Zamanın kadınların konuşamadıklarını yazma cesaretinde bulunan Lou-Andreas
Salomé... Nietzsche’nin evlilik tekliflerini reddeden bu kadın, monografi incelemelerini yayımlamasıyla da bilinir. Salomé’un Nietzsche incelemesi hem kişiliği hem de eserlerinin üzerinde son derece ayrıntılı ve ona pek yakındır. Bunu birlikteliklerine ve Salomé’un gözlem başarısına yükleyebiliriz. Nietzsche’nin karamsar ve tüm dönüşümlerinin sebebini, çektiği fiziksel acılardan doğan yalnızlıklarla bağdaştırır. Nietzsche’yi uzaktan izleme şansımız olsaydı eğer yalnızlığının yüzüne vurduğu o karamsar salt bakışlarını görmemiz kaçınılmaz olurdu. Nietzsche’nin acıya duyduğu kararlılığı ve ölüm karşısında- ki davranışlarını önemli ölçüde dikkatle incelemiştir. Nietzsche’nin şu an bilinen tavırlarının ve yazdıklarının ekseninde dolaşmamızın büyük oranla Salomé’a bağlamamız yanlış olmayacaktır. Onu en yakından izleme şansı olan bu kadının eserleri hakkında incelemesi, özü hakkında incelemesinden de başarılıdır. “Burada gördüğümüz doğal olarak olgunlaşan entelektüel yaşamın herkesçe deneyimlenen kademeli dönüşümü veya büyümenin değişen evreleri değildir; gerçekte burada ani bir dönüş ve değişimi, zihinsel durumların bir iniş ve çıkışını görürüz ve son tahlilde bu iniş çıkışlar ‘düşüncelerden ötürü hasta düşmek ve düşünceler yoluyla iyileşmekten’ ileri gelmektedir.” Salomé’un bu paragraftaki cümlesi son derece münferittir. Nietzsche’nin entelektüel gelişim evresinde olmasından ziyade zihinsel olarak verdiği çabanın gelişimine şahit oluyoruz. Acının Nietzsche için doğal ve gerekli olduğu incelemesi yapılmaktadır. Acının var olmadığı yerde yaratıcılık bulunmadığı gibi Nietzsche’nin olduğu yerde de bedensel ve ruhsal acılara rastlamamak olanaksızdır. Bedensel ağrılarının onu yalnızlaştırması bireyselliği için farklı kapıları aralamıştır. Bu durum onu hem ruhsal olarak acılara sürüklemiş hem de kendisiyle geçirdiği zamanın farkına varmıştır. Salomé’un şu incelemeleri ise oldukça başarılıdır: “Eğer Nietzsche’nin düşünsel keşiflerinin acı verici iniş çıkışlarını gözlemleyecek olursak kendisiyle olan uzun, sancılı ve cesur mücadelesini barındıran dönüşümlerinin hikayesini okumuş oluruz.” Salomé’un Nietzsche’nin ruhsal ve fiziksel acılarını birer çağrıya dönüştürmesinin gözlemini iyi yaptığını şu çıkarımı ile anlıyoruz: “Oysaki kendisini ateşlere ve yaralanmalara karşı bağışık kılacak, hastalığı ve çatışma hâlini yaşam için ve bilgiye erişmek için bir uyarıcıya dönüştürecek, yaraları amaçları uğruna bir kışkırtmaya ve ilhama dönüştürecek daha fazla bir sağlıklılık gerekecektir.” Nietzsche’nin güçlü doğasının ve hastalıklarının yazıları üzerinde birer kazanç olduğu incelemesini yapmaktadır. Bu durumu; Nietzsche isminin ve arkasındaki yazıların, düşüncelerin, çatışmaların ve bağlantıların problem başlangıcı olarak görür. Nietzsche’nin dehasını ve düşünür olmasının bağlı olduğu sebeplerden birinin din olduğunu söyler. Papaz bir adamın oğlunun düşünür olarak kayıtlara geçmesindeki asıl sebebin, dinselliğe yatkın zihninin onu bilgi yolunda arayışlara saptırmasından doğduğuna dikkat çeker. “Tanrı öldü” ile bilinen bu adamın cümlelerini nasıl bu kadar yakından yansıtıyor bilemiyorum, hayret edici ve etkileyici... Bu iki kelimenin en iyi incelemelerinden birisini görüyoruz. Nietzsche’nin hikâyesi düşünürün içindeki dinsel dürtünün süregelen etkisini içerir, özdeşleştiği Tanrı parçalandıktan sonra bile bu etki gücünü kaybetmez. Arkasından son bir parıltı gelir: “Güneş çoktan battı ama yaşamımızın göğü artık görmediğimiz bir şeyden yansırcasına kızıllaşır ve parıldar.” (İnsanca, Pek İnsanca, 1, 223) Bir yandan ‘deli’nin duygusal yakarışını duyuyoruz: “Tanrı nereye gitti?” diye bağırdı, “Sana söyleyeyim! Onu biz öldürdük: sen ve ben. Hepimiz onun katilleriyiz!.. Tanrı’yı gömen mezar kazıcılarının seslerini duymuyor muyuz? Kutsal çürümüşlüğün kokusunu almıyor muyuz? Tanrılar bile çürür! Tanrı öldü! Tanrı ölü kalacak! Ve biz onu öldürdük! Katillerin katili bizler kendimizi nasıl avutacağız? Dünyanın şu ana kadar sahip olduğu en kutsal ve en yüce olan, bıçaklarımızın altında ve en yüce olan, bıçaklarımızın altında kanayarak öldü: Kim elimizdeki kanı silecek şimdi? Hangi sularda temizlenebiliriz!.. Bu eyle- min büyüklüğü bizim taşıyabileceğimizden daha fazla değil mi?” Nietzsche’nin teorilerini, yükseldiği dönemi dişil bir doğaya benzetir. Buradaki benzetme gayesinin cinsiyete önem arz etme eğiliminde olarak yapılmadığının farkında olmak gerekir. Salomé’un Nietzsche için yaptığı gözlemlerin son derece yakından ve yetenek olarak nitelendirmesine muhakkak ki şahit olacaksınız. Nietzsche’nin Şen Bilim’de şu cümlelerine rastlarsınız: “Hayvanlar dişiler hakkında insanlardan daha farklı düşünür, dişiyi üretken varlık olarak görürler... Hamilelik dişileri daha yumuşak, daha sabırlı, daha ürkek, daha neşeli bir biçimde itaatkar yapmıştır ve ruhsal hamilelik de benzer bir şekilde, derin tefekküre dalanların karakterini dişil karaktere uygun kılar: Bunlar erkek annelerdir.” “Çözülmüş bir problem artık bizi ilgilendirmez.”(İyi ve Kötünün Ötesinde, 80) Nietzsche’nin yetişkin ve olgunlaşmaya başlayan dönemlerini, filolojik çalışmaları ve müzik ile başlayan bağının ele alınması açısından şunları yazıyor: “Düşünselliğinde belli bir biçimsel ve sanatsal dokunuş ve akademik sorulara, belli bir konuya sınırlandırma ve konuya yoğun bir şekilde konsantre olma yoluyla gösterdiği ustalıklı bir yaklaşım yatıyordu. Nietzsche, her işi sanatsal bir sonuca bağlamaya ihtiyaç duyardı, sonra yarattığı şeyden kurtulur, onu geçmişe havale eder ve devam ederdi.” Nietzsche’nin içsel olarak çözmesi gereken sorunların, çözülmemiş problemler ve rasyonellikle sorgulanmasının yorumunu ekliyor. Burada Nietzsche için problem arayışlarının ona çözüm vermesinden değil, Nietzsche’nin değişimi olmasından bahsediyor. Nietzsche’nin acıları olmasaydı bir düşünür olamazdı. Acılarını çözümünü bilmekten ziyade bu acılarla yaşamaktan zevk alan bir adamdı. Salomé şöyle not düşüyor: “Problemleri elinden alan çözümlere içerliyor ve böylelikle ustalıklı ve fazla incelikli şüpheciliğiyle her seferinde çözümlere atılıyor ve sinsice, tekrar problemlere teslim olmalarını istiyordu.” Burada Nietzsche’nin sonsuz bir mistisizme daldığını söylese dahi bu mistisizm kargaşasının düşünür için el-zem olduğunu söylemek gerekir. “Ya Platon, Sokrates’in büyülü çekiciliğine kapılmasaydı daha yüksek türden bir felsefi insan bulabilir miydi o zaman?” Filolog olarak geçirdiği dönemlerin sonunda felsefi bir düşünüre geçişindeki etkileri, yaratıcı zekasına atfediyor Salomé. Filolog olarak saygınlık kazandığı eserlerinin varlığını göz ardı etmemesi gereken Salomé, Nietzsche’nin filozof olma yolundaki evrelerinin açıklamasını net bir gözlem zekasıyla yapmaktadır. Nietzsche’nin filolojiden felsefeye yükseldiği zamanlar için “zincirlerinden kurtulmuş tutsak his” benzetmesi yapar. Wagner ve Schopenhauer zamanlarındaki dönüşümü, hayatı boyunca dönüp baktığı bir gerçeklik olarak kalmıştır. Wagner’e olan ateşli beğenisi, sonrasında ise bu sanatın onu çok büyük ve ölümcül derecede hasta kıldığını yorumlar. Schopenhauer ile başlayan “rehber ve usta” arayışının üzerine düşerek bu dürtülerin getirilerini inceler.