Umberto Eco Cecu Nun Yer Cuceleri

You might also like

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 129

UMBERTO ECO

KARDEŞ

Cecü’nün
DOĞAN

Yer Cüceleri
Resimleyen;

EUGENIO CARMI
Çeviren: Eren Yücesan Cendey
g
a

w
w
w
H
O
W
O
0
1
w
a
Q
W
2

—t
o
o
>
w
UMBERTO ECO
KARDEŞ

Cecü’nün
DOĞAN

Yer Cüceleri
Resimleyen:

EUGENIO CARMI
Çeviren: Eren Yücesan Cendey

ooo
Yapı Kredi Yayınları
CECÜ’NÜN YER CÜCELERİ

U m bcrto Eco (1932) B ilim a d a m ı, yazar, edebiyatçı, eleştirmen U m bcrto


Kco, 20. yii/.yılın eıı ön e m li düşünce a d a m la rın d a n biridir. D ünya k a m u ­
o yunun g ündem ine, G ü lü n Adı ve Eoucault Sarkacı gibi b üy ük yankı
u yandıran ro m anlarıyla giren İtalyan yazar, aynı zam a n d a O rta ç a ğ este­
tiği ve göstergebilim d a lın ın yaşayan cfsanelerindendir. I9 6 2 ’de Torino
Ü niversitesi’nde doçent, 1969’da ise Floransa Üııiversitesi’nde görsel
iletişim d alın d a profesör oldu. 1971’de Bologııa Universitesi’ııe geçti ve
1975 yılınd a bu üniversitenin Ciösteri ve İletişim B ilim leri F ııstitüsü’nün
başına getirildi. Son çalışm aları arasında edebiyat eleştirileri, tarih ve
iletişim yazıları önem li bir yer tu tm ak tad ır. Ti'ırkçeye Çevrilen Yapıtları:
G ü lü n Adı (1986), A lım lam a Göstergebilimi (1991), Foııcault Sarkacı
(1992), Ö nceki G ü n ü n Adası (1995), Anlatı O rm anlarında A llı Gezinti
(1995), Ortaçağı Düşlemek (1996), Yanım ve Aşırı Yorum (1996), Ycınlış
O kum alar (1997), Somon Balığıyla Yolculuk (1997), O rtaçağ Estetiğinde
Sanat ve Güzellik (1998), lieş Ablak Yazısı (1998), Açık Yapıt (2000),
Bandolino (2003), Aı/rıtpa Kültüründe Kusursuz D il Arayışı (2004), İnanç
ya da inançsızlık (2005), Kraliçe Leonora'nın Gizemli Alevi (2005).

Eııgeııio C a rıııi (1920) İtalyan ressam Eııgeııio C a rin i, T orino’da Felice


C a so rati’niıı öğrencisi oldu. I9 6 6 ’da Venedik Bienali’ııe k a tıld ı. Çeşitli
üniversitelerde ders verdi. Avrupa ve A m e rik a’da pek çok sergi açtı. 2 0 0 3 ’te
Sabaudia-I'erruccio Ferrazzi Ulusal Kesim O d ü lii b irin c iliğin i kazandı.
K a tıld ığı uluslararası grafik bienalleriııde önem li öd ü lle r ald ı. 2 0 0 4 y ılın ­
da yayım lan an İre Racconli'nin çiziıııleri 2004 I la / ir a n ’uıda Kopenhag
İtalyan K ültü r M erkezi’nde sergilendi.

Eren Yüccsan Ccndcy İtalyan Lisesi ve İ.İI. Edebiyat Fakültesi Felsefe


b ö lü m ü m e zun ud ur. D ilim iz e çevirdiği kitap lard a n b azıla rı şu nlard ır:
Yüreğinin G ötürdüğü Yere G it; A nim a M im d i ; Eve D oğru; Yanıtla Beni;
Rüzgar Ne Diyor; Büyülü Çember, Tombul Yürek; Tobia ve Melek , Sevgili
M atilda... (S. Tanıaro); Itir Çi/t Yürek (M a rlo M o rg an ); Büyiık İskender
(V. M . M aııfrcd i); Kozmokomik Öyküler; Karga Sona Kaldı (I. C alvino);
tepedeki Ev; Güzel Yaz; Ağustos Tatili, (C. I’avese); Ka (R . Calasso);
G e ro ııim o Stiltoıı Dizisi; Korkmuyorum (N . A ııım aııiti); A tlıkarıncada Bir
Tur Daha (T. Terzaııi).
UMBERTO ECO

Cecü’nün
Yer Cüceleri
Resimleyen:

EUGENIO CARMI

Çeviren:
Eren Yücesan Cendey

GDO
Yapı Kredi Yayınları
Y ap ı K re d i Y a y n ıla n - 2 2 9 8
D o ğ a n K a r d e ş - 182

C e c ü ’n iin Y e r C ü c e le r i / U m b e r t o F’c o
R e s im le y e n : F ııg e n io C-artııi
Ç e v ir e n : E r e n Y ü c e s a n C e ıu le y

K i t a p e d i t ö r ü : Filiz. Ö z d e n i
D ü z e lt i: F a h r i ( i ü l l i i o ğ l ı ı

T a s a r ın ı: N a h i d c D ik e l

B askı: K rteııı B asım L.td. Şti. / A n k a r a


T el: ( 0 3 1 2 ) 6 4 0 16 23
S e r tifik a N o : 1603 1

Ç e v ir iy e te m e l a lm a n b a s k ı: İ re R a c c o ııt i , F a b b r i F-dirori, M i l a n o , M a r t 2 0 0 4
I. b a s k ı: İ s t a n b u l, O c a k 2 0 0 6
5. b a s k ı: İ s t a n b u l, M a r t 2 0 1 4
IS B N 9 7 8 - 9 7 5 - 0 8 - 1 0 5 0 - 3

© 2 0 0 4 R C S l.ib r i S .p .A ., M i l a n o
© Y a p ı K r e d i K ü l t ü r S a n a t Y a y ın c ılı k T ic a r e t ve S a n a y i A .Ş . 2 0 1 2

S e r t if ik a N o : 1 2 3 3 4
B ü t iiıı y a y ın h a k l a n s a k lıd ır .
K a y n a k g ö s te r ile r e k t a n ı t ı m iç in y a p ıla c a k k ıs a a l ı n t ı l a r d ış ın d a
y a y ın c ın ı n y a z ılı iz n i o l m a k s ı z ın h iç b ir y o lla ç o ğ a lt ıla m a z .

Y a p ı K re d i K ü lt ü r S a n a t Y a y ın c ılık T ic a re t ve S a n a y i A .Ş.
İstik la l C a d d e s i N o : 142 O d a l a ıle İş M e r k e z i K a t: 3 B e y o ğ lu 3 4 4 3 0 İs ta n b u l
T e le fo n : (0 2 1 2 ) 2 5 2 4 7 0 0 (p b x ) Faks: (0 2 1 2 ) 2 9 3 0 7 23
h t t p :/ /w w w .y k y k u lt u r .c o m .t r
e-posta: y k y ku ltıırC fl)y k y k u lt u r .c o m .tr
İn te rn e t satış ad resi: h ttp ://a lis v e r is .y a p ik r e d i.c o m .tr
iç in d e k il e r

Bomba ve General • 7
Üç Kozmonot • 43
Cecü’nün Yer Cüceleri •
Ressam hugcnio Carm i kendini “ imge fabrikatörü” olarak nitelendiriyor.
Um berto Eco sayesinde illi'ıstratör oldu.

Profesör, denemeci, yazar Um berto Kco kendini “ sözcük fabrikatörü” olarak nitelendiriyor.
F.ııgenio C arm i sayesinde masalcı oldu.
Bomba ve General
Ve gene evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
üniforması yddız dolu,
kötü yürekli bir general varmış.
Dünya atomlarla doludur.

Her şey atomlardan yapılmıştır:


Atom lar m iniciktir
ve bir araya geldiklerinde
molekülleri oluştururlar,
onlar da sırası geldiğinde
bildiğim iz her şeyi oluştururlar.

Anne atomlardan yapılmıştır.


Süt atomlardan yapılmıştır.
Kadın atomlardan yapılmıştır.
Hava atomlardan yapılmıştır.
Ateş atomlardan yapılmıştır.
Biz atomlardan yapıldık.
Atomlar
birbirleriyle uyum içinde olurlarsa,
her şey tıkır tıkır işler.
Hayat da bu uyum üzerine kurulur.

A m a atomu parçalamayı başarınca...


parçacıkları gidip başka atomlara çarpar
ve onlar da gidip daha başka atomlara çarpar
ve bu böyle sürüp gider...

Böylece çok korkunç bir patlama çıkar ortaya!


Bunun adı atom ölüm üdür.
Her neyse,
bizim ki üzgün bir atomdu,
çünkü bir atom bombasının içine konmuştu.

Ö teki atomlarla birlikte,


bom banın atılacağı
ve her birinin her şeyi yok ederek
parçalanacakları günü bekliyordu.
Şimdi, şunu bilmelisiniz ki;
dünya, hayatlarını bomba biriktirmekle geçiren
generallerle de doludur.

Ve bizim general
evinin tavan arasını bombalarla dolduruyordu.
“Bir sürü bombam olunca,”
diyordu,
“şahane bir savaş patlatacağım !”

Ve gülüyordu.

General her gün


tavan arasına çıkıyor
ve oraya yeni bir bomba koyuyordu.
“Tavan arası dolunca,”
diyordu,
“şahane bir savaş patlatacağım !”

İnsanın elinin altında bu kadar bomba varken,


kötü olmaması çok zordu.
Bom baların içinde kapalı bulunan atomlar
pek üzgündüler.

O nlar yüzünden
müthiş bir felaket yaşanacaktı:
Pek çok çocuk,
pek çok anne,
pek çok kedi yavrusu,
pek çok keçi yavrusu,
pek çok m inik kuş...
Herkes ölüp gidecekti.

Bir zam anlar, çevreleri yeşil ağaçlarla dolu,


çatıları kırm ızı kiremitli
beyaz evlerin olduğu bütün ülkeler
yerle bir olacaktı.
...geriye kalan tek şey,
korkunç bir kara delik olacaktı.
Ve bunun üzerine,
atomlar generale isyan etmeye karar verdiler.

Gecelerden bir gece,


çıt çıkarm adan,
sessiz adımlarla bombaların içinden çıktılar
ve evin bodrum una saklandılar.
Ertesi sabah,
general, yanında başka beylerle birlikte tavan arasına çıktı.

Bu beyler şöyle diyorlardı:


“Bütün bu bombaları yapmak için
bir yığın para harcadık.
Şimdi bunları burada çürümeye mi terk ettiniz?
Neler yapıyorsunuz siz?”

“D o ğ ru ”
diye cevapladı general.
“Bu savaşı bir an önce başlatmak gerek.
Yoksa mesleğimde hiçbir zaman ilerleyemem.”
Ve savaş ilan etti.
Bir atom bombasının patlam ak üzere olduğu duyulunca,
halk korkudan çılgına döndü:
“A h, keşke
generallerin bomba yapmalarına izin vermeseydik!”
diyorlardı.

Am a artık çok geçti.


Herkes kentten kaçıyordu.
İyi ama nereye sığınacaklardı ki?
General ise
bom balarını bir uçağa yüklemişti
ve birer birer
bütün kentlerin üzerine yağdırıyordu.
<ıan
ansısın
A m a bom baların içi boş olduğundan
düştüklerinde hiç de patlamadılar!
Ve insanlar,
tehlikeyi atlattıkları için sevinerek
(bunun gerçek olduğuna inanamıyorlardı!),
bombaları çiçek saksısı olarak kullandılar.

Böylece herkes, bombalar olm adan


hayatın daha güzel olduğunu keşfetti.
Bunun üzerine
bir daha hiç savaşmamaya karar verdiler.
Anneler daha mutluydu.
Babalar da öyle.
Yani herkes çok mutluydu.
dr ^ T f p . ^ \J f u.
..1 ...
r- tJv ..
*• %.. m Mmi
V*T
* \ 1
Ya general?
A rtık savaş olm adığı için,
onun işine son verilmişti.

General, yıldız dolu üniforması bir işe yarasın diye


otelin birinde kapı görevlisi oldu.
A rtık herkes barış içinde yaşadığından,
otele pek çok turist geliyordu.
Bir zam anlar onun düşmanı olanlar,
hatta bir zam anlar
generalin emrinde olan askerler bile geliyordu.

O nlar otele girip çıkarlarken


general
büyük camdan kapıyı açıyor
ve önlerinde saygıyla eğilerek
şöyle diyordu: “Günaydın beyefendi.”
Ve onun kim olduğunu anlayanlar
yüzlerini asarak şu cevabı veriyorlardı:
“U tanın! Bu otelde hizmet berbat!”
Hotel

..
Ve general
kızarıp bozarıyor,
sus pus oluyordu.

Ç ü n k ü artık onun hiçbir önemi kalmamıştı.


Uç Kozmonot
Evvel zam an içinde, kalbur saman içinde Dünya varmış.

Ve evvel zam an içinde, kalbur saman içinde M ars varmış.

Göklerin ortasında,
birbirlerinden çok çok uzak duruyorlarmış;
çevrelerinde de milyonlarca gezegen ve galaksi varmış.
Dünyada bulunan insanlar
M ars’a ve öteki gezegenlere ulaşmak istiyorlarmış:
A m a hepsi o kadar uzakm ış ki!

Gene de çalışmaya başlamışlar.


Önce, D ünya’nın çevresinde
iki gün boyunca dönen
ve sonra geri gelen uydular fırlatmışlar.

Sonra
gene Diinya’nın çevresinde birkaç tur atan
ama geri gelmek yerine
sonunda yeryüzünün çekiminden kurtularak
sonsuz uzayda yol alan füzeler fırlatmışlar.
İlkin füzelerin içine köpekler koymuşlar:
ama köpekler konuşmayı bilmediklerinden,
uydu aracılığıyla sadece hav hav diyebiliyorlarmış.
Böyle olunca da, insanlar köpeklerin neler gördüklerini,
nerelere kadar gittiklerini anlayamıyorlarmış.
En sonunda kozmonot olm ak isteyen
yürekli adam lar bulmuşlar.

Kozmonotlara bu adın verilmesinin nedeni


kozmosu, yani içinde gezegenlerin,
galaksilerin ve çevrelerindeki her şeyin
yer aldığı bütün uzayı keşfetmek için
yola çıkmalarıymış.

Kozmonotlar yola çıkıyorlarmış


ama geri gelip gelemeyeceklerini bilemiyorlarnuş.
G ün ün birinde herkes
bir gezegenden ötekine yolculuk yapabilsin diye
yıldızları fethetmek istiyorlarmış;
çünkü Dünya artık çok sıkışık bir yer haline gelmiş
ve kalabalık gitgide artıyormuş.
Güzel bir sabah,
Diinya’nın üç değişik noktasından,
üç füze fırlatılmış.

Birincisinde bir Amerikalı varmış;


ıslıkla bir caz parçası tutturm uş neşeyle.

İkincisinde bir Rus varmış;


derin sesiyle, “ Volga, Volga” şarkısını söylüyormuş.

Üçiincüsünde de bir Ç inli varmış;


o da harika bir şarkı söylüyormuş
ama diğer ikisi
bunun pek uyduruk bir şey olduğunu düşiinüyorlarmış.
Her biri bir an önce M ars’a varmak;
kim in daha başarılı olduğunu göstermek istiyormuş.
Amerikalı Rus’u sevmiyormuş,
Rus, A m erikalı’yı sevmiyormuş,
Ç inli ikisini de sevmiyormuş.

Bunun nedeni Am erikalı’nın


günaydın demek istediği zam an “how do you do”;

Rus’un “ a pmturlu
Ç in li’nin de ”

demeleriymiş.

Böylece birbirlerini anlamıyorlar


ve birbirlerinin farklı olduklarını sanıyorlarmış.
Üçü de çok başarılı olduklarından,
M ars’a neredeyse aynı anda varmışlar.
Başlarında kaskları, üzerlerinde uzay giysileriyle
uzay gemilerinden inmişler.
o

X
f!
...orada,
harika ve insanı hayrete düşüren
bir manzarayla karşılaşmışlar:
Toprakta açılmış olan uzun kanallar
züm rüt rengi suyla doluymuş.
Tuhaf mavi ağaçlar, üzerlerinde pek acayip
renkli tüyleri olan hiç görülmemiş kuşlar varmış.
Ufukta acayip parıltılar saçan
kırm ızı dağlar varmış.

Kozmonotlar
bir, manzaraya bakıyorlarmış,
bir, birbirlerine;
ve güvensizlik içinde
birbirlerinden uzak duruyorlarmış.
Sonra gece olmuş.
Çevrede tuhaf bir sessizlik varmış
ve Dünya
uzak bir yıldız gibi parlıyormuş gökyüzünde.

Kozmonotlar üzgünm üş
ve kendilerini kaybolmuş hissediyorlarmış
Amerikalı karanlıkta annesine seslenmiş:

“Mommy..."

Rus: “Mama”

Çinli: “Ma-ma” demiş.

Hemen birbirlerinin aynı şeyi söylemekte olduklarım


fark etmişler ve aynı duyguya kapılmışlar.
Böylece gülümseyerek birbirlerine sokulmuşlar
ve hep birlikte güzel bir ateş yakmışlar;
her biri kendi ülkesinden şarkılar söylemiş.
İşte o zam an cesaretlerini toplamışlar
ve birbirlerini tanımayı öğrenerek sabahı beklemişler.
tcncc
U c u a 4 K on.

pbCKOH
«O U H M
aaöoTy &
it npOHBfl»M nou
yjKOH>mcft ^
K HC»0/H.3ÜHIİ|«»I0

m o m r r ıy MAM04KA
En sonunda sabah olmuş: Hava çok soğukmuş.
Ve ansızın ağaçlığın içinden bir M arslı çıkıvermiş.
G örüntüsü gerçekten çok korkunçmuş!
Baştan aşağı yeşilmiş;
kulaklarının yerinde iki anten,
fil gibi bir burnu ve altı kolu varmış.

O nlara bakmış ve “G R R R R ” demiş.

Bu onun dilinde:
“Annecim, bu korkunç yaratıklar da kim ?”
demek oluyormuş.

A m a Dünyalılar onu anlayam adıklarından


bir savaş çığlığı attığını sanmışlar.
O nlardan öyle farklı öyle farklıymış ki,
onu anlam ak ve sevmek gelmemiş ellerinden.
Aralarında hemen anlaşıp ona karşı saf tutmuşlar.

Bu canavarın karşısında
kendi aralarındaki farkın hiç önemi kalmamış.
Varsın her biri farklı bir dil konuşsun, ne olurmuş?
O nlar aynı ham urdanm ış, insanmış.

Ama öteki öyle değilmiş.


Bir kere çok çirkinmiş
ve dünyalılar, çirkin olanın
aynı zam anda kötü olduğunu düşünürm üş.

Böylece parça parça eden atom tabancalarıyla


onu öldürmeye karar vermişler.
Ne var ki bu sabah ayazında,
yuvasından kaçtığı anlaşılan M arslı bir kuş
korkudan ve soğuktan titreyerek ansızın yere düşmüş.

Umutsuzlukla, aşağı yukarı aynen bir dünyalı kuş gibi


cik cik ötüyormuş. İnsanın gerçekten yüreğini burkuyormuş.
Am erikalı, Rus ve Ç inli ona bakmışlar
ve merhametten dolan gözlerinden akan
bir dam la yaşa engel olamamışlar.
Ve işte tam o anda tuhaf bir şey olmuş.
Marslı da kuşa yaklaşmış,
ona bakmış ve hortum burnundan
iki öbek dum an tüttürm üş.
Dünyalılar, kalplerinden vurulm uş bir halde,
M arslının ağladığını anlamışlar.
O da kendince, M arslılar gibi ağlıyormuş işte.

Sonra onun kuşun üzerine eğildiğini,


altı kolu arasına alarak
onu ısıtmaya çalıştığını görmüşler.
Bunun üzerine Ç inli iki Dünyalı arkadaşına dönm üş.

“A nladınız m ı?” demiş. “Biz bu canavarın


bizden farklı olduğunu sanıyorduk,
ama o da hayvanları seviyor, üzülmeyi biliyor,
bir yüreği var ve kesinlikle bir beyni de olmalı!
H âlâ onu öldürmeyi düşünüyor m usunuz?”
Bu aslında sormaya bile değmeyecek bir soruymuş.

D ünyalılar derslerini almışlar:


Birbirinden farklı olması,
iki yaratığın düşm anlık gütmesine neden değilmiş.

Bunun üzerine Marslıya yaklaşmışlar


ve ona ellerini uzatmışlar.

O da altı eli olduğu için


bir kerede üçünün de elini sıkmış
ve boş kalan elleriyle de onları selamlamış.
\
**A•
» pn.
Parmağıyla gökyüzünde duran D ünya’yı göstererek,
oraya yolculuk etmek istediğini anlatmış;
D ünya’da yaşayan öteki insanları tanım ak,
onlarla birlikte, herkesin anlaşıp birbirini seveceği
büyük bir uzay cumhuriyeti kurm ak için
neler yapılabileceğini görüşmek istiyormuş.

D ünyalılar sevinerek hep bir ağızdan olur demişler.

Bu olayı kutlam ak için


ona D iinya’dan getirdikleri bir şişe su ikram etmişler.
M arslı, burnunu m utlulukla şişeye daldırm ış ve suyu çekmiş;
sonra da bu içeceği çok sevdiğini
ama biraz başını döndürdüğünü söylemiş.
Am a artık D ünyalılar hiçbir şeye şaşırmıyorlarmış.

D ünya’da ve öteki gezegenlerde


herkesin kendine özgü beğenileri olduğunu
ve herkesin
birbirine anlayış göstermesi gerektiğini kavramışlar.
Cecü’nün Yer Cüceleri
Bir zam anlar yeryüzünde
yeni topraklar keşfetmek isteyen
güçlü bir İmparator varmış -belki hâlâ vardır-,
“Gemilerim
altın, güm üş ve çayır dolu,
uygarlığımı taşıyabileceğim
yeni bir kıta keşfetmedikten sonra,
neye yarar benim İm paratorluğum !” diye bağırıyorımış.

Bakanları da ona: “Majesteleri,


artık yeryüzünde keşfedilecek hiçbir şey kalmadı.
Haritaya b a k ın !” diyorlarmış.
İmparator: “Ya şuradaki m inicik, m inicik ada?”
diye soruyormuş heyecanla.
“Haritaya konduğuna göre o günden beri keşfedilmiştir”
diye cevaplıyormuş Bakanlar; “ve hatta oraya
bir tatil köyü kurmuşlardır bile.
Hem sonra günüm üzde insanlar
adaları ve kıtaları keşfetmeye çıkmıyorlar.
Bugün uzay gemileriyle galaksiler ziyaret ediliyor!”
“Ne yapalım yani?” diye cevaplamış inatçı İmparator.
“ Benim için, üzerinde birilerinin yaşadığı, küçücük de olsa
bir gezegen keşfedecek bir Samanyolu kâşifi yollayın uzaya!”
İşte Samanyolu Kâşifi (arkadaşları ona kısaca SK der)
o zam andan heri uçsuz bucaksız uzayda dolaşır
ve uygarlaştırabilecek bir gezegen parçası ararmış.
Am a sadece kayalık gezegenler, tozlu gezegenler,
gökyüzüne ateş püskürten yanardağlarla dolu gezegenler
buluyormuş; güzel ve üzerinde yaşanan gezegenlerin
gölgesine bile rastlamıyor muş.
Derken günlerden bir gün,
Samanyolu’nun en kuytu köşesinde
megagalaktik megateleskopunu
bir noktaya çeviren SK
harika bir şey görmüş...
M avi göklerinde
belli belirsiz beyaz bulutlar dolaşan,
bakması bile keyif veren
yeşil vadileri ve ormanlarıyla
sevimli m i sevimli bir gezegen...

Daha da yaklaşınca bu vadilerde


her türden hayvancığın hoplayıp zıpladığını,
biraz kom ik görünüm lü m ini m innacık adam ların
sevimli edalarla ağaçları budadıklarını,
kuşlara yem verdiklerini, ot biçtiklerini,
ırm ak ve derelerin billur sularında
mutlu mutlu yüzdüklerini görmüş;
suyun dibinde de çeşit çeşit rengârenk balıklar varmış.
SK gezegene konmuş, gemisinden inmiş
ve o m ini m innacık adam ların
kendine doğru gülümseyerek geldiklerini görmüş.
Kendilerini tanıtıyorlarmış: “Günaydın Bay Yabancı,
bizler adına Cecü denen gezegende yaşayan yer cüceleriyiz.
Ya siz kim siniz?”
SK: “ Ben” demiş, “D ünya’nın Büyük İmparatorunun
Samanyolu Kâşifiyim ve buraları keşfetmeye geldim !”
“Bak şu rastlantıya” demiş yer cücelerinin başı;
“biz de sizi keşfettiğimizi sanm ıştık!”
“H ayır” demiş SK, “sizi keşfeden benim,
çünkü biz Diinya’dayken sizin varlığınızdan haberdar değildik
ve bu nedenle şimdi ben size uygarlık getirmek için
İmparatorum adına bu gezegene el koyuyorum.”
Yer cücelerinin başı da: “D oğrusu” demiş,
“bizler de sizlerin var olduğunuzu bilmiyorduk.
Am a bu kadar küçük bir şey için kavga etmeyelim,
yoksa günün tadını kaçırırız. Söylesenize,
bize getirmeyi istediğiniz bu uygarlık nedir, kaç paradır?”
“Uygarlık” demiş SK,
“D ünyalıların icat ettiği bir dizi harika şeydir
ve İm paratorum size bunları bedavaya vermeye hazırdır.”
“Bedavaysa” demiş sevinçle yer cüceleri,
“hemen alalım . A m a, bizi bağışlayın beyefendi;
biliyoruz, hediye atın dişlerine bakılm az,
ama uygarlığınız hakkında biraz fikir sahibi olm ak isteriz.
Bize hak verirsiniz değil m i?”
SK biraz bozulmuş
çünkü okulda öğrettiklerine göre eski kâşifler
yeni topraklara uygarlık götürdüklerinde,
oradaki yerliler bunu sorgusuz sualsiz kabul ederlermiş.
Gene de Dünya’daki uygarlıkla gurur duyduğu için
uzay gemisinden megagalaktik ınegateleskopunu çıkarmış
ve onu dünyam ıza doğru çevirmiş. Sonra şöyle demiş:
“Gelin kendi gözlerinizle görün.”
Megagalaktik megateleskopu gören cüceler hayranlıkla:
“Ne makine! Ne teknik!” demişler
ve sırayla her biri teleskoptan D ünya’ya bakmış.
Cecü’nün ilk yer cücesi:
“ İyi ama ben hiçbir şey seçemiyorum”
demiş; “tek gördüğüm d u m an !”
SK kontrol etmiş ve sonra özür dilemiş:
“Yanlışlıkla bir kente çevirmişim.
Bilirsiniz ya, bütün o fabrika bacaları,
otomobil ve kamyonların egzoz boruları yüzünden ...
hava biraz kirli.”
“A nlıyorum ” demiş yer cücesi; “burada da
hava bulutlu olunca o dağların tepeleri görünmez...
A m a belki yarın hava güzel olur da,
sizin kent dediğiniz şeyi görebiliriz.”
“Korkarım hayır” demiş SK, “kirli hava
artık Pazar günleri bile dağılm ıyor.”
“Pek yazık” demiş yer cücesi.
İkinci yer cücesi: “Peki aıııa kıyıların yakınında kahverengi,
daha derinlerde simsiyah olan şu su nedir?” diye sormuş.
“Ö h ö öhö şey” demiş SK.
“Teleskopu denize çevirmiş olm alıyım .
Bilirsiniz, denizlerin ortasında petrol gemileri dolaşır
ve bütün petrolü suyun yüzeyine yayarlar
ve kıyılardaki insanlar
kim i zaman akıntıları denetleyemezler
ve böylece... nasıl desem...
insanlardan çıkan çirkin şeyler denize dökülür...”
“Yani sizin denizlerinizin
kaka dolu olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?”
diye sormuş ikinci yer cücesi
ve diğer yer cücelerini bir gülm edir almış
çünkü birisi “kaka” deyince
C e d i’deki bütün yer cüceleri gülermiş.
SK susup kalmış ve ikinci yer cücesi m ırıldanmış:
“Yazık...”
Üçüncü yer cücesi:
“Peki şu, üzeri beyaz şeyler ve boş kutularla dolu,
ağaçsız boz düzlük nedir?” diye sormuş.
SK teleskoptan baktıktan sonra vermiş cevabını:
“Bunlar, bizim kırlarım ızdır. Evet kabul ediyorum,
biraz fazla ağaç kestik ve insanlar plastik torbalan,
bisküvi kutularını, marmelat kavanozlarını yere atıyorlar...”
“Y azık” demiş üçüncü yer cücesi.
“Peki” diye söz almış dördüncü yer cücesi,
“yol boyunca sıra sıra dizilmiş
şu metal kutular nedir?”
“O n lar otomobildir.
Bizim en güzel buluşlarım ızdan biridir.
Bir yerden ötekine hızla gitmek için kullanılır...”
“Peki neden oldukları yerde duruyorlar?”
diye sormuş yer cücesi.
“Eh” diye utançla cevaplamış SK,
“çok fazla sayıda otomobil var
ve genellikle trafik sıkışıyor...”
Cüce bu sefer de:
“Peki şu yolun kenarında yatan yaralılar kim ?”
diye sormuş.
“Trafik tıkalı olm adığında otomobiller hızlı gitmişler
ve bu sefer de kaza olmuş.
Bilirsiniz ya, arada sırada kazalar olur...”
“A n lad ım ” demiş yer cücesi,
“sizin o kutularınız çok fazla olduklarında
ilerleyemiyorlar, gittiklerinde de
içlerinde olanların başına böyle işler geliyor.
Yazık, yazık...”
Bunun üzerine yer cücelerinin başı araya girmiş:
“Bağışlayın bay keşfedici” demiş;
“oraya biraz daha bakmaya gerek var mı bilmiyorum.
Uygarlığınızın çok ilginç yönleri olabilir
ama onu buraya getirirseniz bizim artık kırlarım ız,
ağaçlarımız, ırm aklarım ız olmayacak
ve kendimizi kötü hissedeceğiz.
Bizi keşfetmekten vazgeçebilir misiniz acaba?”
“İyi ama bizim pek çok güzel şeyimiz de var”
diye diklenmiş SK. “Örneğin,
sizin kaç hastaneniz var? Bizde harika hastaneler vardır.”
Yer cücelerinin başı, teleskoptan onlara bakarak:
“Peki ama hastaneler ne işe yarar?” diye sormuş.
“Sizin gerçekten ilkel olduğunuz ortada!
Hastaneler, hastalanan insanları iyileştirmeye yarar!”
“Peki insanlar neden hastalanır?”
diye sormuş yer cücelerinin başı.
SK, sabırsızlanmaya başlamış:
“Ah yeter artık! Şuradaki beyi görüyor musunuz?
Çok sigara içmiş ve kendininkiler kapkara olduğu için
şimdi ona yeni bir akciğer takıyorlar.
‘Ya şu?’ diye soracak olursanız;
o da, bizim uyuşturucu dediğimiz bir maddeden tüketmiş
ve hastanede uyuşturucu alırken kullandığı pis iğnelerden
kaptığı hastalıkları iyileştirmeye çalışıyorlar. Şuradaki de
bir motosikletin altında kalarak ezildiği için,
ona plastik bir takm a bacak takıyorlar. Az ileridekinin,
gıda zehirlenmesi geçirdiği için midesi yıkanıyor.
İşte hastaneler buna yarar!
Sizlere de iyi bir buluş olarak görünm üyor m u?”
“Buluş olup o lm adığını” demiş yer cücelerinin başı,
“tartışam am . A m a, ne sigara içtiğim iz,
ne uyuşturucu ne de bunun için iğne kullandığım ız için,
motosikletle de dolaşm adığım ız, bostanlarımızda
ve ağaçlarımızda yetişen taptaze sebze ve meyvelerle
beslendiğimiz için bizler pek ender olarak hastalanırız;
iyileşmek için de tepelerde güzel bir gezinti yapmak yeterli olur.
Bakın bay keşfedici, aklım a güzel bir düşünce geldi.
Neden biz D ünya’ya gelip, sizi keşfetmiyoruz?”
A rtık biraz utanan SK: “Ne olacak o zam an?” diye sormuş.
“Ç ün k ü biz kırları ve bahçeleri tertemiz tutm akta,
yeni ağaçlar dikmekte,
devrilmek üzere olan yaşlı ağaçları korumakta
çok başarılıyızdır; hem bütün o plastikleri
ve kavanozları toplarız,
vadilerinize şöyle bir çekidüzen veririz;
bacalarınıza yapraklardan süzgeçler takarız,
Dünya insanına bazen otomobile binmeden de
gezmenin güzelliğini ve daha başka şeyleri anlatırız
ve belki birkaç yıl sonra sizin D iinya’nız da
Cecü gibi güzel bir yer haline gelir.”

SK, Cecü yer cücelerini iş başında görür gibi olmuş


ve bir zam an sonra D ünya’sının -yani Dünya’m ızın-
yeniden ne kadar güzel bir yer olacağını
düşünmeden edememiş.
“Tam am ” demiş. “Şimdi yuvama döneceğim
ve İm paratorla konuşacağım !”
D ünya’ya geri dönm üş ve başından geçenleri
İmparator’a ve Bakanlara anlatmış.
Başbakan bir sürü bahane bulmuş:
“Bir kere Cecü yer cücelerinin buraya gelebilmeleri için
bir sürü ayrıntıyı düşünmek gerekli. Önce pasaport alm aları,
göç vergisini ödemeleri, damga pulu harcı yatırmaları,
sonra zabıtadan, orm an korucularından,
lim an başkanlığından izin almaları gerekir....”
Ve Bakan tam konuşurken bir başka Bakan’ın
yere tükürdüğü sakıza basarak kaymış ve bacağı kırılm ış,
dudağı, çenesi, burun delikleri,
sırtı ve başından yaralanmış;
parm akları kulaklarına takılm ış
ve onları oradan çıkartamamış.
Bunu izleyen büyük kargaşada Bakan kaldırım a,
kim bilir ne zam andan beri toplanmayan
çöp torbalarının arasına düşmüş;
orada otomobillerin egzozundan çıkan zehirli gazları,
kentin kirli havasını soluyarak öylece kalakalmış.
Ö y k üm üz şim dilik burada sona eriyor
ve size ondan sonra herkesin sonsuza dek mutlu yaşadığını
söyleyemediğimiz için kusura bakmayın.
Kim bilir Cecü yer cücelerinin
buraya gelmelerine günün birinde izin verecekler mi?
O nlar gelmese bile
Cecü yer cücelerinin yapacağı işleri
neden biz yapmaya başlamıyoruz ki?
Aisopos Masalları Cincik Kurtların Savaşı
G rimm M asalları-I.ll Cin ile Cincik Dişi Kurdun Gecesi
Sait Faik Abasıyanık Yazıları Seven Ayı Behçet Necatigil
Seçm e Hikâyeler Dolar Biriktiren Çocuk Eski Sokak - Seçm e Şiirler
Bir S onbahar Akşam ı-Seçm e Başparmak Ferenc Molnar
Ö yküler Gösterm e Parmağı Pâl Sokağı Çocukları
Bilgin Adalı (uyarlayan) O rtaparmak Roger Norman
G ençler için G ılgam ış Destanı Yüzük Parmağı Albion'un Rüyası
Sabahattin Ali Serçe Parmak Ağaç Zamanı
Kam yon - Seçme Öyküler Güneşi Doğduran Sven O rtoli-Nicolas W itkowski
Claude Allegre G öz Masalı Arşim ed'in Hamamı
Herkese Biraz Bilim inönüler N icolas W itkowski
Herkese Biraz Daha Bilim Sakarya Kıyıları Bilim lerin Duygusal Tarihi
Hans Christian Andersen 30 Ağustos H ubert Reeves
Andersen Masalları İzmir Yollarında Kuşlar, Harika Kuşlar
Rodoslu Apollonios Sam sun'dan Ankara'ya G ökyüzü ve Y aşam a ilişkin Yazılar
Argo G em icilerinin Destanı Vedat Dalokay Hubert Reeves-Frederic Lenoir
Ece Ayhan Kolo Yeryüzünün Acısı
Şiirim iz Mor Külhanidir Abiler-Seçm e Daniel Defoe J.K.Rowling
Şiirler Robinson Crusoe Harry Potter ve Felsefe Taşı
Selçuk Baran Gülten Dayıoğlu Harry Potter ve S ırlar Odası
Porselen Bebek Yeşil Kiraz Harry Potter ve Azkaban Tutsağı
Yiğit Bener Yeşil Kiraz 2 Harry Potter ve Ateş Kadehi
Ö zgür Rosto Nursel Duruel (haz.) Harry Potter ve Züm rüdüanka
Vüs’at O. Bener Genç 0 lm ak-80 Yazardan 80 Öykü Yoldaşlığı
Havva-Seçme Öyküler (2 cilt) Harry Potter ve M elez Prens
ilhan Berk Umberto Eco Harry Potter ve Ö lüm Yadigârları
Bir Yeryüzü Tanığı-Seçm e Şiirler C ecü’nün Yer Cüceleri O zan Beedle'ın Hikâyeleri
İlke Boran - Kıvılcım Yıldız Ege Erim Harry Potter Ders Kitapları
Şenürkm ez Kayıp Şeyler Ülkesinde O ktay Rifat
Kültürel Tarih Sir Jam es G eorge Frazer Bir Aşka Vuran Güneş - Seçme
Işığında Çoksesli Batı Müziği Altın Dal Şiirler
Jean-François Bouvet Tim othee Fom belle Miguel de Cervantes Saavedra
Ispanaktaki Demir ve Diğer Yerleşik Tobie Lolness 1. Boşlukta Yaşam Don Kişot
Düşünceler Tobie Lolness 2. Elisha'nın Gözleri Jacques Le Goff - Jean-Louis
Adnan Binyazar Memet Fuat Schlegel
Dede Korkut Yunus Emre Ç ocuklar için Ortaçağ
Italo Calvino Karacaoğlan M ine Söğüt
Dere Tepe Ters Tevfik Fikret Sevgili Doğan Kardeş
ikiye Bölünen Vikont Pir Sultan Abdal Cem al Süreya (haz. Doğan Hızlan)
Ağaca Tüneyen Baron Şinasi Üstü Kalsın - Seçm e Şiirler
Varolmayan Şövalye Ahmet Haşim Tufan TuranlI
Edip Cansever Namık Kemal Ertuğrul Firkateyni'nin Öyküsü
Gelm iş Bulundum ■Seçme Şiirler Köroğlu Mark Twain
Carlo Collodi Dadaloğlu Bir Cinayet, Bir S ır ve Bir Evlilik
Pinokyo'nun Maceraları - Bir Füruzan Tom ris Uyar
Kuklanın Hikâyesi Yaz Geldi - Seçme Ö yküler Metal Yorgunluğu - Seçme Ö yküler
François Dagognet Nâzım Hikmet Turgut Uyar
Büyük Filozoflar ve Felsefeleri Sevdalı Bulut Göğe Bakma Durağı - Seçme Şiirler
Fazıl Hüsnü Dağlarca Henüz Vakit Varken Gülüm A lper Uygur
Bitkiler Okulu Ted Hughes Bizim Korsanlar - Akdeniz'i
Dağ Uykusu-Seçme Şiirler Demir Adam -Dem ir Kadın K öpürten Osm anlı Leventler
Arkaüstü (Uçsuz Bucaksız Yaşama) Norton Juster Orhan Veli
Kuş Ayak Hayalet G işe-M ilo'nun Akıl Alm az La Fontaine'in Masalları
Balina ile Mandalina Serüveni Nasrettin Hoca Hikâyeleri
Yaram az Sözcükler J. Rudyard Kipling Sakın Şaşırma - Seçm e Şiirler
O kulum uz 1'deki Cengel Kitabı Tahsin Yücel
O kulum uz 2'deki Henri Loevenbruck Anadolu Masalları
O kulum uz 3'deki Dişi Kurt ile Çocuk

YAPI KREDİ YAYINLARI / DOĞAN KARDEŞ ■ SEÇME


BO M BA VE G EN E R A L
Bir bombanın içine kapatılmış
üzgün atomlar ve
ne pahasına olursa olsun
savaş çıkarmak
isteyen bir general...

ÜÇ KOZM ONOT
Altı kollu bir Marslıya rastlayan
üç kuşkucu kozmonot...

C E C Ü ’N Ü N Y E R C Ü C E L E R İ
Mutlu masum yaşayıp giden
küçük bir gezegene uygarlığı götüreceğini
iddia eden
kendini beğenmiş bir İmparator...

U m berto E c o ’nun a n la ttığ ı,


E ugenio C a rm i’nin resim led iği üç hikâye...
Ç o cu klar, b ü y ü k le r ve m asallara gerek d uyan herkes için..
BO M BA VE G EN E R A L
Bir bombanın içine kapatılmış
üzgün atomlar ve
ne pahasına olursa olsun
savaş çıkarmak
isteyen bir general...

ÜÇ KOZM ONOT
Altı kollu bir Marslıya rastlayan
üç kuşkucu kozmonot...

C E C Ü ’N Ü N Y E R C Ü C E L E R İ
Mutlu masum yaşayıp giden
küçük bir gezegene uygarlığı götüreceğini
iddia eden
kendini beğenmiş bir İmparator...

U m berto E c o ’nun a n la ttığ ı,


E u genio C a rm i’nin resim led iği üç hikâye...
Ç o cu klar, b ü yü k ler ve m asallara g erek d uyan herkes için...
BO M BA VE G EN E R A L

UMBERTO
UMBERTO ECO

KARDEŞ
Bir bombanın içine kapatılmış
üzgün atomlar ve
ne pahasına olursa olsun
savaş çıkarmak
Cecü’nün

DOĞAN
isteyen bir general...

ECO - EUGENIO
ÜÇ KOZM ONOT
Altı kollu bir Marslıya rastlayan
üç kuşkucu kozmonot...
Yer Cüceleri
Resimleyen:
C E C Ü ’N Ü N Y E R C Ü C E L E R İ
Mutlu masum yaşayıp giden
EUGENIO CARMI

CARMI • C E C Ü ’NÜN
küçük bir gezegene uygarlığı götüreceğini
iddia eden Çeviren: Eren Yücesan Cendey
kendini beğenmiş bir İmparator...

YER CÜCELERİ
U m berto E c o ’nun a n lattığ ı,
E u genio C a rm i’nin resim led iği üç hikâye...
Ç o cu klar, b ü yü k ler ve m asallara g erek d uyan herkes için. O B O

You might also like