Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 115

Bu çalışma, “Masonluk Nedir ve Nasıldır?

” adlı kitabın
kapak resmi görülen 2006 yılında yayımlanmış
4. basımından seçilmiş bölümlerinden derlenmiştir.
Bu seçmede kitabın 1. - 5. bölümleri ile
19. ve 20. bölümleri yer almaktadır.
Diğer bölümler kitabın sonraki basımından
alınarak ayrıca derlenecektir.
Bölüm 1

Masonluk Nedir?

Masonluğun ne olduğunu öğrenip anlayabilmek için, birkaç bakımdan birden incelenmesi


gerekir:
-Amaçları ve ilkeleri;
-Örgütsel düzeni ve çalışma sistemi;
-Tarihsel geçmişi ve gelişimi;
-Dünya görüşü, töresi ve felsefesi.
Bundan sonra da «Mason kimdir; nasıl bir insandır?» diye sormak gereklidir.
Herhangi bir mason kuruluşunun üyesi olan bir kişiye “mason” denir. Fakat bu, o kişinin gerçek
bir mason olduğu anlamına gelmez. Bir mason kuruluşunun üyesi olmak başka, “gerçek mason”
olmak başka şeydir. Bu konuyu az sonra ayrıntılı bir biçimde inceleyeceğiz.
* * *
Tarih boyunca masonlar, ne Masonluğun ne de kendilerinin nasıl insanlar olduğunu kamuoyuna
gerektiğince anlatabilmiştir.
Belki anlatmaktan kaçınmış olduklarını söylemek daha doğrudur; böyle bir işi beceremeyecekleri
düşünülemez.
Bu bağlamda tutuk davranmış olmaları, kamuoyunda Masonluk ve masonlar ile ilgili birtakım
yanlış kanıların doğmasına neden olmuştur. Yanlış sözlerin doğruymuş gibi benimsenmesini de
kolaylaştırmıştır.

2
Masonlar, önceleri, bu konuda durup dururken bir şeyler anlatmayı gereksiz görmüştür.
Masonluğun yanlış ve kötü tanıtılması olgusuyla karşılaşınca ise, doğruları anlatmaktan
çekinmiş, soruları yanıtsız bırakmışlardır.
Böylece, Masonluk hakkında zaten var olan çeşitli uydurmacaların, olur olmaz söylentilerin
yanı sıra, bir de «Masonluk bilinmez!... Masonlar da tanınamaz!» diye bir yanlış kanı daha
doğmuştur.
Masonlar, geçmişteki tutumlarının yanılgılı olduğunun farkına vardığında, artık çok geç kalmış
olduklarını da anlamıştır.
“MASONLUK” NE DEMEKTİR?
Masonluğu tek bir cümle ile doğru bir şekilde tanımlayabilmek pek zordur. Gerçi genel sözlük
ve ansiklopedilerde verilmiş tanımlar vardır ama bunlar yetersizdir. Örneğin Meydan
Larousse’da Masonluk, “Birtakım kardeşlik ilkelerini benimseyen ve loca denilen bölümlere
ayrılan kimselerden kurulu kısmen gizli bir dernek” olarak tanımlanmıştır. Bunun gibi tanımlar
pek yetersizdir.
Masonluğun bütünlenmiş bir tanımı, hem Masonluğun kuruluş şeklini hem amaç ve ilkelerini,
hem dünya görüşünü, hem çalışma sistemini hem de “mason” sıfatını taşıyan kişilerin
topluluğunu betimlemelidir. Bunların her biri ayrı ayrı açıklama gerektirir. Şimdilik kısa
sözlerle yetinip, hiçbiri tek başına tam ve doğru sayılamasa da birbirlerini bütünleyen şöyle
tanımlar yapabiliriz:
 Masonluk, kendine özgü bir kuruluşu ve örgütlenme şekli olan sosyal içerikli bir
dernektir.
 Masonluk, “mason” sıfatını taşıyan kişilerin topluluğudur.
 Masonluk, olgunlaşmak ve yetkinleşme yolunda ilerlemek isteyenler için düşünsel ve
töresel, insancı (hümanist) nitelikli bir kurumdur.
 Masonluk, tüm insanların ve tüm toplumların barış ve mutluluğunu amaç edinmiş, bu
doğrultuda benimsemiş ilkeleri olan, evrensel bir dünya görüşü oluşturup bireylerin bu
yolda yürümelerini sağlamaya çalışan bir sistemdir.
 Masonluk, bir “gerçek mason”un tutum ve düşünce yapısının yansıma biçimidir yani
toplum ve insanlık için en iyiyi, en doğruyu ve en güzeli oluşturmaya çalışan bireyin
kişiliğidir.
Aslında Masonluk, tek başına bunlardan hiçbiri değildir. Bunların hepsidir hatta çok daha
fazlasıdır. Bu nedenle, Masonluğun ne olup ne olmadığının iyice anlaşılabilmesi için, sözlük
ve ansiklopedilerdeki özet tanımlar yetersiz kalır. Daha ayrıntılı anlatımlara gerek vardır.
Masonluğa olumsuz bir ön yargı ile bakanlar, masonları çeşitli yönlerden suçlayıp hem onları
hem de Masonluğu yıpratarak kamuoyunun gözünde küçük düşürmeye çalışanlar, sözlük ve
ansiklopedilere başka tanımlar sokmuştur. Masonluğun, “kötülük”, “şeytanlık”, “düzenbazlık”,
“çıkarcılık”, “dinsizlik”, “tanrıtanımazlık” gibi anlamlara gelmek üzere de kullanılmış olduğu
görülür. Eğer Masonluğu böyle tanımlarla bellemiş ve böyle sanan bir kimseye «Sen
masonsun!» ya da «Senin yaptığın Masonluktur!» diyecek olursanız, onu çok aşağılamış hatta
ona küfür etmiş sayılırsınız.
Kuruluşu Bakımından Masonluk
Kimi kişi ve çevreler, Masonluğun bir din, bir mezhep, bir tarikat, bir çıkar kurumu, bir gizli
örgüt, özel bir ideolojisi olan başka bir kurumun kolu ya da organı olduğunu ileri sürmüştür.
Oysa Masonluk, kuruluşu bakımından sadece sosyal, kültürel, bilgisel, töresel, felsefesel ve
eğitsel nitelikli çalışmalar yapan bir dernekler topluluğudur.

3
Masonluk, kimilerinin sandığı ya da ileri sürdüğünün aksine, uluslararası bir kuruluş da
değildir. Masonluğun amaçları ve ilkeleri evrenseldir. Fakat bu “evrensellik”, mason
derneklerinin ulusal (millî) olmasını engellemez. Gerçi Masonluk, asal ülküsü bakımından tüm
insanlığa yaygın bir amaç güder. Fakat her mason derneği, kendi bulunduğu ülkenin sınırları
içinde o ülkenin yürürlükteki yasalarına göre örgütlenmiş, bağımsız bir kuruluştur.
Niteliği bakımından uluslararası birtakım mason kuruluşları da vardır ama tek başına bir mason
derneği ya yöresel ya da ulusaldır. Dünya çapında geçerli bir merkezî yönetim organı da yoktur.
Bu derneklerin pek azı bir başka ülkedeki bir yönetici organa bağlıdır. Bu da ancak o ülkede
Masonluk henüz yeterince gelişememiş, ulusal boyutta çalışabilecek düzeye gelememişse
görülebilir.
Hiçbir mason derneği, uluslararası bir mason kuruluşuna katılmak, üyesi ya da öğesi olmak
zorunda değildir. Bunun yanı sıra, hiçbir mason kuruluşundan buyruk (emir) ya da yönerge
(talimat) almak zorunda da değildir. Her mason örgütü, bağımsızlığı çok önemser, hatta her
şeyin üstünde tutar.
Şu belirtilmiş ortak evrensel amaç ve ülküde birleşen mason derneklerinden birçoğu, aralarında
dostluk ilişkileri kurar. Bu ilişkileri, bulundukları ülkelerin yasalarına uyarak ve yararlı
buldukları sürece yürütürler. Ancak dünyadaki tüm mason kuruluşları arasında bu tür ilişkiler
yoktur. Birçok mason kuruluşu arasında uyuşmazlıklar, hatta zıtlaşmalar bile vardır.
* * *
Her mason derneği, çalışmalarını yürütebilmek için, bulunduğu çevrede bir özgürlük ortamına
gereksinme duyar. Bu nedenle mason dernekleri, ancak devletin ya da egemenliğin öncelikle
insan hakları, sonra da demokrasiye saygı gösterdiği ülkelerde yaşayabilir.
Yürürlükteki rejimin tam totaliter olduğu ya da dinsel dogmalara dayanan bir teokrasi üzerine
oturtulmuş bulunduğu ülkelerde mason dernekleri yoktur.
Olamaz, çünkü olmasına olanak tanınmaz.
Mason derneklerinin çoğu, iç yönetimlerinde demokratik bir tarzda, “federatif” olarak
nitelenebilecek bir sistemle örgütlenir. Ancak, bazıları, örgütlenmede “otokratik” denilebilecek
bir yönetim tarzı benimsemiştir yani örgütlenmesinde bir “otoriter yönetici organ”
oluşturulmuştur. (Bu kitabın 4. bölümünde bu konunun ayrıntılarına gireceğiz.)
Tarihsel Gelişimi Bakımından Masonluk
Günümüzdeki Masonluğun altı bin yıl kadar önce doğmuş olduğu söylenir. Çünkü amaçları ve
ülküsü, uygarlığın insanlarca bilinen en eski tarihinden bu yana vardır.
Ancak bu amaç ve ülkü, çağlar boyunca tek bir kuruluş sinesinde değil, çok değişik adlar altında
ve nitelikleri bakımından da birbirlerinden hayli farklı çeşitli kurum ve örgütlerde yaşatılmıştır.
Orta Çağ ve sonrasında “Masonluk”, Avrupa’daki yapıcılık (bina inşaatçılığı) mesleği ve
sanatının adıdır. Bu dönemde, çağdaş anlamdaki Masonluk ise ancak birtakım başka bilimsel
ve felsefesel kurumların ya da gizemci (mistik) nitelikli ekol ve tarikatların içeriğinde
görülebilir.
Bugünün Masonluğu, eski çağlardaki gizemci ekol ve tarikatların genellikle edilgin (pasif) olan
ilkelerini ayıklayıp, öğretilerini de dogmalardan arındırmış, bunları geleneksel yapıcılık
mesleğinin etkin (aktif) ilkeleri ve çalışma sistemi ile insancı (hümanist) bir dünya görüşü
içinde yoğurarak birleştirmiştir.

4
Günümüzün Masonluğu, ilk örgütlenmesini 18. yüzyıl başlarında sağlamıştır. Bu örgütlenme,
o sıralarda zayıflamaya yüz tutmuş olan geleneksel yapıcılık mesleği birliklerinin üzerine
kurulmuş gibi gösterilerek sağlanmıştır. Bundan sonra amaç ve ilkeleri bakımından gelişip
çağdaşlaşarak ilerleyen Masonluk, neredeyse tüm dünyaya yayılmıştır.
Masonluk, değinilen bu ilk örgütlenmesinden pek kısa bir süre sonra kendi içinde bölünmelere
uğramıştır. Bunun iki temel nedeni vardır. Biri örgütsel, diğeri ilkesel bir nitelik taşır. Aslında
dünyadaki tüm masonlar bu kurumun evrensel amaç ve ülküsünde birleşir ama konu bu amaç
ve ülkünün nasıl gerçekleştirileceğine gelince, gerek en doğru ve en uygun bulunan ilkeler
gerekse uygulanacak yöntemler sorun olmaktadır. İşte bu nedenledir ki, mason örgütleri, kendi
aralarında tam bir uyuşmaya varamamıştır.
Amaçları ve İlkeleri Bakımından “Masonluk”
Masonluğun amacı tek bir tümce ile şöyle dile getirilebilir:
“Tüm toplumların ve tüm insanların barış, güven ve mutluluk içinde yaşayabilmeleri için
gerekli olan ortamın ve karşılıklı anlayışın gerçekleştirilebilmesi.”
Bunun için, Masonlukta öncelikle şu çalışmaların yapılması öngörülür:
 İnsanlar arasındaki çeşitli farkların, bir “ayırım nedeni” olmasının ortadan kaldırılması;
 Bilgisizlik (cehalet) ve bağnazlık (taassup) ile savaşılması;
 İnsanların evrimini sağlayan her türlü ilkenin yaygınlaştırılması;
 Bunların önderliğini yapabilecek nitelikte bireylerin yetiştirilmesi.
Amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için, Masonlukta benimsenmiş birtakım temel ilkeler vardır.
Bu ilkeler, Masonluğun aynı ya da benzer amaçlı başka kurum ve kuruluşlardan farkını ortaya
koyar.
Masonluğun en önemli ilkeleri özgürlük-eşitlik-kardeşlik üçlemesiyle dile getirilir. Bunlar,
“Masonluğun temel ilkeleri” olarak nitelenir. Bu temel ilkelere iyilik, doğruluk, alçak
gönüllülük, dayanışma, tolerans, sabır ve sevgi besleme gibi töresel ilkeler de eklenmiştir.
Çalışma Şekli Bakımından Masonluk
Bir mason derneği, her şeyden önce bulunduğu ülkenin yasaları uyarınca gerekli görülen
örgütsel çalışmaları yapar. Bir genel kurulu, demokratik yöntemle seçilen bir yönetim kurulu
ya da benzeri bir organı ve yasaların gerektirdiği diğer kurul ve organları vardır.
Her dernek gibi bir mason derneğinin de ne gibi etkinliklerde bulunacağı, gelir ve giderlerinin
nelerden oluştuğu, organlarının ne zaman toplanıp nasıl çalışacağı, bu amaçla düzenlenip
devletin yetkili organlarınca da onanmış olan bir tüzükte gösterilir. Bu, bir “göstermelik tüzük”
değil, gerçektir.
Mason derneklerinin amaçları doğrultusunda ve ilkelerine uygun çalışmalarının çoğu dışa
dönük olarak değil, kendi içine kapanık olarak, her birine genellikle “loca” denilen kollarda
yürütülür. Localar, ayrı ayrı birer dernek değildir yani yasal bakımdan herhangi bir tüzel
kişilikleri yoktur.
Bir mason derneğinin yönetim organları, doğrudan “masonik” sayılabilecek bir çalışma
yapmaz. Sadece yönetimsel nitelikli işlevlerini yerine getirir. Localar ise, hem bağlı oldukları
dernekle ilişkileri bakımından yönetimsel sorumluluk üstlenir hem de doğrudan masonik
çalışmalar yapmaları gerekir.
* * *

5
Locaların kuruluş ve çalışma biçimi genellikle birbirinin aynıdır. Her loca belirli günlerde,
belirli bir yerde toplanır. Toplantısına öncelikle kendi üyeleri katılır. Başka locaların üyeleri de
çoğu zaman konuk olarak bulunabilir.
Locaların çalışmalarını dörde ayırabiliriz:
1. Yönetimsel Çalışmalar: Locaya alınacak üye adaylarıyla ilgili görüşmeler; üyelerin
locayla olan ilişkilerinin düzenlenmesi; yöneticilerin seçimi; derneğin yönetim
organlarıyla olan ilişkilerin yürütülmesi v.b.
2. Düşünsel Çalışmalar: Masonluk ile ilgili, sosyal, kültürel, bilimsel, felsefesel ve
güncel konular üzerinde konferanslar verilmesi, açık oturum, tartışma ve paneller
düzenlenmesi.
3. Törenli Çalışmalar: Yeni bir üyenin kabul edilmesi; üyelerin genel olarak “derece”
denilen aşamalara geçirilmesi; yeni seçilmiş olan görevlilerin görevlerine başlaması gibi
uygulamalar.
4. İyilik İşleri: Çevredeki yoksul ve düşkün kimselere ya da derneğin dışında sosyal
nitelikli yasal kuruluş ve hayır kurumlarına katkıda bulunulması.
Görüldüğü üzere, mason locaları toplu girişimlerde bulunan kuruluşlar değildir. Toplumdaki
herhangi bir yararlı iş ya da bir olumlu girişim, bir mason derneğine ya da genel olarak
Masonluğa mal edilemez. Masonlar, bireysel olarak, kendi olumlu nitelikleriyle toplum ve
insanlık için hizmet üretebilir. Birkaç masonun bir araya gelerek yürüttüğü bu tür bir girişim de
örgütsel değil, bireysel sayılır.
Bir mason derneği, toplumun ve insanlığın yararına yönelik çalışmalar için elemanlar yetiştiren
bir düşünce ve erdem kaynağıdır. Eğer birtakım girişimler ve gerçekleştirilmiş olan olumlu
yapıtlar bir mason derneğine ya da tümüyle Masonluğa mal ediliyorsa; o derneğin ya da genel
olarak Masonluğun buradaki asıl payı, emek ve katkıları olan masonları yetiştirmiş
olmasındadır. Bununla birlikte, ABD başta olmak üzere bazı ülkelerde mason derneklerinin
toplu girişimlerde de bulunduğu, özellikle eğitim ve sağlık kurumlarını yapılandırıp
işletilmelerine ön ayak olduğu görülmektedir.
YANLIŞ KANILARIN NEDENLERİ
Bu başlık üzerine, «Demek ki Masonluğun amaç ve ilkeleri toplumda ya hiç anlaşılamamış ya
da yanlış bilinmiştir.» denir... Nitekim öyledir.
Bunun nedenlerini şöyle özetleyebiliriz:
 Masonluk “kapalı” bir kuruluştur. Locaların çalışmalarına sadece masonlar katılabilir.
Masonluk gizli değildir ama üyesi olmayanları çalışmalarına kabul etmediği için bir
“gizli örgüt” sanılmış ya da öyle gösterilmesine çalışılmıştır. Böyle nitelenince de
birtakım gizli amaçlar peşinde koştuğu varsayılmış, arada sırada yapılan açıklamalara
inanılmamış, bunların yerine başkaları uydurulmuştur.
 Masonluğun kendine özgü bir öğretimi vardır. Büyük bölümü “ritüel” denilen
kitapçıklarda toplanmıştır. Bu kitapçıklar basılır ve üyelere verilir. Mason localarının
dışında dağıtımı yapılmaz. Gerçi günümüzde bazı Batı ülkelerinde her isteyen bunları
belli kitapçılardan satın alabilir ama eskiden olduğu gibi günümüzde de birçok ülkede
bunlar kolayca elde edilemez. Dolayısıyla büyük çoğunluk, locaların çalışmaları
sırasında masonlara neler anlatıldığını, bur diğer deyişle ritüellerde neler olduğunu
bilmez. Sadece böyle bir şeylerin varlığını bilir. Bunun da çok gizli tutulduğunu sanır.
Bu durum, -doğal olarak- mason olmayanlardan gizli saklı birtakım çalışmalar yapıldığı
sanısını da oluşturmuştur.

6
 Masonluğun amaç ve ilkelerini kişisel ya da zümresel çıkarlarına aykırı görenler
olmuştur. Tutkuları uğruna ya da çıkarlarını koruyabilmek için, Masonluğu kötülemeye
girişmişlerdir. Bu amaçla, Masonluğu o toplumda zaten yadırganan, kötü görülen, halkı
rahatsız ve huzursuz eden şeylerle özdeş göstermiş, böylece bu kurumun yanlış ve
özellikle kötü bilinmesine yol açmışlardır.
 Masonluğa alınacak kişilerde belirli bireysel nitelikler aranır. Ara sıra başvurup
alınmayan kişiler çıkar. Bunların arasında toplumsal kurumlar üzerinde etkili olabilecek
kimseler de bulunabilir. Örnekleri görülmüştür. Böyle kişiler, genellikle Masonluğa
düşman kesilmiş, hınçlarını çıkarmak için Masonluğu yıpratmaya girişmiş, ellerinden
geleni yapmıştır. Masonluğa ilişkin olumsuz propagandalar, egemen güçlerin tutucu
kesimlerince, özellikle din otoritelerince desteklenmiştir. Bu destek, kamuoyu üzerinde
çok etkili olmuştur.
 Toplumları oluşturan halk tabakalarının büyük çoğunluğu, her devirde ve hemen her
ülkede yeterince eğitilmemiş, kör inançlara tutsak edilip egemen güçlere körü körüne
bağlanmaları sağlanmıştır. Masonluğa karşıt görüşler ileri sürenlerin olumsuz
propagandalarına kolayca kapılmışlardır. Çünkü bu kişi ve zümreler, zaten çoktan halkı
kendi pençelerine almıştır. Masonluğun amaçları aslından onlardan yanadır ama
bilgisizlik ve bağnazlığa tutsak edilmiş oldukları için bunun farkına varamamışlardır.
 Gerek mason örgütleri gerekse masonlar, kendilerine yöneltilen suçlamaları yadsıyıp
çürütmekten, Masonluğu savunmaktan kaçınmıştır. Bu tutumun en önemli
nedenlerinden birinin “demagojiye girmekten sakınmak” olduğu söylenir. Fakat
toplumlardaki geniş halk kitlelerini oluşturan insanlar bunu bilmez. Bunun yanı sıra, bir
de «Gerçek nasıl olsa bir gün anlaşılacaktır.» diye bir tür “bekle gör” tutumu takınmışlar
fakat sözünü ettikleri “o gün” bir türlü gelmemiştir. Masonlar kendilerini ve Masonluğu
savunmak için hemen hiçbir çaba göstermeyerek gerçekleri anlatmayınca, başkalarının
Masonluk ve masonlar hakkında ileri sürdüklerinin doğru olduğu kanısına varılmıştır.
“Ateş olmayan yerden duman çıkmaz!” sözüne bağlı olarak, Masonluk üzerine oluşan
yanlış kanılar çok daha kolay kökleşmiştir.
 Gerek bireysel olarak masonların gerekse mason örgütlerinin, öteden beri yapılan
saldırılara ve yöneltilen suçlamalara karşı çıkmayacağı, kendilerini savunmayacağı
anlaşıldığında, Masonluğa karşı çıkanlar, bu kuruma ilişkin olur olmaz her şeyi söyler,
olmadık iddialar ileri sürer olmuştur. Özellikle temel eğitim ve kültür düzeyinin
yeterince gelişmemiş olduğu toplumlarda, önceden kötü ve yanlış olarak benimsenmiş
her ne varsa Masonluk ile bağdaştırılabilir bir biçime sokulmuştur. Bunun sonucu
bellidir: Masonluk kötü, hem çok kötü, hatta kötü olan her şeyden daha da kötü
sanılmıştır.
“GERÇEK MASON” KAVRAMI
Herhangi bir mason derneğinin üyesine “mason” denir. Fakat bu sadece bir sıfattır. O kişinin
sahiden “mason” olduğunu, öyle olmayı kafasına koyup içine sindirmiş bulunduğunu
göstermez. Bir kavram olarak “gerçek mason”, işte bu nedenle kullanılır.
Mason olduğunu bildiğiniz bir kimseye açıkça «Siz mason musunuz?» diye bir soru yöneltecek
olursanız, bunun karşılığında «Evet!» diye kesin ve kestirme bir yanıt alamazsınız. Hatta çoğu
mason böyle bir soruyu yanıtlamak istemez ve kaçamağa başvurur.
Ancak, eğer o kimse masonsa ve bunu açıklamakta bir sakınca görmüyorsa, sorunuzu doğrudan
değil de başka türlü sözlerle, dolaylı olarak yanıtlar. Açıkça «Ben masonum!» demez.

7
Bu bir kaçamak değildir. Masonluğun töresinin gereğidir. Her mason, “mason” sözcüğünü
yüceltir ve “gerçek mason” kavramıyla âdeta özdeşleştirir. Bireysel niteliklerini bu kavramı ile
tam bir uyum içinde bulmadıkça, kendisini “mason” olarak nitelemez. Kendini “gerçek mason”
olarak görse bile bunu açıkça söylemez. Belki «Mason olmaya çalışıyorum.» ya da «Bir mason
derneğinin üyesiyim.» diyebilir. Masonluğun gerek töresi gerekse öğretimi uyarınca çok daha
yaygın olarak benimsenmiş geçerli bir yanıt, başkalarının ona “mason” dediğini belirtmek
biçimindedir.
Kişi bir kez “mason” unvanını aldı mı, isterse onu yaşamı boyunca korur. Hiç kimse, hiçbir
kurum, hiçbir otorite onun bu niteliğini kaldıramaz. Bu, üyesi olduğu bir mason derneğinden
kendi buyrultusu dışında çıkarılanlar için bile böyledir. Çünkü “mason” unvanı, yakaya takılmış
bir rozet ya da apolet üzerindeki bir rütbe değildir. Verilir ama sökülüp alınamaz. Fakat bu, o
kişinin bir “gerçek mason” olduğu anlamına da gelmez.
Bir kişiye “mason” unvanı, yetkili olanlarca verilebilir ama bir masona “gerçek mason”
niteliğini hiç kimse veremez. Masonlukta yıllarca bulunmak, görevler almak, olumlu çalışmalar
yapmak, ilerleyip yükselmekle de “gerçek mason” olunmaz. Bir mason, ancak kendi dileğiyle,
buyrultusunu kullanarak, bilgi ve erdemlerini geliştirerek “gerçek mason” olma yolunu
tutabilir.
* * *
Yukarıdaki açılmalardan sonra, artık “gerçek mason” denilen kişinin ne gibi nitelikleri olması
gerektiğini belirtmeliyiz.
 Gerçek mason, gücünün yettiğince evrensel gerçekleri arayan ve araştıran kişidir. Bunu
sadece kendisi için değil, toplumun ve insanlığın yararı için yapar. Bilimsel yöntemi ve
akıl verilerini kullanır.
 Gerçek mason, hiçbir düşünce ya da görüşü peşin yargılarla yadsımaz. Kör inançları ve
bağnazlığı, bireyi bilgisizliğe sürükleyen, insanları birbirlerine düşürerek çatışmalarına
neden olan yanılgılar olarak görür.
 Gerçek mason gururlu ve kibirli değildir ama onur ve saygınlığını her şeyin üstünde
tutar. Hiçbir zaman ve hiçbir ortamda yalancılık, dalkavukluk, iki yüzlülük, yüze
gülücülük etmez.
 Gerçek mason, her türlü inanç ve görüşü toleransla karşılar. Kendisinin yanılmış olup,
karşısındakinin doğru ve haklı olabileceğini benimsemeye hazırdır. Her türlü eleştiriyi
de soğuk kanlılık ve olumlulukla karşılar.
 Gerçek mason tümüyle özgür bir insandır. Doğa ve topluma ilişkin olay ve olgular
üzerinde yorum ve değer yargılar oluştururken, özgür düşüncesini ve bireysel buyrultu
gücünü öncelikli tutar. Başkalarını dinler ama onlara kapılmaz. İnsan sevgisiyle dolu
olduğundan, başkalarının da aynı özgürlüğe sahip olmaları gerektiğini benimser ve
olanca gücüyle savunur.
 Gerçek mason, insanlar arasında, çeşitli farklılıkları nedeniyle hiçbir ayırım ya da
ayrıcalık gütmez. Tüm insanların evrimini, barış ve mutluluk içinde yaşamalarını ister.
Mutluluğu bunun gerçekleşmesinde arar. Kendini sadece kendi vicdanına karşı sorumlu
tutar.
Elbette tüm bu ve benzeri nitelikler ile erdemlere sahip olabilmek için insanın mason olması
gerekmez.

8
Ancak, tüm bu bireysel niteliklere ve daha nice erdemlere sahip olan bir kişi, Masonluğun
gelenekleri ve yöntemleri uyarınca bir locaya girmedikçe “mason” sıfatını alamaz. Ancak,
yukarıda ayrıntılı bir tarzda anlatılmış olduğu üzere, her “mason” sıfatını taşıyan kişi gerçekten
de öyle sayılmaz.
Masonluğun asıl yönelimi, gerçekten de mason niteliğindeki kimseleri bir araya getirip
örgütlemek değil, üyesi olan masonlara bu niteliği kazandırabilmektir. Bu nedenle de bir
kimsenin bilgi ve erdem bakımından noksanları olması, onun Masonluğa girmesine ve “mason”
sıfatını almasına engel olmaz.
Masonluğa kabul edilecek bir kimsenin “seçkin insan” olması öngörülür. Seçkin olmak ise,
yetkin (mükemmel) olmakla özdeş değildir. Masonlar için seçkin insan olmanın ölçüsü, ileride
bir gerçek mason olabilme isteğini ve yeteneğini gösterebilmektir.
Bir mason, Masonlukta gördüğü eğitimsel çalışmanın etkisiyle kendi kendini yetiştirerek,
“gerçek mason” olma yolunu tutabilir. Locaların çalışmalarında ona bu olanak tanınır. Bundan
yararlanıp yararlanmamak kendi bileceği bir iştir. Hiç kimse bir “gerçek mason” olması için
zorlanamaz.
Masonlardan birçoğu bu bağlamda başarısız olsa da, bu durum onların “mason” sıfatını
kaldırmaz. Herhangi bir masonun tek başına Masonluğu temsil edemeyişinin bir nedeni de
budur.

9
Bölüm 2
Amaçlar

Herhangi bir kurum, örgüt ya da sistemin varlığını sürdürebilmesi, bir amacının bulunmasına
bağlıdır.
Amacı olmayan bir kurum, örgüt ya da sistem yaşayamaz. Amacı gerçekleşmiş olan bir kurum,
örgüt ya da sistemin ise, yeni amaçlar edinmez ise varlığını sürdürmesinin bir anlamı ve gereği
kalmaz.
Masonluğun günümüzde var oluşu ve çalışmalarını sürdürmesi, amaçlarının henüz
gerçekleşememiş olduğunun bir göstergesidir.
Günümüzde, özellikle bilgi ve kültürün hızla geliştiği toplumlarda Masonluğun amaçları çok
daha iyi bir şekilde anlaşılabilmektedir.
Masonluğun amaçlarının anlaşılabilmesi demek, bunların uygun bulunması demek değildir.
Kaldı ki, Masonluğun iyi ve yararlı bir kurum olduğunun onanabilmesi için, sadece amaçlarının
değil, ilkelerinin ve çalışma yönteminin de anlaşılarak uygun görülmesi gerekir.
Fakat amaçlar, ilke ve yöntemlerden önce gelir. Çünkü şayet amaçlar uygun bulunmazsa, ne
ilkeler ne de yöntemler onanabilir.
Masonluğun amaçlarını, birbirini izleyerek bütünleyen şöyle üç basamakta inceleyebiliriz:
1. Evrensel amaç ya da Masonluğun ereği.
2. Uygulamadaki amaçlar yani evrensel amacın gerçekleşebilmesi için gereken uyumlu
ortamın sağlanabilmesine ilişkin hedefler.
3. Bireysel niteliklerle ilgili amaçlar yani uygulamadaki amaçlar için kişilerin
gerektiğince yetişmelerine ilişkin istemler.
Bu amaçlara doğru yönelme ise, yukarıda belirtilen sıraya göre değil, bunun tam tersine işler.
Çünkü Masonluğun amaçları sadece evrensel olanı bir an önce gerçekleştirmeyi değil, önce bu
doğrultuda ilerlemeyi engellemekte olan etkenlerin giderilmesini gerektirir.

10
EVRENSEL AMAÇ
Masonlukta benimsenen evrensel amacı bir düş olarak niteleyenler olabilir. «Bu, sadece
bulutlar üzerinde uçmaktır. Olmayacak hayaller peşinde koşmaktan başka bir şey değildir. Bir
küme balon gibidir.» diye düşünülebilir.
Bu amaç, tek bir tümceyle dile getirilecek olursa, şöyle özetlenebilir:
“Tüm insanların ve oluşturdukları tüm toplumların, aralarında hiçbir ayırım ya da kayırma
gözetmeksizin, bir İNSANLIK ÜLKÜSÜ’nde birleştirilmesi.”
Bu ülküye “insanlığın birliği” de denilebilir.
Buna pek yakın amaçları olan başka kurumlar da vardır. Buradaki önemli nokta “hiçbir ayırım
ya da kayırma gözetmeksizin” sözündedir.
Bu amaç, evrensel boyutta geçerli bir İDEAL TOPLUM DÜZENİ tasarlar. Böyle bir düzende,
tüm insanlar, tüm toplumlar ve tüm uluslar birbirlerini kırmadan ve ezmeden, birbirlerinin
üzerinde egemenlik taslamadan, dostluk ve mutluluk içinde yaşayacaktır.
Burada bir dünya devletinden söz edilmekte değildir. Masonluğun evrensel amacı, devletlerin
ortadan kaldırılarak tek bir bütün içinde birleştirilmesini gerektirmemektedir.
Bu amacı, biraz daha açılım getirerek şöyle anlatabiliriz:
 Tüm insanların, tüm toplumların ve tüm ulusların sonsuz ve koşulsuz bir barış içinde
yaşamaları;
 Tüm insanların, tüm toplumların ve tüm ulusların, geçmişlerine onurla dayanması,
günlerini dirlik ve düzenlik içinde mutlulukla sürdürmesi; gerek kendilerine gerekse
birbirlerine güvenmeleri;
 Her insanın, bireysel olarak, yaşamının yaşamaya değer bir nimet olması;
 Tüm insanların ve tüm toplumların birbirlerine karşı anlayışlı, saygılı ve toleranslı
olması, birbirlerini severek desteklemeleri ve gerçek bir dostluk içinde hep birlikte
geleceğe yönelmeleri;
 Her insanın, yaşamının her değerli öğesini başkalarıyla da paylaşması;
 İnsanların bilgisizlikten ve bilimsel verilerle bağdaşmayan dogmalardan, bağnazlıktan
ve batıl saplantılardan arındırılmış olması;
 Toplumsal yaşamın değişik alanlarında, insanların en iyi, en doğru ve en güzel yolu
seçerek, gerçekleri hep birlikte arayıp bularak, kendilerini sürekli geliştirerek evrimsel
doğrultuda ilerlemesi.
Böylesine bir insanlık idealinin gerçekleşmesinin olanaksız olduğu, buna hiçbir zaman da
olanak bulunamayacağı, dolayısıyla eğer Masonluğun tek amacı gerçekten buysa varlığını
boşuna sürdürdüğü ileri sürülebilir.
Nitekim insanlığın tarihsel geçmişi ve günümüzdeki görünümü, bu görüşün haklılığını
destekler. Günümüzün koşulları altında bu karşı görüşü “karamsar” bulmak bir yana dursun,
“gerçekçi” olarak nitelemek gerekir.
Ne var ki, insanlığın tarihsel geçmişi, insanın evrim doğrultusunda ilerleme yeteneğine bir sınır
getirilemeyeceğini, böyle bir sınır konulamayacağını da açıkça göstermiştir.
Sakın bu söz yanlış anlaşılmasın... Burada dinsel inançlara herhangi bir karşı çıkış yoktur. Bu
sözün anlamı şudur: İnsanlar ve toplumlar, tarih boyunca birbirleriyle çatışmış ama
evrimselleşmekten de geri kalmamıştır.

11
Bundan iki bin yıl öncesinin insanı ve toplumu ile, bin yıl öncesinin insanı ve toplumu aynı
değildi. Bundan iki yüz yıl öncesinin insanı ve toplumu ile de bugünün insanı ve toplumu aynı
değildir.
Yarının insanı ve toplumu da bugünden farklı olacaktır.
Evrim sürecini, alışageldiğimiz ve bizim için bir güncel değer taşıyan “zaman” kavramı ile
bağdaştırmamalıyız. Masonluğun evrensel amacının gerçekleşme süresini bizim ya da bizden
hemen sonraki kuşakların yaşam süresi içinde düşünecek olursak, yanılırız.
Özellikle 20. yüzyılda bilim ve teknolojide çok hızlı bir ilerleme oluşmuştur. Ne yazık ki bu
hızlı ilerleme insanlığın evrimine yeterince yansıyamamıştır. Gerçi bu ilerleme görelidir.
Bizden önceki çağlardaki insanlar da kendi yaşam döneminde izledikleri bilimsel ve teknolojik
ilerlemeyi çok hızlı bulmuştur. Tekerlek icat edilmeden çok önce bir çubuğa delik delinip ilkel
dikiş iğnesinin ya da ortası delik bir taşa sopa geçirip balta yapılması çok büyük bir atılımdır.
Asıl önemli olan ise, toplumsal yaşamın ve düşüncenin gelişmesidir. Uygarlık tarihinde insanın,
bilim ve teknoloji bakımından günümüzdeki gelişim hızına oranla neredeyse olduğu yerde
durduğu tarihsel dönemlerde, düşünce ve yaşam bakımından hayli hızlı bir değişim gösterdiği
aşamalar görülmüştür. Böyle aşamaların bundan sonra olamayacağını ileri sürmek, tarihi
yadsımak olur.
İnsan yalnızca bilim ve teknolojide değil, yaşamında da, düşünsel yapısında da, kendi öz
benliğinde de evrimsel doğrultuda ilerlemeyi sürdürecektir.
Bu hayli uzun sürebilir. Masonluğun evrensel amacının gerçekleşme yoluna girdiğini, kendi
yaşam süremiz içinde bu yolda somut aşamalar sağlandığını göremeyebiliriz. Zaten
göremeyeceğiz de...
Fakat bizim bunu göremeyişimiz, hiçbir zaman olmayacağı demek değildir. İnsanın yaşam
süresi, toplumların yaşam süresine oranla “hiç” denebilecek ölçüde kısadır. Bizden çok sonraki
bir kuşak görebilir.
UYGULAMADAKİ AMAÇLAR
Bu terim kullanılınca, bundan anlaşılması gereken, toplumsal yaşamdaki güncel ve pratik
amaçlar ile evrensel amacın gerçekleşme yoluna girmesine engel olan etkenlerin giderilmesidir.
Masonluğun benimsediği ülküye benzer bir amaç peşinde koşan başka sistem, kurum ve
topluluklardan geçmişte yaşamış olanların çoğu varlığını yitirmiştir. Pek azı günümüzde de
uğraşılarını sürdürmektedir. Ancak evrensel amacın aynı ya da pek benzer oluşu, iki kurumu
özdeşleştirmez.
Masonluk, kendisine pek benzer amaçları olan diğer kurum ve toplulukların tümünden farklıdır.
Bu fark, uygulamadaki amaçları ile bunların doğrultusunda belirlenmiş olan ilkelerinde
belirginleşir.
Masonluğun evrensel amacının gerçekleşmesi için, önce toplumları oluşturan bireyler arasında,
sonra da insanlığı oluşturan toplumlar arasında sürekli ve sonsuz bir uzlaşma ve dayanışma
gereklidir. Bunun için ise, insanları ve toplumları birbirlerinden uzaklaştıran, birbirleriyle
çatışmalarına neden olan ayrılıkların giderilmesi gerekir. Çağdaş koşullarda, söz konusu
ayrılıkların en önemlileri olarak şunlar gösterilebilir: Din, mezhep, ulus, ırk, soy, cinsiyet,
politik görüş, sosyal sınıf, ekonomik düzey, aile, gelenek, görenek ve töre.
“Ayrılıkların giderilmesi” demek “farklılıkların kaldırılması” demek değildir. Yanlış
anlaşılmamalıdır. Ayrılıkların giderilmesi, “farklılıkların sürmesine karşın, karşıtlıkların
giderilmesi” anlamını taşır.

12
İnanç Farklılıkları Konusu
Masonluğun uygulamadaki amaçlarından biri, din, inanç ve tapınma yöntemleri her ne ve her
nasıl olursa olsun, insanların bundan ötürü çatışmamasının, aralarındaki farkı bilerek fakat
insanlık adına önemsemeyerek birbirlerini sevgiyle kucaklamalarının sağlanmasıdır.
Böyle bir amaç bağnaz dincilerce benimsenemez; hatta anlaşılamaz. Çünkü onlara göre belli
bir dini ya da inancı olan kişi, başka bir dini ya da inancı olan kişiye karşıdır; onunla asla bir
araya gelemez ve kucaklaşamaz.
Masonluğun amacı, dinlerin ve dinsel inançların ortadan kalkmasını sağlamak değildir. Tüm
din ve inançların belirli ve tek bir inanç çatısı altında toplanması ya da hepsini toplayacak yeni
bir din oluşturmak da değildir.
Böyle bir amacı benimsemiş olan dünya görüşleri vardır. İnsan haklarını ve bireysel özgürlüğü
hiçe sayan bu tür bir amaç peşinde koşmuş olan kurumlar görülmüştür. Masonluk onlardan biri
değildir.
Masonluğun bu amacına, bir bakıma dinsel bağnazlık ile savaşmak denebilir.
Ne var ki bu amaç, Masonluğun kendi içinde bile tam olarak yerleşememiştir.
Birçok mason kuruluşu, kendilerine özgü bir dinsel inanç eğilimi benimsemiş, kendi
benimseyişlerine yatkın dinsel ilkeleri ve inançları başkalarından daha üstün tutmuştur. Hatta
aralarında dinsel kaynaklı belirli ilkeleri, “Masonluğun ilkeleri” ile özdeşleştirenler bile vardır.
Bu durum, Masonluğun uygulamadaki bu amacının genel olarak toplumlardan önce kendi
içinde, dünya çapında tüm mason topluluğunda gerçekleştirilmesi gerektiğini ortaya koyar.
Irk ve Soy Farklılıkları Konusu
Masonluğun uygulamadaki bir diğer amacı, hangi ırktan ya da soydan olursa olsun her insanın
diğerine eşit olduğunun içtenlikle benimsenmesini sağlamak, ırk ya da soyları nedeniyle
insanlar arasında ayırım güdülmesini gidermektir. Bunun uygulamaya yansımasını ırkçılık ile
savaşmak olarak da niteleyebiliriz.
Ne yazık ki Dünya Masonluğu’nun bu bakımdan da kendi içinde bağışlanamaz noksanlıkları
vardır.
Günümüzde bile birçok mason örgütünde ırk ayırımı yapılmaktadır. Gerçi birçok ülkedeki
Masonlukta “ırk ayırımı” diye bir şey yoktur ama bu durum o ülke halkının zaten belirgin bir
ırk ayırımı gütmekte olmayışından ileri gelmektedir. Şu halde, Masonluğu dünya çapında bir
bütün olarak görürsek, bu amacını gerçekleştirmeye yönelik etkili girişimlerine de önce kendi
içinden başlamasının gerektiğini söyleyebiliriz.
Masonluk, bu bakımdan tarihinde başarılı bir evreden geçmiştir. Bazı yerlerde belirgin soy
ayırımı yapılırken, zamanla bunun giderilmesi sağlanmıştır. Oysa 20. yüzyılda ırk ve soy
çatışmaları yer yer olağanüstü boyutlara varmıştır. Masonluğun uygulamadaki bu amacı,
böylesine çatışmaların ve insanların bu yüzden birbirlerini kırmalarının sona erdirilmesinin
sağlanmasıdır.
Cinsiyet Farkı Konusu
Bu konunun da ırk ve soy ayırımı konusuyla pek benzeştiği söylenebilir.
Konu, aslında doğrudan “insan hakları” ile bağlantılıdır. Kadın ve erkek olarak farklı doğan
insanların, aralarında hiçbir bakımdan ayırım güdülmemesidir.

13
Mason kuruluşlarının bu bakımdan da henüz kendi içlerindeki sorunu olumlu bir düzeye
getirememiş olduğu görülür. Günümüzde bu sorunu çözümlemiş olan bazı mason kuruluşları
vardır ama bunlar azınlıkta kalmaktadır. Çoğuna göre, toplumda kadın ile erkek eşit haklara
sahip olabilir; bu bağlamda henüz pek geri toplumlardaki ayırımı gidermek için çalışmak,
Masonluğun amaçları kapsamında düşünülebilir ama Masonluk sadece erkeklere özgü bir
kurumdur.
Demek oluyor ki, dünya çapında düşünüldüğünde, mason örgütlerinin bu bakımdan da işe önce
kendilerinden başlaması gerekir.
Ülke ve Ulus Farklıkları Konusu
Masonluğun uygulamaya dönük amaçlarından bir diğeri, insanlar arasında ülke ve ulus
farklıklarından doğan aykırılık ve karşıtlıkların giderilmesidir. Bunu da yanlış anlamamak, “bir
dünya devleti kurmak” ile özdeşleştirmemek gerekir.
Kendi ülke ve uluslarının, diğerlerinin tümünden daha üstün olduğunu körü körüne savunan ve
ötekileri küçümseyenler, kendi ülke ve uluslarına yaraşır gördükleri hak ve değerleri ayırımsız
olarak başkalarına da tanıyıp onlarla paylaşmaya yanaşmayanlar, koşullar ve uluslararası
ilişkiler her nasıl olursa olsun özellikle belirli uluslara hınç bağlamış olanlar, Masonluğun
evrensel yaklaşımını bir türlü içlerine sindiremez, hatta anlayamaz.
Ülkeler arasındaki siyasal sınırlar, Masonluğun bu amacının gerçekleşmesine engel değildir.
Masonluğun evrensel ülküsünün kapsamında “ulus” kavramının önemli bir yeri vardır. Öyle ki,
Masonlukta ulusun varlığının ve kutsallığının benimsenmesiyle kalınmayıp, evrensel birlik ve
bütünlük için önce ulusal boyutta birlik ve bütünlük sağlanması gerektiği üzerinde özenle
durulur. Buna karşın, ulusallık bilincinde de bağnazlık ile savaşım öngörülür.
Ulusçuluk bağnazları işte bunu anlayamaz. Masonluğun bu savaşımı, ulusçuluk bağnazlarının
tutumuna karşıdır. Ülkeleri haritalardaki çizgilerle birbirinden ayrılmış, hele soy ayırımının da
etkisiyle yakın geçmişimizde birbirleriyle daha çok zıtlaşmış, çatışmaya girmiş, kan dökmüş,
düşmanlıkları ve hınçları daha da artırmış insanlar, bu yaptıklarının karşılığında tüm insanlık
adına doğru dürüst hiçbir gerekçe gösteremez.
Masonluk, her ne gerekçeyle olursa olsun savaşa ve kan dökülmesine karşıdır. Ülkeler ve
uluslar arasında sonsuz ve koşulsuz bir barıştan yanadır.
Bir zamanlar atalarının birbirleriyle savaşmış olduğu ulusların insanlarının birbirlerine karşı
olan tutumları, en az savaş kadar önemlidir. Her biri yalnızca kendi ulusunun insanlarının acı
çekip zarar gördüğünü ileri sürerek, bundan da doğrudan ötekileri sorumlu tutar. Kendisinin
hep haklı olduğu görüşündedir.
Böyle bir dava güdenler, sınırın ötesindekilere hınç beslemeyi sürdürmekten kendilerini
alamaz, varsa kendi ülkelerindeki azınlıklara eziyet eder. Bunun asıl nedeni, kendi kendileriyle
barışık olamamalarıdır.
Masonluk, ayırımsız olarak insanlıktan yana olduğu için, bu gibi tutum ve eylemlere karşıdır.
Dolayısıyla Masonluğun bu amacı şöyle özetlenebilir:
“Ülkelerin ve ulusların toplumlarının karşılıklı olarak birbirlerinin haklarını tanımalarının,
kendilerini ötekilerden üstün görmeyip güçlü olanın zayıf olanı ezmeye kalkışmamasının,
hep birlikte barış içinde yaşamalarının, aralarında koşulsuz bir sevgi ve karşılıklı dayanışma
oluşturmalarının sağlanması.”

14
Düşünce Yapısı ve Yaşam Tarzı Farklılıkları Konusu
Masonluk bir öğreti (doktrin) değildir. Bir ideal toplum düzeni tasarlar ve bunun
gerçekleştirilebilmesi için çalışır ama kendine özgü bir politik görüşü, bir ekonomik sistem
yeğleyişi ya da bir toplumsal yaşam yapısı modeli yoktur.
Masonlukta her sosyal, politik ya da ekonomik sistemin hem iyi hem de noksan yanlarının
bulunabileceği benimsenir. İnsanların ve toplumların, politik ya da ekonomik tutum ve
yeğlemelerindeki çelişkilerden ötürü çatışmasına karşı çıkılır. Hangi sistem olursa olsun,
insanların toplu yararı, mutluluğu ve evrimsel gelişimi öncelikli tutulur. Bugün iyi ve doğru
gibi görünen bir sistemin yarın yanlış ve zararlı olduğunun anlaşılabileceği, sakıncalarının
çıkabileceği savunulur.
Masonlukta, insanlar arasındaki sosyal sınıfları, ekonomik düzey farklılıklarını, gelenekleri,
aile kuruluşundaki farklı yaklaşım ve töreleri kaldırmak gibi bir emel yoktur. Yeter ki, bu
farklar, hepsinin insanca yaşamasına ve diğerleri ile eş haklara sahip olmalarını engellemesin.
Masonlukta, insanların ve toplumların, farklılıklarından ötürü birbirlerini aşağı görme ya da
kıskanmaya son vermesinin, kin beslememelerinin, birbirlerini kötüleyip yıpratmamalarının
sağlanması öngörülür. Bireyler arasında var olan farkların, her insanın eş değer sayılmasına
engel olamayacağını savunulur; insanlık bilincinin yayılıp yaygınlaşmasına çalışır.
BİREYSEL NİTELİKLER İLE BAĞLANTILI AMAÇLAR
Masonluğun amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için gerekli çalışmaların yapılması, masonların
bireysel girişim ve atılımlarına bırakılmıştır. Her mason, kendini bu bakımdan görevli sayar.
Başkalarının da bu amaçları paylaşmasına çalışır.
Masonluk, toplu ve örgütsel eylemlerde bulunan bir kuruluş olmadığı için, uygulamadaki
amaçlarını, bireysel niteliklerin geliştirilmesine ilişkin amaçlarla besler. Bunlar ise, tek bir
tümce ile şöyle özetlenebilir:
“Özgür düşünceli, iyi ahlâklı, bilgili, erdem sahibi, toplumlarını ve insanları seven, onların
gerek evrim doğrultusundaki gelişmeleri gerekse mutlulukları için özveriyle çaba gösteren,
adaleti öncelikli tutarak savunan, kendi sahip olduğu değerleri başkalarına da kazandırmaya
çalışan insanların giderek daha çok sayıda yetişme ve yetiştirilmesinin sağlanması.”
Bu amaç, her masonun bir “gerçek mason” olmasının sağlanması olarak da yorumlanabilir ama
yalnızca Masonluğun kendi içine dönük değildir. Böyle insanların yetişmesinin sağlanması,
masonlara özgü tutulamaz. Ne var ki pratikte bir mason kuruluşunun masonlara öncelik
tanıması zorunludur. Bunu doğal karşılamak gerekir; çünkü bir kurumun kendi içinde
sağlayamadığını dışarıda gerçekleştirmesi beklenemez.
Mason localarında yapılan çalışmalarda, masonlara, bir yandan iyi ve güzel örneklerden
yararlanmayı öğrenme olanağı, diğer yandan kötü ve çirkin olanı kavrayarak onlara
benzemekten sakınma gereği gösterilir. Kendi kendilerini eleştirip, yanılgılarını belirleyerek,
bilimsel yöntemle ve akıl verilerinden yararlanarak çalışmaları önerilir. İyi ve doğru, dürüst ve
onurlu, bilgili ve erdemli kişiler olarak, önce ailelerine, sonra yurtlarına, giderek tüm insanlığa
katkılarda bulunabilecek, özverili, çalışkan, girişken ve olgun insanlar olarak yetişmeleri
beklenir.
Masonluk bir okul ya da akademi değildir. Bu kurumda öğretmenler, dinsel tarikatlara benzer
türde önderler (mürşitler) yoktur. Sadece yol gösterici ve örnek kişiler vardır. Her mason,
kendini yetiştirme görevini kendisi üstlenir. Kendi yeteneği ölçüsünde aldıkları ve edindiklerini
yakın çevresinden başlayıp toplumuna ve giderek insanlığa yansıtmakla görevlidir.

15
Kimi masonlar daha hızlı ve daha iyi yetişir, kimileriyse biraz geride kalır. Fakat her masona,
kendi kendisini üstün düzeyde insan olarak yetiştirebilmesi için yeteneklerini geliştirme olanağı
tanınır.
Her mason, gerek mesleğinde, gerek politik eğilim ve etkinliklerinde gerekse sosyal yaşamında
özgür bir insandır. Sadece davranışlarının Masonluğun amaçlarına uygun olması beklenir.
İnsanlığın genel mutluluk ve esenliğine, bilim ve uygarlığın gelişmesine katkıda bulunması,
bilgisizlik ve bağnazlığın giderilmesine çalışması istenir. Kesinlikle baskı yapılmaz; bunları
içtenlikle benimsemesi ve gönüllü olarak yürütmesi öngörülür.

16
Bölüm 3

İlkeler

Masonluğun ilkelerini “temel ilkeler” ve “töresel ilkeler” olmak üzere ikiye ayırabiliriz.
Temel ilkeler, Masonluğun önceki bölümde belirtilmiş olan uygulamadaki amaçlarının
gerçekleşmesi, töresel ilkeler ise masonların bireysel niteliklerinin geliştirilmesi için gerekli
görülür.
Günümüzde, dünya yüzündeki çeşitli mason kuruluşlarının büyük çoğunluğu töresel ilkeler
üzerinde hemen hemen uyuşma içindedir. Fakat aynı şeyi temel ilkeler bakımından
söyleyebilmek zordur.
Her mason kuruluşu, kendi görüş ve benimseyişleri doğrultusunda birtakım temel ilkeler
saptamıştır. Ancak bu, dünya yüzünde kaç mason örgütü varsa o kadar çok birbirinden ayrı bir
“ilkeler yığını” bulunduğu anlamına gelmez. Bazı mason örgütleri, daha önce ortaya konmuş
ilkeleri olduğu gibi ya da kendi görüşlerine uyarlayarak benimsemiştir. Bazıları, bir araya gelip
temel ilkelerini ortaklaşa belirlemiştir. Dolayısıyla bu konuda “çok çeşitlilik” denilebilecek bir
durum söz konusu değildir.
Temel ilkeler bakımından mason kuruluşlarının arasındaki uyuşmazlık ya da farkların çoğu
ayrıntılarda, bazısı yalnızca birkaç sözcük ya da terimde, hatta aynı sözcük ya da terimin değişik
bir biçimde tanımlanıp yorumlanmasındadır.
Bununla birlikte, dünya yüzünde farklı Masonluk anlayışlarının varlığından söz ediliyorsa,
bunun ilk gerekçesinin ilkeler üzerindeki uyuşmazlıktan ileri geldiği söylenebilir. Gerçi
yeryüzündeki mason kuruluşları bunlar üzerinde kesin bir şekilde uyuşmuş olsalar bile
aralarındaki uzlaşmazlıklar tümüyle giderilmiş olmayacaktır ama hiç olmazsa umut artar. Fakat
ilkeleri üzerinde uyuşamayan kuruluşların, aynı amaçlar doğrultusunda çalışmakta olsalar bile
aralarında tam birlik ve bütünlük oluşturması olanaksızdır.
Böylelikle, daha işin başından Masonlukta birtakım bölünmelerin varlığından söz etmiş
oluyoruz. (Bunların nedenleri ve ayrıntıları, 12. bölümde yer alacak.)
Şimdi genel olarak ilkeleri inceleyelim.

17
TEMEL İLKELER
Masonluğun üç temel ilkesi vardır. Örgütlerin anlayış ve yaklaşımları arasındaki farklar bunları
etkilemez. Bu ilkeler, Masonluktaki yöntem uyarınca bir üçleme içinde toplanır. Masonluğun
tarihsel gelişimi boyunca görülmüş, günümüzde de süren bir insanlık özlemini dile getirir:
“ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, KARDEŞLİK”
Gerek özgürlük, gerek eşitlik gerekse kardeşlik anlayışları, Masonlukta güncel yaşamdaki ve
sözlüklerdeki anlamlarından biraz farklı bir şekilde tanımlanır. Çok geniş kapsamlı olarak
değerlendirilir. Her biri diğer ikisiyle sıkı sıkıya ilişkili, diğer ikisinin bütünleyicisidir.
İçlerinden herhangi birinin noksanlığı, bir boşluk yaratır.
Dünyadaki tüm mason kuruluşları, temel ilkelerini bir üçleme oluşturacak biçimde belirtir.
Seçilmiş kavramlar farklı olabilir ama sonuç pek değişmez. Zaten özgürlük, eşitlik ve kardeşlik
kavramları da birbirlerinden hayli farklı anlamlara gelecek şekilde değerlendirilip
yorumlanabilir.
Özellikle Masonluğa karşıt (antimasonik) nitelikli kaynaklarda, Masonluğun bu üçlemesi ön
yargılı olarak ele alınır. 1789 tarihli Büyük Fransız Devrimi’nin sloganıyla özdeşleştirilir. Oysa
bu kavramların o devrimde kullanılmış olması, bugün aynı niteliği taşımalarını gerektirmez.
Üstelik Masonlukta bu üçlemenin Büyük Fransız Devrimi’nden 40 yıl kadar önce benimsenerek
kullanıldığı belgelenmiştir. Bununla birlikte, bu üçlemeyi o devrimin sloganı haline getiren
kişilerin masonlar olduğu da yadsınamaz.
Masonluğa karşıt girişimlerde bulunanlar, bu konuda «Ha Ali Veli, ha Veli Ali; ikisi de aynı
şey.» der.
Hayır!... Aynı şey değildir. «Masonluk, bir devrim (ihtilâl) sloganını oluşturan kavramları
kendine temel ilke edinmiştir.» demek ile «Masonluğun temel ilkelerini oluşturan bir üçleme
bir devrim sloganı olarak da kullanılmıştır.» demek birbirinden çok farklıdır.
Kaldı ki Büyük Fransız Devrimi’nin Masonluk ile olan ilgisi, hiç de Masonluğa karşıt
girişimlerde bulunanların ileri sürdüğü gibi değildir. Bunu bu kitapta sırası geldiğinde
göreceğiz. Elbette bu bağlamda bir de şunu düşünmek gerekir: “Büyük Fransız Devrimi, toplum
ve insanlık açısından ne getirmiş ve ne götürmüştür? İyi mi olmuştur, kötü mü?”
Dahası, bu ilkeler ne salt Masonluğa özgü ne de bu kurumun tekelindedir. Bunları başkaları da
kullanabilir. Nitekim kullanmaktadır da...
Avrupa’da ortak para birimine geçilmeden önce, Fransız paralarının üzerinde bu üçleme
(Liberté-Egalité-Fraternité) yazılıydı. Belki bu olgu Büyük Fransız Devrimi’ne bağlanabilir
ama Masonluğa değil.
Masonluğa karşıt olanlar bile, sık sık özgürlüğü, eşitliği, kardeşliği savunur. Türkiye’de, bazı
politik partilerin ileri gelenleri ikide birde Masonluğu dillerine dolar, kötüleyip durur ama seçim
propagandalarını yaparken sokaklara astıkları afişlerde bu ilkelerden dem vurdukları görülür.
Aslında bunları ayrı ayrı ya da bir arada kullanmak pek önemli değildir. Önemli olan hangi
anlamda kullanıldığıdır. Bu kavramlar tarih boyunca herkes için farklı bir anlam taşımıştır.
Çağların değişen koşulları bazı anlamları terk ettirirken, aynı terimlere yeni boyutlar
kazandırmıştır. Nasıl bugünün anlayışı dünkünden farklıysa, yarının anlayışı da bugünkünden
farklı olabilecektir.

18
ÖZGÜRLÜK
Masonluğun temel ilkelerinden ilk sırada yer alanı ve en önemlisi özgürlüktür. Masonluğun
benimseyişi uyarınca bu öyle önemlidir ki; özgürlük olmayınca diğer ilkelerden söz etmenin
âdeta bir anlamı kalmaz.
Özgürlük, bir yandan bireysel diğer yandan toplumsal olmak üzere iki boyutta ele alınabilir.
Toplum içinde bireysel boyutta özgürlük olmadıkça toplumsal boyutta özgürlükten söz
edilemez. Bir diğer deyişle, bireylerin özgür olmadığı bir topluma “özgür toplum” denilemez.
Kendini toplumdan soyutlamış bir kimsenin bireysel özgürlüğünden söz etmek anlamsızdır.
Çünkü özgürlüğü toplumun varlığı belirler.
Ancak burada sözü edilecek olan özgürlük, toplumsal değil, bireysel olacak. Öyle olacak ama
bu, Masonluğun toplumların özgürlüğüne karşı ilgisiz kaldığı, kayıtsız olduğu anlamına
gelmez. Masonluk, tüm insanların olduğu gibi tüm toplumların da özgürlüğünden yanadır.
Masonluktaki özgürlük anlayışı, düşünce ve vicdan özgürlüğü ile başlar, giderek genişler ve
nesnel özgürlüklerin tümünü kapsar. Özgürlük, tutsaklığın karşıtıdır. Karşıtıyla birlikte
tanımlanınca daha iyi anlaşılır.
Bir yere kapatılmış ve oradan dışarıya çıkması yasaklanan ya da engellenen, sınırları belli bir
çevrede yaşamak zorunda olup istese de başka bir yere gitme olanağı bulunmayan, başkalarınca
belirlenmiş olan bir işi istemese de yapmak zorunda tutulan kişi özgür değildir. Zorla, baskıyla,
korkutularak, kandırılarak, umutlandırılarak ya da benzeri etkiler altında tutularak, kendini
ilgilendiren konularda serbestçe karar verebilme yetisi olmayan insan da özgür değildir. Bunlar,
tutsaklık (esaret) olgusunun en basit betimlemeleridir.
Buna karşın, gerek doğa yasaları gerekse toplumun ortak kuralları uyarınca bireysel
özgürlüklerin bir başlangıç bir de sona erme noktası vardır. Herhangi bir kişinin özgürlüğü, bir
başka kişinin özgürlüğü ile sınırlıdır.
Kişinin politik, sosyal, ekonomik, konuşma (söz) ve davranış özgürlükleri yani nesnel
özgürlükler, toplumsal kurallarla sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırma özgürlüğün kısıtlanışı
değildir. Çünkü kendi özgürlüğünü aşırı tutmayan, buna başkalarının da aynı düzeyde sahip
olmalarını engellemeye kalkışmayan bir kişi, bu sınırları kendisi de belirleyebilir. Bunu
beceremeyenler vardır. Bu nedenle toplum, herkes için geçerli olmak üzere özgürlüğün sınırını
belirler. Yasa ya da töreler, toplumun buyrultusunu temsil eder.
Başkalarının özgürlüğünü kısıtlayan kişi kendine daha yüksek düzeyde bir özgürlük sağlamış
olduğunu sanabilir. Oysa aslında kendisini birtakım tutku ve çıkarlara tutsak etmekte yani
aslında kendi özgürlüğünü yitirmektedir.
Toplumun egemen güçlerine, dinsel dogmalara, kökleşmiş geleneklere ya da yürürlükteki
düzeni yıkmayı erek edinenlere körü körüne bağlananlar, ne yapıp edip özgürlüğü olabildiğince
sınırlamaya çalışır. Bu girişimlerde çoğunlukla nesnel özgürlükler hedef alınır ama işe düşünce
ve vicdan özgürlüklerinden başlanır. Çünkü nesnel özgürlükleri sınırlamak isteyenler,
insanların düşünce ve vicdan özgürlüklerini ortadan kaldırmadıkça her türlü kısıtlamanın geçici
olacağını, düşünce ve vicdan özgürlüklerine sahip kimselerin sürekli olarak nesnel
özgürlüklerini de elde etme ateşiyle yanıp tutuşacağını, sonunda bir gün buna ulaşacağını pek
iyi bilir.
Nesnel Özgürlükler
İnsan bazı özgürlüklerine doğuştan sahiptir; bazılarını ise sonradan kazanır.
Doğuştan sahip olduklarının başında düşünme ve vicdan özgürlüğü gelir.

19
Kimileri bunları sonradan yitirir. Genellikle bu özgürlükleri başkaları kısıtlar, hatta tümüyle
yok eder. Bu özgürlükler bir kez yitirildi mi, yine kazanılmaları hem çok zor olur hem de önce
buna karşı duran engellerin ortadan kalkmasını gerektirir. Başkalarının düşünme ve vicdan
özgürlüğünü engelleyenler ise, aslında daha önce kendi özgürlüğünü yitirmiş olanlardır.
Nesnel özgürlükler ise doğuştan edinilmez; sonradan kazanılır. İnsan bunları toplum içinde ve
toplumsal kurallara uyarak, zamanla, deneyimle ve bireysel buyrultusunu kullanarak elde eder.
Özgürlükten söz edildiğinde, öncelikle nesnel özgürlükler akla gelir. Nitekim 19. yüzyıl
öncesinin özgürlük anlayışı, sadece bunları kapsardı. Düşünce ve vicdan özgürlüğü sorunu
öteden beri varsa da, hep nesnel özgürlüklerden sonraya kalmıştır. Bu özgürlüklerin birçok türü
sayılabilir ama en önde şu beşi gelir:
1. Politik Özgürlük
2. Sosyal Özgürlük
3. Ekonomik Özgürlük
4. Davranış Özgürlüğü
5. Söz Özgürlüğü
Bunların hepsi yaşam sırasında kazanıldığı için, kısıtlanmaları daha kolaydır. Bu nedenle de
tarihte nesnel özgürlüklerin tümüyle kısıtlanmasının bir araç olarak kullanılmasıyla, toplumlar
âdeta boyunduruk altına alınmıştır. Geniş halk kitlelerini oluşturan insanlar, özgürlüklerinden
yoksun tutularak belirli kişi ya da zümrelerin isteklerine uygun, güdümlü yaşam alışkanlığına
sokulmuştur. Düşünce özgürlüğü olmadığından, insanların kafasına ancak böyle bir yaşam
tarzıyla mutlu olabilecekleri inancı kakılmıştır. Öyle ki, insanlar özgürlüklerini elde
edebilmelerini sağlayacak girişimlere karşı tutsaklıklarını sürdürenleri korur, kendilerini böyle
bir yaşama bağlayıp sömürenleri destekleyerek onları savunur edilmiştir. Bunda insanların önce
bilgisizliğe tutsak edilmesinin, sonra dogmalara sarılmalarının ve kendilerini batıl
saplantılardan kurtaramayışlarının büyük etkisi vardır.
Masonluğun tarihteki ilk gelişim evreleri sırasında (18. yüzyılda), özgürlük kavramının salt
nesnel özgürlükleri nitelemek üzere kullanılmış olmasını bu bakımdan doğal karşılamak
gerekir. Bu tür özgürlük anlayışı, 19. yüzyılda önemli değişikliklere uğramıştır. Günümüzde
ise, nesnel özgürlükler artık her insanın temel haklarından sayılır olmuştur. Özellikle 20.
yüzyılın ikinci yarısında, insanlar nesnel özgürlüklerine daha geniş oranda kavuşma olanağını
elde etmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin bunda önemli payı vardır. Fakat insan
hakları sadece uluslararası sözleşme ve bildirgeler ile sağlanamaz. Önce toplumsal bilinçlenme
gerekir.
21. yüzyıla adım atmış olan dünyamızda, daha hâlâ totaliter bir rejimle ya da temel gücünü
dinsel kurumlardan alarak yönetilen ülkeler vardır. Bu ülkelerde insanların nesnel özgürlükleri
büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Bu nedenle de bu tür ülkelerde mason derneklerinin kurulmasına
olanak yoktur.
1. Politik Özgürlük: Kişinin herhangi bir toplum yönetim biçimini, politik görüşün ya da
örgütün ilkelerini dilediğince benimseyebilmesi, toplum yönetiminde yer ve görev alma
kapısının kendisine açık tutulmuş olmasıdır.
Diyelim ki toplumda bu özgürlük vardır... Eğer kişi hiç kimsenin baskı ve zorlaması altında
olmadığı halde herhangi bir politik görüşün ya da örgütün körü körüne yandaşlığını ederse,
elindeki herhangi bir politik güç ya da yetkiyi her ne pahasına olursa olsun sürekli olarak elinde
tutma hırsına kapılırsa, gücünü ya da yetkisini toplumun genel yararları yerine kendisinin ve
yakınlarının özel çıkarları için kullanmaya kalkışırsa; bu durum, aslında onun politik
özgürlüğünü kendi kendine yitirmiş olduğunu gösterir.

20
2. Sosyal Özgürlük: Kişinin dilediği yaşam tarzını, meslek ya da sanatını, yaşamak ve
çalışmak istediği yeri, eşini, uğraşılarını, eğlencelerini ve bunun gibi şeyleri serbestçe
seçebilmesi, içinde yaşadığı toplumun her türlü olanağından yararlanabilme hakkının
bulunmasıdır.
Diyelim bu özgürlük vardır... Eğer kişi bu özgürlüğün sağladığı zevklere ve onurlara tutsak
olursa, özgürlüğünü yitirip kendini bu özgürlük ortamındaki tutsaklıklara kaptırmış demektir.
3. Ekonomik Özgürlük: Kişinin kendisini ve kendisiyle birlikte geçim sorumluluğunu
üstlenmiş (bakmakla yükümlü) olduğu kimseleri, çağın gerektirdiği bir düzeyde
geçindirmek, temel gereksinmeleri sağlamak üzere sürekli bir kazanç elde edebilecek
durumda ya da nitelikte olması, bir diğer deyişle “geçim kaygısını gidermiş”
bulunmasıdır. (Burada sadece bir tanım yapılmakta, ilgili toplumdaki olası bir
ekonomik kriz ya da olağanüstü bir durum göz ardı edilmektedir.)
Diyelim ki bu özgürlük vardır... Eğer kişi, kendini her şeyden önce parasal çıkarlara ve güçlere
değer vermekten alıkoyamazsa, başkalarının geçim pahasına bile olsa daha yüksek kazançlar
peşinde koşarsa, toplumun genel ekonomik düzeyine oranla çok yüksek bir mertebede parasal
olanakları bulunmasına karşın bunları sadece kendisinin ve yakınlarının yararına saklayarak
bencilliğe düşerse, onun gerçekten de ekonomik özgürlüğe sahip olduğu söylenemez. Böyle bir
kişi, aslında kendini paranın ve parasal karşılığı olan varlığın tutsağı etmiştir.
4. Davranış Özgürlüğü: Kişinin aklına ve buyrultusuna egemen olması, bedensel bir
sakatlığı ya da hastalığı, sinirsel ya da ruhsal bir sorunu olmadığı sürece istediklerini
yapabilmesidir.
Bunu yanlış kullanıp aslında başkalarının olan şeyleri zorla, gizlice ya da düzenbazlıkla ellerine
geçirenlerin davranış özgürlüğü toplumsal yasalarca kısıtlanır ama bu özgürlüğün bulunmadığı
anlamına gelmez. Yasalar genel özgürlüğün sağlanması amacıyla bireysel özgürlükleri
sınırlayabilir. (Bir kişinin hasta ya da sakat oluşu nedeniyle başkalarının yapabildiği bazı
hareketleri dilediğince yapamayışı, kavram bakımından farklı bir olgudur.)
Diyelim ki bu özgürlük vardır... Eğer kişi davranışlarını denetim altına alamıyor, başkalarının
hak ve özgürlüklerini gözetmiyor, onları rahatsız ediyorsa, ya bu özgürlüğe sahip değil ya da
bunu hak etmiyor demektir. Korkutulma, umutlandırılma, kandırılma ve benzeri etkenlerle
davranışları yönlendirilmiş olanlar, aslında var olup doğru kullanabilecekleri özgürlüğü
değerlendiremeyenlerdir.
5. Söz Özgürlüğü: Kişinin bilgilerini, düşüncelerini ve görüşlerini açıkça söyleyebilmesi,
yazarak ve çizerek anlatabilmesidir. Düşüncelerin yazarak ve çizerek anlatılmasını da
içerdiği için “söz özgürlüğü”nü de içerir.
Diyelim ki bu özgürlük vardır... Eğer kişi bu özgürlüğünü kullanırken başkalarının düşünü ve
görüşlerine saygı göstermesini bilmiyor, onları aynı özgürlüğe kendi sahip olduğu düzeyde
yaraşır görmüyor, engellemeye kalkışıyorsa, bu özgürlüğe sahip olmayı hak etmemiş demektir.
* * *
Masonlukta nesnel özgürlükler, hemen hemen yukarıda özetlendiği gibi görülür ve tümü
savunulur. Ancak düşünme ve vicdan özgürlüğü daha önemli sayılır. Çünkü nesnel
özgürlüklerin hiçbir kısıtlama altına alınmadığı bir toplumda bile, birey, aslında doğuştan sahip
olduğu düşünme ve vicdan özgürlüğünü yitirmeye yöneltilebilir ya da dış etkiler olmaksızın
kendi kendine yitirebilir.

21
Düşünme ve vicdan özgürlüğünün yeterince yaygın olmadığı ya da olasıya kısıtlandığı bir
toplumda ise, nesnel özgürlüklerin de tümü tehlikededir. Buna karşı koyulabilmesi için, önce
bireylerin doğuştan sahip olduğu bu değerlerini koruma bilincini edinmesi gerekir.
Düşünce Özgürlüğü
Önce üç temel kavramı tanımlamak gerekiyor:
a) Düşünme Özgürlüğü: Bir insanın hiçbir etki ve baskı altında olmaksızın, kendi istem ve
buyrultusuyla herhangi bir konuda serbestçe düşünebilmesi, değerlendirme ve karşılaştırma
yapabilmesi, kendi yargı ve görüşlerini oluşturabilmesidir.
b) Düşünce Özgürlüğü: Bir insanın düşünme etkinliği ile ürettiklerini yani düşüncelerini
serbestçe söyleyebilmesi, gerektiğinde yazarak ve çizerek başkalarına da bildirebilmesidir. Bir
bakıma “düşünme özgürlüğü” ile “söz özgürlüğü”nün birleşimidir.
c) Özgür Düşünce: Bir insanın düşünme özgürlüğünü kullanarak yaptığı düşünsel üretimdir.
İnsanın istediğini düşünmekten alıkonulamayacağı sanılır. Bu nedenle de düşünme özgürlüğü
basit ve açık görünür. Oysa insan, aslında doğuştan sahip olduğu bu özgürlüğü pek kısa bir süre
içinde elinden kaçırabilir. Doğuşundan başlayarak çevresindeki peşin yargıların, inançların,
dogmaların, korkuların, umutların, heyecanların etkisi altında kalır. Bunlara kapıldığında da
düşünme özgürlüğünü, özgür düşünce üretme yeteneğini yitirebilir. Onu yeniden elde
edebilmesi için ise, kendisine ne yasalar ne de kurallar yardımcı olabilir.
Düşünme özgürlüğü olmayınca düşünce özgürlüğünün de anlamı kalmaz. Tarih boyunca her
dönemde toplumlarda düşünce özgürlüğünün engellenmesi için çaba harcanmıştır. Bunun en
başta gelen nedeni, bu özgürlüğün yeni görüş ve öneriler getirmesi, yeni görüş ve önerilerin ise
toplumda kökleşmiş olan inançları sarsıp yürürlükteki düzeni bozacağından korkulmasıdır.
Düşünce özgürlüğünü engellemeye çalışanların yaptığı ilk iş, nesnel nitelikli söz özgürlüğünü
ortadan kaldırmak, özgür düşüncelerin topluma yansımasını önlemektir. İkinci aşama, bireyin
özgürce düşünememesini, sadece önceden belirlenmiş kalıplara göre düşünmesini, hatta
olanaklıysa hiç düşünmemesini, yalnızca kendisine söylenenleri olduğu gibi kabul etmesini
sağlamaktır. Bunun için düşüncenin karşısına “dogmalar” ve “batıl inançlar” çıkarılır. Bunlar
özgür düşüncenin karşıtlarıdır.
Özgür düşüncenin ne olduğunu daha iyi kavrayabilmek için, önce ona karşıt bu iki kavramı
tanımlayıp kısaca açıklayalım.
Dogma
Doğruluğu tartışmasız bir biçimde kabul edilen, her türlü eleştirinin dışında ve üstünde tutulan,
kesin ve değişmez sayılan görüş ya da düşünce bir dogmadır.
Genellikle dinlerin “saltık gerçek” olarak ileri sürdüğü, hiçbir inceleme ya da araştırma
yapmaksızın, akıl süzgecinden geçirmeksizin, başka olasılıkları göz ardı edip olduğunca
inanılmasını istedikleri dinsel ilkeleri niteler.
Fakat dogma sadece dine özgü değildir. Örneğin, bilim bir bakıma dogmanın karşısındadır ama
bilimsel bulgu ve yargılar kesin, değişmez, tartışılamaz, eleştirilemez olarak nitelenirse, onlar
da birer dogma olur.
İnsanın kendini dogmalara kapılmaya karşı kullanabileceği çok önemli ve değerli bir yeteneği
vardır: Akıl.

22
İnsanın akıl kullanma yeteneği doğuştan gelmedir. Fakat çoğu insan bunu kullanmak
bakımından pek tembeldir. Bunun zahmetine katlanmayı yani kafa yormayı istemez.
Nedenlerini araştırmaksızın, en kolay anlaşılabilene inanarak onu benimsemeye eğilimlidir.
Bundan ötürü, dogmalar, geniş halk kitlelerinde çok rahat geçerlilik alanı bulur.
Evrensel gerçekleri merak eden, bunlara ilişkin birçok sorusu olan ama bunları araştırıp bulmak
için kendilerini zora sokmaktan kaçınan insan, hazır kalıplar halinde kendine sunulan
dogmalarda tüm sorularının yanıtını bulduğu kanısına kapılır. Böylece gerçeğe vardığını sanıp
mutlu olur. Dogmalarına hiç söz ettirmez; çünkü şayet bunlar eleştirilip çürütülürse, erişmiş
olduğu mutluluğu elinden kaçıracağından korkar.
Bu durum, düşünce özgürlüğünün sahte bir mutluluk uğruna terk edilmesidir. Aslında dogmalar
hiçbir zaman insana gerçek ve sürekli olarak mutluluk sağlayamamıştır. Dogmalara kapılmış
olan insan yanılgılarının farkına varacak olursa, âdeta tüm dünyası yıkılır. Neye inanıp neye
inanmayacağını bilemez bir duruma, bocalama içine düşer. Bundan ötürü bunalıma bile
girebilir.
Her bir gerçeğin bulunuşu, onu bulan kimseye o an için mutluluk verebilir. Fakat bu geçicidir;
çünkü bulunan her gerçek, araştırılarak bulunması gereken daha çok sayıda gerçek olduğuna
işaret eder.
Bilimsel yöntemle ve aklını kullanarak gerçekleri araştırmakta olan kişi, bu uğraşısını
sürdürdükçe mutluluğa erişemeyecektir; bunu bilmeli, bilinçle kavramalıdır. Fakat bu bilinçli
kavrayış, gerçekleri araştırmayı bir yana bırakıp, yerine dogmaları benimsemeyi haklı
çıkarmaz. Çünkü böyle bir durağanlık, olsa olsa evrimsel doğrultudaki gelişmenin bireysel
boyutta sona ermesidir.
Dogmalar, insanların birbirlerine düşman kesilmelerine ve saldırmalarına yol açar. Bunun
nedeni ise, herhangi bir konuda tek bir dogma olmayışı, çeşitli dogmalar arasında karşıtlıkların
bulunmasıdır.
Benimsedikleri ve savundukları dogmalar birbirleriyle çelişkili olan insanlar birbirlerine kin
duyar, hatta düşman kesilir. Kendi dogmalarını koruyabilmek için kendilerininkine karşıt
dogmalarla savaşıma değil, onları benimseyenlerle çatışmaya girişirler. İnsanların bu yoldaki
savaşı, bilimsel bilgilere ve akıl verilerine karşı yürüttükleri direnmeden çok daha zorludur.
Böylece dogmalar, barış ve esenliğe de engel olur.
Batıl İnanç
Batıl, aklın kabul etmediği ve gerçek ile ilgisi bulunmayan bir kör saplantıdır. İki ya da daha
çok olgu arasında varsayımsal bağlantılarla oluşturulur. Bu bağlantıların açıklaması yapılamaz.
Gerçekten de bir bağlantı olsa bile, bunun akıl yoluyla ve bilimsel verilerin ışığında
açıklanabileceği de kabul edilmez. Dolayısıyla batıl, bilim dışı bir kurgu ve akıl dışı bir
inanıştır.
Batılın kökeninde bilgisizlik yatar. Ancak, batıl salt bilgisizlikten doğmaz. Güçsüzlük ve
güvensizlikten kaynaklanan korku, batılın doğabilmesi için en elverişli ortam yaratır. Aklını
kullanamayan bilgisiz insan, kolay inanabileceği bir dayanak arar. Kendisini, birtakım
alışkanlık ve umutlara tutsak eder.
Batıl ya da kör inançlarının artması, halkın bilgisizlik ve bağımlılığından yararlanan çevrelerin
işine gelir. Bir toplumda batıl inançlar ne kadar yaygın olursa, aklını olumsuz yönde kullanan
bir kişinin bu toplum üzerinde egemenlik elde edip, insanları bireysel tutku ve çıkarları uğruna
kullanması o ölçüde kolaylaşır. Dolayısıyla batıl, insanın hakkı olan özgürlüğünü terk etmesine,
kendi kendini düşünme özgürlüğünden yoksun bırakmasına yol açar.

23
Tarihte bu durum, toplumun genel yararını umursamaksızın kişisel ve zümresel çıkarlarını
gözetenlerin işine çok yaramıştır. Özgürlüğü bir tek kendilerine yaraşır görenler, toplumu böyle
inançlara yani düşünce tutsaklığına gömmek için ellerinden geleni yapmıştır. Türlü baskılarla
ve batıl inançların yaygın kılınmasına yönelik aldatıcı oyunlarla düşünce özgürlüğünü ortadan
kaldırmak isteyenler, bilimsel ilerlemeyi ve insanlığın evrimini gecikmeye uğratmıştır.
Bu yolda birçok değerli ve onurlu insanın yapıtlarına hatta canına kıyılmıştır. Her şeye karşın
sonunda akıl daha baskın çıkmıştır. İlerleme ve evrim bir süre geciktirilmiş ama
durdurulamamıştır.
Masonluğun Önerileri
Masonlukta şöyle öneriler görürüz:
 Her kim olursa olsun, başka birinin her dediğini, kendi akıl süzgecinizden geçirmeksizin
onaylamayın. Hemen benimsemeyin. Aklınıza yatıyorsa, doğru olabileceği kanısına
vardığınız düşünüleri bir kez daha kuşku ile karşılayın ama sakın bir ön yargı ile
yadsımayın.
 Araştırma, görüşme ve tartışmalarınızda, görüşlerinizin ve kanılarınızın kesinlikle
doğru ve değişmez olduğunda diretmekten sakının. Yanılgıya düşmüş olabileceğini
düşünün. Noksanlıklarınızı bulmaya, bunları giderip yanlışlarınızı gidermeye çalışın.
Birçok yanlış ve noksanınız olduğu için üzülmeyin ve kendinizi küçümsemeyin.
 Kendinizi sizden daha güçlü olan buyrultulardan bağımsız düşünmekten, kendinizce
karşılaştırma ve değerlendirme yapmaktan geri bırakmayın. Doğayı ve toplumu daha
iyi anlayıp, evrendeki varlık nedeninizi, gerek bireysel boyuttaki gerekse toplumdaki
görevlerinizi anlamaya çalışın. Sırf biyolojik yaşamını sürdüren bir yaratık olarak
kalmakla yetinmeyin.
 Başkalarının düşünce, tutum ve davranışlarını yargılamadan önce, bunların kaynaklarını
ve nedenlerini de anlamaya çalışın. Herkesin ille de sizin gibi düşünmesini beklemeyin
ve istemeyin.
 Henüz bilim ve akıl yoluyla tam olarak anlaşılamamış, bilinemeyen ve açıklanamayan
konulardaki sorularınızın yanıtlarını dogmalarda aramayın. Bilimin ve aklın bir gün size
bu olanağı sağlayacağına güvenin.
 İnsan için bulunabilecek hiçbir gerçek kalmamış olduğuna kanmayın. Bu yolda elde
edilen çağdaş bulguları göz ardı etmeyin. Bilin ki, evrenin ve insanın bulunabilmiş
gerçekleri, bulunmayı bekleyenlerin pek azıdır.
 Doğanın ve insanın gizemlerinin şimdiye dek insanlarca çözülebileceği kadar çözülmüş
olduğuna, insanın akıl yeteneğinin burada son bulduğuna, bundan ötesinin
bilinemeyeceğine ve bulunamayacağına kanmayın. Hep sorgulayın, inceleyin ve
araştırın.
 Başkalarının düşünce özgürlüğünü kısıtlamaya ya da ortadan kaldırmaya kalkışmayın.
Onlara istediklerini düşünüp, düşündüklerini başkalarına da anlatma hakkını tanıyın. Bu
bağlamda sizi engellemeye kalkışmış olanlar, özgürlüğünüzü elinizden almak
isteyenlerdir. Kendinizi onların durumuna düşürmeyin ve emellerine âlet olmaktan
sakının.

24
Vicdan Özgürlüğü
Eğer vicdan özgürlüğü “insanın istediği dini seçmekteki serbestliği” olarak tanımlanırsa, bu
oldukça dar bir görüş açısından yapılmış bir değerlendirmedir.
Alışılagelmiş olandan çok daha geniş kapsamlı bir tanımı ise şöyledir:
“İnsanın, inançlarında koşul ve sınırlandırmalardan bağımsız, kendi vicdanından başka
hiçbir güce hesap vermek zorunda olmayışı ve kendini böyle bir zorunluluk altında
tutmayışı.”
Bu özgürlük, her tür yasa ve gücün hem dışında hem üstündedir. Bireyi, başkalarının inançlarını
benimsemek zorunda kalmaktan korumakla kalmaz; inandıklarını başkalarına zorla kabul
ettirme girişiminden sakınmaya yöneltir. Böylece bireyi, başka inançları hor görmekten ve o
inançlarda olanlara karşı saldırıda bulunma eğiliminden de uzak tutar.
İnançlarını düşünerek, akıl süzgecinden geçirerek, anlayarak oluşturan insan, vardığı kanı ya
da sonuç her ne ve her nasıl olursa olsun vicdan özgürlüğüne sahip kişidir. Başkalarınca
benimsenen, hatta toplumunda yer etmiş olan değer yargılarına da körü körüne bağlı kalmaz;
kendi vicdanının özgür yargılarıyla davranır.
Kimileri, içtenlikle inanmadıklarını, başkalarının zoru ya da etkisiyle inanmış gibi savunur.
Üstelik bunu salt çıkarları için yapan, başkalarının inançlarına âdeta birer paralı nefer gibi
hizmet edenler de vardır. Kimisi de gelecekte kazanacağını sandığı ödüller uğruna kendisine
benimsettirilen inançlara kapılır.
Bir de sırf beğenmeği için ya da güvenerek uydusu olduğu başka kimselerce beğenilmeyen
inançlara karşı çıkanlar vardır. Bu karşı çıkışlar, çoğu kez hiç de uygarca değildir;
beğenilmeyen inançları olan kimselere karşı yıpratıcı, hatta cana kıyıcı boyuta varan saldırılara
dönüşür. Bu kişiler, ya bilgisizliklerinden yararlanılarak aldatılmış, ya bağnazlığın
bataklığından kendini kurtaramamış ya da vicdanlarını satarak kazandıklarıyla sahte bir
mutluluğa ulaşmaya çalışan kölelerdir.
Vicdan özgürlüğü dinsizlik ya da dine karşıtlık değildir. Bu özgürlüğe sahip bir kişi, belirli bir
dinin inançlısı olabilir. Ancak o dinin inançlılarının çoğundan bir farkı vardır: Bunlara boyun
eğmek gerektiğinden, başkaları böyle istediği için ya da inançlı (iman sahibi) gibi görünmüş
olmak amacıyla değil, akıl ve vicdanı bunu uygun bulduğu için inanır. Öteki türlüsü
onursuzluktur, iki yüzlülüktür, yalancılıktır, dalkavukluktur, art niyetliliktir.
Bağnazlık
Bir inancı, bir ülküyü, bir geleneği, bir göreneği, bir töreyi, bir ilkeyi, bir bilgiyi, bir düşünüyü,
bir yorumu körü körüne ve aşırı ölçüde inatla savunmak, ondan başkasını ya da başka türlüsünü
benimseyebilme eğilimini kesinlikle gösterememek bağnazlıktır.
Bağnazlık, kendini özellikle dinsel inanç alanında gösterir ama bununla sınırlı değildir.
Toplumsal yaşamın her alanında, politikada, ekonomide, meslek ve işte, sosyal ilişkilerde, hatta
bilim ve sanatta bile bağnazca tutum ve davranışlar ile karşılaşılabilir.
Bağnazlık, gelişime, değişime, yenileşmeye, evrime karşıdır. Olanı olduğu gibi korumayı
öngörür ama tutuculuk (muhafazakârlık) ile özdeş ya da eş anlamlı değildir. Tutuculukta da
olanı olduğu gibi koruma ve sürdürme eğilimi vardır; geçmişin deneyimleri ve bilgi birikimi
üzerine kuruludur. Değişim önerileri kuşkuyla karşılanır ama eleştirilebilir. Bağnazlık ise
eleştiriye hiç dayanamaz. Tutuculuğu aşırılığa götürür. Savunmaya saldırı ile geçer.

25
Bağnazlıkta, akıl kullanmak, olayları ve gerçekleri bilgelikle değerlendirmek noksanı
belirgindir. Bunun yapılamayışının nedeni, bağnaz kişinin tutumunun birtakım peşin “doğru ve
yanlış” ya da “iyi ve kötü” yargıları üzerine oturtulmuş olmasıdır. Bunun kökeninde, korku,
yeteneksizlik, beceriksizlik, güvensizlik ya da bunların bencillik ile olan karışımı vardır.
Bağnazlık, özgür düşüncenin tam karşıtıdır. Bu bakımdan dogma ile sıkı sıkıya bağdaşır. “Her
koşul altında dogmayı koruma, yüceltme ve savunma; dogma karşıtlarına da saldırma”
biçiminde de tanımlanabilir. Bağnaz insan, bir gün tutumunun yanlış olduğunun bilincine varsa
bile kendini bundan kurtaramaz. İnançlarıyla kaynaşamayacak her yeni düşünü, kafa yapısını
değiştirmeyi gerektirir. O ise, bunu hiç istemez. Vicdan özgürlüğünün kullanılmasından çok
rahatsız olur. Kendi inanç ve alışkanlıklarının doğruluğuna herhangi bir kuşku konduran
düşünülere düşmandır.
Masonluğun Tutumu
Masonluk, vicdan özgürlüğünü savunur. Ancak bu kendi içindeki çalışmalarda birtakım
yasaklar konmasını gerektirmiştir.
Loca toplantılarında belirli inanç sistemlerinin yüceltilip yükseltilmesi, buna karşılık
diğerlerinin küçük görülüp yıpratılması yasaklanmıştır.
Bu yasaklama özgürlüğün kısıtlanması değil, aksine özgürlüğü korumanın bir gereğidir.
Masonlar arasındaki olası çekişmeleri baştan gidermeye yönelik bir önlem olduğu da
söylenebilir.
Vicdan özgürlüğü bakımından Masonlukta yer yer birtakım uyuşmazlıklar bulunduğu görülür.
Mason kuruluşları, en çok bu konuda birbirlerinden ayrılır. Aslında hepsi genel olarak vicdan
özgürlüğünden yanadır ama “masonlar” söz konusu olduğunda yaklaşımları farklıdır.
Bu bağlamda üç ayrı ve birbiriyle çelişki tutumdan söz edilebilir.
1. Masonların vicdan özgürlüğüne belli bir alt sınır getirilmiştir. Masonluğa alınacak
kimselerin, dolayısıyla her masonun, önce belirli nitelikteki bir tanrı inancını
benimsemiş olması zorunlu tutulur. İnsanlar arasındaki birlik ve bütünlüğün, öncelikle
ve ancak belirli bir tanrı inancı üzerinde uyuşma sağlanarak gerçekleştirilebileceği
öngörülmektedir. Bu tutumun ve gerekli görüşün ötesinde ise, dinler ve inançlar
arasında ayırım güdülmemesi gerektiği savunulur.
2. Vicdan özgürlüğü konusunda sınırsız bir tolerans söz konusudur. İnsanın, başka inanç
ve benimseyişlerinde olduğu gibi dinsel inançlarında da hiçbir koşul ve sınırlamaya
bağlı tutulamayacağı, tutulmaması gerektiği ileri sürülür. Dinsel inançlara karşı
çıkılmaz ama belirli inançların öncelikli ya da üstün sayılışı, başkalarının ise aşağılanış
ya da küçümsenişi hiç de uygun bulunmaz. Bu tür tutumların, insanları ayırıp
bölmekten, birlik ve bütünlüğün sağlanmasını engellemekten, en azından bunu
geciktirmekten başka bir işe yaramadığı benimsenir.
3. Masonluktaki çalışma alanı dinsel inançların tümüyle dışında ve üstünde tutulur. En
azından bunun sağlanmasına uğraşılır. Bunun için, Masonluğun dinsel inançlarla hiçbir
biçimde ilgilenmemesi, Masonlukta sözü edilen insanlık ülküsünün dinsel inançlardan
tümüyle soyutlanması gerektiği ileri sürülür.
Mason kuruluşlarının bu farklı yaklaşımları bir yana bırakılacak olursa; genel olarak
Masonlukta bireysel özgürlüklerin olabildiğince gözetildiği, masonların bu bağlamda pek
duyarlı ve özenli olduğu söylenebilir; önce kendileri için ama sadece kendileriyle kalmayıp tüm
insanlar için.

26
EŞİTLİK
Burada sözünü edeceğimiz eşitlik, herhangi bir sayının nasıl yazılırsa yazılsın ötekine eşit oluşu
gibi, bireylerin toplum içindeki sosyal ve tüzel eşitliğidir.
İnsanların eşitliğinden söz edildiğinde, bu kavram, birbiriyle çelişen değişik biçimlerde
tanımlanabilmektedir. Bunun nedeni, önceden belirlenmiş amaç ve görüş şekli ya da konuya
bakış açısıdır.
Dolayısıyla, “eşitlik” kavramının Masonlukta yapılan tanımı, başka tanımlarla uyum içinde
olmayabilir. Buna kısaca “bir insanın bir diğer insan ile aynı düzeyde sayılıp, aynı haklara
sahip olması” denebilir.
Masonluktaki bu tanım, “insanların her bakımdan birbirleriyle eşit olması” anlamını taşımaz.
Öyle bir anlayış ancak öğretilerde (doktrinlerde) görülebilir. Masonluk’taki anlayış ise, insanlar
arasında her türlü farklılıklarından ötürü ayırım ve ayrıcalık güdülmemesi anlamını taşır.
İnsanlar arasında ayırım ve ayrıcalık güdülmesine neden olmaması gereken bireysel ya da
toplumsal farkların en önemlileri şunlardır: Ulus, zümre, ırk, soy, aile, din, mezhep, inanç, dil,
cinsiyet, sosyal sınıf, ekonomik düzey, gelenek, töre, bilgi düzeyi, yetenek ve beceri.
Herhangi bir yerde “eşitlik” kavramının üzerinde özenle duruluşu ve insanların eşitliğinin
savunularak bunun sağlanmasına çalışılması, “eşitsizlik olgusu”nun varlığını gösterir. Eşitliğin
sağlanması ise, yalnızca benimsenmesiyle, eşitlikten yana olmayla gerçekleştirilemez; eşitliğe
karşı çıkan, eşitliği bozan ya da bunu yozlaştıranlarla savaşımı da gerektirir.
Tarih boyunca eşitlik, genellikle “her bireyin kendi niteliklerine uygun varlık ve olanakları
kendisine sağlamak ölçüsü” diye alınmıştır. Bu tutum, insanları çeşitli sınıf ve zümrelere
bölmek, bu sınıf ve zümrelerin kendi içlerinde ayrı ayrı eşitlikler gözetmek ile özdeştir.
Örneğin, zenginlerin ancak zenginlerle eşit, soyluların ancak soylularla eşit sayılması gibi...
Dolayısıyla böyle bir tutum, sadece insanlar arasında önceden de var olan eşitsizliğin
güçlenmesine yaramıştır. Bunun nedeni de, eşitliğin nasıl olacağını belirleyenlerin aslında
eşitlikten yana olmayışıdır. Eşitlik ilkeleri saptanırken, sosyal ve ekonomik görüşler öncelikli
tutulmuştur. Toplumda ayrıcalıklı kişiler ile halkın sosyal ve ekonomik düzeyleri öteden beri
birbirinden çok farklı olduğu için, aynı hak ve olanaklardan yararlanamayacakları ileri
sürülmüştür. Ekonomik güç ve düzeyleri bakımından farklı kişiler arasında uçurumlar
yaratılmıştır. Dili, inanç ve gelenekleri farklı olanlar, farklı ırk ya da soydan gelenler, “hiçbir
zaman eşit sayılamayacak insanlar” olarak görülmüştür.
Oysa her insan dünyaya insanlığın bir öğesi, bir diğer insandan farksız olarak gelir. Hiç
kimsenin alnına doğuştan sosyal bir nitelik, bir unvan, bir üstünlük, özgürlük ya da kölelik,
üstünlük ya da yoksunluk damgası vurulmamıştır. Dünyaya gelen iki insan yavrusu arasında
görülebilecek tek fark, -cinsiyet bir yana bırakılacak olursa- ancak açıkça belli olabilen bir ırk
farkıdır. Bu belirgin fark da tarih boyunca ırkların ve soyların eşitsizliğinin benimsenmesi
uğrunda kullanılmıştır. Her insan, kendi ırkını diğerlerinden üstün tutar edilmiştir. Her
toplumda insanlara sadece dış görünüşünde benzerlerinden olanlarla toplum kurabileceği,
onlarla birleşebilecekleri inancı işlenmiştir.
Böylece, eşitliğe karşı “eşitsizlik eğilimi” güçlendirilmiştir. Aile, okul ve diğer toplumsal
çevrelerde özellikle çocuklara ve gençlere şöyle bir ilke işlenmiştir: «Senin dışındaki tüm diğer
insanlar kendi aralarında eşit olabilir; ama unutma ki sen onlardan farklı ve daha
üstünsün!»
* * *

27
Eşitliğin özgürlük ile yakın bağlantısı vardır. Herkese eş oranda özgürlük hakkı tanınmasını
gerektirir. Eşitlik, özgürlüğün sosyal sınırını belirler. Kimileri, adaleti hiçe sayarak sadece
kendilerine yaraşır gördüğü özgürlüğü sonsuzcasına kullanmak eğilimindedir. Kendilerine
anlayış ve tolerans gösterilmesini ister ama aynısını başkalarına göstermeye yanaşmaz, onlara
da eş özgürlük hakkını tanımazlar. Bu bir sosyal dengesizliktir. Eşitliğin gerçekten sağlanması,
denge kurulmasını gerektirir. Masonluk her bakımdan dengeden yanadır.
Her kişi, kendisinin olan değerlere yaraşır olmalıdır. Her kim olursa olsun diğer insanları da
aynı değerlere yaraşır görmelidir. Kendisinin olmayan şeylere göz dikmekten ve bunları ele
geçirmeye uğraşmaktan sakınmalıdır. Başkalarını, hakları olan ve yaraştıkları şeylerden yoksun
etmeye, açıkgözlük ve fırsatçılıkla ya da güç kullanarak maddi değeri olan nesneleri
başkalarından önce kapıp sahiplenmeye kalkışmamalıdır. Kendisine yeterli olandan fazlasını
istememeyi, başkalarının haklarını da gözetmeyi bilmelidir. Böyle, adalete uygun, dengeli bir
eşitliğin sağlanabilmesi için öncelikle gerçek bir özgürlük gereklidir.
Bazı doktrinler, özgürlük ile eşitliği bağdaştırmaya girişmiş ama bunu yaparken yanlış bir
yöntemle başlamıştır. Yanlışlık, “önce eşitliğin sağlanması, bundan sonra bireylere özgürlük
dağıtılması” şeklindeki tutumdadır. Bunun sonucunda oluşturulan eşitlik, yapay ve yetersizdir.
Olsa olsa toplumun yöneticileri ya da egemen güçleri arasında ayrı, halk tabakaları arasında
ayrı olmak üzere, birbirinden farklı, uyumsuz eşitlikler kurulabilir. Özgürlüğe hiç sıra gelmez.
Bu tür doktrinler, Masonluğun ilkeleriyle bağdaşmaz. Masonlukta öncelikli olan özgürlüktür.
Bireylerin önce özgürlüğe sahip olması, sonra hep birlikte eşit sayılmaları öngörülür. Herhangi
bir kişi için ayrıcalık ve üstünlük, bir niteliğin, varlık düzeyinin, gücün, unvanın, sınıfın, ırk ve
soyun, aileden gelme kalıtımın, dilin, dinin ya da inancın bir ürünü olamaz. Ancak bilgi,
yetenek, hizmet, yararlılık ve yaraşırlığın karşılığı olabilir.
İnsanlar arasındaki farkların giderilmesi hemen hemen olanaksızdır. Bununla birlikte, tüm
farklılıklarına karşın her insana kayıtsız ve koşulsuz olarak eşit davranmak, her insanı bir
diğerine eşit saymak olanaklıdır. Bunu sağlayacak olan güç ise, “insancı adalet” olarak
nitelenebilir.
Masonluktaki eşitlik anlayışı, “hukuk devleti” kavramının gerçekten var olduğu demokrasilerde
benimsenen eşitlik ile benzerlik gösterir. Bu eşitlik, bireyler arasındaki farkları gidermeksizin,
ayırımcılığa ve haksız ayrıcalıklara karşı çıkan, insancı adaletin gerçekleştirilmesini amaçlayan
yüksek bir töresel değer yargısı olarak nitelenebilir.
18. yüzyıl başlarında, Masonluktaki eşitlik anlayışı, yukarıda anlatılanları kapsamıyordu. Daha
belirgin, daha basitti. O günden bugüne Masonluk da bir evrim geçirdi. Birçok değer yargısı
gibi eşitlik anlayışı da değişti. Bu anlayış 19. yüzyıl ortalarına kadar “soylular ve ayrıcalıklı
sınıflar ile halk tabakaları arasındaki eşitsizliğe karşı çıkma” biçimindeydi. Bir evrim geçirdi
ve özellikle 20. yüzyılın ortalarında çok daha geniş bir kapsam kazandı.
Gelecekteki kuşaklar, Masonlukta bugün benimsenen eşitlik anlayışını yeterli bulmayabilir.
Günümüzde, Masonluğun kendi içinde bile yer yer gerçek bir eşitlik anlayışına aykırı tavırlar
takınmakta olan mason kuruluşları vardır. Masonluk henüz kendi içinde tam olarak bütünleşip
yetkinliğe ulaşamamıştır.

28
KARDEŞLİK
Özgürlük elde edildikten sonra kusursuz bir eşitliğin sağlanabilmesi pek zordur. Her ikisinin
bir arada korunması ise çok daha zordur. Bu ancak birlik ve bütünlüğün kaynağı olan “kardeşlik
ortamı” ya da “kardeşlik anlayışı” içinde olanaklıdır.
İnsanlar özgür olmalıdır. Farklarına bakılmaksızın, her biri salt “insan” oluşu nedeniyle eşit
sayılmalıdır. Gene aynı nedenle hepsi kardeş olmalıdır.
Bu tür kardeşlik, genetik ortak kalıtım temeline dayanan bir kardeşlik değildir. İnsanın sevgi ve
buyrultu gücünü kullanarak, akıl yoluyla, bencil duygularını dizginleyerek, kendini ön yargılı
ve ayırımcı tutum ve davranışlardan arındırıp gönülden isteyerek varabileceği bir bağlılıktır.
Dolayısıyla “mason ruhu”nu, Masonluğun evrensel niteliğini ve amacını yansıtır.
Mason kuruluşlarının kendi içlerindeki, masonları kapsayan kardeşliğin temeli “ülkü
birliği”dir. Bu birlikten doğan karşılıklı sevgi, saygı, güven, anlayış ve dayanışma, masonlar
arasındaki kardeşlik bağlarını pekiştirir. Bu bağ, tanıma, yakınlaşma, alışma ve uyuşma yoluyla
sağlanır.
Masonlar, böyle bir kardeşliği sadece kendileri için istemekle kalmaz. Tüm insanların buna
ortak olmasını bekler, ister, bunun için çalışır. Birisinin mason oluşu ve diğer masonları da
kardeşleri olarak tanıyarak sevmesi, aynı tanıma ve sevgiyi, aynı ölçüde başka insanlara da
göstermesine engel değildir.
Ana ya da babalarından en az biri ortak, yani genetik kalıtım kökeni aynı olan birçok kardeş
arasında bu uyumun sağlanamadığı görülür. Özellikle çıkarların çelişmesi durumunda,
kardeşlik pek basit bir soy ortaklığından ileri gidemez. Bu olgu ile sık sık karşılaşılır. Birçok
kardeşin bile birbirlerinden nefret ettiği, öldürmeye dek varacak ölçüde çatışmaya giriştiğine
bile rastlanır.
Demek ki, ana ve babanın aynı oluşu ile “gerçek kardeş” olunmayabilir. Bunu sağlayan başka
öğeler, başka değerler, başka niteliklerdir.
Belirli bir amaç ve ülkü uğruna güç, olanak ve yeteneklerini birleştiren insanlar arasında
kardeşlik çok daha kolay oluşur. Birbirlerini hiç tanımasalar, çok uzak ülkelerde yaşasalar, hatta
toplumlarının özellikleri arasında hayli büyük farklar bulunsa bile, edindikleri ortak amaç ve
benimsedikleri ülkünün paylaşımı onları yakınlaştırır. Aralarında çözülmez bir uyuşma, bir bağ
kurulur. Buna “ülkü kardeşliği” diyebiliriz.
Ülkü kardeşliği, sırf Masonluğa özgü bir kavram değildir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de
ulusal, düşünsel, dinsel, inançsal, ırksal, zümresel ve benzeri köklere dayanan, kendilerine özgü
amaçlarını yüceleştirerek üyelerini bir ülkü kardeşliği çevresinde toplamış olan birçok topluluk
ve kurum vardır.
İnsan, anası ve babası aynı olan öz kardeşine bile yapmaktan kaçınabileceği bir yardımı ülkü
kardeşine yapabilir. Öz kardeşinden belli bir gerekçeye dayanarak esirgeyebileceği bir desteği
ülkü kardeşine gönül rahatlığıyla verebilir. Öz kardeşiyle paylaşamadığı sırlarını ülkü kardeşine
açabilir. Bu, aklın ve bilgece davranışın sonucudur. Duygusal yönü bile bilinçli bir benimseyişe
dayanır. Gerçek dost ve arkadaşlar arasındaki ilişkiler de öyledir. Masonluktaki fark, gerçek
dostluk ve arkadaşlığın “kardeşlik” düzeyine çıkarılmış olmasıdır.
Masonluktaki kardeşlik anlayışını şöyle de tanımlayabiliriz:
“Karşılıklı hoşgörü, özveri ve dayanışma ile oluşturulmuş bir sevgi, çıkar kaygısından uzak
olan karşılıklı güven, bunlarla pekiştirilmiş olarak ortak bir ülkü doğrultusuna yönelen
güçlü bir erdem.”

29
Tanımının böyle oluşuna karşın, asıl durum böyle olmayabilir. Nitekim bundan ötürü masonlar
da zaman zaman üyesi oldukları bu kurumda kardeşliğin gerektiğince oluşmadığından
yakınarak Masonluğu eleştirir. Kardeşliğin söz ve yazıda kaldığı, uygulamada görülemediği,
sağlanamadığı, birçok masonun kardeşliğe yakışmayacak davranışlarda bulunduğu söylenir.
İstisnalar kuralı bozmaz ama masonların eleştirilerinin haklı yönleri de vardır. Mason örgütleri
ve localarında zaman zaman böyle düşünmeye ve yakınmaya neden olabilecek birtakım aykırı
tutum ve davranışlarla, olaylarla karşı karşıya gelinmiştir. Bunların nedeni, Masonluğa
yanlışlıkla ya da masonları yanıltarak girmiş, Masonluğun ilkelerini -özellikle daha sonra
sözünü edeceğimiz töresel ilkeleri- içtenlikle benimseyemeyip, bir türlü “gerçek mason” olma
yolunu tutamamış kişilerin varlığıdır. Böyle kimselerin mason olmak ile bağdaşmayan tutum
ve davranışları, diğer masonlar için büyük üzüntü kaynağı olur.
Masonlar, ara sıra bu soruna bir çözüm yolu arar. Masonluğa yanlışlıkla girmiş olan kimseleri
uzaklaştırmak sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Bunun için, uzaklaştırılacak kimsenin,
masonik bakımdan açık ve kanıtlanabilir bir ağır suç işlemiş olması, üstelik bunun kanıtlanması
gerekir. Kaldı ki Masonluğu bilerek kötüye kullanan kişi olursa, bu bakımdan açık vermemeye
de çok dikkat eder. Genellikle uzun bir süre sonunda Masonluktan soğur ya da dışlandığını
sezip kendiliğinden ayrılır.
Bazı zaman bir diğer çözüm yoluna başvurulur. Bu ise, Masonluğa alınması düşünülen her kişi
için, önceden çok ince eleyip sık dokumaktır. Masonik bakımdan “kardeş” olmaya
yaraşmayacak kimselerin olumsuzluklarını saptayıp onları almamaktır.
Ancak bu yöntem sakıncalı olabilir. Çünkü böylece aslında belki de Masonluğa girdikten sonra
karakterinde olumlu yönde değişim oluşabilecek, hatta bir “gerçek mason” olma yolunda
ilerleyebilecek kimselerin Masonluğa girişine engel olunur. Üstelik böyle bir tutumla
Masonluğun amaçları doğrultusunda yapılması gereken çalışmalar da zayıflatılmış olur.
İstisnaları varsa da, mason örgütleri, amaçları doğrultusunda kurumsal ya da örgütsel
girişimlerde bulunmaz. Yapılması gereken işleri, masonların bireysel çabalarına bırakır.
Masonluktaki çalışma yönetiminin bu ilkesi de, masonların sadece nitelik bakımından değil,
nicelik bakımından da gelişmesini yani bulundukları yerde sayıca çoğalmasını gerektirir.
Çoğalma eğilimleri ise, Masonluğa alınacak kimselerde aranan nitelikler bakımından belki
biraz daha toleranslı, hatta biraz daha gevşek bile davranmaya neden olur.
* * *
Bilinmesi gerekir ki, mason örgütleri, “kardeşlik” kavramı üzerinde de dünya çapında bir
uyuşmaya varamamıştır.
Bazı mason kuruluşları, Masonluktaki kardeşliği, öncelikle bir dinsel inanç temeline dayandırır.
Nasıl bazı dinlerde “din kardeşliği” kavramı varsa, “mason kardeşliği” kavramını da buna
benzetir.
Bazı mason kuruluşları ise buna şiddetle karşı çıkar. Masonlukta benimsenen “ülkü
kardeşliği”nin herhangi bir dinsel inanç birlikteliğiyle sağlanamayacağını savunur.
Bazı mason kuruluşlarına göre, gerek eşitlik gerekse kardeşlik ancak bir loca toplantısı sırasında
söz konusu olabilir. Masonların loca toplantıları dışındaki güncel yaşamlarında, toplum
içindeki yerleri ve nitelikleri her ne ise ona göre davranmak gerektiği ileri sürülür. Hatta bazı
mason kuruluşları, toplumları içinde zaten ayrıcalıklı olan kimselerin bu ayrıcalıklarının loca
toplantılarında bile korunup sürdürülmesi gerektiğini savunur.

30
Bazı mason kuruluşları ise, bu tür yaklaşımları “aristokratik” olarak niteler. Bu tür ayrıcalık
tanımalarının çoktan yaşanılan çağın gerisinde kalmış olduğunu, çağdaş masonik anlayış
bakımından eşitlik ve kardeşlik kavramlarıyla hiç bağdaşamayacağını belirtir.
Bazı mason kuruluşları, değişik ırklardan olanların kardeşliğini benimseyemez.
Bazıları ise bu tutumu sert bir tepkiyle karşılayarak “ırk ayırımsızlığı” konusu üzerinde diretir,
farklı ırklardan gelme olanların kardeş sayılmamaları için hiçbir haklı ve mantıklı gerekçe
gösterilemeyeceğini ileri sürer.
Aynı konu, hiç kuşkusuz, cinsiyet konusunda da geçerlidir. Bir mason «Benim karım da mason
olursa, şimdi ben onunla kardeş mi olacağım. Hiç böyle şey olur mu?» diye yakınır. Bir diğeri
de ona “genetik temele dayanan kardeşlik ile “ülkü kardeşliği arasındaki farkı anlatmaya çalışır.
Uzlaşamazlar.
Görülüyor ki Masonluk, “kardeşlik” konusu üzerinde de kendi bünyesi içindeki sorunları dünya
çapında henüz çözümleyememiştir. Dolayısıyla bu ilke, ancak tüm insanlar ve insanlık için söz
konusu olup, peşinde koşulan bir özlemdir. Masonlar ise bunu önce kendi aralarında yetkin bir
düzeyde sağlamalıdır.
TÖRESEL İLKELER
Töre sözcüğünün sözlük anlamlarından biri “ahlâk”, diğeri “bir topluluktaki yaşam tarzı ve
davranış biçimleri ile kural, gelenek ve göreneklerin, ortak alışkanlık, anlayış ve değer
yargılarının tümü”dür.
Töreyi şöyle de tanımlayabiliriz: “Toplumsal yaşamın düzenleyicisi olan, kökünü bireysel
yaşamdan çok sosyal yaşamdan alan, uygulama gücü dış yaptırımdan önce vicdandan oluşan,
her insanın karşılıklı olarak diğerlerinden beklediği, toplumu oluşturan tüm bireylerin aynı
şekilde değerli ve önemli saymaları istenen tutum ve davranışların bütünü.”
Bir başka açıdan töre, “iyi ve kötünün, doğru ve yanlışın, güzel ve çirkinin ayrılmasında
toplumun inanç ve ortak benimseyişlerine bağlı olarak belirlenmiş erdemlerin ya da erdem
sayılan nitelikler ile buna uygun davranışların toplamı” olarak görülür.
Birey, törenin nasıl olması ve neleri kapsaması gerektiğine karar veremez. Onu toplumun ortak
benimseyişi oluşturur. Toplum ise bir töre oluşturmak üzere toplantı yapıp karara varmaz. Töre,
zamanla, toplumsal yaşamdaki deneyim ve gereksinmeler uyarınca kendiliğinden ortaya çıkar.
Birey, toplumunun töresini yargılayabilir, hatta yadsıyabilir ama değiştiremez. İyi, doğru ve
güzel ya da kötü, yanlış ve çirkin olarak benimsediği tutum ve davranışlar, toplumca da aynı
şekilde benimsenmediği sürece “töre” olarak nitelenemez; sadece “bireysel boyuttaki töresel
eğilimler” olarak kalır.
Kimi zaman, toplumdaki egemen güçler, kendi başlarına “toplumun töresi” olarak
nitelendirdikleri birtakım kurallar belirler. Toplum da bunları uygun bulup benimsiyorsa,
bunlar gerçekten törenin temeli sayılabilir. Toplum bunları benimsemese de egemen gücün
yaptırımcı kararı nedeniyle uymak zorunda kalıyorsa, buna “töre” denemez; ortaya konuş
biçimine göre “buyruk” ya da “yasa” denmesi gerekir. Toplum ise, kendi töresini oluşturmaktan
geri kalmaz. Çünkü bir buyruk ya da yasa töreden daha güçlü olabilir ama toplumun güncel
yaşamında sık sık gereksinme duyduğu ve öz buyrultusuyla belirlediği ayrıntılı kuralları
içermez.

31
Yasalara aykırı davranmak suç işlemek demektir. Toplum adına hareket eden bir yargı
organınca belirgin bir biçimde cezalandırılmayı gerektirir. Oysa, bir kişinin töreye aykırı tutum
ve davranışları diğer insanları rahatsız edici düzeye varacak olursa; buna karşı kişinin göreceği
tepki, “uyarma”, “ayıplama”, “kınama” ve sonunda “dışlama” biçimindedir. Bu tepkilerin
yetersiz kaldığı, bireyin töreye uymasının bir türlü sağlanamadığı bir durumda ise, yasaların
uygulanması kaçınılmaz olur. Çünkü yasalar, bireyin toplumun töresini aşırı boyutta
umursamayarak, başkalarını rahatsız ve huzursuz etmesine engeldir.
Töre öylesine önemlidir ki, çoğu ülkelerin yasalarında, bir yargı organının ne yapılması
gerektiği konusunda elindeki kitaba bakarak bir karar verememesi halinde, toplumun töresine
uyulması gerektiği yazılıdır.
Örneğin, çoğu toplumlarda “iyilik etmek” bir töre gereğidir ama yasa gereği değildir. Ancak
“bilerek ve isteyerek kötülük etmemek” yasa gereği olabilir. Olanakları bulunmasına karşın
iyilik etmeyen kişi, töreye aykırı davranmış olduğu için toplumun tepkisiyle karşılaşabilir ama
bundan ötürü yargılanarak cezalandırılamaz. Bilerek ve isteyerek başkalarına kötülük eden bir
kişi de toplumun tepkisiyle karşılaşır ama ayrıca yaptığı kötülüğün niteliğine göre yargılanarak
cezalandırılabilir.
Uygarlık düzeyi bakımından yeterince gelişememiş olan bazı toplumlarda, töreye karşı
gelmenin cezası, yasalarda öngörülenden çok daha ağır ve acımasız olabilir. Uygar bir ülkenin
yasaları, suç işleyen kişiyi cezalandırmadan önce kendini savunma hakkını tanır. Hatta onu
cezalandırmak yerine uslanmasını ve topluma kazandırılmasını öngörür. Uygarlaşamamış bir
toplum ise, töreye aykırı davranmış olan kişiye savunma hakkı bile tanımaz. Uygar bir görüş
açısından bu aslında “törenin gereği” değil, yanlış uygulanmasıdır.
Dar görüşlü kimseler, törenin her zaman ve her yerde aynı olması gerektiği, kendi törelerinin
en iyisi ve en doğrusu olduğu görüşündedir. Oysa dünyadaki tüm insanlar tek ve her bakımdan
bağdaşık (homojen/mütecanis) bir toplum oluşturmadıkça, evrensel bir töreden söz etme
olanağı yoktur.
Töre, toplumun özelliklerine, yaşam ortamına ve koşullarına da bağlıdır. Bu nedenle bir
toplumdan diğerine, hatta aynı toplumda bile yer yer farklılık gösterebilir. Bunun en basit
örneği, deniz kıyısında yaşayanlar ile dağlık ve yaylalık alanlarda yaşayanların törelerinin
birbirlerine uymazlığında görülür.
Hangi toplumda olursa olsun, her çağda sürekli olarak bir “töre sıkıntısı” (!) çekildiği ileri
sürülmüştür. Bunun anlamı, törenin çok çiğnendiğidir.
Toplumlarda karşılaşılan ve “töreye aykırı” ya da “töre dışı” olarak nitelenen tutum ve
davranışların böyle görülmesinin iki temel nedeni olabilir:
1. “Töre” olarak nitelenen şey, aslında yanlış ilkeler üzerine kurulmuş ya da yaşanılan
çağın gereklerinin gerisinde kalmıştır. Geçerliliğini yitirmiş bir törenin korunmasına
çalışılmaktadır.
2. Toplumdaki insanlar, birbirleriyle ilişkilerinde, sevgi, saygı, anlayış ve paylaşmaya
gerektiğince önem vermemektedir. Sırf kendini düşünme, bireysel istek ve eğilimler,
tutkular ve çıkar kaygıları daha ağırlıklıdır.
Bunlara bir de törenin hiçbir zaman değişmeyeceğine ilişkin yanılgı eklenince; törelere uymaya
karşı direniş gösterenler artar. İşte “töre sıkıntısı” denilen budur. Belki sahiden bir töre sıkıntısı
vardır ama bunun asıl nedeni, eskimiş olan kuralların terk edilmeyişi, törenin
çağdaşlaştırılmayışıdır.

32
İnsanların çoğu, akıllarını kullanarak davranmaktan önce duygularını öncelikli tutar. Bu da
toplumlarda törenin öncelikle akılcı ilkeler üzerine değil, inançlar üzerine kurulmasına neden
olmuştur. Bu bağlamda sadece dinsel inançlar değil, batıl saplantılar da törelerde yer etmiştir.
Törelerin kapsamındaki birçok öğe aslında olumlu, yararlı, güzel, uygun, hatta akıl ve mantık
ile bağdaşık olsa bile, bunların “umut” ve “korku” gibi yanlış temeller üzerine oturtulmasına
çalışılmıştır. Böyle bir töre, ancak bağnazlık ile korunabilir.
Tutucuların beğendiği kişiler, düşünce, anlayış, tutum ve davranış biçimleri bakımından
kendilerine benzeyenlerdir. Onayladıkları ve doğru ya da uygun buldukları görüşler, kendi
görüşleriyle çelişkili olmayanlardır. Böyle kişiler, kendilerine benzemeyen insanları beğenmez,
kendi görüş ve anlayışlarına yatkın olmayan görüş ve anlayışlara karşı çıkar.
Buna, “kendini beğenmişlik” denilemezse de “bencillik” denebilir. Bu kişiler, görenek ve
alışkanlıklarını değiştiremeyeceklerini, çağdaş koşullara bir türlü uyamayacaklarını bilmekte,
buna karşı kendilerini korumaya yönelmektedir. Aralarında değişimin ve gelişimin farkına
varamayanlar varsa, onlara “bilgisiz” (cahil) demek gerekir.
Masonlukta Töre
Yukarıdaki açıklama belki biraz uzun sürdü; üstelik hayli de yer tuttu ama törenin Masonlukta
nasıl değerlendirildiğini anlatmadan önce gerekliydi.
Masonluğun da kendine özgü bir töresi vardır. Buna “masonik töre” denebilir. Tutum ve
davranışlar bakımından Masonluğun ne olduğunu ve ne olmadığını, ne olması ve nasıl olması
gerektiğini ortaya koyar.
Aslında Masonluğun töresi bir evrensel insanlık töresinden farklı değildir. İyiliğin kötülüğe,
doğruluğun yanlışlığa, güzelliğin çirkinliğe üstün gelebilmesi için yapılacak çalışmalarda,
bireyin benimseyerek takınması gereken tutum ve davranışların tümünü içerir.
Masonluğun töresi, herhangi bir toplumun genel töresi ile yer yer çelişkiler gösterebilir. Zaten
bazı toplumlarda Masonluğun yadırganışının nedenlerinden biri de budur. Bu çelişki,
Masonlukta kişilere bilimsel yöntemden yararlanıp akıllarını kullanarak düşünmeye
alışmalarının, buyrultularını kullanmalarının, baskı altında ezilmeyip özgürlüklerine sahip
çıkmalarının, başkalarını da aynı yola yöneltmelerinin önerilmesinden ileri gelir.
Bununla birlikte, dünyadaki tüm mason kuruluşlarınca benimsenmiş olan “ortak ve standart bir
mason töresi” bulunduğu söylenemez. Gerçi masonik töre birer erdem niteliğindeki ilkelerden
oluşur ve bunları belirtmekte kullanılan kavramlar da her yerde hemen hemen aynıdır ama
törenin tümü ilgili mason örgütünün benimsediği Masonluk anlayışı, ilkeleri ya da uyguladığı
sistemin özelliklerine göre birtakım farklar sergiler.
Bu farklar, aslında kavramların yorumlanıp değerlendirilmesindedir. Üstelik bu kavramlar salt
Masonluğa özgü de değildir. Dinlerde, diğer inanç sistemlerinde, felsefelerde ve toplumsal
törelerde, hatta birçok öğretide görülür.
Bazı mason kuruluşlarına göre; masonik töre, kaynağını Masonluğun yüzyıllar boyunca
süregelmiş olan sağlam ve değişmez geleneklerinden alır.
Bazılarına göre dinsel inançlardan ve yükümlülüklerden kaynaklanır.
Bazılarına göre ise dinlerden, felsefe sistemlerinden, sosyolojik tasarımlardan, insanlığın
geçmiş deneyimlerinden yararlanılıp esinlenilerek, tümünün insancı (hümanist) açıdan çağın
koşullarına uyarlanması ile oluşturulmuştur. İşte bu çelişkili görüşler, Masonluktaki
“bölünmüşlük olgusu”nun göstergelerinden biri sayılabilir.

33
Masonluktaki “bölünmüşlük olgusu” ikide bir gündeme giriyor. Masonluğu genel olarak, tüm
yönleriyle anlatmaya girişince, bu kaçınılmaz oluyor.
Şimdi burada Masonluktaki farklı tutum ve eğilimleri bir yana bırakıp genel olarak “mason
töresi”nde değinilen kavramları özetle gözden geçirelim. Bu kurumun niçin ve nasıl bölünmüş
olduğuna daha sonra geleceğiz.
İyilik
İyilik, diğer birçok kurum gibi dinlerin de öncelikli ilkelerinden biridir. Ancak dinlerde, iyiliğin
karşılığına bir ödül konmuş, kötülük yapanların ise ceza göreceği bildirilmiştir. Böylece, iyilik
ödüllendirilme umudu ile yapılır olmuş, cezalandırılma korkusu da kötülükten sakınmayı
sağlamıştır.
Tarih boyunca, ne yasal yaptırımlar ile ne de tanrı ya da cehennem korkuları saçılarak,
“kurtuluş” ve “cennet” söz verişleriyle insanların sahiden ve sürekli olarak iyi olup, iyilikte
bulunmaları sağlanabilmiştir. Çünkü böyle bir etkiyle yapılacak iyilik, ancak ödül umudu ya da
ceza korkusu sürdükçe var olabilir. Ödül umudu azalır, ceza korkusu kalkarsa, iyilik etmenin
gerekçesi kalmaz. Hele bir de aslında böyle bir şey olmadığı, bunların insanlarca
uydurulduğuna ilişkin bir kuşku doğarsa, “iyilik” sözcüğü sözlüklerden bile silinebilir.
Masonlukta “iyi insan” olmak, başkalarına iyilik etmek, her şeyden önce insanın kendisine karşı
duyduğu saygının, sonra da insan ve insanlık sevgisinin ürünü olarak görülür. Herhangi bir
çıkar gözetmeden, karşılık beklemeden yerine getirilen bir edim, bir erdemdir.
Beğeni, övgü ya da saygı kazanmak, başkalarının ilgisini çekebilmek amacıyla yapılan iyilik,
böylelikle “iyilikçi görünmek” de mason töresine sığmaz. Bunun için Masonlukta her türlü
iyiliğin bildirilmeden ve anlatılmadan, karşılığında hiçbir şey beklemeden yapılması öngörülür.
İyiliğin tek bir ödülü olabilir; o da insanın iyi olup başkalarına da iyilik etmekle edindiği onur,
duyduğu mutluluktur.
Doğruluk ve Dürüstlük
Bu iki kavram pek yakın anlamlıdır. Düşünüleri ve tutumu gerçek ile uyum içinde olan kimseye
“doğru”, söz ve davranışlarında aldatmacaya yönelmeyene “dürüst” denir. Bu iki bireysel
nitelik ya da erdem, çoğu kez bir arada bulunur.
Doğru ve dürüst olan insan kendine güvenir ve inanır. Hiç kimsenin arkasından konuşmaz.
Kendisi kadar başkalarına da yararlı olmaya çalışır. Başkalarının kusur ve noksanlarını kendi
yararına kullanmaz. Düşkünlerin zayıflıklarından çıkar sağlamaya kalkışmaz. Başkalarının
haklarını içtenlikle saygı duyarak ve kıskanmadan savunur. Her zaman bildiğini söyler;
bilmediklerini öğrenmek için okur ve dinler. Olgun ve erdem sahibi kişilerin niteliklerinden
örnek alarak kendini olgunlaştırmaya çalışır.
Her zaman ve her yerde, koşullar her nasıl olursa olsun her ortamda doğruluğu ve dürüstlüğü
benimseyerek uygulamak, korkusuzluğun en güçlü örneği sayılır. Bu, bireyin geçici zarara
uğramasına, hatta toplumun diğer bireylerince bir süre için yadırganmasına bile neden olabilir.
Fakat uzun süre içinde bireyin olumsuz tutkularını giderip gerçek bir “insanlık sevgisi”
edinmesini sağlar.
Dürüstlük yalancılığın, ikiyüzlülüğün, dalkavukluğun, açıkgözlük etmenin, yüzegülücülüğün,
kaypaklığın, başkalarının haklarına göz dikmenin karşıtıdır. Toplumun güncel acımasız
koşulları nedeniyle, dürüst bir insana belki “aptal” denebilir ama “kötü” denilemez.

34
Alçak Gönüllülük
Alçak gönüllülük (tevazu), bir insanın kendi öz varlığına (nefsine) karşı fazla düşkün olmayıp,
nitelikleri üzerine açık bir değerlendirme yapabilmesidir. Asla yetersizlik, korkaklık ve kendine
güvensizlik değildir; ne de insanın kendini küçük görerek alçaltmasıdır.
Alçak gönüllü bir kişi, “kendini olduğundan önemsiz gösteren kişi” değildir. Bu bağlamda
dilimizde bir yanlışlık yoktur ama çoğumuzun düşünülerinde bir kavram yanlışlığı yer etmiştir.
Alçak gönüllü kişi, az ile yetinip kendisi için çok şeyler istemeyebilir. Böbürlenmez. Kendini
öne çıkararak gösterişte bulunmaz. Fakat tüm bunlar kendini küçük görmek ya da öyle
göstermek değil, olduğundan büyük görmek ya da göstermek eğilimine kapılmamaktır. Alçak
gönüllülük kendini “yetersiz” nitelemek olmadığı gibi, asla “miskinlik” ile eş anlamlı değildir.
Sadece kibirli ve gururlu olmamaktır.
Alçak gönüllülük, insanın kendi değerlerini, yeteneklerini, olumlu ve olumsuz yanlarını iyice
bilmesi ve buna göre davranmasıdır. Bu kavram, “insanın kendi kendisini içtenlikle
yargılayarak, bu yargısını açıkça ortaya koyması” olarak da tanımlanabilir. Dolayısıyla alçak
gönüllülük, benlik tutkusundan kurtulmayı bilmek, gösterişe değil öze önem vermek,
gereksizcesine övünmeyip övülmeyi beklememektir.
İnsanın, sosyal yaşamında edinebileceği en üstün erdemlerden biri gerçekten alçak gönüllü
olabilmektir. Bu erdem, içeriğinde öz eleştiri (nefis muhasebesi) yapabilme yeteneğini taşır. Bu
nedenle, alçak gönüllü bir kişi, gerçeklerin araştırılmasında kibirli ve gururlu bir kişiye oranla
çok daha başarılıdır.
Alçak gönüllü kişi, herhangi bir kusur işlediğinde ya da yanılgıya düştüğünde, kendi gerçek
değerinin farkında olarak kusur ya da yanılgısını kabul eder. Bunu olabildiğince düzeltmeye ya
da gidermeye çalışır. Böylece bu erdem, kişiye evrimsel doğrultuda gelişme ve olgunlaşma
yolunun kapısını açar.
Kendini diğer insanlardan üstün tutmayan kişi, başkalarıyla olumlu ve uyumlu ilişkiler kurar.
Üstelik bu ilişkiler gelip geçici değil, sürekli olur.
İnsanın sahiden alçak gönüllü olması ile aslında hiç de öyle olmamakla birlikte öyle görünmesi,
birbirinden çok farklıdır. Alçak gönüllü olabilmek, insanın kendi kendisini aldatmamasını,
üstelik başkalarını aldatmaya kalkışmamasını gerektirir. Bu nedenle alçak gönüllü olmanın
kaçınılmaz öğelerinden birinin de “içtenlik” (samimiyet) olduğu söylenebilir. Çünkü içtenlikten
yoksun bir tutum ya da davranış, ancak bir “gösteriş” olabilir.
Masonluktaki çalışmalarda sık sık «Bir mason, alçak gönüllü olmayı bilen insandır.» denir. Bu
deyiş, âdeta “alçak gönüllü kişi” ile “gerçek mason” kavramlarını özdeşleştirmekte gibidir.
Aslında böyle bir özdeşleştirme yapmak doğru sayılmaz; çünkü “gerçek mason” olabilmek için
alçak gönüllü olmak gerekli ama yeterli değildir. Ancak bu deyiş, Masonlukta alçak
gönüllülüğe verilen değeri ve önemi vurgular.
İçtenlik
Kişinin Masonlukta benimsenen erdemleri besleyen bir niteliği olan içtenlik, sözde, tutumda ve
davranışta art niyetsiz ve saklamasız olmaktır. Yalancılığın, iki yüzlülüğün, dalkavukluğun,
yüzegülücülüğün karşıtıdır. Sevgi, dostluk, bağlılık, güç birliği, dayanışma ve uyuşmanın
gereğidir.

35
Masonlukta bir masondan üç tür içtenlik beklenir:
1. a) Kendine karşı içtenlikli olması yani kendi kendini aldatmaması;
2. b) Mason kardeşlerine karşı içtenlikle beslenen bir tutum benimsemesi yani ilişkilerinde
kendini olduğundan başka türlü göstermemesi;
3. c) Masonluğa içtenlikle bağlanması yani Masonluğun amaçlarını ve ilkelerini
benimsemiş gibi görünüp aslında bunları umursamazlıkla ya da vurdumduymazlıkla
karşılamakta olmaması.
Masonluğun ilkelerinin başarısı, masonların bunları içtenlikle benimsemesine bağlıdır.
Masonluğa girmiş olan bir kimse “mason” sıfatını almakla kalmamalı, bunun kendisine
yüklediği görevleri bilerek ve isteyerek üstlenmelidir. Bu, baskı ve zorlamayla olmaz; gönüllü
olma, gönül verme işidir.
Görev Duygusu
Görev, önemi bilinçle kavranarak, isteyerek ve içtenlikle üstlenilerek yapılan ya da yerine
getirilen iştir. Açıkça “ödev”den farklıdır. Çünkü ödev, istense de istenmese de yapılır. Bu
yüzden görevin gerektiğince ve başarılı olarak yerine getirilmesi, görev duygusuna sahip
olmaya bağlıdır.
Görev duygusu, görevin önemini, değerini ve yararını benimsemektir.
Bir masonun görevlerini ikiye ayırabiliriz. Bunlardan ilki kendine karşı olan görevleri, ikincisi
ise topluma karşı ya da toplum ile bağlantılı görevleridir. (Masonluktaki örgütlenme uyarınca
“yönetimsel” nitelikli bir görev almak, töresel ilkelerle ilgisi olmayan bambaşka bir konudur.)
Bir masonun kendine karşı olan en önemli görevleri şunlardır:
1. Öz varlığını kötü alışkanlıklardan, dogma ve boş inançlardan, gururdan, bencillik ve
üstünlük tutkularından, ön yargılardan arındırmaya çalışmak;
2. Gerçeklerin araştırılmasında bilimsel yöntemi ve akıl verilerini öncelikli tutarak, bir
yandan bilgilerini artırıp geliştirirken diğer yandan da töresel ve ruhsal bakımdan
olgunlaşmaya çalışmak;
3. Olumlu bireysel niteliklerini (erdemlerini) yetkinleştirmeye uğraşırken, sürekli öz
eleştiri ile yanılgılarını saptayıp gidermeye çalışmak.
Burada üç kez art arda aynı sözcüğü kullandık. Bunu bir kez daha kullanarak bir masonun
kendine karşı olan görevlerini tek bir sözcük ile özetleyebiliriz: ÇALIŞMAK.
Bir masonun topluma karşı ya da toplum ile bağlantılı olan en önemli görevleri ailesinden
başlar. Üyesi olduğu mason kuruluşun ile birlikte tüm çevresini kapsar. Önce yurduna sonra
tüm insanlığa uzanır. Şöyle özetlenebilir: “Kendisi için istediği her şeyi başkaları için de
istemek, böylece toplumsal düzeyde evrim doğrultusunda ilerleme sağlanması için katkıda
bulunmak üzere çaba göstermek.”
Özveri
Görev duygusunun bir uzantısı olan özveri (fedakârlık), başkaları için ya da bir amaç uğruna
değerli sayılan şeylerden ya da haklardan caymaktır. Özverili olabilmek için, bireysel
yararlanma ve çıkar kaygılarından, hırslardan ve olumsuz tutkulardan arınmak gerekir.

36
Sabır
Dileklerin beklendiği şekilde gerçekleşmemesi üzerine hemen kızmamak, öfke ve umutsuzluğa
kapılmamak, kolayca karamsarlığa düşmemektir. Bu bireysel nitelik “istenmeyen,
hoşlanılmayan, onaylanmayan, sıkıntı veren ya da acı çekmeye neden olan bir duruma
katlanmak” olarak da tanımlanabilir.
Hemen her toplum ve her kurumda olduğu gibi, sabırlı olmak, Masonlukta da bir erdem sayılır.
O sıradaki durumun olumsuz görünümüne karşılık, olumluya dönüşebileceği ya da sonucunun
olumlu olabileceğinin beklenişinden doğar. Dolayısıyla kaynağında “umut” yatar.
Gizemci (mistik) düşünü ve benimseyişler uyarınca sabır, benliği ve dilekleri köreltip çabaları
ve direnişi durdurmaktır. Bu yaklaşım, olumlu ya da olumsuz olduğuna bakılmadan tüm
tutkuları bastırmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek, alın yazısı (kader) denilen olguya boyun
eğmektir.
Sabır kavramını gizemci yaklaşımlarda olduğu gibi benimsemek, bir bakıma insanın
özgürlüğünü yitirmesi ya da isteyerek terk etmesiyle özdeşleşir. İnsanın gücünü ve değerini
hiçe sayması demektir. Evrimsel doğrultuda ilerlemeyi bir yana bırakıp olduğu yerde
saymasıdır.
Masonlukta ise sabır, kişiliği yok etmeye değil, güçlendirmeye yöneliktir. Akılcı ve olumlu
dilekler ile yararlı tutkuları, insana özgü olan duygusal heyecanların üzerinde tutmaktır.
İstenmeyen ve beklenmedik olaylar önünde bugün ya da hemen başarılı olunamasa da, yenik
düşmemektir. Gelip geçici zevk ve belirsizliklere kapılmaksızın, korku altında da ezilmeksizin,
güvenle çalışmayı ve geleceğe umutla bakmayı sürdürebilmektir. Ancak hiç kimse, sabırlı
olmanın yararına içtenlikle inansa bile bu erdeme kısa süre içinde ve kolayca erişemez. Sabır,
akıl yoluyla, bilgiyle, deneyimle zaman içinde edinilir.
Direşme
Sabır, edilgin (pasif) bir erdemdir. Bunu etkinliğe geçirmek için direşkenlik göstermek (sebat
etmek) gerekir. Direşkenlik, güçlük ve engellerin karşısında yılmadan uğraşabilme özelliğidir.
Masonlukta, erdemli bir kişi olmak yetmez. Bir masonun yerine getirmesi gereken görevleri,
çevresindeki bilgisizlik, batıl inanç, bağnazlık, adalete aykırı işler gibi olumsuzluklarla savaşım
içine girmesini gerektirir. Bunların yerine bilginin, bilimsel yöntemin, akıl verilerinin ve
insancılığın yerleştirilebilmesi için, çaba göstermesini de gerektirir. Bu açıdan, bir masonun
görevlerinin aslında hiç de kolay olmadığı ortaya çıkar. Görevin yerine getirilebilmesi, olası
güçlük ve engellerden korkmamayı, umut kırıcı etkenler karşısında yılmamayı, benimsenen
amaçlar doğrultusunda uğraş vermekten kaçınmamayı, zorluklarla karşılaşıldığında hemen
umutsuzluğa kapılıp caymamayı, tutarlı bir kararlılık ile çalışmayı sürdürmeyi, özetle
dayanıklılık göstermeyi, direnmeyi gerektirir.
İnsan, gerçeklere dayanabilmeli, kabullenebilmeli, onların karşısında güçlü olabilmelidir. Bunu
yapamaz, buyrultu ve duygularına egemen olamadığından kararsızlık içinde bocalarsa,
başarısızlıktan kaçınamaz. Ya kolayca yenilgiye uğrar ya da beklemediği bir tuzağa düşer.
Bunun için, bireysel buyrultuyla, özgür düşünceyle ve akıl ile direnerek çalışmak gereklidir.
Yüreklilik ve Uyanıklık
Direşme kendi başına olmaz; yüreklilik (cesaret) ile sağlanır. Bu ise düşünce, söz ve eylemde
korkusuzca girişimde bulunabilmektir.
Yüreklilik, kişinin kendini olur olmaz tehlikelere atması değildir. Atılganlık gösterirken
dikkatli, bilinçli ve ölçülü olmayı da gerektirir. Bunu “uyanıklık” sağlar.

37
Uyanıklık, sözlüklerde eş anlamlı olarak verilmekte olsa bile mecazî anlamdaki “açıkgözlük”
ya da “kurnazlık” ile karıştırılmamalıdır. Burada söz konusu olan uyanıklık (teyakkuz), izleme,
gözleme, anlama, karşılaştırma, anlamlandırma, öğrenme ve kavrama yeteneklerinin tümünü
gerektiğince ve uyumluca kullanabilmektir.
Uyanıklık, “doğru” olanı “yanlış” olandan ayırt edebilmeyi sağlar. Bir bakıma aldanmaktan ve
kandırılmaktan sakınmaktır. İmgelere kapılmamak, gerçekleri kaçırmamak, bilgisizlik içinde
bocalamamak, batıl inançlara tutsak olmamak, özgürlüğü korumasını becerebilmektir. Bu
nedenle de Masonlukta bir erdem, bir töresel ilke olarak benimsenir.
Dayanışma ve Yardımlaşma
İnsanlar arasında dayanışma (tesanüt) ve yardımlaşma (muavenet), toplum içinde mutlulukla
yaşamanın gereklerindendir.
Başkasına iyilik etmek, yardımda bulunmak, destek olmak gibi davranışlar, insanın yaşamından
ve olanaklarından özveride bulunması değildir. Bir kişinin edinmiş olduğu bilgi, görgü ve
deneyimlerden, düşüncelerinden, özdeksel ve tinsel tüm değerlerden tek başına ve yalnızca
kendisini yararlandırmaya hakkı yoktur. Toplum içinde yaşayan insan, bunları başkalarının da
yararına sunmak, diğer insanlarla paylaşmak zorundadır. Bu onun “insan” oluşundan ileri gelen
bir yükümlülüğüdür.
Dayanışma, iki ya da daha çok kişinin sevgi, bağlılık ve içtenlikle birbirlerine yardım etmesi,
destek vermesi, birbirlerinin gereksinmelerinin karşılanması için katkıda bulunmasıdır.
Yardımlaşma ile eş anlamlı değildir. Yardımlaşma salt maddi, dayanışma ise öncelikle manevi
nitelik taşır.
Yardımlaşma için sevgi, bağlılık ve içtenlik gerekli olmayabilir; bir “alış veriş” niteliği taşıyan
yardımlaşmalar da vardır. Dayanışma ise sevgi, bağlılık ve içtenlik olmaksızın gerçekleşemez.
Herkes çok iyi bilir ki güçlük ve acılar paylaşılınca bölünüp azalır; sevinç ve mutluluklar ise
paylaşıldıkça artar. Dayanışma, paylaşma ile bütünlenir.
Masonluğun yüzyıllar boyunca etkin ve güçlü bir kurum olarak varlığını sürdürebilmiş
olmasının temel nedenlerinden biri, masonlar arasında oluşmuş dayanışmadır.
Masonlar arasındaki dayanışma, Masonluğun dışındaki bazı çevrelerde pek yanlış
değerlendirilmiş, “bir çıkar alış verişi” gibi yorumlandığı bile olmuştur. Oysa masonlar arasında
geçim sıkıntısı çekenler, hatta güncel gereksinmelerini karşılayamayanlar vardır. Masonluktaki
yardımlaşma ilkesi, güç duruma düşen bir masona diğerlerinin yardım etmesini gerektirebilir
ama hiçbir masonu bu bağlamda ne zorunlu tutar ne de herhangi birini kalkındırmayı hedefler.
Masonlukta dayanışma, her masonun, çeşitli konulardaki bilgi, görgü, deneyim, düşünce ve
erdemlerinden diğer masonların da yararlanmasını istemek, hatta istemekle de kalmayıp bunu
sağlamak, bunun için çaba göstermek, kendi olanak ve yeteneklerini diğer masonlar ile
paylaşmaktır. Masonluğun amaçları doğrultusunda ve ilkeleriyle uyumlu olarak el ele, kol kola,
omuz omza ve bir güç birliği oluşturarak çalışmaktır. Bu çalışmalarda, masonların birbirlerine
koşulsuz ve karşılıksız olarak destek vermesidir.
Dayanışmanın en güzel örneklerinden biri, masonların gerektiğinde birbirlerini eleştirmesinde
görülür. Kötülemek ve yıpratmak amacıyla değil, sevgiyle ve içtenlikle yapılan bir olumlu
eleştiri, eleştirilen kişi tarafından da anlayışla karşılandığında, bir yanılgının giderilmesini, bir
yanlışın düzeltilmesini sağlar. Eleştirilen kişiyi küçültmek için değil, onun noksanlarını
gidererek kendini bütünlemesine katkıda bulunmak amacıyla yapılır.
Mason töresindeki dayanışma anlayışı, Masonluğun evrensel amacının hem bir gereği hem de
bir ara sonucudur. Her alanda “bağlılık” demektir.

38
Tolerans ve Hoşgörü
Masonlukta, peşin yargıların hiçbiri geçerli ve doğru sayılmaz. Kaynağı ve türü her ne olursa
olsun, peşin yargılardan kaçınmak gerektiği benimsenir. Öyle ki, bir masona bundan daha iyi
ve daha önemli bir öğüt zor verilir.
Tolerans, bir bakıma “peşin yargı”nın karşıtıdır. Güncel dilde “sabırlı olma”, “dayanma”,
“katlanma”, “aldırmama”, “boş verme” gibi anlamlara gelmek üzere kullanıldığı görülebilir.
Fakat bir kavram olarak bunların hiçbiri ile eş anlamlı değildir. Hoşgörü ya da hoş görme,
toleransa daha yakındır ama tam karşılığı değildir. Çünkü hoşgörü duygusal bir tutumun
sonucudur; bağışlamayı içerir ama insanın karşısındakini anlamasını gerektirmez. Tolerans ise,
bilimsel ve akılcı bir tutumdan kaynaklanır ve insanın diğerini anlamaya çalışmasını gerektirir.
Şöyle de tanımlanabilir:
“Başkalarının yanlış bulunan ya da olması gerekene aykırı sayılan inanç, duygu, düşünü,
görüş, anlayış, benimseyiş, eğilim, töre, ilke, tutum, yaklaşım ve davranışlarının, hemen ya
da ön yargılı olarak yadsınmayıp, tepkiyle de karşılanmayarak, göreli bir doğruluk ya da
haklılığının bulunabileceğini ya da bunların birtakım noksanlık ve yanılgılardan ileri
gelmekte olabileceğinin düşünülmesi.”
İnsanlar arasındaki çoğu tartışma ve uzlaşmazlıkların sonu gelmez bir biçimde uzayıp gitmesi,
hatta çıkmaza sürüklenmesi, herkesin kendi görüş, düşünü ve kanılarını diğerlerine zorla kabul
ettirmekte diretmesinden ileri gelir. Kişinin karşısındakinin görüş, düşünü ve kanılarına
yeterince değer vermemesi de bunu pekiştirir.
Oysa her insanın gerek yaşam gerekse evrensel gerçeklere ilişkin edinmiş olduğu bilgiler ile
bunların üzerine oluşturduğu öznel görüş ve kanıları başkalarınınkilere uymayabilir. Fakat bu
uyumsuzluk, birinin benimseyişinin en iyi ve en doğru, diğerlerinin bunlarla çelişkili
olanlarının ise kesinlikle kötü ve yanlış olduğunu göstermez.
Kişinin kendi bilgi, düşünü ve kanılarının “kesinlikle doğru” olduğunu ileri sürmesi,
düşebileceği en büyük yanılgıdır.
İnsanın kendisini böyle bir yanılgıdan kurtarabilmesinin tek bir yolu vardır: Her zaman ve her
konuda yanılabileceğini benimsemesi...
Karşısındakine tolerans göstererek dinleyen, anlamaya çalışan, böylece kendi noksanlarını ve
yanlışlarını gidermeyi öngören kişiler, çabuk anlaşmaya varır. Bu anlaşma, aralarında birlik ve
bütünlük oluşturmanın önemli bir aşamasıdır.
* * *
Masonluktaki tolerans anlayışı, belli bir ilke ya da görüşe inanmaya ve onu savunmaya engel
değildir. Fakat karşı görüşü savunanları da sonuna kadar dinleyerek, akılcı bir yöntemle bu
savunuların değerlendirilmesini gerektirir.
Bu nedenle tolerans, hoş görme (müsamaha) ya da dayanma (tahammül) ile kalmaz. Aynı
zamanda bilgi ve düşüncenin gelişme ve olgunlaşma öğesidir.
Masonlukta tolerans, özgürlüğün zorunlu ve kaçınılmaz temeli, insanlığın birlik ve
bütünlüğünü gerçekleştirecek bir töresel ilke olarak da nitelenir.
Ancak Masonlukta tolerans kavramı kadar “toleransın sınırı” da önemsenir. Özgürlük gibi
toleransın da sınırsız olamayacağı benimsenir. Tolerans, eşitliği bozabilecek, bireyin onur ve
saygınlığından özveride bulunmasını gerektirecek, zorunlu bir kabullenişe yol açacak, bir
yanlışın egemenliğine neden olabilecek ya da sonsuzca belirsizlikler yaratabilecek bir
mertebeye vardırılmamalıdır.

39
Kimileri, toleranslı bir tutumu benimserken, yanlışlıkların ve kusurların, hatta yasalar ya da
benimsenmiş kurallar uyarınca “suç” sayılabilecek davranışların bile bağışlanmasından yana
çıkar; toleransın bunu gerektirdiğini ileri sürer.
Hayır!... Olmaz!... Bu büyük bir yanılgıdır. En azından “tolerans” kavramının yanlış
anlaşıldığını gösterir. Çünkü -daha önce değinildiği üzere- bağışlama duygusal kaynaklıdır;
tolerans ile bağdaşmaz. Ancak “hoşgörü” kavramında yer alabilir. Bu, Masonlukta hoşgörüye
önem verilmediği anlamına gelmez. Toleranslı kişi hoşgörülü de davranabilmeli, gerektiğinde
ya da öylesi daha uygun düştüğünde yanlış yapanların kusurlarını görmezlikten gelebilmelidir.
Ancak hoşgörülü olmak, yanlış ya da kusurların kesinlikle eleştirilmemesi, doğruların
gösterilmemesi anlamına gelmez. Hoşgörünün de bir ölçüsü, bir sınırı vardır. Aksi takdirde,
yanlışların ve kusurların aynen yinelenmesi ya da benzerlerinin yapılması önlenemez. Bu
bakımdan insan “sevecen” (şefkatli) bir tutum edinmelidir. Bu da Masonluğun töresel ilkeleri
kapsamında yer alır.
Ancak “sevecenlik” kavramına daha sonra geleceğiz. Önce “sevgi” üzerinde biraz duralım.
Sevgi
Masonluğun töresel ilkeleri açıklanırken, bilimsel yöntem ve akıl öncelikli tutulur ama bu
Masonluğun “duygu” denilen şeye karşı olduğu, hiç önem vermediği anlamına gelmez.
Sevgi (muhabbet) bir ilke ya da erdem değildir. Fakat “sevgi beslemek” ya da “sevmeyi bilmek”
bir ilke, bir erdem olabilir. Sevgi, gönülden bağlanmayı sağlayan bireysel duygudur. Öyle bir
tinsel değerdir ki; kötülük, çatışma, kin, hınç ve kıskançlıkları yok eder; kişileri birleştiricidir:
herkes ona gereksinme duyarak başka insanlardan almayı ya da görmeyi bekler; aynı anda
başkalarına vermek de ister; hem alındığında hem de verildiğinde kişiye mutluluk sağlar;
dostluğun bağı ve toplumsal birliğin temelidir.
İnsanın başkasını sevebilmesi için, almanın yanı sıra vermenin de mutluluk getirdiğine
içtenlikle inanması gerekir. Masonluğun öğretiminin bir bölümü, masonlara böyle bir bilinci
kazandırmaya yöneliktir.
Sevgi buyrukla, zorlamayla, baskıyla, ödüllendirme umutlarıyla, cezalandırma korkusuyla
oluşturulamaz ve yerleştirilemez. Totaliter rejimler, çeşitli sosyal öğretiler (doktrinler) ve dinlerin
birçoğu, insanlar arasında sevgi bağlarının oluşturulup geliştirilmesini önerir ve savunur ama
sağlamakta yetersiz kalır. Bunun nedeni, sevgiyi “zorunlu” saymaları, sevgi gösterme karşısında
bireye bir şeyler vadetmeleri, sevgiyi esirgemesi durumunda ise başına çok kötü şeyler geleceği
konusunda korkutmaya kalkışmalarıdır. Sevmesi için baskı ve etki altında tutulan insan, sever
gibi görünebilirse de sevemez. Ancak gönülsüz bir sevgi gösterisinde bulunabilir.
İnsanın duygularını olumlu ve yararlı yöne çevirerek gerçek sevgi oluşumunu canlandırabilecek
en etkili yöntem, önce onu kendi kişiliğini, öz varlığını tanımaya yöneltmektir. Başkalarını
sevmeye girişmeden önce kendisine karşı sevgi beslemesini sağlamaktır. Sevginin anlamını ve
değerini kavrayabilmesi için olanak yaratmaktır.
Bu gerçekleştirilebildiği zaman, insan sevgiyi aldığı gibi vermeyi de başarır; nasıl sevildiğinde
mutlu oluyorsa severek de mutluluğa ulaşır. Severek mutlu olduğunu bir kez kavrayınca, bunu
elden kaçırmamak için daha çok sevmeye yönelir.
Bu olumlu sonuç, yaratılıştan var olup bilinçaltına saklanmış olan sevginin, bireysel buyrultuyla
bilinç ortamına çıkarılmasıdır. Hiç kimse bunu başkası için yapamaz ve başkasının da bunu
yapmasını sağlayamaz. İnsan bu konuda bir diğer kişiye sadece öneride bulunup yol
gösterebilir. Herkes kendinde bulunan sevme yeteneğini etkinliğe geçirerek kendi sevme gücü
ve becerisini ancak kendisi oluşturabilir.

40
Masonluktaki genel sevgi anlayışı, kişide toplumu ve toplumda insanlığı sevmektir. Her türlü
yararlanma kaygısından arınmış olarak ilgiden, bilgiden, varlıktan, içinde yaşanılan şeylerin
dışa vuran her belirtisinden vermektir. Bu sevgi doğuştan yoktur. Kendi kendine de oluşmaz.
Buna “bilinçli sevgi” denir.
Bilinçli sevgi, ancak istemle ve bireysel buyrultuyla oluşur; sonra geliştirilip yönlendirilebilir.
Bu tür sevgi, önce sevilecek kişiye ilgi duymayı, sonra onun hakkında iyice bilgi edinmeyi, onu
yakından tanımayı gerektirir.
Masonlukta sevgi, tüm insanlarla bir olmak, kaynaşmak, özgürlük ve eşitlik ortamında
farklılıkları önemsiz tutarak, özden öze, gönülden bağlanmaktır. Böyle bir sevgi, algılayarak,
düşünerek, anlayarak verilir ve aynı şekilde alınır. Hiçbir karşılığı yoktur.
Bu tür bir sevginin masonlar arasındaki oluşumuna KARDEŞ SEVGİSİ denir.
Masonluktaki kardeş sevgisi, hiçbir kan ya da aile bağına yani bir genetik ortak kökene
dayanmadığı için, tümüyle bilinçli bir sevgidir. Bu sevgi, masonlar arasındaki güven,
dayanışma, bütünleşme ve birlik içinde güçlenmeyi sağlar.
Ortaya sık sık şöyle bir soru atılır:
«Masonluktaki kardeş sevgisini oluşturan temel öğe nedir?»
Bunu yanıtlamak hayli zordur. Uzun felsefesel anlatımlara girişmek gerekir. Zaten “sevginin
nedeni” sorulmaz. Hatta «Sevginin nedeni ve gerekçesi olmaz!» denir.
Oysa masonlar arasındaki kardeş sevgisinin mutlaka bir gerekçesi olmalıdır. Mademki
Masonlukta bilimsel yöntemden yararlanmak ve bir yargıya varılırken akıl ile düşünüp
değerlendirmek öngörmektedir; o zaman bu kurumdaki kardeş sevgisinin nedeni de
açıklanabilmelidir.
Şöyle bir açıklama denemesi yapalım: Aynı okulda okuyanlar birbirlerini sever. Okullarında
soludukları aynı havayı, çevreyi, yaşamlarında birlikte geçirmiş oldukları değerleri, anılarını,
ortak tanıdıklarını paylaşır. Aynı mahallede, aynı köyde, aynı kent ya da kasabada oturanlar,
hatta aynı ülkenin yurttaşları için de bu böyledir.
Bu açıdan bakıldığında, aynı locanın üyesi olan masonlar arasında sevgi bağlarının oluşması
doğaldır. Fakat burada söz konusu olan, birbirlerinden ayrı ayrı gruplar halinde masonlar değil,
evrensel boyutta masonların tümüdür. Onları dünya çapında birbirlerine “ülkü birliği” bağlar.
Sevecenlik (Şefkat)
Sevginin bir yan ürünüdür. “koruma ve yardımcı olma amacıyla, gönülden ve iyi niyetle
gösterilen yakınlık” olarak tanımlanır.
Bu kavram, çoğu kez yanlış değerlendirilmiş, “yoksullara ve güçsüzlere acıyıp onlara yardım
eli uzatmak” anlamında alınmıştır. Bunun temelinde bireysel doyum sağlama eğilimi vardır.
Oysa sevecenliğin asıl kaynağı sevgidir. Farkı, bir gereksinmesi olana ve tek yanlı olarak
yöneltilmesi, somut bir göstergesinin bulunmasıdır. Bu gereksinme, maddi ya da manevi
olabilir. Sevecenlikle yapılan yardım, maddidir. Dayanışma ya da gönül desteği ise manevidir.
Sevgi gibi sevecenliğin de mutluluk duymaktan başka hiçbir karşılığı yoktur. Sevecen (müşfik)
olan ve bunu gösteren kişi, yaptığından ötürü bir olumlu sonuç sağlayabilirse, ancak sevinç ve
mutluluk duyabilir. Masonlukta kişilere, yalnızca sevgiyi benimseyip içtenlikle duyumsamaları
değil, insanlarla olan tüm ilişkilerinde sevecen olmaları da önerilir.

41
Onur
Bireyin kendisine saygı duyması ve başkalarının indinde saygı gören bir kişi olması niteliğine
“onur” (şeref/haysiyet) denir.
Bir mason, insanları sevmesini bildiği kadar, saygı göstermesini de bilmelidir. Saygının
sevgiden sonra gelişi, “sevgisiz saygı” diye bir şeyin söz konusu olamamasından kaynaklanır.
Sevgi olmaksızın gösterilen bir saygı, ancak ya korku ve çekinmeye ya da bir çıkar kaygısına
dayanır. Kişinin başkasına sevgi duymadan saygı göstermesi, “onursuzluk” ile eş değer sayılır.
Çünkü böylelikle kişi, kendine olan saygısını yitirmekte ya da hiçe indirgemektedir.
Bir masonun öncelikle onurlu bir kişi olması istenir ve beklenir. Onurunu tüm diğer bireysel
niteliklerinin üstünde tutması öngörülür. Masonluğun tarihçesine göz atılacak olursa, birçok
ülkede bu kurumun sırf masonların “onur sahibi kişiler” olduğu bilindiğinden yüceltilmiş
olduğu görülür.
Buna karşılık, bazı yerlerde de onurunun önemini ve değerini hiçe sayarak bir masona
yakışmayan girişimlerde bulunan, mason töresine aykırı tutum ve davranışlara yönelen, bundan
ötürü suçlanan ve ayıplanan birtakım kişilerin “mason” oldukları anlaşılınca; bunun faturasının
sadece o kişilere değil, tüm mason topluluğuna çıkarıldığı, tüm masonların onursuzlukla
damgalanmış olduğu da görülmemiş değildir.
Dilimizin güncel kullanımında kimi zaman bir kavram yanılgısına düşülür ve “onur” ile “gurur”
yakın anlamlı, hatta özdeş tutulur. Oysa gurur, kişinin kendini başkalarından farklı ve üstün
görerek beğenmesidir. Bunun onur ile ilgisi yoktur. Gurur, alçak gönüllülüğün karşıtlarından
biridir. Eşitliğe ters düşer; kardeşliği de zedeler. Bu nedenle Masonlukta gurur, bireysel bir
olumsuzluk sayılır. Masonlara gururlarını yenmeye çalışmaları önerilir.
Kimileri “onur” ve “namus” sözcüklerini eş anlamlı tutar. Oysa sözlük anlamı bakımından
namus, benimsenmiş temel ahlâk kurallarına uygun bir bağlılıktır. Bu bakımdan onur namusu
da içeren yüce bir kavram, bir erdemdir.
Bağlılık
Sevgi, görev duygusu, bilinç, özveri, içtenlik ve onur birleştiğinde, ortaya bağlılık (sadakat)
çıkar. Umursamazlık ve aldırış etmemenin karşıtı olan “sorumluluk duygusu” ile beslenir.
Bireyin bilincini geliştirerek toplumu içinde saygın ve yararlı bir kişi olmasını sağlar.
Masonlukta bağlılık, üzerinde özenle durulan erdemlerden biridir. Masonlar için bir bakıma
Masonluğun töresel ilkelerinin hem ilki hem de sonuncusudur. Çünkü şayet bir mason
bağlılığın gereğini kavrayamaz ve içine sindiremezse, Masonluğun amaçlarının gerçekleşmesi
doğrultusunda kendi üstüne düşenleri başarıyla yerine getiremez.
Bağlılık, bir masonun gerek özel yaşamında gerek Masonluktaki ilişkilerinde, gerekse toplum
içinde tutarlı oluşunun göstergelerinden biridir. Bencilliği giderir. İnsanın yalnızca gereksinme
nedeniyle toplum içinde yaşamasını değil, gerçekten bir “toplumsal varlık” olmasını sağlar.
* * *
Masonlukta bir mason için iki tür bağlılıktan söz edilebilir. Bunlardan biri bir masonun bu
kuruma olan bağlılığıdır. Diğeri ise masonların bireysel boyutta birbirlerine karşı bağlılığıdır.
Bir masonun, bir kurum ya da bir ülkü olarak Masonluğa bağlılığı, Masonluğun amaç ve
ilkelerini içtenlikle benimseyerek, bunların gereğini elinden geldiğince yerine getirmek için
gösterdiği çalışmalarla gözler önüne serilir. Ancak bu olgu, locasında ya da üyesi olduğu mason
kuruluşunda belli birtakım çalışmalar yaptığı görülmeyen bir masonun Masonluğa, bu kurumun
amaç ve ilkelerine bağlı olmadığı anlamına gelmez.

42
Kaldı ki, bireysel boyutta mason kardeşlerine gerektiğince bağlı olmayan bir masonun,
kurumsal boyutta Masonluğa bağlı olması pek anlaşılabilir değildir. Bu da, masonların
birbirlerine kardeşçe bağlı oluşlarının bir kurum ya da bir ülkü olarak Masonluğa bağlı
olmalarının bir ön koşulu olduğunu gösterir.
Masonların birbirlerine kardeşçe bağlı oluşu, Masonluğa karşıt (antimasonik) çevrelerde çok
eleştirilmiş, bu konuyla bağlantılı olmadık yorumlar yapılmış, varsayımlar kurgulanmıştır.
Bunun temelinde ancak ön yargı, art niyet, kin ya da kıskançlık bulunabilir. Çünkü masonların,
bir topluluk olarak en değerli, en çok imrenilecek niteliği, aralarındaki bağlılıktır. Masonlukta
bu toplu bağlılık, simgesel olarak “birlik zinciri” ya da “kardeşlik zinciri” olarak da anılır. Her
mason bu simgesel zincirin bir halkası sayılır. Masonluğun ülküsü, tüm insanların böyle bir
bağlılık zincirinin birer halkası olmasıdır.

43
Bölüm 4

Örgütlenme

Masonluk, kuruluşu bakımından, bulunduğu her yerde ayrı bir dernektir. Ancak örgütlenme
tarzı diğer çoğu derneklerden farklıdır. Bunun ilk nedeni, kendine özgü geleneklerinin de
örgütlenme tarzına yansımasıdır. Bir diğeri, amaçlarının gerçekleştirilebilmesi için tutulmuş
yolun özelliğidir.
Masonluktaki örgütlenme sistemi, bir bakıma evrenseldir. Ancak, yerel yasalar uyarınca ilgili
derneğin kuruluş ve organizasyon biçimi farklı olabilir.
Bu bağlamda çok önemli olan bir konuyu hemen belirtmek gerekir:
Masonluğun dünya çapında bir ortak örgütlenmesi yoktur.
Zaman zaman uluslararası nitelik taşıyan mason örgütleri kurulmuştur ama Masonluğun hiçbir
zaman bir merkezî yönetim organı olmamıştır. Her ülkedeki mason kuruluşları, kendi başlarına
birer bağımsız örgüttür.
Masonluktaki çalışmalar, birbirleriyle doğrudan bağlantısı olmayan birimlerde yürütülür.
Bunların her birine, genelde LOCA denir. Her loca, kendi iç işlerini düzenlemekte serbesttir.
Bir diğer deyişle özerk bir yapısı vardır.
Burada “özerk” sıfatının kullanılması, her locanın genellikle o ülkedeki diğer localarla birlikte
düzenli bir örgütsel birleşim oluşturmasından ileri gelir.
Aslında “loca” Masonluktaki tek birim adı değildir. Bunun yanı sıra “atölye”, “şapitr”, “kolej”,
“konsey” gibi adlarla anılan birimler de vardır. Ancak loca, en önemlisi sayılır ve en çok
kullanılır..
Localar, kendi aralarında birleşerek federatif olarak da nitelenebilecek bir örgütlenme oluşturur.
Sonra her biri bu ortak örgütün tüzük ve kararlarına uyar. Böyle bir örgüte genel olarak
“obediyans” denir ama bunun türleri vardır.
Dünyadaki en yaygın obediyans türü BÜYÜK LOCA olarak anılır. Türkçede bu tür bir
örgütlenme için “büyük mahfil” terimi de kullanılmıştır.
Bu aşamada, Masonluktaki her örgütün mutlaka federatif olmayabileceğini, iç yönetimi
bakımından “otokratik” denilebilecek kuruluşların da bulunduğunu belirtmek gerekir. Bu tarz
örgütlerin de birimleri vardır ama bunları bir yetkili organ kurar.
44
LOCA
Sözlük anlamı bakımından loca, “dünya” ya da “evren” demektir. Bu bakımdan, Latincedeki
“locus loga” teriminden alınmadır. Kimilerine göre bu terimin asıl etimolojisi Doğu
dillerindedir. Nitekim Sanskritçede “loga” sözcüğü dünya anlamına gelir.
Masonlukta hep bir locanın evrensel oluşundan söz edilir. Dolayısıyla loca sözcüğünün sözlük
anlamı da Masonlukta simgesel (sembolik) bir değer taşır. Çünkü aslında hiçbir loca evrensel
değil, ulusaldır. Ancak Masonluğun ve mason topluluklarının amaç ve ilkeleri evrensel olabilir.
Loca sözcüğünün dünyayı ya da evreni nitelemesi de bununla bağdaşır.
Loca, hem en küçük mason birimi hem bağımsız mason topluluğudur. Buradaki bağımsızlık,
ille de “hiçbir kuruluşa bağlı olmamak” demek değildir; locanın kendi iç işlerinde özerk
olduğunu belirtir.
Locanın Kurulması
Her mason bir locanın üyesidir. Kimi masonlar, üyesi olduğu locadan ayrılır ve bir araya
gelerek yeni bir loca kurar. Ancak, her bir araya gelen birkaç mason yeni bir loca kuramaz.
Belli kurallara uymaları gerekir.
Masonluğa ilk kez giren bir kişiye, geleneksel olarak “çırak” denir. Bir süre sonra “kalfa”, daha
sonra da “üstat” olur. Geleneksel olarak yedi üstat mason bir araya gelerek yeni bir loca
kurabilir.
Bu kural, “Yeni bir loca kurulabilmesi için üstat derecesindeki en az yedi masonun bir araya
gelmiş olması yeterlidir.” anlamına gelmez. Her mason örgütünün, yeni bir loca kurulabilmesi
için öngördüğü ek koşullar da vardır. Örneğin, “Yeni bir loca kurulabilmesi için en az yedisi
üstat derecesinde olmak üzere en az 21 masonun bir araya gelmesi gereklidir.” biçiminde bir
kural konmuş olabilir. Böyle bir kural, yeni bir loca kuruluşunu zorlaştırmak için değil,
çalışmalarına başlarken yeterli sayıda üyesi olması içindir.
Bu tür ek koşullar, sadece kurulacak yeni loca bir obediyansa bağlanacaksa, ilgili obediyansın
tüzükleri uyarınca söz konusudur. Kuramsal olarak, yeni bir loca kurabilmek için bir masonik
otorite ya da organdan izin almak gerekmez. Ancak, Masonluğun töresi uyarınca, yeni bir loca
kuracak olan masonlar, kuracakları locanın belli bir obediyansa bağlanmasını öngörüyorsa, bu
işi önce obediyansın görevlileri ile görüşür ve oldubittiye getirmekten sakınır.
Yeni locanın kurucuları bağlanmak istedikleri obediyansa resmen başvurur. Bu başvuru,
obediyansın yetkili kurulunda incelenir. Uygun bulunursa, belirlenen bir tarihte “kuruluş
töreni” yapılır. Obediyans, kuruluşu tamamlanan locaya bir “kuruluş belgesi”, bir diğer deyişle
“patent” (berat) verir.
Locanın Adı ve Niteliği
Her locanın bir adı vardır. Bunu locanın kurucuları belirler. Bir obediyansa bağlı olarak
çalışacaksa, seçilmiş olan adın, locanın kuruluşuna izin verecek olan yetkili organın onayından
geçmesi gerekir.
Locanın kurulması onaylanınca, ona bir de “numara” verilir. Geleneksel olarak, kapanmış ya
da obediyanstan ayrılmış olan bir locanın numarası daha sonra kurulan bir yeni locaya verilmez.
Dolayısıyla en büyük numara, obediyansa bağlı loca sayısını değil, oluşumundan bu yana tüm
localarının sayısını gösterir.

45
Her loca, ne zaman ve nerede kurulmuş olduğuna, ne kadar üyesi bulunduğuna, çalışmalarının
yararlılığına ve güzelliğine bakılmaksızın, diğer localarla eşittir. Hiçbir loca, bir diğerinden
daha önemli sayılmaz ve ayrıcalıklı tutulmaz. Nasıl masonlar birbirlerini kardeş bilir ve öyle
derse, aynı obediyansa bağlı localar da birbirlerini “kardeş loca” olarak anar.
Locanın Yönetimi
Bir locanın varlığını sürdürebilmesi için, üyeleri arasında üstat derecesinde en az yedi mason
bulunmalıdır. Bu koşul toplantı yapabilmesi için de geçerlidir.
Locanın başkanı, loca üyelerince seçilerek belirlenir. Belli bir süre için görevde kalır. Görevde
olduğu sürece “saygıdeğer üstat” ya da “üstad-ı muhterem” olarak anılır. Bu görev unvanının
vurgulamakta olduğu üzere, herkes ona saygı gösterir ve o da locasını yönetirken otoritesini
korur.
[Türkiye’deki mason örgütlerinden kimisi “saygıdeğer üstat”, kimisi “üstad-ı muhterem”
terimini kullanıyor. Bu kitapta, her keresinde yineleme yapmayacak ve Türk diline daha yatkın
olduğu için “saygıdeğer üstat” terimini kullanacağız.]
Saygıdeğer üstadın iki yardımcısı vardır. Daha yetkili olanı “birinci nazır”, diğeri “ikinci nazır”
olarak anılır. Nazırları diğer görevliler izler. En önemli görevlilerden biri tüm yazı işlerini
yürüten kişidir: Sekreter. Aslında üye sayısı yeterli bir locanın 10-15 görevlisi olur. Her birinin
görevi uyarınca belirli bir işlevi ve görev unvanı vardır.
“OBEDİYANS” KAVRAMI
Masonluğun standart örgütlenmesinde, bir araya gelen localar, hep birlikte bağlanacakları yeni
bir kuruluş oluşturur. Hepsini birden topluca ilgilendiren yöntem, kural, karar ve
uygulamalarda, oluşturdukları bu kuruluşun yetkesini kabul ederler. İşte böyle bir kuruluşa
genel olarak “obediyans” denmektedir.
Bu terim, Latinceden türetilmedir. Sözlük anlamı bakımından “obedientia”, eskiden bir
uyruğun efendisine olan gönüllü bağlılığı anlamına gelirdi. Aynı terim, bir din adamının
kendinden daha üstün ya da daha yetkili olan bir diğerine karşı ödevleri anlamında da
kullanılırdı. Günümüzde Batı dillerindeki güncel anlamında obediyans, söz dinleme ya da
bağlılık gibi bir anlama gelir.
Masonlukta obediyans, önce bir oluşumu, sonra bu oluşumdan doğan bağımsız tüzel kişiliği,
ardından bu tüzel kişiliğin egemenliğini, en sonunda bu egemenliği benimseyen masonik
birimlerin ona bağlanışını belirtir.
* * *
Obediyans terimi genellikle büyük loca terimiyle özdeş anlamda kullanılır ama başka adlarla
anılan obediyanslar da vardır. Bunların arasında özellikle “büyük doğu” ve “federasyon”
terimlerine değinilebilir. Böyle değişik terimlerin kullanılması, ilgili mason kuruluşunun
uyguladığı sistemin özelliklerinden ileri gelir. Yönetim tarzı bakımından ise aralarında pek
önemli bir fark yoktur.
Obediyansın Kurulması
Bir obediyans, en az üç locanın bir araya gelmesiyle oluşur.
Yeni bir obediyansın kuruluşunun geçerli sayılıp çalışmalarına başlayabilmesi bakımından,
dünyadaki mason örgütleri arasında görüş ayrılıkları vardır. Bu uyuşmazlık, Masonluğun dünya
çapındaki bölünmüşlüğünün nedenlerindendir.

46
Kimine göre; yeni bir büyük loca kurulması ve kurulduktan sonra çalışmalarına başlayabilmesi
için, bir diğer masonik otoritenin onayının alınması gerekmez. Diğerlerine göre ise bunun
yapılması zorunludur; yoksa o örgüt bir “mason kuruluşu” sayılmaz.
Her obediyans, dünya çapında “düzenli bir mason kuruluşu” olarak tanınmak ister. Bunun için,
kendinden önce kurulmuş obediyanslara başvurup “karşılıklı tanışma” ve “dostluk ilişkileri
oluşturma” dileğinde bulunur. İlgili obediyansın kuruluş tarzını, amaçlarını ve ilkelerini
kendilerine göre uyumlu görenler, bunu olumlu karşılar. Uygun bulmayanlar ise yeni obediyans
ile ilişki kurmaz.
Obediyansın Yönetimi
Bir obediyansın en önemli iki organı vardır. Bunlar genel kurul ya da büyük kurul ile yönetim
kurulu ya da büyük görevliler kurulu adlarını taşır. (Burada, “genel kurul” ve “yönetim kurulu”
terimlerini kullanacağız.)
Bir mason örgütü, bulunduğu ülkenin yasaları uyarınca “dernek” olduğu için, örgütlenmesinde
mutlaka bulunması gereken fakat masonik bakımdan zorunlu olmayan bir diğer organdan daha
söz edilebilir. Bu da, yönetim kurulunun çalışmalarını, özellikle hesaplarını inceleyip genel
kurula rapor vermek zorunda olan “denetleme kurulu”dur.
Çoğu obediyanslarda genel kurul toplantısına örgütün tüm üyeleri katılamaz. Derneklerde
görülen “ilk toplantıda çoğunluğun sağlanamayışı nedeniyle ikinci toplantının sadece gelen
üyelerle yapılabilmesi” yöntemi, Masonlukta yer bulmamıştır. Bunun yerine, federatif nitelikli
sistemin işletilmesi, böylece tüm üyelerin temsil edilebilmesi yeğlenir.
Masonik nitelikli bir genel kurul, locaların delegelerinin katılımıyla oluşur. Bunun gerekçesi,
bir obediyansın doğrudan masonlardan değil, her birinin üyesi olduğu localardan oluşmasıdır.
Eğer bir obediyans tüm localarının delegelerinin bile bir araya gelmesi ile de toplanamayacak
kadar geniş bir örgüte sahipse, federatif sistemin bile işlemesi olanaksızlaşabilir. Dünyadaki
obediyanslardan kimisinin yüzlerce locası vardır. Bu durumda “konfederatif” olarak da anılan
aşamalı sisteme geçilir.
Federatif sistemde, genel kurulda her loca en az bir delege ile temsil edilir. Locayı temsil edecek
olan kişi kuşkusuz öncelikle locanın saygıdeğer üstadıdır. Ancak az locası bulunan
obediyanslarda, genel kurula daha çok sayıda kardeşin katılması öngörüldüğünden, ya locanın
nazırları da genel kurula katılır ya da locayı temsil etmek üzere ayrıca delegeler seçilir.
Genel kurul, obediyansın tüzüklerinde belirtilen zamanlarda, genellikle yılda bir ya da iki kez
toplanır. Toplantıların çoğu obediyansın iç işlerini görüşmek için yapılır. Bu nedenle ilgili
ülkenin yasaları uyarınca bir “dernek genel kurulu toplantısı” sayılmaz. Dernek genel kurulu
ise, yasalar uyarınca ve derneğin ana tüzüğünde belirtilen kurallar gözetilerek ayrıca toplanır.
Büyük Görevliler
Bir locada görevli olan masonlara topluca “görevliler” denir. Bir obediyansın görevlileri de
topluca “büyük görevliler” olarak anılır. Buradaki “büyük” sıfatı, bu görevlilerin herhangi bir
büyüklüğünün oluşundan değil, masonik örgüte öncelikle “büyük loca” ya da “büyük doğu”
denilişinden ileri gelir.
En yetkili büyük görevli (derneğin genel başkanı), bazı obediyanslarda sadece “büyük üstat”
bazılarında ise “en muhterem büyük üstat” ya da “pek saygıdeğer büyük üstat” olarak anılır.
Türkçede eskiden “üstad-ı âzam” unvanı kullanılırdı.

47
Büyük üstada böyle ek sıfatlar verilmesinin başlıca nedeni, örgütü çok geniş bir obediyansa
bağlı olmak üzere ikincil nitelikli büyük localar kurulabilmesidir. Bunlar, niteliğine göre “bölge
büyük locası” ya da “il büyük locası” gibi adlarla anılır. Birer “obediyans” sayılmaz ama her
birinin başında bir “bölge büyük üstadı” ya da “il büyük üstadı” bulunur. Bu tür ikincil mason
örgütleri, bağlandıkları obediyansı “ana büyük loca” olarak niteler.
[Bu kitapta, sadece ve kısaca “büyük üstat” unvanını kullanacağız.]
Seçimler
Localarda olduğu gibi obediyansın organlarında görev alacak olanlar için de seçim yapılır.
Çoğu obediyanslarda bunun dönemi iki ya da üç yılda birdir ama her yıl seçim yapılanları da
vardır.
Masonlukta, politika sahnelerinde olduğu gibi partiler ya da buna benzer gruplaşmalar yoktur.
Çünkü örgütün yönetimi ve stratejisi bakımından aşırı görüş farklılıkları olmaz. Yönetimde
birbirinden farklı tutumlar benimsense bile, her mason, yönetimsel görevlere bundan kendine
bir pay çıkarmak için değil, yararlı bir hizmet üretmek dileğiyle gelmek ister.
Yeni büyük üstat ve büyük görevlilerin seçiminden sonra bir tören düzenlenir. Bu tören, bazı
obediyanslarda seçimlerin yapılmış olduğu toplantıda ya da hemen ardından, bazılarında ise
seçimlerden bir süre sonra yapılır. Böyle bir törene ilgili obediyansın dostluk ilişkileri kurmuş
olduğu diğer bazı mason kuruluşlarının temsilcileri de katılırsa, o toplantıya “konvan” denir.
Bu tören sadece obediyansa özgü değildir. Daha küçük boyutlu bir örneği localarda da yeni
seçilen görevlilerin seçiminden bir süre sonra uygulanır. Böyle bir törene de öncelikle aynı
obediyansa bağlı diğer locaların temsilcileri konuk olarak katılır.
Locada olsun, obediyansta olsun, yeni görevliler, ancak törenle görevlerine getirildikten sonra
seçilmiş bulundukları görevi yürütmeye başlayabilir.
Masonlukta bu tür birleşimlere çok önem verilir. Konukların ağırlanmasına özen gösterilir.
Çünkü birbirlerini pek seyrek olarak gören masonlar bu gibi toplantılarda bir araya gelir ve
kardeşlik ilişkilerini pekiştirirler. Nitekim bu amaçla böyle toplantılardan sonra bir şölen
düzenlenmesi de Masonluğun geleneksel uygulamalarından biridir. Masonluğa özgü bu
uygulama, Eski Yunan dilinde sevgi anlamına gelen “agap” terimiyle de anılır.
“DÜZEN” KAVRAMI
Masonlukta “düzen” ya da “intizam” konusu, bu kurumun kendi içindeki en önemli
sorunlarından biri olarak nitelenebilir. Her mason kuruluşu bu konu üzerinde özenle ve titizlikle
durur.
Dünyadaki tüm mason kuruluşları “düzen” sözcüğünün anlamı üzerinde görüş birliği içindedir
ama tanımı ve gereği üzerinde birbirlerinden ayrılır. Ancak, bu kavram şöyle tanımlanırsa,
dünyadaki tüm mason kuruluşlarının buna pek bir diyeceği olmadığı görülür: “Masonluğun
amaç ve ilkelerine, masonik yasalara, tüzüklere, yöntemlere, geleneklere ve masonik
gerekliliklere uygun bir tutumu benimsemek ve buna göre örgütlenerek çalışmak.”
Locanın Bağımsızlığı ve Düzeni
Dünyadaki tüm mason kuruluşlarınca “düzen” kavramının temel koşullarından biri olarak
benimsenmiş bir ilke vardır:
BAĞIMSIZ LOCADA ÖZGÜR MASON.

48
Bir locanın bir obediyansa bağlı olarak çalışmakta oluşu, onun bağımsızlığını ortadan
kaldırmaz. Çünkü bir locanın bağımsızlığı, kendi çalışmalarındaki serbestliği ve dilediği
obediyansa başvurup ona katılabilme özgürlüğü ile oluşur. Bu konuda bir loca, kendi kararını
kendisi verebildiği sürece bağımsızdır. Ancak, bir başka mason kuruluşu ya da organ onun iç
işlerine ve yöneticilerinin seçimine karışıyor, çalışmalarını yönlendiriyorsa, öyle bir locanın
bağımsız olmadığı söylenebilir.
Bir loca, sadece kendi varlığından güç aldığı, kendi dileğiyle bağlanmış olduğu obediyansın
tüzüklerine kendi buyrultusuyla uyduğu, uygulamasına katıldığı masonik sistemin
gerekliliklerinden başka bir kısıtlama etkisi altında kalmadığı sürece bağımsızlığını korur.
Bağımsızlık, locanın her istediğini yapabilmesi demek değildir. Eğer bir loca âdeta bir
“bağımsızlık bayrağı” açarak, bağlı olduğu obediyansa karşı çıkıp kendince benimsediği
yöntemlerle ve bir obediyansa bağlı oluşuna karşın kendi istediği kapsamda çalışmaya
başlayacak olursa, düzenini yitirebilir. Bu nedenle, bir locanın saygıdeğer üstadı başta olmak
üzere görevlileri, locanın çalışma kapsamını düzenlerken özenli davranır, obediyansın
benimsediği ilkeleri ve genel tutumunu göz önünde tutarlar.
Bir locanın, önceleri “düzenli” (muntazam) iken “düzensiz” (gayri muntazam) duruma
düşmesinin nedenleri arasında şunlar sayılabilir:
 Yaptığı çalışmaların genelde Masonluğun amaçları, ilkeleri, yasaları ve gelenekleri ile
uyumlu olmaması;
 Çalışmalarının bağlı olduğu obediyansın tüzüklerine, benimsediği ilkelere ve yetkili
organlarının kararlarına aykırılıklar içermesi;
 Üyeleri arasında bağlı olduğu obediyansın tüzükleri uyarınca, yeterli sayıda ve nitelikte
üye kalmamış olması;
 Toplantılarını, gerekli nitelikleri taşımayan üyelerle yapması;
 Kendi üyeleri arasından bir saygıdeğer üstat ile yeterli görevli seçemeyişi;
 Hiç toplanamaması ya da çalışmalarını süresiz olarak tatil etmesi;
 Üyeleri arasında ya da toplantısında bir “düzensiz mason” bulunması.
Düzenini yitirmiş bir locaya artık “mason locası” denilemez. Böyle bir locanın üyeleri de
ortalıkta kalır. Bu durumda, bireysel düzenlerini korumak ve masonik çalışmalarını sürdürmek
isteyen masonlar, başka localara başvurarak üyesi oldukları locayı değiştirir.
Masonun Özgürlüğü ve Düzeni
Masonluğun temeli olarak görülen geleneksel yapıcılık mesleğinin etkinliğini sürdürdüğü 18.
yüzyıl öncesinde, bir mason için özgürlüğün ölçüsü şöyleydi:
- Köle ya da tutsak olmamak;
- Toprağa bağlı kalmayıp dilediği yere gidebilmek;
- Mesleğini ve sanatını dilediğince uygulayabilmek;
- Başkasına borcu bulunmamak.
Bu yalnızca mesleği yapıcılık olan o dönemlerin masonları için değil, başkaları için de
böyleydi. Bu kadarı yeterdi.

49
Özgürlük anlayışı, 18. yüzyıl ortalarına hatta sonlarına dek büyük bir değişiklik göstermedi.
Her ülkede toplumun genelde “özgür insanlar” ve “köleler” olmak üzere ikiye ayrılmış olması,
sosyal yapının gereği olarak benimsenmişti. Bu durum, çağdaş nitelikli Masonluğun ilk yüz
yılında da aşağı yukarı böyle sürdü. Masonluğa kabul edilebilecek bir kişinin mutlaka “özgür
insan” olması, hatta “özgür doğmuş” olması gerekli görülüyordu. Öyle ki, bu kuralı «Başka
birisinin yanında ücretli olarak çalışan bir kimse de özgür değildir.» biçiminde yorumlayanlar
bile vardı. Masonluktaki özgür doğmuş olma koşulu çoğu yerde ancak 19. yüzyıl ortalarında
ayırımcılıktan arındırılarak, “özgür insan olma” biçiminde değiştirilebildi.
Özgürlük kavramı, zamanın koşulları ve anlayışı uyarınca anlam değiştirince, bu konuda çok
katı davranan mason kuruluşları bile ister istemez tavırlarını yeniden gözden geçirmek, çağın
koşullarına ayak uydurmak zorunda kaldı. Ancak bundan sonradır ki Masonlukta bireyin
özgürlüğü, bireyin özgür düşüncesi ve her türlü baskıdan arınmış vicdanıyla ölçülür oldu.
18. yüzyıl öncesinde salt “mason” ile “özgür mason” terimleri, aynı işte çalışmakta olsalar da
birbirlerinden farklı kimseleri nitelemekteydi. Bir yapı işinde niteliksiz düz işçi olarak çalışan
kimselere “mason” denirdi. Günümüzde Batı dillerinde mason sözcüğü öncelikle “duvarcı”
anlamına gelir ama eskiden bu anlamda kullanılmazdı. Yapıcılık mesleğinin inceliklerini bilen,
sırlarını titizlikle koruyan ustalar, onların yardımcıları olan kalfalar ve gelecekte birer kalfa
olmak üzere yetiştirilen çıraklar, “özgür mason” anlamına gelen bir unvan taşırdı. Bu unvanın,
toplum içinde kendilerine sağladığı ayrıcalıklardan yararlanır, “özgür insan” sayılırlardı.
Sadece soyluların, askerlerin ve din adamlarının özgür olduğu bir toplumsal düzende, bu çok
önemliydi.
Çağdaş Masonlukta ise özgür mason şöyle tanımlanabilir: “Dogmalara ve batıl inançlara
saplanmayan, bağnazlıktan arınmış, bilimselliğin gösterdiği yolda her konuyu öncelikle
vicdanının egemenliğindeki akıl verilerine uyarak ve bilgelikle davranarak inceleyen, böylece
oluşturduğu düşünü ve görüşlerini hiçbir etki ve hiçbir baskı altında kalmaksızın en iyi, en
doğru ve en güzel şekilde uygulama alanına çıkarabilme yetisi olan kişi.”
Ancak bu tanım sadece bazı obediyanslar için geçerlidir. Bazılarının masonik anlayışı uyarınca
bu tanımı şöyle değiştirmek gerekir: “Tanrı’ya inanan, batıl inançları olmayan, her konuyu
bilgelikle inceleyen, böylece oluşturduğu düşünü ve görüşlerini hiçbir etki ve hiçbir baskı
altında kalmaksızın en iyi, en doğru ve en güzel şekilde uygulama alanına çıkarabilme yetisi
olan kişi.”
* * *
Bir masonun düzenliliği, öncelikle üyesi olduğu locanın düzenliliğiyle belirlenir. Düzenli bir
locada, masonik yöntemlere ve geleneklere uyularak Masonluğa alınmış olan bir kişi düzenli
bir mason sayılır.
Düzenli bir locanın üyesi olmayan bir mason, düzenli sayılmaz. Nitekim bazı mason kuruluşları
da bu gerekçeyle düzensiz olarak niteledikleri localarda Masonluğa girmiş olan kişileri düzenli
mason olarak kabul etmez.
Bir masonun düzenli olabilmesi için, düzenli bir locada Masonluğa girdikten sonra, bireysel
düzenini korumakta olması gerekir. Bunun için yerine getirmesi gereken yükümlülükleri vardır.
Aslında bunlar, herhangi bir diğer derneğin ya da kurumun üyelerinin yükümlülüklerinden pek
farklı değildir. Şöyle ki;
- Amaç ve ilkeleri benimsemek;
- Yasa ve tüzüklere uymak;
- Toplumun töresine uymak;

50
- Toplantılara ve çalışmalara katılmak;
- Ödentilerini aksatmadan yerine getirmek.
Masonlukta bu yükümlülükler, özgürlüğü kısıtlamaz. Sadece bireysel düzenin korunmasını
sağlar. Çünkü mason sıfatını taşıyan kişi bu yükümlülükleri bilerek ve gönülden isteyerek
üstlenir. Bunları benimsemeyen bir kişinin zaten “mason” olmaması gerekir.
Masonluğun yasalarına ve üyesi olduğu mason örgütünün tüzüklerine uymayan bir mason
hakkında soruşturma açılır. Durumuna göre cezalandırılır, hatta ilgili mason örgütünün
üyeliğinden çıkarılabilir. Ülkenin yasalarına ve töresine aykırı tutum ve davranışlarda bulunan
bir mason için de aynı işlem yapılır.
Üyesi olduğu locanın toplantılarına gerektiğince değil, ancak arada sırada katılan bir mason için
yapılabilecek bir şey yoktur. Geçerli ve sürekli bir engeli yoksa, bu durum sadece Masonluğa
yeterince ilgi göstermediğinin bir yansımasıdır. Bu tutumu sürdürürse, hiçbir zaman bir “gerçek
mason” olamaz. Uzun bir süre locasının hiçbir toplantısına katılmayan bir mason hakkında,
ilgili obediyansın tüzükleri uyarınca işlem yapılır.
Masonlukta ortak giderlerin kardeşçe paylaşılması çok önemlidir. Bu nedenle ödenti
yükümlülüğünü yerine getirmeyen bir mason uyarılır. Aldırış etmezse, ya üyesi olduğu locanın
alacağı bir kararla ya da tüzükler uyarınca düzensiz duruma düşürülür.
Şimdi sık sık ortaya atılan iki soruya geliyoruz:
«Bir masonun işi, uğraşısı ya da sağlık durumu loca toplantılarına katılmasına elvermiyorsa ne
olur?»
Bir masonun, üyesi olduğu locanın toplantılarına düzenli olarak katılması gerekir ama bunun
yerine getirilmeyişi çoğu obediyanslarda bir düzensizlik gerekçesi sayılmaz. Bazılarında ise
toplantılara katılmak kesinlikle zorunludur. Dolayısıyla bu soru ancak toplantılara katılmanın
zorunlu olduğu mason örgütlerinde sorun olabilir. Buna karşın çözümü vardır. Uzunca bir süre
loca toplantılarına katılamayacak olan bir mason, haklı gerekçesini belirtip izin alabilir.
Sağlığının elverişsizliği nedeniyle toplantılara katılamayan bir mason ise, bundan ötürü
düzensiz duruma düşmez. Locasının üyesi olan diğer masonlar elbette bunu anlayışla karşılar.
Ekonomik durumu nedeniyle ödenti yükümlülüğünü yerine getiremiyorsa, bu da hoşgörü ve
anlayışla karşılanır ve bir çaresi bulunur; yeter ki ilgili masonun locasına ve Masonluğa karşı
ilgi ve bağlılığından kuşku duyulmasın.
«Bir kez mason olan kişi sonradan Masonluktan çıkamaz mı?»
Kendi dileğiyle Masonluktan ayrılan ya da düzensizliği nedeniyle üyesi olduğu locayla ilişkisi
kesilen bir mason, bundan ötürü “mason” sıfatını yitirmez. Sadece bundan böyle hiçbir locanın
toplantısına katılamaz. Oysa her mason, herhangi bir diğer dernekte olduğu gibi kendi dileğiyle
ayrılabilir yani istifa edebilir. Masonlukta bu durum, simgesel bir terimle “uyku” olarak anılır.
Bir gün uyanabileceği yani geri dönebileceği benimsenir.
Bir mason ancak Masonluğun amaçlarına, yasalarına ve ilkelerine aykırı tutum ve davranışlarda
bulunur ya da bir yüz kızartıcı suç işlerse Masonluktan çıkarılır. Böyle bir kimse, bundan böyle
“mason” sıfatını kullanamaz.
Bununla birlikte, üyesi olduğu mason örgütünden çıkarılmış olmalarına karşın, kendilerini
çevrelerinde “mason” olarak tanıtanlar olmuştur. Bu açıkça yalancılıktır ama zaten mason
olmaya yaraşmayan bir kimseden böyle bir davranış beklenir. Böyle kişilerden kimilerinin
Masonluğa karşıt (antimasonik) nitelikli girişimlere yöneldiği de görülmüştür.

51
Obediyansın Düzenli Olması
Bu konuya gelince âdeta bir kısır döngü ile karşılaşıyoruz. Şöyle ki;
Bir obediyansın çatısı altında herhangi bir düzensiz loca varsa, o obediyans da düzensiz sayılır.
Düzensiz bir obediyansa bağlı olarak çalışan bir loca da düzenini yitirir. Bir obediyans, önce
kendisini oluşturan en az üç düzenli locanın varlığıyla düzenini sağlar. Düzeninin korunması,
her şeyden önce bu varlığın sürmesine bağlıdır. Ayrıca, Masonluğun amaç ve ilkelerine, kendi
iç yasalarına, geleneklerine ve uyguladığı sistemin gerekliliklerine aykırı düşmemelidir.
Bir obediyansın, bulunduğu ülkenin yasalarına aykırı tutum ve eylemlerde bulunup yasal olarak
“suç” sayılan çalışmalara girişmesi de masonik düzenini yitirmesinin nedenlerinden biridir.
Düzenli bir obediyansın kendinden önce kurulmuş olan düzenli obediyanslarca tanınması,
aralarında dostluk ilişkileri oluşturulması, doğal bir olgudur. Ancak tüm obediyanslar
Masonluktaki düzen kavramının genel tanımı üzerinde görüş birliğinde olsa bile, bu tanımın
kapsamındaki kavramların belirlenmesinde birbirlerinden ayrıldıkları için, sadece tam olarak
uyuşan ya da toleranslı davranan obediyanslar birbirlerini düzenli olarak tanır ve aralarında
dostluk ilişkileri kurar. Gerekli koşullar artırıldıkça aralarındaki karşılıklı tanışma ve dostluk
ilişkileri kurma olanağı da zorlaşır. Bu nedenle, bir bütün olarak Masonluk, evrensel amacının
gerçekleştirilebilmesi bakımından kendi içinde çelişkiye düşmüştür.
Mason örgütlerinin kendi aralarında birlik içinde olamayışı, Masonluğun amaçlarının
gerçekleştirilebilmesi bakımından masonların da kuşkuya düşmesine neden olmaktadır.
Masonlar da bu olguyu yadırgamakta, bir gün bu olgunun giderilmesini umutla beklemektedir.
DERECELER
Masonluktaki çalışmalar, birbirini izleyen ve her birine “derece” denilen aşamalarda yapılır.
Daha üst dereceler, okullardaki sınıf ya da askerlikteki rütbeler gibi üstünlük sağlamaz.
Masonluğa giriş ya da bir dereceyi alış tarihlerinin yani kıdemli oluşun getirdiği bir ayrıcalık
(imtiyaz) da yoktur.
Dereceler, zamana, bilgiye, görgüye, ilerleme yeteneği ve benimsenen erdemler yolundaki
gelişmeye dayanan olgunlaşma aşamalarıdır. Derecesi yükselen bir masonun yükümlülükleri,
görev ve sorumlulukları artar.
Aslında hiçbir ayrıcalığın söz konusu olmamasına karşın, daha üst derecedeki bir masonun daha
alt derecede bulunan bir masona oranla, hatta aynı derecede bulunan iki masondan daha kıdemli
olanın, aynı dereceyi yeni almış olan bir diğer masona oranla gerek bilgi gerekse deneyim
bakımından daha ileri olduğu benimsenir. Bu yüzden bir mason, kendinden daha üst derecede
olduğunu bildiği ya da kıdemi bakımından kendinden daha eski bir masona saygı gösterir.
Bu bir bilinçli saygıdır. Mason töresinin gereğidir. Herhangi bir şekilde korku, çekinme,
kendini küçük görme gibi duygulardan kaynaklanmaz. Bu nedenle, her daha üst derecede ve
daha kıdemli mason, bireysel tutumunu derece ve kıdeminden beklenen tarzda ayarlar. Buna
“bireysel disiplin” diyebiliriz.
Masonluktaki çalışmalar, -uygulanmakta olan sistemdeki derecelerin toplam sayısı her ne
olursa olsun- öncelikle ilk üç derecede yoğunlaşmıştır. Bu ilk üç dereceye topluca “simgesel
dereceler” denir. Nitekim bu derecelerde çalışan localar da “simgesel localar” olarak anılır.
Uygulanmakta olan sistemin özelliklerine göre bu ilk üç dereceden sonra gelen dereceler de
varsa; bunlar genel olarak “yüksek dereceler”, “ileri dereceler”, “felsefesel dereceler” gibi
adlarla anılır.

52
Simgesel Dereceler
Bu dereceler, meslek ve sanat kuruluşlarının geleneksel örgütlenme tarzındaki gibidir. Birinci
derece, ÇIRAKLIK aşamasıdır. Bu derecede yapılan çalışmalar, yeni üyeleri Masonluğa
alıştırmayı ve temel bilgiler vermeyi amaçlar. Kültürel ve sanatsal içerikli ya da önemli güncel
konuları işleyen çalışmalar da yapılır.
Çırak derecesinde gerekli süreyi dolduran (genellikle en az bir yıl), toplantılara düzenli olarak
katılan, derecenin kapsamı üzerinde kendi düzeyinde başarılı bir çalışma yapan mason, ikinci
dereceye geçebilir yani KALFA olabilir.
Bir mason, aynı şekilde üçüncü dereceye yükselir yani ÜSTAT olur. Bunun Türk halk dilindeki
karşılığı “usta” olarak geçer. Nitekim bazı meslek ve sanat kuruluşlarında, işini ya da zanaatını
iyice öğrenmiş, başkalarına da öğretecek düzeye gelmiş olan kimseye “usta” denir. Fakat bu
sözcük çağımızdaki güncel kullanımda asıl anlamından saptırılmış, hatta yozlaşmıştır. Bedensel
çalışmanın ağırlıklı olduğu bir işyerine, özellikle bir atölyeye gittiğimizde, orada işi biraz
öğrenmiş olan kişiye hiç düşünmeden “usta” deriz. Özellikle bir yapı işinde “kalfa” olarak
anılan kişi, usta olarak anılanlardan üstündür.
Bu nedenle Türk Masonluğu’nda “usta” sözcüğü hiçbir zaman kullanılamamış, “üstat”
sözcüğünün kullanımı daha uygun bulunmuştur.
Üstat derecesine yükselen mason, bir yandan bireysel gelişimini sürdürürken diğer yandan da
çırak ve kalfaların yetişmeleri konusunda sorumluluk üstlenir. Masonluğa alınmak üzere aday
önerebilir. Locasında görev alabilir. Obediyansta görev almak üzere hazırlanmaya bile
başlayabilir.
Kamuoyunda, bir masonun “büyük üstat” olabilmesi için, çok eski ya da yüksek dereceli bir
mason olması gerektiği sanılır. Oysa büyük üstat olmak, yönetimsel bir görev üstlenmektir;
kişinin eskiliği ya da derecesi bağlantılı değildir. Üstat derecesini yeterli belli bir süre önce
almış herhangi bir mason bile, kişiliği ve yeteneği elveriyorsa büyük üstat olabilir.
Yüksek Dereceler
Dünya yüzünde Masonlukta uygulanmakta olan birçok değişik sistem vardır. Bunlar, genelde
birer “mason riti” olarak anılır. Aralarında, yer yer önemli farklar görülür.
Bu farkların çoğu, Masonluk anlayışında, öğretimin içeriğinde, örgütlenme ve yönetim
tarzındadır. Bunlar, ilgili ritin genellikle “yüksek” olarak anılan derecelerinde belirginleşir.
Simgesel derecelerde yani ilk üç derecede çalışan locaların çalışma tarzı bakımından ise,
değişik rit ya da sistemler arasında pek önemli bir fark yoktur.
Her mason, yalnızca simgesel derecelerde çalışan bir locanın üyesi olarak bir “gerçek mason”
olma yolunun tutabilir. Bunun için yüksek derecelerde çalışarak daha başka nitelik ve unvanlar
almış olmanın gereği yoktur. Bir diğer deyişle, bir masonun bireysel bakımdan birtakım üstün
niteliklerle donanmış olması, onun yüksek dereceli olduğunu göstermez. Kimi masonlar sadece
simgesel derecelerde yapılan çalışmalarla yetinir ve bundan ötesiyle ilgilenmez. Böylece
Masonlukta öğrenilebilecek ve edinilebilecek herhangi bir şeyi kaçırmış olmazlar.
Yüksek derecelerde mason kuruluşlarının benimseyişleri yer yer birbirinden farklıdır.
Kimilerine göre şöyle bir kural geçerlidir: “Masonluk üçüncü derecede biter. Sonraki
derecelerdeki çalışmalar yalnızca bunlara katılanlara Masonluğun asıl derecelerinin kapsamı
üzerinde felsefe yapmak olanağını sağlar. Bu nedenle adı nasıl konursa konsun bir üstünlüğü
yoktur.”

53
Bazı mason kuruluşlarının bu konudaki görüşü ise şöyledir: “Simgesel dereceler sadece
Masonluktaki çalışmalara başlayabilmek için gereken hazırlık dönemidir. Masonluğun gerçek
öğretimi bundan sonra başlar.”
İşte bu iki çelişkili yaklaşım, benimsenmiş olan sistemin etkisiyle ve o sistemi “tek doğru”
tutarak Masonluk anlayışında birtakım farklı görüşler oluşturulmuş bulunduğunu gösterir.
Ancak herkes Masonlukta simgesel dereceler olmadıkça ileri ve yüksek derecelerin
olamayacağını onaylar.
“Rit” Kavramı
Masonlukta rit, “bağlanılmış ya da benimsenmiş olan yol ve yöntem” anlamında kullanılır.
Lâtince’deki sözlük anlamı bakımından “ritus”, dinsel nitelikli bir anlamda kullanıldığında,
“törenin biçimi” demektir.
Masonluk açısından, bir mason riti şöyle de tanımlanabilir: “Benimsenmiş olan öğretimi belli
bir dereceler silsilesi içinde toplayan ve bunun belirli bir yöntemle verilmesini sağlayan
sistem”.
Bir ritin, her bir derecede ayrı ayrı olmak üzere ilgili derecenin öğretimini de içeren törensel bir
bölümü vardır. Buna “ritüel” denmektedir.
Rit sözcüğü gibi ritüel sözcüğü de salt Masonluğa özgü değildir. Gerek dinsel, gerek askerî
gerekse sivil birçok alanda geçerlidir. Örneğin, bir nikâh töreninin kendine özgü bir ritüeli
vardır. Nikâhı kıyan kişi, töreni belli bir ritüele uyarak yönetir. Buna, evlenenler ile birlikte
izleyiciler de katılır. Fakat nikâh töreni her yerde tıpatıp aynı değildir. Bu, uygulanan ritin farklı
olduğunu gösterir.
18. ve 19. yüzyıllarda, hemen hemen her ülke ve her toplumda, o ülke ya da toplumun kendine
özgü inançlarının, gelenek ve göreneklerinin, düşünme tarzı, bilgi düzeyi ve kültürünün
özelliklerine göre ayrı ayrı mason ritleri oluşmuştur. Bu oluşumlarda, kimi mason önderlerinin
bireysel görüş ve eğilimlerinin de önemli etkisi olmuştur.
Tüm mason ritlerindeki çalışma yöntemi birbirine pek benzer. Fark, benimsenen ilkelerde,
bunun doğal sonucu olarak da örgütlenme sistemi ve derecelerdedir.
Bazı mason ritlerinde sadece birkaç, bazılarında bir sürü derece vardır. Ancak, bir ritin
derecelerinin sayısının bir diğerinden çok olması, öğretiminin daha geniş kapsamlı olduğunu
göstermez. Bir ritte birkaç ayrı dereceye dağıtılmış öğretim, bir diğerinde tek bir derecede
toplanmış olabilir. Kaldı ki, herhangi bir ritin öğretim kapsamı, bir diğerlerinden farklıdır.
Bazı masonik sistemler, aslında “rit” sözcüğünün tanımına uymakla birlikte, adlarının
kapsamında bu sözcüğü kullanmamayı yeğlemiştir. Masonlukta bu amaçla “tarikat” anlamına
gelen bir sözcüğün sık sık kullanıldığı görülür.
Burada, şu “tarikat” sözcüğü üzerinde özellikle durmak gerekiyor. Türkçede bu sözcük, çoğu
kez tek bir sözlük anlamına bağlı tutulup başka bir anlama da geldiği hiç düşünülmeyerek yanlış
anlaşılabilmektedir.
Tarikat sözcüğünün Batı dillerindeki karşılıkları, -örneğin, İngilizce’de “order”, Fransızca’da
“ordre”, Almanca’da “Orden”- Masonlukta hayli sık kullanılır. Bu sözcüklerin, kullanılmakta
oldukları yere göre Türkçedeki karşılığı “düzen” olarak verilebilirse de, “tarikat” sözcüğü,
anlamını daha iyi yansıtmaktadır.

54
Halk ağzında “tarikat”, sadece dinsel ya da inançsal nitelikli bir anlama gelmek üzere
kullanılagelmiştir. Bu sözcüğün Masonlukta da yer yer geçtiği görülünce, Masonluk da bir
dinsel tarikat gibi görülüp, öyle sanılmıştır. Oysa, etimolojik bakımdan Arapça’dan alınma olan
bu sözcüğün Türkçedeki tam sözlük anlamı “yollar” olarak verilebilir. Sözcüğün “tekil” değil,
“çoğul” olduğuna da dikkat etmek gerekir. Burada sözü edilen yollardan, özellikle tanrısal
(ilâhî) olmak üzere, “gizemsel bilgi”yi elde etmenin yolları anlaşılır. Bu durum, kavramın
çoğunluğun alışagelmiş olduğu peşin ve tek tanımından doğar. Fakat, bir amaca ulaşabilmek,
bir ülküyü gerçekleştirebilmek, bir öğretimi vermek amacıyla tutulan yolun ille de dinsel ya da
inançsal bağlantısının bulunması gerekmez, Nitekim tarih boyunca dünya yüzünde
oluşturulmuş birçok tarikat arasında, hiçbir dinsel ya da gizemci (mistik) özelliği olmayanlar da
görülmüştür. Günümüzde de varlığını sürdüren bu tür birçok tarikat vardır.
Türk Masonluğu’nda “tarikat” sözcüğü hiç geçmez; tarih boyunca hiçbir zaman
kullanılmamıştır. Ancak başka ülkelerdeki mason kuruluşlarından söz edilirken, onların
kullandığı ve yukarıda değinilen sözcüklerin dilimizdeki karşılığı “tarikat” olmaktadır, o kadar.
Sistemin İşleyişi
Yüksek dereceleri olan bir sistemde, “üstat” derecesinde yeterli görülen bir süreyi doldurmuş
(genellikle bir ya da iki yıl), Masonluğun amaç ve ilkelerini iyice kavrayarak benimsemiş, temel
bilgileri edinip yeterince yetişmiş, olumlu çabalar göstererek evrimsel doğrultuda gelişme
yoluna girmiş bir mason, isterse, hele felsefeye meraklıysa, yüksek derecelerde de çalışmaya
girişebilir.
Bu derecelerde çalışmaya başlayabilmek için, şu iki yöntemden biri izlenir:
1. Üstat derecesindeki mason, yüksek derecelerde çalışan mason kuruluşunun yetkili
organına başvurur; alınma dileğinde bulunur.
2. Üstat derecesindeki bir masonun yüksek derecelerde de çalışma dileği, üyesi olduğu
locanın aracılığıyla ilgili obediyansın yetkili organı tarafından yüksek derecelerin
yönetici organına iletilir.
Bu kitabın son bölümünde, mason olmak isteyen bir kişinin Masonluğa girişinin nasıl olduğunu
anlatacağız. Orada önemli bir nokta göreceğiz: Mason olmak isteyen bir kişi Masonluğa
alınmayabilir. Buna, mason olmak üzere başvurmuş olduğu locanın üyeleri, bağlı olduğu
obediyansın da görüşünü alarak karar verir. Aynı şekilde, Masonluğun yüksek derecelerinde
çalışmak isteyen bir masonun da bu dileği kabul edilmeyebilir.
Çoğu mason ritlerinde bu dereceler, bir aşamalar silsilesi halinde birbiri ardınca dizilmiştir.
Bazılarında ise bu dereceler birbirini izlemek üzere değil, üstat derecesinden sonraki ayrıntılı
kollar olarak düzenlenmiştir. Üstat derecesindeki bir mason, bunların hangisinde çalışmak
isterse ona başvurur. Böyle bir uygulamada yüksek dereceler değil, “ileri dereceler” terimi
kullanılır. Ancak bu, sadece bir sistem ve terim kullanım farklılığıdır.
* * *
Yüksek derecelerde çalışan masonik birimlere genellikle “atölye” denir.
Bir ritin atölyelerinin toplu yönetimi, o ritin en üst derecesini almış masonların oluşturduğu bir
kurul tarafından yürütülür. Bu kurul, o ritin egemen yönetici organı olarak benimsenir.
Bazı ritlerde, dünya çapında geçerli olan bir tek egemen yönetici organ vardır. O ritin çeşitli
ülkelerdeki örgütleri, -yasal olarak bir ulusal dernek niteliği taşısa bile- masonik bakımdan bu
merkezî organa bağlıdır. Böyle bir uygulamada, uluslararası örgütlenme söz konusudur. Ancak
bu pek ender bir uygulamadır. Çoğu ritlerde, yeterince gelişmiş bir örgütlenmenin yer aldığı
her ülkede bir bağımsız egemen yönetici organ oluşur.

55
Masonluğun yüksek derecelerini yöneten organların çoğu, simgesel derecelerde yapılan
çalışmalarla pek ilgilenmez. Bu durumda, düzenli bir obediyans, ritin simgesel derecelerini
kendi tüzük ve yöntemleri uyarınca yönetir. Ancak bir yüksek derece otoritesinin, kendi
yönetimi altındaki derecelerde çalışacak olan masonları seçip alacağı bir kaynağa gereksinmesi
vardır. Bunun için de en az bir obediyans ile bağlantı kurar.
Bazı ritlerde ise, tüm dereceler, simgesel derecelerle birlikte bir bütün oluşturur. Böyle bir
durumda, Masonluğun simgesel derecelerinde çalışan bir obediyanstan söz edilemez. Bu tür bir
uygulamaya Masonluğun tarihçesinde sık rastlanmıştır. Günümüzde ise ender görülen bir
olgudur.
Büyük Doğu
Bir büyük doğu (grand orient), büyük locaya pek benzer bir obediyanstır. İkisi arasındaki fark,
rit konusundan kaynaklanır.
Bir büyük loca belli ve tek bir mason riti ya da sisteminin simgesel derecelerinde çalışır. Bir
büyük doğu ise, değişik ritlerde çalışan locaları, hatta bazı yüksek derece atölyelerini sinesinde
toplar.
Bu farklı örgütlenme tarzı da Dünya Masonluğu’nda bir uzlaşmazlık nedeni haline gelmiştir.
Çünkü dünya yüzündeki obediyansların birçoğu, bu tarz bir örgütlenmeyi kabul etmez ve bunu
bir “düzensizlik” örneği olarak gösterir.
Bazı büyük localar ise, -belirgin tek bir ritin simgesel derecelerinde çalışmakta olmakla birlikte-
büyük doğu tarzındaki bir örgütlenmeyi de toleransla karşılar ve bu tür masonik örgütlerle
dostluk ilişkileri kurmakta sakınca görmez.

56
Bölüm 5
Çalışmalar

Masonluktaki çalışmaların çoğu localarda ya da bunlara benzer birimlerde yapılır. Bunların


çoğuna da yalnızca masonlar katılır.
Bir locanın çalışmaları üçe ayrılabilir:
1. Kendi iç işleri ilgili ve yönetimsel nitelikli çalışmaları;
2. Masonluktaki öğretimin ayrıntıları üzerindeki bilgisel çalışmalar;
3. Konferans, panel, açık oturum ya da bunlara benzer bir sunu biçiminde yapılan, çoğu
genel bilgi ve kültür üzerine kurulu çalışmalar.
Bu çalışmalardan ilk ikisi başkalarına anlatılamaz. Üçüncüsü ise konuyu anlamaya ve izlemeye
yeterli eğitim ve düşünü düzeyinin bulunduğu bir ortamda rahatça anlatılabilir. Üstelik bunların
mason olmayanlara anlatılması, Masonluğun amaçlarına da uygun düşer.
Burada, mason olmayan kişilerden çoğunun sorduğu soru gündeme gelir:
«Yukarıdakilerden ilk ikisi niçin anlatılamaz? Bunların anlatılmayışı, Masonluğun bir “gizli
örgüt” olduğunu, masonların da kendilerine özgü birtakım sırlar içine boğulduğunu göstermez mi?»
Bu sorunun yanıtını vermek hiç de zor değildir. Ancak bu yanıt, ne yazık ki sadece
anlayabilecek olanları tatmin eder.
Her mason locası, kendi üyeleriyle birlikte bir aile gibidir. Nasıl bir aile meclisinde
konuşulanlar aileden olmayan kişilere anlatılmazsa, locanın kendi üyelerinden başkasını
ilgilendirmeyen konular da loca dışında anlatılmaz. Loca içinde herkesin âdeta sonsuz bir
düşünme ve söz özgürlüğü vardır. Eğer locada yapılan çoğu yönetimsel nitelikli ve “sadece o
locanın üyelerini ilgilendiren” görüşmeler loca toplantısı dışında da anlatılacak olursa, bu
özgürlüğün hiçbir anlamı kalmaz. Hatta özgürlük artık kullanılamaz duruma düşer. Masonlar,
localarının toplantılarında kardeşleriyle paylaşmaları gereken bilgi, görüş ve düşünülerini orada
da dile getirmeyerek, kendilerine saklamak zorunda kalır. Bu durum ise locanın çalışmalarından
beklenen yararı büyük ölçüde azaltır.

57
Siz, sadece ailenizi ya da arkadaş çevrenizi, çalıştığınız iş yerini ilgilendiren konuları
başkalarına da anlatır mısınız?
Bu açıdan benimsenen tutum gizlilik değil, “ağız sıkılığı” (ketumiyet) olarak nitelenebilecek bir
uygulamadır. Yadırganacak hiçbir yanı yoktur. Hatta bunlar yalnızca mason olmayanlara değil,
başka locaların üyesi olan ve o toplantıda bulunmayan masonlara bile anlatılmaz. Locanın
toplantısına katılan masonlar, bunları kendilerinde kalmak üzere izler.
Ancak elbette bunun bir sınırı vardır. Gerektiğinde görüşülmüş olan her şey açıklanabilir.
Açıklanmasını isteme hakkı olan iki organ vardır:
1. Locanın bağlı olarak çalıştığı obediyansın yönetim kurulu;
2. Ülkenin ilgili yasal ve yargı organları.
Masonluktaki öğretimin anlatılmayışı, çalışma sisteminin “ezoterik” (içrek) oluşundan ileri
gelir. Bu da öğretimsel nitelikli çalışmaların sadece masonların katılımıyla yürütülmesinin
gerektirir.
Ezoterik ya da içrek sistem, sırf Masonluğa özgü bir uygulama değildir. Dünya yüzünde bu
sisteme uyarak çalışan yüzlerce kurum ve örgüt vardır. Bu sistemin ne olduğunu, gerekçesini
ve nasıl uygulandığına daha sonra anlatacağız..
Her locanın toplantısında yapılan tüm işler ve görüşmeler oldukça ayrıntılı bir biçimde
düzenlenen bir tutanağa geçirilir. Tutanak en az iki nüsha olarak düzenlenir; biri locanın bağlı
olduğu obediyansın arşivinde saklanır. Bunların saklanışının gerekçesi, devletin yetkili
organlarının istemesi durumunda çıkarıp göstermek değildir. İstenirse o işe de yarar ama asıl
gerekçesi locanın tüm çalışmalarının düzenli olarak belgelenmesidir.
* * *
Genellikle her loca, toplantılarına başka locaların üyesi olan masonları konuk olarak kabul eder.
Toplantılarını yalnızca kendi üyelerinin katılımıyla yapan ve hiçbir konuk kabul etmeyen
localar pek enderdir. Loca toplantısına katılacak her konuk masonun da “düzenli” olması
gerekir.
Mason olmayanların da katılabileceği özel toplantılar da düzenlenebilir ama bu ancak ilgili
obediyansın tüzükleri uyarınca ya da izniyle yapılabilir. Nitekim çoğu loca her yıl en az bir kez
masonların yakınlarının da katılabileceği bir özel toplantı düzenler. Masonlukta buna “beyaz
oturum” denir. Masonların yakınları olmayan, özel olarak çağrılı kimselerin katıldığı toplantılar
da düzenlenebilir.
Bazı obediyanslarda, mason olmayanlara açık bu toplantılar locaların olağan toplantılarını
yaptığı yerde, bazılarında ise dışarıda yapılır. Her nerede yapılırsa yapılsın, bu toplantıların
konusu mutlaka şu ya da bu bakımdan Masonluk ile bağlantılıdır. Hatta bazı obediyansların
tutumu uyarınca bu gibi toplantıların asıl amacı, mason olmayanlara Masonluk hakkında bilgi
vermektir. Çağımızın anlayışı çerçevesinde, böyle toplantıların düzenlenmesi Masonluğun
“ezoterik” niteliğinin kaldırıldığı anlamına gelmez.
Siz, evinize aileden olmayan konuklar davet etmez misiniz?

58
LOCALARIN ÇALIŞMALARI
Her mason locası, önceden saptanmış günlerde, belirli bir yerde ve saatte toplanır. İki haftada
bir toplanmak en yaygın uygulamadır. Bazı localar ise daha seyrek toplanır.
Toplantının yapılacağı yerde “mabet” adı verilen, Masonluğun geleneklerine uygun olarak özel
bir biçimde döşenmiş ve donatılmış bir salon bulunur. Eğer çalışmanın yapılacağı yer, ilgili
mason derneğinin kendi malı ya da sürekli kiralanmış değilse, burada sadece toplantıdan
toplantıya geçici olarak mabet dekorasyonu yapılır.
Bu aşamada, “toplantı” ve “oturum” sözcüklerini açıklamak gerekiyor.
Bir locanın, üyeleri ve konuklarıyla bir araya gelmesine “toplantı” denir. Bir toplantı genellikle
üç aşamadan oluşur:
1. Mabedin bulunduğu yerde buluşma
2. Mabette yapılan çalışmalar
3. Sofrada yemek
Aynı toplantı gününde mabette yapılan her bir derece çalışması ise, başlı başına bir “oturum”
olarak anılır.
Mabet
Masonlukta “mabet”, simgesel bir terimdir. Bir mason mabedi, dinlerde söz konusu olanlar gibi
bir “tapınak” değildir. Masonluğa özgü toplantılar ile bir ritüel uyarınca uygulanan törenlerin
düzenlendiği bir salondur. Bu salon, orada bir toplu tapınma ya da âyin yapıldığı için değil,
oradaki çalışmaların âdeta kutsallığa varır ölçüde yüce sayılması nedeniyle böyle anılır.
Bir mason mabedi, genellikle dik dörtgen şeklindedir. Büyüklüğü gereksinme ve olanaklara
bağlıdır. Yüksekliği yeterliyse, akustiğin sağlanması için tavanın bir “kubbe” biçiminde
düzenlenmesi yeğlenir. Birçok simgeyle donatılır.
Standart bir mason mabedinin kısa kenarlarından birinin ortasında tek bir kapısı vardır..
Kapının bulunduğu yere simgesel olarak “batı” denir. Elbette bunun tam karşısı da “doğu” olur.
Doğu, mabedin diğer bölümlerinden biraz daha yüksektir ve simgesel parmaklıklarla ayrılır.
Doğunun tam ortasında, saygıdeğer üstat olarak anılan loca başkanının kürsüsü bulunur. Her
iki yanına herhangi bir toplantıda protokolde yer alan masonların oturacağı koltuklar sıralanır.
Mabedin iki uzun kenarı boyunca yani güney ile kuzeye, çalışmalara katılacak olan masonların
oturmaları için sıralar ya da sandalyeler dizilir. Bunlar, art arda birkaç sıra olabilir.
Birinci nazır ve ikinci nazır olarak anılan görevlilerin de birer kürsüsü vardır. Diğer görevliler,
kendilerine ayrılmış belirli yerlerde oturur.
Kapının her iki yanında irice birer sütun yer alır. Bir mabedin giriş kapısının her iki yanına birer
sütun dikmek, tarih boyunca uygulanagelmiş bir gelenektir ama Masonlukta bu iki sütun
dışarıya değil, içeriye yerleştirilir.
Bazı locaların çalıştığı mabetlerde kalıcı dekorasyon yapılmaz. Hangi derecede oturum
yapılacaksa, mabet o derecenin simgeleriyle donatılır. Bazıları bu amaçla her bir derece için
ayrı ayrı olmak üzere büyükçe bir “tablo” ya da mabedin ortasına serilen bir “döşeme örtüsü”
kullanır. Bunların üzerinde ilgili dereceyle bağlantılı simgeler yer alır.

59
Masonlukta simgelerin yerine ve bunların gerekçesine bu kitabın sonraki bölümlerinden birinde
ayrıntılı olarak değineceğiz. Nitekim Masonlukta renkler de önemli simgesel anlamlar taşır.
Çalışmanın yapılacağı mabedin duvarları, gerektiğinde değiştirilebilen farklı renkte perdelerle
kaplanır.
Şimdi bir mason mabedinin dekorasyonunda ne gibi simgeler kullanıldığını gözden geçirelim.
 Girişin yanındaki iki sütunun başlığı üzerinde en az bir “nar” ya da “küre”; altında yedi
sıra dolanmış altın renginde bir “zincir”; sütunlardan birinin üzerinde “B”, diğerinde “J”
 Yıldızlarla süslenmiş bir tavan; çoğu uygulamalarda tavana yakın bir düzeyde mabedi
çepeçevre yer yer düğümlenmiş olarak dolaşan bir “ip”.
 Doğudaki duvarın ortasında, içinde bir “göz” figürü bulunan bir “eş kenar üçgen”,
bunun her iki yanında bir “güneş” ile “ay”.
 Döşemenin ortasında âdeta bir satranç tahtasına benzer şekilde siyah ve beyaz
karelerden oluşan bir bölüm; bazı uygulamalarda ise bunun yerine ışınlar yayar gibi
düzenlenmiş bir “beş kollu yıldız”.
 Gene ortada, Antik Çağ’ın üç temel mimarî düzenini (İyon, Dor ve Korint) yansıtan,
üstlerinde birer ışık kaynağı (ampul ya da mum) bulunan, en az bir metre yükseklikte
üç simgesel sütun.
 Herkesin görebileceği bir yerde, birinin yüzeyleri eğri büğrü olduğu için Masonluk’ta
“hamtaş” olarak anılan bir taş ile dümdüz yüzeyli ve tam bir küp biçiminde bir diğer
taş.
 Bazı obediyanslarda saygıdeğer üstadın kürsüsünün önünde, bazılarında ise mabedin
ortasında olmak üzere, genellikle dörtgen prizma biçiminde özel bir masa ya da kürsü.
(Masonlukta bir mabedin en önemli öğesi olarak nitelenen hatta «Olmazsa olmaz!»
denilen bu kürsü, “ant kürsüsü” ya da “yemin kürsüsü” olarak anılır. Böyle anılışı,
masonların gerektiğinde ant içeceği yer oluşundan ileri gelir. Ancak, elbette her
oturumda ant içmek söz konusu olmaz. Buna karşın, bu kürsü mutlaka kullanılır.)
 Kürsünün üzerinde, oturum sırasında açık tutulan bir kitap. (Bu amaçla, bazı
obediyanslarda “kutsal din kitapları”, bazılarında ise tümüyle boş ve beyaz yapraklardan
oluşan bir “simgesel kitap” kullanılır.) Kitabın üzerinde ise üst üste yerleştirilen bir
“gönye” ile bir “pergel”; ayrıca simgesel olarak her iki yüzü keskin bir “şövalye kılıcı”.
Türkiye’deki mason localarının çalıştığı mabetlerin en önemli ve kaçınılmaz dekoratif
öğelerinden biri, doğuda saygıdeğer üstat kürsüsünün hemen yanında bir gönder üzerine takılı
olarak bulundurulan Türk bayrağıdır. Böylece Türk mason localarının ulusal niteliği özellikle
vurgulanır. Bunun karşısına da, varsa locanın flâması asılır.

60
BİR MASON MABEDİNİN GENEL GÖRÜNÜMÜ
(Batıdan doğuya bakış)

Bu fotoğraf, herhangi bir yerdeki standart bir mason mabedinde çekilmiş. Burada en ön planda
ortadaki üç sütun ile bunun ortasına yerleştirilmiş olan ant kürsüsü görülüyor. Geri planda doğu
ve ortasında saygıdeğer üstat kürsüsü ile iki yanında konuklar için koltuklar. Sağda ve solda
birer görevli masası ile kuzey ve güneydeki oturma yerlerinin bir bölümü görülebiliyor.
Ritüel
Genel sözlük anlamı bakımından ritüel, “bir kurum, örgüt ya da topluluğun çalışmalarında
yerine getirilen geleneksel ya da benimsenerek kurallaştırılmış yöntem ve uygulamaların tümü”
olarak tanımlanır. Masonluktaki özel anlamı ise şöyledir: “Bir mason birimi ya da kurumunun
toplantılarında, derecelerin verilişi ve diğer törenlerde uygulanan sıra, şekil ve yöntemlerin her
biri.”
Masonlukta pek genel olarak ritüel, yazılı olan ve yazılı olmayan ritüel şeklinde ikiye ayrılır.
Yazılı ritüel, her bir derece ve her bir çalışma türü için ayrı olmak üzere düzenlenmiş,
kitapçıklarda toplanmış olan sıra, şekil ve yöntemlerden oluşur. Bu kitapçıklarda geçmeyen ya
da yalnızca kısaca değinilmiş, zamanla görerek öğrenilen yöntemler, yazılı olmayan ritüelin
kapsamına girer.
Zaman zaman “masonik etiket” diye bir terim kullanılır. Etiket, “geleneksel ve görgüye uygun
tutum ve davranış kurallarının tümü” ya da “doğru olan şeyi, zamanında, yerinde ve olması
gerektiği gibi yapmak.” olarak tanımlanabilir.
Masonlukta öyle kural ve geleneksel uygulamalar vardır ki, bunların tümünü yazarak anlatmak
olanaksız gibidir. Bunların çoğu okuyarak değil, görerek ve izleyerek, daha doğrusu yaşayarak
öğrenilir.
Ritüel sadece bir şekil, bir kalıptır. Yere, çevreye, olanaklara, özel koşullara, gereksinmelere ve
zamana göre değişimlere uğrayabilir. Bu nedenle, aynı mason ritini uygulamakta olan değişik
mason kuruluşlarının ritüelleri arasında birçok farklılık görülebilir. Bu durum, Masonluğun
evrensel oluşunu etkilemez ve engellemez. Bir yazar, Masonluğu “beden”e, ritüeli de “giysi”ye
benzeterek, «Giysi değişebilir; fakat giysinin değişmesi bedeni değiştirmez.» demiştir.
Bazı mason kuruluşları ise, ritüelin hiçbir suretle değiştirilemeyeceğini ileri sürer. Ritüellerin
gerektiğinde değişebilirliği ya da kesinlikle değiştirilemezliği üzerindeki çelişkili görüşler
günümüze kadar bir uzlaşmaya bağlanamamıştır.

61
Derece Ritüelleri
En sık olarak kullanılan ritüeller her bir derece çalışması için ayrı ayrı olmak üzere düzenlenmiş
olanlardır. Kapsamlarında genellikle şunlar bulunur:
1. Mabet dekorasyonu ve derecenin simgeleri;
2. Mabede giriş ve çıkışta, mabetteki çalışmalar sırasında uygulanan yöntem ve uyulması
gereken kurallar;
3. Dereceyle ilgili işaret ve sözcükler (parolalar);
4. Oturumun açılış yöntemi;
5. Bu derecedeki törenin ayrıntılı betimlemesi;
6. Oturumun kapatılış yöntemi.
Bazı obediyansların derece ritüellerinde, ayrıca, o dereceyle ilgili simge ve sözcüklerin
açıklaması, ritüelin içerdiği anlatımlar üzerine kısa açıklamalar ile varsa obediyansın
benimsediği yorumlar da bulunur.
Özel Ritüeller
Bunlar, bir locanın standart dışı toplantılarında uygulanan ritüellerdir.
1. Protokol Ritüeli: Görevlilerin hiyerarşisini gösterir. Toplantıya “protokol konuğu”
niteliğiyle katılan bir masonun nasıl karşılanıp ağırlanacağını belirtir. (Bazı
obediyanslarda bu konular bir tüzükte belirtilmiş olup, böyle bir ritüel yoktur.)
2. Disiplin Ritüeli: Masonların uymaları gereken disiplin kurallarını anlatır. Bir mason
hakkında “disiplin soruşturması” açılacak olursa, çalışmanın nasıl yapılacağını gösterir.
(Bazı obediyanslarda bu konular ilgili tüzükte belirtildiğinden, böyle bir ritüel yoktur.)
3. Anma ya da Yas Ritüeli: Eski bir masonun anılması amacıyla düzenlenen bir özel
toplantıda uygulanır. (Bazı obediyanslarda bu ritüelin bir benzeri ölen bir masonun
cenaze töreninde ya da bir süre sonra mezarı başında uygulanmak üzere
düzenlenmiştir.)
4. Beyaz Oturum Ritüeli: Mason olmayan konukların da katılabildiği özel toplantılarda
uygulanır.
5. Nikâh Kutlama Töreni Ritüeli: İstek üzerine, bir masonun evlenmesini kutlamak
üzere uygulanır.
6. Genel Kurul Toplantısı Ritüeli: Obediyansın genel kurul toplantısının açılış ve
kapanış yöntemlerini içerir. (Bazı obediyanslarda böyle bir ritüel yoktur. Genel kurul
toplantısı hangi derecede yapılıyorsa, o derecenin ritüeli genel kurula uyarlanarak
uygulanır.)
7. Görevlilerin Göreve Getirilmesi (İsat) Töreni Ritüeli: Yeni görevlilerin görevlerine
başlamaları nedeniyle düzenlenen törende uygulanır. Bunun bir benzeri de obediyansın
büyük görevlilerinin göreve getirilmesi töreni için geçerlidir.
8. Şölen (Agap) Ritüeli: Yeni görevlilerin görevlerine başlamalarından sonra düzenlenen
sofrada uygulanır.
9. Kuruluş Töreni Ritüeli: Yeni kurulmuş olan bir locanın çalışmalarına başlaması
amacıyla düzenlenen törende uygulanır. Bu törenin ardından, görevlilerin göreve
getirilmesi töreni de yapılır.

62
Bazı büyük localarda bu ritüel, “konsekrasyon” olarak anılan bir özel uygulamayı da içerir.
 Temel Atma ve Mabet Açılışı Töreni Ritüeli: Herhangi bir yerde yeni bir mabet
yapılmasına başlandığında ya da önceden var olan bir binada yeni yapılmış bir mason
mabedi hizmete açılacağı zaman uygulanır.
Kuruluş töreninde olduğu gibi, bazı büyük localarda bu ritüeller de bir “konsekrasyon”
uygulamasını içerir.
Oturum
Bir locanın herhangi bir toplantı gününde ne tür oturumlar yapabileceği ya da yapması gerektiği
konusunda birbirlerinden farklı uygulamalar vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Bir toplantı gününde tek bir oturum yapılır.
2. Aynı gün, ayrı ayrı derecelerin oturumları birbiri ardınca yapılabilir.
3. Bir toplantı gününde, mutlaka birbiri ardınca her üç derecede de -kısa bile olsa- birer
oturum yapılır. Törenler ve özel oturumlar istisnadır.
4. Bir gün içinde birbiri ardınca en çok iki ayrı derecede oturum yapılabilir. Tören ya da
özel oturum yapılan günlerde bir diğer derecede herhangi bir çalışma yapılmaz.
Her bir oturuma, derecesi o oturumda bulunmaya elverişli masonlar katılabilir
Üç tür oturum vardır:
1. Olağan Oturum: Bir locanın, günü ve saati çok önceden belli, gündemi yeterince
önceden loca üyelerine gönderilen standart çalışmasıdır.
2. Olağanüstü Oturum: Olağan toplantı günlerinin dışında, gerek duyulduğu için
yapılan, ivedi bir durumda gündemi önceden gönderilmeyen hatta üyelerin telefonla
çağrılabildiği bir oturumdur.
3. Özel Oturum: Bir locanın özel bir amaçla yaptığı oturumdur. (Nitekim “beyaz oturum”
bir özel oturum sayılır.)
Oturum, belli bir ritüele uyularak açılır ve sırasıyla şu çalışmalar yapılır:
1. Aynı derecede yapılmış bir önceki oturumla ilgili olmak üzere düzenlenmiş tutanak
okunur. Üzerinde görüşülür; gerekirse düzeltilir.
2. Locanın bağlı olduğu obediyanstan gönderilmiş olup, duyurulması gereken bildirgeler
okunur.
3. Oturuma katılmak üzere gelen önemli konuklar varsa, protokol kuralları uyarınca
mabede alınır.
4. Gündem uygulanır. (Oturumun zaman bakımından en uzun süreyi alan bölümü budur.
Birkaç ayrı maddeden oluşabilir.)
5. Engelli (mazeretli) olan üyeler hakkında bilgi verilir.
6. Gündeme alınması gerekmeyen konular üzerinde konuşmak isteyenlere söz verilir.
(Oturumun bu aşamasındaki görüşmelere, “Masonluğun genel ve ilgili locanın özel
yararlarının görüşülmesi” denir.)
7. Herhangi bir öneri ya da dilekte bulunacak olanlar için “öneri kesesi” (teklif kesesi) ile
“iyilik işleri kesesi” (hasenat kesesi) dolaştırılır.
Çalışmalar bitince, oturuma katılmış olan protokol konukları varsa uğurlanır ve oturum ritüele
uyularak kapatılır.
63
Gündem
Bir locanın standart oturumlarının gündemlerinde genellikle şu konu ya da işlemler bulunur:
 Yönetimsel İşlemler: Bazı obediyanslarda üçüncü derece oturumu için geçerlidir.
Bazılarında ise bir bölümü üçüncü derecede, diğer bölümü birinci derecede yapılır.
Kapsamında Masonluğa girmek isteyen adaylar ve locanın üyeleriyle ilgili konuların
görüşülmesi yer alır.
 Tekris: Birinci derecede Masonluğa kabul töreni, ikinci derecede kalfalığa geçiş töreni,
üçüncü derecede üstatlığa yükseliş töreni.
[Tekris, ezoterik bir kuruluşta, bireyin çeşitli aşamalardan geçerek bu kuruluşun öğretimini
edinmesi, olgunlaşıp yetkinleşme yolunda ilerlemesidir. Batı dillerinde, Türkçedeki karşılığı
“başlangıç” olan “initiation” terimi geçer. Bu terim dilimize “inisyasyon” olarak da girmiştir.
Tekris, aslında kişinin ilgili ezoterik kuruluşta geçirdiği evrelerin tümünü niteler ama gerek
örgüte ilk girişi gerekse sonraki her bir dereceyi alışı sırasında uygulanan ritüelik töreni
nitelemek için de kullanılır ve çoğu kez bu anlama gelir.
 Konuşmalar: İlgili derecedeki masonlar için bilgisel ya da eğitsel nitelikli kısa
konuşmalar yapılır. Sosyal, kültürel, bilimsel, sanatsal, güncel ya da doğrudan
Masonluk ile bağlantılı bir konu üzerinde konferans, panel, tartışma, genel görüşme,
sunu ve gösteri gibi çalışmalar düzenlenir.
 Seçimler: Bazı obediyanslarda üçüncü, bazılarında birinci derecede olmak üzere; bazı
obediyanslarda her yıl, bazılarında iki yılda bir locanın yeni görevlileri seçilir.
 Göreve Getirme (İsat) Töreni: Seçimlerden sonraki bir oturumda locanın seçilmiş
yeni görevlilerinin göreve başlaması amacıyla uygulanır.
Kardeş Sofrası
Mabette yapılan çalışmalardan sonra, o günkü toplantının bir sofra çevresinde sürdürülmesi,
Masonlukta öteden beri benimsenmiş, günümüzde de korunan bir gelenektir. Bu, masonların
kendi aralarında düzenlediği herhangi bir yemek değildir. Kendine özgü bir düzeni, töresi ve
disiplini vardır. Bu sofralarda her şey tam bir eşitlik içinde ve kardeşçe paylaşılır. Yapılan
konuşmalar içtenlik doludur. Masonlar arasındaki kardeşlik, güçlü bir biçimde duyumsanır.
Zaman zaman bu sofraya mason olmayanların çağrıldığı da olur. Kuşkusuz bunun için önceden
locanın saygıdeğer üstadının, hatta belki obdiyansın yetkililerinin onayı alınır. Böyle bir
uygulamanın iki amacı olabilir: Mason olmayan değerli bir kimsenin yapacağı bir konuşmayı
dinlemek ya da bir mason adayını loca üyelerine tanıtmak... Ancak böyle bu durumda “kardeş
sofrası” terimi geçerliliğini yitirir.
Geleneksel Kural ve Yöntemler
Az önce de değinilmiş olduğu üzere, Masonluğun kendine özgü geleneksel kuralları vardır.
Mabede giriş ve mabetten çıkış, belirli yöntemlere uyularak yapılır. Oturum boyunca masonlar,
tutum ve davranışları bakımından masonik töre ve geleneklere uyar. Böylece bir locanın
çalışmalarında düzen, uyum ve disiplin sağlanır.
Burada Masonluğun geleneksel kural ve yöntemlerinin tümünü anlatmamıza olanak yok.
Bunlardan bir bölümünü özetle gözden geçirmekle yetineceğiz.

64
Giyim ve Kuşanım
Masonluğun geleneksel kuralları, masonların, bir toplantıya katılırken giyim tarzına özen
göstermeleriyle başlar. Toplantıya, en azından koyu renk bir giyimle, bir resmi resepsiyona
gider gibi katılmak gerekir.
Kimi masonlar giyim konusundaki kuralları hayli sert bir yaklaşımla eleştirir. Bunu salt
“şekilcilik” olarak görür ve çağ dışı kalmış olduğunu ileri sürerler.
Bu eleştirisel savı yanıtlayan masonlar özetle şöyle der:
«Masonluktaki giyimi bir okul ya da askerlikteki üniformaya benzetmemek gerekir. Masonlar,
localardaki çalışmalarıyla, bir bakıma kendilerine bir zihin disiplini sağlamaya uğraşmaktadır.
Şekilsel disiplin ise, zihin disiplininden çok daha kolay sağlanır. Kendilerini şekil bakımından
disipline uyduramayanların, zihinlerinin disiplinini sağlayabilecekleri pek kuşkuludur.»
Masonlukta bir de “kuşanım” söz konusudur. Buna “regalya” da denir. Mabede girmeden önce
her mason bir “önlük” takar. Bu, Masonluğun tarihçesinde yer aldığı kabul edilen yapıcılık
mesleğinden alınmadır. 18. yüzyıl öncesinde bir yapıcı masonun çalışırken beline taktığı iş
önlüğünün benzeridir ama tümüyle simgesel bir nitelik taşır.
Her derecenin kendine özgü bir önlüğü vardır. Görevliler, görevde oldukları sürece görevlerine
özgü önlüğü, görevli olmayanlar ise kendi bulundukları derecenin önlüğünü takar. Önlükler
arasındaki farklar, çevrelerindeki şeritler ve üstlerine işlenmiş simgelerle belirlenir.
Loca toplantısına katılacak her mason, yanında bir çift “beyaz eldiven” getirir; bunları mabede
girmeden önce giyer. Bu eldivenlerin simgesel anlamı üzerinde genellikle şöyle bir yorum
yapılır:
«Beyaz eldiven, onu giyen masonun kötü bir işe karışmamış olup, locanın toplantısına temiz
duygu ve düşünülerle geldiğini belirtir.»
Kuşanımın bir diğer öğesi “biju” olarak anılır. Bu, üzerinde simgeler bulunan bir tür
madalyondur. Kimilerinin görevini, kimilerinin Masonluktaki niteliğini ya da özel durumunu
yansıtır. Bir armağan da olabilir. Genellikle bir şerit kurdele ya da zincire bağlanmış olarak
boyuna takılır ve göğüs üzerinde taşınır.
Bijuların, iğneli ya da geçmeli olarak ceketin göğüs cebi üzerinde taşınabilen türleri de vardır.
Takılması isteğe bağlıdır.
Loca görevlileri ve bir toplantıya “protokol konuğu” niteliğiyle katılacak olan masonlar,
önlüklerinin yanı sıra, boyunlarına ya da bir omuzlarından diğer yandaki kalçalarına doğru
çapraz biçimde uzanan özel bir eşarp ya da atkı takar. Buna genellikle “kordon” denir.
Üzerinde, onu kuşananın masonun o andaki görevine özgü nakış ve işlemeler bulunur.
Önlüğün eski yapıcılık mesleğinden alınmış olmasına karşılık, kordon ve biju Masonluğa
aristokrasiden geçmiştir.
Tüm bunlar bir gösteriş izlenimi yaratabilir ama aslında böyle bir niyetle kullanılmaz. Ritüele,
törene ve uygulanan protokole anlam kazandırır. Kişilerin görevleriyle bağlantılı niteliklerini
yansıtır. Mabette yapılan çalışmaların düzen ve disiplin içinde yürütülebilmesine katkıda
bulunur. Kuşanım olmayınca, Masonluk kendine özgü şekilsel niteliğini yitirir. Hatta, böyle bir
durumda herhangi bir diğer ezoterik kurumdan farkı kalmayacağı bile söylenebilir.

65
BİR KORDON VE ÖNLÜK
(Elle çizilmiş bir tasarım)

Davranışlar
Bir locanın oturumu süresince bir masonun nelere dikkat etmesi, neleri nasıl yapması ve neleri
yapmaktan kaçınması gerektiği, Masonluğa girdiği ilk günden başlayarak kendisine gösterilir.
Bazı obediyanslarda bu amaçla zaman zaman özel eğitim seminerleri bile düzenlenir. Aslında
her mason, geleneksel davranış kurallarını zaman içinde görerek ve izleyerek öğrenir.
Yeni bir mason, kendinden öncekilerin yaptığı her şeyin “doğru” olduğunu kabullenip onları
taklit etmeye girişirse, yanılgıya düşebilir. Çünkü daha eski masonların davranışlarında
yanlışlık bulunabilir. Hepsini dikkatle izlemesi ama neyin iyi ve doğru, neyin kötü ya da yanlış
olduğunu aklını kullanarak öz yargısıyla kararlaştırması, bunu kendi başına yapamazsa bilgili
ve deneyimli masonlara danışması ya da varsa bu bağlamdaki yazılı kaynaklara başvurması
gerekir.
Masonluktaki önemli davranış kurallarından bazıları, özetle şöyle sıralanabilir:
 Mabede belli bir yöntemle, belli bir sıraya uyularak girilir.
 Her oturumun hangi saatte başlayacağı önceden bilinir. Geç kalmış olanlar, dilediğince
kapıyı açıp içeriye giremez; bu izne bağlıdır.
 Mabette herkes her istediği yerde oturamaz. Her masonun oturacağı yer, derecesine,
kıdemine, görevine ve protokoldeki yerine göre bellidir.
 Her mason, tüm oturum süresince ağır başlı olmaya, başka şeylerle değil yapılan
çalışma ile ilgilenmeye özen gösterir. Dilediğince kalkıp gidemez; Önemli bir sorun
çıkmadıkça oturum boyunca mabetten çıkamaz.
 Mabetten çıkarken de belli bir yönteme ve sıraya uyulur.
* * *

66
Davranışlar bakımından bir oturumdaki en önemli konu, ne zaman ve nasıl konuşulacağını
bilmektir.
Herhangi bir konuda konuşmak isteyen her mason önce söz ister. Konuşmasını ancak söz
verildikten sonra yapar. Gerekmedikçe, aynı konu üzerinde üst üste söz istememek, diğer
masonların haklarını da düşünerek sözü çok uzatmamak, konuşurken başkalarını incitici sözler
etmemek gerekir.
Masonluğun temel ilkelerinden birinin “özgürlük”, bir diğerinin de “eşitlik” olmasına karşın,
hangi derecede ya da hangi oturumda olursa olsun, oturumu yöneten başkanın (simgesel
derecelerde çalışan bir locada saygıdeğer üstadın) kesinlikle otoriter egemenliği vardır. Oturum
sırasında onunla tartışılmaz. Her mason, derecesi ve görev unvanı her ne olursa olsun, orada
onun yönergesine uymak zorundadır. Şayet tutumu yanlışsa ya da kararında bir uyumsuzluk
varsa, bu konu üzerinde ancak toplantıdan sonra konuşulabilir.
Bu gibi kurallar olmaz ve uygulanmazsa “anarşi” doğar. Oysa, Masonluk her şeyden önce bir
“düzen” kurumudur. Kendine özgü kuralları ve yöntemleri vardır. Bu kurumun üyeleri, kural
ve yöntemleri içtenlikle benimsediğinde ne özgürlük yitirilir ne de eşitlik bozulur.
Masonlukta ne gibi kurallar olduğunu bilmeden Masonluğa girmiş olan bir kişi, bir yeni çırak
mason, başlangıçta bunları yadırgayabilir, hatta yanlış yapabilir. Ancak kısa süre içinde öğrenir,
alışır ve uyum sağlar.
Masonlar Arasındaki İlişkiler
Masonların arasındaki olumlu bireysel ilişkiler, karşılıklı sevgi, saygı, anlayış, içtenlik ve
tolerans üzerine kurulur.
Kamuoyunda, masonların birbirlerine çok bağlı kimseler olduğu, aralarında olağanüstü
düzeyde bir dayanışma bulunduğu, kimilerince gıptayla kimilerince kıskançlıkla dile getirilir.
Masonlar arasında böylesine bir bağlılığın ne sahiden var olduğu ne de hiç olmadığı
söylenebilir. Masonluğu içtenlikle benimsemiş, herhangi bir özel çıkar ya da yararlanma
gözetmeyen, art niyetsiz, aldatmacası olmayan, tutum ve davranışları hem yapmacık hem
gösterişten uzak masonlar arasında elbette güçlü bir bağlılık oluşur.
Her mason, kendini Masonluktaki simgesel deyimle bir “hamtaş” olarak niteler. Kendi istemi,
gücü, yeteneği ve buyrultusuyla bu taşı yontmaya, pürüzlerini gidermeye, ona gene masonik
deyimle bir “küptaş” biçimi vermeye çalışır. Hiçbir eğri büğrülüğü, hiçbir pürüzü olmayan
küptaş, bir bakıma “yetkinlik” demektir. Bir masonun, kendine yönelik bireysel amacı,
yapacağı çalışmaların sonunda kendisini bir “küptaş” olarak niteleyebilmektir.
Masonluktaki dayanışma işte bu noktada belirgin olarak ortaya çıkar. Her biri ayrı ayrı taşını
yontmakta, bir diğer deyişle kendi kendini eğiterek yetkinleşme doğrultusunda ilerlemekte
gerektiğince becerili olmayabilir. Daha önce bilgi ve deneyim edinmiş olanlar kardeşlerine
destek olur, yol gösterir. Gerektiğinde olumlu eleştirilerde bulunarak becerilerini geliştirmesini
sağlamaya çalışırlar.
Masonlar arasındaki ilişkilerin gelişmesi, kardeşlik sevgisi ve bağlılığın her an gelişerek
güçlenmesi bakımından, locaların mabette yaptığı çeşitli çalışmalar ve bunu izleyen kardeş
sofraları pek yararlıdır ama yeterli değildir. Masonların sadece loca toplantılarında değil,
dışarıda da bir araya gelmesi, başka şeyleri de paylaşmaları, birbirlerini daha yakından tanıma
çabası göstermeleri gerekir. Bu nedenle localar, üyelerini standart toplantılarının dışında sosyal
ortamlarda da bir araya getirme çabasını gösterir.

67
SOSYAL NİTELİKLİ ÇALIŞMALAR
Masonlukta sosyal nitelikli çalışmalar, zorunlu değil ama Masonluğun ilkeleri uyarınca pek
yararlı ve gereksinme duyulan etkinliklerdir.
Masonluk, topluma dönük ya da toplumu içeren kurumsal eylem ve girişimler göstermez.
Masonların ise, bireysel olarak yaşadıkları ülke ve çevrede topluma yararlı çalışmaları
olmuştur. Ancak herhangi bir girişimin önderliğini ünlü masonlar yapınca ya da bu önderlerin
“mason” olduğu öğrenilince, öyle bir iş ya da girişim doğrudan Masonluğa mal edilmiştir.
Masonların toplumlarına, uluslarına, ülkelerine ve insanlığa hizmet etmeleri beklenir.
Masonluk ise, toplumlara ve insanlığa, bilgili, erdemli, çalışkan ve özverili bireyler armağan
eder. Masonluğa mal edilen birçok girişimde masonların payı vardır; aksi takdirde zaten böyle
bir söz edilmesinin gerekçesi olmaz. Fakat masonların gerçekleşmesini sağladığı ya da katkıda
bulundukları yapıtlara Masonluğun adını iliştirmek yanlıştır.
Birçok ülkede masonlar, eğitim yuvaları, hastaneler, yoksullar ve düşkünler için yurtlar,
bilimsel araştırma kurumları ve bunlara benzer diğer projelerin gerçekleşmesi için katkıda
bulunmuştur. Afetlerde ellerinden geldiğince acıları dindirip yaraları sarmaya çalışmışlardır.
Bu katkıların, bireysel etkinliklerin yanı sıra parasal yardım, mal bağışlamak, vakıf kurmak gibi
maddi olanları da vardır. Nitekim bir oturumun sonuna doğru dolaştırılan iyilik işleri kesesinde
toplanan para, -yeterli düzeyde bir birikim oluşturulabilirse- bu tür hayır ve sosyal yardım
işlerinde kullanılır.
Masonların bu konudaki asıl ve toplum için çok daha yararlı çalışmaları ise, bir maddi ya da
parasal karşılığı gösterilerek belirtilemeyecek uğraşılarıdır. Bu doğrultudaki çabalarının bir
diğer yönü, doğrudan kendilerinin bir şey yapması biçiminde değil, aslında bir şey yapabilecek
güç ve yeteneği olanları bulup, bunu yapmaları için onlara bilinç aşılamaları, gücün ve
yeteneğin olumlu ve yararlı yönde kullanılmasını sağlamalarıdır.
Olumlu ve yararlı bir projenin gerçekleşmesinde özverili çabalar sergilemiş kişiler, bunları
mason oldukları için değil, iyi insan oldukları için yapmıştır.
Böyle kişiler, Masonlukta kendileriyle birlikte çalışmaya, toplum için olumlu ve yararlı bir
projenin gerçekleştirilmesine omuz vermeye, yükleri paylaşarak taşımaya hazır kardeşler
bulmuştur. Kardeşçe dayanışma, bireysel uğraşılarla gerçekleşemeyecek olan bir projenin bir
yapıta dönüşmesini sağlamıştır.
Bununla birlikte, hiçbir mason kuruluşunun topluma açık ve yararlı birtakım çalışmalarda
bulunmadığını söylemek doğru olmaz. ABD ve Avustralya başta olmak üzere birçok gelişmiş
ülkede, doğrudan loca ve obediyansların bu gibi projeler üzerinde çalıştıkları görülmüş ve
görülmektedir. Adının kapsamında “masonik” sıfatı kullanılmış olan, hatta doğrudan bir loca
ya da obediyansın adının verildiği eğitim kurumları, sosyal yardım dernekleri, vakıflar,
hastaneler, bakım evleri bile vardır. Bazı obediyanslar, bu gibi hayır işlerini düzenli olarak
yürütmek üzere kurumsallaşmıştır.
Mason locaları ve obediyansları, ayrıca, sürekli olmayan ve kalıcı bir nitelik taşımayan sosyal
girişim ve etkinliklerde de bulunur. Bunların arasında kültürel geziler, konserler, sanat gösterileri,
sergiler, bilimsel seminerler ve benzeri girişimler sayılabilir. Ancak bunların bir mason locası
ya da kuruluşunca düzenlenmiş olduğu belirtilmez; çünkü buna gerek yoktur. Amaç, bu
vesileyle Masonluğun tanıtımını yapmak değil, insanlara ve topluma yarar sağlamaktır.

68
Bazı mason localarının sosyal nitelikli çalışmalarını aşırıya kaçırıp, masonik nitelikli
çalışmalardan hayli uzaklaştığı, kendilerini tümüyle sosyal etkinliklere verdiği, böylece bir
mason locası niteliğini yitirerek âdeta bir “sosyal dernek” kimliğine büründüğü de görülmüştür.
Bilinçli masonlar, böyle bir durumun farkına varacak olursa, hemen bu amaçla bir sosyal dernek
kurar, etkinlikleri o derneğe aktarır, böylece Masonluğun öz niteliğinin korunmasını sağlarlar.
* * *
Masonluğun genel tarihinde, bazı locaların Masonluğun amaç ve ilkeleriyle hiç bağdaşmayan
birtakım uğraşılara giriştikleri de görülmüştür.
Bu bağlamda özellikle “okült bilimler” ve “büyü” ile ilgilenmeyi gösterebiliriz. Kendilerini bu
tür uğraşılara boğan localar, bir süre sonra birer mason locası olma niteliğini yitirmiş, kendi
başlarına salt kendi amaçları doğrultusunda kurumlaşma yolunu tutmuştur. Ancak arkalarında
Masonluğa zarar verici bir tortu bırakmışlardır.
Genel kültür ve iyilik işleri dışındaki etkinliklere girişen localar, Masonluğun dünya çapında
benimsenmiş olan ilkeleri ve geleneksel kuralları bakımından, örgütsel düzenlerini yitirmiş
sayılır.
Eğer bir mason locası politik nitelikli girişimlerde bulunacak olursa, bunun kamuoyundaki
yansıması doğrudan «Masonluk politika ile uğraşıyor.» şeklinde olur. Eğer ticari etkinliklerde
bulunur ve işlerinin pek iyi gitmeyişi nedeniyle borçlarını zamanında ödeyemezse, gazetelerde
«Masonluk halkı dolandırıyor.» biçiminde haberler çıkar. Eğer Masonluğun amaç ve ilkelerinin
dışına çıkarsa, tüm beğenilmeyen iş ve etkinlikleri doğrudan Masonluğun tümüne mal edilir.
Dolayısıyla, tarih boyunca bir grup masonun topluca işin içinde olduğu fakat Masonluğun amaç
ve ilkeleriyle pek de uyumlu sayılamayacak girişim ya da atılımları, genelde Masonluğun adına
ve saygınlığına gölge düşürmüştür. Asıl gerekçesi her ne olursa olsun, Masonluğa karşı olup
bu kurumu yıpratmaya çalışanlar, bu tür örnekleri, -tek tük bile olsa- yaygaralarla büyütüp
kendi savlarının kanıtı olarak göstermiştir. Tarihin günümüze yansıttığı bu bilgi, masonların
sosyal etkinliklerinde özenli ve ölçülü olmalarını gerektirir.
Masonların toplum ve insanlık için yararlı girişimlerinin kamuoyunda pek duyulmamasının
nedeni, benimsedikleri töresel ilkelerin gereği olarak reklâm yapmaktan hoşlanmamaları,
gereksiz bulmaları, iyi ve güzel bir şeyi sadece görevleri olduğu için yaptıklarını
benimsemeleridir.
Masonların ve locaların masonik çalışmalarda bulunmakla yetinmeyip sosyal nitelikli
çalışmalar da yapması, her mason örgütünde aranır ve istenir. Ancak gerek masonların gerekse
locaların asal uğraşı alanı masonik niteliklidir. Nitekim istisnalar dışında bu zaten böyledir.
* * *
Çoğu masonlar, localarının toplantı gündeminde her ne olursa olsun katılıp, kardeşleriyle bir
arada bulunmaktan, o günün birkaç saatini onlarla paylaşarak değerlendirmekten büyük zevk
alır, mutluluk duyar. Kardeş sofrası sona erip dağılmaya sıra geldiğinde, hüzünlenir. Bir sonraki
toplantı gününü dört gözle bekler, iple çeker. Birçoğu günlerini bunu beklemekle geçiremez,
dayanamaz ve üyesi olduğu locanın toplandığı günün dışında başka locaların toplantılarına
katılarak, o locaların üyesi olan kardeşlerle de yakın ilişkiler kurar.
Birçokları için mason locası, cayılamaz, yerine başka hiçbir şey konulamaz bir uğraşı, zamanı
en yararlı kapsamda doldurarak değerlendirme ortamıdır. Bunu böyle duyumsayamayan
masonlar da vardır. Onlar ise, Masonluğa çok daha bağlı olan, dolayısıyla kendilerince “benden
çok daha iyi mason” dedikleri öyle kardeşlerini kutlamaktan geri kalmaz.

69
Bir sinemaya, tiyatroya, konsere sergiye, gösteriye gittikten sonra, konusu her ne olursa olsun
bir kitabı okuyup bitirdikten sonra, kendinize şöyle bir bakın... Herhangi bir değişime uğradınız mı,
yoksa hiçbir şey değişmedi mi?... Hiçbir değişiklik olmamışsa zamanınızı boşa harcamışsınız
demektir. Fakat bilgisel bir değişime ya da duygusal bir etkilenmeye uğramışsanız, izlemenizin
ya da okumanızın size mutlaka bir yararı olmuştur.
Mason localarının toplantıları da böyledir. Her toplantı ertesinde, her mason bir değişime uğrar.
Her loca toplantısı onun yaşamına yenilikler katar.
Masonların aile bireylerine sorulacak olursa, çoğunluğu masonların herhangi bir loca
toplantısından sonra evlerine dirlik içinde, öncekinden daha hoşgörülü, daha olgun ve daha
mutlu olarak döndüğünü söyler. Bir tek bu bile mason localarındaki çalışmaların masonlara
olumlu katkılar sağladığını gösterir.

Bu kitabın 6. 18. bölümleri,


konuları nedeniyle başka çalışmalarda yer alacaktır.

70
Bölüm 19

Dünya Görüşü

Masonluğun kendine özgü belirgin bir felsefesi, bir dünya görüşü olup olmadığı hep
sorulagelmiştir.
Bu konuda üç ayrı yaklaşım vardır:
1. Masonluk, belirgin amaçları, kesin ve değişmez ilkeleri, yerli yerine oturmuş öğretisi
olan bir kurumdur. Kendine özgü bir doktrini, bir dogması vardır. İstenirse buna
Masonluğun dünya görüşü ya da felsefesi denebilir.
2. Masonluk, dünyada gelmiş geçmiş çoğu felsefeleri, dünya görüşlerini değerlendirip
bunlardan yararlanmıştır. Hiçbirine bağlanmamış, hiçbirini en iyisi ve en doğrusu olarak
benimsememiştir. Bu nedenle Masonlukta herhangi bir felsefe ya da dünya görüşü
olduğu söylenemez.
3. Masonluğun amaçları, ilkeleri ve öğretimi, gerekli ve yararlı oluşlarını sürdürdüğü,
çağdaş olmayı koruduğu sürece geçerlidir. Bunlar, yüzyıllar boyunca zamanın, çeşitli
akımların, bilgi gelişiminin, toplumsal olay ve olguların etkisiyle değişime uğrayıp,
yenilenmiştir. Bu nedenle, Masonluğun çağın koşul ve gereksinmelerine ayak uyduran,
ileriye dönük bir dinamik felsefesi, insancı (hümanist) nitelikli bir dünya görüşü vardır.
Yukarıdaki ilk yaklaşım, “Tutucu Masonluk” anlayışına yatkındır. İkincisi “Liberal Masonluk”
anlayışının kendi içindeki bir aşırı kanadına özgüdür. Sonuncusu ise, Liberal Masonluk
anlayışının genel görüşünü yansıtır. Dünya Masonluğu’nda tek ve türdeş bir “Masonluk
anlayışı” üzerinde birleşme sağlanmadıkça, bu yaklaşımlardan hangisinin daha doğru olduğunu
söylemek olanaklı değildir.
Ancak, hangi türünde olursa olsun Masonluğun ritüellerinde gelişigüzel tören ve sözler yoktur.
Simgeler, alegoriler, özdeyişler ve çeşitli anlatımlar vardır. Tüm bunlarla masonlara bir şeyler
söylenmek, bir şeylerin anımsatılması, belli bir tarzda düşünüp, değerlendirmeler yapmalarının
sağlanması istenmektedir. Bu da, -mason kuruluşlarının her birinde ayrı ayrı olsa bile-
Masonluğun bir genel dünya görüşünün ya da felsefesinin olduğunu göstermektedir. Nitekim
ezoterik sistemde çalışmakta oluşu da bunun kanıtıdır.

71
DİNLER VE MASONLUK
Tarih boyunca Masonluğa yapılmış saldırılarda bir yanda Masonluğun başlı başına bir din ya
da dinsel nitelikli bir tarikat olduğunu ileri sürenler, diğer yanda ise masonların dinsiz ve
inançsız kimseler olduğunu söyleyenler çıkmıştır.
“Tanrı”, “din” ve “inanç” konularındaki masonik görüş ve benimseyişler, halk kitlelerinde
alışılagelmiş olandan, toplumlarda genellikle “sözüne güvenilir” olarak tanınan din adamlarının
tutumundan farklıdır. Bu fark, dinin ve inancın kendi bildiklerinden başka türlü olamayacağını
savunanların Masonluğa karşıt bir tavır takınmaları için yeterlidir.
Beri yandan bu konu, çeşitli mason kuruluşlarının kendi aralarında birlik ve bütünlük
kuramamış olmalarının da başlıca nedenlerinden biridir.
Localarda “din ve inanç” konusu üzerinde tartışma yapılması yasaklanmıştır ama bu,
Masonluk’ta dinsel inanç sahibi olmanın yasaklığı anlamına gelmez. Masonluğun din ve inanç
konusuyla hayli yakın ilgisi vardır. Bu ilgi, ana hatları bakımından ikiye ayrılabilir:
1. İlkelerinin ve ritüellerindeki öğretimlerin belirlenmesinde, çoğu dinlerden, hatta
mezheplerden ve tarikatlardan yararlanılıp esinlenilmiş olması;
2. Dinsel ve inançsal dogmalardan birçoğuna, özellikle bilimsel nitelikli bilgi ve akıl
verilerine uymayanlara karşı çıkılması.
Bazı mason kuruluşları, benimsenmesini zorunlu gördükleri birtakım dogmalar belirlemiştir.
Bunların çoğu, dinsel ve inançsal niteliklidir. Masonlukta hiçbir dogma olmaması gerektiğini
savunanlar, bu yüzden onlara “dogmatik” der. Ancak bu durum kendilerinin bireysel olarak din
ve inanç konusuna karşı ilgisiz kaldığı anlamına gelmez. Masonluğun temel konusu “insan”dır.
Din ve inanç ise, tarih boyunca insanın en çok önem vermiş olduğu, günümüzde de öncelikli
tutmayı sürdürdüğü bir olgudur. Dolayısıyla hiçbir mason kuruluşu kendisini din ve inanç
konusundan kesin bir şekilde soyutlayamaz.
Aslına bakılacak olursa, kendilerine “liberal” diyen mason kuruluşlarının bile dogmaları vardır.
Çünkü her şeyden önce benimsenen bir temel yasa varsa ve bunun kapsamında birtakım
dogmalar yer alır. Bunu temel ve töresel ilkeler izler. Bunlar, çağdaş, esnek ve değişebilir bir
nitelik taşımakta olabilir. Fakat yürürlükte oldukları sürece de birer “dogma” sayılır. Sadece bu
dogmalar, dinsel nitelik taşımakta olmayabilir. Bu nedenle de kendilerini “liberal” olarak
niteleyen masonların, tutucu bir eğilimi benimseyenleri “dogmatik” diye, âdeta aşağılayarak
suçlamaları haksızlık olmaktadır. Madem kendileri onlara oranla daha toleranslıdır; bu
bağlamda da tolerans göstermeyi bilmelidirler.
Localarda Din ve İnanç Tartışmasının Yasaklığı
Mason localarında, bir “politika” bir de “din ve inanç” konusunda tartışma yapılması yasaktır.
Bu yasaklama Masonluğun temel ilkelerinden özgürlüğe aykırı sanılmamalıdır. Özgürlüğe
değil, özgürlüğün kötüye kullanılmasına aykırı, dirlik ve düzenin korunması içindir.
Tartışma yasağı, sadece din ve politikayı kapsar. Çünkü insanlar, en çok bu iki konuda aşırı
ölçüde duyarlıdır. Bu konuların localarda tartışılması, masonlar arasında çekişme, sürtüşme,
bunun sonucunda incinme ve kırgınlık doğmasına yol açabilir. Aynı kuruluşun üyeleri olsalar
bile, her insan gibi masonların da çok farklı, hatta yer yer çelişkili inanç, görüş ve eğilimleri
olabilir.
Ancak bu yasaklama, gerek dinler ve inanç sistemleri gerekse politika konusu üzerinde hiçbir
şey konuşulamayacağı anlamına gelmez. Bilimsel yöntemle ve yan tutmaksızın yürütülen
inceleme ve irdelemeleri engellemez.

72
Burada “politika”dan iki temel yasak konusundan biri olduğu için söz ettik. Konumuz yalnızca
“din ve inanç” olduğuna göre şu açıklamaları yapabiliriz:
Masonlar, istedikleri dinin inançlısı olabilir. Localarda, hiçbir masona belli bir dine ya da inanç
sistemine bağlanması ya da hiçbirine bağlanmaması, bağlanmış olduğunu bırakması ya da
değiştirmesi önerilemez.
 Hiçbir mason, hem kendisinin hem diğer masonların bu konudaki sonsuz özgürlüğü
nedeniyle, locaların çalışmaları sırasında kendi dinsel inanç ve benimseyişlerinin
propaganda ya da savunmasını yapamaz.
 Hiçbir mason, inançlısı olmadığı bir dini, inancı ya da dinsel felsefeyi locaların
çalışmaları sırasında aşağılayamaz ve kötüleyemez.
 Her mason, kendi inanç ve benimseyişlerini en iyisi ve en doğrusu sayabilir. Ancak
bunları üyesi olduğu mason kuruluşuna ya da genel olarak Masonluğa mal edemez.
 Bu sınırlamalar, bir masonun özel yaşamını, toplum içindeki etkinliklerini bağlamaz.
Masonluk ile bağdaştırmaması koşuluyla her mason, belli bir din ya da inancı yüceltip
çevresindeki insanları yönlendirebilir. Tersine, isterse bir din ya da inanca karşı
çıkabilir. Ancak masonlara, Masonluğun ilkelerini kendi özel yaşamlarında da
uygulamaları önerilir.
Bunlar Masonluğun her türünde geçerlidir. Liberal Masonluk ile Tutucu Masonluk arasında
sadece şöyle bir farktan söz edilebilir:
Liberal Masonlukta, bilimsel yaklaşımla, yansız bir tutumla ve ölçüyü kaçırmamak koşuluyla
tüm dinler ve dinsel inanç sistemleri eleştirilebilir.
Tutucu Masonlukta “din ve inanç” konusu üzerinde yorum yapılamaz; özellikle teist nitelikli
dinlerin inanç ilkeleri eleştirilemez.
Masonluğun Dinlere Karşı Tutumu
Konu “din ve inanç” olunca, hem Tutucu Masonluk hem Liberal Masonluk anlayışını
benimseyen kuruluşların, benzer bir yanılgıya düştüğü görülür. Her iki tür masonluğu
uygulayan kuruluşlar, sadece kendi görüşlerinin doğru olduğunu ileri sürmüş, bu kadarla
kalmayarak bunu tüm Dünya Masonluğu’na mal eder bir tarzda açıklamalar yapmışlardır.
Masonluktaki “bölünmüşlük olgusu”nu ayrıntılarıyla bilmeyen bir kişi, ister istemez bunlardan
birinin etkisinde kalabilir. Masonluğun yalnızca bu türlü olduğu ve başka türlü olamayacağı
kanısına kapılabilir. Nitekim öyle olmuştur. Masonlar da, kendi bireysel görüş ve eğilimlerine
tam olarak uymasa bile üyesi oldukları kuruluşun benimsediği Masonluk anlayışını savunmayı
öngörmüştür. Bunu körü körüne yapanlar, buna olasıya bağnazlıkla sarılanlar da vardır.
Oysa masonların savaşım (mücadele) içinde olmaları gereken iki temel olgudan biri
“bilgisizlik” (cehalet) diğeri ise “bağnazlık” (taassup) olarak belirtilir. Bu durumda, kimi
masonların bilgiçlik taslarken kendi bilgisizliğini gösterdiği, Masonluğun dışındaki bağnazlığa
karşı çıktığını savunurken üyesi olduğu bu kurumun içinde bağnazlık ettiğinin farkına
varamadığı görülmektedir.
* * *
“Tutucu Masonluk” terimi yerine “Teist Masonluk” terimi de kullanılabilir. Çünkü bu tür
Masonlukta teist nitelikli bir dinsel inanç zorunluluğu vardır. Fakat bu pek bir şey değiştirmez.
Çünkü “teist” olarak nitelenebilecek bir Masonluk anlayışından yana olanlar, benimsedikleri
ilkelerin ve ritüellerindeki öğretimin temelinde bir “dogma” bulunduğunu yadsımayarak, karşı
çıktıkları dogmaların ancak kendi benimsediklerinden sonra gelenler olduğunu belirtirler. Bu
tutumun “bağnazlık” değil, Masonluğun öz gereği olduğunu ileri sürerler.

73
Dolayısıyla, teist nitelikli bir inanç ilkesini Masonluğun temeli sayan mason kuruluşlarının
topluluğuna “Tutucu Masonluk” demek, onu küçük görmek sayılmaz. Kaldı ki, çoğunun
görüşleri uyarınca, “tutuculuk” (muhafazakârlık) hiç de kötü ya da yanlış bir şey değildir;
aksine bir meziyettir.
Liberal Masonlukta “tam ve kesin bir vicdan özgürlüğü” tüm diğer özgürlüklerden daha çok
önemsenir. Bu özgürlük yalnızca masonlar için değil, tüm insanlar için gözetilir. Bu durum,
dinler ve inançlar küçümsenip kötülenmediği sürece Liberal Masonluğu genel olarak bunlarla
bir çelişki, bir karşıtlık içine sokmaz. İsteyen istediğine inanır. Fakat bu tutumuyla Liberal
Masonluk, dinsel kurumlarla karşıtlığa, uyuşmazlığa girer. Çünkü dinsel kurumlara göre
insanın böyle bir özgürlüğü olamaz. Üstelik Liberal Masonluğun tutumu, hiçbir inancı olmayan
insanlara, hatta Ateistlere bile özgürlük hakkı tanımaktan yanadır. Oysa dinsel kurumlar, insan
için “inanç özgürlüğü”nü benimsemekte olsalar bile, “inançsızlık serbestliği” diye bir şeyi
hoşgörüyle karşılayamaz.
Tutucu Masonluktaki teist nitelikli inanç zorunluluğu, “vicdan özgürlüğü”nün ortadan
kaldırılması değil, buna bir alt sınır yani başlangıç noktası konması demektir. Vicdan özgürlüğü
vardır ama ancak belli temel dinsel inançların benimsenişinden sonra başlar. Örneğin, isteyen
Müslüman, isteyen Katolik, isteyen Budist olabilir ama Ateist, Paganist ya da tanınmayan bir
başka dinden olamaz. Bu tutum da, Tutucu Masonlukta bir inanç disiplini olduğunu gösterir.
Masonluğun evrensel amaçlarına yönelebilmesi için, masonların “belirgin nitelikli inanç sahibi
kimseler” olmaları zorunlu görülür. Bu da, bir bakıma masonlar ile mason olmayanlar arasında
bir öncelik ya da üstünlük ayırımıdır. Tutucu Masonluğa göre, bu hiç de yadırganacak bir şey
değildir; çünkü masonlardan tüm diğer insanlara örnek ve önder olmaları beklenir.
Zaman Etkeni
İnsanlık tarihi boyunca, herhangi bir dinin sistem, öğreti ve yükümlülükleri düzenlenirken;
insan aklının boyutları, düşünme yeteneği ve evrimsel doğrultudaki becerisi hayli
küçümsenmiştir. Bu küçümseme, her bir din için, doğduğu yerin ve zamanın koşulları göz
önüne alınırsa olağan karşılanabilir. Çünkü hangi toplumda olursa olsun, çağlar boyunca halk
kitlelerinin büyük çoğunluğunu bilgisiz (cahil) ve düşünme yeteneğini kullanamayan ya da
kullanmak istemeyen insanlar oluşturmuştur. Dinler, toplumun çoğunluğunu oluşturan bu
kitleler için kurulmuştur. Düşünüleri gelişmiş olan kimseler ise, dinin tümüne karşı çıkmasalar
da deneysel bilgiye, akıl ve mantığa aykırı olan öğelerini ayıklamaya girişmiştir. Dinsel
kurumlar, bu gibilerin halk kitlelerini etkilemesi önlemek istemiştir. Bu bakımdan dinsel
kurumlar ile egemen yönetici güçler el ele vererek, bir çıkar birliğinde buluşmuştur.
Bunun sonucunda ortaya gizemci (mistik) nitelikli tarikatlar da çıkmış ama pek sınırlı bir
düzeyde yaygınlaşabilmiştir. Çünkü din adamları, dinsel ilkelerin doğruluğunun hiçbir zaman
geçerliliğini yitirmeyeceği kanısını yerleştirmeyi başarmıştır. İnsan aklının, becerilerinin,
toplumsal yapının, birey ve toplumun gereksinmelerinin, bilginin ve teknolojinin
değişmeyeceği sanılmıştır.
Oysa insan aklı ve yeteneği hiç de sanıldığı gibi sınırlı değildir. Gerçeklerin araştırılması,
insanın hiçbir zaman doyuma varamadığı uğraşılarından biridir. Nitekim Avrupa kıtasında
insan aklı, onu zincire vuran Orta Çağ karanlığının boyunduruğundan sıyrıldıktan sonra, insanın
becerilerinin sınır tanımazlığını ortaya koymuştur. 19. yüzyıl ortalarından başlayarak, tarih
boyunca insanlara “mutlak gerçek” diye yutturulmasına çalışılan birtakım masalların, gerek akıl
gerekse çağdaş ve bilimsel nitelikli bilgi ile çelişmeyecek biçimde açıklanması zorunlu olmuştur.
Çağlar boyunca bilim ile din arasında süregelmiş olan savaşımdaki üstünlük, artık bilimden
yanadır. Bu yüzden, günümüzde dinsel kurumlardan bazıları, bilim ile de yakından ilgilenmek,
dinin bilim ile herhangi bir çelişkisinin olmadığını ortaya koymak zorunluluğunu duymaktadır.

74
Dinlerin Temel Niteliği
Her din, insanları toplu olarak iyiliğe ve doğruluğa yöneltmeyi öngörür. Hiçbir din ya da inanç
sistemi, insanlara kötülük etmeyi önermez ve aşılamaz.
Dinler arasında özellikle töresel bakımdan birtakım farklar vardır. Bunlar değer yargılarının
farklı oluşundan kaynaklanmıştır. Her din, oluşturulduğu toplumsal yapının o çağdaki
gereklerine uyarak, iyileştirici ve birleştirici olmayı öngörür. Çağdaş Masonluğun öğretimsel
kapsamı oluşturulurken hemen hemen tüm dinlerden yararlanılmış olması, bundan ileri gelir.
Fakat, Masonlukta dinlerin kapsamları yetersiz bulunmuştur. İnsanlar için çizmiş olduğu
sınırlar, akıl yolu ile ve çağın gereklerine uygun bir şekilde aşılmıştır.
Masonluk, dinlerin sınırlarını zorlayan ve aşan tek kurum değildir. Tarihteki çoğu gizemci
nitelikli dinsel tarikat, kendi özgün dinlerinin sınırlarının dışına çıkmıştır. Özellikle bir kutsal
kitabı bulunan dinlerin gizemci tarikatları, özgün dine gösterdikleri saygıdan ötürü “Kutsal
Kitap”ta açıkça söylenmiş olanların ardında gizlenmiş derin anlamları aramaya, dolayısıyla
gerçekleri araştırmaya girişmiştir. Masonluk, dinsel tarikatların öğretilerinden de
yararlanmıştır.
Masonluğun bu özelliği, onu dinler ile çelişki içine sokmaz. Fakat din adamları gerçeklerin
yalnızca kendi dinlerinde olduğunda direttikleri sürece, masonlar ile din adamları arasındaki
çekişme sürecektir.
Din Adamları
Aslında tüm dinler en temiz düşüncelerle ve insanların iyiliği için en olgun amaçlarla kurulmuş,
daha sonra din adamlarının elinde yozlaştırılmıştır. Din adamları bu kadarla kalmamış, dinleri
ve inançları bireysel ve zümresel çıkarları doğrultusunda kullanmıştır. Bunun bir yan ürünü
olarak, dinlerin arasındaki farklar abartılmış, aralarında uçurumlar oluşturulmuştur.
İnanç bireysel bir olgudur. Din ise toplumsaldır. Aynı inancı benimseyenler bir araya
geldiğinde ya da bir toplum oluşturan insanların benimsedikleri inançlar özdeşleştiğinde buna
“din” denir. İnsanlar öznel inançlarını bir yana bırakır, bir öğesi oldukları toplumun dinine
bağlanır. Toplumda din çok önemsendiğinde, farklı dinleri olan toplumlardaki dinsel çekişme
artık “salt dinsel” bir alanda kalmaz; toplumsal çatışma biçimini alır.
Olasıya bağnazlığa saplanan din adamları, kendi dinlerinden başkasını tanımamaya ve dehşetli
boyutlarda kötülemeye girişmiştir. Başka dinlere bağlanmış olanları “Tanrı’nın indinde hoş
karşılanmayan insanlar” olarak göstermişlerdir.
Din adamlarının insanlığa yapmış oldukları en büyük kötülük, dinleri uğruna toplumları
kışkırtıp birbirlerine düşman etmektir. İnsanlık tarihi boyunca en kanlı savaşlar, din ve mezhep
çekişmelerinden çıkmıştır. Ne yazık ki günümüzdeki din adamlarının da kendilerini bu olumsuz
tutkudan sıyırmak, bunu bir nebze olsun değiştirmek yolunda çaba gösterdiği pek
görülememektedir.
Masonluğun belki de en büyük savaşımının böylesine bir dinsel bağnazlık ile olduğu
söylenebilir. Yoksa Masonluk ne dinlere karşıdır ne de insanların dinsel inançlarını
değiştirmeyi ya da kaldırmayı amaçlamaktadır. Hatta genelde din adamlarına da karşı değildir;
çünkü Masonlukta bir din adamının da toplumsal yapıda bir yerinin, işlevinin, görevinin olduğu
benimsenir. Nitekim tarih boyunca birçok din adamının etkin bir mason olduğu görülmüş,
günümüzde de görülmektedir. Kuşkusuz din adamları arasında istisnalar vardır.

75
Bu açıdan Tutucu Masonluk ile Liberal Masonluk arasında herhangi bir fark, bir çelişki yoktur.
Önemli olan nokta, bir “din adamı” olan kişinin görevini ve sorumluluğunu daha geniş bir görüş
açısıyla kavraması, işlevini bu bilinçle yerine getirmesidir. İnsanları ve toplumları hiçbir
bakımdan kötülüğe değil, her bakımdan iyiliğe yöneltmesidir. Kimseyi uydurma şeylerle ve
varsayımlarla kandırmaya kalkışmayıp, gerçekleri anlatmasıdır. Dini bireysel ya da zümresel
tutkular uğruna kullanmaması, yozlaştırmamasıdır. Hepsinden önemlisi, başka dinleri ve
inançları olanları hor görmemesi ve kendi dininden olanları da aynı toleranslı tutum ve
davranışa yöneltmesidir.
Masonluğun Dinlerle Uyumu
Hiçbir din sadece dogmalardan oluşmaz. Tapınma yöntemleri ve inançlı bir kişinin dinsel
yükümlülükleri bir yana bırakılacak olursa, her dinin kapsamında çok olumlu yanlar vardır.
Bunların büyük çoğunluğu da, insanların erdemler edinmeleriyle ilgilidir.
İster uyarma (ikaz) ister aşılama (telkin) ya da önerme (tavsiye) biçiminde olsun, dinlerde
insanlardan uymaları istenilen düşünü ve davranışlar arasında en önemlilerinden birkaçı şöyle
sıralanabilir:
- İyi, doğru ve dürüst insan ol.
- Yoksullara ve düşkünlere yardım et.
- Yakınlarını ve güçsüzleri koru.
- Başkalarını kıskanma ve onların haklarına el uzatma.
- Öz varlığına egemen ol; içtepisel nitelikli isteklerini frenle.
- Bencillikten, kendini beğenmişlikten, özdeksel tutkulardan kaçın.
- Doğaya ve tüm canlılara karşı sevgi besle.
Tüm bunlar ve dinlerin içerdiği bunlara benzer diğer bazı töresel öğütler, Masonlukta da
benimsenmiştir. Bu kadarla da kalınmayarak, dinlerin bilimsel nitelikli bilgilerle çelişkili
olmayan, akıl ve mantığa uygun, bilgeliği teşvik edici, insanların ve toplumların evrimine
yönelik ilkeleri, masonik öğretimin kapsamına alınmıştır. Bu yüzden mason ritüellerinde
dinlerden esinlenilerek düzenlenmiş birçok özdeyiş, anımsatma, uyarı, öğüt, simge ve alegori
görülür. Hatta Masonluktaki ritüelik törenler ile bazı dinsel âyin ve geleneksel uygulamalar
arasında yer yer benzerlikler bulunmasının nedeni de budur.
Masonlukta, din ve inancın insanlar için en iyi davranış yolunu gösteren bir mutluluk kaynağı
olması gerektiği benimsenir. Bu yüzden masonların din ve inancına karışılmaz. Masonluğun
dinler ve inançlarla hiçbir alıp veremeyeceği, uyuşmazlığı yoktur. Yeter ki bunlar insanları ve
toplumları bilgisizliğe tutsak etmesin, batıl saplantılara sürüklemesin, bağnazlığa yöneltmesin.
Yeter ki dinler insanların özgürlüğünü engellemesin, dogmaları bilimsel yöntem ve akıl yoluyla
bulunmuş gerçeklerin üzerinde tutmaya kalkışmasın, insanlar arasında bozgunculuk
yaratmasın, dostluğu ve barışı zedelemesin.
Dinler ile Masonluk Arasındaki Çelişkiler
Genel olarak dinden söz edilince sadece “semavî dinler” anlaşılıyorsa, Tutucu Masonluğun
bunlara en çok uyum gösteren Masonluk türü olduğu söylenebilir. Ayırımsız ve tanımsız olarak
tüm dinlerden söz ediliyorsa, Tutucu Masonluğun dinlerle olan çelişkileri, Liberal Masonluğa
oranla çok daha belirgindir. Çünkü Tutucu Masonlukta öncelikle benimsenmesi zorunlu tutulan
dinsel nitelikli birtakım dogmalar vardır. Bunlar, sadece teist nitelikli dinlerin dogmalarıyla
uyuşur; dünya yüzünde yaygın diğer birçok dinin inanç ilkeleriyle çelişkilidir. Ancak bu çelişki
sadece Masonluğun kendi içinde geçerli tutulur.

76
İngiltere Birleşik Büyük Locası, Masonlukta hangi din kitaplarının geçerli olduğunu
belirtilmiştir. İlgili bildirgesinde adı geçen kitapların bazısı, teist nitelikli bir dine özgü değildir.
Ancak bu tolerans, yalnızca “o tür inançlarda kutsal sayılan kitapların da mabette
bulundurulabileceği” biçimindedir. Fakat tek başlarına değil, mutlaka bulundurulması zorunlu
olan “Kutsal Kitaplar”ın yanı sıra ve ancak gerektiğinde yer alabilirler. Anglosakson
Masonluğu’nda böylece o dinlerin inançlıları da mason olabilmektedir. Masonlardan her birinin
dinsel inancının gereği her nasıl olursa olsun, “Evrenin yaratıcısı ve yöneticisi, tüm insanların
babası olan tek Tanrı”ya, “ruhun ölümsüzlüğü”ne ve “ölümden sonraki yeniden bedenleşme”ye
inanmış olmaları gereği kaldırılmamaktadır. Bu ise, Tutucu Masonluğu, dünya yüzündeki
dinlerden birçoğu, hem de büyük bir çoğunluğu ile çelişkili duruma sokmaktadır. Liberal
Masonlukta dinlerin dışında kalmak öngörüldüğünden, çelişkiler de daha azdır.
Tutucu Masonluk anlayışını benimseyen kuruluşların üyesi olan masonların bireysel eğilimleri
ise Liberal Masonluk topluluğunda yer alan masonlardan pek farklı değildir. Çünkü
Masonluğun ilgi ve uğraşı alanı sadece birtakım inanç ilkelerinin benimsenmesiyle kalmaz.
Tutucu Masonluk kanadında yer alan kuruluşların üyesi olan masonlar da gerçeklerin
araştırılmasında, insanın ve insanlığın evriminde bilimsel yöntem ile akıl ilkelerine güvenir.
Bu bakımdan, Tutucu Masonluk anlayışını benimseyen bir mason kuruluşunun üyeleri de teist
nitelikli dinsel inançlara körü körüne bağlı değildir. Tek farklı tutumları, üyesi oldukları
kuruluşun kurallarına saygı göstermek, teizme aykırı nitelikli konuların locaların gündemine
getirmekten sakınmaktır.
Evrenin Oluşması ve Canlıların Yaratılışı
Teizme göre; evrende hiçbir şey yok iken var olan Tanrı her şeyi yoktan var etmiştir. Saltık güç
sahibi olan Tanrı öyle istediği için öyle olmuştur. Evrendeki her canlı türü, Tanrı tarafından
belli bir tanrısal neden ile yaratılmıştır. Bunlara böylece inanılması gerekir. İnsan aklı,
Tanrı’nın saltık gücünü kavramaya yeterli değildir. Bu nedenle de, “yaratılış gizemi” bilim ya
da akıl yoluyla çözümlenemez.
Bilimde böylesine kesin, tartışılmayan, sınamaya gelmeyen, öyle olduğu için öylece kabul
edilmesi gerekli görülen yargılara bağlanılamaz. Aslında bilim de salt akıl üzerine kurulu
değildir. Gerçeklerin salt akıl yolu ile bulunabileceğini “idealist (düşünceci) felsefeler”
savunur. Bilim ise, ancak gözlem yoluyla ve deneysel olarak sağlanabilmiş bulgulara, aynı
koşullar altında yinelendiğinin görülmesiyle işlerlik kazanmış olan “doğa yasaları”na güvenir.
Bilim, çağlar boyunca, evrensel olguların bağlı olduğu yasaları, gözlem yolu ile saptanan
olayların nedenleri ile bunların sonuçları aralarındaki bağlantıları aramıştır. Bu arayışının çeşitli
evrelerinde, evrenin nasıl oluştuğuna ilişkin bazı kuramlar (teoriler) kurmuştur. Elde
edilebilmiş belirli bulgulara dayanılarak belli bir zaman diliminde “doğru” sayılan bazı
kuramların, daha sonraki bir zaman diliminde evrensel gerçeklerle uyum göstermediği
saptanmıştır.
Bilimin bu tutarsızlığı, çoğu insanın bilime olan güvenini yitirmesine neden olmuştur. Bu
etkiyle teizme yönelen çoktur. Fakat burada gözden kaçırılmakta olan önemli bir nokta vardır:
Geçmişteki bilimsel bulguların ve ortaya konmuş kuramların yanılgılarını belirleyen teizm ya
da din değil, gene bilimdir. Teizmi benimseyen ve savunanların yanılgısı, bilimin de teizm gibi
statik, kesin ve değişmez sanılmasındadır.
Bilim adamları, gerçeklerin araştırılmasında, tarihin hiçbir döneminde, hatta Orta Çağ’da bile
direşmeyi elden bırakmamıştır. Kendilerinden önceki bilim adamlarının nerede yanılgıya
düştüklerini bularak bunu gidermek, gerçeklere daha çok yaklaşmak için çalışmalarını
sürdürmüşlerdir. Bu uğraşıların ürünü olarak, daha yeni bilimsel kuramlar oluşturulmuştur.

77
Bilimin çağımıza kadar gelişebilmiş olan bulgularına göre; canlıların oluşumu, değişimi,
başkalaşımı, birleşmeleri, bölünmeleri, çoğalmaları ve diğer işlemleri birtakım fiziksel,
biyokimyasal, radyoaktif ve kozmik etkiler altında ortaya çıkan “doğal olaylar”dır. Birçoğunun
nedeni ve nasılı çözümlenmiştir. Evrenin oluşumuna ilişkin çeşitli kuramların doğruluk düzeyi
ise henüz tam olarak kanıtlanamamıştır. Ancak bilimsel yöntem uyarınca bu sorunda bir
başlangıç hipotezi olarak “saltık tanrısal güç” kavramının alınması yanlıştır. Eğer evreni
yaratan saltık nitelikli bir tanrısal güç ise; bilimsel düşünüş yöntemi uyarınca, bunun da
oluşması için daha önce gelen bir neden gerekecektir. Böylece o “ilk neden” sonsuzluğa uzanır.
Bilim dine karşı değildir. Din ile bir alıp veremediği olmadığı gibi, “dinin gereksizliğini ileri
sürmek” gibi bir çabası da yoktur. Üstelik, bilim “Tanrı’nın varlığı”nı da yadsımaz. Bu konular
bilimin ilgi ve uğraşı alanı dışındadır.
Bazı felsefe sistemleri dinin gereksizliğini ileri sürer. Bazıları “Tanrı diye bir şeyin yokluğu”nu
kanıtlamaya uğraşır. Doğrudan dinsel nitelikli olmamakla birlikte bunlara karşıt felsefeler de
vardır. Bunlardan hiçbirinin bilim ile ilgisi yoktur. Bilim, yalnızca kendi yöntemiyle teizmin
bazı yargılarının yanlışlığını ortaya koymakta ve doğruyu bulmaya çalışmaktadır. Bunu
yaparken özellikle teizmi hedef almakta değildir; bu bir yan sonuçtur.
Masonluk, din ile çelişkiye düşen felsefelerden değil, bilimden yanadır.
Doğa Olaylarının Değerlendirilmesi
Teizme göre; doğa olayları ve afetler Tanrı’nın buyrultusuyla oluşur. Bunlar, insanlara dünya
yüzündeki yaşam sırasında verilen ödüller ve cezalar olup, buna inanmak gerekir. İnsan aklı
yetersiz olduğu için, olayların gerekçesini kavrayamaz. İnsan, Tanrı’nın karar ve
uygulamalarında adaletsizlikler olduğu kanısına kapılabilir. Bu bir yanılgıdır. Tanrı’nın nasıl
düşünüp nasıl yargıladığını, kendi düşünce tarzı ve yargılarıyla yorumlayıp benzeştiremez. Her
şeyi gören ve her şeyi bilen Tanrı’nın her işi de doğru ve gereklidir. Tanrı, tüm canlılara
dilediğince yaşam verir; onları dilediğince yaşatır ve verdiği bu canı dilediğince geri alır. İnsan
için asıl önemli olan, bu dünyadaki değil, bedensel ölümünden sonraki “öteki dünyadaki
yaşam” olmalıdır.
Bilim, doğal olayların birçoğunu, nedenleri ve bağlı oldukları yasalarla birlikte açıklamıştır.
Bunların ardında ille de bir tanrısal buyrultu (ilâhî irade) arama çabasının yanlışlığını savunur.
Bilimin teist nitelikli dinler ile çatıştığı en önemli nokta budur. Aslında dinler doğa olayları ile
hele “cansız doğa” ile ilgilenmez. Bilim bu alanda hayli başarılı olduğu için, din geri
çekilmiştir. Kaldı ki günümüzde bilimler, yalnızca doğrudan fiziksel bir nitelik taşıyan doğa
olaylarını değil, geçmişte “doğaüstü” olarak nitelenmiş “klâsik fizik ötesi” olayları bile bilimsel
yöntemle açığa kavuşturmaya başlamıştır.
Bugün için “evrenin boyutları”nın henüz bilinmezliği göz önünde tutulacak olursa; insan
aklının ve becerilerinin egemen olduğu bilimlerin aydınlatmış olduğu gerçekleri, yenilerinin
kovalayacağı bellidir. Bilime göre; insanların, gerek kendilerinin gerekse diğer canlıların
yaşamları açısından, salt yaşamı önemseyerek “iyi ve yararlı” ya da “kötü ve zararlı” diye
nitelendirdiği doğa olaylarının oluşmasında bir tanrısal gücün, dolayısıyla “alın yazısı” (kader)
denilen olguyu aramak, çıkmaza saplanmaktan başka bir şey değildir. Bilim, bir kez de bu
nedenle teizm ile çelişkiye düşer. Çünkü bugüne kadar teist görüşlerin «Bilinemez!» dediği
birçok şey, bilim yoluyla anlaşılıp kavranmış, «Olamaz!» dediği birçok şey de bilimsel
bulgularca desteklenen teknoloji tarafından gerçekleştirilmiştir.

78
İnsan Erdemleri
Teizme göre erdemli insan olmak, “Tanrı’nın dileğinin yerine getirilmesi” demektir. Erdemli
insan, Tanrı’nın buyruklarına uyar; tapınma yükümlülüklerini de yerine getirir. Tanrı’yı hoşnut
kılar. Bunun önemli koşullarından biri Tanrı’nın indirdiği “Kutsal Kitaplar”ın yargılarına
inanmaktır. Tüm bunları yerine getirenler “öteki dünya”da “cennet”e girmeye hak kazanır.
Tanrı’ya inanmayan ve inansalar bile Tanrı’nın “Kutsal Kitap”ta yer alan buyruklarına
uymayanlar ise, “cehennem”de acı çekmeye tutsak olacaktır.
Böyle bir konu, doğa bilimlerinin ilgi ve uğraşı alanı dışında kalır. Bununla ancak sınırlı bir
düzeyde olmak üzere sosyal bilimler ilgilenebilir.
Sosyal bilimler toplumlarda dinin gereğini ve yararını yadsımaz; hatta gerekli ve yararlı bile
bulur. Fakat teizmin insan erdemleriyle ilgili yargılarına karşı çıkarlar. Sosyal bilimlere göre;
herhangi bir toplumdaki insanlar “iyiler” ve “kötüler” diye ikiye ayrılamaz. Her insan, kendi
benliğinde hem iyilik hem de kötülük öğelerini bir arada taşır. Öz varlığını yetkinleştirme
isteminde olan ve bunu yapabilecek gücü duyumsayan kimse iyiliğe eğilimlidir; böyle bir
istemi taşımayan ya da kendinde bu gücü bulamayan kimse ise ille de kötülüğe eğilimli değildir
ama toplumsal etkilerle yönelebilir.
Masonluktaki Tanrı Anlayışı
“Allah”, “Tanrı” ya da bunlarla eş anlamlı bir sözcük, Tutucu Masonluk anlayışını benimseyen
mason kuruluşlarının ritüellerinde sık sık görülebilir. Liberal Masonluk anlayışını benimseyen
mason kuruluşları ise, ritüellerinde dinlerin betimlediği bir Tanrı’yı doğrudan niteleyen
terimlere yer vermez.
Bu fark, Tutucu Masonlukta dinsel inanca verilen önem ve önceliği yansıtır ama Liberal
Masonluğun “dinsizlik” ya da “tanrıtanımazlık” olduğunu göstermez. Çünkü Liberal
Masonlukta “Tanrı” kavramını ve düşüncesini yadsıyan hiçbir sav, hiçbir görüş yoktur.
Tutucu Masonlukta belirli bir Tanrı inancı ve anlayışının benimsenmesinin zorunlu tutuluşu,
zaten teist nitelikli bir dinsel inancı olanlarca yadırganmayabilir. Fakat dindar bir kimsenin
inanç ve anlayışları ile masonik ritüellerde nitelikleri belirtilen “Tanrı” kavramı arasında
uyuşmazlıklar varsa, sorun çıkar. Liberal Masonlukta ritüellerin kapsamında “Tanrı” ya da eş
anlamlı sözcüklerin kullanılmasından kaçınılmış olmasının en belli başlı nedeni de budur.
Böyle bir çelişki olmayınca, aykırılık da söz konusu değildir.
Liberal Masonluktaki ritüellerde “Tanrı” ya da bununla eş anlamlı bir sözcük olmayışının
nedeni, özetle şöyle açıklanmaktadır: «Bu sözcük, insanı ister istemez dinsel dogmalara
yöneltir. Oysa dinlerde Tanrı kavramı için çizilmiş sınırları ve belirlenmiş kalıpları aşmak,
Tanrı’yı kişileştirmekten sakınmak, insanın evrimini göz önünde tutarak Tanrı kavramını
yüceltmek gereklidir.»
Tutucu Masonlukta ise şöyle bir görüş benimsenmiştir: “Tanrı’nın varlığına, onun tüm
insanların babası olduğuna, bundan ötürü insanların kardeşliğine inanmayanlar, Masonluğun
amaçları doğrultusunda ortak çabayı paylaşamaz ve Masonluğa yararlı olamaz.”
Bu çelişkili görüşler, Masonlukta evrensel boyutta, tüm mason kuruluşları için geçerli bir Tanrı
anlayışı olmadığını gösterir

79
“Evrenin Ulu Mimarı” Kavramı
Bu kavram, daha önceki bölümlerde de zaman zaman geçti ama üzerinde biraz daha ayrıntılı
durulup, ne anlama geldiğini açıklamaya ancak sıra geldi.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, bu kavram salt Spekülâtif Masonluğa özgüdür. Başka hiçbir
kurumda, hatta Masonluk ile benzerlik gösteren (paramasonik) kuruluşlarda bile görülmez.
Masonlukta bu kavramın ne anlama gelmek üzere kullanıldığı çok önemlidir. Çünkü bu anlam,
benimsenen Masonluk anlayışını da yansıtır.
«Masonluk’ta Tanrı’ya “Evrenin Ulu Mimarı” denir.» biçiminde bir yargı ya da açıklama, bir
açıdan bakıldığında göreli doğruluk payı taşısa bile bir başka açıdan bakıldığında yanlıştır.
Masonluktaki “Evrenin Ulu Mimarı” kavramı üzerine önceleri hiçbir yorum yapılmamıştır. 18.
yüzyılın ikinci yarısında ortaya birbirinden farklı Masonluk anlayışları çıkmaya başlayınca; bu
kavramın ne anlama geldiği ya da nasıl bir anlama çekilmesi gerektiği konusu gündeme
gelmiştir. Bazı mason kuruluşları bu kavramın anlamını her masonun kendi bireysel yorum ve
değerlendirmesine bırakırken, bazıları bu belirsizliğe bir son verebilmek için kesin bir açıklama
yapılmasını, hatta bunun tüzük ve ritüellerde de yer almasını öngörmüştür. Bunun sonucunda
ortaya birbirinden hayli farklı, hatta çelişkili yorumlar ve açıklamalar çıkmıştır. Bunların
arasında uyuşma sağlanması gereği doğmuştur. Arta kalan uyuşmazlık, Masonluğun dünya
çapındaki bölünmüşlüğünün göstergelerinden biri olmuştur.
Gelenekçi Masonluk Anlayışı
Bu kitapta Tutucu Masonluk ile Liberal Masonluğa oranla daha seyrek olarak değinilen
Gelenekçi Masonluk, “din ve inanç” konusunda Tutucu Masonluk kadar katı değildir. Fakat
Çağdaş Masonluk da geleneksel yapıcılık mesleğinden yani Operatif Masonluk döneminden
kalma eski geleneklerin değiştirilmeden korunması ve uygulanmasından yanadır.
Operatif Masonluk dönemindeki törelerin temel kaynağının “din” olduğu göz önüne alınırsa,
Gelenekçi Masonluğun ister istemez Tutucu Masonluğa daha yakın bir tutumu bulunduğu
sonucuna varılır. Bu tür Masonluğun “Evrenin Ulu Mimarı” kavramı konusundaki yaklaşımı
şöyle özetlenebilir:
 Evrenin Ulu Mimarı, başlı başına bir kavram değildir. Doğrudan “Tanrı” kavramının
Masonluğun geleneksel kökeni uyarınca benimsenmiş karşılığı olmak üzere kullanılan
bir simgesel terimdir.
 Çağdaş Masonluk nasıl diğer birçok simgesini ve simgesel terimini geleneksel yapıcılık
mesleğinden almışsa; bu eski ve saygın mesleğin günümüze de yansıyan temel
niteliğine uygun bir şekilde “Tanrı” kavramının yerine de “Evrenin Ulu Mimarı” terimi
getirilmiştir.
Gelenekçi Masonluğun bu yaklaşımı, bazı dillerde Evrenin Ulu Mimarı teriminin tam sözlük
karşılığının değil, Türkçeye “Varlığın Ulu Yapıcısı” şeklinde çevrilebilecek terimlerin
kullanılmasına neden olmuştur.
Tutucu Masonluk Anlayışı
Gelenekçi Masonluğun yaklaşımı, yorum ve farklı değerlendirmelere açıktır. Tutucu
Masonlukta bu yetersiz bulunur. Bu nedenle de “Evrenin Ulu Mimarı” kavramına daha belirgin
bir anlam getirilmiştir. Bu kavramın, teist dinlerdeki Tanrı inancı ile uyumlu olması
öngörülmüştür.

80
Tutucu Masonluğun yaklaşımı şöyle özetlenebilir:
 Evrenin Ulu Mimarı, tüm evrenin yaratıcısı, düzenleyicisi, tek egemen gücü, yöneticisi
ve denetçisidir.
 İnsanların iyi ya da kötü düşünü ve eylemlerini sürekli olarak gözleyen, gerektiğinde ve
istediğince ödüllendirip gene gerektiğinde ve istediğince cezalandıran, kimine az
kimine çok veren, her zaman ve her yerde bulunan “Tek ve Yüksek Varlık”tır.
Bu anlayışı benimseyerek çalışan mason kuruluşlarının ritüellerinde, bazı zaman doğrudan
“Tanrı” anlamına gelmek üzere “Evrenin Ulu Mimarı” terimi, bazı zaman ise doğrudan “Tanrı”
ya da bununla eş anlamlı sözcükler kullanılır. Bu uygulama her iki kavramın özdeş tutulmadığı
izlenimini verir. Oysa bu konuda şöyle bir açıklama vardır: “Tanrı” sözcüğü somut değil
soyuttur ve çok genel anlamlıdır. Birçok dinde ve inançta “Tanrı” denilince, bundan farklı şey
anlaşılır. Oysa Masonlukta inanılarak bağlanılması gereken Tanrı kavramı üzerinde farklı bir
anlam oluşturulmamalı, yanlış yorum yapılmamalıdır. Masonlukta inanılan Tanrı, bir bakıma
insan niteliğinde fakat “insanüstü” tek varlıktır. Bu kavram ancak böylece somutlaştırılabilir.
Liberal Masonluk Anlayışı
Gerek Gelenekçi Masonluğun gerekse Tutucu Masonluğun açıklamaları, Liberal Masonlukta
uygun bulunmaz. Masonların, bireysel olarak “Evrenin Ulu Mimarı” kavramıyla kendi inançlarına
göre bir “Tanrı” kavramını özdeşleştirmelerine karşı çıkılmaz ama bu özdeşleştirmenin tüm
mason topluluğuna mal edilmesi, genel geçerli olarak sayılmasına karşı çıkılır.
Liberal Masonluğun bu konudaki yaklaşımı da şöyle özetlenebilir:
 Dinsel inançları farklı olan masonlar, “Tanrı” kavramı üzerinde uyuşma
sağlayamayabilir. Bu yüzden bu konu üzerinde tartışma açılmamalıdır. Fakat aynı
masonlar “Evrenin Ulu Mimarı” kavramında birleşebilir. Çünkü bu kavram, hiçbir
inancı önermez ve tutmaz. Her inançtaki “Tanrı” kavramını temsil eden bir “simgesel
terim” olarak benimsenebilir.
 Evrenin Ulu Mimarı, her masonun, kendi düşüncelerine, kendi inançlarına, kendi
sezgilerine göre tam ve kesin bir vicdan özgürlüğü ile tanımlayıp yorumlayabileceği bir
yüce ilkedir. İstenirse bu ilke “evrimin doruğu” olarak da nitelenebilir. Dolayısıyla bu
kavram, herhangi bir dinin ya da inancın tekeline sığamaz. Kesin tanımlara
bağlanmasından, özellikle insanlara özgü olan kişisel niteliklerle donatılmasından
kaçınmak gerekir. Sadece bir simgesel terim olarak benimsenmelidir.
GİZEMCİLİK VE MASONLUK
Açıklanmayan soyut bilgiye “gizem” denir. Gizem, bir bakıma “sır” sözcüğü ile pek yakın
anlamlıdır. Kimileri “giz” sözcüğünü kullanmayı yeğler. Ancak özellikle düşünü ve felsefe
alanında kullanılan “gizem” sözcüğü, “sır” ya da “giz” sözcüğünün nesnel ve somut olarak
nitelediği anlamın tümünü kapsamamaktadır.
Sıradan olmayan, dinsel, kutsal ya da herkesin anlayamayacağı ölçüde derin anlamlı bir bilgi
açıklanmayarak gizli tutulacak olursa, buna “gizem” denir. Bir olay, bir uygulama, bir
konuşma, bir karar, bir yazı, bir şekil, bir nesne ve bunlara benzer somut olgular kapalı bir
topluluk içinde tutulup başkalarına anlatılmıyor ya da gösterilmiyorsa; bunlara ilişkin bilgilere
“gizem” değil, “sır” ya da “gizli bilgi” denilmesi daha uygun düşer.
Buna karşılık, bir sözün, bir yazının, bir uygulamanın, bir şeklin ve bir olayın dışa yansıyışından
farklı olarak içrek bir anlamı varsa ya da bunlardan herhangi birine özel olarak içrek bir anlam
verilmişse; başkalarına açıklanmayan bu içrek anlam “gizem”dir.

81
Nitekim bu nedenle, bir ailenin, bir şirketin, bir devlet organının sırları olabilir ama gizemleri
yoktur. Fakat bir mesleğin, bir sanatın, bir felsefesel ekolün, hele ezoterik sistemde çalışan bir
kurumun sırlarından değil, gizemlerinden söz etmek daha uygundur.
“Sır” ve “gizem” sözcükleri, aralarında böyle bir fark ortaya konularak tanımlanınca, çağdaş
Masonluğun genelde kendine özgü birtakım sırları olmadığı, ancak gizemlerinin bulunabileceği
söylenebilir.
Bir mason kuruluşunun da örgütsel nitelikli sırları olabilir. Ancak iş ritüele gelince,
Masonluğun her bir derecesinde, o dereceye özgü gizemler vardır.
“Gizem” sözcüğünde türeyen “gizemci” sıfatı “mistik” sıfatının, “Gizemcilik” ise
“Mistisizm”in karşılığıdır. Ancak Masonlukta görülen ritüelik gizemler, Masonluğu genelde
“gizemci” nitelikli bir kurum yapmaz.
Gizemcilik, öncelikle bir dinsel bağlantıyı çağrıştırır. Dinsel bakımdan ele alındığında, “halka
açık olan dinlerde belirtilmiş olan tapınma yöntemlerini değil, kendine özgü ezoterik
yöntemleri uygulayan inançsal dünya görüşlerinin ve bunlara ilişkin felsefe sistemlerinin genel
adı” olarak tanımlanabilir. Ancak, Gizemciliğin salt dinsel nitelikli olması, hatta mutlaka bir
inançsal nitelik taşıması da zorunlu değildir. Hiçbir dinsel ya da inançsal nitelik taşımayan bir
Gizemcilikten de söz edilebilir.
Gizemci bir nitelik taşıyan Antik Çağ kurumlarından ve bunların öğretilerinden söz edilirken
de Türkçede doğrudan “gizem” sözcüğü değil, “mister” sözcüğü kullanılmaktadır. Bu ise, Batı
dillerindeki aynı kökten alınma olmakla birlikte özel bir anlamı dile getirir.
Gizemciliğin temeli Antik Çağ’daki bazı inanç ve ahlâk sistemleri tarafından atılmıştır. Eski
Mısır’da Hermetizm, Eski Çin’de Konfüçyanizm ve Taoizm, Eski Hint’de Brahmanizm, Eski
Yunan’da Orfizm ve Pisagorculuk bunlardan bazılarıdır. Antik Çağ’daki Gizemciliğin de
önceleri doğrudan bir dinsel inanç ya da ahlâk sistemi niteliği taşıdığı görülür. Teist nitelikli
dinlerin kurulmasıyla birlikte ise, Gizemcilikte de tarz değişiklikleri ortaya çıkmıştır.
Danha önce de değinilmiş olduğu üzere, Teist dinlerin en önemli ortak özelliği, evreni yaratan
ve yöneten, geçmişe ve geleceğe egemen olan, insanı dünyadaki yaşamına göre belki bu
dünyada belki öteki dünyada ödüllendiren ya da cezalandıran bir Tanrı’nın varlığına, onun
“vahiy” yoluyla göndermiş olduğu buyruklarına inanmak zorunluluğudur. Bu zorunluluğa,
tapınma yükümlülüklerinin yerine getirilmesi eklenir.
Gizemciler (Mistikler), Tanrı’nın varlığını ve yaratıcı gücünü yadsımaz ama onun varsayımsal
egemenliği altında yaşayıp, onun dileğince yürüyecek bir “ölüm sonrası”na hazırlanma
zorunluluğunu benimsemez. Bunun akıl verileri ile bağdaşmadığını, teist dinlerde “gerçek”
diye sunulanların “asıl gerçek” olmadığını, bunların ardında doğa ile bağlantılı gizli anlamlar
bulunduğunu, insanın durup dururken bunları anlayamayacağını ama bireysel buyrultusuyla,
aklını kullanarak, çaba göstererek araştırıp bulması, öğrenmesi gerektiğini savunurlar.
“Tanrı’ya tapınma” yerine yaşam süresinde “Tanrı’yı kavrama”, “Tanrı’ya ulaşma” ve sonunda
“Tanrı ile bütünleşme” amacını güderler. Bu nedenle, “kutsal kitaplar”ı birer “Tanrı buyruğu”
olarak değil, aslında iç ve öz anlamlarına varılması gereken, gerçeğin yolunu gösteren değerli
rehberler olarak benimserler. Zorunlu sayıldığı için gönülsüzcesine de yapılabilen ve çoğu kez
bir gösterişe dönüşen tapınma yerine, “gönül bağlantısı”nı gerekli görürler. Gerçeklerin
araştırılıp bulunmasında ise, özellikle “sezgi” (feraset) yöntemlerinin kullanılmasına ağırlık
verirler.
Tarih boyunca dinden ve inançtan soyutlanarak gerçekleri bulmak, doğanın ve evrenin sırlarını
çözmek, insanı bilgisel ve töresel yönden yetkinleştirmek, insanlara daha sağlıklı ve daha uzun
yaşam sağlamak gibi amaçlar edinmiş gizemci ekol ve kurumlar da görülmüştür.

82
Dinsel nitelikli olmayan bu gizemci ekol ve kurumlarda, “doğa üstü” olarak nitelenen birtakım
varlık ve güçlerle ilişki kurmak, insanın gizil (potansiyel) yeteneklerini bilinç altından kurtarıp
bunları buyrultularıyla kullanabilmelerini sağlamaya çalışmak, en önde gelen uğraşılar
olmuştur. Ancak, doğa üstü varlık ve güçlerle akıl yolu ile ilişki kurulamaması nedeniyle, bu
tür Gizemcilikte de gene en etkili yol “sezgi” olarak benimsenmiştir. Birtakım gizemci
kurumlarda, halk arasında “medyum” olarak anılan aracı kişilerin yaptıkları da budur. Bu tür
uğraşıların uzantısında, “Gizlicilik” yani Okültizm yer alır. Bu nedenle de salt Gizemcilik ile
Okültizm arasında ayırım yapabilmek güçtür.
Dinsel Gizemcilik
Semavî dinlerin her birinin kapsamında bir gizemcilik akımı doğmuştur. Bunlar Musevilikte
“Kabala”, Hıristiyanlıkta “Gnoz”, Müslümanlıkta “Tasavvuf” olarak anılır
13. bölümde İslâm Gizemciliği üzerinde hayli geniş olarak durmuştuk. Burada ise Musevi
Gizemciliği ve Hıristiyan Gizemciliği üzerinde duracağız. Çünkü Masonluğun dünya görüşü
üzerinde bunların daha çok etkisi vardır.
Kabala
Ne zaman doğmuş ve nasıl gelişmiş olduğu tam ve kesin bir şekilde bilinmeyen Kabala,
özellikle Musevi dini ile bağlantılı olmak üzere metafizik nitelikli, kendine özgü bir ezoterik
sistemi olan bir gizemci felsefenin genel adıdır. “Yahudi Gizemciliği” olarak da anılmakla
birlikte, içerdiği öğelerden birçoğu Tevrat’ın ortaya çıkışından çok daha eski tarihlidir. Bu
konuda yapılmış olan bilimsel araştırmaların sonucunda varılmış sonuca göre; Kabala’nın
oluşturulmasında özellikle Doğunun gizemci ekollerinden esinlenilmiştir. Çok önemli bir öğesi
olan öğrenim yönteminin ilkesi şöyle özetlenir:
“Kabala öğretilmez; öğrenilir. Kabala’nın bilgileri verilmez; alınır.”
Evrenin oluşturulmasına ilişkin “kabalistik kuram”, Kabalanın öğretilerinin en önemli
bölümüdür. Kabalanın kimilerince “Musevi Gizemciliği” kimilerince de “Yahudi Gizemciliği”
olarak nitelenmekte oluşuna karşın, bu kuram, teist nitelikli dinlerde benimsenen ve özgün
anlatımı Tevrat’ın Türkçede “Tekvin” başlığını taşıyan ilk bölümünde yer almakta olan
“yaratılış” öyküsünden pek farklıdır.
Kabalaya göre; yaratılışın başında hem özdeksel hem tinsel nitelikli oluşumlar doğmuştur.
Bunlar topluca “Sefirot” (daireler ya da yörüngeler) olarak anılır. Toplam 32 sefirot vardır. İlk
on sefirot Güneş Sistemi’ni, diğerleri ise uzaydaki öteki yıldız kümelerini temsil eder. Bu
kuram, Kabalanın eski astrolojik inançlarla yakın bir bağlantısının bulunduğunu ortaya koyar.
Astrolojiden söz edilince, çoğu kimse bunu hemen “fal” ile bağdaştırır. Bu çağrışımsal
bağdaştırmanın nedeni, astrolojinin fal bakmakta çok yaygın olarak kullanılmış olmasıdır.
Bunu yapanlar, böylelikle fala âdeta bir bilimsel içerik kazandırmaya çalışmıştır. Fakat astroloji
kesinlikle fal ile eş anlamlı ya da özdeş değildir; sonradan astronominin doğuşunda bir temel
taşı olan, ancak kendiliği bakımından gizemci nitelikli bir eski uzay bilimidir.
Aynı şey Alşimi (Simya) için de söylenebilir. O da çağdaş kimyanın doğmasına neden olan,
gene gizemci, gene metafizik nitelikli bir eski doğa bilimidir.
Her ikisi de Masonlukta değil ama Masonluğa benzer (paramasonik) nitelikli birçok kurumda
önemli yer tutmuştur.
Kabalistik yaratılış kuramındaki her bir yörünge, hem bir nesnenin, hem bir olgunun, hem bir
niteliğin hem de soyut bir düşünsel kavramın karşılığıdır. İlk on yörünge birleştiğinde “yaşam”
kavramı oluşur. Diğer 22 sefirot, birer harf ve karşılığında birer sayı ile simgelenir.

83
Sayısal değerlendirme uygulamasının en ilginç yönü, aynı sayıya varan iki ayrı sözcüğün yakın
anlam taşımasıdır. Bu yakınlık sözlük anlamında olabileceği gibi, simgesel ya da gizemsel bir
anlamda olabilir. Kabalanın asıl öğretisini edinmek için, bunu çözmek gerekir.
Aslında harflerin ve sözcüklerin sayılarla değerlendirilmesi yöntemi Kabalaya özgü değildir.
Aynı yöntem, gerek İslâm gerekse Hıristiyan gizemciliğinde kullanılmıştır. Eski Türkçede
“ebcet hesabı” olarak anılmış olan ve çoğu kez okült nitelikli olmak üzere kullanılmış bu
yönteme genel olarak “numeroloji” denir.
Kabaladaki bilgi irdelemesinin neredeyse tümü numeroloji yöntemi üzerine kuruludur. Bu
yüzden, bu yöntemi kullanmayı bilmeyen bir kişinin kabalistik bilgileri edinmesi olanaksızdır.
Böylelikle Kabala, Musevi dininden epeyce uzaklaşır. Doğunun eski gizemci inanç
sistemleriyle, özellikle “Mazdaizm” ile çok daha iyi bağdaşır.
Gnoz
Yunanca’daki “gnosis” sözcüğünden türetilmiş olan Gnoz, bir doğa üstü ya da dinsel ve sezgisel
nitelikli bilgi kavramını dile getirir. Çok sayıda gizemci nitelikli inanç sistemini ve öğretiyi
kapsar. Sözlüklerde, gizemsel ve sezgisel bir yöntemle “saltık bilgi”ye ulaşılabileceğini savunan
sistem ve öğretilere “Gnostizm” dendiği görülür. Türkçede “Bilinircilik” olarak da geçer.
Gnoz terimi, 1. ve 2. yüzyıllarda Antik Yunan felsefesini Hıristiyanlık ile bağdaştırmaya
çalışmış olan düşünürlerin oluşturduğu bir tür tarikatı nitelemek üzere de kullanılmıştır.
“Gnostikler” olarak anılan düşünürler, insanın erişebileceğini savundukları “saltık bilgi”nin,
kutsal kitaplardaki dinsel bilgilerden çok daha üstün olduğunu ileri sürmüştür. Hıristiyanlığın
dogmalarından birçoğunu yadsıdıkları için “din sapkınları” olmakla suçlanmışlardır. Bu
bakımdan, İslâm toplumundaki “tasavvuf ehli” ile yakın benzerlikler sergilemişlerdir.
Dürzîler
Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmî dini olarak benimsenmesinden sonra,
Gnostiklere hiç göz açtırılmamıştı. Daha sonra oluşan Katolik Kilisesi, bu bağlamda çok sert
önlemlere başvurmuştu. Buna karşın, Orta Çağ’daki şövalyelik örgütlerinin birçoğu, doğrudan
papaya bağlı olsalar da aslında Katolik mezhebinin dogmalarından çok Gnostisizme
eğilimliydi.
İşin ilginç yanı, bu tarikatların Gnostiklerin asıl parlak döneminden yaklaşık on yüzyıl sonra,
Haçlı seferleri ile birlikte ortaya çıkmış olmasıdır. Tarihçiler, bunun nedenini Haçlı seferlerine
katılmış olan şövalyelerin Dürzîler ile kurmuş olduğu yakın kültür alış verişine bağlar.
Hıristiyanlık batıya ve kuzeye doğru yayılırken, bu dinin doğmuş olduğu yörelerde (Orta Doğu
ve Anadolu’da) Gnoz kendi içine kapanıp kalmış, etnik topluluklarca korunarak yaşatılmıştır.
Bu etnik topluluklardan biri olan Dürzîler, Lübnan Dağları ve çevresinde yaşar, genellikle
orman ürünlerini işlemekle geçinir, kendilerine özgü inançları ve töreleri sıkıca korurdu. Soy
kökenlerine ilişkin bir varsayıma göre Asurlardan, kimi etnograflara göre Fenikelilerden
kalmaydılar. “Dürzî” adının, Zerdüşt’ün özgün adı olan “Darusi”den alınma olduğu da söylenir.
Dürzîlerin inanç ve töreleri, Hıristiyanlıktan çok İslâm dinine yakındır ama Yahudiliğin ve
Mazdaizmin etkilerini de taşımaktan geri kalmaz. İnançlarının tümü gizemcidir. Gerek
Gnostisizm gerekse Tasavvuf ile benzerlikler gösterir. Çok gizli tutulmuş olduğu için ayrıntıları
elde edilememiş olan öğretilerinin Kabala ile de ortak yanları bulunması olasıdır. En önemli
inanç öğelerinden birinin, “Tanrı’ya tapınma” yerine bedensel ve zihinsel çalışma ile Tanrı’ya
yönelmek olduğu bilinmektedir. Nitekim Dürzîler, tarihte görülmüş en çalışkan etnik
topluluklardan biri olarak gösterilir. “Çalışmak tapınmadır.” sözünün özgün olarak Dürzî
inançlarından kaynaklandığı bile söylenir.

84
Masonluğun Gizemciliğe Benzer Yanları
Tüm gizemci ekol ve kurumların çalışmaları, Masonlukta olduğu gibi kapalı bir örgütlenme
sistemi içinde ve bir dereceler silsilesine uyularak verilir. Bu, “ezoterik sistem”in gereğidir.
Ancak bu sadece görünüşteki benzerliktir. Görüş ve anlayış bakımından da benzerlikler vardır.
Birçok mason ritinin çeşitli derece ritüelleri incelendiğinde; Tasavvuftan, Gnostisizmden, Orta
Çağ’ın şövalyelik örgütlerinden, yer yer de Kabala ve Dürzîlerden alıntılar ile esinlenmeler
görülür. Hermetizm, Pisagorculuk ve Eski Misterler, Masonluğu çok daha fazla etkilemiştir.
Özellikle “dinsel gizemcilik” ile Çağdaş Masonluk arasında şu tür benzerlikler bulunduğu
söylenebilir:
 Dinlerde özgün olmayıp sonradan ortaya çıkarılmış olan, nedeni ve niçini sorulamayan,
olduğu gibi uyulması ve uygulanması zorunlu görülen, akıl ve mantık ile çelişkili
dogmatik kurallar
 Gerçeklere ulaşılmasında en etkili ve en doğru yol “akıl yolu”dur. Bu yolun bir doğal
sonucu olarak, dinsel dogmalarla çelişmekte olsalar bile bilime, bilimsel yönteme ve
bilimsel verilere güvenmek gerekir.
 Bireysel olgunluğun en önemli ürünlerinden biri, içtepisel olarak ya da baskı ve
zorunluluk altında değil, bilinçli bir tutumla ve içtenlikle duyumsayarak sevebilmektir.
Gizemcilik ile Masonluk Arasındaki Çelişkiler
Gizemcilikte ve Masonlukta özdeş sözcükler kullanıldığı, birbirine benzer ilke ve yöntemler
önerildiği görülebilir. Ancak aralarında önemli farklar, hatta çelişkiler vardır.
Gizemcilikte aklın izleyeceği yol ve akıl yürütmenin yöneldiği amaç önceden belirlenmiştir.
Dogmalar yadsınır ve akıl kullanmak öğütlenir ama aklın nasıl kullanılacağı da belirli kural ve
yöntemlere bağlanır. Masonlukta ise “aklın özgürlüğü”ne hiçbir sınır çizilmemiştir.
Gizemcilikte bağlanılan bilim, gizli ve sezgisel anlamları çıkarmanın bilimidir. Bu bilimlerin
kapsamında uygulanan deneyler, düşünsel ve ruhsal nitelikli, “bireysel yetkinleşme”yi
amaçlayan deneylerdir. Gizemcilik, bu tür bir bilim ile doğrudan uğraşır. Masonlukta ise bilim
bir uğraşı alanı değildir; yalnızca gerçeklerin araştırılmasında kullanılması gereken bir öğe, bir
temel dayanak, bir yol göstericidir.
Üstelik Masonlukta güvenilen ve üzerinde durulan bilim, nesnel (objektif) gözlemlere ve
deneylere dayanan, eleştirilebilen, tartışılabilen, sınanabilen, akıl yoluyla çözümlenebilen ya da
çözümlenmesi olanağı bulunan, yasaları hiçbir zaman kesin ve son olmayan, değişim ve
gelişime elverişli, sadece bireye değil insanlığa yarar sağlayan, böylelikle de sadece bireyi değil
insanlığı evrime yönelten, göreli ve çağdaş “pozitif bilim”dir.
Gizemcilikte egemenlik, gizemlerde ve bilinmezlerdedir. Bunların ardında, ancak sezgisel
yöntemlerle ulaşılabilecek olan “tanrısal gerçek” vardır. Masonlukta ise, yalnızca bilimsel
yöntem uygulanarak göreli doğrulukları kanıtlanmış, yeniden sınamalardan geçecek olan somut
ve nesnel gerçeklerin üstünlüğü benimsenir.
Gizemcilikte sevgi, bir tür “vecd” ile varılması öngörülen, “Saltık Varlık” kavramıyla nitelenen
bir ülküye yöneliktir. Bu sevginin sonucunda bireyin öz varlığının arınacağı, böylelikle
yetkinliğe erişmenin sağlanacağı öngörülür. Masonlukta aşılanmasına çalışılan sevgi ise,
bireylerin ve toplumların gönenç ve mutluluğuna yönelik, doğaya ve insanlığa dönük, bilinçli
ve etkin (aktif) bir sevgidir; ilgiyi, bilgiyi, uğraşıyı gerektiren bir sevgi.

85
Gizemcilik, bireyin ve toplumun uygarlığını, tüm insanlar için toplu ve ortak mutluluğu
önemsemez; hatta umursamaz. Aslında Gizemcilikte böyle bir amaç doğrultusunda çaba
gösterilmesi gereksiz sayılmaz ama ilgi alanı olmadığı için önerilmez. Bireylerin diğer
insanlara, çevrelerine, toplumlarına, tüm insanlığa yararlı olmaları hiç de ilgi konusu değildir.
Yalnızca temiz yürekli, iyi ahlâklı, olgun insanlar olarak yetişmeleri önemli ve gerekli tutulur.
Masonluk ise bir “evrensel insanlık ülküsü”nün peşinde koşmaktadır. Bunun için de, bireysel
gelişim ve yetkinleşme sadece bireysel boyutta kalmak üzere değil, bireyin çevresi, toplumu ve
tüm insanlık için önemlidir. Bireyin kendi içine kapanık, miskin bir kişi olması değil, başkaları
için de yararlı, özverili, örnek ve girişken olması istenmektedir.
Kimileri Masonluğu baştan sona “gizemci bir kurum” olarak niteler. Oysa çelişki ve
uyuşmazlıklarının, benzer yanlarından daha çok olduğu görülüyor. Benzerlikler, Masonluğun
“gizemci” olarak nitelenebilmesi için yetersizdir. Çelişki ve uyuşmazlıklar ise öyle olmadığını
göstermesi bakımından yeterlidir.

86
Bölüm 20

Nasıl Mason Olunur?

Bir ülkedeki masonların toplam sayısı, o ülkede Masonluğun ne ölçüde yaygın ya da etkin
olduğunu gösteren yeterli bir ölçü değildir. İlgili ülkenin nüfusu da göz önüne alınmalıdır.
Bir ülkedeki masonların toplam sayısının o ülkenin toplam nüfusuna oranı da Masonluğun ne
ölçüde yaygın ve başarılı olduğunu gösterebilmek bakımından yeterli değildir. Çünkü birçok
ülkede bir mason derneğine üye olanların sayısı ile düzenli olarak masonik etkinliklerde
bulunanların sayısı farklıdır. Eğer loca çalışmalarına sürekli olarak katılanlar, toplam üye
sayısının yarısından çoksa, o ülkedeki masonların sahiden etkinlik içinde bulunduğu
söylenebilir.
Aslında böyle bir oran bile tam ve doğru bir ölçü sayılmaz. Çünkü ilgili ülkede Masonluğun
nasıl tanınmakta olduğunu, amaçları doğrultusunda ve ilkelerine uygun başarılı çalışmalar yapıp
yapmadığını, yapıyorsa bunların kamuoyuna hangi düzeyde ve nasıl yansıttığını göstermez.
Toplumlarındaki masonların sayısını “çok” olduğunu sananlara kaç kişi olduğu söylense,
şaşkınlığa düşebilirler. Nitekim kimileri Türkiye’de de çok sayıda mason bulunduğu sanır; oysa
günümüzde, tüm mason derneklerine kayıtlı toplam üye sayısının 20 bini bile bulmadığını
gördük. Bu kişilerin birçoğu bir locada üye olarak kayıtlıdır ama çalışmalara pek ilgi göstermez.
Çalışmalara katılma oranı göz ardı edilse bile, masonların toplam nüfusumuza oranı olsa olsa
“on binde üç” dolayındadır. Bu hayli düşük bir orandır. Dünya genelindeki oran bunun
neredeyse beş katıdır.
Bu aşamada, Masonluk açısından hayli önemli bir sorunun yanıtını aramakta yarar var:
«Bir ülkedeki masonların sayısının nüfusa göre yüksek oranda oluşu, kişilerin Masonluğa
alınması bakımından neyi gösterir?... Masonluğa girmenin hayli kolay tutulduğunu mu; mason
olabilmek için gerekli niteliklerin çok kişide bulunduğunu mu, yoksa o ülkedeki insanların
genel eğitim ve kültür düzeyinin diğer ülkelere oranla daha yüksek olduğunu mu?»
Aslında bunlardan hiçbirini göstermez... Hele tek bir ülkede masonların toplam sayısının
ülkenin toplam nüfusuna olan oranına bakılarak, bu konuda kesin bir yargıya varılamaz. Buna
ilgili ülkenin bilimsel, sosyal, kültürel ve ekonomik düzeyinin, politik rejiminin ve yapısının,
genel yaşam biçiminin, yaygın olarak benimsenmiş inançların ve törelerin niteliksel
değerlendirmesinin de eklenmesi gerekir. Böyle bir değerlendirme “göreli” olacağı için, gene
kesin bir yargıya varılamayacaktır.

87
Dünya geneli ile karşılaştırıldığında Türkiye’deki masonların genel nüfusa oranla sayısal
durumunun hayli düşük oluşu, ne Masonluğa alınacak kişilerin seçiminde aşırı titizlik
gösterilişinden ne de toplumumuzda mason olabilecek nitelikteki kişilerin yetersizliğinden ileri
gelmektedir. Bunun belirgin nedenleri şöyle sıralanabilir:
 Türkiye’de Masonluk, neredeyse yüz yıla yaklaşan geçmişine karşın yeterli
yaygınlaşma sağlayamamıştır. Tam gelişmekte iken 13 yıl gibi hayli uzun bir “uyku
dönemi” geçirmiş olmasının da bunda etkisi vardır. Söz konusu dönemden sonra ise,
örgütsel bakımdan yapılanma biçiminin yerli yerine oturtulamayışı da zaman
yitirilmesine neden olmuştur.
 Türk Masonluğunun ikinci kez hızlı bir gelişim temposu kazandığı sırada bölünmesine
neden olan çekişmeler, hem ilgi hem de bir kez daha zaman yitirilmesine neden
olmuştur.
 Masonlar, localarına yeni üye adayları önermekte hayli tutuk davranmıştır. Bu
tutukluğun en belli başlı gerekçeleri şöyledir:
1. Masonların çoğu arkadaş ve yakınlarına “mason” olduğunu açıklamaz. Masonluğa
girebilecek nitelikteki tanıdıklarına bir öneride bulunmakta çekingen davranır. Mason
olmak isteyenler de, bu istemlerini mason olduğunu bildikleri dost ve yakınlarına
iletmekten kaçınır.
2. Yurdumuzdaki masonlardan çoğu, mason olmak üzere önereceği bir kişinin ileride “iyi
bir mason” olacağına da güvenmek ister. Öyle çıkmazsa, bundan kendisinin sorumlu
tutulacağı kaygısını taşır. Risk alarak bu yükün altına girmek istemez.
3. Alçak gönüllülük Masonluktaki en önemli erdemlerden biridir ama Türkiye’deki
masonlardan birçoğu bundan payını alamamıştır. Mason olmakla, kendisini olduğundan
daha “büyük” görmüş, çevresindekilere ise bir türlü bu büyüklüğü (!) yakıştıramamıştır.
 Mason olmak üzere önerileceklerin hayli bilgili, kültürlü, saygın, kendini yetiştirmiş,
işini yoluna koymuş, erdemli, olgun kişiler olmaları öngörülmüştür. Masonluktaki
simgesel deyişle yontulup işlenecek “hamtaşlar” değil, bitirilmiş “küptaşlar” aranmıştır.
Üstelik yaşlarının olgunluğa varmış olması istenmiş, gençlere yeterli olanak
tanınmamıştır.
 Masonluğa girmek üzere önerilen kişilere bu kurum hakkında pek az bilgi verilmiştir.
Dolayısıyla, Masonluğa girmeyi kabullenen kişilerden birçoğu, bu konuda yeterince
bilgili olmadığı için Masonluğun ne ve nasıl olduğunu kendine göre tasarımlamıştır.
Masonluğa girdikten sonra ise, umduğundan farklı bir durumla karşılaşmıştır. Uyum
gösteremeyince, kolayca ilgisini yitirmiş, ya kendiliğinden ayrılmış ya da düzensiz
olmuştur. Dolayısıyla, masonların sayısı bir yandan artarken diğer yandan azalmıştır.
Bu azalma, yeni üyeler önermeyi düşünenleri de duraksamaya yöneltmiştir.
 Kendisine Masonluğa girmesi önerilmiş ve aslında girmek isteyen birçok kişi, gerek
antimasonik etkinlikler gerekse çevrelerinde Masonluk üzerine oluşmuş bulunan ön
yargılar ve yanlış kanılar nedeniyle “mason” olmaktan korkmuş, hiç girmemeyi
yeğlemiştir.
 Dernekler Yasası, kamu görevlilerinin ve üniversite öğrencilerinin üye olabileceği
dernekleri kısıtlamıştır. Dolayısıyla, birçok kamu görevlisinin Masonluğa girmeyi
ancak emekli olduktan sonra düşünebilmesi gibi bir durum ortaya çıkarken, üniversite
gençliğine de Masonluğu kapısı ancak ileride açılmak üzere şimdilik kapanmıştır.
Böylece, toplumumuzdaki aydın kesimde hiç de azımsanamayacak bir kitle Masonluğa
girmeyi ileri bir tarihe bırakmak zorunda kalmıştır.

88
Bu açıklamalar üzerine şöyle bir soru beklenir:
«Türkiye’de masonların titizlikle seçilmesinin sonucunda, sahiden de “seçkin” denilebilecek
bir mason topluluğu oluşturulabilmiş midir?»
Bu soruya hiç düşünmeden «Evet!» diye yanıt verilemez.
Bunun nedenlerinden biri, gerek üniversite gençliğinin gerekse kamu görevlisi niteliğini taşıyan
kişilerin rahatça Masonluğa alınamayışıdır. Gerçi bu mason derneklerinin değil, kişilerin
sorunudur. Tek tük de olsa kimi üniversiteli genç, beri yandan kimi kamu görevlisi, meslek ve
işlerini açıkça ortaya koymaksızın yani tüm sorumluluğu kendi üstlerine alıp başka türlü
belirterek Masonluğa girmektedir. Ancak bu gibi kişiler pek sayılıdır ve birer istisna olmaktan
öteye gidemez.
Türkiye’de de, tüm dünyada da masonlar, kendi sosyal çevrelerinin bir kesitini yansıtır. Bu
nedenle, “gerçek mason” niteliklerine sahip olan kişiler azınlıkta kalır. Dolayısıyla, gerek
Masonluğa alınabilecek kimselerin seçilip kendilerine Masonluğa girmeleri için bir öneri
iletilmesinde gerekse kendiliklerinden bu kuruma girme istemi gösterenlere bu olanağın
tanınmasında ağır kanlı ya da tutuk davranılması, bir yandan Masonluğun gelişim hızını kesmiş,
diğer yandan bu kurumun toplum içinde doğru tanınarak saygınlığını artırmak bakımından bir
işe yaramamıştır. Türkiye’de bir locaya kayıtlı masonlar arasında, bir türlü masonik terimle
“hamtaşını yontamayanlar” yani kendilerinden beklendiği gibi bir mason olamayanlar çoktur.
Masonluktaki Olumsuzluklar
Dünyanın birçok yerinde görüldüğü gibi, Türkiye’deki masonlar arasında da bir masona
yakışmayacak, yakıştırılamayacak işler yapanlar çıkmıştır. Türk masonlar arasında da yıllardan
beri “mason” sıfatını taşımakta olmakla birlikte Masonluğu tam olarak öğrenemeyip
anlayamayanlar vardır. Kendilerini boşuna oyalamakla kalmamış, Masonluğun onur ve
saygınlığını da zedelemişlerdir.
Bu olgu da Masonluğa yeni üyelerin alınmasında aşırı titizlik gösterilmesinin boşuna olduğunu
gösterir. Eğer Türk masonları bu ülkedeki Masonluğun daha hızlı gelişmesini istiyorsa,
alacakları üyelerden kimilerinin Masonluğa tam uyum sağlayamayacağını, hatta uyumsuz ve
yakışıksız tutum ve davranışlar sergileyebileceğini göze almak zorundadır. Ancak bu, her
isteyenin hiç sorup soruşturulmadan Masonluğa alınıvermesi gerektiği demek de değildir.
Masonları, localarına alacakları kişileri iyice inceleyip haklarında mutlaka bir soruşturma
yapmalarından ötürü haklı görmek gerekir. Hatta, bazı zaman bu soruşturmaları gevşek ya da
üstünkörü yaptıkları için kusurlu bulmak gerekir. Nitekim eğer tüm soruşturmalar gerektiğince
ve özenle yapılsaydı, Masonluğa yakışmayacak tutum ve davranışlar sergilemiş masonlardan
söz edebilme olanağı kalmazdı. Bir insanın, önceleri “olumlu” olan karakterinin Masonluğa
girdikten sonra bozulduğu söylenemez. Eğer masonlar “mason” olmak üzere her önerileni gözü
kapalı olarak localarına alsalardı, Masonluktan “saygın bir kurum” olarak söz edilemezdi. Hatta
bu gevşekliğin sonucunda aralarındaki uyum bozulur, kardeşlik sevgi ve güveni yitirilir, localar
yozlaşmaya yüz tutar, antimasonik cephedeki savlardan birçoğu doğru olurdu.
* * *
Mason olmak isteyen bir kişinin Masonluğa kabul edilmeyişinin birçok nedeni olabilir.
Başvurusu kabul edilmeyen bir kişi, çoğu kez bundan ötürü masonları ya da belli bir locayı
suçlamaya girişir. Ancak, önce kendisinin Masonluğa alınmamasını gerektiren bir kusuru olup
olmadığına bakmalıdır. Olayı enine boyuna, eğrisine doğrusuna irdelemelidir. Masonluğa
gerçekten de yaraşır olup olmadığını düşünmelidir.

89
Masonluğa niçin girememiş ve böyle giderse gelecekte de hiç giremeyecek olduğunu
düşünmeyip, Masonluğa kabul edilmemiş olmasından ötürü kızarak bu kurumu kötülemeye
kalkışanlar çok görülmüştür. Oysa her mason olmak isteyen, salt istediği için Masonluğa
giremez. Bu konudaki karar, daha önce mason olmuş kişilerce, başvurunun yapıldığı locanın
uymak zorunda olduğu tüzük ve kurallar uyarınca verilebilir. Bir kimsenin mason olabileceği
ya da olamayacağı konusunda yargıya varabilecek bir başka kurum ya da yetkili organ yoktur.
Hiç kimse, Masonluğa girmek üzere başvurup da alınmadığı, kendisine haksızlık edildiği
gerekçesiyle bir başka kuruma yakınma iletemez. Çünkü Masonlukta da uygulanan ezoterik
sistemin gereği böyledir.
Masonluğa girmek isteyen kişi, bu isteminde bilinçli ve kararlı olmalıdır. Masonluğun ne
olduğunu ve bu kurumda neyin nasıl olduğunu iyice anlayıp öğrenmeden, gerçekten istekli
olmadan, sırf merak gidermek amacıyla ya da bir dostun önerisi üzerine onu kırmamış olmak
için mason olmaya kalkışmamalıdır. Yoksa kısa bir süre sonra Masonluğa karşı olan ilgisini
yitirir; ya kendi dileğiyle ayrılır ya da ilgili mason örgütünün yaptırımcı bir kararıyla ayrılmak
zorunda kalır. Masonluğa girmek, “mason” olmak isteyen kişi, eğer gerçekten onurlu bir insan
ise bu gibi kimselerden biri olmamalıdır.
MASON ADAYININ NİTELİKLERİ
Masonluğa alınabilecek kişilerde aranan bireysel nitelikler öteden beri hem tartışılmış hem
eleştiri konusu olmuştur. Bu tartışma ve eleştirilerden bazıları doğrudan ve yalnızca
Masonluğun içinde, bazıları obediyanslar arasında yer almıştır.
Bazı obediyanslar, mason olmak isteyen adaylarda sadece belli temel nitelikler aranmasıyla
yetinmenin yeterli olduğunu, diğerlerinin öngördüğü ek koşullar üzerinde durmanın
gereksizliğini savunur. Ötekiler ise, kendi koşullarında diretir ve diğerlerinin de öyle yapması
gerektiğini ileri sürer. Bu konuda dünya çapında geçerli bir uyuşma sağlanamamıştır.
Masonluktaki bölünmelerin bir nedeni de zaten bu uyuşmazlıktır. Bunun sonucunda, birtakım
temel niteliklerle yetinmeyi yeterli görenler, dünya yüzündeki tüm localarda Masonluğa alınmış
olanları “mason” olarak tanırken, başka koşulları da zorunlu görenler buna uymayan
obediyansların localarına alınmış olanların masonluğunu geçersiz sayar. Ancak bu tutum kişisel
değildir; yöntemi uygun görülmeyen mason kuruluşlarının üyelerinin tümünü kapsar.
Obediyanslar arasındaki bu uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olmak üzere şöyle örnekler
verilebilir:
a) yüzyılda bazı mason kuruluşları, Masonluğa alınacak olan kişilerin tüm diğer nitelikleri
arasında bir de “özgür insan olarak doğmuş olmak” diye bir koşul öngörmekteydi. Bir diğer
deyişle, “köle” olarak nitelenen kişilerin çocukları da öyle sayıldığı için, Masonluğa
alınamazdı. 19. yüzyılda bu anlayış ortadan kalktı. Masonluğa da yansıdı. Dolayısıyla, bundan
böyle kimilerince “özgür insan olmak”, kimilerince ise “özgür düşünce sahibi olmak” şeklinde
değiştirildi.
b) Aynı gerekçe ile, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde, siyah ırktan olanların
(zencilerin) Masonluğa alınıp alınamayacağı başlı başına bir sorun oldu. Beyazlar onları
Masonluğa kabul etmedi. Bu konu, diğer birçok ülkeye de yansıdı ve günümüze dek
çözümlenemedi.
c) Aynı konu kadınlar için de söz konusudur. Masonluğun kuruluşundan beri kadınların bu
kuruma alınamayacağı öngörülmekteydi. Ancak, birçok obediyans, kendi localarına kadın üye
almakta olmasa bile bir ilke olarak kadınların da mason olabileceğini benimsemeye yöneldi.
Birçokları ise buna şiddetle karşı çıktı. Kadınları da üyeliğe kabul eden karma localarda
Masonluğa giren erkeklerin de durumu farksızdı. Bu konu da günümüze dek dünya çapında bir
uyuşmaya bağlanamadı.
90
d) Masonluğa alınacak bir kişi ile ilgili “ergin yaş” koşulu, her yerde farklı benimsendi. Bunun
tanımı üzerinde de dünya çapında geçerli bir uyuşma yoktur.
e) En önemli konu, öteden beri “din ve inanç” sorunu oldu. Bazı obediyanslar mason
adaylarının din ve inançlarıyla hiç ilgilenmezken, bazıları mutlaka bir “dinsel inanç sahibi kişi”
olması gerektiğini, bazıları ise bunun bile yeterli olmayıp “belirli özellikteki bir inancının
olması” zorunluluğunu günümüze gelininceye kadar sürdürdü.
Masonluğa Girme Başvurusu
Bir mason kuruluşuna üye olabilmek için, adayın bu konuda herhangi bir baskı ya da zorlama
altında olmaması gerekir. Masonluğa girmek üzere başvuruda bulunmanın nedeni aile bağlı,
birisinin hatır ya da gönlünü kıramama, birisine saygı gösterip sözünü dinleme ve dediğini
yapma gibi etkenler olmamalıdır. Aday, “mason” olmayı özgür buyrultusuyla istemelidir.
Kendisine Masonluğa girmek isteyip istemediği sorulan ya da girmesi için kendisine öneride
bulunulan bir kişi, bunu olumsuz karşılayabilir. İsteksizliğin en belli başlı nedenleri arasında
şunlar sayılabilir:
a) Masonluk üzerine yeterli bilgi sahibi değildir... Böyle bir durumda, o kişiye öneri götüren
kimsenin onu gerektiğince bilgilendirerek aydınlatması, bunu yapabilecek ölçüde bilgili değilse
ya da kendisini yetersiz görüyorsa bir başkasının yapmasını sağlaması gerekir.
b) Masonluk üzerine edinmiş olduğu bilgiler yanlıştır ya da olumsuz kanılar edinmiştir... Bu
durumda, doğru bilgiler edinmesi, gerçekleri öğrenmesi sağlanmalıdır. Ancak, Masonluğa karşı
giderilebilmesi olanaksız görülen birtakım olumsuz ön yargılar edinmişse, onunla uğraşılmaz.
c) Kendisini Masonluğa girmek bakımından hazır ya da uygun bulmamakta, yetersiz
görmektedir... Bu durumda, ona öneride bulunan masonun bu konuda kendince bir nesnel
yargıya varması gerekir. Eğer aday yanılıyorsa ona yanılgısını anlatır. Eğer adayın görüşü
doğruysa, yeterli bir düzeye gelebilmesine yardımcı olarak bekler yani önerisini erteler. Bu
bağlamda acele edilmez. O kişi ne zaman kendisini hazır görürse, ancak o zaman Masonluğa
girişi için gerekli işlemler başlatılır.
d) Masonluğa girerse, çevresinde bunun duyulmasından, “mason” olduğunun öğrenilmesinden
çekinmektedir. Bu çekinmenin iki nedeni olabilir:
1. Masonluğun ne olduğunu ve ne olmadığını iyice bilmemektedir. Mason olursa başına
hoşlanmayacağı birtakım işlerin geleceğini, kendisinden yapamayacağı ya da yapmak
istemeyeceği şeyler isteneceğini, hatta belki inançlarını terk etmek zorunda kalacağını
sanmaktadır. Korku ve endişe içindedir... Bu durumda, Masonluk hakkında yeterince
bilgi edinmesi sağlanır. Kendisine verilen aydınlatıcı bilgilerle bu gereksiz endişe
giderilebilir ama direnecek olursa üstüne varılmaz.
2. Çevresinin, ailesinin, arkadaşlarının, komşularının, işyeri yetkililerinin ya da iş
ilişkilerinde bulunduğu kimselerin, üyesi olduğu herhangi bir başka kurum ya da
topluluğun üyelerinin “mason” olduğunu öğrenmesi durumunda, olumsuz tepki
göreceği, hatta dışlanacağı ya da zarara uğrayacağı görüşündedir... Bu kişinin kendi
sorunu olup, çözümünü kendisi bulmalı, kararı kendisi vermelidir.
e) Ekonomik gücü, Masonluğa girerken ödemesi gereken “giriş ödentisi”ni karşılamaya
yetmemektedir... Böyle bir durumun genellikle üç türü vardır:
1. Çalışma yaşamına yeni başlamıştır; henüz hiç başlamamış bile olabilir. Geliri giriş
ödentisini karşılayabilecek mertebeye varmamıştır... Böyle bir durumda, Masonluğa
girişinin ileri bir tarihe bırakılması söz konusu olur. Çünkü bir adayın ille de Masonluğa
girebilmek için borçlanması uygun düşmez. Fırsatı kaçırmış ya da yitirmiş değildir.

91
2. Yapmakta olduğu iş iyi yürümemiş ya da o sıralarda bozulmuş olduğu için parasal
sıkıntı içindedir... Böyle bir durumda adayın Masonluğa girişi mutlaka ertelenir; çünkü
girse bile aklı locadaki çalışmalardan önce işini düzeltmekte olacak, belki de bu amaçla
masonik çevreden yararlanmaya kalkışacaktır.
3. Bir yerde memur olarak çalışmaktadır ya da emekli olmuştur. Geçimini zorlukla
sağlayabilmektedir. Beklenmedik bir yerden eline toplu para geçmediği sürece bu
durumun düzeleceği, daha iyiye gideceği yoktur... Bu durumda onun Masonluğa kabul
edilip edilmemesine, edilecek olursa giriş ödentisi sorununun nasıl çözümleneceğine
onu bir mason adayı olarak önerecek kişinin çözüm bulması gerekir.
Demek ki, çoğu kez beklenecek olursa durum değişebilir. Masonluğa girmek konusunda
önceleri duraksama göstermiş olan bir kimseye sonradan aynı öneri bir kez daha iletilebilir.
Ancak, Masonluğa girmemekte kesin kararlı olan bir kişinin üstüne varılmaz. Hiç kimse,
gönülden istemediği bir dernek ya da kuruma zorla, baskıyla ya da duygu sömürüsüyle
sokulamaz. Hele Masonlukta bunun hiç yapılmaması gerekir.
Kuşkusuz, bu durumda şöyle bir soru doğar:
«Bu hiç yapılmamış mıdır?... Yapılmaz mı?»
Çok yapılmıştır ve yapılmaktadır da... Özellikle Batı ülkelerinde, hele Amerika Birleşik
Devletleri ve İngiltere’de bu yanlış davranış pek sık görülmüştür. Türkiye’de de görülmemiş
ve görülmemekte değildir.
«Ne zararı olur?»
Sonunda hem o kişiye hem de genel olarak Masonluğa zarar verilebilir. Ancak bunun mutlaka
öyle olacağı da söylenemez. Başlangıçta Masonluğa girmek için hiç de istekli olmayan,
istemeden giren birçok masonun sonradan bu kuruma pek ısındığı, hatta bir “gerçek mason”
olma yolunu bile tutuğu da görülmüştür.
* * *
Masonluğun iç sorunlarından biri, locaya bir aday öneren masonun gerekli bireysel nitelikleri
yeterince gözetmeyip, aslında akıl ve bilgelikle davranmak yerine duygusallığa kapılmasıdır.
Çoğu masonlar, özellikle çocuklarının, yakın akrabalarının, arkadaşlarının, dostlarının,
tanıdıklarının da mason olmasını ister. Bu pek doğaldır; üstelik Masonluğa karşı duyulan sevgi,
güven ve bağlılığın da bir göstergesidir. Fakat, adayın bireysel nitelikleri elverişli değilse; hem
onu Masonluğa girmek üzere isteklendirmek (teşvik etmek) hem de onu aday olarak önermek
yanlıştır. Aday Masonluğa girmeyi istese bile, yapılan soruşturma sonucunda niteliklerinin
yetersizliği anlaşılıp geri çevrilmesi söz konusu olabilir. Böyle bir durumda, ilgili mason
kendisini güç durumda bulur. Hatta bundan ötürü çok içerleyip Masonluktan ayrılanlar bile
görülmüştür. Kuşkusuz, bu da aslında o masonun noksanlığı, Masonluğu gerektiğince
anlayamamış olduğunun bir göstergesidir.
Tüzüklerin Gerektirdiği Nitelikler
Her mason derneğinin tüzüklerinde, derneğe üye olabilecek kişilerin ne gibi nitelikler taşıması
gerektiği belirtilmiştir. Bu nitelikler, hem ilgili derneğin bulunduğu ülkenin yasaları gereğince
hem masonik bakımdan obediyansın benimsediği Masonluk anlayışı uyarınca belirlenmiştir.
Gelenekçi Masonluk anlayışını benimsemiş olan obediyanslarda, bireyin bir dinsel inancının
bulunması zorunludur. Tutucu Masonluk anlayışını benimseyen obediyanslarda, bu dinsel
inancın Teist nitelikli olması gerekli görülür. Liberal Masonluk anlayışını benimseyen
obediyanslarda ise, dinsel inanç ile ilgili bir koşul yoktur.

92
Genel olarak mason adaylarında aranılan nitelikler ise şöyle sıralanabilir:
 Ergin yaşta bulunmak; (Çoğu obediyanslarda, 21 yaşını tamamlamış olan bir kişinin
ergin yaşta olduğu kabul edilir.)
 Özgür olmak;(Bazı obediyanslarda “özgür insan olmak”, bazılarında ise “özgür düşünce
sahibi olmak” denir.)
 Erkek olmak; (Çoğu obediyanslarda zorunludur ama hem erkekleri hem de kadınları
üyeliğe alan karma obediyanslarda yoktur. Bazı obediyanslar üyeliğe yalnızca erkekleri
kabul etmekle birlikte, tüzüklerinde böyle bir koşula yer vermemiştir. Öte yandan,
yalnızca kadınları üyeliğine alan bazı obediyanslarda ise bu koşul “kadın olmak”
şeklindedir.)
 Uygar haklara sahip bir kişi olmak; (Bu, diğer yurttaşların kullanabildiği haklardan
yoksun olmamak anlamındadır.)
 Yeterli düzeyde eğitim ve öğrenim görmüş bulunmak; (Bu bağlamda, bazı
obediyanslarda “en az lise ya da dengi bir okul mezunu olmak”, bazılarında “yüksek
okul mezunu olmak”, bazılarında “masonik öğretimi anlayabilecek düzeyde olmak”
biçiminde bir koşul vardır.)
 Önemli bir hastalığı ya da ruhsal rahatsızlığı olmaması; (Bu koşul, bazı obediyanslarda
“hiçbir bedensel sakatlığı olmaması” biçimindedir.)
 Masonluğa girmek için istekli olmak;
 Yeterli ekonomik gücü bulunmak; (Bazı obediyanslarda “ödentileri peşinen kabul edip
üstlenmiş (taahhüt etmiş) olmak” biçimindedir.)
 Toplantılara düzenli bir şekilde katılma olanağına sahip olmak; (Bazı obediyanslarda
bunu peşinen kabul edip üstlenmek biçimindedir.)
 Masonluğun amaçlarına, ilkelerine, çalışma kurallarına ve yöntemlerine, derneğin
tüzüklerine, locaların ve yetkili organların kararlarına uymayı kabul etmek.
Töresel Nitelikler
Masonlukta, bir kimsenin yalnızca “mason” sıfatını almasının düşünülmesiyle yetinilmez.
Masonluğun amaçları doğrultusunda ve tüm ilkeleriyle uyumlu bir şekilde gelişip ilerlemesi de
öngörülür. Bu nedenle yukarıda belirtilmiş olan “tüzüksel nitelikler” Masonluğa girmek için
gereklidir ama yeterli değildir.
Bazı mason derneklerinin tüzüklerinde, bir adayın sahip olması gereken töresel niteliklerin bir
bölümüne değinildiği görülebilir. Fakat bunların çoğu aslında ya ritüellerde geçer ya da
geleneksel olarak gözetilir.
Bu nitelikler Masonluğa girmek isteyen bir adaya şöyle bir bakmakla, birkaç soru yöneltmekle
anlaşılamaz. Üstelik bunların çoğu değer yargılarına bağlıdır yani görelidir. Bunun için de bir
locaya üye olmak üzere önerilmiş bir mason adayı, o locanın üyelerince mutlaka incelenir;
olanaklar ölçüsünde hakkında bir görüşe varılır.

93
Töresel niteliklerin en önemlileri şöyle sıralanabilir:
 İyi ahlâklı, yumuşak huylu, dürüst, genelde erdem sahibi olmak;
 Ailesi içinde, dost ve arkadaşlarının arasında, işinde ve sosyal çevresinde iyi ve olumlu
ilişkiler kurmuş olmak;
 Başkalarının kazançlarına göz dikmekten, üstünlük taslamaktan, kibir ve gururdan,
olumsuz tutkulardan sakınır, haksever ve alçak gönüllü olmak;
 Dinsel inançları her ne olursa olsun; batıl saplantılara kapılmamayı ve bağnazlıktan
sakınmayı öngörür, açık ve ileri düşünceli olmak;
 Bilimsel nitelikli bilgilere ve akıl verilerine güvenir olmak;
 Çok geniş çapta bilgili olsa bile, daha fazla öğrenmeye ve yanılgılarını anlayıp
gidermeye eğilimli olmak; kendini daha da yetiştirerek olgunlaşma istek ve yeteneği
göstermek;
 Yurtsever olmak; yurduna ve yurttaşlarına gönülden bağlı, onlara karşı olan
görevlerinin bilincinde olmak;
 İnsansever olmak; insanlar arasında, onların çeşitli farklılıkları nedeniyle ayırım
gözetmemek;
 İnsanlara, elinden geldiğince ve herhangi bir karşılık beklemeden iyilikte ve yardımda
bulunmaya gönüllüce istekli olmak;
 Masonlukta bireysel yarar ve çıkarlar aramamak; Masonluğa, ne olduğu ve ne
olmadığını kavramış bir şekilde önce kendisine, sonra diğer insanlara ve insanlığa
yararlı olabilmek üzere bilinçle girmeyi ister olmak.
Bu kadarını saymak yeter.
Tüm bunlar böyle art arda sıralanınca, bir kimsenin “mason” olabilmesi için olağanüstü bireysel
nitelikler arandığı sanılabilir. Böyle giderse, hiç kimsenin Masonluğa giremeyeceği izlenimi
doğabilir. Üstelik çoğu masonlar, «Aslında benim Masonluğa alınmamış olmam gerekirdi...
Hatta şu anda Masonlukta öngörülen töresel niteliklerin tümünü karşılamak bakımından
yetersizim.» diye düşünebilir. Nitekim birçok masonun kendisini “mason” olarak göremeyişinin
ve Ben masonum!» diyemeyişinin nedeni de budur.
Oysa hiç de öyle değildir.
İnsan kendine alıcı gözle bakıp, ne gibi olumlu ve ne gibi olumsuz nitelikleri bulunduğunu pek
ender olarak düşünür. Çoğu toplumlarda, yukarıda sayılmış olan töresel niteliklerin hemen
hemen tümüne sahip olan kişilerin sayısı, aynı toplumdaki masonlardan çok fazladır. Bu
nedenle de bu koşullar hiç de aşırı sayılmaz. Her mason çevresini şöyle bir alıcı gözle
incelediğinde, mason olabilecek, Masonluğa çoktan girmiş olması gerekli birçok kişi
saptayabilir.
Kimler Mason Olamaz?
Kimlerin mason olamayacağını belirlemek, dolaylı olarak kimlerin mason olabileceğini
gösterir. Örneğin, «Ergin yaşa gelmemiş olanlar mason olamaz.» deyişinden, mason olabilmek
için ergin yaşta olmak gerektiği çıkar. Buna benzer bir tarzda, yukarıda mason olabilmek içen
sıralanan koşullara uymayan, belirtilen nitelikleri taşımayan kişilerin mason olamayacağı
söylenebilir.

94
Ancak, bir masonun Masonluğu çok yüceltmesi, “mason” sıfatı ile “gerçek mason” terimini
özdeşleştirmesi, bu nedenle kendisini “mason” olarak görmemesi dışında, “mason olamamak”
deyişinden iki farklı anlam çıkarılabilir:
1. Bir mason locasına üye olamamak; dolayısıyla masonların toplantılarına katılma
hakkını elde edememek;
2. Yanlışlıkla ya da masonları atlatmayı becererek “mason” sıfatını alabilmiş olmakla
birlikte; gerçekte Masonluğun amaç ve ilkelerini benimsememek, Masonlukta bir
masondan beklenen doğrultuda ilerleyememek, “mason” sıfatını almış olsa bile “gerçek
mason” olabilme şansını kullanamamak.
Genelde, mason olabilecek kişilerin niteliklerinden herhangi biri bakımından noksanı olan bir
kimsenin Masonluğa alınamayacağı söylenebilir. Bir diğer deyişle, gerek tüzükler uyarınca
gerekse töresel nitelikler bakımından herhangi birinin noksanlık, adayın Masonluğa alınmasına
engeldir. Ancak, böyle bir engelin gözden kaçmış olması ya da önceden bilinse de söz konusu
noksanlığın giderilebileceği düşünüsüyle toleranslı davranılması sonucunda Masonluğa
girebilmiş olanlar vardır. Eğer tolerans yerini bulursa yani kişi mason olmadan önceki
noksanlığını sonradan giderebilirse hiçbir sorun çıkmaz.
Fakat beklendiği gibi olmaz, kişi Masonluğa girmeden önce nasılsa girdikten sonra da öyle
kalırsa; bir süre sonra Masonlukta “aradığını bulamadığı” ya da “umduklarını elde edemediği”
gibi gerekçelerle Masonluğa karşı ilgisini yitirir. Bir locada hiçbir mason kardeşin yitirilmesi
hoşnutlukla karşılanmaz ama böyle kişilerin Masonluktan kendi dilekleriyle ayrılması daha
yararlıdır.
Şimdi tüm bunları bir yana bırakalım ve bir kişinin Masonluğa alınmasında nasıl bir işlem
uygulandığını görelim.
MASONLUĞA GİRİŞ ÖNCESİ
Masonluğa girmenin belli bir yöntemi ve süreci vardır. Bu “pek zor bir iş” değildir ama zaman
alır; sabır gerektirir. Mason olmak isteyen kişinin bunu anlaması, uyması, başvurusunda
kendisinden istenen yöntemi izleyip kurallara uyum göstermesi gerekir.
Masonluğa girmek isteyen bir kişinin, bir mason derneğinin adresini öğrenip kapıyı çalarak
«Ben mason olmak istiyorum. Gerekli işlemleri yapar mısınız?» demesi uygun düşmez. Gerçi
bu da hiç olmamış, hiç görülmemiş değildir ama bu işin doğrusu önce bir mason ile tanışmış
olmasıdır. Üstelik, bu tanışma öyle sıradan bir düzeyde olmamalıdır; aralarında hayli yakın bir
ilişki bulunması gerekir. Bir arada bulunmuş, belki hoşça vakit geçirmiş, birbirlerinin bazı
niteliklerini fark edip beğeniyle karşılamış olmaları yetmez.
Bir zamanlar aynı okulda sınıf arkadaşlığı etmiş olmak, aynı iş yerinde çalışır ya da bazı iş
ilişkilerinde bulunur olmak, aynı sosyal kurum ya da derneğin üyelerinden olmak da yeterli
sayılmayabilir. Karşılıklı olarak birbirini anlamış, birtakım tinsel öğeleri paylaşabilme
aşamasına gelmiş bulunmaları gerekir.
Mason adayının ereği, kendisini bir mason locasına önerecek olan kişiyle bir arada bulunmak
değil, Masonluğa girmek olmalıdır. Bir ya da birkaç masonun kimliğine bakarak, Masonluk
hakkında bir yargıya varmaktan da sakınmalıdır. Tanımadığı masonların da tanıdıkları gibi
olduğunu sanmamalıdır. Masonluğa gerçekten girmek istiyorsa, masonların hem olumlu hem
olumsuz yanları olabileceğini bilmelidir.
Mason olan kişi de mason olmak isteyeni yakından tanımalıdır. Onun ahlâkını, düşünce
yapısını, çeşitli konulardaki görüş ve eğilimlerini, hem olumlu hem de olumsuz yanlarını iyi
bilmeli, bunları ölçüp tartmalı, Masonluğa girebilecek nitelikte olduğu kanısına varmalıdır.

95
Çünkü sonra onun “mason” olması için bir locaya öneri götürecektir. Onunla ilgili soruları
yanıtlayabilmeli, önerisinin arkasında durabilmeli, onu savunabilmelidir.
* * *
Masonluğa girişin ilk adımı iki şekilde gerçekleşebilir:
a) Bir kişiyi locaya aday olarak önermeyi düşünen mason, o kişiye bunu isteyip istemediğini
sorar.
b) Masonluğa girmek isteyen kişi, “mason” olduğunu bildiği ve kendisine yeterince yakın
saydığı, rahatça konuşabileceği bir tanıdığına bu dileğini iletir ve kendisine yardımcı olması
ricasında bulunur.
Bu ilk adımı mason olan kişi atarsa, kendisine Masonluğa girmek isteyip istemeyeceği sorulan
kişinin üç seçeneği vardır:
1. Masonluğa girmeyi düşünebileceğini, ancak önce bu konuda bilgi edinmek istediğini
söyler... Bu, verilebilecek olan yanıtların en doğrusudur. Bunun üzerine gerektiğince
bilgilendirilir ya da yeterince bilgi edinmesi sağlanır. Bunun sonunda o kişi öneriyi geri
çevirip Masonluğa girmek istemediğini belirtebileceği gibi, bu konuyu ileri bir tarihe
bırakabilir. İsteksiz görünmez ve erteleme dileğinde bulunmazsa, Masonluğa girmeyi
kabul etmesi değil, özgür buyrultusuyla istemesi gerekir.
2. Hemen kabul eder. (Eğer Masonluk hakkında yeterince bilgiliyse sorun yoktur. Fakat
yeterince bilgili değilse, bu duraksamasız uyum kuşkuyla karşılanabilir. Ancak kendisine
bir öneride bulunulmuştur ve geri adım atılamaz; bilgilendirme evresine geçilir.
3. İstemediğini belirtir. Bu durumda yapılabilecek bir şey yoktur. Elbette gerekçesi
sorulabilir; uygun düşerse gösterdiği gerekçe tartışılabilir. İsterse ayrıntılı bilgi
edinmesi sağlanır ama üstüne varılmaz.
İlk adımı Masonluğa girmek isteyen kişi atarsa yani bir masona Masonluğa girme dileğini
iletirse, o masonun iki seçeneği vardır:
1. Mason olmak isteyen kişiyi aslında yeterince tanımıyorsa, önce onu daha iyi tanımaya
çalışır. Olumlu bir kanıya varacak olursa, onu bir locaya aday olarak önermek üzere
gerekli işlemlere başlar.
2. Mason olmak isteyen kişiyi iyi tanıyor ve bu dileğini kıvançla karşılıyorsa, dileğinin
yerine gelmesi için gereğini yapar. Ancak Masonluğa girmesini uygun görmüyorsa
sorun çıkar. Bu durumda bir oyalama ya da atlatma stratejisi uygulamak zorunda kalır.
Fakat mason olmak isteyen kişinin nitelikleri şimdilik yetersiz olmakla birlikte
gelecekte bütünlenme olasılığı varsa; ona noksanlıklarını anlatır ve konuyu erteler.
Böyle bir durumda, geçecek olan süre içinde gördüğü yetersizliğin giderilmesi için de
neler yapılması gerektiğini belirleyip uygular ya da uygulanmasını bekler.
Bazı zaman bir mason, tanıdığı bir kişi kendisine Masonluğa girme dileğini iletince, onun ne
şimdi ne de gelecekte bu dileğinin yerine getirilmesini uygun bulmuyorsa zor durumda
kalabilir. Bu zor durum, ikisi arasındaki ilişkiden kaynaklanır. Eğer dileğini yerine getirmeyip,
onu bir locaya önermeyecek olursa, aralarındaki ilişki zedelenecektir. Önerirse, yanlış bir iş
yapmış olduğu için kendi vicdanına hesap veremeyecektir. Böyle bir durumla karşı karşıya
geldiğinde, Masonluğu öncelikli tutarak direnebilen pek azdır. Ancak,öneriyi yapmış olmasına
karşın o kişinin Masonluğa girme istemi loca üyelerince geri çevrilecek (reddedilecek) olursa,
aralarındaki ilişkiler gene bozulabilir; çünkü Masonluğa girmek isteyen kişi, bu bağlamda
dileğini iletmiş olduğu masonu sorumlu görür ve onun bu işi gerektiğince sıkı tutmadığını ileri
sürer.

96
Masonluğa girmek isteyecek kişilerin mutlaka bilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır:
Hiçbir mason, hiç kimseyi kendi başına “mason” yapamaz; ona ancak Masonluğa girmesi
için yol gösterebilir ve yardımcı olabilir. Bir kişinin Masonluğa alınmasına sadece ilgili
obediyansın izniyle önerildiği loca karar verir. Hiçbir mason, bundan ötürü sorumlu tutulamaz.
“Haricî” Kavramı
Masonlukta, mason olmayan bir kişiye “haricî” denir.
Mason olmayanlardan kimileri, kendileri için böyle bir sıfatın kullanılmakta oluşundan ötürü
içerler, bunu “haksız bir yakıştırma”, hatta “aşağılama” olarak görür. Bundan ötürü Masonluğu
kınayanlar bile çıkar. Oysa burada ne bir haksızlık, ne bir yakıştırma ne de aşağılama vardır.
Dolayısıyla içerleme ya da gocunmayı gerektirebilecek bir durum yoktur.
Bu kavram göreli bir olguyu belirtir. Ezoterik nitelikli bir örgüt, kurum ya da topluluğun üyesi
olmayan bir kişiyi, “içeride olan kişi” ile “içeriye girmemiş olan kişi” arasındaki farkı,
içeridekilere göre tek yanlı olarak betimler.
Bu sözcüğün kullanımıyla “mason olamayacak bir kişi” nitelenmekte değildir. Masonlukta bu
sözcük sadece “henüz mason olmamış bulunan kişi” anlamına gelir. Aynı sözcük başka ezoterik
kurumlarda da kullanılır. Dolayısıyla belli bir ezoterik kuruma göre, o kurumun üyesi olmayan
bir mason da haricîdir.
Ezoterik sisteme uyarak çalışan her kurumda yeni üye adayı, önce o kuruma özgü birtakım
sınamalardan geçirilir. Sonra belli bir ritüele uyularak törenle kuruma alınır. Gerek bu sınamalar
gerekse uygulanan tören, adayın bazı yeni bilgiler edinmesini sağlar. Aday, bir “inisyasyon”
işleminden geçmiş, bir diğer deyişle “inisiye edilmiş” olur. Bundan böyle ona genel olarak bir
“inisiye”, edindiği bilgilere de “inisyatik bilgi” denir. Batı dillerinden dönüştürülme olan
“inisyasyon”, “başlangıç” anlamına gelir; “inisiye” de “başlamış olan kişi” demektir.
“İnisyasyon” terimi Türkçede pek seyrek olarak, ancak akademik bir düzeyde kullanılır. Bunun
yerine “tekris” teriminin kullanılması benimsenmiştir.
Bir kişinin “mason” olabilmesi için bir locaya önerilmesi, onun “haricî” olma durumunu
gidermez. Fakat bu önerinin yapıldığı tarihten başlayarak artık ona “mason adayı”, kısaca
“aday” denir.
Bir mason adayının Masonluğa girmek üzere özgür buyrultusuyla istekli olması gerektiği için,
ondan bir tür “başvuru dilekçesi” alınır. Böyle bir dilekçe vermiş olan aday “istekli” olarak da
anılır. Ancak, işlemlerin sırası bakımından bu daha sonraki bir aşamadır.
İşlemler
Bir locada “mason adayı” ile ilgili işlemler, önerilmesinden bile önce başlar ve birbirini
izleyerek sürer.
1. Ön Soruşturma (Hazırlık Tahkikatı)
Yeni bir üye önerecek olan mason, yazılı önerisini yapmadan önce locanın en yetkili görevlisine
böyle bir düşüncesi olduğunu bildirir.
Tasarı aday ile ilgili bir ön soruşturma yapılır. Bu işlemin amacı, boşuna olacak bir önerinin
loca gündemine getirilmesinden sakınmaktır. Bu işlem sırasında önerinin yapılmasında bir
sakınca görülürse, bunu düşünen masona cayması öğütlenir. Sakınca görülmezse bir öneri
belgesi düzenlemesi istenir.
Bu geleneksel aşama her zaman ve her yerde uygulanmaz. Bazı obediyanslarda doğrudan bir
sonraki aşamadan başlanır.

97
2. Duyuru
Bir locaya yazılı bir öneri belgesi doldurularak önerilmiş adayın özet kimlik bilgileri, konu loca
gündemine getirilmeden önce duyurulur. Bu aşamada konu üzerinde herhangi bir görüşme
açılmaz çünkü bu uygulamanın amacı, sadece kimlik bilgileri belirtilen bir adayın yakında
önerileceğini duyurmaktır.
Şayet bu duyuruyu dinleyenler arasında adayı önceden tanıyan ve hakkında Masonluğa
girebilmesini engelleyici nitelikte olumsuz bilgisi olan bir mason varsa; bildiklerini uygun bir
zamanda özel olarak locanın saygıdeğer üstadına (üstad-ı muhtereme) sözlü olarak iletir.
Bunun üzerine saygıdeğer üstat, öneride bulunan masonu uyarır.
Böyle bir durumda, ilgili adayın önerisi gündeme alınmadan geri çekilebilir. Ancak öneri sahibi
diretecek olursa, gündeme alınması zorunludur. O durumda, sonuçlarına da katlanacak
demektir.
Sözü edilen bu yöntem de her obediyansta uygulanmaz. Yapılan bir önerinin ilk aşama olarak
doğrudan locanın gündemine alınması söz konusu olabilir.
3. Öneri (Teklif)
Masonluktaki çoğu uygulamalarda, bir adayın önerisinin, yazılı olarak ve en az iki mason
tarafından yapılması gerekir. Bir diğer deyişle, önerilecek olan bir haricîyi en az iki mason
önceden tanımış olmalı ve onu bir locaya ortaklaşa önererek sorumluluğu paylaşmalıdır.
«İlgili locada onu sadece bir kişi tanıyorsa ne olur?»
Bazı obediyanslarda tek kişinin yaptığı öneri de geçerli sayılır. Ancak tüzükler önerinin iki
mason tarafından ortaklaşa getirilmesini gerektiriyorsa, öneriyi asıl yapacak olan masonun,
adayı bir başka mason ile de tanıştırması, ötekinin de bu öneriye katılmasını sağlaması gerekir.
Öneri, locanın olağan oturumlarından birinin gündemine alınır. Okunup görüş belirtmek ya da
bir şey sormak isteyenlere söz verilir. İsteyenler söz alıp görüşlerini bildirir ya da sorusunu
iletir. Öneren kişiler açıklamada bulunabilir.
Herhangi bir olumsuz görüş belirten olmazsa oylama yapılır. Oylama sonucu olumlu çıkarsa,
işlemlerin bir sonraki aşamasına geçilir.
«Oylama sonucu olumsuz çıkarsa ne olur?»
Bunu az sonra göreceğiz. Şimdilik, olumlu çıktığını öngörerek devam edelim.
4. İstek (Talep)
Önerisi olumlu geçen bir adaydan, Masonluğa girmek istediğini belirten bir başvuru dilekçesi
alınır. Buna “istek belgesi” ya da “talepname” denir. Bu belgeyi getirmek, öneriyi yapmış
olanlara düşer. Bu, sadece Masonluğa girmek için yapılan bir başvurudur; derneğe üye olma
dilekçesi değildir.
Adayın başvurusu da, locanın olağan oturumlarından birinin gündemine alınır. Baştan sona
okunur ve görüş belirtmek ya da bir şey sormak isteyenlere söz verilir. İsteyenler söz alarak
görüşlerini açıklar. Soruları yanıtlamak, öncelikle adayı önerenlere düşer. Herhangi bir olumsuz
görüş belirten olmazsa oylama yapılır. Oylama sonucu olumlu çıkarsa, bir sonraki işleme
geçmeden önce adayın başvurusu obediyansın bu konudaki yetkili organına gönderilir.

98
5. Obediyansın İncelemesi
Locanın bağlı olduğu obediyansın yetkili organı, başvuruyu alınca, önce kayıtlarına bakar.
Adayın daha önce herhangi bir işlemden geçmiş olup olmadığını inceler.
Bu işlemin gerekçesi şudur: Localar birbirlerinden bağımsız olarak çalıştıkları için, tümünün
adaylar ve üyelerle ilgili işlemleri obediyansın yetkili organında toplanır. Geçmişte bir adayın
aynı anda iki ayrı locaya birden önerilmiş, iki ayrı locaya birden başvuruda bulunmuş olduğu
görülmüştür. Aday bu konuda yeterince bilgili olmadığından, her kim kendisinden ne belge
istemişse vermiş olabilir. Ayrıca, bir locada başvurusu geri çevrilmiş (reddedilmiş), bir locada
üye iken düzensiz olmuş, hatta bir disiplin cezası ile uzaklaştırılmış olanların bile bir başka
locaya yeniden başvurdukları görülmüştür.
6. Askı
Obediyansın yetkili organı, kayıtlarında olumsuz bir durumla karşılaşmazsa, adayın kimlik
bilgilerini tüm örgütünde askıya çıkarır.
Bu işlemin gerekçesi de şudur: Localarının toplantılarına katılmak üzere gelip giden masonlar,
adları askıya çıkarılmış adayları gözden geçirir. Tanıdıkları ve kendilerince Masonluğa girmesi
sakıncalı bir haricînin bir locaya başvurmuş olduğunu gören kişi, obediyansın yetkili organını
uyarır.
7. Onay
Obediyansın yetkili organı, kayıtlarında ilgili aday hakkında bir sakınca ile karşılaşmaz ya da
askı süresi boyunca herhangi bir uyarı almazsa; önerinin yapıldığı locaya bir yazılı onay
gönderir. Böylece ilgili locayı adayın bundan sonraki işlemlerinin yürütülmesinde serbest
bırakır.
8. Soruşturma (Tahkikat)
Locanın saygıdeğer üstadı, deneyimli masonlar arasından en az üçünü, aday hakkında inceleme
yapmak üzere görevlendirir.
Bu geçici görevi alan masonlar, birbirlerinden bağımsız ve genellikle habersiz olarak çalışır.
Her biri, kendi belirleyeceği yöntemle aday hakkında ayrıntılı bilgi edinmeye girişir. Kimisi
aday ile uzun uzun görüşür; kimisi de onun ile doğrudan ilgilenmeksizin çevresinde araştırma
yapar. Her biri, belli bir süre içinde ayrı ayrı olmak üzere birer yazılı rapor verir.
Soruşturma raporları, locanın olağan oturumlarından birinin gündemine alınıp okunur. Önceki
işlemlerde olduğu gibi söz verilerek görüşme açılır. Olumsuz bir görüş bildiren çıkmazsa, son
bir kez daha oylama yapılır. Bu oylamanın sonucu da olumlu ise, adayın “Masonluğa Kabul
Töreni”ne çağırılmasına karar verilmiş olur.
* * *
Söz bir aday hakkında yapılan soruşturma olunca, burada farklı bir yöntemden söz etmekte de
yarar var.
Bazı obediyansların geleneksel uygulaması uyarınca, aday ile ilgili olmak üzere soruşturma
yapacak ayrı ayrı masonlar görevlendirilmez. Aday, ilgili locanın toplantılarını yaptığı yere
çağrılır. Loca üyelerine de bilgi verilir; isteyenler katılır. Adayın gözleri bağlanarak bir
iskemleye oturtulur. Bu toplantıya katılan masonlar da çevresine yerleşir. Sonra, isteyenler
adaya istediği soruyu sorar. Böylece soruşturma yerine bir tür “^sorgulama” yapılır. Loca
üyeleri, adayın sorularına verdiği yanıtlar ile onun hakkında bir görüş edinir. Aday
gönderildikten sonra verdiği yanıtlar tartışılır ve oylamayla karara bağlanır.

99
Oylamalar
Tüm işlemlerde, ilgili obediyansın tüzükleri uyarınca iki tür oylama yapılabilir. Biri el
kaldırarak yapılan “açık oylama”, diğeri sadece olumlu ya da olumsuz oy verilebilen “kapalı
oylama” yöntemidir. Oturuma katılan ve obediyansın tüzükleri uyarınca oy kullanma hakkı
bulunan her mason, oyunu kullanmak zorundadır. Ya olumlu ya da olumsuz oy verilir; çekimser
kalınamaz.
Bazı obediyansların tüzükleri uyarınca, oylama sonucunun olumlu sayılması için “oy birliği”
gerekli görülür yani tek bir olumsuz oy bile tümünü olumsuz kılar. Bazılarında ise, sayısı belli
birkaç -örneğin üç- olumsuz oy, sonucun “olumsuz” nitelenebilmesi için yetersiz sayılır.
Olumsuz Sonuçlar
Mason adaylarıyla ilgili her işlemin baştan sona pürüzsüz geçmesi ve olumlu sonuçlanması
istenir ama bu her zaman böyle çıkmayabilir. Olumsuz bir sonuca yönelebilecek üç durumdan
söz edilebilir:
1. Aday ile ilgili belgeler incelendiğinde bir noksanlık olduğu görülebilir. Böyle bir
durumda oturumu yöneten saygıdeğer üstat, adayın işlemlerini daha sonra yeniden
gündeme getirmek üzere geçici olarak erteleyebilir.
2. Çeşitli nedenlerle adaya ya da yöntem bakımından işleme açıkça karşı çıkan olabilir.
Böyle bir durumda, oylama yapılmadan önce işlemler süresi belirsiz olarak ertelenebilir.
3. Oylama sonucu olumsuz çıkabilir. Böyle bir durumda, adayın işlemleri tüzüklerde
belirtilen süre boyunca dondurulur.
Bir adayın işlemleri süresiz olarak ertelenecek ya da belli bir süre için dondurulacak olursa,
obediyansın tüzükleri uyarınca ya kalmış olduğu yerden bir kez başlanıp sürdürülür ya da tümü
en baştan yinelenir.
İkinci kez gündeme alınan bir işlemde aynı durumla karşılaşılırsa; yapılmış öneri ya da adayın
isteği geri çevrilmiş (reddedilmiş) sayılır. Obediyansın yetkili organına da bilgi verilir.
TEKRİS
Ezoterik sisteme uyarak çalışan bir kuruluşta, bireyin çeşitli aşamalardan geçip inisyatik
bilgileri edinerek yetkinleşme yolunda ilerlemesine dilimizde “tekris” denildiğine değinmiştik.
Bu amaçla Masonlukta özel olarak “masonik tekris” terimi de kullanılır. Ancak konu salt
Masonluk olduğunda, “tekris” teriminin başına ayrıca “masonik” sıfatı konması gerekmez.
Türkiye’de “tekris” ile hemen hemen aynı anlama gelmek üzere Özgür Masonlar Büyük Locası
ile Kadın Mason Büyük Locası “aydınlanma” terimini de kullanmaktadır. Türk Masonluğu’na
özgü olan bu terim, bir kişinin bilgi, ahlâk, görüş ve anlayış bakımından aydınlandığını
vurgulamaktadır.
Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası ise “tekris” ile yakın anlamlı olmak üzere
“eriştirme” terimini kullanır. Bu ise, İngiltere Birleşik Büyük Locası’nın kullandığı
“emulation” teriminin dilimizdeki karşılığı olarak benimsenmiştir.
Masonluktaki “tekris” teriminin pek geniş ve pek genel bir kapsamı vardır. Bunun özel bir
anlamda kullanılabilmesi için, hangi dereceden söz edildiği belirtilmelidir. Bu terim aslında
“Masonluğa kabul töreni” ile eş anlamlı değildir. Masonluğa kabul töreninin öğretim kapsamı
olan bölümüne “birinci derece tekrisi” denilebilir. Bunun gibi, derece artırılması törenleri de
“ikinci derece tekrisi”, “üçüncü derece tekrisi” olarak anılabilir.

100
Tekrisin Anlamı
Etimolojisi bakımından “tekris” sözcüğü Arapça’dan alınmadır ama değişime uğramıştır. Bu
nedenle de kökeni üzerinde farklı yorumlar yapılmıştır. En akla yatkın olanı, “kürsü”
sözcüğünden türetilme olduğudur. Burada “kürsü”, somut bir nesne olarak masa benzeri bir
eşya anlamında değildir. Soyut bir nitelik taşır; “gerekli olan bilginin kaynağı” ya da “bilgi
edinecek olan kişiye onu verecek olanın tüzel kişiliği” anlamına gelir; bir üniversitede kimi
bölümlerin kapsamında yer alan kürsüler gibi...
Dolayısıyla Masonlukta tekris, “bilgi edinmek amacıyla yapılan bir çalışma” anlamını da taşır.
Bu çalışma, eğitim ve öğretim ile araştırma ve incelemenin yanı sıra değerlendirme ve
uygulamayı da kapsar. Bir erek olarak “evrim”e yöneldiği için “gelişim” ile de bağdaştırılabilir.
Bu bakımdan da tekrisin bir gelişim süreci olduğu söylenebilir. Nitekim Batı dillerinden
dönüştürülerek alınmış “inisyasyon” terimiyle de bu anlamıyla bağdaşır.
Ezoterik kurumlarda tekris herkese açık değildir. Bu bakımdan da sözlük anlamından başka iki
anlama daha gelmek üzere kullanılır:
a) Dışarıdan içeriye almak: Daha önce haricî denilen bir kimsenin inisiye olmaya
dönüştürülmesini dile getirir. Eski gizemci kurumlardan bazılarında, bu olayın, -inisyasyonun-
sabırla ve süresi belirsiz bir çalışma sonucunda beklenmedik bir anda gerçekleşeceğine
inanılırdı. Gücünü ve umudunu yitirmeyen kişi, yeterince olgunlaştığında “inisyatik bilgi”yi
ediniverirdi. Buna “ermek” denirdi. Kimi bilge kişilerin “ermiş” olarak anılmaları da bundan
kaynaklanır. Çağdaş Masonlukta ise bu işlem belirli aşamalar halinde ve bilinçli bir şekilde
yürütülür. Bir mason, durduğu yerde bir gün inisyatik bilginin ona açılacağını bekleyerek
zaman harcamaz; bilginin üzerine gider ve onu elde etmeye çalışır.
b) Gizemlerin Paylaşılması: Gene eski ezoterik kurumlar için bu kavram, sözlük anlamında
da geçerli sayılabilirdi. Kurumun kendine özgü birtakım gizemleri vardı. Bu gizemler yeni
inisiyelere öğretilir, onlarla paylaşılırdı. Çağdaş Masonlukta bu anlam ancak simgesel olarak
geçerlidir; çünkü masonlarca paylaşılacak birtakım özel gizemler yoktur. Sadece ayrı ayrı her
derecenin simgesel birer nitelik taşıyan işaret ve sözcüklerinden söz etme olanağı vardır.
* * *
Eski çağlarda, herhangi bir ezoterik kuruluşa alınan bir kişi yani bir inisiye, yaşamının büyük
bölümünü bu kuruluşun çalışmalarıyla haşır neşir olarak geçirirdi. Geçimini sağlamak üzere
başkaca bir gelir kaynağına gereksinmesi olmazdı. Çünkü hem pek sade bir yaşam sürmesi
gerekirdi hem girdiği kurum bir meslek ya da sanat örgütü niteliğini de taşıdığı için yaptığı
çalışmalar ona yeterli geçim olanağını sağlardı.
Çağdaş Masonluk ise hiç kimse için bir asal meslek değildir. Bazı zaman Masonluktan bir
“meslek” olarak söz edilir ama bu da simgesel bir anlam taşır. Bir mason, her şeyden önce
geçimini sağlayabilmelidir. Yaşamı boyunca para sıkıntısı çekmeyecek biçimde sürekli ve
güvenceli bir gelir kaynağı olsa bile, yapacak bir işi de olmalıdır. Masonik çalışmalara ancak
bundan arta kalan zamanda yer vermeli, dinlenme ve eğlenme zamanının bir bölümünü locada
çalışmaya ayırmalıdır. Bunun için de Masonluktaki tekrisler eskiye oranla hem basitleştirilmiş
hem güncel ortam ve olanaklara uyarlanmıştır.
* * *
Bir mason, sadece ritüelik törenlerle tekrisini bütünleyemez. Bunun için bilgi, kültür ve
deneyimlerini de geliştirmesi gerekir. Bunları ritüellerde özetlenmiş, yer yer özdeyişler ya da
simgeler ve alegoriler kullanılarak sezdirilmesine çalışılan “masonik öğretim” ile birleştirir.

101
Bu da, çağımızda “gerçek mason” olabilmek üzere Masonluğa girmek isteyen kişinin, yalnızca
üyesi olacağı locanın toplantılarına katılmakla yetinmesinin yeterli olmayacağını bilmesi
gerektiği anlamına gelir.
Bir mason, tekrisini bütünleştirebilmek için birçok kaynaktan yararlanmaya, üyesi olmadığı
locaların toplantılarına da katılmaya, düzenli bir çalışmaya girişmek üzere de kendisini
hazırlamalıdır. Aksi takdirde, tekrisinin bütününü gerçekleştiremez. Üstelik bunun için hiç
kimse ona yardımcı olamaz. Bilgili ve deneyimli masonların ona verebileceği destek, ancak yol
gösterme olabilir.
Tören
Ezoterik kurumlarda tekrisin aşamaları olmak üzere her derecenin verilişinde bir ritüelik tören
uygulanır. Bu, Masonlukta da böyledir. Üstelik, Masonluktaki öğretimin çoğu ritüellerin bu
törensel bölümünde yer alır.
Bir törenin uygulanması sırasında törene katılan tüm masonlar heyecanlanır. Aday, ilk kez
karşılaştığı birçok ritüelik öğeyi, o sırada iyice kavrayamayabilir. Daha sonra yazılı ritüelin
okunması bazı boşlukları doldurur ama törenin uygulanması sırasındaki etkiyi sağlayamaz. Bu
nedenle, tören yalnızca adayın tekrisi için bir yöntem olarak kalmaz; daha önce aynı törenden
geçmiş olan masonların tekrisini de olgunlaştırır.
Masonluktaki törenler zaman zaman eleştiriye uğramaktadır. Bunlar iki ayrı grupta toplanabilir:
a) Törenlerin Varlığına Karşı Çıkılması: «Öğretimin birtakım törenler yapılarak verilmesi
yöntemi artık çağın gerisinde kalmıştır. Bunlara gerek yoktur» Oysa törenler masonik
çalışmalara bir anlam kattığı gibi, masonların coşkularını artırarak sürmesini sağlayan
uygulamalardır.
b) Törenlerin Uygulanış Tarzının Eleştirilmesi: Törenlerin gerek biçim gerekse kapsam
bakımından çağdaş koşul ve anlayışlarla uyumlu olmadığı ileri sürülür. Ancak Masonlukta
gelenekler de çok önemli bir yer tutar. İlle çağdaş koşul ve gereksinmelere uymak için
değişiklikler yapılması zordur. Kaldı ki, önemli değişikliklerin ancak liberal nitelikli bir
Masonluk anlayışını benimseyen mason örgütlerinde yapılabileceği, tutucu nitelikli bir
Masonluk eğilimini benimseyenlerin her şeyin olduğu gibi korunup hiçbir değişiklik
yapılmamasını âdeta zorunlu gördüklerini gözden uzak tutmamak gerekir.
* * *
Bu genel açıklamalardan sonra sıra Masonluğa kabul törenini anlatmaya geliyor. Burada bu
törenin tümüne yani Masonluktaki birinci derece ritüeline baştan sona yer verilebilir. Nitekim
bunu bazı kitaplarda görme olanağı vardır. Ancak bu, boşuna sayfalar doldurmaktan başka bir
işe yaramaz. Çünkü ritüel bir tiyatro yapıtı gibidir; sahne üzerindeki hareketlerden birçoğunu
içermediği için neyin nasıl yapıldığını anlatmak bakımından yetersizdir. Bunları masonlar
görenek yoluyla öğrenip uygular. Öte yandan, büyük locaların uyguladıkları ritüel de yer yer
birbirlerinden farklıdır.
MASONLUĞA KABUL TÖRENİ
Mason olmak isteyen kişi, bu kurumda simgelere ve törenlere çok önem verildiğini, kendisinin
bu kuruma giriş işleminin de çeşitli simgelerle dolu bir törenle gerçekleşeceğini bilmelidir.
Daha önce karşılaşmamış olduğu bir deneyime kendini hazırlamış olmalıdır.
İsteklinin önericilerinden biri, Masonluğa kabul töreninin yapılacağı gün belirli bir saatte onu
alıp ilgili locanın toplantılarını yaptığı mabedin bulunduğu lokale getirir. Onu tören için
hazırlanacağı yere götürür ve ilgili görevlilere teslim eder.

102
Genellikle birkaç isteklinin Masonluğa kabul töreni bir arada yapılır. Bununla birlikte bu töreni
sanki tek bir istekli varmış gibi anlatacağız.
Törene Hazırlık
İstekli ile üç görevli ayrı ayrı ilgilenir. İlki para işleriyle ilgili görevlidir; giriş ödentisini alır ve
diğer resmi işlemleri yapar. İkincisi, “soruşturucu” ya da “muhakkik” olarak anılan görevlidir;
istekli ile bir süre söyleşide bulunur; ona yapılacak tören ile ilgili gerekli bilgileri verir. Sonra
isteklinin yanına üzerine siyah bir cübbe giymiş, başına da gene siyah bir maske geçirmiş bir
görevli gelir. Yalnızca tören için görevlendirilen bu kişiye “mahuf” denir.
Sözlük anlamı bakımından mahuf, “korkunç” ya da “korkutucu” demektir. İstekliye,
Masonluğa kabul törenine başlanabilmesi için gerekli olan ritüelik hazırlığı yaptıracaktır. Bu
nedenle, korkunç olarak nitelenen bu görünümünün altında iyilik ve olumluluk öğelerinin
bulunduğunu temsil eder.
Mahuf, isteklinin Masonluğa girişinde karşılaştığı ilk simgedir. İki ayrı olguyu simgesel olarak
vurguladığı söylenir:
1. Dış görünüme aldanmamak gerekir. Çünkü dış görünümün altındaki içsel nitelik pek
farklı olabilir.
2. İstekli ne kadar bilgili ve kültürlü olursa olsun, Masonlukta da öğreneceği çok şey
vardır. Ancak bunlar henüz karanlıktadır.
Böylece mahuf, Masonluğun dışa kapalı oluşunu, bir diğer deyişle ezoterik bir nitelik taşıdığını
da simgelemektedir.
Mahuf, istekli ile pek az konuşur. Ona ne yapması gerektiğini kısaca söyler. Bir şey sorarsa
yanıtlamaz. İstekliyi alıp “düşünme odası” denilen yere götürür. Burada ona birer pankart
üzerinde yer alan yazıları ve diğer simgeleri gösterir; özet açıklamalar verir. Burada bulunan
uyarı niteliğindeki yazıları dikkatle okumasını, simgelerin anlamlarını da düşünmesini söyler.
Onu bir süre için düşünceleriyle baş başa bırakır.
Sonra yine isteklinin yanına gelen mahuf, bu kez ona üzerinde birtakım sorular bulunan,
genellikle “eşkenar üçgen” biçiminde kesilmiş bir kağıt verir. Bu kağıt, “açıklama belgesi” ya da
“vasiyetname” olarak anılır. Soruları içinden geldiği gibi yanıtlamasını söyleyerek ayrılır.
İstekli kendisine yöneltilen soruları yazılı olarak yanıtladıktan sonra, mahuf ona bir kese verir.
Taşımakta olduğu tüm parayı, değerli eşyayı, -yüzük, saat v.b.- ve diğer madeni nesneleri
çıkararak, hepsini keseye yerleştirmesini söyler. Masonlukta bu işleme “madenden sıyrılmak”
denir. Bu, kağıt paranın olmadığı eski zamanlardan kalma bir gelenektir. Madenden sıyrılmak,
insanın gereğinde tüm maddi değerleri terk edebileceğini, yalnızca manevi değerlerin
kalıcılığını vurgulayan bir simgesel uygulamadır.
Son olarak, mahuf istekliye bir siyah “göz bağı” takar. Onu düşünme odasından çıkarır ve kabul
töreni için gerekli olan son hazırlıklarını yaptırır. (Bunların ne olduğunu ve adayın gözlerinin
niçin bağlandığını az sonra anlatacağız.)
* * *
Mahuf düşünme odasındaki görevlerini yaparken, locanın mabetteki toplantısı başlamıştır.
Törene çağrılmış adaylardan herhangi birinin Masonluğa kabul edilmesine engel olacak bir
bildirimde bulunacak olan çıkacaksa, bunun için toplantıya katılan masonlara son bir kez söz
hakkı verilir. Hiçbir engel olmaması durumunda, adayın yazılı açıklamalarını ve madenlerini
getirmesi için mahufa yönerge iletilir. Mahuf da mabede gidip bunları teslim ettikten sonra
görevi sona erer.

103
Adayın doldurmuş olduğu kağıttaki açıklamaları okunur. Locanın toplantısına katılmakta
olanlara, bu bağlamda görüş belirtmek isteyen, herhangi bir karşı çıkışta bulunan olup olmadığı
bir kez daha sorulur. Bu aşamada bile adayın Masonluğa girmesine karşı çıkan olursa, tören
ertelenebilir.
Aday sayısı birden çoksa, kabul töreninin ertelenmesi sadece ilgili aday için söz konusudur.
Masonluğa alınamayan aday, “giriş ödentisi” geri verilerek uğurlanır. Böyle bir olay, diğer
adaylar için yapılacak törenin bir süre için gecikmesine neden olabilir. Bu hiç olmayacak bir
şey değildir; tarihte böyle beklenmedik ve üzücü bir olay ile karşılaşmış localar vardır.
Düşünme Odası
Şimdi Mahuf’un adayları götürdüğü şu düşünme odasına dönelim.
Burası, yalnızca Masonluğa kabul töreni öncesinde kullanılmak üzere yapılmış daracık ve alaca
karanlık bir bölmedir. Duvarları ve tavanı siyahtır. İçeride eşya olarak yalnızca basit bir küçük
masa ya da duvara takılı bir konsol ile küçük bir sandalye ya da tabure bulundurulur. Duvarlarda
birtakım yazılar vardır. Fakat asıl önemli öğeleri, burada somut olarak bulundurulan ya da
duvardaki bir tablo üzerinde resimleri görülen simgelerdir.
Aslında bu odanın tümüyle karanlık olması gerekir. Öyle olduğu kabul edilir. Fakat gerek
simgelerin görülebilmesi, gerek uyarıların okunabilmesi gerekse adayın sorulanları
yanıtlayabilmesi için loş bir biçimde ışıklandırılır.
Uyarı Yazıları
Her obediyans, düşünme odasındaki uyarı yazılarını kendi Masonluk anlayışına göre belirler.
Burada adaya verilen en önemli mesaj şudur:
“Eğer Masonluğa girmekte kararlı değilsen ya da korkuyorsan, daha ileri gitmeden geri
dönebilirsin. Fakat kararlıysan, bundan sonra uyanık olmaya ve direniş göstermeye
hazırlanmalısın.”
Bazı obediyansların uygulamalarında, düşünme odasında uyarı niteliğinde bir yazı yoksa da
birinin üzerinde VIGILANCE (canlılık/uyanıklık), diğerinde ise PERSEVERANCE
(direşme/dayanıklılık) yazılı iki levha vardır. “Uyanıklık” denilince, güncel dilde bu çoğu kez
“açıkgözlük” ile eş anlamlı olmak üzere kullanılmaktadır. Burada “fırsatlardan yararlanmasını
becerme” anlamında değil, “dikkatli olma ve yanılgıya düşmekten sakınma” anlamındadır.
Simgeler
Bu odadaki simgeleri kısa yorum ya da açıklamalar ile birlikte belirteceğiz.
 Bir parça kuru ekmek ve bir testi ya da bir sürahi içinde biraz su: İnsan, yaşamında hem
maddi hem manevi değerlere gereksinme duyar. Bunlardan payını almalı ama az ile
yetinmeyi de bilmelidir.
 Birer kap içinde cıva, kükürt ve tuz: Doğadaki her varlık doğa yasaları uyarınca sürekli
olarak birbirinin karşıtıyla çatışır. Böylece doğada her an bozulan ama yeniden kurulan
bir denge oluşur.
 Bir kum saati: Zaman akıp gitmektedir. Sanıldığı ya da istendiği kadar çok değildir. Onu
pek iyi değerlendirmek gerekir.
 Bir kuru kafa (bazı uygulamalarda bununla birlikte bir tırpan ya da iki çapraz kemik):
Yaşamın zorluklarını yenebilecek gücü kendinde toplayamayan kişi, doğal yaşam süresi
sona ermeden önce de “ölüm” ile karşı karşıya gelebilir. İnsan, daha ölüm zamanı gelmeden
önce bu dünyada yapıp ettiklerini, yapması ve etmesi gerekenleri düşünmelidir.
 Bir horoz resmi: İnsanın benliğinde uyuşuk kalmış olan güçler vardır. Bunları uyarmak,
kullanmayı başarmak, karanlığın ardındaki aydınlığı keşfetmek gerekir.

104
 Üzerinde V.I.T.R.I.O.L. yazılı bir levha: Lâtince açılımı “Visita Interiore Terrae
Rectificando Invenies Occultum Lapidem” (Yerin içini ziyaret et, orada düzeltilecek
olan gizemli taşı bulacaksın.) biçiminde verilir. Gerçekleri araştırmaya girişecek kişi,
zorluklara katlanabilmelidir. Tehlikelerden yılmamalı, gerektiğinde en güç işleri bile
göze alabilmelidir.
Düşünme odası, bu dekorasyonu ile tümüyle bir simgedir. Mason adayının Masonluğa
girmeden önceki yaşamının sona erdiği, tüm geçmişini simgesel olarak gömüp geride
bırakacağı bir simgesel “mezar” izlenimini yaratır. Hatta bazı uygulamalarda düşünme
odasında bir tabut bile bulundurulur.
Nitekim düşünme odasında isteklinin simgesel olarak öldüğü, bu simgesel ölümünden sonra
masonik ortamda bir “yeniden doğuş” için hazırlanacağı öngörülür. Özellikle Tutucu Masonluk
anlayışını benimseyen obediyanslarda, bu simgesel yeniden doğuş, birçok dinsel inançtaki
“ölümden sonraki diriliş” düşünüsüyle bağdaştırılır.
İsteklinin üzerindeki soruları yanıtladığı bir kağıda “vasiyetname” denilmesi de bundan ileri
gelir. Burada istekli, önceki yaşam süresi içinde yapması gerektiğini düşündüğü ama
yapamamış olduklarını, bundan sonraki yeni yaşamında kendi kendisine vasiyet etmektedir.
İsteklinin dolduracağı kağıtta, görevleri sorulur... Önce ailesine ve dostlarına karşı olan
görevleri... Sonra toplumuna ve yurduna karşı olan görevleri... Son olarak da tüm insanlığa
karşı olan görevleri... Bazı obediyanslarda, bunlardan birinin yerine doğa ya da Tanrı’ya karşı
olan görevleri geçer.
Kişinin bu soruları yanıtlayışı, bir bakıma hem kendisiyle hesaplaşması hem de özgür
buyrultusuyla belirleyeceği görevlerini anımsayıp bilincine varmasıdır. Buna öz eleştiri (nefis
muhasebesi) de denebilir. Böylece, mason olmak isteyen kişinin, Masonlukta çok önemli bir
yer tutan öz eleştiriye, Masonluğa girmeden başlaması beklenmektedir.
Madenden Sıyrılmak
Düşünme odasında simgesel olarak adayın öldüğü benimsenmektedir. İnsan öldükten sonra
maddi değerlere artık hiçbir gereksinmesi olmayacaktır; göçüp giderken bunların hiçbirini
yanında götüremeyecektir. Bu uygulama, “Dünya malı dünyada kalır.” biçimindeki özdeyiş
ile de bağdaştırılabilir.
Simgesel olarak ölen aday, gene simgesel olarak yeniden doğacaksa, her insan gibi dünyaya
çıplak olarak gelecektir. Dolayısıyla, üzerindeki maddi değeri olan nesneleri çıkarması, bu “saf
çıplaklık” kavramının da bir simgesidir.
Adayın Soyunması
Masonlukta neyin nasıl olduğunu bilmeyenler arasında dolaşan bir söylentiye göre; mason
adayları bu törende çırılçıplak soyunurmuş!... Yeterince eğitim görmüş, toplumları içinde aydın
geçinen, akılları başında olması gereken kimselerin değil bu gibi sözlere kapılması, böyle bir
şeyin doğru olabileceğini düşünmeleri bile ancak şaşkınlıkla karşılanır.
Kuşkusuz bu söylenti boşuna çıkarılmış, mesnetsiz bir lâf değildir. Ancak işin içinde “yarım
yamalak anlama”nın sonunda yapılmış bir yorum bulunmaktadır.
Masonlukta “adayın soyunması” diye bir şey vardır. Her obediyansta olmasa bile, çoğunda
şöyle bir simgesel soyunma işlemi uygulanır:
Adayın ceketi ve kravatı çıkarılır. Gömlek düğmelerinden birkaçı çözülerek gömleğin önü sola
doğru açılır. Pantolonun sağ paçası dize kadar sıvanır. Sol ayakkabı ve çorap çıkarılarak yerine
geçici olarak bir basit terlik giydirilir.

105
Bu işlemin her öğesinin burada ayrıntılarına girilmesi gerekmeyen simgesel bir anlamı vardır.
Ancak, bazı obediyanslarda bu işlem, mason adayını çok zora soktuğu ve birtekim başka
sakıncaları da görüldüğü için uygulanmaz.
Gözlerin Bağlanması
Düşünme odasından çıkarılmadan önce adayın gözleri bağlanır. Bunun nedenlerinden biri
adayın çevresini görmemesini sağlamaktır ama gerekçesi bir mason mabedinin nasıl bir yer
olduğunu ve orada bulunan masonları görmemesi değildir. Tören boyunca, merak ettiği
çevresiyle ilgilenmemesi, ritüelin çoğu kulağa yönelen etkisini kaçırmaması, kendisine sorulan
ve anlatılanları can kulağıyla dinleyebilmesidir.
Bu uygulamanın bir de simgesel yönü vardır. Konuya “masonik öğretim” açısından
bakıldığında, bu çok daha önemlidir. Adayın gözlerini bağlamak için kullanılan “göz bağı”,
Masonluktaki en önemli simgelerden biridir. (Nitekim bu nedenle bu alt bölüme başlarken
oraya bir gözbağı resmi kondu.) Göz bağı, bir mason adayının henüz karanlıklar içinde
bulunduğunu, ışığa kavuşamamış olduğunu simgeler. Buradaki karanlık, “bilgisizlik”
kavramıyla özdeşleşir; ışık ise “bilgi”nin karşılığıdır. Göz bağı ile isteklinin bilgisizlikten
kurtularak gerçeklerin doğrultusunda bilgi edinmesi gerektiği vurgulanır. Kaldı ki, -daha önce
“Mahuf” ile bağlantılı anlatılar sırasında değinildiği üzere- aday ne kadar geniş bilgili bir kimse
olursa olsun Masonlukta öğreneceği daha çok şey vardır.
Yolculuklar
Tören için gerektiğince hazırlanan istekli mabede getirilir ve gözleri bağlı olarak içeriye alınır.
Bu aşamada kendisine birtakım sorular yöneltilir. Bunların yanıtı alındıktan sonra, Masonluğun
bu konu üzerindeki görüş ve yaklaşımı özetle ya da özdeyişlerle anlatılır. Zaten asıl önemli olan
adayın bu sorulara verdiği yanıt değil, “masonik öğretim” kapsamındaki öğelerin anlatılmasıdır.
Bu anlatım ise gelişigüzel bir biçimde değil, ritüelde yazılı olan kapsamda yapılır.
Neler anlatıldığına gelince... Bunların burada yazılmasında hiçbir sakınca yok ama bu sadece
yineleme olur. Çünkü bu kitabın kapsamında, özellikle “Dünya Görüşü” başlığını taşıyan bir
önceki bölümde, Masonluğun çeşitli konular üzerindeki görüşlerini ayrıntılı bir biçimde
anlattık; hem de herhangi bir mason örgütünün Masonluğa kabul törenine ilişkin olmak üzere
kullandığı ritüelde geçen anlatımlardan çok daha geniş bir kapsamda...
Masonlukta “yolculuk” (seyahat) sözcüğü önemli simgesel terimlerden biridir. Törenin en
önemli ve en uzun bölümünü, adaya karanlıkta yaptırılan simgesel yolculuklar oluşturur.
Tarih boyunca hemen tüm ezoterik kurumlarda, hangi derecede ya da hangi aşamada olursa
olsun tekrisi yapılmakta olan adayın geçirmesi gereken sınavlar arasında zihinsel değil de
bedensel olanlarından her biri, genelde bir “yolculuk” olarak nitelendirilmiştir. Eski çağların
ezoterik ekol ve kurumlarının özelliklerine değinen kaynaklarda anlatılanlara bakılacak olursa;
birçoğunda aday bu sözcüğün sözlük anlamına uygun yolculuklara çıkmak zorundaydı.
Yolculuk boyunca, çeşitli olaylar ve yer yer tehlikeli durumlarla karşılaşırdı. Zorlukları
aşabilmek için, hem bedensel gücünü hem de akıl ve zekâsını kullanması gerekirdi. Bu kitabın
6. bölümünde değinmiş olduğumuz Antik Misterler’in çoğunda bu yolculuklar, karanlık mağara
derinliklerinde ya da geçit vermez sarp kayalıklarla dolu dağlık bölgelerde yapılırdı.
Hermetizm’de ise, tapınağın bu amaçla özel olarak düzenlenmiş dehlizleri kullanılırdı.
Orta Çağdaki ezoterik ekol ve kurumlarda yolculuklar nitelik değiştirdi. Bu kez aday bazı
zaman yalnız başına, bazı zaman bir başkasıyla birlikte, bazı zaman ise bir önderin peşine
takılarak, zorluklar ve yoksulluk içinde yıllarca süren yolculuklara çıkar oldu. Bu yolculuklarda
hep bir “arayış” söz konusuydu. Aday, neyin peşinde olduğunu pek bilmeden aramayı sürdürürdü.
Gittiği her yeni yerde bilgiler edinir, deneyimi artar, ister istemez biraz daha olgunlaşırdı.

106
Çağdaş Masonluktaki yolculuklar, işte bu eski ekol ve kurumlardaki yolculuklardan bazılarının
simgesel karşılığıdır. Çoğu mabet içinde dolaşarak yapılır. Adaya özdeyişlerle yüklü ritüelik
öğütlemelerde bulunulur. Bu arada birbiri ardınca simgesel bakımdan çok önem verilen üç öğe
kullanılır: Ateş, su ve toprak. Bunlar, tarihte özdeğin temeli sayılan dört öğeden üçüdür. İstekli,
dördüncü öğe olan hava ile ise mabede getirilmeden önce karşılaşmıştır.
Ant (Yemin)
Yolculuklarını tamamlayan adayın ant içmesi (yemin etmesi) gerekir.
Önce andın kapsamı okunur. Bunu benimseyip benimsemediği sorulur. Olumlu yanıt verirse,
törene katılmakta olan tüm masonların önünde ant içer.
Masonluğa kabul törenindeki ant ya da yemin kapsamında kişinin inançlarına, ailesel ve ulusal
nitelikteki bağlantılarına hiçbir aykırılık, bir karşıtlık yoktur. İstekli, özellikle Masonluğun
amaçları doğrultusunda ve ilkelerine uyarak çalışmalarda bulunacağına, tutum ve davranışları
bakımından mason töresini gözeteceğine, Masonluktaki yükümlülüklerini yerine getireceğine,
bir üyesi olacağı bu mason örgütünün tüzükleri ile yetkili kurullarının kararlarına uyacağına
söz verir.
Ant ile bağlantılı olmak üzere yanıtı verilmesi gereken önemli bir soru var:
«Bir insan bilmediği şeyler üzerine nasıl söz verebilir, ant içebilir? Adayın bu bakımdan
önceden bilgilendirilmesi gerekmez mi?»
Adayın içeceği andın kapsamında yer alan birçok söz veriş, önceden bilinerek üzerinde
düşünülüp karar verilmesini gerektirecek nitelikte değildir ama aday, gireceği mason örgütünün
tüzüklerine ve kurallarına uyacağına da söz vermek durumundadır. Demek oluyor ki bunların
Masonluğa kabul töreninden yeterli bir süre önce adaya verilip incelemesinin sağlanmış olması
gerekir. Bazı mason kuruluşları bu konuda çok duyarlıdır ama birçoğu pek aldırış etmez.
«Aday niçin gözleri bağlı iken ant içiyor?»
Henüz Masonluğa girmemiş, simgesel olarak aydınlığa kavuşmamıştır. İçeceği andın
kapsamını beğenmeyebilir ya da uygun bulmayabilir. Nitekim benimsemeyecek olursa, -bu
aşamaya kadar gelmiş olmasına karşın- törene son verilip gönderilir. Ancak gerektiğince ant
içtikten sonra Masonluktaki simgesel deyiş uyarınca ışığa kavuşturulabilir.
* * *
Ant ya da yemin konusunda, Tutucu Masonluk ile Liberal Masonluk arasındaki önemli bir farkı
da belirtmek gerekir:
Tutucu Masonluk anlayışını benimseyen obediyanslarda Kutsal Kitap üzerine ant içilir.
Nitekim bu yüzden aday hangi dinin inançlısı ise o dinin kutsal kitabı mutlaka hazır
bulundurulur. Bu yöntem Gelenekçi Masonlukta da böyledir. Andın kapsamında da dinsel
bağlantılı konular yer alır.
Liberal Masonluk anlayışını benimseyen obediyanslarda ise, andın kapsamında ve şekilsel
uygulamasında hiçbir dinsel inanç bağlantısı yoktur. İstekli, sadece onuru ve namusu üzerine
ant içer.
Işığa (Nura) Kavuşmak
Masonluğa kabul töreninin en önemli aşaması, ancak birkaç saniye gibi çok kısa bir zaman
tutmasına karşın isteklinin uzunca bir süre -en az bir saat- görmesini engelleyen göz bağının
çıkarılmasıdır.

107
Bu uygulama, Masonluktaki tekrisin karşılıklarından biri olan “aydınlanma” terimiyle
bağdaştırılabilirse de; bu terimi salt adayın göz bağının çıkarılması ile özdeşleştirmek yanlıştır
ve yetersiz kalır. Çünkü bu terimin kapsamında hayli derin bir simgesel anlam vardır.
Türk Masonluğu’nda, birinci derece tekrisinin bu son aşamasına öteden beri “Nur-u ziya
verilmesi” denirdi. Bu simgesel terim günümüzde de Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük
Locası ile Kadın Mason büyük Locası tarafından kullanılmaktadır. Gerek “nur” gerekse “ziya”
bir bakıma “ışık” sözcüğüyle eş anlamlıdır ama “nur-u ziya”, bir diğer deyişle “ışığın nuru”
terimi, “aydınlıktan doğan parıltı” kavramını yansıtmaktadır.
Sözlük anlamı uyarınca “ışık”, çevresini gözle görülen somut bir biçimde aydınlatır. Soyut
anlamlara bakacak olursak, “aydınlanma”nın karşılığı “bilgi edinme”, “aydınlatma”nın
karşılığı da “bilgilendirme” olarak alınabilir. Buna göre, “Işık çevresini ışıtır.” demek daha
doğrudur. Öte yandan “nur”un verdiği aydınlık, doğrudan içsel ve soyut niteliklidir.
Özgür Masonlar Büyük Locası ise, bu bakımdan farklı bir tutum benimsemiş ve Masonluğa
kabul töreninin son aşamasındaki bu uygulamayı “Gerçek ışığı verilmesi” biçiminde
nitelendirmiştir. Dünya yüzündeki genel uygulamada ise, bu konuda sadece simgesel anlamda
olmak üzere “ışık” sözcüğü kullanılır.
Masonlukta pek yaygın olarak benimsenen bir yorum uyarınca; bir mason adayının ışığa ya da
nura kavuşması masonik aydınlanma ya da tekrisin tümünü simgeler. Böylelikle, Masonluğa
kabul töreninin tümünün “dogmaları ve batıl inançları atıp, bilgisizlikten kurtularak, bağnazlığa
düşmekten sakınarak, olumlu ve yararlı bilgiler edinerek doğrulara varma ve gerçeklere
yönelme” olayını temsil ettiği kabul edilir. Masonlukta bu, daha önce değinmiş olduğumuz bir
simgesel deyiş kullanılarak dile getirilir:
“Karanlıktan aydınlığa geçiş”
Gözleri açılarak ışığa, bir diğer deyişle nura kavuşturulan, gerektiğince ant içmiş istekliye
MASON niteliği verilir. Beline çıraklara özgü “önlük” bağlanır ve mason kardeşler arasına alınır.
Hamtaşın Yontulması
Masonluğa, yukarıda özetle anlatılmış olduğu gibi girilir.
Fakat Masonluğa girmekle “gerçek mason” olunmaz. Artık herkes onu mason olarak tanır, öyle
bilir ama onun kendisine “mason” diyebilmesi zordur. Bunu yapabilmesi için Masonluktaki
simgesel dille “hamtaşını yontmuş ve onu tam bir küptaş haline getirmiş” olması gerekecektir.
Bunun anlamı, noksanlarının ve yanılgılarının tümünü gidermesi, “yetkin kişi” olarak
nitelenebilecek bir düzeye gelmesidir.
Yeni mason, belki Masonluğa girmeden önce de “hamtaşını yontma” uğraşısına girişmişti.
Olabilir. Şimdi bununla daha yöntemli bir tarzda uğraşacaktır.
Kim bilir, daha önce hamtaşını yontarken belki de kullanması gereken aletleri bilmiyor, belki
bulamıyor, bilse ve bulsa da belki bunları gerektiği gibi kullanmayı beceremiyordu.
Şimdi ise, kendisine yol gösteren, yöntem öğreten, taşını daha iyi işleyebilmesi için destek
olacak, üstelik bunu hiçbir karşılık beklemeden sevinç ve mutlulukla yapacak olan mason
kardeşleri vardır. Şimdi kendisi gibi hamtaşını yontmakta olanları da görecek, uğraşısını onlarla
paylaşacaktır.
Hamtaşın yontulması olayını şematik bir biçimde şöyle gösterebiliriz:
Yeni mason, önce çekiç ile keskiyi alıp kendisinden başka bir şey olmayan “hamtaş” üzerinde
çalışacak, özenli darbelerle eğri büğrülükleri gidermek, pürüzlerin her birini yok etmek için
uğraşacaktır.

108
Sonra gönyeyi alacak, yontmuş olduğu bu taşın her kenarının birer dik açı oluşturup
oluşturmadığına bakacaktır.

Olmamışsa, yine çekiç ve keski ile olana dek yontarak düzeltecektir.


Kimisi bu kadarını yeterli görebilir. Aslında bu yontulmuş taşın her kenarının eşit olması yani
tam bir “küptaş” biçimini alması gerekir ama, bir yapıdaki tüm taşların aynı biçim ve boyutta
olması gerekmez.
Bu bağlamda daha titiz olan mason, cetvel ve pergeli alacak, yontmuş olduğu taşın boyutlarını
ölçüp her bir kenarının eşit, tüm pürüzlerinden giderilmiş olan her bir yüzeyinin de kare
biçiminde olmasını sağlayacaktır.

Böylece ortaya çıkan yapıt, Masonluktaki simgesel terimle “küptaş”, hiçbir pürüzü ve kusuru
olmayan tam ve yetkin insanın karşılığıdır. İşte bu küptaş, Masonluğun ülküsünün simgesel bir
deyiş ile dile getirilen “ülkü mabedi”nin bir öğesi olmaya hazırdır.
Simgesel anlatımla “mason” olmanın anlamı ve yöntemi budur. Bu nedenle de Masonluğa
girmiş olmak yeterli değildir. Bir masonun asıl yapacakları, bundan sonra başlar.

109
Seçilmiş Bibliyografya
Türkçe Kültürel Kitaplar
Abdülhak Adnan Adıvar
DİNLER TARİHİ
İstanbul, 1960
Abdülhak Adnan Adıvar
TARİH BOYUNCA İLİM VE DİN
İstanbul, 1944
BİLİM VE DİN (Yenilenerek yapılmış baskı)
İstanbul, 1980
Bedia Akarsu
AHLÂK ÖĞRETİLERİ
İstanbul, 1982
Toygar Akman
EVREN BOYUTLARI VE İNSAN
İstanbul, 1978
Füsun Altınok
NİÇİN DİYALEKTİK
İstanbul, 1977
J. B. Bury
FİKİR VE SÖZ HÜRRİYETİ (Çeviri: Avni Başman)
İstanbul, 1982
J. W. Ceram
TANRILAR, MEZARLAR VE BİLGİNLER (Çeviri: Hayrullah Örs)
İstanbul, 1982
Félicien Challaye
DİNLER TARİHİ (Çeviri: Samih Tiryakioğlu)
İstanbul, 1960
Shepard B. Clough
UYGARLIK TARİHİ (Çeviri: Nihal Önol)
İstanbul, 1965
John Dewey
ÖZGÜRLÜK VE KÜLTÜR(Çeviri: Vedat Günyol)
İstanbul, 1982
Macit Gökberk
FELSEFE TARİHİ
İstanbul, 1980
Mithat Gürata
UNUTULAN ÂDETLERİMİZ VE LONCALAR
Ankara, 1975
Bozkurt Güvenç
İNSAN VE KÜLTÜR
İstanbul, 1979
Orhan Hançerlioğlu
DÜŞÜNCE TARİHİ
İstanbul, 1977

110
Orhan Hançerlioğlu
FELSEFE ANSİKLOPEDİSİ
İstanbul, 1976-1980
Orhan Hançerlioğlu
İNANÇ SÖZLÜĞÜ
İstanbul, 1975
Orhan Hançerlioğlu
İSLÂM İNANÇLARI SÖZLÜĞÜ
İstanbul, 1984
Orhan Hançerlioğlu
ÖZGÜRLÜK DÜŞÜNCESİ
İstanbul, 1977
Afet İnan
ESKİ MISIR TARİHİ VE MEDENİYETİ
Ankara, 1987
Orhan Koloğlu
ABDÜLHAMİT VE MASONLAR
İTTİHATÇILAR VE MASONLAR
İstanbul, 1991
Nurettin Şazi Kösemihal
SOSYOLOJİ TARİHİ
İstanbul, 1982
Ernst Mach
BİLGİ VE HATA(Çeviri: Esat Ander)
İstanbul, 1935
Takiyettin Mengüşoğlu
İNSAN FELSEFESİ
İstanbul, 1957
Marianne Monastier
GİZLİ KADIN CEMİYETLERİ(Çeviri: Matilda Sakar)
İstanbul, 1966
Cemil Sena Ongun
FİLOZOFLAR ANSİKLOPEDİSİ
İstanbul, 1976
Cemil Sena Ongun
TANRI ANLAYIŞI
İstanbul, 1978
Osman Pazarlı
DİN PSİKOLOJİSİ
İstanbul, 1982
Steven Runciman
HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ(Çeviri: Fikret Işıltan)
Ankara, 1986-1988
Bertrand Russell
DİN İLE BİLİM (Çeviri: Akşit Göktürk)
İstanbul, 1963
Bertrand Russell
DÜNYA GÖRÜŞÜM(Çeviri: Cenap Yılmaz)
Ankara, 1966

111
Edouard Schure
İNSANLIĞI AYDINLATAN BÜYÜK İNİSİYELER(Çeviri: Yavuz Keskin)
İstanbul, 1989
Server Tanilli
YÜZYILLARIN GERÇEĞİ VE MİRASI
İstanbul, 1987-1988
Atilla Tokatlı
GİZLİ ÖRGÜTLER
İstanbul, 1979
Nermi Uygur
KÜLTÜR KURAMI
İstanbul, 1984
Cemal Yıldırım
BİLİM FELSEFESİ
İstanbul, 1979
Türkçe Masonik Yayınlar
Kemalettin Apak
ANA ÇİZGİLERİLE TÜRKİYE’DEKİ MASONLUK TARİHİ
İstanbul, 1958
Sabahattin Arıç
MASONLARIN DÜNYASI
İstanbul, 1991
Murat Özgen Ayfer
ANDERSON’UN KİTABI
Ankara, 2003
Armand Bedarride
FRAN-MASONUN AHLÂKI(Çeviri: M. Seyfettin Raşit)
İstanbul, 1929
Fikret Çeltikçi
HÜR MASONLUK TARİHİNDEN NOTLAR
İstanbul, 1982
Enver Necdet Egeran
GERÇEK YÜZÜYLE MASONLUK
İstanbul, 1972
Nafiz Ekemen
ARŞİVLERİMİZ İÇİNDE 1965 OLAYLARI
İstanbul, 1978
Nejat Gülen
DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE MASON ALEYHTARLIĞI
İstanbul, 1997
Mithat Gürata
MASONLUK NEDİR, NE DEĞİLDİR?
İstanbul, 1976
Mithat Gürata
MASONLUK
İstanbul, 1987
Celil Layiktez
TÜRKİYE’DE MASONLUK TARİHİ (2 cilt)
İstanbul, 1999-2001

112
Renan Mengü
HİRAM ÖYKÜSÜ
İstanbul, 2000
Remzi Sanver
MASONLUK – IŞIĞI ARAYANLARIN HİKAYESİ
İstanbul, 2000
Faruk Ülkü, Samih Yazıcıoğlu
DÜNYADA VE TÜRKİYEDE MASONLUK
İstanbul, 1965
İngilizce Yayınlar
............
LITTLE MASONIC LIBRARY
Richmond, Virginia, 1977
John Ankerberg , John Weldon
CHRISTIANITY AND THE SECRET TEACHINGS OF THE MASONIC LODGE
Chattanooga, Tennessee, 1989
Michael Baigent , Richard Leigh
THE TEMPLE AND THE LODGE
Reading, 1990
Michael Baigent , Richard Leigh
THE HOLY BLOOD AND THE HOLY GRAIL
London, 1993
J. D. Buck
SYMBOLISM OF FREEMASONRY OR MYSTIC MASONRY
Chicago, 1967
Harry Carr
THE FREEMASON AT WORK
Shepperton, 1985
Carl H. Claudy
LITTLE MASONIC LIBRARY
Kingsport, 1966
Robert I. Clegg
MACKEY’S REVISED ENCYCLOPEDIA OF FREEMASONRY
New York, 1966
Henry Wilson Coil
COIL’S MASONIC ENCYCLOPEDIA
New York, 1961
Henry Wilson Coil
FREEMASONRY THROUGH SIX CENTURIES
Richmond, 1967
Robert F. Gould
THE CONCISE HISTORY OF FREEMASONRY
London, 1920
Herbert F. Inman
MASONIC PROBLEMS AND QUERIES
London, 1964
Bernard E. Jones
FREEMASON’S GUIDE AND COMPENDIUM
London, 1988

113
Stephen Knight
THE BROTHERHOOD - THE SECRET WORLD OF THE FREEMASONS
London, 1984
Christopher Knight, Robert Lomas
THE HIRAM KEY
Reading, 1997
John T. Lawrence
THE KEYSTONE
London, 1960
Joseph Fort Newton
THE BUILDERS
Richmond, 1989
Fred L. Pick , Norman G. Knight
THE FREEMASON’S POCKET REFERENCE BOOK
London, 1965
Fred L. Pick , Norman G. Knight
THE POCKET HISTORY OF FREEMASONRY
London, 1969
William Preston (Campbell-Everden)
FREEMASONRY AND ITS ETIQUETTE
New York, 1978
John J. Robinson
BORN IN BLOOD - THE LOST SECRETS OF FREEMASONRY
New York, 1989
Sidney Spencer
MYSTICISM IN WORLD RELIGION
Mitcham, Victoria, 1963
Arthur Edward Waite
A NEW ENCYCLOPEDIA OF FREEMASONRY
New York, 1970
Fransızca Yayınlar
Jean-Pierre Bayard
LE SYMBOLISME MAÇONNIQUE TRADITIONNEL
Paris, 1982
Roger Bongard
MANUEL MAÇONNIQUE DU RITE ECOSSAIS ANCIEN ET ACCEPTE
Paris, 1979
René Guenon
ETUDES SUR LA FRANC-MAÇONNERIE ET LA COMPAGNONNAGE
Paris, 1971
Daniel Ligou
DICTIONAIRE UNIVERSEL DE LA FRANC-MAÇONNERIE
Paris, 1974
Paul Naudon
HISTOIRE ET RITUELS DES HAUTS GRADES MAÇONNIQUES
Paris, 1966
Alec Mellor
DICTIONAIRE DE LA FRANC-MAÇONNERIE ET DES FRANC-MAÇONS
Paris, 1971

114
Jacques Robert
LA FRANC-MAÇONNERIE DE TRADITION
Paris, 1987
Jean Tourniac
PARADOXES, éNIGMES ET CURIOSITéS MAÇONNIQUES
Paris, 1993
Almanca Yayınlar
............
FREIMAURER - SOLANGE DIE WELT BESTEHT
Wien, 1993
Johann G. Findel
GESICHCTE DER FREIMAUREREI
Leipzig, 1906
Eugene Lenhoff
DIE FREMAUREREI
München, 1934
Eugene Lenhoff , Oskar Posner
INTERNATIONALES FREIMAURERLEXICON
Wien, 1975

115

You might also like