Download as docx, pdf, or txt
Download as docx, pdf, or txt
You are on page 1of 4

7 Ekim Sonrası ABD’nin İsrail’i Sınırsız Destekleme Politikası Değişiyor Mu?

12 Aralık tarihinde ABD Başkanı Joe Biden, İsrail’in Gazze’de ayrım gözetmeksizin yaptığı
saldırılardan dolayı uluslararası desteğini kaybetmeye başladığını ve Başbakan Binyamin
Netanyahu’nun uzun vadeli bir çözüm için hükümetini değiştirmesi gerektiğini ifade etti.
Biden’ın yapmış olduğu bu ve benzeri açıklamalar, ABD’nin geleneksel olarak İsrail’i
destekleme politikasını sürdürmesine rağmen, iki ülkenin her konuda tamamen
uzlaşamadığını ortaya koyması bakımından önemlidir. Bu bağlamda, ABD’nin ilerleyen
süreçte, İsrail’in saldırgan davranışlarını sınırlandırması ne kadar olasıdır sorusu tekrar
gündeme gelmektedir.

ABD Neden Geleneksel Olarak İsrail’e Destek Veriyor?

Mearscheimer-Walt ikilisinin 2007 yılında “İsrail Lobisi ve ABD Dış Politikası” adlı kitabı,
ABD – İsrail arasında var olan özel ilişkinin açıklanması için hala en önemli kaynaktır. Kitap,
ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz ve cömert desteği ve bu konuya getirilen olası diğer
yanıtları araştırmaktadır. Kitaba göre, ABD’nin İsrail’e geleneksel olarak destek vermesinin
tek ve temel sebebi başkanlık ve kongre kurumlarını etkileme ve toplumsal söylem oluşturma
gücüne sahip olan İsrail Lobisinin bizatihi kendisidir.

Kitap, ABD’nin İsrail’e verdiği diplomatik, askeri ve ekonomik desteği açıklamaya çalışan
diğer açıklamaları iki grupta toplamaktadır. Bunlardan birincisi; İsrail’in ABD için stratejik
anlamda oldukça değerli olmasıdır. Ancak bu görüş, İsrail’in hem doğal kaynak bakımından
fakir olması ve hem de hayati bir coğrafi konum üzerinde olmamasından dolayı anlamını
yitirmektedir. ABD’nin İsrail’e destek vermesi için gösterilen bir diğer gerekçe ise moral
değerlerdir. Buna göre İsrail, Orta Doğu’da bulunan tek liberal demokratik değerlere sahip
olan ülkedir. Bunun yanında, Yahudi halkının geçmişte çok acı çekmesi, zayıf olması ve
bölgede onu yok etmeye adanmış düşmanlarla çevrili olduğuna dair yaygın bir görüş de
mevcuttur. Ancak bu görüşlerde ABD’nin koşulsuz ve cömert bir şekilde İsrail’i desteklemesi
için yeterli değildir. Çünkü İsrail günümüzde zayıf ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
değil tam aksine bölgenin en güçlü ve refah içinde olan nadir devletlerinden biridir. Ayrıca
İsrail devletinin sınırları içinde yaşayan Arap vatandaşlarına uyguladığı ayrımcılık politikaları
ülkenin ne kadar demokratik değerlere sahip olup olmadığının sorgulanmasına yol
açmaktadır.
Literatürde anlatılanlardan farklı olarak, kitap ABD’nin geleneksel olarak İsrail yanlısı
politikalar almasına neden olan temel güdünün İsrail lobisi olduğunu iddia etmektedir. Genel
anlamıyla lobi, ABD’nin İsrail yanlısı bir tutum alması için aktif bir şekilde çalışan gevşek bir
koalisyon olarak tanımlanmaktadır. Bu koalisyonun ana çekirdeğini “Amerikan – İsrail
Kamusal Olaylar Komitesi” (AIPAC) ve “Büyük Amerikan Yahudi Örgütlenmeleri
Başkanları Konferansı” gibi Yahudi yapılanmalar oluşturmaktadır. Bunun dışında, Yahudi
olmayan ama bazı çeşitli sebeplerden dolayı İsrail’i destekleyen gruplarda mevcuttur.
Örneğin, dini gerekçelerle İsrail’i destekleyen Hristiyan Siyonistler (Evanjelik Hristiyanlar)
ya da demokratik liberal değerlerin dünyaya yayılmasını savunan “Yeni Muhafazakârlar” bu
grup içinde değerlendirilmektedir.

Söz konusu lobi grupları, ABD seçimlerinde İsrail yanlısı adaylara oy vermek, bu adaylara
ekonomik yardımlar yapmak, mektup yazmak ve İsrail yanlısı örgütleri desteklemeye kadar
birçok faaliyette bulunmaktadır. Buna ek olarak, lobi sahip olduğu güçle, akademik camiayı
baskı altında tutma ve anti-semitizmi bir baskı aracı olarak kullanarak İsrail politikalarına
yapılan haklı eleştirilerin önüne geçebilmektedir. Sonuç olarak, Amerikan demokratik sistemi
içinde geniş bir faaliyet alanı bulabilen lobiler, karar alıcılar üzerinde baskı kurma ve kamusal
söylem oluşturma yollarıyla Amerikan dış politikasını etkilemeyi başarabilmektedir.

Soğuk Savaş Sonrası İsrail Lobisine Rağmen ABD’nin Orta Doğu Politikası

Soğuk Savaş sonrası, ABD’nin Orta Doğu politikası, güç dengelerinden ziyade, İsrail Lobisi
veya medya yoluyla kamuoyu tepkisi gibi iç politik faktörlerden daha fazla etkilenmiştir. Bu
dönemde ABD desteğinde Filistin – İsrail Barışının sağlanması için Oslo süreciyle taraflar
arasında belirli bir mutabakat sağlanmıştır. Süreç içerisinde Bush Yönetimi İsrail’in Batı Şeria
ve Gazze’deki yerleşim birimlerini durdurmaması halinde 10 milyar dolarlık kredi
anlaşmasını askıya alacağını açıklamıştır. İki taraf arasında gerginlik oluşturan bu durum
Haziran 1992 yılına kadar devam etmiş ve aynı yıl İsrail’de yapılan seçimlerde ABD ile
uzlaşmacı bir tavrı benimseyen barış yanlısı işçi partisi lideri İzak Rabin başbakan olmuştur.

1993 – 95 yılları sonrasında İsrail’de Likud partisinin iktidara gelmesi Filistin tarafında ise
Yaser Arafat’ın gücünün aşınmasıyla Oslo Barış süreci durma noktasına gelmiş ancak
ABD’nin müdahalesiyle sürecin yeniden canlanması sağlanmıştır. Taraflar 1998 yılında
Maryland’de Wye River malikânesinde yeniden bir araya gelmiş ve İsrail Başbakanı
Netanyahu, Oslo Anlaşmaları kapsamında öngörülen barış ve güvenlik için işgal altındaki
topraklardan çekilme ilkesini istemeyerek de olsa kabul etmiştir. Bir yıl sonra İsrail’de
yapılan seçimlerde İşçi Partisi Lideri Ehud Barack yüzde 56 oyla Netanyahu’yu geride
bırakmıştır. Yukarıda verilen örnekler, ABD’nin zaman zaman kendi politikaları için İsrail’in
dış politikasını sınırlandırabileceğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.

7 Ekim Sonrası Dönemde ABD’nin Tutumu

7 Ekim’de başlayan süreçte, ABD, savaşın bölgeselleşmesini engelleme politikası takip etmiş
ve bu doğrultuda Doğu Akdeniz’e yolladığı filo ve nükleer denizaltılarla önemli bir
caydırıcılık oluşturmuştur. Bununla birlikte, Biden yönetiminin söylemleri incelendiğinde,
Amerikan halkının savaşa verdiği desteğin azalmasına bağlı olarak İsrail’e verilen diplomatik
desteklerin de sınırsız olmayabileceği görülmektedir.

Biden, savaşın ilk aşamalarında yaptığı konuşmasında İsrail’e tam destek vereceklerini
açıklamıştır. Örneğin, 10 Ekim’de yaptığı açıklamada İsrail’e gerekli olan tüm askeri
cephane ve mühimmatları göndereceklerini garanti etmiştir. Biden 20 Ekim’de ise
Kongre’den İsrail’e en az 14 milyar dolarlık askeri yardım gönderecek acil durum fon paketi
talep ettiğini ifade etmiştir. Biden, 25 Ekim’de ise 6 Ekim’deki statükoya geri dönüş
olmayacağını söyleyerek İsrail’e tam destek vereceklerini yinelemiştir.

ABD’nin İsrail’e yönelik desteğinin açık olmasına rağmen iki ülkenin bazı konularda ayrıştığı
ifade edilebilir. Biden’ın 15 Kasım’da Washington Post’ta yayınlanan bir köşe yazısında,
Filistinlilerin hayatını kaybetmesinden dolayı üzüntü yaşadığını ve Gazze’nin işgal edilip
oranın korunacağının düşünülmesinin büyük bir hata olacağını İsrail tarafına açıkça
söylediğini belirtmiştir. Başka bir açıklamada ise, Biden, Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik
şiddeti kınarken ABD’nin Batı Şeria’da sivillere saldıran aşırı gruplara vize yasağı getirmeye
hazır olduğunu söylemiştir. Son olarak, Biden yönetimi, Gazze’deki Filistinlilerin zorla
yerinden edilmemesi, bölgede yeniden işgal, kuşatma, abluka veya daraltma yapılmaması ve
savaş bittiğinde Filistin halkının Gazze yönetiminin merkezinde olması gerektiğini ifade
etmiştir.

Daha önce de bahsedildiği gibi, Biden Yönetimi’nin, İsrail – Hamas çatışmasına yönelik
politikalarını yönlendiren en önemli unsurun, küresel aktörlerin pozisyonları, ya da
uluslararası toplumun baskısından ziyade Amerikan iç politik gelişmeleriyle alakalı olduğu
görülmektedir. Örneğin, 14 Kasım’da ABD’de, devletin değişik birimlerinde çalışan 400’den
fazla yetkilinin, hükümetin İsrail politikasını protesto eden bir mektup göndermesinin
ardından Biden yaptığı açıklamalarla, Beyaz Saray’ın içinde ve ötesinde Gazze savaşı
temelinde oluşan bölünmeleri yönlendirmeye çalışmıştır. Biden yönetimi için önemli olan bir
diğer konu ise Amerika’da yaşayan Müslüman seçmenlerdir. Amerika 2024 başkanlık
seçimlerine giderken, üç yıl önce Müslüman ve Arap Amerikalı seçmenlerin kendisine oy
verdiği Georgia ve Michigan gibi değişken eyaletlerde Biden’ın yeniden destek alabilmesi
savaşa ilişkin duruşuna bağlıdır. Bunun yanında, ABD kamuoyunda İsrail’e verilen desteğin
azalması Biden Yönetimi’nin politikalarını etkileyebilir. 15 Kasım’da Reuters’ın yaptığı bir
ankete göre, ABD tarafsız arabulucu olmalı diyenlerin oranı önceki anketlere göre yüzde
27’den yüzde 39’a yükselmiştir. Ankete katılanların yüzde 32’si ABD’nin İsrail’i
desteklemesi, yüzde 4’ü ise Filistinlileri desteklemesi gerektiğini, yüzde 15’i ise hiçbir şekilde
müdahil olmaması gerektiğini söylemiştir. 27 Kasım-1 Aralık tarihleri arasında PEW
kurumunun yaptığı bir başka araştırma ise Amerikalıların, Biden Yönetimi’nin İsrail-Hamas
savaşına olan politikasını olumlu olmaktan ziyade olumsuz olarak algıladığını ve toplumun
yarısından fazlasının iki devletli çözüm fikrini desteklediğini ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak, ABD’nin İsrail’i geleneksel olarak desteklediği açık olmasına rağmen iki
devletin bazı temel konularda farklılaştığı ve yakın gelecekte iç politik baskıların artmasına
bağlı olarak ABD Yönetimi’nin İsrail’e olan desteğini sınırlandırabileceği beklenmektedir.

Kaynaklar:

https://time.com/6326332/president-biden-israel-hamas-war/

https://www.bloomberg.com/news/articles/2023-12-12/biden-pushes-netanyahu-to-change-
stance-on-palestinian-statehood

You might also like