Eleştirel Psikoloji Ödev

You might also like

Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 14

Karaca 1

Faruk KARACA

20181105032

Psikolojiye Giriş

Doç. Dr. Umut Tümay ARSLAN

18.01.2019

Türkiye’de Eleştirel Psikolojiye Dair

Giriş

Eleştirel psikolojiye geçmeden önce genel olarak psikolojiyi tanımlayıp bir çerçeve
oluştursak sanırım ileride konuşulanları anlamamız konusunda daha rahat edebiliriz.

Psikoloji, çok yüzeysel ifadeyle insanın ‘içerisiyle’ incelenen bilim dalıdır. İçerisiyle
derken demek istediğimiz kişinin genel veya belirli bir zaman aralığındaki içsel durumu yani
dertleri, sıkıntıları, bakış açısı, vb. gibi fen bilimlerine kıyasla daha soyut olan şeylerle
ilgilenir. Bu açıdan baktığımızda tüm insanlık tarihini alamasak bile en azından felsefenin
başlangıcı olan Antik Yunan’dan itibaren bir ‘psikoloji’ araştırmasının süregeldiğini
görebiliriz. İlk filozoflar günümüzde hala sorulmaya devam eden “İnsan nasıl mutlu olur?
Mutsuz olmasındaki neden nedir? Bu mutsuzluğu nasıl aşabilir?” gibi sorulara cevap
aramışlardı. Buldukları sonuçlar tarih boyunca her dönem bu soruları düşünen insanları
etkilemesine rağmen değişen yaşam tarzları, hayat şartları, vb. faktörlerden dolayı çare olma
özelliğini gün geçtikçe kaybetmiş, yerine başka düşüncelerin konmasını gerektirmiştir.
İnsanlar çareyi dinde, ideolojide aramış fakat zamanla bu günümüze en yakın -ve bazı
kesimlerde hala süregelen- fikirler bile çare olarak görülmemeye başlanmıştır. Tarih boyunca
insanların mutluluk kaynağı veya mutsuzluğu engelleyici olarak gördüğü bütün yolların
kapanmasıyla psikolojinin hemen hemen aynı dönemde ortaya çıkması sanırım rastlantı
değildir. Mesela Sigmund Freud’un, Nietzsche’nin “Tanrı’yı öldürmesinden” sonra
psikanalizi kurması bize göre rastlantıdan ziyade diyalektikle bağlantılıdır. Bu şekilde
örnekler çoğaltılabilir fakat başka alanlara sapmış oluruz.
Karaca 2

Konumuza dönecek olursak psikolojinin ana amacının insana mutluluk sağlamak, en


azından mevcut mutsuzlukları, huzursuzlukları ve bunlardan doğan sorunları gidermek olduğu
söylenebilir. Her ne kadar Antik Yunan’dan beri bu alanda sorular sorulduğunu, üstüne
düşünüldüğünü söylesek bile psikolojinin kurulması 19.yüzyılı bulmuştur. Eleştirel
psikologların “ana akım psikoloji” olarak adlandırdığı akımda süreç şu şekilde işler: Kişi bir
psikologa gelir ve sorunlarını anlatır, -en iyi ihtimalle- psikolog bu sorunları çözer ve kişiyi
hayatına geri gönderir. Buradaki sıkıntı –ve eleştirel psikolojinin de eleştirdiği- nokta kişiyi
‘hasta’ yapan etkenlerde çevrenin de bir rolü olduğu fakat ana akım psikolojinin bunu göz
ardı ettiğidir. Bunun neden göz ardı edildiğinin sebebi ise en iyi ihtimalle ‘gözden kaçtığı’
olabilir. Eğer bilinçli olarak göz ardı edilmişse durum çok vahim sonuçlara varmaktadır.
İleride bu konuyu derinlemesine inceleyeceğimiz için şimdilik burada kesiyorum.

Eleştirel psikolojide ise yukarıda bahsedilen süreç ana akım psikolojideki gibi işlemez.
Kişi psikologa gider, sorunlarını anlatır ve psikolog –burada bahsedilen eleştirel psikologdur-
kişinin yaşadığı çevreyi, bu çevredeki kişileri de denkleme katarak hareket eder ve –en iyi
ihtimalle- çözüm bulur. Buradaki fark, kişiyi ‘hasta’ yapan gerek manevi gerekse çevresel
etkenlerin ortadan kaldırılması veya sorunu çözecek şekilde yeniden şekillendirilmesidir.
Böylelikle kişinin normal hayata döndüğünde bir daha aynı sorunlardan muzdarip olması
ihtimali olabildiğince azaltılmış olur. Daha fazla detaya girmeden önce istatistik kullanmanın
bize genel bir çerçeve çizmekte fayda sağlayacağını düşünüyorum.

Eğitim

Her ne kadar psikolog-“hasta” sürecinde bahsetmiş olsakta bu sürecin bu kadar


sağlıksız olmasında tek başına ana akım psikoloji suçlu değil. Eğer sadece psikolojiyi
suçlarsak eleştirel psikologların ana akımı eleştirirken bahsettiği çevresel etkenleri göz ardı
etme hatasına biz de düşmüş oluruz. Bu sebeple elimizden geldiğince hatanın özüne doğru
arayışımızı sürdürmeliyiz.

Bu hatalardan biri de bu psikologları yetiştiren eğitim ve öğretim sistemi. Merceğimiz


Türkiye üzerinde olduğu için bakacağımız istatistikler de bu minvalde olacaktır.
Karaca 3

Yukarıdaki 13 numaralı grafik bize Türkiye’deki öğrencilerin yüzde kaçının okuma


becerisine sahip olduğunu yani okuduğunu anladığını göstermektedir. Sadece psikoloji
özelinde baktığımızda okuduğunu anlamayan bir insanın başka bir insanı nasıl anlayabileceği,
nasıl onun yaşadığı sıkıntılara vakıf olabileceği sorusu akıllara gelmektedir.
Karaca 4

Bu grafik ise Türkiye’deki öğrencilerin matematik becerilerini belirtmektedir.


Psikolojinin insan hayatındaki birçok değişkeni ele alması gerektiğini belirttiğimize göre
psikologların belirli bir derecede matematik bilgisi bilmesi gerektiğini de kabul etmiş oluruz.
Demek ki iyi bir psikologda olması gerekenlerden biri de matematik. Fakat grafiğe
baktığımızda durumun iç açıcı olmadığını görüyoruz. Kağıt üzerinde değişkenleri
hesaplayamayan öğrencilerden ileride bir insanın hayatına dair değişkenleri hesaplamasını
bekliyoruz.
Karaca 5

Yine eleştirel gözle daha derine indiğimizde karşımıza maddiyat etkeni çıkıyor. Gerek
Türkiye’nin ekonomik büyüklüğü (23 numaralı grafik) gerekse Türkiye’nin öğrencilere
harcadığı maddiyat (25 numaralı grafik) göz önüne alındığında eğitim-öğretimin maddi
yönden desteklenmediği/desteklenemediği sonucu karşımıza çıkmaktadır. Eğer siz öğretim
alanına gerekli maddi harcamaları yapmazsanız, öğrencilerin ihtiyacı olan materyalleri
Karaca 6

sağlayamazsınız (39 numaralı grafik) ve bu sebeple öğretimdeki kaliteden günden güne daha
fazla ödün vermek zorunda kalırsınız.

PISA’da her bir öğrenci için sosyo-ekonomik ve kültürel durum indeksi (EKSD)
hesaplanmaktadır. Bu indeks; anne-babanın mesleği ve eğitim düzeyi, öğrencinin evde sahip -
olduğu eğitim ile ilgili kaynaklar ve ailenin evindeki bir takım araç gereçler değişkenleri
dikkate alınarak hesaplanmaktadır.1 Grafik 27 bu açıklamaya istinaden oluşturulmuştur.
Grafik 30 ise bu oranın iyileştirilmiş haliyle elde edilebilecek olan başarıyı göstermektedir.

1
http://odsgm.meb.gov.tr/test/analizler/docs/PISA/PISA2015_Ulusal_Rapor.pdf
Karaca 7

Sadece sosyo-ekonomik faktörün düzeltilmesiyle bile alınabilecek sonuçlarda


inanılmaz artış sağlanabilirken şu anki düzenin devam etmesi diğer branşlarda olduğu gibi
psikoloji alanında da ilerlemeye ket vuran etkenlerden biri olmaya devam edecektir. Eğitim –
öğretimin kötü olması demek kişilerin soru sormaması, sorgulamaması, okumaması,
araştırmaması ve dolayısıyla süre giden hataların farkına varmayıp bu hataları devam
ettirmesi demektir. Eğer eleştirel psikolojinin yapmak istediği gibi hataları bulup bu
hatalardan vazgeçmek istiyorsak önce eğitim-öğretimi düzeltmemiz zorunludur. Amaçlanan
değişimin boyutu göz önüne getirildiğinde bu değişimin zaman alacağı da kesindir.

Tarih “Bilimi”

Eğer bir şeyleri değiştirmekten söz ediyorsak bu şeylerin önceki hallerini, o hallere
nasıl ve hangi süreçlerden geçerek geldiğini de bilmemiz gerekir. Eleştirel psikolojiyi
benimseyen insanların bir diğer savundukları şey de tarih yazımının taraf gözeterek
yazıldığıdır. Bilinen ve günümüze kadar ulaşan tarihi kaynaklara bakıldığında özellikle
kadınların ve alt tabakanın olmadığı veya adlarının olabildiğince az geçtiğini görürsünüz.
Adları geçenler ise –tarihi değiştirme gücünü elinde bulunduranlara “fayda” sağlayanlar
hariç- tarih aktarıcıları tarafından gündeme getirilmez, halı altına süpürülür. Tarih
aktarıcılığından kastımız tarihi metinleri okuyup bu tarihi, halka anlatanlardır. Bu insanlar
Karaca 8

halkın geçmişe bakışında önemli rol üstlenmişlerdir. Çünkü insanlar yeni bir yol açmaktansa
daha önceden açılmış bir yoldan yürümeyi tercih ettikleri için atalarının, dedelerinin gittiği
yollardan gitmeye daha meyillidirler. Bu sebeple geçmişe dönük bir örnek alma, idol
belirleme hayata geçmektedir. Eğer siz bir topluluğa, o topluluğun atalarının kadınların sosyal
hayatta rol üstlenmesine karşı olduğunu söyler ve bu karşı olma durumuna birkaç sebep
sıralarsanız o topluluk da büyük ihtimalle kadınların sosyal hayatta rol üstlenmesine karşı
olacaklar, bu yolda kadınların önüne olabildiğince engel koyacaklardır. Aynı şekilde eğer bir
topluluğa, yine o topluluğun atalarının kadınların sosyal hayatta en az erkekler kadar rol
alması gerektiğini söyler ve birkaç neden belirtirseniz bu topluluk da diğer topluluk gibi
onlara anlatılan atalarını örnek alarak kadınları olabildiğince sosyal hayatta rol üstlenmeye
teşvik edecektir. Yani tarih yazımı kadar tarih aktarımının da toplumun yaşantısında göz ardı
edilemeyecek bir yansıması olduğu kesindir.

Mesela bugün Türkiye’de bırakın eşcinsellerin yürüyüş yapmasını bu konuda


konuşulması bile ayıplanır, “Atalarımız bu topraklarda bu şekilde yaşamadı. Bu
ahlaksızlıktır.” gibi cümlelerle bu ayıplanma savunulmaya kalkışılır. Bu görüşü desteklemek
sebebiyle de televizyonda sayısızca insan çıkarak geçmişe dönük belgesiz, dayanaksız
hikâyeler anlatılır ve eşcinselliğin ne kadar ayıp bir şey olduğunu ilan eder. Fakat bu
topraklarda yaklaşık 600 sene hüküm süren Osmanlı Devleti’nde durum hiç de böyle değildir.
Özellikle genelevler bu konu için önemli bir gözlem alanı sayılabilir. Osmanlı’da “hîz oğlanı”
denilen eşcinsel hayat oğlanları mevcut. Üstelik bu insanlar o dönemde işlerini gizli saklı
yapmıyorlar. Hatta bu insanlara özel bir rağbet olduğu bile söylenebilir. Bu işi profesyonel
şekilde yapan insanların isimleri “defter-i hîzan” adı verilen deftere yazılır ve bu şekilde
devlet tarafından kayıt altına alınırlardı. Hatta bu insanlar esnaftan sayılır ve padişahın sefere
çıkışından önce İstanbul’da yaptığı geçit törenine diğer meslek grupları gibi iştirak ederlerdi.
Belli bir zaman sonra bu oğlanlara karşı istek azalıp kadınlara karşı isteğin artması ve
geçmişte bu oğlanlara dönemin sadrazamlarının gitmesi Cevdet Paşa’nın Maruzat adlı
kitabında şu şekilde anlatılmaktadır:

"...Kadın düşkünleri çoğaldı, delikanlı meraklıları azaldı. Oğlancılık sanki yere battı.
İstanbul’da eskiden beri delikanlılara karşı olan aşk ve ilgi kızlara yöneldi. Sultan Üçüncü
Ahmed zamanından beri devam eden Káğıthane seyri daha fazla rağbet buldu. Gerek orada,
gerek Bayezid Meydanı’nda arabalara işaret verme usulü başladı. Devletin önde gelenleri
arasında kulamparalığıyla meşhur Kámil ve Áli Paşalar (o devrin sadrazamları, yani
Karaca 9

başbakanları) ile onlara mensup olanlar kalmadı. Áli Paşa, yabancıların eleştirisinden
çekinerek kulamparalığını gizlemeye çalışırdı."2 3

Kadınlar

Şu ana kadar üzerinde durulan eğitim-öğretim ve tarih “bilimi” konularından en çok


mağduriyet yaşayan kişilerin kadınlar olduğunu söylersek sanırım abartmış olmayız. Tarih
boyunca sürekli erkeklerin egemenliklerinden, güçlerinden, kahramanlıklarından söz edilmiş,
kadınlara “sıra gelmemiştir”. Her ne kadar geç kalınmış da olsa günümüzde kadınlara zaten
verilmiş olması gereken haklar verilmekte, bu konuda bir bilinç oluşturulmaktadır. Fakat biz
yine de incelememizi yapmalı ve daha fazla bilinç uyandırma yolunda adım atmalıyız.

Kadınların değer görmediğinin kanıtlarından biri de eğitim-öğretim oranları. 1


numaralı grafikte belirtildiği gibi okuryazar olmayan insanların %84’lük kısmını kadınlar
oluşturmakta.

2
"Máruzát", Türk Tarih Kurumu Yayını, sah:9

3
http://www.hurriyet.com.tr/gay-ler-eskiden-esnaftan-sayilir-ve-padisahin-huzurunda-yapilan-resmigecitlere-
bile-katilirlardi-4985167
Karaca 10

Yukarıdaki 2 numaralı grafikte ise 2013’ten 2017’ye kadarki süreçte erkekler


tarafından katledilen kadınların sayısını göstermektedir. Bu grafiğe ek olarak 2018 yılında
366 kadın4, 2019 yılında ise henüz 18 gün geçmesine rağmen 13 kadın5 katledilmiştir. Bu
rakamlar kadınların yaşadığı baskıyı anlatmaya yetse de istatistikler daha devam ediyor.

4
http://anitsayac.com/?year=2018
5
http://anitsayac.com/?year=2019
Karaca 11

3.tabloda görüldüğü üzere kadına yönelik şiddet vakaları her geçen yıl katlanarak
artmaktadır. Burada verilen sayılar sadece bakanlığa ulaşan olaylardır. Yaşanan şiddet
olaylarının hepsinin bakanlığa ulaşmadığını göz önünde bulundurduğumuzda kadına şiddetin
korkunç boyutlara ulaştığını anlayabiliriz sanırım.
Karaca 12

Bu kadar çok şiddet ve katledilme vakası olduğunda doğal olarak kadınlar tarafından
toplumun en önemli sorununun açık ara farkla şiddet olduğu düşünülmekte.

5
Karaca 13

5 numaralı grafik bize Türkiye’de yaşayan yaklaşık her 3 kadından 1’inin yolda
yürürken tedirgin olduğunu anlatıyor. Bu kadar çok şiddet ve katledilme vakasının olduğu bir
ülkede kadınları yürürken tedirgin oldukları için suçlayabileceğimizi veya haksız
bulabileceğimizi düşünmüyorum.

Bu oranlardan sonra Türkiye’de kadının eğitim-öğretimden mahrum bırakıldığı, şiddet


gördüğü hatta canının katledildiği kesin olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar da bize kısaca
Türkiye’de kadına karşı saygı adına bir duygunun beslenmediği, beslense bile bunun çok az
olduğunu kanıtlamaktadır.

Sonuç

Türkiye’de nüfusun büyük bölümünün gerek hayati gerekse psikolojik olarak sağlığı
tehlikededir. Psikolojik olarak sağlığı bozuk olan bir kişi psikologa gittiğinde eğer psikolog
yukarıda sadece buzdağının görünen kısmı anlatılan olaylardan haberdar değilse, kadına
şiddeti bilmeden bir kadını, eğitimdeki kötü seviyeden habersiz şekilde bir insanı tedavi
etmeye kalkarsa kısa sürede olmasa bile uzun sürede başarısız olması kaçınılmazdır. Hele ki
yukarıda sözü edilen eğitim-öğretim sisteminden mezun olmuş ve tarihin yanlı yazıldığından
habersiz şekilde psikolog olmuşsa durum daha da vahimdir.

İşte eleştirel psikolojinin yapmak istediği şey olayları hem “hasta” hem doktor
tarafından yoluna sokmaktır. Bu yolda Türkiye’de çeşitli dallarda atılması gereken çok adım
olmasına karşın bu yola bir yerden başlanması çok önem arz etmektedir. Eleştirel psikologlara
burada çok önemli görevler düşmekte, gerek tarihçileri, gerek eğitimcileri, gerekse halkı
bilinçlendirmeleri gerekmektedir.
Karaca 14

KAYNAKÇA

Eğitim bölümündeki 1,2,3,4,5,6,7 numaralı grafikler için: PISA 2015 Ulusal Raporu,
[http://odsgm.meb.gov.tr/test/analizler/docs/PISA/PISA2015_Ulusal_Rapor.pdf]

Kadın bölümündeki 1 ve 5 numaralı grafikler için: 2018’de Kadın İstatistikleri,


[https://www.dogrulukpayi.com/bulten/2018-de-kadin-istatistikleri]

You might also like