katolik” ismiyle adlandırılırken
Bizans Kilisesi, öze bağlı anlamındaki “Ortodoks” ismini benimsemiş ve
kullanmıştır. Batı dünyasındaki Hıristiyanlar Katolik Kilisesine bağlı kalırken
Grek kültürünün egemen olduğu bölgeler ve Bizans aracılığıyla
Hıristiyanlaşan Slav halklar Ortodoks mezhebine tabi oldular. Haçlı
Seferleri sırasında Katoliklerin Bizans’ta yaptıkları zulüm ve haksızlıklar,
Doğu ile Batı Kiliseleri arasındaki düşmanlığın daha da derinleşmesine
sebep olmuştur.
6. REFORM HAREKETİ VE PROTESTANLIK
Doğu ile Batı arasındaki bölünmenin akabinde Katolik ve Ortodoks
Kiliseleri, kendilerine özgü dini inanç ve uygulamalarını geliştirerek dini-
hayatlarına hâkim kıldılar. Katolik Kilisesi’nin devletin siyasal alandaki
boşluğu da doldurarak her alanda hâkim olması, çeşitli problemlere neden
oldu. Bilhassa kendine Tanrı adına yeryüzü krallığını yürütme misyonu
biçen Kilisenin kendisini din, bilim, düşünce ve hayata dair her alanda
gerçek otorite olarak görmesi pek çok bilimsel gelişmenin önünü tıkadı. Bu
Luther, 1517’de durum din-devlet, din-bilim çatışmasını beraberinde getirdi. İlerleyen
Wittenberg kilisesinin asırlardaki kilisenin öğretilerinin yanlışlığını ortaya koyan bazı bilimsel
gelişmeler halkın Kiliseye olan güveni önemli ölçüde sarstı. Diğer yandan
kapısına astığı 95
Kilise yöneticilerinin, Hıristiyanlığın ahlaki öğretilerine uymayan yaşayışı ve
maddelik protesto dini bir ticaret aracı haline dönüştürmeleri de birçok kişinin tepkisini
bildirisiyle öncelikle çekiyordu. Özellikle Kilisenin günahları affetme yetkisini malî bir kaynak
Kilisenin, günahları haline getirmesi bu tepkileri daha da arttırıyordu. Yoğunlaşan bu tepkiler
bağışlama yetkisini bir Alman Papazı olan Martin Luther’le birlikte dini reform hareketine
eleştirdi. dönüştü. Luther, 1517’de Wittenberg kilisesinin kapısına astığı 95
maddelik protesto bildirisiyle öncelikle Kilisenin, günahları bağışlama
yetkisini eleştirdi. Bu bildiriyle o, din adamlarının dini anlama ve
yorumlamada tek otorite olması reddetti, ibadetin sadece Latince
yapılmasını ve bu doğrultudaki bir takım kilise uygulamaların değişmesi
gerektiğini savundu. Din adamlarının evlenme yasağı kuralını bizzat bir
rahibeyle evlenmek suretiyle yıktı. Martin Luther’in başlattığı Reform
hareketi, temelde kendisiyle bağlantısı olmayan Alman köylü
ayaklanmasının desteğini arkasına almak suretiyle mevcut dini anlayış ve
uygulamaların bir kısmını reddeden Protestanlığı doğurdu.
Protestan hareketinden yeni gruplar da doğmuştur. Almanya’da
Luther’le başlayan Protestanlık, kısa sürede diğer Avrupa ülkelerine de
sıçramıştır. Fransa’da Calvin, İsviçre’de Zwingli reform hareketine öncülük
etmişlerdir. XVI. Yüzyılın bu protesto dalgasını, sonraki yıllarda yeni
protesto hareketleri ve Protestanlık hareketi içinde ortaya çıkan farklı

8
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

mezhepler takip etmiştir. Lutheranlar, Baptistler, Kuveykırlar, Metodistler,


Adventistler, Presbiteryenler gibi Protestan gruplar bunlardan bazılarıdır.
Sonuçta Protestanlık, temelde Katolik Kilisesinin öğretisine karşı çıkan,
birbirinden farklı tüm bu grupların ortak adı haline gelmiştir.
Tarih boyunca yaşadığı pek çok bölünme ve parçalanmalara rağmen
Hıristiyanlar, aralarındaki ihtilaf konularını en aza indirme arayışlarından
da geri durmamış ve çeşitli girişimlerde de bulunmuşlardır. Onları birbirine
yaklaştıran ana sebeplerin başında Hıristiyanlığın bütün dünyaya hızla
yayılma arzusudur. Yani bütün farklılıklarına rağmen onlar misyonerlik
faaliyetleri konusunda birlikte hareket etme ve yardımlaşma hususunda
bir müşterek akıl noktasında birleşebilmektedirler. Bu alandaki çabaların
XX. Yüzyılın ilk yarısında yoğunlaştığı görülmektedir. Bu arayışlar
sonucunda 1948’de, İsviçre’nin Cenevre kentinde Dünya Kiliseler Konseyi
kurulmuştur. Ortodokslarla Protestanların çoğunluğunun oluşturduğu bu
konseyin girişimleri, II. Vatikan Konsili’nde de benimsenmiş ve birlik
çabalarının desteklenmesi kararı alınmıştır. Bu karar doğrultusunda Katolik
Kilisesi, 1964 yılında Vatikan’da Hıristiyan birliğinin yeniden tesisi için bir
sekretarya kurmuştur. Bugün Katolik Kilisesi, henüz Dünya Kiliseler
Konseyine üye olmamakla birlikte bu konseyle sıkı bir işbirliğini
sürdürmekte ve bazı faaliyetlerine katılmaktadır. Asgari müştereklerde
bütün Hıristiyanların birleşmesini de hedefleyen bu oluşum, ekümenizm
hareketi olarak da isimlendirilmektedir.

9
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

ÖZET
Hıristiyanlık Filistin’deki Yahudiler arasında ortaya çıkmıştır. Hz.
İsa’nın tebliğ ettiği bu din, başlangıçta yeni bir din olmaktan çok Yahudiliği
ıslah hareketi olarak algılanmıştır. Bu dönemde İsa’ya inananların büyük
çoğunluğu Yahudilerden oluşmakta ve Yahudi dininin gereklerine
uymaktaydılar. Hz. İsa’dan sonra Yahudi olmayanlar da dinin bütün
kurullarına uymak şartıyla bu yeni harekete kabul edilmeye başlanmıştır.
Pavlus’un Hıristiyanlığı kabul etmesini müteakiben onun etkisiyle Yahudi
kökenden gelmeyenlerin Yahudi ibadetlerine uyma zorunluluğu
kaldırılmıştır. Bunu, daha sonraki gelişmeler izlemiş, Yahudilikten gelen
pek çok anlayış ve uygulama terk edilmiştir. Dinin içinin boşaltılması
anlamına gelebilecek bu değişiklikler, yeni öğretinin, Greko-Romen halklar
arasında hızla yayılmasını sağlamış ve Hıristiyanlık farklı bir din haline
gelmiştir. Haliyle bu süreçte Hıristiyanlığın özünde olmayan pek çok anlayış
ve uygulama da bu dine girmiştir. Bu çerçevede o, Greko-Romen
dünyasının pek çok görüş ve düşüncesini kendi içine alarak Hz. İsa
merkezli, teslisci bir din haline dönüşmüştür.
Hıristiyanlık, IV. Yüzyıla kadar Roma devletinin şiddetli baskılarına
maruz kalmış, bu nedenle kutsal kitap, inanç ve ibadet gibi birçok konudaki
görüşlerini netleştirememişlerdir. Bu baskıların sona ermesiyle, Hıristiyan
dünyasındaki farklı inanç ve düşünceleri şekillendirmek amacıyla peş peşe
Konsiller düzenlenmiştir. Bu Konsillerde Baba Tanrı yanında, Oğul İsa ve
Kutsal Ruh’un da tanrılığına karar verilerek teslis inancı oluşturulmuştur.
Ancak bu Konsillerde alınan kararlar çok ciddi tartışmalara ve bunun
akabinde de Hıristiyanlığın parçalara ve bölümler ayrılmasına sebep
olmuştur. Zuhur eden tartışma konularına çeşitli Konsillerde çözüm
bulunmaya çalışılmıştır. Sonuçta İsa’daki beşeri ve ilahi tabiatın mahiyeti
gibi konular Nesturi ve tek tabiatçı Monofizit Kiliselerin doğmasına neden
olmuştur. XI. Yüzyılda ise Kutsal Ruh’un kimden çıktığı tartışmasıyla
alevlenen siyasi kavgalar neticesinde Doğu-Batı ayrılığı yaşanmıştır. Bu
ayrılık sonunda Doğu’daki kiliseye Ortodoks, Batı’dakine ise Katolik adı
verilmiştir. XVI. Yüzyılda Katolik Kilisesi, dini anlayış ve uygulamaları
nedeniyle reform yanlılarıyla karşı karşıya kalmış, sonuçta Protestan
Kiliseler doğmuştur.
Bazı Hıristiyanlar tarih boyunca meydana gelen bölünmeleri sona
erdirerek yeniden birlik oluşturmak için ekümenizm hareketini başlatmıştır.
XX. Yüzyılda başlayan bu harekete pek çok Hıristiyan mezhebi destek
vermektedir.

10
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. İslâm’da inanılan Hz. İsa ile Hıristiyanların inandığı İsa arasındaki benzerlik
ve farklılıklar neler olabilir? Açıklayınız.
2. Hıristiyanlık tarihinde gerçekleştirilen konsillerin bu dinin teolojisine ne
gibi katkıları olmuştur? Tartışınız.
3. Katolik, Ortodoks, Protestan şeklindeki büyük mezhepsel bölünmeler
Hıristiyanlığı değerlendirip anlama çabasında bizlere nasıl bir çerçeve çizer?
Tartışınız.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük. (2009). Dinler


Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Aydın, F. (2011). Pavlus Hıristiyanlığına Giriş. Ankara: Eskiyeni Yayınları.

Aydın, M. (2018). Dinler Tarihi Tarih, İnanç ve İbadet. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Aydın, M. (2019). Dinler Tarihine Giriş. Konya: Literatürk Academia.

Baki Adam, Ahmet Güç, Ali İhsan Yitik, Ahmet Hikmet Eroğlu, Durmuş Arık, Bekir
Zakir Çoban, Mehmet Alıcı, Talip Ayar. (2016). Dinler Tarihi. Ankara:
Grafiker Yayınları.

Eliade, M. (2012). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Gündüz, Ş. (2011). Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı. Ankara: Ankara Okulu Yayınları.

Hıristiyanlık Tarihi. (2004). İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları.

Polat, K. (2008). Katolik Hıristiyanlık'ta Azizlik ve Azizler. Ankara: Salkımsöğüt


Yayınları.

Woodhead, L. (2004). Hıristiyanlık. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

11
Hıristiyanlık I Dinler Tarihi / 5

12
İÇİNDEKİLER
• Hıristiyanlığın Temel Özellikleri

• Aslî Günah

• Kurtuluş

• Misyonerlik

• Ahit

• Mesihçilik

• Hıristiyanlığın İnanç Esasları

• Teslis

• Hıristiyanlığın Kutsal Kitapları

• Kilise, İbadetler ve Sakramentler


DİNLER TARİHİ • Kilise

• İbadetler

• Sakramentler

• Hıristiyan Mezhepleri

HIRİSTİYANLIK II • Katolik Mezhebi

• Ortodoks Mezhebi

• Protestan Mezhebi

• Özet
Dr. Öğr. Üyesi • Değerlendirme Soruları

Muhammet YEŞİLYURT • Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER

Bu üniteyi çalıştıktan sonra; (Calibri, 11)

• Hıristiyanlığın temel özelliklerini


belirtebilecek,

• Teslis inancının Hıristiyanlıktaki yeri ve


önemini açıklayabilecek,

• Hıristiyanlığın kutsal kitap anlayışını


anlatabilecek,

• Hıristiyanlıktaki ibadetleri, sakramentleri ve


mezhepleri anlatabileceksiniz.
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

1. HIRİSTİYANLIĞIN TEMEL ÖZELLİKLERİ


Her inanç ve sistemin olduğu gibi Hıristiyanlığın da kendine has
özellikleri vardır. En belirgin özelliklerinin başında asli günah, kurtuluş,
teslis (üçlü tanrı anlayışı), ahit, mesihçilik ve misyonerlik gibi hususlar
gelmektedir. Hıristiyanlık Yahudilerin içinde doğan bir din olması hasebiyle
bilhassa mesihçilik ve ahit anlayışlarında müştereklik vardır. Aynı kültür
dünyasına ait olmaları hasebiyle Hıristiyanlığın, Yahudi kavram ve
düşüncelerinden etkilenmiş olması muhtemeldir.
1.1. Aslî Günah
Hıristiyanlığa göre Âdem ve Havva’nın cennette kendilerine
yasaklanmış meyveyi yemeleri Tanrı nezdinde büyük bir günaha sebep
olmuştur. İşlenen bu günah sebebiyle onlar cennetten çıkarılmış ve
Aslî günahı ortadan dünyada da çeşitli meşakkatli bir hayata mahkûm edilmiştir. İşlenen bu
kaldırmak için Tanrı, günah Hz. Âdem ve Havva’yı sadece ölümsüz cennetten ölümlü dünyaya
biricik oğlu İsa'yı insan ihraç ettirmekle kalmamış, aynı zamanda kendilerinden sonra gelecek olan
şeklinde yeryüzüne nesline de sirayet eden büyük bir günaha dönüşmüştür. Keza başlangıçta
göndermiş ve onda ölümsüz olan insan, işlenen bu günah sebebiyle ölümlü hale dönüşmüştür.
kendini insanlığın günahı Hıristiyanlara göre bu günah, Hz. Âdem’in soyundan gelen bütün insanlara
için çarmıhta ıstıraplı bir kalıtım yoluyla geçmektedir. Onlara göre, bu günah nedeniyle her insan
ölümle feda etmiştir. günahkâr olarak doğmaktadır. Bu günahı ortadan kaldırmak için Tanrı,
biricik oğlu İsa'yı insan şeklinde yeryüzüne göndermiş ve onda kendini
insanlığın günahı için çarmıhta ıstıraplı bir ölümle feda etmiştir. İsa'nın bu
kurtarıcı eylemi sayesinde insanlık, asli günahın yükünden kurtulmuştur.
Asli günahtan kurtulabilmek için insanların İsa Mesih adına vaftiz olmaları
ve kurtarıcı eyleme iştirak etmeleri gerekir.
1.2. Kurtuluş
Hıristiyanlığın asli günah anlayışı, kurtuluş öğretisiyle yakından
irtibatlıdır. İsa Mesih’e iman ikrarı anlamına gelen vaftizle asli günahın
boyunduruğundan kurtulan Hıristiyanlar, nihai kurtuluş için de Tanrı
inayetini beklemektedirler. Dolayısıyla nihai kurtuluş, İsa Mesih’e imanla
ve kilise sayesinde gerçekleşecektir. Millenial Tanrısal Krallık olarak
tanımlanan İsa Mesih’in yeryüzüne gelmesiyle birinci diriliş gerçekleşecek
ve sadece hakiki Hıristiyanlar dirilecek ve bin yıl İsa Mesih’le cennet hayatı
yaşayacaktır. Sonra sura ikinci üflemeyle bütün günahkârların dirileceği
ikinci diriliş gerçekleşecektir. Bu dirilişte muhakeme başlayacak ve
günahkârlar cezalandırılacaktır. Buna mukabil Hıristiyanlar sonsuz cennet
hayatına devam edecektir.
1.3. Misyonerlik
Hıristiyanların anlayışına göre yeryüzünden kötülük ve günahların
kaldırılması, İsa'nın ikinci defa gelip Tanrı Krallığı'nı kurmasıyla
gerçekleşecektir. Fakat onun ikinci defa gelişi de bir takım şartlara bağlıdır.

1
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

Bunlardan en önemlisi olarak yeryüzü Hıristiyanlığının önemli ölçüde


gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Hıristiyanlar buna yeryüzünü İsa’nın
gelişine hazırlama demektedir. Dünya’da Hıristiyanlık yayılmazsa İsa
Mesih gelmeyecek ve dolayısıyla Hıristiyanların büyük bir özlemle
bekledikleri Hıristiyan kıyameti yani Millenial Tanrısal Krallık
gerçekleşmeyecektir. Bunu gerçekleştirmenin tek çaresi ise misyonerliktir.
İşte bunun için Hıristiyanlar, misyonerlik faaliyetlerine çok büyük bir önem
vermektedirler.
1.4. Ahit
Hıristiyanlıkta da Yahudilikteki gibi bir ahit anlayışı mevcuttur. Bu
anlayışa göre Tanrı, Âdem’den beri insanlığın kurtulması için çeşitli çabalar
göstermiş ve onlara hayatlarını tanzim edecek çeşitli yasalar verilmiştir.
Hıristiyanlar ahiti, “eski ahit” ve “yeni ahit” olmak üzere ikiye ayırmaktadır.
Yahudilerin bu tasnifi kabul etmediklerini belirtmek gerekir. Yahudiler,
ahitin eskimediğine ve hala geçerliliğini koruduğuna inanırlar. Oysa
Hıristiyanlar, Eski Ahit’in Tanrı kelamı olmasına karşın, miadını doldurduğu
Hıristiyanlıkta genel ve yerini Yeni Ahit’e bıraktığını savunurlar.
anlamda kanlı kurban Hıristiyanlar, Tanrı’nın özellikle Yahudilerle özel bir antlaşma (ahit)
yoktur. Çünkü en büyük yaptığını kabul etmektedir. Bu ahitin en önemli alamet-i farikası, erkek
kurban Tanrı oğlu olarak çocukların sekiz günlükken sünnet edilmesidir. Bedel kurbanı olarak kabul
kabul ettikleri İsa Mesih edilebilecek olan bu uygulamaya göre bedenin bir parçası Tanrı’ya ahit
olmuştur. gereği sunulmakta ve sünnet edilmektedir. Bu sünnet olayı, kişinin
Tanrı’ya ait olduğunu göstermekte ve bir nevi protokol hükmü
taşımaktadır. Yani yapılan bu antlaşma sünnetle onaylanmaktadır. Ancak
Hıristiyan anlayışına göre Yahudiler bu konuda başarısız olmuş ve insanlık,
bilinen günahkâr tabiatından kurtulamamıştır. Bunun üzerine Tanrı, biricik
oğlu İsa Mesih vasıtasıyla insanlarla yeni bir antlaşma (ahit) yapmış ve bu
antlaşmayı İsa'nın kanıyla onaylamıştır. Bu sebeple Hıristiyanlar,
kendilerini yeni bir antlaşmanın muhatabı olarak görmektedirler.
Hıristiyanlıkta genel anlamda kanlı kurban yoktur. Çünkü en büyük kurban
Tanrı oğlu olarak kabul ettikleri İsa Mesih olmuştur. Tanrı için ondan daha
kıymetli kurban olamayacağı için çarmıh olayındaki ahitle Hıristiyanlıkta
kanlı kurbanın hükmü de bitmiştir.
1.5. Mesihçilik
Hıristiyanlığın Yahudilerle paylaştıkları müşterek bir başka kavram
ise Mesihçiliktir. Yahudiler, Hz. Davud’un soyundan gelecek bir Mesih’in
(kutsal yağla yağlanarak takdis edilmiş kral) kendilerini Roma idaresinden
kurtaracağına inanmaktaydılar. Hz. İsa tebliğe başladığında bazı Yahudiler,
onun Mesih olarak işgalci Romalıları kendi ülkelerinden kovmasını
beklemiş ancak o, bu tür siyasi beklentilere cevap vermemiştir.
Hıristiyanlar ise çarmıh olayından sonra İsa'nın beklenen Mesih olduğunu
herkese ilan etmişlerdir. Bu Hıristiyan anlayışına göre Mesih İsa, dünyanın
sonunda yeniden gelerek bin yıllık Tanrısal krallığı kuracaktır. Mesihi

2
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

beklenti sadece Yahudilik ve Hıristiyanlıkla da sınırlı değildir. Pek çok dinde


Mehdi-Mesih beklentisi mevcuttur.
2. HIRİSTİYANLIĞIN İNANÇ ESASLARI
İlk dönem Hıristiyanların günümüzdeki şekliyle teolojik gelişimini
tam manasıyla tamamlayamadığı için belli başlı bir kitapları olmadığı gibi,
belli bir inanç esası da yoktu. Hıristiyanların inanç esasları, ilk Havariler
Konsili’nden başlayarak özellikle dördüncü ve beşinci Konsillerde
belirlenmiştir. Havariler inancı daima temel alınmak kaydıyla sonraki
asırlarda inancı ifade etme şekillerinde birtakım değişiklikler de yapılmıştır.
İnanç konusunda Hıristiyanlar arasında bazı mezhepler farklılıklar gösterse
İncillerin birçok yerinde de Hıristiyan kiliselerinin tamamı havarilerin inanç sistemini kabul
'Baba' olarak adlandırılan etmektedir.
Tanrı'dan, Tanrı’dan Bu inanç esasları; esas itibariyle Baba, Oğul İsa ve Kutsal Ruh
çıktığı kabul edilen ve Hz. üzerinde şekillenmektedir. Teslis (üçlü Tanrı anlayışı) kavramı, Hıristiyan
İsa'da yaşayan Tanrı kutsal kitabında açıkça geçmemektedir. Bununla birlikte İncillerde bu
Kelamından, 'Kutsal Ruh' kavramı oluşturan unsurlardan söz edilmektedir. İncillerin birçok yerinde
denilen Tanrı'nın güçlü ve 'Baba' olarak adlandırılan Tanrı'dan, Tanrı’dan çıktığı kabul edilen ve Hz.
içkin mevcudiyetinden İsa'da yaşayan Tanrı Kelamından, 'Kutsal Ruh' denilen Tanrı'nın güçlü ve
bahsedilmektedir. içkin mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Sonraki dönemlerde
Hıristiyanlar, kutsal kitapta geçen bu kavramları daha iyi anlatmak için
terimler geliştirmiş ve bu çerçevede teslis kavramını kullanmaya
başlamışlardır. Bu kavramı ilk defa 180 yılında, Antakyalı Teofilos
(Theophilus) kullanmıştır. Teslisin dogmatik olarak 381 yılında resmi karara
bağlandığı Birinci İstanbul Konsili’ne kadarki süreçte, Hıristiyanların
müşterek bir teslis anlayışından bahsedilemez. Zira bu inanış, bazı
Hıristiyanların arasında mevcut olsa bile, bütün Hıristiyanları bağlayan bir
resmi bir karar olmadığından 381 yılından itibaren Hıristiyanların müşterek
inancı haline gelmiştir.
2.1. Teslis
Hıristiyanlık tarihinde teslis ilk üç Konsil’de tedrici olarak
şekillenmiştir. İlk olarak 325 İznik Konsili’nde Baba Tanrı'nın yanında, Oğul
İsa’nın da tanrılığı resmen karara bağlanmıştır. Bu iki tanrı anlayışına, daha
sonra 381 yılında İstanbul Konsili’nde Kutsal Ruh'un tanrılığı da eklenerek
teslis anlayışı şekillendirilmiştir.
Hıristiyan inancına göre Teslisin ilk ve asıl unsuru Baba’dır. Onlar,
Tanrı’yı Baba olarak nitelemektedirler. Onlara göre Hz. İsa’nın da “baba”
diye tanımladığı Tanrı; ezeli, ebedi, her şeye gücü yeten, görünen veya
görünmeyen her şeyin yaratıcısı, her yerde hazır ve nazır, merhametli,
bağışlayıcı yüce varlıktır. Baba Tanrı, doğmamış ve doğurulmamıştır. Onun
birliği, yüceliği, ilmi ve kudreti İncillerde de vurgulanmıştır.
Hıristiyanlıkta Tanrı inancıyla ilgili ikinci temel inanç, tanrı ve tanrı
oğlu olarak kabul edilen İsa'nın insan şeklinde bedenleşmesi meselesidir.
Kimliği ve kişiliği ilk dönem Hıristiyanlığından itibaren sürekli tartışılan Hz.

3
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

İsa için Tanrı Oğlu, İnsanoğlu, Rab, Mesih, Tanrı Kelamı, Rabbin Kulu gibi
çeşitli sıfatlar da kullanılmıştır. Bu sıfatlar pek çok Hıristiyan’ın kafasını
karıştırmıştır. Özellikle "Tanrı'nın Oğlu" deyimi Hıristiyanlığın yayıldığı
bölgelerdeki eski çok tanrıcı anlayışların da etkisiyle İsa'nın Tanrı olarak
anlaşılmasına neden olmuştur. İznik Konsili’nde Arius’un Hz. İsa’nın Tanrı
oğlu olmadığı, onun ancak Allah’ın kulu ve resulü olduğu, diğer insanlara
nazaran Allah’a yakınlığından dolayı Tanrı oğlu tabiri kullanılmak
Hıristiyanlıkta teslisin zorundaysa, o vakit bunu bir sıfat olarak kullanmak gerektiğine dair bütün
üçüncü unsuru Kutsal itirazlarına rağmen bu fikir kabul görmemiştir. Bu tarihte İsa’nın, Tanrı
Ruh’tur. 381 yılında 1. oğlu olduğuna hükmedilmiş ve resmen karara bağlanmıştır. Dolayısıyla bu
İstanbul Konsili’yle Kutsal tarihten itibaren bütün Hıristiyanların iman etmesi zorunlu olan bir dogma
Ruh’un da Baba ve Oğul ortaya çıkmıştır.
gibi tanrı olduğuna karar Bugün Hıristiyanların çoğunluğu, özellikle Katolikler, Tanrı Ke-
verilmiş, böylece Hıris- lamının, dolayısıyla bizzat Tanrı'nın ete kemiğe bürünerek İsa şeklinde
tiyan teslisinin unsurları insanlara göründüğüne inanmaktadır. Bu anlayışa göre Baba Tanrı,
tamamlanmıştır. insanlara olan sevgi ve merhameti sebebiyle biricik oğlu İsa Mesih’i insan
şeklinde onların arasında yaşatmıştır. O, yardımını İsa vasıtasıyla insanlığa
iletmiş ve kurtuluşun yolunu göstermiştir. Bu haliyle İsa, Tanrıyla insanlar
arasındaki tek arabulucu konumundadır. Baba Tanrı ona, yargılama ve
hayat verme gücünü vermiştir. Baba ile aynı cevherden olması sebebiyle o
da tam ve mükemmel bir tanrıdır. Tanrı'nın oğlu olarak O, hem gerçek bir
tanrı hem de gerçek bir insandır. Ona kulluk, Tanrıya kulluk ve bağlılık
demektir. Hıristiyanların, teslisin bütün unsurlarının tanrısal cevher
açısından eşit olduğunu kabul ve iddia etmelerine rağmen İncillerde Baba
tanrı hep ön plandadır. Ancak uygulamada İsa Mesih, çoğu yerde
Tanrı’dan önde bir icraya sahiptir. Bilhassa Protestanlıkta İsa, hem dünya
hayatında hem de ahirette yetki ve icraatlarıyla önce çıkmaktadır. Bilhassa
ahirette teslisin Baba Tanrı ve Kutsal Ruh Tanrı olarak kabul edilen iki
temel unsuru işlevsiz kalmaktadır. Esasen bu durum, teolojik açıdan bir
paradokstur.
Hıristiyanlıkta teslisin üçüncü unsuru Kutsal Ruh’tur. 381 yılında 1.
İstanbul Konsili’yle Kutsal Ruh’un da Baba ve Oğul gibi tanrı olduğuna
karar verilmiş, böylece Hıristiyan teslisinin unsurları tamamlanmıştır.
Hıristiyan anlayışına göre Kutsal Ruh, Baba Tanrı’yla aynı
cevherdendir, fakat mahiyeti farklıdır. O, yaratılmamış ezelî bir varlık
olarak insanların kalbinde ve evrende yaşayan Tanrı'nın kendisidir.
İnsanların kalbine sevgiyi ve sağduyuyu ilham eden de odur. Baba Tanrı
bütün işlerini bu Kutsal Ruh vasıtasıyla yapar ve kudretini daima onunla
gösterir. Hıristiyan inancına göre Kutsal Ruh, Tanrı'nın vahyini Kiliseye
ilham etmekte ve Hıristiyanları yönlendirerek onları yanlışlardan
korunmaktadır. Hıristiyanlar, Kutsal Ruh’un insanların kalbinde ve
bedeninde ikamet ettiğine inanırlar.
3. HIRİSTİYANLIĞIN KUTSAL KİTAPLARI

4
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

Hıristiyanlık, insanlık tarihini bir kurtuluş mücadelesi olarak


görmektedir. Buna göre Tanrı, tarihin çeşitli evrelerinde insanlığın
kurtuluşu için bir takım girişimlerde bulunmuştur. Dolayısıyla O, İsa’dan
önce insanlığı kurtuluşa eriştirecek yasaları insanlara vermiştir. Ancak
insanlar asli günahın getirdiği günahkârlıktan kurtulmayı başaramamıştır.
Tanrı bu defa, insanlığın günahtan kurtuluşu uğruna biricik oğlu İsa'yı insan
şeklinde göndererek çarmıhta ıstıraplı bir ölümle kurban etmiştir. Böylece
İsa'nın insanlık için akan kanıyla ikinci ve son bir antlaşma yapılmıştır. Her
iki antlaşma döneminin de kendilerine mahsus kutsal metinleri
bulunmaktadır. Bunlardan İsa'ya kadar olanı, yani Yahudi kutsal metinleri
Eski Ahit; İsa'dan sonra yazılanlar ise Yeni Ahit olarak adlandırılmıştır.
Hıristiyanlığın asıl kutsal
Hıristiyanlar, bu iki ayrı döneme ait kutsal metin koleksiyonunun tümünü
metni olan Yeni Ahit; 4
İncil, Resullerin İşleri, kendi kutsal kitabı olarak değerlendirmekte ve onu Türkçedeki adıyla
Havarilere ait 21 mektup Kitab-ı Mukaddes olarak adlandırmaktadırlar.
ve Vahiy bölümü olmak Hıristiyanlığın asıl kutsal metni olan Yeni Ahit; 4 İncil, Resullerin
üzere 27 kitaptan İşleri, Havarilere ait 21 mektup ve Vahiy bölümü olmak üzere 27 kitaptan
oluşmaktadır. oluşmaktadır. Bu kitapların hemen hepsi Hz. İsa'dan 30 yıl kadar sonra
başlayarak uzunca bir sürede yazılmıştır.
Hıristiyanlığa göre başlangıçta söz vardı, yazı yoktu. Tanrının kelamı
(Logos) olarak kabul edilen İsa, bizzat tanrı olarak insan suretinde
insanlarla konuşmaktaydı. Dolayısıyla diğer dinlerde ve peygamberlerdeki
gibi vahye veya kitaba ihtiyaç yoktu. Tanrı kelamının cisme bürünmüş hali
olan İsa’nın yaptıkları ve söyledikleri, önceleri ilk Hıristiyan cemaati
tarafından hafızalarda tutulmuş ve sonraki nesillere sözlü olarak
aktarılmıştır. Hıristiyan yaşayışının belli bir oranda şekillenmesinden sonra
havariler İsa’nın söz ve fiillerinin unutulması ve kaybolmasından endişe
ettikleri için İsa’ya dair gördüklerini ve işittiklerini kaleme almaya
başlamıştır. Onlar sadece gördüklerini ve işittiklerini kaleme almakla
kalmamış, yazdıkları bu kitaplara kendi duygu ve düşüncelerini de ilave
etmişlerdir. Bu çerçevede, Havariler nesli veya ondan sonraki nesil
tarafından birçok kitap yazılmıştır. Bunlardan en erken yazılanının M.S.
60'lı yıllarda, en geç yazılanın ise M.S. 200'lü yıllarda tamamlandığı
sanılmaktadır. Sonuçta, Kutsal Ruh’un yönetimindeki Hıristiyan topluluğu,
dört İncilin de dâhil olduğu 27 kitabı diğer birçok kitap arasından seçmiş ve
bunları Tanrı vahyiyle yazılmış kutsal kitaplar olarak kabul etmiştir.
İncil; Grekçe iyi haber, müjde anlamına gelmektedir. Hz. İsa'nın
getirmiş olduğu ilahi mesaja İncil denmektedir. Günümüzde, birbirinden
muhteva itibariyle de farklı dört İncil bulunmaktadır. Muhtevadaki
farklılıklarına rağmen onlar, bu İncilleri sahih olarak kabul etmektedirler.
Zaten Hıristiyanlar, Hz. İsa'ya bir kitap verildiğini kabul etmemekte ve
bizzat onun sözlerinin vahiy olduğuna inanmaktadırlar. Onlara göre
İncilleri yazanlar, Tanrı olarak kabul ettikleri İsa’nın fiillerini ve sözlerini
kaleme almışlardır. Bu nedenle, yazarların bilgi ve kültür düzeyine göre

5
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

metinler arasında farklılıkların bulunması da kaçınılmazdır. Ayrıca Katolik


dünyası, havarilerin İncillere kendi duygu ve düşüncelerini de ilave ettikleri
kabul etmekte ve bunun gerekli ve normal bir davranış olduğuna
inanmaktadırlar.
Hıristiyanlara göre bütün İnciller bilinmeyen bir X İncilinden mülhem
kaleme alınmıştır ve ilk İncil budur. Ancak bu X İncili hakkında hiçbir bilgi
yoktur. Mevcut dört İncil’den hangisinin önce yazıldığı konusu
tartışmalıdır. Birçok araştırmacı Markos’u ilk İncil olarak kabul etmektedir.
Miladi 60’lı yılarda yazıldığı sanılan Markos İncilini Matta ve Luka isimli
diğer İnciller takip etmektedir. Bu üç İncil’e aralarındaki bazı
benzerliklerden dolayı Sinoptik (benzer) İnciller denmektedir. M.S. 60-85
yılları arasında yazıldığı kabul edilen bu İncilleri, M.S. 90’lı yılların sonunda
yazıldığı kabul edilen Yuhanna İncili takip etmektedir. Bu İncil, muhteva ve
yapı bakımından diğer üç İncil’den farklıdır.
Yeni Ahit’te İncillerden sonra, ilk dönem Hıristiyan cemaatinin
oluşumu hakkında bilgi veren Resullerin İşleri bölümü yer almaktadır. Bu
kitabın ardından Pavlus, Petrus, Yakub ve Yuhanna gibi ilk Hıristiyanların
yazmış olduğu 21 mektup gelmektedir. Yeni Ahit'in sonunda apokaliptik
vizyonlar, yani kıyametin kopuşuna yönelik öngörüler içeren Yuhanna'nın
Vahyi kitabı yer almaktadır.
4. KİLİSE, İBADETLER VE SAKRAMENTLER
4.1. Kilise
Kilise; Grekçe ecclesia (eklesya) kelimesinden gelmektedir. Topluluk,
cemaat anlamlarını taşıyan bu kelime, esas anlamıyla Hz. İsa'nın dinini
benimsemiş olanların oluşturduğu topluluğu ifade etmek için kullanılmıştır.
Bu anlamıyla Kilise, dini ibadetlerin yapıldığı mekân veya kurumsal yapıyı
değil, Hıristiyan cemaatini ifade etmektedir. Yani kilise, duruma göre ya
Hz. İsa göğe çıkarken genel anlamda bütün Hıristiyanlığı ya da onun mezheplerinden birini ifade
görevi, Kutsal Ruh’a eden bir kavramdır.
devretmesiyle birlikte İsa'nın etrafında toplanan cemaatin Kilisenin ilk nüvesini teşkil
onun dönemi başlamıştır. ettiğini söylemek gerekir. Hz. İsa göğe çıkarken görevi, Kutsal Ruh’a
Kutsal Ruh’un havariler devretmesiyle birlikte onun dönemi başlamıştır. Kutsal Ruh’un havariler
üzerine inmesiyle üzerine inmesiyle Hıristiyanların sayısı artmış ve Hıristiyan Kilisesi resmen
Hıristiyanların sayısı kurulmuştur. Kilise, önce Havarilerin idaresinde büyümüş ve
artmış ve Hıristiyan Kilise- teşkilatlanmaya başlamış, daha sonra çeşitli unvanlar taşıyan din adamları
si resmen kurulmuştur. cemaatin idaresini sürdürmektedir.
Kilise kelimesi esas itibariyle Hıristiyan topluluğunu ifade ederken
zamanla dinî kurumsal yapılanmayı ve ibadet mekânlarını da ifade eder
olmuştur. Bunlardan dini yapılanma, yani din görevlileri kurumu havariler
döneminden itibaren şekillenerek cemaatin dini hizmet ve idaresini
yürütmüştür. M.S. 313'den itibaren Hıristiyanlık, Roma Devleti’nin
takibatından kurtulunca Hıristiyanlar ibadet mekânlarını oluşturmaya ve
buraları "kilise" olarak adlandırmaya başlanmıştır.

6
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

Kilisenin gerçek kurucusu olarak kabul edilen İsa Mesih, manevi


varlığıyla daima kilisede hazır bulunmaktadır. Bununla birlikte kilise
yöneticileri kiliseyi, İsa Mesih’in vekili konumunda yönetmektedir.
Dolayısıyla Kilise, İsa ile eş değer bir yapı ve anlam da taşımaktadır.
4.2. İbadetler
Hıristiyanlığın ilk ortaya çıktığı dönemlerde, sadece Hz. İsa’yı takip
ve taklit etmekteydiler. Ancak günümüzdeki gibi ne inanç esasları ne de
ibadet şekilleri belirlenmişti. İlk Hıristiyan cemaatlerinin, İsa'nın son akşam
yemeği anısına uyguladıkları Evharistiya’dan başka bir ibadet şeklinin
olmadığı bilinmektedir. Bu nedenle IV. yüzyılın ikinci yarısına kadar günlük
olarak yapılan sistematik bir ibadet uygulaması olmamıştır. Bu döneme
kadar insanlar, kendi başlarına veya aile içinde günlük duaları okumak ve
kendilerinden öncekilerden duyup öğrendikleri bireysel uygulamaları ifa
etmekteydiler. İlk zamanlarda, Yahudi kutsal kitabının Mezmurlar
kısmından pasajların okunmasına ağırlık vermekteydiler. Yeni Ahit'in
teşekkülüyle birlikte, dualarda Yeni Ahit'in bölümleri de okunmaya
başlamıştır. IV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hıristiyanlar günlük
ibadeti sabah ve akşama olmak üzere iki vakit icra etmeye başlamışlardır.
Hıristiyanların büyük bir kısmı haftalık ibadetlerini Pazar günü
yapmaktadırlar. Hz. İsa'nın çarmıhta öldükten sonra Pazar gününde
Hıristiyanların büyük bir
dirildiğine inanıldığı için Pazar gününe ayrı bir önem verilmekte ve özel
kısmı haftalık ibadetlerini
ibadetler yapılmaktadır. Bu ibadetlerin cemaatle yapılması gerektiğinden,
Pazar günü
Pazar günü kiliseye gitmek çok önemlidir. Çünkü Pazar gününde önemli
yapmaktadırlar. Hz.
ibadetlerden biri olan evharistiya ayini de ifa edilmektedir. İsa'nın
İsa'nın çarmıhta öldükten
havarileriyle yediği son akşam yemeğinin anısına yapılan bu ayinde kutsal
sonra Pazar gününde
kitaptan pasajlar okunmakta, ilahîIer söylenmekte, vaaz verilmekte ve
dirildiğine inanıldığı için
dualar edilmektedir. Pazar ayinini müteakiben kilisede gerçekleştirilen
Pazar gününe ayrı bir
evharistiya ayiniyle İsa'nın manevi vücuduna iştirak edileceğine
önem verilmekte ve özel
inanılmaktadır. Yedinci Gün Adventistleri, Yedinci Gün Baptistleri ve
ibadetler yapılmaktadır.
benzeri bazı Hıristiyan gruplar ise ibadetlerini Hz. İsa’ya mutabaat olsun
diye cumartesi günü yapmaktadır. Pazar ayinini ise Hz. İsa’nın
uygulamadığı ve putperestlikten Hıristiyanlığa geçtiği gerekçesiyle
reddetmektedirler.
Hıristiyanlıkta yıllık ibadet günleri ise daha çok bir bayram veya
anma günü şeklinde icra edilmektedir. Bunlardan Noel, Hz. İsa'nın doğum
günü anısına kutlanmaktadır. Katolik ve Protestanlar Noel’i 25 Aralık'ta,
Ortodoks Kiliseler ise 6 Ocak tarihinde kutlamaktadır.
4.3. Sakramentler
Hıristiyanlar Hz. İsa'nın Hıristiyan topluluğu içinde manen
yaşadığına, sakramentlere iştirak ettikleri takdirde İsa ile karşılaşacaklarına
inanmaktadırlar.
Vaftiz ve evharistiya sakramentini bütün Hıristiyanlar müştereken
kabul etmekte ve ifa etmektedirler. Katolik ve Ortodokslar bu iki

7
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

sakramente kuvvetlendirme (konfirmasyon), evlilik, ruhbanlık, günah


itirafı (tövbe), son yağlama (hasta gizemi) adıyla beş sakrament daha
ekleyerek bu sayıyı yediye çıkarmaktadır.
Vaftiz: Sakramentlerin ilkidir ve öteki sakramentlere iştirak için de
temel şarttır. Vaftiz, öncelikli olarak Hıristiyanlığın iman ikrarı
hükmündedir. Asli günahtan kurtulmak da ancak vaftiz sayesinde
olabilmektedir. Vaftiz; suya daldırmak, baştan aşağıya su dökmek veya su
Sakramentlerin ilkidir ve sepelemek şeklinde yapılmaktadır. Vaftiz olan kişinin günahta öldüğüne ve
öteki sakramentlere günahsız Hıristiyan inancıyla yeniden doğduğuna inanılmaktadır. Bazı
iştirak için de temel Protestan gruplar, suya daldırma suretinde yapılan vaftiz uygulamasını
şarttır. Vaftiz, öncelikli günahta ölerek gömülmeye ve sudan çıkarılışı ise günahsız bir hayata
olarak Hıristiyanlığın yeniden doğuşu ifade ettiğine inanmaktadır. Yine bir kısım Protestan
iman ikrarı hükmündedir. kiliseleri çocuk vaftizi uygulamasını kabul etmemektedir. Onlara göre
Asli günahtan kurtulmak vaftiz, gerçek anlamda bir iman ikrarıdır. Bebeklerin ise bu ikrar için
da ancak vaftiz sayesinde ehliyetleri yoktur. Çünkü akıl baliğ olma ve teklifi kendi rızasıyla kabul
olabilmektedir. etmesi söz konusu değildir. Bu şekilde yapılan vaftiz, anlam ve içerik
açısından geçerli değildir. Birey kendisine yapılan iman teklifini kendi
rızasıyla değerlendirerek bir karara varabilmelidir.
Evharistiya (Ekmak-Şarap Ayini): Şükretmek anlamına gelen
evharistiya, Hıristiyan inanç ve ibadetinin temelini oluşturan ikinci
sakramenttir. Evharistiya, çarmıh olayından önce Hz. İsa'nın havarileriyle
yediği son akşam yemeğinin anısına yapılan bir ayindir. İncillere göre son
akşam yemeğinde İsa Mesih, ekmeği bölerek parçalara ayırdı ve bu benim
etimdir diyerek havarilerine verdi. Sonra bir kâse içerisindeki şarabı da
kendisinin kanı olduğunu söyleyerek onlara içirdi. Pavlus, bu hatıra
yemeğini kilise ayini haline dönüştürdü. Ondan önce bu uygulama sadece
bir hatıra yemeği hükmündeydi. Hıristiyanlar bu birlik (komünyon)
yemeğini paylaştıklarında İsa'nın bedensel olarak aralarında var olduğuna
inanmaktadırlar. Evharistiyada kutsal kitaptan okunan pasajlar ve ilahilerin
ardından ekmek ve şarap uygulaması gelmektedir. Evharistiyaya yüklenen
anlam ve bunu uygulama zamanı, mezheplere göre değişmektedir.
Katolikler ve Ortodokslar bu ayini, Pazar ayinini müteakiben ifa
etmektedir. Ortodokslarda Pazar ayini bitince kiliseye iştirak eden cemaat
tek sıra haline gelir, Patrik Barthelemo’yu ziyaret eder, onun yanında
duran bir papazın elindeki sepetten okunmuş ekmek parçalarından birini
alır ve biraz ilerdeki başka bir papazın elindeki şarap kâsesinden çay
kaşığıyla kendi ağızlarına şarabı koymasıyla son bulur. Bu ayinde okunmuş
ekmek ve şarap Tanrı ikramı olduğu düşüncesinden hareketle şifa niyetiyle
tüketilmektedir.
Kuvvetlendirme (Konfirmasyon): Vaftiz edilen kişinin, takdis edilmiş
bir yağla vücudunun çeşitli yerlerinin yağlanmasıdır. Bu, vaftiz ayininin
kuvvetlendirilmesi anlamına da gelmektedir. Bu sakrament Doğu
kiliselerinde vaftizden hemen sonra, Batı kiliselerinde ise bir müddet sonra

8
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

yapılmaktadır. Bu uygulama, Hıristiyanlığa kabulün vaftizden sonraki


aşamasını teşkil etmektedir.
Evlilik (Nikah): Katolik kilisesine göre evlilik kutsal bir sakramenttir.
Çünkü onlara göre nikâh, İsa ile kilise arasında ayrılmaz ruhani bağlantının
bir sembolüdür. Yine Hıristiyanlar için evlilik; Tanrı'nın insanlığa, İsa'nın ise
Kiliseye ve şakirtlerine olan sevgisini sembolize etmektedir. Bir ayin olarak
evlilik, iki kişinin anlaşmasının kilisede mukaddes bir bağla bağlanmasıdır.
Nikâh törenleri genellikle kadının bağlı olduğu kilisede yapılır. Katolikler
boşanmaya kesinlikle izin vermezken Ortodokslar boşanmayı, belli şartlara
bağlı olarak kabul etmektedirler.
Rahip takdisi (Ordre, Ordo): Kilise hiyerarşisinin en üst üç
merhalesinde bulunan diyakoz, papaz ve piskoposların takdis edilme
ayinleridir. Zira bu görevler sadece tayinle değil, aynı zamanda takdis
ayiniyle verilmektedir. Diyakos, papaz ve piskopos makamına gelecek
olanlar törenle takdis edilerek bu makamlara gelmektedir. Bu takdis ayini,
piskopos tarafından icra edilmektedir.
Günah İtirafı (Tövbe): Kişinin günahtan uzak olmaması sebebiyle
kaybolan vaftiz inayetini yeniden kazanmak için yapılan ayindir. İnsan ne
Günah itirafı uygulaması kadar günahkâr olursa olsun pişman olup samimi olarak tövbe ve itirafta
1215 yılındaki 4. Lateran bulunursa günahları bağışlanır. Bu itiraf ilk dönemlerde tüm cemaat
Konsili’nde karara önünde alenen yapılırken daha sonra gizli itiraf uygulamasına geçilmiştir.
bağlanmıştır. Her Katolik Bu uygulamada kişi, kilisedeki özel bölmeye girerek papaza suçunu itiraf
yılda bir defa günah eder. Günahları bağışlama yetkisi, kilise adına bu yetkiyi kullanan papaza
itirafında bulunmak aittir. Öyle anlaşılıyor ki, temeli Allah’a tövbeye dayanan ve muhtemelen
zorundadır. ilk dönemlerde de bu şekilde icra edilen günah itirafı uygulaması, zamanla
şekil değiştirerek kilisedeki din görevlilerine yapılır olmuştur. Günah itirafı
uygulaması 1215 yılındaki 4. Lateran Konsili’nde karara bağlanmıştır. Her
Katolik yılda bir defa günah itirafında bulunmak zorundadır.
Son Yağlama (Hasta Gizemi): Bu, hastalara uygulanan bir
sakramenttir. Bilhassa ölüm döşeğindeki kişinin şifa bulması veya rahat
ölebilmesi için takdis edilmiş bir yağ hastanın vücuduna sürülmektedir.
5. HIRİSTİYAN MEZHEPLERİ
Başlangıçta Yahudilik içinde doğan Mesihi bir hareket
görünümündeki Hıristiyanlık, ilerleyen zaman içerisinde evrensel bir din
haline gelmiştir. Bu geçiş sürecinde o, kademeli bir biçimde inanç
esaslarını belirlemiş ve uygulama alanına geçirmiştir. Ancak bu inanç
esaslarının oluşturulması esnasında genellikle Kilise içerisinde büyük
gerilimler ve kopmalar da yaşanmıştır. Bu kopmalardan ilki Arius ve
taraftarlarınca 325 İznik Konsili’nde olmuştur. Bu grup zamanla eriyerek
tarih sahnesinden silinmiştir. Ancak sıralamada ikinci olmasına rağmen
önemi ve büyüklüğü açısından en ciddi kopuşlardan ilki, 451 Kadıköy
Konsili’nde olmuştur. Bu Konsil sonunda Hz. İsa’da iki tabiat olduğunu
savunan Monofizit, Ermeni, Kıptî ve Süryani Kiliseleri ana kütleden

9
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

ayrılmıştır. Bu kopmayı daha sonra XI. yüzyılda daha büyük bir kopma
takip etmiş ve Doğu-Batı ayrılığı yaşanmıştır. Roma Kilisesi ile İstanbul
Kilisesinin üstünlük kavgalarıyla başlayan ve Kutsal Ruh'un kimden çıktığı
meselesiyle alevlenen kavga sonucu Hıristiyanlık içerisinde doğu
kiliselerine ilave olarak Ortodoks ve Katolik Kiliseleri oluşmuştur. Batıda,
Katolik Kilisesi içerisinde inanç ve uygulamalara dair ihtilaflar reform
yanlılarını harekete geçirmiş ve sonunda Protestan Kiliseler doğmuştur.
5.1. Katolik Mezhebi
Doğu ile Batı Kiliselerinin birbirinden kopmasından sonra Roma'daki
Kilise, evrensel anlamına gelen Katolik adını almıştır. Bu Kilise, Hıristiyan
dünyasında en fazla mensubu bulunan Kilisedir. Katolik mezhebinin
Katolik mezhebinin başında Papa bulunmaktadır. Ondan sonra sıralamada kardinaller,
başında Papa piskoposlar ve rahipler gelmektedir. Katolik Kilisesi, Papanın yanılmazlığına
bulunmaktadır. Ondan inanmaktadır.
sonra sıralamada Papa, havarilerin reisi Petrus'un, dolayısıyla da İsa'nın vekili
kardinaller, piskoposlar konumundadır. O aynı zamanda, Vatikan devletinin ruhanî başı olarak
ve rahipler gelmektedir. kabul edilir.
Katolik Kilisesi, Papanın Bu kilisenin başlıca özellikleri şunlardır:
yanılmazlığına • Dini başkan papadır. Papa, Hz. İsa’nın vekili Petrus’un halefidir.
inanmaktadır. • Papa yanılmaz otoritedir ve Roma, evrensel anlamındaki Katolikliğin
merkezidir ve diğer Kiliselerin merkezlerinden, manevî bakımdan daha
üstündür.
• Kilise evrenseldir. Evrensel kurtuluş, sadece Katolik Kilisesinin
öğretilerine bağlanmakla mümkündür. Çünkü Katolik Kilisesi, Kutsal
Ruh'un yönetimi altındadır.
• Katolik Kilisesi vahyin kaynağı olarak kutsal kitap ve geleneğe büyük
önem verir. Çünkü kutsal kitap ve kutsal gelenek aynı kaynaktan
çıkmaktadır.
• Kutsal Ruh, Baba ve Oğul’dan çıkar.
• Katolik Kilisesi, göğe yükseldiğine inandığı Meryem'e büyük değer
vermekte ve onu hem Oğul Tanrı'nın hem de Kilisenin annesi olarak
görmektedir.
• Katolik Kilisesi rahiplerin bekârlığını zaruri görmektedir.
• Başlangıçtan günümüze kadar yapılan yirmi bir Konsili ve kararlarını
kabul etmektedir.
• İnsanlar asli suçun içerisindedir. Bundan dolayı günah çıkarma çok
önemlidir. Ergenlik çağına giren her Hıristiyan'ın yılda en az bir defa günah
çıkarması gerekir.
• Sakramentler yedi tanedir. Ruhban zümresi evlenemez.
• Yirmi bir Konsil ve kararları kabul edilir.
• Son yargı gününü, cennet ve cehennemi kabul ederler.

5.2. Ortodoks Mezhebi

10
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

Ortodoks; doğru inanca, doğru doktrine sahip olan anlamına


gelmektedir. Doğu-Batı ayrılmasından sonra Doğu Kilisesi, kendisinin
doğru inanç ve yaşayış üzere olduğunu ifade etmek için Ortodoks adını
almıştır. Bu mezhep, İstanbul ve Roma Kiliselerinin siyasal çekişmeleri ve
dini ihtilafları sonucunda ortaya çıkmıştır. Ayrılığa neden olan en temel iki
ihtilaf ise İstanbul'un Roma Kilisesinin üstünlüğünü kabul etmemesi ve
Kutsal Ruh’un sadece Baba'dan çıktığını savunmasıdır.
Bu ayrılıktan sonra İstanbul'daki Bizans Kilisesi Ortodoksluğun
merkezi haline gelmiştir. Bu mezhebin diğer önemli merkezleri ise
İskenderiye, Antakya ve Kudüs Patriklikleridir. Bunların dışında özerk veya
Doğu-Batı ayrılığına kısmen özerk Kiliseler de bulunmaktadır. Bu yapısıyla Katoliklik kadar
neden olan en temel iki merkeziyetçi olmayan Ortodoksluk, sayısal çoğunluk olarak Hıristiyan
ihtilaf ise İstanbul'un dünyasındaki ikinci büyük mezhebi teşkil etmektedir.
Roma Kilisesinin Ortodoksluğun Başlıca özellikleri şunlardır:
üstünlüğünü kabul • Ruhani lider Patriktir.
etmemesi ve Kutsal • Papa’nın üstünlüğünü, İsa’nın vekili olduğunu ve yanılmazlığını kabul
Ruh’un sadece Baba'dan etmezler.
çıktığını savunmasıdır. • Ortodokslar Kutsal Ruh'un sadece Baba'dan çıktığına inanmaktadırlar.
• İbadetler her ülkenin kendi diliyledir.
• İlk yedi konsili genel konsil olarak kabul etmekte, bundan sonrakileri
sadece Katoliklere ait konsiller saymaktadırlar.
• İkonlara büyük önem vermekte Baba Tanrı olarak kabul ettikleri tanrı
hariç herkesi ikonlarla tasvir etmektedirler.
• Papazlar evlenebilirler. Keşişler, piskoposlar ve patrikler
evlenemezler. Boşanma ise bazı şartlara bağlı olarak gerçekleşir.
• Kominyon vaftizden hemen sonra yapılır.
5.3. Protestan Mezhebi
Protestan; başkaldıran, itiraz eden anlamına gelmektedir.
Katolikliğin dini inanç ve uygulamalarına tepki olarak XVI. yüzyılda ortaya
çıkan reformist topluluklara Protestan adı verilmiştir. Başını Alman rahip
Martin Luther'in (1489-1546) çektiği bu hareket, daha sonra Zwingli,
Calvin gibi birçok Protestan tarafından Avrupa'nın her yerine yayılmıştır.
Bu liderler Kilise teşkilatının dini otoritesi ve günahları affetme yetkisi gibi
hususlara tepki göstermiş ve alternatif reformist görüşler ileri
sürmüşlerdir. Ancak çözüm konusunda farklı şeyler söylemeleri sonucunda
birbirinden ayrı Protestan grupları doğmuştur.
Günümüzde farklı gruplara ayrılan Protestanlığın temel özellikleri
şunlardır:
• Papanın otoritesini ve yanılmazlığını reddederler. Hıristiyanlığı bilen
herkes otoritedir.
• Dini anlama ve yorumlamada Kilise yetkililerini değil, kutsal kitabı
esas alırlar.

11
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

• Sakramentlerden ilk ikisini vaftiz ve evharistiya sakramentlerini kabul


eder, diğerlerine değer vermezler.
• Kiliselerde resim ve heykellere yer vermezler.
• Kurtuluşta, amelden çok imanı esas alırlar.
• Araf’a ve ebedi cezaya inanmazlar.
• Din hizmetleri sınıfı bulunmakla birlikte ruhbanlığı kabul etmezler.
• Azizlere ve Meryem'e önem vermezler.
• Teslisi kabul ederler. Bu açıdan bütün Hıristiyanlarla müşterektirler.

12
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

ÖZET
Hıristiyanlığın temel öğretisi, insanın günahkârlığı ve Tanrı'nın bu
günahkârlığı ortadan kaldırmak için gerçekleştirmiş olduğu kurtuluş eylemi
üzerinde odaklanmaktadır. Bu anlayışa göre Hz. Âdem’in işlediği ilk günah,
ondan gelen tüm nesillere sirayet etmiştir. Tanrı, insanlığın
kurtulamayacağını görünce onları kurtarmak için biricik oğlu İsa'yı insan
şeklinde dünyaya göndermiş ve onu insanlığın günahlarına kefaret olarak
çarmıhta feda etmiştir.
Hıristiyanlık üçlü tanrı anlayışına sahiptir. Hıristiyanlığın özünü ve
inanç esaslarının temelini oluşturan tesliste, Oğul İsa ve Kutsal Ruh da
Tanrı'nın ayrı birer unsurunu oluşturmakta ve bunların üçü birden Tanrı'nın
üçlü birliği olarak adlandırılmaktadır.
Hıristiyanlığa göre kurtuluşa erişmek vaftiz olmakla mümkündür.
İman ikrarı olarak kabul vaftiz en temel Hıristiyan sakramentidir. Bundan
sonraki en önemli sakrament ise İsa'nın son yemeği anısına yapılan
evharistiya ayinidir. Bu iki sakrament, hemen tüm Hıristiyan mezheplerince
kabul edilen müşterek sakramentlerdir. Katolik ve Ortodokslar ise bunlara
beş sakrament daha ilave ederek sakrament sayısını yediye çıkarmaktadır.
Bütün Hıristiyanların ilk dönemlerden itibaren yaptıkları en temel ibadet
evharistiya, yani ekmek-şarap ayinidir. Daha sonraki yüzyıllarda günlük
ibadet geleneği oluşmuştur. Haftalık olarak yapılan Pazar ayinine büyük
önem verilmektedir. Hıristiyanlar bu ibadetler dışında yılın belli
dönemlerindeki özel günlerde de bazı ibadetlerde bulunmaktadır. Bu özel
günlerin başında İsa'nın doğum günü olarak kutlanan Noel ve onun diriliş
günü olan Paskalya gelmektedir.
Hıristiyanlık, tarihi süreç içerisinde çeşitli nedenlerden kaynaklanan
bölünmeler yaşamıştır. Bu bölünmelerden inanç ve uygulamaları
farklılıklar gösteren çeşitli mezhepler doğmuştur. Bu mezhepler Monofizit,
Katolik, Ortodoks ve Protestan gruplar olarak adlandırılmıştır.
Hıristiyanlığın kutsal kitapları 27 kitaptan oluşan Yeni Ahit’tir.

13
Hıristiyanlık II Dinler Tarihi / 6

D DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Hıristiyanlığın ahit ve mesih anlayışının Yahudi ahit ve mesih anlayışından
ne gibi farklılıkları vardır? Açıklayınız.
2. Teslis’in unsurları olan Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un özelliklerinden yola
çıkarak Hıristiyanlıktaki teslis ile İslâm’daki tevhid aynı kategoride
değerlendirilebilir mi? Tartışınız.
3. Katolik mezhebi ile Protestanlık mezhebi arasındaki benzerlik ve farklılıklar
nelerdir? Açıklayınız.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük. (2009). Dinler


Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Aydın, F. (2011). Pavlus Hıristiyanlığına Giriş. Ankara: Eskiyeni Yayınları.

Aydın, M. (2018). Dinler Tarihi Tarih, İnanç ve İbadet. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Aydın, M. (2019). Dinler Tarihine Giriş. Konya: Literatürk Academia.

Baki Adam, Ahmet Güç, Ali İhsan Yitik, Ahmet Hikmet Eroğlu, Durmuş Arık, Bekir
Zakir Çoban, Mehmet Alıcı, Talip Ayar. (2016). Dinler Tarihi. Ankara:
Grafiker Yayınları.

Eliade, M. (2012). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Gündüz, Ş. (2011). Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı. Ankara: Ankara Okulu Yayınları.

Hıristiyanlık Tarihi. (2004). İstanbul: Yeni Yaşam Yayınları.

Polat, K. (2008). Katolik Hıristiyanlık'ta Azizlik ve Azizler. Ankara: Salkımsöğüt


Yayınları.

Woodhead, L. (2004). Hıristiyanlık. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.

14
İÇİNDEKİLER
• Hinduizm Hakkında Genel Bilgiler

• Hinduizm’in Kutsal Metinleri

• Hinduizm’de Tanrı inancı


DİNLER TARİHİ
• Hinduizm’de İbadet ve Mabet

• Mabetlerin Özellikleri

• Kast Sistemi

• Karma, Tenasüh, Yoga ve Meditasyon

HİNDUİZM • Karma

• Tenasüh

• Yoga (Meditasyon)

• Dini Ayin, İbadet ve Gelenekler


Dr. Öğr. Üyesi
• Hindu Hayat Tarzı
Muhammet YEŞİLYURT • Doğum ve Evlilik

• Defin

• İnek Kültü

• Özet

• Değerlendirme Soruları

• Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Hinduizm’in temel özelliklerini


sıralayabilecek,

• Hinduizm’in kutsal metinlerini belirtebilecek,

• Hinduizm’deki dini kavramları


açıklayabilecek,

• Hinduizm’de karma-tenasüh inancının yerini


ve önemini belirtebilecek,

• Hinduizm’in dini ayin, ibadet ve geleneklerini


kavrayabileceksiniz.
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

1. HİNDUİZM HAKKINDA GENEL BİLGİLER


Hinduizm, Hint yarımadasında yaşayan halkın çoğunluğunun dini
inanç ve geleneklerini ifade eden bir kavramdır. Bu tanımlama Batılı bilim
adamlarınca yapılmıştır. Hindular dinlerini ifade için yapılan bu
adlandırmayı kabul etmemekte ve kendi dinlerini sanatana dharma (ezeli-
ebedi din) şeklinde tanımlamaktadırlar. Hinduizm’in ne zaman ortaya
çıktığı tam olarak bilinmemekle birlikte tarihi, M.Ö. 2500 yıllarına kadar
geriye götürülmektedir. Dharma, Hinduizm’de anahtar kelimedir; vazife,
hak, fazilet, ahlak, kanun, gerçek, dürüstlük gibi anlamlara gelir. Dharma,
insanı kurtuluşa veya özgürlüğe götüren bir yoldur.
Hinduizm, dünyanın en çok mensubu bulunan dinlerinden biridir.
Hindistan nüfusunun % 80'i Hindu'dur. Hindistan dışında da Pakistan,
Bangladeş, Nepal ve Endonezya'da da Hindular bulunmaktadır. Fiji,
Malezya, Singapur, Sri Lanka ve birkaç Afrika ülkesinde de Hindular
yaşamaktadır.
2. HİNDUİZM’İN KUTSAL METİNLERİ
Hinduizm’in belli bir kurucusu ve inanç sistemi olmasa da kutsal
metinleri vardır. Bu dinin kutsal metinlerinin dili Sanskritçedir. Bu kutsal
kitap koleksiyonun başında Vedalar yer alır. Vedalar, Hindu inancının
temel kaynaklarıdır. Veda, kelime olarak ilahi bilgi anlamına gelir. Vedalar
da; Rigveda, Samaveda, Yajurveda ve Atharvaveda olmak üzere dörde
ayrılır. Vedalardan sonra Hint kutsal metinlerinin tamamlayıcısı
Veda, kelime olarak ilahi mahiyetindeki Brahmanalar, Upanişadlar, Aranyakalar, Mahabharata ve
bilgi anlamına gelir. Ramayana destanları ve Puranalar gelir.
Vedalar da; Rigveda, Bu kutsal metinler, şruti (vahye dayananlar) ve smriti (destan
Samaveda, Yajurveda ve şeklinde olanlar) olarak iki kısma ayrılır. Şruti isimli metinler, rişi denilen
Atharvaveda olmak üzere kutsal bilgelere vahyedilmiştir. İlk kutsal metinleri oluşturan dört Vedanın
dörde ayrılır. yanı sıra Brahmanalar, Upanişadlar ve Aranyakalar, Şruti’ye dâhildir.
Mahabharata ve Mahayana destanları, Manu Kanunnamesi ve Puranalar
ise Smriti’ye dâhildir.
Mahabharata ve Ramayana destanları, geniş bir Hindu kitlesinin
önem verdiği kutsal metinlerdir. Hinduların çoğu, ahlaki değerlerini ve
ideallerini bu kitaplardan çıkarırlar. Özellikle, Mahabharata'nın bir bölümü
olan Bhagavat Gita Hindular arasında popülerdir. Bu destanda özlü
mesajlar verilir.
3. HİNDUİZM’DE TANRI İNANCI
Hinduizm’de serbest tanrı telakkisi vardır. Her insan her toplum,
kendi şahsiyetine ve geleneğine uygun bir şekilde tanrıya yönelebilir.
Birçok tanrı simgesinin bulunmasından ve bunlara ayrı görevler takdir
edilmesinden dolayı Hinduizm çok tanrıcı putperest bir din olarak
tanımlanmaktadır. Fakat kutsal metinlerden Vedalar’da tanrının tekliğine
işaret eden ifadeler vardır. Rig Veda’daki şu ifade bunlardan biridir: ‘Onu,

1
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

indra, Mitra, Varuna ve Agni diye çağırdılar. Bilgeler onu farklı isimlerle
çağırsalar da Hakikat Bir'dir.' Hindistan’da çok sayıda tanrı ve tanrıça
heykeli vardır. Fakat Hintliler bunu Tanrının çeşitli şekillerde görünüşü
olarak telakki eder.
Hinduizm, sekiz milyon tanrısı olan çok tanrıcı bir dindir. Ancak
tanrıların bu çokluğu onlardaki serbest tanrı tahayyülünden
kaynaklanmaktadır. Buna rağmen Hinduizm’de tek tanrılık izlerine de
Hinduizm, sekiz milyon
rastlanmaktadır. Tanrı anlayışı trimurti denilen üçlü sistemden
tanrısı olan çok tanrıcı bir
oluşmaktadır. Tanrıların en üst tabakasını; Barhma, Vişnu ve Şiva
dindir. Ancak tanrıların
oluşturmaktadır.
bu çokluğu onlardaki
1. Brahma: Yaratıcı tanrıyı temsil etmektedir. Bağımsız bir tapınağı
serbest tanrı
ve özel bir tapınma şekli yoktur. Diğer iki tanrının gerisinde kalmıştır.
tahayyülünden
2. Vişnu: Koruyucu tanrıyı temsil eder. Vedalarda önemsiz bir tanrı
kaynaklanmaktadır.
gibi görünen Vişnu, destanlarda koruyucu ve kurtarıcı kimliğiyle ön plana
çıkmıştır. O, bazen değişik kılıklarda yeryüzüne iner ve insanlara yardım
eder. En son Krişna kimliğiyle yeryüzüne inmiş ve insanlar arasına
karışmıştır. Onun bu şekilde değişik kılıklarda yeryüzüne inmesine avatara
(huIüI/ enkamasyon) denir.
3. Şiva: Yıkıcı, yok edici tanrıyı temsil eder. Şiva, yok edici olarak
ölüm ve zamanla özdeşleşmiştir. Bazı mezhepler onu baş tanrı
edinmişlerdir. Tasviri; çok kollu, dans eden bir kral şeklindedir.
Bu üç baş ilahtan başka Hinduizm’de başka daha birçok tanrı ve
tanrıça vardır. İndra, Varuna, Soma, Rudra, Mitra, Durga, Şakti, Kali
bunların başında gelmektedir.
4. HİNDUİZM’DE İBADET VE MABET
Hinduizm şu haliyle putperest bir din görünümündedir. Birçok
Hindu'nun nazarında put, görünmeyen tanrılara tapınmanın bir simgesidir.
Hindu, puta taparken onun maddi bir eşya olduğunun farkındadır. O, putta
tanrının tecellisini düşünür.
Tanrıları sembolize eden putların yapımı da profesyonellik
gerektirir. Her tanrının kimliğine özgü duruşlar, nitelikler, renkler ve
benzeri hususlara dikkat edilir. Putlar mabede, özel bir törenle, soluğu
yerleştirme ve gözleri açma gibi ilginç ayinlerle yerleştirilir. Putlara, Puja
adı verilen tapınma törenleri düzenlenir. Tapınma, putların yıkanmasıyla
başlar. Putlar önce yıkanır, sonra giydirilir, süslenir, güzel kokular sürülür.
Bu işlemin ardından onlara yiyecek ve içecek takdimi gelir. Putların önüne
çeşitli yiyecek ve içecekler konur. Çevresine çiçekler bırakılır. Fenerler
yakılır. Özel günlerde putlar arabaların üstüne konup dolaştırılır.
1.1. Mabetlerin Özellikleri
Hindu kültüründe mabetlerin de özel yeri vardır. Mabetlerin
yapılacağı yer, yıldızların konumuna ve mantra denilen kutsal metinlerdeki
zikirlere göre belirlenir. Belirleme işini Brahman denilen rahipler yapar.
Rahip, dünyayı taşıdığına inanılan kutsal yılanın başına denk gelecek

2
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

şekilde ilk kazığı çakar. Bundan sonra mabedin yapımı tamamlanır. Kent
mabetleri; pek çok yapı, iç avlular, sütunlu salonlar, yıkanmak için
gölcükler içerir. Bazı mabetlerde manastır, okul ve hatta hastane bile
bulunur. Bu bakımdan kent mabetleri bir külliye gibidir.
Mabetlerde ibadet cemaatle yapılmaz. İbadetin belli bir vakti de
yoktur. Mabetlerdeki ibadet, putların bakımı ve onlara kurban
takdiminden ibarettir. Putların bakımı esnasında meditasyon yapılır,
ilahiler ve dualar okunur.
5. KAST SİSTEMİ
Hint toplumu çeşitli sınıflara ayrılır. Buna kast sistemi denir. Kast;
aynı işle meşgul olan, atadan miras kalan hakları, vazifeleri ve adetleriyle
birbirine sımsıkı bağlanan şahıslar grubudur. Bu sınıfların hak ve görevleri
birbirinden oldukça farklıdır. Dört çeşit kast vardır. Bunlar seçilmez, ancak
onun içinde dünyaya gelinir. Ölümden sonraki hayatta yeni bir kasta
yükselmek veya düşmek mümkündür. Bu da hayattayken kastın kurallarına
ve gereklerine bağlı yaşamakla mümkün olabilmektedir. Her kast
mensubu, kendi kastının kurallarına sıkı sıkıya bağlı yaşarsa sonraki
hayatında bir üst kasta çıkabilecek ya da mevcut kastını muhafaza ederek
aynı kastta yeniden dünyaya gelebilecektir. Hayattayken kastan ihraç,
ancak farklı kast mensubuyla evlenme durumlarında söz konusudur. Onun
Kast; aynı işle meşgul dışında yaşarken kasttan ihraç olmadığı gibi kast değişiklikleri de söz
olan, atadan miras kalan konusu değildir. Bu kastlar sırasıyla şöyledir:
hakları, vazifeleri ve 1. Brahmanlar (Rahipler ve Din Adamları) Kastı: Din adamları,
adetleriyle birbirine Brahmanlar sınıfındadır. Brahmanlar en üst sınıfı oluşturur. Görevleri;
sımsıkı bağlanan şahıslar kutsal metinleri okumak ve açıklamak, dini yaşantının yolunu göstermek,
grubudur. Bu sınıfların rahiplik yapmak ve verilen sadakaları kabul etmektir.
hak ve görevleri 2. Kşatriya (Hükümdar Sülalesi ve Savaşçılar) Kastı: Bu, hükümdar
birbirinden oldukça sülalesi ve savaşçıların sınıfıdır. Brahmanlardan sonra ikinci sınıfı oluşturur.
farklıdır. Bu sınıfa dahil olanların görevi; kendilerini amaçlarına adamak, kutsal
metin Vedaları öğrenmek ve bağışlar yapmaktır.
3. Vaisya (Tüccar, Esnaf ve Çiftçi) Kastı: Tüccar, esnaf ve çiftçiler bu
sınıfı oluşturur. Değer bakımından üçüncü sınıfı oluşturan Vaisyaların
görevi üretim yapmaktır. Vedaları okumak ve bağış yapmak gibi dini
görevlerde Kşatriya sınıfına göre daha az sorumludurlar.
4. Sudra (İşçiler) Kastı: Dördüncü sınıfı oluşturan Sudralar, ilk üç
sınıfın hizmetindedirler. Dini herhangi bir görevleri yoktur. Bazı mezhepler
bunlara, yukarıdaki sınıflara katılma hakkı tanımıştır. Bunların dışında, kast
dışı kabul edilen ve toplumda hiçbir görevi ve hakkı bulunmayan insanlar
da vardır. Bunlara dokunulmazlar denir.
Hindular, bu kast sisteminin yaratıcı tanrı Brahma'nın uzuvlarından
meydana geldiğine inanmaktadırlar. Bu inanışa göre Brahmanlar onun
başından, Kşatriyalar kollarından, Vaisyalar göbeğinden ve Sudralar da
ayaklarından yaratılmıştır.

3
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

6. KARMA, TENASÜH, YOGA ve MEDİTASYON


6.1. Karma
Karma, bir sebep-sonuç kanunudur. İnsanın yaptığı işlerin karşılığını
bir sonraki hayatında görmesidir. Bu, ne ekersen onu biçersin kuralıdır.
Hinduizm’e göre kişiler kaderlerini kendileri belirler. Bugünün meyveleri
yarın alınacaktır. Buna göre her davranış, önünde sonunda meyvesini
verecektir. İyiden iyi, kötüden de kötü çıkacaktır. Karma, fiziki âlemde
olduğu gibi ahlaki ve manevi âlemde de insanın takip etmesi gereken bir
kanundur. Ahlaki bir kâinat nizamı olan karma kanuna göre bu hayatta
işlenen ameller, canlının kaderine tesir eder ve onun tekrar vücut
bulmasında rol oynar.
Karma kanunu karşısında kast ayrıcalığı yoktur. Brahmanlar da bu
yasaya tabidir. Karma inancı, bu bakımdan Hinduları iyi davranışlarda
bulunmaya zorlar. Diğer taraftan, sosyal adaletsizliğe bir kılıf oluşturur.
6.2. Tenasüh
Tenasüh, ruhun bir bedenden başka bir bedene geçmesi demektir.
Karma inancıyla yakından ilgilidir. Tenasüh, karma kanununun zorunlu bir
sonucudur. Ruh, yapılan davranışların niteliğine göre bitki ve hayvan
bedenlerine de geçebilir. Yani karma kanuna bağlı olarak yükselişler
olabileceği gibi düşüşler de mümkündür.
Tenasüh, Arapça bir kelimedir. Sanskritçe'deki karşılığı Samsara’dır.
Hint düşüncesinde
Bazen tenasühle eş anlamda reenkarnasyon kelimesi de kullanılmaktadır.
tenasüh anlayışına açık
Ancak, tenasüh kelimesiyle reenkarnasyon kelimesi arasında aslında ince
biçimde ilk defa
bir fark vardır. Tenasüh, bir şeyin başka bir şeyi ortadan kaldırıp onun
Upanişadlar denilen
yerine geçmesi demektir. Bu kelimenin terim anlamı, ruhun bir bedenden
kutsal metinlerde
diğerine geçmesidir. Reenkarnasyon Latince kökenli bir kelime olup
rastlanır. Daha önceki
yeniden bedenlenme anlamına gelir. Terim anlamı da ölümden sonraki
dönemin kutsal metinleri
yeniden bedenlenmedir. Hint düşüncesinde tenasüh anlayışına açık
Vedalar’da tam bir ahiret
biçimde ilk defa Upanişadlar denilen kutsal metinlerde rastlanır. Daha
inancı vardır.
önceki dönemin kutsal metinleri Vedalar’da tam bir ahiret inancı vardır.
6.3. Yoga ve Meditasyon
Hindu bilgeler, tenasüh çemberinden, yani ruhun bir bedenden
diğerine gidip gelmesinden kurtulmayı sağlayacak bazı metotlar
geliştirmişlerdir. Bu metotların bazısı özel beceri ister, bir kısmı da
herkesin yapabileceği türden metotlardır. Değişik şekillerde uzun süredir
kullanılan ve benzer öğeler içeren bu metotlar yoga adı altında
toplanmaktadır. Yoga, Sanskritçe bir kelimedir. Anlamı, “birlik”,
“bağlılık”tır. Yoga, bir irade eğitim yoludur. İnsanın enerjisini belli bir
hedefe yöneltmeyi amaç edinir. Yoga, tam anlamıyla bireysel benliğin
atman denilen en yüksek benlikle birleşmesini sağlayan bir yoldur.
Son zamanlarda Uzakdoğu kökenli yeni dini hareketler vasıtasıyla
yoga ve meditasyon merkezleri yaygınlaşmıştır. Bu kâbil akımların

4
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

geliştirdiği farklı meditasyon çeşitleri de vardır ve bunlar bu teknikleri güya


insan üstü güçler elde etmek ve müntesiplerini Tanrılık makamına
çıkarmak gayesiyle yapmaktadır. Yoga ve meditasyon, kendi dini yapısı
dışında kalan alanlardaki halleriyle çok yönlü istismara da açıktır.
7. DİNÎ AYİN, İBADET VE GELENEKLER
Hinduizm’de ibadet her yerde yapılabilmektedir. Çok sayıda
tapınakları vardır, ancak diğer dinlerdeki gibi cemaatle ibadet yoktur.
Çünkü ibadet ferdidir. Ayrıca belirlenmiş bir ibadet şekli de yoktur. Tanrılar
her yerdeki ibadeti görebileceği için ibadette zaman ve mekân anlayışa da
yoktur.
Hintlilerde ortak bir ibadet sembolü, Om’dur. Om kelimesi bir çeşit
besmele gibidir. Yemekten, Kutsal Kitapları okumaya başlamadan, duadan
Hintlilerde ortak bir ve herhangi bir işe başlamadan önce söylenir. Bu kelime, ilahi kuvvetle
ibadet sembolü, Om’dur. dolu, kutsal ve sırlı bir kelime olarak kabul edilir. Uzun uzun ve özel bir
Om kelimesi bir çeşit tarzda nefes alarak ve melodik bir tarzda söylenir. Bu kelimenin harfleri,
besmele gibidir. Hindi tanrılar panteonunun en üst ilahlarından olan Brahma, Vişnu ve
Yemekten, Kutsal Şiva’yı ifade eder.
Kitapları okumaya Bir Hintli genellikle sabah şafaktan önce ibadet maksadıyla kalkar.
başlamadan, duadan ve Evde veya nehir kıyısında yapabileceği sabah ibadetine hazırlanır.
herhangi bir işe Tanrısının adını uzun süre zikrettikten sonra yıkanır. Kendileri için önemli
başlamadan önce olan Gayatri ilahisini okur. Sabah ibadetinde doğuya yönelerek oturur.
söylenir. Vücudunun etrafına su sepeler, nefes kontrolünü sağladıktan sonra
tanrısının putuna yakarır.
Evlerde de genellikle tanrılarının putuna tahsis edilen bir oda
bulunur. Put, kutsal kitap okunarak yağlanır. Putun önünde diz çökülerek
tefekkür edilir. Tütsü çubukları yakılır, kutsal oda ya da köşenin önüne
çiçekler, yiyecekler konur ve mumlar yakılır. Putlara su dökülür ve önlerine
taze meyve konulur. Tapınaklarda yapılan ibadet, evdekinin biraz gelişmiş
şeklidir. Din adamı Brahmanlar, gecenin ilerleyen bir saatinde kutsal
metinleri okuyarak tapınaktaki putları uyandırırlar. Gong çalınarak
dışardakilere ibadetin başladığı duyurulur. Tapınak dışındakiler de yapılan
uygulamayı izlemek için gelebilirler. Put yıkanır, yağlanır ve önünde
mumlar yakılır. Ona çiçekler takdim edilir. Öğlen ve gece yemekler
sunulur.
Tapınaklarda yıllık şenlikler münasebetiyle putlar arabalara yüklenir,
ırmağa kadar çekilerek götürülür ve ırmakta yıkanır. Bunun dışında
ilkbahar, sonbahar ve yeni yıl şenlikleri de topluca yapılır.
8. HİNDU HAYAT TARZI
Hindular, insanın üç ayrı yoldan kurtuluşa erebileceğine inanırlar.
Bunlardan birisi amellerdir. Diğeri bilgi ve marifettir. Yani ilahi hakikati
anlamaktır. Sonuncusu ise insanın, şahıs şeklinde tasavvur edilen bir
tanrıyı severek kendini ona teslim etmesidir.

5
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

Hinduizm’e göre hayatın dört amacı vardır. Bunlar; 'dharma'


(dürüstlük, erdem), 'artha' (helal kazanç), 'kama' (huzur ve mutluluk) ve
'mokşa' (özgürlük, kurtuluş)dır. Bunlardan sonuncusu en nihai amaçtır.
Hindu'nun yaşam boyu tek isteği, karmanın tekrar doğuş çemberinden
kurtulmak, özgürleşmek, bir daha dünyaya gelmemektir. Bunu
gerçekleştirmek için dürüst olmalı, helal kazanç sağlamalı ve huzuru
yakalamalıdır. Hinduizm’de bunları elde etmenin birçok yolu, tekniği
vardır.
8.1. Doğum ve Evlilik
Hindu hayatında her şeyin bir kutsallığı vardır ve din dışı diye bir şey
yoktur. Kadının hamile kalmasından, doğuma, evlenmeye ve cenaze
törenlerine kadar her şey dini kurallar çerçevesinde yapılmaktadır.
Evlenmenin amacı bir oğul sahibi olmaktır. Evin efendisinin temel görevi,
geleneklerin korunmasını sağlayacak olan bir erkek çocuğun doğumunu
gerçekleştirmektir. Kutsal metinlerden birinde erkek evladın önemi
konusunda şunlar söylenir: 'Bir oğulla dünyalar fethedilir. Oğlun oğluyla,
ölümsüzlük elde edilir. Oğlun oğlunun oğluyla, güneşin dünyası kazanılır’.
Evlilik, temel dini görevlerden biridir. Evlilik, hayatta ikinci aşamadır.
Evlenme yaşına gelen erkek dini kurallara göre evlenir ve çocuk sahibi
olur. Erkek çocuk edinmek, erkeğin evlilikteki ana hedefidir.
8.2. Defin
Münzeviler ve ermiş kişiler öldükleri zaman normal bir şekilde
toprağa gömülürler. Bu, Hinduizm’deki geleneksel ölü gömme
adetlerinden farklıdır. Hinduizm’deki yaygın defin şekli, ölünün yakılması
Hinduizm’deki yaygın ve külünün kutsal nehirlere atılmasıdır. Sadece çocuklar, münzeviler,
defin şekli, ölünün sanyasinler (ermişler) ve bazı mezheplerin taraftarları toprağa gömülür.
yakılması ve külünün Yakılacak ölüye, yağlanmış yeni elbiseler giydirilir. Tören alayı ölüyü yakma
kutsal nehirlere yerine götürür. Cenazeyi odun yığınlarının üstüne, hayatta kullandığı
atılmasıdır. Sadece eşyalarıyla birlikte koyar. Eskiden ölünün dul eşi veya eşleri de ölünün
çocuklar, münzeviler, ayakucuna oturtulmak suretiyle yakılmaktaydı. Onun yerine bazen bir inek
sanyasinler (ermişler) ve kurban ediliyordu. Son zamanlarda bu adet tercihe bırakıldı, dolayısıyla
bazı mezheplerin uygulamadan kalkmış oldu. Çünkü hiçbir kadın ölen eşiyle diri diri kendini
taraftarları toprağa yaktırmak istemediği için bu uygulama terkedilmiş oldu. Yakma işlemi
gömülür. nehir kenarında yapılmışsa ölünün külleri hemen oracıkta ırmağa
dökülmek suretiyle defin işlemi gerçekleştirilmiş olur. Ya da birkaç gün
sonra cesedin külleri toplanılır ve kilden bir vazoya konulur. Daha sonra bu
küller gömülür veya kutsal ırmaklara savrulur.
9. İNEK KÜLTÜ
Hinduizm’de inek; yer, gök ve hava âleminin anası olarak görülür.
Bundan dolayı Hinduizm’in özelliklerinden biri, kutsal inek kültüdür.
Hindular, ineklere büyük saygı duyarlar. Çünkü inekler, canlı olan her şeyin

6
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

simgesidirler. Bu nedenle, Hindular için bir ineği öldürmekten daha büyük


bir dini saygısızlık yoktur.
Hinduların ineğe olan saygısı, birçok açıdan hayatlarını etkiler.
Hayvanlar caddeler boyunca başıboş dolaşırlar. Caddeleri kirletirler.
Kalabalık kavşakların tam orta yerinde yatar ve trafiği altüst ederler. Özel
bahçelere girip zarar verirler. Devlet daireleri yaşlanmış inekler için
bakımevleri açarlar. Çiftçiler ineklere ailelerinin bir ferdi gibi muamele
İneğin kutsiyet
ederler.
kazanmasının en önemli
İneğin kutsiyet kazanmasının en önemli sebeplerinden biri
sebeplerinden biri
Hindistan’ın tarım toplumu oluşuyla irtibatlandırılmaktadır. Tarımın
Hindistan’ın tarım
vazgeçilmez iş gücünü oluşturan ineklerin yok olma tehlikesine karşı
toplumu oluşuyla
geliştirilmiş sistemdir. İnek, sadece tarımda da etiyle, sütüyle, yük taşıma
irtibatlandırılmaktadır.
özellikleriyle değil hayatın pek çok alanında faydalı hayvandır. Onlara
Tarımın vazgeçilmez iş
kutsiyet atfedilerek nesli tükenmek üzereyken dinin koruma kalkanına
gücünü oluşturan
alınmıştır. Bu uygulama belirli süre faydalı olmuşsa da günümüzde sosyal
ineklerin yok olma
hayatı önemli ölçüde etkileyecek bir hale dönüşmüştür. En azından
tehlikesine karşı
dışardan bakış açısından durum böyle gözükse de önemli olan, Hinduların
geliştirilmiş sistemdir.
bu konudaki duygu ve düşünceleridir. Görünen o ki, eğer rahatsız olsalar
uygulamada bir takım değişikliklere gidebilirler. Unutmamak gerekir ki
inanca taalluk eden hususlarda değişim kolay değildir.
Gerek geçmişte ve gerekse günümüzde inekler yüzünden Hindularla
Müslümanlar arasında kanlı çatışmalar meydana gelmektedir. Bugün de
bazen inek yüzünden gerginlikler yaşanmaktadır.

7
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

ÖZET
Hinduizm, dünyanın yaşayan en eski dinlerinden biridir. Ne zaman
ortaya çıktığı kesin olarak bilinmemektedir. Hinduizm’in tarihi, M.Ö. 2500
yıllarına kadar geriye götürülmektedir. Bu dine Hinduizm adı Batılılar
tarafından verilmiştir. Hindular, kendi dinlerini 'Sanatana Dharma' (ezeli-
ebedi hakikat) diye isimlendirirler.
Belli bir kurucusu, inanç ve ibadet sistemi olmayan Hinduizm’in çok
sayıda kutsal kitabı vardır. Bunların başında Vedalar gelir. Tanrı anlayışları
ise “trimurti” denilen üçlü sistemden oluşmaktadır. Bu üçlü sistemi
Brahma, Vişnu ve Şiva oluşturmaktadır. Mabet bulunmakla birlikte,
cemaatle ibadet yoktur. Evlerde ve mabetlerde de ibadet ferdidir.
Hinduizm’de herkesin kendi kaderini belirlediği karma kanunu vardır. Bu
kanuna göre insanlar yaptıkları davranışların karşılığını sonraki
hayatlarında tekrar dünyaya geldiklerinde görürler. Tekrar dünyaya gelme,
tenasüh inançları gereğidir. Hindular; Brahmanlar, Kşatriyalar, Vaisyalar
ve Sudralar olmak üzere dört toplumsal sınıfa ayrılmışlardır. Buna kast
sistemi denir. İnekler Hinduizm’de kutsal sayılır.

8
Hinduizm Dinler Tarihi / 7

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Hinduizm’deki kast sistemi-din ilişkisi nasıl açıklanabilir? Tartışınız.


2. Hinduizm’deki karma ve tenasüh kavramlarını açıklayınız. Aralarında nasıl
bir ilişki olduğunu tartışınız.
3. Hinduizm’in tanrı anlayışı hakkında bilgi veriniz.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük. (2009). Dinler


Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Aydın, M. (2018). Dinler Tarihi Tarih, İnanç ve İbadet. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Aydın, M. (2019). Dinler Tarihine Giriş. Konya: Literatürk Academia.

Baki Adam, Ahmet Güç, Ali İhsan Yitik, Ahmet Hikmet Eroğlu, Durmuş Arık, Bekir
Zakir Çoban, Mehmet Alıcı, Talip Ayar. (2016). Dinler Tarihi. Ankara:
Grafiker Yayınları.

el-Bîrûnî, E. R. (2015). Tahkîku Mâ Li'l-Hind. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Eliade, M. (2012). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Yitik, A. İ. (2014). Doğu Dinleri. İstanbul: İsam Yayınları.

9
İÇİNDEKİLER
• Budizm Hakkında Genel Bilgiler

• Budizm’in Kurucusu

• Budizm’in Yayılışı

• Budizm’in Mezhepleri
DİNLER TARİHİ • Budizm’in Temel Özellikleri

• Karma-Tenasüh

• Nirvana

• Bekar Rahiplik Teşkilatı (Sangha)

BUDİZM • Budizm’in Öğretileri

• Dört Kutsal Gerçek

• Sekiz Dilimli Yol

• Budizm’in Tanrı Anlayışı


Dr. Öğr. Üyesi • Budizm’in Kutsal Metinleri

Muhammet YEŞİLYURT • Budizm’de İbadet ve Uygulamalar

• Özet

• Değerlendirme Soruları

• Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Budizm’in mezheplerini açıklayabilecek,

• Buda'nın öğretilerini tanımlayabilecek,

• Dört kutsal gerçeği sıralayabilecek,

• Sekiz dilimli yolu anlatabilecek,

• Budizm’in Tanrı anlayışını açıklayabilecek,

• Budizm’i genel hatlarıyla


tanımlayabileceksiniz.
Budizm Dinler Tarihi / 8

1. BUDİZM HAKKINDA GENEL BİLGİLER


Budizm, M.Ö. VI. Yüzyılda Buda tarafından Hindistan’da kurulmuş ve
ilerleyen yüzyıllarda evrensel nitelik kazanmış bir dindir. Hindistan’da
doğmuş olmasına rağmen Budizm’in mensupları daha çok bu ülke dışında
bulunmaktadır. Bu din, Hindistan'dan Moğolistan'a, Tibet'ten Japon
adalarına kadar uzanan geniş bir coğrafyada etkin olan bir dindir ve
günümüzde yaşayan büyük dinlerden ilk beşi içerisine girmektedir.
Budizm, Mahayana mezhebi vasıtasıyla, evrensel bir karaktere bürünmüş
Budizm tabiri, Buda’nın
ve bireyse kurtuluş yerine bütün insanlığın kurtuluşunu hedefledikleri için
kurduğu din için
de misyonerlik kaçınılmaz olmuştur. Günümüzde Budizm, misyonerlik
Batılılarca kullanılan bir
faaliyetleriyle Orta Asya’nın dışına taşarak, Batı ülkelerinde de yayılma
kavramdır. Asya
imkânı bulmuştur. Dünyanın ilk beş büyük dini içerisinde yer almaktadır.
ülkelerinde bu din “Buda
Budizm tabiri, Buda’nın kurduğu din için Batılılarca kullanılan bir
disiplini”, “Buda-sasana”
kavramdır. Asya ülkelerinde bu din “Buda disiplini”, “Buda-sasana”
şeklinde
şeklinde isimlendirilmektedir. Budizm; kurucusu, kutsal kitabı, doktrini,
isimlendirilmektedir. aydınlanma teknikleri ve cemaati olan bir dindir.
Hindistan'daki politeizme, Brahman otoritesine ve kast sistemine
tepki olarak ortaya çıkan Budizm, mahalli bir din hüviyetinden kurtularak,
Hindistan dışına taşmış ve evrensel bir din haline dönüşmüştür. Yayıldığı
ülkelerin mevcut dini anlayış ve değerlerini bünyesine alarak kendinden
bir parça haline getirmiştir. Bundan dolayı ülkeden ülkeye ve bölgeden
bölgeye Budist dini anlayış ve uygulamaları arasında büyük farklar
oluşmuştur. Dünyadaki Budist grup ve mezheplerini iki ana ekolde
toplamak mümkündür. Bu ekollerden birincisi Sri Lanka, Burma, Tayland,
Kamboçya ve Laos gibi Güney Asya ülkelerinde hâkim olan Theravada
(Hinayana) Budizm’idir. Diğeri ise Çin, Kore, Japonya, Tibet, Vietnam ve
Moğolistan gibi Kuzey ve Doğu Asya ülkelerinde yayılmış olan Mahayana
Budizm’idir.
1.1. Budizm’in Kurucusu
Budizm’in kurucusu olan Buda’nın asıl adı Siddhartha Gotama'dır.
Buda adı; “aydınlanmış”, “zihni aydınlığa kavuşmuş" anlamına gelmektedir
ve ona sonradan verilmiş olan bir lakaptır. Buda, M.Ö. 563-483 yılları
arasında, bugün Kuzey Hindistan tarafında bugünkü Nepal’in bulunduğu
bölgede yaşamıştır. Başkenti Kapilavastu olan küçük bir hükümdarlığın
veliaht prensi olarak dünyaya gelen Buda, Sakya kabilesine mensuptur.
Bundan dolayı ona “Sakya Kabilesinin Bilgesi, Sakayalıların Sessiz Zahidi”
anlamına gelen “Sakyamuni” denilmiştir. En son Buda lakabını alan
Siddhartha, rivayete göre doğmadan önce annesi Maya’nın gördüğü bir
rüyada doğacak çocuğun ilerde meşhur bir mürşit olacağı müjdelenmiştir.
Gelecekte bu çoğun “budda” olacağı yönündeki falcıların kehanetinden
etkilenen babası, ona sarayın dışına çıkarmaksızın sarayda mesut ve
endişeden uzak bir hayat yaşatmaya çalışmıştır. Siddhartha, evlenme

1
Budizm Dinler Tarihi / 8

çağına gelince akrabalarından birinin kızı Yaşadora ile evlenmiş ve Rahula


isminde bir de erkek çocuğu olmuştur.
Genç prens, bir gün saray dışına çıktığında ilk gün yaşlılıktan beli
bükülmüş bir ihtiyarla, ikinci çıkışında ıstıraptan kıvranan bir hastayla,
üçüncüsünde bir cenaze ve dördüncü çıkışında ise dilenci bir keşişe
Buda, kırk dokuz günlük rastlamıştır. Gördüklerinden sarsılmış ve her şeyin anlamsız ve boş
meditasyondan sonra olduğunu anlayarak dünya nimetlerine sırt çevirmiştir. Yirmi dokuz yaşında
Mayıs ayının dolunayında iken bir gece evini terk eden Siddhartha uzlete çekilmiştir. Altı yıl boyunca
Bihar'daki Neranjana içindeki boşluğu dolduracak olan arayışına devam etmiş ve zühdün en
Nehri kıyısındaki yabani katısını yaşamıştır. Böylece saraydaki aşırı lüksten sonra, aşırı zühdü de
tatmıştır. Ancak her iki aşırılığın da zihni olgunluğa erişmede ve gerçekleri
incir ağacının (Bodhi
anlamada faydası olmadığını anlayarak iki aşırılık arasında orta yol
Gaya) altında
aydınlanmaya erişmiştir. bulmaya koyulmuştur. Katı züht hayatını terk ederek normal yeme ve
Bundan sonra da içmeye başlamıştır. Kırk dokuz günlük meditasyondan sonra Mayıs ayının
'aydınlanmış kişi' dolunayında Bihar'daki Neranjana Nehri kıyısındaki yabani incir ağacının
anlamına gelen Buda (Bodhi Gaya) altında aydınlanmaya erişmiştir. Bundan sonra da
olarak adlandırılmıştır. 'aydınlanmış kişi' anlamına gelen Buda olarak adlandırılmıştır. Onun
aydınlandığı bu yer Budistler için kutsal bir mekâna dönüşmüştür.
Otuz beş yaşlarında 1 Temmuz dolunayında gayesine ulaşan Buda,
keşfetmiş olduğu gerçeği diğer insanlara da yaymak için vaaza başlamıştır.
Hayatının bundan sonraki kırk beş yılını, mesajını yaymak için harcamış ve
M.Ö. 483 yılında yine bir Mayıs dolunayında Uttar Pradeşt'teki
Kushinara'da ölmüştür.
1.2. Budizm’in Yayılışı
Buda'nın Hindistan’ın kuzey ve orta bölgelerindeki vaazları
sayesinde etrafında geniş taraftar kitlesi oluştu. Bunlar arasından “bhiksu”
denilen dilenci rahiplerden oluşan sangha teşkilatı doğdu. Bu taraftar ve
rahipler topluluğu, onun inanç ve düşüncelerini yaymaya devam ederek
Budizm’i dünyanın belli başlı dinlerinden biri haline getirmişlerdir.
Budizm’in yayılmasında en etkili rolü, Buda'nın oluşturduğu bekâr
rahipler teşkilatı Sangha üstlenmiştir. O, bu keşişlerden her birini farklı
yönlere göndererek insanları irşat etmelerini istemiş, keşişlerin gayretkeş
hizmetleriyle Budizm çok hızlı gelişme kaydetmiştir. M.Ö. III. yüzyılda ünlü
Budist kral Aşoka zamanında dünyanın pek çok bölgesine Budist
misyonerler gönderilmiştir. Bu çabalar sayesinde Budizm, önce güneydeki
Sri Lanka adasına, ardından da Miladi I. yüzyılda Çin'e girmiştir. Çin'den
Kore'ye sıçramış, dördüncü yüzyılda ise bu ülkelerin dini inanç ve
düşünceleriyle kaynaşmış olarak Japonya'ya geçmiştir.
1.3. Budizm’in Mezhepleri
Budizm’in bu yayılışı esnasında çeşitli nedenlerden dolayı pek çok
mezhep doğmuştur. Ancak bu mezhepleri iki an grupta toplamak
mümkündür. Bunlardan ilki, geleneksel Budizm’i temsil eden, içerisinde on
sekiz mezhebi barındıran ve kurtuluşun bireysel olduğunu savunan

2
Budizm Dinler Tarihi / 8

Theravada "büyüklerin yolu" olarak da tanımlanan Hinayana ekolüdür. Bu


grup “küçük araba” olarak tanımlanır. Buda'nın öğretilerine daha yakın
olan Theravada ekolü, Mahayana'nın sonradan getirmiş olduğu inanç ve
anlayışların çoğunu benimsememektedir. Aralarındaki farklara rağmen,
her iki ekol de dört kutsal gerçek ve nirvanaya eriştirecek sekiz dilimli yol
gibi Buda'nın temel öğretilerine uymaktadır.
Bir diğeri ise ne zaman doğduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte
tahminen M.Ö. I. Yüzyıl ile Miladi I. Yüzyıl aralığında teşekkül eden,
kurtuluşun evrenselliğini savunan Mahayana ekolüdür. Bu ekol bireysel
kurtuluştan ziyade, herkesin kurtuluşunu benimsediği için kendisini “büyük
araba” yani Mahayana, olarak adlandırmıştır. Mahayanacılar, Hinayana
mezhebinin az sayıda belirli ve sınırlı kimselere kurtuluş tanımalarına karşı
Mahayana ekolünde çıkarak, kendilerinin de Hinayanacılar kadar akıl, irfan ve hikmete yer
Buda'nın heykelleri Tanrı vermekle beraber, onlardan daha fazla sevgi ve şefkat üzerinde
sembolleri hüviyeti durduklarını ilan etmişlerdir. Bu yeni mezhebin bir diğer özelliği ise “bodhi
kazanmış ve o, satva” (Buda adayı) kavramına getirdikleri yeni önem ve genişliktir. Onlara
Hinduizm’deki Rama veya göre bütün insanlar, hatta nefse sahip olmayan varlıklar bile Buda olabilir
Krişna gibi bir tanrı ve aydınlanmaya ulaşabilirler. İnsanın hayatının en büyük gayesi ve ideali
avatarası (hulülü) olarak de budur. Mahayana ekolünün evrensel kurtuluş ideali, yayıldığı
kabul edilmiştir. ülkelerdeki pek çok dini inanç ve uygulamayı da kendi bünyesine almasına
sebep olmuştur. Bu çerçevede Budizm, Çin'de Taoizm ve Konfüçyüsçülük;
Kore'de Şamanizm; Japonya'da Şintoizm; Tibet'te ise Bon diniyle
kaynaşmış ve bu ülkelere mahsus Budist anlayışları ortaya çıkmıştır. Bunun
en ilginç örnekleri ise, Japonya'da ortaya çıkan Zen Budizm ile Tibet'teki
Lamaizm olmuştur.
Mahayana ekolünde Buda'nın heykelleri Tanrı sembolleri hüviyeti
kazanmış ve o, Hinduizm’deki Rama veya Krişna gibi bir tanrı avatarası
(hulülü) olarak kabul edilmiştir. Bu ekol, insanların Nirvana’ya erişmeden
önce mükâfat olarak girecekleri geçici bir cennet anlayışını benimsemiş;
kurtuluşun ise amellerle değil imanla mümkün olacağını savunmuştur.
İnsanın bu kurtuluşunda Buda adayı Bodisatva'nın da rolü bulunmaktadır.
Bu ekole göre, kendi kurtuluşunu gerçekleştirecek noktaya erişen
Bodisatva, Nirvana'ya erişmeyi bir yana bırakarak insanların kurtuluşuna
katkıda bulunmaktadır.
2. BUDİZM’İN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Buda, Hint dini kültür ve düşünce ortamında yetişmiştir. O,
Hinduizm'in Brahman şekilciliğine ve kast taassubuna karşı çıkmakla
birlikte Hinduizm’in bazı inanç ve düşüncelerini kendi sistemine taşımıştır.
Bu inanç ve düşüncelerin başında da Hint kökenli dinlerin hepsinde çok
önemli bir rolü olan karma-tenasüh inancı gelmektedir. Hint dinlerinde
ortak karma-tenasüh (samsara) inancı Budizim’de de mevcuttur, ancak
Hinduizm'den bazı farklı yanları bulunmaktadır.
2.1. Karma-Tenasüh
3
Budizm Dinler Tarihi / 8

Karma; iş, davranış anlamına gelen, fakat çoğu defa işleri yöneten,
şu andaki ve gelecek hayatta birçok maddi etkileri bulunan kanunu ifade
eden bir kavramdır. Karma, bir sebep sonuç kanunudur. Buda,
Hinduizm’deki kastın karması yerine iradi karmadan söz etmektedir. Kasta
bağlı karmada, kişinin içinde bulunduğu kastın dilimine göre değişmeyen
görevi, bir çeşit mecburi kaderi bulunmaktadır. Oysa Buda’nın ortaya
koyduğu iradi karma anlayışında, kişinin geçmişte veya şimdi yaptığı
bilinçli fiillerinin karşılığını gelecekte görmesi durumu söz konusudur. Bu
anlayışa göre iyilik yapan iyilik, kötülük yapansa kötülük bulacaktır. Bu
karşılıklar bazen kişinin yaşadığı hayatın ileri dönemlerinde, bazen de daha
sonraki hayatlarında karşısına çıkacaktır. Bunun gerçekleşebilmesi için de
kişinin tekrar tekrar bedenlenmesi gerekmektedir. Bu da tenasühle
mümkün olmaktadır.
Ruhun bir bedenden bir başka bedene geçmesi ve ruh göçü
anlamına gelen tenasüh, Budizm’de Hinduizm’dekinden biraz farklılık
içermektedir. Tenasüh, bitmek bilmeyen bir yeniden doğuş silsilesidir ve
içinde eziyet, çile de barındırır. Tenasüh bütün canlı kategorilerini içine
alan yeniden bir hayata dönüştür. Ancak insan varlığında nirvanaya
ulaşmak mümkün olabilmektedir. Budizm, âlemde devamlı bir şeyin
varlığını kabul etmemektedir. Buna göre tabiattaki her şey her an
değişmekte ve dolayısıyla devamlı bir ruhun varlığından bahsetmek de
mümkün olmamaktadır.
2.2. Nirvana
Kelime olarak sönme, yok Bu kavram Pali metinlerinde durgunluk, dinginlik, huzur ve
olma anlamlarına gelen arınmışlık ve ölümsüzlük şeklinde nitelendirilmektedir. Kelime olarak
"nirvana", doğum ve sönme, yok olma anlamlarına gelen "nirvana", doğum ve ölüm
ölüm çemberinden çemberinden kurtularak tekrar dünyaya gelmemeyi ifade etmektedir. Bazı
kurtularak tekrar Batılı bilginler Nirvana’yı, yok olma şeklinde anlamaktadırlar. Oysa Nirvana
dünyaya gelmemeyi ifade tamamen yok olmak şeklinde de anlaşılmamaktadır. Zira Nirvana, yok
etmektedir. Bazı Batılı olma değil, bilakis yüce hedefin gerçekleşmesi, ihtirasın yok olmasıdır.
bilginler Nirvana’yı, yok Mahayana Budizm’ine göre de Nirvana yok olma değildir. O, bir barış,
olma şeklinde mükemmellik kazanma, hikmet ve kemale ulaşma ve sonsuz mutluluğa
anlamaktadırlar. kavuşmadır. Dolayısıyla da Budizm’in en temel hedefi de insanı yegâne
kurtuluş ve mutluluk noktası olarak görülen bu aşamaya, yani Nirvana’ya
eriştirmektir.
2.3. Bekâr Rahiplik Teşkilatı (Sangha)
Bekâr rahiplik teşkilatını ruhani kurbanı şeklinde de tanımlamak
mümkündür. Bu sitemin olduğu dinlerdeki ruhanilerin kendini Tanrı’ya
veya Tanrı konumunda farz ettikleri kişilere vakfetmeleri suretiyle dünya
nimetlerinden büyük ölçüde el etek çekmiş olmalarını biz ruhani kurbanı
olarak tanımlıyoruz. Diğer kurbanlardan farklı olarak bu kurbanda, kişi
kendini bir ömür boyu doğrudan Tanrı’ya adamakta ve kurtuluşa
erişebilmek için, meşakkatli ve zor bir meslek ve ibadetin içerisine

4
Budizm Dinler Tarihi / 8

girmektedir. İlk örneğini Budizm’de gördüğümüz bu yapının temelleri


bizzat Buda tarafından atılmış, sangha bekâr rahipler teşkilatı adı altında
bir yapı oluşturulmuştur.
Budizm’in nihai hedefi olan nirvanaya ulaşmak ancak sekiz kademeli
yolu tamamlamakla mümkün olabilecektir. Buda'ya göre, bu kurtuluşa en
yakın olanlar da kendisi tarafından kurulan bu bekâr rahiplik teşkilatı
mensuplarıdır. Buda, içinde yaşadığı toplumun dini inancı olan
Hinduizm'deki münzevi yaşamak suretiyle kurtuluşa erişme fikrini daha da
geliştirilmiş ve sangha denilen bekâr keşişler topluluğu kurmuştur.
Nirvanaya ulaşabilmenin en geçerli yolu olduğuna inanılan bekâr rahipler
teşkilatı günümüzde de varlıklarını sürdürmektedirler. Rahipler
manastırlarda topluca münzevi olarak yaşarlar.
Budizm’de bekâr rahibeler topluluğu da mevcuttur. Dilenci rahiplere
Dilenci rahiplere
“bhiksu”, rahibelere ise “bhiksuni” denilir. Ruhban hayatı fakirlik bekârlık
“bhiksu”, rahibelere ise
ve sessizliğe dayanır. Bu teşkilata; katil, hırsız, esir, asker, bedeni
“bhiksuni” denilir.
maluliyeti olan, bulaşıcı hastalığı olanların dışındaki herkes müracaat
Ruhban hayatı fakirlik
edebilir. Teşkilatın belirli ve katı kuralları vardır. Teşkilata kabul edilmek
bekârlık ve sessizliğe
kolay değildir ve zorlu bir imtihana tabi tutulurlar. Teşkilata kabul edilenler
dayanır. Bu teşkilata;
saç ve sakallarını keser, sarı elbise giyer, yetkili rahibin önünde üç defa
katil, hırsız, esir, asker,
iman ikrarında bulunur. Rahip teşkilatından günah işleyenler hemen atılır.
bedeni maluliyeti olan,
Kendi rızasıyla da ayrılmak mümkündür. Vhera denilen manastırlarda
bulaşıcı hastalığı
yaşayan ve zamanlarını ibadetle, meditasyonla, kutsal metinleri çalışmakla
olanların dışındaki herkes
geçiren keşişler, dünya malına önem vermezler, fakir ve zahidane hayat
müracaat edebilir.
yaşarlar. Bu teşkilata iştirak edenler mesut kişilerdir. Zira nirvanaya ancak
bekâr rahipler ve rahibeler erişebilecektir.
3. BUDİZM’İN ÖĞRETİLERİ
3.1. Dört Kutsal Gerçek
Buda’nın doktrinine Pali dilince “dhamma” denir. Buda’nın dhamma
hakkında verdiği ilk vaazını kanun tekerleğini döndürmek şeklinde
açıkladığı için tekerlek, Budizm’in sembolü olmuştur. Budizm’in ilk telkini,
insan ile hakikat arasında hayatın ıstıraplarla dolu oluşu üzerinedir. Dört
kutsal temel gerçek, Buda’nın kurtuluş prensibinin özünü oluşturur. Bu
dört kutsal gerçek şöyledir:
• İnsan varlığının mahiyeti ıstırap, acı, kötülük ve tatminsizliktir.
Doğum, hastalık, yaşlılık ve ölüm ıstıraptır.
• Istırabın sebebi ise arzu ve ihtirastır. Bu da karma ve tenasühe, yani
sürekli yeniden bedenlenmeye yol açar.
• Acı ve ıstıraplardan kurtulmanın çaresi bulunmaktadır. Bu çare, tarif
edilemez bir mutluluk hali olan nirvanadır.
• Dördüncü gerçek, kişiyi nirvanaya eriştirecek olan sekiz dilimli yoldur.
Bu yol nefse eziyet veya onu azdırmanın dışındaki orta bir yoldur.
Sekiz dilimli yol; ilk kutsak gerçeğin kıvranılmasını, ikincisinin
anlaşılması ve üçüncüsünün de gerçekleşmesini sağlar. İlk üç kutsal gerçek

5
Budizm Dinler Tarihi / 8

Buda prensiplerinin felsefi yönünü kapsar. Dördüncü telkin ise ameli ve


ahlaki yönünü kapsar ki, bu da Budizm’i din yapan yönüdür denebilir.
3.2. Sekiz Dilimli Yol
Arzuları giderme ve nirvanaya erişmede takip edilecek olan sekiz
dilimli yolu; ahlak (sila), mediatasyon (samathi) ve hikmet (panna) olmak
üzere üç ana maddede toplamak mümkündür.
Ahlak’a (sila) sekiz dilimli yoldan üç tanesi dâhildir. Bunlar:
• Doğru söz
• Doğru davranış
• Doğru geçim
Doğru söz ve doğru davranış kuralında her Budist’in uyması gereken
beş emir bulunur. Bunlar; öldürmemek ve zarar vermemek, çalmamak,
duyuları yanlış yola yöneltmemek, yalan söylememek, içki ve uyuşturucu
gibi zararlı maddeleri kullanmamaktır.
Arzuları giderme ve
Doğru geçim de kasaplık, meyhanecilik, esrar imalatçılığı, silah ve
nirvanaya erişmede takip zehir imalatçılığı yapmamak şeklinde beş yasağı içerir.
edilecek olan sekiz dilimli Meditasyona (samathi) ise iki prensip dâhildir:
yolu; ahlak (sila), • Doğru muhakeme
mediatasyon (samathi) • Doğru murakabe
ve hikmet (panna) olmak Doğru muhakeme, bireyin düşündüğü, söylediği ve yaptığı işlerde
üzere üç ana maddede zihin keskinliğini, yani ferasetini ifade etmektedir. Doğru murakabe ise; bir
yandan zihnin bir yandan bir konuya yöneltilirken, nefesin kontrol
toplamak mümkündür.
edilmesi, akla gelen düşüncelerin tahlil edilmesi anlamına gelirken, diğer
yandan hırs, kin, hile gibi insani kusurların kaynağının belirlenmesi
anlamına gelmektedir.
Hikmet (panna) maddesine ise sekiz dilimli yoldan üçü dâhildir.
• Doğru anlayış
• Doğru düşünce
• Doğru niyet
Doğru anlayış, âlemi ve insan varlığını dört kutsal gerçeğe göre
anlamadır. Doğru düşünce, zihnin duygusal arzu, kötülük ve zulüm gibi
tutumlardan arındırılmasıdır. Doğru niyet ise sonunda pişman
olunmayacak veya başarısızlığa sürükleyecek yollara sapmayıp zihinde iyi
duygular beslemeyi ifade etmektedir.
4. BUDİZM’İN TANRI ANLAYIŞI
Budizm’in Tanrı konusundaki tutumu daima tartışılan
hususlardandır. Buda’nın Tanrı hakkındaki düşünceleri açık değildir.
İnsanın acı ve ıstıraplardan kurtularak nirvanaya ulaşmasını hedefleyen
Budizm, Tanrıyla ve âlemin yaratılışıyla ilgilenmemektedir. Buda,
insanların bu tür şeylerle ilgilenmesini ve bu konularda soru sormasını
kurtuluşu geciktirici tutumlar olarak değerlendirmektedir. Buda'nın Tanrı
konusundaki bu ilgisizliğine rağmen sonraki yüzyıllarda, özellikle
Mahayana Budizm’inde, Buda'nın kendisi Tanrı konumuna yükseltilmiştir.
Bu ekolün yaygın olduğu ülkelerde çeşitli Tanrı tasavvurları geliştirmiştir.
Çoğunlukla bu tasavvurlar Buda’nın tanrılığı üzerine odaklanmış ve o,
Tanrı, hatta tanrıların üstündeki tanrı olarak tasavvur edilmiştir. Buda’nın
öğretilerine daha sıkı bağlı bağlı olan Theravada ekolü ise Tanrı'yla

6
Budizm Dinler Tarihi / 8

ilgilenmemiştir. Tanrı konusundaki bu belirsizlikler nedeniyle Budizm’in


tanrısız bir olduğu da düşünülmüştür.
5. BUDİZM’İN KUTSAL METİNLERİ
Buda, yazılı herhangi bir metin bırakmaksızın tebliğini sözlü olarak
yapmış ve insanlara kurtuluşun yolunu öğretmeye çalışmıştır. Buda'nın
ölümünden sonraki dönemde Budist rahipleri, dinin temel öğretilerini
içeren kutsal metinleri oluşturmak için gayret etmişler ve bu çabalar
Buda'nın konuştuğu Pali
sonucunda önce Buda'nın sözleri ve vaazları derlenmiş, ardından din
diliyle yazılan Tripitaka,
büyüklerinin bunlar üzerine yaptıkları yorumlar bir araya getirilmiştir.
çeşitli kolleksiyonları
M.Ö. I. yüzyılda Sri Lanka'da tamamlanan bu metinler “Tripitaka”
içeren üç ana bölümden
(hikmetin Üç sepeti) olarak isimlendirilmiştir. Buda'nın konuştuğu Pali
oluşmaktadır. Bu
diliyle yazılan bu eser, çeşitli kolleksiyonları içeren üç ana bölümden
bölümler; Vinaya Pitaka,
oluşmaktadır. Bu bölümler; Vinaya Pitaka, Sutta Pitaka ve Abidhamma
Sutta Pitaka ve
Pitaka olarak adlandırılmaktadır. Bunlar, şu konuları içermektedir:
Abidhamma Pitaka
1. Vinaya Pitaka (Disiplin Sepeti) : Sangha ve keşiş ile ilgili usul ve
olarak
kuralları içine alır. Rahip olan ve olmayanlarla ilgili hususlar, rahip ve
adlandırılmaktadır.
rahibelerin uyması gereken kaideler, ayinler, vaazlar, beslenme ve giyinme
kuralları gibi hususlar bu bölümde yer alır.
2. Sutta Pitaka (Vaaz-Öğreti Sepeti): Bu sepet Buda'nın söz, vaaz ve
düşüncelerini içermektedir. Tripitaka'nın en önemli kısmını teşkil eden bu
sepet beş bölümden oluşmaktadır.
3. Abidhamma Pitaka (Genişletilmiş Doktrin veya Metafizik Sepeti):
Buda'dan sonraki bilginlerin Budist doktrin, ahlak ve ilahiyatıyla ilgili
öğretilerini içermektedir. Diğer iki sepetten daha sonra teşekkül eden bu
sepet ise metafizik konulara dair yedi kitabı ihtiva etmektedir.
Budist kutsal metinleri, bütün Budist mezheplerce üç bölümden
ibaret olarak kabul edilmemektedir. Miladı I. yüzyılda Theravada
(Hinayana) ekolünün dar kalıplara sıkıştırılmış Budizm anlayışına tepki
olarak ortaya çıkan Mahayana ekolü, Theravada'nın bu kutsal metinlerini
yeterli görmemektedir. Mahayana grubu bu metinleri doğru ancak
yetersiz ve basit düzeydeki kitaplar olarak görmekte ve kendilerinde
bunların daha gelişmiş halinin bulunduğunu iddia etmektedirler. Bu ekol,
Theravada'dan farklı olarak melez bir Sanskritçeyle yazılmış ve ülkeden
ülkeye farklılıklar içeren kutsal metinlere sahiptir. Bu metinler de
Theravada metinleri gibi genellikle üç gruba ayrılmaktadır. Bunlar: keşiş
teşkilatı için kuralların yer aldığı Vinayalar, temel öğretileri içeren Sutralar
ve felsefi yorumların yer aldığı Shastralardır. Bu kitaplar da çeşitli
koleksiyonları içermektedir.
6. BUDİZM’DE İBADET VE UYGULAMALAR
İbadet ve dua Tanrı anlayışıyla doğrudan irtibatlıdır. Buda
zamanında ana gaye, ıstırabın kaynağının giderilmesi ile ilgili dört kutsal
gerçek, sekiz dilimli yol, yani nirvanaydı. Dolayısıyla Budizm’de esas olan

7
Budizm Dinler Tarihi / 8

tabiatüstü bir varlığın yardımı olmaksızın karma-tenasüh çemberinden


kurtulmayı başarmaktır.
İbadetsiz bir din olamayacağı için zaman içerisinde bu dinin
mensupları da kendilerine mahsus bazı ibadetler oluşturmuşlardır.
Zamanla oluşan bu ibadetler, Budist öğretisiyle Budizm’in yayıldığı
yerlerdeki eski inanç ve ibadetlerin bir karışımı şeklinde teşekkül etmiştir.
Bu nedenle her Budist ülkesinin ve ekolünün farklı birtakım inanç ve
uygulamalarına rastlanmaktadır. Yine de tüm Budist mezheplerinde
sıradan halk için en önemli ibadet objeleri Buda'yla ilgili olan nesnelerden
İbadet objesi olarak
oluşmaktadır. İbadet objesi olarak görülüp tapınılan bu nesneler şunlardır:
görülüp tapınılan bu
1. Buda'nın heykelleri.
nesneler şunlardır:
2. Buda'nın ve diğer Budist azizlerin geriye bıraktıkları kutsal
Buda'nın heykelleri,
emanetler.
Buda'nın ve diğer Budist
3. Buda'nın altında aydınlandığı Bodhi ağacı.
azizlerin geriye
Buda'dan sonraki yüzyıllarda birçok Budist ülkesinde insanlar,
bıraktıkları kutsal
Buda'yı Tanrı olarak telakki etmeye ve onun heykellerine tapınmaya
emanetler, Buda'nın
başlamaları bir realitedir. Bu çerçevede, çeşitli şekillerdeki Buda tasvirleri
altında aydınlandığı
Budist mabetleri olan pagodalara ve evlere konmuştur. İnsanlar, günün
Bodhi ağacı.
değişik zamanlarında isteğe bağlı olarak bu heykeller önünde secde
etmek, mum, tütsü yakmak ve çiçek sunmak suretiyle ibadet
etmektedirler. İbadetin belli bir disiplini bulunmadığı için kişi kendi dilediği
biçimde ve sürede ibadetini gerçekleştirmektedir. İbadete başlayacak kişi
Buda heykelinin önünde diz çökerek ellerini yüzünün hizasında ve avuç
içleri yan yana gelecek şekilde birleştirmektedir. Bazı tazim durumlarında
ise alnını yere koymak suretiyle tam secde etme söz konusudur.
Manastırlarda da topluca tazimler yapılmaktadır. Bu, genellikle kutsal
metinler veya bunun için hazırlanmış özel pasajların okunması şeklinde
olmaktadır. Keşişler ise bu tapınma işlemini sabah ve akşam olmak üzere
her gün düzenli olarak yapmaktadır.
Budizm’de Buda ve diğer önemli şahsiyetlerin geride bıraktıkları
kutsal emanetlerine büyük önem verilmektedir. Buda ve diğer azizlerin
kalıntıları, stupa denilen höyüklerde korunmakta ve bunlara
tapınılmaktadır. Bu ibadette Budist, ibadetin objesi olan kutsal emaneti
sağına almak suretiyle etrafında üç defa dönmekte, ardından ona ihtiram
maksadıyla rükû ve secde etmektedir.
Budizm’de bir başka önemli ibadet objesi ise Buda'nın altında
aydınlandığına inanılan Bodhi ağacıdır. Buda'nın, taraftarlarına bu ağaca
ibadet etmeyi emrettiği söylenilmektedir. Sıradan halk bu ağacı Tanrının
bulunduğu bir yer ve hatta Tanrı olarak görmekte ve ona ibadet
etmektedir.
Budistler, Buda'yla ilgili objeler etrafında odaklanan bu ibadet ve
takdimeler dışında gerçek aydınlanama erişebilmek için yoga
uygulamasına başvurmaktadırlar. Farklı şekillerde uygulaması olan yoga,

8
Budizm Dinler Tarihi / 8

en çok bilinen haliyle kişinin önce bağdaş kurarak vücudunu dik tutması ve
ellerini avuç içlerinden karşılıklı birleştirmesi şeklinde yapılmaktadır. Yoga
yapan kişi öncelikle zihnini belli bir noktaya odaklandırarak derin bir
tefekkür dalmaya çalışır. Madde ile mana, akıl ile hisler arasında bir ahenk
oluşturmayı amaçlayan yoga, nirvanaya eriştiren bir teknik olarak
görülmektedir.
Budizm’de ibadet amacıyla yapılan bir başka uygulama ise Buda'yla
ilgili kutsal yerleri ziyaret etmektir. Budistlerin pek çok kutsal mekanı
olmakla birlikte, özellikle bunlardan dört tanesine büyük değer
verilmektedir. Bu kutsal mekânlar şunlardır:
1. Buda'nın doğum yeri olan Kapilavastu'daki Lumbini Koruluğu.
2. Buda'nın aydınlandığı Bihar'daki Bodhi Gaya.
3. Buda'nın ilk vaazını verdiği Benares'teki Sarnath Geyik Parkı.
4. Buda'nın ölüm yeri olan Uttar Pradeşt'teki Kushinara.
Budizm’e göre bu dört kutsal mekandan birine giderken bu yolda
ölen kişi kurtuluşa ererek ölüm ötesindeki saadet dolu hedefe, yani
nirvanaya erişecektir. Budistler dini amaçlı çeşitli bayramlar kutlamaktadır.
Bu bayramların en önemlisi ise Buda'nın aydınlanma bayramı olan
Vesak'tır. Bu bayram Buda'nın doğum, aydınlanma ve ölüm zamanı olarak
görülen Mayıs dolunayında kutlanmaktadır. Bu gün çeşitli şenliklerle
kutlanmakta, stupalarda çeşitli törenler icra edilmektedir.

9
Budizm Dinler Tarihi / 8

ÖZET
Budizm, Siddhartha Gotama tarafından M.Ö. VI. yüzyılda
Hindistan'da kurulmuş olan bir dindir. Buda ismi olan sonradan verilmiş bir
lakaptır.
Budizm, Hinduizm’in politeist anlayışına, din adamlarının din
üzerindeki otoritesine ve toplumsal hayattaki kast uygulamasına tepki
olarak doğmuştur. Bununla birlikte, başta karma-tenasüh anlayışı olmak
üzere, Hinduizm’in pek çok anlayışını bir takım değişikliklerle de olsa
devam ettirmiştir. Buda’ya göre hayat; acı ve ıstıraptan ibarettir, bunun
nedeni arzu ve ihtiraslardır. Bu arzulardan kurtulmanın tek çaresi
nirvanaya erişmektir. Bunun içinde takip edilmesi ve uygulanması gereken
bir takım kurallar vardır. Sekiz dilimli yola uymaksızın nirvanaya ulaşmak
mümkün değildir.
Bekâr keşişler topluluğu sangha adıyla dünyada ilk kez Buda
tarafından kurulmuştur. Buda'nın öğretilerini hakkıyla yaşamaya çalışan
bu keşişler topluluğu, Buda’dan sonra daha da organize olmak suretiyle
varlığını devam ettirmiştir. Bu nedenle sangha, Buda ve onun öğretisi
dhamma ile birlikte Budizm’in üç önemli cevherini oluşturmuştur.
Budistler, her duada bu üç cevheri anmaktadır.
Buda'nın vaaz ve öğretileri sangha tarafından, sözlü olarak
aktarılmış ve yorumlanmıştır. Bu sözlü gelenek üç-dört yüzyıl sonra
derlenerek yazıya geçirilmiş ve Budizm’in kutsal metni olan Tripitaka
(Hikmetin Üç Sepeti) M.Ö. I. yüzyılda günümüze kadar ulaşan son şeklini
almıştır. Bundan kısa bir süre sonra da mevcut Budist anlayışını, sadece
ferdin kurtuluşuyla ilgilenmekle suçlayan ve evrensel kurtuluşu savunan
Mahayana (büyük araba) Budizmi ortaya çıkmış ve zamanla kendi kutsal
metinlerini oluşturmuştur. Hinayanaya göre daha esnek, uzlaşmacı ve
evrensel bir tutum sergileyen Mahayana Budizmi, Kuzey Asya ve Uzakdoğu
ülkelerine yayılarak buralardaki yerli inanç ve düşüncelerden bir kısmını da
kendi bünyesine almıştır. Bunun sonucunda da her ülkenin kendine mahsus
bir Budizm anlayışı doğmuştur.
Günümüzde Budizm farklı inanç ve uygulamaları bünyesinde
barındıran, Uzakdoğu'nun birçok ülkesi yanında Amerika, Avrupa gibi Batı
ülkelerinde de yayılmış olan evrensel hüviyet kazanmış bir dindir.

10
Budizm Dinler Tarihi / 8

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Budizm’in mezhepleri hakkında bilgi verip aralarındaki farklılıkları


belirtiniz.
2. Budizm’in yayılışında Sangha’nın rolü ve önemi hakkında bilgi veriniz.
3. Budizm’in ibadet anlayışı nasıldır? Açıklayınız.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdurrahman Küçük, Günay Tümer, Mehmet Alparslan Küçük. (2009). Dinler


Tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Aydın, M. (2018). Dinler Tarihi Tarih, İnanç ve İbadet. İstanbul: Ensar Neşriyat.

Aydın, M. (2019). Dinler Tarihine Giriş. Konya: Literatürk Academia.

Baki Adam, Ahmet Güç, Ali İhsan Yitik, Ahmet Hikmet Eroğlu, Durmuş Arık, Bekir
Zakir Çoban, Mehmet Alıcı, Talip Ayar. (2016). Dinler Tarihi. Ankara:
Grafiker Yayınları.

el-Bîrûnî, E. R. (2015). Tahkîku Mâ Li'l-Hind. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Eliade, M. (2012). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Yitik, A. İ. (2014). Doğu Dinleri. İstanbul: İsam Yayınları.

11
İÇİNDEKİLER
• Zerdüştilik
• Zerdüşt'ün Hayatı ve Zerdüştiliğin Doğuşu
• Zerdüşt'ün Öğretileri
• Zerdüşt'e Göre Kıyamet ve Ahiret
DİNLER TARİHİ • Zerdüşt'ün öğrettiği temel ahlak İlkeleri

• Zerdüştiliğin Kutsal Kitapları


• Zerdüşt'ten Sonraki Gelişmeler
• Mitraizm

• Mecusilik
• Parsilik ve Günümüzdeki Durum

• Maniheizm

İRAN DİNLERİ: • Mani'nin Hayatı ve Öğretileri


• Maniheizm’de Dinî Teşkilat ve Ayinler

ZERDÜŞTİLİK VE • Türkler ve Maniheizm

• Özet
MANİHEİZM
• Değerlendirme Soruları

• Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
Prof. Dr. Kemal POLAT
• Zerdüşt'ün hayatını ve öğretilerini anlatabilecek,

• Zerdüşt'ten sonraki gelişmeleri ve


Zerdüştiliğin geçirdiği evreleri
açıklayabilecek,

• Parsiliği ve günümüzdeki durumunu


değerlendirebilecek,

• Maniheizm’in kurucusu Mani'nin hayatını ve


öğretilerini genel hatlarıyla özetleyebilecek,

• Maniheizmi’n dini teşkilat ve ayinlerini


anlatabilecek,

• Maniheizm’in dünyadaki etkilerini


belirtebileceksiniz.
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11

1. ZERDÜŞTİLİK
Zerdüştilik, eski İran bilgelerinden Zerdüşt'ün düşünceleri etrafında
oluşmuş bir dindir. Adını kurucusundan alan bu din, Batı'da,
Zerdüşt, tebliğ “Zoroastrianism” olarak isimlendirilmiştir.
faaliyetine başladığı Zerdüştilik, eski İran dinleri içerisinde tek Tanrı inancına yer
zaman Ahura Mazdah'a vermesiyle dikkati çekmektedir. Bu dine, Tanrı Ahura Mazdah'a nispetle
ibadet, feriştehlere 'Mazdeizm' de denilmektedir. İslam’ın yayıldığı dönemde İran’da hala
(meleklere) hürmet, kötü varlığını devam ettiren bir din olması hasebiyle Zerdüştilik, İslam kültürü
güçlere (şeytanlar gibi) açısından önemli bir dindir. Çünkü Zerdüştiliği bırakıp İslam’a geçen
lanet ve iyilikte yarış gibi İranlılar bu dine ait bazı unsurları da İslam kültürüne taşımışlardır. Ayrıca
konuları öğretisinin bu dinden İslam kültürüne geçmiş ve İslami bir görünüm kazanmış
temeli yapmıştır. unsurların ayıklanabilmesi ve bölücülük amacıyla bu dini canlandırmaya
çalışanların faaliyetlerinin tanınabilmesi için Zerdüştiliğin bilinmesinde
fayda vardır.
1.1. Zerdüşt'ün Hayatı ve Zerdüştiligin Doğuşu
Zerdüşt'ün hayatı ile ilgili bilgiler yetersizdir. Mevcut bilgiler
ise efsanelere ve tahminlere dayanmaktadır. Onun M.Ö. VI. yüzyılda
yaşadığı tahmin edilmektedir. Zerdüştîlerin inancına göre Zerdüşt,
İskender’den üç yüz sene evvel ortaya çıkmıştır. Genel görüşe göre
ise Zerdüşt, M.Ö. 628-551 tarihleri arasında yaşamıştır.
Bu verilen tarihlere rağmen Zerdüşt'ün gerçekten yaşayıp
yaşamadığı tartışılmıştır. Bazı araştırmacılar, Zerdüşt'ü hayali bir kişi olarak
kabul etmiş ve böyle bir kişinin yaşamadığını ileri sürmüşlerdir.
Zerdüştilerin inancına göre Zerdüşt, bir peygamberdir. Soyu, İran
Zerdüştilik, eski İran
mitolojisinde ilk insan kabul edilen Gayomart'a kadar dayanmaktadır.
dinleri içerisinde tek
Soylu ve mütevazı bir aileden gelen Zerdüşt, İran’ın batısında,
Tanrı inancına yer
Azerbaycan'da doğmuştur. Otuz yaşındayken ona peygamberlik vazifesi
vermesiyle dikkati
verilmiştir. Peygamber olarak görevlendirilen Zerdüşt, taraftarlarından bir
çekmektedir. Bu dine,
kısmını yanına alarak Aivitak suyu kenarında halvete çekilmiştir. Halvete
Tanrı Ahura Mazdah'a
çekildiğinin 45. günü, Ürdi Behişt ayında, bir gece sabaha karşı “miraca”
nispetle 'Mazdeizm' de
çıkmış ve ruhani yükselmenin zirvesine ermiştir. Ona, Vohumenah
denilmektedir.
(Behmen) denilen melek her şeyden el etek çekmesini tembih etmiş ve
onu cennete götürmüştür. Orada ona, feriştehler (melekler) saygı
göstermişlerdir. Zerdüşt, sonra Tanrı Ahura Mazdah'ın huzuruna çıkmış ve
“Hayır Dini’nin hükümlerini öğrenmiştir. Ahura Mazdah, Zerdüşt'e
yıldızların ve gezegenlerin hareketinden haber vermiş, cennet ve
cehennemi ona göstermiştir. Ahura Mazdah, ayrıca ona her şeyin ilmini
öğretmiştir. Feriştehler, sonra Zerdüşt'ün göğsünü yarmışlar, içindekileri
çıkarıp temizledikten sonra tekrar yerine koymuşlardır. Bunların sonunda
Zerdüşt, halkı “Hayır Dini”ne davet etmek, Tanrı’dan aldığı vahiyle gerçeği
yaymak ve öğretmekle görevlendirilmiştir.
Zerdüşt, “Mirac yolculuğu”ndan sonra maddî âleme dönmüştür.
Maddî âleme döndüğünde elinde, “miraç”da kendisine verilen kutsal kitap
Avesta da vardı. Zerdüşt, iki sene getirdiği yeni dini tebliğ ile uğraşmış,
fakat fazla başarılı olamamıştır.

1
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11

1.2. Zerdüşt'ün Öğretileri


Zerdüşt, tebliğ faaliyetine başladığı zaman, Ahura Mazdah'a ibadet,
feriştehlere (meleklere) hürmet, kötü güçlere (şeytanlar gibi) lanet ve
iyilikte yarış gibi konuları öğretisinin temeli yapmıştır.
Zerdüşt'ün öğretileri ve temel görüşleri, Zerdüştilerin kutsal kitabı
Avesta vasıtasıyla günümüze kadar gelmiştir. Avesta'nın ilk büyük bölümü
Zerdüştilikte Ahlakı Gathalar, Zedüşt’e atfedilmiştir. Gathalar'ın temel konusu Tanrı’dır.
emirler; iyi düşünce, iyi Burada Tanrı, Ahura Mazdah olarak isimlendirilmiştir. Ahura Mazdah,
söz, iyi iş şeklinde yetkin, güçlü, ezeli ve ebedi, her şeyi gören, her şeyi bilen bir iyilik
özetlenmektedir. Tanrısıdır. Bütün yaratıklar onun eseridir. O, insanlara yardım edendir ve
onlar hakkında hüküm verendir. Ahura Mazdah, insan hayatının her
anında mevcuttur. Ayı yükselten ve batıran, güneşin ve yıldızların yolunu
çizen, rüzgâra hız veren, gök kubbeyi ışıkla dolduran odur. Bitkileri,
hayvanları, suları, her şeyi o yaratmıştır. Baba ile oğul arasındaki sevgi
ondan gelmektedir. Zerdüşt, bu özellikleri dolayısıyla, Tanrı Ahura
Mazdah’ı “ışık”la sembolleştirmiştir.
Zerdüşt'ün öğretilerine göre ruh ölümsüzdür. Duaların amacı; iyilik
ve kötülükten tamamen kurtulduktan sonra, “Yüce Mutluluk
Hükümranlığı”nı paylaşmaktır. Zerdüşt’ü en çok ilgilendiren konu, insanın
hayatı boyunca çektiği acılardır. İnsan, bu acılardan kurtulmak için
kötülükle sonuna kadar savaşmalıdır. Avesta'nın bir bölümü olan
Gathalarda kötülük ve düşman, Angra Menyu terimi ile ifade edilmiştir.
Angra Menyu, İslam kültüründe “Ehrimen” adıyla bilinmektedir. Özü iyilik
olan Ahura Mazdah ile özü kötülük olan Angra Menyu’nun aynı anda
faaliyet göstermesinin Zerdüştilikte bir dualizme yol açıp açmadığı
tartışılmıştır. Ortodoks Zerdüştiler, dualizm fikrini kesinlikle
reddetmişlerdir.
1.3. Zerdüşt'e Göre Kıyamet ve Ahiret
Zerdüşt'ün, ölümden sonra hesaba çekilme ile ilgili fikirleri de vardır.
Zerdüşt'e göre ahiret hayatı, ölümle başlar. Ölen kişinin ruhu, üç gün
cesedin yanında kalıp dünyada işlediği amellerini seyreder. Dördüncü
günün sabahı cesedi terk eder. Ruh, dünya ile ahireti birleştiren Çinvat
Köprüsü'nün (Ayrılık Köprüsü) önüne varır. Orada Mithra, Saraoşa
(Sraosha) ve Raşnu (Rash¬nu) isimli üç melek tarafından sorguya çekilir.
Ruhun amelleri terazide tartılır. Sonra ruh, Çinvat Köprüsü’ne gelir. Ruh
kâfir ise, köprünün ortası bir kılıcın ağzı gibi incelir ve kâfir ruh köprünün
altındaki cehenneme düşer. Mümin ruh geçerken köprünün bu kısmı
genişler ve mümin, ebedi ışık cennetine ulaşır.
Bu bireysel ahiret hayatının yanında, bir de toplu ahiret hayatı söz
konusudur. Buna göre, dünyanın belirlenen ömrü dolunca, Mehdi Saoşyant
gelir ve bin yıllık bir çalışmadan sonra kötülüğü yener ve Tanrı Ahura
Mazdah’ı hâkim kılar. Bundan sonra haşir başlar, ölüler dirilir ve
bedenleşerek hesabın görüleceği meydanda toplanırlar. Orada hesapları
görüldükten sonra, iyiler cennete, kötüler cehenneme giderler. Cehenneme
gidenler bir müddet orada eziyet görür, cennettekiler de onları

2
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11
seyrederler. Sonra, herkesi içine alan bir erimiş metal tufanı olur. Bu tufan
iyilere dokunmaz, kötülerdeki kötülükleri ise ateşiyle yakarak temizler. En
sonunda bütün insanlar Ahura Mazdah'ın cennetine girerler. Orada Ahura
Mazdah ile birlikte yaşarlar. Burada insanlar çalışmak zahmetine
katlanmazlar. Burada yaşlanmak da yoktur. Herkes daima kırk yaşında gibi
görünür.
Zerdüşt'ün fikirlerini yorumlayan ZerdüştiIere göre, üçer bin yıldan
oluşan dört devrenin sonuncusunda, yani dördüncü üç bin yıllık devrede
kıyamet süreci başlar. Fakat dünyanın tamamen helaki, toplu haşirden
sonra gerçekleşir. Ayın zirvesinden, Gochir denilen kozmik yılan dünyanın
üzerine düşer. Dünya, derisi bir kurt tarafından parçalanmış bir koyun gibi
acı çeker. Bundan sonra yeryüzünde nehir gibi akan erimiş bir metal tufanı
olur. Bu tufan, iyilere zarar vermez. Onlara, ılık süt gibi gelir. Kötüleri
ateşiyle temizler. Kozmik yılan Gochir erimiş metalde yandıktan sonra,
yeryüzünü kaplamış olan metal tufanı cehenneme akar.
1.4. Zerdüşt'ün öğrettiği temel ahlak ilkeleri
Zerdüşt'e göre günah, insanı kötü güçlerin esiri kılmaktadır. Bundan
İyilik Tanrısı Ahura
dolayı Zerdüştilikte, doğru yaşama, ahlaki emirlere uyma esas alınmıştır.
Mazdah ile kötü güç
Ahlakı emirler; iyi düşünce, iyi söz, iyi iş şeklinde özetlenmektedir.
Angra Menyu (Ehrimen)
Hayvanlara eziyet etmek ve zina yasaktır. Bazı cinsî konular ve ölü
arasındaki dualistik ilişki,
bedenine temas, kirlenmeye yol açar. Zerdüşt, “temiz olun” emrini vermiş,
Zerdüştilikte birtakım
insanların temiz, doğru ve dürüst olmalarını istemiştir.
problemler doğurmuştur.
Zerdüştilikte kurban takdimi var mıdır? meselesine gelince Zerdüşt
Bu problemler,
Ehrimen'e ve yandaşı kötü güçlere (daeva) kurban adanmasını
Zerdüştiliğin Mitraizm,
yasaklamıştır. Bu yasağın sebeplerinden biri olarak, kurban törenlerinde
Zurvanizm ve Mazdeizm
kutsal bitki Haoma’dan hazırlanan içkilerin içilmesinin yol açtığı taşkınlıklar
gibi kollara ayrılmasına
gösterilmektedir. Bazı araştırmacılara göre Zerdüşt, hayvan kurban etme
yol açmıştır.
törenini tamamen kaldırmamış, sadece bu törenlerin bir parçası olan içkili
şenlikleri yasaklamıştır. Kutsal metinlerde bu görüşü destekleyen bilgiler
bulunmaktadır. Zerdüştiliğin kutsal metinlerinden Yesna'da Zerdüşt, Ahura
Mazdah'dan, sarhoş eden içkiyi ortadan kaldırmasını istemektedir.
1.5. Zerdüştiliğin Kutsal Kitapları
Zerdüştiliğin kutsal metinlerine, genel olarak Avesta denmektedir.
Eski Avesta’nın dörtte üçünün kaybolduğu kabul edilmektedir. Muhafaza
edilmiş olanları arasında Zerdüşt’e atfedilen Gathalar vardır. Gathalardan
da ancak uzmanlar istifade edebilmektedir. Mevcut kitap, M.S. III-IX.
yüzyıllar arasında Pehlevice’de yazılmıştır. Gathalar; Zerdüşt'ün
öğretilerini, Ahura Mazdah’ın emirlerini, kıyamet ve ahiretle ilgili bilgileri
ihtiva etmektedir. Gathalardaki ilahilerin her mısraında, ölümden sonra
insanı nelerin beklediğinden söz edilmektedir. Bu dünya hayatı, ölümden
sonraki hayatla ilişkilendirilmektedir. Ölümden sonraki hayatta, Tanrı’nın
iyileri ödüllendireceği, kötüleri cezalandıracağı işlenmektedir.
1.6. Zerdüşt'ten Sonraki Gelişmeler
Zerdüşt'ün ortaya koyduğu din, onun ölümünden sonra (bugün
Afganistan’ı oluşturan topraklarda) Medler ile Persler arasında yayılmıştır.

3
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11
Bu dönemde, eski dinlere ait bazı unsurlar da canlanmış, eski tanrılar ve
tanrıçalar yeniden tapınma konusu haline gelmiştir. Ayrıca, iyilik Tanrısı
Ahura Mazdah ile kötü güç Angra Menyu (Ehrimen) arasındaki dualistik
ilişki, Zerdüştilikte birtakım problemler doğurmuştur. Bu problemler,
Zerdüştiliğin Mitraizm, Zurvanizm ve Mazdeizm gibi kollara ayrılmasına yol
açmıştır.
1.6.1. Mitraizm
Mitraizm'de, Zerdüştilikteki iyilik tanrısı Ahura Mazdah’ın yerine
Güneş Tanrısı Mitra konmuştur. Mitra'ya inananlar haftanın yedinci günü
Pazar'ı kutsal gün saymışlar, ayinde ekmek ve şarap kullanma âdetini
getirmişlerdir. Mitraizm, Hristiyanlık öncesinde yakın doğudan Roma
imparatorluğu içlerine kadar yayılmış, daha sonra Hristiyanlığa rakip
olmuştur. Hristiyanlık karşısında tutunamayan Mitraizm, kısa sürede yok
olmuş, fakat Hristiyanlığı da etkilemiştir. Mitraizm ile Hristiyanlığın ayin ve
inançları arasında birçok ortak nokta bulunmaktadır.
1.6.2. Mecusilik
Sasani hanedanı döneminde (M.S. 224-651) Zerdüştilik, İran’ın
resmî dini olmuştur. Zerdüştilikte ruhban sınıfı, önemli bir siyasi güç hâline
İran’ın Müslümanlar gelmiş, Hristiyanlık, Maniheizm ve Budizm gibi dinlere baskı yapmaya
tarafından fethinden başlamıştır. Avesta, bu dönemde derlenmiş, Pehlevi diline çevrilmiş ve
sonra buradaki yorumları yapılmıştır. Bunun yanında Zerdüştilik, Zerdüşt öncesi inançların
Zerdüştilerin ve etkisiyle, yeni şekiller kazanmış ve Mecusilik hâline gelmiştir.
Mecusilerin bir kısmı Mecusilik, diğer adıyla Zurvanizm, ZerdüştiIiğin Mitraizm’den
Müslüman olmuş, sonraki ikinci halkasını oluşturmaktadır. ZerdüştiIiğin Mecusilik şeklini
diğerleri ise Hindistan'a alması şu şekilde olmuştur: Zerdüşt'ten sonra rahipler, Zerdüşt'ün “'ışık”
kaçmıştır. Hindistan'ın kavramını ateşle sembolleştirmişlerdir. Bu ateş, zamanla Tanrı'nın yerini
Bombay bölgesine almıştır. Sasaniler devrinde, millî birliğin sembolü olarak hükümdarın
yerleşen Zerdüştîlere sarayında daima ateş yanmaya başlamıştır. Mecusilik başlangıçta, dinî bir
burada İranlı anlamında grup değil bir kabileye bağlılıktı. Tahran yakınlarındaki Ragha kentinde
Parsi, dinî inançlarına da yaşayan bir kabile, Zerdüşt'ün dinini kabul etmişti. Bu kabile, önceden
Parsilik denmiştir. zaman tanrısı Zurvan'a inanmaktaydı. Onlar, büyücülük ve astrolojide
uzmandı. Bunların rahiplerine Mobed deniyordu. Mobedlere,
büyücülükteki uzmanlıkları dolayısıyla Mecusi de denmekteydi.
Müslümanların İranlıları “ateşe tapıcılar” şeklinde nitelendirdikleri
tarihlerde ateş kültü, İran’ın dinî yapısının en göze çarpan özelliğini teşkil
etmekteydi. Mecusilikte kutsal bir yere sahip olan ateşi kirletmemek için
özel gayret gösterilirdi. Maşa ve kürekle ateşi besleyen rahipler, ateşi
kirletmemek için ellerine eldiven giyer, ağızlarını örterlerdi. Kutsal hücrede
yanan ateşten evlere götürülen ateş, bir daha söndürülmezdi.
İslam’ın İran’a girmesinden sonra Mecusiler Hindistan'a göç
etmişlerdir. İranlı Şii bilim adamı Ali Şeriati’nin ifadesine göre, Müslüman
olup İran’da kalanlar da, eski inançlarından ve kültürlerinden bazı
özellikleri İslam’a taşımışlardır. Mobed rahip sınıfı değişik bir yapıya
kavuşmuş ve İran’da mollalarla varlığını sürdürmüştür.
1.6.3. Parsilik ve Günümüzdeki Durum

4
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11
İran’ın Müslümanlar tarafından fethinden sonra buradaki
Zerdüştîlerin ve Mecusîlerin bir kısmı Müslüman olmuş, diğerleri ise
Hindistan'a kaçmıştır. Hindistan'ın Bombay bölgesine yerleşen Zerdüştîlere
burada İranlı anlamında Parsî, dinî inançlarına da Parsilik denmiştir.
Parsilik ile Hinduların eski Veda dinleri arasında benzerlikler vardır. Buna
rağmen, Parsiler, daima kapalı ve tutucu bir toplum hayatı sürdürerek,
dinlerini ve düşüncelerini Hinduizm'in etkisinden uzak tutmuşlardır.
Parsiler, modern Hindistan'ın gelişiminde ve ekonomisinde büyük rol
oynamışlardır. Günümüzde de Hindistan’da ticari hayat onların elindedir.
Parsilik, tek tanrıcı karakterlidir. Parsilikte, ateş sembol kabul edilir
ve ayin onun etrafında yapılır. Tapınaklara Parsı olmayanlar alınmaz.
Günde, beş defa, ateşin temizliğini korumak için temizleme ayinleri yapılır.
Rahiplerin nezaretinde yapılan ayinlerde, Avesta'dan ilahiler, parçalar
okunur. Bu dinde ayrıca sunu ve kurbanlara da önem verilir. Ölüler,
yerleşim yerlerinden uzakta kurulan “dakhma” denilen ölü kulelerine
(sessizlik kuleleri) bırakılır. Böylece toprağın kirletilmediğine inanılır.
Parsilikte, ahlakı prensipler üç maddede özetlenir. Bunlar; iyi söz, iyi iş, iyi
düşüncedir. Caynistler gibi Parsîler de, kast sistemine ait bir özellik olan
cemaat dışından evlenmeme gibi bazı hususları benimsemişlerdir.
1.7. Maniheizm
İran’da ortaya çıkan ve bir dönem dünyada hızlı yayılan diğer önemli
bir din Maniheizm’dir. Maniheizm, M.S. III. yüzyılda İranlı Mani tarafından
kurulmuş bir dindir. Bu dinin, o güne dek bilinen tüm dinî sistemlerin bir
sentezi olduğu ileri sürülmüştür. Maniheizm aslında, Zerdüşt dualizmi,
Babil folkloru, Budist ahlak ilkeleri ve Hristiyan unsurların bir karışımından
oluşmaktadır. Bu bileşimde önde gelen anlayış iki ezelî ilkenin, yani iyi ve
kötünün çatışmasıdır. Bu bakımdan dinler tarihi araştırmacıları,
Maniheizmi bir tür dinsel düalizm (ikicilik) olarak sınıflandırmışlardır. Asıl
gelişimini doğduğu topraklar olan Mezopotamya, Babil ve İran’da
gerçekleştiren ve etkisini X. yüzyıldan sonralara kadar sürdürdüğü
Türkistan, Kuzey Hindistan, Batı Çin ve Tibet'e kadar yayılmayı başaran
Manihaizm, Batı'da Kuzey Afrika, İspanya, Fransa, Kuzey İtalya ve
Balkanlar’da bin yıl süreyle varlığını devam ettirmiştir.
Maniheizm, İslam’ın yayıldığı bölgelerde iz bırakmış ve bu nedenle
İslam kültürünü de etkilemiştir. Tarihte, Müslümanlar arasında Maniheist
fikirlerden etkilenenler olmuştur. Ehl-i Sünnet olan Müslümanlar
tarafından bu kimseler sapık olarak nitelendirilmişlerdi. Bu bakımdan,
İslam kültüründeki “zındık”·kavramının doğmasında Maniheistlerin rolü
bulunmaktadır.
1.7.1. Mani’nin Hayatı ve Ögretileri
Mani, özel bir isim değil, bir saygı ifadesi ya da bir unvandır. Mani
sözcüğünün Aramice kökeni olan “Mana”, ışık anlamına gelmektedir.
Mandean (Sabiilik) inancında bir cin olan “Mana Rabba” ise “Işık Kralı”
demektir. Bu bakımdan Mani sözcüğünün tam anlamının “aydınlatan”
olduğu kabul edilmiştir. Mani'nin gerçek adının bilinmemesine karşın,

5
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11
babası ve ailesi hakkında kesin bilgiler mevcuttur. Babasının adı Fatak
Babak idi ve eski Med başkenti olan Ecbatana (Hamadan) kökenli bir
aileden geliyordu. Karısı, yani Mani'nin annesi ise soylu Arsaki hanedanı ile
akraba olan Marmarjam’dı.

Mani'nin içinde
büyüdüğü bu tarikat
hakkında pek ayrıntılı
bilgi mevcut değildir.
Ancak bir tür su ile Şekil 1.1. Mani
arınma yani “vaftiz” Mani, 14 Nisan 216 tarihinde Babil'e bağlı Mardinu kentinde
uygulamasına sadık dünyaya geldi. Babası Fâtâk, güçlü dinî eğilimlere sahip bir kişi idi. Bir süre
oldukları bilinmektedir. sonra Ecbatana'yı terk ederek güney Babil'de bulunan “'Menakkede”
Tarikat üyeleri, (Arapça Mugtasıla) adlı bir Mandean tarikatına katıldı ve oğlunu bu
günahlarından arınmak inançlara göre yetiştirdi.
için her gün abdest Mani'nin içinde büyüdüğü bu tarikat hakkında pek ayrıntılı bilgi
alıyorlar ve yiyeceklerini mevcut değildir. Ancak bir tür su ile arınma yani “vaftiz” uygulamasına
de su ile temizliyorlardı. sadık oldukları bilinmektedir. Tarikat üyeleri, günahlarından arınmak için
her gün abdest alıyorlar ve yiyeceklerini de su ile temizliyorlardı. Ayrıca, et
yemiyorlar ve şarap içmiyorlardı. Her üye, kendine ayrılmış bulunan
tarlada çalışmak zorundaydı. Tarikatın yerleşik ve tarımsal görünümü, bir
Yahudi tarikatı olan Essenileri andırıyordu. Bu benzeşimi güçlendiren diğer
bir unsur da kendi dinî inançlarını tıpkı Esseniler gibi “Yasa” olarak
adlandırmalarıdır. Diğer önemli bir unsur da bu tarikatın, bir Yahudi
uygulaması olan 'Şabat' gününün kutsallığına riayet etmesidir.
Mani öğretisini ilk defa, Gundeşapur kentinde, I. Şahpur'un tahta
geçme törenleri için ülkenin her yanından gelmiş bulunan kalabalığa ilan
etti. Fakat burada uzun süre tutunamadı.
Mani, uzun yıllar süresince çeşitli ülkeleri gezerek öğretisini yaydı;
Türkistan ve Kuzey Hindistan’da Maniheist topluluklar oluşturdu. Nihayet
İran’a geri döndüğünde, I. Şahpur'un kardeşi Perviz'i kendi inancına
çekmeyi başardı. Mani, en önemli yapıtlarından biri olan ‘Şahpurikan’ı
Perviz’e ithaf etti. Perviz, Mani'nin Şahın huzuruna kabul edilmesini sağladı
ve böylece Mani, I. Şahpur’a dinî mesajını aktarma fırsatını buldu.
Ancak, bir süre sonra Mani tekrar bir kaçak olarak yollara düştü.
Farklı yörelerde kendi inancını yayma çabasını sürdürdü. Bu geziler
sırasında, öğretisini yayan ve güçlendiren uzun mektuplar kaleme aldı. Bu
dönemin sonunda yakalanarak hapse atıldı ve ancak 274 yılında I.
Şahpur'un ölümü üzerine özgürlüğe kavuşabildi.
I. Şahpur'un yerine geçen oğlu I. Hürmüz, Mani'ye destek oldu.
Fakat, I. Hürmüz'ün saltanatı yalnızca bir yıl sürebildi. 274 yılında

6
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11
Şahpur'un diğer oğlu Behram tahtı ele geçirdi. Bu saltanat değişimi
Mani'nin sonunu hazırladı, zira Mazdeizm'e (Zerdüştilik) bağlı olan yeni
Maniheistler iki sınıfa Şah, her türlü yabancı inancın koyu bir düşmanıydı. Yeni Şah I. Behram,
ayrılmışlardır: Sırra Mani'yi çarmıha gerdirdi. Mani’nin, taraftarlarını yıldırmak amacıyla derisi
ulaşmış olanlar ile yüzüldü, içine saman doldurularak kent kapısına asıldı. Mani’nin ölüm
sıradan inananlar ya da tarihi 276-277 yılları olarak tahmin edilmektedir.
Mani'nin adlandırdığı Kendisini kurtarıcı bir peygamber olarak tanıtan Mani, insanlığın
gibi “Seçkinler” ile kurtuluşunun en önemli aşamalarını tarihsel bir akış içinde sıralarken
“Dinleyenler”. kendi öncüleri arasında Enoch'u (idris), Nuh'un oğlu Sam'ı, Buda'yı,
Zerdüşt'ü ve İsa’yı saymıştır. Mani, kendi yazılarında, İsa’nın yaşamının
belli başlı olaylarını özetlemiş; Havarilerin çabalarını, Pavlus'un
misyonunu, Hristiyan Kilisesinin yaşadığı krizi ve dünyayı düzeltmek için
uğraş vermiş olan Marsiyon ve Bardanes gibi gnostikleri anlatmıştır.
Sonunda, İsa’nın müjdelemiş olduğu “Paracletos”un, yani bizzat Mani’nin
döneminin geldiğini ilan etmiştir.
“Paracletos” sözcüğü, Kutsal Ruh’a verilen bir isim olarak Yuhanna
İncili’nde geçmektedir. “Paracletos”un din dışı anlamı “şefaat eden, aracı,
arabulucu” biçimindedir. Özellikle, İsa’nın veda konuşmalarında “Avutucu,
Gerçek Ruh ve Kutsal Ruh” adı altında sıkça yer almaktadır (Yuhanna,
14:16,26; 15:26; 16:7).
Maniheizmde gerçek sır, evrensel düalizmdir. Maniheist inanca göre
bu sır, Mani'nin ruhsal ikizi olan Parakletos tarafından Mani'ye aktarılmış
ve Mani de bu sırrı öğretmekle görevlendirilmiştir. Mani, on iki
yaşındayken ilk kez miraca çıktığını ve ilk ilahi açıklamaları aldığını ileri
sürmektedir.
Mani'ye göre Zerdüşt, Buda ve hatta İsa’nın başarılı olamamalarının
nedeni, kendi öğretilerini yazıya geçirmemiş olmalarından
kaynaklanmaktadır. Bu düşünce ile Mani, herkesçe anlaşılabilen basit bir
dil kullanarak kendi öğretisini yazıya dökmüştür. Maniheist metinlerin
halktan gördüğü yoğun ilgi, Maniheizm karşısında olanların ve özellikle
Hristiyan Kilisesi'nin neden bu metinleri yok etmeye çalıştıklarını
açıklamaktadır. 279 yılında, Roma imparatoru Diocletian, İskenderiye
kentinde tüm Maniheist metinlerin yakılmasını emretmiştir. Buna benzer
yok etme çabaları yüz yıllarca sürdürülmüştür. Hâlbuki İsa’dan sonra III.
yüzyılda İran’da doğan Maniheizm inancı, henüz ilk yüz yılını
tamamlamadan Doğu ve Batı'ya yayılmayı başarmıştı ve doğal olarak
karşısındaki en büyük rakip Hristiyanlıktı. Maniheizm ile Hristiyanlık
arasında uzun ve sert bir mücadele cereyan etti. Hristiyanlık bu kez
karşısında, Hristiyan Kilisesi modeline uygun olarak örgütlenen ciddi bir
hasım bulmuştu. Her geçen gün, Maniheizm karşıtı Kilise kuralları, devlet
buyrukları ve dualist öğretileri kötüleyen yapıtlar çoğalıyordu. Hristiyan
Kilisesi, Maniheizm karşısında geçirdiği korkuyu bir daha unutamamış; yüz
yıllar boyunca karşılaştığı her dualist hareketi Maniciliğin bir devamı ya da
hortlaması olarak kabul etmiştir. Bu suçlamadan Luther ve Calvin de
nasibini almıştır.

7
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11
Batı'daki Reformasyon hareketinden sonra, her ne kadar Kilise’nin
dogmatik tutumunda önemli bir değişim olmadıysa da Maniheizmin
araştırılması ve daha iyi anlaşılması çabaları başlamıştır. Sonuçta Mani
dininin, Mezopotamya-İran dualizmi üzerine temellenen ve evrensel bir
Maniheistlerde dua, din niteliğine ulaşabilmek amacıyla Budizm ve Hristiyanlıktan alıntılar
öğle, akşamüstü, gün yapan bir “sinkretist” (bağdaştırmacı) inanç olarak Doğu'ya ve Batı'ya
batımında ve güneş doğru genişlediği belirlenmiştir.
battıktan üç saat sonra Mani, öğretisini ezeli ve birbirine karşıt iki ilke üzerine kurmuştur.
olmak üzere günde dört Bu iki ilke, Işık ve Karanlık veya iyilik ve Kötülüktür. Buna göre yaşadığımız
kez zorunluydu. dünya, bu iki ilkenin birbirleriyle ilişkisinden meydana gelmiştir. insanın
ruhu iyiliği, cesedi ise kötülüğü temsil etmektedir. Dinin amacı, insanı
kötülüklerden korumak ve kurtarmaktır. Bu bakımdan Mani'nin öğretileri,
İsa’nın gelişini müjdelediği “'Parakletos”' tarafından sırları açıklanan
gnostik nitelik taşımaktadır. Mani bu gnostik fikirleri, ilk dönem
Hristiyanlığının önemli isimlerinden gnostik Marsiyon'dan almıştır.
1.7.2. Maniheizm’de Dinî Teşkilat ve Ayinler
Maniheizmin örgütlenmesinde Marsiyon'un Kilisesi örnek alınmıştır.
Buna göre Maniheistler iki sınıfa ayrılmışlardır: Sırra ulaşmış olanlar ile
sıradan inananlar ya da Mani'nin adlandırdığı gibi “Seçkinler” ile
“Dinleyenler”. Maniheizmde kadınlar da seçkinlerin arasına kabul
edilmiştir. Bir tür ruhban sınıfı olan seçkinler, çok zorlu hazırlık
dönemlerinden ve çetin giriş törenlerinden geçirilirlerdi. “Teselli” adı
verilen giriş törenine çok önem verilirdi. Bu aşamadan sonra seçkinler,
“Tanrısal Işık” ile dolarlar ve artık bu ışığı dünyevi şeylerle kirletecek
davranışlardan kaçınırlardı. Onlar, evlenmezler, mal mülk sahibi olmazlar,
et yemez ve şarap içmezlerdi. Tarım işlerinde çalışmazlar, hatta ekmeği
bile doğramazlardı. Günlük yiyecekleri ve basit giysileri ile gezgin bir yaşam
sürerlerdi.
Seçkinlerin ilkeleri, Budist keşişlerin disiplinine şaşırtıcı ölçüde
yakındı. Arada bulunan tek fark, Maniheist seçkinlere yerleşik yaşamın
yasak olmasıydı. Seçkinlerin yaşamı oldukça zordu. Yaşamları üç mühürle
bağlıydı: Ağız, el ve gönül mühürleri. İlk mühür, tüm kötü yiyecekleri ve
kötü sözleri yasaklardı. İkinci mühür, canlı varlıkların içinde saklı bulunan
ışığa verilebilecek her türlü zararı engellemek içindi. Bu nedenle; adam
öldürmek, hayvan öldürmek, hatta meyve koparmak bile yasaktı. Üçüncü
mühür, Maniheizm inancına ve temizliğine karşı çıkan her türlü düşünceyi
yasaklamaktaydı.
Maniheizme bağlı olanların büyük çoğunluğu “Dinleyiciler” den
oluşmaktaydı. Bunlar yalnızca Mani'nin “'On Emri” ile sorumlu
sayılıyorlardı. Bu on emir, sırasıyla, puta tapmayı, namussuzluğu, cimriliği,
her türlü öldürme eylemini, zina yapmayı, hırsızlığı, yalancılığı,
büyücülüğü, ikiyüzlülüğü ve Maniciliğe ihaneti yasaklıyordu. Sıradan
inananların ilk görevi, seçkinlere titizlikle saygı göstermekti. Dinleyiciler,
sık sık seçkinlerin önünde diz çökerek kutsanma talep ederler, buna

8
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11
karşılık sebze ve meyve verirlerdi. Herkes için geçerli olan diğer dinsel
görevler ise, dua ve oruçtu.
Maniheistlerde dua, öğle, akşamüstü, gün batımında ve güneş
battıktan üç saat sonra olmak üzere günde dört kez zorunluydu. Gündüz
Maniheistlerde dua;
duaları güneşe dönerek yapılır, geceleri ise aya bakarak dua edilirdi.
öğle, akşamüstü, gün
Güneşin ve ayın görünmediği günlerde dua yönü kuzeydi. Dua etmeden
batımında ve güneş
önce uygulanması kesin koşul olan bir arınma ayini vardı. Arınma işlemi su
battıktan üç saat sonra
ile ya da su bulunmazsa toprak ile yapılırdı. Oruç zamanlaması da tıpkı dua
olmak üzere günde dört
gibi doğrudan astronomik olaylara bağlıydı. Haftanın ilk günü, güneşe
kez zorunluydu.
hürmeten herkes oruç tutardı. Seçkinler, haftanın ikinci günü de ay
hürmetine oruç tutmakla sorumluydular. Ayrıca her yeni ayda, herkes ilk
gün oruç tutardı.
1.7.3. Türkler ve Maniheizm
Hem Roma İmparatorluğu’nun, hem de İran’da Sasaniler'in
baskısına karşın Maniheizm, hızla yayılmıştır. İran’ın doğusunda bulunan
ülkelerde çok başarılı olan Maniheizmin yayılması konusunda X. yüzyılın
başlarında, Arap tarihçi EI-Biruni, “Doğu Türklerinin büyük çoğunluğu, Çin
ve Tibet'te yaşayanlar ve Hindistan'ın bir bölümü Mani dinine bağlıdırlar.”'
diye yazmıştı. Son zamanlarda Turfan kazılarında ortaya çıkarılan
Maniheist resim ve edebiyat bulguları bu açıklamayı doğrulamıştır.
Mani'nin ölümünden bir yüz yıl sonra Maniheizm, Malabar kıyılarına kadar
ulaşmıştır. Kara Balgasun'da bulunan ve bir zamanlar Nasturilere ait
olduğu zannedilen Çince yazıtların, aslında Maniheistlere ait olduğu kesin
olarak belirlenmiştir.
Maniheizm, 762 yılında Uygur Türklerinde devlet dini olarak kabul
edilmiş ve böylelikle Çin’e doğru genişleme olanağına da kavuşmuştur. Bu
din, IX. yüzyılda Uygur devletinin yok olmasından sonra da Cengiz Han
dönemine kadar bölgelerdeki varlığını sürdürmüştür. Çin içinde ise, güney
kıyılarına kadar inerek, buralarda varlığını gizli bir din olarak devam
ettirmeyi başarmıştır. Maniheizm, İran ve Babil'de hiçbir zaman egemen
din düzeyine yükselememiş; ancak Emevilerin yönetimi altında geniş bir
hoşgörü ve refaha kavuşmuştur. Maniheistler, bazı Emevi halifelerinden
müsamaha görmüşlerdir. Ancak, Abbasiler döneminde Maniheistler
“zındık” olarak değerlendirilip baskı görmüşler, çeşitli suçlamalar
nedeniyle cezalandırılmışlardır.
Batı'da Maniheizmin esas yurdu Kuzey Afrika'ydı, Mani'den sonra
gelen ve ikinci Parakletos olarak adlandırılan Adimantus da Afrika'da etkin
olmuştu.
Maniheizmin Batı'daki merkezlerinden biri de Roma kentiydi. 311-
314 yılları arasında Papalık yapan Miltiades, Roma’daki Maniheistlerden
söz etmektedir. Fakat daha sonra Hristiyanlık karşısında tutunamayan
Maniheizm, VI. yüzyıldan sonra Batı’da neredeyse tümüyle yok olmuştur.
Maniheizmin kısa sürede bütün dünyada yayılıp sonra tamamen yok
olması, onun, kabul edildiği ülke ve topluluklarda hiçbir temel politik ve
sosyal değişim yaratmayı öngörmemiş olmasından kaynaklanmıştır.

9
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11
Toplumsal kuralları hiçe sayan, taraftarlarına başıboş dolaşıp çalışmayı
reddetmelerini ve sadaka ile geçinmelerini buyuran, hayvanların
öldürülmesine bile karşı çıkan bir inanç yöneticiler tarafından da hoş
karşılanmamıştı. Bu sert ve savaşçı çağlarda, uygarlıklarını barbar
saldırılarına karşı koruma endişesindeki yöneticilerin, bu kadar edilgen bir
inancı onaylamaları mümkün değildi. Maniheizmin örgütsel yapıları da,
ağır baskılar karşısında varlığını sürdüremeyecek kadar dayanıksızdı.

10
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11

ÖZET

Zerdüşt, M.Ö. VI. yüzyılda İran’da yeni bir din kurmuş ve İran’a tek
Tanrı inancını getirmiştir. Zerdüşt'ün Tanrısının adı Ahura Mazdah'tır.
Zerdüştilerin inancına göre Zerdüşt, Ahura Mazdah tarafından
görevlendirilmiş bir peygamberdir. O, ilk defa öbür dünya hayatından ve
“Çinvat Köprüsü”nden bahsetmiştir. Kötü güçlere kurban sunma ve içkili
dinî törenlere karşı çıkmıştır. Tanrıların kurbanlardan çıkan buğu ile
beslendiği inancını değiştirmiş ve buna bağlı bir kurban anlayışını
yasaklamıştır.
Zerdüşt, dünyada iyilik ve kötülüğün yaratıldığını, insanın, iyilik ve
kötülüğü seçme hürriyetine sahip olduğunu bildirmiştir. Buna göre
insanlar, yaptıklarından sorumlu tutulmuş ve iyilik tarafını tutması
öğütlenmiştir.
Zerdüşt'ün ölümünden sonra, onun kurduğu din değişik yerlere
yayılmış ve yeni şekiller almıştır.
Bu yeni şekillerden biri de Mecusilik’tir. Mecusilik’te “Ateş kültü”
önem kazanmıştır. Müslümanlar İran’ı fethedince, eski inançlarından
kopamayan Mecusiler Hindistan’a göç etmişlerdir. Hindistan’a gidenler,
geldikleri yere nispetle, İranlı anlamında Parsi diye adlandırılmışlardır.
Günümüzde Parsilik, monoteizm karakterlidir. Ayinlerin odak noktası
olan ateş Parsilikte sembol kabul edilmiştir. Parsiler, kendilerine has inanç
ve geleneklerini devam ettirmektedirler.
İran’da ortaya çıkan ve bir dönem dünyada hızlı bir şekilde yayılan
diğer önemli bir din Maniheizmdir. Maniheizm, M.S. III. yüzyılda İranlı
Mani tarafından kurulmuştur. Maniheizm aslında, Zerdüşt dualizmi, Babil
folkloru, Budist ahlak ilkeleri ve Hristiyan unsurların bir karışımından
oluşmaktadır. Maniheizmin temel öğretisi iki ezeli ilkenin, yani Işık ve
Karanlığın veya iyilik ve Kötülüğün çatışması üzerine kurulmuştur. Bu
bakımdan Maniheizm, bir tür dinî dualizm (ikicilik) olarak sınıflandırılmıştır.
Asıl gelişimini doğduğu topraklar olan Mezopotamya, Babil ve İran’da
gerçekleştiren ve etkisini X. yüzyıldan sonralara kadar sürdürdüğü
Türkistan, Kuzey Hindistan, Batı Çin ve Tibet'e kadar yayılmayı başaran
Maniheizm; Batı'da Kuzey Afrika, İspanya, Fransa, Kuzey İtalya ve
Balkanlar’da bin yıl süreyle varlığını devam ettirmiştir. Taraftarlarına
başıboş dolaşıp çalışmayı reddetmelerini ve sadaka ile geçinmelerini
buyuran bu din, pasif yapısı dolayısıyla diğer dinler karşısında
tutunamamış ve tamamen ortadan kalkmıştır.

11
İRAN DİNLERİ: ZERDÜŞTİLİK VE MANİHEİZM DİNLER TARİHİ / 11

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Zerdüştilik ile İslam Dini arasında ne gibi benzerlikler vardır? Açıklayınız.


2. Zerdüşt’ten sonra Zerdüştilik hangi kollara ayrılmıştır? Bilgi veriniz
3. Maniheizm’in Türk Tarihi açısından önemi nedir? Araştırınız.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR
Adam, B., Katar, M. (2004), Dinler Tarihi. (İlahiyat Önlisans Programı). Açık Öğretim
Fakültesi Yayınları. Eskişehir.
Bilgin, M. S. (1995). Zarathustra (Zerdüşt) Hayatı ve Mazdaizm. İstanbul.
Güngör, H., Günay, Ü. (1977). Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi. Ankara.
Maalouf, A. (1998). Işık Bahçeleri, Çeviren: Esin Talu-Çelikkan. İstanbul.
Sarıkçıoglu, E. (1983). Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi. İstanbul.
Tümer, G., Küçük, A. (1977), Dinler Tarihi, Ankara.
Zerdüşt'ün Gataları, Çev. Ali Nihat Tarlan (1935). İstanbul.
Wıdgrey, A. G. (1971). Tarih Boyunca Büyük Öğretiler, Çev. Gülçiçek Soytürk, İstanbul.

12
İÇİNDEKİLER

• Giriş

• İnanç, Hurafe (Batıl İnanç), Halk inancı ve Halk


İnanışı kavramları

• İnançla Halk İnanışı Arasındaki Farklar

• Halk İnanışlarının Bazı Özellikleri ve Çeşitleri


DİNLER TARİHİ • Türk Halk İnanışlarının Ortaya Çıkış Sebepleri

• Halk İnanışlarının Önemi

• Halk İnanışlarının İçeriği


TÜRK HALK
İNANIŞLARI • Çeşitli Halk İnanışları

• Özet

• Değerlendirme Soruları
Prof. Dr. Kemal POLAT
• Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• İnanç, Hurafe, halk inanışı kavramlarını


öğrenecek
• İnançla halk inanışı arasındaki farkları
belirleyebilecek,
• Geleneksel Türk Dinî inançlarının bugünkü
yansımalarını tespit edebilecek,
• Çeşitli dindarlık türlerinin olduğunu öğrenecek,
• Halk dindarlığının ne olduğunu kavrayarak,
kitabi dinlerden farkını idrak edebilecek,
• Halk inanışlarının bu kadar yaygın olmasının
sebeplerini değerlendirebilecek,
Halk inanışlarının fonksiyonları ve içeriği
hakkında yorum yapabileceksiniz.
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

1. GİRİŞ
Türk toplumunda dinî hayat, çok yönlü ve dinamik bir karaktere
sahiptir. Dolayısıyla dinin tanımına, dinlerin kendi içindeki inanç ve ibadet
anlayışına, ayrıca tanımı yapan kişinin bakış açısına göre çok çeşitli
dindarlık türlerinden söz etmek mümkündür. Örneğin Ünver Günay,
ampirik bir çalışmasının sonucunda, Türk toplumundaki dinî yaşayışın
dörtlü bir tasnifini yapmaktadır. Buna göre, kentin orta ve alt tabakalarıyla
kırsal kesimde yoğunlaşan “Geleneksel Halk Dindarlığı” birinci tip dindarlık
Halk dindarlığında
tarzını ifade etmektedir.
kökleşmiş ve kalıplaşmış
Halk dindarlığında kökleşmiş ve kalıplaşmış unsurlar hâkim
unsurlar hâkim
durumdadır. Şekilcilik, geleneksellik, taklitçilik ve ritualiz;, ayrıca derin
durumdadır. Şekilcilik,
teolojik konulara fazla yer vermemek, bu tip dindarlığın karakteristik
geleneksellik, taklitçilik
özelliklerindendir. Bunların yanında Halk dindarlığı, yapısal olarak geniş bir
ve ritualizm, ayrıca
çeşitlilik arz eder. Zira Sembolik ve mitsel düşünme tarzıyla bazı kolektif
derin teolojik konulara
yönelimlerin etkilerine açıktır. Özellikle kitlelere has coşku, heyecan ve
fazla yer vermemek bu
duygusallık, dine bağlılık tarzı ve kanaatlerde de kendini göstermektedir.
tip dindarlığın
Halk dindarlığı, yüksek tipli kitabî dinlere uygun kavram ve inançlarla
karakteristik
birlikte, geleneksel kabul ve halk inanışlarını da bünyesinde barındırır.
özelliklerindendir.
Müesses dinlerin belirli inanç esasları, ibadetleri ve ahlak ilkeleri
vardır. Din mensupları yukarıda bahsettiğimiz dindarlık çeşidi ve
derecelerine göre bu inançları benimsemeye, ahlaki ilkeleri uygulamaya ve
ibadetleri yapmaya/yerine getirmeye çalışırlar. Ancak müesses bir dine
mensup olsa bile insanlar, zaman zaman o dinin belirli esasları içinde yer
almayan başka inançlara da az veya çok sahip olurlar ve onları
benimserler. Bu inançlar genelde “batıl inanç”, “ hurafe” olarak bilinir ve
küçümsenir. Ancak buna rağmen, yine de çoğu zaman bunların etkisinin
dışına çıkılamaz. Din adamları tarafından ise bu inançların dine uymadığı
ve dolayısıyla terk edilmesi gerektiği telkin edilir. Her şeye rağmen bu
inanışlar halk arasında az veya çok etkinliğini her zaman korumaktadır.
Benzer ve farklı yönleri bulunmakla birlikte en gelişmemişinden en
çağdaşına kadar hemen her toplumda halk inanışlarına rastlanmaktadır
İşte bu ünitede, Türk toplumunda yaşayan halk inanışları incelenecektir.
2. İNANÇ, HURAFE (BATIL İNANÇ), HALK İNANCI VE HALK
İNANIŞI KAVRAMLARI
Konunun daha iyi anlaşılması için bu kavramların tanımları üzerinde
duralım: İnanç, sözlük anlamı ile “kişice ya da toplumca, bir düşüncenin bir
olgunun, bir nesnenin, bir varlığın gerçek olduğunun kabul edilmesi”
demektir. Bu anlamda o; din, politika, ahlak vb. insan düşüncesinin geniş
bir bölümünü içine alır. İnancı, yalnızca bazı metafizik ya da aşkın
varlıkların mevcudiyetini kabullenmeyle sınırlandırmak doğru değildir.
Buna göre inanç bir kimsenin günlük yaşamını, davranışlarını etkileyen,
başkalarından öğrenme yoluyla kazanılan düşünce varlığıdır. Halk

1
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

inançlarından söz edenlerce kavramın Fransızca ve Almanca karşılıkları


olan “Superstition” ve “aberglaube” kelimelerinin Türkçeye “batıl inanç”,
“batıl inanış”, “yanlış inanış”, “boş inanış”, “hurafe” deyimleri ile çevrildiği
görülmektedir. Ancak bu deyimler bir yargı anlamı taşımakta, bilim
adamının tarafsız olması, ön yargılardan kaçınması gerektiği kuralına aykırı
düşmekte; normatif olmayan ve hüküm vermekten kaçınan, deskriptif
(niteleyici) bir özelliğe sahip olan din bilimlerinin metoduna da uygun
düşmemektedir. Bu yüzden Din Bilimlerine bağlı Dinler Tarihi, Din
Psikolojisi, Din Sosyolojisi, Din Eğitimi gibi vb. bilim dallarında “hurafe”,
“batıl inanç” deyimleri yerine bu tür inançları ifade etmek üzere “halk
inancı” kavramı kullanılmakta veya daha çok tercih edilmektedir. Ayrıca
bazen halk inancı, bazen halk inanışı denmekte bir kavram kargaşası
oluşmakta; metinlerde terminoloji birliği sağlanamamaktadır. Bu olumsuz
durumu gidermek için burada bir ayrıma daha dikkat çekmek yararlı
olacaktır. Kanaatimizce, halk inancı yerine halk inanışı kavramı tercih
İnanç denilince genelde edilmelidir. Çünkü inanç denilince genelde ilahi dinlerde sağlam bir nassa
ilahî dinlerde sağlam bir dayanan dinî dogmalar ve inanç esasları akla gelir. Oysa inanış veya halk
nassa dayanan dinî inanışı derken halkın kendisinin sonradan ortaya çıkardığı genelde kaynağı
dogmalar ve inanç belli olmayan, herhangi bir dinî referansa dayanmayan kabullenmeler
esasları akla gelir. Oysa anlaşılır.
inanış veya halk inanışı Bu konuyu biraz açacak olursak, bütün dinlerde bir vahyî öz vardır,
derken halkın kendisinin bir de geleneksel yüz mevcuttur. Örneğin Palandöken dağının tepesine
sonradan ortaya düşen kar tanelerinin her biri vahyî öz olarak düşünülürse, bir de çığ
çıkardığı, genelde geldiğini ve dağın dibinde kartopu oluştuğunu varsayalım; işte bu da
kaynağı belli olmayan, geleneksel yüz olarak değerlendirilebilir. Nasıl ki kartopunun içinde ağaç
herhangi bir dinî kökleri, taşlar, kemikler ve her türlü nesne mevcutsa, dinin geleneksel
referansa dayanmayan yüzünde de din adamlarının yanlış bazı fetvaları, düşünceleri, hayati
kabullenmeler anlaşılır. tecrübeleri ve halkın birtakım kabullenmeleri mevcuttur. İşte vahyî öz
inançtır, geleneksel yüz ise inanıştır. Diğer bir ifadeyle inanç, dinî ve ayrıca
dinin doktrinel boyutunu temsil eder; inanış ise din anlayışını, dinin
toplumda yaşanan şeklini ifade eder. Dolayısıyla halk inancı yerine halk
inanışı denmesi daha isabetli olacaktır.
Meşhur dinler tarihçisi Prof. Dr. Hikmet Tanyu’ya göre manevi halk
inançlarını, ilmî ve geçerli dinî esaslara göre incelemeden, ölçmeden bâtıl
inanç, boş inanç veya hurafe olarak görmek ilmî ve yaşayan manevî ölçüye
göre doğru bir yargı sayılmaz. Bunların niçin ve neden boş inanç
sayıldığının ispatı gerekir. Bugün bâtıl inanç denilenler, Eski Mısırlıların,
Sümerlerin, Babillilerin, Eski Yunan ve Romalıların kesin inançlarıydı. Yalnız
bunlar değil, dünyanın düzlüğü, dönmesi gibi ilmî sanılanlar da
değişmelere uğramıştır. Bunlar tarih boyunca toplumlarda geçerli akıl,
inanç ve vicdanla iç içedirler. Şu hâle göre ilmî sonuçlarda ortak dahi
olsalar, toplumlarda farklı düşünce inanç ve vicdanlar mevcut olup ayrı
bilgiyi, ayrı düşünceyi, ayrı inanç ve dini, ayrı vicdanı batıl, boş inanış

2
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

olarak tanırlar. Onlardan bazı kalıntıları kendi bilgi, inanç ve vicdan yapıları
içinde eritip benimserler. Bu tür inançlar hangi toplumda olursa olsun
yaşamaya daima devam etmişlerdir.
Bizim batıl inançlar, boş inançlar adını verdiğimiz ve
önemsemediğimiz bu hadiseler, ilkel insanların her şeyin sebebini ve
sonucunu doğada bulan, doğadan alıp doğaya veren, onunla güzel
anlaşmasının örneğidir. Batıl inanç, izafidir. Batıl inancın sınırı nerededir,
nerede batıl inanç başlar veya biter, bunun aydınlığa kavuşması için
muhtelif tanımlar, anlam ve muhteva üzerinde durmak gerekir.
Batıl inanç, “korku, çaresizlik, çağrışım gibi psikolojik nedenlerle
beliren; geleceği bilmek isteği ile bazı rastlantı ve benzerlikleri iyilik ya da
kötülüğün ön belirtileri olarak değerlendiren; bilimin ve geçerli bir dinin
reddettiği birtakım doğaüstü kuvvetlerin varlığını kabul eden, kuşaktan
kuşağa geçen, yanlış ve boş inanmalar”dır. Boş inanç, “bilgi alanının
dışında kalan ve gerçekle bağlantısı bulunmayan tasarımla inanma”yı ifade
eder. Batıl inanç, “Umumiyetle hâkim olan geçerli dinle ilgisi olmayan,
ekseriya geçmiş, batmış olan dinî şekillerin kalıntılarından, tabiatüstü bir
yeri görünen inançlardır”. Başka bir tanıma göre ise, “Dinin emrettiği veya
Halk inancı, halkın dünya yasakladığı hususlarla ilgili bulunmayan, gerçekle bağdaşması
hayatında doğaüstü ya sağlanamayan şeylere inanmaya batıl inanç denir.” Batıl inanç ve “hurafe”
da doğa dışı dünyaya kavramları, “gerçekle ilgisi olmayan, uydurma inanç ve uygulamalar”
ilişkin şeyleri gerçekmiş anlamına gelmektedir. Batıl inançlarda açık olmama, mesnetsizlik veya
veya doğruymuşçasına zayıf delile dayanma ve tutarsızlık söz konusudur.
kabul etmesidir. Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi bir inancın batıl, boş veya hurafe
olup olmadığını kabul veya reddetme hususunda elimizde iki ölçü vardır:
1. Mer’i, geçerli ve o yurtta hâkim olan din. 2. Çağdaş bilim, bilimin yeni
verileri ve akıl veya selim akıl.
Bu ölçülerden hareketle bilimin ve sahih naslara dayalı, toplumun
çoğunluğu tarafından kabul edilen geçerli bir dinin reddettiği inanışlara
batıl inanış denmesi mümkündür. Bazı dinler, batıl inanç denilenleri
içyapısıyla benimsemiş desteklemiştir. İslam dinine göre batıl sayılan
inançların birçoğu diğer bazı dinlerde muteber ve geçerli dinî inanç kabul
edilir. Yaşayan ilkel dinler, Hinduizm, Budizm, Taoizm, Konfüçyüsçülük,
Şintoizm ve hatta Hristiyanlıkta da durum böyledir. Aslında büyük ve
kitaplı dinlerin birçoğu eski devir dinlerinin ve inançlarının bıraktığı
kalıntılardan kurtulamamıştır. İnsanlık tarihi baştan başa peygamberlerin
şirk ve hurafelerle mücadelelerinin örnek sahifelerini sergilemektedir. Batıl
inançlara hemen her toplumda benzeyen ve ayrılan yönleri bulunmakla
birlikte rastlanmaktadır. İslam öncesi din, inanç ve kültürlerin ana
karakteristiklerinden olan, Dinler Tarihi’nin konusunu teşkil eden, dinlerin
hemen her safhasında göze çarpan bu inanışların menşei Mısır, Babil ve
Mezopotamya, Çin, Yunan ve Roma’ya kadar uzanmaktadır. Eski inanç ve
kültürlerle bütünleşmiş bir durum arz eden bu tür inanışlar, İslam öncesi

3
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

Arap toplumunda da yaygın olduğu için İslam tarafından yasaklanmıştır.


İnsanlar din değiştirirken yeni dinî inançları kabul etme yanında eski dinin
inançlarından bazılarını da korumaktadır. Dinlerin yayılma faaliyeti
inançların da geniş alana yayılmasını sağlamış, ayrıca hicret ve savaşlar
birçok inancın ilk çıktığı yerden farklı alanlarda da ilgi duymasına sebep
olmuştur.
Yukarıda ifade ettiğimiz “İman” anlamına gelen “inanç” kavramıyla
“inanış” veya “halk inancı” arasındaki farkın daha iyi anlaşılması için “halk
inancı” kavramının tanımı üzerinde durmak istiyoruz.
Halk inancı, halkın dünya hayatında doğaüstü ya da doğa dışı
dünyaya ilişkin şeyleri gerçekmiş veya doğruymuşçasına kabul etmesidir.
Genel bir ifade ile toplumların hayatında önemli bir yeri olan ve çoğu
zaman kaynağı belli olmayan dinî değerlere halk inanışı demek
mümkündür. Bunlar, ya gelenekler ile nesilden nesile geçmiş veya bazı
efsanevî, mitolojik, menkıbevi ve destani unsurlar arasında günümüze
taşınmıştır. Diğer bir tanımla halk inancı, belli bir toplumun eski
dinlerinden miras alıp kendi çağının şartlarına uygulayarak yaşattığı; yeni
dininde hayat şartlarının gerektirdiğince yeni biçimler, yeni içerikler ve
anlatışlarla oluşturduğu inanışlardır.
3. İNANÇLA HALK İNANIŞI ARASINDAKİ FARKLAR
Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi naslara dayalı dinî inançla, halk
inanışı veya batıl inanç arasında bazı farklar mevcuttur. İlahi dinlerde bu
fark açıkça görülür.
Obje ve olaylarda gizli kuvvetlerin hâkim olduğu kanaatinden
hareket eden, büyüsel zihniyetin hâkim olduğu halk inanışı ile dinî inanç
arasındaki farkı şöyle gösterebileceğimiz ifade edilmektedir. Her iki inanç
türünde de görünmeyen gücün etkisi vardır. Ancak bu gücün mahiyeti her
ikisinde de farklıdır. Şöyle ki;
• Halk inanışında büyüsel zihniyete hâkim olan güç, bahis konusu
hadise veya objeyle beraberdir. Başka bir ifadeyle gizli güç içkindir.
Mesela, nazarı önleyen objenin içinde o güç vardır. Bir büyücü gizli bir
güce sahiptir. Bu güç törenlerle olmayana da kazandırılabilir. Dinî inançta
ise güç kaynağı aşkın olan Tanrı’dır.
• Büyüsel zihniyete bağlı halk inanışının kaynağı ya kolektif tasavvurlar
veya ferdin kendisidir. Dinî inançta ise kaynak, vahiyle bildirilen bilgidir. Bu
sebeple büyüsel zihniyetle elde edilen bilgi tektir, dağınıktır ve düzensizdir.
Dinî inançla ilgili bilgi ise vahye dayalı olduğu için bu anlamda objektiftir ve
düzenlidir.
• Bir dinin esas inançları, muayyen şekil almış ayin ve ibadetleri başka
bir dine ve mensuplarına geçmediği halde hurafeler veya halk inanışları
bulaşıcı hastalıklar gibi bir din ehlinden başka bir din ehline çabuk ve kolay
geçebilmektedir.
• Din ve ahlak kuralları evrensel olup, kesin ve katıdırlar. Halk inanışları
ise yöreseldirler, topluluktan topluluğa değişik biçimler ve içerikler
gösterirler. Dinamik ve güçlü bir karaktere sahiptirler.

4
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

4. HALK İNANIŞLARININ BAZI ÖZELLİKLERİ VE ÇEŞİTLERİ


Bu tür temel özelliklerle dinî dogmalar ve inanç esaslarından ayrılan
halk inanışları, millilik, bağlayıcılık, müştereklik, değişmezlik, çoğu zaman
inanç kaynağının meçhul oluşu gibi birtakım özelliklere sahiptirler. Bunlar,
halkın fikrî, dinî, bedii, Ahlaki ve psikolojik her türlü telâkkilerini yansıtırlar.
Daha çok gelecek kaygısı ve çeşitli konulardaki çaresizliklerin desteklediği
bu tür inanışların, geleceği bir şekilde yönlendirme ve kendi lehine çevirme
temel amacına matuf oldukları söylenebilir. Bu inanışlar, dinî dogmalara
genelde tezat teşkil eder ve akılla izah edilmeleri güçtür.
Halk inanışlarının inançtan farkı olduğu gibi kendi birtakım özellikleri
de vardır. Şöyle ki halk inanışları genellikle kırsal kesimlerde geniş kitleler
tarafından kabul gören inanışlardır. Buna karşılık şehirlerde dinin
akademik seviyede geniş kitlelere ulaştığı yerlerde halk inanışlarının daha
az etkili olduğu yaygındır. Ancak halk inanışlarının yaygınlığının eğitim
seviyesiyle ilgili olmadığı da gözlemlenmektedir. Zira halk inanışlarına çok
eğitimli kimseler arasında rastlandığı gibi; eğitim düzeyi düşük olanlar
arasında da rastlanmaktadır. Bu da insanların geçmişe bağlılıklarından,
beklentilerinden, kaygılarından, duygusallıklarından, ya da halk
inanışlarının “ asırları kocaltan”, “tarihi aşan” özelliğinden
kaynaklanmaktadır.
Prof. Dr. Hikmet Tanyu’ya göre halk inanışlarının tahlil ve
değerlendirilmesi ile başlıca sekiz çeşit ortaya çıkar:
• Hiçbir zararı olmayan inanışlar
• Manevi telkinle ümit ve teselli vererek faydalı olabilecek, hayatı
anlamlandıran, çeşitlendiren inanışlar.
• Ne zararı ne de faydası olmayan inanışlar.
• İslami temelle çatışmayan, ona aykırı olmayan inanışlar.
• İslami temelle uzlaşan ve kaynaşan inanışlar.
• İslami esaslara aykırı düşen inanışlar
• İlimle, ilmi verilerle çatışmayan inanışlar
• İlmî temellere aykırı olan inanışlar
5. TÜRK HALK İNANIŞLARININ ORTAYA ÇIKIŞ
SEBEPLERİ
Halk inanışları ile ilgili olarak bilinmesi gereken önemli hususlardan
biri de bu inanışların ortaya çıkış sebepleridir. Halk inanışlarının doğuş
sebepleri ve kaynağı ile ilgili olarak genelde aşağıdaki hususlar üzerinde
durulmaktadır.
Halk inanışlarının benimsenip yayılmasında toplumun fizikî çevresini
oluşturan coğrafi şartların, geçmişten getirdikleri sosyal mirasın ve grup
tecrübesinin büyük etkisi olduğu görülür. Tecrübe, her toplumsal yapıda
kıymetli olmakla birlikte, göçebe toplumlarda daha kıymetlidir. Göçebe
toplumda değişken hayatın riski, tecrübeyle en aza indirilmiş olur. Her

5
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

topluluk mutlaka fizikî bir muhit ve yer üzerinde bulunur. Bu tabii çevre,
toplumun “dış çevre”sini oluşturur. Her cemiyet, bu fizikî (coğrafî)
çevreden ayrı olarak bir de tamamen sosyal karakter taşıyan, örf âdet ve
müesseselerden oluşan “iç çevre” temin eder. Toplumun manevi çevresini
oluşturan bu iç çevre ve fizikî çevresini oluşturan dış çevrenin her ikisi de
halk inanışlarının oluşmasına etki etmektedir.
Toplumların geçmişten getirdikleri sosyal miras açısından
baktığımızda toprak, nasıl ki en eski maddi kültürün kalıntılarını altında
muhafaza ederek çağımıza kadar ulaştırıyorsa; gelenekçi insan topluluğu
da en eski devirlerin manevi kültür kalıntılarını ruhlarının derinliklerinde
yaşatarak zamanımıza kadar getirmiştir. Halk tabakalarının, eski dinlerinin
tören ve geleneklerinden ayrılamadıklarını bütün kitaplı dinler
göstermektedir. Türkler de İslam’ı kabul ettikten sonra eski gelenek,
İnsanoğlu her devirde görenek ve dinlerinden edindikleri inançlardan pek çoğunu yeni dinleri
gizemli şeyleri içinde de sürdürmekte, gelenek ve görenek olarak yaşatmaktadırlar.
araştırmış, birtakım Bu inanışlar bazen totemik kalıntıların bir eseri olurken, bazen de
tabiatüstü varlıkların daha önceki halkların inancı olarak devam edip gelen bir inanış şekli de
mevcudiyetine ve bu olabilir. Bunlardan bir kısmı yıldızların insan hayatında çok fonksiyonu
varlıkların kendisi olduğuna inanan Sabilik’ten kalmış olabileceği gibi, Halk inanışları içinde
üzerinde etkileri ruhçulukla “ölü ruhlarına” saygı ile ilgili de birçok kalıntı vardır. Bunlar da
olduğuna inanmıştır. kök itibariyle Animizm’e kadar iner. Çünkü animizm ruhçuluğa inanan bir
ilkel dindir. Ona göre kâinat ruhlarla doludur. Bu ruhların ise bir kısmı iyi
bir kısmı kötüdür. O hâlde kötülüklerin şerrinden korunmak iyilerin de
lütuflarına mazhar olmak için ruhları memnun etmek gerekir.
Halk inanışlarının bir kısmı da ilkel dinlerden Naturizm’in, yani
tabiatçılığın izlerini taşır. Bu inanca göre tabiat kuvvetleri yüceltilmiş,
neticede aya, güneşe, rüzgâra tapınılmıştır. Bu inançlar, birçok kılık kıyafet
altında değişerek nesilden nesile geçmiştir.
Halk inanışlarının oluşmasında grup tecrübesinin önemli rolünün
olduğunu söylemiştik. Buna göre bazı halk inanışları telkin yoluyla, telkin
yapılarak benimsetilmesi şeklinde ortaya çıkarken, bazıları da anonim
olarak ortaya çıkmaktadır. Anonim olarak doğan inanışlarda belli bir telkin
ve propaganda söz konusu değildir. Çoğu zaman bu tür inanışlar
meçhuliyet üzerine bina edilirler. Yani bilinmeyen bir zaman içinde,
keyfiyeti kesin olarak bilinmeyen bir olayın ortaya çıkmasından sonra
doğan bir inanış ögesi, belli bir zaman geçtikten sonra toplumun genelinde
kabul görerek ortak bir inanış hâline gelir. Artık o toplumun bünyesinde
sosyal hayatı şekillendiren normlar haline gelmiştir. Halk inanışlarının
büyük bir kısmı bu tür inanışlardır.
Görüldüğü gibi bütün halk inanışlarının dinî inanışlardan doğduğunu
söylemek mümkün değildir. Bazı inanışların iktisadi hayattan, bazılarının
da sosyal münasebetlerden kaynaklandığı bilinmektedir. Halk inanışlarının
büyük bir kısmı hayat mücadelesi ve kötülüklerden korunma gibi korku ve

6
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

can kaygısı içgüdüsüyle de bağlantılıdır. İnsanların akılla kavrayamayacağı


zor tabiat olayları ile birlikte, bazı korkunç yaratıklar, insanları oldukça güç
durumlara düşürmüşlerdir. Bunlarla mücadele etmek gerekmektedir.
Korkulan kuvvete karşı koyma ve ondan korunmak için “tabu” tedbirleri
konmuş, böylece yasaklarla ilgili Halk inanışları gündeme gelmiştir.
İnsanoğlu her devirde gizemli şeyleri araştırmış, bir takım tabiatüstü
varlıkların mevcudiyetine ve bu varlıkların kendisi üzerinde etkileri
olduğuna inanmıştır. Dinî inancın oluşması ve gelişmesi konusunda önemli
bir motivasyon kaynağı oluşturan bu ilgi, gözlemlenen olaylar arasında bir
Halk inanışları, stratejik tür ilişki kurma ve tesadüfen tecrübe edilen vakıalardan belirli sonuçlar
açıdan da büyük önemi çıkarma çabasını da beraberinde getirerek dinlerin ortaya koyduğu inanç
haizdir. Çünkü çok geniş prensipleri yanında dinî dogmalara bazen tezat teşkil eden ve akılla izah
coğrafyada yaşayan edilemeyen birçok inancın ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Zira
Türk topluluklarını insanlar, yaşadıkları olaylara anlam yüklemek durumundadır. Bu bir izah
birbirine bağlayan, en tarzı ve kendini ikna etme yöntemidir. Yaşanan olayların perde arkasında
önemli unsurlar halk kimlerin, nelerin ve hangi güçlerin etkisinin varlığı gündeme gelmektedir.
inanışlarında Görünen olayların görünmeyen yönlerini bulma ve özellikle bunların cin,
bulunmaktadır. şeytan, manevi bir el, hızır, melek, veli, şeyh tarafından manen
yürütüldüğü inancı gelişmektedir. Halk inanışlarının önemli kaynağını teşkil
eden mitosların bir özelliği de kişinin çevresini tanımasına, maddi âlemi ve
günlük yaşantıda cereyan eden olayları algılayıp bunların kökeninin neden
ve nasıllığının bilinmesine yardımcı olmaktır.
Halk inanışlarıyla insan; ihtiyaçlarını gidermek, dileklerini yerine
getirmek, rahatlık elde etmek, çıkar sağlamak, ümitlenmek ve güven
duymak istemektedir. İnançlar ne derece bunu tatmin ediyorsa, o derece
yaygın ve etkili olmaktadır. Ayrıca halk inanışlarının doğuş sebeplerinden
biri de eğitimle alakalıdır. Yani halk inanışlarının bu kadar yaygın olmasının
bir sebebi de cehalettir. Daha çok bilgisizliğe bağlı olduğu kabul edilen
hurafelere inanılması hususu, İslam’ı ana kaynaklarından öğrenip halkı
aydınlatacak yeterli sayıda alimin yetişmemesiyle orantılı olarak
Müslüman halkın arasında yaygınlaşmıştır. Bazen de insanlar İslam’ı
mümkün olduğu kadar öğrenmeğe gayret etmekte, ancak bazılarının
kapasitesi buna imkân tanımamaktadır. Dolayısıyla halkın anladığı ve
yaşadığı İslam’ın, din kurallarının teorisinin halkın anlayacağı seviyenin
üstünde kalmış olmasından kaynaklandığı ifade edilmektedir. Bazı
olayların nedenleri çıplak gözle görülmez, araştırmak gerekir. Böyle bir
araştırma göçebe toplum için zordur. Bu yüzden nedenleri gizli,
araştırmaya dayalı olaylara basit el yordamıyla bulunan nedenler eşlik
ettirilir. Bunlar sonra hurafe adını alır.
Bazı Halk inanışları ise İslam’ın tesiri ile ortaya çıkmış inançlardır.
Fakat bu inançlar İslami damgadan oldukça uzaklaşmış, kılık değiştirmiş ve
hurafe şekline dönüşmüştür.
6. HALK İNANIŞLARININ ÖNEMİ

7
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

Türkiye ve Türk dünyasında halk inanışları oldukça yaygın ve


etkilidir. Yukarıda ifade edildiği gibi, bu inanışların bir kısmı eski Türk
inanışlarından bir kısmı da Türklerin karşılaştıkları toplumlardan gelmiştir.
Bu bakımdan Halk inanışları bir tarihî köke, derinliğe sahiptir ve her açıdan
önemlidir, değerlidir. “Bunlar hurafedir, batıldır, dine aykırıdır”
mülahazaları ile bir kenara itilerek halk inanışlarının işlevini ortadan
kaldırmak mümkün değildir. Bu inanışları yok saymak da anlamadan,
çözümlemeden reddetmek de onların halk tarafından kabul görmesini
benimsenmesini engellemez.
Halk inanışları, stratejik açıdan da büyük önemi haizdir. Çünkü çok
Halk inanışlarının içeriği geniş coğrafyada yaşayan Türk topluluklarını birbirine bağlayan, en önemli
oldukça zengindir, unsurlar halk inanışlarında bulunmaktadır. Türkiye’de ise Alevi ve
gündelik hayatın hemen Sünnilerin ortak paydalarını, İslam dininin inanç ve ilkeleri olduğu kadar
her aşamasında halk halk inanışları da oluşturmaktadır. Türk halk inanışlarını anlamadan
inanışlarına rastlamak Türkiye’de Aleviliği ve Sünniliği de anlamak ve doğru bir şekilde
mümkündür. değerlendirmek mümkün değildir. Çünkü Alevilik için eski Türk inançları ne
kadar söz konusu ise Sünnilik için de bu inançlar aynı şekilde söz
konusudur. Nitekim Türk Halk inanışları Aleviler arasında yaygın olduğu
kadar Sünniler arasında da yaygındır.
Türk halk inanışlarının stratejik açıdan araştırmaya değer
yönlerinden birisi de kamuoyundaki baskın görüş, fikir ve empozelerin
aksine Orta Asya’daki Türk Halk inanışları ile Anadolu’nun doğu ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki halk inanışlarının şaşırtıcı bir biçimde
mahiyet itibariyle benzerlik ve ayniyet arz etmesidir. Çok kapsamlı
araştırmalara dayanmadan söylediğimiz bu kanaatimizi halk inanışları
konusunda yapılacak mukayeseli araştırmalar rahatlıkla kanıtlayacaktır.
7. HALK İNANIŞLARININ İÇERİĞİ
Halk inanışları, dinî varlık olan insanın ayrılmaz bir özelliği olarak
gözükmektedir. Ancak insanların evreni algılayış biçimi, günlük
hayatlarında karşılaştıkları sorunları anlamlandırma, bireysel ve toplumsal
ümit, beklenti, kaygı ve korkuları, yaptıkları eylemleri meşrulaştırma,
kutsalları belirlemede Halk inanışlarının ortaya çıkmasında ve
şekillenmesinde etkili olmaktadır. Bu çerçevede halk inanışları
araştırmalarında ortaya çıkacak konuları şu şekilde tasnif etmek
mümkündür.
• Fal, Rüya, Burçlar
İnsanların gelecekle ilgili beklentileri, gördükleri rüyaların
hayatlarına nasıl etki edeceği, kendilerinin dışında olan diğer varlıkların,
yıldızların, gezegenlerin hareketlerinin etkilerinin neler olabileceği ile ilgili
inanışlardır.
• Büyücülük ve Sihir

8
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

İnsanların kapasite ve yeteneklerinin fevkinde olan güçleri kontrol


etme ve bu yolla yarar sağlama veya başkalarına zarar verme güdülerini
tatmin eden inanışlar.
• Fal, Efsaneler, mitolojiler, kahramanlar
İnsanların geçmişlerine merakları, tarihte kendilerinin çok üstünde
İnsanların ölüm ve yetenekleri olan insanlara veya toplumlara, insanlara olağanüstülükler
ölümden sonrası ile yaşatan olaylara özlemleri ile ilgili, insanların geçmiş ile bağını kuran,
ilgili birçok inanışları geçmişte yaşananlardan güç almayı sağlayan inanışlar.
vardır. Bu inanışlar, • Karşılama, uğurlama
ölüyü defin Uzun yolculuğa çıkmak genellikle insanlarda farklı duygular
işleminden ona olan oluşturmaktadır. Yolda karşılaşılacak tehlikeler yanında çıkılacak
borcu ödeme yolculuğun kutsal bir yolculuk olmasından dolayı yolculuğa çıkma veya
arzusuna kadar çok karşılama etrafında oluşan inanışlar.
geniş bir inançlar • Doğum ve loğusalık
bütününü Bir insanın dünyaya gelmesinin önemi, özellikle tıbbın gelişmediği
kapsamaktadır. yerlerde annenin ve çocuğun her an ölüm tehlikesi altında olması, gelenin
uğurlu olması konusundaki inanışlar.
• Çocuk sahibi olma, doğacak çocuğun cinsiyetini tayin etme
Özellikle kırsal kesimlerde ortaya çıkan, çocuk sahibi olmak veya
çocuğun cinsiyetini tayin etme konusundaki inanışlar ve bunu sağlamak
için yapılan uygulamalardır. Doğacak çocuğun kötü güçlerin etkisine
girmemesi, sağlıklı olması için yapılan uygulamalar.
• Evlenme ve Ergenlik çağı
Hayatın dönüm noktalarını teşkil eden ergenlik ve evlenme ile ilgili
inanışlar. Topluma yeni katılan bir bakıma mükellef olan kişinin hem kişiye
hem de topluma hayırlı olması etrafında oluşan inanış ve uygulamalar.
Yeni kurulan ailenin mutlu ve huzurlu olması veya aileye yeni katılanın
uğur getirmesi için yapılan uygulamalar.
• Ölüm
İnsanların kaçınılmaz sonu olan ölüm, insanları derinden
etkilemektedir. Ölümü geciktirme, üzüntüyü belirtme, ölünün gittiği yerde
rahat olmasını sağlama, geride kalanları için yarar sağlama veya zararından
emin olma konusundaki inanış ve uygulamalar.
• Ekim, dikim, hasat
Özellikle çiftçi toplumlarda, yağmur, sel gibi tabiat olayları hayati
önem taşımaktadır. Yağmurun yağması, afetlerin önlenmesi, bolluk ve
bereket gelmesi konusunda birçok inanç ve uygulamalar.
• Ziyaretler, yatırlar, türbeler, mezarlar
İnsanların ölüm ve ölümden sonrası ile ilgili birçok inanışları vardır.
Bu inanışlar, ölüyü defin işleminden ona olan borcu ödeme arzusuna,
minnet duygusundan, öleni rahat ettirme kaygısına, ölüden yarar umma
veya zararından emin olmaya kadar çok geniş bir inançlar bütününü
kapsamaktadır.
• Hayatı ve malı koruma

9
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

Nazar, muska, kurşun dökme insanı kötü güçlerin etkisinden


koruma, kötü güçleri şaşırtma, memnun etme konuları etrafında oluşan
inanış ve uygulamalar.
• İlahiler, ağıtlar, mevlit ve kaside Hz. Muhammed’i anma ve övme
İnanç boyutu olan olaylar için söylenen ilahiler ve içerdiği
inançlardır. Ölü, ölünün özellikleri, gittiği yerde rahat etmesi ile ilgili, onun
yokluğunun nasıl üzüntü verdiği ile ilgili inançlar, kutsal zamanları ihya
etme ile ilgili sözler ve inançlar.
• Halk hekimliği
Tıbbi yöntemlere itibar edilmeyen yerlerde, tıbbi imkânların
elvermediği veya tıbbın çare bulamadığı durumlarda iyileştirme ile ilgili
ortaya çıkan birçok inanç ve uygulamalar.
• Dinî ve millî bayramlar, kutsal zamanlar
Dini bayramlar ile ilgili müesses dinin inançları yanında halkın bu
bayramlar ile ilgili geliştirdiği inanışlar, kutsal zamanlar ile ilgili olağanüstü
olaylar ile ilgili inanışlar, millî bayramların dayandığı mucizevî olaylar veya
kahramanlar ile ilgili inanışlar. Yeni yıl ve mevsim değişiklikleri etrafında
oluşan inanış ve uygulamalar.

10
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

ÖZET
Türk toplumunda dinî hayat, çok yönlü ve dinamik bir karaktere
sahip olduğu için çok çeşitli dindarlık türlerinden söz etmek mümkündür.
“Geleneksel Halk Dindarlığı” birinci tip dindarlık tarzını ifade etmektedir.
Halk dindarlığı, yüksek tipli kitabî dinlere uygun kavram ve inançlarla
birlikte, geleneksel kabul ve halk inanışlarını da bünyesinde barındırır.
Batıl inanç ve “hurafe” kavramları, “gerçekle ilgisi olmayan,
uydurma inanç ve uygulamalar” anlamına gelmektedir. Batıl inançlarda
açık olmama, mesnetsizlik veya zayıf delile dayanma ve tutarsızlık söz
konusudur. Bir inancın batıl, boş veya hurafe olup olmadığını kabul veya
reddetme hususunda elimizde iki ölçü vardır: 1. Mer’i, geçerli ve o yurtta
hâkim olan din. 2. Çağdaş bilim, bilimin yeni verileri ve akıl veya selim akıl.
Bu ölçülerden hareketle bilimin ve sahih naslara dayalı, toplumun
çoğunluğu tarafından kabul edilen geçerli bir dinin reddettiği inanışlara
batıl inanış denmesi mümkündür. Bazı dinler, batıl inanç denilenleri iç
yapısıyla benimsemiş desteklemiştir. İslam dinine göre batıl sayılan
inançların birçoğu diğer bazı dinlerde muteber ve geçerli dinî inanç kabul
edilir.
Halk inancı, halkın dünya hayatında doğaüstü ya da doğa dışı
dünyaya ilişkin şeyleri gerçekmiş veya doğruymuşçasına kabul etmesidir.
Halk inancı yerine günümüzde Halk inanışı ifadesi daha yaygın
kullanılmaktadır. Genel bir ifade ile toplumların hayatında önemli bir yeri
olan ve çoğu zaman kaynağı belli olmayan dinî değerlere halk inanışı
demek mümkündür.
İnançla Halk inanışı arasında bazı farklar vardır. İlahi dinlerde bu
fark açıkça görülür. Her iki inanç türünde de görünmeyen gücün etkisi
vardır. Ancak bu gücün mahiyeti farklıdır. Şöyle ki; Halk inanışında büyüsel
zihniyete hâkim olan güç, bahis konusu hadise veya objeyle içkindir. Dinî
inançta ise güç kaynağı aşkın olan Tanrı’dır. Halk inanışının kaynağı ya
kolektif tasavvurlar veya ferdin kendisidir. Dinî inançta ise kaynak, vahiyle
bildirilen bilgidir. Bu sebeple büyüsel zihniyetle elde halk inanışında bilgi
tektir, dağınıktır ve düzensizdir. Dinî inançla ilgili bilgi ise vahye dayalı
olduğu için bu anlamda objektiftir ve düzenlidir. Bir dinin esas inançları,
başka bir dine ve mensuplarına geçmediği hâlde hurafeler veya halk
inanışları bulaşıcı hastalıklar gibi bir din ehlinden başka bir din ehline
çabuk ve kolay geçebilmektedir. Din ve ahlak kuralları evrensel olup kesin
ve katıdırlar. Halk inanışları ise yöreseldir, topluluktan topluluğa değişik
biçimler ve içerikler gösterirler. Dinamik ve güçlü bir karaktere sahiptirler.
Bu tür temel özelliklerle dinî dogmalar ve inanç esaslarından ayrılan
halk inanışları, millîlik, bağlayıcılık, müştereklik, değişmezlik, çoğu zaman
inanç kaynağının meçhul oluşu gibi birtakım özelliklere sahiptirler. Daha
çok gelecek kaygısı ve çeşitli konulardaki çaresizliklerin desteklediği bu tür

11
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

inanışların, geleceği bir şekilde yönlendirme ve kendi lehine çevirme temel


amacına matuf oldukları söylenebilir. Halk inanışları, dinî dogmalara
genelde tezat teşkil eder ve akılla izah edilmeleri güçtür. Halk inanışlarının
içerdiği konular oldukça geniştir ve bu inanışların ortaya çıkmasının çeşitli
sebepleri vardır.

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Halk Dindarlığı ne demektir? Örneklerle açıklayınız.


2. İnançla Halk inanışı arasında ne gibi farklar vardır?
3. Halk inanışlarının temel özellikleri nelerdir?
4. Halk inanışlarının ortaya çıkış sebeplerini belirtiniz.
5. Halk inanışlarının içeriklerini örneklerle açıklayınız.

12
Türk Halk İnanışları Dinler Tarihi/ 10

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Aydın M. (1982). “Konya Ermenek Bölgesinde Yaşayan Halk İnançları”, II.


Milletlerarası TFKB, C. IV, Ankara.
Boratov, P. N. (1999). 100 Soruda Türk Folkloru, Gerçek Yayınevi, İstanbul.
Çağatay, Saâdet. (1974). “Türkler’de Batıl İnançlar İçerisinde Tabu”, I. Uluslararası
Türk Folklor Semineri Bildirileri, Ankara.
Eroğlu, A. H. (2006). Türk Halk İnançlarına Giriş, Aziz Andaç Yayınları, Ankara 2006.
Günay, Ü. (1999). Erzurum ve Çevre Köylerinde Dinî Hayat, Erzurum Kitaplığı,
Erzurum.
Kalafat, Yaşar. (1995). Doğu Anadolu’da Eski Türk Dinî İnançlarının İzleri (II.Baskı),
Ankara.
Küçük, A. (1987). “Erzincan ve Çevresindeki Halk İnanışlarına Toplu Bir Bakış”, IV.
Milletlerarası TFKB, C. IV, Ankara.
Öner, N. (1995). Felsefe Yolunda Düşünceler, MEB Yayınevi, İstanbul.
Polat, K. (2008). Beşikten Mezara Kırgız Türklerinde Gelenek ve İnanışlar, TDV
Yayınları (2. Baskı), Ankara.
Schimmel, A. (1955). Dinler Tarihine Giriş, Ankara.
Ülkütaşır, M. Ş. (1977). “Çeşitli Halk Gelenek ve İnançları Üzerine Küçük
Araştırmalar”, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı 1976, Ankara.

13
İÇİNDEKİLER
• Dinler ve Kültürler Beşiği Türkiye
• Türkiye'de Yahudilik ve Yahudiler
• Günümüzde Türkiye Yahudileri
DİNLER TARİHİ • Sabataycılık ve Sabataycılar
• Yahudilik Açısından Türkiye'deki Önemli
Yerler
• Hristiyanlık Açısından Türkiye
TÜRKİYE’DEKİ DİNLER • Antakya
• Pavlus'un Türkiye'deki Hac Yolu
• Efes ve Meryem Ana
• Kapadokya Bölgesi
Prof. Dr. Kemal POLAT • Demre ve Noel Baba
• Yedi Büyük Konsil’in Toplandığı Yerler
• Fener Patrikhanesi ve İstanbul
• Türkiye'deki Önemli Hristiyan Gruplar
• Rumlar
• Ermeniler
• Süryaniler
• Arap Ortodoks’lar
• Özet
• Değerlendirme Soruları
• Başvurulabilecek Kaynaklar
HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Yahudilerin Türkiye’ye gelişleri ve varlıklarını
sürdürmelerinin tarihçesini kısaca
öğrenebilecek,
• Hristiyanların Türkiye'deki tarihçesini genel
hatlarıyla anlatabilecek,
• Türkiye'deki Yahudilerin sayılarını ve
bulundukları yerleri belirtebilecek,
• Hristiyanların sayılarını ve bulundukları
yerleri belirtebilecek,
• Sabataycılığı ve Türkiye’de bulunan önemli
Hristiyan gruplarını kısaca
özetleyebileceksiniz.
• Hristiyanlık tarihindeki yedi büyük konsilin
Türkiye açısından önemini açıklayabilecek,
• Hristiyanlık açısından Türkiye'deki önemli
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

1. DİNLER VE KÜLTÜRLER BEŞİĞİ TÜRKİYE


Türkiye, tarihin bilinen en eski dönemlerinden beri çeşitli dinlerin ve
kültürlerin kavşağı ve beşiği olmuştur. Çatalhöyük ve Hacılar gibi önemli
arkeolojik ören yerlerinde yapılan kazılar, Türkiye'deki insan yaşamının
tarihinin, milattan önce sekiz bin yılına kadar geriye gittiğini
göstermektedir. Türkiye, tarihte birçok kavime vatan olmuştur. Hititler
Türkiye, tarihte birçok uzun süre Türkiye topraklarında hüküm sürmüşlerdir. Urartular, Frigler,
kavime vatan olmuştur. Lidyalılar, Likyalılar, Yunanlılar, Romalılar, İranlılar ve daha pek çok kavim
Hititler, Urartular, bu topraklarda iz bırakmışlardır. Türkiye'nin birçok yerinde bu kavimlerin
Frigler, Lidyalılar, din ve kültürlerine ait çeşitli kalıntılar tespit edilmiştir. Ayrıca Türkiye,
Likyalılar, Yunanlılar, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi günümüzün yaşayan dinleri açısından
Romalılar, İranlılar ve da önemlidir. Aslında bu üç dinin doğrudan kaynakları ve doğum yerleri
daha pek çok kavim bu Ortadoğu’dur, özellikle Mezopotamya ve Filistin. Ancak kaynakları bu
topraklarda iz kadar sınırlamayarak coğrafyayı biraz geniş tuttuğumuzda o zaman
bırakmışlardır. Anadolu’da işin içine girer ve bu üç büyük dini besleyen kaynaklar arasında
yer alır, ayrıca onlara kavşaklık eder. Yahudilerin kutsal kitabında, Harran
başta olmak üzere birçok yerin adı geçmektedir. Hıristiyanlığın inanç ve
düşünce yapısını şekillendiren pek çok önemli olay Türkiye topraklarında
meydana gelmiştir. Bu bakımdan, Antakya, İznik, İstanbul, Efes, Kapadokya
bölgesi, Antalya, Konya gibi birçok yerin Hristiyanlık tarihinde büyük bir
önemi bulunmaktadır. İslam açısından da Türkiye'nin önemi büyüktür.
2. TÜRKİYE'DE YAHUDİLİK VE YAHUDİLER
Yahudilerin Türkiye topraklarındaki mevcudiyeti oldukça eski
tarihlere dayanır. Ege bölgesinde yapılan arkeolojik kazılarda M.Ö. IV.
yüzyıla ait Yahudi yerleşim bölgelerine rastlanmıştır. İzmir civarında
Sart'ta, M.Ö. 220 yılına ait eski bir sinagog kalıntısı bulunmuştur. Ayrıca,
Marmara'da, Akdeniz’de ve Karadeniz sahil şeritlerinde de eski çağ Yahudi
yerleşim yerleri tespit edilmiştir. Yahudi tarihçi Josephus (M.S. 37-100?),
Ön Asya seyahatlerinde Yahudilerle karşılaştığını ve onlarla görüş
alışverişinde bulunduğunu yazmıştır. Osmanlıların Yahudilerle ilk
karşılaşmaları 1324 yılında olmuştur. Orhan Gazi Bursa'yı fethettiğinde,
Bizans idaresinde yaşayan Bursa Yahudileri Osmanlıları kurtarıcı olarak
karşılamışlardır. Orhan Gazi, Bursa'nın fethinden 50 yıl kadar önce çıkan
bir yangın sonucu yok olan Etz-Hahayim (Hayat ağacı) sinagogunun
yeniden yapılmasına izin vermiştir.
XIV. Yüzyılın ilk yarısında Avrupa'daki soykırımdan kaçabilen
Aşkenaz (Avrupa) ve Karay Yahudileri Osmanlı’nın başkenti Edirne'ye
sığınmışlardır. XV. Yüzyılda Sicilya'dan ve Selanik'ten kaçan Yahudiler de
huzuru Osmanlı topraklarında tatmışlardır.
Türkiye topraklarındaki Yahudi nüfusunun çoğalması, 1492 yılında
meydana gelen İspanya sürgününden sonra gerçekleşmiştir. İspanya’yı
Müslümanların elinden alan Hıristiyanlar, Yahudileri ve Müslümanları göçe

1
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

zorlamışlardır. İspanya’yı terk eden Yahudiler Osmanlı topraklarına


sığınmışlardır. Osmanlı idarecileri de onlara kucak açmıştır. Dönemin
Padişahı II. Beyazıd, eyalet valilerine ve sancak beylerine gönderdiği
fermanda Yahudi göçmenlere yardımcı olunmasını istemiştir.
Daha sonraki dönemlerde de Hıristiyan baskısından kaçan
Yahudilerin Osmanlı topraklarına sığınması devam etmiştir. XVI. yüzyılın
ortalarında İstanbul’daki Yahudi nüfusu sekiz bini aşmıştır. Bu sayı, o
dönemin İstanbul’undaki toplam nüfusuna oranla oldukça yüksek bir
rakam teşkil etmekteydi.
Osmanlı topraklarında Osmanlı topraklarında sadece İstanbul değil İzmir, Selanik ve Safed
sadece İstanbul değil gibi Osmanlı Türk şehirleri de Sefarad Yahudilerinin kültür merkezleri
İzmir, Selanik ve Safed hâline gelmiştir. Yahudiler, sanat ve ticaretin yanında devlet işlerinde de
gibi Osmanlı Türk görev almışlar, dışişleri ve maliyede önemli mevkiler edinmişlerdir. Saray
şehirleri de Sefarad hekimlerinin çoğunluğunu da Yahudiler teşkil etmiştir.
Yahudilerinin kültür Yahudiler, Osmanlı yönetiminin bu hoşgörülü ortamında din ve
merkezleri haline kültürlerini geliştirmiş, özellikle dinî edebiyat alanında dünyaca ünlü
gelmiştir. eserler vermişlerdir. Örneğin Yosef Karo, Yahudilerin temel dini hukuk
kitabı olan Şulhan Arukh'u İstanbul’da tamamlamıştır.
Yahudiler, Osmanlı'nın adil ve hoşgörülü yönetiminden her zaman
memnun olmuş; Türklerin yönetiminde yaşamayı başka yönetimlere tercih
etmişlerdir. Bu nedenle de I. Dünya Savaşı'nın sonunda Türklerin elinden
çıkan bazı bölgelerdeki Yahudiler, bugünkü Türkiye topraklarına göç
etmişlerdir. Örneğin; Suriye yönetiminde kalmak istemeyen Yahudi’ler,
Şam ve Halep'ten ayrılarak Türkiye'ye gelmişlerdir. Aynı dönemde,
Kırım'da yaşayan Karay Yahudilerinden yüzlerce aile de Türkiye'ye giriş
yapmıştır. 1933 yılında, Hitler yönetimindeki Almanya'da görevlerinden
uzaklaştırılan Yahudi akademisyenler Türkiye'ye sığınmışlar ve Türk
üniversitelerinde görev yapmışlardır. II. Dünya Savaşı sırasında Doğu
Avrupa'dan da Türkiye'ye Yahudi göçü olmuştur.
1948 yılında Filistin'de bağımsız bir İsrail devleti kurulunca,
Türkiye'deki 70.000 Yahudi’nin yarıya yakını İsrail’e göç etmiştir.
Anadolu'daki Yahudilerin çoğu, ya İsrail’e gitmiş ya da İstanbul’a
yerleşmeyi tercih etmiştir. Bu tarihten itibaren Anadolu'daki Yahudi nüfus,
bazı yerlerde tamamen yok olmuştur.
2.1. Günümüzde Türkiye Yahudileri
Bugün Türkiye'de yaşayan Yahudilerin sayısı yaklaşık 26.000
kadardır. Bunların 22.000'i İstanbul’da ve 2500'ü İzmir’de, diğerleri
Ankara, Bursa, Edirne, Çanakkale, Kırklareli, Adana ve Hatay'da
yaşamaktadır. Bunların %96'sı Sefarad (ispanya kökenli), diğerleri
Aşkenaz'dır.
Türkiye Yahudilerinin yasal temsilcisi Hahambaşı'dır. Hahambaşına
görevlerinde danışmanlık yapan iki meclis vardır. Bunlardan biri dini
konsey, diğeri de fahri danışmanlar kuruludur. Dört hahamdan oluşan dinî

2
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

konsey, dinî konularda Hahambaşına yardımcı olmaktadır. Otuz beş


kişiden oluşan fahri danışmanlar kurulu cemaatin işlerini yürütmektedir.
Cemaatin İstanbul’da Bet-Din denilen bir dinî mahkemesi vardır.
Evlenme, boşanma, miras ve nesep tespiti gibi davalar bu mahkemede
görülmektedir.
Yahudilerin hâlen İstanbul’da biri ilköğretim, diğeri lise olmak üzere
Sahte Mesih Sabatay iki okulu, İzmir’de de bir ilköğretim okulu bulunmaktadır. Bu okullardaki
Sevi, görünüşte eğitim dili Türkçedir, haftada 3-5 saat İbranice dersi verilmektedir.
Müslüman olmakla
2.2. Sabataycılık ve Sabataycılar
birlikte eski inançlarını
Osmanlılar döneminde Yahudiler arasında meydana gelen en
gizlice sürdürmüştür.
önemli olay, Sabatay Sevi hareketidir. XVII. Yüzyılın ortalarında İzmir
Yahudilerinden Sabatay Sevi, kendisini Yahudilerin kurtarıcı Mesihi ilan
etmiştir. Onun bu davranışı, Ortadoğu ve Avrupa Yahudileri arasında
heyecan uyandırmış ve birçok taraftar toplamıştır. Sabatay Sevi'nin bu
davranışını bir isyan hareketi olarak gören Padişah IV. Mehmet, onu
sarayına getirtmiş ve Mesihliğini mucize göstererek ispat etmesini
istemiştir. Sahte Mesih Sabatay Sevi, padişahın bu isteğini yerine
getiremeyince, kendisinden Müslüman olmakla ölüm arasında tercihte
bulunması istenmiştir. Sabatay Sevi, görünürde Müslüman olmayı tercih
etmiştir. Bunun üzerine Sabatay Sevi'ye Mehmet adı verilmiş ve kendisine
maaş bağlanmıştır.
Sahte Mesih Sabatay Sevi, görünüşte Müslüman olmakla birlikte
eski inançlarını gizlice sürdürmüştür. Ölümünden sonra, taraftarlarından
bir kısmı onun yolunu devam ettirmişlerdir. Bunlar Selanik'e yerleşerek
Sabataycılığı devam ettirmeye çalışmışlardır.
Sabataycılar, Müslüman görüntüsü altında Ortodoks Yahudilik’ten
farklı olarak Tevrat-Kabbala ekolüne bağlı bir sistem geliştirmişlerdir.
Sistemlerinin özünü Mesih beklentisi oluşturmaktadır. Sabataycılara göre,
Mesih Sabatay Sevi'nin tekrar geri gelmesiyle vadedilen kutsal topraklara
gidecekler ve gerçek İsrail’i kuracaklar ve dünyanın idaresi onlara
kalacaktır.
İnançları ve uygulamaları bakımından Ortodoks Yahudiler tarafından
sapkın olarak görülen Sabataycılar, bazı durumlarda Yahudilerin yanında
yer almışlardır. İstanbullu Yahudilerin destek vermediği Siyonizm
hareketini, Sabataycılar idealleri doğrultusunda desteklemişlerdir.
Sabataycı olduğu iddia edilen dönemin etkili isimlerinden gazeteci Ahmet
Emin Yalman, İsrail’in kuruluşunu destekleyen yazılar yazmıştır.
1924 nüfus mübadelesi sonucunda İstanbul’a gelip yerleşen
Sabataycılar, Dönmeler adıyla da anılmaktadırlar. Sabataycılar kendilerini
gizledikleri için, Türkiye’deki nüfus sayıları bilinmemektedir.
2.3. Türkiye ‘de Yahudilik Açısından Önemli Yerler
Türkiye toprakları, sadece bir kısım Yahudi'nin yaşadığı sıradan
topraklar değildir. Yahudi kutsal kitabı Tevrat'ta bugün Türkiye sınırları

3
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

içinde bulunan birçok yerin ismi geçmektedir. Bu yerlerin başında Dicle ve


Fırat nehirleri gelmektedir. Tevrat'a göre, Tanrı Âdem’i yarattıktan sonra
"doğuya doğru Aden'de" bir bahçe yaratmış ve Âdem’i buraya
Yahudilik açısından yerleştirmiştir. Buradan bir ırmak çıkmış ve daha sonra bu ırmak dört kola
Harran bölgesinin özel ayrılmıştır. Bu dört koldan ikisi Dicle ve Fırat'tır.
bir önemi Dicle ve Fırat nehirleri, kaynaklarını Doğu Anadolu Bölgesi'nden alan
bulunmaktadır. iki akarsuyumuzdur. Tevrat'ta ismi geçtiği için bu iki nehrin bulunduğu
Tevrat'a göre Hz. bölge Yahudiler açısından kutsaldır. Çünkü Tanrı, Mısır'daki Nil nehrinden
İbrahim bir müddet Fırat'a kadar olan bölgeyi Yahudilere vadetmiştir. Bu bölge, ‘arz-ı mev'ud’
Harran'da yaşamıştır. (vadedilen topraklar) adıyla da anılır.
Kardeşlerinden biri de Yahudilik açısından Harran bölgesinin özel bir önemi bulunmaktadır.
Haran adını Tevrat'a göre Hz. İbrahim bir müddet Harran'da yaşamıştır. Kardeşlerinden
taşımaktaydı. biri de Haran adını taşımaktaydı. Daha sonra Hz. Yakup, Harran'a gitmiş
orada bir süre dayısı Laban'ın yanında kalmıştır. Hz. İbrahim ve Hz. Yakup,
Yahudilerin büyük atalarındandır. Bu nedenle, bugünkü Harran'da Yahudi
tarihine ait herhangi bir kalıntı bulunmamakla birlikte burası Yahudiler
açısından kutsallık taşımaktadır. Tevrat’taki "ayağınızın bastığı her yer sizin
olacak' ifadesinden hareketle Harran'ın da Yahudilere vadedilen
topraklardan olduğu söylenmektedir.
3. HRİSTİYANLIK AÇISINDAN TÜRKİYE
Hristiyanlık açısından Türkiye'nin önemi, Yahudilikle
karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Çünkü Hristiyanlık, Filistin'de
doğmakla birlikte gelişmesini Anadolu'da sürdürmüştür. Hıristiyanlığın
bugünkü halini almasında önemli rolü bulunan Pavlus Tarsus'ludur. Pavlus,
Hıristiyanlığı yaymak için Türkiye'nin birçok yerini dolaşmıştır. Hıristiyan
kutsal kitabı Yeni Ahit'in bölümlerinden olan Resullerin işleri kitabında
Türkiye'deki birçok yerin ismi geçmektedir. Yine, Pavlus'un Yeni Ahit’te yer
alan Galatyalılara, Efesoslulara ve Koloselilere mektupları, Anadolu'da bu
adlarla anılan bölgelerin halklarına yazılmıştır. Hıristiyan dünyasını
bağlayıcı kararların alındığı büyük konsiller Türkiye topraklarında
toplanmıştır. Hatta Filistin topraklarından dışarı çıkmamış olan Hz. İsa’nın
bile Urfa'ya kadar geldiğine ve Deyr-i Mesih adı verilen bir mağarada
havarileriyle birlikte toplantı yaptığına inanılmaktadır. Bu nedenle, Türkiye
sınırları içerisinde Hristiyanlık açısından birçok önemli kutsal mekân
bulunmaktadır.
Erken dönem Hıristiyanlığında Antakya, önemli bir yerdir. Çünkü
Hıristiyan terimi ilk defa burada kullanılmış (Resullerin işleri 12/26) ve ilk
Kilise burada kurulmuştur. Antakya Kilisesi, daha sonra 325 yılında İznik
Konsili'nde patriklik seviyesine yükseltilmiştir. Antakya Patrikliği,
İskenderiye, Kudüs ve İstanbul Rum Fener Patrikliği ile birlikte dört büyük
tarihi patrikliği oluşturmaktadır. Antakya ilahiyat okulunda yetişen birçok
Hıristiyan ilahiyatçı Hıristiyanlığın şekillenmesinde rol oynamıştır. Aryüs ve
Nestoryus bunların başında gelmektedir. 1268 yılında Memlük hükümdarı

4
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

Rükneddin Baybars'ın Antakya'yı ele geçirmesi üzerine Patriklik Şam'a


taşınmıştır. Patriklik merkezi halen Şam'dadır. Bugün Antakya Patrikliğine
bağlı Türkiye, Suriye, Lübnan ve Amerika'da çeşitli metropolitlikler
bulunmaktadır.
3.1. Pavlus'un Türkiye’deki Hac Yolu
Hristiyanlık tarihinde önemli bir yeri olan Pavlus, Tarsus'ta
doğmuştur. Ferisi mezhebine göre yetişmiş bir Yahudi olan Pavlus, İsa’nın
ölümünden sonra Hristiyanlığa geçmiş ve Hristiyanlığı yaymak için
Pavlus'un Hıristiyanlığı Anadolu'yu dolaşmıştır. Pavlus, Anadolu'ya ilk yolculuğuna Aziz Barnabas
yaymak için dolaştığı ile birlikte Antakya’dan başlamıştır. Samandağ'dan (Seleukeia Pieria)
bu yerler, Katolik gemiye binen Pavlus, Kıbrıs'ı dolaştıktan sonra Perge'ye gelmiş oradan da
Hıristiyanlarca hac Isparta Yalvaç'a (Pisidya Antakyası) geçmiştir. Orada Yahudilerin tepkisiyle
yeri olarak kabul karşılaşan Pavlus daha sonra Konya'ya (iconium) gitmiştir. Orada da
edilmiştir. Yahudilerin saldırısıyla karşılaşınca, Lystra (neresi olduğu bilinmiyor) ve
Derbe'ye kaçmıştır. Daha sonra Konya, Yalvaç, Perge ve Antalya
güzergâhını izleyerek Antakya'ya geri dönmüştür.
Pavlus, daha sonra Anadolu'ya iki yolculuk daha yapmıştır. Bu
yolculuklarında Demre (Myra), Gelemiş (Patara), Knidos (Datça
yakınlarında), Milet, Efes, Assos (Behramköy yakınları), Troas (Demre
yakınları) ve Galatya'ya (Ankara civarında) giderek Hıristiyanlığı
anlatmıştır.
Pavlus'un Hıristiyanlığı yaymak için dolaştığı bu yerler, Katolik
Hristiyanlarca hac yeri olarak kabul edilmiştir. Zaman zaman Katolik
gruplar, Pavlus'un dolaştığı bu yerleri hac amacıyla ziyaret etmektedir.
3.2. Efes ve Meryem Ana
Efes, İzmir’in Selçuk ilçesi sınırları içinde yer alan önemli bir antik
kenttir. Hristiyanlık açısından da Türkiye'deki en önemli kutsal mekândır.
Pavlus, Türkiye topraklarındaki yolculuğunda üç buçuk yıl Efes'te kalmış ve
burada Hristiyanlığı putperestler arasında yaymaya çalışmıştır. Hristiyanlık
tarihinde önemli yeri bulunan üçüncü konsil Efes'te toplanmıştır. Bu
konsilde Meryem'e, 'Theotokos' (Tanrı doğuran) unvanı verilmiştir.
Hıristiyanlar açısından Efes'in asıl önemi, İsa’nın annesi Meryem
dolayısıyladır. Hristiyanların inancına göre İsa, hayatının sonlarında annesi
Meryem'i, havarilerinden İncil yazarı Aziz Yuhanna'ya emanet etmiştir.
Yuhanna'nın, M.S. 37-48 yılları arasında Efes'e geldiği ve yanında İsa’nın
annesi Meryem'i de getirdiği tahmin edilmektedir. Fakat bunun tarihî bir
kanıtı olmadığı gibi Hristiyan kutsal metinlerinde de buna ilişkin açık bir
bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle, XIX. yüzyılın sonlarına kadar
Meryem'in Efes'te vefat edip orada gömüldüğüne dair Hıristiyan
dünyasında herhangi bir inanç yoktu.
XIX. yüzyılın sonlarında Catherine Emmerich isimli yatalak hasta bir
Alman kadın, bir takım kehanetlerde bulunmaya başlamıştı. Emmerich,
Efes'teki yıkık bir evden bahsediyor ve bu evin İsa’nın annesi Meryem'e ait

5
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

olduğunu söylüyordu. Emmerich, bu iddialarıyla kalmayıp bir de 'Bakire


Meryem'in Yaşamı' adıyla bir kitap yayınlamıştı. Sonraki yıllarda, onun
tanımlamalarının gerçek olup olmadığını öğrenmek için din adamlarınca
Efes'e geziler düzenlendi. İddiaya göre, Efes'in 7 kilometre uzağında,
Bülbül Dağı’nda Emmerich'in tanımladığı gibi bir evle karşılaşıldı. 'Panaya
Kapulu' denilen Meryem Ana Evi bulunmuştu. 1892 yılında İzmir
Başpiskoposu Monsenyör Timoni evin kutsallığını onayladı ve bir hac yeri
olarak orada ayin yapılmasına izin verdi. Daha sonra 26 Temmuz 1967
yılında Papa VI. Paul’un burayı ziyaret etmesi ile evin kutsallığı ve hac yeri
olma özelliği bütün Katolik Hristiyanlarca resmiyet kazanmış oldu. Meryem
Ana Evi, Protestan Hristiyanların dışında Ortodoks ve Katolik Hristiyanlarca
hac yeri olarak kabul edilmektedir.
Efes'te tarihî önemi olan iki kilise bulunmaktadır. Bunlardan biri
Bülbül Dağı'ndaki Meryem Ana Kilisesi, diğeri de Aziz Yuhanna adına
Ayasuluk'ta yaptırılan kilisedir. Bir inanışa göre Aziz Yuhanna Ayasuluk
(Hagios Theologos) tepesinde yaşamış, ölünce de oraya gömülmüştü.
Mezarın bulunduğu yere bir de kilise inşa edilmişti. Daha sonra VI. yüzyılda
Demre'ye kutsallık imparator Justinius, burada büyük bir bazilika yaptırdı. Bugün bu
kazandıran Hıristiyan bazilikanın kalıntıları hala mevcuttur.
azizi, Noel Baba olarak Aziz Yuhanna'ya atfedilen Vahiy kitabı, Yeni Ahit'in son kitabını
bilinen Aziz Nikolas’tır. oluşturmaktadır. Yuhanna bu kitapta, İsa Mesih'in ikinci defa yeryüzüne
Aziz Nikolas'ın, o gelişinden evvel gerçekleşecek olaylardan bahsetmektedir. Bu kitapta
zamanlar bir Likya ayrıca Türkiye'deki yedi kilise söz konusu edilmektedir.
kenti olan Patara'da Vahiy kitabında adı geçen yedi kilise, Hristiyanlıkta simgesel bir
(Gelemiş) doğduğu öneme sahiptir. Bu kiliselerin hepsi Ege Bölgesi sınırları içerisinde yer
tahmin edilmektedir. almaktadır. Efes'teki kilise bunların başında gelmektedir. Vahiy kitabındaki
sırasına göre diğer altı kilise, İzmir (Smyrna), Bergama (Pergamum),
Akhisar (Thyatire), Sart (Sardis), Alaşehir (Philadelphia) ve Pamukkale'de
(Laodikea) bulunmaktaydı. Bu kiliseler, Hristiyanlığın Roma
imparatorluğunun Asya Eyaleti’nde yayılmasının itici gücünü
oluşturmaktaydı. Bu bakımdan adı geçen yerler Hıristiyan inanışında
kutsaldırlar. Hristiyanlar bu kiliselerin bulunduğu yerlere hac ziyareti
yapmaktadırlar.
3.3. Kapadokya Bölgesi
Türkiye'nin antik yerleşim bölgelerinden biri olan Kapadokya
bölgesi, daha I. yüzyılda Hristiyanlığın önemli bir merkezi olmaya
başlamıştır. Bu dönemden itibaren Hristiyanlar, başta Kayseri olmak üzere
çeşitli yerleşim yerlerinde kalabalık kitleler oluşturmuşlardır. Bu
Hristiyanlar, Romalıların baskı ve zulmünden korunmak için, bölgedeki
mağaralara sığınmışlar ve dinlerini orada yaşamaya çalışmışlardır. Sayıları
arttıkça, kayaları oyarak kiliseler, manastırlar, ölülerini gömmek için
katakomplar yapmışlardır.

6
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

Kapadokya bölgesi, tarihî kiliseler bakımından da zengindir. Karanlık


kilise, Elmalı kilise, Çarıklı kilise, Tokalı kilise, Barbara kilise, Yılanlı kilise,
Saklı kilise, Meryemana kilise ve Kılıçlar kilise Kapadokya’da bulunan
önemli tarihî kiliselerdir. Kapadokya'daki kiliselerin önemli bir özelliği,
birçoğunun duvarlarının büyük yılan resimleriyle süslenmiş olmasıdır.
3.4. Demre ve Noel Baba
Antalya sınırları içinde yer alan Demre, bugün Hristiyanlık dünyası
için önemli kutsal ziyaret yerlerinden biridir. Demre'ye kutsallık kazandıran
Hristiyan azizi, Noel Baba olarak bilinen Aziz Nikolas’tır. Aziz Nikolas'ın, o
zamanlar bir Likya kenti olan Patara'da (Gelemiş) doğduğu tahmin
edilmektedir. Filistin ve Mısır'da eğitim gören Aziz Nikolas, yurda
Ökümenik
döndüğünde Demre (Myra) piskoposluğuna atanmıştır. İmparator
konsillerin ilki 325
Diocletian'ın zulmüne uğrayıp zincire vurulan Aziz Nikolas, daha sonra
yılında iznik'te
tahta geçen Kostantin'in 313 yılında Hristiyanlara özgürlük tanımasıyla
toplanmıştır. Bu
serbest kalmış ve 325 yılında İznik’te toplanan konsile de katılmıştır.
konsilde, İsa’nın
Mezarının Demre'de olduğuna inanılan Aziz Nikolas, daha sonraki
yaratılmış
yüzyıllarda efsanevi Noel Baba'ya dönüşmüştür. Efsanelere göre Aziz
olduğunu ileri süren
Nikolas, çeyiz parası bulamadıkları için evlenemeyen üç kız kardeşe
Aryüs'ün fikirleri
pencereden gizlice üç kese para atarak yardım etmiştir. Günümüzde, Aziz
reddedilmiş ve
Nikolas'ın Noel Baba olarak pencere ya da bacadan gizlice armağanlar
İsa’nın tanrılığı ilan
gönderdiği inancı, tüm Hıristiyanlar arasında yaygın olarak devam
edilmiştir.
etmektedir. Noel'de hediyeleşme âdeti ondan kalmıştır. Onun Demre’deki
ünlü kilisesi, Hristiyanlarca ziyaret edilen önemli kutsal merkezlerden
biridir. Demre'de son yıllarda hoşgörü toplantıları da düzenlenmektedir.
3.5. Yedi Büyük Konsilin Toplandığı Yerler
Hristiyanlık tarihinde yedi büyük konsil vardır. Bu konsillere
ökümenik (evrensel) konsiller denir. Bu konsillerde alınan kararlar Hristiyan
dünyasının çoğunluğunu bağlayıcı niteliktedir.
Ökümenik konsillerin ilki 325 yılında İznik’te toplanmıştır. Bu
konsilde, İsa’nın yaratılmış olduğunu ileri süren Aryüs'ün fikirleri
reddedilmiş ve İsa’nın tanrılığı ilan edilmiştir. Daha sonra İznik’te 787
yılında ikinci bir konsil toplanmıştır. II. İznik Konsili olarak bilinen bu konsil,
ökümenik konsiller içerisinde yedinci sırayı alır. Bu konsilde, tasvir kırıcılığı
(ikonoklazm) tartışılmıştır. İznik, II. Vatikan Konsili'nde (1962-1965)
Katolikler tarafından kutsal hac yeri olarak kabul edilmiştir.
Üçüncü konsil, 431 yılında Efes'te toplanmıştır.'Bu konsilde İsa’nın
beşeri ve insani tabiatı tartışılmış, ayrıca Meryem'in 'theotokos' (Tanrı
doğuran) olduğu kabul edilmiştir.
Konsiller bakımından en önemli kentimiz İstanbul’dur. 381'de 2.
konsil, 451'de 4. konsil (Kadıköy'de), 553'te 5. konsil ve 681 yıllarında 6.
konsil bu kentimizde toplanmıştır.
İstanbul, konsiller bakımından olduğu gibi Ortodoks Hristiyanlık
dünyası açısından da önemli bir kentimizdir. İstanbul’daki tarihî patriklik,

7
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

Bizans imparatorluğunun gücünden de destek alarak doğu Hristiyanlığının


merkezini oluşturmuştur.
4. FENER PATRİKHANESİ VE İSTANBUL
İstanbul’un Hristiyanlık tarihinde oynadığı önemli rol, öncelikle
coğrafi konumundan kaynaklanmaktadır. İstanbul’da Kilise (buradaki Kilise
kelimesi, ibadet evi anlamında değildir), M.S. 37'de Aziz Andreas
İstanbul 29 Mayıs tarafından kurulmuştur. İstanbul Kilisesi, imparator Konstantin tarafından
1453 yılında II. İstanbul başkent yapılıncaya kadar Ereğli metropolitliğine bağlı bir
Mehmet tarafından piskoposluk olarak kalmıştır. 330 yılında İstanbul başkent olunca, Kilisenin
fethedilince İstanbul konumu da değişmiş ve bağımsız başpiskoposluk olmuştur. 451 yılında
Patrikliği Türk İstanbul’un Kadıköy semtinde toplanan konsilde ise patriklik seviyesine
tarihindeki yerini aldı. yükseltilmiştir. Buna göre İstanbul Kilisesi, Roma, Kudüs, Antakya ve
İskenderiye Patriklikleriyle birlikte Hristiyan dünyasının tarihî merkezi
olarak kabul edilmiştir. Daha sonraki dönemlerde Bizans
imparatorluğunun gücüne bağIı olarak İstanbul Patrikliğinin yetkisi
artmıştır. V. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul Başpiskoposu için Ökümenik
Patrik unvanı kullanılmaya başlanmıştır. Bu durum, kendisini Hristiyan
dünyasının lideri kabul eden Roma'daki Papalığı rahatsız etmiştir. Bundan
sonra Roma ile İstanbul Patrikliği arasında çatışma başlamıştır. Neticede
1054 yılında iki Kilise ilişkilerini tamamen koparmıştır.
İstanbul 29 Mayıs 1453 yılında II. Mehmet tarafından fethedilince,
İstanbul Patrikliği Türk tarihindeki yerini aldı. II. Mehmet, Ortodoksların
Katolik Roma ile yakınlaşmalarını önlemek için II. Yenadios'u patrik seçtirdi
ve Patriğe "milletbaşı" unvanını verdi. Bu, İstanbul’un tekrar Ortodoks
Hıristiyanların merkezi hâline gelmesi anlamını taşıyordu. II. Mehmet,
ayrıca patriğe "üç tuğlu Osmanlı paşası" unvanı da verdi. II. Mehmet'in
siyasi amaçlarla verdiği yetkiler neticesinde Patrikhane, Bizans
dönemindeki gücünün çok üzerine çıkmıştı.
Patrikhane, 1600 yılında İstanbul Fener'deki bugünkü yerine taşındı.
Rumların ileri gelen aileleri de aynı yere taşındılar. Daha sonra burada
Rumlar çoğunluğu oluşturdular. Bundan sonra patrikhaneye Fener Rum
Patrikhanesi denmeye başlandı.
Patrikhane, Osmanlıların son zamanlarında Osmanlı idaresine karşı
faaliyetlerde bulundu. Bu nedenle Patrikhane ile Osmanlı idaresi arasında
birtakım sorunlar yaşandı. Özellikle Kurtuluş Savaşı esnasında patrikhane
düşmanca tavırlar aldı. Yunan işgal kuvvetlerine destek vererek açıkça
Yunanistan’ın yanında yer aldı. Kendini 'megalo idea'ya kaptıran Fener
Rum Patrikhanesi, Osmanlı ebediyen batıyormuş gibi davrandı.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasından sonra Patrikhanenin
Türkiye sınırlarının dışına çıkarılması düşünüldü. Fakat siyasi açıdan
Türkiye'nin aleyhine olacağı endişesiyle bundan vazgeçildi. Patrikhanenin,
Osmanlı dönemindeki bütün ayrıcalıklarının kaldırılıp yalnızca dinî
yetkileriyle sınırlı kalması şartıyla İstanbul’da kalmasına izin verildi. 3 Mart

8
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

1924'te hilafetin kaldırılması ve halifenin yurt dışına çıkarılması nedeniyle


Patrikhanenin de kapatılması gündeme geldi. Fakat yine siyası nedenlerle
bundan vazgeçildi.
II. Dünya Savaşı esnasında Rus Ortodoks Kilisesi'nin bir canlanma
içine girmesi, siyasi açıdan Amerika, Yunanistan ve Türkiye’yi
endişelendirmişti. Bu nedenle Fener Rum Patrikhanesi, uluslararası bir
nitelik kazandırılıp güçlendirilmek istendi. Patrik seçilecek kişinin Türk
vatandaşı olma zorunluluğu bulunmasına rağmen, Amerika'nın önerisiyle
Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposu Athinagoras, Başkan Truman'ın
özel uçağıyla Türkiye'ye getirildi ve hemen Türk vatandaşı yapılarak Patrik
seçildi.
Bugün Türkiye'de Şimdiki Patrik Bartholomeos'tur. 1940 Çanakkale Gökçeada
yaşayan Hıristiyanlar, doğumlu olan Bartholomeos 22 Ekim 1991 'de patrik seçilmiştir.
Osmanlıların Millet Bartholomeos, Fener Rum Patrikhanesinin uluslararası alanda etkinliğini
Sistemi'nde yer alan artırmak için faaliyetlerde bulunmaktadır. Bu da Türkiye’de birtakım
Kilise teşkilatlarına sıkıntılar doğurmaktadır.
bağlı Hıristiyanların Bugün Türkiye sınırları içinde, Fener Rum Patrikhanesi'ne bağIı iki
torunlarıdır. bin Rum Ortodoks yaşamaktadır. İstanbul’da, Fener Rum Ortodoks
Patrikhanesi dışında, Türk Ortodoks Patrikhanesi, Ermeni Kilisesi, Süryani
Kadim Kilisesi, Katolik Kilisesi gibi daha birçok Hristiyan Kilisesi
bulunmaktadır.
5. TÜRKİYE’DEKİ ÖNEMLİ HRİSTİYAN GRUPLAR
Türkiye'deki Hristiyanların büyük çoğunluğu, tarihi ilk yüzyıllara
kadar uzanan Kiliselerin ilk mensupları arasında yer almaktadır. Bugün
Türkiye'de yaşayan Hristiyanlar, Osmanlıların Millet Sistemi'nde yer alan
Kilise teşkilatlarına bağlı Hristiyanların torunlarıdır. Avrupa Kiliselerinin
XIII. yüzyıldan beri sürdürdükleri misyonerlik faaliyetleri sonucunda tarihi
Kiliselerin bazı kolları ya Katolikleşerek Roma ile birleşmiş ya da
Protestanlaşmıştır.
XIX. Yüzyılda ve özellikle I. Dünya Savaşı sırasında Türkiye'deki
Hristiyan gruplar, Osmanlı idaresi ile Avrupa devletleri arasında yaşanan
gerginlikten büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Savaşlar sırasındaki Batılı
yanlısı tutumları nedeniyle Hıristiyanlar Türkiye'de tepkiyle karşılanmış,
bunun sonucunda birçok Hıristiyan grup Türkiye'yi terk etmek zorunda
kalmıştır. 1928 yılına gelindiğinde, Hristiyanların Türkiye'deki sayıları bir
hayli azalmıştır.
1923 yılında imzalanan Lozan Anlaşması'nın 37-45. maddeleri
arasındaki maddeler gereğince düzenlenen kanunla, kalan Hristiyan
gruplara Türk Devleti tarafından güvenlik teminatı verilmiştir. İnanç
özgürlüğü ve devlet memuru olabilme hakkı gibi Müslüman halkın sahip
olduğu tüm haklardan Hristiyanlar da yararlandırılmıştır. Yine bu kanunla,
kendi okullarını açmalarına ve anadillerini kullanmalarına izin verilmiştir.
Fakat bu imtiyazlardan sadece Yunanlılar ve Ermeniler yararlanabilmiştir.

9
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

Süryani ve Arap Ortodoks Hristiyanları o dönemde bir Kilise teşkilatına


sahip olmadıkları için kanun kapsamına alınmamışlardır. Buna rağmen bu
gruplar da genelde herhangi bir sorunla karşılaşmadan yaşamlarını
sürdürmüşlerdir.
Türkiye'de kalan Hristiyanlardan bazıları, Türkiye aleyhine dışarıdaki
Hristiyan unsurlarla iş birliğine gitmeleri nedeniyle daha sonraki yıllarda
Türkiye'yi terk etmişlerdir. 1983 yılı itibarıyla Türkiye’de bugün yaşayan
Hristiyanların tahmini sayısı 124.000 civarındadır.
Türkiye'de bugün tarihî Hıristiyan gruplar olarak Rumlar, Ermeniler,
Süryaniler ve Arap Ortodoks’lar bulunmaktadır. Rumları daha önce Fener
Patrikhanesini anlatırken ele aldığımız için burada sadece Ermeniler,
Süryaniler ve Arap Ortodoksları anlatacağız.
5.1. Ermeniler
Ermeni adıyla bilinen Hristiyanlar, 301 yılında Aziz Grigor'un
öncülüğünde hep birlikte Hristiyanlığı benimsediklerini iddia
etmektedirler.
Ermenilerin büyük Ermeniler, Aziz Grigor'a kendilerini aydınlattığı için 'aydınlatıcı'
çoğunluğu, anlamında 'Lusavoriç' derler. Aziz Grigor, ilk Ermeni Kilisesini bugünkü
İstanbul’daki Ermeni Ermenistan sınırları içindeki Eçmiyazin'de kurmuştur. Aziz Gregor'a atfen
Patrikliği'ne bağlıdır. Ermeni Kilisesi'ne Gregoryen Ermeni Kilisesi denmektedir. Eçmiyazin'deki
Bu patrikliğin kilisenin, Ermeniler yanında birçok bakımdan önemli bir yeri
Anadolu'da, Kayseri, bulunmaktadır.
Diyarbakır ve Gregoryen Ermeni Kilisesi monofizit karakterlidir. Yani, İsa’nın beşeri
İskenderun’da olmak yönünün ilahi yönü içerisinde eridiği ve İsa’da sadece ilahi yönün
üzere üç metropolitliği bulunduğu kabul edilmektedir. Bu bakımdan Gregoryen Ermeni Kilisesi,
bulunmaktadır. Katolik ve Ortodoks Kiliselerden ayrılmaktadır.
Türkiye'deki Ermeniler, Bizans döneminden kalmadır. Bizans
döneminde Ermeniler monofizit inançları yüzünden Ortodoksların baskı ve
zulmüne uğramışlardır. II. Mehmet İstanbul’u fethedince, Ermenilere dini
özgürlük tanımış ve İstanbul’da Rum Ortodoks Patrikhanesi ile aynı statüye
sahip İstanbul Ermeni Patrikliği’ni kurdurtmuştur.1830'lara kadar Osmanlı
Devleti'nde kültürel ve ekonomik hayatta, hatta sarayda yüksek mevkilere
gelen Ermeniler, Osmanlı idaresi tarafından “millet-i sadıka” olarak kabul
edilmişlerdir. Fakat bu yıllardan itibaren, Osmanlı Devleti ile güç yarışına
giren Hristiyan ülkelerin yanında yer almaları, özellikle Rusya'nın tarafını
tutmaları onların bu imtiyazlı konumunu bozmuştur. Bu nedenle, diğer
Hristiyan gruplar gibi Ermenilerin bir kısmı Türkiye'yi terk etmeyi tercih
etmiştir. Bununla birlikte bugün Türkiye'de yaşayan Ermeniler, Hristiyan
gruplar arasında en kalabalık topluluğu oluşturmaktadır. Bunların sayıları
hakkında farklı bilgiler verilmektedir. Bu sayı, 42.000 ile 80.000 arasında
değişmekte ve büyük bir kısmı, İstanbul’da yaşamaktadır.
Ermenilerin büyük çoğunluğu, İstanbul’daki Ermeni Patrikliği'ne
bağlıdır. Bu patrikliğin Anadolu’da, Kayseri, Diyarbakır ve İskenderun’da

10
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

olmak üzere üç metropolitliği bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul’da da bir


metropolitliği vardır. Ermeniler İstanbul’da serbestçe her türlü faaliyette
bulunmaktadırlar.
Sayıları 7000 ile 10.000 arasında olduğu tahmin edilen bir grup
Ermeni de Katolik Ermeni Kilisesine mensuptur. Çok az sayıda da Protestan
Ermeni vardır.
Ermenilerin diğer Hristiyan gruplara nazaran, siyasi bakımdan
Türkiye için problem teşkil eden bir yönü vardır. Türkiye dışında yaşayan
Ermeniler, Türkiye topraklarının bir kısmı üzerinde hak iddia
etmektedirler. Tevrat'ta Nuh'un gemisinin oturduğu dağ olarak adı geçen
Ağrı Dağı, Ermenilerin Türkiye üzerindeki emellerinin sembolünü
oluşturmaktadır.
5.2. Süryaniler
Tarihî Antakya Kilisesi’nde temel bulan Süryaniler, Batı Süryanileri ve
Doğu Süryanileri olmak üzere iki gruba ayrılmaktadırlar. Batı Süryanileri
Arami kökenlidir. Hristiyan olduktan sonra Arami adını putperestlere
bırakmışlardır. Bunlar, kendilerinin Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Havari
Thomas, Aziz Thaddus, Aggay ve Mari tarafından Hristiyanlaştırıldıklarını
söylerler. Bir süre Urfa'yı merkez edinen Batı Süryanileri, Ermeniler gibi
İsa’da tek tabiatın bulunduğuna ve Meryem'e 'theotokos' (Tanrı doğuran)
denilebileceğine inanırlar. Bu yüzden onlar, 451 yılında Kadıköy'de
Antakya Kilisesine bağlı toplanan konsilin kararlarını kabul etmemişler ve böylece ayrı bir Kilise
Süryaniler, Batı (mezhep) oluşturmuşlardır. İsa ile ilgili inançları yüzünden Bizanslı
Süryanileri ve Doğu Ortodoksların baskı ve zulmüne uğrayan Batı Süryanileri bir ara yok
Süryanileri olmak üzere olmanın eşiğine gelmişlerdir. Bu durumdan, Yakup Baraday isimli
iki gruba piskoposun girişimleriyle kurtulmuşlar ve Batı Süryani Kilisesi yeniden
ayrılmaktadırlar. canlanmıştır. Bu nedenle onlara ‘Yakubiler' de denmiştir.
Yukarı Mezopotamya'nın 640 yıllarında Müslümanların eline
geçmesi sayesinde Batı Süryani Kilisesi yükseliş dönemini yaşamıştır. Batı
Süryanileri daha sonra Osmanlı idaresinde de rahat yaşamışlardır. 1882
yılında onlara da “millet” statüsü verilmiştir. Roma Katolik Kilisesinin ve
Protestan Kiliselerinin misyonerlik faaliyetleri neticesinde Batı
Süryanilerinin bir kısmı Katolikliğe ve Protestanlığa geçmiştir.
Batı Süryanileri çoğunluk olarak, 160 kilometrekarelik dağlık bir
plato olan Tur Abdin'de (Mardin bölgesi) yaşamaktaydılar. Bugün aynı
bölgedeki sayıları yaklaşık 10.000 civarındadır. Mardin'de yaşayan Bati
Süryanilerinin çoğu İstanbul’a göç etmiştir.
Bugün Türkiye'de Batı Süryani Kilisesi, 'Süryani Kadim Kilisesi' adı
altında yaşamaktadır. Bu Kilisenin 40.000 mensubu bulunmaktadır. Katolik
Süryanilerin sayısı birkaç bin civarındadır. Birkaç yüz civarında da
Protestan vardır. Doğu Süryanileri, Nesturiler ve Keldaniler'den
oluşmaktadır.

11
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

Nesturiler; İsa’da beşeri ve ilahi iki tabiatın bulunduğunu, bunların


birbiriyle karışmadığını, İsa’nın beşeri tabiatının ön planda olduğunu ileri
süren Nestoryus'un (382-451) görüşünü benimsemişlerdir. Bu yüzden
onlara diyofizit (çift tabiatçı) denmiştir. Bunlar adlarını da Nestoryus'tan
almışlardır.
Keldaniler orijinal tarihî bir grup değildir. Roma Katolik Kilisesinin
ilkelerini benimseyen bu grup 1681 yılında Nesturi Kilisesinden ayrılmış ve
Keldani Kilisesi adıyla yeni bir Kilise kurarak Roma Katolik Kilisesine
Adventist, Baptist, katılmıştır.
Presbiteryen ve Doğu Süryanileri Türkiye'deki tüm Hıristiyan gruplar arasında en
kendilerini Mesih gerilemiş olan gruptur. Keldanilerin 1980 öncesine kadar yaşadıkları
inanlıları olarak tanıtan başlıca iller Mardin, Siirt, Diyarbakır ve Hakkâri idi. Daha sonra bunların
Protestan gruplar çoğunluğu İstanbul’a ve yurt dışına göç etmiştir. Cizre ve Hakkâri arasında
Türkiye'de misyonerlik hala dokuz Keldani köyü bulunmaktadır. Keldanilerin Türkiye'deki
çalışmaları Piskoposluk merkezi Diyarbakır'da gözükmesine rağmen Piskopos
yapmaktadırlar. İstanbul’da ikamet etmektedir. Bir zamanlar oldukça kalabalık olan
Nesturiler'den ise Van ve Hakkâri’de yaşayan birkaç yüz kişi kalmıştır.
Süryaniler günümüzde “Asurlular” adıyla kimlik bulmaya
çalışmaktadırlar. Onlara bu adı hatırlatan, Musul Konsolosluğu da yapan
İngiliz arkeolog Henry Layard'dır. 1845-1847 yıllarında Eski Ninova'da
kazılar yapan Layard, Kuzey Irak'taki Hıristiyanların, Asur kökenli
olduklarını söylemiştir. O zamana kadar resmi bir tarihi
temellendiremeyen Süryaniler, tarihte iz bırakmış Asurluların torunları
olmayı seve seve kabul etmişlerdir. Bu durum, Batılı misyonerler
tarafından da desteklenmiştir.
5.3. Arap Ortodokslar
Arap Ortodokslar, Antakya Patrikliği’ne bağlıdırlar. İlk dönemlerdeki
tartışmalarda İstanbul Patrikliği’nin görüşlerini benimsedikleri için
Bizans'ın baskısına maruz kalmamışlardır.
Arap Ortodokslar hiçbir siyasi faaliyete karışmadıkları için Osmanlı
döneminde de rahat yaşamışlardır. Buna rağmen, I. Dünya Savaşı
sonrasında yaşadıkları bölgelerin Türkiye'ye bırakılması nedeniyle birçoğu
Suriye ve Lübnan'a taşınmıştır. Türkiye sınırları içinde bugün 7000
civarında Arap Ortodoks yaşamaktadır. Yoğun olarak bulundukları il,
Hatay'dır. Hatay'ın dışında Adana, Mersin ve İstanbul’da da az sayıda Arap
Ortodoks bulunmaktadır.
Yukarıda bahsettiğimiz Hristiyan grupların dışında Türkiye'de daha
birçok Hristiyan grup bulunmaktadır. Bunlar, Katolik ve Protestan
misyonerlerin faaliyetleri sonucunda sonradan ortaya çıkmışlardır.
Adventist, Baptist, Presbiteryen ve kendilerini Mesih inanlıları olarak
tanıtan Protestan gruplar Türkiye'de misyonerlik çalışmaları
yapmaktadırlar. Bunların çalışmaları son ünitede ele alınacaktır.

12
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

ÖZET

Tarihin bilinen en eski dönemlerinden beri çeşitli dinlerin ve


kültürlerin beşiği olan Türkiye, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi
günümüzün yaşayan dinleri açısından da önemli bir ülkedir.
Yahudilerin kutsal kitabında, başta Harran olmak üzere, Dicle ve
Fırat gibi birçok yerin adı geçmektedir. Yahudilerin ataları Hz. İbrahim ve
Yakup, Harran'da bir süre yaşamışlardır. Ortaçağda Hristiyan zulmünden
kaçan Yahudiler huzuru Türkiye topraklarında bulmuşlar ve Osmanlıların
hoşgörülü yönetimi altında dinlerini ve kültürlerini geliştirmişlerdir. Bugün
Türkiye'de 26.000 kadar Yahudi yaşamaktadır. Bunların yasal temsilcine
Hahambaşı denmektedir.
Türkiye'nin Hristiyanlık açısından önemi daha fazladır. Çünkü
Hristiyanlığın inanç ve düşünce yapısını şekillendiren pek çok önemli olay
Türkiye topraklarında meydana gelmiştir. Hıristiyanlığın bugünkü hâlini
almasında önemli rolü bulunan Pavlus Tarsus'ta doğmuştur. Pavlus,
Hristiyanlığı yaymak için Türkiye'nin birçok yerini dolaşmıştır. Hıristiyan
dünyasını bağlayıcı kararların alındığı büyük konsiller Türkiye
topraklarında toplanmıştır. Hıristiyanlar bu adı Antakya'da almışlardır.
İstanbul, bir zamanlar Ortodoks Hristiyanlığın merkezi olmuştur. Buradaki
Fener Rum Patrikhanesi'nin Ortodoks Hristiyanlık bakımından tarihî bir
önemi bulunmaktadır. Efes, İsa’nın annesi Meryem dolayısıyla önemli bir
yerdir.
Türkiye'de bugün tarihî Hristiyan gruplar olarak, Rumlar, Ermeniler,
Süryaniler ve Arap Ortodokslar yaşamaktadır. Bunların sayıca en kalabalık
olanı, Ermenilerdir.

13
Türkiye'deki Dinler Dinler Tarihi / 11

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Türkiye'deki Yahudilerin yasal temsilcisine ne ad verilir?


2. Türkiye, Yahudilik açısından niçin önemlidir? Araştırınız.
3. Türkiye, Hristiyanlık açısından neden Yahudilikten daha çok önemlidir?
Tartışınız.
4. İncillerde geçen ve Türkiye’de yer alan yedi kilise hangileridir? Bulunduğu
illerle birlikte belirtiniz.
5. Türkiye’de bulunan Hristiyan Gruplar hakkında bilgi veriniz?

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Adam, B., Katar, M. (2004). Dinler Tarihi (İlahiyat Önlisans Programı), (5. Baskı).
Eskişehir: Açık Öğretim Fakültesi Yayınları.
Andrews, P. A. (1992). Türkiye'de Etnik Gruplar, İstanbul.
Bayladı, D. (1998). Dinler Kavşağı Anadolu, İstanbul.
Benlisoy, Y., EIçin, M. (1996). Fener Patrikhanesi, Ankara.
Bilge, Y. (1996). Süryaniler Anadolu’nun Solan Rengi, İstanbul.
Küçük, A. (1992). Dönmeler Tarihi, Ankara.
Küçük, A. (1997). Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara.
Levi, A. (1996). Türkiye Cumhuriyeti'nde Yahudiler, İstanbul.
Zorlu, I. (1998). Evet, Ben Selanikliyim: Türkiye Sabetaycılığı. İstanbul.

14
İÇİNDEKİLER
• Giriş
• Dinler Arası Diyalog
DİNLER TARİHİ • Yahudiliğin Diğer Dinlere ve Milletlere Bakışı
• Yahudiliğin Hristiyanlığa ve İslam’a Bakışı
• Hristiyanlığın Diğer Dinlere Bakışı
• Hristiyanlığın Yahudiliğe ve İslam'a Bakışı
• Müslümanların Yahudilere, Hristiyanlara ve
Diğer Dinlere Bakışı
• Hinduizm’in Diğer Dinlere Bakışı
KÜLTÜRLER VE • Budizm’in Diğer Dinlere Bakışı

DİNLER ARASI • Özet

• Değerlendirme Soruları

İLİŞKİLER • Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Kültürler ve dinler arası ilişkiler kavramını


tanıyacak,

• Dinler arası diyalog kavramını


tanımlayabilecek,
Prof. Dr. Kemal POLAT • Yahudilerin diğer dinlere ve ırklara bakışını
açıklayabilecek,
• Hristiyanlığın diğer dinlere bakışını
açıklayabilecek,

• Hristiyan Müslüman İlişkilerini öğrenebilecek,

• İslam açısından Yahudilerin, Hristiyanların ve


diğer dinlerin durumunu belirtebilecek,

• Özellikle beş büyük dünya dininin dinler arası


ilişkiler karşısındaki tutumlarını
belirtebileceksiniz.
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

1. GİRİŞ
İnsanlar var oluşlarından itibaren birbirleriyle sürekli ilişki hâlinde
olmuştur. İnsanın ilişkisi sadece hem cinsleriyle sınırlı kalmamış, vahiy
yoluyla Allah’la ve vahyin ışığında da diğer mahlûkatla şekillenerek
gelişmiştir. Hz. Âdem ve Havva’dan gelen insanlığın, ilerleyen zaman
İnsanlar var oluşlarından
içerisinde şube ve milletleşme süreciyle birlikte de insanlar ve kültürler
itibaren birbirleriyle
arası ilişkiler de kaçınılmaz olmuştur. İnsanların ilk günden itibaren
sürekli ilişki hâlinde
birbirleriyle ilişkileri, ya sevgiye dayalı birliktelik, ya savaş ve kavgayla
olmuştur. İnsanın ilişkisi
ayrılık, ya barış ve işbirliği ile dayanışma, ya ticaret vasıtasıyla kazanç, ya
sadece hem cinsleriyle
sportif ve bilimsel müsabakalarla yarış, ya da inanç mücadelesiyle beriki ve
sınırlı kalmamış, vahiy
öteki olma durumuyla şekillenmiştir. Geçmişte ilişkiler öncelikli olarak var
yoluyla Allah’la ve vahyin
olma, üstün gelme, hayatta kalma ve kazanma amaçlı olarak savaşlarla ön
ışığında da diğer
plana çıkmıştır. Zaman zaman da barış ve iş birliği anlaşmalarıyla ilişkiler
mahlûkatla şekillenerek
sürdürülmeye çalışılmıştır. Bunların dışında kültürler arası ilişkilerin önemli
gelişmiştir.
bir ayağını da ticaret oluşturmuştur. Ticaret, insanları bir araya getiren,
birbirlerini tanıma fırsatı veren çok önemli bir ilişki biçimi olmuştur. Bunun
en canlı örneğini “ipek yolu ticareti” oluşturur. Bu ticaret, binlerce
kilometrelik kıtalar arası uzun mesafeleri bir birine bağlaya bir özellik
kazanmıştır. Dolayısıyla farklı ırk, kültür ve milletten insanların birbiriyle
irtibat kurmasını ve tanımalarını sağlamıştır. Dinlerin tebliğ ve misyonerlik
faaliyetleri de farklı kültür ve medeniyet mensup insanları tanıma fırsatı
doğurmuştur. Bu ilişkiler, kimi zaman din mücadeleleri ve din savaşlarına
sebep olmuştur. Bu savaşlar farklı din mensupları arasında olabildiği gibi,
aynı dine mensup farklı mezhep taraftarları arasında da olmuştur.
İnsanlar her ne suretle olursa olsun, aynı bölgeyi, aynı coğrafyayı ve
aynı dünyayı paylaştığı insanlarla bir ilişkiler kurmak zorunda olduğunu
anlamıştır. Son zamanlarda farklı din mensupları arasındaki ilişkiler,
müesses kurumlar vasıtasıyla “dinler arası diyalog” adı altında yapılmaya
başlanmıştır.
2. DİNLER ARASI DİYALOG
Esasen hiçbir din, bir başka dinle diyalog kurmak istemez. Ötekini
tanır ve tanımlar, ancak onunla uzlaşı yolları aramaz. Örneğin, kendisini
yegâne doğru ve kurtarıcı olarak kabul eden ve kilisenin dışında asla
kurtuluş yoktur (extra ecclesiam nulla salus) doktrinini benimseyen Katolik
Hristiyanlık, İsa Mesih vasıtasıyla kurtuluş doktrini kabul eden Protestan
Hristiyanlık, İslam’la veya bir başka dinle diyalog yapmaz. Kur’an-ı
Kerim’in ifadesiyle “Bu gün sizin için dininizi kemale erdirdim, size
nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak da İslam’ı seçtim.” (Maide, 3)
diyen İslam da, bir başka dinle uzlaşı yolu aramaz. Ya da kendisinin
seçilmiş bir ırk ve din olduğunu iddia eden ve Hristiyanlık ve İslam’ı gerçek
din olarak görmeyen Yahudilik, ne bu dinlerle ve ne de diğer dinlerle
diyalog arayışı içerisinde olmaz. Aynı şey kendisini 'Sanatana Dharma'

1
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

(ezelî-ebedî hakikat) olarak tanımlayan Hinduizm için de geçerlidir. Yani


hiçbir din bir başka dinle diyalog yapmaz. Ancak din mensupları diyalog
yapar. Dolayısıyla “dinler arası diyalog” kavramı, din mensupları arası
ilişkileri ifade için kullanılmıştır. Başlangıçta bu husus dikkate alınmış
olsaydı, günümüzdeki kavram kargaşası da yaşanmamış olurdu. Bu kısa
izahattan sonra dinler arası diyalog kavramının tanımına geçebiliriz.
Dinler arası diyalog; farklı dinlere ve kültürlere mensup insanların
inanç ve düşüncelerini birbirlerine zorla kabul ettirmeksizin bir araya
gelmeleri, birbirlerini kandırmadan ortak olan veya olmayan çeşitli
Sistemli dinler arası konularda bilgi alışverişinde bulunmaları, yaşanan sorunlara samimiyet,
diyalog faaliyetini Katolik doğruluk, iyi niyet içerisinde birlikte çözüm aramaya çalışmalarıdır.
Hristiyanlar başlatmıştır. Farklı din, kültür ve dünya görüşüne sahip insanların birbirleriyle
Katolikler, 1962-1965 münasebetleri insanlık tarihinden itibaren süregelen bir olaydır. Geçmişte
yılları arasında üç yıl de Müslümanlarla Yahudiler ve Hristiyanlar arasında zaman zaman olumlu
devam eden II. Vatikan münasebetler kurulmuştur. Çeşitli zamanlarda ve mekânlarda üç dinin
Konsilinde Hristiyanlık mensupları bir araya gelmiş ve birbirlerini kırmadan dinî tartışmalarda
dışındaki dinlerin bulunmuşlardır. Günümüzdeki gibi sistemli bir şekilde olmasa da bu
mensuplarıyla diyaloga diyalog faaliyetleri, geçmişte bir şekilde yürütülmüştür.
girilmesini Sistemli dinler arası diyalog faaliyetini Katolik Hristiyanlar
kararlaştırmışlardır. başlatmıştır. Katolikler, 1962-1965 yılları arasında üç yıl devam eden II.
Vatikan Konsilinde Hristiyanlık dışındaki dinlerin mensuplarıyla diyaloga
girilmesini kararlaştırmışlardır. Onlar bu Konsilde, başta Yahudiler ve
Müslümanlar olmak üzere Hindular, Budistler ve diğer dinlerin mensupları
da anılmıştır. Ayrıca, diğer dinlere ve mensuplarına saygıyla yaklaşılması,
onlarla diyaloga girilmesi konusunda Hristiyanlara tavsiyelerde
bulunmuşlardır. Katolikler, Hristiyanlığın parçalanmışlık görünümünden
kurtulmak için hem kendi içlerinde din içi diyaloğu ve hem de diğer
dinlerle olmasını öngördükleri dinler arası diyaloğu gerçekleştirmek için
çeşitli birimler oluşturmuşlar ve uzmanlar yetiştirmişlerdir. Günümüzde
Katolik Hristiyanlar, bu birimler ve uzmanlar vasıtasıyla dünyanın her
yerinde diyalog girişiminde bulunmaktadırlar. Ancak gerek II. Vatikan
Konsilinde Papa VI. Paul’un diyaloğun şartlarına uydurulmuş misyonerliktir
tanımlaması ve gerekse diğer din mensuplarının Hristiyan
misyonerlerinden geçmişte gördükleri tecrübeleri bu girişimlerine karşı
şüphe uyandırmaktadır. Neticede bunun bir misyonerlik oyunu
olmasından endişe duyulmaktadır.
Dinler arası ilişkiler bağlamında günümüzde Batılı bilim insanları,
exclusivist (dışlayıcılık), inclusivist(kapsayıcılık) ve Pluralist (çoğulculuk)
olmak üzere üçlü tasnifi tercih etmektedir. Çünkü dinlerin birbirlerine
bakışlarını bu üç kavramın içerdiği manayla açıklamak mümkün
olabilmektedir.

2
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

Exculusivism, dinlerin birbirlerine klasik bakışını yansıtan bir


kavramdır. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere buna göre tek bir din
doğrudur. Bu dinin dışında kalan bütün dinler asılsızdır ve batıldır.
İnclusivism, diğer dinlerinde kurtuluşa götürebileceğini öngörür. Bu
hâliyle vahiye dayalı bütün dinlerin eş değerde bir konuma sahip
olduğunun ifadesidir.
Pluralizm, bütün dinlerin eşit seviyede kurtarıcılık özelliği taşıdığına
inanan sistemdir. Bu düşünce çok tanrıcı (politeist) dinler için geçerlidir.
Monoteist (tek tanrıcı) dinlerde plüralizme ancak dinî yorumculukla
ulaşılabilir. Bu da zorlamacı bir yorumdan öteye gidemez.
Biz burada, Yahudilerle Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında ve
diğer din mensuplarıyla sağlam bir ilişki kurulması imkânı açısından
öncelikli olarak beş büyük dünya dininin diğer dinlere bakışlarını
değerlendireceğiz.
3. YAHUDİLİĞİN DİĞER DİNLERE VE MİLLETLERE BAKIŞI
Yahudilere göre insanlar; Yahudiler, Nuhiler ve putperestler olarak
üç gruba ayrılır. Yahudiler, Yahudi din kurallarına uyanlardır. Nuhiler,
Yahudi inançlarını benimsememekle birlikte, Hz. Nuh'a verildiğine inanılan
yedi temel kanuna uyanlardır. Putperestler de putlara tapanlardır.
Yahudilere göre Nuhiliğin temeli Tevrat'a dayanır. Fakat Yahudi din bilgini rabbilerin
insanlar; Yahudiler, belirleyip tasnif ettiği bu yedi kanunun hepsi Tevrat'ta açıkça bulunmaz.
Hz. Nuh'a verildiğine inanılan yedi temel kanun şunlardır:
Nuhiler ve
putperestler olarak üç • Putperestlikten kaçınmak,
olarak üç gruba • Küfürden kaçınmak,
• Zinadan, özellikle akrabalar arası zinadan kaçınmak,
ayrılır.
• Adaleti sağlayacak adalet kurumlarını oluşturmak; bütün
münasebetlerde adil ve dürüst olmak,
• Kan dökmemek,
• Hırsızlık yapmamak,
• Canlı hayvandan et koparıp yememek
Hz. Nuh’a verildiğine inanılan bu yedi kanuna uyan kimseler,
"Dünyanın dindar insanları” olarak tanımlanırlar. Bu kimseler, Yahudi
hukukunun hâkim olduğu devlette veya topraklarda imtiyazlı olup,
Yahudiliğe geçen insanların sahip olduğu tüm haklardan faydalanırlar.
Bunlar, Nuh'un yedi temel kanununu kalben benimser ve gereklerini
yerine getirirlerse, her iki dünyada kurtuluşa ulaşırlar. Ancak, Yahudilerle
aralarında derece farkı olur.
4. YAHUDİLİĞİN HRİSTİYANLIĞA VE İSLAM’A BAKIŞI
Yahudilerin Hristiyanlık ve İslam'a bakışları, exclusivis, inclusivit ve
plüralist anlayış çerçevesindedir. Yahudilik dışındaki dinler, Nuh'un yedi
temel kanununa sahip olmak şartıyla kurtuluş hakkına sahiptirler. Nuh'un
yedi temel kanununa sahip olan dinler ise, müntesiplerini tıpkı Yahudiler

3
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

gibi hem bu dünyada, hem de gelecekte mutluluğa ve kurtuluşa


ulaştırabilirler. İslam ve Hristiyanlıkta Nuhi dinler grubuna dâhildir. Bu
dinler, Allah'ın mesajını putperestler arasında yaymakta ve bütün insanlığı
Allah'a çağırmaktadırlar. Bununla birlikte Yahudiler, bir Yahudi'nin din
değiştirmesine asla sıcak bakmazlar. Çünkü Yahudilikten çıkan bir
Yahudinin kendisini Tanrıya ve halkına bağlayan kutsal antlaşmayı (ahid)
bozduğuna inanılmaktadır.
Nuh kanunları çerçevesinde Hristiyanlık ve İslam'a genel Yahudi
bakışı bu şekildedir. Bununla birlikte inanç konusundaki bazı ayrıntılar,
dolayısıyla Yahudiler, Hristiyanlık ve İslam'ı ayrı ayrı
değerlendirmektedirler.
Yahudilerin Hristiyanlığa ve onun önderi İsa'ya bakışlarında olumlu
ve olumsuz olmak üzere iki bakış açısı vardır. Hz. İsa'nın bir Yahudi,
Hristiyanlığın da Yahudilik içerisinde doğan bir din olması noktasında
Yahudi bilginlerin bakışı olumludur. Yahudi öğretilerine ters öğretiler
getirmesi ve Hristiyanlığın daha sonra politeist (çok tanrıcı) bir yapıya
bürünmesi açısından Yahudi bakışı olumsuzdur.
Talmud gibi önemli Yahudi kaynaklarında Hristiyanlar, inançları
bakımından sapkın olarak görülmüşlerdir. Teslis inancı yüzünden onlar
müşrik sayılmıştır. Fakat daha sonra, Hristiyanların baskısından korktukları
için Yahudiler bu anlayışı yumuşatmışlardır. Teslis inancının tam müşriklik
olmadığını söylemişlerdir. Bu suretle, dolaylı olarak Hristiyanlığı Nuhilik
çerçevesine sokmuşlardır. Bununla birlikte Hristiyan Teslisi, Yahudi şeriatı
Yahudilerin İslam'a ve
açısından bir küfür olarak görülmüştür. Bu kadar katı eleştirilerine rağmen
Müslümanlara bakışı da
Yahudi bilginler, Hristiyanları Müslümanlara nazaran kendilerine daha
tıpkı Hristiyanlara olduğu
yakın bulurlar. Çünkü aralarında menşe birliği vardır.
gibi olumlu ve olumsuz
Yahudilerin İslam'a ve Müslümanlara bakışı da tıpkı Hristiyanlara
olmak üzere iki
olduğu gibi olumlu ve olumsuz olmak üzere iki karakterlidir.
karakterlidir.
Yahudiler, Müslümanla Arapları eş değer görmektedir. Yahudilerle
Araplar arasında geçmişten kaynaklanan bir husumet vardır. Bu
düşmanlığın temeli, Hz. İsmail ile Hz. İshak'a kadar dayanmaktadır.
Tevrat'ta anlatıldığına göre Hz. İbrahim'in mübarek soyu Hz. İshak'ta
devam etmiştir. Hz. İbrahim, Hz. İsmail'i yanından uzaklaştırmış ve Hz.
İshak'ı alıkoymuştur. Tevrat'taki bu anlatım, daha sonraki Yahudi
eserlerinde Araplar aleyhine daha da olumsuzlaştırılmıştır.
Yahudi bilginlerin, Arapların dini hakkındaki görüşlerinde daha
olumlu olduğunu söylemek mümkündür. Yahudi bilginler Talmud'daki bazı
ifadelerden hareketle İslam'ın tevhit karakterli bir din olduğunu kabul
etmişlerdir.
Bu olumlu bakışa rağmen Yahudi âlimleri İslam'ın bütünüyle
Yahudilik gibi vahiy dini olduğunu kabul etmezler. Onlara göre İslam,
Yahudilikten çalıntısı bir dindir. Dolayısıyla Hz. Muhammed gerçek bir
peygamber değildir. Niteliksiz, ayıplı biridir. Yahudiler gibi ibadette Kudüs'e

4
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

dönülmesini, haftanın yedinci gününün Şabat gibi kutlanmasını, Keffaret


Günü'nün (Yom Kipur) yıllık oruç ve tövbe günü olarak kabul edilmesini
öğretmiştir. Yahudiler kendisini peygamber olarak kabul etmeyince bu
Yahudi uygulamalarını değiştirmiştir.
Yahudi bilginler, Yahudilikle İslam arasında önemli benzerliklerin
bulunduğunu da kabul etmektedirler. Tevhit inancı başta olmak üzere,
ibadethanelerde insan ve hayvan temsillerinin yasak olması, sünnet
olmak, domuz etinin haram oluşu ve Hristiyanlıktaki gibi bir ruhbanlık
sınıfının olmayışı önemli müştereklerdendir. Bu ve benzeri özelliklerden
dolayı Yahudi bilginler, inanç ve uygulamalar bakımından İslam’ı
Yahudiliğe daha yakın bulmaktadırlar. İslam’ın kendilerinden çalıntı bir din
olduğunu iddia etseler de, onun bu hâliyle de için kurtuluş vesile olduğunu
kabul etmektedirler.
5. HRİSTİYANLIĞIN DİĞER DİNLERE BAKIŞI
Yukarıda da belirtildiği üzere monoteist dinler genel olarak
exclusivist bir tavır sergilemektedirler. Modern Hristiyan teolojisi
günümüzde kısmen inclusivisme yaklaşmış görünse de Hristiyanlığın yakın
zaman kadar exclusivist olduğunu söylemek mümkündür.
Hristiyan exclusivismi, papa VIII. Boniface’ın “extra ecclesiam nulla
salus” (kilise dışında kurtuluş yoktur) formülü ile zirve yapmıştır. Ortaçağ
boyunda “kurtuluş”un yalnızca Hristiyanlığa ait olduğu işlenmiştir. Modern
dönem Hristiyan exclusivisminin teorisyenleri Karl Barth ve Hendrik
Kraemer’dir.
6. HRİSTİYANLIĞIN YAHUDİLİĞE VE İSLAM’A BAKIŞI
Exclusivismin temel mantığı, Tanrının kurtuluş için insanlara yalnızca
tek bir din gönderdiğidir. Bu dinin var oluşundan önce yaşayan insanlar
Hristiyanlar nazarında ise, bu seçilmiş dinin ilahiyatının kapsamına yaklaştığı oranda “kurtuluşa”
Yahudiliğin ve ulaşmış olarak kabul edilebilirler. Fakat söz konusu dinin ortaya çıkışından
Yahudilerin önemli bir itibaren kurtuluş sınırlandırılmıştır. Bu dinle birlikte diğer dinlerin hiçbir
yeri vardır. Bunun en geçerliliği kalmamıştır.
önemli sebebi, İsa'nın Hristiyanların, dolayısıyla Katolik Kilisesi'nin, diğer dinler arasında
Ferisilik mezhebine göre Yahudiliğe ve İslam'a bakışı farklılık gösterir. Yahudilere ahitin bir parçası
yetişmiş bir Yahudi olarak bakan Hristiyanlar, bunun dışındaki dinlere pek olumlu gözle
olmasıdır. Ayrıca, ilk bakmazlar.
Hristiyanlar da Yahudi Hristiyanlar nazarında Yahudiliğin ve Yahudilerin önemli bir yeri
kökenlidir. vardır. Bunun en önemli sebebi, İsa'nın Ferisilik mezhebine göre yetişmiş
bir Yahudi olmasıdır. Ayrıca, ilk Hristiyanlar da Yahudi kökenlidir. Bu
bakımdan, Hristiyanlığın Yahudilikle bir köken bağı bulunmaktadır. Bu
nedenle Hristiyanlar, Yahudi kutsal metinlerini kendi kutsal metinleri
olarak görmekte ve Yahudilere 'Tanrının evrensel kurtuluş planında önemli
bir rol vermektedirler.

5
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

II. Vatikan Konsiliyle birlikte inclusivism Hristiyanlığın resmi politikası


hâline getirilmeye çalışılmaktadır. Ortodoks ve Protestanlar da inclusivist
bir eğilime girmişlerdir. Katholik Kiliesi’nin inclusivit teorisinin kurucusu
Karl Rahner’dir. Rahner, Hristiyanlık dışı din mensuplarını “potansiyel
Hrsitiyanlar” olarak nitelendirir. Buna göre bütün dinlerde kurtuluşsa
götüren yollar, İsa Mesih’in getirdiği dinin dairesine girmekle mümkündür.
Bir hundu veya Müslüman ibadet esnasında farkında olmadan İsa aracılığı
ile huzura kavuşur. Bu düşünce de bile Hristiyanlık dışı dinler, kendi
başlarına kurtuluşa götürememekte, ancak İsa’nın aracılığıyla bu mümkün
olabilmektedir.
Aynı teori Ortodoks Kilisesi tarafından da dillendirilmiştir.
Metropolitan Georges Khodr 1971 yılında diğer dinlerde İsa’nın saklı
olarak bulunduğunu ileri sürmüştür. Ortodoks Kilisesi, diğer dinlerdeki
ilahi inayeti, Kutsa Ruh’un müminler içerisindeki faaliyetine
bağlamaktadır. Bu teorinin bu hâliyle tam oturmadığını söylemek gerekir.
Katolikler, Nazi Diğer din mensupları da eğer kurtuluşa ulaşacaksa ve bunun için de İsa
soykırımının suçluluğu, Mesih’in inayeti lazımsa, kendi dinlerinin varlığı anlamsızlaşmış olacaktır.
Hristiyan birliğini Hristiyanlar, Hristiyanlığın ortaya çıkmasıyla Yahudiliğin iptal
sağlama ve İsrail'in edildiğini, Yahudilerin Hristiyanlığa girmeleri gerektiğini iddia etmekte ve
Ortadoğu'da Batı bu iddialarını şu esaslara dayandırmaktadırlar:
menfaatlerini koruması • Eski Ahit’te geleceği bildirilen Mesih, haça gerilen Mesih İsa'dır.
gibi nedenlerle • Yahudilerin seçilmişliği, onların işledikleri günahlar sebebiyle
Yahudilere karşı olan Hristiyanlara geçmiştir.
geleneksel • İsa'nın çarmıha gerilmesinin cezası olarak Kudüs'teki Süleyman
düşmanlıklarını terk Mabed'i yıkılmıştır.
etmişlerdir. • Pavlus'un içtihadıyla Yahudi şeriatı neshedilmiştir.
II. Dünya Savaşı'nda altı milyona yakın Yahudi'nin katledilmesi
Katolik Kilisesi'ni etkilemiş, Yahudilere karşı ister istemez bir sempati
doğurmuştur. Papa XII. Pius Siyonist liderlerle buluşmuş, Nazi zulmünden
duyduğu üzüntüleri dile getirmiştir. Fakat Filistin'de kurulacak bir Yahudi
devletini desteklemeyeceklerini belirtmiştir. Vatikan 1948 yılında kurulan
bağımsız İsrail devletini tanımamıştır. Bazı Hristiyan ilahiyatçılar bu
soykırımı Yahudilerin İsa'yı reddetmelerinin cezası olarak görürken, bir
kısmı da kınamıştır.
Bütün bunlara rağmen Katolikler, Nazi soykırımının suçluluğu,
Hristiyan birliğini sağlama ve İsrail'in Ortadoğu'da Batı menfaatleri
koruması gibi nedenlerle Yahudilere karşı olan geleneksel düşmanlıklarını
terk etmişlerdir. Hristiyanlar, Yahudilerle daha iyi ilişkilerin kurulmasını
savunmaya başlamışlardır.
Protestanlar ise Katoliklerin aksine Yahudileri Filistin’de devlet
kurmaya teşvik etmiş, onları cesaretlendirmiş ve bu konuda her zaman
desteklemiştir. Bilhassa evanjelik Hristiyanlar olarak tanımlanan katı
Protestan gruplar 1800’lü yıllardan itibaren Yahudilerin hep yanında

6
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

olmuşlardır. Günümüzde de İsrail Devleti’nin hamisi evanjelik


Hristiyanlardır.
Hristiyanların İslam'a ve Müslümanlara bakışları da exclusivist
karakterlidir. Bunula birlikte Yahudiliğe ve Yahudilere bakışından farklılık
gösterir. Bunun nedeni, Hristiyanlıkla İslam arasında dini ve tarihi bağın
bulunmamasıdır. Hristiyanlıktan sonra farklı bir coğrafi ve kültürel
ortamda ortaya çıkan İslam, Yahudilikten ve Hristiyanlıktan bağımsız bir
şekilde gelişmiştir. II.Vatikan Konsiline kadar hiçbir Konsil dokümanında
İslam'dan ve Müslümanlardan söz edilmemiştir. Müslümanlarla
Hristiyanlar arasında dini tartışmalar Jean Damescane650 yılından itibaren
günümüze kadar devam etmiştir.
Hristiyanlarla Müslümanlar arasında ciddi sıcak tartışmalar, İslam'ın
Yunanca konuşan (buna Süryanice ve Kıpti’ce konuşanlar da dahil)
Hristiyanların topraklarını fethiyle başlamıştır. Yunanca konuşan Doğulu
Hristiyan ilahiyatçılar İslam'la ilk karşılaştıklarında, onu Hristiyanlığa ait
ayrılıkçı (heretik) bir hareket olarak görmüşlerdir. Fakat İslam'ı daha
yakından tanıyınca, onun, zannettiklerinden farklı bir inanç yapısına sahip
olduğunu anlamışlar ve Hristiyanlığı ona karşı savunmaya çalışmışlardır.
Bunu yaparken, İslam'a hücum etmekten geri durmamışlardır. İslam'ın
yüce peygamberi Hz. Muhammed'i olumsuz sıfatlarla tanıtmış ve Kur’an’ın
menşeini şeytana dayandırmaya kalkmışlardır. Hristiyan bilginler, İslam'ı
yanlış olarak Batı toplumuna yanlış tanıtmak suretiyle, onun,
Hristiyanlıktan aşağı bir din olduğunu göstermek istemişlerdir.
II. Vatikan Konsili, Hristiyanlar açısından olduğu gibi Müslümanlar
açısından da önemli bir Konsildir. Zira Müslümanlardan, onların inanç ve
ibadetlerinden ilk defa bu Konsilde söz edilmiştir. İslam hakkında olumlu
ifadelerin kullanılması da önemli hususlardandır. Bu ifadeler, Katolik
Kilisesi'nin diğer dinlere bakışını ortaya koyan Nostra Aetate ile Lumen
Gentium dokümanlarında bulunmaktadır.
7. MÜSLÜMANLARIN YAHUDİLERE, HRİSTİYANLARA
İslam insanlığın son dini VE DİĞER DİNLERE BAKIŞI
olması hasebiyle, bütün
İslam, tıpkı diğer dinlerde olduğu gibi kendisinin dışındaki dinleri
insanlığı kuşatıcı bir
belli bir tasnife tabi tutar ve bu tasnif çerçevesinde onlarla olan ilişkilerini
özellik ve iddiaya
belirler. İslam inanç açısından insanları, “müşrik”, “ehl-i Kitap” ve
sahiptir. Bundan dolayı
“Müslüman” olmak üzere üç kategoride değerlendirir. Müşrikler, Allah'a
İslam kendisini inancın
ortak koşan ve putlara tapanlardır. Bunlar hidayete ermediği yani
merkezine koyar ve
Müslüman olmadığı müddetçe kurtuluştan sala hissedar olmazlar. Zira
bütün insanları da bu
Kur’an, müşrikler savaş açar ve Müslüman oluncaya kadar onlarla
merkeze bağlanmaya
mücadele etmenin gerekliliğini vurgular. Dolayısıyla bu zümre, İslam’ın
davet eder.
açık düşmanlarıdır. Ehl-i Kitap, kendilerine kitap verilen inanç sahipleridir.
Yahudiler ve Hristiyanlar ehl-i Kitap olarak kabul edilirler. Dinler arası
ilişkilerde kitap ehline sıcak bakılır ve Müslümanlara yakın olan huşularının

7
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

altı çizilir. Ancak Yahudilere nazaran Hristiyanlar Müslümanlara sevgice


daha yakın bir konuma yerleştirilir. Müslümanlar ise, Allah’a ve resulü Hz.
Muhammed'in peygamberliğine iman eden ve onun tebliğ ettiği dini
yaşayan insanlardır.
Dini plüralizm ve dinler
İslam insanlığın son dini olması hasebiyle, bütün insanlığı kuşatıcı
arası ilişkiler söz konusu
bir özellik ve iddiaya sahiptir. Bundan dolayı İslam kendisini inancın
olduğunda “Hakikat
merkezine koyar ve bütün insanları da bu merkeze bağlanmaya davet
tektir” öğretisi Hindu
eder. Kendisinden önce gelmiş ve geçmiş olan dinlerin kurtuluşu
entelektüeller ve din
konusunda ölçü olarak, Allah’a imanı ve salih ameli şart koşar. Kendisine
adamları tarafından
erişen din mensuplarını ise kendisini tanımaya davet eder. Bütün insanlığı
sıkça dile getirilir.
kuşattığı dairenin merkezine kendini koyan İslam, Ehl-i Kitabı da kendisine
yakın bir yere koyar. Ancak Hristiyanlar bir takım özelliklerinden dolayı bu
dairede İslam’da daha yakın bir konuma yerleştirir. Tevhit anlayışı, ahiret
inancı ve “salih amel” bakımından bu dinlerin mensupları ile ortaklıktan
bahsedilmekte ve bu hususlar Yahudilerle Hristiyanlara da
hatırlatılmaktadır. Allah, Müslümanları, Yahudileri ve Hristiyanları
aralarında ortak olan hususlarda birleşmeye çağırmakta ve şöyle
buyurmaktadır: “Deyin ki: Bize indirilene de size indirilene de inandık.
Bizim Tanrımız da, sizin Tanrınız da birdir. Biz ona teslim olanlarız.”
(Ankebut, 46). Kur'an-ı Kerim'de, dini gelenek bakımından Müslümanlarla
farklılıkları en az seviyede olan din mensupları olarak Yahudiler ve
Hristiyanlar sayılmaktadır. Kur'an-ı Kerim'e göre Ehl-i Kitab'ın hepsi bir
değildir. Onların içinde geceleri ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak
secdeye kapanan insanlar vardır. Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar,
iyiliği emreder kötülükten men ederler. Hayır işlerine koşarlar. Onlar,
iyilerdendir. Onların yapacakları hiçbir iyilik karşılıksız kalmayacaktır (AI-i
İmran, 113-115). Yine Ehl-i Kitap arasında, kendilerine güvenilebilecek
kimseler de vardır. Bunlara bir ton altın emanet edilse, çekinmeden geriye
iade ederler. Bazıları da vardır ki, bir altını bile geriye alabilmek için
günlerce uğraşmak gerekir (Ali-i İmran, 5). Ancak Kur’an’daki bu olumlu
bakışın yanında Yahudilere ve Hristiyanlara yönelik çok ciddi eleştiriler de
yer almaktadır. Yahudilere yönelik eleştiriler; nimete şükürsüzlükleri, dinî
hükümlere hakkıyla uymamaları, peygamberlerine iyi davranmamaları,
Allah'a verdikleri sözleri tutmamaları, ahdi bozmaları, yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmaları, çıkarları uğruna gerçeklere yüz çevirmeleri gibi
konular üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hristiyanlara yönelik eleştirilerin
başında ise teslis inancı, Hz. İsa’ya Tanrı oğlu demeleri, Allah’a verdikleri
sözü tutmamaları, İncilin buyruklarına uymamaları ve ruhbanlar
türetmeleri gibi konular yer almaktadır.
Kitap ehlinin dışındaki dairede ise diğer dinler yerleştirilir. Dinler
arası ilişki için belirlediğimiz bu yapının dışında İslam, dinleri hak ve batıl
olmak üzere iki kategoride de değerlendirir. Bu değerlendirme exclusivist
bir yapıya sahiptir. Burada hak İslam’ı temsil ederken batıl ise İslam

8
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

dışındaki dinleri ifade eder. Bu kalın çizgili tasnife göre İslam’ın dışından
hiçbir dinin kurtarıcılık özelliği söz konusu edilemez. Söz konusu
edilebilecek tek şey İslam gelmeden önceki din mensuplarının iman,
amellerindeki isabettir. Ayrıca İslam’ın ortaya çıkmış olmasına rağmen,
onu eksiksiz, hakkıyla tanıma fırsatı bulamayan din mensupları, kendi
dinleri içerisindeki iman, amel ve sadakatli yaşantıları doğrultusunda
yargılanabileceği gerçeği de göz ardı edilmez. Bu konuda Gazali’nin ortaya
koyduğu bir hüküm vardır: İslam’ı eksiksiz ve noksansın tanımadıkça
insanlar ancak kendi dinlerinden mesuldür. Hakkıyla tanıdığı ve bildiği
hâlde iman etmeyenler ise mesuldür ve kurtuluştan hissedar olamazlar.
8. HİNDUİZMİN DİĞER DİNLERE BAKIŞI
Hinduların diğer dinlere bakışında exclusivist, inclusivit ve pluralist
ögelerin eş zamanlı olarak bulunduğunu söylemek mümkündür Ancak bu
yaklaşım tarzları Hindu toplumunda eşit oranda temsil edilmemektedir.
Genelde dışlamacı yaklaşım, hâkim davranış biçimi olmakla birlikte, İslam
ve Hristiyanlığın siyasal ve kültürel ağırlığını Hindular arasında hissettirdiği
dönemlerde uzlaşmacı ve çoğulcu yaklaşımların oldukça revaçta olduğu
görülür.
Hindular kendi inanç sistemlerine “Sanatana Dharma” veya sadece
“Dharma” adını verirler. Modern dönemde Dharma, genellikle iki şekilde
anlaşılmaktadır. İlk olarak, Sanatana Dharma terimi, kendine has birtakım
özellikleri ve inançları olan dinî sisteme delalet etmektedir. İkinci olarak
ise, yeryüzündeki bütün sistemleri kapsayan bir üst yapı, evrensel din veya
din ötesi bir sistem oluşudur. Bu anlayışa göre, ister Hint kökenli olsun ister
olmasın dünyadaki bütün inanç sistemleri başlı başına ayrı din değil,
Hinduizm içerisinde yer alan mezhepler gibi birer mezheptirler ve bunlar
hiçbir zaman Hinduizm’le mukayese edilemezler.
Dini plüralizm ve dinler arası ilişkiler söz konusu olduğunda “Hakikat
tektir” öğretisi Hindu entelektüeller ve din adamları tarafından sıkça dile
getirilir. Bu yaklaşımla Hinduizm’in diğer dinlere yaklaşımının ne kadar
hoşgörülü olduğu ortaya konmaya çalışılır. Ancak konu yakından
incelendiğinde özellikle bu ifadelerin klasik Hindu geleneğinde yeni
Hinduizm akımlarında farklı biçimlerde anlaşıldığı ve yorumlandığı dikkati
çeker. Hakikat tektir kavramı (bahudha), geleneksel anlayışta sadece çeşitli
sebeplerle Hinduizm’den ayrılmış dinî mezhepler ve felsefi ekoller olarak
yorumlanmıştır. Hâlbuki XIX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen yeni
Hinduizm akımlarında ise aynı ifade, Hint alt kıtasında gelişen bütün dini
sistemleri Hinduizm’in içerisinde görmenin ötesinde, dünyadaki bütün
inanç sistemlerini de kapsayacak şekilde anlaşılmıştır. Klasik düşüncede
Hinduizm’den kaynaklanmış olmalarına rağmen, Vedaların otoritesini
tanımayan ve bu kutsal metinleri epistomolojik açıdan güvenilir bir bilgi
kaynağı olarak göremeyen Ajivika, Carvaka, Jaynizm ve Budizm gibi ekoller
bile “hakikat tektir” ifadesinin kapsamı dışında görülmüş ve bunlar heretik

9
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

olarak isimlendirilmiştir. Dolayısıyla hâkim olan Hindu düşüncesine göre,


Hinduizm’in kutsal metinleri olan Vedaların otoritesini tanımayan bütün
felsefi ve dinî ekollerin, insanı aynı şekilde kurtuluşa götüren alternatif
yollar olarak görmenin imkânı yoktur.
9. BUDİZM’İN DİĞER DİNLERE BAKIŞI
Budizm’in diğer dinler hakkındaki düşüncesi de tıpkı diğerlerininki
gibidir. Yani Budizm de diğer dinler esas itibariyle sıcak bakmaz. Yegâne
kurtarıcı dinin kendisi olduğunu inanır. Zorlamalı yorumlarla Budizm’in
diğer dinlere bakışının hoşgörülü olduğunu ortaya koymaya gayret eden
bazı çalışmalarında mevcut olduğunu söylemek gerekir. K. N. Jayatillake’ın
“Budist Attitute to Other Religions” isimli makelesi bunlardan biridir.
Jayatillake’e göre, Buda dinleri; sahte dinler, tatmin edici olmayan ancak
Buda dinleri; sahte
zorunlu olarak yanlış olmayan dinler ve doğru dinler şeklinde üçlü bir
dinler, tatmin edici
tasnife tabi tutar. O, ölümden sonra ruhun varlığını, ahlaki değerleri, irade
olmayan ancak zorunlu
özgürlüğünü, sorumluluğu ve kurtuluşun kaçınılmaz olmadığını kabul eden
olarak yanlış olmayan
dinleri doğru dinler olarak isimlendirir.
dinler ve doğru dinler
Buda’nın, tek başına, bireysel olarak aydınlanmış kişi anlamında
şeklinde üçlü bir tasnife
kullanılan “Peccaka-Budddha”nın varlığını kabul etmesi sebebiyle doktrin
tabi tutar. dışında da kurtuluşa ulaşmanın mümkün olduğunu öngördüğü
söylenebilir. Ancak Buda’nın ortaya koyduğu sekiz dilimli yolun
bulunmadığı herhangi bir dinde, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü arhatın
(veli) bulunamayacağı için kurtuluşun da mümkün olamayacağı sonucuna
varılmaktadır. Dolayısıyla Budizm de bütün zorlamalara rağmen, kendisi
dışındaki dinlerin kurtuluşa götürmesi konusu karmaşık ve kolay değildir.
Bu konu üzerinde çalışan bazı araştırmacılar da bizim kanaatimizi
destekler neticelere ulaşmıştır. Onlara göre de, günlük, dönemlik ayin ve
törenlere büyük önem veren dinlerin insanları ıstırap çemberi olarak
tanımlanan samsaradan kurtaramaz ve de Buda’nın dini dışında bir insanın
kurtuluşa ermesi mümkün olamaz. Ancak din değiştirerek Buda’nın dinine
girmesi durumunda diğer din mensupları için kurtuluş mümkün olabilir.

10
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

ÖZET
Dinler arası diyalog; farklı dinlere ve kültürlere mensup insanların bir
araya gelip birbirlerine kendi görüşlerini empoze etmeden, birbirlerini
kandırmadan çeşitli konularda bilgi alışverişinde bulunmaları; yaşanan
sorunlara birlikte çözüm aramaya çalışmalarıdır.
1962-1965 yılları arasında üç yıl devam eden II. Vatikan Konsilinde
Hristiyanlık dışındaki dinlerin mensuplarıyla diyaloga girme kararı alan
Katolikler, dinler arası diyalog faaliyetini fiilen başlatmışlardır. Fakat
onların dinler arası diyalog girişimlerinden amaçları, farklı dinlere ve
kültürlere mensup insanların bir araya gelip yaşanan sorunlara birlikte
çözüm aramaya çalışmaları değildir. Onlar dinler arası diyalogu,
Hristiyanlığı yaymanın dolaylı bir yolu olarak görmüşlerdir.
Günümüzde dinler arası ilişkileri sadece Yahudiler, Hristiyanlar ve
Müslümanlar arasında arama ve bulma arayışları doğru değildir ve
eksiktir. Gerek taraftar kitlesiyle ve gerekse misyonerlik faaliyetleriyle
bütün dünyada yaygınlık kazanan Budizm ve Hinduizm’i diyalog
faaliyetlerinin dışında tutmak mümkün değildir. Keza onların diğer dinler
hakkındaki düşüncelerine başvurmaksızın sadece yakın coğrafyaya sahip
olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın diğer dinlere bakışıyla da diğer
dinler arası ilişkiler belirlenemez.
Misyonerlik faaliyetlerinde bulunmayan Yahudiler, insanları dinleri
bakımından “'Yahudiler, Nuhiler ve Putperestler” olmak üzere üç sınıfa
ayırmışlardır. Onlara göre Nuhiler tek tanrıcıdırlar. Bu yüzden kurtuluşa
ulaşabilirler. Fakat putperestlerin mutlaka tek tanrı inancına
döndürülmeleri gerekir.
Hristiyanlıktan başka dinin olmadığını iddia eden Katolik
Hristiyanlar, II. Vatikan Konsili’nde bazı nedenlerden dolayı diğer dinlerin
mensuplarıyla diyaloga girme gereği hisssetmişlerdir. Bu din
mensuplarının başında Yahudilerle Müslümanlar gelmektedir.
İslam, dinleri ehl-i Kitap, Müşrik ve Müslüman olmak üzer üç şekilde
tasnif eder. Kur'an-ı Kerim'de, dinî gelenek bakımından Müslümanlarla
birçok ortak noktaları bulunan din mensupları olarak, Ehl-i Kitap olan
Yahudiler ve Hristiyanlar sayılmaktadır. Bunun dışında da diğer dinlerin
varlıklarında haber verilmektedir. Bilhassa kitabi dinler olarak tanımlanan
Yahudiler ve Hristiyanlar, Müslümanlarla diyaloga çağrılmaktadır.
Hinduizm ve Budizm gibi Uzakdoğu dinleri de kendisinin dışındaki
dinler hakkında düşünlere sahiptir. Diğer dinlerin varlıkları inkâr edilmese
de, diyalog kapıları kapatılmaksızın yine de kurtuluş kendi dinlerine mal
edilmektedir.

11
Kültürler ve Dinler Arası İlişkiler Dinler Tarihi / 12

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Yahudilerin Hristiyanlık ve diğer dinlere bakışı hakkında bilgi veriniz.


2. Hristiyanlığın diğer dinlere bakışını değerlendiriniz.
3. İslam’ın Yahudi ve Hristiyanlığa bakışı hakkında bilgi veriniz.
4. Hinduizm’in diğer dinlere bakışı hakkında bilgi veriniz.
5. Budizm’in diğer dinlere bakışı hakkında bilgi veriniz.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Adam, B. (1997). "Yahudilerin Hristiyanlığa ve İslam'a Bakışları", A.Ü. İlahiyat


Fakültesi Dergisi, Sayı 37, Ankara.
Adam, B., Katar, M. (2004). Dinler Tarihi İlahiyat Önlisans Programı, Eskişehir.
Asrımızda Hristiyan-Müslüman Münasebetleri.(1993) Tartışmalı ilmi Toplantılar
Dizisi: 16, İstanbul.
Alıcı, M. (2005). Müslüman-Hristiyan Diyaloğu. Kervan Yayınevi. İstanbul.
Aydın, Fuat. (2007). Dinleri Tarihleriyle Okumak Dinler Tarihi Yazıları. İstanbul
Aydın, Mehmet. (1989). Müslümanların Hristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve
Tartışma Konuları. Konya.
Bormanns, M. (1988). Müslümanlarla Hristiyanlar Arasında Diyaloga Yönelişler,
Çeviren: Mehmet Ümit, İstanbul.
Cohen, M. (1997). Hilal ve Haç Altında, Çev. Ahmet Fehmi, İstanbul.
Demirci, K. (2000). Yahudilik ve Dini Çoğulculuk, İstanbul.
Garudy, R.(2001). Afarozdan Diyaloga, Fransızca'dan Çeviren: Sadık Kılıç,
İstanbul.
Köylü, M. (2001). Dinler Arası Diyalog, İstanbul.
Lewıs, B. (1996). İslam Dünyasında Yahudiler, Çeviren: Bahadır Sina Şener,
Ankara.

12
İÇİNDEKİLER
• Misyonerlik ve Tebliğ Kavramları
• Hristiyan Misyonerliği

• İlk Hristiyan Misyoneri Pavlus ve Çalışma


Metodu
• Hristiyan Misyonerliğinde Sevgi Unsurunun
Rolü
• Hristiyan Misyonerlerinin Çalışma Metotları
• Açık Metotlar
• Dolaylı Metotlar
• Türkiye'de Faaliyet Gösteren Bazı Hristiyan
Gruplar
• Baptistler
DİNLER TARİHİ • Presbiteryenler
• Mesih İnanlıları
• Adventistler
• Türkiye'de Faaliyet Gösteren Diğer Dini Gruplar
TÜRKİYE’DE • Mormonlar
• Mooncular
MİSYONERLİK
• Yehova Şahitleri
FAALİYETLERİ • Bahailer

• Özet

• Değerlendirme Soruları

Prof. Dr. Kemal POLAT • Başvurulabilecek Kaynaklar

HEDEFLER
Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Misyonerlik ve tebliğ kavramlarını tanımlayarak


aralarındaki farkı belirtebilecek,
• Misyonerlik düşüncesinin Hristiyanlıktaki
temellerini ve önemini açıklayabilecek,
• Misyonerliğin kurucusu Pavlus’u ve Misyonerlik
metotlarını tanıyabilecek,
• Hristiyanların başta sevgi olmak üzere diğer bazı
erdemleri Misyonerlikte nasıl kullanıldığının
farkına varabilecek,
• Hristiyan misyonerlerinin çalışma metotlarını
anlatabilecek,
• Türkiye'de faaliyet gösteren başlıca misyoner
gruplarını sıralayabilecek,
• Misyoner grupların düşünce yapısını ve
faaliyetlerini anlatabileceksiniz.
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

1. MİSYONERLİK VE TEBLİĞ KAVRAMLARI


“Misyonerlik” kelimesi, kök olarak, Latince 'missio' kelimesinden
türetilmiştir. Bu kelime lügat anlamı itibariyle, görev, yetki, vekâlet; bir
kimseye bir işi yapması için verilen özel vazife anlamlarına gelmektedir.
Misyoner, yetkili, görevli, Dolayısıyla misyoner, yetkili, görevli, kendisini bir fikrin yayılmasına adamış
kendisini bir fikrin kimse demektir.
yayılmasına adamış kimse Misyonerlik kavramı, bugün dini sahadaki organize yayılma
demektir. faaliyetlerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Genel olarak yayılmacı
karakter taşıyan bütün dinler için kullanılan bu kavram, daha çok Hristiyan
yayılmacılığını ifade etmektedir. Çünkü Hristiyanlık, yayılma faaliyetlerini
en sistemli bir şekilde, özel uzmanlar ve kurumlar aracılığıyla yapmaktadır.
Hristiyanların dışında bugün, Yehova Şahitleri, Bahailer, Hindular ve
Budistler de organize bir şekilde misyonerlik faaliyetlerinde
bulunmaktadırlar.
Arapça bir kelime olan "tebliğ”, sözlükte 'ulaştırmak' anlamına
gelmektedir. İslami kaynaklarda bu kelime, İslam’ın ilkelerinin gerek
Müslümanlara gerek Müslüman olmayanlara ulaştırılması anlamında
kullanılmaktadır. İslami kaynaklarda, "tebliğ' 'kelimesinin yanında aynı
anlamı taşıyan 'davet' ve 'irşat' gibi kelimeler de bulunmaktadır. Bu
kelimeler, zaman zaman birbirinin yerine kullanılmıştır. 'Tebliğ' kavramı ve
aynı anlamı taşıyan diğer kavramlar, dini yayma anlamında 'misyonerlik'
kavramından farklılık göstermektedir. Tebliğ, daha insani ve daha ahlaki
bir muhteva içermektedir. Çünkü insanın sahip olduğu yüce hikmetlerden
ve dinî hakikatlerden başkalarının da faydalanması için çalışması normal
bir davranıştır. Bu nedenle, özünde hakikat ve doğruluk bulunan
Hristiyanlık, İslam ve diğer dinlerin mensuplarının, sahip oldukları dinî
gerçekleri mümkün olduğu kadar çok insana ulaştırmaya çalışmaları
normaldir. Bu konuda yanlış olan husus, hileli yollara başvurmak,
insanların bir takım sosyal ve ekonomik zaaflarından faydalanarak onları
din değiştirmeye zorlamaktır. Tebliğin özüne, esasına uymayan bu
davranış tarzı, misyonerlik faaliyetlerinde bir metot olarak
kullanılmaktadır. Uygulamadaki bu farklılığı ile misyonerlik, tebliğe göre
olumsuz bir anlam taşımaktadır.
2. HRİSTİYAN MİSYONERLİĞİ
Hristiyanlık, misyoner karakterli bir dindir. Evrensel kurtuluş dini
iddiasında olan Hristiyanlık, bütün dünyaya yayılma amacındadır. Bundan
dolayı Hristiyan Kiliseleri, dünyanın her yerinde Hristiyan cemaatler
oluşuncaya kadar misyonerlik faaliyetlerini sürdürmeyi, kendilerine dini bir
görev saymış bulunmaktadırlar.
Hristiyan Kiliselerinin Hristiyanlığı bütün dünyaya yayma ve
dünyanın her yerinde Hristiyan cemaatler oluşturma ideali, Hz. İsa’nın
İncillerdeki sözleriyle Pavlus'un Mektuplarındaki sözlerinden ilham

1
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

almaktadır. Hristiyanların, Hz. İsa’nın misyonerliğe teşvik eden sözleri


olarak gösterdikleri cümleler, Matta, Markos ve Yuhanna İncillerinde yer
almaktadır. Özellikle Matta İncilinin 28. babının son kısmında zikredilen şu
sözler, misyonerliğin İncillerdeki temelini oluşturmaktadır.
'Şimdi, siz gidip bütün milletleri öğrencilerim edinin; onları, Baba,
Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz edin. Size emrettiğim şeyleri tutmalarını
onlara öğretin. İşte ben, bütün günler, dünyanın sonuna kadar sizinle
beraber olacağım (Matta, 28: 19-20).
Aslında, Hz. İsa’nın bu sözleri, bugünün Hristiyanlarının anladığı
misyonerlikle değil, gerçek ilahı öğretilerin yayılmasını amaç edinen tebliğ
ve irşat ile ilgilidir. İslam inancına göre Allah'ın bir peygamberi olan Hz. İsa,
bizzat kendisi, peygamberlik görevinin gereği olarak, Allah'ın buyruklarını
insanlara bildirmek için çalışmış ve kendisine tabi olan havarileri de bu
yönde teşvik etmiştir. Onlar, Allah'ın buyruklarını insanlara tebliğ etme
yolunda çeşitli zulüm ve işkencelere maruz kalmış ve hatta
öldürülmüşlerdir. Fakat, hiçbir zaman hileli yollara baş vurmamış,
insanların birtakım zaaflarından yararlanmaya çalışmamışlardır. Bu
bakımdan, Hz. İsa’nın ve onun gerçek havarilerinin, insanları doğruluğa
yönlendirmek için yaptıkları çalışmaları bir misyonerlik faaliyeti değil, bir
irşat ve tebliğ faaliyeti olarak görmek yerinde olur.
2.1. İlk Hristiyan Misyoneri Pavlus ve Çalışma Metodu
Hristiyanlıkta, dini yayma faaliyetinin bir tebliğ ve irşat faaliyeti
olmaktan çıkıp misyonerlik karakteri kazanması Pavlus'la olmuştur. İlk
zamanlar Hristiyanlığın katı bir düşmanı olan Pavlus, Şam'a sığınan
Pavlus, Hristiyanlığı Hristiyanları geri getirmek için Şam'a giderken mucizevi bir şekilde
yayma işinde, çalışma Hristiyanlığa girmiştir. Pavlus, bundan sonra Hristiyanlığın bir numaralı
alanı olarak yayıcısı olmuştur. Hristiyanlık bugünkü şeklini, onun yorumları ve
putperestleri seçmiştir. faaliyetleri neticesinde almıştır.
Onları Pavlus, Hristiyanlığı yayma işinde, çalışma alanı olarak putperestleri
Hristiyanlaştırabilmek seçmiştir. Onları Hristiyanlaştırabilmek için, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği ilahi
için Hz. İsa’nın tebliğ buyrukların bazılarını kaldırmış, bazılarını da faaliyet gösterdiği
ettiği ilahi buyrukların toplumlarda var olan inanç ve uygulamalara dönüştürmüştür. Bunu,
bazılarını kaldırmış, Korintoslulara gönderdiği birinci mektubunda bizzat kendisi şu sözleriyle
bazılarını da faaliyet belirtmiştir: “Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi
gösterdiği toplumlarda kazanayım diye herkesin kölesi oldum. Yahudileri kazanmak için,
var olan inanç ve Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa'nın (Tevrat'ın)
uygulamalara denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için
dönüştürmüştür. Onlara Yasa altındaymış g i b i davrandım. Tanrının Yasası altında değil de
Mesih'in Yasası altında olan biri olarak, Yasa’ya sahip olmayanları
(putperestleri) kazanmak için Yasa'ya sahip değilmişim gibi davrandım.
Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne şekilde olursa
olsun, herkesi kazanayım diye her şey oldum. Bunların hepsini, İncil’de
payım olsun diye İncil için yapıyorum.” (I. Korintoslulara, 9: 19-23).

2
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

Bu ifadelerinden de anlaşıldığı gibi Pavlus, kendi yorumu olan


Hristiyanlığı yayabilmek için, Yahudilerle karşılaştığında bir Yahudi,
putperestlerle karşılaştığında da bir putperest gibi davranmıştır. Pavlus'un
bu metodu, sonraki Hristiyan misyonerlere de örnek olmuştur. Hristiyan
misyonerler, faaliyetlerinde onu örnek almış ve onun sözlerini ilke
edinmişlerdir.
Pavlus'un misyonerlik faaliyetinde önem verdiği başka bir husus da
sevgidir. Pavlus, insanları Hristiyanlığa çekebilmek için, onlara sevgiyle
yaklaşmanın önemi üzerinde durmuştur. Pavlus'u örnek alan Hristiyan
misyonerler, bu sevgi konusu üzerine vurgu yapmaktadırlar.
2.2. Hristiyan Misyonerliğinde Sevgi Unsurunun Rolü
Müslüman ülkelerde uzun süre misyonerlik yapmış olan bazı
kimseler, edindikleri tecrübelerden hareketle, misyonerliğe yeni
başlayanlar için kılavuz el kitapları hazırlamışlardır. Bunlar, Hristiyan
inançlarını anlatarak veya sağlık, eğitim ve benzeri yardımları yaparak
Müslümanların kalbini Hristiyanlığa ısındırmanın zor olduğunu,
Müslümanları etkileyecek tek şeyin 'sevgi' ve onların inançlarına saygı
olduğunu önemle vurgulamışlardır. Uluslararası misyonerlik teşkilatında
çalışan William Paton, bu konuda şunları söylemiştir: 'Müslümanlara
yaklaşmada dikkatli olmalıyız. Hristiyan’ın Müslümana ilk mesajı doktrin
değil, sevgi olmalıdır. İslam ülkelerine yayılmış olan büyük misyoner
okulları, kolejler ve hastaneler bu yaklaşımda önemli rol oynayacaktır.
Eğer Hristiyan’ın ilk mesajı sevgi olursa, burada, Hristiyan dininde
Müslüman’a cazip gelecek husus, İsa Mesih'in karakteridir. Müslüman, İsa
Mesih'te Tanrı'nın ahlaki karakterini görecektir ki, bu, onun inandığı
Tanrı'da eksik olan bir yöndür.
Yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi Hristiyan misyonerler,
Müslümanlarla münasebetlerde 'sevgi' konusuna büyük bir önem
vermektedirler. Onlar, İsa Mesih'in karakterinin sevgi olduğunu ve insanlığı
kurtarmak için kendini feda ettiğini belirterek Müslümanları etkilemeye
çalışmaktadırlar. Türkiye'de yayınlanan Türkçe kitap ve broşürlerde bu
konu sıkça ele alınmaktadır.
2.3. Hristiyan Misyonerlerinin Çalışma Metotları
Hristiyan misyonerler, Pavlus'un ve diğer ilk dönem misyonerlerin
tavsiyelerinden ve tarih boyunca edindikleri tecrübelerden hareketle
birtakım misyonerlik metotları geliştirmişlerdir. Bunlardan bazıları açıklık,
bazıları da gizlilik taşıyan metotlardır.
2.3.1. Açık Metotlar
Açıklık taşıyan metotlarla yapılan misyonerlikte, doğrudan
Hristiyanlık anlatılmaktadır. Burada, karşıdaki muhataba Hristiyanlığın
öğretileri aktarılmakta, neden Hristiyan olması gerektiği, Hristiyan olmakla
neler kazanacağı gibi hususlara değinilmektedir. Açıklık taşıyan metotların
başında 'inancı açıklama' metodu gelmektedir.

3
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

İnancı açıklamanın birkaç şekli vardır. Bunlardan birincisi, bilgiyi


aktarmaktır. Pavlus'un, 'aldığım bilgiyi size aktarıyorum; Mesih bizim
günahlarımız için ölmüştür' sözü bunun örneğidir. Son zamanlarda ön
plana çıkan inancı açıklamanın diğer bir şekli, şehadettir. Şehadet,
Hristiyan mesajını yaşayarak açıklamaktır. Bu anlamda misyoner, bir
öğretmen değil, örnek alınacak bir kimsedir. Misyoner, sözleriyle, hal ve
hareketleriyle çevresinde bulunanları etkileyecek, onlarda iyi bir Hristiyan
imajı oluşturacaktır.
Hristiyan misyonerlerin Hristiyan inancı hakkında açıklayacakları
konu, İsa Mesih'in hayatı ve onun hayatındaki gizemli yönlerdir. Bir
kurtarıcı olarak insan bedeninde yeryüzüne inmesi, Haç’ ta ölümü,
dirilmesi, ölü ve diri herkesin yargılayıcısı olarak yüceltilmesi, tekrar
yeryüzüne inip Tanrı Krallığı'nı kuracak olması, İsa Mesih'in hayatının
açıklanacak gizemli yönlerini oluşturmaktadır. Bunlar açıklandıktan sonra
muhataplar, genellikle, din değiştirmeye ve İsa Mesih'e inanmaya davet
edilirler.
2.3.2. Dolaylı Metotlar
Hristiyan misyonerler, inançlarını yayabilmek için birtakım dolaylı
metotlara da başvurmaktadırlar. Bu dolaylı metotların başında, diyalog,
inkültürasyon, ezilen insanların yanında yer alma, yabancı dil öğretimi ve
çeşitli yardım kuruluşları oluşturma gibi faaliyetler gelmektedir.
Diyalog: Katolik misyonerlerin öne çıkardığı ve önem verdiği
misyonerlik metotlarından biridir, Katolik misyonerler bu metot sayesinde,
Hristiyan misyonerler,
faaliyetlerine ilgili ülkelerin ve halkların nazarında meşruluk kazandırmaya
inançlarını yayabilmek
çalışmaktadırlar. Geçmişte yaşanan olumsuz olayları unutmayı, bugüne
için bir takım dolaylı
taşımamayı tavsiye eden Katolikler, çeşitli dinlere mensup insanların bir
metotlara da
araya gelip ortak problemlere birlikte çözüm aramaları gerektiğini ileri
başvurmaktadırlar. Bu
sürerek barışçıl ve iyi niyetli bir tavır sergilemeye çalışmaktadırlar. Fakat
dolaylı metotların
asıl niyetlerinin misyonerlik olduğunu da resmi dokümanlarında ima
başında, diyalog,
etmektedirler.
İnkültürasyon, ezilen
Diyalog çağrıları vasıtasıyla faaliyetlerine meşruluk kazandırmaya
insanların yanında yer
çalışan Katolik misyonerler, Hristiyanlığı yaymak istedikleri ülkedeki
alma, yabancı dil
insanların dinî inançlarını, siyasi, kültürel ve ekonomik problemlerini tespit
öğretimi ve çeşitli
ederek ona göre misyonerlik stratejileri belirlemektedirler.
yardım kuruluşları
İnkültürasyon: İncil’in mesajını dünyanın çeşitli bölgelerinde
oluşturma gibi
yaşayan halkların kültürlerine uygun hale getirmektir. Buna göre
faaliyetler gelmektedir.
inkültürasyon, inanç-kültür diyaloğu ve uzlaşması anlamına gelmektedir.
İnkültürasyon, çağdaş misyonerlikte yeni bir metot olarak
sunulmakla birlikte, Hristiyan misyonerlik tarihinde oldukça eskilere
dayanmaktadır. Pavlus, Hristiyan öğretisini putperestler arasında yayarken
bu metodu uygulamıştır. Fakat, sistemli bir metot olarak ilk defa ii. Vatikan
Konsili'nde gündeme gelmiştir. Bugün bu metodu Katolik misyonerler
sistemli bir şekilde uygulamaktadırlar.

4
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

Katolik misyonerler, diyalog ve diğer metotlar vasıtasıyla, Hristiyan


Afrika gibi ırk ve kültürel öğretilerinin yayılacağı ülkenin kültür yapısı üzerinde önce bir inceleme
ayrımcılığın yaşandığı yapmaktadırlar. Bu incelemedeki amaç, o kültürdeki unsurlarla Hristiyanlık
bölgelerde Katolik arasında benzerlik kurabilmektir. Benzerlik kurulduktan sonra,
misyonerler, ırkçılık Hristiyanlığın o kültürle nasıl uzlaştırılacağının tespiti yapılmaktadır.
karşıtı hareketlere Örneğin, Müslüman kültüründe Hz. İsa ile ilgili birtakım inançlar vardır.
destek vermişlerdir. Müslümanlar, Hz. İsa’nın bir peygamber olduğuna inanır ve onun annesi
Meryem'e saygı gösterirler. Müslüman inancına göre İsa, Allah'ın
Meryem'in rahmine ruhundan üflemesiyle dünyaya gelmiştir. Yani, İsa’nın
beşer bir babası yoktur. Müslüman kültüründe Hristiyanlık açısından
burada eksik olan husus, İsa’nın Allah'ın oğlu bir Tanrı olmasıdır.
Bu da bir şekilde Müslüman kültürüne yerleştirilecektir. Aynı şekilde
Katolik misyonerler, Hindu ve Budist inancında da Hristiyanlıkla
benzerlikler bulmaktadırlar. İnkültürasyon metodunun kullanılmasındaki
amaç, insanların daha rahat ve kolay bir şekilde
Hristiyanlaştırılabilmesidir. İnsanlara, mevcut inançlarını, alışkanlıklarını,
örf ve âdetlerini tamamen terk ettirmek zor olduğu için, Hristiyanlığı
onların kültürüne uy-durmak en kolay yol olarak görülmektedir.
Halk Hareketlerini Desteklemek: Dolaylı metotlardan bir diğeri,
halk hareketlerini desteklemektir. Katolikler, II. Vatikan Konsili ve
sonrasında belirledikleri misyonerlik stratejileri çerçevesinde, Marksist
ideolojileri Kilise öğretisine ve misyonerliğe adapte etmeye çalışmışlardır.
Papa II. John Paul, toplumsal kurtuluş hareketlerine katılmayı, bugünkü
misyonerliğin bir yolu olarak görmüştür.
Katolik misyonerler, amaçlarını gerçekleştirmek için, sosyal
eşitsizliğin, baskının hâkim olduğu Latin Amerika'da yönetime karşı
mücadele eden gerillaların yanında mücadeleye katılmışlardır. Afrika gibi
ırk ve kültürel ayrımcılığın yaşandığı bölgelerde Katolik misyonerler, ırkçılık
karşıtı hareketlere destek vermişlerdir. Hindistan gibi dine dayalı sınıf
ayrımcılığının yaşandığı bölgelerde ise, dinden ve kültürden kaynaklanan
baskı ve ayrımcılığın karşısında yer almışlardır.
Sonuç olarak Katolik misyonerler, Hristiyan öğretisini insanlara
ulaştırabilmenin yolu olarak gördükleri Marksist ideolojileri ve metotları
kullanmakta bir sakınca görmemişlerdir. İnkültürasyon metodu gereğince
Hindistan'da bir Hindu gibi yaşayan ve misyonerlik yapan Cizvit rahip Bede
Giriffiths gibi, Latin Amerika'da, bir elinde İncil diğer elinde silah taşıyan
Marksist gerilla rahipler ortaya çıkmış ve misyonerlik yapmışlardır.
Yabancı Dil Öğretimi: Çoğu Hristiyan misyonerlerin kullandıkları en
etkili ve verimli metotlardan biri, yabancı dil öğretimidir. Özellikle İngilizce
öğretimi bunların başında gelmektedir. Az gelişmiş veya gelişmekte olan
ülkelerde yabancı dil öğrenimi sorun olduğu için, yabancı dil öğrenme
isteğinde olanlar misyonerlerin tuzağına kolayca düşmektedirler.
Misyonerler, dil dersleri esnasında yavaş yavaş Hristiyanlığı aşılamaya

5
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

çalışırlar. Derslerde okutulan metinleri Hristiyanlığı anlatan metinlerden


seçen misyonerler, dolaylı olarak Hristiyanlığın propagandasını yaparlar.
Aynı metodu Türkiye'de uygulayan misyonerler de bulunmaktadır.
Bunların dışında misyonerler, okul ve hastane gibi kamu hizmeti
veren kurumlar; radyo, dergi, kitap ve broşür gibi yayınlar; gizli faaliyet
gösteren dernekler aracılığıyla da misyonerlik faaliyetlerini
sürdürmektedirler.
3. TÜRKİYE’DE FAALİYET GÖSTEREN BAZI HRİSTİYAN
GRUPLAR
Türkiye'ye yönelik ilk Hristiyan misyonerlik hareketi, Osmanlıların
son dönemlerinde Ermeniler arasında başlamıştır. Katolik ve Protestan
gruplar, Ermenileri kendi mezheplerine çekebilmek için Türkiye Ermenileri
arasında misyonerlik faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Ermeniler arasında
Katolik misyonerliği yüz otuz sene kadar sürmüştür. Bunun sonucunda,
Adventistler, Baptistler, Ermenilerden bir kısmı Katolikliğe geçmiş ve ayrı bir Katolik Ermeni Kilisesi
Presbiteryenler ve oluşmuştur. Osmanlı Devleti 1830 yılında, Fransa'nın aracılığıyla, Katolik
kendilerini “Mesih Ermenileri ayrı bir cemaat olarak tanımıştır. Daha sonra Amerikalı
inanlıları” olarak Protestan misyonerlerin faaliyetleri neticesinde bir de Protestan Ermeni
tanıtan Protestan Kilisesi oluşmuştur. Osmanlı Devleti bu Kiliseyi de İngiltere’nin isteği
gruplar, Türkiye’deki üzerine, 1847'de resmen tanımıştır.
Hristiyanlaştırma Daha sonraki yıllarda Katolik ve Protestan grupların Türkiye’deki
faaliyetlerini misyonerlik faaliyetleri artarak devam etmiştir. Laiklik temeli üzerine
sürdürmektedirler. kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilk yıllarında Türkiye'deki
misyonerlik faaliyetleri kısmen azalmıştır. Fakat daha sonraki yıllarda,
özellikle Protestan grupların Türkiye'deki misyonerlik faaliyetleri yeniden
canlılık kazanmıştır. Adventistler, Baptistler, Presbiteryenler ve kendilerini
“Mesih inanlıları” olarak tanıtan Protestan gruplar, Türkiye’deki
Hristiyanlaştırma faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bu grupların çoğu,
mesihçi karaktere sahiptir. Bu gruplar, İsa’nın tekrar yeryüzüne gelip Tanrı
Krallığını kurmasını beklemektedirler. Onların anlayışına göre İsa’nın tekrar
gelişi, yeryüzünde Hristiyanların sayısının artmasına bağlıdır. Bu nedenle
adı geçen gruplar, dünyanın her yerinde misyonerlik faaliyetlerini sistemli
olarak sürdürmektedirler. Bunlardan özellikle Mesih inanlılarının
faaliyetleri Türkiye açısından önem göstermektedir. Biz burada, bu
grupları kısaca tanıyacağız.
3.1. Baptistler
Baptistler, XVII. Yüzyılda Hollanda’da doğmuş bir Protestan gruptur.
Bu grubu diğer Hristiyan gruplardan ayıran en önemli özellik, vaftiz
konusudur. Baptistler, Hristiyan sakramentlerinden vaftizin sadece
yetişkinlere uygulanmasını ilke edinmişlerdir. Onlara göre vaftiz, kişinin
kendi iradesiyle İsa Mesih'e iman etmesinin kesin bir sembolüdür.
Bebekler vaftizin anlamını kavrayamadıkları için onlara vaftiz

6
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

uygulanamaz. Baptistler vaftizi, vücudu tamamen suya batırmak suretiyle


uygularlar.
Bu grup, ilk Protestan misyonerliğini başlatmış olması ile
meşhurdur. Dünyanın her yerinde misyonerlik teşkilatları ve kiliseleri
vardır. Bugünkü tahminî sayıları 40.000.000 civarındadır. İstanbul’da bir
kiliseleri bulunmaktadır.
3.2. Presbiteryenler
Presbiteryenler; piskoposluğu reddeden ve 'presbiter' denilen
ihtiyarlar meclisi tarafından yönetilen Presbiteryen Kilisesi'ne bağlıdırlar.
Protestan olan bu Kilise, bir Katolik rahibi olan John Knox (1505)
tarafından İskoçya’da kurulmuş, daha sonra diğer Batı ülkelerine
yayılmıştır. Presbiteryenler diğer Protestan Kiliseleri gibi sadece Kitab-ı
Mukaddesi otorite olarak kabul ederler. Bununla birlikte, kendilerine has
inanç ve uygulama ilkeleri de vardır.
Bu Kilisenin en önemli özelliği, Tanrı'nın insanları herhangi bir şarta
bağlı olmaksızın seçtiğini kabul etmesidir. Presbiteryenlerin inancına göre
Tanrı, kendi bağımsız iradesiyle, bazı insanları günahlardan ve acılardan
kurtarmak için seçmiştir.
Presbiteryen Kilisesi, diğer Protestan Kiliseleri gibi misyoner
karakterli bir Kilisedir. Protestan Kiliselerini misyonerlik faaliyetleri için
örgütleyen Evangelical Alliance üyesi olan bu Kilisenin tüm dünyada
40.000.000 civarında mensubu bulunmaktadır. Ülkemizde de etkin bir
şekilde misyonerlik faaliyetlerini sürdürmektedir.
3.3. Mesih inanlıları
Türkiye'de kendilerini çoğunlukla Mesih inanlıları, bazen de
Müjdeciler (İncilciler) olarak tanıtan bu grup, Hristiyan dünyasında
Evanjelik Hristiyanlık, Evanjelik Hristiyanlar adıyla bilinmektedir. Kitab-ı Mukaddes’i dinde tek
XVIII. Yüzyılda John otorite olarak kabul eden bütün Protestanlar evanjelik (İncilci) olmakla
Wesley ve George birlikte, Protestanlar içinden bir grup kendilerini özellikle Evanjelik
Whitefield tarafından Hristiyanlar olarak tanımlamışlardır.
İngiltere’de kurulmuştur. Evanjelik Hristiyanlık, XVIII. Yüzyılda John Wesley ve George
Whitefield tarafından İngiltere’de kurulmuştur. Evanjelik Hristiyanlar
1846'da, Evangelical Alliance adını taşıyan uluslararası bir örgütün çatısı
altında toplanmışlardır. Presbiteryen, Methodist, Baptist gibi mesihçi
Protestan gruplar bu örgütün çatısı altında uluslararası alanda misyonerlik
faaliyetlerinde bulunmaktadırlar.
Evangelical Alliance örgütü altında toplanan bu gruplar, dokuz temel
ilkede birleşmişlerdir. Bu dokuz ilke şunlardır:
• Kitab-ı Mukaddes, ilahı vahiydir. Dinde tek otorite Kitab-ı
Mukaddes'tir. O, Hristiyanlar için yeterlidir.
• Kitab-ı Mukaddes'i herkes okuyabilir ve anlayabilir. Herkes bu hakka
sahiptir.
• Üç şahıstan meydana gelen Tanrı tektir.

7
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

• İnsanlık, aslı günahla kirlenmiştir.


• Tanrının Oğlu, insan bedeninde yeryüzüne inmiş, kendini günahkârlar
için kurban vermiştir. O, kurtarıcı, aracı ve kraldır.
• İsa Mesih'e iman, günahkârların arınması için tek başına yeterlidir.
• Kutsal Ruh, günahkârların tövbe etmesi ve kutsanması için çalışır.
• Ruh ölümsüzdür, insanlar bedenle dirileceklerdir. İnsanları İsa Mesih
yargılayacak ve onlar hakkında o hüküm verecektir.
• Hristiyan topluluğun oluşumu ilahidir. Tanrı, Hristiyan topluluğunu
oluşturmuş ve başlarına önderler koymuştur. Aynı şekilde, vaftiz ve
komünyonun oluşumu da ilahidir.
Bütün Evanjelik Hristiyanlar, bu ilkeleri kabul ederler. Onlar için
Kitabı Mukaddes ve özellikle Yeni Ahit bölümü çok önemlidir. Yeni Ahitte
olmayan hiçbir inanç ve uygulamayı kabul etmezler. Kitab-ı Mukaddes'e
yönelik eleştirilere şiddetle karşı çıkarlar. Kitab-ı Mukaddes'in Tanrı sözü
olduğunu ispatlamak için çalışırlar. Kendilerine Hristiyanlıkla ilgili bir soru
Adventizm, 1831 yılında yöneltildiği zaman hemen yanlarındaki Kitabı Mukaddes'e bakıp oradan
William Miller (1782- cevap verirler. Onlar için sadece iman önemlidir. İbadet şekillerinin fazla
1849) isimli bir çiftçi bir önemi yoktur. Bu bakımdan Katoliklere şiddetli eleştireler yöneltirler.
tarafından Amerika'da Evanjelik Hristiyanlar, Türkiye'de çeşitli faaliyetlerde bulunurlar.
kurulmuş mesihçi bir Türkiye'de kendilerini Mesih inanlıları veya bazen Müjdeciler olarak
harekettir. Bu mezhep, tanıtan Evanjelik Hristiyan’lar, ülkemizde etkin bir şekilde misyonerlik
Hristiyanlıkta önemli bir faaliyetlerini sürdürmektedirler. Müjde Yayıncılık, Lütuf yayıncılık, Kitab-ı
yeri olan İsa’nın tekrar Mukaddes Şirketi gibi yayınevleri ve isimleri gizli birçok yayınevi tarafından
dünyaya geleceği Türkçe kitap ve broşürler yayınlayıp bedava dağıtmaktadırlar. Gazetelerde,
düşüncesi üzerine dergilerde Kitab-ı Mukaddes'le ilgili ilanlar vermektedirler.
kurulmuştur. Türkçe kitap ve broşürlerde, Kitabı Mukaddes'in tahrif edilmediği,
Kur'an-ı Kerim tarafından sahih kabul edildiği ısrarla vurgulanmakta, bu
konuda Kur'an-ı Kerim'den bazı ayetler delil gösterilmektedir.
Türkiye'nin her yerinde, gözden uzak bölgelerde evler açan ve
buralarda İncil kursları düzenleyen Mesih inanlı misyonerler,
Hristiyanlıktaki sevgi unsuru üzerinde özellikle durmakta, İsa Mesih'in
insanları sevdiği için kendini kurban ettiğini işlemektedirler. Bunlar, hiçbir
siyasi ve ekonomik çıkar peşinde olmadıklarını, tek amaçlarının insanları
kurtarmak ve onları mutlu etmek olduğunu belirtmektedirler.
3.4. Adventistler
Adventizm, 1831 yılında William Miller (1782-1849) isimli bir çiftçi
tarafından Amerika'da kurulmuş mesihçi bir harekettir. Bu mezhep,
Hristiyanlıkta önemli bir yeri olan İsa’nın tekrar dünyaya geleceği
düşüncesi üzerine kurulmuştur. Adını da, bu düşünceyi ifade eden 'advent'
kelimesinden almıştır.
Adventizm'den doğan birçok grup bulunmaktadır. Bunlardan
Yedinci Gün Adventistleri misyonerlik faaliyetleri bakımından önemlidir.
Bunlara Yedinci Gün Adventistleri denmesinin sebebi, diğer Hristiyan

8
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

grupların aksine, kutsal dinlenme günü olarak Cumartesini kabul


etmeleridir.
Yedinci Gün Adventistleri, Kitabı Mukaddes'in kurallarına sıkı sıkıya
uyarlar. 1844'te İsa’nın, seçkinler'in yazılmasını başlattığını kabul ederler.
Ruhun ölümlü olduğuna, yalnız gerçeği kabul edenlerin, yani kendilerinin
tekrar dirileceklerine inanırlar. Yahudi kutsal kitaplarına son derece
bağlıdırlar. Kutsal dinlenme günü olarak, Pazar yerine Cumartesi’yi kabul
eder ve Cumartesi yasaklarına uyarlar. Et yemezler, kahve, çay, tütün ve
alkol kullanmaktan kaçınırlar. Vaftizi, suya batırma şeklinde uygularlar.
İlkelerindeki benzerlikler nedeniyle bunlar, bazen Yehova Şahitleriyle
karıştırılmaktadır.
Yedinci Gün Adventistleri'nin Türkiye'ye yönelik misyonerlik
faaliyetlerinin amacı, sadece yeni Hristiyanlar kazanmak değildir. Onlara
göre Türkler, Hristiyanlığın yayılması karşısında bir engel oluşturmuşlardır.
Bu nedenle, İsa Mesih'in ikinci gelişini geciktirmişlerdir. İsa Mesih'in ikinci
gelişinin çabuklaştırılması için Türk engelinin ortadan kaldırılması
gerekmektedir. Bundan dolayı Yedinci Gün Adventistleri, Türkiye'nin
parçalanması için de çalışmaktadırlar. Bütün misyonerler gibi Yedinci Gün
Advenstistleri, Türkiye'de tutunacak ilk dal olarak Hristiyan unsurları
seçmişlerdir.
Türkiye şu anda, 1970 yılında kurulmuş olan Ortadoğu Birlik
Misyonu teşkilatının görev alanı içinde yer almaktadır. Yedinci Gün
Adventistleri, 1958 yılından beri Türkiye’de yerleşik bir kiliseye sahiptir.
4. TÜRKİYE’DE FAALİYET GÖSTEREN DİĞER DİNÎ
GRUPLAR
Türkiye’de faaliyet gösteren birçok dini grup bulunmaktadır. Bunlar
Mormonlar, Mooncular, Yehova Şahitleri ve Bahailer’dir. Burada bu
gruplar tanıtılacak ve faaliyetleri hakkında bilgi verilecektir.
4.1. Mormonlar
Mormonizm, Joseph Smith tarafından 1830'da Amerika'da kurulmuş
Türkiye’de faaliyet
Hristiyan kökenli yeni bir dini harekettir. Mormonlar kendilerini 'Son Gün
gösteren birçok dini
Azizleri' olarak da isimlendirirler.
grup bulunmaktadır.
Joseph Smith 1830'da, 'Mormon Kitabı' (The Book of Mormon) adını
Bunlar Mormonlar,
taşıyan bir kitap yayınladı. Bu kitabın, Mormon isminde bir peygamber
Mooncular, Yehova
tarafından yazılıp yere gömüldüğünü ve onun oğlu Morani tarafından
Şahitleri ve Bahailer’dir
kendisine yerinin bildirildiğini iddia etti. Daha sonra, Vaftizci Yahya
tarafından yeni bir Kilise kurmakla görevlendirildiğini ileri sürdü.
Kısa zamanda birçok taraftar edinen Smith, 1844'te hapishanede
öldürüldü. Yerine geçen Brigham Young, saldırılardan kurtulmak için
cemaati Utah bölgesine taşıdı. Böylece Utah Eyaletindeki Saıt Lake City,
Mormonların merkezi haline geldi.

9
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

Mormonizm, inançları ve uygulamaları itibarıyla diğer Hristiyan


gruplardan oldukça farklıdır. Mormonlar, Teslise ve Kitabı Mukaddes'e
inanmakla birlikte, Mormon Kitabı'nın (The Book of Mormon) otoritesini
kabul ederler. Onlara göre İsa’nın tekrar geleceği yer Amerika'dır. Vahiy
kitabında sözü geçen Yeni Kudüs, Amerika'da kurulacaktır. Kurtuluşun tek
yolu Mormon olmaktır. Mormon inancını benimsemeyenler
kurtulamayacaktır. Bu nedenle Mormonlar misyonerlik çalışmalarına
ağırlık vermektedirler. Her Mormon potansiyel bir misyonerdir. On sekiz
yaşına basan gençler, en az iki yıl olmak üzere, deniz aşırı ülkelere
misyonerlik yapmaya giderler. Disiplinli bir hayatları vardır. Mormonlar,
çay, kahve, tütün ve alkollü içki içmezler. Aile ve cemaat hayatına önem
verirler.
Mormonlar zaman zaman Türkiye'de de misyonerlik çalışmaları
yapmaktadırlar. Mormon Kitabı'nın Türkçe çevirilerini ücretsiz
dağıtmaktadırlar.
4.2. Mooncular
Moonculuk, 1954 yılında Koreli Sun Myung Moon tarafından
kurulmuş misyoner karakterli yeni bir dinî harekettir. Presbiteryen
Kilisesi'ne mensup olan Moon, 1936 yılında, yeryüzünde Tanrı Krallığı’nı
kurmakla görevlendirildiğini iddia etmiştir. Onun bu iddiası Presbiteryen
Kilisesi tarafından sapıklık olarak değerlendirilmiş ve Kiliseden
Mooncuların en dikkat
kovulmuştur. Moon, daha sonraki yıllarda, Tanrı'dan vahiy aldığını, Musa
çekici uygulaması, toplu
ve Buda gibi dini liderlerle görüştüğünü söylemeye başlamıştır. Bütün
evlendirme törenlerinin
bunların sonucunda, Mooncuların kutsal kitabı 'ilahi Prensip' (Divine
düzenlenmesidir. Her yıl
Principle) ortaya çıkmıştır.
düzenlenen kutsal evlilik
Tüm yeni dinî hareketler gibi, Moonculuk da uzak doğuda ve Batı'da
törenlerinde yüzlerce çift
taraftarlar bulmuştur. Kısa zamanda büyüyüp gelişen Moonculuk, bütün
evlendirilmektedir.
dinleri birleştirme iddiasıyla, 'Birleşik Kilise' (Unification Church) adını
Bunun hikmeti, temiz bir
almıştır. Mali kaynak temin etmek için şirketleşen Mooncular, birçok alana
insan soyu meydana
el atmış durumdadırlar.
getirmektir.
Mooncuların en dikkat çekici uygulaması, toplu evlendirme
törenlerinin düzenlenmesidir. Her yıl düzenlenen kutsal evlilik törenlerinde
yüzlerce çift evlendirilmektedir. Bunun hikmeti, temiz bir insan soyu
meydana getirmektir. Moonculuğa göre insan soyu, Âdem ile Havva'nın
işlediği asli günahla kirlenmiştir. İsa, insanlığı bu günahtan kurtarmaya
çalışmışsa da evlenip bir aile hayatı kuramadığı için bunu
gerçekleştirememiştir. Temiz bir insan soyu meydana getirmeye çalışan
Mooncular, düzenli aile hayatına önem verirler; gayri meşru ilişkilere
girmez, sigara ve içki gibi zararlı alışkanlıklardan uzak dururlar.
Mooncuların dikkat çeken uygulamalarından biri de her yıl değişik
ülkelerde gençlik kamplarının düzenlenmesidir. Mooncular, farklı dinlerden
gençleri bu kamplara davet ederler. Ülkemizden de bu kamplara davet
edilip katılanlar olmaktadır. Bu kampları düzenlemekteki amaçları, dinleri

10
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

birleştirip Birleşik Kilise altında toplamaktır. Fakat bu amaçlarını, açıkça


belirtmemektedirler.
Mooncular, Türkiye'ye de zaman zaman misyonerler
göndermişlerdir. 1991'de İstanbul’da, Dünya Dinleri Konsili adı altında bir
toplantı düzenlemişlerdir.
4.3. Yehova Şahitleri
Yehova Şahitleri; Yahudilik ve Hristiyanlık karışımı eklektik bir dini
hareket olarak XIX. yüzyılda ortaya çıkmış Yehova Şahitliği'ne
mensupturlar. Yehova Şahitliği, mesihçi ve misyoner karakterlidir.
Yehova Şahitliği'nin kurucusu Charles Taze Russell'dır (1852¬1916).
Yehova Şahitleri sistemli Charles Taze Russell, 16 Şubat 1852 tarihinde Amerika'nın Pennsylvania
ve ısrarcı misyonerlik eyaletine bağlı Pittsburgh Şehrinde doğmuştur. Dindar bir aile ortamında
çalışmaları ile büyüyen Russell, 23 yaşında iken, öğretileri Hz. İsa’nın ikinci gelişi üzerine
meşhurdurlar. Misyoner bina edilen 'Advent Christian Church' grubuyla tanışmıştır. O, bu grubun,
okullarında yetiştirilen İsa’nın tekrar gelerek dünyayı yöneteceği fikrinden çok etkilenmiş ve bu
Yehova Şahitleri, günün olayın yakında gerçekleşeceğine inanmıştı. Ona göre, Yeni Ahit'te anlatılan
her vaktinde kapı kapı Armagedon Savaşı 1914'de patlayacak ve kıyamet kopacaktı.
dolaşarak Yehova 1914'de Russel’ın kehanetleri gerçekleşmeyince bu kez o, belirttiği
Şahitliğini yaymaya tarihin kıyamet alametlerinin başlangıç yılı olduğunu açıklayarak cemaatini
çalışmaktadırlar. dağılmaktan kurtarmıştır.
Russell'ın 1916'da ölmesi üzerine yerine, cemaatin avukatı J.F.
Rutherford geçti. Rutherford, o zamana kadar 'Russelistler' olarak bilinen
cemaatin adını 'Yehova Şahitleri" olarak değiştirdi. Kapı kapı dolaşarak
misyonerlik yapma âdetini o başlattı. Onun döneminde Amerika'dan sonra
Almanya Yehova Şahitleri'nin ikinci üssü hâline geldi. Neticede, o da
iddialarını gerçekleştiremeden öldü. Bununla birlikte Yehova Şahitliği,
giderek güç kazandı.
Yehova Şahitliği'nin başına geçen liderler, Armagedon Savaşı ile ilgili
değişik tarihler vermeye devam ettiler. Bu tarihlerden 1975 yılı önemlidir.
1968'de hareketin yayın organlarında, Armagedon'un 1975 baharında
gerçekleşeceği ilan edildi. Bunun üzerine kıyameti bekleyen müritlerin
çoğu işinden ayrıldı, malvarlığını sattı ve paraları cemaatin yayın organı
Tarassut Kulesi'ne bağışladı. 1975 yılının geçmesi ve kıyametin kopmayışı
Yehova Şahitleri'ni hayal kırıklığına uğrattı. Hareketin dördüncü başkanı
Frederick Franz, artık tarih tespiti yapmanın doğru olmadığını, Yehova
Şahitleri'nin Armagedon'un ne zaman geleceğini düşünmeden Yehova'ya
hizmet etmeleri gerektiğini bildirdi.
Bütün bu olaylar Yehova Şahitliğini yaralasa da hareket, tüm
dünyada gelişmesine devam etmektedir.
Ölümden sonra cennet ve ebedi ölüm cezasının varlığına inanan
Yehova Şahitleri, cehennemi kabul etmezler. Kitabı Mukaddes’te otuzun
üzerinde cehennem kelimesi geçmesine rağmen, cehennemin yanlış
anlamadan kaynaklanan bir inanış olduğunu belirtirler. Ruhun ölümle

11
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

birlikte yok olduğuna inanırlar. Onlara göre, kıyametten sonra 144 bin kişi
Yehova Şahitleri arasından seçilip gökteki cennete alınacak ve bu insanlar,
başlarında Hz. İsa olmak üzere dünyayı yöneteceklerdir. Bu dünya,
Yehova'nın insanlara bin yıllık ikinci bir deneme hakkı tanıdığı dünya
olacaktır. Bin yıl içinde serbest iradesi ile Yehova'ya kulluk edenler
kurtulacak, diğer insanlar ebedi ölümle cezalandırılmış olacaktır. Bu ikinci
hayat döneminde muvaffak olan insanların cenneti dünya olacak, başka
bir ifade ile dünya cennete dönüşecektir.
Yehova Şahitleri kadere, üçlü tanrı anlayışına (teslise) inanmazlar.
Hz. İsa’nın Tanrı'nın oğlu olduğunu ve Tanrı'nın Hz. İsa’yı ilk yaratıp ona
yaratmayı öğrettiğini ve Hz. İsa’nın da Tanrı'nın o zamana kadar
yaratmadıklarını yarattığını söylerler. Yehova Şahitleri, kan ve organ
nakline karşı çıkarlar ve bu davranışların Tanrı'ya karşı işlenmiş bir suç
olduğuna inanırlar. Savaşa ve her türlü ideolojiye de karşı çıkan Yehova
Şahitleri, bu nedenle silah kullanmayı ve askere gitmeyi reddederler.
Onlara göre, milli marş söylemek ve bayrağa selam durmak da Yehova
Krallığına karşı işlenen birer günahtır.
Yehova Şahitleri, sistemli ve ısrarcı misyonerlik çalışmaları ile
meşhurdurlar. Misyoner okullarında yetiştirilen Yehova Şahitleri, günün
her vaktinde kapı kapı dolaşarak Yehova Şahitliğini yaymaya
çalışmaktadırlar. Onların bu faaliyetleri grup liderleri tarafından titizlikle
planlanmakta; hangi misyonerin nerede, ne zaman, kaç saat çalışacağı
belirlenmektedir. Bu yoğun çalışma metodu sayesinde, Almanya'da 3.000
Türk'ün Yehova Şahitliği'ne girdiği ileri sürülmektedir.
Yehova Şahitleri'nin Türkiye'ye yönelik faaliyetleri, Tarassut Kulesi
raporlarına göre ilk kez 1909'da başlamıştır. Bu dönemde, İzmir’de
Tarassut Kulesi'ni düzenli okuyan bir grup oluşmuş ve böylece Türkiye
Yehova Şahitleri'nin çalışma alanına girmiştir. Türkiye Müslüman kimlikli
bir ülke olduğu için Yehova Şahitliğinin Türkiye’deki gelişimi, Hristiyan
ülkelere oranla bir hayli yavaş gerçekleşmiştir. Başlangıçta Ermeni ve Rum
asıllı Türk vatandaşları arasında yayılan Yehova Şahitliği zamanla
Müslüman Türklerden de taraftarlar bulmaya başlamıştır. Türkiye'de bir
süre emniyet güçlerinin takibine uğrayan Yehova Şahitleri, 26 Mayıs
1986'da Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun laiklik kapsamında din ve vicdan
hürriyetini yorumlayarak Yehova Şahitliği'nin bir din olduğuna karar
vermesi sonucunda serbest hareket eder olmuşlardır.
1997 yılına ait Yehova Şahitleri Yıllık Rapor Kitabına göre bin otuz üç
Yehova Şahidi'nin olduğu Türkiye'de toplam 21 cemaat bulunmaktadır.
400 kişilik Yehova Şahidi ile İzmir önde gelen ilimizdir. İzmir’de dört tane
Krallık Salonu (mabet) bulunmaktadır. İzmir’i, İstanbul, Ankara, Mersin gibi
iller takip etmektedir.
4.4. Bahailer

12
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

Bahailer; İslam’ın Şiilik mezhebinin Şeyhilik tarikatından türemiş


eklektik (derleme) bir dinî hareket olan Bahailiğe mensupturlar. Bahailiğin
ortaya çıkışı, Mirza Ali Muhammed'le başlamıştır. Şeyhilik tarikatına
mensup olan Mirza Ali Muhammed, kendisinin Şiilerin beklediği mehdiye
açılan 'Bab' (kapı) olduğunu iddia etmiştir. Bu nedenle onun kurduğu
harekete 'Babilik' adı verilmiştir. Daha sonra kendisinin bizzat mehdi
olduğunu ilan eden Mirza Ali Muhammed, EI-Beyan adında bir kitap
yazmış ve bu kitabın Kur'an-ı Kerim’i neshettiğini ileri sürmüştür.
Bahailer; İslam’ın Şiilik Mirza Ali Muhammed'in 1850'de ölümünden sonra yerine geçen
mezhebinin Şeyhilik Mirza Hüseyin Ali (1817-1892) bu hareketi daha da ileri götürmüştür. O,
tarikatından türemiş Mirza Muhammed Ali'nin geleceğini söylediği kimsenin kendisi olduğunu
eklektik (derleme) bir ilan etmiş ve Babîleri kendi etrafında toplanmaya çağırmıştır. Daha sonra
dinî hareket olan 'Bahaullah' adını alan Mirza Hüseyin Ali'yle bu hareket, Bahailik adını
Bahailiğe mensupturlar. almıştır. Osmanlı Padişahı sultan Aziz'in fer¬manıyla Akka'ya sürgün edilen
Mirza Hüseyin Ali, yerine büyük oğlu Abbas Efendi'yi bırakarak 1892
yılında orada ölmüştür.
Abdulbaha lakabıyla anılan Abbas Efendi, Bahailiğin kısa sürede
Mısır, Avrupa ve Amerika'ya nüfuz etmesini sağlamıştır. 28 Kasım 1921 'de
Hayfa'daki ölümünden önce yerini büyük torunu Şevki Efendi'ye
bırakmıştır.
Şevki Efendi de 1957 yılındaki ölümüne kadar Bahailiğin yayılması
için çalışmıştır. Onun yerine geçecek bir halefi olmadığı için Bahailik,
İsrail’in Hayfa kentinde kurulan 'Umumi Adalet Evi' tarafından idare
edilmeye başlanmıştır. Bütün dünyada 'mahfil' adı verilen kurumlarla
teşkilatlandırılmıştır. Mahfiller, merkezi mahfiller ve mahalli mahfiller
olarak yapılandırılmıştır.
Bağımsız ve orijinal bir din iddiasında olan Bahailik'te, Yahudilik,
Hristiyanlık ve İslam’dan derlenerek oluşturulmuş bir takım itikadi ve amelî
esaslar bulunmaktadır. Bahailere göre, Allah'a, kitaplarına, resullerine,
Bab'a ve Bahaullaha'a inanmak, iman esaslarındandır. Ahirete iman
yoktur. On beş yaşını tamamlayan herkes, yetmiş yaşına kadar Bahailiğin
dinî hükümleriyle sorumludur. Bu dinî hükümler; namaz, oruç, hac, zekât
ve kutsal metinlerin okunmasıdır. Sahallerin kutsal kitabı, Bahaullah'ın
yazdığı Kitab-ı Akdes'tir.
Bu dini esasların yanında Bahailiğin bir takım genel ilkeleri de
bulunmaktadır. Bu ilkeler; insanların birliği, bütün dinlerin birliği, dil ve
yayın birliği, kadın-erkek eşitliği, her türlü taassubun terkedilmesi, din ile
bilim arasında ahengin sağlanması, zorunlu genel öğrenim ve dünya
barışından oluşmaktadır. II. Dünya Savaşı'ndan itibaren dünyada hızla
yayılmaya başlayan Bahailik, bugün tüm dünyada 5.000.000 civarında
taraftar çalışmalarla, İstanbul’da bir merkezî mahfil olmak üzere 48 ilde
mahalli mahfiller oluşturulmuştur. Bu mahfillere bağlı 5.500 civarında
Bahailiğin bulunduğu ileri sürülmektedir. En yoğun olarak bulundukları il

13
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

Sivas'tır. 1990 yılı itibarıyla Sivas'ta 580 Bahai’nin mevcut olduğu tespit
edilmiştir.
Resmi makamlarca bir din olarak onaylanmayan Bahailiğin
Türkiye'deki faaliyetleri serbest bir şekilde devam etmektedir. Bahailer;
dinlerin birliği, evrensel kardeşlik, kadın-erkek eşitliği, Bahailik-bilim
ahengi, şiddet karşıtlığı gibi iddialarla propagandalarını yürütmektedirler.
Onların iddiasına göre Bahailik, Türkiye'nin laik yapısına en uygun dindir.
Bu konuda Atatürk'ü de istismar etmektedirler. Güya Atatürk, İslam’ı
bırakıp evrensel bir dünya dini araştırılmasını istemiştir.
Bahailer dini propagandalarında İslam’ı da kullanmaktadırlar. Onlara
göre İslam, Bahailik ortaya çıkmadan önce hak din idi. Bahailik ortaya
çıkınca nesh olunmuştur. Bahaullah'ın peygamberliği Kur'an-ı Kerim'de
Allah tarafından bildirilmiştir.

14
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

ÖZET
Misyonerlik kavramı, bugün dini sahadaki organize yayılma
faaliyetlerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Genel olarak yayılmacı
karakter taşıyan bütün dinler için kullanılan bu kavram, daha çok Hristiyan
yayılmacılığını ifade etmektedir. Çünkü misyoner karakterli bir din olan
Hristiyanlık, yayılma faaliyetlerini en sistemli bir şekilde, özel uzmanlar ve
kurumlar aracılığıyla yapmaktadır.
Hristiyan misyonerliğinin ilk temsilcisi, İsa’nın ölümünden sonra
mucizevi bir şekilde Hristiyan olan Pavlus'tur. Pavlus, Hristiyanlığı
yayabilmek için her türlü yola başvurmuş; Yahudilere Yahudi gibi,
putperestlere de putperest gibi görünmüş ve onların güvenini kazanmaya
çalışmıştır. Bugünkü Hristiyan misyonerleri, Pavlus'un bu çalışma şeklini
örnek alarak çeşitli metotlar geliştirmişlerdir. Bunların başında, inancı
açıklama, diyalog, inkültürasyon, halk hareketlerini destekleme, yabancı
dil öğretimi ve çeşitli yardım kuruluşları oluşturmak gelmektedir.
Bugün Türkiye'de, Adventistler, Baptistler, Presbiteryenler ve
kendilerini Mesih inanlıları olarak tanıtan gruplar misyonerlik
faaliyetlerinde bulunmaktadırlar. Bunların dışında, Hristiyanlıktan doğan
fakat Hristiyan sayılmayan Mormonlar, Mooncular ve Yehova Şahitleri de
Türkiye'de faaliyet göstermektedirler. Ayrıca, İslam’ın Şiilik mezhebinin
ŞeyhiIik tarikatından doğan ve kendisini ayrı bir din olarak takdim eden
Bahailiğe mensup gruplar da yoğun bir şekilde faaliyetlerini
sürdürmektedirler.

15
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri Dinler Tarihi/13

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Misyonerlik ve Tebliğ kavramlarını tanımlayarak arabalarındaki farkları


belirtiniz.
2. Hristiyan misyonerliğinin çalışma metotları hakkında bilgi veriniz
3. Pavlus’a ilk misyoner denebilir mi? Tartışınız.
4. Türkiye’de faaliyet gösteren Hristiyan grupları yazarak hakkında bilgi
veriniz.
5. Yehova Şahitleri ve Türkiye’deki faaliyetleri hakkında bilgi veriniz.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Abdülhamit, M. (1984). İslam’a Yönelen Yıkıcı Hareketler (Babilik ve Bahailiğin


içyüzü), Çeviren:M. Saim Yeprem-Hasan Güleç. Ankara.
Cilacı, O. (1982). Hristiyanlık Propagandası ve Misyonerlik Faaliyetleri, Ankara,
Tarihsiz.
Dinler Tarihçiler Gözüyle Türkiye’de Misyonerlik. (2005). Dinler Tarihi Derneği
Yayınları Ankara.
Fıglalı, E. R. (1983). Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, Ankara.
Günay, N. (2006). Günümüz Türkiye’sinde Misyonerlik Faaliyetleri, Isparta.
Halidi, M. Ö. F., İslam Ülkelerinde Misyonerlik ve Emperyalizm, Çeviren: Osman
Şekerci, İstanbul.
Kırşehirlioğlu, E. (1963). Türkiye'de Misyonerlik Faaliyetleri, İstanbul.
Küçük, A.(2011). Misyonerlik ve Dinlerarası Diyalog, (Ed. Mehmet Alparslan
KÜÇÜK), Berikan Yayınevi Ankara.
Öskan, A. R. (1998). Yedinci Gün Adventizmi, Ankara.
Tanyu, H. (1984). Yehova Şahitleri, Ankara.
Tümer, G. (1996). Yeni Dokümanlar Işığında Yehova Şahitleri, İstanbul. Türkiye'de
Misyonerlik Faaliyetleri, TDV Yayınları, Ankara.
Türkiye’de Misyonerlik Faaliyetleri, Tartışmalı İlmi Toplantı. (2004). Ensar
Neşriyat. İstanbul.
Ünal, S.T, Akdamar, A. (1983). Türkiye'de Laiklik ilkesi ve Yehova’nın Şahitleri,
Kule Kitapları Yayınları. İstanbul.

16
İÇİNDEKİLER

• Giriş
• İslam Kavramı
• İslam'da İnanç Esasları (İman Esasları)
• İslam'da Allah İnancı
• İslam'da Melek İnancı
• İslam'da Kitap İnancı
• İslam'da Peygamber İnancı
• İslam'da Ahiret İnancı
• İslam'da Kader İnancı

• Özet

DİNLER TARİHİ • Değerlendirme Soruları

• Başvurulabilecek Kaynaklar

İSLAM DİNİ HEDEFLER


Bu üniteyi çalıştıktan sonra;

• Din kelimesinin sözcük ve terim


Prof. Dr. Kemal POLAT anlamını kavrayacak,
• Dinin mahiyetini ve İslam'a göre
dinin ne olduğunu,
• İslam Dini'nin inanç esaslarını öğrenecek.
• Vahiy kelimesinin anlamını kavrayıp,
dindeki yerini izah edebilecek,
• İslam’da kader inancının inceliklerini
kavrayabileceksiniz.
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

1. GİRİŞ
İnsan denen varlık, evrendeki diğer canlılardan apayrı bir özelliğe
sahiptir. Onun özellikleri sayılmayacak kadar çoktur. Fakat onun en önemli
özelliği nedir, diye bir soru sorulacak olursa, hemen onun akıllı ve düşünen
bir varlık olduğu hakikati ortaya çıkar. İşte onun bu özelliği dolayısıyla
manevi bir yönünün bulunduğu ve bununla da diğer varlıklardan ayrı ve
üstün olduğu bilinir. Nitekim İslam dininin Yüce Kitabı olan Kur’ân-ı
Kerim'de insan, "Eşref-i mahlûkat" yani yaratılmışların en şereflisi olarak
Kur’ân-ı Kerim'de insan,
nitelendirilir.
"Eşref-i mahlûkat" yani
İnsan denen bu varlığın dünya üzerinde var olduğu günden beri de
yaratılmışların en
dinî inanca sahip olduğu bilinmektedir. Tarihî ve antropolojik veriler, dini
şereflisi olarak
olmayan bir toplumun dünya üzerinde mevcut olmadığını göstermektedir.
nitelendirilir.
Din olgusu, insanın kendi öz varlığı hakkındaki şuur ile birlikte ortaya çıkar
ve bu şuur ile birlikte gelişir. Şu hâlde din, insanlığın bu âlemdeki kimliği,
varlığının gerçek anlamıdır. Bu kavramdan, insanın var olduğu her yerde
din de var olmuştur.
Dinin ne olduğu ve mahiyetinin neden ibaret bulunduğu çeşitli
bilimsel disiplinlerce belirtilmiştir. Bizim konumuz, dinin bu çeşitli
disiplinlerce ele alınış şekli değildir. Bizim üzerinde durmak istediğimiz
konu, İslam Dini’dir.
2. “İSLÂM” KAVRAMI
Bilindiği gibi sözcüklerin bir kelime bir de terim anlamları mevcuttur.
Burada İslam kelimesinin sözcük ve terim anlamı üzerinde duracağız.
2.1. Kelime olarak İslam
İslam'ın sözlük anlamı ''teslim olmak", "boyun eğmek", "kurtuluş
yoluna girmek" demektir. Bundan başka İslam kelimesi, sulh, sükûn, huzur,
doğruluk, güven, sağlık ve esenlik anlamlarını da taşımaktadır.
İslam, Hz. Muhammed'in tebliğ etmiş olduğu dinin adıdır. Bu dine
İslam adını bizzat Allah vermiştir. Nitekim İslam Dini'nin Yüce Kitabı olan
Kur’ân-ı Kerim bunu şu şekilde belirtmektedir:
"Size din olarak İslam'ı seçtim." (Maide Suresi, 3. ayet).
2.2. Terim Olarak İslam
Terim olarak "İslam", Allah'ın iradesine teslim olmak demektir.
İnsan Allah'ın iradesine ne şekilde teslim olacaktır? Bunu bize İslam'ın
Peygamberi olan Hz. Muhammed tebliğ etmiş (bildirmiş)tir. Buna göre
İslam doğruyu ve iyiyi bulmak, iyiyi ve güzeli aramakta iyi niyetli olmaktır.
İşte bütün bu hususları bilen, bildiğini yapan Müslüman, doğru olan, doğru
yolda yürüyen kimsedir. İyi bir Müslüman’ı Hz. Muhammed şu şekilde
tanımlamıştır: "Müslüman, elinden ve dilinden herkesin emin olduğu
kimsedir".
Görüldüğü gibi İslam, bu "insan" ve "Müslüman" anlayışı ile huzura
ve barışa dayanan toplumsal ahlakının esasını ortaya koymuştur. Çünkü

1
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

İslam, gönül rahatlığı, iç huzuru sağlayarak insanlar arasındaki sevgiyi,


kardeşliği artırmayı amaçlamaktadır.
İslam dini bütün insanlığı muhatap kabul eder. O sadece bir kavme,
bir millete ait bir din değildir. İslam, şüphesiz bir dindir, ancak "sırf manevi
hayatı düzenleyen bir sistem" anlamında bir din değildir. İslam, manevi
kurtuluşu ve selameti maddi-sosyal bir hayat ortamında
gerçekleştirebilmenin yollarını gösterir. Bu bakımdan hayatın bütününe ait
kurallar getirmiştir. Diğer dinlerle karşılaştırılması bile mümkün olmayan
bir fonksiyona sahiptir.
3. İSLAM'DA İNANÇ ESASLARI (İMANIN ŞARTLARI)
İslam'ı kabul eden kimseye "Müslüman" denir. Müslüman olan
kimse, her şeyden önce Allah'a inanır. Bunu da şu şekilde ifade eder: "La
İlahe İllallah Muhammedün Resulullah". Bunun anlamı şudur: Allah'dan
İslam Dini insanları başka ilah yoktur. Hz. Muhammed Allah'ın Peygamberi'dir. Buna Kelime-i
inanıp inanmamakta Tevhid denir. Bu inanç, soyut bir hüküm değildir. O'na inanan, O’nun emir
serbest bırakmıştır. ve yasaklarını kabul ederek ona göre yaşayan kimsedir. İman, Allah ile kulu
Düşünüp araştırıp arasındaki bir bağdır. İnsana düşen bu bağı koparmamak, hatta onu
sonra iman etmeyi kuvvetlendirmektir. Bunun yolu da Allah ile olan irtibatı kesmemek, O'nu
ister. Körü körüne unutmamaktır. O'nu unutmak, O'nun sevgi ve merhametinden mahrum
iman etmeyi makbul kalmak demektir. Hâlbuki Allah, kendisinin kulları tarafından bilinmesini
saymaz. ister. Allah'ın bu isteğine uyan, O'nu tanır, O'nu tanıyan da O'na
bağlanmak gereğini duyar. Bu bağlanış insana, nelere inanacağını
gösterdiği gibi, nasıl hareket edeceğini, diğer bir deyişle nasıl ibadet
edeceğini de öğretir. Şunu da hemen belirtelim ki: İslam dini, insanları
inanıp inanmamakta serbest bırakmıştır. Düşünüp araştırıp sonra iman
etmeyi ister. Körü körüne iman etmeyi makbul saymaz. İslam’da akla
büyük önem verilmiştir. İşte bundan dolayıdır ki İslam'da, iman etmek
hususunda zorlama yoktur. İslam'ın doğuşundan beri de kimse "Müslüman
olmak" için zorlanmamıştır. Nitekim biz Türkler İslam dinini isteyerek ve
bilerek kendi irademiz i1e seçmişizdir.
3.1. İslam'da Allah İnancı
İslam dininin temel özelliği ve birinci şartı, doğa ve toplum üstü bir
varlığa, yani "Bir Allah"a inanmaktır. İslam'ın kabul ettiği ve bize bildirdiği
Allah birdir ne doğmuş ne de doğurmuştur. O'nun başlangıcı olmadığı gibi
sonu da yoktur. Yani ezelden beri vardır ve sonsuza kadar da var olacaktır.
Hiçbir şey O'na denk değildir. O her şeyi yoktan yaratan ve var edendir.
İslam'a göre Allah'ın yoktan yarattığına inanmak, O'nun her şeyi bir
düzen dâhilinde yarattığına inanmaktır. Yaratılıştaki hikmet Allah’ın
birliğinden gelir. Evrende her şey bir gayeye göre yaratılmış olduğu için,
boş ve anlamsız hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla Allah'ın yaratması her an
devam etmekte, evrende daima bir değişme ve gelişme olmaktadır. Bu da
Allah'ın evrenle her an ilişki içinde olmasından ileri gelir.

2
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

İslam Dini’nin yüce kitabı Kur’ân'da Allah'ın hiç dalmadığı, gaflet


içinde olmadığı uyumadığı bildiriliyor (Bakara Suresi, 255. ayet). Buna göre
âlemin nizamı bir düzen dâhilinde bozulmadan devam eder. Bunun
teminatı da bizzat Yüce Allah'tır. Bu da Allah'ın "Bir" olmasındandır. Eğer
Allah, evrendeki düzenin teminatı olmasaydı, hiçbir şey ahenk içinde
olamazdı.
Allah'ın bir olduğuna ve O'nun yaratıcılığına inanan insan, evrendeki
İslam'a göre Allah her şeyin O'nun tarafından yaratılmış olduğunu bilir; bunu bilen ve idrak
âlemlerin "Rabbidir". eden kişi Allah'tan başka bir şeyin tapınmaya layık olmadığını anlar. Tabiatı
Terbiye eden, koruyan, ve tabiat kuvvetlerini ilahlaştırmaz. Evreni ve ondaki her varlığın kendi
besleyip büyüten emrine verildiğine inanan insan, onları anlamaya çabalar. Bu şekilde
anlamlarına gelen hareket eden insan etrafına bakarak düşüncesini derinleştirmek
"RAB" ismi Kur'ân'da durumundadır.
çok sık geçmektedir. İnsan, Allah'ın kendisine vermiş olduğu akıl sayesinde yaratıcısını
bulabilecek nitelikte olmasına rağmen, Allah insanı yalnız bırakmamış, ona
her türlü yardımı yaparak, bunalıma girmemesi için doğru yolu
göstermiştir. Ancak insan bu yola girip girmemekte, inanıp inanmamakta
hür, serbest bırakılmıştır.
İslam'a göre Allah âlemlerin "Rabbidir". Terbiye eden, koruyan,
besleyip büyüten anlamlarına gelen "RAB" ismi Kur'ân'da çok sık
geçmektedir. Mesela, namazların her rekâtında okunan "Fatiha" suresinin
ilk ayeti şu şekildedir: "Hamd, âlemlerin Rabbine mahsustur". Yine yüce
Kur’ân'ın son suresinde de şöyle buyrulmaktadır: "De ki, insanların
Rabbine sığınırım". Demek oluyor ki, Kur’ân-ı Kerim, Allah’ın âlemlerin
Rabbi olduğu gerçeğini dile getirerek başlayıp aynı fikri vurgulayarak sona
ermektedir.
Allah'ın âlemlerin Rabbi olması gerçeği, İslam'ın "Tevhid" inancının
bir sonucudur. Tevhid, Allah'ın "Bir olması" anlamına gelir. Eğer bir değil
de birden fazla yaratıcı olsaydı, "Alemlerin Rabbi"nden söz edilemezdi,
çünkü bu durumda farklı varlıklar üzerinde hakimiyeti olan, farklı güçler
olacak ve bu güçlerden biri, diğerine ait varlıklar üzerinde hiçbir tasarrufa
sahip olamayacaktı.
Allah'ın "Rab" olması, O'nun, ilminin ve kudretinin sonsuzluğunu
gösterir. Âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah, evrendeki her şeyi insanın
emrine vermiş, ondan gerektiği gibi yararlanmamızı istemiştir. İşte bütün
bu nimetlerin karşılığı olarak biz de O'na ve O'nun birliğine inanmak ve
şükretmek durumundayız.
3.2. İslam'da Melek İnancı
İslam'a göre Allah’a inanan ve bağlanan insan O'nun insanın
dışındaki başka yaratıklarına da inanmalıdır. Melekler de inanılması
gereken varlıklardır.
Kur’ân'a göre melekler, gözle görülmeyen, maddi varlıklar olmayan
manevi varlıklardır. Onların yaratılışları insandan farklıdır. Melekler,

3
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

insanlar gibi seçme hakkına sahip değildirler. Onlar, kendilerine verilen


vazifeleri tam olarak yerine getirirler.
Meleklerin gördüğü işler çok çeşitlidir. Bilindiği gibi dört büyük
melek vardır: Cebrail, İsrafil, Mikail ve Azrail’dir. Cebrail, vahiy meleğidir.
O, Yüce Allah'tan almış olduğu emirleri Peygamberlere bildirir. Bütün İlahi
dinlerin kitapları Cebrail aracılığıyla Peygamberlere gönderilmiştir. Azrail,
canları alır. Tabiat olaylarını idare eden Mikail adlı melektir. Diğer
meleklerin bir kısmı insanların amellerini kaydeder. İnsanlara iyilik telkin
ettikleri, onları iyi yola sevk ettikleri için, İyilik timsali olmuşlardır. Nitekim
Vahiy "Allah'ın
dilimizde iyi ahlak sahibi olan kimseye "melek gibi insan" deriz. Bu
Peygamberlerine
bakımdan meleklerin en önemli görevleri, insanların manevi yönden
göndermiş olduğu İlahi
yükselmelerine, ruhen olgunlaşmalarına yardım etmektir.
sözler, emir, yasak ve
Meleklere niçin inanırız? Kur’ân'a göre bir şeye İman etmek,
tavsiyeleri ihtiva eden
inandığı şeyi, hareket ve davranışlarında ilke kabul etmek demektir. Buna
İlahi bilgiler" demektir.
göre meleklere iman etmek, her iyi düşünceyi kabul ederek onu, günlük
yaşayışında uygulamaya koymak anlamına gelir. Çünkü iyi düşüncenin
uygulamaya geçirilişi insanı ruhen geliştirir ve yüceltir. Bundan dolayıdır ki
Allah’ın meleklerine inanılmasının, insanların manen yükselişinde büyük
önemi vardır. Bunun pratik faydaları günlük hayatta görülür. Çünkü
insanın iki tarafında hazır bulunan meleklerin, kendi işlediği fiillerini -iyi
veya kötü- kaydettiğine inanması, onun kötülüklerden uzaklaşıp iyilik
yapmaya yönelmesini sağlar.
3.3. İslam'da Kitap İnancı
İslam inancına göre Allah'a, meleklere inanan kişi, O'nun kitaplarına
da inanır. Kitap'tan maksat, Allah'ın peygamberlerine "vahiy" aracılığı ile
göndermiş olduğu kitaplardır. Yüce Allah, ilk yarattığı insan olan Hz Âdem’i
aynı zamanda Peygamber olarak görevlendirmiştir. O günün şartları
dahilinde ona bir kitap değil, birkaç sayfalık bir "suhuf" verilmiştir.
Kur’ân'da büyük kitaplardan dördüne işaret edilir ve bunlara
inanılması gerekir. Bilindiği gibi bu kitaplar da şunlardır: Zebur, Hz.
Davud'a gönderilmiştir. Tevrat, Hz. Musa'ya gönderilmiş olup, Yahudilerin
kutsal kitabıdır. İncil, Hz. İsa'ya gönderilmiş olup, Hıristiyanların kutsal
kitabıdır. Nihayet Kur’ân, İslam dininin yüce kitabıdır ve Hz. Muhammed'e
gönderilmiştir. Bütün bu İlahi Kitaplar "vahiy" yolu ile Peygamberlere
ulaşmıştır.
Vahiy nedir? Kısaca buna temas edelim. "Vahiy" kelimesi, ani telkin
anlamına gelir. Dini terim olarak Vahiy "Allah'ın Peygamberlerine
göndermiş olduğu İlahi sözler, emir, yasak ve tavsiyeleri ihtiva eden İlahi
bilgiler" demektir. Vahiy bazen vasıtalı bazen de vasıtasız olarak
Peygamberlere gelir. Vasıtasız olanında Yüce Allah, söylemek istediği veya
bildirmek istediği şeylerin anlamını Peygamberlerin kalbine yerleştirir.
Vasıtalı olanı ise elçili veya elçisiz olur. Vahiy, elçi tarafından gelirse, Vahiy
meleği Cebrail, Vahyi peygambere bildirir. Elçisiz vasıtalı vahiyde ise

4
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

Peygamber, Allah'ın sözlerini işitir, fakat O'nu göremez, tıpkı Hz. Musa'da
olduğu gibi.
İlahi vahyin gayesi, insanla sağlam ve sürekli bir ilişki kurmak;
dolayısıyla insanın kendi türü içinde, ilahi emirlere uyarak olgunlaşmasını
sağlamaktır.
Bundan dolayıdır ki, Allah'ın göndermiş olduğu bütün kitaplara
inanırız. Yalnız burada bir hususu açıklamamız gerekir. Yüce Allah'ın
göndermiş olduğu kitapların hepsi "Hak"tır. Ancak zamanla bu kitapların
asılları kaybolmuştur. Eldeki nüshalar tahrif edilmiştir. Bu bakımdan ne
Tevrat'ın ne İncil'in aslı bugün elde mevcut değildir. Zaten Zebur'un da aslı
elde olmadığı için, onunla amel eden kimse de yoktur. Bu kutsal kitapların
asılları bozulmamış olsa dahi, insanların ihtiyaçlarına cevap veremedikleri
için, Yüce Allah, onların yerine yeni bir Peygamber ile yeni bir "Kitap"
göndermiştir. Bütün Peygamberlerin bildirmiş olduğu inanç esasları
aynıdır. Yani Allah'ın varlığı ve birliği (Tevhit esası) değişmez. Değişen
İnsanlar ahiret günü,
muamelata dair olan, kişiler arası ilişkileri düzenleyen, ibadetlerin dış
Allah'ın huzuruna çıkıp
görünüşlerindeki farklılıklardır. İşte Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim, Hz.
dünyadaki
Muhammed'e gönderilmiş olan en son kitaptır.
davranışlarının hesabını
Kur’ân-ı Kerim'in diğer kitaplardan farkı ve özelliğine biraz daha
vereceklerdir.
genişçe bakalım. Yüce Allah, Kur’ân için, "Bu, doğruluğu şüphe
Karşılığında ya
götürmeyen ve Allah'a karşı gelmekten sakınanlara yol gösteren Kitaptır."
mutluluğa kavuşacak ya
buyurmaktadır (Bakara Suresi, 2. ayet).
da cezaya
Kur’ân, bütünüyle insan ve onun mutluluğu içindir. Onda, insanlar
çarptırılacaklardır.
için dünya ve ahret her şey mevcuttur. Bunları şu şekilde özetlemek
mümkündür.
• Allah'ın birliği, yani "Tevhid" inancı, Kur’ân-ı Kerim'in konuları
yönünden özü teşkil eder. Allah, yalnız Müslümanların değil, bütün
alemlerin Rabbi'dir (Fatiha Suresi, 1. ayet).
• Kur’ân, inananların Allah'a nasıl ve ne şekilde kulluk edeceklerini
bildirir. İslam’ın şartları denen ilkeler bunlardır.
• Kur’ân'a göre, dünya ve ahiret bir bütündür. Her şey gibi, yaratılmış
olan insan da bir gün mutlaka ölecektir. Ölüm bir yok oluş değil, bu dünya
hayatımızdan sonra dirilerek ebedi olarak var olacağımız hayatın bir
başlangıç noktasıdır. Nitekim ahiret kelimesi, sonradan gelen
anlamındadır. Bu bakımdan ölüm, yok oluş değil yeni bir başlangıçtır. Bu
yeni yolculuk ile ulaşılacak olan âlemde yeni hayatta rahat ve emin
olabilmek, dünyadaki yaşayışımıza bağlıdır. Eğer, bu dünyada iyi, güzel ve
dengeli bir hayat sürmüş, kötülüklerden korunmuş, Allah'ın yüce kitabında
bildirmiş olduğu şekilde O'nun emir ve yasaklarına uymuş isek, hem bu
dünyada hem de ahiret hayatında mutlu oluruz. Nitekim "Dünya ahiretin
tarlasıdır." buyurulmaktadır.

5
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

İnsanlar ahiret günü, Allah'ın huzuruna çıkıp dünyadaki


davranışlarının hesabını vereceklerdir. Karşılığında ya mutluluğa
kavuşacak ya da cezaya çarptırılacaklardır.
Nitekim Kur’ân’da bu husus şöyle belirtilmektedir:
"O gün insanlar işlerinin kendilerine gösterilmesi için bölük bölük
Kur’ân'da, insan için
Allah'ın huzuruna çıkarlar. Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu görür. Kim
gerekli olan her türlü
zerre kadar kötülük yapmışsa onu görür." (Zilzal Suresi, 6. - 8. ayetler).
ilmin verilerine götüren
• Kur’ân, insanın kendine, ailesine, toplumuna, devletine ve diğer
temel gerçekleri bulmak
insanlara karşı uyulması gerekli iyi ve kötü davranışlarının neler olduğunu
mümkündür. Ancak
gösterir. Ahlak ilkelerini bildirir.
günümüzdeki bilimleri
• İnsan hiçbir vakit ve hiçbir zaman davranışlarında yalnız değildir.
Kur’ân'da bütünüyle
Biz Allah'ı göremiyorsak da, O, bizi daima görüp gözetlemektedir. Nitekim
aramamak gerekir;
Kur’ân’da şöyle buyrulmaktadır: "Biz insana şah damarlarından daha
çünkü o, bir fizik, bir
yakınız." (Kaf Suresi, 16. ayet). "Biz, ona sizden daha yakınız, fakat siz
kimya, bir tarih kitabı
göremezsiniz." (Vakıa Suresi, 85. ayet).
veya benzeri değildir.
• Kur’ân'da, bir takım işlere başlanırken yapılacak dualar da
gösterilmiştir. "Rabbim! Ferahlık ver, işimi kolaylaştır." (Taha Suresi, 25.
ayet). "Rabbim! İlmimi arttır." (Taha Suresi, 114. ayet).
• Kur’ân-ı Kerim, insanları insanlık için gerekli olan her türlü bilim
üzerinde durmaya, düşünmeye sevk eder. Olayların, maddenin, tabiatın,
kısaca evrenin gerçeğini aramamızı ister.
Kur’ân'da, insan için gerekli olan her türlü ilmin verilerine götüren
temel gerçekleri bulmak mümkündür. Ancak günümüzdeki bilimleri
Kur’ân'da bütünüyle aramamak gerekir; çünkü o, bir fizik, bir kimya, bir
tarih kitabı veya benzeri değildir. Kur’ân'da geçmiş toplumların hayat
hikâyeleri ibret verici olarak gösterilir. Onların yükseliş ve düşüş
sebeplerine işaret edilir. Geçmiş milletlerin, Allah'ın emirlerine uyup onun
koyduğu ölçüler dâhilinde yaşadıkları zaman yükselip mutlu oldukları,
ondan ayrılıp uzaklaşınca da nasıl yok oldukları dile getirilir.
3.4. İslam'da Peygamber İnancı
İslam'ın inanç esaslarından biri de Peygamberlere inanmaktır.
Allah'ın meleklerine, vahye ve kitaplarına inanan Müslüman, O'nun
peygamberlerine de inanır. Çünkü onlar, Allah'ın emirlerini alan ve yayan
elçilerdir.
Peygamber, Farsça bir kelime olup "haberci" anlamına gelir.
Türkçede peygamber, elçi olarak ifade edilir. Arapçada ise peygamber
karşılığında "Nebi” ve "Resul" kelimeleri kullanılır. Bu iki kelime arasında şu
fark vardır: Nebi, kendisine vahiy gelen fakat kendinden önce gönderilmiş
bir peygamberin "Kitabı" ile amel eden peygamberlere denir. Resul ise
kendisine ilahi vahiyle birlikte yeni bir "kitap" verilen peygamberlere
denir.
Peygamberler, Allah tarafından insanların arasından seçilerek
görevlendirilmişlerdir. Kimse çalışıp çabalayarak peygamber olamaz.

6
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

Peygamberler de bizler gibi kuldurlar. Bizler gibi doğup, büyüyüp


yaşamışlar ve ömürleri tamam olunca ölmüşlerdir. Şehadet kelimesinde
belirtilmiş olduğu gibi Hz. Muhammed, önce Allah'ın kulu, sonra elçisidir.
Bu husus, onların tapınma konusu yapılmaması için çok önemlidir. Onların
bizlerden farkı, onlara Allah'ın vahyinin gelmiş olmasıdır.
Peygamberler, doğru sözlü, güvenilir, gösterişsiz, yüksek ahlak
sahibi kimselerdir. Onlar günah işlemezler. Bu özellikleriyle, halktan biri
olarak kolay benimsenmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim'de Allah'ın müjdelerini ve azabını haber vermek
üzere peygamber gönderilmemiş hiçbir kavim yoktur, deniliyor (Fatır
Suresi, 24. ayet). Yüce Allah, her milletten bir uyarıcı olarak peygamber
İnsanı en çok göndermiş, fakat Kur’ân'da bunların sadece 25 tanesinin adı bildirilmiştir.
düşündüren, nereden Allah tarafından görevlendirilmiş olan bu yüce elçiler, insanlara hem
gelip, nereye döneceği ilahi emirleri bildirmişler hem de hayatta nasıl yaşanacağını, kendileri
sorusudur. Kur’ân'da bu bizzat örnek yaşayışlarıyla göstermişlerdir. Peygamberlere iman etmenin,
soruya bizlerin Allah'tan ahlaki bakımdan önemi büyüktür. Çünkü onlar, birer ahlak abidesidirler.
geldiğimiz ve yine O'na Peygamberlerin üstün niteliklerle bezenmiş olmalarındaki amaç,
döneceğimiz bildirilerek insanları ve toplumları şirk ve puta tapmaktan kurtarmak, Allah'ın birliği -
açık bir cevap Tevhid İnancı- etrafında onları birleştirerek dünya ve ahirette mutlu
verilmiştir. olmalarını temin etmektir. Peygamberler, inkârcılar karşısında,
gerektiğinde "mucize"ler de göstermişlerdir. Mucizeler, Allah'ın kendi
elçilerini, inanmayanlar karşısında sözlerinin doğruluğunu gösterme
fırsatlarıdır.
Peygamberlik, Hz. Muhammed ile sona ermiştir. Artık, ondan sonra
hiçbir peygamberin gelmeyeceği Kur’ân'da belirtilmiştir. Çünkü İslam Dini,
insanların yeni bir dine, yeni bir peygambere ihtiyaçları kalmayacak şekilde
mükemmelleşmiş olarak gönderilmiştir.
3.5. İslam'da Ahiret İnancı
Ahiret kelimesi sözlükte, "son" ve "sonra" olan anlamına gelir. Dini
terim olarak, Haşr vaktinden başlayan sonsuz bir zaman demektir.
Ahirete inanç konusu, Kur’ân'da büyük bir yer tutar. Eğer ahiret
olmasaydı, bu dünyanın bir kıymeti olmazdı. Çünkü o sonludur. Hâlbuki
ahiret, sonsuzdur. İnsanı en çok düşündüren, nereden gelip, nereye
döneceği sorusudur. Kur’ân'da bu soruya bizlerin Allah'tan geldiğimiz ve
yine O'na döneceğimiz bildirilerek açık bir cevap verilmiştir (Bakara Suresi,
156. ayet). Şu hâlde dünyaya geliş ve dünyadan ayrılış insanın kendi elinde
olan bir şey değildir. Bu bakış açısı bizi, ahiret inancına götürür. Diğer bir
ifadeyle ruhun ebedi yani ölümsüz olduğu fikri olarak görülür.
Hayatın bir anlamı ve maksadı vardır. İnsan da gayesiz olarak
yaratılmamıştır. Nitekim Kur’ân da bu husus şöyle ifade edilmektedir:
"Hanginizin daha iyi işler (ameller) işlediği hususunda sizi imtihan etmek
için hayatı ve ölümü yarattık." (Mülk Suresi, 2. ayet).

7
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

Yine Kur’ân'da "İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyamet


Suresi, 36. ayet) ayeti ile de insanın bir amaç için gönderilmiş olduğunu ve
bu amacı unutmadan yaşaması gerektiği hatırlatılmıştır.
Öldükten sonra dirilmenin bir anlamı vardır. Bu, insanda, yüksek ve
devamlı bir hayatın varlığı şuurunu uyandırır. Bu da onun hayata daha iyi
sarılmasını sağlar ve ömrünü boşa geçirmeden onu iyi değerlendirmesine
sebep olur. Çünkü insan, ahirette -ebedî hayatta- bu dünyada kazanmış
oldukları ile ya cezalandırılacak ya da mükâfatlandırılacaktır. Bu dünya,
ahiretin adeta tarlası olarak nitelendirilmiştir. Hz. Peygamberin bir
hadislerinde belirtilmiş olduğu gibi, "Hiç ölmeyecekmiş gibi bu dünya için,
İslam'da kader ve kaza, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışmalı." ilkesi, bizlere bir formül, bir
Allah'ın sonsuz ilminin ve düstur olarak verilmiştir.
kudretinin eseridir. Ahiret inancı, orada hesap sorulacağı fikri, insanların günlük
yaşayışlarında dosdoğru yaşamalarına ve kötülüklerden uzaklaşmalarına
etki eder. İnsanları iyilikte yarışarak ahlaklı bir hayat sürmeye teşvik eder.
İnsanların hırs ve tamahlarını dizginler. Bencil ve çıkarcı duyguları kırar.
Ahirette cehennem, sadece bir ceza yeri değildir. O, aynı zamanda bir
arınma ve temizlenme yeridir. Çünkü imanla göç edenler, ruhlarını
arındırdıktan sonra cennete girmeye hak kazanacaklardır. Önemli olan, bu
dünyada iken ruhlarımızı arındırarak, ahiret hayatına temiz ve pak olarak
gidebilmektir. Bunun için de, hayatın gayesine göre, yani Yüce Allah'ın
peygamberleri vasıtasıyla bizlere bildirmiş olduğu şekilde yaşamaktır.
3.6. İslam'da Kader İnancı
İslam'ın iman esaslarından biri de Kader inancıdır. İslam'a göre
"Kader", önceden bir takdirin, bir planın var olduğuna inanmaktır.
Meydana gelen bütün olayları, Allah'ın bilmesine ve takdir etmesine
"Kader" denir. Allah'ın takdir ettiği şeylerin kendi iradesine ve bilgisine
uygun olarak zamanı gelince ortaya çıkmasına, yani takdirin yerine
gelmesine "Kaza" denir. İslam'da kader ve kaza, Allah'ın sonsuz ilminin ve
kudretinin eseridir.
Allah, bütün evreni ve içindekileri bir plan dairesinde yaratmıştır. O,
evrende meydana gelecek en küçük olayları bile bildiği için, O'nun bilgisi ve
iradesi dışında hiçbir şey olamaz. İşte Allah'ın ezeli olan ve her şeyi kuşatan
bilgisi ile çizdiği plan ve program, "kader"dir. Zamanı gelince bu planı ve
programın bütün ayrıntılarıyla gerçekleştirilmesi ise ''kaza''dır.
Allah'ın bilgisi ve iradesi dışında herhangi bir şey olursa, kontrolden
çıkmış olur. Bu ise, Allah'ın noksan bilmiş olması demektir ki bu da onun
için mümkün değildir. Zira, noksanlık ve noksan bilgi Allah için
düşünülemez. Çünkü O, noksanlıktan uzak, her şeyi bilen ve yerli yerinde
yaratandır. Evrenin düzeni rastgele (tesadüfen) işleyen bir şey değildir.
Allah, insana kendi iradesi ve isteği ile bir şeyler yapabilme gücü
vermiştir; buna "cüz’i irade" denir. Kul olan insanın iradesi, Allah'ın
iradesine oranla az ve sınırlı olduğu için bu ad verilmiştir. Buna karşılık

8
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

Allah'ın iradesi mutlak ve sınırsızdır. İşte bundan dolayı da O'nun iradesine


"Külli İrade" denir.
İlahi iradenin çevrelediği sınırlar içerisinde insan, serbest ve hür
olarak bazı hareketler yapabilir, düşünüp planlayabilir. İnsan, sonsuz
isteme gücüne sahipse de istediği her şeyi yapma -yapabilme- gücüne
sahip değildir. İşte bundan dolayıdır ki insan bu sınırlı saha dahilinde kendi
cüz’i iradesi ile yaptıklarından sorumludur. Çünkü insan, Allah'ın kendisine
vermiş olduğu akıl sayesinde iyi ve kötüyü ayırt edebilme gücüne sahiptir.
Aynı zamanda, iyi ve kötünün ne olduğu Peygamberler aracılığı ile insana
bildirilmiştir. Bu durumda insan, bunlardan istediğini seçmekte serbest
İslam'a göre tevekkül, bırakılmıştır. Seçiminde isabet ederse, sonucunun mutluluk olacağı
kişinin elinden gelen her aşikardır. Şayet, bilerek kötüyü seçerse, burada hata insanın kendine aittir
türlü imkânı kullanıp ve ve bundan da sorumludur. "Kaderimde bu varmış." diyerek, insan,
tedbiri aldıktan sonra, sorumluluktan kurtulamaz. Zaten böyle bir davranış, insanın kendi aklını
gücünü aşan kısımları ve irade gücünü inkâr etmesi demektir.
Allah'a bırakmak Yüce Allah, biz kullarının doğru bir seçim yapabilmemiz için,
demektir. içgüdülerimizden kendimizi kurtarabilmenin çarelerini ve yollarını
göstermiştir. İnsan kul olarak, hislerini ve içgüdülerini kontrol altına alırsa,
iradesini daha iyi kullanma imkânına kavuşur. Zaten insanı, diğer canlı
varlıklardan ayıran en önemli özelliği de bu değil midir?
Mesela bir insan bir işi planlar, gerçekleştirmek için o işe başlar,
fakat herhangi bir engel çıkıp o işi yarıda kalabilir. Yahut hastalık, ölüm gibi
büyük bir engel ile o işe hiç başlayamaz. Bu sebeple Müslümanlar, bir işe
niyet edip başlamak istediklerinde "İnşaallah - Allah dilerse, O, izin verirse"
derler. Bu söz, Allah'ın evreni ve onun içindekileri, her zaman yaratmakta
devam ettiğini ifade eder.
Şu hâlde insan, kendini ne kadar güçlü, kuvvetli kabul etse de onun
gücü ve kuvveti sınırlıdır ve gücü kadar iş yapabilmektedir.
İslam kaderci bir din midir?
Halk arasında "kaderci" düşüncenin yanlış anlaşılmış olduğuna şahit
oluyoruz. Çalışıp çabalamayı, gayreti bir kenara bırakarak "kaderim"
buymuş diyerek, olanlara razı olmak, İslam inancına aykırıdır. Eğer
toplumda böyle bir düşünce sistemi hâkim ise, o toplum geri kalmaya
mahkûmdur.
İslam'daki "Kader" nedir?
Allah, kullarının hareket biçimlerini ve iradelerini ne yönde
kullanacaklarını bilir. Yaratanın, yaratmış olduğu varlığı her yönüyle
bilmesi gayet tabiidir. Eğer Allah, insanları cennetlik veya cehennemlik
olarak ayırmış olsaydı, insanları dünyada imtihan etmesinin bir anlamı
olmazdı. Hâlbuki insan, iradesini kullanarak çalışıp didinip elinden geldiği
kadar gayret sarf ettikten sonra, bazı şeyleri yapamayınca, onlardan
sorumlu olmaz. Yani insan, gücü nispetinde sorumludur.

9
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

Şu hâlde İslam'da körü körüne "kadercilik" yoktur. Kulun


sorumluluğu vardır. Miskinlik, uyuşukluk yoktur. "Bir lokma, bir hırka" fikri
yanlıştır. İslam’da çalışma esastır. Çünkü Kur’ân-ı Kerim'de "İnsan için
çalışmaktan başka bir şey yoktur." buyurulmaktadır (Necm Suresi, 39.
ayet). İslam Peygamberi Hz. Muhammed, bizlere çalışmayı emretmiş,
kendisi de çalışarak bize örnek olmuştur. O, kimseye muhtaç olmadan
yaşamıştır. Alın teri, helal kazanç yollarını göstermiş ve bunların hayırlı
olduğunu bildirmiştir.
Her Müslüman "kaza ve kadere" inanmak durumundadır. Yüce
dinimiz bizleri kadere inanmakla yükümlü tutarken, "Çalışmayın, sorumlu
değilsiniz." dememiştir. Aksine, çalışmaya teşvik etmiştir. Nitekim
Müslümanlar, çalışmayı ön planda tuttukları zaman ileri medeniyetler
meydana getirmişlerdir. Böyle yapmadıkları zaman da gerilemişlerdir.
Tevekkül ne demektir?
İslam'a göre tevekkül, kişinin elinden gelen her türlü imkânı kullanıp
ve tedbiri aldıktan sonra, gücünü aşan kısımları Allah'a bırakmak demektir.
Mesela bir öğrencinin, çalışıp çabaladıktan sonra, Allah'ın yardımını
istemeğe hakkı vardır. Yoksa çalışmadan O'nun yardımını istemek, boşuna
olur. Tarlayı zamanında ekip, sulamadan, gübresini vermeden, iyi ürün
almak mümkün müdür? Her türlü tedbiri aldıktan sonra gerisini Allah'a
havale etmek tevekküldür.
Nitekim "Deveni sağlam bağla, ondan sonra Allah'a havale et." sözü
dilimizde çok meşhurdur. Tembelliğin İslam'da yeri yoktur. Biz Müslüman
toplumların geri oluşlarından "İslam" sorumlu değildir. Bundan sorumlu
olan bizleriz.
“Hayır, ve şer Allah’tandır” demek neyi ifade eder?
İnsanlar iyiyi, güzeli, doğruyu seçerek, iyi ameller işlemek
durumundadır. Bilerek kötüyü seçerse, neticesine katlanmak zorundadır.
İnsan ister iyi ister kötü şeyler yapsın; bu işleri yaratan Allah'tır; ama
seçen, kazanan, hak eden kuldur. Şu var ki Allah, iyi işlerden, iyi
amellerden razı olur. Bu gibi işleri yapmak isteyen kimsenin ''fiillerini''
Allah isteyerek yaratır. Kötü işlerden Allah razı değildir. Kötü işleri, Allah,
kul istekli ve ısrarlı olduğu için yaratır.
İşte bu bakımdan, insan kendisindeki kabiliyetleri iyiye veya kötüye
kullanırken çok dikkatli olmak durumundadır. Nasıl ki bir bıçak, iyi işler için
kullanıldığı gibi, insan öldürmek için de kullanılabilir. Şu hâlde insan,
sorumluluğunu bilerek seçme yapmalıdır.
Kader inancı, insana hür olduğunu, gücü nispetinde her işin
üstesinden gelebileceğini öğretir. Gücünün yetmeyeceği işlerin de
kendisine yüklenmediğini anlatır.
Kader inancı, insanlara, özellikle felaketli anlarda soğukkanlı ve
sağlam iradeli olmayı sağlar. Olaylara kendini kaptırmaya engel olur ve
insana teselli verir.

10
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

Kadere inanç, günümüz insanlarının pek çoğunun karşı karşıya


bulunduğu stresten kurtulmasına ve huzura ulaşmasına yardımcı olur. Zira
gerekeni gerektiği gibi yerine getirdikten sonra, önüne geçilemeyen
olaylar için üzülüp strese girmeye sebep yoktur.

11
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

ÖZET
İslam, Hz. Muhammed'in tebliğ etmiş olduğu dinin adıdır. Bu dine
İslam adını bizzat Allah vermiştir. Yüce Allah bunu Kur’ân'da şu şeklide
bildirmiştir: "Size din olarak İslam'ı seçtim." (Maide Suresi, 3. ayet).
İslam'ı din olarak kabul eden kimseye "Müslüman" denir. Bir
kimsenin Müslüman olabilmesi için "Allah'tan başka Tanrı'nın olmadığına
ve Hz. Muhammed'in Allah'ın Peygamberi (Resul) olduğu”na inanması
gerekir.
İslam dininin temel özelliği ve birinci şartı "Bir Allah"a inanmaktır.
İslam'ın kabul ettiği Allah, doğmamış ve doğurmamıştır. O'nun başlangıcı
olmadığı gibi sonu da yoktur. Hiçbir şey O'na denk değildir. O her şeyi
yoktan var edendir.
İslam'a göre Allah, âlemlerin Rabb’idir. Bu da İslam'ın "Tevhid"
inancının bir sonucudur. Tevhid, Allah'ın "Bir" olması anlamına gelir.
İslam’da inanç esasları 6 temel kategoride toplanır. Bunlar da; Allah'ın
varlığı ve birliğine inanmak, meleklere inanmak, kitaplara inanmak,
peygamberlere inanmak, Ahiret gününe ve öldükten sonra dirilmeye, kaza
ve kadere inanmaktır.
İslam, kaderci bir din değildir. O, insanın iradesine büyük kıymet
verir. İslam çalışmayı emreder. İslam evrensel bir dindir. Bütün toplumlara
ve bütün zamanlara hitap eder. Hz. Muhammed en son peygamberdir.
O'ndan sonra başka bir peygamber gelmeyecektir.
İslam'ın Yüce Kitabı Kur’an’dır. İslam'daki emir ve yasaklar Kur’ân’da
belirtilmiştir. Kur’ân'ın hiçbir harfi dahi değişmeden günümüze kadar
ulaşmıştır. Peygamberimiz Hz. Muhammed söz ve fiilleri ile İslam'ı bize
bildirmiştir. O, sadece kendine vahy yolu ile bildirilmiş olanları nakletmiştir.
Kur’ân'a aykırı olan hiçbir hüküm İslami sayılmaz. İslam, insanların
dünyada ve ahirette mutlu olmalarını ister ve bunu gerçekleştirmenin
yollarını göstermiştir.

12
İslam Dini Dinler Tarihi / 14

D DEĞERLENDİRME SORULARI

1. İslam’ın kelime ve terim anlamı hakkında bilgi veriniz?


2. İslam’ın inanç açısından diğer dinlerden farkları nelerdir? Araştırınız
3. İslam’ın iman esasları hakkında bilgi veriniz
4. Cüz-i irade ve Külli irade hakkında bilgi vererek, sorumluluk açısından
tartışınız.
5. İslâm’ın tevekkül anlayışı hakkında bilgi veriniz.

BAŞVURULABİLECEK KAYNAKLAR

Akseki, A. H. (1982). İslam Dini, Ankara.


Fazlurahman, İ. (1992). (Çev.: Prof. Dr. Mehmet Dağ, Prof. Dr. Mehmet Aydın),
Selçuk Yayınları. Ankara.
Küçük, A. (1993). Mustafa Erdem, Münir Koştaş, Dinler Tarihi, Anadolu
Üniversitesi Önlisanas Programı. Eskişehir.
Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.

13

You might also like