Professional Documents
Culture Documents
Iletişim Sosyolojisi
Iletişim Sosyolojisi
Iletişim Sosyolojisi
net/publication/322386428
CITATIONS READS
0 12,181
1 author:
Uğur Dolgun
Istanbul University
17 PUBLICATIONS 83 CITATIONS
SEE PROFILE
Some of the authors of this publication are also working on these related projects:
All content following this page was uploaded by Uğur Dolgun on 11 January 2018.
İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ
Yazarlar
Doç.Dr. İncilay CANGÖZ (Ünite 1, 2)
Doç.Dr. Bedriye POYRAZ (Ünite 3)
Doç.Dr. Funda BAŞARAN ÖZDEMİR (Ünite 4)
Prof.Dr. Eser KÖKER (Ünite 5)
Yrd.Doç.Dr. Halise KARAASLAN ŞANLI (Ünite 5)
Yrd.Doç.Dr. Uğur DOLGUN (Ünite 6)
Prof.Dr. Çiler DURSUN (Ünite 7)
Doç.Dr. Hakan ERGÜL (Ünite 8)
Editör
Prof.Dr. Hayati TÜFEKÇİOĞLU
ANADOLU ÜNİVERSİTESİ
İçindekiler iii
İçindekiler
Önsöz ............................................................................................................... vii
Sözlü Yaz>l> ve Görsel Kültürde İnsan ve Toplum ............. İ56H ________ 7. UNITE
GİRİŞ .................................................................................................................. 157
SÖZLÜ KÜLTÜRDE İNSANIN DURUMU ..................................................... 158
Sözlü Kültürde İnsanın Algı, Bellek ve Zihin Yapısı ....................................... 159
Sözlü Kültürde Deneyim, Kimlik ve İletişim ................................................... 161
YAZILI KÜLTÜRDE İNSANIN DURUMU ..................................................... 162
Yazılı Kültürde İnsanın Algı, Bellek ve Zihin Yapısı ....................................... 163
Okur-Yazar Toplumlarda Deneyim, Kimlik ve İletişim ..................................... 164
GÖRSEL KÜLTÜRDE İNSANIN DURUMU................................................... 166
Görsel Kültürde İnsanın Algı, Bellek ve Zihin Yapısı ........................................ 168
Dijital Görsel Dünyada Deneyim, Kimlik ve İletişim ................................. 172
SONUÇ ............................................................................................................... 174
Özet ..................................................................................................................... 176
Kendimizi Sınayalım ......................................................................................... 178
vı içindekiler
Önsöz
İletişim olgusu insanlık tarihi kadar eski, fakat konunun bilimsel kural ve yöntemlerle
ele alınıp incelenmeye başlanması oldukça yenidir. Konu disiplinler arası bir özellik
göstermektedir. Günümüzde iletişim fakülteleri doğrudan konuyla ilgili akademik
birimler olarak karşımıza çıksa da, iletişim konusu tarihten psikolojiye, sosyolojiden
antropolojiye kadar pek çok akademik alanı ilgilendirmektedir.
Yine belirtmemiz gereken bir husus; iletişimin, hayatımızın hemen her alanında, hem
de yoğun şekilde karşılaştığımız biçim ve görüntülerinin olduğudur. Ancak, elinizdeki
İletişim Sosyolojisi kitabı Sosyoloji Bölümü öğrencileri için hazırlanmıştır ve dolayısıyla
bir sosyoloji kitabıdır. Sosyoloji kitabı olduğu için de iletişim konusuna yaklaşımı
olabildiğince sosyolojik boyutuyla sınırlandırılmaya çalışılmıştır.
Bu yaklaşım biçimi, kitapta önce konuyla ilgili temel tanım ve kavramları tanıttıktan
sonra konunun gündeme geldiği tarihsel ve toplumsal koşullar üzerinde durmayı
gerektirmektedir. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi iletişim insanlık tarihi kadar eskidir ama
konunun bilimsel yöntemlerle incelenmesi son yüzyılın ürünüdür. İnsanlık tarihinin en
başına götürülebilecek bir olgu niçin ancak belli bir dönemde akademik dünyanın
gündemine gelmiştir? Ne tür toplumsal ihtiyaçlar iletişim alanında araştırmalar
yapılmasını gerekli kılmıştır? Bu soruların cevabı İletişim Araştırmaları ve İletişim
Kuramları ünitelerinde irdelenmeye çalışılmıştır.
Kitabın daha sonraki bölümlerinde toplum yaşamında iletişimin rolü ve işlevi ele
alınmak istenmiştir. Bu yaklaşım biçimi sadece toplum üyeleri arasındaki sosyal ilişkileri
değil, toplum örgütlenme biçiminin uyum içinde ve sağlıklı bir şekilde işlemesi için,
toplumsal kurumlar arasındaki ilişkiyi de incelemeyi gerektirmektedir.
Kitabın son kısımlarında günümüz dünyasındaki modern iletişim teknolojileri
üzerinde durulmaktadır. Günümüz dünyası son derece hızlı, kapsamlı ve çarpıcı bir
değişime sahne oluyor. Dünya üzerindeki değişimin hayatın neredeyse bütün alanlarını
kuşatan kapsamı, teknolojinin baş döndürücü gelişiminde ifadesini buluyor. Değişim,
yalnızca teknolojiyle ve onun gündelik hayata yansımalarıyla sınırlı değil elbette. 1990
sonrası savaşlar, yıkılan rejimlerle dünya haritasına da yansıyor. Siyasi, askeri boyutu ile
birlikte adeta dünya yeniden biçimlendiriliyor. Kısaca, insanların yaşam şeklinden
düşünce biçimine, üretim tarzından toplumla- rın örgütleniş modeline kadar uzanan bir
değişim bu.
Tarihin değişik dönemlerinde toplumlar farklı örgütlenme biçimine sahip ol-
muşlardır. Her örgütlenme biçimi, o örgütlenme biçiminin gerektirdiği bir iletişim
sistemi de kurmuştur. Örnek vermek gerekirse göçebe toplumlarındaki iletişim sistemi
ile, Mısır, Hint, Çin gibi yerleşik uygarlıkların iletişim sistemleri farklı özellikler
göstermektedir. Tıpkı imparatorluk örgütlenmelerinin iletişim sistemi ile günümüz ulus
devlet örgütlenmelerinin iletişim sistemlerinin farklı özellikler göstermesi gibi...
İletişimin iki boyutu bulunmaktadır. Birinci boyutu alan üzerinde haberleşmedir ve
günümüzdeki radyo, televizyon, gazete en önemli alan üzerinde haberleş-
me araçlarıdır. Ancak iletişimin genellikle ihmal edilen bir de zaman boyutu, yani
kuşaklar arası haberleşme boyutu vardır. Okul ve eğitim ise en önemli kuşaklar arası
Önsöz IX
haberleşme kurumlandır.
Günümüzdeki iletişim araç ve teknikleri ulus devlet örgütlenmelerinin gerektirdiği,
ulus devlet örgütlenme biçiminin ihtiyaçlarına cevap veren araç ve tekniklerdir. Ulus
devlet örgütlenmesinde her iki iletişim boyutunda da belirleyicilerin, sınırlı sayıdaki
uzman ve profesyoneller olduğunu görüyoruz. Söz gelimi gazete ve televizyonlar için her
sabah bir haber toplantısı yapılır ve sekiz-on kişilik bir profesyonel grubun toplandığı
masaya, ajanslar, muhabirler vb. aracılığıyla ülkemizde ve dünyada olan biten olaylar
gelir. Masada yer alan uzman ve profesyoneller önlerindeki haberlerden bir kısmını seçer,
gerisini çöpe atarlar ve seçtiklerini de önem sırasına göre dizerler. Biz de gazetede veya
TV haberlerinde ancak, o profesyonellerin seçtiği haberleri, onların istediği formatta
öğrenebiliriz. Onların önemsiz ve gereksiz gördüklerini bilme, öğrenme imkanımız
yoktur. Sınırlı sayıdaki uzman ve profesyonelin rolü kuşaklararası haberleşmede de
aynıdır. Okullarda yine bu profesyonellerce hazırlanmış müfredata göre yazılan kitaplar
okutulur. Sözgelimi yakın veya uzak tarihte yaşadıklarımızı, komşularımızın özelliklerini
o profesyonel grubun istediği şekilde öğreniriz.
Günümüzde çok önemli bir değişim yaşandığını söyledik. Bu değişimin çok değişik
alanlara yansıması bulunmaktadır ancak en önemli yansıma toplumların örgütleniş
biçimleriyle ilgili olmaktadır. Bu durum, yani toplumların kendi bünyelerini yeniden
dizayn etmeleri, beraberinde iletişim sistemlerinde de yeni örgütleniş biçiminin
gerektirdiği araçlara ihtiyaç doğurmaktadır. Bir başka anlatımla top- lumların yeni
örgütlenme biçimleri yeni bir iletişim sistemi de doğuracaktır.
Henüz emekleme dönemindeki bu araç ve tekniklere bağlı yeni iletişim sisteminin,
başka bir ifadeyle geleceğin iletişim sisteminin en önemli özelliği, yukarıda sözünü
ettiğimiz uzman ve profesyonellerin tekelinden çıkması ve sivil ve amatör unsurların
etkinlik kazandığı bir sistem olmasıdır.
Günümüzde bu yolda üretilen ve kullanılan araçlar bulunmaktadır ve bu teknoloji
başdöndürücü bir hızla sıçrayarak gelişmektedir. Artık profesyonellerin seçtiği ve dizayn
ettiği haberler yerine sivil ve amatör unsurların dolaşıma soktuğu metinleri, haberleri
okuyabiliyor, onların paylaştığı fotoğrafları ve videoları izleyebiliyoruz. İnsanlar, dünya
tarihinde hiç olmadığı kadar yöneticiler ve uzmanlara bağlı kalmadan haber ve bilgilere
ulaşabiliyorlar, sivil ve amatör unsurlar, insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar iletişim
alanında etkinlik kazanabiliyorlar.
Benzer işaret ve gelişmeleri kuşaklar arası iletişimde, yani okul ve eğitim hayatında
da gözlemlemek mümkün. Çok yakın bir zamanda, belki de on sene sonra dünyadaki
mevcut üniversite binalarının yarısına gerek kalmayacak. Uzaktan ve internetle yapılan
eğitiminin alanı gün geçtikçe genişleyecek. Günümüz sisteminde, üniversite eğitiminde
çok sınırlı bir esneklik ve seçme payı bulunan paket dersler alınmaktadır. Yakın gelecekte
insanlar yaşadıkları kentten ayrılmadan, dünyanın değişik ülkelerindeki hocalardan
dersler alabilecekler.
Çocuklarımız bugünden çok farklı bir dünyada yaşayacak ve bu yeni dünyanın belki
de en çarpıcı yönü, iletişim alanında karşımıza çıkacak.
îletişlim Sosyoloji kitabı farklı disiplinlere mensup akademisyenlerin kaleminden ve
onların yoğun çabasıyla ortaya çıktı. Sosyal bilimlerde tek doğru, tek etmen yoktur.
viii Önsöz
Belirtilmesi gereken bir husus, farklı yazarların ünitelerini kendi görüşleri çerçevesinde
yazdıklarıdır. Bu bakımdan kitapta birbiriyle örtüşmeyen yorum ve değerlendirmelere
rastlanabilir. Bu farklılığa da saygı göstererek öncelikle ünite yazarlarımıza teşekkür
etmem gerekiyor. Kitabın tasarımını gerçekleştiren Yrd.Doç.Dr. D. Alper Altunay’a,
Erhan Akarçay’a ve basım işindeki emeklerinden dolayı AÖF dizgi birimine teşekkür
ediyorum.
Editör
Prof.Dr. Hayati TÜFEKÇİOĞLU
İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
<j^ İletişim kavramını ve öğelerini tanımlayabilecek,
<j^ İletişimi bir anlam üretimi ve paylaşımı olarak özetleyebilecek,
<j^ İletişimin toplumsal yaşam için önemini açıklayabilecek,
<j^ Toplumsal
örgütlenme ve
iletişim sistemleri
etkileşimini
İçindekiler özetleyebilecek,
Dilin toplumsal ve
tarihsel gelişmede
• GİRİŞ
• İLETİŞİM OLGUSUNU TANIMLAMAK önemini
İletişim
• TOPLUMSAL YAŞAMIN KURUCUSU açıklayabilmek,
Sosyolojisinde OLARAK İLETİŞİM Yazının kültürel
İletişim Sosyolojisi • TOPLUMSAL ÖRGÜTLENME VE
Tanımlar ve gelişmede rolünü
Kavramlar İLETİŞİM SİSTEMLERİ
Anahtar Kavramlar
özetleyebileceksiniz.
İletişim • Kod
Kaynak • Simge
Alıcı • Yananlam/Düzanlam
İleti/Mesaj • Dil
Anlam • Yazı
Gösterge • Matbaa
İletişim Sosyolojisinde
Tanımlar ve Kavramlar
GİRİŞ
İnsanlar gündelik yaşamlarının uyku dışında kalan zaman diliminin önemli bir kısmını iletişim
edimiyle geçirirler. Günlük yaşamımızda kaçınılmaz şekilde içinde bulunduğumuz pek çok
etkinlik okumak, yazmak, dinlemek, çalışmak, eğlenmek, sevmek, öğrenmek, öğretmek, tanıyıp-
anlamaya çalışmak veya kendimizi anlatmaya çalışmak, geceleri kendimizle yaptığımız iç
konuşmalar gibi tüm kişisel ya da toplumsal yaşamdaki etkinliklerimiz gerçekte iletişim
aracılığıyla gerçekleşen edimlerdir. Aynı şekilde akşam haberleri izlemek, gazetelerde günlük
falları takip etmek, dergi satın almak, beyaz camın sanallığını unutarak sevdiğimiz dizi oyuncu-
sunun ölümünün ardından mevlit okutmak veya onların mutsuzluğuna gözyaşı dökmek ya da
sevinçlerini paylaşmak da birer iletişim etkinliğidir. Bir kış mevsiminde cep telefonuna düşüveren
bir mesajla gece yarısı binlerce insanın kent meydanında toplanıp kartopu oynayarak eğlenmesi
veya siyasal iktidara muhalefet etmek için meydanlarda birer politik özneye dönüşmek; bir pop
starın facebook gibi bir Internet ortamında binlerce hayranıyla bireysel temas olanağı sağlaması
da iletişimin konusudur.
İletişim doğrudan dilin veya sözün kullanımıyla olabildiği gibi çiçekler, semboller, beden
hareketleri, renkler, sertçe kapı çarpma, kornaya basma gibi söz kullanımı olmaksızın da
gerçekleştirilebilir. Jest ve mimikler, kullanılan renkler, mekânın düzenlenişi, insanların bedensel
temasları veya temassızlığı, kokular, saç rengi ve kesimi, rozetler, amblemler, giyim-kuşam tarzı
hep birer mesaj taşırlar. Bunları taşıyan ve kullanan insanlara ilişkin arzu etse de etmese de bilgi
verirler; o kişiye ilişkin diğer insanlara ipuçları sunarlar. Ne var ki bireylere ilişkin ipuçları sunan
bu göstergelerden hareketle her zaman doğru bilgi üretildiğini söylemek de doğru değildir. Sözsüz
iletişim denilen ve dilin/sözün kullanılmaksızın beden, renkler ve semboller gibi dilin dışında
kurulan ilişki insanları sağlıklı bir iletişime yöneltebildiği gibi iletişimin tıkanması veya
çatışmaya sürüklenilmesine de yol açabilir.
Televizyon izlemek, radyo dinlemek, gazete okumak, facebook’a metin veya video
yüklemek, twitter’da ünlüleri takip etmek, e-mail yazmak ve okumak, çevremizdeki insanlarla
konuşmak çoğuna iradi olarak gerçekleştirilen iletişim etkinlikleridir. Bununla birlikte insanlar
her zaman iletişim etkinliğinde gönüllü ve iradi olarak yer almazlar; bazı durumlarda da
istemedikleri halde iletişime maruz kalırlar. Sokaktan geçen bir satıcının sesi, seçim öncesi
propaganda amaçlı dolaşan
4 iletişim Sosyolojisi
araçlardan yapılan konuşmalar, toplu taşımada veya kamusal alanlarda ses düzeyini
ayarlayamayan insanların sohbetine kulak misafiri olma, üst katta müziğin sesini fazla açan
komşumuzla sevsek de sevmesek de aynı müzikleri dinleme bu durumların sadece bir kaçıdır.
Dolayısıyla insanlar bazen seçtikleri ve istedikleri bazen de hiç de gönüllüsü olmasalar da
katılmak durumunda kaldıkları bir iletişim sarmalı içinde yaşarlar.
İletişim hayli karmaşık, dinamik, kültürel/toplumsal ama aynı zamanda da küresel boyutları
olan olgular ve olaylar bütünüdür. Eş deyişle, iletişim hem bir olgu hem de insanların edimleri
veya etkinlikleridir. Bilimsel çalışmaların ve farklı sosyal bilim dallarının iletişim konusuna olan
ilgisi son yıllarda bir artış göstermektedir. Gelişen teknolojiyle birlikte de insanların daha yoğun
bir iletişim ağı içine çekildiği görülmektedir. Bununla birlikte, iletişimi sadece gelişen
teknolojinin bir sonucu ve ilerleyen zaman dilimiyle insanların genişleyen edimleri olarak
açıklamak da yanıltıcıdır. Çünkü iletişim olgusu insan varlığının yaşamında her zaman kaçınılmaz
şekilde varlığını sürdürmüş; değişik coğrafyalarda, farklı toplum örgütlenmesi, mevcut teknolojik
olanaklar gibi farklı ekonomi-politik ve toplumsal koşulları nedeniyle farklı şekillerde insan
yaşamında varlığını sürdürmüştür.
edilir. Böylesi bir kavrayıştan hareketle yapılmış birkaç iletişim tanımına bakmak gerekirse:
“İletişim bilginin fikirlerin, duyguların, becerilerin vb.nin simgeler kullanılarak iletilmesidir”
Belli bir coğrafyada ve belirli
“İletişim mesajlar aracılığıyla gerçekleştirilen toplumsal etkileşimdir.” bir zaman diliminde bir grup,
“İletişim katılanların bilgi yaratıp, karşılıklı bir anlamaya ulaşmak amacıyla bu bilgiyi topluluk veya toplumda
birbirleriyle paylaştıkları bir süreçtir” (Mutlu, 1995: 168). insanlar arasında duygu,
düşünce, bilgi, deneyimlerin
İletişimle ilgili tanımları artırmak mümkündür ancak zaman, mekan ve niyet gibi soruları aktarım ve paylaşılma
içeren bir tanım vermek gerekirse: “Belli bir coğrafyada ve belirli bir zaman diliminde bir sürecine iletişim denir.
grup, topluluk veya toplumda insanlar arasında duygu, düşünce, bilgi ve deneyimlerin paylaşılma
sürecine iletişim denir.” şeklinde tanımlamak da mümkündür.
Kaynak
Kaynak: Bir iletişim
Kaynak iletişimi başlatan taraftır. Bir duygu, düşünce, haber veya enformasyonu anlaşılır etkinliğinde konuşan, yazan,
şekilde dışa vuran veya dile getiren taraftır. Bireylerarası iletişim sözkonu- su olduğunda bir hareket yapan veya anlamı
kaynak bir insandır; kitle iletişiminde ise medya kuruluşları aldığımız çok çeşitli iletilerin kodlayan bir birey ya da bir
reklam politikası formüle eden
kaynağıdır. Bir TV kanalı veya radyo istasyonu kaynak olabilir. Kimi durumlarda da kaynak bir gruptur.
bir siyasi parti, sivil toplum kuruluşu veya ulus-
6 iletişim Sosyolojisi
lararası örgütlü bir topluluk da olabilir. İletişim Sözlüğü’nde kaynak şöyle tanımlanır: “Bir
iletişim etkinliğinde kaynağı konuşan, yazan ya da bir hareket yapan bir birey ya da bir reklam
politikası formüle eden bir grup ya da bir sorunu çözen bir bilgisayar olabilir” (Mutlu, 1995: 205).
Farklı bir anlatımla kaynak algılama, seçme, düşünme, yorumlama süreçlerinde ürettiği
anlamlı iletileri simgeler aracılığı ile gönderen kişi ya da kişilerdir (Zıllıoğ- lu, 2009: 4). Bir şiirin
yazarı olan şair, bir romanı kaleme alan yazar, bir sinema filmini çeken yönetmen, ders yapmakta
olan bir öğretmen, torununa anılarını anlatan dede birer kaynak konumundadır. Bireylerarası
iletişimde kaynak ile hedef/alı- cı aynı mekânı paylaşırlar ve yüz yüze iletişim kurarlar. Kitle
iletişiminde ise kaynak profesyonel olarak örgütlenmiş uzman bir topluluktur ve hedef kitle uzak
ve farklı mekânlardadır. Kaynak alıcıları net olarak bilmez, ancak genel özelliklerine dair bilgi
sahibidir.
İleti/Mesaj
İletişim sürecinde duygu ve düşüncelerin paylaşılması için üretilen sözel, görsel ve görsel-işitsel
somut üretimlere ileti denir. İleti aynı zamanda üretilen ya da inşa edilen anlamlara verilen
Kaynak: Graeme
Burton (1995)
Görünenden
Fazlası, Çev. Nefin
Dinç İstanbul: Alan
Yayıncılık
isimlerdir. Her ileti alıcıya bir çeşit anlam nakleder. Bir baş sallama, bir el hareketi, yakaya takılan
bir rozet, seçilen bir parfüm, kullanılan bir sembol, bir şiirin dizeleri, bir şarkı sözü, takılan bir
takı veya giysi türü, yüzlerce sayfalık bir roman, beyazperdeden akan görüntülerin hepsi birer
iletidir. Bunların her birisi birer anlam üretim ve paylaşım çabalarıdır. İleti, içerik ve yapı olmak
üzere iki boyuta sahiptir İçerik, doğrudan kurulan anlamı veya iletilmek istenen mesajı ifade
ederken, yapı da anlamın kurulumunu sağlayan simge, gösterge ve kodlardan oluşan anlatım
şeklidir. Ne söylediğimiz iletinin içeriğini oluştururken nasıl söylediğimiz veya nasıl bir üslup
kullandığımız da yapı boyutudur. Ör
1. Ünite - iletişim Sosyolojisinde Tanımlar ve Kavramlar 7
neğin “tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” atasözü içerikten ziyade yapının veya üslubun önemine
dikkat çeker. Pekçok iletişim çatışması söylenenden daha çok söylenme üslubu veya iletinin
yapısından kaynaklanır.
İletişimin gerçekleşmesi için sözlü, sözsüz, görsel veya işitsel bir iletinin kurulması gerekir.
Bu ileti de alıcı veya hedefte de bir alımlama ve yorumlama süreci gerektirir; anlamın doğru
okunabilmesi/anlaşılması için hem kaynak hem de alıcı durumunda olan kişilerin sembollerin
anlamı üzerinde uzlaşmış olması, aynı kod sistemini paylaşması gerekir. Aynı kod sistemini
kullanan ve ortak referans çerçevesine sahip insanlar arasında ortak anlamların üretimi ve
paylaşımının daha kolay olacağı aşikârdır. Sadece Fransızca konuşan bir kadın ile sadece Türkçe
bilen bir başka kadının aynı kod sistemini paylaşmadıkları için birbirlerini anlamaları ve iletişim
kurmaları mümkün değildir. Kodlama: Bir mesajın,
iletişim kanalının
Alıcı/Hedef özelliklerine uygun olacak
Alıcı, iletişim sürecinde kaynağın karşısına yer alan ve iletilen mesajların ulaşması amaçlanan şekilde, bir simgeleştirme
sistemi aracılığıyla fiziksel
kişi veya gruptur. Alıcı veya hedef, kaynaktan aldığı iletileri alıp yorumlar ve yine kaynağa olarak iletilebilecek veya
sözlü veya sözsüz geri bildirim de bulunur. Kodlama Alıcı, kaynağa geribildirimde taşınabilecek duruma
çevirme.
bulunduğunda iletişimin süreç olma özelliği tamamlanmış olur. Bireylerarası iletişimde
Kod Açımı: Mesajların
geribildirim hemen ve dolaysız olurken kitle iletişiminde geri bildirim dolaylı ve gecikmelidir doğasını yorumlama,
örneğin okur yorumları. Kitle iletişiminde her zaman geri bildirim yapılmayabilir. çözümleme ve anlama
süreci. (Mutlu;1995:218-
219)
Kanal
Bir sinyal taşıyan herhangi bir fiziksel araç (Mutlu, 1995: 198) veya iletiyi aktaran fiziksel
ortamdır (Zıllıoğlu, 2009: 8). Kanal iletişim olaylarında daha çok teknik boyutu ilgilendiren bir
öğedir. Örneğin radyo dalgaları, ses telleri, sinir sistemi, ses dalgaları vb. birer kanal işlevi
görmektedir.
Araç
İletişim araçları, iletileri kanal boyunca aktarılabilir işaretlere dönüştüren fizik veya teknik
araçlardır. Örneğin sesin iletimini sağlayan cep telefonları, düşüncelerin geniş insan toplulukları
tarafından okunmasını sağlayan kitap, görüntü ve ses kanallarıyla televizyon, bir fotoğraf, radyo
vb
İletişimi bir anlam üretimi ve paylaşımı olarak tanımlamak, iletişim sürecinin her
bir öğesi (kaynak, alıcı, ileti vb) arasında bir ilişki/etkileşim olduğunu ve bu ilişkinin irdelenmesi
gerektiği anlamına gelir. Daha çok kâğıt üzerindeki işaretler veya havadaki sesleri bir ileti haline
getiren şeyin ne olduğu irdelenir. Eş deyişle anlamın nasıl kurulduğu ve
okunduğu/yorumlandığını toplumsal ve kültürel bağlamı içerisinde değerlendirmedir. Zihinsel
emek sarf ederler. İkinci okul da diyebileceğimiz bu yaklaşım, iletişimi anlamların üretimi ve
değişimi olarak görür. Anlamların üretilmesinde iletilerin ya da metinlerin insanlarla nasıl
etkileşime geçtiğiyle ilgilenir. Gerçekte metinlerin kültürün içindeki rolüne bakar. Anlam üretme
pratiğiyle daha çok ilgilenir; iletişim ediminde veya anlamların paylaşım sürecinde or
8 iletişim Sosyolojisi
taya çıkan yanlış anlama ve çatışmaları iletişim başarısızlığının mutlak kanıtı olarak görmez.
Gönderici ile alıcı arasındaki kültürel farklılıklara daha fazla önem verir; anlaşamama durumunu
da farklılıkla açıklar. Bu okul içerisinde, iletişim araştırması metin ve kültür eksenli olarak
irdelenir (Fiske, 1996: 16). Bu okulun kavrayışından hareketle yapılmış birkaç iletişim tanımına
bakalım:
“İletişim anlam arama çabasıdır; insanın başlattığı kendisini çevresinde yönlendirecek ve
değişen gereksinimlerini karşılayacak şekilde uyarıları ayırt etme ve örgütlemeye çalıştığı yaratıcı
bir edimdir.”
“İletişim insanların kollektif olarak toplumsal gerçekliği yaratıp düzenledikleri bir süreçtir”
(Mutlu, 1995: 168).
Kâinattaki canlılar arasında iletişim kurma yetisine sahip yegâne varlık insan değildir.
Örneğin arılar, karıncalar ve yunuslar arasında bir iletişim dizgesi olduğu, yiyecek stoğu yapmada
kollektif bir çalışma gerçekleştirdikleri bilinmektedir. Bununla birlikte sadece insan varlığı, simge
(sembol) yaratma yetisine sahiptir ve insanın geliştirmiş olduğu en gelişkin sembol sistemi de
dildir. Bu özelliği ile de sadece başkalarına duygularını ifade etme değil, düşünce ve bilgilerini
de biriktirip aktarma dolayısıyla kültür üretme olanağına (Zıllıoğlu, 1996: 6) kavuşmuştur.
İletişim aracılığıyla toplumsal alanda çok çeşitli ilişkiler, gerçeklikler, anlamlar ve kimlikler
üretilmektedir. İletişim basitçe bir aktarım süreci olamayacak kadar kurucu bir eylemdir: İletişim
her iki paradigmadan da daha geniş bir kavrayışla ve felsefi bakışla “bir yönelme hareketidir”.
İnsanları birbirine ve maddi dünyaya (yani nesne dünyasına) bağlayan bir yönelme hareketidir.
İnsan hem içinde bulunduğu çevreye hem de başka insanlara yönelerek kendi varlığına
yeryüzünde bir yer açar. O an ve orada bulunduğunu, bu yönelme hareketiyle diğer insanlara ve
doğal çevreye doğrulatır. “X kişisi şimdi burada” cümlesinde ifade edilen X bireyinin yeryüzünde
varoluşu kanıtlanmış ve onaylanmış olur. Ne var ki insan için kendi varlığının onaylanması yeterli
değildir. Varoluşunun bilincini de edinmeye gereksinim duyar: “Ben kimim? Neyim? Hayatın
anlamı nedir? Bütün bu mücadeleler ve çabalamalar ne için?” gibi açık veya örtük soruların
yanıtlarını iletişim edimleri aracılığıyla bulmaya çalışır. Kısacası, iletişim insanın varlığını
sürdürme biçiminin bizatihi kendisidir. Aynı zamanda varlığını sürdürürken gerçekleştirdiği
bütün etkinliklerinin de bir ürünüdür. Eşdeyişle, iletişim bir taraftan insan varlığının varoluşunu
olanaklı kılar diğer taraftan ise bu varoluşa dayalı olarak bir ürün veya sonuç gibi belirir (Dursun
ve Becerikli, 2008: 15).
tulmasının “sus” anlamını taşıması, alyansın evliliği temsil etmesi gibi. Göstergelerin nedensiz
bir doğası vardır. Uzlaşımlar olmaksızın anlam kazanamazlar veya tümüyle yanlış kod açımına
maruz kalırlar (Fiske, 1996: 80).
Pierce göstergeleri üçe ayırmaktadır: Görüntüsel gösterge, belirtisel gösterge ve simge.
Görüntüsel gösterge, temsil ettiği nesnesine doğrudan benzerlik taşır ve onu canlandırır. Bu
Saussure’un kuramında gösterge önemli bir yere
Ferdinand de
sahiptir. Gösterge kendinden başka bir şeyi
Saussure’ün
imleyen, onun yerini alabilen veya onu düşündüren
Kuramında
şeylerdir. Göstergelerin, gösteren ve gösterilen
Gösteren Gösterge
> olmak üzere iki öğesi vardır. Gösteren,
Gösterge [ göstergenin algılanan kısmıdır, örneğin söz-
Gösterilen cüklerin sesle işitilen kısmı. Gösterilen ise göste-
renden hareketle zihinde kurulan imge veya
anlamdır.Gösteren ile gösterilen bir kağıdın ön ve
arka yüzü gibidir. Birbirinden ayrılamaz.
benzerlik ise çoğu zaman şüpheye yer bırakmayacak şekilde nesnesini anlaşılır yapar. Örneğin
haritalar, heykeller, fotoğraflar, maketler, geometrik çizimler.
Belirtisel gösterge ise nesnesiyle doğrudan ve varoluşsal bağı olan göstergelerdir. Nesnesiyle
bir ilişkisi olmadığında göstergede ortadan kalkar. Örneğin duman olduğu bir yerde ateş
olduğunun rahatlıkla bilinmesi; yağmur bulutlarının olası yağışı işaret etmesi.
Simge, bir şeyi temsil eden
Simge, bir şeyi temsil eden ama onunla doğal bir ilişkisi olmayan bir semboldür. ama onunla doğal bir ilişkisi
Dolayısıyla onun nesnesiyle bağlantısı yalnızca toplumsal uzlaşma sonucu kurulan bir olmayan bir semboldür. Eğer
yorumlayan olmasa kendisini
göstergedir. Bir simge dinamik nesnesi tarafından, yalnızca yorumlanacağı yönde, anlamda gösterge yapan özelliği
bulunan bir göstergedir. Doğal dillerdeki bir sözcük, belirttiği şey yalnızca bu anlama yitirecek olan bir göstergedir.
geldiğinde anlaşılması mümkündür. Örneğin “terazi” figürünün “adaleti”n simgesi olması gibi.
Saussure buna nedensiz gösterge demektedir; çünkü simge ilettiği şeye doğal bir bağıntıyla değil
de kurgusal bir bağıntıyla ifade etmesi bakımından rastlantısal ve keyfi bir özellik gösterir (Rifat,
1998: 117). Sözcükler de simgeleştirdikleri anlamla doğrudan ve nedensellik ilişkisi içinde ol-
mayan simgelerdir.
Insanlar toplumsal yaşam içerisinde duygu, düşünce, haber veya enformasyon paylaşım veya
öğrenme arzularını gidermek, iletişim kurabilmek için simgele- ri/göstergeleri kullanırlar. Bir
insanın kurduğu anlamın başkaları tarafından anlaşılır olması ancak ortak sembol sistemine sahip
olunması, onların da dağarcığında aynı anlamların bulunmasıyla mümkündür. Ortak
simge/gösterge evrenine sahip olunmadığında bir anlam paylaşımı da mümkün olmayacaktır.
İngilizce’den başka bir dil bilmeyen bir kadın veya erkek ile Türkçe’den başka bir dil bilmeyen
bir başka kadın veya erkek arasında anlaşılır ve paylaşıma dayalı diyalogun geçmesi hayli zordur.
Gösterge ve simgeler aracılığıyla ortak anlam üretimi ve paylaşımı için bir toplumsal uzlaşıya
ihtiyaç vardır; göstergeler ister belirtisel isterse de görüntüsel olsun onları kullananların doğru
anlaması için bir toplumsal uzlaşı zorunludur. Göstergeler uzayda tek başlarına asılı değildir ve
tek başlarına da anlam üretmezler. Anlam üretimi için kod adı verilen, bir kültürün veya toplumun
üyelerince ortak ola
10 iletişim Sosyolojisi
rak kullanılan bir anlam sisteminin olması gereklidir. Kod bir göstergenin/simge- nin toplumsal
yaşam içinde uygun kullanımını gösterir. Göstergeleri/simgeleri ve bunların hangi bağlamda nasıl
kullanılacağını belirleyen kuralları ve uzlaşımları içerir (Zıllıoğlu, 2009:7).
Kod: Uzlaşımsal şekilde
göstergelerin nasıl Kodlar göstergelerin kendi gelenekleriyle nasıl bir arada tutulduklarını, nasıl
kullanılması gerektiğini kullanıldıklarını, nasıl anlaşılacaklarını açıklayan ve yazılı olmayan tanımlamalardır. Tüm
anlatan kurallar bütünüdür ve
yazılı değildir. gösterge ve kodlar gelenekler adı verilen kurallar aracılığıyla bir arada tutulur (Burton, 1995:
41-43). Bu kurallar toplumsallaşma sürecinde öğrenilir ve insan varlığı için dili öğrenmeye
başlamak toplumun kurallarını da öğrenmeye başlamaktır. Cenazeye giderken siyah giysiler
uygun bir bağlamdır ancak her toplum için siyah yas rengi değildir. Dolayısıyla uygun kullanım
ve uygun bağlam toplumdan topluma, kültürden kültüre farklılık da gösterebilir.
Saussure göstergelerin kodlar içinde iki şekilde düzenlendiğini belirtir (Fiske, 1996: 82-85):
Bunlar paradigmalar ve dizimlerdir. Bir paradigma bir dizge yani bir yapıdır. Seçim bu dizge
içerisinden yapılır ve bir dizgeden tek bir öğe seçilir. Örneğin sözcüklerin hepsini aynı anda
kullanmayız, konuşurken veya yazarken bir sıralama yaparız. Alfabenin kendisi basit bir
paradigma için örnek verilebilir. Harfler yazılı dilin paradigmasını oluştururlar. Paradigmanın iki
temel özelliği vardır:
1. Bir paradigmanın tüm özelliklerine sahip olmaları gerekir, yani o paradigma aidiyeti
belirleyen nitelikleri paylaşmak durumundadır. Türkçe’nin 29 harften oluşan bir alfabesi
vardır; bu bir paradigmadır. % veya & işareti bu paradigmanın içinde yer almaz, çünkü
bu işaretler harflerden farklı bir özelliğe sahiptirler.
2. Paradigmadaki her birimin, diğer birimlerden kolaylıkla ayırt edilmesi gerekir. Bir
paradigmadaki göstergelerin arasındaki farkı, onların gösterenleri ve gösterilenleri
açısından söylenebilmesi gerekir. Bir göstereni diğerinden ayırt etmeye yarayan
özelliklere o gösterenin ayırt edici özelliği denir.
Paradigmadan seçim yapılarak dizim oluşturulur. Bir paradigmada seçilen bir birim normalde
diğer birimlerle bitişiktir. Türkçe alfabede 29 harf vardır ve bir sözcük yapmak için tek tek harfler
seçilir ve bir sözcük yani bir dizim oluşturulur. Cümle ise sözcüklerin seçiminden oluşan bir
dizimdir.
İnsanların giyim-kuşam tarzı da o kişilere ilişkin bilgi veren göstergelerdendir. Paradigma ve
dizim kavramlarıyla baktığımızda pek çok giysi vardır ve bunlar bir paradigmayı oluşturur.
Bunlar içerisinden bireysel giysi seçimi, kişinin tarzı bir dizimi oluşturur. Saussure’ün anlamın
kurulabilmesi için bir göstergenin bir başka gösterge ile (çağrışımsal) ilişkisine işaret edişini
anımsayarak ilerlersek insanlar arasındaki giyim-kuşam farklılıkları onların tarzlarının farklılığını
da ifade etmektedir. Canlı ve pastel renk seçimi; şapka, eldiven, fular vb. aksesuar kullanımı veya
kullanılmaması hep bir farklılığı vurgulamaktadır.
Bir başka Fransız düşünür olan R. Barthes ise göstergenin nasıl işlediğiyle değil anlamın
toplumsal olarak nasıl üretildiğiyle ilgilenmektedir. Çünkü anlam yapısalcılıkla birlikte metnin
içinde verili olarak bulunan ve statik/değişmez bir yapı olarak kabul edilmemektedir. Anlam
okur/izleyici/dinleyici ile metin arasındaki etkileşimle kurulmaktadır; okur ile metin arasında
dinamik bir süreç yaşanmaktadır. Yazar veya anlamı üreten açısından da anlamı zapt etmek diye
bir şey yoktur; okur aynı eserden farklı farklı anlamlar/yorumlar üretebilir.
1. Ünite - iletişim Sosyolojisinde Tanımlar ve Kavramlar 11
Mit
Barthes, göstergelerin ikinci düzeyde işleyişine ilişkin olarak üç yoldan İkincisinin mit olduğunu
belirtir. Düşünür mit kavramını “bir kültürün, gerçekliğin ya da doğanın bazı görünümlerini
açıklaması veya anlamasını sağlayan bir öykü’’ olarak tanımlar. İlkel mitler yaşam ve ölüm, insan
ve tanrılar, iyi ve kötü hakkındadır. Modern dönemlerin mitleri ise erillik ve dişilik yani kadın ve
erkek kimliği, aile, başarı, kariyer, statü vb. üzerinedir. Barthes’e göre, bir mitler herhangi bir şey
üzerine düşünme, onu kavramsallaştırma veya anlamanın kültürel yoludur. Sözlü kültür
döneminde öykülerinin işlevini modern çağlarda mitler almıştır (Fiske, 1996: 118).
Öyküler, sözlü kültürlerin can damarı, masalcı ise kabile veya topluluğun kalbidir. Masalcı,
öykülerin bütün sistem boyunca dolaşmasını sağlar. Anlattığı öykü
12 iletişim Sosyolojisi
ler ise tesadüfen veya üzerinde fazla düşünülmeden rastgele yapılandırılmış öyküler değildir.
Sözkonusu anlatılar, insanların beklediği, duymak istediği ve ana hat- larıyla da zaten bildiği
öykülerdir. Öyküler insanlara kim olduklarını bir kez daha anlatır; inandıkları şeyleri bir kez daha
hatırlatır. Bu öyküler topluluk üyelerine içinde yaşadıkları gerçekliğin ne olduğuna değin
açıklamalar getirirken topluluk üyelerini birbirlerine de bağlar. Masalcının anlattığı öyküler tarih,
gerçek, kahramanlık, din, felsefe, ahlak, sevgi gibi pek çok şeyi içermekte ve topluluk üyeleri için
bu meselelerin karmaşıklığını açıklığa kavuşturur. Bu öyküleri anlatan lider - çoğuna erkek ve
yaşlıdır- ayrıcalıklı konumuna yıllarca edindiği deneyimler sonucunda kavuşmuştur. Herkes
adına konuşmaya, herkesin “sözcüsü” olmaya hak kazanmıştır (Sanders, 2010: 15). Öykü
anlatıcısı herkes adına öyküler anlatırken gerçekte yaptığı da söz aracılığıyla “hakikatin yaratıcısı,
kurucusu ve üreticisidir” (El- lul, 1998:40). Dışsal dünyayı anlama ve tanıma çabasında olan insan
için öyküler, dünyanın karmaşasını basite indirger ve anlaşılır kılar.
Barthes, mitlerin ana işlevinin tarihi doğallaştırmak olduğunu öne sürer. Bu işlev mitlerin
aslında belirli tarihsel dönemlerde egemen olmayı başarmış toplumsal sınıfın ürünü oldukları ve
onların çıkarlarına hizmet ettiklerini işaret eder. Mitlerin taşıdıkları anlamlar bu tarihi de
beraberinde taşırlar, ancak mit olarak işleyebilmeleri için yaydıkları anlamların tarihsel veya
toplumsal değil doğal olduklarını vurgulamaları gerekir. Mitler kendi kökenlerini ve dolayısıyla
siyasal v toplumsal boyutlarını gizlemeyi başarırlar (Fiske, 1996: 119). Örneğin annelik rolü
toplumsal olarak yapılandırılmasına karşın kadının doğal olarak sahip olduğu, verili bir özellikmiş
gibi anlatılır. Kadının daha evcimen olduğu dolayısıyla kadının kamusal alanda olması gerekenin
kadın değil erkek olduğu belirtilir. Oysa kadının özel alana ev içi hizmetlere, erkeğin de kamusal
alana ve profesyonel iş alanlarına yönelmesi kapitalizmin burjuva erkeğine hizmet eden bir
yaklaşımdır. Ancak buradaki roller ve cinsiyetçi iş bölümü o kadar doğal bir görünüme
bürünmüştür ki sözko- nusu kimlikler ve roller sorgulanmaya gerek duyulmadan kabullenilir.
İletişim, insanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünü ve insanın varlık sürdürme
biçimindeki gelişmelere ve dönüşmelere bağlı olarak bizatihi kendi yapısı da değişi-
me/dönüşüme uğrayan, insana özgü bir olgu (Oskay, 1992:7) ve insan hareketle- ri/eylemleridir.
Kâinattaki tüm canlılar gibi insanlar da fizik evrenin içinde yaşamlarını sürdürürler fakat insan
diğer canlı türlerinden farklı olarak doğa ile mücadele eden ve bunun sonucu olarak da kültür
üretimini gerçekleştiren bir varlıktır. Örneğin örümceğin ağını yüzyıllardır aynı tarzda örmesi;
arıların altıgen bal peteğini yüzyıllardır kusursuz şekilde yapabilmesi bir kültür üretiminin sonucu
değil; tümüyle içgüdüsel olarak gerçekleştirilen davranışlarının bir sonucudur. Oysa insan
mağarada yaşamaktan gökdelenler yapmaya; denizaltılardan uzaya seyahate, ateş yakabilmeden
dünyanın her yerinden canlı ve görüntülü olarak 24 saat haber ve enformasyon aktarabilme bilgi
ve becerisine ulaşmıştır.
Konuşma edimini bile tam gerçekleştiremediği ancak mağara duvarlarına resim yaparak
kendini ve yaşadığı dünyayı anlamlandırma çabasından herhangi bir cafe-
1. Ünite - iletişim Sosyolojisinde Tanımlar ve Kavramlar 13
de, ofiste, okulda veya her yerde cebinde taşıyabileceği büyüklükte bir bilgisayarla tüm dünyayla
bağını kesmeden yaşayabilen bir canlı varlık olma noktasına gelmiştir. Her akşam evinde
televizyon aracılığıyla yaşamı boyunca belki de hiç gidemeyeceği coğrafyalara seyahat etmekte;
ulusa sesleniş programlarında başbakanın gözünün içine bakarak yaptığı konuşmayı evine konuk
olmuş ve şahsına yapılmış gibi algılayarak onur duymakta, “gerçekleri izlediniz” diyen haber
bültenleriyle dünyada olan-bitenim bilgisine vakıf olma duygusunun hazzını yaşamaktadır.
Aristoteles insan için “zoon politikon” nitelemesini yapmaktadır. Çünkü, ona göre siyasal
sistemler, ortak yapılar ve gruplar halinde yaşayan sosyal hayvandır. Grup olarak yaşamak insanın
doğasında vardır. Davranış bilimlerinde yapılan çalışmalarda bu nitelendirmeyi doğrulamaktadır.
Grup oluşturma güdüsü insanın temel özelliklerinden kabul edilmekte; grup oluşturmaya yönelik
tutumlar ve eylemler, insanın temelinde mevcut davranış biçimleri olarak tanımlanmaktadır.
Gruplar halinde yaşama başka canlı türlerinde de görülse de Aristoteles’e göre insan, dil
kullanımıyla hayvanlardan ayrılmıştır ve dil yetisi de grup oluşturmada en asil araçtır. (Assmann,
2001:138-139).
rak öğrenme sürecini daha verimli ve çoğunlukla daha az tehlikeli hale getirir (Corbalis,
2003: 12).
Saussure (1998: 44) dil ile söz arasında ayrımı yapan ilk düşünürdür. Ona göre dil
toplumun tüm bireylerini kuşatan soyut bir sistemdir; toplumsal ve kültüreldir olarak
yapılandırılan bir sistemdir; söz ise konuşma ile ilişkilendirilebilir ve dilin bireysel
kullanımıdır. Bebeklere konuşmayı öğretmek insan eğitiminin önemli bir parçasıdır. Bu
öğretimde, çocuğa belirli sesleri ya da sözcükleri söyleyebilmesi ve bunlarla daha
önceden kararlaştırıldığı gibi, belirli nesne ve olaylar arasında bağlantı kurma yeteneği
verilir. Bu başarıldığında anne-baba, dil aracılığı ile çocuğa belirli koşullarda neler
yapması veya yapmaması gerektiğini de öğretmiş olur. Bununla birlikte dil sadece
ailelerin çocuklarına kendi deneyimlerini aktardıkları bir araç değildir. Dil, aynı dili
kullanan yeni seslerin telaffuzu ve bu sözcüklerin taşıdığı anlamlar konusunda uzlaşmaya
varmış insan topluluklarının üyeleri arasında söyleşi ve haberleşmeyi sağlar. Bu
üyelerden biri diğerine gördüklerini ve kendi yapıp-etmelerini anlatır. Kendi
deneyimlerini ve hissettiklerini başkalarının deneyimleri, duygu ve düşünceleriyle
kıyaslayabilir. Böylelikle tüm grup üyelerinin deneyimleri bir araya toplanabilir. Anne-
babaların çocuklarına aktardıkları kişisel deneyimleri değil, bunun grup üyelerinde
gerçekleştirilen daha geniş ve yaygın bir biçimidir. Yani grubun işbirliği deneyimidir
(Childe, 1988: 28-29). Dolayısıyla bir toplum içinde bireysel değerler, normlar ve
gelenekler dil aracılığı ile toplumsallaşırlar ve yeni kuşaklara aktarılır.
Toplumumuzda ataerkil söyleme dair atasözlerimize ve deyimlerimize örnek verip bunların işlevlerini
değerlendirin.
Dilin Gelişimi
Dilin nasıl ve nerede ortaya çıktığına ilişkin farklı görüşler öne sürülmektedir. Zıl- lıoğlu
(1996: 123-126) bu görüşleri şöyle özetlemektedir: Bir görüşe göre sözcükler ile dile
getirdiği nesnesi arasında bir özdeşlik olabileceği varsayımı kabul edilmiştir. Bu nedenle
de sözcüğün anlamının toplumsal bir uzlaşıya bağlı olarak değil, doğal bir ilişkiselliğe
sahip olduğunu öne sürerler. Bu nedenle de dilin doğadaki seslere öykünme ve onların
taklidinden doğduğu ancak süreç içerisinde orijinal söylenişinin değiştiği ve unutulduğu
kabul edilmektedir. Örneğin (şırıl şırıl) su sesi, hav-hav köpek sesi. Bu görüş Sokrat ve
Platon tarafından eleştirilerek reddedilse de uzun süre taraftar da bulmuştur.
Sofistler de dili bir sistem olarak ele almışlar; dilbilimsel ve dilbilgisel konularla
ilgilenmişlerdir. Dilin gündelik toplumsal yaşamda ve siyasal hayatta nasıl kullanılması
gerektiği konusunda kafa yormuşlardır. Onlara göre, dil kuramının asıl işlevi
konuşma/söylev sanatının geliştirilmesidir. Çünkü sözcükler nesnelerin doğasını dile
getirmek ve onları betimlemek için değil, insanlar da belirli duyguları uyandırmak ve
onları belli eylemlere yönlendirmek için kullanılmalıdır.
Eski Yunan düşünürlerinden Demokritos ise dilin insanın duygusal dünyasındaki belli
seslerden kaynaklandığını öne süren ilk düşünürdür. Bu görüşe göre dilin ortaya çıkıp
gelişimi insan duygularının bilinçsiz anlatımları ve ünlemlerine dayanmaktadır. 19.
YY’da Darwin’in geliştirdiği Evrim Kuramı bu düşünceyi savunanlara bilimsel zemim
oluşturmuştur. Darwin, canlı varlıklar tarafından dile getirilen seslerin biyolojik
gereksinimlerin dışa vurumu olduğunu ve belli biyolojik kurallara bağlı olduğunu
göstermiştir. Ne var ki Darwin’in kuramı da dilin gelişimine
1. Ünite - iletişim Sosyolojisinde Tanımlar ve Kavramlar 15
değin önemli bir açıklama getirse de hayvanlarda da olan duygusal dil kısmına bir
değerlendirme yapamamaktadır. Bazı düşünürler çığlıktan konuşmaya geçişi değişimle
açıklarken bazıları da konuşmaya geçişi dışlaştırma yani öznelden nesnele geçişle
gerçekleştiğini öne sürmektedir.
Burada genel olarak aktarmaya çalıştığımız dilin gelişimine değin kuramlar tam Dil en temel konuşma ve
düşünme aracıdır. Dışsal
olarak konuşmaya geçişi ve asal nedenini açıklamakta zorlanmaktadır. Ancak insan dünyayı algılamayı,
varlığı için yaşadığı grup veya toplulukla birlikte vahşi doğa ortamında kendi yaşamını yorumlamayı, bilgiye erişimi ve
paylaşımı sağlayan temel
fizik çevrenin tehlikelerinden korumak ve kendi yaşantısını daha da gelişkin kılma etkendir. Gerçeğin
mücadelesinde dilin gelişimi önemli bir kilometre taşı olarak karşımıza çıkmaktadır. Dilin örgütlenmesi; görme ve temas
alanının dışında olmasına
sözcükler düzeyine indirgeyerek anlamaya çalışmak yeterli olmamakta; dilin tümünü rağmen hayal kurma tümüyle
simgelerden oluşmuş bir sistem olarak düşünmek, simge veya sembol üretim sürecinin dilin olanaklarıyla mümkündür.
bütününü düşünmek daha aydınlatıcı olmaktadır. Dil yalnızca uyumlu sesler ve bunların Dil bir soyutlamadır, bir
modeldir. insan böylesi bir
yazılı yansımalarıyla sınırlı değildir. Bu eyleme el-kol hareketleri ile resim yazısı da sisteme sahip olduğu için
dâhildir; ancak hem el-kol hareketleri hem de resim yazısı konuşma dili kadar ufuk açıcı toplu bir yaşam düzeni inşa
edebilmektedir.
olmamıştır.
Yalnızca insana özgü olan “soyut düşünme” yeteneği de çoğuna dile bağlıdır. Bir şeye
bir ad vermek de bir soyutlamadır. Örneğin bir çiçek türüne gül diye isim vermek ve her
defasında gül kavramını ifade etmek onun çam, sarmaşık, masa sandalye vb. olmadığını
insan zihinde tıpkı Saussure’un işaret ettiği gibi diğer bitkiler veya nesnelerden
farklılığıyla bir anlam kazanır, gül sözcüğünün nesnesiyle
bağı kurulur. Bu tarz birleştirmeler kuşkusuz sözcükler de yani nesnelerin yerine geçen
sesler olmadan da yapılabilir. Sözcüklerin yerini görsel düşler (ya da akılda çizilen
resimler) alabilir. İcat yapan insanların düşün dünyalarında bu tür düşler büyük yer
tutmuştur. Tarih öncesi çağlarda insanın görsel düşler daha az önem taşımıştır. Düşünme
de bir eylemdir ve pek çok kişi için akılda çizilebilen resimler, gerçekten düşlenen şeyin
resmini çizmek veya modelini yapmakla sınırlıdır (ehilde, 1988: 30-3D. İnsanlar resim
yapıncaya kadar epey uzun süreler geçmiştir; daha karmaşık düşlerinin dışa vurumu için
de konuşma dili kaçınılmaz olmuştur.
Yazının bulunuşundan önce, bilginin aktarılabileceği tek kanal vardır: İnsan hafızasından DİKKA
T
destek alan söz. Bu dönemi en iyi simgeleyen olay maraton koşucusunun öyküsüdür: İ.Ö. 490
yılında, Yunanlıların Perslere karşı kazandıkları zaferden sonra haberci, Atina'ya kadar
koşar, orada ülkesinin zaferini bir nefeste anlattıktan sonra bitkinlikten ölür. Taşıdığı haberle
bütünleşmiş gibidir ve onu içinde attıktan sonra, sanki simgesel olarak yok olmaktadır.
K İ T A
P
luluk halinde yaşama ve süreç içerisinde de toplum yaşamına evrilmekte buldukları anlamına da
gelmektedir (Tüfekçioğlu, 1997: 84). Parsons’ın toplum tanımı takip edilerek söyledikte, insanlar
“uzun vadeli varolamanın temel fonksiyonel gereklerini kendi kaynaklarından alan bir toplumsal
sistem” geliştirerek doğada kendi varoluşlarını gerçekleştirir.
Günümüz toplumlarında ulaşılan gelişkin işbölümü ve örgütlenme tarzı, insan varlığının uzun
tarihsel serüveninin unutulmasına, bu modern örgütleniş tarzının hep varmış veya verili bir
yapılanmaymış gibi algılanmasına yol açar. Oysa tarih öncesi çağlar da doğa tarihinin ve uygarlık
tarihini bir parçası, insanın organik evrimi ile kültürel evrimi arasında doğrudan bir bağ vardır.
Doğa tarihi, her biri yaşamak için daha elverişli, besin ve barınak bulmakta daha güçlü ve bu
nedenle çoğalabilen yeni türlerin olagelişini izler. İnsan tarihi insanın kendi türünü güçlendiren
ve çoğaltan ve böylece iklim/doğa şartlarına uyumunu ve gücünü sağlamlaştıran yeni endüstrileri
ve ekonomik düzenleri yaratışının öyküsüdür (Childe, 1988: 20). Bugünden bakıldığında pek
önemli görülmeyen ancak arkeologların çağları bölmede kullandıkları taş kullanımı, demir ve
bronz gibi metallerin araç gereç yapımında kullanımı XVIII. Yüzyılda oluşan Endüstri
Devrimi’yle aynı öneme sahip birer önemli insanlık adımı ve gelişmedir.
Kongar (1995: 90) Childe’dan hareketle şu tespiti yapmaktadır: Tarihçilerin ilerleme
kavramından anladıklarıyla zoologların evrim tanımlayışı benzer bir anlama sahiptir. Organik
evrim ile kültürel evrim arasında önemli benzerlikler vardır. Kültürel ilerleme, hücrelerle ve
kalıtım yoluyla geçmediği için organik evrimden ayrılır. Kültür ve geleneklerdeki değişmeler,
bilinçli kişiler tarafından hızlandırılabilir veya yavaşlatılabilir.
İnsan evrim çizgisinde ilerledikçe hayatta kalma şansı artar. Çünkü araç ve gereç
geliştirmekte ve bunları doğaya karşı kullanmayı öğrenmektedir. İnsan evrimindeki nitelikler,
sonradan kazanılmış niteliklerdir. Bu niteliklerin sonradan kazanılmış olması onları kalıtım yolu
ile kazanılan evrimin niteliklerinden ayırmaktadır. Örneğin, eski dönemlerde dünyada egemen
olan soğuk hava Mamutların biyolojik evrim yoluyla soğuğa karşı derilerinin kalınlaşarak,
korunlarına yol açar. Oysa insan soğuk hava karşısında ısınabilmek için ateşi söndürmeden uzun
süre yakmayı ve kalın giysiler hazırlamayı öğrenmiştir. Hayvanlar değişen iklim koşullarına
biyolojik değişimle karşı koymaya çalışmakta, insan ise maddi kültürünü geliştirerek aynı çevreye
uyum sağlamaktadır. Dolayısıyla değişen hava koşullarında insanın hayatta kalma diğer canlı
varlıklara oranla çok daha yüksek olmaktadır (Kongar, 1995: 90).
Sorunlarını biyolojik kalıtım veya içgüdüleri aracılığıyla ve anında ilişkilerle çözememesi,
insanı beynini kullanmaya, doğa karşısında zorlandığı durumlarda başka ve dolaylı ilişkiler
geliştirmesinin ve bu ilişkiler içinde çözüm üretmesinin yolunu açar. Donanım eksikliği ve doğal
zaafiyetten kaynaklanan ve doğrudan ilişkinin dışında, dolaylı bir ilişki türü geliştirilmesi ile
gerçekleşen bu çözüm, insana diğer canlılar arasında çok önemli bir üstünlük kazandırdığı gibi
toplum yaşamına geçilmesinin de önünü açar. Doğa ile ilişki başlangıçta tek mümkün ilişki iken,
burada karşılaşılan sorunların kendiliğinden ve doğrudan ilişkilerle aşılamaması insanın
ilişkilerinde bir zenginleşmeye ve toplumsala evrilmesine yol açar, toplumsal alanda bir
çeşitliliğin kuruluşuna da destek olur. Artık insan-doğa ilişkisi ile sınırlı değildir ve bu ilişkilerle
sorunlar çözülmediği için insanlar arasında ve sonra da toplumlararası ilişkiler gündeme gelir.
İnsanlar arasında ilişki veya bireylerarası etkileşim insan-doğa ilişkisinden daha farklı özellikler
taşır; ilişkiye girilen insan, do
1. Ünite - iletişim Sosyolojisinde Tanımlar ve Kavramlar 17
ğa gibi pasif değildir. Bu yüzden de ilişkinin sağlıklı şekilde sürdürülebilmesi karşılıklı bir
etkileşimi veya anlaşabilme edimini zorunlu kılmakta; ortak bir paydaya sahip olabilmeyi
gerektirmektedir.
İnsanlararası ilişki toplum yaşamına iletişimin toplumsal temellerini de ortaya çıkarır. insan varlığının iletişime en
çok ihtiyaç duyduğu aşama
Öncelikle bu çözüm bireysel ilişkilerle gerçekleşmemekte, ancak toplu bir çabayı gerektirir. bireysellikten çıkıp, toplumsal
Sözkonusu örgütleniş aşamasında bir yapılanma ve iş bölümüdür. İletişimin toplumsal temeli yaşama entegre olması ile
başlar. Toplumdaki beraberlik
de bu noktaya dayanır. Toplum yaşamına geçilirken, ilişkilerin, çabaların örgütlenmesi ve iş bölümünü zorunlu kılar ve iş
belli bir amaca yöneltilmesi ancak sözkonusu çabalar veya mücadeleler esnasında kurulacak bölümündeki düzen iletişim
yoluyla sağlanır. Önce söz ve
iletişimle mümkündür. İletişim, toplum yaşamına geçiş aşamasında ilişkilerin örgütlenmesi sözlü anlatımla başlayan
ve belli bir amaca yönlendirilmesinde ortaya çıkan bir zorunluluk olarak kalmayacak, daha insanın iletişim serüveni, artı
sonra toplum içinde birliğin ve ahengin sağlanması da iletişim ile olanaklıdır. Birlik ve ürünü hesaplama ve ticari
ilişkiler kurma ihtiyacından
ahengin sağlanması sorunu yalnızca toplum üyeleri ile sınırlı değildir. Toplum yapısı gelişip yazılı belgelere; hızlı ve
karmaşıklaştıkça çeşitli ihtiyaçların doğurduğu değişik toplum kurumlan ortaya çıkar. Bu güvenilir haberleşme
talebinden küresel bir ağ
kurumlar arasındaki birlik ve ilişkileri düzenlemek ve toplumun sürekliliğini sağlamak için ortamında birleşme ve
bu defa örgütlü bir toplumsal kurum biçiminde somutlaşan iletişim sistemleri gündeme gelir ekonomik, politik, sosyal ve
kültürel etkileşimi tüm dünya
(Tüfekçioğlu, 1997: 87). Örneğin avcı toplayıcı ve tarıma geçişin ilk dönemlerinde ses ve çapında deneyimlemeye
konuşma temelli sözlü kültürün egemenliği vardır. Tarımla gelen artık ürünün hesabını tutma, evrilir.
topluluklar ve krallıklar arasında alış-veriş bir hesap sistemi ve yazılı belgeleri zorunlu kılar. Fe-
odalizmin geç dönemlerinde ise ticaretin denizaşırı ülkelerle yapılmaya başlamasıyla hızlı, ucuz
ve güvenilir haber ve bilgi gereksinimi matbaa ve telgraf gibi bir teknolojileri ve bir yazılı kültür
gelişimi başlatır. Matbaa ile aynı zamanda iletişim dizgesinin yapısı da değişecek artık kitle
iletişimi veya dolayımlı bir iletişim türü yaygınlaşmaya başlayacaktır.
Teknolojik Determinizm
Toplumsal örgütlenme ve kültürel yapının doğrudan iletişim teknolojilerinde değişime bağlı
olduğunu öne süren yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşım teknolojik determinizm olarak adlandırılır.
Bu görüşün öncü isimleri Kanadalı iletişimbilimci Harold Innis ve Marshall McLuhan’dır. Her
iki düşünürün de yapmaya çalıştığı uygarlık tarihindeki gelişmeleri ekonomi merkezli değil
iletişim teknolojileri eksenli analiz etmektir. Çünkü onlara göre, tarihin değişim dinamiğini
iletişim teknolojilerdeki yeni icatlar sağlamıştır. Örneğin Innis, Kanada’da demiryollarının kapi-
talist gelişmedeki yerini ilk çalışmasında iktisadi açıdan ele alırken daha sonra ki çalışmalarında
iletişim sistemi bağlamına yerleştirerek irdeler ve On Dokuzuncu yüzyıldaki hızlı dönüşümlerin
iletişim teknolojilerindeki yenilikler kaynaklı olduğunu öne sürer. Ona göre, İnsan kendi
teknolojisi ile varolmaktadır ve toplumsal örgütlenme tarzı ve kültürel değişmeler, iletişim
araçlarının birer fonksiyonu olarak görülmelidir.
Innis, sadece On Dokuzuncu yüzyıldaki değişimlerle ilgilenmez iletişim teknolojilerinin tüm
uygarlık tarihi boyunca işlevini ele alır ve imparatorluklarda görülen değişimlerinde kendi
dönemlerinde iletişim araçlarındaki yeniliklerle açıklar. İletişim araçlarının maddi biçiminin
(örneğin kil tablet veya kağıt) mevcut toplum veya devletin kendilerini coğrafi alanda yönetme
ve ideolojik olarak da yönetilenleri ikna etme kabiliyetiyle doğrudan ilgili olduğunu öne sürer.
İmparatorlukların tarihsel dönüşümü ve yıkılışını iletişim araçlarının maddi boyutuyla açıklar
(Erdoğan ve Alemdar, 2002: 166-167). Innis’in bir örneğinden hareketle açmaya çalışalım:
Paleolitik dönemde kullanılan kesikli kemikler, arkeologlar tarafından taşıdık
18 iletişim Sosyolojisi
ları her bir kesiğin akılda tutulması gereken bir adet nesneye karşılık geldiği çeteleler olarak
yorumlanır. Bu kemikler birer ay takvimi işlevi görmüş aletler olarak düşünülür, her bir kesik
çizgi ayın bir gece için görülmesini ilişkin bir kayıttır. Doğrusal işaretlemeler devamlı olarak
soyut ve somut varlıklarla ilişkili olarak tasarlanmıştır. Bu yüzden çentikler kendine özgü birer
amaca yönelik bilgilerin birikimini düzenleyen işaretlerdir.
Paleolitik dönemde bilinmeyen kil tabletlerin icadı önemli bir ilerlemedir. Çünkü onların
üzerine hesaptaşlarmm işlenmesiyle yeni bir hesap tutma formuna ulaşılmıştır. Buradaki
kavramsal sıçrama koni, küre veya disk gibi her bir hesaptaşı şeklinin belirli bir anlamla
ilişkilendirilmesidir. Çeteleler, bağlamları dışında anlamsız olsalar da sisteme dâhil olmuş
insanlar için her zaman anlaşılır, “kavramsal ifadelendir. Innis’e göre hesaptaşları, Paleotik ve
Mezolitik çağdan farklı olarak sayma işleminde kil gibi yeni bir malzeme kullanımıdır.
Taşınabilir formatta olması, tekrar tekrar düzenlenebilir bir yapıya sahip olmaları, yalnızca
niceliksel bilginin değil niteliksel bilgi de içermeleri nedeniyle tarım işleri ve ticari etkinliklere
genişleme olanağı sunmuş ve hesaplamada ticaret kapasitesini artırmıştır. Böylelikle Yakın Doğu
bölgesinde tarım ve ticari hayatta ciddi bir canlanma yaşanmış; bu bölgenin zengin ticari hayatı
her yere yayılan “Neolitik Devrim”in itici gücü olmuştur (Innis, 2007).
H. Innis’in takipçisi olan M. McLuhan iletişim teknolojilerini insanların duyuları üzerindeki
etkileri ekseninde ele alır. Ona göre her yeni iletişim teknolojisi farklı bir duyunun gelişimine etki
eder ve bireylerin duyularındaki farklı gelişmeler onların zihinsel algılama ve yaratma edimini de
değiştirir. Bireylerin algı yapısındaki dönüşümlerde kaçınılmaz olarak kültürel üretimi
etkilemekte ve toplumsal yapının değişimini sağlar. Farklı bir ifadeyle, toplumsal yapılanma ve
kültürel üretim bu farklı duyusal algıların gelişimi doğrultusunda şekillenir. McLuhan’a göre her
yeni buluş insanın bir uzantısıdır; sözlü kültürün egemen olduğu dönemlerde duyusal (kulak)
duyuya bağlı olarak yaşayan insan matbaanın bulunuşuyla da görsel alana kaymıştır (McLuhan,
2001).
McLuhan’ın vurgulamaya çalıştığı insanların konuşma ve eylem tarzları yeni iletişim
araçlarının içselleştirilmesiyle yakından ilgilidir. Ona göre duyular arasında dolayısıyla da kültür
alanındaki asıl dönüşüm Batılı toplumlarda matbaanın keşfiyle yaşanmıştır. Çünkü Batılı insan
artık göz dünyasına yani görselliğe yönelmiş, kulak dünyası veya sözlü kültürün bireyleri jest-
mimiklerle veya sözlü tepkilerle içine alan “sıcak” dünyasının yerine insanı bireyselleştiren ve
yalnız bırakan bir yazılı kültüre geçiş olmuştur.
McLuhan insanlık tarihini dört döneme ayırır. Bir dönemden diğerine geçiş iletişim
teknolojisindeki değişimden önemli oranda etkilenmiştir:
• Kabile Çağı
• Edebiyat Çağı
• Basım Çağı
• Elektronik Çağ
Kabile çağını değiştiren buluş fonetik (sescil) alfabenin bulunuşudur. İnsanların seslere aynı
anlamı yüklemesiyle işbölümü gelişir, yeni bir toplum yapısına geçilir. Alfabenin bulunmasıyla
da Edebiyat Çağı yani sözlü kültürün egemen olduğu bir toplumsal örgütlenmeye geçilir.
Gutenberg’in matbaayı keşfi ile de batılı toplumlarda basım çağı başlamış, kültürel yapı ise sözlü
kültürden önemli bir kopuşla yazılı kültüre evrilmiştir. (Altay, 2003).
Innis ve McLuhan’ın görüşleri yeni iletişim teknolojileriyle birlikte tekrar irde- lenmeye
başlamış; özellikle McLuhan’ın bireylerin duyularının aynı tarzda gelişerek dünyanın birbirine
benzer olacağı ve global bir köye evrilecegi görüşü tekrar tartışmaya açılmıştır. Bununla birlikte,
uygarlık tarihinin gelişim sürecinde insan varlığının kurucu rolünün teknoloji yanında göz ardı
edilmesi kuramın zayıf kalan yönü olarak eleştirilir.
Toplum, önüne çıkan yeni sorunları kendi bünyesinde yeni düzenlemeler yaparak, örgütlenme
biçimini bu koşullara uydurarak aşmaya çalışır ve bu süreçte de kendisi de diyalektik bir süreç
yaşar, değişir ve dönüşür. Bu da toplumların ilerlemesini sağlayan en temel dinamik olarak
1. Ünite - iletişim Sosyolojisinde Tanımlar ve Kavramlar 19
karşımıza çıkar. Aksi halde, toplum biçiminde örgütlenmek bazı sorunları çözmekle birlikte daha
üst düzeyde, yeni ve başka sorunlar getirmeseydi bütün toplumların ilk biçimiyle hiç değişmeden
günümüze kadar gelmeleri gerekirdi. İletişim ile toplum bağlantısının ikinci yönü işte tam bu
noktada ortaya çıkmaktadır. Doğa karşısındaki ilk sorunlar dışındaki sorunların ve geliştirilen
bütün çözümlerin kaynağında insanların kendiliğinden geliştirdiği, anında ilişkilerin
bulunmamasının, yani bu çözümün otomatik olmamasının, çözümlerin öğrenilir ve aktarılır
olmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu zorunluluk, yalnız gününde değil, kuşaklar arasında da bir aktarma gerekliliğini ortaya
çıkarmaktadır. Kuşaklararası iletişimde en önemli kurumlardan biri de eğitimdir. Doğuştan
gelmeyen kendiliğinden gerçekleşmeyen çözümün aktarılması çerçevesinde iletişim, yalnızca
toplum üyeleri arasındaki anında haberleşmeyle sınırlı kalmayacak, kuşaklar-arası iletişim
gerekliliği ortaya çıkacaktır. Kuşaklarara- sı iletişim için kullanılacak çeşitli yol ve araçlar içinde
eğitim de çözümle yakında ilişkili olacaktır. Örneğin yazının, ilk örgütlü ve kalıcı, sağlam
çözümün ortaya çıktığı Yakın Doğu’da kullanılması, yine ilk eğitim kurumlarının da Sümer’de
görülmesi birer rastlantı değildir. Uygarlık adına ilk ve önemli gelişmelerin yaşandığı toplumlarda
ilk eğitim kurumları da yerini almıştır.
Yazı sayesinde insan düşüncesini somutlaştırmış zihninden çıkarıp içinde yaşadığı fiziksel
dünyaya uyarlamıştır. (Ong, 2003) Düşünce, yazıyla birlikte unutulmaktan ve belleklerden
silinmekten kurtularak kalıcı izlere dönüşmüştür. İnsanlar kültür birikimini daha sonraki nesillere
aktarma olanağı elde etmiştir. Yazıyla, bilgi birikimi hem nicel hem de nitel olarak daha da
büyümüş; insan, uygarlık ve kültürün taşınmasında çok güçlü bir araca kavuşmuştur. Bu
nedenledir ki, insanlığın yazı öncesi dönemleri “tarih öncesi”, yazının bulunuşundan sonraki
dönemleri ise “tarihi çağlar” olarak adlandırılmaktadır. Çünkü yazı insan bilincini, zihinsel etkin-
liğini biçimlendirmesi ve güçlendirmesi açılarından en fazla etkiye sahip olan bir buluştur. Yazı
sayesinde dışsal dünyaya ait olan şeyleri belleği kullanmadan koruyabilme olanağı sağladı.
Hatırlanması gereken şeyler artık cümlelerin içinde muhafaza edilebiliyordu. Dinleyicinin aksine
okur aynı cümleleri defalarca okuyabilir, daha da önemlisi üzerinde düşünebilir. İşte insan
kavrayışı ve kültür üretiminde insanın yazı ile teması ve bunun insan algısındaki yansımaları
uygarlık tarihi açısından bir kırılma noktasıdır. Çünkü “düşünce” adı verilen içselleştirilmiş metin
sözlü kültürlerde yoktur. İşte bu soyut düşünebilme yetisi Batı uygarlığının kökenini oluşturur
(Sanders, 2010: 70-71).
yönde politika geliştirmesi gereklidir. Kapalı bir grup veya cemaat içinde yaşamak dış dünyayla
veya uzak mesafelerle güçlü bir haber ağını gerektirmez ama dış ortamlarla sıkı ilişkiler ve
egemenlik arzusu içinde olan yapılanma iletişime olan ihtiyacı artırır. “Kitle iletişiminin
gelişebilmesi için yazı, iyi-kötü belirlenmiş bir yol ağı (ya da izi) ve onun da güvenliğinin
sağlanması” gereklidir (Alemdar, 1981: 19). Çünkü merkeze uzak bölgelerde çıkan
ayaklanmalardan haberdar olunması ve bu amaçla askerlerin hızlı hareket etme gücünün olması
siyasal otorite için önemi bir üstünlüktür. Gelişkin bir yol ağı merkezin egemenliğini
sürdürmesinde bu nedenle önemlidir. Roma împaratorluğu’nun bu konudaki üstünlüğü “her yol
Roma’ya çıkar” sözünü yaşatacak bir üne kavuşur.
Tarih öncesi uygarlıklarda da düzenli iletişime ihtiyaç duyuldu ve bu gereksinimi gidermek
için çeşitli yöntemler geliştirildi: İlk düzenli iletişim sistemi gelişken bir yol ağına sahip olan
Ahamenidler tarafından M.Ö.490-425 yılları arasında kullanılmıştır. Posta sistemi için yol, atla
bir günde geçilebilecek bölümlere ayrılmıştır. Haber buralarda bekleyen atlı haberciler tarafından
elden ele geçirilmek suretiyle iletilmiş; idari ve askeri amaçlı olarak kullanılmıştır. İran’da
Sasaniler’de bu sistemi kullanmışlardır. Roma İmparatorluğu da Curcus Publicus adı verilen geniş
bir iletişim sisteminde, askeri yollarda ve atlı kişilerle haberleşme ihtiyacını karşılamıştır. Bizans
İmparatorluğu’nun iletişim sistemi ise Roma’nın Curcus Publi- cus’unun devamıdır. Ortaçağ’da
ise örgütlü bir kitle iletişim sistemi yoktur; düzensiz olarak yazılan tek yapraklık haber mektupları
kullanılmıştır. Suriye’yi ele geçiren Emeviler ise Bizans’ın benzeri bir iletişim sistemini kullandı.
Bu dönemden itibaren de Müslüman ülkelerde posta örgütüne Berid adı verilmiştir. Bu sistemle
askeri ve idari amaçlı bilgi ve haberler taşınırken, siviller bu sistemi kullanamamıştır. Ancak İpek
ve Baharat yollarıyla da aynı olan bu yol ağında, tüccarlar yol ağındaki kimi iyileştirmelerden
yararlanmışlardır (Alemdar, 1981). Osmanlı İmparatorluğu da gelişkin bir iletişim ağına sahiptir.
Sarayın resmi yazışmalarını Mektupçu Ka- lemi’nde, sarayla eyaletler arasında bilgi alışverişi de
atlı ulaşımın gerçekleştirildiği Çavuş örgütü ile sağlamıştır.
XV. yüzyılın ikinci yarısında başlayan basım alanındaki teknolojik gelişmelerle birlikte
toplumların iletişim yapılarında da önemli değişim ve dönüşümler yaşanmaya başladı. Avrupa’da
gelişen ticarete paralel olarak canlanan siyasal ve toplumsal yapı bir taraftan canlı bir haber, bilgi
ve enformasyon üretimini ve paylaşımını da zorunlu kılmakta diğer taraftan da gelişen iletişim
olanakları Ortaçağ’ın yıkılıp yeni bir çağın oluşumuna öncülük edecek olan siyasal ve toplumsal
hareketliliğe de ivme kazandırmıştır. Avrupa’da modern çağlara geçişi de temsil eden XV. YY’da
artık sembolik içerik ve enformasyon üretimi yüz yüze iletişim bağlamından çıkarak, teknolojinin
yer aldığı dolayımlı bir hale geçmiştir. Dolayımlı etkileşimde ilk basamağı kuran ise matbaadır.
Avrupa mabaanın yaygın ve ticari kullanımının olması ve kurumsallaşan yayınevlerine geçiş
yüzyıllar süren ekonomik, siyasal ve toplumsal koşulların bir sonucudur. Ayrıca Avrupa’da
modern gazetenin yayımı başladığında, kurumsallaşan bir matbaa ve ihtiyacı karşılayabilecek
düzeye gelmiş bir kâğıt üretimi de vardır. Bir başka deyişle, gazete için gerekli toplumsal ve tek-
nolojik alt yapı hazırdır.
Matbaa uygarlık tarihinde önemli bir ilerleme noktasına karşılık gelir çünkü bilgi basılı hale
gelirken insanlardan insanlara aktarılırken değişip-dönüşmeyerek, bir netlik ve kesinlik
kazanmıştır. Basılı kitaplar el yazmalarına oranla daha ucuz ve dağıtımı çok daha yaygın yapıldığı
için geniş halk kesimlerince bilgiye aracısız ulaşma olanağı artmıştır. Kendi başına bilgiye
ulaşabilen, ulaştığı bilgi üzerinde yo
1. Ünite - iletişim Sosyolojisinde Tanımlar ve Kavramlar 23
rum yapabilen ve kendisiyle de hesaplaşabilen modern insanın özne veya birey olarak kimlikleri
ön plana çıkmıştır. Dinde, Reform hareketleri hız kazanmıştır. İnsan aklına olan güven artmış,
toplumların dini öğretilerle değil, akıl ve sağduyu ile yönetilmesi gerektiği görüşü geniş bir
topluluk tarafından savunulmuştur. Toplumun isteklerini yöneticilere açıklamak için şiddet değil
barışçıl bir yöntem olan kamuoyu olgusu ve ifade kanalları ortaya çıkmıştır.
Günümüzdeki iletişim sistemi ile siyasi, ekonomik ve kültürel etkilerine örnek veriniz.
Özet
İletişim, kavramını ve öğelerini tanımlayabilmek. İnsan onunla doğal bir ilişkisi olmayan semboldür.
sosyal bir varlıktır ve dolayısıyla insan etkinlikleri ile Göstergeler tek başına anlam üretemezler. Anlam
ilişkilerinin tümü iletişimle ilgilidir. İletişim birçok üretimi bir toplum veya kültürün içerisindeki
tanımı olmakla birlikte bilginin, fikirlerin, duyguların, bireylerin ortak olarak kullandıkları anlam sistemi
becerilerin, deneyimlerin dil, simgeler ve davranışlar gibi ile gerçekleşir. Bu anlam sistemi içerisinde bir
araçlar kullanılarak kişi ya da gruplara aktarılması; kişi ya göstergenin uzlaşılmış anlamına kod denir.
da gruplarla paylaşılmadır. İletişim dinamik bir süreçtir, Göstergeler kodlar içinde paradigmalar ve dizim-
bu nedenle de değişken ve ilerleyen bir yapıya sahiptir. ler olarak iki şekilde düzenlenir. Anlam üretimi
İletişim sürecinin üç temel öğesi vardır. Bunlar, iletişimi iki düzeyde gerçekleşir ve bunları düz-anlam ve
başlatan taraf olan kaynak, duygu ve düşüncelerin yan-anlam olarak adlandırır.
paylaşılması için üretilen sözel, görsel ve görsel-işitsel
somut üretimlere olan ileti ve kaynaktan gelen iletinin İletişimin toplumsal yaşam için önemini açıkla-
AMAÇ
öğrenmek zorunda olan devlet çözüm yollarının öğrenmeden öncede iletişim sağlayabileceği
aktarılmasında aynı eksenden hareket eder. Çözüm beden dili ya da işaretleri kullanmıştır. Konuşmayı
yollarının aktarılması zorunluluğu eğitimin ortaya öğrenen insan bilgi aktarımını, kültürün sü-
çıkmasında önemli rol oynar. rekliliğini sağlamada ya da değişiminin meydana
P
gelmesinde dili kullanmıştır. Dil ve söz ayrımını
Toplumsal örgütlenme ve iletişim sistemleri etki- yapan ilk düşünür olan Saussure; dili, toplumun
leşimini özetleyebilmek. tüm bireylerini kuşatan soyut bir sistem, söz ise
Toplumsal hayatın içerisinde ekonomik yapı ve konuşma ile ilişkilendirilir ve dilin bireysel kulla-
üretim ilişkileri toplumsal örgütlenme biçimlerini nımı olarak tanımlamıştır. Dil kullanıldığı top-
etkilemiştir. Fakat her ekonomik yapı yaşandığı her lumda uzlaşıya varılmış anlamlar, telaffuzlarla ha-
toplumda bire bir aynı sonuçlara da yol açmamıştır. berleşmesi sağlayan, bir toplum içinde bireysel
Her toplumun sorun çözme yolları farklı iletişim değerlerin, normların ve geleneklerin aktarımını
kanallarını, yöntemlerini getirmekle beraber, geniş ve toplumsallaşmasını sağlayan bir araçtır.
coğrafyalarda radyo veya alfabe gibi ortak çözüm Dilin gelişimine ilişkin kuramlarda insanların ko-
yollarının da gelişmesine neden olmuştur. Örneğin nuşmaya geçişinin nasıl olduğuna dair net bir
toplumsal örgütlenmenin gelişkin olmadığı açıklama yapmak zordur. Fakat kısaca dilin geli-
çağlarda mağara duvarlarını çizilen desen ve şim kuramlarından bazıları şu şekildedir: dilin
resimler kullanılırken, yerleşik düzene geçip doğadaki seslere öykünme ve onların taklidinden
toprağı ekip-biçme, hayvanları evcilleştirme doğduğu ancak süreç içerisinde orijinal söy-
döneminde hem kent yapısı başlamış hem de lenişinin değiştiği ve unutulduğudur. İkinci bir
işbölümü gelişmiştir. Gelişen işbölümü ve yaklaşım, dilin sözcükler aracılığıyla nesnelerin
toplumdaki tabakalaşma artarken topluluk artı doğasını dile getirmek ve onları betimlemek için
ürününü değerlendirme ve mübadelede yapabilmek değil, insanlarda belirli duyguları uyandırmak ve
için değişim değeri olan bir sembole paraya ve bir onları belli eylemlere yönlendirmek için kullanıl-
muhasebe işlemine, çivi yazısına evrilecek bir dığını kabul eder. Üçüncü bir yaklaşım ise insanın
sembol sistemi geliştirmiştir. Merkezi güçlü krallık duygusal dünyasındaki belli seslerden kay-
veya imparatorluklarda ise kendi topraklarında ve naklandığını öne sürer.
komşularla iletişimini güçlü tutacak gelişkin bir yol
ağı, atlı ve yaya haberleşmesi yaygınlaşmıştır. Yazının kültürel gelişmedeki rolünü özetleye-
Pusula ve barutun bulunuşuyla kıtalararası ticaret
AM AÇ
6 bilmek.
mümkün hale gelmiş; ticaret kitle iletişimini
İnsanlık bir anda yazıyı kullanmaya başlamamış-
zorunlu kılmıştır. Küreselleşmenin ivmesinin artığı
tır, öncelikle işaretler, resimler ve bazı simgeler
günümüz toplumlarında ise ulusötesi yani küresel
kullanmıştır. Bu simgelerin, işaretlerin yazıya dö-
ölçekte ekonomik, politik ve kültürel ilişkiler
nüşmesi ve simgeler üzerinde uzlaşımn sağlan-
okyanusların altındaki kablolarla (internet) ve uydu
ması (bir simgenin o toplumdaki herkes için aynı
haberleşmesiyle dünyayı birleştiren bir iletişim
şeyi ifade etmesi) uzun zaman almıştır. İnsan
ağını doğurmuştur. Gelinen noktada insan iletişim
topluluklarının yerleşik hayata geçmesi, tarımsal
teknolojileriyle zaman ve mekândan kaynaklanan
üretim ve bikirim süreci yeni bir ekonomik yapı
pekçok zorluğu aşmış durumdadır. İletişim ve
doğurmuştur. Basit muhasebe işlemleri ve kayıt-
toplumsal örgütlenme biçimleri karşılıklı etkiye
larla yavaş yavaş ilerleyen yazı, bir süre sonra
sahiptir. İletişim olanakları bazen bir toplumsal
toplumların hafızası, konuşma dilin izlerinin sak-
örgütlenme biçimini ortaya çıkarırken veya
lanmasını sağlayan bir araç haline gelmiştir. Yazı
sürekliliğini sağlarken, diğer yandan başka bir
ile insanın düşüncelerinin soyut yapıdan çıkarıp,
örgütlenme biçimini yok edebilir ya da ilerleme
fiziksel dünyada var olmasını sağlamıştır. İnsan-
kanallarını kapatabilir.
lığın yazıya verdiği önemin en önemli gösterge-
Dilin toplumsal ve tarihsel gelişmede önemini
5 açıklayabilmek.
İnsan konuşken, düşünürken, yazarken sürekli dili
kullanır. İnsanlık ilk zamanlarda sesi kullanmayı
26 iletişim Sosyolojisi
5. Dil ile ilgili olarak aşağıdaki ifadelerden hangisi 10. Mesajların çeözümlenme ve yorumlanma sürecine
yanlıştır? ne denir?
a. Dil olmadan da kültür üretimi yapılabilir a. Simge
b. Dil toplumun bireylerini kuşatan soyut bir sis- b. Kodlama
temdir. c. Yananlam
c. Dil özel olarak kurgulanmış bir araçtır. d. Düzanlam
d. Dil, bireyseldir. e. Kod açma
e. Dil toplumların simgesel evrenini belirler.
6. Toplumdaki işbölümü düzenleyen nedir?
a. Siyaset
b. İletişim
c. Ekonomi
d. Kitle İletişim Araçları
e. Sivil Toplum Kuruluşları
28 iletişim Sosyolojisi
hazine bonusu alabiliyor. İnsanların paranın ve bilginin Jeanneney, J. (2009) Başlangıcından Günümüze Medya
hızına yetişemediği günümüzde iletişim ekonominin, Tarihi. 3. Basım, Çev. Esra Atuk, İstanbul: Yapı
siyasetin ve kültürün belirlenmesinde gücünü giderek Kredi Yayınları.
artırıyor. Sosyal paylaşım ağları sayesinde dünyada Kongar, E. (1995) Toplumsal Değişme Kuramları ve
giderek ortak bir kültür meydana geliyor. Simgelerle Türkiye Gerçeği. 5. Basım, İstanbul: Remzi Kitabevi.
anlaşan, hızlı yaşayan tepkilerini, duygularını her an McLuhan, M. (2001) Gutenberg Galaksisi Tipokrafik
paylaşan bilgisayar ya da telefon üzerinden sosyalleşen İnsan Oluşumu, Çev. Gül Çağalı Güven, İstanbul:
ortak bir kültürün sesleri yavaş yavaş geliyor. YKY
Ong, W. J. (2003) Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Tek-
nolojileşmesi. 3. Basım Çev. Sema Postacıoğlu Ba-
Yararlanılan ve Başvurulabilecek non, İstanbul: Metis.
Kaynaklar Oskay, Ü. (1992) İletişimin ABC’si. İstanbul: Simavi
Alemdar, B. (1981). Türkiye’de Çağdaş Haberleşmenin Yayınları.
Tarihsel Kökenleri. Ankara: Ankara Üniversitesi Rifat, M. (1998) XX. Yüzyılda Dilbilim ve Gösterge- bilim
Yayını. Kuramları Tarihçe ve Eleştirel Düşünceler. İstanbul:
Altay, D. (2003) “Küresel Köyün Medyatik Mimarı, YKY.
Marshall McLuhan”, 21. Yüzyılın İletişim Çağını Sanders, B. (2010) Öküzün A’sı Elektronik Çağda Yazılı
Aydınlatan Kuramcılar, Hazırlayanlar: Nurdoğan Ri- gel Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi. 2.
ve diğerleri, İstanbul: Su Assmann, J. (2001) Kültürel Basım, Çev. Şehnaz Tahir, İstanbul: Ayrıntı.
Bellek Eski Yüksek Kültürlerde Yazı, Hatırlama ve Saussure, F. (1998) Genel Dilbilim Dersleri. Çev. Berke
Politik Kimlik. Çev. Ayşe Tekin, İstanbul: Ayrıntı. Vardar, İstanbul: Yayınevi yok.
Barthes, R. (1993) Göstergebilimsel Serüven. Çev. Thompson, J. B. (2008) Medya ve Modernite. Çev. Serdar
Mehmet Rifat ve Sema Rifat, İstanbul: YKY. Öztürk, İstanbul: Kırmızı.
Burton, G. (1995) Görünenden Fazlası Medya Ana- Tüfekçioğlu, H. (1997) İletişim Sosyolojisine Başlangıç.
lizlerine Giriş. Çev. Nefin Dinç, İstanbul: Alan Ya- İstanbul: Der Yayınları.
yıncılık. Zıllıoğlu, M. (2009) “İletişim Kavramı ve Tanımı”, İleti-
Childe, G. (1998) Tarihte Neler Oldu. 7. Baskı, Çev.Mete şim Bilgisi. 4. Baskı, Ed. Aysun Yüksel, Eskişehir:
Tunçay ve Alaeddin Şenel, İstanbul: Alan Yayıncılık. Anadolu Üniversitesi Yayını.
Childe, G. (1988) Kendini Yaratan İnsan. Çev. Filiz Zıllıoğlu, M. (1996) İletişim Nedir?. 2.Basım, İstanbul:
Ofluoğlu, İstanbul: Varlık Cem.
Corbalis, M. C. (2003) İşaretten Konuşmaya Dilin
Kökeni ve Gelişimi. Çev. Aybek Görey, Kitap
Yayınevi.
Dursun, Ç. ve Sema Becerikli (2008) Kadın Odaklı Sivil
Toplum Kuruluşları ve Medya: Olanaklar, Sorunlar
ve Çözümler. Ankara: Başbakanlık Kadının Statüsü
Genel Müdürlüğü Yayını.
Erdoğan, 1. ve Kormaz Alemdar (2002) Öteki Kuram
Kitle İletişimine Yaklaşımların Tarihsel ve Eleştirisel
Bir Değerlendirmesi, Erk: Ankara.
Ellul, J. (1998) Sözün Düşüşü. Çev. Hüsamettin Arslan,
İstanbul: Paradigma.
Fiske, J. (1996) İletişim Çalışmalarına Giriş. Çev. Sü-
leyman Irvan, Ankara: Ark.
Jean, G. (2006) Yazı İnsanlığın Belleği. 4. Baskı, Isatn-
bul: YKY.
Innis, H. (2011) “Antik İmparatorluklarda İletişim Araç-
ları”, İletişim Tarihi, Teknoloji Kültür Toplum2. Ba-
sem In. Çev. Berkay Ersöz, Ankara: Siyasal Kitabevi
İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ
2
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
<j^ Medya üzerine neden bilimsel çalışma yapılması gerektiğini ifade edebilecek, <j^
Medya veya kitle iletişiminin toplumsal yapıdaki rolünü özetleyebilecek, <j^
îletişim/medya araştırmalarının gündeme geldiği tarihsel-toplumsal koşulları
irdeleyebilecek,
îletişim/medya araştırmalarında temel paradigma farklılıklarını analiz edebi
leceksiniz.
• Medya Gücü • Ana Damar İletişim Araştırmaları
• İletişim Araştırmaları • Eleştirel Medya Çalışmaları
• Medya Etkileri • Propaganda
Anahtar Kavramlar
İçindekiler
İLETİŞİM ARAŞTIRMALARININ
MEDYAYI NEDEN ÇALIŞMALI?
GÜNDEME
GİRİŞ GELİŞ KOŞULLARI
İletişim Sosyolojisi İletişim Araştırmaları MEDYA GÜCÜ
İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI
İletişim Araştırmaları
GİRİŞ
İletişim, hem bir olgu hem de olay/lar olarak insanlığın varoluşundan günümüze
varolagelmiştir. Sosyal bilimler içerisinde bir çalışma alanı olarak kabul görüp iletişim
çalışmaları veya medya araştırmaları gibi isimlerle adlandırılarak akademik bir ilgiye layık
görülmesi ise 20. yüzyılın başlarına denk gelir. Kitle iletişiminin gelişimi kapitalizmin
gelişimine paralel bir gelişim çizgisi izler. Çünkü 19. yüzyıl sonu itibarıyla kitle iletişim
araçları insanların gündelik yaşamından ülkelerin ekonomik ve politik işleyişine değin her
gün daha fazla yer etmeye başlamıştır. İnsanlar ve toplumlar arasında yeni iletişim
teknolojilerinin gelişimine paralel olarak yarı- dolayımlı ve dolayımlı iletişim süratle
artmış; yeni iletişim dizgelerini gündeme getirmiştir. İletişim araçlarıyla sarmalanan
modern yaşamın karmaşıklığı, bunalımları veya açmazları iletişim araçlarının çözüm
yollarıyla aşılmaya çalışılmaktadır. Sözlü kültürün egemen olduğu eski çağlardaki
toplumsal yaşamın anlaşılır ve anlamlı kılındığı öyküler artık medya tarafından
anlatılmaktadır. Bu öyküler var olan egemen güçlerin, toplumsal ve siyasal yapılarını
korumaya yöneliktir. Kültürel olarak kabul görmeyen bir davranış veya düşünüş şekli tıpkı
masallarda olduğu gibi medya anlatılarında da övgüyle yer almamaktadır. Tıpkı “kötü”
masal kahramanları gibi, televizyon dizilerinde norm dışı yaşayan karakterlerin başına da
hep kötü şeyler gelmektedir. İnsanlar içinde yaşadıkları kültüre dahi medya dolayımıyla
bakmakta; bir dizinin başrol oyuncusunun aksesuar olarak kullanımının ardından OsmanlI
motiflerini yansıtan takılar Kapalıçarşı’da turistlerin ilgisinden çıkıp iç pazarda tüketim
patlaması yaşayabilmektedir. Türk edebiyatının klasikleşen romanları ise popüler ve
sansasyonel bir diziye dönüştürülmesinin ardından ancak best-sel- ler olabilmektedir.
Dolayısıyla 20. yüzyıl insanı kitle iletişiminden bağımsız bir dünyada yaşayamamaktadır.
Kapitalizmin 20. yüzyılın sonunda küreselleşen yüzüne paralel olarak iletişim alanında
yeni teknolojiler geliştirilmiş; İnternetin 1990’lardan sonra sivillerin de kullanımına
açılması, uydu teknolojisinin büyük medya kuruluşları tarafından haber üretme ve yayma
amaçlı kullanımı ile artık küreselleşen ve tam bir dünya ağını içeren iletişim örüntülerinden
söz etmek mümkün hale gelmiştir. Artık medya 21. yüzyıl yaşamında bir tür küresel
varoluşa yakın bir şey sunar. Kuşkusuz dünyanın uydular ve kablolar tarafından el
sürülmemiş çok yeri vardır ancak buraları ıssız yerlerdir (Laughey, 2010: 11). Kitle iletişim
araçlarında ulaşılan böylesi bir teknolojik gelişim ve kullanım yaygınlığı kaçınılmaz olarak
toplumlarm ekonomik,
32 iletişim Sosyolojisi
politik ve kültürel yaşamlarında etkili bir aktör olarak yer almakta; araştırmacıları da
kitle iletişimi veya medya konusunda daha fazla çalışmaya motive etmektedir. Kitle
iletişimi dışında bireyler arası iletişim, örgütsel iletişim veya birey-içi iletişim gibi farklı
iletişim türleri de olmasına karşın bilimsel araştırmalarda medyanın gücünü açığa
çıkarmayı hedefleyen akademik ilgi çok daha fazladır.
gören tarafsızlık ilkesini de ilan ederler. Böylelikle gazetecilik profesyonel bir meslek
olarak ortaya çıkar. Oysa gerçekte pazara ve reklam verenlere daha fazla bağımlı hale
gelmişlerdir.
1. Dünya Savaşı gazetelerin içeriklerinin politikleşmesine, ABD ve Avrupa’nın sanayii
gelişkin ülkelerinde devletler arasındaki çatışmanın artırılması ve milliyetçiliğin
tetiklenmesinde basının gücünün keşfedilmesine yol açtı. Basının iyi bir planlanması ve
başarılı bir kullanımı ile “kitlelerin” rahatlıkla etkilenebileceği, istendik yönde
davranmaları sağlanabileceğinden hiç kuşku duyulmamaya başlandı. 19. yüzyılın kitle
hareketleri ve 1. Dünya Savaşı’nın geniş bir alanı kapsaması nedeniyle ilk dönem iletişim
araştırmalarında “propaganda” konusu ve “propaganda teknikleri” yoğun olarak çalışılan
bir konudur. Büyük Dünya Savaşı’ndan sonra da kitle hareketleri bitmemiş, kısa süre sonra
II. Dünya Savaşı patlak vermiş; Sovyetler Birliği’ndeki Bolşevik Devrimi propagandaya
değin ilginç örnekler oluşturmuştur. Almanya’da gazetelerin, büyük boy afişlerinin yanı
sıra bir başka kitle iletişim aracı olarak radyonun da -her evde bir tane olacak şekilde- hayli
yaygın kullanımıyla Nazi propagandası başarılı şekilde yürütülmüş, Hitler’in politikası
radyo sayesinde geniş kitlelere ulaştırılmış ve rahatlıkla da taraftar toplayabilmiştir. Tüm
bu örnekler artık propaganda aracılığıyla insanların davranışlarını etkileme ve görüşlerini
şekillendirmede medyanın gücünden hiç kuşku duyulmamasına yol açmıştır (McQuail,
2003: 36).
20. yüzyıl biterken de tıpkı başlangıcında olduğu gibi barış kültürü yeterli oranda
benimsenmemiş, mikro düzeyde de olsa savaş ve çatışmalar yüzyılın son çeyreğine
damgasını vurmuştur. Sosyalist Yugoslavya’da mikro milliyetçiliğin tırmanışa geçmesinin
ardından etnik ayrımcılığa dayalı bir iç savaş yaşanmıştır. NATO, Kosova’daki
çatışmalarda müdahale etmiş ve Sırbistan’ı da yoğun hava saldırısına maruz bırakmıştır.
Amerika’nın Irak saldırısında bir ilk yaşanırmış ve 1. Körfez Savaşı naklen tüm dünyaya
televizyonlar aracılığıyla, bombalar altındaki yaşamı göstermese de hava saldırısı
yayınlanmıştır. Amerika ikinci kez Irak’a saldırdığında ve ülkeye kara harekâtı
başlattığında, Iraklılara “demokrasi getirme” vaadine sahipti. Medya da Amerika’nın sesini
ve görüşlerini tüm dünyaya yaymada hayli kullanışlı bir araç olarak hizmetindeydi. Son
yirmi yıllık bir geçmişe sahip bu uluslararası çaptaki çatışmalar ve gerilimler de
göstermektedir ki medya, uluslararası ilişkiler veya gerilimlerde de siyasi aktörlere hâla
önemli üstünlükler sağlayabilmektedir.
Bununla birlikte medya sadece devletlere veya devletin resmi aktörlerine değil, mevcut
toplumsal düzene muhalefet edenlere de kendilerini ifade etme ve ortak hedefler etrafında
toplanma ve birlikte eyleme geçmede destek veren önemli bir taraf ve güç olduğunu da
kanıtlamıştır. “Arap Devrimi” olarak adlandırılan Mısır, Libya ve Suriye’de yaşanan halk
hareketleri ve çoğunluğu genç insanlardan oluşan bu grupların, siyasal iktidarlara ve
mevcut politikalara yönelik muhalif görüşlerini ve tepkilerini dışa vurmada yeni medyayı
kullandıkları görülmüştür. Internetin yoğun kullanıldığı Twitter, Facebook gibi sosyal
paylaşım ağlarının gösteri ve toplantıları planlama ve organize hareket etmede etkili
kullanıldıkları, dolayısıyla geniş insan kalabalıklarının politik özne olarak örgütlenmesinde
etkin bir rol üstlendiği görülmüştür. Böylelikle kitle iletişimi aslında sadece güce sahip
aktör veya grupların yararlanabileceği bir araç da değildir. Ekonomik, politik ve askeri
seçkinler kadar mevcut yapı veya politikalara muhalefet etmek isteyenlerin de
kullanabileceği bir ortam ve araçtır. Dolayısıyla medya, güce sahip kesimlerin olduğu
kadar bu güce erişmek isteyenlerin de mücadele verdiği ve egemen olmak istediği bir
araçtır.
34 iletişim Sosyolojisi
MEDYA GÜCÜ
Ç
Medya veya kitle iletişiminin toplumsal yapıdaki rolünü özetle- /ZL
yebilmek.
Henüz yakın zamanda geride bıraktığımız 20. yüzyıl “kitle iletişiminin ilk çağı” olarak
adlandırılmaktadır. Medya kuruluşlarının örgütsel yapısı, teknolojisi ve faaliyet
göstermekte olduğu toplumundaki önemli değişikliklere karşın, medyanın politik ve
toplumsal önemine ve gücüne değin tartışmalarda çok az değişme görülmektedir (McQuail,
2003: 36). Henüz çok genç olan iletişim araştırmaları tarihi boyunca iletişim bilimcilerin
şu üç konu etrafında daha çok zihinsel emek harcadıkları görülmektedir:
• Yeni iletişim araçlarının gücü
• Sosyal bütünleşme veya dışlamada/dışa fırlatmada medyanın yeri
• Halkın aydınlatılması/bilgilendirilmesi veya manipüle edilmesinde medyanın
rolü.
Bu üç temel soru gerçekte iletişim araştırmalarının bugününü anlamamıza da temel
sağlamaktadır. Çünkü başlangıçtan günümüze araştırmacıların anlamaya ve anlatmaya
çalıştığı toplumsal mesele, medyanın insanları ve/veya toplumları etkileme ve yönlendirme
veya manipülasyon potansiyelidir. Çünkü kitle iletişim araçları, modern dönemlerin
gündelik yaşamından küresel düzlemde öneme sahiptir. Kitle iletişim araçları ekonomik ve
politik etkinliklerde yoğun olarak kullanılan; yeni iletişim teknolojileri aracılığıyla da çok
fazla sayıda insana ulaşma gücüne sahip olan araçlardır. Antik Yunan ve Roma
Imparatorluğu’nda kamuyu ilgilendiren konularda tartışmaların yapıldığı ve kararların
alındığı agora veya forumları ya da 19. yüzyılın Paris, Londra gibi endüstrileşen kentlerinin
salonları ve cafeleri gibi sanatsal, kültürel, politik vb. alanlara değin önem taşıyan
meselelerin tartışıldığı, yeni görüşlerin ve eserlerin doğduğu kamusal alan işlevini
üstlenmeye başlamıştır. Artık medyanın kurduğu kamusal forumlarda görünür olmayan
fikirler, eserler, politik aktörler gerçek yaşamda da görünmez ve işitilmez olabilmektedir.
2. Ünite - iletişim Araştırmaları 35
Medya çoğu toplumda kültürel bir kurum olarak değerlendirilir. Medyanın politik ve
sosyo-kültürel yapı ve dinamiklerinin analizi kadar ekonomik boyutlarının da irdelenmesi
gerekir çünkü medya, küresel ölçekte geçmişe oranla daha fazla tekelleşme ve ticarileşme
eğilimindedir. İletişim araçlarının ve teknolojilerinin top- lumların üretim şekli ve
ihtiyaçları doğrultusunda ortaya çıktığı; diyalektik bir ilişki ile de değişip dönüşür. Kitle
iletişiminin gelişimi medya kuruluşlarının ticari bir işletme veya şirket olarak faaliyet
alanını genişletme ve pazar dinamikleri doğrultusunda program üretmeleri anlamına da
gelmektedir. Bununla birlikte medya sektörünün son yirmi yıllık dönüşüm öyküsünü ayrı
bir önemle ele almak gerekir. Çünkü XX. yüzyılın son çeyreği tüm dünyayı etkileyen
önemli ekonomik, politik ve sosyal gelişmelere sahne olmuştur.
1980’lerden sonra dünyanın daha geniş bir coğrafyasında kabul gören neo-li- beral
politikalar ve bu politik iklim içerisinde, ulus devletlerin sınırlarının zayıflaması, gümrük
duvarlarının inmesi ve ulus-ötesi iş gören sermayenin hareketliliği ile yayıncılık
politikalarında değişim yaşanmaktadır çünkü küreselleşmenin giderek artan ivmesi bilgi
ve iletişim sektörüne olan talebi de artırmaktadır. Ayrıca, yayıncılık alanında devlet
tekelinin kaldırılması ve özel teşebbüslerin de faaliyet göstermesinin yasal olarak önünün
açılmasıyla, medya kuruluşlarının hem ulusal hem de uluslararası ölçekte etki alanları da
genişlemiş oldu. Eski Komünist ülkelerin ekonomik-politik sistemlerini değiştirerek
kapitalizme geçmeleri de iletişim veya medya sektörünün daha da genişlemesine yol açan
bir diğer faktördür (McQuail, 2010: 218).
Kitle iletişim sistemleri iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle ele alınır. Kitle iletişim
sistemlerinin teknolojik gelişmelerin süreğenliğinin yanı sıra kaçınılmaz etkileşim içinde
olduğu iki önemli toplumsal alan daha vardır: Ekonomik yapı ve politik düzen. İdeal ve
liberal toplum modeli tanımlayışından hareketle söylendiğinde, medya kuruluşları da diğer
ticari işletmeler gibi mal ve hizmet üretirler ve onların üretimleri hem bireysel hem de
toplumsal ihtiyaçları ve talepleri karşılamaya yöneliktir. Medya kuruluşlarının farklılığı,
baştan beri “kamu yararı”na hizmet eden tarzda bir üretim yaptığı söylemidir. Kamusal
yararı da şu işlevinden hareketle yerine getirir: Siyasal alana dair haber ve enformasyon
sağlayarak halkı bilgilendirir. Kamusal tartışmalar başlatır; yeni görüşlerin ifade edilmesi
için de kamusal forum veya arena sağlar. Halk adına gazetecilere ve siyasal aktörlere soru
yöneltebilir; kurum ve kuruluşların demokratik, adil ve hukuka uygun işleyişi için baskı
gücü oluşturur. Yolsuzluk, görevi kötüye kullanma veya anti-demokratik uygulamalar gibi
aksaklıklardan halkı haberdar eder ve kamuoyu oluşumuna katkı sağlar. Kamuoyuna
duyurması ve eleştiri/yorum aracılığıyla da baskı gücü olur. Dolayısıyla medya çoğulcu
demokrasiler için gerekli ve önemli bir kurumdur. BBC gibi tarafsız yayıncılık yapan
kuruluşlar bunun iyi bir örneğidir.
36 iletişim Sosyolojisi
Medya ekonomi ve
siyasal alan ile
teknolojik
gelişmelerin
tümünden etkilenir
ve onları etkiler.
Bununla birlikte medya her zaman kamu yararına kamusal yayıncılık olarak ad-
landırılan geniş insan topluluklarının lehine yayın yaptığı, anlamına da gelmez. Bu noktada
medyanın Şekil 1’de belirtilen ekonomik alanla etkileşimine işaret etmek gerekir; şekilde
medya kuruluşu bir şirketin ticari kaygıların ve ilişkilerin ağır bastığı bir mal ve hizmet
üretimine yöneldiği görülür. Medya gücünün sermaye grubunun veya patronların öznel
çıkarları amacıyla kullanılmaya başladığı noktada ticari kaygılar ağır basar. Çünkü medya
veya yayıncılık, sermayedarlarına doğrudan veya dolaylı şekilde para kazandıran büyük
bir sektördür. Medya liberal düşünce temsilcilerinin iddia ettiği gibi yasama, yürütme ve
yargı erklerini kamu yararına denetleyen, dolayısıyla kamudan yana bir dördüncü güç
merkezi olmaktan çoktan çıkmış, kendi çıkarları neredeyse orada duran büyük bir ticari
işletme haline gelmiştir. Medya bizatihi kendisi için bir güç/iktidar merkezine dönüşmüştür
(Curan, 2002: 202). Kamu yararı da medya profesyonellerinin olan-biteni maskelemeye
yönelik bir söylemi olmanın ötesine geçememektedir.
Medya, siyasal iktidarlar tarafından denetlenmek istenen ve siyasal iktidarların kendi
uygulamalarının eleştirilmesini değil propagandasının yapılmasını arzu ettikleri bir güçtür.
Çünkü medya ülkenin en ücra köşelerine kadar çok geniş bir insan topluluğuna erişim
olanağını hayli ucuz sağlayan bir araçtır. Sürekli mesaj bombardımanıyla da zihinlerin
şekillendirilebildiği, dışsal dünyada olan-bitenin tanımlandığı yani toplumsal gerçekliğe
dair anlamların üretildiği bir araçtır. Örneğin dünyada ciddi bir ekonomik kriz olmasına
karşın içinde yaşadığımız ülkenin bu gerçeğin çok uzağında olduğu yanılsamasına halkın
ikna edilmesi gibi. Bu nedenle de politikacıların ülkeyi yönetme politikaları kadar imajları,
beden dilini kullanmaları ve kameralar karşısında iyi bir performans sergilemeleri veya
ikna gücü yüksek liderler olmaları için özel çaba sarf edilir.
Medyanın neden güçlü ve önemli bir kurum olduğunu, medyanın işleyişine ilişkin bilimsel
çalışma yapma gerekliliğini tartışın.
2. Ünite - iletişim Araştırmaları 37
derece önemli ve çarpıcı olayların yaşandığı bir dönemdir. Bu olayların siyasi boyutunun
yanında önemli ortak noktası, geniş halk topluluklarını ilgilendiren boyutlarının
bulunmasıdır. Geniş halk toplulukları ya doğrudan doğruya aktif bir biçimde bu siyasi,
askeri ve toplumsal olaylar içinde yer almışlar ya da yine bu olayların yol açtığı siyasal
çerçevede bilinçli bir şekilde denetim altında tutulmak, yönlendirilmek, biçimlendirilmek,
hatta manipule edilmek istenmişlerdir. Bu yüzden de söz konusu dönemde yerleşikleşen
günlük basının yanında geniş halk kesimlerine hitap edecek sinema ve özellikle de radyo
ve televizyon gibi yeni kitle iletişim araçları geliştirildiği gibi, kitle iletişimi de ilk kez
bilimsel yöntemlerle incelenen bir alan olarak ilgi çekmiştir.
Söz konusu askeri ve siyasi kaygıların kendi mantığı doğrultusunda haklı nedenleri
bulunmaktadır. Konunun tüm dünyayı kasıp kavuran bir savaş koşullarında gündeme
geldiği hatırlanırsa I. Dünya Savaşı’mn bizim açımızdan önemi, çok geniş kitlelerin bu
savaşa katılmalarıdır. Ayrıca dört yıl gibi çok geniş bir zaman diliminde süren ve pek çok
toplumu doğrudan içine alan bir savaştır bu. Bu özelliğe bağlı olarak sadece bilfiil cephede
çarpışanlar değil, cephe gerisinde fabrikalarda vs. yer alan milyonlarca insanın da olduğu
düşünülürse bu kadar geniş bir kesimin ve savaşan güçlerin öncelikle siyasal otorite
tarafından belli “bir komuta zinciri” içinde, “komuta birliği” içinde tutulabilmesi
zorunluluğu da ortaya çıkmaktadır. Çok geniş kitleleri hareket ettirme ve bu hareketleri
denetim altında tutma zorunluluğu yeni iletişim araçlarının geliştirilmesinde önemli bir
dinamik olmuştur (Tüfekçioğlu, 1997: 40). Tıpkı 20. yüzyılın sonunda Amerika Birleşik
Devletleri’nin okyanus ötesinde, Orta Doğu ve Afganistan’da savaşmakta olan ordusuyla
daha hızlı ve güvenli haberleşmeyi sağlamak için okyanus altına kablo döşeyerek yeni bir
haber ve enformasyon paylaşımı olanağı yaratması gibi. Askeri haberleşme amaçlı olarak
başlayan Internet daha sonra sivillerin kullanımına da açılmış ve günümüzün sosyal
medyasının altyapısını oluşturmuştur. Farklı bir anlatımla iletişim teknolojileri ve
araçlarının ortaya çıkışında dönemin askeri, siyasal ve toplumsal ihtiyaçları karşılama
temel dinamiğini de göz ardı etmemek gerekir.
Kitle iletişiminin bilimsel ilgi alanı olarak kabul gördüğü döneme ilişkin bir başka
noktaya daha işaret etmek gerekir: 20. yüzyıl’ın başında yaşanan bazı kitle hareketleri de
geniş kitlelerin kolayca yönlendirilebileceği ve belli sonuçlar alınabileceğine olan inançtan
kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, Hitler dönemi Almanya’sının kuramcılarından Goebbels
bütünle olduğu kadar ayrıntılarla da ilgilenmiştir. “Radyo sayesinde rejimin her türlü isyan
düşüncesini ortadan kaldırdığını” belirterek Hitler’in şu cümlesini tekrarlamaktadır:
“Savaş zamanı, sözcükler birer silahtır” (Je- anneney, 2009: 172). Goebbels’in radyoyu bir
kitle iletişim aracı olarak bu kadar önemli görmesini sağlayan Rusya’da yaşanan Sosyalist
Devrim, Almanya ve Macaristan’da yaşanan büyük kitlesel hareketlerdir. Almanya
Spartaküs olayını yaşamıştır. Spartaküsler I. Dünya Savaşı boyunca Almanya’da etkinlik
gösteren, savaş sonunda öncülük ettikleri başarısız ayaklanma girişimi sırasında dağıtılan
devrimci bir topluluktur.
2. Ünite - iletişim Araştırmaları 39
II. Dünya Savaşı yıllarında radyo insanların en temel haber ve bilgi edinme kaynağı olmuştur. Radyo kullanımının siyasal
iktidarlar tarafından da desteklenmesiyle Avrupa’nın en ücra köşelerine kadar radyonun erişimi sağlanır.
nuçları itibariyle son derece önemli gelişmelere yol açan olaylardan biridir. Kriz, Amerika
Birleşik Devletleri’nden başlayarak bütün dünyaya yayılmıştır. Özellikle borsa, bankacılık
ve ticaret sektörleri üzerinde sarsıcı etkiler yapan krizin, olağanüstü boyutlara ulaşan
kitlesel işsizlik gibi sonuçları da olmuştur. Bu, 20. yüzyılda kapitalist sistemin içine girdiği
en ciddi krizdir. Krizi aşmak için Amerika Birleşik Devletleri ve diğer ülkeler köklü önlem
alma yoluna gitmişlerdir. Birleşik Devletler yönetimi krizi izleyen dönemde “New Deal”
adı verilen kapsamlı bir programı hayata geçirmiştir. New Deal, yeni düzen anlamına
gelmektedir. 1933 ile 1939 yılları arasında uygulanan bu program dünya ekonomik krizinin
sonuçlarını hafifletmek, kapitalist sistemin karşılaştığı güçlükleri aşmak üzere tasarlanmış
ve hayata geçirilmiştir. Bu amaçla öncelikle toplumsal çalkantılar ve istikrarsızlığın
giderilmesine, farklı ekonomik çıkarlar arasında bir denge kurulmasına çalışılmıştır.
Alınan en önemli kararlardan biri büyük boyutlara ulaşan işsizliğin önlenmesidir. Bu
çerçevede Çalışmayı Geliştirme İdaresi, Sivil Koruma Birlikleri gibi kurumlaşmalara
gidilmiş, Ulusal Sınai Kalkınma Yasası çıkarılmıştır. Yeni sorunlar klasik liberal/kapitalist
teoriden yani laissez-faire zihniyetinden uzaklaşılmasım ve ekonomiye devlet
müdahalesini beraberinde getirmiştir. Keynes’in “krizi aşmak için gerekirse milyonlarca
insana çukur açtırıp sonra bu çukurların kapattı- rılması” şeklinde sloganlaşan görüşleri
gereğince Amerika Birleşik Devletleri’nde birtakım kitlesel çalışma kampanyaları
yürütülmüştür. 1933’te kurulan ve yedi eyaleti kapsayan muazzam genişlikteki “Tennessee
Vadisi İdaresi” kampanyasında yürütülen çalışmalar geniş kitlelerin istihdamına yöneliktir.
Yeni yolların, köprülerin, otoyolların, barajların ve demiryolu ağının inşası için bizzat
devletçe son derece büyük kaynaklar ayrılmıştır. Bu dönemde çalışma yasaları yeniden
düzenlenmiş, ücret politikaları olumlu yönde geliştirilmiştir. İşsizlik ve sakatlık sigortası
gibi önlemlerle ülkenin içinde bulunduğu toplumsal kriz ortamı hafifletilmeye çalışılmıştır.
Söz konusu gelişmelerin bizim konumuz açısından getirdiği önemli yeniliklerden biri
ise, “kitle toplumu” olgusunun ve anlayışının ilk kez Amerika Birleşik Devletleri
önderliğinde gerçekleştirilmeye girişilmiş olmasıdır. Kitle toplumu, kitle kültürü, tüketim
ve refah toplumu kavramları 1945 sonrasında kapitalist Amerika’nın tanımlanmasında
başvurulan en yaygın ve çekici kavramlar haline gelecektir. Gerçekten yeni dönemde
Birleşik Devletler Batı’nın öncülüğünü, 1930’lardan itibaren yeniden örgütlemeye
başladığı toplumsal sistem sayesinde kazanmıştır. İşte bu çabanın bir parçası olarak geniş
kitlelere hitap edecek yeni iletişim araçlarından yararlandığı gibi bu yararlanmanın
maksimum seviyede gerçekleşebilmesi için kitle iletişimi ile ilgili bilimsel çalışmaların
öncülüğünü de yapmıştır.
Görüldüğü gibi I. Dünya Savaşı’ndan itibaren Batı toplumlarının yaşamak durumunda
kaldığı ekonomik, politik, toplumsal ve askeri olaylar ve sorunlar iletişim teknolojisinin
hızla gelişmesine yol açmıştır. Savaşın bitmesinden sonra da bu tek- nik/teknolojik
deneyim birikimi daha da geliştirilmiştir. Başka bir ifadeyle Batı’da büyük savaş sırasında
geliştirilen tekniklerin geri planında öncelikle askeri amaçlar yer almaktadır. Ama söz
konusu teknikler savaşı izleyen dönemde de bu kez gündelik yaşamın biçimlendirilmesine
dönük olarak kullanılmıştır. Bu açıdan günümüz iletişiminin en yeni sistemlerinden
İnternetin ilk uygulamalarının Körfez Savaşı sırasında yapılmış olması şaşırtıcı değildir.
İletişim konusu, yukarıda özelliklerini göstermeye çalıştığımız bir dönemin özel
koşullarında gündeme gelmiştir. Bu dönemin en önemli özelliklerinden birisi çok büyük
kitlelerin savaşla başlayan etkinlikleri ve bu kitlelerin siyasal otoritenin is
42 iletişim Sosyolojisi
JüS
iletişim araştırmaları iki büyük dünya savaşı ardından daha fazla önem kazanır çünkü böylesi
geniş kalabalıkları ilgilendiren kitle hareketlerinde propaganda teknikleri yoğun kullanılır.
Sovyetler Birliği'nde Komünist devrimin ardından sosyalist ideolojinin halka benimsetilmesi
ve yeni toplum düzeninin inşasında da propaganda ve iletişim teknikleri kullanılmıştır. Ayrıca
II. Dünya Savaşı'mn ardından soğuk savaş yıllarında her iki blokta karşılıklı olarak haber,
sinema gibi kitle iletişiminin her çeşit alanında propaganda yöntemleri kullanılır. Soğuk savaş
döneminin bitmesi, dünyanın ağırlıklı bir coğrafyasında kapitalizmin genel kabulüne karşın
kitle iletişim araştırmaları önemini yitirmemiştir. Yeni iletişim teknolojileri ve yeni medya
dünyanın zaman ve mekan sınırlılıklarını aşarak kurduğu ağ üzerinde düşünsel emek sarf
edilen yeni bir oluşumdur.
İLETİŞİM ARAŞTIRMALARI
Kitle iletişim araçlarına akademik ilginin yönelmesiyle birlikte alanın irdelenmesinin pek
de kolay olmadığı ortaya çıktı. Çünkü, iletişim çalışmaları ulusal ve uluslararası, küresel
ve yerel son derece girift bir alana yayılan ilişkileri kapsar. Bu alan aynı zamanda
endüstriyel ve teknolojik bir alan, estetik ve etik bir alandır. Sadece makro ölçekli kuramsal
ilişki ağlarının ya da etkileşimlerin alanı değil, aynı zamanda gündeliğin ve kişiselliğin
mikro bağlamlarında yaşamsal önemde sonuçlara sahip olduğu bir alandır da. Sözkonusu
meseleler sosyal bilimlerin pek çok alanı için geçerli olsa da, iletişim çalışmaları alanı
devasa bir “ekonomi” ve uçsuz bucaksız bir “anlam” dünyasında yol alması bakımından
çok kendine özgü bir alandır (Çelenk, 2008:7).
İletişim alanındaki araştırmalar Amerika ile Avrupa kıtalarında farklı çizgilerde
ilerlemiş; Liberal toplum modeli yaslanarak pozitivist metodolojiyi takip eden çalışmalar
ana damar, egemen veya ana yön gibi isimlerle anılırken Marksist episte
2. Ünite - iletişim Araştırmaları 43
molojiden beslenen Avrupa kökenli çalışmalar eleştirel veya Marksist paradigma olarak
adlandırılır. Avrupa’da ortaya çıkan iletişim araştırmaları kitle iletişim araçlarına eleştirel
bakışının yanı sıra Amerika kıtasındaki medya araştırma geleneğine de ciddi eleştiriler
geliştirir. Özellikle 1970’li yıllarda iki çalışma geleneği arasında yaşanan tartışmalar,
1980’den sonra ki çalışmalarda daha çok bir etkileşime bırakır. 1990’lardan sonra ise
küreselleşmenin akademik alana bir yansıması da olarak değerlendirilebilecek bir gelişme
olarak karşılaştırmalı medya sistemleri, gazetecilik kültürleri gibi araştırmalar ağırlık
kazanır.
değişmeler gibi boyutlara yaptığı vurgularla diğer iletişim araştırmalarından daha farklı bir
yönelişe sahiptir (Fejes, 1994:258).
20. yüzyılın ilk yarısında Avrupalı sosyal bilimciler medyayı görmezden gelmemiş, her
biri kendi içinde farklı medyanın farklı boyutlarını çalışmayı yeğlese de Marksist toplum
modeline yaslanma gibi ortak bir paydayı benimsemişlerdir. Amerika Birleşik
Devletleri’ndeki pozitivist düşünürler, iletişim konusuyla iletişimin modern dünyada
edindiği merkezi konumu nedeniyle ilgilendiler. Buna karşın Avrupalı sosyal bilimciler,
toplumların gelişimi üzerine kimi zaman kötümser görüşleri de barındıran yapıtlarında
ekonomik, politik ve toplumsal modernliğin kritiğini yaptılar. Yıkıcı iki dünya savaşının
ardından gelen totaliter ideolojilerin iklimiyle birleşen bu kötümserlik, Avrupa’da
modernliğin en belirleyici nesnelerinden biri olan medya üzerine araştırma geleneğinin
daha olumsuz bir bakışla yerleşmesine yol açar (Maigret, 2004: 46). Amerika’daki iletişim
çalışmalarıyla kıyaslandığında tarihsel olarak da daha geç bir döneme, 1960’lardan
sonrasına denk gelir.
Eleştirel medya çalışmaları, ana damar iletişim araştırmasının davranışçı bakışının
aksine medyada iletişim ve toplumsal iktidar arasındaki ilişkiyi irdelemeye odaklanır.
Buradaki iktidar kavramı, ana damar iletişim çalışmalarından farklı bir karakteristiğe
sahiptir. Ana damar çalışmalarda liberal toplum modeline yaslanarak göndermede
bulunulan iktidar, siyasetçiler, hükümet veya iktidardaki siyasal parti temsilcileri ile ilişkili
olarak irdeleme yapılır. Eleştirel medya çalışmaları ise Marksist toplum modeline
yaslanan, dolayısıyla toplumu birbiriyle eşitsiz rekabet koşulları içerisinde mücadele eden
grupların oluşumu olarak gören bir duruşa sahiptir. Dolayısıyla her iki araştırma
geleneğinin medya ve iktidar hakkındaki sorularının altında liberal ve Marksist toplum
modellerini kabul etme gibi (Fejes, 1994: 252) epistemolojik ve metodolojik farklılıklar
taşıdıkları görülür. Medyanın ideolojik bir işleyişe sahip olduğu, iktidara sahip
kişi/kurum/gruplar ve toplumsal bütünün devamlılığı lehine üretim yapan kültürel bir
kurum olduğu öne sürülmektedir. Bu bağlamda, toplumsal denetim ve medyanın iktidar ile
ilişkisi eleştirel medya çalışmalarında hayli düşünsel emek sarf edilen bir mesele olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Stuart Hall (1994: 69-70) eleştirel medya çalışmalarının “ideolojik boyutun yeniden
keşfi” ile yeniden şekillendiğini; iki noktanın gündemde kalarak daha fazla tartışıldığını
belirtir. Bunlar: 1. İdeolojik süreç nasıl işler ve mekanizmaları nelerdir? 2. Bir toplumsal
formasyonda ‘ideolojik’ olanın öbür pratiklerle ilişkisini nasıl kavramak gerekir? Hall’a
göre ideolojik söylemlerin üretimleri ve dönüşümleriyle ilgili olarak yapılan çalışmalar,
ideolojik söylemlerin sembolik ve dilsel karakterine ilişkin teoriler tarafından
şekillendirilir. Ona göre, bir toplumsal formasyonda ideolojik kertenin (instance) nasıl
kavramsallaştırılması gerektiği sorusuyla ilişkili olan ikinci soru daha yaygın bir teorik ve
ampirik irdeleme alanı bulmuştur.
46 iletişim Sosyolojisi
(2008) medya, kültür ve iletişim alanına teorilerin çok dar kalıplarla yaklaştıklarını öne
sürer. Ona göre ekonomi politik mi kültürel çalışmalar mı gibi soruların yanlış bir
kamplaşmadır. Kültürel çalışmaların disiplinler üstü kalmasını ve çözümlemelerin de
ekonomi politik ve izleyici boyutunu da içerek tarzda genişletilmesini ve interdisipliner
yapılmasın önerir. “Medya kültürü ürünlerini onları şekillendiren üretim sistemi ve
toplumsal içerisinde konumlandırmak, bu ürünlerin yapılarını ve anlamlarını aydınlatmada
yardımcı olacaktır’’ derken Kellner, kültürel çalışmaların odaklandığı temsiller, medya
anlam formları ve öne çıkan türlerinin medyanın ekonomi politiği içerisinde çözümlemeyi
önerir. Medya analizlerinde feminist perspektifin bir açılım sağladığını kabul ederken
medya metinlerini de salt yönetici sınıfların ideolojisini taşıyan örnekler olarak değil sınıf,
toplumsal cinsiyet, ırk, etnisite gibi pekçok alanın temsilcisi ve bu temsillerin analizinin
önemine işaret eder.
Medya çalışmalarında eleştirel paradigma içinde yer alan iletişim araştırmalarının genel
özellikleri nelerdir? m
SIRA SİZDE^
Medyada özellikle reklam amaçlı olarak sıklıkla söylenen “reyting araştırmaları” veya
“reyting rekorları” bir iletişim araştırması olarak kabul edilebilir mi?
m
1
SIRA SİZDE^
s
48 iletişim Sosyolojisi
Özet
<S^ Medya üzerine neden bilimsel çalışma yapılma- "o' s> bulunmaktadır. Bunların bir kısmı aske
gerektiğini ifade edebilmek.
Medya, toplumun üstyapı kurumlarmdan biridir.
Akademik açıdan bu toplumsal yapıyı yakından
incelemek için bilimsel çalışmalar gerçekleştiril-
mesi gerekli ve önemlidir. Çünkü, medyanın sos-
yal, siyasal ve kültürel işlevleri vardır. Modern
toplumlarda insanlar dışsal dünyada olan-biten-
den medya aracılığıyla haberdar olmakta hatta si-
yasal katılım kararları bile medyadan edinilen ha-
ber ve enformasyon aracılığıyla mümkün olmak-
tadır. Yeni iletişim teknolojileriyle fiziksel
sınırların ortadan kalktığı küreselleşen dünyada
medyanın işlevlerinin de önemi artmaktadır.
Medya haber ve enformasyon vermenin ötesinde
sosyalleşme, eğlenme gibi farklı ihtiyaçları da
karşılamaktadır. Modern dünyada kitle iletişim
araçları insanların gündelik yaşamından küresel
düzlemde öneme sahip ekonomik ve politik
etkinliklere kadar yoğun olarak kullanılmakta;
yeni iletişim teknolojileri ile de çok fazla sayıda
insana ulaşma gücüne sahip olmaktadır.
Dolayısıyla, ulaştığı niceliksel artışın yanı sıra
niteliksel olarak da medya, toplumsal yaşama
ilişkin kararları etkileyen, insanları yönlendiren
ve ideoloji üreten önemli bir kuruma dönüşmüş
durumdadır.
r Medya veya kitle iletişiminin toplumsal yapıdaki kö' rolünü
özetleyebilmek.
Kitle iletişiminin başlangıcından (ilk
gazetelerden) günümüz medyasına kitle iletişim
araçlarının ulaştığı teknolojik gelişmişlik
medyanın toplumsal yapıdaki yerini ve önemini
korumuştur. Medyanın sahip olduğu kabul edilen
işlevleri nedeniyle toplumsal yapıdaki rolünün
sorgulanması gerekir. Medya, günümüzde
insanların en önemli referans ve bilgi kaynağı
olmaktadır. Başlangıçtan günümüze iletişim
araştırmacılarının anlamaya ve anlatmaya
çalıştığı toplumsal mesele, medyanın insanları
ve/veya toplumları etkileme ve yönlendirme veya
manipülasyon potansiyelidir.
3. Medyanın toplumsal yapıdaki rolü ile ilgili olarak 9. Aşağıdakilerden hangisi medya araştırmaları içeri-
aşağıdakilerden hangisi her zaman doğru değildir? sinde çalışılan boyutlardan biri değildir?
a. Herkese eşit söz hakkı sunar. a. Medyanın kültürel tüketimi
b. Kültürel anlam üretir. b. Medya metinleri
c. Kamusal bir alandır. c. Örgütsel kültür
d. Kamuoyu yaratır. d. Medyanın sahiplik yapısı
e. Toplumsal gerçekliği tanımlar. e. Televizyon ekranının boyutları
Sıra Sizde 2
Eleştirel medya çalışmaları Avrupa’da 1960’lardan sonra
ortaya çıkıp gelişir. Yıkıcı iki dünya savaşının ardından
gelen totaliter ideolojilerin ikliminde gerçekleştirilen bu
çalışmalar, medya üzerine araştırma geleneğinin daha
olumsuz ve eleştirel bir bakışla yerleşmesine yol açar.
Avrupa’daki eleştirel araştırma geleneği, ana damar
iletişim araştırması bireylerin tutum ve davranışlarındaki
etkiyi ölçmeye değil, toplumsal yapıdaki iletişim yapıları
ve iktidar ilişkilerini irdelemeye odaklanır. Medyanın
toplumda var olan iktidarı nasıl ve ne şekilde yeniden
ürettiğini açığa çıkarmayı hedefler. Ekono- mi-politik,
yapısalcılık ve kültürel çalışmalar başlıca kuramlardır.
Sıra Sizde 3
Reyting ölçümleri de bir çeşit iletişim araştırmasıdır an-
cak bu ünitede anlatmaya çalıştığımız üniversitelerde
yapılan sosyal bilim araştırmasından farklıdır. Sosyal bi-
lim araştırmaları bağımsız bir akademik özerklik içeri-
sinden ve topluma katkı sağlamak amacıyla yapılan ça-
lışmalardır. Akademik merak ve toplumsal katkı amaç-
52 iletişim Sosyolojisi
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
lı yapılan çalışmalar çözüm üretmeye, toplumdaki so- Curran, J. (2002). Media and Power, London: Rout-
runların çözümüne öneri de üretme amacı güden çalış- ledge.
malardır. Reyting ölçümleri ise hanelerde doğrudan Çelenk, S. (2008) “Tartışma Sürüyor”, İletişim Çalış-
hangi kanalların ve hangi program türlerinin izlendiğini malarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar, Der. Sevi- lay
tespit etmeye yönelik yapılan araştırmadır ve bağımsız Çelenk, Ankara: De ke Basım Yayım.
araştırma şirketlerince yapılır. Bu araştırmaların so- Laughey, D. (2010). Medya Çalışmaları Teoriler ve
nuçları reklam verenler tarafından takip edilir ve en fazla Yaklaşımlar, İstanbul: Kalkedon.
izlenen kanal ve program en fazla reklamı alır. Dola- Erdoğan, 1. Esra Keloğlu ve Nurgül Durmuş (2006). Kitle
yısıyla reyting ölçümleri de iletişim araştırması türü olsa İletişiminde Ampirik Geleneğin Kuruluşu:
da ticari amaçlı yapılan bir çalışmadır. Ticari amaçlı Lazarsfeld ve Yönetimsel Araştırmalar, İletişim, 21
olduğu içindir ki medya kuruluşları en fazla izlenen kanal ss. 1-43.
olmak için yayın politikalarını hayli ticari kurgula- Fejes, F. (1994). Eleştirel Kitle İletişimi Araştırması ve
yabilmekte, haber ve bilgi aktarmada bile magazinel bir Medya Etkileri: Yokolan İzleyici Sorunu,
tarza yönelmektedir. Medya, İktidar İdeoloji, Çev. Mehmet Küçük, Anka-
ra: Ark
Hall, S. (1994a). “İdeolojinin Yeniden Keşfi: Medya Ça-
lışmalarında Baskı Altında Tutulanın Geri Dönüşü”,
Der. Ve Çev. Mehmet Küçük, Medya İktidar İdeo-
loji, Ankara: Ark.
Hall, S. (1994b). “Kültür, Medya ve İdeolojik Etki”, Der.
Ve Çev. Mehmet Küçük, Medya İktidar İdeoloji,
Ankara: Ark.
Kellner, D. (2008) “Ayrımın Üstesinden Gelmek: Kültü-
rel Çalışmalar ve Ekonomi Politik”, Çev. Hakan Er-
gül, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uz-
laşmalar, Der. Sevilay Çelenk, Ankara: De ki Basım
Yayım.
Inceoğlu, M. (2011) Tutum, Algı İletişim, 6. Baskı An-
kara: Siyasal Kitabevi.
Jeanneney, J. (2009) Başlangıcından Günümüze Medya
Tarihi, 3. Basım, Çev. Esra Atuk, İstanbul: YKY
Lowery, S. A. ve Melvin L. DeFleur (1995) Milestones
in Mass Media Communication Research Media
Effects, 3th Edition, Toronto: Longman.
Maigret, E. (2011). Medya ve İletişim Sosyolojisi, Çev.
Halime Yücel, İstanbul: İletişim.
McQuail, D. (2003). Mass Communication Theory,
London: Sage Publication. (2010). Mass Commu-
nication Theory, London: Sage Publication.
Turner, G. (1990). British Cultural Studies an Intro-
duction, London: Unwin Hyman.
Tüfekçioğlu, Hayati (1997). İletişim Sosyolojisine
Başlangıç, Der Yayınları.
İLETİŞİM SOSYOLOJİSİ
3
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
<j^ İletişim alanında yapılan ilk araştırmaların sonuçlarını açıklayabilecek; <j^ İletişim
araçlarının uzun vadeli etkilerini değerlendirebilecek;
<j^ İzleyici odaklı araştırmaları özetleyebilecek;
Frankfurt Okulu’nu tanımlayabilecek;
Ekonomi politik yaklaşımın ne olduğunu açıklayabilecek;
Kültürel çalışmalar yaklaşımını özetleyebilecek;
Feminist medya çalışmalarını
• Güçlü Etki değerlendirebileceksiniz.
• Suskunluk Sarmalı Araç Mesajdır Eleştirel Yaklaşım
• Kanaat Önderleri
Anahtar Kavramlar
• İki Aşamalı Akış
• Küresel Köy
Frankfurt Okulu Ekonomi Politik Yaklaşım Feminist Yaklaşım
Kitle İletişim Kuramları
LİBERAL KİTLE İLETİŞİM KURAMLARI
ile kitle iletişim araçlarının aslında sınırlı etkiye sahip oldukları, söz konusu etkilenmenin de
daha çok kanıların pekiştirilmesi şeklinde olduğu sonucuna varmışlardır. Üstelik asıl etki
yaratanın, kişisel kaynaklar, yani kanaat önderleri, bir diğer ifade ile yüzyüze ilişkiler olduğu
ortaya çıkmıştır.
1) Sınırlı etki modeline göre medya var olan davranışları pekiştirmekten başka bir şey
yapmıyordu. Çünkü elde edilen bulgulara göre, izleyici-okuyucular seçici dikkat, seçici algılama
ve seçici anımsama gibi çeşitli savunma stratejilerine sahiptirler. Aslında buradan anlaşılması
gereken bir anlamda yüzyüze ilişkilerin ya da yüzyüze iletişimin öneminin yeniden keşfidir. İki
aşamalı akış olarak kavramsallaştırılan bu bulguya göre insanlar aslında içinde bulundukları
toplumun kanaat önderlerinden daha fazla etkilenmektedirler. İzleyici-okuyucunun en önemli
referans kaynağı medya değil yüzyüze ilişkilerdir. İki aşamalı akış hipotezi “Halkın Tercihi”
araştırmasının bulgularından sadece bir tanesidir. Bu araştırmanın asıl amacı bireylerarası
ilişkinin önemini saptamak değil, dönemin medyasının hedef kitlesinin, yani izleyicilerinin
özelliklerinin saptanmasıdır. Halkın Tercihi araştırmasında üç bulgu elde edilmiştir: 1) Kişisel
etki 2) Kanaat önderleri 3)Kanaat önderlerinin kitle iletişim araçlarıyla olan ilişkileri.
a) Hovland ve İki Yanlı Sunum
ABD’de Ordu Enformasyon ve Eğitim Bölümü, iletişimin, özellikle de propagandanın
etkileriyle ilişkili araştırma yapmaları için psikolog ve sosyolog çalıştırmıştır. İşte bu amaçla
psikolog olan Carl Hovland, önderliğinde kitle iletişim araçları tarafından gönderilen iletilerin
ikna etme ve öğrenme üzerindeki etkilerini ölçmek üzere araştırmalar ve deneyler yapıldı. Bu
araştırmalar iletişimin tutum değişimindeki etkisini, bir diğer ifade ile daha önce sahada yapılan
araştırmaların etkisini laboratuarda bulmayı amaçlamaktaydı. Ordunun askere yeni alınan erler
Güçlü etki dönemi olarak için hazırladığı oryantasyon filmlerinin ikna edicilik gücü araştırılmıştır. Bunun için özellikle
anılan bu dönemde, medya
izleyicileri sorgusuzca her
cevap aranan sorular şunlardır:
şeye inanan, hatta etkilenen 1) Yeni enformasyon ne ölçüde tutumları değiştirmiştir?
kişiliksiz, hiçbir politik tercihi 2) Bu değişiklikler sürekli miydi ve hangi koşullar altında sürekliydi?
olmayan bir hedef gibi
düşünülür. Bu araştırmalarda tek yanlı sunum ile iki yanlı sunum birlikte ele alınmıştır; tek yanlı
sunumda meselenin sadece iyimserlik ve umut dolu kolay yanları anlatılmıştır. İki yanlı
sunumda ise meselenin iyi, kolay ve umut verici yanları olduğu kadar zor yanlarının da olduğu
anlatılmıştır. Sonuç olarak tek yanlı sunuma göre iki yanlı sunumun daha etkili, daha başarılı
olduğu ortaya çıkmıştır.
T.W.Adorno-P.F.Lazarsfeld Karşılaşması
Hiç kuşkusuz alanda yapılan ilk kitle iletişim araştırmalarını, Amerikan sosyal bilimlerinin özgül
tarihsel bağlamı içinde anlamak ve değerlendirmek gerekmektedir. ABD’deki toplumsal ve
siyasal düşüncelerin karşılıklı etkileşimine bakmadan bu değerlendirme eksik olur. Ayrıca buna
eklenmesi gereken bir diğer önemli nokta ise iletişim alanında yapılmış çalışmaların önemli bir
kısmı, Amerikan kitle iletişim araştırmalarına Marksist perspektifin meydan okuyuşu ve bunun
sonucunda ortaya çıkan teorik çalışmalardır. İşte bu çalışmanın temelini Lazarsfeld ile
Adorno’nun kısa süren birliktelikleri ve ayrılmalarına bağlı olarak içine girdikleri akademik
tartışma oluşturmaktadır.
1938’de Lazarsfeld,Columbia’da, Max Horkheimer’la Adorno’yu Radyo Araştırmaları
Ofisi’nin müzik bölümüne başkanlık etmeleri için Birleşik Devletler’e davet etti. Aslında
Lazarsfeld güçlü konumunu eleştirel yaklaşımın desteği ile daha da pekiştirmek niyetindeydi.
Ancak bu birliktelik bir yıl gibi kısa bir sürede bitti. Bu
3. Ünite - Kitle iletişim Kuramları 55
Göstergeler
George Gerbner’in önderliğinde Pensilvanya Üniversitesi Annenberg İletişim Oku- lu’nda
1960’larda başlayan ve çok uzun süre devam eden “kültürel göstergeler” projesi televizyonda
yaratılan dünyayı özellikle bu dünyadaki şiddetin miktarını saptamayı amaçlıyordu. Proje
kurumsal çözümleme; mesaj sisteminin çözümlenmesi ve yetiştirme çözümlemesi olmak üzere
üç ana bölümden oluşturulmuştur. Kurumsal çözümleme televizyon mesajlarının oluşumundaki
karar alma süreçlerini ve bu süreci etkileyen toplumsal aktörleri incelemeye yöneliktir.
George Gerbner içerik çözümlemesi yöntemini kullanarak bir kültürü medya üzerinden
anlamaya ve analiz etmeye çalışır. Çünkü Gerbner, televizyonda aktarılan kültür ve onun
üzerinden aktarılan değerlerin toplumda bir oydaşmanm sonucu oluştuğunu ileri sürmektedir. Bu
anlamda Gerbner, liberal yaklaşımın en önemli savlarından birisi olan medyanın toplumun aynası
olduğu metaforunun tekrar altını çizmektedir. Televizyon farklı program türleriyle belli bir dünya
görüşünü istikrarlı bir biçimde yansıtmaktadır. Bu dünya görüşü izleyici tarafından farkına bile
varılmadan yavaş yavaş emilir ve içselleştirilir. Gerbner bu çözümleme ile televizyonun farklı
program türlerinde verilen ortak yaşam biçimini açığa çıkarmayı amaçlamıştır.
Yetiştirme (cultivation) çözümlemesinde ise izleyicilerin televizyonu izleme oranlarına
Gerbner çarpıcı bir betimleme
göre sorulara verdikleri yanıtlar incelenir. Amaç çok izleyenlerin az izleyenlere göre daha çok ile bu ilişkiyi “yetiştirme” olarak
televizyon dünyasının aktardığı değerleri yansıtacak biçimde yanıt vermelerini bulmaktır. tanımlar. Diğer bir deyişle
medya bir toplumdaki ve
Gerbner çarpıcı bir betimleme ile bu ilişkiyi “yetiştirme” olarak tanımlar. Diğer bir deyişle kültürdeki tutumları ve
medya bir toplumdaki ve kültürdeki tutumları ve değerleri eker ve yetiştirir. Medya bu değerleri eker ve yetiştirir.
değerleri yaratmaz, ancak bu değerleri besler, yayar ve pekiştirirken bir yandan da bunların Medya bu değerleri yaratmaz
ancak bu değerleri besler,
sürdürülmesi için bir oydaşma yaratır. Gerbner’in tanımladığı “kötü dünya sendromu”na yayar ve pekiştirirken bir
göre, televizyonu çok izleyenler tehlikeli ve kötü bir dünya tarafından kuşatılmış olduklarını yandan da bunların
sürdürülmesi için bir oydaşma
düşünürler. Televizyonun tekrarlanan ve yaygın kalıplar yoluyla belli bir dünya görüşünü yaratır.
oluşturması anaakım (anayol, ortayol) olarak tanımlanabilir
56 iletişim Sosyolojisi
Gündem Oluşturma
Gündem oluşturma görüşünü ortaya atan ve savunan B.Cohen, McCombe ve Shaw’a göre medya
olayların bazılarını göz ardı ederken bazılarını da vurgulayarak ve öne çıkararak kamuoyunun
oluşmasını sağlamaktadır. Bu tez kendisinden önce yapılmış olan araştırmaları sadece tutum
değişikliği üzerinde durmaları nedeniyle eleştirir. Çünkü gündem oluşturma tezine göre kitle
iletişim araçları sadece farkında olmayı sağlayabilirler. İnsanlar gündelik pratikleri içinde
medyayı takip ederken, medyanın konulara verdiği önceliği kendi öncelikleriymiş gibi benimse-
mektedirler. Medya gündemi bir öncelik sıralaması belirleyerek izler. Bu anlamda siyasi iktidarın
ya da bürokraside yapılan yolsuzlukların medya tarafından yoğunluklu ve öncelikli olarak
işlenmesi halinde, siyasi iktidarların seçimleri kaybetmesi mümkündür. Siyasi iktidarların kendi
yolsuzluklarını kamudan gizlemenin bir yolu olarak medyayı yönlendirerek farklı gündemler,
farklı öncelikler oluşturması da mümkündür.
Suskunluk Sarmal>
E. Noelle-Neumann 1965 yılında İletişim
Araştırmaları Başkam olduğunda “Kamuoyu ve
Toplumsal Denetim” konusunda çalışmıştır.
Temel iddiası, kamuoyu
Elisabeth Noelle- kavramı anlaşılmadan ve açıklanmadan medyanın
Neumann
etkilerini anlamanın mümkün olamayacağıdır.
(1916-2010)
Etki odaklı iletişim araştırmalarına farklı bir
boyut kazandıran Noelle Neumann, araş-
tırmalarını “suskunluk sarmalı” kavramı üzerine
oturtur. Suskunluk sarmalı, bir toplumda üzerinde
uzlaşılan belli değerler ve hedeflerin varlığı
üzerine kuruludur. “Kamuoyu” olarak tanımlanabilecek bu uzlaşma ya da anlaşma sadece siyasal
konularda değil moda, gelenek gibi konularda da aranır.
V Suskunluk sarmalı, yalnızca küçük gruplarda değil, aynı zamanda toplumun da oydaşmadan
sapan bireyleri dışlama ile tehdit ettiği varsayımına dayanır. Toplum, üzerinde uzlaşılmış olduğu
varsayılan düşünce ve değerlerin dışına çıkanları, yani sapkınları dışlama ve ihraç ile tehdit eder.
Bu dışlanma korkusu, insanları, etraflarında olan biteni yakından takip ederek ona göre güvenli
bir konum almaya itmektedir. Bu anlamda insanlar kendi düşüncelerinin kamuoyundaki oydaşma
içinde yer aldığını bilirlerse, açıkça dile getirmekten çekinmeden yüksek sesle konuşma cesaretini
gösterirler. Tersine, azınlıkta olduklarını hissederlerse, düşüncelerini saklamak için çeşitli
stratejiler geliştirerek suskun ve temkinli davranırlar. Bu durum belirli düşüncelerin ya da
inançların tabu haline gelmesine veya yok olmasına kadar sürebilir.
McLuhan’a göre araç insanın uzantısıdır. Bu uzantı her şeyi kapsar. Yazılı sözcükler,
konuşulan sözcükler, giysilerimiz, saat, gözlük, ev, araba, tekerlek, bisiklet, basın, yol,
fotoğraf, telgraf, telefon, daktilo, televizyon, sinema, radyo vs. gibi.
Frankfurt Okulu
Weimar Cumhuriyeti döneminde, Max Horkheimer ve ekonomist Friedrich Pol- lock gibi
düşünürlerin de bulunduğu bir grup akademisyen tarafından Frankfurt Üniversitesi’nde
Toplumsal Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Enstitü, dönemin Al- manyasında var olan akademik
araştırmalara karşı bağımsız ve Marksist çalışmaların yapılmasını sağlamak üzere, işadamı Felix
Weil’in parasal katkısıyla kurulmuş
3. Ünite - Kitle iletişim Kuramları 59
tur. 1923 yılında kurulan ve daha sonra Frankfurt Okulu olarak anılan enstitünün başına 1930
yılında Max Horkheimer geçince yapılan çalışmalara yeni bir yön verir. Felsefe kürsüsünün
başında bulunan Horkheimer’in yönetimindeki enstitü özellikle iki Alman işçi partisi olan
Komünist ve Sosyal Demokrat partilerin siyasal uygulamalarını eleştirme misyonunu üstlenir.
Ancak Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü, Nasyonal Sosyalistlerin, Almanya’da iktidara
gelmesiyle birlikte 1933 yılında sürgüne çıkmak zorunda kalır. İnsanlık tarihinin en kirli savaşı
olan İkinci Dünya Savaşı’nm bitmesi ve Almanya’nın teslim olmasından yıllar sonra 1950’de
tekrar Frankfurt’a döner. “Frankfurt Okulu” kavramı ise 1960’larda enstitü dışındakiler tarafından
kullanılmış olmakla birlikte enstitü üyeleri bu nitelemeyi gururla sahiplenmişlerdir. Okulun
bilinen bazı üyeleri, aynı zamanda iletişim çalışmaları açısından da önemli isimler olan, Max
Horkheimer, Theodor Adorno, Lea Lowenthal, Herbert Marcuse ve Walter Benjamin gibi
düşünürlerdir.
Frankfurt Okulu ve Eleştirel Teori kavramının, literatürde birbirinin yerine kullanıldığını
görmek mümkündür. Eleştirel Teori, felsefe tarihinde, Batı Avrupa Marksist geleneğinin
Frankfurt Okulu adıyla anılan koluna, yani Marksizmi zamanın teorik ve politik Frankfurt Okulu ve Eleştirel
gereksinimlerine uyarlamayı amaçlayan bir dizi Alman filozofu ve toplum teorisyenine Teori kavramının literatürde
gönderme yapar. Eleştirel teorinin ortaya çıkışı Amerikan akademik düşüncesinde önemli bir birbirinin yerine kullanıldığını
görmek mümkündür. Eleştirel
gelişme sağlamıştır. Bu kavramı enstitü, ABD döneminde Marksizm yerine kullanmıştır. Teori, felsefe tarihinde, Batı
Genel olarak Eleştirel Teori kavramı enstitünün Max Horkheimer, Theodor W. Adorno, Avrupa Marksist geleneğinin
Frankfurt Okulu adıyla anılan
Herbert Marcuse ve son döneminde Jürgen Habermans’ın öncülüğünü yaptığı 1930 sonrası koluna, yani Marksizmi
düşünsel faaliyetlerinin ürünlerine atıfla kullanılır. Horkheimer’in Geleneksel ve Eleştirel zamanın teorik ve politik
gereksinimlerine uyarlamayı
Teori, Marcu- se’nin Felsefe ve Eleştirel Teori adlı çalışmaları bu kavramın şekillenmesini amaçlayan bir dizi Alman
sağlayan önemli çalışmalar olarak öne çıkar. Eleştirel teori Amerikan toplum kuramları için filozofu ve toplum teorisyenine
gönderme yapar.
iktidar ve değişim kavramlarına alternatif bir yaklaşım sağlamıştır. Bu da medya
endüstrilerinin ideolojik mücadelede işlevini anlamak için kültürün analizini gerektirmiştir.
Frankfurt Okulu’nun temelini belirleyen üç tarihsel olgunun altını çizmek gerekir. Bunlardan
ilki Rusya’da gerçekleşen Bolşevik ihtilalinin beklendiği gibi Avrupa’ya yayılmaması, ikincisi
Almanya’da Adolf Hitler liderliğinde faşizmin yükselişi ve iktidar olması, üçüncüsü ise Batı
Avrupa’da egemen sistemlerin bir anlamda istikrara kavuşması ve ideolojik dönüşümlerin bu
egemen yapılar tarafından üretilmesidir.
Tom Bottomore, enstitüyü dört tarihsel döneme ayırarak inceler:
1. Dönem: 1923-1933 yılları enstitünün ilk dönemi olarak tanımlanmaktadır. İlk müdürü ise
Viyana Üniversitesi’nde hukuk ve siyaset bilimi profesörü olan Carl Grünberg’dir. Grünberg
Sosyalizm Tarihi ve İşçi Hareketi adlı derginin editörlüğünü yapmıştır. Grünberg’in bu dergide
uyguladığı marksist bir çizgide tarihsel ve ampirik yayınları yapma politikası, enstitünün ilk
döneminde de sürdürülmüştür. Grünberg açılış konuşmasında, enstitünün amacını,
fabrikasyonlaşan eğitime alternatif bir araştırma kurumu oluşturmak şeklinde açıklamıştır.
Grünberg bilimsel bir yöntem bilgisi olarak marksizme bağlılığını ve enstitüde de marksizmin
belirleyici ilke olacağı vaadinde bulunmuştur. 1929’de ayrılışına kadar Grünberg’in anlayışı her
anlamda belirleyici olmuştur. Enstitünün üyelerinin genel olarak ekonomi politik bir yaklaşımla
çalışma yaptıklarını söylemek mümkündür. Bunun istisnasını Leo Lowenthal oluşturmaktadır. 19.
yüzyıl romanları üzerine çalışan Lowenthal, enstitünün genel çizgisinin dışında sayılabilecek bir
konum sergilemektedir.
60 iletişim Sosyolojisi
2. Dönem: Grünberg’in ölümünden sonra enstitünün başına geçen Horkhei- mer “Toplum
Felsefesinin Bugünkü Durumu ve Bir Toplumsal Araştırma Enstitüsünün Görevleri” başlıklı
konuşmasında belirttiği gibi, ilgi alanını daha çok felsefeye yöneltmiştir. İkinci dönemin en
önemli olayı kuşkusuz Hitler’in iktidara gelmesiyle birlikte okulun Almaya’da varlığını sürdürme
koşullarının yok olmasıdır. Öncelikle enstitünün kaynakları Avrupa’nın farklı yerlerinde bürolar
açılarak oralara aktarılmış, daha sonra da tamamen ABD’ye taşınmıştır. Enstitünün başına geçen
Horkheimer ve diğer üyeleri ile birlikte, ilgi alanı ekonomi ve tarihten; felsefe, kültür ve medyaya
kayar. Bu kayışta hiç kuşkusuz Horkheimer araştırma programı ve anlayışı belirleyici olmuştur.
Bu dönemde, felsefe doktoru olan Herbert Marcuse ve Theodor W. Adorno’nun enstitüye üye
olmaları enstitünün konumunu da belirlemiştir. Adorno’nun felsefeden, sosyolojiye, edebiyattan
estetiğe ve müziğe kadar çok geniş bir alanda çalışan ve üreten bir düşünür olması elbette enstitü-
nün ilgi alanlarını da yönlendirmiştir. Otorite ve Aile adlı ortak çalışma ve Hork- heimer’in
Geleneksel Teori ve Eleştirel Teori başlıklı yazısı önemli çalışmalar olarak öne çıkar. Kuşkusuz
bu dönemde psikanaliz de enstitünün ilgi alanı içine girmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nm sonuna
kadar olan süreçte faşizmin doğası üzerine, Pollock’un başlattığı ve faşizmi bir tür devlet
kapitalizmi olarak sunan iç tartışmanın egemenliği belirleyici olmuştur. Kuşkusuz Frankfurt
Okulu denince anılmadan geçilemeyecek olan Aydınlamanın Diyalektiği adlı çalışma da bu
dönemde tamamlanmıştır.
3. Dönem: Üçüncü dönemin geri dönüş tarihi olan 1950 ile başladığını ve 1970’e kadar
sürdüğünü söylemek mümkündür. Tarihe eleştirel teori olarak geçen teori şekillenmiştir. Bu
dönemin belirleyici düşünürleri kuşkusuz Adorno ve Mar- cuse’dir.
4. Dönem: Bottomore dördüncü dönemi Adorno’nun 1969 yılındaki beklenmedik ölümüyle
başlatır. 1970’lerden sonra Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü farklı bir kadroyla daha çok sendika
araştırmalarına yoğunlaşmıştır. Bu dönemin öne çıkan düşünürü Habermas’tır. Habermas önce
marksizmle, 1971’de de enstitü ile bağını koparır. Diğer genç üyeler de birkaç yıl içinde enstitüyü
terk etmişlerdir.
Bu genel dönemleştirmeden sonra Frankfurt Okulu’nun özellikle iletişim ve medyaya ilişkin
görüşlerini Kejanlıoğlu’nun yaptığı ayrıma dayanarak açıklamak mümkündür:
1) Frankfurt Okulu’nun iletişim çalışmalarıyla olan ilişkilerini kuşkusuz 1930’lar- da iletişim
alanının kuruluşunda doğrudan yer almaları ile başlatmak gerekir. Bu ilişki sorunlu ama
eleştireldir. Bu dönemde okulun iletişim ile olan ilişkisini; Toplumsal Araştırmalar
Dergisi’nde kitle iletişimine yer verilmesi ve ampirik araştırmalarda kendi konumlarının
izin verdiği ölçüde Lazarsfeld ile işbirliği yapılması; Adorno’nun Princeton’da Müzik
Araştırması Birimi’nin başına geçmesi; Lowenthal’in 1940’lardan itibaren yaptığı birçok
çalışmanın kitle iletişimi ile ilgili olması şeklinde sıralamak mümkündür.
2) Frankfurt Okulu’nun iletişim alanıyla ilişkisinin diğer bir boyutu ise alanın kuruluş
aşamasında eleştirel bir konum sergilemeleri olarak açıklanabilir. Kuşkusuz bu eleştirellik
önemlidir, çünkü iletişim alanında eleştirel yaklaşımla, liberal yaklaşımın birbirinden
ayrılmasını sağlamıştır. Adorno ve Lazarsfeld kısa süren birlikteliklerini sert akademik
tartışmalarla bitirirler. İşte bu tartışmalar aynı zamanda alandaki iki paradigmanın
kökenini de oluşturmuştur.
3. Ünite - Kitle iletişim Kuramları 61
Max T. W. Adorno
Horkheimer (1903-1963)
(1895-1973)
J
62 iletişim Sosyolojisi
Frankfurt Okulu’nun son kuşak üyelerinden Habermas’m iletişim alanına katkısı, kuşkusuz
çok önemlidir. Habermas, İletişimsel Eylem Kuramı adlı çalışmasıyla iletişimin insan
özgürlüğünü geliştirmeye yönelik potansiyelini, kamusal alan araştırması içinde yeni yeni
gelişmeye başlayan konulara tekrar dönerek ayrıntılı bir biçimde inceler. Bu anlamda Habermas,
Eleştirel iletişim araştırmaları toplumsal ilişkileri analiz ederken nasıl bir ortak belirleyenden
hareket ederler?
Ekonomi politik yaklaşımın sadece eleştirel olduğunu düşünmek doğru olmaz. Ekonomi politik,
liberal yaklaşımın da önemli ilgi alanlarından birisidir. Eleştirel ekonomi politik iletişim
çalışmaları, tarihsel maddecilik üzerine temellenir. Ekonomik erk ile kültürel biçimler arasında
dolaysız ve dolayımlanan bağlantıları araştırır. Bu anlamda kitle iletişim araçlarının mülkiyeti,
kontrolü medya sektörünün diğer sektörlerle ve devletle olan ilişkisi, tekelleşme, medya içeriğinin
farklılaşması, metalaşma, ticarileşme, reklam ve kar güdüsünün içeriğe etkisi gibi konuların sor-
gulanması önemli konular olarak saptanmıştır.
Kuşkusuz ekonomi politik yaklaşımı da diğer birçok yaklaşımda olduğu gibi kendi içinde
farklı kıstaslara göre kategorilendirmek mümkündür. Tarihsel olarak bir sınıflandırma yapılabilir.
Avrupa merkezli ve ABD merkezli olarak da ayırmak mümkündür. Bu yaklaşımlar belirli
isimlerle özdeşleştiği için isimlere göre değerlendirme ya da ayrım yapılabilir. Yaklaşımların
öncülleri dikkate alınarak, araçsal- cı yaklaşım, yapısalcı yaklaşım ve eleştirel ekonomi politik
yaklaşım olmak üzere başka bir ayırım yapmak da mümkündür.
Marksizm, liberal yaklaşımın ifade özgürlüğünün ancak kitle iletişim araçlarının serbest
piyasa koşullarında yapılanmasıyla mümkün olacağı savını eleştirmektedir. Marksizm iletişim
araçlarının eşitsiz toplumsal ilişkileri ve egemen ideolojiyi yeniden ürettiğini ileri sürmektedir.
Vincent Mosco (1996) ekonomi politik yaklaşımın 1990’lı yıllardan itibaren dört temel
Ekonomi politik yaklaşımın
1990’lı yıllardan itibaren dört ilgi alanı belirlediğini söylemektedir. Bunlar küreselleşme, deregülasyon, birleşme ve
temel ilgi alanı belirlediğini sayısallaşma olarak sıralanabilir. Sayısallaşma bilgisayar ve internet ağlarının kitle iletişim
söylemek mümkündür. Bunlar
küreselleşme, deregülasyon,
sürecinin bütün aşamalarının en önemli unsuru olarak ortaya çıkmasıdır. Bilgisayar
birleşme ve sayısallaşma olarak teknolojisinin gelişmesi, iletişim alanında farklı olanaklar sağlamıştır. Farklı iletişim
sıralanabilir. araçlarının birleşmesi farklı işlevlerin aynı araçlarla kullanımını yani yöndeşmesini
sağlamıştır. Deregülasyon ise özellikle radyo-televiz- yon yayıncılığı alanında temel olarak yasal
düzenleme ya da yeniden düzenlemeyi ifade etmek için kullanılmaktadır. Yasal düzenlemeler ile
radyo ve televizyon yayıncılığı kamu tekelinden çıkarılıp serbest piyasa koşulları içinde ve
küresel sermayenin kar edebileceği sektörlere dönüştürülmüştür. İletişim alanı bağlamında
küreselleşme ise uluslararası holdinglerin bütün dünyadaki her tür iletişim içeriğinin üretimini,
dağıtımını ve tüketimini kontrol etmesi olarak açıklanabilir.
3. Ünite - Kitle iletişim Kuramları 63
Bağımlılık kuramlarının yoğun ilgi gördüğü dönemde, bu kuramlar iletişim alanına “medya
emperyalizmi”, “kültür emperyalizmi”, “kültürel bağımlılık” gibi kavramlarla tercüme edilmiştir.
Uluslararası medya ürünlerinin ya da içeriğinin akışının tek yönlü olmasını ve bunun merkezden
çevreye doğru bir akış izlediği argümanının altını çizer. Bu bağlamda Herbert Schiller bağımlılık
kuramından hareketle iletişimin uluslararası boyutunu inceler. Schiller’e göre medya ekonomik
işlevlerinin yanı sıra ideolojik işlevler de üstlenmektedir. İnsanlara manipülasyon yoluyla
paketlenmiş bilinç sunarak zihinleri yönlendirmektedir. Amerikan emperyalizminin
uluslararasılaşması için iletişime nasıl bir işlev yüklendiği ya da bu imparatorluğun varlığını
sürdürmesinde iletişim olanaklarının nasıl kullanıldığını deşifre etmeyi kendisine amaç
edinmiştir.
Herbert Schiller (1996), bu argümanını güncelleştirerek savunmaya devam etmiştir.
Amerikan ekonomisi dünya genelinde eski güçlü konumunu sürdürmese de, dünya kültürü
üzerindeki hegemonyasını hala korumaktadır. Bir yandan medyanın ürettiği kültürlerin küresel
piyasayla bütünleşmesi, öte yandan kamusal kültür üretiminin deregülasyonu bütün dünyada
Amerikanlaşmayı desteklemeye devam etmektedir.
Dallas Smythe ise izleyicilerin programlar üzerinden nasıl reklamcılara pazar- landığını
araştırmıştır. Smythe (1977), kapitalizmin reklam sayesinde pazarı kontrol ettiğini ve talebi
istediği gibi yönlendirdiğini belirtmektedir. Reklamlar, yaşam biçimleri, sembolik değerler ve
zevkleri birleştirerek aslında toplumda anlam sistemi yaratırlar. Bu anlamda izleyici Smythe’e
göre reklam verenlere pazarlanan bir emtiaya dönüştürülmüştür. İzleyiciler gelirlerine, yaşlarına,
cinsiyetlerine, etnik ve sınıfsal özelliklerine göre reklamcılara pazarlanmaktadır. Bu anlamda
marksistlerin kendilerine sormaları gereken soru, iletişim endüstrilerinin nasıl bir ekonomik işlev
üstlendiğidir. Ancak Garnham Murdock (1978) Smythe’nin izleyicinin reklamcılara satılma
meselesini abartılı bularak eleştirmiştir.
Araçsalcı yaklaşım içinde çalışan Herman ve Chomsky ise özellikle haber medyasının
ekonomi politiği üzerine yoğunlaşmıştır. Araçsalcılar kapitalistlerin kamusal enformasyon
akışının kendi çıkarlarıyla uyumlu olması için pazardaki ekonomik güçleri nasıl kullandıkları
üzerine yoğunlaşırlar. Özel mülkiyetin kontrolünde olan iletişim araçlarını sınıf tahakkümünün
araçları olarak değerlendirirler. Herman ve Chomsky, Amerikan haber medyasının ekonomi
politiği üzerine yoğunlaşmışlardır. Propaganda modeli olarak adlandırdıkları bu modele göre
medya ve kültür birer endüstriyel alan olarak işlev görmektedir. Bu alanlar kapitalist toplumun
yapısı gereği tekelleşerek varlıklarını sürdürürler. Herman ve Chomsky (1988) propaganda
modeli adıyla bir model geliştirmişlerdir. Bu modele göre Amerikan medyası sürekli propaganda
yaparak egemen değerleri insanlara benimsetmektedir. Çünkü kapitalist sistemin varlığını
sürdürebilmesi ancak medyanın rıza üretimi ile mümkün olmaktadır. Bu sistemde halkın neyi
göreceğine, duyacağına ve düşüneceğine karar verilmekte ve düzenli propaganda
kampanyalarıyla kamuoyu yönetilmektedir.
Ancak Golding ve Murdock’a göre, araçsalcılar sistemdeki stratejik müdahaleler üzerine
yoğunlaştıkları için sistemdeki çelişkileri gözden kaçırmaktadırlar. Medya sahipleri, reklam
verenler ve diğer politik aktörler her zaman ve koşulsuz olarak dilediklerini yapma olanağına
sahip değillerdir. Bununla birlikte yapısalcılar da yapılara fazlasıyla vurgu yapıp öne
çıkarmaktadırlar. Yapıları böylesine katı, hiçbir sızıntıya olanak vermeyen bloklar olarak
düşünmek, toplumsal değişimin olanaksızlığı anlamına gelir. Kuşkusuz bu da hayata ve hayatın
akışına terstir. Golding ve
64 iletişim Sosyolojisi
Golding ve Murdock iletişimin ekonomi politiğinin ilgilerini ve önceliklerini göstermek için hangi
çözümleme alanlarını belirlemektedirler?
Kültürel Çalışmalar
ladı. Burada anlatılmak istenen pasif izleyici anlayışı yerine daha aktif bir izleyici, yani
medya mesajlarının nasıl kodlandığı, kodlanan mesajların izleyicinin kodaçı- mı
arasındaki ilişki üzerine duruldu. Morley (1992) Nationwide adlı televizyon programı
üzerine yaptığı çalışmada izleyiciyi birer özne konumuna yerleştirilmekteydi. Bununla
birlikte izleyici programın sunduğu çerçeve ile sınırlı olduğundan yapılan okumalar da
ancak bu çerçeve dâhilinde mümkün olabilmektedir. Mor- ley’in bu çalışma sonucunda
altını çizdiği bir nokta ise özne konumlarının sabit olmamasıdır.
Alt kültürler ve sınıf kültürlerine ilişkin çalışmalarda ise, toplumsal faaliyetler
genellikle hâkim toplumsal düzene karşı direniş eylemleri olarak ya da baskı ve
adaletsizliğe karşı yaratıcı eylemler olarak kavramsallaştırılır. Sınıf ilişkilerinden te-
mellenen bir direniş kültürü olarak altkültürlerin gruplarının giyim biçimleri, uyuşturucu
kullanmaları işsizlik gibi pratiklerinin aslında, yabancılaşmaya karşı geliştirilmiş
sembolik tepkiler olduğu ileri sürülmüştür. Dick Hebdige (1979) bunları sessiz
çoğunluğu rahatsız eden birlik ve beraberliğe meydan okuyan ve uzlaşma miti ile çelişen
hareketler olarak tanımlamıştır.
Kültürel çalışmalar merkezinin siyasal ideolojiler üzerine araştırmaları ise daha çok
ırkçılık ve Thatcherizm gibi sağ kanat ideolojiler üzerinedir. Krizi İdare Etmek (1978)’de
Hall ve arkadaşları Ingiltere’de sokaklarda artan kapkaç suçları üzerine çalışmışlardır.
Suç her zaman yaşanan sıradan suç olsa da medya bunları sansasyonel olarak işlemiştir.
Dahası medya ideolojik devlet aygıtı gibi işleyerek sorunu şiddetlendirip göçmen nüfusa
karşı ırkçı tutumlara dönüştürmeyi başarmıştır. Oysa sorun sadece kapitalist sistemin
krize girmesinden kaynaklanmaktadır. 1960’lar boyunca eşitsizlikler nedeniyle artan
grevler ve gösteriler Britanya toplumundaki hegemonik uzlaşınm bozulmasına neden
olmuştur. Bozulan sistem, yerini otoriter ve baskıcı siyasal bir sisteme bırakmıştır. Bir
diğer ifade ile kapitalist sistemin içine girdiği gerçek bir kriz medya tarafından
çarpıtılarak sıradan ahlaki bozulma olarak verilir.
Kültürel çalışmalar yaklaşımın çalışılmasına olanak sağladığı ve küreselleşen
dünyada kendilerini ifade etme olanağı bulan kültürel kimlikler, bir diğer çalışma alanı
olarak karşımıza çıkmaktadır. Hall (1990), kimlik kavramını verili, sabit bir öz değil,
etkileşim içinde, ötekine bakarak oluşan, bir özdeşleşme süreci olarak tanımlamaktadır.
Yani sürekli yeniden ve farklılaşarak üretilebilen bir konumlanma sürecidir. Bu yüzden
kimlikler, kamusal alanda etkileşim içinde oluşur ve aleniyet kazanırlar. Bu kimlikler,
kadim adlar taşısa da (Alevi, Kürt, Müslüman vb.) kültürel yeniden üretim çağının
kimlikleri oldukları için eskisinden farklıdırlar. Çünkü kamusal alandaki hegemonya
mücadelesince biçimlenmiş, oluşturulmuş kimliklerdir. Yerel ve küresel ölçekte yeni
kültürlerarası karşılaşmaların ürünüdürler.
Belirli bir dönemle sınırlı olmakla birlikte kültürel çalışmalar çok verimli çok ufuk
açıcı önemli kazanımlar sağlamıştır. 1970’lerin başından 1980’lerin ortasına kadar adeta
altın dönemini yaşayan Kültürel Çalışmalar Merkezi ciddi bölünmelerle ve itirazlarla
karşılaşmaya başlamıştır. Özellikle ırk ve cinsiyet meselelerinin çalışılmaya
başlanmasından sonra Kadınlar İtiraz Ediyor (1978) adlı çalışmayla, grubun kadın üyeleri
feminist kuramın dışlanmasından şikâyet ediyorlardı. 1980’lerin başında Angela
McRobbie, kadının dışlanması ya da marjinalleştirmesinin altını çizerken merkezin de
cinsiyetçi bir yapıya sahip olduğunu ima ediyordu.
Turner (1996) Kültürel çalışmaların güçlü yanlarının altını çizmektedir:
• Kültürün özerkliğine ilişkin güçlü bir sav
• Anlamın iktidar ve toplumsal yapı ile olan bağlarının açık kavranışı
68 iletişim Sosyolojisi
Birmingham Çağdaş Kültürel Çalışmalar Merkezi'nin yaptığı çalışmaları Turner nasıl ayır-
maktadır?
Feminist Medya Çalışmaları
A M A Ç
jBsjl I
nağı sunan bir toplumsal kuram; 3) toplumsal cinsiyet farklılıklarını sınıf yaş, ırk ve etnik
farklılıklarına bağlayan canlı deneyimlere bağlılık; 4) toplumsal değişme için açık ve
belirli bir gündem.
Böylece bu iki alanın karşılıklı ve uyumlu işbirliği her iki alan açısından da anlamlı
sonuçlar elde edilmesini sağlamıştır.
Kuşkusuz tek bir feminizm anlayışından sözedilemez. Feminist yaklaşımın kendi
içinde dayandığı farklı kuramsal ve ideolojik yaklaşımlar nedeniyle farklı femi-
nizmlerden sözetmek mümkündür. Bunları, Türkçe’ye de çevrilen ve alanın önemli
kaynaklarından birisi olan, van Zoonen tarafından yazılan Medyaya Feminist Yaklaşımlar
adlı çalışma anlaşılır bir şekilde açıklamaktadır. Bu anlamda van Zoonen feminist medya
kuramının kendisini, postmodernizm, çoğulculuk ve neo- marksizm gibi bakış açılarından
farklı olarak nasıl tanımladığının önemini vurgulamıştır. Bunun dışında feminist medya
çalışmalarının yukarıda anlatılan kültürel çalışmalar ile nasıl yakın bir ilişki içinde
olduklarının da altını çizmiştir. Hiç kuşkusuz feminist akademik alan politiktir. Başından
itibaren akademik alan ile pratik alan arasında keskin bir çizgi olmamıştır. Medyanın
feminist bir değerlendirmesi kuram, siyaset ve eylem arısındaki karşılıklı ilişkiyi zorunlu
kılmaktadır. van Zoonen gibi diğer bazı araştırmacılar feminist medya çalışmalarını üç
ideolojik konum içinde sınıflandırmaktadır: Liberal feminizm, radikal feminizm ve
sosyalist feminizm. Kuşkusuz bunun dışında farklı sınıflandırmalar yapmak da
mümkündür. Ancak burada üç yaklaşımdan söz etmek yeterince fikir verecektir.
Liberal Feminizm
Liberal feminizm kadınların eşit konuma gelebilmesi için, kadınların erkek egemen
alanlara daha fazla girmesini, böylece güç kazanmalarını önermektedir. Bu durumda
medyada varolan kadın temsilinin de yavaş yavaş değişeceği inancı güçlü bir motivasyon
kaynağı olarak devam etmiştir. Aynı zamanda medyanın da kadınları ve erkekleri
geleneksel olmayan rollerde ve cinsiyetçi olmayan bir dil kullanarak göstermesi gerekir.
Bu yaklaşımın kadınlara önerdiği rollerin değişimine ilişkin yapılan vurgu “süper kadın”ı
yaratmıştır. Bu anlamda medyada görünen kadınlar, ekonomik özgürlüğe sahip yani
profesyonel, aynı zamanda başarılı bir eş, anne ama bütün bunlardan daha önemlisi ise
Liberal feminizme göre
çok bakımlı, ideal ölçülere sahip kadınlardır. Liberal yaklaşımın kadınlar için önerdiği kadınların eşitsiz koşullarında
politikalar ne yazık ki kadınların hem işte hem evde çalışmalarını gerektirmiştir. Aslında bir iyileşme sağlanamamıştır.
Üstelik iş koşullarında da
kadınların eşitsiz koşullarında bir iyileşme sağlanamamıştır. Üstelik iş koşullarında da kadınlar daha güçlü konuma
kadınlar daha güçlü konuma gelememişlerdir. ABD’de kadın gazeteci sayısının belirgin gelememişlerdir.
bir biçimde artmasına karşın medya sektöründeki kadın varlığı varolan erkek egemen
zihniyeti değiştiremediği gibi, kadınların daha etkin bir konuma gelmelerini de
sağlamamıştır.
Radikal Feminizm
Bu yaklaşımda kadınların erkekler tarafından tahakküm altına alınması ataerkil kavramı
ile açıklanmaya çalışılmıştır. Kate Millet, aile kurumuna, ataerkil düzeni
meşrulaştırmanın bir aracı olarak gördüğü için karşı çıkar. Bu anlamda aile kurumu
sadece kadınların erkeklere hizmet etmesini ve bunu da ideolojik olarak meş-
rulaştırmasını sağladığı için radikal feministlerin şiddetli eleştirisine maruz kalmıştır.
Ancak feminist literatüre önemli kavramlar ve katkılar sağlamışlardır. Radikal
feministler, kadınlara tecavüzü, cinsel şiddeti, dayak, zina ve pornografi, kadın ticareti
gibi daha önce kişisel olarak görülen sorunları politikleştirilerek kamusal
70 iletişim Sosyolojisi
alanda teşhir edilmesini bir politika olarak benimsemiştir. Radikal feministler kadınları
ayrı bir sınıf olarak görme konusunda, kendilerini sosyalist feministlerden de ayırırlar.
Radikal feminist medya stratejileri ise kuşkusuz kadınların kendi medyasına sahip
olmasını gerektirmektedir. Radikal feministler kadınların yönettiği bir medyada hiyerarşi
olmayacağını belirtir ve hiyerarşiyi sadece eril yapılanmanın bir sapkınlığı olarak
görürler. Bununla birlikte radikal feminizmin birçok kavramı diğer feminist yaklaşımlar
tarafından verimli bir şekilde kullanılmıştır. Örneğin sosyalist feminizm, ataerkil ideoloji
kavramını kadınların konumunun marksist çözümlemesinde de kullanmıştır. Erkeklerle
kadınlar arasındaki eşitsizliğin temelde ideolojik olduğu düşüncesi diğer yaklaşımlar
tarafından da kabul görmüştür.
Sosyalist Feminizm
Kadının konumunu açıklamak için sadece toplumsal cinsiyet kavramı ile yetinmez.
Toplumsal cinsiyetle birlikte kadınların sınıfsal ve ekonomik koşullarının da üzerinde
durulması gerektiğinin altını çizer. Bu yaklaşım, doğal olarak dayandığı ideolojik
yaklaşım bağlamında bir çözümleme yapar. “Emeğin yeniden üretimi” ve “evdeki
emeğin ekonomik değeri” gibi kavramlarla kadınların, çocuk bakımı, hasta bakımı, ev
işleri gibi aktivitelerine ekonomik olarak bir değer biçilmemiş olmasının, aslında
kapitalizmin kar oranını artırmaya ve kadın emeğinin görünmez kılmaya yönelik
girişimler olduğu saptaması yapılmıştır. Clara Zetkin gibi sosyalist hareket içinde yer
Radikal feministler, kadınlara
tecavüzü, cinsel şiddeti, alan kadınlar, kadınların ezilmesinin nedenlerinin anlaşılması için sosyalist düşünce ve
dayak, zina ve pornografi, pratiklerin yeniden düşünülmesi gerektiği gibi cesur önerilerde bulunmuşlardır. Sosyalist
kadın ticareti gibi daha önce
kişisel olarak görülen sorunları feministlerin medya stratejilerine gelince, öncelik anaakım medyada reform yapma ve
politikleştirilerek kamusal ayrı feminist medya oluşturmak gibi önerilerde bulunmaktadırlar. Medyayı algılama
alanda teşhir edilmesini bir
politika olarak benimsemiştir. biçimleri radikal feministlere benzemektedir. Yani medya kapitalist ve ataerkil toplumsal
düzeni doğal bir düzen olarak tanıtan ideolojik bir aygıttır.
Aslında temel olarak medyanın kadınlarla olan ilişkisine ya da kadınların medyada
nasıl temsil edildiklerine bakıldığında ne yazık ki tartışmaya açık olmayan birtakım
saptamalar yapmak mümkündür. Medya esas olarak hâkim olan toplumsal değerleri
aktarmaktadır. Bunu yaparken demokratik, ataerkil ve kapitalist toplum, yapısal
ihtiyaçlarını da karşılar. Oysa feminist yaklaşımlar, medyanın kadının yaşamındaki
gerçek sorunları ve varolma biçimini aktarmasını talep etmektedirler. Kadınların
medyadaki görünümü çok sorunludur. Ancak bunun değişimi kuşkusuz toplumsal bir
gelişmeye paralel olarak mümkün olabilir. Nasıl ki erkek egemen toplum kadına zalimce
davranıyorsa, aslında medya da öyle zalimce davranmaktadır. Kadınlar medyada sadece
belirli stereotipilerle görünürlük kazanmaktadırlar: Bu anlamda yapılan birçok araştırma
göstermiştir ki kadınlar medyada anne ve eş olarak; cinsel obje olarak ve şiddete maruz
kalanlar olarak temsil edilmektedir.
Özet
İletişim, alanında yapılan ilk araştırmaların so- Frankfurt Okulu’nu tanımlayabilmek.
nuçlarını açıklayabilmek. Frankfurt Okulu ya da Eleştirel Teori, felsefe tarihinde,
Yapılan ilk iletişim araştırmaları kitle iletişim Batı Avrupa marksist geleneğinin Frankfurt Okulu
araçlarının güçlü etkiye sahip olduğunu, yani adıyla anılan koluna, yani marksizmi zamanın teorik ve
insanları doğrudan ve güçlü bir biçimde politik gereksinimlerine uyarlamayı amaçlayan bir dizi
etkilediğine dair bulgular elde etmiştir. Bu Alman filozofu ve toplum teorisyenine gönderme yapar.
araştırmalar iletişim araçları karşısındaki Frankfurt Okulu’nun önde gelen isimlerinden olan
insanları pasif, toplumdan soyutlanmış, Ador- no ve Horkheimer özellikle kültür endüstrisi kav-
herhangi bir politik konumu olmayan kişiler ramını sorunlaştırmışlardır. Bu anlamda kuşkusuz kültür
olarak konumlandırmışlardır. Oysa daha sonra endüstrileri olarak tanımladıkları şeyin aslında yeni
yapılan araştırmalar kitle iletişim araçlarının o toplumsal denetim biçimleri ve kapitalist topluma rıza
kadar da güçlü etkiye sahip olmadığını, yani üretmenin aracı olduğunu saptamışlardır.
sınırlı etkiye sahip olduğunu, insanların aslında
Ekonomi politik yaklaşımın ne olduğunu açıkla-
yüzyüze ilişkilerden daha çok etkilendiğine A M A Ç
d. Karşılıklı sevgiye ve anlayışa dayalı bir ilişkidir. sanat ve politika alanındaki “egemen güçlere aracı
e. Kadınla erkek arasındaki ilişki aynı zamanda bir olmayan” gelenekleri konformizme heba etmeden; onları
iktidar ilişkisidir. bugüne ve geleceğe kazanarak, aydınlanmalıdır. Tarihte
olup bitenlere ilişkin bilgi, yenilginin sürgitini gören,
10. Suskunluk sarmalı kavramı aşağıdaki kuramcılar- ama bu kötümserliğin örgütlenmesiyle devrimci umut
dan hangisine aittir? kıvılcımını ve coşkuyu mümkün kılacak şekilde hep
a. Elisabeth Noelle-Neumann yeniden yazılmalıdır. Benjamin’e göre, geleceği şimdiki
b. T.W. Adorno zamanda kurtarmak için geçmişin pozitif ütopik
c. Paul Lazarsfeld kıymıklarını şimdiki zamana getirmeyi amaçlayan
d. Marshall McLuhan diyalektik materyalist yöntem, “bütün nesneler bakı-
e. Max Horkheimer mından en yüce noktasındaki yaşamın yıkılmazlığını
Okuma Parças> sergilemekle” yükümlüdür... Benjamin, “üretici güçlerin
Benjamin, “Avrupa’da savunulması gereken mevziler gelişmesi, bir önceki yüzyılın düşlerinin simgelerini,
var” diyerek, son ana kadar kıtayı terk etmez. Savaş daha bunları betimleyen anıtlar çöküp gitmeden yıkı-
patlak verince 1939’da Nevers’de dört ay çalışma kam- vermişti”, der. Burjuva hâkimiyetinin olgunlaştığı çağ
pına alınır; 1940 yazında Gestapo evini basar, yazılarını olan 19. yüzyıl başında meta üreten toplum ve onun
götürür ve artık Fransa’da da Alman mültecilerine yer ürünleri henüz “eşiktedirler ve tereddüt etmektedirler.”
kalmamıştır. 1940 Eylülünde, Amerika’daki Frankfurt Çünkü kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri ve buna
Okulu üyeleri Adorno ve Horkheimer’ın yanına gitmek tekabül eden üstyapılar, Fransa’da yüzyıl ortası gelene
için Fransa-îspanya sınırındaki Port-Bou’ya vardığında dek, henüz tam anlamıyla oturmamışlardır. Böylece de
sınırın kapanmış olduğunu görür ve 25 Eylül akşamı eski ve yeninin karşılaşmasıyla açığa çıkan ütopik öğeler
morfin hapları içerek intihar eder... kapitalizm tarafından tamamıyla ele geçirilmemiştir;
Benjamin, kendi kendini yıkarak yeniden üreten kapi- tanınmaları kolaydır. Üretici güçlerin gelişmesi ütopyalar
talizmin, varkalmaya yönelik sürecinin mitik boyutu yaratırken, aynı zamanda yaratma biçimlerinin sanattan
tekrar ürettiğini düşünür. En eski ve bilinmedik zaman- bağımsızlaşmasına yol açmıştır. Mimarlıkta mühendisin
lardan beri varolan eskime sürecinin hızının atması, ka- tasarımlarından fotoğrafa, reklam grafiğinden yazın
pitalizm altında görülmedik boyutlara erişir. Üretici güç- alanında gazetelere dek yeni ürünler, birer mal <meta>
lerdeki tüm gelişmenin insan yaşamını kolaylaştırıcı niteliğiyle artık pazara adım atmak üzeredirler. Ama
yanlarına rağmen, ilerleme diye yanlış anlaşılan şey, henüz eşiktedirler ve tereddüt etmektedirler. Pasajlar, iç
kendini yeni olarak ortaya koyan sürekli eskimenin tek- mekânlar, sergi salonları ve panaromalar bu dönemin
rarıdır, Bu anlamıyla moda, kapitalizmin göstergesidir. ürünleridir. Bunlar bir düş dünyasının kalıntılarıdır.
Ancak Benjamin’in eleştirisi, sahici bir ilerleme için ko- Uyanış sırasında düşsel öğelerin değerlendirilmesi,
runmak üzere ilerleme denilen kaderin sanatsal duyarlılık diyalektik düşünmenin kürsü örneğidir. Bu nedenle
aracılığıyla “durdurulduğu” anları araştırır ve ütopik diyalektik düşünme, tarihsel uyanışın organıdır. Çünkü
tecrübeyi diyalektik bir imge olarak kodlar. Bunlar, her çağ, bir sonrakini değiştirmekle kalmaz, ama düş
yinelenen eski içindeki yeni’nin anlarıdır... Benjamin, 19. kurarak uyanışını da zorlar.
yüzyılın ‘düşler dünyası’nın kalıntıları olan görüngü Benjamin’deki düşünsel alaşım, derin bir düşünme,
kümelerini kurtarmak için bunları çift-anlamlı nitelikle- kapsamlı bir araştırma ve eşsiz bir yazma tarzıyla bir
riyle gözler önüne sererken, aynı zamanda “kapitalizmin arada gider. Melankolisi ve intiharı eserlerinin kenarına
kendi kendini yıkarak ilerlemesini’, kapitalizmin kendi iliştirilecek “yaşamöyküsel” bir not değildir. Düşün-
kuyusunu kazan güçleri geliştirmesinin metoni- misi cesinde geçmiş kuşakları da özgürleştiren bir devrimci
olarak ele almaktadır: Kentlerin gelişmesiyle, onları kurtuluştan, unutulmuş ve gözden kaçırılmış olan şey-
yıkacak araçların gelişmesi aynı anda olur... İlerleme lerin ve ezilen sınıfların öfke ve umutlarıyla beslenen
mitosunun ister yüceltilmesi ister eleştirel inkarı aracılı- geçmişin özgürleştirici anlarının belleğinin taşıdığı dev-
ğıyla olmuş olsun tarihsel olarak onu duyumsayanların rimci güçten bahsedilir. İntiharı, bir oyun değil; “bu şe-
taşıdığı kolektif coşku, direniş, öfke ve düşleri yok et- kilde bitmemeliydi” dedirtecek cinsten bir tanımlamadır.
meden; bunları taşımış olan geçmiş kuşakların yenik Açık bir şekilde düzenin adamı olmamış, egemen olanın
hatırasıyla şimdiyi uyandırarak; 19. yüzyılın ilk yarısında görüş tarzını (konformizm) benimsememiştir; lakin onda
3. Ünite - Kitle iletişim Kuramları 75
çok geniş bir inşirah esenliği görmek de mümkün ileri süren McLuhan’a göre, köylerde nasıl herkes her
olamamıştır. şeyden haberdar oluyor ve herkesi tanıyorsa, iletişim
araçları sayesinde dünyanın heryerinde olan bitenden
Kaynak: Meral Özbek, Walter Benjamin Okumak I, II ve anında haberdar olmak mümkün hale gelmiştir.
III, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 55, Sayı: 2,3, Sıra Sizde 4
4, 2000. Eleştirel iletişim araştırmalarının ortak belirleyeni bütün toplumsal
Kendimizi Smayahm Yan>t Anahtarı ilişkileri aynı zamanda bir iktidar ilişkisi olarak ele almaktır. Bu
1. e Yanıtınız yanlış ise “T.W.Adorno-P.F.Lazars- bağlamda iletişimin de iktidar ilişkilerinin sürdürülmesinde üstlendiği
feld Karşılaşması” konusunu yeniden gözden işlev sorgulanmaktadır.
geçiriniz.
2. b Yanıtınız yanlış ise “Suskunluk Sarmalı” konu Sıra Sizde 5
sunu yeniden gözden geçiriniz. Golding ve Murdock iletişimin ekonomi politiğinin ilgilerini ve
3. c Yanıtınız yanlış ise “Eleştirel Kitle İletişim Ku önceliklerini göstermek için üç çözümleme alanı belirlemektedirler: 1)
ramlarının” konusunu yeniden gözden geçiriniz. kültürel malların üretiminin incelenmesi; 2) medya ürünlerinin üretimi
4. a Yanıtınız yanlış ise “Frankfurt Okulu” konusu ve tüketimi arasındaki ilişkiyi açığa çıkarmak üzere metinlerin eko-
nu yeniden gözden geçiriniz. nomi politiğinin analizi; 3) maddi ve kültürel eşitsizlik arasındaki
5. b Yanıtınız yanlış ise “Frankfurt Okulu” konusu ilişkiyi göstermek için kültürel tüketimin ekonomi politiğinin analizi
nu yeniden gözden geçiriniz.
Sıra Sizde 6
6. e Yanıtınız yanlış ise “Ekonomi Politik Yaklaşım”
Turner, Kültürel Çalışmalar Merkezinin çalışma alanlarını üç başlıkta
konusunu yeniden gözden geçiriniz.
toplamaktadır: 1) Kitle iletişim araçlarının metinsel incelemeleri ve
7. a Yanıtınız yanlış ise “Kültürel Çalışmalar Yakla
bunların hegemonya ve ideolojiyi yeniden üretmeye dönük işleyiş
şım” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
biçimleri. 2) Günlük yaşamın, özellikle altkültürlerin etnografik in-
8. c Yanıtınız yanlış ise “Kültürel Çalışmalar Yakla
celemeleri. 3) Thatcherizm ve ırkçı milliyetçilik çalışmaları gibi siyasal
şım” konusunu yeniden gözden geçiriniz.
ideolojiler ile ilgili çalışmalar.
9. e Yanıtınız yanlış ise “Feminist Medya Çalışmala
rı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 7
10. a Yanıtınız yanlış ise “Suskunluk Sarmalı” konu Kadınlar medyada sadece belirli stereotiplerle görünürlük
sunu yeniden gözden geçiriniz. kazanmaktadırlar: Bu anlamda yapılan birçok araştırma göstermiştir
ki kadınlar medyada anne ve eş olarak; cinsel obje olarak ve şiddete
maruz kalanlar olarak temsil edilmektedir.
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
S>ra Sizde Yan>t Anahtar Kaynaklar
Sıra Sizde 1
Akal, Cemal Bali (1994), Siyasi İktidarın Cinsiyeti,
Gerbner’e göre televizyonu çok izleyenler tehlikeli ve
Ankara: İmge.
kötü bir dünya tarafından kuşatılmış olduklarını düşü-
Connell, R.W., (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar:
nürler. Yani süre olarak televizyon izleme oranı ile dış
Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, İstanbul: Ayrıntı.
dünyanın kötülüklerle dolu tehlikeli bir yer olduğu inancı
Dursun, Ç., (2007). Eleştirel Teori, Felsefe Ansiklopedisi, Ed.
doğru orantılı olarak saptanmıştır.
Ahmet Cevizci, Cilt 5, Ankara, s.345-366.
Sıra Sizde 2 Fiske J., (1996), İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev. S.lrvan,
E. Noelle Neumann’ın kitle ilitişim araçlarının etkilerini Ankara: Ark.
kamuoyu kavramını anlamadan açıklamanın mümkün Gitlin T., (2008). Medya Sosyolojisi: Egemen Paradigma,
olamayacağını ileri sürmüştür. Böylece etki odaklı ileti- İletişim Çalışmalarında Kırlmalar ve Uzlaşmalar,
şim araştırmalarına farklı bir boyut kazandırarak araştır- Der. S.Çelenk, Çev. H.Tuncel-E.Çaylı, Ankara: De Ki.
malarını “suskunluk sarmalı” kavramı üzerine oturtur. Golding, P ve Murdock, G, (1997). Kültür, İletişim ve Ekonomi
Politik, Çev. B. Kejanlıoğlu, Medya Kültür Siyaset, Der. S. Irvan,
Sıra Sizde 3 Ankara: Ark.
Evrensel köy kavramı kitle iletişim araçlarının gelişmesi Hall, S., (1990). “Cultural Identity and Diaspora” in Jo- nathan
ile birlikte dünyanın adeta küresel bir köye dönüştüğünü Rutherford (ed.), Identity: Community, Culture,
76 iletişim Sosyolojisi
i
Uluslararası iletişim kavramını ve ilgili kavramları tanımlayabilecek,
Tarihsel olarak uluslararası iletişim kavramının ortaya çıkışım açıklayabilecek,
Uluslararası iletişim politikalarında değişimi özetleyebilecek,
Uluslararası iletişim sürecinin kurumlannı ve bunların işlevlerini tanımlayabilecek,
Uluslararası iletişimin siyasal, ekonomik ve kültürel boyutlarını ifade edebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Uluslararası İletişim • Yeni Dünya Düzeni
• Uluslararası Haber Ajansları • Küresel İletişim
• Gelişme ve Modernleşme • Uluslararası Enformasyon Akışı
• Kültürel Emperyalizm • Masaüstü Sömürgecilik
• Medya Emperyalizmi • Küresel Enformasyon Toplumu
• Elektronik Sömürgecilik • Küresel İletişim Ağları
• Yeni Uluslarası Enformasyon ve • Telif Hakları
İletişim Düzeni
Uluslararası İletişim
ULUSLARARASI İLETİŞİM
ULUS VE ULUS-DEVLET
Ulus kavramı, belli bir tarihsel dönemde ortaya çıkan özgül bir toplumsal formas-
yonu imlemektedir. Yani ulus tarihsel bir kategoridir ve ancak tarihsel gelişmenin
80 iletişim Sosyolojisi
belli bir düzeye erişmesiyle ortaya çıkmıştır. Ulus genellikle belli bir etnisiteyi, dili, dini, kültürü
ve tarihi paylaşan bir insan topluluğunu tanımlar biçimde kullanılır. Ancak ulus, modern
devletlerin en belirgin özelliklerinden birisi olmuş ve bir devlet biçimini tamlamıştır. Bu nedenle
ulus kavramı, uluslararası iletişim bağlamında, ulus-devletle birlikte düşünülmek durumundadır.
Ulus-devlet, açıkça belirlenmiş ve yüksek derecede korunan sınırlar içerisinde var olan bir
toplumsal bütünlüğü bir merkezden yönetme iktidarını ifade etmektedir. Ulus-devlet kapitalizmin
gelişme sürecinde ortaya çıkmış ve sermaye birikimi için temel bir işlev üstlenmiştir. Endüstri
devrimi ile üretim ve ekonomi alanında gerçekleşen dönüşümler, siyasi alanda devletin de ulusal
egemenlik kavramı çerçevesinde bir değişim geçirmesini sağlamıştır. Devlet bu değişim sürecinin
başlangıcında, yasa ve düzeni gerektiğinde zor kullanarak, içeride güvenli bir pazar oluşturmak
ve diğer devletler karşısında güçlü bir konuma gelerek, dünya pazarında ulusal tüccarının payını
artırmak işlevini üstlenmiştir. Bu işlevini yerine getirilebilmesi için gereken ku- rumların oluşumu
için kamu finasmanını sağlamak da devletin işlevlerinden biri durumuna gelmiştir. Ulus-devlet
ekonomik varolabilirliğini, ulusal tüccarı için korumacı önlemler ve askeri düzenlemeler ile
garanti altına almıştır.
Modern devlette iletişim, toplumun işlevselliğini, devamlılığını ve modern toplumun gereği
olan çok sesliliği sağladığı için büyük öneme sahiptir. Bu noktada, ulusal bütünleşmenin ulus
devletin oluşumunun temel şartı olduğu ve gelişmiş iletişim ağlarının da bütünleşmenin hem
eyleyeni, hem de göstergesi olduğu belirtilmelidir. Ulus devletler açısından özellikle 19.
yüzyıldan itibaren ulaşım ve iletişim alanlarında yaşanan köklü değişimler, daha önceden
başarılamamış olan yönetimin merkezileşmesi ve koordinasyonunu olanaklı hale getirmiştir. Ulus
devletin yönetme kabiliyeti, büyük ölçüde ulaşımın ve iletişimin gelişmesi ile ilgilidir. Yönetsel
bütünlüğe ulaşma, ulaşımın mekanize hale gelmesi sayesinde uzaklıkların uzamsal boyutta
küçülmesi, elektronik iletişim sayesinde iletişimin taşımadan ayrışması ve coğrafi yerler
arasındaki uzaklığın zaman boyutunda küçülmesi, iletişimin hızlanması sayesinde devletin
belgelerle ilişkili etkinliklerinin verimlileşmesi ve devletin yönetsel amaçlarla bilgi toplayabilir
ve oluşturabilir hale gelmesi ile açıklanır. Nitekim ilk telekomünikasyon sistemi olarak kabul
edilebilecek Chap- pe’nin optik telgraf sisteminin 1793’te kurulması, Fransa devleti için karasal
egemenliğin sağlanması açısından ulusal toprakları birleştiren en önemli unsurlardan biri
olmuştur. Ulusal toprakların birleştirilmesinin anlamı, eyaletler arası engellerin ortadan
kaldırılması, yönetsel bölgelerin belirlenmesi, vergi sistemi ve yasaların birleştirilmesi,
Fransızca’nın ulusal dil haline getirilmesi gibi görünümlerle belirginleşen Fransa’nın ulus-devlet
olarak bütünleşmesi sürecidir.
Uluslararası terimi ise iki ya da daha fazla ulusun dâhil olduğu, farklı uluslar tarafından
denetlenen ve kuralları konulan bir süreci ifade etmektedir. Ulus kategorisinin ortaya çıkışından
itibaren var olan her türlü toplumsal karşılaşma, uluslararası iletişim alanına dâhil edilebilir olsa
da, uluslararası iletişim çalışmaları uzun yıllar boyunca ulus-devletler ya da hükümetler
arasındaki etkileşimi konu edinmişlerdir. Bu durum ancak 20. yüzyılın sonlarından itibaren
değişime uğramış, medya ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, uluslararası iletişim
çalışmalarının kapsamında radikal bir genişlemeye neden olmuştur. Günümüzde ulusal sınırlar
aşılmış, pek çok farklı toplumsal aktör arasında, değişik türlerde etkileşimler küresel düzeyde
gerçekleşmeye başlamıştır. Uluslararası hükümet dışı örgütler, toplumsal hareketler ve hatta
bireyler günümüzde ulus-ötesi iletişimin doğasını şekillendirmektedir. Bu doğrultuda uluslararası
iletişim kavramının da, ulus devletler, kurumlar, gruplar ve bireysel aktörler arasındaki ulusal,
coğrafi ve kültürel sınırlar boyunca süren iletişime odaklanacak “küresel iletişim” ya da devlet ve
devlet dışı aktörleri kapsayan “dünya iletişimi” kavramları ile yer değiştirmesi önerilmektedir.
Bu bölümde, bir araştırma alanını adlandırması ve genel kabul gören bir terim olması
nedeniyle “uluslararası” terimi kullanılmaya devam edilecek ve özellikle günümüzdeki
tartışmalar aktarılırken, yeri geldikçe küresel iletişim ve dünya iletişimi kavramlarına da
başvurulacaktır. Uluslararası iletişim süreci ise, ulus-devletler ve hükümetler arasındaki bir
etkileşim sürecinin ötesinde siyasi ve ekonomik bir bağlamın içerisine yerleştirilerek tarihsel
olarak ele alınacaktır.
Uluslararası iletişim, küresel iletişim ve dünya iletişimi birbirinin yerine kullanılabilir olsa
4. Ünite - Uluslararası iletişim 81
da, diğer yandan içinde yaşadığımız tarihsel dönemde dünya çapında süren iletişimin nicel artışı
ile değişen aktörlerini, kurallarını ve teknolojik altyapısını yansıtmaktadırlar. 15. yüzyıldan
itibaren haberler Venedikli buğday tacirleri, Antwerpli gümüş tacirleri, Nurembergli tüccarlar ve
onların uluslararası ortaklarının paylaştıkları ürünlere ve gemilerin hareketlerine ilişkin haberlerin
yer aldığı “haber yaprakları” ve ticarete dair yarattıkları ortak değer ve inançlar aracılığı ile
uluslararasılaşmıştır.
Uluslararası telgraf ağı 19. yüzyılda Fransa, Almanya ve Büyük Britanya ile onların Asya ve
Afrika’daki sömürgeleri arasında uluslararası bir iletişimi olanaklı hale getirirken, basılı
gazetelerin ticarileşmesi ile etkileşim halinde uluslararası düzeyde işlev gören haber ajanslarının
(Reuters, Associated Press, Agence France Press) kurulmasına hız kazandırmıştır. ITU
(Uluslararası Telekomünikasyon Birliği), UPU (Evrensel Posta Birliği) gibi örgütler, dünya
çapında artan iletişimi düzenlemek adına kurulduklarında uluslararası iletişim kurumsallaşmaya
başlamıştır. Yirminci yüzyılda Intelsat, Eurovision gibi medya örgütleri ile uluslararası iletişime
yeni bir bakış açısı getirilmeye çalışılmıştır. CNN ve MTV gibi özel medya şirketlerinin tüm ulus
ve kültürlere aynı programları yaymaya başlaması, uluslararası düzeyde işleyen medya
sistemlerinin başlangıcı olmuştur.
Günümüzde ise internet, küreselleşmiş medya dünyasının bir ikonu olarak, dünya çapında
milyonlarca insanı aynı ağda buluşturmaktadır. Uluslararası iletişime ilişkin tüm bu gelişmelerle,
dünya siyasi ve ekonomik tarihindeki gelişmeler birbirlerine eşlik etmektedir. Bu açıdan
bakıldığında, uluslararası iletişimi dönemselleştirebilmek için dünya siyasi ve ekonomik
tarihindeki dönüşümlere bakılmak zorundadır. Nitekim, iletişim ve ulaşım alanında yaşanan
teknolojik gelişmeler sayesinde kolaylıkla ulaşılabilir hale gelen yeni pazarlara ilişkin gelişmiş
ülkelerin yaşadığı rekabet sonucu ortaya çıkan dünya savaşları, diğer yandan sermaye karşısındaki
konumları itibariyle homojenleşen işçi sınıfının yarattığı örgütlenmelerin gitgide güçlenmeleri ile
toplumsal gerilimlerin yükselmesi ve sanayi üretiminin ve karların azalması nedeniyle mevcut
sistemin yaşadığı krizler, uluslararası iletişimin farklı görünümlerinin dönüm noktaları olarak
belirmektedir.
Bu çerçevede uluslararası iletişimi değişen aktörler, teknolojiler, politikalar ve kavramlar
çerçevesinde, dünyada gerçekleşen ekonomik, siyasi ve toplumsal değişimler bağlamında üç
döneme ayırarak incelemek mümkündür. Uluslararası iletişim kavramının ortaya çıkışından 2.
Dünya Savaşı’na kadar olan süreç, ilk dönemi oluşturmaktadır. Bu dönemde başlıca aktörler açığa
çıkmış, iletişim sürecinde mesajın taşıyıcıdan ayrılması ve hız kazanmasıyla ilk uluslararası
iletişim altyapıları kurulmuş ve uluslararası iletişim kurumsallaşmaya başlamıştır.
İkinci dönem 2. Dünya Savaşı’nm sona erdiği 1945’den başlayarak 1980’lerin ortalarında
Yeni Dünya Düzeni kavramı dolayımı ile dünya ekonomik, siyasi ve
82 iletişim Sosyolojisi
Uluslararası iletişimi başlıca üç döneme ayırarak incelerken, hangi ekonomik, siyasi ve toplumsal
dönüşümlerin temel alındığını açıklayınız?
Uluslararası iletişimi, bir dizi toplumsal aktör arasında gerçekleşen ve sonucunda farklı
toplumsal yapılar arasında haber ve bilgi akışkanlığına neden olan bir süreç olarak
kavramsallaştırdığımız ve ulus-devletin ortaya çıkışı ile sınırladığımız koşullarda, bir
toplumsal karşılaşma biçimi olarak sömürgeciliği ve hemen klasik sömürgeciliğin öncesi
dönemi ele almalıyız. Bu dönem aynı zamanda da, bugüne dek uluslararası iletişimi
şekillendirdiğini iddia edeceğimiz farklı toplumsal yapıların karşılaşmasının bir diğer
ilişkili biçimi olan emperyalizmi ele alabilmek için önemlidir. Diğer yandan bu dönemin,
dünya coğrafyasının bütünleştiği ve tüm dünyanın en geniş coğrafya olarak kavranabildiği
bir dönem olduğunu da belirtmek, tüm bunların da bugün içinde yaşadığımız toplumsal
yapıyı adlandıran kapitalizm ile ilişkisini kurmak gerekmektedir.
15. yüzyılın sonlarında Avrupa’da yaşanan bir dizi gelişme, yeni ülkeler ve toprakların
bulunmasını teşvik etmiştir. Coğrafi keşifler tüm dünyanın, insan toplum- larmın yaşadığı
en geniş coğrafya olarak kavranabilmesine olanak sağlamıştır. Coğrafi keşiflerin
ardındaki dinamikler tanımlanırken, denizcilik bilgisinin artması, pusulanın keşfedilmesi
ve haritaların düzenlenmesi gibi gelişmeler yanında, feodalizmden kapitalizme geçiş
sürecinin dinamikleri de kapsanmaktadır. Bu noktada coğrafya, astronomi ve gemicilik
alanındaki bilimsel ve teknik ilerleme, bu ilerle-
4. Ünite - Uluslararası iletişim 83
menin matbaanın da keşfi ile birlikte toplumsal sistem içerisinde yayılmaya başlaması,
feodal beyliklerin yerlerini ulusal monarşilere bırakması, bunun ve ateşli silahlardaki
gelişmenin sonucunda büyük orduların kurulması bu dinamikler arasında sayılabilir.
Coğrafi keşifler söz konusu olduğunda bunlara “Hıristiyanlığı tüm dünyaya yayma”
arzusu, Osmanlı împaratorluğu’nun Doğu ticaret yolları üzerindeki denetimi, Avrupa’da
yaşanan nüfus patlaması ve yiyecek sıkıntısı gibi dinamikleri de eklemek gerekmektedir.
Kapitalizmin gelişmesi ile birlikte Avrupa’nın büyük bir dönüşüm sürecine girmesi;
kapitalizm adı verilen bu dönüşümün temelinde yer alan üretim biçiminin artan oranda
hammadde ihtiyacı ve üretilen mallar için pazar bulma zorunluluğu, coğrafi olarak dünya
üzerinde daha önceden bilinmeyen başka kıta ve topraklarda yaşayan toplumlarla girilen
ilişkilerin en önemli belirleyicileridir. Kısa sürede kapitalist değişim, hem yeni
karşılaşılan toplumlara, hem de değişimi daha yavaş yaşayan toplumlara yansımaya
başlamıştır. 1500’lerin başında başlayan eşitsiz ilişki, genellikle iki dönemde ele alınan
sömürgecilik ilişkilerinin temelinde yer almaktadır. Sömürgeleşme süreci, özünde siyasi
ve ekonomik unsurlar ve yoğun düzeyde askeri şiddet içerir. Sömürgecilik beraberinde,
kapitalist olmayan toplumla- rın tüm ekonomik ve toplumsal yapılarını geri dönülemez
bir biçimde dönüştürerek, kapitalizmin coğrafi olarak genişlemesi yanında “katliam,
kölelik ve yağma pahasına elde edilen servetlerin Batı ülkelerinde sermayeye
dönüşmesine” ve kapitalizmin derinleşmesine de neden olmuştur. Bu sürece iletişim ve
ulaşım araçlarında yaşanan teknolojik gelişmeler yanında, iki düşünsel tasarı eşlik eder.
İletişimin uluslararasılaşmasımn da temelinde yer alan bu iki düşünsel tasarı, aydınlanma
ve liberalizmdir. Engelsiz bir evrensel alan kurulmasını amaçlayan bu iki tasarı, bazen
karşıt, bazen de birlikte aynı yöne doğru ilerlerler.
Aydınlanma ya da 18. yüzyıl felsefeleri genel olarak insanın kendi yaşamını dü-
zenlemesini yeniden gündeme almış, hem düşüncenin hem toplumsal yaşamın köklü
değişimlere uğrayacağı bir sürecin felsefi başlatıcısı olmuştur. Aydınlanma felsefesinin
kaynağı, Rönesans felsefesi ve özellikle de 17. yüzyıl felsefesinin ortaya koyduğu
ilkelerdir. Rönesanstan itibaren düşüncenin ve toplumsal yapının din ya da tanrıya değil,
bilgi ve yaşam hakkında akla ve deneyime dayanmaya başlaması söz konusudur. 18.
yüzyılın sonlarına doğru meydana gelen Fransız Devrimi (1789) ve ardından gerçekleşen
modernleşme süreçleri, düşünsel anlamda etkilerini ve kaynaklarını aydınlanma
felsefesinde bulmaktadır. Aydınlanmacı düşünürler için, insan hakları temeline dayanan
“düşüncenin ve görüşlerin serbest iletişimi” sınırları önemsemez. Her türlü alış-veriş,
değerin yaratıcısı olarak bu düşünürler tarafından kutsanır ve hukuksal ilişkilerin, paranın
ve malın, kişilerin dolaşımı evrenselleştirilmeye çalışılır. Bu dönemde “dilde birlik” ya
da “tek ulus, tek yasa ve tek bir dil” olarak sloganlaşan politika da “dilsel engeli yıkarak
farklılıkları” yok etmeyi amaçlayan “aydınlanma seline” güç veren bir durumdur. Aynı
dönemde “evrensel bir dil” ya da tüm toplumların paylaşacağı bir “işaret dili” gibi
çabalardan bahsedebiliriz. Ağırlık ve ölçüde metrik sistemulü, yerel farklılıkları ortadan
kaldırarak insan toplumlarının arasındaki farkları azaltır. Parada onluk sisteme geçilmesi
ticareti daha evrensel kılar. Tüm bu düzenlemeler, uluslararası iletişimin de temelinde
yer alan aydınlanmacı ülkü açısından, “evrensellik” olanaklarını arttırıcı işlevlerle
tanımlanırlar.
Aynı tarihsel süreç, benzer şartlar içerisinden liberalizmin ortaya çıkışma da tanıklık
eder. Liberalizmin kavramsal gelişmesine öncülük eden Adam Smith ve öte-
84 iletişim Sosyolojisi
ki klasik iktisatçılar, toplumun iktisadi yaşamını doğal bir organizma olarak tanımlarlar.
Onlara göre, kapitalist ekonomiye nesnel insanların iradesinden bağımsız yasalar yön
verir. Bu yasaların herhangi bir bozulmaya uğramadan işlemesi için en elverişli ortam,
serbest rekabettir. Bireycilik ve uluslararası işbölümü tarafından yönlendirilen serbest
rekabet ise evrensel rejimin yapıtaşıdır. İş bölümü ve serbest rekabet düzeninde her
iktisadi birim ister üretici, ister tüketici olsun kendi kişisel çıkarının peşinde koşarken
aynı zamanda ve kendiliğinden bütün toplumun refahına da hizmet etmiş, böylece faydacı
filozofların “en çok sayıda kişiye en yüksek düzeyde mutluluk” ilkesinin gerçekleşmesine
katkıda bulunmuş olur. Bu noktada, piyasayı tanımlayan liberal ilke, “Laissez Faire,
Laissez Passer: Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” olmaktadır. Bu ilke, ya da serbest
alışveriş kuralı, haber ve enformasyon üzerinde de etkilidir.
Bu iki düşünsel geleneğin şekillendirdiği 19. yüzyıl, iletişimin uygarlığı dünyanın her
yanına götürecek taşıyıcı olarak ilan edilmesi ve iletişim ağlarının büyük bir organizma
halinde gezegenin tamamını sarmasının başlangıcıdır. Uzak mesafe iletişimini etkin bir
biçimde sağlayan ve organizma benzetmesine ilham veren ilk modern iletişim ağı olarak
tanımlayabileceğimiz telgraf, kullanımları açısından 19. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren, üretimin, zor kullanımının, siyasal alanın ve iletişim alanının örgütlenmesinin
yeni biçimleriyle kurduğu karmaşık bağlantılar nedeniyle son derece önemlidir. En
önemli özelliği iletişimi taşıyıcıdan ayırması ve elektrik sinyalleri ile taşınır hale
getirmesi olan telgraf, insanlık tarihinin kendinden öncekilerin hiç biri ile
karşılaştırılamayacak kadar önemli bir icadı olarak ele alınmaktadır. Amerika’da Mors
tarafından icat edilen elektrikli telgraf, 1837’den itibaren önce Ingiltere’de olmak üzere
ABD ve Avrupa ülkelerinde öncelikle iç iletişimde kullanılmaya başlanmıştır.
Uluslararası telgraf ağını ise, önce komşu ülkelerin telgraf ağlarını birleştirmesi, sonra da
ülkeler arası hatlar, denizaltı hatları ve Avrupa ülkelerinin sömürgelerine, ABD’nin ise
ticaret ve yatırımlar yoluyla denetim altında tuttuğu Latin Amerika ve Kuzey Amerika
bölgelerine ulaşan hatlar oluşturur. Dünyanın ABD ve Avrupa dışında kalan bölgelerinde,
yerel ve uluslararası telgraf iletişiminin şekillenmeye başlamasının farklı dinamikleri
vardır. 19. yüzyıl sonlarında dünyanın geri kalanı, Ingiltere ve diğer Avrupa ülkeleri
açısından ya sahip oldukları hammadde kaynakları nedeniyle önemli sömürgeler ya da
sömürge fetihlerinin hedefi olduğundan bir yandan güvenlik ve kontrol amacıyla, diğer
yandan ticari nedenlerle telgraf ağları inşa edilmiştir. Sömürgeci politikalar açısından o
dönem önemli olmayan, örneğin Afrika gibi bölgelerin dünya telgraf ağına bağlanması
ise, ancak 1920’lerin sonlarında mümkün olmuştur. Yüzyılın sonuna doğru
“uluslarasılaşma” kavramı da geçerlilik kazanmaya başlarken, yaşananlar, düşünceler ve
düşler, bir yandan uluslararası kavramına, diğer yandan da iletişim kavramına bugünkü
biçimlerini kazandırmıştır.
4. Ünite - Uluslararası iletişim 85
Bu bölümde tartışılan konular Armand Mattelart, Gezegensel Ütopya Tarihi (İstanbul: Ayrıntı
yayınları, 2005) adlı kitapta ayrıntılı olarak ele alınmaktadır.
Telgrafın ardından telefon, telsiz ve radyo teknolojilerinin hızlı gelişimi ITU’nun sorumluluk
alanının genişlemesine neden olmuş, sonunda birliğin adı Uluslararası Telekomünikasyon Birliği
olarak değiştirilmiş, görev alanı ise her türlü telli ve telsiz iletişim olarak genişletilmiştir. 1947’de
Birleşmiş Milletler ITU’yu Birleşmiş Milletlere bağlı bir uzman kuruluş olarak tanımıştır. ITU
günümüzde de Birleşmiş Milletlere bağlı olarak telekomünikasyon alanında uygulanacak
uluslararası standartlar ve radyo iletişiminin düzenlenmesi, diğer yandan da telekomünikasyon
alanının geliştirilmesi alanlarında faaliyetlerini sürdüren uluslararası bir kuruluştur.
1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un casuslukla itham edilerek Fransa’da yargılandığı
davanın adıdır.
13 Ocak 1898’te ilerici görüşleriyle tanınan romancı Emile Zola’nın, L’Auro- re’un
manşetinde “J’accuse”( SUÇLUYORUM) başlıklı bir açık mektup yayınlaması ile Dreyfus
Davası, kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırmış ve Fransa’yı iki karşıt kampa bölmüş
bulunuyordu. Aurore’nin o günkü baskısı 200 bin sattı. Zola, orduyu Dreyfus’le ilgili karardaki
yanlışlığı örtbas etmekle suçluyordu. Zola’nın mektubu yayımlandığında sorun, Dreyfus’ün
suçluluğu ya da suçsuzluğu gibi kişisel boyutları çoktan aşmıştı. Davanın yeniden görülmesine
karşı çıkan milliyetçi ve otoriter Dreyfus karşıtları olayı, ülkenin düşmanlarının orduyu küçük
düşürme çabası olarak değerlendiriyor, konuya uluslararası sosyalizm ve Yahudilik karşısında
bir ulusal güvenlik sorunu, Fransa ile Almanya arasında bir çıkar çatışması gözüyle bakıyorlardı.
Dreyfus’ün aklanmasını isteyenler ise, onun mahkum edilmesini, kişisel özgürlüklerin ulusal
güvenliğe feda edilmesi olarak görüyorlardı. Dreyfus Davası’nın yeniden görülmesini isteyen
dilekçe, Anatole France, Mar- celProust ve pek çok başka aydınla birlikte 3 bin kişi tarafından
imzalandı. Zola, hakkında açılan dava sonucunda yayın yoluyla iftiradan suçlu bulundu, bir yıl
hapis ve 3000 Frank para cezasına çarptırıldı ve cezaevine girmemek için İngiltere’ye kaçtı. Ama
bir yıl içinde, Dreyfus yanlıları güç kazandı. Dreyfus ailesinin davanın yeniden görülmesi isteği
kabul edildi. Dreyfus yeniden yargılandı ve ve mahkeme, Dreyfus’u tekrar suçlu buldu. Sonunda
dönemin Cumhurbaşkanı Lou- bet sorunu çözmek için Dreyfus’u affetti. Dreyfus af kararını
kabul etmekle birlikte, suçsuzluğunu kanıtlamak için sonuna dek çaba gösterme hakkını da saklı
tuttu. Bu olay uluslararası düzeyde takip edildi ve tüm ülkelerde hatta Osmanlı imparatorluğunda
bile yankı buldu.
2. Dünya savaşı sonuna dek uluslararası iletişimin büyük kesinti ve dönüşümler
geçirmeksizin belli bir gelişme çizgisini takip ettiğini belirtmeliyiz. Ancak yine bu dönemde,
dünya üzerinde yaşayan toplumlar açısından ciddi kesinti ve dönüşümler yaratan iki dünya savaşı
ve bir de büyük ekonomik kriz yaşandığını vurgu- lamalıyız. Bunlardan 1. Dünya Savaşı, tüm
devletleri uluslararası iletişimin önemi konusunda ikna ederken, 1929 ekonomik krizi ve 2.
Dünya Savaşı ise bir sonraki dönemin temel özelliklerini belirlemişlerdir.
1. Dünya Savaşı döneminde uluslararası iletişimin önem kazanmasının nedeni, uluslararası
ilişkiler alanında propagandanın öneminin kanıtlanmış olmasıdır. Savaşın sonunda
propagandanın çok etkili bir araç olduğuna tüm devletler ikna olmuştur. Bu dönemde bir yandan
propagandaya önem verilmesi ile radyo iletişimi endüstrisi önem kazanırken, diğer taraftan savaş
esnasında gizli iletilerin kodlanması ve çözümlenmesi tekniklerinin geliştirilmesi ile telgraf ve
telefon alanında
4. Ünite - Uluslararası iletişim 89
önemli gelişmeler yaşanmıştır. Radyo dalgaları, iletişimi sadece karasal olmaktan kurtarmış,
daha önce kablolarla geçilen denizleri ve okyanusları da iletişimin mecraları arasına katmıştır.
Ancak telsiz iletişimi Dünya Savaşı sonuna kadar askeri amaçlarla kullanılır. Sadece askeri
amaçlarla kullanılıyor olsa da, frekans paylaşımı oldukça sıkıntılı ve önemli bir sorundur.
Teknolojik gelişmeler çerçevesinde burada telefonu da kısaca anmakta yarar vardır. Telefon her
ne kadar bu saydığımız teknolojilerle eş zamanlı olarak ortaya çıkmışsa da, 1950’lere kadar daha
yerel bir iletişim aracı olarak kalır. Bu zamana dek trans-Atlantik bir telefon kablosu bile
döşenmemiştir. DİKKA
T
Bu bölüm Armand Mattelart'ın İletişimin Dünyasallaşması adlı kitabına dayanmaktadır. Daha
ayrıntılı bir okuma için: Armand Mattelart, İletişimin Dünyasallaşması (İstanbul: İletişim
Yayınları, 2001)
Soğuk Savaş
1917 yılında 1. Dünya Savaşı hala sürerken, Rus Çarlığı’nın Ekim Devrimi ile yıkılmasının
ardından, 1922’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu. Planlı ekonomi ilkesine
dayanan ve kapitalizme bir alternatif olarak uygulanan Sovyet sosyalizmi, planlı ekonomi
çerçevesinde toplumsal ve ekonomik bir ilerleme sağlamış bir güç olarak 2. Dünya Savaşı’nda
Doğu cephesinde Alman ordularını durdurduğunda, tüm dünyaya da varlığını kanıtlamış oldu.
ABD ise 2. Dünya Sava- şı’ndan yeni hegemonik güç olarak çıktı. Savaş sonrasındaki ilk birkaç
yıl, 24 Ekim 1945’te dünya barışını, güvenliğini korumak ve uluslararasında ekonomik, toplum-
sal ve kültürel bir iş birliği oluşturmak amacı ile kurulan Birleşmiş Milletler’de karşı karşıya
gelen ABD ve SSCB, 1950 sonrasında ellerinde nükleer silahlar bulunan iki super güç olarak
soğuk savaş diye anılan ve zaman zaman askeri nitelikler de kazanmış olan gerilim döneminin
asıl aktörleri oldular. Kimilerine göre 1945’de
90 iletişim Sosyolojisi
başlayıp, 1989 yılına dek süren, kimine gore ise 1917 Ekim devrimi ile başlayıp, SSCB’nin
parçalandığı 1991 yılına dek süren soğuk savaşın psikolojik arka planında ise 2. Dünya
Savaşı’mn son günlerinde, Ağustos 1945’de Hiroshima ve Nagasa- ki’ye atılan nükleer bombalar
yer almaktadır. Nükleer silahların varlığı, uluslararası ilişkiler açısından yepyeni bir dönemin
başlatıcısı olarak kabul edilir. Özellikle de 1949’da Sovyetler Birliği’nin atom bombası yapabilir
hale gelmesiyle birlikte, savaş kararı bir nükleer saldırı, nükleer saldırı ise bu tercihi yapan da
dahil olmak üzere, dünya üzerinde yaşayan tüm toplumların ve doğanın yok edilmesi anlamına
gelmeye başlamıştır.
Soğuk savaş, 2. Dünya Savaşı sonrası uluslararası siyasi ortamın temel belirleyicisidir. Ancak
uluslararası iletişim açısından iki boyutundan özellikle söz etmek gerekir. Bunlardan ilki, nükleer
savaş tehdidi ile soğuk savaşın askeri bir mücadele değil ideolojik bir mücadele olarak
yaşanmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum uluslararası enformasyon kanallarını son derece
önemli hale getirmiş ve savaş sonrasında iletişim ağlarına yapılan büyük yatırımları
meşrulaştırmıştır. ABD’de özgürlük için verilen evrensel, siyasi, bilimsel bir mücadele olarak
tanımlanan soğuk savaşın teknolojik sonucu, yeni enformasyon teknolojileri ve bilgisayar
teknolojilerinin doğrudan askeri olarak araştırılıp geliştirilmesidir. Öte yandan uzay yarışı olarak
da şekillenen soğuk savaş, iletişim ağlarının bugünkü gelişim noktası açısından son derece
belirleyici olan uydu teknolojisinin yaratılması anlamına gelmiştir. 1962’de uzaya atılan ilk
iletişim uydusunun, aynı yıl içinde ABD’de ticari kullanıma açılması, telekomünikasyon
ağlarının etkinliğini hem taşıma kapasitesi, hem de uzaklıkları aşma yeteneği açısından inanılmaz
ölçüde artırmıştır.
İkinci boyutta ise, savaş sonrasında farklı toplumsal yapıların iletişimi açısından son derece
belirleyici olan gelişme ve modernleşme kavramları yer almaktadır. ABD’nin başını çektiği Batı
bloğu ya da kapitalist blok, soğuk savaşın temeline özgürlük söylemini yerleştirdiğinden,
özellikle gelişmiş ülkelerde siyasal demokrasinin yükselişi gözlenmiş, diğer yandan gelişmiş
ülkelerin sömürgesi durumundaki ülkelerde ardarda gündeme gelen ulusal kurtuluş hareketleri,
bu ülkelerin ulus devlet oluşumlarını sağlamıştır. Savaş sonrasında ABD’nin yaratmayı
vaadettiği özgür dünyanın potansiyel unsurları olan eski sömürge, yeni bağımsız ülkelerde ya-
şanacak gelişme ve modernleşme süreçleri, hem ABD’nin başını çektiği Batı bloğunun
uluslararası düzeyde hegemonyasının tesisi, hem de yeni bağımsız ülkelerin sosyalist blok içinde
yeralması sorununa karşı uzun dönemli bir çözüm olarak ortaya çıkmıştır.
Bu dönemde yeni bağımsızlığını kazanan ülkelerde, ekonomik ve toplumsal gelişmelerin
sağlanabilmesi için öncelikle, bu toplumların neden gelişmediğini anlamak gerektiğinden
hareketle sosyal bilimler, Batılı olmayan toplumların tüm yaşamlarını, araştırmalarının konusu
haline getirmiştir. Sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinde yapılan ve gelişme çalışmaları başlığı
altında toplanan bu araştırmaların ortak özellikleri; azgelişmişliğin gelişmiş ülkelerle
karşılaştırılma yoluyla tesbit edilmesi, azgelişmiş toplumsal yapıların gelişmeme nedeninin içsel
etkenlerle açıklanması ve gelişmemiş toplumların mutlaka gelişeceği ve kapitalist toplumlara
erişeceği doğrultusundaki iyimser bakışın egemenliğidir. Bu araştırmalarda azgelişmişlik yaygın
değerleri tanımlayarak tesbit edilmeye çalışılmış ve toplumsal gelişme okuma yazma oranı,
kentleşme, katılım ve empati kavramları ile karakterize edilmiştir.
Gelişme ve modernleşme, iletişim alanında da yankı bulmuş kavramlardır. Bu kavramsal
çerçeveyi oluşturan araştırmalardan ilki olan Daniel Lerner’ın yönettiği proje, Türkiye’nin de
dahil olduğu altı Orta Doğu ülkesinde bireylerin geleneksel düşünme ve davranışları terk ederek,
Batı’nın inanç ve değer sistemine, ekonomik, toplumsal ve siyasi örgütlenme tarzlarına uyum
sağlamaları sürecinde radyo yayınlarının etkilerine odaklanmaktadır. Bu projenin özellikle
Ankara Balgat’ta gerçekleştirilen kısmının sonuçları, 1958 yılında The Passing of Traditional
Society: Mo- dernizing theMiddleEast (Geleneksel toplumu geride bırakmak: Ortadoğu’da mo-
dernleşme) başlığı altında yayınlanmıştır. Bu kitapta Lerner, gelenekselden moderne geçiş süreci
4. Ünite - Uluslararası iletişim 91
olarak ele aldığı gelişmeye yönelik tutumlarla ilgili bir sistem önermektedir. Bu sistemde, okur-
yazarlık köşe taşıdır. Nüfusun kırsal yerleşim bölgelerinden kentlere doğru hareketliliği okur-
yazarlığı arttırmakta, bu sürece kitle iletişim araçlarının dahil olması ile birlikte “empati”
oluşmaktadır. Kişinin kendisini başkalarıyla özdeşleştirimesi sonucu geleneksel kişilikten
modern kişiliğe geçişi olarak tanımlanan empati, son aşama olan ekonomik ve politik katılımın
artmasının ön şartıdır. Empati, Lerner’a göre bireylerin giderek kitle iletişimine açık hale
gelmesine neden olarak, toplumsal denetlemenin yerini aydınlanmış kamuoyunun almasını.
Lerner’ın araştırmalarının desteklediği gelişme modelinde, Batı ülkelerinin geçirdiği bu süreçler
evrenseldir ve azgelişmiş ülkelerde de yaşanmaktadır. Lerner’a göre, bir aşamadan diğerine
geçişin temel belirleyeni, fikir ve tutumların iletilme biçimindeki değişikliktir. Bu değişim ise,
iletişim araçlarının bireyleri geliştirmesi ve yenilikleri yayması ile dolayısıyla iletişim araçlarının
yayılması ile mümkün olmaktadır.
Lerner’ın kitabının ardından bu konuda pek çok kitap yayınlanmıştır. Bu kitapların büyük bir
bölümü, 1962’den sonra iletişim alanı ile ilgilenmeye başlayan UNESCO tarafından başka dillere
çevrilerek yaygınlaştırılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda toplumsal gelişme, geleneksel toplum
ve modern toplum arasında yera- lan doğrusal bir yol olarak tanımlanmış, geleneksel topluma,
tüm olumsuz özellikler ve eksiklikler, modern topluma ise tüm avantajlar yüklenmiştir.
Geleneksel topluma ait tüm değerlerin terk edilmesi ve modern topluma ait olanların kabul edil-
mesi, azgelişmiş toplumların gelişmiş toplumların geçtiği aşamalardan geçerek gelişmesini
sağlayacaktır. Bu toplumsal değişme vizyonunda, kitle iletişim araçları, gelişmenin ajanı olarak
ve davranışın modern biçimlerinin üreticisi olarak merkezi bir yer işgal eder. İnsanın evriminin
bir üst aşaması olarak ele alınan modern toplum üyelerinin gösterdiği davranış biçimlerini ve
tüketim modellerini göstererek “beklentilerin yükselmesi devriminin” taşıyıcısı olur.
Bu gelişme modeli toplumsal özgünlükleri yoksaymakta, bütün bir süreci genellemeler ile
yürütmekte ve üçüncü dünya ülkelerinin birbirinden farklı olan tarih, kültür ve gerçekliklerini
dışarıda bırakmaktadır. Ancak pek çok eleştirmene göre asıl problem, geleneksel toplumlara,
dolayısıyla henüz kapitalist gelişimini tamamlamamış ülke insanlarına karşı taşıdığı açık bir
saygısızlıkla çerçevelenmiş olan nefretidir.
Gelişme ve modernleşme kavramlarının bu dönemdeki egemenliğinin önemli sonuçlarından
birisi de, az gelişmiş ülkelerde iletişim alanına yapılan yoğun yatırımlardır. 1960’ların sonunda
giderek artan kitlesel yoksulluk, azgelişmiş ülkelerde baskıcı rejimlerin yaygınlaşması, bölgesel
ve iç savaşlar gibi olgular, gelişme ve modernleşme paradigmasının iyimserliğinin çöküşüne
neden olmuştur. Buradan yola çıkarak, gelişme yazınının toplumsal değişmeyi açıklamakta
yetersiz kaldığı eleştirileri yükselmiştir. Ancak kapitalizmin ikinci dünya savaşı sonrasından
1970’le- re kadarki yapılanma sürecinde, azgelişmiş ülkelerin dünya ekonomisi ile ilişkiye
girmelerinin gelişme ve modernleşme dolayımı ile olduğu, azgelişmiş ülkelerin
92 iletişim Sosyolojisi
eşitsizliktir. ABD ve Batılı kapitalist ülkeler teknoloji alanındaki üstünlükleri, uluslararası haber
ajansları, gelişmiş film ve televizyon endüstrileri ve diğer enformasyon üretim örgütlenmeleri ile
zaten diğer uluslar karşısında son derece avantajlı konumdadırlar. Enformasyonun uluslararası
akışının bu dönemde aldığı biçim ise, bu avantajlı konumu güçlendirmektedir.
Uluslararası enformasyon akışının bu dönemde nasıl şekillendiğini gösteren en önemli
çalışmalardan birisi Hamid Mowlana tarafından yapılmıştır. İletişim ağları üzerinde uluslararası
enformasyon akışının yapısı Mowlana’ya göre şöyledir:
Ham enformasyon gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere, özellikle ABD’ye doğru
akar. Gelişmiş ülkeler, ham enformasyonu depolamada, işlemede ve kullanmada birbirleriyle
kendi aralarında işbirliği yaparlar. Gelişmekte olan ülkeler, kendilerinden giden ham
enformasyonu işlenmiş olarak ve para ödeyerek geri alırlar. Gelişmekte olan ülkeler kendi
aralarında işbirliği yapmazlar. (Bakınız Resim 4.1)
20. yüzyılın ikinci yarısında, uluslararası iletişim açısından önem taşıyan olaylardan bir
tanesi önceleri sömürge, sonra da siyasal bağımsızlığını kazanmış ulus devletler olarak sürece
dâhil olan toplumların, dünyadaki ekonomik dengesizlikler kadar enformasyon akışındaki Batı
üstünlüğünü de gündemlerine alarak, uluslararası platformlarda tartışmaya başlamalarıdır. Yeni
Uluslararası enformasyon ve İletişim Düzeni (YUEİD) başlığı ile özellikle UNESCO’da
yükseltilen bu tartışmalarda temel amaç, tüm dünyadaki insanların ve uluslarası iletişim
olanaklarından çok yönlü, çok boyutlu ve eşit bir şekilde yararlanmalarını sağlayacak uluslararası
enformasyon ve iletişim düzenini oluşturma sürecini başlatmak olarak belirlenmiştir.
UNESCO, 1946 yılında 20 üye ülke ile Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak kurulan ve
kuruluşunda “fikirlerin serbest akışını teşvik etmeyi temel amaçlardan birisi olarak tanımlayan
uluslararası bir kuruluştur. Gelişme iletişimi çalışmalarının en önemli destekçilerinden olan bu
kuruluşun, 1960’ların sonunda gelişme ve modernleşme paradigmasına karşı yükselen eleştiriler
ve bu eleştiriler çerçevesinde 1970’li yıllar boyunca süren tartışmalara ev sahipliği yapması ise
büyük ölçüde 1960’lı yıllarda Birleşmiş Milletler’e üye olan Üçüncü Dünya Ülkeleri sayesinde
gerçekleşmiştir. UNESCO’da, Bağlantısızlar hareketi içinde yeralan ve bazı yazarlar tarafından
militan üçüncü dünya koalisyonu olarak tanımlanan ülkeler, öncelikle enformasyon akışında
Batı’nın egemenliğine işaret ederek, enformasyonun iki yönlü ve dengeli akışına ilişkin
tartışmayı gündeme getirmiştir. 1969 yılında UNESCO tarafından düzenlenen iletişim uzmanları
toplantısında gündeme gelen tartışma, gelişmeyi esas alan iletişim kuramlarının da eleştirisi
anlamına gelmektedir. 1970’leri kapsayan on yıl, uluslararası iletişimdeki Batı egemenliğinin ve
bu egemenliği tesis eden uluslararası haber ajansları, uluslararası enformasyon akışı, kültürel
tekdüzeleşme, gelişen iletişim teknolojileri gibi tüm olguların UNESCO düzleminde tartışmaya
açıldığı ve yoğun eleştiriler aldığı bir dönemdir.
YUEİD kapsamında sürdürülen tartışmalar ve eleştiriler, bu dönemin sonlarında azgelişmiş
ülkeler ya da üçüncü dünyanın uluslararası iletişim düzenine başkal-
4. Ünite - Uluslararası iletişim 95
dirisi anlamına gelen bir süreci başlatmıştır. Bu başkaldırının en önemli kavramları, bağımlılık
tezleri bağlamında açığa çıkan kültürel emperyalizm, medya emperyalizmi ve elektronik
sömürgecilik kavramlarıdır.
Uluslararası
Enformasyon Akışı.
J
Dekolonizayon ve yeni sömürgecilik ile ilgili daha ayrıntılı bir okuma için bakınız: Harry Magdoff,
Sömürgecilikten Günümüze Emperyalizm, (İstanbul: Kalkedon, 2006) ss.87-94 K İ T A
P
Bilgi Notu:
Haziran 1947’de Harvard Üniversitesinde bir konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı George
Marshall, Avrupa ekonomilerini tekrar kalkındırmak için çok geniş kapsamlı bir program Truman Doktrini, 1947 yılında
önerdi. Marshall Planı; buna katılmak isteyen her Avrupa ülkesine Amerikan mali yardımı, Amerika Birleşik Devletleri
malzeme ve makinasım içeriyordu. Türkiye dahil, 16 Avrupa ülkesinin üyeleri Amerika’ya Başkanı Harry Truman
tarafından Sovyet tehdidine
sunulmak üzere bir Avrupa Ekonomik Kalkınma Programı hazırladılar. Bu program üzerine karşı hazırlanmış plandır.
Amerika, 3 Nisan 1948’de Dış Yardım Kanunu’nu çıkardı. Amerika bu kanuna dayanarak Truman Doktrini, Amerika
Birlieşik Devletleri'nin
daha ilk yılında 16 ülkeye (Ingiltere, Fransa, Belçika, İtalya, Portekiz, İrlanda, Yunanistan, uluslararası politikasının
Türkiye, Hollanda, Lüksemburg, İsviçre, İzlanda, Avusturya, Norveç, Danimarka ve İsveç) değiştiğini ve Sovyet
düşmanlığının bu yeni
6 milyar dolarlık bir ekonomik yardım yaptı. Bu yardım ileriki yıllarda 12 milyar dolara politikada temel esas
ulaştı. Marshsall Planı, Sovyetler ve onun uydularına da açık olmakla birlikte, Doğu Bloku olduğunu ilan etmiştir. Bu
doktrin ile Amerika Birleşik
üyeleri buna katılmak istemediler. Marshall yardımları sonucunda ve üç yıllık bir süre içinde Devletleri “komünizm tehdidi”
Avrupa’daki sanayi üretimi savaş öncesine oranla % 25, tarımsal üretim ise % 14’lük bir artış altındaki devletlere mali ve
gösterdi. Dış Yardım Kanununun çıkması üzerine 16 Avrupa ülkesi, 16 Nisan 1948’de askeri yardım yapacağını
açıklamıştır.
Avrupa Ekonomik işbirliği Teşkilatı’nı kurdular.
Colombo Planı, Güney ve
Marshall Planına karşılık Sovyetler de uyduları arasındaki ekonomik ilişkileri ve güneydoğu Asya'daki Batı
işbirliğini sıkılaştırmak için, Sovyet Dışişleri Bakanı’nın adına gönderme yapan Mo- lotof yanlısı ülkelere ekonomik
yardım yapılması amacıyla
Planı ikili ticaret düzenini kurdular. Zira, Çekoslovakya başta olmak üzere bazı uydu ülkeler, 1950'de uygulamaya konan
Marshall Planı’na katılmak için büyük istek göstermişti. 1948 Şubatındaki Çekoslovak plandır. Başta İngiliz Milletler
Topluluğu çerçevesinde
darbesinde bunun büyük etkisi vardır. gelişen bu örgütlenme, diğer
Asya ülkelerinin de dahil
Kültürel Emperyalizm olmasıyla genişlemiştir.
Bağımlılık tezleri, merkez adı verilen gelişmiş kapitalist ülkelerin çevre ülkeleri askeri,
ekonomik, siyasi ve kültürel güç unsurlarının bir bileşimi ile egemenlik altına aldığı görüşünden
hareket etmişlerdir. Çevre ülkeler, merkez ülkelerden satın
96 iletişim Sosyolojisi
almak zorunda kaldıkları gelişmiş teknolojiler, medya ürünleri gibi unsurlara bağımlıdırlar. Bu
unsurlar, Batı mal ve ürünleri olmak yanında, dolaylı olarak Batı ve özellikle de Amerikan hayat
tarzını teşvik etmektedir. Sonuç, çevre ülkelerin toplumsal değerleri pahasına tüketim kültürünün
teşvik edilmesi ve çevre ülkelerin yerel kültürlerinin tahribatıdır. 1960 ve 1970’lerde gelişen yeni
sömürgecilik ve bağımlılık konusundaki bu kuramsal çerçeve ve uluslararası enformasyon
akışındaki dengesizlikler, medya donanım ve içeriği olarak akan uluslararası enformasyonun
bağımlılığı güçlendirdiğini savunan kültürel emperyalizm kavramının ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Kültürel emperyalizm, uluslararası politik ve ekonomik çıkarlar, kapitalist genişleme,
enformasyon ve iletişim altyapılarının gelişmesi ve uluslararası enformasyon akışı arasında bir
bağ oluğunu ileri sürmüştür. Özellikle, Batı kültürel değerlerinin genelde iletişim altyapılarıyla
ama özellikle de medya ve reklamlar aracılığıyla azgelişmiş ülkelerin otantik, geleneksel ve yerel
kültürünü gelişmiş ülkelerin ticari çıkarları uğruna tahrip ettiği kültürel emperyalizm tezleri
tarafından vurgulanmaktan. Kültürel emperyalizmi Schiller “ .. bir toplumun modern dünya
sistemi içine çekilmesi amacıyla, onun egemen kesimlerinin dünya sisteminin egemenlik
merkezinde geçerli değer ve yapılara uygun duruma getirilmek, hatta bunları özendirmek üzere
kendi toplumsal kurumlarını şekillendirmesi için cezbedildiği, baskı altına alındığı, zorlandığı
bazen de rüşvetle elde edildiği bir süreçler toplamı” olarak tanımlamaktadır.
Medya Emperyalizmi
Kültürel emperyalizm kavramıyla ilintili bir kavram olan medya emperyalizmi, uluslararası
medya ürünlerindeki Batı ve özellikle ABD egemenliğini tanımlamak üzere kullanılmıştır.
Merkez ve çevre ülkeler arasındaki medya eşitsizliklerine ve bu eşitsizliklerin özellikle de Batı
egemenliğindeki haber ajansları, filmler, radyo ve televizyon içeriği gibi uluslararası medya ile
ilişkili daha derin sorunlar olan bağımlılık, sömürü ve hegemonya ile ilişkisine vurgu yapan
medya emperyalizminin iki boyutu varır. Bunlardan ilki, uluslararası haber ajansları ve çokuluslu
medya şirketleri aracılığı ile Batı’nın uluslararası medya ticareti üzerinde sağlamış olduğu
egemenliktir. İkincisi ise gelişmiş Batı ülkelerinin medya teknolojilerine, endüstriyel ve örgütsel
düzenlemelerine, yayıncılık norm ve pratiklerine uyum sağlama zorunluluğu nedeniyle
azgelişmiş ülkelereki kültürel üretim ve tüketimin doğasının etkilenmesi ve izleyicilerin Batılı
çok uluslu şirketlerin karlarını arttırma amaçlarına hizmet eecek bir biçimde düşünmek ve
davranmak üzere manipüle edilmesidir. Medya emperyalizminin sonucu, sadece kültürel
hegemonya değil, aynı zamanda tüketim ideolojisinin yükselmesi olarak da yaşanmaktadır. Bu
anlamıyla medya emperyalizmi, Batılı kapitalist ülkelerin oluşturdukları çok uluslu medya
şirketleri aracılığı ile sadece uluslararası medya ticaretini kontrol etmekle kalmadıkları, aynı
zamanda uluslararası medya ürünlerini kullanarak, kendi külltürel ve ekonomik değerlerini,
özellikle de tüketim alışkanlıklarını dünyanın geri kalanına yaydıklarını ifade etmektedir.
Elektronik Sömürgecilik
Bu dönemde açığa çıkan ve uluslararası enformasyon akışı ve bu akıştaki eşitsizlikler ve
dengesizlikleri vurgulayan bir diğer kavram da elektronik sömürgeciliktir. Yeni-sömürgecilik
kavramından yola çıkarak Thomas L. McPhail tarafından önerilmiş olan elektronik sömürgecilik
kavramı, bilgi ve iletişim teknolojileri altyapısı ve donanımları alanındaki eşitsizliklere ve bu
eşitsizliklerde çok uluslu şirketlerin ro
4. Ünite - Uluslararası iletişim 97
lüne vurgu yapmaktadır. Mc Phail’e göre, artık geçmişteki askeri ve ortaçağ sömürgeciliği yerini
iletişim donanımı, yabancı-üretimli yazılım, mühendis, teknisyen ve enformasyonla ilgili teknik
protokoller tarafından oluşturulan elektronik sömürgeciliğe bırakmaktadır. Elektronik
sömürgecilik tezine göre bu süreç, aynı zamanda da yerel kültür ve toplumsallaştırma süreçlerini
farklı derecelerde değiştiren, yeni yabancı normlar değerler ve beklentiler yerleştiren bir süreç
olmuştur.
Üçüncü dünya koalisyonu ya da bağlantısızlar adı altında dünya uluslararası iletişim
düzenine üçüncü dünya ülkelerinin başkaldırısı, incelediğimiz dönemin sonlarına doğru
UNESCO düzleminde başarıya ulaşmıştır. UNESCO’nun 1976 yılında Nijerya’nın başkenti
Nairobi’de yapılan 19. Genel Kurulu’nda, çağdaş toplumda iletişim sorunlarının tümünün,
teknolojik gelişmelerin ve evrensel ilişkilerin gelişmesi ışığında incelenmesi kararlaştırılmış ve
hemen ardından da Sean MacBride başkanlığında 16 üyeden oluşan bir komisyon atanmıştır.
MacBride komisyonu, konuya ilişkin sonuç raporunu 1980 yılında Belgrad’da toplanan
UNESCO 21. Genel Kurulu’na “Bir Çok Ses Bir Tek Dünya” başlığı altında sunmuştur.
MacBride raporunda, UNESCO’nun daha önce kullandığı “enformasyonun serbest akışı” ve
“basın özgürlüğü” kavramları yerine “serbest ve dengeli akış” kavramı kullanılmış ve serbest ve
dengeli akışın mümkün olabilmesi için telekomünikasyon tarifeleri, yönetim prosedürleri,
teknolojinin uygulanması, kullanımı ve eğitimi, medya ile ilgili araştırmalar gibi konuları da
içeren 82 ayrı öneri sunulmuştur. Onaylanan MacBride Raporu genel olarak, uluslararası haber
ve enformasyon akışında Batı medyasının egemenliğini göstermiş, bu akışın içeriğinin elverişli
iletişim olanaklarına sahip olmayan ülkelerdeki gerçekliği de yansıtacak biçimde yeniden
düzenlenmesi gerektiği ve gelişmekte olan ülkelerin bu iletişim teknolojilerini biran önce pay-
laşmalarının zorunluluğu gibi görüşlere yer vermiştir.
UNESCO’nun Üçüncü Dünya ülkelerinin eleştirilerini onaylamış olması, ABD’nin
UNESCO’dan çekilme tartışmalarını da başlattı. ABD, 1984 yılı sonunda raporun ideolojik
vurgularını, UNESCO’nun yönetimi ve bütçe gibi konulardaki şikayetlerini ve UNESCO’nun
kuruluşundaki orijinal ilkelerden ayrıldığını ileri sürerek, UNESCO’dan ayrıldı. Ardından da
İngiltere ve Singapur 1985 yılında UNESCO’dan ayrıldılar. Bu gelişmeler UNESCO’nun
bütçesinde ciddi kayıpların yaşanmasına neden oldu. Bu arada iletişim alanına ilişkin
gerçekleştirilen etkinliklerin merkezi, UNESCO’dan ITU’ya (Uluslararası Telekomünikasyon
Birliği) kaydı.
Üçüncü Dünya ülkelerinin UNESCO düzleminde kazandığı başarı ise, bu sürecin hemen
ardından kapitalizmin 1970’lerin başından itibaren girmiş olduğu krize çözüm olarak dünya
çapında yaygınlaşan kapitalizmin yeniden yapılanmasını ifade eden Yeni Dünya Düzeni
tartışmaları içerisinde herhangi bir politik sonuca ulaşamadı. Her ne kadar 2. Dünya Savaşı
sonrasında başlayan, uluslararası iletişimin ikinci döneminin sonuna üçüncü dünya ülkelerinin
başkaldırısı ve başarısı damgasını vurmuş olsa da, bir sonraki dönem, gelişmiş kapitalist ülkeler
ve bu ülkelerin enformasyon ve iletişim teknolojileri ve medya şirketleri tarafından şekillendirildi
ve bu döneme eleştirilere konu olan eşitsizlikler ve dengesizlikler katlanarak sürdü.
pitalist ülkelerin üçüncü dünya ülkelerine büyük miktarlarda borçlar vermesi ve bir süre sonra bu
ülkelerin borçlarını ödeyemez duruma gelmesi, krizin üçüncü dünyada da bir borç krizi olarak
somutlaşmasına neden olmuştur. Bu süreçte uluslararası ilişkilerin önemli aktörleri olarak ortaya
çıkan IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların önerdiği yapısal uyum programları,
üçüncü dünya ülkelerinin iç pazarlarını dış rekabete açmaları, yabancı sermaye hareketlerinin
teşviki, ihracatın teşviki gibi kararlar eşliğinde tüm ekonomik kaynaklarını borçların ödenmesine
ayırmaları ile sonuçlanmıştır. Aynı dönemde, gelişmiş kapitalist ülkelerde ekonomik liberalizm
ve serbest piyasadan yana hükümetlerin iktidarda olmaları, 2. Dünya Savaşı sonrasının
Keynesyen politikaları yerine, serbest ticareti esas alan liberalizmin dünya çapında egemen hale
gelmesine neden olmuştur. Yeni Dünya Düzeni kavramının siyasi literatüre egemen olmaya
başladığı bu süreç, Ingiltere’de Thatcher, Amerika’da Reagan hükümetlerinin piyasanın
serbestçe işlemesini sağlamak için önlemler almaya ve sermayenin serbestçe dolaşımının
önündeki engelleri kaldırmak için yasal düzenlemelere gitmeye, serbestleştirme, özelleştirme
politikalarını uygulamaya başladıkları süreçtir.
1989’da Sovyet rejiminin Doğu Avrupa’da çökmesi ve 1991’de Sovyet Sosyalist
Cumhuriyetler Birliğini oluşturan cumhuriyetlerin bağımsız devletler topluluğuna dönüştüklerini
açıklamalarıyla “soğuk savaş”m bitmesi, Yeni Dünya Düzeninin meşruiyetini arttırmıştır. Bu
dönemde Yeni Dünya Düzeni’nin bileşenleri, eski Sovyet etki bölgesinin kapitalist sistemle
bütünleşmesi ve yeni pazarlar haline gelmesi; soğuk savaş döneminin askeri bloklarının yerini
kendi bölgesel pazarlarını oluşturan ve bu yolla küresel piyasalarda güçlenmeye çalışan Avrupa
Birliği, NAFTA gibi ekonomik blokların alması; iki kutuplu dengenin ortadan kalkması ile
Amerika Birleşik Devletleri’nin güç kullanımında daha serbest hale gelmesi ve tek süper güç
olması; geçmişte askeri ve politik kaygılar ile yaşatılan ülkelerin, dengeler bozulunca tüm
kaynaklardan yoksun kalması ve yerel savaşlar ve krizlerin yaygınlaşması; enformasyon
teknolojilerinde yaşanan gelişmelerle, iletişimin giderek daha büyük önem kazanması olarak
tanımlanmıştır. Ancak tüm bunların dışında, Yeni Dünya Düzeni’nin en temel kavramı,
ekonomide “sermaye ve piyasa” ikilisinin egemen olduğu, toplumsal alanda “bireyciliğin” ön
plana çıkarıldığı, somut ifadesini bütün toplumsal süreçlerin piyasaya tabi kılınmasında bulan
neo-liberalizmdir.
Yeni Dünya Düzeni olarak adlandırılan bu değişim ve dönüşümlere küreselleşme eşlik
etmektedir. Küreselleşmenin bileşenleri ise, teknolojik gelişme ve sermayenin akışkanlaşması ve
küresel bir nitelik kazanmasıdır. Yeni Dünya Düzeni ile başlayıp, küreselleşme ve enformasyon
toplumu tezleri ile günümüze dek uzanan bu dönemin uluslararası iletişim açısından temel
özellikleri ise iletişim alanının yeniden yapılandırılması, küresel iletişim politikaları, küresel
iletişim ağlarında süren etkinlikler üzerinde belirleyici olan telif hakları ve sayısal bölünme
olgularıdır.
lararası düzeyde şirket sayılarında da düşüş gözlenmiş, yani iletişim alanında ciddi bir
yoğunlaşma yaşanmıştır. Bu sürecin önemli değişimlerinden biri de, özellikle Avrupa’da 1920’li
yıllarda şekillenen kamu hizmeti yayıncılığının tasfiye edilmesi ve yayıncılık alanının özel
girişimlere açılmasıdır.
Hem iletişim alanında, hem de diğer endüstri alanlarında sermayenin küresel düzeyde
yeniden yapılanmasının önemli görünümlerinden birisi olan ulus ötesi şirketler, içinde
yaşadığımız dönemde küresel ekonominin başlıca aktörleri durumundadır. Küreselleşme süreci,
merkezleri gelişmiş kapitalist ülkelerde olan tüm büyük şirketleri, ulus ötesi şirketler biçiminde
örgütlenmeye yöneltmekte ve bunun sonucunda gerek şirket birleşmeleri, gerekse de ulus ötesi
etkinlikler giderek artış göstermektedir. Ulus ötesi şirket etkinlikleri, bu etkinliklerin aksamadan
süreceği küresel bir iletişim ağını gerektirmektedir. Oysa bu dönemin başlarında, gelişmiş
iletişim teknolojileri böylesi bir iletişim ağını olanaklı kılıyor olsa da, iletişim ağının ülke
içindeki kısmında ulus-devlet egemenliği, iletişim alanının kamu işletmeleri aracılığı ile sıkı
biçimde düzenleniyor oluşu, ücret tarifelerinin toplumsal ve politik gerekçelerle eşitlik ilkesi
çerçevesinde düzenleniyor oluşu, ulus ötesi şirket etkinlikleri açısından istenmeyen durumlara
neden olmaktadır. Ulus ötesi şirketlerin küresel bir iletişim ağı gereksinimi çerçevesinde iletişim
alanında piyasanın serbestleşmesi ve ücret tarifelerinin kuralsızlaştırılmasma çok uluslu
şirketlerin artan bir talebinin olması kaçınılmazdır. Bu talep aynı zamanda, ulus ötesi şirketlerin
farklı ülkelerde karşılaştıkları farklı teknik ve idari düzenlemeler nedeniyle iletişim altyapısından
yararlanma hız ve etkinliklerinin farklılaşması ile eklemlenmiştir. Küresel kapitalizmin en
önemli unsuru olan ulus ötesi şirketlerin taleplerinin karşılanabilmesi ve aynı zamanda da
sermaye birikiminin değişen koşulları ve gereklilikleri, diğer toplumsal yapılar gibi iletişim
alanının da yeniden yapılandırmaların temel dinamiklerinden birisidir. Yeniden
yapılandırmaların dinamiklerinden bir diğeri de, ulus-devlet egemenliğine bırakılan iç pazarlarda
ulusal olarak üretilen hizmetlerin, küreselleşen dünyada uluslararası ticaret rejiminin içine
alınarak büyük önem kazanmış olmasıdır.
Hizmetler sektörü içinde iletişimin önem kazanması ve uluslararası anlaşmalar yoluyla
iletişim alanının serbestleştirilmesine gidilmesinde, gelişmiş ülkelerin iletişim endüstrilerinin de
etkisi son derece büyüktür. Gelişmiş ülkelerin iletişim endüstrisi her yerde, özellikle de
azgelişmiş ülkelerde yeni pazarlar aramakta, uluslararası piyasalarda genişlemeyi
amaçlamaktadır. En önemli ihtiyaçları ise, ulus- devletlerin korumacı kurallarının ortadan
kaldırılması, yabancı sermaye yatırımlarının kolaylaştırılması ve güvenli bir hale getirilmesi,
yeni yatırım alanları açılmasıdır. Tüm bu gereksinimlerin karşılanması için, ulus-devletlerin
ellerindeki politika yapma araçlarının uluslararası kurallara göre standartlaştırılması
gerekmektedir.
Yeni Dünya Düzeni sürecinde iletişimin gösterdiği yeni özellikler bir önceki dönem ile
karşılaştırınız?
Telif Hakları
Telif hakları kavramı oldukça eski bir geçmişe sahiptir. Öncelikle sanat eserleri ile ilgili olarak
ortaya çıkmıştır. Sanat eserinin mülkiyeti sorunu, teknolojik gelişmelerle birlikte eserin maddi
olarak yeniden üretilebilirliğinin mümkün olmasıyla birlikte, giderek karmaşık bir yapı
kazanmıştır. Günümüzde ise küresel iletişim ağlarının varlığı ve sayısal teknolojileri, fikir ve
sanat ürünlerinin dolaşıma girdiği pazarı gittikçe genişletmekte ve bu durum fikir ürünü ya da
eser sahipleri dışında çok sayıda yeni aktörü bu konunun tarafı haline getirmektedir.
Gelişmiş ülkelerde daha yaygın ve işlevsel hale gelen telif hakkı (copyright) kavramı,
enformasyonun önemli bir ekonomik girdiye dönüştüğü günümüz top- lumları açısından yapı taşı
olarak tanımlanmaktadır. ABD yasalarına göre, yazarın sahip olduğu bu hak kamu yararına
hizmet temelinde, bilim ve güzel sanatlarda gelişmenin teşvikini amaçlayan, tamamiyle yasal bir
haktır. Bu hakkın tanınmasında öncelikli amaç, yazarın ya da belli bir sosyal sınıfın yararı değil
fakat kamunun yararıdır. Ancak bu görüşlerin yanında, kesinlikle unutulmaması gereken bir
diğer önemli görünüm de, ABD’de telif hakları alanının tamamen bir endüstriye dönüşmüş
olmasıdır. ABD’de içerik/kültür endüstrileri son derece gelişmiş ticaret fazlası veren endüstri
alanları haline gelmişlerdir. Hizmetler alanının uluslararası ticarete açılmasıyla birlikte ABD’li
şirketlerin uluslararası rekabet üstünlüğüne sahip olduğu bu içerik veya kültür endüstrilerinin
(müzik, sinema, televizyon dizi ve programları, basılı yayımcılık gibi) yeni birikim düzeni
çerçevesine yerleşebilmesi, telif hakları düzenlemesinin uluslararası düzeyde uygulanmasını
önemli hale getirmektedir.
Fikri hakların korunması konusundaki gelişme, bu konuya özgü ulusal yasaların kabulü ile
öncelikle ulusal alanda olmuş ve koruma, önce ulusal sınırlar içinde sağlanmıştır. Ancak bu
konuda, gelişmiş ülkelerin çok daha donanımlı olduğu, az gelişmiş ülkelerde ise, gerekli yasal
düzenlemelerin varlığına rağmen, pratikte sorunların olduğu ve yasaların gerek politik, gerekse
pratik nedenlerle işletilmediği açıktır. Günümüzde, ülkeler arasında sosyal, siyasal, ticari
ilişkileri düzenleyen ve sürekli artan sayıdaki değişik nitelikli uluslararası sözleşme ve
anlaşmaların nicelik
4. Ünite - Uluslararası iletişim 101
Masaüstü Sömürgecilik Konusunda daha ayrıntılı bir tartışma için Funda Başaran ve Haluk m i Geray K İ T A
P
tarafından derlenen İletişim Ağlarımn Ekonomisi, (Ankara: Siyasal Yayınevi, 2005) isimli kitaba
başvurulabilir.
SIRA
SİZDE
102 iletişim Sosyolojisi
P
görülmektedir.
Uluslararası iletişimin siyasal, ekonomik ve
kültürel boyutlarım ifade edebilmek.
Uluslararası iletişim süreci, ulus-devletler
ve hükümetler arasındaki bir etkileşim
sürecinin ötesinde siyasi ve ekonomik bir
bağlamın içerisine yerleştirilmek
zorundadır. Uluslararası iletişime ilişkin
tüm gelişmelerle, dünya siyasi ve ekonomik
tarihindeki gelişmeler birbirlerine eşlik et-
mektedir. Bu açıdan bakıldığında iletişim ve
ulaşım alanında yaşanan teknolojik
gelişmeler sayesinde kolaylıkla ulaşılabilir
hale gelen yeni pazarlara ilişkin gelişmiş
ülkelerin yaşadığı rekabet sonucu ortaya
çıkan dünya savaşları, diğer yandan sermaye
karşısındaki konumları itibariyle
homojenleşen işçi sınıfının yarattığı
örgütlenmelerin gitgide güçlenmeleri ile
toplumsal gerilim- lerin yükselmesi ve
sanayi üretiminin ve karların azalması
nedeniyle mevcut sistemin yaşadığı krizler
uluslararası iletişimin farklı görünümleri
olarak belirmektedir.
104 iletişim Sosyolojisi
langıçtan 2. Dünya Savaşına Kadar Olan Döne- mutlaka gelişeceği ve kapitalist toplumlara erişeceğidir.
mi” konusunu gözden geçiriniz.
5. b Yanıtınız yanlış ise “Uluslararası İletişimin Baş Sıra Sizde 3
langıçtan 2. Dünya Savaşına Kadar Olan Döne- Uluslararası enformasyon akışının yapısı, ham enfor-
mi” konusunu gözden geçiriniz. masyonun gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere,
6. a Yanıtınız yanlış ise “2. Dünya Savaşı’nın Biti özellikle ABD’ye doğru akması ve gelişmekte olan
minden Yeni Dünya Düzeni’ne” konusunu göz- ülkelerin, kendilerinden giden ham enformasyonu iş-
den geçiriniz. lenmiş olarak ve para ödeyerek geri alması biçiminde
7. e Yanıtınız yanlış ise “2. Dünya Savaşı’nın Biti özetlenebilir. Bu süreçte gelişmiş ülkeler, ham enfor-
minden Yeni Dünya Düzeni’ne” konusunu göz- masyonu depolamada, işlemede ve kullanmada birbir-
den geçiriniz. leriyle kendi aralarında işbirliği yaparlar. Gelişmekte
8. e Yanıtınız yanlış ise “Yeni Dünya Düzeni ve Kü olan ülkeler kendi aralarında işbirliği yapmazlar. Enfor-
reselleşme” konusunu gözden geçiriniz. masyon akışının bu yapısı, ekonomik ve siyasi düzeyde
9. d Yanıtınız yanlış ise “Yeni Dünya Düzeni ve Kü süren bağımlılık ilişkilerinin iletişim alanında yeniden
reselleşme” konusunu gözden geçiriniz. kurulması anlamına gelmektedir. Bu bağımlılık iliş-
10. b Yanıtınız yanlış ise “Yeni Dünya Düzeni ve Kü kilerinin farklı biçimleri, kültürel emperyalizm, medya
reselleşme” konusunu gözden geçiriniz. emperyalizmi ve elektronik sömürgecilik kavramları
açıklanmıştır.
Sıra Sizde 4
S>ra Sizde Yan>t Anahtar
Yeni Dünya Düzeni sürecinin uluslararası iletişim açı-
Sıra Sizde 1
sından temel özellikleri, iletişim alanının yeniden yapı-
İletişim ve ulaşım alanında yaşanan teknolojik gelişmeler
landırılması, küresel iletişim politikaları, küresel iletişim
sayesinde kolaylıkla ulaşılabilir hale gelen yeni pazarlara
ağlarında süren etkinlikler üzerinde belirleyici olan telif
ilişkin gelişmiş ülkelerin yaşadığı rekabet sonucu ortaya
haklarıdır. İletişim alanının yeniden yapılandırılması ile
çıkan dünya savaşları, sermaye karşısındaki konumları
daha önceki dönemde özellikle kamu işletmelerinin et-
itibariyle homojenleşen işçi sınıfının yarattığı
kinlik gösterdiği yayıncılık ve telekomünikasyon alanları
örgütlenmelerin gitgide güçlenmeleri ile toplumsal
serbestleştirilmiş ve kamu işletmelerinin özelleştirilmesi
gerilimlerin yükselmesi ve sanayi üretiminin ve karların
yoluna gidilmiştir. Bu durum, iletişim alanında piyasa
azalması nedeniyle mevcut sistemin yaşadığı krizler,
kurallarının egemenliği anlamına gelmektedir. İletişim
uluslararası iletişimi üç döneme ayırarak incelerken te-
alanı teknolojik gelişmeler yanında, bu alanda etkinlik
mel alınmaktadır. Bu doğrultuda, uluslararası iletişim
gösteren ulus ötesi şirketlerin de varlığı ile küresel bir
kavramının ortaya çıkışından 2. Dünya Savaşı’na kadar
biçim almış ve iletişim politikaları da küresel ölçekte
olan süreç, ilk dönemi oluşturmaktadır. İkinci dönem 2.
belirlenmeye başlamıştır. Bu durum önceki döneme
Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945’den başlayarak
kıyasla, iletişim politikaları alanında ulus-devlet et-
1980’lerin ortalarında Yeni Dünya Düzeni kavramı do-
kinliğinin sona ermesi anlamına gelmektedir. Bir önceki
layımı ile dünya ekonomik, siyasi ve toplumsal ilişkile-
dönemde en önemli taleplerden birisi olan dengeli
rinin yeniden yapılandırılmasına dek sürmektedir.
enformasyon akışı, yeni dünya düzeni sürecinde ulus-
Üçüncü dönem ise 1980’lerin ortalarından başlayarak
lararası telif hakları düzenlemeleri ile enformasyon
günümüze dek süren tüm toplumsal ilişki süreçlerinin
ürünleri uluslararası ticaret rejimi içerisine alınmıştır.
piyasa kurallarına tabi kılındığı dönemdir.
Sıra Sizde 2
Sıra Sizde 5
Gelişme ve Modernleşmeyi temel alan araştırmaların te-
Masaüstü sömürgecilik, kültürel emperyalizm, medya
mel soruları, Batı toplumları dışındaki toplumların neden
emperyalizmi ve elektronik sömürgecilik kavramlarının
gelişmediği ve gelişmeleri için nasıl bir yol izlemeleri
en önemli benzerlikleri, uluslararası iletişim düzeninde
gerektiğidir. Bu araştırmaların ortak varsayımları ise
var olan bağımlılık, eşitsizlik ve denetim ilişkilerine yö-
azgelişmişliğin gelişmiş ülkelerle karşılaştırılma yoluyla
nelik eleştirileri kavramsallaştırıyor olmalarıdır. Bu te-
tesbit edilebileceği, azgelişmiş toplumsal yapıların ge-
mel benzerlik yanında, bağımlılık, eşitsizlik ve denetimin
lişmeme nedeninin içsel etkenler olduğu, gelişmemiş
kurulmasının biçimlerine dair vurgu farklarından söz
toplumların gelişmiş toplumlarla aynı yolu izleyerek
106 iletişim Sosyolojisi
5
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Modern toplumun kurucu ilkelerinden biri olan basın özgürlüğü üzerine oluşturulan
tarihsel ve felsefi bilgi birikimini özetleyebilecek,
Basın özgürlüğünden iletişim özgürlüğüne uzanan tartışmaları değerlendirebilecek,
<j^ İletişim özgürlüğünü engelleyici ve kısıtlayıcı ilişkileri tanımlayacak, bu ilişkileri
değiştirmeyi düşünen ve eyleyenlerin sorun odaklarını örnekleyebilecek, <S^ Türkiye’de
Anahtar Kavramlar
basın özgürlüğünün tarihsel ve hukuksal evreleri ve tartışılma biçimleriyle ilgili bilgi
birikimini özetleyebileceksiniz.
Basın özgürlüğü ve basın özgürlüğü felsefesi ile ilgili ayrıntılı bilgi için John Keane’nin Medya ve
Demokrasi (Ayrıntı Yayınları. İstanbul, 1993) başlıklı kitabını okuyabilirsiniz.
İ T A P
XVII. yüzyılda basın özgürlüğüne yönelik düşünceleriyle öne çıkan bir diğer önemli düşünür
John Locke’tur. 1632-1704 yılları arasında yaşamış liberalizmin öncü isimlerinden John Locke,
1694’de parlamentoda basın üzerindeki devlet sansürünün neden kaldırılması gerektiğini on sekiz
madde ile açıklayan bir konuşma yapmış, sansüre devam etmenin önemli ekonomik sonuçları
olacağını, sansürün İngiliz basımcılarının ticaretini zedelerken, onların diğer ülke basımcıları ile
rekabetini zorlaştıracağını ileri sürmüştür. Locke, ayrıca “Özel İzin Yasası”nın hantal ve gereksiz
olduğunu, genel yasaların ahlaksız kişilere karşı yeterli korumayı zaten sağladığını savunmuştur
(Altschull, 1990’dan akt. Özdemir, 2005). Onun, bireylerin doğal hakları konusundaki
düşünceleri de basın özgürlüğü için önemli bir uyarıcı olmuştur. Zira ona göre devlet, temel
amaçları mülkiyetlerini korumak olan insanların, bir anlaşma yaparak kendilerini hükümetin
yönetimi altında toplamaları ile oluşmaktadır. İnsanların rızası ile kurulan bu devlet, onların
yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarını ihlal edemez, aksi durumda insanların direnme hakkı doğar
(Locke, 1952:126-128). Keane, “basının davranışlarının bireylerin haklarına uygun olması”
(1993: 31) gerektiği fikrinin Locke tarafından ortaya atıldığını belirtmiş ve onu basın özgürlüğünü
bireyin hakları ile savunan görüş içerisinde ele almıştır.
XVIII. yüzyıl, basın tarihi açısından önemli yeniliklere tanıklık etmiştir. Günlük gazeteler bu
yüzyılda yayınlanmaya başlamış, muhalif gazetecilik anlayışı ortaya çıkmış, gazetelerde reklam
ve ilanlar verilmeye başlanmış, Amerikan basını bu
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 111
yüzyılda kurulmuştur (Inugur, 1993: 72-73). Bu yüzyıl aynı zamanda, modern çağın başından
beri süregelen algılama ve temsil şemalarının sarsılışının sonuçlarına da tanıklık etmiştir.
Aydınlanma akımının da etkisiyle dini, politik, felsefi ve sanatsal alandaki doğmalar eleştirel bir
şekilde yeniden değerlendirilmiştir. Basın tarihi açısından bakıldığında, Aydınlanma projesi bir
yandan ansiklopedi gibi yeni yayın türlerinin oluşumuna yol açarken, diğer yandan basın
özgürlüğünün insanın doğal haklarıyla temellendirilmesinde önemli bir etken olmuştur. Yüzyıl
boyunca insan aklına ve iradesine yapılan vurgu, basın özgürlüğü için verilen mücadelede kulla-
nılan önemli argümanlardan biri olarak güç kazanmıştır.
XVIII. yüzyıldan itibaren parlamento tartışmalarının gazetelerde yayınlanmasına yönelik
mücadeleden de söz etmek gerekir. Basın özgürlüğünü savunanlar, hükümetin politikalarının
yalnızca sınırlı sayıda insanca tartışılmasına yol açan mut- lakıyetçi devletin tutumunu
“despotizm” olarak niteleyerek, gizliliğin bir yönetim özelliği olarak kabul edilmesine karşı
çıkmışlardır. Ingiltere’de bu doğrultuda dile getirilen görüşler, XVIII. yüzyılda parlamento
tartışmalarının gazetelerde yayınlanması mücadelesine önayak olmuştur. 1720’de
parlamentodaki tartışmalarla ilgili olarak kendisine aktarılan görüşleri gazetesinde yazan bir
gazetecinin ağır hapis ve para cezasına çarptırılmasıyla başlayan mücadele, bir başka gazetecinin
belleğinin mükemmelliği yardımıyla 1771’de kazanılır. Zira parlamentodaki tartışmaları not
almadan izleyen muhabir, ayrıntılı raporları belleğine dayanarak yazmakta, ancak bu kusursuz
raporlar, herhangi bir yanlış içermediği için eleştirilememekte, verilen hapis cezalarını dayanaksız
kılmaktadır. Tartışmalarla ilgili yazı yazdıktan sonra hapsedilen gazetecilerin serbest bırakılması,
onları destekleyen protesto gösterileriyle birleşince “gizliliği" savunmak artık mümkün olmamış,
parlamentodaki tartışmaların yayınlanmasına başlanmıştır.
Basın, XVIII. yüzyılın sonundan itibaren kendini meşrulaştırma düzeneklerini, özgür bilgi
akışının tesisi, kamu yararının sağlanması ya da kamu yararının “bekçisi" olmak üzerine
kurmuştur (Habermas, 2005: 74-91). Basının yeni misyonu çıkarılan gazetelerin adlarına
yansımış “Göz", “Gözcü", “Nöbetçi", “Şahit" gibi gazeteler yayın hayatında yerlerini almıştır.
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgileri Eser Köker'in Politikanın İletişimi İletişimin Politikası (İmge Kitabevi
Yayınları. Ankara, 2007) kitabının “Politik İletişim Alanında Özgürlük Mücadelesi” başlıklı üçüncü
bölümünde bulabilirsiniz.
Burjuva kamusal alanının siyasal işlevleri yükleniş öyküsünün tarihsel akışı ve kuramsal çerçeve içine
alınışı için yetkin bir örnek olarak, Jürgen Habermas'ın Kamusallığın Yapısal Dönüşümü
K İ T A
(İletişim Yayınevi, Ankara, 2005) kitabına bakabilirsiniz. Ayrıca, burjuva kamusal alanına P
yönelik ayrıntılı bir okuma için Meral Özbek tarafından derlenen Kamusal Alan (Hil Yayın.
İstanbul, 2004) başlıklı kitaptan yararlanabilirsiniz.
XVIII. yüzyılın son çeyreğinde ve XIX. yüzyılın başında, Batı toplumlarmda edebiyat ve K İ T A
P
düşünce alanında etkin bir yer edinen gazeteler ve dergiler, okuryazarlık yeteneklerine sahip,
eğitim olanaklarını elde etmiş, düzenli bir geliri olan tüccarlar ve imalatçılar başta olmak üzere,
hukukçular, öğretmenler, yazarlar, muhasebeciler, banka-borsa çalışanları olarak
işaretlenebilecek meslek gruplarından ya da sadece politik iktidarı elinde tutan toprak soylusu
sınıfın dışında kalan kesimlerden ilgi görmüş, yukarıda anılan toplum kesimlerini içine alan
burjuva sınıfının çıkarlarını, politik mecralarda (şehir ve ulusal parlamentolar bunların başında
112 iletişim Sosyolojisi
gelmektedir) savunan birer araç niteliği kazanmıştır. Bu yüzyılda aynı zamanda siyasal
gazeteciliğin ve taraflı yayıncılığın ilk örnekleri oluşturulmuştur. Bu yayınlarda eğitim ve toprak
reformu gibi günün politik gündeminin tartışmalı temel konularında biriken taraflı görüşler ve bu
görüşlere yönelik eleştiriler dile getirilmiştir. Gazetelerin ilk sayfaları, ulusal politik gündeme
ayrılmaya başlandığı gibi, üst başlıklar da metinlerden ayrılmıştır. Yargı ve eleştiri yeteneğinin
gelişmesi sonucunu doğuran bu yenilikler aracılığıyla, farklı kamular politik görüşlerini ifade
etme olanağı bulmuştur. Kamu çıkarı, kamusal fayda, kamuoyu gibi kavramlar yerleşiklik
kazanmaya başlamıştır. Yurttaş topluluğunun siyasal katılımının sağlanmasında, gazete ve
dergiler önemli işlev yüklenmiş, basının yurttaşların yönetimlerden hesap sormasına aracılık etme
konumu pekiştirilmiştir. XIX. yüzyılda halkın çıkarını gözetme işlevi aracılığıyla kendi meşruluk
zeminini yaratan basın, liberal demokrasilerin temsili kurumları arasında sayılması gerektiğini ve
“dördüncü” güç olduğunu ilan etmiş, bu durumu yasal teminat altına almak için mücadele
edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Sanayi devrimi yüzyılı olarak da anılan XIX. yüzyılda, küçük ve orta ölçekli işletmelere
dayalı üretim tarzı, büyük işletmelere ve fabrikasyon sistemine yönelmiş, sermaye yoğunlaşması
ve tekelleşme esas hale gelmiştir. Pozitif bilim ve teknoloji alanında ilerleme rüzgârını arkasına
alan devrim, işçi sınıfı mücadeleleri ile taçlanmıştır. Üretim tarzındaki dönüşümler, basın
sektörünü de kapsamıştır. Kâğıt üretiminde fabrikasyon sistemine geçilmesiyle birlikte ağaç
hamurunun kullanılmaya başlanılması, daha yoğun bir sermaye birikiminin pazarda gerekliliğini
şart koşmuştur. Kimyasal ürün yardımıyla üretilen kâğıdın maliyeti düşmüş, daha çok sayıda
üretilmesi, basılması ve yayılması mümkün olmuştur. Basın faaliyetlerinde zorunlu hale gelen
makineleşmenin yaygınlaşması büyük sermaye gerektirdiğinden, aynı süreçte sektörde
tekelleşmeler de başlamıştır. Yüzyılın ortalarına kadar ağır vergiler ödeyen basın, gerek
İngiltere’de gerekse ABD’de vergilerin azaltılması talebi başta olmak üzere her türlü yönetim
engelinin kaldırılması doğrultusunda mücadele vermiştir.
Yüzyılın ortalarından itibaren bu mücadeleye yeni toplumsal kesimlerin katıldığı
görülmektedir. Özellikle yönetim tarafından yayınları sansüre uğrayan işçi sınıfı
yayıncılığı, basın özgürlüğü mücadelesinin taraflarından biri
olmuştur ki yüzyılın sonunda bu durum daha da belirgin hale
John Stuart Mill, gelmeye başlamıştır. Ayrıca kadınlara oy hakkı talebiyle
On Liberty
(Özgürlük Üzerine) harekete geçen feminist hareket de bu mücadelenin bir diğer
ortağı olmuştur. Bu tür hareketler, hükümetlerin baskıcı
tutumlarına karşı, tarafların dayanışma duygusunu artırabil-
mek ve görüşlerini yaygınlaştırmak için gazete ve dergileri
ON aracı kılma yoluyla, muhalif gazeteciliğin ve yayıncılığın
örneklerini ortaya koymuşlardır. Yüzyılın ikinci yarısında
LIBERTY sosyalist yayıncılığın güçlenmesi, devletin baskıcı yüzünün
JOHN STUART eleştirisini yükselttiği gibi eleştiri hakkının yasal teminat
altına alınması doğrul ^ tuşunda adımların atılmasına da
MİLL yol açmıştır.
Yüzyılın ortalarında İngiliz
filozof John Stuart Mill tarafından kaleme alınan On Liberty (Özgürlük Üzerine) (1859) başlıklı
eserin ikinci bölümünde, düşünceyi açıklama ve basın özgürlüğünü haklı ve zorunlu gösteren
nedenler şu şekilde sıralanmıştır:
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 113
• Hükümet ya da sivil toplum tarafından yanlış olduğu iddiasıyla susturulan herhangi bir
düşünce, aslında doğru olabilir,
• Bir düşünce yanlış bile olsa, içinde birkaç dirhem hakikat de bulunabilir,
• Herhangi bir konuda egemen olan görüş, hemen hiçbir zaman hakikatin tamamı değildir.
Bu nedenle tam hakikate ancak bu düşünceyi diğer düşüncelerle, zıt görüşlerle
karşılaştırılarak varılabilir (...).
Keane’nin aktarımına göre, XIX yüzyılda basın özgürlüğü mücadelesinin kaza- nımları özetle
şunlar olmuştur:
• Yönetici sınıfların ve yönetim örgütlerinin zaaflarını ortaya koyarak onları sıkıştırmaya
yaramış,
• Devletin ifade özgürlüğüne getirdiği kısıtlamaların görünür hale gelmesine aracılık etmiş,
• Medeni haklar ve siyasal demokrasi mücadelesine hız kazandırmış,
• Anayasa reformu, temsili kurumlara duyulan ihtiyaç, kadınların, siyahların ve
göçmenlerin baskı altında tutulması gibi önemli konularda bilgi edinmesine yaramış,
• İşçi sınıfına mensup yurttaşların okuryazarlık düzeylerinin yükselmesine olanak sağlamış
ve başka türlü edinebilmelerine olanak bulunmayan yayınları sağlayan kolektif okuma
gruplarının oluşmasını teşvik etmiş,
• Özgür basın ütopyası, alt sınıflardan çeşitli insan katmanlarının harekete geçmesine
yardımcı olduğu gibi, oy hakkına sahip olmadıkları halde toplumsal ve siyasal olaylarla
ilgilenen insan sayısının artmasına yardımcı olmuştur (Keane, 1993: 43)
XIX. yüzyılın sonunda yayıncılık sektörü içinde gazetecilerin ilk meslek örgütleri de
görülmeye başlamıştır. Gazetecilik alanında mesleki ayrışma ve uzmanlaşmaya paralel olarak,
dönemin örgütlenme biçimi olan sendikalaşma yolunu seçen sektör çalışanları, genel olarak
liberal ve sosyalist eğilimleri benimsemişler; çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve iş
güvencesinin sağlanması doğrultusundaki talepleriyle, basın özgürlüğü mücadelesini
çoğaltmışlardır.
XIX. yüzyıl sonu, basın özgürlüğü mücadelesinde elde edilen kazanımların yanı sıra,
kurumsallaşan basına yönelik eleştirilerin de yoğunlaştığı bir döneme işaret etmektedir. Yüzyılın
ortalarından itibaren yayıncılığın, basım tekniklerinin gelişmesi sonucunda daha fazla sermaye
gerektiren bir etkinlik alanı haline gelmesinde somutlaşan, yeni girişimcilerin okuyucu sayısını
arttırmak için basının haber verme işlevlerini göz ardı etmeleri, sınırlı sayıda haber ajansının
varlığı, gelirlerini arttırmak için gazete sayfalarını reklam ve ilanlarla doldurmaları ve özel
çıkarların basında temsil edilişi basına yönelik eleştirileri arttırmıştır. Bu eleştirilerde vurgu,
basının özel çıkarların güdümüne girdiği ve politik kültürel aydınlatma işlevlerini yerine
getirmekten çok, halkı eğlendirmeye yöneldiği şeklindedir.
Kamu(lar)nın çıkarı ya da halkın çıkarı şiarını bir yüzyıllık süre içinde geride bırakan
yayıncılık sektörü, kamu çıkar veya çıkarlarının yerine ulusal çıkarın gözetmenliğine talip
olmuştur. Özel çıkarların savunuculuğunu örtmek amacıyla, soyut bir ulusal çıkar ve güvenlik
anlayışının simgesel değerinin yaratılmasında pay sahibi olan yayıncılık sektörü, iktidar bloğunun
paydaşlarından biri haline dönüşmüştür. Böylelikle ulusal yayıncılık kuruluşları, kendi dışlarında
kalan diğer yayıncılık kuruluşlarını görmezden gelerek, temsili olanın kendileri olduğunu ileri
sürmüşler ve meşruiyet zeminlerini düzenin ve ulusal güvenliğin sağlanması olarak
tanımlamışlardır.
114 iletişim Sosyolojisi
Peterson, basına getirilen ilk kapsamlı eleştiri kitabının daha 1859’da yayımlanmasına
rağmen, bu eleştirilerin yoğunluğunun ve şiddetinin XX. yüzyılda arttığını belirtmiştir.
Peterson bu eleştirileri yedi maddede özetlemiştir, bunlar: 1) Basının iktidarını kendi
amaçları için kullandığı, medya patronlarının özellikle politik ve ekonomik konularda
kendi görüşlerini yaydıkları; 2) Basının büyük şirketlerin hizmetinde olduğu ve reklam
sektörünün editöryel bağımsızlığa yer vermeyecek şekilde denetimi elinde tuttuğu; 3)
Basının sosyal değişime direndiği; 4) Sansasyonel haberlerin ve eğlencenin yayın
içeriklerinde daha çok yer edindiği; 5) Basının kamu ahlakını tehlikeye attığı; 6)
İnsanların özel hayatlarına saldırdığı ve 7) Belirli bir sosyo-ekonomik sınıfın kontrolünde
olduğu, yönündeki eleştirilerdir (1963:78).
XIX. yüzyılda başlayan, XX. yüzyılda yoğunlaşan basına yönelik eleştirileri özetleyiniz.
Yirminci yüzyılın ortalarında gazete, kitap ve dergi yanında radyo, televizyon, sinema
gibi kitle iletişim araçlarının toplum yaşamına girmesi; bilgisayar, faks ve videonun
ortaya çıkışıyla iletişim özgürlüğü kavramı, özellikle 1970’lerde yaygın bir şekilde
kullanılmaya başlamıştır. Ancak, kavramın basın özgürlüğüyle yer değiştirmesi yalnızca
iletişim araçlarının artması ya da yeni teknolojilere dayalı araçların çoğalmasıyla ilgili
değildir. İletişim özgürlüğü kavramı, yeni iletişim araçlarının yeniden düzenlenmesine
yönelik taleplerden ve basın özgürlüğü paradigmasına getirilen eleştirilerden
beslenmektedir.
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 115
İletişim özgürlüğü ile istenen artık sadece yayın araçlarının kullanılmasına ilişkin bir
özgürlük değil, hayatın her alanını içine alan bir özgürlüktür. Hoffman-Re- im iletişim
özgürlüğünde, basın özgürlüğünün aksine, vurgunun sadece konuşma özgürlüğünde değil, 1970'lerle birlikte kullanım
yaşamın tüm alanlarında yurttaşların görüş ve kanaatlerini iletebilmelerine ve iletişim alanı genişleyen iletişim
özgürlüğü kavramı her ne
süreçlerini düzenleyebilme yeteneklerinin geliştirilmesine yapıldığını belirtmiştir. kadar basın özgürlüğü
Hoffman-Reim basın özgürlüğü tartışmalarının merkezinde “konuşma özgürlüğü”nün kavramıyla yer değiştirse de,
bulunduğunu, bu özgürlüğün arka planında ise “gerçeği ortaya çıkarma” amacının hala basın özgürlüğü kavramı,
yayın alanına ilişkin
yattığını belirtmiş, böyle bir yaklaşımın basın özgürlüğünü, gerçeği ortaya çıkarma tartışmalarda öne çıkmaktadır.
yeteneğine sahip bireyler ve araçlarla sınırlandırdığını söylemiştir (Köker, 2007: 146- Basın özgürlüğü üzerine
147). yürütülen tartışmaların
merkezinde konuşma
Buna ek olarak, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğünden çok daha geniş bir özgürlük özgürlüğü duruyorsa, iletişim
alanını talep etmekte, her türlü iletişim şeklini kapsayan daha geniş bir kavram olan özgürlüğü üzerine yürütülen
tartışmaların merkezinde
iletişim özgürlüğüne gönderme yapmaktadır. İletişim özgürlüğünün en üst düzeye çıkması
görüşleri ya da kanaatleri ifade
için seçeneklerin artması gerekmektedir, bu da hem farklı yurt- daş gruplarının istedikleri özgürlüğü durmaktadır.
zaman iletişim için kullanabilecekleri iletişim araçlarının çoğalmasını hem de bazı
yurttaşların ifade özgürlüklerinin bazı durumlarda başka yurttaşların ifade özgürlüğü ile
çeliştiğinin, dolayısıyla bir tür antagonizmanın kabulünü zorunlu kılmaktadır (Keane,
1993:31).
Uluslararası arenada bu görüşlerin dile getirilmesi, 1970’lerin sonunda UNESCO
aracılığıyla olmuştur. 1979’da tamamlanan UNESCO’nun McBride Raporunda “iletişim
hakkı” ele alınmış ve bu hakkın artık haberleşme hakkının ötesinde, ileti alma ve
bilgilendirme hakkını da içerdiği ve iletişimin, tarafların bireysel ve kolektif olarak içinde
demokratik ve dengeli bir diyalog sürdürdükleri, çift yönlü bir süreç olduğu kabul
edilmiştir. Raporda henüz olgunlaşmamış ama gelişmekte olan bir hak olarak tanımlanan
iletişim hakkının içeriği, kesin olarak bunlarla sınırlanma- makla birlikte şöyle
doldurulmuştur: a) Toplanma hakkı, tartışma hakkı, katılma hakkı ve diğer ortaklık
hakları, b) Soruşturma hakkı, bilgilendirme, bilgilendirilme hakkı ve diğer enformasyon
hakları, c) Kültür edinme hakkı, seçme hakkı, özel yaşamın korunması hakkı ve insan
gelişmesiyle ilgili diğer haklar...
İletişim özgürlüğü mücadelesi, kolektif bir aradalığın eşit görüş alışverişine olanak
tanıyan yeni anayasa projeleri ve iletişim alanındaki kartellerin, yatay ve dikey
tekelleşmelerin önlenmesini sağlayacak yasal düzenlemeleri önermekte, farklılıkları
kabul eden bir kamusal tartışma ve uzlaşma hedeflemektedir.
İletişim özgürlüğü kavramının, basın özgürlüğü kavramına kıyasla ne tür farklılıklar arz
ettiğini tartışınız.
II. Dünya Savaşı sonrasında kapitalist toplumlarda, anayasal teminat altına alınan
sosyal refah devleti anlayışının bir gereği olarak tarih boyunca haklarından mahrum
bırakılan toplum kesimlerinin desteklenmesine yönelik politik ve idari düzenlemeler
yapılmıştır. İşçi sınıfı üyelerinin, kadınların ve siyahların sistem tarafından yaratılan
mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla kamu kaynakları hizmete sokularak, onların
engellenen iletişim haklarını telafi için bir dizi önlem alınmıştır. Örneğin; yerel
yönetimler, anılan bu toplum kesimlerine gazete ve dergi çıkartmalarını kolaylaştıracak
mali destek sunmuş, politik grupların kamusal buluşma yerlerinin açılması olanaklı
kılınmıştır. Bu politik önlemler, kapitalist sistemin yapısal ve tarihsel nedenlerle eşitsiz
gelişmenin yol açtığı yurttaşların görüş ve düşüncelerini birbirine iletmede yaşadıkları
sorunların giderilmesi gerekliliğini ortaya koydu-
116 iletişim Sosyolojisi
ğu gibi, aynı zamanda bazı toplum kesimlerine mensup yurttaşların iletişimlerinin engellendiği
ve tahrip edildiği gerçeğini de açıkça ortaya koymaktadır. Bu gerçek, günümüzde eski kalan
ancak 1950’lerin ortalarından itibarinden yaygın olarak kullanılmaya başlayan radyo ve
televizyon yayıncılığı için de geçerlidir. ABD’de yayına başladıkları andan itibaren, Batı
Avrupa’da ise ancak 1980’lerle birlikte kar amaçlı özel yayıncılık şirketleri tarafından sürdürülen
yayıncılığın, basılı yayıncılık gibi ayrıcalıklı toplumsal sınıf ve gruplarla birlikte hareket ettikleri
bilinmektedir. Batı Avrupa’da 1950-1980 yılları arasında radyo ve televizyon yayıncılığı yüksek
maliyetli bir yatırım gerektirdiğinden, bu yatırımlar ulusal ve yerel yönetimlerle karşılanmış,
kamu hizmeti yayıncılığı olarak bilinen bir yayıncılık anlayışı ortaya çıkmıştır.
Başta İngiltere’de örgütlenen kamu hizmeti yayıncılığı ve onun örnek kuruluşu BBC (British
Broadcasting Corporation - Ingiliz Radyo Televizyon Kurumu) aracılığıyla görülen yayıncılık
anlayışı, toplumda eşit iletişim olanaklarından yoksun bırakılmış kesimlerin görüşlerine yer
açabilmek için var edilmiştir. Özel çıkarların temsiline aracılık etmek yerine kamu çıkarını
görünür hale getirmek için kurulan yayıncılık kuruluşlarının giderleri kamu tarafından
karşılanmış, özerklikleri yasalarla teminat altına alınmıştır. Özerk yapıları, onların yerel ve ulusal
yönetim ve hükümetlere mesafelenmesini mümkün kılmış, böylelikle kamu ya da kamuların
eleştiri ve yargılama yetenekleri çoğaltılmıştır. Ancak radyo ve televizyonların politik yaşamda
etkileri zaman içinde arttığından, yerel ve ulusal yönetimler için onların kontrolü önemli hale
gelmiş ve yönetimler yasal korumayı delmeye ve ku- rumların özerk yönetimlerini resmi ya da
gayri resmi yollardan etkilemeye başlamışlardır. Yönetim baskısının yanı sıra bu yayıncılık
anlayışı bürokratik baskıya da direnememiş ve yayın akışında, ilkelerinde, program seçimlerinde
yenilikçi ve eşitlikçi bir tutumu benimseyemediğinden, ağır eleştirilere maruz kalmıştır. Kamu
hizmeti yayıncılığı ilkeleri ve politikaları ticari yayıncılık karşısında bir seçenek olmaklığını
sürdürdüğü gibi, bu kurumlarda biriken yaklaşık elli yıllık deneyim alternatif bir yayıncılık
anlayışı bağlamında yol gösterici bir niteliği sahiptir. Ayrıca bu kurumlarda çalışan iki kuşak
yayıncı, haber üretimi başta olmak üzere adil ve dengeli yayıncılık anlayışı geliştirmek için
edindikleri bilgi ve tecrübe ile iletişim özgürlüğünün sınırlarını genişletmek doğrultusunda
hareket eden sivil toplum örgütlerine ve meslek kuruluşlarına katkıda bulunmaya devam
etmektedir.
1970’lı yıllardaki ekonomik krizle birlikte kapitalist devletin meşruluk sorunu, özellikle refah
devleti uygulamalarının tartışılması yoluyla görünürlük kazanmıştır. Bu bağlamda bir refah
devleti uygulaması olan kamu hizmeti yayıncılığıyla ilgili öne sürülen farklı görüşler, iletişim
özgürlüğünü anlamlandırma şekilleri olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle yeni sol ve toplumsal
hareketler ile yeni liberal ya da yeni sağın görüşleri, iletişim özgürlüğü tartışmaları bakımından
önem arz etmektedir.
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 117
yının devlet yetkililerince önceden denetlemesi (ki bunun yolu resmi ya da resmi olmayan
hükümet sözcüleriyle dostça konuşma ve kokteyllerden, basit isteklere, telefonla yapılan
uyarılardan, zorunlu ve ihtiyari kuralların konmasına dek uzanır); yayın sonrası sansür ise
yayınların yasaklanması, toplatılması, malzemenin üretildiği teknik araçlara el konulması,
basımevlerinin vd. kapatılması gibi yaptırımları kapsamaktadır. “Silahlı gizlilik”, modern
devlet içinde olduğu kadar ulus üstü askeri ve sivil kuruluşlar içinde, enformasyonun gizli
olabileceğinin tescillenmesi yoluyla, polis ve askeri organlara dayanarak kitle iletişim
araçlarının denetlenmesini içermektedir. “Yalan söylemek”, hükümet sözcüleri tarafından
eleştirmenleri yanlış yönlendirmek, sinirleri yatıştırmak, gazetecileri memnun etmek ve
toplum tarafından inanılabilecek haberler üretmenin yanı sıra, hükümet tarafından yapılan
açıklamaların önceden denetlenmesi, basın toplantılarına belirli muhabirlerin alınması,
soruların önceden belirlenmesi, bir konuyu derinleştirmek için ek soruların sorulmasına
izin verilmemesi gibi uygulamaları da kapsamaktadır. Bağımsız yayın kuruluşlarının
ayakta kalabilmek için ilan-reklam gelirine muhtaç olması, “devlet reklamcılığının ise
hala reklam gelirleri arasında üst sıralarda yer alması, medya kuruluşlarını hükümetlere
ekonomik anlamda bağımlı kılarak yeni bir sansür uygulaması yaratmaktadır. Politik bir
sansür türü olarak beliren “korporatizm”, çeşitli sivil toplum örgütleri ile devlet görevlileri
arasında gizli ve kamusal sorumluluktan uzak pazarlıklar yapılması, pazarlıkların ve
korporatist nitelikli ilişkilerin yapısı gereği kitle iletişim araçları yoluyla kamuya
açılmaması olarak açıklanabilir (Keane, 1993: 93-105).
Yeni sansür türlerini sıralayarak, Türkiye için bunların geçerli olup olmadığını tartışınız.
Gerek Batıda gerekse Türkiye’de içinde bulunulan siyasal rejim, basın rejimini belirleyen
temel etmenler arasında yer almaktadır. Bu nedenle basın özgürlüğü ve basın özgürlüğü
mücadelesine yönelik anlatılara yer verilirken, her dönemin kendine özgü sosyal-politik
gelişmeleri, bu gelişmelerin basın rejimine etkileri ve basının bu rejim içerisindeki
tutumu üzerinde durulmalıdır. Türkiye’de basın özgürlüğünün tarihsel, hukuksal
gelişiminin konu edildiği bu kısımda, öncelikle basın özgürlüğü mücadelesinin
Türkiye’deki köklerini oluşturan Osmanlı Impa- ratorluğu’nun son dönemindeki devlet
ve basın ilişkilerine göz atılacak, ardından tek partili yıllardan günümüze basın özgürlüğü
meselesinin gelişim evrelerine yer verilecektir.
Osmanlı İmparatorlu ğu’nun son dönemlerine rastlayan “batılılaşma/modernleş- me”
hamleleleri, XIX. yüzyılın başlarından itibaren basın faaliyetlerini de içerecek şekilde
süregelmiştir. Önemli bir kısmı siyasal/toplumsal modernleşmenin sözcülüğünü ve
taraftarlığını yapan basın, başlangıç aşamalarından itibaren iktidarın gözetimi altında
tutulmuştur.
Osmanlı İmparatorlu ğu’nda 1864 yılına kadar basın özgürlüğünün hukukî ve objektif
herhangi bir sınırı yoktur. Padişahlar istediği zaman gazete çıkarılmasına
120 iletişim Sosyolojisi
izin vermiş, istediği zaman bu izni kaldırmış ve gazeteleri kapatabilmiştir. XIX. yüzyılın
son çeyreğinden itibaren tüzük ve kararnamelerle düzenlenen basın alanı, yine
yöneticilerin kişisel müdahalelerine açık olmuş, sıkı kontrol ve denetleme me-
kanizmalarına tabi tutulmuştur. Osmanlı döneminin basın alanına ilişkin ilk kapsamlı
yasal düzenlemesi olan 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi’nin aşağıda sıralanan bazı
maddelerinde bu uygulamaların izlerini görebilmek mümkündür.
Matbuat Nizamnamesinde cezaya tabi tutulan hükümlerden bazıları şunlardır:
• Ruhsatsız gazete çıkarmak,
• Gazetenin imzalı bir sayısını ilgili devlet dairesine göndermemek,
• Hükümetten gelen resmi yazıları yayınlamamak,
• Genel adaba ve milli ahlaka aykırı yazılar basmak,
• Hazreti padişahiye taarruz sayılabilecek yazılar yazmak,
• Dost hükümdarlara dokunacak söz yazılması (Akt. Topuz, 1996: 28).
Gazete ve dergilerin çıkarılabilmesini hükümetin iznine tabi tutan 1864 tarihli
Matbuat Nizamnamesini, 1867 yılında Matbuat Nizamnamesinin hükümlerini yok sayan
ve hükümete basınla ilgili idarî tedbirler alabilme yetkisi tanıyan “Âli Kararnamemin
yayınlanması izlemiştir.
1867’de yayınlanan Âli Kararname’nin ilk uygulamaları olarak Muhbir ve Vatan
kapatılmış (1867), memur gazeteciler uyarılmış ya da yeni görevlere atanarak İs-
tanbul’dan uzaklaştırılmış, Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar >n yayınlarına son
verilmiş, gazeteci-memur Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Bey yeni görevlerine git-
memek için yurt dışına kaçmışlardır. Yine bu kararnameye dayanılarak mizah dergisi
Diyojen 1871’de 15 defa; aynı yıl İbret gazetesi bir ay, 1872’de dört ay; 1873’te Hadika
gazetesi iki ay ve İbret ve Basiret gazeteleri süresiz olarak kapatılmıştır. 1874’te ise
Hülasat ül Efkar, Şark ve Hayak gazeteleri kapatılmıştır (Topuz, 2003:46). 1876’da
yürürlüğe giren Anayasanın 12. maddesinde yer alan “Matbuat kanun dairesinde
serbesttir’ hükmüne rağmen, basın özgürlüğünün yasal teminat altına alınmasında bu
kararname engel oluşturur.
XIX. yüzyılın son çeyreğinden, II. Meşrutiyetin ilan edildiği 1908’e kadar süren II.
Abdülhamit dönemi basına yönelik ön sansür uygulamaları da dâhil olmak üzere yoğun
kontrol ve tedbir uygulamalarına sahne olmuştur. Abdülhamit döneminde basına yönelik
yasaklar ve kapatma cezalarının yanı sıra, gazetelere çıkar sağlanmış, jurnalcilik
desteklenmiş, gazete sahipleri ve çalışanları rüşvet ile satın alınmaya çalışılmış, yabancı
ülkelerle haberleşme engellenmiştir.
II. Meşrutiyetin ilanından sonra basın görece özgür bir ortama kavuşmuştur.
Meşrutiyetin ilanını sevinçle karşılayan gazeteciler aralarında bir dernek kurarak,
Abdülhamit döneminin sansür uygulamalarından biri olan ön sansür memurlarını
matbaalarına almama eylemi yapmışlardır. II. Meşrutiyetin ilanının ardından ger-
çekleştirilen bu eylemin yapıldığı 24 Temmuz günü, Cumhuriyetin ilanının ardından
“Gazeteciler/Basın Bayramı” olarak kabul edilmiştir.
II. Abdülhamit'in istibdat Ancak yeterli entelektüel birikim ve deneyimin yaygınlaşamamasımn da etkisiyle,
döneminde, hükümetin
çıkacak gazeteleri önceden
basın alanında yaşanılan özgürlük ortamı uzun soluklu olmamıştır. II. Meşrutiyetin ilan
denetleyeceği bildirilmiş edilmesinin ardından oluşan görece özgürlükçü ortam 1909’da kabul edilen, 1881 tarihli
(Topuz, 2003:47); hazırlanan
çeşitli listeler ile “grev, suikast,
Fransız Basın Kanunu örnek alınarak hazırlanan Matbuat kanunuyla yeniden baskıcı
kargaşalık, hürriyet, vatan, uygulamalara sahne olmuştur. Doğrudan “sansür öngörmeyen” ancak devletin
Bosna, Hersek, Makedonya, güvenliğini bozacak ve ayaklanmaya kışkırtacak yolda yayında bulunan gazetelerin, dava
Kanun-i Esasi” gibi kelimelerin
kullanılması yasaklanmıştır sonuçlanıncaya kadar hükümetçe kapatılabileceğini öngören kanun, birçok değişiklik
(İskit, 1943:98). geçirerek 1931 yılına kadar yürürlükte kalmıştır (Kabacalı, 1994: 72).
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 121
II. Meşrutiyet
Tasvir-i döneminde
Efkâr
siyasi düşünce akımları
gazetesinin 31 Mayısve
hareketleri temsil edenait
1909 nüshasına
gazete ve dergilerin
yukarıdaki yanı
fotoğraf
sıra, “mizahi” gazete ve
Atila Cangır’m
dergilerin sayısında da
özel
arşivinden alınmıştır.
büyük bir nicel artış
görülmüştür (39-40).
özgürlüğü mücadelesini sürdüren tarafların “vatan hainliği” ile suçlanmalarının yanı sıra, ga-
zetecilerin kamu vicdanını asılsız haberleriyle tahrip ettikleri gibi yargılar olağan
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 123
hale gelmeye başlamış, gazeteci ve yayıncıların basın özgürlüğünü yanlış anladıkları ve kötüye
kullandıkları iddia edilmiştir. Dönemin muhalif basını, halkı kandırmakla, Türk demokrasisinin
özgüllüğünü anlamamakla itham edilmiş, Türk “inkılâbına” yeterince katkıda bulunmadıkları
için aşağılanmıştır (Değirmenci, 2011).
II. Dünya Savaşı yılları boyunca devam eden bu otoriter basın rejimi, savaş sonrasının
belirlediği yeni uluslararası koşullar altında yumuşamaya başlamıştır. Söz konusu savaşın, faşist
yönetimlerin yenilgisi ve parlamenter demokrasilerin zaferiyle sonuçlanması, savaş yılları
boyunca biriken iç muhalefetin de etkisiyle çok partili hayata geçişi kaçınılmaz hale getirmiştir.
Bu gelişmelerin sonucu olarak, tek parti yönetiminin basın üzerindeki baskıcı politikalarına
gerekçe olarak kullandığı 1931 tarihli Matbuat Kanunu’nun, gazetelerin kapatılması konusunda
hükümete sınırsız yetki veren 50. maddesi, 1946 yılında değiştirilmiş ve kapatma yetkisi mah-
kemelere bırakılmıştır.
Bu değişiklik, 1931 tarihli Matbuat Kanunu’na nazaran daha özgürlükçü sayılabilecek 1950
tarihli yeni basın kanununun da habercisi olmuş ve Demokrat Par- ti’nin iktidara gelişine kadar
geçen sürede basın hayatında belirgin bir canlanmaya yol açmıştır. 14 Mayıs 1950 seçimlerini
kazanarak iktidara gelen Demokrat Parti (DP), basın özgürlüğünü sağlamayı da programına almış
ve “basının dördüncü güç olduğu”na ilişkin kabulle birlikte, 21 Temmuz 1950’de yürürlüğe giren
5680 Sayılı Basın Kanunu’nu hazırlamıştır. Söz konusu basın kanunu, izin ve ruhsat sistemini
kaldırması, basın suçlarının yargılanmasına yönelik özel mahkemelerin kurulması, cevap
hakkının yeniden düzenlenmesi ve gazete sahiplerinin cezai sorumluluktan kurtulması gibi
düzenlemeleriyle, basın-iktidar ilişkilerini önceki döneme nazaran daha iyi bir noktaya
getirmiştir.
Basın ve hükümet arasındaki ilişkilerin bozulduğunun göstergesi, 1954 tarihli “Neşir Yoluyla
veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkındaki Kanun”dur. Basını, devlet görevlilerinin
şöhret veya servetlerine zarar verebilecek suçları isnat etmekten men eden, gazetecilerin elinden
ispat hakkını alan bu yasal düzenleme, kamuoyunda basın özgürlüğü tartışmalarının
yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bir önceki dönemde olduğu gibi hükümet basını, kamuoyunu
aldatmak, yalan ve asılsız haberlerle düzeni bozmakla suçlamış, “devlet büyüklerine hakaret”
ettikleri iddiası ile gazeteciler hakkında davalar açılmıştır.
27 Mayıs 1960’ta gerçekleşen darbe sonucunda DP iktidarı son bulmuş ve 1961 tarihinde
yapılan yeni anayasa ile de, basın özgürlüğü demokratik esaslara uygun bir şekilde
tanımlanmıştır. 1961 Anayasası, “Basın hürdür; sansür edilemez” ilkesini benimsemiş ve basın
özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri uygulamada devlete sorumluluklar vermiştir. Anayasa ile aynı
yılda Basın İş Kanunu çıkartılarak, basın çalışanlarının iş güvenceleri sağlamlaştırılmış ve resmi
kurumlar ile basın arasındaki ilişkiyi yasa çerçevesi içine alarak kurumsallaştıran Basın İlan
Kurumu’nun oluşturulması yoluna gidilmiştir. 1964 yılında yürürlüğe giren Türkiye Radyo ve
Televizyon Kurumu Yasası ile de kamu hizmeti yayıncılığı yasal teminat altına alınmış ve
kurumun özerk bir yapıya kavuşturulması doğrultusunda adımlar atılmıştır. Televizyon
yayıncılığına, kamu hizmeti yayıncılığı doğrultusunda özerk bir kurum düzenlenmesi ile
başlanması, basın özgürlüğü mücadelesinin kazanımları arasında sayılmaktadır. Ne var ki, bu
görece özgür ve hareketli ortam, 1971 askeri muhtırası ve ardından ilan edilen sıkıyönetimle
birlikte tekrar bozulmuş ve söz konusu dönemin sıkıyönetim uygulamaları, basınla ilgili birçok
alanda kısıtlayıcı nitelikte yasal değişiklikleri hayata geçirmiştir. Basının sürekli baskı altında
tutulduğu bu dönemde, birçok gazeteci değişik nedenlerle tutuklanmış ve mahkûm edilmiştir. Bu
124 iletişim Sosyolojisi
dönemde sıkıyönetim 39 kez gazete kapatma cezası vermiştir. Aynı tarihlerde, TRT’nin özerk
yapısına müdahale edilmiş ve hükümetlerle organik bağını yasallaştıran bir dizi düzenleme
yapılmıştır. Böylelikle Türkiye’nin kamu hizmeti yayıncılığının ömrü kısaltılarak, yayıncılık
ortamında kamu çıkarının temsil deneyimi eksik bırakılmıştır.
1970’lerin ortalarına kadar gazeteci sermaye sahiplerinin küçük ve orta ölçekli işletmeleri
olarak faaliyetlerini sürdüren yayın kuruluşları, 1970 sonrasında büyük ölçekli kuruluşlar olmaya
yönelerek, sanayi sektörü içinde yer alan işletmelerin yan kuruluşları haline dönüşmüşlerdir.
1950’lerin ortalarından itibaren görülen siyasal gazeteciliğin melezleştirilmesi girişimleri artarak,
ulusal çıkar ve ulusal güvenlik üzerinde hassasiyet taşıyan çevrelerle bütünleşen yayıncılık
politikaları basın çalışanlarınca desteklenmiş, yeni basım teknolojilerinin renkleri ile parlayan
gazete ve dergiler, aynı parlaklığı demokratik ilkelere sahip çıkma konusunda gösterememiş ve
mevcut düzeni sürdüren ittifak bloğu içindeki yerlerini almışlardır.
Türkiye'de medyanın dönüşümü ve yayıncılık politikalarıyla ilgili ayrıntılı bilgi için D. Bey- bin
Kejanlıoğlu'nun Türkiye'de Medyanın Dönüşümü (İmge Kitabevi Yayınları. Ankara, 2004)
kitabına bakabilirsiniz. K İ T A
P )
12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin yönetime el koymasının ardından,
ilan edilen sıkıyönetime basına ve haberleşmeye sansür koyma yetkisi verilmiştir. Darbe
yönetimi, özellikle sol basını ortadan kaldırmayı amaçlamış, sayısız tutuklama ve kapatma
cezaları ile çok sayıda gazetelerin yayın hayatına son verilmiştir. Darbe sonrasında düşünceyi
açıklama ve basın özgürlüğünü sınırlamayı ön planda tutan yasakçı, antidemokratik bir anlayışın
ürünü olan 1982 Anayasası, olağanüstü hal uygulamaları ve 1990’lı yıllara damgasını vuran
Terörle Mücadele Kanunu birçok özgürlük alanını olduğu gibi, basın özgürlüğünü de zapturapt
altına almanın yasal dayanağını oluşturmuştur.
1990’lı yıllarda basın sektörünün medya sektörü olarak anılmasına yol açan bir dizi değişme
yaşanmıştır. Meslekten gazetecilerin sektördeki ağırlığı büyük ölçüde gerilemiş, bununla birlikte
radyo ve televizyon alanındaki kamu tekelinin yıkılmasıyla da geleneksel basın piyasası yerini
‘medya sektörüne’ bırakmıştır. Yeni medya sektörü bankacılıktan enerji dağıtımına, finans
pazarlamacılığından inşaata kadar birçok alanda girişimleri olan dev holdinglerin kontrolü altına
girmeye başlamıştır. Söz konusu yapısal dönüşüm basını piyasaya egemen birkaç medya grubu-
nun çıkarları doğrultusunda içerik üreten, mülkiyet yoğunlaşması temelinde yatay ve dikey olarak
bütünleşmiş kuruluşlar haline getirmiştir (Adaklı, 2006: 132-137).
Tecimsel yayıncılığın güç kazanımı habercilik ve yayıncılık alanında çalışanların mesleki
örgütlenmesini kısa bir dönem içinde baltalamış, 80’li yıllara kadar güçlü olan bu iş kolundaki
sendikalar etkisiz hale getirilmiştir. İş güvencesinden yoksunluk ve düşük ücretler, çalışanlar
üzerinde bir baskı oluşturduğu gibi basın özgürlüğü ve iletişim hakkı önünde bir engel
niteliğindedir.
1990’lı yılların başından itibaren fiili olarak sektörde etkili bir yer almasına karşın, yasal bir
çerçeveye alınması hayli geciktirilen, 1994’te çıkarılan yasa ile faaliyetleri teminat altına alınan
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu yayıncılık alanını düzenlemeye yönelmiştir. Kurulun 2011
tarihinde yürürlüğe giren Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkındaki
Kanun’la düzenleyici ilkeleri ortaya konulmuş olsa da bu ilkeler, “kamu hizmeti anlayışına
uygun, demokratik tartışmayı geliştirecek ve hem tekelleşmeye hem de ayrımcılığa karşı
önlemleri barındıra-
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 125
Türkiye'nin demokratikleşme sürecini göz önünde tutarak, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugüne çıkarılan
basın kanunları hakkında kısaca bilgi veriniz.
Türk basın tarihinde “Sansürün kaldırılması ve basın bayramı” olarak kutlanan 24 Temmuz’un 103. yıldönümünde
çıkarılan Tutuklu Gazete “Sansüre Direniş” manşetiyle yayınlanmıştır.
SANSÜRE DİRENİŞ
Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü olarak 7Ü gazeteci bulunuyor. Ğazdetikr
hakkında açı I ıtıi£ dava ve soruş tu imaları n sayısı on binleri geçti
126 iletişim Sosyolojisi
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 127
Özet
<S^ Modern toplumun kurucu ilkelerinden biri olan 1 basın İletişim özgürlüğünü engelleyici ve kısıtlayıcı iliş-
özgürlüğü üzerine oluşturulan tarihsel ve felsefi bilgi kileri tanımlayacak, bu ilişkileri değiştirmeyi dü-
birikimini özetleyebilmek. şünen ve eyleyenlerin sorun odaklarını örnekle-
Modern toplumun kurucu ilkelerinden biri olan yebilmek.
basın özgürlüğü üzerine oluşturulan tarihsel ve John Keane, modern devletin başlangıcından bu
felsefi bilgi birikimi ilk olarak Batı’da açığa çık- yana süren, günümüzde artarak devam eden bir-
mıştır. XVII. yüzyılda görünürlüğü artan basın birleriyle bağlantılı beş siyasal sansür türünün
özgürlüğü mücadelesinin temel taleplerini, liberal özel ilgiye değer olduğunu belirtmektedir. Bun-
düşüncenin ana kaynaklarını oluşturan eserlerde lar olağünüstü hal erkleri, silahlı gizlilik, yalan
görmek mümkündür. İlk olarak basın özgürlüğünü söylemek, devlet reklamcılığı ve
bireylerin doğal haklarıyla eşleştiren metinler, korporatizmdir. Yeni sansür biçimleriyle
XVIII. yüzyılda insan aklına, iradesine vurgu çoğalan baskıyı bertaraf etmek ve iletişim
yaparak, seçim özgürlüğünün kısıtlana- mazlığı özgürlüğünün sınırlarını genişletmek için uğraş
düşüncesine yer vermiş, XIX. yüzyılda ise veren yeni toplumsal hareketler ile onlara bağlı
yurttaşların özgür bilgiye erişim hakkı ve kamu grupları besleyen tartışmaları kuşatan kavramlar
yararı düşüncesiyle çerçevelendirilmiştir. “radikal medya”, “barış gazeteciliği”, “alternatif
yayıncılık” etrafında yoğunlaşmaktır.
P
Basm özgürlüğünden iletişim özgürlüğüne uzanan
tartışmaları değerlendirebilmek. Türkiye’de basm özgürlüğünün tarihsel ve hukuksal
XIX. yüzyılda radikal-politik gazeteciliğin evreleri ve tartışılma biçimleriyle ilgili bilgi
artmasıyla güç kazanan basın özgürlüğü birikimini özetleyebilmek.
mücadelesi, Türkiye’de basın özgürlüğünün gelişim tarihi, si-
XX. yüzyılın ortalarında yeni iletişim yasal iktidarlarla basın arasındaki ilişkilerin tarihi
araçlarının açığa çıkması ve basın özgürlüğü haline dönüşmüştür. Basın özgürlüğünün bir değer
kavramıyla ilgili kısıtlılıklar nedeniyle yön olarak kabul edilmediği Türkiye’de, basına iktidarı
değiştirmiş, 1970’lerden itibaren basın, düşünce desteklediği sürece haklar tanınmış, iktidarlarla
ve ifade özgürlüğü kavramlarına kıyasla daha çakıştığı dönemlerde ise basın özgürlükleri
geniş bir özgürlük alanına işaret eden iletişim kısıtlanmıştır. Türkiye’nin demokratikleşme
özgürlüğü kavramı kullanılmaya başlanmıştır. tarihiyle paralellikler arz eden; 1931, 1950 ve 2004
yılında çıkarılan basın kanunlarıyla düzenlenen
basın özgürlüğü alanı, XXI. yüzyıla girdiğimiz bu
günlerde dahi bir sorun olarak karşımızda
durmaktadır.
128 iletişim Sosyolojisi
sel Gelişimi ve Felsefi Temelleri” konusunu göz- iletebilmeleri ve iletişim süreçlerini düzenleyebilme ye-
den geçiriniz. teneklerinin geliştirilmesindedir.
4. c Yanıtınız yanlış ise “Basın Özgürlüğünden İleti
şim Özgürlüğüne” konusunu gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3
5. d Yanıtınız yanlış ise “Basın Özgürlüğünden İleti John Keane, modern devletin başlangıcından bu yana
şim Özgürlüğüne” konusunu gözden geçiriniz. süren, günümüzde artarak devam eden birbirleriyle
6. a Yanıtınız yanlış ise “Modern Kapitalist Devlet bağlantılı beş siyasal sansür türünden söz etmektedir.
lerde 1980 Sonrasında İletişim Özgürlüğü Tar- Bunlar sırasıyla olağanüstü hal erkleri, silahlı gizlilik,
tışmaları ve Modern Sansür Türleri” konusunu yalan söylemek, devlet reklamcılığı ve korporatizmdir.
gözden geçiriniz. Bu sansür türlerinin uygulamalarını Türkiye’de görmek
7. e Yanıtınız yanlış ise “Modern Kapitalist Devlet mümkündür. Örneğin, hükümetler özellikle kriz dö-
lerde 1980 Sonrasında İletişim Özgürlüğü Tar- nemlerinde ulusal güvenlik gerekçesiyle “ön engelleme”
tışmaları ve Modern Sansür Türleri” konusunu ve “yayın sonrası sansür” yoluyla medyalar üzerinde
gözden geçiriniz. siyasal baskı uygulamaktadır. Ön engelleme; sözlü,
8. d Yanıtınız yanlış ise “Türkiye’de Basın Özgürlü görsel ya da basılı yayının devlet yetkililerince önceden
ğünün Tarihsel-Hukuksal Gelişimi” konusunu denetlemesi (ki bunun yolu resmi ya da resmi olmayan
gözden geçiriniz. hükümet sözcüleriyle dostça konuşma ve kokteyllerden,
9. b Yanıtınız yanlış ise “Türkiye’de Basın Özgürlü basit isteklere, telefonla yapılan uyarılardan zorunlu ve
ğünün Tarihsel-Hukuksal Gelişimi” konusunu ihtiyari kuralların konmasına dek uzanır); yayın sonrası
gözden geçiriniz. sansür ise; yayınların yasaklanması, toplatılması,
10. a Yanıtınız yanlış ise “Türkiye’de Basın Özgürlü malzemenin üretildiği teknik araçlara el konulması,
ğünün Tarihsel-Hukuksal Gelişimi” konusunu basımevlerinin vd. kapatılması gibi yaptırımları kap-
gözden geçiriniz. samaktadır. Hükümet sözcüleri tarafından eleştirmenleri
S>ra Sizde Yan>t Anahtar yanlış yönlendirmek, sinirleri yatıştırmak, gazetecileri
Sıra Sizde 1
Basının kamu yararını gözetme ve haber verme işlevle-
rini göz ardı ederek, kar amacı güden kuruluşlar haline
dönüşmesi, gelirlerini arttırmak için gazete sayfalarını
reklam ve ilanlarla doldurmaları, politik ve kültürel ay-
dınlatma işlevlerini ihmal ederek eğlence sektörünün
başlıca araçları gibi hizmet vermeleri, medya sahiplerinin
politik ve ekonomik konularda kendi görüşlerini
yaymaları, insanların özel hayatlarına müdahale etmeleri
vb. XIX. yüzyılda başlayan ve XX. yüzyılda artarak
devam eden basın kuramlarına yönelik eleştirilerden
bazılarıdır.
Sıra Sizde 2
İletişim özgürlüğü kavramı basın özgürlüğü kavramına
göre daha kapsamlı bir kavramdır. İletişim özgürlüğü
kavramıyla yalnızca yayın araçlarının kullanımına ilişkin
bir özgürlük değil, hayatın her alanını içine alan bir
özgürlük kastedilmektedir. Bu özgürlükler toplanma ve
tartışmadan, kültür edinme ve seçme hakkına değin
uzanmaktadır. İletişim özgürlüğünde, basın özgürlüğü-
nün aksine vurgu, konuşma özgürlüğünde değil, yaşamın
tüm alanlarında yurttaşların görüş ve kanaatlerini
130 iletişim Sosyolojisi
Yararlanılan ve Başvurulabilecek
Kaynaklar
memnun etmek ve toplum tarafından inanılabilecek ha- Altschull, J. Herbert (1990). From Milton to McLuhan:
berler üretmenin yanı sıra, hükümet tarafından yapılan The Ideas Behind American Journalism. New
açıklamaların önceden denetlenmesi, basın toplantılarına York: Longman.
belirli muhabirlerin alınması, soruların önceden be- Binark, Mutlu (Der.) (2007). Yeni Medya Çalışmaları.
lirlenmesi, bir konuyu derinleştirmek için ek soruların Ankara: Dipnot Yayınları.
sorulmasına izin verilmemesi gibi uygulamalar da Tür- Cuilenburg Jan van (2010). “Medya ve Demokrasi”, Te-
kiye’de özellikle seçim dönemlerinde sıklıkla görülebil- levizyon Haberciliğinde Etik. Bülent Çaplı ve Hakan
mektedir. Tuncel (Der). Ankara.
Curran, James ve Seaton, Jean (1991). Power Without
Sıra Sizde 4 Responsibility: the Press and Broadcasting in
Türkiye’de bugüne kadar 1931, 1950 ve 2004 yıllarında Britain. London: Routledge.
olmak üzere toplam üç basın kanunu hazırlanmıştır. Söz Çaplı, Bülent (2001). Televizyon ve Siyasal Sistem.
konusu kanunların tamamı önemli siyasal gelişmelerin Ankara: İmge Kitabevi.
ardından çıkarılmıştır. Tek parti döneminin ku- Değirmenci, Fatih (2011). Türkiye’de Basın Özgürlüğü
rumsallaşma ve yerleşme sürecine denk gelen 1931 yı- ve Demokrasi Söylemi. Yayınlanmamış doktora tezi.
lında çıkarılan kanunu, tek parti iktidarının son bulduğu Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
1950’lı yıllardaki kanun izlemiştir. 2004 yılında çıkarılan Enstitüsü.
yeni basın kanunu ise, Avrupa Birliği üyelik sürecinin hız Habermas, Jurgen (2005). Kamusallığın Yapısal Dö-
kazandığı, diplomatik ilişkiler ve yasama faaliyetlerinin nüşümü. Çev. Mithat Sancar, Tanıl Bora. İstanbul:
yeniden düzenlendiği bir döneme denk gelmektedir. İletişim Yayınları.
Inuğur, Nuri (1993). Basın ve Yayın Tarihi. İstanbul: Der
Yayınları.
Inuğur, Nuri (1992). Türk Basın Tarihi. İstanbul: Ga-
zeteciler Cemiyeti.
Iskit, Server (1943). Türkiye’de Matbuat İdareleri ve
Politikaları. Ankara: Başvekâlet Basın ve Yayın
Umum Müdürlüğü Yayınlarından: 2.
Kabacalı, Alpay (1994). Türk Basınında Demokrasi.
Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Karlıdağ, Serpil (2010). Fikirlerimizin Sahibi Kim?
Türkiye’de Müzik Endüstrisinde Telif Hakları
Politikaları. İstanbul: Kalkedon Yayınları.
Keane, John (1993). Medya ve Demokrasi. Çev. Haluk
Şahin. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Kocabaşoğlu, Uygur (2010). “Hürriyet”i Beklerken
İkinci Meşrutiyet Basını. İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Köker, Eser (2007). Politikanın İletişimi İletişimin
Politikası. Ankara: İmge Kitabevi.
Locke, John (1952). The Second Treatise of Goverment.
Thomas P. Peardon (Edt). New York: The Liberal
Arts Pres.
Mutlu, Erol (2001). “Ne Olacak Bu Kamu Yayıncılarının
Hali?”, Kejanlıoğlu vd. (der.) Medya Politikaları
içinde. s.23-78. Ankara: İmge Kitabevi.
5. Ünite - Basın Özgürlüğü 131
6
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
<j^ Bilişim teknolojileri ile yeni medya düzenini tanımlayabilecek,
Yeni medya düzeninin, küresel kapitalist sistemin ideolojisi olarak kullanıldığı
düzlemler hakkında bilgi sahibi olabilecek,
Hem gerçek dünya ile sanal evren hem de kamusal alan ile demokrasi arasındaki
ilişkisellikleri ve gelişmeleri değerlendirebilecek,
<j^ Bilişim teknolojilerinin, özel yaşamın mahremiyetine ve bireysel özgürlüklerin
ihlaline yönelik olabilecek alt yapısal zemini anlamlandırabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
Amerika ve Japonya gibi ileri derecede gelişmiş ülkelerde, 1960’lardan itibaren yapısal
özellikleri itibariyle farklılıklar arz eden köklü değişimler ortaya çıkmıştır. 1980’lerde
tümüyle belirginleşen bu değişimler paralelindeki toplumu tanımlamak için; Zbigniew
Brzezinski “teknokratik çağ’, Daniel Bell “sanayi-sonrası toplum”, Peter F. Drucker
“bilgi toplumu’, Yoneji Masuda “enformasyon toplumu’, Manuel
132 iletişim Sosyolojisi
working) artmaktadır. Buna paralel olarak, -fiber optik, uydu ve telefon hatları
Yeni medya; bir bölümü
gibi- şebeke bağlantı teknolojilerindeki gelişmelerle de, iletişim kapasitesi ve bilgisayarlara (bilgi-işlem)
verimliliği artmakta, böylece ağlar üzerinden verilen hizmetler hem çeşitlenmekte özgü işlemleri, diğer bölümü
de iletişim araçlarına
hem de yaygınlaşmaktadır. (haberleşme,
• Hedef kitle anlayışının öne çıkması. Klasik kitle iletişim teknolojilerinde kitleler; telekomünikasyon ve
iletişim sürecine, tümüyle pasifize şekilde ve ‘sadece’ alıcı olarak katılmaktadır. yayıncılık) özgü yapıları
barındıran çift yönlü ve
Yeni medya düzeniyse, tam tersi yönde gelişme gösterir. İçeriği belirlenmiş “melez” bir medyadır.
mesajların, çok geniş alanlarda ve türdeş olmayan kitlelere iletilmesi yerine; daha 1980'lerde, özellikle bilgisayar
sektöründe kaydedilen
dar alanlarda ve spesifik beklentileri olan belli hedef kitlelere ulaştırılması anlayışı gelişmelerin iletişim alanına
öne çıkmaktadır. uyarlanmasıyla biçimlenmiştir
(Törenli, 2005: 87).
Bu gelişmeler sonucunda biçimlenen yeni medya; multimedya, internet, iletişim
20. yüzyıl başlarında Çin'e
uyduları, sayısal ağlar, modem, bilgisayar, data iletişimi, dosya transferleri, e- posta,
giden Batilı bir gezgin, iyi
teletext, video-text, kablolu tv, sayısal sistemler, vb. gibi çok farklı ve zengin seçeneklerle, yürekli kraliçelerinden
“yeni” olmanın ötesinde -kitle iletişim araçları olarak nitelenen yazılı, görsel, işitsel bahseden Çinli'ye
kraliçelerinin on yıl önce
yayıncılıktan oluşan- klasik medyayı da çok farklı boyutlara taşımaktadır. öldüğünü söylediğinde,
Yeni medyayla ilgili kuramsal yaklaşımlar çok boyutlu olmakla birlikte, temel olarak Çinli'nin hüngür hüngür
ağladığını yazar. Durum
üç ana başlık altında incelenebilirler: (Aydın, 2011: 107-108) bugün tersine döndü; binlerce
• Yeni medyayı ekonomi-politik açısından ele alan ve Garnham, Golding, Murdock kilometre uzaktaki sıradan
insanlar bile, sıcak savaşların
gibi kuramcıların öncülüğündeki yaklaşım: Bilişim teknolojilerini, piyasanın ya da doğal afetlerin
büyümesi ve ihtiyaçların üretilmesi noktasında “araç” olarak kabul ederken; yeni gelişmelerini ayrıntılı bir
biçimde ve canlı yayında
medya konusunda da, “tüketim pratiklerinin ekonomisine” odaklanılmasını öne evlerinden izler hale geldiler
sürer. Yeni medya, sermayenin ve üretimin 1970’lerden itibaren uluslararası hale (Bozkurt, 2006: 32).
gelerek küresel piyasaya yönelmesiyle gelişmiştir. Küreselleşme ve ticarileşmenin
egemenliğini kurduğu bu süreçte, bilişim teknolojilerinin desteğiyle “hedef
kitleler” daha küçük birimlere bölünmüş ve medya ürünleri daha önce olmadığı
kadar piyasayla içi içe girmiştir.
• Yeni medyayı toplumsal-kültürelpratikler bağlamında ele alan ve “kültürel
çalışmalar” ekolü ile “post-yapısalcı” kuramdan beslenen yaklaşım: Yeni medya
ortamının alımlanması ve sanal evrende kimlik üretimi konularına
odaklanmaktadır. Robins ve Webster gibi kuramcılara göre dönüşüm, piyasaya yeni
ürünler sürmeyi hedefleyen ekonomik ve teknolojik koşulların ötesinde; aslında
yeniden şekillenen toplumsal, kültürel ve siyasal gerçekliğe işaret etmektedir. Bugünün ve geleceğin küresel
Bireyler, hem kendini ifşa etme olanaklarına kavuşmakta hem de sürekli olarak güçleriyle ilgili tabloyu net
daha fazla gözetim altına alınmaktadırlar. Gündelik yaşam, hızla “panoptik bir biçimde görebilmek; bilişim
teknolojilerine tek tek bakmak
anlam kazanmaktadır. yerine, bunların sahip oldukları
• Yeni medyayı liberal-çoğulcu paradigma içinde ele alan ve demokrasinin işlerliği ortak güçleri bütüncül şekilde
teşhis etmekle mümkündür.
açısından konuya bakan yaklaşım: Teknolojik determinist bir içerime sahip olan Küresel Enformasyon Ağı
bu görüştekiler; bilişim teknolojilerinin sadece belli bir azınlığın değil, geniş Altyapısı'na paralel ilerleyen
çalışmalar, bu eğilimleri her
kitlelerin bilgi ve enformasyona istediği zaman ulaşmasına olanak verdiği geçen gün daha da
inancındadırlar. güçlendirmektedir.
Kullanımı kolay ve ucuz
Genel bir toparlama yaparsak; yeni medya düzeni, birbiriyle bağlantılı dört önemli olacak şekilde planlanan
süreçte merkezi bir rol oynamaktadır: moderniteden post-moderniteye geçiş, endüstriyel telefon, televizyon ve
bilgisayar şebekesi, bu
toplumdan enformasyon toplumuna geçiş, küreselleşme ve merkezi jeopolitik ulusal çalışmaların en bilinen
sistemin dağılması. Buradaki ortak nokta, yeni döneme ait toplumsal formasyonda bilişim örneğidir. Bu sayede kişisel
teknolojilerinin gelişimi üzerinden, hem üretici güçler ile üretim ilişkilerinin betimlenmesi bilgisayarlarla tek bir hat
üzerinde işlem yapmak
hem de bu dönüşümlerin dünya ekonomisinin mümkün olmuş ve
merkezileşme sağlanmıştır
(Ohmae, 2000: 78).
134 iletişim Sosyolojisi
Bilişim teknolojilerinin iş
görme kapasitesi bugün o
Dünya çapında devrimsel gelişmelere yol açan bilişim teknolojileri, yeni bir toplumsal
kadar büyük boyutlara düzen için gerekli tüm maddi temelleri hazırlamışlardır. Bu bağlamda teknolojinin
ulaşmıştır ki, evlerde
kullanılan kişisel
değerlendirilmesi de; toplumun kapasitesini, hayat standartlarını ve bunların yanı sıra yeni
bilgisayarların işlem gücü, ilk medya düzeninin toplumsal biçimlerini belirlemiştir.
insanı aya götüren
bilgisayarlarınkinden daha
20. yüzyılın son çeyreğinde, tarihsel bir kopuş yaşanmıştır. Yeni, esnek ve daha güçlü
yüksektir (Buick&Jevtic, özellikteki bilişim teknolojileri etrafında örgütlenen teknolojik paradigma, enformasyonun
1997: 80). bizzat kendisinin de üretim sürecinin bir ürünü olmasını mümkün kılmıştır. Yani, bilişim
teknolojilerinin ürünleri, aynı zamanda enformasyon işleyen aygıtlar ve enformasyon
işlemenin kendisidir. Bu teknolojiler, enformasyon işleme süreçlerini dönüştürerek,
toplumsal faaliyet alanları ile insanların gündelik yaşamlarına ait etkinliklerin tümünde ilk
sırada yer almaya başlamışlardır. En önemlisi de, buna yönelik etkenler ile aktörler
arasında olduğu kadar, farklı alanlar arasında da sonsuz bağlantılar kurulması mümkün hale
gelmiştir. Böylece teknoloji, bilgi ve yönetim aşamaları arasında, karşılıklı bağımlılık ve
sinerjinin belirleyici olduğu döngüsel bir yeni sistem ortaya çıkarmaktadır. Bu döngü, aynı
ölçüde büyük örgütsel ve kurumsal değişiklikler sağlandığında, daha büyük bir üretkenliğe
ve verimliliğe yol açacaktır. Bu sistem, yapısal olarak üç temel etkene dayanmaktadır:
(Castells, 2005: 88- 100)
• Enformasyoneldir; sistemdeki -ülkeler, bölgeler, şirketler gibi- aktörlerin
üretkenliği ve rekabet gücü, en yüksek verimliliği sağlayacak şekilde enformasyon
üretme, işleme ve uygulama kapasitelerine dayalıdır.
• Küreseldir; üretim, tüketim ve dolaşım faaliyetlerinin -enformasyon, teknoloji,
yönetim, piyasalar, sermaye ve emekten oluşan- bileşenleri yanında, kilit faaliyetler
de ya doğrudan doğruya ya da ekonomik aktörler arasındaki bağlantılar ağı
üzerinden küresel ölçekte örgütlenmiştir.
• Ağ örgütlenmesine dayalıdır; yeni bir döneme işaret eden tarihsel koşullar içinde
üretim ve rekabet, küresel girişim ağları arasındaki etkileşim üzerinden gerçekleşir.
6. Ünite - Yeni Medya Düzeninde Kamusal Alan, Demokrasi, iletişim Özgürlüğü ve Toplumsal Denetim 135
Yaşanan tarihsel kopuş, dünya tarihinde daha önce eşine rastlanmadık oranda
kalabalık insan gruplarının, oransal olarak kendilerinden çok daha fazla insan gruplarıyla,
daha yoğun ve çeşitli iş biçimleri üzerinden, dünyanın pek çok köşesinde ve daha eşit bir
zeminde sürece katılarak gerçek zamanlı rekabette yer almasıyla mümkün hale gelmiştir.
Bilgisayarlar, e-postalar, network ağları, tele-konfe- ranslar ve dinamik yeni yazılımlarla
desteklenen yeni medya düzeni, her geçen gün daha da güçlenmektedir (Friedman, 2006:
18).
Mark Poster, bilişim teknolojilerinin yaygınlaşmasının, bilgi ve enformasyonun
elektronik olarak dolayımlanmasma neden olduğunu ve bunun da toplumsal ilişkilerin
dolaşım ağını etkilediğini belirtir. Poster, burada uygarlığı üç aşamada ele alır: Yüz yüze ve
sözlü gelenek dönemi, matbaa aracılığıyla yazının dolayıma girdiği dönem ve elektronik
değişim dönemi. İmgelerin gerçekliğin yerini almaya başladığı son dönem; yapısal olarak
sınırlanmış olan, içinde yaşadığımız topluma alternatif olarak sunulmaktadır. Bu süreçte
ortaya çıkan yeni medya düzeni de, daha iyi yaşam ve daha eşit ilişkiler söylemini içinde
barındırmakta, bireyin yeniden kendini kurma sürecindeki unsurların başında gelmektedir
(Timisi, 2003, 109).
136 iletişim Sosyolojisi
Yeni medyanın en karakteristik argümanı olan internet; Michel Gensollen’e göre, hem
işlevsel ve ekonomik üstünlükleri hem de Batı’daki egemen değerlere yatkınlığı nedeniyle
sıra dışı bir başarıya ulaşmıştır. Barry Wellman’a göreyse; e-posta, facebook ve twitter gibi
olanaklar sayesinde, kızgınlık veya mutluluk gibi duyguların yansıtılabileceği bir
kişilerarası medya olarak kendini sunmaktadır. Böyle- ce, özel-toplumsallığın güçlenme
eğilimine alt yapısal olarak izin vererek, çağdaş bireyciliğin hem bencil hem de anlatımsal
iki boyutuna birden karşılık gelir (Maig- ret, 2011: 343).
İletişimi kültürel olmaktan ziyade teknolojik bağlam içerisinde ele alan Marshall
McLuhan’ın "sıcak ve soğuk iletişim araçları" şeklindeki kategorik ayrımı, mekanik ve
elektronik çağların niteliklerini belirleyen teknolojik farklılaşmalara referansta bulunur.
Sıcak iletişim araçlarıyla kastedilen, yüksek düzeyde enformasyona dayalı içeriğe rağmen
katılımın sınırlanmış olmasıdır. Özellikle yazılı medya ile karakterize olan bu kategori,
enformasyon akışını değiştirmede bireylerin katılımına gereksinim duymaz. Soğuk iletişim
araçları ise, izleyici katılımına daha fazla olanak tanır, ancak enformasyon yoğunluğu
düşüktür. Telefon ile karakterize olan bu grup, karşılıklı diyalog ortamına izin vermekte ve
en az iki kişinin iletişim sürecine aktif olarak katılımıyla ortaya çıkmaktadır (Timisi. 2003:
48).
İnternetin sunduğu olanaklar; öncelikle ses, görüntü, imaj ve metni birleştiren
niteliğinden kaynaklanır. Bu anlamda internet; enformasyonun çok sayıdaki biçim-
selliklerinin bir araya getirilmesiyle işlev görür. Yerel, ulusal ve uluslararası erişim
olanakları sağlayan, bu anlamda zaman ve mekanla sınırlı olmayan küresel bir iletişim
biçimidir. Tüm bu özellikleri interneti, yalnızca mesaj üreten, toplayan ve dağıtan bir
teknoloji olmaktan çıkarmakta, her tür iletişime olanak tanıyan ve neredeyse sınırsız
kapasitede olan toplumsal bir iletişim ve medya ortamına dönüştürmektedir (Timisi, 2003:
124). Evrensel ağa bağlı tek bir bilgisayar; yazılı metinleri, durağan-devingen imgeleri ve
görsel-işitsel materyalleri siber-uzayda sınırsızca aktarabilir; her konuda bilgi,
enformasyon ve eğlence kanallarına ulaşmak için veri bankalarına ulaşabilir; internette
yapılacak aramaları kolaylaştırmak için bilişsel yetilere dayanılarak “hiper-metin” denilen
yazılımlar geliştirilebilir. World Wide Web (www), farklı kaynaklar arasında ortak bir dil
kuran ve bunlara ulaşmayı sağlayan bir sistemdir. Bir yandan bir TV alıcısıyla web’te sörf
yapmayı sağlayan terminaller, web üzerinden yayın yapan sayısız radyo ve tv kanalları,
web’ten ulaşılabilen sınırsız müzikler/ klipler ve filmler, hızla yaygınlaşan elektronik-kitap
furyası ve diğer yandan da elektronik dünyayla bağlantıların katlanarak artması ve
toplumun tüm kesimlerince genel kabul görmesi, bilgi ve eğlenceyle bütünleşerek
gelişimini her geçen gün daha da arttıran bir ilişkiselliğe işaret etmektedir. Bu nedenle inter
138 iletişim Sosyolojisi
• Kitlesizleştirme: Yeni medya düzeninin kişilerarası -yani yüz yüze- bağlantı olanağı
sayesinde, araç üzerinden bireyin kontrolünün sağlanması olarak tanımlanabilir.
Bu, geniş bir seçenek menüsünden internet kullanıcısının seçim yapabilme
yeteneğidir. Bu sayede kitle iletişim sisteminin kontrolü, mesajı üretenlerden
iletişim mesajlarını tüketenlere doğru kaymaktadır. İnternet kullanıcıları, her geçen
gün daha da büyük bir hızla kitlesizleşme çağına adım atmaktadırlar. (Bunun en
karakteristik örnekleri, birkaç sayfa sonra “kişiselleştirme süreci” içinde ele
alınacaktır.)
Tüm bu gelişmeler bağlamında, kitlesel medyanın “bağlayıcı” karakteristiklerini
yitirmekte olduğu iddia edilmektedir. Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT)
Negroponte’ye göre, yeni medya “giderek dijital verilerin aktığı bir nehre dönüşecektir”.
Dileyen, dilediği zaman ve dilediği yerden dilediği haberlere ulaşma olanağına sahiptir
(Kara, 2001: 40). Üstelik artık, internete bağlanmak için bilgisayarlara gerek de kalmadı.
Televizyon üreticisi şirketler, televizyona monte edilecek ucuz maliyetli “network
computer” üretimine başlamış durumdalar. Sonuçta, çok düşük bir maliyetle ve her evde
bulunan televizyonlar aracılığıyla internete girmek mümkün hale gelmiştir (Gezgin, 2001:
35).
6. Ünite - Yeni Medya Düzeninde Kamusal Alan, Demokrasi, iletişim Özgürlüğü ve Toplumsal Denetim 141
Nicholas Negroponte’ye (1995: 27) göre, yeni medya düzeninin alt yapısı içinde ışık
dalgalarını aktarmak suretiyle can alıcı bir rol oynayan cam elyafının kapasitesi neredeyse
sınırsızdır. Cam elyafı, saniyede yaklaşık bir trilyon bit iletme kapasitesine sahiptir. Buna
göre, insan saçı kalınlığındaki bir cam elyafı, Wall Street Journal’ın bugüne kadar
yayınlanmış tüm sayılarını bir saniyeden daha kısa bir sürede aktarabilir veya bir cam elyafı
sayesinde aynı anda bir milyon televizyon kanalına hizmet verilebilir.
İnternet, hem giderek atomize olan ve yalnızlaşan hem de içe dönük ve sıkılgan kişilik
yapıları nedeniyle gündelik yaşamda toplumsallaşamayan bireylerin, “diğerleri” ile
iletişime girmelerine imkan veren ve kişileri adeta görünmez sicimlerle birbirine bağlayan
yeni bir kamusal alana dönüşmektedir (Sayar, 2002:65).
Elektronik ağların mekansal alanlara baskın çıkması ve insanoğlunun hiçbir yere ait
olmadan her yerde varolmaya başlaması sonucunda, bu dönüştürücü potansiyeliyle
internet, günümüz toplumunun simgesi haline gelmiştir. Kısa süre öncesine kadar hayal
bile edilemeyecek kadar gelişkin bir “kamusallık alanı” na dönüşen internet; sunduğu
çeşitli imkanların yanında, iktidar yapılarını ve eşitsizlikleri sabit- leme potansiyeline de
sahiptir. Ancak, çağ dönümlerinde insanlığın karşısına çıkan her yeni teknoloji gibi
internetin de olumlu ve olumsuz birçok faktörü beraberinde getirmesi, insanlığa umut
yanında çeşitli kaygılar da aşılamaktadır. Internet, kamusal alanın elektronik ortamda
yeniden inşası yanında, çok seslilik ve farklılaşmalara dayalı olarak “gerçek demokrasi”
vaatlerini de içinde barındırmaktadır. Ancak bu olumlu getirileri yanında; yeterli donanıma
ve eğitim alt yapısına sahip olmayanları feda ederek bilgi aristokrasisine yol açması, dijital
tiranlar doğurması, iktidarların çok seslilik ve farklılaşmaları denetleme eğilimleri
sonucunda gözetim pratiklerini en üst noktalara taşıması gibi kaygılar da göz ardı
edilmemelidir.
Bunlar, toplumsal yapı çözümlemesinde sosyolojik, siyasi ve iletişimsel analizlerin
konusu olarak ele alınabileceği gibi, toplumsal ve insani paranoyaların
gerçekleşebilirliğine yönelik varsayımlar bağlamında da temel bir hareket noktası
oluşturmaktadır. Bu arada, bilişim teknolojileri ile internetin sosyal teori içinde artan önemi
paralelinde; beden, zaman ve mekan, cemaatleşme, kamusal alan, mahremiyet, demokrasi
ve siyaset gibi kavramlara yeni anlamlar yüklenmeye başlanmıştır.
Yeni medya düzenine yönelik çözümlemeler içinde, postmodern kabilelerden oluşan
yeni bir uygarlık olarak kabul edilen siber-uzayda, “bedenin yitimi’’ olgusu giderek önem
kazanmakta; bu sanal evrende varolan ilişkiler ile yaşamlarda belirginleşen
“bedensizleşme’’ olgusu, sosyal teoriye yeni açılımlar sunmaktadır (Lyon, 2001: 15).
İ T A P
Geniş bilgi için, “İletişim ve Teknoloji" (Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2011) kitabını
okuyabilirsiniz.
metafizik kesinlikleri yitirerek derin bir ‘belirsizlik’ içine düşen bireyler, ‘hiper-bi-
reysellik’ ve ‘yalnızlaşma’ gibi tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. Bireyler, benzer ortak
yaşam tarzlarından haberdar oldukları sanal bir dünyada, vücutlarını geride bırakıp
bedensizleşerek, bu tehditlere karşı birbirlerine sıkıca sarılır ve kolektif bir iletişimsel
eylem dünyası oluşturur hale gelmiştir. Sanal cemaatler içinde bireyler, bir enformasyon
arayışından ziyade “ötekinin yok edildiği” bir toplumsal ilişkiler arayışı içindedirler
(Bozkurt, 1999: 66, 68). Ancak M. Young’un da belirttiği gibi, “öteki”ne karşı
tahammülsüzlük üzerine temellenen ve her üyesinin “aym payda içinde” buluştuğu sanal
cemaatler, aralarındaki ortak noktalar yoluyla sadece simetriyi öne çıkararak “farklılıkları”
ısrarla reddederlerken, küçülme ve içe dönme tehlikesiyle de karşı karşıya kalmaktadırlar
(Aksoy, 1996: 166).
Sanal cemaatlerde, -muhafazakar, Marksist, anarşist, vb. gibi- çok farklı düşüncelere
sahip olanların sadece kendileri gibi düşünenlerle bir araya gelmeleri, “grup kutuplaşması”
adı verilen olguya yol açmaktadır (Nagel, 2002: 28). İnternette giderek yaygınlaşan bu
eğilim, hem demokrasi ortamını tehdit etmekte hem de sistem açısından toplumsal denetimi
zorunluluğa dönüştürmektedir. Sanal cemaatler, sos- yo-ekonomik ve siyasi konularda
kamusal alan oluşturmak yerine, giderek çok daha farklı bir kimliğe bürünmüşlerdir.
Toplumsal denetimi zorunlu kılan da, sanal cemaatlerin politik kimlik kazanmaları değil;
bomba yapım tekniklerini öğretenlerden cinsel fetişistlere, Usame Bin Ladin
destekçilerinden Hitler taraftarlarına, Ric- hard Bach hayranlarından Michael Jackson
fanatiklerine, Harley Davidson fan kulüplerinden nükleer santral karşıtlarına kadar
inanılmaz geniş bir yelpazede yer alan her kesimden kişinin ağ üzerinde rahatça bir araya
gelebilmesi olmuştur. Doğal olarak, bu kadar farklı ilgi merkezlerinin ve birbirine tamamen
karşıt grupların özgürce iletişimde bulunduğu veya örgütlü eylemler için gerekli her
potansiyeli barındırdığı bir ortamda, toplumsal denetim de kendini otomatik olarak
getirecektir.
İçe dönme ve küçülme tehlikesi, sadece sanal cemaatlerle de sınırlı kalmamaktadır.
Castells, yeni medya düzeni
Yeni medya düzeninde bireylerin büyük kısmı, kendilerine iletilecek enformasyon ile içindeki gerçek sanallık
görüşleri, kendi bakış açıları ve tercihleri doğrultusunda kısıtlamak suretiyle kültürüne de vurgu yapar.
“kişiselleştirme” sürecine girmektedirler. Örneğin, isteyenler Sonicnet.com adlı sitenin “Sanal gerçekliğe” karşıt olarak
“gerçek sanallık” içinde; medya
sunduğu “me music” hizmetiyle kendi müzik evrenlerini yapılandırmakta; Zatso.net adlı gerçek deneyimlerin yerini
sitede, ne tür haberlerin -spor, siyaset, sanat, ekonomi, vb.- ilgilerini çektiğini siteye almaz, gerçek deneyimlerin
bizzat kendisi haline dönüşür.
belirtmek suretiyle, neyin haber olduğuna kendileri karar vermekte ve tercihlerine göre Böylece Castells yeni medya
kişisel haber bültenlerini oluşturmakta; önceden bildirimde bulundukları sevdikleri düzeni ile bunun farklı izleyici
grupları hedef alan gücünün;
programları her yayınlandığında otomatik olarak kaydeden ve zevkleri doğrultusunda McLuhan'ın “araç iletidir”
kendilerine başka programlar da öneren “Ti- Vo” adlı sitede, tv programları üzerinde şeklindeki kitlesel medya
yorumlamasının karşısında,
bireysel bir denetim sağlamaktadırlar (Sunstein, 2002: 178). Böylece internet, bireylerin “ileti araçtır” sonucunu
iletişim evrenlerini tercihlerine göre rahatça uyarlayabildiği ve bu surette gerçek bir doğurduğunu belirtir. Örneğin
çokuluslu şirketler, gençlere
bireyselleşmenin yaşandığı bir dünya haline gelmektedir. yönelik müzik yayını gibi belli
Görüldüğü gibi yeni medya düzeninde yer almak, sadece bilişim teknolojileriyle değil, iletiler (içerik) alır ve bu iletileri
toplumsal değişimin dinamikleri ve yaşamın kendisiyle de ilgili “dönüştürücü” bir MTV gibi bir hücre içinde
(biçem) şekillendirirler.
durumdur. Fakat, geniş kitleleri kapsayan çok sesli ve çoğulcu karakteristikteki her tür Böylelikle MTV, günümüz
tartışmanın özgürce gündeme geldiği yeni bir kamusal alan ve katılımcı bir düşünce gençliğinin gerçek müzikal
deneyimi haline dönüşür
platformu bağlamında gerçek bir demokrasi mabedi olduğu ileri sürülen internet; (Laughey, 2010: 110).
bireylerin kendi dünya görüşleri doğrultusunda yaptıkları kısıtlama ve süzgeçten geçirme
işlemleri sonrasında, bakış açılarında bir daralma ve buna bağlı olarak demokrasiye
yöneltilmiş bir tehdit olarak da ortaya çıkmaktadır.
6. Ünite - Yeni Medya Düzeninde Kamusal Alan, Demokrasi, iletişim Özgürlüğü ve Toplumsal Denetim 143
JurgenHabermas (1929 -)
Modern siyasal düşüncede, demokrasiyle
ilişkiselliği bağlamında kamusal alan
konusu, Habermas’m eserlerinde geniş
yer bulmuştur: Bir toplumsal yaşam alanı
olarak ele aldığı kamusal alanı, ortak
çıkarlar sorunu etrafında enformasyonun
dolaşıma sokulduğu ve görüş
alışverişinin yapıldığı, bu sayede
kamuoyunun biçimlendiği bir tartışma
alanı olarak tanımlar. Modern toplumun
gelişimi paralelinde kitle iletişim araçlarının toplumu bi- çimlendirici rolü üzerinde durarak,
Çoğulcu demokrasi, temel
insan hakları ve halk bunların kamusal alanın başlıca kurumlan olduğunu söyler. Bu noktada, vatandaşların kamusal
egemenliği konularındaki alana katılımında demokratik iletişimi olmazsa olmaz bir zorunluluk olarak görür. Ancak tüm
temel garantiler haricinde çok
sayıda başka kurumlan da bunlara rağmen, eleştirel bakış açısını da daima saklı tutar. Habermas’agöre kitle medyası,
içerir: Çok partili sistem, demokrasinin saptırılmasından ve akılcı tartışmaların gerçekleşebileceği koşut alanların
parlamenter prosedürler,
bağımsız yargı, basın ve oluşturulması düşünden başka bir şey de değildir.
iletişim özgürlüğü, aktif
vatandaş katılımının değişik
biçimlerini ve düzeylerini
Bunlara ilaveten, sanal cemaatlerin bir diğer kesişim noktası olan “öteki”ne karşı
kabullenme isteği. tahammülsüzlük faktörü, internet ile demokrasiyi aynı potada bir araya getirip bü-
tünleştirmek bir yana, tamamen karşıt kavramlara dönüştürebilmektedir. Demokrasi
kültürünün temel unsuru, ‘öteki’ ile karşı karşıya gelme, düşünsel çatışmalar içine girme
ve sonra da bir anlaşma zemini oluşturma çabalarıdır. Sanal cemaatlerde ise, öteki ile
birlikte olma, ötekinin varlığına katlanma veya ortak bir payda bulmak için çabalama
durumları söz konusu değildir. Sanal cemaatler, bireysel planda özgürce yapılan ve ötekini
keyfi olarak dışlayan seçimler üzerine kurulmuştur. Bu bakış açısı içinde, farklı ve karşıt
kimlikler ile kültürlerin varlığına dayalı olarak, ortak bir yaşam çabası ve karşılıklı tolerans
zemini üzerinde yükselmesi gereken demokrasinin; ötekinin tahayyülden bile silindiği
sanal dünyada nasıl boy atacağı ve gelişeceği yönündeki husus, acilen cevaplanması
gereken bir soru olarak gündeme gelmektedir. Demokratik sistemlerin bir ayağını “bireysel
özgürlükler” ile “katılım” diğer ayağını da “çoğulculuk” oluşturur. Demokrasi kültüründe
siyasi bir anlam taşıyan çoğulculuk, “öteki ile karşılaşma” ve “diyalog kurma” zemini
üzerinde hayat bulmaktadır.
Sanal cemaatlerdeki gibi, bunun söz konusu olmadığı durumlarda çoğulculuk, “farklı
olanın dükkan vitrinlerindeki gibi yan yana sergilenmesinin ötesine geçememektedir.”
(Aksoy, 1996: 167-170). Demokrasi her ne kadar düzensizlik, heterojenlik, öteki ile -istem
dışı da olsa- karşı karşıya gelme, yüzleşme ve uzlaşma çabalarını içeriyorsa; internet ortamı
da o kadar, homojenliği ve ötekinin dışlanmasını içermektedir. Yani, internet ortamında
‘çoğulculuk’ değil ‘çok seslilik’ söz konusudur; oysa demokrasi, karşıt seslerin birbirlerini
duymasını ve iletişim kurmak için uğraşmasını gerektirir. Bu bağlamda demokrasi, farklı
gruplara ‘temsiliyet’ duygusu sunma becerisine göre değil; toplumu parçalayan sorunlara
karşı bulduğu çarelerin arkasında ‘çoğulculuğu’ oluşturmada göstereceği beceriye göre
ayakta kalacak ya da çökecektir (Schlesinger, 1993: 15).
Kısacası, determinist bir bakış açısıyla, yeni medya düzeninin beraberinde demokrasiyi
de getirmekte olduğu ileri sürülmeden önce, konu çok yönlü şekilde ve bu kavramların
içermekte oldukları fonksiyonlar bazında gözden geçirilmeye ihtiyaç duymaktadır.
144 iletişim Sosyolojisi
kanıtları; Turner Yayıncılık ile Time Warner, ABC ile Disney Prodüksiyon ve diğer medya
Çokuluslu şirketler
perspektifinden bakıldığında
devleri arasında gerçekleştirilen birleşmelerde açıkça ortaya çıkmaktadır (Winner, 2002:
yeni medya düzeni, kapitalist 151). Bu birleşmelere, telefon/ televizyon ve telematik sanayilerinde etkinlik gösteren
ekonominin başlıca amacı olan
kâr maksimizasyonu hedefine
WorldCom ile MCI şirketleri arasında kurulan -ve tüm zamanların en büyük ticari
uygunluk açısından, çekici bir işlemlerinden kabul edilen- bir ortaklık yoluyla katılmaları ya da önceleri elektrik
ürün olarak yatırım üreticisiyken ani bir değişimle kendini yeniden yapılandırarak iletişim pazarına dünya
yapılabilecek ve büyük
kazançlar sağlanabilecek ölçeğinde yer alacak şekilde adım atan Westinghouse şirketinin de bunlara dahil olması;
sektörlerin başında iktidarın, sıradan bireyler ile gündelik kararlar doğrultusunda yapılanacağı ve böylece
gelmektedir. Ayrıca, kapitalist
ekonomi içinde talebin kontrolü büyük merkezi örgütlenmelerin ortadan kalkacağı yönündeki öngörüleri daha baştan
-yani reklam ve pazarlama çürütmüştür. Dayanak noktalarını vatandaşlar yerine iktidarlardan alan bu kurumlar,
faaliyetleri- için de zorunlu olan
yeni medya, ekonomik varlıklarını ancak totaliter özellikteki konumlarla koruyabileceklerinden; bilişim
sistemin ayrılmaz bir parçası teknolojilerinin olumsuz yönleri göz ardı edilerek ‘demokrasi havarisi’ gibi lanse
ve tamamlayıcı bir öğesidir
(Törenli, 2005: 1315). edilmeleri, ya çok iyimser bir bakış açısını ya da ‘bazı niyetleri örtme’ çabasını ifade
edecektir. Bilişim teknolojilerinin -Foucault’cu bir söylemle- toplumun her alanına
yayılmış kılcal damarları, bireyleri edilgenleştirme yanında; yeni medya düzeninde
iktidarları daha da katı bir şekilde kurumsallaştırmakta ve onların kolektif bir bilince
dönüşümünde etken bir rol oynamaktadır.
İlerlemeci görüş yanlıları, ayrıca geleneksel demokrasinin gecikmeli işleyen temsili
kurumları yerine; yeni medya düzeni ile internet sayesinde, vatandaşların istek ve
internetin, yeni kamusal alanı tercihlerinin anında belirlenmesinin mümkün olması ve enformasyona anında ulaşabilme
oluşturduğunu öne süren
Rheingold; her isteyene açık
imkanından dolayı, demokratiklik düzeyinin artacağı öngörü- sündedirler (Yılmaz, 1996:
erişim, gönüllü katılım, 151). Sanayi toplumunun çoğunluk esasına dayanan parlamenter demokrasisinin yerini
kamuoyunun rasyonel yeni medya düzeni içinde katılımcı demokrasinin almasıyla, azınlık hakları ile küçük
tartışmalara katılan
vatandaşlar birliği tarafından grupların taleplerinin daha fazla dikkate alınarak, klasik kitle iletişim araçlarında yer
oluşturulması, devletin ve almayan ya da dışlanan enformasyonun dolaşımına olanak sağlanacağı (Avcı, 1999: 69)
örgütlü iktidarların özgürce
eleştirisi gibi unsurlara ve çağdaş demokrasilerde bireylerin en fazla değer verdiği kavramlar olan özgürlük ile
vurguda bulunur. eşitliğin en üst düzeye çıkacağı diğer öngörülerdir (Fukuyama, 1999: 13). Burada gözden
kaçan noktaysa internetten daha çok “hangi grupların” yararlanmakta olduğu sorunsalıdır.
Enformasyonun denetimi, günümüzdeki ‘güç mücadelelerinin’ temelini oluşturduğundan;
enformasyonun ‘nasıl’ ve ‘kime’ doğru aktığı ve bilişim teknolojilerinden aslında kimlerin
yararlandığı sorularının cevapları açık şekilde ortaya konmazsa, katılımcı demokrasiden
bahsetmek sadece teoride kalacaktır.
Genel bir yön duygusu için, demokrasi konusunu biraz açmak gerekir. Sunduğu
alternatifler ve kolaylıklar nedeniyle, günümüzde internet ile demokrasi arasında direkt bir
bağlantı kurulmaktaymış gibi görünse de, asıl etkileşim demokrasinin unsurları üzerinde
Dahlgren, siyasal kamusal ortaya çıkacaktır. Demokrasi öncelikle, yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkiselliği
alanın dört boyut sergilediğini
belirtir: Medya kurumları, ifade eder. Yönetilenlerin siyasal alana talep, şikayet ve önerileriyle dahil olması anlamına
medya temsili, sosyal yapı ve gelen “siyasal katılım ”, demokrasinin unsurlarından sadece birisidir. Bu nedenle, internet
sosyo-kültürel etkileşim
(Meyer, 2002: 21).
ile demokrasi arasındaki ilişkisellik, ilk olarak bu unsur etrafında analiz edilmelidir.
Siyasal katılım, birey odaklı çözümlemelerle açıklanabilecek bir süreç olduğundan;
bireyler açısından siyasi katılım durumunu gösteren “siyasal etkinlik” duygusu, bireylerin
siyasal sistemi nasıl anlamlandırdığı ile ilgilidir.
Siyasi yaşamla ilgilenme oranı ve siyasi partilerle organik ilişkiler, siyasi enformasyon
edinme ve kitle iletişim araçlarından siyasi gelişmeleri izleme etkinlikleri üzerinde derin
bir etkiye sahiptir. Bundan dolayı, internetin demokrasi üzerine etkisi, hem siyasal katılım
süreçleri hem de medya düzeniyle ilgilidir.
146 iletişim Sosyolojisi
Mevcut siyasal yapı ile medya düzeni, katılımı destekleyici faktörleri içinde barındırmadığı
sürece, siyasal katılım gündelik yaşamda üst düzeylerde gerçekleşemeyeceği gibi;
internete, -teknolojik determinist yaklaşımla- kendi etki sınırlarını aşan işlevlerin
yüklenmesi de rasyonel bir eğilim olmaz. Yani, bireylerin siyasal etkinlik duyguları
mevcutsa ve uygun iletişim/ medya düzeninden söz edile- biliyorsa, hem geleneksel
yollarla hem de internet aracılığıyla sisteme girdide bulunurlar (Serdar, 1999: 10).
BİLGİ NOTU: 2000 yılında 360 milyon olan dünya internet kullanıcı sayısı, 2011
tarihli son istatistik verilerine göre, 2 milyar 100 milyona ulaşmıştır. Dünya İnternet
İstatistikleri sitesinden derlenen bilgilere göre, en çok internet kullanıcı sayısı Asya
kıtasında iken, en büyük artış da Afrika kıtasında yaşanmış. Avrupa kıtasında ise Almanya
en çok internet kullanıcısına sahip ülke olmuştur.
• http://www.sabah.com.tr/Teknoloji/Haber/2011/07/13/internet-kullanici-sa-
yisinda-buyuk-artis
• http://www.kobishowroom.com/tr/component/content/article/46/327-dun- ya-
internet-kullanc-istatsitikleri.html
Kısacası, internetin demokrasi üzerindeki olumlu etkilerinden söz edebilmek için, bir
Bachrach ve Botwiniek'e göre
dizi yapı ve sürecin işlevsellik kazanması gerekir: Bireyler siyasal etkinlik duygusuna katılımcı demokrasi, siyasal
sahip olacaklar, siyasal sistemler katılım kanallarını açık tutacak, siyasal elitler sistemin kurumlarının tüm
düzeylerinde, özellikle de sivil
yönetilenlerden gelecek talepleri işleme koyacak, internet bir siyasal katılım aracı olarak toplumun uzantısı ve ürünü
genel kabul görecek ve bilişim teknolojileri ile internete herkes eşit şartlarda dahil olacak olan siyasal partiler,
(Serdar, 1999: 11). dernekler, taban
inisiyatiflerinin bulunduğu ara
Görüldüğü gibi çözüm, devlet ile halk arasında doğrudan bir ilişki kurmaktan öte; düzeydeki aktif vatandaşların
politikaya yabancılaşmış/yabancılaşmakta olan vatandaşların kendi kendilerini karar alma sürecine sürekli ve
anlamlı katılımına önem veren
yönetmelerini sağlamak amacıyla, toplum olma bilincini geliştirmek ve bunu etken kılacak kurumsallaşmış bir demokrasi
bir toplum siyasası ile bilişim teknolojileri kullanımını oluşturmaktadır (Sander, 1993: 9). modelidir (Meyer, 2002: 25).
Oysa yüzyıl öncesine kadar “vatandaşlık” ile ilgili siyasal bir kavramı ifade eden
demokrasi; bugün siyasallığı olmayan veya ikinci planda kalan bir nitelik kazanmıştır. Bu
planda “internet demokrasisi”; sanayi demokrasisi, iktisadi demokrasi veya ev içi
demokrasi gibi bir anlam yüklenmiştir, çünkü ortada yöneten-yönetilen ilişkisini doğrudan
etkileyen bir yapı söz konusu değildir.
Yoneji Masuda (1985; ), enformasyon toplumlarında demokrasinin farklı bir nitelik
alacağını ve “enformasyon demokrasisi”nin ortaya çıkacağını söyler. Bu da, dört kriter
üzerinde yükselecektir: İlki, özel yaşamın gizliliğinin korunmasıdır. İçeriği negatif
haklardan oluşmakta ve kişilerin özel yaşamlarını kendi denetimlerine bırakmaktadır.
İkincisi, bilme hakkıdır. Pozitif içerime sahip olan buradaki haklar, kişinin kamu
kuruluşlarının elinde bulunan ve kendisini yakından etkileyecek her türlü gizli
enformasyonu bilme garantisini içerir. Üçüncüsü, kullanım hakkıdır. Bu, her vatandaşın
her türlü enformasyona ve veri bankalarına, hem düşük ücretle hem de istediği yer ve
zaman diliminde özgürce erişimi anlamına gelir. Dördüncüsü de, her vatandaşın küresel
enformasyon alt yapısının yönetimine doğrudan katılım hakkıdır. Ancak günümüzdeki
uygulamalar, dört aşamanın da sadece teoride kaldığını ve gerçek yaşama geçirilemediğini
göstermektedir.
Bu paralelde, küreselleşme -veya tam tersine bloklaşma- üzerinde yeniden biçimlenen
günümüzde, ulus-devlet ile birlikte vatandaşlık kavramının da tarihe karışması
gündemdedir. Bilişim teknolojileri kamusal alandaki işlevleri özel alana çektikçe,
yurttaşlık hakları ile görevlerinin yerine getirildiği kamusal alanın da giderek ortadan
kalkma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Bunun nihai aşaması, insanları
mekansal ve zihinsel olarak giderek daha özelleşmiş alanların bataklığına
6. Ünite - Yeni Medya Düzeninde Kamusal Alan, Demokrasi, iletişim Özgürlüğü ve Toplumsal Denetim 147
çeken yeni medya düzeninin, bireyleri dayanışmaya kapalı ve elektronik ihlallere açık bir
ortamda savunmasız bırakmasıdır. İnsanlık, kitlesel kamudan özel alana, oradan da
kamusal alanın tümüyle ortadan kalktığı yeni bir boyuta sürüklenecek, sonunda da 'sanal
toplumsallaşma 'yoluyla varolmaya çalışan bir dünyalı kalabalığına dönüşme tehlikesiyle
karşı karşıya kalacaktır. Kamusal alanın yok olduğu bu evrende, sadece özel-bireysel
haklar kalacak ve bireysel savunma gücünün tükenmesiyle iktidarların ezici üstünlüğüne
boyun eğilecektir (Aksoy, 1996: 109).
Sonuç olarak, bazı görüşlere göre yeni medya düzeni, her tür enformasyona özgürce
ulaşabilen vatandaşların yönetime geniş çapta katılımlarını sağlamaktan çok; seçkinci bir
grubun, vatandaşları tümüyle iradesizleştirmek için kullandığı baçlıca araçlardan biri
haline gelme tehlikesini taşımaktadır. Burada toplumsal iktidar açısından önemli olan,
ipleri elinde tutanların ne yaptığıdır (Williams, 1985: 158).
Geniş bilgi için, Nilüfer Timisi’nin “Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi" (Dost Kita- bevi,
K İ T A Ankara, 2003) kitabım okuyabilirsiniz.
P
Toplumsal yaşamın bir kamusal bir de özel yönü bulunduğu fikri, 17. yüzyıldan
bu yana Batı Avrupa siyasal düşüncesinde merkezi bir yer tutmaktadır. Liberal
siyaset açısından, geniş anlamda “devlet alanı ve toplumsal alan ”, dar anlamda da “ev
alanı ve ev dışı alan” şeklinde ayrımlaştırılan bu iki kavram; kamusal dendiğinde devleti,
özel dendiğinde de evi ve mahrem yaşamı kapsamaktadır (Bora, 1997: 86).
İnsan haklarının ayrılmaz parçası olan mahremiyet hakkı, modern devletlerde bireysel
özgürlüklerin de teminatıdır. Kamusal alandan ayrışmış olarak, kişilerin kendilerine ait
dünyalarını ve buradaki her tür pratiği kapsacak şekilde özel alan içinde hayat bulan
mahremiyetler; geri çekilinebilecek veya kaçılabilecek bir bağışıklık alanı, kamusal alanda
ihtiyaç duyulan silah ve zırhların bir kenara bırakabileceği ve dış dünyada korunmak için
giyilen çalımlı kabuğun çıkarılıp atılabileceği bir yer olarak tanımlanabilir (Lyon, 1997:
253). Mahrem alanı bireysel inisiyatifler platformuna çekenlerse, konuyu ''bireyler,
gruplar ya da kurumlann kendilerine ait bilgilerin ne zaman, ne ölçüde ve nasıl ötekilerine
aktarılabileceğini kendilerin in belirleme hakkı” olarak ele almaktadırlar (Westin,1970:
7).Bu açıdan mahremiyet, bireyin kendi hakkmdaki verilerin dolaşımını denetleme
hakkıdır. Bireyler için kendi haklarındaki özel bilgilerin, arkadaşları/ meslektaşları ya da
akrabaları arasında dolaşımı herhangi bir sorun yaratmayabilir. Bundan dolayı, söz konusu
dolaşım üzerinde herhangi bir denetim kurma ihtiyacı duymayabilirler. Önemli olan, yanlış
bilgi parçalarının yanlış ellere ulaşması ya da yanlış araçlarla ve yanlış kanallardan gitmesi
olasılığıdır (Lyon, 1997: 260). Bireyler, haklarındaki kişisel verilerin, kendi erişimlerinin
ötesinde devlet daireleri ve özel şirketler içinde dolaşımından tedirgin olabilirler. İzinleri
dışındaki bu yolla, kişiliklerinin ve kimliklerinin ihlal edildiğini düşünebilirler.
Ayrıntılı bilgi için, T.H. Marshall ve T. Bottomore’un “Yurttaşlık ve Toplumsal Sınıflar” (İs-
tanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2006) kitabım okuyabilirsiniz.
K
K İ T A
P
148 iletişim Sosyolojisi
T. H. MARSHALL
Marshall, yurttaşlığı üç aşamada açıklar: Sivil öğe; bireysel özgürlük için gerekli olan -
ifade, düşünce ve inanç özgürlüğü gibi- haklardan oluşur. Siyasi öğe; siyasi otoriteye sahip
bir organın üyesi ola-rak ya da böyle bir organın üyelerinin seçmeni ola-rak, siyasi iktida-
ra katılım hakkını içerir. Sosyal öğe; ekonomik refah ve güvenliğe sahip olma hakkından
sosyal mirastan pay almaya kadar geniş bir haklar dizisini ifa.de eder (Marshall ve
Bottomore, 2006: 16). İletişim hakkı, doğrudan veya dolaylı ola-rak, her üç öğenin de
sınırla-rı içinde yer alır.
Yeni medya düzeni ve bilişim teknolojileri sayesinde, bireyler ve toplum daha önce hiç
olmadığı kadar savunmasız ve "şeffaf" bir yapıya kavuştuğundan; özel yaşamın korunması
ve mahremiyetlerin ihlali sorunsalları, çağdaş sosyal teori yanında hukukun da üzerine
eğildiği en temel konulardan biri olmuştur. Mahremiyet, uluslararası insan hakları
hukukunda "korunması gereken temel bir hak" olarak görülmüş; Uluslararası İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 17. maddesinde, “hiç kimsenin mahremiyeti, ailesi, evi veya haberleşmesi
keyfi ya da hukuk dışı müdahalelere konu olamaz ve şeref ile itibarına hukuk dışı saldırı
yapılamaz” hükmü yer almıştır. Transistorun icat edildiği 1948’deyse Birleşmiş Milletler,
“hiç kimsenin özel hayatında, evinde veya haberleşmelerinde keyfi müdahaleye maruz
bırakılamayacağını” insan hakkı olarak belirlemiştir.
BİLGİ NOTU: “1984”, “Cesur Yeni Dünya” ve “Biz” gibi karşı-ütopyalarda,
teknolojik ilerlemelere paralel olarak iktidarların merkezileşmesi ve totaliter toplumsal
yapılanma kaygısı dile getirilir. Bu noktada, bilişim teknolojilerinin sunduğu imkanlar
yanında, ortaya çıkaracağı olası tehditlerin de kavranması gerekir: Bireylerin enformasyon
bombardımanı altında kafalarının karıştırılarak doğru ile yanlış arasındaki sınırların
silikleşmesi yoluyla manipule edilmelerinden yeni teknolojik gelişmelerin yol açacağı
işsizliğe ya da teknolojik determinist yaklaşımın tek belirleyici olduğu yönündeki zihinsel
şartlanmadan, sıkı bir gözetim altına alınmalarına kadar her tür tehdit ve saldırı toplumsal
yaşamı hızla çevrelemektedir. Bunlara yönelik yapısal değişmeler, kişileri ve bireysel
özgürlükleri nasıl bir akıbetin beklediğinden teknolojik dönüşümler sonucu ortaya çıkması
olası kontrol biçimleriyle birlikte “Büyük Birader” totaliterizminin yaygınlaşmasına
yönelik kehanetlere kadar birçok karşı-ütopyada gözler önüne serilmiştir (Dolgun, 2008:
215).
Bu arada, ‘birey olma bilinci’ ile ‘gizliliğin’ yaşamsal bir anlam ifade ettiği gelişmiş
ülkelerde, kamuoyu baskısıyla çıkarılan yasalarla bireylerin koruma altına alınmaları
hedeflenmiştir. Amerika 1966’da kabul ettiği Enformasyon Özgürlüğü Yasası’yla,
vatandaşlarının ‘çok gizli’ sınıflaması dışındaki tüm belgelere ulaşma hakkını genişleterek,
toplumu mümkün olduğu ölçüde şeffaflaştırmayı amaçlamıştır. Aynı şekilde, Danimarka
ile Norveç 1970, Hollanda ve Fransa 1978, Avustralya ile Kanada da 1982’de benzeri
yasaları yürürlüğe sokmuşlardır. Bu dönem, özel yaşamın korunmasına yönelik yasaların
çıkışma da şahitlik etmiştir: Mahremiyet ihlallerini engellemeyi hedefleyen yasalar, ilk
olarak 1973’te -dünyada bürokratik olarak en iyi örgütlenmiş refah devleti olarak kabul
edilen- İsveç’te, bir
150 iletişim Sosyolojisi
yıl sonra Amerika’da, 1978’de Kanada, Danimarka, Fransa, Batı Almanya’da ve 1984’te
İngiltere’de kabul edilmiştir (Toffler, 1992: 338). Ülkemizdeyse, mahremiyet ihlallerini
önleme yönünde ciddi yasal yaptırımlar bulunmamakla birlikte; 24 Nisan 2004 tarihinde
Bilgi Edinme Hakkı Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle, şeffaflaşmaya yönelik çabalar
başlatılmış olmaktadır. Ancak bu kanunun çıkarılmasını, bireysel özgürlükler
platformunda değil, dış dinamiklere bağlı olarak AB’ye uyum çalışmaları içinde
değerlendirmek ve siyasi bir uyum süreci olarak görmek daha doğru olacaktır.
Yine de, birçok ülkede mahremiyet ihlallerine yönelik caydırıcı ve koruyucu nitelikte
önlemler sunan yasalar hazırlanmasına karşın, bunların gerçek bir çözümü içermediği
yaşanan gelişmeler sonrasında açıkça görülmüştür. Bireyler hakkında toplanan
enformasyonun sınırlandırılmasını öngören bu yasalar; ya terör ve benzeri olaylar
nedeniyle günümüzde işlerliklerini kaybetmişlerdir ya da daha çok devletin topladığı
veriler üzerine odaklanılması sonucunda -bireyler hakkındaki enformasyonu rekabet ve
piyasa koşulları açısından bir silah olarak gören- büyük şirketlerin topladığı veriler denetim
dışı kalmıştır (Gandy, 1989: 71).
6. Ünite - Yeni Medya Düzeninde Kamusal Alan, Demokrasi, iletişim Özgürlüğü ve Toplumsal Denetim 151
Özet
Bilişim, teknolojileri ile yeni medya düzenini ta- 1 Gerçek dünya ile sanal evren arasındaki, kamusal
mmlayabilmek. alan ve demokrasi konularındaki farklılaşmaları
Bilişim teknolojileri; yüksek teknolojinin sundu- değerlendirebilmek.
ğu imkanlar doğrultusunda enformasyon ile bil- Demokrasi kültürünün temel unsuru; “öteki” ile
ginin, insanlar ve bilgisayarlar tarafından elektro- karşı karşıya gelme, düşünsel çatışmalar içine
nik ortamda yeniden yapılandırılması, işlenmesi, girme, sonra da bir anlaşma zemini oluşturma
aktarılması, sergilenmesi, biriktirilmesi, organi- çabalarıdır. Ancak sanal evrendeki cemaatlerde;
zasyonu ve kullanılmasıdır. Bilgi-işlem ve bilgi- öteki ile birlikte olma veya ortak bir payda bulmak
sayar alanlarındaki gelişmelerin iletişim alanına için çabalama durumu gözlenmez. Dolayısıyla
uyarlanmasıyla varlık kazanan yeni medya düze- sanal cemaatler, bireysel planda özgürce yapılan
niyse; yüksek ivme hızı ve süreklilik gösteren ve ötekini keyfi olarak dışlayan seçimler üzerine
teknolojik dönüşüm sürecinin birbiriyle bağlantılı kurulmuştur. Bu nedenle, farklı/ karşıt kimlikler
yeniliklerinin laboratuar ortamından çıkartılıp ile kültürlerin varlığına dayalı olarak, ortak bir
piyasalarda tüketime sunulmuş ve iletişim etkin- yaşam çabası ve karşılıklı tolerans zemini üzerinde
liğinin sosyo-ekonomik değerine koşut olarak, yükselmesi gereken demokrasinin; ötekinin
günlük yaşamın ayrılmaz birer parçası haline gel- gözardı edildiği sanal dünyada nasıl boy atacağı ve
miş ürünleridir. gelişeceği hususu, üzerine düşünülmesi gereken
bir noktadır.
Yeni medya düzeninin, küresel kapitalist sistemin
ideolojisi olarak kullanıldığı düzlemler hakkında Bilişim teknolojiterlnin, özel yaşamın mahremiyeti ve
bilgi sahibi olabilmek. bireysel özgürlüklerin ihlaline yönelik olabilecek alt
Çokuluslu şirketler perspektifinden bakıldığında yapısal zemini anlamlandırabilmek. Günümüzde
yeni medya düzeni, kapitalist ekonominin başlıca karşı karşıya kalınan başlıca sorunlar; bireylerin
amacı olan kâr maksimizasyonu hedefine uy- kavrayamayacağı kadar hızlı seyreden toplumsal
gunluk açısından, çekici bir ürün olarak yatırım dönüşümlere ayak uyduramamak- tan
yapılabilecek ve büyük kazançlar sağlanabilecek kaynaklanan ‘gelecek korkusu’, bireysel veya
sektörlerin başında gelir. Ayrıca, kapitalist eko- örgütlü ‘terör hareketleri’, ‘özel yaşamın mah-
nomide talebin kontrolü -yani reklam ve pazar- remiyetine yönelik tecavüzlerin artması’ ve ‘bi-
lama faaliyetleri- için de zorunlu olan yeni medya reysel mahremiyetler üzerinde devletin sınırsız
düzeni, ekonomik sistemin ayrılmaz bir parçası ve müdahalesine imkan tanıyan bilişim teknolojile-
tamamlayıcı bir öğesidir. rinin yaygınlaşmasıdır. Bu anlamda, doğaları ge-
reği mahremiyetlere yönelik bir tehlike arz eden
bilişim teknolojilerinin yol açtığı temel sorunsal;
internet üzerinden etkileşimin, ulusal sınırları
aşarak küreselleşmesiyle birlikte, “veri-özneler”
olarak kullanıcılara ait kişisel enformasyonların
dünyanın her tarafından izlenip denetim altına
alınması ve kullanıcıların elektronik ortamda tü-
müyle savunmasız kalma ihtimali tehlikesidir..
152 iletişim Sosyolojisi
7
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Sözlü kültürü ve sözlü kültürün temel özelliklerini tanımlayabilecek ve sözlü kültürün
insandaki benlik algısını ve bilişsel yönelimlerini ayırt edebilecek, Yazılı kültürü ve
yazılı kültürün özelliklerini açıklayabilecek ve yazılı kültürün insandaki benlik algısını ve
bilişsel yönelimlerini ayırt edebilecek, Görsel kültürü ve görsel kültürün temel
özelliklerini tanımlayabilecek ve görsel kültürün insandaki benlik algısını ve bilişsel
yönelimlerini ayırt edebilecek, Günümüzün dijital medya kültürünün yeni kuşaklar
açısından yarattığı sorunları sıralayabilecek,
Görsel okur-yazarlığın ne olduğunu ve insana katkısını özetleyebileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Yazılı Kültür • Görsellik
• Sözlü Kültür • Sözellik
• Görsel Kültür • İmge
• Dijital Görsel Okur-Yazarlık
İçindekiler
GİRİŞ
SÖZLÜ KÜLTÜRDE İNSANIN
DURUMU
Sözlü Yazılı ve YAZILI KÜLTÜRDE İNSANIN
İletişim Sosyolojisi Görsel Kültürde DURUMU
İnsan ve Toplum GÖRSEL KÜLTÜRDE İNSANIN
DURUMU
SONUÇ
Sözlü Yaz>l> ve Görsel Kültürde
İnsan ve Toplum
GİRİŞ
Sözlü, yazılı ve görsel kültürler arasındaki ayrım, günümüz toplumsal iletişim çalışmalarının en
merkezi ve karşıt görüşlerin geliştiği çalışma konularındandır. İletişimin gerek kişisel gerekse
toplumsal boyutları incelenirken, söze, yazıya ve görüntüye dayalı olarak iletişim süreçlerini
örgütleyen ve düzenleyen toplumlar arasındaki farklar ve benzerlikler epeyce gözetilmektedir.
Esas olarak sözelliğe dayalı toplumlar ile okur-yazar ve görsel toplumlar arasındaki sınırın nerede
başlayıp bittiğine dair bir uzlaşma da yoktur. Bununla birlikte genel olarak bu üç kültürün ve buna
dayalı toplumların tarihsel gelişimi konusunda iki görüş vardır: ilk görüş, uygarlık tarihinde önce
sözlü kültürün, daha sonra yazılı ve ardından da görsel kültürün hakim olduğunu söyler. Hatta
bildiğimiz anlamda tarihin, yazı ile başladığını öne sürer. İkinci görüş ise, yazılı kültürün sözlü
kültürün yerini almadığını, görsel kültüre geçişle de yazılı kültürün sona ermediğini belirterek,
sonradan gelişenlerin öncekileri dönüştürücü ve düzenleyici etkilerine dikkat çeker. İnsanların
toplumsal örgütlenmelerinin, öğrenmeye dayandığını ve bunun halen büyük ölçüde sözel olarak
iletildiğini vurgular.
Gerçekten de günümüzde bile insan toplulukları yüzyüze ilişkilerini sürdürdüğü ölçüde
gelenekler ve yaşam bilgisi, sonraki kuşaklara sözlü kültürün olanaklarıyla aktarılmaktadır. Öte
yandan yazının sağladığı olanaklar olmadan da elektronik iletişime dayalı dijital görüntü kültürü
gelişemez ve sürdürülemezdir. Sözlü kültürden okur-yazar (ya da yazılı) kültüre, oradan da görsel
kültüre ve nihayetinde dijital kültüre geçişle birlikte, insanın anlam üretme, paylaşma ve dağıtma
kapasitesi daha da geliştiğine göre, ne sözün, ne yazının gücünün bütünüyle ortadan kalktığı,
yerinde bir saptama değildir. Bundan daha çok, her üç kültürün de, insandan farklı okur-yazarlık
becerileri beklediği ve böylelikle kişilerin anlam üretme ve üretilen anlamlarla ilişkiye girme
potansiyellerini başkalaştırdığı öne sürülebilir.
İletişimbilimci Marshall McLuhan, yeni ortaya çıkan her iletim biçiminin, insanın varolan
duyu organlarının teknolojik genişlemesinin bir sonucu olduğunu söyler. Buna göre kulağın
teknolojik genişlemesi sözü ve sözlü iletişim kültürünü, gözün teknolojik genişlemesi yazıyı ve
yazılı iletişim kültürünü doğurmuştur. Görsel kültür ise, kulağın ve gözün bütünleşik
genişlemesinin sonucudur. Ardından bütün kişisel ve toplumsal yaşam, yeni teknolojinin kurduğu
yeni algılama tarzına uyarlanmaya çalışılmıştır (McLuhan, 2001). McLuhan, yeni teknolojilerin
belirleyiciliğine aşırı vurguda bulunmakla eleştirilir. Onun söylemeye çalıştığı ise, yeni bir
158 iletişim Sosyolojisi
Sözlü kültürü ve sözlü kültürün temel özelliklerini tammlayabil- A M A Ç mek ve sözlü kültürün
insandaki benlik algısını ve bilişselyönelim-
1 lerini ayırt edebilmek.
İnsanın içinde yaşadığı dünya ile ilişkilenmesi veya bağlantılanması olan iletişim, önce sözlü
olarak başlamıştır. İnsanoğlunun, yeryüzündeki diğer canlılardan düşündüğünü dile
getirebilmesiyle ayrıldığı hep söylenegelir. İnsanın bugünkü varlığı da, doğal çevresiyle
etkileşimini yönlendirmek ve denetlemek amacıyla sarfetti- ği çabaların toplam bir sonucu
sayılabilir. Bütün bu çabalara hız veren ise, dilin kullanımı ve geliştirilmesidir. Dil, insanı yakın
ve uzak doğal ortamlarla ve başka insanlarla bağlantılı kılmaktadır. Bu bağlantılanmasıyla birlikte
insan, aslında kendi varlığını yaşam ile yoğurmakta, adeta yaşamın kendisine demir atmaktadır.
Dil sayesinde insan, kendi varlığının deneyimini yeryüzüne doğru açmaktadır. Sözle birlikte
harekete geçirilen ve üretilen anlamlar, bu dünyayı insan için yaşanılası bir yer haline
getirmektedir. Çünkü bu anlamlar, insanlar için, varlığının nedenine ve yaşamın önemine dair
kuşaktan kuşağa aktarılabilen zengin bir anlatılar repertuva- rı sunmaktadır. Daha da önemlisi,
üretilen anlamlar boyunca kişi, kendi varlığına yeryüzünde bir yer açmaktadır.
İnsanın tek başına olduğu kadar topluluklar halinde de varlığını sürdürmek için
gerçekleştirdiği bütün pratikler, dilsel pratiklerle iç içe örülmüştür. Tarihsel olarak insanlar
tarafından üretilen bütün uygarlıklar ve kültürler, önce bir sözellik aşamasından geçip daha sonra
okuryazarlık aşamasına girmişlerdir. Bu, dil kullanımının yazıdan önce konuşmayla ve sözle
başlamasının doğal bir sonucudur. Sözel dil, insanın ürettiği sembolik biçimleri sabitlemek için
geliştirdiği ilk teknik araç sayılır. İnsanların düşünce ve dil arasında bağlantı kurarken geçirdiği
aşamalar, mutlak sö- zellikten yazının kısmen belleğe yardımcı olduğu dönemlere; oradan yüksek
okuryazarlık dönemine ve nihai olarak elektronik sözelliğin hakimiyetine doğru sınıflanmaktadır.
İlkin konuşma pratiğiyle, insan, doğayla ve birbirleriyle her türlü karşılaşmasını öyküler halinde
dokuyagelmiştir. İlk insan topluluklarından itibaren masalcılar tarafından anlatılan bu öyküler,
sözlü kültüre can vermiştir. Sözelliğin hakim olduğu dönemde toplumsal iletişim, insanlar
arasında ve doğayla insan ara
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 159
sında gerçekleşen etkileşime dair en geçerli sözün, hikaye anlatımının örgütleyici figürleri olan
masalcı kişiler tarafından yeniden düzenlenerek topluluğa aktarıldığı bir aracılık boyunca
gerçekleşmiştir. Öyküler, insan topluluklarını bir arada tutan ve onların zaten bildiklerini bir kez
daha duyuran özel türden anlatılardır. İçinde gerçeğin, kahramanlıkların, fedakârlıkların,
sevginin, iyi ile kötünün mücadelesinin yer aldığı bu sözlü anlatılar, toplulukların en yaşlıları
tarafından kuşaktan kuşağa aktarılırlardı. Böylelikle gerçek yaşamdaki deneyimler, belirli
tasarımların da eklenmesiyle, toplulukların hayatta kalmaları için gereken bilgi haline dönüşüp
paylaşılmış olurdu. Bu bilgi, masalcının veya anlatıcının ağzından dökülse de, toplulukta hiç
kimsenin diğerlerine göre daha akıllı ve üstün sayılmadığı bir eşitlik zemininde
gerçekleşmekteydi. Önemli olan, sözkonusu yaşam bilgisinin kendisiydi.
Sözlü kültür, insanın doğayla ve birbirleriyle olan etkileşimine dayalı deneyiminin, bu
deneyimin ürünlerinin temel olarak sözle ve konuşmayla paylaşılarak farklı zaman ve mekan
bağlamlarına aktarıldığı kültürdür. Sözlü toplumlarda üretilen yaşam bilgisinin üretilme tarzı
olarak sözlü iletişim, insanın algısında, zihinsel etkinliklerinde, düşünce süreçlerinde, mekân ve
zamanla ilişkisinde, aidiyet duygusunda, bilişsel tutumlarında ve daha birçok yönde birtakım
sonuçlara yol açmaktaydı. Sözlü kültür toplumunda bugün bildiğimiz anlamda iletişimden farklı
bir iletişim geçerliydi ve değişik bir insan karşımıza çıkmaktaydı. Bu insan, gırtlağın ve kulağın
sunduğu ses dünyasında yaşayan, sözcüklerin “kudretine" inanan, gerçekliği işitilen ve söylenen
şeylerde bulan insandır.
Sözlü Kültürde İnsanın Algı, Bellek ve Zihin Yapısı
K İ T A
P
Barry Sanders’m belirttiği gibi, okuma yazma bilmeyen ilk topluluklarda insanın düşünce ve
davranışları, sözcüklerin büyülü tınlamasıyla biçimlenmekteydi (San- ders, 1999). Sözcüklerle
yaşama dair paylaşılan deneyim bilgisi kadar, paylaşmanın kendisi de hayati önemde bir başka
deneyimdir. Her anlatış, hem anlatanı hem de anlatılan şeyi geri dönüşü olmayan biçimde
değiştirmekteydi. Dolayısıyla hiçbir anlatım bir diğerinin tıpatıp aynısı olamazdı. Bu, ağızdan
çıkan ifadenin konuşulur konuşulmaz uçup gitmesinin bir sonucuydu. Kalıcılık, süreklilik ve
istikrar duygusu sağlamak için anlatılan tüm öykülerde olabildiğince aynı unsurlara yer verilirdi.
Yüzyüze etkileşimle gerçekleşen ve ağırlıkla öykü anlatımına dayalı paylaşmalar, varolan
topluluk ilişkilerini korumayı da sağlamaktadır. Sözlü toplumlar için geleneği aktarma ve varolanı
sürdürme gereksinimi öyle yüksektir ki, bu işe yaramayan her türden bilgi, amaçlarını yerine
getirmiş olan tanrılar ve doğaüstü etkenler, sözelliğe dayalı paylaşım alanından çıkarılır ve
unutulurdu(Sanders, 1999).
Sözelliğin ağır bastığı ve yazının yaygınlaşmadığı toplumlarda, anlatım insan belleğine
dayalıdır. Burada dilbilgisi kurallarından çok, canlı ortamın sağladığı topluluk enerjisi, anlamın
belirlenmesine yardımcı olur. Bilginin bellekte depolanabilmesi için, kalıp ifadeler
geliştirilmiştir. Kalıp ifadelerde, sıfatların bolca kullanılması, akılda kalıcılığı sağlamaktadır.
Örneğin, “yürekli savaşcı”, “koca dağ”, “güzel prenses” gibi sıfatlar, kuşaktan kuşağa aktarılan
kalıp ifadelere dönüşür (Sanders, 1999). Düşüncenin kuru kuru dizilmesi yerine, olabildiğince bol
sözle anlatılması, adeta bir dil ekonomisi yaratılması, sözlü kültürün insanlarının temel
alışkanlığıdır. Buna ek olarak, aynı sözlerin birkaç kez tekrarlanması, konuşmacının derdinin da-
ha iyi anlaşılmasını sağlar.
160 iletişim Sosyolojisi
Bu tutuculuk, kişisel özgürlük alanıyla birlikte düşünüldüğünde iyice belirginleşir. Sözlü kültürde insan zihninin
soyutlama düzeyi, okuryazar
İletişimci McLuhan, okur-yazarlığın yüksek olduğu toplumlarda, insanların yapıp etmelerinin kültürün insanına göre daha
toplumla uyumlu olması koşuluyla, bireyin kendi iç dünyasındaki sapmalar noktasında özgür düşüktür. Çünkü sözel
toplumda insan, somut
bırakıldığını belirtir (McLuhan, 2001). Ancak sözel toplumlarda durum böyle değildir; deneyimleriyle arasına mesafe
davranış kısıtlamalarına düşünce kısıtlamaları da eşlik eder. Çünkü kişinin davranışları koymakta zorlanır.
toplumsal çizgilerle öylesine güçlü biçimde yönetilmektedir ki, bunlara aykırı, faydacı
düşünmenin dışına çıkan herhangi bir kişisel düşünme olabileceği de kabul edilemez. Bu tür
düşünmenin, dışsal kötü etkilerden (şeytan ve büyü gibi) kaynaklandığı kabul edilir ve ondan
korkulur. Sözel toplumların kapalılık özelliği, onların tutuculuğu, gelenekçiliği ve özgürlükler
alanını daraltmasıyla birlikte düşünülmelidir. Kültürel gelenek, adeta kalıplaşmış bir bütün olarak
kuşaklar boyunca deneyimlenir (Ong, 2010).
Yine sözel iletişime dayalı sözlü kültür toplumlarmda, kişi, geçmişi çok az idrak
edebilir; daha çok içinde bulunulan anın deneyimi ağır basar. Sözlü topluluklarda dünya,
her zaman şimdiki gibidir. Varolan kültürel gelenekte, geçmiş ile geleceksi bir şimdiki
zaman algısını ağır basar. Bu, adeta sonsuz bir şimdiki zaman toplumudur. Böyle bir
toplumda, insan, anlatıya dahil edilen söylencesel geçmişten de fazla kuşku duymaz
(Sanders, 1999). Çünkü anlatı, geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki tutarlılığı kayıracak
şekilde işlev görür ve tutarsızlıklar unutulur, dışlanır. Böylelikle, dinleyen insan için
eleştiri daha az olanaklı hale gelir. Bilinen ile fiziki yakınlığı nedeniyle sözlü toplumların
insanı, içinde bulunduğu toplumsal ilişkilerle iç içe olan bir bilgiyle yaşar. Bu bilgi de,
insana mücadele enerjisi ve gücü katar.
Sözlü kültürde yaşayan insanların somut deneyimle bağlantıları daha güçlü olduğuna göre, bunun
zaman algıları açısından etkisi ne olabilir?
Yazı, insanın ürettiği sembolik biçimleri ve deneyimin anlamını yaymak amacıyla sa-
bitlemeyi sağlayan bir diğer teknik araçtır. Yazı, bir teknolojidir, yapaydır. Eğer bütün
maddi şeyler insanların bir zamanlar bedenleriyle yaptıklarının bir uzantısı ise, yazı
teknolojisi de, insan duyusunun bir uzantısı sayılabilir. Bunu ilk ortaya koyanlardan
İletişimci Marshall McLuhan’a göre bütün iletişim teknolojileri, duyularımızın çeşitli
şekillerde dışsallaştırılmasıdır; dışsallaştırılan bir duyusal yeti, dönüp dolaşıp duyu
organlarında birtakım değişimlere de yol açar (McLuhan, 2001). Yani yazı da, hatta
elektronik teknolojisi de insanın duyusallığınm bir uzantısıdır ve yine duyusallığını
belirler. Konuşma, insanların bütün dokusu boyunca doğallıkla yapılanırken yazı, bilinçli
olarak icat edilen kurallara dayanmaktadır. Konuşmayla karşılaştırıldığında yazının,
sembolik biçimleri ve anlamı sabitleme derecesi daha yüksektir.
İnsanların yakın çevresinin ötesindeki dünyayı ve geçmişi kavrama şekilleri,
günümüzde sözellik tarafından daha az biçimlenmektedir. Bununla birlikte yazı, pek çok
araştırmacıya göre, sözlü iletişime bir alternatif ve onu ortadan kaldıran değildir; ona bir
ektir (bkz. Sanders, 1999). Sözellik ve okur-yazarlık arasındaki ilişki, aslında iki türlü
kavranabilir: Ya sözellik ve okur-yazarlık birbirini dışlayan dünyalar olarak ya da
biribirini besleyen ve tümüyle ayrı olmayan iki dünya olarak düşünülebilir. Sözellik ve
okur-yazarlığın birbirinden apayrı olmadığını düşünenlere göre okur-yazarlık, sözellik
aracılığıyla beslenir. Psikodilbilimcilere göre sözelliği yaşamamış bir insan, okur-yazarlık
dünyasını tam olarak benimseyemez; çünkü onlara göre insanın temel algılamasına
konuşma biçim vermektedir. Sözellik, sosyal ve duygusal gelişimi mümkün kılar. Öykü
anlatan ve dinleyen kişi, zihninde kendi dünyasını tasarlayıp yaratabilir. Dilin
biçimlendirici gücü, iç yaşamların gelişmesini sağlar. Okur-yazarlığı kolaylaştıran şey,
sözel kültürün biçimlendirici ve yaratıcılığı zemininde kişinin iç dünyasının gelişmesi ve
serpilmesidir. Okuryazarlık sözellikle beslenir.
Okur-yazarlığın yaygınlaşmasıyla birlikte (ilk kez M.Ö 7. yüzyıl- 5. yüzyıl arası
Yunan kent toplumlarmda) özünde okur-yazar bir toplum belirmiştir. Okur -yazar-
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 163
lığın nüfusun daha küçük bir kısmı tarafından gerçekleştirildiği toplumlara ön- okur-
yazar toplumlar denir. Eski uygarlıklar, Sümerler, Mısırlılar, Hititler ve Çinliler, ön-
okur-yazar toplumlardan sayılabilir. Bu toplumların yazı sistemleri, nesneleri dolaysızca
temsil eden göstergelerden oluşur ve fazlasıyla karmaşıktır. Örneğin Çin toplumunda
okur-yazar olabilmek, en az 3.000 karakterin öğrenilmesiyle olanaklıdır. Ön okur-yazar
toplumlarda yazı, çok az ve sınırlı amaçlar için kullanıldığından, bu aşamaya “koşullu
okur-yazarlık” aşaması da denilmektedir. Sami alfabesini uyarlayarak, açık ve
belirsizlikten uzak, sesli harflere de sahip ve sayısı az bir gösterge sistemi olarak
Yunanlıların geliştirdiği fonetik alfabe, okuryazarlığı kendi toplumunda
yaygınlaştırmaya olanak sağlamıştır. İlk kez fonetik alfabe yazısı, insanları işitsel ağın
dışına taşımıştır. Çünkü sadece fonetik alfabe, anlam ile görsel kod arasında, göz ile kulak
arasında bir ayrım yaratabilmiş, Marshall Mc Lu- han’a göre insana ‘bir kulağa karşılık
bir göz’ verebilmiştir (McLuhan, 2001).
Okur yazarlığın artışı ve
Elbette okur-yazarlığın yaygınlaşması için fonetik alfabenin icadı tek başına yeterli yazılı kültüre geçiş, hem
olmamıştır. Yazılı kültür, matbaanın icadının bilgiyi herkes için erişilebilir hale fonetik alfabenin icadının
getirmesine de çok şey borçludur. 15. yüzyılın ortalarına kadar kitap, yazıcıların el hem de matbaanın
yaygınlaşmasının bir
yazılarının bir ürünüydü. Hareketli matbaa harflerinin ve resimlerin basımının keşfiyle, sonucudur.
yazılı kültürde ifadelerin aynen yinelenebildiği ve çoğaltılabildiği, türdeşliğin hâkim
olduğu bir aşamaya geçilmiştir. Matbaa, basılı ürünlerde imgenin kullanımını arttırırken,
sözün kullanımını azaltmıştır. Yazının ve matbaanın insanlık tarihinde hemen her şeyi
değiştirdiği ile hiçbir şeyi değiştirmediğini söyleyen uç görüşler, insanın yazı aracılığıyla
düşünme, eyleme ve dünyayla bağlantılanma tarzının sonuçlarını ya olduğundan daha az,
ya da aşırı değerlendirmektedir. Gerçekçi bir değerlendirme, matbaaya dayalı yazılı
kültür ile sözlü kültürün ve elektronik görsel kültürün farklarını ve benzerliklerini göz
önüne almalıdır.
mektedir. Walter Ong’a göre, yaşam bilgisinin ve kültürel geleneğin yazıya dökülmesi,
toplumsal bilinçte iki önemli biçimde karşılığını buldu (2010): a) insanlar şu andan farklı
olarak geçmişin ayrımına varabilir hale geldiler ve b) insanlar, kültürel gelenekten
devraldıkları tutarsızlıkların ayrımına varabildiler. Matbaanın gelişmesi, bu ikili süreci
hızlandırmıştır. Okur-yazar toplumlar geçmişi bir yana atamazlar; geçmişin kaydedilmiş
çeşitlemeleriyle baş başadırlar. Bu sayede tarihsel soruşturmayı yapabilirler. Yine bu
sayede evrene dair kabul edilmiş fikirlere yönelik bir kuşkuculuk gelişebilir. Sonuçta
sürekli olarak alternatif açıklamalar kurulur ve sınanır. Sözel iletişim ağırlıklı
toplumlarda, birey seçimlerini yaparken grubun düşünce, duygu ve eylem kalıplarına
başvurmak zorundadır (Sanders, 1999). İçinde yer aldığı kültürel geleneği seçmediğinde
kişi, yalnızlığı seçmiş olur. Oysa yazılı toplumlarda kişi, kendi iç dünyasının ölçülerini
ve doğrularını, böyle bir yalnızlaşma riski olmaksızın, daha sağlam geliştirebilir.
Okur-yazar toplumun iletişim ortamında gerek bireyin gerekse toplumun kullandığı
söz dağarcığı genişler, sözcük sayısı artar. Söz dağarcığı ile birlikte okur-yazar toplumun
kültürel geleneğinin içeriği de büyür. Bu süreçte özellikle edebiyatın rolü büyüktür.
Edebiyata ilgi duymanın, zihinsel rahatlamaya yol açtığı, gerilim- leri azalttığı,
kişilerarası etkileşimlerde kendine güveni arttırdığı öne sürülmektedir. Edebiyat okuru
olmanın, başka insanların duyguları, düşünceleri ve güdüleri hakkında çıkarımlar yapma
yeteneğinde de artışa yol açtığı öne sürülmektedir. Ayrıca etik sorunların karmaşıklığına
karşı daha yüksek bir duyarlılık geliştirdiği iddia edilmektedir. Edebi okur-yazarlığın
insana kattıklarını şöylece sıralayabiliriz (Ha- kamulder, 2008):
• Yabancılaşma: Edebi iletişimde, okur, neyin temsil edildiğinden çok temsil edilen
şeyin nasıl temsil edildiğine odaklanır. Edebiyat, gündelik dil kullanımından
sapmaya yol açar. Okurlar için, çok tanıdık gelen şeyleri bile onlara yabancı kılar
ve böylece onların uyuşmuş algılarını alt üst eder. Edebi okuryazarlık dogmatizmi
azaltır, insanları daha açık fikirli olmaya davet eder.
• Karmaşıklığın farkına varma: Edebi anlatıları, diğer türlerden farklı olarak daha
çok puzzle gibi olan, karmaşık ve basmakalıplıktan uzak karakterleri okurla
buluşturur. Okurları, şeyleri çok yönüyle kavramaya çağırır.
• Düşünümsellik: Edebiyattaki durgunluk ve sakinlik, diğer türlerden daha fazla
düşünümselliğe yol açar. Edebi okuma etik sorgulama için bir sığınak ve yer açar.
Kundera’ya göre edebi romanlar, okurların anında, sürekli ve herkese dair yargıda
bulunma gibi kötü insani alışkanlığa karşı okuru donatır.
• İzleyici girdisi: Edebi metinler, okur için her şeyi harfi harfine söylemez. Okur,
anlatılanda eksikler bulabilir. Diğer okuma türlerinden daha fazla okurun yaratıcı
davranışlarını canlandırır.
İster edebi olsun isterse olmasın, yazı, yazardan uzakta bulunan insanların bazı
savları, doğrudan metnin üreticisine ulaşmaya gerek kalmadan kendi aralarında
tartışabilmesine olanak tanır. Böylelikle, metnin üreticisi ile okur arasında kesin bir kopuş
yaşanır ki bu, sözlü kültüre özgü olan kişisel etkileşim biçimlerinin tam tersi bir
durumdur. Yazılı kültürün de bazı dezavantajları vardır. Örneğin, yazı, bir yandan
statükocudur. Çünkü insanlık tarihinde öncelikle sabitlenmeye değer bilgiler, ticari
uygulamalar ve mülk sahipliği ile ilgili bilgiler olagelmiştir. Hatta yazı M.Ö. 3000
dolaylarında Sümerler ve Mısırlılar tarafından bulunur bulunmaz, bu toplumların
düzenini sağlayacak yasalar, ticari uygulamalar ve mülk sahipliği ile ilgili bilgiler
kayıtlanarak sabitlenmiştir. Demek ki toplumların hâkim düzenleri ve düzene hakim
olanlar için yazı, çok stratejiktir.
166 iletişim Sosyolojisi
İ T A P
Öküzün A'sı: Elektronik Çağda Yazılı Kültürün Çöküşü ve Şiddetin Yükselişi, Barry San-
ders, Ayrıntı yay.1999, İstanbul. Özellikle s.9-80 arası sözlü kültürdeki ve yazılı kültürdeki
insanın bilinç ve algı bakımından ayrıntılı karşılaştırılması için okunabilir.
Yazı, insanın zaman algısında da değişim yaratmıştır. Yazıdan önce insanlar, herhangi
bir soyut hesaplanmış zaman içinde yaşıyor hissetmiyorlardı kendilerini. Yaşadıkları yılı,
doğum tarihlerini bile çoğunlukla bilmezlerdi. Liste, belge ve sayı, yazılı kültürün
nitelikleridir. Sözel toplumlarda su veya güneşin saati, insanların ibadet başta gelmek
üzere yaşantılarındaki diğer yapıp etmeleri için yeteri kadar ipucu sağlıyordu. Ancak
niteliksel zamandan niceliksel olana doğru geçişle, insanların ürettiği sembollerden
oluşan zaman sistemi devreye sokulmuştur. Kayıt tutmak, zamanın nesneleşmesini
hızlandırmıştır.
Matbaaya dayalı yazılı kültür, uzmanlaşma, bilgi hiyerarşileri ve toplumsal kapanma
da yaratmıştır (Ong, 2010). Okur-yazar dili kullanmadaki başarı, modern toplumlarda
toplumsal farklılaşmanın en önemli kaynaklarındandır. Okur-yazar olup olmama, ya da
yoğun veya düşük okur-yazarlık becerileri, toplumsal bölünmeleri arttırmaktadır. Yazılı
kültürün toplumlarında bilgiyle ilgili yetkinliğin ölçütü, bir uzman toplulukta görünür
olabilmek ve ondan tanım alabilmektir. Bu da ancak yazılı üretimle gerçekleştirilebilir.
Entelektüel üretim, büyük ölçüde toplumda az sayıdaki insanın üstlendiği bir iş olmakla,
hiyerarşik ve kapalı bir sistem kurmaktadır.
Görsel kültür, günümüz kültürünün başat özelliğini işaret etmektedirler: Modern kültür,
görsel olana, görüntüye dayalı ve görülenin hakim olduğu bir kültürdür. Nedir görsellik?
Görsellik, görmenin ve gördüğümüzü anlamamızın koşuludur. Baktığımız şeyi görmemiz
ve gördüğümüz şeye inanmamız, toplumsal ve kültürel bir bağlam içinde gerçekleşir.
Demek ki hem gördüğümüz şeyler hem de görme biçimimizin kendisi, basitçe verili
doğal bir beceri sonucu değildir. Her baktığımızı görmeyiz. Çünkü görmek, öncelikle
duyu yönelimli olmakla birlikte, aslında bilişsel ve zihinsel bir iştir. Görmek, çeşitli optik
rejimlerin ve imgelerin meydana getirdiği bir şeydir. Doğrudan ya da doğal bir biçimde
görme olanaklı değildir. Yani görme edimi, nesnelerin dış imgeleri ile iç düşünce
süreçleri arasındaki bağlantının bir ürünüdür. Hem dış imgeler hem de iç düşünce
süreçlerimiz ise, içinde yaşadığımız kültürel ortam tarafından büyük ölçüde
belirlenmektedir.
Buradan hareketle hep kültürel bağlamı içinde bir görmeyi akılda tutmak gerekir.
Görsel kültür, en önemli niteliği görsel olarak belirmek yani görünmek olan bütün
kültürel öğelere gönderme yapar. Bir toplumun kendi değerlerini, inanışlarını, dene-
yimlerini göstergeler ve kodlarla görünür hale getirmesinin türlü biçimleri görsel kültürü
yaratır. Resim, fotoğraf, film, televizyon, gazetecilik başlıca geleneksel görsel kültür
biçimleridir. Dolayısıyla görsel boyutu olan bütün maddi ürünler ve bunlarla ilgili
kültürel üretim, görsel kültürdür. Görsel kültür, en genel anlamıyla, insanları öznel,
yorumlayıcı pratiklere çağıran her türden görsel malzemenin yaratımı, dolaşımı ve bu
malzemelerle bağlantılı görme ve varolma pratiklerini işaret etmektedir.
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 167
Görsel kültür, kavramlardan çok imgelerde temellenir. Belirli bir kültürde imgeler
başat hale gelmişse ve sözcüklerin gücünü yerinden etmişse, bunun görsel kültür ağırlıklı
bir ortam olduğu söylenebilir. Hızla değişen imgeler, okuma ve yazmanın bile görsel
boyutu olduğunu unutturabilir. İmgeler, bulunmayan şeylerin yerini alarak onları zihinde
canlandıran ve zamanla canlandırdığı şeyden daha kalıcı olan kodlanmış görsel
birimlerdir. Görsel olan her şey, toplumsal olarak inşa edilmiştir ve görsel kültür tam da
bunu işaret eden bir kavramdır. Görsel kültür çalışmaları da, neyin görünür olduğu, kimin
neyi gördüğü, bilme ve iktidarın birbiriyle bağlantısı gibi sorular üzerine odaklanarak
görselin toplumsal kuramına yönelir.
SIRA SİZDEE
Görsel kültürün en önemli özellikleri nelerdir?
ortak aklı olanaklı kılar. İmgeler ne somut bir deneyim sunar, ne de toplumsal diyaloga
yol açar. Üstelik bu, belleksiz bir dünyadır, tarihsel bilginin yok edildiği bir dünyadır.
Görme, algılama ve düşünme arasındaki ilişkiyi daha olumlu bir biçimde kuran
yaklaşımlarda ise, her şeyden önce görselliğin hâkim olduğu yeni düşünme biçiminin
ortaya çıkışı, eski düşünme biçimini zenginleştiren bir gelişme olarak kabul edilir. Yeni
çağın bu yeni düşünme biçimi, görsel düşünmedir. Görsel düşünme, bu iyimser
yaklaşıma göre, görme ve düşünme arasındaki emek bölünmesini ortadan kaldırırır.
Görsel düşünme, her tür enformasyonu, onu iletişime katacak resimlere, grafiklere ve
biçimlere dönüştürebilmedir. Görsel düşünmeyi sağlayan algılama, gözlenmiş olan her
şeyin etkin bir yorumunu gerektirmektedir. Algılama, görme ve belleğin birleşimidir.
İnsanlar, güncel deneyimlerini sınıflandırıp, kavram- laştırıp yorumlarken önceki görsel
deneyimlerinin kendilerine yardımcı olduğuna güvenirler. Algılama, neyi gördüğümüz
kadar dünyayı nasıl gördüğümüzü de belirler. Dolayısıyla algılama, günümüzde
bütünüyle edilgin bir süreç olarak değerlendirilmemektedir. Öyle ki görsel kültürde zihin,
sözcüksel- görsel bir akıl yürütme yapar. Sözcüksel- görsel akıl yürütme, öncelikle
imgelerin anlamı tarafından taşman tutarlı ve mantıklı düşünmedir.
Aslında görsel düşünme, insana kendiliğinden eleştirellik kazandırmaz. İmgeyle
ilişkisinde insanın eleştirel bir bilincinin olması, eleştirel bir okuma yapabilmesi için
görsel okur-yazarlığa sahip olması gerekir. Görsel okur-yazarlık, çağımızın yeni okur-
yazarlık türlerindendir. Görsel okur-yazarlık, kişinin imgeleri düşünebilme, öğrenme ve
açıklama becerisini de içerecek şekilde görsel öğeleri anlama ve işlevlerini yorumlama
yeterliliğidir. Görsel okur-yazarlık, eleştirel görmeyi olanaklı kılar. Eleştirel görme,
insanın eleştirel düşünme becerisini görsel olan ürünlere, imgelere uygulamadır. Eleştirel
görme sözcük-görsellik birleşimleriyle anlamı genişletmeyi sağlar. Görsel ögeler, hem
yazılı metinle ilişkileri boyunca ve hem de kendileri birer metin olarak kavranır.
Esasında imgelerin anlamını kavrayacak bir okur-yazarlık, bir ölçüde bakma yoluyla
edinilebilir. İmgenin anlaşılması ve kavranması, okur-yazarlığın öğrenilmesi kadar zor
değildir. Görsel okur-yazarlığın öğrenilmesi daha zorludur. Çünkü görselin eleştirel
biçimde okunabilmesi de bir dereceye kadar eleştirel ve analitik düşünceye gereksinim
duyar. Bu noktada öncelikle imgelerin, gerçeğin ta kendisi değil, kendileri enformasyon
olan birer iletişim aracı olduğu kabul edilmelidir. Görsellikle örülü bir metnin
çözümlemesi, bir metindeki öğelerin üretmek istediği anlamlar için nasıl yapılandırıldığı
ile ilgilenmelidir. Görüntü karşısında görsel okur-yazarlık da, bu öğelerin nasıl ve neden
seçildiği ve bir araya getirildiğini kavrama becerisini edinmektir. Böylelikle kişi,
başkalarıyla niyetli bir iletişim kurmak için görselleri anlama ve kullanma yeterliliğine
kavuşur.
Görsel okur-yazarlığın öğrenilmesinin bazı temel yararları ise şöylece sayılabilir:
Görsel okur-yazarlık sayesinde yalnızca televizyon sinema gibi geleneksel medya değil,
internet ve mobil haberleşme araçları gibi yeni medya da görsel düzenlenişi bakımından
kavranması kolay hale gelir. Özellikle küçük yaşlardan başlayarak görsel okuryazarlığın
gelişmesi, çocukların bilişsel yetkinliklerini arttırır ve diğer zihinsel işlemlerini çözmeye
yardım eder. Görsel okur-yazarlık, çocuklara görsel medya yoluyla yapılan zihinsel ve
duygusal manipülasyon mekânizmalarını anlama olanağı sağlar. Görsel okuryazarlık,
estetik değerlendirmeleri de derinleştirir.
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 171
Bütün bu olumlu yönlerine rağmen bazı düşünürler tarafından görsel kültürün İmge, terim olarak Latince
“görüyorum” anlamına gelen
desteklediği görsel düşünme biçiminin, eleştirelliği zayıflattığı da öne sürülmektedir. Bu imago sözcüğünden gelir.
tür eleştiriler öncelikle ve en çok, geleneksel medya sayılan televizyon, sinema ve reklam
endüstrisinin yarattığı görsel akışa yönelik gelişmiştir. Buna göre insanların bilişsel
olanaklarının çok daha azını gerektiren televizyon izleme gibi etkinlikler, insan
duygulanımlarında da bir düşüş, zayıflık ve edilginlik yaratmaktadır. Özellikle çocuk
yaşlarından başlayarak kişinin dil ediniminin kaynaklarından biri haline gelen televizyon
izlemede, dil becerilerinin gelişmesi için gereken karşılıklı etkileşim bulunmaz. Dil
yeterliliği açısından televizyona bağımlılığın yarattığı sorunlar, kişinin düşünce biçimine
de etkiler. Düş gücünün gelişimini zayıflatan, çeşitli türden bilişsel yitimlere yol açan
görsel medyaya bağımlılık, aşırı basitleştirilmiş ve basmakalıplaşan imgelerle kişinin
algılarının da dibini oyarak zihni uyuşturmakta ve gerçek düşünmeyi engellemektedir
(Sanders, 1999). Sonuçta insan, inandığı görüşün başka bir inanç tarafından belirlendiğini
fark edemeyen, eleştirel sonuç çıkaramayan, sorun çözemeyen, çare yaratamayan, özgün
bağlantılar bulamayan, hızlı ve aceleci yargılara dayalı bir zihinsel işlemi adeta mekânik
tarzda yapar hale gelmektedir. Görselin desteklediği düşünme biçimine ilişkin bu
olumsuz bakış açısı, gözü baktığı imge karşısında korumasız, insanı da görsel imgenin
ürettiği anlam karşısında savunmasız saymaktadır.
Bilgisayar teknolojisi ve internetin de işin içine girdiği yeni medya çağında görme ve
görselliğin nüfuz edilciliği artmakta ve manzara daha karmaşıklaşmaktadır. Internet ilk
çıktığında bilgisayar teknolojisi görsel değil öncelikle metin temelliydi, çünkü teknoloji
ancak buna uygundu. Bilgisayar imgelemesinin gelişmesi, çoklu medya ortamına geçiş,
hipermetinsellik ile birlikte web, 1990’larda ticari bir kimlik kazandı. Grafiklerle
zenginleştirilmiş, hipermedya arayüzeyleri ses, imgeler, metin, grafikler gibi unsurları
içeren dosyalara erişmeyi sağladı. Böylelikle internetin görsele dayanmayan kültürü ve
içeriği görece kısa sürede aşıldı. 1990’larda webde gerçekleştirilen etkinliklerde patlama
yaşanınca, internet hakiki anlamda görsel ve işitsel bir medya haline geldi. Dünya
Çapında Ağ, (wold wide web) görsel imgelere ağırlık verdikçe ve kullanıcıları da
grafikleri desteklemeye, imgeler yaratıp göstermeye yatkın bilgisayarlara sahip oldukça
olağanüstü popüler hale geldi. Resimleri, metni, işitsel olanı ve diğer verileri çoğunlukla
merkezsizleştirilmiş bir yapıda birbirine bağlayan bir sistem olarak hipermetinsellik,
internette hâkim oldu. Hipermetinselliğin yarattığı kökeni olmayan gerçeklik olarak
hipergerçeklik, gündelik hayatın dokusuna sızmaya başladı.
Hipergerçeklik, gerçekliğin şifrelenmesinin gerçekliğin kendisiymişçesine belirdiği,
ama aslında taklidi taklit eden bir durumdur. İnsanlar internet ortamı yanı sıra mobil
iletişim aygıtlarıyla da günboyu bu hipergerçeklik ortamıyla bağlantıda kalmaktadır.
Dijital metinler, eleştirel okuma alışkanlıklarından yoksun internet dünyasında mücadele
eden gençler için büyük meydan okumalar sunmaktadır. Yoğun dijital görsellik
alanlarıyla içli dışlı olan enformasyon çağının bu yeni insanının kafa yapısı aşağı yukarı
şu eğilimleri içermektedir: bilgisayarlar artık teknoloji değildir, internet televizyondan
daha iyidir, gerçeklik artık gerçek değildir, yapmak bilmekten daha iyidir, öğrenme
mantıktan çok oyuna benzer, çok işlemlilik bir yaşam tarzıdır, klavye elle yazmaya tercih
edilir, bağlantıda kalmak gereklidir, gecikme için tolerans yoktur, tüketici ve yaratıcı
birbirine karışmıştır. Şurası kesindir ki internet dünyasında sürekli seyir halindeki kişi,
imge ile yazma arasında yeni bağlantı tarzları keşfetmekte ve kullanmakta olan yeni bir
insandır. Elektronik görsellikte de işbaşında olan duyu görmedir. Göz, görsel kültürde de
devamlı taramaktadır, devam-
172 iletişim Sosyolojisi
lı deneyim aramaktadır ve görme alanının içinde kalan her şeye hakim olmaya ça-
lışmaktadır. Bu yöntemle gerçeği “işlemden geçirmektedir”.
Görsel kültür, ister geleneksel medya boyunca isterse elektronik yeni medyalar
boyunca deneyimlensin, bazı yaklaşımlarda görsel kültür yeni bir sözel kültür çağı olarak
ele alınmaktadır. Elektronik medyanın güçlendirdiği bu yeni ya da ikincil sözel kültür
çağı, önceki sözel çağdan farklılıklar göstermektedir (McLuhan, 2001). Marshall
McLuhan bütün elektronik medya teknolojisinin, dünyayı görsel bir yönelimden işitsel
bir yönelime doğru kaydırdığını öne sürmektedir. Çağımızın bütünsel elektrik alan
kültürü, insanların bütün duyularının katılımını gerektirirken, deneyimi ve devinim
duygusunu desteklemektedir. Topluluk duygusunu geliştiren, yaşanan ana odaklandıran,
temelini yazının ve matbaanın oluşturduğu bu ikinci sözel çağda insan, kendine ait bir iç
alana da sahiptir ve hareketlerinde daha bilinçlidir. Walter Ong da, radyo ve televizyonun
yol açtığı bu ikinci sözel çağın, medya bilincine dayalı bir dünya olduğunu belirtir (Ong,
2010). Bu bilinç, içinde yaşadığı toplumsal yapıdan mesafelenen, dikkatini kendi iç
dünyasına veren, kendinin bilincinde olmaya çalışan ve benlik duygusu güçlenmiş bir
bilinçtir.
Görsel okur- yazarlığa sahip olmak, günümüz insanı için neden çok önemli ve gereklidir, açıklayınız.
Her ikisi de günümüzde imge üretiminin geçerli ve hâkim alanları olmalarına karşın
geleneksel ve yeni medyalar, görsellik ile zihin arasındaki ilişkide bazı farklılıklar
yaratmaktadırlar. Bu farklılıklar iletişim süreçleri boyunca insanın benlik algısı ve kimlik
gelişimi açısından önemli sonuçlara yol açabilir. Geleneksel medya sayılabilecek
araçlardan günlük deneyim ve toplumsal kimliklerime bağlamlarında en fazla sorgulanan
medya, televizyon olagelmiştir.Televizyon, durmamacasma akış halindeki imgelerin ve
seslerin dünyası olmakla birlikte, kimilerine göre görüntünün kimilerine göre ise
görüntüden çok sesin öne çıktığı bir araçtır. Televizyonda izlenen olay ve eylemler, farklı
ve dağınık bağlamlarda bulunan daha geniş sahadaki bireyler tarafından görülebilir. Bu
durum, televizyonun yerinden çıkmış- lığı ile de ilgilidir: barlarda, dans kulüplerinde, spor
salonlarında, havaalanlarında, metroda, postahanelerde, hastanelerde ve bir çok dış
mekânda televizyon vardır. Ancak telegörsel alan, bireylerin denetimlerinin oldukça
uzağındadır. Çünkü televizyonda görmenin yönü esasında tek yönlüdür. Bu nedenle
televizyon monolojik karakterdedir, yani üreticiden alımlayıcıya tek yönlü ileti akışı
sunar. Telegörsel etkileşim, yüzyüze etkileşimin daimi ve rutin özelliği olan başkalarının
tepkilerine yanıt verme özelliğinden yoksundur. Dolayısıyla özellikle çocukların ve
gençlerin dil yetkinliklerini daraltan bir yönü vardır.
Öte yandan televizyon, zaman ve mekânda insan eyleminin erişimini çok ge-
nişletmiştir. Telegörsel etkileşim, süreksiz zaman-mekân deneyimi yaratır. TV seyreden
birey, gündelik yaşamlarının zaman- mekân çerçevelerini bir ölçüde askıya alıp farklı
zaman mekân koordinatlarına kendini bırakmak zorundadır. Kendi deneyimini askıya
alırken televizyon insana, kesintisiz akış deneyimi yaşatan imge ve görüntülerle
ulaşmaktadır. Bu akış algısı, birbirinden bağımsız, bağlantısız ve par-
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 173
olmayan metinsel bir beden olduğu söylenebilir. İnternet, insan etkileşimi için görünür fiziksel bir
K İ T A
P )
bedenin yokluğu durumunda farklı roller üstlenmeyi ve çoklu kimliklerle oynamayı
kolaylaştırmaktadır. Eleştirmenlere göre pek çok insan internette kimliği, karıştırılabilir ve
imgesel olarak aktarılabilir bir roller seti olarak deneyimler, internette rol oynamak, insanlara
kendi kimliklerine paralel veya alternatif bir kişilik kazandırmaya yol açar. Bu kişiliklerin en
azından bir bölümü, gerçek yaşama taşınabilir veya ona katılabilir. Böylelikle internet
günümüzde, toplumsal etkileşimin ve kişiselliğin genişlemesinin bir alanı haline gelmiştir. Fransız
düşünür Paul Virilio bu noktada, bedenli insanların eve bağlı bir varlık olarak toplumsal
yaşamlarını çevrimiçi ve medya boyunca yönetmelerinin, bir dolu toplumsal soruna yol açtığını
söyler (Virilio, 1998). Sanal ortamda tam bir toplumsal ve politik kimlik kurulamayacağından
dolayı, dijital ortamların politik eyleme yol açabileceği düşüncesine da kuşkuyla bakar.
Günümüzde görsel kültürün patlaması,
174 iletişim Sosyolojisi
zaman ve mekân açısından uzakta olanlarla yeni dayanışma ilişkileri ve karşılaşma tarzları
yaratmaktadır. Özellikle internetin, uzaklıkları ve kültürel farkları ortadan kaldırarak,
ortak çıkarlar çevresinde çeşitli topluluklar yaratabilme gücü nedeniyle, Marshall
McLuhan’ın ortaya koyduğu ‘küresel köy’ kavramının gerçeğe dönüş- düğü
söylenmektedir. Gerçekten de ne kadar çok insan bağlantıda olursa, bilgiyi birlikte inşa
etme olanağı o kadar fazla olur. İnternetin gerçek bilgi değeri, temastadır, bağlantıda
olmaktadır. İnternetle birlikte, bilgi, sahici bir hakikat değildir; tam tersine toplumsal bir
etkinliktir, bakış açılarının paylaşılmasıdır. Elektronik çağ öncesinde bilgi paylaşımı ve
edinimi uzun süren bir görev gibiyken, artık ‘hafif bilgi’ dönemine geçilmiştir. Hız, yeni
bilgileri çabucak yaratmakta ve silmektedir. Bilgi, çoğu geçici kesişmelerin bir sonucudur.
Üretilen bilgi, doğrudan deneyimin yerini alabilmektedir. Kendi yaşadığımız ve
biçimlediğimiz şeylere duyduğumuz inanç kadar, simge sistemlerinin taşıdıklarına da
inanıyoruz. Gerçeklik, artık başka bir tarzda beliriyor. İnternetteki karşılaşmaların ve
dayanışmaların, ortaklaşa bilgi üretiminin politik sonuçlarını değerlendirirken, bütün bu
etkileşimlerin toplumsal güç merkezlerinin manipülatif etkilerine oldukça açık olduğunu
hatırda tutmak gerekmektedir.
SONUÇ
İletişim, geçmişten bugüne kadar insanların birbirleriyle bağlantıda olmak ve kendi
varlığını dünyaya yerleşmek için sürekli yeni yollar bulmasını, yeni yöntemler
geliştirmesini gerektirmiştir. Bu amaca dönük geliştirilen her araç, söz, yazı, elektronik
görsellik vb. insanın zihninde de genişlemeye yol açmıştır. Sözkonusu genişleme, insanın
zihinsel olanaklarının her yeni araçla birlikte gerçekleşebilmesinden başka bir şey
değildir. İnsanın duyularının birer uzantısı da sayılabilecek olan iletişim teknolojilerindeki
her gelişme, sonuçta duyular üzerine etkilerde bulunmaktadır. İnsan zaman içinde sözlü
kültürün topluluk oluşturucu ve insanın bilincinin hareketle, edimle şekillendirildiği
dünyasından, yazılı kültürün insanın iç alanını kurmasına yol açan ve bilinci soyut
kavramlarla hemhal eden dünyasına, oradan da görsel kültürün dünyasına erişmiştir. Bu,
yeni deneyimlerin belirmesini sağlamıştır. Tipografiyle insana uzak olguların soğuk
dünyası yaratılmaya başlanmış; televizyon ve radyo gibi geleneksel kitle iletişim
araçlarıyla bu mesafeli olgusallık güçlendirilmiştir. Günümüzde insanın deneyimi
simgesel biçimler tarafından artan ölçüde dolayımlanmaktadır. Simgesel yapılarla sunulan
deneyim de, insanın gerçek deneyimi kadar sahici olarak algılanmasına yol açmaktadır.
Elektronik ortamla yoğunlaşan görsellik kültürü, sözelliğin insanı harekete ve somut
olana bağlayan ve yazılı kültürün de insanı yüksek düzeyde kendi üzerine düşünebilen
bilinç haline getiren özelliklerine dayanarak kendi dünyasını kurmaktadır. Artık bu,
imgenin güçlü ve merkezi anlam üretici birim olduğu bir dünyadır. İletişim, giderek artan
ölçüde imgeler dolayımıyla sürdürülmektedir. İmge, yazıyı ve sözü destekleyen bir
kategori olmaktan çoktan çıkmıştır. İmgenin hüküm sürdüğü bu yeni kültürün insanı,
kötümser iletişim sosyologları tarafından ‘post cahil’ olarak adlandırılmaktadır. Hem
sözlü hem de yazılı dil içerisinde yerleşemeyen, deneyimin üstesinden gelemeyen,
bilgisayardaki imgeler kadar kendini gerçek hisseden, gerçeklik algısı yanılsamalarla dolu
bu yeni insanın sayısal artışı, pek çok toplum eleştirmeninin korkulu rüyasıdır. Kimilerinin
post-cahil yerine koydukları görsel kültürün insanının bilişsel özelliği, dağıtılmış biliş
olarak adlandırılabilir
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 175
(Mazzali- Lurati, 2009). Görsel çağın insanına olumlu yaklaşan eleştirmenler, bu insanın,
zihinsel kapasitesini arttıran araçlarla anlamlı etkileşimde bulunabilme becerisine sahip
olduğuna dikkat çekmektedirler. Burada sorun, zihinsel kapasitesi bir yandan gelişen
diğer yandan da farklılaşan görüntü kültürünün insanına yeni okur-yazarlık becerilerinin
kazandırılmasıdır.
Günümüzde okur-yazarlık, televizyon ve internet gibi elektronik imge ortamlarının
uzlaşımlarma, göstergelerinin çözümlenmesine, simgeler ve bu simgelerin üretim
süreçleri ve tekniklerine ilişkin yüksek bir farkındalık ve aşinalık edinmesini
gerektirmektedir. Böylelikle toplumun artan ölçüde dolayımlanması süreçlerine yönelik
farkındalığı arttırılabilir ve medya metinleri karşısında eleştirel düşünme
güçlendirilebilir. Bu amaçla erken yaşlardan itibaren insanların telegörsel imgeleri, adeta
semiyotik bir şifre gibi çözebilmesi eğitim süreçlerine dahil edilmelidir. Toplumsal
yaşamda sözün, yazının ya da imgenin totalize edici sonuçlarından kaçınabilmek için,
insanların gerçekliğin üretim tarzına ilişkin yüksek bir farkındalık geliştirmesi gereklidir.
Asıl mesele, sözün, yazının ve görsel olanın, insanın etkinliklerini toplumsal ölçekte
genişleten olanaklarını yitirmeden, politik iradesini ortaya koyabilen daha etkin
yurttaşların yaratılabilmesidir.
176 iletişim Sosyolojisi
Özet
Sözlü kültürü ve sözlü kültürün temel özelliklerini yazar kültürün insanı, topluluk düşünce tarzından
tanımlayabilmek ve sözlü kültürün insandaki benlik uzaklaşarak daha benmerkezci ve soyut bir
algısını ve bilişsel yönelimlerini ayırt edebilmek. dünyada yaşar, kendisine ait bir iç alan geliştire-
Sözlü kültür, insanın doğayla ve birbirleriyle olan bilir. Yazılı kültür, geçmişin bilgisinin kayıtlan-
etkileşimine dayalı deneyiminin, temel olarak söz- ması nedeniyle insan zihnini hatırlamanın yü-
le ve konuşmayla paylaşılarak farklı zaman ve künden kurtarır. Bu da şimdiki zaman algısı kadar,
mekan bağlamlarına aktarıldığı kültürdür. Sözlü geçmiş ve gelecek zaman algılarının da geli-
kültürde, topluluğun deneyim bilgisi anlatıcı fi- şebildiği bir toplumu güçlendirir. Bu algı, kayıt-
gürlerin anlattığı öyküler boyunca paylaşılıp ak- lanan bilgiyle kurulur. Yazılı kültürün insanı kav-
tarılır. Deneyime ve gerçekliğe dair anlatılan bu ramlar ve kategoriler ile deneyim alanına ve ken-
bilgi, insan belleğinde depolanır. Sözel toplum- dine düşünümsel biçimde bakabilir. Eleştirel, yar-
larda deneyim, daha dolaysızca gerçekleşir. Ya- gılayıcı ve çözümleyici düşünür.
P
şadığı deneyim alanından mesafelenemeyen sözel
kültürün insanı, bu nedenle soyut düşünemez, Görsel kültürü ve görsel kültürün temel özellikle-
anlatılardaki ve deneyimlediği gerçekliğe eleştirel rini tanımlayabilmek ve görsel kültürün insandaki
ve analitik bakamaz. Bu nedenle sözlü kültür benlik algısını ve bilişsel yönelimlerini ayırt edebilmek.
toplumları, kapalı ve gelenekçidir. Birey, yazının Görsel kültür görsel olanın ve görmenin hakim
yaygınlaşmadığı ve matbaanın bulunmadığı bu olduğu kültürdür. İnsan deneyiminin daha çok
toplumlarda, kendine ait bir iç dünyaya sahip görmek ve görünmekle dolayımlanmasını ve bu
olamadığından benlik algısı da güçlü değildir. biçimde üretilen bütün kültürel ürünleri ifade
Sözel kültür toplumu, içinde bulunulan anın eder. Görsel kültürün temeli imgedir, insanın
deneyiminin ağır basması nedeniyle, insanların dolayımlanmış etkinlikleri büyük ölçüde imgelere
şimdiki zaman algısı içinde yaşadığı bir toplum- bağlıdır. İmge, yerine geçtiği şeyden daha kalıcı
dur. Sözlü kültürün insanı somut düşünmeye yat- olarak kodlanmış, kültürel olarak inşa edilmiş
kındır; dünyanın tutarlılığı işittiği anlatı boyunca enformatif görsel birimdir. Görsel kültür, Ay-
sunulduğundan, çelişkileri fark etmesi zordur. dınlanma döneminden bu yana görmenin ger-
Eleştirel ve çözümleyici bir düşünce geliştiremez. çekliğin ölçüsü olarak en önemli duyu statüsünde
Süreklilik algısı, bellekte taşınanlarla sağlanır. olduğu düşüncesine dayalıdır. Görsel kültürde
görünen şey, gerçekliği temsil eder olarak al-
Yazılı kültürü ve yazılı kültürün özelliklerini gılanır. Görsel kültürde deneyim, gittikçe artan
açıklayabilmek ve yazılı kültürün insandaki benlik ölçüde imgelerle dolayımlanır; bu dolayımlan-
algısını ve bilişsel yönelimlerini ayırt edebilmek. malarla imgelerde anlam katmanları oluşur. ln-
Yazılı kültür, ya da okur yazar toplum, okuma ve san, görsel kültürde imgelerdeki anlam katman-
yazmayı etkin bir tarzda gerçekleştiren, toplumsal larını içinde bulunduğu bağlam ve duruma göre
deneyimini ve bunun ürünlerini yaygın biçimde kodaçımına uğratarak yorumlayıcı bir etkinlik
yazıyla kayıtlayan ve aktaran kültürdür. Yazılı gerçekleştirir. Ancak bu anlam katmanları da
kültür, Yunan fonetik alfabesinin gelişmesi ile toplumsal mücadelelerle oluştuğundan, bütün bir
matbaanın icadı sonucu, sözel kültürden aşamalı görsel kültür de güç ilişkileriyle biçimlen-
bir kopuş yaratmıştır. Yazılı kültür, insanı mektedir. İmgeler, somut deneyim sunmazlar.
deneyim alanıyla mesafeli kılan, kendi üzerine Ayrıca imge, her şeyi bağlamından geçmişinden
düşünebilen bireyler yaratmıştır. İçinde yaşadığı ve neden-sonuç bağlantısından soyutlayabildiği
deneyimleri, yazının ve okumanın sayesinde tekrar için, belleksizliği destekler ve tarihsel düşünmeyi
değerlendirebilen bu insan, soyutlama yapabilir, zedeler. Görsel kültürün insanı, görsel imgeler
eleştirel ve çözümleyici düşünebilir. Okur çağında sürekli kod çözümleyicisidir; gerçeklik
duygusu zayıflamıştır. Görsel kültür, insanı,
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 177
kendi farkmdalığmm farkında olan bir varlık ha- Görsel okur yazarlığın ne olduğunu ve insana
line getirir. Kendine ait iç alanı oldukça geliş- katkısını özetleyebilmek.
miştir, toplulukla bağı zayıflamıştır. Görsel okur-yazarlık, görsel öğelerin yarattığı an-
lamları eleştirel bir tarzda yorumlama yeterliliği-
Günümüzün dijital medya kültürünün yeni kuşaklar dir. Eleştirel ve çözümleyici görsel okur-yazarlık
açısından yarattığı sorunları sıralayabilmek. sayesinde insan, hangi görsel öğelerin ne amaçla
İnternet başta gelmek üzere dijital medya, hiper- ve nasıl seçilerek bir araya getirildiğini kavrama
metin alanlarıdır. Hipermetin alanında bağlantıda becerisine sahip olur. Bu insan için gerçeklik,
ve seyir halinde olan insan, doğrusal düşünme gördüğünde inanması gereken bir şey olmaktan
tarzından uzaklaşır, eleştirel okuma gerçek- çıkar. Gördüğünün yapılandırılmış ve geri
leştirecek süreye sahip değildir, görme yeteneği ile planında belirli niyetlerin ve çıkarların yer aldığı
gerçeği sürekli işilemden geçirmektedir. Yeni bir inşa olduğunun ayırdına varabilir. Çocukluktan
kuşaklar çok işlemliliği bir yaşam tarzı gibi be- başlayarak görsel okur yazarlık becerileri edinen
nimsemişlerdir. Bilgi, sürekli bağlantıda olan bir birey, görsel medya yoluyla yapılan zihinsel ve
insan topluluğu tarafından birlikte inşa edilen, duygusal manipülasyonlar karşısında durabilir.
çabucak eskiyen ve deneyimin yerini kolayca Görsel okur-yazarlık estetik değerlendirmeleri de
alabilen bir şeydir. Hızın temel unsur olduğu derinleştirerek, kişiye estetik bir algı kazandırır.
elektronik görsellik ortamlarında etkili ve düşü- Sonuç olarak kişi, karşısındakilerle niyetli bir
nümlü okuma için gereken zamanı ayırmamak- iletişim kurmak açısından imgeleri ve görselleri
tadır. İmgelerin sağnağı altında insan, özgün bağ- anlayıp kullanma yeterliliğine kavuşur.
lantılar kurabilen analitik düşünce yeteneğini
kaybetmekte, hızlı ve aceleci bir biçimde zihinsel
işlemlerini mekanik tarzda gerçekleştirmektedir.
Dijital ortamlarda fiziksel olmayan ikonik bir
beden ile yer almakta; gerçek hayattakinden ol-
dukça farklı roller üstlenerek kurgusal kimliklen-
meler içine girebilmektedir. Dijital medya kültü-
rünün en tehlikeli etkisi, üretilen gerçeklik algıları
ve bunların politik sonuçları karşısında sa-
vunmasız bireylerin yaratılmasıdır.
178 iletişim Sosyolojisi
Kendimizi S>nayal>m c. Belirli bir yazarın tek başına ürettiği bir içeriktir
1. Aşağıdakilerden hangisi görsel kültürün tanımında d. Gerçekliğin kökenini ortaya çıkarır
yer almayacak bir kavramdır? e. Sadece internet ortamında üretilir
a. İmge
7. Yazılı kültürde insan belleği nasıl işlemez?
b. Görünürlük
a. Kayıtlama geliştiği için ezberleme zayıflar
c. Anlatıcı figür
b. Hatırlamayı kayıtlanmış belgeler kolaylaştırdığı
d. Anlam
için, insan zihni yeni düşüncelere yönelebilir
e. Yanılsama
c. Bellek, dış kaynaklara daha yoğun başvurur
2. Aşağıdakilerden hangisi bir imge sayılamaz? d. Kendi belleğini kullanma kapasitesi azalır
a. Sözcük e. Unutma azalır.
b. Fotoğraf
8. Sözlü kültürde topluluk dinamiği, bireyi aşağıdaki-
c. Trafik işareti
lerden hangi biçimde etkilemez?
d. Sinema perdesi
a. Kararlarını ve davranışlarını sınırlandırır
e. Cep telefonu
b. Topluluk eğilimlerinin tersine düşünce ve dav-
3. İmge ne değildir? ranışlarında yaptırıma maruz kalır
a. Toplumsal iktidar ilişkilerinden etkilenmeden c. Görüşlerini özgürce geliştirebileceği bir iç alanın
üretilen görsel malzemedir yaratılmasına olanak sağlar.
b. Bulunmayan şeyleri zihinde canlandıran görsel d. Bireyi yalnızlaştırabilir
enformasyondur e. Eleştirel ve kuşkucu düşünmeyi destekler
c. Kodları ve anlamları sabit olmayan, kültüre ve
9. Bilgi, aşağıdakilerden hangisinde, yazar ile alıcı ara-
zamana göre değişen uzlaşımsal birimdir
sındaki ayrımın silikleştiği ortaklaşa bir biçimde üretilir?
d. Kodlanmış görsel birimdir
a. İnternette ve sosyal medya ağlarında
e. Gerçekliği üreten simgesel yapıdır
b. Kitap yazımında
4. Sözel kültürde insan deneyimi nasıldır? c. Gazete haberi yaparken
a. Soyuttur d. Masal ve öykü anlatırken
b. Bireyseldir, insanda bir iç alan yaratımına elverir e. Televizyon programı yaparken
c. Somuttur, nesnelleştirilmesi zordur
10. Edebi okur-yazarlık aşağıdakilerden hangisini insa-
d. Geçmişe ve geleceğe yöneliktir, anın deneyimi
na katmaz?
duyumsanamaz
a. Yabancılaşma
e. Düşünümseldir
b. Düşünümsellik
5. Görsel okur-yazarlığın amacı aşağıdakilerden hangi- c. Karmaşıklıkların farkına varma
si olamaz? d. Sosyallik
a. İnsanlara imgelerin anlamını kavrama becerisi e. Yaratıcılık
vermek Okuma Parças>
b. Görselliğin sunduğu gerçekliğin hakiki ve sahici İmgeler Yağmuru Çağında Görsel Okur-Yazarlığı Ye-
olduğunu kavratmak niden Gözden Geçirmek
c. Başkalarıyla niyetli bir iletişim kurmasını Maria S. Avengerinou (TechTrends, 2009, 53/2, s.28-34.)
sağlamak (...) dünya günümüzde yeni bir statükonun eşiğinde:
d. Çocuklara ve gençlere görsel medyada yapılan imgenin hegemonyası. Ancak bu durum, gerekli eleştirel
manipülasyonları anlama olanağı sağlamak bakış ve düşünüş ile donatılmamış insanlar için, özellikle
e. İnsanın estetik değerlendirme ve algılama bece- de gençler için, karmaşık bir lütuf. Bununla birlikte bu
risini geliştirmek talihsiz durumun üstesinden gelinebilir ve gelinmelidir.
6. Şunlardan hangisi hipermetnin özelliklerindendir? Bu amaca ulaşmak için en güçlü silahımız olan Görsel
a. Resimleri, metni ve sesleri birbirine bağlayan bir Okuryazarlık (GO) kavramını kullanmamız
sistemdir gerekmektedir (...).
b. Merkezi bir yapıdır
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 179
Görsel okur-yazarlığın gerekli olduğu gittikçe daha an- İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
laşılabilir ve aşikar hale geldi. Yıllar önce görsel okur- geçiriniz.
yazarlık becerileri, öğrencilerin gelecekteki gereksinim- 3. a Yanıtınız yanlış ise “Görsel Kültürde İletişim ve
leri olarak ele alınıyordu. Bugün, bu gelecek bizim şim- İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
dimizdir: İletişim ve enformasyon devrimi, epeyce em- geçiriniz.
peryalistçe bir tarzda olsa da, görsel kültürü meydana 4. c Yanıtınız yanlış ise “Sözlü Kültürde İletişim ve
getirdi. Bu “gelecekteki” gereksinimler, zorlayıcı da olsa İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
artık buradalar: dahası bu gereksinimler, sadece sözel geçiriniz.
yönelimli, sol beyin yarısını merkez alan eğitim sis- 5. b Yanıtınız yanlış ise “Görsel Kültürde İletişim ve
teminin ve toplumun sunduğu şeylerle gerçekleştirile- İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
mez. Örneğin, sözel yönelimli, sol beyin yarısı merkezli geçiriniz.
olup doğrusal, mantıklı ve hatırlamalı düşünmeyi sis- 6. a Yanıtınız yanlış ise “Görsel Kültürde İletişim ve
tematik olarak destekleyen eğitim sisteminde zihnin ko- İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
şullandığı düşünme tarzı, yaratıcı düşünme ve sorun geçiriniz.
çözme gibi önemli becerileri tam olarak yerine getirmekte 7. d Yanıtınız yanlış ise “Yazılı Kültürde İletişim ve
başarısızdır. Bundan dolayı eğitimciler, görsel okur- İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
yazarlık eğitimini, geçmiştekinden daha çok talep geçiriniz.
etmekle karşı karşıyadırlar (...) Eğitimciler bütün öğretme 8. c Yanıtınız yanlış ise “Sözlü Kültürde İletişim ve
ve öğrenme deneyimlerinin iletişimi içerdiğinin ve bu İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
iletişimin artık sadece sözlü veya yazılı sözcüklerle geçiriniz.
sınırlandırılamayacağının farkına varmalıdırlar. Diğer 9. a Yanıtınız yanlış ise “Görsel Kültürde İletişim ve
deyişle, bugün sadece basılı olanlardan daha çok oku- İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
nacak şey vardır. Bu bizi, Kress’in önceden çokbiçimli- geçiriniz.
lik (multimodality) veya temsilin çok biçimliliği dediği 10. d Yanıtınız yanlış ise “Yazılı Kültürde İletişim ve
veya Gee’nin anlam ve bilginin sadece sözcüklerde değil İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden
-imgeler, metinler, semboller, etkileşimler, soyut ta- geçiriniz.
sarımlar, ses vb.- çeşitli kipliklerde yapılmasına çokbi- Sıra Sizde Yan>t Anahtarı
çimli ilke dediği kavrama götürmektedir. Bu, yeni tek- Sıra Sizde 1
nolojilerin sürekli gelişen düzenlenmesi aracılığıyla sözel Sözlü toplumlarda, insan maddi ortamla, nesnelerle ve
ve görsel metni bir araya getiren okur-yazarlığın yepyeni süreçlerle daha dolaysızca bir bağlantı içindedir. Bu da
bir kavramlaştırmasıdır (...) Ausburn ve Aus- burn’un deneyimi daha sahici ve hakiki kılar. Deneyimin sağladığı
gelişen görsel okur yazarlığın potansiyel yararları listesi, gerçeklik bilgisinin kuşaktan kuşağa aktarılması,
21. yüzyılla da uygunluk içindedir. Görsel okur-yazarlık: anlatıları kayıtlayan insan belleği sayesinde gerçekleşir.
her türlü sözel becerileri arttırır, kendini ifadeyi ve İnsan belleği, anlatısal geçmiş ile şimdiki zaman arasında
düşünceleri düzenlemeyi geliştirir, kendilik imgesini ve oluşur. Sözlü kültürde, toplumsal bellekte neyin ne kadar
dünyayla bağlantıyı güçlendirir, kendine güvenmeyi, taşınabildiği sorunu vardır. Kişi, geçmişi çok az idrak
bağımsızlığı ve kendinden emin olmayı geliştirir. Görsel eder. İçinde bulunulan anın kendisi ağır basar.
okur-yazarlık aynı zamanda bugünün dünyası daha iyi Dolayısıyla sözlü kültürün insanı, adeta genişletilmiş ve
kavramayı ve onunla daha iyi etkileşim halinde olmayı da sonsuz bir şimdiki zaman algısı içinde yaşarlar.
olanaklı kılar.
Sıra Sizde 2
Okur ile metin arasında, indirgenemez bir mesafe ve
boşluk vardır. Bu mesafe ve boşluk sayesinde kişi, oku-
duğu metindeki dünyaya ve giderek de kendi yaşadığı
Kendimizi S>nayal>m Yan>t Anahtar dünyaya eleştirel bakabilecek bir bakış açısını kazana-
1. c Yanıtınız yanlış ise “Görsel Kültürde İletişim ve bilir. Yani yazılı kültür, kişiye topluluk denetiminden
İnsanın Durumu” konusunu yeniden gözden görece kaçınabileceği bir iç dünyanın gelişmesine olanak
geçiriniz. sağlar. Çünkü kişi, okur-yazarlıkla birlikte düşüncesini
2. d Yanıtınız yanlış ise “Görsel Kültürde İletişim ve içinde bulunduğu bağlamdan ayırarak, dikkatini kendi iç
180 iletişim Sosyolojisi
alanına, iç düşüncesine doğru yöneltebilir. Bu ise bir bilinç haline dönüştürmektedir. Hem geleneksel hem
özbenlik gelişimini güçlendirir. de dijital görsellik, doğrusal düşünme yerine, diyaloğa
dayalı, etkileşimli ve süreç yönelimli düşünme tarzını
Sıra Sizde 3 güçlendirir. Böylelikle insan zihninin düşünümselliği ar-
Görsel kültür, görüntüye ve görünenin hakimiyetine tabilir. Dijital görsel ortamda bedenin fiziksel bir beden
dayalı bir kültürdür. İmgeler, görsel kültürün temelidir. olmaktan çok, farklı roller üstlenen çoklu kimliklere sahip
İmgeler, görsel kültürün hakim olduğu bir dünyada, kişiyi kurgusal bir beden olması da, insanın kendi doğrudan
edilginleştiren, doğrudan deneyimin yerini alan en- deneyimi olmayan deneyim alanlarına açılmasını ve
formatif birimlerdir. Görsel kültür, en önemli niteliği bunların bilgisini kendi gerçeklik alanına bir biçimde
görünmek ve görünür olmak olan bütün kültürel ürünlere dahil etmesini kolaylaştırmaktadır.
ve bunların üretilmesine gönderme yapar. Bu kültürde Yararlanılan ve Başvurulabilecek
görsel olan her şey toplumsal olarak inşa edilirken, neyin Kaynaklar
neden görünür olduğu üzerinde de toplumsal mücadeleler Avgerinou, M. (2009). “Re-Viewing Visual Literacy in
sürer. Görsel kültür, görmeyi verili ve doğal olarak değil, the Bain d’Images Era”, TechTrends, 53(2), s.28-34.
içinde yaşanılan kültürel ortam tarafından ve iç düşünce Bal, M. (2003). “Visual Essentialism and the Object of
süreçleri tarafından koşullanmış bir etkinlik olarak ele Visual Culture”, Journal of Visual Culture, 2(1), s.
almayı gerektirir. Bu nedenle görsel kültürde, gerçeklik 5-32.
kavramı da sorunludur. Gerçeklik, yakalanması zor bir Csikszentmihalyi, M. ve Kubey, R. (2001). “Television
şeydir. Bütün bir görsel kültür, bu nedenle, ideolojilerle and the Rest of Life: A Systematic Comparision of
ve güç ilişkileriyle birleşiktir. Subjective Experience”, Public Opinion Quar- terly,
Sıra Sizde 4 vol. 45., s.317-328.
Görmek bir üretimdir, anlamın üretimidir. Kişi herhangi Crask, M. R. & F. D.Reynolds, (1980). “Print and Elec-
bir görsel imgeyle karşılaştığında, ondaki anlam kat- tronic Cultures?”, Journal of Advertising Research,
manlarını kod açımına uğratan ve yorumlayan bir okuma 20 (4), s.47-52.
pratiği gerçekleştirmiş olur. Görsel malzemeyi yo- Dalton, B. ve Proctor, C.P. (2008). “The Changing Land-
rumlamada da düşünmede de kendiliğinden eleştirel bir scape of Texts and Comprehension in the Age of
boyut yoktur. Kişinin imgeleri düşünebilmesi için, her New Literacies”, içinde Handbook of Research on
şeyden önce onları anlaması ve işlevlerini kavraması the New Literacies, ed. J.Coiro, M. Knobel vd. New
gereklidir. İşte görsel okur-yazarlık, eleştirel görmeyi York: Lawrence Erlbaum Associates. S.297-324.
Debord, G. (1996). Gösteri Toplumu ve Yorumlar,
olanaklı kılar. Görsel okur yazar insan, eleştirel düşünme
İstanbul: Ayrıntı Yay.
becerisini -ki bu deneyimin kendisinden minimum bir
Doy, G. (2005). Picturing the Self: Changing Views of the
çekilmeyi gerektirir- görsel ürünlere ve imgelere uy-
Subject in Visual Culture, New York: I.B.Tauris.
gulayabilir. Böylelikle imgelerin, gerçeğin ta kendisi
Dursun, Ç.(2011). “Medya ve Okuma Kültürü”, içinde
değil de belirli gerçeklikler üretmek için belirli tarzda
Okuma Kültürü Sempozyumu Kitabı, Ankara:
kodlanmış enformatif birimler olduğunu kavrayan insan,
Eğitim Sen, s.135-151.
karşısına çıkarılan gerçekliklere körü körüne inanmaz.
Düttmann, A.G. (2002). “The ABC of Visual Culture or
Eleştirel görme, çağımız insanına farklı gerçeklik A New Decadence of Illiteracy”, Journal of Visual
iddiaları karşısında kendisininkini savunacak bir donanım Culture, 1(1), s.101-103.
kazandırır. Goody J. ve Watt, I. (2005). “Okuryazarlığın Sonuçları”,
içinde Kitle İletişim Kuramları, der. E.Mutlu, An-
Sıra Sizde 5
kara: Ütopya Yay., s.123-174.
Elektronik ve dijital görsellik dünyasında insanın işba-
Hakemulder, F. (2008). “Literary Potential: The Unexp-
şında olan duyusu görmedir. Görme alanına hakim ol-
lored Powers of Reading”, Information Design Jo-
maya çalışan göz, gerçeği sürekli işlemden geçirmektedir.
urnal, 16(2), s.126-132.
Özellikle internet ortamında seyir halinde olan kişi,
Havelock, E. A. (1980). “The Corning of Literate Com-
imgelerle yazma arasında yeni bağlantı tarzları keşfede- munication to Western Culture”, Journal of Com-
rek kullanmaktadır. Dijital görsellik, insanın zihnini, için- munication, s.90- 98.
de yaşadığı toplumsal alandan mesafelenen, dikkatini Jenks. C. (1995). “The Centrality of the Eye in Western
görülmemiş ölçüde kendi iç dünyasına veren, kendinin Culture”, içinde Visual Culture, ed. CJenks, UK:
bilincinde olmaya çalışan ve benlik duygusu güçlenmiş
7. Ünite - Sözlü Yazılı ve Görsel Kültürde insan ve Toplum 181
8
Amaçlarımız
Bu üniteyi tamamladıktan sonra;
Mobil iletişim teknolojileri alanında yakın dönemde yaşanan gelişmeleri ve
toplumsal etkilerini kısaca tanımlayabilecek,
<j^ Teknolojik belirlenimci yaklaşımı ve konunun yeni iletişim teknolojileriyle ilgili
tartışmalardaki yerini değerlendirebilecek,
Mobil iletişim teknolojileri içerisinde öne çıkan mobil telefonun ve kablosuz
înternet’in küresel düzeyde kullanımını ve yayılımını açıklayabilecek,
<j^ Gençlerin mobil iletişim teknolojileriyle ilişkilerini tartışabilecek,
Mobil iletişim teknolojilerin sosyoekonomik eşitsizliklerle ilişkisini ve gelişmekte
olan ekonomiler için sağladığı olanakları tartışabileceksiniz.
Anahtar Kavramlar
• Mobil İletişim Teknolojileri • Kablosuz Internet
• Teknolojik Belirlenimcilik • Apparatgeist
• Tekno-Sosyal Pratikler
Mobil İletişim Teknolojileri:
Bağlanmanın S>n>rlar>
MOBİL İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİ: BAĞLANMANIN SINIRLARI
İkinci milenyum sona ererken, bütün dünya bireylerin ve toplumlarm yaşamını derinden
etkileyen ve merkezinde iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerin yer aldığı sayısız
dönüşüme tanıklık etti. Toplumsal ve ekonomik kökenleri sanayi devrimine uzanan ve 20.
yüzyılın ortalarında mikro-elektronik alanında yaşanan çok önemli buluşlarla ivmelenen bu
dönüşümler, toplumlarm yaşamında bilgi ve iletişim teknolojilerini (BİT) vazgeçilmez bir
konuma yerleştirirken, insanın iletişim etkinliği de tartışılmaz biçimde çeşitlendi,
karmaşıklaştı. Hiç kuşkusuz bu değişimler, farklı sosyoekonomik, kültürel ve politik
özellikler gösteren toplumlarda farklı düzeylerde yankılandı. Söz gelimi bilgi toplumu
olarak nitelendirilen gelişmiş toplumlarda BİT, yaşanan toplumsal/kültürel değişimin ve
ekonomik üretim-tüke- tim zincirinin itici gücü haline gelirken, bu süreci kıyıdan izlemek
durumunda kalan coğrafyalarda ve topluluklarda değişimin etkisi görece yüzeysel kaldı.
Ancak yine de, üçüncü milenyumun ilk on yılını geride bıraktığımız bu dönemde, bir
gerçeği kabul etmemiz gerekiyor: Bilgi ve iletişim teknolojilerinin toplumsal, bölgesel,
coğrafi etki alanı haritası, söz konusu dönüşümlerin yalnızca ileri kapitalist toplumlarla
sınırlı kalmadığını açıkça gösteriyor. Dahası, 1990’lı yılların ikinci yarısında yoğunlaşan
saha araştırmalarından yola çıkılarak, yeni iletişim teknolojilerine erişimdeki coğrafi
dengesizlikler ve eşitsizlikler nedeniyle kaygı uyandıran coğrafyaların, 2000’lere
gelindiğinde beklenmedik gelişmelere sahne olduğunu söyleyebiliriz. Geçen on yıllık
zaman diliminde 1990’larda çizilen sosyolojik resim radikal değişikliklere uğradı, küresel
boyutta yaşanan gelişmeler yeniden okunmayı gerektiren farklı gerçekliklerin ortaya
çıkmasına neden oldu.
Örneğin gelişmekte olan ülkeler 2000-2003 yılları arasında mobil teknoloji pazarının %
60’ını oluşturdu. Dijital teknolojilere erişimde farklı gruplar, toplumlar ve bölgeler arasında
kendini gösteren dijital uçurum yalnızca sabit telefon hatlarında ve mobil telefon
teknolojilerinde değil, İnternet temelli teknolojilerde de ciddi bir gerileme eğilimi gösterdi.
1995 yılında gelişmekte olan ülkelerde mobil telefon sahipliği ibresi toplam 12 milyonu
gösteriyorken, bu rakam 2005 yılında 1,15 mil-
Dijital uçurum: Genel olarak,
varsıllar ile yoksullar, gelişmiş
ülkeler ile gelişmekte olan
ülkeler, beyazlar ile siyahlar,
erkekler ile kadınlar, gençler
ile yaşlılar, kentliler ile kırsal
kesimde yaşayanlar, fiziksel
olarak yeterli olanlar ile
engelliler, İngilizce konuşanlar
ile diğer dilleri konuşanlar
arasında, yeni bilgi ve iletişim
teknolojilerine ulaşımda ve bu
teknolojilerin etkili
kullanımında ortaya çıkan
farklılıklar ve uçurumlar, dijital
uçurum (ya da dijital bölünme)
kavramıyla karşılanmaktadır.
184 iletişim Sosyolojisi
yarı geçti, mobil telefon sahibi birey sayısı, sabit hat sahiplerinin yedi katına çıktı
(Srivastava, 2008: 25). Dahası beslenme gibi en temel insani gereksinimler konusunda
yakıcı sorunlarla mücadele eden, açlık ve yoksulluğun kalıcı toplumsal sorunlara dönüştüğü
coğrafyalarda iletişim teknolojileri, bireylerin “temel ihtiyaçlar” listesinde hızla üst sıralara
tırmandı (Banerjee ve Duflo, 2011: 66-72).
Mikro-elektronik ve iletişim teknolojilerinin 1950’li yıllardan başlayarak bugüne dek
Mobil
Teknolojiler
Kaynak:
http://www.newfangled.com/mobile_technology_and_web_enhanced_devices
(Son erişim tarihi: 27Ağustos 2011)
geçirdikleri belli başlı evrelere baktığımızda, mobil -ya da kablosuz- iletişim
teknolojilerinin özel bir konuma sahip olduğunu görüyoruz. Mobil iletişim teknolojileri,
yerküre çevresinde bugüne dek başka hiçbir iletişim aracında gözlemlemediğimiz bir hızla
yaygılaştı, yaygınlaşıyor. İnsanın sabit bir mekâna bağımlı olmaksızın, dilediği zaman,
dilediği yerde, özgürce iletişim kurma düşü, fiziksel ortamdan bağımsız, bireyin diğer
etkinliklerine uyarlanabilen, aynı anda birden fazla işlev üstlenebilen yeni bir iletişim
ortamının doğmasına yol açıyor (Castells vd., 2004).
Çağdaş iletişim araçlarından mobil telefonlar, dilediğimiz zaman iletişime geçebilme
olanağı sağlıyor; masaüstü kişisel bilgisayarların yerini sabit bir yer kaplamayan, hafif ve
taşınabilir dizüstü bilgisayarlar, çok-işlevli dijital teknolojiler alıyor; evlerimizdeki müzik
albümlerini geçen yüzyılın en “yeni” teknolojisine, CD ortamına aktarırken, bugün bütün
müzik arşivimizi yanımızda taşıyabileceğimiz dijital müzik çalarlara ya da telefonumuza
kaydediyoruz. Kablosuz iletişim teknolojileri Internet! coğrafyasız bir ortamda her yerden
erişilebilir kılarken, “şu anda neredesin?” sorusu, telefon konuşmalarımızın rutin
sorularından birine dönüşüyor. Kentlerin en işlek merkezlerinde ya da kalabalık metrolarda
dilediğimiz anda kendi özel duvarlarımızı örebiliyor, birbirimize fiziksel olarak en yakın
olduğumuz ortamlarda bile, alabildiğine uzak ve özelleştirilmiş bir iletişim kurgusu
içerisinde bir yerden diğerine seyahat edebiliyoruz. Dünya üzerinde hane giderleri arasında
önemli yer tutan harcama kalemlerinin genel seyrine baktığımızda, iletişimin diğer sektörler
arasında en hızlı gelişmeye sahip olduğunu, bilgi ve iletişim teknolojilerine yapılan
harcamaların sağlık ya da gıda gibi temel harcamaların çok üzerinde bir hızla arttığını
görüyoruz (Fotoğraf 8.1). Üstelik, Uluslararası
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 185
Kaynak: OECD
Communications
Outlook-2009,
Information and
Communications
Tarihin “seyrek kesintilerinden birine” tanıklık ettiğimiz, bir sonraki “denge dö-
neminin” bugünden kurulmaya başladığı ve bu kuruluşta enformasyon/bilgi teknolojilerinin
yaşamsal bir önemi olduğu argümanları doğruysa, söz konusu teknolojilerin ortaya çıkış
koşullarına, çalışma ilkelerine ve izledikleri evrelere yakından bakmak, içinde yaşadığımız
hızlı toplumsal değişimi ve maddi kültürümüz üzerindeki etkilerini kavramamızda yardımcı
olabilir.
Ancak daha önce, teknoloji-toplum ilişkisini açıklamaya çalışan pek çok kuramın,
kuramcının yanıt aradığı bir soruyla yüzleşmemiz gerekiyor: Böylesine köklü, tarihsel
nitelikte olduğu ileri sürülen bir toplumsal dönüşümün merkezine teknolojiyi
yerleştirdiğimizde, diğer kültürel, politik ve toplumsal değişkenleri göz ardı etmiş ya da
ikincil konuma indirgemiş olmuyor muyuz? Bir başka ifadeyle, teknoloji, kendine özgü
işleyiş mekanizmaları, üretim/tüketim stratejileri, benimsediği ya da dışarıda bıraktığı
değerler sistemiyle, kısacası bir bütün olarak ortaya çıkmasına ve varlığını sürdürmesine
neden olan “ideolojisiyle”, devrimsel nitelikte bir toplumsal dönüşümün öncüsü olabilir mi?
Bu soruya vereceğimiz yanıt, toplumsal değişim sürecinde etkisi olan pek çok etkeni
sıralarken, listenin başına hangi değişkeni ya da değişkenleri koyduğumuzla yakından
ilişkilidir. Dolayısıyla bu soruya verilen farklı yanıtları yerleştirebileceğimiz, tek bir alt
başlıktan ya da homojen bir kategoriden söz edemiyoruz.
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 187
İnsanın iletişim,
teknolojileriyle kurduğu
ilişkiye dair radikal
görüşleriyle bilinen
Kanada’lı araştırmacı
Marshall McLuhan
(1911-1980), çok sayıda
önemli çalışmaya imza
attı. Kuramcı “araç
mesajın kendisidir”
mottosuyla bilinen
yaklaşımını, ilk baskısı
1964 yılında yapılan
Understanding Media
Neil Postman, Televizyon: Öldüren Eğlence (Çev. Osman Akınhay, Ayrıntı Yayınları, 2010)
adlı bilinen eserinde, bir eğlence aracı olarak önerilen televizyonun bireylerin ve toplum-
ların yaşamında olumsuz ve kalıcı izler bıraktığını ileri sürer. Kitap, iletişim araçlarının
işlevlerini tarihsel bir izlek üzerinden tartışır. 1980'lerin ortasında yayımlanan ve uzun yıllar
tartışılan bu çalışma ilginizi çekebilir.
K İ T A
P )
188 iletişim Sosyolojisi
c
İNTERNET
Çağdaş küreselleşme tartışmalarında sıklıkla göndermede bulunulan “küresel köy” kavra-
mım alanyazına kazandıran Marshall McLuhan'ın yapıtlarına, yaşamına ve konuşmalarına
dair ayrıntılara, kuramcıya adanan http://marshallmcluhan.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Teknolojik belirlenimci yaklaşımın 20. yüzyılın en popüler kitle iletişim aracı olan televizyon
üzerine geliştirdiği argümanlardan yola çıkarak, mobil iletişim teknolojilerinin bireylerin
günlük yaşamındaki olumlu ve olumsuz yansımalarına, kendi yaşamınızdan örnek verebilir
misiniz?
Kablosuz iletişim, teknolojileri, bugüne dek hiçbir iletişim, teknolojisinin başaramadığı bir
hızla gezegenin çevresinde yayılıyor. Çünkü iletişim, bütün alanlarda insan etkinliğinin
kalbinde yer alıyor; bu teknolojinin, gerekli alt yapıya sahip herhangi bir yer ile başka bir
yer arasında çok-işlevli (multimodal) bir iletişim kurulmasına zemin hazırlayacak şekilde
gelişmesinin derin toplumsal etkilerde bulunması beklenmelidir. Öte yandan bunların hangi
koşullar altında, kim için, ne için ve ne tür etkiler oldukları tartışmaya açıktır. Gerçekten de,
teknoloji tarihinden ve İnternet tarihinden öğrendiğimiz üzere, insanlar ve örgütler bir
teknolojiyi, o teknolojiyi tasarlayanların hayal ettiklerinden çok farklı amaçlarla
kullanabiliyorlar (2004: 1).
Tam da bu nedenle yeni iletişim teknolojileri, yeni kaygılar yaratabiliyor. Bir örnek
verelim: Modern toplumlarda ve kent yaşamının karmaşası içinde bireyle- rarası samimi
ilişkilerin giderek önemini yitirdiği argümanı sıkça dile getirilir. Örneğin McPherson vd.
ve Putnam gibi araştırmacılar, iletişim teknolojilerinin yoğun biçimde kullanıldığı
ABD’de, 2000’li yıllara gelindiğinde sosyal ağların/ilişkilerin ciddi biçimde gerilediğini,
sosyal sermayede önemli bir düşüş yaşandığını ileri sürüyorlar (akt. Ling, 2008). Oysa Sosyal sermaye:
Bourdieu'nün ifadesiyle
Katz vd. (2004) tersini düşünüyor: Bu görüşe göre, 2000’li yıllar, bireylerarası ilişkilerde sosyal sermaye, mevcut ya
yüz yüze iletişim gerilerken, etkileşimli iletişim teknolojilerinin giderek ağırlık kazandığı, da potansiyel bir takım
kaynakların ve olanakların,
mobil telefon, e-posta, SMS, Facebook, Tıvitter, MySpace gibi hizmetlerin yaygınlaştığı karşılıklı olarak birbirlerini
yıllardır. Bu teknolojilere olan ilginin boyutları, günlük ya da profesyonel yaşamda ve tanıyan, yakın ilişki halinde
olan kişiler arasındaki
sosyal ilişkilerimizde giderek artan vazgeçilmezliği göz önüne alındığında, söz konusu kurumsallaşmış, daysnıklı
teknolojilerin yeni bir yakmlık/samimiyet tanımı ve kurgusu inşa ettiğini, söz konusu tek- ağlara bağlı olarak
kümelenmesidir.
nolojilerin toplumsal birlikteliği zayıflatmak bir yana, teşvik ettiğini söylemek mümkün.
İngiliz edebiyatının önemli isimlerinden Eric Arthur Blair (1903-1950) ya da bilinen takma
ismiyle George Orwell, 1984 (Çev. Celal Üster, Can) adlı ünlü romanında, modern iletişim
teknolojilerinin totaliter bir iktidarın (Big Brother) elinde ürkütücü bir denetim me- K İ T A
kanizmasına dönüştüğü, çarpıcı bir distopya yaratır. Uzun yıllar medya-iktidar ilişkisine dair P
eleştirel yaklaşımlara esin kaynağı olan bu son derece etkileyici roman, yeni iletişim
teknolojilerinin hızlı yayılımı karşısında bir bakıma yeniden keşfedilmiştir.
INTERNET
Kendisi de bir blog yazarı olan Morozov, Net Yanılsaması kitabı üzerine Radikal Gazetesi' nde
yayımlanan söyleşisinde, “İnternet'in sadece özgürleştiren bir doğası olduğuna na- if biçimde
inanan ve risklerini görmeye direnenleri” siber-ütopyacı olarak nitelendirirken, “İnternet’in
karanlık yönünü kavrayabilen ve Batılı şirketlerin sunduğu siber takip ve taciz teknolojilerinin
otoriter rejimlere satılmasını eleştirenleri” ise siber-gerçekçi olarak nitelendiriyor.
“Özgürlükler twit’le gelmez” başlıklı bu ilginç söyleşinin sayfasına google üzerinden
erişebilirsiniz.
Telefonun icat edildiği 1876 yılından bu yana, insanın uzak mesafelerle, sözlü
olarak ve eşzamanlı iletişime geçebilme tutkusu artarak sürdü. Katz ve Aakhus’un (2004:
2) ifade ettiği gibi, Yunan tanrılarının kralı Zeus bile bir mesaj gönderebilmek için
Merkür’ü haberci olarak kullanmak zorunda kalıyorken, insan, bu heyecan verici buluş
sayesinde aracıları ve mesafeleri önemsiz hale getirmeyi başardı; telefon, insan-teknoloji
ilişkisinde haklı ve eşsiz bir yer edindi. Telefon teknolojisinin gelişimi içerisinde en önemli
sıçramalardan biri, sözlü iletişimi kablodan bağımsız hale getiren mobil telefon
teknolojisiyle yaşandı. Mobil telefon bireysel, ai- le-içi iletişim gereksiniminden gündelik
yaşamın örgütlenmesine, profesyonel iş yaşamından eğlence tüketimine, alışverişe, eğitim,
sağlık ve finans hizmetlerine kadar pek çok farklı sosyal etkinliğin ve sürecin ayrılmaz
parçasına dönüştü.
Mobil iletişim teknolojilerinin merkezinde yer alan bu teknoloji sayesinde, iletişimde
bir yere ya da bir coğrafyaya erişimin yerini, adres tanımlarından bağımsız, doğrudan
kişilere ulaşabildiğimiz bir iletişim modeli alıyor, küresel ölçekte erişilebilirlik artıyor.
Mobil telefonlar ya da Türkçede yaygın kullanımıyla cep telefonları, özellikle kendi sosyal
ağımızda bulunan aile üyeleri, arkadaşlar ve meslektaşlar gibi yakınlık duyduğumuz
kişilerle iletişimde diğer iletişim araçlarına oranla çok daha sık kullanılıyor. Yeni
eklentilerle birlikte İnternet’e erişimde de yoğun olarak kullanılmaya başlanan mobil
telefonlar, son yıllarda bu teknolojiye odaklanan piyasa araştırmalarının ve akademik
çalışmaların sayısında bir patlamaya yol açıyor.
192 iletişim Sosyolojisi
Mobil telefonların yerküre üzerindeki “kapsama alanı’’, insanlık tarihi boyunca başka
hiçbir iletişim teknolojisiyle karşılaştırılamayacak boyuta ulaştı (Economist, 2008). 19901ı
yılların başında GSM alt yapısına bağlı olarak ilk kez kullanılmaya başlayan mobil telefon
teknolojisi, başlangıçta İnternetin gelişim çizgisiyle ile benzer bir eğilim izliyordu. Ancak
2000’li yıllara gelindiğinde mobil telefonun yayılım hızı, dünya ölçeğinde İnternetin iki
katma erişti (Şekil-2). 1995-2005 yılları arasında Internet’e ve mobil telefona erişim
oranlarına bakıldığında başlangıçta birbirlerine son derece yakın olan iki değerin, zamanla
mobil telefon lehine hızla arttığını görmek mümkün. Nitekim bugün Internet’e erişimin
olmadığı coğrafyalarda bile mobil telefon kullanımıyla karşılaşabiliyoruz (Srivastava,
2008: 17).
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 193
100
80
40
120
60SabitInternational
Kaynak: hatlı
33 telefonlar
41 Telecommunications
Mobil telefon
37 aboneliği 41 kullanıcıları
49 İnternet
78Union, 42 H
45AfrikaGeniş bant aboneleri
http://www.itu.int/TTU- Bölgelere göre her
36
D/ict/statistics/ict/index.html, son72erişim tarihi, 1 Eylül 2011. 100 kişide bilgi ve
ABD ve Latin Amerika
iletişim
H Asya H Avrupa H teknolojilerine
erişim (2007).
Okyanusya H Dünya
Kısa zamanda pek çok ülkede günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçasına dönüşen
mobil telefonlar, sosyoekonomik statü göstergeleriyle açıklanması güç bir kullanım
oranına erişti. Bir başka ifadeyle, yalnızca toplumun üst ekonomik kesimlerinde ya da
gelişmiş kapitalist ülkelerde değil, mutlak ve göreli yoksulluk ölçütleri açısından en yoksul
kesimlerde ve dünya üzerinde gelişmişlik listesinin en altında yer alan ülkelerde de mobil
telefon kullanımı beklenmedik bir artış gösterdi. 2002 yılında dünya üzerinde mobil telefon
abonesi sayısı, sabit hat sahipliğini geçti. 2008 yılında mobil telefon abonelerinin sayısı
dört milyara ulaştı. 1993 yılında gelişmekte olan ülkelerde toplam mobil telefon aboneliği
3 milyon iken, bu rakam on yıl sonra, 2003 yılında 608 milyona ulaştı (Srivastava, 2008:
22). 2000 yılında gelişmekte olan ülkelerde mobil telefon aboneliği dünyadaki toplam
aboneliğin % 30’unu oluştururken, 2004 yılında bu rakam % 50’ye, 2007 yılında ise %
70’e çıktı. Kısaca, dünya üzerinde mobil telefon teknolojisi, on yıl gibi kısa bir sürede, lüks
tüketim harcamaları listesinden çıktı, temel gereksinimler listesine eklendi (Zhen-Wei Qi-
ang, 2009). Dünya Bankası tarafından yayımlanan 2009 yılı sonuçlarına göre mobil telefon
sahipliğinde Çin, Hindistan, Endonezya, Pakistan, Vietnam, Tayland gibi ülkeleri içine
alan Asya kıtası lider konunda bulunuyor (Tablo8.1).
194 iletişim Sosyolojisi
Tablo 8.1
Ülke Ad> Mobil telefon aboneliği Y>l
Dünya Bankası, mobil
telefon aboneliği 1 Çin 747,000,000 2009
rakamları (2009) 2 Hindistan 525,089,984 2009
Kaynak: 3 ABD 298,404,000 2009
http://data.world.bank
org/indicator/IT.CEL. 4 Rusya federasyonu 230,500,000 2009
SETS Son erişim tarihi,
1 Eylül 2011 5 Brezilya 173,959,360 2009
6 Endonezya 159,247,632 2009
100
90 87,2 ■ Hanelerde internetebağlı
Hanelerde Bilgi ve
İletişim 80 ekipman sahipliği
Teknolojileri 70 ■ Hanelerde ekipman sahipliği
Ekipmanı ve cı 60
İnternete Bağlılık 50
Durumu, 2008
40
Kaynak: Devlet 30 27,2
Planlama Teşkilatı, 20
Bilgi Toplumu 10
İstatistikleri Raporu, 0
Mayıs 2009
Sabit telefon Cep telefonu Masaüstü Taşınabilir Oyun konsolu
bilgisayar(PC) bilgisayar
mn ifade etme biçimlerinin ve deneyiminin çeşitlenmesine, zenginleşmesine zemin Apparatgeist kuramı: Mobil
teknolojiler ve toplumsal
hazırlıyor. İlerleyen bölümlerde değineceğimiz üzere, mobil telefon, diğer yeni bilgi ve etkileri üzerine çalışmalarıyla
iletişim teknolojileriyle birlikte, insanın temel iletişim etkinliklerinde geleneksel zaman bilinen Katz ve Aakhus,
aracın, yalnızca o teknolojinin
ve uzam algısını radikal olarak dönüştürüyor. Katz ve Aakhus bu konuda bir adım daha tasarımını değil, aynı
ileri gidiyorlar ve teknolojinin toplumsal olarak inşa edildiği görüşüne karşı çıkarak, zamanda bu teknolojiyi
kullanan, kullanmayan ve
mobil telefonların, bu teknolojiyi kullanan farklı bireyler ve toplumlar arasında, karşı olanları da etkileyen
evrensel bir ruhu olduğunu
uzamdan bağımsız, ortak bir zaman algısına dayalı, yeni ve evrensel bir ruhun, bir tür ileri sürer.
Apparatgeist’in gelişmesine yol açtığını ileri sürüyorlar (Economist, 2009).
Sevda Alankuş'un derlediği Yeni İletişim Teknolojileri ve Medya (Bia, 2005) başlıklı kitap,
yeni iletişim teknolojileriyle birlikte değişmekte olan medya ortamı ve gazetecilik pratikleri
K İ T A
P )
üzerine oldukça yararlı tartışmalar içeriyor.
tişimi özellikle teşvik ederken, ABD’de bu işlev önemli ölçüde serbest piyasa koşullarına
bırakılmıştır. Sosyokültürel etkenler de farklı toplumların mobil iletişim tercihlerini
etkileyebiliyor: Örneğin kişisel bilgisayar sahipliğinin yüksek olduğu, bireylerin daha
çok kendi araçlarıyla seyahat ettikleri ve özel alan algısının güçlü olduğu ABD gibi
ülkelerde mobil iletişim hizmetlerinden (örn. SMS göndermek gibi) yararlanma oranı,
kitlesel taşımacılığın yoğun olarak kullanıldığı ve kişisel bilgisayar sayısının sınırlı
olduğu ülkelere göre daha düşük olabiliyor.
Genel olarak mobil telefon teknolojisini ele aldığımız bu bölümün ardından, mobil
teknolojileri daha işlevsel ve vazgeçilmez kılan kablosuz İnternet teknolojisine
değineceğiz.
Flew, İnternetin politik anlamda da son derece işlevsel olduğunu; esnek ve akışkan
ağlar sayesinde, yeni iktidar, direniş ve aktivizm biçimlerinin üretilebildiğini; böylece
hükümetlerden, partilerden ya da geleneksel haber medyasından oluşan kurumsal
otoritenin müesses alanlarına karşı önemli bir meydan okuma fırsatı doğduğunu ileri
sürüyor. Bu etkili teknolojiyi mobil telefonlarla buluşturan yeni uygulamalar, İnternet’e
erişimde masaüstü bilgisayarların otoritesini iyiden iyiye sarsıyor; İnternet’e erişim gün
geçtikçe sabit araçlara ya da bir kabloya bağlı olmaktan uzaklaşıyor; Castells’in
kavramsallaştırdığı “ağ toplumu” içerisinde kablosuz İnternet, insanın ekonomik,
kültürel ve politik etkinliklerinin ayrılmaz ve mobil bir parçasına dönüşüyor. Dünyanın
farklı coğrafyalarında giderek artan sayıda birey, Barry Wellman’ın (2001) ağlaşmış
bireyselcilik tanımını doğrular biçimde, bireysel tercihlerin şekillendirdiği, mobil bir
iletişim modelini benimsiyor (fiekil-5). Wellman’a göre:
Bir yerden bir yere bağlanma pratiğinin, bireyden bireye bağlanmaya doğru değiştiğine
tanıklık ediyoruz. Mobil telefonlar, çağrı cihazları ve kablosuz İnternet, insanların belirli
bir mekâna bağlılığını azalttı (...) Bir yerden bir yere hızlı iletişimin örgütlerin ve
cemaatlerin parçalanmalarını ve dağılmalarını teşvik ettiği bir ortamda, bireyden bireye
yüksek hızlı iletişim de çalışma grulannm ve hanelerin parçalanmalarını, dağılmalarını
teşvik ediyor. Ağlaşmış bir bireyselciliğe doğru yol alınıyor (...) Her birey bilgiye,
işbirliğine, kurallara, desteğe, sosyalleşmeye ve bir aidiyet duygusuna sahip olabilmek için
kendi ağını bağımsız biçimde işletiyor (2001).
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 197
Mobil telefon aboneliğinin 2010 yılında yaklaşık beş milyara ulaştığını ve Inter- net’e
erişimi mümkün kılan teknolojilerin ucuzlayarak yaygınlaştığını göz önüne aldığımızda,
dünya genelinde bir bilgisayar sahibi olmadan da ağ üzerinde var olabilenlerin, işlem
yapanların ve sürekli iletişim halinde olan bireylerin sayısının katlanarak artacağını
kestirmek güç değil. Uluslararası Telekomünikasyon Birliği’nin (ITU, 2009) verileri de
bu gözlemi doğruluyor: Buna göre, 2010 sonrasında Internet’e erişimde bir masaüstü
bilgisayar yerine, kendi mobil telefonlarını kullanarak ulaşan kişi sayısı artacak; mobil
Geniş bant (broadband):
geniş-bant aboneliği dünya genelinde bir milyarı aşacak; gelecek beş yıllık süreçte ise Diğer telekomünikasyon
Internet’e bir mobil telefon ya da dizüstü bilgisayar aracılığıyla erişim oranı, masaüstü araçlarına ve sinyal türlerine
bilgisayarla erişim oranını geçecek. 2010 yılı itibarıyla 143 ülkede kullanılabilir göre frekansların daha geniş bir
bant üzerinden taşındığı, bu
durumda olan üçüncü nesil (3G) mobil hizmetinden yararlanan abone sayısı, şimdiden nedenle aynı sürede daha fazla
340 milyonu geçiyor; bir yıl içerisinde mobil telefonları üzerinden İnternet’e bilginin/enformasyonun
iletilebilmesine olanak
bağlananların sayısı yarım milyarı geçiyor; İsveç, Norveç, Ukrayna ve ABD gibi tanıyan sistemler.
ülkelerde, her an her yerden daha güvenli biçimde bağlanabilmeyi ve ağ üzerinden
sağlanan hizmetlerin tümünü yüksek kaliteli görüntü, ses ve veri akışıyla sunmayı
hedefleyen 4G teknolojisine ilgi artıyor (Mobithinking, 2011). Bilgisayar kullanmadan
Internet üzerinden bir ağa kablosuz ve mobil olarak bağlanmanın telefonlar dışında
yolları da bulunuyor: Bunlar arasında dizüstü bilgisayarları, kişisel dijital asistanlık
hizmeti sunan PDA’leri, çağrı cihazlarını ya da kendi özel sistemi üzerinden hizmet
veren Blackberry gibi sistemleri sayabiliriz.
Türkiye’deki oranlara bakarak, mobil Internet teknolojisinin geleceği hakkında ne
söylenebilir? Bu soruya net bir yanıt vermek elbette güç. Altyapı maliyetlerinin yanı sıra,
bireylerin ekonomik, sosyal ve kültürel pek çok etkenle şekillenen teknoloji tercihleri de
bu süreçte belirleyici olabiliyor. Yine de Türkiye’de 2008 yılında mobil telefon
sahipliğinin 65 milyonu geçtiğini (TÜİK, 2010); 2007-2011 yılları arasında üç yıl gibi
kısa bir sürede İnternet’e erişimin yaklaşık %20’den % 43’e yükseldiğini (Şekil-6);
hanelerin % 40’a yakınının genişbant İnternet imkanına sahip olduğunu; İnternet’in en
çok çevrimiçi haber, gazete, dergi okuma, müzik dinleme, e-posta gönderme, sağlıkla
ilgili bilgi arama, Web siteleri aracılığıyla (bloglar, Facebook, Twitter vb.) toplumsal ve
siyasal konular ile ilgili görüş okuma/paylaş- ma, mal ve hizmetler hakkında bilgi arama
için kullanıldığını (TÜİK, 2011) göz önüne aldığımızda, bütün bu hizmetleri tek bir araç
-mobil telefon- üzerinde toplamayı başaran bir teknolojinin yaygınlaşması için en
azından dinamik bir toplumsal ilginin hazır olduğunu ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
r~
50
40
30
20
10
uyarlama becerisi gösteriyorlar (van Dijk, 2006: 180). Nitekim Türkiye’de de bilgisayar
kullananlar arasında 16-24 yaş arası gençler, %67,7 gibi yüksek bir oranla en geniş kesimi
oluşturuyor (DPT, 2011). Gençlerin yeni medyayla iletişimlerine yakından bakmak, bir
anlamda söz konusu teknolojilerin toplumsal yaşamdaki potansiyel etkilerini gözlememize
de fırsat tanıyor. Cep telefonları, dünyanın farklı bölgelerinde, farklı kültürleri temsil eden
gençler tarafından, kendilerini çevreleyen toplumsal yapı ve gençlik kültürünün sınırları
içerisinde, farklı ihtiyaçları karşılamak için kullanılabiliyor; ancak mobil teknoloji,
kullanım aşamasında önemli benzerlikler de üretiyor. Öncelikle mobil teknoloji, bağımsız
ve bireysel bir iletişim ortamı sunarak gençlerin özerklik alanlarına açıkça katkıda
bulunmayı öneriyor; ancak bu durum, özellikle aile gibi, gerek ekonomik destek, gerekse
ailevi gözetim işlevini yerine getiren geleneksel toplumsal kurumlar ile gençlerin ilişkisinin
zayıfladığı anlamına gelmiyor.
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 199
Mobil iletişim teknolojilerinin gençlik kültürüne yansımalarını dikkate adığınızda, söz konusu
teknolojilerin gençlerin kimlik tanımlarına küresel düzeyde etkileri konusunda ne
düşünüyorsunuz?
bireylerin pazarda var olabilme olanaklarının artmasına bir ölçüde katkı sağlıyor.
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 201
Özet
<S^ Mobil iletişim, teknolojileri alanında yakın dö- 1 nemde belirlenimciliğe karşı çıkanlar ise bu yaklaşımı
yaşanan gelişmeleri ve toplumsal etkilerini kısaca toplumsal olguları açıklarken indirgemeci bir tu-
tanımlayabilmek. tum sergilemekle eleştirirler: Teknoloji, içinde
1950’li yıllardan bugüne mikro-elektronik ve yeni üretildiği ve tüketildiği toplumsal, kültürel ve po-
iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler içeri- litik bağlamla birlikte ele alınmalıdır. Teknoloji-
sinde mobil -ya da kablosuz- iletişim teknolojileri nin toplumsal olarak şekillenmesi biçiminde ad-
özel bir yere sahip. Mobil iletişim, dünya üzerinde landırılan yaklaşıma göre, teknolojinin gelişimi,
bugüne dek başka hiçbir iletişim aracının eri- doğrusal bir çizgi izlemez; bir yeniliğin üretimi
şemediği bir ivmeyle yaygınlık kazanıyor. Söz ko- pek çok teknoloji dışı toplumsal etkene ve seçime
nusu teknolojilerin bireysel, toplumsal, bölgesel bağlıdır. Teknolojik belirlenimci yaklaşım ve bu
etki alanı haritası, ileri kapitalist toplumlardan, görüşe karşı çıkan argümanlar, yeni iletişim
gelişmekte olan ülkelere kadar geniş bir teknolojilerinin derin toplumsal etkilerinin göz-
coğrafyayı içine alıyor. 1990’lı yıllardan 2000’li lemlendiği bir dönemde, öne çıkıyor.
P
yıllara kadar geçen on yıllık süreçte, küresel
Mobil iletişim teknolojiler içerisinde öne çıkan mo-
düzeyde toplumlar arası ekonomik ve sosyal
bil telefonun ve kablosuzInternet’in küresel düzeyde
eşitsizlikler sürerken, iletişim teknolojilerine
kullanımını ve yayılımını inceleyebilmek.
erişimde beklenmedik gelişmeler yaşandı.
Mobil telefonlar ya da cep telefonları, gündelik
Bölgeler arası teknolojik uçurum, gerileme
yaşamın örgütlenmesinden, profesyonel iş yaşa-
eğilimi gösterirken, ileri iletişim teknolojileri,
mına, eğlence tüketimine, alışverişe, eğitim, sağ-
hane harcamaları içerisinde temel gereksinimlerle
lık ve finans hizmetlerine kadar gün geçtikçe ge-
birlikte anılmaya başlandı. İnsanın fiziksel bir
nişleyen bir alanı etkisi altına aldı. İletişimi sabit
mekâna bağımlı olmadan, dilediği zaman, dilediği
bir mekâna bağlı olmaktan çıkaran mobil tekno-
yerden iletişime geçebilmesini mümkün kılan,
lojiler, küresel ölçekli, eşzamanlı ve çok-işlevli
bireyin gündelik ya da profesyonel yaşamında
bir iletişim anlayışının hızla yaygınlaşmasına ne-
vazgeçilmez bir konum edinen mobil teknolojiler, den oldu; mobil iletişim gereksinimi, gelişmekte
zamanın ve mekânın yeniden tanımlandığı olan ekonomileri ve yoksul kesimleri de içine
coğrafyasız bir ortamda, yeni bir iletişimin alacak biçimde yaygınlaştı. Dünya ölçeğinde sabit
doğmasına öncülük etti. hat aboneliğini geçen mobil telefonlar, bir yandan
yeni tekno-sosyal pratiklerin gelişmesine öncülük
Teknolojik belirlenimci yaklaşımı ve yeni iletişim
ederken, bir yandan da toplumsal ilişkilerde yeni
teknolojileriyle ilgili tartışmalardaki yerini
gerilim ve kaygı alanlarının doğmasına yol açtı.
tartışabilmek.
Günlük yaşamımızdaki etki alanını giderek artıran
Teknolojik belirlenimci yaklaşım, medya-toplum-
mobil telefonlar, iletişim kurma ve kendimizi
kültür ilişkisini açıklayabilmek için, insanın etkin-
ifade etme biçimlerimizin çeşitlenmesine olanak
lik alanlarında teknolojiyle olan bağına yakından
sağlarken, iş yaşamının işlik dışı zamanı içerecek
bakmak gerektiğini, dahası teknolojinin yaşanan
şekilde genişlemesinde de etkili oldu. Kimi
toplumsal dönüşümde öncül rol oynadığını ileri
araştırmacılar mobil telefonların, bireyler ve
sürer. Bu yaklaşımı benimseyen araştırmacılar
toplumlar arasında ortak bir uzam ve zaman
arasında, iletişim teknolojilerinin toplumlar üze-
algısına dayalı, yeni ve evrensel bir ruhun
rindeki yıkıcı, anti-demokratik etkilerine vurgu (Apparatgeist) gelişmesine yol açtığını ileri sürü-
yapanlar kadar, bu görüşe temelden karşı çıkan ve yorlar. İnternet teknolojisini mobil telefonlarla
yeni iletişim teknolojileriyle birlikte çeşitlenen buluşturan yeni uygulamalar, Internet’e erişimde
iletişim ve özgürlük ortamlarına, dönüşen top- masaüstü bilgisayarların otoritesini sarsarken,
lumsallaşma pratiklerine dikkat çekenler de var- kablosuz İnternet, insanın ekonomik, kültürel ve
dır. Araç-odaklı bu yaklaşım, iletişim teknolojile- politik etkinliklerinin ayrılmaz ve mobil bir par-
rinde yaşanan gelişmeleri insanlık tarihinde dev- çasına dönüşüyor.
rimsel birer adım olarak nitelendirir. Teknolojik
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 203
Yaşamın İçinden
10. Castells’e göre aşağıdakilerden hangisi mobil ileti-
şim teknolojilerine erişimde ülkeler ve toplumlar arasında
ortaya çıkan farklılıkların temel nedenleri arasında yer
almaz?
a. Endüstriyel etkenler
b. Ekonomik etkenler
c. Liberal ekonomi politikaları
d. Sosyokültürel etkenler
e. Hükümet politikaları
“Bu, ileri bilgi işlem, olanaklarını insanların parmaklarının konusunu yeniden gözden geçiriniz.
ucuna getirmek için harika bir fırsat” diyor. Bu vizyonu Sıra Sizde Yan>t Anahtarı
paylaşan pek çok uzman var. Dünyanın dört bir yanında
mühendisler cebe sığan laboratuarlar geliştiriyor. Bu Sıra Sizde 1
çalışmalar akla bilimkurgu filmlerini getirse de, Mobil iletişim teknolojileri, bir ağ üzerindeki farklı dü-
uygulamaları çok yakında hayatımıza girebilir. Örnek ğüm noktalarının karşılıklı bağlılığı ve bağımlılığı ilkesi-
mi?Londra Üniversitesi’nden Prof. PeterBent- ley, kalp ne göre çalışıyor. Bu temel ilke, söz konusu ağa bağla-
atışlarını cep telefonuyla izleyen iStethoscope programının nabilenleri etkileşimli bir iletişim ortamında buluşturur-
yaratıcısı. ABD’de AgaMatrix adlı bir şirket, kan şekerini ken, ağa erişmek için gerekli teknik donanıma sahip ol-
cep telefonuna takılan bir parçayla ölçen bir cihaz için Gıda mayanları tümüyle bu ağın dışına itiyor. Bir mobil ileti-
ve İlaç İdaresi’ne FDA patent başvurusunda bulundu bile... şim ağına bağlanabilenler için de özgürlükler sınırsız de-
Özcan’m Berkeley Üniversitesi’ndeki meslektaşlar da cep ğil; söz konusu ağın teknik ya da politik nedenlerle sınır-
telefonuna eklenen CellScope adlı bir başka mikroskop lanması ya da bağlantının kopması, bireyler ve kurumlar
üzerinde çalışıyor (...) Prof. Özcan “Cep telefonu müthiş bir arasındaki iletişimi tümüyle aksatabiliyor. Yeni iletişim
potansiyel taşıyor” diyor ve ekliyor: “İsviçre çakısı gibi bir teknolojileri bugüne dek tanık olmadığımız bir özgürlük
hali var... ” deneyimi sunarken, bir yandan da hem söz konusu tek-
nolojilere, hem de bizimle aynı sosyal ağda bulunan bi-
Kaynak: Radikal Gazetesi çevrimiçi sayısı, 23 Eylül reylere karşı bağımlılığımızı artırıyor. Ayrıca bireyin işlik
2010. http://www.radikal.com.tr, son erişim tarihi: 22 dışı zamanını, iş yaşamının bir parçası haline gelebiliyor.
Ağustos 2011
Kendimizi Smayahm Yan>t Anahtarı Sıra Sizde 2
1. d Yanıtınız yanlış ise “Mobil İletişim Teknolojile Özellikle kent yaşamında gündelik hayatın bir parçası
ri: Bağlanmanın Sınırları” konusunu yeniden haline gelen mobil telefonlar, gençlik kültürü içinde mer-
gözden geçiriniz. kezi bir yer tutuyor. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu
2. e Yanıtınız yanlış ise “Mobil İletişim Teknolojile gibi Türkiye’de de yeni iletişim teknolojileri gençler
ri: Bağlanmanın Sınırları” konusunu yeniden tarafından yaygın ve etkin biçimde kullanılıyor. Mobil te-
gözden geçiriniz. lefonlar, genç bireyin kendi yaşamı üzerinde ve kendi
3. a Yanıtınız yanlış ise “Tarihin Kesintilerinde İleti seçimlerin doğrultusunda karar verebilmesine olanak
şim ve Teknolojik Belirlenimcilik” konusunu sağlayacak biçimde, kişisel özerklik alanlarını genişleti-
yeniden gözden geçiriniz. yor. Gençlik kültürü içerisinde eşzamanlı iletişimin yeri
4. a Yanıtınız yanlış ise “Tarihin Kesintilerinde İleti giderek artarken, geleneksel özel alan ve kamusal alan
şim ve Teknolojik Belirlenimcilik” konusunu tanımları, bu paylaşımcı ve etkileşimli kültür içerisinde
yeniden gözden geçiriniz. önemli değişimlere uğruyor. Dolayısıyla kamusal alanda
5. d Yanıtınız yanlış ise “Tarihin Kesintilerinde İleti iletişimin hangi ölçütlerle sınırlanması gerektiği sorusu
şim ve Teknolojik Belirlenimcilik” konusunu da yeni nesil tarafından yeniden tanımlanıyor.
yeniden gözden geçiriniz.
6. a Yanıtınız yanlış ise “Tarihin Kesintilerinde İleti Sıra Sizde 3
şim ve Teknolojik Belirlenimcilik” konusunu Mobil telefonların gençlik kültürü üzerindeki en önemli
yeniden gözden geçiriniz. etkileri arasında, kolektif bir kimliğin oluşumuna yaptığı
7. a Yanıtınız yanlış ise “Mobil Telefon: Lüks Tüke katkı yer alıyor. Mobil iletişimde yoğun olarak kullanılan
tim Araçları Listesinden, İhtiyaçlar Listesine” belirli kodlar, küresel anlamlar üstleniyor. Söz gelimi
konusunu yeniden gözden geçiriniz. mesaj yazımında ve kablosuz ağların kullanımında öne
8. e Yanıtınız yanlış ise “Dünyanın Öteki Yüzünde Mo çıkan yazılı dil, yazanın duygusal durumunu yansıtan
bil İletişim” konusunu yeniden gözden geçiriniz. simgeler, belirli kodların ortak hale gelerek küresel
9. e Yanıtınız yanlış ise “Mobil Telefon: Lüks Tüke düzeyde yaygınlaşmasını sağlıyor. Her ne kadar söz
tim Araçları Listesinden, İhtiyaçlar Listesine” konusu kodlar, kültürlere ve altkültürlere göre kimi
konusunu yeniden gözden geçiriniz. farklılıklar gösterse de (Japonya’da olduğu gibi), mobil
10. c Yanıtınız yanlış ise “Mobil Telefon: Lüks Tüke iletişimde genel olarak benimsenen simgelerden söz
tim Araçları Listesinden, İhtiyaçlar Listesine” edebiliyoruz.
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 207
315-371.
Ling, Rich (2008). New Tech, New Ties: How Mobile
Communication is Reshaping Social Cohesion.
Londra: The MIT Press.
MacKenzie, Donald ve Judy Wacjman (1999). “Intro-
ductory Essay: The social shaping of technology”. D.
MacKenzie ve J. Wacjman (der.) The Social Shaping
of Technology içinde. Open University Press: Milton
Keynes, 3-27.
McLuhan, Marshall (2005) Yaradanımız medya: Med-
yanın etkileri üzerine bir keşif yolculuğu. (Çev.
Ünsal Oskay). İstanbul: Turkuvaz.
Madden, Mary ve Aaron Smith (2010) “Reputation Ma-
nagement and Social Media Report” Pew Internet
and American Life Project, Washington.
Miller, Vincent (2011). Understanding Digital Culture.
Londra: Sage.
Morozov, Evgeny (2011). Net Delusion: How to Not to
Liberate the World. New York: Allen Lane.
Myhr, Jonas (2006). Livelihood Changes enabled by mobile
phones: The case of Tanzanian Fishermen. Bac- helor
Thesis, Uppsala University, Department of Business.
Mobithinking (2011). “Global mobile statistics 2011: all
quality mobile marketing research, mobile Web stats,
subscribers, ad revenue, usage, trends”.http://mo-
bithinking.com/
mobile-marketing-tools/latest-mobile-stats#mobile-in-
ternet-access (Son erişim tarihi, 2 Eylül 2011)
OECD Communications Outlook (2009). Informati- on
and Communications, OECD. http://www.oecd-
bookshop.org/oecd/index.asp?lang=EN (Son erişim
tarihi, 1 Eylül 2011).
Özcan, Yusuf Ziya ve Abdullah Koçak (2003). “A Need
or a Status Symbol?: Use of Cellular Telephones in
Turkey”, European Journal of Communication.
18, 241-254.
Postman, Neil (2010) Televizyon: Öldüren Eğlence.
(Çev. Osman Akınhay). İstanbul: Ayrıntı.
Srivastava, Lara (2008). “The mobile makes its mark”. In
Jamese E. Katz (ed.) Handbook of Mobile Com-
munication Studies. 15-27, Londra: The MIT Press.
Tacchi, Jo and Joann Fildes, Martin K. Mulenahalli, Em-
ma Baulch, Andrew Skuse (2007) Ethnographic
Action Research: Trainers Handbook. CD-ROM.
New Delhi: UNESCO.
Thompson, Herbert G. ve Christopher Garbacz (2007).
“Mobile, fixed line and internet service effects on
global productive efficiency”, Information Econo-
mics and Policy, 19: 2, 189-214.
8. Ünite - Mobil iletişim Teknolojileri: Bağlanmanın Sınırları 209